1 FÄ°ZYOLOJÄ° - HÄ°STOLOJÄ° - EMBRÄ°YOLOJÄ° - DrTus
1 FÄ°ZYOLOJÄ° - HÄ°STOLOJÄ° - EMBRÄ°YOLOJÄ° - DrTus
1 FÄ°ZYOLOJÄ° - HÄ°STOLOJÄ° - EMBRÄ°YOLOJÄ° - DrTus
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
1
2<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
3<br />
ÖNSÖZ<br />
Tıpta Uzmanlık Sınavı’na hazırlık uzun ve zahmetli bir<br />
yoldur. Kaynak seçimi ise kişiye, sınava kadar kalan süreye<br />
ve hedeflenen puana göre değişiklik göstermektedir.<br />
Bu seri “az zahmetli olan” ve “kısa kaynaklardan çalışmak<br />
zorunda olan” kişiler için hazırlanmış ideal bir seridir.<br />
Bu kadar küçük hacim başarı için yeterlimidir<br />
Daha hacimli kitaplara göre yeterli olmadığı açıktır ama<br />
ŞUNU KESİNLİKLE SÖYLEYEBİLİRİZ ki bu kadar kısa<br />
metinle en fazla sayıda soru yakalayan bir seri oluşturduk.<br />
Çünkü; bu serinin içeriği TUSDATA TUS HAZIRLIK<br />
MERKEZLERİ’nin son 2-3 yıldır yaptığı çok özel TUS<br />
KAMPLARI’nda anlatılan en özet ve en güncel metinlerden<br />
oluşmaktadır.<br />
Biz içeriğe güveniyoruz.<br />
Umarız yararlı olur ve başarınıza katkıda bulunuruz.<br />
Seri Editörleri
4<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
İÇİNDEKİLER<br />
1. FİZYOLOJİDE ÖZEL İSİMLER ................................................ 5<br />
2. FİZYOLOJİDE ÖNEMLİ FORMÜLLER ..................................... 14<br />
3. HÜCRE VE DOKU FİZYOLOJİSİ.............................................. 20<br />
4. DOKU HİSTOLOJİSİ ............................................................. 36<br />
5. KALP DAMAR SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ .......... 84<br />
6. ÜRİNER SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ ...................103<br />
7. ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ..............127<br />
8. SOLUNUM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ............. 164
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
5<br />
FİZYOLOJİDE ÖZEL İSİMLER<br />
} “Lipofuskin” granülleri... Yaşlanma veya atrofiye bağlı, çeşitli dokularda özellikle<br />
kalp, karaciğer, beyinde biriken kahverengi sarı introselüler materyal<br />
} “Loose” cisimciği... Eklem boşluğunda bulunan kemik yada kıkırdak parçalarıdır.<br />
} “Nemaline” cisimciği... Dejeneratif iskelet kası hastalıklarında elektron<br />
mikroskobisinde görülen bandlardır.<br />
} “Verocay” cisimciği... Schwannoma (nörilemmoma)’da hücre çekirdeklerinin<br />
oluşturduğu çit şeklinde görünüm<br />
} “Wiebel-palada”cisimcikleri... Vonwillebrand faktör içeren endotel hücrelerindeki<br />
çubuk görünümündeki organellerdir.<br />
} “Zebra” cisimciği... Niemann-Pick hastalığı, Tay-Sachs hastalığı ve<br />
mukopolisakkaridozda makrofajda elektron mikroskopisinde, sitoplazma’da<br />
görülen inkluzyonlardır.<br />
} “Sitoid” cisimcikler... Sistemik lupus eritematozusta görülen küçük retina<br />
eksudalarıdır.<br />
} “Antoni A ve Antoni B alan”... Schwannomada görülen sıklıkla biribiri ardına<br />
gelen miksoid ve hücresel alanlardıır.<br />
} “Herring” cisimciği... Vazopressin içeren veziküller bu cisimcikte bulunur.<br />
Nörohipofizde axonların terminal ucunda bulunan nörosekretuar granüller.<br />
} Clara hücreleri... Mukozal Clara hücreleri bronşiollerde bulunur ve immunglobinlerden<br />
zengin sulu proteinöz bir madde salgılar.<br />
} Adria hücreleri... Kardiak miyozitte, Adriamisin (=doxorubusin) toksisitesine sekonder<br />
değişikliklerdir.<br />
} Caterpillar hücreleri... Geniş multinükleer dev hücreler olup, akut romatizmal<br />
ateşte gözlenir.<br />
} Physaliferös hücreleri... Kordoma’da gözlenen, çok geniş ve vakuollü sitoplazmalı<br />
tümör hücreleridir.<br />
} Esas hücre (şef)... Midede bulunan pepsin yapan hücrelerdir.<br />
} Parietal hücre(kenar)... Midede bulunan HCI ve intrinsik faktör yapan hücrelerdir.<br />
IF (intrinsik faktör) Vit B12’yi bağlar ve ileumdan emilimini sağlar. Eksikliğinde<br />
pernisyöz anemi görülür.<br />
} G hücreleri... Midenin antrum kısmında bulunan musin ve gastrin salgılayan<br />
hücrelerdir.<br />
} Onkositik hücreleri... Tüm sitoplazmasını dolduran çok sayıda mitokondri içeren<br />
hücrelerdir.<br />
} Buhot hücreleri... Hurler sendromunda karaciğerde inklüzyon cisimciği içeren<br />
hücrelere denir.
6<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Gargoyl hücreleri... Hurler sendromunda bir çok hücrede mukopolisakkarid birikmesi<br />
nedeniyle vakuollu görünüm oluşmasıdır.<br />
} LE hücresi... SLE’de bulunan lupus eritematozus cisimleri ile ilgili monosit ve<br />
makrofajdır. ANA kaplı çekirdekleri fogosite etmiş PMNL.<br />
} Epimiyoepitelyal hücre... Benign lenfoepitalyal lezyon için karekteristik olan epimiyoepitelyal<br />
hücre adacıklardır.<br />
} Hatsianis hücreleri... Haepatit B enfeksiyonunda, bazı hepatositlerde çekirdek antijenine<br />
bağlı olarak kum tanesine benzeyen granülasyon oluşur.Bu hücrelere<br />
denir.<br />
} Hauf-bayer hücreleri... Plasenteda stroma arasındaki hücrelere denir.<br />
} Betz hücresi... 1.motor nöron hücrelerine denir, serebral korteknin prenentral gyrusunda<br />
bulunur (Motor konteks).<br />
} Kulchitsky hücresi... Enteroendokrin, enterochromoffin hücre GIS’te dağılmıştır ve<br />
20 civarında hormon ve nörotransmitter salgılar. Bronşiyal karsinoid tümör<br />
bunlardan köken alır.<br />
} Ependimol hücre... Spinal kordun santral kanalını ve beyin ventriküllerini kaplayan<br />
hücreler.<br />
} Downey hücresi... İnfeksiyöz meronskleoziste periferik yaymada görülen atipik<br />
lenfositler.<br />
} Mickulicz hücreleri... Rinoskleromada granülomatöz evrede lipid içermeyen çok<br />
sayıda mikroorganizma içeren hücrelerdir.<br />
} Blue-blobs... Papsmear’deki atrofi.<br />
} Blue-bodies... Deskuamatif interstisyel pnömonide alveolar makrofaj içindeki<br />
PAS(+)boyanan demir içeriğidir.<br />
} Corpora arantii... Semilunar kapakların kapanma çizgisi boyunca görülen küçük<br />
fibroz nodüllerdir.<br />
} Glomus cisimciği... Termoregülasyonda görev alan, ciltteki arteriovenöz<br />
anastomozları düzenleyen oluşumlardır.<br />
} Hassal cisimciği... Keratinize epitelde konsantrik agregatlar ve timüs medullasındaki<br />
keratinlerdir.<br />
} Heinz cisimciği... Alyuvar sitoplazmasında okside olmuş hemoglobindir.<br />
} Hematoksilen cisimciği... SLE hastalığında görülür.<br />
} Kamino cisimciği... Intraepidermal hyalin globülleridir. Spitz nevüste gözlenir<br />
} Loose cisimciği... Eklem boşluğunda bulunan kemik yada kıkırdak parçalarıdır.<br />
} Nemaline cisimciği... Dejenaratif iskelet kası hastalıklarında elektron mikroskobisinde<br />
görülen bandlarıdır.<br />
} Nörofibriler tangle... Alzheimer hastalığında görülen mikrotübül ilişkili protein ve<br />
nörofilamentlerdir.<br />
} Sülfür granülleri... Actinomyces’de görülen sarı odaklardır.
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Weibel-palade cisimcikleri... Von willebrand faktör içeren endotal hücrelerindeki<br />
çubuk görünümündeki organellerdir.<br />
} Zebra cisimciği... Niemann-Pick hastalığı, Tay-Sachs hastalığı ve mukopolisakkaridozda<br />
makrofajda elektron mikroskopisinde, Sitoplazma’da görülen<br />
inkluzyonlardır.<br />
} Corpora amylacea... Benign prostat hiperplazisinde görülen ve glandüler lümende<br />
bulunan proteinöz maddeye denir.<br />
} Fuzchin cisimcikleri(=kanser cisimciği)... Plazmositlerin sitoplazmasındaki eozinofilik<br />
cisimciklerdir.<br />
} Giannuzi Yarımayları... Mikst bezlerde bulunan seröz salgıyı lümene boşaltan<br />
hücreler topluluğu görünümüne verilen isimdir.<br />
} Paneth hücreleri... İnce bağırsak, çekum ve sağ kolon başlangıcında yer alırlar.<br />
Lizozim içerirler ve anti-bakteriyel etkiye sahip hürelere verilen isimdir.<br />
} Jukstekapiller (J) reseptörler... Pulmoner damarlara yakın yerleşmiş olan<br />
unmyelinize C liflerinin sonlanmalarına verilen özel isimdir. Akciğerin<br />
hiperinflasyonu ile stimule olur.<br />
} Rufiini Cisimcikleri... Derideki basınç duyusunu algılayan kapsüle reseptöre verilen<br />
isimdir.<br />
} Brunner Glandları ... Duedenum ilk kısımlarında submukozada mukus salgılayan<br />
bezlere verilen isimdir.<br />
} M Hücreleri... İnce bağırsak villusunda kök hücrelerden köken aldığı ve antijene<br />
yönelik yanıtta rol aldığı düşünülen hücrelere verilen isimdir.<br />
} Chief (Esas) hücre (Zimogen hücre)... Mide corpusunda pepsinojen salgılayan<br />
hücredir.<br />
} Oksintik (Parietal) hücre... Mide corpusunda bulunan HCL ve İF salgılayan,<br />
yapısında bol miktarda mitokondri bulunduran hücreye verilen isimdir.<br />
} Cushing Refleksi... Kranium içi basınç artmasından kaynaklanan özel tipte bir MSS<br />
iskemik cevabıdır. İskemi ile vazomotor ve sempatik stimulasyon olur, arteriyel<br />
basınç BOS basıncını geçer ve kan dolaşımı beyinde başlar.<br />
} Wallerian Dejenerasyon... Periferik sinir aksonları kesildiğinde, kopan segmentin<br />
dejenerasyona uğramasıdır.<br />
} Meissner Korpuskülü... Demiste papillalar içerisinde Tunika Submukozada bulunan<br />
dokunma duyu sinir sonlanmasına verilen isimdir.<br />
} Bainbrigde Refleksi... Atrial volüm fazlalığında atrial gerim reseptörleri tarafından<br />
oluşturulan taşikardiye verilen isimdir.<br />
} Paccini Cisimcikleri ... Deride ve kas boyunca dağılım gösteren kapsüllü vibrasyon<br />
duyusunu alan korpüsküldür.<br />
} Bezold - Jarisch Reflexi... Sol ventrikül endokardiyal gerim reseptörlerinin<br />
uyarılması ile hipotasiyon ve bradikardi meydana gelmesidir.<br />
} Sharpey Lifleri... Periostun dış fibroz tabakasından matrix içine giren kollajen fibril<br />
demetlerine denir. Bu lifler sayesinde periost kemiğe yapışır.<br />
7
8<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Hawship Lakünası... Kemik rezorbsiyonu olan bölgelerde enzimatik aktivite ile<br />
oluşan, içinde osteok-lastlar içeren çukurcuklar.<br />
} Havers Kanalları... Compact kemikte (Sekonder, olgun kemik) kan damarlarını<br />
taşıyan kemik uzun eksenine paralel kanallardır.<br />
} Volkman kanalları... Havers’e periosteumdan damar taşıyan, kemik uzun eksenine<br />
dik kanallardır.<br />
} Hering cisimcikleri... ADH ve oksitosin hormonlarının hipofizde depolandığı<br />
cisimciklere verilen isimdir.<br />
} Reisner Membranı... Kohlea’da Scala Media ve Sçala Vestibuli arasında bulunan<br />
membrandır.<br />
} Nissl Cisimcikleri... Perikaryodn (Soma)’da GER ve serbest ribozomların<br />
oluşturdukları ışık mikroskobunda görülen bazofilik granüler alanlardır.<br />
} Betz’in Dev Hücreleri... Gyrus presantralisde, Brodman’ın 4 nolu sahasındaki<br />
hücrelerdir. Cortex cerebrinin 5. tabakasındaki hücrelerdir.<br />
} Rozenthal Fibrilleri... Serebellar pilositik astrositomda, astrositlerin uzantılarının<br />
yaptığı saç benzeri liflerdir.<br />
} Basket Hücreleri... Seröz tükrük bezlerinde asini çevresindeki bir çeşit hücredir.<br />
Actin mikrofilamantları ve myozin içerir ve sekresyonların ağır boşluğuna<br />
geçmesini sağlar.<br />
} Langerhans Hücreleri... Epidermis’te St. Spinosumda bulunan antijen presente<br />
eden hücrelerdir. Mezo-derm orijinlidir.<br />
} Birbeck Granülleri... Langerhans hücrelerinde raket şeklindeki sitoplazmik<br />
granüllerdir.<br />
} Merkel Hücresi... Epidermis St. Bazale’de mekanoreseptör olarak göre ev alırak<br />
dokunma duyusunu algılayan hücredir.<br />
} Billroth Cisimcikleri... Dalak kırmızı pulpasında düzensiz retikuler bağ doku<br />
yaprakçıklarıdır ve çevre-deki sinuslerle anostomoz yaparlar.<br />
} Bruch Menbranı... Üvea’da choroid’in iç tabakasıdır ve retinanın pigmente<br />
epitelinin bazal membranıdır.<br />
} Bowman Membranı... Kornea’nın 5 tabakasından biridir. Hücre içeriği yoktur.<br />
} Clara Hücreleri... Terminal branşiollerde sitoplazmasında glikojen granülleri, Golgi<br />
komplexleri ve mitokondria içeren, siliasız kolumnar hücrelerdir.<br />
} Clear Hücreleri... Ekrin (Merokrin) ter bezlerinde piramidal yapıda, sekretuar<br />
granülü az, glikojen içeriği yüksek; iyon ve su taşınmasında görev alan<br />
hücrelerdir.<br />
} Alveoler Makrofajlar (Dust Hücreleri)... Kalp yetmezliğinde demir pigmenti<br />
(Hemosiderin) ile pozitif boyanan RES kökenli hücrelere verilen isimdir.<br />
} Littre Bezleri Erkek üretrasında duvarda bulunan küçük mukus salgılayan<br />
bezlerdir.<br />
} Reinke Kristalleri... Testisin Leyding hücrelerinde bulunan, ışık mikroskobunda<br />
görülebilen stoplazmik kristallere verilen isimdir.
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Juxtaglomerular Aparatus... Bir nefronun glomeruler afferent arteriyol ve distal<br />
kıvrıntılı tübülünün oluşturduğu özel bir yapıdır. Kan basıncı düzenlenmesinde<br />
Renin Anjiotensin-Aldosteron siste-minde görev alır.<br />
} Ranvier Düğümleri... Periferik sinir sisteminde Schwann Hücresinin oluşturduğu<br />
myelin kılıfının mevcut olmadığı axonal noktalara verilen isimdir.<br />
} Podosit... Glomerulusu saran Bowman Kapsülü’nün visceral tabakasının yapısındaki<br />
Epitelyal hücredir.<br />
} Pedisel... Kandaki maddeler kapiller fenestralardan filtre edildikten sonra bazal<br />
membranı geçer ve ayaksı çıkıntılar (Footprocess) arasındaki porları yani<br />
Pedisel’i geçerek Bowman mesafesine geçer.<br />
} Juxtaglomerular Hücreler... Glomerul afterent artekrilyol media tabakasında<br />
Renin salgılayan miyoepitelyal hücrelere verilen isimdir.<br />
} Ryanodine Reseptörü... T-Tübül aksiyon potansiyelinin, sarkoplazmik retikuluma<br />
iletimi salınımı sırasında görev yapan SR membranındaki reseptör.<br />
} Hassal Cisimcikleri... Timus medullasında bulunan eozinofilik yapılara verilen<br />
isimdir.<br />
} Wolffian Kanalcıkları... Erkeklerde embriyonik dukt sisteminin parçası ve<br />
reproduktif sistem ductuslarını oluşturur.<br />
} Vasa Rekta... Renol Medulla’dan Henle Loop’una paralel halde kanalcıklar<br />
oluşturan kan damarlarına verilen isimdir.<br />
} Rezistin... A dipöz doku tarafından kaynaklanan, insülinin etkilerini inhibe etme<br />
yeteneği olan hormon.<br />
} Ohm Yasası... Akım (voltaj), voltaj ile direkt, rezistans ile indirekt orantılıdır.<br />
} I(Akım)=E/R E... Voltaj R: Rezistans<br />
} (Auerbach) Myenterik Plexus... Sindirim sisteminde T-Musurlaris Propria’da sirkuler<br />
ve longitudinal kas tabakası arasında yerleşmiş plexustur-parasempatiktir.<br />
} Leydig Hücresi... Testesteron salgılayan testisin seminifer tubulleri (intenstiyel<br />
hücre) arasındaki hücredir.<br />
} Hering-Breuer Reflex... Akciğerlerin genişlemesi afferent sinirleri uyarır, bu da<br />
medulladaki inspiratuar sinirleri inhibe ederek inspirasyonun kesilmesini<br />
sağlar.<br />
} Graffian Folikülü... Ovulasyondan hemen önceki matur folliküldür.<br />
} Golgi Tendon Organı... Tendonun çevresindeki kollajen demetlerinde yerleşen<br />
gerilime duyarlı me-kanoreseptörlerdir. Afferent sinir liflerine (Grup Ib) denir.<br />
} Frank Starling Kanunu... Stroke volüm ile end-diastolik volüm arasındaki ilişkidir.<br />
End diastolik volüm arttıkça stroke volümünde de artış olur.<br />
} Sertoli Hücresi... Seminifer tubul epitelini oluşturan iki hücre tipinden biridir.<br />
Jpermatojenik hücreler için destek olurlar.<br />
} Kerckring Valuleri... İnce bağırsakta bulunan plica ciraslaris’tir. Submukoza ve<br />
mukoza içeren katlantılardır.<br />
9
10<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Lieberkühn Kriptaları (intestinal bezler)... Tubuler yapıdaki bu bezler villusların<br />
tabanındaki lamina propriaya uzanırlar.<br />
} Peg Hücreleri... Fallopian Tüplerinde mukozayı oluşturan 2 hücre tipinden biridir.<br />
Silyalı kolumner hücreler arasındadırlar ve mukus sekrete ederek, ovumun<br />
uterusa taşınmasına yardımcı olurlar.<br />
} C Cells... Tiroid bezinde Parafollikuler, kalsitonin salgılayan hücrelerdir.<br />
} Lambda Granülleri... Plateletlerin içerdiği 175-200 mm çapında olan ve lizozomal<br />
enzimler içeren granüllerdir.<br />
} Kupfer Hücreleri... RES’den derive olan sinuzoidal endotelyal hücreler arasında<br />
yaygın bulunan oval nukleus, bol mitokondria, gelişmiş Golgi Organeli olan<br />
hücrelerdir.<br />
} İto Hücreleri... Karaciğerde Disse mesafesinde bulunan yağ ve vitamin A’yı<br />
retinil esteri halinde depo-layan hücrelerdir. Sirozda kollojenizasyondan<br />
sorumludur.<br />
} Langerhans Adacıkları... Pankreas yapısında endokrin hücrelerin topluluklarıdır.<br />
} (PP) F Hücreleri... Pankreatik polipeptid salgılarlar. Pankreatik polipeptid,<br />
pankreasın exokrin enzim ve HCO3- sekresyonunu azaltır, safra kesesi<br />
relaksasyonuna sebep olur.<br />
} D Hücreleri... Pankreastan somatostatin salgılayan hücrelerdir. Etkileri glukagon,<br />
büyüme hormonu ve insulin salınımının inhibisyonudur.<br />
} Kalsekestrin... Sarkoplazmik Retikulumda kalsiyumun gevşek olarak bağlandığı<br />
yapı.<br />
} Wolff-Chaikoff Etkisi... Yüksek dozda İodine(I2) alımıyla tiroid hormon sentezinin<br />
ihhibe olmasıdır.<br />
} Renshaw Hücresi... Spinal Kordda ön boynuzda inhibitör hücrelerdir.<br />
Motornöronların kollateral axonlarından input alırlar ve uyarıldıklarında<br />
motornöronda inhibisyon yaparlar.<br />
} Poiseville Denklemi... Kan damarlarındaki rezistansı değiştiren faktörleri verir.<br />
R= Rezistans r= Damarın yarıçapı<br />
h= Vizkozite l= Damarın uzunluğu<br />
R= 8hl/ r 4<br />
} Kapasitans (Komplians)... Kan damarlarının genişleyebilirliğini tarifler. Basınç<br />
değişikleriyle volüm değişiminin nasıl olduğunu tarifler.<br />
C= V/P C= Kapasitans<br />
V= Volume<br />
P= Basınç<br />
} Dalton Kanunu... Bir gazın gaz karışımındaki parsiyel basıncı, fraksiyonel<br />
konsantrasyonuna bağlıdır.<br />
} Parsiyel Basınç...Total Basınç x Konsantrasyon Fraksiyonu Albrightın Herediter<br />
Osteodistrofisi (Psödo hipoparatiroidizm Tip 1a): G proteindeki defekte bağlı<br />
PTH’a end organda (kemik ve böbrek) rezistans olmasıdır.
11<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Zellweger Sendromu... Peroksizom yokluğuyla giden; nörolojik, hepatik ve böbrek<br />
problemleri olan genetik bir hastalıktır.<br />
} Reed-Sternberg Hücreleri: Hodgkin hastalığında çift vakuollü nukleus içeren dev<br />
hücrelerdir.<br />
} Kaldesmon: Düz kas içindeki ince filamentlerin yapısındadır. TnT ve TnI ile<br />
fonksiyonel olarak benzerdir.<br />
} Kardiodilatin ve Kardionatrin... ANP gibi atriumdan salınan sıvı ve elektrolit<br />
dengesini sağlayan ve kan basıncını düşüren özel kalp kası hücreleridir.<br />
} Sirkumvallat Papillaları... Sulcus Terminalisin önünde dilde yerleşik 10-15 adet<br />
geniş, sirküler papillalardır ve tat tomurcuklarını taşırlar.<br />
} Von Ebner Bezleri... Minör tükrük bezleridir ve seröz sekresyona sahiptirler. Tat<br />
tomurcuklarının uyarılmasında salgılarıyla yardımcı olurlar.<br />
} Hirschsprung Hastalığı... Nöral krest hücrelerinin kolonun distal bölgesine<br />
göç etmesi olmadığı için Auerbach Plexusu yokluğu ile seyreder. Kolonda<br />
dilatasyon meydana gelir.<br />
} Keratohyalin Granülleri... Epidermis, Stratum granulosumunda bulunan<br />
Keratinositler içindeki granüllerdir. Histidin ve sistinden zengin protein içerirler<br />
ve keratin filamentlerini birleştirirler.<br />
} Lacis Hücreleri... Juxtaglomeniler apparatus yapısındaki extraglomeruler mesangial<br />
hücrelerdir. Afferent ve efferent glomerular arterioller arasında uzanırlar.<br />
} Medullipin l... Renal interstisyumda medulladaki kapiller ve tubulleri çevreleyen<br />
hücrelerden salınan vazodepresör bir hormondur ve karaciğerde Medullipin<br />
ll’ye çevrilerek kan basıncını düşürür.<br />
} Entactin... Tüm Bazal Lamina’larda bulunan sulfatlanmış bin glikoproteindir.<br />
Laminine bağlanıp, lamina densada Tip IV kollajen ile bağlanmayı sağlar.<br />
} Terascin... Enbriyonik dokularda gelişen sinir sistemindeki glial hücrelerden salınan<br />
bir glikoproteindir. Hücre matrix adhezyonunu etkiler ve migrasyonda rol alır.<br />
} Kondronektin... Kıkırdakta yer alan ve kondrositler ile tip 2 kollajeni bağlayan bir<br />
glikoproteindir. Kıkırdak gelişiminden sorumludur.<br />
} Osteonektin... Kemikte bulunan ve minerallerin tip 1 kollajene bağlanmasını<br />
sağlayan bir glikoproteindir.<br />
} Fibrillin... Elastini demetler halinde tutan bir glikoproteindir. Elastik liflerin periferik<br />
mikrofibrillerindeki temel komponenttir.<br />
} Chief Hücreleri... Paratiroid bezlerinde bulunan küçük, bazofilik, PTH salgılayan<br />
hücrelerdir.<br />
} Oxyphil Hücreler... Paratiroid bezlerinde bulunan geniş, eozinafilik ve tek tek veya<br />
parakimde demetler halinde bulunan hücrelerdir.<br />
} Üregastron...: Duodenumdaki, Brunner hücreleri tarafından salınırlar ve HCL<br />
sekresyonunu inhibe ederler.<br />
} Peyer Plakları... İnce bağırsak lamina propriasındaki lenf nodları, ileumda<br />
muskularis mukozadan submukozaya genişleyen agregatları oluştururlar.
12<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Beyaz Yağ Dokusu... Tüm vücutta derinin derin tabakalarında enerji deposu olarak<br />
rol alır. Total vücut ağırlığının %20’sini oluşturur.<br />
} Kahverengi Yağ Dokusu... Yenidoğan memelilerde bulunur. Erişkinlerde az<br />
miktardadır. Vücut ısısının düzenlenmesinde görev alır.<br />
} Lipoblast... Adipositlerin meydana geldiği mezenşimden derine olan hücrelerdir.<br />
} Eustachian Tüpü... Nasofarinx ile orta kulak arasında bağlantıyı sağlayan ve orta<br />
kulak ile dış ortam arası hava basıncını eşitleyen kanaldır.<br />
} Kulchitsky veya K Hücreleri... Tüm solunum traktus epiteli boyunca bulunan,<br />
nöroendokrin sistemin bir parçası olan Serotonin, Bombesin ve Kalsitonin<br />
içeren sekretuar granülleri olan hücrelerdir.<br />
} Ampulla Vateri... Pankreas ve safra kanalları içeriklerini duodenum 2. kıtasına<br />
aktarmadan birleşerek Ampullla Vateri oluştururlar.<br />
} Oddi Sfinkteri... Safra ve pankreas salgılarının duodenuma aktarılması bazı düz kas<br />
liflerinin oluşturduğu Oddi Sfinkteri ile sağlanır. Yapısında koledok, pankreas<br />
kanallarının çevresinde ve ampulla çevresindeki düz kas yapısı bulunur.<br />
} Glisson Kapsülü... Karaciğerin dış yüzünü çevreleyen retikulin liflerden ve (Tip 3<br />
Kollajen) kollejen yapısında bir kapsüldür. Karaciğeri lob ve babüllere ayırır.<br />
} Bellini Kanalları... Toplayıcı kanallar kortex boyunca paralel demetler halinde<br />
uzanıp ve medullada Bellini Kanallarını oluştururlar. Bu kanallar Renal Papilla<br />
tepesine açılarak idrarı pelvikalisiyel sisteme taşırlar.<br />
} Meissner Plexusu... Sindirim sisteminde submukozal yerleşimli Parasempatik<br />
plexustur. Mukozal bezlere ve muscularis mukozadaki düz kaslara<br />
postganglionik uyarı sağlar.<br />
} Rattke Kesesi... İlkel ağız kavite tavanıdır. Epitelyal büyümesinden ön hipofiz<br />
gelişir. Stellate (Granül) Hücreleri: Serebral Kortexin altı tabakasından dış ve iç<br />
Granüler Tabakada bulunan hücrelere verilen isimdir.<br />
} Martinotti Hücreleri... Poligonal, kısa dendritli serebral kortex Gangliozik tabakada<br />
bulunan hücrelere verilen isimdir.<br />
} Cajal Horizantal Hücreleri... Küçük, iğsi yapıda serebral kortex Plexiform tabakada<br />
bulunan hücrelere verilen isimdir.<br />
} Von Ebner Glandları... Sircumuallat papillae üstünde bulunan tat tomurcuklarının<br />
çevresindeki oluk-lara seröz sıvı salarak, tat oluşturan maddelere çözünürlük<br />
sağlayan bezlere verilen isimdir.<br />
} Bowman Bezleri... Olfaktör epitelde koku algılanmasında görev alırlar.<br />
} Zeis Glandları ... Kirpiklerdeki sebore salgılanmadan sorumlu bezlere verilen<br />
isimdir.<br />
} Moll Glandları... Kirpiklerdeki apokrin ter bezlerine verilen isimdir.<br />
} PP Hücreleri... Pankreasta bulunan, pankieatik polipeptid salgılayan ve pankreasın<br />
ekzokrin sekresyonlarını inhibe eden hücrelere verilen isimdir.<br />
} Weibel-Palade Cisimcikleri... Endotel hücrelerinde membrana bağlı VWF<br />
depolayan organellere verilen isimdir.
13<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
} Waldeyer’in Halkası... GİS ve Respiratuar sistem için koruyucu görev yapan<br />
Lingual Tonsil, Palatine Tonsil ve Adenoidlerden oluşan lenfatik dokuya<br />
verilen isimdir.<br />
} Lacteal... Sindirim sisteminde, villus merkezinde emilen lipidi dolaşım sistemine<br />
taşımada rol alan lenfatik kanallardır.<br />
} Defansinler... Sindirim sisteminde Paneth hücrelerinde bulunan antimikrobiyal<br />
piptidlerden birisidir.<br />
} Goblet Hücreleri... Enterositler arasında müsin salgılayan ve intestinal içeriğin<br />
lubrikasyonunda görev alan hürelerdir.<br />
} Osteoprogeritör Hücre ... Osteoblast ve osteositlerin deri ve olduğu primitif<br />
mezenkimal hücredir.<br />
} Osteoid... Kollajenöz extraselüler matrixe (Tip 1 Kallajen) verilen isimdir. Kalsiyum<br />
hidroksiapapit depolanması ile mineralize olur.<br />
} Rodopsin... Görmeyi sağlayan pigmentlerden birisi<br />
} Ranvier boğumu... 2 myelin kılıf arasındaki schwann hücresi bulunmayan kısım<br />
} Schmidt-Lantermann yanıkları... Myelin kılıf oluşurken kalan schwann arada<br />
hücre sitoplazması<br />
} Goblet Hücreleri... Mukus salgılayan hücreler<br />
} Kalsiform hücreler... Goblet hücrelerinin diğer ismi<br />
} Rosenthal fibrilleri... Pilositik astrositomda görülen saç benzeri astrosit uzantıları<br />
} Nörilemmosit... Schwann hücresinin diğer adı<br />
} Kromatolizis... Akson hasarında nükleusun perifere geçip nükleusun belirginleşip,<br />
nissel cismi kaybolması<br />
} Kinosilyum... Dengeyi sağlayan tüy hücrelerinin herbiri<br />
} Stereosilyum... En büyük kinosilya<br />
} Cupula... Semisirküler kanalda ucundaki jelatinimsi<br />
} Otokonia... Silliaların gömüldüğü kalsiyum karbattan zengin yapı<br />
} Calsequetrin... Sarkoplazmik retikulumda kalsiyum bağlayan protein<br />
} Hening cisimcikleri... ADH ve oxitosinin hipofizde depolanma şekli<br />
} Kerkring valvilleri... İnce barsak mukozasında bulunur.<br />
} Sharpey lifleri... Periostu kemiğe bağlayan lifler<br />
} Hawskip lakunası... Osteoklastların kemikte bulunduğu çukurcuklar<br />
} Kromogranin A... Katekolaminlerin vezikullerde birlikte depolandıkları madde<br />
} Kastrasyon hücreleri... Ön hipofizde bulunur<br />
} Decidua Hücreleri... Endometriumda bulunur<br />
} Betz’in Dev Hücreler... Brodmanın 4 No’lu alanındaki hücrele
14<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
FİZYOLOJİDE ÖNEMLİ FORMÜLLER<br />
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM FORMÜLLERİ<br />
1- TOTAL PERİFERİK DİRENÇ (TPD): Bir kan damarındaki akım iki faktör<br />
tarafından belirlenir:<br />
1- Damarın iki ucu arasıdaki basınç farkı ki bu, kanı damarda ilerleten kuvvettir,<br />
2- Damar direnci denilen, damar boyunca kan akımına karşı oluşan dirençtir.<br />
Damarlardaki kan akımını güçleştiren direnci doğrudan ölçme imkanı yoktur, direnç<br />
kan akımı ve damardaki basınç farkının ölçülmesi ile hesaplanır.<br />
Total periferik direnç= Ortalama kan basıncı / Kardiyak debi<br />
Örnek: Ortalama kan basıncı=90mmHg Kardiyak debi= 90mlt/sn ise,<br />
Total periferik direnç= 90mmHg/90mlt/sn =1 R<br />
2- ORTALAMA KAN BASINCI: Zaman ile değişen arteriyel basıncın<br />
ortalamasıdır.<br />
P ortalama<br />
= P diyastolik<br />
+ 1/3 (P sistolik<br />
- P diyastolik<br />
)<br />
Örnek: P sistolik<br />
120 mmHg, P diyastolik<br />
80 mmHg, Kardiyak debi 5000 mlt/dakika ise<br />
P ortalama<br />
= 80 + 1/3(120-80)=93 mmHg<br />
TPD = 93/5.000 = 0,018<br />
3- KARDİYAK DEBİ (KARDİYAK OUTPUT): Birim zamanda kalpten<br />
atılan kan hacmi. Iki şekilde hesaplanabilir.<br />
a. Kalp debisi=kalp hızı X atım volümü<br />
Örnek: 70X0.071=5 L/dk<br />
b. Kardiyak debi = Sist. kan akımı = Pulmoner kan akımı = oksijen<br />
tüketimi / (a-v oksijen farkı)<br />
Örnek: Arteriyel O 2<br />
= 20 mlt oksijen / 100 mlt kan = 0,2<br />
Venöz O 2<br />
= 15 mlt oksijen / 100 mlt kan = 0,15<br />
Oksijen akımı = 250 mlt / dakika<br />
Kardiyk debi = 250 / 0,05 = 5.000 mlt/dakika<br />
4- EJEKSİYON FRAKSİYONU:<br />
Bir kez kalp tarafından pompalanan kan volümünün diyastol sonu hacmine oranıdır.<br />
Diyastol sonunda ventriküllerin hacmi 110-120mlt’dir. Bu hacime enddiyastolik<br />
hacim denir. Her bir ventrikülde sistol sonunda geride kalan hacim yaklaşık 40-<br />
50 mlt olup buna endsistolik hacim denir. Fırlatılan hacmin diyastol sonu hacme<br />
oranına ejeksiyon fraksiyonu denir. Geneillikle yaklaşık %60’a eşittir.<br />
Ejeksiyon fraksiyonu= Fırlatılan hacim / Enddiyastolik hacim
15<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
5- NET KAPİLLER FİLTRASYON BASINCI (PNET):<br />
Herhangi bir anda dolaşımdaki kanın sadece %5’i kapillerdedir. Fakat bu %5,<br />
O2 ve besin maddelerinin doku sıvısına, CO2 ve atık maddelerin kan dolaşımına<br />
geçtikleri yer olması nedeniyle bir anlamda kan dolaşımının en önemli bölümüdür.<br />
Bu geçişi sağlayan o bölgedeki hidrostatik basınç farkları arasındaki ilişkidir ve<br />
buna “net kapiller filtrasyon basıncı (Pnet)” denir.<br />
Kapiller hidrostatik basınç: Sıvının kapillerden dışarı çıkmasını sağlar<br />
Interstisyel sıvı hidrostatik basıncı: Sıvının kapillere girişini sağlar<br />
Plazma osmotik basıncı: Sıvıyı kapillere çeker<br />
Interstisyel sıvı osmotik basıncı: Sıvının kapillerden çıkışını sağlar<br />
Net kapiller basınç (P net<br />
)= ( Kapiller bas.- interstisyel basınç) - (Plazma osmotik<br />
basıncı -interstisyel osm. basınç)<br />
6- VASKÜLER KOMPLİYANS (KAPASİTANS):<br />
Bütün damarların genişleyebilir (gerilebilir) olması vasküler sistemin önemli bir<br />
özelliğidir. En fazla gerilebilme yeteneği olan damarlar venlerdir. Oldukça hafif bir<br />
basınç artışı bile venlerde 0.5-1 L ekstra kan depolanmasına sebep olur. Bundan<br />
dolayı venler, herhangi bir zamanda gerektiğinde kullanılmak üzere büyük miktarda<br />
kan depolanmasını sağlar. Ayrıca arterlerin esnek yapısı, kalbin kanı pulsatil<br />
olarak pompalamasına imkan sağlar. Bu özelliklere bağlı olarak her bir mmHg<br />
basınç artışına karşılık depo edilebilen kan miktarına söz konusu vasküler yatağın<br />
kompliyansı (kapasitansı) denir.<br />
Kompliyans= hacim artışı / basınç artışı<br />
SOLUNUM SİSTEMİ FORMÜLLERİ<br />
6- VİTAL KAPASİTE (VC):<br />
Maksimum inpirasyondan sonra ekspire edilen hava hacmidir.<br />
Vital kapasite= Tidal volüm + inspiratuar rezerv volüm + ekspiratuar<br />
rezerv volüm<br />
Örnek:<br />
Inspiratuar rezerv volüm= 3.3<br />
Ekspiratuar rezerv volüm= 1.0<br />
Tidal volüm= 0.5 ise<br />
Vital kapasite= 0.5+,.3+1.0=4.8 L
16<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
AKCİĞER VOLÜMLERİ<br />
7- FONKSİYONEL REZİDÜEL KAPASİTE (FRC): Normal solunumla<br />
alınan hava ekspire edildikten sonra akcigerlerde kalan hava hacmidir.<br />
Fonksiyonel rezidüel kapasite = rezidüel volüm + ekspiratuar rezerv<br />
volüm<br />
Örnek:<br />
Ekspiratuar rezerv volüm=1.0 L<br />
Rezerv volüm= 1.2 L ise<br />
Fonksiyonel rezidüel kapasite= 1.0 + 1.2= 2.2 L<br />
8- INSPIRATUAR KAPASITE (IC): Tidal volüm ve inspirataur rezerv<br />
volümün toplamına eşittir.<br />
Inspiratuar kapasite= Inspiratuar rezerv volüm + tidal volüm<br />
Örnek<br />
Inspiratuar rezerv volüm= 1.9L<br />
Tidal volüm= 0.4 L ise<br />
Inspiratuar kapasite= 1.9 + 0.4= 2.3 L<br />
9- TOTAL AKCİĞER KAPASİTESİ (TLC): Maksimum inspirasyondan sonra<br />
akciğerlerdeki hava miktarıdır.<br />
Total akciğer kapasitesi= Inspiratuar rezerv volüm + tidal volüm +<br />
ekspiratuar rezerv volüm + rezerv volüm<br />
Örnek:<br />
Tidal volüm= 0.5 L<br />
Ekspiratuar rezerv volüm= 0.7 L<br />
Inspiratuar rezerv volüm= 1.9 L<br />
Rezerv volüm= 1.1 ise<br />
Total akciğer kapasitesi= 0.5+.07+1.9+1.1+=4.2 L
17<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
10- FIZYOLOJIK ÖLÜ ALAN (VD): Solunum sisteminde respiratuar<br />
bronşiyollere kadar gaz değişimi olmaz. (Gaz değişimi, respiratuar bronşiyol, duktus<br />
alveolaris, sakkus alveolaris ve alveoli pulmonalis’te olur) Gaz değişiminin olmadığı bu<br />
alana ( Trakea, bronkus prinsipalis, bronkus lobaris, bronsiolus segmentalis, bronşiolus<br />
lobularis, bronşiolus terminalis) fizyolojik ölü alan denir.<br />
V D<br />
= V T<br />
x (Pa co2<br />
- Pe co2<br />
) / (Pa co2<br />
)<br />
Örnek:<br />
VT= 500mlt, Peco2=28mmHg, Peco2=40mmHg ise ölü alan<br />
VD=500 x (40 - 28) / 40<br />
VD=150mlt<br />
11- VENTİLASYON VOLÜMÜ: Bir dakikada solunan hava miktarıdır. Normalde<br />
yaklaşık 6L’dir.<br />
Ventilasyon volüm = (Tidal volüm - ölü boşluk ) x dakikada solunum<br />
sayısı<br />
Örnek (TUS-Nisan’97,Eylül’00):<br />
Sağlıklı bir genç bayanda, tidal volüm 400mlt, ölü boşluk 120 mlt, solunum sayısı<br />
12/dk ise alveoler ventilasyon nedir<br />
Alveoler ventilasyon= (400-120)X12=3.36 L<br />
12- AKCIĞER KOMPLİYANSI: Akciğerin esneyebilme yeteneğini gösterir.<br />
Interstisyel fibrosizte ve akciğer ödeminde kompliyans azalırken, amfizemde kompliyans<br />
artar.<br />
Kompliyans= 1/ elastisite=∆ hacim/ ∆ basınç<br />
ÜRİNER SİSTEM FORMÜLLERİ<br />
13- SIVI KOMPARTMANLARI (TUS-EYLÜL’96)<br />
Örnek (TUS-Eylül’91)
18<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
60 kg ağırlıktaki bir kişinin %60’ı su kabul edilirse intrasellüler sıvı volümü<br />
nedir<br />
Total vücut sıvısı= 36 L<br />
Intrasellüler sıvı= 36X2/3= 24 L<br />
Intrasellüler sıvı= Total vücut sıvısı - ekstraselüler sıvı<br />
interstisyel sıvı= Ekstrasellüler sıvı - plazma<br />
14- RENAL KLİRENS: Her birim zamanda tamizlenen plazma volümüdür.<br />
Klirens A= (idrardaki A madde yoğunluğu X idrar akım hızı ) / Plazma A maddesi<br />
yoğunluğu X 1440<br />
Örnek (TUS-Nisan’92)<br />
Kreatinin düzeyi 4 mg/dl, idrar kreatinin düzeyi 44mg/dl ve saatlik idrar miktarı<br />
2880cc ise kreatinin klirensi kaçtır<br />
Klirens cre<br />
= 44X 2880/ 4X1440=22 cc/dk<br />
15- GLOMERULER FİLTRASYON ORANI (GFR): Idrar oluşumu, proteinsiz<br />
fazla miktarda sıvının glomerüler kapillerden bowman kapsülüne filtrasyonu ile başlar.<br />
Proteinler dışında plazmadaki maddelelerin çoğu serbestçe bowman kapsülü içine filtre<br />
olduğu için bowman kapsülü içindeki filtratta, bu maddelerin konsantrasyonları<br />
plazmanınkine eşittir. Filtre olan sıvı tübüller boyunca ilerledikçe bowman küpsülündeki<br />
sıvı, spesifik solütlerin ve suyun geri emilerek kana geçmesi veya başka maddelerin peritübüler<br />
kapillerden tübül içine salgılanması nedeni ile değişikliğe uğrar. GFR ölçümünde<br />
glomerüllerden filtre olduktan sonra reabsorbsiyon veya sekresyonu uğramadığından<br />
inülin klirensi kullanılır.<br />
GFR = (idrardaki inülin yoğunluğu X dakika idrar hacmi) / (plazma inülin<br />
yoğunluğu)<br />
Örnek: Plazma konsantrasyonu 1 mg/mlt olacak şekilde bir hastaya inülin<br />
infüzyonu yapılıyor. 1 saat sonra 60 mlt. Idrarda inülin konsantrasyonu 120 mg/<br />
mlt bulunuyor. GFR kaçtır<br />
60mlt/saat ise 1 mlt/dk<br />
GFR=120X1/1=120 mlt/dk<br />
16- EFEKTIF RENAL PLAZMA AKIMI (ERPF): Böbrek şekilli elemanları<br />
süzmez. Sadece plazmayı süzer. Bu nedenle alyuvar sayısı değişmediği sürece, böbrekten<br />
birim zamanda atılan bir maddenin miktarının o maddenin arteriyovenöz farkına<br />
bölünmesi renal plazma akımına eşittir. Böbrek venöz plazma düzeyi ölçülemediğinden<br />
elde edilen değere efektif renal plazma akımı denir.<br />
ERPF = U PAH<br />
x V / P PAH<br />
Renal plazma akımı=(idrardaki PAH yoğunluğu X dakika idrar hacmi) / (plazma<br />
PAH yoğunluğu)<br />
Örnek:<br />
Idrar PAH=14 mg/mlt<br />
Plazma PAH=0.02 mg/mlt
Dakika idrar hacmi= 0.9mlt/dk ise:<br />
Efektif renal plazma akımı =14X0.9 / 0.9<br />
= 630mlt/dk<br />
19<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
17- RENAL KAN AKIMI: Böbreklerin dakikada aldığı kan miktarıdır. Istirahat<br />
halindeki yetişkinde dakikada 1,2-2,3 L kan veya kalp debisinin %25’inden biraz<br />
azını alır.<br />
Renal kan akımı=(Renal plazma akımı) / (1-hematokrit)<br />
Örnek: Hematokrit=%45=0.45<br />
Renal plazma akımı=700 mlt/dk ise<br />
Renal kan akımı=700/1-0.45=1273 mlt/dk<br />
18- FİLTRASYON FRAKSİYONU (FF): Glomerüler kapillerden filtre olan<br />
böbrek plazma akımıdır.<br />
Filtrasyon fraksiyonu= Glomerüler filtrasyon oranı / Renal plazma akımı<br />
Örnek: Glomerüler filtrasyon fraksiyonu: 125mlt/dk<br />
Renal plazma akımı=700 mlt/dk ise<br />
Filtrasyon fraksiyonu=125/700=0.2<br />
19- SERBEST SU KLİRENSİ (CH2O) (TUS-NISAN’03): Idrar konsantrasyonu<br />
veya dilusyonu işlemi böbreklerin su ve erimiş maddeleri bir dereceye kadar<br />
birbirinden bağımsız atmasını gerektirir. Serbest su klirensi böbrekler tarafından<br />
erimiş maddeden serbest suyun atılma hızını temsil eder. Serbest su klirensi pozitif<br />
olduğu zaman, böbrekler tarafından aşırı su atılıyor demektir. Serbest su klirensi<br />
negatif olduğunda ise erimiş madde atılımının su atılımından fazla olduğu ve suyun<br />
korunduğu anlamına gelir.<br />
Serbest su klirensi=(24 saatlik idrar volümü / 1440) X (1-idrar osm. / serum<br />
osm.)<br />
Örnek (TUS-Nisan’03):<br />
Günlük idrar volümü 4 lt, plazma osm. 270mOsm/L, idrar osm. 100 mOsm/L olan<br />
bir hastanın serbest su klirensi kaç mlt/dk’dır<br />
Serbest su klirensi= 4000/1440 X (1-100/270)<br />
= 1.7mlt /dk<br />
20- PLAZMA OSMOLARİTESİ: Plazma kanın sıvı bölümüdür. Plazma osmolaritesi<br />
280mOsm/kg’dir.<br />
Plazma osm=2 X Na + ( Glukoz / 18 ) - ( BUN / 2.8 )<br />
Örnek: (TUS)*<br />
Plazma Na+ 150 mEq/L, K+ 5 mEq/L, kan şekeri 90 mg/dl, kan üre düzeyi 28<br />
mg/dl olan hastanın plazma osmolaritesi kaç mOsm/L’dir<br />
Plazma=2X150+(90/18) + (28/2.8)= 315 mOsm/L<br />
(Doku Histolojisi bu bölümün sonunda anlatılmıştır)
20<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
HÜCRE VE DOKU FİZYOLOJİSİ<br />
HÜCRE ORGANELLERİ ve GÖREVLERİ<br />
Ribozom<br />
Küçük ribonükleoprotein partiküllerinden oluşmuş zarsız organeldir. Nükleus<br />
DNA’sı tarafından haberci RNA’nın (rRNA) iletmiş olduğu mesaja göre<br />
proteinleri sentezler. Sitoplazmada serbest ya da endoplazmik retikuluma<br />
bağlı olarak bulunur.<br />
Endoplazmik Retikulum (TUS-Eylül’01)<br />
• Agranüler ve granüler olmak üzere hücre sitoplazmasının her tarafında<br />
yaygındır ve kanalcıklar, veziküller ve keseler gibi yapılardan oluşmuştur.<br />
Intrasellüler Ca++’un en yüksek olduğu organeller endplazmik retinakulum<br />
ve mitokondridir. (TUS-Nisan’94)<br />
• Endoplazmik retikulum membranında sitokrom redüktaz, ve glukoz fosfataz<br />
gibi enzimler bulunur.<br />
• Granüllü endoplazmik retikulumun görevleri; kollajen, pıhtılaşma proteinleri,<br />
serum albunini ve immünglobulinler gibi hücre dışına gönderilecek<br />
maddelerin sentezidir.<br />
• Granülsüz endoplazmik retikulumun steroid hormon sentezi, ilaç<br />
defoksikasyonu, kas hücrelerinde Ca+2 regülasyonu gilokojen ve<br />
lipid metabolizmasında fonksiyonu vardır. (TUS-Nisan’97) Özellikle<br />
steroid sentezi yapan adrenal kortex hücrelerinde çok gelişmiştir. (TUS-<br />
Nisan’03)<br />
Golgi kompleksi<br />
• Endoplazmik retikulum gibi zarla çevrili tübül ve keseciklerden<br />
oluşmuştur.<br />
• Golgi kompleksi 3 farklı komponentten oluşmuştur.<br />
1. Membranlar<br />
2. Vesiküller<br />
3. Vakuoller<br />
• Membranlar genellikle 4-8 tane düz duvarlı, yassı, birbirine sıkı paketlenmiş<br />
sisternaların oluşturduğu bir sistemden oluşur.<br />
• Membranlar uç kısımları ile birbirinin üzerine kapanarak boşluklar oluşturur.<br />
Bunlara sacculus denir.<br />
• Vesiküller, vakuollere göre daha küçük yapılardır.<br />
• Vesiküller, lamellerin kenarından tomurcuklanma ile meydana gelir.<br />
• Vesiküller, golgi kompleksinden kopup ayrılabilirler ve sitoplazmada<br />
taşınabilirler.<br />
• Veziküllerin sayısı vakuollere göre daha fazladır.<br />
• Vakuoller, büyük veziküller tarzındadırlar, salgı granülleri ile doludur.
21<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Golgi kompleksinin fonksiyonları<br />
• Protein içeren primer salgı granülleri GER'de oluşur sonradan golgi<br />
kompleksine girerek modifiye olurlar.<br />
• Hidrolitik enzimler içeren zarla çevrili organellerdir.<br />
Lizozom<br />
• Hidrolitik enzimler içeren zar ile çevrili organeldir.<br />
• Asit fosfataz, esteraz, sülfataz, katepsin ve beta-glukuronidaz gibi enzimler<br />
içerir.<br />
• Lizozomlar lipoprotein yapısında bir membranla çevrilidir.<br />
• Olgunlaşmasını tamamlamış lizozomlar yani henüz bir madde ile<br />
karşılaşmamış lizozomlara primer lizozom denir.<br />
• Hücre dışından alınmış yabancı maddeyi içeren vezikülle (fagozom)<br />
birleşmiş olan lizozomlar ise sekonder lizozom olarak bilinir.<br />
• Hücre içinde yaşlanmış ve işlevini yitirmiş organellerin unit zarla çevrilip<br />
bir primer lizozomla birleşmesiyle otofajik vakuoller oluşur.<br />
• Uzun yıllar hücrede kalan otofajik vakuoller lipofuksin pigmenti içerirler.<br />
• Primer lizozomlardan oluşan sekonder lizozomlara otofagozom denir.<br />
• Lizozomlar özellikle fagositik aktivite gösteren makrofajlarda bol miktardadır<br />
(TUS-Nisan’03).<br />
Lizozomlar<br />
• Fosfat esterlerini parçalayan asit fosfataz<br />
• Asetat esterlerini parçalayan esteraz<br />
• Sülfat gruplarını parçalayan sülfataz<br />
• Proteinleri parçalayan katepsin<br />
• Mukopolisakkarit moleküllerinden glukuronik asidini ayıran beta<br />
glukoronidaz enzimlerini içerirler.<br />
Mitokondri<br />
• Hücrenin ihtiyaç duyduğu ATP’nin sentezlendiği yerdir.<br />
• Hücrede kendini bölünerek yenileyebilen tek organeldir.<br />
- Süksinat dehidrogenaz mitokondri iç membranında bulunan tek TCA<br />
enzimidir.<br />
• Mitokondri hücrede kendini bölünerek yenileyebilen tek<br />
organeldir.<br />
• Mitokondri iç zarı kristalar oluşturmak üzere katlantılar yapmıştır.<br />
• Iç membran yarı geçirgen yapıdadır.<br />
• Iç zarda fosforilasyon enzimleri, elektron transport sistemi bulunur.<br />
• Matrikste kalsiyum içeren yoğun matriks granülleri bulunur.<br />
• Mitokondriumda A, C ve E vitaminleri bulunur.<br />
• Mitokondride TCA enzimleri bulunur. (amorf matrikste)<br />
• Membran vezikül ve vakuol gibi üç farklı komponentten oluşmuştur.<br />
• Intraselüler su miktarının ayarlanmasında görev alırlar<br />
• Belirli hücre ürünlerinin sindiriminde görevlidir.<br />
Nükleus<br />
• Nükleus membranı, kromatin, çekirdekçik, nükleoplazma içerir.<br />
• Nükleus membranı iki paralel ünit zar ve bunların arasında yer alan<br />
perinükleer sisternadan oluşmuştur.
22<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
YAPI<br />
Dış membran<br />
İntermembraner boşluk<br />
İç membran (kastlara<br />
bölünür)<br />
Matrix kompartmanı<br />
MİTOKONDRİ BİLEŞENLERİ VE İÇERİKLERİ<br />
İÇERİK<br />
Porin (metabolik subtratlara geçirgenliği arttıran transport proteini)<br />
Hidrojen iyonları<br />
Elektron transport zinciri (NADH dehidrogenoz suksimit dehidrogenaz,<br />
ubiqinon-sitokrom C oksidoredüktaz, giderom oksidaz)<br />
TCA enzimleri (süksinat dehidrogenaz hariç)<br />
Yağ asidi B oksidasyon enzimleri, amino asidi oksidasyon enzimleri, Prüvat<br />
dehidrogenaz komplexi. Karbomoil sentetaz I, ornitin transkarbomoilaz (Üre<br />
döngüsünün). DNA, mRNA, tRNA, rRNA, Ca ve Mg içeren granüller.<br />
ID:03t035<br />
• Nükleusta; Nükleus membranı, Kromatin, Çekirdekçik, Nükleoplazma<br />
bulunur.<br />
• Insanda en büyük nükleus spinal ganglion ve oosit de bulunur. TUS<br />
• Karaciğer, kıkırdak, epitel hücreleri, vesica urineria ve leydig hücrelerinde<br />
iki tane nucleus olabilir.<br />
• Iç ve dış membranlarının birleşme yerlerindeki porlar 500 Ao çapındadır.<br />
• Porlar nükleus ve sitoplazma arasında madde alışverişini sağlar.<br />
• Bazı bölgelerde nükleus dış membranı ER ile devam eder.<br />
• Membrana nuklearis externa'da ribozomlarda bulunabilir.<br />
Hücre Zarı (TUS-Eylül’89)<br />
• Hücre zarının ana yapısını protein ve lipidler oluşturur.<br />
• Bunlar asimetrik olarak yerleşirler. Yani, hücre zarı asimetrik yapıdadır.<br />
• Iç ve dış yüzde farklı proteinler bulunur. Proteinler % 55, fosfolipid % 25,<br />
kolesterol % 13, diğer lipidler % 4 ve karbonhidratlar % 3 oranında bulunur.<br />
Karbonhidratların bir görevide reseptör fonksiyonu görmeleridir.<br />
Hücre zarı lipidleri; Fosfolipid, kolesterol ve glikolipidlerden oluşur. Lipidler<br />
çift tabaka yapar, hidrofilik kısımlar hücrenin iç ve dış yüzeylerine bakar,<br />
hidrofobik kısım ise çift tabakanın iç kısmındadır.<br />
Proteinler; Transmembraner olan ve transmembraner olmayan diye ikiye<br />
ayrılır. Transmembraner olanlar, transporter ve iyon kanalı olarak görev<br />
yaparlar. Transmembraner olmayanlar iç veya dış yüzeyde yerleşir. Iç yüzeyde<br />
yerleşenler genellikle enzim, dış yüzeydekiler ise reseptör görevi yaparlar.<br />
ENZIMLERIN HÜCRESEL LOKALIZASYONU<br />
• Enzimlerin diğer bir özelliği hücrelerin farklı bölümlerinde lokalize olmasıdır.<br />
• Sitozol; Glikoz, pentoz fosfat doku ve yağ asidi sentez enzimlerini<br />
• Mitokondri; TCA siklusu, yağ asidi oksidasyonu ve piruvat dekarboksilasyon<br />
enzimlerini<br />
• Lizozom; Makromoleküllerin yıkılımı lizozomlarda gerçekleşir. Proteaz, glikozidaz<br />
gibi enzimleri<br />
• Nükleus; NA ve RNA sentezinde yer alan enzimleri<br />
• Golgi; Glikolizasyon reaksiyonları ve sülfatasyon reaksiyonları için gerekli<br />
enzimleri içerir.<br />
• Pasif ve aktif taşıma olarak ikiye ayrılır.
23<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
TORAKS DUVARININ ARTERIYEL BESLENMESI<br />
Arter Orijini Beslendiği Alan<br />
a. intercostalis ant.(1-6 aralıklarda) a. thoracica interna Interkostal aralıklar ve parietal plevra<br />
a. intercostalis arterior<br />
(7-9.aralıklardaki)<br />
a. intercostalis<br />
posterior (1.-2.aralıklardaki)<br />
a. intercostalis posterior<br />
(Diğer bütün aralıklardaki)<br />
a. musculophrenica<br />
a. intercostalis suprema<br />
(Tr. Costocervicalis)<br />
Aorta thoracica<br />
a. thoracica interna a. subclavia Sternum’un lateralinde aşağıya<br />
doğru iner, a. epigastrica superior ve<br />
musculophrenica dallarına ayrılarak<br />
sonlanır<br />
a. subcostalis Aorta thoracica Karın duvarı<br />
ID: 01t017<br />
A-Pasif taşıma<br />
Enerji istemeyen taşıma olaylarıdır. Difüzyon ve kolaylaştırılmış difüzyon pasif<br />
taşıma örneğidir.<br />
1- Difüzyon: Maddelerin çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçişidir. Her<br />
iki ortam arasında denge kuruluncaya kadar madde geçişi olur. Dengeye<br />
ulaşınca partikül hareketi iki ortam arasında devam etmesine rağmen<br />
konsantrasyonlar sabit kalır. Fick difüzyon yasası ile belirlenir.<br />
BAĞ DOKUSU HÜCRELERİNİN FONKSİYONLARI<br />
Hücre tipi Esas Ürün veya Aktivite Esas fonksiyon<br />
Fibroblast kondroblast<br />
osteoblast odontoblast<br />
Liflerin ve esas maddenin üretimi<br />
Yapısal<br />
Plazma hücresi Antikor üretimi İmmünolojik<br />
Lenfosit<br />
Eozinofilik lökosit<br />
Makrofaj, nötrofillik lökosit<br />
Mast hücresi bazofilik lökosit<br />
Yağ hücreleri<br />
Bağışıklık açısından yeterli<br />
hücrelerin üretimi<br />
Antijen-antikor kompleksinin<br />
fagositozu<br />
Yabancı maddelerin fagositozu,<br />
bakterilerin fagositozu<br />
Farmakolojik aktif maddelerin<br />
(histamin gibi) ortalama<br />
salıverilmesi<br />
Nötral yağların depolanması, ısı<br />
üretimi<br />
İmmünolojik<br />
İmmünolojik<br />
Savunma<br />
Savunma<br />
Enerji depolanması; ısı üretimi<br />
ID:03t060
24<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Tip<br />
ÇEŞİTLİ TRANSPORT SİSTEMLERİNİN ÖZELLİKLERİ<br />
Elektrokimyasal<br />
Gradient<br />
Taşıyıcı<br />
mediatör<br />
Metabolik<br />
enerji<br />
Basit difüzyon Yokuş Aşağı Yok Yok Yok<br />
Kolaylaştırılmış<br />
difüzyon<br />
Primer aktif<br />
transport<br />
Yokuş Aşağı Var Yok Yok<br />
Na +<br />
Gradienti<br />
Na + -K + pompa<br />
inhibisyonu<br />
Yokuş yukarı Var Var İnhibe (Na + -K +<br />
Kotransport Yokuş yukarı * Var İndirekt Var, aynı<br />
yönde<br />
Countertransport Yokuş yukarı * Var indirekt Var , zıt<br />
yönde<br />
*Bir veya daha fazla solüt yokuş yukarı; Na + yokuş aşağı (downhill) transport edilir.<br />
HÜCRE MEMBRANLARINDAN TRANSPORT<br />
pompası var ise)<br />
İnhibe eder<br />
İnhibe eder<br />
ID:02t001<br />
• Membran kalınlığı genellikle 10-6 cm’dir ve difüzyon katsayısı olan 10-<br />
6 ya bölündüğü zaman permeabilite katsayısı elde edilir. Bu durumda<br />
denklem<br />
Difüzyon hızı = - P.A. (Ciç - C dış) olur.<br />
P = Permeabilite katsayısı<br />
• Liposolubl olan maddeler çift kaplı lipid tabakasından, suda çözünen<br />
maddeler membrandaki proteinlerin yaptığı kanalardan difüzyona<br />
uğrar. Kanalların çapı suda çözünen maddelerin difüzyonunu belirler ve 0.8<br />
mm’den büyük çaplı maddeler hücre zarını basit difüzyonla geçemezler.<br />
2- Kolaylaştırılmış difüzyon: Çok yoğun ortamdan az yoğun ortama<br />
taşıyıcı bir molekülle olan madde taşınması olayıdır. O nedenle<br />
maddelerin taşınmasını taşıyıcı molekül sayısı sınırlar. Taşıyıcılar satüre<br />
olduğu durumda Michealis-menten kinetiği geçerlidir. Michealis-menten<br />
kinetiğinde konsantrasyon gradienti etkisizdir. Kolaylaştırılmış difüzyon<br />
uniport taşımadır.<br />
B-Aktif Taşıma<br />
Primer ve sekonder aktif transport olarak ayrılır, her ikiside enerji isteyen<br />
olaylardır.<br />
AKTİF TAŞIMA İÇİN ÖRNEKLER (TUS-NİSAN’88):<br />
- Proximal tübülde Na+’un geri emilimi<br />
- Glukozun barsaktan emilimi<br />
- Distal tübülde Na’un geri emilimi<br />
- Kas sarkoplazmasında Ca++’un geri emilimi.<br />
1- Primer aktif transport: Direk madde taşınırken enerji harcanır. En güzel<br />
örneği Na+-K+ATP az’dır. Burada 3Na+ dışarı, 2 K+ içeri taşınırken l<br />
ATP’de hidroliz olur. Bu pompanın çalışmasını Instraselüler Na+ ve ATP ile<br />
exttaselüler K+ miktarı etkiler. Ayrıca pompanın çalışması Quabain, dijital<br />
gibi maddelerle inhibe edilebilir.
25<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
2- Sekonder Aktif transport: Ilk olarak Na+ konsantrasyon gradienti enerji<br />
harcanarak sağlanır. Daha sonra bu gradientten yararlanılarak taşıma<br />
sağlanır. Bu taşımanın gerçekleşebilmesi için mutlaka extraselüler Na+<br />
konsantrasyonu intraselülerden fazla olmalıdır. Na+ ile olan taşıma aynı<br />
yönlü ise symport denir ve glikozun taşınması bu tiptir. Taşıma zıt yönlü<br />
ise antiport denir, Na+-Ca++ ve Na+-H+ pompaları bu tiptir.<br />
• Sekonder aktif tronsporta örnekler: Glikoz, aminoasit, kalsiyum<br />
taşınması; transmitterlerin uptake’e uğraması ve proksimal tüpte H+<br />
salgılanmasıdır. Na+ - Ca++ değişiminde bir Ca++ dışarıya 3 Na+<br />
içeriye taşınır ve kalp için hayati önem taşır.<br />
C-Filtrasyon ve osmoz<br />
Filtrasyon ve osmoz, suları membranları hidrostatik basınçla geçmesidir. Suyun<br />
tübüler reabsorbsiyonu bu tip bir olaydır.<br />
• Osmotik basınç oluşumunda çözeltideki partikül sayısı önemlidir.<br />
Farklı konsantrasyonlardaki iki çözelti semipermeabl bir membranla<br />
ayrılırsa osmotik basınç oluşur. Van’t hoff denklemi ile osmotik basınç<br />
bulunabilir.<br />
• Her bir mmol/L partikül 19 mmHg osmotik basınç yapar. Osmolarite:<br />
çözeltideki çözünen molekül konsantrasyonu/ çözeltinin litre olarak hacmidir.<br />
Osmolalite ise çözünen molekül konsantrasyonu /kg.su’dur. Küçük<br />
hacimlerde osmolarite ve osmolalite birbirinin yerine kullanılabilir.<br />
• Eğer çözelti, hücrenin şişmesine neden oluyorsa bu çözeltiye hipotonik<br />
denir. Eğer çözelti hücrenin büzüşmesine neden oluyorsa hipertonik denir.<br />
Eğer hücre hacminde değişiklik olmuyorsa çözeltiye izotonik denir. Su az<br />
yoğun çözeltiden çok yoğuna osmotik basınca göre akar.<br />
• Suyun kapillerden çıkmasını interstisyel osmotik basınç ve kanın<br />
hidrostatik basıncı sağlar. Plazma proteinlerin onkotik basıncı ve<br />
intertisyel sıvının hidrostatik basıncı ise kapillerlere suyun girişini<br />
sağlar. Su kapillere girip çıkarken içinde çözünmüş partikülleri de<br />
taşır.<br />
• Donnan Dengesi: Bir membranla ayrılmış iki çözeltideki iyonlardan bazıları<br />
membranı geçiyor, bazıları geçmiyorsa bir Donnan Dengesi oluşur, bu<br />
elektrokimyasal bir dengedir. Donnan Dengesinde membranın her iki<br />
yanı arasındaki iyonların konsantrasyonu birbirine eşit değildir, ancak<br />
membranın her iki yanıda elektriksel olarak nötrdür. Proteinler difüze<br />
olmayan anyonları oluşturur bu nedenle denge için bir miktar katyon akışı<br />
olur. Bu da hücre içine su akmasına neden olur. Na+ - K+ ATP az buna<br />
engel olarak ödem oluşmasını önler.
26<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
EKG DALGALARI<br />
EKG dalgası Süresi (sn) Kalpte oluşan fizyolojik olay<br />
P dalgası 0.06-0.11 Atrium depolarizasyonu (impuls SA nodunda başlar ve atrial kaslar<br />
boyunca yayılarak AV noduna ilerler)<br />
P-R aralığı 0.12-0.21 Atrial depolarizasyon ile ventriküler depolarizasyon arası süre<br />
QRS kompleksi 0.03-0.10 Ventriküllerin depolarizasyonu<br />
T dalgası Değişir Ventriküllerin repolarizasyonu<br />
Q-T aralığı 0.26-0.49 Ventriküler depolarizasyon ve ventriküler repolarizasyon<br />
INTERSELÜLER BAĞLANTILAR<br />
ID:02t015<br />
Hücre zarı:<br />
• Sitoplazmayı dışarıdan çevreleyen ince bir zardır.<br />
• Esas yapısını lipidler (fosfolipidler ve kolesterol), proteinler ve oligosakkaritler<br />
oluşturur.<br />
• Plazma Membranı, hücre içinde ve dışında maddelerin geçişi için seçici bir<br />
bariyer görevi yapar. Ayrıca üzerinde özel taşıyıcı ve fonksiyon düzenleyici<br />
yapılar taşır.<br />
• Protein molekülleri membran moleküllerinin yaklaşık %50 ‘sini oluşturur<br />
ve bunlar membranda iki şekilde bulunurlar.<br />
• Membran kalınlığı boyunca lipid tabakası içine gömülü olan veya hücre<br />
membranından çıkıntı yapabilenler integral proteinler ve membran içine<br />
girmeyip yüzeye gevşekçe bağlananlar ise periferal proteinlerdir.<br />
Sıkı bağlantı bölgesi (zonula ocludens):<br />
• Esas fonksiyonu epitel hücreleri arasından her iki yöne doğru madde geçişini<br />
engellemektedir.<br />
• Geçirgen olmayan bağlantılardır. TUS<br />
• En yüzeyde bulunan hücre bağlantısıdır ve bant şeklinde hücreyi tamamen<br />
sarar.<br />
Ara bağlantı bölgesi (zonula adherens);<br />
• Hücreyi sarar ve komşu hücrelerin birbirine bağlandığı fikrini verir.<br />
(Membranların dış yüzleri birbirleri ile kaynaşmaz.)<br />
• Önemli bir özelliği çok sayıda aktin içeren mikroflamanların dens plaklara<br />
(membranın sitoplazmik yüzeyinde) tutunmuş olmasıdır.<br />
Nokta desmozom (Macula adherens):<br />
• Hücre yüzeyinde disk şeklinde bir yapıdır.<br />
• Komşu hücrenin yüzeyindeki buna özdeş bir yapı ile bağlantı kurar.<br />
• Derinin çok katlı yassı epitelinde yalnızca desmozom tipi bağlantı<br />
bulunur.<br />
Gap junctionlar<br />
• Hücreden hücreye elektriksel iletimi sağlayan bağlantı yapılarıdır.<br />
• Esas görevi hücreler arası bilgi iletimi ile ilgilidir.<br />
• Bunu iyon ve hormon alışverişi ile yapar.
27<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
NÖROMÜSKÜLER İLETİMİ ETKİLEYEN AJANLAR<br />
Örnek Etki Nöromusküler iletimdeki<br />
etkisi<br />
Botulinum toksini toksini<br />
Kürar<br />
Neostigmin<br />
Hemikolinyum<br />
Presinaptik uçtan Ach<br />
salınımını bloke eder<br />
Motor son plakta Ach<br />
reseptörleri ile kompetisyona<br />
girer<br />
Antikolinesteraz<br />
Presinaptik ucu kolin alımını<br />
bloke eder<br />
Total blokaj<br />
EPP büyüklüğünü azaltır,<br />
maksimal dozlar solunum<br />
kaslarının paralizisine ve ölüme<br />
neden olur.<br />
Motor son plakta Ach etkisini<br />
artırır ve uzatır. Presinaptik<br />
açtaki Ach depolarını tüketir.<br />
ID:02t005<br />
Sinir-Kas kavşağı:<br />
• Alfa motor nöron aksonu ve kas hücresi arası bağlantıdır. Ayrıca bu bağlantı<br />
otonom eferent lifler ile kas ve düz kalp kası gibi hücreler arasında da<br />
vardır.<br />
• Sinir aksonu kas hücresine yaklaşınca myelin kılıfını kaybeder ve çok sayıda<br />
düğmecik veya son ayak şeklinde sonlanır. Kas hücresi membranında da<br />
ileri derecede kıvrımlar ve katlantılar meydana gelmiştir. Bu yüzeyi artırır.<br />
Kas membranının bu değişik yapısına motor son plak denir.<br />
• Aksonun inerve ettiği kas lifi sayısı kas tipine göre değişir. Ince hareketleri<br />
yaptıran kaslarda tek bir aksonun inerve ettiği kas lifi sayısı azdır. Ancak<br />
postürü sağlayan, kaba hareketleri yaptıran kaslarda tek bir aksonun inerve<br />
ettiği kas lifi sayısı fazladır.<br />
HÜCRE FİLAMENTLERİ VE TÜBÜLLER<br />
• Sitoplazmik matriks , mikrotübül, mikroflament ve in-termediate flamentlerden<br />
oluşan bir kompleks içerir. Bunların hepsine birden sitoskoleton denir.<br />
• Hücrelerin şekillerinin korunmasında şekillerin değiştirilmesinde ve hücre<br />
organizasyonunda önemli görevleri vardır.<br />
Mikrotübüller (TUS-Nisan95):<br />
• Temel görevi hücrenin belli bölgelerinde sert fiziksel yapılar halinde hücre<br />
iskeletini oluşturmaktır.<br />
• Spermin flagellumu, bazı hücrelerdeki silier sentrioller ve bölünen<br />
hücrelerdeki mitotik iğcikler sağlam mikrotübüllerden oluşmuştur.<br />
Hücre içindeki hareketler komplex mikrotubulus ağlarının varlığına<br />
bağlıdır. Bu hücre içi hareketler; nöronlardaki aksoplazmik transport, melanin<br />
transportu, mitoz iplikleri boyunca kromozom hareketleri ve endoplazmik<br />
reticulum ile Golgi komplexi arasındaki hareketlerdir.Şayet mikrotubuluslar<br />
kırılıp ayrılmışsa bu aktivasyonlar mümkün olmaz.
28<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
HÜCRE TİPLERİ VEYA TÜMÖRLERE SPESİFİK İNTERMEDİATE FİLAMENTLER<br />
İNTERMEDİATE FİLAMENT<br />
Sitokeratin<br />
Vimentin<br />
Desmin<br />
Nörofilament<br />
Glial fibriler asidik protein<br />
(GFAP)<br />
Laminin A, B, C<br />
HÜCRE VEYA TÜMÖR SPESİTESİ<br />
Epitelyal hücreler<br />
Epitelyal tümörler(skuamöz karsinom, adenokarsinom)<br />
Endotelyal hücreler, vasküler düzkas, fibroblastlar, kondroblastlar,<br />
makrofajlar. Mezenkimal tümörler(fibrosarkom, liposarkom,<br />
angiosarkom, kondrosarkom, Osteosarkom)<br />
İskelet kası, nonvasküler düz kas<br />
Kas tümörleri (rabdomyosarkom)<br />
Nöronlar<br />
Astrositler, oligodendroglia, mikroglia, Schwann hücreleri, ependimal<br />
hücreler ve pitüisitler.<br />
Gliomatöz tümörler<br />
Nükleer zarfın iç membranında<br />
ID:03t039<br />
Mikroflamentler:<br />
• Bunlar bulundukları dokuya göre kasta miyoflament, epitel hücresinde<br />
tonoflament sinirde nöroflament olarak isimlendirilmişlerdir. TUS<br />
- Kas hücresinde bulunan aktin ve miyozin proteinleri<br />
mikroflamenttir.<br />
• Epitel hücrelerde bulunan ve tonoflament denilen mikroflamentler hücreler<br />
arası bağlantıda rol oynarlar.<br />
• Sinir hücrelerinde bulunan nörofibriller sitoplazmik maddelerin<br />
(nörotransmitter) taşınmasından sorumludurlar.<br />
• Ovumun uterus’a taşınmasıda mikrofilamanlar sayesindedir.<br />
Intermediate flamentler:<br />
• Ökaryotik hücrelerde değişik ve intermediate flamentler bulunmaktadır.<br />
• Epitel hücrelerinde sitokeratinler denilen flament tipi, mezenşimal<br />
hücrelerde vimentin kasta desmin, glial hücrelerde glial fibriller şeklinde<br />
bulunurlar.<br />
Myoflamentler<br />
• Myoflamentler ince ve kalın flamentler diye iki’ye ayrılır.<br />
• Ince flamentler aktin, troponin ve tropomyozindir.<br />
• Kalın flamentler myozin ve diğer az miktarda bulunan proteinlerden<br />
oluşur. Myozin flamanlar çapraz bağlarla aktine bağlanır. Myozin 2 ağır<br />
4 hafif zincirden oluşur.<br />
- Iki Z çizgisi arası mesafeye sarkomer denir. 2,2 mm’dir. Sarkomer’in<br />
boyu kasın kasılma, kısalma hızı ile ilgilidir.<br />
• Globuler aktinler polimerize olarak fibröz aktine dönüşür.<br />
- Troponin TnC, Tnl ve TnT olarak 3 bölümdür.<br />
• İskelet kaslarının kasılması ince flamanlarla düzenlenir, düz kas kasılması<br />
ise kalın flamanlarla düzenlenir.<br />
• Kasın kasılmasında aksiyon potansiyelini ileten transvers tübüldür.<br />
• Sarkoplazmik retikulum transvers tübül ile ilişki kuran terminal sisternayı<br />
verir.
29<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• İki terminal sisterna ve bir T tübülüsü kas triadını oluşturur.<br />
• T tübülü iskelet kaslarında kalın ve ince flamanların örtüştüğü alandadır.<br />
Kalp kasında ise Z çizgisindedir. Kalp kasında ayrıca T tübülü ve terminal<br />
sisternadan oluşan diadlar vardır. Bu tübüller Ca++ iyon depolarıdır. Iskelet<br />
kaslarında discus interkalarisler yoktur. Kalp kasında vardır.<br />
• İskeler kaslarındaki sarkomerlerin çapraz bağları miyozin proteinin<br />
kompenentidir.<br />
İSTİRAHAT MEMBRAN POTANSİYELİ VE AKSİYON POTANSYELİ<br />
• İntraselüler ve ekstraselüler sıvıların iyon konsantrasyonları farklıdır.<br />
• Ekstraselüler sıvının primer katyonu Na+, primer anyonu Cl-dur. İkinci en<br />
önemli anyonu HCO3 (Bikarbonat)’dır (TUS-Nisan’00).<br />
• İntraselüler sıvının primer katyonu K+, primer anyonu fosfattır. Diğer önemli<br />
anyonlar proteinler, aminoasit ve organik-inorganik asitlerdir.<br />
a. İstirahat Membran Potansiyeli:<br />
• Normal işlevindeki bir hücrenin içi ve dışı arasındaki elektriksel potansiyel<br />
farkıdır.<br />
- Hücre zarının potasyuma olan geçirgenliği sodyuma göre en az 10<br />
kat fazladır. O nedenle istirahat membran potansiyeli K+ denge<br />
potansiyeline yakındır.<br />
• İstirahat membran potansiyeli ekstraselüler K+ konsantrasyonundan<br />
şu şekilde etkilenir. Ekstraselüler K+ artınca istirahat membran<br />
potansiyeli daha pozitif yani depolarize olur. Ekstraselüler K+ azalınca<br />
istirahat membran potansiyeli daha negatif yani hiperpolarize olur.<br />
- İstirahat membran potansiyeli eksitabl (uyarılabilen) hücrelerde<br />
-80 mV, uyarılamayan (noneksitabl) hücrelerde -20, -30 mV<br />
değerine yakındır. Istirahat membran potansiyeli membranın<br />
geçirgen olduğu iyonların konsantrasyonuna ve membranın<br />
geçirgenliğine bağlıdır.<br />
b. Aksiyon Potansiyeli<br />
Uyarılabilen hücrelerin eşik potansiyelini aşarak pozitif değere gelip çok kısa<br />
bir süre içinde tekrar negatif değere dönmesidir.<br />
4 fazı vardır;<br />
1- Depolarizasyon: Hücre içine hızlıca Na+ girmesiyle oluşur.<br />
2- Repolarizasyon: Hücre dışına K+ akışıyla olur.<br />
3- Hiperpolarizasyon: Istirahat membran potansiyelinden daha negatif<br />
değerdedir.<br />
4- Istirahat: Tekrar hücrelerin istirahat membran potansiyeline<br />
gelmesidir.<br />
• Aksiyon potansiyellerinin oluşumu voltaj bağımlı sodyum ve potasyum<br />
kanallarıyla oluşur. Na+ kanalı “m” ve “h” olarak iki kapıyla sınırlanmıştır.<br />
Na+ akışının olması için her ikisinin de açık olması gerekir. Tek bir K+<br />
kanalı kapısı vardır. Bu da “n” kapısıdır.<br />
• Aksiyon potansiyelinin oluşumu hep ya da hiç ilkesine uyar. Eşik değeri<br />
aşan uyarılar aksiyon potansiyeli doğurur. Bu durumda depolarize olan<br />
hücrede pozitif feedback olarak voltaj duyarlı m kapıları açılır.
30<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Membran ne kadar depolarize olursa o kadar fazla m kapısı açılarak<br />
hücreye Na+ akışı olur. Repolarizasyonda h kapısı kapanarak Na+ kanalı<br />
inaktive olur ve n kapısı açılarak K+ kanalı aktive olur. Aksiyon potansiyelleri<br />
yayılan, ilerleyen potansiyellerdir. Hiperpolarizasyon K+ kanallarının yavaş<br />
kapanmasıyla oluşur.<br />
Mutlak refrakter peryot:<br />
• Depolarizasyon ve repolarizasyonun erken dönemlerini içerir.<br />
Depolarizasyonda m kapısı açık olduğundan repolarizasyonda da h kapısı<br />
kapalı olduğundan hücre uyarılamaz. Depolarizasyonun son dönemlerinde<br />
h kapıları açılınca Na+ kapılarının inaktivasyonu kaldırılır ve mutlak<br />
refrakter peryot biter.<br />
Relatif (Nisbi) refrakter periyot:<br />
• Bu periyotta uyaranın şiddetli olması durumunda aksiyon potansiyeli<br />
oluşturulabilir. Relatif refrakter dönem mutlak refrakter dönemin hemen<br />
sonunda başlar. Uyaran daha-şiddetli olmalıdır çünkü az miktarda aktif<br />
Na++ kanalı ve fazla miktarda aktif K+ kanalı vardır.<br />
• Aksonda aksiyon potansiyeli komşu bölgeleri uyararak yayılır. Yayılım<br />
myelinli ve myelinsiz liflerde farklı özellikler taşır. Bir reseptöre<br />
etki eden uyarını şiddeti arttığında (TUS-Nisan’02)<br />
• Reseptör veya jeneratör potansiyel şiddeti artar.<br />
• Ilgili afferent sinirde impuls iletim frekansında artar.<br />
• Ilgili duyusal merkez ulaşan impuls frekansı artar.<br />
• Birim zamanda oluşan aksiyon potansiyeli sayısı artar ancak şiddetinde<br />
değişiklik olmaz.<br />
• Terminal plakta Ca ++ eksikliği veya mg fazlalığı Ach salımını inhibe eder.<br />
(TUS-Nisan’96)<br />
Myelinsiz liflerde: Aksiyon potansiyeli oluşan zar kısmında potansiyel +40<br />
mV’a ulaşır. Komşu membran parçasıyla potansiyel farkı oluştuğunda<br />
iletim devam eder. Aksiyon potansiyelinin genliği akson boyunca<br />
değişmez. Iletim hızı akson çapının karekökü ile doğru orantılıdır. Yani<br />
akson çapı ne kadar fazla ise o kadar hızlı iletilir.<br />
Myelinli liflerde: Aksonda ekstraselüler alana tek açık yer ranvier<br />
düğümleri olduğu için aksiyon potansiyeli sadece buralarda oluşur. O<br />
nedenle iletim myelinsiz liflere göre çok daha hızlıdır. Bu tip iletime saltolu<br />
ileti denir (TUS-Eylül’92).<br />
• Nernst Potansiyeli: Konsantrasyon gradientinin yapabileceği işin elektriksel<br />
ifadesidir.<br />
Elektrotonik Potansiyeller<br />
• Uyaran eğer aksiyon potansiyeli oluşturamazsa lokal bir cevap oluşturur.<br />
Elektrotonik potansiyeller iletilemez. Çevreye dağılarak kaybolur. Hep<br />
ya da hiç kanununa uymaz. Uyaran şiddetine göre amplitüdü değişir.<br />
Etrafa yayıldıkça amplitüdü düşer. Süreside uyaran şiddetine bağlıdır.<br />
Elektrotonik potansiyeller birleşerek aksiyon potansiyeli oluşturabilir.<br />
Reseptör potansiyelleri ve sinaptik potansiyeller bu tip potansiyellerdir ve<br />
birleşerek aksiyon potansiyeli oluşturabilirler.
31<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Sinaps<br />
• Sinir hücrelerinin birbirleri arasında veya sinir hücresi-efektör organ<br />
arasında uyarıların geçtiği ya da geçişinin engellendiği özel yapılardır.<br />
• Sinapslarda iletim elektriksel, kimyasal ya da karışık tipte olabilir.<br />
KASLAR<br />
A. İSKELET KASLARI<br />
• Yapı ve fonksiyona göre kaslar iskelet kası, düz kas ve kalp kası olarak üçe<br />
ayrılır. Iskelet kası istemli kas, düz kas ve kalp kası istemsiz kaslardır.<br />
• Iskelet kasları vücuttaki dokuların en büyüğüdür. Şekil açısından fusiform, pennat<br />
ve sirküler olabilir.<br />
• İskelet kasları motor sinirlerle, düz kaslar otonom sinirlerle inerve<br />
olur.<br />
• Kas hücresi membranına sarkolemma, endoplazmik retikulumuna sarkoplazmik<br />
retikulum denir. Sarkolemma A, I bandı bileşkesinde invagine olarak transvers<br />
tübülleri oluşturur.<br />
• Iskelet kasları uyarılabilirlik (eksitabilite), kasılabilirlik (kontraksiyon) uzayabilirlik<br />
(extansibilite) ve elastisite özelliklerine sahiptir.<br />
• Kas hücrelerini endomisyum kuşatır. Bir çok hücre bir fasikül yapar. Bunu<br />
perimisyum kuşatır. Tüm kası da epimisyum denen bağ dokuları kuşatır bu<br />
yapıların içinde kasa gelen sinir ve damarlar vardır.<br />
• Myoglobin kas dokusunda oksijen depolayan proteindir. (TUS-<br />
Nisan’95)<br />
• Iskelet kasının fonksiyonel birimi sarkomerdir. Sarkomer bir A bandı ve 2<br />
yanında yarımşar I bandından oluşur. Iskelet kasları çizgili görünümdedir. Işık<br />
mikroskobunda koyu görünen bantlar A bandı açık görünen bandlar l bandıdır.<br />
A bandında ince ve kalın flamentler vardır. I bandında ise sadece ince flamanlar<br />
vardır. A bandının ortasında H bandı denen açık renkli kısım vardır. Burada<br />
sadece kalın flamentler vardır. H bandının ortasında kalın flamanların birbirine<br />
bağlandığı M çizgisi vardır. I bandının ortasında ince flamanların bağlandığı Z<br />
çizgisi vardır.<br />
Iskelet kaslarının mekanik özellikleri<br />
• Bir kası inerve eden sinir kesilirse: Denervasyon hipersensivitesi,<br />
fasikulasyon, fibrilasyon, dejenerasyon ve atrofi olur.<br />
• Denervasyon hipersensitivitesine sebep olan asetil kolin reseptör sayısını<br />
artışıdır (TUS-Eylül’02).<br />
- Kasa uyarı gelince ilk mekanik cevap gizli gevşemedir. Sonra kasılma<br />
ve en sonda gevşeme olur. Gizli gevşeme latent peryot içindedir.<br />
Summasyon: Zamansal birikme ve motor birim birikmesi olarak iki tiptir.<br />
Motor birim birikmesi kasa giderek artan şiddette uyarı verildiğinde kasın<br />
geliştirdiği kuvvetin artmasıdır. Nedeni uyarılan kas lifi sayısının artmasıdır.<br />
Zamansal birikme: Sabit şiddette stimulus’un sıklığı arttırılırsa kasın geliştirdiği<br />
kuvvetin artmasıdır. Elastik yapılar tam gevşemediği ve kalsiyum hücreden<br />
tam boşaltılamadığı için olur.
32<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Tetani: Stimulus frekansı arttırılınca kasın gevşeyemeden tekrar tekrar<br />
kasılmasıdır. Sarsı süresi küçük olan kas daha kolay tetanize olur. Kalp kası<br />
hiçbir zaman tetanize olmaz.<br />
Merdiven Olayı : Kası tetanize etmeyecek frekansta stimulus taze bir kasa<br />
uygulanınca ilk birkaç kontraksiyonun kuvvetinin daha fazla olmasıdır. Tetani<br />
ve zamansal birikmeden farklıdır.<br />
izotonik kontraksiyon: Kas kasılınca boyu kısalıyor geliştirdiği kuvvet sabit<br />
kalıyorsa bu izotonik kontraksiyondur. Durmakta olan bir yükün kaldırılması<br />
bu tiptir.<br />
Izometrik kontraksiyon; Kas kasılınca boyu değişmiyor geliştiği kuvvet<br />
değişiyorsa bu izonik kontraksiyondur. Duvarın itilmesi bu tiptir.<br />
Oksotonik kontraksiyon: Kasın hem geliştirdiği kuvvetin hemde boyunun<br />
değişmesidir. Günlük hayatta en çok görülen tiptir.<br />
Uzama kontraksiyonu: Kastaki elastik liflerin uzamasıdır. Merdivenden<br />
inme bu tiptir.<br />
• Kaslar ne kadar yavaş kısalırsa o kadar fazla kuvvet geliştirir.<br />
• Optimal yük kasın en fazla iş yaptığı yüktür, vücutta kaslar optimal boydadır.<br />
Vücuttan kas çıkarılınca kısalır buna denge boyu denir.<br />
Kas Kasılması<br />
• Motor ünite bir akson ve inerve ettiği kas liflerinden oluşur. Motor<br />
sinirden gelen uyarı asetil kolin salınımına neden olur. O da membranda<br />
depolarizasyon yapar. Bu uyarı transvers tübüle yayılır. Daha sonra<br />
longitudinal tübüle geçer ve hücre içine kalsiyum ateşi olur.<br />
• Kas hücresinde membran potansiyelini başlatan ilk olay hücre içine<br />
Na+ girişi ile olur.<br />
• Intraselüler Ca++ en fazla mitokondri ve endoplazmik retikulumdadır<br />
(TUS-Nisan’94).<br />
• Kalsiyum 10-5 mol/lt düzeyine gelince troponin C’ye bağlanır. (TUS-<br />
Nisan’95) Bu da tropomyozinde konformasyonel değişiklik yaparak<br />
myozinin aktine bağlanacağı bölgeyi açar. Myozinin başında ATP bağlı<br />
durumdadır. Myozin ve aktinin bağlanacağı bölgede myozin ATPaz vardır<br />
(TUS-Eylül’93, Nisan’96). Myozin ATP’yi hidrolize ederek gerekli enerjiyi<br />
sağlar. Bu enerjide çapraz köprüyü büker, buna güç darbesi denir. Bu aktin<br />
F-aktindir (TUS-Nisan’92). Üçüncü adımda ATP myozine bağlanarak<br />
onu aktinden ayırır. Dördüncü adımda kalsiyum troponinden ayrılarak<br />
serbestleşir. Ve tropomyozin eski yerine gelir. Relaksasyon gerçekleşir. Eğer<br />
troponinden kalsiyum ayrılmazsa kasılma döngüsü devam eder.<br />
• Kas kasılmasında ATP’nin tekrar yapılması için kullanılan birinci enerji<br />
kaynağı fosfokreatinindir.<br />
• Dinlenmekte olan iskelet kasında kan akımı düşüktür. Kas kasıldığında<br />
içinden geçen damarlara basınç uygular ve içlerindeki kan akımı kas<br />
gerilmesi %70 ulaştığında tamamen durur. Kas dokusuna olan kan<br />
akımı egzersiz başlamadan önce artar, bu durumdan nöral kökenli cevap<br />
sorumludur. Ama egzersiz başladıktan sonra kas dokusuna olan kan akımını<br />
lokal mekanizmalar sağlar. TUS Bunlar; Doku PO2’sinin düşmesi, Doku<br />
PCO2’sinin artması, K+ birikimi, Kas dokusu ısı artışı, pH azalması ve<br />
vazodilatör metabolitlerden oluşur.
KALP KASI (TUS-EYLÜL’98)<br />
33<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• T tübülüsü iskelet kasından büyüktür ve Z çizgisindedir.<br />
• Özelleşmiş bir aktivasyon mekanizması vardır. Pace maker denen özel hücrelerle<br />
kendi kendine uyarı üretir. Kas hücreleri arası özel bağlantılar vardır (Discus<br />
interkalaris) ve bunlar uyarının bir hücreden bir hücreye geçmesini sağlar.<br />
Sinsityum nedeniyle kalp kası hep yada hiç yasasına uyar oysa iskelet kasları<br />
hep ya da hiç yasasına uymaz.<br />
• Aksiyon potansiyeli kasılmayı kendisi sağlamaz. Aksiyon potansiyelinin çıkardığı<br />
kalsiyum, kalsiyumun ortamda artmasını uyarır ve kasılma olur. Na ++ -Ca +<br />
değişimi bu nedenle önemlidir.<br />
• Ca ++ akışı ve aksiyon potansiyeli süresi tetani ve summasyon oluşmasına engel<br />
olur. Kalbin kasılma kuvveti kalp boşluğuna dolan kan miktarına bağlıdır. Çünkü<br />
sarkomer boyunu etkiler. Tetani ve summasyon olmadığı için kalp bir kasılır bir<br />
gevşer bunun oluşması da önemlidir. Çünkü gevşeme olmazsa koronerlere<br />
kan gitmez.<br />
DÜZ KAS<br />
• Düz kaslarda sarkomer yoktur. O nedenle çizgili değildir. Ince flamentler<br />
dens body (koyu cisim) lere bağlanmıştır. Dens body’ler genelde sitoplazmada<br />
yüzerler. T tübülüs sistemi yoktur. Kaveola denen sarkolemmanın yaptığı<br />
invaginasyonlar triad’ın görevini görür. Troponin harici diğer tüm flamanlar<br />
vardır. Troponin yerine kalmodulin bulunur. TUS<br />
Düz kas kasılması<br />
• Hücre içine Ca ++ girince kalmoduline bağlanır (TUS-Nisan’03): Oda inaktif<br />
durumdaki myozin hafif zincir kinazı aktive eder. Myozin fosforillenir.<br />
Myozinin fosforilasyonu ile myozin ve aktin arasında çapraz bağlar kurulur.<br />
Kasılma dens bodylere iletilir. Bu da kasın boğum boğum kasılmasına<br />
neden olur. Bazı durumlarda bu çapraz bağlar açılmaz buna letch fenomeni<br />
(mandal yapısı-kilitlenmiş köprü) denir. Myozinden fosfatı fosfatazlar ayırarak<br />
relaksasyona neden olur.<br />
• Düz kaslarda mitokondri sayısı azdır. Metabolik ihtiyaçlarını glikolizle<br />
karşılarlar.<br />
• Düz kaslar kendileri aksiyon potansiyeli geliştirebilirler.<br />
• Düz kaslar östrojen, progesteron gibi hormonlarlada uyarılabilir.<br />
• Düz kaslarda plastisite özelliği vardır. Mesane düz kasları gibi.<br />
• Düz kaslarda motor birim yoktur, aksiyon potansiyeli kalsiyumla oluşur.
34<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
KAS DUYU CISIMCIKLERI<br />
1. Kaslardaki duyu cisimcikleri tipleri<br />
a. Kas Iğcikieri (la) ekstrafüzal liflere paralel dizilim gösterirler ve kas<br />
boyundaki statik ve dinamik değişiklikleri algılarlar (TUS-Nisan’98).<br />
b. Golgi tendon organları (Ib) extra fuzal liflerle ardarda dizilim gösterirler<br />
ve kas gerimini algılarlar.
35<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
c. Pacini cisimcikleri (II) kas boyunca dağılım gösterirler ve vibrasyon<br />
duyusunu alırlar.<br />
d. Serbest sinir sonlanmaları (III, IV) tehlikeli stimulusları tanırlar.<br />
2. Kas lifi tipleri<br />
a. Ekstrafuzal lifler: Kasın kitlesini yaparlar, alfa-motor nöronlar tarafından<br />
stimüle edilirler. Kas kontraksiyonu için gereken gücü sağlarlar.<br />
b. Intrafuzal lifler: Ekstrafuzal kas liflerinden daha küçüklerdir. Kas iğciklerini<br />
oluşturmak için bir kılıfla sarılmışlardır. Ekstrafüzal liflere paralel seyreder,<br />
fakat tüm kas boyunca uzanmaz.<br />
3. Kas iğcikleri<br />
Kasın her tarafında dağılmış durumdadırlar. Büyük ekstrafuzale (kuvvet<br />
oluşturan) paralel seyreden küçük enkapsül intrafuzal liflerden oluşur. Ince<br />
kas hareketine ihtiyaç duyuldukça, kasdaki kas iğciklerinin sayısı artar.<br />
a. Kas iğciklerindeki intrafuzal liflerin tipleri<br />
• Nükleer kese lifleri: Kas uzunluğundaki değişimi algılarlar (Hızlı,<br />
dinamik değişiklikler). Grup la afferentleri ile inerve olurlar.<br />
• Nükleer zincir lifleri: Kas uzunluğundaki statik değişiklikleri algılarlar.<br />
Grup II afferentleri ile inerve olurlar.<br />
b. Kas iğciklerinin çalışma biçimi<br />
• Kas iğcikleri refleks olarak kas uzunluğunu (Gerimini) artırmayı<br />
amaçlar.<br />
- Kas uzunluğu hakkında duyusal bilgi grup la (hız) ve grup II (statik)<br />
aferent lifler tarafından alınır.<br />
- Kas gerildiğinde, kas iğciği gerilir ve grup la ve II affe-rent lifleri<br />
stimüle eder.<br />
- la afferentlerinin stimulasyonu medulla spinalisteki alfamotonöronları<br />
stimüle eder. Alfa motor nöron uyarımı sırasıyla<br />
kas kontraksiyonu ve kasılmasına neden olurlar (TUS-Nisan’03).<br />
Orjinal gerime karşı çıkılır ve kas uzunluğu korunur.<br />
c. Gama-motor nöronların fonksiyonu<br />
• Intrafuzal kas liflerini inerve eder.<br />
• Kas iğciğinin sensitivitesini ayarlar. Böylece kas kontraksiyonu sırasında<br />
en uygun cevabı verir.<br />
• alfa-motor nöronlar ve Gama motor nöronlar beraber aktive edilir,<br />
böylece kontraksiyon boyunca kas uzunluğundaki değişikliklere kas<br />
iğcikleri sensitif durumda kalır.
36<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Insan vücudu 4 tip dokudan oluşur.<br />
1. Epitel dokusu<br />
2. Bağ ve destek dokusu<br />
3. Kas dokusu<br />
4. Sinir dokusu<br />
DOKU HİSTOLOJİSİ<br />
EPİTEL DOKUSU<br />
• Epitel dokusu her üç germ yaprağından da köken alabilir.<br />
Epitel dokusunun başlıca görevleri:<br />
- Koruma<br />
- Absorbsiyon<br />
- Sekresyon<br />
- Duyu algılanması (Dildeki tat cisimcikleri)<br />
- Kontraksiyon (myoepitelyal hücre)<br />
• Epitel hücrelerinin serbest yüzeyine apikal yüz, bağ dokusuna bakan yüzeyine bazal<br />
yüz, komşu hücrelere bakan yüzüne lateral yüz denir.<br />
• Epitel altında bazal tabaka bulunur. Bazal laminada; Tip IV kollagen, Laminin<br />
(glikoprotein), Heparan sülfat (proteoglikan) bulunur. TUS<br />
Epitel dokusu başlıca iki gruba ayrılır<br />
1. Örtü epiteli<br />
2. Bez epiteli<br />
• Üçüncü bir epitel türü daha vardır. Bu da özelleşmiş duyu epitelidir.<br />
• Epitel dokusu kan damarı içermez, beslenmesi bazal membranın<br />
altında bulunan kapillelerden diffüzyon ile olur.<br />
• Mikrovilluslar hücre emilim yüzeyini artırmak amacıyla gelişmiş hareketsiz<br />
hücre uzantılarıdır.<br />
• Mikrovillus yapısında aktin, myozin ve tropomyozin içerir fakat<br />
hareketsizdirler.<br />
• Sterosilyalar dallanmış fakat hareket edemeyen hücre uzantılardır.<br />
• Kinosilyumlar (silya) gövdesinde 9 çift +2 mikrotübülüsten oluşan aksonem<br />
içerir ve bir yöne doğru hareket edebilen uzantılardır.<br />
• 3 tip epitel hücresi vardır, Yassı hücreler, Kübik hücreler, Prizmatik<br />
hücreler<br />
• Dizilişlerine göre 3 grup epitel doku vardır;<br />
- Tek katlı epitel<br />
- Çok katlı epitel<br />
- Yalancı çok katlı epitel
BEZ EPITELI<br />
37<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Salgı maddesini üretmek üzere farklılaşmış epitel dokusuna bez epiteli denir.<br />
• Salgı maddesi GER'de yapılır. Golgi kompleksine geçer burada membranla<br />
çevrilerek vezikül halini alır. Sitoplazma içinde serbest kalır sonra boşaltılmak<br />
üzere periferik sitoplazmada toplanır.<br />
• Salgı bezleri iki ana gruba ayrılır<br />
1. Ekzokrin bezler<br />
2. Endokrin bezler<br />
• Salgı bezleri salgılarını verme biçimine göre 3 gruba ayrılır:<br />
1. Merokrin bezler<br />
2. Apokrin bezler<br />
3. Halokrin bezler<br />
Merokrin bezler, bezlerin büyük çoğunluğu bu tipdedir. Hücrede hiç sitoplazma<br />
kaybı olmaz. Salgısını egzositozla boşaltır. (Tükrük bezleri, pankreasın ekzokrin<br />
salgısı)<br />
Apokrin bezler, salgı maddesi hücrenin apikalinde toplanır. Sitoplazmanın üst<br />
bölümü salgı ile birlikte atılır. (Koltuk altı terbezleri)<br />
Holokrin bezler, salgı maddesi hücrenin bütünüdür. (Yağ bezleri, gonadlar)<br />
Salgının kimyasal yapısına göre bezler 3 gruba ayrılır;<br />
1. Seröz bezler<br />
2. Müköz bezler<br />
3. Mikst bezler<br />
• Seröz bezler: Başlıca protein yapısında maddeler salgılayan bezlerdir.<br />
• Seröz salgı berrak, sulu ve akıcıdır.<br />
• Seröz bezlerdeki hücrelerinin apikal sitoplazmaları protein yapısında salgı<br />
granülleri ile doludur. Bu granüllere zimogen granüller denir.<br />
• Seröz bezler asidofil boyanırlar. Karbonhidrat içerikleri nedeniyle PAS (+)<br />
(Periodik asit-Schiff reaksiyonu) boyanırlar.<br />
Seröz bezler şunlardır:<br />
• Parotis bezi<br />
• Pankreasın ekzokrin kısmı<br />
• Midenin fundus bezleri<br />
• Göz yaşı bezleri<br />
• Müköz bezlerin salgıları glikoprotein yapısındadır.<br />
• Muköz salgı yapışkandır ve akıcılığı azdır.<br />
• Muköz bezlerdeki hücrelerin apikal sitoplazmaları tıkabasa doludur. Bu<br />
yüzden çekirdekleri yassı ve bazele itilmiş olarak izlenir.<br />
Müköz bezler şunlardır.<br />
- Goblet hücreleri<br />
- Submandibular bezin bir kısmı<br />
- Sublingual bezin bir kısmı<br />
- Brunner bezleri (duodenum)<br />
- Mide örtü epiteli<br />
- Midenin kardiya ve pilor bölgesindeki bezler
38<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Mikst bezler, hem seröz hem de müköz tipte salgı hücrelerine sahiptir.<br />
• Mikst bezlerde seröz salgıyı lümene boşaltan, hücreler topluluğu olan<br />
Gianuzzi yarımayları bulunur.<br />
Mikst bezler şunlardır:<br />
- Submandibular bezin bir kısmı (Daha çok seröz)<br />
- Sublingual bezin bir kısmı (Daha çok müköz)<br />
- Solunum yollarının sero-mükoz bezleri<br />
• Myoepitelyal hücrelere basket hücreleride denir.<br />
• Myoepitelyal hücreler salgı epiteli ile bazal membran arasına yerleşmiş<br />
hücrelerdir.<br />
• Myoepitelyal hücreler epitelyal kökenlidir.<br />
• Myoepitelyal hücreler aktin ve myozin flamanları içerirler. TUS<br />
• Salgı boşaltılmasında rol alır.<br />
DUYU EPITELI<br />
• Duyu epiteline nöroepitelyum denir.<br />
• Nöroepitelyum koruyucu epitel ile iç içedir.<br />
• Dili örten çok katlı yassı epitel arasına yerleşmiş tat duyu cisimcikleri tat goncaları<br />
denen kompleks yapıyı oluştururlar.<br />
Tat goncasında 3 tip hücre vardır:<br />
1. Destek hücreler (mikrovillus ve salgı granülü içerir)<br />
2. Nöroepitelyal hücreler (her tat tomurcuğunda 4-20 adet)<br />
3. Bazal hücreler (2-3 tane)<br />
BAĞ VE DESTEK DOKULAR<br />
P Bağ ve destek doku mezenşimden köken alır.<br />
Bağ ve destek dokularının 4 esas komponenti vardır:<br />
1. Bağ dokusu<br />
2. Kıkırdak dokusu<br />
3. Kemik dokusu<br />
4. Kan ve lenf<br />
• Bağ ve destek dokunun önemli bir özelliği hücreler arası maddenin bol olmasıdır.<br />
BAĞ DOKU<br />
• Bağ dokusu türlerinde genel olarak 3 komponent vardır;<br />
1. Hücreler (canlı)<br />
2. Fibriller (cansız)<br />
3. Amorf temel madde (cansız)<br />
• Mezenşim hücrelerinden farklılaşan bağ dokusu hücrelerinin çoğu hareketlidir<br />
veya gerektiği zaman hareket edebilir.<br />
• Bağ dokusu sadece destek görevi yapmaz bunun yanında savunma, bağışıklık,<br />
rejenerasyon ve onarımda da rol oynar.
39<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Bağ dokusu hücreleri şunlardır: Fibrosit (sabit), Yağ hücresi (Sabit), Mezenşim<br />
hücresi (hareketli), Histiosit (hareketli), Retikulum hücresi (hareketli), Mast hücreleri<br />
(hareketli), Pigment hücresi (hareketli), Kandan gelen hücreler<br />
• Embriyonal dönemde ortaya çıkan ilk bağ dokusu hücreleri olan mezenşim<br />
hücrelerine erişkinde az miktarda olsa da rastlanabilir.<br />
• Mezenşim hücreleri özellikle perivasküler alanlarda görülür ve uygun bir<br />
uyaranla metaplazi geçirerek bağ dokusunun diğer hücrelerine dönüşebilir.<br />
• Kandan gelen hücreler, göçeden ve geçici olarak bağ dokusuna yerleşen<br />
hücrelerdir. Bu hücreler şunlardır: Lenfosit, Plazma hücreleri, Nötrofil, Bazofil,<br />
Eozinofil, Monositler<br />
Fibroblastlar<br />
• Bağ dokusu liflerinin proteinleri fibroblastlar tarafından sentezlenir.<br />
• Amorf temel maddenin büyük kısmı da fibroblastlar tarafından<br />
sentezlenir.<br />
• Fibroblastlar bağ dokusunun sabit hücreleridir.<br />
• Yeni bağ dokusu yapımı, rejenerasyonu ve tamir olayları fibroblastlar<br />
tarafından sağlanır.<br />
Yağ hücreleri (LIPOSIT)<br />
• Yağ hücreleri sitoplazmalarında yağ üretip biriktirmeleriyle oluşur.<br />
• Son olgunluğa ulaşmış yağ hücresi artık bölünmez.<br />
• Yağ hücreleri (liposit) Oil Red O veya Sudan III boyası ile boyanarak<br />
incelenir.<br />
Histiositler<br />
• Makrofajların bağ dokusunda yerleşip kalmasıyla oluşur.<br />
• Histiositler iğ biçiminde uzantılıdır.<br />
• Histiositler gerektiğinde uzantılarını çekerek gezici makrofajlara<br />
dönüşebilir.<br />
• Histiositler bağ dokusunda fibroblastlar kadar bol bulunur.<br />
P Gezici makrofajlar zararlı etkenlerle savaşırken görevlerinin gerektirdiği<br />
çeşitli hücre tiplerine dönüşebilirler.<br />
- Epiteloid hücreler<br />
- Yabancı cisim dev hücreleri<br />
Mast hücreleri (Mastosit)<br />
• Sitoplazmaları, bazofil boyanma özelliğine sahip granüller içerir.<br />
• Sitoplazmadaki granüller metakromatik boyanır ve Giemsa ve Toluidin<br />
Blue ile (+) reaksiyon verir.<br />
• Insan mast hücre granülleri suda erir. Bu granüller şunlardır;<br />
Heparin, Histamin, ECF<br />
- A (eozinofil kemotaktik faktör - anaflaksi)<br />
- SRS -A (Slow-reacting substance - anaflaksi)<br />
• Mast hücreleri mekanik, kimyasal travma veya antijenle temastan sonra<br />
salgısını boşaltır.<br />
• Mast hücrelerinde spesifik Ig E reseptörleri bulunur.<br />
PMast hücreleri anaflaktik şok ortaya çıkarabilirler.<br />
• Anaflaksinin tek kaynağı mast hücreleri değildir.
40<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Anaflakside heparin ve histamin granülleri süratle boşalır.<br />
• Histamin kapiller permeabiliteyi arttırır. Histamine zıt etkili noradrenalin<br />
yapılmazsa genellikle ölüm kaçınılmazdır.<br />
• Granül boşalımı sitokalazin ile durdurulabilir. (mikroflamentin aktivitesini<br />
baskılar)<br />
Plazma hücresi<br />
• Immünglobulinleri (antikor) salgılar ve hümöral immüniteyi oluşturur.<br />
• Plazma hücrelerine, bakteri ve yabancı proteinlerin çok girebildiği yerlerde<br />
(bağırsak mukozası, kronik iltihap bölgesi) sık rastlanır.<br />
P Sitoplazmalarında Russel cisimcikleri denen asidofilik inklüzyonlara<br />
rastlanabilir.<br />
• Genel olarak her antijen için bir plazma hücresi özelleşir.<br />
• Antikor düzeyi yüksek olduğu durumlarda plazma hücresinin sayısı artar.<br />
• Agammaglobulinemi olgularında antijenik uyarım bölgesinde plazma<br />
hücresine rastlanmaz.<br />
• Retikulum hücrelerinin fagositoz yapabilme özellikleri vardır.<br />
ü Pigment hücreleri (melanosit) her çeşit bağ dokusunda bulunmaz.<br />
Melanositlerin yoğun bulunduğu yerler; Iris, Choroid (göz), Pia mater,<br />
Derinin dermis tabakası<br />
• Melanositler melanin sentezlerler. Melanin deriyi ve gözü ultraviole (UV)<br />
ışınlarının zararlı etkilerine karşı korur.<br />
Amorf temel madde (MATRIKS)<br />
• Matriks; şekilsiz (amorf), renksiz, fibrilsiz, saydam ve homojendir.<br />
• Amorf madde (matriks) fibroblastlar tarafından sentezlenir.<br />
• Matriks başlıca iki yapıdan teşekkül eder.<br />
1. Glikozaminoglikan<br />
2. Glikoprotein<br />
Glikozaminoglikanlar amorf ara maddedeki suyun hemen hemen tamamının<br />
tutulmasından sorumludur.<br />
• Glikozaminoglikanlar, suda eriyen bir çok maddenin bağ dokusu içine<br />
diffüzyonunu sağlar.<br />
• Glikozaminoglikanlar 2'ye ayrılır:<br />
1. Sülfatlı glikozamin glikanlar<br />
- Kondrotin - 4 sülfat (Hyalin ve elastik kıkardak)<br />
- Kondrotin - 6 sülfat<br />
- Dermatan sülfat (tendon, ligament, dermis)<br />
- Keratohyalin<br />
- Heparan sülfat (karaciğer, dalak)<br />
2. Sülfatsız glikozaminoglikanlar TUS<br />
- Hyaluronik asit (snoviyal sıvı, kıkırdak)<br />
- Kondroitin<br />
• Amorf maddedeki sıvı doku sıvısıdır. Patolojik durumlarda bu sıvı artar ve<br />
ödem oluşur.<br />
• Glikoproteinlerden en önemli ikisi fibronektin ve laminindir. Tümör<br />
hücrelerinin matrikse yapışmasında etkilidirler.
RES<br />
41<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Fibriller<br />
• Fibroblastlar tarafından sentezlenen fibrillerin başlıca 3 türü vardır.<br />
1. Kollajen fibriller<br />
2. Elastik fibriller<br />
3. Retiküler fibriller<br />
Kollajen Fibriller<br />
• Gerilmeye karşı koruyan ve en sık görülen beyaz proteinik<br />
fibrillerdir.<br />
• Kollajen fibriller kollagen denen amino asit zincirlerinden oluşur.<br />
• Kollajen asidofilik bir proteindir.<br />
• Kollajen vücuttaki tüm proteinlerin %30'unu oluşturur.<br />
• Tropokollagenler birbirine eklenerek kollojen mikro fibrillerini,<br />
mikrofibrillerde bir araya gelerek kollojen fibrilini oluşturur.<br />
• Kollajen fibrilleri bükülebilir fakat çekilince uzatılmazlar. Çekilmeye karşı<br />
çok dayanıklıdırlar.<br />
• Kollajen kaynatılırsa tropokollajenin oluşturduğu jele dönüşür.<br />
• Kollajen tannik asidle muamele edilirse sağlam erimez bir maddeye<br />
dönüşür. (Deri tabaklanması)<br />
• Kollajen fibrilleri pankreas enzimlerine karşı dayanıklı olmasına rağmen<br />
mide salgısı olan pepsine karşı dayanıksızdır. (erir)<br />
• Tanımlanmış çok sayıda kollajen vardır. Bazıları;<br />
- Tip I: Deri, kornea, tendon ve kemik<br />
- Tip II: Kıkırdak<br />
- Tip III: Düz kas, damar duvarında<br />
- Tip IV: Bazal membranda<br />
- Tip V: Plasenta bazal membranında bulunur.<br />
Elastik fibriller<br />
• Basınca maruz kalan organların duvarında bulunur.<br />
• Kollajenden daha incedir ve düzensiz bir ağ yapısı oluşturur.<br />
• Lig. flava ve elastik damarlardaki elastik fibriller demetler yapar.<br />
• Elastik fibriller ısı ve kimyasal etkilere dirençlidir.<br />
• Elastik fibriller tripsinde erimez fakat pankreastan elde edilen elastaz ile<br />
kolayca parçalanır.<br />
Retiküler fibriller<br />
• Retiküler fibriller olgunlaşmamış kollagen fibriller olarak kabul edilir.<br />
• Retiküler fibriller Tip III kollajen yapısında demetler halinde değil ağ<br />
oluşturacak şekilde düzenlenmiş fibrillerden oluşur.<br />
• Özellikle kan yapıcı organlarda ve epitelyal hücrelerin çevresinde çok<br />
miktarda retiküler fibril vardır.<br />
• Yara iyileşmesi sırasında önce retiküler fibriller, sonra bunların giderek<br />
kalınlaşmasıyla kollajen fibriller görülür.<br />
• Insan vücudunun çeşitli organlarındaki yerel bağ dokuları içine yerleşmiş olan<br />
makrofajlar farklı isimlerle tanımlanırlar. TUS
42<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Yaygın bağ dokusunda → makrofaj<br />
- Kanda → monositler<br />
- SSS → Mikroglia hücreleri<br />
- Karaciğer → Kupffer hücreleri<br />
- Akciğer → Alveolar makrofajlar<br />
- Kan yapıcı organ → Retikulum hücreleri<br />
- Sürrenal ve hipofiz → Sinüzoidleri döşeyen hücreler<br />
• Tüm organlardaki çeşitli oluşumlara yayılan fagositoz yetenekli hücrelerle<br />
retikulum fibrilleri birlikte olduğundan RES (Retikulo endotelyal sistem) olarak<br />
adlandırılmıştır.<br />
• RES, dokular arası çok güçlü bir savunma ağıdır.<br />
KIKIRDAK DOKUSU<br />
• Oldukça sıkı kıvamlı bir matriks ve kondrosit adı verilen kıkırdak hücrelerinden<br />
oluşmuştur.<br />
• Matriks (amorf madde) damarsız bir dokudur.<br />
• Kondrositer matriks içinde lakuna adı verilen boşluklarda bulunur.<br />
• Kondrositler kıkırdağın devamını sağlar, matriksin sentez ve salınımından<br />
sorumludur.<br />
• Kıkırdak kan damarları içermez, ayrıca lenfatik damarları ve sinirleride<br />
yoktur.<br />
• Kıkırdak damarsız bir yapı olduğundan düşük metabolik aktivite gösterir.<br />
Yapılarına göre 3 tip kıkırdak vardır;<br />
1. Hyalin kıkırdak<br />
2. Elastik kıkırdak<br />
3. Fibröz kıkırdak<br />
Hyalin Kıkırdak<br />
• Vucutta en fazla bulunan kıkırdak tipidir.<br />
P Kuru ağırlığının %40'ı Tip II kollajendir.<br />
• Hyalin kıkırdağın net ağırlığının %60'ını su oluşturur.<br />
P Fetüsün ilk iskeletini oluşturur.<br />
• Enkondral kemikleşme sırasında epifizial büyüme kıkırdağı olarak görev<br />
yapar.<br />
Hyalin kıkırdağın dayanıklı ve dirençli oluşu içerdiği kollajen liflerinin varlığına<br />
ve gel halindeki sülfatlı mukopolisakkaritlere bağlıdır.<br />
Erişkinde hyalin kıkırdağın bulunduğu bölgeler: Uzun kemiklerin eklem<br />
yüzeyi, Kostal kemiklerin ventral ucu, Burun, Larinks, Trakea, Bronşlarda<br />
bulunur.<br />
Hyalin kıkırdağın ara maddesinde bulunan maddeler; Hyaluronik asit,<br />
Kondroitin 4-sülfat, Kondroitin 6-sülfat, Keratan sülfat, Kondronektin<br />
• Lakunanın etrafını saran kıkırdak matriksi kollajenden fakir<br />
glikozaminoglikanlardan zengindir. (Territorial matriks)<br />
• Lakünaların arasında kalan matriks bölgesi ise daha fazla fibril daha az<br />
glikozaminoglikan içerir. (Interterritorial matriks)<br />
• Perikondrium, hyalin kıkırdağı çevreleyen bağ dokusudur.
43<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Eklem kıkırdaklarında perikondrium bulunmaz, kıkırdak direkt kemik ile<br />
bağlantılıdır.<br />
P Perikondrium Tip I kollojen içerir.<br />
• Perikondriumun iç tabakasındaki hücreler kondrositlere dönüşebilme<br />
özelliğine sahip kondroblastlardır.<br />
• Perikondrium kıkırdağı besleyen kan damarlarını içerir ve gerektiğinde<br />
rejenerasyonu gerçekleştirir.<br />
• Perikondrium kıkırdağın enine büyümesini sağlar.<br />
PKondrositler Tip II kollojen, proteoglikan ve kondronektin sentezler.<br />
• Hyalin kıkırdakta kondrositler perikondriuma yakın bölgelerde lakunalar<br />
içinde genelde tek tek yerleşirken daha iç kısımlarda birden fazla kondrosit<br />
aynı lakünaya yerleşir.<br />
• Aynı lakuna içinde birden fazla yerleşmiş olan kondrosit gruplarına izojen<br />
grup denir.<br />
Elastik Kıkırdak<br />
• Tip II kollajen fibriller yanında çok miktarda elastik fibril içerir.<br />
• Elastik kıkırdakta perikondriumla sarılıdır.<br />
• Elastik kıkırdakta lakünalar içinde daha az hücre bulunur.<br />
• Elastik kıkırdak çok dirençli değildir ama daha esnektir.<br />
Elastik kıkırdak; Kulak kepçesi, Dış kulak yolu, Östaki borusu, Burun<br />
kanatları, Larinks'in bazı bölgeleri, Epiglottis, Kuneiform kıkırdak, Plica<br />
vocaliste bulunur.<br />
Fibröz Kıkırdak<br />
• Diğer kıkırdak türlerinden en önemli farkı sıkı ve paralel düzenlenmiş<br />
kollajen lif demetlerinden oluşmuş olmasıdır.<br />
• Fibröz kıkırdak sıkı bağ dokusu ile hyalin kıkırdak arasında bulunur.<br />
P Tip I kollajen fibriller bulunur.<br />
• Matriks daha az miktardadır.<br />
• Fibröz kıkırdağın etrafında perikondrium bulunmaz.<br />
• Fibröz kıkırdak<br />
- Intervertebral disk<br />
- Symphisis pubis<br />
- Merinksler (diş)<br />
- Tendonların kemiğe yapışma yeri<br />
• Kondrositerler glukozu genellikle anaerobik glikoliz ile metabolize ederler<br />
ve son ürün olarak laktik asit oluştururlar.<br />
• Kondrosit sentezini artıranlar; Growth hormon, Tiroksin, Testesteron,<br />
Glikozaminoglikonlar (sülfatlı)<br />
• Kondrosit sentezini azaltanlar; Hidrokortizon, Estradiol<br />
PGrowth hormonun kondrositlere etkisi indirektdir. Somatomedin C'nin<br />
etkisi ise direktir.<br />
KEMIK DOKUSU<br />
• Kemik dokusu kıkırdaktan sonra en dayanıklı dokudur.<br />
• Kemik matriksi mineralize olmuş hücreler arası madde ve kollajen<br />
fibrillerden oluşmuştur.
44<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Kemik hücrelerine osteosit adı verilir ve lakuna denen boşluklarda<br />
bulunur.<br />
• Kemik dokusunda bulunan hücreler; Osteoprogenitor hücreler, Osteosit,<br />
Osteoblast, Osteoklast<br />
• Tipik olarak her laküna içinde bir osteosit bulunur.<br />
• Kemik dokusu kalsifiye olduğundan dolayı metabolitler matriksten<br />
geçemezler.<br />
• Kemik hücrelerinin beslenebilmesi için osteositlerle kapillerler arasında<br />
matriks içinde uzanan kanaliküller bulunur.<br />
• Bir lakünadan çıkan kanalikül komşu lakünanın kanalikülü ile bağlantı<br />
kurar.<br />
• Bu kanalliküllerin içerisinde osteositlerin uzantıları bulunur. (gap junction)<br />
bu sayede besin maddelerinin bir hücreden diğerine geçişi sağlanır.<br />
Kemik hücreleri<br />
• Osteoprogenitör hücreler rezerv hücrelerdir. Uygun bir stimulasyonla<br />
osteoblastlara dönüşebilirler.<br />
• Osteoprogenitör hücreler periostun iç tabakasında bulunur.<br />
Osteoblastlar<br />
• Osteoblastlar kemik yapımından sorumlu hücrelerdir.<br />
• Osteoblastlar Tip I kollojen, proteoglikan ve glikoprotein yani osteoid<br />
yapımını sağlar.<br />
P Osteoid kalsifiye olmamış kemiktir.<br />
P Osteoblastlar, matriks kalsifikasyonu için gerekli alkalen fosfataz<br />
enzimini içerir.<br />
PAlkalen fosfataz sadece kemik matriksi üretilirken salgılanır.<br />
• Osteoblastlar yapısal olarak aktif protein sentezi yapan hücrelerin tipik<br />
özelliklerine sahiptir. (GER, ribozom, golgi kompleksi)<br />
• Osteoblastlar yeni yapılan osteoid içine doğru çok ince sitoplazmik<br />
uzantılar salar. Bu sayede erken dönemde hücresel bağlantı sağlamış<br />
olunur.<br />
Osteositler<br />
• Osteositler, osteoblastlardan farklılaşan olgun kemik hücreleridir.<br />
P Her lakunada sadece bir osteosit bulunur.<br />
• Osteositler kemik matriksinin devamlılığında aktif görev alır.<br />
• Kan kalsiyumunun normal sınırlar içinde sürdürülme-sinde rolleri vardır.<br />
• Osteosit öldüğünde osteoklastik aktivite ile kemik matriksinde rezorpsiyon<br />
oluşur.<br />
Osteoklastlar<br />
• Kemik rezorbsiyonunda görev alan çok nükleuslu hücrelerdir.<br />
• Kemik rezorpsiyon olan bölgelerde enzimatik aktivite ile açılmış Hawship<br />
lakünası adı verilen çukurcuklarda bulunur.<br />
• Osteoklastlar kemik rezorpsiyonunu sağlayan asit, kollajenaz ve diğer<br />
proteolitik enzimleri salgılar.<br />
P Osteoklastlar monositlerden gelişir.<br />
• Osteoklastlar genel olarak kemiğin yeniden şekillendiği bölgelerde<br />
görülür.
45<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
P Osteoklast aktivitesini parathormon artırırken kalsitonin azaltır.<br />
Kemik Matriksi<br />
• Kemik matriksinde Tip I kollojen bulunur.<br />
• Kemikte bulunan inorganik maddelerden en fazla bulunanları kalsiyum ve<br />
fosfattır. Ayrıca bikarbonat, sodyum, potasyum, magnezyum ve sitrat da<br />
bulunur.<br />
• Kalsiyum ve fosfat birleşerek hidroksiapatit kristalleri oluşturur. (Ca10 (O4)6<br />
(OH)2)<br />
• Hidroksiapatit kristalleri kollajen fibrillerle sarılmıştır. Kemiğin sertliğinide<br />
bu ilişki sağlar.<br />
Kemikte bulunan glikozaminoglikanlar şunlardır;<br />
- Kondroitin 4-sülfat<br />
- Kondroitin 6-sülfat<br />
- Keratan sülfat<br />
Periost ve endosteum<br />
• Eklem yerlerinde hyalin kıkırdak ile örtülü olan kemik yüzeyi diğer<br />
bölgelerde periosteum ile örtülmüştür.<br />
• Periost iki tabakadan oluşur.<br />
1. Fibröz tabaka (dış)<br />
2. Hücresel tabaka (iç)<br />
• Periostun dış fibroz tabakası kollajen ve fibroblastlardan zengindir.<br />
• Periostun dış fibroz tabakasından matriks içine giren kollajen fibril<br />
demetlerine Sharpey lifleri denir.<br />
• Sharpey lifleri sayesinde periost kemiğe sıkıca yapışır.<br />
• Periostun iç tabakası osteoprogenitor hücrelerden oluşmuştur.<br />
• Endosteum, kemik iliği kavitesi ile spongioz kemiğin trabekülalarını örten<br />
zardır.<br />
• Endosteum çok az bağ dokusu ve tek tabakalı osteoprojenitör hücrelerden<br />
oluşmuştur.<br />
• Periost ve endosteumun görevi, kemik dokusunun beslenmesi, büyümesi<br />
ve tamiri için gerekli hücreleri sağlamaktır.<br />
KEMIK TIPLERI<br />
• Kemik dokusu iki tipte görülür.<br />
1. Primer kemik<br />
2. Sekonder kemik<br />
Primer Kemik<br />
• Primer kemik embriyolojik gelişim sırasında veya kırıkların onarımı sırasında<br />
görülür. Geçicidir.<br />
Primer kemik yetişkinlerde;<br />
- Kafatası yassı kemikleri<br />
- Diş alveolleri<br />
- Tendonların kemiğe yapıştığı yerler<br />
• Primer kemik lameller yapı göstermez ve kollajen fibriller rastgele<br />
düzenlenmiştir.
46<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Sekonder Kemik<br />
• Olgun kemiğe sekonder kemik denir.<br />
• Sekonder kemiğin iki tipi vardır.<br />
1. Compact kemik<br />
2. Süngerimsi (spongioz) kemik<br />
• Compact kemik dokusu kanallar ve lamellerden oluşmuş homojen bir<br />
görünüme sahiptir.<br />
• Kemik hücreleri ve fibriller bu lameller içinde organize olmuştur.<br />
P Compact kemikteki lameller 4 gruba ayrılır:<br />
1. Havers lamelleri<br />
2. Interstisiyel lameller<br />
3. Dış dairesel lameller<br />
4. Iç dairesel lameller<br />
• Kan damarlarını taşıyan kanallar iki kısımdır:<br />
1. Havers kanalları (uzun eksene paralel)<br />
2. Volkmann kanalları (uzun eksene dik/oblik)<br />
• Havers ve Volkman kanalları birbirleriyle anostomozlar oluşturur.<br />
• Havers lamelleri, Havers kanalları etrafında dairesel tarzda dizilmiş sayıları<br />
4-20 arasında değişen lamellere denir.<br />
P Havers kanalının etrafını saran dairesel lamellerin meydana getirdiği<br />
sisteme osteon (Havers sistemi) adı verilir.<br />
P Osteon, compact kemiğin yapısal birimidir.<br />
• Volkman kanalı Havers'e periosteumdan damar taşıyan kanallardır.<br />
• Interstisiyel lameller, Havers sistemleri arasında yer alan üçgen veya<br />
düzensiz gruplar halinde birbirine paralel uzanan lamellerdir.<br />
• Dış dairesel lameller periostiumun hemen altında bulunur.<br />
• Iç dairesel lameller ise endosteumu çevreler.<br />
KEMIK GELIŞIMI<br />
Kemikler başlıca iki yolla oluşurlar;<br />
1. Intramembranöz kemikleşme<br />
2. Endokondral kemikleşme<br />
Intramembranöz Kemikleşme<br />
• Mezenşimal doku içinde yoğunlaşma ile gelişir.<br />
• Ilk intramembranöz kemikleşme gebeliğin 8. haftasında ortaya çıkar.<br />
• Mezenşim hücrelerinin göç edip belirli bölgelerde yığılmaları ile başlar.<br />
P Mezenşim hücreleri osteoblastlara farklılaşır.<br />
• Osteoblastlar da kemik matriksini üretmeye başlarlar.<br />
• Yeni şekillenmeye başlayan kemik adacıkları spiküller (iğnecik)<br />
halindedir.<br />
• Matriksin kalsifiye olması ile osteoblastlar osteositlere dönüşür.<br />
• Spiküllerin üzerine sürekli yeni matriks eklenmesiyle apozisyonel büyüme<br />
gerçekleşir.<br />
• Matriks önce kemik speküllerini oluşturacak biçimde düzensiz adacıklar<br />
şeklinde iken daha sonra bunlarda birleşerek trabekülleri oluşturur.<br />
• Spikül ve trabeküllerin iç yüzünü endosteum çevreler.
47<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
P Trabeküler yapıların birleşmesiyle spongiyoz kemik oluşur.<br />
• Özellikle kafatası kemikleri bu şekilde oluşur. ayrıca uzun kemiklerin<br />
kalınlaşmasında ve kısa kemiklerin büyümesinde intramembranöz<br />
kemikleşme rol oynar.<br />
Endokondral Kemikleşme<br />
• Embriyoda hyalin kıkırdak yapısındaki iskelet modelinin kemikleşmesi<br />
sonucu gelişir.<br />
• Vücuttaki tüm uzun kemikler bu şekilde oluşur.<br />
• Kıkırdak modelin kemiğe dönüşümü iki aşamada gerçekleşir:<br />
1. Kıkırdaktaki kondrositlerin hipertrofisi ve harabiyeti<br />
2. Osteoprogenitör hücreler ve kan kapillerlerinden oluşan osteojenik<br />
tomurcuğun kıkırdak matriksinin boşluklarına girmesi<br />
• Kemikleşmenin ilk belirtisi, perikondriumun içindeki intramembranöz<br />
kemikleşmeyle periosta dönüşmesidir.<br />
• Periost oluşunca kıkırdağın beslenmesi için gerekli maddelerin difüzyonu<br />
engellenir ve içerideki kondrositler dejenere olmaya başlar.<br />
• Dejenere kondrositler matriksin devamlılığını sağlayamadığından kalsiyum<br />
çökmeye başlar ve matriks kalsifiye olur.<br />
• Kondrositlerin ölümü ile matriksteki lakünaların birleşmesiyle kaviteler<br />
oluşur.<br />
• Bu kavitelere periost üstündeki deliklerden kan damarı ve osteoprogenitör<br />
hücreler girer.<br />
• Primitif hücrelerin bir kısmı kemik iliği hücrelerini bir kısmıda osteoprogenitör<br />
hücreleri oluşturur.<br />
• Kalsifiye kıkırdak yıkılıp kısmen uzaklaştırılırken bir bölümü düzensiz<br />
spiküller olarak kalır.<br />
• Spiküllerin kemik bölümleri aposizyonel yani osteoblastların eklemesi ile<br />
büyütülür.<br />
• Uzun kemiklerin her iki ucunda kıkırdak dokusu varlığını sürdürür ve<br />
epifizyal (sekonder) kemikleşme merkezlerini oluşturur.<br />
• Epifiz plağı hyalin kıkırdaktır ve doğumdan sonrada uzun kemiklerin<br />
büyümesini sağlar.<br />
• Epizyal kıkırdakta 5 ayrı bölge (zon) bulunur.<br />
1. Dinlenme bölgesi (ekleme yakın olan hyalin kıkırdak bölge)<br />
2. Proliferasyon bölgesi (Dinlenme bölgesinin altındaki bölge)<br />
3. Hipertrofi bölgesi: (kıkırdak taslağını uzunlamasına büyütür)<br />
4. Kalsifikasyon bölgesi<br />
5. Kemikleşme bölgesi<br />
• Kemikleşme olayı sadece diafiz bölgesinde değil embriyolojik gelişimin ileri<br />
dönemlerinde epifizlerin orta kısımlarında da görülür.<br />
• Epifizlerde oluşan kemikleşme merkezine sekonder kemikleşme merkezi<br />
denir.<br />
• Sekonder kemikleşme merkezlerinde büyüme yönleri uzunlamasına değil<br />
ışınsaldır.<br />
• Epifizial plak büyüme işleminin devam etmesini sağlar.<br />
P Büyüme durduğunda epifizial plak ortadan kalkar.
48<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Çocuklarda kemik yapımı yıkımından daha fazladır.<br />
P Vücuttaki kalsiyum miktarının %99'u iskelet sisteminde depo edilir.<br />
P Paratiroid hormon osteoklastları aktive ederek kemik rezorbsiyonunu<br />
artırır. (Kan kalsiyum seviyesi artar.)<br />
P Yeterli kalsiyumun alınmaması veya D vitamini eksikliğinde kemik<br />
matriksinde eksik kalsifikasyonu görülür.<br />
P Çocuklarda kalsiyum eksikliği raşitizme neden olur.<br />
P Yetişkinlerde kalsiyum eksikliğinde osteomalazi gelişir.<br />
P Kemik yapımı azalıp rezorpsiyon artarsa ostoporozis gelişir.<br />
P Kemiği direkt etkileyen vitaminlerden biri C vitaminidir.<br />
KAS DOKUSU<br />
• Kas hücrelerinin fonksiyonel elemanı, kasılmayı sağlayan myofilamentlerdir.<br />
• Myofilamentler, kas hücresi sitoplazmasının büyük kısmını işgal eder.<br />
• Myofilamenlerin iki tipi vardır;<br />
1. Aktin<br />
2. Myozin<br />
• Başlıca 3 tip kas vardır.<br />
1. Iskelet kası (çizgili istemli)<br />
2. Kalp kası (çizgili istemsiz)<br />
3. Düz kas (çizgisiz istemsiz)<br />
• Kas hücresi sitoplazması=Sarkoplazma<br />
• Kas hücresi endoplazmik retikulumu = Sarkoplazmik retikulum<br />
• Kas hücresi membranı = Sarkolemma adını alır.<br />
DÜZ KAS<br />
• Aktin ve myozin filamantleri içermesine karşın çizgilenme göstermeyen iğ<br />
biçimli hücrelerdir.<br />
• Düz kas hücreleri birbirine nexuslarla bağlanmıştır.<br />
P Düz kas hücrelerinde iskelet kaslarında bulunan T sistemi bulunmaz.<br />
• Sarkoplazmik retikulum kapalı bir membran sistemi oluşturur.<br />
P Düz kaslar aktin, tropomyozin (ince flament) ve myozin (kalın flament)<br />
den oluşmuştur.<br />
P Troponin düz kaslarda bulunmaz. TUS<br />
• Aktin ve myozin flamentler sarkoplazma içinde kafese benzer bir ağ yapısı<br />
oluşturur.<br />
• Düz kas hücrelerinde bulunan en önemli intermediate filament desmindir.<br />
• Plazma membranının iç yüzeyi ve myofilamentler üzerinde dense bodies adı<br />
verilen elektron dens alanlar bulunur (alfa-aktinin içerir)<br />
• Düz kaslar otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik sinirleri ile innerve<br />
edilir.<br />
• Iskelet kaslarındaki NMJ( nöromusküler junction) düz kaslarda bulunmaz.<br />
• Düz kaslarda kontraksiyon oldukça yavaştır ve tonusu düşüktür.<br />
• Düz kaslar içi boş organların duvarında bulunur.
49<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Düz kaslar; Bağırsaklar, Mide, Uterus, Tuba uterina, Üreter, Mesane<br />
- Bezlerin boşaltım duktuslarında bulunur.<br />
• Boru şeklindeki organların duvarındaki düz kasların ritmik kasılmalarıyla<br />
peristaltik dalgalar oluşur.<br />
• Mitozla bölünebilen düz kas hücreleri artan ihtiyaca hem hipertrofi hem de<br />
hiperplazi ile karşılık verebilir.<br />
• Iskelet kası ile karşılaştırıldığında düz kasta aktin-miyozin oranı yüksektir.<br />
TUS<br />
ISKELET KASI<br />
• Iskelet kası, çok çekirdekli uzun hücrelerden oluşmuştur.<br />
• Vücutta kısa kaslar boyunca bir, uzun kaslarda ise birkaç iskelet kası hücresi<br />
uzanır.<br />
• Kas hücrelerini boyları santimetre ile ölçüldüğünden bu hücreler kas lifi<br />
olarak da adlandırılır.<br />
• Kaslar, kas hücrelerini çevreleyen bağ dokusu kılıflarıyla sarılmıştır. Bunlar;<br />
- Endomisyum → tek bir kas lifini çevreler.<br />
- Perimisyum → bir grup lifi çevreler.<br />
- Epimisyum → dıştan tüm kası çevreler.<br />
• Işık mikroskobunda iskelet kasında enine çizgilenmeler gösteren koyu ve açık<br />
bantlar izlenir.<br />
• Koyu bantlar: A bandı (anizotropik) (H diski ve M çizgisi)<br />
• Açık bantlar: I bandı (izotropik) ( Z çizgisi)<br />
• Her bir I bandı Z çizgisi adı verilen bir hatla ikiye bölünmüştür.<br />
• A bandının ortasında açık boyanan H diski ve H diskinin ortasında M çizgisi<br />
bulunur.<br />
P Bir kasın en küçük yapı birimine sarkomer denir.<br />
P Sarkomer, komşu iki Z çizgisi arasında kalan myofibril bölümüdür.<br />
P Sarkomer bir tam A bandı ve iki yarım I bandından oluşmuştur.<br />
• Her kas hücresinin sitoplazmasında uzun eksene paralel demetler halinde<br />
myofibriller bulunur.<br />
• Myofibriller ard arda eklenmiş sarkomerlerden oluşmuştur.<br />
• Sarkomerlerin lateral düzeni tüm kas lifininin enine çizgilenme göstermesine<br />
neden olur.<br />
• Sarkomer, ince ve kalın filamentlerin uzun eksene parelel dizilmeleriyle<br />
oluşur.<br />
P H diskinde sadece kalın filamentler uzanır.<br />
P H diskinin ortasındaki M çizgisinde kalın filamentler bağlantı kurar.<br />
• A bandında H diskinin her iki tarafında hem kalın hem de ince filamentler<br />
bulunur.<br />
• I bandında sadece ince filamentler yer alır.<br />
• Z çizgisinde iki komşu sarkomerin ince filamentleri bağlantı kurarlar.<br />
• Iskelet kası kontraksiyon durumunda ise; H. zonu silinmiş, A bandı olduğu gibi<br />
muhafaza edilmiş, I bandı kısalmıştır.<br />
• Çizgili kas filamentleri dört ana proteinden yapılmıştır. 1. Myozin, 2.<br />
Aktin, 3. Tropomyozin, 4. Troponin<br />
• Aktin ve myozin kasın toplam proteininin %55'ini oluşturur.
50<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Aktin, globuler aktin monomerlerinden oluşmuştur.<br />
• Globüler aktin (G-aktin) monomerleri F-aktin şeklinde filamentleri oluşturmak<br />
üzere polimerleşirler.<br />
• Her G-aktin monomeri üzerinde myozin bağlanma bölgesi bulundurur.<br />
• Z çizgisi hizasında iki komşu sarkomerik aktin filamentlerine alfa-aktin<br />
bağlanır.<br />
• Alfa-aktin ve desmin iki komşu sarkomeri birbirine bağlar.<br />
• Çift aktin filamenti helix şeklinde birbirini sarar.<br />
• Tropomyozin iki polipeptid zincirinden oluşur.<br />
• Tropomyozin iki aktin filamenti üzerinde baştan sona uzanır.<br />
• Troponin, tropomyozine tutunmuş olarak bulunur.<br />
• Troponin üç alt üniteden oluşmuş kompleks bir proteindir.<br />
1. Troponin - I (aktin-myozin etkileşmesini inhibe eder)<br />
2. Troponin -C (Kalsiyumun bağlandığı bölüm)<br />
3. Troponin -T (Tropomyozine bağlandığı bölüm)<br />
• Her bir tropomyozin molekülü 76-aktin molekülünü örter ve bunun yüzeyine 1<br />
troponin tutunur.<br />
• Myozin birbirine eşit iki ağır ve iki hafif zincirden oluşmuştur.<br />
• Her ağır zincirin ucunda baş bölgesi bulunur.<br />
• Baş bölgesi ATP'yi bağlayabildiği gibi ATP'yi hidrolize edecek yapıya da<br />
sahiptir.<br />
• Baş bölgesi aktine bağlanma bölgesi içerir.<br />
• Aktin ve myozin arasında kontraksiyon oluşabilmesi için ortamda kalsiyumun<br />
bulunması ve sonrada uzaklaştırılması gereklidir.<br />
• Kalsiyumun hızlı şekilde salınması ve geri alınması sarkoplazmik retikulum<br />
tarafından sağlanır.<br />
• Sarkoplazmik retikulum uyarının iletilmesine yardımcı olacak biçimde yaygın<br />
bir tübül ve sisternalar sistemi oluşturmuştur.<br />
• Sarkolemma A-I birleşim yerinde sitoplazma içine doğru derin invajinasyonlar<br />
yapar. Bu sarkolemma çöküntülerine T tübülüs adı verilir. (Transvers tübül)<br />
• T tübül terminal sisternalar ile birlikte üçlü bir yapı (triad) meydana getirir.<br />
P Terminal sisternalar, T tübülleri tarafından getirilen mesaja göre kalsiyumun<br />
pasif olarak salınmasını sağlar.<br />
P Depolarizasyon sona erdiğinde kalsiyum aktif transportla tekrar<br />
sarkoplazmik retikuluma alınır.<br />
Motor son plak (Nöromusküler junction)<br />
• Çizgili kas fibrillerinin akson ile birleştiği noktada bulunur. Akson, NMJ'na<br />
ulaşmadan hemen önce myelin örtüsünü kaybeder. Akson terminali kas<br />
hücresi üzerindeki bir çöküntüye yerleşir. Akson ile kas arasındaki boşluğa<br />
sinaptik aralık denir. Sinaptik aralığa rastlayan kas sarkolemması kas<br />
hücresi içine doğru bağlantı kıvrımları oluşturur.<br />
P NMJ uyarıldığında akson terminalinden sinaptik aralığa Asetil kolin<br />
salınır.<br />
• Asetil kolin reseptöre tutunur ve sarkolemmayı Na+'a karşı geçirgen hale<br />
getirir ve membran depolarizasyonu oluşur.<br />
• Oluşan depolarizasyon sarkolemma boyunca yayılır ve T tübülleri ile<br />
triadlara aktarılır.
51<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
DÜZ İSKELET KALP KASI KARŞILAŞTIRMASI<br />
ÖZELLİK İSKELET KASI KALP KASI DÜZ KAS<br />
Sarkomer Var Var Yok<br />
Nükleus<br />
Sarkoplazmik<br />
Retikulum<br />
T Tübüller<br />
Hücreler arası<br />
bağlantılar<br />
Multinükleer; periferde<br />
lokalize<br />
İyi gelişmiş terminal<br />
sisternalar<br />
Var; küçük, triad<br />
yapısına katılır.<br />
Bir (veya iki); santralde<br />
lokalize<br />
Çok az; bazı küçük<br />
terminaller<br />
Var; geniş, diyad<br />
yapısına katılır.<br />
Bir, santralde lokalize<br />
Düz endaplazmik<br />
retikulum (fakat kalsiyum<br />
depolanmasında rol<br />
almaz)<br />
Yok İnterkala diskler Nexus (gap junctionlar)<br />
Kontraksiyon İstemli; ‘hep yada hiç‘ İstemsiz; ritmik ve<br />
spontan<br />
Kalsiyum Kontrolü<br />
Terminal sisternada<br />
Kalsekuestrin<br />
Ektraselüler kaynaklı<br />
Kalsiyum<br />
Yok<br />
İstemsiz; yavaş ve<br />
kuvvetli; ‘hep yada hiç‘<br />
şeklinde değil<br />
Kavcola<br />
Kalsiyum bağlama Troponin C Troponin C Kalmodulin<br />
Rejenerasyon<br />
Var, satellit hücreler<br />
aracılığıyla<br />
Mitoz Yok Yok Var<br />
Sinir lifleri Somatik Motor Otonomik Otonomik<br />
Bağ dokusu<br />
Görünüm özellikleri<br />
Epimisyum, perimisyum<br />
ve endomisyum<br />
Uzun; silindir - şekilli;<br />
çok sayıda periferik<br />
nükleuslar.<br />
Yok<br />
Bağ dokusu kılıfları ve<br />
endomisyum<br />
Dallı hücreler; interkala<br />
diskler; basit nükleus<br />
Var<br />
Bağ dokusu kılıfları ve<br />
endomisyum<br />
Çizgisiz fuziform<br />
hücreler; tek nükleus<br />
ID:03t031<br />
• T tübüllerinden terminal sisternalar aracılığıyla tüm sarkoplazmik retikuluma<br />
uyarı geçer ve bu uyarı sarkoplazmik retikulumdan sitoplazmaya kalsiyum<br />
salınımına neden olur.<br />
• Kalsiyum aktin üzerindeki myozin bağlama bölgelerini açığa çıkarmak için<br />
Troponin - C ünitesine bağlanır ve bağlı olduğu tropomyozini hareket ettirir,<br />
sonuçta aktin üzerindeki myozin bağlanma bölgeleri ortaya çıkar.<br />
• Kalsiyum iyonlarının troponin-C'ye bağlandığı dönemde myozin başı ATP<br />
ile birleşerek bir kompleks oluşturur.<br />
• Myozin aktin üzerindeki bağlanma bölgesine bağlandığında ATP, ADP ve<br />
Pi'ye dönüşür ve enerji açığa çıkar.<br />
• Açığa çıkan enerji ile myozin başı bükülür ve harekete neden olur. (Aktinmyozin<br />
bağlı olduğundan)<br />
• Aktin myozin bağlantısının çözülmesi için myozine yeni bir ATP'nin<br />
bağlanması gerekir.
52<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Kas fibrillerinde kasılma olması için<br />
1. Kalsiyum serbestleşmesi<br />
2. Aktin myozin bağlanma bölgesinin açığa çıkması<br />
3. Myozinin aktine bağlanması<br />
4. Myozin başında enerji açığa çıkması ve bükülme<br />
5. Bağlı aktin-myozinin hareket etmesi<br />
6. ATP harcanarak aktin-myozin bağlantısının çözül-mesi gerekir.<br />
P Eğer ortamda hiç ATP yoksa aktin-myozin bağlantısı stabil hale<br />
gelir. Bu ölümden sonra oluşan rigor mortise neden olur.<br />
• Kalsiyum serbest olarak pasif bırakılır fakat aktif olarak geri alınır.<br />
(Sarkoplazmik retikuluma)<br />
• Sarkoplazmik retikulumda calsequestrin adlı protein kalsiyumu bağlar.<br />
Iskelet kası fibrilleri 3 tipe ayrılır.<br />
1. Kırmızı lifler<br />
2. Beyaz lifler<br />
3. Ara formlar<br />
Kırmızı Lifler; Kırmızı lifler myoglobin ve mitokondrial sitokrom pigmentleri<br />
içerir. Beyaz liflere göre daha yavaş kasılırlar. Fakat uzun süreli güçlü kasılma<br />
özelliğine sahiptir. Mitokondriler beyaz liflere göre çok fazladır. Kırmızı lifler<br />
enerjilerini esas olarak oksidatif fosforilasyondan sağlar. Extremite kasları<br />
bu tiptir.<br />
Beyaz Lifler; Beyaz liflerde myoglobin ve mitokondriyal sitokrom pigmenti<br />
azdır. Beyaz lifler, kısa süreli ani kasılmalarından sorumludur. Mitokondri<br />
sayısı daha azdır. Enerjilerini esas olarak anaerobik yoldan sağlar. Göz<br />
kasları bir örnektir.<br />
KALP KASI<br />
• Kalp kası iskelet kası gibi enine çizgilenme gösterir fakat iskelet kasındaki gibi<br />
uzun hücrelerden oluşmamıştır.<br />
• Kalp kası hücreleri diskus interkalaris adı verilen kompleks yapılarla birbirine<br />
bağlanır ve uzar.<br />
• Kalp kasında kontraksiyon dalgası hücreden hücreye discus interkalarisle<br />
olur.<br />
• Kalp kası hücre bağlantıları (discus interkalaris) şunlardır:<br />
KASILI VE GERİLMİŞ KAS ARASINDAKİ FARKLILIKLAR<br />
Kasın relaks hali ile karşılaştırılması<br />
Band Kasılı Gerilmiş<br />
A bandı Değişiklik yok Değişiklik yok<br />
I bandı Kısalır Uzar<br />
H bandı Kısalır Uzar<br />
Z diskler Birbirine yaklaşır Birbirine uzaklaşır<br />
Kas iğcikleri Kısalır Uzar<br />
Golgilenf organı Birbirine yaklaşır Birbirine uzaklaşır<br />
ID:03t045
53<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Fasia adherenes (yaygın) (aktin flamentlerin tarafından oluşturulur)<br />
- Macula adherens (desmozom) (kalp kası hücrelerini sıkı tutar)<br />
- Gap junction (nexus) (hücrelerarası iyon transferi yapar)<br />
P Iskelet kaslarında T tübülleri A-I bandı birleşim yerinde iken kalp<br />
kasında Z çizgisi seviyesindedir.<br />
P Iskelet kaslarında bulunan triad kalp kasında bulunmaz.<br />
P Kalp kasında diad bulunur. (T tübül ve tek terminal sisterna)<br />
• Iskelet kasında mitokondriler sitoplazmanın %2'sini doldururken kalp kasında<br />
sitoplazmanın %40'ını doldurur.<br />
• Iskelet kasında hem aerobik hem de anaerobik yolla enerji üretilirken kalp<br />
kasında sadece aerobik metabolizmayla enerji üretilir.<br />
• Iskelet kasında myoblast yapımı için gerekli satellit hücreleri var iken kalp kası<br />
hücrelerinde böyle yeni kas lifleri oluşturacak satellit hücreler yoktur ve kalp<br />
kası rejenere olamaz.<br />
P Atriumdaki kas lifleri ile ventriküllerdeki kas lifleri farklıdır:<br />
- Atriumda T tübülü daha az sayıdadır ve hücreler biraz daha küçüktür.<br />
- Atriumdaki hücrelerin (sağ atriumda çok) sitoplazmasında ANF içeren<br />
granüller bulunur.<br />
• ANF, Na + ve su tutulumu olduğunda böbrekleri etkileyerek ADH veya<br />
aldesteronun tersi görev yapar.<br />
Kalbin bazı bölgelerinde kalp hücreleri özelleşerek iletim sistemini<br />
oluşturur. Bunlar;<br />
Sinoatriyal düğüm (SA nod)<br />
Atrioventriküler düğüm (AV nod)<br />
His hüzmesi<br />
Purkinje lifleri<br />
• Kalp kası hücreleri kendi kendine kasılabilme yeteneğine sahiptir.<br />
• Kalbin atım gücü ve sayısı otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir.<br />
• Düz kas orijin olarak miyotomal mezoderm'den gelişir.<br />
• Ventrikül purkinje hücreleri glikojen içeriği bol olması tanımasında ayrıcıdır.<br />
SİNİR DOKUSU<br />
• Insandaki sinir sisteminde en az 10 milyar hücre bulunur.<br />
Anatomik olarak sinir sistemi 2'ye ayrılır.<br />
1. Merkezi sinir sistemi (MSS)<br />
2. Periferik sinir sistemi (PSS)<br />
• Sinir dokusu hücreden zengindir ve bu hücreler arası çok az bağ dokusu vardır.<br />
• Sinir dokusu iki farklı hücreden oluşur.<br />
1. Nöronlar<br />
2. Nöroglia hücreleri<br />
Nöronlar direkt olarak kan damarları ile bağlantılı değildir ve kan-beyin bariyeri ile<br />
ayrılmıştır.<br />
• MSS (beyin, beyincik ve m. spinalis) iki yapıdan oluşur.<br />
1. Gri madde nöron (gövdesi ve nöroglia hücrelerinden oluşur)
54<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
2. Beyaz madde (nöron uzantıları ve nöroglia hücrelerinden oluşur)<br />
- Sinir hücresine nöron<br />
- Sinir hücre membranına nörolemma<br />
- Sinir hücre gövdesine perikaryon (soma)<br />
- Sinir hücre fibrillerine nörofibril denir.<br />
• Nöronlar fonksiyonel olarak iki kısıma ayrılır.<br />
1. Perikaryon (soma)<br />
2. Dendrit ve akson<br />
• Akson, sinir hücresinde tek sayıdadır. Uyarıları somadan diğer hücrelere<br />
taşır.<br />
• Dendritler, uyarıyı perikaryona (soma) getiren çok sayıdaki uzantılardır.<br />
• Uzantılarına göre nöronlar 3 gruba ayrılır:<br />
1. Unipolar nöronlar: (pseudo-unipolar nöron)<br />
2. Bipolar nöronlar<br />
3. Multipolar nöronlar<br />
• Unipolar nöronlar embriyolojik gelişim sırasında görülürler.<br />
• Unipolar nöronlar tek bir akson uzantısına sahiptir fakat uzantı somadan çıktıktan<br />
kısa bir süre sonra T şeklinde dallanır (biri perifere diğeri merkeze) Bundan<br />
dolayı pseudo-unipolar nöronda denir.<br />
• Duyu nöronları psödo unipolardır.<br />
• Bipolar nöronlar somanın karşılıklı kutuplarından çıkan bir akson ve dendritten<br />
oluşmuştur.<br />
• Multipolar nöronlar bir akson ile iki veya daha fazla dendritten oluşur ve vücutta<br />
en fazla bulunan nöron tipidir.<br />
• Motor nöronlar multipolar nöronlardır.<br />
Perikaryon<br />
• Perikaryon genel olarak iri bir nükleus içerir.<br />
• Sempatik ve duyu ganglionlarında iki nükleus görülebilmektedir.<br />
• Nükleolus büyük ve belirgindir.<br />
• GER iyi gelişmiştir.<br />
• GER sisternaları arasında çok sayıda ribozom bulunur. (Poliribozom)<br />
P GER ve serbest ribozomlar ışık mikroskobunda Nissl cisimcikleri denen<br />
bazofilik granüler alanlar oluşturur. TUS<br />
P Nissl granülleri yalnız perikaryon ve dendritlerde görülür.<br />
• Golgi kompleksi nöronlarda oldukça iyi gelişmiştir.<br />
• Nöronlarda çok sayıda mitokondri bulunur. Fakat mitokondriler diğer<br />
hücrelere nazaran daha küçüktür.<br />
• Mitokondriler perikaryonda bulunduğu gibi akson sonlanma yerlerindede<br />
bol bulunur.<br />
• Aksonun hemen hemem tamamı nörofibrillerle doldurulmuştur.<br />
• Nörofibriller perikaryonda sentezlenen maddelerin aksona taşınmasında<br />
hücre içi metabolitlerin transportunda görev alır.<br />
• MSS'deki perikaryonlar genellikle ayrı ayrı topluklar halinde bulunurlar.<br />
Bu perikaryon topluluklarına nükleus adı verilir. PSS'deki perikaryon<br />
toplulukları da ganglion adını alır.
55<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Dendritler<br />
• Dendritler, perikaryondan çıkan çok sayıda dikensi sitoplazma çıkıntılarıdır.<br />
Dendritlerde çok sayıda dentritik dallanma yaparak çok sayıda aksonla<br />
sinaps yapma imkanı sağlar. Dendritlerde özellikle perikaryona yakın<br />
bölgelerde golgi kompleksi haricinde ki organellere rastlanabilir.<br />
Perikaryondan çıkan ilk dendritlere primer dendrit adı verilir.<br />
• Primer dendritler de dallanarak sekonder dalları oluşturur.<br />
• Dendritler üzerindeki çok sayıdaki küçük çıkıntılara gemmül (spina) adı<br />
verilir.<br />
• Gemmül (sipina)ler sinaptik bağlantı bölgeleridir.<br />
Aksonlar<br />
• Aksonlar nöronların tek ve uzun uzantılarıdır.<br />
• Perikaryondan akson tepesi denilen bir şişkinlikle ayrılır.<br />
P Akson tepeciğinde GER ve ribozom (Nissl granülleri)<br />
bulunmaz.<br />
• Aksonun plazma membranına aksolemma, sitoplazmasına aksoplazma adı<br />
verilir.<br />
P Aksoplazma Nissl granülleri, golgi kompleksi, yağ ve pigment<br />
damlacıkları içermez.<br />
• Aksonlar myelinli veya myelinsiz olabilirler.<br />
• Myelinli aksonlarda, myelinleşmenin başladığı akson kısmı başlangıç<br />
segmentidir.<br />
• Başlangıç segmenti aksiyon potansiyelinin akson boyunca iletilip<br />
iletilmeyeceğine karar verildiği akson segmentidir.<br />
• Aksonlar sonlanacağı bölge yakınında çok sayıda kolleteral dal verir. Bu<br />
son bölüme telodendron adı verilir.<br />
P Aksonların aynı bölgeye gidenleri birleşerek demetler oluşturur. Bu<br />
demetlere MSS'de tractus, PSS'de ise sinir ismi verilir.<br />
• Aksoplazmada iki çeşit transport vardır.<br />
1. Anterograd (perikaryondan akson ucuna)<br />
2. Retrograd (akson ucundan perikaryona)<br />
P Retrograd transport metabolik artıkların temizlenmesinde işlev<br />
göstermesinin yanında bazı toksinlerin (tetanoz) ve virusların (Herpes,<br />
kuduz vs) yayılımı için önemli bir yol oluşturur.<br />
MYELINLI LIFLER<br />
• Akson perikaryondan çıkıp kısa bir süre çıplak seyrettikten sonra nöron tipine<br />
ve bölgesine göre farklı kılıflarla sarılır.<br />
• Sinir lifi, aksonla birlikte seyreden kılıftan oluşmuştur.<br />
P Sinir lifleri 2'ye ayrılır.<br />
1. Myelinli lifler<br />
2. Myelinsiz lifler<br />
• Periferik sinirler myelin kılıfın dışında bir çok bağ dokusu kılıfıyla daha sarılır.<br />
Bunlar<br />
- Endonöriyum tek bir lifi çevreler<br />
- Perinöriyum bir grup lifi çevreler<br />
- Epinöriyum Dıştan tüm siniri çevreler
56<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• MSS'de ve PSS'de aksonları örten kılıfı yapan hücreler farklıdır.<br />
P PSS'de myelin kılıfı → Schwann hücreleri<br />
P MSS'de myelin kılıfı → oligodendrositler yapar.<br />
• Myelin kılıfı bu destek hücrelerin aksonlar çevresinde defalarca dönmesi ve<br />
sıkışmayla sitoplazmalarının hücre gövdesine itilmesiyle oluşur, başlıca zarlardan<br />
oluşan bir yapı olarak izlenir.<br />
• Kılıfların oluşması sırasında arada sıkışıp kalmış schwann hücre sitoplazma<br />
bölümlerine Schmidt-Lantermann yarıkları denir.<br />
P Myelin kılıfı yer yer kesintiye uğrar bu kesintilere Ranvier boğumu adı<br />
verilir.<br />
• Ranvier boğumları aksonların uzunluğu boyunca yerleşmiş olan komşu<br />
Schwann hücreleri arasındaki boşluklardır.<br />
P Ranvier boğumlarındaki akson SSS'de çıplak iken PSS'de komşu Schwann<br />
hücrelerinin sitoplazmik uzantıları ile kısmen çevrilidir.<br />
• Oligodendrisitler birden fazla aksonun myelinizasyonundan sorumlu iken<br />
Schwann hücreleri sadece üzerinde bulunduğu aksonun myelinizasyonundan<br />
sorumludur.<br />
P MSS'te Schmitt Lantermann yarıkları yoktur. Ranvier boğumları da<br />
görülmeyebilir.<br />
• Organizmadaki liflerin hepsi myelini aynı zamanda kazanmazlar.<br />
P Insanda sinir lifleri ilk oluştuğunda myelinsizdir. Yaklaşık olarak gebeliğin<br />
14. haftasında myelinleşme başlar.<br />
• Iradeye bağlı hareketlerin kontrolünü sağlayan yollarda myelin oluşumu<br />
doğumla başlar ve çocuk yürümeye başlamasına kadar tamamlanır.<br />
• MSS'de ve PSS'de myelinsiz lifler bulunabilir.<br />
P MSS'de myelinsiz akson sayısı daha fazladır.<br />
P Myelinsiz liflerde Ranvier boğumları bulunmaz.<br />
• Myelinsiz liflerde bir çok akson bir Schwann hücresinin membranının yaptığı<br />
çöküntüler içine yerleşmiştir.<br />
• Genel olarak bir aksonunu dendritle veya perikaryonla sinaps yaptığı<br />
görülür.<br />
MSS'deki sinapslar şunlardır:<br />
• akso - dendritik sinaps<br />
• akso - somatik sinaps<br />
• dendro - dendritik sinaps<br />
• akso -aksonik sinaps<br />
• Iskelet kası hücreleriyle motor nöronların aksonları arasında motor son plak<br />
(NMJ) olarak adlandırılan özel sinapslar vardır.<br />
• Kimyasal sinapslarda 3 temel yapı gözlenir.<br />
1. Presinaptik zar<br />
2. Sinaptik aralık<br />
3. Postsinaptik zar<br />
NÖROGLIA HÜCRELERI<br />
• Genel olarak MSS'inde her bir nöron için 10 glial hücre bulunur.<br />
• Ancak bu kadar fazla glial hücre olmasına rağmen sinir dokusunun toplam<br />
hacminin yarısı kadarını oluştururlar.
57<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
PGlial hücrelerin nöronların aksine mitoz yetenekleri vardır.<br />
Nöroglia hücreleri 4 kısma ayrılır.<br />
1. Astrositler, 2. Oligodendroglialar, 3. Mikroglialar, 4. Ependim hücreleri<br />
1. Astrositler<br />
• Glial hücrelerin en büyüğüdür.<br />
• Çok sayıda uzun uzantıları olan astrositler bu uzantılarının kalınlığına göre<br />
ikiye ayrıılr.<br />
1. Fibröz astrosit (beyaz cevher)<br />
2. Protoplazmik astrosit (Gri cevher)<br />
• Fibröz astrositlerin uzantıları uzun ince, asimetrik ve az dallanma<br />
gösterir.<br />
P Fibröz astrositlere spider hücreleride denir.<br />
• Protoplazmik astrositlerin uzantıları kısa, kalın, simetrik ve çok sayıda<br />
dallanma gösterir.<br />
• Astrositler genişlemiş pedikülleri (Vasküler son ayak) ile tüm kan damarlarını<br />
çevreler.<br />
• Astrosit uzantıları kan damarları ve nöronlarla bağlantı oluşturur.<br />
P MSS'deki hasardan sonra, hasar yerinde astrositler prolifere<br />
olurlar ve skar dokusu oluştururlar. (gliozis)<br />
P Astrositler ve oligodendrogliyalar birlikte makrogliya olarak<br />
değerlendirilir.<br />
P Ektodermden gelişir.<br />
2. Oligodendrogliyalar<br />
• Astrositlerden küçük hücrelerdir.<br />
• Oligodendrogliyalar astrositler gibi uzun uzantılara sahip değildir.<br />
P Uzantıları az sayıda ve kısadır.<br />
P Oligodendrogliyalar yaygın olarak yani hem gri cevher hem de<br />
beyaz cevherde bulunur.<br />
• Gri maddede nöron perikaryonuna yakın olarak yerleşmişlerdir.<br />
P MSS'de myelin yapımından sorumludur.<br />
P Fonksiyon bakımından PSS'indeki Schwann hücrelerinin anoloğudur.<br />
• Schwann hücrelerinden farklı olarak birden fazla aksonun myelizasyonuna<br />
katılabilirler.<br />
• Ektodermden gelişir.<br />
3. Mikroglialar<br />
• Mikroglialar beyin makrofajlarıdır.<br />
P Beyinde hasar olduğunda mikroglialar debrisin fagositozundan<br />
sorumludur.<br />
P En küçük glial hücrelerdir.<br />
P Hem gri hem de beyaz cevherde bulunur.<br />
P Diğer glial hücreler gibi ektodermden değil, mezodermden gelişirler.<br />
TUS<br />
4. Ependim hücreleri<br />
• MSS'deki iç boşlukları döşeyen bu prizmatik epitel hücreleride nörogliyalar<br />
içinde değerlendirilir. (Ventriküller ve spinal kordu döşer.)
58<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
NÖROGLIA HÜCRELERININ KÖKENI VE ANA IŞLEVLERI<br />
Glial Hücre Tipi Kökeni Yeri Temel İşlevleri<br />
Oligodendrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı<br />
Schwann hücresi Nöral tüp Periferik sinirleri Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı<br />
Astrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Yapısal destek, onarım işlemleri<br />
Kan-beyin bariyeri, metabolik degiş<br />
tokuş<br />
Epandim hücresi Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Merkezi sinir sisteminin<br />
boşluklarının döşenmesi<br />
Mikroglia Kemik iliği Merkezi sinir sistemi Makrofaj aktivitesi<br />
ID:03t024<br />
• Bu boşluklar BOS ile yıkanır, BOS hareketine yardım eden hareketli silialara<br />
sahiptirler.<br />
P Değişik bölgelerde BOS üretmek üzere modifiye olmuşlardır.<br />
• Modifiye epandimal hücreler ve bunlarla ilişkili kapillerler birlikte boşluğa<br />
sarkarak koroid pleksusları oluştururlar.<br />
• Choroid pleksusları döşeyen epandim hücreleri BOS sentezinden çok<br />
plazmanın süzülüp ventriküle geçmesinden sorumludur.<br />
P PSS'inde gliyal hücrelerden sadece Schwann hücreleri ve satellit<br />
hücreler bulunur.<br />
DUYU SINIR SONLANMALARI<br />
• Duyu sinir sonlanmaları afferent sonlanmalardır.<br />
• Afferent sonlanmalar ağrı, dokunma, basınç, ısı, tat ve koku gibi uyarıları aksiyon<br />
potansiyeli halindeki sinyallere çevirir.<br />
Duyu sinir sonlanmaları şunlardır;<br />
1. Serbest sinir sonlanmaları (ağrı - ısı)<br />
2. Merkel cisimciği (dokunma)<br />
3. Meisner korpuskülü (dokunma)<br />
4. Vater - Pacini korpuskülü (vibrasyon)<br />
5. Ruffini korpuskülü (ısı)<br />
6. Krause korpuskülü (soğuk)<br />
7. Kas iğciği (hareket ve pozisyonda)<br />
8. Golgi tendon organı (Hareket ve pozisyonda)<br />
P Merkel cisimciği kılsız deride stratum spinozumda görülür.<br />
P Meissner korpuskülü dermiste papillalar içine yerleşmişlerdir. Esas<br />
olarak avuç içi, ayak tabanı, parmak ucu, dudak ve meme başında<br />
bulunurlar.<br />
P Meissner korpüskülü serbest sinir sonlanmaları ve Schwann hücreleri<br />
ve bunların etrafını saran fibroblastlar ile kalın kollagen fibrillerden<br />
oluşmuştur.<br />
P Kas iğciği, çizgili kaslarda yer alan kapsüllü bir organdır.<br />
• Kapsülün içinde sıvı vardır ve kas lifleri (intrafuzal lifler) bu sıvı içinde<br />
hareket eder.
59<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Bir çok duyu sinir lifi ise kas iğciğinin içine girer ve burada extrafuzal kas<br />
liflerini oluşturur.<br />
P Golgi tendon organı esas olarak tendonun kasa yapışma yerinde<br />
bulunurlar.<br />
SINIR DOKUSUNUN REJENERASYONU<br />
• Nöronlar bölünmezler ve dejenerasyonları kalıcı kayıp gösterir.<br />
• Periferik sinir lifleri eğer perikaryonları hasarlanmamışsa rejenere olabilir.<br />
P MSS'de nöron kaybı nöroglia ile doldurulur.<br />
P Hasar perikaryonda ise rejenerasyon olmaz.<br />
P Periferik sinir aksonları kesildiğinde, kopan segment dejenerasyona<br />
uğrar buna Wallerian dejenerasyon adı verilir.<br />
• Aksonal hasarda perikaryonda aşağıdaki değişiklik olur.<br />
- Ilk değişiklik kromatolizistir. (Nissl cisimleri bozulur)<br />
- Sonra perikaryon şişer ve nükleus ortadan perifere kayar.<br />
• Wallerian dejenerasyondan sonraki rejenerasyon Schwann hücrelerinin<br />
proliferasyonuna bağlıdır.<br />
• Wallerian rejenerasyonda aksonal tomurcuğun ilerleyebilmesi için Schwann<br />
hücrelerinin tomurcuğun içinden geçecek şekilde prolifere olup rehberlik<br />
yapması lazımdır.<br />
• Aksonal tomurcuk Schwann hücreleri ile birlikte ilerlemezse (günde 3 mm<br />
kadar) efektör organ ile akson bağlantı kuramaz.<br />
• Ganglion sinir hücresi gövdesi ve onların uzantılarını içerir. TUS<br />
• Spongioblastlar; oligodendroglia nöroglia ve astroblasta kaynaklık eder.
60<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
NÖROFİZYOLOJİ VE NÖROHİSTOLOJİ<br />
OTONOM SINIR SISTEMI<br />
RESEPTÖR ÇEŞITLERI<br />
1. ADRENERJIK RESEPTÖRLER (TUS- EYLÜL’87) (Adrenoreseptörler)<br />
a. alfa-1 reseptörleri<br />
- Düz kasda yerleşmiştir, (bronş düz kası hariç)<br />
- Eksitasyon meydana getirir.<br />
- Norepinefrin ve epinefrine eşit derecede sensitiftir ancak dolaşımda sadece<br />
norepinefrin Alfa reseptörleri uyaracak kadar fazla miktarda bulunur.<br />
- Etki mekanizması: inositol trifosfat (IP3) oluşumu ve intrasellüler [Ca+2] da<br />
artıştır.<br />
b. alfa-2 reseptörler<br />
- Presinaptik sinir uçlarında, plateletlerde, yağ hücre-lerinde ve düz kasda<br />
yerleşmişlerdir.<br />
- Sıklıkla inhibisyon yapar.<br />
- Etki mekanizması: Adenilat siklaz inhibisyonu ve siklik adenozin monofosfatta<br />
(cAMP) azalmadır.<br />
c. Beta-1 reseptörler<br />
- Kalpte yerleşmiştir.<br />
- Eksitasyon yapar.<br />
- Hem epinefrin hem de norepinefrine sensitiftir. Alfa reseptörlerinden daha fazla<br />
sensitiviteye sahiptir.<br />
Etki mekanizması: Adenilat siklaz aktivasyonu ve cAMP üretimidir.<br />
A ve B ADRENOSEPTÖRLERİN ARACILIK ETTİĞİ TEMEL ETKİLER
61<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
SEMPATİK ve PARASEMPATİK SİNİR STİMÜLASYONUNUN ETKİLERİ<br />
Hedef Doku Sempatik Parasempatik Net etki<br />
Sinir uçları Alfa Azalmış<br />
salıverilmesi<br />
Düz kas<br />
Kan damarları<br />
Alfa<br />
1/2,<br />
Beta 2<br />
M2<br />
Azalmış<br />
salıverilme<br />
Kasılma gevşeme M3 Gevşeme (EDRF<br />
aracılığıyla)<br />
Bronşlar Beta 2 Gevşeme kasılma M3<br />
M3<br />
Gastrointestinal<br />
kanal: Sfinkterdışı<br />
Sfinkter salgılar<br />
Beta<br />
1/Alfa 1<br />
Alfa<br />
Gevşeme<br />
Kasılma<br />
M3<br />
M3<br />
M3<br />
Kasılma<br />
Salgılanma<br />
Kasılma<br />
Gevşeme<br />
Salgılama<br />
Azalmış aşırımı<br />
Vazokonstriksiyon,<br />
vazodilatasyon<br />
Bronkodilatasyon<br />
Bronkokonstriksiyon<br />
Bronkosekresyon<br />
Artmış/azalmış<br />
Motilite ve tonus<br />
Gastrointestinal<br />
sekresyon<br />
Paryetal hücreler M1 Salgılama Gastrik asit<br />
salgılanması<br />
Pankreas Alfa 2 Beta-hücrelerinden<br />
insülin<br />
salgılanmasında<br />
azalma<br />
Uterus Alfa !<br />
Beta 2<br />
Mesane: detrüsör<br />
sfinkter<br />
Seminal kanal<br />
Vaz deferens<br />
Penis venöz<br />
sfinkteri<br />
Radiyal (iris)<br />
Siliyer kas<br />
Lakrimal bez<br />
Beta 2<br />
Alfa 1<br />
Alfa 1<br />
Beta 2<br />
Alfa 1<br />
Alfa 1<br />
Beta 2<br />
Kasılma<br />
Gevşeme<br />
Gevşeme<br />
Kasılma<br />
Kasılma<br />
Gevşeme<br />
Kasılma<br />
Kasılma<br />
Gevşeme<br />
Kalp Beta 1 Artmış hız ve<br />
kasılma gücü<br />
Karaciğer Alfa 1/<br />
Beta 2<br />
Glikojenoliz<br />
Yağ dokusu Beta 3 Lipoliz<br />
Tükürük bezleri Alfa 1/<br />
Beta 1<br />
Koyu tükürük<br />
salgılanması<br />
Trombositler Alfa 2 Trombosit agregasyonu<br />
Mast hücreleri Beta 2 Histamin<br />
salıverilmesinin<br />
inhibisyonu<br />
M3 Salgılanma Salgı artışı<br />
M3<br />
M3<br />
M3<br />
M3<br />
Kasılma<br />
Gevşeme<br />
İşeme<br />
İdrar retansiyonu<br />
M3 Vazodilatasyon Ejekülasyon<br />
Ejekülasyon<br />
Ereksiyon<br />
M4<br />
M4<br />
M4<br />
M1<br />
M3<br />
Gevşeme<br />
Kasılma<br />
Kasılma<br />
Azalmış hız ve<br />
kasılma gücü<br />
Bol sulu tükürük<br />
salgılanması<br />
Pupil büyümesi/<br />
küçülmesi<br />
Akomodasyon<br />
Gözyaşı salgısı<br />
ID: 08t096
62<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
OSS’DE BAZI ÖNEMLİ ADRENOSEPTÖRLERİN ÖZELLİKLERİ<br />
Reseptör Yerleşim G Protein İkincil haberci Ana fonksiyonları<br />
α 1<br />
α 2<br />
β 1<br />
Efektör dokular; düz<br />
kas, bezler<br />
Sinir sonlanmaları, bazı<br />
düz kaslar<br />
Kalp kası,<br />
juxtaglomeruler aparat<br />
G q<br />
↑ IP 3<br />
, DAG ↑ Ca +2 , kontraksiyona<br />
sekresyona yol açar.<br />
G i<br />
↓ cAMP ↓ Transmitter salınımı<br />
kontraksiyona yol açar.<br />
G s<br />
↑ cAMP ↑ kalp hızı, ↑ güç; ↑renin<br />
salınımı<br />
β 2<br />
Düz kas, kalp kası G s<br />
↑ cAMP Düz kası gevşetir; ↑<br />
glikojenoliz, ↑ kalp hızı, gücü<br />
β 3<br />
Adipoz hücreler (yağ<br />
hücreleri)<br />
G s<br />
↑ cAMP ↑ Lipoliz<br />
D 1<br />
Düz kas G s<br />
↑ cAMP Renal vasküler düz kası<br />
gevşetir<br />
ID: 08t183<br />
d. Beta-2 reseptörler<br />
- Damar düz kası, bronş düs kası ve GIS’de yerleşmişlerdir.<br />
- Eksitasyon meydana getirir.<br />
- Epinefrine alfa reseptörlerden daha fazla sensitivite gösterir. Örneğin, adrenal<br />
medulladan küçük miktarlarda epinefrin salındığında, vazodilatasyon (beta2)<br />
meydana gelir, yüksek miktarda epinefrin salındığında ise vazokonstruksiyon<br />
oluşur.<br />
- Etki mekanizması: Adenilat siklaz aktivasyonu ve cAMP üretimi<br />
2. KOLINERJIK RESEPTÖRLER (KOLINORESEPTÖRLER)<br />
a. Nikotinik reseptörler<br />
- Otonom ganglionlarda ve nöromüsküler bileşkede yerleşmişlerdir. Bu iki<br />
bölgedeki reseptörler birbirine benzer ama aynı değildir.<br />
Asetilkolin veya nikotinle aktive edilir.<br />
Eksitasyon meydana getirir.<br />
- Ganglionik blokerler (Örn: hexametonyum, trimetaphan) otonom ganglionlarda<br />
Ach için olan nikotinik reseptörleri bloke ederken nöromüsküler bileşkede<br />
bulunan reseptörleri inhibe etmez.<br />
Etki mekanizması: Nikotonik asetil kolin reseptörleri Na + ve K + için birer iyon<br />
kanalıdır.<br />
b. Muskarinik reseptörler<br />
- Kalp, düz kas (Damar düz kası hariç) ve bezler de yerleşmiştir.<br />
- Ach veya muskarinle aktive olur.<br />
- Kalpte inhibitör, düs kas ve bezlerde eksitatör ektki gösterir.<br />
- Atropin Ach için olan muskarinik reseptörleri bloke eder.<br />
Etki mekanizması<br />
1) Kalp SA nod: Adenilat siklaz inhibisyonu ve K+ kanallarının açılması (Spontan<br />
depolarizasyon hızını azaltarak kalp hızını azaltır.)<br />
2) Düz kas ve bezler: IP3 oluşumu ve intraselüler [Ca +2 ] artışı
PARASEMPATIK SINIR SISTEMI<br />
63<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Parasempatik postganglioner liflerinin yaptığı nöroefektör sinapsta muskarinik<br />
kolinerjik reseptörler vardır.<br />
- Muskarinik reseptörler membranı depolarize eder. Reseptörler Ca ++ kanalını<br />
açan ya da G proteinini aktive eden reseptörler olabilir.<br />
Gp proteini fosfolipaz aracılığı ile fosfatidil inositol difosfattan inositol trifosfat<br />
(IP3) ve diasil gliserol (DAG) oluşmasına neden olur. DAG protein kinaz C’yi<br />
aktive eder. IP3 ise endoplazmik retikulumdan Ca++ salınmasına neden<br />
olur (TUS-Nisan’94).<br />
Gi proteini kalpte K + kanallarını açarak hiperpolarizasyon yapar bu da sinus<br />
nodu ve atriyoventriküler nodda inhibisyon yapar.<br />
Parasempatik stimülasyonun bazı etkileri şunlardır (TUS-Eylül'00,<br />
Eylül'01);<br />
• Göz, pupilla ve silier kaslarda konstriksiyon<br />
• Bezler nazolakrimal,parotis, submandibular ve gastrik sekresyonlarda<br />
artış<br />
• Kalp; kasılma gücünde azalma, kalp atım sayısında azalma, A-V iletide<br />
yavaşlama<br />
• Akciğer; bronşlarda konstriksiyon, kan damarlarında dilatasyon ve<br />
sekresyonlarda artış<br />
• Barsaklar; lümende peristaltizm ve tonus artışı, sfinkterde gevşeme<br />
• Safra yolları; kasılma<br />
SEMPATIK SINIR SISTEMI<br />
• Sempatik sinir sistem de alfa, beta reseptörleri ve bunlarında alt tipleri vardır.<br />
• Beta reseptörleri: Gs proteinlerine bağlıdır ve adenilat siklaz aktivasyonu ile<br />
cAMP (siklik AMP) artışına neden olur.<br />
• Alfa1 reseptörleri: Gs proteini ile de fosfolipaz c’yi aktive eder.<br />
• Alfa2 reseptörleri: Gs, Gk proteinlerine bağlıdır. Gs ile Ca ++ kanalını açıp<br />
eksitasyon yapar. Gi ile adenilat siklaz inhibisyonu olur. Gk ile K + kanalını<br />
aktive edip inhibisyon yapar. Sempatik sinir siteminde nörotransmitter olarak<br />
norepinefrin kullanılır. Alfa ve beta reseptörlerine affinite duyar. Norepinefrin<br />
uptake’e uğrayarak ve etrafa difüze olarak ortadan kaldırılır.<br />
Enterik Sinir Sistemi<br />
- Sempatik ve parasempatik sistemden uyarı alırlar. Gastrointestinal sistemin<br />
salgı fonksiyonu ve peristaltik hareketlerinin kontrolünü sağlar. Sistem<br />
nonkolinerjik nonadrenerjiktir.<br />
Santral sinir sistemi sinapsları<br />
• Sinir hücreleri arasındaki sinapslar aksoaksonik, aksosomatik, aksodentritik,<br />
dentrodentritik veya somasomatik olabilir.<br />
• Bulbus olfaktoryus ve retinada elektriksel sinaps vardır. Bu sinaps iki yönlü<br />
iletim yapar. Membranlar arası mesafe 3,5nm’dir ve gap junction ile iki<br />
hücre sinapsta birbirine bağlanır. Santral sinir sisteminde sık karşılaşılan<br />
sinapslardan değildir. Bu tip sinapslar kalp kası ve düz kasda çok bulunurlar.<br />
Santal sinir sistemi sinapsları çoğunlukla kimyasal sinapslardır.
64<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Nörotransmitter presinaptik membrandan salınır. Post sinaptik<br />
membranında hem inhibitör eksitatör reseptörler vardır. Eksitatör<br />
reseptörler membranında eksite edici postsinaptik potansiyele (EPSP)<br />
neden olur. Her ikisi de iletilemeyen lokal potansiyellerdir.<br />
EPSP’lerin summasyonu ile aksiyon potansiyeli elde edilir. Summasyon 2<br />
tip olur:<br />
1) Zamansal (temporal, successive): EPSP’lerden biri silinmeden diğer bir<br />
uyarının gelmesi ile oluşan summasyon tipidir.<br />
2) Uzamsal (simultan, Spatial) bir çok sinir aynı anda depolarizasyon yaparca<br />
oluşur.<br />
• Aksiyon potansiyeli post sinaptik nöronun başlangıç segmentinde başlar. Çünkü<br />
burada eşik potansiyeli düşmüştür.<br />
Postsinaptik inhibisyon: Inhibitör nörotransmitterler ile postsinaptik nöronda<br />
meydana getirilen hiperpolarizasyondur.<br />
Uzun süreli potansiasyon (long term potentiation): Sinapsda protein sentezini<br />
içerir.<br />
Presinaptik inhibisyon: Inhibitör nörotransmitter ile presinaptik nöronda meydana<br />
getirilen negatif potansiyeldir. Presinaptik membrandan salınan vezikül sayısı<br />
aksiyon potansiyelin geriliğine bağlı olduğundan presinaptik inhibisyonla salınan<br />
vezikül sayısı azaltılmış olur. Sonuçta postsinaptik nöronda EPSP düşük bir değerde<br />
olur. Presinaptik inhibisyonda aksoaksonik bağlantı vardır.
65<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
OTONOM SİNİR SİSTEMİNİN DÜZENLENİŞİ
66<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
MOTOR FONKSİYON<br />
Test edilen fonksiyon Kas Medulla<br />
Spinalis<br />
Segmenti<br />
Sinirler<br />
Pleksus<br />
Boyun fleksiyonu<br />
Boyun ekstansiyonu<br />
Boyun rotasyum<br />
Boyunun laterale bükülmesi<br />
Üst toraksın elevas yonu<br />
Inspirasyon<br />
Omuz Kavşağı ve Serbest Üsttüraf<br />
Derin boyun kasları (m. scm<br />
ve m.trapeziusta katılır)<br />
Mm.scaleni<br />
Diaphragma<br />
C 1-4 Servikal Servikal<br />
C 3-5<br />
N.phrenicus<br />
Kolun arkadan öne adduksiyonu M.pectoralis major minor C5-8-T1 Nn. pectorales<br />
Omuzun öne doğru itilmesi M.serratus anterior C 5-7 N.thoracicus longus<br />
Scapula'nın elevasyonu M. levator sacpulae C 3-5 N.dorsalis scapulae<br />
Scapula'nın elevasyonu ve medial<br />
adduksiyon<br />
Kolun abduksiyonu M. supraspinatus C 4-6<br />
Kolun rateral rotasyonu M. infraspinatus C 4-6<br />
Kolun medial rotasyonu<br />
M. latissimus dorsi, m.teres<br />
major ve m. subscapularis<br />
C 5-8<br />
N. suprascpularis<br />
N. subscapularis (fasciculus<br />
posterior'dan)<br />
Kolun abduksiyonu M. deltoideus C 5,6 N.axillaris (fasciculus<br />
Kolun lateral rotasyonu M. teres minor C 4,5 posterior'dan)<br />
Önkolun fleksiyonu M.biceps brachii C5,6 N. musculocutaneus<br />
Önkolun supinasyonu<br />
Kolun adduksiyonu<br />
M.coracobrachialis C5-7<br />
(fasciculus<br />
lateralis'ten)<br />
Önkolun fleksiyonu<br />
Önkolun fleksiyonu M.brachilialis C 5,6<br />
Elin ulnar fleksiyonu M.flex, carpi ulnaris C7,8:T1<br />
Tüm parmakların fleksiyonu (baş<br />
parmak hariç)<br />
K.flex, digit. profundus<br />
(ulnar bölümü)<br />
C 7,8:K1<br />
Başparmak metakarpının adduksiyon M. adductor pollicis C 8,T1<br />
Küçük parmağın abduksiyonu M. abductor digiti minimi C8,T1<br />
Küçük parmağın oppozisyonu M. opponens digiti minimi C7,8;T1<br />
Küçük parmağın fleksiyonu M. flex. digiti minimi C7,8;T1<br />
Proksimal falanksın feleksiyonu, distal<br />
2 flanaksın ekstensiyonu, parmakların<br />
abduksiyon ve adduksiyonu<br />
Mm. interossei<br />
C8,T1<br />
N.ulnaris (fasciculus<br />
medialis'ten)<br />
Önkolun pronasyonu C6,7 M.medianus (CD, 7<br />
Elin radial fleksiyonu C6,7 fasc.lat.'ten, C8 T1<br />
Elin fleksiyonu<br />
C7,8;T1 fasc.medialis'ten)<br />
Işaret parmağının, orta parmağın, Elin<br />
fleksiyonu<br />
M. flex. digit superficialis C7, 8;T1<br />
Baş parmağının terminal falanksının<br />
fleksiyonu<br />
M. flex. pollicis longus C7, 8;T1<br />
Işaret parmağının terminal flanaksının<br />
fleksiyonu<br />
Elin fleksiyonu<br />
M.flex digitorum profundus<br />
(radial bölümü)<br />
C7, 8;T1<br />
Brakial<br />
ID: 01t009
67<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
SINIR LIFLERI TIPLERININ KARAKTERISTIK ÖZELLIKLERI<br />
Lif tipi İşlevi Duyu lif tipleri ve örnekleri Çap İletim<br />
A-alfa<br />
Propriyosepsiyon, somatik<br />
motor.<br />
Ia Kas iğciği afferrentleri Çok büyük Çok hızlı<br />
Ib Golgi tendon organı Çok büyük Çok hızlı<br />
A-beta Dokunma, Basınç II Kas iğciği, dokunma, basınç Orta Orta<br />
A-gama<br />
Kas iğciklerine motor<br />
nöronlar<br />
A-delta Ağrı, Soğuk, Dokunma III Ağrı, soğuk ve dokunma<br />
reseptörleri<br />
- Orta Orta<br />
Küçük<br />
B Preganglionik otonom - Küçük Orta<br />
C-arka kök<br />
Ağrı, sıcaklık ve bazı<br />
mekanik algılamalar<br />
Orta<br />
IV Ağrı,sıcaklık ve diğer reseptörler Çok küçük Çok yavaş<br />
C-sempatik Postganglionik sempatikler - Çok kücük Çok yavaş<br />
ID:02t010<br />
- GABA santral sinir sisteminde en yaygın inhibitör nörotransmitterdir.<br />
GABAA reseptörleri Cl- geçirgenliğini GABAB reseptörleri K+ geçirgenliğini<br />
arttırır. Glisin medulla spinalisdeki primer Inhibitör nörotransmitter’dir ve<br />
Cl-geçirgenliğini arttırarak etkisini gösterir. TUS<br />
• Reseptörlerden uyarılar afferent liflerle santral sinir sistemine iletilir:<br />
- En kalın afferent lifi grup 1 lifleridir. En hızlı ileti la liflerdir. (TUS-<br />
Nisan’93)<br />
- Kas iğciği reseptörünün efferent innervasyonunu: A gama sinir<br />
lifleri yapar.<br />
- En ince afferent sinir lifi grup C’dir. En yavaş iletide bu grupta olur<br />
(TUS-Eylül’87).<br />
- C grubu lifler hariç tüm lifler myelinlidir.<br />
Reseptörler adaptasyona göre 2’ye ayrılır:<br />
• Tonik reseptörler, uyarana yavaş cevap verir ancak geç adapte olur.<br />
• Fazik reseptörler: uyarana hızla cevap verir ancak hızlı adapte olur.<br />
• Adaptasyon iki yolla oluşturulur: Uyaranın uyarısına rağmen reseptör<br />
potansiyeli oluşmaması ve direk aksiyon potansiyeli oluşmaması.<br />
DUYU SİSTEMLERİ<br />
DERI DUYULARI<br />
• Deri duyuları ağrı, sıcaklık, soğukluk ve mekanik duyularıdır.<br />
• Deride en çok bulunan reseptörler ağrı reseptörleridir.<br />
• Derinin şekli değişmedikçe basınç duyusu alınamaz. Deği duyusu oluşmadan<br />
basınç duyusu oluşturulamaz. Ancak basınç duyusu oluşturulmadan deği duyusu<br />
oluşturulabilir.<br />
Mekanik Duyu: Vibrasyon, basınç ve deği duyularını kapsar.
68<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Vibrasyon: Pacini korpüskülü ile alınır. Pacini korpüskülü kapsüllüdür ve fazik<br />
bir reseptördür.<br />
Basınç: Ruffini korpüskülü ile alınır. Kapsüllüdür. Tonik çalışır. Eklemlerde ve<br />
derin dokularda daha fazladır. Eklemlerin dönme derecesini tayin eder.<br />
Deği: Meissner cisimciği ve merkel diskince alınır. Meissner iki nokta duyusundan<br />
sorumludur. Faziktir ve tüysüz bölgelerdedir. Merkel diski toniktir ve sürekli temas<br />
halindeki deği duyusunu alır, hem tüylü hem tüysüz bölgelerdedir. Meissner<br />
uyaranın hızını alır. Her iki reseptörden uyarı tip II lifleri ile taşınır.<br />
Sıcaklık duyusu: Sıcak ve soğuk duyuları farklı reseptörlerle algılanır. Bunlar<br />
termoreseptörlerdir.<br />
- Sıcaklık reseptörleri 30 °C da aktiviteye başlar 47 oC’da aktivite biter.<br />
- Soğuk reseptörleri 15 °C’de aktiviteye başlar, 42 oC’de aktivite sonlanır.<br />
45 derece üstünde ağrı ve ısı beraber hissedilir.<br />
- Sıcaklık nötral durumda (31-36 °C) iken adaptasyon olur ve sıcaklık<br />
duyulmaz. Ancak bu durum sıcaklık değişmelerine en hassas durumdur.<br />
- 30 °C altında sadece soğuk 42 °C üstünde sadece sıcak reseptörleri<br />
çalışır.<br />
- Beyne uyarılar tractus spinotalamikus lateralisle iletilir.TUS<br />
Ağrı: Organizmayı zararlı uyaranlara karşı korur. Iki tip ağrı lifi vardır. A delta ve C<br />
lifleri. A delta hızlı ileti yapar ve lokalizasyon tam olarak saptanır, myelinli bir liftir. C<br />
lifleri ise myelinsizdir, yavaş ileti yapar ve lokalizasyon tam olarak saptanamaz.<br />
- Ağrı beyne spinotalamik yolla iletilir. Hızlı ileti korunma için gereklidir.<br />
Ağrılar çeşitli reflekslerin doğmasına neden olur.<br />
- Akson reflexi ve ağrı duyusunda rol oynayan başlıca madde: Substance<br />
- P’dir.<br />
Viseral ağrı: Iç organların beyinde projeksiyonu olmadığı için ağrı deride<br />
algılanır.<br />
Topognozis deriye uygulanan basıncın yerini bilme yeteneğidir.<br />
Iki nokta duyusu: Deriye iki uyarı uygulandığında iki ayrı uyarı olarak<br />
algılanabildiği minimal uzaklıktır. Iki nokta duyusu en fazla dildedir. Vücutta<br />
medial kısımlar ve hareketli kısımlar bu duyuya daha hassastır.<br />
Steregnozis: Bir cisme dokunarak tanıma duyusudur. Yani bir hacim tanıma<br />
duyuşudur.<br />
- Tüm deri duyuları talamus tarafından algılanır. Fakat serebral korteksde<br />
yorumlanır.<br />
IŞITME DUYUSU<br />
• Ses, cisimlerin oluşturduğu uzunlamasına dalgalardır. Ses iletimini moleküllerin<br />
dalgalanması sağlar. Molekül yoksa ses iletilemez.<br />
• Sesi ileten cisimlerdeki molekül yoğunluğu arttıkça ses hızı artar. Ses havada<br />
340, suda 1415 m/sn. hızla ilerler.<br />
• Sesin frekans birimi hertz (hertz-Hz) şiddet birimi desibel (dB)dir.<br />
-Sesin perde (yükseklik), şiddet ve tını (kalite - tonu) olmak üzere 3<br />
özelliği vardır.<br />
• Sesin frekansı arttıkça ses tizleşir azaldıkça tizliği azalır.
69<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
I. Olfactorius<br />
(duyu)<br />
II. Optic<br />
(duyu)<br />
KRANIAL SINIRLER<br />
Sinir Orjin Dağılım Fonksiyon<br />
III. Oculomotorius<br />
(Motor)<br />
IV. Trochlearis<br />
(motor)<br />
V. Trigeminus<br />
Ophtalmicus<br />
(duyu)<br />
Maxillaris<br />
(duyu)<br />
Mandibularis<br />
(Karışık)<br />
VI. Abducens<br />
(motor)<br />
VII. Facialis<br />
(karışık)<br />
VIII.<br />
Vestibulocohlearis<br />
Cohlea<br />
(acusticus) (duyu<br />
Vestibularis<br />
(staticus)(duyu)<br />
9.<br />
Glossopharyngeus<br />
(Karışık)<br />
10.Vagus<br />
(karışık)<br />
11.Accessorius<br />
(Motor)<br />
12.Hypoglossus<br />
(motor)<br />
Burun mukozasında<br />
bulunan regioolfactoriadaki<br />
bipolar<br />
ganglion hücreleri<br />
Retinanın ganglion<br />
tabakasında bulunan<br />
multipolar ganglion<br />
hücreleri<br />
Mesencephalon<br />
Mesencephalon<br />
Başın ön kısmı ve<br />
gözler<br />
Bulbus olfactorius içerisinde<br />
mitral hücrelerde sonlanır.<br />
Süperior kollikulus ve<br />
talamusta lateral geniculatda<br />
sonlanır.<br />
Obliqus superior ve rectus<br />
lateralis kasları dışında gözün<br />
diğer dış kasları ve otonomik<br />
olarak ciliaris ve sphincter<br />
pupilla kasları<br />
Sadece obliqus süperior<br />
innervasyonu<br />
Başın ön kısmı ve gözler<br />
Koku alma<br />
Görme, lens ayarı ve pupil<br />
kontraksiyonu ile oluşan odaklama<br />
refleksinin afferentleri<br />
Göz hareketleri, pupil<br />
kontraksiyonu ve akomodasyon<br />
Göz hareketleri (Aşağı ve lateral)<br />
Kornea üst nazal kavite başın ön<br />
kısmı, kononktiva veya lakrimal<br />
bezden duyular taşır.<br />
Maksiller bölgesi Maksiller bölge Farinksin bazı bölümleri damak,<br />
nazal kavite mukozası, üst dişler<br />
, üst dudak ve yanak duyularını<br />
taşır.<br />
Duyu: Mandibular<br />
bölge<br />
Motor:Pons<br />
Caudal pons<br />
Pons<br />
Ganglion spirali<br />
Ganglion vestibuli<br />
Medulla Oblangata<br />
Medulla oblangata<br />
ve servikal spinal<br />
kord.<br />
Medulla oblangata,<br />
servikal spinal kord.<br />
Duyu: Mandibuler bölge<br />
Motor : Çiğneme kaslarını<br />
inerve eder.<br />
Rectus lateralis kasını inerve<br />
eder.<br />
Duyu:Tad tomurcuklarını iner<br />
ve çıkar.<br />
Motor: Yüzün mimik kaslarını<br />
ve otonomik olarak tükrük ve<br />
lakrimal bezleri inerve eder.<br />
İç kulak cohleası<br />
İç kulakta semisirküler<br />
kanallar, utrikulus ve sakkulus<br />
Duyu: Dilde arka üçte birin<br />
tad duyusu ve üst farinksin<br />
duyusunu taşır.<br />
Motor: Stylopharyngeus<br />
kasını inerve eder ve<br />
otonomik olarak parotid<br />
bezini stimüle eder.<br />
Kardiyovasküler, sindirim<br />
siste-mi, solunum sistemi<br />
düz kasları, kardiyak kaslar<br />
ve yumuşak damağın istemli<br />
kasları<br />
Sternokleidomastoid,<br />
trapezius ve larinks kasları<br />
Duyu : dil(tat harici) alt dişler alt<br />
çene ve derisinden duyular taşır.<br />
Motor: çiğneme<br />
Gözde abdüksiyon (lateral hareket)<br />
Duyu: Tat alma<br />
Motor: Tükrük ve gözyaşı salgısı<br />
yüzün mimik hareketleri<br />
Duyma<br />
Denge<br />
Tad duyusu ve dilin diğer duyuları<br />
Tükrük sekresyonu ve yutma<br />
Yutma, kan basıncı ve kan oksijen<br />
ve karbondioksit düzeylerini izler<br />
Ses düzenlemesi (larinks) kafa ve<br />
omuz hareketi<br />
Medulla oblangata Dil kasları Konuşurken ve yutarken oluşan dil<br />
hareketleri<br />
ID:02t008
70<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Şiddet kulak zarının cm 2 ’ne yapılan basınca bağlıdır. Üstün seslerin oluşturduğu<br />
özellik sesin tonudur.<br />
• Işitme ses dalgalarının iç kulaktaki reseptörlerde aksiyon potansiyeline<br />
dönüştürülüp ilgili beyin bölgelerinde algılanmasıdır.<br />
• Ses için eşik basınç 0.0002 dyn/cm 2 yani O (sıfır) desibeldir. Konuşma 40-60<br />
dB arası şiddetle algılanır. Insan kulağı 20-20.000 Hz’lik seslere hassastır.<br />
Yaşlandıkça işitme sınırlarında değişme olur. Alt sınır artar, üst sınır azalır.<br />
Kulak dış, orta ve iç kulak olarak 3 bölümden oluşur:<br />
Dış kulak: Aurikula ve meatus akustikus externus’dan oluşur. Aurikula ses<br />
toplama için önemli değildir. Ancak sesin kaynak ve lokalizasyonunu saptamak<br />
için önemlidir.<br />
- Iki kulağın uyarılma zamanları arasındaki fark 0.00003 sn’ye kadar<br />
olursa ses yönü tayin edilebilir. Bunun altındaki değerlerde ses her<br />
yerden geliyor gibi duyulur. Ses kaynağının ilik ile yaptığı açı 3° olana<br />
kadar sesin geldiği yön tayin edilebilir.<br />
Orta kulak: Kulak zarı ve kemikçiklerden oluşur.<br />
- Kulak zarındaki titreşim sırasıyla malleus, incus ve stapesden geçer ve<br />
bu sırada kaldıraç prensibi ile bir miktar amplifiye olur.<br />
- Kulak zarı 55 mm2dir. Oval pencere 3.5 mm2’dir. Bu nedenle ses<br />
burada 17 kat artar ve kemikçiklerle beraber toplam ses 20 kat<br />
amplifiye olmuş olur. Bu amplifikasyon 2000-3000 Hz arasında<br />
maksimumdur. 20 Hz altı ve 20.000 Hz üstünde amplifikasyon<br />
olmaz.<br />
- Östaki borusu timpan zarın iki tarafındaki basıncı eşitler.<br />
- Bu bölümdeki M. tensor timpani ve M.stapedius kasları ses şiddetini<br />
azaltır ve iç kulağı zararlı seslerden korur.<br />
Iç kulak iki kesimdir. Kemik labirent ve zar labirent. Zar labirent kemik<br />
labirentin içindedir. Zar labirent içinde K + dan zengin endolenfa, zar dışında<br />
Na ++ dan zengin perilenfa denen sıvılar vardır.<br />
- Kohlea 3 kısımdan oluşur. Ductus cochtearis, scala vestibuli (Vestibuler<br />
membran) ve scala timpani.<br />
• Scala vestibülü ve scala media arasında Reisner membranı vardır.<br />
• Scala media ve scala timpani arasında membrana bazillaris vardır. Içinde korti<br />
organını bulundurur.<br />
• Scala vestibuli ve scala timpani içinde perilenfa vardır.<br />
• Oval pencere scala vestibuli ile yuvarlak pencere scala timpani ile irtibatlıdır ve<br />
her ikiside zarla kapalıdırlar. Oval pencereye stapesin tabanı oturur.<br />
• Corti organı yukarıya doğru titreşirse siller limbustan uzaklaşır ve depolarizasyon<br />
olur. Depolarizasyonda K + kanalı açılır ve K + hücreye akar.<br />
• Korti organı aşağıya doğru titreşirse siller limbusa yaklaşır ve hiperpolarizasyon<br />
olur. Bu durumda K + kanalları kapanır ve tüylü hücre hiperpolarize olur.<br />
• Depolarizasyonda hücreye Ca ++ girer ve sinaptik salınımla afferent lifler uyarılır.<br />
Tek işitme siniri lifi tek bir tüylü hücreyi inerve eder.<br />
• Tüylü hücreler, iç tüylü hücre ve dış tüylü hücre diye ayrılır. Dış tüylü hücre sayısı<br />
çok daha fazladır. Yüksek frekanslı sesler baziller membranın bazalini, düşük<br />
frekanslı sesler baziller membranın apeksini titreştirir.
71<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Ses şiddeti ne kadar fazla olursa baziller membranın daha geniş kısmı uyarılır<br />
sonuçta sinir lifinde deşarj frekansı artar ve beyne giden uyarı artar. Bu yolla<br />
gelen ses şiddeti anlaşılabilir.<br />
• Iç kulağa ses 3 yolla gelir: Kemikçikler ile, orta kulaktaki hava ile ve kafa<br />
kemikleri ile.<br />
- En iyi işitme kemikçikler ile olur, buna fizyolojik yol denir.<br />
• Hava yolu ile iletimde, hava üzerinden iletim sağla dB’lik işitme kaybı<br />
olur.<br />
• Kafa kemikleri ile iletimde 40 dB ses kaybı olur, insan kendi sesini bu yolla<br />
duyar, bu iletimin kalitesi düşüktür.<br />
Sağırlık iki tiptir: Ileti tipi ve sinirsel tip;<br />
• Ileli tipinde, ortada ya da dış kulakta problem vardır. Tedavi edilebilir.<br />
Kemikçikle olan iletim normal, hava yolu ile olan iletim bozulmuştur.<br />
• Sinirsel tipte iç kulakta problem vardır. Reseptör yada işitme siniritide hasar<br />
vardır ve tedavisi zordur. Kemikçik yolu ile ve hava ile iletim yüksek frekanslı<br />
sesde arızalı ise baziller membranın tabanında sorun vardır.<br />
• Nistagmus: Dönüşün başlangıç ve bitişinde gözde görülen tipik sıçrama şeklinde<br />
ani harekete denir. Klinikte beyin sapı lezyonu bulunan hastalarda dinlenme<br />
anında da görülür.<br />
GÖRME DUYUSU<br />
• Göz intraembriyonel dönemde prozen cephalon’dan gelişir. (TUS-Eylül’96)<br />
• Işık belli sınırlar içindeki elektromagnetik radyasyon frekanslarıdır. Görülebilen<br />
ışık 400-800 A°’dur.<br />
• Göz; ışığı retinada toplayan kırıcı ortamlar, reseptörler ve beyne iletimden<br />
sorumlu sinirlerden oluşur.<br />
• Kırma birimi diyoptridir ve 1/f tir. Gözün odak noktası fovea centralistir. Göze<br />
6 metreden yakın gelen ışınlar dağılarak girer. 6m üstü mesafeden gelenler<br />
paralel girer. Paralel ışınlara sonsuz ışınlar denir.<br />
• Gözde kırma ortamları : Hava ile korneanın ön yüzü, korneanın arka yüzü<br />
ile aküoz humor, aküoz humor ile lensin ön yüzü, lensin arka yüzü ile corpus<br />
vitrozumdur. Gözde en kırıcı ortam hava ile kornea ön yüzü arası,<br />
yani korneadır. Kornea +40 dioptrilik kırma gücüne sahiptir (TUS-<br />
Nisan’91).<br />
• Gözün akomodasyonsuz kırma gücü +59 dioptridir. Buna statik kırılma<br />
denir.<br />
• Merceğin kırma gücü +12 Dioptridir. Lensin kırma kuvveti korneanın tersine<br />
ayarlanabilir ve bu işleme akomodasyon denir.<br />
• Mercek asıcı bağlarla asılmıştır ve bunlar merceği gergin tutar M. ciliaris bu<br />
bağların gerginliğini azaltır ve lensin kalınlaşmasına neden olur. M.ciliaris<br />
kasılınca lensin kırıcılığı artar.<br />
• Akomodosyondan sorumludur. Hipermetroplarda daha fazla akomodasyon<br />
olduğundan siliar kas bu kimselerde daha fazla gelişmiştir. Asıl akomodasyonu<br />
M.ciliaris’in dairesel lifleri yapar.<br />
• Akomodasyon; Gözün kırma gücünü değiştirmesine verilen isimdir. Dinamik<br />
kırılmada denir. 3 bileşeni vardır : Lensin kırma kuvvetinin artması, pupilla<br />
konstriksiyonu ve konverjans (gözlerin içe bakması)
72<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Tabaka<br />
Korneal epitel<br />
Bowman membran<br />
Stroma<br />
Decement membran<br />
Korneal endotel<br />
Özellik<br />
KORNEANIN TABAKALARI<br />
Korneanın ön yüzü(havayla temas eden) nonkeratinize çok katlı squamoz<br />
epitel. Birçok serbest sinir sonlanması yüksek regenerasyon kapasitesi<br />
bulunur.<br />
Bazal membrandır.<br />
Korneanın kalın tabakası kollagen Tip 3 ve 4 içerir.<br />
Bazal membrandır.<br />
Korneanın arka yüzü (akoz hümorale temas eder) Kornea ve aköz hümör<br />
arasındaki metabolik değişikliklere cevap verebilir. Tek katlı squamaz<br />
epitel.<br />
ID:03t055<br />
• Akomodasyon kuvveti çocukta +12 Dioptridir. Bu değer çocuklarda en fazladır<br />
ve yaşla azalır. Yani akomodasyonla maksimum +71 D kırma sağlanır.<br />
• Akomodasyon kuvveti en fazla 40-50 yaş arasında azalır.<br />
• Yakın nokta cismin net görülebildiği en yakın uzaklıktır. Yakın nokta 8 cm<br />
kadardır. Miyoplarda yakın nokta göze yakın hipermetroplarda uzaktır.<br />
• Uzak nokta gözün, cismi akomodasyonsuz görebildiği en uzak noktadır. Bu<br />
nokta gözden 6 m uzaktadır.<br />
AKOMODASYON VE KIRMA KUSURLARI<br />
Akomodasyon:<br />
• Cismin göze uzaklığı değiştiğinde görüntünün retinada kalması için gözün<br />
optik sisteminde oluşan değişikliklerdir.<br />
• Akomodaşyondan m. cjliaris sorumludur.<br />
Akomodasyonu sağlayan olayları başlatan uyarılar<br />
• Kromatik aberasyon<br />
• Her iki retinadaki görüntünün merkezi uyum durumu<br />
• Fovea çevresindeki net olmayan görüntünün merkezi uyum durumu<br />
• Lens kırılıcılığındaki spontan titreşimler<br />
Akomodosyonda rol olan olaylar: 1. Lensin kırıcılığının değiştirilmesi, 2.<br />
Göz eksenlerinin konverjansı, 3. Pupil çapının küçültülmesi<br />
Kırma kusurları:<br />
• Normal göze emetrop denilir.<br />
Miyop: Yakını görmenin net, uzaklığı görmenin bulanık olduğu durumdur.<br />
Lensin kırıcılığı artmış veya ön arka çapı uzamıştır (TUS-Nisan’02).<br />
Hipermetrop; Uzağı görmenin net, yakını görmenin bozuk olduğu<br />
durumdur. Lensin kırıcılığı azalmış yada göz küresinin ön arka çapı<br />
küçülmüştür.<br />
Prespiyopi; Akomodasyon gücünün yaşla beraber azalmasıdır. Lensin<br />
elastikiyetinin kaybetmesi sonucu oluşur. TUS<br />
Astigmatizma; Kornea veya lensin ya da her ikisinin birden yatay ve<br />
düşey düzlemlerdeki kırıcılığının farklı olmasıdır. Tedavisinde silindirik<br />
camlar kullanılır. (TUS-Eylül’96).
73<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
INSÜLİN SEKRESYONUNUN REGÜLASYONU<br />
Artmış insülin sekresyonunun nedenleri Insulin sekresyonunu azaltan faktörler<br />
Artmış kan glukozu<br />
Azalmış kan glukozu<br />
Artmış amino asitler (arjinin, lizin, lösin)<br />
Somatostatin<br />
Artmış yağ asitleri<br />
Nörepinefrin epinefrin<br />
Glukagon<br />
(alfa reseptörler)<br />
GIP<br />
Ach<br />
GH, kortizol<br />
ID:02t047<br />
Göz dibi<br />
• Göz dibinde iki önemli nokta vardır. Papila nervi optici ve macula lutea.<br />
Papille nervi opticiden göze giren çıkan damarlar geçer. Burada basil ve<br />
koni yoktur. O nedenle kör nokta denir.<br />
• Papilla nervi optici (optik disk)nin 3 mm temporalindeki maculla lutea (fovea<br />
sentralis) tir. Burası gözün net görme yeridir. Burada koni çok fazladır ancak<br />
basil yoktur ve gözdeki en büyük rezolüsyon alanı burasıdır. Optik disk<br />
ganglion hücrelerinin aksonlarının optik siniri oluşturmak üzere retinayı<br />
deldiği noktadır.<br />
• Retinada pigment hücreleri, reseptör hücreler, ganglion hücreleri, müller<br />
hücreleri ve lokal devre nöronları vardır.<br />
• Retinada horizantal hücrelerin aksonu “Rod” hücreleri ile sinaps yaparlar<br />
(TUS-Eylül’92).<br />
• Lokal devre nöronları horizontal hücreler ve amakrin hücrelerdir.<br />
• Müller hücresi bağ ve destek hücresidir.<br />
• Pigment hücreleri dağınık ışığı absorbe eder ve reseptör hücrelerden<br />
dökülen diskleri fagosite eder.<br />
• Optik retina, fotosensitif hücreler olan koni ve basillerden oluşan<br />
bir dış tabaka, koni ve basilleri gangliyon hücreleri ile birleştiren<br />
bipolar nöronlardan oluşan bir orta tabaka ve beyine aksonlarını<br />
gönderen ve dendritleri ile bipolar hücrelerle temas sağlayan<br />
ganglion hücrelerinden oluşan bir iç tabakadan meydana gelir.<br />
Koni ve basil tabakasıyla bipolar hücreler arasında sinapsların gerçekleştiği<br />
dış pleksiform ya da sinaptik tabaka bulunur. Bipolar hücreler ile ganglion<br />
hücreleri arasında sinapsların kurulduğu tabakaya ise iç pleksiform tabaka<br />
denir.<br />
Reseptör hücreler:<br />
• Basil ve koni olarak iki tiptir. Her iki hücrede çeşitli segmentlerden<br />
oluşmuştur. Dış segment, iç segment, hücrenin bedeni ve reseptör terminali<br />
bu kısımlardır. Iç segmentte mitokondri çok fazladır, hücre bedeninde<br />
çekirdek vardır ve sürekli yenilenir.<br />
Basiller düşük ışık şiddetine duyarlıdır ve gece görmeden sorumludur<br />
(TUS-Eylül’94).<br />
Koniler yüksek ışık şiddetine duyarlıdır ve gündüz görmeden<br />
sorumludur.<br />
Retinada basiller periferde koniler merkezdedir.
74<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Koniler üç tiptir:<br />
Kırmızı koniler en çok kırılan ışık olan kırmızıya duyarlıdır. Mavi koni en az<br />
kırılan ışık olan maviye duyarlıdır. Diğer koni ise yeşil konidir.<br />
• Karışık renkler bu üç koninin her birindeki algılamaya bağlıdır.<br />
• Alaca karanlığa adaptasyondan basil hücresi sorumludur. Bu hücre de rodopsin<br />
vardır ve rodopsin miktarı ne kadar artarsa gece o kadar iyi görülür. A vitamini<br />
eksikliğinde rodopsin sentezlenemez ve gece körlüğü (hemerotopi) oluşur.<br />
Görme elektrofizyolojisi (TUS-Nisan’96)<br />
• Reseptör hücrelerde –40 mV’luk istirahat potansiyeli vardır. Göze ışık<br />
düşünce 11 cis. Rodopsin fotoizomerize olur. Sonuçta oluşan metarodopsin<br />
II, transdusini uyarır. oda cGMP miktarında düşmeye neden olur. Na+<br />
kanalları kapanır ve hücre hiperpolarize olur.<br />
• Reseptör üzerinde ışık olmazsa reseptör hücresi depolarize olur ve inhibitör<br />
nörotransmitter salınır, sonuçta bipolar ganglion hücresi inhibe olur.<br />
• Reseptör hücrelerde –40 mV’luk istirahat potan-siyeli vardır. Göze ışık<br />
düşünce 11 cis. Rodopsin fotoizomerize olur. Sonuçta oluşan metarodopsin<br />
II, transdusini uyarır transdusinde fosfodiesteraz enzimini aktive eder<br />
sonuçta cGMP miktarında düşmeye neden olur. Na+ kanalları kapanır ve<br />
hücre hiperpolarize olur. Sonuçta; sinaptik transmitter salınımında azalma<br />
ve bipolar hücreler ile diğer nöral elemanlarda yanıt oluşturur. TUS<br />
• Reseptör üzerinde ışık olmazsa reseptör hücresi depolarize olur ve inhibitör<br />
nörotransmitter salınır, sonuçta bipolar ganglion hücresi inhibe olur.<br />
• Ganglion hücresi reseptif olanları on-merkez, off-çevre ve off-merkez<br />
on-çevre organizasyonuna sahiptir. On olan kısımlar ganglion hücrelerini<br />
eksite, off olan kısımlar ganglion hücrelerini inhibe eder.<br />
• Ganglion hücresi aksonları optik siniri yapar. Optik sinirde nazal bölgeden<br />
gelen lifler kiazma opticumda çarplazlaşır. Daha sonra traktus opticus ile<br />
iletim devam eder. Iletilen uyarılar beyinde 17.-18.-19. merkezlerde<br />
yorumlanır.<br />
Art görüntü:Cisim uzaklaşmış olsada görüntünün kısa bir süre devam<br />
etmesine denir. Aynı renk ve aydınlıkta ise pozitif art görüntü, farklı aydınlık<br />
ve renkte ise negatif art görüntü denir.<br />
Skotopik görme: Karanlıkta önce hiçbir şey görülmez. Daha sonra önce koni<br />
ardından basiller adapte olarak bir miktar görmeyi sağlar.<br />
• Görme yeteneğinin olmadığı retina bölgesine skotom denir. Kör<br />
nokta fizyolojik skotomdur. Skotom görmeyi engelleyebilir ya da<br />
engellemeyebilir.<br />
Görme alanı: Göz bir noktaya sabitlendiğinde görebildiği alanlarıdır.<br />
Görme keskinliği: Iki noktayı birbirinden ayrı, net olarak görebilme<br />
yeteneğidir.<br />
TAD DUYUSU<br />
• Tad organik yada inorganik maddelerin tadla ilgili kemoreseptörleri<br />
uyarmasıdır.<br />
• Tad duyusu esas olarak dildeki papillalarda yerleşmiş reseptörlerle alınır. Dil<br />
haricinde farinks, yanak, damak gibi yapılarda da reseptörler vardır. Reseptörler
75<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
hangi yolla uyarılırsa uyarılsın tad oluşur. Yani uyaran maddenin ağız yoluyla<br />
alımı şart değildir. Kandaki maddelerde reseptörleri uyarabilir.<br />
• Tad duyusu reseptörleri nöron uçları değildir.<br />
4 primer tad duyusu vardır:<br />
1. Tatlı: Şeker, glikol, aldehit, keton ve ester gibi maddelerle oluşur. Tatlı<br />
uyarana en duyarlı yer dilin ucudur. Berilyum ve kurşunda tatlı duyusu<br />
verir.<br />
2. Tuzlu: Iyonize tuzlardaki katyonlarla oluşturulur. Dilin ön-yan, ön-üst<br />
kısımları tuzlu tada en duyarlı yerlerdir.<br />
3. Acı: Alkaloidler ve uzun zincirli organik maddelerle oluşur. Genelde bunlar<br />
kinin, striknin ve nikotin gibi vücuda zararlı maddeler olduğundan acı<br />
duyusunun eşiği düşüktür. Dil köküne yakın kısımlarda en iyi alınır.<br />
4. Ekşi: Zayıf ya da kuvvetli asitlerle oluşur. Maddenin H+ iyonu verme<br />
yeteneği ve süresine bağlıdır. Bu tada en duyarlı kısımlar dilin arka<br />
ve yan kısımlarıdır.<br />
• Eşik, bir tadın farkedilebildiği en düşük madde konsantrasyonudur. Tad<br />
reseptörlerinin sürekli uyarılması ile adaptasyon olur ve tad alınmaz.<br />
• Tad duyusu reseptörleri papillalar ve tad tomurcuklarıdır.<br />
4 tip papilla vardır:<br />
2/3 ön kısmının tad duyusunu Nervus fasialis (CN 7), 1/3 arkasının tad<br />
duyusunu N. glossofaringeus (CN 9), en arka kısımlar ve yutağın tad<br />
duyusunu N.vagus(CN 10) alır. TUS<br />
Tad duyusu nükteus solitaryusda sonlanır.<br />
• Tad duyulannın dağılımı bebeklerde farklıdır. Süt emen bebeklerde dilin üst<br />
orta kısımları reseptörlerden yoğundur.<br />
• Tad körlüğü tad duyusunun alınamamasıdır. Tiyoürelerde bu duruma sık<br />
rastlanır.<br />
• Yine kaptopril ve penisilamin geçici tad duyusu kaybına yol açar.<br />
Agösia : Tad duyusunun yokluğudur.<br />
Hipogösia : Tad duyarlılığında azalmasıdır.<br />
Disgösia : Tad duyusunun bozulmasıdır.<br />
• Lezzet; tat, koku duyulan hatta dokunma duyusu ve sıcaklıkla oluşan bir<br />
duygudur.<br />
KOKU DUYUSU<br />
• Koku duyusu area olfaktoryadaki reseptörlerle algılanır. Burası üst<br />
meatustadır. Normal nefes alırken buraya hava çok az gider. O nedenle koku<br />
alabilmek için daha kuvvetli inspirasyon yapılmalıdır.<br />
• Koku bölgesi koku reseptör hücreleri, destek hücreleri ve bazal hücrelerden<br />
oluşur. Bunların üzerini mukus tabakası örter. Koku oluşması için koku veren<br />
madde mukus tabakasında çözünmelidir.<br />
• Reseptör koku hücreleri bipolar nöronlardır ve dentriti yüzeyde düğme şeklinde<br />
sonlanır.<br />
• Reseptör koku hücreleri, bölünüp çoğalan tek sinir hücreleridir.<br />
• Koku reseptör hücresi farklı kokuları alabilir. Yani kokulara özel reseptör<br />
yoktur.
76<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Kadınlarda koku duyusu daha kuvvetlidir.<br />
• Koku madde reseptörüne bağlanınca G proteini aktive olur ve intraselüler<br />
cAMP artar, bu da hücrede depolarizasyon yapar. Bu depolarizasyon reseptör<br />
potansiyelini oluşturur.<br />
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ<br />
Omurilik<br />
• Beyinden perifere ve periferden beyne uyarıların geçişini sağlayan özelleşmiş<br />
yapıdır. Yapısında afferent nöron- gama motor nöron aksonları, motor<br />
nöronlar ve inhibitör nöronlar bulunur. Motor nöronlar motor üniteleri<br />
oluştururlar.<br />
• Bir motor nöron uyarıldığında bu motor nöronun inerve ettiği tüm kas lifleri<br />
yani motor ünite faliyete başlar.<br />
• Önce küçük motor üniteler harekete geçer. Büyük kuvvetler için büyük<br />
motor üniteler, süreklilik isteyen işler için yorulmaya dirençli liflerden oluşan<br />
motor üniteler çalıştırılır.<br />
• Merkezi sinir sisteminde bulunan hücreler:<br />
- Astrositler: MSS’deki hasardan sonra prolifere olurlar ve skar dokusu<br />
oluştururlar.<br />
Hücre tipi<br />
Nöroglia<br />
Astrosit<br />
Oligodendrosit<br />
Mikroglial hücre<br />
Ependimal hücre<br />
Periferal glial hücreler<br />
Satellit (uydu) hücre<br />
(kapsül hücresi)<br />
Nörolemmosit<br />
(Nörolemma hücresi)<br />
BAĞ DOKUSU HÜCRELERİNİN FONKSİYONLARI<br />
Tanımlama ve fonksiyon<br />
Santral sinir sistemi ile ilişkili hücrelerdir. İletim yapmazlar. Koruyucu, destekleyici<br />
besleyici hücreleridir.<br />
En büyük, sayı olarak da en çok bulunan, yıldızvari saçaksı uzantıları bulunan<br />
hücreleridir. Nöronların beslenmesini sağlar; Ekstrasellüler sıvının kimyasal<br />
konsantrasyonunun devamlılığını sağlar. Yapısal destek görevi görür.<br />
Kapillerlerden sinir dokusuna madde transportunun regülasyonuna yardım eder.<br />
Göreceli olarak küçüktür. Pek çok dallı uzantıları vardır. SSS’nin hem gri<br />
hem ak maddesinde bulunur. Nörolemmosite benzer. Sinir liflerinin myelin<br />
kılıf segmentlerini (intermodlar) üretir (her bir uzantı bir intermodal segment<br />
oluşturur.) Destekleyici bir iskelet görevi gören nöronların beslenmesini sağlar.<br />
En küçük glial hücredir. Genellikle nöronların aralarında ve kan damarları<br />
boyunca bulunur. Bir tür makrofajdır. Gerçek glial hücre değildir. Hasar görmüş<br />
nöronlardaki düzensiz kalıntıları temizler<br />
Elonge, uzun hücrelerdir. Beyin ventriküllerini ve spinal kanalın santralini döşeyen<br />
tek bir katmandır. Embriyonik gelişme sırasında nöral tübün içteki membranının<br />
oluşumuna yardım eder. Serebrospinal sıvıyı üretir.<br />
Periferik sinir sisteminin destek hücreleridir. Çeşitli kılıf tipleri temin eder.<br />
periferik sinir sistemi hücrelerinin beslenmesi, korunması ve desteklenmesini<br />
sağlar<br />
Nörolemosit ile aynı yapıdadır. Periferik ganglionların hücre gövdelerinin etrafını<br />
sarar ve bunları bağ dokusu iskeletinden ayırır.<br />
Düz, yassı bir hücredir. Sinir liflerinin arasında tek tabaka halindedir. Periferik<br />
sinir liflerinin myelin kılıfını üretir. Hem myelinli hem myelinsiz lifleri bağlantılıdır.<br />
ID:03t063
77<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Oligodendroglialar: MSS’de myelin yapımından sorumludurlar.<br />
- Mikroglialar: Beyin hasarında debrisin fagositozundan sorumlu beyin<br />
makrofajlarıdır. (TUS-Nisan’03)<br />
- Ependim hücreleri: MSS’de iç boşlukları (ventriküller ve spinal kordu<br />
döşer)<br />
SEREBRAL KORTEKS<br />
• Birçok duyunun alındığı ve gerekli emirlerin verildiği kompleks bir yapıdır.<br />
Motor korteksi<br />
• Gyrus presantralisde primer motor alan vardır. Istemli hareketler burada<br />
kontrol edilir (TUS-Nisan’93). Burası Brodman’ın 4 nolu sahasıdır.<br />
Bütün vücut burada temsil edilir. Burada Betz’in dev hücreleri vardır. Bunun<br />
önünde 6 nolu alan vardır. Bununda önünde gözle ilgili 8 nolu alan vardır.<br />
Premotor kortex ve suplementer motor korteks Brodman’n 6 nolu<br />
alanındadır.<br />
• Motor korteks kontrlateral inervasyon yapar. Yani sol hemisfer vücudun<br />
sağını sağ hemisfer vücudun solunu kontrol eder.<br />
• Motor kortex “motor homonculus” denen özel bir düzende yerleşmiştir.<br />
• Kortikospinal yola piramidal yol denir ve medulla spinalise gider. Yolu<br />
üzerinde dallar verir böylece serebellum, beyin sapı ve bazal ganglionlara<br />
bilgi verilir.<br />
• Kortikospinal traktustaki liflerin %90'ı decussatio pramidarumda çapraz<br />
yaparak traktus kortikospinalis lateralis’i yapar. Çaprazlaşmayan lifler ise<br />
traktus kortikospinalis ventralisi oluşturur ancak bu liflerde ilgili<br />
segmentte çaprazlaşır.<br />
• Motor kortekste en büyük yeri eller kaplar.<br />
Duyu korteksi<br />
• Somatik duysal alan-1 gyrus postsantralisde yerleşmiş Brodmanın<br />
3-1-2 sahalarıdır. Lezyonunda topognozis duyusu ve steregnozis duyusu<br />
gibi duyular kaybolur.TUS<br />
• Somatik duysal alan-2 somatik duysal alan-Tin arka altında lokalizedir,<br />
fonksiyonu tam bilinmemektedir.<br />
Tabaka İsim İçerik<br />
SEREBELLAR CORTEXİN HÜCRE YAPISI<br />
I Moleküler Basket hücreler, stellat hücreler Purkinje hücrelerinin dentritleri golgi<br />
hücrelerinin dentritleri, granüle hücrelerin (paralel lifler)<br />
II Purkinje Purkinje hücre gövdeleri<br />
III Granüler Golgi hücrelerinin soma ve aksonları Granüler hücrelerin soma ve aksonları<br />
Kortexden intra serebellar nukleus inhibitör sinyal taşıyan purkinje<br />
hücrelerinin axonları, Cerebellar glomerulus<br />
ID:03t059
78<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Alan 5-7 somatik duyuların asosyasyon alanlarıdır ve lezyonunda<br />
amorfosentez denen algının yarısının kaybolması oluşur. Yani kişi<br />
vücudunun ve cisimlerin şekillerinin yarısını algılayamaz.<br />
• Gyrus postsantralis lezyonunda ısı farklılıkları, ağırlık farklılıklarının<br />
ayrımı ve vücut bölümlerinin birbirine göre konumunun algılanması<br />
kaybolur.<br />
• Duyu korteksinde vücut bölgelerinin temsiline “duyu homonculus” denir.<br />
Yüz ve parmaklar özellikle baş parmak, duyu korteksinde en fazla temsil<br />
edilen vücut bölümleridir.<br />
KAN-BEYİN BARİYERİ VE BEYİN OMURİLİK SIVISI (BOS)<br />
A. Kan-beyin bariyeri anatomisi<br />
• Serebral kapillerler ile beyin omurilik sıvısı arasındaki bariyerdir. BOS<br />
ventrikülleri ve subaraknoid aralığı doldurur.<br />
• Serebral kapillerleri endotel hücreleri ve koroid pleksus epitelinden<br />
oluşmuştur.<br />
B.Koroid pleksus epiteli tarafından BOS yapımı (TUS-Nisan’98)<br />
• Yağda çözünen maddeler (CO2 ve 02) ve H2O kan beyin bariyerinden<br />
rahatça geçer ve kan ve BOS arasında denge halindedir.<br />
• Diğer maddeler koroid pleksus epitelindeki taşıyıcılarla taşınır. Kandan<br />
BOS’a salınır ve BOS’dan kana absorbe edilir.<br />
• BOS içeriği beyin interstisyel sıvısı ile hemen hemen aynıdır. Fakat kandan<br />
belirgin olarak farklıdır.<br />
• BOS değeri kan değerine eşit olanlar: Na, Cl, HCO, Osmolarite<br />
* BOS değeri kan değerinden düşük olanlar: K, Ca, Glukoz, Kolesterol<br />
(Çok düşük), Protein (Çok düşük),<br />
BOS değeri kandan yüksek olanlar; Mg, kreatinin<br />
Protein değeri ihmal edilebilir derecede düşük olduğu için BOS osmotik<br />
basıncıda kandan önemli ölçüde düşüktür. BOS değeri kan değerine<br />
eşit olan ise osmolaritedir.<br />
C. Kan-beyin bariyeri fonksiyonları<br />
• SSS’deki nöronlar için dengede bir ortam sağlar ve beyini endojen ve<br />
eksojen toksinlere karşı korur.<br />
• SSS’deki nörotransmitterlerin fonksiyonel bölgelerinden genel dolaşıma<br />
kaçışını önler.<br />
• Ilaçlar çeşitli derecelerde kan-beyin bariyerini geçerler. Örneğin, noniyonize<br />
(yağda çözünen) ilaçların geçişi iyonize (suda çözünen) ilaçlardan<br />
daha fazladır.<br />
• Inflamasyon, radyasyon ve tümörler kan-beyin bariyerini bozabilir ve<br />
normalde geçemeyecek bazı zararlı maddelerin bariyerden geçmesine<br />
neden olurlar (örn. bazı antibiyotikler ve radyoaktif işaretli maddeler)<br />
Beyin Sapı; Beyin sapı; mezensefalon, pons ve bulbus’tan oluşur. Vazomotor<br />
merkez, solunum merkezi, uyku-uyanıklık, denge gibi birçok fonksiyonda rol<br />
alır. Beyin sapı refleks, iletim olaylarında da görev alır. Kraniyal sinirler bu<br />
bölümden çıkan sinirlerdir.
79<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Retiküler formasyon ve vestibüler sistemde beyin sapındadır.<br />
Retiküler formasyon: Beyin ve periferle birçok bağlantısı olan bir sistemdir.<br />
Tonus düzenlenmesi, durum ve dengenin kontrolü, stereotipik davranışlarda<br />
görev alır. Bulboretiküler fasilitör alan antigravite kaslarında tonus artışı yapar.<br />
Bulboretiküler inhibitör alan tonusu azaltır. Bu iki sistem beraber çalışarak<br />
tonusu düzenlemede rol alır.<br />
• Vestibüler çekirdek üstünden kesi yapılırsa fasilatör alan fonksiyon dışı<br />
kalarak tonus artışı olur. Pons üzerinden yapılan keside inhibitör alan<br />
fonksiyon dışı kalır ve deserebrasyon katılığı otur.<br />
• Beyin sapında asendan retiküler aktive edici sistem vardır, bu sistem<br />
dikkat ve uyanıklıktan sorumludur.<br />
HİPOTALAMUSUN KONTROL MERKEZLERİ VE<br />
FONKSİYONLARI (TUS-Eylül’93)<br />
Posterier hipotalamus: Kan basıncının artması, pupiller dilatasyon, titreme<br />
Dorsomedial çekirdek: Gastrointestinal uyarma<br />
Perifornikal çekirdek: Acıkma, kan basıncının artması, hiddet<br />
Ventromedial çekirdek: Doyma, nöroendokrin kontrol (TUS-Eylül’02). Harabiyetinde<br />
şişmanlık görülür (TUS-Nisan’01).<br />
Mamiller cisim: Beslenme refleksleri<br />
Lateral hipotalamik alan: Susama ve acıkma TUS<br />
Paraventriküler alan: Oksitosin salgılanması, su tutulması<br />
Medial preoptik alan: Idrar kesesinin kasılması kalp hızının azalması, kan basıncının<br />
düşmesi<br />
Supraoptik çekirdek: Vasopressin salgılanması Posterior preoptik ve anterior<br />
hipotalamik alan Vücut ısısının düzenlenmesi, soluma, terleme ve trotropin<br />
inhibisyonu<br />
BAZAL GANGLIONLAR<br />
• Nükleus kaudatus, putamen, globus pallidus, nükleus subtalamikus ve substantia<br />
nigradan oluşur.<br />
• Nükleus kaudatus ve putamen’in beraber oluşturduğu yapıya striatum denir.<br />
• Bazal ganglionlar motor merkezlerin fonksiyonlarına yardımcı olur.<br />
• Bazal ganglionların girişi Striatum, çıkışı substansia nigra ve globus<br />
pallidustur.<br />
• Subtalamik nükleus lezyonunda ballismus olur. Tek taraflı olursa lezyonun<br />
karşı tarafından olur ve buna hemiballismus denir, irade dışı basılmalardır.<br />
• Corpus striatum lezyonunda atetozis oluşur. Distoni ve Huntington koreside<br />
bu bölümle ilgili bozukluklardır.<br />
• Substantia nigra lezyonları parkinsona neden olur. Parkinson hastalığı rijidite,<br />
hipokinezi ve tremorla karakterizedir.<br />
- Rijidite tüm kaslardaki sertliktir. O nedenle dişli çark benzeri hareket<br />
oluşur.
80<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Hipokinezi, iskelet kaslarındaki istemli hareketlerde azalmadır.<br />
- Tremor bazal ganglion lezyonlarında istirahat sırasında oluşur. Uykuda<br />
kaybolur. Tek ritmik olan hareket bozukluğudur.<br />
BAZAL GANGLIONLAR - HAREKET KONTROLÜ<br />
Bazal ganglionlar-Hareket kontrolü<br />
• Striatum globus pallidus, subtalamik nükleus ve substansia nigradan<br />
oluşur.<br />
• Ince hareketleri planlamak ve yapmak için motor kortekse olan talamik<br />
akımı ayarlar.<br />
• Çok sayıdaki sinaptik bağlantı inhibitördür ve nörotransmitter olarak<br />
GABA’yı kullanılır.<br />
Bazal ganglion lezyonları:<br />
• Globus pallidus lezyonu<br />
• Postural dengeyi korumada yeteneksizlikle sonuçlanır.<br />
• Subtalamik nükleus lezyonu<br />
• Karşı taraftaki inhibisyon ortadan kalkar.<br />
• Vahşi, yıkıcı hareketlerle sonuçlanır. (Örnek; hemiballis-mus)<br />
• Striatum lezyonu<br />
• Inhibisyonu ortadan kalkması ile oluşur<br />
• Hızlı, devamlı, kontrol edilemeyen hareketlere neden olur<br />
• Huntington hastalığına sahip kişilerde görülür.<br />
• Substantia nigra lezyonları<br />
• Dopaminerjik nöronların yıkımına bağlıdır.<br />
• Dopamin eksitatör nörotransmitter olduğu için striatumdan globus pallidusa<br />
kadar olan yollarda artmış inhibitör aktivite görülür.<br />
• Semptomları kurşun-boru rijiditesi, tremor ve istemli hareketlerde<br />
yavaşlamadır (TUS-Nisan’98, Eylül’00).<br />
• Parkinson hastalığında görülür.<br />
SEREBELLUM<br />
• Iki hemisfer ve ortada vermis parçasından oluşur. Me-dulla ve korteks olarak iki<br />
fonksiyonel yapısı vardır. Korteksi dıştan içe moleküler tabaka, purkinje hücre<br />
tabakası ve granüler hücre tabakası oluşturur.<br />
• Beyincik iki fissür ile üç loba ayrılır.<br />
• Anterior lob omurilikten bilgi alır ve paleocerebellum’ da denir.<br />
• Posterior lob omurilik ve beyinden bilgi alır ve en son gelişmiş olan lobdur.<br />
Neocerebellum’da denir.<br />
• Flocculonodular lob vestibüler çekirdeklerle bağlantılıdır ve en önce gelişmiş<br />
olan lobdur (TUS-Nisan’00). Archicerebellum’da denir. Özellikle postür ve<br />
denge için gereklidir. Harabiyetinde denge kaybı ve ataksi oluşur (TUS-<br />
Nisan’96).<br />
• Serebelluma eksite edici uyarılar yosunsu lifler ve tırmanıcı liflerle gelir. Purkinje<br />
hücreleri, sepet hücreler, yıldız hücreler ve golgi hücrelerinin hepsi inhibitör<br />
nöronlardır.
81<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Serebellumda 4 çekirdek vardır: nükleus emboliformis, nükleus dentatus,<br />
nükleus globossus ve nükleus fastigi.<br />
• Serebelluma beyinden ve periferden bilgi gelir, bu yolla beynin istediği hareketin<br />
ne derece yapıldığı hakkında bilgi edinilir.<br />
• Bazal ganglionlar gibi serebellumda direk motor hareket oluşturamaz ancak<br />
bunun düzenli yapılmasında rol alır. O nedenle serebellum lezyonlarında motor<br />
hareket kaybolmaz ancak önemli bozukluklar oluşur.<br />
Neoserebellum lezyonlarında disartri, dismetri, intensiyonel tremor ve<br />
disdiadokokinezi oluşur.<br />
- Disartride konuşma bozulur.<br />
- Dismetride hareketin ne kadar yapılacağı kestirilemez. Hastaya burnunun<br />
ucunu göstermesi istendiğinde bunu bir dokunuşta yapamaz.<br />
Intensiyonel tremor: Hareket esnasında oluşan tremordur. TUS<br />
Disdiadokokinezi: ardı sıra hareketleri yapmadaki bozukluktur.<br />
EXTRAPIRAMIDIAL SISTEM<br />
• Beynin kortikal merkezlerinin emri altında irade dışı hareketler oluşturabilen<br />
sistemdir. Beynin kortrolünde olduğundan istenildiğinde bu sistem durdurulabilir.<br />
Insanda yardımcı motor sistemidir.<br />
• Lezyonlar ağırdır ve spastisiteye neden olur.<br />
LIMBIK SISTEM<br />
• Limbik sistem, serebral hilus çevresinde yer alan bir kortikal doku katlantısından<br />
oluşur, limbik sistemde, cigulate gyrus, hippokampal gyrus, uncus,<br />
amigdala nükleus, hippokampüs ve septat nükleus yer alır.<br />
• Limbik sistemin bazı bölgelerinin uyarılmasında otonom sinir sistemine ait<br />
reaksiyonlar görülür. Otonom sinirlerin idare merkezi olan hipotalamus<br />
limbik sistemin bir parçasıdır.<br />
• Amigdala nükleusu tahrip edilirse yenebilir ve yenmez şeylerin ayırt edilmesi<br />
bozulur.<br />
• Kızma hiddet reaksiyonları, savunma reaksiyonu gyrus cinguli’nin uyarılması<br />
ile meydana gelir.<br />
• Amigdala ve septum nukleusların uyarılması ödüllendirilmiş bir davranış, diğer<br />
bazı bölgelerin uyarılması ise cezalandırılmıştır.<br />
Limbik sistemin esas fonksiyonları (TUS-Eylül’97):<br />
- Şahsın varlığını sürdürebilmesi için gerekli davranışları idare etmek<br />
- Şahsın türünün devamını sağlama ile ilgili davranış-ları idare etmek<br />
- Yukarıdaki davranışlarla ilgili iç organların aktivite-lerini ayarlamak<br />
- Kluver - Bucy Sendromu: Bilateral amigdalektomi sonucu ortaya çıkan<br />
obje incelemeye yönelik aşırı merak, korkuda azalma, agresyonda azalma<br />
omnifazi ve hiperseksüalite görülmesidir.<br />
UYKU UYANIKLIK VE BILINÇ<br />
• Uyanıklığı sağlayan asendan retiküler aktive edici sistem (ARAS)dir.
82<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Uyku REM uykusu ve yavaş dalga uykusu diye ikiye ayrılır. REM uykusundan<br />
pons ve retiküler formasyondaki bazı çekirdekler (locus cerelous), yavaş dalga<br />
uykusundan bulbustaki nukleus raphe sorumludur burada nörotransmitter olarak<br />
seratonin kullanılır.<br />
• Uykuda bilinç açık değildir. Ancak yeterli uyaranla bilinç yerine gelir. Uyku<br />
sırasında beyin aktiviteleri azalmıştır. Kalp hızı, metabolik hız, kan basıncı,<br />
kas tonusu, solunum hızı ve vücut ısısı azalır. Somatik refleksler ve<br />
postural refleksler kaybolur. Bunlara rağmen uykuda beyin oksijen<br />
tüketimi uyanıkken olan tüketime eşittir.<br />
• Yavaş dalga uykusu ilk önce uykuya dalındığında oluşan uykudur. Buna non-<br />
REM uykuda denir. Hafif uyku, orta uyku ve derin uyku bölümleri vardır.<br />
• Hızlı dalga uykusuna REM uykusuda denir. Beynin aktivitesi uyanıkmış gibi<br />
fazladır. O nedenle paradoks uyku da denir. Gözde hızlı hareketler görülür.<br />
REM’de kişi zor uyandırılır ve bu dönemde kas tonusu düşüktür.<br />
- Uyku ilk önce yavaş dalga uykusundan başlar, gittikçe derinleşir sonra<br />
tekrar hafifler ve REM’e geçilir. 90 dakikalık aralarla REM ve non REM<br />
uykusu birbirini takip eder. Ancak siklus devam ettiği sürece REM süresi<br />
artar non REM süresi kısalır.<br />
- REM uykusunda rüya görülür o nedenle rüya uykusu denir.<br />
- Yaşla uyku ihtiyacı azalır. Bebek ve çocuklarda azalma REM uykusunda,<br />
gençlerde ise derin uykudadır.<br />
Bilinç Bozuklukları<br />
Bayılma bilincin geçici kaybıdır.<br />
Stupor bilincin azaldığı ancak geri dönebilen yarı uyku halidir.<br />
Koma: Sürekli uyku durumudur, hiçbir uyanıklık belirtisi yoktur. Ayrıca beynin<br />
O 2<br />
tüketimi azalmıştır.<br />
Asendan retiküler aktive edici sistem ve talamus ilişkisini önleyen bozukluklarda<br />
oluşur.<br />
Beyin ölümü: Geri dönüşsüz olarak bilincin kaybıdır. 6-12 saat beyin sapı;<br />
fonksiyonları ve beyin EEG aktivitesinin kaybıdır.<br />
EEG<br />
• Beynin elektriksel aktivitesinin kaydıdır. Elektriksel aktivitenin asıl<br />
kaynağı piramidal hücrelerdir. Beyin yüzeyinde dendrit fazladır.<br />
Dentritlerdeki lokal potansiyellerle dendrit-hücre gövdesi arası dipol<br />
EEG’nin kaynağıdır.<br />
• Beyin aktivitesi arttıkça dalgaların amplitüdü azalır, frekansı artar.<br />
• Alfa dalgaları: Sakin istirahat halinde iken görülür. Ritmik düzenli<br />
senkronize bir dalgadır. Bu istirahattaki kişi aniden gözlerini açarsa frekans<br />
artar ve amplitüd düşer, ritm bozulur buna alfa blok denir.<br />
• Beta dalgaları: Asenkron düşük amplitüdlü ve yüksek frekanslı dalgalardır.<br />
Uyanıkken oluşur ve beynin aktif olduğunu gösterir.<br />
• Beta dalgaları: Erişkinlerde gözler kapalı dinlenme durumunda da görülür<br />
(TUS-Nisan’97).<br />
• Teta dalgaları: Alfa dalgalarına göre düşük-frekanslı ve yüksek amplitüdlü<br />
dalgalardır. Orta derinlikte uykuda özelliklede çocuklarda görülür.
83<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Delta dalgaları: Teta dalgalarına göre yüksek amplitüdlü ve düşük<br />
frekanslıdır. Non REM uykusunun derin uyku döneminde, süt çocuğunda<br />
ve ciddi beyin hasarında görülür.<br />
• Betz'in dev hücreleri motor kortekste bulunur.<br />
• Hering cisimleri hipofizdedid.<br />
• Kastrasyon hücreleri hipofizdedir.
84<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
KALP DAMAR SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />
KALP ELEKTROFIZYOLOJISI<br />
• Endokard, myokard ve epikarddan oluşur. Endokard en içte endotelden<br />
oluşmuştur ve yüzeyi kaygandır. Myokard kas tabakasıdır. Perikard kalbi<br />
saran zardır; kalbin bulunduğu yerde kalmasını, sürtünmenin zararlı etkisinin<br />
kalkmasını sağlar. Kalp atımından akciğerleri korur, kalbin dilatasyonuna engel<br />
olur.<br />
• Kalp kası: Oval merkezi çekirdek içerir, çizgili yapıdadır. Sarkoplazmik<br />
retikulumu az gelişmiştir, T tübülleri diadlardan oluşur ve daha iyi gelişmiştir.<br />
Her sarkomerde tek bir tübüler sistem vardır. Z çizgisinde bol miktarda<br />
gap junction içeren intrakaler diskler vardır ve burada elektriksel direnç<br />
düşmüştür. Bu yapılar ile depolarizasyon çevreye iletilir. Yani kalp fonksiyonel<br />
bir sinsityumdur, hep ya da hiç yasasına uyar.<br />
• Kalp kasında kendi kendine uyarı doğuran pacemaker hücreler vardır.<br />
Myokard sadece aerobik çalışır, aksiyon potansiyeli süresi ile refrakter peryodu<br />
uzundur.<br />
• Kalp kasının 4 fizyolojık özelliği: Batmotrop (uyarılabilme), inotrop (kasılma),<br />
kronotrop (kendini uyarma), dromotrop (iletme)<br />
Aksiyon potansiyelinin 5 devresi vardır:<br />
Sıfır devresi: Depolarizasyon hızlı Na+ kanalları ile oluşur. Yavaş<br />
potansiyellerde ise Ca ile oluşur. Sıfır devresi en kısa süren devredir.<br />
1 Devresi: Na kanallarının kapanması ve K kanallarının açılması ile yavaş<br />
repolarizasyon olur.<br />
2 Devresi: K iletiminin ve Ca++ geçirgenliğinin artması ile olur. Aksiyon<br />
potansiyelinde plato dönemini oluşturur. Aksiyon potansiyelinin en uzun<br />
süren devresidir.<br />
3 Devresi: Hızlı K kanallarının açılması, hücre içine Ca ve Na+ akışının<br />
azalması ile oluşan hızlı repolarizasyondur.<br />
4 Devresi: Istirahat potansiyelidir.<br />
ILETIM SISTEMI<br />
• Sinoatrial nod ve atriyoventriküler nod gibi pacemaker hücrelerde istirahat<br />
potansiyeli -50 mV değerindedir.<br />
• Bunlarda 4. devrede yavaş bir depolarizasyon olur ve eşik değere ulaşınca hızlı<br />
depolarizasyon olur. Ilk eşik değerine ulaşan hücre pacemaker hücredir. Sinotrial<br />
nodun otomasitesi daha fazla olduğundan burası genellikle kalpte uyarının<br />
çıkış yeridir. Sinoatrial noddan uyarının çıkmaması ektopik pacemakerlerden<br />
uyarıların çıkmasına neden olur.<br />
• Sinootrial noddan çıkan uyarı sayısını bazı hormonlar, metabolik olaylar ve<br />
otonom sinir sistemi etkiler. Sinoatrial nodun aksiyon potansiyelinde faz<br />
1 ve 2 yoktur.<br />
• Sinoatrial nod sağ atriumda sulkus terminaliste yerleşmiştir.<br />
• Uyarın internodal yollarla atrioventriküler noda iletilir. Ön arka ve orta olarak<br />
üç internodal yol vardır. Bunlar atrium kasında özelleşmiş kas lifleridir.
85<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Atrioventriküler nod interatrial septumda subendokardial yerleşmiştir. Atrium<br />
ve ventriküller arasında elektriksel uyarının geçiş noktasıdır. O nedenle atriumlar<br />
ve ventriküller iki ayrı sinsityum gibi düşünülebilir.<br />
• Bu nodun görevleri: atrium iletişim ventriküle bağlamak, gelen uyarı frekansını<br />
azaltmak (180 uyarı/dk üstünü geçemez), uyarı geçişini geciktirmek, tek yönlü<br />
geçiş sağlamak.<br />
• Atrioventriküler nod ileti geçişini geciktirir bu yolla atrium sistolde iken<br />
ventriküllerin diastolde olması sağlanır.<br />
• AV nod ikinci en fazla uyarı oluşturma yeteneğine sahip yerdir. Ancak sinüs<br />
düğümünde daha sık uyarı oluştuğundan ve bu uyarının refrakter dönemi uzun<br />
olduğundan normal koşullarda AV nod uyarı oluşturmaz.<br />
• AV nod his demeti olarak devam eder. Bu da sol ve sağ dal diye ayrılır. Sol<br />
dal da üst ve alt dalcık olarak ikiye ayrılır.<br />
• His demetinden sonra purkinje ağı gelir. Bunlar kalpteki en büyük hücrelerdir,<br />
en hızlı iletide bu hücrelerdedir.<br />
• Ilk önce atrioventriküler septumun endokardı sonra papiller kaslar sonra<br />
ventrikülün endokardı uyarılır. Uyarı endokarddan epikarda doğru ilerler.<br />
Kalpte repolarizasyon, depolarizasyonun bittiği yerde başlar. Yani dıştan içe<br />
doğru ilerler.<br />
Parasempatik uyarım<br />
• SAN’da K+ kanallarını açar ve hiperpolarizasyona, buda kalpte yavaşlamaya<br />
(bradikardi) neden olur. Vagus atrio ventriküler düğümde iletimi azaltır,<br />
refrakter peryodu uzatır, eşiği yükseltir ve kalbin kasılma gücünü azaltır.<br />
Parasempatik uyarı sinüs uyarımını yok edebilir, AV blok yapabilir.
86<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
•Sinus taşikardi<br />
KALPTE ILETIMLE ILGILI BOZUKLUKLAR<br />
Ritm düzgündür ancak kalbin atım hızı 100’ün üstündedir.<br />
•Sinus bradikardi<br />
•Normokardi<br />
•Sinoatrial blok<br />
•Sol dal bloğu<br />
•Sağ dal bloğu<br />
•Atrioventriküler blok<br />
-1.Derece AV blok<br />
Ritm düzgündür ancak kalbin atım hızı 60’ün altındadır.<br />
Kalbin 60-100 atım/dk. hızda atmasıdır.<br />
P dalgası bir süre kaybolur daha sonra ektopik bir pacemaker tekrar uyarıyı<br />
başlatır<br />
Önce uyarı sağ ventrikülü uyarır sonra sol ventriküle geçerek sol ventrikülü<br />
uyarır. Bu durumda aort kapağı pulmoner kapaktan sonra kapanır, ses<br />
inspirasyonda tekleşir, ekspirasyonda çiftleşir, bu olaya paradoks<br />
çiftleşme denilir.<br />
Önce sol ventrikül uyarılır sonra uyarı sağ ventriküle geçer.<br />
Birkaç tipi vardır.<br />
Sadece PR mesafesi uzar vagal uyarımla oluşabilir.<br />
-2. Derece AV blok Uyarılardan bazıları ventrikülleri uyarır bazı uyarılarda ventriküle geçmez bu<br />
durumda atrium ventrikülden daha sık kasılır. Buna Wenckebach bloku da<br />
denilir.<br />
•Wolf-Parkinson-White<br />
sendromu<br />
Atriyum ve ventriküller arasında oluşan anormal ileti yolu ile meydana gelir.<br />
Bu sendrom re-entrye bağlı paroksismal taşikardilere neden olabilir.<br />
ID:02t013<br />
• SAN uyarımının yok olması asistoliye neden olur. Bu durumda başka bir<br />
pacemaker harekete geçer.<br />
• AV blok olursa ventriküllerin herhangi bir yerinden uyarı çıkar. Buna<br />
idioventriküler ritim denir.<br />
Sempatik uyarım<br />
• l-5 thorakal segmentlerden çıkar. SA nodda hızlanmaya (taşikardi) neden<br />
olur, otomasiteyi arttırır, AV nodu iletimini, kalbin kasılma gücünü arttırır.<br />
Sistol süresini kısaltır ve ventrikül basıncını arttırır.<br />
Hiperkalsemi kalbi sistolde durdurur. Kalbin kasılma gücü artar ancak<br />
uyarılabilirliği azalır. TUS<br />
Hiperkalemi kalbi diastolde durdurur. Kalbi depolari-ze ederek sürekli<br />
kasılmada tutar, iletim yavaşlar buda aritmilere neden olabilir.<br />
Na’nın fazla yada az olması kalbi durdurur.<br />
Solunum hızlanınca kalpte hızlanır.<br />
KALP HIZI VE ILETIM HIZI ÜZERINE OLAN OTONOMIK ET-<br />
KILER<br />
• Kronotropik etkiler: Kalp hızı üzerine etki gösterirler, primer olarakta SA nodu<br />
üzerine etkilidir.<br />
• Dromotropik etkiler: Iletim hızına primer olarakta AV nod iletim hızı üzerine<br />
etkilidirler<br />
• Inotropik kronotropik etki : Kalp kontraktilitesi üzerine etkilidirler.<br />
• Negatif kronotropik etki : Faz 4 depolarizasyon hızını azaltarak kalp hızım<br />
azaltır. Eşik potansiyele yavaş ulaşıldığı için daha aza aksiyon potansiyeli<br />
meydana gelir.
87<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Negatif dromotropik etki: AV nod boyunca iletim hızım azaltır. PR aralığını<br />
uzatır. Aksiyon potansiyeli atriyumlardan ventriküllere daha yavaş iletir.<br />
• Negatif Inotropik etki: Parasempatik stimülasyon aksiyon potansiyelinin<br />
platosu sırasında atriumda hücre içine Ca girişini azaltarak atriumların<br />
kontraksiyon şiddetini azaltır.<br />
• Pozitif kronotropik etki faz 4: Faz 4 depolarizasyon hızını azaltarak kalp<br />
hızını azaltır. Eşik potansiyele çabuk ulaşıldığı için daha fazla aksiyon potansiyeli<br />
meydana gelir, böylece kalp hızı artar.<br />
• Pozitif dromotropik etki: AV nod boyunca olan iletim hızını artırır. PR aralığını<br />
kısaltır. Aksiyon potansiyelleri atriumdan ventriküllere daha hızlı iletir, ventriküler<br />
dolum bozulabilir.<br />
• Pozitif inotropik etki: Artmış kalp hızı kontraktiliteyi artırır. beta reseptörleri ile<br />
sempatik stimülasyon (katekolamin ve kalp glikozidleri (digital), isopraterenal,<br />
amrinon da kalp kontraktilitesini artıran etkenlerdendir). (TUS-Nisan’95)<br />
ELEKTROKARDIYOGRAFI<br />
Genel Özellikler<br />
• Kalp kasındaki tüm hücrelerin aksiyon potansiyellerinin vücutta dalgalar<br />
halinde yayılmasından yararlanarak kalbin elektriksel aktivitesinin<br />
kaydedilmesidir. Kalbin mekanik aktivitesinin incelenmesi için uygun bir<br />
yöntem değildir.<br />
KALBİN İLETİ SİSTEMİ
88<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• EKG dalgalarının oluşturduğu ortalama vektöre ortalama elektriksel<br />
aks denir. Ortalama elektiriksel aks aynı tip derivasyonlar (sadece bipolar<br />
extremite derivasyonu gibi) üzerinden hesaplanır. Normal aks -30 +120<br />
arasındadır.<br />
• Sağ dal bloğu yada sağ ventrikül hipertrofisinde ortalama elektriksel aks<br />
+120° + 180° arasındadır. Buna sağ aks sapması denir. En önemli sebebi<br />
mitral stenozdur. (TUS-Nisan‘01)<br />
• Sol dal bloğu ya da sol ventrikül hipertrofisinde ortalama elektriksel aks<br />
-30°+180° arasındadır buna sol aks sapması denir. (EKG’de P mitrale<br />
görülür). En önemli sebebi sistemik hiper tansiyondur. (TUS-Eylül’02).<br />
- Vektör dalgası: Uyarının anlık ve ortalama olarak iki tip<br />
yayılma’vektörü vardır. Anlık vektörler 3 halka çizer.<br />
- P dalgası (TUS-Nisan’96): DI, DII, DIII’de pozitiftir. Sola aşağı<br />
doğrudur. Atriyum depolarizasyonu ile oluşur.<br />
- QRS dalgası: 5 evredir. Yönü sola arkayadır. Ventrikül depolarizasyonu<br />
ile oluşur. Bu dönem aynı zamında ventrikül diyastolünün son kısmına<br />
tekabül eder.<br />
- T dalgası: QRS ile aynı yönlüdür. Ventrikül repolarizasyonu ile<br />
oluşur.<br />
• EKG’da aralıklar:<br />
- PR aralığı (TUS-Nisan’00): 0,12-0,20 sn sürer ve atrial<br />
deporalizasyon ve AV düğümden geçiş olur.<br />
- QRS aralığı: 0,10sn’dek ve ventriküler deporalizasyon ve atrial<br />
reporalizasyon olur. TUS<br />
- QT aralığı : 0,43 sn’dek ve ventriküler depolarizasyon artı ventriküler<br />
repolarizasyon olur.<br />
- ST aralığı : Ventriküler repolarizasyon olur. TUS<br />
KALP KASININ KASILMASI VE KARDIYAK OUTPUT<br />
• Sarkoplazmik retikulum ve sisternalarda bol miktarda Ca ++ bulunur ve bu<br />
aktif taşıma ile sağlanır. Kalp kasına uyarı gelince T tübülleri depolarize olur<br />
ve Ca ++ nın büyük kısmı hücre dışından gelir. Kontraksiyon gücü hücre içine<br />
giren Ca ++ ile doğru orantılıdır.<br />
• Tiroponine 4 Ca ++ iyonu bağlanır bu olay tropomyozinin konformasyonunu<br />
değiştirir. Böylece aktin ve myozin arasında çapraz köprüler oluşur. Sarkomerlerde<br />
kısalma olur. Çapraz köprü sayısı arttıkça kasılma kuvveti artar.<br />
• Sempatik uyarım kalbin diastol sonu hacmindeki artış, dijitaller ve ouabain<br />
kalbin kasılma gücünü arttırr.<br />
• Ventriküllere dolan kan yani diastol sonu hacim kalp için preloaddır. Arteriel<br />
basınç ise afterloaddır. Diastol sonunda ventriküle ne kadar çok kan dolarsa o<br />
kadar kuvvetli kasılır. Çünkü aktin ve myozin arasında oluşabilecek çapraz bağ<br />
sayısı artar.<br />
• Venöz basınç ve kalp debisi arası ilişki starling mekanizması ve starling (ventrikül<br />
fonksiyon) eğrisi ile açıklanır.<br />
• Pozitif Inotropi: Preload sabit olmasına rağmen kalp debisinin artmasıdır.<br />
Sempatik uyarım ve dijitallerle oluşturulabilir. Kalbin kasılma kuvveti artmıştır.<br />
Ventrikül fonksiyon eğrisini sola çeker.
89<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Negatif Inotropi: Preload sabit olmasına rağmen debi azalmıştır. Ventrikül<br />
fonksiyon eğrisi sağa kayar. Myokard iskemi ve infarktüsü buna neden<br />
olabilir.<br />
• Konjestif kalp yetmezliği: Ana neden kalbin kasılma kuvvetinin azalmasıdır.<br />
Kalp zayıf olduğundan venöz basınç ve sonuçta kan hacmi artar ve ödem<br />
oluşur. Eğer sağ ventrikülde yetmezlik varsa ayak ve bacaklarda ödem olur.<br />
Sol ventrikülde yetmezlik varsa akciğerde ödem oluşur. Başta kuvvet azalması<br />
kalbin hızlanması ile kompanse edilip debi sabit tutulmaya çalışılır ancak<br />
ilerleyen dönemlerde debi azalır. Diyastolik basıncı yükselir buda venöz<br />
basıncı arttırır.<br />
Pozitif inotropik etkiler<br />
• Artmış kalp hızı<br />
Kontraktiliteyi artırır. Çünkü birim zamanda daha fazla aksiyon<br />
potansiyeli meydana gelmiş, miyokard hücresine daha fazla Ca girmiş,<br />
daha fazla Ca düz endoplazmik retikulumdan salınmış ve kontraksiyon<br />
sırasında daha fazla gerilim üretilmiş olur.<br />
Kalp hızının kontraktiliteyi arttırmasının örnekleri:<br />
1) Pozitif merdiven veya Bowditch merdiven olayı: Kalp hızının<br />
artması bir kaç atımdan sonra intraselüler Ca +2 ’yı arttırarak<br />
kontraksiyon kuvvetinin adım adım daha da artmasına neden<br />
olur.<br />
2) Post ekstrasistolik potensiyasyon ekstrasistolik atımı izleyen<br />
atımda intrasellüler Ca +2 u arttığı için kontraksiyonun şiddeti<br />
daha fazladır.<br />
• Beta reseptörleri ile sempatik stimülasyon (katekolaminler)<br />
- Kontraksiyon şiddetini iki mekanizma ile artırır.<br />
1) Her bir kalp aksiyon potansiyelinin plato çizdiği bölümde hücre<br />
içine Ca girişini artırır.<br />
2) SR’un Ca +2 pompasının aktivitesini artırır. Böylece, daha fazla Ca<br />
birikir ve sonraki atımlarda daha fazla Ca salınır.<br />
Kardiyak glikozidler (Digital)<br />
- Kalp kası hücre membranındaki Na+-K+ ATP’azı inhibe ederek<br />
kontraksiyon şiddetini artırır. TUS<br />
- Sonuç olarak intraselüler [Na’u arttırarak hücre membranı boyunca olan<br />
Na gradientini azaltır.<br />
- Ca +2 , Na+ değişimi (Hücreden Ca’u uzaklaştıran bir mekanizma) bu Na+<br />
gradientine bağlı olduğundan ve dijitallerlede’<br />
Negatif inotropik etkiler<br />
• Muskarinik reseptörlerin aracılık ettiği (Ach) parasempatik stimülasyon<br />
aksiyon potansiyelinin platosu sırasında atriumda hücre içine Ca+2<br />
girişini azaltarak atriumların kontraksiyon şiddetini azaltır, (içeri doğru Ca<br />
akımı)<br />
• Kalpte atrioventriküler kapaklar, atrium ve ventriküller arası geçişi<br />
kontrol eder. Sağdakine trikuspit soldakine biküspit (mitral) kapak<br />
denir.
90<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Semilunar kapaklar, aorta ve pulmoner artere geçişi kontrol ederek<br />
diastolde kanın geri gelmesini önlerler.<br />
• Atım volümü, Kalbin bir ventrikülünün bir atımda (sistolde) arterlere<br />
attığı kan miktarıdır. Sağ ve sol ventrikülde eşittir ve 70 ml’dir. Diastol<br />
sonu hacimde artış, kalbin kasılma kuvvetinde artma ve arteriel basıncın<br />
azalması atım volümünü arttır. Kalbin hızlanması, kasılma kuvvetinin<br />
azalması, diastol sonu hacmin azalması, arteriel basıncın artması atım<br />
volümünü azalır.<br />
• Kalp Debisi: Atım völümü ve kalbin dakikadaki atım hızının çarpımına<br />
eşittir. Normal sağlıklı bir erkek için 5 lt/dk dır. TUS 3-6, 5 lt/dk arasında<br />
değişir, kadınlarda daha düşüktür. Debi artışı kalbin hızlanması yada<br />
atım volümünün artması ile sağlanabilir. Ancak kalp belli dereceye kadar<br />
hızlanabildiğinden dolayı debi daha çok atım volümüne bağlıdır. Ayrıca<br />
kalbin çok hızlanması ventrikül doluşunu azaltarak debinin azalmasına<br />
neden olur.<br />
• Kalp debisi fick metodu ile 02 saturasyonu üzerinden yada verilen bir<br />
maddenin dilüsyonu üzerinden hesaplanabilir.<br />
• Dilusyonel metod da evans mavisi veya serum fizyolojik kullanılabilir.<br />
• Insanda en sık termodilüsyon metodu kullanılır çünkü serum fizyolojik<br />
zararsız bir maddedir.<br />
• Atmosfer 02 basıncında ve kanın O2 taşıma kapasitesinde azalmada,<br />
egzersiz yapma da ve heyecanlanmada debi artar.<br />
KALP SESLERI<br />
• Kalbin transvers eksende yayılan titreşimleri ile oluşur. Kalpte 4 ses vardır.<br />
• l. kalp sesi (S1): AV kapakların kapanması ile oluşur (TUS-Nisan’93).<br />
Depolari-zasyondan sonra duyulan düşük frekanslı bir sestir. Sistolde oluşur.<br />
Tek ses olarak duyulur.<br />
• 2. kalp sesi (S2): Semilunar kapakların kapanması ile oluşur. Repolarizasyondan<br />
sonra yani diastolde duyulur. Frekansı S1’e göre daha yüksek yani daha<br />
tiz bir sestir. Aort kapağı pulmoner kapaktan 0.04 sn. önce kapandığından<br />
asenkrondur. Çift duyulur. Bu çiftleşme inspirasyonda artar ekspirasyonda azalır<br />
buna fizyolojik çiftleşme denir. (A2 ve P2 olarak iki komponenti vardır.)TUS<br />
• 3. kalp sesi (S3) (TUS-Nisan’02): Ventrikül diyastolünün 1/3 orta bölümünün<br />
başında atriumdan ventriküle kanın dolması ile oluşur. 2. sesten hemen sonra<br />
gelir. Bazı özel durumlarda duyulabilir normalde duyulmaz. Diastolde oluşur.<br />
Yaşlılarda kalp yetmezliğinin ilk belirtisi olabilir.<br />
• 4. kalp sesi (S4): Atrium kontraksiyonuna bağlı oluşur. S1’den hemen önce gelir<br />
ve normalde duyulmaz. Diastolde oluşur.<br />
- 3. ve 4. kalp sesi genellikte kalp yetmezliğinde duyulur.<br />
- 1. sesi şiddettendirenler: PR aralığını kısaltan durumlar; mitral stenoz<br />
gibi<br />
- l. sesin şiddetini azaltanlar: PR aralığını uzatan durumlar; mitral<br />
yetmezlik gibi.<br />
- 2. sesi şiddetlendirenler: Pulmoner yada sistemik hipertansiyon, aort<br />
koarktasyonu TUS<br />
- 2. sesin şiddetini azaltanlar: Stenoz durumları, şok, aort yetmezliği.
91<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Tüm seslerin şiddetini azattan durumlar: Bradikardi, perikardial<br />
efüzyon, amfizem, agoni, şişmanlık, kalp yetmezliği ve myokard<br />
infarktüsu.<br />
- Tüm seslerin şiddetin arttıran durumlar: Taşikardi, tirotoksikoz, anemi<br />
ve ince göğüs duvarı.<br />
Kapak Lezyonları<br />
- Konjenital yada (Akut romatizmal ateşde) olduğu gibi kazanılmış olabilir.<br />
Lezyonun ciddiyeti tutulan kapağa, kalbin ek olarak yapması gereken ise,<br />
pompalanan kan miktarının azalması gibi durumlara bağlı değişir. Bu<br />
lezyonlar genellikle üfürüm denen bulguları verir ve bu bulgu kapaklar için<br />
en önemli fizik muayene bulgusudur. Üfürümün nedeni kanın türbülasyona<br />
uğramasıdır.<br />
- Atrioventriküler kapakların; stenozu diastolik, yetmezliği sistolik üfürüme<br />
neden olur.<br />
- Pulmoner kapakların stenozu sistolik, yetmezliği diastol üfürüme neden<br />
olur.<br />
- Kapak bozuklukları kalpte hipertrofi veya dilatasyona neden olabilir.<br />
KAN BASINCININ KONTROLÜ<br />
• Kan basıncı (P): Dakika volümü (Vm) ve periferik direncin (R) çarpımına<br />
eşittir.<br />
• Kalbin hızlanması, atım volümünün artması yada vazokonstriksiyon kan<br />
basıncında artışa neden olur. Yaşlanma ile damar elastisitesinin azalmasıda<br />
kan basıncını arttırır.<br />
• Kan basıncında en büyük düşme arteriollerde görülür çünkü en fazla rezistans<br />
buradadır.<br />
• Kan basıncı kontrolünde sinirsel ve hormonal düzenleme vardır.<br />
Arteriollerin çapını etkileyen faktörler şunlardır;<br />
• Konstriksiyon yapan faktörler: artmış noradrenerjik boşalma, dolaşımdaki<br />
katekolaminler, Dolaşımdaki anjiotensin II, Dolaşımdaki AVP, Yerel olarak<br />
salınan serotonin, Yerel sıcaklıkta düşme, endotelin I, Nöropeptid Y ve<br />
dolaşımdaki Na+-K+ ATP’az inhibitörüdür.<br />
• Dilatasyon yapan faktörler: Noradrenerjik boşalmada azalma, iskelet kası<br />
ve karaciğer dolaşımındaki adrenalin, Dolaşımdaki ANP, Iskelet kasındaki<br />
kolinerjik damar genişleticilerin aktivasyonu, Histamin, Kininler, P maddesi<br />
(akson refleksi), CGRP, VIP, NO, Azalmış O2 basıncı, Artmış CO2 basıncı,<br />
Laktat, K + , adenozin ve yerel sıcaklıkta artış.<br />
Cushing refleksi, kranium içinde basıncın artmasın-dan kaynaklanan özel<br />
tipte bir MSS iskemik cevabıdır. Iskeminin vazomotor aktivitedeki etkisi çok<br />
büyüktür. Cushing reaksiyonu BOS basıncının beyin damarlarına baskı yapacak<br />
kadar yükseldiği durumda beynin vital merkezlerinin beslenmekten yoksun<br />
kalmasını önler. Iskemi ile vazomotor stimulasyon ve sempatik stimulasyon<br />
olur. Arteriel-basınç BOS basıncından daha yükseğe çıkar ve kan yeniden<br />
beyinde dolaşıma başlar.
92<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ARTERIYEL BASINÇ<br />
ORTALAMA ARTERİYEL BASINCIN KONTROLÜ<br />
Sinirsel Kontrol<br />
• Kan basıncının sinirsel reflexle kontrolünde 3 önemli yol vardır.<br />
1. Baroreseptör reflex<br />
2. CO2’ye reflex yanıt<br />
3. Serebral iskemiye reflex yanıt<br />
• Kemo ve baroreseptörlerden uyarılar gelir. Sinirsel kontrolde en önemli<br />
faktör bu reseptörlerde oluşan reflekstir. Akut kan basıncı değişmelerinde<br />
en hızlı kontroldür.<br />
• Iki baroreseptör vardır. Bunlardan biri sinüs karotikustadır ve bu<br />
reseptörden hering siniri çıkar. Diğeri arcus aortadadır ve bundan cyons<br />
siniri çıkar. Bu uyarılar CN 9 ve CN 10 sinirleri ile merkeze taşınır (Nükleus<br />
tractus solitarius). Bu sinirlerin uyarılması vazomotor merkezi inhibe ederek<br />
vazodilatasvon yaptırır.<br />
Dolaşım sisteminde kanın akış hızı insanda dinlenme durumunda 100<br />
ml/sn, sistemik arterlerle sistemik venalar arasındaki basınç farkıda 100<br />
mmHg dır. Böylece, tüm sistemik dolaşımda total periferik direnç 100/100<br />
yada 1 PRU dur. Bazı koşullarda, vücuttaki tüm kan damarları kuvvetle<br />
daraldığı zaman, toplam periferik direnç 4 PRU’ya kadar yükseldiği<br />
gibi, damarlar çok genişlediği zaman’da 0,2 PRU’ya düşebilir. Sorudaki<br />
rakamlara göre Basınç=kan akımı*direnç 90/90=1 PRU’dur (TUS-<br />
Nisan'88).
HORMONAL KONTROL (TUS-NISAN’94)<br />
93<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Direk ve indirek yolla olur:<br />
Direk yolda kanda artmış CO2 basıncının direk vazomotor merkezi uyarması<br />
rol oynar.<br />
Indirek yol: Glomus aortikus ve glomus karotikus korpuskülleri kanın<br />
bileşimine hassastır yani kemoreseptördürler. Bu reseptörler anoksiye hassastır.<br />
Kanda H+ artışı, O2 azalması, CO2 artması ile sempatik aktivite artar. CO2’nin<br />
direk etkisi glomuslarla yaptığı indirek etkiden daha güçlüdür.TUS<br />
• Diğer hormonlor: Renin, ADH,ANH, Adrenalin ve daha birçok hormon kan<br />
basıncını etkiler.<br />
- Renin, kan basıncı düşmesi, böbrek kan akımı azalması yada sempatik<br />
aktivasyon hallerinde salınır. Renin, anjiotensinojen’i anjiotensin I’e<br />
dönüştürür. Anjio-tensin I akciğer endotel hücrelerinde anjiotensin II’ye<br />
dönüştürülür. Anjiotensin II hem vazo-konstriksiyon yaparak hemde<br />
aldosteron salınımı ile su tutulumu yaparak kan basıncını arttırır (TUS-<br />
Nisan’95).<br />
- Adrenalin, sistolik kan basıncını arttırır diastolik basıncı düşürür. Adrenalin<br />
kalbin kasılma kuvvetini arttırır, arterial ve venöz vazokonstriksiyon yapar.<br />
Venöz konstriksiyonla venöz dönüş artarak atım volümü artar.<br />
- ADH (vazopressin): kan osmolaritesinin artması hipotalamusu uyararak<br />
arka hipofizden ADH salımına neden olur. ADH hem su tutulumuna hemde<br />
vazokonstriksiyona neden olur.<br />
Renini anjiotensini artıran ve azaltan durumlar<br />
• Yavaş, hormonal bir mekanizmadır.<br />
• Kan hacmini ayarlayarak kan basıncının uzun süreli kontrolünü sağlar.<br />
• Renin plazmada anjiotensinojenin anjiotensine dönüşümünü sağlayan bir<br />
enzimdir.<br />
• Anjiotensin 1 inaktiftir,<br />
• Anpotensin II fizyolojik olarak aktiftir.<br />
• Anjiotensin II anjiotensinazlarla yıkılır, Peptid parçalarından biri olan<br />
anjiotensin III anjiotensin II’nin bir kısım biyolojik aktivitesini taşır.<br />
Renin anjiotensin aldosteron sistemindeki basamaklar<br />
a. Renal perfüzyon basıncındaki azalma afferent arteriolün<br />
jukstaglomerüler hücrelerinden renin salınımına neden olur.<br />
b. Plazmada anjiotensinojen reninin katalizlediği reaksiyonla anjiotensin I’e<br />
dönüşür.<br />
c. Anjiotensin I anjiotensin converting enzim (ACE) ile anjiotensin II’ye<br />
dönüştürülür. Bu reaksiyonun primer yeri akciğerdir. ACE inhibitörleri<br />
anjiotensin II oluşumunu önleyerek kan basıncını düşürürler.<br />
d. Anjiotensin II’nin iki etkisi vardır. Adrenal korteksden aldosteron salınımını<br />
uyarır ve arteriollerin vazokonstrüksiyonuna neden olur. (TPR)<br />
e. Aldosteron böbreğin distal tübülünden tuz absorbsiyonunu artırır.<br />
• Bu etki böbrek tarafından yeni protein sentezine ihtiyaç duyulduğu için yavaş<br />
gerçekleşir.<br />
• Tuz ve su reabsorbsiyonunun artması kan volümünün ve ortalama arteriyel<br />
basıncı artırır.
94<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ISKELET KASI DOLAŞIMI<br />
• Istirahat halinde iskelet kasları toplam oksijenin %20 kadarını kullanır.<br />
Egzersiz hallerinde bu %75 kadar olabilir. Egzersizde metabolik ihtiyaç arttığı<br />
için kaslardaki damarlar vazodilate olur ve kaslara kan akımı artar. Maksimal<br />
vazodilatasyonda bile orta derece egzersizden fazlasını karşılayacak 0 2<br />
verilmez<br />
ve laktik asit oluşumu başlar. Kan akımında bu laktik asit oluşmasına neden<br />
olacak eşiğe anaerobik eşik denir;<br />
• Sempatik uyarım ve metabolizma ile açığa çıkan ürünler kas damarlarında<br />
vazodilatasyona neden olur.<br />
FETAL DOLAŞIM<br />
• Akciğerler fonksiyone olmadığı için fetal hayatta önem taşımaz. Plesanta, böbrek<br />
üstü bezi, beyin ve kalb ise temel organlardır.<br />
• Fetal dolaşım: Plesanta villusları - Umblikal kord (umblikal ven) - duktus<br />
venozus - vena cava inf. -Sağ atrium - sağ ventrikül - pulmoner arter - duktus<br />
arteriozus - aort-iliak arterler-hipogastrik arterler-umblikal arterler - plesenta<br />
sırasını izler.<br />
• 0 2<br />
’li kan umblikal venlerde bulunur. Umblikal ven ana dal olan duktus venozusla<br />
VCI’a bağlanır. Sağ atriumda östaki valfi O 2<br />
’den zengin ve O 2<br />
’den fakir kanın<br />
karışmasını önleyerek 0 2<br />
’den zengin kanı foramen ovaleye yönlendirir.<br />
• Doğumdan sonra: Akciğerler fonksiyona başlar. Bu da sağ atrium basıncını<br />
azaltıp sol atrium basıncını arttırır. Bu da foramen ovale kapakçığını itip Foramen<br />
ovaleyi kapatır. Aort basıncı artar buda duktus’u fonksiyon dışı bırakır. Bu damar<br />
kollabe olarak ligamentum arteriozum’a dönüşür. Patent duktus arteriozusda<br />
(PDA) kapanma olmaz.Kapanmayı prostaglandinler önler.O nedenle PDA<br />
tedavisinde indometasin, aspirin gibi prostaglandin sentez inhibitörleri kullanılır.<br />
TUS<br />
Dolaşım (Dinlenme<br />
durumundaki kalp<br />
debisinin %’si)<br />
Koroner (%5)<br />
Serebral (%15)<br />
Kas (%20)<br />
Deri (%5)<br />
Pulmoner<br />
(%100)<br />
Lokal<br />
Metabolik<br />
Kontrol<br />
En önemli<br />
mekanizma<br />
En önemli<br />
mekanizma<br />
Eksersiz<br />
sırasında<br />
en önemli<br />
mekanizma<br />
En az önemli<br />
mekanizma<br />
En önemli<br />
mekanizma<br />
ÖZEL DOLAŞIMLARIN KONTROLÜ<br />
Vazoaktif<br />
Metabolitler<br />
Hipoksi,<br />
Adenozin<br />
Sempatik<br />
Kontrol<br />
En az önemli mekanizma<br />
Mekanik<br />
Etkiler<br />
Sistol sırasındaki<br />
mekanik baskı<br />
CO 2<br />
En az önemli mekanizma İntrakranyal basınç<br />
H + artışı serebral kan<br />
akımını düşürür<br />
Laktat<br />
K +<br />
Adenozin<br />
Hipoksi vazokonstrikte<br />
eder<br />
İstirahatteki en önemli<br />
mekanizma (a reseptör<br />
vazokonstriksiyona; b<br />
reseptör vazodilatasyona<br />
neden olur.<br />
En önemli mekanizma (Isı<br />
regülasyonu)<br />
En az önemli mekanizma<br />
Musküler aktif ve<br />
kan akımında geçici<br />
düşmeye neden olur.<br />
AC şişmesi<br />
ID:02t017
95<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Plasenta ayrılınca umblikal venler kollabe olur. Duktus venozus, ligamentum<br />
venozuma dönüşür. Sistemik basınç arttığı için sol ventrikül hipertrofi olur ve<br />
duvarı kalınlaşır.<br />
BEYIN KAN DOLAŞIMI<br />
ŞOK<br />
• Beyne kan karotis ve vertebral arterlerle taşınır. Dolaşım uyku, aşırı mental<br />
aktivite, dinlenme hallerinde bile çok az değişir. Kranium kapalı bir kutudur,<br />
bu nedenle iç hacim sabit tutulmalıdır.<br />
• Serebral kan akımı regulasyonunda ana rolü C02 oynar. C02 artışı<br />
periferik damarları vazokonstrükte beyin damarlarını dilate eder. C02<br />
beyin kan akımını arttıran en kuvvetli stimulandır. Yani sempatik sistem<br />
ve diğer hormonların etkisi çok azdır. Yani beyin kan akımının regülasyonunda<br />
en önemli faktör metabolik faktörlerdir.<br />
• Intrakranial basınç artırınca beyin kan damarlarında basınç artarak beyin kan<br />
akımını sabit tutulmaya çalışılır.<br />
• Hayati önemi olan organlara yeterli kan gitmemesidir.<br />
Bu organlara olan kan akımının azalması ile veya mevcut kan akımının artmış<br />
metabolizmayı karşılayamamasıyla oluşabilir.<br />
• Primer şok: Patolojik bir durum olmaksızın reflekse bağlı arteriollerde dilatasyon<br />
ve kalpte yavaşlama ile oluşan durumdur. Korku, heyecan, ağrı ve stres ile<br />
oluşur.<br />
• Sekonder şok: Patolojik durumlara bağlıdır.<br />
• Hipovolemik şok: Kanama, ishal (kolera), aşırı terleme, diabetes insipitus ağır<br />
dehidratasyonla oluşan şoktur.<br />
• Kardiyojenik şok: Kalp debisinin fibrilasyon, infarktüs gibi nedenlerle düşmesi<br />
ile oluşun şoktur.<br />
• Septik şok: Enfeksiyonlara bağlı olarak oluşan şoktur. Barsak perforasyonu<br />
böbrek enfeksiyonları gibi durumlarla gelişir.<br />
- Endotoksik şok: Gram (-) bakterilerin endotoksini ile olan şoktur. Direk<br />
myokard üzerine yada damar sistemine etkili olabilir.<br />
• Anaflatik şok: Allerjik olarak tip l reaksiyonu ile gelişen şoktur.<br />
• Nörojenik şok: Spinal ya da genel anestezilerde vazomotor merkezin iflasına<br />
bağlı gelişir.<br />
• Dolaşım şoku: Emboli, trombüs gibi nedenlerle dolaşımın obstrüksiyonu sonucu<br />
oluşur.<br />
• Travmatik şok: Travmaya bağlı gelişen şoktur.<br />
• Hemorajik şok: Kanama ile oluşan hipovolemik şok tipidir.<br />
• Şokta başlangıçta refleksler çalışır ve bunlar olumlu yöndedir. Bu yolla kan<br />
basıncı belli düzeyde tutulabilir. Şok tablosu ilerlerse arterioller vazokonstrükte<br />
olur. Şok dahada ilerlerse irriversibl bozukluklara neden olabilir. Hipoksi hayati<br />
organlarda ağır hasara neden olur.
96<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
NABIZ<br />
• Nabız basıncı arteriyel sistolik ve diastolik basınç arasındaki farktır. Nabız artere<br />
sert bir doku üzerinde basılınca elde edilen pulslardır.’Kan aorta atılınca genişleme<br />
dalgası olur ve bu arterlerde ilerler. Ancak hiçbir zaman vene ve kapillere geçmez.<br />
Nabız 5m/ sn yani kan akım hızından 10 kat daha hızlıdır. Nabız hızı damarlarda<br />
perifere gidildikçe ve yaşlandıkça artar çünkü her iki durumda elastik lif sayısı azalır.<br />
Yani en hızlı nabız radyal arterdedir.<br />
l - a. Carotis communis ve a. subclavia’ dan merkezi, a. femoralis ve a. brachialisten<br />
orta, a. radialisten periferik nabız alınır.<br />
Nabzın 5 Özelliği Vardır<br />
- Nabız dolgunluğu: Dolgunsa pulsus magnus değilse pulsus parvus denir.<br />
- Nabızların eşit dolgunluğu: eşit değilse pulsus alternans denir.<br />
- Atımlar arası eşit zaman: Eşitse pulsus regularis değilse pulsus irregularis<br />
denir.<br />
- Nabız gerginliği: Gerginse pulsus durus, değilse pulsus mollis denir.<br />
- Dakikadaki nabız sayısı<br />
• Tüm bu özellikler varsa ritmik nabız denir.<br />
• inspirasyonda nabız dolgunluğu azalır, expirasyonda artar.<br />
KALPLE ILGILI PATOLOJILER<br />
• Ritm bozuklukları: Kalbin normal ritminde P dalgası ve onu takip eden QRS<br />
kompleksi vardır.<br />
• Sinüs aritmi: Kalp atım hızının nefes alışta artması verişte azalmasına<br />
solunumsal sinüs aritmisi denir. Sinüs aritmisinin tedavisi gerekmez.<br />
• Sinüs taşikardisi: Kalbin hızlanmasıdır. Hipertiroidi, ateş, hipotansiyon, kalp<br />
yetmezliği, düşük O 2<br />
konsantras-yonu, heyecan ve ekzersiz durumlarında<br />
olur.<br />
• Atrial taşikardi: Ektopik pacemaker ile oluşurlar. Supraventriküler taşikardilerde<br />
denir. Daha çok dijital toksikasyonunda görülür.<br />
• Paroksismal atrial taşikardi: Genellikle ani başlar. Birkaç dakika devam<br />
ettikten sonra kaybolur. Ektopik pacemaker yada re-entry fenomeni ile oluşabilir.<br />
N.vagusun uyarılması ile ortadan kalkar.<br />
• Atrial ekstrasistol: Bir atrial ektopik pacemaker atriumu uyarır ve bu uyarı<br />
genellikle ritimde bozukluk yapmaz. P dalgası vardır bunu QRS kompleksi<br />
izler. RR aralığında değişme olabilir. Ekstrasistol sonrası dinleme periyodu<br />
uzamıştır, buna kompansatuar pauze denir. Atrial extrasistole prematür atrial<br />
kontraksiyonda denir.<br />
• Atrial flatter: Atriumların dakikada 200-350 vuru yapmasıdır. Ancak ventriküle<br />
AV düğümden bu uyarıların 3-4 de biri geçer o nedenle ventriküler ritim normal<br />
olabilir. P dalgasına benzeyen ancak testere dişi gibi bir ritim oluşur. Ektopik<br />
odak yada re-entry ile oluşabilir.
97<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Atrial fibrilasyon: Dakikada 350-600 vurum vardır. P dalgası yerine F dalgaları<br />
oluşur. Atrium kasılmaz sadece titreşir, impulsun AV noddan ventriküle iletimi<br />
belli düzeyde olduğundan QRS ve T normaldir. Atriumlarda kan pıhtılaşabileceği<br />
için trombüslere neden olabilir. QRS kompleksleri normal olmasına rağmen<br />
düzensiz zamanlama vardır. Yani QRS’ ler arası süre eşit değildir.TUS<br />
• AV ritmler: SA nodun baskılanması sonucu AV noddan uyarı çıkması ile oluşur.<br />
P dalgası QRS kompleksinin arkasında bulunabilir.<br />
• Ventriküler ekstrasistol: Ventrikül karşısındaki ektopik pacemaker ile<br />
oluşur. Burada QRS den önce P dalgası yoktur. T dalgasıda ters dönmüştür. Bu<br />
vurudan sonraki dinlenme daha uzundur ve dinlenme sonrasındaki kasılma<br />
daha güçlüdür.<br />
• Ventriküler taşikardi: Re-entry ile oluşurlar. QRS kompleksinin şekli bozulur<br />
ve P dalgaları kaybolur, ilaçlar (digoksin) yada organik bozukluklara bağlı<br />
oluşurlar.<br />
• N. vagus uyarımı ile düzelmezler, taşikardi kalp fonksiyonunu önemli<br />
derecede etkiler ve debi azalır oysa atrial taşikardilerde büyük kalp fonksiyon<br />
bozukluğu olmaz.<br />
• Venrtriküler fibrilasyon: Fibrilasyonda ventriküller sadece titreşir. Debi sıfırdır<br />
nabız kaybolmuştur. Mutlaka kardiyopulmoner resusitasyon yapılmalıdır. Kesin<br />
tanısı EKG ile konur.<br />
• Koroner Patolojiler: Kalbin beslenmesini sağlayan ana koronerlerde yada<br />
dallarında olan daralma yada tıkanmalarla oluşan patolojilerdir. Koroner arteri<br />
daraltan en sık neden ateroskleroz plağı oluşmasıdır. Tıkanmanın en sık nedeni<br />
ise atheroskleroz’ a bağlı trombozlardır. Sonuç olarak myokard infarktüs yada<br />
iskemisi oluşur.<br />
• Myokard Iskemisi: En önemli belirtisi anjinadır. Bu ağrı pektoral bölge, kolun<br />
iç yanı ve boyna yayılır. Dinlenme ile ağrı geçer EKG ile egzersiz testi yapılarak<br />
teşhis konulur. Elektrodun konulduğu bölgenin üstünde iskemide ST yükselir eğer<br />
elektrodun karşısındaki alanda iskemi varsa ST çöker. T dalgasında değişmeler<br />
olur. Nitratla ağrılar azalır.<br />
• Myokard Infarktüsü: Kan akımının ileri derecede kesilmesi yada ileri derecede<br />
azalması ile oluşur. En sık sol ventrikülde görülür; kalp yetmezliği, aritmi ve<br />
kardiyojenik şoka neden olabilir. Myokard infarktüsünde ağrı fazladır. Nitratla<br />
veya dinlenme ile ağrı geçmez, kanda kalple ilgili SGOT, CPK, LDH, troponin<br />
seviyelerinde artma olur. EKG de transmural infarktüsün EKG bulguları patolojik<br />
Q dalgası ST yükselmesi ve ilk anlarda T dalgasında negatifleşmedir.<br />
• Hipertrofi: Hipertrofide kas hücre sayısı aynıdır ancak hücre hacimleri artmıştır<br />
ve metabolik ihtiyaç artmıştır buda iskemi veya infarktlara neden olabilir. EKG<br />
de QRS süresi uzamış R nin genliği artmıştır. Epikardial derivasyonlarda ST çöker<br />
T dalgası ters döner. Sağ ventrikül hipertrofisinde sağ aks sapması sol ventrikül<br />
hipertrofisinde sol aks sapması olur.<br />
• Hipertansiyon: Pulmoner yada sistemik olabilir. Pulmoner hipertansiyon akciğer<br />
ve sol kalple ilgili patolojilerde oluşur. Sistemik hipertansiyon ise idiyopatiktir.<br />
Idiopatik hipertansiyona esansiyel hipertansiyonda denir.
98<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
KORONER DOLAŞIM<br />
BÖBREĞİN EMBRİYONİK GELİŞİM<br />
• Koroner damarlar aorttan çıkarlar, sağ ve sol koroner olarak iki koroner arter<br />
vordır.<br />
• Sol koroner arter circumfleks ve anterior interventriküler dallarına<br />
ayrılır. His hüzmesini, sol atriumun büyük kısmını, sol ventrikülün 2/3 ünü ve<br />
sağ ventrikülün ön tarafını besler.<br />
• Sağ koroner sağ marjinal ve posterior interventriküler dallarına ayrılır. Sağ<br />
atrium, SA nod, AV nod, sağ ventrikül ve sol ventrikülün arkasını besler.<br />
• Sinoatrial nod ve atrioventriküler nodun beslenmesi sağ koroner arterle olur<br />
ancak esas klinik problem SA nodun beslenmesi, sol koroner arter tarafından<br />
karşılandığında olur.<br />
• Koroner kan akımı dolaşıma verilen kanın %5’ini alır bu değer 75ml/<br />
1OOgr doku dk’ dır.<br />
• Koroner akım aorttaki basınca, kalp kasının kalınlığına, kalp siklusunun<br />
devresine, sinirsel uyarıya, metabolitlere ve ilaçlara bağlıdır.<br />
• Sempatik uyarı, nitrogliserin, serotonin, adenozin, düşük 02 basıncı ve<br />
yüksek C02 basıncı koroner kan akımını artırır.<br />
• Kalp sistolde koronerlere bası yaptığından kan akımı sistolde azalır.O nedenle<br />
koroner kan akımının büyük kısmı diastolde olur. En yüksek akım izovolümetrik<br />
gevşemededir.
99<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
DAMAR SİSTEMİ<br />
SISTEMIK DOLAŞIMDAKI BAZI ÖZEL BÖLGELER<br />
Serebral dolaşım<br />
• Insanda beyini besleyen arterler a.carotis internalar ve iki a.vertebralisin<br />
birleşmesi ile oluşan a. basillarisdir.<br />
• A.carotis internalar ve a.basiliaris beyin tabanında willis dairesini<br />
oluştururlar.<br />
• Kapiller endotelindeki tight junctionlar ve astrositlerin uzantıları kan-beyin<br />
bariyerini oluştururlar. Bu bariyer protein ve polar madde gibi yapıların<br />
beyne geçmesine engel olur.<br />
Koroner dolaşım<br />
• Myokardın beslenmesi koroner damarlarla sağlanır. Koroner dolaşımda<br />
arteriyovenoz O2; farkı çok yüksektir.<br />
• Kalp kası. sistolde az kanlanırken diastolde esas kanlanması sağlanır.<br />
Pulmoner dolaşım<br />
• Pulmoner arter ve dallarının duvarları sistemik dolaşımdaki arterlere oranla<br />
çok incedir ve buda onlara büyük bir esneklik (kompliyans) sağlar.<br />
• Akciğer parankimasının kanlanması bronşial kanlanma ile sağlanır.<br />
Bronşial dolaşımdan venöz kan pulmoner venlere ve sol atriyuma dökülür.<br />
Buradaki venöz nitelikteki kanın arteriyel kanla karışmasına fizyolojik şant<br />
adı verilir.<br />
Lenf dolaşımı<br />
• Interstisyel alandan fazla miktardaki sıvıyı uzaklaştırabilecek sistemdir.<br />
• Lenfatik sistem interstisyel sıvıdaki protein konsantrasyonunu, interstisyel<br />
sıvı hacmini, interstisyel sıvı basıncını ayarlar.<br />
Plasenta ve fötal dolaşım uterus dolaşımı:<br />
• Kan akımı endometrium ve myometriumun metabolik aktivitesine<br />
paraleldir.<br />
• Gebelik boyunca uterus hacmi arttıkça kan akımıda hızla artar. Plasenta<br />
adeta bir “fötal akciğerdir. Fötüsda fötal kalp debisinin %55’i plasentadan<br />
geçer.<br />
• Ductus venozus kanın bir kısmını alt vena cavaya yöneltir ve geri kalanı<br />
fötüsün portal kanı ile karışır.<br />
• Doğumda plasenta dolaşımı kesilir ve periferik direnç aniden yükselir.<br />
Yenidoğan kısa, zorlu solunumlar yapar ve akciğerler genişler.<br />
A. ARTERLER<br />
- Muskuler Arterler: medial tabakasında düz kas hücreleri fazla, elastik lifler<br />
azdır. Orta çaplı arterlerdir. Brakial ve femoral arterler bunlardandır. Lümen<br />
çapı damar duvarı kalınlığından daha fazladır.
100<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Elastik Arterler: Media tabakasında elastik lifler çoktur. Aort, koroner,<br />
karotid, iliak ve subklavian arterler bunlardandır. Büyük çaplıdırlar. Elastik<br />
olup genişlediklerinden dolayı sürekli kan akımı sağlarlar. Eğer elastik yapıda<br />
olmasalardı kan sistolde akacak sonra akım sıfır olacakta; bu durumda kalbin<br />
yapması gereken iş artacaktı. (Marey deneyi)<br />
- Arterioller: Media tabakası düz kas yapısına sahiptir. Lümenlerini bu sayede<br />
genişletip daraltabilirler. Dolaşımda asıl ayarlamayı yapan sistemdir.<br />
- Metabolizmanın arttığı durumlarda bunlar dilate olurlar ve kan akımı artar.<br />
Buna fonksiyonel hiperemi denir. Arteriolün olduğu dokudaki CO adenozin ve<br />
nitrik oksit gibi metabolik ürünler vazodilatasyona neden olur. Buna metabolik<br />
kontrol denir. Miyojenik kontrolde ise damar duvarına kan basınç yapınca<br />
arteriolde konstriksiyon olur, böylece kan akımı normale döner. Arteriollerden<br />
sonra mikrodolaşım gelir. Vücutta en yüksek rezistans arteriollerdedir (TUS-<br />
Nisan’88).<br />
- Mikrodolaşım: Metarterioller, arterioller, kapillerler ve postkapiller venülleri<br />
içerir. Mikrodolaşım intertisiyel sıvı ile değiş tokuşun yapıldığı yerlerdir. Arteriol<br />
ve venüller arasında direk bağlantı yani arteriovenöz şant vardır. Bu yolla kan<br />
kısa devreden dolaşımını tamamlar.<br />
- Kapillerler arteriol ve metarteriollerden sonra gelir. Kanın kapillere geçişini<br />
prekapiller sfinkter denen düz kas hücreleri durdurabilirler.<br />
- Kapillerler aynı anda çalışmazlar. Bir kısmı fonksiyoneldir diğerleri ise fonksiyonel<br />
değildir. Damar çaplarının daralıp genişlemesi ile olan bu düzenlemeye<br />
vazomosyon denir.<br />
- Kapillerde kan akım hızı 1 mm/sn’dir. Bu sayede yeterli madde alışverişi<br />
sağlanabilir.<br />
- Kapillerde fenestrasyon denen pencereler yada sıkı bağlantılar olabilir. Böbrekte<br />
glomerulusda ve gastrointestinal sistem kapillerlerinde pencereler vardır.<br />
Oysa kan beyin bariyerini oluşturan endotelde sıkı bağlantılar vardır.<br />
Mikrodolaşım geçirgenliğinin en fazla olduğu yer postkapiller venüllerdir.<br />
- Madde alışverişinde esas mekanizma pasif difüzyondur. Histamin, kapiller<br />
geçirgenliği aorttırır.<br />
- Kapiller basınç 30-40 mmHg’dir glomerül gibi özel yapılarda ise 60mmHg’dir.<br />
Bu sayede maddeler kolaylıkla kapillerden intertisiyel alana geçebilir.<br />
- Kapiller hidrostatik basıncın çok artması, kapiller permeabilitesinin aşırı artması,<br />
onkotik basıncın azalması, intertsiyel onkotik basıncın artması gibi<br />
durumlar ödeme neden olur.<br />
- Sekestrasyon ve üçüncü boşluğa sıvı kaybının sebebi kapiller hidrostatik basınç<br />
artışıdır (TUS-Nisan’96).<br />
B. VENLER<br />
• Arterlere göre daha geniş çaplı, daha ince duvarlıdırlar. Venler dolaşımdaki<br />
kanın büyük kısmını (%60) bulundururlar. Genişleyebilirler bu nedenle depo<br />
görevi görürler. Özellikle dalak ve karaciğer venleri oldukça fazla genişler.<br />
Sempatik uyarımda oldukça daralırlar ve dolaşımdaki kan miktarını arttırırlar,<br />
bu da kalbin debisini arttırır<br />
- Normalde venül başında basıncı 10 mmHg, sağ atriumda O<br />
mmHg’dir. Bu basınç farkı kanın kalbe akmasında esas faktördür.
101<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
O nedenle kalp yetmezliklerinde venöz sistemde kan birikir ve ödem<br />
oluşur.<br />
- Venöz dönüş inspirasyonda intratorasik basınç azaldığı için artar<br />
ekspirasyonda ise azalır. Özellikle valsalva manevrası venöz dönüşü oldukça<br />
azaltır.<br />
- Yatar durumdaki bir kimse ayağa kalkınca pulmoner dolaşımdaki 500 ml<br />
kan alt ve üst ekstremitelere geçer. Yani periferal göllenme oluşur. Periferal<br />
göllenme venöz dönüşü azaltır böylece debi azalır. Bu olay venöz dolaşımın<br />
yerçekimi etkisi ile alakalıdır.<br />
- Ven kaslarının kasılması, iskelet kaslarının kasılması ve venöz kapaklar<br />
dönüşü kolaylaştırır.<br />
- Hidrostatik basınç dikkate alınmazsa, sistemik dolaşımda aorta içi basınç,<br />
değerinden derece derece düşerek sağ atriumda 0 mm Hg’e iner.<br />
Sistemik dolaşımda basınç değişimleri şöyledir (TUS-Nisan’88).<br />
Aortada basınç 100 mmHg<br />
Büyük arterlerde 90-100 mmHg<br />
Küçük arterlerde 80 mmHg<br />
Arteriollerde 40 mmHg<br />
Kapillerlerde 30 mmHg<br />
Venüllerde 10 mmHg<br />
Küçük venler 7 mmHg<br />
Büyük venler 5 mmHg<br />
Vena kava 0 mmHg<br />
Görüldüğü gibi basınç en çok arteriollerde düşmektedir.<br />
C. LENFATIK DOLAŞIM<br />
• Kan dolaşımından interstiyel alana geçen proteinler, lenf dolaşımı ile tekrar<br />
kan dolaşıma verilirler. Yani kapillerden geri alınamayan sıvı ve proteinler bu<br />
sistemle kan dolaşımına döner. Lenfatik sistem endotelinin permeabilitesi daha<br />
fazladır. Toplanan lenf sıvısı özellikle karaciğer ve gastrointestinal kanaldan<br />
gelir ve ductus thoracicus ile kan dolaşımına verilir.<br />
- Lenf akımı sağlamada doku basıncı ve iskelet kaslarının kasılması<br />
en büyük faktörlerdir. Yerçekimi, valfler ve diyafram kasının etkisi diğer<br />
faktörlerdir.<br />
- Merkezi sinir sistemi kemik iliği derinin yüzeysel tabakası gibi bazı vücut<br />
bölümlerinde lenfatik sistem bulunmaz. Lenfatik dolaşımın protein içeriği<br />
kan dolaşımından düşüktür<br />
Kan basıncı arttığında baroreseptörler uyarılır:<br />
- Solunum yavaşlar, venöz dönüş azalır.<br />
- Vazomotor merkez inhibe olur. (vazodilatasyon) (TUS-Nisan’88)<br />
- Kardiyoinhibitör merkez aktive olur. Kalp yavaşlar.<br />
• Kan basıncı azaldığında baroreseptör uyarısı azalır:<br />
• Solunum kuvvetlenir. (Hiperpne)<br />
• Sempatik aktivasyonla renin ve adrenalin salınımı artar.<br />
• Vazomotor merkez aktive olur.
102<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Toklukta, proteinli diyette, anoksemide, şişmanlıkta, kas egzersizinde ve sigara<br />
içildiğinde kan basıncını artırır.<br />
• Uyku, açlık, paroksismal taşikardi de kan basıncı düşer.<br />
• Kan Hacmi: Endokrin ve sinirsel yolla düzenlenir.<br />
• Sinirsel: Stretch reseptörler V. Pulmonale, ventrikül ve atriumdadır. Kan hacmi<br />
azalması hipolatamustan ADH salınımına neden olur.<br />
• Hormonal: ADH, ANP ve Renin ile olur<br />
• Venöz direnç değişmezken, arteriyel basınç artars organa giden kan<br />
akımı azalır. Kalp bunu debi artırış ile kompanse eder (TUS-Nisan’91)<br />
ANP (Atrial natriüretik peptid): Atrium hücrelerinde depolanmıştır.<br />
Atriumların gerilmesi ile kan dolaşımına verilirler. ANP glomerüler filtrasyonu<br />
arttırır, sodyum geri emilimini ve renin salınımını inhibe eder, vazodilatasyon<br />
yapar.
103<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ÜRİNER SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />
VÜCUT SIVILARI HAKKINDA GENEL BILGILER<br />
• Total vücut sıvısı erişkin sağlıklı bir erkekte toplam vücut ağırlığının %60’ı kadında<br />
ise % 50’sidir. Bu farkın nedeni kadınlarda daha fazla yağ dokusu olmasıdır.<br />
• Sağlıklı 70 kg.’lık bir erkekte toplam vücut suyu 42 litredir. Kadında ise 35 litredir.<br />
• Yağsız vücut kitlesi alındığında su, toplam vücut ağırlığının %70’ini oluşturur.<br />
• Toplam vücut sıvısı intraselüler ve ekstraselüler olarak iki kompartmanda bulunur.<br />
• Ekstraselüler sıvı: Toplam vücut ağırlığının %20’sini yapar. Plazma, interstiyel<br />
sıvı ve transselüler sıvı kompartmanlarından oluşur.<br />
• Plazma toplam vücut kitlesinin %5’ini yapar, interstisiyel sıvı ise %15’ini yapar.<br />
• Interstiyel sıvı hücreler arasında bulunan ve lenf sıvısınında dahil olduğu sıvı<br />
bölümüdür.<br />
• Transselüler sıvı plevra, periton, BOS, sinovyal sıvı gibi sıvıları içerir ve toplam vücut<br />
sıvısının en küçük bölümünü oluşturur. En büyük transselüler sıvı kısmı gastrointestinal<br />
lümendeki sıvıdır, daha sonra BOS gelir.<br />
- Ekstraselüler sıvının en önemli ve en çok bulunan katyonu Na+’dır.<br />
Daha sonra Ca ++ , K + ve Mg ++ gelirler (TUS-Nisan’94).<br />
- Ekstraselüler sıvının en önemli anyonu CI- daha sonra HC03’dür. Diğer<br />
anyonlar HPO 4<br />
-2 , SO4 -2 ve proteinlerdir.<br />
- Ekstraselüler sıvı volümü Na+ ile ayarlanır. Na + kaybı ekstraselüler sıvının<br />
azalmasına neden olur.<br />
Intraselüler sıvı<br />
• Toplam vücut sıvısının en büyük kısmını oluşturur. Insan vücut ağırlığının<br />
%40’ını oluşturur (TUS-Eylül’91). Başlıca katyon K + ’dır daha sonra Mg ++ ’dır.<br />
Diğer katyonlar Ca ++ , NH +4 , Na + ’dır (TUS-Eylül’96).<br />
- Intraselüler sıvının en önemli anyonu fosfattır. Diğerleri bikarbonat,<br />
proteinler, klor ve organik asitlerdir.<br />
• Her bir kompartman elektriksel olarak nötraldir.<br />
Vücut sıvılarının ölçümü<br />
• Vücut sıvılarının ölçümünde indikatör dilüsyonu metodu kullanılır. Burada<br />
verilen madde konsantrasyonu, vücutta indikatör dağıldıktan sonra kanda<br />
ölçülen konsantrasyona bölünür.<br />
• Bu amaçla kullanılacak indikatör vücut bileşimleri ile interaksiyona<br />
girmemeli, buharlaşmamalı, homojen dağılmalı ve metabolize olmamalıdır.<br />
Verilen maddenin buharlaşması, metabolize olması yada idrarla atılması<br />
ölçüm sonucunu değiştirir.<br />
- Toplam vücut sıvısı ölçümünde antipirin, döteryum oksit ve alkol<br />
kullanılabilir.<br />
- Ekstraselüler sıvı ölçümünde rafinoz, mannitol, inülin gibi<br />
sakkaridler ya da tiyosülfat, tiyosiyonat, klor ve brom gibi radyonüklidler<br />
kullanılabilir.
104<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
SIVI<br />
KOMPARTMANI<br />
Total vücut sıvısı 1,0<br />
VÜCUT SIVI KOMPARTMANLARININ ÖZETI<br />
TOTAL VÜCUT<br />
SIVISINA ORANI*<br />
VOLÜM<br />
HESAPLANMASINDA<br />
KULLANILAN<br />
MARKERLER<br />
D2O. trityumlu<br />
MAJOR<br />
KATYONLAR<br />
ESS 1/3 Sülfat inülin mannitol Na + Cl -<br />
Plazma 1/12(ESS’n 1⁄4’ü) Radyoiodine serum<br />
albümin (RISA) Evans<br />
mavisi<br />
Interstisiel 1⁄4 (3/4 ESS) ESS-plazma volümü<br />
(indirekt)<br />
ISS 2/3 Total vücut sıvısı-ESS (<br />
Indirekt)<br />
Na + Cl -<br />
Na + Cl -<br />
*Total vücut sıvısı 70 kg’lık normal erişkin bir erkekte vücut ağırlığının %60’ı yani 42 kg’dır<br />
K +<br />
MAJOR<br />
ANYONLAR<br />
HCO 3<br />
-<br />
HCO 3<br />
-<br />
Plazma protein<br />
HCO 3<br />
-<br />
Organik<br />
fosfatlar protein<br />
ID:02t053
105<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Plazma volümü olçümünde evans mavisi (T-1824), radyoaktif işaretli<br />
albümin, gamaglobulin, fibrinojen kullanılır. Bu maddeler damardan<br />
dışarı çıkmaz ve eritrositde alınmazlar.<br />
- Kan volümü demir, krom yada fosfor izotopları ile ölçülebilir. Bunlar<br />
eritrositlere geçtiğinden kan volümünü verir. Buradan plazma volümü<br />
hesaplanabilir.<br />
Plazma volümü ve kan volümü arası ilişki -->Plazma Volümü x 100<br />
=Kan Volümü<br />
100-Hematokrit<br />
• Interstisiyel sıvı volümü direk ölçülemez, extraselüler sıvıdan plazma<br />
volümü çıkarılarak hesaplanır.<br />
• Intraselüler sıvı volümü direk ölçülemez. Toplam vücut sıvısından<br />
ekstraselüler sıvı çıkarılarak bulunur.<br />
ÇEŞITLI HALLERDE VÜCUT SIVILARINDAKI DEĞIŞIKLIKLER<br />
Izotonik sıvı kaybı (diare)<br />
• Izoozmotik volüm kontraksiyonu da denebilir.<br />
1) ECF volümü azalır. Fakat ECF veya ICF osmolaritesi değişmez.<br />
Osmolarite değişmediği için ECF ve ICF arasında su geçişi olmaz.<br />
2) Plazma protein konsantrasyonu ve hematokrit artar çünkü<br />
ECF kaybı, protein ve eritrositleri konsantre eder. ECF osmolaritesi<br />
değişmediği için eritrositler büzüşmez ve şişmez.<br />
3) Arteriel kan basma azalır çünkü ECF volümü azalmıştır.<br />
Aşırı NaCI alımı<br />
• hiperozmotik volüm expansiyonu da denir.<br />
1) ECF osmolaritesi artar çünkü ECPye ozmol eklenir.<br />
2) ICF’den ECF”ye su geçişi olur. Bunun sonucunda da ICF ozmolaritesi<br />
ECF ozmolaritesine eşit oluncaya dek artar.<br />
3) Hücre dışına su geçişinin sonucu ECF volümü artar (volüm<br />
expansiyonu) ve ICF volümü azalır.<br />
Su kaybı<br />
• Hiperozmotik volüm kontraksiyonu olarakta adlandırılır.<br />
1) ECF osmolaritesi artar çünkü ter hipoozmotiktir. (Terlemede su<br />
Na+’dan çok kaybedilir)<br />
2) ECF volumü azalır çünkü terlemeyle volüm kaybedilir. Su ICF’den<br />
ECF’ye geçer. Bunun sonucunda da ICF osmolaritesi ECF ozmolaritesine<br />
eşitleninceye kadar artar.<br />
3) Hücre dışına su geçtiği için ICF volumü azalır.<br />
4) ECF volüm kaybı olduğu için protein konsantrasyonu artar. Aynı<br />
zamanda hematokrit artışı da beklenir fakat değişmez çünkü<br />
eritrositlerde su kaybeder ve hacmi küçülür.<br />
Uygunsuz ADH salınımı sendromu<br />
• aynı zamanda hipoozmotik volüm expansiyonu olarak adlandırılır.<br />
1) ECF osmolaritesi azalır, çünkü aşırı su retansiyonu olur.
106<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
2) ECF volumü artar (su retansiyonuna bağlı olarak). Hücrelere su girer,<br />
sonucunda da ICF ozmolaritesi ECF ile dengeye gelene dek azalır<br />
ve ICF volumü artar.<br />
3) Protein konsantrasyonu azalır çünkü ECF volumü artar.<br />
Hematoktritin azalması beklenirken değişmez çünkü eritrositlere<br />
su girer ve volumü artar. TUS<br />
Adrenokortikal yetmezlik - NaCI kaybı<br />
• Hipoosmotik volüm kontraksiyonu olarakta adlandırılır.<br />
1) ECF ozmolaritesi azalır çünkü böbrekler adrenal yetmezlikte<br />
aldosteron eksikliğine bağlı olarak NaCl’i sudan daha fazla<br />
kaybeder.<br />
2) ECF volumü azalır. Su hücre içine girer, ICF osmolaritesi ECF’ye<br />
eşitlenene kadar azalır ve ICF volumü artar.<br />
3) Protein konsantrasyonu artar çünkü ECF volumü azalır. Hematokrit<br />
artar çünkü ECF volumü azalır ve eritrositler su çökerek şişer.<br />
BÖBREKLER<br />
• Böbreğin arterleri direk aorttan çıkar. Bu arterler ile kalp debisinin 1/4’ü kadar<br />
kan böbreğe götürülür. Bunlar daha sonra segmental ve irrterlobar dallara<br />
ayrılır. Korteks- medulla sınırında arkuat arter olurlar Bu arterler basınç düşmesini<br />
önleyen yapıdadır. Bunlardan dik olarak interlobüler arterler çıkar, afferent<br />
arteriollerde bunların dalıdır. Afferent arteriol glomerül denen yapıyı oluşturur<br />
ve glomerulusdan efferent arteriol çıkar. Efferent arterioller peritübüler kapilleri<br />
oluşturur. Efferent arterioldan juxtameduller nefronlarda vasa recta denen özel<br />
peritübüler kapiller oluşur. Bunlar henle boyunca medullaya iner ve tekrar glomerül<br />
yönüne döner. Peritübüler kapillerler venlerle devam ederler.<br />
• Böbreğin venleri aynı adları taşır ve böbreğin hilusundan çıkarak vena cava inferiora<br />
dökülürler.<br />
- Böbrekteki en küçük fonksiyonel fizyolojik birim nefrondur<br />
- Her böbrekte bir milyon nefron vardır.<br />
Nefron’un kısımları:<br />
• Glomerulus: Afferent arteriolün yaptığı 20-40 kapiller arterden oluşur.<br />
Kapiller özel pencereli kapillerdir. Bazal membran kesintisiz değildir. Bu<br />
sayede protein ve hücreler hariç tüm kan süzülür.<br />
• Süzücü membranda Bazal membran, endotel, mezengium hücreleri, podosit<br />
yer alır.<br />
• Bowmon Kapsülü: Glomerülü saran yapıdır. Viseral ve paryetal yaprakları<br />
vardır.<br />
• Malpighi cisimciği: Bowman kapsülü+Glomerul (TUS-Eylül’87)<br />
• Proksimal Tübülüs: Kıvrımlı ve düz kısımları vardır.<br />
• Henle Kulpu: Kalın ve ince segmentleri vardır. Inen ve çıkan kolu vardır.<br />
• Dfstal Tübülüs: Kıvrımlı ve düz kısımları vardır<br />
• Toplayıcı kanallar: (Kollektör Kanallar). Üretrojen kökenli yapılardır.<br />
(TUS-Nisan’95)
107<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
5. haftadan itibaren mesonephros gerileyerek yerini kalıcı böbreği oluşturacak<br />
olan metanephrosa bırakır. Metanephros, yapı materyalini iki ayrı yerden<br />
alır:<br />
1- Üreter tomurcuğu (üretrojen) kökenli olanlar: Wolff kanalından köken<br />
alan bu bölümler üreter, pelvis renalis, calices renalis ve kollektör<br />
kanaldan oluşur.<br />
2- Metanephrogen blastem: Nefron (Bowman kapsülü ve Tubuluslar<br />
(Henle, proksimal, distal tubulus)dan oluşur.<br />
Iki tip nefron vardır:<br />
• Kortikal nefronlar: Kortexte yerleşmiştir. Efferent arteriol çapı afferent<br />
arteriol çapından küçüktür. Henle kulpu kısadır ve medullanın dış kısmına<br />
ulaşır. Toplam nefronların %85’i bu tiptir.<br />
• Jukstamedullar nefronlar: Kortex-medulla bileşkesinde bulunur. Henle<br />
kulpu oldukça uzundur ve medulla derinliklerine kadar iner. Efferent ve<br />
afferent arteriol çapı birbirine eşittir. Basıncı korumak için afferent arterioller<br />
arcuat arterden çıkarlar. Efferent arteriol vasa recta denen özel bir kapilleri<br />
oluşturur. Vesa recta zıt akımlı madde geçişi için önemlidir.<br />
Böbreklerin Görevleri:<br />
• Metabolizma ile oluşan artık maddelerin itrahı primer görevidir.<br />
• Su ve elektrolit metabolizmasının düzenlenmesi<br />
• Iç ortamın iyon dengesinin sağlanması<br />
• Kan basıncının düzenlenmesi (renin-anjiotensin mekanizması ile)<br />
• Plazma asit baz dengesinin düzenlenmesi<br />
• Eritropoietin salınımı ile eritrosit yapımının stimulasyonunun sağlanması<br />
• Glukoneogeneze katkıda bulunur.<br />
• PG sentezi<br />
• Vitamin D aktivasyonunun basamaklarında yer alır.<br />
Nefronun fonksiyonları:<br />
3 ana fonksiyonu vardır:<br />
• Glomerüler filtrasyon, tübüler sekresyon ve tübüler reabsorbsyon<br />
GLOMERÜLER FİLTRASYON<br />
• Afferent arteriol özel bir dallanma gösterir ve glomerül kapiller hidrostatik basıncını<br />
60 mmHg yapar. Diğer vücut kapillerinde ise basınç 25 mmHg civarındadır.<br />
• Bowman kapsülü viseral ve paryetal yapraklardan oluşur. Paryetal yaprak dışta<br />
kalan kısımdır ve yassı hücrelerden oluşur. Viseral yaprakta ayaklı yapılar gösteren<br />
podosit denen özel hücreler vardır (TUS-Eylül’97).<br />
• Filtrasyon mesafesi; kapiller endoteli, bazal membran ve podositlerden oluşur<br />
(TUS-Eylül’94): Süzüntü bowman kapsülünün viseral ve paryetal yaprakları arasında<br />
yani Bowman mesafesinde toplanır. Podosit ayakları arası aralıklar vardır ve<br />
ayaklar siloproteinle kaplıdır.
108<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Filtrasyonla su, içinde erimiş maddelerle beraber bowman mesafesine geçer.<br />
Protein ve hücre harici tüm maddeler ultrafiltrata geçer. Molekül ağırlığı 70kd üstü<br />
maddeler filtre olmaz. Ultrafiltratta glikoz, kreatin ve (-) yüklü iyonlar biraz daha<br />
fazla bulunur.<br />
• Filtrasyonu sağlayan esas kuvvet glomerul kapiller hidrostatik basıncıdır. Buna<br />
Bowman mesafesi hidrostatik basıncı ve plazma proteinlerinin onkotik basıncı<br />
karşı koyar.<br />
• Glomerul kapiller hidrostatik basıncı 60 mmHg, Bowman mesafesi hidrostatik<br />
basıncı 18 mmHg, onkotik basınçta 32 mmHg’dir. Yani efektif filtrasyon basıncı 10<br />
mmHg’dir.<br />
• Her iki böbrekte dakikada oluşan ultrafiltrat miktarına glomeruler filtrasyon hızı<br />
denir.Normal değeri 125 ml/ dk’dır. Glomeruler filtrasyon hızı filtrasyon katsayısı (Kf)<br />
ve etkili filtrasyon basıncının çarpımına eşittir. Kf değeri 12.5 ml/dk.mmHg’dir.<br />
• Günde 180 litre sıvı filtre olur. Bunun %99’u geri emilir.<br />
• Toksik maddelerin atılması için çıkarılması gereken idrar miktarı en az 500 ml/gün<br />
olmalıdır (TUS-Eylül’87).<br />
Glomeruler filtrasyonu etkileyen faktörler (TUS-Eylül’00)<br />
• Böbrek kan akımı değişmeleri<br />
• Glomerul kapiller hidrostatik basınç değişmeleri: Bunu değiştiren ana<br />
mekanizma, prekapiller sfinkterlerin durumudur. Filtrasyonu etkileyen ana<br />
faktör hidrostatik basınç değişmeleridir.<br />
• Glomerüler kapillerdeki plazmanın onkotik basıncı: Dehidratasyon,<br />
hipoproteinemi haller değiştirir.<br />
• Bowman kapsül basıncı değişmeleri: Basınç artarsa GFR azalır, (üreter<br />
taşı, ödem, diüretik) (TUS-Nisan’94, Nisan’01)<br />
• Plazma proteini konsantrasyonu değişmeleri: Malnutrisyon, sıvı<br />
infüzyonu<br />
• Glomerul filtrasyon membran geçirgenliğinin değişmesi: Böbrek<br />
glomerül kapilleri sistemik kapillerden çok daha fazla geçirgendir.<br />
• Total glomeruler yatakta azalma; glomerulonefrit, taş vs. Böbrek birim<br />
ağırlık başına sistemik kapillerlere göre daha geniş yüzeye sahiptir.<br />
• Ultrafiltrataki onkotik basınç: Efektif filtrasyon yüzeyinin değişikliği.<br />
Arteriollerin filtrasyon etkisi<br />
• Afferent arteriolde daralma glomeruler filtrasyon hızını (GFH) ve renal<br />
plazma akımını (RPA) azaltır, genişleme ise her ikisini arttırır. GFH ve RPA<br />
aynı yönde etkileştiğinden filtrasyon fraksiyonu afferent arteriol direnç<br />
değişmelerinden etkilenmez. Afferent arteriolde dilatasyon hidrostatik<br />
basıncı artırarak GFH’nı arttırır ancak RPA’da artar. Sonuçta filtrasyon<br />
fraksiyonu değişmez.<br />
• Efferent arteriolde daralma hidrostatik basıncı arttırıp GFH’nı arttırır<br />
ancak vasküler direnç arttığından RPA azalır. Efferent arteriolde genişleme<br />
hidrostatik basınç azalması ile GFH’nı azaltır. Vasküler direnç düşmesi<br />
PRA’yı arttırır. Efferent arteriolde çap değişmeleri filtrasyon fraksiyonunu<br />
etkiler. Çünkü RPA ve GFH ters yönde etkileşirler.
109<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Renal otoregülasyon mekanizması<br />
• Sistemik kan basıncındaki büyük değişmelerde 70- 200 mmHg, böbrek<br />
kan akımı çok az değişir bu da GFH’nı sabit tutar. Filtrasyon çok hızlı<br />
olursa reabsorbsiyon tam olarak yapılamaz. GFH çok yavaş olursa<br />
zararlı maddeler reabsorbe olur. O nedenle GFH sabit tutulmalıdır. 70<br />
mmHg altında bu mekanizma çalışmaz. Denerve ve transplante böbrekte<br />
bile bu mekanizma vardır.<br />
• Tübüllere gelen Na+ve CI- azalması afferent arteriolde<br />
vazodilatasyon yapar. Buda GFH’nı arttırır. Ayrıca effer-ent arteriolde<br />
vazokonstriksiyon olur. Bu yolla glomeruler filtrasyon hızı sabit tutulmuş<br />
olur. Otoregulasyonda asıl görevli olan ve aynı anda çalışan iki<br />
mekanizma bunlardır. Yani afferent arteriol dilatasyonu ve efferent arteriol<br />
konstruksiyonu.<br />
• Efferent arteriolde daralma ile peritübüller kapiller hidrostatik<br />
basıncı düşer. Bu da reabsorbsiyon için uygundur.<br />
• Ayrıca tübüle gelen sıvıda Na+ düşmesi macula densa hücrelerini uyararak<br />
renin-anjiotensin mekanizmasını çalıştırır. Anjiotensin II’nin konstriktör<br />
etkisi efferent arteriolde daha güçlüdür.<br />
Mesengial hücrelerde kasılmaya veya gevşemeye yol açan<br />
maddeler:<br />
• Kasılma:<br />
- Anjiotensin II, Vazopressin, Noradrenalin, Trombosit aktive edici faktör,<br />
PDGF, Tromboxan A2, PGF2, Lökotrein C, D ve Histamin’dir.<br />
• Gevşeme:<br />
- ANP, Dopamin, PGE2 ve cAMP ile oluşur.<br />
Renal perfüzyon azaldığında, böbrekler perfüzyonu artırmak için suyun geri<br />
emilimini artırarak atılmasını önler bunun sonucu oligüri meydana gelir.<br />
Bunun yanında böbrek renin salgısını arttırarak sonuçta aldosteron düzeyinin<br />
artmasını ve atılan sodyum miktarının da azalmasını sağlayarak kan hacminin<br />
artmasını sağlar.
110<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Böbrekte Elektrolit Transportu<br />
Böbrek hücreleri; elektrolit reabsorbsiyon ve sekresyonunu şu üç ana grup ile düzenlerler: Cotransporterler (glukoz ve<br />
aminoasitle birlikte sodyum), Countertransporterler (diğer iyon, mesela K + veya HCO 3<br />
- ) ve iyon spesifik iletim kanalları. Figür;<br />
bu üç major transport sisteminin, nefronun üç ayrı ana segmenti üzerindeki etkilerini göstermektedir. Bu sistemlerin aktiviteleri<br />
lümen ve kandaki potansiyel farklarına (mV olarak) göre şekillenir. Bazolateral Na + / K + ATPaz intraselüler sodyumu düşük<br />
tutarak elektronötral cotransport için ana gücü oluşturur. Na + / K + değişimi nefronun bir çok bölgesinde olur. Potasyum;<br />
konsantrasyon gradienti oluşunca, hücreyi iletim kanalları yoluyla terkeder. Klor; bazolateral membranda ya paraselüler olarak<br />
ya da iletim kanalları yoluyla hareket eder. Henle kulpunda; Na + / K + / Cl - cotransporterleri sodyum transportu için ana<br />
mekanizmayı oluştururlar ve loop diüretikleri burayı inhibe eder. Distal tübül ve toplayıcı kanallardaki sodyum iletim kanalları;<br />
tiazid diüretikleri, amiloride ve Atrial natriüretik peptik (ANP) tarafından inhibe edilirken, aldosteron tarafından stimüle<br />
edilir. Aldosteron aynı zamanda potasyum kanallarını ve Na + / K + ATPaz’ı da stimüle eder. Figürün alt kısmında, Arginin<br />
vazopressin (AVP), bazolateral membranda V 2 reseptörüne bağlanmış olarak görülmektedir; bu bağlanma Luminalmembranda<br />
aquaporinlerin (su kanallarının) ekzositozu ile sonuçlanan bir dizi olayı tetikler ve sonuçta hücrelerin suya geçirgenliği artar.
111<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
TÜBÜLER TRANSPORT<br />
• Tübüler sekresyon ve reabsorbsiyonu içerir.<br />
L. TÜBÜLER REABSORBSIYON (GERI EMILIM)<br />
• Tübüler reabsorbsiyon ve sekresyon aktif taşıma ile gerçekleşir.<br />
Sodyum reabsorbsiyonu<br />
• Nefron boyunca Na+ reabsorbsiyonu için Tm değeri yoktur. Hemen hemen<br />
her bölümden reabsorbe olur.<br />
• Proksimal tübül epiteli bazolateral membranlarındaki Na+- K+ ATP az<br />
sistemi Na+’yı hücreden intertisyuma verir. Hücre içi Na+ azalır, K+ artar.<br />
Ultrafiltrattaki %65’lik Na+ transportu bu yolla olur. Geri kalan kısım ise<br />
suda çözünmüş madde olarak pasif difüzyonla olur. Birinci yolla hücre içine<br />
Na+ gradienti oluşturulur.<br />
• Hücre içine lümenden Na+ taşınması pasiftir ancak genede taşıyıcı aracılığı<br />
ile olur. Na+ taşınması sekonder aktif transporttur. Apikal membranda<br />
Na+- glikoz, N0+- fosfat, Na+- aminoasit kotransportu olur. Gene apikal<br />
membranda Na+- H+ antiport sistemi vardır.<br />
• Na+ nin hücre içine geçişi Cl- ve HC03- geçişi için elektriksel gradiyant<br />
sağlar. Ayrıca sekrete edilen H+ ile HC03 - emilimi oluşur. Proksimal<br />
tübülde Na+ - K+ antiportu yoktur.<br />
• Ultrafiltrattaki glikoz ve aminoasidlerin tamamı ve fosfatın tama yakını<br />
proksimal tübülde taşınır. Ultrafiltrattaki toplam Na+’nin %75’i proksimal<br />
tübüllerde emilir.<br />
• Distal tübül ve toplayıcı tübüllerde katyon değişmesiyle K+ ve H+ atılıp Na+<br />
alınır ayrıca Cl- reabsorbsiyonuyla Na+ da reabsorbe olur.<br />
Potasyum reabsorbsiyonu:<br />
• K+ glomerüllerden tamamen filtre olur ve henle kolunun inen kolu hariç<br />
tüm segmentlerden reabsorbe olur.<br />
HCO3- rearbsorbsiyonu:<br />
• Tübüle sekrete edilen H+ ve HCO3; H2CO3 oluşturur. Bu da karbonik<br />
annidraz ile H2O ve O2’ye dönüştürülür. Bunlar difüze olur. Daha sonra<br />
tübülde tekrar H+ ve HCO3’e dönüşür. Burada net bir H+ sekresyonu<br />
olmaz. Çünkü başta sekrete edilen H+ tübülde HCO3- ve H+ oluşturur.<br />
CI- reabsorbsiyonu:<br />
• Cl- reabsorbsiyonu HCO3 ile ters yönde etkileşir. Cl- reabsorbsiyonu<br />
arttığında HCO3 reabsorbsiyonu azalır, CI- reabsorbsiyonu azaldığında<br />
HCO3 reabsorbsiyonu artar. Cl- henlenin çıkan kolu ve distal tübülde aktif<br />
taşınır. Henlenin çıkan kolu ve distal tübülde Na+ - 2CI- - K+ pompası<br />
vardır. Bu iyonlar aynı yönde tek bir taşıyıcı ile transporte olurlar.<br />
Su reabsorbsiyonu:<br />
• Na+, Cl-, K+, HCO3- gibi iyonların reabsorbsiyonu ile tübül hücresi<br />
hipertonik olur. Burada su osmozla geçer. Ayrıca hidrostatik basınçta<br />
geçişi sağlayan bir kuvvet oluşturur.
112<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Karbonik anhidraz<br />
inhibitörleri<br />
(asetazolamide)<br />
Suyun %75’i proksimal tübülden reabsorbe olur (TUS-Eylül’87, Eylül’89).<br />
Reabsorbsiyon iyonlarla orantılı olduğundan lümen boyunca ultrafiltrat<br />
izoosmotik kalır.<br />
• Henlenin inen ince kolundon iyon reabsorbsiyonu olmaz ancak su çok<br />
fazlaca reabsorbe olur. Sonuçta ultrafiltrat hipertonik olur. Henlenin çıkan<br />
kolunun kalın kısmında ve distal tübüllerde suya permeabilite azalmış<br />
iyonlara geçirgenlik oldukça artmıştır. O nedenle bu segmente dilüsyon<br />
segmenti denir. Bu kısım sayesinde medulla hipertonik tutulur. Distal tübüle<br />
gelen sıvı her zaman hipoosmotiktir.<br />
• Distal tübül ve toplayıcı kanallarda su reabsorbsiyonu ADH ile olur.<br />
ADH yokluğunda buradan su elilmez, ve dilüe idrar çıkarılır. Normalde<br />
böbrekt suya en geçirgen kısım proksimal tübülden reabsorbe olur (TUS-<br />
Eylül’90).<br />
• Distal tübülde özel Na+ kanalları vardır ve bunlar aldesterondan bağımsız çalışır.<br />
•Henle kolunun çıkan kolunda Mg++ ve Ca+ fazlaca reabsorbe olur. Distal<br />
tübül paratiroid hormonla Ca’un aktif taşınmasının olduğu segmenttir.<br />
• Toplayıcı kanalların kortikal bölümünde aldosteron bağımlı Na+ taşınması<br />
olur. Ayrıca bu bölümde ADH ile su permeabilitesi artar.<br />
NEFRON ÜZERINE DIÜRETIKLERIN ETKİSİ<br />
Sınıfı Etki yeri Mekanizması Major etkisi<br />
Loop diüretikleri<br />
(furosemide, etakrinik<br />
asid, bumetanide)<br />
Tiazid diüretikleri<br />
(klorotiazid,<br />
hidroklortiazid)<br />
K + tutucu diüretikler<br />
(spiranolaktone,<br />
triamterene,<br />
amiloride)<br />
Proksimal tübül<br />
Henlenin çıkan kolunun<br />
kalın kısmı<br />
Na + reabsorbsiyonunun<br />
inhibisyonu<br />
K + sekresyonunun<br />
inhibisyonu (<br />
Spiranolakton<br />
aldosteron<br />
antagonistidir diğerleri<br />
direk etkilidir.)<br />
Distal tübül son kısımları<br />
ve toplayıcı kanallar<br />
Karbonik anhidraz<br />
inhibisyonu<br />
Na + -K + -2Cl -<br />
Kontransportunu inhibe<br />
eder<br />
NaCl reabsorbsiyonunu<br />
inhibe eder<br />
- Na +<br />
reabsorbsiyonunun<br />
inhibisyonu<br />
- K + sekresyonunun<br />
inhibisyonu<br />
↑ HCO 3<br />
-<br />
atılımı<br />
↑ NaCl atılımı<br />
↑ K + atılımı (↑ distal<br />
tübül akım hızı<br />
nedeniyle )<br />
↑ Ca ++ atılımı<br />
(hiperkalsemi tedavisi)<br />
Idrarı konsantre etme<br />
yeteneği azalır; idrarı<br />
dilüe etme yeteneği<br />
azalır.<br />
↑ NaCl atılımı<br />
↑ K + atılımı (distal tübül<br />
akım hızı ↑ nedeniyle)<br />
↓ Ca +2 atılımı (diğer<br />
diüretiklerin tersi )<br />
Idrarın dilüsyon<br />
yeteneği azalır,<br />
konsantrasyon<br />
yeteneğini etkilemez<br />
↑ Na + atılımı (az etkili)<br />
↓ K + atılımı<br />
ID:02t052
113<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Tübüler sıvı toplayıcı kanallarda en hipertoniktir (TUS-Eylül’91).<br />
• Reabsorbe olan maddelerin tübüler maksimum reabsorbtif kapasitesi<br />
vardır. Bu reabsorbe edilen maddenin maksimum sınırını oluşturur. Tm,<br />
Tr ile gösterilir.<br />
Fosfat reabsorbsiyonu (TUS-Nisan’95)<br />
Parathormon, paratiroid bezden hipokalsemi veya hiperfosfatemi<br />
durumunda salgılanan ve böbreklerde kalsiyumun reabsorbsiyonunu,<br />
fosfatında atılmasını sağlayarak kalsiyum ve fosfat dengesini sağlayan bir<br />
hormondur.<br />
2- TÜBÜLER SEKRESYON<br />
K+ Sekresyonu<br />
• K+ hem sekrete hem absorbe edilebilen tek elektrolittir.<br />
• K+ proksimal tübülde aktif reabsorbe olur, pasif sekrete edilir.<br />
• Distal tübülde K+ sekresyonunda Tm değeri yoktur. K+ sekresyonu<br />
vücut asit baz dengesine göre sağlanır. Metabolik asidozda K+ sekresyonu<br />
azalır. Alkalozda artar.<br />
• Eksikliğinde hücre dışı alkaloz, hücre içi asidoz görülür (TUS-Nisan’92).<br />
• Aktif sekresyonda : Na + - ATPaz ile K + hücre içinde artar. O nedenle<br />
lümene K+ pasif olarak transporte edilir. Distal tübülüslerde aldosteron<br />
Na + - K+ ATP az aktivitesini ve apikal membran permeabilitesini arttırıp<br />
K + sekresyonunu arttırır.<br />
• Henlenin inen kolu hariç her yerden sekrete edilir ve bu sayede HCO 3<br />
reabsorbe edilir. H + sekresyonu Na+ absorbsiyonu ile beraber olur. H +<br />
tamponlanması için HPO 4-2 ve NH 3<br />
ve bikarbonat kullanılır. Distal tübül ve<br />
toplayıcı kanallarda HCO 3<br />
ile tamponlama olmaz.<br />
• Organik asitlerin (ürik asit vs) sekresyonu proksimal tübülden olur. Ürik<br />
asit böbreklerden hem sekrete hem absorbe edilebilen tek organik<br />
maddedir.<br />
• Sekrete edilen maddeler için bir üst sınır vardır. Bu IS ya da Tm ile ifade<br />
edilen değerdir.<br />
KLIRENS (TUS-NISAN’92, NISAN’94)<br />
• Bir dakika içinde böbreklerce, belli bir maddeden arındırılan plazma<br />
hacimdir (TUS-Eylül’87, Eylül’97).<br />
• Böbreğin temizleme gücünü gösterir.<br />
• Şu formül ile hesaplanır.<br />
TUS Klirens = Maddenin idrar konsantrasyon değeri x idrar hacmi /<br />
Maddenin plazma konsantrasyon değeri<br />
• Inülin plazma proteinlerine bağlanmayan inert bir doğal maddedir. Klirensinde<br />
sadece glomerüler filtrasyon rol alır. O nedenle inulinin klirensi glomerüler<br />
filtrasyon hızını verir.<br />
• Inulin klirensi ile idrarla atılan maddelerin klirensleri karşılaştırılarak maddenin<br />
itrahında rol alan mekanizmalar anlaşılabilir<br />
• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensine eşitse itrah sadece glomerüler<br />
filtrasyonla olur. Mannitol, tiyosülfat ve B 12 bu tip maddelerdir.
114<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensinden büyükse madde glomerüler<br />
filtrasyon ve tübüler sekresyon ile atılır. PAH, kreatinin, fenol kırmızısı bu tip<br />
maddelerdir.<br />
• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensinden küçükse itrah glomerüler filtrasyon<br />
ve tübüler reabsorbsiyonla olur. Glikoz bu tip bir maddedir.<br />
• Eğer X maddesi hem absorbe hem sekrete ediliyorsa net olaydan bahsedilir.<br />
Net sekresyon, net absorbsiyon gibi.<br />
• Glomerüler filtrasyon hızının değerilndirilmesinde kreatinin klirensi<br />
inülin klirensine göre daha çok kullanılır, kreatinin, glomerüler filtrasyon<br />
ve bir miktar tübüler sekresyonla atılır.<br />
• Yaşlandıkça kreatinin klirensi azalır ancak plazma kreatinin düzeyi hayat boyu<br />
sabittir.<br />
• Itrah edilen maddenin idrar konsantrasyonu ve idrar hacmi çarpımından inülin<br />
klirensi ve plazma konsantrasyon çarpımı çıkarılırsa Ts değeri bulunabilir. Ts=<br />
Ux.V-an.Px<br />
• Itrah edilen maddenin idrar konsantrasyonu ve idrar hacmi çarpımı inülin klirensi<br />
ve plazma konsantrasyon çarpımından çıkarılırsa Tr elde edilir.<br />
Tr: Cin.Px-Ux.V<br />
Ts: SekresyonTr: Reabsorbsiyon<br />
Cin: Inülin klirensi<br />
UX: Maddenin idrar konsantrasyonu<br />
Px: Maddenin plazma konsantrasyonu V:Idrar hacmi<br />
• Herhangi bir maddenin 1 dakikada böbreklere taşınan miktarına plazma yükü<br />
denir.<br />
• Herhangi bir maddenin 1 dakikada ultrafiltratla tübülüslere taşınan miktarına<br />
glomerüler yük denir.<br />
• Glikoz gibi bazı maddelerin reabsorbsiyonu için eşik değeri vardır. Plazma<br />
yükünde plazmadaki madde konsantrasyonu önemli olduğundan belli<br />
bir değerin üstü taşınamaz ve idrarda çıkar. Bu değere eşik değeri (eşik<br />
konsantrasyonu) denir. Tm değeri ile eşik değeri aynı değildir. Idrarda<br />
maddenin görülmeye başladığı konsantrasyona eşik değer denir. Glikoz için<br />
Tm 320, eşik konsantrasyon ise 200 mg/dl civarıdır.<br />
Glikoz transport grafiği:<br />
• Glikozun kan konsantrasyonu, filtre olan glikoz miktarını yani glomerüler<br />
yükü. (filtrasyon yükü) arttırır. Plazma glikoz miktarı 200 mg/dl altında<br />
glikoz tamamen absorbe olur. 200’den sonra birinci tip kinetik görülür<br />
yani plazma glikoz konsantrasyonu ile lineer olarak itrah artar. 320 mg/dl<br />
de glikoz absorbsiyonu sabitleşir ve sıfır derece kinetik oluşur. 320 mg/dl<br />
üstünde ise idrar glikozunun asıl belirleyicisi plazma glikoz düzeyi olur.<br />
Glikoz Tm değeri sabittir ve fonksiyone nefron sayısına bağlı olduğu için<br />
Tm değeri Tr değerinin ve fonksiyone nefron sayısının hesaplanmasında<br />
kullanılır.
115<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
PAH transport grafiği:<br />
• PAH filtrasyon ve sekresyona uğrayan bir organik asittir.<br />
Böbreklerden ilk geçişte tamamen itrah olur. Ancak Tm değeri olan 80 mg/dk<br />
üstünde bu geçerli değildir. PAH plazma proteinlerine bağlı olsa bile sekrete<br />
olur. Tm değeri PAH için sabittir ve Ts’yi hesaplamada kullanılır.<br />
• Tm değeri altında PAH glomerüler filtrasyon ve tübüler sekresyonla<br />
tamamen atılır. PAH’ın kan düzeyi 20mg/dl iken Tm değerine ulaşılır. Bu<br />
durumda sekresyon PAH’ın kan düzeyinden bağımsız bir hale gelir. 20<br />
mg/dl üstünde ise PAH-klirensini belirleyen glomerüler filtrasyon olur ve<br />
klirens inülin klirensine yaklaşır.<br />
• PAH tek geçişle tamamen plazmadan arındırıldığı için Rck<br />
prensibine göre böbreğin plazma akımı hesaplanabilir.<br />
Böbrek plazma akımı= Idrar PAH kons. X idrar hacmi / Arteriel<br />
- venöz PAH değeri<br />
• Böbrek plazma akımı = CRAH ‘dır, buradan böbrek kan akımı<br />
hesaplanabilir.<br />
Böbrek kan akımı= Böbrek plazma akımı x 100<br />
100-Hct<br />
• Venöz PAH sıfır kabul edilirse efektif plazma akımı denir. Ancak venöz PAH<br />
tam olarak ölçülürse gerçek plazma akımı bulunur. Böbrek plazma akımı<br />
hesaplanmasında diodrastta kullanılabilir.<br />
Juxtaglomerüler aparartus:<br />
• Distal tübülüs ve afferent arteriolün özelleşmiş hücrelerinin oluşturduğu<br />
sistemdir. TUS<br />
• Sistemde 3 tip hücre vardır :<br />
Juxtaglomerular hücreler<br />
Afferent arteriolün tunika mediasından köken alan özelleşmiş kas hücreleridir.<br />
Yapısında inaktif renin (prorenin) bulunur. Bu hücreler stretch reseptörler<br />
(gerim reseptörleri) dir. Böbrek kan akımı azalması ile uyarılırlar. Ayrıca<br />
sempatik inervasyon alırlar ve beta reseptör aktivasyonu ile renin salarlar.<br />
Macula densa hücreleri<br />
Distal tübülün özelleşmiş hücreleridir ve distal tübülün başlangıç kısmında<br />
bulunurlar. Kemoreseptör gibi davranırlar ve tübülüs NaCI konsantrasyonu<br />
düştüğünde uyarılırlar, inervasyonları yoktur ve juxtaglomeruler hücreleri<br />
uyarırlar.<br />
Mezengial (polkissen) hücreleri<br />
Juxtaglomeruler aparatın intertisiyel hücreleri olan extraglomeruler mezengial<br />
hücrelerdir.
116<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
İDRARIN KONSANTRASYON VE DİLÜSYONU<br />
• Böbrekler vücut su durumu ve ihtiyacına göre idrarı konsantre (çok yoğun) yada<br />
dilüe (az yoğun) edebilirler. TUS Idrarın yoğunluğunu belirleyen ana hormon<br />
ADH’dır. Idrar konsantrasyonu vaza rektadaki zıt akımlı değişim mekanizması ile<br />
toplayıcı kanal ve henle kolundaki zıt akımlı çoğaltıcı sisteme dayanır.<br />
• Zıt akım mekanizması vaza rekta ve henle kıvrımı arasındaki ilişkiye dayanır. Zıt<br />
akımlı sıvılar arasında madde ve sıvı alışverişi olur.<br />
Zıt akımlı çoğaltıcı sistem<br />
• Medulla hipertonisitesini artıran ve medullada yüksek sodyum klorür<br />
konsantrasyonu sağlayan sistemdir. TUS Sodyum klorür çıkan koldan<br />
yüksek oranda medulla intertisiyumuna geçer ve bu vaza rektadaki rekta ile<br />
medulla derinliklerine taşınır. Buradan tekrar henlenin ince segmentinden<br />
tübülüse difüze olur. Bu yolla sodyum konsantrasyonu medullada gittikçe<br />
çoğalır.<br />
• Medullanın hipertonik olmasını sağlayan faktörler henle kolu kalın<br />
segmentinden NaCl++, K+ ve diğer iyonların aktif transportu, toplayıcı<br />
kanallardan aktif iyon transportu ve ürenin toplayıcı kanallardan<br />
intertisyuma pasif geçmesidir. Bu yolla papillalara yakın medulla tonisitesi<br />
1200 mosm/litreye kadar çıkabilir.<br />
Zıt akımlı değişim mekanizması:<br />
• Vazarekta medulla hiperosmolaritesinin korunması için önemlidir.<br />
Medulla’ya olan kan akımı toplam böbrek kan akımının %1 kadarını<br />
oluşturur. O nedenle maddeler çok az uzaklaştırılır, U şeklinde bir tübün<br />
kolları birbire yakın ve kollarda fazlaca geçirgen olursa zıt akımlı değişim<br />
gerçekleşebilir. Bu değişimde sıvı ve maddeler kollar arasında değişir ve<br />
tübün derinliklerinde madde birikir böylece çok az madde uzaklaştırılır.<br />
• Sodyum klorür ve üre intertisiyumdan vaza rektanın inen koluna geçer.<br />
Suda inen koldan interstisyuma geçer. Bu yolla medulla derinliğine doğru<br />
vaza rekta osmolaritesi artar ve 1200 mOsm/lt olur, Medullayı terkeden<br />
vaza rektanın çıkan kolunun sonunda kan 325 misn/lt, inen kolunun<br />
başlangıcında ise 300 m.osm/it’dir. Bu aradaki 25 m.Osm/It’lik fark ile<br />
maddeler uzaklaştırılır. Çok az miktarda madde uzaklaştırılması medullanın<br />
hipertonik kalmasına neden olur. Ayrıca uzaklaştırılan bir miktar madde<br />
sayesinde medulla hipertonisitesinin sürekli (progresif) artması önlenmiş<br />
olur.<br />
Konsantre idrar oluşmasında ADH’nın rolü<br />
• Vücut sıvılarının osmolalitesi 300 mosm/lt’dir. Böbrek medullasında ise bu<br />
değer papillalara yaklaştıkça artar. Yani toplayıcı kanalların papillaya yakın<br />
kısmında (kollektör tübüllerde) osmolalite 1200 mosm/lt değerine ulaşır.<br />
• Bu değer tübüler sıvının en hipertonik olduğu değerdir.<br />
- ADH (Vazopressin) distal tübülüsün son kısımları ve toplayıcı<br />
kanal epitel hücrelerinin bazolateral membranını etkiler. ADH bu<br />
hücrelerde cAMP’yi arttırarak su geçirgenliğinde çok büyük<br />
artışa neden olur. (TUS-Nisan’89)
117<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
- Distal tübüs kıvrımlı segmentinde sıvı her zaman plazmaya göre<br />
hipotoniktir. ADH varlığında distal kıvrımlı tübüle giren sıvı izotonik hale<br />
getirilerek toplayıcı kanallara girer. Medulla hipertonik olduğundan ve<br />
toplayıcı kanallarda suya geçirgenlik ADH varlığında fazla olduğundan<br />
su osmozla medullaya geçer ve idrar hipertonik bir hale gelir. Yani<br />
idrarın hipertonikliği maksimal ADH varlığında 1200 mosm/lt olur. Bu<br />
idrar osmolalitesi için maksimal değerdir idrar daha hipertonik hale<br />
getirilemez.<br />
- ADH üreye olan geçirgenliği de arttırır. Medulla osmolalitesinin<br />
300-400 mosm/lt.’lik kısmı üre ile oluşturulur.<br />
- Idrarın az yoğun çıkarılmasında ADH yokluğu rol oynar. ADH<br />
yokluğunda distal tübülüsün son kısmı ve toplayıcı kanalların suya<br />
göreceli olarak geçirgenliği azalır. Bu durumda ultrafiltrat toplayıcı<br />
kanallarda ve distal tübülüste hipotonik kalarak az yoğun idrar<br />
oluşur.<br />
• Dolayısıyla Vazopressin yokluğunda böbrekte sıvı en fazla proximal tübülden<br />
absorbe edilir (TUS-Eylül’90).<br />
Serbest su klirensi ve osmolar klirens<br />
• Böbreklerin su itrah kapasitesinin ölçümü serbest su klirensi ile olur.<br />
Osmolar klirens bir dakikada osmotik aktif maddelerden arınan plazma<br />
volümüdür.<br />
Uosm = Idrar osmolalitesi V = Idrar hacmi Posm = Plazma osmolalitesi<br />
Cosm = Osmolar klirens<br />
• Serbest su klirensi Csu=1 dakikada oluşan idrar hacmi -Cosm’dir.<br />
• Su diürezinde idrar hipoosmotiktir ve serbest su klirensi pozitiftir. Idrar<br />
hacmi fazla ve idrar osmolalitesi düşüktür.<br />
• Su antidiürezinde idrar hiperosmotiktir ve serbest su klirensi negatiftir.<br />
Serbest su reabsorbsiyonu pozitiftir. Idrar hacmi azalmıştır ve idrar<br />
osmolalitesi yüksektir.<br />
Osmotik diürez:<br />
• Idrarla atılan maddenin suyu sürüklemesi ile olur. Ya dışardan verilen<br />
(mannitol gibi) bir madde ile yada Na reabsorbsiyonunun azalması<br />
(diüretikler vs.) ile olur. Bu durumda idrar hacmi fazla, serbest su klirensi<br />
pozitiftir. Idrar osmolalitesi de düşüktür.<br />
RENİN - ANJİOTENSİN SİSTEMİ<br />
• Renin böbrek perfüzyon basıncının azalması veya makula densa hücrelerince<br />
algılanan Na konsantrasyonunun azalması hallerinde (juxtaglomerüler aparat’tan)<br />
salgılanır (TUS-Eylül’92). Hipovolemi, ödem, hemoraji durumlarında böbrek<br />
perfüzyon basıncı azalır. Epinefrin, norepinefrin, ayakta durma renin salınımını<br />
arttıran fizyolojik durumlardır. Renal perfüzyon basıncının artması, anjiotensin<br />
II, ANP hipernatremi ve ADH renin salınımını inhibe eder. Hipokalemi renin<br />
salınımını arttırırken hiperkalemi azaltır. Hiperkalemi direk adrenal bezleri etkileyerek<br />
aldosteron salınımına neden olur.
118<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Fonksiyonu<br />
Potent vazokonstriktördür<br />
Aldosteronun sentez ve salınımını uyarır<br />
ANGİOTENSİN II’NİN ETKİLERİ<br />
Sonuç<br />
Kan basıncını arttırır<br />
Distal tübülde sodyum ve klor rezorbsiyonu artar<br />
ADH salınımı uyarır Toplayıcı kanallardan su emilimi gerçekleşir<br />
Susama hissini arttırır<br />
Renin salınımını inhibe eder<br />
Prostoglandinlerin salınımını uyarır.<br />
Doku sıvı volümü artar<br />
Feedback inhibisyondur.<br />
Afferent glomerüler arteriolün vazodilatasyonu<br />
ve böylece glomeruler filtrasyon hızının devamı<br />
sağlanır.<br />
ID:03t080<br />
• Renin, anjiotensinojen denen affa globülin yapıdaki substratı anjiotensin I’e (10<br />
peptidli) çevirir. Anjiotensin I inaktif yapıdadır.<br />
• Anjiotensin l ACE ile anjiotensin III’ye (8 peptidli) dönüşür. ACE primer olarak<br />
akciğerde bulunur, az miktarda böbrek ve plazmada da vardır. Anjiotensin II kanda<br />
l dakika kadar kalır ve anjiotensinaz ile anjiotensin III’e dönüştürülür.<br />
Anjiotensin II’nin etkileri (TUS-Eylül’90)<br />
- Aldosteron salar<br />
- Arteriollerde vazokonstriksiyon yapar<br />
- Susamayı uyarır<br />
- Böbrek meduller kan akımını azaltır<br />
- Renal vasküler direnci arttırır<br />
- ADH salınımını uyarır<br />
- Renin salınımını inhibe eder<br />
• Anjiotensin III (7’li peptid) güçlü bir vazokonstriktör değildir. Ancak aldosteron<br />
salınımının oldukça güçlü bir uyaranıdır. Anjiotensin III anjiotensinazlarla<br />
yıkılarak inaktive edilir.<br />
• Aldosteronun etkileri (TUS-Nisan’88)<br />
- Na+ reabsorbsiyonu,<br />
- Su reabsorbsiyonu,<br />
- H+ sekresyonu,<br />
- K+ sekresyonu,<br />
• Normalde renin, substratı ile sature olmamıştır. Östrojen içeren oral<br />
kontraseptifler anjiotensinojen yapımını arttırır. Bu da renin aktivitesini<br />
renin konsantrasyonunda artış yapmadan yükseltir. Bu artış hipertansiyona<br />
yol açabilir.<br />
ANP; Atrium hücrelerinde sentez edip depolanan peptid hormondur.<br />
Salınımı uyaran esas faktör extraselüler sıvı hacminin artması yani<br />
hipervolemidir. ADH ve adrenalinde ANP salınımına neden olur.<br />
ANP’nin etkileri<br />
- Aldesteron salınımını inhibe eder<br />
- Afferent arteriolde dilatasyon yapar<br />
- Efferent arteriolde konstriksiyon yapar<br />
- GFH’nı arttırır
119<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Hormon<br />
Sekresyonu için<br />
uyaran<br />
BÖBREĞİ ETKİLEYEN HORMONLARIN ÖZETİ<br />
PTH ↓ Plazma [Ca +2 ] Hızlı Bazolateral reseptör<br />
Adenilat siklaz<br />
cAMP → idrar<br />
ADH<br />
Aldosteron<br />
Atrial<br />
natriüretik<br />
faktör<br />
Anjiotensin<br />
II<br />
↑ Plazma<br />
ozmolaritesi<br />
↓ kan volümü<br />
↓ kan volümü<br />
↑ plazma [K + ]<br />
Hızlı<br />
Etkisi Etki Mekanizması Böbrek üzerindeki etkisi<br />
Bazolateral V2<br />
reseptör, Adenilat<br />
siklaz, cAMP<br />
(Not: V1 reseptörleri<br />
kandamarındadır. Mekanizma<br />
Ca +2 –IP 3<br />
)<br />
↓ fosfat reabsorbsiyonu<br />
(proximal tübül)<br />
↑ Ca +2 reabsorbsiyonu (distal<br />
tübül)<br />
1α-hidroksilazı stimüle eder<br />
(proksimal tübülde)<br />
↑ H 2<br />
O permeabilitesi<br />
(Distal tübül son kısımları ve<br />
kollektör kanal esas hücreleri)<br />
Yavaş Yeni protein sentezi ↑ Na + reabsorbsiyonu<br />
↑ K + sekresyonu (distal tübül<br />
esas hücreleri)<br />
↑ H + sekresyonu<br />
(Distal tübül interkale hücreleri)<br />
↑ kan basıncı Hızlı Guanilat siklaz<br />
cGMP<br />
↓ kan volümü<br />
(Renin üzerinden)<br />
↑ GFR<br />
↓ Na reabsorbsiyonu<br />
Hızlı ↑ Na + - H + değişimi ve HCO 3<br />
-<br />
reabsorbsiyonu (proksimal<br />
tübül)<br />
ID:02t038<br />
- Direk etki ile natriürezis yapar<br />
- Renin salınımını inhibe eder<br />
- Direk etki ile bradikardi yapar.<br />
• PGE2 vazodilatasyonla medullar kan akımını arttırır ve natriürezise neden<br />
olur. Kinin - kallikrein sisteminin etkiside natriürezistir.<br />
ASİT - BAZ FİZYOLOJİSİ<br />
TAMPONLAMA SISTEMLERI<br />
• Bir zayıf asit ve onun konjuge bazında oluşan sistemlere tampon denir.<br />
H 2<br />
C0 3<br />
/HCO 3<br />
gibi.<br />
• Bu tampon sistemine H+ eklendiğinde HCO 3<br />
- ile birleşerek H 2<br />
CO 3<br />
oluşur. Aynı<br />
şekilde NaOH yani baz eklendiğinde H 2<br />
CO 3<br />
ile reaksiyona girerek NaHCO 3<br />
ve H 2<br />
O oluşur. Yani kuvvetli pH değişmelerine neden olabilecek maddeler<br />
tamponlar sayesinde pH’da küçük ve önemsiz bir değişme yapar.<br />
• Tampon sisteminin gücü tampon sisteminin komponentlerinin konsantrasyonuna<br />
ve pK’ya bağlıdır.
120<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Tamponlar maksimal tamponlamayı pH = pK olduğu durumda yaparlar.<br />
Tamponlama pK ± l sınırları içinde en iyi yapılır.<br />
Vücuttaki tampon sistemleri:<br />
• Bikarbonat / karbonik asit (HCO3-/HCO3) tampon sistemi<br />
• Fosfat tampon sistemi<br />
• Hemoglobin tampon sistemi<br />
• Protein tampon sistemleri<br />
Bikarbonat/karbonik asit tampon sistemi<br />
CO2 + H2O+ à H2 CO3 à H+ HCO-3 tepkimesinde rol oynayan karbonik<br />
anhidraz ortamın asit-bat dengesini sağlar (TUS-Nisan’92, Nisan’93)<br />
• Bu tampon sistemi sadece non karbonik asitlerin tamponlanmasında<br />
etkilidir. Karbonik asitin tamponlamada etkisi azdır.<br />
• Bu sistemde normal durumda HCO3 / H2 CO3 oranı 20/1 dir. O nedenle<br />
asit tamponlama baz tamponlamaya göre daha etkilidir.<br />
• Bu tampon sisteminin pK’sı 6,1’dir. Yani en etkin olduğu tamponlama<br />
pH’nın 6,1 olduğu değerdir.<br />
• Bikorbonat karbonik asit tampon sistemi zayıf bir tampon sistemidir.<br />
Çünkü pK değeri vücudun normal pH’sından uzaktır ve CO2 ile<br />
HCO3 konsantrasyonu yüksek değildir. Buna rağmen CO2 ve HCO3<br />
komponentlerinin konsantrasyonu böbrek ve akciğerce kolayca<br />
ayarlanabildiği için vücuttaki tüm tamponlardan daha önemlidir.<br />
• Parsiel CO2 basıncı akciğerden, HCO3 miktarı böbreklerden ayarlanıp,<br />
konsantrasyonları vücudun durumuna göre değiştirebilir.<br />
• Karbonik anhidraz enzimi eritrositlerde oldukça yoğundur. Böbreklerde,<br />
gözde, paryetal hücrelerde, akciğerlerde ve kemiktede bulunur. Nefronda<br />
sadece proksimal kıvrımlı tübülüs fırçamsı kenarındaki lümende vardır.<br />
Diğer tübüllerin lümeninde yoktur. Ancak tüm tübül hücrelerinde vardır.<br />
• Kandaki ve ekstraselüler sıvıdaki başlıca tampon sistemi HCO3 -/H2CO3<br />
tampon sistemidir.<br />
• Vücutta en büyük bikarbonat deposu kemiklerdedir. Bu nedenle ekstraselüler<br />
sıvıdaki non-karbonik asitlerin tamponlanmasında en büyük kaynak kemik<br />
karbonatıdır.<br />
Fosfat tampon sistemi<br />
• HPO4-2/ H2PO4- tampon sistemidir. Bu sistemin pK’sı 6,8’dir. Yani HCO3/<br />
H2CO3 sisteminden daha güçlüdür ancak konsantrasyonu az olduğundan<br />
daha az etkilidir.<br />
- Intraselüler tamponlamada en önemli sistem fosfat tampon<br />
sistemidir.<br />
- Idrardaki en önemli tampon sistemidir. Çünkü idrarda hem bu<br />
sistemin elemanlarının konsantrasyonu yüksektir hemde bu sistemin<br />
pKsı olan 6.8 değerine idrar pH’sı yakındır.
Metabolik<br />
asidoz<br />
Metabolik<br />
alkaloz<br />
Respiratuar<br />
asidoz<br />
Respiratuar<br />
alkaloz<br />
121<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ASİD−BAZ BOZUKLUKLARININ BAZI SEBEPLERİ<br />
Ketoasidoz<br />
Örnek<br />
Laktik asidoz<br />
Kronik böbrek yetmezliği<br />
Salisilat intoksikasyonu<br />
Metanol/formaldehid<br />
intoksikasyonu<br />
Etilen glikol intoksikasyonu<br />
Diare<br />
Tip II Renal tübüler asidoz<br />
Tip I distal renal tübüler<br />
asidoz<br />
Tip 4 renal tübüler asidoz<br />
Kusma<br />
Hiperaldosteronizm<br />
Loop veya tiazid<br />
diüretikleri<br />
Opiadlar, sedatifler,<br />
anestezikler, Guillain-<br />
Barre, polio, ALS, MS<br />
Havayolu obstrüksiyonu<br />
ARDS, KOAH<br />
Pnömoni, pulmoner<br />
emboli<br />
Yükseklik<br />
Psikojenik<br />
Salisilat entoksikasyonu<br />
Idrar<br />
ozmolaritesi<br />
β-OH bütirik asid ve asetoasetik asid birikimi<br />
↑ anyon gap<br />
Hipoksi sırasında laktik asid birikimi ↑ Anyon gap<br />
Titre edilebilir asid ve NH 4<br />
+<br />
olarak H + atılımında<br />
yetersizlik ↑ Anyon gap<br />
Aynı zamanda respiratuar alkalozada neden olur. ↑<br />
Anyon gap<br />
Formik asid üretilir.<br />
↑ anyon gap<br />
Glikolik asid ve oksalik asid üretilir.<br />
↑ Anyon gap<br />
Gastrointestinal HCO 3<br />
-<br />
kaybı<br />
Normal Anyon gap<br />
Renal HCO 3<br />
-<br />
kaybı<br />
Normal Anyon gap<br />
Titre edilebilir asid ve NH 4<br />
+<br />
atılımında yetersizlik, idrarı<br />
asidifiye etmede yetersizlik<br />
Normal anyon gap<br />
Hipoaldosteronizm, NH 4<br />
+<br />
atılımı yetersiz Aldosteron<br />
eksikliğine bağlı hiperkalemi Normal Anyon gap<br />
Gastrik H + kaybı<br />
Volüm kontraksiyonuyla daha da kötüleşir<br />
Hipokalemiye yolaçar.<br />
Açlığa bağlı ketoasid üretimi, ↑ anyon gap yapar.<br />
Distal tübülde H + sekresyonu ↑<br />
Volüm kontraksiyon alkalozu<br />
Medüller solunum merkezinin inhibisyonu solunum<br />
kaslarında güçsüzlük<br />
↓ CO 2<br />
değişimi (pulmoner kapillerde)<br />
Hipoksemi ↑ ventilasyon hızına yol açar.<br />
Hipoksemi ↑ ventilasyon hızına yol açar<br />
Medüller respiratuar merkezi direkt stimüle eder. Aynı<br />
zamada metabolik asidoz yapar.<br />
ID:02t039<br />
Hemoglobin tampon sistemi<br />
• Hemoglobindeki histidin amino asidinin imidazol grubu proton kabul<br />
etme yeteneğindedir. Kandaki en önemli non-bikarbonat tampon<br />
sistemidir. Hemoglobin intraselüler bir protein olmasına rağmen<br />
extraselüler asitleri tamponlamada görev aldığından bir extraselüler<br />
tampon sayılır.<br />
• Deoksihemoglobin oksihemoglobinden daha güçlü bir bazdır. O nedenle<br />
daha fazla H+ alabilir.
122<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Hb- / H-+Hb ve HbO2 / HbO3 bu sistemin tampon elemanlarıdır.<br />
• Arterial pH olan 7,2 değerinde deoksi hemoglobin’in % 85’i H+ Hb<br />
yapısında bulunur. Ancak %25 kadar H+HbO+ bulunur.<br />
• Eritrositlere CO2 girince karbonik anhidrazla H2CO3’e döner. Oda H+<br />
ve HC03’e ayrışır. H+ hemoglobinle tamponlanır. HCO3 plazmaya difüze<br />
olur onun yerine Cl- plazmadan eritrosite geçer. Akciğerlerde ise reaksiyon<br />
tersine döner HCO3 plazmadan eritrosite geçer. HCO3, H2’ ile birleşir ve<br />
oluşan H2CO3, gene karbonik anhidrazla CO2 ve H2O ya dönüşür. CO2<br />
solunumla alır.<br />
Protein tampon sistemleri<br />
• Protein/H+ protein tampon sistemidir. Proteinler polianyonlardır ve H+<br />
kabul edebilir. Intraselüler tamponlamada önemlidir. Miktarı fazla ve pK’sı<br />
pH’ya yakın olduğundan oldukça güçlü tamponlama yapar.<br />
Tomponlama açısından kan<br />
• HCO3-/ H2CO3, hemoglobin, fostat, protein tampon sistemlerini içerir.<br />
Plazma ve eritrosit olarak ayrılabilir. Eritrositlerde HCO3-/ H2CO3<br />
hemoglobin ve fosfat tampon sistemi bulunur. Plazmada ise protein, fosfat<br />
ve bikarbonat tampon sistemleri vardır.<br />
Tamponlama açısından intertisiyel sıvı<br />
• Bikarbonat içeriği plazmadan daha fazladır. Ayrıca plazmaya göre daha fazla<br />
hacme sahiptir. O nedenle bu sistemle, kana göre daha etkili tamponlama<br />
yapılır.<br />
Tamponlama açısından intraselüler sıvı<br />
• Kana göre intraselüler HCO3 konsantrasyonu düşüktür. Protein, fosfat<br />
tamponları önemlidir. Iskelet kasları vücutta en büyük kitleyi oluşturduğu<br />
için intraselüler tamponlamada en büyük pay bu dokunundur. Hücre<br />
içindeki organik anyonlarda tamponlama görevi yapar.<br />
• Tampon sistemlerinin beraber çalışarak H+ değişimini aynı anda<br />
tamponlaması olayına izohidri ilkesi denir yani tampon sistemleri H+<br />
değişmeleri ile aynı anda uyarılırlar.<br />
• Tampon sistemleri vücutta H++ değişmelerine en hızlı cevap veren<br />
sistemdir.<br />
ASIT BAZ DENGESINDE SOLUNUMUN ROLÜ<br />
• Vücut sıvılarında CO 2<br />
’de artış pH’da azalmayla CO 2<br />
’de azalma, pH’da artma<br />
ile sonuçlanır. CO 2<br />
artışı ventilasyonun azalması ya da metabolizmanın artması<br />
ile gerçekleşir. Metabolizmada değişiklik olmazsa vücut CO 2<br />
konsantrasyonu<br />
değişiklikleri direk ventilasyona bağlıdır.<br />
• Vücutta en çok oluşan asit C0 2<br />
olduğu için solunum sistemi en çok asit<br />
uzaklaştıran sistemdir.<br />
• CO 2<br />
-/ H 2<br />
CO 3<br />
oluşturduğu için oluşan bu zayıf asit nonkarbon tamponlarla<br />
tamponlanmalıdır. Bunu yapan başlıca tampon eritrositlerdeki hemoglobindir.<br />
Yani aslında solunumla atılan CO 2<br />
,H 2<br />
CO 3<br />
dür.<br />
• H+ artışı solunum uzerinde direk stimulan etki yapar. Solunumun derinliği<br />
ve sayışı artarak CO; atılımı artar. Tam tersine eğer H + iyon azalması varsa<br />
medulla oblongatadaki solunum merkezi baskılanır ve solunum yavaşlar.
123<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Solunum sisteminin H + değişimine cevabı oldukça hızlıdır ancak H +<br />
kompanzasyon kapasitesi çok yüksek değildir. Yani pH’yı normale<br />
getiremeyebitir.<br />
ASIT BAZ DENGESINDE BÖBREKLERIN ROLÜ<br />
• Böbrekler günde 500 mmol asit yada bazı idrarla atabilir. Böbreklerin H +<br />
değişimine cevabı yavaştır ancak en etkili (güçlü) sistem böbreklerdir. pH’yı<br />
normale getirebilir.<br />
• Böbrekler vücutta oluşan non-karbonik asitlerin itrahından sorumludur. Fazla<br />
bulunan HCO - 3 ’ün uzaklaştırılmasıda böbreklerle olur. Metabolizma ile oluşan<br />
non-karbonik asitin yarışı dietle alınan bazlarla kalanıda ekstraselüler HC03 ile<br />
tamponlanır. Proteinli diyet fosfat, sülfat gibi metabolik asidoz yapan ürünlerin<br />
oluşmasına neden olurken sebzelerle beslenme metabolik alkaloz yapabilir.<br />
Çünkü bunlar asetat ve laktat gibi zayıf asitleri içerir.<br />
Böbreklerden H+ sekresyonu<br />
• H+ sekresyonu henle kulpunun inen kolu hariç tüm nefron boyunca olur.<br />
Bu sekresyonun %85’i proksimal tübülüsten %10’u distal tubülüsten ve<br />
kalan %5’i toplayıcı kanallardan olur. Glomerüllerden filtre edilen H+,<br />
sekrete edilen H+ yarımda önemsizdir.<br />
• H+ sekresyonu ancak belli düzeye kadar olabilir. Idrar pH’sı 4,5 altına<br />
düşmez.<br />
• Tübüler hücreye gelen ÇO2 karbonik anhidrazla H2O ile birleşir ve H2CO3<br />
olur. H2CO3, H ve HCO3’e ayrışır. H+ dışarı atılırken Na+ hücre içine<br />
alınır (antiport). HCO+ ile Na+ peritübüler kapillere geçer. Lümende H+<br />
ve glomerülden filtre olan HC03 birleşir ve H2CO3 oluşur. Bu da H2O<br />
ve CO3 ye ayrılarak tübüler hücreye difüze olur. Burada net bir H+ itrahı<br />
olmaz.<br />
• Itrah edilen H+ sekrete edlen H+ya göre daha azdır. Bunun nedeni sekrete<br />
edilen H+nın HCO3 ile reabsorbe olmasıdır. H+ idrar asiditesini belirlemez.<br />
Çünkü bu H+ tamponlanır.<br />
• Distal hücrede hem Na+ - K+ hem de Na - H+ katyon değiştiricisi<br />
vardır.<br />
HCO3- reabsorbsiyonu:<br />
• HCO3 reabsorbsiyonu henle inen kolu hariç tüm tübüllerden olur.<br />
%90 oranında HCO 3<br />
proksimal tübülde reabsorbe olur. Kalan %10 distal<br />
tübül ve toplayıcı kanallardan absorbe olur.<br />
• Böbrek tübül hücresinden peritübüler kapillere geçen HCO 3<br />
lümenden<br />
reabsorbe olan HCO 3<br />
değildir. Böbreklerde de HCOg” yapımı olur. Bu<br />
kanla gelen CO 2<br />
‘nin tübül hücresinde karbonik anhidrazla H2O ile<br />
olan reaksiyonu ile oluşur. Ancak tübül hücresindeki bu sentez reabsorbe<br />
edilen HCO3 yanında çok azdır.<br />
• Aldosteron H+ sekresyonunu uyarır. Bu yolla HCO 3<br />
reabsorbsiyonuda<br />
artar. Aldosteron ayrıca Na+ reabsorbsiyonunuda arttırdığı için antiportla<br />
olan H+ sekresyonu da artar.
124<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
H + iyonlannın tübülüs tamponları ile birleşmesi:<br />
• Idrar pH’sı 4,5 altına inmemelidir. O nedenle fazlaca sekresyona uğrayan<br />
H+ tamponlanmalıdır. Bunun için önemli olan iki tampon vardır. Fosfat<br />
tamponu ve amonyak tamponu. Kreatinin, sitrat ve ürat gibi az önemli bazı<br />
tamponlarında katkısı vardır.<br />
Fosfat tamponu:<br />
• Fosfat tamponu HPO4-2 /H2PO-4’den oluşur. Fosfat glomerülden<br />
süzülür. Fosfat – Na+ ile simport’a uğrar. Tübüllerde su reabsorbe<br />
edildiğinden fosfatın konsantrasyonu tümende artar.<br />
• Na2HPO4 yapısında bulunan sodyum Na++- NaHPO4 olarak disosiye<br />
olur. Sekrete edilen H+, NaHPO4 ile birleşerek NaH2 PO4 olarak itrah<br />
edilir.<br />
• Fosfat tamponunun pKsı 6,8 olduğundan ve sekrete olan H+ idrarı<br />
asitleştirdiğinden bu sistem idrarda oldukça etkilidir.<br />
• HPO4-2 / H2PO4- oranı kanda 4/1’dir. Oysa idrarda 1/4 tür. Bu yolla<br />
protein metabolizması ile oluşan fosforik ve sülfürik asit idrarla atılabilir.<br />
• Idrarla itrahına yol açan primer anyon tamponudur. Bu itrah net H+<br />
itrahıdır.<br />
Amonyak tamponu<br />
• Amonyak (NH3) başlıca glutaminden glutaminaz ile elde edilir. NH3<br />
rahatça membranlardan difüze olabilir. Bu sentez henlenin inen kolu hariç<br />
diğer tüm tübüllerde yapılır. Sentezin çoğu proksimal tübülde olur.<br />
• Difüze olan NH3 tübüler lümende H+ ile birleşerek NH+4 olur. NH<br />
difüze olamayan polar bir moleküldür. NH+4, Cl- ile birleşerek NH4 Cl<br />
olarak itrah edilir.<br />
• NH4 proksimal tübül hücresinde oluşarak aktif sekrete edilir. Oysa distal<br />
tübülde NH3 oluşur, difüze olur ve lümende H+ ile birleşerek NH4<br />
oluşur.<br />
• NH3/NH4 tampon sisteminin pK’sı 9,2’dir. Bu sistem idrar pH’sını belirler.<br />
NH4 idrar pH’sını azaltmaz.<br />
• Kronik asidozda amonyak tampon sistemi, glutaminaz enziminin sentezinde<br />
artış sayesinde kuvvetlenir. Aldosteronda NH3 sentezini arttırıcı etkide<br />
bulunur.<br />
• Idrarla atılan NH+, fosfat ve diğer titre edilebilen asitlerin (tamponları<br />
yapan asitler) toplamı plazmadaki net HCO3” artışını verir.<br />
Böbreklerde asidoz ve alkalozun düzenlenmesi<br />
• Tübülüse sekrete edilen H+ ile filtre olan HCO3 - birbirine yaklaşık<br />
konsantrasyondadır. Böbrekler günde 500 mmol asit yada baz itrah<br />
edebilir. Bunun üstü değerlerde etkisiz kalır ve ciddi asidoz ve alkaloz<br />
durumları oluşabilir.<br />
Asidoz: Asidozda ekstraselüler sıvıda CO2 artmıştır. Lümene sekrete<br />
edilecek H+ CO2 ve H2O’ nün karbonik anhidrazla olan reaksiyonu<br />
sonucu oluştuğu için CO2’deki artma sekrete edilen H+’nın artmasına<br />
neden olur. Artan H+ sekresyonu sonucu tüm H+, HCO+ ile geri<br />
alınamadığı için idrarla net H+ kaybı olur. Böylece kanda pH artar.
125<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Ayrıca tübüle sekrete edilen her H+ karşılığında bir Na+ ve bir HCO3-<br />
alındığından bu da pH artışına yardım eder.<br />
Alkaloz: asidozda ekstraselüler sıvıda CO2 artmıştır. O nedenle<br />
glomerülden filtre olan HCO3-’de artmıştır. Ayrıca sekrete olan H+<br />
da azalmıştır. Bu durumda H+ ve HCO3’ arası oran bozulur ve HCO3<br />
reabsorbe olamayarak idrarla atalır. HCO3+ idrarla atılırken Na++ gibi<br />
katyonlarda beraberinde götürür.<br />
• HCO3’ün idrarla kaybı sonucunda vücut pH’sı azalır. Normalde idrarda<br />
HCO3 bulunmaz. Çünkü filtre olan HCO3-’ün tamamı reabsorbe olur.<br />
ASIT BAZ DENGESI BOZUKLUKLARI<br />
• Asidoz= Asidemi= kan pH değerinin 7,36’ nin altına inmesidir.<br />
• Alkaloz = Alkalemi = Kan pH değerinin 7,44’ ün üstüne çıkmasıdır.<br />
• Bunlar primer olaylardır. Bunlara karşılık olarak düzeltmeye çalışan sekonder<br />
olaylar oluşabilir bu sekonder olaya kompansatuar cevap denir.<br />
• Asit- baz dengesi bozuklukları basit yada karma olabilir. .Basit olan tip tek bir<br />
faktörce oluşur. Karma olanda ise birden fazla faktör rol oynar. Mesela kalp<br />
yetmezliği sonucu pulmoner ödem oluşmuş ve buda respiratuar asidoza yol<br />
açmıştır. Aynı hastada laktik asit artışıda varsa karma asidoz oluşur.<br />
• Bir asit-baz bozukluğu olduğuna korar vermek için pH, pC02 ve toplam<br />
C02 değerleri bilinmelidir. Normal asit baz durumunda olan değişiklik pH<br />
ölçümü ile bulunabilir. Kompasatuar cevap için HCO 3 ve pCO 2 değerleri<br />
bilinmelidir. Çünkü kompansasyonun elemanları bu ikisidir.<br />
Anyon gap: Vücuttaki her sıvı kompartımanı elektronötrdür. Anyon gap,<br />
toplam katyon konsantrasyonu ile toplam anyon konsantrasyonu arası farktır.<br />
Bu iki toplam gerçekte eşittir. Ancak ölçüm yapılamayan anyonlar anyon gap’ı<br />
oluşturur. Normal değeri 12+/- 4’dür. Şöyle hesaplanır.<br />
Anyon gap = [Na 4 ]+[K + ] - ([HCO 3<br />
]+[Cl]), K + ihmal edilirse formül<br />
Anyon gap = |Na+}-([HC0 3 -]+[C1] olur<br />
Hiperkloremik asidoz harici tüm durumlarda anyon gap artar. Anyon açığım<br />
arttıran durumlar: Diabetik ketoasidoz, böbrek yetmezliği, laktik asidoz gibi<br />
durumlardır. Anyop Gap’ta değişme yapmadan gerçekleşen metabolik asidoz<br />
durumları serum Cl- düzeyinde artma ile beraberdir (TUS-Nisan’92).<br />
• Anyon gap’ta artışın nedeni asidoza yol açan anyonun ölçülememesidir. Yani<br />
anyon gap gerçek anyon konsantrasyonu ile ölçülebilen anyon konsantrasyonu<br />
arasındaki farktır.<br />
Osmolar gap: Gerçek plazma osmolalitesi ile ölçülebilen serum osmolalitesi<br />
arasındaki farktır. Serum osmolalitesi şu şekilde hesaplanabilir:<br />
Serum Osmolalitesi = 2[Na+]+ BUN (mEq/ L) / 28 + glikoz (8mg/dl)<br />
/ 180 TUS<br />
Respiratuar asidoz<br />
• Arteriyel pCO2 artmıştır. HCO3/H2CO3‘ün normal olan 20/1’lik oranı<br />
azalmıştır.<br />
• Nedenleri: Solunum merkezinde hasar, amfizem, kronik obstrüktif akciğer<br />
hastalıkları gibi alveolar ventilasyonu azaltan durumlardır.
126<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Kompansasyon olarak HCO 3<br />
reabsorbsyonu ve H+ itrahı artar. Yani pCO 3<br />
artışım kompansasyon için HCO3 konsantrasyonu artarak 20/1 oramna<br />
getirilmeye çalışılır. Bu durumda BOS dada CO 2<br />
artar ve BOS (Beyin<br />
Omurilik Sıvısı) pH’sı düşer.<br />
• Genellikle vücut respiratuar asidozu tam olarak kompanse edemez.<br />
Respiratuar alkaloz<br />
• Arteriyel pCO 2<br />
azalmıştır. HCO 3<br />
-pCO 2<br />
oranı 20/1’in üstüne çıkmıştır. Nadir<br />
görülür. Hiperventilasyon yapılması ile oluşur.<br />
• Nedenleri: Aspirininin solunumu uyarıp hiperventilasyon yaptırması ve<br />
bazı psikonevrozlardır. TUS<br />
• Kompansasyon olarak idrarda HC03- itrahında artma H+ itrahında<br />
azalma olur. Bu yolla HC03 azaltılıp W arttırılarak normal oran olan 20/1<br />
yakalanmaya çalışılır.<br />
- Respriatuar alkalozda BOS’da da pCO2 azalır ve BOS pH’sı artar.<br />
- Respiratuar alkaloz tam olarak kompanse edilebilir.<br />
Metabolik asidoz<br />
• Vücutta nonkarbonik asit yapımında artış veya HCO3~ kaybedilmesiyle<br />
oluşur. HCO3- azalmış ve HCO3-pCO2 oranı 20/1’in altına inmiştir.<br />
• Nedenleri: Ağır diyare, ketoasidoz, üı-emi,yüksek doz aspirin alımı,<br />
asetozolamid gibi karbonik anhidraz inhibitörleri kullanılması.<br />
• Metabolik asidozun en sık görülen nedeni ağır diyarelerdir ve ölümcül<br />
olabilirler. Diyarede asidoz barsaklardan HCO3 kaybına bağlı oluşur.<br />
• Kompansasyon olarak: Alveoler ventilasyonda artış ile pCO2 düşürülmesi,<br />
HCO3- reabsorbsiyonu ve H+ sekresyonunda artış.<br />
• Metabofik asidoz solunumu uyarır. Hem kan hemde BOS da pCO2 azalır,<br />
bunun sonucunda BOS da alkaloz kanda asidoz oluşur.<br />
Metabolik alkaloz<br />
• Vücutta nonkarbonik asit düzeyinde azalma ya da HCO - reabsorbsiyonunda<br />
artma ile oluşur. HCO 3<br />
/CO 2<br />
oranı 20/1’in üstündedir.<br />
• Nedenleri: hiperaldosteronizm, damardan fazlaca laktat ve HCOg”<br />
verilmesi, kusma ile nonkarbonik asit kaybı, alkali ilaç kullanımı.<br />
• Komponsasyon: Hipoventilasyonla pCO 2<br />
arttınlır, HCO 3<br />
itrahı artar.<br />
• Metabolik alkaloz solunumu baskılar.<br />
• Respiratuar asidozda solunum derinlik ve frekansı azalır oysa metabolik<br />
asidozda solunumun derinlik ve frekansı artar.<br />
• Alkaloz hem periferik hemde santral sinirlerin uyarımını kolaylaştırır.<br />
Sonuçta tetaniler oluşur ve solunum kaslarının tetanisi ile hasta ölebilir.<br />
• Asit-baz bozukluklarında yorum için pH - bikarbonat diyagramı<br />
kullanır.<br />
• Asit-baz bozukluklarının tedavisinde en iyi yöntem primer nedenin ortadan<br />
kaldırılmasıdır.
127<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />
HORMONLAR<br />
• Hormon direk kan dolaşımına verilen ve kendine özel organlarda etkisini<br />
gösteren kimyasal maddelere denir. Endokrin, parakrin ve otokrin<br />
hormonlar vardır. Endokrin hormonlar kan dolaşımına geçen hormonlardır.<br />
Bunlar endokrin organa-uzak organlarda etkili olur (TUS-Eylül‘89). Parakrin<br />
hormonlar yakındaki dokuya difüze olarak etkili olurlar. Otokrin hormonlarsa<br />
salındıkları organın aktivitesini etkilerler.<br />
• Hormonlar besin olarak kullanılmazlar. Enerji üretmezler, yapıtaşı olmazlar.<br />
Sadece düzenleyici görevleri vardır.<br />
• Polipeptid, aminoasid ve steroid türevi olarak kimyasal yapıca üç grup hormon<br />
vardır.<br />
• Hormonların kan düzeyleri l O -10 mol/litre düzeyindedir. Ayrıca hormonal<br />
uyarım genellikle kısa sürelidir. Hor-monal uyarımın yapılmasından efektif<br />
organda aksiyonun oluşmasına kadar bir süre geçer. Buna latent periyot<br />
denir. Bu süre dakika, saat ya da günlerle ifade edilebilir. Peptid hormonlar ve<br />
katekolaminlerde bu süre kısa, steroid ve tiroid hormonlarda ise uzundur.<br />
Polipeptid yapılı hormonlar<br />
• Değişik sayıda aminoasid dizisinden oluşmuş hormonlardır. Polipeptid<br />
yapıdaki hormonlar genellikle suda çözünürler ve plazmada proteinlere<br />
bağlanmadan dolaşırlar.<br />
• Protein hormonlar endoplazmik retikulumda prohormon<br />
yada preprohormon olarak sentezlenirler. Golgi kompleksinde<br />
modifiye edilirler ve salgı granülleri içinde depo edilirler. Prohormon<br />
komplekslerinden esas aktiviteye sahip kısım kesilir. Depolanan hormon<br />
genellikle prohormon yapıdadır.<br />
• Polipeptid yapılı pormonlar kana ekzositozla salınırlar. Hormon<br />
salınımı için uyarım geldiğınde granüller hücre membranına birleşerek<br />
içeriğini boşaltır. Polipeptid yapılı hormonlar genellikle kısa (dakikalar<br />
süren) aktivite sürelerine sahiptir. Salındıktan sonra polipeptid hormonlar<br />
modifiye edilmezler.<br />
• Polipeptid yapılı hormonlar hedef dokudaki hücre zarının dışındaki<br />
reseptörlerle etkileşirler ve ikincil haberci kullanırlar.<br />
• Peptid yapılı hormonlar enzim sentezini etkilemeden enzim aktivitesini<br />
etkileyerek çalışırlar.<br />
• Hormon reseptör kompleksleri hücreye alınır ve parçalanarak inaktive<br />
edilir. Inaktivasyondan sonra peptid hormonlar bir daha kullanılamaz.<br />
• Plazmada kalan peptid hormonlar kan ve karaciğerde yıkılırlar.<br />
Amin yapılı hormonlar<br />
• Katekolaminler ve tiroid hormonları aminoasid türevi hormonlardır.<br />
Katekolaminler suda çözünebilen hormonlardır. Ancak tiroid<br />
hormonları lipidde çözünen hormonlardır. Her iki grup hormonda,<br />
tirozinden sentezlenir.
128<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Katekolaminler sinir hücrelerinde ve adrenal medullada, tiroid hormonları<br />
tiroidin foliküler hücrelerinde sentezlenirler.<br />
• Katekolamin hormonlar, granüllerde depolanır. Uyarıyla granüller<br />
membrana birleşerek içerik kana verilir. Kanda başta albumin olmak<br />
üzere plazma protenlerine bağlanır.<br />
• TUS Tiroid hormonları folikül lümeninde tiroglobulin olarak inaktif formda<br />
depolanır. Vücuttaki en büyük hormon deposu burasıdır. Uyarımda<br />
tiroglobulin endositozla alınır, proteolize uğrar ve oluşan tiroid hormonları<br />
difüzyonla kana geçer. Kanda çok büyük oranda plazma proteinlerine<br />
bağlanır.<br />
- Katekolaminler dolaşımda saniyeler içinde tiroid hormonları ise günler<br />
içinde inaktive edilir. Katekolamin reseptörleri hücre yüzeyindedir ve<br />
ikincil haberci kullanılır. Tiroid hormonlarının reseptörü çekirdektedir<br />
ve mRNA yapımını uyarır.TUS<br />
- Dolaşıma çıkan katekolaminler modifiye edilmezler. Oysa tiroid<br />
hormonları dolaşımda modifiye edilebilirler.<br />
Steroid Hormonlar<br />
• D vitamini, böbrek üstü bezi kortex hormonları, östrojen. androjen ve<br />
progestron bu yapıdadır.<br />
• Steroid hormonlar lipidde çözünen hormonlardır.<br />
- Steroid hormonlar kolestrolden sentezlenirler. Kolestrolün<br />
pregnenolon’a çevrilmesi hız kısıtlayan basamaktır.<br />
- Steroid hormonlar depolanmazlar. Yapıldıktan hemen sonra<br />
difüzyonla kan dolaşımına geçerler. Dolaşıma geçen steroid<br />
hormonlar modifiye edilebilirler ve büyük oranda plazma proteinlerine<br />
bağlanırlar.<br />
• Dolaşımdaki steroid hormonların yarı ömrü uzundur yani inaktivasyon<br />
saatler, günler sürer.<br />
• Reseptörleri çekirdektedir ve mRNA yapımını uyararak etkili olurlar (TUS-<br />
Nisan‘96, Nisan‘98).<br />
HORMONLARIN ETKI MEKANIZMALARI<br />
• Tüm hormonlar etki için spesifik reseptörlerine bağlanırlar.<br />
• Peptid hormonlar ve katekolaminlerin reseptörleri hücre dışındadır ve<br />
ikincil haberci (second massenger) kullanırlar, ikincil haberci adenilat siklaz<br />
mekanizması, IP3 (Inositol trifosfat) mekanizması veya Ca- kalmodülin<br />
mekanizması olabilir. Her üç sisteminde aktivasyonunda G proteini rol alır.<br />
• Insulin ve IGF-1 tirozin kinaz sistemini kullanır.<br />
• ANP ve EORF siklik GMP (cGMP) sistemini kullanır.<br />
Adenilat siklaz mekanizması<br />
• Eğer G proteini Gs tipinde ise adenilat siklaz aktivasyonu yapar. Gi tipinde<br />
ise adenilat siklaz inhibisyonu yapar. Sonuç olarak hücre cAMP düzeyi azalır<br />
veya artar.<br />
• TUS Adenilat siklaz aktive olunca ATP’yi cAMP’a çevirir. cAMP protein kinazı<br />
A’yı aktive eder. Protein kinaz A’da hücre içi bazı proteinleri (enzimleri)<br />
fosforilleyerek aktive (glikojen fosforilaz gibi) ya da inaktive (glikojen<br />
sentetaz gibi) eder.
Reseptör<br />
Tipleri<br />
129<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
G PROTEİNLERİ VASITASIYLA EFFEKTÖRLERİ İLE EŞLEŞEN RESEPTÖR ÖRNEKLERİ<br />
Eşleştiği<br />
Protein<br />
Efektör<br />
Efektör<br />
Substrat<br />
M 1<br />
, M 3<br />
, α G p<br />
Fosfolipaz C Membran<br />
lipidleri<br />
β, D 1<br />
G s<br />
Adenilaz<br />
Siklaz<br />
α 2<br />
, M 2<br />
G i<br />
Adenilaz<br />
Siklaz<br />
İkincil<br />
Haberci<br />
Cevabı<br />
↑ IP 3<br />
, DAG<br />
Sonuç<br />
↑ Ca +2 , ↑ Protein<br />
kinaz<br />
ATP ↑ cAMP ↑ Ca +2 influx<br />
↑ Enzim aktivitesi<br />
ATP ↓ cAMP ↓ Ca influx ve enzim<br />
aktivitesi<br />
ID: 08t264<br />
• Fosforillenmiş proteinler fosfoprotein fosfatazlarla defosforile edilirler.<br />
- cAMP fosfodiesteraz ile 5 AMP’ye dönüştürülür.<br />
Bu sistemi kullanan hormonlar: (TUS-Eylül‘91, Eylül’95,Nisan’03):<br />
Glukagon, Kalsitonin, LH, HCG, FSH, PTH, ACTH, MSH, ADH, CRH, TSH,<br />
HCG, Katekolaminler<br />
Inositol trifosfat (IP3) mekanizması<br />
• G proteini fosfolipaz C’yi aktive eder. Bu da membran fosfolipidlerini<br />
parçalayarak diaçil gliserol (DAG) ve IP3 oluşturur. IP3 endoplazmik<br />
retikulumdan Ca ++ salınımına neden olur. DAG ve Ca ++ protein kinaz<br />
C’yi aktive eder. Protein kinaz C bazı proteinleri fosforilleyerek hormonun<br />
fizyolojik etkilerini ortaya çıkarır.<br />
IP3 sistemini kullanan hormonlar<br />
Oksitosin, GnRH, TRH, ADH, GHRH, Anjiotensin 11, Katekolaminler<br />
Ca ++ kalmodülin sistemi<br />
• G protein Ca ++ kanallarını açarak ve endoplazmik retikulumdan Ca ++<br />
salınımına neden olarak intraselüler Ca ++ konsantrasyonunu arttırır. Ca++,<br />
Kalmodülin’e bağlanır ve fizyolojik etkiler oluşur.<br />
• Bu sistem katekolaminler tarafından kullanılır.<br />
Steroid ve tiroid hormonların etki mekanizması<br />
• Steroid hormon hücre sitoplazmasına difüze olur ve buradaki spesifik<br />
reseptörüne bağlanır. Bunun sonucunda reseptörde DNA’ya bağlanan<br />
domain ortaya çıkar. Hormon-reseptör kompleksi çekirdeğe geçer<br />
ve çekirdekte spesifik DNA bölgesinin regülatör bölgesi ile etkileşir.<br />
Transkripsiyon olur ve mRNA sentezlenir, bu mRNA sitoplazmada fizyolojik<br />
etkiyi yapacak proteine translasyone olur.<br />
Stres hormonları (TUS-Nisan‘91).<br />
Katekolaminler, glukokortikoidler, glukagon GH ve ACTH seviyeleri stresle<br />
arkarken insülin artmaz.
130<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
HORMON SENTEZI VE SEKRESYONU REGÜLASYONU<br />
A. Hormon sentezi<br />
l. Protein ve peptid hormon sentezi: Preprohormon sentezi granüllü<br />
endoplazmik retikulumda olur ve spesifik bir mRNA tarafından yönlendirilir.<br />
Sinyal peptidler preprohormondan ayrılır, prohormon oluşur, prohormon<br />
golgi apparatusuna taşınır. Ilave peptid dizileri golgi cisimciğinde ayrılarak<br />
hormon oluşur ve daha sonra salınmak üzere sekretuar granüllerde<br />
paketlenir. TUS<br />
2. Steroid hormon sentezi: Steroid hormonlar kolesterol deriveleridir<br />
3. Amin hormon sentezi: Amin hormonlar (tiroid hormon epinefrin ve<br />
norepinefrin) tirozin deriveleridirler.<br />
B. Hormon sekresyonunun regülasyonu<br />
1. Negatif feedback; Hormon sekresyonunun regülasyonunda en sık<br />
kullanılan yöntemdir, kendi kendini sınırlar. Hormonlar direk ya da<br />
indirek olarak hormonun ileri sekresyonunu inhibe ederler. Örneğin,<br />
insülin artmış kan glukozuna cevap olarak pankreatik beta hücrelerinden<br />
sekrete edilir. Insülin, glukozun hücreler tarafından kullanılmasında<br />
artışa neden olur. Sonuç olarak kan glukoz konsantrasyonu azalır. Kan<br />
glukoz konsantrasyonundaki düşme, pankreasın beta hücrelerini insülin<br />
sekresyonunu düşürmeye yönlendirir.<br />
2. Pozitif feedback: Hormonların etkisinin giderek katlanmasına neden olur.<br />
Bir hormon direkt ya da indirekt olarak hormonun daha fazla sekresyonuna<br />
neden olur. Örneğin, ovulasyondan hemen önceki LH piki östrojenin ön<br />
hipofizdeki pozitif feedbackinin sonucudur. LH daha sonra overler üzerine<br />
etkiyerek daha fazla östrojen sekresyonuna neden olur.<br />
Endokrin regülasyon<br />
• Nöral kontrol: Otonom sinir sistemi endokrin organlara etkir. Mesela<br />
adrenal medullada sempatik lifler katekolamin salınımını uyarır. Ayrıca<br />
hipotalamus nöral uyarılarla aktivite gösterir.<br />
• Feedback kontrol: Bu pozitif yada negatif feedback olabilir. Negatif<br />
feedback de üç aşama vardır.<br />
• Uzun Feedback: Hedef organdan salınan hormonların hipotalamusu<br />
etkilemesidir.<br />
• Kısa Feedback: Hipofizden salınan hormonların hipotalamusu<br />
etkilemesidir.<br />
• Çok Kısa Feedback: Aynı organdan çıkan hormonun kendi salınımını<br />
etkilemesidir.<br />
• Sirkadian ritim: Hormonlar günün belli saatlerinde salınırlar. Örneğin<br />
kortizol sabah çok fazla salınırken akşam bu salgı oldukça azalır.<br />
• Tropik hormonlar: Hipofizden salınan hormonlar efektör endokrin<br />
organdan hormon salınımını düzenler.<br />
• Kandaki metabolit düzeyleri: Paratiroid hormon ve Ca arasında bu tür<br />
bir regülasyon vardır.<br />
• Reseptörlerdeki down regülasyon ve up regülasyon
131<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
HİPOFİZ<br />
• Sella tursikada bir endokrin organdır. Ön ve arka lob olarak iki kısımda<br />
incelenir.<br />
• Ön loba odenohipofizde denir ve pars distalis, pars intermedia ve pars tuberalis<br />
olarak 3 kısımdan oluşur. GH, prolaktin, FSH, LH, TSH, ACTH, MSH bu lobdan salınır.<br />
Arka loba nörohipofizde denir. Bu lobdan ADH ve oksitosin kana verilir.<br />
ÖN LOB HORMONLARI (TUS-NISAN‘88)<br />
Hipotalamus, portal sistemin yardımıyla hipofiz ön lobunun salgılarını artırır veya<br />
azaltır. Özellikle portal sistem bozukluklarında dopaminin inhibitör etkisi ortadan<br />
kalkacağından hiperprolaktinemi olur.<br />
HİPOFİZİN GENEL ORGANİZASYONU ve EMBRİYONİK ORJİNİ<br />
Majör Bölümler Embriyonik Orjin Genel Yapı Alt bölümler<br />
Adenohipofiz<br />
Nörohipofiz<br />
Primitif oral kavite<br />
tabanından ektodermin<br />
kranial yönde<br />
oluşturduğu cep<br />
kaudal yönde gelişen<br />
nörohipofize temas eder<br />
ve birleşir.<br />
Hipotalamusun nöral<br />
ektoderminin kaudal<br />
yönde büyümesi<br />
ile oluşur; beynin<br />
bir parçası olarak<br />
düşünülür.<br />
Glandüler epitel<br />
hücre kordonları<br />
sekonder kapiller<br />
plexus sinüzoidleri<br />
ile ayrılmıştır; indirek<br />
olarak hipotalamus<br />
ve carotid plexusdan<br />
gelen atonomik sinirler<br />
tarafından inerve edilir.<br />
Çok miktarda akson<br />
içerir; bu aksonların<br />
hücre gövdeleri<br />
hipotalamusun<br />
supraoptik ve<br />
paraventriküler<br />
çekirdeklerindedir.<br />
Pars distalis- en geniş<br />
alt bölüm<br />
Pars tuberalisdistalisin<br />
süperior<br />
extensiyonudur.<br />
Nörohipofizin<br />
infundibulunumu<br />
kuşatır.<br />
Pars intermedia-<br />
Nörohipofizin Pars<br />
nervoza’sını sınırlayan<br />
dar doku bandıdır.<br />
Tuber cinereum’un<br />
Median Eminens’i<br />
hipotalamusun tabanını<br />
oluşturur.<br />
İnfundibular<br />
kök (nöral sap)<br />
hipotalamustan pars<br />
nervozaya aksonlar<br />
taşır ve primer kapiller<br />
pleksusun kapiller<br />
looplarını taşır.<br />
Pars nervosa<br />
(infundibular<br />
uzantı) Nörohipofizin<br />
genişlemiş lobudur;<br />
axon terminalleri ve<br />
kapillerleri taşır.<br />
ID:03t007
132<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
HİPOTALAMUS, NÖROHİPOFİZ HORMONLARI VE FONKSİYONLARI<br />
Hipotalamus<br />
Pars Nervosa<br />
Hormon Fonksiyon Hormon Fonksiyon<br />
Tirotropin<br />
salgılatıcı<br />
hormon (TRH)<br />
Tiroidstimulan hormon ve<br />
prolaktin salgılanmasını uyarır.<br />
Vazopressin<br />
Böbrek toplayıcı kanallarının<br />
suya geçirgenliğini artırır<br />
ve damar düz kaslarında<br />
kontraksiyona yol açar.<br />
Gonadotropin<br />
salgılatıcı hormon<br />
(GnRH)<br />
Folikül stimülan hormon ve<br />
luteinizan hormon salgılamasını<br />
uyarır.<br />
Oksitosin<br />
Uterus düz kasının ve meme<br />
bezlerindeki miyoepitel<br />
hücrelerinin kasılması üzerine<br />
etkilidir.<br />
Somatostatin<br />
Büyüme hormonu (GH) ve<br />
tiroid stimulan hormonun (TSH)<br />
salgılanmasını inhibe eder.<br />
Büyüme hormonu<br />
salgılatıcı<br />
hormon (GRH)<br />
Prolaktin inhibe<br />
edici hormon<br />
(PIH), Dopamin<br />
Kortikotropin<br />
salgılatıcı<br />
hormon (CRH)<br />
Büyüme hormonu salgılanmasını<br />
uyarır.<br />
Prolaktin salgılamasını inhibe<br />
eder.<br />
B lipotropin kortikotropin<br />
(ACTH) salgılanmasını uyarır.<br />
ID:02t029<br />
MSH<br />
Genel olarak diğer hormonların salınımı ise azalır. ADH ve oksitosinin yapım<br />
yeri hipotalamus olduğu için portal sistem bozukluklarında bunların sentez ve<br />
salgılanmalarında bir değişiklik olmaz.<br />
TSH (Tiroid stimüle edici hormon) (TUS-Eylül‘90, Nisan’96):<br />
• Trotrop hücrelerden salınır.<br />
• TSH salınımını TRH uyarır, T3 ve T4 inhibe eder.<br />
• Östrojenler, fazla iyot alınımı TSH’yı arttırır.<br />
• Somatostatin, dopamin TSH salgısını azaltır.<br />
• TSH tiroid hormon sentezini arttırır.<br />
• TSH: Iyot pompasının aktivitesini sağlar.<br />
• Tiroid hücrelerinin genişlemesini ve sayısını artırır.<br />
• Tirozinin iydinasyonunu artırır.<br />
• Intermedier lob tarafından salınır. Preopiomelano kortinden kesilerek sentezlenir.<br />
TUS
133<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Growth hormon (GH, somatotropin)<br />
• Somatotrop hücrelerden salgılanır. Somatotropinde denir. GH türe özgüdür.<br />
Epizodik salınır.<br />
• GHRH hipotalamustan ve GH salınımını uyaran bir hormondur.<br />
Somatostatin ise gene hipotalamus parviselüler nöronlarından salınan<br />
ancak GH salınımını inhibe eden hormondur. GHRH hipotalamustan<br />
kendi salınımını inhibe eder. GH ve somatomedinler somatostatin salınımını<br />
uyarırlar. Somatomedinlerde back olarak GH salınımını inhibe eder.<br />
• Östrojenler, adrenerjik, seratonerjik, dopaminerjik agonistler, pubertal<br />
hormonlar, açlık, hipoglisemi, uyku, stress ve egzersiz GH salınımını<br />
arttırır.<br />
• Somatostatin, somatomedinler, obesite, kortizol, gebelik, REM uykusu,<br />
serbest yağ asiti, medroksiprogesteron ve hiperglisemi GH salınımını<br />
azaltır. (TUS-Nisan’94, Nisan’02,Eylül’02)<br />
• GH salınımında başlıca kontrol, GHRH - somatostatin ve feedback<br />
mekanizmaları ile olur.<br />
• Growth hormon karaciğerde IGF (insülin Growth Factor) sentezletir ve<br />
indirek etkilerini IGF üzerinden yapar. Somatomedin (IGF) karaciğer<br />
haricinde de bir miktar sentezlenir.<br />
Growth hormonun direk etkileri:<br />
• Diabetojenik (hiperglisemik etki): Glukozun hücrelere alınımını inhibe eder.<br />
Glukoneogeneze neden olur. hiperglisemik etki ile bazal insulin düzeyini<br />
arttırır. TUS<br />
• Lipolize neden olur ve keton cisim yapımını arttırır.<br />
• Kan aminoasit ve üre düzeyini azaltır. Pozitif nitrojen dengesi sağlar.<br />
• Iskelet ve kalp kasında protein, DNA ve RNA sentezini arttırır,<br />
• Nah+, K + , Cad ++ , fosfat gibi minerallerin böbreklerden reabsorbsiyonunu<br />
arttırır.<br />
• Protein sentezini ve lipofizi arttırdığı için yağsız vücut kitlesinde artışa neden<br />
olur.<br />
GH’un indirek etkileri:<br />
• Somatomedinler ile olan etkilerdir.<br />
• Kondrositlerde mitoz artışına ve protein sentezine neden olarak boyca<br />
uzamaya neden olur.<br />
• Kaslarda protein sentezini arttırır.<br />
• Organlarda protein sentezini arttırarak organ boyutlarının artmasını<br />
sağlar.<br />
• IGF insülin benzeri etkilere neden olur.<br />
- GH’nun prepubertal dönemde fazla salgılanması gigantizme neden<br />
olur. Aynı durum postpupertal dönemde olursa akromegali olur. Bu<br />
durumda tedavi için Somatostatin analogları kullanılır.<br />
- GH aktivite azlığı: GH eksikliği, GHRH azlığı yada IGF sentezinde<br />
azalma ile ortaya çıkabilir. Sonuçta cücelik oluşur. Bu durum<br />
rekombinan insan büyüme hormonu ile tedavi edilebilir.
134<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Prolaktin sekresyonunu arttıran faktörler<br />
Östrojen (gebelik)<br />
Annesütü ile besleme<br />
Uyku<br />
Stres<br />
TRH<br />
Dopamin antagonistleri<br />
PROLAKTİN SEKRESYONUNUN REGULASYONU<br />
Prolaktin sekresyonunu azaltan faktörler<br />
Dopamin<br />
Bromokriptin (dopamin agonisti)<br />
Somatostatin<br />
Prolaktin (negatif feedback ile)<br />
ID:02t043<br />
Prolaktin:<br />
• Laktotrop hücrelerden salınır. En önemli etki yeri meme dokusudur. Yapıca<br />
growth hormona benzer.<br />
• Prolaktin salınımının kontrolü TRH, PIF ve feedback yolla olur. TUS<br />
TRH prolaktin salınımını arttırır. PIF yani dopamin prolaktin sentez ve<br />
salınımındaki tüm basamakları inhibe eder.<br />
• Uyku, egzersiz, stress, meme başının uyarılması, hamilelik, serotonin ve<br />
histamin prolaktin salınımını arttırır. Prolaktin feedback ile kendi salınımını<br />
inhibe eder. Somatostatin de prolaktin salınımını inhibe eder.<br />
Arka lob hormonları<br />
• Hipotalamo - Hipofizer yetmezlik gibi durumlarda diğer hormonlar<br />
(prolaktin hariç) azaldığı halde ADH ve oksitosin bundan etkilenmezler.<br />
Çünkü: yapım yerleri hipotalamustur.<br />
ADH (Vazopressin)<br />
• ADH hipotalamusun supraoptik nükleusunda sentez edilir (TUS-Nisan’96),<br />
daha sonra hipofizin arka lobunda depolanır. 9 aminoasitlik bir peptittir.<br />
ADH kendisi ile ilgili nörofizinle taşınır ve bununla kan dolaşımına verilir.<br />
Insanlarda etkili şekli arjinin vazopressindir.<br />
• ADH salınımını osmotik ve nonosmotik yollarla kontrol edilir.<br />
• Serum osmolaritesinde olan değişme ADH salınımını etkileyen primer olaydır.<br />
Serum osmolaritesini belirleyen esas faktörse Na+ konsantrasyonudur.<br />
TUS<br />
• Hipotalamusdaki osmoreseptörler extraselüler osmolarite artması<br />
durumunda uyarılır ve ADH salınımına neden olur. Extraselüler osmolaritede<br />
azalma ADH salınımını inhibe eder.<br />
• Kanın osmolaritesinde en sık değişmeye neden olan faktör su azlığı veya<br />
fazlalığıdır. O nedenle ADH’nın etkisi su üzerinedir. Aldesteron’un etkisi<br />
ise daha çok Na+ üzerinedir.<br />
• ADH salınımını uyaran en güçlü stimülanı hipovolemidir. Kan basıncı aniden<br />
düştüğünde arka hipofizden salınarak kan basıncını normale döndürür.<br />
(TUS-Eylül’89,Nisan’89) Hipovolemi osmolariteye göre ADH salmada daha<br />
güçlü etkilidir. Kan hacminde %10-15’lik bir azalma ile hacim reseptörleri<br />
uyarılır ve ADH salınır. Intrathorasik kan basıncının kanama, ayakta durma<br />
gibi nedenlerle azalması ADH salınımına ve sonuçta antidiüreze neden<br />
olur.
135<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Ağrı, nikotin, morfin, asetilkolin, anjiotensin ADH salınımını uyaran diğer<br />
nonozmotik faktörlerdir. Hipoglisemi ve bulantıda ADH salınımını uyarır.<br />
Antidiüretik hormon salınımını etkileyen faktörler;<br />
• Salınımını artıranlar<br />
- Plazmanın effektif osmotik basıncının artması<br />
- Hücre dışı sıvı hacminin azalması<br />
- Ağrı, heyecan, stress, egzersiz<br />
- Bulantı, kusma<br />
- Ayakta durma<br />
- Morfin, nikotin, barbitüratlar<br />
- Klorpropamid, kilofibrat, karbamazepin<br />
- Anjiotensin<br />
• Salınımını azaltanlar<br />
- Plazmanın efektif osmotik basıncının azalması<br />
- Hücre dışı sıvı hacminin artması<br />
- Alkol<br />
- Butorfanol, oksilorfanin<br />
• Extraselüler hacmin artması ile arterial basıncın artması ADH salınımını inhibe<br />
eder. Etanol, kafein, lityum, ANP adrenerjik agonistler ve antikolinerjikler<br />
ADH salınımını inhibe eden diğer nonosmotik faktörlerdir.<br />
Oksitosin<br />
• Hipotalamusun paraventriküler nükleusunda sentezlenir ve nörohipofizde<br />
depolanır. Taşınmasını ilgili nörofizinler yapar. (TUS-Nisan’95) Oksitosin 9<br />
aminoasitten oluşan bir peptid hormondur. Oksitosin salınımı için kolinerjik<br />
sinir lifleri uyarılmalıdır.<br />
• Oksitosin salınımı için en güçlü stimulus emzirmedir. Bebeğin<br />
görülmesi veya sesinin duyulmasıda oksitosin salınımına neden olabilir.<br />
Serviksin genişlemesi ve genital bölgenin uyarılmasında oksitosin salınımına<br />
neden olur.<br />
Serum<br />
ADH<br />
KLİNİK ÖRNEKLERİN ÖZETİ − ADH<br />
Serum<br />
Ozmolaritesi /<br />
[Na + ]<br />
Idrar<br />
ozmolaritesi<br />
Idrar<br />
akım hızı<br />
Primer polidipsi ↓ Azalmıştır Hipoozmotik Yüksek Pozitif<br />
Santral diabetes<br />
insipidus<br />
Nefrojenik<br />
iabetes<br />
insipidus<br />
↓<br />
↑ (Plazma<br />
osm. ↑ için)<br />
Artmıştır (Fazla H 2<br />
O<br />
itrahına bağlı)<br />
Artmıştır (Fazla H 2<br />
O<br />
itrahına bağlı)<br />
Hipoozmotik Yüksek Pozitif<br />
Hipoozmotik Yüksek Pozitif<br />
Su kısıtlanması ↑ Yüksek-normal Hiperozmotik Düşük Negatif<br />
Uygunsuz ADH<br />
Salınımı<br />
sendromu<br />
↑↑<br />
Azalmıştır<br />
(Fazla H 2<br />
O<br />
reabsorbsiyonuna<br />
bağlı)<br />
C H2O<br />
Hiperozmotik Düşük Negatif<br />
ID:02t037
136<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Etkileri (TUS-Nisan’92)<br />
• Meme bezlerindeki myoepitelyal hücrelerde kasılmaya neden olarak<br />
sentez edilmiş sütün kanallar boyunca ilerlemesini sağlar.<br />
• Myometriumda kasılmaya neden olur. Bu doğum sancılarının<br />
oluşmasında etkilidir. Ayrıca myomet-riumdaki kasılmalar doğum<br />
sonrası kanamaları önler.<br />
• Doğumun sonuna doğru myometriumda oksitosin reseptör sayısında<br />
artış olur.<br />
• Korku, üzüntü ve alkol oksitosin salınımını inhibe eder.<br />
ADRENAL KORTEX<br />
• Böbrek üstü bezinin %80’ini oluşturur. Üç tabakadan oluşur. Bu tabakaların<br />
hormonları farklıdır,<br />
• En dışta zona glomeruloza vardır ve mineralokortikoidler burada sentezlenir.<br />
• Ortada zona fasikülata vardır ve glukokortikoidler burada sentezlenir.<br />
• En içte zona retikülaris vardır ve androjenler burada sentezlenir. Bu tabaka<br />
kadınlarda androjen sentezinin en fazla yapıldığı yerdir. Erkekte buradaki<br />
sentez fazla önemli değildir.<br />
• Steroid hormonlar hücre içi reseptöre bağlanarak etki ederler. (TUS-Eylül’88)<br />
STEROIDLER<br />
Kortikosteroid sentezi<br />
• Kolesterol büyük oranda kandan alınır. Ancak böbrek üstü bezi kendine<br />
kolesterol sentezleyebilir.<br />
• Ilk basamak kolestrolün pregnenolon’a dönüşmesidir. Bu P450<br />
enzimlerinden biri olan 20-22 desmolaz tarafından sağlanır. ACTH<br />
bu enzimin aktivitesini arttırır. Pregnenolon tüm steroidlerin öncül<br />
maddesidir.<br />
• Kortikosteroid sentezindeki enzimler P45O mikrozomal enzimleridir<br />
• 18 hidroksisteroid dehidrogenaz aktivitesi, anjiotensin II tarafından arttırılır.<br />
Bu enzim sadece zona glomerulosada vardır. O nedenle aldosteron sadece<br />
zona glomerulosada sentezlenir. Zona glomerulosada 17 hidroksilaz<br />
enzimi bulunmaz. Bu nedenle zona glomeruloza kortizol sentez edemez.<br />
• Kortizol sentezindeki enzimlerden herhangi birinin eksik olması ile<br />
adrenogenital sendrom oluşur. En sık görülen enzim eksikliği 21 hidroksilaz<br />
eksikliğidir.<br />
• 21 karbonlu steroidler progesteron, DOK, aldosteron ve kortizoldür.<br />
• 19 karbonlu steroidler testosteron DHEA ve androstenediondur. Androjenik<br />
aktivitelerdir.
137<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
STARLİNG KUVVETLERİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN GFR, RPF VE FİLTRASYON FRAKSİYONUNA<br />
ETKİLERİ<br />
Afferent arteriolde<br />
konstrüksiyon<br />
Eferent arteriolde<br />
konstrüksiyon<br />
Plazma protein<br />
konsantrasyonunda artma<br />
GFR’a etkileri<br />
↓<br />
(↓π GC<br />
’den dolayı)<br />
↑<br />
(↑π GC’<br />
den dolayı)<br />
↓<br />
(↑π GC<br />
’den dolayı)<br />
Üreter taşı ↓<br />
(↑π BS<br />
’den dolayı)<br />
↓<br />
RPF’ye etkisi<br />
Filtrasyon<br />
fraksiyonuna etkisi<br />
Değişmez<br />
↓ ↑<br />
(↑GFR / ↓RPF)<br />
Değişmez ↓<br />
(↓GFR / sabit RPF)<br />
Değişmez ↓<br />
(↓GFR / sabit RPF)<br />
ID:02t036<br />
• 18 karbonlu steroidler östrojen aktiviteye sahiptir. Bunlar östradiol, östron<br />
ve östradioldür.<br />
• Dolaşımda kortizol transkortin ile taşınır. TUS Kortizol’ün %75’i bu proteine<br />
bağlı %15’i albumine bağlıdır. %10 serbest kortizol vardır. Bağlı kısım depo<br />
görevi görür.<br />
• Aldosteron plazma proteinlerine (daha çok albumine) %50 oranda bağlanır.<br />
Androjenlerde plazma proteinlerine yüksek oranda bağlanırlar.<br />
Kortikosteroidlerin yıkımı<br />
• Başlıca karaciğerde olur. Çift bağlar indirgenir ve sonra hidroksil gruplarına<br />
glukronik asit yada sülfat konjuge edilerek idrarla atılırlar.<br />
• Kortizol’ün idrardaki esas metaboliti tetrahidrokortizol glukronattır.<br />
• Aldosteron’un idrardaki esas metaboliti tetrahidroaldosteron<br />
glukronittir.<br />
• Kortizol kortizona çevrilip daha sonra tetrahidrokortizon glukonat olarak<br />
ta atılabilir.<br />
• Androstenediondan karaciğerde androsten ve etiokonolon oluşur. Bu<br />
madde 17 ketosteroid kaynağıdır, idrardaki 17 ketosteroidlerin en büyük<br />
kaynağı DHEA’dır.<br />
Glukokortikoid salınımının kontrolü<br />
• Kortizol salınımı sirkadien ritim gösterir. Sabah saat 6 civarında kortizol<br />
ve ACTH kanda en yüksek düzeydedir. Gece saat 24’de en düşük<br />
düzeydedir.<br />
• Hipotolamik kontrol: CRH, cAMP üzerinden ACTH yapım ve salınımını<br />
arttırır.<br />
• Hipofiz kontrolü: Hipofiz ACTH salınımı ile kortizol salınımını kontrol eder.<br />
ACTH salınımını asetil kolin ve serotonin arttırır. GABA ve adrenerjik uyan<br />
CRH’yı inhibe ederek ACTH salınımını azaltır.<br />
• Negatif feedback kontrolü : Kortizol ACTH ve CRH salınımını inhibe eder.<br />
O nedenle adrenogenital sendromda ACTH’nın kan düzeyi artmıştır.<br />
Dexametazon’un uzun süre kullanımı ACTH salınımını inhibe ettiği için<br />
böbrek üstü bezinde atrofiye neden olur.
138<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ACTH’nın etkileri<br />
• ACTH adrenal bez hücrelerine kolesterol girişini arttırır.<br />
• Kolesterolün pregnenolon’a dönüşümünü arttırır.<br />
• Adrenal bezin kanlanmasını artırır ve bezi hipertrofiye eder.<br />
• ACTH’nın etkisi zona fasikülata ve retikülarisde daha belirgindir.<br />
• Streste ilk artan hormon katekolaminlerdir (TUS-Nisan’90). KS, ACTH<br />
ve diğer hormonlar daha sonra salınırlar.<br />
• Stress’de ACTH ve CRH salınımı dolayısıyla kortizol salınımı artar. Ancak<br />
önceden kortizol verilmesi strese olan direnci artırmaz.<br />
Mineralokortikoid salınımının kontrolü<br />
• ACTH’nın mineralokortikoid salınımı üzerine olan etkisi majör rol oynamaz.<br />
Yani mineralokortikoid salımınında en etkili faktör ACTH değildir.<br />
• Hiperkalemi: Aldosteron salınımını düzenleyen ana faktördür. Hiperkalemi<br />
aldosteron sentezinin ilk basamaklarını uyararak aldosteron salınımına<br />
neden olur.<br />
• Hiponatremi (TUS-Nisan’00): Hiperkalemi gibi zona glomerulosaya direk<br />
etki ile aldosteron salınımına neden olur.<br />
• Renin-Anjiotensin sistemi: Renal perfüzyon basıncının azalması, ayakta<br />
durma, sempatik uyarım gibi durumlar renin salınımına neden olur. Renin<br />
sonuç olarak anjiotensin II miktarında artışa neden olur. Anjiotensin II<br />
aldosteron sentezini hızlandırır. Anjiotensin III’de aldosteron salınımını<br />
arttırır.<br />
ALDOSTERON SEKRESYONUNU ARTIRAN UYARANLARI<br />
• Glukokortikoid sekresyonunu da artıranlar: Cerrahi, Anksiyete, Fiziksel travma,<br />
Hemoraji,<br />
• Glukokortikoid sekresyonunu etkilemeyenler; Yüksek potasyum alımı, Düşük<br />
sodyum alımı, Toraksta v. cava inferiorun daralması, Ayağa kalkma<br />
- Sekonder hiperaldesteronizm (Bazı konjestif kalp yetmezliği siroz, nefroz<br />
olguları)<br />
Aldesteron sekresyonu düzenlenmesine katılan ikinci haberciler; TUS<br />
Salgılatıcı Hücre içi aracı<br />
ACTH<br />
cAMP, protein kinaz<br />
Anjiotensin II Diaçilgliserol, protein kinaz<br />
K+ iyonu Ca+2<br />
GLUKOKORTIKOIDLERIN ETKILERI<br />
(TUS-NİSAN’90,EYLÜL’90,NISAN’94,NISAN’01)<br />
Arrtiinflamatuar etkiler<br />
• Fosfolipaz A2’nin inhibisyonu ile prostoglandin sentezini inhibe eder.<br />
• Kapiller permeabiiiteyi azaltarak lökosit diapedezini önler. Ayrıca kemotaktik<br />
maddelerin salınımının önlenmeside lökosit diapedezini önler.<br />
• Lizozom duvarını stabilize ederek lizozomal enzim salınımını önler.<br />
• IL-2 (interlökin 2) salınımını inhibe ederek T lenfosit proliferasyonunu<br />
inhibe eder.
139<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ADRENAL HASTALIKLARINDA TANIDA KULLANILAN BORATUAR BULGULARI<br />
Klinik durum Aldosteron Kortizol Androjen ACTH<br />
Primer hiperaldosteronizm<br />
(Conn sendromu)<br />
Cushing sendromu ACTH tümörü,<br />
adrenal hiperplazi<br />
Konjenital Adrenal Hiperplazi 21<br />
(OH)az eksikliği<br />
11B (OH)az eksikliği<br />
Primer adrenal yetmezlik<br />
Addison Hastalığı<br />
↑ Kullanılmaz Kullanılmaz Kullanılmaz<br />
Kullanılmaz ↑ Kullanılmaz ↑<br />
↓ ↓ ↑ ↑<br />
↓ ↓ ↓ ↑<br />
Seconder adrenal yetmezlik Normal ↓ ↓ ↓<br />
ID:03t051<br />
• Mast hücresi ve plateletlerden histamin ve serotonin salınımını inhibe eder.<br />
(Antiallerjen etki)<br />
• Antijene olan antikor cevabını azaltır.<br />
• Lenfoid organlar (lenf düğümü, timus, dalak) da küçülmeye neden olur.<br />
• Dolaşımdaki bazofil, eozinofil, monosit ve lenfosit sayısını azaltırlar.<br />
• Dolaşımdaki eritrosit, nötrofil, trombosit sayısını arttırır.<br />
• Ödeme engel olur, ödemi çözer.<br />
Metabolik etkiler<br />
• Glikolizi inhibe eder (antiinsülin etki)<br />
• Glikoneogenezi arttırır.<br />
• Hiperglisemi yapar. Bunu takiben hiperinsulinemiye neden olabilirler.<br />
• Glikoliz enzimlerini inhibe eder.<br />
• Extrahepatik dokularda (kemik iliği, kas, lenfatik vs.) protein katabolizmasına<br />
ve aminoasidlerin kana geçmesine neden olur. (Negatif nitrojen<br />
dengesi)<br />
• Karaciğerin kan aminoasitlerini almasını arttırır: Bu yolla<br />
glukoneogenezi arttırır. Ayrıca karaciğerde bu aminoasitlerden yeni protein<br />
yapımını arttırırlar. TUS<br />
• Lipolize neden olurlar. Bu yolla hiperlipidemi ve hiperkolesterolemiye neden<br />
olurlar.<br />
• Adipoz dokudaki insülin duyarlılığını azaltırlar.<br />
• Yağın vücutta yeni bir dağılım şekli göstermesine neden olur. Aydede yüz<br />
trunkal obesite ve buffalo hump oluşur. Burada insulin salınımını arttırıcı<br />
etkisi de rol oynar.<br />
• Adipoz dokunun insuline olan sensitivitesini azaltır.<br />
• Yağ asidi oksidasyonunu arttırarak ketojenik etki gösterir.<br />
• Glukokortikoidler iştah artışına neden olur.<br />
Hematopoetik etkiler; Kemik iliğinde hemoglobin, eritrosit, trombosit, nötrofil<br />
sayışı artar. Bazofil, eozinofil ve lenfosit sayısı azalır.<br />
Kardiyovasküler etkiler; Damar düz kası ve kalbin adrenerjik uyarma cevabını<br />
arttırırlar.<br />
Çizgili kasa etkisi: Fizyolojik dozda kas aktivitesine olumlu etkileri vardır. Ancak<br />
yüksek dozda kas yıkımına neden olduğu için olumsuz etkisi vardır.
140<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ARAŞİDONİK ASİT MEKANİZMASI
141<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Kemik ve kalsiyum metabolizmasına etkileri<br />
• Kalsiyumun barsaktan absorbsiyonunu azaltır, böbrekten atılımını<br />
arttırırlar.<br />
• Fosfatın böbreklerde reabsorbsiyonunu azaltırlar.<br />
• Kemik matriks sentezini inhibe ederler. Osteoklastik etki yaparlar. Uzun<br />
süreli tedavide osteoporoz olur.<br />
Böbreklere etkisi<br />
• Glomeruler filtrasyon hızını ve serbest su klirensini artırırlar.<br />
• Ürik asit atılımını arttırırlar.<br />
• Mineralokortikoid benzeri aktiviteye sahiptirler. Yani Na+ tutup K+<br />
sekrete ederler.<br />
MINERALOKORTIKOIDLERIN ETKILERI (TUS,-EYLÜL’88)<br />
• Ter bezi, gastrointestinal sistem, tükrük bezleri ve böbreklerde Na tutulmasına<br />
K veya H’ nin sekresyonunun artmasına neden olur. Na reabsorbsiyonu ile<br />
extraselüler sıvı hacmini arttırır bu da böbrek kan akımını arttırıp renin salınımını<br />
inhibe eder.<br />
• Asit-baz dengesine K + ve H + sekresyonu ile etki eder.
142<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ADRENAL MEDULLA<br />
• Crista nöralisten köken alan hücrelerden oluşmuştur. Sempatik sistemin bir üyesi<br />
sayılabilir. Adrenal medulladaki hücreler presinaptik sempatik lifler alırlar. Bu<br />
sinapslarda asetilkolin fonksiyon görür.<br />
• Adrenal medulladan katekolaminler salgılanır. Adrenal medulla salgısının %80’I<br />
adrenalin %20’si noradrenalindir.<br />
• Adrenal medullaya kan ya adrenal kortexten geçerek dolaylı yolla yada medullar<br />
arterlerle direk yolla gelir.<br />
• Adrenal medulla hücrelerinde katekolaminler granüllerde depolanırlar. Bu<br />
granüllerde katekolamin-lerden başka Beta-hidroksilaz, ATP, kromogranin ve<br />
enkefalinler vardır.<br />
KATEKOLAMINLER<br />
Katekolaminler sentezi<br />
• Dopamin beta hidroksilaz enzimi granüller içinde bulunur. O nedenle<br />
dopamin aktif taşıma ile granüllere geçer ve burada norepinefrine<br />
dönüşür.<br />
• Dopamin beta hidroksilaz dışındaki enzimler sitoplazmiktir. Norepinefrin<br />
sitoplazmaya geçer ve sitoplazmada FNMT ile adrenaline dönüştürülür.<br />
TUS<br />
• KAtekolamin sentezinde hız kısıtlayan basamak tirozin hidroksilazın katalize<br />
ettiği basamaktır.<br />
• Fenil etanolamin -N- metil transferaz (FNMT) enziminin aktivitesi<br />
glukokortikoidlerle arttırılır. Bu enzim sadece adrenal medullada ve bir<br />
miktarda toraks ve abdomendeki kromaffin hücrelerde bulunur. O nedenle<br />
sempatik sinirlerde adrenalin sentezlenmez. Adrenerjik sinirlerde sadece<br />
DOPA ve norepinefrin yapılır.<br />
ERKEK ÜREME SİSTEMİ<br />
• Erkek üreme sistemi testisler, genital boşaltma kanallan, bunlara açılan bezler ve<br />
penisten oluşur.<br />
TESTISLER<br />
• Görevi hormon ve spermatozoa üretmektir. Parankimini seminifer tübüller ve<br />
interstisiyel hücreler oluşturur.<br />
Seminifer tübüller<br />
• Seminifer tübül epiteli spermatogenik seriye alt hücreler ve sertoli<br />
hücrelerinden oluşur. Seminifer tübüllerde spermatogenez oluşur.<br />
Spermatogenesis<br />
• Primitif hücreler olan spermatogonium A’lar mitoz ile spermatogonium A<br />
serilerini oluşturur. Bunların bir kısmı daha sonra spermatogonium B’lere<br />
farklanırlar. Farklanmayan spermatogonium-A’lar kök hücre olarak işlev<br />
görürler. Spermatogonium B’ler mitozla bölünerek primer spermatositleri<br />
oluştururlar. Primer spermatositler l. mayoza girerler ve sekonder
143<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
spermatositleri oluştururlar. Bunlarda 2. mayoza girerler ve sonuçta haploid<br />
kromozom içeren spermatidleri oluştururlar.<br />
• Spermatidler spermiogenesis denen bir farklanma ile spermatozoonlara<br />
(spermiumlara) dönüşürler.<br />
• Spermatogoniumdan spermatid oluşumuna kadar geçen süre 64 gündür.<br />
Her bir spermatogonium A hücresinden 64 sperm hücresi oluşur.<br />
Sertoli hücreleri<br />
• Bazal laminaya oturan ve bölünmeyen hücrelerdir. Spermatogenik seriye<br />
göre daha dayanıklıdırlar. Bu hücreler arası sıkı bağlantılar kan testis<br />
bariyerini oluşturur. Ayrıca sertolideki sıkı bağlantılarla seminifer epitel<br />
bazal kompartman ve adluminal kompartman olarak ikiye ayrılmıştır.<br />
Sertoli hücresinin görevleri:<br />
• Birbirine köprülerle bağlı spermatogenik hücreler sertoli hücrelerince<br />
desteklenirler.<br />
• Spermatogenik seri hücrelerinin korunmasını ve beslenmesini sağlarlar.<br />
• Artıkları fagosite ederler.<br />
• Hormonal salgı yaparlar.<br />
Sertoli hücresinin salgı fonksiyonu TUS<br />
• Antimüllerian hormon salınımı: Fetal hayatta müller kanalının<br />
gerilemesini sağlar.<br />
• Inhibin: FSH salınımını inhibe eder.<br />
• Androjen bağlayıcı protein: Testosteronu bağlayarak testis içinde dolaşıma<br />
göre daha yüksek konsantrasyonda testosteron bulunmasını sağlarlar.<br />
• Östradiol: Erkeklerde östradiol yapımının olduğu hücrelerden biride<br />
sertolidir.<br />
SPERMATOGENEZ EVRELERİ<br />
Spermiogenez Hücre Tipi Kromozom Soyo;<br />
DNA miktarı<br />
Mayoz<br />
Spermatositogenesis<br />
Tanımlama<br />
Sperm (23,1N) Yeni oluşmuş hareketsiz spermler<br />
Epididimisde hareket yeteneği kazanırlar.<br />
Fertilizasyonun başarılı olabilmesi için kadın<br />
genital organında kapasitasyon yapmalı<br />
Spermatid (23,1N) Sperm oluşturmak için spermiogenezise girer<br />
Sekonder<br />
spermatosit<br />
Primer<br />
spermatosit<br />
Tip B<br />
Spermatogonia<br />
Tip A<br />
Spermatogonia<br />
(23,1N)<br />
(46,2N)<br />
(46,2N)<br />
(46,2N)<br />
4 spermatid oluşturmak üzere birkaç saat<br />
içinde mayoz II tamamlanır<br />
22 günlük profaz safhası içerir. Bu sırada nükleer<br />
kromatin paternlerinin değişimleri tamamlanabilir.<br />
Leptoten (Uzun ince, DNA zinciri) zigotlen(sinaps<br />
oluşur) Pakiten (kısa, kalın sarmal, DNA) ve<br />
diploten (kromozomlar ayrılır)<br />
Mayoz I’e girer. Primer spermatosit oluşturulur.<br />
(DNA replike olur)<br />
Başka TipA veya Tip B spermatogonia oluşturmak<br />
üzere mitoza girer<br />
ID:03t053
144<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
ANDROJENLERİN ANDROJENİK POTANSİYELLERİ<br />
Androjen Potensi Over Kaynağı Adrenal Periferal dönüşüm<br />
DHEAS 1 %0 %100 %0<br />
DHEA 3 %10 %90 %0<br />
Androstenedion 10 %45 % 45 %10<br />
Testosteron 100 %25 %25 %50<br />
DHT 200 %2 %2 %96<br />
Leydig Hücreleri<br />
• Seminifer tübullerin arasını dolduran bağ dokuda kapillere yakın yerleşim<br />
gösteren hücrelerdir. LH etkisi ile testesteron salğısı yaparlar. (TUS-<br />
Nisan’94) Fetal hayatta aktiftirler ancak daha sonra gerilerler. Pubertede<br />
LH salınımı ile tekrar aktivite kazanırlar.<br />
ANDROJENLER<br />
• Testisten salınan androjenler testosteron, dihidrotesteron ve androstenediondur.<br />
Testistede androjen sentezi adrenal kortexteki gibi olur.<br />
• Sentez progesteron üzerinde de yapılabilir ancak tercih edilen yol pregnenolon<br />
üzerindedir.<br />
• 20-22 desmoloz enzimin katalize ettiği basamak hızı sınırlayan basamaktır ve<br />
bu enzimin aktivitesi LH tarafından arttırılır.<br />
• Plazmadaki progesteron üzerinden de yapılabilir ancak tercih edilen<br />
yol pregnenolon üzerindedir.<br />
• 20-22 desmolaz enziminin katalize ettiği basamak hızı sınırlayan basamaktır<br />
ve bu enzimin aktivitesi LH tarafindan arttırılır.<br />
• Plazmadaki testosteronun %85’i testislerden gelir.<br />
• Testosteron testislerde depolanmaz. Sentezden hemen sonra salınır.<br />
Salınan testesteron %97-99 oranında plazma proteinlerine bağlanır.<br />
• Testosteron en çok sex hormonu bağlayan globüline bir miktarda albumine<br />
bağlanır.<br />
Androjenlerin Yıkımı<br />
• Yıkım esas olarak karaciğerde olur. Testosteron önce androstenedion’a<br />
çevrilir daha sonra bundan androsteron ve ondanda etiokonolon oluşur.<br />
Bunlarda glukronat ve sülfat ile konjuge edilerek idrarla atılırlar. Idrardaki<br />
17 ketosteroidlerin %30’u testosteron kaynaklıdır. % 70’i ise adrenal kortex<br />
androjenlerinin yıkımı ile oluşur. O nedenle idrar 17 ketosteroid düzeyi<br />
testis fonksiyonunu tam olarak yansıtmaz.<br />
• Androjenler adipoz doku, meme, karaciğer ve beyinde aromataz<br />
ile östrojenlere dönüşür. Testosterondan östradiol, androstenediondan<br />
östron sentezlenir. Dehidrotestosteron östrojenlere dönüşmez. Erkeklerde<br />
östrojenin en büyük kaynağı bu dönüşümdür.<br />
• Testosteronun dihidrotestosterona dönüşmesi bir yıkım olayı değil<br />
aksine aktivasyon olayıdır. Dihidrotestosteron testosterona göre birkaç<br />
kat fazla biyolojik aktivite gösterir. Bu dönüşüm 5 alfa redüktazla sağlanır<br />
ve bu enzim en fazla genital organların derisindedir. 5 alfa redüktaz<br />
enzimi karaciğer, deri, prostat, seminal veziküller ve epididimiste vardır.<br />
TUS Plazma dihidrotestosteronunun %20 kadarı testis kaynaklıdır.
SPERMATOGENEZIN DÜZENLENMESI<br />
145<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Spermatogenezi birçok hormon kontrol eder.<br />
• Testosteron: Spermatogenezi stimule eder. Ancak yüksek konsantrasyondaki<br />
testosteron gonadotropin salınımını inhibe ederek ve östrojenlere dönüşerek<br />
spermatogenezi inhibe eder. Testosteron, spermatogenezin olabilmesi için<br />
testis içinde yüksek düzeyde olmalıdır.<br />
• Östrojenler: Spermiasyonda rol alırlar.<br />
• FSH ve LH (TUS-Eylül’90): FSH sertoli hücrelerini LH’da leydig hücrelerin<br />
uyararak spermatogeneze yardımcı olur.<br />
• Inhibin, kadında overde granüloza testis sertoli hücrelerinden salınarak FSH’yı<br />
inhibe eder.<br />
• Growth hormon (Büyüme hormonu ): Spermatogenezi hızlandırır. Eksikliğinde<br />
spermatogenez bozulur.<br />
• Dihidrotestosteron spermatogenez için gerekli bir hormon değildir.<br />
• Spermatogenezin artması FSH salınımını feed-back olarak inhibe eder.<br />
Androjen salınımın kontrolü<br />
• Androjenlerde kortizol gibi günlük ritm gösterirler.<br />
• Hipotalamustan salınan GnRH, hipofizden LH ve FSH salınımını arttırır.<br />
LH androjen sentezini stimule eder. Testosteron ve dihidrotestosteron<br />
GnRH salınımını inhibe eder.<br />
• Testosteron ayrıca LH salınımını direk feed-back ile inhibe eder.<br />
• Testosteron FSH salınımını inhibe etmez.<br />
Androjenlerin etkileri<br />
• Fetal hayatta testosteron; epididimis vas deferens ve seminal veziküllerin<br />
gelişimi için gereklidir. Dihidrotestosteron fetal hayatta penis, penil üretra,<br />
prostat ve skrotum gelişimi için gereklidir. O nedenle 5 alfa redüktaz<br />
eksikliğinde erkek dış genital organlarında bozukluklar oluşur.<br />
TUS<br />
• Pubertede sekonder sex karakterlerinin çoğundan ve akneden<br />
dihidrotestosteron sorumludur. Dihidrotestosteronun erişkindeki görevi<br />
prostat sekresyonunun kontrolüdür.<br />
• Testosteron larinxte hipertrofiye neden olarak ses kalınlaşmasına neden<br />
olur.<br />
• Androjenler axiller, pubik kıllanma ve sakal, bıyık çıkmasına neden<br />
olurlar.<br />
• Testosteron pubertede hızlı büyümeyi sağlar.<br />
• Protein sentezini arttırır, pozitif nitrojen dengesi sağlarlar. Kas kitlesinde<br />
artışa neden olurlar.<br />
• Ca++, Na+, K+, Cl- ve fosfat retansiyonuna neden olurlar.<br />
• Kemik matriksini arttırır, epifiz plaklarının kapanmasına neden olur.<br />
• Testosteron eritropoezi ve trombosit agregasyonunu attırır.<br />
• Testosteron normal spermatogenez ve fetal hayatta penis, seminal vezikül<br />
gibi organların gelişmesi için gereklidir.<br />
• Androjenler libidodan sorumludur.
146<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Prostat bezi<br />
• Sitrik asit, fibrinolizin, Ca, asit fosfataz, çinko salgılar. Alkali bir salgısı<br />
vardır.<br />
Seminal vezikül<br />
• Fibrinojen, fruktoz ve diğer besleyici maddeler, prostoglandinler, askorbik<br />
asit ve fosforil kolin içeren salgı yapar. Semen hacminin çoğu seminal<br />
veziküllerden gelir. Alkali bir salgısı vardır.<br />
Epididimis<br />
• Spermiumların hareket yeteneğini kazandığı ve depolandığı yerdir.<br />
KADIN ÜREME SİSTEMİ<br />
• Kadın üreme sistemi ovaryum, fallop tüpleri, uterus, vajen ve dış genital organlardan<br />
oluşur.<br />
OVARYUMLAR<br />
• Görevi ovum ve steroid hormonları üretmektir. Medulla ve kortex olarak iki<br />
kısımdan oluşur. Kortex, ovaryum folikülleri ve fibroblast benzeri hücrelerden<br />
oluşan stromadan oluşur. Medulla damarlardan zengindir, elastik lifler, kas<br />
hücreleri ve fibroblastlardan oluşmuştur. Ovaryum stromasına dağılmış<br />
interstisiyel hücreler vardır. Bu hücreler teka internadan köken alır.<br />
• Oogenez: Doğum öncesi ve doğum sonrası diye ikiye ayrılır.<br />
Doğum öncesi dönem<br />
• Vitellus kesesinde oluşan ilkel cins hücreleri dişi gonada ulaşırlar ve<br />
oogoniumlara farklanırlar. 3. ayın sonunda oogoniumlar yassı epitel<br />
hücreleri ile çevrilirler. Bir kısım oogoniumlar mitoz ile bölünmeye<br />
devam ederken bir kısımda büyüyerek primer oositi oluşturur. 5. ayda<br />
üreme hücresi sayısı maksimuma (6-7 milyona) ulaşır. Daha sonra<br />
primer oositlerin bir kısmı ve oogoniumlar geriler, 8. ayda oogoniumların<br />
hepsi dejenere olur. Hayatta kalan primer oositler DNA’larını replike<br />
ederler ve l. mayozun profazına girerler. Primer oosit ve çevresindeki yassı<br />
epitelin oluşturduğu yapıya primordial folikül denir.<br />
OVEYYAN FOLLİKÜL GELİŞİMİ<br />
Follikül evresi Dosit Follikül Hücreler Tekal hücreler<br />
Primordial<br />
Follikül<br />
Primer follikül<br />
Seconder follikül<br />
↓FSH bağımlı<br />
Graaf follikül<br />
Primer oosit (46,4N) Mayoz I’in<br />
profaz evresinde bekler<br />
Primer oosit (46,4N) Mayoz I’in<br />
profaz evresinde bekler<br />
Primer asit (46,4N) Mayoz I’in<br />
profaz evresinde durmuş zona<br />
Pellucida mevcuttur.<br />
Sekonder oosit (23,2N) Mayoz<br />
II’nın metafaz evresinde bekler<br />
Squamoz hücreler tek<br />
tabaka<br />
Granüloza hücreleri tek tabaka<br />
Granüloza hücreleri çok<br />
katlı, teka internadan salınan<br />
andojenlerden östrojen<br />
sentezler (aromataz) FSH ve<br />
LH reseptörleri mevcut<br />
Fibroblast<br />
Fibroblast<br />
Teka interna:<br />
Androjen sentezi<br />
LIT reseptörünü<br />
mevcut Teka<br />
externa: Fibröz ve<br />
vasküler<br />
ID:03t052
147<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Doğum sonrası dönem<br />
• Primer oositler doğum sonrasında folikül hücreleri tarafından salınan oosit<br />
olgunlaşmasını inhibe eden faktör (OMI) tarafından pubertenin başlamasına<br />
kadar inhibe edilirler. Puberteye kadar bunlardan çoğu atrezik hale gelir<br />
ve puberte başlangıcında 400 bin tanesi kalır.<br />
UTERUS<br />
• Üç tabakadan oluşur. Endometrium, myometrium ve perimetrium.<br />
• Perimetrium uterusu saran bağ dokudur. Myometrium düz kasların yaptığı<br />
tabakadır. Endometrium uterusun mukoza tabakasıdır.<br />
• Endometrium zigotun implantasyonu için ortam hazırlar ve plasentanın<br />
anneye ait kısmını oluşturur. Endometriumun varlığı için östrojen gereklidir.<br />
En-dometrium yapı bakımından iki tabakada incelenir.<br />
Endometrium bazalis: Endometrium mukozasının 1/3 bazalindeki<br />
kısımdır. Kanlanması düz arterlerle olur. Görevi menstruasyon siklusu ile<br />
dökülen endometrium fonksiyonalisin yerine konmasıdır.<br />
Endometrium fonksiyonalis: Mukozanın 2/3 üst kısmında yer alır. Kanlanması<br />
spiral arterlerle olur. Menstruasyon siklusunda dökülen kısımdır.<br />
OVERLERIN REGÜLASYONU VE MENSTRUEL SIKLUS<br />
A. OVERLERIN REGÜLASYONU<br />
1. Hipotalamik kontrol - GnRH<br />
• Erkeklerde olduğu gibi pulsatil GnRH ön hipofizi stimüle ederek LH ve FSH<br />
sekresyonunu sağlar.<br />
2. Ön hipofiz-FSH ve LH<br />
• Aşağıdakileri stimüle ederler.<br />
a. Steroidogenez (Over follikülü ve corpus luteumda)<br />
b. Antral safhanın ötesinde folliküler gelişim<br />
c. Ovulasyon<br />
d. Luteinizasyon<br />
3. Negatif ve pozitif feedback kontrol-östrojen ve progesteron<br />
B. ÖSTROJENIN OVER ÜZERINE ETKILERI (TUS-Eylül’88)<br />
1.FSH ve LH sekresyon üzerine hem negatif hem de pozitif feedback etkileri<br />
mevcuttur.<br />
2.Fallop tüpleri, uterus. serviks ve vajinanın matürasyon ve stabilizasyon<br />
sağlar.<br />
3. Kadın sekonder seks özelliklerinin pübertede gelişimi için gereklidir.<br />
4.Memelerin gelişimi için gereklidir.<br />
5. Kendi reseptörlerini, LH ve progesteron reseptörlerini upregüle ederler.<br />
6. Granüloza hücrelerinin proliferasyon ve gelişimi için gereklidir.<br />
7. Gebeliğin devam etmesini sağlar.<br />
8. Gebelik süresince kontraktil stimuluslar için uterus eşiğini düşünür.<br />
9. Prolaktin sekresyonunu stimüle eder (fakat daha sonra onun meme<br />
üzerindeki etkisini bloke eder).
148<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
C. PROGESTERONUN OVER ÜZERINE ETKILERI<br />
1. FSH ve LH sekresyonu üzerine negatif feedback etkisi vardır.<br />
2. Luteal faz süresince uterusun sekretuar aktivitesinin devamını sağlar.<br />
S. Gebeliği devamım sağlar.<br />
4. Gebelik esnasında kontraktil stimuluslar için uterus eşiğini yükseltir.<br />
5. Memelerin gelişiminden sorumludur.<br />
ÖSTROJENLER<br />
• Östradiol, östriol ve östron olarak 3 östrojen vardır.<br />
• Östradiol: En aktif östrojenik hormondur ve overde granüloza hücrelerinden<br />
salgılanır. Kadınlarda östradiolün hemen tamamı overlerden salgılanır.<br />
• Östriol: En zayıf östrojenik hormondur. Karaciğerde östradiol ve östrondan<br />
sentezlenir. Gebelik sırasında plasentadan salınan başlıca östrojenik hormondur.<br />
Plasentada az miktar östradiol ve östronda sentezlenir.<br />
• Östron: Overden salınır ve zayıf östrojenik aktivite gösterir. Bir miktarda<br />
adrenal kortexten salınan androstenedionun periferal dönüşümünden<br />
oluşur.<br />
• Postmenapozal kadınlarda başlıca plazma östrojeni östrondur ve sentezi<br />
androstenedionun periferde aromatazla dönüşümü ile sağlanır.<br />
Overlerden östrojen salınımının kontrolü<br />
• GnRH hipotalamustan salınır ve hipofizden FSH ve LH salınımını<br />
arttırır.<br />
• LH teka hücelerinde 20-22 desmolaz enzimini aktive ederek androjen<br />
sentezini artırır.<br />
• FSH granülosa hücrelerinde aromataz aktivitesini attırarak androjenden<br />
östrojen yapımını arttırır.<br />
• Foliküler ve luteal fazda östrojen FSH ve LH salımmını inhibe eder.<br />
Ancak siklus ortası dönemde pozitif feedback etki ile LH salımmını ve<br />
daha az miktarda FSH salınımını arttırır.<br />
• FSH granüloza hücrelerindeki LH reseptör sayısını arttırır.<br />
• Granüloza hücrelerinden salgılanan inhibin FSH salınımını inhibe<br />
eder, aktivin FSH salınımını arttırır (TUS-Nisan’92).<br />
Östrojenlerin etkileri<br />
• Östrojenler endometriumda proliferasyonu ve vaskülarizasyonu<br />
arttırır.<br />
• Myometriumda kontraktil protein sentezini arttırarak kasılmaya neden<br />
olurlar. Ayrıca östrojenler myometriumun oksitosine olan duyarlılığını<br />
arttırır.<br />
• Gebelikte özellikle östradiol annenin üreme organlarının<br />
büyüme ve gelişmesine neden olur.<br />
• Servixten viskozitesi düşük bol mukus salgılanmasını sağlar.<br />
• Fallop tüplerindeki kirpiksi epitelin motilitesini arttırır.<br />
• Vajinanın kübik epitelini çok katlı yassı epitele dönüştürür.<br />
• Sekonder sex karakterlerinin oluşumuna neden olur. Pubertal<br />
kızlarda pubik ve aksiller kıllanmadan, östrojenden çok<br />
adrenal korteksten salınan androjenler sorumludur.
PROGESTERON<br />
149<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Pubertede büyüme sıçramasını sağlar.<br />
• Epifiz plaklarının kapanmasına neden olur. Bu etkisi<br />
testosterondan daha güçlüdür.<br />
• Meme duktuslarının gelişimini sağlar. Asinilerde progesteron ile<br />
sinerjist etki ederek büyümeyi sağlar.<br />
• Prolaktin salınımını hamilelikte stimule eder. Ancak prolaktinin meme<br />
bezlerinden süt salınımına neden olan etkisini inhibe eder.<br />
• Deride yağ dokuyu, vaskülariteyi ve kanlanmayı arttırarak sıcak<br />
olmasını sağlar. TUS<br />
• Su ve tuz tutulmasına neden olur.<br />
• Faktör 2,7,9 gibi pıhtıtaşrna faktörlerinin sentezini artırarak<br />
hiperkoagulabiliteye neden olur.<br />
• Karaciğerden taşıyıcı globulinlerin ve anjiotensinojenin sentezini<br />
arttırır.<br />
• HDL yapımını arttırıp LDL yapımını azaltarak atherosklerozu önler.<br />
• Hücrelerde antiinsülin etki yaparak glikozun kullanımını önlerler.<br />
• Osleoblastik okliviteyi arttırır ve osteoporozu önler. TUS<br />
• Kadın genital organlarının fetusta gelişmesi overlerden bağımsızdır.<br />
• Östrojen etkisindeki bir kadında vagende superficial hücreler hakimdir<br />
ve yaymada da en çok görülen hücrelerdir. Östrojen etkisinde vajen<br />
epiteli proliferasyona uğrar ve glikojenden zengin hale getirir.<br />
Progesteron etkisi hakim olduğunda ise hücre kenarlarında kırılma<br />
(navikuler hücre) karakteristiktir ve daha çok intermedier hücreler<br />
hakimdir.<br />
• Progestinlerin en önemlisi progesterondur. Diğer bir progestin hormonda 17<br />
alfa hidroksi progesterondur. Hamile olmayan bir kadında progesteron<br />
böbrek üstü bezi ve overlerden salınır. Luteal fazda progesteron’un korpus<br />
luteumdan salınımı artar. Hamile bayanlarda plesentada da büyük miktarlarda<br />
progesteron yapılır.<br />
• Steroid sentezi yapılan tüm dokularda ara ürün olarak progesteron yapılır.<br />
• Salgılanan progesteron plazmada transkortin ve albumine bağlanarak taşınır.<br />
Progesteronun artması serbest kortizolün kanda artmasına neden olur.<br />
• Progesteron karaciğerde pregnandiole dönüşür. Buda glukronik asitle<br />
konjuge olarak idrarla atılır. TUS<br />
Progesteron salınımının kontrolü<br />
• FSH progesteron salınımını uyarır.<br />
• Progesteron GnRH salınımını feedback olarak inhibe eder.<br />
• Östrojenler progestronun etkilerini artırırlar. Ancak progesteron<br />
antiöstrojenik etki gösterir. Hem östrojen reseptör sayısını azaltır hemde<br />
östradiolün östrona dönüşmesini sağlayan 17 beta hidroksisteroid<br />
dehidrogenazı aktive eder.<br />
• Hamilelikte sekretuar endometriumu desiduaya dönüştürür.<br />
• Myometriumun düz kas hücrelerini inhibe ederek gevşetirler.<br />
• Myometriumu oksitosinin etkisine duyarsızlaştırır.
150<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Memede lobul ve alveol gelişimini arttırırlar.<br />
• Progesteron termojenik etkilidir ve bazal vücut ısısında 0.5 oC kadar<br />
artış yapar.<br />
• Progesteron aldesteronu antagonize ederek natriürezis’e neden olur.<br />
TUS<br />
• Progesteron solunumu stimule eder.<br />
• Zigot implantasyonu için T lenfositleri baskılar ve fetüsü korumada<br />
immun supresif etki gösterirler.<br />
• Hamilelikte progesteronun llk trimesterdeki ana kaynağı korpus<br />
luteum’dur. Ancak 2. ve 3. trimesterde ana kaynak plasentadır. Hamilelik<br />
boyunca östrojen ve progesteron giderek artar.<br />
• Fetüs plasentadan salgılanan progesteron kortizol ve aldosterona<br />
dönüştürülür. Fetüs kortikosteroid sentezi için gebeliğin erken<br />
dönemlerinde plasental progesterona ihtiyaç duyar. Çünkü 3-beta<br />
hidroksisteroid dehidrogenaz enzimi çalışmaz. TUS<br />
PLASENTA HORMONLARI<br />
• Plasentadan Östrojenler, progesteron, hCG ve HPL (Hu-man plesental laktojen)<br />
salgılanır.<br />
• Gebelikte başlıca östrojen östrioldür. Plasentada sentez edilen Östrojenler<br />
fetüs böbrek üstü bezinden salgılanan DHEA ve DEHA- sülfatın dönüşümü ile<br />
oluşurlar o nedenle fetüs ölümünde plazma östriol konsantrasyonu düşer.<br />
• Progesteron, anne korüzolünden plesentanın trofoblast tabakasında sentezlenir.<br />
Fetusten bağımsız olduğu için fetüs ölümünde plazma düzeyleri değişmez.<br />
hCG (Human koryonik gonadotropin)<br />
• Insanlardaki en büyük aktif peptid hormondur. Fertilizasyondan 6-8 gün<br />
sonra anne kanında saptanmaya başlar. Plasentada sinsityotrofoblastlarda<br />
sentezlenir. Hamileliğin dokuzuncu haftasında pik yapar daha sonra azalır<br />
LH benzeri etkileri vardır.<br />
Etkileri<br />
- Menstruasyon korpus luteumunu, gebelik korpus luteumuna<br />
dönüştürür.<br />
- Fetusta testisten testosteron salınımını uyanr.<br />
HPL<br />
• Gebelik süresince salınımı giderek artar. Büyüme hormonu ve prolaktin<br />
benzeri etkileri vardır. Annede glikoz kullanımını azaltarak fetus için<br />
daha fazla glikoz sağlar.<br />
PANKREASIN ENDOKRİN FONKSİYONLARI<br />
• Pankreas endokrin dokusu langerhans adacıklarında yerleşmiştir. Bu adacıklardan<br />
4 hormon salınır.<br />
• Insulin: Beta hücrelerinden salgılanır. Adacık hücrelerinin yarısından fazlasını beta<br />
hücreleri oluşturur.
151<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Glukagon: Alfa hücrelerinden salgılanır. Adacık hücrelerinin dörtte biri alfa<br />
hücreleridir.<br />
• Somatostatin: Delta hücrelerinden salgılanır.<br />
• Pankreartik polipeptid: PP hücrelerinden salgılanır.<br />
• Bu hücreler arasında gap junctionlar bulunur. Bu yolla adacık hücreleri birbirleriyle<br />
kolayca iletişim kurarlar. Ayrıca hormonlar parakrin etkileşme gösterirler.<br />
• Langerhans adacıkları toplam pankreas dokusunun %2-3’ünü yaparlar.<br />
INSÜLIN<br />
• Preprohormon olarak sentezlenir. Sonra pre kısmını kaybeder ve golgiden<br />
veziküllere alınır. Veziküllerde C peptid denen kısma ve aktif insulin kısmına<br />
ayrılır. Insulin birbirine bir disülfid bağıyla bağlı iki aminoasit zincirinden oluşur.<br />
Normalde beta hücre salgısının %95’ini insulin, %5’ini proinsülin oluşturur.<br />
• Insulin salınımında Ca ++ kanalları açılır ve hücre içi Ca ++ artışı insulin<br />
salınımına neden olur.<br />
• Insulin plazmada monomer olarak taşınır.<br />
• Insulin, reseptörüyle bağlanıp hücre içine alınarak yada karaciğerde yıkılarak<br />
kandan uzaklaştırılır. Insulinin plazma yan ömrü 5 dakikadır.<br />
Insulin salınımının düzenlenmesi (TUS-Eylül’96,Eylül’97)<br />
• Insulin salınımını düzenleyen ana faktör kan glikoz düzeyidir. Kan glikozu<br />
80-90 mg/dl üstündeyken insulin salınımı artmaya başlar.<br />
LANGERHANS ADACIKLARINDA HORMON SALINIMI<br />
Hücre tipi Hormon Hormonal fonksiyon<br />
A<br />
B<br />
D<br />
Glukagon<br />
Insülin<br />
Somatostatin<br />
F Pankreatik polipeptid Iyi bilinmiyor.<br />
Çeşitli dokulara etkiyerek glikojen ve yağda depolanan enerjiyi<br />
glikojenoliz ve lipoliz yolu ile açığa çıkarır. Kan glukoz düzeyini<br />
artırır.<br />
Çeşitli dokulara etkiyerek besin fazlalığında enerji<br />
depolanmasına yol açar. Kan glukoz düzeyini azaltır.<br />
Lokal parakrin etkisiyle diğer adacık hücre hormonlarının<br />
salgılanmasını inhibe eder.<br />
ID:02t055<br />
INSÜLİN SEKRESYONUNUN REGÜLASYONU<br />
Artmış insülin sekresyonunun nedenleri<br />
Artmış kan glukozu<br />
Artmış amino asitler (arjinin, lizin, lösin)<br />
Artmış yağ asitleri<br />
Glukagon<br />
GIP<br />
Ach<br />
GH, kortizol<br />
Insulin sekresyonunu azaltan faktörler<br />
Azalmış kan glukozu<br />
Somatostatin<br />
Nörepinefrin epinefrin<br />
(alfa reseptörler)<br />
ID:02t047
152<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Insulin salınımı iki aşamalıdır. Birinci aşamada depolar boşalır ve hızlı bir<br />
insulin salınımı olur. Ikinci aşamada ise hem yeni sentez edilen hemde<br />
depolanan insulin salınımı olur ve daha uzun sürer.<br />
• Aminoasitlerin kanda artışıda insulin salınımına neden olur. En fazla<br />
insulin salınımına neden olan aminoasit arjinin daha sonra lizin ve lösindir.<br />
Aminoasitler glikozun insulin salıcı etkisini kuvvetlendirirler.<br />
• Yağ asitlerinin kanda artışıda insulin salınımını artırır.<br />
• Gastrointestinal hormonlar içinde en fazla insulin salınımına neden<br />
olan GIP’dir. Diğer stimulan hormonlar gastrin, sekretin ve CCK’dır.<br />
Gastrointestinal hormonlar nedeni ile ağızdan alınan glikoz ve aminoasitler<br />
intravenöz alınan glikoz ve aminoastlerden daha fazla insulin salınımına<br />
neden olur.<br />
• GH, glukagon, kortizol insulin salınımını arttırır. Somatostatin ise insulin<br />
salınımını inhibe eder. Adrenalin net etki olarak insulin salınımını azaltır.<br />
• Parasempatik uyarım insulin salınımını arttırır, sempatik uyarım ise azaltır.<br />
Dolaysıyla streste insulin artmaz.<br />
• Obesitede insulin reseptör sayısı azalır, açlıkta ise artar.<br />
Insulin’in etki mekanizması<br />
• Insulin reseptöri 2alfa ve 2beta alt üniteden oluşan bir tetramerdir. insulin<br />
alfa alt birimine bağlanır. Beta alt birim ise trozin kinaz aktivitesine sahiptir.<br />
TUS<br />
• Insulin reseptörüne bağlanınca reseptör önce kendini fosforiller daha sonra<br />
hücre içi proteinleri fosforiller.<br />
Insulinin etkileri (TUS-Eylül’87, Nisan’89, Eylül’99, Nisan’96,<br />
Nisan’00, Eylül’01)<br />
• Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi, kan glukozuna azaltıcı<br />
etkidir.<br />
• Hücrelere glikoz alımını ve glukojen sentetaz aktivitesini arttırır, glikojen<br />
fosforilazı inhibe eder. Bu yolla glikojen sentezini arttınr.<br />
• Insulin: Beyin hücrelerine ve eritrosite glikoz girişine etki etmez. Bunun<br />
haricindeki tüm dokulara glikoz girişini sağlar. (TUS-Nisan’90,Eylül’92)<br />
• Çizgili kas, myokard ve yağ hücrelerinde glikoz taşıyıcısını aktive ederek<br />
glikozun hücrelere alınmasını arttırır.<br />
• Insulin, glukokinaz, hekzokinaz, fosfofruktokinaz ve pirüvat kinaz enzimlerini<br />
uyararak glikolizi hızlandırır (TUS-Nisan’92).<br />
• Insulin glikoz 6 fosfataz, fruktoz 1.6 bisfosfataz, fosfoenolpirüvat<br />
karboksikinazı inhibe ederek glukoneogenezi inhibe eder (TUS-<br />
Nisan’89,Eylül’95).<br />
• Yağ metabolizmasına olan net etkisi plazma yağ asitlerini azaltıcı<br />
etkidir. (TUS-Nisan’92)<br />
• Bunu yağ asitlerinin oksidasyonunu azaltarak yapar. (TUS-Eylül’88)<br />
• İnsulin hormon duyarlı lipazı inhibe ederek lipolizi inhibe eder (TUS-<br />
Eylül’88).<br />
• Glikoliz aktivasyonu ile özellikle karaciğer hücrelerinde yağ asidi sentezini<br />
arttırır. Daha sonra karaciğer bunlardan trigliserit sentezler ve VLDL olarak<br />
kana verir.
153<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Insulin, lipoprotein tipazı aktive ederek dolasımdaki lipoproteinlerdeki yağ<br />
asidi ve gliserolün adipositlere geçmesini sağlar.<br />
• Adipositterde glikolizle gliserofosfat miktarını arttırır ve yağ asitleri<br />
ile gliserofosfatın birleşmesini sağlayarak lipogenez yapar. (TUS-<br />
Eylül’90,Eylül’96)<br />
• Dolaşımdaki yağ asitleri azaldığı için keton cisim yapımı azalır. Yani<br />
insülin anteketojenik etkilidir.<br />
• İnsulin protein metabolizmasına anabolik etki yapar ve kan aminoasit<br />
düzeyini azaltır.<br />
• Insulin hücrelere aminoasit alınmasını ve protein sentezini arttınr. Protein<br />
yıkımını azaltır.<br />
• Özellikle insülin valin lösin, izolösin gibi aminoasitlerin transportunu<br />
arttırır. O nedenle insulin eksikliğinde bu aminoasitlerin kan düzeyi<br />
artar.<br />
• Insulin K+’nın hücre içine girişini arttınr. O nedenle insulin azlığında<br />
hiperkalemi oluşur.<br />
INSÜLIN VE GLUKAGON<br />
Insülin<br />
•Adacık hücrelerinin yarısından fazlasını oluşturan beta hücrelerinden salgılanır. Prehormon olarak<br />
sentezlenir. •Insulin salınımında Ca ++ kanalları açılır ve hücre içi Ca ++ artışı insülin salımına neden<br />
olur.<br />
•Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glikozunu azaltıcı etkidir. Parasempatik uyarım insülin<br />
salınımını artırır. Sempatik uyarım ise azaltır.<br />
Glukagon<br />
•Adacık hücrelerinin dörtte biri kadar olan alfa hücrelerinden salgılanır glukagonun etkilerinin asıl yeri<br />
karaciğerdir.<br />
•Kanda amino asitlerin özellikle arjininin artması glukagon salınımını artırır. Sempatik sinir<br />
sistemi ve vagal uyarım glukagon salınımını artırır.<br />
•Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glukoz düzeyini arttırır. Ancak bu etkisini<br />
hücrelere glukoz alınmasını azaltarak yapmaz.<br />
Insulin ve glukagonun karşılaştırılması<br />
Sekresyon<br />
için stimulus<br />
Major etkiler<br />
Kan<br />
seviyeleri<br />
üzerine net<br />
etkileri<br />
Insulin (tirozin kinaz reseptörü)<br />
Artmış kan glukozu artmış aminoasitler,<br />
artmış yağ asitleri glukagon, GIP, Growth<br />
hormon, Kortizol<br />
Hücrelere glukoz alımını ve glikojen<br />
formasyonunu artırır. Glikojenoliz ve<br />
glukoneojenezi azaltır. Protein sentezini artırır.<br />
Yağ depolanmasını artırır ve lipolizi azalır<br />
hücreler K + alınımını artırır.<br />
[Glukoz] ↓<br />
[Aminoasit] ↓<br />
[yağ asiti] ↓<br />
[ketoasit] ↓<br />
Hipokalemi<br />
Glukagon<br />
(cAMP mekanizması)<br />
Azalmış kan glukozu<br />
artmış aminoasitler,<br />
CCK, nörepinefrin, epinefrin ve Ach<br />
Glikonenoliz ve glukoneojenez artar.<br />
Lipoliz ve ketoasit üretimi artar.<br />
[Glukoz] ↑<br />
[Yağ asiti] ↑<br />
[Ketoasit] ↑<br />
ID:02t056
154<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
GLUKAGON<br />
• 29 aminoasitlik polipeptid yapıda bir hormondur. Glukagonun etkilerinin primer<br />
yeri karaciğerdir.<br />
Glukagon salınımının düzenlenmesi<br />
• Glukagon salınımını düzenleyen majör faktör kan glikoz düzeyidir.<br />
Kan glikozu hipoglisemik değerlere geldikçe glukagon salınımı artar.<br />
Hiperglisemide ise azalır.<br />
• Kanda aminoasitlerin özellikle orjininin artması glukagon salınımını<br />
arttınr.<br />
• Insulin, somatostatin glukagon salınımını inhibe eder. CCK, GIR gastrin,<br />
adrenalin glukokortikoidler ve growth hormon glukagon salınımını<br />
arttırır.<br />
• Sempatik sinir sistemi ve vagal uyarım glukagon salınımını artırır<br />
Glukagonun etkileri (TUS-Eylül’87, Nisan’90, Eylül’01)<br />
• Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glikoz düzeyini arttırıcıdır.<br />
Ancak bu etkisini hücrelere glikoz alınmasını azaltarak yapmaz.<br />
TİP I VE TİP II DİABETES MELLİTUS’UN KARŞILAŞTIRILMASI<br />
Tip<br />
Tip I (İnsülin<br />
bağımlı)<br />
100m<br />
Tip II<br />
(insüline<br />
bağımlı<br />
olmayan)<br />
NIDOM<br />
Sık kullanılan<br />
Sinonimleri<br />
Juvenil<br />
başlangıçlı<br />
diabet; juvenil<br />
diabet; idopatik<br />
diabet<br />
Erişkin<br />
başlangıçlı<br />
diabetes;<br />
ketozrezistans<br />
diabet.<br />
Klinik<br />
Karakteristikleri<br />
Semptomlar ani başlar;<br />
20 yaşından genç<br />
hasta; kan insülin<br />
düzeyi azalmıştır;<br />
ketoidoz sıktır; Beta<br />
hücrelerine karşı<br />
antikorlar bulunur;<br />
otoimmün hastalıklarla<br />
birliktelik; insüline<br />
cevap verir; polifaji,<br />
polidipsi, poliüri<br />
Başlangıç 40 yaşından<br />
sonra; kan insülin<br />
düzeyleri orta<br />
derecede azalmıştır;<br />
ketoasidoz nadirdir;<br />
beta hücrelerine karşı<br />
antikor yoktur; insülin<br />
salınımı bozulmuştur;<br />
insülin-rezistanstır;<br />
insülin reseptör<br />
sayısı azalmışıtır;<br />
postreseptör sinyal<br />
iletimi bozulmuştur.<br />
Hastanın<br />
Kilosu<br />
Normal<br />
(veya gıda<br />
atımında<br />
artış<br />
olmasına<br />
rağmen kilo<br />
kaybeder)<br />
Hastaların<br />
%80'i<br />
obezdir.<br />
Herediter<br />
bileşen<br />
Aynı<br />
yumurta<br />
ikizlerinde<br />
%50<br />
konkordans<br />
vardır;<br />
hastalığın<br />
seyrinde<br />
çevresel<br />
faktörler<br />
önemlidir.<br />
Aynı<br />
yumurta<br />
ikizlerinde<br />
%90 - 100<br />
konkordans<br />
vardır.<br />
Langerhas<br />
Beta hücrelerinde<br />
azalma vardır;<br />
adacıklar atrofiye<br />
ve fibrotiktir.<br />
Betahücrelerinde<br />
küçük bir miktar<br />
azalma vardır;<br />
beta hücrelerini<br />
saran dokuda<br />
amilin bulunur.<br />
ID:03t076
155<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• Glukagon karaciğerde Insulinin uyardığı glikoliz enzimlerini inhibe<br />
eder. Ayrıca glukoneogenez enzimlerini aktive eder. Sonuç olarak<br />
glukoneogenezde artışa neden olur.<br />
• Glukagon karaciğerde glikojen fosforilazı aktive, glikojen sentetazı inaktive<br />
ederek glikojen yıkımını artırır. (glikojenoliz)<br />
• Glukagon, hormon duyarlı lipazı aktive ederek kanda serbest yağ asitlerinin<br />
artmasına neden olur. Karaciğerde artmış serbest yağ asitlerinden keton<br />
sentezlenir. Glukagon en önemli ketojenik hormondur. O nedenle insulin<br />
eksikliğinde keton artarak metabolik asidoza neden olabilir.<br />
• Glukagon aminoasit oksidasyonunu arttırarak üre oluşumunun artmasına<br />
ve protein sentezinin azalmasına neden olur.<br />
• Glukagon ve growth hormon hiperglisemi yaparlar. Somatostatin<br />
insülin salınımını inhibe eder. TSH, tiroid hormonları üzerinden glikolizi<br />
ve glukoneogenezi artırarak etki eder. Östrojenin ise protein ve yağ<br />
metabolizmasına etkisi olduğu halde insülin ve glukoz üzerinde etkisi<br />
yoktur. (TUS-Nisan’95)<br />
TİROİD BEZİ<br />
• Foliküller tek katlı epitelde döşelidir.<br />
• Folikül epitel hücreleri tiroid bezinin aktivitesine göre değişiklik gösterir. Tiroid<br />
inaktifken kolloidal madde bol ve etrafındaki hücreler yassıdır. Tiroid aktifken<br />
kolloid azalır hücreler silindirik olur ve hücrelerden kolloide uzanan<br />
rearbsorbsiyon bölgeleri oluşur.<br />
• Tiroid bezi tirozin aminoasidinin türevi olan ve iyodotroninler denilen iki hormon<br />
salgılar<br />
• Asıl salgılama ürünü 3.5.3’5.’ tetra iyodotironin (tiroksin, T4) ‘dir. Daha az olarak<br />
ta 3.5.3’triiodotironin (T3) dir.<br />
• Her ikisede tirozinin iyodinasyonuyla oluşur.<br />
• T3, T4’den yaklaşık 5 kat daha aktiftir.<br />
• T4, T3’den yaklaşık 15 kat daha fazla salgılanır.<br />
• Plazmadaki serbest T4’ün serbest T3’e oranı yaklaşık 2:1’dir.<br />
• T4 periferik dokularda bulunan monodeiyodinaz (5’-de iyodinaz) tarafindan T3 e<br />
dönüştürülür. TUS<br />
• Ters (reverse) 3.3.5’ triiodotironinde (rT3 ) 5 deiyodinaz tarafindan oluşturulan<br />
inaktif bir tironindir.<br />
TIROID HORMONLARI SENTEZI<br />
Iyot alımı<br />
• Iyot vücuda suyla veya besin maddeleri ile alınır. Günlük iyot ihtiyacı<br />
80 mikrogr’dır. Ama vücutta tiroidde 7500 mikrogr’lık kanda da 250 -<br />
750 mikrogr’lık depo iyot bulunur. Dışardan iyod alınmasa bile depolar 2<br />
ay yeter.<br />
• Günde vücuda diyetle 500 mikrogr iyod alınır.
156<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
• İyot, hem konsantrasyon gradienti hemde elektriksel gradientle hücre içine<br />
alınır. Buna iyot uptake denir. Na-K ATP az hücre içine iyot alınrnası için<br />
gereklidir. Na+ - K+ ATP’azı TSH aktive eder.<br />
• Tiyosiyonat, perteknikat, perklorat aktif iyot tutulmasını kompetitif olarak<br />
inhibe eder. Bu nedenle hormon yapılamaz.<br />
• Iyot folikül hücresine alındıktan sonra folikülin iç yüzüne gelir.<br />
Burada tiroid peroksidaz ile iyot sıfır değerlikli atomik hale getirilir.<br />
Tiroglobulin (TG)<br />
• Kolloid içinde TG vardır. Tiroid hormonlarının depo şeklidir. (TUS-<br />
Nisan’90)<br />
• TG tirozinlerin peptid bağlarıyla bağlanmasıyla oluşur. TG tiroid hücresinde<br />
sentezlenir. Iyot TG’nin 3 veya 5 pozisyonuna bağlanır. Bu durumda MIT<br />
(monoiyodotironin) veya DIT (Diiyodotironin) oluşur. Bu olaya organifikasyon<br />
denir.<br />
Hormon taşınması<br />
Plazma T4’ün yaklaşık %75’i tiroksin bağlayıcı globulin (TBG)<br />
tarafından bağlanır. %15 kadarı tiroksin bağlayıcı prealbumine bağlanır<br />
(TUS-Eylül’91).<br />
• T4’ün %10’u albümine bağlanır.<br />
• Plazma T4 ‘ünün %99.5’i plazma proteinlerine bağlıdır. Kalanı serbesttir.<br />
Bu kısım aktif hormonu yansıtır.<br />
• T3’ün %99,5’i TBG’ye bağlıdır: Kalanı serbesttir.<br />
• Çok az bir miktarı albümine bağlıdır. TBPA’ya hemen hemen hiç<br />
bağlanmaz.<br />
TIROID HORMONLARININ METABOLIZMASI<br />
• Tiroid hormonları deiyodinasyon, deaminasyon ve glukronik asid ile konjugasyon<br />
yapılarak metabolize edilir. Konjugat daha sonra safra ile atılır.<br />
• Normal bireyde T4 ve T3 esas olarak dışkı ile, az miktarda da idrarla atılır.<br />
TIROID FONKSIYONLARIN KONTROLÜ<br />
• Tiroid bezini uyaran ana faktör TSH’dır.<br />
• TSH’da primer olarak hipotalamusta yapılan TRH ile uyarılır.<br />
• Serbest T3 ve T4 feedback ile TSH düzeyinin azalmasına neden olur.<br />
• Ayrıca T4’ den T3’e dönüşen hormon miktarının artması TSH’yı baskılar.<br />
• Soğukta TRH yapımı artar.<br />
• Yüksek kalorili beslenme TRH-TSH aksını uyarır.<br />
• Somatostatin ve dopamin TSH yapımını önler.<br />
• Travma veya stresde yani kortizol fazla ise TSH azalır.<br />
• Östrojenler hamilelikte TBG’yI artırarak serbest hormon düzeyini azaltır.<br />
Dolayısıyla TSH’yı artırır.<br />
• Androjenler ve salisilatlar bağlanma oranını düşürür.<br />
• Iyot alınımında azalma olmuşsa T3 yapımı artar.<br />
• Açlıkla T3 yapımında azalma olur<br />
• Dışardan verilen iyot fazla ise fazla tiroid hormonu yapılır. Ancak iyot miktarı<br />
2 mg’ dan fazla ise hormon yapımı inhibe olur. Bu olaya Wolf Chaikoff etkisi<br />
denir.
157<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
TIROID HORMONLARININ ETKI MEKANIZMASI (TUS-EYLÜL’89,<br />
NİSAN’01)<br />
• T3, T4’e oranla 3-8 kez daha güçlü etkinlik gösterir.<br />
• Tiroid hormonları etkilerinin büyük kısmını hücre çekirdeğindeki reseptörler<br />
aracılığıyla genomik etki gösterir.<br />
• Tiroid hormonları, transkripsiyonu hızlandırarak özel mRNA ile protein sentezini<br />
artırır.<br />
• Hücrelerde GH reseptörlerinin sentez hızını ve sayısını artırır. Ayrıca ribozomdaki<br />
translasyon olayını hızlandırarak protein sentezini artırır.<br />
• Nükleustan başka mitokondri iç membranına etkiyerek mitokondrilerin oksidatif<br />
metabolizmasını, oksijen tüketimini ve dolayısıyla oksidatif fosforilasyon olayını<br />
artırır.<br />
• Mitokondri sayısı ve içindeki oksidasyon yapan birimlerin sayısını artırır.<br />
• Hücre membranındaki Na + -K + ATP az pompasının sentezini artırarak etkinliğini<br />
artırır (ATP kullanımı artar).<br />
• Hücre içine glukoz ve aminoasit girişini artırır.<br />
• Myokard hücre membranında beta reseptör sayısını artırır.<br />
TIROID HORMONLARININ ETKILERI<br />
• Birincil etkisi bazal metabolizma hızını O 2 kullanımındaki artışla arttırmasıdır.<br />
Dalak, beyin, gonadlar, lenf bezleri ve akciğer bu olaydan etkilenmez.<br />
• 2-3 DPG sentezini artırır. TUS<br />
• Kemik iliğinde eritropoezi arttırır.<br />
• Vitamin B12 emilimini artırır.<br />
• Hücrelerde mitokondri aktivitesini artırır.<br />
• Na- K ATPaz aktivitesini uyarır.<br />
• Tiroid hormonları korteks, cerebrum, serebellum gelişimi, axon oluşumu, dentrit<br />
dallanması için gereklidir.<br />
• Reflex faaliyetlerin süresini kısaltır. Bunu sinaptik iletiyi arttırarak yapar.<br />
• Termojenik etkisi vardır.<br />
• Kalp damar sisteminde 0 2 kullanımı artınca CO 2 artışıda olur ve lokal<br />
vazodilatasyon olur. Dolayısıyla diastolik basıncı düşürür veya değiştirmez.<br />
Kalp üzerine direk etkilidir. Katekolaminlerin beta reseptör sayısını arttırarak<br />
sistolik basıncı artırır.<br />
• 2, 3 Difosfogliserat (DP6) düzeyini artıran diğer durumlar; Büyüme<br />
hormonu, androjenler, egzersiz, deniz seviyesinden yükseklere çıkmak kronik<br />
hipoksi ve anemi.TUS
158<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
TİROİD HORMON ETKİLERİNİN ÖZETİ<br />
Sistem Tirotoksikoz Hipotiroidizm<br />
Deri ve ekleri<br />
Gözler ve yüz<br />
Kardiyo<br />
vasküler sistem<br />
Solunum<br />
sistemi<br />
Gastrointestinal<br />
sistem<br />
Santral sinir<br />
sistemi<br />
Kas iskelet<br />
sistemi<br />
Renal sistem<br />
Hematopoetik<br />
sistem<br />
Üreme sistemi<br />
Metabolik<br />
sistem<br />
Sıcak nemli deri, terleme; sıcak<br />
intoleransı; ince saç<br />
Geniş bakış ile üst göz kapağı<br />
retraksiyonu; periorbital ödem,<br />
egzoftalmuş(Graves hastalığı)<br />
Azalmış periferal vasküler direnç,<br />
artmış kalp hızı, atım volümü,<br />
kardiak output, nabızç basıncı,<br />
yüksek outputlu konjestif kalp<br />
yetmezliği artmış inotropik/<br />
kronotropik etkiler; aritmiler; anjina<br />
Dispne azalmış vital kapasite<br />
Artmış iştah; barsak hareketlerinin<br />
frekansında artma; hipoproteinemi<br />
Sinirlilik, hiperkinezi: emasyonel<br />
labilite<br />
Zayıflık ve kas güçsüzlüğü; artmış<br />
DTR; hiperkalsemi; osteoporoz<br />
Hafif poliüri, artmış böbrek kan<br />
akımı; artmış glomerüler filtrasyon<br />
hızı<br />
Artmış eritropoez, anemi<br />
Menstrüel düzensizlikler; azalmış<br />
fertilite; artmış gonodal steroid<br />
metabolizması<br />
Artmış bazal metabolik hız:<br />
hiperglisemi; artmış serbest<br />
yağ asitleri azalmış kolestrol ve<br />
trigliseridleri, artmış hormon yıkımı:<br />
sudu va yağda çözünen vitamin<br />
gereksiniminde artma; artmış ilaç<br />
detoksifikasyonu<br />
Soluk, soğuk, cilt, kuru ve kırılgan<br />
saç, kırılgan tırnaklar<br />
Göz kapaklarının aşağıya sarkması;<br />
periorbital ödem, solgun yüz, büyük<br />
dil.<br />
Artmış periferal vasküler direnç,<br />
azalmış kalp hızı, atım volümü,<br />
kardiak output, nabız basıncı;<br />
düşük outputlu kalp yetmezliği;<br />
EKG: bradikardi, uzamış PR aralığı;<br />
perikardiyal efüzyon<br />
Plevral efüzyonlar; hipoventilasyon ve<br />
karbondioksid retansiyonu<br />
Azalmış iştah; bağırsak hareketlerinin<br />
frekansında azalma; assit<br />
Letarji; mental işlemlerin genel<br />
yavaşlaması; nöropatiler<br />
Katılık ve kas güçsüzlüğü; azalmış<br />
DTR; artmış alkalen fosfataz azalmış<br />
LDH, AST<br />
Bozulmuş su eskrasyonu; azalmış<br />
böbrek kan akımı; azalmış glomerüler<br />
filtrasyon hızı<br />
Azalmış eritropoez, anemi<br />
Hipermenore; infertilit; azalmış libido,<br />
impotans; oligospermi; azalmış<br />
gonadal steroid metabolizması<br />
Azalmış bazal metabolik hız; artmış<br />
hassasiyetle birlikte gecikmiş<br />
insülin yıkımı; artmış kolestrol ve<br />
trigliseridler; azalmış hormon yıkımı,<br />
su da ve yağ da çözünen vitamin<br />
gereksiniminde azalma; azalmış ilaç<br />
detoksifikasyonu<br />
ID: 08t239
159<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Bağırsak<br />
Böbrek<br />
Kemik<br />
PTH VE VİTAMİN D’NİN BAĞIRSAK, BÖBREK VE KEMİKTE ETKİLERİ<br />
Organ PTH Vitamin D<br />
Serum seviyeleri<br />
üzerinde net etki<br />
Artmış kalsiyum ve fosfor<br />
absorbsiyonu(artmış 1,25 (OH) 2<br />
D<br />
üretimi yoluyla).<br />
Azalmış kalsiyum atılımı, artmış fosfat<br />
atılımı<br />
Yüksek dozlar tarafından kalsiyum ve<br />
fosfat rezorpsiyonu artırılabilir. Düşük<br />
dozlar kemik formasyonunu artırabilir.<br />
Serum kalsiyumu artar, serum fosfat<br />
azalır.<br />
Artmış kalsiyum ve fosfor absorbsiyonu<br />
(1,25 (OH) 2<br />
D vasıtasıyla )<br />
Kalsiyum ve fosfat atılımı 25 (OH) D ve<br />
1,25 (OH) 2<br />
D tarafından azaltılabilir.<br />
1,25 (OH) 2<br />
D tarafından artırılan<br />
kalsiyum ve fosfat rezorpsiyonu. Kemik<br />
yapımı 24,25 (OH) 2<br />
D tarafından<br />
artırılabilir.<br />
Serum kalsiyum ve fosfatının her ikiside<br />
artar.<br />
ID: 08t181<br />
Protein metabolizmasına etkisi:<br />
• Protein deposu olan kaslarda iki yönlü etkilidir. Fizyolojik dozlarda anabolik,<br />
farmakolojik dozlarda katabolik etkisi vardır. Hipertiroidide tirotoksik<br />
miyopati gözlenir. Santral sinir sisteminde kas tonusunu kontrol eden<br />
bölgede aktiviteyi arttırır dolayısıyla ellerde ince titremeye neden olur.<br />
• Hipertiroidide osteoklastik aktivite artar ve hiperkalsemi olur. Uzun süreli<br />
olursa osteoporoz olur. Deride kondroidin sülfatla, hiyaluronik asitle<br />
ve polisakkaridlerle birleşen proteinler vardır. Hipotiroidide bu protein<br />
turnoveri azalır ve bu proteinler suyu tutar. Sonuçta erişkinde miksödem<br />
ortaya çıkar. Bebeklerde kretenizm erişkinlerde miksödem tipik belirtidir.<br />
• Tiroid hormonları kemiğin oluşması ve matürasyonunda gereklidir.<br />
Karbonhidrat metabolizmasına etkisi:<br />
• Fizyolojik miktarda insulinin etkisini arttırır ve glikoz kullanımım sağlar.<br />
Fazlalığında hiperglisemiktir. Yüksek dozlarda glikojenoliz, glukoneogenez<br />
ve krebs siklusunu aktive eder. Tiroid hormonları barsaktan glikoz<br />
absorbsiyonunu arttırır.<br />
Lipid metabolizmasına etkisi:<br />
• Katekolaminlerle etkileşip serbest yağ asitlerini ve gliserol konsantrasyonunu<br />
arttırır. Kolesterol düzeyini azaltır.<br />
• Lipolitik etkisi fosfodiesterazı inhibe etkisinden ileri gelir.<br />
• Tiroid hormonları protein sentez ve yıkımını artırır net etkisi kataboliktir.<br />
• Hipertiroidide diyare hipotiroidide konstipasyon olur.<br />
• Solunum hız ve derinliğini, kalp debisini arttırır.<br />
• Diş çıkması, saç çıkması, süt yapımı ve fertilite üzerinde etkilidir.<br />
• Karotenden vitamin A’nın sentezi ve vitamin A’nın retinol’e dönüşümü için<br />
gereklidir. Hipotiroidide serum karoten düzeyi artar ve deri sarı renk alır<br />
ama sklerada sararma olmaz. TUS<br />
• Hormon sentezi hamileliğin 12-13. haftasında başlar. Tiroid aksının<br />
çalışmasında TSH’ ye benzeyen hCG de etkilidir. MSS’gelişmesi için tiroid<br />
hormonlanna ihtiyaç vardır. Tiroid hormonları olmazsa kretenizm oluşur.<br />
Hipotiroidi olan çocuğa doğduktan hemen sonra tiroid hormon tedavisi<br />
başlanmalıdır.
160<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
PARATİROİD HORMON, KALSİTONİN VE KALSİYUM<br />
METABOLİZMASI<br />
Kalsiyum tüm metabolik olaylarda görev alır:<br />
- Metabolik önemi olan enzimde<br />
- Sinirsel iletimde<br />
- Kas kasılmasında<br />
- Hormon sentez ve salgılanmasında<br />
- Fertilizasyonda<br />
- Mitozda<br />
- Kan pıhtılaşmasında<br />
- Kemik, süt, diş oluşumunda<br />
• Ca ++ ‘un %9’u kemikle depolanmıştır. %85’i Ca fosfat, %15’ide CaC03<br />
halindedir. 70 kg’lık bir insanda 1 kg Ca ++ vardır.<br />
• Ca ++ hücre içinde 10-7 molar extrasellüler sıvıda 10-3 molardır. Hücre<br />
içinde mitokondri, endoplazmik retikulum ve hücre membranında depo<br />
edilir.<br />
• Ca ++ ya karşı hücre zarı geçirgenliği azdır. Ca ++ yı atan Ca ++ ATP az ve<br />
Ca ++- Na + exchange sistemleri vardır. intrasellüler ve extrasellüler Ca ++<br />
değişiminde hormonların rolü yoktur.<br />
• Plazmada 10 mg/dl ( 5mEq/l veya 2.5 mol/L) dir.<br />
• %45 iyonize<br />
• %10 HPO4-, HCO3- veya sitratla kompleks halde<br />
• %45 başlıca albumin olmak üzere proteinlere bağlı halde bulunur.<br />
• Proteinlere bağlanma alkalozda artar, asidozda azalır.<br />
• Ca ++ daha çok gaitayta az miktarda da idrarla atılır.<br />
• Ca ++ ihtiyacı erişkinde 0,5 gr/gündür. Çocukta, gebede ve laktasyonda<br />
artar.<br />
• Ca ++ turnoveri: çocukta kalsiyumun %100’ünde erişkinde %18’inde bir<br />
değişim vardır<br />
Fosfat<br />
• Plazmada 2.5-4mgr/dl düzeyinde bulunur.<br />
• Dietle alınıp idrarla atılır.<br />
• Kemik ve kasta depolanır. Kas kasılması için gereklidir. Eksikliğinde iskelet<br />
ve kalp kasında fonksiyon bozukluğu olur.<br />
Magnezyum<br />
• Plazmada 1,8-2,4 mg/di’dir. 1/3’ü proteinlere bağlıdır.<br />
• Nöromüsküler iletide gereklidir.<br />
• Vücuttaki Mg’un yarısı kemikte yarısı da K + gibi intraselüler kompartmanda<br />
bulunur.<br />
• Ca ++ metabolizmasının düzenlenmesi: Ca ++ metabolizması üzerine etkili<br />
3 hormon vardır. Parathormon, kalsitonin ve Vitamin D3
161<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
PTH (Paratiroid hormon)<br />
• 84 amino asidden oluşan polipeptiddir. Paratiroid bezlerinin esas (chief)<br />
hücrelerinden salgılanır. Serum Ca++ seviyesini düzenleyen başlıca<br />
hormondur (TUS-Eylül’87).<br />
• Vücudun hiperkalsemik hormonudur.<br />
• Plazma Ca++ düştüğünde PTH salgısı artar.<br />
• Plazma Ca++ düzeyi arttığında negatif feedback ile PTH salgısı azalır.<br />
• Plazma da Mg++’un orta derecede azalması da PTH’yı uyarır. Ancak ciddi<br />
Mg++ eksikliği PTH salınımını inhibe eder.<br />
• Fosfatın yüksek olması PTH’yı uyarır. Fosfat, Ca ile birleşerek plazma Ca<br />
düzeyini azalır. Yani artmış fosfat indirek yolla PTH salınımını arttırır.<br />
• Epinefrin ve histamin PTH yapımım uyarır.<br />
• Etkileri: PTH etkilerini cAMP üzerinden gösterir.<br />
Kemikte: Kalsiyumu mobilize eder. Ca’un serbestleşmesi için ilk önce<br />
osteositik osteoliz’i artırır. Sonra osteoklastları uyarır ve organik kemik<br />
matriksini hidrolize eder. Bunun için kollagenaz ve lizozomal enzim aktivitesini<br />
artırır. Idrarda hidroksiprolin atılımı artar. Osteoblastlarda kollagen sentezini<br />
inhibe eder.TUS<br />
Barsakta: Vitamin D aracılığıyla barsaktan kalsiyum ve fosfat emilimini<br />
artırır.<br />
Böbrekte: Ca reabsorbsiyonunu ve fosfat atılımını artırır. Fosfat ile birlikte<br />
Na, K atılımını da artırır.<br />
Net etkileri; Hiperkalsemi, Hipofosfatemi, Hipokalsiüri, Hiperfosfatüri<br />
• Primer hiperparatiroidinin en sık nedeni paratiroid adenomlarıdır<br />
ve serum Ca düzeyinde artma fosfat düzeyinde azalma ile<br />
karakterizedir. TUS<br />
• Hipoparatroidinin en sık nedeni tiroid cerrahisidir ve serum Ca ++<br />
düzeyinde azalma ve fosfat düzeyinde artma ile karakterizedir.<br />
1,25 (OH)2 vitamin D3<br />
• Epidermiste previtamin 7 - dehidrokolesterol güneşin UV ışınlarına<br />
maruz kaldığında nonenzimatik fotoaktivasyona uğrayarak vitamin D3’e<br />
dönüşür.<br />
• D2 bitkiden veya sütle alınır.<br />
• Deride vit D3 (kolekalsiferol) oluşumundan sonra D vitamini bağlayan<br />
proteinlerce (DBP) taşınır. Karaciğerde 25 hidroksilaz ile kalsidiole dönüşür.<br />
TUS<br />
• Proksimal tübül hücrelerinde kalsidiol, l - alfa hidroksilaz ile kalsitriole<br />
dönüşür, l alfa - hidroksilaz aktivitesi PTH tarafından artırılır. TUS<br />
• Yetersiz alınımında depolar kullanılır. Karaciğer ve kanda depolanır.<br />
• Etkileri: Kemik, ince barsak ve böbrek üzerine direkt etkisi vardır<br />
Barsakta: Ca ++, Mg++, fosfat emilimini artırır. Böbrekte Ca ++<br />
reabsorbsiyonunu (distal tübülde) artırır, fosfat reabsorbsiyonunu (proximal<br />
tübülde) inhibe eder.<br />
Kemikte: Ca ++ ve fosfat mobilizasyonu yapar. Aynı zamanda yeni kemik<br />
yapımım aktive eder.
162<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Iskelet kası : Endoplazmik retikuluma Ca ++ uptake’ini uyarır.<br />
immün sistem: Bazı cilt hastalıklarında (psöriazis gibi) etkilidir.<br />
• Hematopoietik sistemde ana hücre farklılaşmasını sağlar.<br />
Vitamin D Oluşumunu Uyaran Faktörler<br />
Düşük serum Ca +2 düzeyi, PTH, Insülin, Prolaktin, Düşük serum fosfat düzeyi,<br />
Östrojen, hCG, GH<br />
KALSITONIN<br />
• Tiroid bezindeki C hücrelerinden (Parafolliküler hücrelerden) salgılanır. (TUS-<br />
Eylül’01)<br />
• 32 aminoasidlik bir polipeptiddir.<br />
• Vücudun hipokalsemik hormonudur.<br />
- Plazma kalsiyum düzeyi arttığında kalsitonin salgılanması artar.<br />
- Plazma kalsiyum düzeyi azaldığında kalsitonin salgılanması azalır.<br />
• Dopamin, glukagon kalsitonin salınımına yol açar.<br />
Etkileri (TUS-Eylül’90):<br />
Kemikte: Osteoklastik aktiviteyi inhibe eder. Ca ++ ve fosfatın kemik içine girmesini<br />
sağlayarak kemiğin güçlenmesini sağlar.<br />
Barsakta: Ca ++ ve fosfat emilimini inhibe eder.<br />
Böbrekte: Ca+2, Na+ ve fosfatın idrarla atılmasını artırır.<br />
• 1alfa hidroksilaz aktivitesini inhibe eder.<br />
• Santral sinir sisteminde nörotransmiterler fonksiyonu vardır.<br />
• Opioid sistemden bağımsız analjezik etki gösterir.<br />
Kemik yapımına etkili diğer hormonlar<br />
• Insülin kemik yanımını uyarır.<br />
• östrojen osteoporozu engelleyicidir.<br />
• Büyüme hormonu Ca ++ ’nın barsaktan tutulmasının artırır.<br />
• Tiroid hormonlar normalde anaboliktir, fazlalığında ise osteoporoz<br />
yapar.<br />
• Kortizol fizyolojik dozda etkili değildir ancak farmakolojik dozda vitamin D’yi<br />
antagonize eder ve kollagen sentezini inhibe ederek osteoporoz yapar.<br />
• PTH related hormon aynı mRNA ‘dan sentezlenir ve büyüme hormonu gibi<br />
etkilidir. Etkisini PTH reseptörleri üzerinden gösterir.<br />
• Androjenlerde kemik yapımını uyarır.<br />
KALP YETMEZLİĞİNDE KULLANILAN İLAÇLAR<br />
1 Digitaller Digoxin digitoxin quabain<br />
2 Beta mimetikler dopamin, dobutamin<br />
3 Fosfodiesteraz inhibitörleri Amrinone, milrinone, teofilin<br />
4 ACE inhibitörleri Kaptopril<br />
5 Vasodilatörler Nitroprusside<br />
6 Diüretikler Furosemid, Hydroklorthiazide<br />
ID: 08t048
163<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
CA +2 ’U REGÜLE EDEN HORMONLARIN ÖZETİ<br />
PTH Vit D Kalsitonin<br />
Sekresyon için<br />
stimulus<br />
Etki ettikleri<br />
yer<br />
Kemik<br />
Böbrek<br />
↓ Serum [Ca +2 ]<br />
↑ rezorbsiyon<br />
↓ P reabsorbsiyon<br />
(↑ üriner cAMP)<br />
↑ Ca +2 reabsorbsiyon<br />
↓ Serum [Ca +2 ]<br />
↑ PTH<br />
↓ Serum [fosfat]<br />
↑ rezorbsiyon<br />
↑ P reabsorbsiyon<br />
↑ Ca +2 reabsorbsiyon<br />
↑ Serum [Ca +2 ]<br />
↓ rezorbsiyon<br />
Bağırsak<br />
Net etki<br />
Serum [Ca +2 ]<br />
Serum [fosfat]<br />
↑ Ca +2 absorbsiyonu<br />
(vit D aracılığıyla)<br />
↑<br />
↓<br />
↑Ca +2 absorbsiyonu<br />
(Vit D bağımlı Ca +2<br />
bağlayan protein)<br />
↑ P absorbsiyonu<br />
↑<br />
↑<br />
↓<br />
ID:02t048
164<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
SOLUNUM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />
• Solunum yolları: Trakea-Bronkus prinsipalis-Bronkus lobaris-Bronkus seglentalis-<br />
Bronşiolus lobularis-Bronşuolus terminalis-Bronşiolus respiratorius-Duktus alveolaris-<br />
Sakkus alveolaris-Alveoli pulmonis<br />
• Asinüs=Bronşiolus respiratorius+Duktus alveolaris+ Sakkus alveolaris +<br />
Alveoli pulmonis<br />
Asinüs akciğerin fonksiyonel ünitesidir. Gaz değişimi, sadece asinüsü oluşturan<br />
yapılarda olur. Ilk gaz değişimi bronşiolus respiratorius’ta olur (TUS-<br />
Nisan’89)<br />
AKCIĞER VOLÜMLERI VE KAPASITELERI<br />
A. Akciğer volümleri<br />
1. Tidal volüm; Normal solunumla (ekspirasyon ya da inspirasyon) alınan<br />
ya da verilen havadır.<br />
2. Inspiratuar rezerv hacmi (TUS-Nisan’93); Tidal volümün üstünde inspire<br />
edilebilen hacimdir. Egzersiz esnasında solunum volümünde primer olarak<br />
artırır.<br />
3. Ekspiratuar rezerv hacmi; Normal bir ekspirasyonu takiben ekspire<br />
edilebilen hava hacmidir.<br />
4. Rezidüel hacim; Maksimum ekspirasyondan sonra akciğerde kalan hava<br />
hacmidir.<br />
− Spirometre ile ölçülemez.<br />
5. Ölü boşluk<br />
a. Anatomik ölü boşluk (fowler metodu)<br />
− Yaklaşık 150 ml’dir.<br />
− Iletim havayollarının hacmidir.<br />
b. Fizyolojik ölü boşluk (Bohr Methodu)<br />
− Fonksiyonel bir ölçümdür.<br />
− CO2’i vücuttan atamayan akciğer hacmi olarak tanımlanır.<br />
− Ventilasyon/perfüzyon (V/Q) uygunsuzluğu olan akciğer<br />
hastalıklarında anatomik ölü boşluktan daha büyük olabilir.<br />
6. Ventilasyon hızı<br />
a. Dakika ventilasyon aşağıdaki formülle açıklanabilir:<br />
Dakika ventilasyon = Tidal volüm x solunum sayısı/dakika<br />
b. Alveoler ventilasyon ise şu şekilde açıklanabilir:<br />
Alveoler ventilasyon=(Tidal volüm − Ölü boşluk) x solunum sayısı/<br />
dakika<br />
B. Akciğer kapasiteleri<br />
1. Inspiratuar kapasite<br />
− Tidal volüm ve inspiratuar rezerv hacminin toplamına eşittir.<br />
2. Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC)<br />
− Ekspiratuar rezerv hacmi + rezidüel hacimdir.
165<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
AKCİĞER VOLÜMLERİ<br />
− Tidal volüm expire edildikten sonra akciğerlerde kalan hava<br />
hacmidir.<br />
− Rezidüel hacmi de kapsar, bu nedenle spirometre ile ölçülemez.<br />
3. Vital kapasite<br />
− Tidal volüm + inspiratuar rezerv hacmi + ekspiratuar rezerv hacmi<br />
− Maksimum inspirasyondan sonra ekspire edilen hava hacmidir (TUS-<br />
Eylül’87.Nisan’00).<br />
4. Total akciğere kapasitesi<br />
− Dört akciğer hacminin toplamıdır.<br />
− Maksimum inspirasyondan sonra akciğerlerdeki hava hacmidir.<br />
− Rezidüel hacmi içine alır bu nedenle spirometre ile ölçülemez.<br />
C. Zorlu ekspiratuar hacim (FEV1)<br />
− Maksimum inspirasyonu takiben bir saniyede ekspire edilen hava<br />
hacmidir.<br />
− Normalde zorlu vital kap asitenin %80’idir ve şöyle izah edilebilir: FEV1/FVC<br />
= 0.8<br />
− Fibrozis gibi restriktif akciğer hastalıklarında, hem FEV1 hem FVC azalır.<br />
− Astma gibi obstruktif akciğer hastalıklarında; FEV1, FVC’den daha fazla<br />
azalır. Bu nedenle FEV1/FVC oranı düşer.<br />
SOLUNUM MEKANIĞI<br />
A. Solunum kasları<br />
1. Diafragma Inspirasyon için en önemli kastır)<br />
2. Eksternal interkostaller ve aksesuar kaslar<br />
− Normal sessiz solunum esnasında inspirasyon için kullanılmaz.<br />
− Egzersiz sırasında kullanılır.<br />
3. Ekspirasyon kasları<br />
− Ekspirasyon normalde pasif olarak gerçekleşir.<br />
− Akciğer/toraks duvarı sistemi elastik olduğu için inspirasyondan sonra<br />
istirahatteki pozisyonuna geri döner.<br />
− Egzersiz sırasında veya havayolları direncinin arttığı hastalıklarda (Örn,<br />
astma) ekspirasyon kasları kullanılır.<br />
- Abdominal kaslar ve internal interkostal kaslar ekspirasyonda rol alır.
166<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
HETEROTRİMERİK G PROTEİNLERİNİN ÖZELLİKLERİ<br />
Tip Fonksiyon Sonuç Örnek<br />
Gs<br />
Gi<br />
Gp<br />
G olf<br />
G t<br />
Adenilat siklazı aktive eder;<br />
cAMP oluşumuna yol açar.<br />
Adenilat siklazı inhibe eder;<br />
CAMP oluşumu inhibe olur.<br />
Fosfolipaz C'yi aktive eder<br />
inositol trifosfat ve diraçil<br />
gliserol oluşumuna yol açar<br />
Olfaktor nöronlarda adenilat<br />
siklaz aktivasyonuna yol<br />
açar<br />
Rod hücre membranlarında<br />
CAMP fosfodiesterazı<br />
aktive eder ve CGMP nin<br />
hidrolizine yol açar<br />
Protein kinaz aktive olur<br />
Protein kinaz inaktif kalır.<br />
Sitozole Ca +2 akışı olur ve<br />
protein kinaz C aktive olur.<br />
CAMP - kenetli Na + iyon<br />
kanallarını açar<br />
Rod hücre membranının<br />
hiperpolarizasyonuna neden<br />
olur.<br />
Epinefrinin Beta adrenirjik<br />
reseptörlere bağlanması sitozolde<br />
CAMP düzeyini arttırır.<br />
Epinefrinin alfa 2<br />
- adrenerjik<br />
reseptörlere bağlanması<br />
sitozoldeki CAMP düzeyini azaltır.<br />
Membrana bağlı IgE ile antijenin<br />
bağlanması mast hücrelerinden<br />
histamin salgılanmasına neden<br />
olur.<br />
Kokunun G-protein-bağlı<br />
reseptörleri uyarması sinir<br />
impulsunun doğmasını sağlar.<br />
Rodopsinin foton aktivasyonu rod<br />
hücrelerini uyarır.<br />
C. Solunum Sisteminde Kompliyans<br />
− Basınç-hacim eğrisinin eğimidir.<br />
- Birim basınç başına hacim değişimidir. C=∆V/∆P (TUS-Nisan’89)<br />
ID:03t064<br />
1. Akciğer kompliyansı (Şekil 4-2 ve Tablo 4-1)<br />
− Akciğerlerin inspirasyonu ekspirasyondan daha farklı bir eğri oluşturur,<br />
buna histerozis denir.<br />
− Basınçların ortalama aralığında, kompliyans daha büyüktür. Akciğerler<br />
daha fazla genişleyebilir.<br />
− Yüksek şişme basınçlarında, kompliyans daha düşüktür akciğerler<br />
daha az genişler ve eğriler düzleşir.<br />
2. Akciğer-göğüs duvarı sisteminin birlikte kompliyansı (Şekil 4-3)<br />
a. Istirahatte (Şekil 4-3’ün merkezinde içi dolu daire ile tanımlanmıştır),<br />
akciğer volümü FRC’dedir ve akciğerlerdeki basınç atmosferik<br />
basınca eşittir. Bu denge koşulları altında, akciğerler kollabe olma<br />
eğilimindedir. Bu durum göğüs duvarının dışarı çıkma eğilimi ile<br />
dengelenir.<br />
b. Bu iki zıt eğilimin sonucu olarak intraplevral basınç subatmosferik veya<br />
negatifdir.<br />
c. Eğer hava intraplevral boşluğa girerse (pnömotoraks), intraplevral<br />
basınç atmosferik basınçla eşit hale gelir. Akciğerler kollabe olur (doğal<br />
eğilim) ve yine bu doğal eğilime bağlı göğüs duvarı dışarı fırlar.<br />
d. Şekil 4-3 yalnız akciğer, yalnız göğüs duvarı ve akciğer ve göğüs<br />
duvarının birlikte hacim-basınç ilişkisini göstermektedir. (Daha basit<br />
olması için histerezis elimine edilmiştir)
167<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
− Akciğer-göğüs duvarı sisteminin kompliyansı yalnız akciğer veya<br />
yalnız göğüs duvarı için olan kompliyanstan daha azdır. (Eğim<br />
düzleşmiştir)<br />
− Amfizemli hastada, akciğer kompliyansı artar ve akciğerlerin kollabe<br />
olma eğilimi azalır. Bu nedenle, orjinal FRC’de akciğerlerin kollabe<br />
olma eğilimi göğüs duvarının genişleme eğiliminden daha azdır.<br />
Akciğer-göğüs duvarı sistemi iki kuvveti tekrar dengede tutabilmek<br />
için yeni, daha yüksek bir FRC diğerine gelir. Bu yüzden bu hastalarda<br />
fıçı-göğüs gelişmektedir.<br />
D. Alveol yüzey gerilimi ve sürfaktan<br />
1. Alveol yüzey gerilimi<br />
− Alveol boyunca dizilien sıvı molekülleri arasındaki çekim kuvvetinin<br />
bir sonucudur.<br />
a. Büyük alveoller (büyük çaplı) düşük kollabe olma basıncına sahiptir<br />
ve açık tutmak kolaydır.<br />
b. Küçük alveoller (küçük çaplı) daha yüksek kollabe olma basıncı<br />
vardır ve açık tutmak daha zordur.<br />
− Sürfaktan yokluğunda, küçük alveoller kollabe olma eğilimindedir.<br />
(atelektazi)<br />
Iki alveol arasında bağlantıyı sağlayan aralığa “alveolar por” denir.<br />
(TUS-Nisan’90)<br />
2. Sürfaktan (Şekil 4-4)<br />
− alveol boyunca uzanır ve yüzey gerilimini düşürür (TUS-Nisan’90).<br />
− Tip II alveoler hücreler tarafından yapılır ve primer olarak dipalmitoil<br />
fosfatidil kolin adlı lipidden meydana gelir (TUS-Nisan’90, Nisan’93,<br />
Nisan’96).<br />
− Yüzey gerilimini düşürür. Bu küçük alveolleri kollabe olmaktan korur<br />
ve kompliyansı artırır.<br />
− Fetüsde, sürfaktan sentezi değişiklik gösterir. En erken 24. haftada<br />
meydana gelirken, hamileliğin 35. haftasında hemen her zaman<br />
mevcuttur.<br />
E. Neonatal respiratuar distres sendromu<br />
Genellikle prematüre yenidoğanlarda görülen, sürfaktan eksikliğine bağlı<br />
sendromdur. Ekspirasyon sırasında atelaktaki; azalmış kompliyans; hipokalsemi<br />
ve asidoz bulguları görülür.<br />
F. Havayolu direnci<br />
1. Hava akımı<br />
− Ağız (veya burun) ile alveoller arasındaki basınç farkı ile direkt olarak<br />
orantılıdır.<br />
− Havayolu direnci ile ters orantılıdır. Direnç artarsa, akım düşer.<br />
2. Havayollarının direnci<br />
− Poiseville kanunu ile açıklanır. Aşağıdaki eşitlikte gösterilmiştir. Direnç ve<br />
havayolu çapı arasındaki güçlü ters ilişki vardır.
168<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
3. Havayolu direncini değiştiren faktörler<br />
a. Bronş düz kasının kasılması ve gevşemesi<br />
− havayolu çapını değiştirir.<br />
1) Parasempatik stimülasyon, irritanlar, yavaş etkili anafilaksi yapıcı<br />
maddeler havayollarının daraltır, çapı azaltır ve havayolu direncini<br />
artırır.<br />
2) Sempatik stimülasyon ve sempatik agonistler (izoproterenol)<br />
havayollarını genişletir, çapı artırır ve B2 reseptörleri (adrenerjik)<br />
üzerinden havayolu direnci azalır. (TUS-Eylül’91)<br />
b. Akciğer volümü (hacmi)<br />
− Hava yollarını çevreleyen akciğer dokusu tarafından uygulanan radyal<br />
traksiyona bağlı havayolu direnci değişir.<br />
− Yüksek akciğer hacimleri daha fazla traksiyon ve azalmış havayolu<br />
direnci ile ilişkilidir. Havayolu direnci artmış hastalar yüksek direnci<br />
telafi etmek için daha yüksek akciğer hacimlerinde nefes almayı tercih<br />
ederler.<br />
− Düşük akciğer hacimleri daha az traksiyon ve artmış havayolu direnci<br />
ile ilişkilidir.<br />
c. Inspire edilen gazın dansitesi ve viskozitesi<br />
− Hava akımı direncini değiştirir.<br />
− Derin deniz dalışlarında hava akımı direnci ve yoğunluğu artar.<br />
− Helyum gibi düşük dansiteli bir gazı soluma durumunda havayolu<br />
direnci azalır.<br />
4. Havayolu direnci yerleri<br />
− Havayolu direncinin major yeri orta-çaplı bronşlardır.<br />
− En küçük havayolları en yüksek dirence sahip gibi görünmelerine<br />
rağmen, parelel dizilimleri nedeniyle böyle değildir.<br />
G. Solunum döngüsü − Basınç ve hava akımı tanımı<br />
1. Istirahatte (Inspirasyon başlamadan önce)<br />
a. Alveoler basınç atmosferik basınca eşittir.<br />
− Akciğer basınçları daima atmosferik basınca karşılık geldiği için<br />
alveoler basınç sıfır olarak söylenir.<br />
b. Intraplevral basınç negatiftir.<br />
− Akciğerlerin zıt kuvvetleri akciğeri kollabe etmeye çalışırken göğüs<br />
duvarı intraplevral boşlukta negatif basınç yaratarak bunların arasında<br />
genişlemeye çalışır.<br />
- Intraplevral basınç ösefagusa konulan bir balon kateter ile<br />
ölçülebilir.<br />
c. Akciğer volümü FRC’dir.<br />
2. Inspirasyon esnasında<br />
a. Inspiratuar kaslar kasılır ve toraks volümünün artmasına neden olur<br />
− Akciğer volümü arttığı için, alveoler basınç atmosferik basıncın altına<br />
düşer. (negatif olur)<br />
− Bu basınç gradienti akciğerlere hava akışına neden olur. Bu durum<br />
atmosfer ve alveoller arasındaki basınç gradienti yok oluncaya kadar<br />
devam eder.
169<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Pankreasın yapısı ve fonksiyonları. Duktul hücreleri sekretine cevap olarak alkali sıvı sekrete ederler.<br />
Asiner hücreler ise zimojen granüllerden sindirim enzimlerini sekrete eder. ERCP: Endoskopik<br />
retrogradkolanjiyo pankreatografi.<br />
b. Intraplevral basınç inspirasyon sırasında daha negatif olur.<br />
− Inspirasyon sırasında akciğer volümü arttığı için, akciğerlerin elastik geri<br />
dönme kuvveti de artar. Sonuçta intraplevral basınç istirahattekinden<br />
daha negatif hale gelir. Negatif hava yolu basıncı da intraplevral<br />
basıncın daha negatif hale gelmesine neden olur.<br />
− Inspirasyon sırasında intraplevral basınçdaki değişiklikler akciğerlerin<br />
dinamik kompliyansını ölçmek için kullanılır.<br />
c. Akciğer hacmi bir tidal volüm artar.<br />
− Yani inspirasyonun zirvesinde, akciğer hacmi = FRC + tidal volüm<br />
olur.<br />
3. Ekspirasyon esnasında<br />
a. Alveoler basınç atmosferik basınçtan daha yüksek hale gelir.<br />
− Alveoler gaz akciğerin elastik kuvvetleri tarafından sıkıştırıldığı için<br />
alveoler basınç artar (pozitif hale gelir)<br />
− Basınç gradienti tersine döner ve hava akciğerleri terkeder.<br />
b. Intraplevral basınç normal (pasif) ekspirasyonda istirahatteki değerine<br />
geri döner.<br />
− Zorlu ekspirasyon sırasında intraplevral basınç gerçekten pozitif olur.<br />
Bu pozitif intraplevral basınç havayollarını sıkıştırır ve ekspirasyonu<br />
zorlaştırır.
170<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
− Kronik obstruktif akciğer hastalıklarında (KOAH), havayolu direnci<br />
artar. Zorlu ekspirasyon ile meydana gelebilecek havayolu kollapsını<br />
önlemek için hasta “Büzülmüş dudaklar” ile yavaş nefes vermeyi<br />
(ekspirasyonu) öğrenir.<br />
c. Diğer döngü başlamadan önce akciğer hacmi FRC’ye döner.<br />
GAZ DEĞIŞIMI (EXCHANGE)<br />
Ventilasyon: Atmosfer basıncının akciğer alveollerini doldurmasıdır. O 2<br />
alveollere<br />
gelerek buradan kan damarlarına geçer. (TUS-nisan’90) Ventilasyon olmazsa O2’de<br />
olamayacağından kana geçişide olmaz.<br />
Diffüzyon: Bir gazın bir yerden başka bir yere enerji harcanmadan geçmesidir.<br />
Alveollerdeki O 2<br />
ve OO 2<br />
geçişleri de diffüzyonla olur. Fakat CO 2<br />
geçişlerinde<br />
diffüzyon kapasitesi O 2<br />
’den daha fazladır.<br />
Perfüzyon: Kanın bir bölgeye dağılımıdır. Perfüzyon ne kadar iyiyse o bölgenin<br />
kunlanması o kadar iyidir.<br />
Akciğerdeki hava ile kapiller kan arasında 3 komponentten oluşan ve kan-hava<br />
bariyeri denen engel vardır. Bu bariyerin üç elemanı: Alveolleri döşeyen tek katlı<br />
yassı epitel, alveoler hücre tek katlı yassı epitel, alveolar hücrelerin stoplazması,<br />
sıkıca yan yana duran alveoller ve endotelial hücreler arasında entodel hacrelerin<br />
bazal laminası ve stoplazmasıdır. (TUS-Nisan’96)<br />
CO2 TRANSPORTU<br />
A. CO2 formları<br />
− Dokularda üretilen CO 2<br />
akciğerlere venöz kan içinde üç formda taşınır:<br />
1. Çözünmüş CO 2<br />
(küçük miktarda)<br />
2. Karbaminohemoglobin (Küçük miktarda)<br />
3. HCO3- (Eritrositlerde CO 2<br />
’in hidrasyonundan) major formdur.<br />
(%90)<br />
B. CO 2<br />
’in HCO 3<br />
- şeklinde transportu<br />
1. CO 2<br />
dokularda üretildikten sonra önce venöz plazmaya daha sonra ise<br />
kırmızı kan hücrelerine difüze olur.<br />
2. Eritrositlerde; CO 2<br />
, H 2<br />
CO 3<br />
oluşturmak üzere H 2<br />
O ile reaksiyona girer. Bu<br />
reaksiyonu karbonik anhidraz enzimi katalizler. H 2<br />
CO 3<br />
ise H+ ve HCO 3<br />
-’e<br />
ayrışır.<br />
3. HCO 3<br />
- Cl- ile yer değiştirerek eritrositlerden ayrılır ve plazma içinde<br />
akciğerlere taşınır. HCO 3<br />
-; CO 2<br />
’nin akciğerlere taşındığı major<br />
formudur.<br />
4. H+ eritrositlerde deoksihemoglobin ile tamponlanır. Deoksihemoglobin H+<br />
için oksihemoglobinden daha iyi bir tampondur. Hemoglobinin CO 2<br />
’nin<br />
eklendiği venöz uçta deoksihemoglobin olması büyük bir avantajdır.<br />
5. Akciğerlerde, yukarıdaki tüm reaksiyonlar tersine çalışır. HCO 3<br />
Cl- ile<br />
yer değiştirerek eritrositlere girer. HCO 3<br />
- H 2<br />
CO 3<br />
’ü oluşturmak üzere H+<br />
ile yeniden bağlanır. H 2<br />
CO 3<br />
; CO 2<br />
ve H 2<br />
O’ya ayrışır. CO 2<br />
orjinal olarak<br />
dokularda meydana gelir ve HCO 3<br />
formunda akciğerlere taşınarak<br />
ekspirasyon havası ile dışarı atılır.
171<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
Mekanizma<br />
Alveolar PO2de<br />
Hipoventilasyon<br />
Sedatifler<br />
V/Q uyumsuzluğu<br />
Venöz karışım<br />
O 2<br />
taşıma kapasitesinin ä<br />
PULMONER DOLAŞIM<br />
4B HİPOKALSEMİ MEKANİZMALARI VE ÖRNEKLERİ<br />
Örnek<br />
Yüksek bölgelerde yaşamak<br />
Nöromüsküler hakalıklar<br />
Kronik obstrüktif akciğer hastalıkları<br />
Fibrozis<br />
Pulmoner embolizm<br />
Pulmoner ödem<br />
Soldan sağa kardiyak şant<br />
Anemi karbon monoksid zehirlenmesi<br />
Pulmoner dolaşımdaki basınçlar ve kardiyak output<br />
Basınçlar: Sistemik dolaşımdakine göre çok düşüktür.<br />
Direnç: Pulmoner dolaşımdaki direnç de sistemik dolaşıma oranla çok<br />
düşüktür.<br />
Kardiyak output; Sistemik dolaşımdaki kardiyak output ile eşittir.<br />
− Pulmoner dolaşımın düşük basıncı yüksek düzeydeki kardiyak outputu<br />
sağlamada yeterlidir. Çünkü pulmoner dirençde orantılı olarak sistemik<br />
dolaşımdan daha düşüktür.<br />
Pulmoner kan akımının dağılımı<br />
− Akciğerlerde kan akımının dağılımı eşit değildir ve gravite etkisi ile<br />
açıklanır.<br />
− Kişi yatarken, kan akımı yaklaşık olarak akciğerler boyunca aynıdır.<br />
− Kişi ayağa kalktığında ise, kan akımı akciğer apeksinde en az (1. bölge),<br />
akciğerlerin bazalinde ise en yüksek (3. bölge) (Şekil 4-10) olur.<br />
1. 1. Bölge (Zone1) − kan akımı en düşüktür.<br />
− Alveol basıncı > arteriyel basınç > Venöz basınç<br />
− Yüksek alveoler basınç kapillerleri kollabe eder ve akımın azalmasına<br />
neden olur. Bu durum arteriyel basıncın azalmasına neden olan<br />
hemoraji veya alveol basıncını artıran pozitif basınçlı ventilasyon<br />
sonucu oluşabilir.<br />
2. 2. Bölge (Zone 2) − kan akımı orta derecededir.<br />
− Arteriyel basınç > alveoler basınç > venöz basınç<br />
− Akciğerlerin tabanına doğru hidrostatik basınç üzerindeki gravite<br />
etkisiyle arteriyel basıncı progresif olarak artar.<br />
− Arteriyel basınç alveoler basınçtan daha büyük hale gelir ve kan akımı<br />
arteriyel ve alveoler basınç arasındaki basınç farkıyla yönlendirilir.<br />
3. 3. Bölge (Zone 3) − kan akımı en yüksektir.<br />
− Arteriyel basınç > Venöz basınç > Alveoler basınç<br />
− Akciğer bazaline doğru arteriyel basınç gravite etkisiyle en yüksek<br />
değerine ulaşır. Venöz basınç son olarak alveoler basıncı aştığı noktaya<br />
dek yükselir.<br />
− Kan akımı arteriyel ve venöz basınç farkı ile yönlendirilir.
172<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
C. Pulmoner kan akımının regülasyonu − Hipoksik<br />
vazokonstriksiyon<br />
− Hipoksi lokal vazokonstriksiyona neden olur. Bu cevap hipoksinin<br />
vazodilatasyona neden olduğu sistemik dolaşımdakinin tam tersidir.<br />
− Fizyolojik olarak bu etki çok önemlidir. Çünkü bu mekanizma ile kan<br />
kötü ventile olan hipoksik bölgelerden iyi ventile olan bölgelere doğru<br />
yönlendirilir.<br />
− Fetal pulmoner vasküler direnç generalize hipoksik vazokonstriksiyon<br />
nedeniyle çok yüksektir. Sonuç olarak fetal akciğerler boyunca olan kan<br />
akımı düşüktür. Ilk solunum ile, alveoller daha iyi oksijenlenir, pulmoner<br />
vasküler direnç azalır ve pulmoner kan akımı kardiyak output ile eşit duruma<br />
gelir. (Yetişkinlerde olduğu gibi)<br />
D. Şantlar<br />
1. Sağdan sola şantlar<br />
− Kardiyak outputun %2’si akciğerleri bypass ettiği için normal olarak<br />
meydana gelebilir.<br />
− Bazı konjenital anomalilerde şant %50 olabilir.<br />
− Arteriyel kan venöz kan ile karıştığı için arteriyel PO2 azalır.<br />
− Sağdan sola şantın derecesini hesaplayabilmek için kişi %100 O2’i<br />
solur ve arteriyel PO2’nin derecesi ölçülür.<br />
3. Soldan sağa şantlar<br />
− Sağdan-sola şantlara göre daha az görülür.<br />
− Konjenital anomali (PDA) veya travma sonucu oluşur.<br />
− Arteriyel PO2 azalmaz. Tam tersine arteriyel kan venöz kan ile karıştığı<br />
için kalbin sağında PO2 artar.<br />
VENTILASYON/PERFÜZYON BOZUKLUKLARI<br />
A. Ventilasyon/Perfüzyon (V/Q) oranı<br />
− Alveoler ventilasyonun (V) pulmoner kan akımına (Q) oranıdır. Ventilasyon<br />
ve perfüzyonu denkleştirmek ideal CO2 ve O2 değişimini sağlamak için<br />
son derece önemlidir.<br />
1. Normal V/Q oranı<br />
− Eğer frekans, tidal volüm ve pulmoner kardiyak output normal ise, V/Q<br />
oranı yaklaşık 0.8’dir. Arteriyel PO2 100 mmHg ve arteriyel PCO2 40<br />
mmHg olur.<br />
2. Hava yolu obstrüksiyonunda V/Q oranı<br />
− Eğer hava yolları tamamen tıkanırsa, ventilasyon sıfır olur. Kan akımı<br />
normal ise V/Q’da sıfırdır.<br />
− Ventilasyonun olmadığı perfüzyonun gerçekleştiği akciğerde hiç gaz<br />
değişimi olmaz. Pulmoner kapiller kanın PO2 ve PCO2 değerleri miks<br />
venöz kanın değerine yaklaşır.<br />
3. Kan akımı obstrüksiyonunda V/Q oranı
173<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
− Eğer akciğere giden kan akımı tam olarak tıkanırsa (pulmoner arter<br />
embolisi), akciğer kan akımı sıfır olur. Eğer ventilasyon normal ise,<br />
V/Q oranı sonsuz olur.<br />
- Ventilasyon olup perfüzyon olmadığı için hiç gaz değişimi olmaz Alveolar<br />
havanın PCO2 ve PO2 değeri solunan havanın değerine yaklaşır.<br />
4. Akciğerin farklı bölgelerindeki V/Q oranları (Tablo 4-5, Şekil<br />
4-10)<br />
− Hem ventilasyon hem de kan akımı normal akciğerde eşit olmayarak<br />
dağılır.<br />
a. Kan akımı apekste en az bazalde ise en yüksektir.<br />
b. Ventilasyon da apekste en az, bazalde en yüksektir fakat ventilasyon<br />
için olan bölge farklılıkları perfüzyon kadar büyük değildir.<br />
c. Bu nedenle V/Q oranı apekste en yüksek bazalde ise en düşüktür.<br />
Glial hücre tipi<br />
Oligodendrosit<br />
NÖROGLİAL HÜCRELERİN ORİJİNİ VE ESAS FONKSİYONLARI<br />
Orijin<br />
Nöral Tüp<br />
Lokalizasyon<br />
Santral sinir sistemi<br />
Schwann hücresi Nöral tüp Periferik sinirler<br />
Astrosit Nöral tüp Santral sinir sistemi<br />
Ependim hücresi Nöral tüp Santral isinir sistemi<br />
Esas fonksiyonu<br />
Myelin üretimi, elektrik<br />
izolasyonu<br />
Myelin üretimi, elektrik<br />
izolasyonu<br />
Yapısal destek, tamir işlevleri,<br />
metabolik alış-veriş<br />
Santral sinir sistemi<br />
boşluklarını döşer.<br />
Mikroglia Kemik iliği Santral sinir sistemi Makrofaj aktivitesi<br />
ID:03t070<br />
MONONÜKLEER FAGOSİT SİSTEMİ HÜCRELERİNİN FONKSİYONU VE DAĞILIMLARI<br />
Hücre Tipi Lokalizasyonu Esas fonksiyonu<br />
Monosit Kan Makrofajların prekürsörü<br />
Makrofaj<br />
Bağ dokusu, lenfoid organlar, akciğer,<br />
kemik iliği<br />
Kupffer hücresi Karaciğer Makrofaj ile aynı<br />
Mikroglia hücresi Santral sinir sistemi sinir dokularında Makrofaj ile aynı<br />
Langerhans hücre<br />
Lenf nodları<br />
Sitokinlerin, kemotaktik faktörler ve<br />
inflamasyonda rol oynayan çeşitli<br />
moleküllerin üretimi; antijenlerini<br />
işleme ve antijen prezentasyonu<br />
Antijeni işleme ve antijen<br />
prezantasyonu<br />
Osteoklastlar Kemik (pekçok makrofajın füzyonu ile) Kemiğin sindirimi<br />
Multinükleer dev<br />
hücre<br />
Bağ dokusu (pek çok makrofajın<br />
füzyonu ile)<br />
Yabancı cisimlerin alınıp sindirilmesi<br />
ID:03t069
174<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
d. V/Q oranındaki bölgesel farklılıkların sonucu olarak, alveoler ve<br />
pulmoner kapiller PO 2<br />
ve PCO 2<br />
’ında buna benzer farklılıklar olur.<br />
PO 2<br />
için bölgesel farklılıklar PCO 2<br />
için olandan daha fazladır.<br />
1) Apekste (V/Q en yüksek), PO 2<br />
en yüksek ve PCO 2<br />
en düşük<br />
değerdedir.<br />
2) Bazalde (V/Q en düşük), PO 2<br />
en düşük ve PCO 2<br />
en yüksektir.<br />
3) Akciğer hastalığında, V/Q eşitsizliği daha belirgindir sonuç olarak<br />
şiddetli hipoksemi ve orta derecede hiperkapni meydana gelir.<br />
SOLUNUM KONTROLÜ<br />
− Duyusal bilgi (PCO 2<br />
, akciğer gerilimi, irritanlar, kas iğcikleri, tendonlar ve<br />
eklemleri) beyin sapında düzenlenir.<br />
− Beyin sapına çıkan sinyaller solunum kaslarını ve solunum döngüsünü kontrol<br />
eder.<br />
A. Solunumun Merkezi kontrolü (Beyin sapı ve korteks)<br />
1. Medüller solunum merkezi<br />
− Retiküler formasyonda yerleşmiştir.<br />
a. Dorsal solunum grubu<br />
− Primer olarak inspirasyondan sorumludur. Ve solunum için temel ritmi<br />
oluşturur.<br />
− Dorsal solunum grubuna gelen sinyaller vagus ve glossopharyngeal<br />
sinirlerden gelir. Vagus siniri bilgiyi periferik kemoreseptörler ve<br />
akciğerdeki mekanoreseptörlerden alırken, glossopharyngeal sinir<br />
bilgiyi periferik kemoreseptörlerden alır.<br />
b. Ventral solunum grubu<br />
− Primer olarak ekspirasyondan sorumludur.<br />
− Bu grup normal sessiz solunum sırasında aktif değildir çünkü expirasyon<br />
pasif bir olaydır.<br />
- Egzersiz gibi expirasyonun aktif hale geldiği durumlarda aktive olur.<br />
2. Apnostik merkez<br />
− Aşağı ponsda yerleşmiştir.<br />
− Inspirasyonu stimüle eder, daha derin ve uzamış inspirasyon (apne)u<br />
oluşturur.<br />
3. Pnömotaksik merkez<br />
− Yukarı ponsda yerleşmiştir.<br />
− Inspirasyonu inhibe eder. Böylece inspiratuar hacmi ve solunum hızını<br />
ayarlar.<br />
4. Korteks<br />
− Solunum istemli olarak kontrol altına alınabilir. Böylece kişi istemli<br />
olarak hipo yada hiperventile olabilir.<br />
− Hipoventilasyon (Nefes tutma) PCO2’deki artış ve PO2’daki azalma ile<br />
sınırlanabilir. Daha önceden yapılan hiperventilasyonla nefes tutmanın<br />
süresi uzatılabilir.
175<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
B. CO2, H+ ve O2 kemoreseptörler (TUS-Eylül’95)<br />
1. Medulladaki merkez kemoreseptörler<br />
Serebrospinal sıvı pH’sına duyarlıdır.<br />
− H+, kan-beyin bariyerini CO2 kadar geçemez.<br />
a. CO2 arteriyel kandan BOS’a difüze olur. Çünkü yağda çözünür<br />
ve kolayca kan-beyin bariyerini geçer.<br />
b. BOS’da; CO2 H2O ile birleşir ve H+ ile HCO3- meydana gelir.<br />
H+ direkt olarak merkez kemoresepetörler üzerine etkir.<br />
c. Bu nedenle PCO2 ve [H+] artışı solunumu stimüle ederken, PCO2<br />
ve [H+]’da azalma solunumu inhibe eder.<br />
d. Sonuçta hipoventilasyon veya hiperventilasyonla arteriyel PCO2<br />
normal değerlerine geri döner.<br />
2. Karotid ve aortik cisimlerdeki periferik kemoreseptörler<br />
− Karotid cisimler arteria carotis communis bifurkasyonunda<br />
yerleşmiştir.<br />
− Aortik cisimcikler ise aort arkusunun altında ve üstünde<br />
yerleşmişlerdir.<br />
a. Arteriyel PO 2<br />
’nin azalması<br />
− Periferik kemoreseptörleri stimüle eder ve solunum hızını artırır.<br />
− Solunum stimüle edilmeden önce PO 2<br />
mutlaka düşük düzeylere<br />
inmelidir. (
176<br />
FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />
− Pulmoner kapillerlerin genişlemesi-sol kalp yetmezliğinde olduğu gibi<br />
J reseptörlerini stimüle eder ve hızlı, yüzeysel solunuma neden olur.<br />
4. Eklem ve kas reseptörleri<br />
− Extremiteler hareket ettiğinde stimüle olur.<br />
− Egzersiz sırasında solunumun erken stimulasyonundan sorumludur.<br />
− Solunum Sisteminin Tamamlayıcı Cevapları