22.01.2015 Views

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI<br />

YAYINLARI<br />

CVI<br />

İ SLAM DÜ Ş ÜNCESI<br />

HAKKINDA ARA Ş TIRMALAR<br />

Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu<br />

A. Ü. Ilahiyat Fakültesi<br />

Islam Felsefesi Kürsüsü


ANKARA ÜNIVERSITESI IL/iHIYAT FAKÜLTESI<br />

YAYINLARI<br />

CVI<br />

İ SLAM DÜ Ş ÜNCESI<br />

HAKKINDA ARA Ş TIRMALAR<br />

Prof. Dr. İbrahim Agâ,h Çubukçu<br />

A. Ü. Ilahiyat Fakültesi<br />

Islam Felsefesi Kürsüsü


ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEV İ .1972-ANKARA


IÇINDEKILER<br />

Sayfa<br />

Önsöz 5<br />

islâm Felsefesine Giri ş 7<br />

Kindi ve Felsefesi 13<br />

Türk Filozofu Fârabi'nin Din Felsefesi 40<br />

tbn Miskeveyh'e Göre Çocuk E ğitimi 56<br />

tbn I3acce ve Felsefesi 60<br />

GazzaWnin Ya şadığı Çağda Siyasi ve Dini Durum 64<br />

Gazzali ve Siyaset 74<br />

Gazzali'ye Göre Ibâhilik 88<br />

fslâm Dü şünürlerine Göre tlimlerin Taksimi ve Bunlar Aras ında<br />

GazzaWnin Yeri 99<br />

Suhreverdi ve t şrakiye Felsefesi 115<br />

İhvân as-Safâ ve Ahlak Görü şleri 140<br />

Mutezile ve Ak ıl Meselesi 150<br />

Islâmda Tasavvuf 166<br />

İslâm Felsefesinin Baz ı Kaynaklar ı 180<br />

Bibliyografya 184<br />

Genel Indeks 190<br />

3


ÖNSÖZ<br />

Bu kitab ımızda şimdiye kadar çe şitli dergilerde yay ınlam ış olduğumuz<br />

baz ı makalelerle yeniden kaleme ald ığımız bir k ısım konuları<br />

sunmaktay ız. Konular İslam Felsefesi ve İslam Dü şüncesiyle<br />

ilgilidir. Bu nedenle kitab ın adın ı " İslam Dü şüncesi Hakkında A-<br />

raştırmalar" diye tesbit ettik. Ara şt ırmalarda temel kaynaklara inmeyi<br />

elimizden geldiğince ihmal etmedik. Bu kitab ımızla<br />

ilimlerle ilgilenenlere ve islam dü şüncesinde derinle şmek isteyenlere<br />

faydal ı olduğumuz ümidindeyiz. Araştırmak bize, değerlendirmek<br />

ise say ın okurlar ımıza aittir.<br />

Bu eser bas ılırken tashihlerde yard ım eden asistan ımız sayın<br />

Hüseyin Ayd ın'a ayr ıca te şekkür ederim.<br />

İbrahim Agâh ÇUBUKÇU<br />

5


İSLAM FELSEFES İNE GIRIŞ<br />

Hz. Muhammed'in elçili ğinden önce Araplar genellikle putperesttiler.<br />

Çok Tanr ı'ya inan ırlard ı. Arabistan'da çoktanr ıcılığın<br />

(Polyth6sme) yan ında bir miktar yahudi ve h ıristiyan da vard ı .<br />

Yahudiliğin ve Hıristiyanl ığın semavi dinler oldu ğu doğrudur. Şu<br />

kadar var ki bu dinler zamanla Hz. Musa'n ın ve Hz. İsa'nın tebliğ<br />

ettiği mâna ve ruhu koruyamam ıştı. Başka bir deyimle bu dinlerde<br />

değişmeler olmuştu. Çoktanr ıcılığın ise ele al ınır hiç bir tarafı yoktu.<br />

Araplar cahiliyye ça ğında daha çok kendi elleriyle ta ştan ve diğer<br />

nesnelerden yapt ıkları putlara tap ıyorlard ı. Ancak diledikleri i şler<br />

olmadığı zamanlarda, tapt ıklar ı tanr ılara k ız ıyorlar veya onlara<br />

hakaret ediyorlard ı. Onlar ın inanc ına göre bütün putlar ın üstünde<br />

güçlü say ılan bir tanr ı da vard ı. Fakat bu güçlü tanr ıya kar şı da saygıları<br />

derin değildi ı . İşte genel inanç durumlar ı böyle olan Araplara<br />

Hz. Muhammed yaln ız tek bir Tanr ı'nın bulundu ğunu, kendisinin<br />

bu Tanrı'nın elçisi olduğunu ve öldükten sonra kullar ın yeniden diriltileceğini<br />

tebliğ etti. Hz. Muhammed'in bildirdiği Tanrı gerçekten<br />

Yüce Allah'tır. Yüce Allah Cebrail arac ılığı ile dilediği âyetleri Hz.<br />

Muhammed'e indiriyordu. Bu âyetlerden daha sonra, bugün kendini<br />

kabul ettirmi ş bulunan Kur'an- ı Kerim meydana geldi. Hz. Muhammed'in<br />

çağrıları Arabistan'da k ısa zamanda itibar gördü. Araplar<br />

Yüce Allah'a inand ılar. Hz. Muhammed'in elçiliğini kabul ettiler.<br />

Kur'an' ın kutsallığını doğrulad ılar. Kur'an'da bildirildiği gibi Yüce<br />

Allah, tek Tanr ıdır. Sonsuzdur. Herkes ona muhtaç, O ise hiç bir<br />

varlığa muhtaç olmaks ızın vard ır. Allah do ğurmamıştır ve do ğurulmamıştır.<br />

Ona denk olacak hiç bir varl ık yoktur. Sonsuz olarak güçlüdür.<br />

Her şeyin onun dile ğine bağlı olduğu Kur'an'da bildirildi.<br />

Araplar ak ı n ak ın müslüman oldular. Hz. Muhammed etrafında<br />

birle ştiler. Yüce Allah' ın Elçisi sağlığında sahabe aras ında dini tartış-<br />

1 Bak. De Lacy O'leary, Islam Dü şüncesi ve Tarihteki Yeri, Çevirenler: Hüseyin<br />

Yurdayd ın ve Yaşar Kutluay, s. 30, <strong>Ankara</strong> 1959; Ord. Prof. Hilmi Ziya Diken, Islam Düşüncesi<br />

I, s. 36, İstanbul 1954.<br />

7


malar ın uzamasına izin vermez, her türlü güçlü ğü bizzat çözerdi.<br />

Fakat O'nun ölümünden bir süre sonra müslümanlar aras ında anla ş-<br />

mazl ıklar ç ıkt ı . Bu anla şmazlıklar özellikle Hz. Osman' ın H. 35 /M.<br />

655 yılında öldürülmesinden sonra ciddi bir ortam haline geldi.<br />

Hilafet çeki şmeleri Cemel vak'as ının (olu şu H. 36 /M.656) ve S ıffin<br />

sava şının (olu şu H.37 /M.657) nedeni oldu. Bu sava şların birincisinde<br />

Hz. Muhammed'in e şi Hz. Ai şe ile damad ı Hz. Ali kar şı kar şıya geldi.<br />

Sıffin sava şında ise Hz. Ali ile Hz. Muaviye kar şılaştı. Bu sava şlarda<br />

onbinlerce sahabenin kan ı aktı. Bu sava şın sonucu olarak Hz. Ali'ye<br />

sonradan haks ız yere kar şı gelen ve fakat daha önce onun saflar ında<br />

çarp ışmış bulunan Hariciler türedi. Haricilik daha sonra yaln ız siyasi<br />

değil, aynı zamanda dini bir mezheb haline geldi. İslam âleminde<br />

art ık dini anla şmazl ıkların sonu gelmiyordu. Islam devletinin H. ı 4-2 ı<br />

/M.635-641 yılları aras ında hudutlar ının hızla geni şlemesi de yeni<br />

sorunlar ç ıkarmıştı. Fetihler müslümanların yeni düşünceler ve eski<br />

dinlerin kal ıntılariyle kar şılaşmasını doğurdu. Müslümanlar ın fethinden<br />

önce bugünkü Güneydo ğu Anadolu'da ve M ısır' ın Akdeniz'e<br />

bakan k ıyılarında Yunan felsefesinin izleri vard ı. M.S. 27o yılında<br />

Antakya'da, M.S. 32o y ılında Nuseybin'de ve M.S. 363 y ılında Urfa'da<br />

(Ruha'da) birer felsefi okul kurulmu ştu. Bu arada Harran okulunu<br />

da anmak zikre de ğer. Bu okullarda öteki ilimler yan ında Yunan<br />

felsefesi de okutuluyordu. Ruha okulunda Yunancan ın yanında<br />

Süryanice de mecburi dil olarak ö ğretiliyordu. Bu sonuncu okulu<br />

İranl ılar kurdu ğu için şark kültürü ile Yunan kültürü bir araya gelmişti.<br />

Hele Enu şervan' ın (M.S.53 ı -578), kurdu ğu Çundişapur (Cundisapur)<br />

okulunda Hintçeden, Yunancadan ve Süryaniceden birçok<br />

kitaplar Pehlevi diline çevrilmi şti 2 . İşte müslümanlar eski kültürlerin<br />

yayılmış olduğu bölgeleri al ınca bu okullar sayesinde Yunan, Hint<br />

ve Iran kültürleriyle kar şılaşt ılar. Ayrıca ticari ili şkiler de Müslümanlarla<br />

yabanc ılar aras ında kültür al ış veri şine de vesile oluyordu. Zamanla<br />

İslam aleminde çe şitli alanlarda bir ilim hareketi do ğmağa<br />

başlad ı. Esasen Yüce Tanr ı da çe şitli âyetlerle, Peygamberimiz de bir<br />

çok hadislerle ilmi te şvik etmi şti. Bu buyruklar ın ışığı altında dini<br />

ilimlerin dışındaki alanlarda da Müslümanlar incelemeler yapma ğa<br />

başladı .<br />

Emeviler devrinde Yezid I. in o ğlu Halid (ölüm. H.85 /M.7o4)<br />

y unani bilgilerle u ğraştı. Ona astronomi, t ıp ve kimya ile ilgili baz ı<br />

2 Bak. Hannal-Fahuri ve Halil al-Carr, Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 8,<br />

Beyrut 1958; Hilmi Ziya ülken, Islam Medeniyetinde Tercümeler ve Tesirler, s. 64, 102,<br />

İstanbul 1948.<br />

8


eserler isnat edilir 3. Zamanla Basra ve Küfe birer ilim merkezi haline<br />

geldi. Abbasi halifelerinden Mansur zaman ında (H. ı 37 /M.754)<br />

ilim hareketinin h ızlandığım görüyoruz. Bu Halifenin Bizansl ılardan<br />

baz ı el yazmalar ı istediği söylenir 4. Fakat islâmda as ıl ilim hareketi<br />

H. ı 98 /M.8 ı 3 de halife olan Me'mun zan ında meydana geldi. Me'mun<br />

H.2 ı 7 /M.832 de bir ilim yuvas ı olan Beyt al-Hikme'yi kurdu. Birçok<br />

eserleri Yunancadan ve Süryaniceden Arapçaya çevirdi. Me'mun<br />

akılcı bir halife idi. Devletin güçlenmesinin yolunun, ilimde güçlenmek<br />

oldu ğunu biliyordu. Çe şitli ilim dallar ında Arapçaya çeviriler<br />

onun zamanında yap ıldı 5. Mütevekkil H.232 /M.846 da halife olunca<br />

ayn ı faaliyetlere devam etti.<br />

Zamanla İslam âleminde büyük bilginler ve de ğerli dü şünürler<br />

yeti şti. Müslüman filozoflar genellikle dinle felsefeyi uzla ştırmağa<br />

çalıştılar. Bu arada kimi dü şünürler de baz ı konularda sünnet ehlinin<br />

görü şlerinin d ışına ç ıktı .<br />

İslam âleminde filozof diye tan ınan dü şünürlerin ba şında Meşşailer<br />

gelir. Me şşailerin ba şında Kindi (ölümü yakla şık olarak H.252 /<br />

M.866), Farabi (ölüm. H.339 /M.95o) ve İbn Sina (ölm. H.428 /M.<br />

1037) gelir.<br />

Meşşaiyye temel sorunlarda İslama dayanan, metot olarak Aristoculuğu<br />

seçen, Eflatun'dan faydalanan ve yeni eflatuncu aç ıklamalara<br />

değer veren felsefi bir sistemdir. Me şşal filozoflar Aristo gibi akla<br />

çok önem vermi şler ve ara ştırma yolunu seçmi şlerdir. Kimi bat ılı<br />

düşünürler müslüman Araplar ın felsefe yapma ğa uygun yarat ılışta<br />

olmadıklarını ileri sürmü şlerdi. Bu iddian ın yanlışlığı, Me şşailer incelendiği<br />

zaman görülür. Çünkü Me şşailer Yunan felsefesinin taklitçileri<br />

değil, bu felsefeye kendilerinden yeni ö ğeler de katan dü şünürlerdir.<br />

Bunlar hiç bir zaman Tanr ı'yı, Peygamberi ve ikhiret hayat ım<br />

inkar etmemi şlerdir. Ancak kimi sorunlar ın tevil ve tefsirinde Sünnet<br />

Ehli aç ısından yan ılmışlard ır. Fakat amaçlar ı dinle felsefeyi uzla ş-<br />

tırmak, İslam fikir hayat ını geliştirmek ve her şeyin nedenini ara ş-<br />

tırmak olmu ştur.<br />

İslamda ba şka bir felsefi okul da İşrakiye'dir. İşrakiye esasta<br />

islâma dayanarak Eflatun felsefesiyle Manich&n dü şünceleri birle ş-<br />

3 Bak. Prof. Dr. W. Barthold, Islam Medeniyeti Tarihi, s. 44-45, İstanbul 1940.<br />

4 Bak. Prof. Dr. W. Barthold, Ayn ı eser, s. 24.<br />

5 Bak. Prof. Dr. W. Barthold, Ayn ı eser, s. 52-53; Hilmi Ziya ülken, Islam Medeniyetinde<br />

Tercüme ve Tesirler, s. 102-103.


tiren okuldur. Bu okulun ba şlıca temsilcisi Şihabeddin Yahya Suhreverdi<br />

al-Maktül (Ölm. H.587 /M. ı ı 9 i )'dur. Suhreverch kainat ın<br />

varlığını aç ıklarken ışık ve karanlığa gere ğinden fazla de ğer verdi ği<br />

ve tevilde ileri gitti ği iddialar ı ile öldürüldü. Bu nedenle ona Suhreverdi<br />

al-Maktill denir. Eserlerinde onun da imanl ı bir insan olduğu,<br />

mistik bir ruha sahip bulundu ğu ve ahlâka çok önem verdi ği anlaşılmaktad<br />

ır. Bu dü şünürün dü şüncelerinin ayr ıntılar ı bu kitab ımızda<br />

ayrıca aç ıklanacakt ır.<br />

İslamda yaln ız ilahiyatç ı filozoflar yeti şmemi ştir. Ayn ı zamanda<br />

Tekâfu'ul-Edilleciler 6, Natüralistler ve Materyalistler (Dehriler) de<br />

yeti şti.<br />

Bunlardan Tekâfu'ul-Edilleciler bir şeyin hem lehinde ve hem<br />

aleyhinde e şit değer ta şıyan deliller ortaya konabilece ğini iddia etmişlerdir.<br />

Bunlar islam âleminde yeti şmi ş bir çe şit şüphecilerdir.<br />

Başlıca üç gurup halinde incelenebilir: Allah' ın ve Peygamber'in<br />

varlığı hakkında olumlu veya olumsuz bir delil yoktur diyenler.<br />

2— Allah' ın varlığını kabul edip Peygamberler hakk ında şüpheye<br />

dü şenler. 3— Allah' ı ve Peygamber'i kabul edip Ahiret hayat ı ile ilgili<br />

baz ı hususlar ı inkâr edenler. Tekâfu'ul-Edilleciler üzerinde eski Yunan<br />

dü şünüılerinden Pyrrhon, Timon ve Aimesidemos'un etkisi<br />

kuvvetle muhtemeldir.<br />

Naturalistlere gelince bunlar da dine kar şı ç ıkmış dü şünürlerdir.<br />

Gazzalrnin anlatt ığına göre baz ı tabiatç ı filozoflar Tanr ı'n ın varlığını<br />

kabul etmekle beraber Ahiretle ilgili baz ı hususlarda sap ıklığa<br />

düşmü şlerdir. Islam âleminde yeti şen en tan ınmış naturalist Ebu Bekr<br />

Muhammed b.Zekeriya ar-Râtrdir.<br />

Raz' H.25o /M.864 de Rey şehrinde doğmu ştur. H.313 /M.925<br />

yılında ölmüştür. Felsefe, edebiyat, fizik ve özellikle t ıp onun üzerinde<br />

çalıştığı ilim dallarıdır. Tanınmış kitab ı, Kitab al-Havi Lâtinceye<br />

çevrilmi ş olup XVII. yüzy ıla kadar bat ı âleminde müracaat edilen<br />

kaynak olmu ştur. Razrnin yine t ıp âleminde tan ınmış olan Kitab<br />

al-Cadari Ve'l-Hasba adl ı eseri de frengi ve k ızamık hastal ığının tedavisine<br />

ışık tutmu ştur. Fakat Razi Maharik al-Evliya ve Fi Nakd<br />

al-Edyan adl ı eserlerinde dine ve Peygambere kar şı ç ıkarak sap ıklığa<br />

düşmü ştür. Ona göre do ğruyu ve yanl ış], ayırt etmek için insana ak ıl<br />

6 Bak. Ibn Hazm, Kitab al-Fasl Fi'l-Milel Va'l-Ehva va'n-Nihal, c. V, s. 119-123,<br />

Mıs ır 1317; Ahmed Emin Duha'l-Islâm, c. III, s. 348-350, al-Kahire 1956; Farid Jabre,<br />

La Notion de Certitude Selon Ghazali, s. 328, Paris 1958.<br />

10


kâfidir. Bütün insanlar ak ıllı ve eşit yarat ılmışlard ır. İnsani değiştiren<br />

yeti şme ve eğitim tarz ıdır. Peygamberler birbirlerini nakzetmektedirler.<br />

Eğer bütün peygamberler ayn ı ilahi kaynaktan ilham<br />

al ıyorlarsa niçin herbirinin getirdi ği din diğerine uymaz Razi'ye<br />

göre dinlerin ve dindarl ığın doğmas ının sebebi taklit, siyaset, psikolojik<br />

etkiler, âdet ve al ışkanlıklard ır. Razi be ş kadim varlığın mevcudiyetine<br />

inanmıştır. Bu kadim varl ıklar Allah, nefs, zaman, mekân<br />

ve maddedir. Maddenin bağlarından insan ı kurtaracak olan tek çare<br />

felsefi bilgilerdir. Bütün nefsler hürriyetine kavu ştuğu zaman âlem<br />

dağılacak ve şekilden mahrum olan ilk haline dönecektir'.<br />

Materyalistlere gelince Gazzall bunlar ı felsefeyle me şgul olan<br />

üç büyük guruptan biri olarak göstermektedir. Bunlara Dehriler de<br />

denir. Gazzall Dehrilerin Tanr ı'y ı inkâr ettiklerini yazmaktad ır 8 .<br />

İbn al-Cevzi ise Dehrileri Tanr ı'ya inananlar ve inanm ıyanlar<br />

diye iki guruba ay ırmıştır. Kur'an'da ise Materyalist olan Dehrilerden<br />

şöyle bahsedilmektedir: "Dediler ki bu hayat dünya hayat ım ızdan<br />

başka bir şey de ğildir. Ölüyoruz, yaşıyoruz. Bizi o sürekli zamandan<br />

başkası helâk etmez. Halbuki onlar ın buna dair de hiç bilgisi yoktur.<br />

Onlar başka değil sade öyle san ırlar" 9 .<br />

Materyalistler aras ında en tan ınmış olanlar Salih b.Abd al-Kuddus,<br />

Be şşâr b. Burd, Ebu'l-Atahiyye, İbn al-Mukaffa vard ır. Fakat<br />

üzerinde tereddüt olmadan materyalist oldu ğunu söyleyebileceğimiz<br />

dü şünür İbn ar-Ravendi'dir (Ölm. H.298 /M.91 o). İbn _ ar-Ravendi<br />

başlangıçta Mutezile mezhebine girmi şti. Daha sonra Rafizili ği kabul<br />

etti. En sonra da bütün din ve mezheblere kar şı ç ıktı. Kur'an' ın<br />

belagatını inkâr etmek sap ıklığına dü ştü. Ona göre insan ak ıl ile gerçeği<br />

bulabilir. Peygamberler sihir ve t ılsımları mucize olarak gösteren<br />

kimselerdir. Kur'an Arapça indi ğine göre onun belagat ım başka dille<br />

konu şan , milletler anlayamaz. Bu sebeple de onu vahiy mahsülü olarak<br />

kabul etmek güçtür. Mutezileden Al-Hayyat (ölm. H.290 /M. gol)<br />

İbn ar-Ravendi'nin bu gibi sap ık fikirlerini Kitab al- İntisar adl ı eseri<br />

ile çürütmeğe çal ışmıştır.<br />

Islam âleminde önemli fikir hareketlerinde bulunan bir gurup da<br />

Batmilerdir. Batiniler büyük bir olas ılıkla Hicri II. asr ın sonlarına<br />

7 Bak. Ord. Prof. Hilmi Ziya Ihken, Islâm Felsefesi, s. 34-42; al-K ıfti, Kitâb Ihbâr<br />

al-Ulamâ bi-Ahbâr al-Hukemâ s. 178-184, M ıs ır; Vefeyat al-A'yan c. IV, s. 244-247, al-<br />

Kahire 1948; ar-Razi, Resail Felsefiye, c. I, s. 179-197, 220-222, 292-293, M ısır 1939.<br />

8 Bak. Gazzali al-Munkiz MM ad-Dalal, s. 71, Suriye 1956.<br />

9 Bak. al-Casiye, âyet 24.<br />

11


doğru türemi şlerdir. İran asıll ı olan Meymun b. Deysan ile Abdullah<br />

b. Meymun al-Kaddah müslümanlardan öc almak amac ıyla Bâtinilik<br />

örgütünü kurmu şlard ır. Bunlar Hz. Ali ve evlatlarma mensup olduklarını<br />

ileri sürerek kültürsüz birçok kimseleri kand ırmay ı başarmışlardır.<br />

Bât ıniler nasslar ın zâhirine de ğil deriıni anlamlar ına göre hareket<br />

etmek gerekti ğini ileri sürmü şlerdir. Bâtınilere göre her zâhirin<br />

bir bât ını vard ır. Bu bât ıni anlamlar ı da ancak masum bir imam bilir.<br />

O halde ak ıl ve dü şünceye göre de ğil, böyle bir masum imam ın emirlerine<br />

göre hareket etmek gereklidir. Bât ıniler gerek tevil yolu ile ve<br />

gerekse sava şla birçok fitnelerin nedeni olmu şlard ır.<br />

Islam âleminde önemli fikir hareketlerinde bulunan bir gurup da<br />

Kelâmc ılard ır. Kelâmc ılar Islamiyeti yabanc ı ve sap ık kültürlere<br />

kar şı ak ıl ve nakil yolu ile savunmak amac ı ile ortaya ç ıkmışlard ır.<br />

Bunlardan Mutezile akla çok önem vermi ştir. Eş'ari ve Maturidi<br />

ise ehli sünnetin inanç sorunlar ını sistemle ştirmi şlerdir.<br />

İslamda fikir hareketleri aras ında önemli bir rol oynayan bir<br />

gurup da mutasavv ıflard ır. Tasavvuf Peygamberimiz zaman ında sistem<br />

haline gelmemi şti. Mutasavvıflar Hicri II. yüzy ılın II. yar ıs ında<br />

ortaya ç ıknn şlardır. Ilk mutasavv ıflar hal ve kalp ehli idiler. Şeyhlik<br />

iddiasında bulunmam ışlard ır. Zühdde ve ilimde ileri giderek Allah' ın<br />

rızas ını kazanmay ı dü şünmü şlerdir. Fakat yüzy ıllar geçtikçe bunlar<br />

aras ına taklitçiler kar ışmışlard ır. Gerçek mutasavv ıflar ahlak temizligine,<br />

insan sevgisine ve ruhi inceli ğe önem vermi şlerdir. Muhasibi,<br />

Cüneyt, Bayazit Bistami, Sibli, Hallac, Gazzali, Ebu Talib al-Mekki,<br />

Kuşeyri ve Suhraverdi gibi birçok seçkin kimseler islam tasavvufunda<br />

önemli bir yer tutarlar. Özellikle Ku şeyri, Gazzali ve Suhraverdi<br />

tasavvufla ehli sünnetin kayna şmas ına hizmet etmi şlerdir. Daha<br />

sonraki yüzyıllarda taklitçiler ço ğalmakla beraber Muhyiddin b.Arabi<br />

Mevlana ve Yunus Emre gibi büyük mutasavv ıflar da yeti şmiştir.<br />

Görülüyorki İslam dü şüncesinde önemli rol oynayan birçok kimseler<br />

gelip geçmi ştir. Kur'an'da hikmet ve ak ıl yolunu gösteren birçok<br />

ayetler vard ır. Yüce Allah hikmet sahiplerini ö ğmü ş ve insanlar ı<br />

daima dü şünmeğe ça ğırmıştır. Ak ıl ve nakle beraberce önem verilmesini<br />

Peygamberimiz ve büyük islam dü şünürleri de tavsiye etmi ş-<br />

lerdir. İşte islam felsefesinin amac ı da Kur'an'a ve akla dayanarak<br />

islâmiyetin felsefesini ortaya koymak olmu ştur.<br />

12


KİNDİ VE FELSEFESİ<br />

Ebû Yûsuf Ya'kub b. İshak al-Kindi Küfe'de H. 185/M. 796<br />

yılında doğdu. "Arap filozofu" lâkabiyle ün yapm ıştır. Cenubi Arabistan<br />

araplar ının neslinden geldi ği söylenir. Nesebi, Ya'rûb b. Kahtân'a<br />

kadar ula ştırılır. Babas ı İshak b. as-Sabbâh' ın Halife Mehdi<br />

ar-Re şid zaman ında Kûfe'de emirlik yapt ığı söylenir. Bir diğer rivayete<br />

göre de babas ı Basra valisiydi. Her ne olursa olsun al-Kindl'nin<br />

aristokrat bir aileye mensup oldu ğu anlaşılmaktad ır.<br />

Hatta Tabakât al-Umem yazar ı Sâid b. Ahmed al-Endelüs1 (Ölm.<br />

H. 462 /M. ı o69)'nin dedi ğine göre Kindl'nin dedelerinden al-E ş'as<br />

b. Kays, Hz. Muhammed'in Ashab' ından idi. Bu zat daha önce Kinde'de<br />

k ırallık yapmıştır. al-A' şâ bu k ıralı bir k ıt'al ık şiiri ile öğmü ştü J.<br />

Kindi'nin Bağdad'da yeti ştiği bilinmektedir. Yunan, İran ve<br />

Hint felsefesini iyi bildiği söylenir. Esasen t ıp, felsefe, mant ık, hesap,<br />

geometri, musiki, astronomi ve simya tahsili yapm ıştı '.<br />

Ayrıca Kindi yabanc ı dilde yaz ılmış birçok kitaplann arapçaya<br />

çevrilmesi faaliyetine de kat ılmıştı . Hattâ İbn Ebi Useybi'a'nın,<br />

Kitâb al-Müzakerât yazar ı Ebû Ma' şer'e atfen bildirdi ğine göre al-<br />

Kindi şu 4 büyük mütercimden biridir. Huneyn b. İshak (Ölm. H.<br />

26o /M. 873), Ya'kûb b. İshak al-Kindi (01m. H. 252 /M. 866),<br />

Sabit b. Kurre al-Harrâni (Ölm. H. 288/M. goo), Omer b. al-Farruhan<br />

at-Taberi (Ölm. H. 200 /M. 8 ı 5) 3 .<br />

Kindi felsefi birçok kitaplar ı tercüme etmekle yetinmemi ş, onları<br />

aç ıklamak için de emek harcam ıştır. Arapçaya ba şkalar ının çevir-<br />

1 Bak. Ebül-Kâs ım Sâid b. Ahmed al-Endelftsi, Tabakât al-Umem, s. 81, Matbaat<br />

as-Saâde, M ıs ır.<br />

2 Bak. Cemâl ad-Din Ebu'l-Hasan Kitâb Ihbâr al-Ulemâ bi-Ahbâr al-Hukema,<br />

s. 241, M ıs ır 1326; İbn Culcul, Tabakât al-Etibbâ Va'l-Hukemâ, s. 73, al-Kâhire<br />

1955.<br />

3 Bak. İbn EbI Useybia, Uyan al-Enba fî Tabakât al-Etibbâ, c. II, s. 179, Beyrut<br />

1376/1956.<br />

13


diği kitapların güç yerlerini aç ıklamak için de zihin yormu ştur. Esasen<br />

onun, tercümelere çok önem veren Halife al-Me'mûr ı (hilafeti H.<br />

198-218 M. 813-833) ve Halife al-Mn'tasun (H. 218-227 /M. 833-842)<br />

yan ında itibara mazhar oldu ğu bilinmektedir Hattâ Kindrnin<br />

Me'mûn (Ölm. H 218 /M. 833) gibi Mu'tezile mezhebini benimsedi ği<br />

söylenir.<br />

Kindi yüzden fazla eser b ırakarak H. 252 /M. 866 y ılının sonuna<br />

doğru hayata gözlerini yumdu. Bununla beraber Kindrnin ölüm y ılı<br />

olarak çe şitli tarihler verilmi ştir. Louis Massignon onun H. 246 /M.<br />

86o yılında, Henri Corbin 5 ve Nallino H. 26o /M. 873 y ılında ve<br />

Brockelmann da H. 256 /M. 869 y ılından sonra öldüğünü kaydetmi<br />

ştir 6. Fakat Taberi bizzat Tarih'inde Kindrnin H. 248 /M. 862<br />

yılında hayatta oldu ğunu söylemi ştir. Kindi ise Risâle fi Melik al-Arab<br />

adl ı eserinde. H. 252 /M. 866 y ılında vuku bulan al-Halife al-Musta'in'in<br />

ölümü olay ından bahsetmi ştir. Câh ız ise Kitab al-Buhalâ'<br />

sında Kindi' den söz ederken mazi sigas ı kullanmıştır. Kitâb al-Buhalâ'n<br />

ın H. 253 /. M867 y ılında yaz ıldığı tahmin edilmektedir. Bu tarihten<br />

önce ise Kindi ölmü ştür. Çünkü sözü geçen eserin ifadesinde ölü<br />

Kindi' den bahsedildi ği anla şılmaktad ır. Bu duruma göre Kindrnin<br />

H. 253/M. 867 yılından az önce yani H. 252 /M. 866 y ılı sonlarına<br />

doğru öldüğü akla uygundur.<br />

Kindi ve Felsefe :<br />

Bu konuda Kindrnin bizi ayd ınlatan güzel bir risalesi bas ılmış<br />

bulunmaktadır. Bu risale "Kitâb al-Kindi ila'l-Mu'tas ım Billah frl-<br />

Felsefet al-Ulâ" ad ını ta şımaktad ır. Kindi sözü geçen eserinde insanların<br />

mesleğinin en şereflisinin felsefe ile u ğraşmak olduğunu kaydediyor<br />

ve bize felsefenin şöyle bir tarifini veriyor: "Felsefe insan ın<br />

takati nisbetinde e şyayı gerçekleriyle bilmesidir. Çünkü filozofun<br />

ilimde amac ı gerçeği bulmaktır, fiilde amac ı ise gerçeği yapmaktır"'.<br />

Kindi, Risâle fi Hudûd al-E şyâ'da eski Yunan filozoflar ındai ı<br />

naklen filozofun ve felsefenin ba şka tariflerini de vermektedir:<br />

4 Bak. Hannal-Fahûri ve Halil al-Cerr, Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 63,<br />

Dar al-Maarif bask ıs ı, Beyrut.<br />

5 Bak. Henry Corbin, Histoire de la Philosophie Islamique, c. I, s. 218, Gallimard<br />

bask ıs ı, Paris.<br />

6 Bak. Muhammed Abd al-Hadi Ebû Ride, Resail al-Kindi al-Felsefiyye, Önsöz,<br />

s. 5-6, Mıs ır 1369/1950.<br />

7 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s. 97.<br />

14


Felsefe " " hikmet sevgisi demektir. " filosof<br />

kelimesi " " filosofya kelimesinin k ısaltılmış şekli olan birle<br />

şik bir isimdir. "Filos" seven veya dost, "sofya" da hikmet anlam ına<br />

gelmektedir. Filosofya hikmeti seven demektir.<br />

Kindi fiil cihetinden felsefeyi şöyle tarif ediyor: "Felsefe insan ın<br />

gücü nisbetinde Allah teâlan ın fiillerinin benzerini yapmas ıd ır".<br />

Kindi Yunan filozoflar ına dayanarak verdi ği bu tarifle insan ın fazilet<br />

cihetinden olgunla şmas ını kasdetmi ştir.<br />

Kindrnin kudama ad ını verdiği Yunan filozoflar ından naklen<br />

yaptığı diğer tariflere gelince:<br />

"Felsefe ölmeğe çalışmaktır". Ancak ölümün iki anlam ı vard ır:<br />

— Tabii ölüm. Bu ruhun bedeni kullanmay ı terketmesidir.<br />

2 — Şehvetlerin terkedilmesi demek olan ölüm. "Felsefe ölme ğe<br />

çal ışmaktır" diye tan ımlan ırken de bu ikinci anlamdaki ölüm kasdedilmiştir.<br />

Çünkü şehvetlerin öldürülmesi, fazilete giden yoldur. Bu<br />

sebepledir ki eskiler şehvete dayanan lezzeti şer saym ışlardır. Nefsin<br />

hissi ve akli olmak üzere iki yönü vard ır. İnsan ın hissi lezzetlerle<br />

uğraşmas ı, aklı kullanmas ını önler.<br />

Felsefe "san'atlar ın san'atı ve hikmetlerin hikmeti" diye de tarif<br />

edilmiştir.<br />

Diğer bir tarife göre ise "felsefe insan ın kendi nefsini bilmesidir".<br />

Meselâ varlıklar genel olarak ikiye ayr ılırlar: Cisim olanlar. 2) Cisim<br />

olmıyanlar. Cisim olm ıyanlar da ya cevherlerdir veya arazlard ır.<br />

İnsan ise cisim, nefs ve arazlardan meydana gelmi ştir. Nefs cisim<br />

değil, cevherdir. İnsan kendi zat ın bildiği zaman arazlariyle cismini<br />

ve cisim olm ıyan cevherini de bilir. O halde insan kendini tan ıyınca<br />

bütün külliyi de bilir. İnsanın bu özelliğinden dolay ı ona en küçük<br />

âlem de denmi ştir.<br />

Bir diğer tarife göre ise "felsefe insan ın gücü nisbetinde külll ve<br />

sonsuz şeylerin varl ığını, nas ıl ve nice oldu ğunu ve sebeplerini bilmesidir"<br />

8 .<br />

Kindrye göre felsefenin en şereflisi ve en yükse ği al-felsefet alula'd<br />

ır. Bu da her gerçe ğin sebebi olan ilk Hakk' ın ilmidir.<br />

8 Bak. al-Kindi, Risâle fi Hudtiel al-E şyâ ve Rusûmiha, Resâil al-Kindi al-Felsefiyye<br />

içinde, e. I, s. 172-174.<br />

15


Binaenaleyh en şerefli ve olgun filozof; en şerefli ilme sahip olan<br />

kimse olmal ıd ır. Sebebin ilmi müsebbebin ilminden daha şereflidir.<br />

Yahut illetin ilmi malülun ilminden daha şereflidir. Çünkü biz bir<br />

şeyin illetinin ilmini bildi ğimiz takdirde, o şeyi tam bir ilimle bilmi ş<br />

oluruz.<br />

Kindrye göre ilmi matlablar dörttür. Yani kendisiyle ilim istenecek<br />

4 soru vard ır:<br />

— Hel ( L).=,). Bu, bir şeyin mevcut olup olmadığını öğrenmek<br />

için kullan ıl ır.<br />

2 — Ma (I.). Bu soru bir şeyin mahiyetini, ne oldu ğunu ve<br />

cinsini anlamak için i şe yarar.<br />

3 — Eyy (,,51). Bu soru da bir şeyin cinsler aras ında hangi fasla<br />

ait olduğunu gösterir.<br />

4 — Lime q). Bu da bir şeyin gayesini aç ıklamak için kullan<br />

ılır.<br />

Gerçekte ilk illetin ilmi diye tan ımlanan şey ilk felsefe (al-felsefet<br />

al-ula)'cl ır. Çünkü diğer bütün felsefe, ilk felsefede bulunmaktadır.<br />

İlk illet şeref ve cinsde önde gelir. Ilmi teselsül bak ımından tertipde<br />

ve zaman ın illeti olmas ı sebebiyle zamanda da önce gelir.<br />

Kindi gerçek nereden gelirse gelsin kabul edilmesi gerekti ğini<br />

belirtmi ştir. Felsefi gerçekler bir dü şman tarafından ortaya at ılsa da<br />

benimsenmelidir. Çünkü gerçek aray ıc ı s ı için gerçekten daha üstün<br />

bir şey yoktur. Gerçe ği noksan görmek ve ona inanan' küçültmek<br />

gerekmez 9 .<br />

Kindrnin ifadesine göre e şyayı hakikatleriyle bilmek demek<br />

olan felsefede ilmu'r-rububiyye, ilmu'l-vandaniyye ve ilmu'l-fazilet<br />

(ilahi, tevhidi ve ahlaki ilim) vard ır. Hz Muhammed en faydal ı ilmi<br />

ve onun metodunu, bütün zararl ı şeylerden kaç ınmayı ve onlardan<br />

korunmayı be şeriyete bildirdi". Bütün Peygamberler, Allah' ın bir<br />

ve gerçek Tanr ı olduğunu teyit etmi şlerdir. O Yüce Tanr ı'yı raz ı etmenin<br />

yollar ını bildirmişlerdir. Kötülükleri de yasaklam ışlard ır.<br />

O halde bütün manevi ve maddi gerçekleri içine alan felsefeye<br />

kötü gözle bakmamak gerekir.<br />

16<br />

9 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, 101-103.<br />

10 Bak. Ayn ı eser, c. I, s. 104.


Kindi'nin böylece din ile felsefeyi uzla ştırmak istedi ğine tan ık<br />

oluyoruz. O hem dinin, hem felsefenin hakikatin ilmi oldu ğunu<br />

gösteriyor. Ayr ıca Mu'tezile gibi akl ın dine muhalif olmad ığı gerçeğine<br />

dokunuyor. Mu'tas ım' ın oğlu Ahmed'e yazdığı Risale'de Hz.<br />

Muhammed'in getirdiği vahye dayanan bilgilerin akli ölçülere uygun<br />

olduğunu belirtiyor ". Bu gerçe ği yani dinle aklın uzla ştığını, ancak<br />

akıldan yüz çevirip cehalete dalanlar ın inkâr edebileceğini kaydediyor.<br />

Ona göre felsefeyi inkâr eden hakikati inkâr etmi ş olur 12.<br />

Kindi felsefi ilimleri herkesin ö ğrenmesinde bir sak ınca görmüyor.<br />

Felsefeye dü şman olanlar ı susturmak için şu ikna edici aç ıklamada<br />

bulunuyor:<br />

Onlar ya felsefe ö ğrenmek gereklidir derler veya bunun aksini<br />

ileri sürerler. E ğer felsefeyi gerekli bulurlarsa onu istemeleri ve ö ğrenmeleri<br />

gerekir ki o zaman ihtilaf kalkm ış olur. Eğer felsefe gerekli<br />

değildir derlerse, o zaman bunu isbat etmek ve delil göstermek onlara<br />

düşer. Böyle bir isbat yoluna saparlarsa arad ıkları delilleri ancak<br />

felsefede bulacaklard ır. Çünkü felsefe şeyleri hakikatleriyle bilmek<br />

demektir.<br />

Kindi, Kur'an' ın baz ı âyetleriyle felsefi baz ı hususlar ın aras ında<br />

çelişme olduğunu söyliyenlere de tevil yolunu tavsiye ediyor. Ona<br />

göre arapça ibarelerin hakiki ve mecazi olmak üzere iki anlam ı bulunmaktad<br />

ır. Kur'an'daki baz ı ayetlerde mecazi anlamlar vard ır.<br />

Bunu din ve ak ıl sahibi mütefekkir ki şiler tevil ile anl ıyabilirler. Mesela,<br />

Kindi, secde ve taat Allah' ın büyüklüğünü ve onun emrine uymay ı<br />

ifade eder der.<br />

Eğer peygamberlerin ilimleriyle, felsefecilerin ilimleri aras ında<br />

fark vard ır denirse, bu fark metot, kaynak ve özellikler cihetindendir.<br />

Amaç cihetinden de ğildir. Peygamberlerin ilimleri ilahi bir fiille has ıl<br />

olmu ştur. Bu ilahi fiil onların nefslerini temizler ve ilimleri kabule<br />

hazırlar. Onlar ın ilimleri tabiat kanunu haricinde anla şılmaz bir yolla<br />

hasıl olur. Fakat gerek peygamberlerin ve gerekse filozoflar ın amac ı<br />

gerçeği aramak ve anlatmakt ır.<br />

Kindi insan ın iki özelliği üzerinde de durmu ştur..Insan ın maddeye<br />

dayanan bir hissi yönü ve bir de mücerred olan akli yönü vard ır.<br />

Insanın maddeye dayanan hissi yönü, tabiattan çok insana yak ın<br />

11 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s. 244.<br />

12 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 70.<br />

17


olan bir özelliktir. Duyular yoluyla has ıl olan idrak tabiatta de ğil,<br />

bizzat insanda meydana gelir.<br />

Kindi burada tabiat sözüyle e şyan ın hakikatini kasdetmektedir.<br />

İnsan nefsinde meydana gelen idrak, sabit de ğildir. Kindrnin bu<br />

düşüncesi adeta Herakleitos'un her şeyin devaml ı olarak de ğiştiği<br />

iddiasını hatırlatmaktad ır ".<br />

İnsan ın diğer özelli ği mücerred ve aklidir. Bu özellik tabiata<br />

yani eşyan ın hakikatine daha yak ınd ır. Bu, insan ın idrak etti ğini bilmesi<br />

ve dü şünmesidir.<br />

Kindi her konunun özel bir metodu oldu ğu kanısındadır. Mesela<br />

riyazi metodu e şyamn hakikati için kullananlar yan ılırlar.<br />

Kindi'ye göre insan riyaziyeyi ö ğrenmedikçe filozof olamaz.<br />

Kendisi bizzat riyaziyeyi ö ğrenmi ş ve onu tababette kullanm ıştır.<br />

Özellikle ilaç yapmakta ve musikide matematikten istifadeye çal ışmışt<br />

ır. Mesela ilaç yapmakta s ıcakl ık, soğukluk, rutubet ve kurulu ğun<br />

nisbetlerinin önemi büyüktür.<br />

Cardan, Kindryi, ihsasat ve konular ı aras ındaki tenasüp fikrine<br />

önem vermesinden dolay ı 12 büyük dü şünürden biri olarak vas ıf-<br />

'and ırıyor ".<br />

Kindi her şeyde burhani bilgiye ula şılamıyacağı düşüncesindedir.<br />

Çünkü burhan metodu ancak baz ı şeyler hakk ında kullanılabilir.<br />

Hem her burhan için bir burhan yoktur. Çünkü her burhan için bir<br />

isbat aran ırsa sonsuz derecede isbatlar aramak gerekir ki bu da ilmin<br />

imkans ızlığı sonucuna var ır. Riyaziyatta ikna yoktur, burhan vard ır.<br />

Demek her inceleme konusu için ba şka bir bilgi yolu vard ır ".<br />

Kindi felsefi tariflere de çok önem vermi ştir. Hattâ arap diline<br />

birçok felsefi terimleri kazand ıran o olmu ştur. O bu amaçla "Risale<br />

fi Hudûd al-E şya ve Rusûmihâ" adl ı eserini yazmıştır. Bu eserinde<br />

aç ıkladığı tariflerden baz ı örnekler verelim:<br />

al-İllet al-Ula: Yoktan icad edicidir, faildir, her şeyi tamamlar<br />

ve hareket etmez.<br />

Akıl: Basit bir cevher olup e şyayı hakikatlariyle idrak eder.<br />

18<br />

13 Herakleitos, M.Ö. VI. yüzyıl ın sonlar ına doğru Efes'de ya şamıştır.<br />

14 Bak. De Boer, Tarih al-Felsefe s. 142-143, Kahire 1954.<br />

15 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye c. I, 86-87,112.


Nefs: Hayat ı kabule müsait tabiat ın buutlar ının tarrıamlayıc ı-<br />

sıdır.<br />

Diğer bir tarife göre nefs: Kuvve ile hayata sahip tabii cismin<br />

tamamlayıc ısıdır ".<br />

Tabiat: Hareketten hareketin ve hareketten sükünun ba şlamasıd<br />

ır. Nefsin kuvvetlerinin ilkidir.<br />

Cirm: Üç buudu olan şeydir.<br />

İbda: Yokluktan bir şeyi izhar etmektir.<br />

Heyula: Suretleri ta şımak için vaz'edilmi ş kuvvettir. Kendinden<br />

başkas ından müteessir olur 17 .<br />

Cevher: Kendi kendine kaim olan şeydir. Kendi zat ını değiştirmiyen<br />

arazlar ı ta şır. Vas ıflanır ve fakat kendi haricinde bir şeyi<br />

vas ıflandırmaz.<br />

Kemiyet: E şitliği ve e şitsizliği kabule müsait olan şeydir.<br />

Keyfiyet: Benzeri olan ve olm ıyan şeydir.<br />

Hareket: Zat ın halinin değişmesidir.<br />

Zaman: Hareketin tayin etti ği süredir. Cüzleri sabit de ğildir.<br />

Ba şka deyimle zaman, hareketin say ısıdır.<br />

Mekan: Cismin sonudur. ihata edenin ve ihata edilenin ufki<br />

olarak birle ştikleri yüzeydir ".<br />

Kindrnin bu gibi felsefi istilahlara dair daha birçok tarifleri<br />

vard ır.<br />

Kindi ve Tabiat Felsefesi<br />

Kindrnin tabiat felsefesinden bahseden baz ı eserleri bas ılmıştır.<br />

Bu eserler aras ında özellikle şu risaleler önemlidir: Risâle ila Ahmed<br />

16 Seyyid Şerif ise nefsi şöyle tarif ediyor: Nefs iradi hareketi, hissi ve hayat kuvvetini<br />

taşıyan lâtif ve görünmiyen bir cevherdir. Yahut nefs canl ıya ait ruhtur. Bedene ışık tutar.<br />

Ölüm halinde bedenin hem bâtim ile, hem de zâhiri ile ilgisi kesilir. Uyku halinde ise bedenin<br />

zahiri ile ilgisi kesilir ve fakat bât ımn ilgisi devam eder. (Bak. Seyyid Şerif, Tarifât, s. 164,<br />

Istanbul 1327).<br />

17 Seyyid Şerif'e göre heyula, as ıl ve madde demektir. Heyula cisimde bir cevherdir<br />

ki bu cevher cisme âr ız olan birleşme ve ayr ılmayı kabul eder. Cismi şeklin mahallidir (Seyyid<br />

Şerif, an ılan eser, s. 174.)<br />

18 Bu tarifler için bak ınız : Risâlet al-Kindi fi Hudûd al-E şya ve Rusûmihâ, Resâil<br />

al-Kindi al-Felsefiye, içinde, c. I s. 163-173.<br />

19


. Muhammed al-Horasani fi Izah Tenahi Cirm al- :Mem, Risâle<br />

fi Mâiyyet Mâ La Yumkin En Yekûne La Nihâyete Leh Ve Ma'llezi<br />

Yukal la Nihâyete Leh, Risâle ila Ali b.al-Cehm fi Vandâniyyet<br />

Allah Ve Tenahi Cirm Risâle fi'l-ibane an'il-Illet al-Fâile<br />

al-Karibe li-l-Kevn Va'l-Fesad, Risâle ila Ahmed b. al-Mu'tas ım<br />

fil-ibane an Sucûd al-Cirm al-Aksa Ve Tâatihi li-llah Azze Ve Celle,<br />

Risâle fi Ennehu Tûcedu Cevahir la Ecsâm, Risâle frl-Cavahir al-<br />

Hamse, Risâle fil-Ibane An Tabiat al-Felek Muhâlife li-Tabâi'<br />

al-Anas ır.<br />

Kindi tabiat felsefesinde hem Aristo'nun, hem de Eflatun'un<br />

yolunu izlemi ştir. Daha do ğrusu her iki filozofun görü şlerini birle ş-<br />

tirme ğe çal ışmıştır.<br />

Kindi varlığın en yüksek bir illeti oldu ğuna inanmıştır. Bu illet<br />

de Allah tealad ır. Alemi yaratan, düzenliyen, yöneten ve baz ı şeyleri<br />

diğer baz ılarının sebebi yapan Allah't ır. Çünkü Allah kainat ı yoktan izhar<br />

etmi ştir. Böylece al-Kindi, Alemin k ıdemi tezine kar şı olmu ştur 19.<br />

Kindi, Aristo gibi var olan her şeyin 4 sebebe dayand ığını kaydediyor:<br />

ı ) maddi illet (cause mat&ielle). 2) Suveri illet (cause<br />

formelle). 3) Fail illet (cause motrice). 4) Gai illet (cause finale).<br />

Fakat bu sebepleri de düzenliyen müteali bir ilk prensip de mevcuttur.<br />

Kindi var olan her şeyin var olu şunu, fesada u ğrıyan her şeyin yok<br />

olu şunu İlk İlletin yaptığı sonucuna var ıyor. Onun ilk illet diye bahsettiği<br />

fail sebeb Allah tealad ır. Allah illetlerin illetidir.<br />

Kindi bu ilk illetten ba şka dört unsur vas ıtasiyle kevn ve fesada<br />

tesir eden yak ın illetlerden bahsetmektedir. Bu illetler semavi şah ıslardır<br />

yani y ıldızlard ır. Kevn ve fesad ay alt ı Meme mahsustur.<br />

Kindrye göre Mem genel olarak ikiye ayr ıl ır:<br />

— Arzdan aya kadar olan Mem. 4 unsurla yani ate ş, hava,<br />

su ve toprakla ve bunlar ın birle şimi ile dolu olan Mem budur. Bu<br />

unsurlar ın z ıt keyfiyetleri vard ır. S ıcakl ık, soğukluk, ya şlık ve kuruluk<br />

bu keyfiyetlerdendir.<br />

Ay alt ı 'Mem olu şlar ın, da ğılışlarm ve de ğişmelerin cereyan etti ği<br />

âlemdir. Şu kadar var ki unsurlar ın tamam ında değişiklik olmaz.<br />

Bilâkis baz ı cüzlerinde değişme olur. Unsurlardan meydana gelen<br />

canl ı, hassas ve hareketli mürekkep cisimlere gelince bunlar zat iti-<br />

19 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, e. II, s. 73.<br />

20


ariyle kevn ve fesada müsaittirler. Fakat nevileri itibariyle mukadder<br />

bir müddete kadar devam ederler.<br />

2 — Diğer âlem ay ın feleğinden bütün âlemlerin sonuna kadar<br />

uzanan k ıs ımd ır. Bu ay fele ği ötesi alemde kevn ve fesad kanunlar ı<br />

yoktur. Çünkü orada keyfiyetler bulunmaz. Yani ay fele ği ötesi<br />

alemde s ıcakl ık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk yoktur. Bunlar ın kayna ğı<br />

olan unsurlar da mevcut de ğildir.<br />

Kindi'ye göre kainat ın ortas ında arz vard ır. Merkezi sabit olan<br />

arz küresinde nesiller bulunur. Arz ı su küresi ihata eder. Bunu da<br />

hava küresi kaplar. Daha sonra ate ş küresi gelir 20 .<br />

Böylece arz ın toprağı, merkeze en yak ın olan unsurdur. Onu<br />

su takip eder. Sonra hava, daha sonra da ate ş bulunur.<br />

Ay alt/ alemde bulunan unsurlar do ğru hareketle hareket ederler.<br />

Ya merkezden harice do ğru veya hariçten merkeze do ğru hareket<br />

yaparlar. Feleklerin hareketi ise dairevidir. Onlar âlemin merkezi<br />

olan sabit nokta etrafında dönerler.<br />

Bir şeyin hareketi tabiat ve terkibine göre olur. Çünkü basit<br />

hareketler, basit cisimler içindir. Mürekkep hareketler, mürekkep<br />

cisimler içindir. Mürekkep cismin hareketi kendi terkibindeki galip<br />

unsura göredir. Şüphesiz ki hareketi çe şitli olan şeylerin tabiatleri de<br />

çeşitlidir.<br />

Kindi, en uzak fele ği (al-felek al-aksa), orada ecram bulundu ğu<br />

için kain, ya şıyan, konu şan ve seçen diye vasifland ırıyor. Onu şehvet<br />

ve öfkeden uzak, süfli âleme etki yapan müteharrik bir canl ı kabul<br />

ediyor".<br />

Kindi yüksek şah ıslar olarak kabul etti ği feleki ecram ın görme<br />

ve işitme duyusunun oldu ğuna inan ıyor.<br />

Kindi en uzak felekten sonra ne bo şluk, ne de mekan vard ır<br />

diyor. Yani bo ş mekan ın ve cisimle dolu mekan ın bulunmad ığını söylüyor.<br />

Çünkü mekan ın bulunmas ı için mütemekkinin de bulunmas ı<br />

laz ımdır.<br />

Kindi maddi olanı ve olmıyanı şöyle aç ıklıyor:<br />

20 Bak. Risâle ilâ Ahmed b. al-Mu'tas ım fi Enne'l-Anâs ır Va'l-Cirm al-Aksâ Kuriyet<br />

as- Şekl, Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. II, içinde, s. 48-53.<br />

21 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, s. 59-60.<br />

21


Heyuladan ayr ılmayan şeyler cismaniyatt ır. Heyula ile ilgisi<br />

olmıyan şeyler ise ilâhiyatt ır.<br />

Baz ı şeyler bütün maddelerde mevcut de ğildir. Bunlar semavi<br />

veya ulvi olan şeylerdir. Yıldızlar ve felekle ilgili hususlar gibi. Baz ı<br />

şeyler ise bütün maddelerde mevcuttur. Bu gibi şeyler kevn ve fesad ı<br />

ilgilendirir. Kevn ve fesatla ilgili şeylerin baz ıları arz ın içinde olur.<br />

Baz ıları arz ın yüzeyinde olur. Diğer bir k ısmı da arz ın üstünde olur.<br />

Arz ın içindekilere madenler, yüzeyindekilere hayvanlar ve üstündekilere<br />

de yağmur, bulut, şimşek ve hava ile ilgili di ğer hususlar misal<br />

olarak gösterilebilir.<br />

Her maddi olanda " bulunan özellikler be ştir:<br />

I) Heyula. 2) Suret. 3) Mekan. 4) Hareket. 5) Zaman.<br />

Maddi olan her şeyde heyula yani onun yap ıldığı madde mevcuttur.<br />

Bu şeyin görülen bir şekli yani sureti de bulunur. Ayr ıca bu<br />

şeyin tuttu ğu bir yeri (mekan) ve k ıvamını sağlıyan hareketi vard ır.<br />

Bir mekândan diğer bir mekâna hareket ise zaman ın da bulunmas ını<br />

icap ettirir ".<br />

Bu beş özellikten bir varl ığın mevcudiyetini meydana getirenler<br />

ise heyula ve surettir. Şimdi sırasiyle bu be ş özelliği Kindrnin anlayışına<br />

göre aç ıklıyahm'.<br />

— Heyula:<br />

Heyula kabul eden ve fakat kabul edilmiyen, tutan ve fakat<br />

tutulm ıyan şeydir. Heyula yok oldu ğu zaman ona mugayir olan<br />

şey de yok olur. Fakat ona mugayir olan şey yok olduğu zaman, o yok<br />

olmaz. Her şeyin heyulas ı vard ır. O, yokluk hariç, z ıtları kabul eder.<br />

2 — Suret:<br />

Suretin çe şitli anlamlar ı vard ır. Burada söz konusu olan suret<br />

her cisimde bulunan basit cevherdir. Basit heyulada bir kuvve vard ır<br />

ki eşya bu kuvve ile heyuladan meydana gelir. Bundan da anla şılıyor<br />

ki suret bilkuvve mevcuttur. Mesela s ıcaklık ve kurulu ğun birleşmesinden<br />

ate ş meydana gelir. S ıcaklık ve kuruluk heyulad ır. Ateş<br />

22 Kindi cevher sözüyle çok defa cismi yani maddi varl ığı olanı kasdetmiştir. Bak.<br />

Resâil al-Kindi al-Felsefiye, c. II, s. 10.<br />

23 Bak. al-Kindi, Kitâb al-Cevâhir al-Hamse, Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. II<br />

içinde, s. 8-14.<br />

24 Kindi bu özellikleri aç ıklarken Aristo'nun etkisinde kalm ıştır.<br />

22


ise surettir. Burada kuvve, kuruluk ve s ıcaklığın birleşimi ile heyula<br />

dan ate şin meydana gelmesidir. O halde suretin tarifini şöyle yapmak<br />

lâz ımd ır. O öyle bir fas ıldır ki onunla şeyler diğerlerinden ay ırdedilir<br />

ve bu ay ırdetme görme ile olur.<br />

3 — Hareket:<br />

Kindi bütün âlemlerin hareket halinde oldu ğunu kaydetmi ştir".<br />

Hareket konusunda da Aristo'dan çok müteessir olmu ştur. Kitâb al-<br />

Cevâhir al-Hamse adl ı eserinde Kindi, hareketi alt ıya ayırıyor:<br />

Kevn (var olma), fesad (yok olma), istihale (de ğişme), rubuv (artma),<br />

izmihlal (azalma) ve intikal (yer de ğiştirme) hareketleri.<br />

Kevn ve fesad hareketleri cisimler hakk ında var ve yok olma<br />

bak ımından varittir.<br />

Rubuv ve izmihlal hareketi cisimlerin kemiyetini<br />

Meselâ bir cismin uzunlu ğu 9 metre iken, 'o metre olursa buradaki<br />

hareket rubuv hareketidir. Bir şeyin baz ı cüzlerinin eksilmesiyle meydana<br />

gelen hareket, izmihlal hareketidir.<br />

tstihale hareketi bir şeyin keyfiyeti ile ilgilidir. Beyaz bir şey<br />

siyah olursa, yahut so ğuk bir şey sıcak olursa bu hareket istihale<br />

hareketidir.<br />

intikal hareketi ise iki k ıs ımdır:<br />

) Dairevi hareket. 2) Mustakim (do ğru, düz) hareket.<br />

Dairevi hareket de ikiye ayr ılır:<br />

— Hareket edenin yeri de ğişmez ve fakat cüzlerinin yeri de ğişir.<br />

Bu cüzler merkez etrafında döner. Mesela. fele ğin hareketi gibi.<br />

2 — Hareket edenin yeri de ği şir. Araba tekerle ğinin hareketi<br />

gibi. Bu hareket gerçekte dairevi ve mustakim hareketten meydana<br />

gelmi ş mürekkep bir harekettir. Do ğru hareket, sa ğa, sola, öne, arkaya,<br />

a şağıya ve yukar ıya doğru olmak üzere 6 k ısımdan ibarettir.<br />

25 Kindrnin hareket hakk ındaki görüşleri için bak ınız: Resâil al-Kindi al-Felsefiyye<br />

c. I, s. 61, 117, 204, 209; ayn ı eser, c. II, s. 22-26. Kindi hareketin s ınıflanmasında Aristo'nun<br />

etkisinde kalm ıştır. Bilindiği üzere Aristo'nun hareketi tasnifi şöyledir:<br />

1) Cevhere etki yapan hareket yani kevn ve fesat hareketi.<br />

2) Keyfiyete etki yapan hareket yani keyfiyet de ğişmesi.<br />

3) Kemiyete etki yapan hareket yani azalma ço ğalma hareketi.<br />

4) Mekanda yer değiştirme hareketi. Yer de ğiştirme hareketinin de dairevi ve<br />

düz hareket nevileri vard ır. Bu konuda bak ınız: Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Türkçeye<br />

çeviren: H. Vehbi Eralb, s. 67-68, Ist. 1949.<br />

23


4 — Mekan:<br />

Felsefeciler, mekan hakk ında anla şamamışlard ır. Baz ıs ı mekanın<br />

asla bulunmad ığını ileri sürmü ş, baz ıs ı onu cisim saymış, diğer<br />

bir kısmı da onu mevcut kabul etmi ş ve fakat cisim saymam ıştır.<br />

Kindi'ye göre ise mekan mevcuttur". Bunun isbat ına gelince:<br />

Cisim, arttığına, eksildi ğine ve hareket etti ğine göre onun kendisinden<br />

daha büyük bir şeyde bulunmas ı ve bu şey tarafından ihata edilmesi<br />

laz ımd ır. İşte cismi ihata eden bu şeye mekân denir. Daha do ğrusu<br />

mekân ihata edenle ihata edilenin ufki olarak birle ştikleri yüzeydir.<br />

Biz, boşluk gibi görünen yerde bazan havan ın bulunduğunu ve havanın<br />

bulunduğu yeri de bazan suyun i şgal ettiğini tecrübeyle biliriz.<br />

Çünkü hava ile dolu bir kap içine su girince hava ç ıkar. Fakat ihtiva<br />

edilen yüzey yani mekân oldu ğu gibi kalır. Havan ın ve suyun de ğişmesiyle<br />

bizzat mekânda bir da ğılma, bir çözülme veya de ğişiklik<br />

olmaz. O halde mekan kesin surette vard ır. Bunu hiç bir kimse inkâr<br />

edemez.<br />

Kindi mekan ın cisim olduğunu ileri sürenlere de muhalefet<br />

ediyor". Bu husustaki itiraz ve görü şlerini de şöyle aç ıklıyor: Mekân<br />

cisim olduğu takdirde, cisim cismi kabul ediyor demektir. O halde<br />

cismin hem kabul etti ğini, hem de kabul edildi ğini farzetmek gerekir.<br />

Cismin sonsuz derecede böyle olmas ı ise düşünülemez. O halde mekân<br />

cisim de ğildir. Mekan cismin nihayeti veya ihtiva edildi ği yerle<br />

birle şti ği yüzeydir. Hem bir şeyin cisim olabilmesi için o şeyin uzunluğunun,<br />

genişliğinin ve derinli ğinin bulunması laz ımdır. Bu özelliklere<br />

sahip heyulaya cisim deriz. Heyula uzunlu ğa ve geni şliğe sahip<br />

ve fakat derinlikten yoksun telâkki edildi ği vakit yüzey ad ını al ır.<br />

Heyula geni şlik ve derinlikten yoksun ve fakat uzunlu ğa malik telakki<br />

edilirse çizgi diye adland ırılır. Mekâna gelince onun uzunlu ğu, geni ş-<br />

liği ve derinli ği hep beraber mevcut de ğildir. Mekân, derinliğe sahip<br />

olmıyan ve fakat uzunlu ğu ve geni şliği bulunan bir heyulad ır yani<br />

yüzeydir. İşte mekan ı diğer varl ıklardan ay ıran özellik de budur.<br />

5 — Zaman:<br />

Zaman hakk ında da filozoflar ihtilafa dü şmüşlerdir. Baz ıları<br />

zamanı hareket saym ış, baz ıs ı da bunu reddetmi ştir.<br />

26 Kincli'nin mekân görü şü hakk ında bakınız: Kitâb al-Cevâhir al-Hamse, Resâil<br />

al-Kindi al-Felsefiyye, c. II, s. 26-32.<br />

27 Eflatun mekâm cisim saym ıştır. Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. II, s. 28.<br />

24


Bir şeyin hareketi, yaln ız kendisine mahsustur. Ayn ı şeyin hareketi,<br />

o şeyin bütün nevilerinde bulunmaz.<br />

Halbuki zaman bir neviden olan bütün şeyler hakk ında varittir.<br />

Zaman şeylerin ihtilafiyle de ğişmez. Bundan anla şılır ki zaman hareket<br />

demek de ğildir. Hareketteki h ız ve yava şlık ancak zamanla bilinir.<br />

Çünkü yava ş olan, uzun zamanda hareket edendir. H ızl ı olan da k ısa<br />

zamanda hareket edendir.<br />

Zaman mazi ve atiyi içine al ır. Fakat mazi ile ati aras ında olan<br />

yaşanılan an ın bekas ı yoktur. Çünkü an, onu dü şünmemizden önce<br />

geçip gider ve mazi olur. Bu an yaln ız ba şına zaman de ğildir. Fakat<br />

akıl ile bir andan di ğer ana kadar bir süre oldu ğunu dü şünürüz.<br />

Işte bu iki an aras ındaki bu süre zamand ır. Zaman öncelik ve sonral ık<br />

bakımından dü şünülebilen bir şeydir. O halde zaman bir nevi say ıdır.<br />

Ba şka deyimle zaman hareketin say ısıd ır.<br />

Fakat sayılar da munfas ıl ve muttas ıl olmak üzere ikiye ayr ılır.<br />

Zaman ise munfas ıl değil, muttas ıl sayıdır.<br />

Sonuç olarak diyebiliriz ki Kindi'ye göre zaman sonludur; Sonradan<br />

olmad ır; cisim ve harekete muttas ıldır; hareketin meydana<br />

getirdiği sayıdır ".<br />

Âlemin rarachlışı :<br />

Kindi, âlemin yarat ılışı hususunda hem Yeni Eflatuncular ın ve<br />

hem de Aristo'nun görü şlerinden ayr ılmıştır. Bilindiği üzere Yeni<br />

Eflâtuncular âlemin Bir'den sudur etmek suretiyle meydana geldi ğini<br />

ileri sürer. Aristo ise bu âlemin, ilk hareket ettiricisinin Tanr ı olduğunu<br />

kabul etmekle beraber, zaman itibariyle ba şlang ıc ı ve sonu bulunmadığı<br />

iddiasındad ır. Esasen ona göre madde ezelidir. Bu âlemin düzeni<br />

de maddenin Tanr ı'ya karşı şevk duymasiyle ezell bir surette kurulmuştur.<br />

Kindi ise âlemin Allah tarafından yarat ıldığını doğrulamıştır.<br />

Her şeyin yaratıc ısı Allah, hakim ve hür iradesiyle âlemi yaratm ıştır ".<br />

Ancak ilâhi irade e şyanın baz ısın ı, diğer baz ısının sebebi yapmıştır.<br />

Sonsuz sebepler zincirini kabul etmek imkâns ızd ır. Bir ilk sebebin<br />

yani Allah' ın varlığını kabul etmek aklen de vaciptir. Allah hikmeti<br />

28 Kindi'nin zaman hakk ındaki görüşleri için bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I,<br />

s. 117, 119, 121, 122, 167, 196, 205; C. II, s. 32-36.<br />

29 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye Önsözü, s. 61; G. Quadri, La Philosophie Arabe<br />

Dans L'Europe 1Wcli6 ıale, s. 66, Paris 1947; Comair, Felasifet al-Arab c. VIII al-Kindi,<br />

s. 12-14, al-Matbaat al-Katolikiyye, Beyrut.<br />

25


icab ı her şey için bir sebep yaratm ıştır ". Demek ki yarat ılmış olan<br />

her şeyin bir illeti, bir sebebi vard ır.<br />

Ancak De Boer, Kindi'ye göre yarat ılmış şeyler aras ında bir<br />

zincirleme sebebin bulundu ğunu ve buradaki sebeplerin sudur nazariyesindeki<br />

meratibi takip etti ğini söylemi ştir ". Kindi'nin "Allah<br />

her şeyi yaratm ıştır" tezini kabul ederek sudur nazariyesini güdenlerden<br />

ayr ıldığı şüphesizdir. Fakat yarat ılan şeyler aras ında en yüksek<br />

rütbeyi ak ıl, sonra nefs ve daha sonra da madde i şgal eder. En<br />

aşağıda bulunan şey, prensip itibariyle daha üstün olan ın sebebi<br />

olamaz. Çünkü malül illetin nedeni de ğildir. Ba şka bir deyimle Allah<br />

akl ın, Ak ıl nefsin, nefs insani ruhun ve feleklerin sebebi olmu ştur.<br />

Kindi'nin tezinin, Yeni-eflatuncular ın sudur nazariyesine benzemesi<br />

de bu cihettendir. Yaratma sudur demek olmad ığına göre esas itibariyle<br />

her iki görü ş aras ında derin farklar vard ır.<br />

Kindi bu âlemin hâdis oldu ğunu kabul etti ği gibi, birgün yok<br />

olacağını da doğrulamıştır. Aristo'nun maddenin Tanr ı'ya kar şı aşk<br />

duyduğu yolundaki iddias ını kabul etmemi ştir. Ona göre madde ile<br />

Allah aras ındaki ilgi, itaatla ilahi ve yarat ıcı irade aras ındaki ilgi<br />

gibidir. Ba şka deyimle cismani şeyler yarat ıc ı ve düzen verici Allah'a<br />

itaatla mükelleftir. Tabiatta abes yani sebebsiz bir şey yoktur. Her<br />

şeyde, İlahi Iradenin koydu ğu kanunlara bağlı sebebler vard ır. Demek<br />

ki kainat ın düzeni maddenin Tanr ı'ya duydu ğu a şkla değil,<br />

Allah' ın koydu ğu kanunlarla meydana gelmi ştir.<br />

Kindi, âlemin yokluktan nas ıl yarat ıldığını isbat için riyazi<br />

sağlaml ıkta baz ı mukaddimelere dayan ıyor. Bu mukaddimeler şunlard<br />

ır:<br />

dirler.<br />

— Cinsleri mü şterek olan ayn ı büyüklükteki cisimler müsavi-<br />

2 — Sonlu olan kemiyetler sonsuz olamazlar.<br />

3 — Cinsleri mü şterek olan ayn ı büyüklükteki cisimlerden birine<br />

ayn ı cinsten bir kemiyet eklenirse e şitlik bozulur. Kendisine ilave<br />

yap ılan cisim diğerinden büyük olur.<br />

4 — Bir cisimden eksilen kemiyeti sonradan ayn ı cisme ilave<br />

edersek, o cisim miktar bak ımından ilk haline eşit olur.<br />

5 — Cinsleri müşterek olan sonsuz şeylerden, birinin di ğerinden<br />

daha az olmas ı imkans ızd ır.<br />

30 Kindi'nin bu görü şüyle Mu'tezilenin yolunu izledi ğine tan ık olmaktayız.<br />

31 Bak. De Boer, Tarih al-Felsefe frl-Islâm, s. 143, Kahire 1954.<br />

26


6 — Cinsleri mü şterek olan şeylerden biri sonlu olursa, diğerleri<br />

de sonlu olur.<br />

Kindi bütün bu önermelerin bedihi surette do ğru olduğunu<br />

kabul ediyor. Ayr ıca Aristo'dan ald ığı iki prensibe önem veriyor:<br />

— Sonsuz olan bir şey bilfiil tahakkuk etmez. Yahut sonsuz<br />

olan, cisim gibi vücuda sahip olmaz.<br />

2 — Cisim, zaman ve hareket varl ık itibariyle birbirine bağlıdırlar.<br />

Birisi diğerinden önce olamaz.<br />

Bununla beraber Kindi, Aristo'nun aksine cismin ve dolay ısiyle<br />

âlemin hâdis oldu ğunu isbathyor. Bunun için de yukarda verdi ğimiz<br />

bedihi önermelerden istifade ediyor 32 ve bilfiil sonsuz cismin bulunamıyacağı<br />

esas ından hareket ederek davas ını şöyle isbatl ıyor:<br />

Eğer biz bilfiil var olan sonsuz bir cisim tasavvur edersek ve ondan<br />

mandut bir cüzü ay ırdığımız ı dü şünürsek, cismin geriye kalan ı<br />

için iki ihtimal mevcuttur:<br />

— Ya sonlu olur. Böyle oldu ğu takdirde cismin tamam ı sonlu<br />

demektir. Çünkü ayn ı cinsten cismin baz ısı sonlu ise diğer cüzleri de<br />

sonludur.<br />

2 — Yahut da cismin geriye kalan k ısmı sonsuz olur. Bu durumda<br />

cismin bu k ısmına evvelce ay ırdığımızı düşündüğümüz cüzü eklersek<br />

cisim ilk halini al ır. Yani sonsuz olur. Fakat bu durumda cismin<br />

bir cüzünün eksiltilmi ş halinden daha büyük olmas ı gerekir.<br />

Bu ise sonsuzun sonsuzdan büyük olmas ını farzettirir. Bu ise aç ık bir<br />

çeli şmedir. Çünkü ayn ı cinsten olan sonsuz iki şeyden birinin diğerinden<br />

büyük olmas ı düşünülemez. O halde bilfiil mevcut cismin sonlu<br />

olmas ı gerekir. Dolay ısiyle âlemin de sonlu olmas ı icabeder. Sonlu<br />

bir şeyin sebebi ise bizzat kendisi olamaz. Onu var eden Allah't ır".<br />

Kindi hareket ve zaman ın tarifinden de âlemin hâdis oldu ğu sonucunu<br />

çıkarıyor: Cisme mülhak veya cisimde mahmul bulunan her şey ister<br />

zaman olsun, ister hareket olsun sonludur. Çünkü âlemin cirmi yani<br />

cisim sonludur. E ğer geçmi ş hareket veya geçmi ş zaman sonsuz olsayd<br />

ı, sonsuz olan ın kuvveden fiile ç ıkmış olması lâz ım gelirdi. Bu ise<br />

imkâns ızdır.<br />

32 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, 70, 114, 188, 194, 202.<br />

33 Bak. Kitâb al-Kindi ila'l-Mu'tas ım Billah fil-Felsefet al-Ulâ, s. 115-116; Risâlet<br />

al-Kindi iM Ahmed b. Muhammed al-Horasâni, s. 191-192; Risâlet al-Kindi fi Mâiyyet<br />

Mâ La Yumkin En Yeküne La Nihâyete Leh Ve Mâ'llezi YukâlLâ Nihâyete Leh, s. 194-196.<br />

27


Diğer yandan geçmi ş hareket ve geçmi ş zamandan her biri sonsuz<br />

olsayd ı, şimdiki zamana ula şmak imkans ız olurdu. Çünkü şimdiki<br />

zamana ula şmak sonsuz farzedilen hareket veya zaman ın bilfiil tahakkuk<br />

etmesiyle mümkündür. Sonsuz olan ise, bilfiil tahakkuk edemez.<br />

O halde hareket ve zaman sonsuz de ğil, sonludur.<br />

Zaman cismin zaman ıdır. Zaman ın mustakil bir varl ığı yoktur.<br />

Hareket de cismin hareketidir. Onun da mustakil bir varl ığı yoktur.<br />

Bu alemde cisimler çe şitli değişmelere u ğrar. Hareket ise hallerin<br />

değişmesinden ibarettir. Zaman hareketin say ısıdır. O halde hareket<br />

süresi yani zaman ı olan şey için vard ır. Demek ki cisim bulundu ğu<br />

zaman hareket de vard ır. Çünkü evvelce sakin olup sonradan hareket<br />

eden Mem dü şünülemez. Zira âlem ya hâdis veya kadim farzedilebilir.<br />

Eğer âlem hâdis ise onun yokluktan varl ığa geçmesi bir harekettir.<br />

Sonradan olma ve hareket birbirinin laz ımesidir. Eğer âlemin<br />

kadim ve sakin oldu ğu ve sonradan hareket etti ği farzedilirse, bu<br />

demektir ki kadim olan de ğişikliğe uğrar. Oysaki gerçekte kadimin<br />

değişmesi imkans ızd ır.<br />

Demek ki cisim bulundu ğu zaman hareket de bulunur. Hareket<br />

de zaman ın var olmas ının asil şart ıdır. Bundan da şu sonuç ç ıkar ki<br />

cisim, hareket ve zaman beraberce var olmu ştur. Alemin cirmi yani<br />

cisim hâdis oldu ğuna göre hareket ve zaman da hâdistir.<br />

Ayrıca zaman ın sonsuz olaca ğı dü şünülemiyeceği için âlemin<br />

varlığının süresi sonludur. Yani Mem hâdistir ve sonludur<br />

Allah' ın Varlığı ve S ıfatları :<br />

Kindi çe şitli risalelerinde çe şitli delillerle Allah' ın varlığım isbat<br />

etmi ştir. Her şeyden önce Kindi hâdis olan bir şeyin sebebinin kendi<br />

zatı olam ıyacağı fikrini esas olarak alm ıştır: Alem hâdistir ve sonludur.<br />

Onun zaman bak ımından başlangıc ı vard ır. O halde her hâdis olan ın<br />

bir muhdisi vard ır. Yokluktan var olan şeyin şüphesiz ki bir yarat ıcısı<br />

mevcuttur. Bu yarat ıcı da her şeyin ilk sebebi olan Allah't ır 35 .<br />

Kindi ayrıca kesret ve vandet fikrinden hareket ederek de Allah' ın<br />

varlığını ispatlamıştır. E şyada kesret ve vandet bir arada bulunur.<br />

Vandette ve kesrette mü şterektir. Fakat bu illet e şyanın zat ının dışın-<br />

34 Bütün bu bilgiler için Bak. Resâil al-Kindi, c. I, s. 71-74, 117, 121-122, 197, 204—<br />

205, 217-218, 259; Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 75-76; Comair, al-Kindi, s. 14--15.<br />

35 Bak. Risâlet al-Kindi ilâ Ali b. al-Cehm fi Vandaniyet Allah Ve Tenâhi Cirm<br />

al-Âlem, Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s. 207; Tarih al-Felsefet al-Arabiyye c. II, s. 84.<br />

28


dad ır. Eğer vandet ve kesretin e şyada mü şterek olmas ının sebebi<br />

e şyan ın zat ında olsayd ı sonsuz derecede bilfiil bir illet için diğer bir<br />

illet laz ım gelirdi. Oysaki bir şeyin bilfiil sonsuz derecede var olmas ı<br />

mümkün değildir. O halde e şyada mü şterek vas ıf olan vandet ve<br />

kesretin sebebinin, e şyanın zatının dışında olmas ı gerekir. E şyanın<br />

dışında olan bu sebebin ondan daha önce ve daha şerefli olmas ı icab<br />

eder. Çünkü sebep müsebbebten öncedir. Bu sebep de Allah't ır ".<br />

Kesret birçok vandetlerden meydana gelse de vandetin sebebi bizzat<br />

eşyada bulunamaz. Çünkü e şyada sonsuz derecede vandetler bilfiil<br />

mevcut olamaz. O halde duyularla bilinen e şyanın ve ondaki vahdetin<br />

sebebi e şyan ın dışındad ır. E şyanın dışındaki bu sebep de Allah'<br />

t ır.<br />

Kindi alemdeki düzen ve tedbir dü şüncesinden hareket ederek<br />

de Allah' ın varlığını isbatlam ıştır: Nas ıl insan vücudunu idare eden<br />

görünmiyen bir kuvvet varsa, bunun gibi âlemdeki tedbiri idare eden<br />

görünmeyen bir müdebbir de vard ır. Bu âlemdeki düzen ve sa ğlam<br />

i şliyen tabii kanunlar, hakim bir düzenleyicinin yani Allah' ın varlığının<br />

delilidir ".<br />

Kâinattaki düzen fikrinden ve onun gayesinden hareketle Allah'<br />

ın varlığına ula şma, bir tak ım farklarla baz ı Yunan filozoflar ında da<br />

bulunmakla beraber, bu hususu aç ıkça beyan eden yegane kaynak<br />

Kur'an- ı Kerim'dir: Çünkü Kur'an bizi arz ve semavat ın nizamı<br />

hakk ında düşünmeğe yöneltmi ştir. Allah Kur'an'da her şeyin yaratılışını<br />

güzel yaptığını bildirmi ştir. Ayrıca " şimdi onlar Allah' ın dininden<br />

ba şkas ını mı arıyorlar Halbuki göklerde ve yerde ne varsa hepsi<br />

ister istemez ona boyun e ğmi ştir. Nihayet de ona döndürülüp götürüleceklerdir"<br />

38 diye buyurmu ştur.<br />

Allah' ın sıfatlar ına gelince: Kindi Allah' ın zat ve say ı itibariyle<br />

bir olduğunu teyit etmi ştir. Eğer fail ve yoktan var edici Allah birden<br />

fazla olsayd ı onlar kendilerine has genel vas ıflarda ortak olurlard ı .<br />

Mesela hepsi fail ve yarat ıc ı olurdu. Hususi vas ıflarda ise herhangi<br />

36 Bak. Kitâb al-Kindi fil-Felsefet al-Ulâ, Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s.<br />

140-144, 161-162.<br />

37 Bak. Kitâb al-Kindi fi'l- İbâne An illet al-Fâilet al-Karibet li'l-Kevn Va'l-Fesad,<br />

s. 214-215, 230-231; Risâlet al-Kindi ilâ Ahmed b. al-Mu'tas ım fi'l- İbâne an Sucüd al-<br />

Cirm al-Aksâ, s. 257-258.<br />

38 Bak. Al-i İmran, ayet: 83. Kincli'nin zikretmedi ği diğer bir ayetin anlam ı da şudur:<br />

"Onlar (o salim ak ıl sahipleri öyle insanlard ır ki) ayakta iken, otururken, yanlar ı üstünde<br />

yatarken hep Allah' ı hatırlayıp anarlar ve göklerin, yerin yarat ıl ışı hakkında inceden inceye<br />

dü şünürler". Al-i İmran, ayet: 191.<br />

29


ir ayr ılık bulunabilirdi. Demek ki varl ığı farzedilen tanr ılardan<br />

her biri genel ve özel vas ıflardan mürekkep olurdu. Mürekkeb bir<br />

şey ise zorunlu olarak terkibi yapana muhtaç olur. Mürekkep vas ıflarla<br />

muttas ıf tanr ıları yapan sonsuz derecede mürekkep şeyler dü şünülemez.<br />

O halde her şeyi yaratan ilk sebeb Allah't ır. O da mürekkep<br />

değil Birdir, Vâhidtir ".<br />

Kindi'nin Allah' ın Birliği hakk ındaki delilleri Kur'an'dan aldığı<br />

anla şılmaktad ır. Çünkü onun Allah anlay ışını teyit edici birçok<br />

âyetler vard ır. Nitekim kelâmc ıların kulland ığı şu âyetler aç ıkça<br />

Allah' ın bir olduğunu ilân ediyor:<br />

"Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'tan ba şka Tanr ılar<br />

olsayd ı, bunlar ın ikisi (gök ve yer) de muhakkak ki harap olup gitmişti"<br />

".<br />

"Allah hiçbir çocuk edinmemi ştir. Onunla birlikte hiçbir tanr ı<br />

da yoktur. Öyle olsayd ı elbette her Tanr ı kendi yaratt ığını sürükler<br />

götürür ve elbette kimi kiminin üstüne ç ık ıp (galebe edip) yükselirdi.<br />

Allah, onların bütün vasf ve isnat ettiklerinden münezzehtir. Öyle<br />

Allah ki O gizliyi de, âşikârı da bilendir. İşte o kâfirlerin kendisine<br />

katt ıkları eşlerden münezzehtir, çok yücedir"'.<br />

Kindi Allah için "al-Vahid al-Hakk al-Evvel" ve "al-Muharrik<br />

al-Evvel" diyor. Allah' ın hareket etmiyece ğini kabul ediyor. Allah' ın<br />

cevher, ak ıl ve arazlar ın üstünde oldu ğunu belirtiyor. Onun cisimlerin<br />

vasıflariyle vas ıflanam ıyaca ğı hususunda, Kur'an âyetlerine uygun<br />

fikirler yürütüyor. Nitekim Kur'an- ı Kerim'de şöyle buyuruluyor:<br />

"O gökleri ve yeri yaratand ır. Size hem kendi cinsinizden e şler,<br />

hem davarlardan e şler yapt ı. Sizi bu suretle zürriyetlendirip üretiyor.<br />

O'nun benzeri yoktur. O, hakkiyle i şiten, kemaliyle görendir"<br />

"O'nu gözler idrak ve ihata edemez. O ise bütün gözleri ihata<br />

eder. O gerçekten r ıfk ve lütuf sahibidir. Her şeyden de haberdard ır" 43 .<br />

Kindi Allah hakk ında "kendisi için illet olm ıyan al-net al-Ula,<br />

kendisi için yarat ıcı olmıyan Fail, tamamlay ıcısı olm ıyan Mütem-<br />

39 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s. 80, 207.<br />

40 Bak. Suret al-Enbiyâ, âyet: 22.<br />

41 Bak. Mu'minfın suresi, âyet: 91-92. Bu etüdümüzde âyetlerin tercümelerini Hasan<br />

Basri Çantay' ın Kur'an-1 Hakim Ve Meâl-i Kerim adl ı eserinden verdik.<br />

42 Bak. Şfırâ suresi, âyet: 11.<br />

43 Bak. En'âm suresi, âyet: 103.<br />

30


mim" " derken felsefecilerin diliyle konu şur görünmü ştür. Gerçekte<br />

ise Kindrnin kasd ı islâmın bildirdiği Allah't ır.<br />

Kindi Allah' ı şöyle tan ımlar: Allah her şeyi yoktan var edendir.<br />

Baz ı şeyleri diğer baz ısı için sebep yapand ır ".<br />

Allah ezelidir. Ezeli olan, madum olm ıyan ve varl ığı için ba şkasına<br />

muhtaç olm ıyand ır. O illetsiz olarak var oland ır. O'nun ba şlangıcı<br />

ve sonu da yoktur.<br />

Ezeli olan ın cinsi, mevzuu ve mahmulu da yoktur. Kevn ve<br />

fesada da mahal de ğildir".<br />

Allah Vahittir, Hakt ır. O unsur, nevi, şahs, fasl, hareket, nefs,<br />

kül, cüz, bütün, parça de ğildir. O'nun zat ı birle şme ve çoğalma kabul<br />

etmez. O ne heyulad ır, ne surettir; ne kemiyet, ne keyfiyet sahibidir.<br />

Ne izafettir, ne de yarat ıklardan bir şeyle mevsuftur. O zaman ve<br />

mekân da de ğildir".<br />

Tavassutla veya tavassutsuz meydana gelen bütün yarat ıklann<br />

ilk sebebidir. Allah tesir almaz, tesir eder; münfail de ğil, faildir. İlk<br />

munfaile en yak ın olan illettir 48 .<br />

Görülüyor ki Kindi bazan felsefecilerin diliyle Allah' ı tanımlamakla<br />

beraber, âlemin yoktan Allah tarafından yarat ıldığını söylemekle<br />

Yunan filozoflar ından esasta ayr ılmışt ır.<br />

Allah daimdir, yarat ıkların daim olmas ı imkâns ızd ır. Çünkü<br />

yarat ıklar değişikliğe uğrar, de ğişikliğe uğrayan şey ise daim olamaz.<br />

Allah ilk faildir; onda çokluk yoktur. O her şeyi ibda' edendir. O<br />

kâinat ı yoktan ihdas edendir. Allah yarat ılmışlara benzemez".<br />

Sonuç olarak diyebiliriz ki Kindrye göre Allah' ın en özel vasfı<br />

bir tek olu şudur. O her türlü çokluktan hâli s ırf vandettir. Mürekkep<br />

değil, basittir. Yarat ılmış değil , ezelidir. Hiç bir şeyle ma'lul<br />

44 Bak. al-Kindi, al-Ibâne ani'l- İllet al-Fâile al-Karibe li'l-Kevn Va'l-Fesâd, Resâil<br />

al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s. 215.<br />

45 Bak. Ayn ı eser, s. 215.<br />

46 Bak. al-Kindi, al-Felsefet s. 113-114.<br />

47 Bak. Ayn ı eser, s. 160-161.<br />

48 Bak. al-Kindi, al-Fâil al-Hak al-Evvel al-Tamm Va'l-Fâil an-Nâk ıs Enez"' Huve<br />

bi'l-Mecâz, Resâil al-Kindi al-Felsefiyye içinde, s. 183.<br />

49 Bak. al-Kindi, Risâle fi Vandâniyet Allah Ve Tenâhi Cirm al-Âlem, Resâil al-Kindi<br />

al-Felsefiyye, içinde, s. 207; ülken, Islâm Felsefesi Tarihi; s. 99, Ist. 1957.<br />

31


her şeyin ilk illetidir. O, Hayy'd ır, Hakimdir, Rahtmdir, kudreti<br />

tamd ır, Mubdi'dir ve noksandan münezzehtir.<br />

KindVnin, Allah' ı tavsif ederken az çok Mu'tezilenin tesirinde<br />

kaldığı da anla şılmaktad ır. Bilindiği üzere Mu'tezile tevhide önem<br />

vermi ş, Allah' ın zat ın ın çoğalmış sayılmasından çekinerek ezeli s ıfatları<br />

tevil etmi ştir. Kıdemi hariç Allah' ın asil s ıfatının olmadığı fikrini<br />

savunmu ştur. Kindi de yaln ız Allah' ın kadim ve sebepsiz var olduğunu,<br />

vandetin yaln ız ona mahsus bulundu ğunu söylemekle ayn ı şeyi<br />

ifade etmek istemi ştir.<br />

Kindrnin Peygamberlik ve Ba's Anlay ışı :<br />

Kindi peygamberleri inkâr edenlere kar şı "Risâle fi Tesbit ar-<br />

Rusül'''' adl ı eseri yazm ıştır. Ayrıca bas ılmış olan şu risalelerinde<br />

de yeri geldikçe az da olsa peygamberlik meselelerinden söz açm ıştır:<br />

"Risâle fi Kemiyet Kutub Aristotales Ve Mâ Yuhtâc İleyh fi Tahsil<br />

al-Felsefe", "al- İbâne an Sucüd al-Cirm al-Aksa" ve "al-Felsefet al-<br />

Ula".<br />

Kindi peygamber ve filozofun her ikisinin de hakikati bulmak<br />

için çal ıştıkların ı söylemekle beraber onlar aras ında esasl ı farklar ın<br />

olduğunu da belirtiyor.<br />

Her şeyden önce filozof hakikati akliyle uzun çal ışmalardan ve<br />

incelemelerden sonra bulur.<br />

Peygamber ilahi vahya mazhar olur. Allah onun kalbini ilahi<br />

bilgileri alacak surette temizlemi ştir. Peygamber deruni bir pakl ığa<br />

sahiptir. Bu da ona Allah' ın inayetiyle nasip olmu ştur. Peygamberin<br />

kalbi temiz olduğu için ona gayb aleminden ilimler gelir. Yani Yüce<br />

Allah ona birçok gaybi ilimleri vahyeder.<br />

Hem peygamberin sahip olduğu ilahi ilmin hazinesi sonsuz<br />

derecede zengindir.<br />

Üstelik vahye dayanan bilgiler beyan bak ımından daha fasill<br />

ve icaz bakımından daha kuvvetlidir ". Şu kadar var ki peygamberlere<br />

gelen ilahi ilimler ak ıl ölçülerine de uygundur. Vahyin akla z ıt<br />

bir tarafı yoktur. Z ıt görünen hususlar tevil edildiği zaman ak ıl ve<br />

vahyin birbirlerine uygunlu ğu daha iyi anla şılır ". Esasen gerek vahyi<br />

32<br />

50 Bak. al-Fihrist, s. 376.<br />

51 Bak. Comair, al-Kindi, s. 18.<br />

52 Bak. al-Ibâne An Sucâcl -Aksâ, s. 244-245•


ve gerekse akl ı veren Allah't ır. Her şeyi gerçekleriyle bilmek demek<br />

olan felsefeye rububiyet, vandaniyet ve ahlak filmleri dahildir ". Kindi<br />

felsefeyi bir bak ımdan ilk illetin yani Allah' ın ilmi olarak da anlamak<br />

istemiştir. Kindi'nin bütün bu çabalar ının amac ı Kur'an' ın ve<br />

Peygamberlerin durumunun felsefeye z ıt olmadığını göstermektir.<br />

Hatta o felsefeyi Allah' ın ilmi olarak kabul etmekle Kur'an' ı ilahi<br />

bir felsefe sayd ığını ve bu ilahi felsefeyi yayan Peygamber'in en üstün<br />

derecede bir filozof oldu ğunu anlatmak istemi ştir. İman sahibi, Kur'an<br />

ve sünnet önünde hürmetle e ğilen Kindi'nin felsefeye verdi ği önem<br />

bu anlayıştan doğmaktadır.<br />

Kindi, Kur'an' ın fesahati ve belâgati kar şısında hayranl ığını<br />

ilan ediyor. Bu hususta bize şu misalleri veriyor:<br />

Allah'a, Ahiret hayat ına ve Hz. Muhammed'e inanm ıyan mü ş-<br />

rikler Hz. Peygamber'e demi şlerdi ki "bu çürümü ş kemiklere kim<br />

can verecekmi ş" 54 <br />

Buna cevap olarak da şu vahiy gelmi şti: "De ki onlar ı ilk defa<br />

yaratan diriltecek. O, her yaratmay ı hakkiyle bilendir" 5s .<br />

"O'nun emri, bir şeyi dilediği zaman, ona ancak "ol" demesinden<br />

ibarettir. O da oluverir".<br />

İşte icaz üzerine nazil olan bu ayetlerden Kindi şu sonuçlar ı<br />

çıkarıyor 57<br />

- Var olan ve sonra çürüyen bir şeyin yeniden yarat ılması<br />

mümkündür. Çünkü onu ilk defa yoktan yaratan, çürüdükten sonra<br />

tekrar yaratma ğa daha çok kadirdir. Kald ı ki Allah en güç seyi bile,<br />

en kolay bir surette yapma gücüne sahiptir. Bu hususlar "onlar ı ilk<br />

defa yaratan diriltecek, o her yaratmay ı hakkile bilendir" mealindeki<br />

âyetle veciz bir surette beyan edilmi ştir.<br />

2 — Biz deneme ile ye şil bir ağaçtan onun kar şıt ı olan ate şin<br />

çıkmas ının mümkün oldu ğunu biliyoruz. O halde çürümü ş kemiklerin<br />

de yeniden dirilmesi mümkündür. Bu gibi diriltmeyi yapacak<br />

olan, hiç şüphesiz her şeyi yoktan var eden Allah tealad ır. Ba'sin yani<br />

yeniden dirilmenin mümkün oldu ğunu şu âyet ne güzel bildiriyor:<br />

53 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 70; al-Felsefet s. 104.<br />

54 Bak. Yasin suresi, ayet: 78.<br />

55 Bak. Ayn ı sure, ayet: 79.<br />

56 Bak. Ayni sure, ayet: 82.<br />

57 Bak. Resâil al-Kindi al-Feisefiyye, c. I, s. 56-57,373-377.<br />

33


"O, yemye şil ağaçtan sizin için bir ate ş ç ıkarand ır. İşte bak ın ate şi<br />

ondan çak ıp al ıyorsunuz". Bu demektir ki ye şil bir ağaçtan ate ş<br />

ç ıkaran kudret, ölü cesedi de diriltebilir.<br />

3 — Fakat yeniden dirilmenin daha aç ık bir surette ifade edildiği<br />

ayetler de vard ır: "Gökleri ve yeri yaratan (Allah), onlar gibisini<br />

yaratmaya kadir de ğil midir Elbette kadirdir. O, (bütün kainat ı)<br />

yaratand ır, (her şeyi) hakkıyla bilendir" ".<br />

4 — Yarat ılacak şey ne kadar büyük olursa olsun, Allah'a onu<br />

dilediği zaman yaratmak güç gelmez. Çünkü Allah' ın kudreti be şer<br />

kudretine benzemez. Allah gücünü kullanmak için zaman ve mekâna<br />

da muhtaç de ğildir. Fakat mü şrikler Allah' ın gücünün sonsuz olduğunu<br />

bilmezler ve onu be şer ile kıyaslarlar. Bu sebeple de yeniden<br />

dirilmeyi inkâr ederler. Allah' ın kudreti hakk ında "onun emri, bir<br />

şeyi dilediği zaman ona ancak ol demesinden ibarettir; o da oluverir"<br />

mealindeki ayet, yeter derecede beyanda bulunuyor. Cesetler ve<br />

çürümü ş kemikler de Allah' ın ol demesiyle derhal dirileceklerdir.<br />

Ayetten anla şılır ki Allah yaratmak için bir maddeye ve belli bir<br />

zamana muhtaç de ğildir.<br />

Görülüyor ki Kindi gerek Peygamber ve gerekse ona nazil olanlara<br />

iyice inanm ıştır. Ahiret hayat ın ı ve cesetlerin yeniden dirilmesini<br />

kabul etmi ştir. Halbuki felsefecilerden baz ıları dirilmenin ceset için<br />

değil nefs için mümkün oldu ğunu iddia etmişlerdir. Kindi ise Islam ın<br />

inanç sistemine kar şı gelmek istememi ştir. Kindi bunlarla yetinmiyerek<br />

ilahi bir mucize olan Kur'an ayetlerindeki veciz ve fasih olan<br />

mantıki deliller önünde hayranl ığın ı aç ıklamıştır.<br />

Kindi ve Akıl<br />

Kindi'nin ak ıl hakkında yaptığı aç ıklama oldukça kar ışık ve<br />

kapalıd ır. Her şeyden önce kendisi bu konuda Eflatun ve Aristo'nun<br />

görüşlerini yans ıtmağa çalıştığını söylemi şti'. 60. Bunu söylerken de<br />

akıl konusunda Eflatun ve Aristo'nun görü şlerini ayn ı esasda birle şmiş<br />

saymakla hataya dü şmü ştür. Bize göre Kindi ak ıl hakkında bahsetti ği<br />

görü şlerde daha çok Aristo ve onun şarihi Afrodisias'l ı İskender'in<br />

etkisinde kalmıştır. Bununla beraber ne Aristo'nun al-Akl al-Faal<br />

34<br />

58 Bak. Yasin suresi, ayet: 80.<br />

59 Bak. Yasin suresi, ayet: 81.<br />

60 al-Kindi, Risâle fi'l-Akl, Resâil al-Felsefiyye, içinde, s. 353.


ve al-Akl al-Munfail'ini ve ne de Afrodisias'l ı İskender'in al-Akl<br />

al-Heyulani, al-Akl bi'l-Meleke (bil-Fii1) ve al-Akl al-Faal' ını harfi<br />

harfine almış değildir. Onların izinden gitmekle beraber az çok farkl ı<br />

tabirler kullanrıuştır.<br />

Kindi 4 türlü ak ıldan bahsetmi ştir":<br />

— al-Akl bi'l-Fiil: Kindi bu akl ın ebedi olarak bilfiil mevcut<br />

olduğunu söylemiştir. Bu ak ıl her şeyden evveldir. Bütün makulat ın<br />

ve diğer akılların sebebidir. Bu, Farabi'nin "bütün prensiplerin prensibi,<br />

ilk mevcut veya ilk ak ıl" dediği akla benzemektedir. Yahut<br />

Aristo'nun ve Afrodisias'l ı İskenderin al-Akl al-Faal' ını and ırmaktad<br />

ır.<br />

2 — al-Akl bi'l-Kuvve: Bu her hangi bir idrakten önce nefste<br />

bulunan bir kudrettir.<br />

3 — Nefsde kuvveden fiile ç ıkan akıl: Buna al-Ak! bi'l-Meleke<br />

de denebilir. Bu ak ıl nefs için daima mümkündür. Nefs onu istedi ği<br />

zaman kullan ır. Yazmak nas ıl kâtip için mümkün ise ve onu nas ıl<br />

istediği zaman icra ederse nefs de bu akl ı öylece bir ba şka şey için<br />

kullanmağa yetkilidir.<br />

4 — al-Akl az-Zahir• Nefs bu akl ı ne zaman izhar ederse kendinden<br />

başkas ı için bilfiil mevcut olur".<br />

Kindi ve Ahlâk :<br />

Kindi' her şeyden önce en do ğru ve en iyi olan ı bilge kişilerin<br />

arayaca ğım belirtmi ştir. Gerçeği arayanlar onu bulurlarsa almakta<br />

tereddüt etmezler. Gerçek hangi milletten gelirse gelsin sak ınmadan<br />

onu benimsemek gerekir.<br />

Kindi gerçe ğe ula şmak isteyen kimselerin ilkin kendi nefislerini<br />

düzeltmesi gerekti ğine dikkati çekmi ştir. İnsan kendi nefsini düzeltmedikçe<br />

ilahi ve ulvi gerçeklere ula şamaz.<br />

Nefs, şeref sahibi olup basittir. Onun cevheri ilâhidir. İnsan<br />

iradesiyle nefsini temizleyip kemale ula şabilir.<br />

Bu alemde amac ı yemek, içmek ve cinsi arzular ını kandırmak<br />

olan kimse, nefsinin oyunca ğı olmu ş sayılır. Böyle bir kimse yüksek<br />

ve şerefli olan ilahi gerçe ğe ula şamaz.<br />

61 Bak. al-Kindi, Risâle fi'l-Akl, s. 353-358.<br />

62 Kindrnin ak ıl görüşü hakk ında bakınız: Kitâb al-Kindi fil-Felsefet s. 155;<br />

Hilmi Ziya Ülken, Islâm Felsefesi Tarihi, s. 97-98; Comair, al-Kindi, s. 16-17; Hanna'l-<br />

Fahuri ve Halil al-Cerr, Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 80; De Boer, Tarih al-Felsefe<br />

1T1-Islâm, s. 144-147.<br />

35


Kindi, Eflatun'un izinden giderek şu benzetmeleri yap ıyor:<br />

— Sehevi kuvvet domuza benzer.<br />

2 — Gazap kuvveti köpek gibidir.<br />

3 — Akli kuvvet melekle mukayese edilebilir.<br />

Akil kuvveti üstün olan kimse dü şünceye, her şeyin gerçe ğini<br />

bilmeye, filmin kapal ı k ısımların ı incelemeye önem verir. Fazileti<br />

kazanmağa ve böylece de Allah'a yakla şmağa çal ışır. Allah'a mahsus<br />

olan hikmet, kudret, adalet, hay ır, güzellik ve hakikat gibi birçok<br />

özellikler vard ır. İnsan gücü nisbetinde bu özellikleri kazanma ğa<br />

çal ışmal ıdır. İnsan hakim, adil, cömert, hay ırl ı olur, güzeli ve do ğruyu<br />

gerçekten severse Allah'a bu yönlerden benzemi ş olur".<br />

Kindi nefs kelimesini çözümlerken çok defa onu ruh anlam ına<br />

kullanıyor. Bedenin ölümünden sonra ruhun ya şıyaca ğını doğruluyor.<br />

Temiz ruhlarm bedenden ayr ıldıktan sonra Allah' ın nuru ile nurlanacaklar<br />

ını ve ilahi s ırlara eri şeceklerini söylüyor. Kindi bunlar ı<br />

söylerken Yunan filozoflar ına dayandığını gizlemiyor. Özellikle Eflatun'un<br />

Yeni Eflatuncular ın ve Fisagor'un etkisinde kald ığı anlaşılıyor.<br />

İnsan ruhu bedenden ayr ılmadan önce şehveti terkederse, kötülüklerden<br />

temizlenirse, her şeyin gerçe ğini bilmeğe yönelir se ve p ırıl<br />

p ırıl gönlünü parlatırsa Allah' ın nuru onun ruhuna akar. O vakit<br />

bütün e şyalar ın suretleri ve bilgisi orada tezahür eder. Nas ıl cilalı bir<br />

aynada duyularla bilinen suretler görünürse, temizlenmi ş bir ruh da<br />

ilahi gerçekleri yans ıt ır. Cahil ve ahlaken geri bir insan ın ise ruhu<br />

karanl ıkt ır. Böyle bir ruha sahip insan hiç bir gerçe ği öğrenemez".<br />

Geçici şeyler için ağlıyanlar, as ıl kendi nefslerini terbiyeyi ihmal<br />

ettikleri için a ğlamal ıdırlar. Yemek ve içmek zevkine dalanlar hayvanlara<br />

benzemi ş olurlar. Gerçekten hakim olanlar nefislerini temizlemeğe<br />

çalışmış kimselerdir. Çünkü onlar bu alemin geçici oldu ğunu<br />

anlıyarak sonsuz âlemdeki hayat ı kazanmağa çal ışmışlard ır. Sonsuz<br />

Mem, gerçek âlemdir. Gerçek âlem ise temiz ruhlar ın varacağı yerdir.<br />

Kindi fazilete ve bilgiye önem vererek Sokrates'in izinden gitmek<br />

istemi ştir.<br />

63 Bak. al-Kindi, Risâle frn-Nefs, Resâil al-Kindi al-Felsefiyye içinde,<br />

s. 272-274.<br />

64 Bak. al-Kindi, an ılan Risâle, s. 276-278.<br />

36


Kindrye göre fazilet, iyi insan ın ahlakıdır. Fazilet genel olarak<br />

4 bölüme ayr ılır:<br />

ı — Hikmet.<br />

2 — Necdet.<br />

3 — İffet.<br />

4 — Adalet.<br />

Hikmet, külli e şyayı gerçekleriyle bilmek ve onlardan icabedeni<br />

yapmakt ır.<br />

Necdet, bir nevi cesarettir. İcabedeni almak ve defi gerekeni defetmek<br />

yolunda ölüme k ıymet vermemektir.<br />

İffet ise bedeni e ğitmek için icabedeni kazanmak ve yapmakt ır.<br />

Adalet, gerekli olan ı istemek ve ba şkasına eziyet etmemektir.<br />

Bu dört özellik , faziletlerin kökleridir. Bunlardan da di ğer faziletler<br />

ayr ılır. Faziletli olmak demek, ölçülü olmak demektir. Mesela.<br />

cesaret, korkmak ile tehevvür aras ında orta derecede bir ölçüdür 65 .<br />

Bütün bu aç ıklamalar ı = gösteriyor ki Kindrnin ahlaki bazan<br />

bir mutasavv ıfa ve bazan bir filozofa yak ışan ahlakt ır. Esasen ona<br />

göre felsefeye fazilet ve rububiyat ilmi dahil oldu ğu için gerçek mutasavvıfın<br />

ve filozofun amac ı bir ve ayn ıdır. Her ikisi de ölçülü hareket<br />

ederek nefsin kötü arzular ını sustururlar, e şyanın hakikatinin bilgisine<br />

ulaşmağa çalışırlar ve geçici âlemin geçici zevklerine k ıymet vermiyerek<br />

sonsuz saadeti kazanmak isterler.<br />

landi'nin Batıya Tesiri:<br />

Kindrnin Batı'ya tesiri, orta ça ğda latinceye çevrilen baz ı eserleri<br />

vas ıtasiyle olmu ştur. Onun "Risâle fi. Mahiyet an-Nevm Va'r-<br />

Ruya" adl ı eserini Geraı d Von Cremona Ispanya'da ı 167-1'87 yıllarında<br />

"De Somno et Visione" adiyle latinceye çevirmi ştir. Bu<br />

latince çeviriyi geçen yüzy ılda Albino Nagy, Kindrnin di ğer baz ı<br />

risâleleriyle birlikte ne şretmi ştir. Bu risâleleri içine alan etüdün ad ı<br />

"Die Philosophischen Abhandlungen des Ya'qub Ben Ishak<br />

Clemens Baumker, Albino Nagy'nin haz ırladığı bu risâleleri<br />

"Beitrage zur Geschichte der Philosophie des Mittelalters" adl ı mec-<br />

65 Bak. al-Kindi, Risâle fî Hudüd al-E şyâ Ve Rusâmiha, s. 177-179. Comair,<br />

Kindi, s. 20; Dr. Abd al-Halim Mahmud, at-Tefl ıir al-Felsefi f ı'l-Islânı, e. II, s. 111-116,<br />

M ısır.<br />

37


muada 1897 y ılında Münster'de ne şretmi ştir ". Ebu Ride'nin naklettiğine<br />

göre Nagy, Kindrnin Aristo'dan farkl ı bir görü şle sözü geçen<br />

risâleyi yazd ığını kabul etmi ştir.<br />

Nagy, ayrıca Kindrnin bu eserinin, ortaça ğ Hıristiyan filozoflarından<br />

Albertus Magnus'un "De Somno et Vigilia" adl ı eserine<br />

tesir etti ğine dikkati çekmi ştir'.<br />

Kindrnin latinceye çevrilen bir di ğer eseri "Risale frl-Akl"d ır.<br />

Eser latinceye iki defa çevrilmi ştir. Birinci çevriyi Gerard von Cremono<br />

"Verbum Jacob Alkindi de intentione Antiquorun in Ratione" adiyle<br />

yapmıştır. Diğer çevriyi de "Liber Alkindi de Intellectu" adiyle Yuhanna<br />

al-Isbanrnin yapt ığı anla şılmaktad ır ". Şu kadar var ki Ebu<br />

'Ude, Kindrnin ak ıl hakk ındaki arapça risalesiyle latinceye çevrilmiş<br />

nüshalar aras ında baz ı farklar oldu ğunu söylemektedir 69 .<br />

Her ne olursa olsun muhakkak olan bir şey varsa o da Kindrnin<br />

akıl konusundaki Risâlesinin Ortaça ğda latinceye çevrilmi ş olmas ıdır.<br />

Etienne Gilson, Les Sources Gr&o-Arabes de L'Augustinisme Avicennisant<br />

adl ı makalesinde İslam filozoflar ının, bu arada Kindrnin<br />

de, akıl konusunda Bat ıya tesir etti ğini kabul etmi ştir. Bu tesirin<br />

Aquino'lu Thomas' ın Summa Contra Gentiles adl ı eserinde de bulunduğuna<br />

dikkati çekmi ştir ".<br />

Kindrnin ortaçağda latinceye çevrilen önemli eserlerinden birisi<br />

de "Risale frl-Cevah ır al-Hamse" adl ı kitabıdır. Albino Nagy, bu<br />

risalenin çevrisini "Die Philosophischen Abhandlungen des Ya'qub<br />

Ben ishaq Alkindi" adiyle biraz önce zikri geçen mecmuada Münster'de<br />

1897 y ılında ne şretmi ştir 71. Aynı Risale'nin latincesini "Liber<br />

De Quinque Essentiis" adiyle Ebu Rlde, Kindrnin risaleleriyle birlikte<br />

195° yılında M ısır'da ne şretmiştir.<br />

Bunlardan ba şka Kindrnin latinceye çevrilmi ş Liber İntroductorius<br />

In Artem Logicae Demonstrationis adl ı bir eserinden de<br />

bahsedilmektedir. Fakat bu eseri ö ğrencisi Muhammed'in yazd ığı<br />

söyleniyor'.<br />

66 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s. 283.<br />

67 Aynı eser, c. I, s. 291-292.<br />

68 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. I, s. 351-352.<br />

69 Bak. Ayn ı eser, c. I, s. 353.<br />

69 Bak. Ayn ı eser, c. I, s. 353.<br />

70 Bak. Ayn ı eser, s. 314-315.<br />

71 Bak. Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, c. II, s. 5.<br />

72 Bak. Quadri, La Philosophie Arabe Dans L'Europe 1\46:11evale, s. 67, Payot bask ısı<br />

Paris; Ord. Hilmi Ziya ülken, Islâm Felsefe Ve İtikad ının Garba Tesiri, Ilâh. Fak. Dergisi,<br />

sayı : 1962, s. 8, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

38


Henri Corbin, KindVnin Ortaça ğda latinceye çevrilmi ş "Tractus<br />

de Erroribus Philosophorum" adl ı bir eserinden de bahsetmi ştir 73 .<br />

Sayın Ord. Prof. Hilmi Ziya Ülken, Ortaça ğda KindVnin geometriye<br />

ait bir eserinin Platon Tibertinus, derecelere ait bir kitab ının<br />

De Gradibus adiyle Villeneuve, Astronomiye ait bir eserinin Robertus<br />

Angelicus, fizik ve meteorolojiye ait bir risalesinin de Dragon de<br />

Azogont tarafından latinceye çevrildi ğini söylemi ştir 74 .<br />

Bütün bu çeviriler gösteriyor ki ilk İslâm filozofu Kindi, Ortaçağda<br />

Bat ılıların dahi çok önem verdi ği bir filozoftu. O derecedeki<br />

onun çe şitli eserlerinden istifade etmek lüzumunu hissetmi şlerdi.<br />

Kincli'nin sadece Yunan filozoflar ının eserlerinden ö ğrendikleriyle<br />

yetinmiyerek felsefi meselelere kendinden de baz ı görü şler katmas ı,<br />

onun orijinalitesini de ortaya koymaktad ır. Özellikle Âlemin yarat ılışı,<br />

Peygamberli ğin kabulü, dinle aklın çeli şmeyece ği konular ında Yunan<br />

filozoflarından farkl ı görü şler ortaya atm ıştır. Onda İslami ve felsefl<br />

görü şlerin kayna ştığına tan ık olmaktayız. Böyle bir filozofun latinceye<br />

çevrilmi ş eserlerinin Bat ı âleminde okunmas ı İslâm dü şüncesinin<br />

Ortaça ğ Avrupas ına tesirinin inkâr edilmez bir örne ğidir.<br />

73 Bak. Henri Corbin, Histoire de la Philosophie Islamique, e. I, s. 218, Gallimard<br />

baskıs ı 1964.<br />

74 H. Z. Ülken, Islam Felsefe ve İtikadının Garba Tesiri, nah. Fak. Dergisi, say ı :<br />

1962, s. 8. H. Z. Ülken, Islam Felsefesi Tarihi s. 95.<br />

39


TÜRK FİLOZOFU FkR>113İ'NİN DİN FELSEFESİ<br />

GIRI Ş<br />

Farabi, İslam Felsefesinde özel bir yeri olan Türk filozofudur.<br />

Farabi'den önce baz ı islam dü şünürleri Yunan felsefesi ile ilgilenmi şlerdi.<br />

Hattâ Me şşal okulunun ilk temsilcisi sayabilece ğimiz al-Kindi<br />

(Ölm. H. 252 /M. 866 y ılından sonra) Aristo'nun baz ı eserlerini aç ıklamıştı.<br />

Fakat Aristo ve Eflatun felsefelerini mezcetmek ve onlar ın görü<br />

şlerini yerine göre Yenieflatuncu metodla ı aç ıklamak şerefi ilk kez<br />

Farabi'ye nasip olmu ştur. O, bu çabalar ıyla İslamda yeni bir felsefi<br />

akımı temellendirmi ştir. Çünkü yunan filozoflar ının eserlerinden ö ğ-<br />

rendiği bilgileri islami aç ıdan değerlendirmeğe de çalışmıştır. Meşşaiyye<br />

felsefesi s ırf Aristocu yani Peripatetisien okulun görü şünü aksettirmez.<br />

Bu okulda Kur'an' ın, Eflatun'un ve Plotinos'un da etkileri<br />

görülür. İşte bu okulu, çe şitli ilim dallarındaki derin çal ışmalar ıyle<br />

kuran ve kendinden sonra yeti şen Me şşai filozoflara ışık tutan islam<br />

dü şünürü de Farabi'dir. Bu sebeple kendisine "al-Muallim as-Skil"<br />

ünvan ı da verilmi ştir 2. Biz bu etüdümüzde İslam dü şüncesinde böyle<br />

önemli bir yer tutan filozofumuzun din felsefesini inceleyece ğiz:<br />

ı — Fâr'abi'nin Hayat ı<br />

Filozofumuzun tam ad ı Eh -C' Nasr Muhammed b. Tarhan b.Uzlug<br />

(Uzalag) al-Farabi'dir. Kendisi Türk filozofu olmakla tan ınmıştır 3.<br />

Kaynaklarda ondan "al-Feylesof at-Türki" diye bahsedilir<br />

Farabi, Maveraunnehir'de Fârâb vilayetinin Vesic köyünde yaklaşık<br />

olarak H. 257/M. 87o yılında dünyaya gelmi ştir. Babas ının bir<br />

1 Bak. Muhsin Mehdi, Alfarabi's Philosophy of Plato and Aristotle, s 3-5, United<br />

States of America 1962; Hilmi Ziya, Türk Tefekkürü Tarihi, c. I, s. 177, Istanbul 1933.<br />

2 Bak. Dr. Mübahat Türker, Fârâbl'nin Serâ'it al-Yakin'i, s. 152, Ara ştırma I, 1963<br />

den ayr ıbasım, <strong>Ankara</strong> 1964.<br />

3 Bak. Ebû'l-Abbâs Sms ad-Din Ahmed b. Muhammed b. Ebû Bekr b. Hallikân,<br />

Vefeyât al-A'yân, c. IV, s. 239, al-Kâhire 1949.<br />

40


ordu kumandan ı olduğu söylenir. Fârâbl'nin ilkin Merv'de okutulan<br />

felsefit ilimlerden faydalanm ış olmas ı akla uygundur. Fakat as ıl felsefe<br />

tahsilini Bağdad'da yapt ı. Bağdad'da kendisinden daha ya şlı olan<br />

EVI Bi şr Mettâ b. Yfinus'tan mant ık dersi ald ı. Ebu Bi şr, öğrencilerine<br />

Aristo mant ığın' okutuyordu. Farâbli, onlar aras ında temayüz etmekte<br />

gecikmedi. Daha sonra Harran'a gitti. Orada Yuhanna b. Haylân<br />

ile tan ıştı. Bir hıristiyan bilgini olan Yuhanna'dan mant ık ve felsefe<br />

tahsil etti. Yeniden Ba ğclad'a dönerek Yunan filozoflar ın ın ve özellikle<br />

Aristo'nun kitaplar ını inceledi. Birçok dillere vukufu vard ı. Halife<br />

Muktedir devrinde (tahta geçi şi H. 295 /M. 907) bu kitaplar ı aç ıklamağa<br />

ve etrafına ışık tutmağa başladı. Birçok eserler yazd ı. Daha sonra<br />

Şam'a gitti. Bir ara M ıs ır'a da seyahat etti. Yeniden Şam'a döndü.<br />

Halep ve Şam dolaylar ının sultan ı Seyf ad-Devle, Farabi'ye çok hürmet<br />

gösterdi. Hattâ onu saray ında himaye etti. Fârâbl, H. 339 /M. 950<br />

yılında 8o yaşında iken Şam'da hayata gözlerini yumdu. Felsefe, mantık,<br />

psikoloji, musiki, matematik ve t ıpda derin bir bilgin olan Fârâbl'<br />

nin ölümü Seyf ad-Devle'yi çok üzdü. Bu Sultan ın, Türk filozofunun<br />

cenaze namaz ını bizzat k ıldırdığı söylenir 4 .<br />

2 — Allah ve Sıfatları<br />

İslam felsefesinde Allah' ın varlığı ve s ıfatlar ı hakkında sufiler,<br />

kelâmc ılar ve filozoflar yeteri kadar durmu şlard ır.<br />

Bu taifelerin hepsi de Allah' ın birliğini kabul etmişlerdir. Ancak<br />

onun varlığının isbatında ve s ıfatlarında farkl ı görü şlere rastlan ır.<br />

Suriler, Allah' ın varlığına delil olarak birçok âyetleri ve insan ın<br />

sezgi gücünü gösterirler. Bunlara ek olarak ki şisel deneylerin ve dinsel<br />

ya şantıların da Allah' ın varlığına insan ı inand ıracağını kaydederler.<br />

Daha do ğrusu onlara göre dinî emirlere uymak, ahlâken olgunla şmak<br />

ve her şeyden yüz çevirmek insan ı Allah'a götüren yoldur. Hattâ bu hususlar'<br />

s ıkı s ıkıya gözeten kimse Allah'da yok olabilir. Sufilerin deyimiyle<br />

insan böylece fenâfillah mertebesine yükselir.<br />

4 Fârâbl'nin hayat ı için bak ın ız: Cemâl ad-Din Ebü-1 Hasan Ali b. Yûsuf<br />

Kitâb Ihbâr al-Ulemâ Bi-Ahbâr al-Hukemâ, s. 182-184, Matbaat as-Saâde bask ıs ı, Mısır<br />

(tarihsiz); Ebill-Kâs ım Sâid b. Ahmed al-Endelusi, Tabakât al-Umem s. 83-86, Matbaat<br />

as-Saâcle bask ısı, Mısır (Tarihsiz); İbn Ebi Useybia, Uyûn al-Enba fi Tabakât al-Etibbâ,<br />

c. III, s. 223-226, Beyrût 1377/1957; De Boer, Tarih al-Felsefe fi'l-Islâm 153, arapçaya<br />

çeviren: Ebû Ride, al-Kâhire 1954; S. Munk, M6anges de Philosophie Juive et Arabe,<br />

s. 341-342, Paris 1955; G. Quadri, La Philosophie Arabe Dans L'Europe M631evale, s. 71,<br />

Paris 1947.<br />

41


Bunlardan Vandet-i vücüdçular ise gerçekte Allah'tan ba şka hiç<br />

bir şeyin mevcut olmad ığını söylerler.<br />

Sufile ı 'in Allah yolunda bu kadar co şkun ve canl ı bir dinsel yaşantı<br />

tarafl ıs ı olmas ına kar şıl ık, Haşeviyye fırkas ına mensup olanlar<br />

donuk bir görü şü savunmu şlard ır. Bunlar, Allah' ı tanımakta akl ın hiç<br />

bir rolü olmad ığın ı ve her şeyin nakil ile bilindi ği tezini benimsediler.<br />

Naslar ın zahiri anlamlariyle yetindiler 5 .<br />

Müşebbihe ise Allah'a el, ayak ve yüz gibi s ıfatlar isnat etmi ştir.<br />

Ba şka bir deyimle Allah' ı insana benzetmi ştir 6 .<br />

Yine Allah' ın varlığını yaln ız nakil yoluyla kabul edenlerden Kerrâmiyye<br />

firkas ı da Allah' ın ağırlığı oldu ğunu ve ar ş üzerinde yerle ş-<br />

tiğini ileri sürmü ştür 7 .<br />

Allah' ın her istedi ğini dilediği gibi yarattığı tezini savunan kelâmc<br />

ılardan 8 Eş'ari (Ölm. H. 33o /M. 94 ı ) ise Allah' ın varlığının aklen<br />

bilineceğini kabul etmi ştir. E ş'ari, Allah' ın mevcudiyetinin bilinmesinin<br />

Şeriatla vacip olaca ğını da görü şlerine eklemi ştir 9 .<br />

Maturidi (Ölm. H. 333 /M. 944)'Ye gelince: Onun bu konudaki<br />

görü şü Eş'arrninkine yak ınd ır. Allah' ın varlığı ak ıl ile bilinir. İlahi<br />

teklif ise Şeriatla vacip olur ".<br />

Kelâmda ak ılcı görü şün temsilcisi olan Mutezililer ise Allah' ın<br />

varlığının tamamen ak ılla bilineceğini söylemi şlerdir. Bunlar aras ında<br />

Sumame (Ölm. H. 213 /M. 828)'yi, Nazzâm (Ölm. H. 231 /M. 845)' ı<br />

Ebû Huzeyl al-Allâf (Ölm. H 235 /M. 849)' ı, Ca'fer b. Muba şşar<br />

(Ölm. H. 234/M. 848)'1, Ca'fer b. al-Harb (Ölm. H 236 /M. 85o)' ı<br />

ve Câhiz (01m. H. 255 /M. 866)' ı sayabiliriz ".<br />

5 Bak. İbn Ruşd, Kitâb al-Keşf An Menahic al-Edille, Türkçeye çeviren: Nevzad<br />

Ayasbeyoğlu, s. 37, <strong>Ankara</strong> 1955.<br />

6 Bak. aş-Şehrestâni, al-Milel Va'n-Nihal, c. I, s. 145-159, al-Kahire 1368/1948;<br />

al-Bağclâcli, al-Fark Beyn al-F ırak, s. 138-141, al-Kahire 1367/1948; al-E ş'ari, Makalât<br />

c. I, s. 214, al-Kahire 1369/1950.<br />

7 Bak. a ş-Şehristâni, an ılan eser, c. I, s. 159-170.<br />

8 Bak. Majid Fakhry, Islamic Occasionalism s. 40-43, London 1958.<br />

9 Bak. Prof. Dr. Ne şet Çağatay ve İ. A. Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, c. I,<br />

s. 173-188, <strong>Ankara</strong> 1965; L A. Çubukçu, Mu'tezile ve Ak ıl Meselesi, Ilahiyat Fakültesi<br />

Dergisi, s. 59 <strong>Ankara</strong> 1964; al-E ş'ar ı, Kitâb al-Luma frr-Redd Ala Ehl az-Zeyg Va'l-Bida,<br />

s. 13-17, Mısır 1955.<br />

10 Bak. Muhammed Ahmed Ebû Zehre, al-Mezâhib s. 287-307, al-Kahire<br />

(tarihsiz).<br />

11 Bak. İ. A. Çubukçu, Mu'tezile ve Ak ıl Meselesi, an ılan dergi, s. 58; Abd al-Cebbar<br />

b. Ahmed, Şerh al-Hamse, s. 64-74, İlk bask ı, Mısır 1965.<br />

42


Allah' ın varlığı sorununun, çe şitli delillere göre düzenli bir biçimde<br />

ak ıl açısından sistemle ştirilmesi şerefi ise Fârâbi'ye aittir:<br />

— Etken sebep: İlk varl ık di ğer varl ıklann sebebidir. Kâinatta<br />

her sebebi di ğer bir sebep izlemektedir. Olu şlar âlemindeki e şyalar<br />

sebepsiz meydana gelemez. Hâdis olan veya var edilmi ş bulunan her<br />

şey, Allah' ın ilminin tertibine uygun olarak vard ırlar. Sebepler için<br />

bir müsebbip aramam ız gereklidir. Bu müsebbip de ilk sebep diyebilece<br />

ğimiz yüce Allah't ır. İnsan, kendi ihtiyar ı dışında bir sebeple<br />

var olmu ştur. Ba şka bir deyimle insan d ışında, insan iradesiyle olm ı-<br />

yan bir tak ım olu şlar vard ır. İnsan bu olu şların sebebi de ğil, aksine<br />

kendi fiillerini dış olaylara göre düzenliyen ve yürüten varl ıktır. O<br />

halde bu olu şların bir sebebi vard ır. Bunlar için sonsuz sebepler dizisi<br />

aramak bizi anlams ız bir sonuca götürür. O halde her şeyin ilk sebebi<br />

bulunan ve sebepsiz olarak var olan Allah' ın varl ığını kabul etmek<br />

gerekir 12 .<br />

2 — Alemin düzeni: Alem hakk ında dü şündüğümüz zaman onda<br />

ince bir san'at ın izlerini buluruz. Kâinat s ırf varl ıkla doludur ve düzenli<br />

bir biçimde i şlemektedir. Bundan kendi zatiyle var olan bir<br />

Mubdi'in bulundu ğunu anlar ız. Sonuç olarak kâinatm murid, kâdir<br />

ve her şeyin üstünde olan Allah'tan geldi ğini kabul etmek gerekir ".<br />

Kâinatın düzenine dayanarak Allah' ın varlığını ispatlama dü şüncesi,<br />

E ş'ari ve onun izinden giden kelâmc ılarda da bulunmaktad ır.<br />

3 — Hareket delili: Hareket için zaman itibariyle sonsuza kadar<br />

başlangıç bulmak güçtür. Ayn ı şeyi hareketi meydana getiren muharrikler<br />

için de söyleyebiliriz. Fakat gerçek olan şudur ki hareket<br />

var oldu ğuna göre, her hareketin muharriki de vard ır. Sonsuz hareketler<br />

ve muharrikler dizisi bizi muhale götürece ğinden, bir ilk Muharrik'in<br />

varlığın ı kabul etmek gerekir. Bu ilk Murharik ise hareket<br />

etmez ve fakat hareket verir ". Fârâbl.'nin Muharrik diye anlatt ığı<br />

varl ık da yüce Allah'tan ba şka bir şey değildir.<br />

4 — Mümkin ve Vâcib: Varl ıklar iki bölümde incelenebilir:<br />

12 Bak. al-Fârâbl, Kitâb al-Fusûs, s. 17, Haydarâbâd H. 1345; Fârâbl, al-Medinet<br />

al-Fâd ıla, türkçeye çeviren: Nafiz Dan ışman, s. 3, İstanbul 1956; Ord. Prof. Ayd ın Sayılı,<br />

Fârâbl ve Tefekkür Tarihindeki Yeri, Belleten, c. XV, say ı : 57, s. 35, <strong>Ankara</strong> 1951;•Fârâbl,<br />

Risâle fi's-Siyâse (Comair'in Felâsifet al-Arab 9 içinde al-Muhtârât) s. 66, Beyi-en (tarihsiz).<br />

13 Bak. Kitâb al-Fusûs, s. 6-7.<br />

14 Bak. Fârâbl, Upin al-Mesâil fil-Mant ık ve Mebâcli al-Felsefe, s. 10, al-Kâhire<br />

1328/1910.<br />

43


a) Mümkin: Zat ına nisbetle varl ığı zorunlu olm ıyan şey mümkindir.<br />

Mümkin olan ın yokluğunu farzetsek, böylece muhale varm ış olmayız.<br />

Çünkü Mümkinin var olmas ı için bir sebebe ihtiyaç vard ır. O<br />

halde mümkin var oldu ğu zaman, zat ı dışında bir sebeple var olmu ştur.<br />

Buna göre var olan şeyler, bir sebeple meydana gelmi şlerdir. Mümkin<br />

şeylerin bir sebebe muhtaç olarak sonsuza kadar uzanmas ı imkans ızdır.<br />

Sonsuz sebep ve müsebbip dizgisi bulunamaz. Sonuç olarak mümkin<br />

olanlar ın ilk sebebi olan Vacip bir varl ığın mevcudiyetini kabul<br />

etmek gerekir.<br />

b) Vacip: Zat ına nisbetle vüc'üdü zorunlu olan varl ık, Vâciptir.<br />

Vacibin yoklu ğu dü şünülemez. Onun varl ığı için sebep de yoktur.<br />

Mevcûdiyeti, ba şkas ına bağlı değildir. E şyan ın var olma sebebi odur.<br />

Vacibu'l-Vüdıd yani Allah, her türlü noksandan münezzehtir, tamd ır,<br />

ilk varl ıktır. O'nun madde, suret, fiil ve maksada ihtiyac ı yoktur 19 .<br />

Farabi, Allah' ın varlığının ispatında Aristo'dan faydalanm ıştır.<br />

Mesela hareket delilini buna örnek olarak gösterebiliriz. Ancak Farabi,<br />

hiç bir suretle Yunan filozofunun kopyac ısı olmamıştır. Aristo<br />

ilk Muharrik'ini âlemin merkezinde ve maddeye suretini veren itici<br />

güç olarak gösterme ğe çal ışmışt ır. Farabi'ye göre ise âlemin ve dolayısiyle<br />

maddenin var olma zorunlulu ğu Allah'tan gelmi ştir. Aristo'nun<br />

MuharriVi maddeye mekânik olarak etki yapar. Farabi'nin Allah' ı ise<br />

alemi bilerek ihdas etmi ştir. Aristo'ya göre ilk hareket ettirici güç yani<br />

Muharrik külli ak ıldır. larabi'ye göre ise külli ak ıl Allah'tan sudur<br />

eden ilk varl ıktır. Aristo, Ilk Muharrikle Kâinat aras ında arac ılar<br />

kabul etmez. l'arabi ise kâinat Allah'tan sudur ederken akl- ı evvel'den<br />

ay alt ı alemine kadar arac ı varl ıkların bir mertebeler dizisi izledi ğini<br />

ileri sürer ' 6 .<br />

Farabi'nin Allah'a isnat etti ği sıfatlar da İslam felsefesinin özelliğini<br />

taşır: Allah' ın fasl ı, cinsi, haddi yoktur. O'nun sonradan olmas ı,<br />

temeli, orta ğı, karşıtı düşünülemez. Allah mevzu, araz ve dokunan<br />

bir şey değildir. O zâhirdir. Her şeyin ilk kez ba şladığı varl ıktır. Her<br />

şey onundur. Onda çokluk bulunmaz. O zatiyle her şeye nail olur.<br />

O her şeyi zatiyle bilir. Zatiyle her şeyi bilerek her şeyle beraber olur.<br />

O'nun zat ı bölünemez. Cüzlere ayr ılamaz. O müsebbep de ğil, her<br />

davanın ilk nedenidir. O kendi birli ğinde bütündür. Yaln ız zâhir<br />

değil, aynı zamanda bât ındır. Hem aç ıktır, hem de gizlidir. Kendi<br />

ilmini kendi zatiyle bilir. Tamd ır, sonsuzdur ve hiç bir şeyle s ınırlan-<br />

44<br />

15 Bak. Fârâbi, Uyûn al-Mesâil, s. 4.<br />

16 Bak. Ord. Prof. Hilmi Ziya ülken, Islâm Felsefesi Tarihi II, s. 152, İstanbul 1957.


mış değildir. Alemdeki çokluk, onun zatından her şeyin sudur etmesinden<br />

sonrad ır. Fakat O'nun zat ında değişiklik olmaz, O'nun için<br />

miktar ve çokluk dü şünülemez. Kâinattaki çokluk itibaridir 17 .<br />

O'nun fiilleri için neden dü şünülemez. Herhangi bir şeyi mecbur<br />

olarak yapmaz. Allah basittir. Halden hale de ğişmez. Öncesizdir. Sonu<br />

yoktur. S ırf hayırd ır. S ırf güzelliktir. İlk Mahbub ve ilk ma' şuktur.<br />

Akildır. Hakimdir, diridir, güç sahibidir (kâdirdir), diledi ğini yapar<br />

(muridtir) ".<br />

Allah vard ır. Yoklu ğu kabul edilemez. O ne bilkuvve, ne de ba şka<br />

bir biçimde var olmu ştur. Öncesiz ve sonsuz olmak için ba şkas ına<br />

muhtaç değildir. O'nun varlığı hakkında "onunla oldu", "ondan<br />

oldu" veya "onun için oldu" diye bir sebep dü şünülemez.<br />

Büyüklükte tamd ır. Bu, onun d ışında onun gibi ba şka bir büyüklüğün<br />

bulunmadığı anlam ındad ır. Güzellikde tamd ır. Bu da onun<br />

güzelliğine, onun d ışında hiç bir varlığın eri şemiyece ği manas ındadır.<br />

Has ılı Allah, ilk sebeptir. Yani sebeplerin sebebidir. Hiç bir şey<br />

onun gücü dışında kalamaz ".<br />

Görülüyor ki Fârâbl, islâm' ın Allah' ından felsefecilerin diliyle<br />

söz etmi ştir. Ba şka bir deyimle Allah' ı tavsif etmekte de Kur'an'la<br />

felsefeyi uzla şt ırmağa çal ışmıştır.<br />

3 — Âlemin Var Olu şu<br />

Alem, Allah'tan sudur etmi ştir. Bu sudur insanlar ın maksatlar ına<br />

benzeyen bir amaçla olmam ıştır. E şyalar, Allah' ın ilim ve rızas ına<br />

muhalif olarak da meydana gelmemi ştir. Aksine her şey, Allah' ın<br />

kendi zaten bilmesiyle var olmu ştur. Çünkü O her şeye düzen veren<br />

en büyük hayır sahibi ve en büyük nizam vericidir.<br />

Allah' ın ilmi, bildiği şeyin var olmas ının sebebidir. Fakat O'nun<br />

her şeyi bilmesi, zamana bağlı bir şey değildir. Bu demektir ki O e ş-<br />

yaya sonsuz varl ığını verendir. Onlar ın yok olmas ını önleyendir.<br />

Allah eşyaya, yok olmalar ından sonra soyut bir varl ık vermi ştir diye<br />

dü şünülemez. Çünkü O, ibda olunmu ş .bulunan ilk varl ığın sebebidir.<br />

17 Bak. al-Fürâbl, Kitâb al-Fusûs, s. 4-7.<br />

18 Bak. Comair, al-Fârâbl I, Felâsifet al-Arab, s. 14-15, Beyrût (tarihsiz); Uyûn<br />

al-Mesâil, s. 6.<br />

19 Bak. Fârâbl, al-Medinet al-Fâdila, Türkçeye çeviren: Nafiz Dan ışman s. 3-7.<br />

45


Fârâbi, ibda' ın anlamın ı da şöyle aç ıklıyor: Varl ığı kendi zat ı<br />

için olmıyan şeyin varlığını devam ettirmek, ibda' demektir. Bu devam<br />

ettiri ş, Mubdi'in zat ından ba şka sebeplere ba ğl ı değildir. Allah' ın bir<br />

şeyi ibda' etmesinde ba şka bir arac ının etken bir rolü yoktur. E şyalar<br />

ın birbirlerinin sebebi olarak meydana geli şi, Allah' ın aracılığına<br />

bağlıdır. Ba şka bir deyimle her şeyin nisbet edilece ği ilk gerçek sebep<br />

Yüce Allah't ır ".<br />

Fârâbi'ye göre Allah'tan ilk önce ak ıl (al-Aklu'l-Evvel) sudur<br />

eder. Bunu ilk ibda edilmi ş varl ık olarak kabul etmek gerektir. Ibda<br />

olunan bu varl ıkta, kendi zatiyle mümkün oldu ğu için, krizi birçokluk<br />

meydana gelir. Fakat bu varl ık yani Akl- ı Evvel, kendi zat ım ve<br />

Yüce Allah' ı bildiği için de Allah'da Vâcibu'l-vücüdtur 21 . Akl- ı Evvel'den<br />

Vâcibu'l-Vüeüd oldu ğu ve kendi zat ını bildiği için ikinci akıl<br />

meydana gelir. Bunda da 'krizi olarak birçokluk has ıl olur. Akl- ı Evvel'den<br />

bir de en yüksek felek (al-Feleku'l-A'lâ) ç ıkar. Buna madde<br />

ve suretiyle birlikte Nefs de denir. Ancak bu Nefs, feleki bir Nefstir.<br />

İkinci ak ıldan, üçüncü ak ıl ve ikinci felek (sema) meydana gelir.<br />

Bu felek, sabit yıldızlar feleğidir.<br />

Üçüncü ak ıldan, dördüncü ak ıl ve Zühal küresi has ıl olur.<br />

Dördüncü ak ıldan, be şinci ak ıl ve Müşteri küresi, be şinci akıldan<br />

alt ıncı ak ıl ve Merih küresi, alt ınc ı akıldan yedinci ak ıl ve Güneş<br />

küresi, yedinci ak ıldan sekizinci ak ıl ve Zühre küresi, sekizinci ak ıldan<br />

dokuzuncu ak ıl ve Utarit küresi, dokuzuncu ak ıldan da onuncu ak ıl<br />

ile Ay küresi meydana gelir ". Bu da semavi cisimlerin sonuncusudur.<br />

Akıllar ın sonuncusu olup onuncu s ırada yer alan ak ıla al-Aklu'l-Fa'al<br />

denir.<br />

Arza ait cisimler ise bu Fa'al Ak ıl' dan ç ıkar. Ancak bu feleklerin<br />

arac ılığı ile olur. Feleklerin arac ılığı ile fa'al ak ıldan bütün cisimlerde<br />

mü şterek bulunan heyulani ak ıl has ıl olur. Feleklerin dönü şleri sonucunda<br />

heyulada çe şitli i ştidatlar türer. Sonra Akl- ı Fa'al'dan bu istidatlara<br />

uygun suretler feyezan eder. Böylece de 4 unsur te şekkül<br />

eder. Bilindi ği gibi bu unsurlar su, hava, toprak ve ate şten ibarettir.<br />

Unsurlar da birbirleriyle kar ışarak çe şitli terkipleri ve imtizaclar ı<br />

doğururlar. Ne zaman bir imtizaç yani uyu şum olursa, bu uyu şmada<br />

20 Bak. Uyiin al-Mesâil, s. 6.<br />

21 Bak. Uyûn al-Mesâil s. 7.<br />

22 Bak. Fârâbl, al-Medinet al-Fâdila, s. 20-21; Hannal-Fahüri ve Halil al-Carr,<br />

Tarih al-Felsefet al-Arabiyye. c. II, s. 114-115; Abdulhak Adnan, Fârâbl, İs. Ansiklopedisi,<br />

cüz: 34, s. 462, İstanbul 1947.<br />

46


ir de isti'dad meydana gelir. Bu imtizac yahut uyu şum sonucunda<br />

meydana gelen istidad'da Akl-Fa'al'dan akan bir suret de has ıl olur.<br />

Böylece de madenler, nebatlar, hayvanlar ve insanlar meydana<br />

gelirler ".<br />

Var olu şta, birinci mertebe ilk Sebebe, sonuncu mertebe de maddeye<br />

aittir" Ak ıllar ve felekler âleminde sudur, mertebede üstün olandan<br />

a şağıya doğrudur. Arz âleminde ise bu olu ş ve ak ış, a şağıda olandan<br />

yukar ıya doğrudur. Ba şka bir deyimle Heyuladan insana do ğrudur.<br />

Isti'dad ve İ'tidal has ıl olduğu zaman, Fa'al ak ıldan be şeri nefs<br />

akar. Bilindiği üzere bu akıl, suretleri verendir. Ne zaman ana rahminde<br />

ilk tohum (madde) haz ır olursa, o zaman ona nefs, Fa'al Ak ıldan<br />

akar. Ruhun bedenden önce bulunmas ı caiz de ğildir. Bunda Fârâbi,<br />

Eflatun'a muhalefet etmi ştir.<br />

Fârâbi, tenasuhcular ı reddederek ruhlar ın bir bedenden di ğer<br />

bedene geçemiyece ğini de söylemi ştir". Bedene ruh feyezan ettikten<br />

sonra insanda nebati, hayvani ve insani kuvvetler meydana gelir.<br />

Bu bir ruhun kuvvetleri demektir.<br />

Nebati kuvvetler g ıda verme, yeti ştirme ve do ğurma (al-gaziye,<br />

al-murebbiye ve al-muvellide) görevlerini yapar. Hayvani kuvvetler<br />

hareket ve idrak görevlerini ifa ederler. Hareket kuvveti de şehvet ve<br />

gazaptan ibarettir. Idrak kuvveti ise zâhiri ve bâtini duyular diye<br />

ikiye ayr ılır:<br />

ı — Zâhiri duyular, görme, i şitme, dokunma, koklama ve tatma'dan<br />

ibarettir.<br />

2 — Bâtini duyular, mü şterek hissi, mütehayyileyi, vehmi ve<br />

hatırlama (az-Zakire)'yi içine al ır.<br />

Insani kuvvetlere gelince: Bunlar da ikiye ayr ıl ır:<br />

ı — Amen ak ıl: Bu, güzel ile çirkini, faydal ı ile zararl ıyı, doğru<br />

ile yanl ışı ve bu gibi hususlar' ay ırmağa yarar.<br />

2 — Nazan ak ıl. Bunlar da heyulani (bilkuvve, munfail), bilmeleke<br />

(bilfiil) ve müstafad ak ıl diye üç esasta toplan ır".<br />

23 Bak. al-Medinet al-Fad ıla, s. 22-25; Comair, Farabi, Felâfiset al-Arab 9, c. II,<br />

s. 17-18 Beyrût (tarihsiz).<br />

24 Bak. De Boer, Tarih al-Felsefe fi'l-Islâm, s. 164, al-Kahire 1954.<br />

25 Bak. Uy(in al-Mesâil, s. 18.<br />

26 Bak. Uyûn al-Mesâil, s. 16-17, al-Medinet al-Facl ıla (al-Muhtarat) Comair'in<br />

Felâsifet al-Arab serisinden Farâbl, c. II içinde, s. 62-63-84; Tarih al-Felsefet al-Arabiyye,<br />

c. II, s. 125-130; F. Rahmân Prophecy In Islam, s. 12, London 1958; Hilmi Ziya ülken,<br />

Farabi, s. 29-30, Kanaat Kitabevi bask ıs ı 1944.<br />

47


Akl- ı Evvel'den insana kadar, Farabl'ye göre sudur nazariyesini<br />

böylece inceledikten sonra, bu konunun ele ştirilmesine geçebiliriz:<br />

Farabi, Aristo felsefesi ile islam felsefesini uzla ştırmağa çal ışmıştır.<br />

Alemin var olu şunda bir yandan öncesiz çoklu ğu reddetmi ş ve her şeyi<br />

tek bir Allah'a ba ğlamıştır. Her şeyin ilk sebebinin Allah oldu ğunu kabul<br />

etmi ştir. Diğer yandan Aristo felsefesinin hayran ı olarak âlemin<br />

zamans ız olarak var oldu ğunu ileri sürmü ştür. Ba şka bir deyimle zamana<br />

bağlı olmaks ız ın Allah' ın öncesiz ilmiyle âlemin var oldu ğunu<br />

söylemi ştir. Böylece de Allah' ın ilmi, Allah' ın zatiyle kadim oldu ğu<br />

için âlemin de kadim oldu ğunu ima etmi ştir. K ıdem fikriniima ederek<br />

Aristo felsefesinin etkisinde kalm ıştır. Ama böyle yapmakla da hem<br />

islam kelamc ılarının görü şlerine uymıyan ve hem de Aristo dü şüncesinin<br />

kopyas ı olmıyan bir varl ık anlay ışının sistemcisi olmuş tur.<br />

Fakat onun bu sisteminde islam ın ve Yenieflatunculu ğun etkileri de<br />

pek çoktur. O, eklektik bir sistem kurmu ştur. Bu konuda büyük İslam<br />

düşünürlerinden Gazzali (Ölm. H. 5o5 /M. ı ı ı ı ), Farabi'yi ac ı ac ı<br />

eleştirmi ştir. Hattâ Gazzall, Farabryi tekfir etmi ştir ". Bize göre<br />

Farabi, varl ık sorununu incelerken bir çe şit tasavvufi görü ş ile Allah'<br />

ın ve âlemin gerçekte birlik oldu ğunu ifadeye çal ışıyor. Alemin<br />

sudur yoluyla Allah'tan ç ıktığını ve her şeyin ondan tezahür etti ğini<br />

ispatlamak istiyor. Onun bu konuda az önce belirtti ğimiz gibi Yenieflatunculuktan<br />

ve özellikle Plotinos'un görü şlerinden çok faydalandığı<br />

inkâr kabul etmez bir gerçektir. Esasen sudur nazariyesi tamamen<br />

yenieflatuncu felsefeye ait bir görü ştür.<br />

Şu kadar var ki Hannal-Fahûri ve Halil al-Carr' ın 28, Farabi'nin<br />

İsmailiyye mezhebinin etkisiyle bu görü şü benimsediğine dair fikirleri<br />

tamamen yanl ıştır. Felsefeye derin bir vukufu olan Farabi'nin,<br />

yenieflatuncu görü şleri, Me'mûn (Ölm. H. 218 /M. 833) zaman ından<br />

beri arapçaya tercüme edilen eserlerden ö ğrenmi ş olduğu aç ıktır.<br />

Akılc ı Farabi'nin sudur nazariyesini, tamamen akl ın ve mantığın<br />

düşman ı olan ismailiyye'den ö ğrendiği iddias ını kabule imkân yoktur.<br />

İsmailllerin ba şka bir deyimle Batmllerin Yenieflatunculu ğu öğrendikleri<br />

eserler, hiç şüphesiz Farabi'ye de kapal ı ve gizli de ğildir. Gerek<br />

Bâtinilerin ve gerekse Farabi'nin sudur nazariyesinde benzer görü ş -<br />

leri aç ıklamaları bu sebeple olmu ştur.<br />

Demek oluyor ki Farabi'nin âlemin yarad ılışı hakkındaki görü şleri<br />

Kur'an'a, Aristo'ya ve Yenieflatuncu felsefeye dayanmaktad ır. Fal-abi,<br />

27 Bak. al-Gazzâli al-Munkiz Min ad-Dalâl, s. 73-79, Suriye 1956; al-Gazzâli,<br />

Tehâfut al-Felâsife, s. 74-80, 110, Dâr al-Maârif bask ısı, Mısır (tarihsiz).<br />

28 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 119.<br />

48


J<br />

çeşitli felsefi dü şünceleriyle İslâmda yeni bir felsefenin ba şka bir deyimle<br />

Me şşâili ğin sistemle ştiricisi olmu ştur. Bize kal ırsa, Allah' ı, Hz.<br />

Peygamberi ve vahyi kabul etti ği için Fârâbryi takdir etmek gerektir.<br />

lemin var oluşu hakkındaki onun k ıdemine kadar varan imalar ı ise<br />

eleştirilmeğe değer. Onun bu yoldaki ifadeleri dinle felsefeyi uzla ş-<br />

tırma çabas ından doğmu ş olsa gerektir. E ğer Fârâbi, bu uzla şt ırmay ı<br />

yaparken gerçekten Kur'an'a muhalefet etmeyi dü şündü ise, o zaman<br />

Gazzalrye hak vermek gerekir. E ğer Fârâbi, sudur nazariyesinde<br />

sözünü etti ği ibda'dan bir çe şit tasavvufi görü şle her şeyin Allah' ın<br />

tezahüründen ve dilemesinden ibaret bulundu ğunu, Kur'an'da geçen<br />

halk (yaratma) fiillerini bu mânada anlad ığını ima ediyorsa, o zaman<br />

onu tekfir etmekte acele etme ğe lüzum yoktur. Fârâbrnin k ıdem<br />

sözünü kullanmayışı, ibda'y ı da a şağı yukar ı ihdas anlamında kullanmas<br />

ı, Hz. Peygamberi, vahyi, hay ır ve şerrin Allah'dan oldu ğunu<br />

kabul etmesi onun İslâmiyete muhalefet etmek niyetinde olmad ığına<br />

delil gösterilebilir.<br />

O, Uyûn al-Mesail'de (s. 3) tasdikten bahsederken "âlem birle şik<br />

(müellef) oldu ğu takdirde muhdestir; çünkü her birle şik olan muhdestir.<br />

Sonra da âlemin muhdes oldu ğunu biliriz" demek istemi ştir.<br />

Fârâbi, âlemin var olu şunu açıklarken, mürekkep cisimlerin teşekkülünden<br />

de söz etmi ştir. Böylece de birle şik cisimlerin muhdes<br />

olduklarını kabul etmi ş oluyor. Bu da gösteriyor ki Fârâbl ibda'dan<br />

ihdas anlam ında söz etmi ş olabilir. Fârâbrnin âlemdeki bahsetti ği<br />

genel birlik tasavvufidir ve mecazidir.<br />

Geriye âlemin k ıdeminin, Allah' ın ilmi sorununa dayat ılmas ı<br />

kalıyor. Yani Fârâbi, âlemin zamans ız olarak ibda edildi ğini ileri<br />

sürmü ştür. Onun âlemin k ıdemini imas ı bu görü şünden istintaç edilir<br />

Fakat âlemin zaman bak ımından öncesiz olu şu, Fârâbi aç ısından<br />

Allah' ın zat ında ve ilminde değişiklik bulunmıyacağı düşüncesine<br />

bağlı bir tevilin sonucu olabilir. Bununla birlikte Fârâbrnin varl ık<br />

anlayışında İslâm kelâmc ılan aç ısından buhran vard ır. Burada Hz.<br />

Muhammed'in "yap ılan i şler niyete göredir" hadisi akla geliyor.<br />

Fârâbrnin çe şitli kitaplar ında ise iyi niyete sahip oldu ğunu gösteren<br />

deliller çoktur.<br />

4 - Peygamberlik Görü şü<br />

Fârâbrnin sisteminde Peygamberlik felsefesi de önemli bir yer tutar.<br />

O, bu konuda da Peygamberle filozofu uzla ştırmağa ve birle ştir-<br />

49


meğe çal ışmıştır. Birincisinin muhayyilede ve ilahi kaynakla ilgi kurmakta<br />

üstün, ikincisinin ise tetkikde üstün oldu ğunu kendisine göre<br />

anlatm ışt ır.<br />

Ona göre Peygamberlik, halk alemine uygun dü şecek kudsi bir<br />

kuvvetle yarat ıl ıştan ihtisasla şmakt ır. Peygamberler, yarat ılıştan ve<br />

adetlerden olan şeyleri de ğiştirecek mu'cizelerle gelmelidirler. Onların<br />

manevi aynalar ı, Levh-i Mahfuzda yok olmas ı dü şünülemiyecek<br />

yaz ıları aksettirmekde pas tutmaz. Tanr ı elçileri olan melekler de<br />

Peygambere Allah'tan tebligat getirirler ".<br />

Ona göre faziletli bir şehrin veya ükenin idarecisi ba şka bir deyimle<br />

önderi, ya peygamber, ya filozof veya özel erdemle ı e sahip bir kimse<br />

ol malıdır .<br />

Bir şehirde herkes önderlik yapacak durumda de ğildir. Önderlik<br />

yapacak kimsenin, her şeyden önce yarat ılışdan bu i şe kabiliyetli olmas ı<br />

gerekir. İkinci olarak da önder, meleke, görünü ş ve irade itibariyle<br />

haz ırlıklı olmalı d ır. Ba şka bir deyimle önder bilfiil ak ıl ve ma'kul olma<br />

derecesine yükselmelidir. Bu şüphesiz üstün insanlara özgü bir şeydir.<br />

Böyle bir insan ın nefsi, Akl- ı Fa'al ile bağlant ı kurar. Bu da ilkin munfail<br />

akl ın ve müstefad akl ın onda meydana geli şiyle olur. Müstefad<br />

akıl sayesinde Fa'al ak ıl ile bağlant ı has ıl olur.<br />

Faziletli şehrin önderi olan insan, bilgileri do ğrudan doğruya<br />

Fa'al ak ıldan al ır. Bu bilgiler, bir çe şit vahiy yoluyla has ıl olur. Bu<br />

da uykuda veya uyan ıkken mümkündir. Akl- ı Fa'al, sadece bir arac ıdan<br />

ibarettir. Çünkü Akl- ı Fa'al, Allah'dan ak ıp gelen bir şeydir. Ba şka<br />

bir deyimle Allah, bilgileri Akl- ı Fa'al arac ılığı ile önder insana vahyeder.<br />

Akl- ı Fa'al, Allah'dan ald ıklar ını müstefad ak ıl arac ılığı ile<br />

münfail akla ak ıt ır. Bu bilgiler önder olan insan ın mutehayyilesine<br />

geçer. Böyle bir insan ın münfail akl ına bilgilerin akmasiyle o insan<br />

hakim, filozof veya erdemli önder olur. Bu bilgiler kimin mütehayyile<br />

kudretine akarsa, bu insan da Peygamber olur. Gelecekten haber<br />

verir. Bu dereceye yükselen insan, mutlulu ğun ve insani derecelerin<br />

en yüksek noktas ına ula şmış demektir ". Böylece Farabi, Peygamber,<br />

filozof veya bir devleti idare eden önder aras ında felsefi yönden ba ğlant ı<br />

kurmağa çal ışmıştır. Esasen "Tahsil as-Sa'ade" adl ı eserinde filozof,<br />

29 Bak. Kitâb al-Fusûs, s. 9.<br />

30 Bak. al-Medinet al-Fâd ıla, s. 71; Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 145, 153;<br />

Abd al-Halim Mahmud, at-Tefkir al-Felsefi f ı'l- İslam. c. II, s. 153-155 M ıs ır (tarihsiz).<br />

50


aşkan, k ıral, kanun koyucusu ve önderin ayn ı anlamda olduğunu<br />

ima etmi ştir".<br />

Farabi, Peygamberlik felsefesi üzerine esasl ı surette e ğilen ilk<br />

Islam filozofudur. Onun faziletli bir şehrin önderinde bulunmas ı<br />

gereken özellikler hakk ındaki görü şleri oldukça dikkati çekicidir. Bu<br />

özelliklerin baz ılar ı yarat ılıştan olur. Baz ılar ı da sonradan kazan ılır.<br />

Önder'in yarat ılıştan olan özellikleri cismani, akli, ifade ve belagatla<br />

ilgili, ilmi ve ahlaki olmak üzere be şe ayrılır. Şimdi bir önderde bulunmas<br />

ı gereken bu özellikleri s ırasiyle görelim.<br />

ı — Cismani Önderin vüct'ıdu sağlam, organlar ı da<br />

tam olmal ıdır.<br />

2 — Akli Önderin anlay ışı çok, hafızas ı kuvvetli ve<br />

zekas ı keskin olmal ıdır.<br />

3 — Kudret ve belagatla ilgili özellikler: Her şeyi aç ık bir surette<br />

ifade etmek.<br />

4 — ilim ve Ara ştırmay ı sevmek.<br />

5 — Ahlaki özellikler: Yemede, içmede, ve cinsi arzularda ölçülü<br />

olmak. Dostlu ğu sevmek, yalandan sak ınmak. Ululuğu benimsemek,<br />

utandırıcı şeylerden sak ınmak. Dünyal ık paraya ve menfaata dü şkün<br />

olmamak. Adâleti sevmek, zulümden kaç ınmak. Ölçülü mizaçta olmak,<br />

lüzumsuz k ızmamak. Büyük bir azim ve irade sahibi olmak. Gerekli<br />

şeyleri yapmakta korkak de ğil, cesaretli olmak".<br />

Farabi'ye göre bu özelliklerin hepsi pek az kimsede bulunur.<br />

Önderin sonradan kazanaca ğı özellikler ise şunlardır:<br />

— Hakim olmak. Bu demektir ki önderin ruhi özellikleri tam<br />

olmalıdır. Fa'al Ak ıl ile bağlant ı kurmay ı başarmalıd ır.<br />

2 — Önder, kendinden önce gelenlerin koyduklar ı kanun ve usulleri<br />

bilmelidir. Bu hususlar ı kafas ında iyi tutmal ıdır. Şehirleri idare<br />

eden eski insanlar ın yapt ıklar ından faydalanmal ıdır.<br />

3 — Eskilerin deney ve kanunlar ından yeni hükümler ç ıkarmak.<br />

Ba şka bir deyimle k ıyas yapmak.<br />

31 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. II, s. 153; Muhammed Atiyyet al-Ebrü ş1 ve<br />

Ebûl-Futâh Muhammed, A'lâm as-Sakâfet al-Arabiyye Ve Nevâbig al-Fikr<br />

(al-Mecmua as-Sâniye), s. 78-79, al-Kühire (tarihsiz).<br />

32 Bak. Fârâbl, Fusül Min 'Arâ Ehl al-Medinet al-Fâdile, s. 64-71, Yay ınlıyan: Ali<br />

Abd al-Vâhid Vâfi, al-Kâhire 1961.<br />

51


4 — Günlük sorunlar hakk ında eski şehirlerin usul, örf ve adetlerinden<br />

faydalanmak. Bunu yaparken şehrin menfaatini gözetmek<br />

ve isabetli hükümlere varmak.<br />

5 — Eskilerin izinden yürüyerek ç ıkardığı hüküm ve koydu ğu<br />

usulleri halka ö ğretmek.<br />

6 — Sava şa dayan ıkl ı olmak ve sava ş kurallar ın ı iyi bilmek".<br />

Fârâbl, Peygamber, filozof ve siyasi önderin ayn ı özelliklerle mücehhez<br />

olmas ını anlatmakla beraber, mucize sorununda Peygamberlerin<br />

özel yetilerini de kabul etmektedir. Fârâbi, hiç bir zaman Hz.<br />

Muhammed'in hak Peygamberi oldu ğunu inkâr etmemi ştir. O peygamberlik<br />

felsefesini bir yandan dinden, di ğer yandan da Eflatun'un<br />

Cumhuriyet'inden faydalanarak kaleme alm ıştır. Böylece bu konuda<br />

da dinle felsefeyi uzla ştırmağa çal ışmıştır. Ona göre Peygamber, en<br />

yüksek saadete ula şan insand ır. Filozof da ak ıl ve tetkikle bunu ba şaran<br />

ara ştır ıcıdır. Peygamber nas ıl en iyi, en doğru ve en güzeli kendi sistemine<br />

göre anlat ırsa, filozof da akl ı ve ahlâk ı sayesinde bunu başarmak<br />

ve yaymak için çal ışır.<br />

Esasen Fârâbl'ye göre felsefe güzeli ve mutlulu ğu tahsil etmek<br />

ilmidir ".<br />

5 — Ruh, Melekler ve khiret Sorunu<br />

İnsan iki cevherden ibarettir:<br />

— İnsanın şekli tarafı yani bedeni. Beden hareket eder, durur,<br />

yer tutar ve bölünebilir.<br />

2 — Di ğer cevherin şekli yoktur. Bu da ruhtur. Onu ancak düşünce<br />

kavrar. İnsan ın şekli tarafi halk âlemindendir. Ruhi tarafı ise<br />

emr âlemindendir. Çünkü ruh emr âlemindendir. Beden ise halk<br />

âleminde bulunur.<br />

İnsan ın aç ık görünen tarafı bedenidir. Gizli tarafı ise ruhudur.<br />

Ruh da ikiye ayr ılır:<br />

— Amel ile ilgili olan ruh.<br />

2 — İdrakla görevli olan ruh.<br />

Bunlar ın da ayr ıca dereceleri vard ır.<br />

33 Bak. Fusûl MM Arâ Ehl al-Medinet al-Fâdila, s. 71-75.<br />

34 Bak. al-Fârâbl, Kitâb at-Tenbih Ala Sebil as-Saâde, s. 20-21, Haydârâbâd 1346;<br />

Ibrahim Madkûr, Fârâbi, A History of Muslim Philosophy içinde c. I, s. 463; Muhammed<br />

Sagir Hasan al-Ma'sûml, Fârâbi (sözü geçen eser içinde), s. 710-712.<br />

52


İnsan ın ruhu yani nazari ak ıl, ilahi feyzden nasibini al ır. İnsan<br />

ahlaken olgunla şarak Allah'a yükselebilir. Bilgiler, bir aynaya akseder<br />

gibi ilahi kaynaktan ruha co şar gelir. Böylece de insan en yüksek<br />

manevi zevke ula şabilir. Tabii bu hal normal bir ruha nasip olmaz.<br />

En yüksek mutlulu ğa ancak kudsi ruh ula şır ".<br />

İnsan tasavvufi bir ar ınma ile ulvi âleme yükselirse, her şeyin<br />

Allah' ın zat ında birlik olduğunu ve halk âlemindeki çoklu ğun arizi<br />

bulunduğunu anlar ".<br />

Meleklere gelince: Bunlar ilmi suretlerdir. Onlar ın cevherleri<br />

ibda edilmiştir. Bunlar ın suretleri yoktur. Bunlar ibda'i bilgilerdir.<br />

Fakat ibda' edilmelerinden sonra kendi zatlar ıyle kaim olurlar. En<br />

yüksek emri dü şünürler. Kudsi ruh, onlara uyan ıklıkda hitap edebilir.<br />

Nebevi ruh ise uykuda onlarla mua şeret eder.<br />

Meleklerin zatlar ı vard ır. Biz onlara, insanlara nisbetle zat isnat<br />

edebiliriz. Fakat gerçek zat'lari emr alemine aittir. Onlarla be şeri güçler<br />

arasında ancak insan ın kudsi ruhu mülaki olabilir. Bu mülâkattan sonra,<br />

insan ın aç ık ve gizli duygular ı yükselir. İnsan, kabiliyet ve temizli ğine<br />

göre mele ği görebilir. Fakat mele ği bir gerçek şekil halinde ve zatiyle<br />

değil, manevi olarak kavrar. Onun sesini i şitir.<br />

Vahiy almağa müsait kimse melekle ba ğlantı kurar. Manen vahiyleri<br />

ondan al ır. Melek mecazi bir surette tezahür edebilir 37 .<br />

Görülüyor ki Farabrnin ruh ve melek anlay ışı bir takım tefsir ve<br />

tevillerden ibarettir. Bu hususta her eserinde sistemli olarak ayn ı aç ıklamayı<br />

yapmadığı görülmektedir. Bu konuda da bir yandan felsefeye<br />

meyli, diğer yandan dinden de vaz geçen ıeyi şi aç ık olarak anla şılmaktadır.<br />

Daha doğrusu o ruh ve melekleri hem dini ve hem felsefi olarak<br />

açiklamağa çalışmıştır.<br />

Mead sorunu :<br />

Beden öldükten sonra ruhlar için mutluluk ve i şkence vard ır. Bu<br />

tabii nefslere göre de ğişir. İnsan ın ameline göre Ahirette ruhu mükafatland<br />

ırıhr veya cezaland ırıhr.<br />

Allah inayet sahibidir. Her şeyi ihata eder. O'nun herkesle ilgisi<br />

vardır. Her şey O'nun hüküm ve takdiriyle olur. Hay ır ve şer O'ndand<br />

ır ".<br />

35 Bak. Kitâb al-Fusûs, s. 9-15.<br />

36 Bak. De Boer, an ılan eser, s. 173-174.<br />

37 Bak. Kitâb al-Fusüs, s. 9, 15-16.<br />

38 Bak. Uyûn al-Mesâil, s. 18.<br />

53


SONUÇ<br />

Fârâbi, Allah' ın varl ığın ı sistemli bir surette aç ıklamayı başarmıştır.<br />

Bu hususta ak ıldan yeteri kadar faydalanm ıştır.<br />

Alemin var oluşunda din ile felsefeyi uzla ştırmak için çaba harcamıştır.<br />

Bu hususta Aristo ve Plotinos'un görü şlerinden çok faydalanmıştır.<br />

Bize göre o ibda fiilini ihdas anlam ında kullanmıştır. Alemin<br />

zamans ız var olduğu görü şünü, Allah' ın ilmine bağlamıştır. Allah' ın<br />

ilmi öncesiz olduğu ve değişmediği için âlemin de öncesiz bir surette<br />

var oldu ğunu ima etmi ştir. Bunda İslam kelâmc ıları aç ısından ba şar<br />

ısız olduğu söylenir. Fakat onun bu konuda Kur'an' ı inkâr etmek<br />

niyetinde olmadığı kanısındayız. GazzâWnin bu yüzden ac ı ele ştirmesine<br />

uğrıyan Fârâbi, Allah' ın ilim sıfatı ile onun hür iradesini uzlaştıramamıştır.<br />

Bu uzla şt ırmayı yapsa idi, tekfir edilmezdi.<br />

Peygamberlik felsefesinde Eflatun'un Cumhuriyet'inin izlerini<br />

buluyoruz. Bununla birlikte vahiy sahibi peygamberlerin varl ığını<br />

kabul etmi ştir. Peygamberlerin yaln ız Ahireti de ğil, dünyayı da düzenleyici<br />

seçkin kimseler olduklar ını ifade etmi ştir. Filozofun da tetkik<br />

ve ak ıl ile bir peygamber gibi davranmas ı gerektiğini kendisine göre<br />

anlatm ıştır. O peygamberi, filozofu ve erdemli siyasi önderi en yüksek<br />

mutluluğu gerçekle ştirecek ki şiler olarak göstermi ştir.<br />

Ruhların bir bedenden diğerine geçemiyece ğini söyliyerek tenasuha<br />

kar şı koymuştur. Ruhun bedenden sonra oldu ğunu söyliyerek<br />

Eflatun'a muhalefet etmi ştir. GazzâWnin, al-Munkiz Min ad-Dalâl<br />

ve Tehafut al-Felâsife'de anlatt ığına göre, Fârâbi Ahirette sevaplar ın<br />

ve cezalar ın bedenlere de ğil, ruhlara uygulanaca ğını söylemi ştir. Bu<br />

da onun din felsefesinde bir buhran olarak gösterilir. Fakat onun<br />

Ahiret hayat ına, kaza ve kadere, hay ır ve şerrin Allah' ın takdiriyle<br />

Olduğuna, meleklere ve vahye inand ığını gösteren ifadeleri de vard ır.<br />

Onun islâmiyete kar şı olduğu kanısında değiliz. Onun yapmak istedi ği<br />

şey topluma ışık tutmak, felsefe ile dini uzla ştırarak akl ı ve maneviyatı<br />

değerlendirmek olmu ştur. Bunu yaparken her insan gibi onun da<br />

yan ılmalarını normal kar şılamak yerinde olur. Bir insan ın küfrüne<br />

99 ihtimal, imanına ise bir ihtimal olsa, o bir ihtimale dayanarak onu<br />

mümin saymak islâm büyüklerince de kabul edilmi ştir. İman esaslarının<br />

hepsine inanan Fârâbrye tekfirde de acele etmemek uygun<br />

olur.<br />

Esasen Gazzâll de bir kimseyi hemen tekfir etmenin kar şısında olmu<br />

ştur. Gazzâli, Allah'a, Peygamber'i, ve Âhireti, Kur'an'da oldu ğu<br />

54


gibi kabul eden kimsenin di ğer konulardaki tevilini mazur göstermek<br />

için deliller vermi ştir 39 .<br />

Gazzâlrnin Tehafut al-Felâsife'de Fârâbi (Ölm. H. 339 /M. 95o)<br />

ve İbn Sina (Ölm. H. 428 /M. ı o37)'ya kar şı olu şu, Ehl-i Sünnet<br />

inanc ını savunmak ihtiyac ından gelmi ştir.<br />

Gazzâli, görü şlerini insanlar ın kültür derecesine göre aç ıklamıştır.<br />

Birçok eserlerinde Gazzâli de felsefi sorunlara dalm ışt ır. Şüphesiz ki<br />

Gazzali daha çok din bilgini ve mutasavv ıftır. Fârâbi ise daha çok<br />

hakim ve filozoftur.<br />

Biz Fârâbrnin hata ve sevaplariyle birlikte İslam Felsefesi tarihinde<br />

müstesna bir yer i şgal etti ğini teslim etmeliyiz.<br />

39 Bak. al-Gazzâlt, Faysal at-Tefrika Beyn Va'z-Zandaka, s. 5, 15-20, M ısır<br />

1907.<br />

55


İBN MİSKEVEYH'E GÖRE ÇOCUK E ĞİTİMİ<br />

İbn Miskeveyh H. 325 /M. 936 y ılında dünyaya geldi. As ıl ad ı<br />

Ebu Ali Ahmed b. Muhammed b. Ya'kub'tur. Dedesinin isminin<br />

Miskeveyh olduğu söylenir. Bu yüzden kendisi bazan Miskeveyh ve<br />

bazan da İbn Miskeveyh diye lakapland ırılmıştır. Dedesinin mecusi<br />

olduğu rivayet edilir.<br />

İbn Meskeveyh bir ara vezir Muhallebi'nin sekreterli ğini ve İbn<br />

al-Amid'in de kütüphane memurlu ğunu yapm ışt ır. İbn al-Amid'in<br />

oğlu Ebu'l-Fath zaman ında Rey'de İbn Miskeveyh'in itibar ı çok<br />

yüksekti.<br />

Bize kadar ula şan Tehzib al-Ahlak, Cavidan- ı H ırad (al-Hikmet<br />

al-Halide), Tecarub al-Umem ve al-Fevz al-Asgar adl ı eserleri oldukca<br />

tanınmıştır.<br />

Kendisi akla ve felsefeye Aristo gibi fazla önem verdi ği için<br />

"al-Muallim as-Salis" ünvan' ile de an ılır 1 .<br />

İbn Miskeveyh H. 421 /M. ı o3o yılında hayata gözlerini yummuştur.<br />

Önemli bir ahlak felsefesi kuran İbn Miskeveyh, çocuk e ğitimine<br />

değinmeyi ihmal etmemi ştir. Özellikle Tehzib al-Ahlak adl ı eserinde<br />

eğitim sorunu üzerinde durmu ştur.<br />

Ona göre çocu ğun ruhu hayvanlar ın ruhlar ı ile olgun insanlar ın<br />

ruhlar ı aras ında orta bir seviyededir. Çocuk büyüdükçe insani ruh<br />

geli şir. Buna kar şılık hayvani ruhla ilgili özellikler azal ır.<br />

Çocukta ilk önce elem veya zevk veren duygu belirir. Sonra<br />

şehvet duygusu geli şir. Üçüncü olarak çocukta şevk gücü faaliyete<br />

başlar. Bütün bu duygular çocu ğun gıda aramas ına yard ım eder.<br />

Daha sonra çocukta gazap gücü meydana gelir. Böylece çocuk<br />

kendi nefsini eza veren şeylere kar şı savunur. Nihayet onda temyiz<br />

1 Bilindiği üzere "al-Muallim as-Sani" ünvan ı Türk Filozofu Farabi'ye verilmi ştir.<br />

56


gücünün geli ştiğine şahit olunur. Çocuk temyiz gücüyle di ğer varl ıklardan<br />

ayr ılır. Çocu ğun akl ı olgunlaştıkca insanlığı da olgunla şır.<br />

Utanma duygusu geli ştikçe de güzel ve çirkin fiilleri i şlemekte iradesini<br />

kullan ır. Çocu ğun fazilet hayat ına ula şmas ı için bu duygular ın normal<br />

olarak gelişmesi gereklidir.<br />

Fazilet hayat ının gelişmesi için iki şart daha lâz ımdır :<br />

— Şahsi şart: Baz ı çocuklar yarat ılıştan vah şi olurlar. Bunlar ın<br />

tabiatlar ı hayvanlar ınkine benzer. Gazap gücü fazla olan bu tip çocuklar<br />

ı eğitmek güçtür. Fakat her y ırtıc ı çocuk yarat ılıştan ha şin ve y ırtıc<br />

ı değildir. Bu tip çocuklar ise e ğitim yoluyla olgunla ştırılır.<br />

2 — Sosysıl Şart: Çocu ğu kötü arkada şlardan ve tabiat ı icab ı<br />

kötü kimselerden korumak gereklidir. Kötülerle dü şüp kalkan çocuk<br />

gerçek fazileti bulmakta engellenmi ş olur. Çocu ğu hikmet sahibi kimselerle<br />

ve iyi huylu arkada şlarla dü şüp kalkmağa te şvik etmelidir.<br />

İyi kimselerle iyi fiiller i şlemeğe al ışan çocuk gerçek fazilete ula şmakta<br />

güçlük çekmez.<br />

Bir de çocu ğu alışkın olduğu aile muhitinden zaman zaman uzaklaştırmak<br />

yerinde olur. Çünkü çocuk ailenin a şırı ihtimamı ve ilgisi<br />

yüzünden şımarabilir. Muhitinden belli bir zaman için uzakla şan<br />

çocuk eza ve cefaya al ışın Her şeyde ebeveynine itimattan yoksun<br />

kalarak kendi kendini idareye ba şlar.<br />

Bütün bu şartlar yerine getirildi ği takdirde çocukta faziletin<br />

yerle şmesi için güçlük çekilmez.<br />

İbn Miskeveyh'e göre çocu ğun fazileti vücut yap ısına, şahsiyetine<br />

ve içinde ya şadığı topluma ba ğlıdır.<br />

Vücut yap ısı deyince çocu ğun beslenmesini, hareketlerini ve<br />

sağlığını anlamak lâz ımd ır. Sağlığına iyi bakılmış çocukta faziletler<br />

daha kolay yerle şir. Genellikle çocu ğa her öğün bir türlü yemek vermelidir.<br />

Ayrıca meyve ve tatl ı da yedirmelidir. Çocuk yeme ği süratli<br />

yememelidir. Besinleri iyice çi ğnemelidir. Üstüne ba şına yemek dökmekten<br />

sak ınmal ı ve başkalarının yemek yiyi şini gözü ile takip etmemelidir.<br />

Çocu ğa alkollü içkiler asla vermemelidir.<br />

Çocuğun sağlam vücutlu olmas ı için ona hareketli oyunlar ve<br />

spor türleri ö ğretmelidir. Çünkü spor çocu ğu kötü alışkanlıklardan<br />

al ıkor.<br />

Ayrıca çocu ğun rahat ına ve normal uykusuna da önem vermek<br />

gerekir. Çocuk gere ğinde sert yataklar üzerinde uyutularak hayat ın<br />

57


s ıkıntısına al ıştır ılmalıd ır. İbn Miskeveyh'e göre gündüz uykusu<br />

çocuğu tembelliğe sürükler. Uyku esnas ında çocuk üzerine fazla<br />

kal ın örtüler örtmemelidir. Çocuk s ıcak ve soğuğa kar şı dayan ıklı<br />

yeti ştirilmelidir.<br />

Çocuğun şahsiyetine gelince: Her şeyden önce gönlü bol olmalıdır.<br />

Paraya ve yiyecek şeylere dü şkünlük göstermemelidir. Ayn ı<br />

zamanda ö ğünme vesilesi olacak giyeceklere ve so ğukluk verecek<br />

me şrubata fazla dü şkün olmamal ıdır. Bu faziletlerin çocukta yerle ş-<br />

mesini sa ğlaman ın yolu da şudur: Bu tip faziletler edinmi ş arkada ş-<br />

lar ı çocuğun yan ında öğmelidir. Eğer çocuk bizzat sözü geçen hususlarda<br />

titizlik gösteriyorsa onu yüzüne kar şı öğmek yerinde olur. Eğer<br />

çocuk iyi tavsiyeleri hafife al ıyorsa onu bu davran ışından dolay ı<br />

ay ıplamal ıd ır.<br />

Çocuk kendi kendine itimat etmelidir. Kendi hizmetini bizzat<br />

kendisi yapmal ıdır. Ö ğretmenine hizmet etmeyi borç bilmelidir.<br />

Kendinden ya şça büyük olanlara da sayg ı göstermelidir.<br />

Ayrıca çocuk güzel sözler ve şiirler ezberlemelidir. Çünkü bu gibi<br />

güzel sözler onda faziletin artmas ını sağlar.<br />

Meclislerde çocuk fazla konu şmamalıd ır. Bir şey Sorulursa,<br />

sorulduğu kadar cevap vermelidir. Onun sözü uzatmas ı doğru değildir.<br />

Çocuk büyükleri sükünetle dinleme ğe al ışmal ıdır. Kötü sözlerden,<br />

lânetlemelerden ve küfürden sak ınmal ıdır. Ö ğretmeni döğerse ba ğırmamal<br />

ı ve ba şkas ından şefaat beklememelidir. Elemlere kar şı dayanıklı<br />

olmalıdır.<br />

Çocuğun toplumla ilgili diğer faziletlerine gelince: Her şeyden<br />

önce toplum içinde do ğru davran ışlı olmalıdır. Yalan ın zararlar ı,<br />

her söz ba şında yemin etmenin gereksizli ği çocuğa anlatılmalıd ır.<br />

Kanaat da çocuk terbiyesinde önemlidir. Kanaata al ışan çocuk<br />

her şeyde itidale ve ölçüye al ışmış demektir. Bu al ışkanlık çocuğun<br />

gönlünü bol k ılar. Küçük yaşta alt ın ve gümü ş düşkünlüğünün zararlar<br />

ı çocuğa anlat ılmalı, hatta bunlar ın yırtıc ı ve sokucu hayvanlar<br />

kadar kötü olduklar ı aç ıklanmalıdır.<br />

İtaat: Çocuk bu fazilete sahip olmak için ba şkalar ına sayg ı göstermeği<br />

öğrenmelidir. Özellikle ebeveyne ve ö ğretmenlere itaat etmelidir.<br />

İtaat sayesinde çocuk nefsini tutma ğa, kötü zevklerden kaç ınmağa<br />

ve derslere devama al ışır.<br />

58


İbn Miskeveyh'e göre bütün bu faziletleri çocukta yerle ştirmenin<br />

yolu dörttür:<br />

— Bu faziletlere sahip olan kimseler çocu ğun yan ında öğülmelidir.<br />

2 - Bizzat çocu ğun şahs ı bu faziletlere te şvik edilerek ö ğülmelidir.<br />

3 — Çocuk faziletlere ayk ır ı bir suç i şlediği takdirde yerine göre<br />

bilmemezlikten gelmelidir. Özellikle çocuk suçunu gizleme ğe çal ı-<br />

şırsa onun durumu idrak etti ğine hükmedilmelidir.<br />

4 — Faziletleri yerle ştirmek için müracaat edilecek en son çare<br />

dayakt ır.<br />

Çocuk eğitimi hakk ında genel görü şlerini yukarda özetledi ğimiz<br />

İbn Miskeveyh kitaplar ın ı yazarken Yunan felsefesinden faydalanmay ı<br />

ihmal etmemi ştir. Özellikle ahlak felsefesinde Aristo, Eflâtun ve Calinos'un<br />

etkisinde kalmışt ır. Ona göre bütün faziletleri kazanman ın<br />

amac ı en yüksek mutlulu ğa eri şmektir. En yüksek mutluluk ise en<br />

yüksek hay ır demektir. En yüksek mutluluk amaçlar ın amac ıdır.<br />

Kendi kendine yeter. Böyle bir mutlulu ğun ba şka bir şeye ihtiyac ı<br />

yoktur. En yüksek mutlulu ğa eri şen insan s ırf hay ırdan ba şka bir şey<br />

dü şünmez. Böyle bir mutluluk insan ın en kudsi varl ığı olan akla uymakla<br />

sağlanır. Akıl insan ı diğer varl ıklardan ay ırır. Akla uyan insan<br />

ın fiilleri ilâhile şir. Çünkü İbn Miskeveyh'e göre ak ıl Allah' ın<br />

insana verdi ği en yüksek özelliktir. Fiilleri akli olan insan Allah'a<br />

yaklaşmış ve mutluluğa ermi ş insand ır.<br />

İnsanlar ı bu amaca ula ştırman ın yolu da onlar ı henüz çocukluk<br />

yaşlar ında e ğitmektir. İbn Miskeveyh'e göre e ğitim toplumu yüceltmenin<br />

temel prensibi ve insanlar ı mutluluğa kavu şturmanın tek yoludur.<br />

59


İBN BÂCCE VE FELSEFES İ<br />

İbn Bâcce'nin tam ad ı Ebu Bekr Muhammed b. Yahya b. as-Saig'-<br />

tir. Hayat ının ba şlangıc ı hakkında fazla bilgi yoktur. Endülüs'de<br />

Saragossa (Saragosta) şehrinde doğduğu bilinmektedir. İşbiliyye,<br />

Gırnata ve Fas şehirlerinde faaliyet göstermi ştir. H. 533 /M. 1138<br />

yılında Fas'da ölmü ştür. K ıskanan baz ı kimselerin onu zehirliyerek<br />

öldürdüğü rivayet edilir Zehirleme i şini yapan ın bir tabip oldu ğu<br />

söylenir °.<br />

İbn Bâcce'nin ak ılcı bir filozof olduğu şüphesizdir. Özellikle<br />

Aristo ve Fârâbi (Ölm. H. 339 /M. 95o)'nin izinden gitmi ştir. Ebu<br />

Nasr al-Feth b. Hakan, Kalaid al- İkyan adl ı eserinde onu dinsizlik<br />

ve z ınd ıklıkla itham etmi ştir Z.<br />

İbn Hakan' ı böyle bir ithama sürükleyen sebep, İbn Bâcce ile<br />

onun aras ında geçen özel bir meseledir. tbn Bâcce ak ılc ılık"' yüzünden<br />

de z ındıklıkla suçlanmıştır. Gerçek şudur ki biraz dü şünceye önem<br />

veren ve akl ın yan ında yer alan birçok İslam dü şünürleri İbn Bâcce<br />

gibi küfürle damgalanm ışt ır.<br />

İbn Tufeyl (Ölm. H. 581 /M. 1185), Hayy b. Yakzan adl ı eserinde<br />

tbn Bâcce'nin zaman ının en zeki, en do ğru görü şlü ve en akılcı<br />

bilgini olduğunu kaydediyor. <strong>Kitaplar</strong> ın ın çoğunun tam olmad ığını<br />

veya sondan noksan oldu ğunu da ilâve ediyor. Ayr ıca eserlerinin anlam<br />

itibariyle kapal ı olduğunu söylüyor.<br />

al-Kıfti (H. 646 /M. 1248), İbn Bâcce'nin önce gelen dü şünürlerin<br />

ilmini iyi bildiğini yaz ıyor. Yine al-K ıfti'nin ifadelerinden anladığımıza<br />

göre İbn Bâcce riyaziye, mant ık, hendese ve t ıp ilminde<br />

üstat idi" 4. İbn Bâcce'nin siyasete kar ıştığı ve Ebu Bekr Yahya b.<br />

Taşfin'e zo y ıl kadar vezirlik yapt ığı da kaynaklarda zikredilmektedir.<br />

1 Bak. Muhammed Gallab, al-Felsefet al-/slârniyye s. 28, Mısır 1948.<br />

2 Bak. İbn Hallikan, Vefeyât al-A'yân, cüz: 4, s. 56, al-Kahire 1949.<br />

3 Bak. İbn. Tufeyl, Hayy b. Yakzan, s. 62, Dar al-Maarif bask ıs ı, Mısır (tarihsiz).<br />

4 Bak. al-K ıfti, Ihbar al-Ulema Bi-Ahbar al-Hukema, s. 406, Mektebet al-Musenna<br />

baskıs ı, Bağdad (tarihsiz).<br />

60


İbn Ebl Useybia'mn yazd ıklarına' bak ılırsa, felsefeyi iyi bilen<br />

tbn Bâcce, halktan çok zulüm görmü ştü. Kur'an' ı hıfzeden İbn Bâcce<br />

musikiye de merakl ı idi. Ud çalmas ını bilirdi'.<br />

tbn Bâcce birçok eserler yazm ış ve Aristo'nun baz ı eserlerini de<br />

şerhetmi ştir. Onun ba şl ıca eserleri şunlard ır: Risalet al-Veda, Kitab<br />

İttisal al-Akl Kitab Tedbir al-Mutavahhid, Kitab an-<br />

Nefs, Kitab İntisar al-Havi li'r-Razi, Kelâm fi'l-Gayet al- İnsaniyye,<br />

Kelâm fi'l-tsm Va'l-Musemma, Kelam fil-Burhan, Kelâm fi'l-Ustukusat,<br />

Kelam fi'l-Fahs an-Nefs an-Nuzuiyye.<br />

Ibn Bâcce, varl ıklar' say ılar olarak nitelemektedir. Bu say ılar da<br />

buut sahibi say ılar ve buut sahibi olmayan say ılar diye ikiye ayr ılır.<br />

Buut sahibi say ılar insan, ağaç ve ta ş gibi varl ıklard ır. Buut sahibi<br />

olmıyan sayılara örnek olarak da cömertlik, şeref, ilim ve sava ş zikredilebilir.<br />

İbn Bâcce, hareketleri de ikiye ay ırıyor: Müfret olaylarla<br />

ilgili hareketler. Ku şun uçmas ı, taksinin sürülmesi ve insan ın yürümesi<br />

bu cins hareketlerdendir. 2— Mutlak hareketler. Aletleri iten<br />

kuvvet ve y ıldızları döndüren kuvvet bu cins hareketlerdendir. Böyle<br />

hareketler daimidirler. Ba şlangıç ve sonlar ı yoktur. Daimi hareketler<br />

inkıtal ı hareketlerden daha şereflidir. Kendisinde daimi hareket<br />

bulunan varl ıklar da ink ı tal ı harekete maruz kalan cisimlerden daha<br />

üstün ve daha ulvidirler.<br />

Daimi hareketler de dâirevi ve düz olmak üzere ikiye ayr ılırlar.<br />

İbn Bâcce'ye göre fâsit her varl ık için 3 suret mertebesi vard ır:<br />

ı— Umumi ruhani suret. Buna akli suret de diyebiliriz. 2— Hususi<br />

ruhani suret. 3— Cismani suret'.<br />

Nefsin kuvvetleri ise alt ı tanedir: ı — Fikriyye. 2— Ruhaniye.<br />

3— Hassase. 4— Müvellide. 5— Gaziye. 6— Ustukusiyye. Bu kuvvetler<br />

ya zorunludurlar yahut da ihtiyaridirler.<br />

Akıl sorununa gelince: İbn Bâcce'ye göre akl ın önemi çok fazladir.<br />

Çünkü sa ğlam ve kesin bilgi ancak ak ılla has ıl olur. Mutluluğa<br />

5 Bak. Ibn Ebi Useybia, Uyun al-Enba fî Tabakat al-Etibba, e. III, s. 100, Beyrut<br />

1957.<br />

6 Bak. Şerefeddin Yaltkaya, Ibn Bâcca, Felsefe Arkivi. c. I, No: 1 içinde, s. 96-97,<br />

Istanbul 1945.<br />

7 Bak. Ömer Ferruh, Ib ıı Bâcce, s. 44, Beyrut 1952.<br />

61


kavu şmanın yolu ak ıldan geçer. Ahlak da akla ba ğlıd ır. İnsan, akl ı<br />

sayesinde en a şağı maddeden en yüksek de ğer ta şıyan ilahi gerçeklere<br />

kadar her şeyi bilebilir.<br />

İbn Bacce'ye göre alemde bir tak ım ak ıllar vard ır. Bunlar da<br />

şunlard ır: ı — al-Akl al- İnsani. 2— al-Akl al-Faal. 3— al-Akl al-Külli.<br />

Faal Akıl, insani akla etki yapar. Böylece de bilgiler insani akla intikal<br />

eder. Ölümden sonra bilgiler Faal Akla döner<br />

İbn Bacce'ye göre ilim elde etmenin vas ıtas ı sadece ak ıldır. Filozofumuz<br />

özellikle Gazzalryi tenkit etmektedir. Bilindi ği üzere Gazzali<br />

gerçek filmin kalp yolu ile ö ğrenilece ğini ifade etmi şti. Ba şka bir<br />

deyimle Gazzali ilham ı ilim olarak kabul etmi ştir. İbn Bâcce ise<br />

kalbe doğan nurlar ın ve keşfi bilgilerin ilmi de ğeri olmadığını ileri<br />

sürmü ştür. Böylece de tasavvufa kar şı bir cephe alm ışt ır. Ona göre<br />

bilgi duyumlar ve k ıyaslarla elde edilir. Ak ıl süzgecinden geçmiyen<br />

hiç bir şey yakini bilgi olamaz.<br />

İbn Bâcce, Tedbir al-Mutevahhid adli eserinde siyasi felsefeye<br />

yer vermi ştir. İbn Bâcce bir seçkinler toplulu ğu tasarl ıyor. Seçkinlerin<br />

meydana getirece ği böyle bir toplulukta doktor ve hakirnA bulunmamal<br />

ıdır. Doktora lüzum yoktur. Çünkü vatanda şlar en uygun<br />

şekilde g ıdalar ın' alacaklard ır. Kendilerine zarar verecek bir şey<br />

yemiyeceklerdir. Hâkime de ihtiyaç yoktur. Çünkü vatanda şlar birbirlerine<br />

sevgiyle ba ğlanm ışlard ır. Onlar aras ında asla geçimsizlik<br />

olm ıyacakt ır.<br />

İbn Bacce'nin tasarlad ığı mükemmel cumhuriyette her vatandaş<br />

azami derecede olgun olmal ıdır. Hiç bir kimse kanun ve adetlerin<br />

cahili kalmamal ıdır. Herkes davran ışlar ında hile, hata veya<br />

şaka yolunu asla seçmemelidir. O halde manevi doktorlara da ihtiyaç<br />

olmıyacaktır. Filozofumuza göre gerçek doktor olarak Yüce Allah<br />

kafidir.<br />

Olgun olmıyan bir toplumda ya şıyan olgun vatanda ş ruhen<br />

münzevi bir hayat sürmeli ve olgun davran ışlariyle diğer vatanda şlara<br />

etki yapmal ıdır. Ruhen münzevi olmak demek kirli i şlere karışmamak<br />

demektir. İbn Bacce'nin tasarlad ığı münzevilik sufilerin her şeyden<br />

el çekme anlam ındaki yaln ızlığı değildir'.<br />

İbn Bâcce, yap ılan fiillerin ahlâkili ği sorunu üzerinde de durmuştur.<br />

Eğer bir fiil dü şünmeden içgüdü ile yap ıl ırsa, bu fiil hayva-<br />

8 Bak. Ayni eser, s. 46.<br />

9 Bak. S. Munk, Melanges de Philosophie Juive et Arabe, s. 390. Paris 1955.<br />

62


nidir. Ayn ı zamanda ahlaki de ğildir. Eğer bir fiil insanın hür iradesinin<br />

mahsulü olursa, insanidir ve ahlakidir. Örne ğin bir ta şın bir<br />

insanı dü şürdüğünü farzedelim. Bu sebeple dü şen insan, ta şa k ızarak<br />

onu kırarsa hayvani bir fiil i şlemi ş olur. Fakat ta şı ba şkalarına zarar<br />

vermemesi için k ırarsa insani bir fiil i şlemi ş olur. Ruhen münzevi<br />

insan ın da daima iradi hareketler ve fiiller yapmas ı gereklidir. İnsan<br />

kendi iradesine dayanarak i şler yaptığı nisbette ahlaki hareket etmi ş<br />

olur.<br />

İ bn Bâcce'ye göre filozof üstün ve ilahi bir insand ır. O daima aklî<br />

ve en iyi olan ı yapar. Yapaca ğı işin amac ın ı ve sonucunu dü şünür.<br />

Böyle bir dü şünür kötü ahlâkh kimselerden sak ın ır. Dü şün insanlar ı<br />

olmıyanlarla ancak zaruret halinde ilgi kurar. Onun i şi örnek insan<br />

olmakt ır. Bu da daima dü şünmekle olur. Ruhen münzevi dü şünürün<br />

son amac ı s ı rf akl ı' dü şünce olmak, ba şka bir deyimle speculatif formlara<br />

ula şmaktır.<br />

Bütün bu yazd ıklarımızdan şu sonuç ç ıkmaktad ır: İbn Bâcce<br />

çok kez Farabi'nin izinden gitmi ş olan ak ılcı bir filozoftur. Tasavvufun<br />

ve ke şfi bilgilerin kar şısında olmuştur. Böylece de Yunan filozoflar<br />

ından Aristo'ya yak ın görü şleri benimsemi ştir. Siyasi felsefesinde<br />

ise ideal bir toplum tasarlar. Bu toplumun fertleri kötü fiillere ve kişilere<br />

karışmamak anlam ında münzevi ya şarlar. Daha do ğrusu di ğer<br />

insanlara örnek olma ğa ve dü şünmeğe önem verirler. Bu türlü münzeviler,<br />

tasavvufi anlamda yaln ız ya şıyanlara benzemezler. Kötü<br />

fiil ve hareketlerden kaç ınmak anlamında münzevidirler. Böyle kimselerin<br />

meydana getirece ği toplum da ideal toplumdur. Bilindi ği üzere<br />

Eflatun da kendine göre ideal bir siyasi toplum tasarlam ıştı. Fakat<br />

İbn Bacce'nin siyasi toplumu onunkinden çok farkl ıd ır.<br />

/bn Bâcce'nin akla ve dü şünceye fazla önem vermesi devrine<br />

göre büyük bir cesaret i şidir. Onun dinsizlikle suçlanmas ı da bu<br />

cesaretinin sonucu olsa gerektir.<br />

63


GAZZALİ'NIN YAŞADIĞI ÇAĞDA SIYASİ VE DINI DURUM<br />

Hicri 5. /Miladi i i . yüzy ılda siyasi, ilmi ve dini bak ımdan önemli<br />

olaylar vukua geldi.<br />

Siyasi bakımdan bu yüzy ılın en önemli olaylar ı, Selçukluların<br />

ba şarıları, Mısırdaki Fat ımiler Devleti tarafından desteklenen Bat ı-<br />

nilerin faaliyetleri ve Islam ülkelerine yöneltilen Haçl ı seferleridir.<br />

Bunlardan Selçuklular ın ilk faaliyetleri O ğuz Türklerinden<br />

Selçuk'la ba şlar. Selçuğun babas ı Uygur Devleti vatanda şı idi. Zaman<br />

ın Hakan' ının güvenini kazand ı ve oğlu Selçuk'un ordu kumandanlığına<br />

tayin edilmesini sa ğlad ı. Bir müddet sonra Selçuk, taraftarlariyle<br />

birlikte Seyhun nehri civar ına yerle şerek Islamiyeti kabul<br />

etti. O bu civardaki Türk kavimleriyle yapt ığı harplerde üstün geldi<br />

ve şöhretini art ırd ı .<br />

Selçuğun ölümünden sonra torunu Tu ğrul, idareyi ele geçirme ğe<br />

muvaffak oldu. Horasan' ın baz ı şehirlerini hükmü alt ına alarak H. 428<br />

/M. ı o36 yıl ında Ni şapur'da nam ına hutbe okuttu. Nihayet Gaznelileri<br />

tamamen yendi. H. 431 /M. ı o4o tarihinde nam ına kesin hutbeyi<br />

okutarak saltanat ını ilan etti. Tu ğrul Bey çok geçmeden Curcan'<br />

ı, Taberistan' ı, Hemedan' ı , İsfehan' ı Harezm'i, Kuhistan' ı, Azerbaycan'<br />

ı ve Huzistan' ı hükmü alt ına ald ı. Bu suretle merkezi Rey<br />

şehri olan İmparatorlu ğunu kurdu. Halifenin manevi nüfuzundan<br />

istifade etmek istiyordu. Bunun için H. 449 /M. ı o57 y ı lında Bağdad'a<br />

gelerek Halife Kaim Biemrillah' ın elini öptü. Daha sonra<br />

Tuğrul Bey, karde şi İbrahim kar ın isyan ını bast ırmak üzere Iran'a<br />

gidince, Besasiri Ba ğdad' ı ele geçirdi ve halifeyi hapsetti. O, H. 451 /<br />

M. ı o59 da derhal Bağdad'a dönerek Besasiri'yi yendi ve Halifeyi<br />

makamına yeniden getirdi. Böylece Halife'nin yan ında nüfuzu çok<br />

arttı i .<br />

1 Bak. Köprülüzade Mehmed Fuad, Türkiye Tarihi, s. 156-161, Istanbul, 1923;<br />

Ebü'l-Felâh Abd al-Hayy b. al-Hanbeli, Şezerât az-Zeheb Fî Ahbâr Men Zeheb, c. III, s.<br />

244, 287-288, M ıs ır 1350.<br />

64


Tuğrul Beyin ölümünden sonra Alp Arslan (0. 1m. H. 465/M.<br />

o72) imparatorlu ğun idaresini ele geçirdi. Şirvân' ı, Gürcistan' ı ve<br />

Ermenistan' ı zaptetti. H. 464/M. ı o7 ı tarihinde Bizans Imparatoru<br />

Romenos Diogenes'i yenerek, Türklere Marmara sahillerine kadar<br />

yay ılma imkümm sa ğlad ı . Bundan ba şka Nizâm al-Mulk (Ölm.<br />

H. 485/M. ı o92)'ü vezarete getirerek devlet i şlerinin düzenli yönetilmesini<br />

temin etti 2 .<br />

Alp Arslan' ın yerine o ğlu Melikşah (Ölm. H. 485 /M. 1°92)<br />

geçti'. Melik şah Islam ülkesinin büyük bir k ısmına hükmediyordu.<br />

Seyhun'dan Marmara ve Akdeniz'e, Kafkasya'dan Yemen'e ve Basra'ya<br />

kadar olan ülkeye hakimdi. Onun zaman ında Nizâm al-Mulk<br />

vezirli ğe devam ederek ilmi ve bilginleri korudu.<br />

Melik şah' ın ölümünden bir müddet sonra Berk ıyaruk (Ölm.<br />

H. 498/M. ı ı 04) İ mparatorlu ğu tamamen nüfuzu alt ına ald ı. Onun<br />

özellikle Batmilerle mücadelesi me şhurdur. Bu mücadeleye Berk ı -<br />

yaruk'un yerine geçen G ıyâs ad-Din EVI Şuca Muhammed b. Melikşâh<br />

(Ölm. H. 5 ı ı /M. ı i ı 7) devam etti. Karde şleri Berk ıyaruk ve<br />

Muhammed zaman ında Horasan'da sultan, Muizz ad-Din Ebü'l-<br />

Haris Sencer Ahmed (Ölm. H. 552/M. '117) idi'. Sencer de Bat ı-<br />

nilerle mücadele etmekten geri durmad ı 5 .<br />

Selçuklulara dair verdi ğimiz bu kısa bilgilerden sonra hicri 5.<br />

yüzyılda önemli siyasi faaliyetlerde bulunan Bat ınilerden bahsedebiliriz.<br />

Bu fırkan ın kurulup te şkilatlanmas ında hicri ikinci yüzy ılda'<br />

Ehvaz taraflar ında faaliyet göstermi ş olan Meymûn b. Deysân ile<br />

2 Bak. İbn Kesir al-Kuresi, al-Bidaye Va'n-Nihâye Fi't-Tarih, c. XII, s. 140, M ıs ır<br />

1351/1932; İbn al-Esir, al-Kamil Frt-Tarih, c. VIII, s. 161, Matbaat al- İstikamet, al-Kâhire;<br />

Köprülüzade Mehmed Fuad, an ılan eser, s. 161-162.<br />

3 Bak. İbn Kesir al-Kuresi, an ılan eser, c. XII, s. 105; Dr. İbrahim Kafeso ğlu,<br />

Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorlu ğu, s. 18-25, İstanbul 1953.<br />

4 Bak. İbn Kesir, an ılan eser, c. XII, s. 154, 157; Köprülüzade Mehmed Fuad,<br />

an ılan eser, s. 164-167.<br />

5 Bak. Doç. Dr. Mehmed Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi,<br />

c. II, s. 150-156, <strong>Ankara</strong> 1954.<br />

6 Bak. B. Lewis, Usül al-Ismailiye, s. 149, Dar al-Kitab al-Arabi bask ıs ı, M ıs ır; Muhammed<br />

b. al-Hasan ad-Deylemi, Kavaid Akâid-i Al-i Muhammed, s. 12-13, M ıs ır 1950.<br />

65


o ğlu Abdullah b. Meymün al-Kaddah' ın büyük rolü olmu ştur'.<br />

Bunlar imametin Ali b. Ebi Talib (Ölm. H. 4o /M. 66o), Hasan<br />

(Ölm. H. 49/M. 669), Hüseyin (Ölm. H. 61/M.68o), Ali (Ölm.<br />

H. 94/M. 712), Muhammed Bak ır (Ölm. H. ıı 4 /M. 732) Cafer<br />

as-Sad ık (Ölm. H. 148/M. 765) ve Muhammed b. İsmailden sonra,<br />

bu nesilden gelen gizli ve aç ık imamlara geçece ğini ileri sürdüler.<br />

Kendilerinin evvela Ali b. Ebi Talib'in karde şi Ukeyl, daha sonra da<br />

Muhammed b. Ismail'in neslinden olduklar ını iddia ettiler. Amaçlar ı<br />

siyasi idi. Islam Devletini y ıkmak istiyorlard ı .<br />

Hicri üçüncü yüzy ılda Kûfe taraflar ında faaliyet gösteren Hamdan<br />

b. al-E ş'as da batmilerdendi. Kendisi Karmat lakabiyle tan ınmışt<br />

ır. Bu şahs ın lakab ına nisbetle Bat ıniler'e Karam ıta da denir.<br />

Gerçekte Kuzey Afrika'da Fat ımiler Devletinin kurulmas ında Karmatiler'in<br />

büyük rolü olmu ştur. Bu devletin ilk kurucusu olan Mehdi<br />

diye maruf Ubeydullah (Ölm. H. 322/M. 933), Ebts ı Abdullah a ş- Şii<br />

(Ölm. H. 298/M. 91o) adl ı bat ıni bir dalnin yard ımlarından çok<br />

faydalanm ışt ı. Nitekim sonralar ı Fat ımiler Devleti yöneticileri Bat ı-<br />

nilerin davalar ın ı benimsemi şler ve siyasi amaçlar ın ı gerçekle ştirmek<br />

için bu davayı güden dailerden istifadeye çal ışmışlard ı .<br />

Bizi burada özellikle ilgilendiren hicri be şinci yüzyıl Bat ınilerinden<br />

al-Hasan b. as-Sabbâh (Ölm. H. 518/M. 1124) da Fat ımilerin<br />

istifade ettikleri önemli bir daidir. Hasan Sabbâh H. 471 de M ısır'a<br />

giderek Halife al-Mustans ır (Ölm. H. 487/M. ı o94)'la görü ştükten<br />

sonra ate şli bir bat ıni oldu. al-Mustans ır namına davette bulunmak<br />

üzere Horasan taraflar ına döndü'. H. 483 /M. ı o90 y ılında Alamut<br />

7 Meymun ve oğlu Abdullah hakkında kaynaklar ın verdiği bilgiler aras ında farklar<br />

vard ır. Bunlar ve Bat ıniliğin gelişmesine ad ı kar ışan diğer şahsiyetler için bak: al-Ba ğdadi,<br />

al-Fark Beyn al-F ırak, s. 169 vdd, Mekteb Ne şr as-Sekâfe al- İslâmiye bask ıs ı, 1367/1948;<br />

al-Isferayini, at-Tabsir fi'd-Din, s. 83 vd, M ıs ır 1359/1940; İbn Nedim, al-Fihrist, s. 278<br />

vdd, Matbaat al- İstikame bask ıs ı, al-Kahire; Muhammed b. Malik b.<br />

al-Hamnı:adi<br />

Ke şf Esrâr al-Bât ıniye Ve Ahbâr al-Karâm ıta, s. 16 vdd, Matbaat al-Envar<br />

bask ıs ı 1357/1939; Abd'al-Cebbar b. Muhammed b. Abdal-Cebbar, Kitâb Tesbit<br />

Delâil-i Nubuvve, var. 170 a vdd, 279 b vdd, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehit Ali kitaplarından,<br />

No: 1575, İstanbul; İbn al-Cevzi, al-Muntazam Fi Tarih al-Mulük Va'l-Umem,<br />

c. V, s. 118-119, Haydarâbât 1357; Ebû Ali Hasan b. Ali Nizâm al-Mulk, Siyasetnâme,<br />

s. 215 vdd, Tahran 1334.<br />

8 al-Mustans ır' ın H. 487 yılında ölümünden sonra dailer iki gruba ayr ıld ılar. 1-<br />

Mustans ır' ın oğlu Musta'lryi imam tan ıyanlar. 2— Mustans ır' ın oğlu Nizar' ı İmam kabul<br />

edenler. Hasan Sabbâh bu ikincilerin görü şlerini kabul ettiği için onun yayd ığı Bat ıniliğe,<br />

Nizâriye ad ı da verilir. Hasan Sabbâh ve faaliyetleriyle Nizâriye için bak: a ş-Şehrestâni,<br />

al-Milel Va'n-Nihal, c. II, s. 32 vd. M ısır 1320; Tarih b. Haldun, c. IV, s. 11, 66, 93 vdd,<br />

66


kalesine yerle şerek Abbasi halifelerine deh şet vermeğe ba şladı. Hasan<br />

Sabbâh "ak ıl ve dü şünce çoklu ğa götürür. Gerçek ise birliktedir.<br />

Birliği sağlaman ın tek yolu da bir İmam- ı Masum'a bağlanmaktır"<br />

diyordu. Onun yapt ığı bu türlü propagandalar tarihte ad-Da'vet<br />

al-Cedide adiyle me şhurdur. Bunlar Abbasilerin saltanat ına ve Selçuklular<br />

ın hakimiyetine son verip İslam ülkelerini ele geçirmek istiyorlard<br />

ı. Bunun için de özel bir te şkilat kurmu şlar ve cahil halk ı<br />

mezheplerine davet etme ğe ba şlamışlard ı. Diledikleri din ve devlet<br />

büyüklerini gizli fedailer vas ıtasiyle öldürüyorlard ı. H. 485 /M. ı o92<br />

de tan ınmış vezir Nizâm al-Mulk, H. 492 /M. ı o98 de Ebül-Kâs ım<br />

b. İmâm al-Harameyn, H. 500 /M. ı ı o6 de Sultan Sencer'in veziri<br />

Fahr al-Mulk Ebül-Muzaffer b. Nizâm al-Mulk ve daha birçok<br />

tanınmış şahsiyetler fedailer taraf ından öldürüldüler 9 .<br />

İşte böyle kuvvetli bir te şkilata kar şı bir yandan ordulariyle Selçuklu<br />

Sultanlar ı sava ş yaparken di ğer yandan filozof Gazzâli de onlar ı<br />

kalemiyle yenme ğe çal ışıyordu. Kitâb Fadâih al-Bât ıniye (al-Mustazh<br />

ıriye), al-K ıstâs al-Mustakim, Mufass ıl al-Hilâf, Huccet al-Hakk,<br />

Kavas= al-Bât ıniye ve ad-Derc (ad-Derec) al-Marld ım adl ı eserlerini<br />

bu amaçla yazd ı w. Fakat bütün bu çabalara ra ğmen, bunların<br />

faaliyetlerine ancak H. 654 y ıl ında Hulâgu'nun Alamut ve di ğer<br />

mustahkem kaleleri zaptetmesiyle son verildi.<br />

Be şinci yüzy ıldaki önemli siyasi olaylardan birisi de Haçl ı seferleridir.<br />

H ıristiyanlar bu seferleri esnas ında Bat ınilerden ve Nuseyrilerden<br />

yard ım görerek H. 491 /M. to97 de Antakya'y ı ve H. 492 /<br />

Bulak bask ıs ı 1284; Browne, Tarih al-Edeb Fi İrân, c. II, s. 245, 247, 388-389, al-Kâhire<br />

1373/1954; İbn al-Cevzi, al-Muntazam, c. IX, s. 120-122; Ahmed Ate ş, "Gazzâlrnin<br />

Batmilerin Belini K ıran Deliller'i" "Kitâb Kavâs ım al-Bât ıniye", İlâhiyat Fakültesi Dergisi<br />

s. 24-26, c. III, sayı : I—II, <strong>Ankara</strong> 1954; Mehmed Şerefeddin, Fat ımiler Ve Hasan Sabbâh,<br />

Darul-Fünun İlâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı : IV, s. 20 vdd, Şehzadeba şı 1926. al-Kalkaşendi,<br />

Subh al-A' şa, c. XIII, s. 237 vdd, 244 vd. 1919 bask ıs ı ; al-Cuveyni, Kitâb Tarih-i<br />

Cihânguşay, c. III, s. 187 vdd, Leiden 1355/1937; al-Kamil Frt-Tarih, c. VIII, s. 10, 172—<br />

173, 200-201; al-Bidâye Va'n-Nihâye, c. XII, s. 148, 159; Tarih Ebrl-Fidâ, c. II, s. 167,<br />

Kostantiniyye 1286.<br />

9 Bu olaylar için bak. al-Bidâye Va'n-Nihâye, c. XII, s. 140, 157, 167; al-Kâmil<br />

Frt-Tarih, c. VII, s. 237, c. VIII, s. 161, 228; Tarih al-Edeb Fi İrân, s. 389.<br />

10 Dr. Zeki Mubârek, Gazzâlrnin Faysal at-Tafrika Beyn al- İslâm Va'z-Zandaka<br />

adlı eserinin özellikle Bât ıniler için yaz ıldığını iddia etmi ştir. Ad ı geçen eser İslâm'la z ınd ık<br />

aras ındaki fark ı belirtmek üzere yaz ılm ıştır. Ancak küçük bir fas ılda Bât ınilerden bahsedilir.<br />

Gazzâlrnin gerçekte Bât ıniler hakk ında yazd ığı kitaplar yukarda isimlerini verdiklerimizdir.<br />

Bundan başka Gazzâli, al-Munkiz'de, al-Mustasfa'da ve Kimya-y ı Saâdet gibi baz ı eserlerinde<br />

pek az da olsa Bat ınilerden bahsetmi ştir. Dr. Zeki Mubârek'in iddias ı için bak: Dr. Zeki<br />

Mubârek, al-Ahlak İnd al-Gazzâli, s. 15, M ısır.<br />

67


M. ı o98 de Kudüsü zaptettiler ". Haçl ı ordular ını takriben bir yüz<br />

yıl sonra Salahaddin yenilgiye u ğratacakt ır ".<br />

Hicri 5./Miladi i 1. yüzy ılda Devletler aras ındaki mücadele<br />

gibi mezhepler aras ındaki çeki şme de şiddetli idi. Bu çeki şmelerde her<br />

mezhebin saliklerinin kendi mezhepleri için a şırı taassuba kap ı lm a-<br />

lanmn tesiri büyüktür. Bu yüzden do ğan çeki şmeler bazan bir sava ş<br />

halini al ıyordu. Hicri 445, 478, 481, 482 ve 486 y ıllar ında Şillerle<br />

Ehl-i Sünnet salikleri aras ında vuku bulan mücadelede birçok kimseler<br />

öldüler ". Bunun gibi E ş'arilerle Hanbeliler aras ında Bağdad'da<br />

ve diğer yerlerde birçok kavgalar oldu ". Bu gibi çeki şmeler özellikle<br />

Şffirlerle Hanbelrler ve Kerramiler aras ında da vuku buldu".<br />

thtilaflar bazan Ba ğdad'daki Nizâmiye Medresesinde de meydana<br />

geliyordu. Bu medreseyi Vezir Nizâm al-Mulk kurmu ştu. Bundan<br />

başka Ni şaburda ve daha ba şka yerlerde de Nizamiye medreseleri<br />

vücuda getirilmi şti 16. Bu medreseler, Fat ımiler kar şısında Ehl-i Sünnet'in<br />

görü şlerini korumak görevini yap ıyorlard ı. F ırkalar ın ve özellikle<br />

Bat ınilerin çoğaldığı bir devirde bu medreseler, kültürel ve siyasal<br />

bakımdan çok faydal ı oluyordu. Nizam al-Mulk H. 484 /M. 1091<br />

yılında Bağdad'daki Nizamiye Medresesinin ba şına Gazzâlryi getirdi.<br />

Gazzall din ve insanl ık namına ihtilaflar ın kalkmas ı için elinden<br />

geleni yapma ğa çal ışt ı. O devirdeki ilmi durgunluktan ve taifelerin<br />

yanl ış yollar ından eserlerinde yer yer şikayet eder ". Şüphesiz ki onun<br />

bu konuda verdi ği bilgiler, ça ğındaki kültürel durumun anla şılması<br />

için çok faydal ıdır. O halde onun bu hususta anlatt ıklarından kısaca<br />

bahsedelim:<br />

11 Bak. al-Bidaye Va'n-Nihaye, c. XII, s. 155-156; Carra de Vaux, Gazzali, s. 31,<br />

Paris 1092; Tarih al-Edeb Fi Iran, s. 390.<br />

12 Tafsilat için bak. C. Brockelmann, Islam Milletleri ve Devletleri Tarihi, çeviren:<br />

Prof. Dr. Ne ş'et Çağatay, s. 236-243, <strong>Ankara</strong> 1954.<br />

13 Bak. al-Kamil Fi't-Tarlh, c. VIII, s. 65; al-Bidaye Va'n-Nihaye, c. XII, s. 127,<br />

134, 135, 145.<br />

14 Bak. al-Bidaye Va'n-Nihaye, c. XII, s. 115, 127, 162.<br />

15 Bak. al-Kamil M-Tarih, c. VIII, s. 72-73, 131, 177-178.<br />

16 Ord. Prof. Hilmi Ziya 'Diken, Islam'da Akademiler ve Medreseler, E ğitim Hareketleri<br />

Dergisi, say ı : 78, s. 18, <strong>Ankara</strong> 1961; Süleyman Dünyâ, al-Hakika H Nazar al-Gazzall,<br />

s. 16, Dar Ihyâ al-Kutub al-Arablye bask ısı, M ıs ır; Dr. Abd ad-Daim Ebül-Ata<br />

Ehdaf al-Felsefe al-islâmiye, s. 72-73, al-Kahire 1948.<br />

17 al-Gazzali, al-Munkiz Min ad-Dalal, s. 6, 27-28, 34, M ıs ır 1309; al-Gazzali,<br />

Mi'râc as-Salikin, "Ferâid al-Lali Min Resâil al-Gazzali" içinde, s. 3, M ısır baskısı; al-Gazzali,<br />

Mizân al-Amel, s. 63, 106, M ıs ır 1328; az-Zebicli, Ithal' as-Sade, c. VII, s. 271; c. VIII,<br />

s. 460, M ısır 1311; al-Gazzall, Kitâb Yuzker Fihi Hamâkat Ehl s. 2-6, München<br />

1933.<br />

68<br />

N,


Gazzali, halk ın inanc ının yayg ın surette zay ıflamas ım ve durgunlaşmas<br />

ım 4 sebebe isnad ediyor ". Bu sebeplerden birisi Bat ınilerden,<br />

di ğeri felsefecilerden, üçüncüsü mutasavv ıflardan ve dördüncüsü<br />

ilim adamlar ın ı n muamelelerinden do ğmaktadır:<br />

Bunlardan Batmilerin durumundan ve yapt ıklarından yukarda<br />

bahsetmi ştik. Onlar ı burada tekrarlamay ı gereksiz say ıyoruz.<br />

Felsefecilere gelince: Genel olarak ilâhiyatç ılar, tabiatç ılar ve<br />

dehriler diye üç bölüme ayr ılan 19 felsefeciler, zekâ ve anlay ışlarının<br />

herkesten üstün oldu ğuna inan ıyorlard ı 20 .<br />

Bunlardan dehriler bir yarat ıc ı Allah' ın varlığını inkâr ediyorlard<br />

ı. Onlara göre bu âlem ezeldenberi mevcud idi ve böylece sonsuza<br />

kadar devam edecektir.<br />

Tabiatç ılar ise bir Allah' ın varlığın ı kabul etmekle beraber Cenneti,<br />

Cehennemi ve Ahiret hayat ıyle ilgili özellikleri inkâr ediyorlard ı .<br />

Aristo'ya uyan ilâhiyatç ılar ise, ilk iki s ınıfı tenkit etmekle beraber<br />

hak yolu bulamam ışlard ı . Has ılı birçok felsefeciler, peygamberlerin<br />

kütürsüz halk ı nizama sokmak için dinleri uydurduklar ını ileri<br />

sürüyorlard ı. Kendilerinin ise bilge ki şiler olduklar ını ve bu sebeple<br />

de şeriata bağlanm ıyacaklar ını söylüyorlard ı. Bunlardan mal ve can<br />

güvenliği bak ımından dine uyar gibi görünenler bile baz ı hususlarda<br />

şeriat]. çi ğniyorlard ı. Diğer yandan bunlar ı taklit ederek birçok kültürsüz<br />

kimseler dinle ilgili hususlarda gev şeklik gösterme ğe ba şlamıştı .<br />

Gazzâlrnin ça ğındaki mutasavv ıflara gelince: Hicri ikinci yüzyılda<br />

ba şlamış, üçüncü yüzy ılda düzenlenmi ş olan tasavvuf cereyan ı,<br />

beşinci yüzyılda, İslâm âleminde yayg ın bir hale geldi'. Şeyhlerin<br />

ve müridlerin ikâmetine yar ıyan zaviye ve hangâhlar ço ğald ı. Bu<br />

devirde tasavvuf âdeta bir moda halini ald ı. Bunun için de gerçek<br />

mutasavvıfların yan ında birçok taklitçi sufiler türedi. Bu taklitçiler<br />

gerçek tasavvuftan uzak, çe şitli sebeplerle yollar ını şaşırm ış insanlard<br />

ı. Bunları şöylece birçok gruplara ay ırabiliriz:<br />

18 Bak. al-Munkiz, s. 27-28.<br />

19 Bak. Ayn ı eser, s. 8.<br />

20 Bak. al-Gazzâli, Tehâfut al-Felâsife, s. 59, Dâr al-Maârif bask ıs ı, Mıs ır.<br />

21 Bak. Köprülüzade Mehmed Fuad, Türk Edebiyat ında İlk Mutasavv ıflar, s. 17,<br />

İstanbul 1918; Nicholson, M-Tasavvuf al- İslâm ı Ve Tarihih, s. 57-58, al-Kâhire 1366 /<br />

1947.<br />

69


ibahiler: Bunlar taklit, şehvet ve tembellik neticesinde yollar ını<br />

şaşırmış olanlard ır ". ibahilerin de çe şitli bölümleri vard ır ". Baz ı-<br />

ları haramla helal aras ında fark gözetmezlerdi ve Allah' ın kendi ibadetlerine<br />

ihtiyac ı olmadığını ileri sürerlerdi. Baz ılar ı, "Allah şehveti<br />

yoketmeyi buyurdu ğu halde, tecrübemizle anlad ık ki bundan kurtulmak<br />

imkans ızd ır. O halde kendimizi bu u ğurda yormak ahmaklıktır"<br />

derlerdi". Bir k ısmı, kalpleriyle Allah' ın huzurunda olduklar ını<br />

bu sebeple ibadetten kaç ınmalar ın ın ve zahiren şehvete dalmalar ının<br />

bir mahzur say ılmıyaca ğını iddia ederlerdi.<br />

Mutasavv ıf gibi görünen bu gibi ibâhilerden ba şka baz ı kimseler<br />

de sufiler gibi giyiniyorlar, onlar ın sözlerini tekrarl ıyorlar ve fakat<br />

bu mesleğin gerçe ğine nüfuz edemiyorlard ı. Çünkü mücahede, riyazet<br />

ve kalbi murakabe gibi tasavvuf yolcusunun uymas ı gereken ibadetleri<br />

hakkiyle yapm ıyorlard ı ". Bunlardan biraz daha ileri giden taklitçiler<br />

ise yeme, içme ve giyme şehvetine dalm ışlardı. Günah işledikleri<br />

halde, do ğru yolda olduklar ını zannediyorlard ı .<br />

Diğer baz ı taklitçiler de Allah indinde yüksek makamlara ve<br />

hallere ula şt ıklar ını, gerçe ği mü şahede ettiklerini, ilahi ilme sahip<br />

olduklar ını iddia ediyorlard ı . Bunlar fakihlerin, müfessirlerin ve muhaddislerin<br />

kendi ilimleriyle perdelendiklerini ileri sürerek sözde<br />

kendi üstünlükleriyle öğünüyorlard ı 26 .<br />

Has ılı tasavvuf yolunda çal ışarak ittihad, ittisal, hulul ve vecd<br />

derecelerine ula ştığını iddia eden ve bu yüzden dini kanunlar ı çiğneyen<br />

kimseler, gerçek sufilikten uzakla şmışlard ı ".<br />

Hicri be şinci yüzyıldaki ilim adamlar ının durumuna gelince:<br />

Her şeyden önce belirtelim ki bu devirde dini kanunlara iyice ba ğlanmıyan<br />

kültürlü kimselere bile çok rastlan ıyordu. Bunun da ba şlıca<br />

sebebi bir yandan Hint, İran ve Yunan kültürünün İslam ülkelerine<br />

yayılmas ı diğer yandan siyasi amaçla kurulan firkalar ın faaliyetidir.<br />

Bazan seyahatlar, bazan ticaret ve çok kere de tercümeler vas ıtasiyle<br />

22 al-Gazzali, Kitâb Yuzker Fihi Hamâkat Ehl al-Ibaha, s. 3, 6.<br />

23 Ibahiler hakk ında geniş bilgi için bakınız: Ibrahim Agâh Çubukçu, Gazzaliye<br />

Göre Ibahilik, Ilahiyat Fakültesi Dergisi, s. 165-172, say ı : 1956, I—IV, <strong>Ankara</strong> 1958.<br />

24 Bak. Ithâf as-Sade, c. VIII, s. 470; Mizân al-Amel, s. 90; al-Gazzali, Kimya-y ı<br />

Saadet, c. I, s. 57, Tahran 1333.<br />

25 Bak. Ithal' as-Sade, c. VIII, s. 478.<br />

26 Bak. Ayn ı eser, c. VIII, s. 480.<br />

27 Bu hususlarda geniş bilgi için bak: Aynı eser, c. VIII, s. 481-485; al-Munkiz, s. 23;<br />

al-Gazzâli, Kitâb Maksad al -Asna Şerh Esmâ Allah al-Husnâ, s. 111 vdd; M ısır 1322.<br />

70


müslümanlar aras ına nüfuz eden bu kültürler bir dereceye kadar<br />

serbest dü şüncenin geli şmesini sağlamışt ı. Harpler ve geni şliyen hudutlar<br />

da çe şitli fikirlerin çarp ışmas ını temin etmi şti. Art ık herkes dini<br />

ilimleri, İslâmiyetin ilk yüzy ılındaki gibi anlam ıyordu. Daha do ğrusu<br />

ilim anlayışında değişmeler olmu ştu. Eskiden hikmet sözünden anlaşılan<br />

mâna, yerini ba şka anlamlara terketmi şti. Bu yüzy ılda tabibe,<br />

şaire ve müneccime hakim ad ı veriliyordu 28. Her bilgin üzerinde<br />

çal ıştığı ilim dal ın ın, gerçek ilim oldu ğunu iddia ediyordu. İlim adamlar<br />

ın ın çoğu dinin ve ilmin gerçe ğine gere ği gibi nüfuz edemiyorlar,<br />

birçok hususlarda aldan ıyorlard ı .<br />

Vaizler, ilmi gerçeklerden ziyade, hikâyelerden, şiirlerden ve<br />

nükteli sözlerden bahsediyorlard ı ". İlahi a şktan, vusuldan ve vecdden<br />

söz açarak şöhretlerini art ırmayı dü şünüyorlard ı .<br />

Büyük şeyhlerden hadis dinlediklerini ve sa ğlam senetlere sahip<br />

olduklar ını iddia eden muhaddisler, gerçekte hadis ilminin kurallar ına<br />

riayet etmiyorlard ı . Bunlar ın çoğu da şöhret yolunu tutmu ş ve gerçe ği<br />

kaybetmi ş taklitcilerdendi ".<br />

Kelamc ılar ise genel olarak iki grup halinde idiler: Sap ıklık<br />

yolunu tutanlar. 2— Do ğru yolda olanlar. Bu yüzy ılda doğru yolda<br />

olan kelâmc ılar da görevlerini hakkiyle yapam ıyorlard ı. Bunlar ba ş-<br />

lang ıçta Ehl-i Sünnet'in inanc ını sap ık görü şlere kar şı korumak görevini<br />

yapmağa çal ışt ıklar ı halde, zamanla amaçlar ından uzakla şmağa<br />

başlamışlard ı. Cevher, araz ve yanl ış netice veren k ıyaslara dalm ışlard<br />

ı ".<br />

Bilginlerin çoğunun dü ştükleri hatalar ı Gazzali, thyâ'da teferruatl<br />

ı bir surette anlat ıyor ". Biz bunlar ın hepsini burada zikredecek<br />

değiliz. Ancak şu kadar ını belirtelim ki bu devirde Peygamberliğini<br />

ve Allahl ığını ilan edecek kadar ileri giden sap ıklar türemi şti".<br />

Hicri 5. /Miladi ii. yüzy ılda kelam ilmi bak ım ından en önemli<br />

olaylardan biri mutezili sistemin yeniden canlanma ğa ba şlamas ıdır.<br />

Me'mun zamanında resmi bir mezhep haline gelen Mu'tezile, Müte-<br />

28 Bak. al-Gazzâll, ihyâ Ulûm ad-Din, c. I, s. 38, Matbaat al-Istikâme bask ısı, al-<br />

Kâhire.<br />

29 Bak. Ayn ı eser, e. I, s. 34; ithâf as-Sâde, c. VIII, s. 460.<br />

30 Bak. Ithâf as-Sâde, c. VIII, s. 460-465.<br />

31 Bak. Ayn ı eser, e. VIII, s. 456; al-Munkiz, s. 6-7; ihyâ Ulftm ad-Din, c. I, s. 33;<br />

al-Gazzâll, Mihakk an-Nazar, s. 56-57, al-Matbaat al-Edebiye, M ıs ır.<br />

32 Bak. Ithâf as-Sâde, c. VIII, s. 445-473.<br />

33 Bak. Kitâb Fadâih al-Bât ıniye, s. 29-30; al-Bidâye Va'n-Nihâye, c. XII, s. 165.<br />

71


vekkil (hilafeti H. 232-247/M. 847-861) halife olunca gözden dü ş-<br />

mü ştü. Fakat Mu'tezile kuvvetli dü şünürler yeti ştirdi ği için unutulmuyordu.<br />

Zaman zaman yeniden canlanma alâmeti gösteriyordu.<br />

Şüphesiz ki Mu'tezile'ye en a ğır darbeyi E ş'ari (Ölm. H. 33o /M. 941)<br />

ve Mâturidi (Ölm. H. 333 /M 944) vurmu ştu. Hicri 4. /M. ı o. yüzyılda<br />

Büveyh O ğullarının hakimiyet kurmas ı bir ara Mu'tezile'nin<br />

yıldız ının yeniden parlamas ını sağlad ı. Gerçi Büveyhiler Şii idiler.<br />

Fakat Mu'tezile baz ı Şii akidelere de uymu ştu. Esasen gerek Şia ve<br />

gerekse Mu'tezile kar şılarında rakip olarak Ehl-i Sünnet'i görüyorlard<br />

ı . Mü şterek rakibe sahip olan iki ekol elele vermekte gecikmedi.<br />

Büveyhilerden Adud ad-Devle (Ölm. H. 372 /M. 982) Mu'tezile<br />

mezhebini destekledi. Amman, Bahreyn ve Huzistan taraflar ında<br />

Mu'tezilenin tesiri ço ğald ı. Irak'ta da Mu'tezililer çoktu. Adud ad-<br />

Devle, vezarete Sahib b. Abbad (Ölm. H 385 /M. 995)' ı getirince<br />

Mu'tezilenin şöhreti son derece artt ı. Zira ad ı geçen vezir mu'tezili<br />

idi. Bu durum da çok devam etmedi. Büveyhilerin zay ıflamas ı üzerine<br />

Halife al-Kadir Billah (Ölm. H. 422 /M. ı o3o) Mu'tezile'nin aleyhine<br />

durum ald ı ve onlar ı küfre dü şmü ş sayd ı '.<br />

Sünni olan Gazneli Mahmüd (Ölm. H. 421 /M. ı o3o) Büveyhileri<br />

yenmekle Sünni sistemin hakimiyetini de yeniden kurmu ş oluyordu.<br />

Gazneli Mahmûd Büveyhilerin merkezi say ılan Rey şehrini<br />

H. 42o /M. ı o29 yıl ında ele geçirerek sünni sistemi himaye etti".<br />

Hicri 5. /Miladi i i . yüzyılda Mu'tezile yeniden canlanmak fırsat<br />

ı buldu. Mu'tezile bu fırsat ı Sultan Tu ğrul Bey (Ölm. H 455 /<br />

M. ı o63)'in veziri Amid al-Mulk Ebû Nasr Muhammed b. Mansur<br />

al-Kunduri (Ölm. H. 456 /M. ı o63) zaman ında ele geçirdi". Zira ad ı<br />

geçen Vezir Mu'tezile mezhebine inamyordu.<br />

Tuğrul Bey'den sonra Selçuklular ın ba şına Alp Arslan geçince,<br />

Amid al-Mulk gözden dü ştü ve bir y ıl sonra da katledildi (H. 456/<br />

M. ı o63). Alp Arslan Nizâm al-Mulk'ü vezir yapmakla Sünni sistemi<br />

de yeniden hakim k ılmış oldu. Zira yukarda da bahsetti ğimiz gibi<br />

Nizâm al-Mulk, Ehl-i Sünnet'i savunmak üzere birçok medreseler<br />

yapt ırd ı. Onun bu çabalar ı artık İslam âleminde Sünnili ğin iyice<br />

yerle şmesini sağlad ı .<br />

34 Bak. Ebû Bekr Ahmed b. Ali al-Hatib al-Ba ğdâdi, Tarih-i Bağdâd, c. IV, s. 37-38,<br />

Mısır 1931.<br />

35 Bak. Zuhdi Hasan Carullah, al-Mu'tezile, s. 213, al-Kâhire 1366 /1947.<br />

36 Bak. Subki, Tabakât a ş - Şâfiiyye al-Kubrâ, c. II, c. 270, Matbaat al-Huseyniyye<br />

baskıs ı, M ısır.<br />

72


Sonuç olarak diyebiliriz ki hicri be şinci yüzyılın ba şlıca karakteristik<br />

vas ıfları şunlard ır:<br />

— Haçl ılar — Müslümanlar mücadelesi.<br />

2 — İslâm Ülkelerinde Türkler'in hakimiyet kurmas ı ve İslâmiyeti<br />

korumas ı .<br />

3 — Siyasete ve kültüre dinin hakim olmas ı .<br />

4 — Selçuklular ın kültürel faaliyetlere önem vermesi ve Nizam<br />

al-Mulk'ün Üniversite karakteri ta şıyan medreseler yapt ırmas ı .<br />

5 — Ehl-i Sünnet'in Bat ıniler ve diğer sap ık mezheplerle çeki şmesi.<br />

6 — Bu çeki şme sonunda sünni sistemin Müslümanlar ın geniş<br />

ekseriyeti tarafından benimsenmesi.<br />

73


GAZZ AL İ VE S İ YASET<br />

GIRIŞ<br />

Gazzali (Ölm. H. 505 /M. ııı ) islami ilimlerin çe şitli dallar<br />

ında birçok eserler vermi ş büyük bir mütefekkirdir. O bir yandan<br />

eserler yazarken, di ğer yandan yüzlerce ö ğrenciye muhtelif yerlerde<br />

dersler vermi ştir. Bazan siyasete de kar ışmış ve devlet adamlar ına<br />

tavsiyelerde bulunmu ştur. Hattâ siyasi eserler ve mektuplar bile yazmıştır.<br />

Biz burada onun siyasetle ilgili yönünü inceleme ğe çal ışaca ğız.<br />

Ancak as ıl konuya girmeden önce, onun zaman ındaki islâm âleminin<br />

siyasi ve kültürel durumundan k ısaca bahsetmek faydal ı olacakt ır.<br />

Siyasi bakımdan onun çağının en mühim olaylar ı, Selçuklularm ba şar<br />

ıları, Mıs ır'daki Fatimiler nam ına hareket eden Batmilerin faaliyetleri<br />

ve Haçl ı ordular ının İslâm ülkesine sald ırılarıdır.<br />

Bunlardan Selçuklular ın ilk faaliyetleri, ordu kumandan ı Selçuk'la<br />

başlar. Selçuk'un babas ı, Oğuzların Üçok koluna mensup olup Uygur<br />

Devleti vatanda şı idi. Hakan'a yakla şt ı ve bu sayede o ğlu Selçuk<br />

ordu kumandanl ığına yükseldi. Selçuk sonralar ı, kendini emniyette<br />

hissetmediğinden taraftarlariyle birlikte Seyhun nehri civar ına yerleşti<br />

ve islâmiyeti kabul etti. Vergi isteyen mü şrik Türk tahsildarlar ını<br />

koyarak onlarla mücadele edip ba şarılar kazand ı. Böylece Türk kavimleri<br />

aras ında şöhreti artt ı . Artık Selçuk'un taraftarlar ı hatır ı sayılır<br />

bir kuvvet haline geldi °.<br />

Selçuk'un ölümünden sonra torunu Tuğrul (Ölm. H. 455 /M.<br />

063) temayüz etti. Horasan' ın baz ı şehirlerini i şgal ederek H. 428 /<br />

M. ı o36 yılında Nişapur'da nam ına hutbe ökuttu. Nihayet Gaznelileri<br />

tamamen yenerek (H. 431 /M. ı o4o) ad ına kesin hutbeyi okutma ğa<br />

muvaffak oldu ve saltanat ını ilân etti. Tuğrul Bey k ısa zamanda Cur-<br />

1 Bk. Köprülüzade Mehmed Fuad, Türkiye Tarihi, s. 156-157, İstanbul 1923;<br />

Abdu'l-Felah Abd al-Hayy b. al-Iyad al-Hanbeli, Şezerat az-Zeheb fi Ahbar Men Zeheb,<br />

c. III, s. 244, Mısır 1350; Selçuk ve faaliyetleri hakkında özellikle şu esere bk.: Prof. Dr.<br />

Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Kuruluşu I, A. Ü. Dil ve<br />

Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, XV. cilt, 1-3 say ıdan ayrıbas ım, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

74


can' ı, Taberistan' ı, Harezm'i, Kuhistan' ı, Hemadan' ı, Isfahan' ı,<br />

Azerbaycan' ı ve Huzistan' ı nüfuzu alt ına ald ı. Böylece merkezi Rey<br />

olan imparatorluğunu kurdu.<br />

Tuğrul Bey imparatorlu ğunu Halifenin manevi nüfuzu ile kuvvetlendirmek<br />

için H. 449 /M. io57 y ılında Bağdad'a gelerek Kaim<br />

Biemrillah (01m. H. 467 /M. ı o74)' ın huzuruna girdi ve onun elini<br />

öptü. Daha sonra Tu ğrul, karde şi İ brahim İnal (Ölm. H. 451 /M. ı o71)<br />

ın isyan ını bastırmak üzere İran'a gidince Besasiri (01m. H. 451 /<br />

M. io61) Bağdad' ı ele geçirerek Halifeyi hapsetti. Bunun üzerine<br />

Tuğrul Bağdad'a H. 451 /M. 1°59 y ıl ında dönerek Besasirryi öldürdü<br />

ve Halifeyi makam ına yeniden getirdi'. Halife bu ba şar ı sı üzerine ona,<br />

Rukn ad-Din ünvan ını verdi'.<br />

Tuğrul Beyden sonra Alp Arslan (Ölm. H. 465 /M. ı o72)' ın<br />

temayüz ederek Sultan oldu ğunu görüyoruz. Şirvan' ı, Gürcistan' ı ve<br />

Ermenistan' ı o zapdetti. Diyarbak ır ve Haleb beylerini buyru ğu altına<br />

ald ı. H. 464 /M. ı o7 ı de Bizans Imparatoru Romanos Diogenes'i<br />

yenmekle Türklere Marmara sahillerine kadar yay ılma imkân ını<br />

verdi. Nizam al-Mulk (Ölm. H. 485 /M. ı 092) ü vezarete getirerek<br />

devlet i şlerinin düzenli yönetilmesini sa ğladı 4 .<br />

Alp Arslan' ın yerine o ğlu Melikşah (Ölm. H. 485 /M. 1°92)<br />

geçti'. Melik şah ıslâm ülkesinin 3 /4 üne hükmediyordu. Seyhun'dan<br />

Marmara ve Ak Deniz'e, Kafkasya'dan Yemen'e ve Basra'ya kadar<br />

hâkimdi. Melik şah zaman ında Nizam al-Mülk vezirli ğe devam ederek<br />

ilmi ve bilginleri korudu. Gerek Alp Arslan' ın son senelerinde ve<br />

gerekse Melik şah devrinde Selçuklulardan Ats ız (01m. H. 471 /M.<br />

o78) ise Suriye ve M ıs ır'a hücum etmekle me şguldu 6 .<br />

Melikşah' ın ölümünden bir müddet sonra, Berkyaruk (Ölm.<br />

H. 498 /M. I i o4)'un imparatorlu ğa tamamen hâkim oldu ğunu görüyoruz.<br />

Onun bilhassa Batmilerle mücadelesi me şhurdur. Bu mücadeleye<br />

Berkyaruk'un yerine geçen G ıyas as-Din Ebu Şuca Muhammed<br />

b. Melikşah (Ölm. H. ı ı 7) devam etti. Berkyaruk ve Muhammed<br />

zaman ında Horasan'da Sultan, Muizz ad-Din abu'l-Haris<br />

2 Şezerat az-Zeheb, c. III, s. 287-288; Köprülüzade Mehmed Fuad, an ılan eser,<br />

s. 159-160.<br />

3 Bk.. Köprülüzade Mehmed Fuad, an ılan eser, s. 161.<br />

4 Bk. ayn ı eser, s. 161-162; İbn Kasir al-Kura şi, al-Bidaye va'n-Nihaye fi't-Tarih,<br />

c. XII, s. 140, M ısır 1351/1932; İbn al-Esir, al-Kamil fi't-Tarih, c. VIII, s. 161, Matbaat<br />

al-Istikame, al-Kahire.<br />

5 Bk. al-Bidaye va'n-Nihaye, c. XII, s. 105; Dr. İbrahim Kafeso ğlu, Sultan Melihşah<br />

Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s. 18-25, İstanbul 1953.<br />

6 Bak. Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, s. 31-37.<br />

75


Sencer Ahmed (Ölm. H. 552 /M. 1157) idi'. Sencer de Batmilerle<br />

mücadele etmekten geri durmad ı 8 .<br />

Gerek ad ı geçen bu hükümdarlar ın ve gerekse bunlar ın çağdaşı<br />

bulunan GazzaWnin mücadele etti ği Batmilere gelince: bunlar ı<br />

ad-Davet al-Cedide adiyle yeniden te şkilâtland ıran Hasan Sabbah<br />

(Ölm. H. 518 /M. ı ı 24)'d ır. Bu fırkan ın ba şlang ıcı Ca'far as-Sad ık<br />

(Ölm. H. 148/M. 765)'a kadar uzan ır. Cafar as-Sad ık kendinden<br />

sonra oğlu İsmail (Ölm. H. 142/M. 759)'in imam olmas ını vasiyet<br />

etmi şti. Fakat kendisi hayatta iken Ismail ölünce, bu vasiyeti Muhammed<br />

b. Ismail için yapt ı. Buna rağmen baz ı kimseler Ismail'i<br />

imam tanımağa devam ettiler. Muhammed b. ismail'i imam tan ı-<br />

yanlar ise sonradan ikiye ayr ıldılar: ı — Muhammed'in öldü ğünü<br />

kabul etmeyenler. 2— Muhammed'in öldü ğünü kabul ederek imametin<br />

onun neslinden gizli ve aç ık imamlara geçece ğini ileri sürenler.<br />

İşte bizim Bat ıniye dedi ğimiz fırka bunlar ın fikirlerinin geli şmesiyle<br />

meydana gelmi ştir'. Bu fırkan ın fikirlerine dayanan Hasan Sabbah,<br />

başlangıçta İsna A şariye fırkas ım benimsemişti. Sonralar ı Rey taraflarında<br />

Fat ımiler nam ına propaganda yapan dâilerin tesirinde kald ı .<br />

H. 471/M. 1°78 senesinde M ıs ır'a gitti ve bu tarihten sonra Bat ıniye<br />

yani İsmailiye mezhebine iyice ba ğland ı. Halife al-Mustans ır (01m.<br />

H. 487 /M. ı o94)'la görü ştü. Mıs ırdan gerekli talimat ı ald ıktan sonra<br />

propaganda yapmak üzere seyahata ç ıkt ı . Şam, Elcezire ve Diyarbakır<br />

gibi baz ı yerlerde dola şt ıktan sonra Horasan taraflar ına gitti.<br />

H. 483 /M. ı ogo y ılında Alamut kalesini zaptederek İslam ülkesine<br />

sald ırmağa başlad ı. Kurdu ğu fedailer te şkilât ı sayesinde birçok devlet<br />

büyüklerini öldürtmeğe ve etrafa deh şet verme ğe muvaffak oldu.<br />

Sultan Melikşah' ı vezir Nizam al-Mulkü ve Sencer'in veziri Fahr<br />

al-Mulk (Ölm. H. 5oo /M. ı o6)'ü Batmiler öldürdüler. Selçuklu<br />

sultanlar, önemli bir siyasi te şekkül olan Batmilerle uzun seneler<br />

mücadele etmek zorunda kald ılar".<br />

7 Bak. al-Bidaye ve'n-Nihaye, c. XII, s. 154, 157; Köprülüzade Mehmed Fuad,<br />

an ılan eser, s. 164-167.<br />

8 Bak. Doç. Dr. Mehmed Altay Köymen, Büyük Selçuklu imparatorlu ğu Tarihi,<br />

c. II, s. 150-156, <strong>Ankara</strong>, 1954.<br />

9 Bak. a ş-Şehrestani, al-Milel va'n-Nihal, c. II, s. 5, M ıs ır 1320.<br />

10 Hasan Sabbah ve Batmilerin faaliyetleri hakk ında bk. al-Bidaye va'n-Nihaye,<br />

c. XII, s. 159, 166, 167; al-Kamil fi't-Tarih, c. VIII, s. 27, 172-173, 200-201, 237, 259;<br />

Browne, Tarih al-Adab fi Iran, s. 388, 390, Arapçaya çeviren: Ibrahim Emin a ş-Şavaribi,<br />

al-Kahire 1373 /1954; Tarih al-Ebi'l-Fida, c. II, s. 209, 224, Kostantiniye 1286; Dr. Ibrahim<br />

Kafeso ğlu, an ılan eser, s. 129; a ş- Şehrestani, al-Milel, c. II, s. 32 v.d; Tarih ibn Haldun,<br />

c. IV, s. 11, 66, 93 vd., Bulak 1284; ibn al-Cavzi, al-Muntazam fi't-Tarih al-Muluk va'l-<br />

Umam c. IX, s. 120-122, Haydarâbad 1357; al-Cuvayni, Kitab Tarih-i Cihangu şa, c. III,<br />

s. 187 vd., ' Leiden 1355/1937; al-Kalka şandi, Subh al-A' şa, c. XIII, s. 237 vd., 244 vd.<br />

76


Şüphesiz ki bu s ıralarda İslam ülkesine hücum eden Haçl ı ordularımn<br />

müslümanlar ı meşgul etmesi, Batmilerin ba şar ılar kazanmas ım<br />

kolayla şt ırmışt ır. İslâm ordular ı bir yandan Batmilerle u ğra şırken,<br />

diğer yandan da Haçl ı Seferlerine kar şı koymağa çal ışıyorlar& Neticede<br />

H ıristiyanlar H. 491 /M. ı o97 de Antakya'y ı ve H. 492 /M. ı o98<br />

de Kudüs'ü zapdetme ğe muvaffak oldular ".<br />

Kültürel duruma gelince: Bunu GazzaWnin zaman ındaki zümreler<br />

hakk ında verdiği izahlardan bir dereceye kadar anlamak mümkündür.<br />

al-Munkiz Min ad-Dalal adl ı eserinde gerçe ği ar ıyanlar ı<br />

mütekellimler, felsefeciler, Bat ıniler ve sufiler olmak üzere dört s ın ıfa<br />

ay ırıyor ' 2 :<br />

— Mütekellimler: Bunlar Ehl-i Sünnet'in akidesini koruma ğa<br />

çal ışıyorlar& Bunun için has ımlarından taklid yoluyle veya icma- ı<br />

ümmet, Kur'an ve hadislere uygunlu ğu sebebiyle ald ıklar ı mukaddimelere<br />

dayan ıyorlar& K ıyaslar ı bazan yanl ış neticeler veriyordu ".<br />

Çok defa cevher, araz ve bunlar ın hükümlerini inceliyorlard ı . Bu gibi<br />

şeyler ise gerçe ği arayan herkesin derdine deva olucu şeylerden de ğildi.<br />

2 — Felsefeciler: Felsefecilerin dü şünce ve sözlerini birçok mütekellimler<br />

beğenmiyorlar ve onlarla fikri mücadelede bulunuyorlard ı .<br />

Fakat mütekellimler İslâmiyeti korumak için yapt ıklar ı bu mücadelede<br />

kar ışık ve çeli şik sözler kullan ıyorlar ve bunun için de has ımlarını<br />

susturam ıyorlar& Kendilerinin üstünlüklerine inanan felsefeciler<br />

ise eski Yunan filozoflar ını taklit ve AM' ete ait baz ı hususlar ı inkâr.<br />

ediyorlard ı "<br />

3 — Bat ıniler: Bunlar ın siyasi faaliyetlerinden yukarda bahsetmiştik.<br />

Şimdi ise sadece dü şüncelerini aç ıklıyaca ğız : onlara göre<br />

gerçeği bulmak için akla de ğil, bir imam- ı masuma bağlanmak gerektir.<br />

Zira do ğrunun alâmeti birlik, yanl ışın alâmeti ise çokluktur.<br />

Akla ve düşünceye uyanlar çoklu ğa dü şerler, imam- ı masuma uyanlar<br />

ise birliğe kavu şurlar.<br />

Hakikatte amaçlar ı siyasi olan Bat ıniler bu görü şlerini gizli metodlar<br />

ve dâiler yard ımiyle kültürsüz halka a şılamağa çal ışıyorlar&<br />

Gazzali bunların dü şüncelerini, yazd ığı çeşitli eserlerle çürütmü ştür.<br />

11 Bak. al-Bidaye va'n-Nihaye, c. XII, s. 155-156; Carra de Vaux, Gazali, s. 31,<br />

Paris 1902.<br />

12 Bak. al-Gazzali, al-Munkiz MM ad-Dalâl, s. 64 vd., Suriye 1376/1956.<br />

13 Bak. ayn ı eser, s. 67; al-Gazzali, Mihakk an-Nazar, s. 56-57.<br />

14 Bak. al-Munkiz, s. 69; al-Gazzali, Tahafut al-Falâsife, s. 59; yay ınlayan: Süleyman<br />

Dünya, Dar al-Maarif bask ıs ı, al-Kahire.<br />

77


4 — Sufiler: GazzaWnin zaman ında sufilik genelle şmi ş ve dervi<br />

şlerin bar ınmas ına yar ıyan hangahlar ço ğalmıştı ". Bununla beraber<br />

bütün sufiler tasavvufu ayn ı şekilde anlam ıyorlard ı . Baz ılar ı farz olan<br />

ibadetlerde gev şeklik gösteriyorlar ve bunun yerine nafile ibadetler<br />

yap ıyorlard ı ". Baz ıları ise şehvetlere ve ibahata dal ıyor ve nefsini<br />

öldürdüğünü san ıyordu ". Diğer bir k ısmı ise ittihad'a, vusul'a yahut<br />

hulul'a inan ıyorlard ı ". Yine bu devirde halka ö ğüt veren vaizlerin<br />

ve hatiblerin ço ğu heva ve heveslerine tâbi idiler ". Sosyal bozukluklar<br />

ve hastal ıklar günden güne ço ğal ıyordu ". Di ğer yandan baz ı bilginler<br />

gerçek sufilerin inand ıklar ı ledunni gizli ilimleri kabul etmiyorlard<br />

ı '. Fakat yollar ı doğru, amaçlar ı temiz ve kalpleri Allah a şkiyle<br />

yanan gerçek mutasavv ıflar da mevcuttu".<br />

İşte mütefekkirimiz GazzaWnin ça ğında siyasi ve kültürel durum<br />

böyle idi. Şimdi bu gerçeklerin ışığı altında üç bölüme ay ırd ı-<br />

ğımız "Gazzali ve Siyaset" konusunu inceliyelim.<br />

GazzalVnin Siyasetle ilgili Eserleri<br />

GazzaWnin siyasete dair en mühim eserlerinden biri Kitab<br />

at-Tibr al-Masbuk fi Nasaih al-Muluk'dur. Bu eserin asl ı farsçad ır.<br />

Sonradan öğrencilerinden biri tarafından arapçaya çevrildi ği anlaşılmaktad<br />

ır. Eserin arapças ı birkaç kere bas ılmıştır. Ancak bu eserin<br />

Gazzali'ye ait olup olmad ığı ve hangi sultana yaz ıldığı hakkında<br />

baz ı tereddütler do ğmu ştur. at-Tibr al-Masbuk'u yazar ın diğer eserleriyle<br />

kar şılaştırd ık. Neticede Kimya-y ı Sa'adet adl ı eserinde adâletten<br />

bahseden bölümle, at-Tibr al-Masbuk'da ayn ı konuya ayr ılmış<br />

bölüm aras ında çok benzerlik gördük. Hattâ çok defa yazar ayn ı<br />

15 Bak. Nicholson, Fi't-Tasavvuf al- İslâmi Va Tarihihi, s. 57-58, arapçaya çeviren:<br />

Ebu Ala Afifi, al-Kahire 1366/1947.<br />

16 Bak. İbn Hazm, Kitab al-Fasl fi'l-Milel va'l-Ahva Va'n-Nihal, c. IV, s. 188, M ıs ır<br />

1317.<br />

17 Bak. al-Gazzali, Kitab Yuzkar fihi Hamakât AhI al- İbâha, s. 2-3, München 1933;<br />

al-Gazzali, Mizan al-Amal, s. 90, M ısır 1328.<br />

18 Bak. al-Munkiz, s. 102.<br />

19 Bak. al-Gazzali, Mizan al-Amal, s. 63,106.<br />

20 Bak. al-Gazzali, Mi'rac as-Salikin, s. 2-4, Matba'at as-Saade bask ıs ı ; al-Gazzali,<br />

İhya Ulum ad-Din, İthaf as-Sade hami şinde, c. VII, s. 271, Mıs ır 1311.<br />

21 Bak. al-Gazzali, ar-Risalat al-Ladunniyye, s. 2, M ısır 1328.<br />

22 Bak. al-Munkiz, s. 101.<br />

78


hadIsleri ve misalleri vermektedir ". Bundan ba şka yazar at-Tibr<br />

al-Masbuk'da thya'n ın baz ı kitaplar ından bahsetmektedir ". Bütün<br />

bunlar gösteriyor ki at-Tibr al-Masbuk Gazzalrnin eseridir.<br />

Eserin hangi sultana yaz ıldığı meselesine gelince :' Ke şf az-Zunnun'da<br />

bu eserin Muhammed b. Melik şah'a yaz ıldığı kaydedilmi ş-<br />

tir ". Keza bas ılmış nüshalar üzerinde de eserin Muhammed b. Melikşah'a<br />

hitaben kaleme al ındığı yaz ılmıştır. Aynı şeyi D. B. Macdonald<br />

ve Haroon Khan Sherwani de nakletmektedir 26. Fakat bu<br />

konuda Mehmet Şerafeddin buldu ğu bir yazmaya dayanarak dikkat<br />

çekici dü şünceler ileri sürüyor ". Ona göre bu eser Muhammed<br />

b. Melikşah'a hitaben de ğil, Sultan Sencer'e takdim edilmek üzere<br />

yaz ılmıştır. Buna Fadai'l al-Anam'da da i şaret edilmiştir*.<br />

Gazzalrnin siyasete dair di ğer bir eseri, "Kitab al-Fadai'h al-<br />

Bat ınıye"dir. Bu esere Kitab al-Mustazhirl de denir. Çünkü yazar<br />

bu kitab ı Halife al-Mustazh ır Billah' ın emriyle yazm ıştır ". O bu<br />

kitab ında BatınIlerden bahsetmekte ve onlar ın çürük iddialar ına cevap<br />

vermektedir. Ayr ıca kitab ın son k ısmında imamet meselesini ele almıştır.<br />

Gazzalrnin bu kitab ı ilk defa 1916 da eksik bir yazmaya dayanılarak<br />

Goldziher tarafından yay ınlanmıştır. Eserin tam yazma nüshaları<br />

mevcutsa da, eksiksiz bas ımı henüz yap ılmamışt ır. Keza Gazza11,<br />

Bat ınllerle mücadele amaciyle Huccat al-Hakk' ı, Mufassil al-<br />

Kitab ad-Darc (Darac) al-Markum'u, Kitab al-K ıstas al-<br />

MustakIm'i " ve Kitab Kavas ı m al-Batıniye'yi" yazm ıştır. Bu eserlerden<br />

ilk üçü henüz bulunup ne şredilmemi ştir. Gazzati, al-Munkiz'de<br />

23 Bak. al-Gazzali, Kitab at-Tibr al-Masbuk Fi Nasaih al-Muluk, S ırac al-Muluk<br />

hamişinde, s. 12-32, M ıs ır 1319; al-Gazzali, Kitab Kimya-y ı Saadet, c. II, s. 411-422,<br />

Tehran 1333.<br />

24 Bak. al-Gazzali, at-Tibr al-Masbuk, s. 26, 34.<br />

25 Bak. Kâtib Çelebi, Ke şf az-Zunun, c. I, s. 337, Maarif Matbaas ı bask ıs ı 1941.<br />

26 D. B. Macdonald, Encyclop&lie de l'Islam, Ghazali maddesi, c. II, s. 155, Leyde<br />

1927; Haroon Khan Sherwani, Studies in Muslim political Thought and Administration<br />

s. 149-150, Lahore 1945.<br />

27 Mehmed Şerafeddin, Sencer ve Gazzali, Darulfunun Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı,<br />

sayı I, s. 52-54, Istanbul 1341.<br />

* Bak. Fadai'l al-Enam Min Resai'l al-Huccat al-Islam, s. 11, Tahran 1333.<br />

28 Bak. al-Gazzali, Kitab Fadai'h al-Bat ıniye, almancas ı : Streitschrift Des Gazali<br />

Gegen Die Batinijja-Sekte, yarnhyan: Ignaz Goldziher, s. I, Leiden 1956; al-Munkiz,<br />

s. 86-87.<br />

29 Bak. al-Munkiz, s. 92-93.<br />

30 Bak. al-Gazzall, al-K ıstas al-Mustakim, s. 58, M ısır 1318. al-Gazzali, Cavahir<br />

al-Kur'an, s. 21, M ısır 1352. Kavas ım al-Bat ıniye Prof. Ahmed Ateş tarafından Ilâhiyat<br />

Fakültesi Dergisinde yay ınlanm ıştır. Bak. say ı I—II 1954 <strong>Ankara</strong>.<br />

79


de biraz Batmilerden bahsetmi ştir. Bundan ba şka bir soru üzerine<br />

Batmilere cevap olarak yazd ığı birkaç sayfal ık ibareyi, bir yazma<br />

mecmuada görmü ş bulunmaktay ı z<br />

Gazzali ayr ıca diğer eserlerinde de çe şitli konular aras ında, az<br />

çok siyasete dokunmu ştur. Bunlar aras ında Kimya-y ı Saadet'i" ve<br />

İhya Ulum ad-Din'i sayabiliriz ". Buna ilâve olarak GazzaWnin<br />

al- İktisad Fi'l- İtikad'da imamet meselesinden bahsetti ğini söylememiz<br />

lâz ımd ır 34 .<br />

Son olarak Gazzalrnin mektuplar ına da dokunmak gerekmektedir.<br />

Onun ölümünden sonra yak ınlarından biri, bu mektuplar ı toplamış<br />

ve meydana getirdi ği mecmuaya Fadai'l al-Enam MM Rasail Huccat<br />

al-Islâm ad ını vermi ştir".<br />

Eser birkaç kere bas ılm ışt ır. Gazzaffnin siyaset adamlariyle<br />

münasebetlerinin aç ıklanmas ında önemli bir kaynakt ır.<br />

GazzaWnin Siyasetle ilgili Faaliyetleri<br />

GazzaWnin dostluk kurdu ğu ilk siyaset adam ı vezir Nizam<br />

al-Mulk'dür. H. 478 /M. ı o85 de hocas ı İmam al-Harameyn öldükten<br />

sonra Gazzali, bu veziri ziyarete gitmi şti. Nizam al-Mulk, onun bir<br />

münazarada üstün geldi ğini görerek zekâs ına hayran oldu. Nihayet<br />

H. 484/M. ı og ı de onu Bağdad'daki Nizamiye Medresesine müderris<br />

tayin etti. Gazzali henüz Ba ğdad'da iken al-Mustazh ır Billah, halife<br />

oldu. Selçuklular ın sultan ı ise Melikşah idi. Gazzali bir taraftan ders<br />

veriyor, kitap yaz ıyor, diğer taraftan da siyasi meselelerle ilgilenmek<br />

zorunda kal ıyordu. Hattâ Halife ile Sultan Melik şah aras ında büyük<br />

meselelerde elçilik bile yapt ı ". Kendisi Melik şah'a yapt ığı hizmetler<br />

karşılığında ikballer gördü ğünü gizlemiyor. O Halife al-Mustazh ır<br />

Billah'a da hizmet etti. Nitekim bu s ıralarda Batmilerin faaliyetleri<br />

artt ı ve Halife de Gazzali'den onlara kar şı bir eser yazmas ım istedi.<br />

31 Bak. Mecmuat ar-Resai'l, varak: 359b-360b, Süleymaniye (Be şir Ağa) Kütüphanesi,<br />

No: 650.<br />

32 Bak. Kimya-y ı Saadet, c. II, s. 409-422.<br />

33 al-Gazzali, Ihya Ulum ad-Din, c. II, s. 135-139, Matba'at al-Istikame bask ıs ı,<br />

al-Kahire.<br />

34 Bak. al-Iktisad s. 105, Matba'at al-Husayn at-Ticariye bask ıs ı, al-<br />

Kahire.<br />

35 Fadai'l al-Enam, yay ınl ıyan: Abbas Ikbal, s. 2. Tahran 1333.<br />

36 Bak. Fadai'l-Enam, s. 4.<br />

80


Gazzali Bat ıniler hakk ındaki yukarda isimlerini verdi ğimiz eserlerini<br />

siyasi amaçla kaleme ald ı. Çünkü o s ıralarda süratle yay ılan ad-Da'vet<br />

al-Cedide, İslam ülkesi için çok büyük tehlike te şkil ediyordu. O,<br />

kudretli kalemi ve mant ığı sayesinde onlar ın hileli delillerini çürütmeye<br />

çalıştı. Ayni zamanda devrin itaata lay ık imamın ın al-Mustazhir<br />

Billah olduğunu isbat için çaba gösterdi 37 . İmamet için 'o tane vas ıf<br />

ve şart olduğunu ve bu şartlar ı al-Mustazh ır' ın şahs ında topladığın ı<br />

ileri sürdü. Ona göre bunlardan 6 tanesi yarat ılışla ilgili olup sonradan<br />

kazan ılamazlar. Diğer 4 tanesi ise sonradan kazan ılabilirler. O zamanki<br />

devlet ba şkanlığı makam ın' işgal eden imamda bulunmas ı gereken<br />

bu vas ıflardan evvela ilk alt ısını görelim:<br />

— Bültığ çağına ermek. Çocuklar ın imam olmas ı caiz de ğildir.<br />

2 — Aklı yerinde olmak. Deliler imam olamazlar.<br />

3 — Hür olmak. Köleler imamlık yapamazlar.<br />

4 — Erkek olmak. Kad ınlar ın imaml ık yapmalar ı uygun olmaz.<br />

5 — Kurey ş kabilesinden olmak. Bunun delili "imamlar Kurey ş-<br />

tendir" 38 anlamındaki hadistir.<br />

6 — Görme ve i şitme duyular ının sağlam olmas ı laz ımd ır. Kör<br />

ve sağırların imaml ık yapmalar ı caiz değildir. Bir kısım âlimler bu<br />

alt ınc ı şarta baz ı bulaşıcı hastal ıklardan masun olmay ı da ilave ederler.<br />

Sonradan kazan ılan diğer dört vas ıfa gelince:<br />

— Şevket sahibi olmak. İmamet gibi yüksek bir mevkii i şgal<br />

eden zat ın, cesaret ve metanet göstermesi, ordusu ile isyanlar ı bast ırması<br />

ve halk ın imdad ına yeti şmesi gerektir ".<br />

2 — Kifayet sahibi olmak. Gerçek imam, bir şer zuhurunda do ğ-<br />

ruyu yanl ıştan ayıran ve adâleti temin etme ğe yar ıyan dü şünceye<br />

sahip olmal ı ve duruma en uygun metodu seçebilmelidir.<br />

3 — Takva sahibi olmak. Bu, s ıfatların en yükseğidir. Takva<br />

sahibi olan imam ın dini sağlam, aklı berrak ve gönlü cömert olur.<br />

4 — Ilim sahibi olmak. İmam ilim tahsil etmeli, güçlüklerin<br />

çözümünde bilginlere dan ışmal ı ve çeki şme halinde doğruyu seçebilmelidir.<br />

37 Bak. al-Gazzali, Kitab Fadai'h al-Bat ıniye, s. 58, 59, 62, 66, 78.<br />

38 Bu anlamdaki hadisler hakk ında bak. Musnad al- İmam Abi Abd Allah Ahmed<br />

b. Hanbal, c. III, s. 129, 183; c. IV, s. 421, M ısır 1352.<br />

39 al-Mustazh ır Billah, Türkler sayesinde şevkete sahipti. Bak. Kitab Fadai'h al-Bat ı-<br />

niye, s. 68.<br />

81


İşte Gazzali, Fadai'h al-Bat ıniye'de, bütün bu vas ıflar ı al-Mustazh<br />

ır Billah' ın şahs ında toplad ığını, herkesin bir avuç Bat ınileri b ırakıp<br />

ona itaat etmesi gerekti ğini ve her vâizin bu yolda halka telkinlerde<br />

bulunmas ın ı tekrar tekrar hat ırlat ıyor 40<br />

GazzaWnin Ba ğdad'da bu gibi siyasi faaliyetleri 4 sene kadar<br />

sürdü. H. 488 /M. 1095 y ılında geçirdiği bir şüphe krizinden sonra<br />

Bağdad' ı terketti*. Münzevi bir halde ya şamağa karar vermi şti. İki sene<br />

kadar Şam'da sessiz bir hayat sürdü. Daha sonra Kudüs'e gitti. Hz.<br />

İbrahim'in mezar ını ziyaret etti. Hicaz'a gidip hac vazifesini tamamlad<br />

ı . Böylece şurada burada ı ı sene kadar münzevi bir hayat sürdükten<br />

sonra Fahr al-Mulk'ün tedrise dönmesi hakk ındaki israriyle karşıla<br />

şt ı. Kalp erbab ına danıştıktan sonra itiraz edilmesi güç olan bu<br />

teklifi kabul etti '. H. 499 /M. ı i o5 de, Nişapur'a gelerek ö ğrencilere<br />

ders verme ğe ba şlad ı. Burada hemen kaydedelim ki, Macdonald<br />

onun inzivaya çekili şini ve tekrar tedrise dönü şünü siyasetle ilgili<br />

buluyor 42 .<br />

Gazzali bir sene kadar Ni şapur'da ders verdikten sonra memleketi<br />

olan Tus şehrine çekildi. Onun a şağı yukar ı H. 503 /M. ı ı og<br />

senesinde Sultan Sencer taraf ından davet edildiği bilinmektedir.<br />

Gazzalryi k ıskananlar, çocukluk ça ğında yazd ığı al-Manhul Min<br />

Talik al-Usul adl ı eserinde bulunan Ebu Hanife hakk ındaki baz ı<br />

sözleri bahane ederek onu Sencer'e şikayet ettiler. O da bunun üzerine<br />

Gazzalryi yan ına ça ğırd ı. Gazzali ordugahm yak ınına geldiği halde,<br />

Sencer'in huzuruna ç ıkmak istemedi. Zira daha önce şu üç şey hakk<br />

ında yemin etmi şti: ı — Sultanlar ın yanına gitmemek. 2— Münazara<br />

yapmamak ve taassup göstermemek. 3— Sultanlardan maddi yard ım<br />

almamak. Fakat Sencer'in önü al ınmaz ısrar ı kar şı sında baz ı alimlerle<br />

münazarada bulunmak üzere onun huzuruna ç ıktı. Sencer ona<br />

çok hürmet gösterdi. Gazzali, Ebu Hanife'ye sayg ı besledi ğini söyledi.<br />

"Makulatta burhan'a ve akla dayan ır ım, şeriatta ise mezhebim Kur'-<br />

and ır. İmamlardan hiçbirini taklit etmem" dedi". Kendisi hakk ında<br />

şikayette bulunanlar ı mahcup etti.<br />

Gazzall, Sencer'den iki istekte bulundu: ı — Tus ahalisinin açl ık<br />

ve zulümden inlemekte oldu ğunu ve kuraklığın her tarafı kavurduğunu<br />

40 Bak. Kitab Fadai'h al-Bat ıniye, s. 66-78.<br />

* GazzaWnin şüphesi hakk ında bak. Ord. Prof. Hilmi Ziya ülken, Islâm Dü şüncesi<br />

II, Islâm Felsefesi Tarihi, s. 326, Istanbul 1957.<br />

41 Bak. al-Munkiz, s. 114-115.<br />

42 Bak. Encyclopklie de l'Islam, c. II, s. 155.<br />

43 Bak. Fadai'l al-Enam, s. 12.<br />

82


hat ırlatarak onlara yard ımlarda bulunmas ını istedi. 2- Kendisini<br />

Nişapur ve Tus'da tedris yapmaktan muaf tutmas ını diledi. Fakat<br />

ilmi seven, ilim adamlar ını koruyan Senccr, ona medreseler kurmay ı ,<br />

Horasan ve Irak bilginlerinin kendisinden istifade etmelerini ve y ılda<br />

bir kere mü şküllerini sunmalar ın ı teklif etti ".<br />

Gazzali sultanlardan ba şka vezirlerle de fikir teatisinde bulunmuştur.<br />

Muhtelif vezirlere gönderdi ği mektuplar ın adedi, bilindiğine<br />

göre 12 dir". Bunlardan be şini Fahr al-Mulk'e yollanu ştır. Birinci<br />

mektubunda şeriat ve akl ın hakikatlar ından bahsetti. İkinci mektupta,<br />

halkın ihtiyac ını kar şılamas ını hat ırlatt ı. Diğer mektuplar ında onu<br />

adâlete ve hatalardan sak ınmağa, Damgan ve İsferayin halk ını<br />

korumağa davet etti.<br />

Bir mektup da Irak veziri olan ve kendisini tedrise davet eden<br />

Sadr al-Vuzara Ahmed b. Nizam al-Mulk'e yazd ı . Bu davet hakk ında<br />

vezir, Halifeden emir alm ıştı ". Gazzali'ye bu teklifin H. 504 /M.<br />

'Ilo yılında yap ıldığı anlaşılmaktad ır ".<br />

Gazzali, o zaman henüz vezir olm ıyan Şahab al- İslam Abd arar-Razzak'a<br />

da üç mektup yazd ı .<br />

Bunlardan ba şka muhtelif konularda üç mektup da Keya Abu'l-<br />

Fath Ali b. Husayn Mucir ad-Davla'ya* yazd ı. Bu mektuplardan<br />

birini onu tebrik etmek ve halk ın hakk ını gözetrnesini sa ğlamak amaciyle<br />

gönderdi. Bir di ğer mektubunda zulme engel olmas ını ve adalete<br />

uymas ını istedi 48 .<br />

Ayn ı zamanda Gazzali birçok devlet erkan ı ile de mektupla şarak<br />

onlara nasihatlarda bulundu<br />

Gazzali ömrünün son günlerini özel ö ğrencilerine ders vermekle<br />

geçirdi. H. 5o5 /M ı ı ı ı yılında Taberan'da hayata gözlerini yumdu 50 .<br />

44 Bütün bu olaylar için bak. Fadai'l al-Enam, s. 3-12; Mehmed Şerafeddin, an ılan<br />

makale, s. 40, 44-45, 50-57. Sencer'in büyük kütüphanesi vard ı ve sevdiği kitaplar ı şevkle<br />

okurdu. Bak. al-Beyhaki, Tarih Hukema al-Islam, s. 106, Di ıneşk 1946.<br />

45 Bak. Fadai'l Enam, s. 24.<br />

46 Bak. ayn ı eser, s. 40.<br />

47 Bak- ayn ı eser, s. 45.<br />

* Metinde yanlış olarak Mucir ad-Din olarak geçmi ştir.<br />

48 Bak. ayn ı eser, s. 49-59.<br />

49 Bak. ayn ı eser, s. 60-62.<br />

50 GazzaWnin hayat ı hakkında bak. İbn Hallikan, Vefayat al-A'yan, c. III, 353-355,<br />

Mısır 1367; as-Subki, Tabakat a ş-Şafi'iye, Matba'at al-Husayniya bask ıs ı 1324; az-Zabidi,<br />

İthaf as-Sâda, c. I, s. 7 vdd.<br />

83


Gazzali ve Devlet idaresi<br />

Mütefekkirimiz hükmetmenin ve idare etmenin önemini belirtmek<br />

için de çaba göstermi ştir. Ona göre idareci olman ın iki ana temeli<br />

vard ır: ı— Ilim, 2— amel. Ayr ıca idarecinin, mevkiinin nimetleri<br />

aras ında kendini ve Ahiretini unutmamas ı laz ımd ır. Bu dünyaya<br />

niçin geldiğini ve son dura ğımn neresi olduğunu bilmelidir. Idarecilerin<br />

en çok dikkat etmeleri gereken bir özellik de adâlettir. Adaletin<br />

devlet idaresindeki de ğeri çok büyüktür. Nitekim Hz. Muhammed<br />

baz ı sözleriyle adaletin de ğerine i şaret etmi ştir s ı<br />

Mütefekkirimiz bir sultan ın ada.leti ifa etmek için baz ı şartlara<br />

uymas ı gerekti ğine inanmaktad ır. Bu şartlar ı önemine binaen a şağıda<br />

veriyoruz ":<br />

— Herhangi bir hadise zuhurunda kendisini halk, halk ı da<br />

idareci farzetmelidir. Kendisi için istemedi ğini halk için de istememelidir.<br />

2 — ihtiyaç sahibi bir müslüman ın isteğini gidermelidir. Onlara<br />

hizmet etmek nafile ibadetten daha iyidir.<br />

3 — Kanaat sahibi olmal ıdır. Çe şitli nefis yiyeceklere ve süslü<br />

elbiselere dü şkünlük göstermemelidir.<br />

4 — Yapacağı i şlerde halka yumu şak davranmal ıdır.<br />

5 — Kanunun tatbikinden halk ın memnun olmas ına çalışmalıdır.<br />

6 — Kanuna ayk ır ı olarak herhangi bir kimsenin r ızas ını istememelidir.<br />

7 — İdareci olman ın tehlikesinin çetin ve halk ın i şlerini güzel<br />

yürütmenin iyi oldu ğunu bilmelidir.<br />

8 — Daima gerçekten bilgin olanlar ın öğütlerine önem vermeli<br />

ve dünya şehvetine dü şkün olan bilginlerden sak ınmal ıd ır.<br />

g — Yaln ız kendi elini zulümden çekmekle yetinmiyerek naiblerin,<br />

valilerin ve di ğer devlet adamlar ının zulmüne de engel olmal ıdır.<br />

ı o — Kibirden sak ınmal ıdır. Ekseriya vali ve devlet adamlar ı<br />

kibirli olur. Kibirden ise gazap ve intikama varan öfke do ğar. Bundan<br />

kurtulmak için sert davranm ıyarak iyilik yapmak laz ımdır.<br />

51 Gazzali, Kimya-y ı Saadet, c. II, s. 410.<br />

52 Bu şartlar hakkında bak. Kimya-y ı Saadet, c. II, s. 410-420; at-Tibr al-Masbuk,<br />

s. 12-32; Prof. H. K. Sherwani, Gazzalrye Göre Nazan ve Tatbild Siyaset, çeviren: Doç.<br />

Hüseyin Gazi Yurdayd ın, Ilâhiyat Fakültesi Dergisi, s. 31, say ı III—IV 1955, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

84


Bunlardan ba şka Gazzali baz ı filozoflardan nakletti ği hikmetlerle<br />

adaletin önemini belirtiyor ". Anlatt ığı bir hikmette sultanlarda şu<br />

4 şeyin bulunmas ı lüzumuna i şaret ediyor: ı — adalet, 2— ak ıl, 3— sab ır,<br />

4— hayâ. Onlar şu dört şeyden de sak ınmal ıdır: Hased, 2— kibir,<br />

3— cimrilik, 4— kin".<br />

GazzaWnin, bir sultan ın vaktini iyi kullan ıp düzene koymas ı için<br />

tenbihlerde bulunduğunu görüyoruz. Ona göre eski k ırallar vakitlerini<br />

şu işler için bölmü şlerdi ":<br />

ı — Allah'a ibadet için, 2— devlet i şlerini yürütmek, adâleti yerine<br />

getirmek, alimlerle ve devlet adamlariyle görü şmek için, 3— yemek,<br />

uyumak ve mübah olan diğer i şler için, 4— av, oyun ve bunlara benzer<br />

şeylerle me şgul olmak için.<br />

GazzaWnin en çok üzerinde durdu ğu özelliklerden biri de, sultanlar<br />

ın devlet idaresinde bilginlere ve tecrübe sahiplerine önem vermelerini<br />

sağlamaktır. Nitekim sultanlara farz oldu ğunu rivayet etti ği<br />

4 özellik aras ında bu husus önemli bir yer al ıyor. Bu 4 özellik şunlardır<br />

": Memleketten zararl ı kötü ki şileri uzakla ştırmak. 2— Ak ıl<br />

ve tecrübesi yerinde kimselerle i şbirliği yaparak memleketi imar<br />

etmek. 3— Bilginlerin, tecrübe ve hikmet sahiplerinin görü şlerini<br />

korumak. 4— Kötü i şleri bertaraf ederek memleket i şleriyle fazla u ğ-<br />

raşmak.<br />

GazzaWnin vezirler hakk ındaki tavsiyelerine gelince: hükümdar ın<br />

vezirlere ihtiyac ı vardır. Çünkü kendisi bütün memleket i şleriyle<br />

bizzat me şgul olamaz. Ancak vezirlerini iyi seçmesi laz ımd ır. Vezir<br />

iyi ve adil olursa hükümdar ın da şan ı yüksek olur. Hükümdar vezirin<br />

bir eksikliğini duyarsa soru şturmadan hemen cezaland ırmağa kalkışmamalidır.<br />

Vezirin mallar ını kıskanıp onlar ı gasbetmemelidir ve<br />

vezirin isteklerini yerine getirmelidir. Bunlardan ba şka vezir kendisiyle<br />

görü şmek isterse, güçlük ç ıkarmadan onu huzura kabul etmelidir.<br />

Vezirden s ır saklamamal ıdır. Zira iyi bir vezir onun hatalar ını<br />

düzeltir, ona yard ım eder ve onun s ırlar ını korur ".<br />

Gazzall, kâtipler hakk ında da tavsiyelerde bulunuyor ve onlar ın<br />

mesleğinin önemini belirtiyor. O, bilginlerin "en faziletli şey kalem-<br />

53 Bak. at-Tibr al-Masbuk, s. 71-72.<br />

54 Bak. aynı eser, s. 82.<br />

55 Bak. ayn ı eser, s. 78-79.<br />

56 Bak. ayn ı eser, s. 85.<br />

57 Bak. Prof. H. K. Sherwanl, an ılan makale, s. 37; at-Tibr al-Masbuk, s. 105-106.<br />

85


dir" dediğini naklediyor ve bu konuda şu kıssayı anlat ıyor: İskender<br />

dünya iki şey alt ındad ır demi ştir. Bunlardan biri k ıl ıç, diğeri kalemdir.<br />

K ılıç da kalemin alt ındad ır. Kalem ise bilginlerin edep ve sermayesidir.<br />

GazzaWnin nakletti ğine göre kâtipler şu 'o şeyi bilmelidir 58 :<br />

— Yer alt ındaki suyun yak ınlığını, uzaklığın ı .<br />

2 — Kış ve yaz zamanlar ında gece ile gündüzün uzunlu ğunu ve<br />

k ıs al ı ğı nı .<br />

3 — Güne şin, ayın ve yıld ızlar ın seyirlerini.<br />

4 — Kar şılama ve ictima bilgisini.<br />

5 — Parmaklarla hesap etmeyi, takvim ve hendese ilmini, seçkin<br />

ve ziraatç ılar için uygun olan günleri.<br />

6 — İlâç ve tıbb ı .<br />

7 — Cenup ve şimal rüzgârlar ını .<br />

8 — Kafiye ve şiir ilmini.<br />

g — Kalem cinslerini ve güzel yaz ı yazmay ı .<br />

ı o = Hangi harflerin uzat ılaca ğını ve hangilerinin birle ştirileceğini<br />

bilmek. Bunlardan ba şka kâtibin ruhu ince ve sohbeti güzel olmal ıdır.<br />

Gazzali, hükümdarlara faydal ı olur ümidiyle birçok hikmetler<br />

anlatmıştır. Bu hikmetlerde, sultanlara adâleti, halka itaati, insanlara<br />

nefsini yenmeyi, g ıybetten sak ınmayı, ba şkas ını öldürmekten çekinmeyi<br />

ve bilginlere tevazuyu telkin etme ğe çal ışmıştır".<br />

Son olarak GazzaWnin devrin sultan ına hitaben yazdığı at-Tibr<br />

al-Masbuk'da akla önemli bir bab ay ı' dığın ı kaydetmek isteriz. Yazar<br />

burada akla seçkin bir de ğer vermekte ve ak ıllı insan ın vas ıflarım<br />

zikretmektedir 6°. Bundan anla şılır ki mütefekkirimiz devlet idaresinde<br />

akla, dü şünceye ve bilgiye dayanmamn önemini belirtmek istemi ştir.<br />

Netice<br />

GazzaWnin siyasi faaliyet ve tavsiyelerinden a şağıdaki neticelere<br />

varmamız mümkündür:<br />

— Gazzali sadece devrinin kültürünü eserlerinde aksettiren bir<br />

bilgin değil, ayn ı zamanda siyasetle me şgul olmu ş ve politik eserler<br />

58 at-Tibr al-Masbuk, s. 114-115.<br />

59 Bak. ayn ı eser, s. 134-147.<br />

60 Bak. ayn ı eser, s. 148.<br />

86


yazmış bir mütefekkirdir. Onun bu faaliyetleri Nizam al-Mulk'le<br />

tanışmas ından sonra geli şmiş ve bilhassa H. 484-488 y ılları aras ında<br />

önemli bir rol oynam ışt ır.<br />

2 — Gazzali siyasi i şlerde mü şavirlik ve elçilik yapmakla yetinmemi<br />

ş , İslam ordular ına kalemiyle de yard ım etmi ştir. Bilhassa o<br />

zaman büyük bir tehlike olan Bat ınilere susturucu ve mant ıki cevaplar<br />

vermeyi ba şarmıştır.<br />

3 — Gerek yazd ığı eserlerle ve gerekse siyaset adamlar ına gönderdiği<br />

ınektuplarla, onlara devlet i şlerinin düzenlenmesi ve idaresi<br />

hakkında önemli tavsiyelerde bulunmu ştur.<br />

4 — O, Türklerin kudret sahibi olduklar ını ve al-Mustazh ır<br />

Billah'a yard ım ettiklerini kaydetmi ştir 61 . Bundan ba şka Türkler<br />

hakk ında güzel şeyler yaz ıp onlar ı övmü ştür. GazzaWnin Türkleri<br />

övmesi ve Selçuklu Türk hükümdarlariyle dostluk kurmas ı dikkati<br />

çekicidir ".<br />

5 — Ömrünün son yıllarında siyasetten b ıktığı ve siyaset adamlarından<br />

uzak durma ğa çal ıştığı anla şılmaktadır. Esasen inzivaya<br />

çekildikten sonra tasavvuf yolunu iyice benimsemi ş ve gerçe ği bulmağa<br />

yönelmişti.<br />

Son olarak diyebiliriz ki o ilim ö ğrendi, bilgi öğretti, politika<br />

yapt ı ve fakat mutasavv ıf olarak hayata gözlerini yumdu.<br />

61 Bak. Kitab Fadai'h al-Bat ıniya, s. 68.<br />

62 Türk hükümdarlar ından çoğu ilmi ve bilginleri korumuştur. Mesela Sencer birçok<br />

kütüphaneler kurdurmu ş ve bizzat ilimle me şgul olmuştur. Bundan ba şka o, Türk lisanına<br />

ve milliyetine de önem vermi ştir. Bak. Mehmet Şerafeddin, an ılan makale, s. 39-40, 57.<br />

Ibn Haldun, Kahire'nin ilim, hüner ve sanat merkezi halinde kalmas ında Türklerin tesiri<br />

olduğunu kaydediyor. Bak. Mukaddime, çeviren: Z. Kadiri Ugan, c. II, s. 492, <strong>Ankara</strong><br />

1954.<br />

87


GAZZALI'YE GÖRE İBM-IİLİK<br />

Ebu Hamit Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmet<br />

al-Gazzall tasavvuf, fıkıh, kelâm, bat ınilik, felsefe ve mant ık gibi<br />

çe şitli konularda eser vermi ş olan bir islâm mütefekkiridir. Keza<br />

ibahilik hakkında yaz ılmış elimizde bir risalesi de bulunmaktad ır i.<br />

Ayrıca Gazzali Kimyay- ı Saadet'de 2, Mizan al-Amel'de 3, Faysal<br />

at-Tafrika bayn al-islâm va'z-Zandaka'da 4, İhya-u Ulum ad-Din'de<br />

ve Fadail al-Enam'daki mektuplar ın birinde' İbâhilikten az çok bahsetmiştir.<br />

Şimdi bu eserlerden faydalanarak GazzaWnin ibâhilik hakkındaki<br />

görü şünün tetkikinden önce, umumiyetle ibâhili ğin ne olduğunu<br />

görelim:<br />

Genel olarak haram şeyleri mübah sayan, muayyen bir şeriata<br />

bağlı olmayan, şehvetinin esiri bulunan, şüphe, taklit veya ahmakhk '<br />

neticesinde yolunu kaybetmi ş her kimseye ve her fırkaya ibâhi dememiz<br />

mümkündür 8. ibâhiler arzu ve heveslerine tâbi olurlar, diledikleri<br />

her şeyi yapmak isterlerdi. Hiçbir ibâhi, arkada şından kendi zevcesini<br />

esirgemezdi 9. Hattâ kad ınlarla erkekler geceleri bir araya gelerek<br />

zevk âlemleri yaparlard ı. Hakikatte şeriat hükümlerine asla k ıymet<br />

vermezler ve bütün haramlar ı mübah addederlerdi 1° Fakat bunlar ın<br />

çoğu canlar ını kurtarmak ve arzular ına kavu şmak için tasavvufu<br />

kendilerine en uygun mezhep olarak seçtiler ". Zâhiren mutasavv ıf<br />

görünmelerine rağmen kalpleri ibâhllikle dolu idi.<br />

1 al-Gazzali, Hamakat Ahl-al İbaha, Na şir: Otto Pretzl, München 1933.<br />

2 al-Gazzali, Kimya-yi Saadet, C. I, 56-60 Tahran 1333.<br />

3 al-Gazzah, Mizan al-Amel, s. 90,206, M ısır, 1328.<br />

4 al-Gazzall, Faysal at-Tafrika bayn al-Islâm va'z-Zandaka, s. 16, M ıs ır 1907.<br />

5 al-Gazzall, İhya'u-Ulum ad-Din, c. III, s. 405, Kahire al- İstikame mat. tab' ı.<br />

6 al-Gazzali, Fedail al-Enam man Resail-i Huccet al-Islâm, s. 72-74, Iran 1333.<br />

7 Bak. al-Gazzali, Hamakatu ahl-al- İbaha, s. 2.<br />

8 Bak. Abu'l-Ferec Abdurrahman İbn Nakdal- İlm ve'l-Ulema ev Telbis-i<br />

Iblis, s. 389-390, M ıs ır 1340.<br />

9 Bak. al-Gazzali, Harnakat ahl-al- İbaha, s. 6.<br />

10 Bak. Ebu'l Ferec Abdurrahman İbn Nakd al- İlm ve'1-U1ema s. 390-398.<br />

11 Bak. Ayn ı eser, s. 389<br />

88


İbn al-Cevzi ibâhilerin üç k ısma ayr ıldığını söylüyor ":<br />

— Dini hakikatlara inanm ıyanlar: Allah' ı veya sadece Peygamberi<br />

inkâr edenler bunlardand ır.<br />

2 — Dine inananlar: şüphe etmeksizin ve delil aramaks ız ın şeyhlerinin<br />

sözünü her hususta tutan kimseler bu k ısma dahildirler.<br />

3 — Kendilerine baz ı şüpheler ânz olup da bu şüphelere göre<br />

amel edenler.<br />

İbn al-Cevzi'nin bu taksiminden de anla şıldığı gibi ibâhilik<br />

birçok sap ık zümreleri içine al ır:<br />

İsmailiye, Karam ıta, Hurremiye, Babekiye, Muhammire, Seb'iye,<br />

Nuseyriye ve Talimiye gibi muhtelif isimler alan Bat ınileri ibahi<br />

fırkalardan addetmemiz lâz ımd ır ". Bunlardan Hurremiye " diye<br />

adlanan ibâhiler Islâmiyetten önce de mevcuttu. Ebu'l-Muzaffer<br />

al-isferayini Hurremileri islâmiyetten öncekiler ve sonrakiler olmak<br />

üzere iki fırkaya ay ırıyor ı s :<br />

— Islâmiyetten önceki Hurremilere Mezdekiye de denir. Bütün<br />

muharremat ı helâl kılmak isterler, ailede ve malda insanlar ın<br />

ortak oldu ğunu iddia ederlerdi. Saltanat ı esnas ında Nuşirevan bunları<br />

öldürmüştü.<br />

2 — Islâmiyyetten sonra zuhur eden Hurremiler Babekiye, Maziyariye<br />

1fi ve Muhammire gibi 17 adlarla tesmiye edilirler.<br />

Babek al-Hurremrnin taraflar ı olan Babekiler Azerbaycan civarında<br />

zuhur ettiler ". Bunlar ın sayılar ı çoktu. Bütün muharremat ı<br />

12 Bak. Ayn ı eser, s. 389.<br />

13 Bak. Muhammed b. Malik b. Ebi'l-Fedall al-Hammadi al-Yemani, Ke şf Asrar-al-<br />

Bat ıniye ve Ahbar al-Karam ıta, s. 12, M ıs ır 1939.<br />

14 Hurremiye diye isimlenmelerinin sebebi şöyledir: Hurrem farsça bir kelimedir.<br />

Sevinçli, gönül çeken, hal ve vakti ho ş manalarma gelir. Bu, Mezdeldlerin bir lakab ı idi.<br />

Mezdekiler Mecusilerden olup Kubad zaman ında zuhur eden Ibahilerdir. Bunlar sak ın ılacak<br />

şeyleri mübah addederlerdi. Hurremiler ise itikad ve mezhep bak ımından Mezdeldlere<br />

benzedikleri için onlardan bu lakab ı aldılar. Bak. İbn al-Cevz1, al-Muntazam fi Tarih<br />

al-Muluk ve'l-Umem c. V, s. 113, Haydarabad, 1357.<br />

15 Bak. Abu'l-Muzaffer al-Isferayini, at Tabsir fi'd-Din, s. 79, M ısır 1940.<br />

16 Maziyariye, Maziyar'in taraflar ının mezhebidir. Maziyar halk ı Muhammire dinine<br />

davet ederdi. Taraftarlar ı Taberistan da ğlar ında zuhur etmi şti. Bak. al-Isferayini, at-Tabsir<br />

fi'd-Din, s. 80.<br />

17 Bunlar elbiselerini Babek zaman ında k ırmız ıya boyad ıkları için Muhammire diye<br />

adland ılar. Bak. İbn al-Cevzi, al-Muntazam fi Tarih al-Muluk va'l-Umem, c. I, s. 113.<br />

18 Bak. al-Isferayini, at-Tabsir, s. 80.<br />

89


helâl k ılmışlard ı. Babek 20 sene müddetle Abbasilerin askerlerini<br />

mağlüp etti. Nihayet karde şi İshak'la birlikte esir dü şünce, Mu'tas ım<br />

zaman ında Samarra'da ast ır ılmak suretiyle öldürüldü. Babekiler<br />

Taberistan da ğlar ında toplan ıp musiki ve şarap âlemleri gibi birçok<br />

fasid i şler yaparlard ı. Kad ın ve erkekler bir araya gelip mum ve ate ş-<br />

leri söndürdükten sonra şehevi arzulara dalarlard ı .<br />

Hurremiye hakk ında İbni Nedim'in verdi ği bilgiler Ebu'l-Muzaffer<br />

al- İsferayini'nin anlatt ıklarım teyid edici mahiyettedir 19 .<br />

Batıni sayabileceğimiz Ravendiye fırkas ının bir kolu olan Ebu<br />

Müslimiye fırkas ı da ibahilerdendir 20. Bunlar Ebu Müslim al-Horasanrnin<br />

imametine inan ırlard ı. Bütün dini farizalar ın terkedilmesi<br />

lâz ım geldiğini ve her şeyin mübah oldu ğunu iddia ederlerdi. Hurremdiniye<br />

diye de lâkaplanan Ebu Müslimiye'nin Hurremiye ile<br />

yak ın alâkas ı vard ır.<br />

ibaki firkalardan birisi de al-Mukannaiyedir. Çok çirkin olan<br />

reisleri "Ata" alt ından bir yüz yapt ır ı r) surat ın ı onunla örtmü ştü ".<br />

Bu sebeple kendisine Mukanna dendi. Ba şlangıçta Abu Müslim al-<br />

Horasanrnin mezhebini benimsemi şti 22 . Abbasi halifesi al-Mehdi<br />

b. al-Mansur zaman ında birçok müslüman askerlerini n ıağlüp eden<br />

Mukanna sihirbazl ık ve hendese ilimleiine vak ıft ı . Taraftarlar ını<br />

bunlarla aldat ır, muharremat ı helâl sayar ve dini farizalar ı lüzumsuz<br />

bulurdu".<br />

Batmilerden Karmatiler de şeriat ı ta'til ederlerdi. Hattâ bütün<br />

Peygamberlere söverler, din kitaplar ın ı yok ederler ve hac ılar ı öldürürlerdi".<br />

Hakikatta bütün Batmilerin gayeleri şeriat inkârdan ve sap ıklıktan<br />

ibaretti 25 .<br />

19 Bak. İbni Nedim, al-Fihrist, s. 493-494, Kahire İstikamet matbaas ı tab' ı.<br />

20 Bak. Abu Muhammed al-Hasan b. Musa an-Nevbahti, F ırak aş-Şia, s. 41, İst. 1931.<br />

Yine ayn ı mevzu için Bak. al-E ş'ari, Makalat al- İslâmiyyin, c. I, s. 92.<br />

21 Bak. Abu'l-Abbas Şemseddin Ahmed b. Muhammed b. Ebi Bekr b. Hallikan,<br />

Vefeyatu'l-A'yan ve Enba Abna-i'z-Zaman, c. II, s. 426, M ıs ır 1948.<br />

22 Bak. Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdülkerim e ş-Şehristani, al-Milel va'n-Nihal,<br />

c. I, s. 205, M ıs ır 1317.<br />

23 Bak. al- İsferayinI, at-Tabsir, s. 76.<br />

24 Bak. Abdulcebbar b. Muhammed b. Abdulcebbar, Tesbit-i Delail-i Nübüvve,<br />

varak 49 b. Süleymaniye ( Şehit Ali Pa şa K) No. 1575.<br />

25 Bak. İbn al-Cevzi, al-Muntazam, c. V, s. 114.<br />

90


Acaba Gazzall ibâhili ğe tahsis etti ği yaz ılar ında Batmilikten de<br />

bahsetmi ş midir Gazzalrye göre ehl-i ibâhe ile Bat ıniler aras ında<br />

bir fark var m ıdır<br />

Gazzal ı gerek Kimyay-i Saadet'te, gerek Hamakat- ı Ahl<br />

ha'da ve gerekse Fadail al-Enam'da ibâhilikten bahsederken Bat ınileri<br />

ibâhî fırkalar aras ında zikretmemi ştir. Buna mukabil Fadaih<br />

al-Bat ıniye adl ı eserinde Bat ınilerin mutlak ibahl: olduklar ını, yasak<br />

şeyleri mübah k ıldıklarını ve şeriat ı inkar ettiklerini söylemi ştir ".<br />

Bu birbirinden farkl ı durum Gazzalrnin bilgilerinin da ğınık olduğuna<br />

delâlet eder.<br />

Gazzalrnin bilgilerinin da ğın ık olduğunun diğer bir delili de<br />

aynı mevzuu muhtelif eserlerinde birbirinden farkl ı olarak anlatmas<br />

ıd ır. Mesela Fadail al-Enam'da Ibâhllerden bahsederken Hz. Muhammed'in<br />

bir hadisine 27 istinaden fırkalar ın adedinin yetmi ş iki<br />

olduğunu, bütün bu fırkalar ın as ılda, en iyiler, en kötüler ve mutavassıtlar<br />

olmak üzerre üç k ıs ımdan ibaret bulundu ğunu ve her k ısmın yirmi<br />

dörde ayrıldığını söylüyor 28. Gazzalrye göre bu üç fırkanın en<br />

iyileri sufiler, en kötüleri de fas ıklard ır. Şeytan sufiler ve fas ıklar ı kand<br />

ırarak yeni bir terkip yapm ışt ır. Bunlar da ibâhIlerdir. Halbuki<br />

Gazzali Kimyay- ı Saadet'de ibâkileri yedi k ısımda tetkik etmektedir ".<br />

Hamakat- ı Ahl al- İbaha adl ı eserinde ise ibâhileri, evvelâ taklitçiler<br />

ve zâhitleri ay ıplama neticesinde yolunu sap ı tanlar olmak üzere ikiye<br />

ayırmış , şüphe neticesinde yolunu kaybeden ibâhilleri de sekiz bölümde<br />

incelemi ştir ".<br />

Yukarda bat ınilerin de ibâhî olduklar ını söylemi ştik. Fakat<br />

Gazzall her iki firkay ı başka ba şka eserlerinde incelemi ştir. Batmilik<br />

hakkında yazdığı Fadaih al-Bat ıniye, al-K ıstas al-Mustakim ve<br />

Kavasım al-Bat ıniye gibi eserlerinin muhteviyatiyle ehl-i ibâhaya dair<br />

olan yaz ıların ın muhteviyat ı yekdiğerinden tamamen farkl ıdır. Bu<br />

sebeple biz burada batmileri ve di ğer ibahl fırkalar ı bir tarafa b ıra-<br />

26 Bak. al-Gazzali, Fadaih al-Bat ıniye, diğer ad ı al-Mustazh ıri; (almancas ı Streitschrift<br />

Des Gazali gegen Die Batinijja-Sekte), Na şir: Goldziher, s. 10. Leiden 1956.<br />

27 ümmetim yetmiş iki fırkaya ayr ılacak; bunlardan yaln ız bir fırka kurtulacakt ır.<br />

Baz ı varyantlar ı olan bu hadisin s ıhhat ı hakkında ihtilâf vard ır. at-Tirmizi, Ebu Davut ve<br />

İbn al-Cavzi bunu sahih hadis olarak kabul etmi şlerdir. Bak. Ebu'l-Ferec Abd ar-Rahman<br />

İbn al-Cavzi, Nakd al-Ilm va'l-Ulema ev Talbis-i iblis, s. 8, 19-20, M ıs ır 1340.<br />

28 Bak. al-Gazzall, Fedail al-Enam, s. 73.<br />

29 Bak. al-Gazzali, Kimyay- ı Saadet, c. I, s. 56-60. Tahran 1333.<br />

30 Bak. al-Gazzali, Hamakat Ahl al- İbaha, s. 6, 8. München 1933.<br />

91


karak GazzaWnin ehl-i ibâhaya tahsis etti ği yaz ılara istinaden bir<br />

ara şt ırmada bulunaca ğız.<br />

Gazzali'ye göre ibâhilerin dalâletlerinin ba şlıca sebepleri ahmaklık,<br />

şehvetin galip gelmesi ve tembelliktir ". Bunlar tembellikleri dolasiyle<br />

namaz k ılmazlar, oruç tutmazlard ı . Şehvet ve hevesleri sebebiyle<br />

de zina etmekten çekinmezlerdi. Insanl ık ve izzet-i nefisten o kadar<br />

uzakla şmışlard ı ki bir ibahi kar ıs ını evinde yabanc ı bir erkekle gördüğü<br />

zaman asla k ızmaz ve k ıskanmazd ı. Zira itikatlar ınca bu gibi hallerde<br />

kızmak yahut k ıskanmak nefsin ölmedi ğine delildir. Kemale eren odur<br />

ki nefsini öldürür; yani k ızmaz ve k ıskanmaz.<br />

Gazzali tamamen ibâhilikten bahseden Hamakat Ahl al-ibâha<br />

adlı eserinde onlar ın iki güruh olduğunu söylüyor ":<br />

Birincisi taklit sebebiyle ibâhi olanlard ır. Taklide meyli olanlar<br />

güzel sözler söyliyen, ho ş bir hayat süren, zâhirde seccadeden ayr ılmıyan<br />

ve velilik iddias ında bulunan bir kavmi gördükleri zaman<br />

onlara derhal muvafakat ederlerdi ". Hakikatte bu kavim dine ayk ırı<br />

birçok i şler yapard ı .<br />

İkinci güruh ise sufileri ve âlimleri ay ıplıyanlard ır. Bunlara göre<br />

zâhitler kendilerini şeriata ba ğlıyan ahmaklard ır. Şeriattan ayr ılmıyanlar<br />

hürriyete ve kalp temizli ğine kavu şamazlar. Kendi çocuklar ını<br />

ve kar ısını herhangi bir ibâhiden esirgiyenler nefislerinin necasetinden<br />

kurtulam ıyanlard ır.<br />

Gazzali'ye göre bir k ısım ibâhiler daha vard ır ki bunlar da hayal<br />

ve şüphe yüzünden dalâlete sapm ışlard ır. Bunlar ı şüphelerine göre<br />

sekiz güruha ay ırarak incelemek lâz ımdır ". Şimdi bu güruhlar ın dalaletlerini<br />

ve GazzaWnin onlar ın iddialar ını nas ıl çürüttüğünü görelim:<br />

Birinci güruh Allah'a ve Ahirete imam zay ıf olanlard ır. Allah' ın<br />

ibadete ihtiyac ı olmadığına ve masiyetten dolay ı da gücenmiyece ğine<br />

inanirlard ı. Onlara göre Allah indinde itaat ve masiyet beraberdir.<br />

Binaenaleyh kullar ın ibadet edece ğim diye kendilerini me şakkate<br />

atmas ına lüzum yoktur ".<br />

Gazzali bu güruhun iddialar ını şöyle çürütüyor: "Bu cahiller<br />

Allah' ın, kim içini temizlerse ancak kendisi için temizlemi ş olur",<br />

92<br />

31 Bak. ayn ı eser, s. 2-3.<br />

32 Bak. Ayn ı eser, s. 6.<br />

33 Bak. al-Gazzali, Kimyay- ı Saadet, e. I, s. 59-60.<br />

34 Bak. al-Gazzalt, Hamakat Ahl al- İbaha, s. 8.<br />

35 Bak. Ayn ı eser, s. 8.<br />

36 Süre XXXV, âyet 18.


kim mücahede ederse ancak kendisi için mücahede etmi ş olur 37, ve<br />

kim iyi amel yaparsa kendisi için yapm ış olur" ", buyurduğundan<br />

gafildirler. Bunlar şeriati anlam ıyorlar. Çünkü zannediyorlar ki şeriat<br />

işlerin kullar için değil Allah için yap ılmas ı lâz ım geldiğini emreder.<br />

Bu kavim hem perhiz etmeyen hem de tabibe ne oluyor, tavsiyesini<br />

ister tutar ım ister tutmam diyen bir hastaya benzer. Evet bir bak ımdan<br />

bu söz doğrudur. Fakat hastan ın kendisi helâk olur. Tabibin tavsiyede<br />

bulunmağa ihtiyac ı yoktur. Lâkin hastan ın helâk olmas ının sebebi<br />

perhiz yapmamas ıdır. Tabip ona delil olmu ş ve yol göstermi ştir. Onun<br />

helâk olmas ından yol gösterene bir zarar gelmez. Nitekim vücudun<br />

hastalığı bu dünya hayat ının ölmesine, kalbin hastal ığı ise. Ahiret<br />

hayat ının elemlerine sebep olur. İlâç ve perhiz vücudun selâmetini<br />

temin eder. İtaat, marifet ve günah i şlememek de kalbin selâmetine<br />

âmil olur. Allah-ü Taâlâ, "ancak Allah'a selin ı bir kalple gelen müstesnad<br />

ır" ", buyurmu ştur ".<br />

İkinci güruh Allah-ü Taâlâ'n ın rahmet ve keremine güvenerek<br />

şeriatin hududundan d ışar ı ç ıkanlard ır. Bu güruh Allah' ın rahmeti<br />

çoktur; biz her ne s ıfatla muttas ıf olursak olal ım O affeder diyerek<br />

dalâlet yolunu tutmu ştur 41 .<br />

GazzaWnin bunlara itiraz ı :<br />

Evet Allah-ü Taâlâ kerim ve rahimdir. Fakat azab ı da şiddetlidir.<br />

Rahmet ve keremine ra ğmen birçok kimseleri bir belâya, hastal ığa<br />

ve açlığa duçar eder.<br />

Üçüncü güruh şeriati bir cihetten bilmiyenlerdir. Bunlar şeriatin<br />

şehvet, gazap ve riyâ gibi kötü s ıfatlar ın kalpten tamamen at ılmas ını<br />

emretti ğini zannetiler. Bir müddet riyazetle me şgul olmalar ına rağmen<br />

bu gibi be şeri s ıfatlar ı yokedemeyince, "insan ın beyhude yere<br />

kendini me şakkate atmas ı mânâs ızd ır; çünkü bu gibi s ıfatlar ı yoketmenin<br />

muhal oldu ğu tecrübemizle sabit oldu" demi şlerdir<br />

Gazzalrnin cevab ı :<br />

Bu ahmaklar şeriatin, be şeri s ıfatlar ın yokedilmesini emretmediğini<br />

anlamamışlard ır. Şeriat, şehvet ve gazab ın dini kanunlara galip<br />

37 Sûre XXIX, âyet 6.<br />

38 Sûre XXXXI, âyet 46.<br />

39 Sûre XXVI, âyet 89.<br />

40 Bak. al-Gazzali, Kimyay-i Saadet, c. I, s. 57.<br />

41 Bak. Ayni eser, s. 57-58, ve Hamakat Ahl al- İbaha, s. 10-11.<br />

42 Bak. al-Gazzali, İhya-u Ulum ad-Din, c. III. s. 405. Ayn ı mevzu için şu eserlere de<br />

bak. Kimyay-i Saadet, c. I, s. 57 ve Hamakat Ahl al- İbaha, s. 11.<br />

93


gelmiyecek şekilde terbiye edilmesini emretmi ştir. Bu şekilde nefsini<br />

terbiye eden insan büyük günahlardan sak ınır, serke şlik etmez. Hz.<br />

Muhammed şehvet ve gazab ın kökünü yokedin diye bir emir vermemi ş<br />

bilâkis: "Ben be şerin kızdığı gibi kızabilen bir insan ım" demi ştir.<br />

Keza Allah-u Taâlâ insan ın gazab ı olmaz diye beyanda bulunmam ış<br />

aksine olarak Kur'an'da "Insanlardan kinini yenenler ve affedenler 43"<br />

diyerek telmihde bulunmu ştur.<br />

Dördüncü güruh: baz ı kimseler bir müddet riyazetle me şgul<br />

olunca bir nevi sesler duymu şlar ve hayaller görmü şlerdir. Bunlar<br />

âdetleri hilâfma ibadet an ında kendilerinde has ıl olan bu gibi halleri<br />

kemal mertebesi zannetmi şlerdir. Art ık Allah'a kavu ştuklar ına inanmışlar<br />

ve "biz maksada eri ştik, ibadet etmek ve masiyetten sak ınmak<br />

bu mertebeye eri şmek için lâz ımdir. Binaenaleyh bize masiyet ve<br />

namaz k ılmamak zarar vermez" demi şlerdir". Bu sebeple şarap içmi<br />

şler ve günah i şlemekten çekinmemi şlerdir. Bunlar kendi derecelerini<br />

Peygamberlerin derecelerinden daha yüksek görmü şlerdir.<br />

GazzaWnin cevab ı :<br />

Bunlar ın bilmeleri lâz ımdır ki peygamberler i şlenen bir masiyet<br />

veya hatadan dolay ı gözya şı dökmü şlerdir. Sahabe en küçük bir günah<br />

i şlemekten bile sak ınmışt ır. Hattâ herhangi bir helâl şeye şüphe karışınca<br />

ondan uzak durmu şlard ır. O halde nas ıl olur da farzlar ı terketmek,<br />

günah i şlemek bu ahmaklara zarar vermez Ve kendi dereceleri<br />

Sahabe ve Peygamberlerinkinden üstün olur<br />

Be şinci güruh: sufilerin bir k ısmı riyazetle nefislerini terbiye etmeğe<br />

çal ışmışlar, bir müddet inzivada kalm ışlar ve kalplerinden Allah<br />

kelimesini eksik etmemişlerdi. Öyle ki onlarda bir tak ım iyi haller ve<br />

ke şifler zuhur etmi şti. Birçok melekut s ırlar ına vakıf olmu şlar, nihayet<br />

keramet sahiplerinin derecelerine eri şmi şlerdi. Gay ıptan haber verseler<br />

doğru ç ıkar, bir hastaya himmet etseler iyile şir ve bir dü şmana gücenseler<br />

helâk olurdu. Bunlar "biz daima huzuru ilâhiyi mü şahede etmekteyiz.<br />

Rükû ve sücuttan maksat gafil olan kalbi huzura getirmek<br />

ve Allah-u Taâlâ sözünü hat ırlamakt ır. Biz bir lâhza dahi Allah'tan<br />

gafil de ğiliz. Bütün melekütu apaç ık görüyoruz. Melekler ve nebiler,<br />

43 Sûre III, âyet 134.<br />

44 al-Gazzali, Ihya-u Ulum ad-Din, e. III, s. 405. Yine ayn ı konu için şu eserlere de<br />

bak. Hamakat Ahl al-Ibaha, s. 12 ve dv., Mizan al-Amel, s. 206, Faysal at-Tefrika s. 16.<br />

94


cevherlerini güzel suretler halinde bize gösteriyorlar. Art ık bizim ibadete<br />

ne ihtiyac ı mız vard ır" demi şlerdir<br />

Gazzalrnin cevab ı :<br />

Bu kavim İblisin de bu şekilde aldand ığını dü şünmelidir. Iblis<br />

kendi kemaline bakarak "Ben meleklerin muallimiyim, yakin derecesine<br />

eri ştim, Allah' ın emrini tutma ğa ihtiyac ım yoktur, Adem'in<br />

derecesi benden daha a şağıd ır, ona secde etmekte benim ne istifadem<br />

olur" demi şti. Iblisin bu kıssas ı Kur'an'da efsane için de ğil, bu gibi<br />

ahmaklar ın hiç bir sufinin Allah' ın emrini yerine getirmekten mustağni<br />

kalamıyacağını anlamalar ı için zikredilmi ştir ".<br />

Altınc ı güruh: baz ı ibahiler her i şin ve hareketin ezelde takdir<br />

edildiğine, bir insan ın mesut yahut bedbaht olaca ğının henüz dünyaya<br />

gelmesinden önce yaz ıldığına, bu ezeli takdirin insanlar tarafından<br />

asla de ğiştirilemiyece ğine inanmışlar, amellerin ezell hükme tesir<br />

edemiyece ği mülâhazasiyle ibadeti terketmi şlerdi".<br />

Gazzalrnin cevab ı :<br />

Hz. Peygamber Sahabeye ezell takdiri aç ıkladığı zaman onlar<br />

biz art ık ameli terkedelim demi şlerdi. Hz. Peygamber bunlara "amelden<br />

elinizi çekmeyiniz, e ğer Allah-u Taâlâ hakk ınızda saadet yazm ışsa<br />

size mes'udlar ın amellerini müyesser k ılar" diyerek cevap vermi şti.<br />

Dü şünmek lâz ımdır ki eğer Allah- ıı Taâlâ bir kimsenin iyili ğini istemi<br />

şse ona iman, kötü s ıfatlardan uzakla şmak ve muti bir kul olmak<br />

nasip eder. Nitekim Allah-u Taâlâ şöyle buyurmu ştur: "Allah bir<br />

kimseyi hidayete götürmek isterse onun kalbini islâma açar ve kimin<br />

de sap ıtmas ı nı isterse onun kalbini daralt ır 48".<br />

O halde Allah-u Taâlâ böyle bir ibâhi kavmi Cehenneme göndermek<br />

isterse o kavmi saadet ve şekâvetin ezelde takdir edildi ğine,<br />

amelin bunu de ği ştiremiyece ğine inand ırır. Insanlar ın kadere itimat<br />

ederek ameli terketmeleri yanl ış bir yoldur. Allah-u Taâlâ'nın Kur'an'-<br />

daki şu emirleri de bunu teyit eder: " Şüphesiz söz ve fiilinde sad ık<br />

olanlar saadete kavu şurlar, isyan ve muhalefete sapanlar ise Cehennem<br />

ate şinde yanarlar "", "insan için ancak yapt ığı şey Ahiret az ığı<br />

olur "" 51 .<br />

45 Bak. Hamakat Ahl al-Ibaha, s. 15-16.<br />

46 Bak. Ayni eser, s. 16.<br />

47 Bak. Ayn ı eser, s. 20.<br />

48 Sûre VI, âyet 125.<br />

49 Sûre LXXXII, âyet 13-14.<br />

50 Sûre LIII, âyet 39.<br />

51 Bak. al-Gazzall, Hamakât ahl al-Ibaha, s. 21-23.<br />

95


Yedinci güruh: bir k ısım ibâhiler daha vard ır ki bunlar ı Allah'a<br />

veya sadece Ahirete inanm ıyanlar olmak üzere iki gurupta incelememiz<br />

mümkündür :<br />

ı — Allah'a iman etmiyenler Allah' ı vehm ve hayal hazinesinden<br />

bulmak istemi şler, O'nun ne ve nas ıl olduğunu aram ışlard ır. Maksatlarına<br />

eremeyince de inkâr yoluna sapm ışlar, her şeyin sebebini ya<br />

yıld ızlardan veya tabiattan bilmi şlerdir. İnsanlar ın, hayvanlar ın ve<br />

bu garip âlemin bütün hikmet ve tertipleriyle kendiliklerinden zuhur<br />

ettiklerini veya ezeldenberi mevcut olduklar ın ı zannetmi şlerdir.<br />

GazzaWnin cevab ı :<br />

Bu ahmaklar kendilerinin yok iken yarat ılmış olduğunu bilmezler.<br />

Bunlar ın hali, çok güzel bir yaz ı görüp bunun mürid, alim ve kâdir<br />

bir katibin eseri olmaks ız ın kendiliğinden yaz ıldığına yahut da ezeldenberi<br />

yaz ılmış bulunduğuna inanan insan ı n haline benzer.<br />

2 — Allah'a inan ıp da Ahiret gününe iman etmeyenler insanların<br />

bir nebata veya hayvana benzediklerini, öldükten sonra yok<br />

olacaklar ını iddia etmi şler, "Cennet ve Cehennem, sevap ve ikab<br />

bir yalandan ibarettir" demi şler ve i şlerinde ibahilere uymu şlard ır.<br />

Gazzalrnin cevab ı :<br />

Bunlar ruhun hakikatini, insan ın hayvandan ve nebattan üstün<br />

olduğunu bilmedikleri için Ahirete inanmam ışlard ır. Ruh Allah'a<br />

mensuptur; nitekim Cenab- ı Hakk ın, o'na (Adem'e) ruhumdan üfledim<br />

52, ruh Rabbimin emrindendir ", buyurdu ğunu farketmemi ş-<br />

lerdir. Taklidci ibahilerin de bildi ği gibi dünyaya yüz yirmi dört bin<br />

Peygamber gelmi ş ve bütün bunlar ölümden sonra ruhun ya şıyacağım<br />

sevap ve ikabm gerçek oldu ğunu haber vermi şlerdir. Bütün ilimler<br />

ve veliler bunda ittifak etmi şlerdir. Alim olanlar delillerle Peygamber<br />

lerin sözünün do ğru olduğunu anlam ışlard ır. Ehli zevk olan sufiler<br />

ve veliler ise nefislerini ıslah edip mü şahede yoluyla ölümün hakikatine,<br />

ruhun bekas ına ve yeniden dirilmeye vak ıf olmu şlard ır.<br />

Mukallitler ise gerek alimleri ve gerekse sufileri taklit yoluyla<br />

iman sahibi olmu şlard ır. Ahirete itikat etmeyen bu mülhidler ise<br />

imandan nasibi olmıyan, bu aç ık hakikatlere ak ıl erdiremiyen bir<br />

tak ı m ibahilerdir 54 .<br />

52 Süre XV, âyet 29.<br />

53 Süre XVII, âyet 85.<br />

54 Bak. al-Gazzali, Hamakat, s. 23-26. Ayn ı mevzu için Bak. Kimyay- ı Saadet, c. I,<br />

s. 56.<br />

96


Sekizinci güruh:<br />

Bunlar "dervi şe hiçbir şey malûm olmaz; namaz, oruç, sevap,<br />

Cennet ve Ahiret gibi şeyler bilinen şeylerdir; Dervi ş bunlardan müstağni<br />

olmalıdır; hakiki dervi şlik böyle olur" demi şlerdir 55 .<br />

Gazzâlrye göre bunlar şeriatta methedilen dervi şlerin isimlerini<br />

kendilerine maletmi şlerdir. Halbuki tuttuklar ı yolun dervi şlikle alakası<br />

yoktur. Süluk ettikleri yol dalâlet yoludur.<br />

Gazzalrye göre, dinden sapanlar ı kurtaracak dört çare vard ır 5'.<br />

Fakat Şeytan ibâhilere bu çarelerin yollar ın ı kapam ıştır:<br />

— Bütün dalâletlerin ilac ı ilimdir. Alimler de tabiblere benzerler,<br />

yolunu şaşıranlar ı tedavi ederler: Hakikat böyleyken ibâhiler ilmi<br />

hicap, alimleri de kendi bilgileriyle mahcup zannedip, kendilerinin<br />

daha üstün bir mertebeye ula ştıklar ını iddia ettiler.<br />

2 — Sap ıklara sa ğlam delille nasihat etmek, necat bulmalar ına<br />

sebep olabilir. Fakat ibahiler delile "cedel" ad ını vermi şler ve duydukları<br />

her söze bu cedeldir diyerek k ıymet vermemi şlerdir.<br />

3 — Fasidlik yapan bir kimsenin kabahatini anlayarak pi şman olmas<br />

ı, kendisine bu kusurundan dolay ı hakaret gözüyle bakmas ı tövbe<br />

etmesine sebep olabilir; ibâhiler ise "bize hakikat yolu aç ıldı, yaptığımız<br />

her şey kemal ve basiretimizin bir neticesidir" diyerek gafletten<br />

uyanmazlar.<br />

4 — Halk ın günah i şleyenleri ay ıplamas ı birçok kimseleri fena<br />

işler yapmaktan uzakla ştırır. Halbuki ibahiler kendilerini velilerden<br />

göstermek için zahiren ehli takvan ın kıyafetiyle süslenirler ve büyük<br />

şeyhlerin sözlerini dillerinden b ırakmazlar. Hakikatte ise birçok günahlar<br />

işlerler, dalâletten ayr ılmazlard ı .<br />

Gazzalrnin ibâhiler kar şısındaki durumunu böylece gördükten<br />

sonra, netice olarak baz ı mülâhazalar beyan edebiliriz:<br />

Gazzali, baz ı kimselerin israr ı ve ibâhilerin dalâletlerinin yay ılmış<br />

olmas ı sebebiyle onlar ın sap ıklık ve fesadlar ına i şaret etmeyi vacip<br />

telakki ettiğini söylüyor 57 .<br />

Bu sebepler, şüphesiz ki, Gazzalryi ibahiler hakk ında yaz ı yazmağa<br />

sevkeden mühim âmillerdir. Fakat kanaatimizce, Gazzarryi<br />

55 Bak. al-Gazzall, Hamakat, s. 26-27.<br />

56 Aynı eser, s. 3-5.<br />

57 Bak. al-Gazzall, Hamakat s. 6.<br />

97


ibâhilerin şüphe ve dalâletlerini yazmaya sevkeden sebeplerden biri de<br />

kendisinin ve onlar ın sufiliğe olan yak ın alâkalar ıdır:<br />

İbâhilerin dalâletlerinden bahsederken nas ıl sufilik iddias ında<br />

bulundukların ı aç ıklamışt ık.<br />

GazzaWye gelince: ona göre hakikati arayanlar dört s ınıftan<br />

ibarettir: Mütekellimler, 2— Bat ıniler, 3— Felsefeciler, Sufiler ".<br />

Gazzali, geçirdi ği şüphe krizinden sonra bunlar içinde yollar ı en doğru,<br />

ahlâklar ı en temiz olanlar ın sufiler oldu ğuna inanm ış " ve sufilikte karar<br />

k ılmışt ır. Bu sebeple sufi olan Gazzali, sufilik iddias ında bulunan<br />

ibahileri kendisinden tefik etmek ve hakiki sufili ği korumak için onlar<br />

ın dalâletlerini say ıp dökmek ihtiyac ını duymu ştur. Nitekim Hamakat<br />

Ahl al- İbaha adl ı eserinin muhtelif yerlerinde zaman ındaki<br />

ibâhilerden söz açmas ı 60, İhya'da 61, Mizan al-Amel'de 62 ve al-Munkiz'de<br />

63 tasavvuftan bahsederken ibâhileri tel'in etmeyi unutmamas ı<br />

kanaat ımız ın doğruluğunu gösterir.<br />

Son olarak şunu da kaydetmek lâz ımd ır ki Talimiyecilerle mücadele<br />

eden, felsefecilere itirazlarda bulunan Gazzali, geni ş kültürü<br />

sayesinde metodsuz bir şekilde olsa da ibâhilerin şüphe ve dalâletlerini<br />

çürütmü ştür. Bu bak ımdan İslâm âlemi ona çok şeyler borçludur.<br />

58 Bak. al-Gazzal ı, al-Munkiz man ad-Dalal, s. 6, M ıs ır 1309.<br />

59 Ayn ı eser, s. 22.<br />

60 Bak. al-Gazzali, Hamakat, s. 3, 6, 23.<br />

61 Bak. al-Gazzali, Ihyau Ulum ad-Din, c. III, s. 405.<br />

62 Bak. al-Gazzali, Mizan al-Amel, s. 90, 206.<br />

63 Bak. al-Gazzali, al-Munkiz man ad-Dalal, s. 23, M ıs ır 1309.<br />

98


İSLÂM DÜŞÜNÜRLERİNE GÖRE İLİMLERİN TAKSİMI<br />

VE BUNLAR ARASINDA GAZZALİ'NİN YERİ<br />

GIRI Ş<br />

İlmi "vaki olan şeylere mutab ık kati inanç" veya "bir şeyin<br />

suretinin ak ılda vücut bulmas ı" diye tarif edenler olmu ştur i. Bu ifadeleri<br />

filmin kafi tarifleri olarak kabul etmemek laz ımdır. Çünkü umumiyetle<br />

filmin tarifi as ırlara ve milletlere göre de ğişmiştir. Biz ise burada<br />

ilimleri sadece müslümanlar ın anlad ıkları ve anlatt ıkları şekilde ele<br />

alacağız. Esasen bu ara şt ırmamız ın başlıca gayesi Islam müelliflerinin<br />

ilimleri taksiminden k ısaca bahsettikten sonra GazzaWnin ilim anlayışını,<br />

ilimleri taksimini ve bu bak ımdan islam müellifleri aras ındaki<br />

yerini belirtme ğe çal ışmaktır. Bunun için evvela Muhammed (S.A.)<br />

zamanındaki ilim anlay ışın ı belirtme ğe çal ışmamız icabeder. Malürn<br />

olduğu üzere Kur'an ilme çok önem vermi ştir. Nitekim "Allah sizden<br />

iman edenlerle ilim verilenlerin derecelerini yükseltir" 2, ve "bilenlerle<br />

bilmiyenler müsavi olurlar m ı " 3 ayetleri bunun aç ık delilleridir.<br />

İlim hakk ında nazil olan bu gibi birçok ayetleri Muhammed'in (S.A.)<br />

hadisleri de teyit eder. İlim adamların ın peygamberlerin varisi olduklar<br />

ına' i şaret eden ve ilim ö ğrenmenin her müslümana farz oldu ğunu<br />

bildiren hadisler islâmiyetin ilme verdi ği önemi gösterir. Sahabe<br />

zamanında ilimle, Allah' ı, Kur'an' ı ve Allah' ın kullar üzerindeki<br />

hakların ı bilmek kasdedilirdi. Kur'an' ı iyi anlay ıp bilen de alim<br />

sayıhrd1 6. Fakat müslümanlar aras ındaki bu ilim anlay ışı zamanla<br />

1 Bak. Seyyit Şerif, Tarifat, s. 103, İstanbul 1327.<br />

2 Bak. Mucadele sûresi, ayet 11.<br />

3 Bak. Zumer süresi, ayet 9.<br />

4 Bak. al-Gazzall, Ihyau c. I, s. 5. istikamet Matbaas ı tab' ı, Kahire.<br />

5 Bak. Ayn ı eser, c. I, s. 9. Hadisin tercümesi şöyledir: "Ilim istemek her müslümana<br />

farzd ır". Gazzall buradaki ilim sözüyle itikat, fiil ve terkten ibaret olan muamele ilminin<br />

kasdedildiğini aç ıklıyor. Bak. Ihyau Ulûmi'd-Din, c. I, s. 14, 16.<br />

6 Bak. Ihyau c. I. s. 33.<br />

99


değişti. Bu de ğişmenin ba şlıca sebebi, fetihlerin artmas ı, ticaretin<br />

gelişmesi ve ba şka dillerden Arapçaya yap ılan tercümeler neticesinde<br />

müslümanlar ın yabanc ı fikirlerle kar şılaşmalar ıdır. Bilhassa yunani<br />

ilimlerin İslam âlemindeki tesirleri önemlidir. Meselâ. Vas ıl b. Ata<br />

al-Gazzal' ın (Ölüm 13 ı /748), Hasanu'l-Basrinin (Ölm. ı o /728)<br />

meclisinden ayr ılmasiyle 7 dini manada do ğan Mutezile firkas ının<br />

fikirlerine Yunan dü şüncesi tesir etti'. Zamanla riyazi, t ıbbi ve astronomik<br />

kitaplar arapçaya tercüme edildikçe 9 müslümanlar ın ilim anlayışında<br />

dini olmayan ilimler de yer etme ğe başladı. Hatta şer'l<br />

ilimlerin dallar ı da çoğaldı. Çünkü gerek siyasi ve gerekse gayri siyasi<br />

sebepler yüzünden yeni yeni fırkalar ve fikirler türüyordu.<br />

Müslümanlar bu fikirleri ya dine uydurmak veya reddetmek<br />

ihtiyac ın ı duyuyorlard ı. Neticede Muhammed (S.A.) zaman ında<br />

mevcut olmayan Kelam ilmi do ğdu. Hatta Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail<br />

al-Aş'ari (Ölm. 33° /942) Kelâm ilmini müdafaa etmek için Risalet<br />

İstihsan'il-Havd fi İlm-i'l-Kelam adl ı risaleyi yazd ı. Has ılı islâmiyetin<br />

ilk devirlerindeki ilim telâkkisi zamanla de ğişikliğe uğradı '. Sadece<br />

ilim anlayışında değil, aynı zamanda fıkıh, tevhit ve hikmet anlay ı-<br />

şında da büyük de ğişmeler oldu ". Her taife üzerinde çal ıştığı ilim<br />

dalmın diğer ilim dallarmdan daha önemli oldu ğunu iddia etme ğe<br />

başladı ' 2. Mütekellimler Kelam ı, faldhler F ıkhı, müfessirler Tefsiri<br />

ve mutasavv ıfe Tasavvufu hakiki ilim olarak gösterme ğe çalıştılar.<br />

Şüphesiz ki İslâm âleminde zamanla de ğişen ilim anlayışım tesbit<br />

etmek için, bütün İslâm müelliflerinin ilimleri nas ıl böldüklerini araştırmak<br />

faydal ı olacakt ır. Ancak biz burada Gazzall ve ondan önceki<br />

İslâm müelliflerinin taksiminden bahsetmekle yetinece ğiz. Mamafih<br />

önemine binaen İbn Haldun'un taksimine de temas edece ğiz. Mukaddimemizi<br />

bitirmeden önce şuras ını da kaydetmek lâz ımdır ki Müslümanların<br />

gerek yunani ilimleri al ıp kullanmalar ı ve gerekse ilimleri<br />

değerlendirmeleri geli şi güzel olmamıştır. Onlar -genel olarak akli ve<br />

nakli ilimleri ayr ı ayr ı mütalaa etmi şler ve akl ın şerl ilimlerde bir rolü<br />

7 Muhammet b. an-Nu'man, Evailu'l-Makalat Fil-Mezahib ve'l-Muhtarat s. 4-5.<br />

Tebriz 1371 k-1333 ş .<br />

8 Yunani bilgilerin arapçaya tercümelerinin İslâm alemine yapt ığı tesir için bak:<br />

De Lacy O'leary, Intikalu uhuni'l-Igrik ila'l-Arab, çevirenler: Yahya Sa'leb ve Meta Beysun,<br />

s. 195 Bağdat 1958.<br />

9 Bak. Aynı eser, s. 213.<br />

10 Bak. İhyau Ulümi'd-Din, c. I, s. 33.<br />

11 Bak. Ayni eser, c. I, s. 32 vdd.<br />

12 Bak. Ayn ı eser, c. I. s. 14.<br />

100


olmadığını belirtmi şlerdir ". Böylece ilimleri tasnif ederken ak ıl ve<br />

nakil aras ındaki hududu çizmi şlerdir. Bu ifadelerimizle bir k ısım İslam<br />

bilginlerinin vak ıf oldukları her ihtisas dal ını ilim saymadan önce<br />

onlar ı tenkidi dü şünceden geçirdiklerini beyan etmek istiyoruz. Hatta<br />

baz ı İslam filozoflar ı bir k ıs ım ilimlerde yunan filozofu Aristo'ya<br />

itirazlarda bulunmu ştur ". Bu hususu böylece belirttikten sonra art ık<br />

islâm müelliflerinin ilimleri taksimine geçebiliriz.<br />

— nin İlimleri Taksimi<br />

(Ölm. hicri 252, milâdi 866 yılından sonra)<br />

Abu Yusuf Yakub b. İshak al-Kindi ilk arap filozofudur. Hint,<br />

Iran ve Yunan felsefesine vak ıfdı. Yaşad ığı as ırda eski ilimleri bilen<br />

en meşhur şahsiyetti. Mant ık, felsefe, hendese, hesap, musiki ve ilm-i<br />

nücum gibi çe şitli b ıran şlarda pek çok eser vermi ştir ". Ayn ı zamanda<br />

birçok felsefe kitaplar ını tercüme edip onlar ın anlaşılmaz kısımlar ını<br />

izah etmi ştir ". Kindrnin say ıs ı üçyüze yak ın eserleri aras ında ilimlerin<br />

taksimine dair risaleleri de vard ır. "Kitab Aksam al- İlm al- İlâhi"<br />

ve "Kitab-u Mahiyet al- İlm Va Aksamihi" adlı eserleri bunlardandır<br />

17. Maalesef bu eserler elimizde mevcut olmad ığından Kindrnin<br />

ilimleri nas ıl taksim etti ğini tam olarak gösteremiyece ğiz. Ancak<br />

Kindrnin, Aristo'nun eserlerine dair yazd ığı bir risalesine dayanarak<br />

riyazi ilimlerin taksiminden bahsedece ğiz ". Kindi' nin taksiminde<br />

riyazi ilimler dörde ayr ıl ır:<br />

ı — Hesap ilmi, 2— Telif ilmi, 3— Geometri, Nücum ilmi. Kindrye<br />

göre filozof olman ın şart ı riyazi ilimleri bilmektir; sonra s ıras ı<br />

ile mantıki, tabii, metafizik ve ahlâki ilimler gibi muhtelif ilimleri<br />

bilmek lâz ımdır. Riyaziyeye bu kadar önem veren Kindi kimyay ı<br />

aldat ıcı bir ilim olarak vas ıfland ırmış hattâ kimyac ıların hilelerine<br />

dair bir eser de yazm ışt ır 19 .<br />

13 Bak. İbni Haldun, Mukaddime, s. 384. Bulak tabi. Ayni konu için bak: al-Gazzall<br />

al-Mustasfa Min Ilmi'l-Usul, c. I, s. 3 M ısır 1937.<br />

14 Bak. İbni Haldun, Mukaddime, s. 411.<br />

15 Bak. Ibn an-Nedim, al-Fihrist, s. 371, İstikamet Matbaas ı tab' ı, Kahire.<br />

16 Bak. Cemal ad-Din Ebi'l-Hasan Ali b. Yusuf al-K ıfti, Kitabu Ihbar al-Ulema<br />

Biahbar al-Hukema, s. 241, M ıs ır 1326.<br />

17 Bak. Ayni eser, s. 241.<br />

18 Bak. Resail al-Kindi al-Felsefiye, c. I, s. 369, 377 ve 378, na şir: Muhammed Abd<br />

al-Hadi Ebu Ride, M ıs ır 1950.<br />

19 Bak. T. J. De Boer, Tarih al-Felsefe s. 148, arapçaya tercüme eden:<br />

Muhammed Abd al-Hadi Abu Rlde, Kahire 1954.<br />

101


2 — Fârâbirnin İlimleri Taksimi<br />

(Ölm. H. 339/M. 950)<br />

Abu Nasr al-Farabi tamamen ilimlerin taksimine hasretti ği<br />

" İhsa al-Ulûm" adl ı kitab ından ba şka "Makale fi Agrad-i Ma Ba'd<br />

at-Tabia" ve "Kitab at-Tanbih Ala Sebil as-Saade" adl ı risalelerinde<br />

de ilimlerin taksiminden bahsetmi ştir. "Kitab Tahsil as-Saade"<br />

adl ı eserinde ise fikri, ahlaki ve ameli faziletlerden bahsederken felsefenin<br />

diğer ilimler aras ındaki mevkiini belirtmi ştir ".<br />

Farabi "Makale fi Agrad-i Ma Ba'd at-Tabia" da ilimleri cüzi<br />

ve külli olmak üzere ikiye ay ırmışt ı'. il. Cüzi ilimler mevcut ve mevhum<br />

şeylerden bahseder. Tabiat, hesap, hendese ve t ıp ilimleri cüzi<br />

ilimlere dahildir. Külli ilimler ise var olma ve vandet meseleleri gibi<br />

umumi hususlar ı incelerler.<br />

Farabi'nin "Kitab at-Tanbih Ala Sebil as-Saâcle" de yapt ığı<br />

taksim Aristo'nun taksimine çok benzemektedir ". Müellif bu eserinde<br />

ilimleri felsefe dahilinde mütalaa ederek ikiye bölmü ştür: Nazan<br />

ilimler, 2— Amell ve medeni ilimler. Nazan ilimleri de ayr ıca üçe<br />

bölmü ştür:<br />

— Riyazi ilimler.<br />

2 — Tabii ilimler.<br />

3 — Metafizik ilimler.<br />

Amell ve medeni ilimleri ise ikiye taksim etmi ştir:<br />

2— Siyaset.<br />

ı — Ahlak,<br />

Şüphesiz ki Farabrnin ilimlerin taksimini veren en me şhur eseri<br />

" İhsa al-Ultim"dur. Bu kitab ında yapt ığı taksimin ba şlıca bölümleri<br />

şbyledir ": ı — Dil ilmi, 2— Mant ık ilmi, 3— Riyazi ilimler, 4— Tabii<br />

ve ilahi ilimler 5— F ıkıh, Kelam ve medeni ilimler. Müellif ayr ıca<br />

dil ilmini 7, mant ık ilmini 8, riyazi ilimleri 7, tabii ilimleri 8, ilahi<br />

ilimleri 3, F ık ıh ilmini 2, Kelam ilmini 2 ve keza medeni ilimleri de<br />

2 kısma ay ırmıştır.<br />

20 Bak. Fârâbi, Kitab-u Tahsil as Saâde, s. 38, Haydarabat 1345.<br />

21 Bak. Fürâbi, Makale fi Agrad-i Ma Ba'd at-Tabia, s. 4-6, Haydarabat 1349.<br />

22 Bak. Fârâbi, Kitab at Tanbih Alâ Sebil as-Saâde, s. 20, Haydarabat 1346. Aristo'nun<br />

ilimleri taksimi için bak: Yusuf Kerem, Tarih al-Felsefe al-Yunaniye, s. 118, Kahire<br />

1373.<br />

23 Bak. Fârâbi, İhsa al-Ulûm, s. 43, Mıs ır 1949.<br />

102


Farabi mant ık ilminin taksiminde Aristo'ya istinat etmi ştir ".<br />

Medeni ilimlerin taksiminde ise yine Aristo ve Eflatun'dan istifade<br />

etmiştir ". Hesap hendese ilimlerinin taksiminde de Eukleides'e dayanmışt<br />

ır ". Bununla beraber Farabrnin yapt ığı bu ilim tasnifi herhangi<br />

bir Yunan filozofunun yapt ığını tekrarlamaktan ibaret de ğildir.<br />

Onun taksiminde tamamiyle islami olan F ık ıh ve Kelâm ilimleri gibi<br />

zaman ında mevcut birçok ilimlerin bölümlerini görüyoruz. K ıfti<br />

" İhsa al-Ulüm"dan bahsederken hiç bir kimsenin Farabi'den önce<br />

böyle bir eser vermedi ğine i şaret ediyor ". Nitekim eserin, orta ça ğda<br />

lâtinceye yap ılmış müteaddit tercümeleri 28 ve bazan garp müellifleri<br />

tarafından aynen iktibas edilmesi " Farabi'nin bu taksiminin k ıymetini<br />

gösterir.<br />

3 — ihvân- ı Safâ'mn ilimleri Taksimi<br />

(Hicri 4. miladi ı o. as ır)<br />

Hicri dördüncü asr ın ikinci yar ıs ında merkezi Basra'da olan<br />

"Ihvân as-Safa ve Hullan al-Vefa" ad ındaki bir cemiyetin mensuplar<br />

ı muhtelif ilimlerden bahseden 52 tane risale yazm ışlard ır. "Resail-i<br />

ihvan as-Safa diye adland ırılan bu risalelerin ba şlıca konular ı riyaziye,<br />

tabii cisimler, akli nefisler ve ilahi kanunlard ır ".<br />

Bu cemiyetin kurucular ının maksatlar ı felsefeli bir din meydana<br />

getirerek siyasi emellerine nail olmakt ı. Risaleleri yazanlardan ancak<br />

şu be ş ki şinin isimlerini " biliyoruz : Ebu Süleyman Muhammet b. Maşer<br />

al-Busti (el-Mukaddesi), Abu'l-Hasan Ali b. Harun az-Zancani,<br />

Abu Ahmet al-Mihracani", al-Avfi ve Zeyd b. Rifaa. Bunlar risalelerinde<br />

ilimlerin taksimine de yer vermi şlerdir ". İhvân as-Safa ilim-<br />

24 Bak. Ayn ı eser, s. 70 vd.<br />

25 Bak. Ayn ı eser, s. 105.<br />

26 Bak. Ayn ı eser, s. 79.<br />

27 Bak. el-K ıfti, Kitab-u İhbar al-Ulema, s. 182, M ısır 1326.<br />

28 Bak. Osman Emin, " İhsa al-Ulüm" mukaddemesi, s. 4, M ıs ır 1949.<br />

29 Bak. Ayn ı eser, s. 18-19<br />

30 Bak. Resailu Ihvan as-Safa, c. I, s. 21, Beyrut 1957.<br />

31 Bak. al-K ıfti, Kitab-u İhbar al-Ulema, s. 58-59, M ısır 1326. Aynı konu için şu<br />

eserlere de bak. Adel Awa, L'esprit Critique Des Freres De La Purete, s. 23-24, Beyrut<br />

1948. Ve al-Bustani, "Resailu İhvan as-Safü"mn mukaddemesi, s. 5. Beyrut 1957.<br />

32 T. J. De Boer bu şahsın ismini Muhammed b. Ahmet an-Nahrac ıiri olarak yazm ıştır.<br />

Bak. Tarih al-Felsefe arapçaya tercüme eden: Muhammed abd al-Hadi Ahu<br />

Ride, s. 125, al-Kahire 1954.<br />

33 Bak. Resail-i Ihvân as Safâ, c. I, s. 49,114,266-275.<br />

103


leri riyazi, şeri ve felsefi olmak üzere ba şlıca üç bölüme ay ırmışlard ır.<br />

Bunlardan riyazi ilimleri 9, şeri ilimleri 6 ve felsefi ilimleri ise riyazi,<br />

mantıki, tabii, ilahi ilimler olmak üzere dört k ısma bölmüşlerdir.<br />

Felsefi ilimlerin dal ı olarak riyazi ilimleri 4, mant ıki ilimleri 5, tabii<br />

ilimleri 7 ve ilahi ilimleri de 5 bölüme taksim etmi şlerdir. Bahsettikleri<br />

ilimlerde birçok dini ve felsefi mezheplerin tesiri vard ır.<br />

Hendese ve hesap ilimlerinde Pythagorasc ılar ı n tesirinde kalm ışlard<br />

ır ". Keza tabii ilimlerde Aristo'nun", akli ve nefsani ilimlerde<br />

Pythagorasc ıların 3' ve ilm-i nücumda Batlamyosun" tesiri görülür.<br />

Mantık ilminde ise Aristo ve Porfyrios'tan istifade etmi şlerdir ".<br />

Şuras ını da kaydetmek laz ımdır ki ihvan- ı Safa'n ın yaptıklar ı<br />

taksimler muntazam de ğildir. Taksimlerinde riyazi ilimleri hem mustakil<br />

hem de felsefi ilimlerin bir dal ı olarak göstermi şlerdir. Ayr ıca<br />

baz ı zenaat ilimleriyle ekin ve nesil ilimlerini hem riyazi ilimlerden"<br />

hem de tabii ilimlerden" saym ışlard ır.<br />

4 — Harezmi'nin İlimleri Taksimi<br />

(Ölm. H. 3 85-7/M. 995-7) 41<br />

Kâtip Ebu Abdullah Muhammet b. Ahmet b. Yusuf al-Harezmi<br />

ilimlerden ve sanatlardan bahseden Mefatih al-Ulüm adl ı eserini<br />

vezir Ebu'l-Hasan Ubeydullah b. Ahmet al-Utbi için yazm ışt ı ".<br />

Müellif kitab ının mukaddemesinde gerek herkes taraf ından bilinen<br />

meşhur hususlar' ve gerekse kapal ı sözleri bir tarafa b ırakarak bunlar<br />

aras ında bir yol takip etme ğe çalıştığını ve teferruatlara inmedi ğini<br />

kaydediyor 43<br />

Harezmi ad ı geçen kitab ında ilimleri ilkin iki k ısma ayırmıştır:<br />

Şeri ve arabi (islami) olan ilimler, 2— Yunanl ıların ve diğer millet-<br />

34 Bak. Aynı eser, c. I, s. 48.<br />

35 Bak. Ayni eser, c. I, s. 26 vd.<br />

36 Bak. Ayni eser, c. I, s. 35 vd.<br />

37 Bak. Ayni eser, c. I, s. 49.<br />

38 Bak. Ayn ı eser, c. I, s. 268-269.<br />

39 Bak. Ayni eser, c. I, s. 266-267.<br />

40 Bak. Ayni eser, c. I, s. 272. Bu hususta şu esere de bak: al-Beyhaki, Tetimme Sivan<br />

al-Hikme, s. 35, D ımeşk 1365 h. 1946 m.<br />

41 Bak. Brockelmann, Carl, Supplementband I, s. 434, Leiden 1937.<br />

42 Bak. Ebu Abdullah Muhammet b. Ahmet b. Yusuf al-Harezml, Mefatih<br />

s. 2, M ısır 1342.<br />

43 Bak. Ayni eser, s. 4.<br />

104


lerin ilimleri. Seri ve arabi olan ilimlerin bölümleri F ıkıh, Kelâm,<br />

gıramer, kitabet, şiir ve haberler olmak üzere alt ı kıs ımdır. Yunanlıların<br />

ve diğer milletlerin ilimlerini de şu dokuz k ısma bölmüştür:<br />

ı — Felsefe, 2— Mant ık, 3— Tıp, 4— Geometri, 5— Hesap ilmi, 6— nücum<br />

ilmi, 7— Musiki, 8— Hiyel (mekanik), 9— Kimya.<br />

Harezmi'nin tasnifinde felsefi ilimlerin taksimi şöyledir: Nazari<br />

ilimler, 2— Ameli ilimler. Nazan ilimlerin dallar ı tabii, ilahi, ve riyazi<br />

ilimlerdir. Ameli ilimlerin dallar ı ise ahlak, tedbir-i menzil ve siyaset<br />

ilimlerinden ibarettir. Müellif ayr ıca tabii ilimleri 5 ve riyazi ilimleri<br />

de 4 kısma bölmüştür.<br />

Harezmi mant ık ilmini felsefi ilimlerin d ışında b ırakmıştır".<br />

Hiyel ilmini de Farabi'nin aksine olarak riyazi ilimlerden saymam ıştır<br />

45. Ilahiyat ilmine gelince: Fal-abi ve ihvan- ı Safa bu ilmi muhtetelif<br />

dallara ay ırmıştır. Harezmi ise ilahiyat ilminin bölümlerinin<br />

bulunmadığını ileri sürmü ştür ".<br />

5 — Ebu Hayyan at-Tevhicirnin İlimleri Taksimi<br />

(Ölm. H. 414/M. w23) 47<br />

Abu Hayyan at-Tevhidi'nin de ilimlerden bahseden "Samarat<br />

al-Ulûm" adl ı küçük bir risalesi vard ır. Müellif bu risalesinde fıkıhla<br />

mantığın, dinle felsefenin irtibat ı olduğunu ileri sürüyor". Bu eser,<br />

ilimlerin taksim ve gayesi hakk ında İslam müellifleri tarafından yaz ılmış<br />

baz ı kitaplar ın isminden de bahsetmektedir ". Ebu Hayyan<br />

at-Tevhidi bu risalede ba şlıca F ıkıh, dil, mant ık, nücum, belâgat ve<br />

hendese ilimlerine temas etmi ştir. Müellif tasavvufu da bir ilim olarak<br />

göstermiştir.<br />

44 Bak. Aynı eser, s. 80.<br />

45 Bak. Ayn ı eser, s. 80.<br />

46 Bak. Ayn ı eserin ayn ı sahifesi.<br />

47 Bak. Şedd al-Izar, s. 53. Tahran bask ısı. Bir çok islâm müellifleri onun 400 h. senesinden<br />

az sonra öldü ğünü kaydeder.<br />

48 Bak. Abu Hayyan at-Tevhidi, Samarat al-Ulüm, s. 191, "Kitab Sadakat va's-<br />

Saclik"la birlikte tabedilmi ştir, Mıs ır 1323.<br />

49 Tevhidinin bahsettiği bu eserlerden bir tanesi "Kitab-u Aksam al-Ulüm"dur. Bu<br />

eserin müellifi hicri 322 de vefat eden Abu Yezid Ahmet b. Sehl Edebi ve felsefi<br />

birçok telifi bulunan bu zat ın "Kitab Fi Aksam-i Ulum al-Felsefe" adl ı felsefi ilimlerin taksimine<br />

dair diğer bir eseri daha vard ır. Bak. Yakut, Mucem al-Udeba, c. III, s. 65, 67,<br />

Mıs ır 1938.<br />

105


6 — İbn Sina'ya Göre İlimlerin Taksimi<br />

(Ölm. H. 428/M. 1°36)<br />

Henüz genç ya şında iyi bir felsefeci ve iyi bir tabib olarak yeti şen<br />

Abu Ali İbn Sina mant ık, tabiat ve ilahiyat gibi, felsefenin çe şitli<br />

bölümlerine dair pek çok eser vermi ştir. Biz burada mevzuumuz icab ı<br />

başlıca iki eserinden bahsedece ğiz: at-Tabilyat Min Uyun al-Hikmet,<br />

2— Aksam al-Ulüm al-Akliye. İbn Sina'mn bu iki kitapta yaptığı<br />

ilim taksimleri birbirlerinden farkl ı değildir. Ancak birincisinde yap ı-<br />

lan taksimler muhtasar, ikincisinde yap ılan taksimler ise mufassald<br />

ır.<br />

İbn Sina ilimlerin taksimini felsefe içinde mütalaa etmi ştir. Ona<br />

göre şeriatla felsefi ilimler aras ında bir z ıtlık yoktur ". İşte bu telâkkisi<br />

sebebiyledir ki felsefi ilimlerin dallar ı olarak gösterdi ği ameli ilimleri<br />

(ahlak, tedbir-i menzil ilmi ve siyaset) ayn ı zamanda şeri ilimlerden<br />

saym ıştır 5 °.<br />

İbn Sina felsefi ilimleri nazari ve ameli olmak üzere ba şlıca iki<br />

büyük k ısma ayırmıştır. Ona göre nazari ilimlerin gayesi hakikat,<br />

ameli ilimlerin gayesi ise hay ırd ır. Bu ilimlerden nazari ilimlerin<br />

tabii ilimler (al-ilm al-esfel), riyazi ilimler (al-ilm al-evsat)<br />

ve ilahi ilimler (al-ilm al-a'la) te şkil eder.<br />

İbn Sina ilahi ilimleri be ş ve tabii ilimleri de şu iki kısma ayırmıştır:<br />

Asil olan tabiat ilimleri, 2— Fen olan tabiat ilimleri. Asil<br />

olan tabiat ilimleri sekiz bölümden ibarettir. Fen olan tabiat ilimleri<br />

ise tıp, ahkam- ı nücum, feraset, rüya tabiri, t ılsım (t ıllasm), neyrencat<br />

ve kimya ilimleri olmak üzere yedi bölümden ibarettir. Riyazi ilimler<br />

de sayı ilmi, geometri, heyet ilmi ve musiki ilmi olmak üzere dört<br />

kısımdır. Müellif tabii ilimlerin taksiminde Aristo ve Farabi'den<br />

istifade etmi ştir ". Bilhassa asil tabiat ilimlerinin bölümleri Farabrnin<br />

taksiminden al ınmıştır denilebilir". Fakat İbn Sina Farabrden<br />

farkl ı olarak taksimine fer'i tabiat ilimlerinin bölümlerinden olan<br />

feraset, rüya tabiri, t ıls ım (tıllasm) ve neyrancat ilimlerini idhal etmiştir.<br />

Amell ilimlerin taksiminde ise Aristo ve Eflatun'dan faydalanmıştır<br />

".<br />

50 Bak. İbn Sina, Aksam al-Ulüm al-Akliye, s. 243, "Mecmuat ar-Resail"i içinde,<br />

Mıs ır 1328.<br />

51 Bak. Ayn ı eser, s. 229-231. Ayn ı konu için bak: İ. Sina, at-Tabiyat Min Uyun<br />

al-Hikmet, s. 2. "T ıs'u Resail Fi'l-Hikmet Va't-Tabiiyat" içinde, Kostantiniyye 1298.<br />

52 Bak. İ. Sina, Aksam al-Ulüm al-Aldiye, s. 231-233.<br />

53 Bak. İ. Sina, "Aksam al-Ulûm" ve Farabi, " İhsa al-Ulum", s. 96 vd.<br />

54 Bak. İ. Sina, Aksam al-Ulûm al-Akliye, s. 229-231.<br />

106


Mantığa gelince: Onu felsefi ilimlerden saymakla beraber nazari<br />

ve ameli felsefenin d ışında mütalâa etmi ştir. Daha do ğrusu mant ığı<br />

diğer ilimlerin, aleti saym ışt ır ". Mantığı dokuz k ısma taksim eden<br />

İbn Sina bu ilimde Aristo'nun tesirinde kalm ıştır.<br />

7 — Abdurrahman İbn Haldun'a Göre İlimlerin Taksimi<br />

(Ölm. H. 8o8/M. ı 4o6)<br />

Biz burada onun taksiminden k ısaca bahsedece ğiz. O geni ş kültürü<br />

sayesinde ilimleri tarihi ve içtimai bak ımdan değerlendirmi ştir.<br />

Aynı zamanda şer'i ve akl ı' ilimler aras ındaki ba şlıca fark ı tayin etmi<br />

ştir. Meselâ felsefe ve tabii ilimler, ak ıl ve fikir yoluyla öğrenilen<br />

ilimler olup bunlar ın şeriatla bir alâkalar ı yoktur. Insan idrak duygusu<br />

ile bu ilimlerin meselelerini, konular ını ve delillerini kavrar. Bu ilimlerdeki<br />

hata ve yan ılmalar ı, ak ıl ve dü şünce yard ımiyle anlar. Halbuki<br />

şer'i ilimler nakil ve rivayet yoluyla ö ğrenilir Ak ıl, nakli ilimlerde<br />

ancak umumi hükümlerden hususi hükümler ç ıkarmaya yarar 5'.<br />

Esasen İbn Haldun ilimleri akli ve nakli olmak üzere ba şlıca<br />

iki kısma ayırmıştır ". Bu ilimlerden akli ilimler dört k ısımdır:<br />

ı— Mant ık, 2— Talimi (riyazi) ilimler, 3— Tabii ilimler, 4— İlâhi ilimler<br />

58 . Nakli ( şer'i) ilimlerin bölümleri ise şunlardır: ı — Tefsir ilmi,<br />

2— K ıraat ilmi, 3— Hadis ilmi, 4— Usul-u fıkıh, 5— Fıkıh, 6— Kelâm<br />

ilmi 7— Tasavvuf ilmi, 8— Ruya tabiri ilmi.<br />

İbn Haldun yukarda zikretti ğimiz akl ı' ve şeri ilimlerden ba şka<br />

lisan, kimya, esrar al-huruf, sihir ve t ıls ım (tıllasm) ilimlerinden de<br />

bahsetmektedir.<br />

Şimdi İbn Haldun'un bu ilimlerden bahsederken i şaret etti ği<br />

baz ı mühim hususlara temas edelim:<br />

Akil ilimler: İbn Haldun bu ilimlerle felsefi ilimleri kastetmi ştir.<br />

Felsefi ilimler tek bir millete mahsus de ğildir. Ötedenberi her milletin<br />

düşünürleri bu ilimle alâkadar olmu ştur. Akil ilimlerle Islâmiyetten<br />

önce me şgul olan en eski milletler İranlılar ve Yunanl ılardır. Yunanlılar<br />

bu ilimleri İranl ılardan alm ışlardır ". Felsefi ilimleri öğrenmekte<br />

müslümanlar Yunanl ılardan istifade etmi şlerdir. Fakat asla onlar ın<br />

kopyac ıs ı olmamışlard ır. Hattâ çok defa Yunan filozofu Aristo'y aC<br />

muhalefet etmi şlerdir ".<br />

55 Bak. Aynı eser, 240-243.<br />

56 Bak. Ibn Haldun, Mukaddime, s. 237, Kahire 1322. ve Louis Gardet et M. M.<br />

Anawati, Introduction â la Th6ologie Musulmane, s. 121, Paris 1948.<br />

57 Bak. Ibn Haldun, Mukaddime, s. 363 vd. Bulak tab' ı .<br />

58 I. Haldun'un taksiminde gerek riyazi ilimlerin kollar ı ve gerekse diğer ilimler<br />

bazan daha küçük dallara bölünmü ştür.<br />

59 Bak. Mukaddime s. 400.<br />

60 Bak. Ayn ı eser, s. 401.<br />

107


Nakli ilimler: İbn Haldun bu ilimlerle İslam şeriat ına müteallik<br />

ilimleri kastetmi ştir. Nakli ilimlerin hepsi şeriatla beraber zuhur<br />

etmemi ştir. Bunlardan bir k ısmını zamanla beliren dini ihtiyaçlar<br />

doğurmuştur. Mesela kel:am ilmini i ınana müteallik akideleri müdafaa<br />

etmek ve Selef'in yolundan sapanlar ı reddetmek ihtiyac ı vücuda<br />

getirmiştir. Tasavvuf ilmi ise Ku şeyri, Suhraverdi ve Gazzali gibi büyük<br />

şahsiyetlerin tasavvufa dair yazd ıklar ı mühim kitaplardan sonra<br />

müdevven bir ilim haline gelmi ştir 6°.<br />

Lisan ilmine gelince: Seri ilimlerin me'haz ı Kur'an ve hadis<br />

olduğuna göre şeriat ilimlerini ö ğrenmek için evvela bu me'hazlar ın<br />

dilini bilmek lazımd ı r. İbn Haldun dil ilmini" dörde ay ır ıyor:<br />

Lügat ilmi, 2— Nahv ilmi, 3— Beyan ilmi, 4— Edep ilmi.<br />

Esrar al-Huruf ilmi: Bu ilim İbn Haldun'un asr ında simya ilmi<br />

diye adland ırılmışt ı. Hakikatta "esrar al-huruf" ilmi "simya" ilminin<br />

bir koludur. "Esrar al-huruf" ilmi mutasavv ıfenin gulât k ısmının<br />

zuhuriyle meydana ç ıkmıştır ".<br />

Sihir ve t ılsım (tıllasm) ilmi: Şeriat bu ilimlerden, zararl ı oldukları<br />

için kaç ınılmas ını emretmi ştir. Bu iki ilim Islâmiyetten önce<br />

Keldâniler, Süryaniler ve K ıptiler aras ında maruftu. Bu milletlerin<br />

sihir ve t ılsım hakk ında kitaplar ı vard ı. Bu kitaplardan pek az ı arapçaya<br />

tercüme edilmi ştir. Sonradan bu ilimlerle me şgul olanlar bu eserlerden<br />

istifade etmi şlerdir ".<br />

8 — GazzaWnin İlimleri Taksimi ve Bu Bak ımdan Diğer İslam<br />

Müellifleri Aras ındaki Yeri<br />

(Ölm. H. 505 /M. i III) 65<br />

Gazzall" kendinden evvel yap ılmış baz ı ilim tariflerine itirazlarda<br />

bulunmu ştur. Bu tarif ve itirazlar ı şöyle s ıralayabiliriz 67 : "Ilim<br />

61 Bak. Ayni eser, s. 391.<br />

62 Bak. Ayn ı eser, s. 364, 479<br />

63 Bak. Ayni eser, 420 vd.<br />

64 Bak. Ayn ı eser, s. 414 vd. Burada ilimlerin men şeine dair beyan etti ğimiz fikirler<br />

İbni Haldun'a aittir.<br />

65 Bak. Brockelmann, GI, 419, SI, 744.<br />

66 Bu lâkab ı, "Gazali" yani (z) harfini şeddesiz telaffuz edenler vard ır. Fakat biz,<br />

İbn Hallikan ve İbn al-Esir-in tercih etti ği "Gazzall" yani (z) harfinin şeddeli okunup<br />

yaz ılmasını daha doğru bulduk. Bak. İbn al-Esir, al-Lubab Fi Tehzib al-Ansab, c. II, s. 170;<br />

Kahire 1356; İbn Hallikan Vafayat al-A'yan va Anba'u Abna'az-Zaman, c. I, 81, M ısır<br />

H. 1367/M. 1948.<br />

67 Bak. al-Gazzali, al-Mustasfa min ilm'il-Usul, c. I, s. 16 vd., M ısır 1937.<br />

108


marifettir". Bu lafzi bir tariftir. Burada ilim ayn ı mânaya gelebilen<br />

başka bir kelimeyle tarif edilmi ştir. 2— " İlim, malûmu olduğu gibi<br />

bilmektir". Bu tarifde tekrar ve fazlal ık vard ır. Çünkü, "ilim" ile<br />

"bilim" ayn ı şeydir. İlmi böyle tarif etmek, "mevcud"u sübutu ve<br />

vücudu olan şey diye tarif etme ğe benzer. 3— " İlim öyle bir şeydir, ki,<br />

kendisiyle bilinir ve onunla insan alim olur." Bu tarif şerhten ve bir<br />

mahiyete delil olmaktan mahrumdur. " İlim öyle bir varlıkt ır ki,<br />

onunla muttas ıf olan yaptığı şeylerden emin olur". Bu tarif ilmin<br />

icaplar ından birini ifade etmekte ise de, ilmi ancak k ısmen aç ıklad ı-<br />

ğından ilme nazaran daha özeldir. Bu tarif, Allah' ın ve s ıfatlar ının<br />

ilmini ihata etmemektedir. 5— " İlim bir şeye olduğu gibi inanmakt ır".<br />

Mutezile'nin yaptığı bu tarife Gazzali iki cihetten itiraz ediyor:<br />

a) Bu ifadeyle ilim özelle ştirilmi ştir. Halbuki ilmin hiç bir şey<br />

olmayan "ma'dum"la da alakas ı vard ır.<br />

b) Bu tarifte inançla ilim birbirine kar ışt ır ılmışt ır. Hiç bir ilmi<br />

olmayan mukallidin de inanç sahibi oldu ğunu unutmamak laz ımdır.<br />

Bütün bu tariflere böylece itirazlarda bulunan Gazzalrye göre<br />

ilim mü şterek bir isimdir. Yani muhtelif şeylere ilim denilebilir. Bu<br />

sebeble de ilmi hakiki bir surette tarif etmek güçtür. Gazzali ilmin<br />

ancak misal ve izahlarla anlat ılabilece ği fikrindedir. Bununla beraber<br />

ona göre ilim, "e şya'n ın hakikat, mahiyet ve şekillerini akl ın almas ı"<br />

diye tarif edilebilir 68 .<br />

GazzaWnin ilimleri taksimine gelince: Bu mevzuda kesin bir<br />

tasniften bahsetmek güçtür. Çünkü müellif ilimleri muhtelif eserlerinde<br />

muhtelif şekillerde taksim etmi ştir. Biz bu taksimlerin en mühimle<br />

ıinden bahsedece ğiz: Gazzali er-Risalat el-Ladunniyye'de ilimleri<br />

şer'i ve akli olmak üzere ba şlıca iki k ısma ay ırmışt ır ". Şer'l ilimler<br />

iki kısımdır : Asil olan tevhid ilmi. Bu ilim Allah' ın zat ından, s ıfatlarından,<br />

Peygamber ve sahabenin ahvalinden, ölüm ve k ıyamet<br />

gününü ilgilendiren hususlardan bahseder. 2— İlm-i furu'. F ıkıh ve<br />

ahlak gibi ilimler bu ikinci k ısma dahildir. Tevhid ilminin ilmi olmasına<br />

mukabil ilm-i furu' amelidir. Akil ilimler ise üç guruba ayr ılır:<br />

Riyazi ve mant ıki ilimler. 2— Tabii ilimler 3— Ilahi ilimler. Müellif<br />

bu ilimlerin daha küçük kollar ından da bahsetmektedir. GazzaWnin<br />

68 Bak. ayni eser, s. 17, ve GazzaWnin er-Risale el-Ledunniye adl ı eseri, s. 4, M ısır<br />

1328. Gazzali ilmin tarifinde İmam al-Harameyn'den de istifade etmi ştir. Bak. Şerh al-<br />

Mevakıf, c. I, s. 44.<br />

69 Bak. el-Gazzall, er-Risale el-Ledünniye, s. 15 vd., al-Mustasfa, c. I, s. 4.<br />

109


u akli ilimlerin taksiminde İhvân- ı Safâ'dan" da istifade etmi ş<br />

olmas ı muhtemeldir.<br />

Gazzali, al-Mustasfa Min İlm'il-Usul'da ise ilimleri üçe ayırmışt<br />

ı' 71 : ı — Sadece akli olan ilimler; hesap, hendese ve nücum* ilimleri<br />

gibi. 2— Sadece nakli olan ilimler; tefsir ve hadis ilimleri gibi. 3— Hem<br />

akli ve hem de nakli olan ilimler; fik ıh ve usul-ü fik ıh ilimleri gibi.<br />

İhya'da Gazzali ilimleri farz olmalar ına göre şu şekilde taksim<br />

etmiştir 72 : ı — Seri ilimler, 2— Seri olmayan ilimler. Ser'i ilimlerin<br />

usul'u, furu'u, mukaddimat' ı ve mütemmimat' ı vard ır. Kitap, Sünnet,<br />

İcma-i Ümmet ve Asâ ı - ı Sahabe usul'u, fıkhi ve kalbi ilimler furu'u<br />

teşkil ederler. Mukaddimat dil ve gramer ilimlerinden ibarettir.<br />

Kur'an, âsâr ve ahbar ilimleri ise mütemmimat' ın cüzleridir.<br />

Se ı 'i olmayan ilimler ba şl ıca üç bölümdür: Mahmud ilimler.<br />

2— Mezmum ilimler; sihir ve t ılsım** gibi. 3— Mübah ilimler; tarih<br />

ve şiir gibi. Bu ilimlerden mahmud ilimler de iki guruba ayr ılır:<br />

ı — Farz- ı kifaye olan ilimler; hesap, t ıp, siyaset ve çiftçilik gibi, 2— Farz<br />

olmayıp faziletli olan ilimler; t ıp ve hesab ın incelikleri gibi.<br />

İhya'daki di ğer bir tasnifte ise, ilimler, iyi ve kötü olu şlanna göre<br />

üçe taksim edilmi ştir": ı — Az ı ve çoğu mezmum olan ilimler; sihir,<br />

tıls ımat ve nücum ilimleri gibi. 2— Az ı ve çoğu mahmud olan ilimler;<br />

Allah'tan, hikmetinden ve s ıfatlar ından bahseden ilim gibi, 3— Kâfi<br />

derecede olan ı mahmud, fazlas ı ise mezmum olan ilimler; farz- ı<br />

kifaye olan ilimler bu üçüncü k ısma dahildir.<br />

Gazzali felsefi ilimleri ihya'da" dörde, el-Munkiz'de" de a şağıda<br />

görüleceği gibi alt ıya bölmü ştür: Riyazi ilimler; hesap hendese<br />

ve ilm-i heyet gibi. Müellife göre nefy ve isbat bak ımından bu<br />

ilimlerin dini i şlerle bir alâkas ı yoktur. Bunlar, iyice öğrenildikten<br />

sonra, inkâr ı mümkün olmayan akli meselelerdir. 2— Mant ıki ilimler.<br />

70 Bak. Resail-i İhvân as-Safâ, c. I., s. 267-275, Beyrut 1957. Ve Gazzall er-Risale<br />

el-Ledunniye, s. 20-22.<br />

71 Bak. el-Gazzali, el-Mustafa, c. I, 2-3, M ısır 1937.<br />

* Burada bahsedilen nücum ilmine astraloji dahil de ğildir.<br />

72 Bak. el-Gazzali, el- İhya, c. I, s. 16 vd., İstikamet mat. tab' ı, Kahire.<br />

** T ılsım (tıllasm) hakk ında daha fazla bilgi için bak: İbni Haldun, Şifa'us'Sail Li-<br />

Tehzibi'l-Mesail, s. 65. not 1. Önsöz ve notlarla ne şreden Muhammet b. Tawit at-Tanji;<br />

İstanbul 1958.<br />

73 Bak. al- İhya c. I, s. 38 vd.<br />

74 Bak. ayn ı eser, c. I, s. 22.<br />

75 Bak. el-Gazzali, el-Munkiz, s. 23-30, Ataya mat. tab' ı, Mısır.<br />

110


Bu ilimlerin de nefy ve isbat bak ımından dinle bir alakas ı yoktur.<br />

3— Tabiat ilmi. Müellif bu ilmi usul bakımından sekiz ve furu' bak ı-<br />

mından ise yedi k ısma ayırmıştır". Tıp, ahkam- ı nücum, ilm-i feraset,<br />

ilm-i tabir, ilm-i t ılsımat, ilm-i neyrencat ve kimya gibi ilimler<br />

tabiat ilminin füru'unu te şkil eder. Gazzall'ye göre din, tabiat ilimlerinin<br />

bir k ısmına muhalefet eder, bir k ısmına ise etmez. 4— ilahi<br />

ilimler. Gazzali bu ilimleri ö ğrenmekte Farabî ve İbn Sina'dan istifade<br />

etmi ştir". Felsefeciler ilahi ilimlerde pek çok hataya dü şmüşlerdir.<br />

Gazzali Tehafüt el-Felasife adl ı eserinde bu hatalardan etraflıca<br />

bahsetmi ştir. 5— Siyaset. Felsefeciler bu hususta ilahi kitaplardan<br />

faydalanm ışlard ır. Siyasetin mevzuu, saltanata ait meseleler ve dünyevi<br />

i şlerle alakal ıdır. 6— Ahlak. Bu ilim, nefsin s ıfat ve ahlak ıyla ilgili<br />

konular ı inceler. Felsefeciler bu ilimlerde mutasavv ıflardan istifade<br />

etmişlerdir***.<br />

Bundan ba şka Gazzali Ahiret ilimlerini müka şefe ve muamele<br />

ilimleri diye ikiye ay ırmıştır 78 .<br />

Ona göre ilimler aras ında en yükseği bat ın, yani mükâ şefe ilmidir.<br />

Mükaşefe ilmi, ariflerin ve s ıdd ıkların ilmidir. Bu bir nurdur ki,<br />

kötü s ıfatlardan temizlenmi ş olan kalbe doğar. Ve bu nurla<br />

birçok kapal ı manalar aç ıklanmış ve anla şılmış olur.<br />

Büyük mutasavv ıf GazzaWnin din ve dünya görü şünün çok defa<br />

tasavvufa göre tanzim edildi ğini görüyoruz. Birçok eserlerinde sufileri<br />

medhetmi ş ve onlar ın yolunda arad ığını bulmak istemi ştir. Ele<br />

aldığı birçok meselelerde mutasavv ıfenin tesiri görülür. Nitekim bütün<br />

ilimlerin gayesini tasavvufa ba ğlam ıştır. Yukarda bahsetti ğimiz<br />

mükaşefe ilmiyle Gazzali, tasavvufi ilimleri kasdetmi ştir. Fakat ne<br />

gariptir ki bu büyük mütefekkirin bazan birbirini tutmaz görünen<br />

kanaatlar ına da rastlamaktay ız. Mesela bir yerde müka şefe ilmi<br />

hakkında aç ıklamada bulunmaya ve bu ilmi yaz ı ile tesbit etmeye<br />

müsaade olmad ığından bahsetmi ş ", diğer bir yerde ise, bu ilim hakkında<br />

izahlarda bulunmu ştur ". Keza fıkıh ilminden bahsederken de<br />

Gazzali iki ayr ı görü şün sahibi olmu ş gibi görünüyor. thya'n ın bir<br />

yerinde fıkıh ilminin dünyevi bir ilim olduğunu ve fıkıhla uğra şan-<br />

76 Bak. el-Gazzali, Tehafüt el-Felasife, s. 63-64, M ısır 1319.<br />

77 Bak. el-Gazzali, el-Munkiz, s. 27.<br />

*** Bu ilimleri, biz GazzaWnin anlad ığı ve anlatt ığı şekilde izaha çal ıştık.<br />

78 Bak. el-Gazzali, el- İhya, e. I,• s. 3-4,19 vd.<br />

79 Bak. ayn ı eser, s. 4.<br />

80 Bak ayn ı eser, s. 19-20.<br />

111


ların da dünya alim; sayılacaklarını söylüyor ; aynı eserin diğer bir<br />

yerinde ise, fıkıh ilmini hem dünyevi hem de dini bir ilim olarak<br />

göstermek istiyor 82. thya'da böylece fıkhı dünyevi bir ilim olarak<br />

gösterip bütün ilimlerin en yükse ği mükâfe şe ilmidir diyen Gazzali,<br />

al-Mustasfa'da, fıkıh ilmini medhetmekte ve onun ilimlerin en şereflisi<br />

olduğunu söylemektedir ". Ba şka bir tarafta da dini ilimler aras ında<br />

en yüksek olan ilim Kelâmd ır demektedir ". Ancak bu gibi farkl ı<br />

haller bu kıymetli İslam âliminin büyüklü ğünü gölgeleyemez.<br />

Yukarda kaydetti ğimiz ilim tasniflerinden de anla şılacağı gibi,<br />

Gazzali ilimleri dini bak ımdan ele alm ıştır. Hattâ felsefi ilimlerden<br />

bahsederken bile onlar ı dini bakımdan de ğerlendirmek istemi ştir.<br />

Bununla beraber bize, muntazam bir taksim vermemi ştir. İlimleri<br />

çe şitli yönlerden, muhtelif şekillerde taksim etmi ştir.<br />

Gazzali'den de istifade eden tbn Haldun ise, Gazzall'ye nisbetle<br />

daha muntazam ve tafsilâth bir ilim taksimi yapm ıştır. Tasnifine hem<br />

akli hem nakli ilimleri dahil etmiştir. Daha çok akli ilimleri taksimine<br />

dahil eden Farabi'nin ilim taksimi Gazzalrninkinden tamamen farklıdır.<br />

Mamafih Farabi, dini ilimlerden fıkıh ve kelam' ı da taksimine<br />

dahil etmi ştir.<br />

thvan- ı Safa'n ın tasnifi ise, hem felsefi hem de şer'l ilimlere yer<br />

vermi ştir. Fakat bunlar ın taksimi yukarda da belirtti ğimiz gibi gayri<br />

muntazamd ır. Farabi'nin dil ilmini müstakil olarak mütalaa etmesine<br />

mukabil thvan- ı Safâ bu ilmi riyazi ilimler aras ında göstermi ştir ".<br />

Gazzali ise dil ilmini şer'i ilimlerin mukaddimesi olarak kabul etmi ştir.<br />

Keza k ıraat ilmi Ihvan- ı Safâ'da riyazi bir ilim oldu ğu halde Gazzali'de<br />

şer'i bir ilimdir. Gazzali şer'I ilimleri kendinden önceki İslam<br />

müelliflerinden tamamen farkl ı olarak bölmü ştür.<br />

Harezmrnin tasnifinde ise, ayr ı bir özellik görmekteyiz. Diğer<br />

müellifler ilimleri umumiyetle akli ve nakli cihetten böldükleri halde,<br />

Harezmi onlar ı hem ak ıl ve nakl'e, hem de milletlere göre bölmü ştür.<br />

HarezmPnin taksiminde şiir ilmi, şer'i ve arabi olan ilimler aras ındadır.<br />

Gazzalrnin taksiminde ise bu ilim şer'i olmayan ilimlerdendir.<br />

/bn Sina ise şiir'i mant ık' ın bölümleri aras ında göstermi ştir.<br />

81 Bak. ayn ı eser, s. 17.<br />

82 Bak. ayn ı eser, s. 19.<br />

83 Bak. el-Gazzali, al-Mustasfa, c. I, s. 3.<br />

84 Bak. ayn ı eser, s. 5.<br />

85 Ihvan- ı Safa, umumiyetle maişet ve dünya işlerini alâkadar eden ilimleri riyazi<br />

ilimlerden saym ıştır. Bak. Resail-i Ihvan as-safâ, c. I, s. 266.<br />

112


1bn Sina, GazzaWnin axsine olarak ilimleri akli cihetten de ğerlendirmi<br />

ştir.<br />

Son olarak belirtmek isteriz ki Gazzali akli ilimlerin taksiminde<br />

kendinden önceki İslam müelliflerinden istifade etmi ş ve onlardan<br />

nakiller yapmıştır. Buna mukabil nakli ilimlerin taksiminde seleflerinden<br />

farkl ı bir yol tutmu ş ve bilhassa tasavvufa ilimler aras ında<br />

mümtaz bir mevki vermek istemi ştir.<br />

9 — Gazzalrden Sonra ilimlerin Taksiminden Bahseden İslam<br />

Müellifleri ve Eserleri<br />

Konumuz daha çok Gazzali ile alâkal ı olduğu için Gazzali'den<br />

sonra yap ılmış bütün ilim taksimlerini sayıp dökme ği zait addediyoruz.<br />

Esasen ilimlerin taksiminden bahseden, çe şitli dillerde ve muhtelif<br />

zamanlarda İslam âleminde yaz ılmış olan bütün kitaplar ı zikretmek<br />

de güçtür. Biz faydal ı olur ümidiyle elimizden geldi ği kadar bu kitapların<br />

en me şhurlar ının isimlerini, müellifleriyle beraber a şağıda vermeğe<br />

çalışacağız.<br />

— Fahreddin er-Razi (Ölm. 606 /1209), "Hadaik al-Anvar fi<br />

Hakaik al-Asrar". (Bak. Brockelmann, S. I, 920).<br />

2 - Kutbeddin Mahmud b. Mes'ud e ş- Şirazi (Ölm. 710 /1310),<br />

"Durrat at-Tâc"; bu eserin di ğer adı "Unmuzec al-Ulüm"dur. (Bak.<br />

G II, 211, S II, 296).<br />

3 — Şemseddin Muhammed b. İbrahim b. Sâtd as-Sincari<br />

al-Ekfani (Ölm. 749/1348), " İrşad al-Kas ıd ila Asna'l-Makas ıd".<br />

(Bak. S. II, 169).<br />

4 — As-Seyyid aş- Şerif Ali b. Muhammed al-Cürcani (Ölm.<br />

816/1413), "Kitab Şerh-i Mevak ıf- ı Adudi'd-Din", C. I, s. 15, 25,<br />

36 vd. ve "Risale fi Taksimi'l-Ulum" (Bak. G II, 216, S. II, 305).<br />

5 — Abu'l-Abbas Ahmed b. Ali al-Kalka şendi (Ölm. 821 /1418),<br />

"Subh al-A' şâ" cüz. 14, s. 204 vd. 1919 senesinde bas ılmış olan bu<br />

eser yetmi ş küsur ilimden bahsetmektedir. (Bak. G II, 134, S. II, 1 64).<br />

6 — Abdullatif b. Abdurrahman al-Makdisi (Ölm. 856/1452),<br />

"Şifau'l-Müteellim fi Adabi'l-Muallim ve'l-Mutaallim". (Bak. G II,<br />

231, S II, 323 ve Ke şf az-Zunun, C II, s. 1036).<br />

7 — Abdurrahman Bistami (Ölm. 858/1454), "Durrat al-Ulûm<br />

va Cevheret al-Fuhum". (Bak. S II, 323).<br />

113


8 — Molla Lutfi (Ölm. 9oo /1494), "al-Matalib al-ilâhiye".<br />

(Bak. G II, 235).<br />

9 — Ahmed b. Yahya b. Muhammed al-Hafid al-Herevi (01m.<br />

906 /15oo), Kitabu'd-Durr an-Nadid Min Mecmuati'l-Hafid" M ıs ır'da<br />

h. 1322 de bas ılmıştır.<br />

ı o — Celaleddin Muhammed b. As'ad as-S ıddıki ad-Devvani<br />

(01m. 9o7/1501), Unmuzec al-Umum". (Bak. G II, 2 17, S. II, 306).<br />

ii — Celaleddin Abdurrahman as-Suyuti (01m. 9 ıı / ı 5o5),<br />

"an-Nikaye"; müellif bu eserini " İtmam at-Diraye" adiyle şerh etmi<br />

ştir; 14 ilimden bahseden bu eserler h. ı 3 ı 7 de M ısırda Sekkâkin'in<br />

Miftah al-Ulûm adl ı kitab ıyle birlikte tabedilmi ştir. (Bak. S. II, 178,<br />

G II, 143).<br />

12 — Taşköprülüzade Üsameddin Ahmed b. Mustafa (Ölm.<br />

968/156o), "Miftah as-Saade". Müellifin o ğlu Kemaleddin Muhammed<br />

(Ölm. ı o32/1622), bu eseri baz ı ilâveler yaparak "Mevzuat<br />

al-Ulûm" ad ıyle türkçeye çevirmi ştir. (Bak. G II, 425, S II. 633)•<br />

13 — Şahabeddin b. Şahabeddin b. Abdulhak (Ölm. 990 /1582),<br />

"Feth al-Hayy al-Kayyüm bi Şerhi Ravdati'l-Fuhum"; 30o varak<br />

hacminde bir yazma olan bu eser 18 ilimden bahsetmektedir. Müellif<br />

bu kitab ında Suyutrnin Nikaye'sini şerhetmi ştir ". (Bak. G II, 368).<br />

14 — Abdulkadir b. Muhammed al-Huseyni at-Taberi (Ölüm.<br />

1033/1623), "Kitab Uyun al-Mesâil min Ayan ar-Resail", h. 1316<br />

da Kahire'de tabedilmi ştir. (Bak. G II, 378, S. II, 509).<br />

15 — Muhammed Emin b. as-Sadreddin a ş- Şirvani (Ölm. ı o36/<br />

1626), "al-Fevaid al-Hâkâniye". Bu eserin 133 varaktan ibaret bir<br />

yazma nüshas ı ilâhiyat Fakültesi Kütüphanesinde 8600 numarada<br />

kayıtlıdır. (Bak. G II ,<br />

453, S. II, 673).<br />

16 — Kâtip Çelebi (Ölm. ı o67 /1656), "Ke şf az-Zunûn". (Bak.<br />

G II, 428, S. II, 636).<br />

Bu eserlerden ba şka Osmanl ılar devrinde tanzimattan sonra<br />

yaz ılmış ilimlerin taksiminden bahseden "Mazbutatu'l-Fünun" ve<br />

"Beyanu'l-Unvan" gibi baz ı eserler de vard ır ".<br />

86 Biz bu eserin Prof. Muhammed b. Tawit at-Tanjrnin şahsi kütüphanesinde bulunan<br />

bir nüshas ından istifade ettik.<br />

87 Bu eserler için bak.: Necati Öner, Tanzimattan Sonra Türkiye'de Ilim ve Mant ık<br />

Anlayışı, I lâhiyat Fakültesi Dergisi, 1956, s. I—IV; <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

114


SUHREVERD İ VE İŞRAKİYE FELSEFESİ<br />

ı — Hayatı<br />

Suhreverdi'nin tam ad ı Şihab ad-Din Ebu'l-Futuh Yahya b. Habeş<br />

b. Emirek'tir. Isminin Ahmed oldu ğu da rivayet edilmi ştir. Dini<br />

ve felsefi inanc ından dolay ı öldürüldüğü için sonradan "Maktul"<br />

unvaniyle an ılmıştır.<br />

Suhreverdi H. 549 /M. ı 155 yılında Suhreverd'de do ğdu. Azarbeycan<br />

civar ındaki Maraga'da Şeyh Mecd ad-Din al-Cili'den felsefe<br />

ve fıkıh tahsil etti i. Bu zat ayn ı zamanda Fahr ad-Din ar-Razi'ye de<br />

hocal ık etmiştir.<br />

Suhreverdi genç ya şta felsefi ilimleri, kelâm ilmini, fıkıh ve usül-i<br />

fıkh ı iyice öğrenip temayüz etti 2 .<br />

Suhreverdi birçok seyahatler yapt ı. Bu arada Iran'da, Diyarbakır'da<br />

ve Anadolu'da dola şt ı. Nihayet Suriye'deki Halep şehrine vard ı .<br />

Halep şehri Salah ad-Din al-Eyyübi'nin o ğlu Zâhir'in idaresi alt ındayd<br />

ı . Zâhir, Suhreverdi'ye ilgi gösterdi. Onu ilmi toplant ılara kabul<br />

etti. Suhreverdi keskin zekal ı ve bilgili bir insan olduğundan iyice şöhret<br />

yapt ı. Fakat zaman ın baz ı bilginleri onun şeriata ayk ır ı fikirleri olduğunu<br />

ileri sürdüler. Zâhir, ba şlangıçta onu koruyordu. Fakat Suhreverdrnin<br />

dü şmanlar ı Salah ad-Din al-Eyyübi'ye şikayette bulunarak<br />

onun halk ın inanc ını bozmağa çal ıştığın ı iddia ettiler. Salah ad-Din<br />

al-Eyyübi de o ğlu Zâhir'e emir vererek Suhreverdrnin öldürülmesini<br />

istedi. Bunun üzerine Suhreverdi Halep'te H. 587 /M. ı 191 yılında<br />

öldürüldü. Bir rivayete göre riyazete dü şkün olan Suhreverdi, kendisinin<br />

idam suretiyle de ğil de açlığa mahküm edilerek öldürülmesini<br />

istedi. Günlerce aç kald ıktan sonra hayata gözlerini yumdu.<br />

1 Bak. Ibn Hallikân, Vefayât al-A'yân, c. V, s. 312, al-Kâhire 1949.<br />

2 Bak. Ebül-Felâh Abd al-Hayy b. al-Imâd al-Hanbeli, şezerât az-Zeheb fi Ahbâr<br />

Men Zehebe, c. III, s. 290, M ıs ır 1350.<br />

115


Ölümünden sonra halk ın bir k ısmı onu nefretle anda. Halk ın<br />

başka bir k ısm ı ise Suhreverdrnin veli oldu ğuna inandıklar ı için onu<br />

rahmetle yadetti.<br />

2 — Eserleri<br />

Suhreverdrnin felsefesine dair en önemli eseri Hikmet al- İşrâk't<br />

ır. Bu eser Şirâz'da bas ılmıştır. Ad ı geçen eser Mahmüd b. Mes'üd<br />

aş-Şirazi (Ölm. H. 7 ı o /M. i 3 ı o) tarafından şerh edilmi ştir.<br />

Suhreverdrnin ba şka bir önemli eseri Kitâb at-Telvihât al-Levhiyye<br />

Va'l-Ar şiyye'dir. Bu eser Henry Corbin tarafindan yay ınlanm ış<br />

bulunmaktad ır.<br />

Kitâb al-Mukâvemât adl ı eser de dü şünürümüzün önemli bir<br />

etüdüdür. Bu eser de Henry Corbin tarafindan yay ınlanm ıştır.<br />

Suhreverdrnin Henry Corbin tarafindan yay ınlanan öteki bir<br />

eseri Kitâb al-Me şârr Val-Mutârahât't ır 3 .<br />

Heyâkil an-Nür da Suhreverdrnin i şrak felsefesini ve tasavvufi<br />

görü şlerini yans ıtan önemli bir eserdir. Sözü geçen eser Saffet Yetkin<br />

tarafindan türkçe'ye çevrilmi ştir.<br />

Kitab al-Lemahât frl-Hakâik, Suhreverdrnin fizik, mant ık ve<br />

ve metafiziğe ait bir eseridir. Bu eser Nizâm ad-Din Mahmud b. Fazl<br />

Allah al-Hemedâni tarafından şerhedilmi ştir.<br />

Suhreverdrnin al-Elvâh al- İmâdiye adl ı kitab ı ise al-I şrâk ünvaniyle<br />

Davüd b. Mahmüd at-Tebrizi taraf ından şerhedilmiştir.<br />

Bu Kitab ın Misbâh al-Ervâh fî Ke şf Hakâik al-Elvâh adiyle ba şka<br />

bir şerhi de vard ır.<br />

Suhreverdi ayr ıca K ıssat al-Gurbet al-Garbiyye, Partavnâme,<br />

Risâle-i Safir-i Simurg, Bustan al-Kulûb, Avâz- ı Parr-i Cebrâil ve<br />

İ'tikâd al-Hukemâ gibi eserler yazm ışt ır 4 .<br />

3 — İşrakiye Felsefesi<br />

Suvreverdrnin ba ş temsilcisi olduğu İşrakiye okulu eklektik bir<br />

felsefeye dayan ır Bu felsefede ışık ve karanlığı iki temel esas olarak alan<br />

3 Bak. Suhreverdi, Mecmü'a fi'l-Hikmet al-Ilâhiye, Henry Corbin ne şri, c. I, İstanbul<br />

1945.<br />

4 Bak. Seyy6z1 Hossein Nasr, Şihab ad-Din Suhreverdi Maktul, A History of Muslim<br />

Philosophy içinde, c. I, s. 374-375, Wiesbaden 1963; Tahsin Yaz ıcı, Islâm Ansiklopedisi,<br />

Suhreverdi maddesi, cüz: 111, s. 89, İstanbul 1967.<br />

116


Zerdü şt dininin çok etkisi vard ır. Ayr ıca Hermetizmin ve Yenieflâtunculuğun<br />

da İşrakiye felsefesinin meydana gelmesinde rolleri büyüktür.<br />

Baz ı bak ımlardan Eflâtun, Aristo, Empedokles ve Pythagoras gibi<br />

Yunan filozoflar ının dü şüncelerine de İşrakiye felsefesinde rastlan ır.<br />

Fakat metot itibariyle İşrakiye'nin sistemi Aristo'ya tamamen z ıttır.<br />

İşrakiye şüphesiz ki geni ş ölçüde islami' bir karakter ta şır. Özellikle<br />

İslâm mistiklerinin İşrakiye felsefesinin kurucusu Suhreverdi üzerinde<br />

etkisi derindir 5 .<br />

Merhum Şerefeddin Yaltkaya ise İşrakiye felsefesinde İrani<br />

unsurlar ın bulunmad ığını ileri sürmü ştür. Ayrıca Endülüslü İslam<br />

filozofu İbn Bâcce'nin İşrakiye okuluna mensup olduğunu sanmıştır 6 .<br />

Bu iddialar do ğru değildir. İşrakiye'nin şarka ait bir felsefe oldu ğu ve<br />

bu felsefede Iranl ılara ait Zerdü şt dininin büyük etkisi bulundu ğu bir<br />

gerçektir. Hattâ Zend Avesta'n ın baz ı terimleri İşrakiye felsefesinde<br />

de kullan ılmıştır. Şu kadar var ki Zerdü şt dininde birbirine dü şman<br />

ve bağımsız varl ık olan ışık ve karanl ık, İşrakiye felsefesinde ayn ı durumda<br />

değildirler. Aksine bunlar birbirlerine meylederler. Karanl ığın<br />

ışığa kar şı sevgisi vard ır. Karanl ık (zulmet) ışığa (Nur'a) yakla ştıkça<br />

karanlığından kaybeder. Bu hususta İşrakiye filozofu Kur'an' ı delil<br />

olarak göstermi ştir. İşte bunu aç ıklayan baz ı âyetler:<br />

"Allah iman edenlerin yard ımc ısıd ır. Onları karanl ıklardan nura<br />

çıkarır. Küfredenlerin dostlar ı ise Şeytand ır. O da kendilerini nurdan<br />

ayırıp karanl ıklara ç ıkar ır. Onlar Cehennemin arkada şları dır. Onlar<br />

orada bir daha ç ıkmamak üzere eteii kal ıc ıdırlar"<br />

"Allah onlar ı iradesiyle karanl ıklardan ayd ınlığa ç ıkarır".<br />

İbn Bâcce'nin İşrakiye okuluna mensup bir filozof olmad ığı ise<br />

âşikârd ır. O rasyonalist bir filozoftur. Daha çok Aristo'nun etkisinde<br />

kalmıştır. Onu Me şşal okuluna mensup saymak daha doğru olur.<br />

Kald ı ki İbn Bâcce, Endülüste yeti şmi ş ve Suhreverdi'den çok önce<br />

hayata gözlerini yummu ştur.<br />

5 Bak. Henry Corbin, Histoire de la Philosophie Islamique, c. I, s. 285, Gallimard<br />

bask ıs ı, 1964; Seyyed Hossein Nasr, A History of Muslim Philosophy, an ılan makale, s. 376;<br />

Abdulhak Adnan Ad ıvar, I şrakiyün, Islâm Ansiklopedisi, cüz: 54, s. 1230-1232, İstanbul<br />

1952.<br />

6 Bak. Mehmed Şerefeddin, Felsefe-i Kadime islâm Alemine Ne Şekilde Ve Hangi<br />

Tarikle Girdi, Darulfünun Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, sayı : 2, s. 217, İstanbul 1926.<br />

7 Bak. al-Bakara, âyet: 257.<br />

8 Bak. al-Mâide, ayet: 16.<br />

117


Suhreverdrnin kurdu ğu İşrakiye felsefesi birçok unsurunu şarktan<br />

ald ığı için al-Hikmet al-Ma şrikiye yani şark felsefesi diye de adland<br />

ırılmıştır. İşrak, hem ke şf ve hem de zuhur ifade eder. Güne ş<br />

nas ıl işrak ı yani doğmas ı ile e şyan ın görülmesine imkân veriyorsa,<br />

manevi i şrak yahut sezgi de bir çok marifeti insana ilham suretiyle<br />

verir. İşrak güne şin doğu şu veya do ğduğu yer anlam ına da gelir.<br />

İşrak felsefesinin metodu Me şşailerin metodundan tamamen<br />

farkl ıdır. Birincisi ke şf ve sezgiye, ikincisi ak ıl ve tedkike daha çok<br />

önem verir. Fakat İşrakiyun'un Meşşâilerden faydaland ığı hususlar<br />

da vard ır.<br />

Işrak' ı Suhreverdrnin kulland ığı gibi akli nurlar ın zuhuru,<br />

parlamas ı ve ak ışı anlamına da kullanabiliriz 9 .<br />

Mehmed Şerefeddin Yaltkaya'n ın bir iddias ı da İşrakiyenin<br />

gözden dü şmesine E ş'ariyyenin sebep oldu ğu noktas ında toplanmaktad<br />

ır. Bu iddia da do ğru say ılmaz. Çünkü E ş'ariyye okulu hicri 4.<br />

yüzyılda kurulmu ş, be şinci yüzy ılda gelişmi ştir. E ş'ari (Ölm. H. 33o/<br />

M. 94 ı )'ye ait fikirlerin en çok tart ışıldığı zaman hicri 4. ve 5. yüzyıllard<br />

ır. Suhreverdi ise E ş'arrden çok sonra yani hicri 6. yüzy ılda<br />

hayata gözlerini yummu ştur. Hem E ş'arilik ak ıl konusunda fazla<br />

ileri giden Mu'tezile'ye bir reaksiyon olarak ortaya ç ıkmıştır. Suhreverdi<br />

ise ak ılcı değil, mistik bir yol tutmu ştur'.<br />

Yukar ıda İşrakiye üzerine Hermetizmin de etkisinden söz etmi ş-<br />

tik. Hermes, M ısır'da ya şamış kanun vân ı, kimyac ı ve bilgin olarak<br />

tan ınmış bir kimsedir. Bunun dü şünceleri orta do ğuya Harranl ı<br />

Sabiiler arac ılığı ile yay ılmıştır. Harran, Antakya, Nuseybin ve Urfa<br />

gibi şehirler islâmiyetten önce de birer kültür merkezi idi. Hicri 6.<br />

yüzyılda bu civarlarda dola şan Suhreverdrnin, Hermes'in fikirlerinden<br />

faydalanmas ı için hiç bir engel yoktur Il.<br />

İşrakiye felsefesine Iranl ı kırallardan Gayumars, Faridun ve<br />

Keyhusrev zaman ında geli şen dü şüncelerin etki yapt ığı kanaati yaygınd<br />

ır.<br />

İşrakiye'nin ilk tohumlar ının İdris Peygamber zaman ında mevcut<br />

olduğunu söyliyenler de vard ır.<br />

9 Bak. Henricus Corbin, Mecmu'a fi'l-Hikmet al-Ilâhiyye, Önsöz, s. XXVII.<br />

10 Bak. Yusuf Ziya, Heyâkil an-Nür Tercümesi Ve Şeyh Suhreverdrnin Felsefesi,<br />

Mihrap Mecmuasından ayr ı basım, s. 23-24, İstanbul 1924.<br />

11 Bak. S. Hossein Nasr, Three Muslim Sages, s. 60-61, Harvard University Press<br />

1964.<br />

118


Yenieflâtunculu ğun etkisine gelince: Plotinos'un sudur nazariyesi,<br />

İşrakiye felsefesindeki nurlar ın ak ışı görü şüne benzemektedir. Ayr ıca<br />

nas ıl Plotinos en yüksek bilginin bir vecd (extase) an ında sezgi yoluyla<br />

hasıl olaca ğın ı kaydetti ise, Suhreverdi de manevi bir temizlikle Nurlann<br />

Nuruna kavu şulacağını ve ilahi sırlara sezgi ile ula şılacağını<br />

söylemi ştir.<br />

Hiç şüphe yoktur ki İşrakiye felsefesinin en büyük k ısmı tasavvufi<br />

dü şüncelerle doludur. islam mutasavv ıflar ından Ebû Yezid Bistâmi<br />

(Ölm. H. 261 /M. 874), Mansûr Hallâc (Ölm. H. 3o9 /M. 992),<br />

Zu'n-Nûn al-M ısri (01m. H. 245 /M. 859) ve Ebû Sehl at-Tusteri<br />

(Ölm. H. 283 /M. 896) Suhreverdi'den çok önce kalp temizli ği ve<br />

manevi ar ınma yolunu çizmi şlerdi.<br />

Özellikle Gazzali (Ölm. H. 5o5 /M. ıııı )'nin Suhreverdi'ye<br />

etki yapt ığı bir gerçektir. Mi şkat al-Envâr'daki görü şlerle İşrakiye<br />

felsefesini kar şılaştırmak aradaki benzerli ği ortaya koyacakt ır. Her<br />

şeyin güne ş ışığının dalga dalga yay ılışı gibi Allah'tan geldi ği görü şü,<br />

hem Gazzali'de ve hem de Suhreverdi'de mevcuttur. Gazzali ar-Risalet<br />

al-Ladunniye'de gizli ve ilahi bilgilere tasavvufi temizlikle eri şileceğini<br />

aç ıklamıştır.<br />

Suhreverdi de Risalet at-Tayr, Munis al-U şşak ve Asvat- ı Ecnihat-<br />

ı Cebrairde " tasavvufi dü şüncelere ve kalp temizli ğine yer<br />

vermi ştir.<br />

Suhreverdi Heyakil an-Nûr'da da felsefesini mistik görü şlerle<br />

aç ıklamıştır ". Ona göre biz bedenlerimizin alakalar ından temizlenip<br />

ilahi nurlar ı düşünmeğe dalınca, nefislerimizi ilahi i şrakat ve tecelliyat<br />

ile dolmu ş buluruz. Bedeni tutkulardan ar ınd ıkça ilahi nura<br />

yakla şırız.<br />

Suhreverdi i şrak ile hareket aras ında s ıkı bağlar bulunduğunu<br />

da kaydediyor. Onun aç ıklamas ına göre feleki hareketlerin yenilenmesi<br />

ile işrak yenilenir. İşrak ın yenilenmesi ile de hareket yenilenir<br />

ve devam eder. Bunlar ın zincirleme devam ı ile süfli alemde hadiselerin<br />

hudusu birbirini kovalar. Feleklerin hareketleri e şyay ı icat edici<br />

değildir. Fakat e şyan ın istidatlar ını meydana ç ıkarır.<br />

Suhreverdi mutasavv ıflara uygun olarak Allah' ın vas ıflarından<br />

söz ediyor: Allah' ın zat ında de ğişiklik olmaz. O hiç bir varl ığa muh-<br />

12 Bak. Muhammed Ali Ebû Reyyân, Usûl al-Felsefet s. 161-162,<br />

al-Kâhire 1959.<br />

13 Suhreverdi, Nur Heykelleri, Türkçeye çeviren: Saffet Yetkin, s. 23-26, <strong>Ankara</strong><br />

1963.<br />

119


taç değildir. Nurlar ın Nurudur. Her şey onun içindir. O hiç bir şey<br />

için de ğildir ".<br />

Suhreverdi İşrakiye felsefesine geni ş çapta Hikmet al- İşrâk adl ı<br />

eserinde yer vermi ştir. Eseri H. 582 /M. ı 186 yılı dolaylar ında yazm ıştır.<br />

Ona göre ancak Nurlar ın Nur'u tarafından ışıkland ırılmış olan<br />

kimse Hikmet al- İşrâk' ın gerçek anlam ın ı kavrar. Bu eser ba şlıca iki<br />

ana bölümde özetlenebilir: Peripatetisyen okulun baz ı görü şlerini<br />

tenkit eden, mant ığa yer veren, Eflatun ve Me şşâilere ait dü şüncelere<br />

dokunan ifadeler.<br />

2— Nurdan ( ışıktan), varl ık ilminden, meleklerden, tabiattan,<br />

psikolojiden, .A.hiret ve manevi birlikten bahseden metinler.<br />

Birinci bölümde yazar Aristo'nun dü şüncelerinden söz etmekle<br />

beraber onu ele ştirmi ştir. Özellikle kategoriler konusunda Aristo'nun<br />

düşüncelerini eksik bulur. Çünkü Aristo'nun anlatt ıklar ı yaln ız bu<br />

dünyayı ilgilendirir. Fakat bu âlemin ötesinde say ısız kategoriler<br />

vardır. Aristo bunlardan söz etmemi ştir.<br />

Bilindiği üzere Aristo ve ona uyanlar objeler hakk ında on ifade<br />

yani kategori üzerinde durmu şlard ır. Bu kategoriler şunlard ır: Cevher,<br />

kemiyet, keyfiyet, izafet, mülk (malik olma), zaman, mekân, durum,<br />

fiil ve infial. Suhreverdi bu kategorilerin s ınıflandır ılmas ında değişiklik<br />

yapmıştır.<br />

O sadece be ş kategori üzerinde durmu ştur. Bunlar da cevher,<br />

kemiyet, keyfiyet, hareket ve izafetten ibarettir. Suhreverdi mülk,<br />

zaman, mekân ve durumu izafet ketegorisi içinde mütalea etmi ştir.<br />

Fiil ve infiali ise hareket içinde saym ıştır ".<br />

Suhreverdrnin as ıl şöhreti, ke şf ve zevk yoluyla Nurlar ın Nuruna<br />

yani Yüce Allah'a kavu şulacağına inanmas ından ve bu görü şlerini<br />

kendisine özgü cesaretle savunmas ından gelmektedir. Kendi felsefi<br />

sistemini anlatırken bir fakih gibi de ğil, bir filozof veya mutasavv ıf<br />

gibi davranm ıştır. Onun bu tutumu daha önce de belirtti ğimiz gibi<br />

hayat ına da mal olmu ştur.<br />

Suhreverdrnin kurdu ğu İşrakiye felsefesinin en karakteristik vasfı,<br />

bir kimsenin, Nurlar ın Nuru olan Allah' ın tecellisini görmesidir.<br />

Bilindiği üzere İslami inanç meseleleri üzerinde yetki ile eser yazm ış<br />

120<br />

14 Bak. Aynı eser, s. 23-26.<br />

15 Bak. Muhammed Ali Ebû Reyyân, an ılan eser, s. 238.


ve Mu'tezile ile mücadele etmi ş olan E ş'ari, Yüce Allah' ın bu dünyada<br />

görülmeyece ği kan ısındad ır. Ona göre Allah Ahirette<br />

Mu'tezile'nin görü şü ise Allah' ın hem bu alemde ve hem de<br />

Ahirette görülmiyece ği noktas ında toplanm ıştı .<br />

İşrakiye felsefesi ise hem E ş'arifiğe ve hem de Mu'tezile'ye z ıt<br />

olarak manevi temizlikle Allah' ın tecellisinin görülece ği tezini getirmiştir.<br />

Fakat bu görü ş maddi değil, manevi bir tarzda olur. Suhreverdi'nin<br />

dilinde Yüce Allah, Nurlar ın Nuru olmu ştur. Ona göre<br />

Allah bir Nur'dur, yani her tarafa derece derece yay ılan bir ışık gibidir.<br />

Bu Nur duyulara dayanan her türlü idrakin ötesindedir. Her<br />

şeyden daha aç ıkt ır. Bunun için de kelimelerle tan ımlanamaz. Onun<br />

tabiat] kendi kendine görünmesidir. Onun yoklu ğu karanl ıktır (zulmettir).<br />

Karanl ık hiç bir şey yok demektir. Bütün gerçek varl ıklar<br />

karanlığın ve ışığın derecelerinden ibarettir. Suhreverdi, mutlak<br />

Kâdir Varl ığı sonsuz ve s ın ırs ız ilahi cevher yani ışıkların ışığı (Nur<br />

al-Envar) diye adland ırıyor. Karanl ık ve ışıktan ibaret olan ve binlerce<br />

alemi kaplayan kâinat, ilahi ışığın feyazan ına göre yer alm ıştır.<br />

Suhreverdi, gerçe ği, ışık ve karanl ığın tiplerine göre şöyle bölmüştür.<br />

— Eğer ışık kendi kendine varsa bu Nur- ı Cevheri'dir (Cevheri<br />

Nurdur).<br />

2 — Eğer ışık cismani olm ıyan ışıksa Soyut Nur ad ını alır.<br />

3 — Eğer ışık kendi varl ığından başkas ına bağlı ise Arazi Nur<br />

diye isimlendirilir.<br />

4 — Zulmet ( ışığın yokluğu) kendi kendine varsa buna Karanlik<br />

denir.<br />

5 — Zulmet kendi varlığından ba şka bir şeye bağlı ise Heyet<br />

(form) ad ını alır ".<br />

Bir varl ık ya kendi kendine vak ıftır, ya da de ğildir. Eğer kendi<br />

kendine vak ıfsa gayri cismani ışıktır (Nurdur), Allah't ır, idedir (ilk<br />

as ıldır) ve insan ruhudur. E ğer bir şey kendi kendine vak ıf olmak<br />

için kendinden ba şka bir şeye muhtaç ise arazi ışıktır. Yıldızlar buna<br />

örnek olarak gösterilebilir. E ğer bir şey kendi kendine var ve fakat<br />

kendinden habersiz ise bu şey karanl ıktır. Madde buna örnektir.<br />

Eğer bir şey kendi kendine vak ıf değil ve fakat kendinden ba şka bir<br />

şeyle varsa, bu şey şekildir (form).<br />

16 Bak. Seyyed Hossein Nasr, A History of Muslim Philosophy, an ılan makale, s. 387.<br />

121


Gerçekte bütün varl ıklar Nurlar ın Nuru'nun parlamas ından<br />

ibarettir. Bu Nurun her alanda bir vekili vard ır. Güne ş gökte, ate ş<br />

unsurlar aras ında, as ıl ışık (nur- ı ispahbad) da insan ruhunda Allah' ın<br />

ışığın ı yans ıtır. İnsan ruhu güne ş ışığında yahut ate ş ışığında ne şelidir.<br />

Karanl ıktan ise korkar. Kainat ın bütün sebepleri neticede ışığa (Nura)<br />

döner. İster unsurlarda olsun, ister gökte olsun bütün hareketler<br />

çe şitli müdebbir nurlar sebebiyle meydana gelir. Müdebbir nurlar<br />

sadece Nurlar ın Nuru'nun parlamas ından ibarettir 17 .<br />

İşrakiye felsefesinde her şey Nurların Nuru'ndan gelmektedir.<br />

İnsan ki şisel çabalar ıyle Nurların Nuru'na yükselebilir. Bundan insanın<br />

izliyece ği yol ak ıldışı yoldur. Yani sezgi yoludur. İşrakiye felsefesinin<br />

büyük dü şünürü Suhreverdi'ye göre ke şf ve sezgi yolu ilahi<br />

gerçeklere eri şmekte tek yoldur. Ke şf ve sezgi ile gerçeklere ula şanlar<br />

ise ancak nefislerini ve gönüllerini iyice temizlemi ş seçkin kimselerdir<br />

".<br />

4 — Allah' ın Varlığı ve Sıfatları<br />

Suhreverdi, her şeyden önce Vâcib ve Mümkin'in tan ımlanmas<br />

ından hareket ederek Allah' ın varlığın ı ispatlam ıştır. Ona göre<br />

varl ık, vâcib ve mümkin olmak üzere ikiye ayr ıl ır. Vâcib, varlığı<br />

zorunlu oland ır. Mümkin olan ise varl ığı ve yoklu ğu zorunlu olm ı-<br />

yand ır.<br />

Mümkin olan şey, varl ığı için ba şka bir şeye muhtaç olur. Muhtaç<br />

olunan bu şey mümkin olamaz. E ğer mümkin olsayd ı, ba şka bir<br />

sebebe lüzum has ıl olurdu. O halde varl ığı vâcib olan bir sebepde<br />

durmak gereklidir ". Varl ığı vâcib olanda çokluk bulunmaz. Varlığı<br />

vâcib olan ancak bir tektir. E ğer iki Vâcib al-Vüdıd'ün (vücüdü<br />

zorunlu olan ın) varlığını düşünürsek, bunlar ın her yönden ayn ı olduğunu<br />

kabul edemeyiz. Çünkü aralar ında fark olmayınca ikilik<br />

kalkar". Aralar ında ay ırıcı özelliğin bulunması gerekir.<br />

17 Bak. Ayn ı eser, s. 388.<br />

18 Bak. Ord. Prof. Hilmi Ziya ülken, islâm Felsefesi Kaynaklar ı ve Tesirleri, s. 192—<br />

194. İş Bankas ı Kültür Yay ınları 1967.<br />

19 Bak. Suhreverdi, Kitâb at-Telvihât al-Levhiyye va'l-Ar şiyye, Mec ınt‘a Fil-Hikmet<br />

al-Ilâhiyye içinde, s. 31-33, İstanbul 1945.<br />

20 Bak. Suhreverdi, ayn ı eser, s. 35-36; Suhreverdi, Nur Heykelleri, Saffet Yetkin<br />

çevirisi, s. 13-16. <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

122


Bunlar ın her yönden ayr ı oldukları da kabul edilemez. Hiç olmazsa<br />

varl ıkların ın zorunlu olu şunda birle şirler. O halde bunlar<br />

aras ında hem ortakl ık, hem de ayr ılık vard ır demektir. Bu duruma<br />

göre her biri hem ortakl ık, hem de ayr ılık vas ıflar ından mürekkeptir.<br />

Mürekkep olmak ise Vâcib al-Vücüd'ün (varl ığı zorunlu olan ın)<br />

şanına yak ışmaz. O halde iki tane Vâcib al-Vücüd bulunamaz. Vâcib<br />

al-Vücüd bir tektir ".<br />

Suhreverdi nedensellik ilkesinden hareket ederek de Allah' ın<br />

varlığın ı ispatlam ıştır. Cisimler ve şekilleri çe şitlidir. Bunlar vâcib<br />

yani varlığı zorunlu olamazlar. Bu duruma göre bunlar ın vâcib olan<br />

bir mureccihe ihtiyaçlar ı vard ır demektir. Kesretleri sebebiyle cisimler<br />

Vâcib al-Vücûd olan bir mümeyyize muhtaçt ırlar. Kesrete sebep<br />

olan şeyler sonsuz derecede birbirlerinin sebebi olamazlar. Son bir<br />

sebep olan Vâcib al-Vücûd'da durmak gerekir".<br />

Heyula ve suretin durumunu ele al ırsak da ayn ı sonuca var ırız.<br />

Heyula ve suret vâcip de ğillerdir. O halde mümkindirler. Bu demektir<br />

ki varl ıklar ı zorunlu de ğildir. O halde mümkin olan heyula ve suret<br />

için kendi zatlar ı dışında bir sebep aramak gereklidir. Mümkin olan<br />

her sebep için ba şka bir sebebe ihtiyaç has ıl olur. Sonsuz derecede<br />

mümkinler bulmak imkâns ızd ır. Sonuç olarak varl ığı zorunlu olan<br />

bir Vâcib al-Vücüd'da durmak gerekir".<br />

Suhreverdi hareketin varl ığından söz ederek de Allah' ın mevcudiyetini<br />

göstermi ştir. Her müteharrik için bir muharrik gereklidir.<br />

Sonsuz derecede muharrikler bulunamaz. O halde hareket etmiyen<br />

bir Muharrikte durmak icap eder. Bu da Vâcib al-Vücüd olan Yüce<br />

Allah'tan ba şka bir varl ık değildir". Bu yolla Allah' ı n varlığını gösteren<br />

Suhreverdrnin bu hususta Me şşailiğin etkisinde kald ığı anlaşılmaktad<br />

ır.<br />

Suhreverdi nefs-i nat ıkan ın yani insan ruhunun varl ığından<br />

hareket ederek de Vâcib al-Vücûd olan Yüce Allah' ın varlığını göstermi<br />

ştir. Bu hususta yapt ığı aç ıklamalar, Descartes' ın yüzyıllarca<br />

sonra Allah' ın varlığını ispatlamas ına benzemektedir. Suhreverdi<br />

ilkin cisimle nefs-i nat ıkanın durumunu açıklıyor: Cisimler cismiyette<br />

21 Bak. Suhrevercil, Kitâb at-Telvihât al-Levhiyye Val-Ar şiyye, s. 36; Suhreverdl,<br />

Kitab al-Mesâri Val-Mutârahât, Mecmûa fil-Hikmet al- İlâhiyye içinde, s. 386-387, İstanbul<br />

1945.<br />

22 Bak. Suhreverdi, Kitâb al-Me şârf Va'l-Mutârahât, s. 387-388.<br />

23 Bak. Ebû Reyyân, Usûl al-Felsefet al- İsrâkiyye, s. 126.<br />

24 Bak. Suhreverdl, Kitâb al-Me şârl' Val-Mutârahât, s. 388-389.<br />

123


ortakt ırlar. I şıklanmada ise derecelere ayr ılırlar. Cismi ışıkland ıran<br />

nur ar ızidir. Bu nur cisimde zatiyle zahir ve cisimle kaim<br />

Nefs-i nat ıka (Suhreverdi bunu ruh anlam ına kullan ıyor) ise kendi<br />

zatını idrak eder. Nefs-i nat ıka hâdistir yani varl ığı için kendisinden<br />

üstün bir Mureccih'e muhtaçt ır. Bu Mureccih Vâcib al-Vücûd olmalıdır.<br />

Bunu kabul etmezsek teselsül meydana gelir. Teselsül yani<br />

her sebep için sonsuz derecede sebepler aramak ise bizi ç ıkmaza götürür.<br />

Sonuç olarak Vâcib al-Vücûd olan Yüce Allah' ın varlığını<br />

kabul etmek gerekir ".<br />

Suhreverdi'ye göre Allah' ın s ıfatlar ına gelince: Allah birdir.<br />

Eğer iki ilâh (Vâcib al-Vücûd) olsayd ı bütün yönlerden ayn ı olamazlard<br />

ı. Aynı olsalard ı bir tek olmalar ı gerekirdi. Aralar ında fark olmayınca<br />

birlik gerçekle şmi ş olurdu.<br />

Bütün yönlerden ayr ı olmalar ı da imkans ızd ır. Çünkü varl ıkların<br />

ın vücubiyetinde ortakl ık vard ır. Hem iki Vâcib al-Vücûd olsayd<br />

ı birinin ötekisine galip gelmesi gerekirdi. Güçsüz ve eksik olan<br />

ilâh olamazd ı .<br />

Vâcib al-Vücûd olan Yüce Allah bütün e şyadan daha çok birli ğe<br />

müstahaktır. Onun mutlak olgunlu ğu vard ır. Her olgunluk ondan<br />

gelir. Onun yoklu ğu düşünülemez 26 .<br />

Allah' ın varlığı zorunludur. Öteki varl ıklar mümkindirler. Yani<br />

varlıklar] ve yoklukları zorunlu olm ıyanlard ır. Allah cüzlerden meydana<br />

gelmez. Çünkü cüzler ayr ı ayrı şeylerdir. Allah ise varl ığı zatiyle<br />

vacip olan bölünmez varl ıkt ır. Yüce Allah' ın muhalifi ve benzeri<br />

yoktur. Yönlere nisbeti yoktur. En yüksek celâlet, en olgun kemal,<br />

en büyük şeref ve en şiddetli nur kendisidir. Allah bir yere muhtaç<br />

olan araz de ğildir. Bir muhass ısa muhtaç cevher de de ğildir.<br />

Allah her şeyden önce vard ı. Onun için vakit ve şartlarla ilgili<br />

şeyler dü şünülemez. Allah'da de ğişiklik olmaz. Allah Nurlar ın Nuru'<br />

dur. O zuhurunun şiddetinden dolay ı gözle görülmüyor. Ancak<br />

iyi amelle kendilerini temizlemi ş olanlar manevi bir tarzda<br />

bilirler. Güne şin ışığının devamından ve parlamas ından Güne şe bir<br />

zarar gelmediği gibi Allah'tan nurlar ın i şrak etmesinden de ona bir<br />

eksiklik ve zarar gelmez ".<br />

124<br />

25 Bak. Ebü Reyyân, Usül al-Felsefet al-isrâkiyye, s. 125.<br />

26 Bak. Suhreverch, Kitâb al-Mesâri' Va'l-Mutârahât, s. 393-400.<br />

27 Bak. Suhreyercli, Nur Heykelleri, s. 13-16, 21.


5 — Peygamberlik Meselesi<br />

Peygamberlik konusunda Suhreverdrnin yapt ığı aç ıklamalar<br />

islamiyet'e z ıt değildir. O insanlar ı ıslah etmek üzere Yüce Allah<br />

tarafından Peygamberler gönderilmesini ve bu peygamberlere inanmak<br />

gerekti ğini kabul etmi ştir 28. Ancak Suhreverdrnin de anlatt ığı<br />

gibi herkes peygamber olamaz. Peygamberli ğin ilk şart ı yarat ılıştan<br />

bu i şe kabiliyetli olmakt ır. İkinci olarak da bu i şi başarmak üzere<br />

Yüce Allah tarafından görevlendirilmi ş olmak gereklidir. Demek ki<br />

Peygamberlik Allah vergisi olan bir görevdir. Peygamberlik s ırf ki şisel<br />

çabalarla ula şılacak bir makam de ğildir.<br />

Peygamberlerin ba şlıca görevleri ibadet usulünü göstermek ve<br />

bu dünyada doğru ya şayış yollar ını bildirmektir. İnsanlar toplum<br />

hayat ı yaşad ıklarından birbirlerine muhtaçt ırlar. Bir arada ya şayan<br />

insanlar ihtilafa dü şebilirler. Bu insanlara do ğru yolu göstermek üzere<br />

Allah tarafından Peygamber gönderilmesi akla ayk ırı bir şey değildir.<br />

Peygamberlerin mu'cize göstermeleri do ğrudur. Hastalara şifa<br />

vermek, susuzlar ı suya kand ırmak ve tufanlar yapmak gibi hususlar<br />

onların mucizeleri olabilir. Peygamberler ilahi vahiy al ırlar. Onlar ın<br />

manevi ilim öğrenme yollar ı beşeri ilim elde etmeden daha ba şka bir<br />

yolla olur. Allah, emirlerini çe şitli şekilde onlara bildirir 29 . Peygamberler<br />

Akl- ı Faal ile kolayca ilgi kurabilirler. Böylece de bilgi ö ğrenirler.<br />

Mucize göstermeleri halinde madde onlar ın emirlerine uyar.<br />

Öteki insanlar mu'cize gösteremezler. Fakat keramet sahibi olabilirler.<br />

Bu dereceye ula şmak için de insan nefsini ibadet ve riyazetle e ğitmelidir.<br />

Temiz niyet ve iyi ahlak sahibi olmal ıd ır. Ba şkalar ın ın hakk ını<br />

gözetmelidir.<br />

Şüphesiz ki insanlar için son Peygamber Hz. Muhammed ve en<br />

olgun din de onun getirdi ği islâmiyettir.<br />

Görülüyor ki Suhreverdi, Allah'a ve Peygambere iyice inanm ış<br />

bir insand ır. Fakat baz ı konularda hataya dü ştüğü de gerçektir.<br />

6 — :tilemin Var Olu şu<br />

Mem, Allah'tan ba şka şeylerden ibarettir. Meme dahil olan ak ıllar,<br />

felekler ve ideler kadimdirler. Hareket ve zaman da kadimdir.<br />

28 Bak. Suhreyerch, Nur Heykelleri, s. 34.<br />

29 Bak. Suhreyercli, at-Telvihât al-Levhiyye Va'l-Ar şiyye, s. 95-97.<br />

125


K ısacas ı Suhreverdi'ye göre âlem kadimdir. Çünkü Nurlar ın Nuru'ndan<br />

mevcut olmayan bir şey meydana gelmez. Bir B cisminin varl ığı<br />

A sebebine bağlı ise, A var oldu ğu zaman B de vard ır. Alemin var<br />

olma sebebi Allah'a ba ğlıd ır. Allah ise ezelidir. O halde âlem de ezelidir<br />

(öncesizdir). Yani kadimdir. Bu sonuç, malt" ılun illetten geri<br />

kalmas ının imkâns ızlığı dü şüncesinden ç ıkar. Çünkü ezell olan ın<br />

etkisi, kendisi gibi ezdi bir surette olur. Suhreverdi, âlemin k ıdemini<br />

şöyle bir dü şünceyle de iddia ediyor.<br />

Alemde olup biten baz ı olaylar ın sebebi hâdis olsa bile sebepler<br />

dizgisi rastgele bir s ınırda durmaz. Neticede Allah' ın zat ına ula şmak<br />

gerekir. Daha do ğrusu Allah' ın zat ında hudusa sebep olan bir muracc<br />

ıh aramak gerekir. Allah' ın zat ında hudus aramak ise Allah' ın ezelîliği<br />

bağda şamaz. Hem Allah' ın zatı hâdislerin meydana geldi ği<br />

bir yer olamaz. K ısacas ı âlem kadimdir ".<br />

'Mem, Allah'tan şualar ın güne şten ç ıkışı gibi sudur etmi ştir.<br />

Kadimden sudur eden varl ık da kadimdir. Belki âlemdeki baz ı unsurların<br />

mecazi olarak muhdes oldu ğu söylenebilir. Fakat sebepler<br />

dizgisi kadim olan Nurlar ın Nuru'na ula ştığından gerçekte bütün<br />

unsurlar da kadimdir. Belki derece bak ımından yukardakilere nisbetle<br />

aşağıda bulunanlara itibari olarak hâdis denilebilir.<br />

Suhreverdi, âlemin varl ığının sudur yoluyle oldu ğunu söyler:<br />

Nurlar ın Nuru'ndan ilkin akli bir cevher ç ıkar. Buna külli ak ıl<br />

da denebilir. Bu ç ıkan şey bir çe şit nurdur. Bu, Nurlar ın Nuru ile<br />

mevcudat aras ında vas ıta olur. Allah'tan ç ıkan bu nurda çokluk bulunmaz.<br />

Onun madde ile ilgisi yoktur. Bu öyle bir nurdur ki, kendi<br />

nefsini idrak eder. Kendi kayna ğı olan Vâcib al-Vücûd'u da bilir.<br />

Bu ibdai ilk nurdur. Ondan daha şerefli bir şey imkân dahilinde<br />

değildir.<br />

Nurların Nuru'ndan has ıl olan bu nur birdir, en keremlidir ve<br />

en büyüktür. Baz ı İranl ılar buna "Behmen" derler. E ğer Nurlar ın<br />

Nuru'ndan ilkin karanl ık sudur etseydi, ondan sonra ba şka bir şey<br />

sudur etmezdi. Varl ığın feyazan ı da dururdu. Karanl ık ölüm gibidir.<br />

Ölüden ise bir şey zuhur etmez. Parlayan ışıklar vard ır. O halde ilk<br />

sudur eden şey karanl ık olamaz. Diğer yandan öyle olsayd ı yani Nurlar<br />

ın Nuru'ndan karanl ık sudur etseydi, Yüce Allah' ın zat ında karanl<br />

ık bir yünün bulunmas ı gerekirdi. Bu ise imkâns ızd ır.<br />

30 Suhreverdi, at-Telvihât, al-Levhiyye Va'l-Ar şiyye, s. 61-70; H. Z. Ülken, İslam<br />

Felsefesi Kaynaklar ı Ve Tesirleri, s. 200-202; Ebû Reyyân, an ılan eser, s. 245-248.<br />

126


Ilk sudur eden şey, Me şşallere göre al-Akl al-Külli'dir. Yahut<br />

feleklerin akl ıd ır. Suhreverdi, bu ilk sudur eden şeye Heyakil an-<br />

Nur'da "an-Nur al-tbdai", Hikmet al- ışrak'da "an-Nur al-Akrab",<br />

at-Telvihat'da "al-Akl al-Külli" 31 diyor. Esvat- ı Ecnihat- ı Cebrail'de<br />

" Şeyh", Munis al-U şşak'da "Cemal" ad ını veriyor.<br />

Buna bazan "an-Nur al-Evvel" dedi ği de vakidir. Bu isim de ğişikliği<br />

etkilendi ği kaynaklara göre olmu ştur. Özellikle onun üzerinde<br />

Plotinos'un, Meşşailerin ve baz ı mutasavv ıflar ın etkisi vard ır.<br />

an-Nur al-Akrab, Nurlar ın Nuru'ndan ancak nurun şiddeti<br />

bak ımından farkl ıd ır. Nurlar ın Nuru, ışık vermekte daha şiddetlidir.<br />

Her nurlu cevher, nurlulukta kendinden önce gelenden daha azd ır.<br />

Işrak akli bir s ıfatt ır. Zamani ve mekani de ğildir. Bir yerle ilgisi<br />

olmadığından i şrak için ayr ılma ve birle şme dü şünülemez. Nurlar ın<br />

Nuru'ndan ç ıkan şualar, güne ş ışığı ile mecazi olarak kar şılaştırılabilir.<br />

I şıklar (nurlar) Nurlar ın Nuru'ndan sudur yoluyla birbirlerini izliyerek<br />

ç ıkmışt ır.<br />

an-Nur al-Akrab' ın iki yönü vard ır- ı — Nurlar ın Nuru'na nisbetle<br />

kendi zat ının fakirliği. 2— Nurlar ın Nuru ile Vacip olmas ı dolayıs<br />

ıyle zenginli ği.<br />

Fakirliği yönünden ondan karanl ık bir şekil ç ıkar.<br />

Zenginliği ve Nurlar ın Nuru ile vacib olmas ı yönünden ondan<br />

başka bir soyut nur has ıl olur. i şrakat zinciri de böyle devam eder.<br />

an-Nur al-Akrab'tan bir perdenin ve bir soyut nurun has ıl olmas ı<br />

gereklidir. Çünkü onun zat ında fakirlik ve zenginlik vard ır. an-Nur<br />

al-Akrab fakirli ğini dü şünür. Bu onun için karanl ık bir şekildir. an-<br />

Nur al-Akrab, Nurlar ın Nuru'nu da mü şahede eder ve aralar ında<br />

engel olmad ığından onun zat ını da görür. Çünkü engel perdelerde,<br />

karanl ıklarda ve buutlarda olur. Nurlar ın Nuru için yön ve buut<br />

yoktur. Soyut nurlar için de bunlar yoktur. Ancak Nurlar ın Nuru'na<br />

nisbetle ötekiler daha az ışıklıdır. Çünkü en tam nur, en noksan nurdan<br />

üstündür. an-Nur al-Akrab' ın, Nurlar ın Nuru'nu mü şahadesi<br />

esnas ında ona nisbetle fakirli ğini ve az ışıklılığını görmesiyle an-Nur<br />

alAkrab'tan bir karanl ık has ıl olur. Bu da en yüksek perdedir ".<br />

SuhreverdVnin bu dü şüncelerindeki "fakirlik" ve "zenginlik"<br />

ifadeleri Me şşai filozoflar ın kullandığı "imkan" ve "vueüb" ifade-<br />

31 Bak. Suhreverdi, at-Telvihât al-Levhiyye Va'l-Ar şiyye, s. 61.<br />

32 Bak. Muhammed Ali EVI Reyyân, Usül al-Felsefet al-i şrâkiyye, s. 147-155.<br />

127


delerine benzemektedir. Alemin Allah'tan suduru konusunda gerek<br />

Suhreverdi'de ve gerekse Me şşailer'de Yeni Eflatuncu etkiler vard ır.<br />

Hele kainat ın Allah'tan ışıkların güneşten ak ışı gibi sudur etti ği düşüncesi,<br />

Plotinos'da oldu ğu gibi Suhreverdi'de de mevcuttur.<br />

Nitekim Suhreverdi, bütün realiteyi sadece çe şitli derecelerde<br />

vücüde gelen ışık ve karanl ıktan ibaret saym ıştır. Ona göre her şey<br />

ilahi ışık tarafından ayd ınlat ılmışt ır. Saf ışık Nurlar ın Nuru'dur.<br />

Yahut ilahi zatt ır. Onun ışığı, parlakl ığı ve geni şliği sebebiyle gözleri<br />

görmez eder. Nurlar ın Nuru bütün mevcut şeylerin kaynağıdır. Kâinat<br />

bütün yıldızlar ı ve gerçe ği ile ışık ve karanl ığın derecelerinden ba şka<br />

bir şey değildir. Suhreverdi bunu şöyle aç ıklıyor: İlk mutlak ışık (Nur)<br />

yani Allah devaml ı parlakl ığı verir. O nerede görünürse orada onun<br />

getirdiği varl ık vard ır. O kendi şualar ı ile varl ığa hayat verir. Dünyadaki<br />

her şey onun zat ımn ışığından ç ıkar. Bütün güzellik ve ololgunluk<br />

onun cömertliğinin vergisidir. Onun parlakl ığına eri şmek<br />

kurtulu ştur ".<br />

I şık nas ıl güneşten devaml ı olarak gelirse, âlem de Nurlar ın<br />

Nuru'ndan öylece gelir. Sebep sonsuz oldu ğuna göre eser de sonsuzdur.<br />

Sebep Nurların Nuru'dur. Daha önce belirtti ğimiz gibi O kadim<br />

olduğuna göre, ondan gelen âlem de kadimdir. Var olan Mem en yetkin<br />

ve en faydal ı oland ır. Alemin olduğundan daha yetkin olmas ı<br />

mümkün değildir. Var olan şeyler imkân dahilinde olanlar ın en yetkini<br />

ve en güzelidirler. Alemde kötülük yoktur. Her şeyde Allah' ın<br />

hikmeti vard ır.<br />

Bu dü şüncesinden dolay ı Suhreverdi, Islam ilahiyatç ıların ın<br />

hücumuna uğramıştır.<br />

Suhreverdi bu âlemin en şerefli imkân olduğunu söylemi ştir.<br />

Alemde kötülü ğü kabul etmemi ştir. Bu bak ımdan Leibniz'in optimizmine<br />

öncülük etmi ştir, denilebilir ".<br />

7 — Ruh ve Beden Münasebeti<br />

Insan ın ruhu cisim de ğildir. Bu âlemin içinde veya d ışında olduğu<br />

da söylenemez. Ruh biti şik veya ayr ık olmak vasfından da uzakt<br />

ır. Biti şme ve ayr ılma cismin özelliklerindendir. Ruha nefs-i nat ıka<br />

da denilebilir. Ruh nurani bir cevherdir. Bedenin ölümünden sonra<br />

ruh sonsuz âleme göçer 35 .<br />

33 Bak. Seyyed Hossein Nasr, Three Muslim Sages, s. 69.<br />

34 Bak. H. Z. tilken, İslâm Felsefesi Kaynaklar ı Ve Tesirleri, s. 200-202.<br />

35 Bak. SuhreverdI, Nur Heykelleri, s. 7-8; Suhreverdl, al-Levhiyye Va'l-Ar şiyye, s. 70.<br />

128


Ruhun idrak edici zahiri ve bât ıni kuvvetleri vard ır. Zahiri kuvvetler<br />

beş duyu dedi ğimiz dokunma, tatma, koklama, i şitme ve görmeden<br />

ibarettir.<br />

Bâtıni kuvvetler ise şunlard ır: Mü şterek his, hayal, müfekkire,<br />

vehim ve hafıza.<br />

Ayrıca hayvanlarda şehvani ve gazabi kuvvetler vard ır. İnsanların<br />

ruhu Yüce Allah' ın nurlar ından biridir. Ruh Allah'tan do ğ-<br />

muştur. Yine ona dönecektir. Ruh cisim olmad ığına göre Allah't ır<br />

diye dü şünenler sap ıklığa dü şmü ştür. Çünkü Allah birdir, Zeyd ve<br />

Amr' ın ruhu ayni olsayd ı, birinin idrak etti ğini öteki de aynen idrak<br />

ederdi. Gerçekte ise idraklar insandan insana de ğişk. O halde insanlardaki<br />

ruh kendisinde de ğişiklik bulunmayan Yüce Allah olamaz.<br />

Hem beden kuvvetleri Yüce Allah' ı hapsedip esareti ve etkisi alt ına<br />

alamaz.<br />

Baz ı kimseler ruhun Allah' ın bir cüz'ü olduğunu sanm ıştır. Bu<br />

da yanlıştır. Çünkü Allah cisim de ğildir. Bölünmeyi ve cüzlere ayr ılmayı<br />

kabul etmez.<br />

Suhreverdi'ye göre bir k ısım insanlar ın ileri sürdüğü gibi ruh<br />

kadim de değildir. Eğer kadim olsayd ı, ruh bu âlemden ayr ılıp ba şka<br />

âleme gitmezdi. Ruh yarat ılmışt ır ".<br />

Daha önce belirtti ğimiz gibi Suhreverdi bir yandan âlemin sudur<br />

yoluyle Allah'tan ç ıktığına inanırken, öte yandan ruhun yarat ılmış<br />

olduğunu yazm ıştır. Bununla beraber ruhun bedenin da ğılmasiyle<br />

bozulmayaca ğını ve ya şayaca ğım da kaydetmi ştir.<br />

Suhreverdi beden-ruh münasebetini şöyle aç ıklıyor: Ruh bir<br />

yere muhtaç de ğildir. Ruhun z ıtt ı yoktur. Bedenle ili şkisi geçicidir.<br />

Bedenle ruh aras ında kar şılıklı şevk vard ır. İnsan bedeni kuvvetlerden<br />

arınd ıkça, öncesiz ve sonsuz bilgilere eri şir. Ruh bedenle me şgul<br />

oldukça lezzet ve elemleri tatmaz. Onun ba ğından iyi ameller yaparak<br />

ayrılan ruh zevklere dalar. Kötü i şler yapanlar ın ruhlar ı ise bedenden<br />

ayrıldıktan sonra koyu karanl ık içinde kal ırlar. Azaptan k ıvramrlar.<br />

Keder ve gamdan kurtulamazlar.<br />

Maddenin ba ğından kurtulmu ş olup her bak ımdan ar ınmış<br />

ruhlar ise Allah' ın yakınlar ında güzel nimetlere sahip olurlar. Nur<br />

deryalar ına dalip sonsuz mutluluğa kavu şurlar.<br />

36 Bak. Suhreverell, Nur Heykelleri, s. 7-12.<br />

129


Maddenin ba şka bir deyimle bedenin, maneviyat ı engelleyici<br />

bağlarından kurtulmak için de yiyece ği ve uykuyu azalt ıp her şeyde<br />

Allah'a yönelmek gerekir. Böylece ruh kutsal âleme gitmek imkan ını<br />

kazanır. İlâh'i kaynaktan bilmedi ği bilgileri öğrenir. Uyurken ve<br />

uyan ıkken baz ı s ırlar onun tarafından ke şfedilir ".<br />

Bedenin ölümünden sonra ruhun şartlar ı, bu hayatta ula ştığı<br />

bilgi ve manevi temizlik derecesine ba ğl ıdır. Üç türlü ruhi dereceden<br />

söz etmek mümkündür.<br />

— Bu hayatta baz ı manevi temizli ğe eri şen ruhlar. Bunlara<br />

mutlu kimseler (suada) denir.<br />

2 — Kötülük ve cehaletle kararm ış ruhlar. Böyle ruha sahip olanlar,<br />

toplumun huzurunu kaç ıran ve mâneviyata yüz çeviren kimselerdir.<br />

Bunlara "e şkiya" ad ı verilir.<br />

3 — Bu hayatta i şraka eri şmi ş hakimlerin ruhlar ı. Bunlara da<br />

"mutaallihin" denir.<br />

Birinci gruba giren ruhlar beden öldükten sonra her şeyin asl ın ın<br />

bulunduğu Meme giderler. Orada bu dünyada gölgeleri bulunan seslerin,<br />

tatlar ın ve kokular ın gerçe ği ile kar şılaşırlar.<br />

İkinci gruba giren ruhlar, beden öldükten sonra felaketlerin ve<br />

karanl ıklar ın bulundu ğu âleme giderler.<br />

Üçüncü gruba giren velilerin ve manevi hakimlerin ruhlar ı ,<br />

bedeni terkettikten sonra meleki Meme giderler. Orada Nurlar ın<br />

Nuru'na yakla şma mutluluğuna ererler".<br />

Yarı temizliğe ermi ş ruhlar ise bir süre s ıkıntı çektikten sonra<br />

mutluluğa kavu şurlar.<br />

Suhreverdi, ilerde görece ğimiz gibi, insanlar ı manevi bak ımdan<br />

başka derecelere de ay ırmışt ır.<br />

Suhreverdrye göre beden ruha meyletti ği gibi, ruh da bedene<br />

meyleder. Zâhiri ve bât ıni duyu kuvvetleri ruhun aletleridir. Beden<br />

harici âlemi idrak için bu kuvvetleri kullan ır. Bu da beden ile ruhun<br />

birbirleriyle ne kadar ilgili oldu ğunu gösterir.<br />

Suhreverdi beden ruh münasebeti bak ımından a şağıdaki sonuçlara<br />

var ıyor:<br />

37 Bak. Suhreverdi, Nur Heykelleri, s. 29-33.<br />

38 Bak. Seyyed Hossein Nasr, Three Muslim Sages, s. 76-77.<br />

130


ı Ruh, mânalar ı idrak eder. Mânalar maddi de ğillerdir. Bu<br />

mânalar ı idrak eden ruh da maddi olamaz. O halde ruh, maddi olan<br />

bedenden ba şka bir şeydir.<br />

2 — Bedenden bir şey eksilirse, bu eksilen k ıs ım çürür gider.<br />

Ruh bedenin ölümünden sonra ya şar. Beden ise yok olma ğa mahkûmdur.<br />

3 — Bilinç, bir fikir ameliyesidir. Bilinç ruhi bir prensibin varlığını<br />

gösterir.<br />

4 — Suhreverdi'ye göre ruh bedenden önce bulunamaz ".<br />

Suhreverdi, ruhlar ın tenâsüh yoluyla çe şitli şekillerde devredip<br />

etmeyece ği konusunda da fikir yürütmü ştür. Bilindiği üzere eski M ı-<br />

sırl ılarda, Hintlilerde ve Yunan dü şüncesinde tenâsüh fikrine rastlanır.<br />

İlkçağ düşünürlerinden Fisagors beden öldükten sonra ruhun<br />

başka bir varl ığa gireceğine inan ırd ı. Aynı dü şünceye Eflâtun'da da<br />

rastlan ır.<br />

İslâmda Şi'a'nın ve Bât ıniye'nin baz ı kolları da tenâsühü kabul<br />

etmi ştir. İslâmda tenâsühe taraftar olan fırka kurucular ı baz ı âyetleri<br />

kendi dü şüncelerine göre tefsir ederek ruhlar ın devredece ğini ileri<br />

sürdüler. Bu âyetlerden baz ı örnekler verelim.<br />

"Derileri pi ştikçe azab ı tad ıp durmalar ı için onları başka derilerle<br />

(yenileyip) de ğiştirece ğiz".<br />

"Fas ık olanlar ın bar ınaca ğı yer ise ate ştir. Ne zaman oradan<br />

ç ıkmak isterlerse içerisine döndürülürler 4°.<br />

"Yerde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadiyle uçan hiçbir ku ş<br />

hariç olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir" ".<br />

Gerçekte ise Kur'an'da ruh hakk ında "de ki ruh Rabbimin emrindendir.<br />

Zaten size az bir ilimden ba şkas ı verilmemi ştir" diye buyurulmu<br />

ştur ".<br />

Bizim düşünürümüz Suhreverdi ise at-Telvihât al-Levhiyye,<br />

al-Lemehât, al-Me şâri' Va'l-Mutârahât adl ı eserlerinde tenâsüh<br />

39 Bak. Muhammed Ali EVI Reyyân, Usül al-Felsefet al- İşrüldyye, s. 251-257.<br />

40 Bak. Sûret an-Nisâ, âyet: 56.<br />

41 Bak. Sûret as-Secde, âyet: 20.<br />

42 Bak. Sûret al-En'am, âyet: 38.<br />

43 Bak. Sûret al-Isrü, âyet: 85.<br />

131


dü şüncesine hücum etmektedir. Hikmet al-I şrâk'ta ise" tenâsühten<br />

söz ederken olumlu veya olumsuz bir fikir yürütmemi ştir. Şüpheli<br />

bir durum alm ıştır.<br />

8 — Suhreverdi ve Tabiat Felsefesi<br />

Suhreverdi tabiattaki varl ıkları üçe ay ır ıyor: I şığı karartan<br />

ve onun girmesine müsaade etmiyenler. 2— I şıkta şeffaf olanlar ve onu<br />

karartm ıyanlar. 3— I şığın geçmesine çe şitli derecelerde müsaade edenler<br />

ve kendi aralar ında farkl ı mertebelere ayr ılanlar.<br />

Arz birinci guruba dahildir. Gök ve normal durumda su ikinci<br />

gruba girer. Havay ı üçüncü guruba dahil saymak gerekir.<br />

Suhreverdi unsurlar ın dördüncüsü olan ate şi arza ait bir eleman<br />

kabul etmiyor. Ona göre ate ş bir ışık şeklidir ve Nurlar ın Nuru'nun<br />

Ay alt ı âlemdeki sembolüdür.<br />

Suhreverdi buharla şmayı kabul etmekle beraber, bütün meteorolojik<br />

olaylarda ve de ğişmelerde ışığın önemi üzerinde duruyor.<br />

Düşünürümüz mekân ı şöyle tan ımlıyor: İhata eden cisimle ihata<br />

edilen cismin temas ettikleri iç yüzey mekând ır. Bu, Aristo'nun etkisi<br />

altında yap ılmış bir tariftir.<br />

Suhreverdi, y ıldızlar ı ve felekler âlemini canl ı kabul ediyor.<br />

Ona göre her felekin nefsi vard ır. Her felek kendi iradesiyle hareket<br />

eder. Feleklerin ve y ıld ızlar ın ak ıllar ı "Ulvi Müdebbirler" diye adlanırlar.<br />

Insani nefisler ise "Süfli Müdebbirler" diye isimlenirler.<br />

Feleklerin nefisleri zatlariyle kaim soyut nurlard ır. Bunlar ma'kulat ı<br />

idrak ederler. Şu kadar var ki bizim bedenlerimizle feleklerin cisimleri<br />

aras ında farklar vard ır. Bizim bedenimizin nefsimize muhalefet<br />

eden bir arzusu bulunabilir. Feleki cisimlerin ise nefislerine muhalefet<br />

edici bir arzular ı bulunmaz.<br />

Felekler daimi olarak dairevi hareketle hareket ederler. Bunun<br />

için de yok olmazlar. Onlar ın ba şlangıcı ve sonu yoktur. Onlar ın<br />

hareketleri düz harekete benzemez. Düz hareket olu şla yani cüzlerin<br />

bir araya gelmesiyle ba şlar. Sonra dağılışla yani cüzlerin ayr ılmasiyle<br />

sonuçlan ır. Feleklerin hareketi şehvani ve gazabi bir maksat için<br />

değildir. Aksine külli, akli ve nurlu bir maksat içindir. Çünkü şeh-<br />

44 Bak. Suhreverdi, Hikmet al-isrâk, s. 216-223. Oeuvres Philosophiques Et Mystiques<br />

içinde yay ınlayan: Henry Corbin, Paris, 1952.<br />

132


vette amaç nev'in korunmas ıdır. Felekler ise da ğılmaktan yani yok<br />

olmaktan çekinmeğe muhtaç de ğillerdir. Esasen onlar yok olmazlar<br />

Suhreverdrye göre yedi y ıldız, Güne ş, Ay, Zühal, Mü şteri, Merih,<br />

Zühre ve Utarit'ten ibarettir. Bunlar ın bir ağır, bir de h ızlı hareketleri<br />

vard ır. Bu hareketler nedeniyle çe şitli karanl ıklar meydana gelir.<br />

Karanl ıklar olgunluğa ulaşmak için soyut nurlara muhtaç olurlar.<br />

Güne ş, arzi nurlar ın en büyüğünü verir. Onun Nurlar ı unsuri mizaçlara<br />

etki yapar; nefs-i nat ıkaları akıtır; suretler verir; arazlar ı doğurur.<br />

Gündüzün yap ıc ısı odur. Seman ın ve cismani âlemin ba şkan ı<br />

odur. Mükâşefe ehli bunun için Güne şi yüceltir. Suhreverdi de ate şe<br />

tapan İranlı'ların etkisinde kaldığı için Güne şi yüceltmi ştir. Yani<br />

ona derin bir sayg ı beslemi ştir. Bunda Sabirlerin de etkisi vard ır.<br />

Suhreverdrye göre hareket intikal ve de ğişmeden ibarettir. Hareketin<br />

kayna ğı gerek ulvi varl ıklarda ve gerekse unsurlarda nurdur.<br />

Nefislerine i şraklar ın gelmesiyle feleklerin hareketi devam eder.<br />

Tahrikler ışraklar ı haz ırlar. İşraklar da harekete sebep olur.<br />

Suhreverdrnin hareket hakk ındaki görü şlerinden a şağıdaki sonuçlar<br />

ı ç ıkarmak mümkündür:<br />

— Güneşin gündüzden geceye, geceden gündüze kadar olan<br />

hareketinden onun arz etraf ında devri bir şekilde döndüğü sonucu<br />

ç ıkar ".<br />

Bu sonuç bugünkü astronomi ilmi bak ımından yanl ıştır.<br />

2 — Devri hareket nebati hayat ın belirmesinin sebebidir.<br />

3 — Felekler için olu ş ve dağın§ dü şünülemez. Yahut onlar ın<br />

basit cüzlerden terekkübü kabul olunamaz. Çünkü olu ş, dağın§ ve<br />

birleşme hâdis olan bir sebebi gerektirir. Hâdis olanlar da ancak<br />

feleklerin hareketleri sonucundan meydana gelirler.<br />

4 — Felekler hareketlerinde akli nurlara benzerler.<br />

5 — Karanl ık ölülüktür. O, bizatihi de ğil, başkasiyle devreder.<br />

Felek-i Muhit altındaki felekler de özel hareketlere sahiptirler. Fakat<br />

Felek-i Muhite tâbi olarak hareket ederler.<br />

6 — Felekler beslenmeye ve büyümeye muhtaç olmazlar. Onlar ın<br />

hareketleri a şağıya doğru değildir. İşrak (par ıltı) onlardan eksik olmaz.<br />

Her bir i şraktan da bir hareket do ğar. Her bir hareket de öteki bir<br />

işrak için haz ırdır. Hareketlerin yenilenmesiyle i şraklar ın yenilenmesi<br />

devam eder. İşraklar ın yenilenmesiyle de hareketlerin yenilenmesi<br />

45 Bak. Ebû Reyyân, Usûl al-Felsefet s. 234-235.<br />

46 Bak. Suhreverdi, Hikmet al- İsrâk, s. 174.<br />

133


devam eder. Böylece süfli alemde hadiselerin olu şu zincirleme meydana<br />

gelir 47 .<br />

Suhreverdi zaman hakk ında da fikir yürütmü ştür.<br />

Zaman hareketin miktar ıd ır. Zaman ın başlangıcı ve sonu yoktur.<br />

Çünkü zaman için ba şlang ıç dü şündüğümüz takdirde, bu ba şlangıçtan<br />

önce içinde zaman olm ıyan bir zaman ın varlığını kabul etmek<br />

gerekir. Bu dü şünce ise çeli şiktir. Çünkü öncelik zamanla ilgilidir.<br />

O halde zaman hem ezelidir, hem de ebedidir. Şimdiki 'ana göre<br />

öncelik ve sonral ık itibaridir.<br />

Zaman muttas ıl bir birliktir. Mazi, şimdiki andan ve istikbalden<br />

kopup ayrılmış değildir. Şimdiki zaman hem maziye, hem de istikbale<br />

bağlıdır 48 .<br />

g — SuhrevercITnin Akıl Anlayışı<br />

Akıl soyut bir cevherdir. Duyguyla ona etki yap ılamaz. Varl ıkların<br />

ilk kaynağı olan Akl- ı Evvel'den nurlar fışkır ır. Nurlar ın parıltıs ı<br />

artt ıkça ak ıllar da artm ışt ır ".<br />

Suhreverdi akla ait yapt ığı tasniflerde Me şşaiyyün'un etkisinde<br />

kalmışt ır.<br />

Nefsde bulunan kuvvetlerin çe şitli dereceleri vard ır.<br />

ı — İsti'dat kuvveti ki buna al-Akl al-Heyulani denir.<br />

2 — İlk ma'kulattan sonra has ıl olan ve ikinci derecede idraklar<br />

yapmağa haz ır bulunan kuvvet. Bu kuvvet idraklar ı ya dü şünce, ya<br />

da sezgi ile yapar. Bu kuvvete de al-Akl bi'l-Meleke denir.<br />

3 — Ma'kulatı istediği zaman kendiliğinden elde etmeğe yar ıyan<br />

kuvvet. Bu isti'dat kuvvetine de al-Akl bi'l-Fiil denir.<br />

4 — Nefsin ma'kulat ı müşahede ile bilfiil elde etme kuvvetine<br />

de al-Akl al-Müstefat denir.<br />

Ayrıca her şeyi kuvveden fiile ç ıkaran ve insan türünün t ıls ımım<br />

düzenleyen mustakil bir ak ıl vard ır ki buna al-Akl al-Faal denir. Suhreverdi<br />

al-Akl al-Faal' ı, Ruhulkudüs diye de adland ırmıştır. Bu da<br />

ilahi bir nurdur ".<br />

47 Bak. Eb ıl Reyyân, Usül al-Felsefet al-i şrâkiye, s. 239-241; Suhreverdi, Hikmet<br />

al- İsrük, s. 172-176, 193.<br />

48 Bak. Suhreverdl, Hikmet al-Isrük, s. 177-183; Ebü Reyyân, Usül al-Felsefet alişrükiye<br />

s. 245-246.<br />

49 ' Bak. Suhreverdi, Nur Heykelleri, s. 17-21.<br />

50 Bak. Suhreverdi, Nur Heykeller, s. 17-21; Ebû Reyyân, Usül al-Felsefet al-i şrâkiye,<br />

s. 286-287.<br />

134


io — Bilginlerin Sınıfları ve Manevi Dereceler<br />

Suhreverdi'ye göre gerçe ği arayanlar ba şlıca 4 bölüme ayr ılabilir<br />

51<br />

ı — Ilim aray ıc ısı olup henüz bilgin derecesine ula şmam ış olanlar.<br />

2 — Ilahi hakimler: Bunlar hem ak ılcı felsefeyi ve hem de ilahi<br />

bilgileri bilirler. Suhreverdi, Pythagoras' ı, Eflâtun'u ve kendisini bu<br />

gruptan saym ıştır.<br />

3 — Sadece ke şfi bilgilere önem verip, akli metoda dayanan<br />

felsefeye yüz çevirenler. Hallac, Ebu Muhammed Sehl b. Abd Allah<br />

at-Tusteri ve Ebu Yezid al-Bistami bu guruba dahildir.<br />

Suhreverdi gerek ikinci gruba ve gerekse üçüncü gruba giren<br />

gerçek aray ıcılarını at-Telvihât'ta çok ö ğüyor<br />

4 — Ak ılc ı felsefeyi benimseyip ke şfi bilgilere yabanc ı kalanlar.<br />

Aristo, Farabi ve İbn Sina bu gruba girer.<br />

Suhreverdi ilahi birli ğe yakla şma bak ımından baz ı derecelerden<br />

söz ediyor. Bu manevi dereceler sufilerin mertebelerine benzer. Bunlar<br />

ı başlıca be ş bölümde özetleyebiliriz:<br />

— La ilahe illallah: Bu demektir ki Allah'tan ba şka tapacak<br />

varl ık yoktur. Ibadet ancak ona yap ılır. Onun birliği kesindir.<br />

2 — La huve illa huve: Varl ık olarak ancak O vard ır. Onun<br />

dışındaki şeylerde ilahl ık düşünülemez. "O" dendiği zaman ancak<br />

Allah kasdedilir<br />

3 — La ente illa ente: Senden ba şka "Sen" yoktur. İbadette<br />

"Sen" dendiği vakit ancak Allah kesdedilir Bu mânada Allah'tan<br />

başka "Sen" yoktur.<br />

4 — La ene illa ene: Ilahi "Ben" olarak ancak Allah vard ır.<br />

Yalnız Allah sonsuz derecede kudretli olarak "Ben" diyebilir. Kullar<br />

ın benlikten sak ınmalar ı gerekir.<br />

5 — La ilahe illa huve kullu şey'in halikun illa vechehu": Bu<br />

ilahi birliğin en yüksek derecesidir. Allah'tan ba şka ilâh yoktur.<br />

Allah' ın zat ı hariç her şey yok olur".<br />

51 Bak. Seyyed Hossein Nasr, an ılan Makale, A History of Muslim Philosophy, s. 380.<br />

52 Bak. Suhreverd ı, Kitâb at-Telvihât al-Levhiyye Va'l-Ar şiyye, s. 74, 113.<br />

53 Bak. al-Kasas, âyet: 88.<br />

54 Bak. Seyyed Hossein Nasr, an ılan makale, A History of Muslim Philosophy, s. 380.<br />

135


— Suhreverdi ve Tasavvuf<br />

Suhreverdi ilâhî nurlara kavu şabilmek için manevi mücahededenin<br />

gerekli oldu ğunu israrla söylüyor. Ona göre bedenin arzular ı<br />

ilahi gerçeklere ula şmayı engeller. İnsan beden karanl ığından kurtulmal<br />

ıdır. Bunun için de bir yandan riyazete, öte yandan ibadete<br />

önem vermek gerekir. Allah'ta baki olmak isteyenler oruçlar ına ve<br />

namazlar ına dikkat etmelidirler. Manevi yola girenler az yerler, az<br />

konuşurlar ve az uyurlar. Onlar kalplerini kötülüklerden ar ıtırlar.<br />

Böylece de Allah' ın sonsuz ışığından faydalan ırlar. Fena derecesine<br />

ulaşırlar.<br />

Şu kadar var ki Suhreverdi vandet-i vücüt ve ittihat dü şüncesine<br />

kar şıdır. Çünkü birle şme ve ayr ılma cismin özelliklerindendir.<br />

Yüce Allah ise cisim<br />

Suhreverdi, Allah'a kavu şabilmek için dini bir ba şkan ın veya<br />

mürşidin tavsiyelerinden faydalanmak gerekti ğini de kaydediyor.<br />

Gönlünü kötülüklerden ar ıtıp zikirler yapan manevi kimseler, şimşek<br />

gibi çakan nurlara kavu şurlar. Bu nurlara kavu şmak insana<br />

manevi zevkler verir 55 .<br />

Nitekim Yüce Allah Kur'an'da nur hakk ında şöyle buyuruyor:<br />

"Allah kime nur vermemi şse art ık onun için bir ışık yoktur" 56 .<br />

Şüphesiz ki iyi ahlak ve takva sahibi olanlarla heva ve hevesine<br />

uyanlar ın manevi dereceleri farkl ıdır. Yüce Allah' ı hal ve hareketleriyle<br />

memnun eden mutlu kimseler hakk ında Kur'an'da ezcümle<br />

şu ayetler vard ır: " İşte bu, sizin yapageldi ğiniz iyi amel ve hareketleriniz<br />

sayesinde mirasc ı kılındığınız Cennettir" ". " Şüphesiz ki takva<br />

sahipleri cennetlerde, ırmaklar (kenar ın)da, Hak meclisinde ve kudret<br />

sahibi, mülkü çok yüce olan Allah' ın yan ındad ırlar"".<br />

Suhreverdi Allah yolunda çal ışanlar ın birçok gizli ilimleri öğreneceğini<br />

ve keramet derecesine ula şacağını da kaydediyor. Peygamberler<br />

mu'cize sahibidirler. Veliler ise keramet gösterebilirler". Şu<br />

kadar var ki kerametle ö ğünmemek ve gurura kap ılmamak gerekir.<br />

55 Bak. Suhreverdi, Kitâb al-Me şâri'Va'l-Mutârahât, s. 443-444; Suhreverdi, K.<br />

at-Telvihat al-Levhiyye Va'l-Ar şiyye, s. 113-114.<br />

56 Bak. an-Nür, ayet: 40.<br />

57 Bak. az-Zuhruf, ayet: 72.<br />

58 Bak. al-Kamer, ayet: 54-55.<br />

59 Bak. Suhreverdi, Hikmet al-i şrâk, s. 236, 240, 252. Suhreverdi, Kitâb al-Me şâri<br />

Va'l-Mutârahât, s. 503.<br />

136


Yukarda gönlünü Allah için temizliyenlerin ilahi nurlara kavuşacağından<br />

söz etmi ştik. Bu nurlar ın da çe şitli dereceleri vard ır.<br />

ı — Yola yeni girenlere gelen nurlar. Bu nurlar birdenbire gelen<br />

tatlı, hızlı par ıltılard ır. Kolayca kaybolabilirler.<br />

2 — Yolda orta derecede olanlara gelen nurlar. Bu nurlar da<br />

riyazet ve mücahede sonunda do ğarlar. Bunlar ın doğu şları insanın<br />

elinde değildir. Bu nurlar kime gelirse onda sabit kalabilirler.<br />

3 — İbadette ve do ğru yolda ileri gidenlere gelen nurlar. Bunlara<br />

mücahede ve riyazeti meleke haline getirenler sahip olurlar.<br />

Böyle kimseler en yüksek makama ç ıkmağa yetkilidirler.<br />

Manevi çal ışma ile insan fena derecesine yükselebilir. Allah<br />

yolunda çal ışırken bilincinden uzakla şan ve bedeni tatlar ı unutan<br />

kimse fena makam ında say ılır. Fena makam ında sâlik, kendi organlar<br />

ının hareketlerini duymaz. Harici âlemle ilgisi kesilir. O yüce<br />

Allah'da manevi sarho şluğa dalar. Bununla beraber fenâ hali ittihat<br />

sayılmaz.<br />

Suhreverdrnin sözünü etti ği fenâ hali, Plotinos'un Enneades' ında<br />

geçen vecd (extase) haline benzemektedir.<br />

Suhreverdrnin tasavvufunda dikkati çeken öteki husus, salike<br />

çeşitli nurlar ın yahut par ıltıların gelmesidir. Suhreverdl, Hikmet<br />

al-İşrak'ta manevi bir k ıvılc ım olarak gelen bu nurlar ın pek çok çe şidinden<br />

bahsetmektedir 60 .<br />

Görülüyor ki İşrakiye felsefesi geni ş ölçüde tasavvufun etkisi<br />

altındadır. Nas ıl İslam tasavvufunda düzenli ibadet, temiz kalp ve<br />

güzel ahlak manevi derecelere ula şmaya imkân veriyorsa, İşrakiye<br />

felsefesinde de ayn ı olumlu davran ışlar manevi derecelere yükselmeyi<br />

sağlamaktad ır. Suhreverdrnin dü şünceleri bir çe şit tasavvufi görü ş-<br />

lerdir.<br />

ı2 — İşrakiye Okuluna Mensup Olanlar<br />

Endülüs'te İbn Tufeyl (Ölm. H. 581 /M. ı ı 86) İşrakiye felsefesine<br />

uygun baz ı görü şleri savundu.<br />

Fakat Suhreverdrnin pe şinden giden gerçek i şraki filozof 13.<br />

yüzyılda yaşıyan Şemseddin Şehrezurrdir. O, Telvihat' ı ve Hikmet<br />

60 Bak. Suhreverdi, K. Hikmet al-i şrak, s. 252-257.<br />

137


al- İşrak' ı şerhetti". ŞehrezurVnin bunlardan ba şka üç önemli eseri<br />

vard ır.<br />

— Ravzat al-Efrâh Ve Nuzhet al-Ervâh. Bu eserinde yazar,<br />

Adem'den ba şlayarak, zaman ına kadar gelen müslüman ve müslüman<br />

olm ıyan dü şünürlerden söz etmektedir.<br />

2 — Kitâb ar-Rumûz. Bu eserde yeni Fisagorculuk'la İşrakilik<br />

aras ında de ği şen fikirler vard ır.<br />

3 — Risâlet a ş- Şeceret al- İlâhiyye Va'l-Esrar ar-Rabbâniye. Bu<br />

eser bir felsefe ve kelâm ansiklopedisi mahiyetindedir. Eserde İşrakiliğe<br />

etki yapan Ihvan as-Safâ'dan, Câbir b. Hayyân'dan, İbn Sinâ'dan<br />

ve SuhreverdVden s ık s ık söz edilmektedir.<br />

İbn Kemmune (Ölm. H. 683 /M. 1284) de SuhreverdVnin Telvihat'<br />

ım şerhetmi ştir.<br />

Kutbeddin Mahmûd b. Mes'ûd a ş- Şirazi (Ölm. H. 7 ı o /M. ı 3 ı o)<br />

de daha önce sözünü etti ğimiz gibi Hikmet al- İşrak' ı şerhetmi ştir.<br />

Ayr ıca Nas ır Tûsi ve İbn Arabi (Ölm. H. 638 /M. 124o) üzerinde<br />

de I şrakiliğin etkisi vard ır.<br />

Celal ad-Din Devvâni (Ölm. M. ı 5o ı ) ve G ıyaseddin Mansûr<br />

Şirazi (Ölm. M. 1542) Heyakil an-Nur'u aç ıklamışlard ır.<br />

Molla Sadreddin Şirazi (Ölm. M. 164o), Hikmet al-I şrak' ı aç ıkladı<br />

ve tefsir etti. Onun Esfar- ı Erbaa adl ı eseri tan ınmışt ır.<br />

İşrakIliğin ayrıca Şiller üzerinde de etkisi olmu ştur ".<br />

• SONUÇ<br />

Suhreverdi ne bir kelâmc ıdır, ne de bir fakihtir. O, Yunan ve<br />

şark dü şüncesini İşrakIlikte birle ştiren bir filozofutur. Felsefesinde islâmiyetin<br />

ve İslam tasavvufunun geni ş etkisi vard ır. O, bir yandan<br />

Risâle fi İ'tikad al-Hukemâ'da " ilahiyatç ı filozoflar ı savunurken,<br />

öte yandan Hikmet al-i şrak'da kendinden önceki baz ı dü şünürleri<br />

eleştirerek yeni bir felsefi sistem kuruyor. Özellikle bu Kitab ının ikinci<br />

bölümünde ışığı iyilik ve karanl ığı kötülük olarak kabul ediyor. Ona<br />

61 Bak. Henry Corbin, Oeuvres Philosophiques et Mystiques de Şihabeddin Yahya<br />

Suhreverdi, Önsöz, s. 59.<br />

62 Bak. Ord. Prof. H. Ziya Ülken, İslam Felsefesi Kaynaklar ı ve Tesirleri s. 207-212.<br />

63 Bak. Suhreverdi, Risâle fî Vtikad al-Hukema, s. 262-263, Oeuvres Philosophiques<br />

et Mystiques içinde.<br />

138


göre bütün ışıklar ın kayna ğı Yüce Allah't ır. Karanl ık maddenin<br />

özelliğidir. Karanl ık ışığa meyleder. İnsan beden karanl ığından kurtulduğu<br />

derecede Allah'a yakla şır. İnsan ın amac ı mutluluğa eri şmek<br />

olmal ıdır. Bu da bedenin arzular ını yenmek ve takva sahibi olmakla<br />

mümkündür.<br />

Suhreverdi ilahi bilgilere ula şman ın sezgi ile mümkün olaca ğını<br />

savunmuştur. Bu konuda ak ıl yürütmeye iltifat etmemi ştir. Bilgi nazariyesinde<br />

görü şü Aristo'ya z ıt ve fakat Yenieflâtunculara ve mutasavvıflara<br />

yak ınd ır.<br />

Suhreverdi, islâmiyet aç ısnidan, âlemin kıdemi meselesinde büyük<br />

hataya dü şmekle beraber, Hikmet al-i şrak' ın" sonunda insanlara<br />

Allah' ın emirlerine uymalar ın ı ve onun yasaklar ından da sak ınmalarını<br />

tavsiye etmi ştir.<br />

Onun değişik varl ık anlayışı ve dinde kendine özgü dü şünceleri<br />

savunmas ı fakihleri k ızd ırm ıştır. Zaten bu yüzden de öldürülmü ştür.<br />

Fakat O, hiç bir zaman insanlar ı kötülüğe te şvik etmemi ştir.<br />

Aksine iyilik, sevgi ve ibadet yolunu tavsiye etmi ştir. Bu sebeple onun<br />

İslam felsefesinde özel bir yeri vard ır.<br />

64 Bak. Suhreverdi, Hikmet al- İşrâk, s. 257 vd.<br />

139


MVAN AS-SAFA VE AHLAK GÖRÜ ŞLER/<br />

Safa karde şleri anlam ına gelen ihvan as-Safâ gizli bir cemiyetin<br />

ad ıdır. Cemiyetin siyasi bir amaçla kuruldu ğu anla şılmaktad ır. Bu<br />

teşkilât ın kurucular ından ancak ismini verece ğimiz şu be ş kişinin ad ı<br />

bilinmektedir: Ebû Süleyman Muhammed b. Ma' şer al-Busti, Ebû'l-<br />

Hasan Ali b. Harûn az-Zencâni, Ebû Ahmed al-Mihrecâni, Ebû'l-<br />

Hasan al-Avfi ve Zeyd b. Rifaal. Bu şah ıslardan ilk bahseden yazar<br />

Ebû Hayyân at-Tevhidrdir 2. Cemiyetin nerede ve ne zaman kurulduğu<br />

da münaka şa konusudur. Bizzat thvan as-Safa'n ın Resairde<br />

anlattıklarına göre Cemiyetin üyeleri çe şitli şehirlere yay ılmıştır.<br />

Kıftrnin aç ıklamas ına bak ılırsa onlar ın faaliyet merkezi Basra idi.<br />

Cemiyet'in Ba ğdad ve M ısır'da da şubesi bulunmas ı akla uygundur.<br />

thvan as-Safâ'n ın merkezinin Basra oldu ğunda son yüzy ılda yaz ılan<br />

birçok yaz ılar da ittifak etmi ştir 3 .<br />

Resairin yaz ılış tarihi hakk ında K ıfti, Ebû Hayyân at-Tevhidrye<br />

dayanarak hicri 373 y ılını zikrediyor 4. Esasen Ebû Hayyân at-Tevkidl,<br />

thvan as-Safa'n ın baz ılarının ismini verdiğine göre, bu Cemiyet'in<br />

kurulu şunun hicri be şinci as ır ortalar ında vaki oldu ğunu ileri sürmek<br />

güçtür. Çünkü Ebû Hayyân at-Tevhidi yakla şık olarak hicri 414<br />

yılında ölmü ştür. Üstelik şair Mutenebbrnin M ısır prensi Kafûr<br />

önünde 349 hicri senesinde söyledi ği bir beyt, Resairde zikrediliyor.<br />

Bu, o zaman şiirleri yayg ın olan Mütenebbrnin Resair e de etkisini<br />

gösterir'. Has ılı thvan as-Safa Risalelerrnin hicri 4. as ırda yaz ıldığı<br />

daha çok akla uygundur.<br />

1 Bak. al-K ıftl, Kitâb Ihbar al-Ulemâ Bi-Ahbâr al-Hukemâ, s. 58-59, M ısır 1326;<br />

al-Beyhaki, Tarih Hukema al-Islam, s. 35-36, D ımeşk 1946.<br />

2 Bak. at-Tevhidi, al-Imta' Va'l-Muanese, e. II, s. 3-4, al-Kahire 1953; al-Mukabasit,<br />

s. 45-46, M ısır 1929.<br />

3 Bak. Adel Awa, L'Esprit Critique des Freres de la Purete, s. 14-16, Beyrouth 1948;<br />

Munk, Melanges de Philosophie Juive et Arabe, s. 329, Paris 1955.<br />

4 al-Kıfti, anılan eser, s. 58.<br />

5 Bak. Comeir, Ihvan as-Safa, s. 10, Beyrüt; Adel Awa, an ılan eser, s. 13.<br />

140


İhvân as-Safa Cemiyetinin zahiri amac ı dinle felsefeyi uzla ştırmakt<br />

ır. Gerçekte ise her çareye ba ş vurarak siyasi bir hakimiyet kurmaktır.<br />

Felsefe ve sistemleri eklektik mahiyettedir*. Matematikte<br />

Pythagorasc ıların, Mant ıkta Aristo'nun, Metafizikte Eflatun'un ve<br />

Yeni Eflatunculu ğun, din felsefesinde Farabi'nin, ahlâkta Sokrates<br />

ve mutasavv ıfe'nin etkisi alt ında kald ılar'.<br />

İhvân as-Safâ'n ın kendi ifadelerine göre ise ba şl ıca kaynaklar ı<br />

dört gruba ayr ılır.<br />

ı — Felsefecilerin eserleri. Tabilyyat ve riyaziyyat gibi.<br />

2 — Peygamberlere gelen kitaplar. Bunlar Kur'an, Incil, Tevrat<br />

ve diğer semavi kitaplard ır.<br />

3 — Tabiiyata dair eserler. İhvân as-Safa burada tabiiyyatla<br />

hem astronominin, hem de jeoloji ve botani ğin konusuna giren sorunları<br />

kaydediyor.<br />

4 — İlahi kitaplar. Onlara göre bu gibi eserlere ancak melekler<br />

ve onlar gibi olan insanlar dokunabilir. Bu eserler nefsin ve ruhun<br />

hallerinden bahsederler<br />

I şte bu kaynaklara dayanarak yazd ıkları risâleleri son derece<br />

gizli usullerle yaymağa çalışırlardı. Propagandac ılar, herkesin mizaç<br />

ve kültür derecesine göre hareket ederek cemiyetin fikirlerini telkin<br />

ve ne şrederlerdi. Bu bak ımdan Bâtınilere çok benzerler 8. Hattâ aralarında<br />

Bâtmilerde oldu ğu gibi iş bölümü vardır:<br />

ı — Ya şları 15-3o aras ında olan gençler. Bunlar sanat sahibi<br />

kimseler olup üstatlar ına itaatla mükelleftirler. Nasihatlar ı kabule<br />

elveri şli, kalbi temiz olan bu kimselere al-Ebrâr veya ar-Ruhamâ<br />

ad ı verilirdi.<br />

2 — Siyasetle me şgul olan reisler. Bunlar 3o-4o ya şında kimselerdir.<br />

Felsefe ve akliyat ı bilirler. Kendilerine al-Ahyâr ve al-Fudalâ<br />

ad ı verilirdi.<br />

3 — Saltanat sahibi melikler mertebesi: Bu mertebeye dahil<br />

olanlar ın ya şı 4o-5o dir. Bunlar ilahi kanunlar ı korumas ını bilen<br />

kimselerdir. Kendilerine al-Fudalâ al-Kirâm ad ı verilirdi.<br />

* Resâil Ihvân as-Sara'n ın terkibi ve konular ı hakk ında bak. Isa Sadik, Tarif-i<br />

Ferheng-i Avrupa, Tahrân bask ısı .<br />

6 Ord. Prof. H. Z. Ülken, Islam Felsefesi Tarihi, s. 84, Ist. 1957.<br />

7 Bak. Resail, c. IV, s. 42.<br />

8 Resâil Ihvân as-Safâ'mn Hz. Ali neslinden bir imam ın sözü veya bir k ıs ım mutezili<br />

bilginlerin eseri olduğu da rivayet edilmi ştir Fakat bu rivayetler zay ıftır. Bak. Yusuf Z.<br />

Yörükân, Ihvân as-Safâ, Darulfünun Ilahiyat Fak. Mecmuas ı, say ı : I, s. 185, Ist. 1925; Ibn<br />

Teymiyye, Kitâb Bugyet al-Murtâd, s. 59, al-Kahire 1329.<br />

141


4 — En yüksek mertebeye dahil olanlar ın ya şı 5o den daha yukarıd<br />

ır. Bütün Cemiyet mensuplar ı bu mertebeye ula şmağa davet<br />

edilirdi. Bu mertebeye eri şenler hakk ı gören ve "Ahiret hallerini bilen<br />

kimseler olarak telâkki edilirdi 9 .<br />

İşte aralar ında böyle mertebe ve i ş bölümü olan İhvân as-Safâ,<br />

taraftarlar ının çe şitli memleketlere yay ıldığın ı bizzat kendi eserlerinde<br />

aç ıklamışlard ır ". Bunlar aras ında bir çok prenslerin, vezirlerin,<br />

emirlerin, tüccar ın, bilginlerin, ediplerin, faldhlerin ve sanatç ının<br />

bulunduğunu söylemi şlerdir. Cemiyet mensuplar ının bulunduklar ı<br />

yerlerde kendi aralar ında gizli toplant ılar yapmalar ı için de tavsiyelerde<br />

bulunmu şlard ır ".<br />

Ayrıca bir gün kendilerinin her tarafta izhar edilece ğini ve amaçlarına<br />

eri şeceklerini de telkine çal ışmışlard ır ".<br />

Resâil'de " riyazî , felsefit, ruhani ve astronomik konulara, özellikle<br />

tabiat ve din felsefesine ve ahlâka önem verilmi ştir. Yer yer harflerden<br />

ve say ılardan özel anlamlar ç ıkarılarak hurufilik de yap ılmışt<br />

ır. Hurufilik ise ilim d ışı bir şeydir.<br />

İhvân as-Safâ, âlem'in var olu ş meselesinde Yeni Eflatuncu'lar ın<br />

ve özellikle Plotinos'un etkisinde kalm ıştır. Bu konuda yazd ıklar ı<br />

ifadeler, bu etkiyi aç ıkca göstermektedir. Onlara göre Allah'tan ilkin<br />

Akl- ı Evvel sudur eder. Akl- ı Evvel'den Nefs-i Külli ç ıkar ve Nefs-i<br />

Külli'den de felekler ve ki şisel ruhlar sudur eder. Nihayet en alt basamakta<br />

olan madde meydana ç ıkar. Ki şisel ruhlar ın Allah'a yükselebilmesi<br />

için aşağıdan yukar ıya yine ayn ı meratibi tâkip etmesi gerekir<br />

".<br />

Bu nazariyenin ayn ı zamanda Fârâbi (Ölm. H. 339/M. 95o)<br />

ve İbn Sinâ (Ölm. H. 428 /M. ı o36) tarafından da benimsendiği<br />

bilinmektedir. Bu iki filozof gibi İhvân as-Safâ da bu konuda Islâmiyetle<br />

Yunan felsefesini uzla şt ıramamışt ır. Zira İslâmiyete göre Allah<br />

alemi sudur yoluyla de ğil, hür iradesiyle yaratt ı .<br />

9 Bak. al-Bustani, Resâilu Ihvân as-Safa, c. I, s. 7-8 Beyrût 1957; De Boer, Tarih<br />

al-Felsefe fil-Islam, s. 123-124, al-Kahire 1954; Hanna'l-Fahûri ve Halil al-Cerr, Tarih al<br />

Felsefet aI-Arabiyye, c. I, s. 232, Beyrût.<br />

10 Bak. Resâil, c. IV, s. 165.<br />

11 Bak. Ayn ı eser, c. IV, s. 41.<br />

12 Bak. Ayn ı eser, c. IV, s. 147.<br />

13 Ihvân as-Safâ'mn yazd ığı risalelerin adedi 51 tanedir. Baz ı rivayetlere göre<br />

de 52 dir.<br />

14 Bak. Resâil, c. III, s. 232-241; Ord. Prof. H. Z. Ülken, an ılan eser, s. 87-88; De<br />

Lacy O'leary, Islam Dü şüncesi ve Tarihteki Yeri, s. 88, <strong>Ankara</strong> 1959.<br />

142


thvân as-Safâ'n ın bilgi nazariyesinde de çeli şme vard ır. Bazan<br />

bilginin yaln ız şu üç yoldan ö ğrenilece ği görü şünü savunmu ştur:<br />

— Duyular yoluyla.<br />

2 — Akıl yoluyla. Bu ak ıl ile insan di ğer canl ılardan ayrılır.<br />

3 — Burhan yoluyla. Bu yolla kazan ılan bilgilere zorunlu bilgiler<br />

dahildir. Meselâ iki kere iki dört eder gibi. Ayr ıca aritmetik ve geometnide<br />

isbat yoluyla edinilen bilgiler de bu gruba girer ".<br />

İhvân as-Safâ, Risalet al-Hâss Va'l-Mahsüs'da daha çok sensualisme'e<br />

meylediyor. Fakat duyum esnas ında duyular ın mizacının<br />

deği ştiğini ve dolayısiyle yan ılmalar ın olduğunu ima etmekle şüpheciliğe<br />

de yakla şnuş oluyorlar ".<br />

Fakat onlar Risâlet al-Ba's Va'l-K ıyâmet'de bilgi ö ğrenme yollar<br />

ına vahyi de ilâve ediyorlar ".<br />

Ayr ıca ancak mystique yola sülûk edip kalbi temizlemek suretiyle<br />

en şerefli ilim olan ilâhi hakikatlara ula şılaca ğını söylüyorlar.<br />

Din felsefesi yapmak için ak ıl ile şeriat ı uzlaşt ırmağa çal ışmışlardır.<br />

Özellikle bütün dinleri felsefeli tek bir din haline getirme ğe önem<br />

vermi şlerdir. Bu sebeple de Resâil'i yazarken her dinin görü şlerinden<br />

istifade etmi şlerdir. S ık s ık Kur'an âyetlerini delil olarak zikretmeleri<br />

daha çok islamiyetten mülhem olduklar ını aç ıkca gösteriyor. Esasen<br />

onlar, Arab şeriat ı ile Yunan felsefesi uzla şt ır ılmal ıd ır, tezini savunmuşlard<br />

ır. Fakat çok defa islâmiyete ayk ır ı ve çelişik ifadeler de kullanmışlard<br />

ır. Her şeyden önce gizli çal ışmalar ı, resmi makamlarca<br />

tâkibata u ğramak korkusundand ır. Bununla beraber Orta Ça ğda<br />

Resâil, pek çok kütüphaneye yay ılmış ve birçok dü şünürler tarafından<br />

okunmu ştur. Nitekim Gazzali (Ölm. H. 505 /M. i ıı Resâil thvân<br />

as-Safâ'y ı okuduğunu inkâr etmiyor ". Bununla beraber Gazzâli<br />

onlar ın felsefesini çok çürük bulur.<br />

İbn Teymiye (Ölm. H. 728 /M. 1327) ise Fetâvâ's ında thvân<br />

as-Safâ'y ı z ınd ıkl ıkla suçluyor ve onlar ın amac ının islâmiyeti y ıkmak<br />

olduğunu söylüyor.<br />

Böylece ihvân as-Safâ'mn genel karakterini inceledikten sonra<br />

onların ahlâk anlay ışlarını tahlil etmeğe çalışacağız:<br />

15 Bak. Resâil, c. II, s. 396-397, 415; c. III, s. 232.<br />

16 Bak. Ayn ı eser, c. II, s. 401; Ord. Prof. H. Z. Ülken, an ılan eser, s. 85.<br />

17 Bak. Resâil, c. III, s. 303.<br />

18 Bak. al-Gazzali, al-Munkiz Min ad-Dalâl, çeviren: Hilmi Güngör, s. 28, 43, İst.<br />

1948.<br />

143


ihvan as-Safâ'ya göre insan ahlak ına başlıca 4 sebep etki yapar:<br />

İnsan' ın yarat ıl ışından sahip oldu ğu mizaç.<br />

2 — İnsan' ın içinde ya şadığı memleket ve o memleketin iklimi.<br />

3 — Aile, Okul ve din e ğitimi.<br />

4 — Çocu ğun ana rahmine dü ştüğü ve doğduğu zamanda semadaki<br />

yıldızların durumu ı 9.<br />

thvan as-Safâ'n ın eğitim ve öğretimin ahlak üzerinde etkisi hakkında<br />

anlatt ığı bir hikaye oldukça dikkati çekicidir. Bu hikayede çölde<br />

seyahat eden bir Yahudi'nin, yol arkada şı olan bir Mecusi'yi nas ıl<br />

aldatt ığı anlatılmaktad ır. Buna kar şıl ık Mecusi'nin, Yahudi hakk ında<br />

daima iyilik dü şündüğü belirtilmektedir ".<br />

Hikâyenin as ıl önemli tarafı, eğitimin ve telkin edilen inanc ın<br />

çocuğun ahlakına nas ıl etki yapt ığın ı göstermesidir. Çünkü Yahudi,<br />

çocukluğundan beri ald ığı dini telkinin etkisinde kalarak kendi Manc<br />

ından olm ıyan yol arkada şını aldatmış ve ona ac ımam ıştır. Mecusi<br />

de kendi dininin icab ı olarak kendi inanc ında olsun veya olmas ın<br />

herkes için iyilik dü şünmü ştür.<br />

Demek ki çocuklar ın ahlaki formasyonuna, onlara telkin edilen<br />

inançların ve eğitimin büyük etkisi vard ır. Zaten Ihvan as-Safa, ad ı<br />

geçen Yahudi-Mecusi örne ği ile de bu etkiyi ifade etmek istemi ştir.<br />

Bu anlatt ıklarımızdan şu sonuca var ıyoruz ki thvan as-Safa ahlakta<br />

eğitim ve ö ğretimin rolüne çok de ğer vermi ştir.<br />

ihvan as-Safa ahlak meselesinin teolojik yönü üzerinde de duruyor<br />

ve insan öldükten sonra ruhunun şu dört özelli ğe göre iyi veya<br />

kötü kar şılık görece ğini belirtiyor:<br />

— Sonradan kazamlm ış mutad ahlak.<br />

2 — Eğitim yoluyla ö ğrenilmi ş ilimler.<br />

3 — inamlm ış fikirler.<br />

4 — Tecrübe ve irade ile kazamlm ış ameller 21 .<br />

Burada ıhvan as-Safâ'mn e ğitime olduğu kadar irade ve ki şisel<br />

tecrübeye de çok önem verdi ği görülmektedir. Bu demektir ki insan<br />

144<br />

19 Bak. Resâil Ihvân as-Safâ, c. I, s. 299, Beyrût 1957.<br />

20 Bak. Resâil Ihvân as-Safâ, c. I, s. 308-310..<br />

21 Bak. Resâil Ihvân as-Safâ, c. III, s. 350.


akıl, irade ve tecrübesiyle telkin neticesinde edindi ği kötü alışkanl ıklarından<br />

kendini temizleme ğe çal ışmalıdır. Nitekim onlar insan ın,<br />

başkas ın ın bir hareketini kendisine maletmeden önce kendi akl ını<br />

kullanmas ını ve en iyi olan ı seçmesini tavsiye ediyorlar. Hattâ insan ı<br />

bir vicdan muhasebesine ça ğırıyorlar". Bu hususta Kur'an'dan da<br />

delil getiriyorlar: "Ey iman edenler kendi kendinizi dü şünmek size<br />

aittir" 23.<br />

thvan as-Safâ insanlar ın özellikle kibir, h ırs ve l ıasetten sak ınmalarını<br />

tavsiye ediyor ". Bu üç kötü vas ıf, Islamiyet'in de reddetti ği<br />

öz elliklerd endir.<br />

thvan as-Safa insanlar aras ında karde şliğin gelişmesine engel<br />

olan 4 husus üzerinde de çok durmaktad ır. Bu hususlar şunlard ır:<br />

— Kötü fiiller i şlemek.<br />

2 — Fena fikirler ta şımak.<br />

3 — Ahlak ve mâneviyattan yoksun bulunmak.<br />

4 — Büyük bir cehalet içinde olmak 25 .<br />

thvân as-Sara'n ın en çok üzerinde durdu ğu konulardan biri de<br />

insan' ın kendi ahlak ını, dünya ve âhiret meselelerini beraberce yürütmek<br />

üzere ayarlamas ıdır 26 . Onlar insan' ın ceset ve ruhtan mürekkep<br />

bir varl ık olduğunu hat ırlatarak hem cesedin bak ımına, hem de<br />

ruhun güzel ahlâkla temizlenmesine dikkati çekmek istiyorlar.<br />

Nitekim Resail'in yazarlar ı "müsamahakâr ol, iyiliği emret ve<br />

cahillerden sak ın" 27 anlamındaki ayetin tefsiri olan şu hadisi hat ırlatmaktad<br />

ırlar: "Bu ayet ahlak ın asil faziletlerini özetliyor. Bu faziletler<br />

7 tanedir:<br />

ı — Zulme afla mukabele etmek.<br />

2 — Yoksullar için cömert olmak.<br />

3 — Terke kar şı dostluk bağlarını korumak.<br />

4 — Kötülü ğe kar şı iyilik yapmak.<br />

22 Bak. Adel Awa, an ılan eser, s. 145.<br />

23 Bak. Sûre: V, ayet: 105.<br />

24 Bak. Resâil İhvan as-Safâ, c. III, s. 351-352.<br />

25 Bak. Adel Awa, an ılan eser, s. 146, Bilindi ği gibi Sokrates de ahlaks ızlığın cehaletten<br />

geldiği kan ısındadır.<br />

26 Bak. Resâil, c. I, s. 260-261.<br />

27 Bak. Sûre, VII, ayet: 199.<br />

145


5 — Aldatmaya kar şılık olarak iyi nasihatlar vermek.<br />

6 — Dedi-koducu lehine Allah'a dua etmek.<br />

7 — Hiddete kar şı kendine hâkim olmak ve kalp sükûnunu korumak"<br />

".<br />

Resâil thvan as-Safa'da siyasi ahlâka da önem verildi ğini görmekteyiz.<br />

Onlarda siyaseti de içine alan şöyle bir taksim var: Ahlak ın<br />

baz ısı yarat ıl ıştan olan tabii ahlakt ır. Baz ısı nefsani ve ihtiyaridir.<br />

Diğer bir k ısmı fikri ve akli'dir. Nihayet baz ı ahlak da kanuni ve<br />

siyasidir 29 . Tabiat nefsten öncedir ve ona hizmet edicidir. Nefs akla<br />

hizmet edicidir ve ondan öncedir. Ak ıl kanuna hizmet edicidir ve<br />

ondan evvel , gelir. Tabiat bir ahlaki yarat ılışta kökle ştirdiği zaman,<br />

nefs ihtiyar ı ile onu izhar eder. Sonra ak ıl gelir ve dü şüncesiyle onu<br />

olgunla ştırıp tamamlar. Sonra da siyasi kanunlar emir ve yasaklarla<br />

bu ahlaki de ğiştirir, düzeltir ve sa ğlamlaştırır.<br />

Ihvân as-Safa'n ın siyasi ahlâka dair verdikleri bilgi bu kadar<br />

değildir. Onlar ın verdikleri şu örnek ve tavsiyeler de oldukça dikkati<br />

çekicidir:<br />

Müslüman bir Hint k ıralı, ölümünün yakla ştığını anl ıyarak tek<br />

varisi olan o ğlunu çağırt ıp şu nasihatlar ı verir:<br />

Tevhid prensibini kabul etmek. 2— Gece gündüz Allah'a dua<br />

edip yalvarmak. 3— Peygamberlerin vazifelerinin gerçekli ğini tanımak<br />

ve onlar ın getirdi ği kitaplara inanmak. 4— Insanlar ı idare ederken<br />

ilahi kanunlar ı korumak. 5— Alçak gönüllü olmak. 6— Zulüm ve diktatörlükten<br />

sak ınmak. 7— Kad ınlara dü şkün olmamak ve onlar ın<br />

hükmü alt ına girmemek. 8— Içki içmemek. 9— Cömert olmak ve dostdü<br />

şman herkese ac ımak. ı o— Sözünde durmak ve yap ılan vaadlar ı<br />

yerine getirmek.<br />

Kıral, bunlardan ba şka oğlundan şu ı o hususa riayet etmesini<br />

ister:<br />

ı -- İyi bir karakter sahibi olmak. 2— En iyi edep kaidelerine riayet<br />

etmek. 3— Vaadlarda samimi olmak ve onlar ı yerine getirmek. 4— İnsanlar<br />

için iyilik ve af dü şünmek. 5— K ıskançlığı bırakmay ı en iyi<br />

manevi süs telâkki etmek. 6— Hiçbir dü şman sahibi olmamaya çal ışmak<br />

ve e ğer dü şman sahibi olunursa, hiç olmazsa iyilik yapmak sure-<br />

28 Bak. Adel Awa, an ılan eser, s. 144.<br />

29 Bak. Resâil, c. I, s. 318-319.<br />

146


tiyle onu cezaland ırmak. 7— Allah' ın sana idaresini emanet etti ği şeyi<br />

fenaya kullanmamak. 8— Kuvveti, şehvet kar şısında yenmek. 9— Bu<br />

dünyay ı "Ahirete tercih etmemek. ı o— Seni ilgilendirmeyen şeye kendini<br />

karıştırmamak ve Allah' ın senin salâhiyetine dahil etmedi ği hususlarla<br />

me şgul olmamak.<br />

Hükümdar o ğluna son olarak da şu nasihatlarda bulunur:<br />

ı — Saray adamlar ına ait bütün haberlerle ilgilenmek. 2— Herkesi<br />

fiilinin derecesine göre mükâfatland ırmak. 3— Cihan şümûl bir adalete<br />

sahip olmak. 4— Zalimlikten sak ınmak. 5— Mevki ve hediye da ğıt ırken<br />

alimle cahili ay ırdetmek. 6— Vali tayin etmek için adi ve köle ruhlu<br />

kimseleri seçmemek. Çünkü onlar ın fiilinin sorumluluğu hükûmdara<br />

yükletilir. 7— Ancak kendi dininden olan insanlarla mü şavere yapmak.<br />

Çünkü diğerleri fena tavsiyelerde bulunabilir. 8— Vezirin gerek siyasi<br />

ve gerekse dini yönden ça ğdaşlarının aras ında en iyisi olmalıdır.<br />

9— Kuvvetlinin zarfa hücûm edip ezmesini önlemek ve mazlumun<br />

yard ımına koşmak. ı o— Mal sahiplerine haklar ını iade etmek".<br />

Görülüyorki Resairde yer alan bu ahlaki ve siyasi nasihatlar<br />

aras ında tekrar edilen hususlar vard ır. Fakat biz bu nasihatlardan<br />

thvân as-Safa'n ın ilim kadar siyasi sorunlara da nüfûz ettiklerini<br />

ç ıkarabiliriz. Esasen onlar ın eserleri içinde bir risâle de tamamen<br />

siyasete ayr ılmış bulunmaktad ır ".<br />

thvan as-Safa, siyasi ahlak kadar amell ahlak kaidelerine de çok<br />

önem vermi ştir. Bu hususta Hz. Muhammed'in "mümin kendi nefsi<br />

için istemediğini, ba şkas ı için istemez" anlam ındaki hadisinin üzerinde<br />

duruyorlar ".<br />

Bu demektir ki insan kendi nefsi için tatbik etmedi ği ve etmiyeceği<br />

bir fiili ba şkas ı için de istememelidir.<br />

Resail'in yazarlar ı, Kur'an'dan da delil getirerek ilim adamlar ı-<br />

nın, fakihlerin, âbidlerin ve özellikle zâhidlerin ahlak ını çok öğmektedir.<br />

Zahidlerin ahlak ına dair söyledikleri aras ında şu hususlar da<br />

vardır:<br />

— Az yemek. 2— Şehveti terketmek. 3— Lüzumsuz konu şmamak.<br />

Vakarl ı olmak. 5— Takva sahibi olmak. 6— Ba şkalar ına ac ımak ".<br />

30 Bak. Adel Awa, an ılan eser, s. 142-144.<br />

31 Bak. Resâil, c. IV, s. 250 vdd.<br />

32 Bak. Ayni eser, s. IV, s. 258.<br />

33 Bak. Resâil Ihvân as-Safâ, c. I, s. 356-363.<br />

147


Onlara göre bu prensipler gibi daha birçok hususlar ı gözeten zahitler,<br />

velllik derecesine ula şabilirler. Velllik derecesine yükselen kimse ise<br />

meleklerin hakikatini ve onlar ın ilhamını bilir.<br />

Nihayet İhvan as-Safâ insanlar ı, dünya ve Âhiret durumlar ına<br />

göre 4 bölüme ay ırıyor:<br />

— Dünya ve Âhirette mes'ut olanlar. Bunlar dünyada zengin<br />

ve s ıhhatlidir. Bununla beraber az bir şeye kanaat ederler. Âhiret<br />

için de faziletli olma ğa çalışırlar.<br />

2 — Dünyada mes'ut ya şıyan ve Âhirette bedbaht olmas ı gereken<br />

kimseler. Bunlar dünya nimetlerine garkolmu ştur. Bu suretle kendilerini<br />

zevk ve e ğlenceye verip Âhireti ihmal eden kimselerdir.<br />

3 — Dünyada s ıkıntı çeken ve fakat Âhirette bahtiyar ya şıyacak<br />

olan kimseler. Bunlar ömürleri boyunca geçim u ğrunda emeklerini<br />

sarfetmelerine ra ğmen, ihtiyaçlar ını kar şılayamazlar. Fakat şerlat ın<br />

emirlerini ifa edip Allah' ı raz ı etmeğe çalışırlar.<br />

4 — Hem dünyada, hem de Âhirette bedbaht olacak kimseler.<br />

Bu grubtan olanlar uzun ve s ıkınt ılı çalışmalarına rağmen bu dünyada<br />

arzularına kavu şamazlar. Ayn ı zamanda ilahi kanânlar ı da gözetmezler.<br />

Allah' ın emirlerini tutmazlar ".<br />

İhvan as-Safâ insanlar ı böyle 4 bölüme ay ırd ıktan sonra dünya<br />

ve Âhirette mes'ut olma yollar ını gösteriyor. Bu demektir ki dünya<br />

ve Âhiret i şlerini beraberce yürütenler en isabetli hareket edenlerdir ".<br />

Ahlak ını bu amaç için ayarl ıyan kimsenin durumu, İslâmiyetin ruhuna<br />

da uygundur. Nitekim Hz. Muhammed'in şu hadisi, bu hususu<br />

belirtmektedir: "Dünyay ı Âhiret için veya Âhireti dünya için terkedeniniz<br />

en hay ırl ınız değildir, fakat her ikisine de beraberce önem<br />

vereniniz en hay ırlınızd ır".<br />

SONUÇ<br />

İhvan as-Safâ'n ın ahlâka dair görü şleri aras ında tam bir düzen<br />

ve bağlılık mevcut de ğildir. Her şeyden önce belirtelim ki bir yandan<br />

hem dünya, hem de Âhiret sorunlar ının beraberce yürütülmesi tezini<br />

savunurken, diğer yandan en yüksek ahlak sahibinin zâhitler aras ında<br />

bulunabileceğini ileri sürmeleri bir çeli şme meydana getirmektedir.<br />

34 Bak. Aynı eser, c. I, s. 331-333.<br />

35 Bak. Ayn ı eser, c. IV, s. 165.<br />

148


Onlar ın çe şitli din ve ekolün etkisinde kaldığını hat ırlarsak, bu çeli ş-<br />

menin sebebi daha iyi aç ıklanm ış olur.<br />

Bununla beraber onlar birçok temel ahlak sorunlar ını kaleme<br />

almışlard ır. Hattâ onlar ın, iyiliği amaç edinen ve ahlak ın dışında hiç<br />

bir ciddi felsefe kabul etmiyen Sokrates'in izinde olduklar ını söyliyebiliriz.<br />

ihvan as-Safa'n ın üzerinde durduklar ı ahlaki sorunlardan<br />

birisi, iyiliğin bizzat iyilik için yap ılmas ı prensibidir. Iyilik ne mükâfat,<br />

ne de korku için i şlenmemelidir. Onlara göre iyilik, bizzat kendisi<br />

için değil de bir menfaat veya ba şka bir amaç için yap ılırsa, iki yüzlü<br />

hareket edilmi ş olur. Bu ise ahlâka ve dine uym ıyan kötü bir fiildir.<br />

Alman filozofu Kant (Ölm. ı 8o4)' ın da Ihvân as-Safâ'dan yüzy ıllarca<br />

sonra en yüksek iyili ği gerçekle ştirmek için bütün gücümüzle çal ışmam<br />

ız gerekti ği prensibi üzerinde durdu ğunu hat ırlarsak, ortaça ğlı<br />

karde şlerin ahlâka dair çal ışmalar ını daha iyi takdir etmi ş oluruz.<br />

Ihvân as-Safâ'n ın, ahlak' ın yarat ılıştan olan mizaç ile ilgisi üzerinde<br />

de durdu ğuna tan ık olmaktayız. Fakat diğer yandan eğitim,<br />

öğretim ve tecrübe ile ahlak ın geli şeceği ve de ğişeceği tezini de savunduklar<br />

ın ı görüyoruz. Bu bak ımdan da gerek iç ve gerek d ış tecrübenin<br />

bize verdi ğinden ba şka bir şeyi bilemiyeceğimizi söyliyen John<br />

Locke (Ölm. i 7o4)'a öncülük etmi şlerdir. Onlara göre insan ın içinde<br />

yaşad ığı iklim ve yer bile insan ahlak ına etki yapar. Safa karde şleri<br />

ova ve dağlık yerlerin, deniz kenar ın ın ve denizden uzak bölgelerin<br />

ve nihayet so ğuk veya s ıcak memleketlerin insan mizac ı ve ahlaki<br />

üzerine etki yapaca ğını aç ıklamışlard ır.<br />

Ihvan as-Safa'n ın yıldızların insan fiilleri üzerinde etki yapt ığı<br />

yolundaki çal ışmalarını, ortaçağda pek önem verilen astroloji ilmi<br />

çerçevesinde mütalaa etmek gerekir.<br />

Sonuç olarak diyebiliriz ki Ihvan as-Safa baz ı gizli amaçlar ına<br />

rağmen insanlar ı daha olgun bir hale getirmek için önemli ahlak<br />

sorunları üzerinde durmu şlar, felsefe kültürünün yay ılmas ına hizmet<br />

etmişler ve insanlar ı kendi nefsi hakk ında dü şündürmeğe çal ışmışlard<br />

ır.<br />

149


MUTEZİLE VE AKIL MESELES İ<br />

Mutezile fırkas ımn islam dü şüncesi tarihinde ak ılc ı faaliyetiyle<br />

şöhret yaptığı bilinmektedir. Biz bu ara ştırmamızda ilkin bu firkamn<br />

doğup geli şmesinden, sonra genel prensiplerinden ve nihayet ak ıl<br />

anlayışından bahsedece ğiz. Bunlar ı yaparken yeri geldikçe Mutezilenin<br />

diğer mezheplerle yapt ığı siyasi ve fikri çeki şmelere de dokunaca ğız :<br />

Mutezile ve Geli şmesi<br />

Hz. Muhammed hayatta iken Müslümanlar gerek siyasi ve<br />

gerekse fikri bak ımdan birlik halinde idiler. Hz. Muhammed'in<br />

vefat ından sonra da bir müddet bu birlik ve beraberlik devam etti.<br />

Fakat İslam devletinin s ınırlar ının genişlemesi ve ticari faaliyetler<br />

Müslümanların yabanc ı kültürlerle temas ını kolayla şt ırd ı. Özellikle<br />

Iran ve Yunan kültürü ile yak ından ilgilenmek imkanı has ıl oldu.<br />

Yabanc ı kültürler, bir çok müslim kimseler üzerinde etki yapma ğa<br />

başlad ı. Artık saf islam akidesini savunmak laz ım geliyordu. Bir çok<br />

hususlarda akıl ile nakil uzlaştırılmak istendi. Kuran' ın ruhuna ayk ırı,<br />

sap ık fikirlere kar şı koymak ve müsbet delillerle İslam akidesini korumak<br />

amaciyle kelâm ilmi do ğdu. Bu ilimde en çok sözü geçen fırkalardan<br />

birisi de Mutezile fırkas ıdır.<br />

Mutezile sözü ba şlang ıçta siyasi anlamda kullan ılıyordu ve bu<br />

söz tarafs ız bir topluluğu ifade ediyordu. Özellikle Hz. Osman katledildikten<br />

sonra ne Hz. Ali ve ne de Hz. Ai şe tarafını tutmıyan tarafsiz<br />

kimselere Mutezile dendi 1. Bunlar aras ında Abd Allah b. Ömer<br />

b. al-Hattab, Muhammed b. Mesleme al-Ansarl ve Usame b. Zeyd<br />

b. Hârise vard ı. Bunlar her iki tarafa hürmet eden ve ibadetle u ğraşan<br />

tarafs ız müslümanlardan idiler.<br />

Yine Hz. Hasan - Hz. Muaviye mücadelesinde tarafs ız kalan,<br />

ilim ve ibadetle me şgul olan kimseler de Mutezile diye adland ır ıldılar 2 .<br />

150<br />

1 Bak. an-Nevbahti, F ırak a ş-Şia, s. 25-26, Necef 1379.<br />

2 Bak. al-Malati, at-Tenbilı Va'r-Radd Ala Ehl al-Ehva Va'l-B ıda, s. 3, D ımeşk 1369.


Mutezile isminin dini mânada kullan ılışı Vas ıl b. Ata al-Gazzal<br />

(Ölm. H. 131/M. 748)' ın Hasan al-Basri (Ölm. H. ı 'o/M. 728)'nin<br />

meclisinden ayr ılmasiyle ba şlar. Bu ayr ılığın sebebi şudur: Bir gün<br />

Hasan al-Basri:nin meclisine bir adam gelerek a şağıdaki soruyu sordu:<br />

"Büyük günah (kebire) i şleyen mümin midir, kâfir midir" Bu<br />

soruya hocas ı cevap vermeden önce Vas ıl b. Ata şöyle cevap verdi:<br />

"Büyük günah i şleyen ne mümindir, ne de kâfirdir; o fas ıkt ır". Hasan<br />

Basri bunun üzerine "kad i'tezele anna'l-Vas ıl" yani "Vas ıl bizden<br />

ayr ıldı" diyerek ö ğrencisi Vas ıl' ı meclisinden uzakla ştırd1 5. Bundan<br />

sonra Vas ıl gibi dü şünenlere "itizal edenler" anlam ına "Mutezile"<br />

dendi 4 .<br />

Böylece do ğan itizali fikirler süratle geli şti. Özellikle Memun<br />

(Ölm. H. 218/M. 833) gibi bir halife'nin Mu'tezileyi resmen mezhep<br />

edinmesi, bu fikirlerin esasl ı bir surette Müslümanlar aras ında yay ılmas<br />

ını sağlad ı. Birbirini takip eden Ebu Huzeyl (Ölm.. H. 235/M.<br />

849), Bi şr b. Mutemir (Ölm. 2to /M. 825), Nazzam (Ölm. H. 231/<br />

M. 845) 5, Cahiz (Ölm. H. 255/M. 868) ve Cubbai (Ölm. H. 303 /<br />

M. 915) gibi derin ilim adamlar ı yeti şti. Ancak hicri 3oo /M. 912<br />

yılına do ğru E ş'ari (Ölm. H. 33o /M. 94t )'nin 6 itizalden vazgeçip<br />

sünni bir sistem kurmas ı Mu'tezile için a ğır bir darbe oldu. Fakat<br />

hicri 4. yüzy ılda şii olan Büveyh o ğullarının hâkimiyeti ele alarak<br />

halifeler üzerinde nüfûz kurmalar ı 7, Mu'tezilenin etkisinin yeniden<br />

canlanrnas ına sebep oldu. Bu devirde Mutezile baz ı şii akidelerine<br />

de uyarak geni ş bir kütlenin deste ğini kazand ı. Btiveyhilerden Adud<br />

ad-Devle (Ölm. H. 372 /M. 982), Mutezile mezhebi üzerinde amel<br />

ediyordu. Amman, Bahreyn ve Huzistân taraflar ına da Mu'tezilenin<br />

nüfûzu etki yapt ı. Özellikle Irak'ta bunlar ın miktar ı çoktu. Ad ı geçen<br />

3 Hasan al-Basri'ye göre büyük günah i şleyen hem mümin, hem de fas ıktır Günah ını<br />

çektikten sonra tekrar Cennete girebilir.<br />

4 Bak. Muhammed b. an-Nu'mân, Evâil al-Makalat fi'l-Mezahib Va'l-Muhtarat,<br />

s. 4-7, Tebriz 1371; a ş-Şehrestâni, al-Milel Va'n-Nihal, c. I, s. 68, Matbaat al-Ezher bask ıs ı,<br />

Mısır; al-Ba ğdadi, al-Fark Beyn al-F ırak, s. 71, M ısır 1948; al-Isferayini, at-Tabsir fl'cl-<br />

Din, s. 64-65, M ısır 1955; Ahmed b. Yahya b. al-Murtada, Kitâb Tabakât al-Mutezile,<br />

s. 3, Beyrat 1961.<br />

5 Watt, W. Mentgomery, The Political Attitudes of the Mu'tezilah, journal of the<br />

Royal Asiatic Society of Great Britain And Ireland, say ı : 1-2, s. 42, London 1963.<br />

6 Bu zatın hal tercümesi için bak ısız : Ebu'l-Abbas Şems ad-Din Ahmed b. Muhammed<br />

b. Ebi Bekr b. Hallikân, Vefeyât al-A'yân Va Enba Ebna az-Zaman, c. II, s. 336-447,<br />

al-Kahire 1948.<br />

7 Bak. Zuhdi Hasan Carullah, an ılan eser, s. 203-212; W. Bathold-Fuat Köprülü,<br />

Islam Medeniyeti Tarihi, s. 48-49, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

151


Büveyhi Sultan' ın vezarete getirdi ği Sahib b. Abbad (Ölm. H. 385 /<br />

M. 995) devrinde Mutezilenin şöhreti son derece artt ı. Çünkü bu<br />

vezir i'tizal sistemine inan ıyor ve bu sistemi yayma ğa çal ışıyordu.<br />

Sahib b. Abbad' ın ölümünden sonra itizali cereyan yeniden gözden<br />

dü ştü. Esasen Büveyhiler de zay ıflama ğa ba şlamışt ı. Bunu firsat<br />

bilen Halife al-Kadir Billah (Ölm. H. 422 /M. ı o3o) Mu'tezile'nin<br />

aleyhine durum ald ı ve hattâ onlar ı tekfir etti'.<br />

Sünni olan Gazneli Mahmud (Ölm. H. 421 /M. ı o3o) da H.<br />

42o /1°29 y ılında Büveyhilerin merkezi say ılan Rey'i i şgal ederek<br />

Fahr ad-Devle'nin o ğlu Mecd ad-Devle'yi bertaraf etti. Böylece Sünnilik<br />

yeni bir hami buldu'.<br />

Fakat Selçuklu Sultan Tu ğrul Bey' (Ölm. H. 455 /M. 1°63) in<br />

nüfüzunun islam ülkesinde artmas ı, Mu'tezile'nin de yeniden y ıld<br />

ız ının parlamas ın ı sağlad ı. Zira Tu ğrul Bey'in veziri Amid al-Mulk<br />

Ebu Nasr Muhammed b. Mansur al-Künderi (Ölm. H. 456 /M.<br />

ı o63) ıo Mutezile mezhebine salikti. Bu sebeple de E ş'ariler aleyhinde<br />

hareket ediyor ve onlar ı lânetlemek için va'zlar verdiriyordu H. Amid<br />

al-Mulk, H. 455 /M. 1063 y ılında saltanat ı eline geçiren Alp Arslan' ın<br />

gözünden dü şerek H. 456 /M. ı o63 da katledildi. Alp Arslan vezarete<br />

Nizam al-Mulk (Ölm. H. 485 /M. ı o92) gibi hem sünni olan ve hem de<br />

ilmi seven bir zat ı getirmekle E ş'ariliğin yeniden yayılmas ını sağladı .<br />

Nizam al-Mulk, İmam al-Harameyn (Ölm. H. 478 /M. 1°85) ve<br />

Ebu Hamid al-Gazzali (Ölm. H. 5o5 /M. ı i i ı ) gibi Eş'ari okuluna<br />

mensup olan ilim adamlar ını korudu. Hattâ sünni sistemin yay ılmas ı<br />

için medreseler yapt ırd ı .<br />

Ancak art ık Bağdad ve civar ında bar ınam ıyan itizal hareketleri<br />

Harezm taraflar ına kayd ı. Fakat bu hareketler art ık Sünniliğe<br />

mağlup olmuştu. Bununla beraber yer yer itizali fikirler ta şıyan kuvvetli<br />

bilginler yeti şti. Bunlar aras ında Mahmud b. Cerir al-Isfehani<br />

(Ölm. H. 507 /M. ı ı ı 3)'yi ve ö ğrencisi Mahmud az-Zamah şeri<br />

(Ölm. H. 538 /M. ı ı 43)'yi sayabiliriz.<br />

8 Bak. Ebu Bekr Ahmed b. Ali al-Hatib al-Ba ğdâdi, Tarih-i Bağdâd, c. IV, s. 37-38,<br />

Mısır 1931.<br />

9 Bak. Zuhdi Hasan Carullah, an ılan eser, s. 213.<br />

10 Bu vezirin hal tercümesi için bak ınız: Ibn al-Esir, al-Kâmil fi't-Tarih, c. VIII,<br />

s. 96-97, İstikamet Matbaas ı bask ıs ı, al-Kâhire.<br />

11 Bak. as-Subki, Tabakât as- Şâfiiyye al-Kubrâ, c. II, s. 270, al-Matbaat al-Huseyniyye<br />

baskısı, M ısır.<br />

152


Birkaç yüzy ıl sonra Timurlengin arkada şı tan ınmış bilgin Abd<br />

al-Cebbar b. Abd Allah al-Harezmi (Ölm. H. 8o5 /M. ı 4o2)'nin "<br />

itizali fikirleri benimsedi ğini ve yaydığın ı görüyoruz.<br />

Daha sonra itizali dü şüncelerin, Şia'n ın 13 bir kolu olan Zeydiyye<br />

tarafından k ısmen savunuldu ğu anlaşılmaktad ır. Tabakat al-Mu'tezile<br />

yazar ı İbn al-Murtaza (Ölm. H. 84o /M. 1436)'n ın Mutezileyi yaymak<br />

istemesi ve savunmas ı da bunu gösteriyor.<br />

Bugün dahi Şia'n ın ve özellikle Zeydiyye'nin" baz ı i'tizali fik ı r-<br />

leri ya şattığı bilinmektedir'.<br />

Mutezilenin Genel Prensipleri<br />

İşte böylece do ğup gelişen ve birçok kollara da ayr ılmış olan<br />

Mu'tezile'nin genel olarak uyu ştuklar ı şu prensipler vard ır:<br />

— Tevhid Meselesi: Mu'tezile'ye göre Allah'a mahsus en özel<br />

sıfat, kıdem s ıfat ıdır. Yani Allah kadimdir. Allah' ın irade, kelam,<br />

hayat, sem' (i şitme), basar (görme), kudret ve ilim s ıfatlar ını tevil<br />

etmek gerekir. Bu s ıfatlar ın Allah'la beraber ezeldenberi mevcut oldukları<br />

kabul edilemez. Eğer Allah ezeldenberi Hayy, Semi, Basir, Kadir,<br />

Murld, Mütekellim ve Alim olsayd ı birçok kadimlerin bulunmas ı<br />

gerekirdi. Bu ise Allah' ın vandetine ayk ır ıdır. Ancak zatiyle âlimdir,<br />

zatiyle kadirdir denebilir.<br />

Böylece Mu'tezIle Kur'an'da geçen zâti s ıfatlar ı tevil ederek kabul<br />

etmişlerdir.<br />

2 — Adâlet Meselesi: Mu'tezile Allah' ın adâleti meselesine çok<br />

önem vermi ştir. Bu sebeple Adliye veya "Ashab al-Adl" adiyle de adlandırılmışlard<br />

ır. Onlara göre insanlar kendi fiillerini, kendileri yarat<br />

ırlar. Yani insanlar tam irade hürriyetine sahiptirler. E ğer insanlar ın<br />

fiillerini Allah yaratsayd ı, hareket hürriyeti olm ıyan insanlar ın cezalandır<br />

ılmas ı adâlete ayk ırı olurdu. Gerçekte ise Allah Tealâ âdildir.<br />

Kötülük yapan ın cezas ını, iyilik yapan ın da mükffat ını verir. Nitekim<br />

şu âyetler de Allah' ın adil olduğunu aç ıkça beyan ediyor: " Şüphesiz<br />

12 Türkçeyi çok iyi bilen bu zat hakk ında bak ını : Ebû'l-Felâh Abd al-Hayy b.al-<br />

Imâd, şezerât az-Zeheb fi Ahbâr Men Zeheb, c. VII, s. 50, M ısır 1351.<br />

13 Şia ve Mutezile münasebeti için bak: Watt, W. Montgomery, The Political Attitudes<br />

of the Mu'tezilah, Journal of The Royal Asiatic Society of Great Britain And Ireland,<br />

I-II, s. 49-51, London 1963.<br />

14 Bu mezhep Yemende yayg ındır.<br />

15 Bak. Zuhdi Hasan Carullah, an ılan eser, s. 218-220.<br />

153


ki Allah zerre kadar haks ızl ık etmez. En ufak bir iyilik olursa onun<br />

sevab ını kat kat art ır ır" ". "Allah onlara zulmediyor de ğildi, fakat<br />

onlar kendi kendilerine zulmediyorlard ı" 17. " Şüphesiz ki Allah insanlara<br />

hiç bir şeyle zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine<br />

zulmederler" 18 .<br />

İşte bu gibi âyetler Mutezile aç ısından insanlar ın fiil işlemekte<br />

hür oldu ğunu gösterir.<br />

Fakat bu tez bütün kelâm okullar ı tarafından benimsenmi ş değildir.<br />

Mutezile'nin tam kar şıt ı olan Cebriyeciler insanda hürriyet tan ı-<br />

mazlar. Onlara göre insan ın her fiilini Allah yarat ır. Bunlar ın reisi<br />

Cehm b. Safvan (Ölm. H. 128 /M. 745) idi 19. Esasen Mu'tezile fırkasının<br />

kader konusundaki ileri görü şleri, Cebriyecilerin fikirlerine kar şı<br />

bir reaksiyon olarak do ğmu ştu. Eğer Mutezile Cebriyecilerin, insanlığı<br />

tembelliğe sürükliyen kaderci görü şlerini çürütmeseydi, İslâm<br />

Felsefesi tarihi ak ılc ı ve ilerici birçok fikir cereyan ından mahrum kalabilirdi.<br />

Ancak gerek Mutezile'yi ve gerekse Cebriye'yi birbirine tamamen<br />

zıd fikir cereyanlar ı telâkki edip her iki okulun görü şlerini telif etmek<br />

isteyen mezhepler de do ğdu.<br />

Özellikle E ş'arilik bu yolda gayretler sarfetti ". E ş'ari (Ölm.<br />

H. 33o /M. 94 ı )'ye göre fiilleri külli iradesiyle Allah teala yarat ır,<br />

cüzi iradesiyle de kul iktisab eder. Ancak kesb ile teklif meydana gelir,<br />

sevap veya ceza söz konusu olur. Kesbin mânas ı Allah' ın yarattığı fiille<br />

kulun seçim hürriyetinin birle şmesidir. Ba şka bir deyimle kesb, kulun<br />

tesiri olmaks ızın onun ihtiyar ının Allah' ın yaratt ığı fiile iktiranıdır.<br />

Fakat bu ifadeyi de çözümlersek yine kulun hiç bir hürriyeti ve tesiri<br />

yoktur anlam ına gelebilir. Bu sebeple de baz ı kaynaklarda Cehm<br />

b. Safvan' ın görü şüne mutlak veya halis Cebriye, E ş'ari'nin görü şüne de<br />

mutavass ıt Cebriye denmi ştir.<br />

Diğer yandan E ş'arl'nin çağdaş' Maturid1 bu meseleyi daha mutedil<br />

bir surette çözmü ştür: Maturidi (Ölm. H. 333 /M. 944)'Ye göre<br />

bütün filler Allah tarafindan yarat ılmışt ır.<br />

Ancak insan ın da bir fiili iktisab edip etmeme hürriyeti vard ır.<br />

İnsana herhangi bir fiili kesbetme gücünü veren de yine Allah tealad ır.<br />

16 Bak. Nisâ, âyet: 40.<br />

17 Bak. Teybe, âyet: 70 ve Rûm, âyet: 9.<br />

18 Bak. Yunus, âyet: 44.<br />

19 Bak. at-Tabsir fi'd-Dln, s. 96.<br />

20 Bak. Ebû'l-Hasan Kitâb al-LumaTi'r Redd Ala Ehl az-Zeyg<br />

s. 69 vd., M ısır 1955.<br />

154


Şu kadar var ki insan bu gücü kullan ıp kullanmamakta hürdür. İnsan<br />

isterse yarat ılrrıış fiili iktisab eder, isterse etmez. İnsan' ın böyle<br />

bir hürriyeti vard ır. Aksi takdirde Allah' ın adâletinin yani sevap ve<br />

ceza'n ın bir hikmeti kalmazd ı 21 .<br />

Maturidi'nin bu görü şü, Mutezile'nin ilerici görü şüne yak ınd ır.<br />

Ayn ı zamanda yaratmay ı Allah'a, iktisab ı da kula atfetti ği için Ehl-i<br />

Sünnet'in görü şüne de aykırı sayılmaz.<br />

3 — al-Va'd<br />

Mutezile'nin önemli prensiplerinden birisi olan al-va'd<br />

iyi işler i şleyenin sevapland ır ılmas ı ve kötü i şler i şleyenlerin de cezaland<br />

ırılmas ı demektir. Bu prensibi biraz çözümlersek yine Allah' ın<br />

adaletine dayan ır. Eğer iyi fiiller yapanlara Ahirette sevap verilmezse,<br />

Allah' ın adâletinde noksanl ık olur. Halbuki Kur'an âyetleri<br />

Allah' ın kullar ına zulmetmiyece ğini ve adil olduğunu aç ıkça bildiriyor.<br />

O halde al-va'd vel-vaid'in vuku bulaca ğı da gerçektir. İnsanlar,<br />

al-va'd va'l-vaid'in vuku bulaca ğın ı dü şünerek kötülüklerden<br />

sakınıp iyiliğe yönelmelidirler. Daha ba şka bir deyimle Mu'tezile'ye<br />

göre insanlar amele çok önem vermelidirler. Esasen Mutezile ameli,<br />

iman' ın rükünlerinden biri sayar. İman, ikrar, bilgi ve amel ile tamamlan<br />

ır. Burada bilgi meselesi de oldukça dikkati çekicidir. Bu<br />

demektir ki Mutezile taklitle elde edilen iman ı kabul etmiyor. İmam<br />

tam olan akli yoldan islam ın ana prensiplerini tetkik konusu yapmalıdır.<br />

Ba şka bir deyimle Mutezile bilgiyi iman' ın bir rüknü sayd ığı<br />

için akla daha çok önem vermi ştir. Hattâ baz ı mutezili fırkalar, günah<br />

i şleyenin Ahirette ceza görece ğinin aklen bilinmesi gerektiği tezini<br />

savunmuştur". Demek oluyor ki Mu'tezile, al-va'd val-vald'e aldi<br />

yönden de önem vermi ştir.<br />

4 — al-Menzile beyn al-menzileteyn:<br />

al-Menzile beyn al-menzileteyn iki menzile aras ında orta bir<br />

makam anlamındadır. Bu prensibi şöyle izah edebiliriz : Büyük günah<br />

işleyen kimse mümin de de ğildir, kafir de de ğildir. Fakat böyle bir<br />

kimse fas ıktır. Mutezileye göre fas ık olan tövbe etmeden ölürse Cehenneme<br />

gider. Ancak fas ık kimse'nin Cehennemde yeri kâfirinkinden<br />

daha az azabl ı bir yerdir. Demek oluyor ki büyük günah i şleyen<br />

Ahirette müminle kâfir aras ında manevi bir makama sahip olacakt ır.<br />

21 Bak. Muhammed Ahmed Ebû Zehra, al-Mezâhib al- ıslâmiyye, s. 300-302, al-Matbaat<br />

an-Numuziciyye bask ısı.<br />

22 Bak. al-Es'arI, Makalât c. I, s. 308, M ıs ır 1950.<br />

155


Ehl-i Sünnet fisk i şleyen müslüman ı günâhkar-mü'min saym ıştır.<br />

Havariç ise kebire i şleyeni kafir saym ıştır. Şüphesiz ki Havaric'in bu<br />

kom.daki hükmü çok sert ve mutaass ıptır. Mu'tezile ise ameli imana<br />

dahil ettiği için Havarice yak ın bir görü ş ortaya atm ış ve tövbesiz<br />

ölen kebire sahibinin Cehennemin üst kat ında kalaca ğını söylemiştir.<br />

Bu hususta Ehl-i Sünnet daha toleransl ı bir yol tutarak fas ık müslüman'<br />

ın günah" kadar Cehennemde yand ıktan sonra Cennete girebileceğini<br />

söylemi ştir<br />

5 — al-Emr bi'l-ma'ruf va'n-nehy ani'l-münker •<br />

Mutezile Kur'an- ı Kerim'in baz ı âyetlerine dayanarak her müslüman'<br />

ın iyiliği emr ve kötülü ğü nehyetmesini istemi ştir. Mesela<br />

"sizden öyle bir cemaat bulunmal ıdır ki onlar herkesi hayra ça ğırsınlar,<br />

iyiliği emretsinler, kötülükten sak ındırmağa çal ışsınlar" 24 ayeti<br />

bunun delilidir. Hatta Mutezile daha da ileri giderek el-emr bi'l-maruf<br />

ve'n-nehy ani'l-munkerin her müslümana vacip oldu ğunu ileri sürmüştü'.<br />

25. Bu sebeple de Mutezile, prensiplerine cephe alanlara kar şı<br />

amans ız bir mücadeleye girmi ştir. Bu 5. prensip'e uymak için yaptıkları<br />

şiddetli hücumlar ve dö ğüşler, diğer mezhep saliklerini gücendirmiştir.<br />

Hatta. bu mücadele mezhepler aras ına nifak tohumu sokmu<br />

ştur. Bunun neticesi olarak da E ş'arilik doğduktan sonra Mutezile<br />

nüfüzunu yava ş yavaş kaybetmek zorunda kalm ıştır.<br />

Allah' ı görme meselesi:<br />

Mutezile fırkalar ının çoğunun ittifak etti ği diğer bir husus daha<br />

vard ır. Bu da Allah' ın Ahirette gözle görülemiyece ği iddias ıdır. Onlara<br />

göre bir şeyi görme olayı, görenle görülen aras ında bir münasebet<br />

olduğunu gösterir. Biraz dü şününce Allah' ın görülece ğini ileri sürenlerin<br />

te şbihe dü ştükleri anlaşılır. Yani Allah gözle görülür diyenler<br />

Allah' ı cisme benzetmi ş olurlar. Zira bu takdirde Allah, görülme<br />

bakımından bir cisme benzetilmi ş olur. Biz biliyoruz ki ancak mandud<br />

bir şey, gözle görülebilir. Halbuki Allah mandud de ğildir ve cisim<br />

olmaktan da münezzehtir.<br />

Mutezile akli yönden yukar ıdaki mütalaay ı serdetmekle beraber<br />

nakli yönden de baz ı delillere müracaat eder. Allah' ın gözle görüle-<br />

23 Bak. al-Hayyât, Kitâb al- İntisar, s. 93, Beyrût 1958, Makalât al-Islâmiyyln, c. I,<br />

s. 306-309; Ali Mustafa al-Gurabi, Tarih al-F ırak al-Islâmiyye, s. 67, M ıs ır 1959.<br />

24 Bak. İmran, ayet: 104.<br />

25 Bak. Zuhdi Hasan Carullah, al-Mu'tezile, s. 52-59, al-Kahire 1947; al-Gurâbi,<br />

anılan eser, s. 68; Hannall-Fahûri ve Halil al-Cerr, Tarih al Felsefet al-Arabiyye, c. I,<br />

s. 151, Dâr al-Maarif bask ıs ı, I3eyrût.<br />

156


miyeceğine en büyük delil olarak da "onu gözler idrak edemez, halbuki<br />

o gözleri ihata eder" 26 anlam ındaki ayeti gösterir.<br />

Ehl-i Sünnet ise Allah' ın Ahirette gözle görülece ğine inan ır.<br />

Özellikle E ş'arl bu tez üzerinde israr eder. Davas ına delil olarak da<br />

şu âyetleri gösterir: "Yüzler vard ır o gün ter-ü tazedir, Rablerini<br />

görecektir" 27. "Rabbim bana göster, seni göreyim'. Bunlardan<br />

başka Kur'an- ı Kerim'de "Allah arz ve semavat ın nûrudur" 29 anlamında<br />

bir ayet geçmektedir. Nur ise gözle görülebilir. Bu da Allah' ın<br />

gözle görülece ğini isbatlar.<br />

Sonra Kays b. Haz ım' ın rivayet etti ği bir hadis de Allah' ın Ahirette<br />

görülece ğini bildirmiştir.<br />

Fakat Mu'tezile bu delillerin hepsine tevil yolunu tutarak itiraz<br />

eder. K ıyamet süresinde geçen âyetteki "nâmre" kelimesini "görücübakıc<br />

ı" anlam ında de ğil, intizar (bekleme) manas ında anlar. Yine<br />

aynı sürenin ayn ı ayetindeki "ila" harf-i cerrine niam (nimetler)<br />

manâs ım verir. Böylece ayetin manas ın ı "yüzler Rablar ının nimetini<br />

bekleyicidir" diye tevil eder.<br />

"Allah arz ve semavat ın nürudur" mealindeki ayeti de tevil eder.<br />

Buradaki "nûr" kelimesine münevvir anlam ı vererek ayetin "Allah<br />

arz ve semavat ın nürland ır ıcısıdır" manas ında olduğunu söyler.<br />

Hadise gelince: Mutezile, Kays b. Haz ımın rivayet etti ği hadisirı<br />

mevdu oldu ğunu ileri sürer. Halbuki Allah' ın Âhirette görülece ğini<br />

bildiren hadis Sahih-i Buhari'de mevcuttur.<br />

Şüphesiz ki E ş'ari, Mutezile'nin bu itirazlar ını reddeder. "Onu<br />

gözler idrak edemez, halbuki o gözleri ihata eder" mealindeki ayetin<br />

hükmünün bu dünyaya ait oldu ğunu söyler. E ş'ari bu dünyada Allah'<br />

ın görülmiyeceğine inan ır. Allah' ın âyetleri aras ında çeli şme olamaz<br />

30<br />

Bu meselede dahi Mu'tezilen'in ak ılcı tutumu ve vahyi akla<br />

uydurma çabas ı dikkati çekmektedir.<br />

26 Bak. Enâm sûresi, ayet: 103.<br />

27 Bak. K ıyamet süresi, ayet: 22-23.<br />

28 Bak. A'râf sûresi, ayet: 139. Bu ayet, bir peygamber olan Hz. Musa'n ın Allah' ı<br />

görmek istediğini gösteriyor. Bir Peygamberin imkans ız bir şeyi istemesi muhaldir.<br />

29 Bak. Nûr süresi, ayet: 35.<br />

30 Rü'yet meselesi için bak. E ş'ari, al-Lûma, s. 61-68; al-Milel Va'n-Nihal, c. I, s. 62;<br />

Dr. Lûtfi Do ğan, Ehl-i Sünnet Kelâm ında E ş'ari Mektebi, s. 44-45, <strong>Ankara</strong> 1961; Zuhdi<br />

Hasan Carullah, an ılan eser, s. 79-83; al-Iktisâd fi'l-Itikâd, s. 60 vd.<br />

157


Kur'an yarat ılmışt ır:<br />

Bu yaz ımızda Mutezile'nin genel prensibi olarak üzerinde duracağımız<br />

son konumuz Kur'an' ın mahlük olduğu iddias ıdır. Bilindiği<br />

üzere h ırıstiyanlar teslisin ikinci rüknü ve Allah' ın oğlu saydıkları<br />

Hz. isa'y ı, Allah' ın kelimesi "Kelimetullah" diye tavsif ederler. Onlarca<br />

Allah' ın kelimesi olan Hz. İsa kadimdir. Yahudiler ise Tevrat' ı<br />

yarat ılmış olarak kabul ederler.<br />

Buna kar şılık İslâmiyette de Allah' ın kelâm ı sayılan Kur'an- ı<br />

Kerim hakk ında ba şl ıca iki görü ş vard ır: ı — Kur'an' ı mahlük sayan<br />

Mutezile'nin görü şü. 2— Kuran' ı kadim sayan E ş'ariyye ve Maturidiyye'nin<br />

görü şü.<br />

Mutezile'nin Kuran' ın yarat ılmış olduğu hakk ındaki görü şü,<br />

Yahudilerden ald ığını söyleyenler 31, büyük bir hataya dü şmektedirler.<br />

Yine Mutezile'nin, Allah' ın kelimesini kadim sayan H ıristiyanlığın<br />

İslâmiyete tesir etmesinden korktu ğu için, Kuran' ı mahluk addetti ği<br />

iddias ı 32 da yersizdir. Gerçekte Mu'tezile'nin Kuran' ı yarat ılmış<br />

saymas ı tevhid sisteminin bir neticesidir. Mutezile'ye göre Allah'a<br />

öz olan ve Allah' ın zat ı ile kaim olan tek s ıfat, Allah' ın kadim olmasıd<br />

ır. Allah' ın zat ı yan ında kadim s ıfatlar kabul edilirse, kadimler<br />

çoğalmış olur. Bu da Allah' ın vandetine ayk ır ıdır. Esasen Mutezile'ye<br />

göre kelam, harf ve sesten meydana gelir. Böyle bir şey ise ya cisimdir<br />

veya arazd ır. Cisim veya araz ise kadim olmaz. O halde Allah' ın<br />

kelâm' ı olan Kuran- ı Kerim de kadim değildir. Allah, dilediği zaman<br />

zatının haricinde olan bir mahalde yaratt ığı kelamla konu şur.<br />

Ayrıca Mutezile Kuran'da nas ıh ve mensuh ayetlerin bulundu ğunu<br />

hat ırlat ır. Allah' ın kelam ı kadim olsayd ı neshedilemezdi der.<br />

Mutezile'nin bu hususta ileri sürdü ğü diğer bir mant ıki delil de<br />

şudur: E ğer Allah' ın kelamı kadim olsayd ı, insanlar ve mahlüklar<br />

yok iken Allah emir verici ve nehyedici olurdu. Böyle bir durum Allah'<br />

ın şan ına yakışmaz ve ona hafiflik isnat etmektir ". Demek ki<br />

Kuran' ın kadim oldu ğunu kabul etmek akla ve mant ığa da uygun<br />

değildir.<br />

31 Bak. Zuhdi Hasan Carullah, an ılan eser, s. 75.<br />

32 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. I, s. 148.<br />

33 Mâturidi bu fikre itiraz eder ve verilen emirler derhal uyulmas ı vacip olan emirler<br />

değildir; bu sebeple de hafiflik gerekmez der. Sonra öncelik ve sonral ık zaman ve mekanla<br />

ilgilidir. Allah' ın kelâm ının ise zaman ve mekanla ilgisi yoktur.<br />

158


Mutezile, bu arada nakli delillerden de istifade etmek ister.<br />

Kuran' ın şu ayetini delil olarak gösterir: "Biz onu (onun manalar ını)<br />

anl ıyasınız diye arapça bir Kur'an yapt ık" ". Onlar burada yapmak<br />

anlam ına gelen "cealna" sözünü " yaratmak manas ında anlarlar.<br />

Böylece nakli de tevil edip akla uydurma ğa çalışmışlardır. Bütün bu<br />

aç ıklamalar ımız gösteriyor ki Mu'tezile'nin Kuran' ı mahlük saymas ı<br />

akli görü şlerinin ve tevhid sistemlerinin neticesidir.<br />

Buna kar şılık Kuran' ın kadim olduğunu savunan E ş'ari ve<br />

Maturidi'nin görü şüne gelince:<br />

Eş'ari der ki Allah' ın Kelam ı mahlûk sayılmaz. Çünkü kelâm<br />

mahlük veya hâdis olsayd ı, ya Allah' ın zat ında, ya zat ının dışında<br />

veyahutta kendi ba şına kaim olurdu. Allah' ın kelam ı, zat ında hâdis<br />

olamaz. Zira Allah' ın zat ı hadiseler için mahal de ğildir. Hadiseler<br />

değişkendir. Allah' ın zat ı bundan münezzehtir. Allah' ın kelâm ı<br />

zatın ın dışında bir şeyde yarat ılmış olarak da tasavvur edilemez. Çünkü<br />

o vakit de Allah' ın kelamiyle Allah'tan gayr ı bir şeyin emir vermi ş<br />

ve nehyetmi ş olması gerekir. Bu mant ıks ızl ık olur. Geriye Allah' ın<br />

kendi kelamını kendi ba şına•kaim ve var olmak üzere yaratmas ı kalıyor<br />

ki bu da imkans ızd ır. Zira kelâm Allah' ın s ıfat ıdır. S ıfat ın ise<br />

mevsufa ihtiyac ı vard ır. Bu üç ihtimal da varid olmad ığına göre Allah'<br />

ın kelâm ının kadim olduğunu kabul etmek gerekir. E ş'ari, Kur'an'-<br />

ın kadim olduğu hakkında nakli delil olarak şu ayeti delil gösterir:<br />

"Bir şeyin olmas ını dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona ol "kun"<br />

dememizden ibarettir" 36. Ayetteki ol "kun" sözü, Kur'an' ın lafz ıd ır.<br />

Bir şeyin kendisini yaratmak için yine o şeyle hitap edilmesi yani "kun"<br />

sözünü yaratmak için "kun" denmi ş olmas ı dü şünülemez. Çünkü<br />

bu Kur'an' ın lafz ından olan "kun" sözünün her lâfiz için söylenmesini<br />

gerektirir ve sonsuza kadar uzan ır. Böylece Allah' ın bir sözü için diğer<br />

bir sözünü kullanm ış olmas ı icap ede ı'. Bu da mant ıks ızlık olur. Başka<br />

bir deyimle madem ki her şey Allah' ın ol "kun" emriyle oluyor<br />

ve madem ki "kun" sözü de Kuran'da vard ır, o halde Kur'an kadimdir.<br />

Zira "kun" sözünün yarat ılmış olmas ı düşünülemez ". Daha<br />

sonra E ş'ari okulu Kur'an' ın mâna itibariyle Kadim, ses ve harf itibariyle<br />

mahlûk olduğunu izah etmi ştir.<br />

34 Bak. Zuhruf sûresi, ayet: 3.<br />

35 Mâturicll Zuhruf suresinin 19. âyetini delil getirerek "cealna" sözünün yaratma<br />

anlamına gelmedi ğini söyler.<br />

36 Bak. Nahl süresi, ayet: 40.<br />

37 Bak. E ş'ari, al-Luma, s. 33-45; Dr. Lutfi Do ğan an ılan eser, s. 32-34.<br />

159


Mâturidi de bu meseleyi E ş'ariler gibi telâkki etmi ş sayılır. Ona<br />

göre Kuran Allah' ın kelam ıdır. Allah' ın kelâm ı zat ı ile kaim ezeli<br />

bir s ıfatt ır. Mushaf'ta olanlar Allah' ın kelâm ıd ır. Fakat harfler ve<br />

sesler mahlûktur. Ba şka bir deyimle Kur'an mâna itibariyle kadim,<br />

harf ve ses itibariyle hâdistir. İmam Ebu Hanife (Ölm. H. ı 5o /M.<br />

767) de meseleyi daha önce Maturldi gibi çözmü ştür. Buna kar şılık<br />

Ahmed b. Hanbel (Ölm. H. 24o /M. 854) Kur'an "Allah' ın kelamıd<br />

ır. Onun hakk ında ne mahlük ne de kadim demek do ğru değildir"<br />

tezini savunmu ştur ". Hatta Mutezile'ye itiraz etti ği ve Kur'an' ı<br />

mahlük saymadığı için kendisine çok i şkence yap ılmıştır".<br />

Görülüyor ki ba şlıca kelâm okullar ı aras ında Mutezile daima<br />

akli metoda yönelmi ştir. İ cab ında nakli bile akla uydurma ğa çal ışmıştır.<br />

Çe şitli kelam konular ında Mâturidrnin de akli delili hiç ihmal<br />

etmek istemedi ğine dikkati çekmek isteriz. İlerideki sayfalarda bu<br />

hususu daha aç ık bir surette delilleriyle birlikte gösterece ğiz.<br />

Mutezile ve Ak ıl:<br />

İlkin Mutezile'nin "ak ıl" sözünden ne anlad ığını ortaya koymamız<br />

gerekir. Mutezile'den Ebü Huzeyl (Ölm. H. 235 /M. 849) *<br />

akl ı şöyle tarif ediyor: "Ak ıl ilim kazanmak, insan' ın kendisini e şyadan<br />

ve e şyalar ı da yekdiğerinden ay ırma melekesidir"".<br />

al-Cubbâi (Ölm. H. 3o3 /M. 915)** ise akl ı "ilim" diye anlamakta<br />

ve tarifine şu ifadeleri eklemektedir: " İnsan ak ıl sayesinde bir<br />

deli'nin yapmaktan kaç ınamıyaca ğı fiilleri i şlemekten kendini korur" 41 .<br />

Genel olarak Ba ğdad Ekolune mensup olan mutezililer akl ı "ilim<br />

kazanmak melekesi" olarak tan ıtmak istemi şlerdir. Bunu biraz çözümlersek<br />

ak ıl ilim arayan ve şüphenin da ğılmas ını sağlıyan dü şüncedir.<br />

38 Kuran' ın hâdis veya mahlük oldu ğu meselesi hakk ında bak ınız: Ebti Hanife,<br />

Fıkh- ı Ekber Ve Izah', çeviren: Sabit Ünal, s. 26-28, <strong>Ankara</strong> 1957; Matûridi, Akaid Risalesi,<br />

s. 15-16; al-Bağclüdi, anılan eser, s. 68; Es'ari, Kitab al-Luma, s. 33 vdd; Zuhdi Hasan<br />

Carullah, an ılan eser, s. 75-76.<br />

39 Bak. Ord. Prof. Sabri Şakir Ansay, Hukuk Tarihinde İslam Hukuku, üçüncü bask ı,<br />

s. 37, <strong>Ankara</strong> 1958.<br />

* Ebu Huzeyl'in hal tercümesi için bak. 'bn an-Nedim, al-Fihrist, s. 251. Matbaat<br />

al-istikâme bask ıs ı, al-Kahire.<br />

40 Bak. Albert N. Nader, Le Systüme Philosophique des Mutezile, s. 239, Beyrouth<br />

1956.<br />

** Bak. al-Fihrist, s. 256.<br />

41 Bak. al-Gurâbi, an ılan eser, s. 245.<br />

160


Nitekim Cahiz (Ölm. H. 255 /M. 868)*** de ak ıl ölçüsüne vurulmaks<br />

ız ın hiç bir bilginin yakin derecesinde bilinemiyece ğini söylüyor.<br />

Yine Cahiz tenkit etme melekesinin ve bir şeyin nedenini araman ın<br />

düşünce insanlar ına mahsus oldu ğunu beyan ediyor". Demek ki<br />

Cahiz'e göre ak ıl doğru ve sağlam bilgiyi kazanma melekesidir.<br />

Bütün bu tariflerden baz ı özellikler ç ıkarmam ız mümkündür:<br />

ı — Ak ıl ilim kazanma melekesi olduğuna göre akl ın bir nazari tarafı<br />

vard ır. 2— Diğer yandan ak ıl insan ı deliden ve iç güdü ile hareket eden<br />

hayvandan ay ıran ba şlıca meleke oldu ğundan amell ve ahlâki bir role<br />

de maliktir. Bu husus Cubbarnin tarifinde aç ıkça görülmektedir.<br />

Mutezile'nin bir yandan akl ın düşünceye ait rolüne ve di ğer<br />

yandan ameli rolüne önem veri şi Kant' ın" bu konuda söylediklerine<br />

benzemektedir.<br />

Mutezile'nin üzerinde durdu ğu diğer önemli bir husus da akl ın<br />

dini meselelerde oynad ığı roldür. Bu konuda Nazzam (Ölm. H. 231 /<br />

M. 845)* şöyle söylüyor: "Ak ıllı bir insan Şeriattan önce dü şünce ile<br />

Allah' ın varlığını bilir".<br />

Aynı meselede Ebu Huzeyl Allaf daha da ileri gidiyor. Allah' ın<br />

ve onu tan ımağa yar ıyan bilgilerin akli zaruretle bilinece ğini ileri<br />

sürüyor.<br />

Yine Mutezile'den Sumame (Ölm. H. 213 /M. 828) ise bütün<br />

bilgileri zaruri telâkki ediyor. Ona göre bilgiler ancak dü şünce yoluyla<br />

öğrenilebilir ".<br />

Bu hususta Ca'fer b. Muba şşar (Ölm. H. 234/M. 848) ve Ca'fer<br />

b.al-Harb (Ölm. H. 236/M. 85o) ise Allah' ın s ıfatlar ının ve hattâ<br />

hükümlerinin aklen bilinmesi gerekti ği tezini savunmu şlardır. Bunda<br />

kusur edenlerin mesul olaca ğını da tezlerine eklemi şlerdir.<br />

Cahiz'e gelince bütün bilgilerin zaruri oldu ğunu ve tabiat icab ı<br />

has ıl olduğunu ileri sürmüştür.<br />

*** Bak. al-Fihrist, s. 253.<br />

42 Bak. Câhiz, Kitab al-Hayvân, c. VI, s. 36-37, 59, M ısır 1947.<br />

43 Bak. Alfred Weber, Felsefe Tarihi, çeviren: H. Vehbi Eralp, s. 267-285, İstanbul<br />

1949.<br />

* Bak. al-Fihrist, s. 252.<br />

44 Sumâme zaruri olarak ak ıl yoluyla Allah' ı tanımaktan mahrum olanlar için dini<br />

teklif ve vazifelerin olm ıyacağı kanısındad ır. Bu gibi kimseler öldükten sonra toprak olurlar.<br />

161


Has ılı belli başlı Mutezile fırkalar ı Allah' ın Şeriattan önce aklen<br />

bilinmesi gerekti ği tezini benimsemi ştir ". Buna şer'i meselelerde<br />

husn ve kubhun (iyilik ve kötülü ğün) aklen bilinmesinin vacip oldu ğu<br />

iddias ını da ekliyebiliriz.<br />

Mutezile'nin akl ı bu dereceye yüceltmesi k ıyas ve re'yi bertaraf<br />

etmeğe çalışan Zâhiriyye mezhebinin mutaass ıp fikirlerinin yay ılmas<br />

ını bir dereceye kadar önledi. Bilindi ği gibi Zahiriyye okulu Irak'ta<br />

Davûd b. Ali al-Isfehâni (Ölm. H. 27o /M. 883) taraf ından kurulmu ş<br />

ve Ibn Hazm (Ölm. H. 456 /M. ı o64) tarafından da savunulmu ştur.<br />

Yine Mutezile'nin bu ak ılcı tutumu, s ırf ilhama dayanarak baz ı<br />

sap ıklıklar doğuran Kerramiye fırkas ımn fikirlerine kar şı idi. Bu fırkanın<br />

kurucusu Muhammed b. al-Kerram (Ölm. H. 256 /M. 869)<br />

baz ı müte şabih ayetleri tevil etme ği redderek Allah' ı cisme benzetirdi".<br />

Fakat ak ıl konusunda bu karşıt cereyanlar aras ında orta bir yol<br />

tutma çabas ı yine Eş'ariyye okuluna aittir. Bu okula göre Allah' ı<br />

tanımak akıl ile elde edilir ve Şeriatla da vacip olur. Bütün dini vazifeler<br />

sem'idir. Yani şeriat yoluylad ır. Ak ıl hiç bir dini vazifeyi zorunlu<br />

kılmaz. Hiç bir dini ameli iyi veya kötü olarak bildirmez. Dini hükümlerin<br />

iyiliği veya kötülü ğü Şeriatla bilinir. Nitekim Allah "biz<br />

peygamber göndermemizden önce azab veriyor de ğildik" diye buyurmuştur47.<br />

Herhangi bir şey Allah emretti ise iyidir, nehyetti ise kötüdür.<br />

E şya zatı itibariyle iyi veya kötü de ğildir. Bu meselelerde Ehl-i<br />

Sünnet'e ba ğlı olan Maturidiliğin tutumu E ş'arilikten biraz daha<br />

toleransl ıdır. Maturidi, akl ın Allah' ı tan ıman ın vacip olduğunu<br />

kendi ba şına idrak edebileceği tezini savunmu ştur*. Nitekim Allah,<br />

Kur'an- ı Kerim'de insanlara arz ve semâvât' ın melekütu hakk ında<br />

düşünmelerini emretmi ştir. Bu gibi dini emirler bile ak ıl yoluyla bu<br />

âlemin yarat ıcısı olan Allah' ın bulunabileceğine delildir. Ancak Maturldi<br />

teklifin sadece Şeriat yoluyla bilinece ği kan ısındad ır. Ak ıl bu<br />

hususlar ı bilmeğe yetkili de ğildir.<br />

45 Bak. Şehrestâni, al-Milel Va'n-Nihal, c. I, s. 61-132; al-Fark Beyn al-F ırak, s.<br />

70-121; Zuhdi Hasan Carullah, an ılan eser, s. 107-110; as-Seyyid as-Sened, Şerh al-Mevak ıf,<br />

s. 620-621, Istanbul 1286.<br />

46 Bak. al-Milel c. I, s. 180-191.<br />

47 Bak. Ayni eser, c. I, s. 167.<br />

* Bak. Ebu Mansur Muhammed al-Maturidi, Kitab at-Tevhid, varak: 4 a, British<br />

Museum Additional, No. 3651.<br />

162


Mutezile'nin baz ı fırkalar ı ise dini hükümlerin bile aklen bilinmesi<br />

gerekti ği fikrini benimsemi şti. Bundan ba şka Mutezile bilgi<br />

meselesinde bir tak ım merhaleler vazetmi ştir. Onlara göre bilginin<br />

ilk merhalesini duyularla elde edilen bilgiler te şkil eder. İkinci merhalede<br />

ak ıl işe karışır. İnsan bu merhalede Allah' ın yap ılmas ını emrettiği<br />

her şeyi öğrenir. Üçüncü merhaleye ise ancak dü şünce insanları<br />

ulaşabilir. Bu merhaleye eri şenler tevhit ve adâletin aç ık bilgisini<br />

ak ıllariyle kavrarlar ". Hattâ baz ı mutezililer ve meselâ Cubbal,<br />

insan' ın aklen olgunla ştıktan sonra gerçek anlamda bulu ğa ermi ş<br />

olaca ğını iddia etmi ştir '. Böylece de mutezililer aras ında bedeni<br />

buluğa k ıymet vermeme e ğilimi belirmiştir. Gerçekten olgun olan<br />

insanlar akl ı ile tevhidi ve adl meselelerini kavr ıyacak durumda olanlard<br />

ır.<br />

Müturidiyye husun ve kubuh (iyilik ve kötülük) meselesinde de<br />

E ş'arilikten ayr ılarak bir dereceye kadar Mutezileye yakla şmıştı r.<br />

Ona göre bir şey kendi zat ı itibariyle ya iyidir veya kötüdür. Ak ıl bir<br />

şeyin iyi veya kötü oldu ğunu idrak edebilir. Ancak Matüridi e şyayı<br />

3 gruba ay ırır. ı — İyiliği ak ıl yoluyla bilinenler. 2— Kötülüğü akıl<br />

yoluyla bilinenler. 3— İyiliği veya kötülü ğü şüpheli olanlar. İşte böyle<br />

müphem şeyler ancak Şeriat yoluyla bilinir Demek ki Müturidi'ye<br />

göre akl ın bile iyilik ve kötülük konusunda ay ıram ıyacağı hususlar<br />

vardır. Matüridi'nin Mu'tezile'den ayr ıldığı nokta da buradad ır.<br />

Diğer yandan Matüridi, yukarda belirtti ğimiz gibi Mutezile'nin aksine<br />

olarak teklifin ak ıl yoluyla değil ilahi emirle vacip olaca ğı kan ıs ındadır.<br />

Halbuki Mutezile'ye göre iyi şeyi yapmak ve kötü şeyi nehyetmek<br />

akl ın teklifi ile olur ".<br />

Allah' ın fiilleri konusunda da her üç ekolün görü şleri birbirinden<br />

farkl ıdır. Mu'tezile, Allah' ın her fiilini hikmeti icab ı yaptığını,<br />

fuzuli bir fiil i şlemediğini, takdirinde hikmetli bir amaç, güttü ğünü<br />

beyan etmi ştir. Bu sebeple de kullar ına en iyiyi (aslah) yapmas ının<br />

Allah üzerine vacip oldu ğunu ileri sürmü ştür. Onlara göre Allah<br />

aslah ı yapmazsa, kullar ına zulum veya cimrilik etmi ş olur 51 .<br />

E ş'ariyye ise Allah' ın fiilleri için sebep aranm ıyacağını, çünkü<br />

onun sorumsuz oldu ğunu ve sorumluluğun kullara mahsus bulunduğunu<br />

söylemi ştir. Allah'tan sâd ır olan her şey salihtir, iyidir. E ş'ariler,<br />

48 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. I, 162-163.<br />

49 Bak. Gurâbi, an ılan eser, s. 245.<br />

50 Bak. Muhammed Ahmed Ebû Zehre, al-Mezâhib al-Islâmiyye, s. 296-297.<br />

51 Bak. Yusuf Ziya Yörükân, Islâm Akâidine Dair Eski Metinler, s. 21, İstanbul<br />

1953.<br />

163


Mu'tezile'nin aslâh konusundaki tezini çürütmek için şöyle bir aç ıklamada<br />

bulunurlar: Bir müslüman çocuk, bir bulu ğa ermi ş müslüman<br />

ve bir de buluğa ermi ş kâfir dü şünelim. Bunlar ın hepsinin bu hal<br />

üzerine öldüklerini farzedelim. Ahirette bulu ğa ermi ş müslim kimsenin<br />

durumu elbette müslim çocu ğunkinden daha üstündür. Böyle<br />

bir çocuk Allah'a serzeni şte bulunarak "beni niçin çabuk öldürdün.<br />

Eğer ya şasayd ım sana daha çok ibadet eder derecemi yükseltirdim"<br />

diyebilir. O zaman buna şöyle bir cevap verilebilir: "E ğer sen daha<br />

fazla ya şasayd ın, günah i şlerdin. Senin hakk ında erken ölmek en<br />

hay ırlı idi". Bunun üzerine buluğa ermi ş kâfir söze kar ışabilir ve<br />

"ey Allah' ım beni Cehenneme att ın, e ğer beni de müslim çocuk gibi<br />

erken öldürseydin, günah i şlemek fırsat ını bulamazd ım ve şimdi de<br />

Cehennemde yanmaktan kurtulurdum" diyebilir ".<br />

Şüphesiz ki Allah üzerine en iyiyi yapmak vaciptir diyen Mutezile<br />

bu durum kar şıs ında susmaktan ba şka bir şey yapamaz.<br />

Maturidiyye ise Allah' ın fiillerinin bir hikmet üzerine olaca ğı<br />

kan ısındad ır. Ancak Allah' ın her şeyi kasdetti ği hikmetine göre yapmağa<br />

mecbur olmad ığını da ilave etmi ştir. Zira demi ştir, Allah hürdür,<br />

muriddir ve istedi ğini yap ıcıdır. Ayn ı zamanda vucubiyet irade<br />

hürriyetine ayk ırıdır ve ba şkas ının Allah üzerinde hakk ı olmas ın ı<br />

gerektirir ".<br />

Mutezile ise akla önem verdi ği için Allah' ın hikmeti icab ı kullar<br />

ı'n ın iyiliğini gözetmesi gerekti ği tezini savunmu ştur.<br />

İyi amele kar şılık olarak sevap, kötü amele kar şılık olarak da<br />

ceza verilmesi (al-va'd vag-vaid) meselesi de ba şlıca kelam okullar ı<br />

aras ında münaka şa konusu olmu ştur. Daha önce belirtti ğimiz üzere<br />

Mutezile bu hususta Allah'a mecburiyet yükler. Onlara göre kul<br />

kendi iradesini ve akl ını kullanarak iyilik veya kötülük i şlemi ştir.<br />

Allah adâleti icab ı bu fiillerin kar şılığını Ahirette verir.<br />

E ş'ariyye aksi tezi savunur. Ona göre Allah bir günahkar' dilerse<br />

cezaland ırır, dilerse affeder. Allah bütün günahkarlar ı bağışlıyabilir.<br />

Allah için ceza veya sevap vermek hususunda bir mecburiyet yoktur.<br />

Maturisdi'ye göre ise Allah' ın itaat edene sevap vermesi, isyan<br />

edene ceza vermesi kasdetti ği bir hikmetin ve murad etti ği bir iraden'in<br />

52 Bak. al-Gazzâli, al-Iktisâd haz ırlayanlar • I A Çubukçu ve H. Atay,<br />

s. 184-185. <strong>Ankara</strong> 1962. Bu fikrin özü, Cubbâi ile E ş'ari aras ında münaka şa konusu olmuştur.<br />

53 Bak. al-Mezâhib al-Islâmiyye, s. 298-299; al-Milel Va'n-Nihal, c. I, s. 63.<br />

164


mahsulüdür. Allah Hakimdir, Alimdir. Allah va'dine muhalefet<br />

etmez. Bu sebeple de al-va'd val-vaid'de Allah için bir muhalefet<br />

düşünülemez 54 .<br />

Bu meselede de Mâturidiyye'nin Mutezile'ye yakla ştığını görmekteyiz.<br />

Bu okullar aras ında ak ıl ve serbest dü şünce bak ımından en yüksek<br />

mertebeyi Mutezile almaktad ır. Mu'tezile'nin ak ıl konusunda<br />

yaptığı faaliyet yaln ız yukarda inceleme konusu yapt ığımız konulara<br />

munhas ır de ğildir. Özellikle haberleri ve hadisleri ak ıl süzgecinden<br />

geçirerek tenkidi bir zihniyetin yerle şmesine çal ışmak bak ımından da<br />

Mutezile zikre de ğer faaliyetler yapm ıştır. Mutezile'den Nazzam,<br />

Ahad haberin delil olam ıyacağını söyliyerek bir çok hadislerin hiç bir<br />

ilmi ve dini meseled delil say ılamıyacağı tezini savundu. Hattâ icma<br />

ve kıyas ı da delil olarak kabul etmedi. Bu tutum, birçok mutezili<br />

kimse tarafindan da benimsendi. Ak ılcı olan bu kimseler, böylece<br />

naklin ba şlıca rükünlerinden birini küçümseme ğe çal ışmışlard ır. Onlarca<br />

ak ıl iyi veya kötüyü ay ırmağa kâfidir. Ak ıl ve nakil çatışırsa, ak ıl<br />

nakle tercih edilir Mutezililer, hadislere ve muhaddislere böyle<br />

aç ıkca cephe almakla beraber Kur'an âyetlerini inkâr edememi ş ler<br />

ve Kur'an' ı en iyi surette kendilerinin anlad ıklarını ileri sürmü şlerdir.<br />

Baz ı Kur'an âyetlerini yerine göre akli bir surette tefsir ve tevile<br />

çalışmışlard ır".<br />

Netice olarak Mutezile okulu akla ve davalar ına uygun gelmiyen<br />

hadisleri reddetmi ştir Akıl ve nakil aras ında çeli şme olduğu zaman,<br />

ya akla güvenmi ş veya nakli akla uydurmu ştur. Mu'tezile'nin bu<br />

tutumu, İslâm dü şüncesi tarihine dinle felsefenin uzla ştırılması yönünden<br />

etki yapm ıştır. Böylece de Mutezile Müslümanlar aras ında<br />

akıl ve serbest dü şünce cereyan ının önderi olmu ştur.<br />

54 Bak. al-Gazzâli, al-Iktisad s. 185; al-Milel Va'n-Nihal, c. I, s. 63;<br />

Muhammed Ahmed Ebû Zehre, an ılan eser, s. 300; al-Gurâbl, an ılan eser s. 66.<br />

55 Bak. Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, c. I, s. 165; Louis Gardet ve Anawati, Introduction<br />

â La Th&logie Musulmane, s. 397, Paris 1948.<br />

165


İSIAM'DA TASAVVUF<br />

Tasavvuf'un asl ı, tarifi ve geli şmesi hakkında şimdiye kadar çok<br />

şeyler söylenmi ş ve yaz ılmıştır. Fakat bu meseleler üzerinde yazarlar<br />

aynı görü şe sahip değildirler. Esasen bu hususlarda, ba şlıca kaynaklar<br />

ittifak etmemi şlerdir. Biz bu k ısa ara şt ırmam ızda gerek ana kaynaklara<br />

ve gerekse yeni eserlere dayanarak bu meseleler hakk ında toplu<br />

bir fikir verme ğe çal ışacağız. S ırasiyle tasavvuf kelimesinin asl ından,<br />

tasavvufun tarifinden, do ğuşundan, geli şmesinden ve son olarak islâmiyet<br />

bak ımından tasavvufun de ğerinden bahsedece ğiz.<br />

— Tasavvuf Kelimesi<br />

Tasavvuf kelimesinin i ştikak ı hakk ında çe şitli nazariyeler vard ır.<br />

Bu nazariyelerin do ğru olup olmadığı hakk ında çok defa nisbet kaidesine<br />

göre hüküm verilmi ştir. Fakat unutmamak lâz ımd ır ki Arapca'n<br />

ın sabit bir nisbet kaidesi yoktur. Bununla beraber biz bu nazariyeleri<br />

kaynaklarda oldu ğu gibi izaha çal ışacağız. Bunlar s ırasiyle<br />

şunlard ır:<br />

— Tasavvuf'un, "sufane" (bir nevi nebat) kelimesinden mu ştak<br />

olduğu söylenmiştir. Fakat bu do ğru olsayd ı, sufi yerine sufani demek<br />

lâz ım gelirdi. Tasavvuf'un sufane'den geldi ği iddias ı, sufnerin çöl<br />

nebatlar ını yemekle yetindiklerini ifade etmek içindir°.<br />

2 — Sufi kelimesini Hz. Muhammed'in mescidi "Suffa"ya nisbet<br />

edenler vard ır. Çünkü Ahl as-Suffa kendilerini Allah yoluna vermiş<br />

fakir kimselerdi. Bunlar aras ında misâl olarak Ebu Hureyre ad-<br />

Devsi (Ölm. H. 59 /M. 678)'yi, Ebu Zerr al-G ıfari (Ölm. H. 32 /M.<br />

652)'yi, Bilâl al-Habe şi (Ölm. H. 20 /M. 64o)'yi, Suheyb ar-Rumi<br />

(Ölm. H. 38/M. 658)'yi ve Selman al-Farisi (Ölm. H. 36/M. 656)'yi<br />

1 Bak. Ebu'l-Ferec Abd ar-Rahman b. al-Cevzi, Nakd al-Ilm Va'l-Ulema Ev Telbis<br />

Iblis, s. 157, Idaret at-T ıbaa al-Muniriye bask ıs ı; Ebu Nuaym Ahmed b. Abdullah al Isfahani,<br />

Hilyet al-Evliya Va Tabakat al-Asfiya, c. I, s. 17 vd. M ıs ır 1351/1932.<br />

166


sayabiliriz. Fakat sufi kelimesini Ahl as-Suffa'ya nisbet etmek yanl ıştır.<br />

Zira Suffa'n ın nisbeti suffi gelir 2 .<br />

3 — SufTnin "safa" veya "safv" kelimelerinden geldi ği iddia<br />

edilmi ştir. Baz ı kaynaklarda ise, ileride dokuzuncu maddede zikredeceğimiz<br />

manevi temizlikle bu kelimeler aras ında irtibat bulundu ğu<br />

söylenmi ştir. Fakat dil bak ımından bu kelimeler de sufi'nin asl ı olamazlar.<br />

Çünkü "safa" ve "safv" ın nisbetleri "safevi" ve "safvi"dir 3 .<br />

4 — Sufi kelimesinin asl ı "as-saff" kelimesidir denmi ştir. Çünkü<br />

sufi'ler manevi hayatlar ı itibariyle ön saf (as-saff al-avval)'da idiler.<br />

Bu, mâna itibariyle do ğru olsa bile dil bak ımından doğru değildir.<br />

Zira as-Saff' ın nisbeti sufi değildir 4 .<br />

5 — Sufi kelimesinin asl ının "sufet al-kafa" (ense saç ı) olduğu<br />

zannedilmi ştir. Çünkü mutasavv ıflar kendi süslerine önem vermiyerek<br />

Allah yolunda çal ışırlar ve halktan ayr ılırlar. Fakat bu tâbir de dil<br />

bakımından sufi kelimesinin asl ı olamaz 5 .<br />

6 — Tasavvuf yoluna sülük eden ilk kimse, "Sufe" lâkab ım<br />

taşıyan al-Gavs b. Murr ad ında bir şah ıstır. Allah'a ibadet etmekte<br />

ona uyanlara "sufiye" dendi. Bu iddia, ba şlıca tasavvuf kaynaklar ının<br />

çoğunda yer almad ığı gibi dil bak ımından da uygun de ğildir'.<br />

7 — Cahiliye zaman ında "sufe" diye adlanan ve Kâbe civar ında<br />

ikamet eden bir kavim vard ı. Bunlar hac ılara izin verir ve Kâbe'ye<br />

2 Bak. İbn Telbis Iblis, s. 156-157; İbn Haldun, Şifa as-Sail Litehzib<br />

al-Mesail, önsöz ve notlarla ne şreden: Prof. Muhammed b. Tawit at-Tanji, s. 16-17, İstanbul<br />

1958; Ebu'l-Kas ım Abd al-Kerim al-Ku şeyri an-Nisaburi, ar-Risale, s. 138, M ıs ır<br />

1359/1940; Ebu Bekr Muhammed b. İshak al-Buhari at-Taarruf Limezheb<br />

AM at-Tasavvuf, s. 5, M ıs ır 1352-1933; Nicholson, Fi't-Tasavvuf al- İslâmi Va Tarihihi,<br />

Arapçaya tercüme eden: Ebu'l-Alâ al-Afifi, s. 66, al-Kahire 1375 /1956. Ahl as-Suffa hakkında<br />

daha çok bilgi için bak: İbn Teymiye, Mecmuat ar-Resail Va'l-Mesail, c. I, s. 25-28,<br />

Mısır 1341.<br />

3 Bak. Ebu Nuaym Ahmed al-Isfahani, Hilyet al-Evliya, s. 17; İbn Haldun, Şifa<br />

as-Sail, s. 18; ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 138; Nicholson, Fi't-Tasavvuf s. 66.<br />

4 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 138; al-Kalabazi, Kitab at-Taarruf, s. 5; Nicholson,<br />

Fi't-Tasavvuf al- İslâmi, s. 66; Louis Massignon, Encyclop&lie De L' İslâm, Tasavvuf maddesi,<br />

c. IV, s. 715, Leyde 1934.<br />

5 Bak. Ebu Nuaym Ahmed al- İsfahani, Hilyet al-Evliya, c. I, s. 17-20; L. Massignon,<br />

Encylop&lie De L' İslâm, c. IV, s. 715; İbn al-Cevzi, Telbis, s. 157.<br />

Louis Massignon, "sufet al-kafa"y ı "savfat al-kifa" şeklinde kaydetmi ştir. Bunun<br />

doğrusu "sufet al-kafa"d ır. Bak. Ebu'l-Fadl Cemal ad-Din Muhammed b. Mukerrem b.<br />

Manzur al-Afrikl Lisan al-Arab, c. IX, s. 200, Beyrut 1375/1956.<br />

6 Bak. İbn al-Cevz ı, Telbis Iblis, s. 156. al-Gavs b. Murr hakk ında daha fazla bilgi<br />

için bak: Lisan al-Arab, c. IX, s. 200.<br />

167


hizmet ederlerdi. Bunlara benziyen kimselere "sufiye" dendi'. Bu iddia<br />

da salâhiyetli kimseler tarafından muteber addedilmemi ştir.<br />

8 — Bir nazariyeye göre de sufi kelimesi, hikmet mânasma gelen<br />

Yunanca "sof"tan gelmi ştir. Yunanl ılar hikmeti seven kimseye filosof<br />

diyorlard ı. Bir kısım Müslümanlar a şağı yukarı onlar gibi düşünmeğe<br />

başlayınca sufiye diye adland ılar.<br />

Bildiğime göre, bunu iddia eden ba şlıca kimse Birûni (Ölm.<br />

H. 362/M. 973)'dir 8. Bu iddia diğer muteber kaynaklarda yer almamışt<br />

ır. Sufi'nin asl ın ı Yunanca sofis yahut sofos kelimesi oldu ğunu<br />

iddia etmek yanl ıştır. Bu kelimelerdeki sin ( ) harfinin, sufi kelimesindeki<br />

sad ( )'dan farkl ı olması da bunun bir delilidir 9 .<br />

9 — Bir diğer nazariyeye göre mutasavv ıflar fiillerinin ve kalplerinin<br />

temizli ği sebebiyle sufiye diye adland ırılmışlard ır. Çünkü<br />

mutasavv ıflar manevi temizliğe önem verirler ve kalbin ahvalini ilgilendiren<br />

fiilleri zâhiri fiillerden daha mühim sayarlard ı . İşte bu mânevi<br />

temizlik yoluna tasavvuf, böyle bir manevi' temizli ğe ulaşan kimseye<br />

de mutasavv ıf veya sufi 10 ad ı verildi. Sufi'ler toplulu ğu "sufiye"<br />

yahut "sufiyûn", ba şka bir tâbirle bu topluluk "mutasavv ırin" veya<br />

"mutasavv ıfa" diye adland ır ıldı ".<br />

ı o — Sufi, yün mânas ına gelen "suf" kelimesinden mü ştaktır.<br />

Suf'un nisbeti sufi gelir. Araplar bir kimsenin suf'tan elbise giydi ğini<br />

ifade için "tasavvafa" derlerdi. Allah yolunda çal ışan baz ı kimseler<br />

kaba yünden elbise giyerler ve böylece kibirden sak ınırlard ı. Zira<br />

terleyince koyun kokusu ne şreden ve zarif olm ıyan böyle bir elbisenin<br />

7 Bak. Ibn al-Cevzi, Telbis Iblis, s. 156; Ebu Nuaym Ahmed al-Isfehani, Hilyet<br />

al-Evliya, c. I, s. 17-20.<br />

8 Bak. al-Birünrs India, s. 16, Leipzig 1925.<br />

9 Bak. Nicholson, Fi't-Tasavvuf al-Islami, s. 67.<br />

10 Burada Suhraverdrnin sufi ve mutasavv ıf aras ındaki farkı belirtmek için yapt ığı<br />

izahı zikretmek yerinde olur. Zira bu kelimeler, anlamlar ı aras ında baz ı farklar olmas ına<br />

rağmen, çok defa ayn ı mânay ı ifade için kullan ılmışlard ır.<br />

Suhraverdrye göre sufi nefsin zulmünden kurtulmu ştur. Mutasavv ıf ise sufrnin haline<br />

vakıftır. Ancak nefsin baz ı sıfatlar ının bakiyesi onda mevcuttur. Mutasavv ıf tasavvufda ilim,<br />

sufi ise zevk sahibidir. Mutasavv ıf hal sahibi olup murakabe derecesine yükselmi ştir. Sufi<br />

ise hem hal sahibidir, hem de müşahede derecesine vas ıl olmuştur.<br />

Görülüyor ki tasavvuf'da sufrnin mertebesi mutasavv ıf'ın mertebesinden daha yüksektir.<br />

(Bak. as-Suhraverdi, Kitab Avar ıf al-Maar ıf, İhya Ulum ad-Din'in mülhak ı olarak<br />

basılmıştır, c. V, s. 67-68, al-Kahire, Matbaat al- İstikame bask ısı).<br />

11 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 138; al-Kalabazi, Kitab at-Taarruf Li mezheb<br />

Ahl at-Tasavvuf, s. 5, İbn Haldun, Şifa as-Sail Li-Tehzib al-Mesail, s. 15.<br />

168


giyilmesi, ziynetten yüz çevirmeyi ve tevazu sahibi olmay ı ifade ederdi.<br />

Bundan ba şka eskiden beri Peygamberlerin elbisesi suf'tan yap ılır<br />

ve suf velilerin remzi say ılırd ı. Hasan al-Basri (Ölm. H. ı ı o /M. 728),<br />

Bedr Muharebesine i ştirak etmi ş olup suf'tan elbise giyen 7o sahabeyi<br />

tanıdığını söylemiştir.<br />

Buraya kadar sayd ığımız nazariyeler içinde en do ğru olan bu<br />

sonuncusudur. Gerçi bu nazariye üzerinde bütün kaynaklar ittifak<br />

etmemi ştir. Mesela me şhur mutasavv ıf al-Ku şeyri (Ölm. H. 465 /<br />

M. ı o77) bunun doğru olmadığını ileri sürmü ştür 12. Fakat ekseriyetle<br />

kaynaklar sufrnin suf'tan geldi ğini kabul etmektedir ". Esasen suf<br />

Araplar aras ında zühd alâmeti say ılmıştır. Birçok mutasavv ıflar ın da<br />

suf'tan elbise giydikleri inkar ı mümkün olmıyan bir hakikattir.<br />

2 — Tasavvuf, Mutasavv ıf ve Tarifleri<br />

Tasavvuf bir milletin, bir dinin veya bir dilin inhisar ında<br />

O insani bir fenomendir. Biz burada onu İslam mutasavv ıflarının<br />

anlayışına göre izah edece ğiz : Tasavvuf nefsin kötü ahlak ından<br />

ve zararl ı vasıflarından kurtulmak ve kalbi Allah a şkiyle doldurmak<br />

için mücahede etmektir. Bunun için zühde, hilme, sabra ve do ğruluğa<br />

riayet etmek, iyi ahlak vas ıflar ın ı kazanmağa çalışmak, nefsi riyazete<br />

tabi tutmak ve zikr gibi ibadetler yapmak laz ımd ır. Böylece hulâsa<br />

ettiğimiz tasavvufun tarifi şah ıslara göre de ğişir. Muhtelif zamanlarda<br />

yaşamış baz ı mutasavvıfların tariflerini şöylece s ıralayabiliriz :<br />

12 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 138.<br />

13 Bak. İbn al-Cevzi, Telbis Iblis, s. 157; Ebu Nuaym al- İsfahani, c. I, s. 17-20; al-<br />

Kalabazi, Kitab at-Taarruf, s. 6; Zeki Mubarek, at-Tasavvuf al- İslami, Fi'l-Edeb<br />

Ahlak, c. I, s. 52, Mısır 1373/1954; Nicholson, Fi't-Tasavvuf al- İslami, s. 66; L. Massignon,<br />

Encylop&lie De L'Islam, c. IV, s. 715; Hannal-Fahuri ve Halil al-Carr, Tarih al-Felsefe<br />

al-Arabiye, c. I, s. 288, Beyrut 1957; Ahmed Emin, Zuhr al- İslam, c. II, s. 58, Kahire,<br />

Mektebet an-Nandat al-M ısriye bask ısı ; İbn Haldun, Mukaddime, Tercüme eden: Zakir<br />

Kadiri Ugan, c. II, s. 586, <strong>Ankara</strong> 1954; Carra De Vaux, Gazali, s. 178, Paris 1902; T. J.<br />

De Boer, Tarih al-Felsefe Arapçaya tercüme eden: Muhammed Abd al-Hadi<br />

Ebu Ride, s. 98, Kahire 1374-1954; as-Suhraverdi, Kitab Avarif al-Maarif, s. 64.<br />

14 Tasavvufun tarikatlar ı birbirinden farkl ıdır. Fakat genel olarak mutasavv ıflarm<br />

şu özellikleri vard ır: 1— Mürid'in tarikata girmesi münasebetiyle dini toplant ı akdetme,<br />

2— Hususi bir k ıyafet ta şıma. 3— Mürid'in namaz kılmak, oruç tutmak, riyazet çekmek ve<br />

uzlete çekilmek suretiyle mihnete katlanmas ı. 4— Müzikle zikretme, vech ve cezbe müsait<br />

hareket ve ibadette bulunma. 5— Mürid'lerin ve vech sahiplerinin ruhi kuvvetlerinin fevkalade<br />

tesirli oldu ğuna inanma (Bak. Fi't-Tasavvuf s. 65).<br />

169


as-Seriyy as-Sakati (Ölm. H. 251/M. 865)'ye göre tasavvuf iyi<br />

bir ahlâkt ır ".<br />

Ebu Hafs an-Nisaburi (Ölm. H. 27o /M. 883)'ye göre tasavvuf<br />

tamamen edeptir. Her zaman için bir edep vard ır. Her memleketin<br />

de bir edebi vard ır. Kim zaman ın edebine uyarsa, büyük insanlar ın<br />

mertebesine yükselir. Edebe uym ıyan ise yakla şmay ı umduğu yerden<br />

uzak, yükselmek istedi ği yerden ise merdud olur ".<br />

Amr b. Osman al-Mekki (Ölm. H. 291/M. 903) : Tasavvuf<br />

kulun her zaman en iyi olan ı yapmas ıdır ".<br />

Ebu'l-Huseyn an-Nuri (01m. H. 295 /M. 907): Tasavvuf nefsin<br />

bütün arzular ını yoketmektir. an-NurVnin yapt ığı başka bir tarife<br />

göre de tasavvuf ne ilimdir, ne de örf ve âdettir; o ahlâkt ır ".<br />

Semnun b. Ömer (Ölm. H. 297 /M. 909) : Tasavvuf malik olduğun<br />

şeyin sana malik olmamas ıdır ".<br />

Cüneyd b. Muhammed (Ölm. H. 298/M. 9 ı o)'in Tasavvuf hakkında<br />

muhtelif tarifleri vard ır. Bunlar ı şöyle sıralayabiliriz: ı — Tasavvuf<br />

her türlü alâkadan uzakla şıp Allah'la olmakt ır. 2- Tasavvuf üç<br />

şey üzerine bina edilmi ştir: a) fakirlikle yetinmek, b) Cömert ve heyecanl<br />

ı olmak, c) Ihtiyar ve taarruzu terketmek. 3— Tasavvuf dünya<br />

me şgalesiyle ilgiyi azaltmak, kalbi Allah'a dayamak, itaat ve sabretmek,<br />

iyiyi kötüden ay ırmak, gizli zikirler yapmak, ihlâsa ba ğlanmak,<br />

şüphe zuhur ederse yakini b ırakmamak ve her şeyi sükünetle kar şılamakt<br />

ır ".<br />

Ebu Bekr Şibli (Ölm. 334/M. 945): tasavvuf kalbi temizlemek,<br />

Allah' ı tazim etmek ve kullara şefkat beslemektir".<br />

Ebu Bekr at-Tamastani. (Ölm. H. 34o /M. 951 den sonra):<br />

Tasavvuf ıztırapt ır. Rahatl ık içinde tasavvuf olmaz".<br />

Ebu Amr İsmail b. Nacid (Ölm. H. 366/976) : Tasavvuf emredileni<br />

yapmak, nehyedilenden sak ınmak ve sabretmektir<br />

15 Bak. Hilyet al-Evliya, c. I, s. 23.<br />

16 Bak. Abu Abd ar-Rahman as-Sulemi, Tabakat as-Suflye, s. 119, M ısır Dar al-<br />

Kutub al-Arabl bask ıs ı.<br />

17 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 139.<br />

18 Bak. as-Sulend, Tabakat as-Suflye, s. 166, 167.<br />

19 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 139.<br />

20 Bak. Hilyet al-Evliya, c. I, s. 22; ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 139.<br />

21 Bak. Hilyet al-Evliya, c. I, s. 23.<br />

22 Bak. Tabakat as-Sufiye, s. 474.<br />

23 Bak. Ayn ı eser, s. 454.<br />

170


Ebu'l-Abbas an-Nuhavendi (Ölm. H. 400 /M. ı oo9) : Tasavvuf<br />

insanın halini gizlemesi ve mevkiini din karde şleri için terketmesidir ".<br />

Ebu Hamid al-Gazzali (Ölm. H. 5o5 /M. ıııı ): Tasavvuf<br />

ubudiyet yolunda nefsi yok etmek ve kalbi rububiyete ba ğlamakt ır.<br />

GazzâWnin nakletti ği diğer bir tarife göre tasavvuf, halktan<br />

korkmamak, tabii ahlâktan ayr ılmak, be şeri s ıfatlar ı söndürmek,<br />

nefsani hastal ıkları yenmeğe çalışmak, hakiki ilimlere bağlanmak ve<br />

şeriatta Hz. Muhammed'e tâbi olmakt ır 25 .<br />

Buraya kadar tasavvuftan bahsettik. Şimdi biraz da mutasavv ıftan<br />

bahsedelim: mutasavv ıf, tasavvuf prensiplerine uyarak Hak yolunda<br />

çal ışan kimsedir. Ebu Nuaym (Ölm. H. 43o /M. ı o38)'a göre,<br />

Hak yolunda çal ışan mutasavv ıfların dayand ıklar ı başl ıca dört husus<br />

vard ır:<br />

ı — Allah' ı, isimlerini, s ıfatlar ın ı ve fiillerini tan ımak. 2— Nefsi<br />

ve onun kötülüklerini bilmek. 3— Şeytan ın vesveselerine, hilelerine ve<br />

dalâlet usullerine vak ıf olmak. 4— Dünyan ın aldatıc ılığını, fitnesini<br />

ve bunlardan korunmay ı bilmek. Mutasavv ıflar bu hususlara ilâveten<br />

mücahede yaparlar, vakitlerini iyi kullan ırlar, itaatten ayr ılmazlar,<br />

rahat ı terkedip mütalâa ile me şgul olurlar ve dünyaya yüz çevirip<br />

gayretlerini yaln ız doğru yola tevcih ederler ".<br />

Zu'n-Nun (Ölm. H. 245 /M. 859). Mutasavv ıfi şöyle tarif ediyor:<br />

o konu şursa hakikatten bahseder, susarsa azalan onun her şeyden<br />

alâkasm ı kestiğini ima eder ".<br />

Sahl b. Abdullah at-Tusteri (Ölm. H. 283 /M. 896)'ye göre<br />

mutasavv ıf kirden temizlenen, dü şünce ile dolan, halktan ayr ılıp<br />

Allah'a yönelen, yan ında alt ın ve çamur e şit olan kimsedir ".<br />

Ebu Hamza al-Ba ğdadi (Ölm. H. 289 /M. 90 ) : Mutasavv ıfın<br />

alâmeti zenginlikten sonra unutulmakt ır ".<br />

24 Bak. Fi't-Tasavvuf al-Islami, s. 40.<br />

25 Bak. al-Gazzali, Kitab Ravdat at-Talibin Va Umdat as-Salikin, Feraid al-Lali<br />

Min Resail al-Gazzali içinde, s. 144, M ısır, Matbaat as-Saade bask ıs ı.<br />

Sulemi (Ölm. H. 412 /M. 1021) bu tarifi, Ebu Abdullah Muhammed b. Hafif (Ölm.<br />

H. 371/M. 981)'e nisbet etmi ştir (Tabakat as-Sufiye, s. 464). Fakat al-Kalabazi (01m.<br />

H. 380/M. 990), bu tarifin Cüneyd (01m. H. 298/M. 910)'e ait oldu ğunu söylemi ştir (Kitab<br />

at-Taarruf, s. 9).<br />

26 Bak. Hilyet al-Evliya, c. I, s. 24.<br />

27 Bak. Ayn ı eser, c. I, s. 22 vd.<br />

28 Bak. Kitab at-Taarruf, s. 9.<br />

29 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 139.<br />

171


Cüneyd (Ölm. H. 298 /M. 91o) : Mutasavv ıf arza benzer, her<br />

türlü çirkin şeyler ona at ıl ır, fakat ondan iyilikten ba şka bir şey sad ır<br />

olmaz 30<br />

Ebu Bekr Şibli (Ölm. H. 334 /M.. 945) : Mutasavv ıf kalbini temizliyen,<br />

Hz. Muhammed'in yoluna sülük eden, dünyaya yüz çeviren<br />

ve nefsini cefaya garkeden kimsedir ".<br />

Ebu'l-Hasan al-Hurkani (Ölm. H. 425 /M. ı o33) : Mutasavv ıf<br />

h ırkas ı, seccadesi, örf ve âdeti olan kimse de ğil yok olan kimsedir'.<br />

Bu tarifler tasavvufun ve mutasavv ıf' ın bütün vechelerini ihtiva<br />

eden ilmi tarifler de ğildir. Bunlar, sufi'lerin muayyen vakitlerdeki<br />

hallerinin ifadesidir. Bu haller ise şah ıstan şahsa de ğişir. O halde herkes,<br />

kendi kabiliyet ve haline göre tasavvuf hakk ında konu şup tarifler<br />

yapm ışt ır. Bazan muhtelif zamanlarda ya şıyan sufiler ayn ı tarifleri<br />

yapmışlard ır. Bu onlar ın hal ve makam bak ımından ayn ı derecede<br />

olduklarını gösterir.<br />

Işte sufilerin farkl ı derecelere sahip olmalar ı tasavvuf'un tek bir<br />

tarifinin yap ılmasını imkans ızla ştırmışt ır.<br />

Böyle bir tarifi imkans ızla ştıran diğer bir sebep de tasavvuf'un<br />

geli şmesidir. Zira İslam Imparatorlu ğu geni şledikçe İslam camias ına<br />

ecnebi kültürler girmi ş ve tasavvuf'a tesir etmi ştir. Böylece tasavvuf,<br />

yeni mânalar kazanm ıştır ".<br />

Bununla beraber çok defa tasavvuf'un tariflerinde baz ı mü şterek<br />

vas ıflar bulmak mümkündür. Bu vas ıfların başlıcas ı dünya mal ına<br />

kıymet vermemek, Allah yolunda çal ışmak, zahiri ve bat ıni fiillerin<br />

birbirine uygun olmas ına dikkat etmektir. Netice olarak diyebiliriz<br />

ki tasavvuf iyi bir ahlak, mutasavv ıf da bu ahlak ın sahibidir.<br />

3 — Tasavvuf'un Doğuşu ve Geli şmesi<br />

Tasavvuf gerek kelime olarak ve gerekse bugünkü mânasiyle<br />

İslâmiyetle beraber do ğmamışt ır. O ne Kur'an' ın bir âyetinin tefsiri,<br />

ne de herhangi bir dinin kopyas ıd ır. Tasavvuf, İslamiyet'in zuhurundan<br />

yüzlerce sene sonra islami ve gayri islami tesirlerle meydana gelmi ş<br />

172<br />

30 Bak. Fi't-Tasavvuf s. 32.<br />

31 Bak. Hilyet al-Evliya, c. I, s. 23.<br />

32 Bak. Fi't-Tasavvuf s. 40.<br />

33 Bak. İbn. Haldun, Şifa as-Sail, s. kh, kv, kz.


ve nizama konmu ştur. Şimdi tasavvuf'u do ğuran ve onun geli şmesini<br />

sağlıyan bu tesirleri birer birer inceleyelim:<br />

ı — Zühd:<br />

Sahabe zaman ında mutasavv ıfe diye tan ınan bir zümre yoktu.<br />

Ebu Bekr (Ölm. H. 13 /M. 634), Ömer (Ölm. H. 23 /M. 643), Osman<br />

(Ölm. H. 35/M. 655) ve Ali (Ölm. H. 4o /M. 66o), diğer Sahabe gibi<br />

ibadet ederlerdi ". Ibadet bak ımından Tâbiin ve Atbâ at-Tâbiin<br />

devrinde Müslümanlar aras ında önemli bir ayr ılık yoktu. Ancak baz ı<br />

zühd hareketleri mevcuttu. Müste şrik Nicholson, bu zühd hareketinin<br />

vas ıflarını Kur'an' ın baz ı âyetlerinde" aram ıştır". Halbuki Nicholson'un<br />

bahsetti ği bu âyetlerdeki özellikler müslim ve müslime'nin<br />

(erkek ve kad ın müslüman ın) vas ıflarıd ır. Kuran'da hakiki manâsiyle<br />

zühd'den bahsedilmemi ştir. Ancak zühd'den mü ştak olan "zahidin"<br />

kelimesi Kuran' ın bir âyetinde zikredilmi ştir ". Fakat âyette "zahidin"<br />

kelimesi ticari mânada kullan ılmıştır. O halde zühd'ün Kuran'a dayandığına<br />

aç ık deliller vermek güçtür. Fakat müslümanlar aras ında<br />

beliren bu zühd hareketini bir hadis'e dayanarak izah edebiliriz. Bu<br />

hadis'e göre islâmiyet'te, islâm, iman ve ihsan olmak üzere üç derece<br />

vard ır". İslam, Allah'tan ba şka Allah bulunmad ığını ve Muhammed'in<br />

onun elçisi olduğunu itiraf etmek, namaz k ılmak, oruç tutmak,<br />

zekât vermek ve şartlar kâfi oldu ğu takdirde Hacca gitmektir. İman,<br />

Allah'a, meleklere, ilâhî kitaplara, peygamberlere, Ahiret gününe,<br />

hayır ve şerrin Allah'tan oldu ğuna inanmakt ır.<br />

İhsan derecesi ise insan ın Allah' ı görüyormu ş gibi ibadet etmesidir;<br />

çünkü o Allah' ı görmese de Allah onu görür. Bu dereceye vas ıl<br />

olan insan ın bât ıni ve zahiri fiilleri birbirine uygundur.<br />

İşte bu üç dereceden en yükse ği ihsan derecesidir. Manevi<br />

bakımdan bu gibi derecelerin oldu ğunu bilen Sahabe elbette en yüksek<br />

mertebeye vas ıl olmak isterdi. Zira Kur'an'da herkesin ameline<br />

göre mükâfatland ırılacağı " ve Allah' ın adâletten ayr ılmıyacağı bildirilmişti'.<br />

Bu sebeple en yüksek mükâfata nail olmak isteyen kimseler,<br />

daha islâmiyet'in ilk devirlerinden itibaren zahiri ibadetler<br />

34 Bak. İbn Haldun, Mukaddime, c. II, s. 601; Şifa as-Sail, s. 10.<br />

35 Bak. Tövbe sûresi, âyet: 12. Tahrim süresi, âyet: 5.<br />

36 Bak. Fi't-Tasavvuf s. 11 15.<br />

37 Bak. Yusuf sûresi, âyet: 20.<br />

38 Bak. Şifa as-Sait, önsöz, s. nd, nz, sb.<br />

39 Bak. Zilzal sûresi: âyet: 7-8.<br />

40 Bak. Şifa as-Sail, önsöz, s. nh, nv.<br />

173


yan ında kalbi fiillere çok önem verdiler. Onlar ın gayeleri tslâm' ın<br />

en olgun, en yüksek mertebesi olan ihsan derecesine vas ıl olmakt ı. Bizim<br />

islâm zühdü diye bahsetti ğimiz cereyan ın doğmas ında, ihsan derecesine<br />

ula şmak gayesinin mühim bir tesiri olsa gerektir. Bu cereyan ın<br />

ba şlıca öncüleri Sahabe'den Ebu Zerr (Ölm. H. 32 /M. 652), Huzeyfe<br />

b. al-Yeman (Ölm. H. 36 /M. 656) ve bunlara benziyen baz ı kimselerdi<br />

'. Ancak Hz. Muhammed, hayatta iken, zühd'de ileri gidip<br />

ruhbaniyet yoluna sapanlar ı daima itidale davet ediyordu. Zaten<br />

Hz. Peygamber Sahabe'yi tan ıyor, onlar ın hatalar ını tashih ediyor<br />

ve onlara en do ğru yolu gösteriyordu. Fakat onun vefatiyle bu kontrol<br />

yok oldu ve zühd'de ileri gidenler ço ğalmağa ba şlad ı .<br />

Müslümanlar aras ında zühd'ün yay ılmas ına ve artmas ına yard<br />

ım eden di ğer sebepler de vard ır: İslam camias ının süratle geni şlemesi,<br />

bu geni şleme neticesinde kar şılaşılan muhtelif tesirler, siyasi<br />

kavgalar ve idarecilerin zulümleri halkta zühd temayülünü art ırd ı ".<br />

H. 4o /M. 66o ve H. ı ı o /M. 728 tarihleri aras ında Tabiin'den<br />

olan birçok kimseler zahitli ğe önem verdi. Hicri ikinci as ırda birçok zahit<br />

kimseler va'zetmek suretiyle taraftar toplama ğa ve taraflar ın ı te şci<br />

etmeğe muvaffak oldu. Basra, Küfe, Hicaz ve Horasan dini faaliyet<br />

bak ımından mühim birer merkez haline geldi". Fakat ba şlang ıçta<br />

bu zühd hareketi muayyen bir mezhebi ifade etmiyordu. Sadece kendini<br />

Allah'a verip tövbekâr olan muttaki kimselere "zâhid", "âbid"<br />

veya "zühhâd", "ubbâd" adlar ı veriliyordu". Bunlar ın niyetleri<br />

temiz olup umumiyetle hareket ve ibadetleri islâmiyete mugayir<br />

değildir. Bu zahitler şu iki hususda temayüz ettiler: ı — Ibadete taallük<br />

eden hususlarda. İslam dini namaz ve oruç gibi muayyen ibadetleri<br />

insanlara farz k ılmıştı. Halbuki zahitler bunlara ilâveten Kuran<br />

okurlar, zikrederler ve nafile ibadetler yaparlard ı. 2— Ahlâka taall'ük<br />

eden hususlarda. Zahitler iyi bir ahlâk sahibi olma ğa çal ışırlard ı .<br />

Yaptıklar ı her şeyde Allah' ın kendilerini gördü ğünü unutmazlar ve<br />

buna göre hareket ederlerdi. Bu zühd cereyan ına fazla itibar eden en<br />

41 Bak. L. Massignon, Encyclop'edie De L'Islam, c. IV, s. 716.<br />

42 Goldziher, Müslümanların zühdünü, günah işlemenin verdiği aşırı hüzne ve Allah'<br />

ın azab ından korkmağa isnat etmektedir. (Fi't-Tasavvuf al-Islâmi, s. 2, 46). Biz bu kanaatta<br />

de ğiliz. Zira Kur'an'da Allah' ın azab ından bahsedildiği gibi rahmetinden de çok çok<br />

bahsedilmi ştir. Bizce bu hususta korku yerine utanma duygusunun tesirinden bahsetmek<br />

daha uygundur.<br />

43 Bak. L. Massignon, Essai Sur Les Origines Du Lexique, s. 163-174.<br />

44 Bak. Carra De Vaux, Gazali, s. 177-178.<br />

174


meşhur şahsiyetlerden biri Hasan al-Basri (Ölm. H. ı ı o /M. 728)'clir".<br />

Onun, bir k ısım sinan bilmekle maruf olan Huzeyfe b. al-Yeman<br />

(Ölm. H. 36 /M. 656)'dan" baz ı şeyler öğrendiği söylenir'. Hasan<br />

al-Basri Ba ğdad'da bulunan zühd medresesinde fikirlerini yayma ğa<br />

çal ışmış ve etrafına birçok taraftar toplam ışt ı .<br />

İşte böylece ba şlıyan zühd cereyan ı, ilerde tafsil edece ğimiz diğer<br />

sebeblerin de tesiriyle tasavvuf'a tahavvül etti. Tasavvuf'tan hicri<br />

2oo senesinden önce bahsedilme ğe başland ı ". Sufl diye adlanan ilk<br />

şah ıs, Ebu Haşim al-Kufi (Ölm. H. ı 5o /M. 767)'dir 49. Rabia al-Adeviye<br />

(01m. H. 135 /M. 752), Şeyban ar-Ral (Ölm. H. 158 /M. 774),<br />

İbrahim b. Edhem, (Ölm. H. ı 6 ı /M. 777), Davud at-Tai (01m. H.<br />

165 /M. 781)), Fudeyl b. İyad (Ölm. H. 187/M. 802) ve Şakik al-<br />

Belhi (Ölm. H. 194 /M. 809) hicri ikinci asr ın meşhur mutasavv ıflalar<br />

ındand ır. Tasavvuf'la beraber zikir meclisleri, sufi ibadetleri ve<br />

hangahlar bu as ırda teessüs etti". Ancak ikinci asr ın mutasavv ıflar ı<br />

itidal sahibi idiler. Inançlar ı tevhid akidesi üzerine mebni idi. Umumiyetle<br />

cezb ve vecd iddialar ı yoktu. Şeriat ın icab ını yerine getirirler,<br />

fakir kalmay ı tercih ederler ve nefisleriyle mücahedeye çal ışırlard ı .<br />

Aşırı bir iddia sahibi de ğillerdi. Bunlar bir bak ımdan zahit diğer bakımdan<br />

mutasavv ıf idiler ".<br />

Hicri üçüncü as ırda ise tasavvuf'da yeni bir cereyan yani vahdet-i<br />

vücud nazariyesi do ğdu". Mutasavv ıfların adedi ço ğald ı. Tasavvuf'un<br />

esaslar ın ı vaz'eden Zu'n-Nun al-M ısri (Ölm. H. 245 /M•<br />

859), bu as ırda faaliyet gösterdi. Bu as ırda müritleri olan şeyhler<br />

zuhur etti; bir tak ım tasavvufi kaide ve âdetler türedi. Müritler bunlar<br />

ı şeyhlerinden ö ğreniyorlard ı. Onlar şeyhlerine kay ıts ız şarts ız<br />

bağlanmakla mükelleftiler. Ebu Yezid al-Bestami (Ölm. H. 261 /M.<br />

874) "üstad ı olm ıyamn imam ı şeytand ır" diyordu. Zu'n-Nun (Ölm.<br />

H. 245 /M. 859) ise "insan ın şeyhine itaat ının Allah'a itaat ından daha<br />

45 Bak. Fi't-Tasavvuf al-Islâmi, s. 46.<br />

46 Ömer b. al-Hattab bir kimse ölünce onun cenazesini k ılmadan önce Huzeyfe'ye<br />

müracaatla bu şahs ın münafık olup olmadığını sorard ı. Bak. Şifa as-Sail, s. 8; Ebu'l-Felâh<br />

Abd al-Hayy b. al- İmad al-Hanbeli, Şezerat az-Zeheb, c. I, s. 44, Kahire 1350.<br />

47 Bak. Zeki Mübarek, at-Tasavvuf al-Islâmi, c. II, s. 11.<br />

48 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 8.<br />

49 Bak. Carra De Vaux, Gazali, s. 179; Fi't-Tasavvuf al-Islâml, s. 3. Islâmiyet'in ilk<br />

üç asr ı boyunca sufi ad ın ı alan kimseler için bak. Louis Massignon, Essai Sur Les Origines<br />

Du Lexique, s. 154.<br />

50 Bak. L. Massignon, Essai, s. 156-157.<br />

51 Bak. Fi't-Tasavvuf s. 3-4, 69-70.<br />

52 Bak. Ayni eser, s. 70.<br />

175


iyi olduğunu" iddia etti. Seriyy as-Sakati (Ölm. H. 253 /M. 867)<br />

Bağdad'da ilk defa ilahi hakikatlardan ve tevhid'den bahsetti. Yahya<br />

b. Muaz ar-Razi (Ölm. H. 258 /M. 871) ve daha sonra da Ebu Hamza<br />

al-Bağdadi (Ölm. H. 269 /M. 882) halka tasavvufi konferanslar<br />

vermeğe ba şlad ı. al-Cuneyd al-Ba ğdadi (Ölm. H. 298/M. 91o) ilk<br />

defa tasavvufi kavram ve şerhleri yaz ıyla ifade etti. Daha sonra Şibli<br />

(Ölm. H. 334 /M. 945) tasavvuf'dan alenen bahsediyor ve davas ını<br />

yaymağa çal ışıyordu. Art ık sufiler zühd ve uzletle iktifa etmiyorlard ı ".<br />

Bunlardan anla şılır ki hicri üçüncü ve dördüncü asr ın mutasavvıflar<br />

ı, tasavvufu ameli ve nazari bak ımdan nizama koymağa çal ıştılar.<br />

Fakat tasavvuf tam mananyle Ku şeyri (Ölm. H. 465 /M. 1077)<br />

nin, Gazzali (Ölm. H. 5o5 /M. ıııı )'nin ve Suhraverdi (01m. H.<br />

632 /M. ı ı 9 ı )'nin sufizm'e dair yazd ıkları eserlerden sonra Ehl-i<br />

Sünnet'e mal oldu ve yay ıld ı .<br />

2 — Yunan tesiri:<br />

Yunani bilgiler ba şl ıca üç merkezden Müslümanlar aras ında<br />

yayıldı : ı — H ıristiyan manast ırlar ından. 2— Cundisapur medresesinden.<br />

3— Harranl ılar vas ıtasiyle.<br />

Tasavvuf'un geli şmesinde Müslümanlar aras ında yay ılan Yeni<br />

Eflâtuncu fikirlerin tesiri mühimdir. Bilhassa Harranl ılar Yeni Eflâtuncular<br />

ın felsefesini iyi biliyorlar ve onu yay ıyorlard ı. Bu hususta<br />

Bağdad'daki Sabillerin gayretleri de önemli rol oynuyordu. Basra<br />

ile Vas ıt aras ında ikamet eden Sabiller de Gnosiye mezhebini iyi tan ı-<br />

yorlardı. Meşhur sufilerden Maruf al-Kerhi (Ölm. H. 200 /M. 8 ı 5)<br />

ve Ebu Süleyman ad-Darani (Ölm. H. 215 /M. 830) bu civardaki<br />

kültürü iyice biliyorlard ı. Has ılı Müslümanlar birçok bölgelerde Yunan<br />

tesiriyle kar şılıyorlar ve yunancadan tercüme edilmi ş kitaplardan<br />

istifade ediyorlard ı. Bu sebeple İslam tasavvufuna Yunani kültürün<br />

tesiri olmu ştur. Bilhassa ilahi marifet konusunda ve Allah'la kulun<br />

münasebetinin tanziminde Yeni Eflâtuncular ın tesiri büyüktür".<br />

3 — Hint ve İran tesiri:<br />

İslam camias ı geni şledikçe, Müslümanlar ın yabanc ı fikirlerle<br />

karşılaştıklarından yukar ıda bahsetmi ştik. Gerek ticari ve gerekse<br />

53 Bak. Fi't-Tasavvuf al-Islâmi, s. 19-21; L. Massignon, Essai, s. 156-157<br />

54 Yunani tesir hakk ında bak: Fi't-Tasavvuf s. 14-18; Tarih al-Felsefe<br />

al-Arabiye, c. I, s. 300-301; Carra De Vaux, Gazali, s. 176. T. J. De Boer, Tarih al-Felsefe<br />

s. 98; Ali Sami an-Naşşar, Neş'et al-Fikr al-Felsefi, s. 8, al-Kahire 1954.<br />

176


diğer vesilelerle Müslümanlar Hind'e ait fikirleri de ö ğrenmişti. Ilindistan'la<br />

İslam alemi aras ında en mühim fikir mübadelesi hicri ikinci<br />

as ırda olmuştu". Fakat Hindistan'da ve tran'da eskiden beri tan ınan<br />

bir nevi vandet-i vücûd akidesi, hicri üçüncü as ırda, Islam alemine<br />

nüfuz etti. Ebu Yezid al-Bestami (Ölm. H. 261 /M. 874) gibi bu akideyi<br />

iyi bilen mutasavv ıflar Müslümanlar aras ında yeti şince, vandet-i<br />

vücûd inanc ı tasavvufa girdi. İslam tasavvuf'unun "fena"s ı ile Hintlilerin<br />

"nirvana"s ı aras ında çok benzerlik vard ır. Fakat bunlar tamamen<br />

ayn ı şey de ğildirler. "Fena" Allah'da yok olmakt ır. "Nirvana"<br />

ise kötü meziyetlerden ve bunlar ın doğurduğu çirkin fiillerden s ıyrılmaktır.<br />

"Nirvana" ile "fena" aras ındaki münasebet ne olursa olsun<br />

İslam âleminde vandet-i vücûd akidesinin do ğup gelişmesinde Hint<br />

ve Iran tesiri büyüktür.<br />

Islam tasavvuf'una h ırka ve tesbih'in de Hint tesiriyle girdiği<br />

söylenir.<br />

Kremer'in dedi ğine göre zikr usulü ve bu esnada nefes alma<br />

şekli keza hintlilerin tesiriyle sufnere geçmi ştir.<br />

Bundan ba şka Goldziher müridin, sufiye cemiyetine kabul edilirken<br />

fakirlik ve dünyadan çekilme alâmeti olarak h ırkas ını verdiğini<br />

ve bu 'Metin hintlilerden intikal etti ğini kaydediyor 56 .<br />

4 — H ıristiyan tesiri:<br />

Umumiyetle müste şrikler, İslam zühdünde ve tasavvuf'unda<br />

Hıristiyanlığın büyük tesiri oldu ğunu iddia ederler". Buna sebep<br />

olarak da Islamiyet'in do ğduğu sıralarda Arabistan' ın çe şitli bölgelerinde<br />

h ıristiyanlar ın bulunmas ını, birçok rahiplerin zühd'ü yaymağa<br />

çal ışmalar ını, Hz. Isa'n ın ve h ıristiyan zahitlerin suf'dan elbise<br />

giymelerini gösterirler.<br />

5 — Diğer tesirler:<br />

Yukarıda bahsettiklerimizden ba şka, İslam tasavvuf'una Yahud'iliğin"<br />

ve M ıs ır'da eskiden mevcut olan sihir ilminin tesir etti ği ileri<br />

sürülmü ştür 59 .<br />

55 Bak. L. Massignon, Essai, s. 82.<br />

56 Hint ve han tesiri hakk ında bak: Goldziher, al-Akide Va' ş-Şeria arapçaya<br />

tercüme edenler: Muhammed Yusuf Musa, Abd al-Aziz Abd al-Hakk, Ali Hasan<br />

Abd al-Kadir, s. 145-146, al-Kahire 1946. Tarih al-Felsefet al-Arabiye, c. I, s. 295-297;<br />

Fi't-Tasavvuf s. 22-26; Köprülüzade Mehmet Fuat, Türk Edebiyat ında Ilk Mutasavvıflar,<br />

s. 17-19, İstanbul 1918; Neş'et al-Fikr s. 8.<br />

57 Bak. Goldziher, al-Akide Va' ş-Seria, s. 135; Nicholson, Fi't-Tasavvuf<br />

s. 47; Carra De Vaux, Gazali, s. 176; Tarih al-Felsefe al-Arabiye, c. I, s. 297-299.<br />

58 Bak. Carra De Vaux, Gazali, s. 177.<br />

59 Bak. Fi't-Tasavvuf s. 10-11.<br />

177


Tasavvuf'un geli şmesine tesir eden sebepler aras ında harpleri,<br />

dahili kavgalar ı, uydurulan hadisleri, tasavvufi ince sözlerin cazibesini<br />

ve haks ızlığa uğrayanlar ın Allah'a ve Ahiret'e yönelmelerini zikredebiliriz.<br />

Netice olarak diyebiliriz ki İslam tasavvuf'u İslam zühd'ünün<br />

yayılmas ı ve zikri geçen di ğer sebeplerin tesiriyle te şekkül etmi ş ve<br />

geli şmiştir.<br />

4 — Tasavvuf'un islâmiyet Bak ımından Değeri<br />

Söz konumuz olan tasavvuf, acaba İslam dininin bir emri ve<br />

icab ı mıdır Bu soruya baz ı kayıtlarla hay ır diye cevap verece ğiz.<br />

Baz ı kayıtlarla dedik, çünkü tasavvuf'la İslam zühd'ü kasdedilirse bu,<br />

Ehl-i Sünnet'in görü şüne aykırı değildir. Fakat tasavvuf'la, vusul,<br />

ittihad, hulül" ve şeriata z ıt a şır ı cereyanlar kasdedilirse onun islami<br />

olduğu iddia edilemez. İslam dininde ruhbaniyete z ıt emirler vard ır.<br />

islamiyet, insanlar ın dünyaya tamamen yüz çevirmelerini şart ko ş-<br />

mamıştır. Kur'an'da insanlar ın dünyadan da nasiplerini almalar ı<br />

emredilmiştir 61. Kez a Kur'an'da ruhbaniyeti H ıristiyanların uydurdukları<br />

kaydedilmi ştir". Bunlardan ba şka Hz. Muhammed'in bir<br />

çok hadisleri, Ashab' ı cemiyet hayat ına te şvik edicidir. Bunlardan<br />

misaller verelim: "Islamiyet'te ruhbaniyet yoktur", "dünyay ı Ahiret<br />

için veya Ahiret'i dünya için terkedeniniz en hay ırl ınız değildir, fakat<br />

her ikisine de beraberce önem vereniniz en hay ırlınızd ır", "vücûdünün,<br />

kalbinin ve e şinin senin üzerinde hakk ı vard ır", "daima oruç<br />

tutan oruç tutmu ş sayılmaz" 63 .<br />

Bu gibi misalleri çoğaltmak mümkündür. Bunlardan ba şka Hz.<br />

Muhammed'in bizzat cemiyet i şleriyle me şgul olmas ı, insanlar ın dünyevî<br />

ve uhrevi vazifelerini beraberce yürütmeleri için bir örnektir.<br />

Gerçi Islamiyet'in ilk devirlerinde bile zühd'e önem verenler olmu ş-<br />

tur. Fakat bunlar ın kalpleri ve gayeleri temizdi. Ke şif ve keramet<br />

için hareket etmiyorlard ı. Bunlar ın hareketleri İslam şeriat ına aykırı<br />

değildi. Kendilerine fevkalade haller ar ız olsa bile buna k ıymet ver-<br />

60 Bu iddialar ı Gazzali de kabul etmiyor. Bak. Ebu Hamid al-Gazzall, al-Munkiz<br />

MM ad-Dalal Va'l-Musil Ila Zi'l-Izze Va'l-Celal, s. 102, Suriye 1376/1956.<br />

61 Bak. Kasas süresi, ayet: 77.<br />

62 Bak. Hadid süresi, ayet: 27.<br />

63 Bu hadisler ve benzerleri için bak: al-Akide Va' ş-Şeria, s. 124-125; Tarih al-Felsefe<br />

al-Arabiye, e. I, s. 291; Fi't-Tasavvuf al-Islami, s. 45.<br />

178


mezlerdi ". Genel olarak hicretin 200. senesine kadar bu yolda<br />

temayüz etmi ş şahsiyetler itidal sahibi idiler. Fakat tasavvuf'da daha<br />

sonralar ı önemli değişmeler oldu 65 . İslâm dini esaslar ına aykır ı hareket<br />

eden mutasavv ıflar ço ğald ı. Me şhur mutasavv ıflardan Ku şeyri<br />

(Ölm. H. 465 /M. ı o77) bile bu hususta şunları söylüyor: "Zaman ı-<br />

mızda, tasavvuf yolunda muhakkik olanlar ın çoğu inkiraza u ğramıştır.<br />

Onlar ın ancak izleri kald ı... Tasavvuf yolunda bir durgunluk has ıl<br />

oldu. Hattâ hakiki mânada bu yol mahvoldu. Büyük şeyhler tarihe<br />

karıştı. Onlar ın izinde olan gençler azald ı. Takva zevale u ğrad ı .<br />

Tama' artt ı..." ". İşte bu sözler daha hicri be şinci as ırda yani bundan<br />

asırlarca önce kaleme al ınmıştır.<br />

Burada, Kur'an' ın, kul ile Allah aras ına üçüncü şahs ın girmesini<br />

emretmedi ğini de kaydedelim. İslam dini esaslar ı dururken muayyen<br />

şah ıslara ba ğlanmak ve onlar ın emirlerine göre hareket etmek salim<br />

bir yol olamaz. Bu şekilde hareket edildi ği için şah ıslara göre tarikatların<br />

doğmas ının sonu gelmemi ş ve müslümanlar aras ında grupla şma<br />

devam etmi ştir. Zaman zaman temiz niyetle hareket eden müstesna<br />

kabiliyete sahip kimseler tasavvuf'da me şhur olmu şlardır. Fakat bu,<br />

İslam şeriat ını çiğnemek, prensipleri b ırak ıp şah ıslara bağlanmak,<br />

sosyal vazifeleri terkederek tembelle şmek anlamiyle tasavvuf'u Müslümanlara<br />

tavsiyeyi icabettirmez. Esasen İslâm dini de böyle bir tasavvuf<br />

demek de ğildir. Bizce Allah yolunda çal ışmak isteyenlere rehber<br />

olarak Kur'an ve Hz. Muhammed'in Sünnet'i kâfidir.<br />

64 Bak. Ibn. Haldun, Mukaddime, s. 605.<br />

65 Bu değişmeler için bak: Ibn Telbis Iblis, s. 158-215.<br />

66 Bak. ar-Risale al-Ku şeyriye, s. 2-3.<br />

179


İSLAM FELSEFESINİN BAZI KAYNAKLARI<br />

— tbn Ebi Useybi'a: Uyûn al-Enbâ fi Tabakât al-Etibbâ, Beyrut<br />

1376/1956.<br />

2 — İbn an-Nedim: al-Fihrist, Matbaat al- İstikame bask ıs ı, al-Kahire.<br />

3 — Cemal ad-Din Ebu'l-Hasan: Kitab ihbar al-Ulema bi-<br />

Ahbar al-Hukema, Mısır (tarihsiz).<br />

4 — Said b. Ahmed al-Endelusi, Ebu'l-Kas ım: Tabakât al-Umem,<br />

Mısır (tarihsiz).<br />

5 — a ş-Sehrestani, Ebu'l-Feth: al-Milel va'n-Nihal, Mısır 1317.<br />

6 — al-Havarizmi, Ebu Abd Allah: Mefâtih al-Ulûm, Mısır 1342.<br />

7 — İbn al-Culcul, Ebû Dâvûd Suleymân: Tabakât al-Etibbâ va'l-<br />

Hukemâ, al-Kahire ı 955.<br />

8 — İbn Hallikan: Vefeyât al-A'yân, al-Kahire 1948.<br />

9 — İbn Hazm: Kitâb al-Fasl fi'l-Milel Va'l-Ehvâ Va'n-Nihal, M ısır<br />

1317.<br />

to al-Ba ğdadi, Abd al-Kahir: Us221 ad-Din, İstanbul 1346 /1928.<br />

Tarikh al-Hind, Leipzig 1925.<br />

12 al-Beyhaki : Tarih Hukemâ al-İslâm, Dime şk 1365 /1946.<br />

— Kitâb al-Luma' fi'r-Redd ala Ehl az-Zeyg va'l-Bida',<br />

Mısır 1955.<br />

14 — al-E ş' ari : Makâlât al-İslamiyyin, al-Kahire ı 369 /195o.<br />

15 — al-Hamavi, Ebû Abd Allah Yâkût: Mu'cem al-Udebâ, Matbaat<br />

Dar al-Me'mun bask ısı 1357/1938.<br />

16 — al-Hayyât, Ebu'l-Huseyn: Kitab al-İntisâr Va'r-Radd alâ İbn<br />

ar-Ravencli, Beyrût ı 957.<br />

17 — İ bn Nakd al- İslâm va'l-Ulemâ Ev Telbis iblis, Mısır<br />

1 340 .<br />

— İbn al-Murtada, Ahmed b.Yahyâ: Kitâb Tabakât al-Mu'tezile,<br />

Beyrut 138o/1961.<br />

Ig — İbn an-Nu'mân, Muhammed: Evâil al-Makâlât fi'l-Mezahib<br />

va' 1- Muhtâr ât<br />

20 - İ bn Tufeyl: Hay, b.rakzân, Dâr al-Maarif bask ıs ı, M ısır.<br />

180


21 — İbn Teymiyye: Şerh al-Akidet al- İsfihâniyye (Fetevâ, C. V. içinde)<br />

al-Kahire 1329.<br />

22 — İbn Teymiyye: Kitâb Bugyet al-Murtad fi'r-Redd al(ı'l-Mutefelsife<br />

va'l-Karâm ıta va7-Batıniyye (Fetevâ, C. V. içinde), al-Kahire<br />

1329.<br />

23 — İbn Teymiyye: Kitâb an-Nubuvvât, idaret at-T ıba'at al-Munire<br />

bask ısı 1346.<br />

24 thvan as-Safa: Resâil, Beyrut 1376/1957.<br />

25 — Ebu'l-Muzaffer: at-Tabsir fi'd-Din, Matbaat al-<br />

Envâr bask ısı 1359/1954.<br />

6 al-Murtadâ Alî b.al-Huseyn: Emâli, Dar Ihyâ al-Kutub<br />

biyye bask ısı, 1373/1954.<br />

27 — ar-Razi, Ebu Bekr Muhammed b.Zekeriyya: Resâil Felsefıyye,<br />

Mısır 1939.<br />

28 ar-Razi, Fahr ad-Din: Ptikâdât Fırak al-Muslimin<br />

al-Kahire 1938.<br />

29 ar-Râzi, Fahr ad-Din: Munâzarât, Haydârâbâd 1 355.<br />

3o — as-Sem'âni, Ebû Sa'id Abd al-Kerim: Kitâb al-Ensâb, Leiden<br />

1912.<br />

— as Seyyid aş- Şerif al-Curcâni: Kitâb Şerh Mevak ıf al-Adud, Mıs<br />

ır 1266.<br />

32 — as-Suhreverdi, Şihab ad-Din Yahya: Mec ınti'a fi'l-Hikmet al-<br />

İlâhiyye, İstanbul 1945.<br />

33 — as-Subki, Ebû Nasr Abd al-Vahhab: Tabakât aş-Şafiiyyet al-<br />

Kubrâ, M ısır 1324.<br />

34 at-Tevhidi, Ebû Hayyân: al-İşârât al-İlâhiyye, al-Kahire 1950.<br />

35 at-Tevhidi, Ebû Hayyân: Kitâb al-Imtâ' Va'l-Muânese, al-Kahire<br />

1373/1953.<br />

36 — az-Zebidi : Ithâf as-Sâde, Mısır 131I.<br />

37 — al-Gazzali: al-İktisad fi'l- İtikad, <strong>Ankara</strong> 1962.<br />

38 — al-Gazzali: Kitab- ı Kimyây ı Saâdet, Tahrân 1333.<br />

39 Kitâb Mihakk an-Nazar al-Matbaat<br />

al-Edebiyye bask ıs ı, Mıs ır.<br />

40 — al-Gazzali: İhyâ Ultbn ad-Din, Matbaat al- İstikame bask ısı,<br />

al-Kahire.<br />

41 — al-Gazzall: Tehâfut al-Felâsife, Dâr al-Ma'arif bask ısı, Mısır.<br />

42 al-Gazzali: Makâs ıd al-Felâsife, Mıs ır.<br />

43 al-Bakillâni: at-Temh'id, al-Kahire ı 947•<br />

44 al-Farabi: İlimlerin Say ım ı, (İhsa al-Ulûm) Türkçeye çeviren:<br />

Ahmed Ate ş , İstanbul 1955.<br />

181


45 — al-Farabi: Uy ıln al-Mesâil fi'l-Mant ık ve Mebâdi al-Felsefe al-Kadime,<br />

al-Kahire ı 910.<br />

46 — al-Farabi: al-Medinet al-Fâdıla, Türkçeye çeviren: Nafiz Dan ışman,<br />

İstanbul 1956.<br />

47 — İbn Sinâ: al-İşârât Va' t-Tenbihat, Dâr ihya al-Kutub al-Arabiyye<br />

bask ıs ı, M ısır.<br />

48 — İbn Sinâ: Tis'u Resâil fi'l-Hikmet Va't-Tabiiyyât, Mıs ır 1908.<br />

49 — İbn Sinâ: an-Necât, Mısır 1938.<br />

50 — İbn Rü şd: Kitâb al-Ke şf An-Menâhic al-Edille, İbn Rüşd'ün<br />

Felsefesi adiyle türkçeye çeviren (Fasl al-Makal dahil) N. Aysbeyo<br />

ğlu, <strong>Ankara</strong> 1955.<br />

51 — İbn Rüşd: Tehâfut at-Tehâfut, al-Matbaat al-Hayriyye, M ısır<br />

1319.<br />

52 — İmam al-Harameyn al-Cuveyni: Kitâb al-İrşâd, Bağdad (tarihsiz).<br />

53 — al-Kindi: Resâil al-Kindi al-Felsefiyye, Mıs ır 1950.<br />

54 — Abd al-Mecid, İbrahim: al-Felsefe va'l-Muctema' al-İslâmi, al-<br />

Kahire 1950.<br />

55 — Âl Yâsin, Muhammed Hasan: Mutârahât Felsefiyye, Bağdad 1956.<br />

56 — Awa, Adel: L'Esprit Critique Des Mres De La hired., Beyrut 1948.<br />

57 — Barthold: İslâm Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1940.<br />

58 — Bedevi, Abd ar-Rahmân: al-Eflatılniyet al-Muhdese İnd al-Arab,<br />

al-Kahire 1955.<br />

59 — al-Behiy, Muhammed: İslâm Düşüncesinin ilâhi Tarafi, Çeviren:<br />

Fuat Sezgin, İstanbul 1948.<br />

6o — al-Bakkari, Abd ad-Daim: Ehdâf al-Felsefet al-İslâmiyye, al-Kahire<br />

1948.<br />

— Cum'a, Muhammed Lutfi: Tarih Felasıfet al-İslâm fi'l-Maşrık<br />

Va'l-Magrib, Mısır 1927.<br />

62 — Comair: Felâsifet al-Arab, Beyrut 1954.<br />

63 — De Boer: Tarih al-Felsefe fi'l-İslâm, al-Kahire 1954.<br />

64 — A. History of Muslim Philosophy, Wiesbaden 1963.<br />

65 — Gardet, Louis et Anawati: Introduction a La Th6ologie Musulmane,<br />

Paris 1948.<br />

66 — Nader, Albert: Le Systme Philosophique Des Mu' tazila, Beyrut.<br />

67 — an-Ne şşar, Ali Sami: Are ş' et al-Fikr al-Felsefi fi'l-İslâm, al-Kahire<br />

1954.<br />

68 — O'Leary, De Lacy: İslam Düşüncesi ve Tarihteki Yeri, Çevirenler<br />

Hüseyin Yurdayd ın ve Ya şar Kutluay, <strong>Ankara</strong> 1959.<br />

182


69 — O'Leary, De Lacy: intikâl Uleim ila'l-Arab, Bağdad 1958.<br />

7o — Quadri, G.: La Philosophie Arabe Dans L'Europe M6dib ıale, Paris<br />

1947.<br />

71 — Çubukçu: Gazzale ve Şüphecilik, <strong>Ankara</strong> 1964.<br />

72 — Çubukçu: Gazzale ve Bat ınelik, <strong>Ankara</strong> 1964.<br />

73 — Çubukçu: islâm Felsefesinde Allah' ın Varlığının Delilleri, <strong>Ankara</strong><br />

1967.<br />

74 — Çubukçu: Mezhepler, Ahlâk ve İslam Felsefesi ile Ilgili Makaleler,<br />

<strong>Ankara</strong> 1967.<br />

75 — Çubukçu: Gazzali ve Kelâm Felsefesi, <strong>Ankara</strong> 197o.<br />

76 — Sunar, Cavit: Vandet-i Şuhud ve Vandet-i Vüc ıld Meselesi, <strong>Ankara</strong><br />

196o.<br />

77 — Sunar Cavit: Islânı Felsefesi Dersleri, <strong>Ankara</strong> 1967.<br />

78 — Ülken, Hilmi Ziya: islâm Felsefesi Kaynaklar ı ve Tesirleri, 1967.<br />

79 — Ülken, Hilmi Ziya: İslam Düşüncesi II. Islâm Felsefesi Tarihi,<br />

İstanbul 1957.<br />

8o — Ülken, Hilmi Ziya: La Pens6e De L' İslâm, İstanbul 1953.<br />

— Ülken, Hilmi Ziya: İslam Medeniyetinde Tercümeler ve Tesirler,<br />

İstanbul 1948.<br />

82 — Corbin, Henri: Histoire De La Philosophie İslamique, Gallimard<br />

bask ıs ı ı 964.<br />

183


BİBLİYOGRAFYA<br />

Abdülcebbar, b. Muhammed b. Abdulcebbar: Tesbit-i Delail-i Nübüvve, Süleymaniye ( Şehit<br />

Ali Paşa) K. No: 1575.<br />

Ad ıvar, Abdulhak Adnan: Fdrdbi, İslam Ansiklopedisi, cüz: 34, İstanbul 1947.<br />

Adıvar, Abdulhak Adnan: Işrakiyyün, İslâm Ansiklopedisi, cüz: 54, İstanbul 1952.<br />

Ansay, Ord. Prof. Sabri Şakir: Hukuk Tarihinde ısldm Hukuku, <strong>Ankara</strong> 1958.<br />

Ateş, Ahmet: "Gazzal£'nin Batınilerin Belini Kıran Delilleri", Kitab Kavasım al-Bat ıniye", İlâhiyat<br />

Fakültesi Dergisi, <strong>Ankara</strong> 1954.<br />

Awa, Adel: L'Esprit Critque Des Frires Dç la Pureti, Beyrut 1948.<br />

al-Bağdâdi: al-Fark Beyn al-Fırak, Kahire 1367 /1948.<br />

al-Bağdad ı : Tdrill-i Bağddd, Mısır 1931.<br />

al-Beyhaki: Tetimme Sivan al-Hikme, D ımeşk 1946.<br />

al-Beyhaki: Tarih Huketrod al-isldm, D ımeşk 1946.<br />

Brockelmann, Karl: Isldm Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çeviren: Prof. Dr. Ne ş'et Ça ğatay,<br />

<strong>Ankara</strong> 1954.<br />

Borckelmann, Karl: Supplementband, Leiden 1937.<br />

Browne: Tarih al-Edeb Fi Iran, Arapçaya Çeviren: İbrahim Emin aş-Şavaribi, Kahire<br />

1373/1954.<br />

al-Bustani: Resdil-i Ihrıtin as-Safd, Beyrut 1957.<br />

Kitab al-Hayvan, M ısır 1947.<br />

Comair: Felsefe al-Arab, al-Matbaat al-Katolikiyye, Beyrut.<br />

Comair: Ihvdn as-Safd, Beyrut 1954.<br />

Corbin, Henry: Oeuvres Philosophiques et Mystiques De Shihabeddin Yahya Suhreverdi, Paris<br />

1952.<br />

Corbin, Henry: Mecmu' a l-Hikmet al-ildhiyye, S. XXVII., İstanbul 1945.<br />

Corbin, Henry: Histoire De la Philosophie Islamique, Gallimard, Paris, 1964.<br />

al-Cuvayni: Kitab Tarih-i Cihanguşay, Leiden 1355 /1937.<br />

Çağatay, Prof. Dr. Ne ş'et ve Çubukçu, I. Agâh: Isldrn Mezhepleri Tarihi, <strong>Ankara</strong> 1965.<br />

Çantay, Hasan Basri: Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, İstanbul.<br />

De Boer: Tarih al-Felsefçt fi'l-isldm, Arapçaya Çeviren: Ebü Ride, Kahire 1954.<br />

ad-Deylemi, Muhammed b. Hasan: Kavaid Akaid-i Al-i Muhammed, Mıs ır 1950.<br />

De Vaux, Carra: Gazzalt, Paris 1902.<br />

Doğan, Dr. Lutfi: Ehl-i Sünnet Keldm ında Eş'ari Mektebi, <strong>Ankara</strong> 1961.<br />

al-Ebrâ şi, Muhammed Atiyyet ve Ebu'l-Futûh Muhammed: A'ldm as-Salc4fet al-Arabiyy<br />

ve Nevdbig al-Fikr (al-Mecmua as-Sâniye), al-Kahire (tarihsiz).<br />

Ebû Ride, Muhammed Abd al-Hadi: Resail al-Kindi al-Felsefiyye, Mısır 1369/1950.<br />

Ebü Hanife: Fıkh-t Ekber ve Izah ı, Çeviren: Sabit Ünal, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

Ebü Zehra, Muhammed Ahmed: al-Mezdhib al-Isldmiyye, al-Kahire (tarihsiz).<br />

184


Emin, Ahmed: Zuhr al-Isldm, Kahire 1952.<br />

al-Endeliisi, Ebû'l-Kâs ım Said b. Ahmed: Tabakdt al-Umem, Matbaat as-Saade bask ıs ı,<br />

Mıs ır (tarihsiz).<br />

al-Ensâri, Dr. Abd ad-Dâim Ebu'l-Ata: Ehddf al-Felsefet al-islamiye, Kahire 1948.<br />

al-Eş'ari: Makdldt al-Islamiyyin, al-Kahire 1369/1950.<br />

al-Eş'ari: Kitab al-Luma'fi'r-Redd Ala Ehl az-Zeyg Va'l-Bida', Mısır 1955.<br />

al-Fahûri, Hanna ve al-Carr, Halil: Tarih al-Felsefet al-Arabiyye, Dar al-Maarif, Beyrut.<br />

Fakhry, Majid: Islamic Occasionalism, London 1958.<br />

al-Fârabi: Kitab al Fusas, Haydarabâd H. 1345.<br />

al-Fârâbi: al-Medinet al-Fddda, Türkçeye çeviren: Nafiz Dan ışman, İstanbul 1956.<br />

al-Farabi: Risale fi' s-Siyase (Comair'in Felâsifet al-Arab 9 içinde: al-Muhtârât), Beyrut<br />

(tarihsiz).<br />

al-Fârâbi: Uyan al-Mesdil fi'l-Mant ık ve Mebdd ı al-Felsefe, Kâhire 1328/1910.<br />

al-Fârâbi: Fusal Min A-r'd Ehl al-Medinet al-Fddıla, yayınlayan: Ali Abd al-Vâhid Vâfi, Kahire<br />

1961.<br />

al-Fârâbi: Kitab at-Tenbih Ala Sebil as-Sadde, Haydarâbâd H. 1346.<br />

al-Fârabi: Kitab at-Tahsil as-Sadde, Haydarâbâd H. 1349.<br />

al-Fârâbi: Makale fi Agradi Ma Ba'd at-Tabia, Haydarâbâd H. 1349.<br />

al-Fârâbi: İhsa al-Ulam, Mıs ır 1949.<br />

Ferruh, Ömer: An Bdcca, Beyrut 1952.<br />

Gallab, Muhammed: al-Felsefet al-Isldmiyye fi'l-Magrib, Mısır 1948.<br />

Gardet, Louis ve Anawati: Introduction d la Thiologie Musulmane, Paris 1948.<br />

al-Gazzali: al-Munk ız Min ad-Daldl, Suriye 1956.<br />

al-Gazzali: Tehdfut al-Feldsife, Dâr al-Maârif bask ısı, Mıs ır 1319.<br />

al-Gazzali: Faysal at-Tefrika Beynal-Islam Va' z - Zandaka, Mısır 1907.<br />

al-Gazzali: al-Mustasfa Min İlm al-Usûl, Mıs ır 1937.<br />

al-Gazzali: Kimya-y ı Saddet, Tahran 1333.<br />

al-Gazzali: Mihakk an-Nazar fi'l-Mant ık, Mıs ır.<br />

al-Gazzali: Mizan al-Amel, Mısır 1328.<br />

al-Gazzali: Fedail al-Enam Min Resail-i Huccet Iran 1333.<br />

al-Gazzali: Kitab Raudat at-Tdlibin Va Umdat as-Salikin (Feraid al-Lâli Min Resail al-Gazzali<br />

içinde), Matbaat as-Saade bask ıs ı, M ısır.<br />

al-Gazzali: al-Munk ız Min ad-Daldl Va'l-Musil Va'l-Celdl, Suriye 1376/1956.<br />

al-Gazzali: Kitab ruzkar fihi Hamakdt Ahl al- İbaha, München 1933.<br />

al-Gazzali: Mi'rac as-Sdlikin, Matbaat as-Saâde bask ıs ı .<br />

al-Gazzali: ihyd Ulûm ad-Din, Ithaf as-Saade hami şinde, M ısır 1311.<br />

al-Gazzali: ar-Risalet al-Ledunniye, M ıs ır 1328.<br />

al-Gazzali: Kitab at-Tibr al-Masbuk Fi Nasaih al-Muluk, Sırac al-Muluk hamişinde, M ısır<br />

1319.<br />

al-Gazzali: al-Kıstas al-Mustakim, Mısır 1318.<br />

al-Gazzall: Cavdhir al-Kur'an, Mısır 1352.<br />

Goldziher, Ignaz • al-Akide Va' Ş-Şeria Fi'l - ısldm, Kahire 1946.<br />

Goldziher, Ignaz: Streitschrifte Des Gazali Gegen Die Batiniyya-Sekte, Leiden 1956.<br />

al-Gurabi, Ali Mustafa: Tarih al-Fırak al-İslamiyye, Mıs ır 1959.<br />

al-Hanbeli, Abd al-Felah Abd al-Hayy b. al-Iyad: Şezerdt az-Zeheb fi Ahbar Men Zeheb, Mısır<br />

1350.<br />

al-Harezmi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Yusuf: Mefatih al-Ultim, M ısır 1342.<br />

al-Hayyât: Kitab al-Intisdr, Beyrut 1958.<br />

185


Ibn Ahmed, Abd al-Cebbâr: Şerh al-Usal al-Hamse, Mısır 1965.<br />

İbn al-Murtada, Ahmed b. Yahya: Kitab Tabakat al-Mutezile, Beyrut 1961.<br />

Ibn al-Cevzi: al-Muntazam fi Tarih al-Multık Va'l-Umem, Haydarâbâd 1357.<br />

İbn al-Cevzi: Nakd al-Ilin Va'l-Ulemd Ev Telbis-i Iblis, M ıs ır 1340.<br />

İbn Culcul: Tabak* al-Etibbâ Va'l Huke ınii, al-Kahire 1955.<br />

İbn Ebi Useybia: Uyün al-Enbd Fi Tabakât al-Etibbd, Beyrut 1377/1957.<br />

İbn Esir: al-Kdmil fi't-Tarih, İstikamet matbaas ı, Kahire 1356.<br />

İbn Esir: al-Lubab Fi Tehzib al-Ansab, Kahire 1356.<br />

İbn Haldun: Mukaddime, Türkçeye çeviren: Z. Kadri Ugan, <strong>Ankara</strong> 1954.<br />

İbn Haldun: Şifa as-Sdil Fi Tehzib al-Mesail, neşreden: Muhammed Tawit at-Tanji, İstanbul<br />

1958.<br />

İbn Hallikân• Vefeyât al-Aylin, Kahire 1949.<br />

İbn Hazm: Kitab al-Fasl fi'l-Milel Va'l-Ahva' Va'n-Nihal, Mıs ır 1317.<br />

İbn Nedim: al-Fihrist, Kahire.<br />

İbn Rüşd: Kitab al-Keşf An Mendhic al-Edille, Türkçeye çeviren: Nevzad Ayasbeyo ğlu, <strong>Ankara</strong><br />

1955.<br />

İ bn Numan, Muhammed: Evailu'l-Makalaat Fi'l-Mezahib Va'l-Muhtardt, Tebriz 1371.<br />

İbn Sina: Aksam al-Ulam al-Akliyye (Mecmuat ar-Resail'i içinde), M ısır 1328.<br />

İbn Sina: at-Tahiydt MM Uyun al-Hikmet (T ıs'u Resail fi'l-Hikmet Va't-Tabiiyat içinde)<br />

Kostantiniyye 1298.<br />

İbn Teymiyye: Kitab Bugye al-Murtdd, Kahire 1329. Mecmuat ar-Resail Va'l-Mesail, M ıs ır<br />

1341.<br />

İbn Kesir al-Kure şi: al-Bidaye Va' n-Nihaye fi' t-Tarih, M ısır 1351/1932.<br />

İsa Sad ık: Tarih-i Ferheng-i Avrupa, Tahran.<br />

al-Isfahâni, Ebu Nuaym Ahmed b. Abdullah: Hilyet al-Evliya Va Tabakat al-Asfiya, Mıs ır<br />

1351/1932.<br />

al-Isferayini: at-Tabsir fi'd-Din, M ıs ır 1955.<br />

Kafesoğlu, İbrahim: Sultan Melik şah Devrinde Büyük Selçuklu Imparatorlu ğu, İstanbul 1953.<br />

al-Kalabazi, Ebu Bekr Muhammed b. İshak al-Buhari: at-Taarruf Li Mezheb Ahl at-Tasavvuf,<br />

Mısır 1352/1933.<br />

Katib Çelebi: Keşf az-Zunun, İstanbul 1941.<br />

al-Kalkaşendi: Subh al-A' şd, Kahire 1919.<br />

Kerem, Yusuf: Tarih al-Felsefet al-runaniye, Kahire 1373.<br />

al-K ıfti, Cemal ad-Din Ebu'l-Hasan Ali b. Yusuf: Kitab Ihbar al-Ulemd Bi Ahbâr al-Huke ınd,<br />

Mısır (tarihsiz).<br />

al-Kindi: Risale fi'l-Kavl fi'n-Nefs (Resail al-Kindi al-Felsefiyye içinde), M ıs ır 1369/1950).<br />

al-Kindi: Risale fi'l-Akl (Resail al-Kindi al-Felsefiyye içinde, M ıs ır 1369/1950).<br />

al-Kindi: al-Fail al-Hakk al-Evvel at-Tamm Va'l-Fail an-Ndk ıs Ellezi Huve bil-Mecdz (Resail<br />

al-Kindi al-Felsefiyye içinde, M ıs ır 1369/1950).<br />

al-Kindi: Risalet-al-Kindi ild Ahmed b. al-Mu'tas ım fi'l-ibdne An Sucüd al-Cirm al-Aksd (Resail<br />

al-Kindi al-Felsefiyye içinde, M ıs ır 1369/1950).<br />

al-Kindi: Kitab al-Kindi fi'l-Ibdne An İllet al-Failet al-Kalibet Va'l-Fesad (Resail al-<br />

Kindi al-Felsefiyye içinde, M ısır 1369/1950).<br />

al-Kindi: Kitab al-Kindi fi'l-Felsefet (Resail al-Kindi al-Felsefiyye içinde, M ıs ır 1369/<br />

1950).<br />

al-Kindi: Risalet al-Kindi ild Ali b. al-Cehm fi Vandaniyet Allah ve Tendhi Cirm al-Alem (Resail<br />

al-Kindi al-Felsefiye içinde, M ısır 1369/1950).<br />

al-Kindi: Risalet al-Kindi fi Maiyyet md lâ rumkin En reküne La Nihayete Leh ve M ıi'llezi rukâl<br />

Lâ Nihayete Leh (Resail al-Kindi al-Felsefiyye içinde, M ıs ır 1369/1950).<br />

186


al-Kindi: Risalet al-Kindi ila Ahmed b. Muhammed al-Horasdni (Resail al-Kindi al-Felsefiyye<br />

içinde, M ıs ır 1369 /1950).<br />

al-Kindi: Kitab al-Cevahir al-Hamse (Resail al-Kindi al-Felsefiyye içinde, M ıs ır 1369 /1950).<br />

al-Kindi: Risale fi Hudfid al-Eşya Ve Rusmiha, (Resail al-Kindi al-Felsefiyye içinde,<br />

Mıs ır 1369 /1950).<br />

al-Kindi: Risale İld Ahmed b. al-Mu'tas ım ft Enne'l-Ands ır Va'l-Cirm al-Aksd Kuriyet a ş-Şekl<br />

(Resail al-Kindi al-Felsefiyye içinde), M ısır 1369 /1950.<br />

Köprülüzade, Mehmed Fuad: Türkiye Tarihi, İstanbul 1923.<br />

Köprülüzade, Mehmed Fuad: Türk Edebiyat ında İlk Mutasavv ıflar, İstanbul 1918.<br />

Köymen, Mehmet Altay: Büyük Selçuklu imparatorlu ğu Tarihi, <strong>Ankara</strong> 1954.<br />

Köymen, Mehmed Altay: Büyük Selçuklu Imparatorluğu'nun Kuruluşu I, A. Ü. D. T. C. Fakültesi<br />

Dergisi, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

al-Kuşeyri, Ebu'l-Kas ım Abd al-Kerim: ar-Risale, Mısır 1359 /1940.<br />

Lewis, Bernard: Ustil<br />

Arapçaya çevirenler: Kas ım M. ar-Receb ve Halil Ahmed<br />

Cello, Mıs ır<br />

Macdonald, Duncan B.: Encyclopidie de l' İslâm, Ghazali maddesi, Leyde 1927.<br />

Madkür, İbrahim• Fdrdbt (A History of Muslim Philosophy içinde) Wiesbaden 1963.<br />

Mahmud, Dr. Abd al-Halim: at-Tefkir al-Felseftfi'l-islam, Mısır (tarihsiz).<br />

al-Malati: at-Tenbih Va'r-Radd Ala Ehl al-Ehva Va'l-B ıda, D ımeşk 1369.<br />

Massignon, Louis: Encyclopffie de L'Isld ın, Leyde 1934.<br />

Massignon, Louis: Essai Sur les Origines Du Lexique Technique De La Mystique Musulmane,<br />

Paris, 1954.<br />

al-Ma'sümi, Muhammed Sagir Hasan: Fdrdbi (A History of Muslim Philosophy içinde)<br />

Wiesbaden 1963.<br />

Maturicli: Akaid Risalesi, Yayınlayan, Y. Z. Yörükân, <strong>Ankara</strong> 1953.<br />

Mehdi, Muhsin: Al-Farabi's Philosophy of Plato and Aristotle, United States of America 1962.<br />

Ebu'l-Fadl Cemal ad-Din Muhammed b. Mukerrem b. Manzur al-Afriki: Lisan<br />

al-Arab, Beyrut 1375 /1956.<br />

Muharek, Dr. Zeki: al-Ahlak Ind al-Gazzalt, Mısır.<br />

Munk, S.: Maanges De Philosophie juive et Arabe, Paris 1955.<br />

Nader, Albert N.: Le Systk ıe Philosophique Des Mutezile, Beyrouth 1956.<br />

an-Na şşar, Ali Sami: Neş 'et al-Fikr al-Felsefi, al-Kahire 1954.<br />

an-Nevbahti: Fırak aş-Şia, Necef 1369.<br />

Nicholson: Fi't-Tasavvuf al-islamt Va Tarihihi, Arapçaya çeviren: Ebu Ala Afifi, al-Kahire<br />

1366/1947.<br />

Nizam al-Mulk, Ebu Ali Hasan b. Ali: Siyasetndme, Tahran 1334.<br />

O'Leary, De Lacy: isMm Dü şüncesi ve Tarihteki Yeri, çevirenler: Hüseyin G. Yurdayd ın ve<br />

Yaşar Kutluay, <strong>Ankara</strong> 1959.<br />

O'Leary, De Lacy: Intikdl Ulum al- İğrik İla'l-Arab, Arapçaya çevirenler: Yahya Sa'leb ve<br />

Meta Beysun, Ba ğdad 1958.<br />

Öner, Necati: Tanzimattan Sonra Türkiye'de ilim ve Mant ık Anlay ışı, Ilahiyat Fakültesi Dergisi,<br />

<strong>Ankara</strong> 1957.<br />

Quadri, G.: La Philosophie Arabe Dans L'Europe M6cli6vale, Paris 1947.<br />

Rahmân, F.: Prophecy In Islam, London 1958.<br />

Sayıl ı, Ord. Prof. Ayd ın: Fdrdbt ve Tefekkür Tarihindeki Teri, Belleten, <strong>Ankara</strong> 1951.<br />

Seyyed Hossein Nasr: Şihab ad-Din Suhreverdt al-Maktill (A History of Muslim Philosophy<br />

içinde), Wiesbaden 1963.<br />

Seyyed Hossein Nasr: Three Muslim Sages, Harvard University Press 1964.<br />

Seyyid Şerif: Tarifdt, İstanbul 1327.<br />

187


Sherwani, Prof. H. K.: Gazzalrye göre Nazan ve Tatbiki Siyaset, çeviren: Hüseyin Gazi Yurdayd<br />

ın, ilâhiyat Fakültesi Dergisi, <strong>Ankara</strong> 1957.<br />

Sherwani, Prof. H. K.: Haroon Khan, Studies ın Muslim Political Thought and Administration,<br />

Lahore 1945.<br />

as-Seyyid as-Sened: Şerh al-Meveik ıf, İstanbul 1286.<br />

as-Subki: Tabakat aş-Şdfriye, Mıs ır 1324.<br />

as-Suhreverdi: Mecmu'a fi'l-Hikmet al-Ildhiye, Henry Corbin ne şri, İstanbul 1945.<br />

as-Suhrevercli: Kitab at-Tel ııihdt al-Levhiyye Va'l-Ar şiyye (Mecmu'a fi'l-Hikmet al-Ilâhiyye<br />

içinde) İstanbul 1945.<br />

as-Suhreverdi: Va'l-Mutârandt (Mecmua fi'l-Hikmet al-Ilâhiyye içinde), İstanbul<br />

1945.<br />

as-Suhreverdi: Hikmet al-lşrdk (Ouevres Philosophiques Et Mystiques içinde) Yay ınlayan:<br />

Henry Corbin, Paris 1952.<br />

as-Suhreverdi: Nur Heykelleri, çeviren: Saffet Yetkin, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

as-Suhreverdi: Risale fi İ' tikad al-Hukemâ (Oeuvres Philosophiques Et Mystiques içinde)<br />

Yayınlayan: Henry Corbin, Paris 1952.<br />

as-Suhreverdi, Ebu Havs Omer: Kitab Avârif al-Maarif, Ihya Ulum ad-Din'in mülhak ı,<br />

al-Kahire, Matbuat al- İstikame bask ıs ı .<br />

as-Sulemi, Ebu abd ar-Rahman: Tabakat as-Sufiye, Dar al-Kutub al-Arabi bask ıs ı, Mıs ır.<br />

Süleyman Dünya: al-Hakika Fi Nazar al-Gazzati, Dar Ihya al-Kutub al-Arabiyye bask ısı,<br />

Mıs ır.<br />

aş-Şehrestâni: al-Milel Va'n-Nihal, al-Kahire 1368 /1948.<br />

Şerafeddin, Mehmed: Fatımiler ve Hasan Sabbah, Darül-Fünûn, ilâhiyat Fakültesi mecmuas ı,<br />

İstanbul.<br />

Şerafeddin, Mehmed: Sencer ve Gazzalt, Darul-Fünûn, Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, İstanbul<br />

1341.<br />

at-Tevhidi: al-1mM Va'l-Muanese, Kahire 1953.<br />

Türker, Dr. Mübahat: Fârâbrnin Şerd'it al-Takin'i, Araştırma I, <strong>Ankara</strong> 1963.<br />

ülken, Hilmi Ziya: İslâmda Akademiler ve Medreseler, Eğitim Hareketleri Dergisi, say ı : 798,<br />

<strong>Ankara</strong> 1961.<br />

ülken, Hilmi Ziya: Fdrdbi, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1944.<br />

'Diken, Hilmi Ziya: Türk Tefekkürü Tarihi, İstanbul 1933.<br />

ülken, Hilmi Ziya: İslâm Felsefe ve İtikadının Garba Tesiri, Ilâhiyat Fakültesi Dergisi, <strong>Ankara</strong><br />

1963.<br />

ülken Hilmi Ziya: İslâm Felsefesi Tarihi, İstanbul 1957.<br />

Watt, W. Mentgomery: The Attitudes of the Mu'tezilah, Journal of the Royal Asiatic society<br />

of Great Britain and Ireland, London 1963.<br />

Weber, Alfred: Felsefe Tarihi, çeviren: H. Vehbi Eralp, İstanbul 1949.<br />

Yakut: Mu'cem al-Udebâ, Mıs ır 1938.<br />

Yaltkaya, Şerafeddin: İbn Bâcce, Felsefe Arkivi, e. I, no: 1 içinde, İstanbul 1945.<br />

Yaz ıcı, Tahsin: İslâm Ansiklopedisi, Suhreverdi maddesi, cüz: III, İstanbul 1967.<br />

al-Yemâni, Muhammed b. Mâlik b. Ebi'l-Fedail al-Hammâdi: Keşf Esrâr al-Batıniyye Ve<br />

Ahkâm al-Karâm ıta, Matbuat al-Envâr bask ısı, Mıs ır 1939.<br />

Yörükân, Yusuf Ziya: İslâm Akâidine Dair Eski Metinler, İstanbul 1953.<br />

Yörükân, Yusuf Ziya: Ihvân as-Safi, Darül-Fünûn, Ilâhiyat Fakültesi Mecmuas ı, İstanbul<br />

1925.<br />

az-Zâhid I : ithdf as-Sâde, Mısır 1311.<br />

Zuhdi, Hasan Carullah: al-Mu'tezile, Kahire 1947.<br />

188


GENEL INDEKS<br />

A<br />

Abbasi(ler): 9, 67, 90.<br />

Abdulcebbâr b. Muhammed b. Abdulcebbar:<br />

42, 66, 90.<br />

adâlet: 37, 84, 86, 163.<br />

(Hz.) Adem: 95, 96.<br />

Ad ıvar, Abdülhak Adnan: 46, 117.<br />

Adud ad-Devle: 72, 151.<br />

al-Afifi, Ebu'l-Alâ: 78, 167.<br />

al-Afriki al-M ısri: 167.<br />

Afrodisias'l ı İskender: 34, 35.<br />

Ahiret: 9, 10, 33, 34, 52, 53, 69, 77, 84, 92,<br />

95, 96, 97, 111, 120, 121, 142, 145, 147,<br />

148, 155, 156, 157, 164, 178.<br />

ahlâk: 35, 37, 56, 58, 143, 144, 149.<br />

al-Ahlâk İnd al-Gazzâli: 67.<br />

ahlakilik: 62, 63.<br />

Ahmed Emin: 10, 169.<br />

al-Ahyar: 141.<br />

Ainesidemos: 10.<br />

(Hz.) Ai şe: 8, 150.<br />

Akaid Risalesi: 160.<br />

Akdeniz: 8, 65, 75.<br />

akıl: 12, 18, 26, 34, 35, 38, 56, 86, 101, 107,<br />

112, 134, 150, 157, 160, 161, 162, 163,<br />

164, 165.<br />

al-Akide Va' ş- Şeria fil-islâm: 177, 178.<br />

al-akl bi'l-fiil: 35.<br />

al-akl bi'l-kuvve: 35.<br />

al-akl bi'l-meleke: 35, 134.<br />

al-akl al-evvel: 44, 46, 48, 134, 142.<br />

al-akl al-fa'al: 34, 35, 46, 47, 49, 51, 62, 125,<br />

134.<br />

al-ald al-heyulâni: 35, 134.<br />

al-akl al-insani: 62.<br />

al-akl al-külli: 62, 126, 127.<br />

al-akl al-münfail: 35.<br />

al-akl al-mustefad: 134.<br />

al-akl az-zahir: 35.<br />

Aksam al-Ultim: 105-106.<br />

A'lâm as-Sakâfat al-Arabiyye: 51.<br />

Alamut kalesi: 66, 67, 76.<br />

Albertus Magnus: 38.<br />

âlem: 11, 15, 20, 21, 23, 25, 26, 27, 28, 36,<br />

39, 43, 44, 45, 47, 48, 49, 50, 52, 53,<br />

121, 125, 126, 128, 139, 142.<br />

Alfarabi's Philosophy of Plato and Aristotle:<br />

40.<br />

(Hz.) Ali: 8, 12, 66, 141, 150, 173.<br />

İmran: 29, 156.<br />

al-Allâf, Ebü Huzeyl: 42, 151, 160, 161.<br />

Alp Arslan: 65, 72, 75, 152.<br />

Amid al-Mulk: 152.<br />

Amman: 72, 151.<br />

Anadolu: 115.<br />

Anawati: 107, 165.<br />

al-Ansâri, Dr. Abd ad-Dâim Ebu'l-Ata: 68.<br />

al-Ansârl, Muhammed b. Mesleme: 150.<br />

Ansay, Ord. Prof. Sabri Şakir: 160.<br />

Antakya: 8, 67, 77, 118.<br />

Aquino'lu Thomas: 38.<br />

A'râf: 157.<br />

Arabistan: 7, 13, 177.<br />

arazi nur: 121.<br />

Aristo: 9, 20, 22, 23, 25, 26, 27, 34, 35, 38,<br />

40, 41, 44, 48, 53, 56, 59, 60, 61, 63,<br />

101, 102, 103, 104, 106, 107, 117,<br />

120, 132, 139.<br />

Aristoculuk: 9.<br />

ar ızi: 46.<br />

araz: 21, 22, 44, 46, 47, 77<br />

Ashab: 13.<br />

Ata: 90.<br />

Ateş, Ahmet: 67, 79.<br />

189


Atay, Dr. Hüseyin: 164.<br />

atbâ at-tabi in: 173.<br />

Ats ız: 75.<br />

Avâr ıf al-Maarif: 168, 169<br />

Avaz- ı Parr-i Cebrâil: 116.<br />

al-Avfl, Ebu'l-Hasan: 103, 140.<br />

Awa, Adel: 103, 140, 145, 146, 147.<br />

ay: 21, 46, 133.<br />

Ayasbeyoğlu, Nevzâcl: 42.<br />

Azerbeycan: 64, 89, 115.<br />

Babek al-Hurremi: 89, 90.<br />

babekiler: 90.<br />

babekiye: 89.<br />

Bağdad: 41, 64, 68, 75, 80, 82, 140, 152, 160,<br />

175, 176.<br />

al-Bağdadi, Cüneyd: 12, 170, 171, 172, 176.<br />

al-Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali al-Habib:<br />

42, 66, 72, 151, 152, 160.<br />

al-Bağdadi, Ebu Hamza: 171, 176.<br />

Bahreyn: 72, 151.<br />

al-Bakara: 117.<br />

Barthold, W.: 9, 151.<br />

Ba's: 32, 33.<br />

Basra: 9, 13, 65, 75, 104, 140, 174, 176.<br />

bâtın: 44.<br />

bât ıni(ler): 11, 12, 48, 66, 68, 69, 73, 74,<br />

75, 76, 77, 79, 80, 81, 87, 89, 90, 98,<br />

141.<br />

batmilik: 88, 91.<br />

batıniye: 76, 131.<br />

Batlamyos: 104.<br />

Baumker, Clemens: 37.<br />

Bedr muharebesi: 169.<br />

Behmen: 126.<br />

Beitrage zur Geschichte der Philosophie<br />

des Mittelalters :37.<br />

al-Belhi, Şakik: 105, 175.<br />

Belleten: 43.<br />

Berkiyaruk: 65, 75.<br />

Besasiri: 64, 75.<br />

Beşşar b. Bürd: 11.<br />

Beyanu'l Unvân: 114.<br />

al-Beyhaki: 83, 104, 140.<br />

Beysun, Meta: 100.<br />

Beyt al-H ıkme: 9.<br />

al-Bidaye Va'n-Nihaye fi't-Tarih: 65, 67,<br />

B<br />

68, 71, 75, 76, 77.<br />

Bilâl al-Habe şi: 166.<br />

Birûni: 168.<br />

al-Birûni's İndia: 168.<br />

Bistami, Bayaz ıt: 12.<br />

Bistami, Abdurrahman: 113<br />

Bistami, Ebu Yezid: 119, 135, 175, 177.<br />

Brockelmann, C.: 14, 68, 104, 108, 113.<br />

Browne: 67, 76.<br />

burhan metodu: 18.<br />

al-Bustâni: 103.<br />

al-Busti, Ebu Süleyman Muhammed b.<br />

Maşer: 103.<br />

Bustan al-Kulûb: 116.<br />

büveyhiler: 152.<br />

Büveyh oğullar ı : 72, 151.<br />

büyük günah (kebire): 151, 155, 156.<br />

Büyük Selçuklu imparatorlu ğunun Kuruluşu:<br />

74.<br />

Büyük Selçuklu imparatorlu ğu Tarihi: 65.<br />

C<br />

Ca'fer b. Muba şşar: 42.<br />

Ca'fer as-Sad ık: 66, 76.<br />

Cabir b. Hayyan: 138.<br />

Câhız• 14, 42, 151, 161.<br />

Cahiliyye Çağı : 7.<br />

Calinos: 59.<br />

Cardon: 18.<br />

al-Carr, Halil: 14, 35, 46, 48, 142, 156, 169.<br />

Carullah, Zühdi Hasan: 72, 151, 152, 153.<br />

156, 157, 158, 160, 162.<br />

al-Casiye: 11.<br />

Cause finale: 20.<br />

Cause formelle: 20.<br />

Cause materielle: 20.<br />

Cause Motrice: 20.<br />

Cavidan- ı H ırat: 56.<br />

Cebrail: 7.<br />

Cebriye: 154.<br />

Cehennem: 69, 95, 117, 164.<br />

Cehm b. Safvan: 154.<br />

Cennet: 69, 97, 136, 151.<br />

Cevâhir al-Kur'an: 79.<br />

Cevher: 19, 22, 23, 53, 71, 77, 120, 121, 124,<br />

126, 127, 128.<br />

al-Cili, Şeyh Mecd ad-Din: 115.<br />

Comair: 25, 28, 32, 35, 37, 43, 45, 140.<br />

190


Corbin, Henry: 14, 39, 116, 117, 118, 132,<br />

138.<br />

Cubbai: 151, 160, 161, 163, 164.<br />

Cumhuriyet: 52, 54, 62.<br />

Curcan: 74, 75.<br />

al-Cuvayni: 67, 76.<br />

al-Cürcani: 113.<br />

cüz'i irade: 154.<br />

Çağatay, Prof. Dr. Ne şet: 42.<br />

Çantay, Hasan Basri: 30.<br />

çoktanr ıcıl ık: 7.<br />

Çubukçu, I. Agâh: 42, 70, 164.<br />

Çundişapur:. 8<br />

Ç<br />

D<br />

dâiler: 66, 76, 77.<br />

dairevi hareket: 23.<br />

dalâlet: 92, 93, 97, 98.<br />

Dan ışman, Nafiz: 45.<br />

ad-Darani, Ebu Süleyman: 176.<br />

ad-da'vet al-cedide: 67, 76, 81.<br />

De Boer, T. J.: 18, 26, 35, 41, 47, 53, 101,<br />

103, 141, 169, 176.<br />

De Gradibus: 39.<br />

De Somno et Vigilia: 38.<br />

De Somno et Vision: 37.<br />

dehri(ler) : 10, 11, 68.<br />

ad-Darc (Derec) al-Merküm: 67, 79.<br />

derûni: 12.<br />

Descartes: 123.<br />

ad-Devvani, Celal ad-Din: 114, 138.<br />

ad-Deylemi, Muhammed b. al-Hasan: 65.<br />

Die Philosophischen Abhandlungen des<br />

Ya'qub Ben Ishak al-Kindi: 37, 38.<br />

Diyarbak ır: 75, 76.<br />

Doğan, Dr. Lutfi: 157.<br />

doğru (mustakim) hareket: 23.<br />

Dragon De Azogont: 39.<br />

Duhal-Islâm: 10.<br />

ad-Durr an-Nadid MM Mecmuati'l-Hafid:<br />

114.<br />

Durrat al-Ulum va Cevheret al-Fuhum: 113.<br />

Durrat at-Tâc: 113.<br />

al-ebrâr: 141.<br />

al-Ebra şi, Muhammed Atiyyet: 51.<br />

E<br />

Ebu'l-Atahiye: 11.<br />

(Hz.) Ebu Bekr: 173.<br />

Ebu Hanife: 82, 160.<br />

Ebu Hureyre ad-Devsi: 166.<br />

Ebu Davud: 91.<br />

Ebu'l Futûh Muhammed: 51.<br />

Ebu Ma' şer: 13.<br />

Ebu Müslim al-Horasani: 90.<br />

ebu müslimiye: 90.<br />

Ebu Reyyan, Muhammed Ali: 119, 120,<br />

123, 124, 126, 127, 131, 133, 134.<br />

Ebu Ride, Muhammed Abd al-Hadi: 14,<br />

38, 41, 101, 103, 169.<br />

Ebu Zehre, Muhammed Ahmet: 42, 155,<br />

163, 165.<br />

Ebu Zerr al-G ıfari: 166, 174.<br />

Efes: 18.<br />

Eflatun: 9, 20, 24, 34, 40, 47, 52, 59, 63,<br />

103, 106, 117, 120, 131, 135, 141.<br />

Ehdaf al-Felsefet al-Islâmiye: 68.<br />

ehl-i ibaha: 91, 92.<br />

ehl as-suffa: 166, 167.<br />

ehl-i sünnet: 12, 54, 68, 71, 72, 73, 77, 155,<br />

156, 157, 162, 176, 178.<br />

Ehvaz: 65.<br />

al-Ekfani: 113.<br />

Elcezire: 76.<br />

al-Elvah al-Imadiye: 116.<br />

Emeviler: 8.<br />

Empedokles: 117.<br />

emr bi'l-ma'ruf va'n-nehy ani'l-münker:<br />

156.<br />

En'am: 131, 157.<br />

al-Enbiya: 30.<br />

Encyclopclie de 1-Islam: 79, 82, 167, 174.<br />

al-Endelfısi, Ebu'l-Kas ım Said b-Ahmed:<br />

13, 41, 60.<br />

Endülüs: 117, 137.<br />

Enuşervan: 8.<br />

Eralp, H. Vehbi: 161.<br />

Esfar- ı Erbaa: 138.<br />

Ermenistan: 65, 75.<br />

Ehl-i Sünnet Kelam ında Eş'ari Mektebi:<br />

157.<br />

Essai Sur Les Origines Du Lexique: 174,<br />

175, 176, 177.<br />

Esvat- ı Ecn ıhat- ı Cebrail: 127.<br />

al-E ş'ari: 12, 42, 43, 90, 100, 118, 151, 154,<br />

155, 157, 159.<br />

191


eş'ar İ(ler): 68, 72, 157, 160.<br />

eş'arilik: 118, 121, 154, 156.<br />

e ş'ariyye: 118, 158, 162, 163, 164.<br />

etken sebeb: 43.<br />

Eukleides: 103.<br />

Evâil al-Makalat fi'l-Mezahib Va'l-Muhtarat:<br />

100, 151.<br />

ezel: 96.<br />

ezeli: 31, 32.<br />

F<br />

Fadaih al-Bat ıniye: 67, 71, 79, 87.<br />

Fadail al-Enam min Resail Huccat al- İslam:<br />

79, 80, 82, 83, 91.<br />

Fahr ad-Devle: 152.<br />

Fahr al-Mulk: 67, 76, 82, 83.<br />

al-Fail al-Hakk al-Evvel at-Tamm Val-<br />

Failan-Nalus Ellezi Huve bi'l-Mecaz:<br />

31.<br />

fail illet: 20.<br />

fakirlik: 127.<br />

al-Farabi: 9, 35, 40, 41, 43, 44, 45, 46, 47,<br />

48, 49, 50, 51, 52, 53, 60, 63, 102, 103,<br />

105, 106, 111, 112, 141, 142.<br />

al-Farabl: 45, 46, 47, 52.<br />

Farabi ve Tefekkür Tarihindeki Yeri: 43.<br />

Farabi'nin Şerait al-Yakin'i: 40.<br />

Faridun: 118.<br />

al-Fark Beyn al-F ırak: 42, 66, 151, 162.<br />

farz- ı kifaye: 110.<br />

Fas: 60.<br />

al-Fasl fi'l-Milel Va'n-Nihal: 78.<br />

Fat ımiler: 64, 66, 57, 68, 74.<br />

Faysal at-Tefrika Beyn-al- İslam Va'z-Zandaka:<br />

54, 67, 88, 94.<br />

Felâsifet al-Arab: 25, 43.<br />

felek al-aksa: 21.<br />

felek al-a'lâ: 46.<br />

Felsefe Tarihi:: 23, 161.<br />

al-Felsefet al- İslâmiyye fi'l-Magrib: 60.<br />

Felsefe Arkivi: 61.<br />

Felsefe-i Kadime Islam Alemine Ne Şekilde<br />

ve Hangi Tarikle Girdi: 117.<br />

al-Felsefet al-Ula: 16, 31, 32, 33.<br />

fena: 137, 177.<br />

fena fillâh: 41.<br />

Ferâid al-Lali Min Risail al-Gazzali: 68.<br />

fesad: 20, 21, 22, 23, 31.<br />

Fetava: 143.<br />

Feth al-Hayy al-Kayyüm Bi Şerh Ravdat<br />

al-Fuhum: 114.<br />

al-Fevaid al-Hakaniye: 114.<br />

al-Fevz al-Asgar: 56.<br />

Fıkh- ı Ekber ve izah!: 160.<br />

fıkh: 88, 100, 102, 103, 109, 110, 112, 115.<br />

Fırak a ş-Şia: 90, 150.<br />

Fi Hudüd al-Eşya: 14.<br />

Fi Nakd al-Edyân: 10.<br />

Fi Tabakat al-Etibba: 13.<br />

al-Fihrist: 32, 66, 90, 160, 161.<br />

fikriyye: 61.<br />

filos: 15.<br />

filosofya: 15.<br />

Fisagor : 36, 131.<br />

fisagorculuk: 138.<br />

Fi't-Tasavvuf al- İslami ve Tarihih: 69, 78,<br />

167, 168, 169, 171, 172, 173, 174, 175,<br />

176, 177, 178.<br />

al-fudala: 141.<br />

Fusdl Min Ard Ahl al-Medinet al-Fdd ıla: 51, 52.<br />

G<br />

gâî illet: 20.<br />

Gardet, Louis: 107, 165.<br />

Gayb Alemi: 32, 94.<br />

gaybi: 32.<br />

Gayumars: 118.<br />

gaziye: 61.<br />

Gazneli Mahmud: 72, 152.<br />

gazneliler: 64, 74.<br />

al-Gazzali 10, 11, 12, 48, 49, 53, 54, 62,<br />

67, 68, 69, 70, 71, 74, 76, 77, 78, 79,<br />

80, 81, 83, 85, 86, 87, 88, 91, 92, 93,<br />

94, 95, 96, 97, 98, 99, 100, 101, 108,<br />

109, 110, 111, 112, 113, 119, 143, 163,<br />

164, 165, 169, 171, 176, 178.<br />

Gazzali: 68, 77, 174, 175, 176.<br />

Gazzali'nin Bat ınilerin Belini K ıran Delilleri:<br />

67.<br />

Gazzalrye Göre Nazar! ve Tatbiki Siyaset:<br />

84.<br />

G ırnata: 60.<br />

Gilson, Etienne: 38.<br />

Gnosiye : 176.<br />

Goldziher, İgnaz: 79, 174, 176.<br />

al-Gurabi, Ali Mustafa: 156, 160, 165.<br />

192


güneş : 133.<br />

Güngör, Hilmi: 143.<br />

Gürcistan: 65, 75.<br />

H<br />

haçh(lar): 64, 67, 68, 73, 74, 77.<br />

Hadaik al-Anvar fi Hakaik al-Asrar: 113.<br />

Hadid: 178.<br />

hadis: 8, 49, 71, 77, 81, 91, 108, 147, 148,<br />

154, 165, 173, 178.<br />

hâdis: 26, 27, 28, 43.<br />

al-Hakika fi'n-Nazar al-Gazzâll: 68.<br />

Halep: 41, 75, 115.<br />

Hallac: 12, 119, 135.<br />

Hamakat Ahl'al- İbaha: 88, 91, 92, 93, 94,<br />

95, 96, 97, 98.<br />

al-Hanbeli, Ebu'l-Felah Abd al-Hayy b.<br />

İmad: 64, 74, 115, 175.<br />

hankâh: 69, 78, 175.<br />

Hannal-Fahuri: 8, 14, 46, 48, 142, 156,<br />

169.<br />

hareket: 19, 22, 23, 24, 25, 27, 28, 44, 120,<br />

125, 133.<br />

hareket delili: 43.<br />

Harezm: 64, 75, 152.<br />

al-Harezmi: 104, 105, 112, 153.<br />

harici: 8.<br />

Harran: 41, 118, 176.<br />

al-Harrani, Sabit b. Kurre: 13.<br />

(Hz.) Hasan: 66, 150.<br />

Hasan al-Basri: 100, 151, 175.<br />

Hasan Sabbah: 66, 67, 76.<br />

hassase: 61.<br />

haşeviyye: 42.<br />

havariç: 156.<br />

Hayy b. Yakzan: 60.<br />

al-Hayyât: 11, 156.<br />

Hemedan: 64, 75.<br />

Herakleitos: 18.<br />

al-Hemedan1, Nizam ad-Din muhammed<br />

b. Fazl Allah: 116.<br />

al-Herevi, Ahmed b. Yahya: 114.<br />

Hermes: 118.<br />

hermetizm: 117.<br />

Heyâkil an-Nûr: 116, 119, 127.<br />

Heyakil an-Nür Tercümesi ve Şeyh Suhreverdi'nin<br />

Felsefesi: 118.<br />

heyula: 19, 22, 24, 31, 46, 47, 123.<br />

Hicaz: 82, 174.<br />

hikmet: 15, 21, 37.<br />

Hikmet al- İşrak: 116, 118, 120, 127, 132,<br />

133, 134, 136, 137, 138, 139.<br />

Hilyet al-Evliya: 72, 151, 166, 167, 168, 171.<br />

172.<br />

Hint: 8, 13, 70, 101, 146, 176, 177.<br />

Histoire de La Philosophie İslamique: 14,<br />

39, 117.<br />

A History of Muslim Philosophy: 52, 116,<br />

117, 121, 135.<br />

Horasan: 64, 65, 66, 74, 76, 174.<br />

Huccet al-Hakk: 67, 79.<br />

Hukuk Tarihinde İslam Hukuku: 160.<br />

Hulâgû: 67.<br />

hulül: 70, 78, 178.<br />

al-Hurkani, Ebu'l-Hasan: 172.<br />

hurremdiniyye: 89, 90.<br />

hurremiye: 89, 90.<br />

husn: 162, 163.<br />

Huzeyfe b. al-Yeman: 174, 175.<br />

(Hz.) Hüseyin: 66.<br />

Irak: 72, 83, 151, 162.<br />

Işık: 116, 117, 121.<br />

ibâhilik: 70, 88, 89, 91.<br />

1<br />

ibahi(ler): 70, 88, 89, 90, 91, 92, 95, 96,<br />

97, 98.<br />

al- İbâne An Sucûd al-Cirm al-Aksa: 32.<br />

ibdâ: 19, 31, 49, 53.<br />

iblis: 95.<br />

İbn Abbad, Sahib• 152.<br />

İbn Abdullah, Şihabeddin b. Şihabeddin:<br />

114.<br />

İbn Arabi: 138.<br />

İbn Bacce: 60, 61, 62, 63, 117.<br />

İbn al-Cevzi, Ebu'l-Ferec Abdurrahman:<br />

11, 66, 67, 76, 88, 89, 90, 91, 166,<br />

167, 168, 169, 179.<br />

İbn Ebi Useybia: 13, 41, 61.<br />

İbn al-Esir: 65, 75, 108, 152.<br />

İbn Hafif, Ebu Abdullah Muhammed: 171.<br />

İbn Hâkan, Ebu Nasr al-Feth: 60.<br />

İbn Haldun: 87, 100, 101, 107, 108, 110,<br />

112, 167, 168, 169, 172, 173, 179.<br />

193


Ibn Hallikan: 40, 83, 90, 108, 115, 151.<br />

İbn al-Harb, Cafer: 42, 161.<br />

İbn Hanbel, Ahmed: 160.<br />

İbn Hazm, Kays: 10, 78, 157, 162<br />

Ibn Ishak, Huneyn: 13.<br />

İbn al-E ş'as, Hamdan: 66.<br />

İbn Iyad, Fudeyl: 175.<br />

İbn İsmail, Muhammed: 76.<br />

İbn Kemmune: 138.<br />

İbn Kesir al-Kuresi: 65, 75.<br />

İbn al-Kerram: 162.<br />

İbn Miskeveyh: 56, 57, 58, 59.<br />

İbn al-Mubaşşar: 161.<br />

İbn al-Mukaffa: 11.<br />

İbn Mu'temir, Bi şr: 15.<br />

İbn Mur, al-Gavs: 167 .<br />

İbn al-Murtaza: 151, 153.<br />

İbn Nacit, Ebu Amr Ismail: 170.<br />

İbn Nedim: 66, 90, 101, 160.<br />

İbn an-Nu'man: 100, 151.<br />

İbn Ömer, Semnun: 170.<br />

İbn ar-Ravendi: 11.<br />

İbn Rifaa, Zeyd: 103.<br />

İbn Rüşd: 42.<br />

İbn as-Saib, Ebu Bekr Muhammed b. Yahya:<br />

60.<br />

İbn as-Sabbah, İshak: 13.<br />

İbn Sina: 9, 54, 106, 107, 111, 112, 113,<br />

138, 142.<br />

İbn Taşfin, Ebu Bekr Yahya: 60.<br />

İbn Teymiyye: 141, 143, 167.<br />

İbn Tufeyl: 60, 137.<br />

İbn Ya'kub, Ebu Ali Ahmed b. Muhammed:<br />

56.<br />

İbn Yunus, Ebu Bi şr Mettâ: 41.<br />

(Hz.) Ibrahim: 82.<br />

İbrahim b Edhem: 175.<br />

İbrahim İnal: 64, 75.<br />

İcma(- ı ümmet): 77, 110, 165.<br />

(Hz.) İdris: 118.<br />

Ihbar al-Ulema Bi Ahbar al-Hukema: 60,<br />

103.<br />

Ihsa al-Ulfım: 102, 103, 106.<br />

İhvan as-Safâ: 103, 104, 105, 110, 112, 138,<br />

140, 141, 142, 143, 144, 145, 148,<br />

149.<br />

İhvan as-Safâ: 140, 141.<br />

Ihya Ulum ad-Din: 71, 78, 79, 80, 88, 93,<br />

94, 98, 99, 100, 110, 168.<br />

Ikbal, Abbas: 80.<br />

al- İktisad fi'l- İtikâd: 80, 157, 164, 165.<br />

ilk sebeb: 25, 28, 30, 31, 47.<br />

al-ilet al-ulâ: 16, 18, 26, 30.<br />

ilk hareket: 25.<br />

İmam al-Harameyn: 109, 152.<br />

İmam al-Haremeyn, Ebu'l-Kas ım b.: 67.<br />

imkân: 127, 128.<br />

imamet: 79, 90.<br />

imam(-1 masum): 12, 67, 77, 79, 81.<br />

Incil: 141.<br />

al- İmta' Va'l-Muanese: 140.<br />

Intikal Ulum al- İğrik İla'l-Arab: 100.<br />

İntısar al-Hâvi Li'r-Râzi: 61, 156.<br />

İntroduction â la Th& ılogie Musulmane:<br />

107, 165.<br />

irade: 25, 26, 53.<br />

Iran: 8, 13, 64, 70, 75, 101, 115, 150, 176,<br />

177.<br />

İrşad al-Kâs ıd Va Asna'l-Makas ıd: 113.<br />

(Hz.) İsa: 7, 158, 177.<br />

Isa Sad ık: 141.<br />

al-Isbani, Yuhanna: 38.<br />

İsfehan: 64, 75.<br />

al- İsfehani, Ebu Nuaym Ahmed: 152, 162,<br />

166, 167, 168, 169, 171.<br />

al-Isferayini: 66, 83, 89, 90, 151.<br />

İshak: 90.<br />

İskender: 86.<br />

İslâm Akaidine Dair Eski Metinler: 163.<br />

İslam Ansiklopedisi: 46, 116, 117.<br />

Islam Dü şüncesi II: 82.<br />

İslâm Dü şüncesi ve Tarihteki Yeri: 7, 142.<br />

İslâm Felsefesi Kaynaklar ı ve Tesirleri:<br />

122, 126, 128, 138.<br />

Islam Felsefesi Tarihi: 31, 35, 39, 44, 82,<br />

141.<br />

İslam Felsefe ve İtikad ının Garba Tesiri:<br />

38, 39.<br />

İslâm Medeniyeti Tarihi: 9, 151.<br />

İslâm Medeniyetinde Tercümeler ve Tesirler:<br />

8, 9.<br />

Islam Milletleri ve Devletleri Tarihi: 68.<br />

Islam Mezhepleri Tarihi: 42.<br />

İslamic Occasionalism: 42.<br />

İsmail: 76.<br />

İsmailiyye: 48, 89.<br />

194


isna aşariye: 76.<br />

İspanya: 37.<br />

al- İsra: 131.<br />

İşbiliyye: 60.<br />

İşrak: 133.<br />

al- İşrak: 116.<br />

işrakiye: 9, 115, 116, 117, 118,<br />

121, 122, 137, 138,<br />

Işrakiyün: 117, 118.<br />

İthaf as-Sade: 68, 70, 78, 83.<br />

İ'tikad al-Hukemâ: 116.<br />

İtmam ad-D ıraye: 114.<br />

İttisal al-Akl bi'l- İnsan: 61.<br />

ittihat: 70, 78, 136, 137, 178.<br />

ittisal: 70.<br />

izafet: 120.<br />

izmihlal: 23.<br />

J<br />

Jabre, Farid: 10.<br />

Journal of the Royal Asiatic Society of Great<br />

Britain And Ireland: 151, 153.<br />

K<br />

Kâbe: 167.<br />

kader: 53, 95.<br />

al-Kaddah, Abdullah b. Meymun: 12, 65.<br />

kadim: 11, 28, 48, 49, 125, 126, 128, 129,<br />

153, 158, 159.<br />

al-Kadir Billah: 72, 152.<br />

Kafesoğlu, Dr. İbrahim• 65, 75, 76.<br />

Kafkasya: 65, 75, 140.<br />

Kahire: 87.<br />

Kaim Biemrillah: 64, 75.<br />

Kalaid al- İkyan: 60.<br />

kainat: 21, 29, 31, 43, 45.<br />

al-Kalabazi: 160, 167, 169, 171.<br />

al-Kalkaşandi: 67, 76, 113.<br />

al-Kamil fi't-Tarih: 65, 67, 75, 152.<br />

Kant: 149, 161.<br />

karanl ık• 116, 117, 121, 126, 133, 139.<br />

Karmat: 66.<br />

karamıta: 66, 89.<br />

karmati: 90.<br />

al-Kasas: 135, 178.<br />

Kavaid Akaid-i Al-i Muhammed: 65.<br />

Kavasmı al-Batıniye: 67, 79, 91.<br />

Katip Çelebi: 79, 114.<br />

kategoriler: 120.<br />

kaza: 53.<br />

kel:am: 88, 100, 102, 103, 108, 112, 115,<br />

138, 150.<br />

kelâmcılar: 12, 30, 41, 42, 43, 53, 71.<br />

Kelâm fi'l-Burhan: 61.<br />

119, 120, Kelâm fi'l-Fahs an-Nefs an-Nuzuiyye: 61.<br />

Kelâm fi'l-Gayet al- İnsaniyye: 61.<br />

Kelâm fi'l-Islam Va'l-Musamma: 61.<br />

Kelâm fil-Ustukusat: 61.<br />

keldani: 108.<br />

Kemaleddin Muhammed: 114.<br />

kemiyet: 19, 31, 120.<br />

Kerem, Yusuf: 102.<br />

kerramiye: 42, 162.<br />

al-Keşf An Menahic al-Edille: 42, 118, 122.<br />

Keşf Esrar al-Batmiye Va Ahbar al-Karamıta:<br />

66, 89.<br />

Keşf az-Zunûn: 79, 113, 114.<br />

kevn: 20, 21, 22, 23, 31.<br />

keyfiyet: 19, 31, 120.<br />

Keyhusrev: 118.<br />

kıdem: 20, 32, 139, 153.<br />

al-K ıfti: 11, 13, 41, 101, 103, 140.<br />

kıpti: 108.<br />

Kıssat al-Gurbet al-Garbiyye: 116.<br />

al-K ıstas al-Mustakim: 67, 79, 91.<br />

Kıyamet Günü: 101.<br />

Kıyamet (suresi): 157.<br />

kıyas: 165.<br />

Kimya-y ı Saadet: 70, 79, 80, 84, 88, 91, 92,<br />

93, 96.<br />

Kinde: 13.<br />

Kindi: 9, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21,<br />

22, 23, 24, 25, 26, 27, 28, 29, 30, 31,<br />

32, 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39, 40, 101.<br />

al-Kindi: 28, 32, 37.<br />

Kitab al-Kindi fi'l-Felsefet al-üla: 14, 27, 29,<br />

35.<br />

Kitab al-Kindi fi'l- İbane an İllet al-Failet<br />

al-Karibet Li'l-Kevn Va'l-Fesad: 29.<br />

Kitab Aksam al-Ilm al-Ilahi: 101.<br />

Kitab al-Bugyet al-Murtâd: 141.<br />

Kitab al-Buhala: 14.<br />

Kitab al-Cadari Va'l-Hasba: 10.<br />

Kitab Cevahir al-Hamse: 22, 23, 24.<br />

Kitab fi Aksam- ı Ulum al-Felsefe: 105.<br />

195


Kitab al-Fas' fi'l-Milel Va'l-Ahva Va'n-<br />

Nihal: 10.<br />

Kitab al-Fusüs: 43, 45, 50, 53.<br />

Kitab al-Hayvan: 161.<br />

Kitab al-Havi: 10.<br />

Kitab al- İntisar: 11.<br />

Kitab al-Me şari Va'l-Mutârahat: 116, 123,<br />

124, 131, 136.<br />

Kitab al-Mukavemat: 116.<br />

Kitab al-Mustazhiri• 79.<br />

Kitab ar- Rumuz: 138.<br />

Kitab as-Sadakat Va's-Sad ık: 105.<br />

Kitab at-Tevhid: 162.<br />

Kitab Yuzkeru Fihi Hamakat Ahl al- İbaha:<br />

68, 70, 78.<br />

Köprülü (Köprülüzade), M. Fuad: 64, 65,<br />

69, 74, 75, 76, 151, 177.<br />

Köymen, Mehmed: 65, 74, 76.<br />

Kremer: 177.<br />

Kubad: 89.<br />

kubh: 162, 163.<br />

Kudüs: 68, 77, 82.<br />

Küfe: 9, 13, 66, 174.<br />

al-Kü'fi, Ebu Ha şim: 175.<br />

Kuhistan: 64, 75.<br />

al-Kunduri: 72.<br />

Kur'an- ı Kerim: 7, 11, 12, 17, 29, 30, 33,<br />

40, 45, 48, 49, 53, 77, 94, 95, 99, 108,<br />

110, 117, 131, 136, 141, 143, 145, 150,<br />

153, 155, 156, 157, 158, 159, 162, 165,<br />

172, 173, 174, 178, 179.<br />

Kur'an- ı Hakim ve Meâl-i Kerim: 30.<br />

Kuşeyri: 12, 108, 169, 176, 179.<br />

Kutluay, Ya şar: 7.<br />

Kuzey Afrika: 66.<br />

kül!! irade: 154.<br />

L<br />

La Notion De Certitude Selon Ghazali: 10.<br />

La Philosophie Arabe Dans L'Europe Medivale:<br />

25, 38, 41.<br />

L'esprit Critique Des Freres De la Puret:<br />

103. 140.<br />

ledunni: 78.<br />

Leibniz: 128.<br />

Lemahât fi'l-Hakâik: 116, 131.<br />

Le Systeme Philosophique des Mutezile:<br />

160.<br />

Les Sources Gr&o-Arabes de L'Augustinisme<br />

Avicennisant: 38.<br />

Levh-i Mahfuz: 49.<br />

Lewis, B.: 65.<br />

Liber al-Kindi de İntellectu: 38.<br />

Liber İntroductorius In Artem Logicae<br />

Demonstrationis: 38.<br />

Lisan al-Arab: 167.<br />

Locke, John: 149.<br />

al-Lubab fi Tehzib al-Ansab: 108.<br />

al-Luma fi'r-Redd Ala Ehl az-Zeyg Va'l-Bida:<br />

42, 154, 159.<br />

M<br />

Macdonald: 79, 82.<br />

madde: 11, 34, 44, 47, 126, 130, 139.<br />

maddi illet: 20.<br />

Madkour, İbrahim: 52.<br />

Maharik al-Evliya: 10.<br />

Mahiyyet al-Ilm Va Aksamihi: 101.<br />

Mahmud, Dr. Abd al Halim: 37, 50.<br />

Maide: 117.<br />

Majid Fakhry: 42.<br />

Makale fi Agradi Ma Ba'd at-Tabia: 102.<br />

Makâlât al-Islamiyyin: 42, 90, 155, 156.<br />

al-Makdisi: 113.<br />

Maksad al-Asna Şerit Esma Allah al-Husnâ:<br />

70.<br />

al-Malati: 150.<br />

al-Mankul Min Talik al-Usül: 82.<br />

manicheen: 9.<br />

Mansur: 9.<br />

Maraga: 115.<br />

Maruf al-Kerhi: 176.<br />

Massignon, Louis: 14, 167, 169, 174, 175,<br />

176, 177.<br />

al-Ma'sûmi: 52.<br />

al-Matalib al- İlahiyye: 114.<br />

Maturidi: 12, 42, 72, 154, 155, 158, 159,<br />

160, 162.<br />

Maturidiyye: 158, 162, 163, 164, 165.<br />

Mazbutatu'l-Fünun: 114.<br />

Maziyar: 89.<br />

maziyariye: 89.<br />

mead: 53.<br />

Mecd ad-Devle: 152.<br />

Mecmua fi'l-Hikmet al- İlahiyye: 116, 118,<br />

122, 123,<br />

196


Mecmuat ar-Resail: 106.<br />

Mecmuat ar-Resail Va'l-Mesail: 167.<br />

mecûsi: 56, 89.<br />

al-Medinet al-Fad ıla: 43, 45, 46, 47, 50.<br />

Mefatih al-Ultim: 104.<br />

Mehdi: 66.<br />

Mehdi ar-Re şid: 13.<br />

mekan: 11, 19, 21, 22, 23, 24, 31, 34, 132,<br />

158.<br />

al-Mekki, Amr b. Osman: 170.<br />

al-Mekki, Ebu Talib: 12.<br />

Wlanges de Philosophie Juive et Arabe:<br />

41, 62, 140.<br />

Melikşah: 65, 75, 79.<br />

Me'mun: 9, 14, 48, 71, 151.<br />

mensuh: 158.<br />

al-menzile beyn al-menzileteyn: 155.<br />

Merih: 46, 133.<br />

Merv: 41.<br />

meşşâi: 9, 40, 49, 118, 120, 123, 127, 128,<br />

134.<br />

Mevlana: 12<br />

Mevzuat al-Ulfim: 114.<br />

Meymun b. Deysân: 12, 65.<br />

Mezahib al- İslamiyye: 42, 155, 163, 164.<br />

mezdekiye: 89.<br />

M ıs ır: 8, 41, 64, 66, 74, 75, 76, 118, 140.<br />

Zu'n-Nfın: 119, 171.<br />

Miftah as-Saade: 114.<br />

Miftah al-Ulfım: 114.<br />

Mihakk an-Nazar: 71, 77.<br />

al-Mihrecâni, Ebu Ahmed: 103, 140.<br />

al-Milel Va'n-Nihal: 42, 66, 76, 90, 151,<br />

152, 157, 164, 165.<br />

Mi'rac as-Salikin• 68, 78.<br />

Misbah al-Ervâh fi Ke şf Hakâik al-Elvah:<br />

116.<br />

Miskat al-Envar: 119.<br />

Mizan al-Amel: 68, 70, 78, 88, 94, 98.<br />

Molla Lutfi: 114.<br />

al-muallim as-salis: 56.<br />

al-muallim as-safi: 40.<br />

Mucir ad-Devle, Keya Ebu'l-Fath Ali b.<br />

Hüseyin: 83.<br />

Muaviye: 8.<br />

Mufass ıl al-Hilâf: 67, 79,<br />

al-Muhabarat: 140.<br />

Muhallebi: 56.<br />

(Hz.) Muhammed: 7, 8, 13, 16, 17, 33, 49,<br />

52, 84, 91, 94, 99, 100, 125, 147, 148,<br />

150, 171, 172, 174, 178, 179.<br />

Muhasibi: 12.<br />

Muhammed Bak ır: 66.<br />

Muhammed Gallab: 60.<br />

Muhammed b. Melik şah: 65, 75.<br />

Muhammed Yusuf Musa: 177.<br />

muhammire• 89.<br />

muhdes: 49.<br />

muhdis: 28.<br />

Muhsin Mehdi: 40.<br />

al-Muhtarat: 47.<br />

Muizz ad-Din: 65, 75.<br />

Muhiddin b. Arabi: 12.<br />

Mukaddime: 87, 101, 107, 169, 173, 179.<br />

Mukanna: 90.<br />

muktedir: 41.<br />

munfail ak ıl: 49.<br />

Munis al-Uşşak ve Asvat- ı Ecnihat- ı Cebrail:<br />

119, 127.<br />

Munk, S.: 41, 62, 140.<br />

al-Munkız MM ad-Dalal: 11, 48, 53, 68,<br />

69, 70, 71, 77, 79, 110, 111, 143, 178.<br />

al-Muntazam fi't-Tarih al-Muluk Va'l-<br />

Umam• 66, 67, 76, 89, 90.<br />

(Hz.) Musa: 7, 157.<br />

Mushaf: 160.<br />

al-Mustain: 14.<br />

MustaTi: 66.<br />

al-Mustasfa Min Ilm al-Usül: 101, 108, 109,<br />

110, 112.<br />

al-Mustazhir Billah• 79, 80, 81, 82, 87.<br />

al-Mustansır: 66, 76.<br />

Mu'tas ım• 14, 17, 90.<br />

Musnad al- İmam Ali Abd Allah Ahmed b.<br />

Hanbel: 81.<br />

mutasavv ıf: 12, 37, 54, 69, 70, 87, 100, 108.<br />

111, 119, 120, 127, 139, 141, 168, 169,<br />

171, 172, 175, 177, 179.<br />

mutezile: 11, 14, 17, 26, 32, 42, 71, 72, 100,<br />

109, 118, 121, 141, 150 ,151, 152, 153<br />

154, 155, 156, 157, 158, 159, 160, 161<br />

162, 163, 164, 165.<br />

al-Mu'tezile: 72, 156.<br />

Mu'cem al-Udeba: 105.<br />

Mücadele (suresi): 99.<br />

mudebbir(nurlar): 29, 122.<br />

197


Mü'min (suresi): 30.<br />

mümkin: 43, 44, 122, 124.<br />

müstefad ak ıl: 49.<br />

mütekellim: 77, 98.<br />

al-Mütevekkil: 9, 72.<br />

Mütenebbi: 140.<br />

Müşebbihe: 42.<br />

Müşteri küresi: 46, 133.<br />

N<br />

Nader, Albert N.: 160.<br />

Nagy, Albino: 38.<br />

an-Nahl: 159.<br />

Nakd al-Ilm Va'l-Ulema Ev Telbis Iblis:<br />

88, 166.<br />

nakil• 12, 101, 112, 150.<br />

Nallino: 14.<br />

nâsdı : 158.<br />

Nasr, Seyyed Hossein: 116, 117, 118, 121,<br />

128, 130, 135.<br />

nass: 12, 42.<br />

an-Naşşar, Ali Sami: 176.<br />

natüralistler: 10.<br />

Nazzam: 42, 151, 161, 165.<br />

Necdet: 37.<br />

nefs: 11, 19, 26, 34, 36, 46, 47, 61, 78, 92,<br />

94, 119, 122, 132, 133, 134, 141, 146,<br />

169, 170, 171, 172.<br />

nefs-i külli: 142.<br />

nefs-i nat ıka: 123, 124, 128, 133.<br />

Neş'et al-Fikr al-Felsefet fil-Islâm: 176.<br />

Nevâbig al-Fikr al-Islâmi: 51.<br />

an-Nevbahti: 90, 150.<br />

Nicholson: 69, 78, 167, 168, 169, 173, 177.<br />

an-Nikaye: 114.<br />

an-Nisâ: 131, 154.<br />

an-Nişaburi, Ebu Hafs: 170.<br />

an-Nişaburi: Ebu'l-Kas ım Abd al-Kerim<br />

al-Kuşeyrl: 167.<br />

Nişapur: 64, 74, 82, 83.<br />

Nizamiye Medresesi: 68, 80.<br />

Nizam al-Mulk: 65, 67, 73, 75, 80, 87, 152.<br />

Nizam al-Mulk, Elafi Ali Hasan b. Ali: 66.<br />

Nizâr: 66.<br />

nizâriye: 66.<br />

an-Nuhavendi, Ebu'l-Hasan: 171.<br />

Nûr (suresi): 157.<br />

Nur Heykelleri: 119, 122, 124, 125, 128,<br />

129, 130, 134.<br />

nur- ı cevheri: 121.<br />

nur al-ibdai: 127.<br />

an-nur al-akreb: 127.<br />

an-Nuri, Ebu'l-Hüseyin: 170.<br />

Nurların Nuru: 119, 120, 121, 122, 124,<br />

126, 127, 128, 130, 137.<br />

nuseyriye: 89.<br />

nuseyriler: 67.<br />

Nuşirevan: 89.<br />

O<br />

Oğuzlar: 64, 74.<br />

Oeures Philosophiques Et Mystiques: 132,<br />

138.<br />

O'leary, De Lacy: 7, 100, 142.<br />

Ortaçağ : 3').<br />

(Hz.) Osman• 8, 150, 173.<br />

Osman Emin 103.<br />

Ömer Ferruh: 61.<br />

(Hz.) Ömer b. al-Hattab: 150, 175.<br />

Öner, Necati: 114.<br />

Partavnâme: 116.<br />

pehlevi: 8.<br />

peripatetisyen: 40, 120.<br />

Platon Tibertinus: 39.<br />

Plotinos: 40, 48, 52, 128, 137, 142.<br />

Polythkism: 7.<br />

Porfyrios: 104.<br />

Pretzl, Otto: 88.<br />

Prophecy In Islâm: 47.<br />

Pyrrhon: 10.<br />

Pythagoras : 117, 135.<br />

Pythagorasc ılar: 104, 141.<br />

Ö<br />

P<br />

Q<br />

Quadri, G.: 25, 38, 41.<br />

R<br />

Rabia al-Adaviyye: 175.<br />

Rafızilik: 11.<br />

Rahman, F.: 47.<br />

ar-Rai, Seylan: 175.<br />

Ravdat at-Talibin Va Umdat as-Salikin:<br />

171.<br />

198


Ravendiye: 90.<br />

Ravzat al-Efrah Ve Nuzhet al-Ervah: 138.<br />

ar-Razi, Ebu Bekir Muhammed b. Zekeriyya:<br />

10.<br />

ar-Razi, Fahr ad-Din: 113, 115.<br />

ar-Razi, Yahya b. Muaz: 176.<br />

ar-Razzak, Sahab al-Islam Abd: 83.<br />

Resail Ihvan as-Safâ: 103, 112, 140, 141,<br />

142, 143, 144, 145, 146, 147.<br />

Resail al-Kindi al-Felsefiyye: 14, 15, 18,<br />

19, 21, 22, 23, 24, 27, 28, 29, 30, 31,<br />

33, 34, 36, 38, 101.<br />

Rey: 56, 64, 72, 76, 152.<br />

ar-Risale: 167.<br />

Risalet al-Ba's Va'l-Kimya: 143.<br />

Risale fi'l-Kavl fi'n-Nefs: 36.<br />

Risale fi Mahiyet an-Nevm Va'r-Ruya: 37.<br />

Risale fi Vandâniyet Allah ve Tenahl Cirm<br />

al-Alem: 31.<br />

Risale fi Hudud al-E şya ve Rusûmiha: 15,<br />

18, 19, 37.<br />

Risale fi Cevahir al-Hamse: 20, 38.<br />

Risale fi's-Siyase: 43.<br />

Risalet al-Veda: 61.<br />

Risale fi Kemiyet Kutub Aristotales Ve Ma<br />

yuhtâc İleyh fi Tahsil al-Felsefe: 32.<br />

Risale fi'l-Akl: 34-38.<br />

Risale al-Kindi Ila Ahmed b. Mu'tas ım fi'l-<br />

İbane an Sucûd al-Cirm al-Aksa: 79.<br />

Risale fi Tesbit ar-Rusûl: 32.<br />

Risale Ila Ahmed b. Muhammed al-Horasant<br />

fi izah Tenahi Cirm al-Alem: 19.<br />

Risale fi'l- İbane an- İllet al-Failet al-Karibe<br />

Li'l-Kevn Va'l-Fesad: 20.<br />

Risale fi Maiyet Mâ La Yumkin En Yeldine<br />

La Nihayete Leh ve Mallezi Yalail La<br />

Nihayete Leh: 20, 27.<br />

Risale İM Ahmed b. al-Mu'tas ım fi'l- İbane<br />

An Sucûd al-Aksa Ve Taatihi Lillah<br />

Azze ve Celle• 20.<br />

Risale Ila Ahmed b. al-Mu'tas ım fi Emr al-<br />

Anas ı'. Va'l-Cirm al-Aksa Kuriyet<br />

aş-Şeld: 21.<br />

Risale fi'l- İbane An Tabiat al-Felek MulMlifet<br />

Li-Tabâil-Anas ır: 20.<br />

Risale Ennehe Tûcedu Cevahir La Ecsam:<br />

20.<br />

Risale İla Ali b. al-Cehm fi Vandaniyyet<br />

Allah Ve Tenahi Cirm al-Alem: 20,<br />

28.<br />

Risale fi'l-Akl: 35.<br />

Risale fi İtikad al-Hukema: 138.<br />

Risale fi Melik al-Arab: 14.<br />

Risale fi Taksim al-Ulûm: 113.<br />

Risalet al-Ledunniye: 78, 109, 110, 119.<br />

Risalet al-Hâss Va'l-mahsûs: 143.<br />

Risalet İstihsan al-Havd fi İlm al-Kelâm:<br />

100.<br />

Risale İla Ahmed b. Muhammed al-Horasant:<br />

27.<br />

Risale-i Safir-i Simurg: 116.<br />

Risalet a ş-Şeceret al- İlahiyye Va'l-Esrar<br />

ar-Rabbaniye: 138.<br />

ar-Risalet al-Ku şeyriye: 167, 168, 170, 171<br />

175, 179.<br />

Risalet at-Tayr: 119.<br />

Robertus Angelicus: 39.<br />

Romenos Diogenis: 65, 75.<br />

ruh: 96, 129, 130, 131, 141.<br />

Ruha: 8.<br />

ruhaniye• 61.<br />

Ruhulkudüs: 134.<br />

Rukn ad-Din: 75.<br />

Ru'yet: 157<br />

S<br />

sabit: 118, 133, 172.<br />

as-saff al-evvel: 167<br />

safa: 167.<br />

safevi: 167.<br />

safv: 167.<br />

safvi: 167.<br />

sahabe: 8, 94, 95, 99, 109, 169, 173, 174.<br />

Sahib b. Abbad: 72.<br />

Sahih-i Buhari: 157.<br />

Salahaddin al-Eyyubi: 68, 115.<br />

Salih b. Abd al-Kuddus: 11.<br />

Samarat al-Ulum: 105.<br />

Saragossa: 60.<br />

Sayılı, Aydın: 43.<br />

seb'iye: 89.<br />

as-Secde: 131.<br />

Şedd al- İzar: 105<br />

Sekkakin: 114.<br />

Selçuk: 64.<br />

selçuklu: 64, 65, 67, 72, 74, 75, 76, 8708,<br />

152.<br />

199


sensualisme: 143.<br />

Seriyy as-Sakati: 170, 176.<br />

Seyhun: 64, 65, 74.<br />

Seyf ad-Devle: 41.<br />

Seyyid as-Sened: 162.<br />

Seyyid Şerif: 19, 99.<br />

sezgi: 118, 119, 122, 134, 139<br />

Shervani, Prof. Haroon Khan: 79, 84, 85.<br />

S ıffin: 8.<br />

S ırac al-Muluk: 79.<br />

Sihir : 11.<br />

aş- Şirazi: 138.<br />

Siyasetname: 66.<br />

sof: 168.<br />

sofis: 168.<br />

sofos: 168.<br />

sofya: 15.<br />

Sokrates: 36, 141, 145, 149.<br />

soyut nur: 121.<br />

Streitschrift Des Gazali Gegen Die Bat ınijja-<br />

Sekte: 79, 91.<br />

Studies In Muslim Political Thought and<br />

Administration: 79.<br />

Subh al-A' şa: 13, 67, 76, 113.<br />

as-Subk ı : 72, 83, 152.<br />

sudur (nazariyesi): 45, 47, 48, 126, 127, 128,<br />

129, 142.<br />

suf: 168, 169, 177.<br />

sufane: 166.<br />

sufani: 166.<br />

sufe: 167.<br />

Sufet al-Kafa: 167.<br />

suffa: 166, 167.<br />

sufi(ler): 41, 42, 62, 69, 70, 77, 78, 91, 92,<br />

94, 95, 96, 98, 111, 135, 166, 167, 172,<br />

175, 176, 177.<br />

sufizm: 176.<br />

Suhraverdi al-Maktul: 10, 12, 108, 115, 116,<br />

116, 118, 119, 120, 121, 122, 123, 124,<br />

125, 126, 127, 128, 129, 130, 131, 132,<br />

133, 134, 135, 136, 138, 139.<br />

as-Suhraverd ı : 168, 169, 176.<br />

Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu<br />

Imparatorluğu: 75.<br />

Sultan Sencer: 67, 76, 79, 82, 83, 87.<br />

Sumame: 42, 161.<br />

Summo Contra Centilles: 38.<br />

Supplemandband: 104.<br />

suret: 31, 47, 75, 115.<br />

suveri illet: 20.<br />

as-Suyuti: 114.<br />

süfl ı âlem :21, 134.<br />

süfli müdebbirler: 132.<br />

Sülemi: 170, 171.<br />

Süleyman Dünya: 68, 77.<br />

süluk: 143.<br />

sünnet: 9, 110, 179.<br />

ssünni: 72, 73, 151, 152.<br />

süryanice: 8, 9, 108.<br />

Ş<br />

şafiiler: 68.<br />

Şam: 41, 76, 82.<br />

aş- Şavaribi: 76.<br />

Şehrezuri, Şemseddin: 137, 138.<br />

Şehrestâni: 42, 66, 76, 90, 151, 162.<br />

Şerh al-Mevak ıf: 109, 113, 162.<br />

Şerh al-Usûl al-Hamse: 42.<br />

şeytan: 117, 171, 175.<br />

Şezerat az-Zeheb: 64, 74, 75, 115, 153, 175.<br />

Şıhab ad-D ın Suhreverdi al-Maktul: 116.<br />

şia: 131, 153.<br />

Şibli, Ebu Bekir: 12, 170, 172, 176.<br />

Şifa al-Müteellim fi Adab al-Muallim Va'l-<br />

Mutaallim• 113.<br />

168, 172, 173, 175.<br />

şii(ler) : 68, 138, 151.<br />

a ş-Şii, Ebû Abdullah: 66.<br />

Şiraz: 116.<br />

Şirazi, Molla Sadreddin: 113, 116, 138.<br />

Şirvan: 65, 75.<br />

aş- Şirvan ı : 114.<br />

Şûrâ (suresi): 30.<br />

T<br />

at-Taarruf Li Mezheb Ahl at-Tasavvuf:<br />

167, 168, 169, 171.<br />

Tabakat al-Mutezile: 151.<br />

Tabakat a ş-Şafiiye: 72, 83, 152.<br />

Tabakat as-Sufiye: 170, 171.<br />

Tabakat al-Umem: 13, 14.<br />

Taberan: 83.<br />

Taberistan: 64, 75, 89.<br />

at-Taberl: 13, 114.<br />

Taber ı Tarihi: 14.<br />

Tabiat: 19, 20, 26, 69.<br />

at-Tabiiyat Min Uyun al-Hikme: 106.<br />

200


at-Tabsir fi'd-Din: 66, 89, 90, 151, 154.<br />

Tahrim (suresi): 173.<br />

Tahsil as-Saâde: 49, 102.<br />

at-Tai, Davut: 175.<br />

talimiye: 89, 98.<br />

at-Tamastani, Ebu Bekir: 170.<br />

at-Tanci, Prof. Muhammed Tawit: 110,<br />

114, 167.<br />

Tanzimattan Sonra Türkiye'de Ilim ve Mantık<br />

Anlayışı : 114.<br />

Tarih-i Bağdad: 72, 152.<br />

Tarih-i Ferheng-i Avrupa: 141.<br />

Târifât: 19, 99.<br />

Tarih-i Cihangü şay: 67, 76.<br />

Tarih al-Ebu'l-Fida: 67, 76.<br />

Tarih al-Edeb fi İrân: 67, 76.<br />

Tarih al-Felsefe fi'l- İslâm: 18, 26, 35, 41,<br />

47, 101, 103, 141, 176.<br />

Tarih al-Felsefet al-Yunaniye: 102.<br />

Tarih al-Felsefet al-Arabiyye: 8, 14, 17,<br />

20, 28, 33, 35, 46, 47, 48, 51, 142,<br />

156, 158, 163, 165, 169, 176, 177, 178.<br />

Tarih al-F ırak al- İslamiyye: 156.<br />

Tarih al-Hukema'l-Islâm :140.<br />

Tarih İbn Haldun: 66, 76.<br />

tasavvuf: 12, 48, 49, 53, 62, 63, 69, 78, 87,<br />

88, 98, 100, 105, 107, 108, 111, 113,<br />

136, 137, 138, 166, 169, 170, 171, 173,<br />

175, 176, 178, 179.<br />

at-Tasavvuf al-Islâmi: 169, 175.<br />

Taşköprülüzade: 114.<br />

at-Tebrizi: 116.<br />

Tecarub al-Umem: 56.<br />

Tedbir al-Mutavahhid: 61, 62.<br />

Tefkir al-Felsefi fi'l- İslam: 37, 50.<br />

tefsir: 100.<br />

Tehzib al-Ahlâk: 56.<br />

Tehafut al-Felasife: 48, 53, 54, 69, 77, 111.<br />

at-Telvihat al-Levhiyye Val-Ar şiyye: 116,<br />

122, 123, 125, 126, 127, 128, 131, 135,<br />

136, 137, 138.<br />

Tekafu'ul-Edilleciler: 10.<br />

Telbis-i Iblis: 167, 168, 169.<br />

tenasüh: 47, 53, 131, 132.<br />

Tenbih Alâ Sebil as-Saâde: 52, 102.<br />

at-Tenbih Va'r-Radd Ala Ehl al-Ehva Va'l-<br />

Bida: 150.<br />

Tesbit Delail an-Nubuvva: 66, 90.<br />

Tetimme S ıvan al-H ıkme: 104.<br />

Teybe (suresi): 154, 173.<br />

tevhid: 32, 153, 158, 163.<br />

at-Tevhidi, Ebu Hayyan: 105, 140.<br />

tevil: 10, 12, 17, 32, 45, 159.<br />

Tevrat: 141.<br />

The Political Attitudes of The Mutezilah:<br />

151, 153.<br />

Three Muslim Sages: 118, 128, 130.<br />

Tıs'u Resail Fi'l-Hikmet Va't-Tabiiyat:<br />

106.<br />

Tibr al-Masbuk fi Nasaih al-Muluk: 78,<br />

79, 84, 85, 86.<br />

Timon: 10.<br />

Timurleng: 153.<br />

Tirmizi: 91.<br />

Tractus de Erroribus Philosophorum: 39.<br />

Tuğrul Bey: 64, 65, 72, 74, 75, 152.<br />

Tus: 82, 83.<br />

Tusi, Nasr: 138.<br />

Tusterl, Ebu Sehl: 119, 135, 171.<br />

Türk Edebiyat ında İlk Mutasavv ıflar: 69,<br />

177.<br />

Türk Tefekkürü Tarihi: 40.<br />

Türker, Dr. Mübahat: 40.<br />

Türkiye Tarihi: 64.<br />

U<br />

Ubeydullah: 66.<br />

Ugan, Zakir Kadiri: 87, 169.<br />

ulvi müdebbirler: 132.<br />

Unmuzec al-Ulum: 113, 114.<br />

Urfa: 8, 118.<br />

Usame b. Zeyd al-Harise 150.<br />

ustukusiye: 61.<br />

Usul al-Felsefet al- İşrakiye: 119, 123, 124,<br />

127, 131, 133, 134.<br />

Usul al-Islamiye: 65.<br />

al-UtbI: 104.<br />

utarit: 46, 133.<br />

Uygur devleti: 64, 74.<br />

Uyun al-Enba fi Tabakat al-Etibbâ: 41,<br />

61.<br />

Uyûn al-Mesâil: 44, 45, 46, 47, 49, 53.<br />

Uyûn al-Mesâil fi'l-Mant ık ve Mebâcli al-<br />

Felsefe: 43.<br />

Uyûn al-Mesail Min Ayan ar-Resail: 114.<br />

201


ty<br />

Üçok kolu: 74.<br />

Ülken, H.Z.: 7, 8, 9, 11, 31, 35, 38, 39, 40,<br />

44, 47, 82, 122, 126, 128, 138, 141,<br />

142, 143.<br />

Ünal, Sabit: 160.<br />

V<br />

vacib: 42, 43, 44, 122, 123.<br />

Vacib al-Vücud: 44, 122, 123, 124, 126.<br />

al-va'd va'l-vaid: 155, 164, 165.<br />

Vâfi, Ali Abd al-Vâhid: 51.<br />

vandaniyet• 33.<br />

vandet-i vücûd: 42, 136, 175, 177.<br />

vandet: 28, 29.<br />

al-Vahid al-Hakk al-Evvel: 30.<br />

vahiy: 11, 32, 33, 49, 53, 143, 157.<br />

Vas ıl b. Ata: 100, 151.<br />

Vas ıt: 176.<br />

Vaux, Carra De: 68, 77, 169, 174, 175, 176,<br />

177.<br />

vecd: 70, 71, 119, 137,<br />

Vefayat al-Ayan: 11, 40, 60, 83, 90, 108,<br />

115, 151.<br />

Verbum Jacob Alkindi de İntentione Antiquorun<br />

in Ratione: 38.<br />

Villenevve: 39.<br />

von Cremona, Gerard: 38.<br />

vücûb: 127.<br />

vusul: 71, 78, 178.<br />

Watt: 151, 153.<br />

Weber, Alfred: 23, 161.<br />

Y<br />

Yahya Sa'leb: 100.<br />

yakini bilgi: 62.<br />

Yakût: 105.<br />

Ya'rub b. Kahtan: 13.<br />

Yaltkaya, Mehmed Şerefeddin: 61, 67, 79,<br />

83, 87, 117, 118, 173<br />

Yâsin: 33, 34.<br />

Yaz ıcı, Tahsin: 116.<br />

al-Yemani: 66, 89.<br />

Yemen: 65, 75, 153.<br />

Yenieflatunculuk: 9, 25, 26, 36, 40, 48, 117,<br />

119, 139, 141, 142, 176.<br />

Yetkin, Saffet: 116, 119, 12 2.<br />

Yezid I: 8.<br />

Yörükan, Yusuf Ziya: 118, 141, 160.<br />

Yuhanna b. Haylan: 41.<br />

Yunan: 8, 9, lOs 13, 14, 15, 29, 36, 39, 40<br />

41, 44, 59, 63, 70, 77, 100, 101, 103,<br />

117, 138, 142, 143, 150, 168, 176.<br />

Yunus (suresi): 154.<br />

Yunus Emre: 12.<br />

Yurdayd ın, H. Gazi: 7, 84.<br />

Z<br />

Zâhid: 91, 92, 174.<br />

Zâhir: 115.<br />

zahirI: 42, 47.<br />

zahiriye: 162.<br />

az-Zamah şeri: 152.<br />

zaman: 11, 19, 22, 24, 25, 27, 28, 31, 34,<br />

125, 134, 158.<br />

zaviye: 69.<br />

az-Zebidi: 68, 83.<br />

Zeki Mübarek: 67, 169, 175.<br />

az-Zencani: 103, 140.<br />

Zend Avesta: 117.<br />

zenginlik: 127.<br />

Zerdü şt: 117.<br />

zeydiye 15.<br />

Zilzal: 173.<br />

Zuhr al-Islam: 169.<br />

Zuhruf: 159.<br />

Zumer: 99.<br />

Zühal küresi: 46, 133.<br />

zühd: 12, 169, 173, 174, 175, 176, 178.<br />

Zühre küresi: 12, 133.<br />

202


Fiyat ı: 20,— TL.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!