PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

kitaplar.ankara.edu.tr
from kitaplar.ankara.edu.tr More from this publisher
22.01.2015 Views

ANKARA UNIVERS/TES/ ILAHIYAT FAKULTESI YAYINLARI LXXVI MUTEZİLE'N İN DOĞU ŞU VE KELÂMI GÖRÜŞLERI Dr. Kemal IŞIK A. Ü. Ilahiyat Fakültesi Kelâm Asistan ı ANKARA ÜN I VERS I TESI B ASIM EV İ . 1967

ANKARA UNIVERS/TES/<br />

ILAHIYAT FAKULTESI YAYINLARI<br />

LXXVI<br />

MUTEZİLE'N İN DOĞU ŞU<br />

VE<br />

KELÂMI GÖRÜŞLERI<br />

Dr. Kemal IŞIK<br />

A. Ü. Ilahiyat Fakültesi Kelâm Asistan ı<br />

ANKARA ÜN I VERS I TESI B ASIM EV İ . 1967


ANKARA ÜNIVERSITESI<br />

İ LÂH İ YAT FAKÜLTES İ YAYINLAIj[<br />

LXXVI<br />

MUTEZİLE'N İN DOĞUŞU<br />

VE<br />

KELAMI GÖRÜŞLERI<br />

Dr. Kemal IŞIK<br />

A. Ü. İlâhiyat Fakültesi Kelâm Asistan ı<br />

ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ 1967


Bu eser, Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Prof. Dr. _Ne şet<br />

Çağatay ve Prof. M. Tayyip Okiç'den kurulu juri taraf ından<br />

1964 Aral ık ay ında doktora tezi olarak kabul edilmi ştir.


İ Ç İ NDEK İ LER<br />

Sayfa<br />

ÖNSÖZ 5<br />

GIRI Ş • 7<br />

Birinci Bölüm<br />

MUTEZİLE'N İN DOĞUŞUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER 28<br />

1- Müslümanlar Arasındaki Dini ve Siyasi İhtilaflar 28<br />

2- Yabanc ı Din ve Kültürlerin Tesiri 34<br />

3- Felsefi Cereyanlarm Tesiri 45<br />

İkinci Bölüm<br />

MUTEZİLE'N İN DO ĞUŞU, GELI ŞMESI VE ÇÖKMESI 50<br />

I- Mutezile'nin Do ğuşu 50<br />

1- Mutezile'nin Do ğduğu Yer ve Tarihi 50<br />

2- Mutezile Deyimi Hakkında İleri Sürülen Çe şitli Fikirler 52<br />

3- Mutezile'nin Di ğer Isimleri 56<br />

a) Ehl al-Adl va't-Tevhid 56<br />

b) al-Kaderiyye 57<br />

II- Mutezile'nin Geli şmesi ve Çökmesi 59<br />

Üçüncü Bölüm<br />

MUTEZ İLE'N İN KELÂMI GÖRÜ ŞLERI 67<br />

I-Mutezile'nin Be ş Prensibi 67<br />

1- at-Tevhid 67<br />

2- al-Adl (Adalet) 69<br />

3- al-Va'd va'l -Vaid 71<br />

4- al-Menzile beyne'l -Menzileteyn 72<br />

5- al-Emr bil-Ma'rnf va'n-Nehy ani'l -Münker 72<br />

II- Mutezile'nin Di ğer Görü şleri 73<br />

1- Allah' ın Görülüp Görülmemesi 73<br />

2- Kur'an' ın Yarat ılmış Olup Olmamas ı 75<br />

3- Husun ve Kubuh 77<br />

4- Akıl ve Nakil Meselesi 79<br />

SONUÇ 81<br />

Bİ BL İYOGRAFYA 84<br />

INDEKSLER 90<br />

3


ÖNSÖZ<br />

Kelâm tarihinde Mutezile okulu önemli bir yer i şgal eder. Gerek<br />

tevhid sistemleri ve gerekse hür dü şünceyi temsil etmeleri bakımından<br />

dikkati çeker. Ayr ıca akılcı bir yol izlemi ş oldukları için de İslam âleminde<br />

kültür tarihi yönünden büyük bir önem ta şır.<br />

İşte genel karakterlerini birkaç cümle ile belirtme ğe çalıştığımız<br />

"Mut e zile" ad ının ve okulunun do ğuşu hakkında şimdiye kadar dilimizde<br />

yazılmış ilmi mânada eserler hemen hemen yok denecek derecede<br />

az oldu ğu gibi, mevcut eserlerde de Mutezile'nin Doğuşu ve Kelânti<br />

Görüşleri çok sathi bir şekilde belirtilme ğe çah şılmıştır.<br />

Bu sebeple biz "Mutezile'nin Do ğuşu ve Kelâmi Görü şleri" konusunu<br />

doktora tezi olarak seçerken, her şeyden önce bu gerçekleri göz<br />

önünde tutmay ı ve konuyu buna göre i şlemeyi amaç edindik. Elimizden<br />

geldiği kadar gerek arapça bas ılmış kaynaklardan ve gerekse konu<br />

ile ilgili yazmalardan faydalanma ğa çalıştık.<br />

Bu konuyu işlerken zaman zaman k ıymetli tavsiye ve tevcihlerinden<br />

azami derecede istifade etme ğe çalıştığım sayın Hocam Prof. Dr.<br />

Neşet Ça ğatay'a, ayr ıca ilgisini esirgemiyen say ın Doç. Dr. İbrahim<br />

Agâh Çubukçu'ya ve baz ı kaynaklar ı teminde bize kolayl ık gösteren<br />

Kütüphane müdürümüz saym İhsan İnan'a burada te şekkülerimi ifade<br />

etmeyi zevkli bir borç bilirim.<br />

Kemal IŞIK<br />

5


GIRI Ş<br />

İslam kültürü tarihinde Kelâm ilmiyle ilgili meseleleri ilk defa akl ın<br />

ve felsefenin ışığı alt ında incelemek ve böylece bu ilme alışılmışın hilafına,<br />

yeni bir yön vermek cesaretini gösteren Mutezile fırkasmın yaşadığı<br />

asır, İslam düşüncesine çe şitli fikir cereyanlar ının hâkim olduğu ve itikadi<br />

konularda önemli birtak ım olayların cereyan etti ği kritik bir devreye<br />

raslar. Ba şlangıçta Arap Yar ımadası'mn küçük bir şehrinde doğan<br />

İslâmiyet, hızla gelişmiş, yayılmış ve nihayet bu adanın da hudutlarm ı<br />

aşarak birçok ülkeleri, kavimleri ve bunlara mensup milliyetleri, inançları,<br />

Adet ve kültürleri ba şka ba şka olan birtak ım yabanc ı unsurlar ı<br />

sinesinde toplam ı§ ve böylece kozmopolit bir toplum meydana gelmi ş-<br />

tir.<br />

İslam dini ve itikadı ile ilgili konuların en geni ş şekliyle söz konusu<br />

edildiği ve bu hususta büyük mücadele ve münaka şalarm cereyan etti ği<br />

bu devrenin özelliklerinden ve bu arada Mutezile f ırkas ının doğuşuna<br />

tesir eden çe şitli faktȫrlerden ileride daha tafsilâth bir şekilde bahsedilecektir.<br />

Ancak, İslâmiyetin ba şlangıc ından bu devreye kadar geçen<br />

zaman içinde itikâdi konular ın ve genel olarak bu konular ı kapsayan<br />

Kelâm ilminin geçirmi ş olduğu çe şitli safhalara temas etmemiz, tezimize<br />

konu te şkil eden "Mutezile'nin Doğuşu ve Kelâmi Görü şleri" nin ve bu<br />

sistemin ana kaynaklar ının açık bir şekilde anla şılmasma yard ımcı<br />

olaca ğı kanısındayız.<br />

Her şeyden önce şuna işaret etmek lâz ımdır ki, Kelâm ilmi Tek Tanr ı<br />

( Monothe'isme ) fikrinden do ğmuştur. Bunun için bu ilme "Tevitid ilmi" de<br />

denmiştir. Tevhid, Allah' ın birliği esasına dayand ığına göre, İslâmiyetten<br />

önce gelip geçmiş bütün dinlerde de bu mânada bir bilimin, yani bir<br />

Tanrı düşüncesinin varlığını kabul etmek laz ımdır. Tarih boyunca bütün<br />

Peygamberler ve seçkin din adamlar ı daima bu prensibi savunmu şlar, beşeriyeti<br />

bu inanç ve bu ülkü etrafında toplama ğa, onlara her şeyin<br />

üstünde ezdi ve ebedi bir yarat ıcının varhğını kabul ettirme ğe çalış-<br />

7


mışlardır.° Bu itibarla, Tanr ı düşüncesiyle ilgili hükümler hiçbir devirde<br />

ve hiçbir Peygamberin şeriat ında de ğişmemiştir. İlk Peygamber<br />

Adem A. S. ın bu husustaki inanc ı ne ise, ondan sonra gelen bütün<br />

Peygamberlerin de inançlar ı ayni olmuştur. Kur'an- ı Kerim'de bununla<br />

ilgili hükümler aç ık bir şekilde beyan olunmu ş ve kuvvetli delillerle de<br />

teyid edilmiştir2.<br />

İnsanlar olu şları itibariyle şüphecidirler. Her şeye, özellikle tanrısal<br />

bilgilere şek ve şüphe ile bakmak onların karakteristik ve do ğal<br />

vas ıflarından biridir. Bununla beraber, bir üstün varl ığın, bir yarat ı-<br />

cımn da varlığını hissetmek ve kabul etmek ihtiyac ı kendilerinde Mildir.<br />

İşte bundan dolayı, her devirde ve her Peygamberin ümmetinde,<br />

dini telkin ve ir şatta bulunmakla mükellef dini liderlerin, bu ödevi<br />

yerine getirmekte izlemi ş oldukları metodun yetersiz olmas ı ve özellikle<br />

akli delillere gerekli önemi vermemi ş olmaları, bu gibi davetlerin ço ğu<br />

zaman insanlar taraf ından şüpheyle kar şılanmas ına ve bunun yan ı sıra<br />

doğal olan dini ihtiyaçlar ın giderilmesi için Tek Tanrı yanında, çok tanr ı<br />

düşüncesi gibi birtak ım inançlarm do ğmas ına sebep olmu ştur.<br />

Bunun bariz örneklerinden birisini, islâmiyetin do ğusundan önce<br />

Arap Yar ımadas ında cereyan eden olaylarda ve burada ya şıyan Cahiliyye<br />

ça ğı araplarının inanç durumunda görmek mümkündür.<br />

İslam güne şi, bu bölgede çok tanr ıcılığın (PolytMisme) hükümran<br />

olduğu bir devirde do ğdu. Gerçi Cahiliyye Ça ğı diye adlandırdığımız<br />

bu devirde araplar aras ında Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi semavi dinlere<br />

mensup insanlar yok ede ğildi. Fakat bunların adedi say ılabilecek<br />

kadar çok az ve manduttu. Bunlar ın dışında kalan büyük çoğunluk ise<br />

putperest idi 3. Kendi yarat ıklar' olan ve ekseriya insan gövdesi veya<br />

yüzünü andıran, hazan da heykel halini alan bir kaya, bir ta ş parças ı<br />

ve benzeri gibi maddelerden mamül birtak ım putlara tap ıyor ve bunları<br />

kendilerine mabüd olarak ittihaz ediyorlard ı 4.<br />

Araplar tapmış oldukları bu ilâhlarm yan ı sıra üstün bir yarat ı-<br />

cının, her şeye kadir olan bir Tanr ının varlığına da inamyorlard ıs.<br />

Fakat zannedildi ği gibi, onlar bu inançlar ını -biraz önce zikredilenler<br />

1 Bk. Muhammed Abduh, Risaletu't- Tevhid, s. 5, Mısır 1351; Ali Hasaballah, Mulıiidarât<br />

fi s. 88, Kahire 1373 / 1952.<br />

2 Bk. İsmail Hakkı ( İzmirli), Yeni lim-i Kelam, C. 1, s. 22, İstanbul 1339-1341.<br />

3 Bk. Ali Mustafa al-Gurabi, Tarilıu'l -Fırak al —isliımiyye, s. 8, Mısır 1378 /1959.<br />

4 Tafsiltıt için bk. Hisâm b. Kelbi, Kitabu'l-Asn ıim, Ahmet Zeki Pasa ne şri, s. 6 vd.<br />

Kahire 1343 /1924; Ord Prof. Hilmi Ziya illken, islânı Düşüncesine Giriş I, s. 35, İstanbul 1954.<br />

5 Kur'an- ı Kerim'de onların bu inançlarına delâlet eden birçok âyetler vard ır: Bk.<br />

Meselâ: Ankebiit Süresi, âyet: 63; Mu'minfın Süresi, âyet: 85-90; Zümer Süresi, âyet: 8.<br />

8


ir tarafa — Yahudi veya H ıristiyan dinlerinden alm ış değillerdi. 6 Gerçek<br />

şu ki, onlar böyle bir üstün kudretin varl ığını daha önce Hz. İbrahim<br />

ve İsmail devirlerinde ö ğrenmi şlerdi 7 .<br />

Ancak, onlar ın bu Tek Tanrı düşüncesi, gerçek bir inanc ın neticesi<br />

değildi. Bunun içindir ki onlar hiçbir zaman Allah'a kar şı layık olduğu<br />

derecede sayg ı duymam ışlar ve O'nun hakk ında münaka şaya dahi<br />

girişmekten daima kaç ınmışlardır 8 .<br />

Özet olarak Cahiliyye ça ğında araplar ın inanç durumu bu merkezde<br />

idi. Bir taraftan Allah' ın varlığına inan ırken, di ğer taraftan kendilerine<br />

Allah'tan daha yak ın zannettikleri birtak ım putlardan yard ım umuyor<br />

ve onlara ibadet ediyorlard ı. Gerçekte onlar, bu ilâhlarm Allah' ın<br />

yer yüzündeki halifeleri, o ğulları veya k ızlar ı olduklarına 9, binaenaleyh<br />

onların da müstakil birer tanr ı olup", Allah katında şefaatc ı ve arac ı<br />

olduklarına 11 inamyor ve "Biz onlara, sadece bizi Allah'a yakla şt ırs ınlar<br />

diye ibadet ediyoruz" " diyorlard ı. Bununla beraber onlar ın putlarına<br />

kar şı duymu ş oldukları saygı ve hürmetleri de o kadar derin değildi.<br />

Hattâ onlar ın bazı günlük i şleri ters gittiği zaman çok kere bunlara<br />

kız ıldığı ve lanet edildi ği de olurdu".<br />

İnanç ile ilgili konular ın böylesine kar ışık ve çelişik bir durum arzetti<br />

ği bir sırada Hz. Muhammed yeni risâletiyle tebli ğ olundu.<br />

6 Bk. C. Brockelmann, İslam Milletleri Ve Devletleri Tarihi, Çeviren: Prof. Dr. Ne şet<br />

Çağatay, s. 10, <strong>Ankara</strong> 1954.<br />

7 Bk. Prof. Dr. Ne şet Çağatay, Islâmdan Önce Arap Tarihi Ve Cahiliyye Ça ğı, s. 95-96,<br />

<strong>Ankara</strong> 1963; Muhammed al-Hudari Bey, Muhadarât Tarihi'l -Uman al-Islâmiyye C. I, s. 54<br />

vdd. Kahire 1376; Ahmet Mithat, Tarih-i Edyân, Ahmet Hamdi Aksekili ne şri. C. I, s. 165,<br />

İstanbul 1329.<br />

8 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, andan eser, s. 36; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu<br />

Gazzali Ve Suphecilik, s. 7, <strong>Ankara</strong> 1964; De Lacy O'leary, İslam Düşüncesi Ve Tarilıteki Yeri,<br />

Çevirdiler: H. Yurdayd ın ve Y. Kıitluay, s. 30, <strong>Ankara</strong> 1959.<br />

9 Kur'an-ı Kerlın'in "his Süresinde, Allah'ın çocuğu olmadığı bildirilinekte ve onların<br />

bu davas ı kesin olarak red edilmektedir. Keza, Mu'minün Süresinin 91 nci ayeti de bunu teyid<br />

etmektedir.<br />

10 Sâd Süresi, ayet 5 de Hz. Muhammed için onlar ın, "gerçekten Tanr ıları bire mi indirdi<br />

Doğrusu bu pek tuhaf bir şey" dedikleri beyân olunmaktad ır.<br />

11 Kur'an- ı Kerim onlar ın bu iddialarını şiddetle reddetmektedir. Bk. Ra'd Süresi,<br />

ayet: 33; Führ, ayet: 40; az-Zamah şeri, al-Keşşâf, C. II, s. 264, C. III, s. 488, Kahire 1365 /<br />

1946; a ş-Sevkâni, Fethu'l -Kadir, C. IV, s. 344, M ısır 1349; Seyyid Kutub, Fi Ziliili'l Kur'an,<br />

C. XI, s. 65. Mısır (Tarihsiz).<br />

12 Bk. Zümer Süresi, ayet: 3; Muhammed al-Hudari Bey, ayni eser, s. 55; Dr. Hüseyin<br />

Atay, Kur'an'a Göre İman Esasları, 35 vd. <strong>Ankara</strong> 1%1.<br />

13 Bk. Dr. Filip Hü'ri Hitti, Tarihu'l Arap, Muhammed Mebrak Nâfi' tercümesi, s. 115,<br />

Kahire 1949; Doç. Dr. İbrahim A Çubukçu, ayni eser, s. 7.<br />

9


Onun bize getirmi ş olduğu bu yeni dinle, Cahilliyye ça ğı çok tanr ı sistemi<br />

kökünden y ıkıldı: Nitekim Hz. Peygambere Mekke'de nazil olan<br />

ayeti kerimelerde. Cenab- ı Hak, Kendisini bize şöyle tamtmaktad ır:<br />

"De ki: 0 Allah bir tektir ; en Büyük merci sadece O'dur; 0, do ğmam ış ve<br />

doğurmamıştır; ve O'na hiç kimse e şit olaınaz"". Görüldüğü gibi, Hz.<br />

Muhammed'in insanlara öğretmi ş olduğu Allah fikri Islâmiyetten önceki<br />

Tanrı düşüncesinden tamamen farkl ıdır. Zira bu yeni dinin temeli,<br />

İhlas süresinin manaland ırdığı Tek Allah prensibine dayanmaktad ır.<br />

Bundan dolay ı Cahiliyye ça ğı araplar ı, esas gayeleri ne olursa olsun,<br />

tapm ış oldukları putları ilâh derecesine yükseltip, Allah'a Şefik ko ş -<br />

malar ından dolayı kendilerine "müşrik" ad ı verilmiş ve Hz. Peygamberin<br />

risâletini ve onun getirmi ş olduğu yeni Allah dü şüncesini inkâr<br />

edenlere de "kafir" denmi ştir. Bu itibarla, islâmiyette Kelime-i Şehatlet<br />

esas kılııimış ye Müslüman olabilme, ancak bu kelimenin ihtiva etmi ş<br />

olduğu mânalara inanarak söylenmesi şart ına ba ğlanmışt ır15 .<br />

H z . Mu hamm e .d'in daveti, ba şlangıçta şu üç esas nokta üzerinde<br />

toplanıyordu:<br />

1—O, Allah' ın elçisi olup bütiip insanlar ı hak dine davetle görevlendirilmiş<br />

olan bir Peygamberdir.<br />

2—Araplar aras ında yayg ın olan putlara tapma âdeti art ık ilga<br />

edilmi ştir. Bundan böyle her türlü ibâdet, ancak kainat ı yoktan yar<br />

eden, şeriki ve benzeri bulunmayan Ulu Tanr ı'ya yap ılacak ve ancak<br />

O'ndan yard ım umulacak ve ba ğışlanma dilenecektir". Kur'an- ı Kerim'de<br />

bu iki esasa birden i şaret edilerek şöyle denmektedir: "De ki :<br />

"Ben de ancak sizin gibi bir insan ım. Bana Tanrının ancak bir Tek Tanrı<br />

olduğu vayholunuyor. Onun için hepiniz O'na yönelin, O'ndan bağışlanma<br />

dileyin; Allah'a ortak ko şanların vay haline!".<br />

3—Ya şamış olduğumuz bu hayattan sonra ebedi bir hayat vard ır.<br />

Her insan öldükten sonra tekrar dirilecek ve dünyadaki amelinin hesab<br />

ı kendisinden sorulacakt ır. Ameli iyi olan insan, lay ık olduğu mükâfata<br />

nail olacak, kötü olan ise müstahak oldu ğu cezaya çarpt ırılacakt ır.<br />

Gerçekte putperest olan araplar, böyle bir hayat ın varlığına inanmad ık-<br />

14 Pılds Süresi, ayet: 1-4. ııı<br />

15 Kur'an- ı Kerim'de kelime-i şehadeti ifade eden, "La ildhe Plalldh, Muhammedu'r<br />

-Resiilullah" (Allah'tan ba şka Tanrı yoktur, Muhammed O'nun elçisidir.) tâbirinin birinci bölümü<br />

Muhammed ve Saffdt surelerinde, ikinci bölümü ise Feth suresinde varid olmu ştur. Bk.<br />

Muhammed Süresi, ayet: 19; Saffdt Süresi, ayet: 35; Feth Süresi, ayet: 29.Keza bk. Dr. Hüseyin<br />

Atay, anılan eser, s. 14.<br />

16 Bk. Hişam •. Kelbi, anılan eser, Ahmet Zeki Pa şa Onsözü s. 22.<br />

17 Fussilet Süresi, ayet: 6.<br />

10


ları gibi, ölümden sonra tekrar dirileceklerine de bir türlü ak ıl erdiremiyor<br />

ve şöyle diyorlard ı :" "Çürümüş kemikleri kim yaratacak " 19 .<br />

"Biz ölüp toprak ve bir yığtn kemik oldu ğumuzda mi diriltileceğiz" 20 .<br />

"Hayat ancak bu dünyadaki hayatım ızdan ibarettir ; biz tekrar dirilecek<br />

değiliz" 21. Kur'an- ı Kerimde bunlardan ba şka, onların bu inanç ve<br />

iddialarına delâlet eden daha birçok ayetler mevcuttur 22.<br />

Hz. Peygamber ba şlangıçta ve bilhassa risâletinden sonra Mekke'de<br />

ikamet etmi ş olduğu onüç sene zarfında bu esaslar dahilinde davetine<br />

devam ederek, insanlar ı ahşmış oldukları sap ıklık ve gaflet deryas ından<br />

kurtulup do ğru yola yönelme ğe, dünya ve âhiret ayd ınlı& ve saadete<br />

kavuşmağa ça ğırdı; müşrikler tarafından önüne ç ıkarılan bütün engellere,<br />

kar şılaşmış olduğu büyük güçlüklere ve imkans ızhklara ra ğmen,<br />

yılmadan usanmadan bu mukaddes davay ı savunarak Allah' ın emirlerini<br />

yerine getirme ğe çalıştı. Bütün bunlara ra ğmen, Mekke mü şriklerinden<br />

pek az ı bu davete icabet ederek islam dinini kabul etti 23. "Fakat<br />

Yahudilerle olan yak ın temaslar ı dolayısiyle Tek, Allah gibi mücerret<br />

mefhumlarla ünsiyeti olan Medine'lilerin, Akabe'de tezahür eden peygambere<br />

yak ınlıkları neticesi vuku bulan hicretten sonra Islâmiyet<br />

büyük bir hızla yayılma& ve geli şme ğe başladı"24. Ve böylece islamiyet,<br />

kısa bir müddet sonra cihan şumûl bir din halini ald ı25.<br />

Biz burada, islamiyetin do ğusundan genel bir din hüviyetini al ıneaya<br />

kadar geçirmi ş olduğu çeşitli safhalardan, özellikle siyasi, tarihi,<br />

sosyal ve kültürel geli şim ve de ğişimlerden ve bunlar ın genel olarak<br />

insanlar üzerindeki çe şitli etkilerinden bahsetmek ve böylece konuyu<br />

uzatmak istemiyoruz. Çünkü bütün bunlar, ba şlı başına müstakil birer<br />

konu te şkil edebilecek bir' niteliktedir.<br />

Ancak, kısaca şunu söylemek isteriz ki, islâmiyet bütün insanh ğa<br />

yeni bir dünya ve âhiret nizam ı ve anlayışı getirmi ştir. Bu nizamla<br />

18 Tafsilât için bk. W. Montgomery Watt, Hazret-i Muhammed, Çeviren: Hayrullah Örs,<br />

s. 29, 30 vdd. İstanbul 1963; Alî Mustafa al-Gurübl, anılan eser, s. 8-9.<br />

19 Bk. Yâsin Süresi, âyet: 78.<br />

20 Bk. Mu'minân Süresi, âyet: 82.<br />

21 Bk. En'âm Süresi, âyet: 29.<br />

22 Bk. Meselâ: ısrti Süresi, âyet: 49, 98; Sâffât Süresi, âyet: 16, 53; Yaka, âyet: 47; Nazik,<br />

âyet: 11.<br />

s. 71 vdd.<br />

23 Bk. Ali Mustafa al-Gurübi, anılan eser, s. 9; Muhammed abIludari Bey, andan eser,<br />

24 Bk. Dr. Ya şar Kutluay, İskimiyetie Dikâcli Mezheplerin Doğuşu, s. 14, <strong>Ankara</strong> 1959.<br />

25 Tafsilât için bk. T. W. Arnold, İrıti.şeir-z islam Tarihi, M. Halil Halid tercümesi,<br />

s. 31-35, İstanbul 1343; John Davenport, Hazret-i Muhammed ve Kur'an-e Kerim, Çeviren:<br />

Ömer R ıza (Do ğrul), s. 54-61, İstanbul 1347/1928.<br />

11


ütün insan topluluklarımn üstünde yepyeni bir müslüman topluluğu<br />

vücut bulmu ştur. Bu yeni toplumda, herkes istisnas ız Allah' ın huzurunda<br />

e şittir; her türlü cins, ırk ve asâlet gibi mefhum ve ayr ılıklar<br />

gözetilmeksizin her insan yekdi ğeriyle e şit hak ve salâhiyetlere sahiptir.<br />

E ğer bu yeni dinde, Allah kat ında insanlar aras ında bir de ğer ölçüsü<br />

varsa, bu da, ferdin Allah'a olan takva ve ba ğlılık derecesiyle kaim<br />

olmas ıdır. "Şüphesiz Allah kat ında en değerliniz, O'na karşı, gelmekten<br />

en çok sak ınanızd ır"26.<br />

Bu dinde, daha önce Arap Yar ımadas ın'da ve bilhassa Mekk'de<br />

görüldüğü gibi, aile ve kabile asabiyetine yer yoktur. İnsanlar ancak<br />

bilgi, iktidar ve kıymetleriyle birbirinden üstündür. Bunun bariz örneklerinden<br />

biri, Mekke gibi bir şehre yirmi ya şında bir gencin vali<br />

olarak tayin edilmesi ve Ömer b . al-H at ab gibi bir kahraman ın,<br />

henüz müslüman olmuş bir insamn emri alt ında çekinmeden ve tereddüd<br />

etmeden çarp ışmış ve bunu gayet normal bir hareket olarak kar şılamış<br />

olmas ıdır. Yine, hicretin 35 inci y ılında Mısır valiliğinden azledilen<br />

b. al— Âs, halife Osman b . Affan' ın yamna gelerek kendisine,<br />

ailesinden, ana ve babas ının asâletinden bahsederek övünmek istemesi<br />

üzerine, Halifenin onu "bu şekilde kendini medhetmek Cahiliyye<br />

adetlerindendir; seni bundan menederim" 27 sözüyle azarlamas ı, is-<br />

1amiyetin bu prensibini te'kid eden di ğer bir örne ği te şkil etmektedir 28 .<br />

Bütün bunlar ın yanı sıra, islamiyet akla ve tefekkiire büyük bir<br />

önem ve de ğer vermiş ve onu ön plana geçirmi ştir. Bundan dolayı Kur'-<br />

an- ı Kerim hitab ı daima ve do ğrudan doğruya akla tevcih etmi ş ,ondan<br />

düşünmek suretiyle gerçeğin ara şt ırılmasını ve daha önce araplar arasında<br />

yaygın olan birtak ım batıl inanç ve 'geleneksel adetlerin terkedilmesini<br />

istemiştir. "Eğer Biz bu Kur'an'', bir dağa indirmiş olsaydık,<br />

sen onun, Allah korkusuyla ba ş eğerek nasıl parça parça olduğunu görürdün.<br />

Bu misalleri insanlar diişünsünler diye veriyoruz" 29. "Bu insanlar<br />

devenin nas ıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildi ğine, dağların nasıl<br />

dikildiğine, yerin nasıl yay ıldığına bir bakmazlar mı ". ".... Şüphesiz<br />

dü şünen kimseler için bunda ibretler ve deliller vard ır'''. "Allah,<br />

akhnızı kullanasınız diye size Cıyetlerini gösterir". "Göklerde ve yerin<br />

26 Hueurât Süresi, âyet: 13.<br />

27 Bk. Ibıı Kesîr, al-Bidâye ve'n-Nihilye, C. VII, s. 170, Mısır 1351/1932.<br />

28 Bk. Dr. Ya şar Kutluay, anılan eser, s. 15-16.<br />

29 Hafi. Süresi, âyet: 21.<br />

30 Güsiye Süresi, ayet: 17-20.<br />

31 Ra'd Süresi, âyet: 3, 4; B ıikara, âyet: 164; Nah, âyet: 12;Rârn, âyet: 24.<br />

32 Bakara Süresi, âyet: 73.<br />

12


yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde....' dü şünen<br />

insanlar için deliller vardır".<br />

Görüldü ğü gibi Kur'an- ı Kerim, dü şünmeyi ve fikir beyan etmeyi<br />

baz ı nüfuzlu ve mevki, sahibi şahısların inhisarından ç ıkarıp genelleştirmiş<br />

ve umuma te şmil etmiştir. Islam dininde, akıl sahibi her insan,<br />

kâinattaki nâmütenâhi olaylar ı ve bizzat kendi yarad ıhşındaki hikmet<br />

ve sebepleri dü şünmek ve incelemek suretiyle gerçe ğe ula şmandır. Bu<br />

konu ile ilgili olarak Kur'an- ı Kerim'de elliden fazla yerde misaller verilmiş<br />

ve "düşünmek" ve "aldetmek" emredilmi ştir.<br />

Islâmiyetin be şeriyete sunmu ş olduğu ve Kur'an- ı Kerim'de de ifadesini<br />

bulan yeni imân esaslar ı, dine itikat yönünden kesin bir şekil<br />

ve anlam vermi ştir. Bu esaslara Kur'an- ı Kerim'de ya do ğrudan do ğruya<br />

işaret edilerek inan ılması emredilmiş, yahut inananlar övülmü ş, inkâr<br />

edenler ise yerilmi ştir. Kur'an- ı Kerim'de bu esaslar ı gayet aç ık ve seçik<br />

bir şekilde ortaya koyan âyetlere hemen her yerde raslamak mümkündür.<br />

Bununla beraber, islâmiyetin daha ilk günlerinde bile inançla ve<br />

birtakım şer'i meselelerle ilgili olarak müslümanlar aras ında zaman<br />

zaman baz ı münakaşalar cereyan etmi ş ve bunun bir neticesi olarak<br />

da çe şitli görüşler ve fikir ayr ılıklar' ortaya ç ıkmıştır. Ba şlangıçta basit<br />

gibi görünen bu ayr ılıklar, daha sonralar ı, özellikle Islâmiyetin geni ş -<br />

lemesiyle birçok taraftarlar ı sinesinde toplayan ve ba şlı başına kaim<br />

birer mezhep halini alm ıştır.<br />

Bunun nedenlerini veya bu neticeyi do ğuran sebebleri anlayabilmemiz<br />

için, daha Hz. Peygamber devrinden itibaren itikâcli konular ın<br />

geçirmi ş olduğu çe şitli safhalara kısaca temas etmemiz gerekmektedir.<br />

Hz. Muhammed'in asr ı, henüz Cahiliyye ça ğı gelenek ve göreneklerinden<br />

yeni kurtulmu ş olan araplar ı bir araya getirmek, onlar ı<br />

bir fikir, bir inanç etrafında toplamak ve böylece henüz do ğmakta olan<br />

Islâm devletini kuvvetli ve sa ğlam temeller üzerine kurmak amac ını<br />

güden, imân esaslar ımn tesbit edildiği ve şer'i hükümlerin vazedildi ği<br />

bir devirdi. Peygamber henüz aralar ında oldu ğundan, müslümanlar<br />

dinin esaslarını ve bununla ilgili şer'i hükümleri ö ğrenmek için bizzat<br />

kendisine ba şvuruyor, vahiy ve Kur'an- ı Kerim'in ışığı alt ında aradıklarını<br />

buluyor ve böylece mü şkülleri halledilmiş oluyordu". Esasen<br />

müslümanlar anlamakta güçlük çektikleri, ö ğrenmek istedikleri konu-<br />

33 Bakara Sûresi; âyet: 164.<br />

34 Bk. Alt Hasaballah, anılan eser, s. 88 vd.<br />

13


ları ye her türlü mü şküllerini Peygambere sormakla mükelleftiler.<br />

Kur'an- ı Kerim bu gerçe ğe işaret ederek şöyle demektedir: "Bir şey<br />

hakk ında ihtilâfa düşerseniz -Allah'a ve âhiret gününe inantnışsanızonun<br />

hallini Allah'a ve Peygambere bırakın." Peygamberin ba şlıca görevi<br />

ise, bundan ba şka bir şey de ğildi: "Allah' ın indirdiği Kitâp ile aralarında<br />

hükmet... Onların heveslerine uyma' Peygamberin verdiği<br />

hükmü kabul etmek te müslümanlar ın imânla ilgili ödevlerinden biri<br />

idi: "Rabbime and olsun ki, aralarında çıkan ihtilâflarda seni hakem tayin<br />

edip, sonra, haklarında senin vermiş olduğun hükmü gönül r ızasiyle<br />

kabul etmedikçe onlar iman etmi ş olmazlar" 37 .<br />

Kur'an- ı Kerim'in tetkinkinden de anla şılacağı üzere, Hz. Peygamberin<br />

do ğrudan do ğruya muhatap oldu ğu sorular onüç kadar meseleyi<br />

ihtiva etmektedir". Bunlar genel olarak müslümanlar ın pratik hayatlariyle<br />

ilgili amen ve fıkhi meseleler olmakla beraber, bunlar ın içinde<br />

Ruh'un mahiyeti, Zu'l-Karneyn, Ashabu'l-Kehf'in kimlikleri ve k ıyamet<br />

gününün alâmetleri gibi, ba şka din mensuplar ının veya onların te ş -<br />

vik ettiği kimselerin tevcih etmi ş oldukları sorular da yer almaktad ır.<br />

Yine Kur'an- ı Kerim ve hadislerin incelenmesinden anl ıyoruz ki,<br />

Hz. Peygamber zaman ında Kur'an- ı Kerim'de varid olan "muhkem"<br />

ve "müteşiibih" âyetler hakk ında da bazı tart ışmalar olmuştur. Muhkem<br />

'ayetler, kesin anlaml ı, manaları değişmiyen âyetlerdir. Müte şâbih<br />

olanlar ise, de ğişik ve çe şitli mânalara gelebilen, anlay ışa göre de ğişebilenlerdir<br />

39. Kur'an- ı Kerim bu konuda şöyle demektedir: "Sana<br />

Kitab'ı indiren O'dur. Onda Kitabın temelini te şkil eden kesin anlaml ı<br />

(muhkem) âyetler vard ır. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, sırf fitne ç ıkarmak,<br />

kendi arzular ına göre yorunılamak için onların müte şâbih olanlarına<br />

uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir40. ilimde derinle ş -<br />

35 Nisa Süresi; ayet: 59.<br />

36 Mâide Süresi; âyet: 49.<br />

37 Nisa Süresi; ayet: 65.<br />

38 Bu meseleler hakk ında bak: Rakam Süresi, âyet: 215-217, 219, 220; Enfed, ayet:<br />

I; KW, ayet 83; ısrü, âyet: 85; Araf, ayet: 187.<br />

39 Bk. Zamahşeri, anılan eser, G. I. s. 337, 338; As ım Efendi, Kamus Tercümesi, C. IV,<br />

s. 245, 813, 814; İstanbul 1304-1305.<br />

40 Müfessirler, bu ayetin tefsiri hususunda ihtilafa dü şmüşlerdir. Onlarm bir k ısmı ,<br />

ayette varid olan "Vdr-Rasilıfın" tabirini bir önceki kelimeye, yani"illa'allah"deki Allah üzerine<br />

atfetmek suretiyle "onların yorumunu ancak Allah ve bir de ilimde derinle şmi ş, rusuh kesbetmi ş<br />

olanlar bilir" şeklinde mana vermişlerdir ki, bu manaya göre, bu gibi ayetlerin tevil edilmesi,<br />

yorumlanması caizdir. Diğer bir kısmı ise, "illa'allah" da durarak "onların yorumunu ancak<br />

Allah bilir. Rasihler — ilimde yüksek bir dereceye eri şmi ş olanlar-ise: "Biz ona inandık, hepsi<br />

Rabbimizin kat ındandır, derler" şeklinde mana vererek her türlü te'vil ve yorumdan kaçmm ışlardır.<br />

Bu konuda Zamah ş erî birinci grubun fikrini daha uygun görmektedir. Bk. Zamah şeri,<br />

ayn ı eser, C. I., s. 338.<br />

14


mi ş olanlar ise: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kat ındandır" derler"`".<br />

Bu âyetle ilgili olarak Hz. Ai ş e'den rivayet edilen bir hadiste,<br />

Hz. Peygamberin müte şabih âyetlere uyanlardan sakm ılmas ım emrettiği<br />

beyan olunmaktad ır 42 ki, daha sonraki şarihlere göre, sakmılması<br />

gereken kimseler çe şitli mezhep tart ışmaları sıras ında benzeri ayetlerden,<br />

kendi görü şlerini takviye maksadiyle bol bol istifade eden H ariciler,<br />

Mut ezile ve Cehmiyye gibi f ırka merısupland ır43 .<br />

Müte şabih ayetlerde, ilk nazarda zahiri manalar ı itibariyle tenzih<br />

anlayışiyle uyuşmaz gibi görünen el, yüz ve göz gibi daha çok insanlarla<br />

ilgili birtak ım s ıfatlar ispat edilmektedir. Keza insan kaderi lehinde veya<br />

aleyhinde baz ı din ve mezheplere kar şı birtak ım görü şler ileri sürülmektedir.Fakat<br />

bütün bunlara ra ğmen, gerek Hz.Peygamber devrinde ve gerekse<br />

onu takip eden- dört halife devrinde bu konutla müslümanlar aras ında<br />

ciddi ihtilaflara yol açacak, onlar ın dü şünce ve inanç birli ğini sarsacak<br />

herhangi bir fikir ve görü ş ileri sürülmemi ştir. Gerçi, biraz önce de söylediğimiz<br />

gibi bu devirde, bu âyetlerle ilgili olarak müslümanlar arasında<br />

baz ı münaka şalar olmuştuı. Ak ıl sahibi her insan ın, kendisini<br />

yakından ilgilendiren bu gibi konular üzerinde dü şünmesi gayet normal<br />

bir olayd ır. Fakat bunlar hiçbir zaman, daha sonralar ı olduğu<br />

gibi, "teşbih" veya "tecsim" anlam ında bir münaka şa olmamış, sadece<br />

bu ayetlerin tefsiri konusuna inhisar etmi ştir. Ayrıca, nakledilen baz ı<br />

hadislerde .de müte şabihata raslanmas ı, o devirde olmasa bile, daha<br />

sonraki devirlerde müslümanlar ı bir hayli me şgul etmi ştir".<br />

Bu devirde müslümanlar ın zihnini me şgul eden diğer bir konu da,<br />

Kur'an- ı Kerimde varid olan "kader"le ilgili âyetlerdir. "Kader" bilin-<br />

41 ;4/4 İmran Stiresi,âyet : 7. Çin âyet, Hz. Peygamberegelmi ş olan Neer an hıristiyanlarmdan<br />

bir gurubun, "Siz Hz. İsa Allah' ın Kelim'idir diyorsunuz, bu bize kâfidir" diyerek mugalataya<br />

sapmalar' üzerine nazil olmu ştur. Bk. al-Kadi Beydavi, Envâra't-Tenzil ve. Esrâru't-Te'vil,<br />

C. I, s. 193, İstanbul 1285; Ali b. Ahmed al-Vahidl, Esbâbu'n-Nuzill, s, 68, Mısır 1315; Ebâ Ali<br />

al-Fadl b. al-Hasan at-Tabersi, Macmau'l Beyân fi Tefsiri'l Kur'an, C. II, s. 410, Tahran<br />

1373.<br />

42 Hz. Aişe'nin rivayet etti ği bu hadisin tamanu şudur:" "Resulullah (S. A.) bana "Ya<br />

Kur'an'ın yaln ız müte şabih ayetlerin uyanları Ot-düğünde-ki Allah onlar ı Kur'an'da zikretmistir-<br />

onlardan sakın, buyurdu". Bk. Ayni al-Hanefi, Umdetu'l Karl li Şerh Sahihi'l-Buhâri,<br />

C, VIII, s. 516, İstanbul 1308.<br />

43 Bk. Ayni eser, C. VIII, s. 517; Zeyneddin Ahmed Zebidl, Tecrid-i Sarilt, Çevirenler:<br />

Ahmet Naim ve Prof. Kamil Miras, C. XI, s. 75, İstanbul 1928-1945.<br />

44 Müte şabih hadislerle ilgili konular için bk. İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis,<br />

Mısır 1326; ar-Razt, Esâsu't-Takdis<br />

Mısır 1328; İbn " Fürek, Beyân Mu şkili'l-Ehâtlis,<br />

Roma 1941.<br />

15


diği gibi, Allah tarafından önceden tâyin edilen "abnyaz ısı" mânasma<br />

gelmektedir.'" Gerçi Kur'an da geçen "Kader" ve "Kadr" kelimelerine<br />

miktar, ölçü, yani bir şeyin bir ölçüye göre tâyin edilmesi, bir hikmet<br />

ve gayeye istinaden yap ılması " şeklinde mâna verenler vard ır.<br />

Fakat gerçek şu ki, müslümanların ekseriyeti, bu kelimenin delâlet<br />

etmiş olduğu mânamn, ancak önceden takdir ve tâyin edilen "ahnyaz<br />

ısı" olduğu fikrini muhafaza edegelmi şlerdir. Bu dü şüncenin müslüman<br />

topluluğunu, daha sonralar ı nerelere kadar götürdü ğünden ileride<br />

sıras ı geldikçe bahsedilecektir. Ancak, biraz önce de söyledi ğimiz gibi,<br />

gerek Peygamber devrinde ve gerekse Hülefâ-i R a ş i din devirlerinde<br />

diğer ihtilâfh konularda oldu ğu gibi, bu mevzuda da önemli tart ışmalar<br />

olmamıştır. Çünkü Hz. Peygamber, her f ırsatta müslümanlar ı itikadi<br />

konularda münaka şaya giri şmekten şiddetle menetmi ş, aralarmda<br />

fitne ve fesat tohumlann ın saçılmas ına, dolay ısiyle tesis edilmi ş olan<br />

birlik ve beraberliğin bozulmas ına sebep olabilecek her türlü ihtilâf<br />

noktalarından şiddetle kaç ınmalarını kendilerinden istemi ştir. Bu gerçeği<br />

teyit etmesi bak ımından, Tirmizrnin Ebû Hureyre'den<br />

naklettiği şu hadis gayet önemlidir: "Bir gün baz ı arkada şlarla kader<br />

konusunda tart ışıyorduk. Hz. Peygamber yan ımıza gelip bizi bu halde<br />

görünce, öfkesinden yüzü ate ş gibi kızararak bize: "Bununla m ı emrolundunuz,<br />

yoksa ben size bunu emretmek için mi gönderildim Sizden<br />

öncekiler buna benzer tart ışmalar yüzünden helâk oldular. Böyle münaka<br />

şalar yapmaktan sizi katiyetle menederim." buyurdu". 47 Keza<br />

ba şka bir rivayette de Hz. Peygamber bu konu ile ilgili olarak, "Her<br />

ümmetin meciisu. vard ır. Bu ümmetin mecuslar ı da "kader" yoktur,<br />

diyenlerdir. Onlar ın hastalarını ziyaret etmeyin; cenâzelerinde bulunmayın;<br />

çünkü bunlar Deccal ın dostlarıdır" 48 demektedir.<br />

Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadiste 'Hz. Peygamber şöyle demiştir:<br />

" İçinizden hiçbiri yoktur ki, Allah onun mekân ım Cennet veya<br />

Cehennem olarak yazmam ış olsun. Aralarından biri, ya Resulallah! O<br />

45 Bk. Edward E. Salisbury, Materials for the History of The Muhammadan Doctrine<br />

of Predestination and Free Will, JAOS, Vol. VIII. P. 115, New Haven 1866.<br />

46 Bk. İbn Fâris , Mu'cem Makâyisi'l-Luga, C. V, s. 62-63, Mısır 1366; İbn Manzûr,<br />

Lisâtıu'l-Arap, C. V, s. 75-78, Beyrut 1955, As ım Efendi, anılan eser, C. II, s. 618; Ali Hasaballah,<br />

anılan eser, s.55.<br />

47 Sevkani, bu hadisle müslümanlar arasmda ihtilâfa yol açacak her türlü tart ışma ve<br />

münazaamn yasaklanmış olduğunu kaydetmektedir. Bk. a ş-Sevkimi,an ı/an eser, C. VIII. s.<br />

120; Kezâ bk.: al-Herevi, Zemmu'l-Kelam va Ehlihi, C. I, Var. 14 A, ilüh. Fak. Kt. Yazma, No:<br />

7614; İbnu'l -Arabi, Şerh Sahihi't-Tirmizi, C. II, s. 9, Mısır 1350-1352; Ali Hasaballah, anılan<br />

eser, s. 71.<br />

48 Bk. Sunen'u E6î Dâvud, C. II, s. 175, Kesteliye bask ısı, tarihsiz.<br />

16


halde çal ışmak neye yarar Diye sorunca, Hz. Peygamber cevaben: Çal ışın<br />

herkese al ıştığı şey kolayla ştırılır, dedi ve sonra şu âyetleri okudu: 49<br />

"Elinde bulunanı verenin, Allah'a karşı gelmekten sak ınanin, en güzel söz<br />

olan Allah'ın birliğini doğrulayanın işlerini kolaylaştırırız. Fakat, cimrilik<br />

eden, kendini Allah'tan müstağni sayan, en güzel sözü yalanlayan<br />

kimsenin de güçlü ğe uğramasını kolaylaştırırız" 5).<br />

Anla şılıyor ki, Hz. Peygamber itikadi konular ın münaka şasını<br />

şiddetle red etti ği halde, baz ı müslümanların bu gibi mevzularda düşünmesi,<br />

zihinlerinde baz ı istifhamlar ın belirmesi önlenememi ştir.<br />

Fakat bu dü şünce hiçbir zaman ö ğrenme veya ayd ınlanma arzusu<br />

hudutlarım aşmamıştır. Esasen müslümanlar da henüz bu konular üzerinde<br />

fazlaca durmayı lüzumlu görmüyor ve buna ihtiyaç da hissetmiyorlardı.<br />

Hz. Peygamberin aralar ında olması, yukardaki hadisde de<br />

görüldüğü gibi, onlara her zaman gerekli aç ıklamalarda bulunmas ı,<br />

ayrıca âyetlerin nâzil oldu ğu ahvâl ve şartlara iyice vak ıf olmaları ,<br />

merak ve endi şelerinin giderilmesi bak ımından kendilerine kâfi geliyordu.<br />

Gerçekte bu gibi konular ın ta şıdığı mânalara tam olarak vak ıf<br />

olmak, özellikle hadislerde geçen dini mânadaki takdir ile "fatalizm"<br />

arasındaki fark ı tefrik etmek kolay de ğildi". Bundan dolayı Hz. Pey<br />

gamberin bu mevzulardaki ir şâd ve emirlerine, bilhassa imân, islâm ve<br />

benzeri gibi dini esasları tâyin ve izah eden hadislerine tereddüt etmeksizin<br />

uymak, onlara inanmak, kendilerini son derece tatmin etmeğe<br />

kâfi geliyor, kalplerini emniyet, huzur ve ne şe ile dolduruyordu.<br />

Hz. Ömer, di ğer bir varyantta da Eb ıl Hureyre'den nakledilen<br />

bir hadis 52, -ki buna ayni zamanda "Cibril hadisi" de denmektedir-<br />

Hz. Paygamberin bu gibi konular ı müslümanlara nas ıl izah etti ğini<br />

göstermesi ve bilhassa "Kader'e inanmının imân esaslarının bölünmez<br />

bir parças ı olduğunu belirtmesi bak ımından büyük bir önem ta şımaktadır.<br />

Hz. Ömer şöyle demektedir: "Bir gün, Hz. Peygamber'in yan ında<br />

oturduğumuz bir s ırada, Peygamberin huzuruna, şimdiye kadar hiç<br />

görmediğimiz ve hiç birimizin tammad ığı, beyaz elbiseli, siyah saçl ı bir<br />

adam girdi. Peygamber'in yan ına yakla şarak selâm verdikten sonra kar-<br />

49 Bk. Salahu'l-Buhari, C. VII, s. 212; Sahib Muslim, C. VIII, s. 46-47; Sunen'u Ebi<br />

Davud, s. 177-178; Taberi, Câmi'u'l -Beyan, C. XXX, s. 124, Mısır 1374; 7 inci C. den sonra<br />

1321 baskısı.<br />

50 Leyl Süresi, âyet: 5-10.<br />

51 Bk. Helmar Ringgren, Studies in Arabian Fatalizm, s. 117, Uppsala 1955.<br />

52 Bk. Sahib Muslim, C. I, s. 28-31; İbn Hacer al-Askalâni, Fethu'l-Beiri li Şerh<br />

-Buhtiri, C. I, s. 105-110, M ısır, Bulak baskısı 1300-1301; Sahihu'l-Buhari, C. I, s. 18; İbn Haldün,<br />

Şifâu's-Stia li Tehzibi'l-Mesail, Muhammed b. Tavit at -Tanel' önsözü, s. Nz, İstanbul<br />

1957; Ali Hasaballah, anılan eser, s. 58.<br />

17


şısına geçip oturdu ve ona şöyle dedi: "Ya Muhammed! İslam nedir "<br />

Peygamber: " İslam, Allah' ın birliğine, Muhammed'in O'nun elçisi olduğuna<br />

şehadet etmek, namaz k ılmak, zekât vermek, Ramazan orucunu<br />

tutmak, kudretin yetti ği takdirde Beytullah' ı haccetmektir" dedi. Adam<br />

doğru söyledin dedi ve sordu: " İman nedir " Peygamber cevap verdi:<br />

"İman, Allah'a, Meleklerine, <strong>Kitaplar</strong>ma, Peygamberlerine, Ahiret gününe,<br />

Kader'in iyi veya kötü, tatl ı veya ac ı Allah tarafından olduğuna<br />

inanmaktır". Doğru söyledin dedi ve sordu: " İhsan nedir " Peygamber,<br />

" İhsan, Allah'a O'nu görür gibi ibadet etmekdir. Sen O'nu görmüyorsan<br />

da O seni görüyor." dedi.... Adam ayr ıldıktan hemen sonra Hz.<br />

Peygamber, arkan ıza dönün ve ona bak ın dedi. Bir de bakt ık ki, ne adam<br />

var, ne de ondan herhangi bir eser! Bunun üzerine Hz. Peygamber bize<br />

dönerek, "Bu Cihr il idi; size dininizi ö ğretmek için gelmi şti" dedi"".<br />

Hz. Peygamber'in devrini takip eden Hülef â-i Ra ş i din devri,<br />

özellikle üçüncü halife O s m an b . Affan (01m. H. 35 /M. 655)' ın<br />

devrine kadar nispeten sakin geçmi ş, Peygamber devrinde oldu ğu gibi,<br />

akideyle ilgili hususlar münaka şa konusu yap ılmamıştır. Esasen bu devirde<br />

müslümanlar, bütün güçlerini daha çok İslâmiyetin genişleyebilmesi<br />

ve kuvvetlenebilmesi için yap ılan savaşlara hasretmi şler,<br />

dolayısiyle bu gibi meselelerin münaka şasına fırsat dahi buImam ışlardır.<br />

Sonra Hz. Peygamber'in devrine hâkim olan zihniyeti oldu ğu<br />

gibi devam ettirmek isteyen muhafazakar müslümanlar ın bu konudaki<br />

53 Bu hadisin bize ö ğretmiş olduğu diğer önemli bir husus da, insanlar ın imanca birbirlerine<br />

e şit olmadıkları keyfiyetidir. Gerçekte insanlar, gerek islamiyeti bir akide olarak kabulde<br />

ve gerekse onun getirmi ş olduğu hükümlerle amel etmekte çe şitlidirler. O halde, onlar ın<br />

da Allah katındaki dereceleri, imanlar ı ve amelleri nisbetinde çe şitli olmalıdır; kendilerine dereceleriyle<br />

mütenasip isimler verilmelidir. İşte bundan dolay ı bu hadis, müslümanları genel olarak<br />

üç dereceye ay ırmaktad ır:<br />

1—"islam" derecesi: IsUimiyetin be ş şartını kabul eden her insan bu dereceyi ihraz etmi ş<br />

ve kendisinin "müslim" veya "müslüman" adıyla «alması hakkım kazanmıştır. Hz. Peygamber<br />

bazı hadislerinde, "Islam' ın biri şehadet, diğeri amel, yani bedeni hareketler olmak üzere iki<br />

unsurdan meydana geldiğini zikretmiştir.<br />

2—"İman" derecesi: Bu derece, insan ın duygulanacak derecede sa ğlam ve kuvvetli bir<br />

inanca sahip olmasıdır. İman, yalmz kalple, ytıni ruhla ilgili olduğundan dış görünüşü yoktur.<br />

Bu itibarla, kimin gerçekten iman sahibi oldu ğunu anlamak mümkün de ğildir. Halbuki, "İslam"<br />

In bir Unsuru da amel oldu ğundan, bununla ilgili bedeni hareketleri yerine getiren her insan,<br />

sırf bu dış görünüşe göre, "müslüman" sayılır. O halde böyle bir inanan " İslam" derecesinden<br />

üstün olması, sahiplerine de "mü'min" adın ın verilmesi adalet-i ilâhiye iktizas ındand ır.<br />

3—ncü ve en üstün derece ise, "İhsan" derecesidir ki bu derece sahibi, yâni "muhsin"in<br />

imanmı tam olarak yaşamasıdır. Rabbini görür gibi O'na ibadet etmesidir. Gazzali bunlara<br />

"ayn al-yakin" ve "hakk al-yâltin" adını vermektedir. Bk. al-Gazzült, Faysalu't-Tafrika beyne<br />

Ehli'l -İslam va'z -Zandaka, s. 82, Mısır 1325/1907;<br />

al-A şara, s. 96, Mısır 1343; İbn<br />

Haldim, an ılan eser. s. Nz; Dr. Hüseyin Atay, anılan eser, s. 3-4,<br />

18


olü de büyük olmu ştur. Onlara göre, Kur'an- ı Kerim veya hadislerde<br />

varid olan "çe şitli anlamlı" veya "Kader"le ilgili âyet ve hadislerin<br />

yorumunu yapmak, bunlar üzerinde tart ışmak veya fikir yürütmek,<br />

müslümanlar ı hataya dü şürebilir ve selefin yolundan ay ırabilirdi. O<br />

halde takip edilmesi gereken en do ğru yol, yaln ız rivayetlere ba ğlı kalarak,<br />

nasslar ın ta şımış olduğu zahiri mânalarm d ışına çıkmamakt ı .<br />

Onlar bu konuda şöyle diyorlard ı : "Biz Allah' ın varlığına ve birliğine<br />

inanıyoruz. Lâfızların daha ileri mânas ına gitmek bizi hataya dü şürebilir.<br />

Esasen bundan fazlas ım bilmek de bize farz de ğildir. Bizim mükellef<br />

olduğumuz şey, sadece habere oldu ğu gibi inanmaktır. Eğer bu haberleri<br />

tevil veya tefsir yoluna gidecek olursak, bu mânalar ve sözler,<br />

bizim kavlimiz olmaktan ileri gidemiyecektir. Oysa bunlar "Allah' ın<br />

Kavli"dir. Bizim kavlimiz ise, daima hataya mâruzdur. O halde bu gibi<br />

hareketlerden şiddetle kaçınmamız lâz ımdır" 54.<br />

Selefin bu tutumunu teyid eden birçok haberler vard ır. Biz burada<br />

sadece, ehemmiyetine binaen birkaç ına temas etmekle yetinece ğiz:<br />

Bir gün M âlik b. En e s (Ölm. H. 179 /M. 795)' e bir adam gelerek,<br />

"Rahman Ar şa istivâ etti" 55 âyetindeki "istivâ" n ın keyfiyetini sorunca,<br />

derhal Mâlik'in ba şı yere dü ştü; aln ında ter taneleri birikmi ş olduğu<br />

halde bir müddet sonra ba şını kaldırarak: " İstivâ meçhul de ğildir;<br />

keyfiyetini anlamak mümkün de ğildir; ona inanmak vaciptir; onun<br />

hakkında soru sormak bidatt ır; dedi ve adam ın, bulunduğu meclisten<br />

derhal at ılmasını emretti" 56. Keza, ayni âyet hakk ında Mâlik b. Enes'-<br />

in hocas ı, Rabiatu'r-Ra'y (Qlm. H. 136 /M. 753)'e ne dü şündüğü<br />

sorulunca, Mâlik'in cevab ına benzer bir cavap vermi ş ve şöyle demi ş -<br />

tir: " İstivâ'nın keyfiyeti meçhuldur. İstivâ gayri mâkuldür. Bana ve<br />

. sana dü şen ona mutlak imand ır" 57 .<br />

Halife Ömer b. al-H at t âb (Ölm. H. 24 /M. 644)' ın "Kader"<br />

konusundaki tutumu, bu devire hâkim olan dü şünceyi belirtmesi ve<br />

teyid etmesi bak ımından önemlidir: Hicretin 17 nci y ılında Şam seferine<br />

çıkan Halife Ömer, orada bir veba salg ıniyle kar şıla şınca derhal<br />

kendisiyle birlikte askerlerinin de geri çekilmesini emretmi şti. Bunun<br />

üzerine E b û Ub eyd e b. al- Cerrah kendisine, "Allah' ın kaderinden mi<br />

firar ediyorsun" Dedi ği zaman ona verdi ği cevap gayet ilgi çekici olmu ş -<br />

tur: "Evet Allah' ın kaderinden yine Allah' ın kaderine kaç ıyorum" 58 .<br />

54 Bk. İbnu'l -Arabi, anılan eser, s. 5.<br />

55 Tâhâ Saresi, ilyet: 5.<br />

56 Bk. al-Beyhaki, Kitâb al-Esma va's-S ıfât, s. 408, Mısır 1358.<br />

57 M: al-Beyhaki, ayni eser, s. 408-409.<br />

58 Bk. Taberi, Tarihu'l -Umem va'l-Mulak, C. II, s. 158-159, Kahire 1357/1939; ibn<br />

al-Esir, al-Kâmil fi't-Tarih, C. II, s. 392, Mısır 1349.<br />

19


İşte selefin, ba şka bir deyimle hadis dili veya nakilcilerin itikadi<br />

konulardaki tutumu bu merkezde idi. Onlar daha sonralar ı bu dü şüncelerinde<br />

o kadar ileri gittiler ki, kendilerinden ba şka türlü dü şünen,<br />

nassları yorumlayan, akli deliller kullanan bütün bilginlere kar şı cephe<br />

alarak, onlar ı z ındıklıkla, bidatç ılıkla itham etmekten bile çekinmemişlerdir.<br />

59<br />

Selef dedi ğimiz bu cereyan sahipleri, kendi görü şlerini genel olarak<br />

şu noktalarda topluyorlard ı :<br />

1—Takclis: Allah' ı, cismiyet vesaire gibi şanına lâyık olmayan her<br />

türlü noksan s ıfatlardan tenzih etmek.<br />

2—Tasclik: Kur'an- ı Kerim ve hadislerde varid oldu ğu gibi, Allah ın<br />

bütün kemal s ıfatlarını münaka şa etmeden veya bu konuda herhangi bir<br />

yorumda bulunmadan olduğu gibi kabul etmek ve bunlara iman etmek.<br />

3—Aczi itiraf: Kur'an- ı Kerim veya hadislerde geçen müte şâbih<br />

ve benzeri gibi nasslar ın karşısında aczi itiraf etmek ve bunlar ın manaların'<br />

ara ştırmanın kendi görev ve yetkilerinin s ımrını aştığına inanmak.<br />

4—Sültett: Bu gibi nasslar hakk ında soru sormamak, münaka şa yapmamak<br />

ve tam bir sülditu ihtiyar etmektir. Çünkü bu konularla ilgili<br />

herhangi bir soru, herhangi bir tart ışma akidenin zay ıflamas ına, tehlikeye<br />

girmesine sebep olabilir. Hattâ baz ı hallerde sahibini bilmiyerek<br />

küfr'e kadar da götürebilir.<br />

5—intsdk: Bu gibi nasslar üzerinde akli istidlâl veya teviller yapmamak,<br />

yorumlarda bulunmamak.<br />

6—Kef: Kalbi bozacak her türlü dü şünce ve ara ştırmadan kaç ınmak.<br />

7— Teslim : Marifet ehline kendini teslim etmek, bu konuda onların<br />

şerh ve izahlar ına tereddüt etmeksizin uymak."<br />

Gazz ali (Ölm. H. 505 /M. 1111) gibi hür dü şünceli bazı büyük<br />

İslâm bilginlerinin dahi, zaman zaman kendilerini kap ılmaktan kurtaramad<br />

ıkları selefin bu muhafazakâr cereyam 61 , henüz geli şmekte<br />

59 Bu cereyam aç ık bir şekilde belirten ve en büyük Kelâm bilginlerini dahi itham eden<br />

rivâyetlerle dolu birçok eseler telif edilmi ştir Bunlara misül için bk. abllerevi, Zemmu'l<br />

-Kelâm va Ehlihi, ilühiyat Fak. Kt. Yazma No: 7614. Kezâ bu konu için bk. İbnu'l-Kayyim al-<br />

Cavziyye, İgâsetu'l-Lehfân, C. II, s. 139, Kahire 1939.<br />

60 Bk. Gazzüli, liciiınu'/-Aviim an s. 4-5, İstanbul 1287; Dr, Lütfi Do ğan,<br />

Ehli Sünnet Kelâm ında Eş'ar ı Mektebi, s. 10-11, <strong>Ankara</strong> 1961.<br />

61 Bk. Gazzüli, ayni eser, s. 4.<br />

20


ve yeni yeni filizlenmekte olan islâmiyetin gerektirdi ği şartlar icab ı,<br />

başlangıçta belki do ğru olabilirdi. Esasen daha önce de söyledi ğimiz<br />

gibi, gerek Hz. Peygamber ve gerekse onu takip eden Hülefa-i Ra şidin<br />

devirlerinde itikadi konularda ısrarla takip edilen tutumlu yolun ana<br />

hedefi de bundan ba şka bir şey de ğildi. Fakat zamanla cihan şümûl<br />

bir din halini alan, birçok yabanc ı din ve kültürleri içine alan Islam<br />

topluluğu, özellikle akla ve dü şünceye büyük bir önem ve de ğer veren<br />

Islam dini bu nazariyelerin mahkilmu olamazd ı .<br />

Nitekim, bu muhafazakâr cereyana kar şı duran, onun bu tutumuna<br />

şiddetle hücum eden, nasslann akl ın ışığı altında ilmi bir şekilde yorumlanmas<br />

ını ve açıklanmas ını öngören ak ılcı bir cereyan meydana<br />

çıktı. Bunların sistemli ve devamlı hücumlarına maruz kalan Ehli Sünnet,<br />

ba şka bir deyimle Nakilciler, zamanla eski klasik tutumlar ını değiştirmek<br />

ve geli şen, her an de ğişme istidadı gösteren yeni islam toplumunun<br />

zorunlu k ıldığı şartlara uymak mecburiyetinde kald ılar. İşte<br />

bunun bir sonucu olarak da Sünni Kerim Sistemi do ğmuş oldu. Yukar ıda<br />

örne ğini verdiğimiz Herevi 62 gibi, baz ı muhafazakâr Islam bilginlerinin,<br />

başlangıçta Kelâm ilmini ve onunla i ştigal edenleri şiddetle yermelerine,<br />

hatta onlar ı bidatçılıkla, z ındıklıkla itham etmelerine ra ğmen,<br />

bu gün elimizde mevcut Kelâmla ilgili eserlerin, hemen hemen hepsinin<br />

daha giri ş kısmında bu filmin en şerefli, en üstün bir bilim oldu ğunun<br />

ısrarla kaydedildi ğini görürüz. Tabii olarak bu, geli şmenin ve d eğişen<br />

şartlar ın bir icab ıdır. Ba şlangıçta şiddetle kaç ınmalarına ra ğmen,<br />

bugün akla uygun ve nassların gerçek anlamlar ına halel getirmeyecek<br />

şekilde tevil yapm ıyan Ehli Sünnet âlimi hemen hemen yok gibidir.<br />

Şüphesiz, Nakilcilerin kar şıt kutbunu te şkil eden ve bu geli şmede<br />

en büyük rolü oynayan akılc ıların ba şında, Kelâm ilminin ilk esaslar ını<br />

koyan, onu gerçekten sistematik bir bilim haline getiren Mut e zile<br />

fırkas ı bulunuyordu." Konumuzu te şkil eden bu fırkanın bu babtaki<br />

büyük hizmetlerinden ileride tafsilatiyle bahsedilecektir. Ancak burada<br />

şunu ifade etmek isteriz ki, Mutezile f ırkas ının doğuşunu haz ırlayan<br />

faktörlerin ba şında gerek itikadi, gerekse siyasi, Islam camias ında zaman<br />

zaman zuhur eden birtak ım ihtilaflar yer almaktad ır. Buraya kadar,<br />

bu ihtilafların bir yüzünü te şkil eden itikadi konuların, Cahiliyye çağından<br />

• Üçüncü Halife Osman' ın devrine kadarki durumundan özet<br />

olarak bahsetmi ş bulunuyoruz. Bundan sonraki duruma, özellikle Hz.<br />

Osman' ın şehid edilmesiyle meydana ç ıkan duruma, Mutezilenin do-<br />

62 Bk. Zemmu'l -Katd ın ve Ehlihi, Yazma.<br />

63 Bk. Muhammed Ebd Zahra, s. 19, Mısır, tarihsiz;<br />

-Meziihib al- isliimiyye, C. I, s. 14, Mısır, tarihsiz; Taftazdal, Akaid, s. 16, İstanbul 1308.<br />

21


ğuşuna tesir eden faktörlerden bahsederken temas edilecektir. Ancak<br />

bu konuyu kapatmadan önce, daha Hz. Peygamberin hastal ığı sıras ında<br />

zuhur eden ve ba şlangıçta basit gibi görünmesine ra ğmen, daha<br />

sonralar ı müslümanlar aras ında ç ıkan büyük ihtilaflar ın, dolayısiyle<br />

vücut bulan çe şitli fırka ve mezheplerin gerçek bir nüvesini te şkil ettiğine<br />

inandığun ız birtak ım ayr ılmalara k ısaca temas etmenin, konuyu<br />

tamamlamas ı bakımından, faydal ı olaca ğı kanısındayız.<br />

"İlk İlıtilciflar" adını verebilece ğimiz bu ayrılmalar, özet olarak<br />

şu noktalarda toplan ıyordu:<br />

1— İbn Abbas'tan rivayet edilen bir hadise göre: Hz. Peygamberin<br />

vefatlar ına sebep olan hastal ıkları şiddetlendiği zaman, yanında bulunan<br />

ashab ına: "Bana bir kalem ve ka ğıt getirin, size son vasiyetimi<br />

yazd ırayım ki, benden sonra ihtilafa ve sap ıklığa düşmeyesiniz" dedi".<br />

Bunun üzerine orada bulunan müslümanlar aras ında birtak ım ihtilaflar<br />

başgösterdi. Onlardan baz ıları, Peygamber'in bu sözlerinin ancak geçirmekte<br />

olduğu hastal ığın şiddetinden has ıl olan ate şin veya geçirmi ş olduğu<br />

bir krizin tesiriyle söylenmi ş olabilece ğini, esasen kendilerine Kur'an<br />

ve Sünnetin rehberlik edece ğini, binaenaleyh böyle bir şeye lüzum olmadığını<br />

65 söylerken, diğer bir kısmı da onun bu son emrinin yerine getirilmesinde<br />

ve vasiyetinin yaz ıyla tesbit edilmesinde israr ediyordu. Peygamber'in<br />

huzurunda ç ıkan bu münaka şanın büyüme ğe istidat gösterdiği<br />

ve gürültülerin ço ğaldığı bir anda, baz ı sahabiler, acaba Peygamber<br />

bunları gerçekten hastal ığının tesiriyle mi söyledi Kendisine bir daha<br />

soralım, diyorlar. Ayni haberde, yap ılan bu istifsar ın sonucunda Peygamberin<br />

kendilerine: "Beni kendi halime b ırakın; benim şimdi bulunduğum<br />

yer, sizin beni ça ğırdığınız yerden daha iyidir"; ba şka bir rivayette<br />

de: "Yan ımdan uzakla şın, benim yanımda münazaa etmek uygun<br />

de ğildir" 66 dediği ve daha sonra da kendilerine üç vasiyette bulunduğu,<br />

bunlardan birisinin, Arap Yar ımadas ında hiçbir gayri müslimin<br />

ikametine müsaade edilmemesi; di ğerinin, çe şitli kabileler tarafından<br />

gönderilen elçilerin kendi zaman ında oldu ğu gibi hürmetle, nezaketle<br />

karşılanmaları ve kendilerine lay ık bir şekilde a ğırlanmalar ı ; üçüncü-<br />

64 Bk. Taberi, Tarihn'l--Umem, C. II, s. 436; Sallihu'l-Buhâri, C. VII, s. 9; Muslim,<br />

al-Câmiu's-Salıih, C. III, s. 125, Kahire 1375 /1955; Mevlana Şibli, İslam Tarihi (Asr-t Saâdet),<br />

Çev. Ömer R ıza (Do ğrul), C. II, s. 758-759, İstanbul 1346 /1928; Herevi, ayni eser, C. I, V. 30 B.<br />

65 Bu düşüncede olanlar ın ba şında, o anda orada bulunan Hz. Ömer bulunuyordu. O,<br />

Peygamber'in, belki de iyi dü şünmeden veya şuuruna sahip olmadan verece ği kararlar, dini<br />

meseleleri tehlikeye sokar, kanaat ında idi. Bk. C. Brockelmann, anılan eser, s. 36; Şibli, an ılan<br />

eser, C. II, s. 759.<br />

66 Bk. Sahiltu'l-B ıthâri, C. I, s. 3'1; C. VII, s. 9; C. VIII, s. 161.<br />

22


sünün ise, râvisi taraf ından unutuldu ğu veya kasden söylenmedi ği<br />

zikredilmektedir 67 .<br />

Bu rivayetler, daha sonralar ı Ehli Sünnet ile Şiiler aras ında büyük<br />

bir ihtilaf konusu olmu ştur. Şiilere göre, Peygamber kalem ve ka ğıt<br />

istemekle, vasiyetini yazd ırmak istemi ş ve Hz. Ali'nin kendisine halef<br />

tayin etmiş olduğunu anlatmak istemi ştir. Ehli Sünnet ise, bu konuda<br />

Peygamber'in o s ıradaki halet-i ruhiyesinin tesiri altmda bu sözleri<br />

söylediğini, Kur'an- ı Kerim'in tamamlanmasiyle yeniden kaydedilecek<br />

bir şey kalmadığını, esasen " bu gün size dininizi tamamlad ım" 68<br />

kerimesinin bunu teyid etti ğini, bu itibarla Hz. Ömer'in Peygam- ayet-i<br />

ber'in fazla rahats ız edilmesini istemedi ğini söylemek suretiyle Şii'.<br />

lerin tezini çürütmeye çal ışmışlardır.<br />

Hz. A. i ş e'den gelen ve Peygamber'in son saatlerinde herhangi<br />

bir talimat veya bir halef tayin etmedi ğine dair di ğer bir haber de Ehli<br />

Sünnetin bu görü şünü teyid eder mahiyettedir 69. Başka bir varyantta<br />

da Hz. Peygamber'in ancak Kur'an- ı Kerim'i vasiyet etti ği zikredilmektedir".<br />

2— Hz. Peygamber'in, henüz çok genç ve tecrübesiz olan Üs am e<br />

b. Zeyd (01m. H. 54 / M. 673)'i Suriye seferine ç ıkacak İslam ordusunun<br />

kumandanl ığına tâyin etmesi, müslümanlar aras ında ho şnutsuzluk<br />

yaratm ıştı. Onun dirayet ve kudreti hakk ında şüphe ediliyordu. Özellikle,<br />

ordu daha sefer haz ırlığı ile me şgul iken Peygamber'in ani hastalığı<br />

müslümanlar ın endi şesini bir kat daha artt ırmıştı. Bu durumu<br />

haber alan ve ordunun da sefere ç ıkmakta gecikti ğini gören Peygamber,<br />

şiddetli rahats ızlığına rağmen mimbere çıkarak müslümanlara: "Üsame'nin<br />

ordusu derhal sefere ç ıkacakt ır; siz bu gün Vsame hakk ında<br />

söylediklerinizi, daha önce onun babas ı Zeyd 71 hakkında da söylemiştiniz;<br />

e ğer babas ı tâyin edildi ği vazifeye lay ık idiyse, Ü-same de<br />

onun kadar bu göreve lay ıktır" dedi. Bundan sonra evine dönen Peygamber'in<br />

hastal ığı daha da vahimle şmişti. Ashab ne yapaca ğını bilmiyordu.<br />

Bir k ısmı Peygamber'in emrine uymay ı tavsiye ederken, bir<br />

kısmı da Muhammed'in hastah ğı artt ı; onu nas ıl bu halde b ırakıp gideriz;<br />

bir müddet daha neticeyi bekliyelim, diyorlard ı. Fakat Hz.<br />

67 Bk. Taberi, anılan eser, C. II, s. 436 vd.; Şibli, anılan eser, C. II, s. 759-760.<br />

68 Maide Siıresi, ayet: 4.<br />

69 Bk. -Buhe ıri, C. III, s. 186; L. Caetani, islılm Tarihi, Çev. Hüseyin Cahit<br />

(Yalçın), C. VIII, s. 37-38, İstanbul 1924-1927.<br />

70 Bk. Caetani, ayni eser, C. VIII, s. 38; Buhâri, C. III, s. 186.<br />

71 Zeyd b. al-115rise, H. 11 /M. 632 yılı martında Muta'da şehid düşmüştür. Bk. C. Brockelmann,<br />

anılan eser, s. 35-36.<br />

23


E bil Bekir'in Peygamber'in emrine uyulmas ının zaruri oldu ğu fikri<br />

üzerinde israr etmesi, onun emrine uyman ın her zaman hay ırlı ve bereketli<br />

sonuçlar verdi ğini açıklamas ı üzerine Üsâme ordusu hareket<br />

etti 72 .<br />

3— Hz. Peygamber (01m. H. 11 /M. 632) vefat edince müslümanların<br />

bir kısmı korku ve ümitsizli ğe kap ıldılar. Hattâ baz ıları onun<br />

öldüğüne ve ölebilece ğine inanmak istemiyorlardı. Hz. Ömer gibi dini<br />

bütün bir Islam büyü ğü bile, kendisini bu cereyana kapt ırmış ve büyük<br />

bir tela ş ve heyecan içinde şöyle diyordu: "Kim Hz. Muhammed öldü<br />

derse, onu şu kılıcımla öldürürüm. O ancak Meryem'in o ğlu İsa'nın göğe<br />

kaldırılışı gibi semaya yükselmi ştir". Bunun üzerine Hz. Ebi1 Bekir derhal<br />

işe müdahele ediyor ve mimbere ç ıkarak mescidde toplanan müslümanlara,<br />

Peygamberin de di ğer insanlar gibi ölece ğini bildiren şu ayeti<br />

okuyor: "Ey Muhammed! Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler" 73<br />

ve şöyle diyor: "Kim Muhammed'e tap ıyorsa, bilsin ki o art ık ölmü ş-<br />

tür. Kim Muhammed'in Allah' ına ibadet ediyorsa, bilsinki O diridir,<br />

hiç ölmiyecektir" 74 ve hemen arkas ından da "Muhammed ancak bir<br />

Peygamber'dir. Ondan önce de Peygamber'ler geçmişti. Olür veya öldürülürse<br />

geriye mi döneceksiniz Geriye dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez.<br />

Allah şükredenlerin mükâfattn ı verecektir" 75 âyetini okuyor. Hz.<br />

Ebû Bekir'in sars ılmaz bu inancı ve kudreti sayesinde müslümanlar<br />

mutlak bir ş a şkınlık ve sap ıklıktan kurtulmu ş oluyorlar. Hattâ Hz.<br />

Ömer, "Ebû Bekir bu ayeti okuyuncaya kadar, sanki daha önce onu hiç<br />

duymaıruş gibiydim" demekten kendisini alam ıyor 76.<br />

4— Hz. P eyg amb er'in defnedilece ği yer konusunda da ihtilaf<br />

edildi. Ashabdan baz ıları, bilhassa muhacirlerin ileri gelenleri onun<br />

do ğduğu, büyüdü ğü, kendisine ilk defa risaletinin tebli ğ edildiği, İ smail<br />

(A. S.) gibi ecdadm ın son ikametgah ı, özellikle müslümanlar ın gece ve<br />

gündüz teveccüh etmi ş oldukları Beytullah' ın bulunduğu yer olmas ı<br />

sebebiyle Mekke'ye gömülmesini isterken, Ansâr'da hicret ve nusret<br />

yeri olmas ı hasebiyle Medine'ye defnedilmesinde israr ediyordu. Ba şka<br />

bir gurup ise, ceddi Hz. İ brahim'in ve di ğer Peygamber'lerin defne-<br />

72 Bk. İbn Hişam, as-Siretu'n-Nebeviyye, C. IV, s. 299-300, M ısır 1355 /1936; Sahihu'l-<br />

Buliri, C. IV, s. 213; Sahih Muslim, C. VII, s. 130-131; Sibli, anılan eser, C. II, s. 762.<br />

73 Zümer Suresi, ayet,: 30.<br />

74 Bk. Sahihu'l —Bulairi, C. IV, s. 194.<br />

75 İmran Suresi, âyet: 144.<br />

76 Bk. al-Ba ğdâdi, al-Fark Beyne'l -Firak, s. 14-15, Kahire 1367 /1948; İbn Sa'd, at-<br />

Tabakeitu'l-Kübrâ, C, IV, s. 82-88, Kahire 1358; Ebn'l —Muzaffer al-isferâyini, at-Tahsil- fi'd-<br />

Din, s. 12, Kahire 1359/1940; at-Taberi, anılan eser, C. II, s. 442 vdd; İbn. FIisâm, anılan eser,<br />

C. IV, s. 305-306; Muhammed al-lludari Bey, Muhadarât —Umem, C. I, s. 157.<br />

24


dildiği yer olmas ı gerekçesiyle Kudüs'e gömülmesini istiyordu. Münaka<br />

şaların büyüdüğü bir s ırada Hz. Ebil Bekir'in müdahele edip Peygamber'in,<br />

"Peygamberler ancak öldükleri yerde defnedilirler" 77<br />

hadisini okumas ı ile müslümanlar sükünet buluyor ve ittifakla Hz.<br />

Muhammed'in öldüğü yer olan Hz. Ai şe'nin odas ına gömülmesine karar<br />

veriliyor".<br />

5— Hz. Peygamber'in vefat ından sonra müslümanların kar şılaşt ıkları<br />

en önemli ihtilaf konular ından biri de imâmet meselesi olmu ştur. Ansâr<br />

"Sakife Beni Saide" mevkiinde toplanarak, imam ın kendilerinden olması<br />

gerekçesiyle S a' d b. Ubâ de'ye biat etmek isterken, Kurey ş -<br />

liler de halifenin ancak kendilerinden olabilece ğini söylüyorlard ı. Üçüncü<br />

bir gurup ise, bu mühim makam ın Peygamber'in mensup bulundu ğu<br />

Beni Hâ şim'den ba şkas ına tevdi edilemiyece ği fikrini ileri sürerek, hilafet<br />

makam ına Ali b. EM T âlib'in getirilmesini istiyordu 79. Bu<br />

konuda yap ılan münaka şalar o kadar şiddetli oluyordu ki, hattâ bir ara<br />

kıhç çekenler bile oldu. Bu durumu haber alan Ebû Bekir ile Ömer'in<br />

toplant ı mahalline yeti şmeleriyle, patlak verecek olan büyük bir hadirenin<br />

önüne geçilmi ş oluyordu. Zira Ebil Bekir her zaman oldu ğu gibi,<br />

büyük dirayet ve kudreti ile burada da duruma hâkim olmu ş ve toplantıda<br />

bulunanlara Peygamber'in, " İmamlar Kurey şliler aras ından olur" 80<br />

ındaki hadisini okumu ş ve onlardan bu hadise uyularak Kurey ş - anlam<br />

lilerden birini imam olarak seçmelerini istemi ştir. Bunun üzerine mesele<br />

daha çok büyümeden kapanm ış ve Ebü Bekir'e biat edilmi ştir".<br />

Bu mesele ba şlangıçta hernekadar halledilmi ş gibi göründüyse de,<br />

gerçe ğin böyle olmadığını bize daha sonraki devirler aç ık bir şekilde<br />

göstermi ştir. Zira İslâm tarihi boyunca müslümanlar ı en çok me şgul<br />

eden, özellikle zaman zaman devletin ba şına büyük gaileler açan, onu<br />

tehlikeli durumlara sokan ba şlıca mesele, imamet konusu olagelmi ş-<br />

tir 82. Hattâ, bu meseleyi devletin otoritesine kar şı gelmek, onun me ş-<br />

ruiyetini tanımamak için bir vesile olarak kullanmak isteyenlerin yan ı<br />

sıra, bunu, aslında tali bir mesele olmas ına ra ğmen, itikadi bir konu<br />

77 Bu hadisin çeşitli varyantları için bk. Ibn Sa'd, anılan eser, C. IV, s. 108 vdd.<br />

78 Bk. al-Eş'arl, Makahitu'l-isliimiyyin, C. I, s. 36, Kahire 1369/1950, al-Isferayint,<br />

andan eser, s. 12; al-BağdâdI, andan eser, s. 15, Sibli, andan eser, C. II, s. 769.<br />

79 Bk. M. Ebü Zahra, al-tsliimiyye, C. I, s. 26-27.<br />

80 Bk. Muslim, al-Cıl ıniu's-Sahih, C. VI, s. 2-4; Saldhu'l -Bulıetri, C. VIII, e. 104-105.<br />

81 Bk. As-şehristâni, al-Milel Va'n- Nihal, C. I, s. 24, Kahire 1381 /1961; al-E ş'ari,<br />

andan eser, C. I, s. 39-41; L. Caetani, andan eser, C. VIII, s. 61-64; Ibn Hi şâtn, anılan eser,<br />

C. IV, s. 306-312.<br />

82 Bk. anılan eser, s. 15; al-E ş'ari, anılan eser, C. I, s. 38; as- şehristâni,<br />

al-Milel, C. I, s. 24.<br />

25


haline getirmek suretiyle s ırf kendi ki şisel menfaatlerine alet etmek<br />

isteyen baz ı insanların mevcudiyeti her devirde görülmü ştür.<br />

6— Hz. Peygamber'in vefat ından sonra baz ı kimseler zekât vermekten<br />

imtinâ ettiler.Bunun üzerine, bunlar hakk ında takip edilmesi<br />

gereken yol hususunda Sahabrler ihtilafa dü ştüler. Bir k ısmı bunlarla<br />

harbetmenin do ğru olmayaca ğını söylerken, diğer bir kısmı onlarla<br />

sava şmanın zaruri oldu ğu fikri üzerinde ısrar ettiler. Birinci görü şü<br />

savunan Hz. Ömer, ikinci tezin sahibi Hz. Ebû Bekir'e: "Peygamber<br />

"Allah'tan ba şka Tanr ı yoktur, deyinceye kadar insanlarla savaşmak<br />

için emrolundum; bunu söyledikleri an, benim için mallar ı<br />

ve canlar ı dokunulmaz olur" dedi ği halde sen nas ıl olur da bunlarla<br />

savaşırsın " dediği zaman, EVI Bekir ona cevaben: "Evet, ama Hz.<br />

Peygamber hemen bu hadisin arkas ından "ancak hakkiyle söyleyenler"<br />

demedi mi Bunu hakkiyle söylemenin bir şart ı da şüphesiz nainaz k ılmak<br />

ve zekât vermektir 83; onlar bu vecibeleri hakkiyle yerine getirmedikçe,<br />

bu dokunulmazlığa kavu şmuş olamazlar. Bu -itibarla namaz ile zekât ı<br />

birbirinden ay ırmak isteyen bu gibi insanlara kar şı sonuna kadar mücadele<br />

etmek, benim ba şlıca ödevlerimden biridir" dedi. Neticede, Ebû<br />

Bekir'in bu rivâyeti ve görü şü, gerek Ömer ve gerekse ba şlangıçta onun_<br />

dü şüncesinde bulunan müslümanlar taraf ından do ğru bulunarak, zekât<br />

vermek istemiyenlerle mücadele edilmesi kararla ştırıldı".<br />

Bunlardan ba şka bu devirde, Fedek 85 ve Kur'an' ın toplanmas ı "<br />

gibi daha baz ı mevzularda da ihtilaf edildi. Keza, daha Hz. Peygamberin<br />

ölümünden önce ve sonra vukua gelen baz ı irtidad olaylar ı, özellikle<br />

83 Bu hadisin birçok varyantlar ı vard ır. Bk. Salaliu'l-Buhriri, C. II, s. 109-110; Muslim,<br />

al-Cılmiu's- Sahih, C. I. s. 38-39 ve ba şlıca hadis kitaplar ı.<br />

84 Bk. aş- Şehristâni, andan eser, C. I, s. 25; al-E ş'ari, anılan eser, C. I, s. 36-37.<br />

85 Fedek, Medine'nin kuzeyine dü şen küçük bir Yahudi köyü idi. Hayber vak'asmda<br />

yahudiler mağlup olunca, kendi akibetleri hakk ında endişe ve korkuya kap ılan köy halkı, burayı<br />

mukavemet etmeksizin, kendi r ızalariyle Hz. Peygamber'e teslim etmi şlerdi. Böylece burası<br />

peygamber'in şahsi mülkiyetin intikal etmi ş oluyordu. O, hayat ı boyunca buranın gelirini<br />

kendi ailesine ve "Beni Hâ şim " den muhtaç olanlara sarfetmi şti. Fakat kendisi vefat edince,<br />

bu mesele Müslümanlar aras ında ihtilaf konusu oldu. Neticede "Peygamberler miras b ırakma z-<br />

lar" anlamındaki hadise uyularak, bu yerin miras olarak Hz. Fatma'ya verilmesi red edildi.<br />

Bk. a ş-Şehrist ıi, ayni eser, C. I, s. 25.<br />

86 Kur'an' ın toplanmas ı meselesi, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer aras ında tart ışma konusu<br />

olmuştur. Ömer, hafizlarm harplerde ölü!) say ılarının azalmas ı dolayısiyle' kurulacak ehil bir<br />

komisyona Kur'an' ın toplanma i şinin havale edilmesini isterken, Ebü Bekir, Hz. Peygambain<br />

hayatta iken böyle bir şey yapmadığı gerekçesiyle bu teklifi red etmek istedi. Fakat, sonunda<br />

diğer müslümanların da ısrarı ile Ebü Bekir ikna edildi ve Kur'an ' ın toplanmasına karar verildi.<br />

I şte bugün elimizde bulunan metin, Hz. Osman' ın hilâfeti sırasında toplanmas ı tamamlanan<br />

Kur'and ır. Bk. C. Brockelma ıııı, andan eser, s. 66; Sahihu'l —Buldiri C. VI, s. 98-100.<br />

26


Tuleyha b. Huveylid, Müseyleme al-Kezzâb ve Secah hint al-Haris<br />

gibi Peygamberlik iddias ında bulunan 87 birtakım insanların meydana<br />

çıkmas ı, müslümanları bir hayli u ğra ştırdı. Fakat bütün bunlar, o<br />

zamanki müslümanlar ın azim ve gayretleriyle, daha çok geni şlemeye fırsat<br />

bulamadan önlendi. Esasen bu ihtilaflar, daha önce de söyledi ğimiz<br />

gibi, daha çok fikhi ve fer-i meseleler etraf ında toplan ıyordu. Din'in<br />

esas ı ve akidenin bütünlü ğü hakkında - baz ı irtidad olaylar ı ha4çciddi<br />

bir ihtilaf yoktu".<br />

Bununla beraber bu k ıpırdanışlar, her ne kadar basit de görünse,<br />

müslüman topluluğunun gelece ği hakkında bize ışık tutan birer belge<br />

mahiyetinde olmuştur. Büyük bir ihtimalle Hz. Peygamber, daha hayatta<br />

iken .bu istikbali görmü ş ve çe şitli varyantlarla nakledilen "Benim<br />

ümmetim 73 fırkaya ayr ılacak; bunlar ın bir tanesi hariç, hepsi<br />

Cehennem'e gidecektir. Kurtulacak olan benim ve ashab ımın yolunda<br />

olan fırkadır" 89, hadisini irad buyurmuş olacaktır.<br />

Bu hadis'in sa ğlamhk derecesini incelemek veya çe şitli varyantlarım<br />

araşt ırmak konumuz dışındadır. Şu kadar var ki, gerek sahib,<br />

gerekse muallel olsun, daha sonralar ı İslam camias ında bu hadisin<br />

mana ve ruhuna uyan bir durumun has!' oldu ğu gözümüzün önünde<br />

bir gerçek olarak durmaktad ır.<br />

İşte bundan sonra plana göre inceleyece ğimiz konu, bu durumun<br />

ortaya ç ıkardığı bariz örneklerden birini te şkil etmektedir.<br />

87 Sahte Peygamberler konusu için bak ıma: C. Broekelmann, ayni eser, s. 47-48; -<br />

al-Bağdadi, anılan eser, s. 15-16; Dr. Bahriye Üçok, Islam Tarihinde Ilk Sahte Peygamberler,<br />

<strong>Ankara</strong> 1957.<br />

88 Bk. Yusuf Ziya (Yörükan), şehristâni, Darulfümln. Fak. Mec. Sene 2, Say ı :<br />

5-6, s. 208, Istanbul 1927.<br />

89 Bu hadis'in çe şitli varyantlar ı için bakınız: al-Bagdödi, anılan eser, s. 9 vdd. Keza<br />

bk. Ibnul Esir al-Cezeri, Camiu'/-Usöd, C. X, s. 407, Kahire 1368/1949-1374 /1955; as- Şirvâni,<br />

Riseiletun fiBeyâni'l-Firakal-Muhtelife, V. 2 A, Süleymaniye Ktb. Lâleli Böl.Yazma,<br />

No: 2237; Ebû Muhammed Osmân b. Abdillah b al-Hasan al-Iröki al-Hanefi, Tarilıu'l-Firak<br />

al-Islâmiyye, V. 3 A -4 A, Süleymaniye Ktb. Yazma, No: 791.<br />

27 -


BIRINCI BÖLÜM<br />

MUTEZILE'NIN DOĞUŞUNU HAZIRLAYAN SEBEPLER<br />

Bunları genel olarak üç noktada toplamak mümkündür:<br />

1— Müslümanlar arasındaki dini ve siyasi ihtildflar:<br />

Hz. Peygamber ve onu takip eden iki halife devrinde müslümanlar<br />

aras ında hüküm sürmekte olan sükünet, birlik ve beraberlik Üçüncü<br />

Halife Osman b. Aff ân' ın müdafaas ız ve muhakemesiz bir şekilde<br />

öldürülmesiyle sona erdi. Onun hilâfet devresi, H. 23-29 /M. 643-649<br />

ve 30-35 / 650-655 y ılları aras ında olmak üzere iki k ısma ayrılır ki,<br />

birbirine e şit olan bu iki devreden birincisini te şkil eden ilk alt ı yıllık<br />

süre "iyi idare sistemi", di ğeri ise" gayri me şrfıluk ve karışıklık" la vasıflandırdnuşt<br />

ır".<br />

Biz burada, Hz. Osman' ın hilâfetinin ikinci yar ıs ında fiilen ba ş -<br />

gösteren z ıt cereyanlar ın ve nihayet onun katliyle sonuçlanan hareketlerin<br />

nedenlerini inceleyecek de ğiliz. Esasen buna vaktimiz de müsait<br />

değildir. Ancak burada şunu ifade etmek isteriz ki, Abdullah b. S e-<br />

b e 91 gibi bir islam dü şmamnın, Islam kisvesi alt ında kıyam edip bizzat<br />

90 Bk. H. A. R. Gibb ve J. H. Kramers, Uthman maddesi, Shorter Encyclopedia of İslam,<br />

s. 616 vd., Leiden ve London 1961; G. Levi Della Vida, Osman b. Affan maddesi, Islam<br />

Ansiklopedisi, Cüz. 95, s. 430, İstanbul 1962.<br />

91 Abdullah b. Sebe, annesine nisbetle Ibnu's-Savdâ lâkabiyle de amlinaktad ır. Kendisi<br />

aslen yahudi olup, Sana'da do ğduğu rivayet edilir. Hz. Osman' ın devrinde müslüman olmu ştur.<br />

Daha *sonra M ısır'a giderek, orada Osman idaresinden mü şteki olan kimselere iltihak etmi ştir.<br />

Mısır'dan Medine'ye gelen ve Osman' ın katline sebeb olan 5000 ki şilik heyetin ba şında bulunmuş<br />

ve kafi hâdisesinde büyük bir rol oynanu ştır Kendisi, Silliğin a şırı bir kolu olan Sebeiyye<br />

firkasının kurucusu, ba şka bir deyimle "gulât" ın mümessili sayıhr. İbn Kuteybe, Onun Rafızrlerden<br />

olup, ilk defa dinden ç ıkan kimse olduğunu söyler. Keza, Ebb'l Muzaffer al-Isferayini,<br />

Sebeiyye'nin Rafizilerin gulat ından olduğu fikrindedir.<br />

Onun Islâm âleminde ihdas etmiş olduğu fitne ve fesad ı kısaca üç gurupta toplamak mümkündür:<br />

1— Peygamber'in Ali'yi kendisine vasi ve halef olarak tâyin etmi ş olduğunu ilk defa söyleyen<br />

odur. Ona göre, Peygamber'den sonra Ali'nin imameti nass ile sabittir.<br />

28


yönettiği menfi hareketlerin ve devlete kar şı ayaklanmalar ın ba şladığı<br />

bu devreye gayri me şrûluk vasfını vermek kanâatimizce do ğru bir hareket<br />

de ğildir. Bu olsa olsa belirli bir gayeyi istihdaf eden yersiz ve haksız<br />

bir isnattan ba şka bir şey. de ğildir.<br />

İstinad edilen sebepler ne olursa olsun, Hz. Osman' ın böylesine feci<br />

bir şekilde öldürülmesi, müslümanlar aras ında büyük bir anar şi yaratt ı.<br />

Daha önce İslam camias ında teessüs eden birlik ve beraberlik bu hadiseyle<br />

inkiraza u ğradı. Müslümanlar aras ında doğan ciddi ihtilaflar ve<br />

ayrılmalar, ço ğu zaman taraflar aras ında silahlı çat ışmaya kadar vard ı.<br />

H. 36 /M. 656 yılında vukua gelen Cemel vak'as ında Hz. Peygamber'in<br />

damadı Ali b. Ebi Tâlib (Ölm. H. 41 /M. 661) ile e şi Hz. Âi ş e ve<br />

taraftarlar ı amans ız bir harbe tutu ştu. Neticede Hz. Ali zaferi elde etti.<br />

Fakat her iki taraf ta büyük bir zayiat verdi. Hz. :Lki şe'nin taraftarlarından<br />

T al h a ve Z üb e y r gibi birçok İslam büyükleri bu vak'ada<br />

öldürüldü. :Ai şe ise, meyus bir halde Medine'ye döndü; orada münzevi<br />

bir hayata çekildi ve H. 59 /M. 678 y ılında 64 ya şında oldu ğu halde<br />

hayata gözlerini kapad ı 92.<br />

Bundan sonra H. 37 /M. 657 y ılında Sıffin'de vuku bulan Ali ve<br />

Muâviye (01m, H. 60 /M. 679) mücadelesi de hazin neticeler do ğurdu".<br />

Özellikle iki taraf aras ında cereyan eden sava şı durdurmak amaciyle<br />

hâkem olarak tâyin edilen E bû Mûsâ al- A ş ' ari (Ölm. H. 60 /M.<br />

657) ve Am r b. al-As (Ölm. H. 43 /M. 663)' ın hükümlerinin her iki<br />

tarafça da kabule şâyan görülmemesi, bu mücadelenin şiddetlenmesine<br />

ve buna ilâveten de yeni anla şmazlıkların do ğmasına sebep oldu. Hariciye<br />

fırkas ı işte bu sava şın sonucunda meydana ç ıktı. Sia'mn a şırı bir<br />

kolu olan Sebeiyye fırkas ı ise, daha önce zuhur etmi ş ve Hz. Osman' ın<br />

2—Hz. Peygamber'in ve Hz. Ali'nin, öldiikten sonra tekrar dünyaya rücii edeceklerini<br />

ilk defa ortaya atan odur.<br />

3—Hz. Ali'nin ölmedi ğini, onun gö ğe çekildiğini, gök gürültülerinin onun sesi, simselderin<br />

onun kudret ve satveti oldu ğunu, onda ilâhî bir kudretin sakh bulundu ğunu, en sonunda yer<br />

yüzüne inerek dünyay ı adaletle dolduraca ğım, kötülükleri kökünden kaz ıyaca ğım ilk defa söyleyen<br />

yine bu adamd ır.<br />

Kendisinin Ali tarafından Medâin'e nefyedildi ği bilinmekte ise de, hayat ının nasıl ve ne<br />

zaman sona erdiği meçhuldür. Bk. M. Th. Houtsma, Abdullah b. Saha maddesi, . İsl. Ans. C. I,<br />

s. 40, İst. 1950; al-Es'ari, anılan eser, Muhammed Muhyiddin Abdu'l -Hamid ön sözü, s. 11—<br />

12; Navbahti, Fıraku'ş-şia, s. 20, list. 1931; M. G. S. Hodgson, Abdullah b. Saba, Encyclopedia<br />

of İslam, New Serie, V, Fas. I, P. 51, Leiden 1954; Ibr ı Kuteybe, al-Maarif, s. 266, Mısır<br />

1353/1934; al-Isferâyini, andan eser, s. 72; Dr. Taha Hüseyin, al-Fitnatu'l —Kübreı, Osman,<br />

C. I, s. 131 vd., Kahire 1951.<br />

92 Bk. C. Brockelmann, anılan eser, 68-69.<br />

93 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, anılan eser, s. 7-8.<br />

29


şehid edilmesinde büyük bir rol oynam ışt ı. Bu itibarla bu fırka mensuplarına<br />

Osman' ın gerçek katilleri nazariyle bak ıldı."<br />

İslam âleminde zuhur eden bu fitne hareketleri gün geçtikçe geli ş-<br />

ti. Bu yüzden müslümanlar ın temiz- kanlar ı bol bol akt ı. Daha önce<br />

görülmeyen büyük günahlar i şlendi. Islâm dininin yasakladığı icram<br />

hareketlerine giri şildi. Müslümanlığın en ulu ve en muhterem şalıSiyetlerinden<br />

birço ğu bu hal:liselerde hayatlar ım kaybetti. Islâm birli ği<br />

parçalanarak müslümanlar ufak ufak gurup ve f ırkalara ayr ıldı. Bunlar<br />

birbirlerini tekfir etmekten ve lânetlemekten çekinmedi. Fütöhat hareketleri<br />

bu iç çeki şmeler yüzünden durdu. Gerçekten durum çok nazikti.<br />

Bu durumu gören baz ı büyük din bilginleri buna bir çare arama,<br />

bir ç ıkar yol bulma çabas ına düştü. Her âlim, irtikâp edilen büyük<br />

günahlar hakkında Kur'an ve Sünnet'e dayanarak kendi görü şüne göre<br />

hükümler verdi; fakat verilen hükümler çeli şti, düşünce ve görü şler<br />

ayrıldı; meseleyi halledecek bir nokta üzerinde ittifak edilemedi.<br />

Müslüman bilginlerini bu derece me şgul eden büyük günah ın<br />

mahiyeti ne idi Şimdi onu görelim: Büyük günah (Kebire) ın iki kısma<br />

ayrıldığında bütün islâm bilginleri ittifak etmektedirler.<br />

1—Allah'a şerik koşmak :<br />

En büyük günah i şte budur. Buna, "Kebire-i mutlaka" yani mutlak<br />

büyük günah denmektedir 95. Bu günah ı işleyen ebedi. olarak Cehennemde<br />

kal ır. "Allah Kendisine ortak ko şmay ı bağışlamaz; bundan<br />

başkas ını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük<br />

bir günahla iftira etmiş olur"". Bu âyeti te'kiden Peygamberimiz bir<br />

hadisinde şöyle diyor: "Allah'a ortak ko şar olduğu halde ölen kimse<br />

Cehennemliktir" 97. Keza Peygamber'e soruldu: "En büyük günah nedir<br />

Peygamber "Allah'a ortak ko şmaktır" dedi".<br />

2—Ortak koşmanm dfmunda olan büyük günahlar:<br />

Bunlar, kasden insan öldürme, zinâ etme, ana baba hakk ına tecavüz,<br />

yalan yere şahitlik, yetimin mal ına tecavüz, faiz yeme gibi fiillere<br />

uyan günahlard ır99. Burada göze çarpan husus, haks ız yere insan<br />

94 Bk. Julius Wellhausen, al -Hamirie Va's-Şia, Abdurrahman Bedevi Tere. s. 25, Kahire<br />

1958; M. Şerefeddin, İslamda İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darulfiintin,<br />

Fak. Mec. Sene: 4, Say ı: 14, s. 3, Istanbul 1930.<br />

95 Bk. Ömer an-Nesefi, al-Akiiidu'n-Nesefiyye, s. 117, Kahire 1319.<br />

96 Nisti Süresi, âyet: 48.<br />

97 Bk. Salah Muslim, C. I. s. 65.<br />

98 Bk. Sahil& Muslim, C.I, s. 63.<br />

99 Bk. Ayni eser, s. 63-64.<br />

30


öldürme ile zina suçuna terettüp eden günah ve cezan ın, diğerlerine<br />

nazaran daha büyük olmas ıdır. Çünkü Kur'an- ı Kerim bu iki hususu<br />

hemen Allah'a ortak ko şma fiilinden sonra zikretmektedir: "O kimseler<br />

ki, Allah' ın yan ında başka Tanrı tutup ona yalvarmazlar, Allah'ın haram<br />

k ıldığı cana haksız yere k ıymazlar, zinâ etn ıezler..' ,1 oo. Ayetin siyakından<br />

da anla şıldığı gibi, bu gibi fiilen irtikâp edenler, di ğerlerine nispetle<br />

daha büyük bir günah i şlemiş olmaktadırlar.<br />

Bu mesele İslam fırkaları aras ında büyük bir tart ışma konusu oldu.<br />

Ehli Sünnete göre, şirk'in dünunda olan büyük günah i şleyen<br />

kimse mu' ınindir. I şlediği büyük günah kendisini imandan ç ıkamadığı<br />

gibi küfre de sokmaz; çünkü hala kendisinde iman ın esas ım te şkil eden<br />

tasdik mevcuttur; o sadece i şlediği günah nispetinde ceza görecektir<br />

ı ol .<br />

Hariciler ise, Ehli Sünnetin bu görüşünü red ederek şöyle diyorlar:<br />

Büyük veya küçük, mutlak surette günah i şleyen kafirdir; Cehennemde<br />

ebedi olarak kalacakt ır"-2. Çünkü onlara göre iman ile amel ayr ılmaz<br />

bir bütündür; amel iman ı tamamlayan bir cüzdür " 3; o halde<br />

amele mukarin olmayan bir iman ın hiçbir kıymeti yoktur" 4.<br />

Hariciler Ehli Sünnete kar şı bu fikri savunurlarken 1", M ür ci e-<br />

de Haricilerin görü şüne itiraz ediyor ve kendilerine has yeni bir ğörüşle<br />

ortaya ç ıkıyorlard ı. Onlara göre dinin esas ı ve temeli imand ır, amel<br />

değildir; günahla imana bir zarar gelmeyece ği gibi, yap ılan taat ın da<br />

inanmayana bir faydas ı yoktur. O halde büyük günah i şleyen mu'min-<br />

100 Furkân Süresi, ayet: 68.<br />

101 Bk. Zühdi Hasan Cârullah, al-Mu'tezile, s. 15, Kahire 1366 /1947.<br />

102 Bk. Nesefi, anılan eser, s. 117-118; Ebü Muhammed Osman al- İrak al-Hanefi, Taal-isliımiyye,<br />

var. 13 b.<br />

103 Bk. Hannül-Fâhnri ve Halil al-Cerr, Tarihu'l-Felsefe al-Arabiyye, C. I, s. 137-138,<br />

Beyrut 1957."<br />

104 Harici fıkralar ı aras ında bu konuda ihtilaf vard ır. Bunlardan Ez ıirika'ya göre, büyük<br />

veya küçük günah işleyen müşrik olup, kendisiyle birlikte ailesinin-ve çocuklar ının da katli,<br />

vaciptir; çünkü mü şriklerin çocukları da müşriktir. Böylece muhaliflerinin çocuklarnun öldürülmesini<br />

tecviı etmiş oluyorlar. Safariyye genel olarak onlar ın görüşiine uymakta ise de, çocukların<br />

öldürülmesi keyfiyetinde onlardan ayr ıbnaktad ır. Nece ıllıt 'a göre ise, işlenen günahın tahrimi<br />

hususunda ümmet icmâ etmi ş;.e', bu günahın mürtekibi kâfir ve milşriktir. E ğer ihtilaf<br />

konusu ise, bu husustaki hüküm fakihlere terk edilir. Onlar ın kendi ictihadlariyle verecekleri<br />

ahkâma göre hükmedilir.<br />

138.<br />

Bk. al-Ba ğdadi, andan eser, s. 70 vd.; Hannal-Fâhüri ve Halil al-Cerr, ayni eser, e. 137—<br />

105 Tafsilât için bk. William Thomson, Kharijitism and the Kharijites, Macdonald Presentation<br />

Volume, 1933, ayr ı basım.<br />

31


dir. Onlar bu hükmü vermekle beraber, günah i şleyen kimsenin müstahak<br />

olduğu cezay ı aç ıklamaktan imtinâ ederek, bunu öldükten sonra<br />

Allah' ın onun hakkında verece ği hükme bırakmayı daha uygun bulmuşlardır<br />

i° 6 .<br />

Bu konudaki fikir ayr ılıklar' günden güne geli şti; hattâ bu konu ile<br />

ilgili olarak mescitlerde ve sair yerlerde aç ık oturumlar ve münazaralar<br />

tertip edilme ğe ba şladı . Şüphesiz bunlar ın en me şhurları Basra mescidlerinde<br />

tertip edilen halkalar, özellikle Hasan al - B asrrnin halkas<br />

ı olmuştur. Hasan al-Basrrye göre büyük günah i şleyen münafıktır<br />

107, fakat al-Ba ğdâdi (Ölm. H. 429 /M. 1037) onun bu hükmünü,<br />

daha sonralan şiddetle tenkid etmi ş ve münafıkın, küfrünü aç ıklayan bir<br />

kâfirden daha tehlikeli ve daha zararl ı olduğunu söylemiştir " 8 .<br />

Gerçekte, bu meselenin halledilmesi için ortaya at ılan fikirler hiçbir<br />

tarafı tatmin etme ğe kâfi gelmiyordu. Ehli Sünnet'in hükmünde<br />

görülen tesâhül'e kar şılık, Haricilerin görü şü büyük bir şiddet ve kasvet<br />

vasfım ta şıyordu. Mürcie ise, bu i şi Allah'a havale etmekle yetiniyor<br />

ve kesin bir hüküm vermekten kaçm ıyordu. Hasan al- Basrrnin<br />

görü şü de yetersiz ve zay ıf bir hüküm olarak vas ıflandırılıyordu. O halde<br />

başka bir hal çaresi aramak lâz ımdı . İşte bu hal çaresini buldu ğunu<br />

iddia ederek, Hasan al- Basrrnin talebesi V â s ıl b. Atâ ortaya yeni<br />

bir görü ş att ı. Genel olarak onun bu husustaki görü şü şu noktada toplanıyordu:<br />

"Amel imam!' bir cüz'üdür 109 ; mü'minler, kâfirler ve münafıklar<br />

hakkında Kur'an- ı Kerim ve hadislerde varid olan hükümler,<br />

büyük günah işleyen kimse hakk ında uygulanamaz; çünkü bu gibi insanlar<br />

mezkür ahkâm ın şümulüne girmemektedir "°. 0 halde bunlar ın<br />

durumuna uyan ba şka bir hüküm vermek lâz ımdır ki, bu da Kebireyi<br />

i şleyenin ne mü'min, ne de kâfir olm ıyaca ğı, ancak onun iman makamı<br />

ile küfür makam ı aras ında üçüncü bir makamda bulunaca ğı keyfiyetidir<br />

"'. İşte böylece Vâs ıl' ın şahs ında Mutezile'nin me şhur "al-<br />

Menzile Beyne'l-Menzileteyn" nazariyesi ortaya ç ıkmış oldu. Vâsıl'a<br />

göre iman ile küfür aras ında bulunan günahkâr, tövbe ederse tekrar<br />

iman makam ına avdet eder; tövbe etmeden ölürse, küfür makam ına<br />

106 Bk. aş-Şehristânt, anılan eser, C. I, s. 139.<br />

107 Bk. Ebû'l-Hüseyin. b. Osman. al- Hayyât, Kittıbu'l-intisar. s. 164,Kahire 1344 /1925;<br />

an-Neseff, s. 119.<br />

108 Bk, anılan eser, s. 70.<br />

109 Bk. Nesefi, anılan eser, s. 117.<br />

110 Bk. al-Hayyât, anılan eser, s. 167.<br />

111 Bk. al-Hayyât, ayni eser, s. 164-168.<br />

32


dahil olmu ş olur 112 . Vâs ıl böyle bir insana "fâs ık" demekte H' ve tövbe<br />

etmeden ölürse, fâs ıklığından dolay ı Cehenneme girece ğini ve orada<br />

ebedi olarak kalaca ğını söylemektedir 114 . Görüldüğü gibi, Vâs ıl bir<br />

taraftan büyük günah i şleyen ne mu'mindir, ne de kâfir derken, di ğer<br />

taraftan Hariciler'in görü şüne uyarak bu kimsenin ebedi olarak Cehennemde<br />

kalaca ğını söylemekle kendi kendini nakzetmi ş olmaktad ır.<br />

Bağdâdi bu gerçe ğe i şaret ederek Vâs ıl'ın sözlerinde aç ık bir çeli şme olduğunu<br />

zikretmiştir " 5. Her halde kendisi de daha sonra bu tenâkuzu<br />

idrâk etmi ş olacak ki, böyle bir insan ın cezas ının kâfirlere nisbetle daha<br />

hafif, derecesinin de onlar ın derecesinden daha üstün olaca ğını söylemek<br />

lüzumunu hissetmi ştir " 6 .<br />

V âs ıl bu nazariyesini hilâfet konusunda münazaa eden taraflara<br />

da tatbik etti. Bu as ırda müslümanlar bu hususta da ihtilaf halinde idi.<br />

Ali taraftarlar ı, ona kar şı gelenleri, onunla harbedenleri ve nihayet<br />

hakkı olan hilâfetten kendisini al ıkoyanları şiddetle yererek, onlar ı<br />

küfür ve z ındıklıkla itham ederlerken, Muâviye taraftarlar ı da camilerde<br />

Ali'ye aç ıkça lanet ediyorlard ı. Hariciler Cemel yakas ında Ali'ye<br />

karşı harbedenlerin kâfir olduklar ını, Ali'nin onlarla sava şmakta hakl ı<br />

bulunduğunu, fakat S ıffin yakas ında ba şlangıçta haklı olmasına ra ğmen<br />

"tahldın" meselesini kabul etmekle, onun da kâfir oldu ğunu iddia ediyorlardı.<br />

Ehli Sünnet ise, her iki vak'ada harbeden iki taraf ın da müslüman<br />

oldu ğuna, Ali'ye kar şı harbedenler aras ında her ne kadar<br />

asi veya hatal ı insanlar bulunmu ş olsa da, bunlar ın hatalar ının veya<br />

isyanlarının küfre ve fiska müncer olmayaca ğına inanıyorlardı. Mür ci e'-<br />

ye gelince, onlar her iki taraf ın da müslüman olduğunu söylüyor ve<br />

bunlar hakkında verilecek hükmü âhirete ircâ etmekle yetiniyorlard ı .<br />

Vâs ıl bu fikirlerin hiç birisini kabul etmedi. Ona göre, iki taraftan<br />

birisi muhakkak surette fâs ık ve hatal ıdır, fakat bunu tâyin etmek<br />

güçtür. Bu itibarla her iki taraf ın da şahadetini kabul etmek caiz de ğildir"<br />

7. Vâsıl'ın arkada şı Amr. b . Ub ey d daha ileriye giderek her iki<br />

tarafın da fâs ık olduğunu söylemiş ve şahadetlerini kabul etmemi ştir."'<br />

112 Bk. Fuzüli, Matlau'l-hildid, Esat Co şan ve Kemal I şık tere, s. 73, <strong>Ankara</strong> 1962; ve<br />

Arapça asil, s. 87.<br />

113 Bk. Zuhdi Hasan Cârrullah, anılan eser, s. 17; Neseri, anılan eser, s. 119.<br />

114 Bk. Ahmed Emin, s. 297, Kahire 1370/1950.<br />

115 Bk. anılan eser, s. 71.<br />

116 Bk. a ş-Şehristâni, anılan eser, C. I, s. 48.<br />

117 Bk. a ş- Şehristâni, anılan eser, C. s I, s. 49.<br />

118 Bk. al-Ba ğdkli, anılan eser, s. 72.<br />

33


İşte Mutezile fırkas ı, bu gibi konular ın en geni ş şekliyle tart ışıldığı<br />

bir devirde doğdu. Müslümanlar ın kar şıla şmış olduklar ı bu problemler,<br />

bu fırkanın doğuşuna tesir eden en büyük faktörlerden biri oldu ğunda<br />

şüphe yoktur Çünkü bu mü şküller, onları da diğer fırka mensuplar ı<br />

gibi ilgilendirmiş ve bilhassa büyük şarkiyatc ı ilim adamı Prof. Nyb<br />

er g'in de işaret etti ği gibi" 9, bu konuda herkesin ittifak edebileceği<br />

veya en az ından taraflar ın çeli şik dü şünce ve fikirlerini telif etmeğe<br />

yarayacak bir hal tarz ı, bir formül bulmak amaciyle ortaya at ıldılar.<br />

İşte bu dü şüncenin bir sonucu olarak da "al-Menzile Beyne'l-<br />

Menzileteyn" nazariyesi meydana ç ıkmış oldu"°. Mutezile'nin ilk<br />

ve en me şhur prensiplerinden birini te şkil eden bu konu hakk ında ileride<br />

daha geni ş bilgi verilecektir.<br />

2— Yabanc ı din ve kültürlerin tezini:<br />

Arap Yar ımadas ı'nda do ğan islâmiyet büyük bir h ızla geli şti. K ısa<br />

bir süre içinde birçok ülkeler zaptedildi. H. 14-21 /M. 635-641 y ılları<br />

aras ında Suriye, Mısır, Irak ve İran büyük Islam devletinin birer eyaleti<br />

haline geldim. Daha sonralar ı ve bilhassa Emeviler ve Abbasiler devrinde<br />

bu yeni devletin hudutlar ı, doğuda Maveraünnehir, bat ıda Simali<br />

Afrika ve hattâ Ispanya'ya kadar uzad ı. Tabii olarak Islam dü şüncesine<br />

bu fetihlerin önemli etkileri oldu. Yabanc ı din ve kültürlere sahip<br />

birçok unsurlar Islam toplumuna girdi. Suriye ve M ısır'da H ıristiyan<br />

ve Yahudi dinleri hâkim bir durumda iken, Irak ve Iran'da da Medi-<br />

Sâbie, Zerdü şt, Mezdekiyye ve Seneviyye gibi 122 birtak ım bat ıl<br />

inançlar yayg ın bir halde idi. Müslümanlar fethettikleri bu ülkelerde,<br />

karşılaştıkları bu kadar çe şitli din ve inanç sahipleri ile bir arada yaşamak<br />

ve onlarla devaml ı te şrik-i mesâi yapmak zorunlulu ğunda idiler.<br />

Bunun bir sonucu olarak, baz ı müslümanlar kendilerini onlar ın tesirine<br />

kaptırmağa ve böylece onlar ın baz ı inançları da Islâmiyete s ızmağa<br />

başladı.<br />

Bu tesirler çe şitli yol ve şekillerde oldu. Mesela bu din mensuplarından<br />

baz ıları, kendi dinlerini b ırakarak islamiyeti kabul etmelerine<br />

rağmen, eski inançlar ından tamamiyle s ıyrılmağa ve bunlar ın etkisinden<br />

kendilerini kurtarma ğa muvaffak olamad ı."' Çünkü bir insan ın eski<br />

119 Bk. Hayyât'm al-indstir adlı eserine Prof. Nyberg tarafmdan yazilan önsöz, s. 51.<br />

120 Bk. Zuhdi Hasan Cürullah, andan eser, s. 20.<br />

121 Bk. Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Gazzttli ve Şüphecilik, s. 8.<br />

122 Tafsilât için bk. a ş-Şehristâni, andan eser, C. I, s. 233 vdd; Prof. Dr. W. Barthold,<br />

islâtn Medeniyeti Tarihi, Çev: Prof. Dr. M. Fuad Köprülü, s. 15, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

123 Bk. Ali Hasaballah, an ı/an eser, s. 91.<br />

34


akidesini, zamanla zihninde ve ruhunda yer edip bütün benli ğini saran<br />

bir inanc ı, her ne kadar bat ıl da olsa, birden terketmesi kolay de ğildi.<br />

İşte bundan dolay ı bu yeni müslümanlar, bilerek veya bilmeyerek,<br />

yahut kötü bir niyetle eski inançlar ından baz ılarını İslâmiyete soktu ve<br />

bunları müslümanlar aras ında yayd ı .<br />

Bunlardan baz ıları İslâmiyeti, inandığından de ğil fakat mal ve<br />

şöhret gibi baz ı kişisel düşünce ve şahsi çıkarlara istinaden kabul ederken,<br />

diğer bazıları da s ırf İslâmiyeti içinden y ıkmak ve böylece eski<br />

dinlerinin intikam ını almış olmak için bu dine giriyordu. Gerçekten<br />

İslâm kisvesi altında gizlenen bu insanlar ın, İslâmiyete ne derece büyük<br />

zararlar ı dokunduğunu, müslümanlar ın siyasi ve itikadi birlik ve<br />

beraberliklerini parçalamak hususunda nas ıl sinsice ve sistemli bir şekilde<br />

çalıştıklarını, daha sonraki devirler aç ıkça bize göstermi ştir'.<br />

Bunlardan ba şka birçok gayri müslim de kendi esas din ve inançlarına<br />

ba ğlı olarak kalmay ı tercih etti. Esasen İslâm dini de, gerekli<br />

olan cizye ödendikçe buna mâni olmuyordu. Müslümanlarla bir arada<br />

yaşayan bu insanlar, tecrübe ve bilgilerinden dolay ı zamanla devletin<br />

çe şitli daire ve vazifelerinde görevlendirildi. Böylece müslümanlar ın<br />

bunlarla olan temas ve ili şkileri gün geçtikçe s ıkla ştı. Fikirler ve görü ş-<br />

ler teati edildi. Fakat müslümanlar ın onlardan ald ıkları verdiklerinden<br />

çok oldu.<br />

Bu yabanc ı unsurlar kanaliyle İslâmiyete, daha önce müslümanların<br />

söyleme ğe cesaret edemedikleri birçok önemli teolojik meseleler<br />

sokuldu. Bunlar aç ıkça münaka şa edilmeğe ba şladı. Bu gibi problemlere,<br />

müslümanlar aras ından ak ıl ve istidlâl yoluyla bir hal çaresi bulmak<br />

cesaretini gösterenler oldu. İşte bunlar ın ba şında, gerçek İslam Kelâmının<br />

müessisi sayılan Mutezile fırkas ı bulunuyordu.<br />

Bu fırkamn do ğuşunda Yahudilerin de baz ı etkileri oldu ğu anlaşılmaktadır.<br />

Baz ı kaynaklara göre, Kur'an' ın mahlük oldu ğu fikrini ilk<br />

defa ortaya atanlar onlard ır. İ bn Es ir'e göre bu meseleyi ilk defa ortaya<br />

atan, daha önce de Tevrat' ın mahlük oldu ğunu söyleyen ve Peygamber'in<br />

en büyük dü şmanı Lebid b. al-As am'd ır. Onun bu fikrini<br />

İslâmiyette ilk defa kitap halinde ne şretme ğe cesaret eden ise, k ız karde<br />

şinin o ğlu ve z ındıklığı ile mâruf "T â 1 ut" olmu ştur 125. Hatib al-<br />

Bağdâdi (01m. H. 463 /M. 1070)'nin de kaydetti ğine göre, Kur'an' ın<br />

mahlük olduğunu iddia edenler aras ında bulunan B i ş r al-Merrisi<br />

124 Bk. Ali Hasaballah, ayni eser, s. 92-93.<br />

125 Bk. Ibnu'l-Esir, fi't -Tarih, C. VII. s. 49, Leiden 1283-1293.<br />

35


(Ölm. H. 218 /M. 833)'nin babas ı, K ılfe'li bir yahudi boyac ısı idi 126.<br />

İbn Kuteybe'den rivayet edilen bir habere göre, Kur'an' ın mahlûk olduğunu<br />

ilk defa söyleyen, yahudi Abdullah b. Sebe'in koyu taraftan<br />

al-Mugire b. Said al- İ cli (Ölm. H. 119/M. 737)'dir 127 .<br />

Görüldüğü gibi, Mutezile'nin doğuşunda Yahudilerin baz ı tesirleri<br />

olmuştur. Fakat bu tesir, H ıristiyanlığın tesirine nispetle küçümsenecek<br />

derecededir. Biraz önce de söyledi ğimiz gibi, İslam devletinin hudutlannın<br />

geni şlemesi ile bu devletin tab'as ı haline gelen H ıristiyan toplumuna<br />

bazı imtiyazlar tan ınmış, hattâ bunlar ın bilgi ve tecrübe bak ımından<br />

ileri gelenleri, devletin en yüksek kademelerine dahi tâyin edilerek kendilerine<br />

önemli mevkiler sa ğlanmışt ır.<br />

Bu cümleden olarak Halife Muâviye, Rum H ıristiyanlar ından S ergun<br />

(Sergius) b. Man s ûr'u kendisinin özel sekreterli ğine, yâni bu gün<br />

hususi kalem müdürlü ğü diyebilece ğimiz çok önemli bir makama tayin<br />

etti 128. Muaviye öldükten sonra da ayni makamda kalarak kendisini<br />

devlet i şlerinden ziyade şaraba, musikiye ve spora hasreden 129 Ye zid<br />

(Ölm. H. 64 /M. 683)'in mü şavirliğini yapt ıl". Bundan sonra bu vazife,<br />

o ğlu St. John of Damascus (Yahya veya Yuhanna'd-Dima şki)'a intikal<br />

etti. Bir müddet bu vazifede kald ıktan sonra, H. 112 /M. 730 y ılında bu<br />

görevden ayr ılarak Kudüs yak ınlarında bulunan St. Sabas manast ı-<br />

rına çekilmi ş ve geri kalan ömrünü dini ve teolojik eserler yazmakla<br />

geçirmi ştir. St. John H. 56 /M. 675 yılında Şam'da do ğmuş olmasına<br />

rağmen, ölümü hakkında kesin bir tarih tesbit edilememi ştir. genel<br />

olarak bu tarih, M. 741 ile 754 y ılları aras ında de ğişmektedirm.<br />

St. John yapt ığı ilmi çalışmalar meyan ında yazdığı "Bilgi Kaynağı"<br />

adlı risalesi, ona şark kilisesinin en büyük do ğmatiği şöhretini<br />

kazandırmış, eseri daha sonralar ı çok me şhur olmu ş ve müteaddid defalar<br />

Latinceye tercüme edilmi ştir. Bu eser üç k ısımdır: Birinci kısımda<br />

Aristo'nun fikirleri teolojiye tatbik edilmekte, ikinci k ısımda "z ındıkl ıklar"<br />

adı altında kendi zaman ına kadar süregelen tart ışma ve münakaşalar<br />

anlat ılmakta, üçüncü k ısımda ise, Ortodoks bir Kelâm görü şü tedvin<br />

edilmektedir 132 . Gerçekten St. John şark kilisesinin en ünlü ve en<br />

126 Bk. Ahmed K Ali abllatib al-Ba ğdLidi, Tarih Bağdad, C. VII, s. 61, Kahire 1332/<br />

1913.<br />

127 Bk. Ibn Kuteybe, Uy(ınu'l -Ahbâr, C. II, s. 148-149, Kahire 1343-1349/ 1925-1930.<br />

128 Bk. Emul. Esir, anılan eser, C. IV, s. 7; Tabari, Tarihu'l Umen, C. VI, s. 183;<br />

Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 23.<br />

129 Bk. C. Brockelmann, islam Milletleri, s. 79.<br />

130 Bk. Taberi, anılan eser, C. VI, s. 194, 199; Ibnu'l-Esir, anılan eser, C. IV, s. 17.<br />

131 Bk. Encyclopedia Britannica, John of Damascus mad., C. XIII, s. 102-103, 1953.<br />

132 Bk. Dr. Ya şar Kutluay, islâmiyette Bilmeli Mezheplerin Do ğuşu, s. 61-62.<br />

36


muhterem şahsiyetlerinden biri oldu ğu gibi, şark Hıristiyan âleminde<br />

de en büyük bir Kelâm bilgini olarak göze çarpmaktadir" 3. Onun<br />

zaman ında Ortodoks Kelâm sisteminin zirveye ula şmış olduğunu, yazmış<br />

olduğu eserlerin ço ğundan anlamak mümkündiir 134. O, bu eserlerinde<br />

dini inançlar ını büyük bir titizlikle savunurken daha çok akli<br />

istidlâl yollarına tevessül etti ve felsefi metodlarla dâvas ım kazanma ğa<br />

çahştı. Onun mensup olduğu "Rum Ortodoks Kilisesi tarafından işlenip<br />

ortaya konulan ve bilhassa kendisi taraf ından tedvin edilmiş bulunan<br />

Allah akidesi, müslümanlar ı Allah'ın basit isimlerinden O'nun<br />

sıfatlarını ara ştırmağa seveketti"" 5. Bu hususu, T. H. Weir de biraz<br />

değişik bir ifade ile teyid etmektedir" 6. Keza Mc Giffert bu konuyu<br />

incelerken, St. John'un yazm ış olduğu eserleri aras ında Hıristiyan<br />

dinini savunan ve bir müslüman arapla bir h ıristiyamn karşılıklı<br />

muhavere ve münaka şası şeklinde kaleme al ınmış olan bir eserin<br />

mevcudiyetinden de bahsetmektedir 137 ki, bu as ırda müslümanlarla<br />

hıristiyanlar aras ında cereyen eden münaka şa ve münakaşalar ın mahiyetini<br />

bize göstermesi bak ımından önemlidir<br />

Emevi devletinin ilk devirlerinde yap ılmasında bir sakınca görülmeyen,<br />

hattâ baz ı hallerde bizzat Halife taraf ından te şvik ve te'yid<br />

gören bu gibi münaka şalar hernekadar bir müddet için durdurulmu ş-<br />

sa da, daha sonralar ı bu münakaşalar ın tekrar ba şladığı ve özellikle<br />

Halife M e' m ün (Ölm. H. 218 /M. 833) zaman ında bütün şiddetiyle<br />

devam etmi ş olduğu görülmektedir. "Nefhu't-Tib" adli eserde Me'-<br />

mün'un huzurunda Harrân rahibi ve St. John'un talebesi E bû<br />

Kurra (Ölm. H. 211 /M. 826) ile al-Attâbi aras ında isâ (A S ) hakk ın<br />

da şiddetli bir münaka şanın cereyan etti ği zikredilmektedir 138. Keza,<br />

daha önce me şhur H ıristiyan şairi al- Ah t a l'in Emevi saraylar ına kadar<br />

girmeğe muvaffak olup, hattâ bu saraylar ın resmi şairi s ıfat ını<br />

almış ve özellikle Ye zi d b . Muâviye'nin, Emevi hanedan= dü ş -<br />

manlarına kar şı savunmada büyük ölçüde ona itimad etmi ş olması, bu<br />

devirde müslüman—h ıristiyan münasebetlerinin kuvvet derecesini gös-<br />

133 Bk. A. C. Mc Giffert, A History of Christian Thought Early and Eastern, s. 308, London<br />

1932.<br />

134 Bk. A. C. Mc Giffert, ayni eser, s. 331.<br />

135 Bk. D. B. Macdonald, "Allah" maddesi, Islâm Ansiklopedisi, C. I, s. 368, İstanbul<br />

1950.<br />

136 Bk. T. H. Weir, Muhammadanism, Encyclopedia of Religion and Ethics, C. VIII,<br />

s. 899-900, New York 1951.<br />

137 Bk. A. C. Mc Giffert, andan eser, s. 310.<br />

138 Bk. Ebu'l -Abbâs Ahmed al-Makkari, Nefhu't-Tib, C. 111,8.153, Kahire 1279 /1862.<br />

37


teren diğer bir örne ği te şkil etmektedir 139. Bunlara ilâveten, müslümanların<br />

hıristiyanlann tesiri alt ında kaldıklarına ve bunlar ın baz ı<br />

fikirlerini alıp İslâmiyete soktuklanna dair daha birçok varyantlar<br />

mevcuttur. al-Agani'de zikredildiğine göre, me şhur arap şairi al A' ş â<br />

kaderiyeci olup, bu fikri Hira'da oturan Nasrâni ibadilerinden alm ış -<br />

tır. Ayrıca kendi râvisinin de ibadilerden oldu ğu söylenmektedir"<br />

A' şâ'nın kaderiyeci oldu ğu, bu konuda söylemi ş olduğu me şhur bir<br />

şiirinden de anla şılmaktadıri".<br />

M akriz rnin kaydetti ğine göre, İslâmiyette "kader" meselesini ilk<br />

defa ortaya atan Ma'be d al-Cuhani (Ölm. H. 80 /M. 699), bu fikri<br />

Ebû Yfınus Senseveyh (al- Esvâri) ad ında bir h ıristiyandan almıştır' 42.<br />

İ bn Nub â t e ise ba şka bir görü ş ortaya atarak, islâmiyette "kader"<br />

konusunda ilk defa konu şamn Iraklı bir h ıristiyan iken müslüman olan,<br />

sonra da irtidad eden bir şahıs olduğunu ve Ma'bed'in de bu fikri muhtemelen<br />

ondan alm ış olacağını söylemektedir 143 . İbn Kuteybe de<br />

Ma'bed'den sonra kader konusunda en büyük yeri i şgal eden G a yl ân<br />

ad - D ima ş krnin kıpti olduğunu söyleyerek, kendisine "Gaylân al-<br />

K ıpri," adını vermektedir 144 ki, böylece onun da H ıristiyan as ıllı oldu ğu<br />

anlatılmak istenmektedir.<br />

Kader konusunda ileri sürülen bu çe şitli görü şlerin doğruluk derecesi,<br />

kanâatimizce münaka şaya değer bir mevzudur. Çünkü her şeyden<br />

önce bu fikirleri nakleden kaynaklarda göze çarpan husus, bunlar ın<br />

daha sonralar ı yaz ılmış eserler olmas ıdır. Sonra büyük bir ihtimalle<br />

Kaderiyeciler, dü şmanları tarafından Hıristiyanlara taklidle ve onlar ın<br />

tesiri alt ında kalmakla da kasden itham edilmi ş olabilirler. Fakat gerçek<br />

şu ki, Hıristiyanlarm istitâa (güç) ve irâde hürriyeti gibi konulardaki<br />

görü şleriyle, Kaderiyecilerin bu meselelerdeki görü şleri aras ında büyük<br />

ölçüde bir uygunluk, bir tevâfuk vard ır. Bu itibarla, bir H ıristiyan<br />

tesirinin mevcudiyetini söyleyenleri de, bu gerçe ğin ışığı altında hakli<br />

bulmamak mümkün de ğildir. Bütün diğer faktörler nazara al ınmasa<br />

bile, sadece St. John ve onun talebesi Ebû Kurra gibi H ıristiyan Ortodoks<br />

Kelâme ılarımn müslümanlar aras ında bulunmas ı, böyle bir tesiri<br />

icra etme ğe kâfi gelece ğinde şüphe yoktur.<br />

139 Bk. -Ferec ahisfahâni, al-Agâni, C. XIV, 117, Kahire 1323/1905.<br />

140 Bk. al-Isfahani, ayni eser, C, VIII, s. 76.<br />

141 Bk. A. S. Tritton, Muslim Theology, s. 54, London 1947; İbn abd Rabbih, al-liedu'l-<br />

Ferkl, C. I, s. 205, Kahire 1293/1876.<br />

142 Bk. al.Makrîzî, al-Hitat, C. IV, s. 181, Mısır 1324-1326.<br />

143 Bk. İbn Nubâte Serhu'l-Uyün Şerh Risâlet İbn Zeydân, s. 157, Kahire 1278<br />

/1861.<br />

144 Bk. İbn Kuteybe, Kitâbu'l-Maârif, s. 166, 207.<br />

38


Durum bu zaviyeden incelenecek olursa, Mutezile f ırkas ının da bu<br />

yabancı tesirlerin d ışında kalmadığı, hattâ bu fırkanın do ğuşunda bu<br />

etkilerin büyük bir rol oynam ış olduğu kendiliğinden meydana ç ıkmış<br />

olur. Bizzat Halife Me'mûn'un huzurunda Mutezile alimleri ile St.<br />

John of Damascus'un me şhur talebesi Ebû Kurra aras ında dini konularda<br />

şiddetli münaka şa ve mücadelelerin cereyan etmi ş olduğunu biliyoruz.<br />

Bu itibarla, Mutezile'nin genel olarak St. John'un ve özellikle onun<br />

halefi Ebû Kurra'n ın baz ı fikirlerini almış veya kader, s ıfat ve isimlerin<br />

nefyi, irade hürriyeti, te'vil ve tefsir 145 gibi bazı konularda onlar ın<br />

tesiri alt ında kalmış olmas ı muhtemeldir. Çünkü Mutezile'nin bu hususlardaki<br />

görü şleri ile, gerek St. John ve gerekse onun halefinin görü ş -<br />

leri aras ında büyük bir benzerlik vard ır. İşte bundan dolay ı garp bilginleri,<br />

böyle bir tesirin mevcudiyetinden ısrarla bahsetmi ş olacaklardır.<br />

Bu konuda me şhur şarkiyatç ı bilgin T. J. de Bo er, genel olarak<br />

İslam düşüncesi üzerinde H ıristiyan dü şüncesinin büyük bir etkisi<br />

bulunduğunu, özellikle irade ve ihtiyar gibi meseleler üzerinde ilk konuşan<br />

müslümanların bunlar ı H ıristiyan ' 46 hocalar ından ö ğrenmiş olmaları<br />

gerektiğini söylerken, Macdon al d'da bu dü şünceyi teyid eden<br />

bir mütalaa yürüterek, İslam Kaderiyecilerinin geni ş ölçüde Yunan teolojisinden<br />

faydalanm ış olduklarını söylüyor 147. Fakat daha sonra bu<br />

tesirlerin Mutezile'nin do ğuşunda ne derece etkili oldu ğunda mübalâğa<br />

edilmemesi ve bu hususta ifrata kaç ılmaması gerekti ğini de söylemekten<br />

kendisini alam ıyor 148. Bu fikri destekleyen di ğer bir şarkiyatcı<br />

da Von Kr emer'dir. . Ona göre Mutezile, Yunan teolojisinin, özellikle<br />

bu kültürü temsil eden St. John ve onun talebesi Ebû Kurra'n ın tesiriyle<br />

do ğmuştur 149. Çünkü o as ırda kilise babalar ı, irade hürriyeti ve<br />

Allah' ın ezdi s ıfatlar ı hususunda daimi bir mücadele halinde idiler;<br />

muhtemelen onlar ın bu konudaki dü şünceleri, Suriye'nin müslümanlar<br />

tarafından fethedilmesinden sonra Mutezile'ye de geçmi ş olabilir. Von<br />

Kremer bu görü şe delil olarak Cehennem azab ının inkarı konusunda<br />

kilise babalarının görü şleriyle "°, Cehm b. Safvân' ın Cennet ve Cehennem'in<br />

ebedi olmad ığı gibi, ehlinin de hareketlerinin sonlu oldu ğu yo-<br />

145 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 26-31.<br />

146 Bk. Prof. Dr. T. J. de Beor, İslamda Felsefe Tarihi, Çeviren Dr. Ya şar Kutluay, s.<br />

31-32, <strong>Ankara</strong> 1960.<br />

147 Bk. D. B. Macdonald, Development of Muslim Theology, Jurisprudence and Constitutionel<br />

Theory, s. 13, New York 1903.<br />

149 Bk. Nicholson, A Literary History of the Arabs, adlı eserden naklen, s. 220-221, London<br />

1907.<br />

148 Bk. Ayni eser, s. 132 vd.<br />

150 Bk. Ahmed Emin, Duha'l- İslâm'dan naklen, C. I, s. 344 vd., Kahire 1357 /1938.<br />

39


lundaki görüşü aras ındaki büyük benzerli ği göstermektedir "°. Bilindiği<br />

gibi Mutezile mensuplar ı ,daha sonralar ı Cehmiye fırkas ının bu görü<br />

şünü alarak biraz de ğişik bir tarzda, yani "Cennet ve Cehennem ebedi<br />

olmakla beraber ehlinin hareketleri son bulacak, lezzet veya elemi<br />

tanıktan sonra câmid bir cisim halinde ebediyen orada kalacakt ır"<br />

şeklinde kendilerine maletmi şlerdir " 2.<br />

Burada i şaret edilmesi gereken husus, Mutezile'nin bu yabanc ı<br />

tesirlerin yan ı sıra, dahili baz ı ideolojilerin de etkisi alt ında kalmış olabilece<br />

ği keyfiyetidir. Daha Mutezile'nin bir sistem olarak do ğu şundan<br />

önce, Hıristiyan ve Yahudi dinlerini inceleyen ve bu dinlerle ilgili baz ı<br />

itikadi konuları alarak bunlar ı münaka şa mevzuu yapan bu ideoloji<br />

sahipleri, müslümanların daha önce söyleme ğe cesaret edemedikleri<br />

birtakım görü şlerle ortaya ç ıkt ılar. Böylece İslâmiyette ilk defa itikadi<br />

konular ciddi bir şekilde tart ışılmağa başladı. Kader ve Kur'an' ın<br />

mahlük olup olmadığı meselesi günün konusu haline geldi. Allah' ın<br />

sıfatları, insanın yapma gücü ( İstitâa) ve irade hürriyeti gibi mevzular<br />

üzerinde fikirler yürütülme ğe ba şladı 153 .<br />

İşte bu as ırda ilk defa Kur'an' ın mahla (yarat ılmış), oldu ğunu<br />

ileri süren Ca'd b. Dirhem (Ölm. H. 124 /M. 741) oldu 154. Cehm<br />

b. S afv ân (Ölm. H. 128 /M. 745) bu konuda ve daha birçok konularda<br />

onu takip etti i". Cehm 156 ayni zamanda, insan ın hiçbir iradesinin<br />

151 Bk. al-Ba ğdadi, anılan eser, s. 128; a ş-Sehristâni ,al-Milel, C. I, s. 87-88; İbn Hazm,<br />

al-Fisal fi'l-Milel, C. IV, s. 83, Kahire 1317-1321.<br />

152 Bk. İbn Hazm, ayni eser, ayni yer; İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis, s. 55.<br />

153 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Gazzali ve Şüphecilik, s, 0-11.<br />

154 Ca'd b. Dirhem bu sözünden dolayı, Hişam b. Abdu'l-Melik (Hilafet süresi: H.<br />

105-125 /M. 723-742) zamanında Irak valisi Halid b Abdullah al- Kasri tarafından Halifenin<br />

emriyle öldürülmü ştür. Şam'da ikamet eden Ca'd' ın Mervân b. Muhammed'in hocas ı olduğu<br />

ve ona Kur'an'ın yarat ılmış olduğu fikrini telkin etti ği söylenir. Oldürülüşü hakkında çe şitli<br />

rivayetler vard ır. Fakat ittifak edilen nokta, yukar ıdaki sözüne ilaveten, Hz. İbrahim'in "Halilullah"<br />

ve Mûsa'nm da "Kelimullah" sıfatlar ını inkâr etmesinden dolayı, kurban bayram ı hutbesini<br />

müteakip mimberden inen Hâlid b. Abdillah al-Kasri tarafından Kûfe mescidinde kurbanlık<br />

koyun gibi boynu kesilmek suretiyle öldürülmü ş olmasıdır. Tafsilât için bk. Ibn'ul-Esir,<br />

mil fi't-Tarih, C. V, s. 704; Ali Hasaballah, anılan eser, s. 91; İbn Nubâte, Serhu'l-Uyün, s.<br />

159; A. S. Tritton, Muslim Theology, s. 54-55; İbn al-Hanbeli, Sezerâtu'z - Zeheb, C. I, s. 169,<br />

Kahire 1350 /1931.<br />

155 Bk. İbn al-Hanbeli, ayni eser, C. I, s. 169; İbn Nubâte, ayni eser, s. 159.<br />

156 Cehm b. Safvân aslen Horasanh idi. Kiife'de ikamet etti ği sıralarda Ca'd b. Dirhem<br />

ile kar şılaştı ve ondan baz ı fikirlerini aldı. Rivayete göre bir müddet de al Hâris b. Sureyc'in<br />

vezirliğini yaptı. En sonunda Horasan'da Haris ile beraber Emevi'lere kar şı giri şilen kıyam hareketine<br />

iştirak etmi ş olduğundan, Emeviler taraf ından yakalanarak öldürülmü ştür. Onun fikirlerinin<br />

daha çok Horasan'da yay ılmış olduğu söylenmektedir. Bk. M. Şerefeddin, Kelâm Sa<br />

yaşları, Darulfilniin hah Fak. Mecmuas ı, sayı: 24, s. 19, İstanbul 1932; A. S. Tritton, anılan<br />

eser, s. 55; a ş- şehristâni, al-Milel, C. I, s. 86; al-Ba ğdadi, al Fark, s. 128; İbn Kayyim al-<br />

Cevziyye, igeisetu'l -Lehfân, M. Hâmid al-Faki ne şri, C. II, s. 177, Kahire 1939; Ahmed Emin,<br />

Fecru'l s. 286-287.<br />

40


mevcut olmadığını, her şeyin Allah tarafından önceden takdir edilmi ş<br />

olduğunu, kulun takdir edilen fiili yapma ğa mecbur oldu ğunu da iddia<br />

etti. Böylece onun şahs ında Cebriyye ve ismine nisbetle de Cehmiyye<br />

fırkas ı doğmuş oldu.<br />

Yine bu as ırda kader meselesi hakk ında ilk sözü M a'b e d al<br />

Cuh ani (Ölm. H. 80 /M. 699) söyledi ' 57. Diğer bir rivayette ise,<br />

bu konuda ilk sözü söyleyenin Şam'da ikamet eden ve Halife Mu â v iy e<br />

b. Yezid'in hocas ı bulunan Ömer al-Maksûs (01m. H. 80/M. 699)<br />

adında birisi olduğu söylenir; ayni varyantta bu adam ın Emeviler tarafından<br />

Halifeyi ifsad ithamiyle öldürüldü ğü zikredilirm Daha sonra<br />

da Gayl ân ad- Dim a ş ki 159 Mâ'bed'in yolunu takip etti ve o da kaderi<br />

inkâr ederek insan ın tam bir irade hürriyetine sahip oldu ğunu, kendi<br />

fiil ve hareketlerini yaratma kudretini haiz bulundu ğunu ileri sürdii° 6°.<br />

Böylece de "Kaderiyeciler" adı verilen sistem vücut bulmu ş oldu.<br />

İşte böyle çeli şik cereyanlarm çarp ıştığı bir as ırda, Kaderiyecilerin<br />

merkezi olarak bilinen Basra şehrinde 161 Mutezile teolojik bir sistem<br />

olarak ilk defa İslam tarihindeki yerini alm ış oldu. Bu fırkanın doğuşunda,<br />

içinde bulunduklar ı çe şitli fikri cereyanlarm büyük ölçüde etkili<br />

olduğunda şüphe yoktur. Bu gerçe ği açık bir şekilde teyid eden husus,<br />

savunduklar ı prensiplerin, genellikle biraz önce de ğindiğimiz sistem-<br />

157 Ma'bed al-Cuhani, Ilk defa bu konuyu Basra'da ortaya att ı. Kendisinin Hasan al-<br />

Basrrnin meclisine devam etti ği ve ba şta Amr b. Ubeyd olduğu halde Basra'h birçok müslümanların<br />

kendisine tabi oldu ğu söylenir. Fakat kader'le ilgili münaka şalar büyüyüp, müslümanlar<br />

aras ında fitne ve ayr ılmalar yaratmağa başlayınca, kendisinin Halife Abdulmelik b Mervan'<br />

ın emriyle Haccac tarafından çarmıha gerilmek suretiyle öldürüldü ğü rivayet edilir. Ba şka<br />

bir rivayette ise öldürülmesinin, Abdurrahman b. al-E ş'as ile beraber devlete kar şı kıyam<br />

hareketine i ştirak gibi siyasi bir suça istinat etti ği zikredilir Bk. al-Makrizi, al-Hitat, C. IV,<br />

s. 181 vd.; al-Hafız Şemseddin az- Zehebi, Mizeinu'l- İ' tidal fi Nakdi'r -Rical, C. III, s. 183,<br />

Kahire 1325 /1907; Ahmed Emin, Fecru'l -İs/dm, s, 285.<br />

158 Bk. Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 34.<br />

159 Gaylan ad-Dima şkrnin tam ismi, Ebil Mervân Geylân b. Muslim'dir. Babas ı Osman<br />

b. Affân'm kölesi idi. Kendisi Hi şam b. Abdülmelik'in hilafeti s ırasında Şam'a geldi. Daha önce<br />

de Halife Ömer b. Abdülaziz'in kendisini huzuruna ça ğırıp, kader konusunda bizzat imtihan<br />

ettiği, Halifenin kendisini öldürmek istemesine ra ğmen tövbe etmek suretiyle can ım kurtarmış<br />

olduğu da rivayet edilmektedir. Fakat Halife Ömer k Abdülaziz'in ölümüyle tövbesini<br />

bozarak tekrar eski inancma dönen Gaylân, Halife Hi şam tarafından elleri, ayaklar ı kestirilmek<br />

suretiyle öldürülmü ş, sonra da Şam kap ısında çar ımha gerdirilmi ştir. Diğer bir rivayette de diri<br />

olarak çarnuha gerildi ği söylenir. Bk. Ibn Nubâte, anılan eser, s. 157-158; Ibn Kuteybe, Kitılbu'l<br />

-Maarif, s. 166, Kahire 1300 /1882 ;A. S. Tritton, anılan eser, s. 55, 59; Ahmed Emin,<br />

Fecru'l —islam, s. 285.<br />

160 Bk. Ibn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l Hadis, s. 98, Kahire 1344.<br />

161 Bk. az-Zehebi, Miziinu'l -.Vadeli, C. II, s. 207.<br />

41


lerin, görü şlerine uygun olarak, hattâ baz ı istisnalar bir tarafa, bu görü<br />

şlerin karışımından meydana gelmi ş olmas ıdır. Mesela onlar kader<br />

meselesinde tamamiyle Kaderiyecilerin görü şlerine i ştirak ederlerken,<br />

Cehmiyye'nin birçok prensiplerini almakla beraber, sadece "cebr" konusunda<br />

onlardan ayr ılmışlardır. Bu itibarla Mutezile'yi bu iki sistemin,<br />

özellikle Kaderiyye'nin gerçek varisi olarak nitelendirmek mümkündür.<br />

Mutezile'nin do ğuşuna tesir eden âmillerden birini de, İslam dini<br />

ve akidesini yabanc ı din ve cereyanlara kar şı savunma gayretinde aramak<br />

laz ımdır. Biz daha önce H ıristiyan ve Yahudi dinlerinin İslam toplumunda<br />

oynadığı büyük rollerden, özellikle S t . John ve Abdullah<br />

b . S eb e gibi, bu din mensuplar ının İslam dü şüncesindeki önemli etkilerinden<br />

ve sebep olduklar ı zarar veya faydalardan ana hatlariyle bahsetmi<br />

ştik. Fakat daha önce temas etmedi ğimiz İranlıların, İslam toplumu<br />

ve dü şüncesi üzerindeki etkilerinin, di ğer yabanc ı unsurlara nispetle<br />

daha tehlikeli ve daha y ıkıc ı • olduğunda şüphe yoktur.<br />

Kısa bir süre içinde büyük İslam imparatorlu ğunun bir eyaleti haline<br />

gelen %dini devleti, sadece eski şan ve şöhretini kaybetmekle kalmadı<br />

; ayni zamanda islam'dan önceki İran' ın s ınıf nizamını ve dinini<br />

de kaybetmi ş oldu. Eski Zerdüşt dini yerine islamiyetin getirdi ği yeni<br />

Monotheizme (Bir Allah'a inanış) akidesi kaim oldu' 62. Fakat bir zamanlar<br />

Cahiliyye ça ğı araplar ını Irak ve Yemen'de hakimiyetleri alt ına<br />

almış ve daima kendilerini araplardan üstün bir ırk olarak görmü ş<br />

olan Farslar, İslam fütuhat ı karşısında uğradıkları bu yenilgeyi kolay<br />

kolay unutamad ılar. Kendilerini tahtlar ından ve dinlerinden eden müslümanlara<br />

büyük bir kin ve nefretle bakma ğa ve onlardan ilk fırsatta<br />

intikam alma yollar ını ara ştırmağa ba şladılar. Islam devletinin siyasi<br />

bütünlüğünü yıkmak ve İslam dini ve akidesini de ifsad etmek amaciyle<br />

türlü vesile ve metodlara ba şvurdular. İbn Ha z m'inde i şaret<br />

ettiği gibil 63, hileye ba şvurmanın hedefe ula şmak için en emin ve en kestirme<br />

bir yol oldu ğu hususunda ittifak ettiler. Böylece onlardan bir<br />

kısmı inanmadığı halde Islamiyeti kabul etmi ş olarak göründü. Ehli<br />

Beyte büyük bir sevgi gösterisinde bulunuldu. H z. Ali'ye ba ğhhk<br />

ve muhabbet kisvesi alt ında ilk "teşeyyu" hareketi ba şladı. Ona bir-


manlar aras ında büyük tart ışma ve ayr ılmalar ba şgösterdi. Aralar ındaki<br />

birlik ve düzen bozuldu. İslam akidesi büyük bir sars ıntı geçirdi. Dinde<br />

olmayan birtakım bat ıl inançlar dinin esaslar ı gibi gösterildi.<br />

Baz ı müslümanların "zanadıka" adı alt ında toplad ıkları bu cereyan<br />

sahipleri, gerçekten İslâmiyet için büyük bir tehlike arzetme ğe başlamıştı.<br />

Bunlara kar şı mücadele etmek ve saf İslam akidesini her türlü<br />

bid'at ve sap ıklıkların tehlikesinden korumak gerekiyordu. İşte ilk defa<br />

bu hakikati gören Mutezile fırkas ı oldu. İslâmiyeti tehdid eden bu büyük<br />

tehlikenin hangi kanallardan geldi ğini ve hangi kaynaklardan beslendiğini<br />

başkalarından önce ke şfeden bu fırka mensuplar ı, doğu şlarının en<br />

önemli sebeplerinden biri oldu ğunda şüphe etmedi ğimiz büyük bir<br />

mücadeleye giri şti. Bu konuda birçok prensipler vazedildi; birçok eserler<br />

vücuda getirildi. Telif edilen bu eserlerin ço ğu, daha çok Rafizilik,<br />

Meefısilik, Cebriyye, Seneviyye, Naturalist ve Materyalist gibi sap ık cereyanlara<br />

kar şı bir reddiye şeklinde kaleme al ındı .<br />

Görülüyor ki onlar, as ıl tehlikenin H ıristiyan ve Yahudi kaynaklar ından<br />

ziyade, Farslardan geldi ğine inan ıyorlard ı. Bu itibarla Mutezile<br />

mensuplar ının, İslam akidesinin müdafaas ı hususunda yapt ıkları me ş -<br />

hur münazara ve münakaşaların ekserisinin, büyük has ımları Farslarla<br />

olduğunda şüphe yoktur 165. Çağda ş bilgin Ahmed E min'de bu görü şü<br />

teyid ederek, Mutezile'nin do ğuşunun s ırf islâmi sebeplere dayand ığını,<br />

Von Kremer'in iddia etti ği gibi, Yunan ilâhiyat ının tesiriyle olmad ığını<br />

söylemekte ve buna delil olarak itizâl prensiplerinin ekserisinin H ıristiyanlara<br />

kar şı de ğil, fakat Farslara reddiye olarak vazedilmi ş olduğunu<br />

zikretmektedir'".<br />

Bu mukaddes mücadeleye kat ılan Mutezile mensuplar ının ba şında<br />

şüphesiz bu fırkanın kurucusu V â sil b . At â geliyordu. Onun muhalifleriyle<br />

yapt ığı münazaralarm yan ı s ıra, bu konuda birçok eserler<br />

verdi ği ve mesela Maniliğe karşı yazdığı "al-Elf Mesele fi'r-Redd aleel-<br />

Meıneviyye" adlı eserinin sadece birinci cildinde seksenden fazla meseleye<br />

temas etti ği zikredilir 167 Bu görüşü teyid eden Mutezile'nin ikinci<br />

şahs ı Amr b. Ubeyd de, Gulk- ı Sia, Hariddik, Zanadika, Natfı -<br />

ralist ve Materyalist gibi sap ık cereyanlara hâkim olan görü şleri en iyi<br />

şekilde bilen, bunlara en iyi ve en susturucu reddiyeleri verebilen yegane<br />

şahs ın Vâs ıl olduğunu söylemektedir" 8 .<br />

1316/1902.<br />

165 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 38.<br />

166 Bk. Ahmed Emin, Dulıa'l —islam, C. I, s. 346.<br />

167 Bk. Ahmed b. Yahya b. al-Murtadâ, al-Munye va'l-Emel, s. 21 vd, Haydarabad<br />

168 Bk. İbn al-Murtadâ, ayni eser, s. 18.<br />

43


Vâ s ıl, inandığı bu mücadeleyi sadece memleketi olan Basra'da<br />

yapmakla yetinmiyordu; ayni zamanda taraftarlar ını gurup ve heyetler<br />

halinde ba şka memleketlere gönderdi ği gibi, kendisinin de hazan bu<br />

seferlere kat ıldığı ve İslam imparatorlu ğunun çe şitli bölgelerinde kar şıla<br />

ştığı muhalifleriyle yapt ığı münazara ve münaka şalar neticesinde,<br />

onlardan bir ço ğunu savunduğu prensiplere inand ırmağa muvaffak<br />

oluyordu 169 .<br />

Vâsıl'dan sonra, onun çizdi ği yöl üzerinde yürüyen ve onun metoduyla<br />

mücadeleye devam eden di ğer Mutezile büyüklerinin de bu konudaki<br />

ba şarıları büyük olmu ştur. Reisleri Vâs ıl gibi, muhalifleriyle yapt<br />

ıkları me şhur münazaralar ın ve elde ettikleri büyük ba şarıların yanı<br />

s ıra, bu konu ile ilgili olarak birçok eserler de vücuda getirmi şlerdir. Bu<br />

cümleden olarak, Ebu'l Hüzeyl al-Allâf' ın altm ıştan fazla eser<br />

yazdığı 10, Bi ş r b. al- M u't e mir'in s ırf muhaliflerine ve din dü ş-<br />

manlarına kar şı telif etti ği bir risalenin kırkbin beyti ihtiva etmi ş<br />

olduğu,"' Peygamber'in risâletinin en büyük savunucusu say ılan<br />

C âh ı z' ın da 172 muhaliflerine reddiye olarak sekiz ve itizâl prensiplerini<br />

savunan alt ı büyük eser telif etti ği 13 zikredilir<br />

Mutezile mensuplar ın ın bu alandaki hizmetleri gerçekten say ılarmyacak<br />

kadar çoktur; onlar ın, bu hizmetleri ifâ ederken giri ştikleri büyük<br />

mücadele, genellikle İslam akidesini ve inand ıkları itizâl prensiplerini<br />

düşmanlarına kar şı savunma amac ını güden iki esasl ı noktada toplan ı-<br />

yordu. Onlar İslam dini ve akidesini savunurlarken hernekadar Meeûsilik,<br />

Cebriyye ve Zanadıka gibi sapık cereyanlara daha çok önem vermi ş<br />

olarak görünüyorlarsa da, gerçekte onlar ın bu mücadelesi daha umumi<br />

bir mâna ifade ediyor, Yahudilik veya Hristiyanl ık gibi İslam düşüncesi<br />

ve akidesi üzerinde zararl ı olabilecek her türlü cereyam da içine al ı-<br />

yordu. Câhız' ın Hıristiyan ve Yahudilere reddiye olarak yazd ığı eserler,<br />

bu görü şü teyid eden birer belge mahiyetindedir 174. itizâl prensiplerinin<br />

müdafaas ına gelince, Mutezile'nin bu konu üzerinde büyük bir titizlikle<br />

durdu ğunu görüyornz. Onlar kuvvetle inand ıkları prensiplerini<br />

harici tehlike ve hücumlara kar şı şiddetle müdafaa ederlerken, ayni<br />

zamanda kendi bünyeleri içinde de herhangi bir iç k ıpırdamşa veya<br />

169 Tafsilat için bakm ız: Yâkût al-Hamavi, Mu'remu'l-Udebâ, C. XIX, s. 249, Kahire<br />

1357 /1938; İbn al- Murtadâ, al-Munye, s. 19-21, 26, 51.<br />

170 Bk. İbn al-Murtadâ, al -Munye, s. 25.<br />

171 Bk. İbn al-Murtadâ, ayni eser, s. 30.<br />

172 Bk. al-Hayyât, al-İntisar, s. 154.<br />

173 Bk. Yâkût al-Hamavi, ayni eser, C. XVI, s. 107-110.<br />

174 Bk. Yâkût al-Hamavi, ayni eser, C. VI, s. 107-108.<br />

44


vazedilen genel kurallara ayk ırı bir dü şüncenin meydana ç ıkmasına<br />

asla müsaade etmemi şlerdir " 5 . İ bn ar R av en di (01m. H. 293 /M.<br />

905), İ bn Hâit ve F adl al- H az za' gibi ba şlangıçta itizal prensiplerini<br />

savunan kimselerin, sonradan bu prensiplere ayk ırı birtakım görüşler<br />

ileri sürmelerinden dolay ı Mutezile toplulu ğundan at ılmaları,<br />

bunların hiyânetle, hattâ "mulhid" olmakla suçland ırılmaları, bu gerçeğin<br />

bariz örneklerinden biridir° 76 .<br />

Diğer taraftan Halifelerin, İslam dinini yabanc ı ideolojilere kar şı<br />

savunma hususunda büyük ölçüde bu fırka mensuplar ına itimad etmiş<br />

olmaları, onların bu alandaki büyük hizmet ve de ğerlerine delâlet<br />

eden ba şka bir örne ği te şkil etmektedir 177 .<br />

Mutezile'nin, bu mücadeleyi yaparken, zaman zaman büyük güçlük<br />

ve imkans ızhklarla kar şıla ştığını, hattâ bu u ğurda hayat ını bile kaybedenlerin<br />

bulundu ğunu ve has ımları tarafından kendilerine, söylemedikleri<br />

veya inanmad ıkları birtak ım söz ve fikirlerin isnad edildiğini<br />

bizzat kendi kaynaklar ından öğreniyoruz. Mesela, Caluz'm Mutezile'nin<br />

fazilet ve hizmetlerinden bahseden ve ayni zamanda Raf ızilere<br />

178 bir reddiye mahiyetini ta şıyan "Facrilatu'l -Mu'tezile" adlı eserine<br />

karşıt, İ bn R av en di'nin yazd ığı ve "Facrihatu'l -Mu'tezile" adlı<br />

eseri bile, bu fırkan ın kar şılaştığı güçlükleri ve ona isnad edilen kas ıtlı görüşleri<br />

anlatma ğa kafi gelir. Daha sonra da, al- H ayy ât (01m. H.<br />

300 /M. 912)' ın İbn ar -Ravendrye bir reddiye olarak yazd ığı "Kitâbu'l<br />

- İntisâr" adlı eseri, Mutezile'nin İslam akidesinin savunulmas ı hususundaki<br />

de ğerli hizmetlerinden ve muhaliflerine kar şı giri ştikleri büyük<br />

mücadelelerden en iyi şekilde bahseden ve bunlar ı en aç ık bir şekilde<br />

belirten kıymetli bir eser olarak göstermek mümkündür.<br />

3— Felsefi cereyanların tesiri:<br />

Yabanc ı din ve inançlara kar şı İslam akidesinin savunucusu olarak<br />

ortaya at ılan Mutezile'nin, bu görevi hakkiyle yerine getirebilmesi için<br />

kar şılaştığı başka bir güçlüğü daha yenmesi gerekiyordu. Bu da ça ğdaş<br />

bilimlerin, özellikle felsefi cereyanlar ın yaratt ığı duruma intibak zorun-<br />

175 Bk. İbn an-Nedim, al-Fihrist, s. 255, Kahire 1344; al-Hayyât, s. 65.<br />

176 Bk. İbn al-Murtadâ, Kitâb Tabak& al-Mutezile, Susanna Diwald -Wilzer ne şri, s.<br />

92, Beyrut 1380 /1961; al-Hayyât, ayni eser, s. 102, 149; Adam Mez, al-Hadaretu'l<br />

Arapçaya çeviren: M. Abdulhadi Ebû Ride, C. II, s. 97-98, Kahire 1947 /1948.<br />

177 Bu konu için bk. Ebû Osmân Amr b. Bahr al-Beyan ve't-Tebyin, Abdusse-<br />

lâm M. Hârun ne şri, C. I, s. 25-26 vd, Kahire 1367-68/1948-49; İbn Abd Rabbih,<br />

Feda, C. I, s. 207, 218; İbn al-Murtadâ, al-Munye, s. 42.<br />

178 Bk, al-Hayyât, ayni eser, s. 105-106.<br />

45


luluğu idi. Daha önce de söyledi ğimiz gibi, İslam fütuhat ı gelişip birçok<br />

ülkeler İslam imparatorlu ğunun birer parças ı haline gelince, müslümanlar<br />

fethettikleri bu yerlerde çe şitli din ve kültürlerle kar şı kar şıya gelmişlerdi.<br />

Hâkimiyetleri alt ına aldıkları yabanc ıların çoğunluğu, eski<br />

medeniyet ve kültürün temsilcisi olup büyük ölçüde felsefi ve aldi<br />

bilimlere nüfuz etmi ş, eski filozofların eserlerine bihakkm vak ıf olmuş<br />

kimselerdi. Daha müslümanlar ın Mısır, Suriye, Irak ve Iran topraklarını<br />

işgalinden önce bu ülkelerde Yunan, Iran, Süryani ve Hint kültürü<br />

biliniyordul". Çünkü M ısır ile Suriye Şarki Roma İmparatorluğu'nun<br />

ve kültürünün varisi sayılan Bizans İmparatorlu ğu'na tabi birer<br />

eyalet halinde idi. Tabii olarak Bizans kültürünün tesirinde kalan bu<br />

ülkelerde geni ş ölçüde bir ilmi hareket göze çarp ıyordu. Bu bölgelerde<br />

bilimsel araştırmalar için yüksek okullar tesis ediliyor ve buralarda felsefe<br />

ve fen dersleri gibi akl ı ve tecrübi ilimler okutuluyordu. Bu okullarda<br />

ayr ıca teolojik meselelerin de incelenmesine büyük bir yer veriliyor<br />

ve akl ın ışığı alt ında bunlar ın halledilmesine çalışılıyordu.<br />

İskender İmparatorlu ğu'nun y ıkılmas ından sonra Atina'daki alimlerin<br />

Mısır'a Batlamyus Soter tarafından davet edilmeleriyle te şekkül<br />

eden İskenderiye okulu, Hıristiyan tefekkürünün ilk büyük merkezi<br />

sayılıyordu. Bu okul, kurulu şundan sonra birçok istihâleler geçirmiş<br />

tilso. islamiyetin do ğuşundan biraz önce, burada hernekadar<br />

daha çok astronomi, t ıp ve kimya gibi müsbet ilimlere önem verilmi ş<br />

olarak görünüyorsa da, daha önceleri bu okulun büyük bir teolojik harekete<br />

sahne oldu ğunda şüphe yoktu. Bu hareketin ba şında ise, Yahudi<br />

dinini felsefeyle telif etmek isteyen büyük Yahudi filozofu Philon<br />

(M. O. 20 /M. S. 40) geliyordu'". Philon, daha önceki filozoflarda<br />

mevcut olan Tek Tanr ıcı bir temayüle sahip olmakla beraber, felsefenin<br />

daha fazla teolojik olmas ı meselesi üzerinde kuvvetle durmaktadır.<br />

Eflâtun'cu ekol'e ön planda yer verildi ği İskenderiye okulunda o,<br />

Eflâtun'dan mülhem olarak, Allah' ın bütün varhklarm en hay ırlısı<br />

veya ilk hay ır (hayrı evvel) olarak vas ıflandırmakta 182 ve kainatın ilk<br />

sebebi olarak ebedi, de ğişmez, ihtirass ız, dünya fenomeninin çok üstünde<br />

bir Tek Allah akidesi fikrini ortaya atmaktad ır. Onun bu felsefi monoteizm<br />

anlay ışı, and-i Atik'in telâkkisine uymakla beraber ondan<br />

179 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Men, İslam Medeniyetinde Tercümeler ve tesirler, s. 64,<br />

102, İstanbul 1948.<br />

180 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Illken, Uyants Devirlerinde Tercümenin Rolü, s. 40 vd.<br />

Istanbul 1935.<br />

181 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, anzlan eser, s. 47.<br />

182 Bk. Emile Br6hier, al-Arâu'd-Diniyye ve'l-Felsefiyye li Philon al-iskenderi, Arapçaya<br />

çevirenler: Dr. M. Yhsuf Müsa ve Dr. Abdülhalim an-Neeehr, s. 104 vd. Kahire 1954.<br />

46


ne ş'et etmemektedir. "Doktrininin ba şlıca özellikleri, ilk sebeb'in mutlak<br />

birliği, mutlak hakikati, ebediyeti ve de ği şmezliğidir'n".<br />

İskenderiye'de zuhur eden bu felsefi ve teolojik cereyan ın akisleri<br />

Suriye okullar ında da görüldü. Özellikle teolojik meselelerde büyük bir<br />

rol oynayan ve Yunan ilimlerinin merkezi haline gelen Antakya okulu<br />

(kurulu şu: M.S. 270) bunlar ın başında geliyordu. Burada ö ğretilen bilimler<br />

içinde E fl â t un felsefesi ve hitâbet sanat ı önemli bir yer i şgal ediyordu.<br />

Diğer taraftan bu okulda yap ılan teolojik ara şt ırma ve incelemeler<br />

neticesinde Nestûri ve Yakûbî gibi birtak ım Hıristiyan fırkaları<br />

teşekkül etti. Daha sonra Nusaybin (kurulu şu: M.S. 320) okulunun kurulu<br />

şu ile Yunan ilimleri yeniden Kuzey Suriye'de canland ı. Nihayet<br />

M.S. 363 de İranlılar tarafından kurulan Ruha (Urfa) okulu ile Helenizmin<br />

Asya içlerine sokulmas ı sağlanmış oldu. Burada Süryâni dilinin<br />

yanında Yunanca da mecburi olarak ö ğretiliyordu°". Bu okulda ayrıca<br />

Aristo felsefesi ve yeni Eflâtuncu dü şüncelerin de okutulmas ı önemli<br />

bir yer i şgal ediyorduus. Milâdi alt ınc ı as ırda Kisrâ E nû ş erv an<br />

(M. 531 /578) tarafından kurulan Cundisapur (Cundi şapur) okulunun da,<br />

Hint ve Yunan kültürünün Iran'da süratle yay ılmas ında büyük etkileri<br />

oldu. Yunancadan, Hintçeden ve Süryâniceden Pehlevi diline birçok<br />

eserler tercüme edildi. Böylece buras ı çe şitli kültürlerin birle ştiği<br />

ve Hıristiyan ve Mectisi dinlerinin de kar şı karşıya geldiği önemli bir kültür<br />

merkezi halini ald ı. Bu okulun çok uzun bir müddet ya şadığı, hattâ<br />

burada bulunan bilginlerden birisinin Halife M a n sûr' u tedavi etmek<br />

üzere H. 148 /M. 765 de Ba ğdad'a davet edildi ği ve daha sonra da Abbasi<br />

halifeleri tarafından bu gelene ğin devam ettirildi ği rivâyet edilir<br />

186 . Diğer önemli bir kültür merkezi de, şüphesiz arap fethinden çok<br />

önce mevcut olan Harran okulu idi. Burada da yeni Eflâtuncu ve Pythagoras'c<br />

ı felsefe okutuluyordu.<br />

Müslümanlar daha Emeviler devrinde bu kültürlerle ilgilenme ğe<br />

başladı. Yunani bilgilerle u ğraşan Y e zi d I. 'in o ğlu Hâ li d (Ölm. H.<br />

85 /M.704)'e astronomi, t ıp ve kimyaya ait baz ı tercüme eserler isnat edilir"'.<br />

Müslümanlar aras ında hızla geli şen bu ilim hareketlerinin sonucunda<br />

Basra ve Kûfe birer kültür merkezi haline geldi. H. 132 /M. 749 da<br />

183 Bk. De Lacy O'Leary, andan eser, s. 6-7 vd; Harry Austryn Wolfson, Philon, C. I. s.<br />

227--9 vd., Massachusete 1948; Dr. Ya şar Kutluay, andan eser, s. 9-10.<br />

184 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, andan eser, s. 8.<br />

185 Bk. Hannâ'l -Feluiri ve Halil al-Cerr, anılan eser, C. II, s. 8.<br />

186 Bk. Cemel ad -Din Ebû'l -Hasan al Ilıblir al - Ulenıti bi Akbar al-Hukemâ,<br />

s. 71-72, Kahire 1326 /1908.<br />

187 Bk. Prof. Dr. W. Berthold, andan eser, s. 26-27.<br />

47


Emevi devleti dü şüp yerine Abbasilerin geçmesiyle ilim hareketlerinin<br />

a ğırlık merkezi Ba ğdad oldu. Bu devirde ilim hareketlerine kar şı ilgi<br />

çok artt ı. Daha M ans ûr'un halifeli ği zaman ında (H. 137-159 /M. 754-<br />

775) başlayan tercüme faaliyetleri h ızla geli şti. Özellikle H. 198 /M.<br />

813 de Me'mun'un halife olmasiyle Yunanca'dan, Pehlevice'den ve<br />

bilhassa Süryanice'den Arapçaya bir çok eserler tercüme edildi. Daha<br />

sonra H. 217 /M. 832 de Me'mun tarafından kurulan Beytul-Hikme'-<br />

nin de bu alanda büyük rolleri oldu. H. 232 /M. 846 da halife olan<br />

Müt e v ekk il tarafından da daha önce ba şlayan bu tercüme faaliyeti<br />

büyük bir destek gördü ve böylece onun zaman ında da birçok yabanc ı<br />

eserler Arapçaya aktar ılmış oldu'".<br />

İşte böyle bir ortamda zuhur eden Mutezile mensuplar ı, kendilerini<br />

bu yeni duruma uydurmak zorunlulu ğunda kaldılar. Böylece yabanc ı<br />

kültürlere, özellikle Yunan felsefesine duyduklar ı ilgi gün geçtikçe artt ı .<br />

itikadi konuları sadece nakle dayanmay ıp, ayni zamanda akl ın ve felsefenin<br />

ışığı alt ında inceleme ğe ve bunları mutlak ölçülere göre tefsir<br />

ve te'vil etme ğe başladılar.<br />

Gerçek şu ki, İslam dininin savunucusu olarak ortaya at ılan Mutezile,<br />

bu dinin gerekti ği gibi savunulmas ının ancak has ımlarının kullandıkları<br />

metod ve silahlar ı kullanmakla kabil olabilece ğine inanıyordu.<br />

İşte bu inanc ın bir neticesi olarak, kendilerini yabanc ı kültürlere, özellikle<br />

Yunan felsefesine kar şı büyük bir ilgi göstermi ş olarak görmekteyiz.<br />

Biraz önce de söyledi ğimiz gibi, Mansûr ve Me'mun devirlerinde girişilen<br />

tercüme faaliyetleri, felsefi dü şüncelerin ö ğrenilmesine duyulan<br />

büyük ihtiyaçtan do ğmuş olmas ı muhtemeldir. M ak r i'nin kaydettigine<br />

göre, Me'mun'un hilâfetini takip eden birkaç sene içinde, Yunanca'dan<br />

ve ba şka dillerden Arapça'ya birçok eserler tercüme edilmi ş<br />

ve Mutezile mensupları bunları büyük bir iştiyakla okumu ş "9 ve kendilerini<br />

düşmanlarma karşı savunmada, bu eserlerden edindikleri bilgilerden<br />

geni ş ölçüde faydalanm ışlard ır. Ş ehr ist â i'ye göre bu eserlerden<br />

ciddi bir şekilde faydalanan ilk Mutezile mensubu, Yunan filozoflarının<br />

birçok eserlerini okuyan ve onlar ın görü şlerini Mutezile'nin<br />

görüşleriyle ba ğdaştırmağa çalışan Naz z âm olmu ştur 19°. Bundan<br />

sonra onu da ba şkaları takip etmi ş ve böylece Mutezile, felsefe ile dini<br />

uzlaşt ırmağa çalışan teolojik sistemlerin ilki olarak İslam tarihindeki<br />

gerçek yerini alm ışt ır° 91 .<br />

188 Bk. Ord. Prof. Hilmi Ziya Iilken, islâm Medeniyetinde Tercüme ve Tesirler, s. 102-103.<br />

189 Bk. al-Makrizi, al-Hitat, C. IV , s. 183.<br />

190 Bk. as- Şehristâni, al-Milel, C. I, s. 53-54; Ibn Nubâte, andan eser, s. 120.<br />

191 Tafsilat için bk. al-Hayyüt, - ıntisür, Prof. Nyberg önsözü. s. 58.<br />

48


Mutezile 'bu tutumu ile yaln ız İslâm dinini savunmakla kalmam ış ,<br />

fakat ayni zamanda bu dinin esaslar ını, felsefi metotlarla en iyi şekilde<br />

açıklayan ve bunlar ı birçok yabanc ı milletlere de kabul ettirme ğe muvaffak<br />

olan bir fırka olarak tebarüz etmi ştir. Mutezile'nin ba şlangıçta<br />

sırf İslâmiyeti savunmak amaciyle felsefeye yönelmi ş olduğunda şüphe<br />

yoktur. Ancak bu davran ış, onların hayat ında yeni bir ç ığır açt ığı gibi,<br />

düşüncelerinde de birtak ım önemli gelişme ve de ğişmelere sebep olmuştur<br />

ki, bunlar ı iki noktada toplamak mümkündür:<br />

1— Mutezile Yunan felsefesine tamamiyle vak ıf olup, bu ilmin<br />

inceliklerine nüfuz edince, bu kültüre kar şı derin bir alâka ve a şırı derecede<br />

bir sevgi duyma ğa ba şladı. Yunan filozoflarma kar şı duyulan<br />

sevgi ve ba ğlılık gün geçtikçe artt ı. Sözlerine oldu ğu gibi inanılmağa,<br />

hattâ ço ğu zaman bunlara din esaslar ının tamamlayıcısı nazariyle bak ılmağa<br />

ba şlad ı192. Böylece İslam tarihinde ilk defa din ile felsefenin<br />

uzla ştırılmas ı ve ba ğdaştırılmas ı meselesi ortaya ç ıkmış oldu. Mutezilenin<br />

gerçekten büyük gayret sarfetti ği bu mesele, daha sonralar ı Kindi<br />

(Ölm. Hicri 252, Milâdi 866 yılından sonra), F ar ab I (ölm. H. 339 / M.<br />

950) ve İ bni Sinâ (Ölm. H. 428 /M. 1036) gibi de ğerli İslam filozoflar ı<br />

tarafından da ele al ınmış ve Mutezile'nin görü şlerine uygun olarak bu<br />

meselenin halledilmesine çal ışılmıştır.<br />

2— Felsefeye duyulan bu yak ın ilginin bir neticesi olarak, Mutezile<br />

yava ş yava ş teolojik meselelerden, özellikle üzerlerine ald ıkları dini<br />

görevlerinden uzakla şmağa ve daha çok felsefi meselelerle ilgilenme ğe<br />

haşlamışlardır. Bunun bir neticesi olarak zamanla as ıl göre-vlerini ihmal<br />

etmi şler ve kendilerini cevher, aran ve atom gibi s ırf felsefi meselelere<br />

vermi şlerdir.<br />

Görüldüğü gibi, İslâm dini ile felsefeyi uzla ştırmağa çalışan ve<br />

kendisini a şırı derecede felsefi cereyanlara kapt ıran Mutezile, büyük<br />

ölçüde Yunan felsefesinin tesiri alt ında kalmış'", görüşlerinin ekserisi<br />

bu felsefenin kar ışımından meydana gelmi ş ve bu da tabiatiyle İslam kültüründe<br />

büyük izler b ırakmağa sebep olmu ştur 194. Bununla beraber,<br />

daha sonraki İslâm filozoflar ına ilk defa izleyecekleri yolu gösteren ve<br />

onların yolunu ayd ınlatan bir me şâle vazifesi gören bu fırka mensuplar ı-<br />

na, İslâmiyetin ilk filozofları adını verme ği ve İslâm akidesi hususunda<br />

ifâ ettikleri de ğerli hizmetlerinden dolay ı kendilerini daima hay ırla<br />

yâdetmeyi, lay ık oldukları bir hakk ı yerine getirmek bak ımından<br />

gerekli bulmaktay ız.<br />

192 Bk. De Lacy O' Leary, Arabic Thought and its Place in History, s. 123, London 1922.<br />

193 Bk. Nicholson, andan eser, s. 369.<br />

194 Bk. De Lacy O'Leary, Arabic Thought..., s. 123.<br />

49


İ K İ NC İ BÖLÜM<br />

MUTEZİLE'NİN DOĞUŞU, GELIŞMESI VE ÇÖKMESI<br />

I— Mutezile'nin Doğuşu:<br />

Bu sistemin do ğu şunu, ana hatlariyle şu üç kısımda inceleme ğe<br />

çalışacağız :<br />

1— Mutezile'nin doğduğu yer ve tarihi :<br />

Mutezile'nin dini mânada bir ekol olarak ortaya ç ıkış tarihi kesin<br />

olarak bilinmemektedir. Bu konuda Arap kaynaklar ından öğrenebildiğimiz<br />

husus, bu sistemin ilk defa Basra'da Vas ıl b. Atâ al-Gazzal' ın<br />

Hasan al- Basrrnin meclisinden ayr ılmasiyle ba şlamış olmas ıdır. Bilindiği<br />

gibi Hasan al-Basri, Hicri 110, Milâdi 728 tarihinde vefat etmi ştir 195 .<br />

Mutezile fırkas ının kurucusu olan V â s ıl b. At â (Ölm. H. 131 /<br />

M. 748) ile Amr b. Ub ey d (Ölm. H. 144 /M. 761)'in do ğum tarihleri<br />

ise, Hicri 80, Milâdi 699 yılı 196 olduğuna göre, böyle bir fikri harekete<br />

yirmi yaşından önce ba şlamış olmaları dü şünülemez. Buna göre Mutezile'nin,<br />

Hicri ikinci yüz y ıhn ba şlarında 197, büyük bir ihtimalle Hicri<br />

100-110, Miladi 718-728 y ılları aras ında do ğmu ş olmas ı gerekmektedir.<br />

İbn al-Murtadâ ise, bu tarihi daha ileriye götürerek Hz. Peygamber'e<br />

kadar dayand ırmakta ve delil olarak da, Vas ıl-ın Hz. Ali'nin<br />

oğlu Muhammed b. al-Hanefiyye (Ölm. H. 81 /M. 700 y ılından<br />

sonra) tarafından yeti ştirildiğini ve dolayısiyle Kelâm ilmini, özellikle<br />

itizal fikrini ondan alm ış olduğunu ileri sürmektedir 198. al-Hâ ri z-<br />

mi (Ölm. H. 383 /M. 993) de bu görü şü teyid eder mahiyette Ebû Ha şim<br />

Abdullah'ın, babas ı İbn al-Hanefiyye'nin ilmi derecesi hakk ında soru-<br />

195 Bk. İbn. Hallikân, Vefeytit al--A'yan, C. I, s. 355, Kahire 1367/1948.<br />

196 Bk. İbn Hallikân, ayni eser, C. III, s. 132; Yâkfit al-Hatnavi, Mu'remu'l-Udebti, C.<br />

XIX, s. 243.<br />

197 Bk. al. Makrizi, al-Hitat, C. IV, s. 183.<br />

198 Bk. İbn al-Murtadâ, Tabak& al-Mu'tezile, s. 7.<br />

50


lan bir soruya: "Bunu takdir etmeniz için sadece Va s ıl ve Amr b.<br />

Ubeyd'in ilmi derecelerine bakman ız bile kâfidir" dedi ğini zikretmektedir<br />

199 ki, biz zahirde birbirini tamaml ıyor gibi görünen bu her iki<br />

rivâyetin de do ğruluk derecesi hususunda hakl ı olarak şüpheye dü şmekteyiz.<br />

Bizi bu dü şünceye sevkeden sebeplerin ba şında, Muhammed b.<br />

al -Hanefiyye'nin ölümü ile Vas ıl'ın doğum tarihleri aras ında görülen<br />

çeli şik durum gelmektedir. Biz biliyoruz ki Vas ıl, H. 80 / M. 699 yılında<br />

do ğmuştur. İbn al-Hanefiyye'nin ölüm tarihi ise, daha önce de i şaret<br />

etti ğimiz gibi, H.81 /M. 700 ile H. 83 / M. 702 y ılları aras ında<br />

değişmektedir. Hattâ bunu H. 72 /M. 691 veya 73 /692 olarak kaydedenler<br />

de vard ır 200. Buna göre Vas ıl' ın Kelâm ilmini veya itizal fikrini<br />

bizzat İbn al-Hanefiyyye'den alm ış olması imkans ızdır. Fakat, daha<br />

sonra Şehristâni'Mn de teyid etti ği gibi 201, onun bu fikri - İbn al-Murtada'n<br />

ın görü şü kabul edildiği takdirde - İbn al-Hanefiyye'nin o ğlu<br />

Eb ü Ha ş im Ab dullah'dan alm ış olmas ı akla daha uygun gelmektedir.<br />

İ bn al-Mur t a d a'mn Mutezile'nin nesebini, Vasfi, Ebti Ha şim,<br />

Muhammed b. al-Hanefiyye ve Ali b. Ebî Talib kanallar ı ile Hz. Muhammed'e<br />

dayand ırmas ı hususunda me şhur şarkiyatc ı. Adam Mez, bu<br />

nesebin daha sonralar ı Şiiler tarafından uydurulmu ş olabileceğini ileri<br />

sürmekte ve buna delil olarak, Hicri dördüncü yüz y ılda bunlardan, bir<br />

ço ğunun Mutezile mezhebine girmi ş olduğunu göstermektedir 202 .<br />

Ba şka bir rivayette de, Vas ıl'ın itizal fikrini Hasan al-Basri'den alm ış<br />

olduğu 203 zikredilmekte ve buna delil olarak da Hasan al-Basrrnin,<br />

kaderi nefy ve adl gibi itizal prensiplerini ihtiva eden bir risâleyi Halife<br />

Abdülmelik b. Mervan'a göndermi ş olmas ı gösterilmektedir 2°4. Diğer<br />

taraftan bizzat Vas ıl'ın da Amr. b. Ubeyd'e yazd ığı bir risâlede kendisinin<br />

Hasan al-Basrrnin mezhebi üzere olu ğunu zikretmi ş olması,<br />

bu görü şü teyid eden ba şka bir belge olarak vas ıflandırılmaktadır2° 5 .<br />

Bu rivâyetlerin bize *etmi ş solduğu husus, Vas ıl'ın, hernekadar<br />

"Murtekib-i kebire" hususunda Hasan al-Basri'den ayr ılmış olarak<br />

görünüyorsa da, kader meselesi gibi di ğer baz ı prensiplerde onun görüşüne<br />

uymu ş olabileceği keyfiyetidir.<br />

199 Bk. Ebû Bekr Resâil al-Hârizmi, s. 50, Kahire 1312/1894.<br />

200 Bk. İbn Hallikân, Vefeyâtu'l-A'yân, C. III, s. 312.<br />

201 Bk. as- Şehristâni al-Milel va'n -Nihal, C. I, s. 49.<br />

202 Bk. Adam Mez, anılan eser, C. I, s. 332-333.<br />

203 Bk. a ş- Şehristâni, anılan eser, C. I, s. 47, 49.<br />

204 Bk. İbn al-Murtadâ, al-Munye Va'l -Emel, s. 12-14.<br />

205 Bk. İbn Abd Rabbih, andan eser, C. I, s. 208.<br />

51


2— Mutezile deyimi hakk ında ileri sürülen çeşitli fikirler<br />

Mutezile'nin do ğduğu yer ve tarihi böylece tesbit ettikten sonra,<br />

şimdi de bu fırkaya verilen çe şitli isimleri, özellikle "Mutezile" kelimesi<br />

hakkında ileri sürülen çe şitli görü şleri inceleyelim:<br />

Elimizdeki kaynaklardan ö ğreniyoruz ki, dini anlamda Mutezile<br />

deyiminin ortaya ç ıkışı genel olarak üç sebebe dayanmaktad ır:<br />

1) Vâsıl b. Atâ'nın Hasan al-Basrrnin meclisinden ayr ılarak,<br />

arkada şı Amr b. Ubeyd ile büyük günah (Kebire) i şleyenlerin küfür<br />

ile iman aras ında mutavass ıt bir yerde (al-Menzile beyne'l -Menzileteyn)<br />

kalıp mutlak surette ne mümin ve ne de kâfir olmad ıklarını söylemeleri<br />

üzerine, Hasan al-Basrrnin bunlar hakk ında, "kad kavle'l-umme"<br />

yâni Ehli islâm ın görü şünden ayrıldılar demi ş olmas ı, diğer bir rivâyette<br />

de, ayni sebepten dolay ı Hasan al-Basrrnin meclisinden uzakla ş -<br />

tırılan Vâsıl için onun, "kad i'tezele anna'l-Vâs ıl" yani Vâsıl bizden<br />

ayrıldı demesi, Vâs ıl' ın ve onun gibi hareket edenlerin "itizâl edenler"<br />

anlamına "Mutezile" adı ile andmalar ına sebep olmuştur" 6 .<br />

Bu görü şü büyük İslam bilgini Ahmed E min'in de işaret etti ği<br />

gibi, birkaç yönden tenkid etmek mümkündür:<br />

a— Vâs ıl' ın veya Amr b. Ubeyd'in Basra mescidinde bir meclisten<br />

diğer bir meclise intikal etmi ş olmas ı, bir fırkaya isim olacak kadar<br />

önemli bir olay de ğildir; böyle bir tesmiyenin arazla de ğil, fakat cevherle,<br />

esasla daha çok ilgili olmas ı gerekir.<br />

b— Bu konuda râvilerin ihtilâf etmi ş olmaları da, bu görü şün zafiyetine<br />

delâlet eden bir sebep olarak gösterilebilir. Meselâ bunlardan<br />

bazıları ayrılma hâdisesini Vâs ıl'a isnad ederken, baz ıları da bu olayı<br />

Amr b. Ubeyd'e isnad etmektedir. Bundan ba şka bunlar ı Mutezile<br />

ismiyle ilk defa anamn, -Hasan al-Basri oldu ğunu söyleyenlerin yanı sıra,<br />

bunu Katâde b. Diâme as-Seddûsi (Ölm. H. 117 /M. 735)'ye nisbet<br />

edenler de vard ır. Bu görü şü ileri süren İ bn H allik ân, bir gün<br />

Basra mescidine giren Katâde'nin, Hasan al-Basrrnin meclisinden ayr ı-<br />

larak mescidin bir kö şesinde ayrı bir topluluk meydana getiren Amr b.<br />

Ubeyd ile arkada şlarının konuşmalarını i şidince -kör olduğundan-<br />

206 Bk. Muhammed b. an-Nu'mân al-Mufid, Evâil al-Maktilât fi'l-Mezâhib -Muhtârât,<br />

s. 4-7, Tebriz 1371; M. Şerefeddin, Kaderiyye yahut Mutezile, Darulfümln Ilâhiyat Fak.<br />

Mecmuas ı, sayı: IV, s. 5, İstanbul 1930; al-Bagdâdi, al-Fark beyne'l-Firak, s. 71; al-isferâyini,<br />

anılan eser, s. 64-65; as- Şehristâni, al-Milel, C. I, s. 48; Hannâ'l- Fâhüri ve Halil aI-Cerr,<br />

anılan eser, C. I, s. 140-141; İbn al-Murtadâ, Tabak& al-Mutezile, s. 3; Ahmed Emin, Fecru'l-<br />

s. 288 vd.; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Mutezile Ve Ak ıl Meselesi, A. r. Ilâhiyat<br />

Fak. Dergisi, 1964 say ısı, s. 51, <strong>Ankara</strong>.<br />

52


Hasan al-Basrrnin meclisi zannederek, kendisinin bu meclise kat ıldığını,<br />

fakat biraz sonra yan ıldığını anlayınca derhal oradan ayr ılarak,<br />

"bunlar ancak itizâl eden kimselerdir" dediğini ve bu tarihten itibaren<br />

de bunlara ve bunlar gibi dü şünenlere "Mutezile" dendi ğini söylemektedir<br />

207 .<br />

e— İlmi Kelâm ile ilgili eserlerin ço ğunda muayyen bir şahı stan<br />

bahsedilirken, o Mutezili bir görü şe sahiptir veya itizal ehlindendir,<br />

şeklinde birtak ım, ifade tarzlar ının kullanılmış olması, Mutezile deyiminin<br />

belirli prensipleri bulunan bir mezhebin ismi oldu ğuna ve bu ismin bir<br />

meclisten di ğer bir meclise intikal gibi, cismi bir hareketin çok üstünde<br />

önemli bir anlam ta şıdığına delâlet eden di ğer bir örne ği te şkil etmektedir<br />

208 .<br />

2) İbn al-Murtadâ ise, bu ismin ç ıkışını başka bir şekilde ta'lil<br />

etmekte ve Vas ıl ile arkada şlarına Mutezile denmesinin gerçek sebebi<br />

olarak, bunlar ın daha önce büyük günah i şleyenler hakk ında ileri sürülen<br />

sap ık veya en az ından bid'atl ıkla vas ıflandırılabilecek birtak ım<br />

düşünce ve görü şlerden ayr ılmış olmalarını göstermektedir 209. Daha<br />

önce de i şaret etti ğimiz gibi, "Mürcie" büyük günah i şleyen kimsenin<br />

mümin olduğunu söylemekle beraber, bu husustaki kesin hükmü âhirete<br />

ertelerkçn, Hariciler'in bir kolu olan Ezarika onun kâfir oldu ğuğunu<br />

söylüyordu. Hasan al-Basrrnin de bu husustaki görü şü, onun<br />

munafık olduğu merkezinde idi. Vas ıl' ın bid'atlıkla vas ıflandırılan bütün<br />

bu görü şlere muhalefet ederek "büyük günah i şleyen ne mü'mindir,<br />

ne de kâfirdir, ancak o fas ıkt ır" teziyle ortaya at ılışı, kendisinin ve<br />

onun gibi dü şünenlerin "Mutezile" ismiyle anilmalarma sebep oldu.<br />

3) al-Mes'ödi (Ohn. H. 345 /M. 456)'ye göre bu f ırka mensuplarına<br />

Mutezile denmesinin sebebi, "büyük günah i şleyenin müminlerden<br />

ve kâfirlerden ayr ılmış olduğunu söylemelerindendir 2" ki, bu<br />

görü şün diğerlerine nisbetle gerçe ğe daha yak ın olduğu düşünülebilir.<br />

Bunlardan ba şka çağdaş bilgilerden baz ıları da, bu deyimin ç ıkışına<br />

ba şka bir sebep arama çabas ına dü şmüş olarak görüyoruz. Mesela<br />

Goldzihe r, bu toplulu ğa Mutezile denmesinin gerçek sebebi olarak Vas ıl<br />

ve Amr b. Ubeyd gibi, bu fırkanın ilk kurucular ının insanlardan ve dünya<br />

nimetlerinden tamamiyle uzakla şarak zahidâne bir hayat ı tercih<br />

207 Bk. İbn Hallikân, Vefeyiit al-A'yein, C. III, s. 248-249; Zuhdi Hasan Cârullah,<br />

drıllan eser, s. 2-3.<br />

208 Bk. Ahmed Emin, Fecru'l —İsleım, s. 288.<br />

209 Bk. İbn al-Murtadâ, Tabakeit al-Mu'tezile, s. 5.<br />

210 Bk. EbU'l —Hasan Ali Al-Mes'ildi, Mureıc az-Zeheb va Ma ıidin al-Cevher, C. III, s.<br />

235, Kahire 1367/1948; Ahmed Emin, andan eser, s. 289; Zuhdi Hasan Cârullah, anılan eser, s. 3.<br />

53


etmiş olmalarını göstermektedir 2". Ahmet Emin de ba şlang ıçta<br />

hern«kadar bu ismin ihtida eden Yahudi kaynaklar ından gelmiş olabilece<br />

ğini ileri sürmü şse de, daha sonra bu fikrinden vaz geçmi ş olduğunu<br />

söylemek lüzumunu hissetmi ştir. 212<br />

Genel olarak, çe şitli islâmi kaynaklar ın "Mutezile" isminin ç ıkışı<br />

hakkında ileri sürdü ğü fikirleri, i şte bu noktalarda toplamak mümkündür.<br />

Fakat bizzat Mutezile'nin bu husustaki dü şüncesi nedir Gerçekte<br />

onlar kendilerine verilen bu ismi sevmediklerini ve bunu kendilerine bir<br />

isim olarak tatminkâr bulmad ıklarını, her fırsatta "Ehl al-Adl Va't<br />

-Terhicl" gibi başka bir ismi kendilerine yakıştırma çabas ına dü şmelerinde<br />

görmekteyiz. Onlarr böyle bir dü şünceye sevkeden faktörlerin<br />

başında, şüphesiz çe şitli zamanlarda bu ismin mâruz kald ığı kötü tefsir<br />

ve yorumların yam s ıra, kendilerine hücum etmek için muhalifleri tarafından<br />

daima bir koz ve istinadgâh olarak kullan ılmış olması gelmektedir.<br />

B a ğd drnin onlar hakk ında "Icmâ-i -Gmmet'ten ayr ıldıkları<br />

için kendilerine Mutezile dendi" 2" demesi bile, onları bu isimden soğutmağa,<br />

hattâ nefret ettirme ğe kâfi gelece ğinde şüphe yoktur.<br />

Fakat, zamanla bu deyimin kendilerine has bir isim oldu ğunu ve<br />

bundan kurtulmamn imkâns ızlığım gören Mutezile, hiç olmazsa bu ismin<br />

müdafaas ını yapman ın, bunun fazilet ve üstünlüklerinden bahsetmenin<br />

çıkar bir yol oldu ğuna kanaat getirdi. İşte bundan dolayı İbn al-Murtadâ,<br />

BağdadVnin görü şünü şiddetle yererken, bu ismin ba şkaları tarafından<br />

de ğil, fakat bizzat Mutezile taraf ından ihdas edilmi ş olduğunu,<br />

onlar ın her zaman özellikle İslâmiyetin ilk yüz yılında daima " İcma-i<br />

Ümmet" ile amel etmi ş olduklarını, ayrıldıkları hususların sadece<br />

sap ık ve gerçe ğe uygun olmayan görü ş ve dü şüncelere inhisar etmi ş<br />

olduğunu söylemektedir " 4 ki, bununla Mutezile isminin çıkışını daha<br />

önce de döyledi ğimiz gibi, onlar ın her türlü bid'at ve sap ıklıklardan ayrılmış<br />

olmalar ına bağlamak istemektedir. İbn al-Murtadâ daha sonra<br />

Mutezile isminin faziletini ve bereketini baz ı nakli delillerle de ispat<br />

etme ğe çalışmakta ve örnek olarak şu âyet ve hadisleri zikretmektedir:<br />

"Sizi Allah'tan ba şka taptıklarınızla b ırakıp sizden ayr ıhrım...<br />

215;<br />

211 Bk. Ignaz Goldziher, al-Akide va' ş-Seria Arapçaya çevirdiler: M. Yfisuf<br />

Milsâ, A. Hasan Abdu'l-Kâdir ve Abdu'l-Aziz Abd al-Hakk, e. 100 vd., Kahire 1959.<br />

212 Bk. Ahmed s. 289; M. Şerefeddin, Kaderiye yahut Mutezile,<br />

Darulfünfin ilâhiyat Fak. Mec. say ı: XV, s. 5-6; Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 3-4.<br />

213 Bk. al-Fark beyne'l Firak, s. 71.<br />

214 Bk. 'bn al-Murtadâ, 'Tabak& al-Mu'tezile; s. 5; al-Munye Va'l Emel s. 2, 4.<br />

215 Meryem Süresi, âyet: 48.<br />

54


"Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlarından giizellikle ayr ıl "9216.<br />

Burada o, bu ayetlerin ta şıdığı mânalar gere ğince, kendi görü ş ve düşüncelerine<br />

muhalif olanlar ın hakiki tevhid ehli olmad ıklarını göstermek<br />

için, kendilerine "Mutezile" ad ını vermiş olduklar ına işaret etmek<br />

istemektedir 217. O, ayni zamanda bu ismi, "senden uzakla şan hayra<br />

düşer" ve Süfyân as-Sevri'den rivâyet edilen "Benim ümmetim yetmi ş<br />

küsur fırkaya ayr ılacak; bunların içinde en do ğru yolda olan ı Mutezile<br />

fırkasıdır" hadislerinden iktisap etmi ş olduklarını da ileri sürmektedir"'.<br />

Mutezile isminin men şei hakkında ileri sürülen bütün bu görü şlerden<br />

şu iki sonuca varmam ız mümkündür:<br />

1) "Mutezile" deyimi ilk defa Hasan al-Basri ve talebeleri Vasfi<br />

b. Atâ ile Amr b. tbeyd'in şahıslarında vücut bulmu ştur.<br />

2) İtizal kelimesi s ırf dini meselelerle ilgili bir tabir olup, ancak -<br />

bu konular ı içine almaktadır.<br />

Bu iki sonucun do ğruluk derecesi kanaatimizce münaka şaya değer<br />

bir konudur. İslam tarihi ile ilgili kaynaklar, bize bu kelimenin daha<br />

İslâmiyetin ilk günlerinde dahi bol bol kullan ılmış olduğunu göstermektedir<br />

ki, bundan da bu kelimenin dini vechesinin yan ı sıra, daha<br />

önceleri siyasi bir anlamda da kullan ılmış olduğunu anlamaktayız. Gerçekten,<br />

ba şlangıçta bu anlamda kullan ılan "Mutezile" sözü, tarafs ız bir<br />

topluluğu ifade ediyordu. Özellikle H z . O sm a n' ın katlinden sonra meydana<br />

gelen Cemel ve Sıffin savaşlarına iştirak etmeyen ve bu sava şların<br />

kahramanlar ı olan Hz. Ali, Hz. Ai şe ve Muâviye taraflar ından hiç birine<br />

iltizam etmeyen tarafs ız kimselere "Mutezile" deniyordu 219 . Bunlar<br />

aras ında Abdullah b. Ömer b. al-Hattâb, Muhammed b. Mesleme al-<br />

Ansari ve ()same b. Zeyd b. Harise gibi, her iki tarafa hürmet eden ve<br />

daha çok ibadetle me şgul olan tarafs ız ve saygıdeğer müslümanlar<br />

vard ı .<br />

Yine bu as ırda Hz. Hasan ile Hz. Muâviye aras ında cereyan eden<br />

mücadelede tarafs ız kalan, ilim ve ibadetle u ğraşan kimselere de "Mutezile"<br />

adının verildiği zikredilir 22 °<br />

216 Müzzemmil Süresi, âyet: 10.<br />

217 Bk. M. Şerefeddin, Kaderiye yahut Mutezile, say ı XV. s. 5.<br />

218 Bk. İbn al-Murtadâ, Tabak& al-Mu'tezile, s. 2.<br />

219 Bk. an-Nevbahti, andan eser, s. 25-26; Ahmed Emin, Fecru'l İslam, s. 290; Ali<br />

Mustafa al-Gni-abi, anılan eser, s. 48 vd.<br />

220 Bk. —}Itiseyn al-Malatl, at-Tenha va'r —Radd


Bütün bunlardan ö ğreniyoruz ki, bu kelime daha Hasan al Basrrnin<br />

ekolü te şekkül etmeden bir as ır önce de müslümanlar aras ında kullanılmıştır.<br />

Bu itibarla Vasfi b. Ata'n ın kurmu ş olduğu fırkaya bu ismin<br />

verilmiş olması, kanaatimizce yeni bir bulu ş olmaktan ziyade, eski<br />

ismin yeniden ihya edilmi ş bir şeklinden ibarettir 221. Daha önce bilinen<br />

ve özel bir anlam ta şıyan bu kelimenin, Vas ıl'ın Basra mescidinde<br />

bir kö şeden di ğer bir kö şeye intikal neticesi ç ıkmış olduğuna inanmak<br />

cidden güç bir meseledir.<br />

3— Mutezile'nin diğer isimleri :<br />

Mutezile'ye verilen di ğer isimlerin yek ılnu bir hayli kabar ıktır.<br />

Umumiyetle has ımları tarafından kendilerine isnad edilmi ş olan bu<br />

isimler aras ında, bizzat kendilerinin de be ğendikleri ve benimsedikleri<br />

bazı isimler vard ır. Fakat bunlar be ğenmedikleri, hattâ nefret ettikleri<br />

diğer isimlere oranla çok az bir say ıyı ifade etmektedir. Bunlar ı özel<br />

isimler ve mü şterek, yani bu toplulu ğun umumunui içine alan isimler<br />

olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Biz burada özel isimlerden<br />

bahsetmek istemiyoruz. Çünkü bunlar ya Mutezile'nin çe şitli fırkalarından<br />

birinin özel ismi veya büyük önemi olmayan ikinci derecedeki<br />

inançların birinden türemedir 222. Biz burada daha çok temel prensipleriyle<br />

yakından ilgili bulunan umumi anlamdaki isimlerinden<br />

bahsetmek istiyoruz ki, bunlar ı ehemmiyet derecelerine göre şöyle bir<br />

tasnife tabi tutmak mümkündür.<br />

a) Ehl al-Adl va't-Tevhid :<br />

Mutezile'nin en çok be ğendiği isim işte budur. Onlara göre, ilahi<br />

adaleti ve Allah' ın gerçek birliğini en iyi şekilde anlayan ve ispat eden<br />

kimseler olmalar ı itibariyle, kendilerine bu büyük hizmetleriyle mütena-<br />

221 Bu mesele için bk. W. Montgomery Watt, The Political Attitudes of the Mu'tezilah,<br />

Journal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland, say ı: 1-2, s. 57, London<br />

1963.<br />

222 al-Makrid, al Hitat adlı eserinde Mutezile'ye verilen bu çe şit isimlerden tafsilatb bir<br />

şekilde bahsetmi ştir. Bunların en önemlileri:<br />

1- al-Harkiyye: Kâfirler ancak bir defa yanacaklar diyenler,<br />

2- al Mufniyye: Cennet ve Cehennem'in sonlu olduğunu söyleyenler,<br />

3- al-Vâk ıfiyye: Xur'an'm yarat ılnuş olduğu hususunda tavakkufu, susmay ı tercih<br />

edenler,<br />

4- al-Lafziyye : Kur'an' ın lafularımn gayri mahlbk oldu ğunu söyleyenler,<br />

5- al-Multezime : Allah'ın her yerde, her mekânda bulundu ğunu söyleyenler,<br />

6- al-Kabriyye : Kabir azâblm inkâr edenler.<br />

Bk. al-Makrid, anılan eser, C. IV, s. 169.<br />

56


sip bir isim verilmelidir. Bu da ancak "Ehl al -Adl va't-Tevhid" olabilir.<br />

Gerçekten Mutezile bu ismi kendisine şiar edinmi ş olarak görünüyor.<br />

Esasen al-Mukbili,' a ş - Ş ehristâni 224 ve al-Makdisi ' 25 gibi<br />

İslâm bilginleri de; onlar ın kendilerini daima bu isimle yadetmi ş<br />

olduklarını zikrediyorlar. ad-D amiri'de, Kelâmc ılardan baz ılarının<br />

kendilerine "Ehl al-Adl va't-Tevhid" adını verdiklerini söylüyor 226 ki,<br />

bu sözünden sadece 1/1utezile'yi kasdetmi ş olduğunda şüphe yoktur.<br />

İ bn al -Kayyim al-Cevziyye ise, bunlar için sadece "Ehl al-<br />

Adl" veya "al-Adliyye" tabirini kullanırken 2 ^ 7, İ bn al-Murtadâ bunu<br />

"al-Adliyye va'l-Muvahhide" olarak tamamlamaktad ır228. Keza, al -<br />

K alk a ş andi Mutezile'nin kendilerini "Ehl al- Adl va't-Tevhid" ile<br />

adlandırmalar ının sebebi olarak, onlar ın "al-Adl" sözü ile kaderi inkâr<br />

edip, insana kendi fiilini yaratma kudreti vermi ş ve böylece Allah'a şer<br />

isnad ından Kendisini tenzih etmi ş olduklarına, Tevhid ile de, Allah' ın<br />

bütün kadim sıfatlar ını nefyetmek suretiyle O'nun hakiki birli ğini ispat<br />

ettiklerine inanm ış olmalar ını göstermektedir 229.<br />

Mutezile'nin bu isme bu derece büyük bir önem vermi ş olması ,<br />

kanaatimizce bunun ihtiva etti ği güzel mânan ın yanı s ıra, savunduklar ı<br />

prensiplerin en önemli iki unsurunu te şkil etmiş olmas ından ileri gelmektedir.<br />

Mutezile'nin kendisine yak ıştırdığı ve intisap etmekle şeref duyduğu<br />

diğer bir isim de, şüphesiz "Ehl al-Hakk"t ır Çünkü onlara göre do ğ-<br />

ru yolda olan sadece kendileridir; ba şkaları ise, dalâlet ve sap ıklık<br />

içinde yüzmektedir. İşte bundan dolay ı has ımlarına Cebriyye, Kaderiy<br />

ye, Müşebbihe ve Haşeviyye gibi birtak ım isimler vermi şlerdir 23°.<br />

b) al-Kaderiyye :<br />

Mutezile ayni zamanda "al-Kaderiyye" lâkabiyle de amlmaktadır<br />

231 . B a ğ dâdi'ye göre, onlara bu isim "insan ın kendi fiilini takdir<br />

223 Bk. Sgılih al-Mukbili, Şamih fi ısiir al-Hakk altı'l-AScr va'l-Me şâyih, s. 300,<br />

4 5-416, Kahire 1331 /1912.<br />

224 Bk. as—şehristâni, al-Milel s. 43.<br />

225 Bk. Şemsu'd-Din al-Makdisi, Ahsen at —Taküsim fî Ma'rifeti'l s. 37, Leiden<br />

1324/1906.<br />

226 Bk. Kemâlu'd-Din ad-Damiri, Haytitu'l-Hayavân al-Kübrâ, C. I, s. 12, Kahire 1324 /<br />

1906.<br />

227 Bk. İbn al-Kayyim al-Cevziyye, Muhtasar as-Savtlik al-Mursele alâ'l —Cehmiyye va'<br />

1-Mum:ila, C. I, 116-117, Kahire 1380.<br />

228 Bk. İbn al-Murtaa, Tabak:It al-Mu'tezile, s. 2.<br />

229 Bk. Ahmed al-Kalkasandi, Subh C. XIII, s. 251, Kahire 1337 /1918.<br />

230 Bk. al-Mukbili, andan eser, s. 300.<br />

231 Bk. as-Şehristâni, al-Milel va'n-Nihal, s. 43.<br />

57


ve yaratma kudretine sahip oldu ğunu ve Allah' ın kulun fiili üzerinde<br />

bir etkisi bulunmad ığını ileri sürmelerinden dolay ı, Ehli Sünnet tarafından<br />

verilmiştir232. M a c don ald da Kaderiyye tâbirinin "insan ın<br />

kendi fiilini takdir etme, yaratma gücüne sahip olmas ı" fikrinden<br />

doğmu ş olduğunu söylemekle 233 , yukarıdaki görüşü teyit etmi ş olarak<br />

görünmektedir.<br />

Gerçekte, Kaderiye'nin bir sistem olarak Mutezile'nin te şekkülünden<br />

önce kurulmu ş olduğu bilinmektedir. Bu sistemi kuranlarm başında,<br />

daha önce de söyledi ğimiz gibi, Ma'bed al- Cuhani ve Gaylân ad-<br />

Dimaşki gibi ilk Kaderiyyeciler geliyordu234. Daha sonra Mutezile<br />

tarafından da Kader konusunda seleflerinin izledikleri yolun izlenmesi,<br />

ayni zamanda Gaylân ad-Dima şki'nin de kendilerinden oldu ğu tezinin<br />

ortaya at ılması, bu fırka mensuplar ına "al- Kaderiyye" adının verilmesine<br />

sebep oldu. İşte bundan dolayı Bağdadi ve İbn Kuteybe Kadeririyye<br />

ve Mutezile'den bahsederken, daima bunlardan bir f ırka gibi hahsetmi<br />

şler ve aralar ında hiçbir fark bulunmad ığını söylemi şlerdir 235 .<br />

Mutezile ise, bu ismi şiddetle reddetmekte ve bunun, Kaderin-hayır<br />

veya şer - Allah'tan oldu ğunu söyleyenlere itlâk olunmasm ın daha<br />

doğru olacağını ileri sürmektedir 236. Başka bir deyimle Mutezile,<br />

Allah'a kaderi isnad edenler, O'ndan bunu nefyedenlerden daha çok bu<br />

lâkaba lây ıktır 237 derken, İbn Kuteybe de Allah'tan kudreti<br />

selbedip kula vermi ş olmalar ından dolayı, bunlar ın Kaderiyye lâkabiyle<br />

amlmalarmın zorunlu oldu ğunu söylemekte ve bu görü şünü, "bir şeyi<br />

kendi nefsine isnad eden kimse, onunla andmal ıdır" sözüyle perçinlemek<br />

istemektedir 238.<br />

Mutezile'nin bu isimden nefret etmesinin di ğer bir sebebi de, Hz.<br />

Peygamber'den rivâyet edilen "Kaderiyeciler bu ümmetin Medisileridir;<br />

onlar ın hastalar ını ziyaret etmeyin; öldükleri zaman da cenazelerinde<br />

bulunmay ın" 239 meâlindeki hadisdir. Baz ı rivâyetler bu hadisin<br />

232 Bk. al-Bağdâdi, al-Fark beyne'l-Firak, s. 71.<br />

233 Bk. D. B. Macdonald, Development of Muslim Theology... s. 128.<br />

234 Bk. al-FIayyüt, andan eser, s. 127; İbn al-Murtadâ, Tabakeit s. 17.<br />

235 Bk. al-Bağdâdi, Kira Usul ad-Din, C. I, s. 94, 135, 137, 142, 146, 176, İstanbul 1346;<br />

al-Fark beyne'l-Firak, s. 20, 56, 62, 71, 72, 74, 94; İbn Kuteybe, Kitdb al-Madrif, s. 207.<br />

236 Bk. Ebü'l -Hasan Ali b. isruâil al-E ş'ari, Kitabu'l — İbiine an Usul ad—Diyâne, s. 61.<br />

Haydarabâd 1367/1948; a ş-Şehristâni, al Milel va'n Nihal, C. I, s. 43.<br />

237 Bk. al-E ş'ari, s. 61.<br />

238 Bk. İbn Kuteybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hadis, s. 98.<br />

• 239 Ilk. al-Eş'ari, al-İbâne, s. 61; a ş - Şehristâni,<br />

va'n Nihal, C. I, s. 43; İbn Ku-<br />

teybe, Te'vil Muhtelefi'l-Hartis, s. 96, 98; al-Kalka şandi, andan eser, C. XIII, s. 251.<br />

58


ta şıdığı m.ananın, "iyilik Allah'tan, kötülük kuldand ır" veya "iyiliği<br />

Allah, kötülüğü de şeytan yarat ır" diyen Mutezile'ye uydu ğunu,<br />

çünkü onlar bu sözü söylemekle Dualistler (Seneviyye)' in ve Medisiler'in<br />

bu konudaki görü şlerini benimsemi ş olduklarını ve bundan dolay ı da<br />

kendilerine Mecasi veya Seneviyye lakab ının verilmiş olduğunu zikretmekteclir"°.<br />

İşte Mutezile'nin" Kaderiyye" ismini şiddetle reddetmesi,<br />

daha çok kendisini Mecasilik isnad ından kurtarma çabas ından ileri<br />

gelmiştir. -<br />

Mutezile'nin bunlardan ba şka, "al-Cehmiyye" 241, "al- Muattile" 242,<br />

"al-Havıiric" 243 ve "al- Vaidiyye" 244 gibi daha birçok isim ve lakaplar ı<br />

vardır. Fakat daha önce de söyledi ğimiz gibi, bunlar ın içinde en çok<br />

beğendikleri ve kendilerine isim olarak lay ık gördükleri sadece "Ehl<br />

al-Adl va't - Tevhid" ile "Mutezile" deyimlerinden ibarettir. Bilindi ği<br />

gibi, bunlardan birincisi bizat kendileri taraf ından ihdas edilmi ş ,<br />

diğeri ise başkaları _tarafından kendileiine verilmi ştir; fakat bu isimden<br />

kurtulma ümidini kesince, bütün güçleriyle bunun savunmas ını yapmışlar<br />

ve fazilet ve bereketinden bahsetmi şlerdir. ,<br />

Sonuç olarak şunu söyliyebiliriz: İnsanın sosyal yap ısına hâkim<br />

olan birtak ım prensip ve kurallar, fertlerin en çok sevdikleri isim veya<br />

lâkaplarla an ılmalarını gerektirdiğine göre, Islam toplulu ğunda büyük<br />

bir yer işgal eden bu sistemin de ikiden fazla ismi bulunmad ığını söylemek<br />

gerekir. Bunlar da, "Mutezile" ve özellikle " Ehl al-Adl va't-Tevhid"dir.<br />

II— Mutezile'nin Geli şmesi ve Çökmesi:<br />

Mutezile isminin menşei ne olursa olsun, dini bir sistem olarak Basra'da<br />

doğduğu kesin olan itizali fikirler süratle geli şti. Daha Emeviler<br />

devrinde bile baz ı halifeler bu fikirlerin tesiri alt ında kaldı.<br />

Bu cümleden olarak, Emevi hanedan ı= son Halifeleri Ye z i d b.<br />

al:Velid (01m. H. 126 /M. 743) ve Mer v an b . Muhammed (hilafet<br />

240 Bk. andan eser, C. IV, s. 169; İbn Kuteybe, Te'vil, s. 5.<br />

241 Bk. İbn Teymiyye, Kitetb Bugyet al-Murtâd fi'r —Redd alâ'l-Mutefelsife vâ'l-Karâmita<br />

va'l -Bâtudyye, s. 67, 68, 69, Kahire 1329; İbn Kayyim al-Cevziyye, as-Savâik al-Mursele, C.<br />

I, s. 158, 177; Cennilu'd-Din al-Kâsimi, Tarih al-Cehmiyye va'l -Mu'tezile, s. 44, Kahire 1331.<br />

242 Bu konu için bk. a ş- Şehristâni, Kittib Nihâyet artkdâm fi —Kelâm, Alfred Guillanme<br />

ne şri, s. 123, London 1934; İbn al —Esir, andan eser, C. V. s. 171; İbn Kayyim, as-Sa-<br />

C. I, s. 116.<br />

243 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser, s. 9.<br />

244 Bk. al-Hayyât, anılan eser, s. 126.<br />

59


süresi: H. 127-132 /M. 744-749) bu mezhebi resmen kabul etmi ş idi245 .<br />

Esasen Mervân, Kur'an' ın yarat ılmış olduğu ve Kalder'in nefyi gibi<br />

konulardaki dü şüncelerini daha önce Ca'd b. Dirhem'den alm ış olduğundan,<br />

ona nispetle kendisine "Mervân al-Ca'di" de deniyordu 246 .<br />

E ınevi devleti y ıkıhp yerine Abbasî hilafeti geçince Mutezile'nin<br />

durumuda önemli geli şmeler oldu. Eb ii. Ca'fer al-M ansiir'un<br />

hilafeti (H. 136-158 /M. 753-774) s ıras ında bizzat Halife taraf ından destek<br />

gören bu fırkan ın nüfuzu, Mehdrnin hilâfete (H. 158-169 /M.<br />

774-785) geçmesiyle k ırılır gibi oldu. Çünkü bu Halife muhaliflerin,<br />

özellikle Zanadika'n ın amansız dü şmanı' idi. Bu yüzden Salih b. Abdal-Kuddils<br />

(01m. H. 167 / M. 783) ve zaman ın me şhur şairi Be şşâr b.<br />

Eiird (01m. H. 168 /M. 784) gibi birçok kimse öldürüldü 24j.<br />

H âr un er- R e ş d hilafet makam ım eline geçirince (H. 170-193 /<br />

M. 786-808), Mutezile yeniden geni ş bir nefes almağa muvaffak oldu.<br />

Onun zaman ında Yahya b. Hamza al-Hadrami (01m. H. 183 /<br />

M. 799) gibi me şhur bir Kaderiyeci Şam kadılığına tayin edildi 248 .<br />

Bundan ba şka Reşid itizal fikirleriyle mâruf birçok şahsiyeti etrafında<br />

toplıyarak, onlar ın fikirlerinden istifade etti. Mutezile her ne kadar bu<br />

hükümdarın zamanında geniş bir selahiyet ve .kudrete sahip olarak<br />

—hattâ has ımlarından hanlar ın' sürgün ettirebilecek derecede — görünü-_<br />

yorsa da, gerçekte onlar kendi fikir ve görü şlerini açıkça yaymağa cesaret<br />

edemiyorlard ı. Buna sebep Halife'nin gerçekten dindar olmas ı, din<br />

ve akideyle ilgili hususlarda büyük bir titizlik göstermesi idi 249. Bununla<br />

beraber, Re şid'in onlara gösterdi ği yakınlık sayesinde saray'a kadar<br />

nüfuz etme ğe muvaffak oldular; böylece müslümanlar aras ındaki şöhret<br />

ve kuvvetleri de bir hayli artm ış oldu. Fakat Halife Emin tahta<br />

geçince (H. 193-198 /M. 808-813), Mutezile daha önce sa ğladığı nüfuzundan<br />

birçok şeyler kaybetti. Çünkü Emin dini meselelerde babasından<br />

daha çok titiz ve bu konularda asla müsamaha göstermeyen<br />

bir hükümdar idi; hattâ onun zamamnda Zanadika'dan birçok kimse<br />

hapsedilmi ş ve bunlardan baz ıları da çe şitli ceza ve i şkencelere maruz<br />

245 Bk. M. Şerefeddin, Kaderiyye Yahut Mutezile, Darulfünfin ,Fak. Mec. say ı :<br />

XV, s. 6; Ahmed Emin, Duha'l-İslâm, C. III, s. 90.<br />

246 Bk. İbn al-Esir, anılan eser, C. V, s. 171, 174.<br />

247 Bk. Ahmed b. Ca'fer Tarih al-Yakdhi, C. II, s. 482, Leiden 1302 /1884;<br />

at-Taberi, Tarilıu'l—Umem, C. VI, s. 389-390; ad —Da ıniri, anılan eser, C. I, s. 27; Ilmi<br />

anılan eser, C. I, s. 247-248.,<br />

248 Bk. az-Zehebi, anılan eser, C. III, s. 285.<br />

249 Bk. Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 161 vd.; al-Hatib al-Ba ğdâdi, Tarih Bağddd,<br />

C. VII, s. 64.<br />

60


kalmıştı 25°. Mutezile'nin içinde bulunduğu bu kritik durum, Emin'in<br />

öldürülüp yerine karde şi Me ' m ün (Ölm. H. 218 / M. 833)'un geçmesiyle<br />

(H. 198 /M. 813) sona erdi.<br />

Hicri 198-232, Miladi 813-846 yılları aras ı Mutezile'nin alt ın ça ğı<br />

oldu. Özellikle Me'mun gibi bir halife'nin Mutezile'yi resmen mezhep<br />

edinmesi, itizali fikirlerin esasl ı bir surette müslümanlar aras ında yay ılmas<br />

ını sağladı" 251 . Bu devirde Eb û Huzeyl (Ölm. H. 235 /M. 849),<br />

Bi ş r b. Mu'temir (01m. H. 210/M. 825), Nazzam (Ölm. H. 231/<br />

M. 849), C all ı z (Ölm. H. 255 /M. 868) ve Cubb ai (01m. H. 303 /M.<br />

915) gibi de ğerli bilginler yetişti. Bunların, özellikle Sümâme b<br />

E ş res (01m. H. 213/M. 828), Elya Huzeyl ve Kad ı Ahmed b.<br />

Ebi Du' â d (Ölm. H. 240 / M. 854) gibi me şhur Mutezile bilginlerinin<br />

tesiri alt ında kalan Me'mun 152 , ilk defa H. 212 /M. 827 y ılında Kur'anın<br />

yarat ılmış olduğu fikrini kabul etti ğini resmen ilan etti. Bundan bir<br />

müddet sonra, yani H. 218 /M. 833 y ılında da bütün müslümanlar ı bu<br />

fikri kabul etme ğe zorlamas ı 2" ve bu konuda baz ı alimleri sorguya çekmesi,<br />

Islam tarihinde ilk defa"mihne"ad ı verilen ac ı ve ızdıraph bir devrin<br />

başlamas ına sebep oldu. Bu meseleden dolay ı sorguya çekilen, çe şitli<br />

ceza ve işkencelere maruz b ırakılan ilim adamlar ının ba şında Ahmed<br />

b. Hanbel (01m. H. 241 /M. 855) geliyordu. Bu zat, Kur'an' ın ınahla<br />

olduğu fikrini kabul etmemesi sebebiyle türlü i şkencelere maruz kalm ış,<br />

hattâ bir ara parangaya dahi vuzulmu ştur. Her sorgu aras ında kırbaçlanmak<br />

suretiyle 28 ay devam eden bu durum, ancak Alütevekkil'in<br />

hilafeti ile son bulmu ştur254.<br />

Me'mun'dan sonra halife olan Mu't as ım (H. 218-227 /M. 833—<br />

841) da selefinin yolunda yürüdü. Esasen Me'mun kendisine daha önce,<br />

Kur'an' ın mahlük olduğu fikrini müslümanlar aras ında yaymağa devam<br />

etmesini ve her i şinde, özellikle bu konuda Ahmed b. Ebî Du'âd'a<br />

250 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah andan eser, s. 162.<br />

251 Bk. Corei Zeydân, Medeniyet-i islâmiyye Tarihi, Çeviren: Zeki Megâmiz, C. III, s.<br />

283-286, İstanbul 1328-1330; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu; Mutezile Ve Ak ıl Meselesi,<br />

<strong>Ankara</strong> <strong>Üniversitesi</strong>, İlâhiyat Fak. Der. 1964 say ısı, s, 52, <strong>Ankara</strong>.<br />

252 Bk. aş-Sehrist'âni, al-Milel va'n —Nihal, C. 1, s. 70, 71; al-Ba ğdâdi, al-Fark beyne'l-<br />

Firak, s. 103; ad —Damiri, andan eser, C. I, s. 72; İbn Hallikân, ayn ı eser, C. I, s. 64; al-Hatib<br />

al-Bağdadi, Tarih Bağdat!, C. IV, s. 142; as-Subki, Tabakât aş-şafiiyye al-Kübrâ, C. I, s. 206,<br />

Kahire 1324.<br />

253 Bk. as-Subki, andan eser, C. I, s. 218.<br />

254 Bk. Ahmed b. Muhammed b. Hanbel, - İlel va Ma'rifeti'r-Ricâl, Dr. Talat<br />

Koçyiğit önsözü, C. I, s, 8, <strong>Ankara</strong> 1963; İbn al-Cevzi, Menâkib al- İmam Ahmed b. Hanbel,<br />

s. 315, 317, 400, Kahire 1349; az- Zehebl, Duvel al-islam, C, I, s, 102, Haydarabâd 1337; Zuhdi<br />

Hasan Cârullâh, anılan eser, s. 169 vd; Ahmed Emin, Dultıt'l İslam, C. III, s. 178 vd.<br />

61


geniş ölçüde itimat etmesini vasiyet etmi şti255. Böylece Mu'tas ım, karde<br />

şinin vasiyetine de uyarak devletin en yüksek kademelerine Mutezile'ye<br />

mensup kimseleri getirdi; devletin idaresinde onlar ın görü ş ve<br />

fikirlerine ön planda yer verdi. Ahmed b. Ebi Du'ad' ı Kad- ı. Kudât<br />

makamına getirmesi ve onun bilgisi dışında hiçbir işi yapmamas ı256,<br />

bu zatın devlet içinde büyük bir nüfuz ve kudret sa ğlamasına sebep<br />

oldu. Gerkeçten Ahmed b. Ebf Du.'ad' ın Mu'tas ım üzerindeki nüfuzu,<br />

Me'mun'la kıyaslanamıyacak kadar büyüktü. Böylece, Me'mun'un<br />

devrinde ba şlayan ve özellikle bu zat ın büyük bir rol oynadığı "mihne"<br />

devrine bütün şiddetiyle devam edildi.<br />

Halife V â s ı k'm devri (H. 227-232 /M. 841-846) ba şladığı zaman,<br />

Mutezile'nin kuvvet ve kudreti zirvesine ula şmıştı. Vas ık' ın da selefleri<br />

gibi Mutezile'nin tesiri alt ında kalmas ı, bütün gücüyle itizali fikirleri<br />

desteklemesi ve bilhassa Ahmed b. Ebi Du'ad' ın te şvikiyle selefleri.<br />

ni aratacak şekilde "mihne" yi meydana getiren olaylara devam etmesi,<br />

müslümanlar aras ındaki huzursuzluğun artmas ına ve kendisine<br />

karşı duyulan nefretin ziyadele şmesine, hattâ halk taraf ından kendisinin<br />

tekfir edilmesine bile sebep oldu 257. Bu yüzden devlete, özellikle<br />

Halifeye kar şı bazı kıyam hareketleri vuku bulmu ş ise de, bunlar zamamnda<br />

meydana ç ıkarılarak, daha çok büyüme ğe fırsat verilmeden bastırıldı<br />

ve müsebbibleri de en şiddetli cezalara çarpt ırıldı .<br />

V â s ık' ın Hicri 232, Miladi 846 yılında vefat etmesi ve yerine<br />

Mütevekkil'in geçmesi (H. 232-247 /M. 846-861) ile Mutezile'nin parlak<br />

devri sona ermi ş ve böylece de onun çökü ş devresi baklam ış oldu2 5 8 .<br />

Esasen, Mutezile'nin bu devirde Halifeler üzerinde kurma ğa muvaffak<br />

olduğu baskının bir sonucu olarak, itizâli fikirlerin kabul edilmesi için<br />

geniş halk kitlelerinin zorlanmas ı, devletin resmi organlar ı vasıtasiyle<br />

halkın buna mecbur k ılınması ve bilhassa bu yolda baz ı Islam bilginlerine<br />

kar şı çeşitli ceza ve i şkencelerin uygulanmas ı, müslümanların itizali<br />

prensiplerin kar şısında durmas ına ve bu dü şünce sahiplerinden uzaklaşmasma<br />

sebep olmuştu. Özellikle Hicri 300, Miladi 912 y ılına doğru<br />

Eb û'l Hasan al-E ş 'arl (01m. H. 330 /M. 441) gibi de ğerli bir ilim<br />

adamının 259 itizalden vazgeçip Sünni bir sistem olan E ş'ari ekolünü<br />

kurması, Mutezile için gerçekten a ğır bir darbe oldu.<br />

255 Bk. ad-Dn-airi, andan eser, C. I, s. 73; İbn Hallikân, andan eser, C. I, s. 67.<br />

256 Bk. İbn Hallikân, anılan eser, C. I, s. 67.<br />

257 Bk. Ebu'l -Hasan Ali al-Mes'ûdi, at-Tenbilı va'l-hrtıf, s. 361, Leiden 1311 /1893;<br />

İbn al-Esir, andan eser C. VII, s. 8.<br />

258 Bk. Ahmed Emin, Zuhru'/- İsliim, C. I, s. 38 vdd. Kahire 1365; Zuhdi Hasan Cârullah,<br />

anılan eser, s. 179 vdd. •<br />

259 Es'arrnirı hal tereümesi için bakuuz: İbn Hallikân, anılan eser, C. II, s. 446-447.<br />

62


Bundan sonra Mutezile hernekadar zaman zaman varl ığını hissettirme<br />

ğe muvaffak olmu şsa da, bu uzun bir müddet devam etmedi.<br />

Bu cümleden olarak, Hicri 4. yüz y ılda Şii olan Büveyh o ğullarmın hakimiyeti<br />

ele alarak Halifeler üzerinde nüfuz kurmalar ı260, Mutezile'nifir<br />

nüfuzunun yeniden canlanmas ına sebep oldu. Bu devirde baz ı şii akidelerine<br />

de uyan Mutezile, Ummân, Bahreyn, H ılzistan ve özellikle Irak<br />

gibi bazı ülkelerde geni ş bir halk kitlesinin deste ğini kazanmağa ve nüfuzunu<br />

buralarda da yayma ğa muvaffak oldu. Mutezile mezhebi üzerine<br />

amel eden Büveyhi Sultan' A diid a d-D evle (01m. H. 372 /M. 982)'-<br />

nin, S hib b . Abbâ d (Ölm. H. 385 /M. 995)' ı vezâret makam ına getirmesiyle<br />

Mutezile'nin şöhreti büsbütün artt ı261 . Çünkü son derece<br />

otoriter bir idare sistemi kurma ğa muvaffak olan bu vezir, babas ı<br />

al-Hasan b. Abb ad b. Abbas'tan ald ığı 262 itizal prensiplerine inan ı-<br />

yor ve bunlar ı bütün gücüyle yaymağa çalışıyordu. Onun kuvvetli<br />

deste ği sayesinde Mutezile daha önce kaybetti ği şöhret ve itibar ına yeniden<br />

kavuştu. Mutezile mensuplar ı devletin en yüksek kademelerine<br />

getirildi. Böylece Büveyhilerin merkezi say ılan Rey, daha önce Me'-<br />

mun ve Mu'tasım devirlerinde Ba ğdad'a hakim oldukları gibi, Mutezilenin<br />

hükmü altına girmi ş oldu. Fakat Mutezile'ye hiçbir zaman Ahmed<br />

b. Ebi Du'ad'f aratmam ış olan Sahib b Abbâd ölünce, itizali cereyan<br />

yeniden gözden dü ştü. Buna ilaveten Buveyhilerin de zay ıflamağa baş -<br />

lamas ı ve bunu fırsat bilen Halife al-Kadir Billâh (01m. H. 422 /<br />

M. 1030)' ın da Mutezile'ye kar şı cephe almas ı, hattâ onlar ı her fırsatta<br />

tekfir etmesi 263 bu sistemin çökü şünü hızlandıran âmillerden biri<br />

oldu.<br />

Diğer taraftan. Sünni olan Gazneli Mahmud (01m. H.421 /<br />

M. 1030)'un da, H. 420 /M. 1029 y ılında Büveyhilerin Merkezi say ılan<br />

Bey'i i şgal ederek, bu şehrin emin olan F ahr p,dLDevle'nin o ğlu<br />

Me c d a d-De vle'yi bertaraf etmesi 264, sünniliğin hakiki bir zaferi,<br />

itizali sisteminde bir hezimeti oldu. Burada bulunan Mutezile mensupları<br />

Horasan taraflarma hattâ felsefe ve ilm-i nücû'm<br />

gibi aldi ilimlerle ilgili bütün 'eserler yak ılmak suretiyle imhâ edildi265 .<br />

260 Bk. Prof. Dr. W. Barthold-Prof. Dr. Fuad Köprülü, isltim Medeniyeti Tarihi, s.<br />

48-49; Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser. s. 212.<br />

261 Bk. Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Mutezile ve Ak ıl Meselesi, ilüh. Fak. Der. s.<br />

52. •<br />

262 Bk. Yükut al-Hamavi, Mucem al-Udeb ıl C. VI, s. 172, 247.<br />

263 Bk. al-Hatib al-Bagdüdi, Tarih Bağdad, C. IV, s. 37 vd.<br />

264 Bk. Ibn al-Esir, anılan eser, C. IX, s. 261. P .<br />

265 Bk. Ayni eser, C. IX, s. 262; Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 213.


Fakat Selçuklu Sultan Tu ğrul Bey (ölm. II. 455 /M. ..1063)'-<br />

in H. 429 /M. 1037 de Rey'i i şgal etmesi ve H. 447 /M. 1055 y ılında da<br />

Bağdad'a kadar ula şmak 266 suretiyle nüfuzunun Islam ülkesinde art-<br />

"nam, Mutezile'nin de yeniden y ıldızının parlamas ına sebep oldu. Bu<br />

hususta en büyük rolü, şüphesiz Tuğrul. Beyin veziri Amid al-mülk Ebâ<br />

Nasr Muhammed b. tMansûr al-Künderi (Ölm. H. 456 /M. 1063) oyna-<br />

Ilişti. Zira Tuğrul Beyin nezdinde büyük bir yeri ve k ıymeti olan bu<br />

vezir, Mutezile mezhebinin en hararetli müdafilerinden biri idi. Bu<br />

sebeple, bir taraftan Mutezile mensuplar ım devletin en yüksek kademelerine<br />

getirirken, di ğer taraftan da EU Sünnet ve bilhassa E ş'ari'ler<br />

aleyhinde hareket ediyor ve onlar ı lânetlemek için mimberlerde hutbe<br />

ler verdiriyordu. 267 Böylece Horasan'da ba şlayan Mutezile- E ş'ari'ler<br />

mücadelesi, kısa bir süre içinde Horasan, Şam, Hicaz ve Irak'a da sirayet<br />

etti. E ş'ari büyüklerinin türlü ceza ve i şkencelere maruz b ırakıldığı<br />

bu büyük fitne, H. 455 /M. 1063 y ılında Alp Arslan (Ölm. H. 465 /M.<br />

1072)' ın saltanat ı eline geçirmesi ve gözden dü şen Amid al-mülk'ün<br />

de H. 456 /M. 1063 yılında feci bir şekilde öldürülmesi ile sona erdi 268 .<br />

Bu tarihten itibaren E ş'arilik yeniden canlanma ğa ve büyük<br />

bir hızla yayılmağa ba şladı. Zira Alp Arslan' ın vezarete getirdi ği Ni zâm<br />

al-Mülk (Ölm. H. 485 /M. 1092) koyu bir E ş'ari olduğu<br />

ilme ve ilim adamlar ına büyük bir de ğer veren bir zat idi. Bu sebeple<br />

Imam al-Haremeyn al- Cüveyni (01m. H. 478 /M. 1085) ve E bil H â<br />

mid al-Gaz z alt (01m. H. 505 /M. 1111) gibi, E ş'ari okuluna mensup<br />

olan ilim adamlar ı büyük ölçüde onun destek ve yard ımlarına mazhar<br />

oldular. Bunlar ın yanı sıra, Ba ğdad ve Ni şabilr'da kurdu ğu Nizâmiyye<br />

medreseleri gibi, Sünni ve özellikle E ş'ari sistemleri üzerine ö ğ-<br />

retim yapan daha birçok medreseler in şâ ettirdi 270. Böylece<br />

devletin resmi mezhebi haline geldi. Art ık Sünniliğe mağlup olduğunda<br />

şüphe olmayan ve Sünni sistemin yayg ın bulunduğu Bağdad ve<br />

civarında tutunmas ı imkansız hale gelen itizal hareketleri, Harizm taraflar<br />

ına kaydı. Burada Mutezile mezhebinin yay ılmas ında, ilim ve fazla<br />

ile şöhret yapmi ş olan Mahmtıd b. Cerir al-Isfahani (01m. H.<br />

507 /M. 1113 ) büyük bir rol oynad ı. Onun bu hareketi, daha sonra ö ğ-<br />

rencisi Mahmüd az-Zamah ş eri (Ölm. H. 538 /M. 1143) tarafından<br />

266 Bk. İbn Hallikân, anılan eser, C. II, s. 64 vd. Kahire 1275.<br />

267 Bk. as-Subki, anılan eser, C. II, s. 270; İbn al-Esir, anılan eser, C. I, s. 21.<br />

268 Bk. İbn al-Esir, anılan eser, C. X, s. 18-21.<br />

269 .Bk. ,yas-Subki, anılan eser, C. III, s. 137.<br />

270 Bk. Ayni eser, C. III, s. 90.<br />

64


devam ettirildi 271. Zamah şeri, bu konuda ifâ etti ği büyük hizmetlerinin<br />

yan ı sıra, "al - Ke şşâf art Hakâik Gavâmiz at - Tenzil" adl ı büyük<br />

tefsirini de itizâl prensiplerine uygun , olarak te'lif etti 272 .<br />

Mutezile reislerinin sonuncusu olarak, bundan birkaç as ır sonra<br />

Hârizm'de itizâli fikirlerin yay ılmas ına çalışan ve Timurleng'in yak ın<br />

arkada şı bulunan me şhur bilgin Abd al- C ebb âr b. Abd Allah<br />

al-H â ri z mi (01m. H. 805 /M. 1402)'yi görüyoruz. Daha sonra da itizâli<br />

cereyanlar ın Sia'nın 273 bir kolu olan Zeydiyye tarafından kısmen<br />

yiirütüldü ğü anla şılmaktad ır. İbn al-Murtadâ (01m. H. 840 /M. 1436)<br />

gibi bir Zeydi imam ının, Mutezile'yi savunmas ı ve yaymak istemesi<br />

de bu gerçe ği teyid etmektedir. Bugün dahi Sia'n ın ve özellikle Yemen'-<br />

de yayg ın bulunan Zeydiyye'nin baz ı önemli itizâli fikirleri ya şatt ığı<br />

bilinen bir gerçektir 274 .<br />

İşte Mutezile böylece do ğup gelişti; daha sonra da u ğradığı çe şitli<br />

baskı ve hücumlara dayanamay ıp, bir sistem olarak tarihe kar ıştı. Mutezile'nin<br />

y ıkılışının gerçek sebeplerini ö ğrenmek istersek, bunlar ı başka<br />

yerde de ğil, fakat yine bu sistemin içinde aramam ız laz ımdır. Dü şünce<br />

özgürlü ğünün savunucusu olarak ortaya ç ıkan bu fırka mensuplar ı,<br />

daha sonra bunu kendileri gibi dü şünmeyenler ve onlar ın izinde yürümeyenler<br />

için çok gördüler. Me'mun gibi, baz ı halifelerin himâyesinde<br />

mezheplerini müslümanlara zorla kabul ettirme çabas ına dü ştüler. Kendilerine<br />

kar şı gelmek cesaretini gösterenler için en şiddetli ceza ve i ş -<br />

i şkenceler uyguland ı . İslam tarihinde ilk defa "mihne" denilen ac ı ve<br />

ızdırablı bir devir ortaya ç ıkmış oldu. Müslümanlar, bunun bir sonucu<br />

olarak iki z ıd kutba ayr ıldı : Bunlardan biri akl ı ön plânda tutarak, dini<br />

hükümleri buna göre te'vil ve tefsir etmeye çal ışırken, di ğeri de, naklin<br />

her şey oldu ğunu ve Kur'an' ın ezeliyetini bütün gücüyle savunuyordu.<br />

Bu durumun, İslâmiyetin varlığı için ciddi bir tehlike arzetti ği bir s ı -<br />

rada, Mutezile'nin dü şmanı olarak bilinen M üt ev e kkil'in hilâfet<br />

makam ına gelmesiyle ikinci gurubu te şkil eden Sünni sistem büyük bir<br />

hâmi bulmu ş ve birinci gurubun mümessili say ılan Mutezile'nin de kara<br />

günleri ba şlamış oldu. Böylece, onlar ın bir zamanlar Sünnili ğe kar şı<br />

271 Bk. Celal ad-Din as-Suyüti, Bugyetu'l- Vuâ' fî Tabak& al-Lugaviyyin<br />

s. 386-388, Kahire 1326/1908.<br />

272 Bk. Hannâ'l-Fahûri ve Halil al-Cerr, anılan eser, C. I, s. 166.<br />

273 Şla ve Mutezile ilişkisi için bakınız: W. Montgomery Watt, the Political Attitudes of<br />

the M n'tezilah, JRAS, 1963 April, s. 49-51.<br />

274 Bk. Hannal —Fahnri ve Halil al-Cerr, anılan eser, s. 166; Zuhdi Hasan Cârullah,<br />

anılan eser, s. 218-220; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Mutezile ve Ak ıl Meselesi, <strong>Ankara</strong><br />

<strong>Üniversitesi</strong> Hah. Fak. Der. 1964 say ısı, s. 52 vdd.<br />

65


kullanmış oldukları baskı ve i şkence siyaseti, şimdi de muhalifleri tarafından<br />

kendilerine kar şı kullanılmağa ba şlad ı. Ba şka bir deyimle Mutezile<br />

art ık ektiğini biçme ğe ba şlamışt ı 2".<br />

Kendisine kar şı girişilen bu misilleme hareketlerine uzun müddet<br />

dayanamayan Mutezile, en sonunda, prensiplerini savunurken uyguladığı<br />

metodun kurban ı olarak tarihe intikal etti. Fakat bu sistemin<br />

İslam dü şüncesine kazand ırmış olduğu gerçekler, günümüze kadar devam<br />

edegelmi ş ve bunlar İslam dü şünürlerinin en k ıymetli hazineleri olmu ş-<br />

tur.<br />

275 Bk. Hann81-Fiikari ve Halil al-Cerr, antlan eser, C. I, s. 165-166; Ahmed Emin,<br />

Duha'l-İsliim, C. III, s. 198 vdd.<br />

66


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

MUTEZILE'NIN KEL:4,MI GÖRÜ ŞLERI<br />

I— Mutezile'nin Beş Prensibi:<br />

İşte yukar ıdanberi do ğuşunu, gelişmesini ve çökü şünü izah etti ğimiz<br />

Mutezile mezhebinin ba şlıca kelâmi görü şleri aras ında, özellikle beş<br />

prensip diye anılan meseleler önemli bir yer i şgal eder. Bu be ş prensibin<br />

konular ı şu meselelerdir: 1— at-Tevkid, 2— al-Adl, 3— al-Va'd va'1-<br />

Vaki, 4— al-Menzile beyne'l-Menzileteyn, 5— al-Amr bi'l -Ma'rtıf va'n<br />

—Neyh ani'l -Münker. Şimdi bu be ş prensibi birer birer Mutezile aç ısın-<br />

,<br />

dan inceliyelim:<br />

1— at-Tevhid :<br />

Mutezile, tevhid meselesine en çok önem veren Kelâm okuludur.<br />

Onlara göre Allah birdir, e şi ve benzeri yoktur. Allah' ın bir olmas ı ve<br />

p'nun kadim bulunması, Allah'a mahsus en özel bir s ıfatt ır.E ğer Allah' ın<br />

kıdemi hâricinde O'na çe şitli sıfatlar isnad edilirse, birçok tabii varl ıklann<br />

mevcudiyeti kabul edilmiş olur ki, bu da Allah' ın birliği gerçe ğine<br />

aykırı olur. Allah, bu alemi yoktan yaratm ış ve her şeyin ilk prensibi<br />

olmuştur. Bu ilk prensibin nedeni ve sebebi yoktur. Allah sebepsiz olarak<br />

var oland ır. O'nun s ıfatları be şerin s ıfatlanna asla benzemez. E ğer<br />

böyle bir benzetme yap ıhrsa, Allah'la kul aras ında mü şabehet has ıl<br />

olur. Bu sebeple Mutezile, Allah'a mahsus di ğer zati s ıfatlar ı te'vil etme<br />

yoluna sapmıştır. Mutezile'ye göre Allah zatiyle hayd ıt, zatiyle<br />

semi'dir, zatiyle basir'dir, zatiyle kadir'dir, zatiyle mürid'dir ve zatiyle<br />

âlimdir 276 . Kur'an'da geçen Allah' ın bu sıfatları, Allah'ın zatının dışında<br />

kabul edilirse, çe şitli kadimlerin, yâni çe şitl ilâhlarm varlığı da<br />

276 Bk. al-Cuveyni, Kitâb ne şredenler; Dr. M. Y0suf Müs5 ve AB Abd al-Mun'im<br />

Abd al--Hamid, s. 79, Kahire 1369 /1950.<br />

67


kabul edilmiş olur. Böyle bir faraziye ise tevhid sistemine ayk ırıdır.<br />

Öyle ise Allah' ın kıdemi hariç, di ğer zati s ıfatları te'vil etmek zaruridir 277 .<br />

Mutezile'nin böylece anladığı zati s ıfatlar, Kelâm okullar ında çe şitli<br />

münaka şalara ve münazaralara sebeb olmu ştur. Daha önce de i şaret<br />

ettiğimiz gibi, Mutezile'den önce gelen Selefiler Allah' ın sıfatları hakkında<br />

tefsir ve tevile giri şmekten çekinmi şlerdir. Hattâ Allah' ın, müte şâbih<br />

ayetlerde geçen el, yüz ve istivâ gibi s ıfatlar ı hakkında soru sorulmasını<br />

bile bid'at saymışlardır. Selefiler Allah' ın s ıfatlaar ım olduğu gibi<br />

kabul ederlerdi.<br />

Fakat İslam alemine s ızan felsefi dü şünceler ve yabanc ı fikirler<br />

neticesinde, Kelâmc ılar Allah' ın s ıfatlar ı hakkında ileri sürülen görü şler<br />

üzerinde durmak zorunda kald ılar. Hatta okadar ki fakih olan E bû H a-<br />

n if e (01m. H. 150 /M. 767) bile, al-Fıkh al-Ekber adlı eserinde Allah' ın<br />

sıfatları üzerinde fikirler yürüttü. Allah' ın zati s ıfatlar ının O'nun ayni<br />

de, gayri de olmadığım söyledi278 .<br />

Ebû Han if e'nin tohum halinde ekti ği bu fikri, daha sonra Ehli<br />

Sünnet Kelamc ılarından E ş ' ari (Ölm. H. 330 /M. 941) ve M âturi di<br />

(01m. H. 333 /M. 944) geli ştirdi. Allah' ın bir olduğu gerçe ğini tekzip<br />

etmemek için onlar da Allah' ın zati sıfatlarının, O'nun zatının ne aynidir,<br />

ne de gayridir dediler 279.<br />

Bununla beraber Mutezile'nin takip etti ği yol, tevhid açısından<br />

Kelâm tarihinde önemli bir yer tutar. Mutezile ak ılcı bir metoda sahip<br />

olduğu için, bütün kelâmi meseleleri ak ıl ölçüsüne uydurmağa çalış -<br />

mıştı". Kur'an'da davalar ına uygun gelen âyetleri aynen kabul etmi ş -<br />

lerdir. Davalarına uygun görülmeyen nasslar ı ve s ıfatlar ı te'vil ederek,<br />

akli bir esasa uydurma ğa çalışmışlardır. Burada, Allah'm s ıfatlar ını tevil<br />

ederek Allah' ın birliğini ispatlamalar ı da, onlar ın akli metoda ve bilhassa<br />

mant ığa verdikleri önemin neticesidir. E ğer Allah' ın zatımn<br />

dışında kadim bir hayy veya semi sıfat ı bulunsaydı, kadimler ço ğalaca<br />

ğından tevhid fikri çürütülmü ş olurdu. Bu ise, İslam dü şüncesinin<br />

277 Tevhid meselesi için bak ımz: aa- şehristâni, al-Milel va'nNihal, C. I, s. 44 vdd; Zuhdi<br />

Hasan Cârullah, anılan eser, s. 60 vdd; M. Ebû Zahra, -İslâmiyye, C. I,<br />

s. 149-150; al-Bağdadi al-Fark beyne'l -Firak, s, 68-70; J. Windrow Sweetman, Islam and<br />

Christian Theology, Part I, Volum 2, s. 21, London 1947; Hanna'l-Fahûri ve Halil al-Cerr, anılan<br />

eser, s. 145 vdd.<br />

278 Bu konu için bak ınız: -Muntehâ, Şerhu'l-Fıkh al -Ekber, s. 5-6, Istanbul;<br />

Ebil Hanife, Fıkh- ı Ekber ve Izalu, çeviren: Sabit 'Unal, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

279 Bk. Ebû'l Hasan al-E ş'ari, Kitâb al-Luma'fi'r-Redd alâ Ehl az-Zayg va'l-Bida; s. 11-<br />

14, Mısır 1955; Dr. Lûtfi Do ğan, anılan eser, s. 31.<br />

68


temel prensibi olan Allah' ın birliği gerçe ğine aykırı düşer. O halde Allah'<br />

ın s ıfatlarm ı te'vil etmek zorunludur.<br />

2— al-Adl (Adalet) :<br />

Mutezile adalete de çok önem vermi ştir. Bu sebeple, daha önce de<br />

belirtti ğimiz gibi "adliyye" ve "Ashâb al-Adl" isimleriyle de an ılmışlardır.<br />

Mutezile'nin adalete önem vermeleri şöyle fikirler yürütmeleri<br />

neticesinde vuzuha varm ıştır: İnsan hürdür. İnsan kendi fiilini kendisi<br />

yapar. Allah kullar ına bir şeyi yap ıp yapmama gücünü vermi ştir. E ğer<br />

insan her hangi bir şeyi yapmak hürriyetine sahip de ğilse, o insan ın<br />

işlediği kötü veya iyi amellerden dolay ı ceza veyahut sevap görmesi<br />

manas ız olur. E ğer Allah insanlar ı muayyen fiilleri yapma ğa zorl am ış<br />

farzedilirse, Allah' ın o fiillerden dolay ı bir insan ı cezaland ırmas ı zulüm<br />

olur280. Halbuki Allah adildir; kullar ına hiçbir şeyde haks ızl ık etmez. O<br />

halde, Allah' ın bu adaleti icab ı insanların irade hürriyetinin bulunmas ı<br />

da laz ımdır. Irade hürriyeti bulunmayan bir insan ın sorumlu tutulmas<br />

ı, Allah' ın hikmetine ve adaletine asla yak ışmaz. Nitekim Kur'an' ı<br />

Kerim'de bulunan birçok ayetler, insan ın hareket hürriyetine sahip<br />

olduğunu ve Allah' ın adaleti yerine getirece ğini açıkça belirtiyor:<br />

"Şüphesiz Allah hiçbir kimseye zerre kadar haks ızlık etmez ; zerre<br />

miktar ı bir iyilik olursa, onun sevab ını kat kat artırır. Ona, Kendi<br />

cdnibinden pek büyük bir mükâfat verir" 28 ı .<br />

"Allah onlara zuliim ediyor değildir. Fakat onlar kendi kendilerine<br />

zulüm ediyorlar" 282 .<br />

" Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şeyde zulüm etmez. Lâkin insanlar<br />

kendi kendilerine zulmederler" 2".<br />

"Öyle bir günden sak ının ki, hepiniz o gün Allah'a döndürüleceksiniz.<br />

Sonra herkese kazandığı tastamam verilecektir. Onlara haksızl ık da edilmeyecektir"<br />

284 .<br />

"Allah hiçbir kimseye gücünün yetece ğinden başkas ını yüklemez.<br />

Herkesin kazand ığı hayır kendi yararına, yaptığı şer de kendi zararınadir,<br />

,285<br />

280 Bk. Dr. Albert Nas ıl Nader, Felsefetu'l-M'u'tezile, C. I, s. 99, M ısır 1950; Hannal<br />

-Fahlari ve Halil al-Cerr, anılan eser s. 149-150; Doç. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, Mutezile Ve<br />

Ak ıl Meselesi, A. Ü. nah Fak. 1964 sayısı, s. 53.<br />

281 Nisâ Süresi, ayet: 40.<br />

282 Teybe Süresi, ayet: 70 ve Bam Süresi, ayet: 9.<br />

283 Yiinus Süresi, ayet: 44.<br />

284 Bakara Süresi, âyet: 281.<br />

285 Bakara Süresi, ayet: 286.<br />

69


"Herkes sadece kendi kazanc ına bağhdır" 286 .<br />

Mutezile'nin adalet prensibi siyasi bak ımdan da , önemli bir anlam<br />

ta şımaktadır. Zira insanlar ın kendi fiillerini bizzat yaratm ış olmalar ı<br />

prensibi kabul edildi ği takdirde, halka zulmeden hükümdarlar ın Allah<br />

indinde sorumlu olaca ğı esas ı da kabul edilmi ş olur. Birçok hükümdarlar<br />

yapt ıkları kötü fülleri kadere hamlederek, kendilerini sorumluluktan<br />

kurtarmak isterler. Mutezile ise irade hürriyetini kabul etmekle, kötülük<br />

yapan siyaset adamlar ının da, Allah'ın adaleti icab ı âhirette ceza<br />

görece ğini ima ediyordu.<br />

Mutezile'nin Allah' ın adaleti prensibinden hareket ederek kabul<br />

ettiği hürriyet fikri, serbest dü şüncenin geli şmesi, islâm âleminde tembelliğin<br />

ve miskinliğin önlenmesi bakımından da ayrıca özel bir anlam taşır.<br />

Daha önce de i şaret etti ğimiz gibi, C e hm b. S afvân taraf ından<br />

savunulan Cebriyye okulu her şeyi Allah' ın iradesine hamlediyor ve insanlar<br />

ı bir robot gibi kabul ediyordu 287. Cebriyyeciler insanlar ın Allah<br />

tarafından yarat ılmış fiilleri i şlemeğe mecbur olduklar ını ileri sürüyorlard<br />

ı. Hattâ o kadar ki, insan ın havada rüzgara tabi olan bir tüy gibi,<br />

Allah' ın iradesine tabi oldu ğunu söylüyorlardı .<br />

Bu türlü dü şünce tarz ı, İslâm âleminde akli geli şmenin ve ilmi<br />

çalışmalar ın gelişmesini önleyici mahiyette idi. Mutezile ise insana hürriyet<br />

tammakla, İslam dininin cemiyet hayat ına verdiği önemi benimsemiş<br />

oluyordu. Her müslüman ın tembellikten kaç ınan, çalışmağa ve<br />

ara ştırmağa bağlanan kimse olarak cemiyet içinde ya şamasım amaç<br />

ediniyordu. Mutezile bu prensibi ile, talim siyaset adamlar ına dahi<br />

ağır bir darbe vurmu ş oluyor ve onlar ı vicdani muhesebeye davet etmiş<br />

oluyordu.<br />

Mutezile'nin kurmuş olduğu bu sistem, daha sonra E ş ' arrnin<br />

tenkitlerine mâruz kald ı. E ş'ari, fülleri külli iradesiyle Allah' ın yarattığını<br />

ve insanların da o yarat ılmış fülleri kesbetti ğini söyledi 288. E ş-<br />

anlayışına göre kesb, insamn gücünün makdûre iktiramd ır289.<br />

Bu türlü dü şünce tarz ı ise bir nevi mutavass ıt Cebriyyeciliktir.<br />

M â turidi ise, bu hususta E ş'ari'nin izinden yürümekle beraber,<br />

Mutezile'nin fikirlerine de tamamen yabanc ı kalmamıştı. Mâturidi<br />

286 Tfir Sûresi, Lıyet: 21.<br />

287 Bk. al-Isferâyini, andan eser, s. 96.<br />

288 Bk. al-Es'ari, Kitub al-Lumâ, s. 69 vdd.<br />

289 Bk. Ismail Hakkı (tzmirli), Yeni ilmi Keldm, C. I, s. 110.<br />

70


Allah' ın külli iradesini kabul etmi ştir. Fakat kesbi de şöyle anlamıştır:<br />

"Kesb kulun bir şeye niyet ve azmetmesi ile has ıl olur" 29°.<br />

Görülüyor ki, insan hürriyeti meselesinde Ehli Sünnet okullar ı daha<br />

muhafazakar olmakla beraber, Mutezile hamleci ve cesur ad ımlar atmışt<br />

ır.<br />

3— al- Va' d va'l-Vaid:<br />

al-Va'd va'l -Vaid, iyi i şler işleyenin âhirette sevapland ırılması,<br />

kötü amelde bulunanlar ın ise âhirette ceza görmesi anlam ındadır2".<br />

Bu prensip, daha önce aç ıkladığımız adalet prensibinin bir sonucudur.<br />

İyi i şlerde bulunan ın âhirette sevap görmemesi, Allah' ın adaletine yakışmaz.<br />

Keza kötü ameller yapan ın ceza görmemesi, Allah' ın adaletine<br />

dair daha önce bahsetti ğimiz âyetlere ayk ırı dü şer. Yüce Allah Kur'an' ı<br />

Kerimde yap ılmas ı iyi olan veya kötü olan hususlar ı açıklamıştır. Kullarm<br />

vazifesi de Allah' ın yap ılmas ını ho ş gördü ğü işlekleri yapmak,<br />

buna mukabil Allah' ın beğenmediği fiillerden de kaç ınmaktır.<br />

Görülüyor ki, Mutezile al-Va'd va'l -Vaid prensibini kabul etmekle,<br />

cemiyet içindeki düzenin sa ğlamlaşmas ına yardım etmek istemi ştir.<br />

Bu prensibe göre her insan, yapt ığı iyi veya kötü amelin kar şılığını ahirette<br />

muhakkak görece ği için hareketlerini kontrol etmek zorunluluğundadır.<br />

al' Va'd va'l -Vaid prensibinin bize anlatt ığı diğer bir anlam da,<br />

amelin imana dahil olmas ıdır. Mutezile'ye göre ameli terk eden ve sadece<br />

iman sahibi olan bir kimsenin âhirette durumu kötü olacakt ır. Bu sebeple<br />

onlar iman ı, ikrar, bilgi ve amel diye tan ımlamışlardır. Bu demektir<br />

ki, Mutezile'ye göre taklid yoluyla edinilen iman ın da bir k ıymeti<br />

yoktur. Mutezile kendi ak ılcı sistemi icab ı imana bilgiyi de katmıştır.<br />

Demek oluyor ki insan, dil ile ikrar etmek, iyi amellerde bulunmak ve<br />

aklı ile islam ın temel prensipleri olan Allah ve peygamber fikrine ula ş -<br />

mak suretiyle gerçek iman ı bulmuş olur. Hatta Mutezile'den baz ı kollar,<br />

insanın, işlediği kötü fiillerden dolay ı âhirette ceza görece ğini aklen<br />

bilmesi gerekti ği tezini savunmu ştur292 .<br />

290 Bk. İsmail Hakk ı (İzmirli), ayni eser, C. I, s. 110 vd; M. Ebû Zahra,<br />

s. 302.<br />

291 Bu konu için bakınız• Ahmed Emin, Duha'l-İslii ın, C. III, s. 61 vdd; Zuhdi Hasan<br />

airullah, anılan eser, s. 51; aş- şehristâni, al -Milel va'n-Nihal, C. I, s. 45.<br />

292 Bk. al-Eş'ari, Makâlât al-ıslaıniyyln, C. I, s. 308.<br />

71


4— al-Menzile beyne'l-Menzileteyn<br />

al-Menzile beyne'l-Menzileteyn, daha önce de söyledi ğimiz gibi,<br />

iki manevi yer aras ında orta bir yerdir. Demek oluyor ki, büyük günah<br />

i şleyen ne kâfirdir, ne de mü'mindir. Böyle bir kimse fâs ıkt ır; tövbesiz<br />

öldüğü takdirde Cehennemde ebediyyen kal ır. Şu kadar var ki Cehennemdeki<br />

azap derecesi kâfirinkinden daha hafif olur 293 .<br />

Mutezile'nin bu prensibi, tövbesiz ölen büyük günah sahibinin mü'-<br />

min, müslim ile kâfir aras ında bir manevi dereceye sahip -oldu ğunu<br />

göstermektedir. Bu türlü dü şünce tarz ı Kelâm tarihinde yaln ız Mutezileye<br />

mahsustur ve Mutezile'nin temel prensiplerinden birini te şkil etmektedir.<br />

Bilindiği gibi Hayâric kebire i şleyeni kâfir addeder 294. Murcie<br />

ise iman sahibine büyük olsun, küçük olsun, günahlar ın hiçbir zarar<br />

vermeyece ğini ileri sürer. Ehli Sünnet'e gelince, onlar büyük günah i şleyeni<br />

müslim ve fakat fâs ık addederler. Ehli Sünnet'in görü şüne göre<br />

kebire i şleyen, âhirette cezas ını gördükten sonra iman sahibi oldu ğu<br />

için Cennete girebilir.<br />

Burada dikkatimizi çeken husus, bu görü şler aras ında Mutezile'nin<br />

Havâric ile Murcie aras ında orta bir yol tutmu ş olmas ıdır. Hattâ kebire<br />

işleyen tövbe etti ği takdirde, Allah' ın rahmetine de nail olabilir. Mutezile,<br />

ne Hariciler gibi kat ı bir görü şün sahibi olmu ş, ne de Murcie gibi<br />

İslami prensipleri hafife alm ıştır. Onların takip ettikleri yol, İslâmın<br />

koyduğu esaslara s ıkı sıkıya ba ğlı olmak emelinden ileri gelmi ştir. Ancak,<br />

Mutezile te'vile bazan lüzumundan fazla önem verdi ği için Selefilerin<br />

izinden ayr ılmışt ır. Bu hususta şüphesiz, Mutezile'den sonra<br />

kurulmu ş olan E ş'ari okulunun görü şleri Selefilerinkilere daha yak ındır.<br />

5— al-Emr bi'l va'n Nehy ani'l -Münker :<br />

Mutezile Kur'an ı Kerim'de iyi amellerin emir buyruldu ğu ve kötü<br />

amellerin yasakland ığı dü şüncesinden hareket ederek, al -Emr bi'l-<br />

Ma'rrıfu va'n-Nehy ani'l-Münker'i vacip saym ıştır. Yâni her müslümanın<br />

iyiliği emretmesi ve kötülü ğü de yasaklamas ı icabeder. Mutezile<br />

293 Bk. Nesefi, s. 117; al-Hayyk, andan eser, s. 164 vdd; Ahmed Emin, Fecru'l<br />

s. 297; as-Sehristâni, al-Milel va'n-Nihal, C. I, s. 48; an-Nesefi, Tabsiratu'l-Edille,<br />

var. 309 a, Süleymaniye Ktb. Laleli Böl., Yazma No: 2162; W. Montgomery Watt, Free Will<br />

and Predestination in Early islam, s. 63, London 1948.<br />

294 Bk. al-Iraki al-Hanefi, andan eser, var. 13 b; Nesefi, s. 117 vdd.<br />

72


u düşüncesine kaynak olarak Kur'an'dan baz ı ayetler de göstermi ş -<br />

tir. Mesela: "Sizden öyle bir cemaat bulunmaltdtr ki herkesi hayra davet<br />

etsinler, iyiliği emretsinkr, kötülükten saktnd ırmaga çaltşstnlar" 295<br />

ayeti, Mutezile'nin görü şünü teyid, eder mahiyettedir.<br />

Mutezile al-Emr bi'l -Ma'rüf va'n -Nehy ani'l-Münker prensinibini<br />

kabul etmekle, cemiyet içinde s ıkı bir kontrol taraftar ı olmuştur. Kendi<br />

prensiplerine karşı gelenlere a ğır hücumlarda bulunmu ştur. İyiliği<br />

emrediyorum diye kendi te'vil ve görü şlerini başkalarına zorla kabul<br />

ettirmek yolunu tutmu ştur. Bunun bir misali olarak daha önce de<br />

belirttiğimiz gibi, Halife Me'mun zaman ında Kur'an' ın mahlük olduğu<br />

tezini kabul etmeyen Ahmed b. H anb el'in takibata u ğramas ını<br />

zikredebiliriz. Mutezile bu prensinbini uygularken di ğer mezhep saliklerini<br />

gücendirmiştir. Mutezile'nin bu prensibi icab ı yapt ığı sert ç ıkış -<br />

lar, daha sonra onun taraftarlar ı= azalmas ına da yol açm ıştır 296 .<br />

II— Mutezile'nin Diğer Görüşleri<br />

Böylece, Mutezile'nin İslam Kelâm ında tanınmış olan be ş prensibini<br />

incelemiş ve tahlil etmi ş bulunuyoruz. Fakat Mutezile'nin kelâmi<br />

görü şleri sadece bu be ş prensipten ibaret de ğildir. Bu beş prensip yanında<br />

Allah' ın görülüp görülmemesi, Kur'an' ın yarat ılıp yarat ılmamış<br />

olması, husun ve kubuh meselesi, ak ıl ve nakil meselesi de Mutezilenin<br />

üzerinde durdu ğu problemlerdir. Mutezile'nin Kelâm tarihindeki<br />

fikri sistemini tam olarak belirtebilmek için bu problemler üzerinde de<br />

durmamız gerekmektedir.<br />

1 — Allah' ın görülüp görülmemesi :<br />

Mutezile prensip olarak yine Allah' ın bir oldu ğu ve benzeri bulunmadığı<br />

esas ından hareket ederek, Allah' ın âhirette gözle görülemiyeceğini<br />

iddia etmiştir. Çünkü onlara göre Allah cisimlere benzemez. Gözle<br />

görünen bir şey, cisimlere bir bak ımdan benzemi ş sayılır. Allah' ın gözle<br />

görülece ğini söyleyenler, O'nu cisimler gibi görülecek bir varl ık olarak<br />

vasıflandırmış olurlar. Halbuki Mutezile tevhid prensiplerinin icab ı olarak,<br />

Allah'ın sıfatlarının beşerin ve cisimlerin sıfatlarına benzemedi ğini<br />

aç ıklarmşlardır. O halde Allah' ın gözle görülmesi, Mutezile'ye göre<br />

mantık' olarak imkans ızdır.<br />

295 İmran Sûresi, ayet: 104.<br />

296 Bk. Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser, s. 52-59; al-Gurâbi, andan eser, s. 68; Hanan<br />

—Fâlniri ve Halil al-Cerr, andan eser, C. I, s. 151; Doç. Dr. Ibrahim Agâh Çubukçu, Mutezile<br />

Ve Akil Meselesi, A. İi, ılâh Fak. Der. 1964 say ısı, s. 55.<br />

73


Mutezile bu akli dü şüncelerine mesned olarak nakli deliller de<br />

gösterir. Özellikle 'şu âyetin Allah' ın gözle görülemiyece ğine delil olduğunu<br />

ileri sürerler: "O'nu gözler idrâk edemez, halbuki 0 gözleri idrâk<br />

eder"297 .<br />

Ehli Sünnet okulu ise, Allah' ın âhirette gözle görülece ğine inanır.<br />

Ehli Sünnet buna delil olarak da, "Yüzler vard ır, o gün taptazedir ;<br />

Rablerini görecektir" 298, meâlindeki ayeti gösterir. Bu görü şlerini ayrıca<br />

şu âyetlerle de teyid etmek isterler: "Rabbim Kendini bana göster, Seni<br />

göreyim" 299; "Allah arz ve se ınclvatın nfırudur" "°. Bu son iki âyetten<br />

birincisinden Hz. M ü s a'n ın Allah' ı görmek istedi ğini anlamaktayız.<br />

Bir p3ygamber olan Hz. Müsâ'n ın imkans ız olan bir şeyi istemeyece ği<br />

meydandad ır. Diğer sonuncu âyete gelince, Allah'dan "Nfır" diye hahsetmi<br />

ştir. Nili- ise şüphesiz gözle görülür. Dolay ısiyle bu da Allah' ın<br />

gözle görülece ğini ispat eden bir delildir.<br />

Ehli Sünnet'den E ş'ari'ler, yukar ıdaki düşüncelerden hareket ederek,<br />

"O'nu gözler idrâk edemez. Halbuki 0 gözleri idrak eder" âyetinin hükmünün<br />

bu dünyaya râci oldu ğunu ve bu âyetten Allah' ın sadece bu dünyada<br />

görülemiyece ği anlamının ç ıkarılması lazım geldiğini söyler. Çünkü,<br />

Kur'an' ı Kerim'in âyetleri aras ında tenakuzun bulunmas ı imkans<br />

ızdır. Bu son âyetin, Allah' ın âhirette görülemiyece ği anlamında olduğunu<br />

iddia etmek, daha önce zikretti ğimiz ayetlerin ruhuna ayk ırı<br />

düşer. Gerek Nür ayeti olsun, gerek Hz. Mûsa ile ilgili ayet olsun ve gerekse<br />

yüzlerin Rablerine bakaca ğım bildiren ayet olsun, Allah' ın âhirette<br />

görülece ğini beyan etmi ştir. Bu sebeple "O'nu gözler idrâk edemez"<br />

anlamındaki ayetin hükmü, sadece bu dünya içindir. K ısacas ı, Ehli<br />

Sünnet'e göre Allah bu dünyada görülmez, fakat âhirette mutlak surette<br />

görülecektir"°.<br />

Mutezile ise, kendi fikirlerinde israr eder. Allah' ın görülemiyece ğini,<br />

âyetleri te'vil ederek belirtme ğe çalışır. Mesela, K ıyamet süresinde<br />

geçen " Neız ıra" söiünü "görücü, bak ıcı" manas ında değil, bekleme<br />

manas ında anlar. Yine ayni sürenin sözü geçen âyetindeki "ila" harfi<br />

cerrine "niam", nimetler manas ı verir. Böylece Mutezile ayetin mâ-<br />

297 En'âm Sâresi, yet: 103<br />

298 Klyâmet Sâresi, âyet: 22-23.<br />

299 Arâf Sûresi, ayet: 139.<br />

300 Nar Sûresi, âyet: 35.<br />

301 Bu meseleler için bakiruz: as- Şehristâni, al-Milel va'n—Nihal, C. I, s. 45; Albert N.<br />

Nâder, andan eser, s. 112 vd.; al--E ş'ari, al-Lumâ, s. 61-68; Dr. Lûtfi Do ğan, andan eser, s.<br />

44-45; al-Gazzali, al-licdsâd Haz.: Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu ve Dr. HiiseYin<br />

Atay, s. 60 vd. <strong>Ankara</strong> 1962; Zuhdi Hasan Cârullah, andan eser s. 79-83.<br />

74


nas ını, "yüzler Rablar ının nimetlerini bekleyicidir" diye te'vil eder.<br />

Mutezile bununla da yetinmeyerek "Allah arz ve semâvat ın narudur"<br />

meâlindeki âyete de, Ehli Sünnet'in anlay ışına z ıd bir mana verir.<br />

âyetteki "'Itır" sözünün "münevvir" anlam ında olduğunu söyler. Böyle<br />

olunca da Mutezile'ye göre ayetin manas ı, "Allah arz ve semavat ın nurlandıncısıdır"<br />

demek olur.<br />

Hz . Masa ile ilgili âyete cevap olarak inen... "Lenterâni" ilahi<br />

hitab ındaki anlamın ise, Allah' ın ebediyyen görülemiyece ği manas ında<br />

oldu ğunu söyler.<br />

Görülüyor ki Mutezile, kendi görü şünü ispatlamak için mant ıki<br />

mütalâalar yürüttü ğü gibi, nakli delilleri de te'vil ederek akla uydurmağa<br />

çalışmıştır. Onlar ın Allah' ın gözle görülemiyece ğini iddia etmeleri,<br />

te'vilci ve ak ılcı sistemlerinin bir sonucudur.<br />

2— Kur'an'ın yaratılm ış olup olmamas ı :<br />

Mutezile'nin Kur'an' ın yarat ılmış olduğunu iddia eettiğine şahit<br />

olmaktay ız. Mutezile'yi böyle bir iddiaya sürükleyen ba şlıca sebep tevhid<br />

sistemleridir. Mutezile'ye göre Allah' ın sadece zat ı kadimdir. Allah' ın<br />

zatı dışında O'na kadim bir s ıfat haraledilirse, tevhid sistemi bozulur.<br />

Çünkü Allah' ın zat ından ba şka kadim varlıklar var demek olur. Halbuki<br />

Allah haricinde hiçbir varl ık kadim de ğildir. O halde, Allah' ın kelâm ı<br />

olan Kur'an' ı Kerim de kadim olamaz. Dolayısiyle Kur'an' ın yaratılmış<br />

olması zorunludur.<br />

Bundan ba şka Allah' ın kelâm ı olan Kur'an, harf ve sesten meydana<br />

gelmektedir. Böyle bir şey ise ya cisimdir, ya da arazd ır. Ne cismin,<br />

ne de araz ın kadim olmadığı mâlumdur 302. Allah istediği zaman, zatının<br />

haricinde olan bir mahalde yaratt ığı kelâmla konu şur.<br />

İşte böylece Allah' ın kelâmım mahlak sayan Mutezile'ye kar şı,<br />

Elli Sünnet okulunu temsil eden E ş 'ari ve Maturidi okullar ı amansız<br />

hücumlara geçmi ştir.<br />

Bu okullardan, özellikle E ş'arrnin temsil etti ği Kelâm cereyamm<br />

benimseyenler, Allah' ın kelammın kadim olduğunu ispatlama ğa çalış -<br />

mışlardır. Hatta Mutezile'nin, Allah' ın kelâmı olan Kur'an' ın mahlük<br />

olduğu hakkındaki fikirleri, Tevrat' ı yarat ılmış sayan Yahudilerden<br />

aldıklarını ileri sürmü şlerdir 303. E ş ' ari' ye göre All a h' ın kelâmı hâdis<br />

302 Bk. aş- Şehristâni, Nihılyetu'l-ikdâm, s. 288, 324; al-Es'arl, Makillât al- İslamiyyin,<br />

C. I, s. 191-193.<br />

303 Bk. as-Subkl, Tabak& aş- Şâfüyye, C. I, s. 207; D. B. Maedonald, Development of Muslim<br />

Theology, s. 146.<br />

75


olamaz. E ğer hadis olsayd ı, kelâm ya Allah' ın zat ında, ya zat ımn dışında<br />

veyahut da kendi kendine kaim olurdu. Allah' ın kelâm ı zat ında<br />

hadis olamaz. Zira Allah' ın zat ı olaylara mahal olacak bir yer de ğildir.<br />

Olaylar daima de ğişir. Allah' ın zat ı ise değişkenlikten münezzehtir. O<br />

halde, Allah' ın kelâmı Allah' ın zat ında hadis olmadığı gibi, zat ımn<br />

dışında hadis olmu ştur diye bir iddia da ileri sürülemez. Çünkü böyle<br />

bir iddia, Allah' ın kelâmı ile O'ndan gayri bir varl ığın emir vermiş<br />

ve nehyetmi ş olmasını icap ettirir. Bu ise mant ıksız bir dü şünce olur.<br />

Son olarak Allah' ın Kendi kelâm ını Kendi zat ı dışında, yalnız ba şına kaim<br />

olmak üzere yaratm ış olmas ı tezi kal ıyor. Bu tezin de do ğruluğu<br />

kabul edilemez. Çünkü kelâm Allah' ın sıfat ıdır; s ıfat bir mevs ılfa muhtaçt<br />

ır. S ıfatın mevsitfu da Allah't ır. O halde Allah' ın kelâmı hadis değildir.<br />

O ancak kadimdir.<br />

E ş ' ari bu düşüncesine nakli delil olarak şu ayeti gösterir:" Bir<br />

şeyin olmas ını istediğimiz zaman, sözümüz ancak ona ol (kun) dememizden<br />

ibarettir"304 .<br />

Bu âyette görüldü ğü gibi yaratılan her şey, Allah' ın "kun" emri<br />

ile hadis olmu ştur. Kun emri ise, Kur'an' ı Kerim'in nasslar ından bir<br />

parçad ır. Demek ki, yaratmadan önce Allah' ın kelâmı mevcuttu. Çünkü<br />

Allah'ın âyetleri ile kun sözü ayni mahiyeti ta şır 3".<br />

Mutezile bu fikirleri asla kabul etmez. Bu fikirlere kar şı Allah' ın<br />

bazı âyetlerinin mensuh olmas ı gerçe ğinden hareket eder. Kur'an' ı<br />

Kerim'in baz ı âyetleri di ğer hızılarım neshetmi ştir. Bu gösterir ki<br />

Kur'an kadim de ğildir Çünkü kadim olan bir şey neshedilemez ve yok<br />

olamaz.<br />

Mutezile diğer bir mant ıki delil olarak şu fikri ileri sürer: E ğer<br />

Allah' ın kelâm ı kadim olsayd ı, Allah, insanlar ve diğer yarat ıklar yok<br />

iken emir verici ve nehyedici olurdu. Böyle bir hal ise Allah' ın şamna<br />

yakışmaz ve O'nun hakk ında hafiflik olurdu. O halde, Allah' ın kelâmı<br />

Mutezile'ye göre kadim de ğildir.<br />

Mutezile kendi davas ını ispatlamak için nakli delillerden de istifade<br />

etmek ister. Onlar Zuhruf siiresinin "Biz onu anlayas ınız diye<br />

arapça bir Kur'an yaptık" 3° 6 meâlindeki âyetini davalar ına delil<br />

304 Nahl Süresi, âyet: 40.<br />

305 Kur'an'm kadim veya hâdis oldu ğu konusu için bakma: al-Luma, s. 33<br />

vdd; al-Ba ğdâdi, al-Fark beyne'l -Firak, s. 68; Zuhdi Hasan Çârullah, andan eser, s. 75-76;<br />

Albert N. Nâder, anılan eser, s. 103 vdd; EM'," Mansûr Mâturidi, Ak ııid Risalesi, Çeviren: Prof.<br />

Yusuf Ziya Yörelkan, s. 15-16, İstanbul 1953; Dr. Lûtfi Do ğan, andan eser, s. 32-34.<br />

306 Zuhruf Süresi, âyet: 3.<br />

76


gösterirler. Bu âyeti te'vil ederek, yapmak manas ına gelen "Cealnâ"<br />

fiilini yaratmak anlam ında anlarlar 30 7 .<br />

Görülüyor ki, Mutezile kendi davas ını ispat etmek için hem akli<br />

delilden faydalanma ğa çalışmış ve hem de nakli te'vil yoluna sapm ışt ır.<br />

Mutezile'nin Kur'an' ı mahlük sayması, tevhid sistemlerinin ve akli<br />

görüşlerinin bir sonucu olmu ştur diyebiliriz.<br />

3— Husun ve kubuh :<br />

Genel olarak, Mutezile'ye göre Allah' ın şeriattan önce aklen bilinmesi<br />

icabeder 308. Hattâ onlar, bir şeyin iyi (husun) veya kötü (kubuh)<br />

olduğunun aklen bilinmesi laz ım geldiği tezini savunurlar. Çünkü derler:<br />

Hadiseler aras ında sebep ve netice ba ğlantısı vardır. Allah, hikmeti<br />

icab ı, bir şeyi di ğer bir şeyin sebebi olarak yaratm ıştır. Kâinatta olanlar<br />

sebepsiz meydana gelemezler. Ak ıl bu sebepleri bulma ğa ve ' bir<br />

şeyin iyi veya kötü olduğunu tâyin etme ğe muktedirdir" 9 .<br />

Şeriat ise, akl ın bulabilece ği iyi veya kötü şeyleri sadece tesbit<br />

eder. Mutezile'ye göre aklî olgunlu ğa eri şmiş kimse, herhangi bir şeyin<br />

bizatihi iyi veya kötü oldu ğunu şeriattan önce tâyine muktedirdir.<br />

Mutezile'nin bu ak ılcı tutumuna E ş'ariyye okulu muhalefet etmi ş -<br />

tir. E ş'ari ve onu takip edenler, bütün dini vazifelerin sem'i oldu ğunu<br />

söylemi şlerdir. Onlara .göre ak ıl, hâdiseleri ve dini kurallar ı zaruri kıl<br />

maz; hiçbir ameli, iyi veya kötü diye bildirmez İlahi emirlerin iyili ği<br />

veya kötülüğü akılla de ğil, şeriatla bilinir Hiçbir şey, zat ı itibariyle<br />

iyi veya kötü de ğildir. Bir şeyi Allah emratiyse iyidir; e ğer bir şeyi<br />

Allah nehyettiyse, o şey kötüdür"°.<br />

Maturidi ise, bu konuda Mutezile ile E ş ' ari aras ında, fakat Mutezile'ye<br />

daha yak ın bir yol tutar. Ona göre bir şey kendi zat ı itibariyle,<br />

ya iyidir veya kötüdür. Ak ıl bir şeyin iyi veya kötü oldu ğunu bilebilir.<br />

Mâturidi, husun ve kubuh mevzuunda akl ın ve naklin oynad ığı rolü<br />

şöyle özetler:<br />

a — Şeriata hacet kalmaks ız ın, sadece ak ılla iyiliği bilinen şeyler.<br />

307 Mâturik11 Zuhruf suresinin 19. âyetine dayanarak, "Cealnâ" fülinin yaratt ık anlamında<br />

olmadığım söyler.<br />

308 Bk. al-Bagcladi, al-Fark beyne'l-Firak, s. 70, 121; al-Curcânt, Şerh al-Mavâkif, s.<br />

620-621, İstanbul 1286.<br />

309 Bu konu için bk. Dr. Ha ıMide Gurâbe, s. 50 vdd, Kahire 1953.<br />

310 Bk. al-E ş'ari, al-Luma, s. 71-72, 100; as- Şehristâni, al-Milel va'n-Nihal, C. I, s. 167;<br />

Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Mutezile Ve Ak ıl Meselesi, A. Ü. ılâh. Fak. Der. 1964 sayısı,<br />

s. 59.<br />

77


— Yine şeriata hacet kalmaks ızın, sadece ak ılla kötülüğü bilinen<br />

şeyler.<br />

c — İyiliği veya kötülüğü şüpheli olan şeyler. Bu gibi şeyler akılla<br />

halledilemediği için ancak şeriatla bilinir<br />

Ancak Maturidi, teklifin ak ıl yoluyla değil, ilahi emirle vacip olduğu<br />

inanc ındadır. Halbuki Mutezile'ye göre, bir şeyi yapmak veya nehyetmek<br />

ald ın teklifi ile olur.<br />

Mutezile Allah' ın fuzali bir i ş yapmad ığını, her fiilinde bir hikmet<br />

bulundu ğunu ve bütün fiillerini hikmeti icab ı işledi ğini söylemiştir.Allah'-<br />

ın hikmeti, kullar ına en iyiyi (aslahı) yapmasım icap ettirir. E ğer Allah<br />

kulları için en iyi olan şeyi yapmazsa, cimrilik ve hafiflik etmi ş olur3n.<br />

Böyle bir durum ise, Allah' ın şamna asla yak ışmaz. O halde Allah' ın,<br />

kulları için aslah olan ı işlemesi vaciptir.<br />

Mutezile'nin bu ak ılcı tutumu, yine E ş'ariliğ'in muhalefeti ile kar<br />

şılaştı. E ş'ariler Mutezile'nin tezini çürütmek için şöyle bir faraziye<br />

ortaya atm ışlardır:<br />

Buluğa ermemi ş ve Islam fitrat ı üzerinde ölmü ş bir çocuk dü şüne-<br />

Keza, bunun gibi bulu ğa ermi ş bir müslim ile bulu ğa ermi ş bir kâfiri<br />

dü şünelim ithirette, islam ın icab ını yerine getirmi ş olan buluğa ermi ş<br />

müslim kimsenin durumunun iyi olaca ğı ve sevap görece ği meydandadır.<br />

Bu kimsenin manevi derecesi, şüphesiz bulu ğa ermeyen müslim<br />

çocu ğun derecesinden daha üstün olacakt ır. 0 vakit müslim çocuk<br />

Allah'a şöyle bir soru tevcih edebilir: "Ey Rabbim! E ğer bana ölmeden<br />

önce buluğa erdirecek fırsat verseydin, Senin yolunda çal ışır,<br />

derecemi yükseltirdim" meâlinde sözler sarfedebilir. O zaman bu çocu ğa<br />

Allah tarafından şöyle bir cevap verilebilir: "E ğer sen daha fazla ya şasaydın<br />

günah işlerdin. Senin hakkında erken ölmek, en hayırlı idi."<br />

Bu durumla ilgili olarak bulu ğa ermiş olan kâfir şöyle bir itirazda<br />

bulunabilir: "Ey Allah' ım! Beni Cehenneme att ın; e ğer beni de müslim<br />

çocuk gibi erken öldürseydin, günah i şlemek fırsatını bulamazdım ve<br />

şimdi de Cehennem'de yatmaktan kurtulurdum"" 2 .<br />

E ş ' arrnin böyle bir itiraz ı, Allah üzerine aslah ı vacip gören Mutezile'yi<br />

güç durumda b ırakmışt ır.<br />

M ât ur î di ise Allah' ın, fiillerini bir hikmete göre yapt ığı ve yapacağı<br />

inancındadır.Fakat Maturidi Allah' ın, ayni zamanda, böyle bir hikme-<br />

311 Bk._111âturid1, Aktlid Risalesi, s. 21.<br />

312 Bk. al-Gazzâll, al-iktisâd fi'l s. 184-185; Doç. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu,<br />

Mutezile Ve Akd Meselesi, s. 60.<br />

78


te göre hareket etmek mecburiyetinde olmad ığım da ilave eder. Çünkü Allah<br />

muriddir, hürdür ve istedi ğini yapıcıdır. Ayni zamanda mecburiyet<br />

fikri, Allah' ın irade hürd.yetine aykırıdır " 3 .<br />

Görülüyor ki, Allah' ın, filleri ve aslah ı işlemesi konusunda Ehli<br />

Sünnet okulunun fikirleri, Mutezile'yi güç durumda b ırakır mahiyettedir.<br />

Bunun bir sebebi de, Ehli Sünnet okulunun tan ınmış simas ı E ş-<br />

arrnin, evvelce Mutezil'i oldu ğu için, onların düştüğü buhranları çok<br />

iyi bilmesidir.<br />

4— Ak ıl ve nakil meselesi :<br />

İslam tefekkür tarihinde akla en çok önem veren okullardan birisi<br />

şüphesiz Mutezile okuludur. Mutezile, gerek hür dü şüncenin sosyal<br />

hayatta oynad ığı rol, gerekse akl ın bilgi edinmek ve vahyi te'vil etmek<br />

konusunda oynadığı rol üzerinde yeteri kadar durmu ştur.<br />

Mutezile'den El)


Akhn dini konularda oynadığı rol de büyüktür. Mesela, Mutezile'-<br />

den Na zzam "akıllı bir insan şeriattan evvel, dü şünce ile Allah' ın varlığını<br />

bulmalıdır" demi ştir 3".<br />

E b û Huz eyl bu konuda Nazz am'dan da ileri gitmi ştir. Gerek<br />

Allah' ın ve gerekse O'nu tan ımağa yarayan bilgilerin, zorunlu olarak<br />

akılla bilinece ğini ileri sürmüştür.<br />

Tanınmış Mutezili fırkalardan birini temsil eden Süm am e (Ölm.<br />

H. 213 /M. 828) ise, bütün bilgilerin ak ıl ve dü şünce yolu ile bilinebileceği<br />

kanısındad ır. Sümâme'ye göre akli olgunlu ğa erişip, Allah' ı akh<br />

ile bulamıyan kimse için Şer'i teklif yoktur.<br />

Câ'fer b. Mübe şş er (Ölm. H. 234/M. 848) ve Câfer b. Harb<br />

(Ölm. H. 236/M. 850) gibi Mutezili düşünürler ise, Allah' ın sıfatlarının<br />

ve dini hükümlerin aklen bilinmesi laz ım geldiği fikrini savunmu şlardır.<br />

Bütün bunlar gösteriyor ki, Mutezili dü şünürler, islam ın temel<br />

prensibi olan Allah fikrinin ve O'nun Şer'i tekliflerinin ancak ak ılla bilinebilece<br />

ği tezini ileri sürmü şlerdir" 9. Onlar, akıl ile nakil aras ında bir<br />

çelişme olduğu zaman, nakli akla uydurma ğa çalışmışlardır. Bunun<br />

için de takip ettikleri yol, daima te'vil metodu olmu ştur.<br />

Onlara göre şeriat, baz ı şüpheli fillerin ahlaki bak ımdan tesbitinde<br />

rol oynar. Yine şeriat, batan aklin halledemiyece ği teferrüata<br />

dair meseleleri de halleder. Şeriat ak ılla bilinenleri tamamlar ve aç ıklar.<br />

Mutezile'den baz ı düşünürler hadis kriti ği meselesi üzerinde de durmuşlardır.<br />

Bu cümleden olarak Call ı z ve Na z z âm, tek bir haber<br />

(âhad) in sağlam bir delil olamıyaca ğı fikrini savunmu şlardır.<br />

Mutezile'nin bu akılcı tutumu, -Kelam tarihinde ilhama mazhar<br />

olduğunu iddia eden ve bu şahsi iddialar ına göre fırka kuran birçok<br />

hulûlcu ve tenasuhcu dini cereyanlar ı söndürme ğe yardım etmiştir.<br />

Mesela Kerrâmiye fırkasımn kurucusu İbn al-K err am (01m. H.<br />

256 /M. 869) gibi, ilham ı bir delil sayan kimselerin tezlerini Mutezile<br />

çürütme ğe muvaffak olmu ştur. Çünkü ilham ferdidir; içtimai bir olay<br />

değildir.<br />

Yine Mutezile'nin bu ak ılc ı tutumu, Davud b. Ali al-isf â-<br />

hani (Ölm. H. 270/M. 883)'nin kurdu ğu Zahiriyye mezhebinin geli ş-<br />

mesini de önlemi ştir. Çünkü Zâhiriyye mezhebi nasslarm tevil edilemiyeceği,<br />

onların sırf zahiri anlamlar ına kıymet vermek laz ım geldiği<br />

tezini savunmu ştur.<br />

Mutezile'nin ak ılda fazla ileri gitmesi, daha sonra Ehli Sünnet<br />

okulu tarafından baz ı meselelerde şiddetli tenkitlere u ğramıştır.<br />

318 Nazzâm için bak ınız: İbn Nedim, al-Fihrist, s. 252.<br />

319 Bk. al-Ba ğdâdi, al-Fark beyne'l -Firak, s. 70; as- şehristâni, al-Milel, va'n-Nihal,<br />

C. I, s. 62, 102; Zuhdi Hasan Carullah, anılan eser, s. 107-110.<br />

80.


SONUÇ<br />

Bütün bu incelemelerimizden anla şılıyor ki, Mutezile Kelâm tarihinde<br />

akli bir sistem takip etmi ş ve hür dü şüncenin temsilcisi olmu ştur.<br />

Nitekim Islam dü şüncesinde Yunan felsefesiyle ilgilenmek ve felsefeyi<br />

sevmek temayülü Mutezile ile ba şlamıştır. Mutezile okuluna mensup<br />

olan dü şünürler, zamanlar ında yap ılan ticari ve siyasi irtibat sayesinde<br />

Yunan kültüründen haberdar olmu şlardır. Esasen islam devletinin hudutlan<br />

içine giren Suriye ve iran, eski kültürlerin be şiği haline gelmi şti.<br />

Antakya, Ruha (Urfa), Harran, Cundi şapur ve Nusaybin okullar ı Mutezile'nin<br />

sisteminin kurulmas ında önemli roller oynamıştır.<br />

Yine Islam dü şüncesi tarihinde tercüme faaliyetleri de, Mutezilenin<br />

iktidarda bulundu ğu s ıralarda h ızlanmıştır. Mutezili Halife Me'-<br />

mun ilmi ve ilim adamlarını korumu ştur. Onun devrinde Islam alemi<br />

akla dayanan reformcu bir hamle içinde olmu ştur. Hattâ biraz da cür'-<br />

etkar'ane te şebbüslerle nakil akla uydurulma ğa çalışılmıştır. Gerçi<br />

Mutezile'nin bu tutumu, Kur'an ve Sünnete s ıkı sıkıya ba ğlı kalmak<br />

isteyen Ehli Sünnet taraf ından a ğır tenkitlere u ğram ıştır. Fakat biz<br />

burada tamamen tarafs ız bir görü şle, Mutezile'nin kurdu ğu sistem üzerinde<br />

durmaktay ız:<br />

Mutezile, Tevhid esas ını akli bir yolla izah etmi ştir. Allah'ın bir<br />

olduğunun sadece Kur'an da yaz ılı olduğu için de ğil, akılla da bilinmesi<br />

gerektiğini söylemiştir. Hattâ Allah' ın şeriattan önce bilinmesi laz ım<br />

geldiğini ve ancak akli olgunlu ğa eren kimsenin mes'ul olaca ğım ileri<br />

sürmü şlerdir.<br />

Tevhid sistemleri icab ı, Allah' ın sıfatlar ını te'vil etmi şlerdir. Allah'a<br />

mahsus yegane s ıfatın kıdem olduğunu beyan etmi şlerdir. Allah' ın<br />

zat ı dışında ezdi sdatlarm kabulünün şirke varaca ğım belirtmi şlerdir.<br />

Bu sebeble de Allah' ın ezdi s ıfatlar ını, Allah zat ı ile âlimdir, zatiyle<br />

basirdir şeklinde te'vil etmi şlerdir.<br />

81


Yine Mutezile tevhid sistemleri icab ı, Allah' ın kelâmının, yani<br />

Kur'an' ın yarat ılmış olduğunu ileri sürmü ştür Çünkü onlara göre Kûran<br />

kadim kabul edilirse, Allah'dan gayri bir kadim'in daha varl ığı<br />

iddia edilmiş olur.<br />

Mutezile Tevhid sistemine dayanarak, Allah' ın âhirette gözle görülemiyece<br />

ğini ileri sürmü ştür. Çünkü onlara göre, Allah' ın gözle görülmesi<br />

demek cisme benzemesi demektir. Allah ise; cismi s ıfatlardan münezzehtir;<br />

hiçbir şeyin e şi ve benzeri de ğildir.<br />

Mutezile'nin İslâm dü şüncesine getirdi ği en önemli yeniliklerden<br />

biri de, insamn kendi fiilini kendisinin yaratmas ıdır. Mutezile'den önce<br />

bu dü şünce henüz bir sistem haline gelmemi şti. Mutezile "adalet"<br />

prensibinden hareket ederek, Allah' ın insanlar ı iradelerinde hür b ıraktığını<br />

beyan etmi ştir. Onlara göre, Allah' ın âhirette ceza veya sevap verebilmesi<br />

için, insanlar ın fiillerini kendi iradeleriyle yapm ış olmaları gerekir.<br />

Allah' ın adaleti bunu icap ettirir.<br />

Mutezile'nin böyle bir dü şünceyi savunmas ı , İslâm düşüncesi tarihinde<br />

önemli sonuçlar do ğurdu:<br />

Siyasi alanda idarecilere, kendi fiillerinden dolay ı mes'ul olacaklar ı<br />

hat ırlat ılmış oluyordu. Böylece Mutezile keyfi idareye son vermek ve<br />

sosyal adaleti yerine getirmek te şebbüsünde bulunmu ştu.<br />

Yine Mutezile'nin adalet prensibinin sonucu olarak, ferdi te şebbüse<br />

önemli surette yer verilmi ş oluyordu. Müslümanlar ın her şeyi Allah'a<br />

ve kadere yüklemek zihniyeti önlenme ğe çalışılıyordu. K ısacas ı kendi<br />

fiilini kendisinin yaratt ığını dü şünen insan, Mutezile'ye göre tenbellikten<br />

kurtulacakt ı .<br />

Son olarak üzerinde duraca ğımız bir husus da, Mutezil'nin " İlliyet"<br />

prensibini kabul etmesidir.<br />

Mutezile'ye göre, Allah âlemi yarat ırken külli kanunlar da koymuştur.<br />

Kainâttaki hâdiseler birbirinin sebebi olarak meydana gelmektedir.<br />

Her şeyin son nedeni Allah't ır. Fakat Allah' ın koydu ğu hikmet<br />

kab ı, sebep-netice ba ğlant ısı vard ır.<br />

E ş'ari ise, Mutezile'nin bu tezine kar şı koymuş ve İlliyet prensibini<br />

kabul etmemi ştir. E ş'ariyye'ye göre her hâdise, âdetullah icab ı<br />

meydana gelmektedir. Allah dilerse, ötedenberi sebep - netice gibi gördüğümüz<br />

hâdiseleri ba şka türlü yaratabilir.<br />

Görülüyor ki, Mutezile âlemin yoktan yarat ıldığını ve onun Allah<br />

tarafından koyulmu ş külli kanunlarla idare edildi ğini beyan etmi ştir.<br />

82


Böylece de, insanl ığın her şeyin sebebini ara şt ırmasına ve medeniyetce<br />

gelişmesine yard ımc ı olmak istemi ştir.<br />

Sözün özü, Mutezile, baz ı kollarının ta şkın baz ı iddiaları bir tarafa<br />

bırakılırsa, akl ın ve ilmin geli şmesine yard ım eden önemli bir düşünce<br />

sistemi kurma ğa muvaffak olan ilk okul olarak İslam tarihindeki yerini<br />

almıştır.<br />

83


BİBLİYOGRAFYA<br />

1—Abduh, Muhammed: Risâlet at-Tevhid, Kahire 1351.<br />

2—Atay, Hüseyin: Kur'an'a Göre İman Esasları, <strong>Ankara</strong> 1961.<br />

3—Arnold, T, W.: Intiştir- ı İslam Tarihi, M. Halil Halit Tere. İstanbul 1343.<br />

4— Al-Ayni, Muhammed b. Ahmed b. Difısa: Umdet al-Kari Li Şerh Sahih al-Buhüri, İstanbul<br />

1308.<br />

5—al-Bağdadi, Ebû Mansûr Abdu'l-Kallir b. Tahir: al-Fark beyn al-Firak, Kahire 1367/1948.<br />

6— al-Bağdadi: Kitâb Usül ad-Din, İstanbul 1346/1928.<br />

7— Barthold, W: İslam Medeniyeti Tarihi, Başlangıç ve Düzeltmeler: Prof. Dr. M. Fuad<br />

Köprülü, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

8— al-Beylıaki, Ebû Bekr Ahmed b. al-Hüseyin b. Ali: Kitâb va's-S ıfiit, Mısır 1358.<br />

9—Brâhier, Emil: al-Arâu'd-Diniyye Va'l -Felsefiyye, M. Yûsuf Mûsâ ve Abd al-Halim an-<br />

Nemli'. Tere., Kahire 1954.<br />

10— Brockelmann, C.: İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi. I, Prof. Dr. Ne şet Çağatay Tere.,<br />

<strong>Ankara</strong> 1954,<br />

11— al-Bull:44 Elıfi Abdillah Muhammed b. İsmail: Salah al-Buldiri, İstanbul 1319<br />

12—al- alım, Ebû Osman Amr b. Bahr: al-Beyân va't-Tebyin, Kahire 1367/1368.<br />

13— Kitâb al-Hayvan, Abdu's-Selam Muhammed Harfın neşri, Kahire 1947.<br />

14— Carullah, Zuhdi Hasan: al-Mu'tezile, Kahire 1366/1947.<br />

15— Caetani, L.: İslam Tarihi, Çeviren: Hüseyin Cahit (Yalç ın), İstanbul 1924-1927.<br />

16—al-Cureani, as-Seyyid aş-Serif: Şerh al-Mevâkif, İstanbul 1286.<br />

17— al-Cuveyni, Imam al-Haremeyn: Kitâb al-Irşad, M. Yilsuf Mûsa ve Ali Abd al-Mun'im<br />

Abd al-Hamid ne şri, Kahire 1950.<br />

18— Çağatay, Neşet: Islâmdan Önce Arap Tarihi Ve Cahiliyye Ça ğı, 2. Baskı, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

19— Çubukçu, İbrahim Agâh: Gazzali ve Şüphecilik, <strong>Ankara</strong> 1964.<br />

20— Çubukçu, İbrahim Agah: Mutezile ve Ak ıl Meselesi, <strong>Ankara</strong> iiniversit,:si Ilahiyat<br />

Fakültesi Dergisi, 1964 sayısı, <strong>Ankara</strong>.<br />

21— Davenport, John: Hazret-i Muhammed ve Kur'an- ı Kerim, Çeviren: Ömer R ıza (Doğrul),<br />

İstanbul 1347/1928.<br />

22— ad-Damiri, Kemal ad-Din: Hay& al-Hayavân al-Kübrâ, Kahire 1324/1906.<br />

23— De Boer, T. J.: İslamda Felsefe Tarihi, Çeviren: Dr. Ya şar Kutluay, <strong>Ankara</strong> 1960.<br />

24— Doğan, Lûtfi: Ehli Sünnet Kelâm ında Eş'ari Mektebi, <strong>Ankara</strong> 1961.<br />

84


25- Ebil Davud: Sunan Ebi Dâvud, Kestelliye Bask ısı.<br />

26- Ebil Hanife: Fıkh- ı Ekber ve Izah ı, Çeviren: Sabit Unal, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

27- EU al-Muntehâ: Şark al-Fılch ı'l-Ekber, İstanbul.<br />

28- Ebü Zahra, Muhammed: Tarih -Islâmiyye, Kahire<br />

29- Ebfı Zahra, Muhammed: al-Mezâhibu'l-Islâmiyye, Kahire.<br />

30- Efendi, Asım: Kamus Tercümesi, İstanbul 1304-1305.<br />

31- al-Eş'ari, Ekili Hasan Ali b. İsmail: Kitâb al İbâne an-Usül ad-Diyane, Haydarabad<br />

1367/1948.<br />

32- al-Eş'ari: Kitâb al-Lumâ fi'r-Redd alti Ehl az-Zayg Va'l-Bida', Mısır 1955.<br />

33- al-Eş'ari: Makâlât al-İslâmiyyin, Kahire 1369/1950.<br />

34- Emin, Ahmed: Duha'l -İslam, Kahire 1357-1368.<br />

35- Emin, Ahmed: Fecru'l -İslâm, Kahire 1370/1950.<br />

36- Emin, Ahmed: Zuhru'l-İsltim, Kahire 1365/1946.<br />

37- Encyclopedia Britannica, 1953.<br />

38- al-Fahtiri, Hannâ ve Halil al-Cerr: Tarih al-Felsefe al-Arabiyye, Beyrut 1957.<br />

39- Fuzüli, Matlau'l-Itikâd fi Ma'rifeti'l-Mabda'i va'l Ma'âd, M. b. Tavit at-Tanci ne şri ve<br />

Esat Co şan, Kemal I şık tercümesi, <strong>Ankara</strong> 1962.<br />

40- al-Gazzali, Ebil Hamid Muhammed b. Muhammed: Faysal at-Tefrika beyne Ehli'l- İslam<br />

va'z- Zandaka, Mısır 1325 /1907.<br />

41- al-Gazzali: İlcâm al-Avcim an- İlmi'l-Kelâm, İstanbul 1287.<br />

42- al-Gazzali: fi'l -Ptikâd, İbrahim Agah Çubukçu ve Hüseyin Atay ne şri, <strong>Ankara</strong><br />

1962.<br />

43- al-Gazzali: al-Kavâid al-A şra, Mıs ır 1343.<br />

44- Gibb, H. A. R. and J. H. Kramers: Shorter Encyclopedia of Islam, Leiden 1961.<br />

45- Goldziher, ignaz: al-Akide va' ş - Şeria fi'l -Islam, Arpaçaya çeviren: M. Yüsuf Müsa, Ali<br />

Hasan Abd al-Kâclir ve Abd al-Aziz Abd al-Hakk, Kahire 1959.<br />

46- Gurabe, Hamilde: al-Eş'ari, Kahire.<br />

47- al-Gurabi, Ali Mustafa: Tarih al-Fırak al-Islâmiyye. Kahire 1378 /1959.<br />

48- Hasaballah, Ali: Muhadarât fi Ilmi't-Tevhid, Kahire 1372/1952.<br />

49- al-Hamavi, Yakat: Mu'cem al -Udebâ, Kahire 1357 /1938.<br />

50- al-Hanbeli, /bn al-tmad: Sezerât az-Zeheb fi Ahbâr men Zeheb, Kahire 1350/1931.<br />

51- al-Hatib al-Bağdadi, Ahmed b. Ali: Tarih Bağcleıd, Kahire 1332/1913.<br />

52- al-Harizmi, Elıfi Bekr: Resâil al-Hârizıni, Kahire 1312/1894. ıı.<br />

53- al-Hayyat, -Hüseyn Alıdu'r-Rahim b. Muhammed b. Osman: Kitâb al'Intiscir, Dr.<br />

Nyberg ne şri, Kahire 1344/1925.<br />

54- al-Herevi, na İsmail Abdillah b. Muhammed b. Ali: Kitâb Zemmi'l-Kelâm, İlah. Fak.<br />

Ktb. Yapma No: 7614.<br />

55- Hitti, Filip Had: Tarih al-Arab, Arapçaya çeviren: Muhammed Mebrük Nâfi, Kahire 1949.<br />

56- Hodgson, M.G.S.: Abdullah b. Saba Mad., Encyclopedia of İslam, New Serie, Leiden 1954.<br />

57- Houtsma, M.Th.: Abdullah b. Saba Mad., İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1950.<br />

58- al-Hudari Bey, Muhammed: Multâclarat Tarih al-Umem al-Islâmiyye, Kahire 1370.<br />

85


59- Hüseyin, Taha: al-Fitnetu'l-Kubrâ I, Osman, Kahire 1951.<br />

60- İbn AM Rabbih, Ebû Omer Ahmed b. Muhammed: Kitâb al-Ilıcli'l-Ferid, Kahire 1948-<br />

1956 ve 1293 /1876 baskısı .<br />

61- İbn al-Arabi: Şerh Sahih at-Tirmizi, Mısır 1350-1352.<br />

62- !bn al-Cevzi, -Ferec: Mentikib al- İmam Ahmed b. Hanbel, Kahire 1349 /1930.<br />

63- İbn al-Esir, Ebül -Hüseyn Ali: fi't-Tarih, Mısır 1348 ve Leiden 1283-1293 bas-<br />

kısı .<br />

64- İbn Faris, Ebfı'l -Hüseyn Ahmed: Mu'cem Maktiyis al-Luga, Mısır 1366.<br />

65- İbn Fürek, Ahmed b. Muhammed: Beyân Mü şkili'l-Elıcidis, Roma 1941.<br />

66- İbn Hacar al-Askalâni: Fethu'l -Bari Li Şerh Sahîh al-Buheiri, Mısır 1300-1301.<br />

67- İbn Haldün: Şifeiu's -Sâil Li Tehzibi'l -Mesâil, M. b. Tavit at-Tanei ne şri, İstanbul 1958.<br />

68- İbn Hallikan: Vefeyât al-A'y ıin va Enbau Ebnâi'z- Zamân, Muhammed M. Abd al-Hamid<br />

ne şri, Kahire 1367 /1948.<br />

69- İbn Hanbel, Ahmed b. Muhammed: Kitâb al-Hel va Ma'rifet ar-Rical, Dr. Talat Koçyiğit<br />

ve Dr. İsmail Cerraho ğlu ne şri, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

70- İbn Hazin, Elıa Muhammed Ali b. Ahmed: Kitâb al-Fisal fi'l-Milel va'l -Ehvâ' va'n-Nihal,<br />

Kahire 1317-1321.<br />

71- İbn Hişam: as-Siret an -Nebeviyye, Mısır 1355 /1936.<br />

72- İbn Kayyim al-Cevziyye: Muhtasar as-Savâik al-Mursele alâ'l-Cehmiyye va'l -Muattila,<br />

Kahire 1380.<br />

73- İbn Kayyim al-Cevziyye: Igâsetu'l -Lehfân min Masâyid a ş - Şeytan, Muhammed Hamid<br />

al-Faki ne şri, Kahire 1939.<br />

74- İbn al-Kelbi, -Munzir Hişam b. Muhammed: Kitâb al-Esnâm, Ahmed Zeki Pa şa<br />

neşri, Kahire 1343 /1924.<br />

75- İbn Kesir: al-Bideiye va'n -Nihâye fi't-Taril ı, Mısır 1351 /1932<br />

76- İbn Kuteybe, EM Muhammed Abdillah b. Muslim: Kitâb Te'vil Muhtelefi'l -Hadis, Kahire<br />

1344 /1925.<br />

77- İbn Kuteybe: Kitâb al-Maiirif, Kahire 1300 /1882.<br />

78- Ilm Kuteybe:" Kitâb Uyân al-Ahl ıiir, Kahire, 1343-1349 /1925-1930.<br />

79- "İbn Manzıa•: Lisârki al-Arap , Beyrut 1955.<br />

80- İbn al-Murtadâ, Ahmed b. Yahya: Kitâb Tabak& al-Mu'tezile, Susanna Diwald -Wilzer<br />

ne şri, Beyrut 1380 /1961.<br />

81- İbn al-Mıutada: al- Munye va'l -Emel, Haydarabad 1316 /1902.<br />

82- İbn an-Nedim: al-Fihrist, Kahire 1348 ve Matbaat al- İstikame baskısı .<br />

83- İbn Nubâte: Serhu'l-Uyân Şerh Risâlet İbn Zeydân, Kahire 1278 /1861.<br />

84- !bn Sa'd: at-Tabak,ıt al-Kubrâ, Kahire 1358.<br />

85- İbn al-Esir al-Cezeri: Cd ıniu'i -Usâl min Ehticlisi'r-Resâl, M. Hamid al-Faki ne şri, Kahire<br />

1368-1374/1949-1955,<br />

86- İbn Teymiyye: Bugyetu'l -Murtâd fi'r -Redd alei'l-Mutefelsife va'l- -Karâmita va'l-Bât ıniyye,<br />

Kahire 1329.<br />

78- al-Iraki al- Hanefi, EM Muhammed Osman b. Abdillah b. al-Hasan: Tarih al-Firak al-<br />

Islâmiyye, Süleymaniye Ktb. Yazma No: 791.<br />

86


88- İslam Ansiklopedisi. İstanbul Maarif Bas ımevi.<br />

89- al-Isfahâni, Ebill-Ferec: al Agiini, Kahire 1323.<br />

90- al-Isferayini, Ebilı'l -Muzaffer: at-Tabsir fi'd-Din, Kahire 1359 /1940.<br />

91- izmirli, Ismail Hakk ı : Yeni İlmi Kelâm, İstanbul 1339-1341.<br />

92- al-Kadi Beydavi, Ebû Said Abdillah b. Ömer: Envâru't-Tenzil va Esrâru't-Te'vil, İstanbul<br />

1285.<br />

93- al-Kalkaşandi, Ahmed: Subhu'l-A'sâ, Kahire 1337.<br />

94- al-Kasımi, aş -Şeyh Cemal ad-Din: Kitâb va'l-Mu'tezile. Mısır 1331.<br />

95-al-Kıfti, Cemal ad-Din EL-al-Hasan: Kitâb Ihbâr al-Ulemil bi ahbâr al-Hukemâ, Kahire<br />

1326.<br />

96- Kutub, as-Seyyid: fi Zilâl al-Kur'an, Mısır.<br />

97- Kutluay, Yaşar: Islâmiyette Itikadi Mezheblerin Do ğum, <strong>Ankara</strong> 1959.<br />

98- Macdonald, D. B.: Allah, İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1950.<br />

99- Macdonald, D. B.: Development of Muslim Theology, Jurisprudence and ConstLutional<br />

Theory, New-York 1903.<br />

100- Mc Giffert, A.C.: A History of Christian Thought Early and Eastern, London 1932.<br />

101- al-Makdisi, Şemseddin: Ahsen at-Takâsim fi Leiden 1324.<br />

102- al-Makrizi: Kitâb al Hitat al-Makriziyye, Kahire 1324-1326.<br />

103- al-Malati, Ebû'l at-Tenbilı va'r-Redd alâ Ehli'l-Ahva'ca'l-Bidet, Kahire 1369 /1949.<br />

104- Mâturidi, Ebû Mansûr: Akâid Risâlesi, Çeviren: Yusuf Ziya Yörükan, İstanbul 1953.<br />

105- al-Mes'fidi, Ebill -Hasan: at -Tenbih va'l - İsrâf, Leiden 1311 /1893.<br />

106- al-Mes'ûdi: Murii c az -Zeheb va Maâdin al-Cevher, Kahire 1367 /1948.<br />

107- Mez, Adam: al-Hadârat al-İslâmiyye fi'l Karn ar-Riibi'al-Hicri, Arapçaya çeviren: Muhammed<br />

Abd Ebn Ride. Kahire 1947-1948.<br />

108- Mithat, Ahmed: Tarih-i Edyân, Ahmed Hamdi Aksekili ne şri, İstanbul 1329.<br />

109- al-Mufid, Muhammed b. an-Nu' ııikın: Evâil al-Makâlât fi'l-Mezâhib va'l -MuJıtânit, Tebriz<br />

1371.<br />

110- al-Mukbili, aş- Şeyh Salih: al-İlm as-Samih, Kahire 1331 /1912.<br />

111- al-Makkari, Ebill-Abbas -Ahmed: Nefhu't-Tip min Gusn al-Endehls ar-Ratib, Kahire<br />

1279 /1862.<br />

112- Nâder, Albert Nasri: Felsefet al-Mu'tezile, Iskenderiye 1950.<br />

113- Niider, Albert N.: Le 'Systkne Philesophique des Mutezile, Beyrouth 1956.<br />

114- an-Nesefi, Ebii'l-Muin: Tabsiratu'l -Edille, Süleymaniye Ktb, Lâleli Bölümü, Yazma No:<br />

2162.<br />

115- an-Nesefi: ari-1%>eseffiyye, Kahire 1319.<br />

116- an-Nevbahti, Eb ıl Muhammed al-Hasan b. Kitâb Firak as-Sia, H. Ritter ne şri,<br />

İstanbul 1931.<br />

117- Nieholson: A Literary History of the Arabs, London 1907.<br />

118- an-Nisabari, Ebü'l -Huseyn Muslim b. al-Câmiu's -Sahih, İstanbul 1331-<br />

1333 ve Kahire 1375 /1955 bask ıs ı .<br />

s119- O' Leary, De Lacy: Arabic Thought and its Place in ,History, London 1922.<br />

87


120— O 'Leary, De Lacy: Islam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çevirdiler: Hüseyin Yurdayd ın ve<br />

Yaşar Kutluay, <strong>Ankara</strong>, 1959.<br />

121— ar-Razi, Fahreddin: Esas at-Takdis fi'l-Kelâm, Mısır 1328.<br />

122— Ringgren, Helmar: Studies in Arabian Fatalism, Uppsala 1955.<br />

123— Salisbury, Edward E.: Matarials for the History of the Muhammadan Doctrine of Predestination<br />

and Free Will, Jaos, Vol VIII, New Haven 1866.<br />

124— as-Subki, Ebû Nasr Abd Tabakât aş-Şafiyye al-Kubrâ, Mısır 1324.<br />

125— Sweetman, J. Windrow: Islam and Christian Theology, London 1947.<br />

126— as-Suyilti, al-Haf ız Celâleddin: Bugyet al-Vua fi Tabakta al-Lugaviyyin, va'n -Nuhât, Kahire<br />

1326 /1908.<br />

127— as- Şehristâni, Ebin-Feth Muhammed b. Abd al-Kerim b. Ebi Bekr Ahmed: al-Milel va'n<br />

-Nihal, Kahire 1381-1961 ve Matbaatu'l-Ezher baskısı.<br />

128— aş- Şehristani: Kitâb Nihayetu'l -licdâm fi -Kelâm, Alfred Guillaume ne şri, London<br />

1934.<br />

129— Şerefeddin, M.: İslamda Ilk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler, Darulfünfın, Ilahiyat<br />

Fak. Mec. İstanbul 1930.<br />

130— Şerefeddin, M.: Kaderiyye yahut Mutezile, Darulfünün, Balı. Fak. Mec. İstanbul 1930.<br />

131— Şerafeddin, M.: Kelâm Sava şları, Darulfünûn, Bak Fak. Mec., İstanbul 1932.<br />

132— Şibli, Mevlana: Islam Tarihi (Asrt Saadet), Ömer Rıza (Doğrul) Tere., İstanbul 1346 /1928.<br />

133— aş-Şirvâni, Muhammed Nuri b. Ali: Risaletun fi Beyan al-Firak al-Muhtelife,<br />

Süleymaniye Ktb. Laleli, Yazma No: 2237.<br />

134— as-Şevki:ıl ' ıi, Muhammed b. Ali b. Muhammed: Feth al-Kadir, Mısır 1349.<br />

135— at-Taberi, Eb ıl Ca'fer Muhammed b. Câmiu'l -Beyan an Te'vil al-Kur'an, Mısır<br />

1374; 7. C. ten sonra 1321 bask ısı .<br />

136— at-Taberi, Ebil Ali al-Fadl b. -al-Hasan: Mec ınau'l-Beytin fi Tefsiri'l-Kur'an, Tahran 1373.<br />

137— at-Taberi, Ebil Ca'fer Muhammed b. Cerir: Tarih al-Umem va'l-Mulük, Kahire 1357 /1939.<br />

138— at-Taftaziini, Sa'dettin Mes'ud b. Ömer: Şerh al-Akaid, İstanbul 1308.<br />

139— Tritton, A. S.: Muslim Theology, London 1947.<br />

140— Thomson, Kharijitism and the Kharijites, Macdonald Presentation Volume,<br />

1933, ayrı basım.<br />

141— "üçok, Bahriye: Islam Tarihinde İlk Sahte Peygamberler, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

142— Ülken, Hilmi Ziya: Islam Dü şüncesine Giriş , İstanbul 1954.<br />

143— Ülken, Hilmi Ziya: Islam Medeniyetinde Tercümeler ve Tesirler, İstanbul 1948.<br />

144— Ülken, Hilmi Ziya: Uyan ış Devirlerinde Tercümenin Rolü, İstanbul 1935.<br />

145— al-Vahidi, Ali b. Ahmed: Esbabu'nNuzül, Mısır 1315.<br />

146— Wolfson, Harry Austryn: Philon, Massachusets 1948.<br />

147— Watt, W. Montgomery: Free Will and Predestnation in Early İslam, London 1948.<br />

148— Watt, W. Montgomery: Hazret-i Muhammed, Çeviren: Hayrullah Örs, İstanbul 1963.<br />

149— Watt, W. Montgomery: The Political Attitudes of the Mu'tezilah, (JRAS) 1963 April,<br />

London 1963.<br />

150— Welhausen, al-Hayal-k va'ş-Şia, Arapçaya çeviren: Abdurrahman Bedevi, Kahire<br />

1958.<br />

88


151—Weir, T.H.: Muham ınadanism, Encyclopedia of Religion and Ethics, New York 1951.<br />

152—Vida, G. Levi Della: Osman b. Affân Mad. islâm Ansiklopedisi, İstanbul 1962.<br />

153—al-Ya'kfıbi, Ahmed b. Ca'fer: Tarih al-Ya'kâbi, Leiden 1302/ 1884.<br />

154—az-Zamahşeri, Mahmud b. Ömer: al-Keşştif an-Hakâik Gecemiz at- Tenzil, Kahire 1365/<br />

1946.<br />

155—Zebidi, Zeynuddin Ahmed: Tecrid-i Sarih Tercümesi, Çevirenler: Ahmed Naim -Kamil<br />

Miras, İstanbul 1928-1945.<br />

156—az-Zehebi,al-Hafus Şemseddin: Mizân al rtidâl fi Nakdi'r-Ricâl, Kahire 1325/1907.<br />

157—az-Zehebi: Duvel Haydarabad 1337/1918.<br />

158—Zeydan, Corei: Medeniyet-i islâmiye Tarihi, Çeviren: Zeki Me ğâmiz, İstanbul 1328-1330.<br />

159—Ziya, Yusuf: Şehristâni, Darulfünan, fitih. Fak. Mec., İstanbul 1927.<br />

89


ÖZEL ISIM VE TER İMLER İNDEKSİ *<br />

A<br />

Abbas!: 34, 47, 48, 60.<br />

Abduh, Muhammed: 8.<br />

Abdul-Aziz Abd al-Hakk: 54.<br />

Abdullah b. Ömer b. al-Hattâb: 55.<br />

Abdullah b. Sebe': 28, 36, 42.<br />

Abdulmelik b. Mervân: 41, 51.<br />

Abdurrahman b. al-E ş'as: 41.<br />

Abdusselâm M. Harun: 45.<br />

Aczi itiraf: 20.<br />

Adalet: 69, 70, 71.<br />

Adem (A.S.): 8.<br />

Adetullah: 82.<br />

Adl: 51, 54, 56, 57, 67, 69.<br />

al-Adliyye: 57, 69.<br />

al-Adliyye va'l-Muvahhide: 57.<br />

Adüd ad-Devle: 63.<br />

Afrika: 34.<br />

Ahad: 80<br />

A. Hasan Abdu'l-Kadir: 54.<br />

Ahd-i Atik: 46.<br />

Ahiret: 18, 33, 71, 72, 73, 74, 78, 82.<br />

Ahmed b. Ebi Du'âd (Kad ı): 61, 62,<br />

Akletmek: 13.<br />

Aksekili, Ahmet Hamdi: 9.<br />

Alın yazısı : 16.<br />

Ali (Hz.): 16, 23, 28, 29, 33, 42, 50, 51, 55.<br />

Ali Abd al-Mun'im Abd al-Hamid: 67.<br />

İmran Süresi: 15, 24, 73.<br />

Alim: 67, 81.<br />

Allah: 7, 9, 10, 11, 12, 14, 15, 16, 17, 18, 19,<br />

20, 24, 26, 30, 31, 32, 37, 39, 40, 41,<br />

4Û, 54, 56, 57, 58, 59, 67, 68, 69, 70,<br />

71, 72, 73, -74, 75, 76, 77, 78, 79, 80,<br />

81, 82.<br />

Allah'a şirk ko şmak: 30.<br />

Allah' ın Kavli: 19.<br />

Alp Arslan: 64.<br />

Amel: 18, 31, 32, 54, 71, 72, 77.<br />

Ameli ve F ıkhi meseleler: 14.<br />

Anık' al-Mülk Ebû Nasr Muhammed b.<br />

Mansûr al- Künderi: 64.<br />

Amr b. al-As: 12, 29.<br />

Amr b. Ubeyd: 33, 41, 43, 50, 51, 52, 53, 55.<br />

Ankebüt Süresi: 8.<br />

63. Ansal.: 24, 25.<br />

Ahmed Emin: 33, 39, 40, 41, 43, 52, Antakya: 47, 81.<br />

53, 54, 55, 60, 61, 62, 66, 71, 72.<br />

Ahmed b. Muhammed b. Hanbel: 61, 73.<br />

Ahmed Naim: 15.<br />

Ahmet Mithat: 9.<br />

Arâf Süresi: 14, 74.<br />

Arap: 8, 10, 50.<br />

Arap Yarımadası: 7, 8, 12, 22, 34.<br />

Arapça: 48, 76.<br />

Ahmet Zeki Pa şa: 8, 10.<br />

Araz: 75.<br />

al-Ahtal: 37.<br />

kişe (Hz.): 15, 23, 25, 29, 55.<br />

Akabe: 11.<br />

Akıl: 79, 80.<br />

Aristo: 36, 47.<br />

Arnold, T. W.: 11.<br />

Arş : 19.<br />

Ashilbu'l-Adl: 69.<br />

* Bu indeksi haz ırlamak için kıymetli yard ımlarını esirgemiyen Kütüphane Müdürümüz<br />

say ın Ihsan inan'a te şekkürlerimi sunmay ı zevkli bir borç bilirim.<br />

90


Ashübu'l- Kehf: 14.<br />

Asım Efendi: 14, 16.<br />

Aslah: 78.<br />

Asya: 47.<br />

al-A' şâ: 38.<br />

Atay, Hüseyin: 9, 18,<br />

Atina: 46.<br />

al-Attübi: 37.<br />

Ayn al-yakiu: 18.<br />

Ayni al-Hanefi: 15.<br />

Azap: 72.<br />

B<br />

Bağdad: 47, 48, 63, 64, 79.<br />

al-Bağdâdi: 24, 25, 27, 31, 32, 33, 40, 42,<br />

52, 54, 57, 58, 61, 68, 76, 77, 80.<br />

Bahreyn: 63.<br />

Bakara Süresi: 12, 13, 14, 69.<br />

Barthold, W.: 34, 42, 47, 63.<br />

Basir: 67, 81.<br />

Basra: 32, 41, 44, 47, 50, 52, 56.<br />

Batlamyus Soter: 46.<br />

Bedevi, Abdurrahman: 30.<br />

Beni Haşim: 25, 26.<br />

Be şşâr b. Bürd: 60.<br />

Beydavi (Kad ı): 15.<br />

al-Beyhaki: 19.<br />

Beytu'l-Hikme: 48.<br />

Beytullah• 18, 24.<br />

Bid'at: 20. 21, 53, 54.<br />

Bilgi: 71, 79.<br />

Bişr al-Merrisi: 35.<br />

Bişr b. al-Mu'temir: 44, 61.<br />

Bizans: 46.<br />

BrC'hier, Emile: 46.<br />

Brockelmann, C.: 9, 22, 23, 26, 27, 29 36.<br />

al-Buhüri: 17, 22, 23, 24, 25, 26.<br />

Büveyh: 63.<br />

Büveyhiler: 63.<br />

Büyük günah: 30, 31, 32, 33, 52, 53, 72.<br />

C<br />

Ca'd b. Dirhem: 40, 60.<br />

Caetani, L.: 23, 25.<br />

Ca'fer b. Harb. 80.<br />

Ca'fer b. Mübe şşer: 80.<br />

al-Câhız, Ebû Osman Amr b. Bahr: 44, 45,<br />

61, 79, 80.<br />

Cahiliyye Ça ğı: 8, 9. 10, 11, 13, 21, 42.<br />

Cealnâ: 77.<br />

Cebr: 42.<br />

Cebriyye: 41, 43, 44, 57, •69.<br />

Cehennem: 16, 27, 30, 31, 33, 39, 40, 56, 72,<br />

74. 78.<br />

Cehm b. Safvân: 39, 40, 69.<br />

al-Cehmiyye: 15, 40, 41, 42, 57, 59.<br />

Cemel Vak'as ı: 29, 33, 55.<br />

Cenab- ı Hak: 10.<br />

Cennet: 16, 39, 40, 56, 72.<br />

al-Cerr, Halil: 31, 47, 52, 65, 68, 69.<br />

Ceza: 70, 71, 72, 82.<br />

Cibril: 18.<br />

Cibril hadisi: 17.<br />

Cisim• 75.<br />

Cizye: 35.<br />

Corci Zeydân: 61.<br />

Co şan, Esat: 33.<br />

Cubbâi: 61, 79.<br />

Cundisapur: 47, 81.<br />

al-Curcâni: 77.<br />

al-Cuveyni: 67.<br />

Ç<br />

Çağatay, Ne şet: 5, 9.<br />

Çok tanrıcılık: 8.<br />

Çubukçu, İbrahim Agâh: 5, 9, 29, 34, 40,<br />

47, 52, 61, 63, 65, 69, 73, 74, 77, 78, 79.<br />

D<br />

Davenport, John: 11.<br />

Dâvud b. Ali al-Isfahani: 80.<br />

De Boer, T. J.: 39.<br />

Deccal: 16.<br />

Della Vida, G. Levi: 28.<br />

ad-Damiri, Kemâlu'd-Din: 57, 60, 61, 62.<br />

Diwald-Wilzer, Susanna: 45.<br />

Do ğan, Lûtfi: 20, 68. 74, 76.<br />

• (Doğrul), Ömer Rıza: 11, 22.<br />

Dualist: 59.<br />

Düşünmek: 13.<br />

E<br />

Ebû Bekir: 24, 25, 26.<br />

Ebû Dâvud: 16, 17.<br />

Ebû'l-Ferec al-Isfahâni: 38.<br />

Ebû Hanife: 68.<br />

91


Ebû Ha şim Abdullah• 50 51.<br />

Ebû Hureyre: 16. 17.<br />

Ebû'l-Hüzey1 al-Allâf: 44, 61, 79, 80.<br />

Ebû Kurra: 37, 38, 39.<br />

Ebû'l-Muntaha: 68.<br />

Ebû Mûsâ al-A ş'ari: 29.<br />

EM]. Ride, M. Abdulhadi: 45.<br />

Ebû Ubeyde b. al-Cerrah: 19.<br />

Ebû Yünus Senseveyh (al-Asvari): 38.<br />

Ebû Zahra, Muhammed: 21, 25, 68, 71, 79.<br />

Eflatun: 46, 47.<br />

Ehl al-Adl va't-Tevhid: 54, 56, 57, 59.<br />

Ehl-i Beyt: 42.<br />

Ehlu'l- Hakk: 57.<br />

Ehl-i Islam: 52.<br />

Eh]-i Sünnet: 21, 23, 31, 32, 33, 58, 64, 67,<br />

71, 72, 74, 75, 79, 80.<br />

Elçi: 18.<br />

Emeviler: 34, 37, 40, 41, 47, 48, 59, 60.<br />

Emin (Halife): 60, 61.<br />

al-Emr bil-Ma'rfıf va'n-Nehy ani'l-Munker:<br />

67, 72, 73.<br />

En'âm Süresi: 11, 74.<br />

Enfal Süresi: 14.<br />

Enuşervan: 47.<br />

al-E ş'ari, Ebû'l-Hasan Ali b. Ismail: 25, 26,<br />

29, 58, 62, 67, 70, 71, 72, 74, 75, 76, 77,<br />

78. 79, 82.<br />

Eş'ariler: 64, 74, 78.<br />

Eş'ariyye: 77, 82.<br />

Ezârika: 31, 53.<br />

F<br />

Fadl al-Hazzâ: 45.<br />

Fahr ad-Devle: 63<br />

al-Fahûri, Hanna: 31. 47, 52, 65, 66, 68, 69.<br />

al-Faki, M. Hamid: 40.<br />

Farabi: 49.<br />

Fars: 42, 43.<br />

Fasık: 33, 53, 72.<br />

Fatalizm: 17.<br />

Fatma (Hz): 26.<br />

Fatır Sûresi: 9.<br />

Fedek: 26.<br />

Felsefe: 49, 63.<br />

Fıklıl meseleler: 14,<br />

Fısk: 33.<br />

Fıtri: 8.<br />

Furkân Süresi: 31.<br />

Fussilet Süresi: 10.<br />

Fuzuli: 33.<br />

G<br />

Gâşiye Süresi: 12.<br />

Gaylân ad-Dima şki, Ebû Mervân Gaylân b.<br />

Muslim: 38, 41, 58.<br />

Gayri me şrûluk ve kan şıklık: 28.<br />

Gazne: 63.<br />

al-Gazzali, Ebû Hamid: 18, 20, 64, 74.<br />

Gibb, H. A. R.: 28.<br />

Goldziher, Ignaz: 53, 54.<br />

Guillaume, Alfred: 59.<br />

Gulât: 28.<br />

Gulat-ı Şia: 43.<br />

Gurâbe, Hamiide: 77.<br />

al-Gurabi, Ali Mustafa: 8, 11, 55, 79.<br />

Günah: 30, 31.<br />

Hac: 18.<br />

Haccac: 41.<br />

Hâdis: 75, 76.<br />

al-Hadrami, Yahya b. Hamza: 60.<br />

Hakk akyakin: 18.<br />

Halid b. Abdillah al-Kasri: 40.<br />

Hâlid (b. Yezid I.): 47.<br />

Halil Halid, M.: 11.<br />

Halilullah• 40<br />

Harizm: 64, 65.<br />

al-Harizmi, Abdal-Cebblir b. Abd Allah:<br />

50, 51, 65.<br />

Harici: 15, 31, 32, 33, 43, 53, 72.<br />

Hariciyye: 29.<br />

al-Haris b. Sureyc: 40.<br />

al-Harkiyye: 56.<br />

Harrân: 37, 47, 81.<br />

Hârun ar-Re şid: 60.<br />

Hasaballah, Ali: 8, 13, 16, 17, 34, 35, 40.<br />

Hasan (Hz).: 55.<br />

al-Hasan b. Abbâd b. Abbas: 63.<br />

Hasan al-Basri: 32, 41, 50, 51, 52, 53, 55,<br />

56.<br />

Ha şeviyye: 57.<br />

Ha şr Sûresi: 12.<br />

al-Hatib al-Ba ğcladi Ahmed b. Ali: 35, 36,<br />

60, 61, 63.<br />

92


al-Havaric: 59, 72.<br />

Hayber: 26.<br />

Hayır: 57, 58, 69, 73.<br />

Hayri evvel: 46.<br />

Hayy: 67, 68.<br />

al-Hayyât, Ebfi'l-Huseyn b. Osman: 32,<br />

34, 44, 45, 48, 58, 59, 72.<br />

al-Herevi: 16, 20, 21.<br />

Helenizm: 47.<br />

H ıristiyan: 8, 9, 15, 34, 36, 37, 38, 39, 40,<br />

42, 43, 44, 46, 47.<br />

Hicaz: 64.<br />

Hilafet: 33.<br />

Hint: 46, 47,<br />

Hintçe: 47<br />

Hira: 38.<br />

Hişam b. Abd al-Melik: 40, 41.<br />

Hitti, Filip IMA: 9.<br />

Hodgson, G. S.: 29.<br />

Horasan: 40, 63, 64.<br />

Houtsma, M. Th.: 29.<br />

Hucurât Süresi: 12.<br />

al-Hudari, Muhammed Bey: 9, 11, 24.<br />

Hulûl: 80.<br />

Husun: 73, 77.<br />

H ılzistan: 63.<br />

Ra şidin: 16, 18, 21.<br />

Irak: 34, 38, 40, 42, 46, 63, 64.<br />

al-Iraki al- Hanefi, Ebû Muhammed Osman:<br />

27, 31, 72.<br />

I şık, Kemal: 33.<br />

İ<br />

Ibadi: 38.<br />

İbn Abbas: 22.<br />

İbn Abd Rabbih: 38, 45, 51.<br />

ibnu'l-Arabi: 16, 19.<br />

İbn al-Cevzi: 61.<br />

İbn al-Esir: 19, 27, 35, 36, 40, 59, 60, 62, 63,<br />

64.<br />

İbn Faris: 16.<br />

İbn Fûrek: 15.<br />

İbn Hacer al-Askalâni: 17.<br />

İbn Mit: 45<br />

İbn Haldûn: 17, 18.<br />

İbn Hallikan: 50, 51, 53, 60, 61, 62, 64.<br />

İbn al-Hanbeli: 40.<br />

İbn al-Hanefiyye: 50, 51.<br />

İbn Hazm• 40, 42.<br />

İbn Hişam: 24, 25.<br />

İbn Kayyim al-Cavziyye: 20, 40, 57, 59.<br />

İbn Kelbi, Hişam: 8, 10.<br />

İbn al-Kenan": 80<br />

İbn Kesir: 12.<br />

1bn Kuteybe: 15, 28, 29, 36, 38, 40, 41, 58,<br />

59.<br />

İbn Manzûr: 16.<br />

İbn al-Murtada, Ahmed b. Yahka: 43, 44,<br />

45, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 57, 58, 65.<br />

İbn an-Nedim: 45, 79, 80.<br />

İbn Nubâte: 38, 40, 41, 48.<br />

İbn ar-Ravendi: 45.<br />

Tbn Sa'd: 24, 25.<br />

İbnu's- Savda: 28.<br />

İbn Sinâ: 49.<br />

İbn Teymiyye: 59.<br />

İbn Zeydûn: 38.<br />

İbrahim (Hz).: 9, 24, 40.<br />

İcma: 31, 54,<br />

İhlas Süresi: 9, 10.<br />

Ihsan: 18.<br />

kral.: 71.<br />

Ila: 74.<br />

Ilham: 80.<br />

Ilim: 79.<br />

İlk hayır: 46.<br />

Ilk Ihtilaflar: 22.<br />

İlliyet prensibi: 82.<br />

İmam: 25.<br />

İmam al-Haremeyn al-Cuveyni: 64.<br />

Imamet: 28.<br />

İman: 18, 31, 32, 52.<br />

Imsak: 20.<br />

İnan, Ihsan: 5.<br />

irade hürriyeti: 38, 39, 40, 69, 70, 79.<br />

Iran: 34, 42, 46, 47, 81.<br />

İrtidad: 26.<br />

Isa (Hz): 15, 24, 37.<br />

al-isferayini, Ebu'l-Muzaffer: 24, 25, 28,<br />

29, 52, 70.<br />

İskender: 46.<br />

Iskenderiye: 46, 47.<br />

İslam: 7, 8, 11, 17, 18, 20, 21, 24, 25, 27,<br />

28, 29, 30, 31, 34, 35, 36, 39, 41, 42,<br />

93


43, 44, 45, 46, 48, 49, 52, 54, 55, 57, K ıyamet Süresi: 74.<br />

59, 61, 62, 64, 65, 66, 68, 70, 71, 72, al-Kindi: 49.<br />

73, 78, 79, 80, 82, 83. Kisrâ: 47.<br />

Islâmiyet: 7, 8, 10, 11, 12, 13, 18, 21, 34, 35, Kitap: 14, 18.<br />

38, 40, 42, 43, 46, 48, 65. Koçyiğit, Talat: 61.<br />

Ismail (Hz): 9, 24. Köprülü, Fuad: 34, 63.<br />

İspanya: 34. Kötülük: 59, 70, 72, 73, 77, 78.<br />

lira. Süresi: 14. Kramers, J. H.: 28.<br />

Istitaa: 38, 40. Kubuh: 73, 76.<br />

İstiva: 19. al-Kuddiis, Salih b. Abdillah: 60.<br />

Itizal: 43, 44, 50, 52, 53, 55, 61, 63, 64. Kudret: 58.<br />

İyi idare sistemi: 28. Kudüs: 25, 36.<br />

Iyilik: 59, 72, 73, 77, 78. Kilfe: 36, 40, 47.<br />

İzmirli, İsmail Hakkı: 8, 70, 71. Kun: 76.<br />

Kabin azab ı: 56.<br />

al-Kabriyye: 56.<br />

K Kur'an- ı Kerim: 8, 9, 10; 11, 12, 13, 14, 15,<br />

16, 19, 20, 22, 23, 26, 30, 31, 32, 35,<br />

Kader: 16, 17, 18, 19, 38, 39, 40, 41, 42, 51,<br />

57, 58, 60.<br />

Kaderiyye: 38, 39, 41, 42, 57, 58, 59.<br />

Kad-i Kudât: 62.<br />

Kadim: 67, 68, 75, 76, 82.<br />

Kadir: 67.<br />

al-Kadir Billah: 63.<br />

36, 40, 56, 60, 61, 65, 67, 68, 69, 71, 72,<br />

73, 74, 75, 76, 77, 81, 82.<br />

Kurey ş: 25.<br />

K utluay, Ya şar: 9, 11, 12, 36, 39, 47.<br />

Küfr: 3, 32, 33, 52.<br />

Külli irade: 70, 71.<br />

KWH kanunlar: 82.<br />

Kad rtezelâ Kavle'l-Umme: 52. al-Lafziyye: 56.<br />

Kad i'tezele anna'l-Vas ıl: 52.<br />

La ilahe Illallah, Muhammedu'r-Resûlullah:<br />

Kadr: 16. 10.<br />

Kâfir: 10, 31, 32, 33, 53, 56, 72, 78. Laleli: 72.<br />

Kalka şandi, Ahmed: 57, 58. Latince: 36.<br />

al-Kasimi, Cemalu'd-Din: 59. Lebid b. al-A'sam: 35.<br />

Katâde b. Diâme as- Seddüsi: 52. Lenterâni: 75.<br />

Kavl: 19. Leyl Süresi: 17.<br />

Kebire: 30, 32, 52, 72.<br />

Kebire-i mutlaka: 30.<br />

Kef: 20. Ma'bed al-Cuhani: 38, 41, 58.<br />

Kehf Sûresi:: 14. Macdonald, D. B.: 31, 37, 39, 58, 75.<br />

Kelam: 5, 7, 20, 21, 35, 36, 37, 38, 51, 53, Mc Giffert, A. C. : 37.<br />

57, 67, 68, 72, 73, 75, 76, 80, 81, 82. Mahmûd b. Cerir al-Isfahani: 64<br />

Kelim: 15. Mahmud (Gazneli): 63.<br />

Kelimullah: 40. Maide Süresi: 14, 23.<br />

Kelime-i Sahadet: 10. al- Makdisi, Şemsu'd-Din: 57.<br />

Kerrâmiyye: 80. al-Makkari, Ebül-Abbas Ahmed: 37.<br />

Kesb: 70, 71. al-Makrizi: 38, 41, 42, 48, 50, 56, 59.<br />

K ıdem: 67, 68. al-Maksiis, Ömer: 41.<br />

Cemalu'd-Din Ebû'l-Hasan: 47. al-Malati, Ebû'l- Hasan: 55.<br />

al-K ıpti: 38. Malik b. Enes: 19.<br />

Kıyamet günü: 14. Mani: 43,<br />

L<br />

M<br />

94


al-Mansûr, Ebti Ca'fer (Halife): 47, 48, 60.<br />

Materyalist: 43.<br />

al-Mâturidi, Ebû Mansûr: 68; 70, 75, 76,<br />

77, 78.<br />

Mtıverâünnehr: 34.<br />

Meod ad-Devlet 63.<br />

Mecusi: 34, 43, 44, 47, 58, 59.<br />

Medâin: 29.<br />

Medine: 11, 24, 26, 28, 29.<br />

Mekke: 10, 11, 12, 24.<br />

Mehdi: 60.<br />

Melek: 18.<br />

Me'mûn: 37, 39, 48, 61, 62, 63, 65, 73,<br />

81.<br />

al-Menzile beyne'l-Menzileteyn: 32, 34, 52,<br />

67, 72.<br />

Mervân al-Ca'di: 60.<br />

Mervân b. Muhammed: 40, 59, 60.<br />

Meryem: 24.<br />

Meryem Sûresi: 5'4.<br />

al-Mes'fıdi: 53, 62.<br />

Mez, Adam: 45, 51.<br />

Mezdekiyye: 34.<br />

Mısır 12, 28, 34, 46,<br />

Mihne: 61, 62, 65.<br />

Miras, ICâmil• 15.<br />

Monoth6isme: 7, 42.<br />

M. Şerefeddin (Yaltkaya): 30, 40, 52, 54,<br />

55, 60.<br />

al-Muattile: 57, 59.<br />

Muâviye: 29, 33, 36, 55.<br />

Muâviye b. Yezid: 41.<br />

al-Mufid,--Muhammed b. Nu'mtın: 52.<br />

al-Mufniyye: 56.<br />

al- Mugire b. Said al-icli: 36.<br />

Muhacir: 24.<br />

Muhammed (Hz.): 9, 10, 13, 18, 23, 24, 25,<br />

51.<br />

Muhammed b. al-Hanefiyye: 50, 51.<br />

Muhammed Mebrûk »T: 9.<br />

Muhammed b. Mesleme al-Anstıri: 55.<br />

Muhammed Muhyiddin Abd al-Mamid: 29.<br />

Muhammed Süresi: 10.<br />

Muhkem: 14.<br />

Muhsin: 18.<br />

al-Mukbili, Sâlih: 57.<br />

Mulhid: 45.<br />

Mu'ıninûn Süresi: 8, 9 11.<br />

Murid: 67, 19.<br />

Mûsâ (Hz.): 40, 74, 75<br />

Muslim: 17, 22, 24, 25, 26, 30.<br />

Mu'tasım: 61, 62, , 63.<br />

Mutezile: 5, 7, 15, 21, 28, 32,<br />

40, 41, 42, 43, 44, 45,<br />

- 52, 53, 54, 55, 56, 57,<br />

62, 63, 64, 65, 66, 67,<br />

34,<br />

48,<br />

58,<br />

68,<br />

35,<br />

49,<br />

59,<br />

70,<br />

36,<br />

50,<br />

60,<br />

71,<br />

39,<br />

51,<br />

61,<br />

72,<br />

73, 74, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81, 82, 83.<br />

Mutlak büyük günah: 30.<br />

al-Muvahhide: 57.<br />

32, 33, 53, 72.<br />

Mü'min:<br />

Münafık:<br />

18,<br />

32,<br />

31,<br />

53,<br />

Mürcie: 31, 33, 53, 72.<br />

Mürtekib-i Kebire: 51.<br />

Müseyleme al-Kezzûb: 27.<br />

Müslim: 18, 72, 78.<br />

Müslüman: 18.<br />

Mü şebbihe: 57.<br />

Müşfik: 10,<br />

Mütestıbih:-<br />

Mütevekkil:<br />

Müzzemmil<br />

31.<br />

14, 15, 20.<br />

48, 61, 62, 65.<br />

Süresi: 55.<br />

Nâder, Albert Nas ıl': 69, 74, 76, 79.<br />

Nahl Sûresi: 76.<br />

Nakil: 79, 80.<br />

Nakilciler: 21.<br />

Namaz: 18, 26.<br />

Nasrani: 38.<br />

Naturalist: 43.<br />

Nâzıra: 74.<br />

Nâzizât Sûresi: 11.<br />

Nazzâm: 48, 61, 80.<br />

an-Neccâr, Abdu'l-Halim: 46.<br />

Necedât: 31.<br />

Necrân: 15.<br />

an-Nesefi, Ömer: 30, 31, 32, 33, 72.<br />

N<br />

Nehr: 76.<br />

Nestûrt: 47.<br />

Neybahti: 29, 55.<br />

Niam: 74.<br />

Nicholson: 39, 49.<br />

Nisâ Sûresi: 14, 30, 69.<br />

Niştibur: 64. -<br />

Nizâm al-Mülk: 64.<br />

Nizâmiyye medresesi: 64.<br />

95


Nûh Süresi: 12.<br />

Nûr: 74, 75.<br />

Nûr Süresi: 74.<br />

Nusaybin: 47, 81.<br />

Nyberg: 34, 48.<br />

O'Leary, De Lacy: 9, 47, 49.<br />

Ortodoks: 36, 37.<br />

0<br />

Osman b. Affân: 12, 18, 21, 26, 28, 29, 30,<br />

41, 55.<br />

Ö<br />

Ömer b. Abdulaziz: 41.<br />

Ömer b. al-Hattâb: 12, 17, 19, 22, 23, 24,<br />

25, 26.<br />

Örs, Hayrullah: 11.<br />

Pehlevi: 47, 48.<br />

P<br />

Peygamber: 7, 8, 10, 11, 13, 14, 15, 16, 17,<br />

18, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29,<br />

30, 35, 42, 44, 50, 58.<br />

Philon: 46.<br />

Polyth6sme: 8.<br />

Pythagoras: 47.<br />

R<br />

Rabb: 15, 18, 74, 75, 78.<br />

Rabiatu'r-Ra'y: 19.<br />

Ra'd Sûresi: 9, 12.<br />

Rafızi: 28, 43, 45.<br />

Rahman: 19.<br />

Ramazan: 18.<br />

ar-Razi: 15.<br />

Resûlullah (S.A.): 15, 16.<br />

ar-Resid, Harun: 60.<br />

Rey: 63.<br />

Ringgren, Helmar: 17.<br />

Risâlet: 44.<br />

Roma (şark»: 46.<br />

Ruh: 14.<br />

Ruha (Urfa): 47, 81.<br />

Rum: 36, 37.<br />

Rûm Sûresi: 12, 69.<br />

Sâbie: 34.<br />

Sâd Sûresi: 9.<br />

S<br />

Sa'd b. Ubâde: 25.<br />

Safariyye: 31.<br />

Saffât Sûresi: 10, 11:<br />

Sâhib b. Abbâd: 63.<br />

St. John of Damascus: 36, 37, 38, 39, 42.<br />

St. Sabas: 36.<br />

Saktfe Beni Saide: 25.<br />

Salisbury, Edward E: 16.<br />

San'a: 28.<br />

Sasani: 42.<br />

Sebeiyye: 28, 29.<br />

Sebep-netice bağlantısı: 82.<br />

Secah bint al-Haris: 27.<br />

as-Seddûsi, Kafade b. Diame: 52.<br />

Selçuk: 64.<br />

Selef: 19, 20, 67, 72.<br />

Semi: 67, 68.<br />

Seneviyye: 34. 43, 59.<br />

Sergun (Sergius) b. Mansûr: 36.<br />

Sevap: 82.<br />

Seyyid Kutub: 9.<br />

Sıfat ve isimlerin nefyi: 39.<br />

Sıffin: 29, 33, 55.<br />

as-Subki: 61, 64, 75.<br />

Sunni kelâm sistemi: 21.<br />

Suriye: 34, 39, 46, 47, 81.<br />

as-Suyüti, Celalu'd-Din: 65.<br />

Stifyan as-Seyri: 55.<br />

Süldit: 20.<br />

Süleymaniye Kütüphanesi: 27, 72.<br />

Sümâme b. E şres: 61, 80.<br />

Sünnet: 22, 30, 31, 81.<br />

Sünni: 62, 64, 65.<br />

Süryani: 46, 47, 48.<br />

Sweetman, J. Windrow: 68.<br />

Ş<br />

Şam: 19, 36, 40, 41, 64.<br />

Şarki Roma: 46.<br />

Şehadet: 18.<br />

as- Şehristâni: 25, 26, 40, 48, 51, 52, 57, 58,<br />

59, 61, 68, 71, 72, 75, 77, 80.<br />

Şer: 57, 58, 69.<br />

Şeriat: 77, 78, 80.<br />

as- Şevkani• 9, 16.<br />

Şeytan: 59.<br />

Şia: 29, 65.<br />

Şibli, Mevlana: 22, 23, 24.<br />

96


Şii: 23, 51, 63.<br />

5i:ilik: 9R,<br />

Şirk: 3o,<br />

as- Şirvani: 27.<br />

T<br />

Taat: 31.<br />

Taberi: 17, 19, 22, 23, 24, 36, 60.<br />

at-Tabersi, al-Fadl b. al-Hasan: 15.<br />

Taftazâni: 21.<br />

Taha Hüseyin: 29.<br />

Taha Sûresi: 19.<br />

Tahkim: 33.<br />

Tahrim: 31.<br />

Takas: 20.<br />

Talha: 29.<br />

Talût: 35.<br />

at-Tanci, Muhammed b. Tavit: 17.<br />

Tanrı: 7, 8, 10, 26, 31.<br />

Tasdik: 20.<br />

Tecsim: 15.<br />

Tefsir: 39, 48, 65.<br />

Tek Tanrı: 7, 8, 9, 46.<br />

Tenâsuh: 80,<br />

Teslim: 20.<br />

Te şbih: 15.<br />

Te şeyyu: 42.<br />

Teybe Süresi: 69.<br />

Tevhid: 7, 55, 56, 57, 67, 68, 73, 75, 77, 81,82.<br />

Te'vil: 21, 39, 48, 65, 67, 68, 69, 74, 77, 79,<br />

80, 81.<br />

Tevrat: 35, 75.<br />

Thomson, William• 31.<br />

Timurleng: 65.<br />

Tirmizi: 16.<br />

Tövbe: 32, 33, 72.<br />

Tritton, A.S.: 38, 40, 41.<br />

Tuğrul Bey: 64.<br />

Tuleyha b. Huveylid: 27.<br />

Tûr Süresi: 70.<br />

U<br />

Ummân: 63.<br />

Urfa: 47, 81.<br />

trsame b. Zeyd: 23, 24.<br />

Usame b. Zeyd b. Harise: 55.<br />

Vacip: 78.<br />

al-Va'd val-Vaid: 67, 71.<br />

al-Vâhidi, Ali b. Ahmed: 15.<br />

Vahiy: 13, 79.<br />

al-Vaid: 67, 71.<br />

al-Vaidiyye: 59.<br />

Vakıa Süresi: 11.<br />

al-Vakıfiyye: 56<br />

Va'r-Rasihû'n: 14.<br />

Vasık: 62.<br />

Vasfi b. Atâ al-Gazzal: 32, 33, 43, 44, 50,<br />

51, 52, 53, 55, 56.<br />

Von Kremer: 39, 43.<br />

W<br />

Watt, W. Montgomery: 11, 56, 65, 72.<br />

Weir, T.H.: 37.<br />

Wolfson, Harry Austryn: 47.<br />

Wellhausen, Julius: 30.<br />

Y<br />

Yahudi: 8, 9, 11, 26, 28, 34, 35, 36, 40, 42,<br />

43, 44, 46, 54, 75.<br />

Yahya (St. John of Damascus) ad-D ımaşki:<br />

36.<br />

al-Ya'kiibl, Ahmed b. Ca'fer: 47, 6u.<br />

Yakût al-Hamavi: 44, 50, 63.<br />

Yalçın, Hüseyin Cahit: 23.<br />

Yasin Süresi: 11.<br />

Yemen: 42, 65.<br />

Yezid (b. Muaviye): 36, 37, 47.<br />

Yezid b. al-Velid: 59.<br />

Yörükan, Yusuf Ziya: 27, 76.<br />

Yuhanna ad-D ımaski: 36.<br />

Yunan: 39, 43, 46, 47, 48, 49, 81.<br />

Yunanca: 47, 48.<br />

Yurdaydın, Hüseyin: 9.<br />

Yûnus Sûresi: 69.<br />

Yiisuf Mûsa, M.: 46, 54, 67.<br />

Z<br />

Zahiriyye: 80.<br />

nçok, Bahriye: 27. az-Zamahseri, Mahmûd: 9, 14, 64, 65.<br />

mi Ziya: tllken, Hi18, 9, 46, 48. Zanadika: 43, 44, 60.<br />

97


Zat: 76, 81. Zındık: 20, 21, 33, 35, 36.<br />

Zati Sıfatlar: 67, 68. Zinâ: 31.<br />

Zebidi, Zeynu'd-Din Ahmed: 15. Zuhdi Hasan Carullah• 31, 33, 34, 36, 39,<br />

az-Zehehi, al-Haf ız şemsu'd-Din: 41, 60. 41, 43, 46, 53, 54, 59, 60, 61, 62, 63,<br />

Zektıt: 26. 65, 68, 71, 73, 74, 76, 80.<br />

Zeki Megamiz: 61. Zuhruf Süresi: 76, 77.<br />

Zerdüşt: 34, 42. Zu'l-Karneyn: 14.<br />

Zeyd b. al-Hal-ise: 23. Zübeyr: 29.<br />

Zeydiyye: 65. Zümer Süresi: 8, 9, 24.<br />

98


ÇEVRİLEN 'AYETLER INDEKS!<br />

A<br />

"Allah, aklımz ı kullanasuuz diye size ayet-<br />

Terini gösterir." (Bakara Süresi, ayet:<br />

73): 12.<br />

"Allah arz ve semavat ın nûrudur." (Nür<br />

Süresi, ayet: 35): 74.<br />

"Allah hiç bir kimseye gücünün yetece ğinden<br />

ba şkasını yüklemez. Herkesin kazandığı<br />

hayır kendi yarar ına, yaptığı şer<br />

de kendi zarannad ır." (Bakara Süresi:<br />

ayet: 286): 69.<br />

"Allah Kendisine ortak ko şmay ı bağışlamaz;<br />

bundan ba şkasını dilediğine ba ğışlar.<br />

Allah'a ortak ko şan kimse, şüphesiz<br />

büyük bir günahla iftira etmi ş olur."<br />

(Nisâ Süresi, ayet: 48): 30.<br />

"Allah onlara zulüm ediyor de ğildir. Fakat<br />

onlar kendi kendilerine zulüm ediyorlar."<br />

(Teybe Sûresi, âyet: 70 ve Rfım<br />

Süresi, âyet: 9): 69.<br />

"Allah' ın indirdiği Kitap ile aralar ında<br />

hükmet.... Onların heveslerine uyma."<br />

(Mâide Süresi, ayet: 49): 14.<br />

B<br />

"Bir şey hakkında ihtilafa dü şerseniz- Allah'a<br />

ve âhiret gününe inanmışsamz- onun<br />

hallini Allah'a ve Peygambere b ırak ın."<br />

(Nisa Sûresi, ayet: 59): 14.<br />

"Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, sözümüz<br />

ancak ona ol (kun) dememizden<br />

ibarettir." (Nahl Süresi, ayet: 40): 76.<br />

"Biz onlara, sadece bizi Allah'a yakla ştırsullar<br />

diye ibadet ediyoruz." (Zümer<br />

Sûresi:, ayet: 3): 9.<br />

"Biz onu anlayas ınız diye arapça bir Kur'an<br />

yaptık." (Zuhruf Sûresi, âyet: 3):76.<br />

"Biz ölüp toprak ve bir yığın kemik olduğumuzda<br />

mı diriltileceğiz" (Mu'minfın<br />

Sûresi, ayet: 82): 11.<br />

bu gün size dininizi tamamlad ım."<br />

(Mâide Sûresi, ayet: 4): 23.<br />

"Bu insanlar devenin nas ıl yaratıldığına,<br />

göğün nas ıl yükseltildiğine, dağların<br />

nasıl dikildiğine, yerin nas ıl yayıldığına<br />

bir bakmazlar m ı" (Ga şiye Süresi,<br />

ayet: 17-20): 12.<br />

Ç<br />

"Çürümüş kemikleri kim yaratacak" (Yasin<br />

Sûresi. ayet: 78): 11.<br />

D<br />

"De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insan ını.<br />

Bana Tanr ımn ancak bir Tek Tanr ı<br />

olduğu vahyolunuyor. Onun için hepiniz<br />

O'na yönelin, O'ndan ba ğışlanma<br />

dileyin. Allah'a ortak ko şanlarm vay<br />

haline!" (Fussilet Süresi, ayet: 6): 10.<br />

"De ki: O Allah bir tektir; en büyük merci<br />

sadece O'dur; O, do ğmamış ve doğurmamıştır;<br />

ve O'na hiç kimse e şit olamaz."<br />

( İhlas Süresi, âyet: 1-4): 10.<br />

E<br />

"Eğer Biz bu Kur'an' ı bir dağa indirmi ş<br />

olsayd ık, sen onun Allah korkusuyla<br />

baş eğerek nas ıl parça parça oldu ğunu<br />

görürdün. Bu misalleri insanlar dü şünsünler<br />

diye veriyoruz." (Ha şr Süresi,<br />

ayet: 21): 12.<br />

99


"Elinde bulunam verenin, Allah'a kar şı gelmekten<br />

sak ınamn, en güzel söz olan<br />

Allah'm birli ğini doğrulayamn i şlerini<br />

kolayla ştırınz. Fakat, cimrilik eden,<br />

kendini Allah'tan müsta ğni sayan ,en<br />

güzel sözü yalanlayan kimsenin de güçlüğe<br />

uğramasını kolayla ştırırız." (Leyl<br />

Süresi, âyet: 5-10): 17.<br />

"Ey Muhammed! Şüphesiz sen de öleceksin,<br />

onlar da ölecekler." (Zümer Süresi,<br />

ayet: 30): 24.<br />

G<br />

"Gerçekten tanr ılar' bire mi indirdi Do ğ-<br />

rusu bu pek tuhaf bir şey!" (Sâd Süresi,<br />

âyet: 5): 9.<br />

"Göklerde ve yerin yarat ılmasında, gece<br />

ile gündüzün birbiri ard ınca gelmesinde..<br />

düşünen insanlar için deliller vard ır."<br />

(Bakara Süresi, âyet: 164): 13.<br />

H<br />

"Hayat ancak bu dünyadaki hayat ımızdan<br />

ibarettir; biz tekrar dirilecek de ğiliz."<br />

(En'âm Sûresi, âyet: 29): 11.<br />

"Herkes sadece kendi kazanc ına bağlıdır."<br />

(Tûr Süresi, ayet: 21): 70.<br />

M<br />

"Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan<br />

önce de Peygamberler geçmi şti. Olur<br />

veya öldürülürse geriye mi döneceksiniz<br />

Geriye dönen, Allah'a hiçbir<br />

zarar vermez. Allah şükredenlerin mükafanın<br />

verecektir. (.A.1-i İmran Sûresi,<br />

ayet: 144): 24.<br />

O<br />

"O kimseler ki, Allah' ın yamnda başka tanr ı<br />

tutup ona yalvarmazlar, Allah' ın haram<br />

kıldığı cana haks ız yere kıymazIar,<br />

zina etmenler...." (Furkan Süresi, ayet:<br />

68): 31.<br />

"O'nu gözler idrâk edemez, halbuki O gözleri<br />

idrâk eder." (En'âm Süresi, âyet: 103):<br />

74.<br />

Ö<br />

"Öyle bir günden sak ımn ki, hepiniz o gün<br />

Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra her-<br />

kese kazand ığı tastamam verilecektir.<br />

Onlara haks ızlık da edilmeyecektir."<br />

(Bakara Süresi, ayet: 281): 69.<br />

P<br />

"Putperestlerin söylediklerine sabret, yanlanndan<br />

güzellikte aynl!." (Müzzemmil<br />

Süresi, âyet: 10): 55.<br />

R<br />

"Rabbim Kendini bana göster, Seni göreyiyim."<br />

(Arif Süresi, âyet: 139): 74.<br />

"Rabbime and olsun ki, aralar ında çıkan<br />

ihtilâflarda seni hakem tayin edip,<br />

sonra, haklar ında senin vermi ş olduğun<br />

hükmü gönül r ızas ıyle kabul etmedikçe<br />

onlar imân etmi ş olmazlar."<br />

(Nisa Süresi, âyet: 65): 14.<br />

"Rahman Arşa istiva etti." (Tâhâ Süresi,<br />

âyet: 5): 19.<br />

S<br />

"Sana Kitab' ı indiren O'dur. Onda Kitab ın<br />

temelini te şkil eden kesin anlamlı (muhkem)<br />

ayetler vard ır. İşte kalplerinde<br />

e ğrilik olanlar s ırf fitne ç ıkarmak,<br />

kendi arzularma göre yorumlamak için<br />

onların müte şabih olanlanna uyarlar.<br />

Oysa onların yorumunu ancak Allah<br />

bilir. İlimde derinle şmiş olanlar ise<br />

"Biz ona inand ık, hepsi Rabbimizin<br />

katındandır" derler." (Al-i İmran Süresi,<br />

ayet: 7): 15.<br />

"Sizden öyle bir cemaat bulunmal ıdır ki<br />

herkesi hayra davet etsinler, iyili ği<br />

emretsinler, kötülükten sak ındırmağa<br />

çahşsınlar." (Abi İmran Sûresi, ayet,<br />

104): 73.<br />

"Sizi Allah'tan ba şka taptıklarunzla bırakıp<br />

sizden ayrılırım..." (Meryem Süresi,<br />

ayet: 48): 54.<br />

Ş<br />

"Şüphesiz Allah kat ında en değerliniz. O'na<br />

karşı gelmekten en çok sak ınanızdır."<br />

(Hucurât Süresi, âyet: 13): 12.<br />

... Şüphesiz dü şünen kimseler için bunda<br />

ibretler ve deliller vard ır." (Ra'd Süresi,<br />

100


ayet,: 3, 4; Bakara, ayet: 164; Nfıh,<br />

âyet: 12; Rûm, âyet: 24): 12.<br />

"Şüphesiz Allah hiç bir kimseye zerre kadar<br />

haksızlık etmez; zerre miktar ı bir iyilik<br />

olursa, onun sevab ını kat kat art ım.<br />

Ona, kendi cânibinden pek büyük bir<br />

mükâfat verir." (Nisa Sûresi, âyet:<br />

40): 69.<br />

"Şüphesiz Allah insanlara hiç bir şeyde zulüm<br />

etmez Lâkin insanlar kendi kendilerine<br />

zulmederler." (Yûnus Süresi,<br />

ayet: 44): 69.<br />

Y<br />

"Yüzler vard ır, o gün taptazedir. Rablerini<br />

göreeektir." (K ıyamet Süresi, ayet:<br />

22-23): 74.<br />

101


KITAP ISIMLERI INDEKS'<br />

A<br />

Abdullah b. Saba (Hodgson, M.G.S.): 29.<br />

Andullah b Saba (Houtsma, M.Th.): 29.<br />

al-Agâni, 38.<br />

Ahsen at- Taksim ft Ma'rifeti'l-Akf ılim: 57.<br />

an-Nesefiyye: 30, 32, 72.<br />

Akâid Risâlesi: 76, 78.<br />

al- Akide va' ş- Şeria fi'l- Islam: 54.<br />

Allah (D. B. Macdonald): 37.<br />

<strong>Ankara</strong> <strong>Üniversitesi</strong> Ilâhiyat Fakültesi Dergisi:<br />

52, 61, 65, 69, 73, 77.<br />

Arabic Thought and İts Place in History:<br />

49.<br />

al-Arâu'd- Diniyye va'l-Felsefiyye li Philon<br />

al- Iskenderi: 46.<br />

Asr-ı Sa ıldet: 22.<br />

B_<br />

al-Beyân va't-Tebyin: 45.<br />

al-Bidâye va'n-Nihâye: 12.<br />

Bilgi Kayna ğı: 36.<br />

Bugyetu'l-Vutı fî Tabakiit al-Lugaviyyin<br />

va'n-Nulıat: 65.<br />

C<br />

Câmiu'l-Beyân fi Tefsiri'l-Kur'an: 17.<br />

al-Câmiu's-Sahih: 22, 25, 26.<br />

Câmiu'l-Usûl: 27.<br />

D<br />

Darulfünun Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı :<br />

27, 30, 40, 52, 54, 60.<br />

Development of Muslim Theology, Jurisprudence<br />

and Constitutionel Theory:<br />

39, 58, 75.<br />

Duha'1- islâm: 39, 43, 60, 61, 66, 71.<br />

E<br />

Ehli Sünnet Kelâmında Eş'ari Mektebi: 20.<br />

al-Elf Mesele fi'r-Redd alâ'l - Mâneviyye: 43.<br />

Encyclopedia Britannica: 36.<br />

Encyclopedia of Islâm, New Sefie: 29.<br />

Encyclopedia of Religion and Ethics: 37.<br />

Enviırdt-Tenzil va Esrâru't-Tevil: 15.<br />

Esasu't-Takdis fil-Kelâm: 15.<br />

Esbâbu'n-Nuzûl: 15.<br />

al-E ş'ari: 77.<br />

Evâil al-Makâlât fi'l-Mezâhib val-Muhtârât:<br />

52.<br />

F<br />

Fadihatu'l-Mu'tezile: 45.<br />

Fadilatu'l-Mu'tezile: 45.<br />

al-Fark beyne'l-Firak: 24, 40, 42, 52, 54,<br />

58, 61, 76, 77.<br />

Faysalu't-Tefrika beyne Ehli'l-Islâm va'z-<br />

Zandaka: 18.<br />

Fecru'l-Islâm: 33, 40, 41, 52, 53, 54, 55, 72.<br />

Felsefetu'l-Mu'tezile: 69.<br />

Fethu'l-Bari li Şerh Sahlhi'l-Buhâri: 17.<br />

Fethul-Kadir: 9.<br />

al-Fıkhu'l-Ekber: 68.<br />

Firaku'ş- Şia:<br />

al-Fihrist: 45, 79, 80.<br />

al-Fisal fi'l-Milel val-Ehvgı va'n-Nihal: 40,<br />

42.<br />

al-Fitnatu'l-Kübrâ: 29.<br />

Fi Zilâli'l-Kur'an: 9.<br />

Free Will and Predestination in Early Islâm:<br />

72.<br />

Gazzâli ve Şüphecilik: 9, 34, 40.<br />

G<br />

102


E<br />

al-Hadaretu'l- Islâmiyye: 45.<br />

va' ş- şia: 30.<br />

Hayatu'l- Hayavân al-Kübrâ: 57.<br />

Hazret-i Muhammed: 11.<br />

Hazret-i Muhammed ve Kur'an- ı Kerim: 11.<br />

al- Hitat: 38, 41, 42, 48, 50, 56.<br />

A History of Cristian Thought Early and<br />

Eastern: 37.<br />

İgasetu'l-Lehfân: 20, 40.<br />

İhbaru'l-Ulema bi Ahbâr al-Hukemâ: 47.<br />

al-İkdu'l-Ferid: 38, 45.<br />

al-İktisad fi'l- Ptikad: 74, 78.<br />

ileamul-Avam an Uran-Kelâm: 20.<br />

al-İlmu'ş-şamih fi isar al-Hakk alag-itba'<br />

va'1- Me şâyih: 57.<br />

İntişar-ı İslam Tarihi: 11.<br />

İslam Ansiklopedisi: 28, 29, 37.<br />

İslam and Christian Theology: 68.<br />

İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri: 9.<br />

Islam Düşüncesine Giri ş: I.: 8.<br />

İslam Medeniyeti Tarihi: 34, 42, 63.<br />

İslam Medeniyetinde Tercümeler ve Tesirler:<br />

46, 48,.<br />

İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi: 9, 36.<br />

İslam Tarihi: 23.<br />

İslam Tarihi: (Asr- ı Saadet): 22.<br />

İslam Tarihinde Ilk Sahte Peygamberler: 27.<br />

İslamda Felsefe Tarihi: 39.<br />

İslamda İlk Fikri Hareketler ve Dini Mezhepler:<br />

30.<br />

islamdan Önce Arap Tarihi Ve Cahiliyye Çağı:<br />

9.<br />

İslannyette İtikadi Mezheplerin Do ğuşu: 11,<br />

36.<br />

JAOS: 16.<br />

John of Damascus: 36.<br />

JRAS: 65.<br />

Journal of the Royal Asiatic Society of Great<br />

Britain and Ireland: 56.<br />

K<br />

Kaderiyye Yahut Mutezile: 52, 54, 55, 60.<br />

al-Kamil fi't-Tarilı: 19, 35, 40.<br />

Kâmus Tercümesi: 14.<br />

al-Kavaid al-A şara : 18.<br />

Kelâm Sava şları: 40.<br />

al-Ke şşâf an Hakâik Gavamiz at - Tenzil:<br />

9, 65.<br />

Kharijitism and the Kharijites: 31.<br />

Kitabu'l-Asnam: 8.<br />

Kitâb Bugyet al-Murtâd fi'r-Redd<br />

tefelsife val-Karamita va'l-Bâtiniyye:<br />

59. •<br />

Kitabu'l-Esma va's-S ıfirt: 19.<br />

Kitilbu'l- Hayvan: 79.<br />

Kitabu'l-ibane an Usül ad-Diyâne: 58.<br />

Kitabu'l- İlel va Ma'rifeti'r-Rical: 61<br />

Kitabu'l-Intisar: 32, 45, 48.<br />

Kitabu'l- İrşad: 67.<br />

Kitabu'l-L ınna' fi'r-Redd ala Ehl az-Zayg<br />

val-Bida'• 68, 70, 74, 76, 77.<br />

Kitabu'l-Maarif: 29, 38, 41, 58.<br />

Kitâb Nihayet al- İkdam fî ilmi'l- Kelâm:<br />

59, 75.<br />

Kitâb Tabakât al-Mu'tezile: 45; 50, 52,<br />

53, 54, 55, 57, 58.<br />

Kitâb Usül ad-Din: 58.<br />

Kur'an'a Göre İman Esasları: 9.<br />

Lisanu'l- Arab: 16.<br />

a Literary History of the'Arabs: 39.<br />

L<br />

M<br />

Macmau'l- Beyan Il Tefsiri'l- Kur'a : 15.<br />

Makalatul- islamiyyin: 25, 71, 75.<br />

Materials for the History of the Muhammedan<br />

Doctrine of Predestination and<br />

Free Will: 16.<br />

Matlaul-İtikad: 33.<br />

Medeniyet-i islamiyye Tarihi: 61.<br />

Menakib al- İmam Ahmed b. Hanbel: 61.<br />

al-Mezahibu'l-islâmiyye: 21, 71, 79.<br />

al-Milel va'n-Nihal: 25, 40, 48, 51, 52, 58,<br />

61, 68, 71, 72, 74, 77, 80.<br />

Mizanu'l-rtichil fî Nakdi'r-Rical: 41.<br />

Mu'cemu'l-Udebâ: 44, 50, 63.<br />

Mu'cem Makayisi'l:-Luga: 16.<br />

Muhadarât fi İlmrt-Tevhid: 8.<br />

Muhadarât Tarihi'l-Umem . al-İslâmiyye: 9.<br />

24.<br />

Muhammadanism: 37.<br />

103


Muhtastır as- Savaik al- Mursele<br />

va'l-Muattila: 57, 59.<br />

al-Munye va'l-Emel: 43, 44, 45, 51, 54.<br />

Murücu'z-Zeheb va Maâdin al- Cevher: 53.<br />

Muslim Theology: 38, 40.<br />

Muşkilu'l-Ehadis: 15.<br />

al-Mu'tezile: 31.<br />

Mutezile ve Akıl Meselesi: 52, 61, 63, 65,<br />

69, 73, 77, 78.<br />

N<br />

Nefhu't-Tib: 37.<br />

0<br />

Osman b. Affan: 28, 29.<br />

P<br />

Philon: 47.<br />

the Political Attitudes of the Mutezilah: 56, 65.<br />

R<br />

Resâil al-Hârizmi: 51.<br />

Risâktun mine'l-Akaid fi Beyani'l-Firak<br />

al-Muhtelife: 27.<br />

Risâletu't-Tevhid: 8.<br />

Sahihu'l-Buhari: 17, 22, 23, 24, 25, 26.<br />

Salih Muslim: 17, 24, 30.<br />

Serhu'l-Uyün Şerh Risâlet İbn Zeydan: 38, 40.<br />

Shorter Encyclopedia of Islam: 28.<br />

as-Siretu'n-Nebeviy ye: 24.<br />

Studies in Arabien Fatalism: 17.<br />

Subhu'l-A' şâ: 57.<br />

Sunen Ebi Davud: 16, 17.<br />

Le Systeme Philosophique de Mu'tezile: 79.<br />

ş<br />

Şehristâni: 27, 32, 33, 34, 40.<br />

Şerhu'l- Akâid: 21.<br />

Şerhu'l-Fıkhı'l- Ekber: 68.<br />

Şerhu'l- Mavakif: 77.<br />

Şerh Sahihrt-Tirmizi: 16.<br />

Şezeratu'z-Zeheb: 40.<br />

Li Tehzibil-Mesail: 17.<br />

T<br />

at-Tabakatu'l-Kübra: 24.<br />

Tabakiltu' ş- Şafiiyye al-Kübrâ- 61, 75.<br />

at-Tabsir fi'd- Din: 24.<br />

Tabsiratu'l-Edille: 72.<br />

Tarihu'l-Arab: 9.<br />

Tarih Bagdad: 36, 60, 61, 63.<br />

Tarihu'l- Cehmiyye va'l-Mu'tezile: 59.<br />

Tarih-i Edyan: 9.<br />

Tarihu'l-Felsefe al-Arabiyye: 31.<br />

Tarihu'l- Firak al-Islamiyye (Ali Mustafa<br />

al-Gurabi): 8.<br />

Tarihu'l- Firak al-Islâmiyye: 27, 31.<br />

Tarihur-Mezabibrl-Isla ıniyye: 21, 25, 68.<br />

Tarihu'l-Umem Mulük: 19, 22, 36, 60.<br />

Tarihu'l-Ya'kübi: 60.<br />

Tecrid-i Sarih: 15.<br />

at-Tenbih ve'l- 'gal': 62.<br />

at-Tenbih va'r- Radd ara<br />

: 55.<br />

Muhtelifil-Hadis: 15, 40, 41, 58, 59,<br />

75.<br />

U<br />

Umdetu'l- Karl li Şerh Sahihrl- Buhari: 15.<br />

Uthman: 28.<br />

Uyamş Devirlerinde Tercümenin Rolü: 46.<br />

V<br />

Vefeyatu'l-A'yan: 50, 51, 53.<br />

Y<br />

Yeni Kelâm: 8, 70.<br />

Z<br />

Zemmu'l- Kelam va Ehlihi: 16, 20, 21.<br />

Zuhru'llslam: 62.<br />

104

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!