bülten 73 (pdf) - Bilim ve Sanat Vakfı
bülten 73 (pdf) - Bilim ve Sanat Vakfı
bülten 73 (pdf) - Bilim ve Sanat Vakfı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
BÜLTEN’DEN<br />
BÜLTEN<br />
May›s-A¤ustos 2010<br />
Y›l 21 Say› <strong>73</strong><br />
Yay›n Kurulu Ali Pulcu, Faruk Deniz,<br />
Mustafa Demiray, Salih Pulcu,<br />
F. Samime ‹nceo¤lu, Semih Atifl<br />
Bask› Elma Bas›m<br />
Bask› Tarihi Ekim 2010<br />
Vefa Cad. No. 35 34134 Vefa ‹stanbul<br />
Tel: 0212. 528 22 22 pbx<br />
Faks 0212. 513 32 20<br />
e-posta bsv@bisav.org.tr<br />
www.bisav.org.tr<br />
Ücretsizdir. Dört ayda bir yay›nlan›r.<br />
Kaynak gösterilerek al›nt› yap›labilir.<br />
Yay›nlanan yaz›lar›n sorumlulu¤u yazar›na aittir.<br />
‹ Ç ‹ N D E K ‹ L E R<br />
BSV HAVAD‹S 2<br />
K A M Küresel Araflt›rmalar Merkezi 5<br />
MOLA K›t‘a / Yeniflehirli Avnî 35<br />
MAM Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi 36<br />
MOLA K›t‘a / Yeniflehirli Avnî 46<br />
SAM <strong>Sanat</strong> Araflt›rmalar› Merkezi 47<br />
MOLA K›t‘a / Yeniflehirli Avnî 60<br />
TA M Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi 61<br />
SEYRÜSEFER Princeton Postas› / Serhat Aslaner 80<br />
MESNEV‹ Nûr olmay›nca renkler görünmez! 88<br />
BSV Bülten’in Yaz döneminde yap›lan faaliyetleri kapsayan<br />
<strong>73</strong>. say›s› ile karfl›n›zday›z.<br />
<strong>Bilim</strong>, kültür <strong>ve</strong> sanat alanlar›ndaki faaliyetleriyle yirmi<br />
dört y›ld›r bu topraklardaki birikime katk›da bulunmaya<br />
çal›flan <strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf›, May›s-A¤ustos 2010 döneminde<br />
de faaliyetlerine ara <strong>ve</strong>rmeden devam etti.<br />
Bu ba¤lamda, Küresel Araflt›rmalar Merkezi (KAM) 15<br />
May›s 2010’da “Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u,<br />
Bat› <strong>ve</strong> Rusya ile ‹liflkiler” <strong>ve</strong> Türkiye Araflt›rmalar›<br />
Merkezi (TAM) 8 May›s 2010’da “Gelenler, Gidenler,<br />
Kalanlar” bafll›klar›yla birer sempozyum düzenlediler.<br />
Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi (MAM) de 15 May›s<br />
2010 tarihinde çeflitli üni<strong>ve</strong>rsitelerden gelen <strong>ve</strong> çal›flmalar›n›<br />
Zeydilik üzerinde yo¤unlaflt›ran akademisyenlerin<br />
kat›l›m›yla düzenlenen Zeydilik Atölyesi’ne ev sahipli¤i<br />
yapt›.<br />
Geleneksel Yaz Program› ise, 28 Haziran-3 Temmuz 2010<br />
tarihleri aras›nda “flehir <strong>ve</strong> tarih” üst bafll›¤› alt›nda yap›ld›.<br />
Bu programlar haricinde Yuvarlak Masa toplant›lar› da<br />
devam etti. Yuvarlak Masa toplant›lar› ile KAM <strong>ve</strong><br />
TAM’›n düzenledi¤i sempozyumlara dair ayr›nt›lar› ilgili<br />
merkezlere ayr›lan sayfalarda bulabilirsiniz.<br />
15 Ekim 2010 tarihinde bafllayacak 42. dönem Güz seminerlerine<br />
ilim merak› olan herkesi bekliyoruz…<br />
Hay›rda kal›n!<br />
1
BSV<br />
HAVAD‹S<br />
Haz›rlayan: Remzi fiimflek<br />
Türk d›fl politikas›<br />
sempozyumda<br />
tart›fl›ld›<br />
Küresel Araflt›rmalar<br />
Merkezi 15 May›s 2010<br />
tarihinde “Türk D›fl Politikas›nda<br />
Dönüflüm: Ortado¤u,<br />
Bat› <strong>ve</strong> Rusya ile<br />
‹liflkiler” bafll›kl› bir sempozyum düzenledi. Dört oturumda<br />
toplam on tebli¤in sunuldu¤u sempozyumun kat›l›mc›lar›,<br />
çeflitli üni<strong>ve</strong>rsitelerin siyaset bilimi <strong>ve</strong>/ya uluslararas›<br />
iliflkiler bölümlerinden ö¤retim üyeleri <strong>ve</strong> araflt›rma<br />
görevlileri ile lisansüstü ö¤renciler idi. Sempozyumda<br />
‹ran, Filistin, Irak, AB, ABD, Rusya, Orta Asya <strong>ve</strong> Kafkasya<br />
ile iliflkiler çeflitli yönleriyle ele al›n›rken, Özal ile<br />
AK Parti dönemlerinin karfl›laflt›r›lmas›ndan Ermenistan<br />
ile iliflkilerde düflünce kurulufllar›n›n rolüne kadar genifl<br />
bir alanda Türk d›fl politikas›nda yaflanan dönüflüm tart›-<br />
fl›ld›. Küresel Araflt›rmalar Merkezi, Türk d›fl politikas› ile<br />
ilgili benzer faaliyetlere önümüzdeki dönemde de devam<br />
Dîvân 28 ç›kt›<br />
Dîvan Disiplinleraras› Çal›flmalar<br />
Dergisi’nin 28. say›s›, özel bir<br />
dosya konusuna sahip olmasa<br />
da “gelenek” kavram›n›n felsefeden<br />
tefsire, kelâmdan f›kha<br />
farkl› disiplinlerde tafl›d›¤› anlam(lar)›n<br />
<strong>ve</strong> bu anlam(lar)›n<br />
tarih içinde <strong>ve</strong> modern zamanlarda<br />
alg›lan›fl flekillerinin ayr›nt›l›<br />
olarak ele al›nd›¤› befl yaz›dan olufluyor. ‹smail Kara’n›n<br />
“fierh <strong>ve</strong> Hafliye Meselesine Dair Birkaç Not” bafll›kl› makalesi<br />
derginin ilk yaz›s›n› oluflturuyor. Bunun yan›nda M.<br />
Suat Merto¤lu, Muhammet Fatih K›l›ç, Mustakim Ar›c›,<br />
Nail Okuyucu bu say›ya katk›da bulunan di¤er isimler…<br />
Sözlü Tarih ‹htisas Sempozyumu:<br />
Gelenler, Gidenler, Kalanlar<br />
Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi bünyesinde bir<br />
süredir yürütülen Sözlü Tarih Atölyesi’nde teoriye<br />
yönelik baz› okumalar yap›lm›fl <strong>ve</strong> atölye<br />
kat›l›mc›lar› taraf›ndan gerçeklefltirilen sözlü<br />
tarih görüflmeleri analiz edilmiflti. 8 May›s<br />
2010 tarihinde, 10.30-18.00 saatleri aras›nda<br />
vak›f binas›nda gerçeklefltirilen ihtisas sempozyumu<br />
ile sözkonusu atölyenin kat›l›mc›lar›n›n<br />
yapt›¤› sözlü tarih projeleri birer tebli¤<br />
halinde kat›l›mc›larla paylafl›ld›. “Gelenler,<br />
Gidenler, Kalanlar” bafll›¤›n› tafl›yan sempozyum<br />
temelde göç meselesini konu edindi.<br />
Faysal Soysal ile K›sa Film Atölyesi bafllad›<br />
Faysal Soysal’›n <strong>Sanat</strong> Araflt›rmalar› Merkezi bünyesinde<br />
yürüttü¤ü K›sa Film Atölyesi yeni dönem (2010-<br />
2011) çal›flmalar›na bafllad›. Seçilen kat›l›mc›larla y›l<br />
boyu sanat yönetmenli¤i, görüntü yönetmenli¤i, kurgu,<br />
ses, müzik, senaryo, yönetmenlik konular›nda çal›flmalar<br />
gerçeklefltirilecek. Daha sonra pratik k›sa film<br />
çal›flmalar›na yer <strong>ve</strong>rilecek.<br />
2
BSV<br />
HAVAD‹S<br />
Zeydilik Atölyesi gerçekleflti<br />
Medeniyet Araflt›rmalar›<br />
Merkezi 15 May›s 2010 Cumartesi<br />
tam gün süren bir<br />
Zeydilik Atölyesi düzenledi.<br />
Atölyede, Zeydilik mezhebi<br />
tarihsel geliflimi içerisinde<br />
ele al›nd› <strong>ve</strong> baflta<br />
Zeyd b. Ali <strong>ve</strong> Kas›m er-<br />
Ressi olmak üzere, önemli<br />
temsilcileri <strong>ve</strong> bunlar›n kelâm,<br />
tefsir, hadis <strong>ve</strong> f›k›h<br />
gibi ilimlere dair yaklafl›mlar›,<br />
Türkiye’nin çeflitli<br />
üni<strong>ve</strong>rsitelerinden gelen<br />
<strong>ve</strong> çal›flmalar›n› bu konular üzerinde yo¤unlaflt›rm›fl olan<br />
akademisyenler taraf›ndan tart›fl›ld›.<br />
Hayal Perdesi sitesi<br />
yay›nda<br />
Ocak-fiubat 2010 say›s›ndan<br />
itibaren e-dergi format›nda<br />
yay›n hayat›na<br />
devam eden Hayal Perdesi<br />
sinema dergisinin site aya-<br />
¤› da yine ayn› adreste aktif<br />
hâle geldi: www.hayalperdesi.net.<br />
Sürekli güncellenen<br />
<strong>ve</strong> sinemayla ilgili haberlerin,<br />
vizyon de¤erlendirmeleri<br />
<strong>ve</strong> söyleflilerin<br />
yer ald›¤› site ayn› zamanda<br />
“Sinefil” <strong>ve</strong> “Neden<br />
Film Seyrediyoruz” köfleleri<br />
sayesinde takipçileriyle<br />
interaktif bir iletiflim kurmay›<br />
hedefliyor. Derginin<br />
17. say›s› (Temmuz - A¤ustos<br />
2010) “Düfllerin Eskizleri:<br />
‹lk Filmler, ‹lk ‹zler”;<br />
18. say›s› (Eylül-Ekim 2010)<br />
“Mutsuz Filmler” dosyas›yla<br />
yay›nda.<br />
2010 Güz<br />
Seminerleri<br />
bafll›yor<br />
<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf›’n›n<br />
düzenledi¤i 42. dönem<br />
seminerleri 15-16 Ekim<br />
2010 tarihinde bafll›yor.<br />
Bu dönemki seminer<br />
program›nda, edebiyat,<br />
sinema, tarih, felsefe,<br />
iktisat, iletiflim psikolojisi,<br />
sosyal teori, sosyal bilim gibi farkl› disiplinlerden<br />
seminerler yer alacak. 2010 Güz seminerleri,<br />
Cuma <strong>ve</strong> Cumartesi günleri vakf›n<br />
Vefa’da yer alan merkezinde 8 hafta sürecek.<br />
Seminerler ücretsiz olup, kat›l›m için önceden<br />
kay›t yapt›rmak gerekmektedir.<br />
‹hsan Fazl›o¤lu ‹stanbul’dayd›<br />
17 Temmuz 2010’da MAM ile ortak gerçekleflen<br />
TAM Sohbet program›nda ‹hsan Fazl›o¤lu, Kanada’da,<br />
‹slâm/Osmanl› medeniyetine iliflkin yap›lan<br />
felsefe <strong>ve</strong> bilim tarihi çal›flmalar› üzerine konufltu.<br />
3
4<br />
BSV<br />
HAVAD‹S<br />
Notlar 20-21 ç›kt›<br />
<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf› <strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar› Merkezi<br />
2007 y›l›nda içeri¤iyle<br />
farkl› bir panele ev sahipli¤i<br />
yapm›flt›. “Çocu¤u<br />
Anlayan Edebiyat” bafll›kl›<br />
bu panelde sunulan<br />
konuflmalar BSV Notlar<br />
serisinin yirmincisi olarak<br />
yay›nland›. Ayn› flekilde<br />
2009 y›l›nda düzenlenen<br />
“Çocuk <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Buluflmas›” bafll›¤› alt›ndaki etkinlikler<br />
kapsam›nda gerçeklefltirilen “Çocuk Dilinde <strong>Sanat</strong>”<br />
bafll›kl› panel de yirmibirinci Notlar olarak yay›nland›.<br />
12. dönem Osmanl›ca Seminerleri<br />
bafllad›<br />
Üç seneyi aflk›n süredir<br />
baflar› ile devam eden<br />
Osmanl›ca okuma grubu<br />
12. dönemine 19<br />
Haziran’da yap›lan seviye<br />
tespit s›nav› neticesinde<br />
Matbu <strong>ve</strong> Yazma<br />
olmak üzere iki ayr›<br />
seviyede aç›lan 2 grup<br />
(yaklafl›k 66 kifli) ile 26<br />
Haziran’da bafllad›.<br />
11 Ekim-28 Ocak 2010<br />
tarihleri aras›nda Matbu,<br />
Yazma <strong>ve</strong> Arfliv olmak üzere 3 ayr› seviyede devam<br />
edecek 13. dönem seminerleri için baflvurular<br />
20 Eylül-1 Ekim 2010 tarihleri aras›nda al›nacakt›r.<br />
Mimari Düflünceler Program dizisi<br />
nihayetlendi<br />
fiimdiye kadar Saadettin Ökten, U¤ur Tanyeli, ‹hsan Bilgin,<br />
Bülent Tanju, Emine Ö¤ün, Mehmet Ö¤ün, Yusuf<br />
Ci<strong>ve</strong>lek’in kat›ld›¤› “Mimari Düflünceler” program dizisi,<br />
27 May›s tarihinde Ahmet Ersen’in “Türkiye’de Koruma<br />
Kavram›n›n Geliflimi <strong>ve</strong> Otantiklik” bafll›kl› sunumuyla<br />
yedinci <strong>ve</strong> son oturumunu gerçeklefltirdi. “Kültür<br />
<strong>ve</strong> Mimari” <strong>ve</strong> “Türkiye Mimarl›¤›” alt bafll›¤›nda yürütülen<br />
dizi, ilgili konuk <strong>ve</strong> kat›l›mc›lar eflli¤inde derinleflen<br />
bir mimarî tart›flma zeminine imkân sa¤lad›.<br />
Geleneksel iftar›m›z yap›ld›<br />
<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf› geleneksel iftar yeme¤i bu y›lda genifl<br />
kat›l›mla vakf›n Vefa’daki merkezinde yap›ld›. Yeme-<br />
¤in ard›ndan Vak›f Baflkan›m›z Dr. Mustafa Özel’in yan›<br />
s›ra Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya, Prof. Dr. Ömer Dinçer <strong>ve</strong><br />
Prof. Dr. Ahmet Davuto¤lu birer k›sa konuflma yapt›lar.
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
KAM Tezat<br />
Çocuk Yarg›lama Sistemimizin<br />
Siyasal Boyutu<br />
Faik Akçay<br />
17 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: H ü s e y i n A l i U ¤ u r<br />
‹lkö¤retim kurumlar›nda yaklafl›k 30 y›l ö¤retmenlik<br />
<strong>ve</strong> yöneticilik yapt›ktan sonra emekli olan, halkla<br />
iliflkiler <strong>ve</strong> uluslararas› iliflkiler alanlar›nda iki<br />
yüksek lisans› bulunan Faik Akçay, çeflitli dallarda<br />
yapt›¤› araflt›rmalardan birisini, Türkiye’deki çocuk<br />
yarg›lama sisteminin siyasal boyutuna iliflkin araflt›rmas›n›<br />
sundu. Bu çerçe<strong>ve</strong>de Akçay, Türk yarg›<br />
sisteminin çocuk yarg›lama alan›na nas›l yans›d›¤›-<br />
n›, bu yans›malar›n taraf oldu¤u uluslararas› hukuk<br />
sözleflmelerine uygunlu¤unu <strong>ve</strong> suç iflleyen çocuklar›n<br />
ceza <strong>ve</strong>rilmek yerine topluma faydal› birer birey<br />
hâline nas›l getirilebilece¤ini ele ald›.<br />
Akçay’a göre, 1991’den sonra dünya genelinde gü<strong>ve</strong>nlik<br />
konular› ön plana ç›karken, Türkiye de bu<br />
e¤ilime uygun olarak 1991’de Terörle Mücadele Kanunu’nu<br />
kabul etti. Devlete karfl› ifllenen suçlar›<br />
düzenleyen bu <strong>ve</strong> benzeri kanunlar›n çocuk yarg›-<br />
lama alan›na yans›mas›na bak›ld›¤›nda çok vahim<br />
durumlarla karfl›lafl›ld›. “Tafl atan çocuklar” olarak<br />
Türk siyasî tarihine geçen olaylarda tutuklanan çocuklar,<br />
bu kanunlar kapsam›nda yarg›land› <strong>ve</strong> çok<br />
a¤›r cezalara çarpt›r›larak hapse kondu. Türkiye,<br />
1989’da Uluslararas› Çocuk Haklar› Sözleflmesi’ne<br />
–3 maddeye çekince koyarak– taraf olmas›na ra¤-<br />
KAM Yuvarlak Masa Toplant›lar›<br />
TEZAT<br />
Çocuk Yarg›lama Sistemimizin<br />
Faik Akçay<br />
Siyasal Boyutu 17 Nisan 2010<br />
‹stanbul’un Yeni Yoksulluk <strong>ve</strong><br />
Özgür Sevgi Göral<br />
D›fllanma Pratiklerine Ayazma’dan Bakmak 24 Nisan 2010<br />
‹slâm Dünyas› <strong>ve</strong> Darfur Türkiye’nin Mehmet Özkan<br />
Darfur Politikas›n›n S›n›rlar› <strong>ve</strong> ‹mkânlar› 17 May›s 2010<br />
Yaz›l› Bas›nda ‹deolojik Söylemler: ‹brahim Efe<br />
Elefltirel Bir Söylem Analizi 20 May›s 2010<br />
ÖZEL ETK‹NL‹K<br />
Orient in Europe<br />
Jerzy Zdanowski<br />
20 Nisan 2010<br />
Pasif <strong>ve</strong> D›fllay›c› Laiklik:<br />
Ahmet Kuru<br />
ABD, Fransa <strong>ve</strong> Türkiye 25 May›s 2010<br />
Turkey in Far East<br />
Michael Mikhalis<br />
14 Haziran 2010<br />
The Myth of Islamic Exceptionalism: Mohammed Ayoob<br />
Religion and Politics in Muslim Societies 24 Haziran 2010<br />
(KAM-MAM ortak)<br />
DÎVÂN TOPLANTILARI (KAM-MAM ortak)<br />
Civil Society, Christianity and Islam: Robert W. Hefner<br />
A Clash of Civilizations or 13 May›s 2010<br />
Multiple Modernities<br />
M‹LL‹YETÇ‹L‹K KONUfiMALARI<br />
Sovyetlerden Ba¤›ms›zl›k Sonras›na fiammas Salur<br />
Azerbaycan Ulusçulu¤u 15 Haziran 2010<br />
5
6<br />
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Faik Akçay, Türk yarg› sisteminin çocuk yarg›lama<br />
alan›na nas›l yans›d›¤›n›, bu yans›malar›n taraf oldu¤u<br />
uluslararas› hukuk sözleflmelerine uygunlu¤unu <strong>ve</strong> suç<br />
iflleyen çocuklar›n ceza <strong>ve</strong>rilmek yerine topluma faydal›<br />
birer birey hâline nas›l getirilebilece¤ini ele ald›.<br />
AVRUPA KONUfiMALARI<br />
Identity and Corruption in<br />
Tim Jacoby<br />
Turkey-EU Relations 30 Nisan 2010<br />
Türkiye-AB Müzakereleri Sürecinde Ak›n Özçer<br />
Türkiye-‹spanya ‹liflkileri 8 May›s 2010<br />
ETK‹N YÖNET‹M SÖYLEfi‹LER‹<br />
Çin’den Dünyaya Bak›fl<br />
Haluk Dortluo¤lu<br />
3 Nisan 2010<br />
Bir Üst Düzey Yöneticinin<br />
Ahmet Ertürk<br />
Hayat›ndan Kesitler 8 May›s 2010<br />
Sivil Toplum Kurulufllar›nda<br />
Bar›fl Görgüç<br />
Yönetim <strong>ve</strong> Yönetiflim 22 May›s 2010<br />
Yönetimin Say›sallaflt›r›lmas› <strong>ve</strong><br />
Yakup Bilgin Koçal<br />
Etkin Yönetim 5 Haziran 2010<br />
DOKTORA TEZ TEKL‹F TARTIfiMALARI<br />
The Logic of Defection and Collaboration Kutbettin K›l›ç<br />
in Ethnic Conflicts: Kurdish Insurgencies 2 Temmuz 2010<br />
in Turkey, Iran and Iraq<br />
Religion, Historical Legacy and<br />
Mehmet Özkan<br />
Weltanschauungs: The Cases of Turkey, 7 Temmuz 2010<br />
India and South Africa<br />
Jeo-mentalite: Türkiye’de<br />
Murat Yefliltafl<br />
Jeopolitik Gerçekliklerin Rolü 15 Temmuz 2010<br />
SEMPOZYUM<br />
Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u, 15 May›s 2010<br />
Bat› <strong>ve</strong> Rusya ile ‹liflkiler Sempozyumu<br />
men, çocuklara devlete karfl› iflledi¤i suçlarda en<br />
a¤›r cezalar› <strong>ve</strong>rdi. Çocuklar›n bireylere karfl› iflledi-<br />
¤i suçlarda <strong>ve</strong>rilen cezalar, devlete karfl› iflledi¤i<br />
suçlarda <strong>ve</strong>rilenlerin üçte biri kadar ki bu da devlete<br />
karfl› ifllenen suçlarda <strong>ve</strong>rilen cezalar›n adaletsizli¤ini<br />
gözler önüne seriyor. Gü<strong>ve</strong>nlik güçlerine tafl<br />
atarken yakalanan çocuklar 35 y›l gibi çok a¤›r cezalara<br />
çarpt›r›l›rken, bireylere karfl› suç iflleyen çocuklara<br />
<strong>ve</strong>rilebilecek en a¤›r ceza 12 y›lla s›n›rland›-<br />
r›lm›fl durumda.<br />
Akçay’›n araflt›rmas›ndan ç›kan bir di¤er sonuç,<br />
1997-2007 y›llar› aras›nda yarg›lanan çocuk say›s›-<br />
n›n 140.000 civar›nda olmas›. Türkiye’de 9-18 yafl<br />
aral›¤›nda bulunan suç ifllemifl çocuklar, uygun olmayan<br />
ortam <strong>ve</strong> koflullarda tutuklan›yor <strong>ve</strong> yarg›lan›yor.<br />
Amerika’da çocuk suçlular›n yakalanmas› <strong>ve</strong><br />
yarg›lanmas› s›ras›nda uzman psikologlar›n bulundurulmas›<br />
zorunlu; suçlu çocuklar›n tutuldu¤u yerlerde<br />
görevli olan personel de çocuk psikolojisi <strong>ve</strong>
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
e¤itimi konusunda e¤itimden geçiriliyor. Türkiye’de<br />
ise çocuklar›n tutuklu kald›klar› ortam <strong>ve</strong> koflullar<br />
çok a¤›r. Cezalar›n› tamamlayan çocuklar, topluma<br />
<strong>ve</strong> devlete karfl› daha düflman olarak buralardan ayr›l›yorlar<br />
<strong>ve</strong> örgütün propagandas›na daha aç›k hâle<br />
geliyorlar. Bunun önlenmesi için devlete karfl› suç<br />
iflleyen çocuklar›n daha k›sa sürede yarg›lan›p daha<br />
az cezalar almalar› gerekiyor. Ayr›ca çocuk psikologlar›<br />
taraf›ndan bu sürecin devaml› takip edilmesi <strong>ve</strong><br />
çocuklar›n psikolojik olarak desteklenmesi lâz›m.<br />
En önemlisi ise yarg›lanan çocuklar›n topluma tekrar<br />
kazand›r›lmas› için hangi ortamlarda ne tür cezalarla<br />
cezaland›r›lmas› gerekti¤inin tart›fl›lmas›.<br />
Akçay, çocuklar›n suçtan al›koyulma <strong>ve</strong> topluma<br />
geri kazand›r›lmas›na yönelik en iyi örnek uygulaman›n<br />
fianl›urfa’da gerçekleflti¤ini dile getirdi. fianl›urfa’da<br />
h›rs›zl›k yapan, turistleri rahats›z eden,<br />
yan kesicilik yapan çocuklar tespit ediliyor <strong>ve</strong> hapis<br />
cezas› yerine turistlere rehberlik etmesi amac›yla<br />
yabanc› dil <strong>ve</strong> rehberlik e¤itimi <strong>ve</strong>riliyor. E¤itimden<br />
sonra rehberlik etmeye bafllayan çocuklar hem<br />
harçl›klar›n› kazanacaklar› bir yol bulmufl hem de<br />
suçtan uzak durmufl oluyorlar. Oysa bu çocuklar<br />
hapis yatm›fl olsalard›, hapisten ç›kt›ktan sonra suç<br />
ifllemeye devam edeceklerdi. Çocuklar› topluma<br />
kazand›racak bu tür uygulamalar›n çeflitlendirilip<br />
gelifltirilmesi gerekiyor. Terör örgütünün ne oldu-<br />
¤unu alg›layacak yaflta dahi olmayan çocuklar›n terör<br />
örgütü propagandas› yap›yor diye gözalt›na al›-<br />
n›p yarg›lanmas› <strong>ve</strong> hapse at›lmas›, onlar› devlete<br />
düflman hâline getiriyor <strong>ve</strong> terör örgütünün kuca¤›-<br />
na itiyor. Bunun önüne geçilmesi için çocuklar›<br />
topluma kazand›racak yeni düzenlemelerin <strong>ve</strong> yeni<br />
uygulamalar›n yap›lmas› gerekiyor.<br />
‹stanbul’un Yeni Yoksulluk <strong>ve</strong><br />
D›fllanma Pratiklerine<br />
Ayazma’dan Bakmak<br />
Özgür Sevgi Göral<br />
24 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: G ü l n u r K › l › ç o ¤ l u<br />
Fransa’da EHESS Tarih <strong>ve</strong> Medeniyet Bölümü Osmanl›<br />
<strong>ve</strong> Türk Tarihi doktora program›na devam<br />
eden Özgür Sevgi Göral, yeni yoksulluk <strong>ve</strong> d›fllanma<br />
siyasetini ‹stanbul/Ayazma semti örne¤i üzerinden<br />
anlatt›. Göral’›n Türkiye tarihi, Türkiye’deki kad›n<br />
çal›flmalar›, yoksulluk <strong>ve</strong> d›fllanma pratiklerinin<br />
toplumu nas›l etkiledi¤i üzerine ulusal <strong>ve</strong> uluslararas›<br />
yay›nlar› bulunuyor.<br />
Göral, 1990’l› y›llar boyunca ‹stanbul’daki kentsel<br />
alanda yaflanan ciddi dönüflümün en önemli belirleyicilerinden<br />
biri olarak Kürt göçüne iflaret etti.<br />
Buradaki “etnik” meselenin sistematik bir biçimde<br />
göz ard› edilip akademik çal›flmalar›n içine yerlefltirilmedi¤ine<br />
dikkat çekti. Göral’a göre bunun bir sebebi,<br />
Kürt meselesiyle ilgili bütün toplumsal <strong>ve</strong> siyasal<br />
olaylar›n muazzam bir biçimde kriminalize<br />
edilmesi <strong>ve</strong> ilgili akademisyenlerin “terör” paradigmas›<br />
içinde damgalanabilmesi; bir di¤er sebebi de<br />
“akademinin –etnik de¤il ama bak›fl aç›s› olarak kriminalize–<br />
Türklü¤ü”.<br />
Alan›nda ilk say›labilecek bu çal›flmas›n› Göral,<br />
dört temel saikle gerçeklefltirmifl:<br />
1. Türkiye’deki kent çal›flmalar›nda ço¤unlukla<br />
birbirine karfl›t <strong>ve</strong> ket vuran fleyler olarak ele<br />
7
8<br />
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Özgür Sevgi Göral’a göre Türkiye’deki kentsel<br />
dönüflüm projelerinin dünyan›n geri kalan›ndan fark›,<br />
o mahallelerde yaflayanlar›n hiçbir aflamada fikrinin<br />
al›nmamas›… Oysa ev basitçe bir ev de¤ildir, bir<br />
evden at›lmak da basitçe bir evden at›lmak de¤ildir.<br />
al›nan etnik köken, s›n›f, cinsiyet gibi farkl›<br />
varolufl biçimlerinin, gerçekten birbirini d›fllayan<br />
m› yoksa birbirini kuran, besleyen, çeliflkiler<br />
oluflturan kavram setleri mi oldu¤una<br />
Ayazma örne¤inden bakmak.<br />
2. ‹stanbul’un gecekondu bölgelerindeki kentsel<br />
dönüflüm projelerinin yaratt›¤› “yeni kentsel<br />
tutsakl›k/kapat›lma” biçimlerini anlamak.<br />
3. 90’lardaki Kürt göçünün politik <strong>ve</strong> kentsel sonuçlar›n›,<br />
‹stanbul’u nas›l de¤ifltirdi¤ini, yeni<br />
<strong>ve</strong> farkl› kavramsal karfl›tl›klar› nas›l ortaya<br />
koydu¤unu incelemek.<br />
4. Kürt göçmenlerin buna <strong>ve</strong>rdikleri cevaplar›<br />
tespit etmek.<br />
Göral’›n tasviriyle Ayazma, ‹kitelli’de Atatürk Olimpiyat<br />
Stad›’na bakan bir tepelikteki gecekondu mahallesi<br />
<strong>ve</strong> kentsel dönüflüm hikâyesi de stad›n inflas›yla<br />
bafll›yor. Ayazma iki bölgeden olufluyor: Biri,<br />
60’lar, 70’ler <strong>ve</strong> 80’lerde daha ziyade Karadenizlilerin<br />
göçüyle oluflan 3-4 bin nüfuslu Tepeüstü; di¤eri,<br />
90’lardaki göçle kurulan <strong>ve</strong> %90’› Kürt olan yaklafl›k<br />
3 bin nüfuslu Ayazma. Ayazma havas›yla, içinden<br />
akan nehirle yemyeflil <strong>ve</strong> çok güzel bir mahalle.<br />
Ancak sa¤l›k oca¤›, bankas›, postanesi, okulu olmayan;<br />
en yak›n ulafl›m arac›n›n 1,5 kilometre ötede<br />
oldu¤u bir yer. Gündeli¤e giden gençlerin d›fl›nda<br />
kad›nlar›n ço¤u d›flar›da çal›flm›yor, çok az paraya<br />
evde parça bafl› ifl yap›yorlar. Erkeklerin hepsi enformel<br />
sektörde çal›fl›yor, hiçbir sosyal gü<strong>ve</strong>ncesi<br />
olmadan. Burada tamamen “nöbetlefle yoksulluk”<br />
denen bir örüntü sözkonusu. E¤itim, sa¤l›k gibi kamusal<br />
haklar›n da örselenerek <strong>ve</strong> h›rpalanarak <strong>ve</strong>rildi¤i<br />
bir yer.<br />
1990’larda Türkiye’nin Güneydo¤u’sunda yaflanan<br />
çat›flma ortam›nda, devletin rakamlar›na göre 300<br />
ila 450 bin, STK’lara göre ise 2 ila 3 milyon Kürt<br />
yurttafl yaflad›¤› yerleri terk etmek zorunda kald›.<br />
‹flte Ayazma’daki ailelerin bir bölümü köyü yak›l›p<br />
da gelenler, di¤er bir bölümü ise çat›flmalar bölgedeki<br />
mevcut ekonomiyi ortadan kald›r›nca göç etmek<br />
zorunda kalanlar –ki bu ikinci grubun göçü,<br />
yasal mevzuat çerçe<strong>ve</strong>sinde “gönüllü göç” kabul<br />
ediliyor. ‹lk ma¤duriyeti zorunlu göçle ‹stanbul’a<br />
gelerek yaflayan Ayazmal›lar, ikinci ma¤duriyeti de<br />
Ayazma’n›n kentsel dönüflüm çerçe<strong>ve</strong>sinde y›k›lmas›<br />
nedeniyle TOK‹’nin yapt›rd›¤› Bezirganbahçe<br />
Toplu Konutlar›’na giderek yafl›yorlar. Tapusu <strong>ve</strong>ya<br />
tapu tahsis belgesi olanlara belli bir miktar para <strong>ve</strong>riliyor.<br />
Ald›klar› para peflinata say›l›yor, gerisini<br />
ödeyemediklerinde evlerden ç›kar›l›yorlar. Kirac›-<br />
lar›n ise zaten hiçbir hakk› yok.
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Göral’›n vurgulad›¤› bir husus dikkat çekici: Türkiye’deki<br />
kentsel dönüflüm projelerinin dünyan›n geri<br />
kalan›ndan –sadece Bat›’dan de¤il Hindistan’dan,<br />
Bangladefl’ten– fark›, o mahallelerde yaflayanlar›n<br />
hiçbir aflamada fikrinin al›nmamas›… Oysa ev basitçe<br />
bir ev de¤ildir, bir evden at›lmak da basitçe bir<br />
evden at›lmak de¤ildir. Bu insanlar›n içinde varolduklar›<br />
bütün bir ekonomik, siyasal, kültürel dayan›flma<br />
iliflkilerini <strong>ve</strong> anlam dünyalar›n› y›k›yorsunuz;<br />
onlar› ayakta tutan dayan›flma a¤lar›n› ortadan<br />
kald›r›yorsunuz. Bu insanlar giderken ayn› yere, olmazsa<br />
yak›n mahallelere gitmeye çal›fl›yorlar. Fakat<br />
asla Ayazma’daki gibi olmuyor. Onlar için Ayazma,<br />
“yitik bir cennet”; ‹stanbul’un onlar› ba¤r›na basan,<br />
onlar›n son derece travmatik bir göçten ötürü yaralar›n›<br />
saran tek yeri. Kentsel dönüflüm projesine bu<br />
yüzden muazzam bir nefret duyuyorlar. “TOK‹ ‹srail,<br />
biz Filistin” retori¤i dönüyor hep.<br />
D›fllanma konusunda Göral flu hususlara vurgu yaparak<br />
konuflmas›n› sonland›rd›: Eskiden devletin<br />
resmî söylemine göre, Kürt yoktu, hepimiz Türk’tük;<br />
onlar “da¤larda yürüyen, kart-kurt sesi ç›karan insanlar”d›.<br />
fiimdi devlet Kürtlerin varl›¤›n› kabul etti.<br />
Ama yeni bir ›rkç› tan›ma biçimi ortaya ç›k›yor;<br />
Cenk Saraço¤lu’nun kavramsallaflt›rmas›yla “tan›-<br />
yarak d›fllama” sözkonusu <strong>ve</strong> bu çok daha tehlikeli…<br />
Bu insanlar sadece gündelik d›fllanma <strong>ve</strong> afla¤›-<br />
lanma pratiklerine maruz kalan “zavall› özneler” de-<br />
¤iller. fiehirde çok tuhaf bir imkâns›z alan yarat›yorlar<br />
kendilerine. O alan kay›p duygusuyla, a¤›tla,<br />
ac›yla, ama ayn› zamanda bir itirazla, mücadele etmeyle,<br />
öfkeyle örülüyor <strong>ve</strong> bütün bu duygular›n birikiminden<br />
yeni <strong>ve</strong> kentli bir Kürtlük ortaya ç›k›yor.<br />
‹slâm Dünyas› <strong>ve</strong> Darfur<br />
Türkiye’nin Darfur Politikas›n›n<br />
S›n›rlar› <strong>ve</strong> ‹mkânlar›<br />
Mehmet Özkan<br />
17 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: B i l a l Y › l d › r › m<br />
Sevilla Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nden doktora aday› Mehmet<br />
Özkan, genelde ‹slâm Dünyas›n›n özelde Türkiye’nin<br />
Darfur politikas› üzerine kaleme almakta oldu¤u<br />
makalesini bizimle paylaflt›. Konuflmas›n›n<br />
bafl›nda ‹slâm Dünyas›n›n en önemli problemlerinden<br />
biri olmas›na karfl›n kaynak-literatür eksikli¤inden<br />
dolay› Darfur sorunu üzerine çal›flma yapman›n<br />
zorlu¤una de¤indi <strong>ve</strong> çal›fl›lmas› gereken<br />
bakir bir alan›n varl›¤›na iflaret etti. Özkan sunumunu;<br />
‹slâm Dünyas›n›n Darfur politikas›, bu genel<br />
çerçe<strong>ve</strong> içerisinde Türkiye’nin Darfur politikas›<br />
<strong>ve</strong> gelece¤e dair yans›malar› olmak üzere üç bölümde<br />
gerçeklefltirdi.<br />
‹lk bölümde, Darfur’da yaflanan olaylar neticesinde<br />
200.000 ila 400.000 kiflinin hayat›n› kaybetti¤ine <strong>ve</strong><br />
bunun, Bosna Savafl›’ndaki ölümlerin 2 ya da 4 kat›<br />
olmas›na ra¤men Darfur sorununun, sivil <strong>ve</strong> uluslararas›<br />
toplumun gündeminde Bosna Savafl› kadar<br />
h›zl› <strong>ve</strong> genifl bir yer bulmad›¤›na, dolay›s›yla bu<br />
durumun, yabanc› medyada “‹slâm Dünyas›n›n<br />
yüz karas›” olarak de¤erlendirildi¤ine dikkat çekti.<br />
Özkan, ‹slâm Dünyas›n›n <strong>ve</strong> Türkiye’nin Darfur sorununa<br />
bak›fl›n›n anlafl›labilmesi için bu sorunu<br />
9
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Mehmet Özkan, Darfur sorununun, sivil <strong>ve</strong> uluslararas›<br />
toplumun gündeminde Bosna Savafl› kadar h›zl› <strong>ve</strong> genifl bir<br />
yer bulmad›¤›na; bu durumun, yabanc› medyada “‹slâm<br />
Dünyas›n›n yüz karas›” olarak de¤erlendirildi¤ine dikkat çekti.<br />
dört aflamada inceledi: Birinci aflama çat›flmalar›n<br />
ortaya ç›kt›¤› <strong>ve</strong> ölümlerin yaklafl›k yar›s›n›n gerçekleflti¤i<br />
fiubat 2003-Aral›k 2004 dönemi; ikinci<br />
aflama, Aral›k 2005’ten Uluslararas› Ceza Mahkemesi’nin<br />
(UCM) Sudan Devlet Baflkan› Ömer el-Beflir<br />
hakk›ndaki karar›n› aç›klad›¤› Temmuz 2008’e<br />
kadar olan dönem; üçüncü aflama, bar›fl görüflmelerinin<br />
<strong>ve</strong> seçimin gerçekleflti¤i Temmuz 2008-Nisan<br />
2010 dönemi; dördüncü aflama ise bundan<br />
sonras›na dair beklentileri içeren dönem.<br />
Özkan’a göre, ölümlerin en yo¤un yafland›¤› ilk dönemde<br />
Darfur sorununun gündemde olmamas›n›n<br />
temel nedeni, uluslararas› toplumun <strong>ve</strong> ‹slâm Dünyas›n›n<br />
dikkatinin Irak’a yo¤unlaflmas›. Çat›flmalar›n<br />
azald›¤› daha sonraki aflamada ise ABD’de Cumhuriyetçilerin,<br />
medyan›n <strong>ve</strong> “Darfur’u Koru” koalisyonunu<br />
oluflturan STK’lar›n propagandas› neticesinde<br />
uluslararas› gündem Irak’tan Darfur’a kayd›.<br />
Çin’in Afrika’da etkin olma giriflimleri esnas›nda<br />
Bat›, meseleyi Çin’e b›rakt› <strong>ve</strong> ‹slâm Dünyas›n› soyk›r›mla<br />
suçlad›. Bunun üzerine ‹slâm Dünyas› savunmac›<br />
bir tav›r tak›nd› <strong>ve</strong> bu ba¤lamda Baflbakan<br />
Tayyip Erdo¤an “Darfur’da soyk›r›m yoktur” söylemini<br />
dillendirdi. Irak Savafl›’n›n gerekçelerinin as›ls›z<br />
ç›kmas›, ahlâkî bak›mdan ABD <strong>ve</strong> ‹ngiltere’yi<br />
haks›z, ‹slâm Dünyas›n› ise hakl› bir konuma getirdikçe,<br />
bu haks›zl›¤› unutturman›n en iyi arac› Darfur’u<br />
gündeme tafl›mak oldu; yani Darfur meselesi<br />
Bat›l›lar için araçsallaflt›. Üçüncü döneme gelince,<br />
UCM’ye havale ettikten sonra Bat›’n›n meseleye ilgisi<br />
iyice azal›rken, sorumluluk art›k ‹KÖ <strong>ve</strong> çat›flan<br />
taraflar aras›nda arabuluculuk için devreye giren<br />
Katar’a düfltü. ‹slâm Dünyas›n›n, meselenin iyice<br />
fark›na varmas› <strong>ve</strong> savunmac› tepkiden sahiplenici<br />
bir tutuma yönelmesi de bundan sonrad›r. Katar’›n<br />
baflkenti Doha’da gerçeklefltirilen bar›fl görüflmelerinin<br />
ard›ndan Sudan’da yap›lan <strong>ve</strong> el-Beflir’in kazand›¤›<br />
seçimlerle bafllayan dördüncü dönem ise,<br />
zaman›n ne getirece¤ine ba¤l› olarak geliflecektir.<br />
‹kinci bölümde Özkan, Türkiye’nin konumunu anlamada<br />
üç hususun önemli oldu¤unu ifade etti:<br />
1. Teröre karfl› savafl söylemi: Müslümanlar›n<br />
potansiyel terörist olarak alg›land›¤› bir ortamda<br />
terör soyk›r›mla bir araya getirilmeye<br />
çal›fl›ld› ki bu, ‹slâm Dünyas›n›n savunmac›<br />
bir flekilde, Türkiye’nin de soyk›r›m› reddeder<br />
bir tav›rla meseleye yaklaflmas›n›n<br />
önemli bir nedeni oldu.<br />
2. Türk d›fl politikas›n›n çok boyutlulu¤u <strong>ve</strong> bu<br />
durumun küresel siyaset ortam›ndaki s›n›r-<br />
10
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
lar›: Türkiye, nas›l ki Irak Savafl›’nda ABD’nin<br />
yan›nda ya da karfl›s›nda yer alma ikilemi yaflad›ysa,<br />
Darfur sorununda da ya Bat›’n›n<br />
soyk›r›m söylemini kabul etmek ya da –son<br />
dönemde iyi iliflkiler gelifltirmeye bafllad›¤›–<br />
Arap ülkelerinin sanki hiçbir fley olmam›flças›na<br />
tak›nd›¤› tavr› benimsemek aras›nda<br />
tercih çeliflkisiyle karfl› karfl›ya geldi <strong>ve</strong> Darfur<br />
meselesinde a¤›rl›¤›n› koyamad›.<br />
3. Türkiye’nin Darfur yaklafl›m›n›n teorilefltirilebilir<br />
olup olmad›¤›: Özkan’a göre Türkiye’nin<br />
yaklafl›m›, “sessiz diplomasi”nin bir<br />
örne¤i <strong>ve</strong> bu, karar al›c›lar taraf›ndan bilinçli<br />
olarak tercih edilmese de do¤al süreçte ortaya<br />
ç›kan bir durum.<br />
Son bölümde Özkan, “sessiz diplomasi”nin tan›m›,<br />
türleri <strong>ve</strong> ona yöneltilen elefltiriler ba¤lam›nda Darfur<br />
meselesinin gelece¤ine nas›l etki edece¤ini ortaya<br />
koymaya çal›flt›. Güney Afrika’n›n Zimbab<strong>ve</strong><br />
yaklafl›m›na dayanan (aktif) sessiz diplomasi hem iç<br />
<strong>ve</strong> d›fl bask›y› k›smen görmezden gelerek hem de<br />
taraflarla do¤rudan görüflmeleri sürdürerek sorunu<br />
çözmeye çal›flan bir çaban›n kavramsallaflt›r›lmas›-<br />
d›r ki aktif <strong>ve</strong> pasif olarak ikiye ayr›labilir. Türkiye’nin,<br />
Darfur ba¤lam›nda, Devlet Baflkan› Beflir ile<br />
Ankara’da iki defa görüflmesi <strong>ve</strong> uluslararas› forumlarda<br />
görüflmeyi sürdürmesi, di¤er devletlerin iliflkileri<br />
gözden geçirdi¤i bir ortamda ekonomik <strong>ve</strong> siyasî<br />
iliflkileri gelifltirme çabas›nda olmas›, pasif sessiz<br />
diplomasinin bir örne¤idir.<br />
Pasif sessiz diplomasinin temel ö¤elerine <strong>ve</strong> sessiz<br />
diplomasiye yönelik elefltirilere de Türkiye’nin Darfur<br />
politikas› ba¤lam›nda de¤inen Özkan’›n<br />
BSV’deki bu sunumunu merak edenler, Birol Akgün<br />
ile birlikte kaleme ald›¤› <strong>ve</strong> SETA Policy Brief,<br />
Temmuz 2010’da yay›mlanan “Why Welcome Al<br />
Basheer Contextualizing Turkey’s Darfur Policy”<br />
makalesini okuyabilir.<br />
Yaz›l› Bas›nda ‹deolojik<br />
Söylemler:<br />
Elefltirel Bir Söylem Analizi<br />
‹brahim Efe<br />
20 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: Abdullah Ayasun<br />
‹ngiltere, Lancaster Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde dilbilimi alan›nda<br />
yapt›¤› doktora çal›flmas›na devam eden ‹brahim<br />
Efe, sunumunda “‹slâmc›l›k” ile “laiklik” aras›ndaki<br />
mücadelenin dilbilimsel <strong>ve</strong> söyleme özgü<br />
özelliklerini tart›flt›. Tez çal›flmas›nda metodoloji<br />
olarak elefltirel söylem analizini kullanan Efe’nin<br />
temel sorunsal›, her iki olgu aras›ndaki iliflkinin<br />
mahiyetine iliflkin: ‹slâmc›l›k ile laiklik aras›nda ne<br />
türden bir iliflki sözkonusu Bir çat›flma m› yoksa<br />
devam eden bir uzlaflma m›<br />
Efe, metodolojisini aç›mlamadan önce “‹slâmc›l›k”<br />
<strong>ve</strong> “laiklik” kavramlar›na iliflkin baz› tan›mlar aktard›.<br />
Buna göre ‹slâmc›l›k, “politik uygulamalar›n<br />
merkezine ‹slâm’› yerlefltirmek, her türlü program<br />
<strong>ve</strong> projenin oda¤›na ‹slâm’› koymak; hayat›n her<br />
11
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Cumhuriyet, Hürriyet, Zaman <strong>ve</strong> Vakit gazetelerinde en fazla yer<br />
alan kavram <strong>ve</strong> terimleri say›sal analize tâbi tutarak s›n›fland›ran<br />
‹brahim Efe, ‹slâmc›l›k <strong>ve</strong> laiklik gibi kavramlar›n ele ald›¤› üç<br />
dönemde hangi ba¤lamlarda kullan›ld›¤›n› ele al›yor.<br />
aflamas›nda ‹slâmî oluflum <strong>ve</strong> geleneklerin gündelik<br />
davran›fl boyutuna yans›mas›, aksetmesi” anlam›nda<br />
kullan›l›yor; laiklik de “bir devlet ideolojisi”<br />
olarak tan›mlan›yor. Michel Foucault ba¤lam›nda<br />
laiklik söylemi ise “süreklilik ifade eden, kurumlar<br />
aras›nda ifllev gören bir materyal <strong>ve</strong> dilbilimsel uygulamalar<br />
silsilesi”. Bu tan›mlar› aktard›ktan sonra<br />
Efe, elefltirel söylemin <strong>ve</strong> elefltirel olman›n ne anlama<br />
geldi¤i üzerinde durdu. Buna göre elefltirellik <strong>ve</strong><br />
elefltirel söylem, negatif anlamland›rmalar›n ötesinde<br />
düflünsel iflle<strong>ve</strong> <strong>ve</strong> de¤ere sahip. Elefltirel olmak,<br />
“olaylar› <strong>ve</strong> fleyleri oldu¤u gibi kabul etmemek” anlam›na<br />
geliyor. “‹ndirgemecili¤e karfl› koymak;<br />
dogmatik ikili karfl›tl›klardan uzak kalmak; ‘self-reflecti<strong>ve</strong>’<br />
olmak; kendi pozisyonunu elefltirmek; bulan›k<br />
iktidar yap›lar›n›, ideolojileri <strong>ve</strong> güç iliflkilerini<br />
aç›k hâle getirmek” elefltirel söylem analizinin kapsam›n›<br />
oluflturuyor. Di¤er söylem analizlerinden<br />
farkl› olarak elefltirel söylem analizi, tan›mla yetinmeyip<br />
alternatif bir çözüm önerisi sunma hedefiyle<br />
de dikkat çekiyor.<br />
Efe, çal›flmas›nda üç dönemi ele al›yor:<br />
1. 28 fiubat (1997) süreci.<br />
2. fiubat 2008’de baflörtüsü ile ilgili Anayasa’da<br />
<strong>ve</strong> YÖK Kanunu’nda de¤ifliklik öngören teklifin<br />
TBMM’ye sunuldu¤u dönem.<br />
3. ‹ktidardaki AKP’ye kapatma davas›n›n aç›ld›-<br />
¤› 2008’in Mart ay› <strong>ve</strong> müteakip süreç.<br />
Bu dönemleri incelerken Efe, dört gazeteden yararlan›yor:<br />
Cumhuriyet, Hürriyet, Zaman <strong>ve</strong> Vakit. Bir<br />
bilgisayar dilbilimi program› kullanarak bu dört gazetede<br />
en fazla yer alan kavram <strong>ve</strong> terimleri say›sal<br />
analize tâbi tutarak s›n›fland›ran Efe, ‹slâmc›l›k <strong>ve</strong><br />
laiklik gibi kavramlar›n bahsi geçen süreçlerde<br />
hangi ba¤lamlarda kullan›ld›¤›n› ele al›yor. Efe’nin<br />
bu gazeteleri seçme nedeni ise, Hürriyet ile Zaman’›n<br />
tirajlar›n›n yaklafl›k ayn› olmas›, Cumhuriyet<br />
ile Vakit’in farkl› (karfl›t) ideolojik uçlarda yer<br />
alan dar <strong>ve</strong> marjinal çevrelerin temsilcileri olmalar›<br />
<strong>ve</strong> ayn› zamanda düflük tirajlar›.<br />
“Derlem analizi” olarak da tan›mlanan metodun<br />
(program›n) kolayl›klar sa¤lamakla birlikte iflin<br />
önemli k›sm›n›n yine analizciye düfltü¤üne dikkati<br />
çeken Efe, havuzda toplanan kavramlar›n salt matematiksel<br />
kompozisyonunun pek bir anlam ifade<br />
etmedi¤ini vurgulad›. Buna göre, Cumhuriyet gazetesinde<br />
“›l›ml› ‹slâm” teriminin s›kl›kla yer almas›<br />
tek bafl›na bir anlam ifade etmiyor; analizcinin bizzat<br />
metne giderek terimin hangi çerçe<strong>ve</strong>de kullan›l-<br />
12
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Din-devlet <strong>ve</strong> din-toplum iliflkilerinde sürekli vurgulanan<br />
“Türkiye’nin biricikli¤i” ön kabulünü elefltiren Ahmet Kuru,<br />
“devletin resmî dininin olup olmamas›” <strong>ve</strong> “dinin hukuka<br />
egemen olup olmamas›” kriterleri üzerinden farkl›<br />
ülkelerdeki din-devlet iliflkilerini s›n›fland›rd›.<br />
d›¤›n› ortaya koymas› gerekiyor ki bahsi geçen kavram<br />
genel olarak bu gazetede olumsuz bir kip içinde<br />
kullan›lm›fl.<br />
Bu noktada nicel <strong>ve</strong> nitel araflt›rman›n tutarl› bir biçimde<br />
birlikte kullan›lmas›n›n önemi ortaya ç›k›-<br />
yor. Efe de zaten sunumunun ilerleyen bölümünde<br />
amac›n›n, tez çal›flmas›nda nicel <strong>ve</strong> nitel boyutu<br />
elefltirel söylem analizi çerçe<strong>ve</strong>sinde birlefltirmek<br />
oldu¤una vurgu yapt›. Sunum, metodolojiye iliflkin<br />
elefltirel sorular›n yöneltildi¤i soru-cevap fasl›yla<br />
sona erdi.<br />
KAM Özel Etkinlik<br />
Pasif <strong>ve</strong> D›fllay›c› Laiklik:<br />
ABD, Fransa <strong>ve</strong> Türkiye<br />
Ahmet Kuru<br />
25 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: Veysel Kurt<br />
San Diego Üni<strong>ve</strong>rsitesi ö¤retim üyesi Dr. Ahmet<br />
Kuru, Türkçeye çevrilmekte olan doktora tezi üzerinden<br />
din politikalar› uygulamalar›n›n üç farkl› örne¤i<br />
ABD, Fransa <strong>ve</strong> Türkiye’yi karfl›laflt›rd›. Sunumuna,<br />
birçok konuda oldu¤u gibi, din-devlet <strong>ve</strong><br />
din-toplum iliflkilerinde sürekli vurgulanan “Türkiye’nin<br />
biricikli¤i” ön kabulünü elefltirerek bafllayan<br />
Kuru, flu iki kriter üzerinden dünya ülkelerinin dindevlet<br />
iliflkilerini s›n›fland›rd›: (i) Devletin resmî dininin<br />
olup olmamas›; (ii) dinin hukuka egemen<br />
olup olmamas›. Bu iki ilkenin geçerli oldu¤u 12 ülke,<br />
yaln›zca birinci ilkenin geçerli oldu¤u 60 ülke<br />
var iken; her iki ilkenin de geçerli olmad›¤› laik ülkelerin<br />
say›s› ise yaklafl›k 120. Dine karfl› bir yap›-<br />
lanma içinde olan ülkelerin say›s› ise yaln›zca 5.<br />
‹deolojik saiklerle aç›klanabilecek iki tip laiklik bulundu¤unu<br />
savunan Kuru, dinin kamusal alandan<br />
d›fllanmas›n› <strong>ve</strong> dini, vicdanî bir çerçe<strong>ve</strong>ye yerlefltirmeyi<br />
içeren sosyal bir mühendislik projesi olan<br />
laiklik anlay›fl›n› “d›fllay›c› (asserti<strong>ve</strong>) laiklik”; devletin<br />
kamusal alanda da bireysel ba¤lamda da dinî<br />
tercihlere müdahil olmad›¤› daha yumuflak laiklik<br />
anlay›fl›n› ise “pasif laiklik” olarak tan›mlad›. Ard›ndan<br />
Kuru, “Her üç ülke de laik olmas›na ra¤men<br />
ABD’de dine yaklafl›m neden yumuflak” sorusu<br />
üzerinden bu ülkelerin laiklik anlay›fllar›n›<br />
13
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
karfl›laflt›rd›. Buna göre farkl›l›¤›n temel sebebi,<br />
–güç mücadeleleri hâlen devam etse de– ABD’de<br />
pasif laiklik, Fransa <strong>ve</strong> Türkiye’de ise d›fllay›c› laiklik<br />
anlay›fl›n›n hâkim olmas›. Kuru bu farkl›l›klar›<br />
aç›klayabilecek alternatif yaklafl›mlardan üçünü<br />
ele ald›:<br />
1. Modernleflme Teorisi: Ekonomik kalk›nma<br />
refah seviyesinin yükselmesine yol açt›¤›, refah<br />
seviyesi de bireylere alternatif hayat tarz›<br />
sundu¤undan, bireylere daha seküler bir anlay›fl<br />
hâkim olur. Ancak hem ülkelerin geliflmifllik<br />
seviyeleri ile laiklik uygulamalar› aras›ndaki<br />
ters orant› hem de refah seviyesi aç›-<br />
s›ndan birbirine yak›n ülkelerin laiklik uygulamalar›n›n<br />
farkl› olmas› bu teorinin yetersizli¤ini<br />
ortaya koyuyor.<br />
2. Medeniyet Yaklafl›m›: Bernard Lewis <strong>ve</strong> Samuel<br />
Huntington’›n temsil etti¤i bu yaklafl›-<br />
ma göre, dinlerin farkl› tabiatlara sahip olmas›,<br />
laiklik uygulamalar›n›n ana motoru.<br />
Hristiyanl›k’›n özünde sekülerli¤i bar›nd›rmas›,<br />
‹slâm’›n ise buna uygun olmamas›, Bat›<br />
ülkelerinin laikleflmesinin temel sebebi.<br />
Ancak bu yaklafl›ma göre, her ikisi de Bat›<br />
medeniyetinin birer parças› olan Amerikan<br />
<strong>ve</strong> Frans›z laiklik biçimlerinin birbirine benzemesi<br />
gerekirken, hem teorik yaklafl›m hem<br />
de uygulama aç›s›ndan biri Bat› di¤eri ‹slâm<br />
medeniyetine ait olan Fransa ile Türkiye birbirine<br />
benziyor <strong>ve</strong> ABD bunlardan ayr›l›yor.<br />
3. Rasyonel Seçim (Rational Choice): Bu yaklafl›m,<br />
yönetici elitin politik tercihlerinin siyasî<br />
<strong>ve</strong> ekonomik aç›dan kâr-zarar hesab›na dayand›¤›n›<br />
savunur. Hâlbuki en bariz örnek<br />
olarak baflörtüsü yasa¤›, bu uygulamay› savunan<br />
politik yöneticilerin ne siyasî ne de ekonomik<br />
bir kazanç elde etmedi¤ini gösteriyor.<br />
Alternatif yaklafl›mlar› bu flekilde elefltiren Kuru,<br />
kendi aç›klama biçimini ideolojik saikler üzerinden<br />
kurdu. Buna göre, ayn› medeniyete mensup olmalar›na<br />
ra¤men ABD ile Fransa’n›n laiklik yaklafl›mlar›n›n<br />
çok farkl›, farkl› medeniyetlere mensup olmalar›na<br />
ra¤men Türkiye ile Fransa’n›n laiklik anlay›fllar›n›n<br />
benzer olmas›n›n temel sebebi, bu ülkelerdeki<br />
yönetici elitin ideolojik tercihleri.<br />
Pasif laiklik anlay›fl›n›n geçerli oldu¤u ABD’de bireysel<br />
haklar vurgusu hâkim. Dinî sembollerin kamusal<br />
alana girifli noktas›nda farkl› görüfller bulunsa<br />
da, bu tart›flmalar›n temel ekseni dini d›fllay›c›<br />
de¤il; uygulaman›n di¤er din ya da mezhep mensuplar›n›<br />
nas›l etkileyece¤i yönünde. Fransa’da ise<br />
mücadele, radikal laikler ile pasif laikler aras›nda.<br />
Türkiye’deki mücadele de, laikler ile din savunucular›<br />
aras›nda de¤il, özellikle son 10 y›ld›r radikal laikler<br />
ile pasif laiklik savunucular› aras›nda cereyan<br />
ediyor.<br />
Peki, bu farkl› laiklik uygulamalar›n›n kayna¤› ne<br />
Kuru’ya göre bu, tarihî mirasla aç›klanabilir. Bu<br />
noktada en önemli kavram “devr-i sâb›k” (old regime)<br />
kavram›. Bir ülkedeki tarihî flartlar flu dört kritere<br />
karfl›l›k geldi¤inde d›fllay›c› laiklik ya da dinin<br />
tamamen d›fllanmas› ortaya ç›kar: (i) Meflrûtî monarflinin<br />
varl›¤›; (ii) hâkim bir dinin varl›¤›; (iii) bu<br />
monarfli ile dinin iflbirli¤i içinde olmas›; (iv) bu iflbirli¤ine<br />
karfl› baflar›ya ulaflan cumhuriyetçi bir hareket.<br />
Bu ba¤lamda ABD’yi Fransa <strong>ve</strong> Türkiye’den<br />
14
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
farkl› k›lan tarihî flartlar, ilk üç aflaman›n bu ülkede<br />
yaflanmam›fl olmas›. Ayr›ca ABD’de pasif laikli¤in<br />
benimsenmesinde kritik nokta, 1791 Anayasal De-<br />
¤iflikli¤i’nde kabul edilen “devletin hiçbir dini <strong>ve</strong>ya<br />
mezhebi desteklemeyece¤i <strong>ve</strong> hiçbir din ya da mezhebin<br />
yok say›lamayaca¤›” ilkesi. Di¤er iki ülkeye<br />
gelince, Fransa’da 1875-1905 y›llar› aras›nda cumhuriyetçi-monarfli<br />
çekiflmesi, Türkiye’de ise 1949’a<br />
kadar laiklik-din çat›flmas› yafland›.<br />
Bu üç ülke halk›n›n din konusundaki tercihlerine<br />
iliflkin istatistiklere bak›ld›¤›nda, en dindar ülke<br />
Türkiye, ikincisi ABD, üçüncüsü Fransa. Kuru’ya<br />
göre, ABD’nin pasif laiklik anlay›fl›, halk›n›n dindarl›¤›<br />
ile bir soruna yol açm›yor; Fransa’da dindarl›k<br />
oran›n›n düflüklü¤ü, d›fllay›c› laikli¤i büyük bir<br />
sorun olmaktan ç›kar›yor. Ancak bu durum, hem<br />
halk›n›n büyük bir kesimi dindar hem de d›fllay›c›<br />
laiklik anlay›fl›n›n hâkim oldu¤u Türkiye aç›s›ndan<br />
büyük bir paradoksa yol aç›yor. Bu sorunun afl›lmas›<br />
için de ya Türk halk›n›n büyük bir k›sm› sekülerleflmek<br />
ya da Türkiye’deki laiklik anlay›fl› yumuflamak<br />
durumunda.<br />
Bu tespit ile sunumunu tamamlayan Kuru, bir soruya<br />
<strong>ve</strong>rdi¤i cevapta, kitab›n›n en çok Türkiye’yi ilgilendirmesine<br />
ra¤men en az tepkiyi Türkiye’den<br />
ald›¤›n› <strong>ve</strong> bu tepkilerin de maalesef ön yarg›lara<br />
dayanan çok sathî de¤erlendirmeler oldu¤unu ifade<br />
etti.<br />
‹slâm’›n ‹stisnaili¤i Miti:<br />
Müslüman Toplumlarda Din <strong>ve</strong><br />
Siyaset<br />
(The Myth of Islamic Exceptionalism:<br />
Religion and Politics in Muslim Societies)<br />
Mohammed Ayoob<br />
24 Haziran 2010<br />
De¤erlendirme: Asena Demirer<br />
Küresel Araflt›rmalar Merkezi ile Medeniyet Araflt›rmalar›<br />
Merkezi’nin ortaklafla düzenledi¤i “Özel Etkinlik”<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde Michigan State Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
Muslim Studies Program› Koordinatörü Prof. Mohammed<br />
Ayoob, ‹slâm’›n istisnaili¤i miti üzerine<br />
bir sunum gerçeklefltirdi. Ayoob, Bush yönetiminin<br />
son dönemlerine hâkim olan “Müslüman toplumlar›n<br />
takip edebilece¤i bir model olarak Türkiye” alg›s›n›n,<br />
son y›llarda yerini “‹slâm Dünyas› ile Bat›<br />
aras›nda seçim yapmas› gereken Türkiye” alg›s›na<br />
b›rakt›¤› tespitiyle bafllad› konuflmas›na. Bat›’n›n<br />
Türkiye alg›s›ndaki bu kayman›n, ‹srail’le iliflkilerin<br />
bozulmas›yla ilgisi olmakla beraber, kökeninde “‹slâm’›n<br />
istisnaili¤i miti”nin yatt›¤›n› vurgulayan<br />
Ayoob, bu konuda flunlar› söyledi:<br />
Bu mit ‹slâm’›n özsel olarak demokrasi <strong>ve</strong> ço¤ulculu¤a<br />
karfl› oldu¤unu varsay›yor. Ancak mesela ABD,<br />
Evanjelik Hristiyanl›¤›n ciddi anlamda yükselifline;<br />
‹srail, devlet kimli¤ini ›rksal-dinî terimlerle tan›mlamas›na;<br />
Hindistan, Gujarat’taki Müslümanlara<br />
karfl› 2002’de devlet destekli pogrom uygulamas›na<br />
15
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
“Model Türkiye” alg›s›n›n, son y›llarda yerini “‹slâm<br />
Dünyas› ile Bat› aras›nda seçim yapmas› gereken<br />
Türkiye” alg›s›na b›rakt›¤›n› vurgulayan Mohammed<br />
Ayoob’a göre Bat›’n›n Türkiye alg›s›ndaki bu kayman›n<br />
kökeninde “‹slâm’›n istisnaili¤i miti” yat›yor.<br />
ra¤men hâlâ demokratik <strong>ve</strong> ço¤ulcu olabiliyor da<br />
sözkonusu ‹slâm oldu¤unda durum de¤ifliyor! Demokrasi<br />
<strong>ve</strong> ço¤ulculuktan sapma olarak düflünülebilecek<br />
bütün bu durumlar Hristiyanl›k’a, Yahudilik’e<br />
ya da Hinduizm’e içkin olarak düflünülmemesine<br />
karfl›l›k, s›ra Müslümanl›¤a geldi¤inde her fleyin<br />
‹slâm’a yüklenmesi, ‹slâm’›n istisnaili¤i mitinden<br />
kaynaklan›yor.<br />
Bütün bu analizlerin arkaplan›nda, demokrasi <strong>ve</strong><br />
ço¤ulculuk kayg›s›ndan ziyade, Müslüman Dünyan›n<br />
Bat›’n›n empoze etti¤i düzenin meflruiyetini<br />
reddetmesi yat›yor. Hem bar›fl hem de savafl sanat›nda<br />
as›rlar boyunca Bat› karfl›s›nda son derece üstün<br />
olan Müslümanlar, Bat› sömürgecili¤inden<br />
–Afrika <strong>ve</strong> Asya’n›n di¤er toplumlar›na k›yasla– çok<br />
daha fazla rahats›z oldular. Dahas› bu durum, di-<br />
¤erlerinden üstün oldu¤unu varsayan Müslümanlar<br />
aç›s›ndan do¤al düzenin tersine çevrilmesi anlam›na<br />
geliyordu. Bu sebepledir ki Müslüman co¤rafyalarda<br />
‹slâm, sömürgecili¤e direncin bir ideolojisi<br />
hâline geldi. 19. yüzy›lda Cezayir’de Emir Abdülkadir’in,<br />
Sudan’da Mehdi’nin, Somali sahillerinde<br />
Muhammed Abdullah el-Hasan’›n <strong>ve</strong> Kuzey<br />
Hindistan’da fiah ‹smail fiehîd’in ön-milliyetçi cihad<br />
hareketlerinde ‹slâmî bir terminoloji kullan›ld›.<br />
‹slâm’›n Bat›’ya karfl› bir direnifl ideolojisi olarak<br />
kullan›m›, 20. yüzy›lda da sürdü <strong>ve</strong> Bat› ile ‹slâm<br />
Dünyas› aras›ndaki iliflkinin arkaplan›n› oluflturdu.<br />
Tüm di¤er milliyetçi cihad hareketleri Bat› karfl›s›nda<br />
baflar›s›zl›¤a u¤rarken, sadece Anadolu cihad›<br />
yani Türk ‹stiklal Savafl› baflar›ya ulaflt›.<br />
Ayoob “Neden Bat›’da ‹slâm’a yönelik muazzam<br />
bir korku var” sorusunu, (i) ‹slâm’da siyaset <strong>ve</strong> dinin<br />
ayr›lamazl›¤›, (ii) ‹slâm’›n demokrasiyle ba¤daflmazl›¤›<br />
<strong>ve</strong> (iii) ‹slâm’›n ulus-afl›r›c›l›¤› mitleri<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde yan›tlad›:<br />
“‹slâm’da siyaset <strong>ve</strong> dinin ayr›lamazl›¤› miti”nin<br />
yayg›n kabul görmesi, Hz. Peygamber’in hem dinî<br />
hem de dünyevî bir lider olmas›n›n bir model teflkil<br />
etmesinden <strong>ve</strong> Müslümanlar›n bu modelden sapamayacaklar›<br />
düflüncesinden kaynakland›. Oysa ‹slâm’›n<br />
klâsik döneminde –Arap Hilafeti <strong>ve</strong> Osmanl›<br />
‹mparatorlu¤u–, siyasal <strong>ve</strong> dinî alanlar aras›nda Ortaça¤<br />
Hristiyanl›¤›ndan çok daha net bir farkl›laflma<br />
sözkonusuydu. Ulema ile dünyevî yöneticiler<br />
aras›nda yaz›l› olmayan bir sözleflme vard›; uleman›n<br />
etraf›nda oluflan kalabal›¤a siyasal olarak sessizliklerini<br />
korumalar› tavsiyesinde bulunmalar›na<br />
karfl›l›k devlet de toplumla ilgili konulara gayet düflük<br />
oranda müdahale ediyordu. Bu siyasal sessizlik<br />
davran›fl›, dinî <strong>ve</strong> dünyevî alanlar›n büyük oranda<br />
birbirinden ayr›lmas›n› mümkün k›ld›.<br />
16
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
‹slâm’›n yüksek derecede siyasallaflmas›, Bat› ile etkileflimine<br />
bir reaksiyon <strong>ve</strong> ayn› zamanda Bat› ile<br />
etkilefliminin bir ürünü. Avrupa’n›n Müslüman<br />
Dünyay› sömürgelefltirme süreciyle Müslümanlar›n<br />
Müslümanlar› yönetti¤i eski paradigma ortadan<br />
kalkt› <strong>ve</strong> yabanc› siyasî bask›ya direnme, dinî bir<br />
vazife olarak görülür hâle geldi. Bu geliflmeyle beraber<br />
‹slâm Dünyas›nda önsel-reformasyon yaflanmaya<br />
baflland› <strong>ve</strong> befl mezhebin hiçbirini taklit gere¤ine<br />
inanmayan âlimler ortaya ç›kt›. Bugün ‹slâmc›l›k<br />
ya da siyasal ‹slâm dedi¤imiz olgunun 19.<br />
yüzy›lda ortaya ç›k›fl› da bu önsel-reformasyonun<br />
etkisiyle oldu.<br />
“‹slâm’›n demokrasi <strong>ve</strong> plüralizmle ba¤daflamazl›¤›<br />
miti”ne gelince, bu mit Kur’an <strong>ve</strong> hadislerin demokrasi<br />
ile ba¤daflmad›¤› varsay›m›na dayan›yor.<br />
Oysa Eski Ahit, Yeni Ahit ya da herhangi bir dinî<br />
metinin de hiçbir yerinde bir 19.-20. yüzy›l olgusu<br />
olan demokrasiden bahsedilmez, bahsedilmesini<br />
beklemek de anlams›z. Di¤er taraftan, bugün Müslüman<br />
Dünyan›n üçte ikisi muhtelif demokratik rejimlere<br />
göre yönetiliyor. “Demokrasi a盤›” büyük<br />
oranda bir Arap olgusu <strong>ve</strong> bunun kökenleri de ‹slâm’›n<br />
istisnaili¤inde de¤il, Arap toplumlar›n›n<br />
kendi ba¤lamlar›nda aranmal›.<br />
Siyasal ‹slâm’›n, ulusal s›n›rlar› aflan yayg›n <strong>ve</strong> topyekûn<br />
bir a¤ oldu¤unu öngören “‹slâm’›n ulus-afl›-<br />
r›c›l›¤› miti” de inand›r›c›l›ktan çok uzak. Nitekim<br />
Müslüman Dünyada tek bir ‹slâmî model yok; kendilerini<br />
‹slâmî yönetim modeli olarak sunan ‹ran <strong>ve</strong><br />
Suudi Arabistan kadar birbirinden farkl› iki siyasal<br />
sisteme rastlamak zor. ‹slâmî hareketler ise çok daha<br />
büyük farkl›l›klar tafl›yorlar <strong>ve</strong> hepsi de kendi<br />
ba¤lamlar›n›n ürünleri. ‹slâm’›n gerçek yüzü gibi<br />
sunulan el-Kaide <strong>ve</strong> benzeri hareketler de ‹slâm<br />
Dünyas›ndaki farkl› toplumlar›n <strong>ve</strong> siyasî yap›lar›n<br />
kayg›lar›n› temsil etmekten oldukça uzak.<br />
KAM-MAM Dîvân Toplant›lar›<br />
Sivil Toplum, Hristiyanl›k <strong>ve</strong><br />
‹slâm: Medeniyetler Çat›flmas›<br />
m›, Çoklu Moderniteler mi<br />
(Civil Society, Christianity and Islam:<br />
A Clash of Civilizations or Multiple<br />
Modernities)<br />
Robert W. Hefner<br />
13 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: Ö z g ü r D i k m e n<br />
Küresel Araflt›rmalar Merkezi <strong>ve</strong> Medeniyet Araflt›rmalar›<br />
Merkezi’nin ortaklafla düzenledi¤i “Dîvân<br />
Toplant›lar›”n›n May›s ay› konu¤u, Boston Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
Kültür, Din <strong>ve</strong> Dünya Araflt›rmalar› Merkezi<br />
(The Institute on Culture, Religion, and World Affairs<br />
- CURA) Direktörü Prof. Dr. Robert W. Hefner<br />
idi. Hefner’dan ‹slâm <strong>ve</strong> Hristiyanl›k ba¤lam›nda<br />
modernleflme, sivil toplum <strong>ve</strong> demokrasi üzerine<br />
bir sunum dinledik. Uzmanl›k alan› antropoloji olmakla<br />
birlikte karfl›laflt›rmal› din sosyolojisi çal›flmalar›<br />
da yapan Hefner’›n ilgi alan›nda genelde<br />
17
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Din <strong>ve</strong> modernleflmenin modern ulus-devletler üzerindeki<br />
flekillendirici etkisine iflaret eden Robert W. Hefner’a<br />
göre ‹slâmî yap›larda meydana gelen dinamizm, bu<br />
flekillendirici etkiyle <strong>ve</strong> sözkonusu iki olgunun da<br />
de¤iflikli¤e u¤ramas›yla ba¤lant›l›d›r.<br />
Güneydo¤u Asya, özelde ise Endonezya <strong>ve</strong> Malezya<br />
toplumlar› bulunuyor.<br />
Sunumuna, din <strong>ve</strong> modernleflmenin modern ulusdevletler<br />
üzerindeki flekillendirici etkisini anarak<br />
bafllayan Hefner, ‹slâm co¤rafyas›n›n de¤iflik yerlerindeki<br />
‹slâmî yap›larda meydana gelen dinamizmin,<br />
din <strong>ve</strong> modernleflmenin bu flekillendirici etkisiyle<br />
<strong>ve</strong> bu iki olgunun da de¤iflikli¤e u¤ramas›yla<br />
ba¤lant›s› oldu¤unu belirtti. Bir anekdot olarak Samuel<br />
Huntington’›n “Medeniyetler Çat›flmas›” tezine<br />
de¤inen Hefner, bu tezin Amerikan siyasetindeki<br />
etkisinden <strong>ve</strong> ‹slâm alg›s›nda yapt›¤› de¤ifliklikten<br />
bahsettikten sonra, art›k Amerika’da da giderek<br />
reddedildi¤ini sözlerine ekledi.<br />
Konuflmas›n›n “din <strong>ve</strong> modernleflme” iliflkisine<br />
ay›rd›¤› bölümünde Hefner, uzunca bir dönem Bat›<br />
siyasetinde önemli bir köfle tafl› olan modernleflme<br />
teorisinin, toplumlar modernlefltikçe dinin toplumsal<br />
hayattan çekilece¤i <strong>ve</strong> bireysel alanla s›n›rlanaca¤›<br />
öngörüsünün bofla ç›kt›¤›na; dinî canlanman›n<br />
yaln›zca ‹slâm Dünyas›nda de¤il, dünyan›n pek çok<br />
yerinde farkl› din mensuplar› aras›nda da yafland›-<br />
¤›na vurgu yapt›. Bu ba¤lamda modernleflme teorisinin<br />
<strong>ve</strong> bu teorinin öngörüsü olan sekülerleflme<br />
varsay›m›n›n akademik dünyada yeniden düflünülmesi<br />
gerekti¤ine dikkat çekti. Nitekim “sosyoloji<br />
teorisyenleri Bat› Avrupa’daki yanl›fl ülkeleri (Fransa<br />
gibi) model olarak ald›klar› için bu sonuca vard›-<br />
lar; e¤er bireylerin dinî yaflant›lar›nda modernleflmenin<br />
oldukça olumlu bir etki yapt›¤› ABD model<br />
al›nsayd›, mevcut teoriler daha farkl› olurdu.”<br />
“Din <strong>ve</strong> sivil toplum”a dair anlat›m›na Alexis de<br />
Tocqueville’in 19. yüzy›l Amerikan toplumundaki<br />
gözlemlerine de¤inerek bafllayan Hefner, bu dönemde<br />
dinin, sivil toplumun <strong>ve</strong> Amerikan demokrasisi<br />
ile piyasa ekonomisinin geliflimine katk›da<br />
bulundu¤undan söz etti. Ancak Tocqueville’in<br />
gözleminin bu ülkedeki ço¤unlu¤un diniyle s›n›rl›<br />
oldu¤unu; b›rak›n tüm dinleri, tek bir dinin çat›s›<br />
alt›ndaki farkl› mezhepler aras›nda bile demokrasi,<br />
piyasa ekonomisi <strong>ve</strong> sivil toplum aç›s›ndan ciddi<br />
farkl›l›klar bulundu¤unu kaydetti. Buradan hareketle<br />
Hefner, farkl› co¤rafyalardaki ‹slâmî geleneklerin<br />
tâbi olduklar› de¤iflkenlere göre farkl› alternatifler<br />
gelifltirdiklerine <strong>ve</strong> din-demokrasi, dinsivil<br />
toplum aras›ndaki iliflki incelenirken bu noktan›n<br />
göz önünde bulundurulmas› gerekti¤ine iflaret<br />
etti.<br />
‹slâmî canlanman›n siyasî, kültürel <strong>ve</strong> örgütlenme<br />
yönüyle dünya üzerindeki di¤er dinî uyan›fl hareketleriyle<br />
kimi yönlerden benzeflti¤ini kimi yönlerdense<br />
ayr›flt›¤›n› belirten Hefner, Türkiye’nin genel<br />
‹slâmî canlanma sürecine bir istisna dahi olsa örnek<br />
gösterilebilece¤ini <strong>ve</strong> Türkiye’de –birçok Latin<br />
Amerika, Asya <strong>ve</strong>ya Afrika ülkesinde oldu¤u gibi–<br />
dinî canlanman›n, k›rsal alanda yaflayan iki neslin<br />
flehirlere göçüyle ortaya ç›kan sosyal otorite kayb›-<br />
na ra¤men gerçekleflti¤ini belirtti. Nitekim belli dönemlerde<br />
dünyan›n pek çok yerinde yaflanan kente<br />
göç dalgas›, geleneksel sosyal otoritenin etkisinin<br />
azalmas›na, hatta yok olmas›na yol açarken, buna<br />
z›t olarak dinî canlanma ortaya ç›kt›.<br />
Hefner’a göre, k›rdan kente göçün yol açt›¤› sosyal<br />
otorite kayb›n›n bir sonucu da, ulusçu elitin Müslüman<br />
nüfusa yeni bir ahlâk anlay›fl› <strong>ve</strong> sosyalleflme<br />
modeli benimsetmeye çal›flmas›. Ulusçuluk bu<br />
18
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
amaçla en ciddi flekilde ulusal e¤itimi kulland› <strong>ve</strong><br />
‹slâm Dünyas›nda toplumsal dönüflüm bu yolla<br />
gerçeklefltirilmeye çal›fl›ld›. Ancak kitlesel e¤itimin<br />
bireylere teknik beceriler kazand›raca¤› <strong>ve</strong> ulusal<br />
bir bütünleflme sa¤layaca¤› varsay›l›rken, Müslümanlar›n<br />
yaz›l› kaynaklar üzerinden dini ö¤renme<br />
çabalar›n› <strong>ve</strong> dolay›s›yla ‹slâm’a ilgiyi art›rd›. Bu, ‹slâmî<br />
kültürün aktar›m›nda okuma-yazman›n merkezî<br />
bir öneme sahip olmas›yla ba¤lant›l›yd›. Bu<br />
durumun dolays›z bir sonucu da f›k›h <strong>ve</strong> fleriat kavramlar›na<br />
dair ciddi sorular›n sorulmas› <strong>ve</strong> f›khî<br />
kavramlar›n anlam <strong>ve</strong> kapsamlar›n›n toplumun haf›zas›ndan<br />
yaz›l› kaynaklara geçifliydi. ‹slâm bu yolla<br />
Hristiyanl›k’tan ayr›ld›. ‹slâm’da Tanr›’n›n buyru¤unun<br />
<strong>ve</strong> Kur’an’›n merkezîli¤inden ötürü metinsellik<br />
ciddi bir gelenek hâline geldi. Dolay›s›yla<br />
okuryazarl›¤›n yükselifliyle birlikte Müslümanlar<br />
aras›nda fleriat›n anlam› konusunda cereyan eden<br />
tart›flmalar, baz› çevrelerce ‹slâmî canlanman›n di-<br />
¤er dinlerdekinden farkl› olarak alg›lanmas›na yol<br />
açt›. fieriat›n baz› Müslüman çevrelerce “tamamlanm›fl<br />
bir kavram” olarak düflünülmesi <strong>ve</strong> bir ba¤lama<br />
oturtulmas› için herhangi bir çabaya gerek<br />
görülmemesi, ‹slâmî canlanman›n kat› bir fleriat bilinci<br />
getirdi¤i <strong>ve</strong> bu tarz bir ‹slâm’›n bu ça¤›n gereklilikleriyle<br />
uyum sa¤layamayaca¤› düflüncesindeki<br />
Bat› Dünyas›nda kayg› uyand›rd›. Ancak mevcut<br />
sosyolojik gerçekler bundan farkl›yd›; fleriat, buna<br />
ba¤l› hukuk doktrinleri <strong>ve</strong> kamu ahlâk›yla ilgili sorular›n<br />
daha çok gündeme tafl›nmas›, Müslümanlar›n<br />
‹slâm’› kaynaklar›ndan okuyarak ö¤renebilmesinden<br />
ötürü ortaya ç›kt›.<br />
Tüm bu ifadeler ›fl›¤›nda Hefner, ‹slâmî canlanma<br />
tecrübesinin dünya üzerindeki di¤er canlanma hareketlerinden<br />
çok da farkl› bir yol izlemedi¤ini, gelecekte<br />
de küresel mânâda di¤er canlanmalarla<br />
benzer bir yolu takip edece¤ini belirtti.<br />
KAM Avrupa Konuflmalar›<br />
Türkiye-AB ‹liflkilerinde<br />
Kimlik <strong>ve</strong> Yolsuzluk<br />
(Identity and Corruption in<br />
Turkey-EU Relations)<br />
Tim Jacoby<br />
30 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: Harun Küçükalada¤l›<br />
Küresel Araflt›rmalar Merkezi’nin düzenledi¤i “Avrupa<br />
Konuflmalar›”n›n ikincisinde, Manchester<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi ö¤retim üyesi Dr. Tim Jacoby ile Türkiye-Avrupa<br />
Birli¤i iliflkilerinde kimlik <strong>ve</strong> yolsuzluk<br />
aras›ndaki iliflki tart›fl›ld›. Programda Jacoby, Review<br />
of International Studies dergisinde “Turkey and<br />
Europe: Culture, Capital and Corruption” bafll›¤› ile<br />
yay›mlanan makalesi çerçe<strong>ve</strong>sinde Türkiye’nin AB<br />
üyeli¤i önündeki engellerden biri olarak resmî belgelerde<br />
s›k s›k gündeme getirilen yolsuzluk konusunu<br />
farkl› bir aç›dan de¤erlendirdi.<br />
Jacoby, tarihsel <strong>ve</strong> kültürel arkaplan›n, di¤er konularda<br />
oldu¤u gibi yolsuzluk konusunda da Türkiye-<br />
AB iliflkilerinde önemli bir rol oynad›¤›n›, bu unsur-<br />
19
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Tim Jacoby, Türkiye’nin AB üyeli¤i önündeki engellerden biri<br />
olarak resmî belgelerde s›k s›k gündeme getirilen yolsuzluk<br />
konusunda da tarihsel <strong>ve</strong> kültürel arkaplan›n önemli bir rol<br />
oynad›¤›n›, bu unsurlar› göz ard› ederek yap›lacak<br />
analizlerle sorunun anlafl›lamayaca¤›n› savundu.<br />
lar› göz ard› ederek yap›lacak analizlerle sorunun<br />
anlafl›lamayaca¤›n› savundu. Türkiye’nin Avrupa<br />
ile bütünleflmesine iliflkin sürekli geliflen bir literatür<br />
olmas›na karfl›n, yolsuzluk konusunun, kültürel<br />
uyumsuzlu¤a dair tart›flmalardan ziyade iktisadî<br />
iliflkilerde gündeme geldi¤ine dikkat çekti. Türkiye<br />
örne¤inde bunun eksik bir de¤erlendirme olaca¤›n›<br />
savunan Jacoby, kimlik <strong>ve</strong> kültürel de¤erlerin Avrupa’n›n<br />
Türk alg›s›n› belirledi¤ini; Türklerin bu de-<br />
¤erlerle birlikte tarihsel perspektiften bak›ld›¤›nda<br />
Avrupa kimli¤ine göre “öteki” oldu¤unu; hilekâr,<br />
doland›r›c›, kurnaz Türk alg›s›n›n zihinlerde infla<br />
edildi¤ini vurgulad›. Bu iddias›n› da Oxford’un 24<br />
ciltlik sözlü¤ünde Türk kelimesinin zalim, insafs›z,<br />
kurnaz gibi anlamlarla karfl›lanmas›n› örnek göstererek<br />
destekledi. Jacoby, Avrupa’n›n siyasî <strong>ve</strong> kültürel<br />
s›n›rlar›n› belirlerken geleneksel bak›fl aç›s› çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
“medeni Bat›/barbar Do¤u (Osmanl›-<br />
Türk)” anlay›fl›n›n hâkim oldu¤unu siyasîlerden <strong>ve</strong><br />
akademi çevresinden yapt›¤› al›nt›larla aç›klad›.<br />
Jacoby’ye göre “yolsuzlu¤a bak›fl, So¤uk Savafl sonras›<br />
dönemde dönüflüme u¤rad›. So¤uk Savafl döneminde<br />
pek gündeme gelmeyen yolsuzluk,<br />
1990’dan itibaren ulusal-uluslararas› kamuoyunda<br />
<strong>ve</strong> bas›nda çok yo¤un bir flekilde tart›fl›ld›; uluslararas›<br />
organizasyonlar (BM, Dünya Bankas›, OECD,<br />
AB) taraf›ndan yolsuzlukla mücadele için çeflitli giriflimler<br />
devreye sokuldu”. Jacoby burada da konuya<br />
farkl› bir aç›dan yaklaflarak So¤uk Savafl sonras›<br />
dönemde yolsuzlukla mücadele <strong>ve</strong> iyi yönetim konular›n›n<br />
gündem hâline gelmesini, hemen her konuda<br />
oldu¤u gibi, “kültürcülü¤ün” geçmiflten bugüne<br />
süregelen hâkimiyetiyle ba¤lant›land›rd›. “AB<br />
yolsuzluk konusunda Türkiye’den çok daha kötü<br />
durumdaki Do¤u Avrupa ülkelerini Birli¤e ald› <strong>ve</strong><br />
ayr›cal›kl› muamele etti. AKP’nin 2002’de iktidara<br />
gelmesiyle birlikte de Türkiye ile Avrupa aras›ndaki<br />
farkl›l›klara iliflkin kimlik temelli sorular etraf›nda<br />
kültürel tart›flmalar ortaya ç›kt›.” Jacoby, yönetime<br />
dindar geçmifli olan bir hükümetin gelmesini, Türkiye’nin<br />
Avrupa kültürüne dâhil olmad›¤›na en<br />
önemli dayanak olarak sunan yazarlardan da örnekler<br />
<strong>ve</strong>rdi <strong>ve</strong> ekledi:<br />
AKP’nin eflcinsel evlili¤i <strong>ve</strong> zinay› yasaklayan yasa<br />
tekliflerini haz›rlamas›, AB taraf›ndan ‹slâmî<br />
kurallar çerçe<strong>ve</strong>sinde al›nm›fl kararlar fleklinde<br />
nitelenerek elefltirildi. Türkiye örne¤inde dinkanun<br />
iliflkisine vurgu yap›l›rken, ayn› yasay› ç›-<br />
karan Romanya örne¤inde karar sadece insan<br />
haklar› çerçe<strong>ve</strong>sinde de¤erlendirildi. Bu çifte<br />
standard›n kayna¤›nda ‹slamofobi bulunuyor.<br />
Jacoby, yolsuzluk konusunu iktisadî aç›dan da ele<br />
ald›. “AB’nin yolsuzlukla mücadele program› do¤rudan<br />
sorunun üstesinden gelmek için yap›lmad›.<br />
Gerçek amaç yabanc› yat›r›mc›lar›n kâr aray›fllar›n›<br />
desteklemek <strong>ve</strong> Bat› sermayesinin Türk pazar›na giriflini<br />
kolaylaflt›rmakt›. Avrupa’da yolsuzlu¤un en<br />
önemli arac› olan rüfl<strong>ve</strong>t, kiflisel olarak <strong>ve</strong>rildi¤inde<br />
suç teflkil ediyor; fakat flirketler rüfl<strong>ve</strong>t <strong>ve</strong>rdi¤inde<br />
bu, suç de¤il kolaylaflt›r›c› ifllem olarak tan›mlan›-<br />
yor <strong>ve</strong> tamamen yasal bir durum.” Buradan yola ç›-<br />
karak yolsuzlukla mücadelenin etik de¤erlerden ziyade<br />
iktisadî getiriler için yap›ld›¤›n› söyleyen Jacoby,<br />
yolsuzlu¤un gündemde tutulmas›yla Türkiye<br />
üzerinde siyasî bask› kurulmaya çal›fl›ld›¤›na da<br />
dikkat çekti.<br />
20
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
‹spanya’n›n AET/AB üyelik sürecindeki <strong>ve</strong> sonras›ndaki<br />
söylemlerini, Türkiye’nin söylemleri ile karfl›laflt›rmal›<br />
bir flekilde izah eden Ak›n Özçer, Türkiye-‹spanya<br />
iliflkileri <strong>ve</strong> iki ülkenin yak›n siyasî tarihindeki<br />
paralellikler ba¤lam›nda ufuk aç›c› bir konuflma yapt›.<br />
Jacboy, sunumunun sonunda, AB’nin yolsuzlukla<br />
mücadele çal›flmalar›n›n tam olarak anlafl›labilmesi<br />
için yap›lan de¤erlendirmelerde kültürel miras›n<br />
mutlaka göz önünde bulundurulmas› gerekti¤ini<br />
bir kez daha vurgulad›. Program, dinleyicilerden<br />
gelen sorular çerçe<strong>ve</strong>sinde AKP Hükümeti <strong>ve</strong> Avrupa,<br />
Avrupa’da Müslüman alg›s›, ›rkç›l›k, ‹slamofobi,<br />
kültürel farkl›l›k gibi konulara iliflkin tart›flmalarla<br />
sona erdi.<br />
Türkiye-AB Müzakereleri<br />
Sürecinde Türkiye-‹spanya<br />
‹liflkileri<br />
Ak›n Özçer<br />
8 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: Ebru Afat<br />
‹spanyolca ile ‹spanya tarihi <strong>ve</strong> siyasetine iliflkin derin<br />
bilgisinin yan› s›ra Türkiye’nin AB ile iliflkilerinin<br />
geliflmesine yapt›¤› katk›larla tan›nan emekli diplomat<br />
Ak›n Özçer, Türkiye-‹spanya iliflkileri <strong>ve</strong> iki ülkenin<br />
yak›n siyasî tarihindeki paralellikler ba¤lam›nda<br />
ufuk aç›c› bir konuflma yapt›. Gerek ‹spanya’daki<br />
ayr›l›kç› milliyetçilikler gerekse bu ülkenin<br />
askerî yönetim sonras› demokratikleflme süreci konusunda<br />
uzman olan Özçer’in Euskal Herria: ‹spanya<br />
Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçili¤i (2 cilt, Do¤an<br />
Kitap, 1999) <strong>ve</strong> Ço¤ul ‹spanya: Anayasal Sistemi <strong>ve</strong><br />
Ayr›l›kç› Terörle Mücadele Modeli (‹mge, 2007) adl›<br />
kitaplar› bulunuyor. Ayr›ca Newsweek Türkiye dergisinde<br />
güncel meseleleri de¤erlendiriyor.<br />
Özçer sözlerine, 1995’te ‹spanya’n›n AB Dönem<br />
Baflkan› olmas›yla birlikte ivme kazanan Türkiye-<br />
‹spanya iliflkilerinin, bundan on y›l öncesine göre<br />
çok geliflti¤i <strong>ve</strong> çeflitlendi¤ini belirterek bafllad›. Ard›ndan<br />
‹spanya’n›n AB üyeli¤i <strong>ve</strong> demokratikleflme<br />
sürecinin seyrini ana hatlar›yla ortaya koydu.<br />
‹spanya’y› So¤uk Savafl boyunca Avrupa siyasetinin<br />
periferisinde b›rakan askerî dikta yönetimi, ‹kinci<br />
Dünya Savafl›’n›n hemen öncesinde yaflanan ‹spanya<br />
‹ç Savafl›’n› (1936-39) Cumhuriyetçilerin<br />
kaybetmesiyle ülkeye hâkim oldu. Kendisi için “El<br />
Caudillo/fief, Önder” nitelemesini kullanan <strong>ve</strong><br />
1947’de “‹spanya Krall›¤›’n›n Naibi” s›fat›n› alan<br />
dikta lideri General Francisco Franco, özellikle Latin<br />
Amerika’da çok etkili olan caudillismo (otoriter,<br />
popülist sivil/asker liderlik) gelene¤inin ‹spanya’daki<br />
örne¤iydi.<br />
21
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
1975’te Franco’nun ölümünün ard›ndan, Juan Carlos’un<br />
Kral <strong>ve</strong> Devlet Baflkan› olmas› <strong>ve</strong> 1976’da<br />
Adolfo Suárez’in baflbakan olarak atanmas›yla bafllayan<br />
‹spanya’n›n demokrasiye geçifl süreci, Ekim<br />
1982’de düzenlenen genel seçimler ile tamamland›.<br />
Bu sürecin dönüm noktalar›, serbest seçimler <strong>ve</strong> yeni<br />
anayasayd›. Bütün antidemokratik kurumlar <strong>ve</strong><br />
kanunlar kald›r›ld›, yasaklanan bütün siyasî partiler<br />
yeniden aç›ld› <strong>ve</strong> 1977’de yap›lan demokratik seçimlerle<br />
oluflan parlamento taraf›ndan haz›rlanan<br />
yeni ‹spanya anayasas›, 1978’deki referandumun ard›ndan<br />
yürürlü¤e girdi. Yeni anayasan›n haz›rlanma<br />
süreci <strong>ve</strong> demokratik hukuk devleti üzerinde önemle<br />
duran Özçer’e göre ‹spanya, anayasalar›n –demokratik<br />
olmak kayd›yla– kurucu meclisler taraf›ndan<br />
yap›lmas› gerekmedi¤inin baflar›l› bir örne¤i.<br />
Demokratik anayasay› ortadan kald›rmaya dönük<br />
bir darbe giriflimi, orduda hiyerarfli d›fl›na ç›kan bir<br />
grup asker taraf›ndan 23 fiubat 1981’de ‹spanyol<br />
Temsilciler Meclisi’nin bas›lmas›yla gerçekleflti. Ülkeyi<br />
bölünmeye sürükledi¤i gerekçesiyle –ki 1978<br />
Anayasas› Bask, Katalanya <strong>ve</strong> Galiçya bölgelerine<br />
simetrik özerklik getiriyordu– demokratik yönetime<br />
isyan eden bu grubun darbe giriflimi, Juan Carlos’un<br />
engellemesiyle baflar›ya ulaflamad› <strong>ve</strong> 29 ordu<br />
mensubu yarg›land›. Bundan sonra ‹spanya’da<br />
asker-sivil iliflkilerinin demokratikleflme sürecine<br />
uygun bir flekilde yeniden tan›mlanmas› süreci h›zland›.<br />
Ordu do¤rudan Milli Savunma Bakanl›¤›’na<br />
ba¤lanarak askerin sistem içindeki özerkli¤i kald›-<br />
r›ld›. Askerin iç gü<strong>ve</strong>nlikten çekilerek tamamen<br />
yurt savunmas›na <strong>ve</strong> uluslararas› misyonlara odaklanmas›<br />
sa¤land›. 1989’da ç›kar›lan Askerî Müfredat<br />
Kanunu ile askerî e¤itim program›n›n müfredat›<br />
siviller taraf›ndan belirlenir hâle geldi.<br />
Demokratikleflme sürecinden geçen ‹spanya, Avrupa<br />
Ekonomik Toplulu¤u’na (AET) üyelik hedefini de<br />
gündemine ald›. Askerî diktatörlük ile yönetildi¤i<br />
için daha önce reddedildi¤i AET’ye 1977’de bir kez<br />
daha baflvurdu. Uzun <strong>ve</strong> oldukça zorlu bir sürecin<br />
ard›ndan 1986’da Portekiz ile birlikte AET üyesi oldu.<br />
‹spanya’n›n AET/AB üyelik sürecindeki <strong>ve</strong> sonras›ndaki<br />
söylemlerini, Türkiye’nin söylemleri ile karfl›-<br />
laflt›rmal› bir flekilde izah eden Özçer, iki ülkenin<br />
politikalar› aras›ndaki paralelliklere de dikkat çekti.<br />
‹spanya <strong>ve</strong> Portekiz’in gerçek anlamda Avrupal› olmad›¤›n›<br />
öne süren Frans›z politikac›lara karfl› ‹spanyol<br />
politikac›lar, sürekli olarak ‹spanya’n›n Avrupal›l›¤›na<br />
vurgu yap›yorlard›; bugün de Türkiye,<br />
Fransa <strong>ve</strong> Almanya’n›n benzer tezlerine Avrupal› oldu¤u<br />
iddias›yla karfl› ç›k›yor. Ayr›ca, ‹spanya Avrupa<br />
ile Akdeniz <strong>ve</strong> Avrupa ile Latin Amerika aras›nda bir<br />
köprü oldu¤unu iddia etti¤i gibi Türkiye de Do¤u ile<br />
Bat› aras›nda bir köprü oldu¤unu ifade ediyor.<br />
Tarihsel olarak ‹spanya hep bir Akdeniz gücü olageldi.<br />
Ayr›ca 15. yüzy›l›n sonlar›ndan itibaren Latin<br />
Amerika’da bir sömürge imparatorlu¤u kurarak 19.<br />
yüzy›l›n sonuna kadar bu bölgeyi do¤rudan idare<br />
etti. ‹spanya, iflte bu tarihsel geçmifline dayanarak<br />
kendisini, AB’nin Kopenhag Kriterleri’ni Latin<br />
Amerika’ya aktaran ülke pozisyonuna oturtmaya<br />
çal›fl›yor. Di¤er yandan ‹spanya, Türkiye üzerinden<br />
Ortado¤u <strong>ve</strong> Orta Asya’ya aç›l›rken; Türkiye de ‹spanya<br />
üzerinden Latin Amerika’ya aç›l›yor. ‹spanya<br />
Baflbakan› Zapatero’nun, Baflbakan Tayyip Erdo-<br />
¤an ile birlikte Medeniyetler ‹ttifak› çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
22
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
‹slâm Dünyas› ile Hristiyan Bat› aras›ndaki önyarg›<br />
<strong>ve</strong> problemleri afl›p karfl›l›kl› diyalo¤un gelifltirilmesi<br />
yönündeki çabalar›, bunun bir yans›mas›.<br />
‹spanya, 1990’lar›n sonundan beri AB’nin temellerini<br />
atan Fransa-Almanya ikilisinin Avrupa’daki egemenli¤ine<br />
karfl› mücadele yürütüyor <strong>ve</strong> bu çerçe<strong>ve</strong>de<br />
Türkiye’nin AB üyeli¤ini destekliyor. Türkiye’nin<br />
‹spanya ile iliflkilerinin geliflmesinde AB ç›pas› çok<br />
önemli. Özçer tam bu noktada, Türkiye’nin tüm Avrupa<br />
kurulufllar› içinde yer almas›na ra¤men AB’nin<br />
baz› koflullar›n› yerine getirme hususunda, “kendine<br />
özgü koflullar›”n› öne sürerek ayak diremesinin,<br />
AB üyeli¤ini zorlaflt›rd›¤›na vurgu yapt›. Türkiye’nin,<br />
‹spanya’n›n demokratikleflme deneyimlerini<br />
dikkatle incelemesi <strong>ve</strong> AB üyeli¤i için daha yo¤un<br />
çaba harcamas› gerekti¤ini dile getirdi.<br />
KAM Milliyetçilik Konuflmalar›<br />
Sovyetlerden Ba¤›ms›zl›k<br />
Sonras›na Azerbaycan Ulusçulu¤u<br />
fiammas Salur<br />
15 Haziran 2010<br />
De¤erlendirme: Mehmet Sabri Akgönül<br />
Hakk›ndaki bütün kehanetlere ra¤men milliyetçilik<br />
günümüzün en mühim <strong>ve</strong> en tart›flmal› konular›ndan<br />
birisi olmaya devam ediyor. Son zamanlarda<br />
özellikle Karaba¤ meselesiyle Türkiye kamuoyunu<br />
meflgul eden Azerbaycan-Ermenistan geriliminin<br />
önemli bir kolu olan Azerbaycan ulusçulu¤unu <strong>ve</strong><br />
onun Sovyetlerden günümüze uzanan de¤iflim <strong>ve</strong><br />
dönüflümünü Fatih Üni<strong>ve</strong>rsitesi ö¤retim üyelerinden<br />
fiammas Salur ile konufltuk.<br />
Bafllarken, milliyetçili¤in toplumdaki “yüksek de-<br />
¤erler”e eklemlenen bir ideoloji oldu¤unun <strong>ve</strong> her<br />
devletin milliyetçi bir altyap›s› bulundu¤unun alt›-<br />
n› çizen Salur, ulus-devletlere ait “kutsallar”›n sadece<br />
asker-bürokrat-polisten ibaret olmad›¤›n›, ö¤retmenlerin<br />
de bu ideolojinin aktar›lmas›nda <strong>ve</strong><br />
benimsetilmesinde ciddi roller oynad›¤›n› hat›rlatt›.<br />
Ö¤retmenlerin üstlendi¤i bu aktif role binâen<br />
kaynak olarak ders kitaplar›n› <strong>ve</strong> okullardaki görsel<br />
malzemeleri inceledi¤ini <strong>ve</strong> semboller üzerinden<br />
bir milliyetçilik okumas› yapt›¤›n› ifade etti.<br />
Azerbaycan ulusçulu¤unun do¤uflunda 1813, 1828<br />
<strong>ve</strong> 1830 tarihlerinin oldukça önemli oldu¤unu kaydeden<br />
Salur, tarihî arkaplan› flu flekilde özetledi:<br />
Mezkur tarihlerde Rus Çarl›¤›’n›n bölgede dizayn<br />
çal›flmalar› vard›; birtak›m spot Ermeni yerleflim<br />
yerleri oluflturuldu <strong>ve</strong> Ermeniler buralara göç ettirildi.<br />
Azerilerin alg›lar›ndaki “yak›n öteki”nin Ermeni<br />
olmas›nda göç, “uzak öteki”nin ise Rus olmas›nda<br />
Rusya’n›n s›n›r›n› gü<strong>ve</strong>nceye alma çabalar›<br />
etkili oldu. 1905’te Erivan’da Müslüman say›s› Ermeni<br />
say›s›ndan çok daha fazla oldu¤u gibi, Bakü’de<br />
de Ermeni nüfusu Müslümanlardan oldukça<br />
fazla idi. Rusya’da 1905-1917 y›llar› aras›ndaki otorite<br />
bofllu¤u millî duygular›n “yükselme”sine imkân<br />
sa¤lad›. Daha sonra Sovyetler döneminde Eri-<br />
23
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
fiammas Salur, ders kitaplar›nda Ermenilerin <strong>ve</strong> Azerilerin bir<br />
araya gelmelerinin sosyolojik aç›dan mümkün olmad›¤› gibi<br />
temalar›n ifllendi¤ini; ayr›ca Mete’nin düflmanlar›yla nas›l<br />
“kahramanca” savaflt›¤› gibi konular›n bulundu¤unu aktard›.<br />
van’›n Ermenilefltirilmesi <strong>ve</strong> Bakü’nün Azerilefltirilmesi<br />
gibi politikalar uyguland›. Kruflçev (1953-<br />
1964) döneminde belli bir kültürel canlanma sözkonusu<br />
oldu. Stalin’in paranteze ald›¤›, tamamen<br />
yasaklad›¤› <strong>ve</strong> içini boflaltt›¤› kültür formlar canland›;<br />
onun döneminde (1922-1953) öldürülen ayd›n<br />
<strong>ve</strong> kanaat önderlerine iade-i itibar <strong>ve</strong>rildi <strong>ve</strong> bu insanlar›n<br />
kendilerini yeniden “keflfetme”sine olanak<br />
sa¤land›. Gorbaçov döneminde (1985-91) “B›rak›-<br />
n›z kendi yollar›na gitsinler” diye özetlenen politikayla<br />
ulusal sosyalizmlerin kurulabilece¤i düflüncesi,<br />
Azerbaycan ulusçulu¤unun tarihinde önemli<br />
bir etki yapt›.<br />
Sembollerin meta-linguistik bir de¤eri vard›r. Sembollerin<br />
bu etkisine dayanarak milliyetçili¤in Azerbaycan<br />
okullar›nda <strong>ve</strong> ders kitaplar›nda nas›l ifllendi¤i<br />
hakk›nda Salur flunlar› söyledi:<br />
Milliyetçili¤in sözel <strong>ve</strong> görsel yans›malar›nda<br />
(ikonografiler <strong>ve</strong> duvarlarda as›l› olan sözler)<br />
çok bariz tutars›zl›klar fark edilmesine ra¤men<br />
temel tutarl›l›¤›n Ermenilerin ötekilefltirilmesine<br />
yönelik oldu¤unu gözlemledim. Yak›n öteki<br />
olarak Ermenileri, uzak öteki olarak da Ruslar›<br />
düflmanca hedef alan birçok ikonografik malzeme<br />
gördüm.<br />
Salur, ders kitaplar›nda Ermenilerle olan tarihsel<br />
düflmanl›k, Ermeni <strong>ve</strong> Azerilerin bir araya gelmelerinin<br />
sosyolojik aç›dan mümkün olmad›¤› gibi temalar›n<br />
ifllendi¤ini; ayr›ca Türklerin misafirper<strong>ve</strong>rli¤i,<br />
Mete’nin düflmanlar›yla nas›l “kahramanca”<br />
savaflt›¤› gibi konular›n bulundu¤unu aktard›. K›saca<br />
Azerbaycan’da tarih, daima düflman <strong>ve</strong> savafl<br />
üzerinden ya da Azerilerin/Türklerin cesurlu¤u<br />
üzerinden ö¤retiliyor.<br />
Son olarak Salur, Türkiye’de Azerbaycan milliyetçili¤i<br />
üzerine yaz›lan metinlerde varolan bir eksiklikten<br />
bahsetti:<br />
Haydar Aliyev döneminde (1993-2003) Azerbaycan<br />
milliyetçili¤i için farkl› bir kavram ortaya<br />
ç›kt›. Devletin resmî ideolojisi hâline gelen<br />
bu kavram, devlet milliyetçili¤i ya da Azerbaycanc›l›k<br />
ideolojisi olarak betimleniyor.<br />
Bu dönemde Azerbaycan’da “Azerbaycanl›lar›n etnogenesisini<br />
kim(ler) oluflturuyor” tart›flmalar›n›n<br />
bafl gösterdi¤ini ifade eden Salur, bu soruya <strong>ve</strong>rilen<br />
farkl› cevaplar› flöyle s›ralad›: Bu yap›y›, (i) tarih öncesinde<br />
arayan perspektif, (ii) Mo¤ol ‹stilas› sonras›na<br />
götüren anlay›fl <strong>ve</strong> (iii) ‹slâmiyet’le karfl›lafl›lmas›<br />
sonras›na götüren bak›fl aç›s›.<br />
Sunumunun ard›ndan soru-cevap fasl›nda Salur,<br />
Karaba¤ meselesine, Ermenistan-Azerbaycan aras›ndaki<br />
sorunlara <strong>ve</strong> Türkiye’nin bu sorunlar karfl›-<br />
s›ndaki tutumuna dair sorular› cevaplad›.<br />
24
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Haluk Dortluo¤lu’na göre Çin’in kadim tarihî birikimiyle<br />
kendini dünyan›n merkezinde görmesi, Çinlilerin<br />
-oranlar› de¤iflse de- niçin birçok uluslararas› markay›<br />
Çin markas› olarak alg›lad›¤›n› aç›klayabilir.<br />
KAM Etkin Yönetim Söyleflileri<br />
Çin’den Dünyaya Bak›fl<br />
Haluk Dortluo¤lu<br />
3 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: M e l i h T o r l a k<br />
B‹M Finansman Direktörü Haluk Dortluo¤lu, Mart<br />
ay›nda gerçeklefltirdi¤i 10 günlük Çin ziyaretinin<br />
ard›ndan bu ülkeye iliflkin izlenimlerini rakamsal<br />
<strong>ve</strong>rilerle de destekleyerek bizimle paylaflt›. Çin tarihine<br />
de¤inerek söylefliye bafllayan Dortluo¤lu’nun<br />
dikkatimizi çeken sözleri flunlard›:<br />
• Yaklafl›k 1,5 milyar nüfusa sahip Çin’de 22 ayr›<br />
dil konufluluyor <strong>ve</strong> bu dilleri konuflanlar<br />
kendi aralar›nda anlaflam›yor.<br />
• Budizm inanc› genifl bir kitle taraf›ndan sahipleniliyor.<br />
• E¤itim kalitesi giderek art›yor. Çince önümüzdeki<br />
20 y›l içerisinde dünyada önemli bir yere<br />
gelecek.<br />
• Çin’de ‹ngilizce iletiflime müsaade ediliyor. Bu<br />
konuda kat› bir milliyetçi politika güdülmüyor.<br />
• Hiçbir gayrimenkul sat›lm›yor, 99 y›ll›¤›na<br />
devletten kiralan›yor.<br />
• Dünyan›n en kirli 20 flehrinin 19’u Çin’de bulunuyor.<br />
• Köyden kente göçün giderek artt›¤› Çin’de<br />
McKinsey araflt›rmas›na göre, 2025 y›l›nda halk›n<br />
%80’inin kentte yaflayaca¤› öngörülüyor.<br />
• fiehirleraras› nüfus hareketi s›n›rl›; bir yerden<br />
baflka bir yere ancak hükümetin izniyle geçilebiliyor.<br />
• Pasaport kontrolü sonras›nda polislere oy <strong>ve</strong>rilebilen<br />
bir ayg›t bulunuyor ki bu, Çinlilerin<br />
hizmet odakl› bir yaklafl›ma ülke olarak geçtiklerinin<br />
bir göstergesi.<br />
• Çin’deki dönüflüm 1977’de Mao’nun ölümüyle<br />
bafll›yor, 1990’larda mey<strong>ve</strong>sini <strong>ve</strong>riyor.<br />
• Çinliler serbest piyasa uygulamalar›yla planl›<br />
ekonomiyi entegre etmifl görünüyorlar.<br />
• Yo¤un altyap› yat›r›mlar›n›n yap›ld›¤› Çin’in<br />
fianghay flehri, görünüm olarak New York <strong>ve</strong><br />
Londra’dan çok farkl› de¤il; ancak halk bu de-<br />
¤iflime tam anlam›yla adapte olamam›fl.<br />
• Kriz döneminde 200 milyar dolarl›k altyap› yat›r›m›<br />
yap›larak krizin etkisi en aza indirilmeye<br />
çal›fl›lm›fl.<br />
25
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
• H›zl› büyüme sürecinde Çin’deki en büyük s›-<br />
k›nt›, “kalifiye eleman” noktas›nda kendini<br />
gösteriyor.<br />
• Çinliler, gayriinsanî flartlarda çal›flt›r›l›yor; ancak<br />
bu durum giderek de¤ifliyor. Asgarî ücretin<br />
yükselmesiyle iç pazar giderek büyüyor <strong>ve</strong><br />
önümüzdeki dönemde Çin iç pazar›n›n hacmi,<br />
ABD iç pazar›n›n hacmine ulaflabilir.<br />
• Yat›r›m olanaklar› <strong>ve</strong> bürokratik ifllemler Türkiye’ye<br />
göre daha rahat.<br />
• Dünyan›n bütün büyük flirketlerinin Çin’de<br />
yat›r›m› bulunuyor.<br />
• Taklit aflamas›nda kalmayan Çinliler, AR-<br />
GE’ye büyük yat›r›m yap›yorlar. 2008’de dünyada<br />
en çok patent alan flirket, Çinli bir flirket<br />
<strong>ve</strong> ilk 10 içinde ABD flirketi bulunmuyor.<br />
• Dünya domuz eti tüketiminin %50’si Çin’de<br />
gerçeklefliyor.<br />
• Çin’de gazl› içecek <strong>ve</strong> süt-yo¤urt kültürü bulunmuyor.<br />
Özellikle süt kültürünün olmay›-<br />
fl›ndan dolay› Çinlilerde kalsiyum eksikli¤i yaflan›yor.<br />
Devlet bu konuya el atm›fl durumda.<br />
• McKinsey araflt›rmas›na göre;<br />
- Çin’de 3.000’e yak›n KFC (Kentucky Fried<br />
Chicken) var <strong>ve</strong> bu zincir bütün flehirlere yay›lm›fl<br />
durumda.<br />
- Çinliler daha çok yerli ürünlere gü<strong>ve</strong>niyor <strong>ve</strong><br />
sat›n al›yor.<br />
- Çinlilerin %41’i Coca Cola’n›n Çin markas›<br />
oldu¤unu düflünüyor. Birçok uluslararas›<br />
markada bu oran çok daha yüksek. Çin’in<br />
kadim tarihî birikimiyle kendisini dünyan›n<br />
merkezi olarak görmesinin bu durumu aç›klamada<br />
yard›mc› oldu¤unu düflünen Dortluo¤lu,<br />
böyle bir alg›n›n varl›¤›n›n yabanc›<br />
flirketlerin de ifline geldi¤ine dikkat çekiyor.<br />
Bir Üst Düzey Yöneticinin<br />
Hayat›ndan Kesitler<br />
Ahmet Ertürk<br />
8 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: N e s l i h a n S ö z e r i<br />
“Baflar›l› insanlar›n karar an›”, “Onlar nas›l yönetiyorlar”,<br />
“CEO’lar›n bilgeli¤i”, “Yöneticinin k›lavuzu”…<br />
Bu bafll›klar, herhangi bir kitapç›n›n yönetime<br />
dair raflar›n› doldurabilecek kitap isimleridir.<br />
Hepsi bize, yönetime dair karanl›kta kalm›fl noktalar›<br />
âdeta bir gece, “haminnenin kula¤›m›za bir s›rr›<br />
f›s›ldamas›” gibi anlataca¤›n› vaat eder. Yönetim<br />
ustas›n›n herkesten saklad›¤› “püf nokta”s›n›n kendi<br />
sayfalar›nda oldu¤unu söyler, ba¤›r›r, 盤›rtkanl›k<br />
yapar. Bir tanesini dayanamaz al›p okuruz. Kitab›n<br />
son sayfas›na gelip kapa¤›n› kapatt›¤›m›zda ise<br />
dilimizde kekremsi bir tat vard›r. Oysa “Etkin Yönetim<br />
Söyleflileri”ne da<strong>ve</strong>t etti¤imiz Ahmet Ertürk, 6<br />
y›ll›k TMSF <strong>ve</strong> öncesindeki 29 y›ll›k yönetim tecrübesinden<br />
yola ç›karak, teoride s›radan gibi görünen<br />
ama pratikte gerçeklefltirilmesi zor <strong>ve</strong> irade isteyen<br />
güzel noktalar› bizimle paylaflt›. “Kamu yöneticili¤i,<br />
26
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Ahmet Ertürk, 6 y›ll›k TMSF <strong>ve</strong> öncesindeki 29 y›ll›k yönetim<br />
tecrübesinden yola ç›karak, her zaman gözümüzün önünde<br />
oldu¤u için “basit” alg›s› uyand›ran, fakat uygulamas› irade <strong>ve</strong><br />
bilinç gerektiren <strong>ve</strong> sadece iyi bir yönetici olmaya de¤il,<br />
nitelikli bir insan olmaya da götüren önemli maddelere de¤indi.<br />
insanî de¤erler üzerine infla edilir” <strong>ve</strong>ciz sözüyle<br />
beraber Ertürk, “Kamu yöneticisi nas›l olmal›<br />
Hangi de¤erlere, karaktere <strong>ve</strong> bak›fl aç›s›na sahip<br />
olmal›” gibi sorular›n cevaplar›n› aktard›.<br />
Bir kamu yöneticisinin insanî de¤erlere sahip<br />
olmas›, baz› hususlarda iradeli <strong>ve</strong> ilkeli olmas›-<br />
na ba¤l›d›r. Bir yönetici, özellikle de kamu yöneticisi,<br />
afla¤›daki maddelere dikkat etmelidir:<br />
• Makam›n kendisine sa¤lad›¤› faydalara karfl›<br />
“müsta¤ni” kalabiliyor mu<br />
• Ekibini kimlerden oluflturdu Yol arkadafllar›n›<br />
seçerken kriterleri neydi<br />
• fiirketler için yap›lan SWOT (Üstünlükler, Zay›fl›klar,<br />
F›rsatlar <strong>ve</strong> Tehditler) analizini<br />
kendisi için (yani bireysel SWOT analizi)<br />
yapt› m›<br />
• Çizgisinden ayr›lmaya bafllad›¤›nda harekete<br />
geçen, “kendisini hakl› gösterme mekanizmalar›”n›n<br />
fark›nda m›<br />
Ertürk’ün bahsetti¤i bu maddeleri söylefliye dayanarak<br />
açal›m:<br />
Kamuda görev alan bir kiflinin öncelikli amac›, özel<br />
flirketlerde oldu¤u gibi, sadece kâr etmek de¤ildir.<br />
Kâr› sadece kamu hizmetini devam ettirebilmek<br />
ad›na gerçeklefltirir. Buradan anlayabiliriz ki kamuda<br />
yönetici olmak, ev<strong>ve</strong>la insanî de¤erleri ön planda<br />
tutmay›, makam›n getirebilece¤i gayriahlâkî<br />
rantlar <strong>ve</strong> faydalar u¤runa kamu hizmetini feda etmemeyi<br />
gerektirir. Aksi takdirde yönetimin durumu,<br />
genel fayda için infla edilmifl bir kurumu, tüm<br />
basit insanlar›n yapt›¤› gibi –bir fare misali– kemirmekten<br />
baflka bir fley olmayacakt›r. Bir k›ssada, Hz.<br />
Ömer’in kendisine hediye edilen bir elmay› tekrar<br />
geri gönderdi¤i anlat›l›r. Sebebi soruldu¤unda ise<br />
flu cevab› <strong>ve</strong>rir: “Ben burada yönetici olmasayd›m<br />
bu bana hediye edilemezdi. Devlet, bana buradaki<br />
eme¤imin karfl›l›¤›n› <strong>ve</strong>riyor. Bu elma, haramd›r.”<br />
“Makam› kötüye kullanmak, bilinçli ya da bilinçsiz<br />
olarak ç›karlara araç edinmek” son madde ile çok<br />
ba¤lant›l›d›r. Zira kifli, belli ilkelere sahip olsa bile<br />
çizgisinden ayr›lmaya bafllad›¤› zaman –bu, makam›n›<br />
kötü kullanmak ya da kiflisel hayat›ndaki de-<br />
¤erlerinden ödün <strong>ve</strong>rmek olabilir– devreye hemen<br />
“ama” mekanizmalar› girer. Ya “Ben bunu yapt›m<br />
ama herkes yap›yor” ya da “Bu yapt›¤›m do¤ru de-<br />
¤il; ama ben bunu, flu de¤erleri gerçeklefltirmek için<br />
yapt›m” der. Unutmamak gerekir ki hayra haramla<br />
ya da flerle var›lamaz. Süte damlayan bir damla zehir<br />
bile onun içilemez olmas›na kâfi gelir. “Herkes<br />
yap›yor” mant›¤› ise, herhangi biri olmay› kabul etmifllik<br />
demektir ki bu da baflar›s›z bir yönetime<br />
ad›m atmakt›r.<br />
27
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Bir ekibi kimlerden oluflturdu¤unuza bakarak<br />
iflin sonucunu rahatl›kla tahmin edebilirsiniz.<br />
Zira herkes kendinden bir renk, bir usul katacakt›r<br />
o ifle. E¤er çal›flkan, ahlâkl›, ekip ruhuna<br />
sahip insanlar seçmiflseniz baflar›ya yar› yar›ya<br />
ulaflm›fls›n›z demektir. Sizin fikirlerinize z›t,<br />
nemalanma zihniyetinde, kendini ön plana ç›-<br />
karma çabas›nda insanlar seçmiflseniz bu insanlar<br />
en yak›n zamanda bunlar› ortaya koyacaklard›r.<br />
Çal›flmak zorunda kalsan›z, “ahlâks›z<br />
ama çok çal›flkan biri” yerine “ahlâkl› ama<br />
çal›flkan olmayan kifliyi” tercih etmelisiniz.<br />
Çünkü ahlâks›zl›k bulafl›c›d›r, tembellik ise de-<br />
¤ildir.<br />
fiirketler için yap›lan SWOT analizleri, birçok<br />
flirketin güçlü <strong>ve</strong> zay›f yönlerini <strong>ve</strong> sektördeki<br />
durumunu objektif olarak ortaya koyar. Dahas›<br />
flirket, SWOT analizindeki sonuçlara göre hangi<br />
stratejiyi izleyece¤ini de belirler. SWOT analizi<br />
flirketler için hayatî bir tahlil, erken teflhis<br />
imkân› <strong>ve</strong>rir. Erken teflhis ise ço¤u zaman hayat<br />
kurtar›r. Kifli, kendi SWOT analizini yapabilirse,<br />
pek çok hatay› önleyebilir. “Hatalar, en<br />
büyük ö¤reticidir; ancak kariyer hayat›n›z› da<br />
sonland›rabilir.” Hatalar› engellemenin yolu,<br />
kiflisel SWOT analizinden geçer. Ancak bu analizi<br />
yapmak, flirketlerde yap›ld›¤› kadar kolay<br />
de¤ildir. Çünkü kifli eksik <strong>ve</strong> zay›f yönlerini<br />
kendine itiraf edemez ya da bunlar› kendinde<br />
göremez. Bu durumda kifli, gü<strong>ve</strong>ndi¤i insanlar›n<br />
uyar›lar›n› göz önüne almal›, gurur meselesi<br />
yapmamal›, bilakis bu tür uyar›lara sevinmelidir.<br />
Zira hükümdarlar›n <strong>ve</strong> krallar›n iktidarlar›n›<br />
kaybetmeleri, etraflar›n›n “flakflakç›lar” ile<br />
çevrili olmas›ndan kaynaklan›r. “fieyh uçmaz,<br />
uçurulur” deyimi bunu yeterince özetler.<br />
Ertürk, iyi yöneticili¤e dair birkaç madde <strong>ve</strong>rdi bize.<br />
Bunlar, her zaman gözümüzün önünde oldu¤u için<br />
basit alg›s› uyand›ran, fakat uygulamas› irade <strong>ve</strong> bilinç<br />
gerektiren önemli maddelerdir. Sadece iyi bir<br />
yönetici olmaya de¤il, nitelikli bir insan olmaya da<br />
götüren yollard›r. Herkes evinde –anne <strong>ve</strong> baba olarak-,<br />
iflinde –ifl<strong>ve</strong>ren, ö¤retmen vs. olarak– yönetici<br />
oldu¤u için, en az›ndan “insan” olmaya çal›flt›¤›m›z<br />
için, bu maddeler kuflat›c›d›r <strong>ve</strong> herkesi ilgilendirir.<br />
Zaten yönetici olmak da en baflta nitelikli insan olmaktan<br />
geçmez mi<br />
Sivil Toplum Kurulufllar›nda<br />
Yönetim <strong>ve</strong> Yönetiflim<br />
Bar›fl Görgüç<br />
22 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: Melih Torlak<br />
Mobilya Sanayi ‹fl Adamlar› Derne¤i (MOBSAD)<br />
Genel Sekreteri Bar›fl Görgüç, “Sivil Toplum Kurulufllar›’nda<br />
(STK) Yönetim <strong>ve</strong> Yönetiflim” konulu<br />
söyleflisine STK’lar›n tan›m› ile bafllad›. Bu tür kurulufllar›n<br />
asl›nda yeni olmad›¤›n›, kendi tarihimizde<br />
Ahîlik gibi kurulufllar›n bulundu¤unu sözlerine<br />
ekledi. Bugüne kadar Türkiye’de kurulan dernek<br />
say›s›n›n 215.560, hâlen faal olanlar›n say›s›n›n<br />
28
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Bar›fl Görgüç’e göre yönetim, de¤iflmekte olan çevre<br />
koflullar›nda k›t kaynaklar› <strong>ve</strong>rimli kullanarak iflletmenin<br />
amaçlar›na etkin bir flekilde ulaflmak için baflkalar›yla iflbirli¤i<br />
yapmak anlam›na gelirken; yönetiflim ço¤ulculu¤a dayanan,<br />
birlikte yönetim <strong>ve</strong> üretimin esas al›nd›¤› bir kavramd›r.<br />
84.594, ‹stanbul’da yer alanlar›n say›s›n›n ise<br />
17.285 oldu¤unu ifade eden Görgüç, amaç <strong>ve</strong> ifllevlerine<br />
göre STK’lar› flu flekilde s›ralad›:<br />
• Makro ekonomik amaçl› olanlar,<br />
• Belirli ekonomik grup <strong>ve</strong> mesleklerin sözcüleri<br />
olanlar,<br />
• Yard›mlaflma <strong>ve</strong> dayan›flma amaçl› olanlar,<br />
• Do¤a, çevre, hayvan, kültürel varl›klar gibi<br />
alanlarda ihtisaslaflanlar,<br />
• E¤itim, sa¤l›k, hukuk gibi alanlarda uzmanlaflanlar.<br />
Görgüç’e göre “yönetim”, de¤iflmekte olan çevre<br />
koflullar›nda k›t kaynaklar› <strong>ve</strong>rimli kullanarak iflletmenin<br />
amaçlar›na etkin bir flekilde ulaflmak için<br />
baflkalar›yla iflbirli¤i yapmak anlam›na gelirken;<br />
“yönetiflim” ço¤ulculu¤a dayanan, birlikte yönetim<br />
<strong>ve</strong> üretimin esas al›nd›¤› bir kavramd›r. Yönetim<br />
daha dar kapsaml› iken, yönetiflim gönüllü kurulufllar›<br />
da içine ald›¤› için kapsam bak›m›ndan daha<br />
genifltir. Yönetim tepeden inmeci iken, yönetiflim<br />
farkl› sistemleri yönlendirmeyi esas al›r. Yönetim<br />
daha sert, yönetiflim ise daha kat›l›mc› <strong>ve</strong> esnektir.<br />
STK <strong>ve</strong> yöneticileri için yönetiflimin baz› ilkeleri<br />
mevcuttur:<br />
• Toplumun ç›karlar›n› kendi ç›karlar›n›n önünde<br />
tutmak,<br />
• Finansal olarak baflkalar›na ba¤›ml› hâle getirecek<br />
ba¤lant›lardan kaç›nmak,<br />
• Tarafs›z olmak,<br />
• Hesap <strong>ve</strong>rebilir olmak,<br />
• fieffaf olmak,<br />
• Aç›k <strong>ve</strong> dürüst olmak,<br />
• (Yukar›da ifade edilen tüm ilkeleri) yaflayarak<br />
örnek olmak.<br />
Dünyadaki <strong>ve</strong> Türkiye’deki örneklerden hareketle<br />
Görgüç söyleflisini flöyle sürdürdü: Küresel STK’lara<br />
örnek olarak Greenpeace, Do¤al Hayat› Koruma<br />
Vakf› (WWF), S›n›r Tan›mayan Doktorlar, Soros<br />
Vakf› <strong>ve</strong> Bill&Melinda Gates Vakf› <strong>ve</strong>rilebilir. Ancak<br />
politik <strong>ve</strong> iktisadî konularda öne ç›kan söylem <strong>ve</strong><br />
davran›fllar› sebebiyle bu kurulufllar› sadece sivil<br />
toplum kurulufllar› olarak görmek pek mümkün<br />
de¤il.<br />
Ülkemizde STK’lar çeflitli yazarlar taraf›ndan “kirlenmifl<br />
bir kavram”, “oryantalist bir kavram”,<br />
“uluslararas› siyasetin ‘fetifl’ kavram›” olarak nitelendiriliyor.<br />
Türkiye’deki STK’lar de¤iflik kategori-<br />
29
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
ler alt›nda flu flekilde örneklendirilebilir: TÜS‹AD,<br />
MÜS‹AD, TUSKON, TÜMS‹AD; TOBB, ‹SO, ‹TO,<br />
ATO, DENSO; Bakkallar Federasyonu, Al›fl<strong>ve</strong>rifl<br />
Merkezleri <strong>ve</strong> Perakendecileri Derne¤i; Türkiye<br />
Bankalar Birli¤i, Barolar Birli¤i; ‹nsan Haklar› Derne¤i,<br />
Genç Siviller Hareketi, MAZLUMDER, ‹HH;<br />
KALDER; TÜRK-‹fi, D‹SK; LAS‹AD, BU‹KAD; KAG‹-<br />
DER, ÇYDD, TED. Bu kurulufllar›n hepsinin özünde<br />
belirli insan gruplar›n›n haklar›n› korumak sözkonusu;<br />
ancak uygulamada iç <strong>ve</strong> d›fl politik etkenler<br />
oldukça bask›n.<br />
Öte yandan <strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf›, Sabanc› Vakf›,<br />
Ehl-i Beyt Vakf›, TEV, LÖSEV, TEMA vb. STK olarak<br />
ifade edilebilecek vak›f <strong>ve</strong> derneklere birer örnek.<br />
Meslek grubu olarak faaliyette bulunan STK’lar aras›nda<br />
ise Türkiye Gemi ‹nfla Sanayicileri Birli¤i<br />
(G‹SB‹R), Türkiye Ev Tekstili Sanayicileri <strong>ve</strong> ‹fladamlar›<br />
Derne¤i (TETS‹AD), Uluslararas› Nakliyeciler<br />
Derne¤i (UND), Otomotiv Sanayi Derne¤i<br />
(OSD), Türkiye Süt, Et, G›da Sanayicileri <strong>ve</strong> Üreticileri<br />
Birli¤i (SETB‹R) <strong>ve</strong> MOBSAD s›ralanabilir. Bu<br />
kurulufllar›n etkinlikleri, de¤iflik alanlardaki<br />
“güç”leri çerçe<strong>ve</strong>sinde flekillenmektedir. Mesela<br />
yan sanayisiyle birlikte 200-250 bin civar›nda çal›-<br />
flan› <strong>ve</strong> büyük miktarda yapt›¤› <strong>ve</strong>rgi ödemeleri ile<br />
G‹SB‹R, hükümet <strong>ve</strong> çevredeki kurulufllar ile olan<br />
iliflkilerinde güçlü bir rol alabilmektedir.<br />
Genel sekreterli¤ini yapt›¤› MOBSAD’›n görece küçük<br />
olmakla birlikte Türkiye mobilya üreticilerinin<br />
%80’inin bu derne¤e dâhil oldu¤unu ifade eden<br />
Görgüç, ifle ilk bafllad›¤›nda maafl›n› alamayacak<br />
durumda oldu¤una ama yap›lan çal›flmalar sonucunda<br />
k›sa sürede dergi <strong>ve</strong> katalog bas›m›ndan fuar<br />
kat›l›mlar›na kadar birçok ifli yapar hâle geldiklerine<br />
dikkat çekti.<br />
Sonuç olarak;<br />
• STK, dünyada <strong>ve</strong> Türkiye’de yeni de¤ildir, yeni<br />
anlamlar yüklenmifltir.<br />
• Hiçbir STK, tabiat› gere¤i tam ba¤›ms›z<br />
ol(a)maz.<br />
• ‹letiflim <strong>ve</strong> etkileflim her STK için vazgeçilmezdir.<br />
• Her STK, özünde bir lobi örgütüdür.<br />
• Her STK, yönetimden yönetiflime geçemez.<br />
• Yönetimden yönetiflime geçifl, STK’lar›n etkinli¤ini<br />
art›r›r.<br />
KAM Sempozyum<br />
Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm:<br />
Ortado¤u, Bat› <strong>ve</strong> Rusya ile<br />
‹liflkiler Sempozyumu<br />
15 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: V olkan Yahfli<br />
D›fl politikada son dönemde artan süreklilik <strong>ve</strong> de-<br />
¤iflim tart›flmalar›n›n, uluslararas› iliflkiler alan›ndan<br />
çeflitli isimler taraf›ndan mercek alt›na al›nd›¤›<br />
“Türk D›fl Politikas›nda Dönüflüm: Ortado¤u, Bat›<br />
<strong>ve</strong> Rusya ile ‹liflkiler” bafll›kl› sempozyum, her biri<br />
tematik olarak bölünmüfl dört oturumda gerçeklefl-<br />
30
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
“Ortado¤u’da ‹yi Niyetli Tarafs›zl›ktan Arabuluculu¤a” bafll›kl› ilk<br />
oturumda Kemal ‹nat, Türkiye-‹ran; Ali Balc›, Türkiye-‹srail<br />
iliflkilerini tarihsel süreci de dikkate alarak ele ald›. Mesut Özcan<br />
ise, Türkiye’nin Irak politikas›n›n mesafeli bir durufltan müdahil<br />
<strong>ve</strong> faal bir politikaya dönüflümünü üç dönemde inceledi.<br />
ti. KAM Koordinatörü Sevinç Alkan Özcan’›n daha<br />
önceki çal›flma, sempozyum <strong>ve</strong> faaliyetleri tan›t›c›<br />
konuflmas›n›n ard›ndan, Vak›f Baflkan› Mustafa<br />
Özel’in aç›l›fl konuflmas›yla bafllayan sempozyum<br />
oturum konular›na göre ilerledi.<br />
1. Oturum: Ortado¤u’da ‹yi Niyetli Tarafs›zl›ktan<br />
Arabuluculu¤a<br />
Sempozyumun ilk konuflmac›s› Doç. Dr. Kemal<br />
‹nat, Türkiye-‹ran iliflkilerinde rekabet <strong>ve</strong> çat›flmadan<br />
uzlafl› <strong>ve</strong> iflbirli¤ine geçifli, son on y›lda ekonomi,<br />
gü<strong>ve</strong>nlik <strong>ve</strong> siyaset alanlar›ndaki geliflmelere<br />
odaklanarak ele ald›. Osmanl›-‹ran aras›nda hep bir<br />
rekabet iliflkisi sözkonusu iken, son y›llarda ikili<br />
iliflkilerde yaflanan dönüflümü “Yeni Osmanl›c›l›¤›n<br />
bir tezahürü” olarak okuman›n çok absürt oldu¤una<br />
dikkat çekti. Ticaret hacmi on y›lda on yedi kat<br />
artm›fl, enerji (do¤algaz) <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nlik (PKK terörü)<br />
alanlar›nda iflbirli¤ine gidilmifl vs. olsa da ‹nat, ikili<br />
iliflkilerde henüz kat edilmesi gereken uzun bir mesafe<br />
oldu¤unu vurgulad›.<br />
Dr. Ali Balc›, Türkiye-‹srail iliflkilerini tarihsel karfl›-<br />
laflt›rmal› bir analize tâbi tutarak de¤iflim <strong>ve</strong> süreklilik<br />
unsurlar›n› ortaya koydu. ‹ç politika-d›fl politika<br />
ayr›m›n›n hem klasik yaklafl›m hem de sözkonusu<br />
inceleme aç›s›ndan yetersiz <strong>ve</strong> engelleyici oldu-<br />
¤unu belirterek, Türkiye’de siyasal ‹slâm’›n yükseliflinin<br />
gü<strong>ve</strong>nliklefltirilmesi üzerinden ikili iliflkilerin<br />
ilerledi¤ine dikkat çekti. 1990’larda ‹srail’le iliflkilerin<br />
askerî-bürokratik elite ayr›cal›kl› bir konum kazand›r›rken,<br />
2000’lerde sivil politikalar›n askerin<br />
tahakkümünü azaltt›¤›n› savundu. Öcalan’›n yakalanmas›n›,<br />
Marmara Depremini, Türk d›fl politikas›n›n<br />
Avrupal›laflmas›n›, komflularla iliflkilerin düzelmesini,<br />
‹kinci ‹ntifaday› <strong>ve</strong> ekonomik krizi, askerin<br />
gü<strong>ve</strong>nliklefltirme siyasetini zay›flatan <strong>ve</strong> sivil siyaseti<br />
devreye sokan unsurlar olarak ele ald›.<br />
Yrd. Doç. Mesut Özcan, Türkiye’nin Irak politikas›-<br />
n›n mesafeli bir durufltan müdahil <strong>ve</strong> faal bir politikaya<br />
dönüflümünü üç dönemde inceledi: 1999’da<br />
Öcalan’›n yakalanmas›, gü<strong>ve</strong>nlik endiflesinin azalmas›<br />
<strong>ve</strong> AB adayl›¤›, Türkiye’nin komflular›yla iyi<br />
iliflkilerinin önünü açt›. 2003’te 1 Mart Tezkeresi’nin<br />
Meclis’ten geçmemesi, d›fl politikada demokratik<br />
aktörlerin etkinli¤ini art›rd›. 2007-2008’de<br />
PKK’n›n Da¤l›ca <strong>ve</strong> Aktütün karakollar›na sald›r›lar›<br />
karfl›s›nda Türkiye, beklentinin aksine, Irak’la temaslar›n›<br />
artt›rd›. Özcan, Türkiye’nin risk alarak<br />
yeni politikalar üretti¤ine <strong>ve</strong> karfl›l›kl› gü<strong>ve</strong>n için<br />
yeni bir dil infla etti¤ine vurgu yapt›. Ticarî iliflkiler,<br />
d›fl yard›mlar <strong>ve</strong> medya üzerinden artan etkileflim<br />
sonucunda Türkiye’nin, Irak siyasetinde aktifleflir-<br />
31
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
ken, ekonomik faktörlerin de gitgide önem kazand›¤›na<br />
dikkat çekti.<br />
2. Oturum: Bat›’ya Ra¤men Bat› ile Birlikte Hareket<br />
Etmek<br />
‹kinci oturumun ilk konuflmac›s› Doç. Dr. Ali Resul<br />
Usul, AB-Türkiye iliflkilerini bir modernleflme modeli,<br />
demokratikleflmenin parças›, ekonomik entegrasyon<br />
meselesi, kimlik sorunu, K›br›s meselesi,<br />
tarihî <strong>ve</strong> co¤rafî unsurlar gibi çeflitli boyutlarda ele<br />
ald›. Yap›sal dönüflümleri anlamak için iliflkileri<br />
dört safhada de¤erlendirdikten sonra Usul, Aral›k<br />
2004’teki Brüksel Zir<strong>ve</strong>si ile karfl›l›kl› diyalog bafllasa<br />
da AB geniflleme politikas›n›n de¤iflti¤ine; müzakerelerin<br />
ucunun aç›k olmas›, “özümseme”nin ilk<br />
kez uygulanacak olmas›, yap›sal dönüflüm için gerekli<br />
finansman›n gelmemesi <strong>ve</strong> K›br›s meselesinin<br />
AB-Türkiye iliflkilerinin gidiflat›n› mu¤laklaflt›rd›¤›-<br />
na dikkat çekti.<br />
Dr. Helin Sar› Ertem, Türkiye-ABD iliflkilerinde<br />
2000’li y›llardaki de¤iflimi Kuzey Irak <strong>ve</strong> Kürt sorunu<br />
üzerinden de¤erlendirdi. Kuzey Irak <strong>ve</strong> PKK, ikili<br />
iliflkileri tehdit eden <strong>ve</strong> stratejik ortakl›¤›n içini<br />
boflaltarak Amerikan karfl›tl›¤›n› körükleyen unsurlar<br />
iken; PKK ile mücadelede etkin iflbirli¤ine geçilmesi<br />
<strong>ve</strong> Türkiye’nin Kuzey Irak’la ekonomik <strong>ve</strong> ticarî<br />
iliflkiler gelifltirmesi, zamanla ç›karlar›n <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nlik<br />
alg›lar›n›n örtüflmesine yol açt›. ABD’nin, Kuzey<br />
Irak’taki istikrar› koruma <strong>ve</strong> ‹ran’›n yükselen etkisini<br />
frenlenme çabas› Türkiye’ye olan ihtiyac›n› art›rd›.<br />
‹flte iç içe geçmifl bu ekonomik, siyasal <strong>ve</strong> toplumsal<br />
hareketlilik, Ertem’e göre, ABD-Türkiye iliflkilerini<br />
Kuzey Irak özelinde olumlu yönde etkiledi.<br />
3.Oturum: Tarihi Miras <strong>ve</strong> Yeni Aktörler Ba¤lam›nda<br />
Türk D›fl Politikas›<br />
Yüksek lisans ö¤rencisi Enes Tüzgen, Türk d›fl politikas›ndaki<br />
süreklilik <strong>ve</strong> kopufl unsurlar›n› Turgut<br />
Özal <strong>ve</strong> AK Parti’nin uygulamalar›n› karfl›laflt›rarak<br />
ele ald›: Özal So¤uk Savafl’›n, AK Parti ise 11 Eylül<br />
sald›r›lar›n›n akabinde Türkiye’nin potansiyelini<br />
harekete geçirdi. Özal’›n “köprü ülke” kavramsallaflt›rmas›,<br />
Ahmet Davuto¤lu’nda “merkez ülke”ye<br />
dönüfltü. Her ikisinde de mevcut olan çok kimlikli<br />
söyleme, Davuto¤lu “medeniyet” kavram›n› da ekledi.<br />
Ç›kar alg›lar›nda ise farkl›l›klar sözkonusu:<br />
Özal’›n d›fl politikas› ekonomiye endeksli, pragmatik<br />
<strong>ve</strong> kâr-zarar iliflkisine dayal›yd›. AK Parti ise ekonominin<br />
yan› s›ra siyasî, kültürel <strong>ve</strong> sosyal iliflkileri<br />
güçlendirmeye çal›fl›yor; kazan-kazan stratejisine<br />
dayan›yor; bar›fl <strong>ve</strong> denge politikas› izliyor.<br />
Yüksek lisans ö¤rencisi Ezgi Uzun, devlet d›fl› aktörlerden<br />
Türk düflünce kurulufllar›n›n Türkiye-Ermenistan<br />
normalleflme sürecinde oynad›klar› rolleri<br />
ele ald›. Ba¤›ms›z uzmanlar›n <strong>ve</strong> akademisyenlerin,<br />
düflünsel kaynaklar sunarak siyasî giriflimcilik rolüyle<br />
politika yap›m›na müdahil olduklar›n›, atmosfer<br />
etkisi (genifl bir toplumsal etki) yaratarak k›-<br />
sa <strong>ve</strong> orta vadeli gündem <strong>ve</strong> mikro politikalar ürettiklerini<br />
anlatt›. Örne¤in USAK Azerbaycan’la üst<br />
düzey toplant› tertip ederken; TESEV olumsuz<br />
imajlar› yok etmek, GPOT Ermenistan bas›n›ndaki<br />
olumsuz alg›y› kald›rmak için çal›flmalar yap›yor.<br />
Di¤er yandan bu kurulufllar elçi görevi görüyor; Ermeni<br />
yöneticilerle flahsî iliflkiler kurup bilgi al›yor<br />
<strong>ve</strong> Türk hükümetine iletiyorlar. Ayr›ca sivil toplumu<br />
<strong>ve</strong> özel sektörü organize ediyorlar.<br />
32
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
Dördüncü oturumda Güljanat K. Ercilasun, Ankara ile<br />
Moskova’n›n Orta Asya politikalar›n›; Ali F. Demir, Ankara’n›n<br />
Güney Kafkasya politikalar›n› ele ald›. Vügar ‹manov ise,<br />
Ankara-Moskova iliflkilerinde yak›nlaflma dönemlerini<br />
mercek alt›na alarak tarihsel bir karfl›laflt›rma yapt›.<br />
4. Oturum: Yak›nlaflma-Uzaklaflma Sarkac›nda<br />
Rusya ile ‹liflkiler<br />
Yrd. Doç. Vügar ‹manov, Ankara-Moskova iliflkilerinde<br />
yak›nlaflma dönemlerini mercek alt›na alarak<br />
tarihsel bir karfl›laflt›rma yapt›. ‹lki Napolyon’un<br />
M›s›r’› iflgaline karfl› Osmanl›’n›n askerî yard›m talebiyle,<br />
ikincisi Mehmet Ali Pafla’n›n iflgaline karfl›<br />
Hünkar ‹skelesi Anlaflmas›’yla, üçüncüsü 1920’lerde<br />
yine bir askerî ittifakla gerçekleflen bu yak›nlaflmalar›n<br />
ortak özellikleri, tehdide karfl› askerî ittifak<br />
niteli¤inde <strong>ve</strong> k›sa süreli olmalar›, öncesinde <strong>ve</strong>ya<br />
akabinde savafllar›n yaflanmas›yd›. “So¤uk Bar›fl”<br />
olarak da adland›r›lan son yak›nlaflma ise di¤erlerinden<br />
farkl›: Taraflar›n ticaret <strong>ve</strong> yat›r›mlarla ekonomik<br />
ba¤›ml›l›¤› artt›; turizm sayesinde insanî temaslar<br />
s›klaflt›; iktidardaki yeni hükümetler siyasî<br />
diyalo¤u art›rd›... ‹manov, 1933’te Sovyet Heyeti’nin<br />
‹stanbul’da karfl›lanma görüntülerini içeren<br />
bir belgesel gösterimiyle sunumunu tamamlad›.<br />
Yrd. Doç. Güljanat Kurmangaliyeva Ercilasun, Ankara<br />
ile Moskova’n›n Orta Asya politikalar›n› karfl›-<br />
laflt›rd›. Türkiye’nin Orta Asya’yla iliflkisi 1991’de<br />
romantik bir yak›nlaflma süreciyle bafllarken, Ruslar<br />
18.-19. yüzy›ldan itibaren bölgede hâkimiyet<br />
kurdu. Türkiye’nin bölgeyle iliflkisi daha ziyade kardefllik<br />
vurgusuna, ‹pek Yolu’nun canland›r›lmas›-<br />
na, piyasa ekonomisine geçifle, demiryoluna <strong>ve</strong> televizyon<br />
dizilerine dayan›rken; Rusya hâlihaz›rda<br />
bölgede siyasî, ekonomik <strong>ve</strong> kültürel aç›dan oldukça<br />
etkin. Mesela Türkiye’nin ticaret hacmi 4 milyar<br />
dolarken, Rusya’n›nki 17 milyar dolar. Ercilasun,<br />
Türkiye’nin imaj çal›flmas›yla, demiryolu a¤›n› gelifltirerek,<br />
uçak biletlerini ucuzlatarak, okullar açarak,<br />
do¤rudan günlük bilgi ak›fl›n› sa¤layarak bölgeyle<br />
iliflkilerini gelifltirebilece¤ini sözlerine ekledi.<br />
Sempozyumun son konuflmac›s› Doç. Dr. Ali Faik<br />
Demir, Ankara’n›n Güney Kafkasya politikalar›n›<br />
ele ald›. Kafkasya’daki flehirlerin adlar›n› dahi telaffuz<br />
edemedi¤imiz, dinleri <strong>ve</strong> etnik kökenleri hatta<br />
Karaba¤ sorununu bile tam olarak bilmedi¤imiz<br />
gerçe¤iyle söze bafllad›. Ermenistan konusunda<br />
uzun vadeli çözümler aranmas› gerekti¤ini <strong>ve</strong> ancak<br />
halklar anlaflt›¤›nda sorunlar›n tolere edilebilece¤ini<br />
söyledi. Türkiye-Kafkasya iliflkilerini dört dönem<br />
alt›nda inceledikten sonra “Rusya Abhazya’n›n ba-<br />
¤›ms›zl›¤›n› desteklerken Çeçenlerinkini neden desteklemiyor”,<br />
“Kafkasya’da bar›fl mümkün mü”,<br />
“Petrol flirketleri bar›fl istiyor mu”, “Otoriter liderler<br />
bar›fl› m›, korkuyu mu tercih eder” gibi çarp›c›<br />
baz› sorular soran Demir, “Bar›flç› savafllara ihtiyac›m›z<br />
var” diyerek son noktay› koydu.<br />
Sempozyumun sonunda Muzaffer fienel <strong>ve</strong> Mesut<br />
Özcan, Türk d›fl politikas›ndaki umut <strong>ve</strong>rici dönüflümün<br />
kal›c› olmas›n› temenni ederek oturumlarla<br />
ilgili genel bir de¤erlendirme yapt›lar.<br />
33
Küresel<br />
Araflt›rmalar<br />
Merkezi<br />
KAM<br />
KAM SEMPOZYUM<br />
<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf› Küresel Araflt›rmalar Merkezi<br />
TÜRK DIfi POL‹T‹KASINDA DÖNÜfiÜM:<br />
ORTADO⁄U, BATI VE RUSYA ‹LE ‹L‹fiK‹LER<br />
15 May›s 2010 Cumartesi<br />
I. OTURUM 10.30–11.45<br />
ORTADO⁄U’DA ‹Y‹ N‹YETL‹ TARAFSIZLIKTAN<br />
ARABULUCULU⁄A<br />
Oturum Baflkan›: Fahrettin Altun<br />
III. OTURUM 14.00-15.15<br />
TAR‹H‹ M‹RAS VE YEN‹ AKTÖRLER BA⁄LAMINDA<br />
TÜRK DIfi POL‹T‹KASI<br />
Oturum Baflkan›: M. Akif Kayap›nar<br />
Kemal ‹nat / Türkiye’nin ‹ran Politikas›<br />
Ali Balc› / Türkiye- ‹srail ‹liflkilerinin<br />
Tarihsel Karfl›laflt›rmal› Bir Analizi<br />
Mesut Özcan / Mesafeden Müdahaleye:<br />
Türkiye’nin Irak Politikas›<br />
II. OTURUM 12.00–13.15<br />
BATI’YA RA⁄MEN BATI ‹LE<br />
B‹RL‹KTE HAREKET ETMEK<br />
Oturum Baflkan›: Muzaffer fienel<br />
Ali Resul Usul / Türkiye-AB ‹liflkileri:<br />
Karmafl›k Siyasette Dönüflümler<br />
Helin Sar› Ertem / Türk-Amerikan<br />
‹liflkilerinde De¤iflen Gü<strong>ve</strong>nlik<br />
Alg›lamalar›: Kuzey Irak <strong>ve</strong><br />
Türkiye’nin Kürt Sorunu<br />
Abdullah Enes Tüzgen / So¤uk Savafl Sonras›<br />
Türk D›fl Politikas›nda Süreklilik <strong>ve</strong> Kopufl: Özal<br />
<strong>ve</strong> AK Parti Dönemi<br />
Ezgi Uzun / Türkiye-Ermenistan ‹liflkilerinin<br />
Normalleflmesi Sürecinde Yeni Bir Aktör: Türk<br />
Düflünce Kurulufllar›<br />
IV. OTURUM 15.45-17.00<br />
YAKINLAfiMA - UZAKLAfiMA SARKACINDA<br />
RUSYA ‹LE ‹L‹fiK‹LER<br />
Oturum Baflkan›: Sevinç Alkan Özcan<br />
Vügar ‹manov / Türk-Rus ‹liflkilerinde<br />
Yak›nlaflma Dönemleri: Süreklilik <strong>ve</strong> De¤iflim<br />
Güljanat Kurmangaliyeva Ercilasun / Orta<br />
Asya’da Türkiye <strong>ve</strong> Rusya<br />
Ali Faik Demir / SSCB Sonras› Türk D›fl<br />
Politikas›nda Güney Kafkasya<br />
De¤erlendirme<br />
34
35<br />
K›t‘a<br />
Yeniflehirli Avnî<br />
Bu deyr-i harâbdan ki hayrân gittim<br />
Giryân giryân gelip peflîmân gittim<br />
Dünyâda ne iflledim ne yapt›m bilmem<br />
Mestâne gelip mest-i perîflân gittim.<br />
MOLA
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
MAM Tezgâhtakiler<br />
Felsefe 8<br />
Kant’›n Tanr› Anlay›fl›<br />
Mehmet Günenç<br />
20 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: Arif Bilir<br />
Fatih Üni<strong>ve</strong>rsitesi Felsefe Bölümü’nden Dr. Mehmet<br />
Günenç, 2009 y›l›nda ‹stanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi Felsefe<br />
Bölümü’nde tamamlad›¤› “Kant’›n Tanr› Anlay›fl›”<br />
bafll›kl› tezinin temel iddialar›n› dinleyicilerle<br />
paylaflt›.<br />
Modern dönemde felsefenin bir infla, daha do¤rusu,<br />
yeni bir özne inflas›ndan hareket etti¤ine iflaret<br />
eden Günenç, bu inflan›n bafl aktörünün Descartes<br />
oldu¤u kabul edilse de, Kant’›n Descartes taraf›ndan<br />
aç›lan yolu daha da derinlefltirdi¤ini <strong>ve</strong> rafine<br />
hâle getirdi¤ini ileri sürdü. Buna göre, Kant, Descartes’in<br />
bilme temelli teorik inflas›na, eylemeyi, yani<br />
pratik alan›, ahlâk› da katarak tamamlamaktad›r.<br />
Günenç’e göre infla edilen modern özne, herhangi<br />
bir hakikat aray›fl›ndan öte bilimsel bilginin peflindedir<br />
<strong>ve</strong> Kant’›n ifadesiyle bu bilginin sentetik a<br />
priori olmas› gerekmektedir. Bilginin kriterinin sentetik<br />
a priori olmas›, onun evrenselli¤ini <strong>ve</strong> zorunlulu¤unu<br />
da garanti etmektedir. Kant, Descartes’ten<br />
farkl› olarak bilgiyi sadece düflünmenin bir ürünü<br />
olarak görmemifl, buna duyumlamay› da eklemifltir.<br />
Duyumlaman›n temelini oluflturan zaman <strong>ve</strong> mekân<br />
ise bilgilerimizin s›n›r›n› göstermekte <strong>ve</strong> bu fle-<br />
MAM Yuvarlak Masa Toplant›lar›<br />
DÎVÂN TOPLANTILARI<br />
Sivil Toplum, Hristiyanl›k <strong>ve</strong> ‹slâm: Robert W. Hefner<br />
Medeniyetler Çat›flmas› ya da 13 May›s 2010<br />
Çoklu Moderniteler (MAM-KAM Ortak Etkinlik)<br />
‹slâm’›n ‹stisnaili¤i Miti:<br />
Mohammed Ayoob<br />
Müslüman Toplumlarda Din <strong>ve</strong> Siyaset 24 Haziran 2010<br />
(KAM-MAM Ortak Etkinlik)<br />
De¤iflen Dünya De¤iflen Tasavvur:<br />
‹hsan Fazl›o¤lu<br />
Kanada’da ‹slâm/Osmanl› Medeniyeti’nde 17 Temmuz 2010<br />
Felsefe <strong>ve</strong> <strong>Bilim</strong> Tarihi Çal›flmalar›<br />
(MAM-TAM Ortak Etkinlik)<br />
TEZGÂHTAK‹LER<br />
Felsefe-9: Hidâyetü’l-Hikme fierh Gelene¤i Abdullah Yormaz<br />
<strong>ve</strong> Mevlânâzâde’nin Hidâyet’ül-Hikme fierhi 28 May›s 2010<br />
Felsefe-10: Türkiye’de Otantik Felsefe Recep Alpya¤›l<br />
Yapabilmenin ‹mkân› <strong>ve</strong> Din Felsefesi 15 Haziran 2010<br />
Felsefe-11: Whitehead Felsefesinde ‹nsan Yaylagül Ceran<br />
13 Temmuz 2010<br />
‹slâmî ‹limler-11: Osmanl›’da Uleman›n Abdurrahman Atç›l<br />
Bürokratikleflmesi (1300-1600) 17 Temmuz 2010<br />
‹HT‹SAS TOPLANTILARI<br />
Kant Sonras› Metafizik Tart›flmalar›-5: Kaan H. Ökten<br />
Martin Heidegger 12 May›s 2010<br />
Kant Sonras› Metafizik Tart›flmalar›-6: Ali Utku<br />
Ludwig Wittgenstein 28 Haziran 2010<br />
36
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
Modern dönemde felsefenin bir infla, daha do¤rusu, yeni bir<br />
özne inflas›ndan hareket etti¤ine iflaret eden Mehmet<br />
Günenç, bu inflan›n bafl aktörünün Descartes oldu¤u kabul<br />
edilse de, Kant’›n Descartes taraf›ndan aç›lan yolu daha da<br />
derinlefltirdi¤ini <strong>ve</strong> rafine hâle getirdi¤ini ileri sürdü.<br />
munu, gerçek bir “varl›k” olarak Tanr›’ya yer <strong>ve</strong>rmeyen<br />
bu anlay›fla Kierkegaard taraf›ndan yöneltilen<br />
elefltirilere dair tespitleriyle sona erdirdi.<br />
Felsefe 9<br />
Hidâyetü’l-Hikme fierh Gelene¤i <strong>ve</strong><br />
Mevlânâzâde’nin<br />
Hidâyetü’l-Hikme fierhi<br />
Abdullah Yormaz<br />
kilde bilgiye/bilmeye dayal› bir gerçeklik alg›s› oluflmaktad›r.<br />
Duyumlama gücünün d›fl›nda olan “fleyler”<br />
art›k bilginin konusu olamamakta <strong>ve</strong> dolay›s›yla<br />
gerçeklik sahas›n›n d›fl›na ç›kmaktad›r. Günenç’e<br />
göre, bu tür bir bilgi anlay›fl› Tanr›’y› d›flar›da/kenarda<br />
b›rakmaktad›r. Her ne kadar Tanr›, Kant aç›-<br />
s›ndan teorik ak›lda bir ideal olarak bulunsa da, bu<br />
onun varoldu¤unu göstermemektedir. Klasik metafiziklerin<br />
de Kant’a göre en büyük yan›lg›s›, insan<br />
akl›n› döngüsellikten korumak için varolmak durumunda<br />
olan Tanr›’y› gerçek anlamda/bilfiil varolarak<br />
tasarlamalar›ndan kaynaklanmaktad›r. Gönenç’in<br />
de belirtti¤i üzere Kant, Tanr›’n›n varl›¤›n›<br />
teorik ak›l yerine pratik ak›l aç›s›ndan anlaml› bulmakta<br />
<strong>ve</strong> insan›n ahlâkî eylemlerini temellendirmek<br />
için Tanr›’ya sisteminde bir yer <strong>ve</strong>rmektedir.<br />
Descartes taraf›ndan ortaya konan mekanik âlem<br />
anlay›fl›n›n Kant taraf›ndan daha sistematik <strong>ve</strong> felsefî<br />
hâle getirildi¤ine dikkat çeken Günenç, sunu-<br />
28 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: M. Cüneyt Kaya<br />
‹slâm ilim gelene¤inde flerh <strong>ve</strong> hâfliyelerin nas›l bir<br />
konuma sahip oldu¤u, bugün bizim için ne ifade<br />
etti¤i <strong>ve</strong> hangi usul <strong>ve</strong> yöntemlerle tetkik edilebilece¤i<br />
gibi sorular son y›llarda gittikçe daha yüksek<br />
bir sesle dillendiriliyor. Medeniyet Araflt›rmalar›<br />
Merkezi, bu sorular› ‹slâm felsefesi gelene¤i aç›s›ndan<br />
soran <strong>ve</strong> Hidâyetü’l-hikme flerh gelene¤i çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
cevaplar bulmaya çal›flan tezi <strong>ve</strong>silesiyle<br />
Abdullah Yormaz’› a¤›rlad›.<br />
‹bn Sînâ sonras› ‹slâm felsefesi gelene¤inin en etkili<br />
eserlerinin bafl›nda Esîrüddîn Ebherî’nin Hidâyetü’l-hikme’si<br />
gelmektedir. ‹bn Sînâ felsefesini k›sa<br />
<strong>ve</strong> özlü bir flekilde ele alan Hidâyetü’l-hikme, medreselerde<br />
ders kitab› olarak okutulmas› sebebiyle<br />
üzerine çokça flerh <strong>ve</strong> hâfliye kaleme al›nm›fl bir<br />
eserdir. Yormaz’›n tespitlerine göre, eser üzerine 17<br />
37
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
Abdullah Yormaz, ‹slâm ilim gelene¤inde flerh <strong>ve</strong><br />
hâfliyelerin nas›l bir konuma sahip oldu¤u, bugün bizim<br />
için ne ifade etti¤i <strong>ve</strong> hangi usul <strong>ve</strong> yöntemlerle tetkik<br />
edilebilece¤i gibi sorulara Hidâyetü’l-hikme flerh gelene¤i<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde bulmaya çal›flt›¤› cevaplar› aktard›.<br />
flerh, 67 hâfliye <strong>ve</strong> yaklafl›k 10 hâfliyetü’l-hâfliye yaz›lm›flt›r.<br />
Hidâyetü’l-hikme’nin telifinden yaklafl›k<br />
bir yüzy›l sonra bafllayan bu flerh faaliyeti, ‹slâm<br />
co¤rafyas›n›n neredeyse tamam›n› kapsayacak flekilde<br />
20. yüzy›la kadar sürmüfltür.<br />
Hayat› hakk›nda herhangi bir bilgi bulunmayan<br />
Mevlânâzâde de, Yormaz’a göre, hicrî 8. yüzy›lda<br />
yaflam›fl bir Hidâyetü’l-hikme flârihidir. Esere yaz›-<br />
lan ilk flerhlerden birisi olan Mevlânâzâde flerhinin<br />
en önemli özelliklerinden birisi, Mübârekflâh’›n<br />
flerhini esas alarak <strong>ve</strong> bir anlamda onunla hesaplaflarak<br />
yaz›lm›fl olmas›d›r. Mevlânâzâde flerhinin<br />
birçok yerinde Mübârekflâh’›, Ebherî’nin görüfllerini<br />
do¤ru anlamamakla, getirdi¤i yeni tan›mlar <strong>ve</strong><br />
delillerle filozoflar›n çizgisinin d›fl›na ç›kmakla<br />
elefltirmektedir.<br />
Yormaz’a göre, pek çok üst düzey flerh gibi Mevlânâzâde’nin<br />
flerhi de sadece Hidâyetü’l-hikme metnini<br />
aç›klayan bir eser olmay›p konuyla ilgili delile<br />
getirilen itirazlara cevap <strong>ve</strong>ren, Ebherî’nin delillendirmesini<br />
uygun bulmay›p yeni deliller ortaya koyan,<br />
flerh etti¤i metne ekleme <strong>ve</strong> ç›karmalar yapan,<br />
yeni tan›mlar getiren dinamik bir metindir. Dolay›-<br />
s›yla eserin bu özellikleri, flerh yaz›m türünün metni<br />
daha anlafl›l›r k›lmas›n›n yan›nda, metinle canl›<br />
bir iliflki içinde olan bir yöntem oldu¤unu göstermektedir.<br />
Di¤er yandan Mevlânâzâde’nin flerhi, Hidâyetü’l-hikme’nin<br />
de içinde bulundu¤u felsefe<br />
külliyat›n›n di¤er metinleriyle de (özellikle ‹bn Sînâ’n›n<br />
eserleri ile Râzî <strong>ve</strong> Tûsî’nin ‹bn Sînâ’n›n el-<br />
‹flârât <strong>ve</strong>’t-tenbîhât’›na yazd›klar› flerhlerle) irtibat<br />
hâlindedir <strong>ve</strong> flerh boyunca bu metinlere s›k s›k<br />
at›fta bulunulmaktad›r.<br />
Son olarak özellikle bir eser üzerine kaleme al›nan<br />
flerh <strong>ve</strong> hâfliyelerin tespiti noktas›nda, kütüphane<br />
kay›tlar› <strong>ve</strong> bibliyografik eserlerdeki yanl›fll›klar sebebiyle<br />
yaflanan zorluklara iflaret eden Yormaz, 13.<br />
yüzy›l <strong>ve</strong> sonras› ‹slâm felsefe gelene¤ini anlayabilmek<br />
için kilit bir role sahip olan flerh <strong>ve</strong> hâfliyelerin<br />
hangi yöntemlerle incelenebilece¤i sorusuna henüz<br />
esasl› cevaplar üretilememifl olmas›n›n, bu<br />
alan önündeki en büyük engel oldu¤unu belirterek<br />
sunumunu sonland›rd›.<br />
Felsefe 10<br />
Türkiye’de Otantik Felsefenin<br />
‹mkân› <strong>ve</strong> Din Felsefesi<br />
Recep Alpya¤›l<br />
15 Haziran 2010<br />
De¤erlendirme: M e t i n D e m i r<br />
Bizde felsefe var m› Neden bizden filozof ç›km›yor<br />
Özgün bir felsefemiz var m›... Modern dönem Türk<br />
düflüncesinin evladiyelik sorular›…<br />
Felsefe sahnesinde yerini almak isteyen Türk düflüncesinin<br />
s›k›nt›l› geliflimine, mezkur sorular ba¤lam›nda<br />
uygun çözümler bulma aray›fl›na bir katk›<br />
olarak, ‹stanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi ‹lahiyat Fakültesi’nden<br />
Yrd. Doç. Dr. Recep Alpya¤›l ile yak›n bir tarihte ‹z<br />
Yay›nc›l›k’tan ç›kan Türkiye’de Otantik Felsefenin<br />
38
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
Recep Alpya¤›l’a göre otantik olmak, “kendi olmak”, “taklit<br />
olmamak” ya da “sahte olmamak” gibi anlamlara<br />
gelmektedir. Ancak, “kendi olma” durumu bir özdefllik<br />
durumu de¤il, aksine baflkal›kla mümkün olan bir fleydir ki<br />
öteki ile dinamik bir diyalektik içerisinde varolma sürecidir.<br />
‹mkân› <strong>ve</strong> Din Felsefesi: Paul Ricoeur Örne¤i Üzerinden<br />
Bir Soruflturma adl› son kitab› üzerine konufltuk.<br />
Alpya¤›l, konuflmas›yla ilgili özellikle iki noktaya<br />
dikkat çeki: Öncelikle, otantiklik meselesini Bat›l›<br />
bir filozofu örnek göstererek tart›flmas›n›n bafll› bafl›na<br />
bir çeliflki olsa da, buradaki amac›n›n Türkiye’deki<br />
felsefî camian›n kabul edebilece¤i Bat›l› bir<br />
düflünür üzerinden analoji ile sorunu aç›klamak oldu¤unu<br />
belirtti. Ayr›ca konuflma üslubunun burhanî<br />
de¤il, hatabî olaca¤›n› da bildirdi.<br />
Sunumunu muhtelif al›nt›larla zenginlefltiren Alpya¤›l,<br />
öncelikle kendi problemati¤ini Tanp›nar’dan<br />
yapt›¤› bir al›nt› ile flu flekilde ortaya koydu:<br />
Kim olursak olal›m, nas›l yetiflirsek yetiflelim,<br />
hayat tecrübelerimizin mahiyeti <strong>ve</strong> geniflli¤i ne<br />
olursa olsun, bizim a¤z›m›zdan hâlâ okudu¤umuz<br />
Frenk kitaplar› konuflmaktad›r. T›pk› bizden<br />
ev<strong>ve</strong>lkiler gibi...<br />
Kendini her alanda yeniden tan›mlamak isteyen<br />
cumhuriyet dönemi siyaseti, felsefe konusunda da<br />
bir s›f›r noktas› arama aray›fl› içerisine girmifl, “bizde<br />
bir felsefe gelene¤i yok” diyerek geçmifliyle ba¤›-<br />
n› kesmifltir. Kökleriyle ba¤›n› kesen felsefe, kendini<br />
Bat› felsefesine dayand›rm›fl <strong>ve</strong> taklit olma derdine<br />
düçar olmufltur.<br />
Alpya¤›l’a göre otantik olmak, “kendi olmak”, “taklit<br />
olmamak” ya da “sahte olmamak” gibi anlamlara<br />
gelmektedir. Buna ra¤men, “kendi olma” durumu<br />
bir özdefllik durumu de¤il, aksine baflkal›kla<br />
mümkün olan bir fleydir. Alpya¤›l, otantiklikten, yerelci-ulusalc›<br />
anlamda bir kendi içine kapal› olma<br />
durumundan ziyade, öteki ile dinamik bir diyalektik<br />
içerisinde varolma sürecini anlamaktad›r.<br />
Türkiye’deki sorun, kendilikteki bu diyalektik ikili¤i<br />
görememe, sadece Bat› düflüncesini nazar-› itibara<br />
alma meselesidir. Ülkemizde maalesef gelenekle<br />
s›hhatli bir iliflki kurulamam›flt›r; hatta âdeta bir<br />
hissizlik hâli sözkonusudur. Oysa Alpya¤›l’a göre,<br />
yaflanan hâlin bir yans›mas› olan felsefe ameliyesi,<br />
gelene¤e dayanmadan s›hhatli bir flekilde ayakta<br />
duramaz. Burada kastedilen gelenek yal›nkat, sabit,<br />
kendinde bir öz olan gelenek de¤il, kendi içinde devinen<br />
<strong>ve</strong> bugünün ufku ile kaynaflan “Gelen-ek”tir.<br />
fiimdinin devingenli¤inin <strong>ve</strong> orijinalli¤inin içersinden<br />
ç›kabilece¤i zengin, <strong>ve</strong>lud bir geçmifltir kastedilen.<br />
Bu geçmifl, tarihin bir an›nda bir flekilde yaflan›p<br />
sadece bir zaviyeden kayda geçirilmifl tozlu,<br />
tedavülden kalkm›fl bir miras de¤il, bilakis flimdiki<br />
zaman›n k›lcal damarlar›nda akan, flimdinin her<br />
yan›na hayat tafl›yabilecek kadar ak›flkan <strong>ve</strong> farkl›<br />
yönlere dallanabilir bir geçmifltir. “Gelen-ek” deyince,<br />
Alpya¤›l bu tarz bir geçmifli anlamaktad›r.<br />
Alpya¤›l’a göre, bu co¤rafyada gelenekten bahsetmek<br />
dine referans yapmakla eflde¤er olacakt›r <strong>ve</strong><br />
otantikli¤e gidecek yol e¤er gelenekten geçen bir<br />
yol ise, bu yolun tafllar› ancak din felsefesi ile döflenmelidir.<br />
Bu noktada Bat›l› düflünürler örnek teflkil<br />
edebilirler. Bahse konu olan Paul Ricoeur, dini,<br />
felsefesinin içerisine tafl›m›fl, kitaplar›nda Kitab-›<br />
Mukaddes üzerine düflünmüfl <strong>ve</strong> teolojiye dair yaz›-<br />
lar kaleme alm›flt›r. Ayr›ca bu yegâne örnek de de-<br />
¤ildir; Emmanuel Lévinas, Michel Henry, Gabriel<br />
Marcel, Gadamer hatta Habermas dâhil birçok muteber<br />
ça¤dafl filozof din felsefesine taalluk eden<br />
metinler kaleme alm›fllard›r.<br />
39
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
Kendilerine meftun oldu¤umuz Bat›l› düflünürler,<br />
Türkiye’deki gibi sorunlar› “ya/ya da” ba¤lam›na<br />
s›k›flt›rmamakta, köprüler kurarak bu engelleri aflmaya<br />
çal›flmaktad›r.<br />
Demek ki sahih bir felsefe yapman›n yolu, din felsefesi<br />
üzerinden gelenekle tekrar s›hhatli bir iliflki<br />
içerisine girmektir. Ricoeur’ün tarih yaz›m›n›n felsefî<br />
temellerini sorgulad›¤› Zaman <strong>ve</strong> Anlat› adl› kitab›ndaki<br />
“anlat›” kavram› üzerinde duran Alpya-<br />
¤›l’a göre, gelenekle iliflkiye girebilmek için, Türkiye’de<br />
felsefenin öyküsü yeniden yaz›lmal›d›r. Bunun<br />
için de, ideolojik bir biçimde kurgulanm›fl tek<br />
yönlü bir anlat› yerine, anlat› zenginli¤i üretebilecek<br />
bir keflf-i kadime yönelmek gerekir. Ayr›ca ona<br />
göre bu yeni anlat›, sadece eskisinin yerine ikame<br />
edilecek bir baflka anlat› de¤il; yüzlerce farkl› anlat›n›n<br />
bir arada bulundu¤u, “yorumlar›n çat›flmas›”<br />
neticesinde en güçlü anlat›lar›n baki kalabilece¤i<br />
bir anlat›lar pazar› olmal›d›r.<br />
Bu noktada Bernard Russell’›n Bat› Felsefesi Tarihi<br />
ile Macit Gökberk’in Felsefe Tarihi’ni karfl›laflt›ran<br />
Alpya¤›l, eserinin ad›n› özellikle “Bat› Felsefesi” diye<br />
belirten Russell’›n ‹slâm Felsefesi’ne on iki sayfa<br />
dahi olsa yer <strong>ve</strong>rdi¤i hâlde, Gökberk’in “Felsefe Tarihi”<br />
gibi kapsay›c› bir bafll›k alt›nda ‹slâm Felsefesi’nden<br />
hiç bahsetmemifl olmas›n› bir skandal olarak<br />
de¤erlendirdi. Yine, Ahmet Cevizci’nin yazd›¤›<br />
17. Yüzy›l Felsefe Tarihi gibi mukayyet olmayan bir<br />
bafll›k içerisinde Bat› d›fl›nda hiçbir felsefî çal›flmadan<br />
bahsetmemesini örnek gösterdi <strong>ve</strong> Osmanl›<br />
düflünürleriyle karfl›laflt›r›ld›¤›nda felsefî ehemmiyeti<br />
olmayan Hobbes gibi yeni dünyan›n sömürgeci<br />
zihniyetinin teorisyeni mesabesindeki bir zat›n<br />
yan›nda, ayn› dönemde yaflayan ‹smail Hakk› Bursevî’den<br />
<strong>ve</strong>ya Niyazi M›srî’den bahsedilmemesinin<br />
bir kadirflinass›zl›k örne¤i olarak telakki edilmesi<br />
gerekti¤ini belirtti.<br />
Osmanl› döneminin, Ali Suavi, Ahmet Vefik Pafla <strong>ve</strong><br />
Ahmet Mithat Efendi gibi münev<strong>ve</strong>rlerinden yapt›-<br />
¤› al›nt›larla, o dönemin gelene¤iyle yo¤un bir iliflki<br />
içinde olan ayd›n›n›n büyük bir özgü<strong>ve</strong>ne sahip oldu¤unu<br />
ifade eden Alpya¤›l, Türkiye’de felsefe tarihinde<br />
önemli bir figür olan Macit Gökberk ile bunlar›<br />
karfl›laflt›rarak, bu alg›n›n nas›l de¤iflti¤ini ortaya<br />
koymaya çal›flt›.<br />
Yaklafl›k iki saat süren toplant›, bu tan›d›k anlat›n›n<br />
imkân›, bugüne aktar›labilirli¤i, somut örneklerin<br />
eksikli¤i gibi elefltiriler üzerinden devam ederek yeni<br />
sorulara ilham kayna¤› oldu.<br />
Felsefe 11<br />
Whitehead Felsefesinde ‹nsan<br />
Yaylagül Ceran<br />
13 Temmuz 2010<br />
De¤erlendirme: K ü b r a fi e n e l<br />
2010 y›l›nda Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Felsefe <strong>ve</strong> Din<br />
<strong>Bilim</strong>leri <strong>Bilim</strong> Dal›’nda “Whitehead Felsefesinde<br />
‹nsan” bafll›kl› doktora tezini tamamlayan Yaylagül<br />
Ceran, bu konuyu seçerken “modern öznenin yaflad›¤›<br />
problemler, Bat› felsefesi gelene¤i içinde kala-<br />
40
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
Yaylagül Ceran’›n sunumu ba¤lam›nda Whitehead’in<br />
insan›, kutsal› anlayan, anlamland›rabilen <strong>ve</strong> bilfiil<br />
varl›klarla iliflkisinde içkin olan Tanr› <strong>ve</strong> bütün bilfiil<br />
varl›klar› geçmifl, flimdi <strong>ve</strong> gelecek çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
aklî iradesiyle dönüfltürebilen bir canl›d›r.<br />
rak nas›l afl›labilir ya da yirmi <strong>ve</strong> yirmi birinci yüzy›lda,<br />
‘modern özne’ olarak tan›mlanan insan Bat›<br />
felsefe gelene¤inde hangi sistem içinde ele al›nd›-<br />
¤›nda sorunlar çözülebilecektir” gibi sorulara <strong>ve</strong>rilen<br />
cevaplar›n varoluflçuluk, bilim felsefeleri üzerinden<br />
temellendirilen insan felsefesi anlay›fllar› <strong>ve</strong><br />
Whitehead taraf›ndan gelifltirilen süreç felsefesi fleklinde<br />
üç grupta ele al›nabilece¤ini <strong>ve</strong> araflt›rmas›nda<br />
gelene¤i aflan, kuflat›c› bir cevap sundu¤u için<br />
süreç felsefesini seçti¤ini ifade tti.<br />
Ceran’a göre, “‘Whitehead felsefesinde insan’ denildi¤inde,<br />
zihinde canlanacak olan <strong>ve</strong> modern öznenin<br />
bunal›mlar›na çözüm üretecek bir felsefî antropoloji<br />
anlay›fl› var m›d›r” sorusuna Whitehead,<br />
klasik anlamda bir felsefî antropoloji de¤il ama varl›k<br />
<strong>ve</strong> tanr› anlay›fl› ba¤lam›nda canl›c›, dinamik <strong>ve</strong><br />
iliflkiler içinde tan›mlanacak olan bir felsefî antropoloji<br />
sunmufltur. Baflka bir ifadeyle, süreç felsefesinde<br />
insan›n tan›m› üzerinde s›n›rlar› belirlenmifl<br />
temel bir argüman olmasa da, Whitehead’›n çizmifl<br />
oldu¤u kozmoloji <strong>ve</strong> teoloji çerçe<strong>ve</strong>sinde, Bat› felsefe<br />
gelene¤inde yaflanan ontolojik bunal›mlara<br />
gelene¤i aflan bir çözüm üretilmifltir.<br />
‹nsan felsefesi ba¤lam›nda dört temel problem<br />
üzerinden giderek bu sorunun çözümünü arayan<br />
Ceran, sözkonusu problemleri flöyle s›ralad›: (i) ‹nsan›n<br />
deneyimleri <strong>ve</strong> do¤as› iki ayr› alan olarak al›-<br />
nabilir mi, e¤er al›n›rsa bu iki alan aras›ndaki iliflki<br />
nas›l temellendirilmelidir Özellikle Descartes’la<br />
birlikte düflünen <strong>ve</strong> yer kaplayan insan anlay›fl›na,<br />
insan› iki ayr› töz olarak de¤erlendirilen ikici yaklafl›ma<br />
Whitehead nas›l bakm›flt›r, bunu bir problem<br />
olarak görmüfl müdür (ii) ‹yi, kötü <strong>ve</strong> günah iliflkisi<br />
içerisinde insan› nas›l konumland›raca¤›z (iii)<br />
Bilinç <strong>ve</strong> özgürlük iliflkisinde süreç içinde insan nedir<br />
(iv) Feminist söylemler aç›s›ndan cinsiyete dayanan<br />
insan anlay›fl› süreç felsefesinde var m›d›r<br />
Bu dört sorunun temellendirilmesi için Whitehead’›n<br />
kozmoloji, yani do¤a anlay›fl›n›n nas›l tan›mland›¤›n›n<br />
bilinmesi gerekir. Çünkü Whitehead daha<br />
çok kozmoloji <strong>ve</strong> teoloji üzerinde durmufltur. Bu<br />
ikisi anlafl›ld›¤›nda insan›n bilfiil varl›k olarak konumu<br />
ortaya ç›kmaktad›r.<br />
Whitehead kozmolojisinin temel kavramlar› süreç,<br />
ba¤lant›, bilfiil varl›k, sonsuz nesne <strong>ve</strong> ontolojik ilkedir.<br />
Ceran’›n özellikle üzerinde durdu¤u kavram<br />
ise bilfiil varl›k yani actual entitydir. “Bilfiil varl›k”<br />
bütün bir âlemin temelinde varolan, herfleyin kendisinden<br />
yap›ld›¤›, elektronlardan Tanr›’ya kadar<br />
bütün bir sistemin içinde yer alan en temel yap› tafl›d›r.<br />
Whitehead iliflkisellik üzerinden sistemini<br />
kurdu¤u için, monadlardan k›smen farkl› <strong>ve</strong> atomcu<br />
bir do¤a anlay›fl›na tam anlam›yla sahip de¤ildir.<br />
Newton’un sonlu-sonsuz mekân, sonlu-sonsuz zaman<br />
iliflkisi içerisinde bütün atomik varl›klar›, yani<br />
bilfiil varl›klar› iliflkilendirerek tan›mlay›p yeniden<br />
konumland›rm›flt›r. Acaba hem atomik hem bütünsel<br />
bir do¤a anlay›fl›na sahip bu kozmoloji içinde<br />
insan›n varl›¤› nas›l ele al›nm›flt›r En genel anlamda<br />
insan, bütün bilfiil varl›klar›n iliflkisiyle evrenin<br />
tümünü içerebilen bir varl›k olarak tan›mlanmaktad›r.<br />
Âlemdeki her fley bilfiil varl›ktan oluflmufltur.<br />
‹nsan da bu bilfiil varl›¤›n bir parças›d›r <strong>ve</strong><br />
bilfiil varl›klar›n iliflkisinden meydana gelmifltir.<br />
Peki di¤er varl›klardan insan› farkl› k›lan nedir Süreç<br />
felsefesinde âlemde bütün bilfiil varl›klar, zihinsel<br />
<strong>ve</strong> fiziksel kutup olarak, birbirinden ba¤›ms›z ol-<br />
41
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
mayan <strong>ve</strong> birbiriyle iliflki içinde olup birbirini tamamlayan<br />
iki yöne sahiptirler. Dolay›s›yla, bu yaklafl›m›yla<br />
Whitehead, Descartes’›n ikici varl›k anlay›fl›n›<br />
aflt›¤› gibi insan do¤as› aç›s›ndan da tart›flmalar›<br />
birci bir yaklafl›m ba¤lam›na tafl›m›flt›r.<br />
O halde Whitehead Bat› felsefesinde farkl› bir durufla<br />
sahip midir Özellikle Antik Yunan’dan bafllayarak<br />
madde-form iliflkisiyle tan›mlanan bir insan<br />
anlay›fl›n›n bulundu¤unu ifade eden Ceran, bir yanda<br />
“Tanr› imaj›ndaki insan” anlay›fl›yla di¤er yanda<br />
“Tanr›n›n yaratt›¤› fakat do¤ufltan <strong>ve</strong> tür olarak günahkar<br />
olan insan” anlay›fl›n›n Bat› felsefe gelene-<br />
¤indeki iki temel problem alan›n› oluflturdu¤unu<br />
belirtti. Buna ek olarak, gelene¤e ana rengini <strong>ve</strong>ren<br />
Ayd›nlanma felsefesi, temel bak›fl aç›s›n› Kant’›n ayd›nlanma<br />
ça¤r›s›nda somutlaflan “kendi akl›n›n erginli¤iyle<br />
ayakta durabilen insan anlay›fl›”, ak›l <strong>ve</strong><br />
kutsal aras›nda bir k›r›lmay› belirginlefltirmifltir. Ceran’a<br />
göre, Whitehead, Bat› felsefe gelene¤inin bu<br />
problemlerini insan›n akl›n› kutsalla birlefltirmesiyle<br />
afl›labilece¤ine inan›r. Whitehead, Ayd›nlanma’n›n<br />
rasyonel insan kurgusuna ek olarak ikna <strong>ve</strong><br />
sevgiye dayal›, kutsal ile bar›fl›k bir insan anlay›fl› getiriyor.<br />
Ayr›ca, insan›n ancak kutsal olana yaklaflarak<br />
aklî iradesiyle problemleri aflabilece¤ini söyleyen<br />
Whitehead, insan do¤as›n› ikici yap›n›n <strong>ve</strong> indirgemeci<br />
yaklafl›m›n d›fl›nda de¤erlendirmifl oluyor.<br />
Peki iyilik, kötülük, günah iliflkisinde insan› nas›l<br />
konumland›rabiliriz Ceran, süreç felsefesinde<br />
Tanr› yarat›c› olarak tan›nmad›¤› için Whitehead<br />
düflüncesinde kötülü¤ün yarat›lmad›¤›n›, sadece<br />
iyili¤in yoklu¤unda ortaya ç›kt›¤›n› belirtti. ‹yilik <strong>ve</strong><br />
kötülük iliflkisinde kötü, insan›n kendisini gerçeklefltirememesi<br />
durumu olarak de¤erlendirilmektedir.<br />
Whitehead’a göre, do¤ufltan insanda hem zihin<br />
fonksiyonlar› hem de ahlâkî deneyimler olarak hiçbir<br />
fley haz›r de¤ildir. Herfley deneyimle <strong>ve</strong> iliflkiler<br />
içinde ortaya ç›kar. Burada Whitehead’›n kozmolojisine<br />
bakmak gerekir. Çünkü Whitehead, kozmolojisinde<br />
geçmifl, flimdi <strong>ve</strong> gelecek iliflkisinde bilfiil<br />
varl›k olan insan, sürekli bir ak›fl içerisindedir. Geçmifl,<br />
flimdi <strong>ve</strong> gelecek içinde herfley bir anda var<br />
olup yok olmalar›na benzer flekilde insanlar›n eylemleri<br />
de bir anda var olup yok olmaktad›r. Whitehead’in<br />
süreç felsefesinde sonsuz nesne olarak tan›mlanan<br />
bu yok olma süreci, bütün bir olufl sürecini<br />
dinamik olarak özünde bar›nd›ran bir varl›kt›r.<br />
Burada sonsuz nesneyi önemli k›lan nokta, bütün<br />
âlemi kendi içerisinde resmetmesi, olan <strong>ve</strong> olmakta<br />
olan herfleyi içerisinde tafl›yan bir form olmas›d›r.<br />
Her bilfiil varl›¤›n geçmiflte yapt›¤› herfley hem flimdisini<br />
hem de onun bir sonraki yapacaklar›n› belirlemektedir.<br />
Böylece insan sürekli iyi düflünmek <strong>ve</strong><br />
iyi davranmakla varl›¤›na dair anlam›, deneyimleri<br />
<strong>ve</strong> di¤er bilfiil varl›klarla iliflkisinde infla edebilecektir.<br />
Bu noktada, Whitehead felsefesinde insan›n sürekli<br />
iyi olmaya da<strong>ve</strong>t edildi¤ini ifade eden Ceran,<br />
bütün varl›¤›n ortaya ç›kt›¤› temel ilkenin “sevgi”<br />
kavram› oldu¤unu belirterek kötülü¤ün yarat›lmad›¤›n›,<br />
insan›n kendini gerçeklefltirememesi durumunda<br />
ortaya ç›kt›¤›n› <strong>ve</strong> bu durumdan kurtuluflun<br />
bilinç uyan›kl›¤›n› gerektirdi¤ini vurgulad›. Günah<br />
meselesinin de en çok bu esnada gündeme getirildi¤ini<br />
<strong>ve</strong> elefltirildi¤ini iddia eden Ceran’›n ifade<br />
etti¤i üzere Whitehead, Keltik Hristiyanl›¤›’n›n devam›<br />
olan bir Hristiyanl›k yorumu gelifltirerek klasik<br />
kilise kurumunu <strong>ve</strong> dogmalar›n› elefltirmifltir.<br />
42
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
Bu anlay›flla hem Hz. ‹sa’n›n peygamber ya da <strong>ve</strong>li<br />
olarak kabul edilip Tanr›’n›n yeryüzündeki simgesi<br />
<strong>ve</strong> kefaret olma durumu ortadan kald›r›lm›fl hem<br />
de özgür iradesini kullanarak insana kendi deneyimleriyle<br />
iyi-kötü <strong>ve</strong> günah olan› infla etme imkân›<br />
sunulmufltur. Dolay›s›yla, sonuçta, ilk günah anlay›fl›<br />
sistemden ç›kar›larak, insan›n günahs›z bir flekilde<br />
var k›l›nd›¤› <strong>ve</strong> deneyimleriyle kendini gerçeklefltirdi¤i<br />
vurgulanm›flt›r.<br />
Whitehead felsefesi aç›s›ndan özgürlük <strong>ve</strong> bilinç<br />
konular›nda ise Ceran flunlar› söyledi: ‹nsan ancak<br />
toplum, do¤a <strong>ve</strong> Tanr›’yla olan iliflkisi <strong>ve</strong> deneyimleriyle<br />
kendi özgürlü¤ünü elde eder. Ona göre, do-<br />
¤ufltan kimse özgür de¤ildir. Dolay›s›yla özgürlük,<br />
süreç içinde <strong>ve</strong> insan›n aklî iradesiyle kendi varl›¤›<br />
üzerine düflünebilmesiyle ortaya ç›kan bir “insan<br />
olma” durumu olarak tan›mlanabilir. Bu nedenle<br />
Whitehead’in iyiyi, kutsal›, güzeli, özgürlü¤ü deneyimleyebilen<br />
bir varl›k olarak insan üzerinde durdu¤undan<br />
söz edilebilir.<br />
Ayr›ca cinsiyet ayr›m›, feminizm söylemi çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
konuyu de¤erlendiren Ceran, Whitehead felsefesinde<br />
bilfiil varl›¤›n yap›s› aç›s›ndan iliflkiselli-<br />
¤in temel al›nmas›yla, cinsiyet ayr›m›na dayal› insan<br />
anlay›fl›n›n elefltirildi¤ini <strong>ve</strong> sistemin d›fl›na itildi¤ini<br />
ifade etti. Kozmolojisi nedeniyle Whitehead’in<br />
bu yaklafl›m›n›n feminist felsefelere aç›k bir<br />
kap› b›rakt›¤› iddialar›n›n ortaya at›ld›¤›n› belirten<br />
Ceran, özellikle 1980’den sonra feminist söylemlerde,<br />
tanr›-insan <strong>ve</strong> do¤a ba¤lant›s›nda kendilerini<br />
gerçeklefltirdikleri sürece kad›n-erkek ayr›m›n›n<br />
farkl› bir de¤erlendirmeye tâbi tutulamayaca¤›n›<br />
savundu.<br />
Sonuç olarak, Ceran’›n sunumu ba¤lam›nda Whitehead’in<br />
insan›, etik <strong>ve</strong> estetik deneyimleri çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
varl›¤› biçimlendiren, deneyimleriyle Tanr›’ya<br />
yönelen, kutsal› anlayan, anlamland›rabilen<br />
<strong>ve</strong> bilfiil varl›klarla iliflkisinde içkin olan Tanr› <strong>ve</strong><br />
bütün bilfiil varl›klar› geçmifl, flimdi <strong>ve</strong> gelecek çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
aklî iradesiyle dönüfltürebilen bir canl›<br />
olarak tan›mlad›¤›n› söyleyebiliriz. Ayr›ca onun bu<br />
yaklafl›m› çerçe<strong>ve</strong>sinde, Whitehead’in Bat› felsefesi<br />
gelene¤i içinde farkl› bir insan anlay›fl› <strong>ve</strong> teoloji<br />
okumas› gerçeklefltirdi¤i de iddia edilebilir. Oturum<br />
soru-cevap fasl›n›n ard›ndan nihayete erdi.<br />
‹slâmî ‹limler 11<br />
Osmanl›’da Uleman›n<br />
Bürokratikleflmesi (1300-1600)<br />
Abdurrahman Atç›l<br />
17 Temmuz 2010<br />
De¤erlendirme: H a l i s K a y a<br />
Medeniyet Araflt›rmalar› Merkezi ile Türkiye Araflt›rmalar›<br />
Merkezi’nin ortaklafla düzenledi¤i toplant›da<br />
Abdurrahman Atç›l, Chicago Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde bitirmifl<br />
oldu¤u “The Formation of Ottoman Learning<br />
Class and Legal Scholarship 1300-1600” bafll›kl›<br />
doktora tezinin bir bölümünü “Osmanl› Ulemas›n›n<br />
Bürokratikleflmesi 1300-1600” bafll›¤› alt›nda sundu.<br />
43
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
Abdurrahman Atç›l, uleman›n tan›m›n› <strong>ve</strong> ayr› bir s›n›f<br />
olarak ortaya ç›k›fl›n›n tarihsel koflullar›n› ortaya<br />
koyduktan sonra siyasî meflruiyetin kayna¤› olan din<br />
konusunda otorite konumundaki ulema s›n›f›n›n,<br />
otonom bir yap› olarak ortaya ç›k›fl›n›n en önemli<br />
muhatab›n›n siyasî iktidar oldu¤unu vurgulad›.<br />
Atç›l, sunumunun girifl k›sm›nda, uleman›n tan›m›-<br />
n› <strong>ve</strong> ayr› bir s›n›f olarak ortaya ç›k›fl›n›n tarihsel koflullar›n›<br />
ortaya koydu. Daha sonra, siyasî meflruiyetin<br />
kayna¤› olan din konusunda otorite konumundaki<br />
ulema s›n›f›n›n, otonom bir yap› olarak ortaya<br />
ç›k›fl›n›n en önemli muhatab›n›n siyasî iktidar oldu-<br />
¤unu vurgulayan Atç›l, Mihne Hadisesi’nin iki taraf›n<br />
karfl› karfl›ya geldi¤i ilk vak›a oldu¤unu belirtti.<br />
Atç›l, sunumuna uleman›n otoritesini kuv<strong>ve</strong>tlendiren<br />
geliflmelere de¤inerek devam etti. Medreselerin<br />
ortaya ç›k›fl›, uleman›n otonomisini sa¤layan vak›f<br />
imkânlar›na kavuflmas› aç›s›ndan önemli bir kurumsal<br />
geliflme iken; Mo¤ol istilas› da, siyasî meflruiyetin<br />
kayna¤› olarak dinin yerine soyu getirmesiyle<br />
bafllatt›¤› fleriat-yasa tart›flmas›nda, uleman›n<br />
tart›flman›n fleriat taraf›n› temsil etmesi nedeniyle<br />
otoritesini ön plana ç›karan bir geliflme olmufltur.<br />
Atç›l, çal›flmas›n›n merkezî kavramlar›ndan “bürokratikleflme”yi<br />
“varolan pozisyonlar›n hiyerarflik<br />
olarak bir düzene sokulmas› <strong>ve</strong> devlet hizmetinin<br />
geçici bir atama olarak de¤il, daha çok kariyer olarak<br />
alg›lanmas›” fleklinde tan›ml›yor. Osmanl›’dan<br />
önce ‹slâm ülkelerinde olmayan bu yap› Memlûklular<br />
taraf›ndan belli bir düzeyde hayata geçirilmeye<br />
çal›fl›ld›ysa da, fiam ulemas› gibi yerel uleman›n<br />
direnci nedeniyle baflar›l› olamam›flt›.<br />
Osmanl› co¤rafyas›ndaki ulemadan, sadece Osmanl›’n›n<br />
merkezinde bulunan ya da merkezle iliflki<br />
içerisinde kalarak her daim merkezi temsil eden<br />
ulemay› “Osmanl› Ulemas›” diye tan›mlayan Atç›l,<br />
bunun d›fl›nda kalanlara örnek olarak da ‹bn Nuceym,<br />
Molla Fenârî, Seyyid fierif Cürcânî <strong>ve</strong> Cemâleddîn<br />
Aksarâyî gibi âlimleri <strong>ve</strong>riyor.<br />
Atç›l’a göre, ‹stanbul’un fethi daha önce Timurlulara<br />
yenilen Osmanl›’n›n kendisine bak›fl›nda çok<br />
köklü bir de¤iflim meydana getirdi. ‹mparatorluk<br />
vizyonuyla siyasetine yön <strong>ve</strong>rmeye bafllayan Fatih,<br />
devlette merkeziyetçi bir sistem infla etmeye bafllad›.<br />
Ulema s›n›f› da bürokratikleflerek bu sistemdeki<br />
yerini alm›fl oldu. Merkeziyetçi yap›ya geçiflteki<br />
önemli ad›mlardan birisi de baz› vak›flar›n nesh yoluyla<br />
mîrî topra¤a dönüfltürülmesiydi. Al›nan bu<br />
tür önlemlerle çeflitli güç odaklar› <strong>ve</strong> kaynaklar›<br />
kontrol alt›nda tutuluyordu.<br />
Merkeziyetçilik yönündeki en önemli ad›mlardan<br />
birinin de Fatih Kanunnamesi oldu¤unu belirten<br />
Atç›l, Kanunname’nin otantisesi tart›flmalar›na de-<br />
¤inse de, kendisi aç›s›ndan önemli olan kanunnamenin<br />
üçüncü bölümündeki devlet memurlar›n›n<br />
hiyerarflisi <strong>ve</strong> atama kurallar› üzerinde durdu. Memuriyet<br />
makamlar›n›n <strong>ve</strong> atamalar›n kanuna ba¤lanmas›,<br />
sistemde bir öngörülebilirlik oluflturdu¤u<br />
için hem sistem içindeki hem de sistem d›fl›ndaki<br />
ulemada bir beklenti oluflturmufl <strong>ve</strong> bu da merkez<br />
etraf›nda bir ba¤l›l›k <strong>ve</strong> taliplik halkas› meydana getirerek<br />
merkeze güç sa¤lam›flt›r.<br />
‹kinci Bayezid <strong>ve</strong> Yavuz döneminde adalet <strong>ve</strong> kanuna<br />
yap›lan vurgunun artm›fl olmas›na dikkat çeken<br />
Atç›l, bu sayede uleman›n daha otonom bir statüye<br />
kavufltu¤unu <strong>ve</strong> sultanla iliflkilerin daha gayriflahsî/resmî<br />
bir mahiyet kazand›¤›n› ifade etti. Buna<br />
delil olarak da, bu dönemde yap›lan atamalar›n kanuna<br />
uygun olarak yap›lm›fl olmas›n› gösterdi. Ayr›ca,<br />
bu dönemde ‹slâm topraklar›ndaki idarî istikrars›zl›klar<br />
<strong>ve</strong> Osmanl›’daki patronaj sistemi uleman›n<br />
Osmanl›’ya yönelmesine neden olmufltur.<br />
44
Medeniyet<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
MAM<br />
MAM ATÖLYE<br />
<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf›<br />
Medeniyet Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
ZEYD‹L‹K ATÖLYES‹<br />
Kanuni döneminde en dikkat çekici geliflmenin bürokratik<br />
yap›n›n hem genifllemesi hem de geliflmesi<br />
oldu¤unu belirten Atç›l, bu geliflmeyle birlikte<br />
uleman›n tedris <strong>ve</strong> kaza alanlar›ndaki rollerinin daha<br />
da ön plana ç›kt›¤›n› belirtti. Bu genifllemede<br />
fethedilen Arap topraklar›n›n da etkisi olmufltu. Kazaî<br />
faaliyetler daha önceleri bahse konu olan bölgeden<br />
seçilen <strong>ve</strong> merkezden onaylanan yerel ulema<br />
taraf›ndan yürütülürken, art›k merkezden gönderilen<br />
ulema bu faaliyetleri üstlenmeye bafllad›.<br />
Bunun d›fl›nda, Kanuni döneminde ortaya ç›kan<br />
yeni bürokratik tekniklerin do¤urdu¤u yeni uzmanl›klara<br />
da de¤inen Atç›l, uleman›n bu dönemde<br />
bürokratik <strong>ve</strong> malî ifllerin görüldü¤ü merkezlerden<br />
giderek uzaklaflt›r›ld›¤›n› aktard›. Bu bürokratik<br />
merkezler kendi uzmanlar›n› flakird-kalfa sistemi<br />
arac›l›¤›yla kendileri yetifltirmeye bafllad›lar. Bunun<br />
bir sonucu olarak ilmiyye kendi içinde daha<br />
fazla kurumsallaflm›flt›r.<br />
Atç›l’a göre, “Osmanl› ulemas›” denen tip bütün<br />
unsurlar›yla (Osmanl› gibi giyinen, davranan, hisseden)<br />
bu dönemde ortaya ç›km›flt›r. Bunlar için<br />
kanuna <strong>ve</strong> gelene¤e itaat çok önemliydi. Bürokraside<br />
en üst makamlara ç›km›fl olanlar›n <strong>ve</strong>rebildi¤i <strong>ve</strong><br />
terfi için gerekli olan “mülâzamet belgesi” uygulamas›<br />
sayesinde merkez, kültürünü yayma <strong>ve</strong> ideal<br />
tiplerini yetifltirme mekanizmas› oluflturmufltu.<br />
Sunumunun sonunda Atç›l, bahsedilen bürokratikleflmeyi<br />
neden Osmanl›’n›n baflarabildi¤i sorusuna;<br />
“zira Osmanl› mevcut bir medrese sisteminin<br />
olmad›¤› Hristiyan topraklar›na do¤ru genifllemifl<br />
<strong>ve</strong> burada kendi sistemini infla edebilme olana¤›<br />
bulmufltur.” cevab›n› <strong>ve</strong>rerek sunumunu noktalad›.<br />
15 May›s 2010 Cumartesi<br />
Aç›fl Oturumu (09:00-09:30)<br />
Aç›fl Konuflmas›: Eyyüp Said Kaya<br />
I. OTURUM (09:30 -10:50)<br />
Oturum Baflkan›: Mehmet Ali Büyükkara<br />
Eren Gündüz / “Zeyd b. Ali <strong>ve</strong> ‹slâm<br />
‹limleri Tarihindeki Yeri”<br />
Hasan Yaflaro¤lu / “Taberistan Zeydili¤i”<br />
II. OTURUM (11:10-12:30)<br />
Oturum Baflkan›: Ali Hakan Çavuflo¤lu<br />
Yusuf Gökalp / “Zeydili¤in Yemen’de<br />
Yay›l›fl› <strong>ve</strong> Kurumsallaflmas›”<br />
Mehmet Ünal / “Zeydi Tefsirinin<br />
Karakteristikleri”<br />
III. OTURUM (13:30-14:50)<br />
Oturum Baflkan›: Mustafa Sinano¤lu<br />
Mehmet Ümit / “Zeydiyye – Mutezile<br />
Etkileflimi <strong>ve</strong> Kas›m er-Ressî”<br />
Resul Öztürk / “Kas›m er-Ressî’nin<br />
Sistematik Kelâma ‹liflkin Görüflleri”<br />
IV. OTURUM (15:10-16:30)<br />
Oturum Baflkan›: Sami Erdem<br />
Kadir Demirci / “Zeydiyye’nin Hadis<br />
Anlay›fl›”<br />
Fatih Yücel / “Zeydi Usûlünde Kaynak<br />
Anlay›fl›”<br />
De¤erlendirme Oturumu (16:30-17:30)<br />
45
46<br />
K›t‘a<br />
Yeniflehirli Avnî<br />
‹drâkimi muhtâc-› misâl eyleme yâ Rab<br />
Âyînemi rû-pûfl eyleme yâ Rab<br />
Çeflm ü dil-i nâ-flâduma yârâ-y› nazar <strong>ve</strong>r<br />
Mahrem-i temâflâ-y› cemâl eyleme yâ Rab<br />
MOLA
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
SAM K›rkambar Tez / Sohbet / Kitap<br />
Onalt›nc› Yüzy›la Ait Alegorik Bir<br />
Eser: Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i<br />
Berat Aç›l<br />
21 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: Z e y n e p G ö k g ö z<br />
Hâlihaz›rda ‹stanbul fiehir Üni<strong>ve</strong>rsitesi Türk Dili <strong>ve</strong><br />
Edebiyat› Bölümü’nde ö¤retim görevlisi olan Berat<br />
Aç›l, 2010 y›l› itibariyle Bo¤aziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde<br />
tamamlad›¤› doktora tezini bizlerle paylaflt›.<br />
Doktora döneminde ald›¤› bir ders neticesinde alegoriyle<br />
ilgilenmeye bafllad›¤›n› söyleyen Aç›l, bu<br />
konu hakk›nda çal›flma iste¤i duymufl, tek bir eser<br />
üzerinden yap›lan incelemenin daha sa¤l›kl› olaca-<br />
¤›n› düflünerek Muhyî’nin 16. yüzy›la ait Hüsn ü Dil<br />
adl› mensur eserini kendine konu olarak seçmifl <strong>ve</strong><br />
Farsça olarak Fettâhî-i Niflâbûrî taraf›ndan yaz›lan<br />
eserle Osmanl› Türkçesi ile yaz›lan eserlerin (Lami‘î,<br />
Ahî, Keflfî <strong>ve</strong> Vâlî taraf›ndan yaz›lan eserlerin)<br />
karfl›laflt›rmas›yla ifle bafllam›fl. Bunun için flah›s<br />
kadrosunun, olay <strong>ve</strong> durumlar›n, anlat› için hayati<br />
öneme sahip âb-› hayât tan›mlar› ile mekân isimlerinin<br />
mukayesesine giriflmifl, böylece hem eserin<br />
zaman içinde geçirdi¤i de¤ifliklikleri, hem de birbirlerinden<br />
ne flekilde etkilendiklerini ortaya ç›karm›fl.<br />
Daha sonra Muhyî’nin hayat› <strong>ve</strong> üslubu üzerinde<br />
duran Aç›l, son bölümde araflt›rmas›n›n as›l<br />
amac› olan alegorik incelemeye yönelmifl; “alegori<br />
nedir, hangi kavramlarla kar›flt›r›lmaktad›r, Bat› <strong>ve</strong><br />
SAM Yuvarlak Masa Toplant›lar›<br />
KIRKAMBAR TEZ/SOHBET/K‹TAP<br />
Onalt›nc› Yüzy›la Ait Alegorik Bir Eser: Berat Aç›l<br />
Muhyî’nin Hüsn ü Dil’i 21 Nisan 2010<br />
Nam›k Kemâl’in Edebiyat Elefltirisinde Fatih Altu¤<br />
Modernlik <strong>ve</strong> Öznellik 5 May›s 2010<br />
Münîrî’nin Manzum Siyer-i Nebî’si<br />
Reyhan Çorak<br />
9 Haziran 2010<br />
Metinler Aras› Ba¤lam›nda ‹hsan Oktay Mehmet Sar›<br />
Romanlar›nda Kutsal Metinlerin ‹zleri 16 Haziran 2010<br />
ÖZEL ETK‹NL‹K<br />
Belgesel Gösterimi: Bedr: Sinemada Mehmet Ery›lmaz<br />
Bir Dolunay, Kani Karaca, Tuncel Kurtiz 27 Mart 2010<br />
M‹MAR‹ DÜfiÜNCELER<br />
Türkiye Mimarl›¤›: Ça¤dafl Mimarimiz, Yusuf Ci<strong>ve</strong>lek<br />
Gelenek <strong>ve</strong> Tektonik Kültür: 30 Nisan 2010<br />
Betonarme Yap›n›n S›n›rlar›<br />
Türkiye Mimarl›¤›: Türkiye’de Koruma Ahmet Ersen<br />
Kavram›n›n Geliflimi <strong>ve</strong> Otantiklik 27 May›s 2010<br />
OKUMA GRUPLARI<br />
<strong>Sanat</strong> Okumalar›<br />
‹slam Esteti¤ine Girifl (Oli<strong>ve</strong>r Leaman, Küre Yay›nlar›, 2010)<br />
Sunum: Ayfle T. Demirkaynak / 11 May›s 2010, 6 Temmuz 2010<br />
Çocuk Edebiyat› Okuma Grubu<br />
Melike Erdem Günyüz / Mart 2010- (‹ki haftada bir Sal›)<br />
ATÖLYELER<br />
Hayal Perdesi Film Atölyesi I-II<br />
Nisan<br />
Dersu Uzala / Akira Kurosawa, Japonya-S.S.C.B 1975<br />
‹zsürücü / Andrey Tarkovsky, S.S.B.C 1979<br />
Ah Güzel ‹stanbul / At›f Y›lmaz, Türkiye 1966<br />
47
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
May›s<br />
Paris, Texas / Wim Wenders, Bat› Almanya-Fransa-‹ngiltere 1984<br />
Dekalog: Kadere Yan Bakmayacaks›n / Krzysztof Kieslowski,<br />
Polonya 1990<br />
Kaybolan Gü<strong>ve</strong>rcin Gerdanl›¤› / Nas›r Hamir, Tunus-Fransa 1991<br />
Kiraz›n Tad› / Abbas Kiyarüstemi, ‹ran 1997<br />
Haziran<br />
May›s S›k›nt›s› / Nuri Bilge Ceylan, Türkiye 1999<br />
E<strong>ve</strong> Yolculuk / Yimou Zhang, Çin 1999<br />
Düz Hikâye / David Lynch, Fransa-ABD, ‹ngiltere 1999<br />
Büyük Yolculuk / ‹smail Faruki, Fas-Fransa 2001<br />
Temmuz<br />
Karpuz Kabu¤undan Gemiler Yapmak / Ahmet Uluçay, Türkiye 2004<br />
Sar› Köpe¤in Yuvas› / Byambasuren Davaa, Almanya 2005<br />
Yumurta / Semih Kaplano¤lu, Türkiye 2007<br />
Kar / Aida Begiç, Bosna-Hersek-Almanya-Fransa-‹ran 2008<br />
Senaryo Atölyesi II<br />
Gökhan Yorganc›gil / Mart 2010- (Her Cumartesi)<br />
K›sa Film Atölyesi<br />
Faysal Soysal / Temmuz 2009- (Her Cumartesi)<br />
Türk Sinemas› Atölyesi<br />
‹hsan Kabil / Nisan 2010 (‹ki haftada bir Sal›)<br />
Nisan<br />
Aysel, Batakl› Dam›n K›z› / Muhsin Ertu¤rul, 1934<br />
May›s<br />
Hal›c› K›z / Muhsin Ertu¤rul, 1953<br />
‹stanbul’un Fethi / Ayd›n Arakon, 1950<br />
Haziran<br />
Kanun Nam›na / Ömer Lütfi Akad, Türkiye 1952<br />
Düflman Yollar› Kesti / Osman F. Seden, 1959<br />
Temmuz<br />
K›r›k Plak / Osman F. Seden, 1959<br />
Üç Arkadafl / Memduh Ün, 1958<br />
A¤ustos<br />
Gecelerin Ötesi / Metin Erksan, 1960<br />
Do¤u edebiyat›nda nas›l ortaya ç›km›fl <strong>ve</strong> geliflmifltir,<br />
Muhyî’nin eserinde alegorinin iflleyifli ne flekilde<br />
olmufltur” gibi sorulara cevap arayarak tezini biçimlendirmifl.<br />
Akl’›n o¤lu, Beden fiehri’nin padiflah› Dil bir gün<br />
âb-› hayâttan bahsedildi¤ini duyar. Onu aramak<br />
için flehrin gözeticisi Nazar’› Do¤u’ya gönderir. Bu<br />
yolculuk s›ras›nda rastlad›klar›na âb-› hayât› soran<br />
Nazar bir gün Aflk’›n k›z› Hüsn’ün Dil’e âfl›k oldu-<br />
¤unu ö¤renir. Dil de bu aflka karfl›l›ks›z kalmaz. Görünen<br />
anlam›n› bir aflk hikâyesi olarak özetleyebilece¤imiz<br />
eserin di¤er anlat›s› gönül <strong>ve</strong> güzellik aras›ndaki<br />
iliflki üzerinden, yazar›n›n tasavvufî anlamda<br />
ak›ldan aflka yol alan, kendi yaflad›¤› seyr-i sülûkunun<br />
bir özetidir sanki. “Sanki”nin alt›n› çizen<br />
Aç›l bu yorumunun, tasavvufî anlamda “ne ifade<br />
ediyor olabilir”in bir denemesi olarak okunmas›n›<br />
ister. Bunun imkân›n› Muhyî’nin tasavvuf ehli olufluna<br />
<strong>ve</strong> Gülflenî tarikat›na mensubiyetine ba¤lar.<br />
Eserden belki bir Divan edebiyat› alegorisi de ç›kart›labilecekken<br />
tezin iki anlam katman› üzerinden<br />
ilerlemesi tercih edilir. Yoksa daha baflka katmanlar<br />
da mümkün olabilir. Mesela Hüsn ü Aflk’›n bar›nd›rd›¤›<br />
yedi anlam katman› bilinmesi gereken<br />
önemli bir örnek olarak karfl›m›zda durmaktad›r.<br />
Hatta Hüsn ü Aflk’a alegorinin alegorisi yak›flt›rmas›<br />
yap›l›r. Bu flekilde birden fazla anlat› metnin içinde<br />
parça parça de¤il de bafltan sona devam eden bir<br />
nitelik arzederek birlikte yürürler. Bunun için yazar<br />
hem her kelimesini önemle seçer hem de müphem<br />
bir dil tutturur. Çünkü alegorilerde “bir fley söylenir,<br />
baflka bir fley kastedilir”. Tan›m›n› bu flekilde<br />
ortaya koydu¤umuzda alegori ile yak›n anlaml›, ka-<br />
48
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
Muhyî’nin 16. yüzy›la ait Hüsn ü Dil adl› mensur eserini<br />
inceleyen Berat Aç›l, benzer eserlerin flah›s kadrosunu,<br />
olaylar›n›, anlat› için hayati öneme sahip âb-› hayât<br />
tan›mlar› ile mekân isimlerini mukayese ederek, hem<br />
eserlerin zaman içinde geçirdi¤i de¤ifliklikleri hem de<br />
birbirlerinden ne flekilde etkilendiklerini ortaya ç›karm›fl.<br />
r›flt›r›lmas› mümkün baflka kavramlar hemen akla<br />
gelir: mecâz, istiâre, temsil, metafor, teflbih, sembol<br />
gibi. Hepsinde de bir anlam aktar›m› sözkonusudur.<br />
Fakat bunlar alegori gibi birden çok anlam katman›na<br />
sahip olmay›p birer söz sanat›d›r. Oysaki<br />
alegori bunlar› da içinde bar›nd›rabilen bir anlat›m<br />
tekni¤i, bir türdür.<br />
Zikredilen çok anlaml›l›k <strong>ve</strong> müphemiyetin d›fl›nda<br />
alegorik metinlerde rastlanan di¤er temel özellikler<br />
ise flunlard›r:<br />
• Kiflilefltirme (Teflhis)<br />
• ‹ç çat›flma (ki genelde erdem <strong>ve</strong> kötülük aras›nda<br />
cereyan eder)<br />
• Aray›fl (Bu genelde bir yolculuk olur)<br />
• Metinleraras›l›k (Modern anlamda de¤il de yazar›n<br />
ayn› metnin bir di¤er bölümüne ya da<br />
daha önceki metinlerine <strong>ve</strong>ya baflka metinlere<br />
gönderme yapmas› fleklinde)<br />
• Tenasüp (Bat›l› eserlerde olmayan bir özellik)<br />
• Zaman d›fl›l›k (Gene müphem b›rakma iste¤inin<br />
devam› olarak)<br />
Yukar›da s›ralanan yap›sal unsurlara dayal› bir alegori<br />
tart›flmas›n› daha el<strong>ve</strong>riflli bulan Aç›l, anlam›n<br />
anlam›n›n dahi mu¤lâkl›¤›na vurgu yaparak bu<br />
yönde inceleme yapmak yerine Williams’›n* iflletimsel<br />
yöntemini s›nar. Bunun için anlat›y› üç ana<br />
bafll›kta inceler:<br />
* Arnold Williams, “Medieval Allegory: An Operational<br />
Approach”, The Bulletin of the Midwest Modern<br />
Language Association 1 (1969): 77.<br />
1. fiah›slar Kadrosu: Canland›rma <strong>ve</strong>ya flekillendirme<br />
fleklinde ayr›l›r. Hüsn ü Dil’de yer alan<br />
flah›slar›n ço¤u canland›rmad›r; çünkü bu flah›slar›n<br />
ço¤u birer kavramdan mülhemdir.<br />
2. Ba¤l› eylemler serisi: Epizodik <strong>ve</strong>ya olay örgülü<br />
diye ayr›l›r. Hüsn ü Dil olay örgülü bir yap›<br />
sunar, çünkü neredeyse tüm olaylar âb-› hayât<br />
aray›fl› çerçe<strong>ve</strong>sinde sunulur.<br />
3. ‹flaret, emare <strong>ve</strong> yap›lar serisi: ‹flaret daha çok<br />
flah›slara yönelikken, emare ise olaylarla ilgilidir.<br />
Ama bu eser için bu uygulama pek oturmaz.<br />
Çünkü iflaret <strong>ve</strong> emare kullan›m›na pek<br />
fazla rastlanmaz.<br />
Tezine eserin transkripsiyonlu metnini <strong>ve</strong> t›pk›bas›-<br />
m›n› da ila<strong>ve</strong> eden Aç›l’a sunumunun sonunda yöneltilen<br />
ilk soru niçin alegorik bir anlat›ma ihtiyaç<br />
duyuldu¤u fleklindeydi. Dilin yetersizli¤i, tasavvuf<br />
sözkonusu oldu¤u için hâl dilinin gerektirdi¤i direkt<br />
anlatamazl›k, hatta yazar›n kendi müritleri için giz-<br />
49
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
li anlamlar kullanmak iste¤i, belki siyasî bask› gibi<br />
nedenler neticesinde yazar bu yola baflvurmufl olabilir<br />
denildi. Özellikle 16. yüzy›l›n bu tür anlat›larda<br />
bereketli oldu¤unu, bu yüzy›l›n özellikle bu ba¤lamda<br />
incelenmesi gerekti¤ini aktaran Aç›l, dinleyenlerine<br />
yeni bir araflt›rma sahas›n›n kap›lar›n›<br />
aralayarak sunumunu nihayete erdirdi.<br />
Nam›k Kemâl’in Edebiyat<br />
Elefltirisinde Modernlik <strong>ve</strong> Öznellik<br />
Fatih Altu¤<br />
5 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: Neslihan Demirci<br />
Nam›k Kemâl’i nas›l bilirsiniz ‹ster edebî, ister siyasî<br />
kiflili¤iyle, Türk edebiyat›nda Bat›l›laflma hikâyesinin<br />
izini sürerken u¤ramadan geçemeyece¤imiz<br />
duraklardan biridir. Tanzimat Devrinde Bat›’ya<br />
aç›lan edebiyatç›lar›n hedeflerinden biri, Divan fliirinin<br />
içine düfltü¤ü bofllu¤u f›rsat bilerek eskiye kap›y›<br />
bir daha açmamak üzere kapamakt›. Eski fliire<br />
ilk darbeyi vuran ise hürriyet, vatan, millet romantizmini<br />
bafllatan Nam›k Kemâl’di (1840-1888).<br />
Tanzimat Devrinin –genelde içerik aç›s›ndan da olsa<br />
yenilikçili¤in– öncülerinden olan Nam›k Kemâl’in<br />
edebî kiflili¤i üzerine yap›lan akademik çal›flmalar<br />
tatmin edicilikten uzak ne yaz›k ki. Eserlerinin<br />
ciddi bir k›sm›n›n hâlâ Latin harfleriyle bas›lmad›¤›n›,<br />
yani gün›fl›¤›na ç›kmad›¤›n› düflünürsek,<br />
Nam›k Kemâl’in elefltirilerine odaklanan bir çal›flma<br />
ilgiyi hak ediyor. <strong>Sanat</strong> Araflt›rmalar› Merkezi’ne<br />
doktora teziyle konuk olan ‹stanbul fiehir<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi ö¤retim üyesi Fatih Altu¤ bu türden saiklerle<br />
yola ç›km›fl.<br />
Bugün Türkiye’nin renklerini oluflturan farkl› görüflteki<br />
insanlar›n s›kça baflvurdu¤u karizmatik bir<br />
ismin üzerinde çal›flmak iki sorumlulu¤u devralmak<br />
anlam›na geliyor Altu¤’a göre: ‹lkin, Nam›k<br />
Kemâl <strong>ve</strong> kufla¤›na neleri borçlu oldu¤umuz; ikincisi,<br />
bu sanc›l› dönemin fikir adamlar›ndan hangi zaaflar›<br />
devrald›¤›m›z sorular›n›n cevab›n› aramak.<br />
Altu¤’un, Nam›k Kemâl’in bugüne nas›l aktar›ld›¤›-<br />
na dair tespiti flöyle: Yaflad›¤› devirde “öncü” konumundan<br />
dolay› fazlaca göklere ç›kar›l›yordu, bugün<br />
ise edebî de¤eri tart›flmal› eserleri sebebiyle hak etti-<br />
¤inden daha de¤ersiz bir konuma itilmekte. Burada,<br />
kendisinin de tecrübe etti¤i gibi, araflt›rmac›lar›n<br />
içine düfltü¤ü, bugünü eskiden daha iyi, daha do¤ru<br />
sanma yan›lg›s›yla hesaplaflma f›rsat› da do¤uyor.<br />
Nam›k Kemâl’in elefltiri dili de edebî dilinden farkl›<br />
de¤il; öznel, duygusal, öfke <strong>ve</strong> heyecan dolu.<br />
Gençlik y›llar›ndan itibaren yazd›¤›, çok say›daki<br />
elefltiri metinlerinde savafl terminolojisini kullan›-<br />
yor, eserleri acizlik <strong>ve</strong>ya iktidar kavramlar›yla de-<br />
¤erlendiriyor. Bilhassa sadme yaflad›¤› devrin edebiyat<br />
deneyimini anlat›rken Nam›k Kemâl’in baflvurdu¤u<br />
karakteristik kavramlardan biri; vurma,<br />
çarpma, darbe gibi anlamlara geliyor. Bat›l› marifet<br />
günefli bu topraklara ulafl›rken bunun “sadme”sine<br />
maruz kalan en bariz alan edebiyatt›. Her fley yerli<br />
yerindeyken bir darbeyle, sars›nt›yla yerle bir oldu;<br />
tam bir altüst olma hâli yafland›. Bundan sonra hiçbir<br />
fley eskisi gibi olmayacakt›. Eski türler ifllevini<br />
50
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
Fatih Altu¤’un, Nam›k Kemâl’in bugüne nas›l<br />
aktar›ld›¤›na dair tespiti flöyle: Yaflad›¤› devirde “öncü”<br />
konumundan dolay› fazlaca göklere ç›kar›l›yordu, bugün<br />
ise edebî de¤eri tart›flmal› eserleri sebebiyle hak<br />
etti¤inden daha de¤ersiz bir konuma itilmekte.<br />
kaybetti, yeni türler ithal edildi; bu ikisinin bir araya<br />
gelmesinden melez türler do¤du. Tanzimat’›n ilk<br />
nesline mensup her ayd›n›n›n darbe sonras› takip<br />
edilecek yol haritas›na yönelik önerdi¤i çözüm yollar›<br />
dikkate de¤erdir. Altu¤, Nam›k Kemâl’in önerisini<br />
Frans›z felsefeci Alain Badiou’nün özne kavram›yla<br />
ortaya koydu¤u teze benzetiyor. Buna göre<br />
“özne olman›n imkân›, o toplumdaki sars›nt›lar›n<br />
fark›na varmak <strong>ve</strong> o olaylar›n açt›¤› imkânlarla özdeflleflmek<br />
yoluyla gerçekleflir.” Nam›k Kemâl de<br />
Bat›l› edebiyat anlay›fl›n›n yol açt›¤› travma sonras›nda<br />
do¤an imkânlara sahiplenme çabas›nda bir<br />
özne olarak yeni bir edebiyat kurmaya çal›flmaktad›r.<br />
Türkçedeki edebiyat kavram›n› da, bugünkü<br />
ba¤lam›yla ilk kez kullanan Nam›k Kemâl’e borçluyuz.<br />
Kavram 17. yüzy›l metinlerinde farkl› bir anlamda<br />
geçer; ama bütün türleri ayn› flemsiye alt›nda<br />
toplayan estetik bir kategori olarak kullan›lmas›<br />
Bat›’dan iki yüzy›l kadar sonraya denk düflüyor.<br />
Bat› etkisindeki edebiyat›n ilk elefltiri metni olma<br />
özelli¤ini tafl›yan, 1866’da Tasvir-i Efkâr’da “Lisan-›<br />
Osmaniyenin Edebiyat› Hakk›nda Baz› Mülâhâzat›<br />
fiâmildir” bafll›¤›yla yay›nlanan makalesinde Nam›k<br />
Kemâl, edebiyat›n fonksiyonlar›n›, iktidarla iliflkisini<br />
ele al›rken k›y›c› bir dille “sadme öncesi” edebiyat›-<br />
m›z› hiçlefltiriyor. Eski, ileri-geri kavramlar› üzerinden<br />
elefltiriliyor, çocuksu olmakla suçlan›yor. Altu¤,<br />
Nam›k Kemâl’in eskiye dair bir boflluk üreterek kendi<br />
projesine yer açt›¤›n› söylüyor, flairin çözüm önerisi<br />
ise edebiyat›n ›slah›ndan yanad›r. Kritik kavram›n›<br />
karfl›lamak için “tenkit” <strong>ve</strong> “muâheze” kelimelerini<br />
öneriyor, tercihini ikincisinden yana koyuyor.<br />
Buna göre tenkit, nesneler aras›nda hakiki <strong>ve</strong> sahteyi<br />
ay›rmaya yarar; muâheze ise bir fleyin kendi hakikatinde<br />
bulunan bat›l yönünü temizlemek, onu<br />
kendi hakikatine döndürmek anlam›ndad›r.<br />
Nam›k Kemâl’in bak›fl›na göre edebiyat evrenseldi<br />
<strong>ve</strong> ak›l-hakikat-tabiat esas›na göre kurulmufltu;<br />
Hint’ten Yunan’a, oradan da Araplara geçerek evrenselli¤ini<br />
sürdürdü. Zamanla bu medeniyetler<br />
evrenselliklerini kaybettiler, Bat› da bu de¤eri ald›<br />
<strong>ve</strong> kendinin k›ld›. Di¤er bir deyiflle biz Bat›’dan<br />
bünyemize yabanc› bir unsuru de¤il, zaten bizim<br />
olan› geri al›yoruz. ‹ntibah’›n mukaddimesinde hakikat<br />
ile hikâyeyi karfl›laflt›r›rken, hakikati ç›plak bir<br />
genç k›za, hikâyeyi ise güzel giyinmifl koca kar›ya<br />
benzetiyor. ‹lki do¤all›¤› sebebiyle çirkin gelirken,<br />
di¤eri allan›p pullanm›fl bir çirkinliktir. Kad›n-elbise-örtünme<br />
metaforlar›na s›kça baflvuran Nam›k<br />
Kemâl’in gözünden bak›nca edebiyat eyleminin temelinde<br />
de yer alan budur asl›nda; ç›plak gerçekten<br />
hofllan›lmaz, sahtenin göz boyay›c›l›¤›na aldan›l›r.<br />
Fatih Altu¤, Nam›k Kemâl’in Fars edebiyat› <strong>ve</strong> Divan<br />
fliirinden, güzel giydirilmifl bir ceset metaforuyla<br />
<strong>ve</strong>ya pisli¤in kayna¤› olarak bahsetmesinin Julia<br />
Kristeva’n›n “zillet” kelimesiyle karfl›layabilece¤imiz<br />
abject kavram›yla örtüfltü¤ünü dile getiriyor.<br />
Kristeva’ya göre her insan yüce <strong>ve</strong> süfli de¤erlerle<br />
yarat›l›r ama özneye dönüflmesi, süfli taraf›n› yok<br />
saymas›yla mümkün olur. Tanzimat ayd›n›n›n yeni<br />
bir edebiyat üretme sanc›s› bu çabayla benzefliyor.<br />
Devrinin ço¤u ayd›n› gibi Nam›k Kemâl de bir ikilemin<br />
içindeydi. Sade yazmak isterken babas›na yazd›¤›<br />
mektupta bile sanat yapmaktan kurtulamamaktan<br />
yak›n›yordu. Altu¤’un alt›n› çizdi¤i gibi, hararetli<br />
tart›flmalar›nda fliddetle elefltirdikleri, kendinde<br />
bar›nd›rd›¤› e¤ilimlerdi bir yandan da. Beflir<br />
51
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
16. yüzy›l bafllar›nda yaflanan “mahallileflme cereyan›”ndan<br />
bahseden Reyhan Çorak, Dîvân fliirine Türkçeyi de ihmal<br />
etmeden atasözlerinin, deyimlerin, günlük hayata dair<br />
birtak›m unsurlar›n dâhil olmaya bafllad›¤›n›, Münîrî’nin de<br />
bu cereyan›n içinde oldu¤unu ifade etti.<br />
Fuat gibi kendisinden daha radikal kalemler ortaya<br />
ç›k›nca, Nam›k Kemâl’i eski fliir <strong>ve</strong> Fars edebiyat›na<br />
karfl› daha insafl›, fikirlerinde daha itidalli bir konumda<br />
görüyoruz.<br />
Münîrî’nin Manzum Siyer-i Nebî’si<br />
Reyhan Çorak<br />
9 Haziran 2010<br />
De¤erlendirme: B e r r a K e p e k ç i<br />
Reyhan Çorak, Marmara Üni<strong>ve</strong>rsitesi Türkiyat<br />
Araflt›rmalar› Enstitüsü’nde tamamlad›¤› “Münîrî’nin<br />
(öl.1521) Manzum Siyer-i Nebî’si (‹nceleme-<br />
Metin)” bafll›kl› doktora tezini sundu.<br />
Yedi cilt <strong>ve</strong> otuz üç bin beyitten oluflan Siyer-i Nebî<br />
adl› eserin, iki hoca gözetiminde dört ö¤renci aras›nda<br />
paylafl›ld›¤›n› ifade eden Reyhan Çorak, 2. <strong>ve</strong><br />
3. ciltlerini çal›flt›¤›n› <strong>ve</strong> bu nedenle tespitlerinin de<br />
sadece bu iki cildi kapsad›¤›n› belirtti.<br />
Manzum Siyer-i Nebî’nin konusu Hz. Peygamber’in<br />
hayat› oldu¤u için tezin girifl bölümünde “siyer” kelimesinin<br />
mânâs›, bir ilim olarak “siyer”in do¤uflu,<br />
klasik Türk edebiyat›nda bir tür olarak önemi <strong>ve</strong> yeri,<br />
manzum <strong>ve</strong> mensur siyerler, Türk edebiyat›nda<br />
Hz. Peygamber’i konu alan esma-i nebî, naat, mevlid,<br />
miraçnâme, hicretnâme, mucizât-› Nebî, hilye<br />
gibi di¤er türler hakk›nda bilgi <strong>ve</strong>rilmektedir. Bunlarla<br />
birlikte Türk edebiyat›nda yaz›lm›fl müstakil<br />
siyerler; manzum siyerler <strong>ve</strong> mensur siyerler fleklinde<br />
iki k›sma ayr›larak incelenmektedir.<br />
Çorak, tezinin birinci bölümünde flairin hayat›, do¤du¤u<br />
yer <strong>ve</strong> y›l, ad›, mahlas›, ailesi, mesle¤i, eserleri<br />
<strong>ve</strong> yaflad›¤› dönem ile ilgili araflt›rmalar yapt›¤›n›<br />
ifade ederek flu bilgileri <strong>ve</strong>rdi: fiair Amasyal›’d›r,<br />
ölüm tarihi 1521, yaflad›¤› dönem II. Bâyezid devridir<br />
<strong>ve</strong> o devirde Amasya’da II. Bâyezid’in o¤lu fiehzade<br />
Ahmed bulunmaktad›r. Münîrî, fiehzade Ahmed’in<br />
nedimlerindendir. Tezkirelerde flairin ad›<br />
Münîr, Münîrî, Münîrî ‹brahim Çelebi ya da Mehmed<br />
Çelebi fleklinde geçmektedir. Münîrî’nin flairli-<br />
¤inden ziyade çok nazik, kibar <strong>ve</strong> zarafet sahibi bir<br />
devlet adam› olmas› ön plana ç›kmaktad›r. fiairli¤i<br />
ikinci planda olmas›na ra¤men siyeri otuz üç bin beyitten<br />
oluflmaktad›r. Dîvân adl› eserinde Münîrî, Ali<br />
<strong>ve</strong> Ferah isminde iki çocu¤undan, Mihr-i Müflteri<br />
ad›nda uzunca mesnevîsinde de kendisinin sipahî<br />
oldu¤undan <strong>ve</strong> hat meflk etti¤inden bahseder. Ölü-<br />
52
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
mü ile ilgili sadece Evliya Çelebi’nin Seyâhatnâmesi’nde<br />
Amasya’da öldü¤üne dair bir kay›t bulunmaktad›r.<br />
Siyer-i Nebî’den baflka Mihr-i Müflteri<br />
ad›nda mesnevîsi, Türkçe Dîvân›, Farsça Dîvân› <strong>ve</strong><br />
Tezkiretü’l-Vefâyî, Risâle, Münfleât Mecmûas› adl›<br />
üç küçük eseri tespit edilmektedir.<br />
Amasya’y› da ele alan Çorak, o dönemde Amasya’n›n<br />
flehzade sanca¤› olmas› nedeniyle Münîrî’nin<br />
medeniyet <strong>ve</strong> kültür aç›s›ndan çok canl› bir<br />
flehirde yetiflti¤ini <strong>ve</strong> yaflad›¤›n› ortaya koydu.<br />
16. yüzy›l bafllar›nda yaflanan edebî bir geliflmeden<br />
bahisle Çorak, ‹ran edebiyat› ürünü olan Dîvân fliirine<br />
Türkçeyi de ihmal etmeden atasözlerinin, deyimlerin,<br />
günlük hayata dair birtak›m unsurlar›n<br />
dâhil olmaya bafllad›¤›n›, buna da Fuat Köprülü’nün<br />
“mahallileflme cereyan›” dedi¤ini <strong>ve</strong> Münîrî’nin<br />
de bu cereyan›n içinde oldu¤unu ifade etti.<br />
Dolay›s›yla Siyer-i Nebî, 15. <strong>ve</strong> 16. yüzy›l geçifl dönemi<br />
Türkçesi özelliklerini göstermektedir.<br />
Tezin ikinci bölümünde eserin yaz›l›fl sebebinin,<br />
flekil flartlar›n›n, dil-üslup özelliklerinin, edebî sanatlarla<br />
ilgili birtak›m hususiyetlerinin incelendi¤i,<br />
siyer olmas› hasebiyle eserde âyet <strong>ve</strong> hadislerin<br />
mevcut oldu¤u, deyim, atasözleri, sosyal hayata ait<br />
birtak›m özelliklerin ele al›nd›¤› <strong>ve</strong> sekiz bin beytin<br />
genifl özetiyle tamamland›¤› dile getirildi.<br />
Eski Anadolu Türkçesi döneminde, 15. yüzy›l sonu<br />
<strong>ve</strong> 16. yüzy›l bafl›nda yaz›lm›fl <strong>ve</strong> istinsah hatt›yla<br />
tek nüsha olan Siyer-i Nebî’nin mesnevî naz›m fleklinde<br />
yaz›ld›¤›, kafiye sisteminde cinas›n kullan›ld›-<br />
¤› <strong>ve</strong> tahkiye, nasihatnâme, sanatkârane <strong>ve</strong> mükâleme<br />
fleklindeki dört farkl› üslupla kaleme al›nd›¤›<br />
örneklerle anlat›ld›.<br />
Tamamen teknik bir bölüm olan <strong>ve</strong> bibliyografya<br />
ile biten üçüncü bölümde Çorak, yazma nüshan›n<br />
tan›t›m›n› yaparak metnin transkripsiyonu esnas›nda<br />
nelere dikkat etti¤ini, Arapça, Türkçe <strong>ve</strong> Farsça<br />
eklerin <strong>ve</strong> terkiplerin nas›l yaz›ld›¤›n› anlatt›.<br />
Reyhan Çorak, dördüncü bölümde metnin transkripsiyonlu<br />
hâlini <strong>ve</strong>rdi¤ini söyleyerek flu bilgileri<br />
paylaflt›: Beyitlerin her birine numara konuldu. 15.<br />
yüzy›l sonu 16. yüzy›l bafl› aras›ndaki Türkçe dil<br />
özelliklerini gösteren arkaik kelimelerden birer seçim<br />
yaparak bir sözlük oluflturuldu. Kafiyesi cinas<br />
sistemi üzerine kurulan metinden bir tür “Cinas<br />
Sözlü¤ü” denemesi yap›ld›. Münîrî’nin Siyer-i Nebî’si<br />
Türk edebiyat›n›n bilinen en uzun manzum siyerdir.<br />
Metinler Aras› Ba¤lam›nda<br />
‹hsan Oktay Romanlar›nda<br />
Kutsal Metinlerin ‹zleri<br />
Mehmet Sar›<br />
16 Haziran 2010<br />
De¤erlendirme: E l i f S e z e r<br />
Mehmet Sar›, edebiyat elefltirisinin önemli tart›flmalar›ndan<br />
biri olan “kurmaca-kutsal metin” tart›flmas›n›<br />
‹stanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi Sosyal <strong>Bilim</strong>ler Ens-<br />
53
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
Post-modern roman›n özelliklerinden bahseden Mehmet<br />
Sar›, ‹hsan Oktay Anar’›n kutsal metinlerden (Kur’an,<br />
Tevrat, ‹ncil) farkl› metinleraras› yöntemlerle ald›¤›<br />
k›ssalar› “tarihsel üstkurmaca” diyebilece¤imiz flekilde<br />
romanlar›na nas›l ustal›kla yerlefltirdi¤ini anlatt›.<br />
titüsü’nde haz›rlad›¤› “Metinler Aras› Ba¤lam›nda<br />
‹hsan Oktay Romanlar›nda Kutsal Metinlerin ‹zleri”<br />
bafll›¤›n› tafl›yan tezinin etraf›nda ele alarak kurmaca<br />
metin ile kutsal metin aras›ndaki iliflkiye <strong>ve</strong><br />
s›n›ra de¤indi.<br />
Sunumuna, genel çerçe<strong>ve</strong>de post-modern roman›n<br />
özelliklerini anlatarak bafllayan; üstkurmacan›n, yazar›n<br />
okurla oynad›¤› alan <strong>ve</strong> Mihail Bakhtin’in kulland›¤›<br />
anlamda bir “ço¤ul söylem” alan› oldu¤unu<br />
ifade eden Sar›, baflta Julia Kristeva olmak üzere birçok<br />
edebiyat elefltirmeninin metni, baflka metinlerin<br />
kesiflim alan› olarak belirledi¤ini söyledi. Sar›,<br />
böylece bunun bizi post-modern kurmacan›n üstkurmaca,<br />
ço¤ul ses gibi özelliklerinin yan›nda “metinleraras›l›k”<br />
özelli¤ine götürdü¤ünü belirtti.<br />
Mehmet Sar›, bu noktada bir parantez açarak bizim<br />
gelene¤imizde bir metinde di¤er metinlerin kullan›m›na<br />
nas›l bak›ld›¤›na de¤indi. Sar›, fieyh Galip’in<br />
meflhur “Çald›ysam mîrî mal› çald›m” deyiflinden<br />
hareketle, Osmanl›-Türk edebiyat›ndaki iktibas<br />
(kutsal metinlerden <strong>ve</strong> hadislerden al›nt› yapma),<br />
telmih (kutsal metinlerde geçen bir k›ssay› hat›rlatma),<br />
nazire (baflka bir yazar›n-flairin metnini<br />
üslup fark›yla yeniden yazma) gibi özellikleri ifade<br />
etti. Sar›, “Gökkubbe alt›nda söylenmemifl hiçbir<br />
fley yoktur” sözüyle anlat›lmaya çal›fl›lan olgunun,<br />
modern hatta post-modern dönemde (1950’lerden<br />
sonra) “metinleraras›l›k” ad›n› ald›¤›n› söyledi.<br />
Sunumun ikinci <strong>ve</strong> as›l bölümünde Mehmet Sar›,<br />
‹hsan Oktay Anar’›n kutsal metinlerden (Kur’an,<br />
Tevrat, ‹ncil) farkl› metinleraras› yöntemlerle ald›¤›<br />
k›ssalar› “tarihsel üstkurmaca” diyebilece¤imiz flekilde<br />
romanlar›na nas›l ustal›kla yerlefltirdi¤ini anlatt›<br />
<strong>ve</strong> al›nt›lar yaparak bol bol örnek <strong>ve</strong>rdi. Mesela<br />
Amat kitab› bafltan sona Nuh k›ssas› üzerine kurulmufltur.<br />
Kitapta geçen “sakar” gü<strong>ve</strong>rtesi, Kur’ân-›<br />
Kerîm’de geçen cehennemin yedi kat›ndan birisidir<br />
<strong>ve</strong> kitapta ayete gönderme yap›lm›flt›r. Suskunlar<br />
kitab›n›n karakteri Zahir, birçok göndermeyle birlikte<br />
Hz. ‹sa’y› hat›rlat›r. Hz. ‹sa’n›n meflhur “Tanr›m!<br />
Tanr›m! Beni neden terk ettin” sözü Zahir’in<br />
a¤z›ndan “Ah be babal›k niye çamura yatt›n” fleklinde<br />
duyulur. Hz. ‹sa’n›n son akflam yeme¤i Zahir’in<br />
son iftar yeme¤ine ilham olacakt›r. Mehmet<br />
Sar›, roman okurken bu tür göndermeleri daha iyi<br />
anlamak için Y›ld›z Ecevit’in Türk Roman›nda Postmodernist<br />
Aç›l›mlar kitab›n› önerdi.<br />
Sorular bölümünde tart›flma kutsal metne yap›lan<br />
göndermelerin s›n›r› ne olmal›d›r sorusu etraf›nda<br />
flekillendi. Kurmaca metinle kutsal metin hangi<br />
54
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
noktaya kadar kesiflebilir, bu tür bir metinleraras›l›k<br />
kutsal metnin kutsall›¤›na zarar <strong>ve</strong>rir mi, dinî de¤er<br />
<strong>ve</strong> imajlar›n baflka amaçlarla kullan›lmas› sözkonusu<br />
mudur gibi tart›flmalarla sunum sona erdi.<br />
SAM Mimari Düflünceler<br />
Türkiye Mimarl›¤›<br />
Ça¤dafl Mimarimiz,<br />
Gelenek <strong>ve</strong> Tektonik Kültür:<br />
Betonarme Yap›n›n S›n›rlar›<br />
Yusuf Ci<strong>ve</strong>lek<br />
30 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: K übra Turangil<br />
Günümüzde birço¤umuz için apartman hayat›<br />
pek de cazip bir fley de¤il. Özellikle nüfusu yo¤un<br />
kentlerde eskiden oldu¤u gibi müstakil tip konutlar<br />
daha yaflan›las› bulunuyor art›k, bir eskiye yönelifl<br />
sözkonusu. Eski evlerimiz çok güzel; yenileri<br />
çirkin, ama neden Eskiden bugünkü teknolojiye<br />
göre daha basit flekilde infla edilen yap›lar günümüzdekilere<br />
nazaran neden daha göze hitap eder<br />
bulunuyor Sunumunda bu <strong>ve</strong> benzeri birkaç soru<br />
ile yola ç›kan Uluda¤ Üni<strong>ve</strong>rsitesi Mimarl›k Fakültesi<br />
ö¤retim görevlisi Dr. Yusuf Ci<strong>ve</strong>lek günümüzde<br />
s›n›rlar› aflman›n daha kolay oldu¤u bir dünyada<br />
yaflad›¤›m›za vurgu yap›yor. Özellikle mimarî<br />
alanda bu durum oran kavram›yla <strong>ve</strong> dolay›s›yla<br />
estetikle alakal›. Geçmiflte fiziksel <strong>ve</strong> yap›sal çevrenin<br />
özellikleri kan›ksanm›fl hâldeyken günümüzde<br />
art›k bizler için birer güzellik nesnesi olmaya bafllad›lar.<br />
Ci<strong>ve</strong>lek, oran meselesini çelikten de sonra<br />
ortaya ç›km›fl en son tektonik kültür olma özelli¤ine<br />
sahip betonarmeye <strong>ve</strong> betonarmeleflme sürecine<br />
ba¤l›yor.<br />
Tarihsel sürece flöyle bir göz gezdirecek olursak; 19.<br />
yüzy›l ortalar›nda Alman mimarl›k düflüncesinden<br />
kaynaklanan bir söylem tektonik kültür. Meâlen bir<br />
fleyleri ba¤lamak, üst üste koymak denilebilir k›saca.<br />
Genel olarak ikiye ayr›l›yor: Birincisi y›¤ma üzerine<br />
kurulan bir sistem; toprak, tafl, kerpiç <strong>ve</strong> tu¤la<br />
vs. ‹kincisiyse çatk›c›l›k üzerine, ahflap <strong>ve</strong> son dönemlerde<br />
de çelik kullan›l›yor. Bu iki unsurun her<br />
toplumda oluflturdu¤u geleneksel tektonik kültür<br />
yap›s›na de¤inen Ci<strong>ve</strong>lek, bizde görülen ba¤dadî<br />
duvarlar, ahflap evler, karma teknolojiler gibi unsurlar›n<br />
her birinin yap›y› meydana getiren bilgi birikimi<br />
<strong>ve</strong> kültürle ba¤lant›s›na, k›sacas› bir co¤rafyaya<br />
nas›l yerleflece¤inizle ilgili oldu¤una vurgu yap›yor.<br />
Türkiye’nin bu konuda çok zengin oldu¤unu,<br />
do¤usundan bat›s›na fark› uygulamalar görmenin<br />
imkân›n› anlatan Ci<strong>ve</strong>lek, tektonik kültür ile do¤rudan<br />
kültürün birbiriyle alakal› oldu¤unu düflünüyor.<br />
Betonarme yap›n›n kendi ilkelerini ortaya koymas›ndan<br />
sonra yap›sal çevreyi alg›lay›fl tarz›m›z›n<br />
da de¤iflti¤ini söyleyen Ci<strong>ve</strong>lek, Frans›zca “güçlendirilmifl<br />
beton” anlam›na gelen betonarmenin do-<br />
¤ufl hikâyesini de flöyle anlat›yor: 19. yüzy›lda yaflanan<br />
krizle yani Avrupa’da klasik düflüncenin çökmeye<br />
bafllamas›yla beraber devrin mimarlar› bun-<br />
55
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
Türkiye’nin s›kl›kla yüz yüze geldi¤i deprem gerçe¤inin bir<br />
getirisi olarak çeli¤e yöneliflin oldu¤unu dile getiren Yusuf<br />
Ci<strong>ve</strong>lek, tektonik kültür düflüncesini Türk mimarlar› aras›nda<br />
<strong>ve</strong> Türk toplumu içerisinde yayg›nlaflt›rma <strong>ve</strong> mimariyi bir de<br />
bu yönde alg›lamalar›n› sa¤lama gayretinin önemine de¤indi.<br />
dan böyle yap›lar› hangi üslûpta infla edece¤iz diye<br />
düflünür olmufl. O esnada çok farkl› düflünceler ortaya<br />
konulmufl. Kimi neoklasizmden yana, kimisi<br />
neogotik, kimiyse eklektikten yana olmufl <strong>ve</strong> akabinde<br />
materyalizm ortaya ç›km›fl. Tüm bu geliflmeler<br />
yaflan›rken Alman Karl Böttcher yaflad›¤› dönemde<br />
art›k tafl›n kullan›labilirli¤inin bitti¤i, taflla<br />
yap›labilecek bir fley kalmad›¤› <strong>ve</strong> gelecek dönemde<br />
yeni bir malzeme olmadan yeni bir mimarî üslûbun<br />
yakalanamayaca¤› tezini savunmufl. O dönemde<br />
Fransa <strong>ve</strong> ‹ngiltere’de demir kullan›larak yap›lm›fl<br />
önemli yap›lar mevcut. Crystal Palace’›n 1851<br />
y›l›nda Joseph Paxton taraf›ndan çelik <strong>ve</strong> metal<br />
malzeme kullan›larak Londra’da infla edilmesi Avrupa’da<br />
büyük yank› uyand›r›yor örne¤in <strong>ve</strong> Böttcher<br />
de bu durumu mimarinin gelece¤i olarak de-<br />
¤erlendiriyor. fiüphesiz ki Böttcher bu konuda yan›lm›yordu.<br />
20. yüzy›lda çelik önemli bir mimarî<br />
malzeme; bugün dahi pek çok geliflmifl ülke betonarmeden<br />
ziyade çeli¤i tercih ediyor. Ancak ilginçtir<br />
ki modernizm ak›m›n› ortaya ç›karan unsur çelik<br />
de¤il de betonarme oluyor. ‹lerleyen dönemde Le<br />
Corbusier betonarmeyle ilgili befl ilke öne sürüyor:<br />
(i) Birincisi serbest plan yani kolonlardan ba¤›ms›z<br />
bir bölme sistemi düflünebilmenin rahatl›¤›. (ii)<br />
‹kincisi serbest cephe, d›fl duvarlar›n yap›y› tafl›ma<br />
ifllevi olmad›¤›na göre pencereleri istedi¤imiz flekilde<br />
konumland›rabilme serbestisi <strong>ve</strong> buna ba¤l› olarak<br />
(iii) üçüncü ilke yatay bant pencere ilkesi, cephe<br />
serbest konumda oldu¤una göre pencereyi de<br />
bant fleklinde yapabilme kolayl›¤› sunuyor. (iv)<br />
Dördüncüsü yükseltilmifl zemindir; zira Corbusier’e<br />
göre tüm kötülükler yerden gelmektedir. Haflereler,<br />
rutubet <strong>ve</strong> sair etkenlerden dolay› ki o y›llarda,<br />
1920-1930’larda modernistler için hijyen oldukça<br />
önemli bir konu. O hâlde zemini yerden yükseltti¤imiz<br />
takdirde binan›n alt k›sm›n› da rahatl›kla<br />
kullanabiliriz. (v) Beflinci <strong>ve</strong> son ilke çat› bahçesi,<br />
pitoresk bir görüntü <strong>ve</strong>rdi¤i için yerde kaybedilen<br />
bahçeyi çat›da kullanabiliriz. Bu bir k›r›lma noktas›<br />
çünkü art›k geleneksel tektoni¤i devam ettirmeme<br />
yönünde önemli bir ilk ad›m.<br />
Avrupa’da süreç böyle ifllerken Türkiye’deki betonarmeleflme<br />
sürecine bakacak olursak, 19. yüzy›l›n<br />
ikinci yar›s›nda Türk konut tipinin yang›nlara karfl›<br />
dayan›ks›z olmas› <strong>ve</strong> hijyenik aç›dan kullan›fls›zl›¤›-<br />
na vurgu yap›ld›¤›n› görürüz. 1865 y›l›nda ‹stanbul’da<br />
meydana gelen Hocapafla Yang›n› akabinde<br />
bütün bir mahalle kârgir olarak yeniden infla ediliyor<br />
<strong>ve</strong> 1866 y›l›nda o bölgede ahflap inflaat yap›m›<br />
yasaklan›yor. Birinci Ulusal Mimarl›k ak›m›n›n önde<br />
gelen isimlerinden Mimar Kemaleddin Bey’in<br />
geleneksel tektonik kültürü modernize etme çaba-<br />
56
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
s›yla 1922 y›l›nda ‹stanbul’da infla etti¤i Harikzedegân<br />
(Tayyare) apartmanlar› ise ilk betonarme yap›<br />
örnekleridir. 1927 y›l›ndan itibaren tamam›yla modern<br />
mimariye geçiflle beraber geleneksel tektonik<br />
kültür de Türkiye’de art›k terkedilmifl oluyor.<br />
1930’lu y›llar›n modernizm anlay›fl›yla beraber Birinci<br />
Milli Mimari Dönemine ulaflt›¤›m›zda Kemaleddin<br />
Bey <strong>ve</strong> Vedat Tek zaman›nda kullan›lan kubbeler<br />
<strong>ve</strong> kemerler dinî kültürü ifade eden formlar<br />
olarak kabul edilip cami mimarisi olarak ayr› tutuluyor.<br />
Bu noktada Sedad Hakk› Eldem’in “Türk evi”<br />
Türk modernleflme ideolojisinde çok önemli bir yer<br />
tutuyor <strong>ve</strong> Türk’e has, ‹slâm’la ilgisi olmayan, seküler<br />
yap›lar olarak benimseniyor.<br />
1940’lara gelindi¤inde modernizmin özellikle Almanya’da<br />
bask› alt›na girmesiyle beraber Türk modernleflmesinde<br />
melezleflme ihtimali do¤uyor <strong>ve</strong><br />
bu yönde geçmiflteki ba¤lar›ndan tamam›yla kopart›l›p<br />
bir imge, bir estetik nesne olarak modernlefltiriliyor,<br />
betonarmelefltiriliyor. Betonarmenin<br />
kolay evrilebilen yap›s›, taklit gücü <strong>ve</strong> taflla, ahflapla<br />
uygulayabildi¤iniz hemen her formu alabilme<br />
yetene¤i sayesinde kolayca tercih edilen bir yap›ya<br />
dönüflüyor. Betonarme dedi¤imiz öyle bir yap› eleman›<br />
ki ister temel yap› malzemelerini, ister sembolik<br />
biçimleri, isterseniz de tipolojik elemanlar›n<br />
her birini betonarmeyle gerçeklefltirebilmek mümkün<br />
<strong>ve</strong> bu noktada akla tak›lan soru flu: Bu denli basit,<br />
ö¤retilmesi <strong>ve</strong> infla edilmesi kolay bir malzeme<br />
elimizde olmasa idi daha baflka bir tektonik kültür<br />
gelifltirip buna daha uyumlu bir çevre oluflturabilir<br />
miydik Zira ahflab›n, kârgirin hatta çeli¤in bile ülkemizde<br />
<strong>ve</strong> geliflmekte olan birçok ülkede tam mânâs›yla<br />
geliflemeden kald›¤› âflikar. Betonarmenin<br />
bu imitati<strong>ve</strong> kolayc›l›¤›n›n di¤er tektonik kültürlerin<br />
zarar›na iflledi¤i söylenebilir. Geleneksel tektonik<br />
kültürde çok farkl› ustal›k alanlar› vard› <strong>ve</strong> insanlar<br />
o kültürün içerisinde usta-ç›rak iliflkisi içerisinde<br />
yetifliyorlard›. Betonarmede ise böyle bir zanaat<br />
sözkonusu de¤il; çok k›sa sürede ö¤renebilinir<br />
bir sisteme sahip betonarme.<br />
Konuflmas›n› bitirirken Türkiye’nin s›kl›kla yüz yüze<br />
geldi¤i deprem gerçe¤inin bir getirisi olarak çeli-<br />
¤e yöneliflin sözkonusu oldu¤unu dile getiren Ci<strong>ve</strong>lek,<br />
tektonik kültür düflüncesini Türk mimarlar› aras›nda<br />
<strong>ve</strong> Türk toplumu içerisinde yayg›nlaflt›rmaya<br />
<strong>ve</strong> mimariyi bir de bu yönde alg›lamalar›n› sa¤lama<br />
gayretinin önemine de¤indi. Ci<strong>ve</strong>lek, ancak o sayede<br />
flekillerin d›fl›nda baflka bir perspektiften mimariyi<br />
görmenin mümkün olabilece¤ine dair inanc›n›<br />
ifade ederek sunumunu nihayete erdirdi.<br />
Türkiye Mimarl›¤›<br />
Türkiye’de Koruma Kavram›n›n<br />
Geliflimi <strong>ve</strong> Otantiklik<br />
Ahmet Ersen<br />
27 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: F e y z a K ö s e<br />
‹stanbul Teknik Üni<strong>ve</strong>rsitesi Mimarl›k Fakültesi<br />
Restorasyon Bölümü hocalar›ndan Prof. Dr. Ahmet<br />
Ersen, koruma <strong>ve</strong> restorasyonun ortaya ç›k›fl›n› <strong>ve</strong><br />
57
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
Mimarî Düflünceler program›n›n son konu¤u Ahmet Ersen,<br />
koruma <strong>ve</strong> restorasyonun ortaya ç›k›fl›n› <strong>ve</strong> bilimsel bir<br />
disiplin olarak geliflim sürecini, Türkiye’de tart›flmal› bir alan<br />
olan koruma alan›ndaki tecrübeleri üzerinden de¤erlendirdi.<br />
bilimsel bir disiplin olarak geliflim sürecini, Türkiye’de<br />
tart›flmal› bir alan olan koruma alan›ndaki<br />
tecrübeleri üzerinden de¤erlendirdi.<br />
Ahmet Ersen konuflmas›nda öncelikle otantiklik<br />
kavram›n›n <strong>ve</strong> bu kavram›n mimarî korumada nas›l<br />
bir anlam tafl›d›¤›n›n üzerinde durdu. Ard›ndan<br />
koruma düflüncesinin 19. yüzy›l Avrupa’s›nda nas›l<br />
ortaya ç›k›p geliflti¤ini, hangi süreçlerle olgunlafl›p<br />
bilimsel koruma disiplinine ulaflt›¤›n› <strong>ve</strong> Türkiye’de<br />
nas›l yer buldu¤unu, tarihî çevre üzerinde nas›l bir<br />
etkiye sahip oldu¤unu 1869-1996 y›llar› aras›ndaki<br />
dönem aral›¤›nda de¤erlendirdi.<br />
Günümüz koruma disiplininde temel anlay›fl›n<br />
otanti¤i koruma oldu¤unu vurgulayan Ersen otanti¤in<br />
kelime anlam›n› gerçek, dürüst; sahte, ikinci<br />
üretim yahut replika olmayan fleklinde aç›klad›.<br />
Otantiklik kavram›n›n mimarî korumadaki uygulamalara<br />
yans›mas›n›n 1960’lardan sonra bafllad›¤›n›<br />
<strong>ve</strong> 1990’larda belli bir noktaya geldi¤ini aktard›.<br />
Otantikli¤in korunmas›n›, bir fleyin, tafl›d›¤› de¤erin<br />
arkas›ndaki soyut kültürle birlikte, yani inançlar›<br />
<strong>ve</strong> felsefesiyle bütün olarak korunmas› fleklinde<br />
aç›klayan Ersen, tafl›n›r objelerde otantikli¤in çok<br />
net olmas›na karfl›n, mimaride daha belirsiz oldu-<br />
¤unu vurgulad›. Yap›lar›n zaman içinde ifllev de¤iflikli¤ine<br />
u¤rayabilece¤ini <strong>ve</strong> çeflitli tamirler geçirebilece¤ini,<br />
bu aç›dan yap›lar›n geçirdi¤i çeflitli evrelerin<br />
de tarihsel otantiklik kavram›n›n bir parças›<br />
olarak orijinal kabul edildi¤ini aç›klad›.<br />
Konuflmas›n›n ikinci bölümünde Ersen restorasyon<br />
düflüncesinin Avrupa’da ilk defa 19. yüzy›l›n<br />
ortalar›nda belirmeye bafllad›¤›n›, bu süreçte en<br />
önemli faktörün Sanayi Devrimi <strong>ve</strong> sonras›nda geliflen<br />
süreçler oldu¤unu aç›klad›. Bu ba¤lamda, restorasyon<br />
düflüncesinin ortaya ç›k›fl›ndaki di¤er<br />
önemli faktörler flunlard›r: Sanayi Devrimi ile yeni<br />
yap› malzemeleri <strong>ve</strong> yap› tiplerinin ortaya ç›k›fl›;<br />
kentlerdeki nüfus art›fl›yla yeni konut tiplerinin yap›l›fl›;<br />
motorlu tafl›t trafi¤i ile yeni yollar›n aç›lmas›<br />
<strong>ve</strong> Frans›z Devrimiyle burjuvazinin aristokrasiye<br />
düflmanl›¤› sebebiyle onu temsil eden an›t <strong>ve</strong> yap›-<br />
lar› tahrip etmesi. Bundan önceki dönemlere ait yap›lardaki<br />
tamirlerin <strong>ve</strong> yeni eklerin dönemin mimarî<br />
üsluplar› ile yap›ld›¤›n› söyleyen Ersen, 19. yüzy›-<br />
la gelindi¤inde üsluplar›n çözülmesi, malzeme<br />
morfolojisindeki de¤iflimler, yeni yap› tekniklerinin<br />
ortaya ç›k›fl› <strong>ve</strong> modern mimariye geçiflin erken<br />
sanc›lar› gibi sebeplerin süregelen iflleyifli de¤ifltirdi¤i<br />
belirtti. Tüm bu faktörlerin o zamana kadar varolmayan<br />
koruma <strong>ve</strong> restorasyon düflüncesini ortaya<br />
ç›kartt›¤›n›, Fransa’da Viollet le Duc isminin bu<br />
58
<strong>Sanat</strong><br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
SAM<br />
alandaki yeni yaklafl›m›yla öne ç›kt›¤›n› söyleyen<br />
Ersen, Viollet le Duc’ün ayn› zamanda Frans›z merkezî<br />
ulus-devletinin idaresi <strong>ve</strong> deste¤i alt›nda yapt›-<br />
¤› uygulamalarla bu alanda öncü oldu¤unu ifade<br />
etti. Duc’ün düflüncesine göre “restorasyon korumak<br />
<strong>ve</strong> onarmak de¤il yap›y› hiçbir zaman varolmad›¤›<br />
kadar bir bütünlük içinde sunmakt›r” diyen<br />
Ersen’e göre bu düflünce Avrupa’da da etkili bir biçimde<br />
yay›l›r; fakat bu anlay›fl yap›lar› özgün hâllerinden<br />
farkl›laflt›r›r. Ersen, zaman içinde yap›lar›<br />
tahrif eden restorasyon anlay›fl›na da tepkiler do¤du¤unu,<br />
bu alanda en önemli muhalif ismin modern<br />
koruma kuram›n›n öncüsü olan ‹skoç kökenli<br />
John Ruskin oldu¤unu aç›klad›. Fransa’da do¤an<br />
bu restorasyon anlay›fl›na ciddi elefltiriler getiren<br />
Ruskin, Ersen’in ifadelerine göre teknik olarak bir<br />
fley söylemese de ilkesel olarak ortaya koydu¤u düflünceleriyle<br />
önemli oranda kabul görmüfltür. Di¤er<br />
taraftan 20. yüzy›lda modern restorasyon kuram›-<br />
n›n do¤du¤u yerin ‹talya oldu¤unu söyleyen Ersen’e<br />
göre, ‹talya’n›n ekonomik güçsüzlü¤ünden<br />
dolay› bu tart›flmalar› geriden takip etmesi, ona bu<br />
avantaj› sa¤lam›flt›r. Bu iki z›t düflüncenin sentezi<br />
olan bilimsel restorasyonun ilkeleri 1930’larda ‹talya’da<br />
ortaya konmufltur. ‹kinci Dünya Savafl› s›ras›nda<br />
Avrupa’da yaflana tahribata karfl› ayd›nlar, bilim<br />
adamlar› <strong>ve</strong> sanatç›lar UNESCO alt›nda toplanarak<br />
an›tlar›n korunmas› için ICCROM kurarlar,<br />
1964 Venedik Toplant›s› <strong>ve</strong> Venedik Tüzü¤ü modern<br />
restorasyon kuram›n›n temel ilkelerini tan›mlar.<br />
Venedik Toplant›s›’ndan sonra kurulan di¤er<br />
bir sivil toplum örgütü olan ICOMOS “Dünya Kültür<br />
Miras”› kavram›n› ortaya ç›kart›r. Ersen, bu süreçleri<br />
koruma kuram›n›n olgunlaflmas›nda önemli<br />
aflamalar olarak aç›klarken, ayr›ca “Dünya Kültür<br />
Miras›” kavram›n›n insanl›k tarihinin tan›mlanmas›<br />
bak›m›ndan öne ç›kan önemli an›tlar <strong>ve</strong> sitlerin<br />
özgün <strong>ve</strong> otantik bir flekilde korunmas› ilkesini kapsamas›<br />
aç›s›ndan çok önemli oldu¤unu vurgulad›.<br />
Ersen, bizde koruma düflüncesinin ortaya ç›k›fl› <strong>ve</strong><br />
yerleflmesinde etkili olan yasal geliflmelerin kronolojisini<br />
de aç›klayarak konuflmas›na devam etti <strong>ve</strong><br />
yasal süreçlere karfl›n tarihî çevrenin korunamamas›,<br />
toplum içinde koruma bilinci <strong>ve</strong> duyarl›l›¤›-<br />
n›n yetersizli¤i gibi meseleler üzerinde durdu. Bu<br />
durumu, 1923’ten sonraki dönemde cumhuriyetle<br />
birlikte siyasî, toplumsal <strong>ve</strong> kültürel de¤iflimin çevreye<br />
bak›fl› da etkilemifltir. Ersen, bir yandan Osmanl›<br />
Devleti’nin yaratt›¤› fiziksel çevre içinde yaflarken<br />
di¤er taraftan onun kültürel miras›n› reddederek<br />
infla edilen yeni rejimin yaratt›¤› yeni anlay›-<br />
fl›n tarihî çevrenin tahribat›n›n alt›nda yatan en temel<br />
sebep oldu¤unu aç›klad›. Ahmet Ersen, son<br />
olarak art›k küreselleflme <strong>ve</strong> uluslararas› iliflkiler yoluyla<br />
Türkiye’nin de evrensel ortak kabullerin içinde<br />
yer ald›¤›n›, koruma ilkelerindeki geliflmeleri<br />
resmiyette dünya ile paralel kabul etti¤ini söyledi.<br />
Bu kabulün tarihî çevrenin korunmas›nda yeterince<br />
etkili olamamas›n› da modernleflme ile toplumda<br />
meydana gelen zihinsel dönüflümle yaflanan<br />
kültürel kopufl karfl›s›nda koruma <strong>ve</strong> restorasyon ilkelerinin<br />
ifllerlik kazanamamas›na ba¤lad›.<br />
59
60<br />
K›t‘a<br />
Yeniflehirli Avnî<br />
Akl›n kemâl-i dânifli bî-hûflluktad›r<br />
Nutkun me‘âl-i hikmeti hâmûflluktad›r<br />
Hayrettedir nicesi idrâk-i ârifin<br />
Endiflenin meziyeti medhûflluktad›r<br />
MOLA
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
TAM Tez / Makale Sunumlar›<br />
Siyasal fiiddet, Korku <strong>ve</strong> Ac›:<br />
Türkiye’de Kürtlü¤ün ‹nflas›<br />
Ramazan Aras<br />
26 Nisan 2010<br />
De¤erlendirme: S e n a T e k<br />
Ramazan Aras, Western Ontario Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde<br />
tamamlad›¤› “Political Violence, Fear and Pain: The<br />
Formation of Kurdishness in Turkey” bafll›kl› doktora<br />
tezinde, siyasal fliddet, korku <strong>ve</strong> ac›n›n Kürt<br />
toplumu taraf›ndan nas›l tecrübe edildi¤ini incelemektedir.<br />
Tez, bu üç olgunun sadece bireysel tecrübeler<br />
olmad›¤›n›, fliddet, ac› <strong>ve</strong> korku hikâyelerinin<br />
nesilden nesile aktar›lmas› ile toplumsal haf›-<br />
zan›n flekillenip bireysellikten kolektifli¤e geçildi¤ini,<br />
bu durumun da Kürtlük bilincini ortaya ç›kard›-<br />
¤›n› savunmaktad›r.<br />
Çal›flmaya kaynakl›k eden hayat hikâyeleri Aras’›n<br />
memleketi olan Mardin Dargeçit’ten bafllayarak,<br />
Batman, ‹stanbul, Fransa <strong>ve</strong> Almanya’ya kadar<br />
uzanmaktad›r. Burada, “çok alanl› araflt›rma tekni-<br />
¤i” kullan›larak yaflanm›fll›klar›n, Kürt bölgesinde<br />
yaflayanlar üzerindeki etkileri kadar, farkl› merkezlerde,<br />
kad›nl›k <strong>ve</strong> erkeklik ba¤lam›nda farkl› insanlar,<br />
farkl› yafl gruplar› <strong>ve</strong> ideolojik görüfllere sahip<br />
kifliler üzerindeki etkileri mercek alt›na al›nmaktad›r.<br />
Tezin kurgusu aflamas›nda ise Kürt olarak küçük<br />
yafllarda kendi deneyimledi¤i fliddet hikâyesinden<br />
yola ç›kt›¤›n› belirten Aras, meselenin Kürtlü-<br />
¤ün <strong>ve</strong> Türklü¤ün ötesinde bir fliddet sorunu oldu-<br />
¤unu tespit ederek, ulus-devletlerin hâkim oldu¤u<br />
TAM Yuvarlak Masa Toplant›lar›<br />
TEZ/MAKALE SUNUMLARI<br />
Elias Riggs (1810-1901) <strong>ve</strong> Osmanl›’da Mehmet Ali Do¤an<br />
Amerikan Misyonerlik Faaliyetleri 24 May›s 2010<br />
Hülâsatü’l-Efkâr Gazetesi Merce¤inden Mustafa Öztürk<br />
Osmanl›’da Sosyo-Ekonomik Durum 21 Haziran 2010<br />
Türkiye’de Üni<strong>ve</strong>rsite: Dârülfünûn <strong>ve</strong> Mustafa Selçuk<br />
Edebiyat Fakültesi (1900-1923) 19 Temmuz 2010<br />
Ondokuzuncu Yüzy›l Osmanl› Irak’›nda Faruk Yasl›çimen<br />
“fiiili¤in Yükselifli” 2 A¤ustos 2010<br />
TAM SOHBET<br />
Yerel Tarihçilerle Bulufluyoruz-4: Raif Kaplano¤lu<br />
Bir Ömür Bursa Tarihi 31 May›s 2010<br />
Bir Osmanl› Taflras› Di¤erine<br />
A. Rahim Abu-Husayn<br />
Bak›yor: Beyrut Bas›n›nda 2 Haziran 2010<br />
Balkan Krizi, 1876-1908<br />
De¤iflen Dünya De¤iflen Tasavvur: ‹hsan Fazl›o¤lu<br />
Kanada’da ‹slâm-Osmanl› 17 Temmuz 2010<br />
Medeniyeti’nde Felsefe <strong>ve</strong><br />
<strong>Bilim</strong> Tarihi Çal›flmalar›<br />
Taflran›n ‹mparatorlu¤u:<br />
Ali Yayc›o¤lu<br />
Osmanl› Dünyas›na Merkezden Bakmamak 9 A¤ustos 2010<br />
TAM SEMPOZYUM<br />
Sözlü Tarih Atölyesi ‹htisas Sempozyumu:<br />
Gelenler, Gidenler, Kalanlar… 8 May›s 2010<br />
61
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Ramazan Aras, Kürt toplumu taraf›ndan tecrübe edilen siyasal<br />
fliddet, korku <strong>ve</strong> ac›n›n sadece bireysel tecrübeler olmad›¤›n›,<br />
fliddet, ac› <strong>ve</strong> korku hikâyelerinin nesilden nesile aktar›lmas› ile<br />
toplumsal haf›zan›n flekillenip bireysellikten kolektifli¤e geçildi¤ini,<br />
bu durumun da Kürtlük bilincini ortaya ç›kard›¤›n› savunmaktad›r.<br />
modern dönemde fliddetin nas›l alg›land›¤›, devlet<br />
fliddetinin nas›l ortaya ç›kt›¤›n› sorgular.<br />
Aras, fliddetin farkl› <strong>ve</strong>rsiyonlar› bulundu¤unu, devlet<br />
taraf›ndan uygulanan fliddetin yan›s›ra, PKK’n›n<br />
ya da korucular›n uygulad›¤› fliddetin de bölge halk›<br />
üzerinde ciddi bir etkisi oldu¤unu kabul etmekle<br />
beraber hâlen çat›flman›n devam etti¤i bir bölgede<br />
alan çal›flmas› yapman›n riskleri <strong>ve</strong> uygulanan fliddet<br />
formlar›n›n farkl› yap›lara sahip olmas› nedeniyle<br />
doktora tezinde sadece devlet taraf›ndan uygulanan<br />
fliddete yer <strong>ve</strong>rmektedir. Tezin ana çerçe<strong>ve</strong>si<br />
içerisinde, öncelikle devletin korkuyu kullanma<br />
biçimleri <strong>ve</strong> Kürtlerin devlet fliddetini nas›l alg›lad›-<br />
¤› ortaya koyuluyor. Ard›ndan, ac›n›n hem erkeklik<br />
ba¤lam›nda hem de kad›nl›k ba¤lam›nda Kürtler taraf›ndan<br />
nas›l tecrübe edildi¤i meselesine hayat hikâyeleri,<br />
flark›lar <strong>ve</strong> a¤›tlar üzerinden cevap aran›-<br />
yor. Sonraki aflamada ise, tecrübe edilen yaflanm›fll›klar›n<br />
Kürtler taraf›ndan hangi kanallarla ifade<br />
edildi¤i meselesi üzerinde duruluyor.<br />
Tezde ifade edilen önemli bir husus; devletin, ilk<br />
aflamada, uygulayaca¤› fliddeti meflrulaflt›rmak için<br />
kendini “korkan” olarak sunmas›. ‹kinci aflamada<br />
ise devlet, kendisini “korkutan” bir özne olarak kurup,<br />
öldürme, afla¤›lama, gözalt›nda kay›p, iflkence,<br />
derin <strong>ve</strong> hayalet devlet, gözlemleme, sürekli kontrol<br />
alt›nda tutma, ajanlaflt›rma <strong>ve</strong> fiflleme stratejilerini<br />
kullan›yor. Aras’a göre devlet, 1923 öncesi varolan<br />
uzlaflma dönemi sonras›, II. Meclis sürecinde Kürtleri<br />
kontrol etmek <strong>ve</strong> asimile etmek için “bölünme<br />
korkusu”nu bilinçli olarak oluflturmufltur.<br />
Bununla birlikte çal›flmada, devletin uygulad›¤›<br />
fliddet <strong>ve</strong> terör travmas›n›n Kürtlerin toplumsal haf›zas›n›<br />
flekillendirmesine, sadece bu dönemde de-<br />
¤il meselenin tarihsel arka plan›nda da s›kça rastlan›ld›¤›na<br />
dikkat çekiliyor. Otuz sene boyunca yaflanan<br />
fliddet olaylar›n›n hukuk zemininde karfl›l›k<br />
bulamamas›, fliddete maruz kalanlar›n, suçlular›n<br />
bedel ödediklerini görememeleri, yaflad›klar› ac›<br />
hikâyelerini anlatacak muhatap bulamamalar›<br />
travmalar›n derinleflmesine neden olmaktad›r.<br />
Aras’›n ifadesine göre, travma üzerine çal›flan antropologlar›n<br />
önemli tezi, paylafl›lamad›kça travman›n<br />
derinleflerek kuflaktan kufla¤a aktar›ld›¤›,<br />
bunun sonucunda ortaya intikam duygusunun ç›kt›¤›,<br />
nefret <strong>ve</strong> ötekilefltirilmifl olma duygusunun<br />
bunlara efllik etti¤idir. Kürt meselesinin belli aral›klarla<br />
tekrar tekrar gündeme gelmesinin en temel<br />
nedenlerinden biri de budur. Bu zamana kadar zulmedenlerin<br />
cezaland›r›lmamalar› ötekilefltirilme<br />
sürecini katlayan bir etmen olmufltur. Dolay›s›yla,<br />
meselenin çözümü için Türkler, Kürtler <strong>ve</strong> devleti<br />
yöneten mekanizmalar yüzleflmeye aç›k olmal›d›r.<br />
62
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Elias Riggs (1810-1901) <strong>ve</strong><br />
Osmanl›’da Amerikan Misyoner<br />
Faaliyetleri<br />
Mehmet Ali Do¤an<br />
24 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: T u b a n u r S a r a ç o ¤ l u<br />
Misyonerlik faaliyetlerinin h›zl› bir flekilde artt›¤›<br />
19. yüzy›l dünyas›nda, Osmanl› topraklar›nda, Avrupa<br />
<strong>ve</strong> Amerika menfleli birçok misyoner grup<br />
okul, hastane, kilise, matbaa açmak suretiyle faaliyet<br />
göstermifltir. “American Board of Commissioners<br />
for Foreign Missions (ABCFM) and ‘Nominal<br />
Christians’: Elias Riggs (1810-1901) and American<br />
Missionary Activities in the Ottoman Empire” bafll›kl›<br />
doktora tezi bu konuya odaklanan tezlerden<br />
biri. Mehmet Ali Do¤an’›n Utah Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde<br />
tamamlad›¤› tez, Osmanl›’da Amerika merkezli,<br />
özellikle Protestan misyonerlerin faaliyetlerini<br />
1810’da ABD’de kurulan American Board of Commissioners<br />
for Foreign Missions (ABCFM) adl› teflkilat<br />
<strong>ve</strong> Elias Riggs (1810-1901) adl› misyonerin hayat›<br />
özelinde incelemektedir.<br />
Tezde ön planda tutulan meseleler, Amerikal› misyonerlerin<br />
ABD d›fl›ndaki faaliyetlerinin nas›l bafllad›¤›,<br />
Elias Riggs’in faaliyetlerinin Osmanl› toplumundaki<br />
gruplar› nas›l etkiledi¤i, Riggs’i önemli k›-<br />
lan hususlar›n neler oldu¤u, materyal bas›m› <strong>ve</strong> da-<br />
¤›t›m›n›n ABD’li misyonerler için önemidir. Çal›flma<br />
s›ras›nda yurt içinden <strong>ve</strong> yurt d›fl›ndan birçok<br />
arfliv belgesi kullan›lm›flt›r. Elias Riggs’in günlü¤ü<br />
ile kendisi hakk›nda torunu taraf›ndan yaz›lan bir<br />
biyografi de tezin önemli kaynaklar›ndand›r.<br />
Tezde, birçok olay› tetikleyen önemli meselelerden<br />
biri olan sekülerizm gibi ak›mlar sonras›nda insanlar›n<br />
dine yönelmesi ile ortaya ç›kan dinin ikinci<br />
yeniden inflas› hareketine dikkat çekilmektedir.<br />
Binlerce insan›n bir araya gelerek ibadetler yap›p<br />
vaazlar dinledi¤i, bir müddet sonra ise bu cemaatlerin<br />
örgütlenerek yeni dinî hareketleri do¤urdu¤u<br />
gözlenmektedir. Dinin ikinci yeniden inflas›nda<br />
önemli bir baflka geliflme ise misyoner örgütlerin<br />
kurulmas›d›r. ABD’de kurulan, ilahiyat e¤itimi <strong>ve</strong>ren<br />
okullar ilk misyonerlerin yetiflti¤i önemli merkezler<br />
hâline gelir. ABD’nin co¤rafî aç›dan genifllemesi,<br />
göçler <strong>ve</strong> buna ba¤l› olarak geliflen nüfus hareketi<br />
kiliselerin hay›rse<strong>ve</strong>r cemaatleri kurmas›na<br />
neden olur. ABCFM teflkilat› da ABD’de <strong>ve</strong> di¤er<br />
toplumlarda ‹ncil’i yaymay› kendisine vazife edinen<br />
misyoner bir örgüt olarak ortaya ç›kar. ABD d›-<br />
fl›na misyoner yollayan ilk örgüt olan ABCFM, Yahudileri,<br />
Do¤u Hristiyanlar›n› <strong>ve</strong> Müslümanlar› hedef<br />
alarak faaliyetlerini sürdürmüfltür. Elias Riggs<br />
de bu örgütün bir mensubu olarak 69 sene Osmanl›’da<br />
misyonerlik yapm›flt›r.<br />
Do¤an’›n tespitlerine göre Elias Riggs, misyon<br />
okullar›nda ö¤retmenlik, misyon dergilerinde editörlük<br />
gibi vazifeler ifa eder. Dinî broflür ile Ermeni<br />
<strong>ve</strong> Yunan alfabesinde kitap bas›m› yapar. 69 sene<br />
gibi uzun bir süre misyonerlik yapmas› onu önemli<br />
k›lan hususlar›n bafl›ndad›r. Yirmiyi aflk›n dili vaaz<br />
<strong>ve</strong>recek <strong>ve</strong> çeviriler yapacak düzeyde konuflup<br />
yazabilmektedir. Dil bildi¤i için Yunan bölgesine<br />
gönderilmifl, Atina <strong>ve</strong> Argos’ta bulunmufltur. Daha<br />
63
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Mehmet Ali Do¤an’›n tespitlerine göre yirmiyi aflk›n<br />
dili vaaz <strong>ve</strong>recek, çeviriler yapacak düzeyde konuflup<br />
yazabilen <strong>ve</strong> 69 sene gibi uzun bir süre misyonerlik<br />
yapan Elias Riggs, misyon okullar›nda ö¤retmenlik,<br />
misyon dergilerinde editörlük gibi vazifeler ifa eder.<br />
sonra ‹zmir’e gönderilir. Osmanl› s›n›rlar› içindeki<br />
bütün dillerde ‹ncil basan, Malta’dan ‹zmir’e nakledilen<br />
misyon matbaas›nda 20 dil bilmesi dolay›-<br />
s›yla editör olarak çal›fl›r. 1852’de matbaa ‹zmir’den<br />
‹stanbul’a nakledilince Riggs de ‹stanbul’a<br />
gelir. Aile üyeleri aras›ndan da birçok misyoner yetiflmifl,<br />
Riggs ailesi uzun y›llar misyonerlik faaliyetlerinde<br />
bulunmufltur.<br />
Elias Riggs’in de içinde yer ald›¤› <strong>ve</strong> tezin konusunu<br />
teflkil eden ABCFM teflkilat› ilk misyonerlerini<br />
1820’de ABD d›fl›na gönderir. Teflkilat ulaflt›¤› yerlerde<br />
okullar, kolejler açar. Her misyonun bir merkezi<br />
vard›r <strong>ve</strong> bu merkezler de ‹stanbul’a ba¤l›d›r.<br />
Misyon istasyonlar› olarak adland›r›lan bu merkezlerde<br />
en az bir Amerikan misyonerin bulundu¤u<br />
kaydedilmektedir. Bir okul, bir kitapç›, bazen de bir<br />
hastanenin misyon merkezinde yer ald›¤› görülür.<br />
Bu istasyonlarda yetiflen kifliler ise daha küçük bölgelerdeki<br />
flubelerde faaliyet göstermektedirler.<br />
ABCFM, Do¤u Hristiyanlar›, özellikle Ermeniler<br />
aras›ndaki faaliyetleri güçlü olan bir örgüt. 1870 y›-<br />
l›ndan sonra Ermeniler <strong>ve</strong> baz› Rumlar için Anadolu’nun<br />
birçok bölgesinde kolejler aç›lm›flt›r. ‹lden<br />
ile ö¤renci portföyünün de¤iflti¤i gözlenen okullarda<br />
e¤itim ö¤retim dilinin de gelen ö¤rencilere göre<br />
farkl›l›k gösterdi¤i tespit edilmifltir. 1824’te ilk olarak<br />
Beyrut’ta aç›lan okullardan amaç, halka ulaflmak<br />
<strong>ve</strong> misyoner yetifltirmektir.<br />
Do¤an, Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun misyonerlik<br />
faaliyetlerini hiçbir zaman yasaklamad›¤› fakat denetimden<br />
geçirdi¤ine iflaret ederek özellikle Müslümanlara<br />
<strong>ve</strong> Hristiyanlar d›fl›ndaki gayrimüslimlere<br />
yönelik faaliyetlerin takibine dikkat edildi¤ini <strong>ve</strong><br />
bunlar›n zaman zaman yasakland›¤›n› belirtir. Abdülhamid<br />
döneminde e¤itim faaliyetlerinin bafllamas›<br />
misyoner okullar›yla birebir irtibatl›d›r. Bir<br />
Hristiyan mezhepten di¤erine geçifl problem de¤ildir;<br />
fakat bu gruplar d›fl›nda faaliyet gösterenlere<br />
birtak›m s›n›rlamalar getirilmifltir. Birinci Dünya<br />
Savafl›’ndan sonra birçok istasyon faaliyeti ask›ya<br />
al›nm›fl, Cumhuriyet’in ilk y›llar›nda misyonerlik<br />
faaliyetleri yasaklanm›flt›r. Daha önce misyoner<br />
okullar› olarak bilinen kolejler ise, 1930’dan sonra<br />
hay›rse<strong>ve</strong>r kifliler taraf›ndan aç›lan, Bat› tarz› e¤itim<br />
<strong>ve</strong>ren yabanc› okullar statüsündeki kurumlar olarak<br />
Türkiye’de varl›klar›n› devam ettirmektedir.<br />
Hülâsatü’l-Efkâr Gazetesi<br />
Merce¤inden Osmanl›’da<br />
Sosyo-Ekonomik Durum<br />
Mustafa Öztürk<br />
21 Haziran 2010<br />
De¤erlendirme: Osman Safa Bursal›<br />
Mustafa Öztürk ile 19. yüzy›l›n son çeyre¤inde Hülâsatü’l-Efkâr<br />
gazetesi ba¤lam›nda Osmanl›’n›n<br />
günlük yaflam›ndaki sosyal <strong>ve</strong> ekonomik geliflmeler<br />
üzerine tart›flt›k. “Hülâsatü’l-Efkâr Gazetesi <strong>ve</strong><br />
18<strong>73</strong>-1875 Aras› Osmanl› Devleti’nin Ekonomik <strong>ve</strong><br />
Sosyal Durumu” bafll›kl› yüksek lisans tezini Marmara<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde tamamlayan Öztürk tezinde,<br />
gazeteye yans›d›¤› kadar›yla sözkonusu y›llar dâhi-<br />
64
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Tarihin farkl› alt-dallar›nda araflt›rmalar yapanlar; özellikle sosyal<br />
<strong>ve</strong> ekonomik tarih üzerine çal›flanlar için en temel araflt›rma<br />
kaynaklar›ndan olan gazetelerin önemine binâen Osmanl› bas›n<br />
tarihine yer <strong>ve</strong>ren Öztürk’e göre, Tanzimat dönemini konu edinen<br />
çal›flmalarda, gazetelerin etkisini göz ard› etmemek gerekir.<br />
linde günlük hayatta ne gibi sosyal <strong>ve</strong> ekonomik geliflmeler<br />
yafland›¤›n› tespit <strong>ve</strong> analiz ediyor.<br />
Tarihin farkl› alt-dallar›nda araflt›rmalar yapanlar;<br />
özellikle sosyal <strong>ve</strong> ekonomik tarih üzerine çal›flanlar<br />
için en temel araflt›rma kaynaklar›ndan olan gazetelerin<br />
önemine binâen, tezde öncelikle Osmanl›<br />
bas›n tarihine yer <strong>ve</strong>riliyor. Öztürk’e göre, Tanzimat<br />
dönemini konu edinen çal›flmalarda, bilhassa<br />
1860 sonras› say›lar› artan gazetelerin etkisini göz<br />
ard› etmemek gerekir. Bu düflünceden hareketle<br />
Öztürk, dönemin gazetelerinden, 22 Haziran<br />
18<strong>73</strong>’te yay›na bafllayan, Hülâsatü’l-Efkâr gazetesini<br />
mercek alt›na al›yor tezinde.<br />
Bazen gün içinde iki kez bazen de cumartesi günleri<br />
yay›nlanmak suretiyle haftada alt› kez ç›kt›¤› tespit<br />
edilen gazete ilk 67 say›s›ndan sonra Matbuat<br />
‹daresi taraf›ndan kapat›l›yor, ancak k›sa bir süre<br />
sonra tekrar yay›n›na devam ediyor. Gazetenin yay›n<br />
hayat›na <strong>ve</strong>da etti¤i tarih ise 22 Temmuz 1874.<br />
135. say›s›yla kapanan gazetenin niçin kapat›ld›¤›-<br />
na dair ayr›nt›l› bir bilgi yoktur. Ayr›ca, gazetenin<br />
sahibi olarak görünen Antuan Efendi’nin kimli¤ine<br />
iliflkin gerek arflivde gerekse ikincil literatürde yap›-<br />
lan inceleme sonucunda da henüz bir bilgiye ulafl›-<br />
lamam›flt›r. Yaz› iflleri müdürü olarak zikredilen<br />
Lütfi Efendi d›fl›nda gazeteyi ç›karan <strong>ve</strong>ya haberleri<br />
yazan baflka bir isme ço¤u zaman rastlanmamaktad›r.<br />
Ancak isim yerine bazen haberi yazan kiflinin<br />
hangi sosyal pozisyonda bulundu¤unu gösteren<br />
ipucu say›lacak baz› ibarelerin kullan›ld›¤› görülmektedir.<br />
Dönemin di¤er birçok gazetesinde geniflçe<br />
yer <strong>ve</strong>rilen siyasî yahut fikrî tart›flmalar gazetede<br />
daha az yer almakta, ço¤unlukla günlük hayat› ilgilendiren<br />
haberler bulunmaktad›r. Gazete, misyonu<br />
itibariyle “tarik-i terakki”ye hizmet etmeye yönelik<br />
bir yay›n yapt›¤›n› deklare etmektedir. Öztürk’e göre<br />
bu do¤rultuda, günlük hayatta yaflanan problemler<br />
gündeme getirilerek yöneticilerin gereken<br />
düzenlemeleri yapmalar›, flartlar› iyilefltirmeleri<br />
hedefleniyor.<br />
Gazete genelde dört sayfa olarak ç›km›flt›r. ‹lk sayfada<br />
sarayla ilgili haberlere, devlet görevlilerinin<br />
yükselmelerine, önemli toplant›lara yer <strong>ve</strong>rilmifltir.<br />
‹kinci sayfa sosyal olaylara tahsis edilmiflken, üç <strong>ve</strong><br />
dördüncü sayfalarda reklamlar bulunmaktad›r. Gazetenin<br />
ilk say›lar›nda d›fl haberler de mevcuttur.<br />
Öztürk çal›flmas› ba¤lam›nda sosyal <strong>ve</strong> ekonomik<br />
haberler ile ulafl›ma iliflkin haberleri tarayarak,<br />
ikincil literatür eflli¤inde analiz etmektedir. Ulafl›mla<br />
ilgili haberlerde demiryollar›, ‹stanbul’daki<br />
flehir içi kara <strong>ve</strong> deniz ulafl›m›yla ilgili sorunlar›<br />
65
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
yans›tan haberler öne ç›kmaktad›r. Burada halk›n<br />
bu konudaki s›k›nt›lar›ndan <strong>ve</strong> meydana gelen kazalardan<br />
bahsedilmektedir.<br />
Öztürk, sosyal içerikli haberlerde öncelikle, e¤itim<br />
konusundaki düzenlemelere yer <strong>ve</strong>riyor. Ayr›ca<br />
edebî tart›flmalar, tercüme faaliyetleri gazete haberlerinden<br />
izlenebilmektedir. Yine bu dönemde gerçeklefltirilen<br />
okul <strong>ve</strong> hastane inflaatlar›, sa¤l›k hizmetleri<br />
konusunda karantina uygulamalar› s›kça<br />
haberlere konu olmaktad›r. Kad›nlar›n sosyal statüleri<br />
üzerine de baz› haberler göze çarpmaktad›r.<br />
Ekonomik alanda ise, özellikle k›tl›k <strong>ve</strong> buna ba¤l›<br />
ma¤duriyetlerin, ma¤durlara yap›lan yard›mlar›n<br />
yan›s›ra Osmanl› Devleti’ndeki genel malî s›k›nt›n›n<br />
günlük ekonomik hayata olan yans›malar› haberlerden<br />
takip edilebilmektedir. Zira Osmanl› Devleti bu<br />
y›llarda art›k borçlar›n› ödeyemeyece¤ini (moratoryum)<br />
alacakl›lar›na ilan etmifltir. Ancak ekonomik<br />
aç›dan böylesine dar bir durumda dahi yap›labilen<br />
yat›r›mlar gazetenin sayfalar›nda yer almaktad›r.<br />
Gazete hakk›nda daha önce yap›lan baz› de¤erlendirmeleri<br />
de elefltiren Öztürk’e göre, gazetenin kamuoyu<br />
oluflturmay› hedefleyen bir yay›n takip etti-<br />
¤ini; ancak bunu baflaramad›¤›n› iddia edenler detayl›<br />
bir analiz yapmadan bu sonuca ulaflm›fllard›r.<br />
Öte taraftan gazete salt ekonomik <strong>ve</strong> sosyal aç›lardan<br />
de¤il, siyasî, hukukî vb. aç›lardan da araflt›rmaya<br />
konu edilebilir.<br />
Türkiye’de Üni<strong>ve</strong>rsite: Dârülfünûn<br />
<strong>ve</strong> Edebiyat Fakültesi (1900-1923)<br />
Mustafa Selçuk<br />
19 Temmuz 2010<br />
De¤erlendirme: Cumhur Ersin Ad›güzel<br />
Mustafa Selçuk’un ‹stanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde tamamlad›¤›<br />
“‹stanbul Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi<br />
(1900-1923)” bafll›kl› doktora tezi çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
‹stanbul Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi özelinde<br />
Türkiye’de üni<strong>ve</strong>rsite mevzusu üzerine konufltuk.<br />
Tez, 23 y›ll›k süreçte (1900-1923) geçirdi¤i aflamalar,<br />
akademik kadrolar›, ders programlar›, ö¤rencileri<br />
<strong>ve</strong> bilimsel faaliyetleri ba¤lam›nda Türkiye’de<br />
ilk Dârülfünûn kurma teflebbüslerinden itibaren<br />
üni<strong>ve</strong>rsitenin flubeleri aras›nda yer alan Edebiyat<br />
Fakültesi’nin Türk kültür <strong>ve</strong> e¤itim hayat›na katk›-<br />
lar›n› incelemektedir.<br />
Genelde Türkiye’de üni<strong>ve</strong>rsite özelde Dârülfünûn<br />
çal›flman›n kaynaklar› üzerinde duran Selçuk’un<br />
bafll›ca kaynaklar›, Maârif-i Umûmiye Nezâreti <strong>ve</strong><br />
bu nezarete ba¤l› olan Tedrisât-› Âliye Dairesi kay›tlar›,<br />
Meclis-i Müderrisîn zab›tlar›, ‹radeler <strong>ve</strong> Dârülfünûn<br />
talebe rehberleridir. Bu kaynaklardan<br />
Tedrisât-› Âliye kay›tlar›, bir hocan›n göre<strong>ve</strong> bafllama<br />
tarihinden, <strong>ve</strong>rdi¤i dilekçelere kadar tüm evraklar›<br />
ihtiva etti¤inden; Meclis-i Müderrisîn zab›tlar›<br />
fakülte hakk›nda al›nan kararlar› gösterdi¤inden;<br />
talebe rehberleri ise ö¤renci hakk›nda oldukça zengin<br />
malzeme sundu¤undan konu ile ilgili bafll›ca<br />
kaynaklar› teflkil etmektedir.<br />
66
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi’nin e¤itim-ö¤retim faaliyetleri,<br />
teflkilat yap›s› gibi konulara de¤inen Mustafa Selçuk’a göre ilk<br />
kuruldu¤u dönemlerde fakültenin pek de istikrarl› görünmeyen<br />
bir manzara çizmesi, esas›nda sa¤l›kl› iflleyen bir ortaö¤retim<br />
sisteminin bulunmay›fl›ndan kaynaklanmaktad›r.<br />
Dârülfünûn Edebiyat Fakültesi’nin e¤itim-ö¤retim<br />
faaliyetleri, hocalar› <strong>ve</strong> mezun olan ö¤rencileri üzerinde<br />
duran tez, fakültenin teflkilat yap›s›na <strong>ve</strong> çeflitli<br />
aral›klarla idarî iflleyiflindeki de¤iflikliklere de<br />
yer <strong>ve</strong>rmektir. Di¤er taraftan ilk kuruldu¤u dönemlerde<br />
Dârülfünûn’un pek de istikrarl› görünmeyen<br />
bir manzara çizdi¤ini ortaya koymakta <strong>ve</strong> bu durumun<br />
esas›nda sa¤l›kl› iflleyen bir ortaö¤retim sisteminin<br />
bulunmay›fl›ndan kaynakland›¤›n› tespit etmektedir.<br />
Sonraki y›llarda, özellikle savafl y›llar› <strong>ve</strong><br />
mütareke döneminde mezun say›s›nda önceki y›llara<br />
göre bariz düflüfller görülmüfltür, hatta 1917 <strong>ve</strong><br />
1918’de Edebiyat Fakültesi hiç mezun <strong>ve</strong>rememifltir.<br />
Fakülte mezunlar› ise genellikle çeflitli devlet<br />
kademelerinde görev almaktayd›.<br />
Daha önce üç y›l okunarak mezun olunan Edebiyat<br />
Fakültesi’nde e¤itim 1902’de iki y›la indirilmifltir.<br />
Aç›k bir kay›t yoksa da ders programlar›nda yap›-<br />
lan de¤ifliklik <strong>ve</strong> düzenlemeler 1908-1909’dan itibaren<br />
e¤itimin üç y›la ç›kar›ld›¤›na dair ipuçlar›<br />
<strong>ve</strong>rmektedir. 1910’lu y›llar›n sonuna do¤ru M. Fuad<br />
Köprülü, Ziya Gökalp, M. Ali Aynî, ‹smail Hakk›<br />
Uzunçarfl›l› gibi hocalar kadroya al›nm›flt›r. Ayr›ca<br />
bu dönemde baz› Alman hocalar da istihdam edilmiflse<br />
de, hepsi iki y›l kadar sonra ülkelerine dönmüfltür.<br />
Fakültenin e¤itim <strong>ve</strong> iflleyiflinde Alman etkisi<br />
görülmektedir. Alman yüksek ö¤retim sisteminde<br />
uygulanan konferans sistemi, serbest defter,<br />
tatbikat fleklinde uygulamalar Edebiyat Fakültesi’nde<br />
de uygulanm›flt›r. Edebiyat Fakültesi<br />
1915’te Felsefe, Edebiyat <strong>ve</strong> Tarih-Co¤rafya olarak<br />
üç bölüme ayr›lm›flt›r. ‹nâs Dârülfünûnu 1915’te<br />
aç›lm›fl <strong>ve</strong> 1919’da kapat›lm›fl; 1919’dan 1922’ye<br />
kadar sabahtan ö¤lene kadar erkekler, ö¤leden<br />
sonra ise k›zlar ö¤renim görmüfltür.<br />
Ondokuzuncu Yüzy›l Osmanl›<br />
Irak’›nda “fiiili¤in Yükselifli”<br />
Faruk Yaslݍimen<br />
2 A¤ustos 2010<br />
De¤erlendirme: M . T a l h a Ç i ç e k<br />
Münih-Ludwig Maximilian Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde doktora<br />
ö¤rencisi olan Faruk Yasl›çimen, Bilkent Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
Tarih Bölümü’nde tamamlad›¤› “Sunnism<br />
Versus Shi’ism Rise of The Shi’i Politics and of The<br />
Ottoman Apprehension in Late Nineteenth Century<br />
Iraq” bafll›kl› yüksek lisans tezinde Irak bölgesinde<br />
“fiiili¤in yükselifli” söyleminin neye tekabül<br />
67
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Irak’taki fiiilerin durumu hakk›nda literatürdeki baz› temel<br />
kabulleri tart›flmaya açan Faruk Yasl›çimen, bu ba¤lamda fiiilerin<br />
Irak’la olan ba¤lant›s›n›n <strong>ve</strong> fiii yay›lmas› söyleminin nas›l<br />
anlafl›lmas› gerekti¤ine dair ‹ngiliz <strong>ve</strong> Osmanl› arflivlerinde<br />
yapt›¤› araflt›rmalar neticesinde vard›¤› sonuçlar› aktard›.<br />
etti¤inin yan›s›ra Irak’ta yaflayan fiiilerin ayn› bölgede<br />
yaflayan Sünniler <strong>ve</strong> Osmanl› idarecileri ile<br />
olan karmafl›k iliflikler a¤›n›n izini sürüyor.<br />
‹lk olarak, 19. yüzy›l›n ikinci yar›s›na kadar, gelenekselleflti¤i<br />
varsay›lan Osmanl› ‹mparatorlu¤u’nun<br />
Irak politikas›n› ele alan Yasl›çimen, bu politikan›n<br />
19. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan itibaren, bilhassa son<br />
çeyre¤inde, yaflanan de¤iflimi anlamak <strong>ve</strong> anlamland›rmak<br />
aç›s›ndan oldukça önemli oldu¤una iflaret<br />
etmektedir. Yasl›çimen’in ifade etti¤i üzere bu<br />
konuda, böyle bir geleneksel politika oldu¤una dair<br />
devlet <strong>ve</strong>sikalar›nda aç›kça belirtilmifl bir fikre rastlanmamaktad›r.<br />
‹kinci olarak, Irak’taki fiiilerin durumu hakk›nda literatürdeki<br />
baz› temel kabulleri tart›flmaya açan<br />
Yasl›çimen, bu ba¤lamda bir taraftan fiiilerin Irak’la<br />
olan ba¤lant›s›n› di¤er taraftan da fiii yay›lmas› söyleminin<br />
nas›l anlafl›lmas› gerekti¤ine dair ‹ngiliz <strong>ve</strong><br />
Osmanl› arflivlerinde yapt›¤› araflt›rmalar neticesinde<br />
vard›¤› sonuçlar› dinleyicilerle paylaflt›.<br />
Yitzhak Nakash, Meir Litvak, Gökhan Çetinsaya gibi<br />
Irak fiiili¤i üzerine çal›flm›fl akademisyenlerin<br />
tezlerini de de¤erlendiren konuflmac›, bu yazarlar›n<br />
Osmanl› merkezileflmesinin Bedevi-fiii kabileler<br />
üzerindeki tesirine <strong>ve</strong> Irak’ta fiii yay›lmas›na dair<br />
vard›klar› sonuçlar›n, kendi çal›flmas› penceresinden<br />
bak›ld›¤›nda k›smen do¤ru olabilece¤ini ifade<br />
etti.<br />
Akabinde, Osmanl›lar›n varl›¤›ndan flüphe etmedikleri<br />
fiii yay›lmas› karfl›s›nda ald›klar› tedbirlerin<br />
neler oldu¤unu anlatan Yasl›çimen, buna müteakip<br />
belgeler <strong>ve</strong> mevcut bilgiler el<strong>ve</strong>rdi¤i ölçüde Irak’ta<br />
fiiiler ile Sünniler aras›ndaki toplumsal iliflkilere de-<br />
¤indi. Son olarak, Osmanl› devletinin fiiilere karfl›<br />
kulland›¤› resmî söylem ile fiilî muamelesi aras›nda<br />
ayr›m yap›lmas› gerekti¤i sonucuna ulaflan Yasl›çimen’e<br />
göre, Osmanl›lar›n fiiileri “potansiyel olarak<br />
sadakatsiz” gördükleri, hatta fiiilerin kendilerine<br />
karfl› düflman olduklar›n› düflündükleri do¤rudur.<br />
Lâkin bu türden kanaatler genellikle Osmanl› tebaas›<br />
olmayan fiiiler için geçerlidir.<br />
fiii sorununun varl›¤›n› zaman içinde de¤iflen Osmanl›<br />
bürokratik zihniyetine borçlu oldu¤u gerçe¤i<br />
göz ard› edilmemekle birlikte fiii sorunu üzerinden<br />
kurulan bütün bu söylemin “hayalî bir kurgu” oldu-<br />
¤unu iddia etmek de mümkün de¤ildir. Bu konuda<br />
dikkate de¤er en temel husus, “rakamlar›n› bilmesek<br />
de fiiilik yay›lm›fl olmal› ama as›l önemlisi fiiili-<br />
¤in artan tesiri <strong>ve</strong> zaten say›ca fazla olan fiiilerin siyaseten<br />
bir anlam ifade etmeye bafllamas›d›r”.<br />
68
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Raif Kaplano¤lu, hem siyasî iradeyi etkilemede hem de flehrin<br />
do¤al zenginliklerini korumada en önemli unsur olarak<br />
karfl›m›za ç›kan yerel bilinci <strong>ve</strong> bu bilincin inflas›nda yerel<br />
tarihçilerin rolünü Bursa örne¤i üzerinden de¤erlendirdi.<br />
TAM Sohbet<br />
Yerel Tarihçilerle Bulufluyoruz 4<br />
Bir Ömür Bursa Tarihi<br />
Raif Kaplano¤lu<br />
31 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: M u s t a f a Ö z t ü r k<br />
Son dönemde yapt›¤› çal›flmalarla Bursa flehir tarihi<br />
alan›nda dikkate de¤er ürünler ortaya koyan Raif<br />
Kaplano¤lu ile yapt›¤›m›z sohbet, gerek tarih ilmiyle<br />
u¤raflanlara gerekse de farkl› disiplinlerde<br />
çal›flanlara önemli bir bak›fl aç›s› sundu. Kaplano¤lu<br />
bir flehrin tarihini yazmak için yerel bilincin ne<br />
kadar önemli oldu¤una de¤indi. Çünkü yerel bilinç,<br />
hem siyasî iradeyi etkilemede hem de flehrin<br />
do¤al zenginliklerini korumada en önemli unsur<br />
olarak karfl›m›za ç›kmaktad›r. Bu bilincin sa¤lanmas›nda<br />
ise yerel tarihçilerin rolü önemlidir. Kaplano¤lu,<br />
son dönemde Bursa’da tarihî eserlere belediyelerin<br />
gösterdi¤i ilgiyi yerel bilince ba¤lamakta<br />
<strong>ve</strong> flehrin bu anlamda önemli bir örnek teflkil etti¤ini<br />
söylemektedir.<br />
Raif Kaplano¤lu 1958 Bursa Orhangazi do¤umlu.<br />
‹lk <strong>ve</strong> orta ö¤renimini Orhangazi’de, yüksek okulu<br />
Bursa E¤itim Enstitüsü’nde tamamlad›ktan sonra<br />
‹stanbul’da 1979-1985 y›llar› aras›nda çeflitli liselerde<br />
tarih ö¤retmenli¤i yapar. Ayr›ca ‹stanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde<br />
Tarih Bölümü’nde lisans e¤itimini tamamlar.<br />
Bir dönem genel tarih üzerine çal›flmalar<br />
yapt›ktan sonra flehir tarihine yönelir <strong>ve</strong> çabas›n›<br />
Bursa üzerine yo¤unlaflt›r›r.<br />
Bursa Araflt›rmalar› Vakf› <strong>ve</strong> Avrasya Etnografya<br />
Vakf›’n›n kurucular›ndan Kaplano¤lu, bu vak›flar<br />
sayesinde irtibat kurdu¤u akademisyenlerle ortak<br />
çal›flmalar da yürütüyor. Özellikle Bursa Araflt›rmalar›<br />
Vakf›, büyük hedeflerle yola ç›km›fl. Bursa’n›n<br />
en zenginlerini kurucu üye olarak bünyesinde bar›nd›ran<br />
vak›f, Bursa tarihi üzerine çok önemli çal›flmalar<br />
gerçeklefltirmektedir. Örne¤in vak›f taraf›ndan<br />
bir kent müzesi kurulmufltur. Müze, Türkiye’de<br />
kurulan ilk kent müzesi olma özelli¤ini tafl›-<br />
maktad›r. Kaplano¤lu’na göre flehir alg›s›n›n ortaya<br />
ç›kmas›, tarihî <strong>ve</strong> kültürel miras› bünyesinde bar›nd›ran<br />
kent müzeleriyle olacakt›r.<br />
Kaplano¤lu, 1994 y›l›nda en önemli çal›flmalar›ndan<br />
biri olarak de¤erlendirdi¤i Osmanl›’n›n kurulufluna<br />
dair araflt›rmalar›n›, Halil ‹nalc›k hocayla bir-<br />
69
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
likte yürütmeye bafllar. 6 y›l süren faaliyette tarihî<br />
bilgilerle topo¤rafik <strong>ve</strong>rileri bir araya getirerek, Afl›kpaflazâde’nin<br />
eserinde zikredilen yerleflim yerlerini<br />
tespit eder. Ayr›ca arkeolojik kaz›lar da yaparak, kurulufl<br />
döneminin toprak alt›nda kalm›fl eserlerini<br />
gün yüzüne ç›kartmaya çal›flmaktad›r. Bu çal›flmalar<br />
Avrasya Etnografya Vakf› Yay›nlar› taraf›ndan<br />
2000 y›l›nda Osmanl› Devleti’nin Kuruluflu ad›yla <strong>ve</strong><br />
Halil ‹nalc›k’›n girifl yaz›s›yla yay›nlanm›flt›r.<br />
Bursa’n›n dününü gün yüzüne ç›kart›p bugününü<br />
yeniden infla etme ad›na flehrin kültür envanterini<br />
yapan <strong>ve</strong> bu minvalde Bursa Yer Adlar› Ansiklopedi’sini,<br />
Bursa An›tlar Ansiklopedisi’ni, Bursal› fiair<br />
Yazarlar <strong>ve</strong> Ünlüler Ansiklopedisi’ni yay›nlayan<br />
Kaplano¤lu, ayr›ca Bursa ekseninde Cumhuriyet’in<br />
ilk y›llar›ndaki mübadeleye dair araflt›rmalar›n›<br />
Bursa’da Mübadele (1923-1930 Yunanistan Göçmenleri)<br />
ad›yla kitaplaflt›rm›flt›r.<br />
Konuflmas›nda flehir tarihi çal›flmalar› için önemli<br />
kaynak türlerine de yer <strong>ve</strong>ren Kaplano¤lu, Bursa örne¤i<br />
üzerinden di¤er flehir tarihi çal›flmalar› için yol<br />
gösterici bilgileri bizlerle paylaflt›. Kendi araflt›rmalar›nda<br />
özellikle salnâmeler çok önemli bir yer tutuyor.<br />
Kaplano¤lu’na göre maliye ile ilgili çal›flmalarda,<br />
bütçeleri ihtiva etmesinden dolay› vilayet zab›tlar›<br />
dikkate de¤er <strong>ve</strong>riler sunmaktad›r. fiehir tarihi<br />
için önemli bir di¤er kaynak ise temettuat defterleridir.<br />
Bununla birlikte bir flehrin tarihine daha iyi<br />
nüfuz edebilmenin yolu sözlü tarih çal›flmalar›ndan<br />
geçmektedir.<br />
Bir Osmanl› Taflras›<br />
Di¤erine Bak›yor:<br />
Beyrut Bas›n›nda Balkan Krizi,<br />
1876-1908<br />
Abdul Rahim Abu-Husayn<br />
2 Haziran 2010<br />
De¤erlendirme: Z . T u b a K o r<br />
Osmanl› tarihi denince akl›m›za payitaht›n merkezi<br />
‹stanbul gelir hep. Osmanl› tarihçileri ço¤unlukla<br />
ya merkeze odaklan›r ya da merkezden taflraya<br />
<strong>ve</strong>ya taflradan merkeze bakar. Bu aç›dan Beyrut<br />
Amerikan Üni<strong>ve</strong>rsitesi Tarih <strong>ve</strong> Arkeoloji Bölümü<br />
Baflkan› Prof. Abdul Rahim Abu-Husayn’›n, Balkanlarda<br />
yaflanan krizlerin Beyrut bas›n›na nas›l<br />
yans›d›¤›na dair konuflmas› farkl› bir perspektif<br />
sundu bize; çok az bilinen bir konuya, bir Osmanl›<br />
taflras›n›n di¤erine bak›fl›na <strong>ve</strong> dolayl› olarak Beyrut/Lübnanl›lar›n<br />
emperyal merkezi alg›lamas›na<br />
›fl›k tuttu. Abu-Husayn, Osmanl› <strong>ve</strong> Arap-‹slâm tarihi<br />
alan›nda, özellikle de Bilâd-i fiam bölgesi konusunda<br />
uzman akademisyenlerden.<br />
Bu çal›flmas› için Abu-Husayn, 1870’lerde yay›n hayat›na<br />
bafllayan flu dört bas›n organ›n› seçerek iki<br />
meflrutiyet aras› dönemdeki (1876-1908) yay›nlar›-<br />
n› incelemifl: Katolik Cizvitlerce kurulan <strong>ve</strong> Fransa’ya<br />
yak›n duran dinî e¤ilimli el-Beflîr gazetesi;<br />
Beyrut’un önde gelenlerinden fieyh Abdülkadir el-<br />
Kabbanî öncülü¤ünde yerel Sünni bir grup taraf›ndan<br />
kurulan dinî e¤ilimli Semerâtu’l-Fünûn gazete-<br />
70
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Abdul Rahim Abu-Husayn’a göre Beyrut bas›n›n›n<br />
Balkanlardaki krize yönelik de¤erlendirmeleri ideolojik<br />
arkaplanlar› <strong>ve</strong> bölgeye iliflkin bilgileri sebebiyle farkl›<br />
olsa da; Beyrut bas›n› özünde ayr›l›kç› de¤il, Osmanl›c›d›r.<br />
si; Lübnan’›n en önemli entelektüellerinden Butros<br />
el-Bustanî taraf›ndan kurulan seküler çizgideki<br />
siyasî dergi el-Cinân; el-Cinân ile ayn› entelektüel<br />
gelenekten gelen Halil Serkis’in kurdu¤u <strong>ve</strong> 1976<br />
Lübnan ‹ç Savafl›’na kadar yay›n hayat›na devam<br />
eden seküler çizgideki Lisânu’l-Hâl gazetesi.<br />
Abu-Husayn Balkanlardaki krizler hakk›nda Beyrut<br />
bas›n›nda, ideolojik arkaplanlar› <strong>ve</strong> bölgeye iliflkin<br />
bilgilerine paralel olarak farkl› de¤erlendirmelerin<br />
sözkonusu oldu¤unu belirtti. Buna göre, dinî e¤ilimli<br />
Semerâtu’l-Fünûn ile el-Beflîr, sadece d›fl bas›nda<br />
ç›kan haber <strong>ve</strong> yorumlar›n tercümesiyle yetinirken;<br />
seküler çizgideki el-Cinân ile Lisânu’l-Hâl<br />
ise sosyal <strong>ve</strong> siyasî meseleleri derinlemesine inceliyor,<br />
Osmanl›’n›n Balkan krizlerini ele al›fl biçimini<br />
de¤erlendirip çözüm tekliflerinde bulunuyordu. Bu<br />
nedenle Abu-Husayn’›n konuflmas›n›n oda¤›nda s›k<br />
s›k al›nt›lar yapt›¤› el-Cinân <strong>ve</strong> Lisânu’l-Hâl vard›.<br />
Peki, Balkan meselesi nas›l yans›d› Beyrut bas›n›na<br />
Bustanî <strong>ve</strong> Serkis, sahibi olduklar› dergi <strong>ve</strong> gazetelerdeki<br />
yaz›lar›nda genel olarak Balkanlara karfl›<br />
elefltirel yorumlar›yla dikkat çektiler. Buradaki ayaklanmalar<br />
Osmanl›’n›n siyasî, iktisadî <strong>ve</strong> askerî gücünü<br />
k›rd›¤› için imparatorlu¤un di¤er bölgelerindeki<br />
problemlerden dolay› da Balkan halklar›n› suçlad›-<br />
lar. Hatta onlara göre Balkan halkalar›n›n ço¤u devlete<br />
ihanet ediyordu, do¤u eyaletleri ise sad›kt›.<br />
Bafllang›çta Balkanlardaki kronik sorunlar› Osmanl›’n›n<br />
modernleflme probleminin bir sonucu<br />
olarak görüp çat›flmalar›n önlenebilmesi <strong>ve</strong> bölgenin<br />
sisteme entegre edilebilmesi için s›k s›k sosyal<br />
<strong>ve</strong> idarî reform ça¤r›s›nda bulundular. Özellikle el-<br />
Cinân, hem Balkanlardaki hem de Suriye bölgesindeki<br />
problemlerin çözümü <strong>ve</strong> farkl› mezheplerin<br />
entegrasyonu için Osmanl›c›l›¤› <strong>ve</strong> 1856 Islahat<br />
Ferman›’ndaki “bütün dinlerin eflitli¤i prensibi”ni<br />
uygun bir zemin olarak savundu. Ancak Osmanl›’n›n<br />
isyanlar› baflar›yla bast›rmas›na ra¤men Avrupal›lar›n<br />
müdahalesiyle topraklar›n› isyanc›lara<br />
<strong>ve</strong>rmek zorunda kalmas› karfl›s›nda Bustanî, reformlar›n<br />
yetmedi¤i, uluslararas› konjonktürün de<br />
uygun olmas› gerekti¤i sonucuna vard›. Serkis de<br />
Osmanl›’n›n yaflad›¤› problemlerden <strong>ve</strong> reform çabalar›n›n<br />
baflar›s›zl›¤a u¤ramas›ndan dolay› Balkan<br />
Hristiyanlar›n› suçlad›; yaflananlar›n, Müslümanlar<br />
ile Hristiyanlar aras›ndaki dinî bir çat›flma<br />
de¤il, baz› Hristiyan milletlerin devlet içinde kendi<br />
kadim geleneklerini canland›rma çabas›n›n bir sonucu<br />
oldu¤una dikkat çekti. Avrupal›lar›n Balkanlarda<br />
Osmanl›’n›n iç ifllerine müdahalesinden duyduklar›<br />
rahats›zl›klar› da s›k s›k dile getirdiler.<br />
71
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Öte yandan Balkanlarda savafl ihtimalinin artt›¤›n›<br />
hisseden Beyrut bas›n› meselelerin bar›flç›l <strong>ve</strong> diplomatik<br />
yollarla çözülmesi için ça¤r›lar yapt›. Serkis<br />
bir makalesinde (1908), gerekti¤i takdirde sadece<br />
Suriye Hristiyanlar›n›n de¤il, Kuzey <strong>ve</strong> Güney Amerika’daki<br />
binlerce Lübnanl› göçmenin de gelip Osmanl›<br />
ordusu saflar›nda savaflmaya haz›r oldu¤unu<br />
yazd›. Yine 1908’de Bosna-Hersek’in Avusturya-<br />
Macaristan taraf›ndan ilhak› üzerine bafllat›lan<br />
Avusturya mallar›na boykot ça¤r›s›na el-Beflîr d›-<br />
fl›ndaki bas›n tam destek <strong>ve</strong>rdi.<br />
Abu-Husayn bu dönemde Beyrut bas›n›n›n ayr›l›kç›<br />
de¤il Osmanl›c› oldu¤unu özellikle vurgulad›.<br />
Ona göre bunun en iyi göstergesi, Balkanlarda yaflanan<br />
krizleri ele al›fl tarzlar›. Çünkü “E¤er Hristiyan<br />
Beyrut bas›n› milliyetçi karakterde <strong>ve</strong>ya Osmanl›c›l›¤a<br />
mesafeli olsayd›, en az›ndan Balkan<br />
krizlerindeki duruflu farkl› olur, Balkanlardaki milliyetçi<br />
hareketlere <strong>ve</strong> Hristiyan kardefllerine sempati<br />
duyarlard›”. Özellikle Bustanî <strong>ve</strong> Serkis’in Balkanlardaki<br />
krizler hakk›ndaki yaz›lar›ndan hareketle (ki<br />
bu entelektüel gelenek ‹stanbul’a tam ba¤l›yd›)<br />
Abu-Husayn, art›k günümüz tarihçilerinin “Osmanl›<br />
Hristiyanlar›, Müslümanlara göre daha az<br />
Osmanl›c› <strong>ve</strong> daha fazla milliyetçiydi; Bat›l› ideallere<br />
çok daha aç›k <strong>ve</strong> Bat› medeniyetinin büyüsüne<br />
daha fazla kap›lm›flt›” fleklindeki faraziyelerini gözden<br />
geçirme zaman›n›n geldi¤ini vurgulayarak konuflmas›n›<br />
tamamlad›.<br />
De¤iflen Dünya De¤iflen Tasavvur:<br />
Kanada’da ‹slâm-Osmanl›<br />
Medeniyeti’nde Felsefe <strong>ve</strong> <strong>Bilim</strong><br />
Tarihi Çal›flmalar›<br />
‹hsan Fazl›o¤lu<br />
17 Temmuz 2010<br />
De¤erlendirme: C a h i d fi e n e l<br />
‹lginin do¤as›n› amaç belirler!<br />
‹ki y›ld›r Kanada McGill Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde çal›flmalar›n›<br />
sürdüren ‹stanbul Üni<strong>ve</strong>rsitesi Felsefe Bölümü<br />
ö¤retim üyesi ‹hsan Fazl›o¤lu, Türkiye ziyareti<br />
s›ras›nda kalabal›k bir dinleyici kitlesiyle sohbet etti.<br />
Genel olarak Bat›’da özelde ise Kanada’da felsefe<br />
<strong>ve</strong> bilim tarihi araflt›rmalar› hakk›nda bireysel deneyimleri<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde flahsî kanaatlerini dinleyicilerle<br />
paylaflt›. Fazl›o¤lu özetle flunlar› aktard›:<br />
Birinin bir baflkas›n› merak›, tan›ma iste¤i <strong>ve</strong> bu<br />
yöndeki çabas›n›n alt›nda yatan nedir <strong>ve</strong> bu ba¤lamda<br />
oryantalistler nerede durmaktad›r ‹lk oryantalist<br />
çal›flmalar denilince Frans›z hariciyesinin<br />
bir görevlisi olan Guillaume Postel’in ad›n› anmak<br />
gerekir. Postel <strong>ve</strong> ard›llar›n›n amac› o dönemde<br />
“güçlü olan› tan›mak” <strong>ve</strong> bu güçlü organizasyonun<br />
temellerini araflt›rmakt›. ‹lk Do¤u-Bat› iliflkisi (her<br />
ne kadar Do¤u-Bat› kavramsallaflt›rmas› sorunluysa<br />
da) güçlüyü tan›mak üzerinden kurulur. Osmanl›’n›n<br />
Bat› karfl›s›nda ateflli gücü yitirdi¤i ikinci aflamada<br />
Bat›’n›n tavr› “yönetme <strong>ve</strong> kontrol etmeye”<br />
evrilmifltir; buna Napolyon’un M›s›r üzerine yapt›r-<br />
72
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Genel olarak Bat›’da özelde ise Kanada’da felsefe <strong>ve</strong> bilim tarihi<br />
araflt›rmalar› hakk›nda bireysel deneyimleri çerçe<strong>ve</strong>sinde flahsî<br />
kanaatlerini dinleyicilerle paylaflan ‹hsan Fazl›o¤lu’nun iflaret<br />
etti¤i üzere ilginin do¤as›n› amaç belirlemektedir.<br />
d›¤› çal›flmalar örnek olarak <strong>ve</strong>rilebilir. ‹lginin do-<br />
¤as›n› amaç belirlemektedir. Amaç de¤ifltikçe ilginin<br />
do¤as› da de¤iflmektedir <strong>ve</strong> bu da eserlere yans›maktad›r.<br />
Birinci Dünya Savafl› sonras›nda “ilgi,<br />
ortaya ç›kan yeni durumu kontrol etmek” üzerinden<br />
iflliyor. 1800’lerin sonunda bafllamakla birlikte<br />
Birinci Dünya Savafl› sonras› Do¤u’daki araflt›rmac›lar<br />
da “Bat›l› tarzda” Do¤u araflt›rmalar›na yöneliyorlar.<br />
Fakat birço¤unun maksad› “Bat› Dünyas›-<br />
n›n, ‹slâm medeniyet perspektifini de¤ifltirme<br />
amaçl›” yeni bir perspektif gelifltirmek. ‹kinci Dünya<br />
Savafl› sonras› Bat›’ya göç eden Do¤u kökenli ailelerin<br />
çocuklar›n›n bu araflt›rmalara (oryantalist<br />
çal›flmalara) dâhil olmas› da bir baflka önemli faktördür.<br />
Buradan itibaren üç tür araflt›rmac› profili gözlemlenmektedir:<br />
1. Bat›l› oryantalistler.<br />
2. Bat› metodolojisini kullanan Do¤ulu araflt›rmac›lar.<br />
3. Bat›’da do¤up büyümüfl <strong>ve</strong> kendi kültürlerinden<br />
uzak yetiflen araflt›rmac›lar. Bu kategoridekiler<br />
ya kendilerini tamamen Bat› ya da<br />
medeniyet mensubiyeti bak›m›ndan kendisini<br />
Do¤u içinde görüp Bat›’n›n kendi içinden<br />
yapt›klar› çal›flmalara dâhil oluyorlar. Bu<br />
ikinci gruptakiler zamanla objektif bir yaklafl›m<br />
gelifltirmifllerdir; buna pek çok örnek<br />
<strong>ve</strong>rmek mümkündür. Özellikle 1950’lerden<br />
(1957) sonra Do¤u kökenli araflt›rmac›lardan<br />
etkilenerek Edward Kennedy “saf entelektüel<br />
kayg›yla” araflt›rmalarda bulunmufl, Bat›l›<br />
anlamda objektif çal›flma tarz›yla ifl görmüfl,<br />
elden geldi¤ince dine bir faktör olarak dikkat<br />
etmifl <strong>ve</strong> bir ekol de oluflturmufltur. Dimitri<br />
Gutas ise ‹slâm düflünce gelene¤inin inflas›nda,<br />
entelektüel çal›flmalarda dinin bir faktör<br />
olarak al›nmas›na karfl› dikkatlidir.<br />
11 Eylül sonras› Bat› Dünyas›ndaki ‹slâm medeniyetine<br />
yönelik araflt›rmalar bir tür “medeniyet sorgulamas›”na<br />
dönüflmüfltür <strong>ve</strong> bu medeniyet sorgulamas›nda<br />
iki tür alg›ya rastlamak mümkündür:<br />
1. Frans›z merkezli bir grup araflt›rmac›n›n “‹slâm<br />
medeniyeti rasyonel bir perspektif gelifltirmifl<br />
midir, bu rasyonalite bugüne tafl›nm›fl<br />
m›d›r <strong>ve</strong> bugün ortaya ç›kan geliflmeler bu<br />
rasyonalitenin neresine düfler” sorular› etraf›nda<br />
<strong>ve</strong>rdikleri cevaplardaki temel tezleri ‹slâm<br />
medeniyetinin bu tarz bir rasyonileteyi<br />
gelifltirmedi¤i yönündedir. 19. yüzy›l oryantalizmi,<br />
‹slâm medeniyetini Antik miras› al›p oldu¤u<br />
gibi Bat›’ya aktaran bir “postac›” olarak<br />
görmüfltür.<br />
2. ‹kinci yaklafl›m ise ‹slâm medeniyetinin her<br />
aç›dan özgün bir yere sahip oldu¤unu ileri süren<br />
bir grup araflt›rmac›n›n fikrine dayan›r.<br />
Felsefede Dimitri Gutas, <strong>Bilim</strong> Tarihinde Columbia<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nden George Saliba <strong>ve</strong> Ahmed<br />
Dallal ile Jamil Ragep’in ismi an›labilir.<br />
‹kinci Dünya Savafl› sonras›nda ortaya ç›kan bir<br />
baflka yaklafl›m tarz› da Bat› kökenli bilim tarihçilerinin<br />
‹slâm medeniyetinde üç etnik yap›y› öne ç›-<br />
karmalar›d›r: Arap, Türk <strong>ve</strong> Fars. Son zamanlarda<br />
ise Berberî <strong>ve</strong> Kürt etnisitesi de ön plana ç›kar›l›yor.<br />
<strong>73</strong>
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Yine Bat›’da özellikle Farslar ayr›cal›kl› bir yere sahiptir.<br />
Fârisîlerin Aryan ›rk›na mensup olmalar›n›n<br />
bunda etkin oldu¤u düflünülebilir; ayr›ca “Fars Akl›”<br />
<strong>ve</strong> “Fars Medeniyeti” terkipleri Bat›l›lar aç›s›ndan<br />
kula¤a hofl gelen ifade flekilleridir. Arap kültürü<br />
ise “daha köfleli” ifadelerle <strong>ve</strong> daha sert bir flekilde<br />
dile getiriliyor. Türkler ise ‹slâm’›n organik bir üyesi<br />
gibi ele al›nm›yor. Türkler ya d›flar›dan gelen,<br />
Arap <strong>ve</strong> Fars kültürünü bozan yabanc› bir güç olarak<br />
görülüyor ya da sanki Müslüman de¤ilmifl gibi<br />
bir anlay›flla ele al›n›yor.<br />
Bat›’da ‹slâm felsefe-bilim araflt›rmalar› ço¤unlukla<br />
Ortado¤u Araflt›rma Merkezlerinde (Middle East<br />
Studies) yap›l›yor <strong>ve</strong> bu da baflka problemleri bar›nd›r›yor.<br />
Buradaki çal›flmalar genelde iki temayülü<br />
içeriyor:<br />
1. ‹slâm felsefe-bilim birikimini Yunan’a indirgeme<br />
çabas› içinde bulunanlar.<br />
2. Bat› felsefe-bilim birikimini ‹slâm’a indirgeme<br />
çabas› içindekiler.<br />
Neden bu çal›flmalar <strong>Bilim</strong> Tarihi <strong>ve</strong> Felsefe Bölümü<br />
içerisinde yap›lm›yor Bat›’daki ‹slâm felsefebilim<br />
gelene¤ine yönelik çal›flmalar art›k Felsefe <strong>ve</strong><br />
<strong>Bilim</strong> Tarihi bölümlerine kayd›r›lmal› <strong>ve</strong> o disiplin<br />
içindeki yeri belirginlefltirilmelidir. Ortado¤u Araflt›rma<br />
Merkezlerinde yap›lan çal›flmalar problematik<br />
olmaktan çok tarihî, tasvirî, biyografik <strong>ve</strong> monografik<br />
çal›flman›n s›n›rlar›n› aflam›yor. Ayr›ca,<br />
felsefe <strong>ve</strong> bilim tarihi bölümlerinden mezun olanlar<br />
‹slâm felsefe bilim gelene¤inden habersiz olarak<br />
mezun oluyorlar. Bu durum akademik çal›flmalara<br />
da ister istemez yans›yor.<br />
fiu s›ralarda Kanada ölçe¤inde neler incelendi¤i sorulacak<br />
olursa: Yap›lan çal›flmalarda Amerikan zihniyetinin<br />
bask›n karakter hâline gelmesiyle esas<br />
amaç “sosyal fonksiyonu <strong>ve</strong> pratik de¤eri” olan çal›flmalar›n<br />
öncelenmesidir. fiu s›ralar ‹slâm Dünyas›ndaki<br />
‹slâmî cemaatler, bu cemaatlerin ekonomik<br />
iliflkileri, kad›n hareketleri, sosyal hayat, marjinal<br />
gruplar, az›nl›klar <strong>ve</strong> mahallî idarelerdeki sosyal<br />
hayat üzerine yap›lan çal›flmalar ön plana ç›kmaktad›r.<br />
Özellikle etnisite problemi olan bölgelerden<br />
gelen doktora ö¤rencileri geldikleri bölge <strong>ve</strong> etnik<br />
problemler üzerine çal›flmalar› için yönlendirilmektedir.<br />
Doktora müracaatlar›nda kavramsal çal›flmalar<br />
dikkat çekmemekle birlikte herhangi bir<br />
marjinal cemaatin ekonomik altyap›s›na yönelik<br />
bir teklif hemen kabul görebiliyor.<br />
Taflran›n ‹mparatorlu¤u:<br />
Osmanl› Dünyas›na<br />
Merkezden Bakmamak<br />
Ali Yayc›o¤lu<br />
9 A¤ustos 2010<br />
De¤erlendirme: F. Samime ‹nceo¤lu<br />
Fairfield Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde, Ortado¤u tarihi, Osmanl›<br />
<strong>ve</strong> global etkileflimler üzerine dersler <strong>ve</strong>ren, Harvard<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi Tarih Bölümü’nde tamamlad›¤›<br />
doktora çal›flmas›n› The Provincial Challenge: Regionalism,<br />
Crisis and Integration in the Late Ottoman<br />
Empire, 1792-1812 bafll›¤› ile yay›na haz›rlayan Ali<br />
74
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
Osmanl› taflras›nda do¤an, yetiflen, daha sonra yollar›<br />
‹stanbul’a düflen Osmanl› flair <strong>ve</strong> düflünürlerinin ‹stanbul’daki<br />
ilmî çevreler ile iliflkilerini de¤erlendiren Ali Yayc›o¤lu, her<br />
birinin hayat hikâyesi üzerinden merkez-taflra aras›ndaki<br />
iliflkinin farkl› <strong>ve</strong>çhelerini ortaya koyuyor.<br />
Yayc›o¤lu ile 18. yüzy›l Osmanl›’s›nda, Osmanl›<br />
merkezî otoritesi ile periferisinde kalan taflra elitleri<br />
aras›ndaki güç iliflkileri üzerine konufltuk.<br />
Konuflmas›na öncelikle Kânî, fieyh Galip, Erzurumlu<br />
‹smail Hakk›, Mütercim Âs›m gibi Osmanl› taflras›nda<br />
do¤an, yetiflen, daha sonra yollar› ‹stanbul’a<br />
düflen Osmanl› flair <strong>ve</strong> düflünürlerinin ‹stanbul tecrübeleri<br />
<strong>ve</strong> ‹stanbul’daki ilmî çevreler ile iliflkilerini<br />
de¤erlendirerek bafllayan Yayc›o¤lu, burada her birinin<br />
hayat hikâyesi üzerinden merkez-taflra aras›ndaki<br />
iliflkinin farkl› <strong>ve</strong>çhelerini ortaya koyuyor.<br />
Tokatl› flair Ebu Bekir Kânî Efendi ‹stanbul’da arad›¤›n›<br />
bulamam›fl, Rusçuk a¤as›, ayan›, daha sonra<br />
da Eflak voyvodas› taraf›ndan himaye edilmifl bir<br />
flairdir. fieyh Galib önce Konya’ya gitmifl, Babas›<br />
Mustafa Reflid Efendinin bask›s› üzerine ‹stanbul’a<br />
dönmüfl, Galata Mevlevihanesi’ne atanm›flt›r. Erzurumlu<br />
‹smail Hakk› ‹stanbul’da ona gösterilen<br />
büyük itibara karfl›n Tillo’ya dönmüfltür. Mütercim<br />
Âs›m, Gaziantep’ten ç›km›fl <strong>ve</strong> vakanüvis olmufltur.<br />
Alemdar Mustafa Pafla Rusçuk’tan ç›km›fl, <strong>ve</strong>ziriazam<br />
olmufltur.<br />
Bu minvalde Yayc›o¤lu’nun dikkat çekti¤i bir baflka<br />
husus gerçekte 18. yüzy›l›n hem do¤ululaflma hem<br />
de bat›l›laflma yüzy›l› oldu¤udur. ‹shak Pafla Saray›<br />
‹ranl› bir Ermeni taraf›ndan yap›lm›flt›r mesela. Çapano¤ullar›n›n<br />
Barok camisini yapan ‹stanbullu<br />
Rum mimarlard›r… Asl›nda o dönemin edebiyatç›-<br />
lar› da, astronomlar› da, mutasarr›flar› da, Hint’i,<br />
‹ran’› <strong>ve</strong> Türkistan’› ilgiyle izlemektedir. Edebiyatta<br />
Sebk-i Hindi ak›m› ortaya ç›km›flt›r. Bir yandan Bat›<br />
bir yandan Do¤u…<br />
Bu noktada merce¤i taflradan ‹stanbul’a gelenlere<br />
de¤il, taflrada kalanlara çeviren Yayc›o¤lu, Osmanl›<br />
taflras›n›n flairlere, mutasavv›flara, mühendislere,<br />
bahç›vanlara, haydutlara, bankerlere, müteflebbislere<br />
sundu¤u farkl› olanaklar›n üzerinde duruyor:<br />
Taflra, ‹stanbul’da, Viyana’da, Paris’te tutunamayanlar<br />
için yeni merkezler sunmaktad›r. Buradaki<br />
önemli ayan a¤alar›, aileler taflran›n yeni egemenleridir.<br />
Tepedelenli Ali Pafla’n›n Venedikli mimar›,<br />
Frans›z bahç›van›, Rusyal› mühendisleri vard›r.<br />
Türkçesi zay›f olan Arnavutça <strong>ve</strong> Rumca bilen Tepedelenli,<br />
torunlar›na Türkçe ö¤retmek üzere ‹stanbul’dan<br />
iki âlim getirtmifltir. Yanya bu figürler için<br />
önemli bir merkeze dönüflmüfltür. 18. yüzy›l Rum<br />
ayd›nlanmas›n›n önemli figürleri, ‹stanbul’daki Fenerli<br />
Rum aileler, Rum ayd›nlamas›ndan hofllanmad›klar›<br />
için Tepedelenli’nin etraf›nda küçük bir Rum<br />
akademyas› kurmufllard›r. Eflak, Petersburg <strong>ve</strong> ‹stanbul’da<br />
ofisi bulunan Eflakl› Manuk Bey, Rusçuk-<br />
75
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
lu ‹smail A¤a’n›n <strong>ve</strong> Alemdar Mustafa Pafla’n›n<br />
uluslararas› bankeridir. Osman Pazvanto¤lu Belgrad<br />
yeniçerileri için bir s›¤›nma olmufltur…<br />
Ortaya ç›kan bu foto¤raf bize neyi göstermektedir<br />
Tüm bunlar 18. yüzy›l Osmanl› dünyas›nda güç iliflkilerinin<br />
Osmanl› taflras› lehine dönüflümünün<br />
ipuçlar› m›d›r Çapano¤ullar› Yozgat’› kurduktan<br />
sonra Tokat <strong>ve</strong> Kayseri’de Ermeni tüccar konaklar<br />
yapm›fllar, büyük ticaret a¤lar› kurmufllard›r. 18.<br />
yüzy›l taflras›nda ‹stanbul’a ya da ‹stanbul’un taflradaki<br />
geleneksel merkezlerine alternatif yeni merkezler<br />
mi oluflmaktad›r Bu merkezler ‹stanbul’u<br />
devre d›fl› b›rakarak kendi aralar›nda <strong>ve</strong> dünyadaki<br />
farkl› bölgeler ile yeni iliflkiler mi kurmaktad›r<br />
Yayc›o¤lu’na göre, 18. yüzy›lda taflra, Osmanl› Devleti’nin<br />
zenginli¤inin üretildi¤i yerdir. Yerel bilginin<br />
kaynaklar› <strong>ve</strong> üretimi de taflra elitinin kontrolündedir.<br />
Kurulan bu yeni merkezler, taflradaki di¤er aileler,<br />
dinî liderlikler, eflk›yalar <strong>ve</strong> ‹stanbul ile irtibatl›<br />
belli ailelerin kontrolü alt›ndad›r. Merkezin taflra<br />
üzerindeki dolays›z kontrolü oldukça azalm›flt›r.<br />
Taflra kendi liderlerini, yerel seçkinlerini üretmifltir.<br />
Bu liderlikler kendi bölgelerindeki yerel halk, dinî<br />
liderlikler, halk ozanlar›, flairlerle kurduklar› iliflkilerle<br />
birlikte bir tür regionalizm, bir bölgeselleflmeye<br />
do¤ru evrilmeye bafllam›fllard›r. Yozgatl›l›k Çapano¤ullar›ndan,<br />
Yanyal›l›k Tepedelenli Ali Pafla’dan<br />
ayr›lamaz. Yerellik ile yerel seçkinler iç içe<br />
bir yap› arzeder. Mesela Çukurova’n›n hikâyesi, Çapano¤ullar›<br />
ile Kozano¤ullar› aras›ndaki mücadelenin<br />
hikâyesidir. Padiflah›n yeri yoktur orada. Bölgesel<br />
liderliklerin oluflturdu¤u bir imparatorluk göze<br />
çarpar, bu dönemde.<br />
Öte taraftan taflradaki ekonomik, askerî, entelektüel<br />
yap›lar› kontrol eden bu liderlikler, <strong>ve</strong>zirlik, valilik,<br />
mütesellimlik, muhass›ll›k gibi görevler üstlenerek<br />
Osmanl› Devleti’nin kurumsal yap›s› içinde<br />
kalm›fllar, bir yandan da o yap›y› dönüfltürmüfllerdir.<br />
Çapano¤lu <strong>ve</strong> Karaosmano¤lu gibi Osmanl› kurumsal<br />
yap›s›n›n kendilerine sundu¤u statüleri, pozisyonlar›<br />
reddedip, ancak bu flartlar alt›nda imparatorluk<br />
ile uzlaflanlar da olmufltur. Zira imparatorlu¤un<br />
taflrada varolabilmesi ancak bu yerel seçkinlerle<br />
yapt›¤› iflbirli¤ine ba¤l›d›r. Baflka türlü varolmas›<br />
mümkün de¤ildir. Çapano¤ullar›n›n büyük<br />
K›z›lbafl dedeleri ile yak›nl›¤› üzerinden devlet bu<br />
büyük dedelere <strong>ve</strong> yörüklere ulaflmaktad›r mesela.<br />
Ama bu durum ayn› zamanda taflra elitlerini Osmanl›laflt›rm›flt›r.<br />
Netice itibariyle taflra ‹stanbulsuz,<br />
‹stanbul taflras›z yapamaz. Burada ayr›ca bu liderliklerin<br />
dünya ile iliflkisi, bir kozmopolitizm de<br />
sözkonusudur. Bunlar›n büyük ço¤unlu¤u, Adriyatik’e,<br />
Rusya’ya, ‹ran’a yelken açm›fllard›r.<br />
Son olarak, bu dönüflümü taflran›n imparatorlukla<br />
iliflkisi aç›s›ndan; bir yerel-merkez çat›flmas›, bir rekabet,<br />
adem-i merkezileflme, da¤›lman›n erken<br />
aflamas›, merkezin gücünün azalmas›ndan kaynaklanan<br />
bir kaos <strong>ve</strong> gerileme olarak de¤erlendiren<br />
farkl› yaklafl›mlar› tart›flan Yayc›o¤lu’na göre, bu<br />
iliflkiyi çat›flma olarak kurgulamak zordur. Yönetimin<br />
her alan›nda merkezî otoritenin, gücünü taflra<br />
eliti ile paylaflt›¤› 18. yüzy›l›n bu düzeninde imparatorlu¤un,<br />
taflras› ile öncekinden farkl› bir entegrasyon<br />
sürecine girdi¤i aç›kt›r. Bu süreçte “imparatorluk<br />
taflralafl›rken, taflra Osmanl›laflm›flt›r”.<br />
76
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
“Gelenler, Gidenler, Kalanlar…” bafll›kl› sempozyumda,<br />
Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi bünyesinde üç dönemdir<br />
yürütülen sözlü tarih yöntemine <strong>ve</strong> prati¤ine yönelik<br />
çal›flmalar›n son döneminde her bir kat›l›mc›n›n<br />
do¤rudan sözlü tarih görüflmeleri gerçeklefltirerek elde<br />
etti¤i kay›tlar Türkiye tarihi ba¤lam›nda analiz edildi.<br />
TAM Sempozyum<br />
Sözlü Tarih ‹htisas Sempozyumu:<br />
Gelenler, Gidenler, Kalanlar<br />
8 May›s 2010<br />
De¤erlendirme: K a z › m B a y c a r<br />
“Gelenler, Gidenler, Kalanlar…” bafll›kl› Sözlü Tarih<br />
‹htisas Sempozyumu <strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf› Türkiye<br />
Araflt›rmalar› Merkezi’nin yaklafl›k dört senedir<br />
sürdürdü¤ü Sözlü Tarih Atölyesi’nde yap›lan çal›flmalar›n<br />
bir ürünü. Sözlü Tarih Atölyesi’nin kat›l›mc›lar›nca<br />
haz›rlanan tebli¤lerin sunuldu¤u bu programla,<br />
daha sonra yap›lmas› ön görülen daha yüksek<br />
niteli¤e <strong>ve</strong> niceli¤e sahip çal›flmalar›n bir ilk<br />
ad›m›n› oluflturmay› hedefledik.<br />
Bir tarih araflt›rma metodu olarak karfl›m›za ç›kan<br />
“sözlü tarih” bütün dünyada oldu¤u gibi Türkiye’de<br />
de akademinin yeni çal›flma sahalar›ndan biridir.<br />
Tarih disiplininin klasik temel kayna¤›n› oluflturan<br />
yaz›l› belgelere <strong>ve</strong> metinlere mukabil belli bir<br />
yafl›n üzerindeki kiflilerin yaflamlar›nda tan›kl›k ettikleri<br />
olaylar› alternatif bir kaynak olarak sunmaktad›r.<br />
Sözkonusu bu yeni kaynaklardan hareketle<br />
sözlü tarih, klasik tarihçilikte kendilerine yer bulamam›fl<br />
kesimlerin seslerini tarihte duyurabilme iddias›yla<br />
ortaya ç›km›flt›r.<br />
Öte yandan sözlü tarih sadece yaz›l› kaynaklarda<br />
ulafl›lamayacak nitelikli bilgileri ulafl›labilir k›lmakla<br />
kalmam›fl ayn› zamanda tarihsel bilginin niteli¤inde<br />
de radikal bir de¤iflim önermifltir. Bu yeni<br />
yöntemi kullanan tarihçilik, art›k geçmiflte ne oldu<br />
sorusundan öte, geçmiflte olan ya da oldu¤u düflünülen,<br />
varsay›lan olaylar›n bireylerin dünyalar›nda<br />
nas›l anlamland›r›ld›¤›, farkl› toplumsal kesimlerce<br />
nas›l alg›land›¤› ile ilgilenmektedir. Bu ba¤lamda<br />
sözlü tarihçilik tek bir bilgiye de¤il, farkl› kiflilerce<br />
farkl› flekilde alg›lanan bilgi çeflitlili¤ine dikkat çekiyor.<br />
Yüzy›llar öncesine dayanan köklü bir sözlü kültüre<br />
sahip Türkiye sözlü tarih çal›flmalar› aç›s›ndan son<br />
derece ciddi bir potansiyel tafl›maktad›r. Ancak<br />
dünyan›n pek çok yerinde oldu¤u gibi sözlü tarihçilik,<br />
akademik çal›flmalarda etkin bir yere henüz sahip<br />
de¤ildir. <strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf› Türkiye Araflt›rmalar›<br />
Merkezi bünyesinde üç dönemdir yürütülen<br />
sözlü tarih yöntemine <strong>ve</strong> prati¤ine yönelik çal›flmalar<br />
bu aç›dan daha da anlaml›d›r. Atölyenin son döneminde<br />
her bir kat›l›mc› do¤rudan çal›flma sahas›na<br />
inip sözlü tarih görüflmeleri gerçeklefltirerek<br />
77
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
elde etti¤i kay›tlar› Türkiye tarihi ba¤lam›nda analiz<br />
etti. Atölye kat›l›mc›lar›nca yap›lan görüflmelerin<br />
genel içeri¤ine bak›ld›¤›nda göç meselesinin yo-<br />
¤un bir flekilde ifllendi¤i görüldü¤ü için, önceden<br />
planlanmamakla birlikte, çal›flmalar›n göç meselesi<br />
etraf›nda kurgulanmas› <strong>ve</strong> “Gelenler, Gidenler,<br />
Kalanlar…” bafll›¤›yla sunulmas›na karar <strong>ve</strong>rdik.<br />
Sözlü tarih atölyesi olarak böylesi bir sempozyumla<br />
daha sonra yap›lacak daha nitelikli çal›flmalar›n<br />
ilk ad›m›n› oluflturmay› hedefledik.<br />
Sempozyum bafll›¤›ndaki her bir kelimenin bir oturuma<br />
karfl›l›k geldi¤i sempozyumun ilk oturumu<br />
çeflitli zamanlarda Anadolu topraklar›na yerleflmek<br />
için göç eden insanlar›n hayat hikâyelerinden oluflmaktad›r.<br />
Oturumun ilk konuflmac›s› Elif Konar<br />
“Buhara’dan Sibirya’ya Sibirya’dan Konya’ya Uzanan<br />
Yol” bafll›¤›n› tafl›yan tebli¤inde Naci ‹dil Beyin<br />
ço¤unlu¤u siyasî <strong>ve</strong> kültürel kayg›lar›n neticesinde<br />
ortaya ç›kan göç serü<strong>ve</strong>nini kendi formasyonuna<br />
paralel olarak edebî bir üslupla ele al›yor. Daha<br />
sonra söz alan Selma Y›lmaz, Makedonya’dan Türkiye’ye<br />
göç eden <strong>ve</strong> geldi¤i yeni vatan›nda gerek siyasî,<br />
gerek iktisadî anlamda baflar› sa¤layan Eyüp<br />
Uçak Beyin hayat hikâyesini aktarmakta, Eyüp<br />
Beyin yaflam›n› kendi dilinden iktibasla “Biz göçmen<br />
de¤il, muhaciriz” sözüyle özetlemektedir.<br />
Üçüncü tebli¤in sahibi Zeynep Akgün de benzer biçimde,<br />
anlatt›¤› Balkan muhacereti tecrübesini bu<br />
defa bir kad›n›n, Cemile Han›m›n dünya penceresinden<br />
tasvir ediyor. Oturumda son olarak söz alan<br />
Rahime Demir ise Kartal ilçesi kapsam›nda gerçeklefltirdi¤i<br />
genifl çapl› sözlü tarih projesinin bir örne-<br />
¤ini “Kartal’da Küçük Bir Evin Sessiz Sakini: Zümrüt<br />
Düzgöz” özelinde sunuyor.<br />
Sempozyumun ikinci oturumunda Türkiye’de mukim<br />
<strong>ve</strong> s›radan vatandafl olarak tan›mlanabilecek<br />
dört kiflinin hayat hikâyeleri üzerinden yaflanan dönemin<br />
analizi yap›lmaya çal›fl›lm›flt›r. Oturumun<br />
ilk konuflmac›s› Meryem Babacan, ‹stanbullu Garbis<br />
Horasanc›yan’›n bir Ermeni olarak Türkiye’deki<br />
yaflam tecrübesini konu edinmektedir. ‹kinci olarak<br />
söz alan Süleyman K›nl›, Tavasl› bir köy kad›n›-<br />
n›n anlam dünyas›nda ölüm temas›n›n cezaland›r›-<br />
c› <strong>ve</strong> disipline edici rolüne de¤inirken, üçüncü konuflmac›<br />
Bilal Emre Biral da sözlü tarih kaynaklar›ndan<br />
hareketle milli mücadelenin Kütahya-Emet<br />
mahallî direnifline odaklan›yor. Oturumun son konuflmac›s›<br />
Ayfle Celep, Türkiye’nin zorlu y›llar› olan<br />
1960’lar›, ‹stanbul do¤umlu Kastamonu as›ll› bir<br />
berberin aynas›ndan hikâye ediyor.<br />
Sempozyumun son oturumu Türkiye’den çeflitli<br />
nedenlerle yurtd›fl›na giden kiflilerin hayat tecrübelerini<br />
ele al›yor. Zeynep Bayrak, Sümeyye Do¤an <strong>ve</strong><br />
Osman Çetin, Türkiye’den Almanya’ya çal›flmak<br />
amac›yla yap›lan göç sürecini üç ayr› kiflinin perspektifinden<br />
inceleyerek entegrasyon, yabac›laflma,<br />
asimilasyon gibi bugünün de temel meseleleri olan<br />
konular› bu farkl› perspektiflerden de¤erlendirdiler.<br />
Cumhuriyet döneminin önemli mütedeyyin<br />
kad›n figürlerinden biri say›labilecek Hümeyra Ökten’in<br />
bir doktor <strong>ve</strong> dindar bir Müslüman olarak yaflam›nda<br />
tan›k oldu¤u s›ra d›fl› durumlar <strong>ve</strong> vazgeçemedi¤i<br />
Hac yolculuklar› ise oturumun <strong>ve</strong> sempozyumun<br />
son konuflmac›lar› Emel Öncel <strong>ve</strong> Fatma<br />
Y›ld›r›m taraf›ndan aktar›ld›.<br />
78
Türkiye<br />
Araflt›rmalar›<br />
Merkezi<br />
TAM<br />
TAM SEMPOZYUM<br />
<strong>Bilim</strong> <strong>ve</strong> <strong>Sanat</strong> Vakf› Türkiye Araflt›rmalar› Merkezi<br />
SÖZLÜ TAR‹H ‹HT‹SAS SEMPOZYUMU:<br />
GELENLER, G‹DENLER, KALANLAR<br />
8 May›s 2010 Cumartesi<br />
Sinevizyon Gösterimi 10:30<br />
As›rl›k Bir Ömür: Hasan Ifl›k<br />
AÇILIfi OTURUMU 10:50<br />
Neden Sözlü Tarih<br />
Konuflmac›lar<br />
Mustafa Özel<br />
Kaz›m Baycar / Önce Söz Vard›: Tarihsel<br />
Araflt›rma Yöntemi Olarak Sözlü Tarih<br />
B‹R‹NC‹ OTURUM 11:15<br />
ANADOLU’NUN YEN‹ SAK‹NLER‹<br />
Oturum Baflkan›: Abdulhamit K›rm›z›<br />
Elif Konar / Buhara’dan Sibirya’ya, Sibirya’dan<br />
Konya’ya Uzanan Yol: Naci ‹dil<br />
Selma Y›lmaz / “Biz göçmen de¤il muhaciriz”:<br />
Eyüp Uçak’›n Baflar› Öyküsü<br />
Zeynep Akgün / “Ne dinimize kar›flan oldu ne<br />
de bayram›m›za”: Yunanistan Göçmeni Cemile<br />
Han›m’›n Anlatt›klar›<br />
Rahime Demir / Kartal’da Küçük Bir Evin<br />
Sessiz Sakini: Zümrüt Düzgöz<br />
‹K‹NC‹ OTURUM 14:00<br />
B‹R ZAMANLAR TÜRK‹YE’DE<br />
Oturum Baflkan›: fievket Kamil Akar<br />
Meryem Babacan / Gidenlerin Ard›ndan:<br />
Garbis Horasanc›yan’›n Anlatt›klar›<br />
Süleyman K›nl› / “Gitti, gara yerin gara toprak<br />
oldu”: Tavasl› Naile Nine’nin Dünyas›nda Ölüm<br />
Bilal Emre Biral / Sözlü Tan›kl›klar Üzerinden<br />
Milli Mücadele’de Kütahya-Emet Mahalli<br />
Direnifli<br />
Ayfle Celeb / Bir Berberin Aynas›ndan 1960’lara<br />
Kadar Türkiye<br />
ÜÇÜNCÜ OTURUM 16:00<br />
EVDEN UZAKLARDAK‹ YAfiAMLAR<br />
Oturum Baflkan›: Suat Merto¤lu<br />
Zeynep Bayrak / “Bir evimiz olsun diye gittik”:<br />
Terzi Naciye Han›m’›n A¤z›ndan Almanya’ya<br />
Göç’ün Öyküsü<br />
Sümeyye Do¤an / Aflkale’den Alamanya’ya<br />
R›fk› Bey’in Hayat›<br />
Osman Çetin / Dedemin Anlatt›klar›:<br />
Kafkasya’dan Sakarya’ya, Sakarya’dan<br />
Avusturya’ya<br />
Emel Öncel / Cumhuriyet Döneminde Bir<br />
“tabibe-i haz›ka-y› mütedeyyine”: Hümeyra<br />
Öktem<br />
Fatma Y›ld›r›m / Hac Yolunda T›bbiyeli Bir<br />
‹stanbul Han›mefendisi: Hümeyra Öktem<br />
De¤erlendirme<br />
79
80<br />
Princeton Postas›<br />
Serhat Aslaner<br />
14 fiubat 2010. 9 ay 10 günlük Amerika seferinin ilk günü. Sabah 10.30 civarlar›nda kalkan<br />
uça¤›m›z 14.30 gibi New York J. F. Kennedy Havaliman›’na inifl yapt›. Vak›a do¤u vilayetlerimizin<br />
erken iftar açmas› <strong>ve</strong>silesi ile ne idü¤ünü anlad›¤›m›z meridyen fark›ndan kaynaklanan<br />
saat farkl›l›¤›n›, ziyadesiyle tecrübe ediyoruz. 11 saat süren yolculuk me¤er 4 saat<br />
sürmüfl, ömrüm 7 saat uzam›fl gibi… Güneflli bir hava <strong>ve</strong> fakat ayn› zamanda keskin bir<br />
ayaz. Bir türlü öteleyemedi¤im –hararetten müte<strong>ve</strong>llid– çay içme arzusu, alt›ndaki dört tekerin<br />
dördünün de bir ifle yaramad›¤› bavulum <strong>ve</strong> elimdeki kaba yol tarifi ile New Jer-<br />
SEYRÜSEFER
81<br />
sey/Princeton’a revan oluyorum. Yol, iz bilmezli¤imi hesaba katarsak benimkisi “revan olmak”tan<br />
ziyade “Ya nasip” deyip yola düflmek. Gelgelelim her ne kadar yol, iz bilmesem de<br />
karamsar de¤ilim. Darda kald›¤›m zamanlarda, ellerinde adresleri dahi olmaks›z›n Avrupalara<br />
giden Jön Türkler <strong>ve</strong> bâhusus Amerika’y› teflrif eden Ubeydullah Efendi hat›r›ma geliyor<br />
<strong>ve</strong> ferahl›yorum. Haddizât›nda fakir de onlarla hemdem olmaya gayret etmiyor muyum!<br />
Al iflte bana f›rsat… Havaliman›ndan d›flar›ya ad›m atar atmaz flöyle bir durup etrafa<br />
bak›yorum. “Ulan Amerika ya ben seni fethedece¤im ya sen beni” makam›nda de¤ilim<br />
ama herhalde bu durup bakmada Yeflilçam filmlerindeki Haydarpafla sahnelerinin de etkisi<br />
olsa gerek. Aman efendim, limuzinlerin biri geliyor biri gidiyor… Demek filmlerde gördü¤ümüz<br />
kadar varm›fl diye geçiriyorum içimden, ama daha Penn Station’a giderken bu ilk<br />
izlenim yerle bir oluyor. New York’un en sünepe hâl <strong>ve</strong> mahallerini bu yolculuk esnas›nda<br />
gördüm. Sonra; yola ç›kmadan önce bir bir önümden geçen Amerikan arabalar› yavafl yavafl<br />
yerlerini Asya arabalar›na b›rak›yor: Honda, Toyota, Nissan zibil gibi. ‹lk flaflk›nl›¤›m.<br />
Demek ki adamlar kast-› mahsusla kendi arabalar›n› kullan›yorlar filmlerde. Vatandafl›n<br />
tercihleri bambaflka. ‹mdi; bu yaz›n›n maksad› Amerika, Amerikal›lar yahut New York hakk›nda<br />
malumat <strong>ve</strong>rmek olmay›p Princeton <strong>ve</strong> daha ziyade Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi izlenimlerini<br />
aktarmak oldu¤undan sair yerlere dair fazla kelam etmeyece¤im. Mamafih bir parça<br />
görmüfllü¤üme nazaran New York hakk›nda diyece¤im ki: Azizim, bu New York dedi¤imiz<br />
eyalet ile ortalama bir Türk’ün zihnindeki New York imaj› aras›ndan epeyce fark vard›r herhalde.<br />
Bizim New York’umuz Manhattan’dan müteflekkil bir dünya. Velakin, Manhattan<br />
New York’un mühim bir cüzü olmakla beraber sadece bir cüzü. Siz ne düflünürsünüz Manhattan<br />
hakk›nda bilmem ama; buras› yetmifl iki milletin bir arada oldu¤u, kalabal›k, genifl<br />
ama pis kald›r›ml›, berbat trafikli, homelessten geçilmeyen bir metropol. Bir de metrosu var<br />
ki, herhalde, diyor insan, inflas›ndan beri temizlenmemifl. Havas›z, fena bir pis koku <strong>ve</strong> elbette<br />
fareler. ‹nsan bu hâli gördükten sonra Ninja Kaplumba¤alar’›n <strong>ve</strong> terbiyecileri olan<br />
farenin metroda yaflamalar›na flafl›rm›yor. Bir de hakk›n› yememek için baflta Central Park<br />
olmak üzere muhtelif parklar›n› zikretmek gerekir. Her ne kadar bu muhtelif parklar yüksek<br />
yüksek binalar aras›nda kaybolsalar da… Keflke mümkün olsayd› da Evliya Çelebi’den<br />
okuma imkân›m›z olsayd› New York’u diye geçirmifl durmuflumdur içimden. Belki öbür tarafta<br />
dinleriz… fiimdilik Selim Karl›tekin’i bekleyece¤iz… Her ne ise; New York Penn Station’dan<br />
binece¤im New Jersey treninden Princeton Junction dura¤›nda inecek <strong>ve</strong> oradan da
82<br />
146 senedir hizmette olan Dinky’ye binerek Princeton’a varaca¤›m. Princeton’a varmadan<br />
önce flunu da belirtmek isterim ki bu memleketin trenlerinde de ifl yok. Ne h›zl› trenleri pek<br />
h›zl› ne de normal trenleri bizim TCDD’den h›zl›. Bir hayal k›r›kl›¤› daha. Demek ki diyorum,<br />
bu adamlar Keynes’ten sonra bir arpa yol alamam›fllar ya da dünya ile ilgilenmekten<br />
kendilerine vakit ay›ramam›fllar. Geçelim…<br />
Akflam 6:30 gibi nihayet Princeton’day›m. Çay fasl› <strong>ve</strong> hemen ard›ndan k›sa bir Princeton<br />
turundan sonra sabah ola hayrola deyip uykuya geçiyoruz. Efendim, okudu¤um yazd›¤›m<br />
benim olsun, ben flimdi size kalemim yetti¤ince izlenimlerimi aktaray›m.<br />
30.000 civar›nda bir nüfusa <strong>ve</strong> ortalaman›n üzerinde bir gelir düzeyine sahip küçük bir kasaba<br />
olan Princeton, New Jersey’nin de refah seviyesi en yüksek kasabas› ayn› zamanda.<br />
New Jersey’nin baflkenti Trenton’a 15 dakika New York’a ise 1 saat mesafede (trenle) yer<br />
alan Princeton asl›nda Anadolu’da örneklerine fazlas›yla rastlayaca¤›m›z türden tek caddeli<br />
bir flehir. Bizde umumiyetle “Cumhuriyet” tesmiye k›l›nan caddelerin buradaki muadili<br />
Nassau Setreet. Caddenin bir yan› meskûn mahaller <strong>ve</strong> ma¤azalar di¤er yan› ise bilimsel<br />
mekânlar. Mekânlar diyorum; zira Princeton’daki kayda de¤er tek akademik merkez Princeton<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi de¤il. Ayr›ca; çal›flmalar›n› tamamen araflt›rmalara hasreden <strong>ve</strong> alanlar›nda<br />
birer otorite mesabesinde pek çok Nobel ödüllü hocay› da bünyesinde bar›nd›rm›fl<br />
olan/bar›nd›ran Institute for Advanced Study de burada yer al›yor. Üni<strong>ve</strong>rsite ile kurumsal<br />
olarak herhangi bir ba¤› bulunmamakla beraber Institute for Advanced Study’deki hocalar›n<br />
bir k›sm› dün de bugün de Üni<strong>ve</strong>rsite’de ders <strong>ve</strong>rmeye devam ediyor. Yeri gelmiflken Albert<br />
Einstein’in kadrosunun da esas itibari ile Institute for Advanced Study’de oldu¤unu,<br />
bununla beraber Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nde de dersler <strong>ve</strong>rdi¤ini bir örnek olarak belirtelim.<br />
Mevzu dâhilere intikal etmiflken, Ak›l Oyunlar› ile popülaritesi epeyce artan John Nash’in<br />
de Princeton’da yaflad›¤›n› dedikodu mahiyetinde bir bilgi olarak paylaflay›m. Bu üni<strong>ve</strong>rsitenin<br />
en kayda de¤er mekân› benim aç›mdan hiç flüphesiz Firestone Library. Üni<strong>ve</strong>rsite<br />
bünyesinde irili ufakl› 12 kütüphanenin (buradaki ufakl› s›fat›n› pek ciddiye almay›n zira<br />
bir kaç istisnay› d›flta tutarsak her birinin ‹SAM’dan daha fazla kitap ihtiva etti¤ini söyleyebilirim)<br />
en büyü¤ü. Di¤er kütüphaneler belirli bir disipline hasredilmifl yahut yo¤unlaflm›flken<br />
Firestone ana kütüphane olarak hizmet <strong>ve</strong>riyor <strong>ve</strong> hâliyle pek çok disiplinden kaynaklar<br />
ihtiva ediyor. Türkiye standartlar›n›n fazlas›yla üzerinde olan bu kütüphane –kendi<br />
istatistiklerine göre– 6 milyondan fazlas› matbu kitap olmak üzere 13 milyon civar›nda<br />
SEYRÜSEFER
83<br />
matbu/gayr›matbu kitap/yazma/belgeye sahip <strong>ve</strong> bu rakama ila<strong>ve</strong>ten her ay yaklafl›k<br />
10.000 yeni eseri bünyesine kat›yor. Buna bir de kütüphane üyelerinin Yale, Brown, Columbia,<br />
Pennsylvania, Cornell <strong>ve</strong> Dartmouth üni<strong>ve</strong>rsitelerinin kütüphanelerinden kitap getirtebilme<br />
imkan›n› da ekleyince Türkiye ile aradaki mesafe çok daha fazla aç›l›yor. Firestone’un<br />
kayda de¤er bir baflka özelli¤i ise, aç›k raf sistemi ile iflleyen bir kütüphane olmas›.<br />
‹nsan›n bu kadar çok kayna¤a bu kadar kolay eriflebiliyor olmas› ‹SAM’›n banilerine duahan<br />
olan benim için ayn› zamanda bir teessür, teessüf <strong>ve</strong> sövgü sebebi de. “Niçin böyle bir<br />
kütüphanemiz yok” ya da “bizde de böyle kütüphaneler olsa herhalde dünyaya kök söktürürdük”<br />
meâlinde beyhude temenniler gelip gelip gidiyor. Herhalde mesele, bizde kütüphane<br />
olmamas›ndan ziyade iddia olmamas›. Öyle ya baflka türlü Milli Kütüphane’deki rezaleti<br />
yahut di¤er kütüphanelerdeki fukaral›¤› nas›l izah edebiliriz… Firestone’a dair bahsetmem<br />
gereken bir di¤er husus kitaplar›n gü<strong>ve</strong>nlik sistemi ile alakal›. Bu kütüphanede ki-
84<br />
taplar›n kay›t d›fl› bir flekilde d›flar›ya ç›kar›lmalar›n› önlemeye yönelik her hangi bir uyar›<br />
<strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nlik sistemi bulunmuyor. Gü<strong>ve</strong>nlik ad›na yap›lan tek fley kütüphane ç›k›fl›nda görevlilerin<br />
çantan›za flöyle bir bakmas›ndan ibaret. Pekala pek çok flekilde bahaya gelmez<br />
kitaplar› d›flar›ya ç›karabilmek mümkün. Bu durumu, “Amerika’da ya da Princeton’da insanlar<br />
o kadar dürüsttür ki …” fleklinde bafllayan cümle <strong>ve</strong>ya cümleler ile izah etmek isteyenler<br />
olabilir mi bilemem ama fikrimce bunun “miskinlik”ten öte bir aç›klamas› olmasa<br />
gerek. Kald› ki, resmen do¤rulanm›fl olmasa da baz› zevat›n hususî kütüphanelerini neredeyse<br />
buradan ç›kard›klar› binlerce kitapla oluflturduklar›na dair hikâyeler a¤›zdan a¤›za,<br />
kulaktan kula¤a dolafla gelmekte. Son olarak; Osmanl›ca-Türkçe, Arapça, Farsça <strong>ve</strong> ‹branice<br />
a¤›rl›kl› olmak üzere 230.000 ciltlik Near Eastern koleksiyonunun da bu binada oldu¤unu<br />
belirterek bu bahsi kapatay›m.<br />
SEYRÜSEFER
85<br />
Dinî Hayat<br />
Princeton gayrimüslim dünyadaki kampüsler içerisinde en büyük üçüncü kiliseye sahip.<br />
Pek tabi, kilisenin büyük olmas› üni<strong>ve</strong>rsite mensuplar›n›n çok da dindar olduklar› anlam›na<br />
gelmiyor. fiu ana kadar lebalep dolu oldu¤una flahit olmad›¤›m gibi neredeyse dolmufl<br />
mesabesini de görmüfllü¤üm yok. Kiliseye âbidlerden ziyade yerli turistler ra¤bet<br />
gösteriyor. Bir de dü¤ünler için s›kl›kla kullan›l›yor. Bununla beraber; Amerikal› <strong>ve</strong> çekik<br />
gözlüler baflta olmak üzere yetmifl iki milletten * <strong>ve</strong> muhtelif dinlerden ö¤rencilere sahip<br />
* Bu yetmifl iki millet içerisinde Türkleri yaklafl›k 50 kiflilik bir ö¤renci grubu temsil ediyor. Yaklafl›k<br />
30 civar›nda olan lisansüstü ö¤rencileri a¤›rl›kl› olarak Bilkent <strong>ve</strong> Bo¤aziçi Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
mezunlar›ndan olufluyor. Uzun zamand›r (1960 sonras› istatistiklerine intizaren) her sene<br />
Türkiye’den 5 lisans ö¤rencisi kabul eden Princeton’da 20’ye yak›n da Türk lisans ö¤rencisi bulunuyor.<br />
Galatasaray, Koç, Sabanc› liselerinin son y›llarda ö¤renci göndermeye bafllamalar›n›<br />
d›flta tutacak olursak bu vadide Robert Kolej <strong>ve</strong> Üsküdar Amerikan Koleji mezunlar›n›n önemli<br />
bir yer iflgal ettiklerini belirtelim. Türk ö¤renciler ayr› bir yaz›ya mevzu teflkil edecek mahiyette<br />
oldu¤u için burada ele al›nmad›lar. fiimdilik istatistikî mahiyetteki bu bilgiler <strong>ve</strong> lisanslisansüstü<br />
ö¤rencilerinin düflünce dünyalar›n›n <strong>ve</strong> birbirleri ile irtibatlar›n›n zay›fl›¤›n› vurgulamakla<br />
yetinelim.
86<br />
olan Princeton’da dinî hayat bu kiliseden ibaret de¤il. Kilisenin hemen çapraz›nda<br />
bulunan Murray-Dodge Hall ayn› zamanda dinî ofis olarak hizmet <strong>ve</strong>riyor.<br />
Bu çerçe<strong>ve</strong>de Müslüman ö¤rencilerin dinî ihtiyaçlar›n› karfl›lamak üzere<br />
kurulan Muslim Student Association <strong>ve</strong> onun baflkan›, cemaatin imam›, nikâh<br />
da dâhil olmak üzere bütün dinî ifllerden sorumlu olan <strong>ve</strong> ayn› zamanda Princeton<br />
Üni<strong>ve</strong>rsitesi personeli/memuru olan Suhaib N. Sultan’›n ofisi bu binada<br />
yer al›yor. Binan›n en üst kat›nda Müslüman ö¤rencilerin vakit namazlar›n›<br />
k›labilmeleri için abdesthane <strong>ve</strong> küçük bir mescid bulunuyor. Cuma namazlar›<br />
ise daha kalabal›k oldu¤u için –kad›nlarla beraber 40 kifli civar›nda– binan›n<br />
girifl kat›nda bulunan salonlardan birisinde ifa ediliyor. Hâkeza, Ramazan<br />
ay› boyunca da gâh üni<strong>ve</strong>rsitenin gâh sair Müslümanlar›n maddi yard›mlar›<br />
ya da ö¤renciler taraf›ndan haz›rlanan yemeklerle donat›lan iftar sofralar› da<br />
bu salondayd›. Türkiye’de oldu¤u gibi en kalabal›k cemaate sahip olan namaz<br />
oldu¤u için üni<strong>ve</strong>rsite bayram namazlar› için daha genifl bir salon tahsis ediyor.<br />
Ramazan› burada geçirmifl olmam münasebeti ile flunu da ila<strong>ve</strong> etmek isterim<br />
ki, 30 gün boyunca muhtelif mutfaklardan yedi¤imiz iftar yemekleri içerisinde<br />
en lezzetlilerinin bafl›nda kesinlikle Türk mutfa¤› geliyor. Müteakip s›-<br />
ralar ise Osmanl›’n›n taht-› hâkimiyetinden ya da rahle-i tedrisinden geçmifl<br />
ülkelerde.<br />
***<br />
Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi, College of New Jersey ad›yla 1746 y›l›nda New Jersey – Elizabeth’te<br />
kurulmufl ilk kez. 1756 y›l›nda ise Princeton’a tafl›narak faaliyetlerine Nassau Hall’da devam<br />
etmifl. Princeton’›n baflkentlik yapt›¤› 4 ay boyunca Meclis fonksiyonu da gören Nassau<br />
Hall flu anda k›smen müze olarak hayatiyetini sürdürüyor. Nassau Hall Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi<br />
kampüsünde yer alan en eski bina olma özelli¤ini de tafl›makla beraber kampüs<br />
içerisindeki di¤er binalar da onu aratmayacak denli eski ya da eski gibi. Son derece modern<br />
çizgiler tafl›yan birkaç binay› d›flta b›rakacak olursak kampüs tarihî bir hüviyete <strong>ve</strong><br />
mimarî haysiyete sahip izlenimini ziyadesi ile <strong>ve</strong>riyor. Buna, –asl›nda bunu New Jersey’inin<br />
ya da di¤er ad› ile Garden State’in tamam› için söyleyebiliriz; zira bu bölge yerleflim<br />
mekân› olmadan önce ya¤mur ormanlar› ile kapl› imifl– pek ço¤u binalar kadar ya da<br />
binalardan daha yafll› duran devasa a¤açlar› da eklersek tablo biraz daha net hâle gele-<br />
SEYRÜSEFER
87<br />
cektir. Zannederim kampüsün, birbirinin mütemmim cüzü olarak görebilece¤imiz mimarî<br />
<strong>ve</strong> do¤al hususiyetleri Princeton ö¤rencilerinin kimlik alg›lar›n› <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsiteye aidiyet<br />
duygular›n› müspet yönde etkiliyor. Bugüne kadar Türkiye d›fl›ndaki akademik geleneklerle<br />
karfl›laflmam›fl <strong>ve</strong> hatta devlet üni<strong>ve</strong>rsitesinden d›flar›ya ad›m atmam›fl birisi olarak<br />
beni en çok etkileyen, düflündüren <strong>ve</strong> yer yer flafl›rtan meselelerden birisi buradaki üni<strong>ve</strong>rsite<br />
<strong>ve</strong> ö¤renci iliflkisinin yahut da biraz önce bahsetti¤im aidiyet duygusunun kuv<strong>ve</strong>ti<br />
oldu diyebilirim. Zira devletten çok az yard›m alan yahut da almayan bu özel/vak›f üni<strong>ve</strong>rsitesinin<br />
temel gelir kayna¤›n› mezunlar›n›n yapt›¤› ba¤›fllar teflkil ediyor. Mevzunun<br />
ehemmiyetini vurgulamak için birkaç rakam <strong>ve</strong>rmem gerekirse: Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nin<br />
ba¤›fl havuzunda 12,6 milyar dolar bulunuyor (Bu rakam›n kriz sonras›ndaki tutar<br />
oldu¤unu <strong>ve</strong> üni<strong>ve</strong>rsitenin kriz esnas›nda bu miktara yak›n bir mebla¤› kaybetti¤ini de ayr›ca<br />
belirtmem gerekiyor). Üni<strong>ve</strong>rsitenin 1995-2000 y›llar› aras›nda mezunlar› bünyesinde<br />
yürüttü¤ü bir kampanyada toplad›¤› 1,14 milyarl›k ba¤›fl ya da kampüs içerisindeki pek<br />
çok tafl›nmazda (tafl, bank, bina, s›ra, masa vs.) görebilece¤iniz <strong>ve</strong> sözkonusu tafl›nmaz›n<br />
ba¤›fl oldu¤unu gösteren mezun isimlerinin çoklu¤u, hem ba¤›fl›n üni<strong>ve</strong>rsite aç›s›ndan tafl›d›¤›<br />
önemi hem de –art›k mezun olmufl– ö¤rencilerin üni<strong>ve</strong>rsiteleri ile kurduklar› ba¤lar›n<br />
kavili¤ini göstermesi aç›s›ndan kayda de¤er. Di¤er taraftan üni<strong>ve</strong>rsitenin de –özellikle<br />
lisans– ö¤rencileri ile ziyadesiyle ilgilendi¤ini belirtmek gerekiyor. Bu tavr›n Princeton’a<br />
has olmad›¤›n› hat›rdan ç›karmamak kayd› ile Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nin ö¤rencilerine en<br />
fazla fon ay›ran üni<strong>ve</strong>rsitelerden birisi oldu¤unun da alt›n› çizelim. Örne¤in; 5000 civar› lisans<br />
<strong>ve</strong> 2500 civar› lisansüstü ö¤rencisi olan Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nin 2002-2003 dönemi<br />
içerisinde ö¤rencilerine yapt›¤› yard›m 13,25 milyon dolar. Bizde emsaline rastlanmayan<br />
bu nev‘i üni<strong>ve</strong>rsite-ö¤renci iliflkisinin tebârüz etti¤i faaliyetlerden birisi ise mezuniyet<br />
töreninin hemen ard›ndan düzenlenen <strong>ve</strong> üç gün süren mezunlar buluflmas›. Bizde liselerin<br />
mezunlar dernekleri taraf›ndan düzenlenen <strong>ve</strong> –birkaç üni<strong>ve</strong>rsiteyi istisna olarak kabul<br />
edersek– üni<strong>ve</strong>rsite düzeyinde esamesi okunmayan pilav günlerine muadil olan bu etkinlikteki<br />
(ücretli olmas›na ra¤men) kat›l›m yo¤unlu¤u <strong>ve</strong> neredeyse yürümeye mecali olmayacak<br />
kadar ihtiyar mezunlar›n dahi turuncu-siyah (Princeton Üni<strong>ve</strong>rsitesi’nin bu<br />
renkleri kullan›yor) elbiseleri ile ifltirak etmeleri herhalde yukar›da alt›n› çizmeye çal›flt›-<br />
¤›m aidiyet duygusunun en bariz göstergelerinden birisi.<br />
Ne kadar uzak bize…<br />
Mabadi var…
88<br />
Nûr olmay›nca renkler görünmez!<br />
Nûr, ›fl›k olmayan yerde k›rm›z›, yeflil, sar›; bu üç rengi ne vakit, nas›l görebilirsin<br />
Fakat senin akl›n fikrin renklere tak›ld› kald›; renklerde kayboldu da, bu renkler<br />
nûru görmene perde oldu. Gece gelip de renkleri örtünce, renkler görünmez olunca,<br />
rengi görmenin ›fl›¤a, nûra ba¤l› oldu¤unu anlars›n. Gönül âleminin hâli de böyledir;<br />
nûr olmay›nca iç âlemin renklerini de göremezsin.<br />
D›fl âlemin renkleri güneflin <strong>ve</strong> süha y›ld›z›n›n ›fl›¤›yla; iç âlemin renkleri ise Allah’›n<br />
yücelik nûrlar›n›n aksi ile belli olur. Asl›nda gözün nûru da, gönüllerin nûrundan<br />
meydana geldi¤i için gönül nûrunun aksidir. Gönül nûrunun nûru, Allah’›n<br />
nûrudur. Allah’›n nûru ise, hem ak›l hem de duygu nûrundan pâkt›r, tamam›yla<br />
ayr›d›r.<br />
Gece nûr olmad›¤› için renkleri göremedin, flu hâlde nûrun z›dd› ile flunu anlad›n<br />
ki: Önce nûr görünür, sonra renk… Bunu da –flüphesiz ki– nûrun z›dd› olan karanl›kla<br />
anlars›n! fiu hâlde sen nûru, nûrun z›dd› ile bilirsin. Çünkü z›d meydana ç›karak<br />
z›dd› gösterir.<br />
Varl›k âleminde, Allah nûrunun z›dd› yoktur ki z›d ile meydan ç›k›p görünsün!<br />
MESNEVÎ’DEN