2011 nobel tıp ödülü

2011 nobel tıp ödülü 2011 nobel tıp ödülü

medicine.ku.edu.tr
from medicine.ku.edu.tr More from this publisher
01.02.2015 Views

2011 NOBEL TIP ÖDÜLÜ BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN DEVRİMCİLERİNE VERİLDİ Dr. S. Altuğ Kesikli, Prof.Dr.Dicle Güç ve Prof.Dr.Emin Kansu Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı İsveç’te bulunan Karolinska Enstitüsü Nobel Ödül Komitesi’nin 3 Ekim 2011 tarihli basın açıklamasında, 2011 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nün Amerikalı araştırmacılar Bruce A. Beutler (53) ve Ralph M. Steinman (68) ile Fransız araştırmacı Jules A. Hoffmann’a (70) verilmesinin kararlaştırıldığı bildirildi. 2011 yılı Nobel Ödülü sahiplerinin, bağışıklık sisteminin etkinleştirilmesindeki temel prensipleri keşfettikleri ve bağışıklık sisteminin işleyişini anlamamıza önemli katkılarda bulundukları özellikle vurgulanmıştır. Komitenin açıklamasında, ödülün bir yarısının doğal bağışıklığın aktivasyonuyla ilgili keşifleri için Bruce A.Beutler ve Jules A.Hoffmann’a, diğer yarısının ise dendritik hücrelerin keşfi ve bu hücrelerin edinsel bağışıklıktaki rollerinin aydınlatılması nedeniyle Ralph M.Steinman’a verildiği belirtilmiştir. 2011 Nobel Tıp Ödülü’nü paylaşan üç bilim insanından biri olan Prof.Dr. Ralph M. Steinman bağışıklık (immünoloji) alanına yaptığı önemli katkıların yanı sıra Nobel Ödülü’nün ilk kez vefat eden bir kişiye verilmesiyle de ismini tarihe yazdırdı. Nobel Ödülleri bir kural olarak ölümden sonra verilmemektedir. Ancak ödül tarihi ve Dr. Ralph M. Steinman’ın vefatının New York’ta görev yaptığı Rockefeller Üniversitesi tarafından duyurulma tarihinin aynı zamana rastlaması nedeniyle Karolinska Enstitüsü’nde toplanan Nobel Komitesi, ödülün 30.Eylül.2011 günü vefat eden Dr. Steinman’ a verilmesine karar verdi. Yaşadığımız çevrede, sürekli olarak bizleri tehdit eden bakteriler, virüsler, mantarlar ve parazitler gibi pek çok hastalık etkeni olan mikroplar bulunur. Enfeksiyon hastalıklarına neden olduğu gösterilmiş bu kadar çok çeşitli mikrobun varlığına rağmen insan vücudu, “bağışıklık sistemi (immün sistem)” adı verilen güçlü savunma mekanizmalarına sahiptir. Organizma, yabancı tehditlere karşı immün sistem tarafından iki basamakta korunur. Birinci basamağı doğal immünite oluşturur. Mikroplara karşı ilk savunma, “doğal (innate) bağışıklık” adı verilen ve mikroplarla 1

<strong>2011</strong> NOBEL TIP ÖDÜLÜ<br />

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN DEVRİMCİLERİNE VERİLDİ<br />

Dr. S. Altuğ Kesikli, Prof.Dr.Dicle Güç ve Prof.Dr.Emin Kansu<br />

Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı<br />

İsveç’te bulunan Karolinska Enstitüsü Nobel Ödül Komitesi’nin 3 Ekim <strong>2011</strong> tarihli<br />

basın açıklamasında, <strong>2011</strong> Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nün Amerikalı<br />

araştırmacılar Bruce A. Beutler (53) ve Ralph M. Steinman (68) ile Fransız<br />

araştırmacı Jules A. Hoffmann’a (70) verilmesinin kararlaştırıldığı bildirildi. <strong>2011</strong> yılı<br />

Nobel Ödülü sahiplerinin, bağışıklık sisteminin etkinleştirilmesindeki temel prensipleri<br />

keşfettikleri ve bağışıklık sisteminin işleyişini anlamamıza önemli katkılarda<br />

bulundukları özellikle vurgulanmıştır. Komitenin açıklamasında, <strong>ödülü</strong>n bir yarısının<br />

doğal bağışıklığın aktivasyonuyla ilgili keşifleri için Bruce A.Beutler ve Jules<br />

A.Hoffmann’a, diğer yarısının ise dendritik hücrelerin keşfi ve bu hücrelerin edinsel<br />

bağışıklıktaki rollerinin aydınlatılması nedeniyle Ralph M.Steinman’a verildiği<br />

belirtilmiştir.<br />

<strong>2011</strong> Nobel Tıp Ödülü’nü paylaşan üç bilim insanından biri olan Prof.Dr. Ralph M.<br />

Steinman bağışıklık (immünoloji) alanına yaptığı önemli katkıların yanı sıra Nobel<br />

Ödülü’nün ilk kez vefat eden bir kişiye verilmesiyle de ismini tarihe yazdırdı. Nobel<br />

Ödülleri bir kural olarak ölümden sonra verilmemektedir. Ancak ödül tarihi ve Dr.<br />

Ralph M. Steinman’ın vefatının New York’ta görev yaptığı Rockefeller Üniversitesi<br />

tarafından duyurulma tarihinin aynı zamana rastlaması nedeniyle Karolinska<br />

Enstitüsü’nde toplanan Nobel Komitesi, <strong>ödülü</strong>n 30.Eylül.<strong>2011</strong> günü vefat eden Dr.<br />

Steinman’ a verilmesine karar verdi.<br />

Yaşadığımız çevrede, sürekli olarak bizleri tehdit eden bakteriler, virüsler, mantarlar<br />

ve parazitler gibi pek çok hastalık etkeni olan mikroplar bulunur. Enfeksiyon<br />

hastalıklarına neden olduğu gösterilmiş bu kadar çok çeşitli mikrobun varlığına<br />

rağmen insan vücudu, “bağışıklık sistemi (immün sistem)” adı verilen güçlü<br />

savunma mekanizmalarına sahiptir. Organizma, yabancı tehditlere karşı immün<br />

sistem tarafından iki basamakta korunur. Birinci basamağı doğal immünite oluşturur.<br />

Mikroplara karşı ilk savunma, “doğal (innate) bağışıklık” adı verilen ve mikroplarla<br />

1


ilk teması sağlayarak onları hızla ortadan kaldırmaya çalışan sağlıklı bir vücüdun<br />

“hazırda bulunan-doğal” bu bağışıklık sistemi ile sağlanır. Mikropların, bu ilk<br />

savunma hattını aştıklarında karşılarına çıkan, enfeksiyonlu hücreleri ortadan<br />

kaldıran ve uzun süreli bağışıklığı sağlayan sistem ise “edinsel (adoptive)<br />

bağışıklık” olarak isimlendirilir. Birbiriyle ilişkili olarak çalışan ve mikroplara karşı<br />

güçlü bir savunma sağlayan bu iki savunma sistemi, yetersiz veya aşırı çalıştığında<br />

ise kanserlere ve iltihabi hastalıklara yok açabilmektedir.<br />

Canlıların, özellikle insan dahil memelilerin, kendilerine yabancı ve hastalık<br />

yaratabilecek mikroplara karşı bağışıklık sistemlerinin en güçlü bileşenlerini<br />

etkinleştirebildikleri çok uzun bir zamandır bilinmektedir. Mikrobik bir hastalığa<br />

yakalandığımızda başlangıçta kendimizi genellikle yorgun, halsiz ve kötü hissederiz.<br />

Bu ilk karşılaşmalar sırasında bağışıklık sistemimizin moleküler düzeyde bir mikrobu<br />

nasıl tanıdığı ve onu ortadan kaldırmak üzere nasıl hazırlandığı ise yüz yılı aşkın<br />

süredir araştırılmaktadır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında Robert Koch’un<br />

öğrencilerinden Richard Pfeiffer’in, deney hayvanlarında ateş ve şoka yol açan ve<br />

sonraki yıllarda tüm moleküler yapısının aydınlatılarak lipopolisakkarit (LPS) olarak<br />

adlandırılan “endotoksin” molekülünü keşfiyle, yabancı molekülleri algılayan<br />

sensörlere duyulan merak ve ilgi de artmıştır.<br />

Jules A.Hoffmann’ın Çalışmaları<br />

Bu temel sorunun yanıtlarının meyve sinekleriyle yapılan deneylerle keşfi ise<br />

araştırmacıları oldukça şaşırtmıştır. Meyve sinekleri (Drosophila melanogaster) ile<br />

araştırmalar aslında 1980’lerde başlamıştır. Christiane Nüsslein-Volhard (1995 Nobel<br />

Fizyoloji ve Tıp Ödülü Sahibi) 1985’te değişime (mutasyon) uğrayan bir genin meyve<br />

sineklerinin olduklarından farklı ve oldukça garip görünmelerine yol açtığını<br />

göstermiştir. Araştırmacı ekibi şaşkınlıklarını gizleyemeden Almanca “Das ist ja toll<br />

(Bu harika)!” diye haykırmış ve sonrasında bulunan bu gene Toll adı verilmiştir.<br />

1996 yılında Jules A. Hoffmann ve ekibi, o zamana kadar yalnızca gelişim ile ilgili<br />

olduğu düşünülen bu genin, meyve sineklerinde mantar enfeksiyonlarına karşı<br />

bağışıklıkta, mantarlara ait protein yapıların fark edilmesini ve antimikrobiyal<br />

maddelerin üretimini sağlayarak çok önemli olduğunu göstermiştir. Araştırmalarını<br />

halen Fransa’da Strazburg Louis Pasteur Üniversitesi Moleküler ve Hücresel Biyoloji<br />

2


Enstitüsü’nde yer alan Fransız Araştırma Kurumu’na (CNRS) ait “Böceklerde İmmün<br />

Yanıt ve Gelişim” laboratuvarında yürüten Prof.Hoffmann ve ekibi sonraki yıllarda,<br />

meyve sinekleri ve anofel sivrisineklerinin bağışıklık sistemlerinin hücresel ve<br />

moleküler temelleri hakkında sürdürdükleri çalışmalarıyla, insanlarda pek çok<br />

bağışıklıkla ilgili hastalığın aydınlatılması için mükemmel hastalık modelleri<br />

oluşturmuş, 250’den fazla uluslararası makale ve çok sayıda kitap bölümü<br />

yazmışlardır.<br />

Bruce A. Beutler’in Çalışmaları<br />

Bulunuşunun ilk yıllarında yalnızca gelişim ile ilgili olduğu düşünülen meyve<br />

sineklerindeki Toll proteininin keşfi, bu genin insanlardaki karşılığını bulma<br />

arayışlarını hızlandırmıştır. Gerçekten de insanda Toll-benzeri (toll-like) yapılar<br />

Nomura ve ekibi tarafından 1994 yılında saptanmış, 1996 yılında Taguchi ve ekibi<br />

genin insan kromozomu üzerindeki yerini haritalandırmıştır. 1998 yılında ise Bruce A.<br />

Beutler ve ekibi, memelilerde mikrobiyal şoka neden olabilen bir mikrobik molekül<br />

olan lipopolisakariti bağlayabilen yapıları araştırdıkları çalışmalarında, bu molekülü<br />

aldığında şok tablosu göstermeyen dirençli farelerde, meyve sineklerindeki Toll<br />

genine çok benzer bir genin (tlr4) değişime uğradığını keşfetmişlerdir. Beutler ve<br />

ekibinin La Jolla, Amerika Birleşik Devletleri’nde Scripps Araştırma Enstitüsü’nde<br />

gerçekleştirdiği sonraki çalışmalar, Toll-benzeri reseptör-4 (TLR4) olarak<br />

adlandırılan proteinin memelilerde, LPS molekülü için gereken duyarlı (sensör)<br />

yapının çok önemli bir temel elemanı olduğunu ortaya koymuştur (RESİM-1 ).<br />

Duyarlı yapı LPS molekülü ile bağlandığında, bağışıklık sistemi iltihabi yanıtlar<br />

oluşturmak üzere etkin hale gelmiş, çok yüksek LPS dozlarında ise şok tablosu<br />

ortaya çıkmıştır. Konuyla ilgili 140’tan fazla uluslararası makale yazan Prof.Bruce<br />

Beutler ve ekibi, immünoloji araştırmalarına ileri genetik yaklaşımları ekleyerek<br />

memelilerde “rezistom” adı verilen ve enfeksiyonlara karşı dirençten sorumlu<br />

genlerin aydınlatılmasına çok büyük katkılarda bulunmuştur.<br />

Prof.Hoffmann ve Prof.Beutler’in yayınladığı araştırmalar, mikroplarla<br />

karşılaştıklarında meyve sineklerinin ve memelilerin benzer yapıları kullanarak doğal<br />

bağışıklık (innate) yanıtlarını başlattıklarını göstermiştir. Günümüzde, insanlarda 10<br />

ve farelerde 12i olmak üzere, çeşitli canlılarda 10 ile 15 arasında farklı Toll-benzeri<br />

reseptör (TLR) olduğu bilinmektedir. Bu hücre yüzeyinde mikropları tanımaya duyarlı<br />

3


yapıların (reseptörler) , mikrobik yapılara ek olarak canlının kendi moleküllerine<br />

(endojen moleküller) de yanıt verdiği keşfedilmiştir. Bu reseptörlerin, hücre<br />

ölümünden mikropların ortadan kaldırılmasına ve iltihabi yanıtların başlatılmasına<br />

kadar çeşitli süreçlerden sorumlu oldukları gösterilmiştir. Bununla ilişkili olarak,<br />

kanserlerden çeşitli alerjik ve oto-immün hastalıklara ve immün yetmezliklere kadar<br />

olan çok geniş bir hastalık spektrumunda bu reseptörler yapılarının görevleri<br />

aydınlatılmaya devam etmektedir. Hoffmann ve Beutler’in doğal bağışıklığın duyarlı<br />

reseptör yapılarını belirledikleri ve yeni bir çağ açan keşifleri, hastalıkların önlenmesi<br />

ve tedavisinde yeni yaklaşımlara imkan vermektedir. Günümüzde enfeksiyonlara<br />

karşı çok daha güçlü ve gelişkin koruyucu aşıların hazırlanması, bağışıklık sisteminin<br />

etkinleştirilerek kanserlere karşı koyabilir hale getirilmesi çalışmaları yeni bir boyut<br />

kazanmıştır. Bağışıklık sistemi elemanlarının canlının kendi dokularına saldırdığı bir<br />

durum olan iltihabi ve oto-immün hastalıkların tedavisi için ise modern hedefler ortaya<br />

konulmaktadır.<br />

Çok yakın bir gelecekte Teksas Üniversitesi Southwestern Tıp Merkezi’nde “Konakçı<br />

Savunmasının Genetiği Merkezi” kurucu direktörlüğüne getirilme heyecanıyla<br />

Dallas’a taşınacak olan Prof.Bruce A. Beutler, aldığı Nobel Ödülü ile ilgili verdiği son<br />

röportajında bilim ve inovasyonun bir ekip işi olduğunu vurgulayarak: “Pek çok insan<br />

Nobel Ödülü’nü aklından geçirir, ancak bu çok da bağlanılabilecek bir fikir değildir,<br />

çünkü ancak çok az insan bu <strong>ödülü</strong> kazanır. Yıllar süren araştırmaların en büyük<br />

<strong>ödülü</strong> ise, eski ya da yeni pek çok arkadaş ve meslektaştan alınan tebrik<br />

mektuplarının insanda yarattığı sıcaklık hissidir” şeklinde, tüm genç araştırmacılara<br />

örnek olabilecek ve yol gösterecek anlamlı bir açıklama yapmıştır.<br />

Ralph M. Steinman’ın Çalışmaları<br />

Dr. Ralph M Steinman, 1943 yılında Montreal Kanada’da doğdu. McGill<br />

Üniversitesi’nde Biyoloji ve Kimyayı eğitimi aldıktan sonra, Harvard Tıp Fakültesinden<br />

mezun oldu. 1970 yılından vefatına kadar Rockefeller Üniversitesi’nde çalıştı.<br />

İmmünoloji profesörü olan Dr. Steinman aynı zamanda aynı üniversitede “İmmünoloji<br />

ve İmmün Hastalıklar Merkezi” nin direktörü olarak görev yapmaktaydı.<br />

4


Günlük yaşamda sürekli olarak karşılaştığımız mikroorganizmalar doğal bağışıklık<br />

sistemine ait hücresel ve sıvısal elemanlar tarafından yok edilirler. Eğer bu doğal<br />

savunma yetersiz kalırsa bu dönemde edinsel (kazanılmış) bağışıklık , T - ve B -<br />

hücreleri adını verdiğimiz özel donanımlı ve yüksek özgüllükte görev yapan<br />

Lenfositler olarak tanımlanan bir grup akyuvarlar aracılığıyla devreye girer. Bu ikinci<br />

basamakta B hücreleri (lenfositleri) antikor (Antibody) üreterek, T hücreleri<br />

(lenfositleri) ise öldürücü işlev görerek organizmadaki tehdidin ortadan kaldırılmasını<br />

sağlar. T- ve B- hücrelerinin doğal bağışıklığa ait hücrelerde bulunmayan hafıza<br />

(memory) ve özgüllük (specificity) gibi çok özel yetenekleri vardır. Bu özellikleri<br />

sayesinde, aynı mikroplarla tekrar karşılaştıklarında daha hızlı ve güçlü bir cevap<br />

oluşturabildikleri için vücüd savunmamızda çok kritik önem taşırlar.<br />

Dr. Ralph M. Steinman, 1973 yılında T hücrelerinin aktivasyonunda kritik rol oynayan<br />

yeni bir hücre grubu tanımladı. Dendiritik hücre (DC) olarak adlandırılan bu hücreler<br />

önceleri bilim camiası tarafından pek fazla destek bulamadı. Ancak, Dr Steinman’ın<br />

takip eden çalışmaları dendritik hücrelerinin T hücrelerini aktif hale geçirme güçlerinin<br />

çok kuvvetli olduklarını kanıtladı. Steinman’ın bu çalışmalarının devamında ise,<br />

immün sistemin kendine ait olan (endojen) moleküllerine karşı cevap oluşturmadığı,<br />

yalnızca hastalık yaratabilen (patojenik) mikroorganizmalara karşı reaksiyon verdiğini<br />

anlaşıldı.<br />

Dr. Steinman’in keşfettiği Dendritik Hücrelerin geçtiğimiz 30 yıl içinde organ veya<br />

doku nakillerinden sonra görülen doku redid (rejeksiyon) , tümörlere karşı direnç,<br />

otoimmün hastalıklar ve bir infeksiyon ajanı olmadan ortaya çıkan bir çok bağışıklık<br />

cevabının başlamasında çok önemli ve yegane yardımcı hücreler olduğu<br />

gösterilmiştir.<br />

Dendiritik hücrelerin bağışıklık sisteminin düzenlenmesindeki yeri ve öneminin fark<br />

edilmesi infeksiyonlara karşı daha etkili koruyucu aşıların geliştirilmesi ve tümörlerin<br />

bağışıklık sisteminin uyarılarak ortadan kaldırılması gibi yeni tedavi yaklaşımlarının<br />

geliştirilmesini olanaklı hale getirmiştir.<br />

Bağışıklık sisteminin kendi dokularına karşı (otoimmünite) savaşa geçme<br />

nedenlerinin ortaya konması ve inflamatuvar hastalıklara karşı yeni tedavi<br />

yöntemlerinin geliştirilebilmesi de, bağışıklık sisteminin aktivasyonu sırasında oluşan<br />

5


temel prensiplerin ortaya çıkartılmasında devrim niteliğinde buluşlar yapan ve <strong>2011</strong><br />

Nobel Tıp Ödülü’ne layık görülen bu üç bilim adamının buluşları ışığında<br />

gerçekleşmiştir.<br />

RESİM – 1 : HÜCRE YÜZEYİNDE YERLEŞİK TOLL –BENZERİ (Toll-like ) RESEPTÖR YAPISI<br />

:Bakteri DNA’sının hücre zarındaki toll-benzeri reseptör 9’a (gri-beyaz) bağlanmasının 3 boyutlu<br />

dijital modellemesi. Çift zincirli DNA (dsDNA) molekülü (kırmızı), iki adet bağlanma-bölgesi<br />

(mavi) ile bağlanır.<br />

6


Prof.Dr.Bruce A. Beutler<br />

Prof.Dr. Jules A. Hoffmann<br />

Prof.Dr.Ralph M. Steinman<br />

7

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!