18.01.2015 Views

1 FÄ°ZYOLOJÄ° - HÄ°STOLOJÄ° - EMBRÄ°YOLOJÄ° - DrTus

1 FÄ°ZYOLOJÄ° - HÄ°STOLOJÄ° - EMBRÄ°YOLOJÄ° - DrTus

1 FÄ°ZYOLOJÄ° - HÄ°STOLOJÄ° - EMBRÄ°YOLOJÄ° - DrTus

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

1


2<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ


FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

3<br />

ÖNSÖZ<br />

Tıpta Uzmanlık Sınavı’na hazırlık uzun ve zahmetli bir<br />

yoldur. Kaynak seçimi ise kişiye, sınava kadar kalan süreye<br />

ve hedeflenen puana göre değişiklik göstermektedir.<br />

Bu seri “az zahmetli olan” ve “kısa kaynaklardan çalışmak<br />

zorunda olan” kişiler için hazırlanmış ideal bir seridir.<br />

Bu kadar küçük hacim başarı için yeterlimidir<br />

Daha hacimli kitaplara göre yeterli olmadığı açıktır ama<br />

ŞUNU KESİNLİKLE SÖYLEYEBİLİRİZ ki bu kadar kısa<br />

metinle en fazla sayıda soru yakalayan bir seri oluşturduk.<br />

Çünkü; bu serinin içeriği TUSDATA TUS HAZIRLIK<br />

MERKEZLERİ’nin son 2-3 yıldır yaptığı çok özel TUS<br />

KAMPLARI’nda anlatılan en özet ve en güncel metinlerden<br />

oluşmaktadır.<br />

Biz içeriğe güveniyoruz.<br />

Umarız yararlı olur ve başarınıza katkıda bulunuruz.<br />

Seri Editörleri


4<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

İÇİNDEKİLER<br />

1. FİZYOLOJİDE ÖZEL İSİMLER ................................................ 5<br />

2. FİZYOLOJİDE ÖNEMLİ FORMÜLLER ..................................... 14<br />

3. HÜCRE VE DOKU FİZYOLOJİSİ.............................................. 20<br />

4. DOKU HİSTOLOJİSİ ............................................................. 36<br />

5. KALP DAMAR SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ .......... 84<br />

6. ÜRİNER SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ ...................103<br />

7. ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ..............127<br />

8. SOLUNUM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ............. 164


FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

5<br />

FİZYOLOJİDE ÖZEL İSİMLER<br />

} “Lipofuskin” granülleri... Yaşlanma veya atrofiye bağlı, çeşitli dokularda özellikle<br />

kalp, karaciğer, beyinde biriken kahverengi sarı introselüler materyal<br />

} “Loose” cisimciği... Eklem boşluğunda bulunan kemik yada kıkırdak parçalarıdır.<br />

} “Nemaline” cisimciği... Dejeneratif iskelet kası hastalıklarında elektron<br />

mikroskobisinde görülen bandlardır.<br />

} “Verocay” cisimciği... Schwannoma (nörilemmoma)’da hücre çekirdeklerinin<br />

oluşturduğu çit şeklinde görünüm<br />

} “Wiebel-palada”cisimcikleri... Vonwillebrand faktör içeren endotel hücrelerindeki<br />

çubuk görünümündeki organellerdir.<br />

} “Zebra” cisimciği... Niemann-Pick hastalığı, Tay-Sachs hastalığı ve<br />

mukopolisakkaridozda makrofajda elektron mikroskopisinde, sitoplazma’da<br />

görülen inkluzyonlardır.<br />

} “Sitoid” cisimcikler... Sistemik lupus eritematozusta görülen küçük retina<br />

eksudalarıdır.<br />

} “Antoni A ve Antoni B alan”... Schwannomada görülen sıklıkla biribiri ardına<br />

gelen miksoid ve hücresel alanlardıır.<br />

} “Herring” cisimciği... Vazopressin içeren veziküller bu cisimcikte bulunur.<br />

Nörohipofizde axonların terminal ucunda bulunan nörosekretuar granüller.<br />

} Clara hücreleri... Mukozal Clara hücreleri bronşiollerde bulunur ve immunglobinlerden<br />

zengin sulu proteinöz bir madde salgılar.<br />

} Adria hücreleri... Kardiak miyozitte, Adriamisin (=doxorubusin) toksisitesine sekonder<br />

değişikliklerdir.<br />

} Caterpillar hücreleri... Geniş multinükleer dev hücreler olup, akut romatizmal<br />

ateşte gözlenir.<br />

} Physaliferös hücreleri... Kordoma’da gözlenen, çok geniş ve vakuollü sitoplazmalı<br />

tümör hücreleridir.<br />

} Esas hücre (şef)... Midede bulunan pepsin yapan hücrelerdir.<br />

} Parietal hücre(kenar)... Midede bulunan HCI ve intrinsik faktör yapan hücrelerdir.<br />

IF (intrinsik faktör) Vit B12’yi bağlar ve ileumdan emilimini sağlar. Eksikliğinde<br />

pernisyöz anemi görülür.<br />

} G hücreleri... Midenin antrum kısmında bulunan musin ve gastrin salgılayan<br />

hücrelerdir.<br />

} Onkositik hücreleri... Tüm sitoplazmasını dolduran çok sayıda mitokondri içeren<br />

hücrelerdir.<br />

} Buhot hücreleri... Hurler sendromunda karaciğerde inklüzyon cisimciği içeren<br />

hücrelere denir.


6<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Gargoyl hücreleri... Hurler sendromunda bir çok hücrede mukopolisakkarid birikmesi<br />

nedeniyle vakuollu görünüm oluşmasıdır.<br />

} LE hücresi... SLE’de bulunan lupus eritematozus cisimleri ile ilgili monosit ve<br />

makrofajdır. ANA kaplı çekirdekleri fogosite etmiş PMNL.<br />

} Epimiyoepitelyal hücre... Benign lenfoepitalyal lezyon için karekteristik olan epimiyoepitelyal<br />

hücre adacıklardır.<br />

} Hatsianis hücreleri... Haepatit B enfeksiyonunda, bazı hepatositlerde çekirdek antijenine<br />

bağlı olarak kum tanesine benzeyen granülasyon oluşur.Bu hücrelere<br />

denir.<br />

} Hauf-bayer hücreleri... Plasenteda stroma arasındaki hücrelere denir.<br />

} Betz hücresi... 1.motor nöron hücrelerine denir, serebral korteknin prenentral gyrusunda<br />

bulunur (Motor konteks).<br />

} Kulchitsky hücresi... Enteroendokrin, enterochromoffin hücre GIS’te dağılmıştır ve<br />

20 civarında hormon ve nörotransmitter salgılar. Bronşiyal karsinoid tümör<br />

bunlardan köken alır.<br />

} Ependimol hücre... Spinal kordun santral kanalını ve beyin ventriküllerini kaplayan<br />

hücreler.<br />

} Downey hücresi... İnfeksiyöz meronskleoziste periferik yaymada görülen atipik<br />

lenfositler.<br />

} Mickulicz hücreleri... Rinoskleromada granülomatöz evrede lipid içermeyen çok<br />

sayıda mikroorganizma içeren hücrelerdir.<br />

} Blue-blobs... Papsmear’deki atrofi.<br />

} Blue-bodies... Deskuamatif interstisyel pnömonide alveolar makrofaj içindeki<br />

PAS(+)boyanan demir içeriğidir.<br />

} Corpora arantii... Semilunar kapakların kapanma çizgisi boyunca görülen küçük<br />

fibroz nodüllerdir.<br />

} Glomus cisimciği... Termoregülasyonda görev alan, ciltteki arteriovenöz<br />

anastomozları düzenleyen oluşumlardır.<br />

} Hassal cisimciği... Keratinize epitelde konsantrik agregatlar ve timüs medullasındaki<br />

keratinlerdir.<br />

} Heinz cisimciği... Alyuvar sitoplazmasında okside olmuş hemoglobindir.<br />

} Hematoksilen cisimciği... SLE hastalığında görülür.<br />

} Kamino cisimciği... Intraepidermal hyalin globülleridir. Spitz nevüste gözlenir<br />

} Loose cisimciği... Eklem boşluğunda bulunan kemik yada kıkırdak parçalarıdır.<br />

} Nemaline cisimciği... Dejenaratif iskelet kası hastalıklarında elektron mikroskobisinde<br />

görülen bandlarıdır.<br />

} Nörofibriler tangle... Alzheimer hastalığında görülen mikrotübül ilişkili protein ve<br />

nörofilamentlerdir.<br />

} Sülfür granülleri... Actinomyces’de görülen sarı odaklardır.


FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Weibel-palade cisimcikleri... Von willebrand faktör içeren endotal hücrelerindeki<br />

çubuk görünümündeki organellerdir.<br />

} Zebra cisimciği... Niemann-Pick hastalığı, Tay-Sachs hastalığı ve mukopolisakkaridozda<br />

makrofajda elektron mikroskopisinde, Sitoplazma’da görülen<br />

inkluzyonlardır.<br />

} Corpora amylacea... Benign prostat hiperplazisinde görülen ve glandüler lümende<br />

bulunan proteinöz maddeye denir.<br />

} Fuzchin cisimcikleri(=kanser cisimciği)... Plazmositlerin sitoplazmasındaki eozinofilik<br />

cisimciklerdir.<br />

} Giannuzi Yarımayları... Mikst bezlerde bulunan seröz salgıyı lümene boşaltan<br />

hücreler topluluğu görünümüne verilen isimdir.<br />

} Paneth hücreleri... İnce bağırsak, çekum ve sağ kolon başlangıcında yer alırlar.<br />

Lizozim içerirler ve anti-bakteriyel etkiye sahip hürelere verilen isimdir.<br />

} Jukstekapiller (J) reseptörler... Pulmoner damarlara yakın yerleşmiş olan<br />

unmyelinize C liflerinin sonlanmalarına verilen özel isimdir. Akciğerin<br />

hiperinflasyonu ile stimule olur.<br />

} Rufiini Cisimcikleri... Derideki basınç duyusunu algılayan kapsüle reseptöre verilen<br />

isimdir.<br />

} Brunner Glandları ... Duedenum ilk kısımlarında submukozada mukus salgılayan<br />

bezlere verilen isimdir.<br />

} M Hücreleri... İnce bağırsak villusunda kök hücrelerden köken aldığı ve antijene<br />

yönelik yanıtta rol aldığı düşünülen hücrelere verilen isimdir.<br />

} Chief (Esas) hücre (Zimogen hücre)... Mide corpusunda pepsinojen salgılayan<br />

hücredir.<br />

} Oksintik (Parietal) hücre... Mide corpusunda bulunan HCL ve İF salgılayan,<br />

yapısında bol miktarda mitokondri bulunduran hücreye verilen isimdir.<br />

} Cushing Refleksi... Kranium içi basınç artmasından kaynaklanan özel tipte bir MSS<br />

iskemik cevabıdır. İskemi ile vazomotor ve sempatik stimulasyon olur, arteriyel<br />

basınç BOS basıncını geçer ve kan dolaşımı beyinde başlar.<br />

} Wallerian Dejenerasyon... Periferik sinir aksonları kesildiğinde, kopan segmentin<br />

dejenerasyona uğramasıdır.<br />

} Meissner Korpuskülü... Demiste papillalar içerisinde Tunika Submukozada bulunan<br />

dokunma duyu sinir sonlanmasına verilen isimdir.<br />

} Bainbrigde Refleksi... Atrial volüm fazlalığında atrial gerim reseptörleri tarafından<br />

oluşturulan taşikardiye verilen isimdir.<br />

} Paccini Cisimcikleri ... Deride ve kas boyunca dağılım gösteren kapsüllü vibrasyon<br />

duyusunu alan korpüsküldür.<br />

} Bezold - Jarisch Reflexi... Sol ventrikül endokardiyal gerim reseptörlerinin<br />

uyarılması ile hipotasiyon ve bradikardi meydana gelmesidir.<br />

} Sharpey Lifleri... Periostun dış fibroz tabakasından matrix içine giren kollajen fibril<br />

demetlerine denir. Bu lifler sayesinde periost kemiğe yapışır.<br />

7


8<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Hawship Lakünası... Kemik rezorbsiyonu olan bölgelerde enzimatik aktivite ile<br />

oluşan, içinde osteok-lastlar içeren çukurcuklar.<br />

} Havers Kanalları... Compact kemikte (Sekonder, olgun kemik) kan damarlarını<br />

taşıyan kemik uzun eksenine paralel kanallardır.<br />

} Volkman kanalları... Havers’e periosteumdan damar taşıyan, kemik uzun eksenine<br />

dik kanallardır.<br />

} Hering cisimcikleri... ADH ve oksitosin hormonlarının hipofizde depolandığı<br />

cisimciklere verilen isimdir.<br />

} Reisner Membranı... Kohlea’da Scala Media ve Sçala Vestibuli arasında bulunan<br />

membrandır.<br />

} Nissl Cisimcikleri... Perikaryodn (Soma)’da GER ve serbest ribozomların<br />

oluşturdukları ışık mikroskobunda görülen bazofilik granüler alanlardır.<br />

} Betz’in Dev Hücreleri... Gyrus presantralisde, Brodman’ın 4 nolu sahasındaki<br />

hücrelerdir. Cortex cerebrinin 5. tabakasındaki hücrelerdir.<br />

} Rozenthal Fibrilleri... Serebellar pilositik astrositomda, astrositlerin uzantılarının<br />

yaptığı saç benzeri liflerdir.<br />

} Basket Hücreleri... Seröz tükrük bezlerinde asini çevresindeki bir çeşit hücredir.<br />

Actin mikrofilamantları ve myozin içerir ve sekresyonların ağır boşluğuna<br />

geçmesini sağlar.<br />

} Langerhans Hücreleri... Epidermis’te St. Spinosumda bulunan antijen presente<br />

eden hücrelerdir. Mezo-derm orijinlidir.<br />

} Birbeck Granülleri... Langerhans hücrelerinde raket şeklindeki sitoplazmik<br />

granüllerdir.<br />

} Merkel Hücresi... Epidermis St. Bazale’de mekanoreseptör olarak göre ev alırak<br />

dokunma duyusunu algılayan hücredir.<br />

} Billroth Cisimcikleri... Dalak kırmızı pulpasında düzensiz retikuler bağ doku<br />

yaprakçıklarıdır ve çevre-deki sinuslerle anostomoz yaparlar.<br />

} Bruch Menbranı... Üvea’da choroid’in iç tabakasıdır ve retinanın pigmente<br />

epitelinin bazal membranıdır.<br />

} Bowman Membranı... Kornea’nın 5 tabakasından biridir. Hücre içeriği yoktur.<br />

} Clara Hücreleri... Terminal branşiollerde sitoplazmasında glikojen granülleri, Golgi<br />

komplexleri ve mitokondria içeren, siliasız kolumnar hücrelerdir.<br />

} Clear Hücreleri... Ekrin (Merokrin) ter bezlerinde piramidal yapıda, sekretuar<br />

granülü az, glikojen içeriği yüksek; iyon ve su taşınmasında görev alan<br />

hücrelerdir.<br />

} Alveoler Makrofajlar (Dust Hücreleri)... Kalp yetmezliğinde demir pigmenti<br />

(Hemosiderin) ile pozitif boyanan RES kökenli hücrelere verilen isimdir.<br />

} Littre Bezleri Erkek üretrasında duvarda bulunan küçük mukus salgılayan<br />

bezlerdir.<br />

} Reinke Kristalleri... Testisin Leyding hücrelerinde bulunan, ışık mikroskobunda<br />

görülebilen stoplazmik kristallere verilen isimdir.


FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Juxtaglomerular Aparatus... Bir nefronun glomeruler afferent arteriyol ve distal<br />

kıvrıntılı tübülünün oluşturduğu özel bir yapıdır. Kan basıncı düzenlenmesinde<br />

Renin Anjiotensin-Aldosteron siste-minde görev alır.<br />

} Ranvier Düğümleri... Periferik sinir sisteminde Schwann Hücresinin oluşturduğu<br />

myelin kılıfının mevcut olmadığı axonal noktalara verilen isimdir.<br />

} Podosit... Glomerulusu saran Bowman Kapsülü’nün visceral tabakasının yapısındaki<br />

Epitelyal hücredir.<br />

} Pedisel... Kandaki maddeler kapiller fenestralardan filtre edildikten sonra bazal<br />

membranı geçer ve ayaksı çıkıntılar (Footprocess) arasındaki porları yani<br />

Pedisel’i geçerek Bowman mesafesine geçer.<br />

} Juxtaglomerular Hücreler... Glomerul afterent artekrilyol media tabakasında<br />

Renin salgılayan miyoepitelyal hücrelere verilen isimdir.<br />

} Ryanodine Reseptörü... T-Tübül aksiyon potansiyelinin, sarkoplazmik retikuluma<br />

iletimi salınımı sırasında görev yapan SR membranındaki reseptör.<br />

} Hassal Cisimcikleri... Timus medullasında bulunan eozinofilik yapılara verilen<br />

isimdir.<br />

} Wolffian Kanalcıkları... Erkeklerde embriyonik dukt sisteminin parçası ve<br />

reproduktif sistem ductuslarını oluşturur.<br />

} Vasa Rekta... Renol Medulla’dan Henle Loop’una paralel halde kanalcıklar<br />

oluşturan kan damarlarına verilen isimdir.<br />

} Rezistin... A dipöz doku tarafından kaynaklanan, insülinin etkilerini inhibe etme<br />

yeteneği olan hormon.<br />

} Ohm Yasası... Akım (voltaj), voltaj ile direkt, rezistans ile indirekt orantılıdır.<br />

} I(Akım)=E/R E... Voltaj R: Rezistans<br />

} (Auerbach) Myenterik Plexus... Sindirim sisteminde T-Musurlaris Propria’da sirkuler<br />

ve longitudinal kas tabakası arasında yerleşmiş plexustur-parasempatiktir.<br />

} Leydig Hücresi... Testesteron salgılayan testisin seminifer tubulleri (intenstiyel<br />

hücre) arasındaki hücredir.<br />

} Hering-Breuer Reflex... Akciğerlerin genişlemesi afferent sinirleri uyarır, bu da<br />

medulladaki inspiratuar sinirleri inhibe ederek inspirasyonun kesilmesini<br />

sağlar.<br />

} Graffian Folikülü... Ovulasyondan hemen önceki matur folliküldür.<br />

} Golgi Tendon Organı... Tendonun çevresindeki kollajen demetlerinde yerleşen<br />

gerilime duyarlı me-kanoreseptörlerdir. Afferent sinir liflerine (Grup Ib) denir.<br />

} Frank Starling Kanunu... Stroke volüm ile end-diastolik volüm arasındaki ilişkidir.<br />

End diastolik volüm arttıkça stroke volümünde de artış olur.<br />

} Sertoli Hücresi... Seminifer tubul epitelini oluşturan iki hücre tipinden biridir.<br />

Jpermatojenik hücreler için destek olurlar.<br />

} Kerckring Valuleri... İnce bağırsakta bulunan plica ciraslaris’tir. Submukoza ve<br />

mukoza içeren katlantılardır.<br />

9


10<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Lieberkühn Kriptaları (intestinal bezler)... Tubuler yapıdaki bu bezler villusların<br />

tabanındaki lamina propriaya uzanırlar.<br />

} Peg Hücreleri... Fallopian Tüplerinde mukozayı oluşturan 2 hücre tipinden biridir.<br />

Silyalı kolumner hücreler arasındadırlar ve mukus sekrete ederek, ovumun<br />

uterusa taşınmasına yardımcı olurlar.<br />

} C Cells... Tiroid bezinde Parafollikuler, kalsitonin salgılayan hücrelerdir.<br />

} Lambda Granülleri... Plateletlerin içerdiği 175-200 mm çapında olan ve lizozomal<br />

enzimler içeren granüllerdir.<br />

} Kupfer Hücreleri... RES’den derive olan sinuzoidal endotelyal hücreler arasında<br />

yaygın bulunan oval nukleus, bol mitokondria, gelişmiş Golgi Organeli olan<br />

hücrelerdir.<br />

} İto Hücreleri... Karaciğerde Disse mesafesinde bulunan yağ ve vitamin A’yı<br />

retinil esteri halinde depo-layan hücrelerdir. Sirozda kollojenizasyondan<br />

sorumludur.<br />

} Langerhans Adacıkları... Pankreas yapısında endokrin hücrelerin topluluklarıdır.<br />

} (PP) F Hücreleri... Pankreatik polipeptid salgılarlar. Pankreatik polipeptid,<br />

pankreasın exokrin enzim ve HCO3- sekresyonunu azaltır, safra kesesi<br />

relaksasyonuna sebep olur.<br />

} D Hücreleri... Pankreastan somatostatin salgılayan hücrelerdir. Etkileri glukagon,<br />

büyüme hormonu ve insulin salınımının inhibisyonudur.<br />

} Kalsekestrin... Sarkoplazmik Retikulumda kalsiyumun gevşek olarak bağlandığı<br />

yapı.<br />

} Wolff-Chaikoff Etkisi... Yüksek dozda İodine(I2) alımıyla tiroid hormon sentezinin<br />

ihhibe olmasıdır.<br />

} Renshaw Hücresi... Spinal Kordda ön boynuzda inhibitör hücrelerdir.<br />

Motornöronların kollateral axonlarından input alırlar ve uyarıldıklarında<br />

motornöronda inhibisyon yaparlar.<br />

} Poiseville Denklemi... Kan damarlarındaki rezistansı değiştiren faktörleri verir.<br />

R= Rezistans r= Damarın yarıçapı<br />

h= Vizkozite l= Damarın uzunluğu<br />

R= 8hl/ r 4<br />

} Kapasitans (Komplians)... Kan damarlarının genişleyebilirliğini tarifler. Basınç<br />

değişikleriyle volüm değişiminin nasıl olduğunu tarifler.<br />

C= V/P C= Kapasitans<br />

V= Volume<br />

P= Basınç<br />

} Dalton Kanunu... Bir gazın gaz karışımındaki parsiyel basıncı, fraksiyonel<br />

konsantrasyonuna bağlıdır.<br />

} Parsiyel Basınç...Total Basınç x Konsantrasyon Fraksiyonu Albrightın Herediter<br />

Osteodistrofisi (Psödo hipoparatiroidizm Tip 1a): G proteindeki defekte bağlı<br />

PTH’a end organda (kemik ve böbrek) rezistans olmasıdır.


11<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Zellweger Sendromu... Peroksizom yokluğuyla giden; nörolojik, hepatik ve böbrek<br />

problemleri olan genetik bir hastalıktır.<br />

} Reed-Sternberg Hücreleri: Hodgkin hastalığında çift vakuollü nukleus içeren dev<br />

hücrelerdir.<br />

} Kaldesmon: Düz kas içindeki ince filamentlerin yapısındadır. TnT ve TnI ile<br />

fonksiyonel olarak benzerdir.<br />

} Kardiodilatin ve Kardionatrin... ANP gibi atriumdan salınan sıvı ve elektrolit<br />

dengesini sağlayan ve kan basıncını düşüren özel kalp kası hücreleridir.<br />

} Sirkumvallat Papillaları... Sulcus Terminalisin önünde dilde yerleşik 10-15 adet<br />

geniş, sirküler papillalardır ve tat tomurcuklarını taşırlar.<br />

} Von Ebner Bezleri... Minör tükrük bezleridir ve seröz sekresyona sahiptirler. Tat<br />

tomurcuklarının uyarılmasında salgılarıyla yardımcı olurlar.<br />

} Hirschsprung Hastalığı... Nöral krest hücrelerinin kolonun distal bölgesine<br />

göç etmesi olmadığı için Auerbach Plexusu yokluğu ile seyreder. Kolonda<br />

dilatasyon meydana gelir.<br />

} Keratohyalin Granülleri... Epidermis, Stratum granulosumunda bulunan<br />

Keratinositler içindeki granüllerdir. Histidin ve sistinden zengin protein içerirler<br />

ve keratin filamentlerini birleştirirler.<br />

} Lacis Hücreleri... Juxtaglomeniler apparatus yapısındaki extraglomeruler mesangial<br />

hücrelerdir. Afferent ve efferent glomerular arterioller arasında uzanırlar.<br />

} Medullipin l... Renal interstisyumda medulladaki kapiller ve tubulleri çevreleyen<br />

hücrelerden salınan vazodepresör bir hormondur ve karaciğerde Medullipin<br />

ll’ye çevrilerek kan basıncını düşürür.<br />

} Entactin... Tüm Bazal Lamina’larda bulunan sulfatlanmış bin glikoproteindir.<br />

Laminine bağlanıp, lamina densada Tip IV kollajen ile bağlanmayı sağlar.<br />

} Terascin... Enbriyonik dokularda gelişen sinir sistemindeki glial hücrelerden salınan<br />

bir glikoproteindir. Hücre matrix adhezyonunu etkiler ve migrasyonda rol alır.<br />

} Kondronektin... Kıkırdakta yer alan ve kondrositler ile tip 2 kollajeni bağlayan bir<br />

glikoproteindir. Kıkırdak gelişiminden sorumludur.<br />

} Osteonektin... Kemikte bulunan ve minerallerin tip 1 kollajene bağlanmasını<br />

sağlayan bir glikoproteindir.<br />

} Fibrillin... Elastini demetler halinde tutan bir glikoproteindir. Elastik liflerin periferik<br />

mikrofibrillerindeki temel komponenttir.<br />

} Chief Hücreleri... Paratiroid bezlerinde bulunan küçük, bazofilik, PTH salgılayan<br />

hücrelerdir.<br />

} Oxyphil Hücreler... Paratiroid bezlerinde bulunan geniş, eozinafilik ve tek tek veya<br />

parakimde demetler halinde bulunan hücrelerdir.<br />

} Üregastron...: Duodenumdaki, Brunner hücreleri tarafından salınırlar ve HCL<br />

sekresyonunu inhibe ederler.<br />

} Peyer Plakları... İnce bağırsak lamina propriasındaki lenf nodları, ileumda<br />

muskularis mukozadan submukozaya genişleyen agregatları oluştururlar.


12<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Beyaz Yağ Dokusu... Tüm vücutta derinin derin tabakalarında enerji deposu olarak<br />

rol alır. Total vücut ağırlığının %20’sini oluşturur.<br />

} Kahverengi Yağ Dokusu... Yenidoğan memelilerde bulunur. Erişkinlerde az<br />

miktardadır. Vücut ısısının düzenlenmesinde görev alır.<br />

} Lipoblast... Adipositlerin meydana geldiği mezenşimden derine olan hücrelerdir.<br />

} Eustachian Tüpü... Nasofarinx ile orta kulak arasında bağlantıyı sağlayan ve orta<br />

kulak ile dış ortam arası hava basıncını eşitleyen kanaldır.<br />

} Kulchitsky veya K Hücreleri... Tüm solunum traktus epiteli boyunca bulunan,<br />

nöroendokrin sistemin bir parçası olan Serotonin, Bombesin ve Kalsitonin<br />

içeren sekretuar granülleri olan hücrelerdir.<br />

} Ampulla Vateri... Pankreas ve safra kanalları içeriklerini duodenum 2. kıtasına<br />

aktarmadan birleşerek Ampullla Vateri oluştururlar.<br />

} Oddi Sfinkteri... Safra ve pankreas salgılarının duodenuma aktarılması bazı düz kas<br />

liflerinin oluşturduğu Oddi Sfinkteri ile sağlanır. Yapısında koledok, pankreas<br />

kanallarının çevresinde ve ampulla çevresindeki düz kas yapısı bulunur.<br />

} Glisson Kapsülü... Karaciğerin dış yüzünü çevreleyen retikulin liflerden ve (Tip 3<br />

Kollajen) kollejen yapısında bir kapsüldür. Karaciğeri lob ve babüllere ayırır.<br />

} Bellini Kanalları... Toplayıcı kanallar kortex boyunca paralel demetler halinde<br />

uzanıp ve medullada Bellini Kanallarını oluştururlar. Bu kanallar Renal Papilla<br />

tepesine açılarak idrarı pelvikalisiyel sisteme taşırlar.<br />

} Meissner Plexusu... Sindirim sisteminde submukozal yerleşimli Parasempatik<br />

plexustur. Mukozal bezlere ve muscularis mukozadaki düz kaslara<br />

postganglionik uyarı sağlar.<br />

} Rattke Kesesi... İlkel ağız kavite tavanıdır. Epitelyal büyümesinden ön hipofiz<br />

gelişir. Stellate (Granül) Hücreleri: Serebral Kortexin altı tabakasından dış ve iç<br />

Granüler Tabakada bulunan hücrelere verilen isimdir.<br />

} Martinotti Hücreleri... Poligonal, kısa dendritli serebral kortex Gangliozik tabakada<br />

bulunan hücrelere verilen isimdir.<br />

} Cajal Horizantal Hücreleri... Küçük, iğsi yapıda serebral kortex Plexiform tabakada<br />

bulunan hücrelere verilen isimdir.<br />

} Von Ebner Glandları... Sircumuallat papillae üstünde bulunan tat tomurcuklarının<br />

çevresindeki oluk-lara seröz sıvı salarak, tat oluşturan maddelere çözünürlük<br />

sağlayan bezlere verilen isimdir.<br />

} Bowman Bezleri... Olfaktör epitelde koku algılanmasında görev alırlar.<br />

} Zeis Glandları ... Kirpiklerdeki sebore salgılanmadan sorumlu bezlere verilen<br />

isimdir.<br />

} Moll Glandları... Kirpiklerdeki apokrin ter bezlerine verilen isimdir.<br />

} PP Hücreleri... Pankreasta bulunan, pankieatik polipeptid salgılayan ve pankreasın<br />

ekzokrin sekresyonlarını inhibe eden hücrelere verilen isimdir.<br />

} Weibel-Palade Cisimcikleri... Endotel hücrelerinde membrana bağlı VWF<br />

depolayan organellere verilen isimdir.


13<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

} Waldeyer’in Halkası... GİS ve Respiratuar sistem için koruyucu görev yapan<br />

Lingual Tonsil, Palatine Tonsil ve Adenoidlerden oluşan lenfatik dokuya<br />

verilen isimdir.<br />

} Lacteal... Sindirim sisteminde, villus merkezinde emilen lipidi dolaşım sistemine<br />

taşımada rol alan lenfatik kanallardır.<br />

} Defansinler... Sindirim sisteminde Paneth hücrelerinde bulunan antimikrobiyal<br />

piptidlerden birisidir.<br />

} Goblet Hücreleri... Enterositler arasında müsin salgılayan ve intestinal içeriğin<br />

lubrikasyonunda görev alan hürelerdir.<br />

} Osteoprogeritör Hücre ... Osteoblast ve osteositlerin deri ve olduğu primitif<br />

mezenkimal hücredir.<br />

} Osteoid... Kollajenöz extraselüler matrixe (Tip 1 Kallajen) verilen isimdir. Kalsiyum<br />

hidroksiapapit depolanması ile mineralize olur.<br />

} Rodopsin... Görmeyi sağlayan pigmentlerden birisi<br />

} Ranvier boğumu... 2 myelin kılıf arasındaki schwann hücresi bulunmayan kısım<br />

} Schmidt-Lantermann yanıkları... Myelin kılıf oluşurken kalan schwann arada<br />

hücre sitoplazması<br />

} Goblet Hücreleri... Mukus salgılayan hücreler<br />

} Kalsiform hücreler... Goblet hücrelerinin diğer ismi<br />

} Rosenthal fibrilleri... Pilositik astrositomda görülen saç benzeri astrosit uzantıları<br />

} Nörilemmosit... Schwann hücresinin diğer adı<br />

} Kromatolizis... Akson hasarında nükleusun perifere geçip nükleusun belirginleşip,<br />

nissel cismi kaybolması<br />

} Kinosilyum... Dengeyi sağlayan tüy hücrelerinin herbiri<br />

} Stereosilyum... En büyük kinosilya<br />

} Cupula... Semisirküler kanalda ucundaki jelatinimsi<br />

} Otokonia... Silliaların gömüldüğü kalsiyum karbattan zengin yapı<br />

} Calsequetrin... Sarkoplazmik retikulumda kalsiyum bağlayan protein<br />

} Hening cisimcikleri... ADH ve oxitosinin hipofizde depolanma şekli<br />

} Kerkring valvilleri... İnce barsak mukozasında bulunur.<br />

} Sharpey lifleri... Periostu kemiğe bağlayan lifler<br />

} Hawskip lakunası... Osteoklastların kemikte bulunduğu çukurcuklar<br />

} Kromogranin A... Katekolaminlerin vezikullerde birlikte depolandıkları madde<br />

} Kastrasyon hücreleri... Ön hipofizde bulunur<br />

} Decidua Hücreleri... Endometriumda bulunur<br />

} Betz’in Dev Hücreler... Brodmanın 4 No’lu alanındaki hücrele


14<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

FİZYOLOJİDE ÖNEMLİ FORMÜLLER<br />

KARDİYOVASKÜLER SİSTEM FORMÜLLERİ<br />

1- TOTAL PERİFERİK DİRENÇ (TPD): Bir kan damarındaki akım iki faktör<br />

tarafından belirlenir:<br />

1- Damarın iki ucu arasıdaki basınç farkı ki bu, kanı damarda ilerleten kuvvettir,<br />

2- Damar direnci denilen, damar boyunca kan akımına karşı oluşan dirençtir.<br />

Damarlardaki kan akımını güçleştiren direnci doğrudan ölçme imkanı yoktur, direnç<br />

kan akımı ve damardaki basınç farkının ölçülmesi ile hesaplanır.<br />

Total periferik direnç= Ortalama kan basıncı / Kardiyak debi<br />

Örnek: Ortalama kan basıncı=90mmHg Kardiyak debi= 90mlt/sn ise,<br />

Total periferik direnç= 90mmHg/90mlt/sn =1 R<br />

2- ORTALAMA KAN BASINCI: Zaman ile değişen arteriyel basıncın<br />

ortalamasıdır.<br />

P ortalama<br />

= P diyastolik<br />

+ 1/3 (P sistolik<br />

- P diyastolik<br />

)<br />

Örnek: P sistolik<br />

120 mmHg, P diyastolik<br />

80 mmHg, Kardiyak debi 5000 mlt/dakika ise<br />

P ortalama<br />

= 80 + 1/3(120-80)=93 mmHg<br />

TPD = 93/5.000 = 0,018<br />

3- KARDİYAK DEBİ (KARDİYAK OUTPUT): Birim zamanda kalpten<br />

atılan kan hacmi. Iki şekilde hesaplanabilir.<br />

a. Kalp debisi=kalp hızı X atım volümü<br />

Örnek: 70X0.071=5 L/dk<br />

b. Kardiyak debi = Sist. kan akımı = Pulmoner kan akımı = oksijen<br />

tüketimi / (a-v oksijen farkı)<br />

Örnek: Arteriyel O 2<br />

= 20 mlt oksijen / 100 mlt kan = 0,2<br />

Venöz O 2<br />

= 15 mlt oksijen / 100 mlt kan = 0,15<br />

Oksijen akımı = 250 mlt / dakika<br />

Kardiyk debi = 250 / 0,05 = 5.000 mlt/dakika<br />

4- EJEKSİYON FRAKSİYONU:<br />

Bir kez kalp tarafından pompalanan kan volümünün diyastol sonu hacmine oranıdır.<br />

Diyastol sonunda ventriküllerin hacmi 110-120mlt’dir. Bu hacime enddiyastolik<br />

hacim denir. Her bir ventrikülde sistol sonunda geride kalan hacim yaklaşık 40-<br />

50 mlt olup buna endsistolik hacim denir. Fırlatılan hacmin diyastol sonu hacme<br />

oranına ejeksiyon fraksiyonu denir. Geneillikle yaklaşık %60’a eşittir.<br />

Ejeksiyon fraksiyonu= Fırlatılan hacim / Enddiyastolik hacim


15<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

5- NET KAPİLLER FİLTRASYON BASINCI (PNET):<br />

Herhangi bir anda dolaşımdaki kanın sadece %5’i kapillerdedir. Fakat bu %5,<br />

O2 ve besin maddelerinin doku sıvısına, CO2 ve atık maddelerin kan dolaşımına<br />

geçtikleri yer olması nedeniyle bir anlamda kan dolaşımının en önemli bölümüdür.<br />

Bu geçişi sağlayan o bölgedeki hidrostatik basınç farkları arasındaki ilişkidir ve<br />

buna “net kapiller filtrasyon basıncı (Pnet)” denir.<br />

Kapiller hidrostatik basınç: Sıvının kapillerden dışarı çıkmasını sağlar<br />

Interstisyel sıvı hidrostatik basıncı: Sıvının kapillere girişini sağlar<br />

Plazma osmotik basıncı: Sıvıyı kapillere çeker<br />

Interstisyel sıvı osmotik basıncı: Sıvının kapillerden çıkışını sağlar<br />

Net kapiller basınç (P net<br />

)= ( Kapiller bas.- interstisyel basınç) - (Plazma osmotik<br />

basıncı -interstisyel osm. basınç)<br />

6- VASKÜLER KOMPLİYANS (KAPASİTANS):<br />

Bütün damarların genişleyebilir (gerilebilir) olması vasküler sistemin önemli bir<br />

özelliğidir. En fazla gerilebilme yeteneği olan damarlar venlerdir. Oldukça hafif bir<br />

basınç artışı bile venlerde 0.5-1 L ekstra kan depolanmasına sebep olur. Bundan<br />

dolayı venler, herhangi bir zamanda gerektiğinde kullanılmak üzere büyük miktarda<br />

kan depolanmasını sağlar. Ayrıca arterlerin esnek yapısı, kalbin kanı pulsatil<br />

olarak pompalamasına imkan sağlar. Bu özelliklere bağlı olarak her bir mmHg<br />

basınç artışına karşılık depo edilebilen kan miktarına söz konusu vasküler yatağın<br />

kompliyansı (kapasitansı) denir.<br />

Kompliyans= hacim artışı / basınç artışı<br />

SOLUNUM SİSTEMİ FORMÜLLERİ<br />

6- VİTAL KAPASİTE (VC):<br />

Maksimum inpirasyondan sonra ekspire edilen hava hacmidir.<br />

Vital kapasite= Tidal volüm + inspiratuar rezerv volüm + ekspiratuar<br />

rezerv volüm<br />

Örnek:<br />

Inspiratuar rezerv volüm= 3.3<br />

Ekspiratuar rezerv volüm= 1.0<br />

Tidal volüm= 0.5 ise<br />

Vital kapasite= 0.5+,.3+1.0=4.8 L


16<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

AKCİĞER VOLÜMLERİ<br />

7- FONKSİYONEL REZİDÜEL KAPASİTE (FRC): Normal solunumla<br />

alınan hava ekspire edildikten sonra akcigerlerde kalan hava hacmidir.<br />

Fonksiyonel rezidüel kapasite = rezidüel volüm + ekspiratuar rezerv<br />

volüm<br />

Örnek:<br />

Ekspiratuar rezerv volüm=1.0 L<br />

Rezerv volüm= 1.2 L ise<br />

Fonksiyonel rezidüel kapasite= 1.0 + 1.2= 2.2 L<br />

8- INSPIRATUAR KAPASITE (IC): Tidal volüm ve inspirataur rezerv<br />

volümün toplamına eşittir.<br />

Inspiratuar kapasite= Inspiratuar rezerv volüm + tidal volüm<br />

Örnek<br />

Inspiratuar rezerv volüm= 1.9L<br />

Tidal volüm= 0.4 L ise<br />

Inspiratuar kapasite= 1.9 + 0.4= 2.3 L<br />

9- TOTAL AKCİĞER KAPASİTESİ (TLC): Maksimum inspirasyondan sonra<br />

akciğerlerdeki hava miktarıdır.<br />

Total akciğer kapasitesi= Inspiratuar rezerv volüm + tidal volüm +<br />

ekspiratuar rezerv volüm + rezerv volüm<br />

Örnek:<br />

Tidal volüm= 0.5 L<br />

Ekspiratuar rezerv volüm= 0.7 L<br />

Inspiratuar rezerv volüm= 1.9 L<br />

Rezerv volüm= 1.1 ise<br />

Total akciğer kapasitesi= 0.5+.07+1.9+1.1+=4.2 L


17<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

10- FIZYOLOJIK ÖLÜ ALAN (VD): Solunum sisteminde respiratuar<br />

bronşiyollere kadar gaz değişimi olmaz. (Gaz değişimi, respiratuar bronşiyol, duktus<br />

alveolaris, sakkus alveolaris ve alveoli pulmonalis’te olur) Gaz değişiminin olmadığı bu<br />

alana ( Trakea, bronkus prinsipalis, bronkus lobaris, bronsiolus segmentalis, bronşiolus<br />

lobularis, bronşiolus terminalis) fizyolojik ölü alan denir.<br />

V D<br />

= V T<br />

x (Pa co2<br />

- Pe co2<br />

) / (Pa co2<br />

)<br />

Örnek:<br />

VT= 500mlt, Peco2=28mmHg, Peco2=40mmHg ise ölü alan<br />

VD=500 x (40 - 28) / 40<br />

VD=150mlt<br />

11- VENTİLASYON VOLÜMÜ: Bir dakikada solunan hava miktarıdır. Normalde<br />

yaklaşık 6L’dir.<br />

Ventilasyon volüm = (Tidal volüm - ölü boşluk ) x dakikada solunum<br />

sayısı<br />

Örnek (TUS-Nisan’97,Eylül’00):<br />

Sağlıklı bir genç bayanda, tidal volüm 400mlt, ölü boşluk 120 mlt, solunum sayısı<br />

12/dk ise alveoler ventilasyon nedir<br />

Alveoler ventilasyon= (400-120)X12=3.36 L<br />

12- AKCIĞER KOMPLİYANSI: Akciğerin esneyebilme yeteneğini gösterir.<br />

Interstisyel fibrosizte ve akciğer ödeminde kompliyans azalırken, amfizemde kompliyans<br />

artar.<br />

Kompliyans= 1/ elastisite=∆ hacim/ ∆ basınç<br />

ÜRİNER SİSTEM FORMÜLLERİ<br />

13- SIVI KOMPARTMANLARI (TUS-EYLÜL’96)<br />

Örnek (TUS-Eylül’91)


18<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

60 kg ağırlıktaki bir kişinin %60’ı su kabul edilirse intrasellüler sıvı volümü<br />

nedir<br />

Total vücut sıvısı= 36 L<br />

Intrasellüler sıvı= 36X2/3= 24 L<br />

Intrasellüler sıvı= Total vücut sıvısı - ekstraselüler sıvı<br />

interstisyel sıvı= Ekstrasellüler sıvı - plazma<br />

14- RENAL KLİRENS: Her birim zamanda tamizlenen plazma volümüdür.<br />

Klirens A= (idrardaki A madde yoğunluğu X idrar akım hızı ) / Plazma A maddesi<br />

yoğunluğu X 1440<br />

Örnek (TUS-Nisan’92)<br />

Kreatinin düzeyi 4 mg/dl, idrar kreatinin düzeyi 44mg/dl ve saatlik idrar miktarı<br />

2880cc ise kreatinin klirensi kaçtır<br />

Klirens cre<br />

= 44X 2880/ 4X1440=22 cc/dk<br />

15- GLOMERULER FİLTRASYON ORANI (GFR): Idrar oluşumu, proteinsiz<br />

fazla miktarda sıvının glomerüler kapillerden bowman kapsülüne filtrasyonu ile başlar.<br />

Proteinler dışında plazmadaki maddelelerin çoğu serbestçe bowman kapsülü içine filtre<br />

olduğu için bowman kapsülü içindeki filtratta, bu maddelerin konsantrasyonları<br />

plazmanınkine eşittir. Filtre olan sıvı tübüller boyunca ilerledikçe bowman küpsülündeki<br />

sıvı, spesifik solütlerin ve suyun geri emilerek kana geçmesi veya başka maddelerin peritübüler<br />

kapillerden tübül içine salgılanması nedeni ile değişikliğe uğrar. GFR ölçümünde<br />

glomerüllerden filtre olduktan sonra reabsorbsiyon veya sekresyonu uğramadığından<br />

inülin klirensi kullanılır.<br />

GFR = (idrardaki inülin yoğunluğu X dakika idrar hacmi) / (plazma inülin<br />

yoğunluğu)<br />

Örnek: Plazma konsantrasyonu 1 mg/mlt olacak şekilde bir hastaya inülin<br />

infüzyonu yapılıyor. 1 saat sonra 60 mlt. Idrarda inülin konsantrasyonu 120 mg/<br />

mlt bulunuyor. GFR kaçtır<br />

60mlt/saat ise 1 mlt/dk<br />

GFR=120X1/1=120 mlt/dk<br />

16- EFEKTIF RENAL PLAZMA AKIMI (ERPF): Böbrek şekilli elemanları<br />

süzmez. Sadece plazmayı süzer. Bu nedenle alyuvar sayısı değişmediği sürece, böbrekten<br />

birim zamanda atılan bir maddenin miktarının o maddenin arteriyovenöz farkına<br />

bölünmesi renal plazma akımına eşittir. Böbrek venöz plazma düzeyi ölçülemediğinden<br />

elde edilen değere efektif renal plazma akımı denir.<br />

ERPF = U PAH<br />

x V / P PAH<br />

Renal plazma akımı=(idrardaki PAH yoğunluğu X dakika idrar hacmi) / (plazma<br />

PAH yoğunluğu)<br />

Örnek:<br />

Idrar PAH=14 mg/mlt<br />

Plazma PAH=0.02 mg/mlt


Dakika idrar hacmi= 0.9mlt/dk ise:<br />

Efektif renal plazma akımı =14X0.9 / 0.9<br />

= 630mlt/dk<br />

19<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

17- RENAL KAN AKIMI: Böbreklerin dakikada aldığı kan miktarıdır. Istirahat<br />

halindeki yetişkinde dakikada 1,2-2,3 L kan veya kalp debisinin %25’inden biraz<br />

azını alır.<br />

Renal kan akımı=(Renal plazma akımı) / (1-hematokrit)<br />

Örnek: Hematokrit=%45=0.45<br />

Renal plazma akımı=700 mlt/dk ise<br />

Renal kan akımı=700/1-0.45=1273 mlt/dk<br />

18- FİLTRASYON FRAKSİYONU (FF): Glomerüler kapillerden filtre olan<br />

böbrek plazma akımıdır.<br />

Filtrasyon fraksiyonu= Glomerüler filtrasyon oranı / Renal plazma akımı<br />

Örnek: Glomerüler filtrasyon fraksiyonu: 125mlt/dk<br />

Renal plazma akımı=700 mlt/dk ise<br />

Filtrasyon fraksiyonu=125/700=0.2<br />

19- SERBEST SU KLİRENSİ (CH2O) (TUS-NISAN’03): Idrar konsantrasyonu<br />

veya dilusyonu işlemi böbreklerin su ve erimiş maddeleri bir dereceye kadar<br />

birbirinden bağımsız atmasını gerektirir. Serbest su klirensi böbrekler tarafından<br />

erimiş maddeden serbest suyun atılma hızını temsil eder. Serbest su klirensi pozitif<br />

olduğu zaman, böbrekler tarafından aşırı su atılıyor demektir. Serbest su klirensi<br />

negatif olduğunda ise erimiş madde atılımının su atılımından fazla olduğu ve suyun<br />

korunduğu anlamına gelir.<br />

Serbest su klirensi=(24 saatlik idrar volümü / 1440) X (1-idrar osm. / serum<br />

osm.)<br />

Örnek (TUS-Nisan’03):<br />

Günlük idrar volümü 4 lt, plazma osm. 270mOsm/L, idrar osm. 100 mOsm/L olan<br />

bir hastanın serbest su klirensi kaç mlt/dk’dır<br />

Serbest su klirensi= 4000/1440 X (1-100/270)<br />

= 1.7mlt /dk<br />

20- PLAZMA OSMOLARİTESİ: Plazma kanın sıvı bölümüdür. Plazma osmolaritesi<br />

280mOsm/kg’dir.<br />

Plazma osm=2 X Na + ( Glukoz / 18 ) - ( BUN / 2.8 )<br />

Örnek: (TUS)*<br />

Plazma Na+ 150 mEq/L, K+ 5 mEq/L, kan şekeri 90 mg/dl, kan üre düzeyi 28<br />

mg/dl olan hastanın plazma osmolaritesi kaç mOsm/L’dir<br />

Plazma=2X150+(90/18) + (28/2.8)= 315 mOsm/L<br />

(Doku Histolojisi bu bölümün sonunda anlatılmıştır)


20<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

HÜCRE VE DOKU FİZYOLOJİSİ<br />

HÜCRE ORGANELLERİ ve GÖREVLERİ<br />

Ribozom<br />

Küçük ribonükleoprotein partiküllerinden oluşmuş zarsız organeldir. Nükleus<br />

DNA’sı tarafından haberci RNA’nın (rRNA) iletmiş olduğu mesaja göre<br />

proteinleri sentezler. Sitoplazmada serbest ya da endoplazmik retikuluma<br />

bağlı olarak bulunur.<br />

Endoplazmik Retikulum (TUS-Eylül’01)<br />

• Agranüler ve granüler olmak üzere hücre sitoplazmasının her tarafında<br />

yaygındır ve kanalcıklar, veziküller ve keseler gibi yapılardan oluşmuştur.<br />

Intrasellüler Ca++’un en yüksek olduğu organeller endplazmik retinakulum<br />

ve mitokondridir. (TUS-Nisan’94)<br />

• Endoplazmik retikulum membranında sitokrom redüktaz, ve glukoz fosfataz<br />

gibi enzimler bulunur.<br />

• Granüllü endoplazmik retikulumun görevleri; kollajen, pıhtılaşma proteinleri,<br />

serum albunini ve immünglobulinler gibi hücre dışına gönderilecek<br />

maddelerin sentezidir.<br />

• Granülsüz endoplazmik retikulumun steroid hormon sentezi, ilaç<br />

defoksikasyonu, kas hücrelerinde Ca+2 regülasyonu gilokojen ve<br />

lipid metabolizmasında fonksiyonu vardır. (TUS-Nisan’97) Özellikle<br />

steroid sentezi yapan adrenal kortex hücrelerinde çok gelişmiştir. (TUS-<br />

Nisan’03)<br />

Golgi kompleksi<br />

• Endoplazmik retikulum gibi zarla çevrili tübül ve keseciklerden<br />

oluşmuştur.<br />

• Golgi kompleksi 3 farklı komponentten oluşmuştur.<br />

1. Membranlar<br />

2. Vesiküller<br />

3. Vakuoller<br />

• Membranlar genellikle 4-8 tane düz duvarlı, yassı, birbirine sıkı paketlenmiş<br />

sisternaların oluşturduğu bir sistemden oluşur.<br />

• Membranlar uç kısımları ile birbirinin üzerine kapanarak boşluklar oluşturur.<br />

Bunlara sacculus denir.<br />

• Vesiküller, vakuollere göre daha küçük yapılardır.<br />

• Vesiküller, lamellerin kenarından tomurcuklanma ile meydana gelir.<br />

• Vesiküller, golgi kompleksinden kopup ayrılabilirler ve sitoplazmada<br />

taşınabilirler.<br />

• Veziküllerin sayısı vakuollere göre daha fazladır.<br />

• Vakuoller, büyük veziküller tarzındadırlar, salgı granülleri ile doludur.


21<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Golgi kompleksinin fonksiyonları<br />

• Protein içeren primer salgı granülleri GER'de oluşur sonradan golgi<br />

kompleksine girerek modifiye olurlar.<br />

• Hidrolitik enzimler içeren zarla çevrili organellerdir.<br />

Lizozom<br />

• Hidrolitik enzimler içeren zar ile çevrili organeldir.<br />

• Asit fosfataz, esteraz, sülfataz, katepsin ve beta-glukuronidaz gibi enzimler<br />

içerir.<br />

• Lizozomlar lipoprotein yapısında bir membranla çevrilidir.<br />

• Olgunlaşmasını tamamlamış lizozomlar yani henüz bir madde ile<br />

karşılaşmamış lizozomlara primer lizozom denir.<br />

• Hücre dışından alınmış yabancı maddeyi içeren vezikülle (fagozom)<br />

birleşmiş olan lizozomlar ise sekonder lizozom olarak bilinir.<br />

• Hücre içinde yaşlanmış ve işlevini yitirmiş organellerin unit zarla çevrilip<br />

bir primer lizozomla birleşmesiyle otofajik vakuoller oluşur.<br />

• Uzun yıllar hücrede kalan otofajik vakuoller lipofuksin pigmenti içerirler.<br />

• Primer lizozomlardan oluşan sekonder lizozomlara otofagozom denir.<br />

• Lizozomlar özellikle fagositik aktivite gösteren makrofajlarda bol miktardadır<br />

(TUS-Nisan’03).<br />

Lizozomlar<br />

• Fosfat esterlerini parçalayan asit fosfataz<br />

• Asetat esterlerini parçalayan esteraz<br />

• Sülfat gruplarını parçalayan sülfataz<br />

• Proteinleri parçalayan katepsin<br />

• Mukopolisakkarit moleküllerinden glukuronik asidini ayıran beta<br />

glukoronidaz enzimlerini içerirler.<br />

Mitokondri<br />

• Hücrenin ihtiyaç duyduğu ATP’nin sentezlendiği yerdir.<br />

• Hücrede kendini bölünerek yenileyebilen tek organeldir.<br />

- Süksinat dehidrogenaz mitokondri iç membranında bulunan tek TCA<br />

enzimidir.<br />

• Mitokondri hücrede kendini bölünerek yenileyebilen tek<br />

organeldir.<br />

• Mitokondri iç zarı kristalar oluşturmak üzere katlantılar yapmıştır.<br />

• Iç membran yarı geçirgen yapıdadır.<br />

• Iç zarda fosforilasyon enzimleri, elektron transport sistemi bulunur.<br />

• Matrikste kalsiyum içeren yoğun matriks granülleri bulunur.<br />

• Mitokondriumda A, C ve E vitaminleri bulunur.<br />

• Mitokondride TCA enzimleri bulunur. (amorf matrikste)<br />

• Membran vezikül ve vakuol gibi üç farklı komponentten oluşmuştur.<br />

• Intraselüler su miktarının ayarlanmasında görev alırlar<br />

• Belirli hücre ürünlerinin sindiriminde görevlidir.<br />

Nükleus<br />

• Nükleus membranı, kromatin, çekirdekçik, nükleoplazma içerir.<br />

• Nükleus membranı iki paralel ünit zar ve bunların arasında yer alan<br />

perinükleer sisternadan oluşmuştur.


22<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

YAPI<br />

Dış membran<br />

İntermembraner boşluk<br />

İç membran (kastlara<br />

bölünür)<br />

Matrix kompartmanı<br />

MİTOKONDRİ BİLEŞENLERİ VE İÇERİKLERİ<br />

İÇERİK<br />

Porin (metabolik subtratlara geçirgenliği arttıran transport proteini)<br />

Hidrojen iyonları<br />

Elektron transport zinciri (NADH dehidrogenoz suksimit dehidrogenaz,<br />

ubiqinon-sitokrom C oksidoredüktaz, giderom oksidaz)<br />

TCA enzimleri (süksinat dehidrogenaz hariç)<br />

Yağ asidi B oksidasyon enzimleri, amino asidi oksidasyon enzimleri, Prüvat<br />

dehidrogenaz komplexi. Karbomoil sentetaz I, ornitin transkarbomoilaz (Üre<br />

döngüsünün). DNA, mRNA, tRNA, rRNA, Ca ve Mg içeren granüller.<br />

ID:03t035<br />

• Nükleusta; Nükleus membranı, Kromatin, Çekirdekçik, Nükleoplazma<br />

bulunur.<br />

• Insanda en büyük nükleus spinal ganglion ve oosit de bulunur. TUS<br />

• Karaciğer, kıkırdak, epitel hücreleri, vesica urineria ve leydig hücrelerinde<br />

iki tane nucleus olabilir.<br />

• Iç ve dış membranlarının birleşme yerlerindeki porlar 500 Ao çapındadır.<br />

• Porlar nükleus ve sitoplazma arasında madde alışverişini sağlar.<br />

• Bazı bölgelerde nükleus dış membranı ER ile devam eder.<br />

• Membrana nuklearis externa'da ribozomlarda bulunabilir.<br />

Hücre Zarı (TUS-Eylül’89)<br />

• Hücre zarının ana yapısını protein ve lipidler oluşturur.<br />

• Bunlar asimetrik olarak yerleşirler. Yani, hücre zarı asimetrik yapıdadır.<br />

• Iç ve dış yüzde farklı proteinler bulunur. Proteinler % 55, fosfolipid % 25,<br />

kolesterol % 13, diğer lipidler % 4 ve karbonhidratlar % 3 oranında bulunur.<br />

Karbonhidratların bir görevide reseptör fonksiyonu görmeleridir.<br />

Hücre zarı lipidleri; Fosfolipid, kolesterol ve glikolipidlerden oluşur. Lipidler<br />

çift tabaka yapar, hidrofilik kısımlar hücrenin iç ve dış yüzeylerine bakar,<br />

hidrofobik kısım ise çift tabakanın iç kısmındadır.<br />

Proteinler; Transmembraner olan ve transmembraner olmayan diye ikiye<br />

ayrılır. Transmembraner olanlar, transporter ve iyon kanalı olarak görev<br />

yaparlar. Transmembraner olmayanlar iç veya dış yüzeyde yerleşir. Iç yüzeyde<br />

yerleşenler genellikle enzim, dış yüzeydekiler ise reseptör görevi yaparlar.<br />

ENZIMLERIN HÜCRESEL LOKALIZASYONU<br />

• Enzimlerin diğer bir özelliği hücrelerin farklı bölümlerinde lokalize olmasıdır.<br />

• Sitozol; Glikoz, pentoz fosfat doku ve yağ asidi sentez enzimlerini<br />

• Mitokondri; TCA siklusu, yağ asidi oksidasyonu ve piruvat dekarboksilasyon<br />

enzimlerini<br />

• Lizozom; Makromoleküllerin yıkılımı lizozomlarda gerçekleşir. Proteaz, glikozidaz<br />

gibi enzimleri<br />

• Nükleus; NA ve RNA sentezinde yer alan enzimleri<br />

• Golgi; Glikolizasyon reaksiyonları ve sülfatasyon reaksiyonları için gerekli<br />

enzimleri içerir.<br />

• Pasif ve aktif taşıma olarak ikiye ayrılır.


23<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

TORAKS DUVARININ ARTERIYEL BESLENMESI<br />

Arter Orijini Beslendiği Alan<br />

a. intercostalis ant.(1-6 aralıklarda) a. thoracica interna Interkostal aralıklar ve parietal plevra<br />

a. intercostalis arterior<br />

(7-9.aralıklardaki)<br />

a. intercostalis<br />

posterior (1.-2.aralıklardaki)<br />

a. intercostalis posterior<br />

(Diğer bütün aralıklardaki)<br />

a. musculophrenica<br />

a. intercostalis suprema<br />

(Tr. Costocervicalis)<br />

Aorta thoracica<br />

a. thoracica interna a. subclavia Sternum’un lateralinde aşağıya<br />

doğru iner, a. epigastrica superior ve<br />

musculophrenica dallarına ayrılarak<br />

sonlanır<br />

a. subcostalis Aorta thoracica Karın duvarı<br />

ID: 01t017<br />

A-Pasif taşıma<br />

Enerji istemeyen taşıma olaylarıdır. Difüzyon ve kolaylaştırılmış difüzyon pasif<br />

taşıma örneğidir.<br />

1- Difüzyon: Maddelerin çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçişidir. Her<br />

iki ortam arasında denge kuruluncaya kadar madde geçişi olur. Dengeye<br />

ulaşınca partikül hareketi iki ortam arasında devam etmesine rağmen<br />

konsantrasyonlar sabit kalır. Fick difüzyon yasası ile belirlenir.<br />

BAĞ DOKUSU HÜCRELERİNİN FONKSİYONLARI<br />

Hücre tipi Esas Ürün veya Aktivite Esas fonksiyon<br />

Fibroblast kondroblast<br />

osteoblast odontoblast<br />

Liflerin ve esas maddenin üretimi<br />

Yapısal<br />

Plazma hücresi Antikor üretimi İmmünolojik<br />

Lenfosit<br />

Eozinofilik lökosit<br />

Makrofaj, nötrofillik lökosit<br />

Mast hücresi bazofilik lökosit<br />

Yağ hücreleri<br />

Bağışıklık açısından yeterli<br />

hücrelerin üretimi<br />

Antijen-antikor kompleksinin<br />

fagositozu<br />

Yabancı maddelerin fagositozu,<br />

bakterilerin fagositozu<br />

Farmakolojik aktif maddelerin<br />

(histamin gibi) ortalama<br />

salıverilmesi<br />

Nötral yağların depolanması, ısı<br />

üretimi<br />

İmmünolojik<br />

İmmünolojik<br />

Savunma<br />

Savunma<br />

Enerji depolanması; ısı üretimi<br />

ID:03t060


24<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Tip<br />

ÇEŞİTLİ TRANSPORT SİSTEMLERİNİN ÖZELLİKLERİ<br />

Elektrokimyasal<br />

Gradient<br />

Taşıyıcı<br />

mediatör<br />

Metabolik<br />

enerji<br />

Basit difüzyon Yokuş Aşağı Yok Yok Yok<br />

Kolaylaştırılmış<br />

difüzyon<br />

Primer aktif<br />

transport<br />

Yokuş Aşağı Var Yok Yok<br />

Na +<br />

Gradienti<br />

Na + -K + pompa<br />

inhibisyonu<br />

Yokuş yukarı Var Var İnhibe (Na + -K +<br />

Kotransport Yokuş yukarı * Var İndirekt Var, aynı<br />

yönde<br />

Countertransport Yokuş yukarı * Var indirekt Var , zıt<br />

yönde<br />

*Bir veya daha fazla solüt yokuş yukarı; Na + yokuş aşağı (downhill) transport edilir.<br />

HÜCRE MEMBRANLARINDAN TRANSPORT<br />

pompası var ise)<br />

İnhibe eder<br />

İnhibe eder<br />

ID:02t001<br />

• Membran kalınlığı genellikle 10-6 cm’dir ve difüzyon katsayısı olan 10-<br />

6 ya bölündüğü zaman permeabilite katsayısı elde edilir. Bu durumda<br />

denklem<br />

Difüzyon hızı = - P.A. (Ciç - C dış) olur.<br />

P = Permeabilite katsayısı<br />

• Liposolubl olan maddeler çift kaplı lipid tabakasından, suda çözünen<br />

maddeler membrandaki proteinlerin yaptığı kanalardan difüzyona<br />

uğrar. Kanalların çapı suda çözünen maddelerin difüzyonunu belirler ve 0.8<br />

mm’den büyük çaplı maddeler hücre zarını basit difüzyonla geçemezler.<br />

2- Kolaylaştırılmış difüzyon: Çok yoğun ortamdan az yoğun ortama<br />

taşıyıcı bir molekülle olan madde taşınması olayıdır. O nedenle<br />

maddelerin taşınmasını taşıyıcı molekül sayısı sınırlar. Taşıyıcılar satüre<br />

olduğu durumda Michealis-menten kinetiği geçerlidir. Michealis-menten<br />

kinetiğinde konsantrasyon gradienti etkisizdir. Kolaylaştırılmış difüzyon<br />

uniport taşımadır.<br />

B-Aktif Taşıma<br />

Primer ve sekonder aktif transport olarak ayrılır, her ikiside enerji isteyen<br />

olaylardır.<br />

AKTİF TAŞIMA İÇİN ÖRNEKLER (TUS-NİSAN’88):<br />

- Proximal tübülde Na+’un geri emilimi<br />

- Glukozun barsaktan emilimi<br />

- Distal tübülde Na’un geri emilimi<br />

- Kas sarkoplazmasında Ca++’un geri emilimi.<br />

1- Primer aktif transport: Direk madde taşınırken enerji harcanır. En güzel<br />

örneği Na+-K+ATP az’dır. Burada 3Na+ dışarı, 2 K+ içeri taşınırken l<br />

ATP’de hidroliz olur. Bu pompanın çalışmasını Instraselüler Na+ ve ATP ile<br />

exttaselüler K+ miktarı etkiler. Ayrıca pompanın çalışması Quabain, dijital<br />

gibi maddelerle inhibe edilebilir.


25<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

2- Sekonder Aktif transport: Ilk olarak Na+ konsantrasyon gradienti enerji<br />

harcanarak sağlanır. Daha sonra bu gradientten yararlanılarak taşıma<br />

sağlanır. Bu taşımanın gerçekleşebilmesi için mutlaka extraselüler Na+<br />

konsantrasyonu intraselülerden fazla olmalıdır. Na+ ile olan taşıma aynı<br />

yönlü ise symport denir ve glikozun taşınması bu tiptir. Taşıma zıt yönlü<br />

ise antiport denir, Na+-Ca++ ve Na+-H+ pompaları bu tiptir.<br />

• Sekonder aktif tronsporta örnekler: Glikoz, aminoasit, kalsiyum<br />

taşınması; transmitterlerin uptake’e uğraması ve proksimal tüpte H+<br />

salgılanmasıdır. Na+ - Ca++ değişiminde bir Ca++ dışarıya 3 Na+<br />

içeriye taşınır ve kalp için hayati önem taşır.<br />

C-Filtrasyon ve osmoz<br />

Filtrasyon ve osmoz, suları membranları hidrostatik basınçla geçmesidir. Suyun<br />

tübüler reabsorbsiyonu bu tip bir olaydır.<br />

• Osmotik basınç oluşumunda çözeltideki partikül sayısı önemlidir.<br />

Farklı konsantrasyonlardaki iki çözelti semipermeabl bir membranla<br />

ayrılırsa osmotik basınç oluşur. Van’t hoff denklemi ile osmotik basınç<br />

bulunabilir.<br />

• Her bir mmol/L partikül 19 mmHg osmotik basınç yapar. Osmolarite:<br />

çözeltideki çözünen molekül konsantrasyonu/ çözeltinin litre olarak hacmidir.<br />

Osmolalite ise çözünen molekül konsantrasyonu /kg.su’dur. Küçük<br />

hacimlerde osmolarite ve osmolalite birbirinin yerine kullanılabilir.<br />

• Eğer çözelti, hücrenin şişmesine neden oluyorsa bu çözeltiye hipotonik<br />

denir. Eğer çözelti hücrenin büzüşmesine neden oluyorsa hipertonik denir.<br />

Eğer hücre hacminde değişiklik olmuyorsa çözeltiye izotonik denir. Su az<br />

yoğun çözeltiden çok yoğuna osmotik basınca göre akar.<br />

• Suyun kapillerden çıkmasını interstisyel osmotik basınç ve kanın<br />

hidrostatik basıncı sağlar. Plazma proteinlerin onkotik basıncı ve<br />

intertisyel sıvının hidrostatik basıncı ise kapillerlere suyun girişini<br />

sağlar. Su kapillere girip çıkarken içinde çözünmüş partikülleri de<br />

taşır.<br />

• Donnan Dengesi: Bir membranla ayrılmış iki çözeltideki iyonlardan bazıları<br />

membranı geçiyor, bazıları geçmiyorsa bir Donnan Dengesi oluşur, bu<br />

elektrokimyasal bir dengedir. Donnan Dengesinde membranın her iki<br />

yanı arasındaki iyonların konsantrasyonu birbirine eşit değildir, ancak<br />

membranın her iki yanıda elektriksel olarak nötrdür. Proteinler difüze<br />

olmayan anyonları oluşturur bu nedenle denge için bir miktar katyon akışı<br />

olur. Bu da hücre içine su akmasına neden olur. Na+ - K+ ATP az buna<br />

engel olarak ödem oluşmasını önler.


26<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

EKG DALGALARI<br />

EKG dalgası Süresi (sn) Kalpte oluşan fizyolojik olay<br />

P dalgası 0.06-0.11 Atrium depolarizasyonu (impuls SA nodunda başlar ve atrial kaslar<br />

boyunca yayılarak AV noduna ilerler)<br />

P-R aralığı 0.12-0.21 Atrial depolarizasyon ile ventriküler depolarizasyon arası süre<br />

QRS kompleksi 0.03-0.10 Ventriküllerin depolarizasyonu<br />

T dalgası Değişir Ventriküllerin repolarizasyonu<br />

Q-T aralığı 0.26-0.49 Ventriküler depolarizasyon ve ventriküler repolarizasyon<br />

INTERSELÜLER BAĞLANTILAR<br />

ID:02t015<br />

Hücre zarı:<br />

• Sitoplazmayı dışarıdan çevreleyen ince bir zardır.<br />

• Esas yapısını lipidler (fosfolipidler ve kolesterol), proteinler ve oligosakkaritler<br />

oluşturur.<br />

• Plazma Membranı, hücre içinde ve dışında maddelerin geçişi için seçici bir<br />

bariyer görevi yapar. Ayrıca üzerinde özel taşıyıcı ve fonksiyon düzenleyici<br />

yapılar taşır.<br />

• Protein molekülleri membran moleküllerinin yaklaşık %50 ‘sini oluşturur<br />

ve bunlar membranda iki şekilde bulunurlar.<br />

• Membran kalınlığı boyunca lipid tabakası içine gömülü olan veya hücre<br />

membranından çıkıntı yapabilenler integral proteinler ve membran içine<br />

girmeyip yüzeye gevşekçe bağlananlar ise periferal proteinlerdir.<br />

Sıkı bağlantı bölgesi (zonula ocludens):<br />

• Esas fonksiyonu epitel hücreleri arasından her iki yöne doğru madde geçişini<br />

engellemektedir.<br />

• Geçirgen olmayan bağlantılardır. TUS<br />

• En yüzeyde bulunan hücre bağlantısıdır ve bant şeklinde hücreyi tamamen<br />

sarar.<br />

Ara bağlantı bölgesi (zonula adherens);<br />

• Hücreyi sarar ve komşu hücrelerin birbirine bağlandığı fikrini verir.<br />

(Membranların dış yüzleri birbirleri ile kaynaşmaz.)<br />

• Önemli bir özelliği çok sayıda aktin içeren mikroflamanların dens plaklara<br />

(membranın sitoplazmik yüzeyinde) tutunmuş olmasıdır.<br />

Nokta desmozom (Macula adherens):<br />

• Hücre yüzeyinde disk şeklinde bir yapıdır.<br />

• Komşu hücrenin yüzeyindeki buna özdeş bir yapı ile bağlantı kurar.<br />

• Derinin çok katlı yassı epitelinde yalnızca desmozom tipi bağlantı<br />

bulunur.<br />

Gap junctionlar<br />

• Hücreden hücreye elektriksel iletimi sağlayan bağlantı yapılarıdır.<br />

• Esas görevi hücreler arası bilgi iletimi ile ilgilidir.<br />

• Bunu iyon ve hormon alışverişi ile yapar.


27<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

NÖROMÜSKÜLER İLETİMİ ETKİLEYEN AJANLAR<br />

Örnek Etki Nöromusküler iletimdeki<br />

etkisi<br />

Botulinum toksini toksini<br />

Kürar<br />

Neostigmin<br />

Hemikolinyum<br />

Presinaptik uçtan Ach<br />

salınımını bloke eder<br />

Motor son plakta Ach<br />

reseptörleri ile kompetisyona<br />

girer<br />

Antikolinesteraz<br />

Presinaptik ucu kolin alımını<br />

bloke eder<br />

Total blokaj<br />

EPP büyüklüğünü azaltır,<br />

maksimal dozlar solunum<br />

kaslarının paralizisine ve ölüme<br />

neden olur.<br />

Motor son plakta Ach etkisini<br />

artırır ve uzatır. Presinaptik<br />

açtaki Ach depolarını tüketir.<br />

ID:02t005<br />

Sinir-Kas kavşağı:<br />

• Alfa motor nöron aksonu ve kas hücresi arası bağlantıdır. Ayrıca bu bağlantı<br />

otonom eferent lifler ile kas ve düz kalp kası gibi hücreler arasında da<br />

vardır.<br />

• Sinir aksonu kas hücresine yaklaşınca myelin kılıfını kaybeder ve çok sayıda<br />

düğmecik veya son ayak şeklinde sonlanır. Kas hücresi membranında da<br />

ileri derecede kıvrımlar ve katlantılar meydana gelmiştir. Bu yüzeyi artırır.<br />

Kas membranının bu değişik yapısına motor son plak denir.<br />

• Aksonun inerve ettiği kas lifi sayısı kas tipine göre değişir. Ince hareketleri<br />

yaptıran kaslarda tek bir aksonun inerve ettiği kas lifi sayısı azdır. Ancak<br />

postürü sağlayan, kaba hareketleri yaptıran kaslarda tek bir aksonun inerve<br />

ettiği kas lifi sayısı fazladır.<br />

HÜCRE FİLAMENTLERİ VE TÜBÜLLER<br />

• Sitoplazmik matriks , mikrotübül, mikroflament ve in-termediate flamentlerden<br />

oluşan bir kompleks içerir. Bunların hepsine birden sitoskoleton denir.<br />

• Hücrelerin şekillerinin korunmasında şekillerin değiştirilmesinde ve hücre<br />

organizasyonunda önemli görevleri vardır.<br />

Mikrotübüller (TUS-Nisan95):<br />

• Temel görevi hücrenin belli bölgelerinde sert fiziksel yapılar halinde hücre<br />

iskeletini oluşturmaktır.<br />

• Spermin flagellumu, bazı hücrelerdeki silier sentrioller ve bölünen<br />

hücrelerdeki mitotik iğcikler sağlam mikrotübüllerden oluşmuştur.<br />

Hücre içindeki hareketler komplex mikrotubulus ağlarının varlığına<br />

bağlıdır. Bu hücre içi hareketler; nöronlardaki aksoplazmik transport, melanin<br />

transportu, mitoz iplikleri boyunca kromozom hareketleri ve endoplazmik<br />

reticulum ile Golgi komplexi arasındaki hareketlerdir.Şayet mikrotubuluslar<br />

kırılıp ayrılmışsa bu aktivasyonlar mümkün olmaz.


28<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

HÜCRE TİPLERİ VEYA TÜMÖRLERE SPESİFİK İNTERMEDİATE FİLAMENTLER<br />

İNTERMEDİATE FİLAMENT<br />

Sitokeratin<br />

Vimentin<br />

Desmin<br />

Nörofilament<br />

Glial fibriler asidik protein<br />

(GFAP)<br />

Laminin A, B, C<br />

HÜCRE VEYA TÜMÖR SPESİTESİ<br />

Epitelyal hücreler<br />

Epitelyal tümörler(skuamöz karsinom, adenokarsinom)<br />

Endotelyal hücreler, vasküler düzkas, fibroblastlar, kondroblastlar,<br />

makrofajlar. Mezenkimal tümörler(fibrosarkom, liposarkom,<br />

angiosarkom, kondrosarkom, Osteosarkom)<br />

İskelet kası, nonvasküler düz kas<br />

Kas tümörleri (rabdomyosarkom)<br />

Nöronlar<br />

Astrositler, oligodendroglia, mikroglia, Schwann hücreleri, ependimal<br />

hücreler ve pitüisitler.<br />

Gliomatöz tümörler<br />

Nükleer zarfın iç membranında<br />

ID:03t039<br />

Mikroflamentler:<br />

• Bunlar bulundukları dokuya göre kasta miyoflament, epitel hücresinde<br />

tonoflament sinirde nöroflament olarak isimlendirilmişlerdir. TUS<br />

- Kas hücresinde bulunan aktin ve miyozin proteinleri<br />

mikroflamenttir.<br />

• Epitel hücrelerde bulunan ve tonoflament denilen mikroflamentler hücreler<br />

arası bağlantıda rol oynarlar.<br />

• Sinir hücrelerinde bulunan nörofibriller sitoplazmik maddelerin<br />

(nörotransmitter) taşınmasından sorumludurlar.<br />

• Ovumun uterus’a taşınmasıda mikrofilamanlar sayesindedir.<br />

Intermediate flamentler:<br />

• Ökaryotik hücrelerde değişik ve intermediate flamentler bulunmaktadır.<br />

• Epitel hücrelerinde sitokeratinler denilen flament tipi, mezenşimal<br />

hücrelerde vimentin kasta desmin, glial hücrelerde glial fibriller şeklinde<br />

bulunurlar.<br />

Myoflamentler<br />

• Myoflamentler ince ve kalın flamentler diye iki’ye ayrılır.<br />

• Ince flamentler aktin, troponin ve tropomyozindir.<br />

• Kalın flamentler myozin ve diğer az miktarda bulunan proteinlerden<br />

oluşur. Myozin flamanlar çapraz bağlarla aktine bağlanır. Myozin 2 ağır<br />

4 hafif zincirden oluşur.<br />

- Iki Z çizgisi arası mesafeye sarkomer denir. 2,2 mm’dir. Sarkomer’in<br />

boyu kasın kasılma, kısalma hızı ile ilgilidir.<br />

• Globuler aktinler polimerize olarak fibröz aktine dönüşür.<br />

- Troponin TnC, Tnl ve TnT olarak 3 bölümdür.<br />

• İskelet kaslarının kasılması ince flamanlarla düzenlenir, düz kas kasılması<br />

ise kalın flamanlarla düzenlenir.<br />

• Kasın kasılmasında aksiyon potansiyelini ileten transvers tübüldür.<br />

• Sarkoplazmik retikulum transvers tübül ile ilişki kuran terminal sisternayı<br />

verir.


29<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• İki terminal sisterna ve bir T tübülüsü kas triadını oluşturur.<br />

• T tübülü iskelet kaslarında kalın ve ince flamanların örtüştüğü alandadır.<br />

Kalp kasında ise Z çizgisindedir. Kalp kasında ayrıca T tübülü ve terminal<br />

sisternadan oluşan diadlar vardır. Bu tübüller Ca++ iyon depolarıdır. Iskelet<br />

kaslarında discus interkalarisler yoktur. Kalp kasında vardır.<br />

• İskeler kaslarındaki sarkomerlerin çapraz bağları miyozin proteinin<br />

kompenentidir.<br />

İSTİRAHAT MEMBRAN POTANSİYELİ VE AKSİYON POTANSYELİ<br />

• İntraselüler ve ekstraselüler sıvıların iyon konsantrasyonları farklıdır.<br />

• Ekstraselüler sıvının primer katyonu Na+, primer anyonu Cl-dur. İkinci en<br />

önemli anyonu HCO3 (Bikarbonat)’dır (TUS-Nisan’00).<br />

• İntraselüler sıvının primer katyonu K+, primer anyonu fosfattır. Diğer önemli<br />

anyonlar proteinler, aminoasit ve organik-inorganik asitlerdir.<br />

a. İstirahat Membran Potansiyeli:<br />

• Normal işlevindeki bir hücrenin içi ve dışı arasındaki elektriksel potansiyel<br />

farkıdır.<br />

- Hücre zarının potasyuma olan geçirgenliği sodyuma göre en az 10<br />

kat fazladır. O nedenle istirahat membran potansiyeli K+ denge<br />

potansiyeline yakındır.<br />

• İstirahat membran potansiyeli ekstraselüler K+ konsantrasyonundan<br />

şu şekilde etkilenir. Ekstraselüler K+ artınca istirahat membran<br />

potansiyeli daha pozitif yani depolarize olur. Ekstraselüler K+ azalınca<br />

istirahat membran potansiyeli daha negatif yani hiperpolarize olur.<br />

- İstirahat membran potansiyeli eksitabl (uyarılabilen) hücrelerde<br />

-80 mV, uyarılamayan (noneksitabl) hücrelerde -20, -30 mV<br />

değerine yakındır. Istirahat membran potansiyeli membranın<br />

geçirgen olduğu iyonların konsantrasyonuna ve membranın<br />

geçirgenliğine bağlıdır.<br />

b. Aksiyon Potansiyeli<br />

Uyarılabilen hücrelerin eşik potansiyelini aşarak pozitif değere gelip çok kısa<br />

bir süre içinde tekrar negatif değere dönmesidir.<br />

4 fazı vardır;<br />

1- Depolarizasyon: Hücre içine hızlıca Na+ girmesiyle oluşur.<br />

2- Repolarizasyon: Hücre dışına K+ akışıyla olur.<br />

3- Hiperpolarizasyon: Istirahat membran potansiyelinden daha negatif<br />

değerdedir.<br />

4- Istirahat: Tekrar hücrelerin istirahat membran potansiyeline<br />

gelmesidir.<br />

• Aksiyon potansiyellerinin oluşumu voltaj bağımlı sodyum ve potasyum<br />

kanallarıyla oluşur. Na+ kanalı “m” ve “h” olarak iki kapıyla sınırlanmıştır.<br />

Na+ akışının olması için her ikisinin de açık olması gerekir. Tek bir K+<br />

kanalı kapısı vardır. Bu da “n” kapısıdır.<br />

• Aksiyon potansiyelinin oluşumu hep ya da hiç ilkesine uyar. Eşik değeri<br />

aşan uyarılar aksiyon potansiyeli doğurur. Bu durumda depolarize olan<br />

hücrede pozitif feedback olarak voltaj duyarlı m kapıları açılır.


30<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Membran ne kadar depolarize olursa o kadar fazla m kapısı açılarak<br />

hücreye Na+ akışı olur. Repolarizasyonda h kapısı kapanarak Na+ kanalı<br />

inaktive olur ve n kapısı açılarak K+ kanalı aktive olur. Aksiyon potansiyelleri<br />

yayılan, ilerleyen potansiyellerdir. Hiperpolarizasyon K+ kanallarının yavaş<br />

kapanmasıyla oluşur.<br />

Mutlak refrakter peryot:<br />

• Depolarizasyon ve repolarizasyonun erken dönemlerini içerir.<br />

Depolarizasyonda m kapısı açık olduğundan repolarizasyonda da h kapısı<br />

kapalı olduğundan hücre uyarılamaz. Depolarizasyonun son dönemlerinde<br />

h kapıları açılınca Na+ kapılarının inaktivasyonu kaldırılır ve mutlak<br />

refrakter peryot biter.<br />

Relatif (Nisbi) refrakter periyot:<br />

• Bu periyotta uyaranın şiddetli olması durumunda aksiyon potansiyeli<br />

oluşturulabilir. Relatif refrakter dönem mutlak refrakter dönemin hemen<br />

sonunda başlar. Uyaran daha-şiddetli olmalıdır çünkü az miktarda aktif<br />

Na++ kanalı ve fazla miktarda aktif K+ kanalı vardır.<br />

• Aksonda aksiyon potansiyeli komşu bölgeleri uyararak yayılır. Yayılım<br />

myelinli ve myelinsiz liflerde farklı özellikler taşır. Bir reseptöre<br />

etki eden uyarını şiddeti arttığında (TUS-Nisan’02)<br />

• Reseptör veya jeneratör potansiyel şiddeti artar.<br />

• Ilgili afferent sinirde impuls iletim frekansında artar.<br />

• Ilgili duyusal merkez ulaşan impuls frekansı artar.<br />

• Birim zamanda oluşan aksiyon potansiyeli sayısı artar ancak şiddetinde<br />

değişiklik olmaz.<br />

• Terminal plakta Ca ++ eksikliği veya mg fazlalığı Ach salımını inhibe eder.<br />

(TUS-Nisan’96)<br />

Myelinsiz liflerde: Aksiyon potansiyeli oluşan zar kısmında potansiyel +40<br />

mV’a ulaşır. Komşu membran parçasıyla potansiyel farkı oluştuğunda<br />

iletim devam eder. Aksiyon potansiyelinin genliği akson boyunca<br />

değişmez. Iletim hızı akson çapının karekökü ile doğru orantılıdır. Yani<br />

akson çapı ne kadar fazla ise o kadar hızlı iletilir.<br />

Myelinli liflerde: Aksonda ekstraselüler alana tek açık yer ranvier<br />

düğümleri olduğu için aksiyon potansiyeli sadece buralarda oluşur. O<br />

nedenle iletim myelinsiz liflere göre çok daha hızlıdır. Bu tip iletime saltolu<br />

ileti denir (TUS-Eylül’92).<br />

• Nernst Potansiyeli: Konsantrasyon gradientinin yapabileceği işin elektriksel<br />

ifadesidir.<br />

Elektrotonik Potansiyeller<br />

• Uyaran eğer aksiyon potansiyeli oluşturamazsa lokal bir cevap oluşturur.<br />

Elektrotonik potansiyeller iletilemez. Çevreye dağılarak kaybolur. Hep<br />

ya da hiç kanununa uymaz. Uyaran şiddetine göre amplitüdü değişir.<br />

Etrafa yayıldıkça amplitüdü düşer. Süreside uyaran şiddetine bağlıdır.<br />

Elektrotonik potansiyeller birleşerek aksiyon potansiyeli oluşturabilir.<br />

Reseptör potansiyelleri ve sinaptik potansiyeller bu tip potansiyellerdir ve<br />

birleşerek aksiyon potansiyeli oluşturabilirler.


31<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Sinaps<br />

• Sinir hücrelerinin birbirleri arasında veya sinir hücresi-efektör organ<br />

arasında uyarıların geçtiği ya da geçişinin engellendiği özel yapılardır.<br />

• Sinapslarda iletim elektriksel, kimyasal ya da karışık tipte olabilir.<br />

KASLAR<br />

A. İSKELET KASLARI<br />

• Yapı ve fonksiyona göre kaslar iskelet kası, düz kas ve kalp kası olarak üçe<br />

ayrılır. Iskelet kası istemli kas, düz kas ve kalp kası istemsiz kaslardır.<br />

• Iskelet kasları vücuttaki dokuların en büyüğüdür. Şekil açısından fusiform, pennat<br />

ve sirküler olabilir.<br />

• İskelet kasları motor sinirlerle, düz kaslar otonom sinirlerle inerve<br />

olur.<br />

• Kas hücresi membranına sarkolemma, endoplazmik retikulumuna sarkoplazmik<br />

retikulum denir. Sarkolemma A, I bandı bileşkesinde invagine olarak transvers<br />

tübülleri oluşturur.<br />

• Iskelet kasları uyarılabilirlik (eksitabilite), kasılabilirlik (kontraksiyon) uzayabilirlik<br />

(extansibilite) ve elastisite özelliklerine sahiptir.<br />

• Kas hücrelerini endomisyum kuşatır. Bir çok hücre bir fasikül yapar. Bunu<br />

perimisyum kuşatır. Tüm kası da epimisyum denen bağ dokuları kuşatır bu<br />

yapıların içinde kasa gelen sinir ve damarlar vardır.<br />

• Myoglobin kas dokusunda oksijen depolayan proteindir. (TUS-<br />

Nisan’95)<br />

• Iskelet kasının fonksiyonel birimi sarkomerdir. Sarkomer bir A bandı ve 2<br />

yanında yarımşar I bandından oluşur. Iskelet kasları çizgili görünümdedir. Işık<br />

mikroskobunda koyu görünen bantlar A bandı açık görünen bandlar l bandıdır.<br />

A bandında ince ve kalın flamentler vardır. I bandında ise sadece ince flamanlar<br />

vardır. A bandının ortasında H bandı denen açık renkli kısım vardır. Burada<br />

sadece kalın flamentler vardır. H bandının ortasında kalın flamanların birbirine<br />

bağlandığı M çizgisi vardır. I bandının ortasında ince flamanların bağlandığı Z<br />

çizgisi vardır.<br />

Iskelet kaslarının mekanik özellikleri<br />

• Bir kası inerve eden sinir kesilirse: Denervasyon hipersensivitesi,<br />

fasikulasyon, fibrilasyon, dejenerasyon ve atrofi olur.<br />

• Denervasyon hipersensitivitesine sebep olan asetil kolin reseptör sayısını<br />

artışıdır (TUS-Eylül’02).<br />

- Kasa uyarı gelince ilk mekanik cevap gizli gevşemedir. Sonra kasılma<br />

ve en sonda gevşeme olur. Gizli gevşeme latent peryot içindedir.<br />

Summasyon: Zamansal birikme ve motor birim birikmesi olarak iki tiptir.<br />

Motor birim birikmesi kasa giderek artan şiddette uyarı verildiğinde kasın<br />

geliştirdiği kuvvetin artmasıdır. Nedeni uyarılan kas lifi sayısının artmasıdır.<br />

Zamansal birikme: Sabit şiddette stimulus’un sıklığı arttırılırsa kasın geliştirdiği<br />

kuvvetin artmasıdır. Elastik yapılar tam gevşemediği ve kalsiyum hücreden<br />

tam boşaltılamadığı için olur.


32<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Tetani: Stimulus frekansı arttırılınca kasın gevşeyemeden tekrar tekrar<br />

kasılmasıdır. Sarsı süresi küçük olan kas daha kolay tetanize olur. Kalp kası<br />

hiçbir zaman tetanize olmaz.<br />

Merdiven Olayı : Kası tetanize etmeyecek frekansta stimulus taze bir kasa<br />

uygulanınca ilk birkaç kontraksiyonun kuvvetinin daha fazla olmasıdır. Tetani<br />

ve zamansal birikmeden farklıdır.<br />

izotonik kontraksiyon: Kas kasılınca boyu kısalıyor geliştirdiği kuvvet sabit<br />

kalıyorsa bu izotonik kontraksiyondur. Durmakta olan bir yükün kaldırılması<br />

bu tiptir.<br />

Izometrik kontraksiyon; Kas kasılınca boyu değişmiyor geliştiği kuvvet<br />

değişiyorsa bu izonik kontraksiyondur. Duvarın itilmesi bu tiptir.<br />

Oksotonik kontraksiyon: Kasın hem geliştirdiği kuvvetin hemde boyunun<br />

değişmesidir. Günlük hayatta en çok görülen tiptir.<br />

Uzama kontraksiyonu: Kastaki elastik liflerin uzamasıdır. Merdivenden<br />

inme bu tiptir.<br />

• Kaslar ne kadar yavaş kısalırsa o kadar fazla kuvvet geliştirir.<br />

• Optimal yük kasın en fazla iş yaptığı yüktür, vücutta kaslar optimal boydadır.<br />

Vücuttan kas çıkarılınca kısalır buna denge boyu denir.<br />

Kas Kasılması<br />

• Motor ünite bir akson ve inerve ettiği kas liflerinden oluşur. Motor<br />

sinirden gelen uyarı asetil kolin salınımına neden olur. O da membranda<br />

depolarizasyon yapar. Bu uyarı transvers tübüle yayılır. Daha sonra<br />

longitudinal tübüle geçer ve hücre içine kalsiyum ateşi olur.<br />

• Kas hücresinde membran potansiyelini başlatan ilk olay hücre içine<br />

Na+ girişi ile olur.<br />

• Intraselüler Ca++ en fazla mitokondri ve endoplazmik retikulumdadır<br />

(TUS-Nisan’94).<br />

• Kalsiyum 10-5 mol/lt düzeyine gelince troponin C’ye bağlanır. (TUS-<br />

Nisan’95) Bu da tropomyozinde konformasyonel değişiklik yaparak<br />

myozinin aktine bağlanacağı bölgeyi açar. Myozinin başında ATP bağlı<br />

durumdadır. Myozin ve aktinin bağlanacağı bölgede myozin ATPaz vardır<br />

(TUS-Eylül’93, Nisan’96). Myozin ATP’yi hidrolize ederek gerekli enerjiyi<br />

sağlar. Bu enerjide çapraz köprüyü büker, buna güç darbesi denir. Bu aktin<br />

F-aktindir (TUS-Nisan’92). Üçüncü adımda ATP myozine bağlanarak<br />

onu aktinden ayırır. Dördüncü adımda kalsiyum troponinden ayrılarak<br />

serbestleşir. Ve tropomyozin eski yerine gelir. Relaksasyon gerçekleşir. Eğer<br />

troponinden kalsiyum ayrılmazsa kasılma döngüsü devam eder.<br />

• Kas kasılmasında ATP’nin tekrar yapılması için kullanılan birinci enerji<br />

kaynağı fosfokreatinindir.<br />

• Dinlenmekte olan iskelet kasında kan akımı düşüktür. Kas kasıldığında<br />

içinden geçen damarlara basınç uygular ve içlerindeki kan akımı kas<br />

gerilmesi %70 ulaştığında tamamen durur. Kas dokusuna olan kan<br />

akımı egzersiz başlamadan önce artar, bu durumdan nöral kökenli cevap<br />

sorumludur. Ama egzersiz başladıktan sonra kas dokusuna olan kan akımını<br />

lokal mekanizmalar sağlar. TUS Bunlar; Doku PO2’sinin düşmesi, Doku<br />

PCO2’sinin artması, K+ birikimi, Kas dokusu ısı artışı, pH azalması ve<br />

vazodilatör metabolitlerden oluşur.


KALP KASI (TUS-EYLÜL’98)<br />

33<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• T tübülüsü iskelet kasından büyüktür ve Z çizgisindedir.<br />

• Özelleşmiş bir aktivasyon mekanizması vardır. Pace maker denen özel hücrelerle<br />

kendi kendine uyarı üretir. Kas hücreleri arası özel bağlantılar vardır (Discus<br />

interkalaris) ve bunlar uyarının bir hücreden bir hücreye geçmesini sağlar.<br />

Sinsityum nedeniyle kalp kası hep yada hiç yasasına uyar oysa iskelet kasları<br />

hep ya da hiç yasasına uymaz.<br />

• Aksiyon potansiyeli kasılmayı kendisi sağlamaz. Aksiyon potansiyelinin çıkardığı<br />

kalsiyum, kalsiyumun ortamda artmasını uyarır ve kasılma olur. Na ++ -Ca +<br />

değişimi bu nedenle önemlidir.<br />

• Ca ++ akışı ve aksiyon potansiyeli süresi tetani ve summasyon oluşmasına engel<br />

olur. Kalbin kasılma kuvveti kalp boşluğuna dolan kan miktarına bağlıdır. Çünkü<br />

sarkomer boyunu etkiler. Tetani ve summasyon olmadığı için kalp bir kasılır bir<br />

gevşer bunun oluşması da önemlidir. Çünkü gevşeme olmazsa koronerlere<br />

kan gitmez.<br />

DÜZ KAS<br />

• Düz kaslarda sarkomer yoktur. O nedenle çizgili değildir. Ince flamentler<br />

dens body (koyu cisim) lere bağlanmıştır. Dens body’ler genelde sitoplazmada<br />

yüzerler. T tübülüs sistemi yoktur. Kaveola denen sarkolemmanın yaptığı<br />

invaginasyonlar triad’ın görevini görür. Troponin harici diğer tüm flamanlar<br />

vardır. Troponin yerine kalmodulin bulunur. TUS<br />

Düz kas kasılması<br />

• Hücre içine Ca ++ girince kalmoduline bağlanır (TUS-Nisan’03): Oda inaktif<br />

durumdaki myozin hafif zincir kinazı aktive eder. Myozin fosforillenir.<br />

Myozinin fosforilasyonu ile myozin ve aktin arasında çapraz bağlar kurulur.<br />

Kasılma dens bodylere iletilir. Bu da kasın boğum boğum kasılmasına<br />

neden olur. Bazı durumlarda bu çapraz bağlar açılmaz buna letch fenomeni<br />

(mandal yapısı-kilitlenmiş köprü) denir. Myozinden fosfatı fosfatazlar ayırarak<br />

relaksasyona neden olur.<br />

• Düz kaslarda mitokondri sayısı azdır. Metabolik ihtiyaçlarını glikolizle<br />

karşılarlar.<br />

• Düz kaslar kendileri aksiyon potansiyeli geliştirebilirler.<br />

• Düz kaslar östrojen, progesteron gibi hormonlarlada uyarılabilir.<br />

• Düz kaslarda plastisite özelliği vardır. Mesane düz kasları gibi.<br />

• Düz kaslarda motor birim yoktur, aksiyon potansiyeli kalsiyumla oluşur.


34<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

KAS DUYU CISIMCIKLERI<br />

1. Kaslardaki duyu cisimcikleri tipleri<br />

a. Kas Iğcikieri (la) ekstrafüzal liflere paralel dizilim gösterirler ve kas<br />

boyundaki statik ve dinamik değişiklikleri algılarlar (TUS-Nisan’98).<br />

b. Golgi tendon organları (Ib) extra fuzal liflerle ardarda dizilim gösterirler<br />

ve kas gerimini algılarlar.


35<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

c. Pacini cisimcikleri (II) kas boyunca dağılım gösterirler ve vibrasyon<br />

duyusunu alırlar.<br />

d. Serbest sinir sonlanmaları (III, IV) tehlikeli stimulusları tanırlar.<br />

2. Kas lifi tipleri<br />

a. Ekstrafuzal lifler: Kasın kitlesini yaparlar, alfa-motor nöronlar tarafından<br />

stimüle edilirler. Kas kontraksiyonu için gereken gücü sağlarlar.<br />

b. Intrafuzal lifler: Ekstrafuzal kas liflerinden daha küçüklerdir. Kas iğciklerini<br />

oluşturmak için bir kılıfla sarılmışlardır. Ekstrafüzal liflere paralel seyreder,<br />

fakat tüm kas boyunca uzanmaz.<br />

3. Kas iğcikleri<br />

Kasın her tarafında dağılmış durumdadırlar. Büyük ekstrafuzale (kuvvet<br />

oluşturan) paralel seyreden küçük enkapsül intrafuzal liflerden oluşur. Ince<br />

kas hareketine ihtiyaç duyuldukça, kasdaki kas iğciklerinin sayısı artar.<br />

a. Kas iğciklerindeki intrafuzal liflerin tipleri<br />

• Nükleer kese lifleri: Kas uzunluğundaki değişimi algılarlar (Hızlı,<br />

dinamik değişiklikler). Grup la afferentleri ile inerve olurlar.<br />

• Nükleer zincir lifleri: Kas uzunluğundaki statik değişiklikleri algılarlar.<br />

Grup II afferentleri ile inerve olurlar.<br />

b. Kas iğciklerinin çalışma biçimi<br />

• Kas iğcikleri refleks olarak kas uzunluğunu (Gerimini) artırmayı<br />

amaçlar.<br />

- Kas uzunluğu hakkında duyusal bilgi grup la (hız) ve grup II (statik)<br />

aferent lifler tarafından alınır.<br />

- Kas gerildiğinde, kas iğciği gerilir ve grup la ve II affe-rent lifleri<br />

stimüle eder.<br />

- la afferentlerinin stimulasyonu medulla spinalisteki alfamotonöronları<br />

stimüle eder. Alfa motor nöron uyarımı sırasıyla<br />

kas kontraksiyonu ve kasılmasına neden olurlar (TUS-Nisan’03).<br />

Orjinal gerime karşı çıkılır ve kas uzunluğu korunur.<br />

c. Gama-motor nöronların fonksiyonu<br />

• Intrafuzal kas liflerini inerve eder.<br />

• Kas iğciğinin sensitivitesini ayarlar. Böylece kas kontraksiyonu sırasında<br />

en uygun cevabı verir.<br />

• alfa-motor nöronlar ve Gama motor nöronlar beraber aktive edilir,<br />

böylece kontraksiyon boyunca kas uzunluğundaki değişikliklere kas<br />

iğcikleri sensitif durumda kalır.


36<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Insan vücudu 4 tip dokudan oluşur.<br />

1. Epitel dokusu<br />

2. Bağ ve destek dokusu<br />

3. Kas dokusu<br />

4. Sinir dokusu<br />

DOKU HİSTOLOJİSİ<br />

EPİTEL DOKUSU<br />

• Epitel dokusu her üç germ yaprağından da köken alabilir.<br />

Epitel dokusunun başlıca görevleri:<br />

- Koruma<br />

- Absorbsiyon<br />

- Sekresyon<br />

- Duyu algılanması (Dildeki tat cisimcikleri)<br />

- Kontraksiyon (myoepitelyal hücre)<br />

• Epitel hücrelerinin serbest yüzeyine apikal yüz, bağ dokusuna bakan yüzeyine bazal<br />

yüz, komşu hücrelere bakan yüzüne lateral yüz denir.<br />

• Epitel altında bazal tabaka bulunur. Bazal laminada; Tip IV kollagen, Laminin<br />

(glikoprotein), Heparan sülfat (proteoglikan) bulunur. TUS<br />

Epitel dokusu başlıca iki gruba ayrılır<br />

1. Örtü epiteli<br />

2. Bez epiteli<br />

• Üçüncü bir epitel türü daha vardır. Bu da özelleşmiş duyu epitelidir.<br />

• Epitel dokusu kan damarı içermez, beslenmesi bazal membranın<br />

altında bulunan kapillelerden diffüzyon ile olur.<br />

• Mikrovilluslar hücre emilim yüzeyini artırmak amacıyla gelişmiş hareketsiz<br />

hücre uzantılarıdır.<br />

• Mikrovillus yapısında aktin, myozin ve tropomyozin içerir fakat<br />

hareketsizdirler.<br />

• Sterosilyalar dallanmış fakat hareket edemeyen hücre uzantılardır.<br />

• Kinosilyumlar (silya) gövdesinde 9 çift +2 mikrotübülüsten oluşan aksonem<br />

içerir ve bir yöne doğru hareket edebilen uzantılardır.<br />

• 3 tip epitel hücresi vardır, Yassı hücreler, Kübik hücreler, Prizmatik<br />

hücreler<br />

• Dizilişlerine göre 3 grup epitel doku vardır;<br />

- Tek katlı epitel<br />

- Çok katlı epitel<br />

- Yalancı çok katlı epitel


BEZ EPITELI<br />

37<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Salgı maddesini üretmek üzere farklılaşmış epitel dokusuna bez epiteli denir.<br />

• Salgı maddesi GER'de yapılır. Golgi kompleksine geçer burada membranla<br />

çevrilerek vezikül halini alır. Sitoplazma içinde serbest kalır sonra boşaltılmak<br />

üzere periferik sitoplazmada toplanır.<br />

• Salgı bezleri iki ana gruba ayrılır<br />

1. Ekzokrin bezler<br />

2. Endokrin bezler<br />

• Salgı bezleri salgılarını verme biçimine göre 3 gruba ayrılır:<br />

1. Merokrin bezler<br />

2. Apokrin bezler<br />

3. Halokrin bezler<br />

Merokrin bezler, bezlerin büyük çoğunluğu bu tipdedir. Hücrede hiç sitoplazma<br />

kaybı olmaz. Salgısını egzositozla boşaltır. (Tükrük bezleri, pankreasın ekzokrin<br />

salgısı)<br />

Apokrin bezler, salgı maddesi hücrenin apikalinde toplanır. Sitoplazmanın üst<br />

bölümü salgı ile birlikte atılır. (Koltuk altı terbezleri)<br />

Holokrin bezler, salgı maddesi hücrenin bütünüdür. (Yağ bezleri, gonadlar)<br />

Salgının kimyasal yapısına göre bezler 3 gruba ayrılır;<br />

1. Seröz bezler<br />

2. Müköz bezler<br />

3. Mikst bezler<br />

• Seröz bezler: Başlıca protein yapısında maddeler salgılayan bezlerdir.<br />

• Seröz salgı berrak, sulu ve akıcıdır.<br />

• Seröz bezlerdeki hücrelerinin apikal sitoplazmaları protein yapısında salgı<br />

granülleri ile doludur. Bu granüllere zimogen granüller denir.<br />

• Seröz bezler asidofil boyanırlar. Karbonhidrat içerikleri nedeniyle PAS (+)<br />

(Periodik asit-Schiff reaksiyonu) boyanırlar.<br />

Seröz bezler şunlardır:<br />

• Parotis bezi<br />

• Pankreasın ekzokrin kısmı<br />

• Midenin fundus bezleri<br />

• Göz yaşı bezleri<br />

• Müköz bezlerin salgıları glikoprotein yapısındadır.<br />

• Muköz salgı yapışkandır ve akıcılığı azdır.<br />

• Muköz bezlerdeki hücrelerin apikal sitoplazmaları tıkabasa doludur. Bu<br />

yüzden çekirdekleri yassı ve bazele itilmiş olarak izlenir.<br />

Müköz bezler şunlardır.<br />

- Goblet hücreleri<br />

- Submandibular bezin bir kısmı<br />

- Sublingual bezin bir kısmı<br />

- Brunner bezleri (duodenum)<br />

- Mide örtü epiteli<br />

- Midenin kardiya ve pilor bölgesindeki bezler


38<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Mikst bezler, hem seröz hem de müköz tipte salgı hücrelerine sahiptir.<br />

• Mikst bezlerde seröz salgıyı lümene boşaltan, hücreler topluluğu olan<br />

Gianuzzi yarımayları bulunur.<br />

Mikst bezler şunlardır:<br />

- Submandibular bezin bir kısmı (Daha çok seröz)<br />

- Sublingual bezin bir kısmı (Daha çok müköz)<br />

- Solunum yollarının sero-mükoz bezleri<br />

• Myoepitelyal hücrelere basket hücreleride denir.<br />

• Myoepitelyal hücreler salgı epiteli ile bazal membran arasına yerleşmiş<br />

hücrelerdir.<br />

• Myoepitelyal hücreler epitelyal kökenlidir.<br />

• Myoepitelyal hücreler aktin ve myozin flamanları içerirler. TUS<br />

• Salgı boşaltılmasında rol alır.<br />

DUYU EPITELI<br />

• Duyu epiteline nöroepitelyum denir.<br />

• Nöroepitelyum koruyucu epitel ile iç içedir.<br />

• Dili örten çok katlı yassı epitel arasına yerleşmiş tat duyu cisimcikleri tat goncaları<br />

denen kompleks yapıyı oluştururlar.<br />

Tat goncasında 3 tip hücre vardır:<br />

1. Destek hücreler (mikrovillus ve salgı granülü içerir)<br />

2. Nöroepitelyal hücreler (her tat tomurcuğunda 4-20 adet)<br />

3. Bazal hücreler (2-3 tane)<br />

BAĞ VE DESTEK DOKULAR<br />

P Bağ ve destek doku mezenşimden köken alır.<br />

Bağ ve destek dokularının 4 esas komponenti vardır:<br />

1. Bağ dokusu<br />

2. Kıkırdak dokusu<br />

3. Kemik dokusu<br />

4. Kan ve lenf<br />

• Bağ ve destek dokunun önemli bir özelliği hücreler arası maddenin bol olmasıdır.<br />

BAĞ DOKU<br />

• Bağ dokusu türlerinde genel olarak 3 komponent vardır;<br />

1. Hücreler (canlı)<br />

2. Fibriller (cansız)<br />

3. Amorf temel madde (cansız)<br />

• Mezenşim hücrelerinden farklılaşan bağ dokusu hücrelerinin çoğu hareketlidir<br />

veya gerektiği zaman hareket edebilir.<br />

• Bağ dokusu sadece destek görevi yapmaz bunun yanında savunma, bağışıklık,<br />

rejenerasyon ve onarımda da rol oynar.


39<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Bağ dokusu hücreleri şunlardır: Fibrosit (sabit), Yağ hücresi (Sabit), Mezenşim<br />

hücresi (hareketli), Histiosit (hareketli), Retikulum hücresi (hareketli), Mast hücreleri<br />

(hareketli), Pigment hücresi (hareketli), Kandan gelen hücreler<br />

• Embriyonal dönemde ortaya çıkan ilk bağ dokusu hücreleri olan mezenşim<br />

hücrelerine erişkinde az miktarda olsa da rastlanabilir.<br />

• Mezenşim hücreleri özellikle perivasküler alanlarda görülür ve uygun bir<br />

uyaranla metaplazi geçirerek bağ dokusunun diğer hücrelerine dönüşebilir.<br />

• Kandan gelen hücreler, göçeden ve geçici olarak bağ dokusuna yerleşen<br />

hücrelerdir. Bu hücreler şunlardır: Lenfosit, Plazma hücreleri, Nötrofil, Bazofil,<br />

Eozinofil, Monositler<br />

Fibroblastlar<br />

• Bağ dokusu liflerinin proteinleri fibroblastlar tarafından sentezlenir.<br />

• Amorf temel maddenin büyük kısmı da fibroblastlar tarafından<br />

sentezlenir.<br />

• Fibroblastlar bağ dokusunun sabit hücreleridir.<br />

• Yeni bağ dokusu yapımı, rejenerasyonu ve tamir olayları fibroblastlar<br />

tarafından sağlanır.<br />

Yağ hücreleri (LIPOSIT)<br />

• Yağ hücreleri sitoplazmalarında yağ üretip biriktirmeleriyle oluşur.<br />

• Son olgunluğa ulaşmış yağ hücresi artık bölünmez.<br />

• Yağ hücreleri (liposit) Oil Red O veya Sudan III boyası ile boyanarak<br />

incelenir.<br />

Histiositler<br />

• Makrofajların bağ dokusunda yerleşip kalmasıyla oluşur.<br />

• Histiositler iğ biçiminde uzantılıdır.<br />

• Histiositler gerektiğinde uzantılarını çekerek gezici makrofajlara<br />

dönüşebilir.<br />

• Histiositler bağ dokusunda fibroblastlar kadar bol bulunur.<br />

P Gezici makrofajlar zararlı etkenlerle savaşırken görevlerinin gerektirdiği<br />

çeşitli hücre tiplerine dönüşebilirler.<br />

- Epiteloid hücreler<br />

- Yabancı cisim dev hücreleri<br />

Mast hücreleri (Mastosit)<br />

• Sitoplazmaları, bazofil boyanma özelliğine sahip granüller içerir.<br />

• Sitoplazmadaki granüller metakromatik boyanır ve Giemsa ve Toluidin<br />

Blue ile (+) reaksiyon verir.<br />

• Insan mast hücre granülleri suda erir. Bu granüller şunlardır;<br />

Heparin, Histamin, ECF<br />

- A (eozinofil kemotaktik faktör - anaflaksi)<br />

- SRS -A (Slow-reacting substance - anaflaksi)<br />

• Mast hücreleri mekanik, kimyasal travma veya antijenle temastan sonra<br />

salgısını boşaltır.<br />

• Mast hücrelerinde spesifik Ig E reseptörleri bulunur.<br />

PMast hücreleri anaflaktik şok ortaya çıkarabilirler.<br />

• Anaflaksinin tek kaynağı mast hücreleri değildir.


40<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Anaflakside heparin ve histamin granülleri süratle boşalır.<br />

• Histamin kapiller permeabiliteyi arttırır. Histamine zıt etkili noradrenalin<br />

yapılmazsa genellikle ölüm kaçınılmazdır.<br />

• Granül boşalımı sitokalazin ile durdurulabilir. (mikroflamentin aktivitesini<br />

baskılar)<br />

Plazma hücresi<br />

• Immünglobulinleri (antikor) salgılar ve hümöral immüniteyi oluşturur.<br />

• Plazma hücrelerine, bakteri ve yabancı proteinlerin çok girebildiği yerlerde<br />

(bağırsak mukozası, kronik iltihap bölgesi) sık rastlanır.<br />

P Sitoplazmalarında Russel cisimcikleri denen asidofilik inklüzyonlara<br />

rastlanabilir.<br />

• Genel olarak her antijen için bir plazma hücresi özelleşir.<br />

• Antikor düzeyi yüksek olduğu durumlarda plazma hücresinin sayısı artar.<br />

• Agammaglobulinemi olgularında antijenik uyarım bölgesinde plazma<br />

hücresine rastlanmaz.<br />

• Retikulum hücrelerinin fagositoz yapabilme özellikleri vardır.<br />

ü Pigment hücreleri (melanosit) her çeşit bağ dokusunda bulunmaz.<br />

Melanositlerin yoğun bulunduğu yerler; Iris, Choroid (göz), Pia mater,<br />

Derinin dermis tabakası<br />

• Melanositler melanin sentezlerler. Melanin deriyi ve gözü ultraviole (UV)<br />

ışınlarının zararlı etkilerine karşı korur.<br />

Amorf temel madde (MATRIKS)<br />

• Matriks; şekilsiz (amorf), renksiz, fibrilsiz, saydam ve homojendir.<br />

• Amorf madde (matriks) fibroblastlar tarafından sentezlenir.<br />

• Matriks başlıca iki yapıdan teşekkül eder.<br />

1. Glikozaminoglikan<br />

2. Glikoprotein<br />

Glikozaminoglikanlar amorf ara maddedeki suyun hemen hemen tamamının<br />

tutulmasından sorumludur.<br />

• Glikozaminoglikanlar, suda eriyen bir çok maddenin bağ dokusu içine<br />

diffüzyonunu sağlar.<br />

• Glikozaminoglikanlar 2'ye ayrılır:<br />

1. Sülfatlı glikozamin glikanlar<br />

- Kondrotin - 4 sülfat (Hyalin ve elastik kıkardak)<br />

- Kondrotin - 6 sülfat<br />

- Dermatan sülfat (tendon, ligament, dermis)<br />

- Keratohyalin<br />

- Heparan sülfat (karaciğer, dalak)<br />

2. Sülfatsız glikozaminoglikanlar TUS<br />

- Hyaluronik asit (snoviyal sıvı, kıkırdak)<br />

- Kondroitin<br />

• Amorf maddedeki sıvı doku sıvısıdır. Patolojik durumlarda bu sıvı artar ve<br />

ödem oluşur.<br />

• Glikoproteinlerden en önemli ikisi fibronektin ve laminindir. Tümör<br />

hücrelerinin matrikse yapışmasında etkilidirler.


RES<br />

41<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Fibriller<br />

• Fibroblastlar tarafından sentezlenen fibrillerin başlıca 3 türü vardır.<br />

1. Kollajen fibriller<br />

2. Elastik fibriller<br />

3. Retiküler fibriller<br />

Kollajen Fibriller<br />

• Gerilmeye karşı koruyan ve en sık görülen beyaz proteinik<br />

fibrillerdir.<br />

• Kollajen fibriller kollagen denen amino asit zincirlerinden oluşur.<br />

• Kollajen asidofilik bir proteindir.<br />

• Kollajen vücuttaki tüm proteinlerin %30'unu oluşturur.<br />

• Tropokollagenler birbirine eklenerek kollojen mikro fibrillerini,<br />

mikrofibrillerde bir araya gelerek kollojen fibrilini oluşturur.<br />

• Kollajen fibrilleri bükülebilir fakat çekilince uzatılmazlar. Çekilmeye karşı<br />

çok dayanıklıdırlar.<br />

• Kollajen kaynatılırsa tropokollajenin oluşturduğu jele dönüşür.<br />

• Kollajen tannik asidle muamele edilirse sağlam erimez bir maddeye<br />

dönüşür. (Deri tabaklanması)<br />

• Kollajen fibrilleri pankreas enzimlerine karşı dayanıklı olmasına rağmen<br />

mide salgısı olan pepsine karşı dayanıksızdır. (erir)<br />

• Tanımlanmış çok sayıda kollajen vardır. Bazıları;<br />

- Tip I: Deri, kornea, tendon ve kemik<br />

- Tip II: Kıkırdak<br />

- Tip III: Düz kas, damar duvarında<br />

- Tip IV: Bazal membranda<br />

- Tip V: Plasenta bazal membranında bulunur.<br />

Elastik fibriller<br />

• Basınca maruz kalan organların duvarında bulunur.<br />

• Kollajenden daha incedir ve düzensiz bir ağ yapısı oluşturur.<br />

• Lig. flava ve elastik damarlardaki elastik fibriller demetler yapar.<br />

• Elastik fibriller ısı ve kimyasal etkilere dirençlidir.<br />

• Elastik fibriller tripsinde erimez fakat pankreastan elde edilen elastaz ile<br />

kolayca parçalanır.<br />

Retiküler fibriller<br />

• Retiküler fibriller olgunlaşmamış kollagen fibriller olarak kabul edilir.<br />

• Retiküler fibriller Tip III kollajen yapısında demetler halinde değil ağ<br />

oluşturacak şekilde düzenlenmiş fibrillerden oluşur.<br />

• Özellikle kan yapıcı organlarda ve epitelyal hücrelerin çevresinde çok<br />

miktarda retiküler fibril vardır.<br />

• Yara iyileşmesi sırasında önce retiküler fibriller, sonra bunların giderek<br />

kalınlaşmasıyla kollajen fibriller görülür.<br />

• Insan vücudunun çeşitli organlarındaki yerel bağ dokuları içine yerleşmiş olan<br />

makrofajlar farklı isimlerle tanımlanırlar. TUS


42<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Yaygın bağ dokusunda → makrofaj<br />

- Kanda → monositler<br />

- SSS → Mikroglia hücreleri<br />

- Karaciğer → Kupffer hücreleri<br />

- Akciğer → Alveolar makrofajlar<br />

- Kan yapıcı organ → Retikulum hücreleri<br />

- Sürrenal ve hipofiz → Sinüzoidleri döşeyen hücreler<br />

• Tüm organlardaki çeşitli oluşumlara yayılan fagositoz yetenekli hücrelerle<br />

retikulum fibrilleri birlikte olduğundan RES (Retikulo endotelyal sistem) olarak<br />

adlandırılmıştır.<br />

• RES, dokular arası çok güçlü bir savunma ağıdır.<br />

KIKIRDAK DOKUSU<br />

• Oldukça sıkı kıvamlı bir matriks ve kondrosit adı verilen kıkırdak hücrelerinden<br />

oluşmuştur.<br />

• Matriks (amorf madde) damarsız bir dokudur.<br />

• Kondrositer matriks içinde lakuna adı verilen boşluklarda bulunur.<br />

• Kondrositler kıkırdağın devamını sağlar, matriksin sentez ve salınımından<br />

sorumludur.<br />

• Kıkırdak kan damarları içermez, ayrıca lenfatik damarları ve sinirleride<br />

yoktur.<br />

• Kıkırdak damarsız bir yapı olduğundan düşük metabolik aktivite gösterir.<br />

Yapılarına göre 3 tip kıkırdak vardır;<br />

1. Hyalin kıkırdak<br />

2. Elastik kıkırdak<br />

3. Fibröz kıkırdak<br />

Hyalin Kıkırdak<br />

• Vucutta en fazla bulunan kıkırdak tipidir.<br />

P Kuru ağırlığının %40'ı Tip II kollajendir.<br />

• Hyalin kıkırdağın net ağırlığının %60'ını su oluşturur.<br />

P Fetüsün ilk iskeletini oluşturur.<br />

• Enkondral kemikleşme sırasında epifizial büyüme kıkırdağı olarak görev<br />

yapar.<br />

Hyalin kıkırdağın dayanıklı ve dirençli oluşu içerdiği kollajen liflerinin varlığına<br />

ve gel halindeki sülfatlı mukopolisakkaritlere bağlıdır.<br />

Erişkinde hyalin kıkırdağın bulunduğu bölgeler: Uzun kemiklerin eklem<br />

yüzeyi, Kostal kemiklerin ventral ucu, Burun, Larinks, Trakea, Bronşlarda<br />

bulunur.<br />

Hyalin kıkırdağın ara maddesinde bulunan maddeler; Hyaluronik asit,<br />

Kondroitin 4-sülfat, Kondroitin 6-sülfat, Keratan sülfat, Kondronektin<br />

• Lakunanın etrafını saran kıkırdak matriksi kollajenden fakir<br />

glikozaminoglikanlardan zengindir. (Territorial matriks)<br />

• Lakünaların arasında kalan matriks bölgesi ise daha fazla fibril daha az<br />

glikozaminoglikan içerir. (Interterritorial matriks)<br />

• Perikondrium, hyalin kıkırdağı çevreleyen bağ dokusudur.


43<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Eklem kıkırdaklarında perikondrium bulunmaz, kıkırdak direkt kemik ile<br />

bağlantılıdır.<br />

P Perikondrium Tip I kollojen içerir.<br />

• Perikondriumun iç tabakasındaki hücreler kondrositlere dönüşebilme<br />

özelliğine sahip kondroblastlardır.<br />

• Perikondrium kıkırdağı besleyen kan damarlarını içerir ve gerektiğinde<br />

rejenerasyonu gerçekleştirir.<br />

• Perikondrium kıkırdağın enine büyümesini sağlar.<br />

PKondrositler Tip II kollojen, proteoglikan ve kondronektin sentezler.<br />

• Hyalin kıkırdakta kondrositler perikondriuma yakın bölgelerde lakunalar<br />

içinde genelde tek tek yerleşirken daha iç kısımlarda birden fazla kondrosit<br />

aynı lakünaya yerleşir.<br />

• Aynı lakuna içinde birden fazla yerleşmiş olan kondrosit gruplarına izojen<br />

grup denir.<br />

Elastik Kıkırdak<br />

• Tip II kollajen fibriller yanında çok miktarda elastik fibril içerir.<br />

• Elastik kıkırdakta perikondriumla sarılıdır.<br />

• Elastik kıkırdakta lakünalar içinde daha az hücre bulunur.<br />

• Elastik kıkırdak çok dirençli değildir ama daha esnektir.<br />

Elastik kıkırdak; Kulak kepçesi, Dış kulak yolu, Östaki borusu, Burun<br />

kanatları, Larinks'in bazı bölgeleri, Epiglottis, Kuneiform kıkırdak, Plica<br />

vocaliste bulunur.<br />

Fibröz Kıkırdak<br />

• Diğer kıkırdak türlerinden en önemli farkı sıkı ve paralel düzenlenmiş<br />

kollajen lif demetlerinden oluşmuş olmasıdır.<br />

• Fibröz kıkırdak sıkı bağ dokusu ile hyalin kıkırdak arasında bulunur.<br />

P Tip I kollajen fibriller bulunur.<br />

• Matriks daha az miktardadır.<br />

• Fibröz kıkırdağın etrafında perikondrium bulunmaz.<br />

• Fibröz kıkırdak<br />

- Intervertebral disk<br />

- Symphisis pubis<br />

- Merinksler (diş)<br />

- Tendonların kemiğe yapışma yeri<br />

• Kondrositerler glukozu genellikle anaerobik glikoliz ile metabolize ederler<br />

ve son ürün olarak laktik asit oluştururlar.<br />

• Kondrosit sentezini artıranlar; Growth hormon, Tiroksin, Testesteron,<br />

Glikozaminoglikonlar (sülfatlı)<br />

• Kondrosit sentezini azaltanlar; Hidrokortizon, Estradiol<br />

PGrowth hormonun kondrositlere etkisi indirektdir. Somatomedin C'nin<br />

etkisi ise direktir.<br />

KEMIK DOKUSU<br />

• Kemik dokusu kıkırdaktan sonra en dayanıklı dokudur.<br />

• Kemik matriksi mineralize olmuş hücreler arası madde ve kollajen<br />

fibrillerden oluşmuştur.


44<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Kemik hücrelerine osteosit adı verilir ve lakuna denen boşluklarda<br />

bulunur.<br />

• Kemik dokusunda bulunan hücreler; Osteoprogenitor hücreler, Osteosit,<br />

Osteoblast, Osteoklast<br />

• Tipik olarak her laküna içinde bir osteosit bulunur.<br />

• Kemik dokusu kalsifiye olduğundan dolayı metabolitler matriksten<br />

geçemezler.<br />

• Kemik hücrelerinin beslenebilmesi için osteositlerle kapillerler arasında<br />

matriks içinde uzanan kanaliküller bulunur.<br />

• Bir lakünadan çıkan kanalikül komşu lakünanın kanalikülü ile bağlantı<br />

kurar.<br />

• Bu kanalliküllerin içerisinde osteositlerin uzantıları bulunur. (gap junction)<br />

bu sayede besin maddelerinin bir hücreden diğerine geçişi sağlanır.<br />

Kemik hücreleri<br />

• Osteoprogenitör hücreler rezerv hücrelerdir. Uygun bir stimulasyonla<br />

osteoblastlara dönüşebilirler.<br />

• Osteoprogenitör hücreler periostun iç tabakasında bulunur.<br />

Osteoblastlar<br />

• Osteoblastlar kemik yapımından sorumlu hücrelerdir.<br />

• Osteoblastlar Tip I kollojen, proteoglikan ve glikoprotein yani osteoid<br />

yapımını sağlar.<br />

P Osteoid kalsifiye olmamış kemiktir.<br />

P Osteoblastlar, matriks kalsifikasyonu için gerekli alkalen fosfataz<br />

enzimini içerir.<br />

PAlkalen fosfataz sadece kemik matriksi üretilirken salgılanır.<br />

• Osteoblastlar yapısal olarak aktif protein sentezi yapan hücrelerin tipik<br />

özelliklerine sahiptir. (GER, ribozom, golgi kompleksi)<br />

• Osteoblastlar yeni yapılan osteoid içine doğru çok ince sitoplazmik<br />

uzantılar salar. Bu sayede erken dönemde hücresel bağlantı sağlamış<br />

olunur.<br />

Osteositler<br />

• Osteositler, osteoblastlardan farklılaşan olgun kemik hücreleridir.<br />

P Her lakunada sadece bir osteosit bulunur.<br />

• Osteositler kemik matriksinin devamlılığında aktif görev alır.<br />

• Kan kalsiyumunun normal sınırlar içinde sürdürülme-sinde rolleri vardır.<br />

• Osteosit öldüğünde osteoklastik aktivite ile kemik matriksinde rezorpsiyon<br />

oluşur.<br />

Osteoklastlar<br />

• Kemik rezorbsiyonunda görev alan çok nükleuslu hücrelerdir.<br />

• Kemik rezorpsiyon olan bölgelerde enzimatik aktivite ile açılmış Hawship<br />

lakünası adı verilen çukurcuklarda bulunur.<br />

• Osteoklastlar kemik rezorpsiyonunu sağlayan asit, kollajenaz ve diğer<br />

proteolitik enzimleri salgılar.<br />

P Osteoklastlar monositlerden gelişir.<br />

• Osteoklastlar genel olarak kemiğin yeniden şekillendiği bölgelerde<br />

görülür.


45<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

P Osteoklast aktivitesini parathormon artırırken kalsitonin azaltır.<br />

Kemik Matriksi<br />

• Kemik matriksinde Tip I kollojen bulunur.<br />

• Kemikte bulunan inorganik maddelerden en fazla bulunanları kalsiyum ve<br />

fosfattır. Ayrıca bikarbonat, sodyum, potasyum, magnezyum ve sitrat da<br />

bulunur.<br />

• Kalsiyum ve fosfat birleşerek hidroksiapatit kristalleri oluşturur. (Ca10 (O4)6<br />

(OH)2)<br />

• Hidroksiapatit kristalleri kollajen fibrillerle sarılmıştır. Kemiğin sertliğinide<br />

bu ilişki sağlar.<br />

Kemikte bulunan glikozaminoglikanlar şunlardır;<br />

- Kondroitin 4-sülfat<br />

- Kondroitin 6-sülfat<br />

- Keratan sülfat<br />

Periost ve endosteum<br />

• Eklem yerlerinde hyalin kıkırdak ile örtülü olan kemik yüzeyi diğer<br />

bölgelerde periosteum ile örtülmüştür.<br />

• Periost iki tabakadan oluşur.<br />

1. Fibröz tabaka (dış)<br />

2. Hücresel tabaka (iç)<br />

• Periostun dış fibroz tabakası kollajen ve fibroblastlardan zengindir.<br />

• Periostun dış fibroz tabakasından matriks içine giren kollajen fibril<br />

demetlerine Sharpey lifleri denir.<br />

• Sharpey lifleri sayesinde periost kemiğe sıkıca yapışır.<br />

• Periostun iç tabakası osteoprogenitor hücrelerden oluşmuştur.<br />

• Endosteum, kemik iliği kavitesi ile spongioz kemiğin trabekülalarını örten<br />

zardır.<br />

• Endosteum çok az bağ dokusu ve tek tabakalı osteoprojenitör hücrelerden<br />

oluşmuştur.<br />

• Periost ve endosteumun görevi, kemik dokusunun beslenmesi, büyümesi<br />

ve tamiri için gerekli hücreleri sağlamaktır.<br />

KEMIK TIPLERI<br />

• Kemik dokusu iki tipte görülür.<br />

1. Primer kemik<br />

2. Sekonder kemik<br />

Primer Kemik<br />

• Primer kemik embriyolojik gelişim sırasında veya kırıkların onarımı sırasında<br />

görülür. Geçicidir.<br />

Primer kemik yetişkinlerde;<br />

- Kafatası yassı kemikleri<br />

- Diş alveolleri<br />

- Tendonların kemiğe yapıştığı yerler<br />

• Primer kemik lameller yapı göstermez ve kollajen fibriller rastgele<br />

düzenlenmiştir.


46<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Sekonder Kemik<br />

• Olgun kemiğe sekonder kemik denir.<br />

• Sekonder kemiğin iki tipi vardır.<br />

1. Compact kemik<br />

2. Süngerimsi (spongioz) kemik<br />

• Compact kemik dokusu kanallar ve lamellerden oluşmuş homojen bir<br />

görünüme sahiptir.<br />

• Kemik hücreleri ve fibriller bu lameller içinde organize olmuştur.<br />

P Compact kemikteki lameller 4 gruba ayrılır:<br />

1. Havers lamelleri<br />

2. Interstisiyel lameller<br />

3. Dış dairesel lameller<br />

4. Iç dairesel lameller<br />

• Kan damarlarını taşıyan kanallar iki kısımdır:<br />

1. Havers kanalları (uzun eksene paralel)<br />

2. Volkmann kanalları (uzun eksene dik/oblik)<br />

• Havers ve Volkman kanalları birbirleriyle anostomozlar oluşturur.<br />

• Havers lamelleri, Havers kanalları etrafında dairesel tarzda dizilmiş sayıları<br />

4-20 arasında değişen lamellere denir.<br />

P Havers kanalının etrafını saran dairesel lamellerin meydana getirdiği<br />

sisteme osteon (Havers sistemi) adı verilir.<br />

P Osteon, compact kemiğin yapısal birimidir.<br />

• Volkman kanalı Havers'e periosteumdan damar taşıyan kanallardır.<br />

• Interstisiyel lameller, Havers sistemleri arasında yer alan üçgen veya<br />

düzensiz gruplar halinde birbirine paralel uzanan lamellerdir.<br />

• Dış dairesel lameller periostiumun hemen altında bulunur.<br />

• Iç dairesel lameller ise endosteumu çevreler.<br />

KEMIK GELIŞIMI<br />

Kemikler başlıca iki yolla oluşurlar;<br />

1. Intramembranöz kemikleşme<br />

2. Endokondral kemikleşme<br />

Intramembranöz Kemikleşme<br />

• Mezenşimal doku içinde yoğunlaşma ile gelişir.<br />

• Ilk intramembranöz kemikleşme gebeliğin 8. haftasında ortaya çıkar.<br />

• Mezenşim hücrelerinin göç edip belirli bölgelerde yığılmaları ile başlar.<br />

P Mezenşim hücreleri osteoblastlara farklılaşır.<br />

• Osteoblastlar da kemik matriksini üretmeye başlarlar.<br />

• Yeni şekillenmeye başlayan kemik adacıkları spiküller (iğnecik)<br />

halindedir.<br />

• Matriksin kalsifiye olması ile osteoblastlar osteositlere dönüşür.<br />

• Spiküllerin üzerine sürekli yeni matriks eklenmesiyle apozisyonel büyüme<br />

gerçekleşir.<br />

• Matriks önce kemik speküllerini oluşturacak biçimde düzensiz adacıklar<br />

şeklinde iken daha sonra bunlarda birleşerek trabekülleri oluşturur.<br />

• Spikül ve trabeküllerin iç yüzünü endosteum çevreler.


47<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

P Trabeküler yapıların birleşmesiyle spongiyoz kemik oluşur.<br />

• Özellikle kafatası kemikleri bu şekilde oluşur. ayrıca uzun kemiklerin<br />

kalınlaşmasında ve kısa kemiklerin büyümesinde intramembranöz<br />

kemikleşme rol oynar.<br />

Endokondral Kemikleşme<br />

• Embriyoda hyalin kıkırdak yapısındaki iskelet modelinin kemikleşmesi<br />

sonucu gelişir.<br />

• Vücuttaki tüm uzun kemikler bu şekilde oluşur.<br />

• Kıkırdak modelin kemiğe dönüşümü iki aşamada gerçekleşir:<br />

1. Kıkırdaktaki kondrositlerin hipertrofisi ve harabiyeti<br />

2. Osteoprogenitör hücreler ve kan kapillerlerinden oluşan osteojenik<br />

tomurcuğun kıkırdak matriksinin boşluklarına girmesi<br />

• Kemikleşmenin ilk belirtisi, perikondriumun içindeki intramembranöz<br />

kemikleşmeyle periosta dönüşmesidir.<br />

• Periost oluşunca kıkırdağın beslenmesi için gerekli maddelerin difüzyonu<br />

engellenir ve içerideki kondrositler dejenere olmaya başlar.<br />

• Dejenere kondrositler matriksin devamlılığını sağlayamadığından kalsiyum<br />

çökmeye başlar ve matriks kalsifiye olur.<br />

• Kondrositlerin ölümü ile matriksteki lakünaların birleşmesiyle kaviteler<br />

oluşur.<br />

• Bu kavitelere periost üstündeki deliklerden kan damarı ve osteoprogenitör<br />

hücreler girer.<br />

• Primitif hücrelerin bir kısmı kemik iliği hücrelerini bir kısmıda osteoprogenitör<br />

hücreleri oluşturur.<br />

• Kalsifiye kıkırdak yıkılıp kısmen uzaklaştırılırken bir bölümü düzensiz<br />

spiküller olarak kalır.<br />

• Spiküllerin kemik bölümleri aposizyonel yani osteoblastların eklemesi ile<br />

büyütülür.<br />

• Uzun kemiklerin her iki ucunda kıkırdak dokusu varlığını sürdürür ve<br />

epifizyal (sekonder) kemikleşme merkezlerini oluşturur.<br />

• Epifiz plağı hyalin kıkırdaktır ve doğumdan sonrada uzun kemiklerin<br />

büyümesini sağlar.<br />

• Epizyal kıkırdakta 5 ayrı bölge (zon) bulunur.<br />

1. Dinlenme bölgesi (ekleme yakın olan hyalin kıkırdak bölge)<br />

2. Proliferasyon bölgesi (Dinlenme bölgesinin altındaki bölge)<br />

3. Hipertrofi bölgesi: (kıkırdak taslağını uzunlamasına büyütür)<br />

4. Kalsifikasyon bölgesi<br />

5. Kemikleşme bölgesi<br />

• Kemikleşme olayı sadece diafiz bölgesinde değil embriyolojik gelişimin ileri<br />

dönemlerinde epifizlerin orta kısımlarında da görülür.<br />

• Epifizlerde oluşan kemikleşme merkezine sekonder kemikleşme merkezi<br />

denir.<br />

• Sekonder kemikleşme merkezlerinde büyüme yönleri uzunlamasına değil<br />

ışınsaldır.<br />

• Epifizial plak büyüme işleminin devam etmesini sağlar.<br />

P Büyüme durduğunda epifizial plak ortadan kalkar.


48<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Çocuklarda kemik yapımı yıkımından daha fazladır.<br />

P Vücuttaki kalsiyum miktarının %99'u iskelet sisteminde depo edilir.<br />

P Paratiroid hormon osteoklastları aktive ederek kemik rezorbsiyonunu<br />

artırır. (Kan kalsiyum seviyesi artar.)<br />

P Yeterli kalsiyumun alınmaması veya D vitamini eksikliğinde kemik<br />

matriksinde eksik kalsifikasyonu görülür.<br />

P Çocuklarda kalsiyum eksikliği raşitizme neden olur.<br />

P Yetişkinlerde kalsiyum eksikliğinde osteomalazi gelişir.<br />

P Kemik yapımı azalıp rezorpsiyon artarsa ostoporozis gelişir.<br />

P Kemiği direkt etkileyen vitaminlerden biri C vitaminidir.<br />

KAS DOKUSU<br />

• Kas hücrelerinin fonksiyonel elemanı, kasılmayı sağlayan myofilamentlerdir.<br />

• Myofilamentler, kas hücresi sitoplazmasının büyük kısmını işgal eder.<br />

• Myofilamenlerin iki tipi vardır;<br />

1. Aktin<br />

2. Myozin<br />

• Başlıca 3 tip kas vardır.<br />

1. Iskelet kası (çizgili istemli)<br />

2. Kalp kası (çizgili istemsiz)<br />

3. Düz kas (çizgisiz istemsiz)<br />

• Kas hücresi sitoplazması=Sarkoplazma<br />

• Kas hücresi endoplazmik retikulumu = Sarkoplazmik retikulum<br />

• Kas hücresi membranı = Sarkolemma adını alır.<br />

DÜZ KAS<br />

• Aktin ve myozin filamantleri içermesine karşın çizgilenme göstermeyen iğ<br />

biçimli hücrelerdir.<br />

• Düz kas hücreleri birbirine nexuslarla bağlanmıştır.<br />

P Düz kas hücrelerinde iskelet kaslarında bulunan T sistemi bulunmaz.<br />

• Sarkoplazmik retikulum kapalı bir membran sistemi oluşturur.<br />

P Düz kaslar aktin, tropomyozin (ince flament) ve myozin (kalın flament)<br />

den oluşmuştur.<br />

P Troponin düz kaslarda bulunmaz. TUS<br />

• Aktin ve myozin flamentler sarkoplazma içinde kafese benzer bir ağ yapısı<br />

oluşturur.<br />

• Düz kas hücrelerinde bulunan en önemli intermediate filament desmindir.<br />

• Plazma membranının iç yüzeyi ve myofilamentler üzerinde dense bodies adı<br />

verilen elektron dens alanlar bulunur (alfa-aktinin içerir)<br />

• Düz kaslar otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik sinirleri ile innerve<br />

edilir.<br />

• Iskelet kaslarındaki NMJ( nöromusküler junction) düz kaslarda bulunmaz.<br />

• Düz kaslarda kontraksiyon oldukça yavaştır ve tonusu düşüktür.<br />

• Düz kaslar içi boş organların duvarında bulunur.


49<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Düz kaslar; Bağırsaklar, Mide, Uterus, Tuba uterina, Üreter, Mesane<br />

- Bezlerin boşaltım duktuslarında bulunur.<br />

• Boru şeklindeki organların duvarındaki düz kasların ritmik kasılmalarıyla<br />

peristaltik dalgalar oluşur.<br />

• Mitozla bölünebilen düz kas hücreleri artan ihtiyaca hem hipertrofi hem de<br />

hiperplazi ile karşılık verebilir.<br />

• Iskelet kası ile karşılaştırıldığında düz kasta aktin-miyozin oranı yüksektir.<br />

TUS<br />

ISKELET KASI<br />

• Iskelet kası, çok çekirdekli uzun hücrelerden oluşmuştur.<br />

• Vücutta kısa kaslar boyunca bir, uzun kaslarda ise birkaç iskelet kası hücresi<br />

uzanır.<br />

• Kas hücrelerini boyları santimetre ile ölçüldüğünden bu hücreler kas lifi<br />

olarak da adlandırılır.<br />

• Kaslar, kas hücrelerini çevreleyen bağ dokusu kılıflarıyla sarılmıştır. Bunlar;<br />

- Endomisyum → tek bir kas lifini çevreler.<br />

- Perimisyum → bir grup lifi çevreler.<br />

- Epimisyum → dıştan tüm kası çevreler.<br />

• Işık mikroskobunda iskelet kasında enine çizgilenmeler gösteren koyu ve açık<br />

bantlar izlenir.<br />

• Koyu bantlar: A bandı (anizotropik) (H diski ve M çizgisi)<br />

• Açık bantlar: I bandı (izotropik) ( Z çizgisi)<br />

• Her bir I bandı Z çizgisi adı verilen bir hatla ikiye bölünmüştür.<br />

• A bandının ortasında açık boyanan H diski ve H diskinin ortasında M çizgisi<br />

bulunur.<br />

P Bir kasın en küçük yapı birimine sarkomer denir.<br />

P Sarkomer, komşu iki Z çizgisi arasında kalan myofibril bölümüdür.<br />

P Sarkomer bir tam A bandı ve iki yarım I bandından oluşmuştur.<br />

• Her kas hücresinin sitoplazmasında uzun eksene paralel demetler halinde<br />

myofibriller bulunur.<br />

• Myofibriller ard arda eklenmiş sarkomerlerden oluşmuştur.<br />

• Sarkomerlerin lateral düzeni tüm kas lifininin enine çizgilenme göstermesine<br />

neden olur.<br />

• Sarkomer, ince ve kalın filamentlerin uzun eksene parelel dizilmeleriyle<br />

oluşur.<br />

P H diskinde sadece kalın filamentler uzanır.<br />

P H diskinin ortasındaki M çizgisinde kalın filamentler bağlantı kurar.<br />

• A bandında H diskinin her iki tarafında hem kalın hem de ince filamentler<br />

bulunur.<br />

• I bandında sadece ince filamentler yer alır.<br />

• Z çizgisinde iki komşu sarkomerin ince filamentleri bağlantı kurarlar.<br />

• Iskelet kası kontraksiyon durumunda ise; H. zonu silinmiş, A bandı olduğu gibi<br />

muhafaza edilmiş, I bandı kısalmıştır.<br />

• Çizgili kas filamentleri dört ana proteinden yapılmıştır. 1. Myozin, 2.<br />

Aktin, 3. Tropomyozin, 4. Troponin<br />

• Aktin ve myozin kasın toplam proteininin %55'ini oluşturur.


50<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Aktin, globuler aktin monomerlerinden oluşmuştur.<br />

• Globüler aktin (G-aktin) monomerleri F-aktin şeklinde filamentleri oluşturmak<br />

üzere polimerleşirler.<br />

• Her G-aktin monomeri üzerinde myozin bağlanma bölgesi bulundurur.<br />

• Z çizgisi hizasında iki komşu sarkomerik aktin filamentlerine alfa-aktin<br />

bağlanır.<br />

• Alfa-aktin ve desmin iki komşu sarkomeri birbirine bağlar.<br />

• Çift aktin filamenti helix şeklinde birbirini sarar.<br />

• Tropomyozin iki polipeptid zincirinden oluşur.<br />

• Tropomyozin iki aktin filamenti üzerinde baştan sona uzanır.<br />

• Troponin, tropomyozine tutunmuş olarak bulunur.<br />

• Troponin üç alt üniteden oluşmuş kompleks bir proteindir.<br />

1. Troponin - I (aktin-myozin etkileşmesini inhibe eder)<br />

2. Troponin -C (Kalsiyumun bağlandığı bölüm)<br />

3. Troponin -T (Tropomyozine bağlandığı bölüm)<br />

• Her bir tropomyozin molekülü 76-aktin molekülünü örter ve bunun yüzeyine 1<br />

troponin tutunur.<br />

• Myozin birbirine eşit iki ağır ve iki hafif zincirden oluşmuştur.<br />

• Her ağır zincirin ucunda baş bölgesi bulunur.<br />

• Baş bölgesi ATP'yi bağlayabildiği gibi ATP'yi hidrolize edecek yapıya da<br />

sahiptir.<br />

• Baş bölgesi aktine bağlanma bölgesi içerir.<br />

• Aktin ve myozin arasında kontraksiyon oluşabilmesi için ortamda kalsiyumun<br />

bulunması ve sonrada uzaklaştırılması gereklidir.<br />

• Kalsiyumun hızlı şekilde salınması ve geri alınması sarkoplazmik retikulum<br />

tarafından sağlanır.<br />

• Sarkoplazmik retikulum uyarının iletilmesine yardımcı olacak biçimde yaygın<br />

bir tübül ve sisternalar sistemi oluşturmuştur.<br />

• Sarkolemma A-I birleşim yerinde sitoplazma içine doğru derin invajinasyonlar<br />

yapar. Bu sarkolemma çöküntülerine T tübülüs adı verilir. (Transvers tübül)<br />

• T tübül terminal sisternalar ile birlikte üçlü bir yapı (triad) meydana getirir.<br />

P Terminal sisternalar, T tübülleri tarafından getirilen mesaja göre kalsiyumun<br />

pasif olarak salınmasını sağlar.<br />

P Depolarizasyon sona erdiğinde kalsiyum aktif transportla tekrar<br />

sarkoplazmik retikuluma alınır.<br />

Motor son plak (Nöromusküler junction)<br />

• Çizgili kas fibrillerinin akson ile birleştiği noktada bulunur. Akson, NMJ'na<br />

ulaşmadan hemen önce myelin örtüsünü kaybeder. Akson terminali kas<br />

hücresi üzerindeki bir çöküntüye yerleşir. Akson ile kas arasındaki boşluğa<br />

sinaptik aralık denir. Sinaptik aralığa rastlayan kas sarkolemması kas<br />

hücresi içine doğru bağlantı kıvrımları oluşturur.<br />

P NMJ uyarıldığında akson terminalinden sinaptik aralığa Asetil kolin<br />

salınır.<br />

• Asetil kolin reseptöre tutunur ve sarkolemmayı Na+'a karşı geçirgen hale<br />

getirir ve membran depolarizasyonu oluşur.<br />

• Oluşan depolarizasyon sarkolemma boyunca yayılır ve T tübülleri ile<br />

triadlara aktarılır.


51<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

DÜZ İSKELET KALP KASI KARŞILAŞTIRMASI<br />

ÖZELLİK İSKELET KASI KALP KASI DÜZ KAS<br />

Sarkomer Var Var Yok<br />

Nükleus<br />

Sarkoplazmik<br />

Retikulum<br />

T Tübüller<br />

Hücreler arası<br />

bağlantılar<br />

Multinükleer; periferde<br />

lokalize<br />

İyi gelişmiş terminal<br />

sisternalar<br />

Var; küçük, triad<br />

yapısına katılır.<br />

Bir (veya iki); santralde<br />

lokalize<br />

Çok az; bazı küçük<br />

terminaller<br />

Var; geniş, diyad<br />

yapısına katılır.<br />

Bir, santralde lokalize<br />

Düz endaplazmik<br />

retikulum (fakat kalsiyum<br />

depolanmasında rol<br />

almaz)<br />

Yok İnterkala diskler Nexus (gap junctionlar)<br />

Kontraksiyon İstemli; ‘hep yada hiç‘ İstemsiz; ritmik ve<br />

spontan<br />

Kalsiyum Kontrolü<br />

Terminal sisternada<br />

Kalsekuestrin<br />

Ektraselüler kaynaklı<br />

Kalsiyum<br />

Yok<br />

İstemsiz; yavaş ve<br />

kuvvetli; ‘hep yada hiç‘<br />

şeklinde değil<br />

Kavcola<br />

Kalsiyum bağlama Troponin C Troponin C Kalmodulin<br />

Rejenerasyon<br />

Var, satellit hücreler<br />

aracılığıyla<br />

Mitoz Yok Yok Var<br />

Sinir lifleri Somatik Motor Otonomik Otonomik<br />

Bağ dokusu<br />

Görünüm özellikleri<br />

Epimisyum, perimisyum<br />

ve endomisyum<br />

Uzun; silindir - şekilli;<br />

çok sayıda periferik<br />

nükleuslar.<br />

Yok<br />

Bağ dokusu kılıfları ve<br />

endomisyum<br />

Dallı hücreler; interkala<br />

diskler; basit nükleus<br />

Var<br />

Bağ dokusu kılıfları ve<br />

endomisyum<br />

Çizgisiz fuziform<br />

hücreler; tek nükleus<br />

ID:03t031<br />

• T tübüllerinden terminal sisternalar aracılığıyla tüm sarkoplazmik retikuluma<br />

uyarı geçer ve bu uyarı sarkoplazmik retikulumdan sitoplazmaya kalsiyum<br />

salınımına neden olur.<br />

• Kalsiyum aktin üzerindeki myozin bağlama bölgelerini açığa çıkarmak için<br />

Troponin - C ünitesine bağlanır ve bağlı olduğu tropomyozini hareket ettirir,<br />

sonuçta aktin üzerindeki myozin bağlanma bölgeleri ortaya çıkar.<br />

• Kalsiyum iyonlarının troponin-C'ye bağlandığı dönemde myozin başı ATP<br />

ile birleşerek bir kompleks oluşturur.<br />

• Myozin aktin üzerindeki bağlanma bölgesine bağlandığında ATP, ADP ve<br />

Pi'ye dönüşür ve enerji açığa çıkar.<br />

• Açığa çıkan enerji ile myozin başı bükülür ve harekete neden olur. (Aktinmyozin<br />

bağlı olduğundan)<br />

• Aktin myozin bağlantısının çözülmesi için myozine yeni bir ATP'nin<br />

bağlanması gerekir.


52<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Kas fibrillerinde kasılma olması için<br />

1. Kalsiyum serbestleşmesi<br />

2. Aktin myozin bağlanma bölgesinin açığa çıkması<br />

3. Myozinin aktine bağlanması<br />

4. Myozin başında enerji açığa çıkması ve bükülme<br />

5. Bağlı aktin-myozinin hareket etmesi<br />

6. ATP harcanarak aktin-myozin bağlantısının çözül-mesi gerekir.<br />

P Eğer ortamda hiç ATP yoksa aktin-myozin bağlantısı stabil hale<br />

gelir. Bu ölümden sonra oluşan rigor mortise neden olur.<br />

• Kalsiyum serbest olarak pasif bırakılır fakat aktif olarak geri alınır.<br />

(Sarkoplazmik retikuluma)<br />

• Sarkoplazmik retikulumda calsequestrin adlı protein kalsiyumu bağlar.<br />

Iskelet kası fibrilleri 3 tipe ayrılır.<br />

1. Kırmızı lifler<br />

2. Beyaz lifler<br />

3. Ara formlar<br />

Kırmızı Lifler; Kırmızı lifler myoglobin ve mitokondrial sitokrom pigmentleri<br />

içerir. Beyaz liflere göre daha yavaş kasılırlar. Fakat uzun süreli güçlü kasılma<br />

özelliğine sahiptir. Mitokondriler beyaz liflere göre çok fazladır. Kırmızı lifler<br />

enerjilerini esas olarak oksidatif fosforilasyondan sağlar. Extremite kasları<br />

bu tiptir.<br />

Beyaz Lifler; Beyaz liflerde myoglobin ve mitokondriyal sitokrom pigmenti<br />

azdır. Beyaz lifler, kısa süreli ani kasılmalarından sorumludur. Mitokondri<br />

sayısı daha azdır. Enerjilerini esas olarak anaerobik yoldan sağlar. Göz<br />

kasları bir örnektir.<br />

KALP KASI<br />

• Kalp kası iskelet kası gibi enine çizgilenme gösterir fakat iskelet kasındaki gibi<br />

uzun hücrelerden oluşmamıştır.<br />

• Kalp kası hücreleri diskus interkalaris adı verilen kompleks yapılarla birbirine<br />

bağlanır ve uzar.<br />

• Kalp kasında kontraksiyon dalgası hücreden hücreye discus interkalarisle<br />

olur.<br />

• Kalp kası hücre bağlantıları (discus interkalaris) şunlardır:<br />

KASILI VE GERİLMİŞ KAS ARASINDAKİ FARKLILIKLAR<br />

Kasın relaks hali ile karşılaştırılması<br />

Band Kasılı Gerilmiş<br />

A bandı Değişiklik yok Değişiklik yok<br />

I bandı Kısalır Uzar<br />

H bandı Kısalır Uzar<br />

Z diskler Birbirine yaklaşır Birbirine uzaklaşır<br />

Kas iğcikleri Kısalır Uzar<br />

Golgilenf organı Birbirine yaklaşır Birbirine uzaklaşır<br />

ID:03t045


53<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Fasia adherenes (yaygın) (aktin flamentlerin tarafından oluşturulur)<br />

- Macula adherens (desmozom) (kalp kası hücrelerini sıkı tutar)<br />

- Gap junction (nexus) (hücrelerarası iyon transferi yapar)<br />

P Iskelet kaslarında T tübülleri A-I bandı birleşim yerinde iken kalp<br />

kasında Z çizgisi seviyesindedir.<br />

P Iskelet kaslarında bulunan triad kalp kasında bulunmaz.<br />

P Kalp kasında diad bulunur. (T tübül ve tek terminal sisterna)<br />

• Iskelet kasında mitokondriler sitoplazmanın %2'sini doldururken kalp kasında<br />

sitoplazmanın %40'ını doldurur.<br />

• Iskelet kasında hem aerobik hem de anaerobik yolla enerji üretilirken kalp<br />

kasında sadece aerobik metabolizmayla enerji üretilir.<br />

• Iskelet kasında myoblast yapımı için gerekli satellit hücreleri var iken kalp kası<br />

hücrelerinde böyle yeni kas lifleri oluşturacak satellit hücreler yoktur ve kalp<br />

kası rejenere olamaz.<br />

P Atriumdaki kas lifleri ile ventriküllerdeki kas lifleri farklıdır:<br />

- Atriumda T tübülü daha az sayıdadır ve hücreler biraz daha küçüktür.<br />

- Atriumdaki hücrelerin (sağ atriumda çok) sitoplazmasında ANF içeren<br />

granüller bulunur.<br />

• ANF, Na + ve su tutulumu olduğunda böbrekleri etkileyerek ADH veya<br />

aldesteronun tersi görev yapar.<br />

Kalbin bazı bölgelerinde kalp hücreleri özelleşerek iletim sistemini<br />

oluşturur. Bunlar;<br />

Sinoatriyal düğüm (SA nod)<br />

Atrioventriküler düğüm (AV nod)<br />

His hüzmesi<br />

Purkinje lifleri<br />

• Kalp kası hücreleri kendi kendine kasılabilme yeteneğine sahiptir.<br />

• Kalbin atım gücü ve sayısı otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir.<br />

• Düz kas orijin olarak miyotomal mezoderm'den gelişir.<br />

• Ventrikül purkinje hücreleri glikojen içeriği bol olması tanımasında ayrıcıdır.<br />

SİNİR DOKUSU<br />

• Insandaki sinir sisteminde en az 10 milyar hücre bulunur.<br />

Anatomik olarak sinir sistemi 2'ye ayrılır.<br />

1. Merkezi sinir sistemi (MSS)<br />

2. Periferik sinir sistemi (PSS)<br />

• Sinir dokusu hücreden zengindir ve bu hücreler arası çok az bağ dokusu vardır.<br />

• Sinir dokusu iki farklı hücreden oluşur.<br />

1. Nöronlar<br />

2. Nöroglia hücreleri<br />

Nöronlar direkt olarak kan damarları ile bağlantılı değildir ve kan-beyin bariyeri ile<br />

ayrılmıştır.<br />

• MSS (beyin, beyincik ve m. spinalis) iki yapıdan oluşur.<br />

1. Gri madde nöron (gövdesi ve nöroglia hücrelerinden oluşur)


54<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

2. Beyaz madde (nöron uzantıları ve nöroglia hücrelerinden oluşur)<br />

- Sinir hücresine nöron<br />

- Sinir hücre membranına nörolemma<br />

- Sinir hücre gövdesine perikaryon (soma)<br />

- Sinir hücre fibrillerine nörofibril denir.<br />

• Nöronlar fonksiyonel olarak iki kısıma ayrılır.<br />

1. Perikaryon (soma)<br />

2. Dendrit ve akson<br />

• Akson, sinir hücresinde tek sayıdadır. Uyarıları somadan diğer hücrelere<br />

taşır.<br />

• Dendritler, uyarıyı perikaryona (soma) getiren çok sayıdaki uzantılardır.<br />

• Uzantılarına göre nöronlar 3 gruba ayrılır:<br />

1. Unipolar nöronlar: (pseudo-unipolar nöron)<br />

2. Bipolar nöronlar<br />

3. Multipolar nöronlar<br />

• Unipolar nöronlar embriyolojik gelişim sırasında görülürler.<br />

• Unipolar nöronlar tek bir akson uzantısına sahiptir fakat uzantı somadan çıktıktan<br />

kısa bir süre sonra T şeklinde dallanır (biri perifere diğeri merkeze) Bundan<br />

dolayı pseudo-unipolar nöronda denir.<br />

• Duyu nöronları psödo unipolardır.<br />

• Bipolar nöronlar somanın karşılıklı kutuplarından çıkan bir akson ve dendritten<br />

oluşmuştur.<br />

• Multipolar nöronlar bir akson ile iki veya daha fazla dendritten oluşur ve vücutta<br />

en fazla bulunan nöron tipidir.<br />

• Motor nöronlar multipolar nöronlardır.<br />

Perikaryon<br />

• Perikaryon genel olarak iri bir nükleus içerir.<br />

• Sempatik ve duyu ganglionlarında iki nükleus görülebilmektedir.<br />

• Nükleolus büyük ve belirgindir.<br />

• GER iyi gelişmiştir.<br />

• GER sisternaları arasında çok sayıda ribozom bulunur. (Poliribozom)<br />

P GER ve serbest ribozomlar ışık mikroskobunda Nissl cisimcikleri denen<br />

bazofilik granüler alanlar oluşturur. TUS<br />

P Nissl granülleri yalnız perikaryon ve dendritlerde görülür.<br />

• Golgi kompleksi nöronlarda oldukça iyi gelişmiştir.<br />

• Nöronlarda çok sayıda mitokondri bulunur. Fakat mitokondriler diğer<br />

hücrelere nazaran daha küçüktür.<br />

• Mitokondriler perikaryonda bulunduğu gibi akson sonlanma yerlerindede<br />

bol bulunur.<br />

• Aksonun hemen hemem tamamı nörofibrillerle doldurulmuştur.<br />

• Nörofibriller perikaryonda sentezlenen maddelerin aksona taşınmasında<br />

hücre içi metabolitlerin transportunda görev alır.<br />

• MSS'deki perikaryonlar genellikle ayrı ayrı topluklar halinde bulunurlar.<br />

Bu perikaryon topluluklarına nükleus adı verilir. PSS'deki perikaryon<br />

toplulukları da ganglion adını alır.


55<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Dendritler<br />

• Dendritler, perikaryondan çıkan çok sayıda dikensi sitoplazma çıkıntılarıdır.<br />

Dendritlerde çok sayıda dentritik dallanma yaparak çok sayıda aksonla<br />

sinaps yapma imkanı sağlar. Dendritlerde özellikle perikaryona yakın<br />

bölgelerde golgi kompleksi haricinde ki organellere rastlanabilir.<br />

Perikaryondan çıkan ilk dendritlere primer dendrit adı verilir.<br />

• Primer dendritler de dallanarak sekonder dalları oluşturur.<br />

• Dendritler üzerindeki çok sayıdaki küçük çıkıntılara gemmül (spina) adı<br />

verilir.<br />

• Gemmül (sipina)ler sinaptik bağlantı bölgeleridir.<br />

Aksonlar<br />

• Aksonlar nöronların tek ve uzun uzantılarıdır.<br />

• Perikaryondan akson tepesi denilen bir şişkinlikle ayrılır.<br />

P Akson tepeciğinde GER ve ribozom (Nissl granülleri)<br />

bulunmaz.<br />

• Aksonun plazma membranına aksolemma, sitoplazmasına aksoplazma adı<br />

verilir.<br />

P Aksoplazma Nissl granülleri, golgi kompleksi, yağ ve pigment<br />

damlacıkları içermez.<br />

• Aksonlar myelinli veya myelinsiz olabilirler.<br />

• Myelinli aksonlarda, myelinleşmenin başladığı akson kısmı başlangıç<br />

segmentidir.<br />

• Başlangıç segmenti aksiyon potansiyelinin akson boyunca iletilip<br />

iletilmeyeceğine karar verildiği akson segmentidir.<br />

• Aksonlar sonlanacağı bölge yakınında çok sayıda kolleteral dal verir. Bu<br />

son bölüme telodendron adı verilir.<br />

P Aksonların aynı bölgeye gidenleri birleşerek demetler oluşturur. Bu<br />

demetlere MSS'de tractus, PSS'de ise sinir ismi verilir.<br />

• Aksoplazmada iki çeşit transport vardır.<br />

1. Anterograd (perikaryondan akson ucuna)<br />

2. Retrograd (akson ucundan perikaryona)<br />

P Retrograd transport metabolik artıkların temizlenmesinde işlev<br />

göstermesinin yanında bazı toksinlerin (tetanoz) ve virusların (Herpes,<br />

kuduz vs) yayılımı için önemli bir yol oluşturur.<br />

MYELINLI LIFLER<br />

• Akson perikaryondan çıkıp kısa bir süre çıplak seyrettikten sonra nöron tipine<br />

ve bölgesine göre farklı kılıflarla sarılır.<br />

• Sinir lifi, aksonla birlikte seyreden kılıftan oluşmuştur.<br />

P Sinir lifleri 2'ye ayrılır.<br />

1. Myelinli lifler<br />

2. Myelinsiz lifler<br />

• Periferik sinirler myelin kılıfın dışında bir çok bağ dokusu kılıfıyla daha sarılır.<br />

Bunlar<br />

- Endonöriyum tek bir lifi çevreler<br />

- Perinöriyum bir grup lifi çevreler<br />

- Epinöriyum Dıştan tüm siniri çevreler


56<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• MSS'de ve PSS'de aksonları örten kılıfı yapan hücreler farklıdır.<br />

P PSS'de myelin kılıfı → Schwann hücreleri<br />

P MSS'de myelin kılıfı → oligodendrositler yapar.<br />

• Myelin kılıfı bu destek hücrelerin aksonlar çevresinde defalarca dönmesi ve<br />

sıkışmayla sitoplazmalarının hücre gövdesine itilmesiyle oluşur, başlıca zarlardan<br />

oluşan bir yapı olarak izlenir.<br />

• Kılıfların oluşması sırasında arada sıkışıp kalmış schwann hücre sitoplazma<br />

bölümlerine Schmidt-Lantermann yarıkları denir.<br />

P Myelin kılıfı yer yer kesintiye uğrar bu kesintilere Ranvier boğumu adı<br />

verilir.<br />

• Ranvier boğumları aksonların uzunluğu boyunca yerleşmiş olan komşu<br />

Schwann hücreleri arasındaki boşluklardır.<br />

P Ranvier boğumlarındaki akson SSS'de çıplak iken PSS'de komşu Schwann<br />

hücrelerinin sitoplazmik uzantıları ile kısmen çevrilidir.<br />

• Oligodendrisitler birden fazla aksonun myelinizasyonundan sorumlu iken<br />

Schwann hücreleri sadece üzerinde bulunduğu aksonun myelinizasyonundan<br />

sorumludur.<br />

P MSS'te Schmitt Lantermann yarıkları yoktur. Ranvier boğumları da<br />

görülmeyebilir.<br />

• Organizmadaki liflerin hepsi myelini aynı zamanda kazanmazlar.<br />

P Insanda sinir lifleri ilk oluştuğunda myelinsizdir. Yaklaşık olarak gebeliğin<br />

14. haftasında myelinleşme başlar.<br />

• Iradeye bağlı hareketlerin kontrolünü sağlayan yollarda myelin oluşumu<br />

doğumla başlar ve çocuk yürümeye başlamasına kadar tamamlanır.<br />

• MSS'de ve PSS'de myelinsiz lifler bulunabilir.<br />

P MSS'de myelinsiz akson sayısı daha fazladır.<br />

P Myelinsiz liflerde Ranvier boğumları bulunmaz.<br />

• Myelinsiz liflerde bir çok akson bir Schwann hücresinin membranının yaptığı<br />

çöküntüler içine yerleşmiştir.<br />

• Genel olarak bir aksonunu dendritle veya perikaryonla sinaps yaptığı<br />

görülür.<br />

MSS'deki sinapslar şunlardır:<br />

• akso - dendritik sinaps<br />

• akso - somatik sinaps<br />

• dendro - dendritik sinaps<br />

• akso -aksonik sinaps<br />

• Iskelet kası hücreleriyle motor nöronların aksonları arasında motor son plak<br />

(NMJ) olarak adlandırılan özel sinapslar vardır.<br />

• Kimyasal sinapslarda 3 temel yapı gözlenir.<br />

1. Presinaptik zar<br />

2. Sinaptik aralık<br />

3. Postsinaptik zar<br />

NÖROGLIA HÜCRELERI<br />

• Genel olarak MSS'inde her bir nöron için 10 glial hücre bulunur.<br />

• Ancak bu kadar fazla glial hücre olmasına rağmen sinir dokusunun toplam<br />

hacminin yarısı kadarını oluştururlar.


57<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

PGlial hücrelerin nöronların aksine mitoz yetenekleri vardır.<br />

Nöroglia hücreleri 4 kısma ayrılır.<br />

1. Astrositler, 2. Oligodendroglialar, 3. Mikroglialar, 4. Ependim hücreleri<br />

1. Astrositler<br />

• Glial hücrelerin en büyüğüdür.<br />

• Çok sayıda uzun uzantıları olan astrositler bu uzantılarının kalınlığına göre<br />

ikiye ayrıılr.<br />

1. Fibröz astrosit (beyaz cevher)<br />

2. Protoplazmik astrosit (Gri cevher)<br />

• Fibröz astrositlerin uzantıları uzun ince, asimetrik ve az dallanma<br />

gösterir.<br />

P Fibröz astrositlere spider hücreleride denir.<br />

• Protoplazmik astrositlerin uzantıları kısa, kalın, simetrik ve çok sayıda<br />

dallanma gösterir.<br />

• Astrositler genişlemiş pedikülleri (Vasküler son ayak) ile tüm kan damarlarını<br />

çevreler.<br />

• Astrosit uzantıları kan damarları ve nöronlarla bağlantı oluşturur.<br />

P MSS'deki hasardan sonra, hasar yerinde astrositler prolifere<br />

olurlar ve skar dokusu oluştururlar. (gliozis)<br />

P Astrositler ve oligodendrogliyalar birlikte makrogliya olarak<br />

değerlendirilir.<br />

P Ektodermden gelişir.<br />

2. Oligodendrogliyalar<br />

• Astrositlerden küçük hücrelerdir.<br />

• Oligodendrogliyalar astrositler gibi uzun uzantılara sahip değildir.<br />

P Uzantıları az sayıda ve kısadır.<br />

P Oligodendrogliyalar yaygın olarak yani hem gri cevher hem de<br />

beyaz cevherde bulunur.<br />

• Gri maddede nöron perikaryonuna yakın olarak yerleşmişlerdir.<br />

P MSS'de myelin yapımından sorumludur.<br />

P Fonksiyon bakımından PSS'indeki Schwann hücrelerinin anoloğudur.<br />

• Schwann hücrelerinden farklı olarak birden fazla aksonun myelizasyonuna<br />

katılabilirler.<br />

• Ektodermden gelişir.<br />

3. Mikroglialar<br />

• Mikroglialar beyin makrofajlarıdır.<br />

P Beyinde hasar olduğunda mikroglialar debrisin fagositozundan<br />

sorumludur.<br />

P En küçük glial hücrelerdir.<br />

P Hem gri hem de beyaz cevherde bulunur.<br />

P Diğer glial hücreler gibi ektodermden değil, mezodermden gelişirler.<br />

TUS<br />

4. Ependim hücreleri<br />

• MSS'deki iç boşlukları döşeyen bu prizmatik epitel hücreleride nörogliyalar<br />

içinde değerlendirilir. (Ventriküller ve spinal kordu döşer.)


58<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

NÖROGLIA HÜCRELERININ KÖKENI VE ANA IŞLEVLERI<br />

Glial Hücre Tipi Kökeni Yeri Temel İşlevleri<br />

Oligodendrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı<br />

Schwann hücresi Nöral tüp Periferik sinirleri Miyelin yapımı, elektrik yalıtımı<br />

Astrosit Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Yapısal destek, onarım işlemleri<br />

Kan-beyin bariyeri, metabolik degiş<br />

tokuş<br />

Epandim hücresi Nöral tüp Merkezi sinir sistemi Merkezi sinir sisteminin<br />

boşluklarının döşenmesi<br />

Mikroglia Kemik iliği Merkezi sinir sistemi Makrofaj aktivitesi<br />

ID:03t024<br />

• Bu boşluklar BOS ile yıkanır, BOS hareketine yardım eden hareketli silialara<br />

sahiptirler.<br />

P Değişik bölgelerde BOS üretmek üzere modifiye olmuşlardır.<br />

• Modifiye epandimal hücreler ve bunlarla ilişkili kapillerler birlikte boşluğa<br />

sarkarak koroid pleksusları oluştururlar.<br />

• Choroid pleksusları döşeyen epandim hücreleri BOS sentezinden çok<br />

plazmanın süzülüp ventriküle geçmesinden sorumludur.<br />

P PSS'inde gliyal hücrelerden sadece Schwann hücreleri ve satellit<br />

hücreler bulunur.<br />

DUYU SINIR SONLANMALARI<br />

• Duyu sinir sonlanmaları afferent sonlanmalardır.<br />

• Afferent sonlanmalar ağrı, dokunma, basınç, ısı, tat ve koku gibi uyarıları aksiyon<br />

potansiyeli halindeki sinyallere çevirir.<br />

Duyu sinir sonlanmaları şunlardır;<br />

1. Serbest sinir sonlanmaları (ağrı - ısı)<br />

2. Merkel cisimciği (dokunma)<br />

3. Meisner korpuskülü (dokunma)<br />

4. Vater - Pacini korpuskülü (vibrasyon)<br />

5. Ruffini korpuskülü (ısı)<br />

6. Krause korpuskülü (soğuk)<br />

7. Kas iğciği (hareket ve pozisyonda)<br />

8. Golgi tendon organı (Hareket ve pozisyonda)<br />

P Merkel cisimciği kılsız deride stratum spinozumda görülür.<br />

P Meissner korpuskülü dermiste papillalar içine yerleşmişlerdir. Esas<br />

olarak avuç içi, ayak tabanı, parmak ucu, dudak ve meme başında<br />

bulunurlar.<br />

P Meissner korpüskülü serbest sinir sonlanmaları ve Schwann hücreleri<br />

ve bunların etrafını saran fibroblastlar ile kalın kollagen fibrillerden<br />

oluşmuştur.<br />

P Kas iğciği, çizgili kaslarda yer alan kapsüllü bir organdır.<br />

• Kapsülün içinde sıvı vardır ve kas lifleri (intrafuzal lifler) bu sıvı içinde<br />

hareket eder.


59<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Bir çok duyu sinir lifi ise kas iğciğinin içine girer ve burada extrafuzal kas<br />

liflerini oluşturur.<br />

P Golgi tendon organı esas olarak tendonun kasa yapışma yerinde<br />

bulunurlar.<br />

SINIR DOKUSUNUN REJENERASYONU<br />

• Nöronlar bölünmezler ve dejenerasyonları kalıcı kayıp gösterir.<br />

• Periferik sinir lifleri eğer perikaryonları hasarlanmamışsa rejenere olabilir.<br />

P MSS'de nöron kaybı nöroglia ile doldurulur.<br />

P Hasar perikaryonda ise rejenerasyon olmaz.<br />

P Periferik sinir aksonları kesildiğinde, kopan segment dejenerasyona<br />

uğrar buna Wallerian dejenerasyon adı verilir.<br />

• Aksonal hasarda perikaryonda aşağıdaki değişiklik olur.<br />

- Ilk değişiklik kromatolizistir. (Nissl cisimleri bozulur)<br />

- Sonra perikaryon şişer ve nükleus ortadan perifere kayar.<br />

• Wallerian dejenerasyondan sonraki rejenerasyon Schwann hücrelerinin<br />

proliferasyonuna bağlıdır.<br />

• Wallerian rejenerasyonda aksonal tomurcuğun ilerleyebilmesi için Schwann<br />

hücrelerinin tomurcuğun içinden geçecek şekilde prolifere olup rehberlik<br />

yapması lazımdır.<br />

• Aksonal tomurcuk Schwann hücreleri ile birlikte ilerlemezse (günde 3 mm<br />

kadar) efektör organ ile akson bağlantı kuramaz.<br />

• Ganglion sinir hücresi gövdesi ve onların uzantılarını içerir. TUS<br />

• Spongioblastlar; oligodendroglia nöroglia ve astroblasta kaynaklık eder.


60<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

NÖROFİZYOLOJİ VE NÖROHİSTOLOJİ<br />

OTONOM SINIR SISTEMI<br />

RESEPTÖR ÇEŞITLERI<br />

1. ADRENERJIK RESEPTÖRLER (TUS- EYLÜL’87) (Adrenoreseptörler)<br />

a. alfa-1 reseptörleri<br />

- Düz kasda yerleşmiştir, (bronş düz kası hariç)<br />

- Eksitasyon meydana getirir.<br />

- Norepinefrin ve epinefrine eşit derecede sensitiftir ancak dolaşımda sadece<br />

norepinefrin Alfa reseptörleri uyaracak kadar fazla miktarda bulunur.<br />

- Etki mekanizması: inositol trifosfat (IP3) oluşumu ve intrasellüler [Ca+2] da<br />

artıştır.<br />

b. alfa-2 reseptörler<br />

- Presinaptik sinir uçlarında, plateletlerde, yağ hücre-lerinde ve düz kasda<br />

yerleşmişlerdir.<br />

- Sıklıkla inhibisyon yapar.<br />

- Etki mekanizması: Adenilat siklaz inhibisyonu ve siklik adenozin monofosfatta<br />

(cAMP) azalmadır.<br />

c. Beta-1 reseptörler<br />

- Kalpte yerleşmiştir.<br />

- Eksitasyon yapar.<br />

- Hem epinefrin hem de norepinefrine sensitiftir. Alfa reseptörlerinden daha fazla<br />

sensitiviteye sahiptir.<br />

Etki mekanizması: Adenilat siklaz aktivasyonu ve cAMP üretimidir.<br />

A ve B ADRENOSEPTÖRLERİN ARACILIK ETTİĞİ TEMEL ETKİLER


61<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

SEMPATİK ve PARASEMPATİK SİNİR STİMÜLASYONUNUN ETKİLERİ<br />

Hedef Doku Sempatik Parasempatik Net etki<br />

Sinir uçları Alfa Azalmış<br />

salıverilmesi<br />

Düz kas<br />

Kan damarları<br />

Alfa<br />

1/2,<br />

Beta 2<br />

M2<br />

Azalmış<br />

salıverilme<br />

Kasılma gevşeme M3 Gevşeme (EDRF<br />

aracılığıyla)<br />

Bronşlar Beta 2 Gevşeme kasılma M3<br />

M3<br />

Gastrointestinal<br />

kanal: Sfinkterdışı<br />

Sfinkter salgılar<br />

Beta<br />

1/Alfa 1<br />

Alfa<br />

Gevşeme<br />

Kasılma<br />

M3<br />

M3<br />

M3<br />

Kasılma<br />

Salgılanma<br />

Kasılma<br />

Gevşeme<br />

Salgılama<br />

Azalmış aşırımı<br />

Vazokonstriksiyon,<br />

vazodilatasyon<br />

Bronkodilatasyon<br />

Bronkokonstriksiyon<br />

Bronkosekresyon<br />

Artmış/azalmış<br />

Motilite ve tonus<br />

Gastrointestinal<br />

sekresyon<br />

Paryetal hücreler M1 Salgılama Gastrik asit<br />

salgılanması<br />

Pankreas Alfa 2 Beta-hücrelerinden<br />

insülin<br />

salgılanmasında<br />

azalma<br />

Uterus Alfa !<br />

Beta 2<br />

Mesane: detrüsör<br />

sfinkter<br />

Seminal kanal<br />

Vaz deferens<br />

Penis venöz<br />

sfinkteri<br />

Radiyal (iris)<br />

Siliyer kas<br />

Lakrimal bez<br />

Beta 2<br />

Alfa 1<br />

Alfa 1<br />

Beta 2<br />

Alfa 1<br />

Alfa 1<br />

Beta 2<br />

Kasılma<br />

Gevşeme<br />

Gevşeme<br />

Kasılma<br />

Kasılma<br />

Gevşeme<br />

Kasılma<br />

Kasılma<br />

Gevşeme<br />

Kalp Beta 1 Artmış hız ve<br />

kasılma gücü<br />

Karaciğer Alfa 1/<br />

Beta 2<br />

Glikojenoliz<br />

Yağ dokusu Beta 3 Lipoliz<br />

Tükürük bezleri Alfa 1/<br />

Beta 1<br />

Koyu tükürük<br />

salgılanması<br />

Trombositler Alfa 2 Trombosit agregasyonu<br />

Mast hücreleri Beta 2 Histamin<br />

salıverilmesinin<br />

inhibisyonu<br />

M3 Salgılanma Salgı artışı<br />

M3<br />

M3<br />

M3<br />

M3<br />

Kasılma<br />

Gevşeme<br />

İşeme<br />

İdrar retansiyonu<br />

M3 Vazodilatasyon Ejekülasyon<br />

Ejekülasyon<br />

Ereksiyon<br />

M4<br />

M4<br />

M4<br />

M1<br />

M3<br />

Gevşeme<br />

Kasılma<br />

Kasılma<br />

Azalmış hız ve<br />

kasılma gücü<br />

Bol sulu tükürük<br />

salgılanması<br />

Pupil büyümesi/<br />

küçülmesi<br />

Akomodasyon<br />

Gözyaşı salgısı<br />

ID: 08t096


62<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

OSS’DE BAZI ÖNEMLİ ADRENOSEPTÖRLERİN ÖZELLİKLERİ<br />

Reseptör Yerleşim G Protein İkincil haberci Ana fonksiyonları<br />

α 1<br />

α 2<br />

β 1<br />

Efektör dokular; düz<br />

kas, bezler<br />

Sinir sonlanmaları, bazı<br />

düz kaslar<br />

Kalp kası,<br />

juxtaglomeruler aparat<br />

G q<br />

↑ IP 3<br />

, DAG ↑ Ca +2 , kontraksiyona<br />

sekresyona yol açar.<br />

G i<br />

↓ cAMP ↓ Transmitter salınımı<br />

kontraksiyona yol açar.<br />

G s<br />

↑ cAMP ↑ kalp hızı, ↑ güç; ↑renin<br />

salınımı<br />

β 2<br />

Düz kas, kalp kası G s<br />

↑ cAMP Düz kası gevşetir; ↑<br />

glikojenoliz, ↑ kalp hızı, gücü<br />

β 3<br />

Adipoz hücreler (yağ<br />

hücreleri)<br />

G s<br />

↑ cAMP ↑ Lipoliz<br />

D 1<br />

Düz kas G s<br />

↑ cAMP Renal vasküler düz kası<br />

gevşetir<br />

ID: 08t183<br />

d. Beta-2 reseptörler<br />

- Damar düz kası, bronş düs kası ve GIS’de yerleşmişlerdir.<br />

- Eksitasyon meydana getirir.<br />

- Epinefrine alfa reseptörlerden daha fazla sensitivite gösterir. Örneğin, adrenal<br />

medulladan küçük miktarlarda epinefrin salındığında, vazodilatasyon (beta2)<br />

meydana gelir, yüksek miktarda epinefrin salındığında ise vazokonstruksiyon<br />

oluşur.<br />

- Etki mekanizması: Adenilat siklaz aktivasyonu ve cAMP üretimi<br />

2. KOLINERJIK RESEPTÖRLER (KOLINORESEPTÖRLER)<br />

a. Nikotinik reseptörler<br />

- Otonom ganglionlarda ve nöromüsküler bileşkede yerleşmişlerdir. Bu iki<br />

bölgedeki reseptörler birbirine benzer ama aynı değildir.<br />

Asetilkolin veya nikotinle aktive edilir.<br />

Eksitasyon meydana getirir.<br />

- Ganglionik blokerler (Örn: hexametonyum, trimetaphan) otonom ganglionlarda<br />

Ach için olan nikotinik reseptörleri bloke ederken nöromüsküler bileşkede<br />

bulunan reseptörleri inhibe etmez.<br />

Etki mekanizması: Nikotonik asetil kolin reseptörleri Na + ve K + için birer iyon<br />

kanalıdır.<br />

b. Muskarinik reseptörler<br />

- Kalp, düz kas (Damar düz kası hariç) ve bezler de yerleşmiştir.<br />

- Ach veya muskarinle aktive olur.<br />

- Kalpte inhibitör, düs kas ve bezlerde eksitatör ektki gösterir.<br />

- Atropin Ach için olan muskarinik reseptörleri bloke eder.<br />

Etki mekanizması<br />

1) Kalp SA nod: Adenilat siklaz inhibisyonu ve K+ kanallarının açılması (Spontan<br />

depolarizasyon hızını azaltarak kalp hızını azaltır.)<br />

2) Düz kas ve bezler: IP3 oluşumu ve intraselüler [Ca +2 ] artışı


PARASEMPATIK SINIR SISTEMI<br />

63<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Parasempatik postganglioner liflerinin yaptığı nöroefektör sinapsta muskarinik<br />

kolinerjik reseptörler vardır.<br />

- Muskarinik reseptörler membranı depolarize eder. Reseptörler Ca ++ kanalını<br />

açan ya da G proteinini aktive eden reseptörler olabilir.<br />

Gp proteini fosfolipaz aracılığı ile fosfatidil inositol difosfattan inositol trifosfat<br />

(IP3) ve diasil gliserol (DAG) oluşmasına neden olur. DAG protein kinaz C’yi<br />

aktive eder. IP3 ise endoplazmik retikulumdan Ca++ salınmasına neden<br />

olur (TUS-Nisan’94).<br />

Gi proteini kalpte K + kanallarını açarak hiperpolarizasyon yapar bu da sinus<br />

nodu ve atriyoventriküler nodda inhibisyon yapar.<br />

Parasempatik stimülasyonun bazı etkileri şunlardır (TUS-Eylül'00,<br />

Eylül'01);<br />

• Göz, pupilla ve silier kaslarda konstriksiyon<br />

• Bezler nazolakrimal,parotis, submandibular ve gastrik sekresyonlarda<br />

artış<br />

• Kalp; kasılma gücünde azalma, kalp atım sayısında azalma, A-V iletide<br />

yavaşlama<br />

• Akciğer; bronşlarda konstriksiyon, kan damarlarında dilatasyon ve<br />

sekresyonlarda artış<br />

• Barsaklar; lümende peristaltizm ve tonus artışı, sfinkterde gevşeme<br />

• Safra yolları; kasılma<br />

SEMPATIK SINIR SISTEMI<br />

• Sempatik sinir sistem de alfa, beta reseptörleri ve bunlarında alt tipleri vardır.<br />

• Beta reseptörleri: Gs proteinlerine bağlıdır ve adenilat siklaz aktivasyonu ile<br />

cAMP (siklik AMP) artışına neden olur.<br />

• Alfa1 reseptörleri: Gs proteini ile de fosfolipaz c’yi aktive eder.<br />

• Alfa2 reseptörleri: Gs, Gk proteinlerine bağlıdır. Gs ile Ca ++ kanalını açıp<br />

eksitasyon yapar. Gi ile adenilat siklaz inhibisyonu olur. Gk ile K + kanalını<br />

aktive edip inhibisyon yapar. Sempatik sinir siteminde nörotransmitter olarak<br />

norepinefrin kullanılır. Alfa ve beta reseptörlerine affinite duyar. Norepinefrin<br />

uptake’e uğrayarak ve etrafa difüze olarak ortadan kaldırılır.<br />

Enterik Sinir Sistemi<br />

- Sempatik ve parasempatik sistemden uyarı alırlar. Gastrointestinal sistemin<br />

salgı fonksiyonu ve peristaltik hareketlerinin kontrolünü sağlar. Sistem<br />

nonkolinerjik nonadrenerjiktir.<br />

Santral sinir sistemi sinapsları<br />

• Sinir hücreleri arasındaki sinapslar aksoaksonik, aksosomatik, aksodentritik,<br />

dentrodentritik veya somasomatik olabilir.<br />

• Bulbus olfaktoryus ve retinada elektriksel sinaps vardır. Bu sinaps iki yönlü<br />

iletim yapar. Membranlar arası mesafe 3,5nm’dir ve gap junction ile iki<br />

hücre sinapsta birbirine bağlanır. Santral sinir sisteminde sık karşılaşılan<br />

sinapslardan değildir. Bu tip sinapslar kalp kası ve düz kasda çok bulunurlar.<br />

Santal sinir sistemi sinapsları çoğunlukla kimyasal sinapslardır.


64<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Nörotransmitter presinaptik membrandan salınır. Post sinaptik<br />

membranında hem inhibitör eksitatör reseptörler vardır. Eksitatör<br />

reseptörler membranında eksite edici postsinaptik potansiyele (EPSP)<br />

neden olur. Her ikisi de iletilemeyen lokal potansiyellerdir.<br />

EPSP’lerin summasyonu ile aksiyon potansiyeli elde edilir. Summasyon 2<br />

tip olur:<br />

1) Zamansal (temporal, successive): EPSP’lerden biri silinmeden diğer bir<br />

uyarının gelmesi ile oluşan summasyon tipidir.<br />

2) Uzamsal (simultan, Spatial) bir çok sinir aynı anda depolarizasyon yaparca<br />

oluşur.<br />

• Aksiyon potansiyeli post sinaptik nöronun başlangıç segmentinde başlar. Çünkü<br />

burada eşik potansiyeli düşmüştür.<br />

Postsinaptik inhibisyon: Inhibitör nörotransmitterler ile postsinaptik nöronda<br />

meydana getirilen hiperpolarizasyondur.<br />

Uzun süreli potansiasyon (long term potentiation): Sinapsda protein sentezini<br />

içerir.<br />

Presinaptik inhibisyon: Inhibitör nörotransmitter ile presinaptik nöronda meydana<br />

getirilen negatif potansiyeldir. Presinaptik membrandan salınan vezikül sayısı<br />

aksiyon potansiyelin geriliğine bağlı olduğundan presinaptik inhibisyonla salınan<br />

vezikül sayısı azaltılmış olur. Sonuçta postsinaptik nöronda EPSP düşük bir değerde<br />

olur. Presinaptik inhibisyonda aksoaksonik bağlantı vardır.


65<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

OTONOM SİNİR SİSTEMİNİN DÜZENLENİŞİ


66<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

MOTOR FONKSİYON<br />

Test edilen fonksiyon Kas Medulla<br />

Spinalis<br />

Segmenti<br />

Sinirler<br />

Pleksus<br />

Boyun fleksiyonu<br />

Boyun ekstansiyonu<br />

Boyun rotasyum<br />

Boyunun laterale bükülmesi<br />

Üst toraksın elevas yonu<br />

Inspirasyon<br />

Omuz Kavşağı ve Serbest Üsttüraf<br />

Derin boyun kasları (m. scm<br />

ve m.trapeziusta katılır)<br />

Mm.scaleni<br />

Diaphragma<br />

C 1-4 Servikal Servikal<br />

C 3-5<br />

N.phrenicus<br />

Kolun arkadan öne adduksiyonu M.pectoralis major minor C5-8-T1 Nn. pectorales<br />

Omuzun öne doğru itilmesi M.serratus anterior C 5-7 N.thoracicus longus<br />

Scapula'nın elevasyonu M. levator sacpulae C 3-5 N.dorsalis scapulae<br />

Scapula'nın elevasyonu ve medial<br />

adduksiyon<br />

Kolun abduksiyonu M. supraspinatus C 4-6<br />

Kolun rateral rotasyonu M. infraspinatus C 4-6<br />

Kolun medial rotasyonu<br />

M. latissimus dorsi, m.teres<br />

major ve m. subscapularis<br />

C 5-8<br />

N. suprascpularis<br />

N. subscapularis (fasciculus<br />

posterior'dan)<br />

Kolun abduksiyonu M. deltoideus C 5,6 N.axillaris (fasciculus<br />

Kolun lateral rotasyonu M. teres minor C 4,5 posterior'dan)<br />

Önkolun fleksiyonu M.biceps brachii C5,6 N. musculocutaneus<br />

Önkolun supinasyonu<br />

Kolun adduksiyonu<br />

M.coracobrachialis C5-7<br />

(fasciculus<br />

lateralis'ten)<br />

Önkolun fleksiyonu<br />

Önkolun fleksiyonu M.brachilialis C 5,6<br />

Elin ulnar fleksiyonu M.flex, carpi ulnaris C7,8:T1<br />

Tüm parmakların fleksiyonu (baş<br />

parmak hariç)<br />

K.flex, digit. profundus<br />

(ulnar bölümü)<br />

C 7,8:K1<br />

Başparmak metakarpının adduksiyon M. adductor pollicis C 8,T1<br />

Küçük parmağın abduksiyonu M. abductor digiti minimi C8,T1<br />

Küçük parmağın oppozisyonu M. opponens digiti minimi C7,8;T1<br />

Küçük parmağın fleksiyonu M. flex. digiti minimi C7,8;T1<br />

Proksimal falanksın feleksiyonu, distal<br />

2 flanaksın ekstensiyonu, parmakların<br />

abduksiyon ve adduksiyonu<br />

Mm. interossei<br />

C8,T1<br />

N.ulnaris (fasciculus<br />

medialis'ten)<br />

Önkolun pronasyonu C6,7 M.medianus (CD, 7<br />

Elin radial fleksiyonu C6,7 fasc.lat.'ten, C8 T1<br />

Elin fleksiyonu<br />

C7,8;T1 fasc.medialis'ten)<br />

Işaret parmağının, orta parmağın, Elin<br />

fleksiyonu<br />

M. flex. digit superficialis C7, 8;T1<br />

Baş parmağının terminal falanksının<br />

fleksiyonu<br />

M. flex. pollicis longus C7, 8;T1<br />

Işaret parmağının terminal flanaksının<br />

fleksiyonu<br />

Elin fleksiyonu<br />

M.flex digitorum profundus<br />

(radial bölümü)<br />

C7, 8;T1<br />

Brakial<br />

ID: 01t009


67<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

SINIR LIFLERI TIPLERININ KARAKTERISTIK ÖZELLIKLERI<br />

Lif tipi İşlevi Duyu lif tipleri ve örnekleri Çap İletim<br />

A-alfa<br />

Propriyosepsiyon, somatik<br />

motor.<br />

Ia Kas iğciği afferrentleri Çok büyük Çok hızlı<br />

Ib Golgi tendon organı Çok büyük Çok hızlı<br />

A-beta Dokunma, Basınç II Kas iğciği, dokunma, basınç Orta Orta<br />

A-gama<br />

Kas iğciklerine motor<br />

nöronlar<br />

A-delta Ağrı, Soğuk, Dokunma III Ağrı, soğuk ve dokunma<br />

reseptörleri<br />

- Orta Orta<br />

Küçük<br />

B Preganglionik otonom - Küçük Orta<br />

C-arka kök<br />

Ağrı, sıcaklık ve bazı<br />

mekanik algılamalar<br />

Orta<br />

IV Ağrı,sıcaklık ve diğer reseptörler Çok küçük Çok yavaş<br />

C-sempatik Postganglionik sempatikler - Çok kücük Çok yavaş<br />

ID:02t010<br />

- GABA santral sinir sisteminde en yaygın inhibitör nörotransmitterdir.<br />

GABAA reseptörleri Cl- geçirgenliğini GABAB reseptörleri K+ geçirgenliğini<br />

arttırır. Glisin medulla spinalisdeki primer Inhibitör nörotransmitter’dir ve<br />

Cl-geçirgenliğini arttırarak etkisini gösterir. TUS<br />

• Reseptörlerden uyarılar afferent liflerle santral sinir sistemine iletilir:<br />

- En kalın afferent lifi grup 1 lifleridir. En hızlı ileti la liflerdir. (TUS-<br />

Nisan’93)<br />

- Kas iğciği reseptörünün efferent innervasyonunu: A gama sinir<br />

lifleri yapar.<br />

- En ince afferent sinir lifi grup C’dir. En yavaş iletide bu grupta olur<br />

(TUS-Eylül’87).<br />

- C grubu lifler hariç tüm lifler myelinlidir.<br />

Reseptörler adaptasyona göre 2’ye ayrılır:<br />

• Tonik reseptörler, uyarana yavaş cevap verir ancak geç adapte olur.<br />

• Fazik reseptörler: uyarana hızla cevap verir ancak hızlı adapte olur.<br />

• Adaptasyon iki yolla oluşturulur: Uyaranın uyarısına rağmen reseptör<br />

potansiyeli oluşmaması ve direk aksiyon potansiyeli oluşmaması.<br />

DUYU SİSTEMLERİ<br />

DERI DUYULARI<br />

• Deri duyuları ağrı, sıcaklık, soğukluk ve mekanik duyularıdır.<br />

• Deride en çok bulunan reseptörler ağrı reseptörleridir.<br />

• Derinin şekli değişmedikçe basınç duyusu alınamaz. Deği duyusu oluşmadan<br />

basınç duyusu oluşturulamaz. Ancak basınç duyusu oluşturulmadan deği duyusu<br />

oluşturulabilir.<br />

Mekanik Duyu: Vibrasyon, basınç ve deği duyularını kapsar.


68<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Vibrasyon: Pacini korpüskülü ile alınır. Pacini korpüskülü kapsüllüdür ve fazik<br />

bir reseptördür.<br />

Basınç: Ruffini korpüskülü ile alınır. Kapsüllüdür. Tonik çalışır. Eklemlerde ve<br />

derin dokularda daha fazladır. Eklemlerin dönme derecesini tayin eder.<br />

Deği: Meissner cisimciği ve merkel diskince alınır. Meissner iki nokta duyusundan<br />

sorumludur. Faziktir ve tüysüz bölgelerdedir. Merkel diski toniktir ve sürekli temas<br />

halindeki deği duyusunu alır, hem tüylü hem tüysüz bölgelerdedir. Meissner<br />

uyaranın hızını alır. Her iki reseptörden uyarı tip II lifleri ile taşınır.<br />

Sıcaklık duyusu: Sıcak ve soğuk duyuları farklı reseptörlerle algılanır. Bunlar<br />

termoreseptörlerdir.<br />

- Sıcaklık reseptörleri 30 °C da aktiviteye başlar 47 oC’da aktivite biter.<br />

- Soğuk reseptörleri 15 °C’de aktiviteye başlar, 42 oC’de aktivite sonlanır.<br />

45 derece üstünde ağrı ve ısı beraber hissedilir.<br />

- Sıcaklık nötral durumda (31-36 °C) iken adaptasyon olur ve sıcaklık<br />

duyulmaz. Ancak bu durum sıcaklık değişmelerine en hassas durumdur.<br />

- 30 °C altında sadece soğuk 42 °C üstünde sadece sıcak reseptörleri<br />

çalışır.<br />

- Beyne uyarılar tractus spinotalamikus lateralisle iletilir.TUS<br />

Ağrı: Organizmayı zararlı uyaranlara karşı korur. Iki tip ağrı lifi vardır. A delta ve C<br />

lifleri. A delta hızlı ileti yapar ve lokalizasyon tam olarak saptanır, myelinli bir liftir. C<br />

lifleri ise myelinsizdir, yavaş ileti yapar ve lokalizasyon tam olarak saptanamaz.<br />

- Ağrı beyne spinotalamik yolla iletilir. Hızlı ileti korunma için gereklidir.<br />

Ağrılar çeşitli reflekslerin doğmasına neden olur.<br />

- Akson reflexi ve ağrı duyusunda rol oynayan başlıca madde: Substance<br />

- P’dir.<br />

Viseral ağrı: Iç organların beyinde projeksiyonu olmadığı için ağrı deride<br />

algılanır.<br />

Topognozis deriye uygulanan basıncın yerini bilme yeteneğidir.<br />

Iki nokta duyusu: Deriye iki uyarı uygulandığında iki ayrı uyarı olarak<br />

algılanabildiği minimal uzaklıktır. Iki nokta duyusu en fazla dildedir. Vücutta<br />

medial kısımlar ve hareketli kısımlar bu duyuya daha hassastır.<br />

Steregnozis: Bir cisme dokunarak tanıma duyusudur. Yani bir hacim tanıma<br />

duyuşudur.<br />

- Tüm deri duyuları talamus tarafından algılanır. Fakat serebral korteksde<br />

yorumlanır.<br />

IŞITME DUYUSU<br />

• Ses, cisimlerin oluşturduğu uzunlamasına dalgalardır. Ses iletimini moleküllerin<br />

dalgalanması sağlar. Molekül yoksa ses iletilemez.<br />

• Sesi ileten cisimlerdeki molekül yoğunluğu arttıkça ses hızı artar. Ses havada<br />

340, suda 1415 m/sn. hızla ilerler.<br />

• Sesin frekans birimi hertz (hertz-Hz) şiddet birimi desibel (dB)dir.<br />

-Sesin perde (yükseklik), şiddet ve tını (kalite - tonu) olmak üzere 3<br />

özelliği vardır.<br />

• Sesin frekansı arttıkça ses tizleşir azaldıkça tizliği azalır.


69<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

I. Olfactorius<br />

(duyu)<br />

II. Optic<br />

(duyu)<br />

KRANIAL SINIRLER<br />

Sinir Orjin Dağılım Fonksiyon<br />

III. Oculomotorius<br />

(Motor)<br />

IV. Trochlearis<br />

(motor)<br />

V. Trigeminus<br />

Ophtalmicus<br />

(duyu)<br />

Maxillaris<br />

(duyu)<br />

Mandibularis<br />

(Karışık)<br />

VI. Abducens<br />

(motor)<br />

VII. Facialis<br />

(karışık)<br />

VIII.<br />

Vestibulocohlearis<br />

Cohlea<br />

(acusticus) (duyu<br />

Vestibularis<br />

(staticus)(duyu)<br />

9.<br />

Glossopharyngeus<br />

(Karışık)<br />

10.Vagus<br />

(karışık)<br />

11.Accessorius<br />

(Motor)<br />

12.Hypoglossus<br />

(motor)<br />

Burun mukozasında<br />

bulunan regioolfactoriadaki<br />

bipolar<br />

ganglion hücreleri<br />

Retinanın ganglion<br />

tabakasında bulunan<br />

multipolar ganglion<br />

hücreleri<br />

Mesencephalon<br />

Mesencephalon<br />

Başın ön kısmı ve<br />

gözler<br />

Bulbus olfactorius içerisinde<br />

mitral hücrelerde sonlanır.<br />

Süperior kollikulus ve<br />

talamusta lateral geniculatda<br />

sonlanır.<br />

Obliqus superior ve rectus<br />

lateralis kasları dışında gözün<br />

diğer dış kasları ve otonomik<br />

olarak ciliaris ve sphincter<br />

pupilla kasları<br />

Sadece obliqus süperior<br />

innervasyonu<br />

Başın ön kısmı ve gözler<br />

Koku alma<br />

Görme, lens ayarı ve pupil<br />

kontraksiyonu ile oluşan odaklama<br />

refleksinin afferentleri<br />

Göz hareketleri, pupil<br />

kontraksiyonu ve akomodasyon<br />

Göz hareketleri (Aşağı ve lateral)<br />

Kornea üst nazal kavite başın ön<br />

kısmı, kononktiva veya lakrimal<br />

bezden duyular taşır.<br />

Maksiller bölgesi Maksiller bölge Farinksin bazı bölümleri damak,<br />

nazal kavite mukozası, üst dişler<br />

, üst dudak ve yanak duyularını<br />

taşır.<br />

Duyu: Mandibular<br />

bölge<br />

Motor:Pons<br />

Caudal pons<br />

Pons<br />

Ganglion spirali<br />

Ganglion vestibuli<br />

Medulla Oblangata<br />

Medulla oblangata<br />

ve servikal spinal<br />

kord.<br />

Medulla oblangata,<br />

servikal spinal kord.<br />

Duyu: Mandibuler bölge<br />

Motor : Çiğneme kaslarını<br />

inerve eder.<br />

Rectus lateralis kasını inerve<br />

eder.<br />

Duyu:Tad tomurcuklarını iner<br />

ve çıkar.<br />

Motor: Yüzün mimik kaslarını<br />

ve otonomik olarak tükrük ve<br />

lakrimal bezleri inerve eder.<br />

İç kulak cohleası<br />

İç kulakta semisirküler<br />

kanallar, utrikulus ve sakkulus<br />

Duyu: Dilde arka üçte birin<br />

tad duyusu ve üst farinksin<br />

duyusunu taşır.<br />

Motor: Stylopharyngeus<br />

kasını inerve eder ve<br />

otonomik olarak parotid<br />

bezini stimüle eder.<br />

Kardiyovasküler, sindirim<br />

siste-mi, solunum sistemi<br />

düz kasları, kardiyak kaslar<br />

ve yumuşak damağın istemli<br />

kasları<br />

Sternokleidomastoid,<br />

trapezius ve larinks kasları<br />

Duyu : dil(tat harici) alt dişler alt<br />

çene ve derisinden duyular taşır.<br />

Motor: çiğneme<br />

Gözde abdüksiyon (lateral hareket)<br />

Duyu: Tat alma<br />

Motor: Tükrük ve gözyaşı salgısı<br />

yüzün mimik hareketleri<br />

Duyma<br />

Denge<br />

Tad duyusu ve dilin diğer duyuları<br />

Tükrük sekresyonu ve yutma<br />

Yutma, kan basıncı ve kan oksijen<br />

ve karbondioksit düzeylerini izler<br />

Ses düzenlemesi (larinks) kafa ve<br />

omuz hareketi<br />

Medulla oblangata Dil kasları Konuşurken ve yutarken oluşan dil<br />

hareketleri<br />

ID:02t008


70<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Şiddet kulak zarının cm 2 ’ne yapılan basınca bağlıdır. Üstün seslerin oluşturduğu<br />

özellik sesin tonudur.<br />

• Işitme ses dalgalarının iç kulaktaki reseptörlerde aksiyon potansiyeline<br />

dönüştürülüp ilgili beyin bölgelerinde algılanmasıdır.<br />

• Ses için eşik basınç 0.0002 dyn/cm 2 yani O (sıfır) desibeldir. Konuşma 40-60<br />

dB arası şiddetle algılanır. Insan kulağı 20-20.000 Hz’lik seslere hassastır.<br />

Yaşlandıkça işitme sınırlarında değişme olur. Alt sınır artar, üst sınır azalır.<br />

Kulak dış, orta ve iç kulak olarak 3 bölümden oluşur:<br />

Dış kulak: Aurikula ve meatus akustikus externus’dan oluşur. Aurikula ses<br />

toplama için önemli değildir. Ancak sesin kaynak ve lokalizasyonunu saptamak<br />

için önemlidir.<br />

- Iki kulağın uyarılma zamanları arasındaki fark 0.00003 sn’ye kadar<br />

olursa ses yönü tayin edilebilir. Bunun altındaki değerlerde ses her<br />

yerden geliyor gibi duyulur. Ses kaynağının ilik ile yaptığı açı 3° olana<br />

kadar sesin geldiği yön tayin edilebilir.<br />

Orta kulak: Kulak zarı ve kemikçiklerden oluşur.<br />

- Kulak zarındaki titreşim sırasıyla malleus, incus ve stapesden geçer ve<br />

bu sırada kaldıraç prensibi ile bir miktar amplifiye olur.<br />

- Kulak zarı 55 mm2dir. Oval pencere 3.5 mm2’dir. Bu nedenle ses<br />

burada 17 kat artar ve kemikçiklerle beraber toplam ses 20 kat<br />

amplifiye olmuş olur. Bu amplifikasyon 2000-3000 Hz arasında<br />

maksimumdur. 20 Hz altı ve 20.000 Hz üstünde amplifikasyon<br />

olmaz.<br />

- Östaki borusu timpan zarın iki tarafındaki basıncı eşitler.<br />

- Bu bölümdeki M. tensor timpani ve M.stapedius kasları ses şiddetini<br />

azaltır ve iç kulağı zararlı seslerden korur.<br />

Iç kulak iki kesimdir. Kemik labirent ve zar labirent. Zar labirent kemik<br />

labirentin içindedir. Zar labirent içinde K + dan zengin endolenfa, zar dışında<br />

Na ++ dan zengin perilenfa denen sıvılar vardır.<br />

- Kohlea 3 kısımdan oluşur. Ductus cochtearis, scala vestibuli (Vestibuler<br />

membran) ve scala timpani.<br />

• Scala vestibülü ve scala media arasında Reisner membranı vardır.<br />

• Scala media ve scala timpani arasında membrana bazillaris vardır. Içinde korti<br />

organını bulundurur.<br />

• Scala vestibuli ve scala timpani içinde perilenfa vardır.<br />

• Oval pencere scala vestibuli ile yuvarlak pencere scala timpani ile irtibatlıdır ve<br />

her ikiside zarla kapalıdırlar. Oval pencereye stapesin tabanı oturur.<br />

• Corti organı yukarıya doğru titreşirse siller limbustan uzaklaşır ve depolarizasyon<br />

olur. Depolarizasyonda K + kanalı açılır ve K + hücreye akar.<br />

• Korti organı aşağıya doğru titreşirse siller limbusa yaklaşır ve hiperpolarizasyon<br />

olur. Bu durumda K + kanalları kapanır ve tüylü hücre hiperpolarize olur.<br />

• Depolarizasyonda hücreye Ca ++ girer ve sinaptik salınımla afferent lifler uyarılır.<br />

Tek işitme siniri lifi tek bir tüylü hücreyi inerve eder.<br />

• Tüylü hücreler, iç tüylü hücre ve dış tüylü hücre diye ayrılır. Dış tüylü hücre sayısı<br />

çok daha fazladır. Yüksek frekanslı sesler baziller membranın bazalini, düşük<br />

frekanslı sesler baziller membranın apeksini titreştirir.


71<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Ses şiddeti ne kadar fazla olursa baziller membranın daha geniş kısmı uyarılır<br />

sonuçta sinir lifinde deşarj frekansı artar ve beyne giden uyarı artar. Bu yolla<br />

gelen ses şiddeti anlaşılabilir.<br />

• Iç kulağa ses 3 yolla gelir: Kemikçikler ile, orta kulaktaki hava ile ve kafa<br />

kemikleri ile.<br />

- En iyi işitme kemikçikler ile olur, buna fizyolojik yol denir.<br />

• Hava yolu ile iletimde, hava üzerinden iletim sağla dB’lik işitme kaybı<br />

olur.<br />

• Kafa kemikleri ile iletimde 40 dB ses kaybı olur, insan kendi sesini bu yolla<br />

duyar, bu iletimin kalitesi düşüktür.<br />

Sağırlık iki tiptir: Ileti tipi ve sinirsel tip;<br />

• Ileli tipinde, ortada ya da dış kulakta problem vardır. Tedavi edilebilir.<br />

Kemikçikle olan iletim normal, hava yolu ile olan iletim bozulmuştur.<br />

• Sinirsel tipte iç kulakta problem vardır. Reseptör yada işitme siniritide hasar<br />

vardır ve tedavisi zordur. Kemikçik yolu ile ve hava ile iletim yüksek frekanslı<br />

sesde arızalı ise baziller membranın tabanında sorun vardır.<br />

• Nistagmus: Dönüşün başlangıç ve bitişinde gözde görülen tipik sıçrama şeklinde<br />

ani harekete denir. Klinikte beyin sapı lezyonu bulunan hastalarda dinlenme<br />

anında da görülür.<br />

GÖRME DUYUSU<br />

• Göz intraembriyonel dönemde prozen cephalon’dan gelişir. (TUS-Eylül’96)<br />

• Işık belli sınırlar içindeki elektromagnetik radyasyon frekanslarıdır. Görülebilen<br />

ışık 400-800 A°’dur.<br />

• Göz; ışığı retinada toplayan kırıcı ortamlar, reseptörler ve beyne iletimden<br />

sorumlu sinirlerden oluşur.<br />

• Kırma birimi diyoptridir ve 1/f tir. Gözün odak noktası fovea centralistir. Göze<br />

6 metreden yakın gelen ışınlar dağılarak girer. 6m üstü mesafeden gelenler<br />

paralel girer. Paralel ışınlara sonsuz ışınlar denir.<br />

• Gözde kırma ortamları : Hava ile korneanın ön yüzü, korneanın arka yüzü<br />

ile aküoz humor, aküoz humor ile lensin ön yüzü, lensin arka yüzü ile corpus<br />

vitrozumdur. Gözde en kırıcı ortam hava ile kornea ön yüzü arası,<br />

yani korneadır. Kornea +40 dioptrilik kırma gücüne sahiptir (TUS-<br />

Nisan’91).<br />

• Gözün akomodasyonsuz kırma gücü +59 dioptridir. Buna statik kırılma<br />

denir.<br />

• Merceğin kırma gücü +12 Dioptridir. Lensin kırma kuvveti korneanın tersine<br />

ayarlanabilir ve bu işleme akomodasyon denir.<br />

• Mercek asıcı bağlarla asılmıştır ve bunlar merceği gergin tutar M. ciliaris bu<br />

bağların gerginliğini azaltır ve lensin kalınlaşmasına neden olur. M.ciliaris<br />

kasılınca lensin kırıcılığı artar.<br />

• Akomodosyondan sorumludur. Hipermetroplarda daha fazla akomodasyon<br />

olduğundan siliar kas bu kimselerde daha fazla gelişmiştir. Asıl akomodasyonu<br />

M.ciliaris’in dairesel lifleri yapar.<br />

• Akomodasyon; Gözün kırma gücünü değiştirmesine verilen isimdir. Dinamik<br />

kırılmada denir. 3 bileşeni vardır : Lensin kırma kuvvetinin artması, pupilla<br />

konstriksiyonu ve konverjans (gözlerin içe bakması)


72<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Tabaka<br />

Korneal epitel<br />

Bowman membran<br />

Stroma<br />

Decement membran<br />

Korneal endotel<br />

Özellik<br />

KORNEANIN TABAKALARI<br />

Korneanın ön yüzü(havayla temas eden) nonkeratinize çok katlı squamoz<br />

epitel. Birçok serbest sinir sonlanması yüksek regenerasyon kapasitesi<br />

bulunur.<br />

Bazal membrandır.<br />

Korneanın kalın tabakası kollagen Tip 3 ve 4 içerir.<br />

Bazal membrandır.<br />

Korneanın arka yüzü (akoz hümorale temas eder) Kornea ve aköz hümör<br />

arasındaki metabolik değişikliklere cevap verebilir. Tek katlı squamaz<br />

epitel.<br />

ID:03t055<br />

• Akomodasyon kuvveti çocukta +12 Dioptridir. Bu değer çocuklarda en fazladır<br />

ve yaşla azalır. Yani akomodasyonla maksimum +71 D kırma sağlanır.<br />

• Akomodasyon kuvveti en fazla 40-50 yaş arasında azalır.<br />

• Yakın nokta cismin net görülebildiği en yakın uzaklıktır. Yakın nokta 8 cm<br />

kadardır. Miyoplarda yakın nokta göze yakın hipermetroplarda uzaktır.<br />

• Uzak nokta gözün, cismi akomodasyonsuz görebildiği en uzak noktadır. Bu<br />

nokta gözden 6 m uzaktadır.<br />

AKOMODASYON VE KIRMA KUSURLARI<br />

Akomodasyon:<br />

• Cismin göze uzaklığı değiştiğinde görüntünün retinada kalması için gözün<br />

optik sisteminde oluşan değişikliklerdir.<br />

• Akomodaşyondan m. cjliaris sorumludur.<br />

Akomodasyonu sağlayan olayları başlatan uyarılar<br />

• Kromatik aberasyon<br />

• Her iki retinadaki görüntünün merkezi uyum durumu<br />

• Fovea çevresindeki net olmayan görüntünün merkezi uyum durumu<br />

• Lens kırılıcılığındaki spontan titreşimler<br />

Akomodosyonda rol olan olaylar: 1. Lensin kırıcılığının değiştirilmesi, 2.<br />

Göz eksenlerinin konverjansı, 3. Pupil çapının küçültülmesi<br />

Kırma kusurları:<br />

• Normal göze emetrop denilir.<br />

Miyop: Yakını görmenin net, uzaklığı görmenin bulanık olduğu durumdur.<br />

Lensin kırıcılığı artmış veya ön arka çapı uzamıştır (TUS-Nisan’02).<br />

Hipermetrop; Uzağı görmenin net, yakını görmenin bozuk olduğu<br />

durumdur. Lensin kırıcılığı azalmış yada göz küresinin ön arka çapı<br />

küçülmüştür.<br />

Prespiyopi; Akomodasyon gücünün yaşla beraber azalmasıdır. Lensin<br />

elastikiyetinin kaybetmesi sonucu oluşur. TUS<br />

Astigmatizma; Kornea veya lensin ya da her ikisinin birden yatay ve<br />

düşey düzlemlerdeki kırıcılığının farklı olmasıdır. Tedavisinde silindirik<br />

camlar kullanılır. (TUS-Eylül’96).


73<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

INSÜLİN SEKRESYONUNUN REGÜLASYONU<br />

Artmış insülin sekresyonunun nedenleri Insulin sekresyonunu azaltan faktörler<br />

Artmış kan glukozu<br />

Azalmış kan glukozu<br />

Artmış amino asitler (arjinin, lizin, lösin)<br />

Somatostatin<br />

Artmış yağ asitleri<br />

Nörepinefrin epinefrin<br />

Glukagon<br />

(alfa reseptörler)<br />

GIP<br />

Ach<br />

GH, kortizol<br />

ID:02t047<br />

Göz dibi<br />

• Göz dibinde iki önemli nokta vardır. Papila nervi optici ve macula lutea.<br />

Papille nervi opticiden göze giren çıkan damarlar geçer. Burada basil ve<br />

koni yoktur. O nedenle kör nokta denir.<br />

• Papilla nervi optici (optik disk)nin 3 mm temporalindeki maculla lutea (fovea<br />

sentralis) tir. Burası gözün net görme yeridir. Burada koni çok fazladır ancak<br />

basil yoktur ve gözdeki en büyük rezolüsyon alanı burasıdır. Optik disk<br />

ganglion hücrelerinin aksonlarının optik siniri oluşturmak üzere retinayı<br />

deldiği noktadır.<br />

• Retinada pigment hücreleri, reseptör hücreler, ganglion hücreleri, müller<br />

hücreleri ve lokal devre nöronları vardır.<br />

• Retinada horizantal hücrelerin aksonu “Rod” hücreleri ile sinaps yaparlar<br />

(TUS-Eylül’92).<br />

• Lokal devre nöronları horizontal hücreler ve amakrin hücrelerdir.<br />

• Müller hücresi bağ ve destek hücresidir.<br />

• Pigment hücreleri dağınık ışığı absorbe eder ve reseptör hücrelerden<br />

dökülen diskleri fagosite eder.<br />

• Optik retina, fotosensitif hücreler olan koni ve basillerden oluşan<br />

bir dış tabaka, koni ve basilleri gangliyon hücreleri ile birleştiren<br />

bipolar nöronlardan oluşan bir orta tabaka ve beyine aksonlarını<br />

gönderen ve dendritleri ile bipolar hücrelerle temas sağlayan<br />

ganglion hücrelerinden oluşan bir iç tabakadan meydana gelir.<br />

Koni ve basil tabakasıyla bipolar hücreler arasında sinapsların gerçekleştiği<br />

dış pleksiform ya da sinaptik tabaka bulunur. Bipolar hücreler ile ganglion<br />

hücreleri arasında sinapsların kurulduğu tabakaya ise iç pleksiform tabaka<br />

denir.<br />

Reseptör hücreler:<br />

• Basil ve koni olarak iki tiptir. Her iki hücrede çeşitli segmentlerden<br />

oluşmuştur. Dış segment, iç segment, hücrenin bedeni ve reseptör terminali<br />

bu kısımlardır. Iç segmentte mitokondri çok fazladır, hücre bedeninde<br />

çekirdek vardır ve sürekli yenilenir.<br />

Basiller düşük ışık şiddetine duyarlıdır ve gece görmeden sorumludur<br />

(TUS-Eylül’94).<br />

Koniler yüksek ışık şiddetine duyarlıdır ve gündüz görmeden<br />

sorumludur.<br />

Retinada basiller periferde koniler merkezdedir.


74<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Koniler üç tiptir:<br />

Kırmızı koniler en çok kırılan ışık olan kırmızıya duyarlıdır. Mavi koni en az<br />

kırılan ışık olan maviye duyarlıdır. Diğer koni ise yeşil konidir.<br />

• Karışık renkler bu üç koninin her birindeki algılamaya bağlıdır.<br />

• Alaca karanlığa adaptasyondan basil hücresi sorumludur. Bu hücre de rodopsin<br />

vardır ve rodopsin miktarı ne kadar artarsa gece o kadar iyi görülür. A vitamini<br />

eksikliğinde rodopsin sentezlenemez ve gece körlüğü (hemerotopi) oluşur.<br />

Görme elektrofizyolojisi (TUS-Nisan’96)<br />

• Reseptör hücrelerde –40 mV’luk istirahat potansiyeli vardır. Göze ışık<br />

düşünce 11 cis. Rodopsin fotoizomerize olur. Sonuçta oluşan metarodopsin<br />

II, transdusini uyarır. oda cGMP miktarında düşmeye neden olur. Na+<br />

kanalları kapanır ve hücre hiperpolarize olur.<br />

• Reseptör üzerinde ışık olmazsa reseptör hücresi depolarize olur ve inhibitör<br />

nörotransmitter salınır, sonuçta bipolar ganglion hücresi inhibe olur.<br />

• Reseptör hücrelerde –40 mV’luk istirahat potan-siyeli vardır. Göze ışık<br />

düşünce 11 cis. Rodopsin fotoizomerize olur. Sonuçta oluşan metarodopsin<br />

II, transdusini uyarır transdusinde fosfodiesteraz enzimini aktive eder<br />

sonuçta cGMP miktarında düşmeye neden olur. Na+ kanalları kapanır ve<br />

hücre hiperpolarize olur. Sonuçta; sinaptik transmitter salınımında azalma<br />

ve bipolar hücreler ile diğer nöral elemanlarda yanıt oluşturur. TUS<br />

• Reseptör üzerinde ışık olmazsa reseptör hücresi depolarize olur ve inhibitör<br />

nörotransmitter salınır, sonuçta bipolar ganglion hücresi inhibe olur.<br />

• Ganglion hücresi reseptif olanları on-merkez, off-çevre ve off-merkez<br />

on-çevre organizasyonuna sahiptir. On olan kısımlar ganglion hücrelerini<br />

eksite, off olan kısımlar ganglion hücrelerini inhibe eder.<br />

• Ganglion hücresi aksonları optik siniri yapar. Optik sinirde nazal bölgeden<br />

gelen lifler kiazma opticumda çarplazlaşır. Daha sonra traktus opticus ile<br />

iletim devam eder. Iletilen uyarılar beyinde 17.-18.-19. merkezlerde<br />

yorumlanır.<br />

Art görüntü:Cisim uzaklaşmış olsada görüntünün kısa bir süre devam<br />

etmesine denir. Aynı renk ve aydınlıkta ise pozitif art görüntü, farklı aydınlık<br />

ve renkte ise negatif art görüntü denir.<br />

Skotopik görme: Karanlıkta önce hiçbir şey görülmez. Daha sonra önce koni<br />

ardından basiller adapte olarak bir miktar görmeyi sağlar.<br />

• Görme yeteneğinin olmadığı retina bölgesine skotom denir. Kör<br />

nokta fizyolojik skotomdur. Skotom görmeyi engelleyebilir ya da<br />

engellemeyebilir.<br />

Görme alanı: Göz bir noktaya sabitlendiğinde görebildiği alanlarıdır.<br />

Görme keskinliği: Iki noktayı birbirinden ayrı, net olarak görebilme<br />

yeteneğidir.<br />

TAD DUYUSU<br />

• Tad organik yada inorganik maddelerin tadla ilgili kemoreseptörleri<br />

uyarmasıdır.<br />

• Tad duyusu esas olarak dildeki papillalarda yerleşmiş reseptörlerle alınır. Dil<br />

haricinde farinks, yanak, damak gibi yapılarda da reseptörler vardır. Reseptörler


75<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

hangi yolla uyarılırsa uyarılsın tad oluşur. Yani uyaran maddenin ağız yoluyla<br />

alımı şart değildir. Kandaki maddelerde reseptörleri uyarabilir.<br />

• Tad duyusu reseptörleri nöron uçları değildir.<br />

4 primer tad duyusu vardır:<br />

1. Tatlı: Şeker, glikol, aldehit, keton ve ester gibi maddelerle oluşur. Tatlı<br />

uyarana en duyarlı yer dilin ucudur. Berilyum ve kurşunda tatlı duyusu<br />

verir.<br />

2. Tuzlu: Iyonize tuzlardaki katyonlarla oluşturulur. Dilin ön-yan, ön-üst<br />

kısımları tuzlu tada en duyarlı yerlerdir.<br />

3. Acı: Alkaloidler ve uzun zincirli organik maddelerle oluşur. Genelde bunlar<br />

kinin, striknin ve nikotin gibi vücuda zararlı maddeler olduğundan acı<br />

duyusunun eşiği düşüktür. Dil köküne yakın kısımlarda en iyi alınır.<br />

4. Ekşi: Zayıf ya da kuvvetli asitlerle oluşur. Maddenin H+ iyonu verme<br />

yeteneği ve süresine bağlıdır. Bu tada en duyarlı kısımlar dilin arka<br />

ve yan kısımlarıdır.<br />

• Eşik, bir tadın farkedilebildiği en düşük madde konsantrasyonudur. Tad<br />

reseptörlerinin sürekli uyarılması ile adaptasyon olur ve tad alınmaz.<br />

• Tad duyusu reseptörleri papillalar ve tad tomurcuklarıdır.<br />

4 tip papilla vardır:<br />

2/3 ön kısmının tad duyusunu Nervus fasialis (CN 7), 1/3 arkasının tad<br />

duyusunu N. glossofaringeus (CN 9), en arka kısımlar ve yutağın tad<br />

duyusunu N.vagus(CN 10) alır. TUS<br />

Tad duyusu nükteus solitaryusda sonlanır.<br />

• Tad duyulannın dağılımı bebeklerde farklıdır. Süt emen bebeklerde dilin üst<br />

orta kısımları reseptörlerden yoğundur.<br />

• Tad körlüğü tad duyusunun alınamamasıdır. Tiyoürelerde bu duruma sık<br />

rastlanır.<br />

• Yine kaptopril ve penisilamin geçici tad duyusu kaybına yol açar.<br />

Agösia : Tad duyusunun yokluğudur.<br />

Hipogösia : Tad duyarlılığında azalmasıdır.<br />

Disgösia : Tad duyusunun bozulmasıdır.<br />

• Lezzet; tat, koku duyulan hatta dokunma duyusu ve sıcaklıkla oluşan bir<br />

duygudur.<br />

KOKU DUYUSU<br />

• Koku duyusu area olfaktoryadaki reseptörlerle algılanır. Burası üst<br />

meatustadır. Normal nefes alırken buraya hava çok az gider. O nedenle koku<br />

alabilmek için daha kuvvetli inspirasyon yapılmalıdır.<br />

• Koku bölgesi koku reseptör hücreleri, destek hücreleri ve bazal hücrelerden<br />

oluşur. Bunların üzerini mukus tabakası örter. Koku oluşması için koku veren<br />

madde mukus tabakasında çözünmelidir.<br />

• Reseptör koku hücreleri bipolar nöronlardır ve dentriti yüzeyde düğme şeklinde<br />

sonlanır.<br />

• Reseptör koku hücreleri, bölünüp çoğalan tek sinir hücreleridir.<br />

• Koku reseptör hücresi farklı kokuları alabilir. Yani kokulara özel reseptör<br />

yoktur.


76<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Kadınlarda koku duyusu daha kuvvetlidir.<br />

• Koku madde reseptörüne bağlanınca G proteini aktive olur ve intraselüler<br />

cAMP artar, bu da hücrede depolarizasyon yapar. Bu depolarizasyon reseptör<br />

potansiyelini oluşturur.<br />

MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ<br />

Omurilik<br />

• Beyinden perifere ve periferden beyne uyarıların geçişini sağlayan özelleşmiş<br />

yapıdır. Yapısında afferent nöron- gama motor nöron aksonları, motor<br />

nöronlar ve inhibitör nöronlar bulunur. Motor nöronlar motor üniteleri<br />

oluştururlar.<br />

• Bir motor nöron uyarıldığında bu motor nöronun inerve ettiği tüm kas lifleri<br />

yani motor ünite faliyete başlar.<br />

• Önce küçük motor üniteler harekete geçer. Büyük kuvvetler için büyük<br />

motor üniteler, süreklilik isteyen işler için yorulmaya dirençli liflerden oluşan<br />

motor üniteler çalıştırılır.<br />

• Merkezi sinir sisteminde bulunan hücreler:<br />

- Astrositler: MSS’deki hasardan sonra prolifere olurlar ve skar dokusu<br />

oluştururlar.<br />

Hücre tipi<br />

Nöroglia<br />

Astrosit<br />

Oligodendrosit<br />

Mikroglial hücre<br />

Ependimal hücre<br />

Periferal glial hücreler<br />

Satellit (uydu) hücre<br />

(kapsül hücresi)<br />

Nörolemmosit<br />

(Nörolemma hücresi)<br />

BAĞ DOKUSU HÜCRELERİNİN FONKSİYONLARI<br />

Tanımlama ve fonksiyon<br />

Santral sinir sistemi ile ilişkili hücrelerdir. İletim yapmazlar. Koruyucu, destekleyici<br />

besleyici hücreleridir.<br />

En büyük, sayı olarak da en çok bulunan, yıldızvari saçaksı uzantıları bulunan<br />

hücreleridir. Nöronların beslenmesini sağlar; Ekstrasellüler sıvının kimyasal<br />

konsantrasyonunun devamlılığını sağlar. Yapısal destek görevi görür.<br />

Kapillerlerden sinir dokusuna madde transportunun regülasyonuna yardım eder.<br />

Göreceli olarak küçüktür. Pek çok dallı uzantıları vardır. SSS’nin hem gri<br />

hem ak maddesinde bulunur. Nörolemmosite benzer. Sinir liflerinin myelin<br />

kılıf segmentlerini (intermodlar) üretir (her bir uzantı bir intermodal segment<br />

oluşturur.) Destekleyici bir iskelet görevi gören nöronların beslenmesini sağlar.<br />

En küçük glial hücredir. Genellikle nöronların aralarında ve kan damarları<br />

boyunca bulunur. Bir tür makrofajdır. Gerçek glial hücre değildir. Hasar görmüş<br />

nöronlardaki düzensiz kalıntıları temizler<br />

Elonge, uzun hücrelerdir. Beyin ventriküllerini ve spinal kanalın santralini döşeyen<br />

tek bir katmandır. Embriyonik gelişme sırasında nöral tübün içteki membranının<br />

oluşumuna yardım eder. Serebrospinal sıvıyı üretir.<br />

Periferik sinir sisteminin destek hücreleridir. Çeşitli kılıf tipleri temin eder.<br />

periferik sinir sistemi hücrelerinin beslenmesi, korunması ve desteklenmesini<br />

sağlar<br />

Nörolemosit ile aynı yapıdadır. Periferik ganglionların hücre gövdelerinin etrafını<br />

sarar ve bunları bağ dokusu iskeletinden ayırır.<br />

Düz, yassı bir hücredir. Sinir liflerinin arasında tek tabaka halindedir. Periferik<br />

sinir liflerinin myelin kılıfını üretir. Hem myelinli hem myelinsiz lifleri bağlantılıdır.<br />

ID:03t063


77<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Oligodendroglialar: MSS’de myelin yapımından sorumludurlar.<br />

- Mikroglialar: Beyin hasarında debrisin fagositozundan sorumlu beyin<br />

makrofajlarıdır. (TUS-Nisan’03)<br />

- Ependim hücreleri: MSS’de iç boşlukları (ventriküller ve spinal kordu<br />

döşer)<br />

SEREBRAL KORTEKS<br />

• Birçok duyunun alındığı ve gerekli emirlerin verildiği kompleks bir yapıdır.<br />

Motor korteksi<br />

• Gyrus presantralisde primer motor alan vardır. Istemli hareketler burada<br />

kontrol edilir (TUS-Nisan’93). Burası Brodman’ın 4 nolu sahasıdır.<br />

Bütün vücut burada temsil edilir. Burada Betz’in dev hücreleri vardır. Bunun<br />

önünde 6 nolu alan vardır. Bununda önünde gözle ilgili 8 nolu alan vardır.<br />

Premotor kortex ve suplementer motor korteks Brodman’n 6 nolu<br />

alanındadır.<br />

• Motor korteks kontrlateral inervasyon yapar. Yani sol hemisfer vücudun<br />

sağını sağ hemisfer vücudun solunu kontrol eder.<br />

• Motor kortex “motor homonculus” denen özel bir düzende yerleşmiştir.<br />

• Kortikospinal yola piramidal yol denir ve medulla spinalise gider. Yolu<br />

üzerinde dallar verir böylece serebellum, beyin sapı ve bazal ganglionlara<br />

bilgi verilir.<br />

• Kortikospinal traktustaki liflerin %90'ı decussatio pramidarumda çapraz<br />

yaparak traktus kortikospinalis lateralis’i yapar. Çaprazlaşmayan lifler ise<br />

traktus kortikospinalis ventralisi oluşturur ancak bu liflerde ilgili<br />

segmentte çaprazlaşır.<br />

• Motor kortekste en büyük yeri eller kaplar.<br />

Duyu korteksi<br />

• Somatik duysal alan-1 gyrus postsantralisde yerleşmiş Brodmanın<br />

3-1-2 sahalarıdır. Lezyonunda topognozis duyusu ve steregnozis duyusu<br />

gibi duyular kaybolur.TUS<br />

• Somatik duysal alan-2 somatik duysal alan-Tin arka altında lokalizedir,<br />

fonksiyonu tam bilinmemektedir.<br />

Tabaka İsim İçerik<br />

SEREBELLAR CORTEXİN HÜCRE YAPISI<br />

I Moleküler Basket hücreler, stellat hücreler Purkinje hücrelerinin dentritleri golgi<br />

hücrelerinin dentritleri, granüle hücrelerin (paralel lifler)<br />

II Purkinje Purkinje hücre gövdeleri<br />

III Granüler Golgi hücrelerinin soma ve aksonları Granüler hücrelerin soma ve aksonları<br />

Kortexden intra serebellar nukleus inhibitör sinyal taşıyan purkinje<br />

hücrelerinin axonları, Cerebellar glomerulus<br />

ID:03t059


78<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Alan 5-7 somatik duyuların asosyasyon alanlarıdır ve lezyonunda<br />

amorfosentez denen algının yarısının kaybolması oluşur. Yani kişi<br />

vücudunun ve cisimlerin şekillerinin yarısını algılayamaz.<br />

• Gyrus postsantralis lezyonunda ısı farklılıkları, ağırlık farklılıklarının<br />

ayrımı ve vücut bölümlerinin birbirine göre konumunun algılanması<br />

kaybolur.<br />

• Duyu korteksinde vücut bölgelerinin temsiline “duyu homonculus” denir.<br />

Yüz ve parmaklar özellikle baş parmak, duyu korteksinde en fazla temsil<br />

edilen vücut bölümleridir.<br />

KAN-BEYİN BARİYERİ VE BEYİN OMURİLİK SIVISI (BOS)<br />

A. Kan-beyin bariyeri anatomisi<br />

• Serebral kapillerler ile beyin omurilik sıvısı arasındaki bariyerdir. BOS<br />

ventrikülleri ve subaraknoid aralığı doldurur.<br />

• Serebral kapillerleri endotel hücreleri ve koroid pleksus epitelinden<br />

oluşmuştur.<br />

B.Koroid pleksus epiteli tarafından BOS yapımı (TUS-Nisan’98)<br />

• Yağda çözünen maddeler (CO2 ve 02) ve H2O kan beyin bariyerinden<br />

rahatça geçer ve kan ve BOS arasında denge halindedir.<br />

• Diğer maddeler koroid pleksus epitelindeki taşıyıcılarla taşınır. Kandan<br />

BOS’a salınır ve BOS’dan kana absorbe edilir.<br />

• BOS içeriği beyin interstisyel sıvısı ile hemen hemen aynıdır. Fakat kandan<br />

belirgin olarak farklıdır.<br />

• BOS değeri kan değerine eşit olanlar: Na, Cl, HCO, Osmolarite<br />

* BOS değeri kan değerinden düşük olanlar: K, Ca, Glukoz, Kolesterol<br />

(Çok düşük), Protein (Çok düşük),<br />

BOS değeri kandan yüksek olanlar; Mg, kreatinin<br />

Protein değeri ihmal edilebilir derecede düşük olduğu için BOS osmotik<br />

basıncıda kandan önemli ölçüde düşüktür. BOS değeri kan değerine<br />

eşit olan ise osmolaritedir.<br />

C. Kan-beyin bariyeri fonksiyonları<br />

• SSS’deki nöronlar için dengede bir ortam sağlar ve beyini endojen ve<br />

eksojen toksinlere karşı korur.<br />

• SSS’deki nörotransmitterlerin fonksiyonel bölgelerinden genel dolaşıma<br />

kaçışını önler.<br />

• Ilaçlar çeşitli derecelerde kan-beyin bariyerini geçerler. Örneğin, noniyonize<br />

(yağda çözünen) ilaçların geçişi iyonize (suda çözünen) ilaçlardan<br />

daha fazladır.<br />

• Inflamasyon, radyasyon ve tümörler kan-beyin bariyerini bozabilir ve<br />

normalde geçemeyecek bazı zararlı maddelerin bariyerden geçmesine<br />

neden olurlar (örn. bazı antibiyotikler ve radyoaktif işaretli maddeler)<br />

Beyin Sapı; Beyin sapı; mezensefalon, pons ve bulbus’tan oluşur. Vazomotor<br />

merkez, solunum merkezi, uyku-uyanıklık, denge gibi birçok fonksiyonda rol<br />

alır. Beyin sapı refleks, iletim olaylarında da görev alır. Kraniyal sinirler bu<br />

bölümden çıkan sinirlerdir.


79<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Retiküler formasyon ve vestibüler sistemde beyin sapındadır.<br />

Retiküler formasyon: Beyin ve periferle birçok bağlantısı olan bir sistemdir.<br />

Tonus düzenlenmesi, durum ve dengenin kontrolü, stereotipik davranışlarda<br />

görev alır. Bulboretiküler fasilitör alan antigravite kaslarında tonus artışı yapar.<br />

Bulboretiküler inhibitör alan tonusu azaltır. Bu iki sistem beraber çalışarak<br />

tonusu düzenlemede rol alır.<br />

• Vestibüler çekirdek üstünden kesi yapılırsa fasilatör alan fonksiyon dışı<br />

kalarak tonus artışı olur. Pons üzerinden yapılan keside inhibitör alan<br />

fonksiyon dışı kalır ve deserebrasyon katılığı otur.<br />

• Beyin sapında asendan retiküler aktive edici sistem vardır, bu sistem<br />

dikkat ve uyanıklıktan sorumludur.<br />

HİPOTALAMUSUN KONTROL MERKEZLERİ VE<br />

FONKSİYONLARI (TUS-Eylül’93)<br />

Posterier hipotalamus: Kan basıncının artması, pupiller dilatasyon, titreme<br />

Dorsomedial çekirdek: Gastrointestinal uyarma<br />

Perifornikal çekirdek: Acıkma, kan basıncının artması, hiddet<br />

Ventromedial çekirdek: Doyma, nöroendokrin kontrol (TUS-Eylül’02). Harabiyetinde<br />

şişmanlık görülür (TUS-Nisan’01).<br />

Mamiller cisim: Beslenme refleksleri<br />

Lateral hipotalamik alan: Susama ve acıkma TUS<br />

Paraventriküler alan: Oksitosin salgılanması, su tutulması<br />

Medial preoptik alan: Idrar kesesinin kasılması kalp hızının azalması, kan basıncının<br />

düşmesi<br />

Supraoptik çekirdek: Vasopressin salgılanması Posterior preoptik ve anterior<br />

hipotalamik alan Vücut ısısının düzenlenmesi, soluma, terleme ve trotropin<br />

inhibisyonu<br />

BAZAL GANGLIONLAR<br />

• Nükleus kaudatus, putamen, globus pallidus, nükleus subtalamikus ve substantia<br />

nigradan oluşur.<br />

• Nükleus kaudatus ve putamen’in beraber oluşturduğu yapıya striatum denir.<br />

• Bazal ganglionlar motor merkezlerin fonksiyonlarına yardımcı olur.<br />

• Bazal ganglionların girişi Striatum, çıkışı substansia nigra ve globus<br />

pallidustur.<br />

• Subtalamik nükleus lezyonunda ballismus olur. Tek taraflı olursa lezyonun<br />

karşı tarafından olur ve buna hemiballismus denir, irade dışı basılmalardır.<br />

• Corpus striatum lezyonunda atetozis oluşur. Distoni ve Huntington koreside<br />

bu bölümle ilgili bozukluklardır.<br />

• Substantia nigra lezyonları parkinsona neden olur. Parkinson hastalığı rijidite,<br />

hipokinezi ve tremorla karakterizedir.<br />

- Rijidite tüm kaslardaki sertliktir. O nedenle dişli çark benzeri hareket<br />

oluşur.


80<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Hipokinezi, iskelet kaslarındaki istemli hareketlerde azalmadır.<br />

- Tremor bazal ganglion lezyonlarında istirahat sırasında oluşur. Uykuda<br />

kaybolur. Tek ritmik olan hareket bozukluğudur.<br />

BAZAL GANGLIONLAR - HAREKET KONTROLÜ<br />

Bazal ganglionlar-Hareket kontrolü<br />

• Striatum globus pallidus, subtalamik nükleus ve substansia nigradan<br />

oluşur.<br />

• Ince hareketleri planlamak ve yapmak için motor kortekse olan talamik<br />

akımı ayarlar.<br />

• Çok sayıdaki sinaptik bağlantı inhibitördür ve nörotransmitter olarak<br />

GABA’yı kullanılır.<br />

Bazal ganglion lezyonları:<br />

• Globus pallidus lezyonu<br />

• Postural dengeyi korumada yeteneksizlikle sonuçlanır.<br />

• Subtalamik nükleus lezyonu<br />

• Karşı taraftaki inhibisyon ortadan kalkar.<br />

• Vahşi, yıkıcı hareketlerle sonuçlanır. (Örnek; hemiballis-mus)<br />

• Striatum lezyonu<br />

• Inhibisyonu ortadan kalkması ile oluşur<br />

• Hızlı, devamlı, kontrol edilemeyen hareketlere neden olur<br />

• Huntington hastalığına sahip kişilerde görülür.<br />

• Substantia nigra lezyonları<br />

• Dopaminerjik nöronların yıkımına bağlıdır.<br />

• Dopamin eksitatör nörotransmitter olduğu için striatumdan globus pallidusa<br />

kadar olan yollarda artmış inhibitör aktivite görülür.<br />

• Semptomları kurşun-boru rijiditesi, tremor ve istemli hareketlerde<br />

yavaşlamadır (TUS-Nisan’98, Eylül’00).<br />

• Parkinson hastalığında görülür.<br />

SEREBELLUM<br />

• Iki hemisfer ve ortada vermis parçasından oluşur. Me-dulla ve korteks olarak iki<br />

fonksiyonel yapısı vardır. Korteksi dıştan içe moleküler tabaka, purkinje hücre<br />

tabakası ve granüler hücre tabakası oluşturur.<br />

• Beyincik iki fissür ile üç loba ayrılır.<br />

• Anterior lob omurilikten bilgi alır ve paleocerebellum’ da denir.<br />

• Posterior lob omurilik ve beyinden bilgi alır ve en son gelişmiş olan lobdur.<br />

Neocerebellum’da denir.<br />

• Flocculonodular lob vestibüler çekirdeklerle bağlantılıdır ve en önce gelişmiş<br />

olan lobdur (TUS-Nisan’00). Archicerebellum’da denir. Özellikle postür ve<br />

denge için gereklidir. Harabiyetinde denge kaybı ve ataksi oluşur (TUS-<br />

Nisan’96).<br />

• Serebelluma eksite edici uyarılar yosunsu lifler ve tırmanıcı liflerle gelir. Purkinje<br />

hücreleri, sepet hücreler, yıldız hücreler ve golgi hücrelerinin hepsi inhibitör<br />

nöronlardır.


81<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Serebellumda 4 çekirdek vardır: nükleus emboliformis, nükleus dentatus,<br />

nükleus globossus ve nükleus fastigi.<br />

• Serebelluma beyinden ve periferden bilgi gelir, bu yolla beynin istediği hareketin<br />

ne derece yapıldığı hakkında bilgi edinilir.<br />

• Bazal ganglionlar gibi serebellumda direk motor hareket oluşturamaz ancak<br />

bunun düzenli yapılmasında rol alır. O nedenle serebellum lezyonlarında motor<br />

hareket kaybolmaz ancak önemli bozukluklar oluşur.<br />

Neoserebellum lezyonlarında disartri, dismetri, intensiyonel tremor ve<br />

disdiadokokinezi oluşur.<br />

- Disartride konuşma bozulur.<br />

- Dismetride hareketin ne kadar yapılacağı kestirilemez. Hastaya burnunun<br />

ucunu göstermesi istendiğinde bunu bir dokunuşta yapamaz.<br />

Intensiyonel tremor: Hareket esnasında oluşan tremordur. TUS<br />

Disdiadokokinezi: ardı sıra hareketleri yapmadaki bozukluktur.<br />

EXTRAPIRAMIDIAL SISTEM<br />

• Beynin kortikal merkezlerinin emri altında irade dışı hareketler oluşturabilen<br />

sistemdir. Beynin kortrolünde olduğundan istenildiğinde bu sistem durdurulabilir.<br />

Insanda yardımcı motor sistemidir.<br />

• Lezyonlar ağırdır ve spastisiteye neden olur.<br />

LIMBIK SISTEM<br />

• Limbik sistem, serebral hilus çevresinde yer alan bir kortikal doku katlantısından<br />

oluşur, limbik sistemde, cigulate gyrus, hippokampal gyrus, uncus,<br />

amigdala nükleus, hippokampüs ve septat nükleus yer alır.<br />

• Limbik sistemin bazı bölgelerinin uyarılmasında otonom sinir sistemine ait<br />

reaksiyonlar görülür. Otonom sinirlerin idare merkezi olan hipotalamus<br />

limbik sistemin bir parçasıdır.<br />

• Amigdala nükleusu tahrip edilirse yenebilir ve yenmez şeylerin ayırt edilmesi<br />

bozulur.<br />

• Kızma hiddet reaksiyonları, savunma reaksiyonu gyrus cinguli’nin uyarılması<br />

ile meydana gelir.<br />

• Amigdala ve septum nukleusların uyarılması ödüllendirilmiş bir davranış, diğer<br />

bazı bölgelerin uyarılması ise cezalandırılmıştır.<br />

Limbik sistemin esas fonksiyonları (TUS-Eylül’97):<br />

- Şahsın varlığını sürdürebilmesi için gerekli davranışları idare etmek<br />

- Şahsın türünün devamını sağlama ile ilgili davranış-ları idare etmek<br />

- Yukarıdaki davranışlarla ilgili iç organların aktivite-lerini ayarlamak<br />

- Kluver - Bucy Sendromu: Bilateral amigdalektomi sonucu ortaya çıkan<br />

obje incelemeye yönelik aşırı merak, korkuda azalma, agresyonda azalma<br />

omnifazi ve hiperseksüalite görülmesidir.<br />

UYKU UYANIKLIK VE BILINÇ<br />

• Uyanıklığı sağlayan asendan retiküler aktive edici sistem (ARAS)dir.


82<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Uyku REM uykusu ve yavaş dalga uykusu diye ikiye ayrılır. REM uykusundan<br />

pons ve retiküler formasyondaki bazı çekirdekler (locus cerelous), yavaş dalga<br />

uykusundan bulbustaki nukleus raphe sorumludur burada nörotransmitter olarak<br />

seratonin kullanılır.<br />

• Uykuda bilinç açık değildir. Ancak yeterli uyaranla bilinç yerine gelir. Uyku<br />

sırasında beyin aktiviteleri azalmıştır. Kalp hızı, metabolik hız, kan basıncı,<br />

kas tonusu, solunum hızı ve vücut ısısı azalır. Somatik refleksler ve<br />

postural refleksler kaybolur. Bunlara rağmen uykuda beyin oksijen<br />

tüketimi uyanıkken olan tüketime eşittir.<br />

• Yavaş dalga uykusu ilk önce uykuya dalındığında oluşan uykudur. Buna non-<br />

REM uykuda denir. Hafif uyku, orta uyku ve derin uyku bölümleri vardır.<br />

• Hızlı dalga uykusuna REM uykusuda denir. Beynin aktivitesi uyanıkmış gibi<br />

fazladır. O nedenle paradoks uyku da denir. Gözde hızlı hareketler görülür.<br />

REM’de kişi zor uyandırılır ve bu dönemde kas tonusu düşüktür.<br />

- Uyku ilk önce yavaş dalga uykusundan başlar, gittikçe derinleşir sonra<br />

tekrar hafifler ve REM’e geçilir. 90 dakikalık aralarla REM ve non REM<br />

uykusu birbirini takip eder. Ancak siklus devam ettiği sürece REM süresi<br />

artar non REM süresi kısalır.<br />

- REM uykusunda rüya görülür o nedenle rüya uykusu denir.<br />

- Yaşla uyku ihtiyacı azalır. Bebek ve çocuklarda azalma REM uykusunda,<br />

gençlerde ise derin uykudadır.<br />

Bilinç Bozuklukları<br />

Bayılma bilincin geçici kaybıdır.<br />

Stupor bilincin azaldığı ancak geri dönebilen yarı uyku halidir.<br />

Koma: Sürekli uyku durumudur, hiçbir uyanıklık belirtisi yoktur. Ayrıca beynin<br />

O 2<br />

tüketimi azalmıştır.<br />

Asendan retiküler aktive edici sistem ve talamus ilişkisini önleyen bozukluklarda<br />

oluşur.<br />

Beyin ölümü: Geri dönüşsüz olarak bilincin kaybıdır. 6-12 saat beyin sapı;<br />

fonksiyonları ve beyin EEG aktivitesinin kaybıdır.<br />

EEG<br />

• Beynin elektriksel aktivitesinin kaydıdır. Elektriksel aktivitenin asıl<br />

kaynağı piramidal hücrelerdir. Beyin yüzeyinde dendrit fazladır.<br />

Dentritlerdeki lokal potansiyellerle dendrit-hücre gövdesi arası dipol<br />

EEG’nin kaynağıdır.<br />

• Beyin aktivitesi arttıkça dalgaların amplitüdü azalır, frekansı artar.<br />

• Alfa dalgaları: Sakin istirahat halinde iken görülür. Ritmik düzenli<br />

senkronize bir dalgadır. Bu istirahattaki kişi aniden gözlerini açarsa frekans<br />

artar ve amplitüd düşer, ritm bozulur buna alfa blok denir.<br />

• Beta dalgaları: Asenkron düşük amplitüdlü ve yüksek frekanslı dalgalardır.<br />

Uyanıkken oluşur ve beynin aktif olduğunu gösterir.<br />

• Beta dalgaları: Erişkinlerde gözler kapalı dinlenme durumunda da görülür<br />

(TUS-Nisan’97).<br />

• Teta dalgaları: Alfa dalgalarına göre düşük-frekanslı ve yüksek amplitüdlü<br />

dalgalardır. Orta derinlikte uykuda özelliklede çocuklarda görülür.


83<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Delta dalgaları: Teta dalgalarına göre yüksek amplitüdlü ve düşük<br />

frekanslıdır. Non REM uykusunun derin uyku döneminde, süt çocuğunda<br />

ve ciddi beyin hasarında görülür.<br />

• Betz'in dev hücreleri motor kortekste bulunur.<br />

• Hering cisimleri hipofizdedid.<br />

• Kastrasyon hücreleri hipofizdedir.


84<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

KALP DAMAR SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />

KALP ELEKTROFIZYOLOJISI<br />

• Endokard, myokard ve epikarddan oluşur. Endokard en içte endotelden<br />

oluşmuştur ve yüzeyi kaygandır. Myokard kas tabakasıdır. Perikard kalbi<br />

saran zardır; kalbin bulunduğu yerde kalmasını, sürtünmenin zararlı etkisinin<br />

kalkmasını sağlar. Kalp atımından akciğerleri korur, kalbin dilatasyonuna engel<br />

olur.<br />

• Kalp kası: Oval merkezi çekirdek içerir, çizgili yapıdadır. Sarkoplazmik<br />

retikulumu az gelişmiştir, T tübülleri diadlardan oluşur ve daha iyi gelişmiştir.<br />

Her sarkomerde tek bir tübüler sistem vardır. Z çizgisinde bol miktarda<br />

gap junction içeren intrakaler diskler vardır ve burada elektriksel direnç<br />

düşmüştür. Bu yapılar ile depolarizasyon çevreye iletilir. Yani kalp fonksiyonel<br />

bir sinsityumdur, hep ya da hiç yasasına uyar.<br />

• Kalp kasında kendi kendine uyarı doğuran pacemaker hücreler vardır.<br />

Myokard sadece aerobik çalışır, aksiyon potansiyeli süresi ile refrakter peryodu<br />

uzundur.<br />

• Kalp kasının 4 fizyolojık özelliği: Batmotrop (uyarılabilme), inotrop (kasılma),<br />

kronotrop (kendini uyarma), dromotrop (iletme)<br />

Aksiyon potansiyelinin 5 devresi vardır:<br />

Sıfır devresi: Depolarizasyon hızlı Na+ kanalları ile oluşur. Yavaş<br />

potansiyellerde ise Ca ile oluşur. Sıfır devresi en kısa süren devredir.<br />

1 Devresi: Na kanallarının kapanması ve K kanallarının açılması ile yavaş<br />

repolarizasyon olur.<br />

2 Devresi: K iletiminin ve Ca++ geçirgenliğinin artması ile olur. Aksiyon<br />

potansiyelinde plato dönemini oluşturur. Aksiyon potansiyelinin en uzun<br />

süren devresidir.<br />

3 Devresi: Hızlı K kanallarının açılması, hücre içine Ca ve Na+ akışının<br />

azalması ile oluşan hızlı repolarizasyondur.<br />

4 Devresi: Istirahat potansiyelidir.<br />

ILETIM SISTEMI<br />

• Sinoatrial nod ve atriyoventriküler nod gibi pacemaker hücrelerde istirahat<br />

potansiyeli -50 mV değerindedir.<br />

• Bunlarda 4. devrede yavaş bir depolarizasyon olur ve eşik değere ulaşınca hızlı<br />

depolarizasyon olur. Ilk eşik değerine ulaşan hücre pacemaker hücredir. Sinotrial<br />

nodun otomasitesi daha fazla olduğundan burası genellikle kalpte uyarının<br />

çıkış yeridir. Sinoatrial noddan uyarının çıkmaması ektopik pacemakerlerden<br />

uyarıların çıkmasına neden olur.<br />

• Sinootrial noddan çıkan uyarı sayısını bazı hormonlar, metabolik olaylar ve<br />

otonom sinir sistemi etkiler. Sinoatrial nodun aksiyon potansiyelinde faz<br />

1 ve 2 yoktur.<br />

• Sinoatrial nod sağ atriumda sulkus terminaliste yerleşmiştir.<br />

• Uyarın internodal yollarla atrioventriküler noda iletilir. Ön arka ve orta olarak<br />

üç internodal yol vardır. Bunlar atrium kasında özelleşmiş kas lifleridir.


85<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Atrioventriküler nod interatrial septumda subendokardial yerleşmiştir. Atrium<br />

ve ventriküller arasında elektriksel uyarının geçiş noktasıdır. O nedenle atriumlar<br />

ve ventriküller iki ayrı sinsityum gibi düşünülebilir.<br />

• Bu nodun görevleri: atrium iletişim ventriküle bağlamak, gelen uyarı frekansını<br />

azaltmak (180 uyarı/dk üstünü geçemez), uyarı geçişini geciktirmek, tek yönlü<br />

geçiş sağlamak.<br />

• Atrioventriküler nod ileti geçişini geciktirir bu yolla atrium sistolde iken<br />

ventriküllerin diastolde olması sağlanır.<br />

• AV nod ikinci en fazla uyarı oluşturma yeteneğine sahip yerdir. Ancak sinüs<br />

düğümünde daha sık uyarı oluştuğundan ve bu uyarının refrakter dönemi uzun<br />

olduğundan normal koşullarda AV nod uyarı oluşturmaz.<br />

• AV nod his demeti olarak devam eder. Bu da sol ve sağ dal diye ayrılır. Sol<br />

dal da üst ve alt dalcık olarak ikiye ayrılır.<br />

• His demetinden sonra purkinje ağı gelir. Bunlar kalpteki en büyük hücrelerdir,<br />

en hızlı iletide bu hücrelerdedir.<br />

• Ilk önce atrioventriküler septumun endokardı sonra papiller kaslar sonra<br />

ventrikülün endokardı uyarılır. Uyarı endokarddan epikarda doğru ilerler.<br />

Kalpte repolarizasyon, depolarizasyonun bittiği yerde başlar. Yani dıştan içe<br />

doğru ilerler.<br />

Parasempatik uyarım<br />

• SAN’da K+ kanallarını açar ve hiperpolarizasyona, buda kalpte yavaşlamaya<br />

(bradikardi) neden olur. Vagus atrio ventriküler düğümde iletimi azaltır,<br />

refrakter peryodu uzatır, eşiği yükseltir ve kalbin kasılma gücünü azaltır.<br />

Parasempatik uyarı sinüs uyarımını yok edebilir, AV blok yapabilir.


86<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

•Sinus taşikardi<br />

KALPTE ILETIMLE ILGILI BOZUKLUKLAR<br />

Ritm düzgündür ancak kalbin atım hızı 100’ün üstündedir.<br />

•Sinus bradikardi<br />

•Normokardi<br />

•Sinoatrial blok<br />

•Sol dal bloğu<br />

•Sağ dal bloğu<br />

•Atrioventriküler blok<br />

-1.Derece AV blok<br />

Ritm düzgündür ancak kalbin atım hızı 60’ün altındadır.<br />

Kalbin 60-100 atım/dk. hızda atmasıdır.<br />

P dalgası bir süre kaybolur daha sonra ektopik bir pacemaker tekrar uyarıyı<br />

başlatır<br />

Önce uyarı sağ ventrikülü uyarır sonra sol ventriküle geçerek sol ventrikülü<br />

uyarır. Bu durumda aort kapağı pulmoner kapaktan sonra kapanır, ses<br />

inspirasyonda tekleşir, ekspirasyonda çiftleşir, bu olaya paradoks<br />

çiftleşme denilir.<br />

Önce sol ventrikül uyarılır sonra uyarı sağ ventriküle geçer.<br />

Birkaç tipi vardır.<br />

Sadece PR mesafesi uzar vagal uyarımla oluşabilir.<br />

-2. Derece AV blok Uyarılardan bazıları ventrikülleri uyarır bazı uyarılarda ventriküle geçmez bu<br />

durumda atrium ventrikülden daha sık kasılır. Buna Wenckebach bloku da<br />

denilir.<br />

•Wolf-Parkinson-White<br />

sendromu<br />

Atriyum ve ventriküller arasında oluşan anormal ileti yolu ile meydana gelir.<br />

Bu sendrom re-entrye bağlı paroksismal taşikardilere neden olabilir.<br />

ID:02t013<br />

• SAN uyarımının yok olması asistoliye neden olur. Bu durumda başka bir<br />

pacemaker harekete geçer.<br />

• AV blok olursa ventriküllerin herhangi bir yerinden uyarı çıkar. Buna<br />

idioventriküler ritim denir.<br />

Sempatik uyarım<br />

• l-5 thorakal segmentlerden çıkar. SA nodda hızlanmaya (taşikardi) neden<br />

olur, otomasiteyi arttırır, AV nodu iletimini, kalbin kasılma gücünü arttırır.<br />

Sistol süresini kısaltır ve ventrikül basıncını arttırır.<br />

Hiperkalsemi kalbi sistolde durdurur. Kalbin kasılma gücü artar ancak<br />

uyarılabilirliği azalır. TUS<br />

Hiperkalemi kalbi diastolde durdurur. Kalbi depolari-ze ederek sürekli<br />

kasılmada tutar, iletim yavaşlar buda aritmilere neden olabilir.<br />

Na’nın fazla yada az olması kalbi durdurur.<br />

Solunum hızlanınca kalpte hızlanır.<br />

KALP HIZI VE ILETIM HIZI ÜZERINE OLAN OTONOMIK ET-<br />

KILER<br />

• Kronotropik etkiler: Kalp hızı üzerine etki gösterirler, primer olarakta SA nodu<br />

üzerine etkilidir.<br />

• Dromotropik etkiler: Iletim hızına primer olarakta AV nod iletim hızı üzerine<br />

etkilidirler<br />

• Inotropik kronotropik etki : Kalp kontraktilitesi üzerine etkilidirler.<br />

• Negatif kronotropik etki : Faz 4 depolarizasyon hızını azaltarak kalp hızım<br />

azaltır. Eşik potansiyele yavaş ulaşıldığı için daha aza aksiyon potansiyeli<br />

meydana gelir.


87<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Negatif dromotropik etki: AV nod boyunca iletim hızım azaltır. PR aralığını<br />

uzatır. Aksiyon potansiyeli atriyumlardan ventriküllere daha yavaş iletir.<br />

• Negatif Inotropik etki: Parasempatik stimülasyon aksiyon potansiyelinin<br />

platosu sırasında atriumda hücre içine Ca girişini azaltarak atriumların<br />

kontraksiyon şiddetini azaltır.<br />

• Pozitif kronotropik etki faz 4: Faz 4 depolarizasyon hızını azaltarak kalp<br />

hızını azaltır. Eşik potansiyele çabuk ulaşıldığı için daha fazla aksiyon potansiyeli<br />

meydana gelir, böylece kalp hızı artar.<br />

• Pozitif dromotropik etki: AV nod boyunca olan iletim hızını artırır. PR aralığını<br />

kısaltır. Aksiyon potansiyelleri atriumdan ventriküllere daha hızlı iletir, ventriküler<br />

dolum bozulabilir.<br />

• Pozitif inotropik etki: Artmış kalp hızı kontraktiliteyi artırır. beta reseptörleri ile<br />

sempatik stimülasyon (katekolamin ve kalp glikozidleri (digital), isopraterenal,<br />

amrinon da kalp kontraktilitesini artıran etkenlerdendir). (TUS-Nisan’95)<br />

ELEKTROKARDIYOGRAFI<br />

Genel Özellikler<br />

• Kalp kasındaki tüm hücrelerin aksiyon potansiyellerinin vücutta dalgalar<br />

halinde yayılmasından yararlanarak kalbin elektriksel aktivitesinin<br />

kaydedilmesidir. Kalbin mekanik aktivitesinin incelenmesi için uygun bir<br />

yöntem değildir.<br />

KALBİN İLETİ SİSTEMİ


88<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• EKG dalgalarının oluşturduğu ortalama vektöre ortalama elektriksel<br />

aks denir. Ortalama elektiriksel aks aynı tip derivasyonlar (sadece bipolar<br />

extremite derivasyonu gibi) üzerinden hesaplanır. Normal aks -30 +120<br />

arasındadır.<br />

• Sağ dal bloğu yada sağ ventrikül hipertrofisinde ortalama elektriksel aks<br />

+120° + 180° arasındadır. Buna sağ aks sapması denir. En önemli sebebi<br />

mitral stenozdur. (TUS-Nisan‘01)<br />

• Sol dal bloğu ya da sol ventrikül hipertrofisinde ortalama elektriksel aks<br />

-30°+180° arasındadır buna sol aks sapması denir. (EKG’de P mitrale<br />

görülür). En önemli sebebi sistemik hiper tansiyondur. (TUS-Eylül’02).<br />

- Vektör dalgası: Uyarının anlık ve ortalama olarak iki tip<br />

yayılma’vektörü vardır. Anlık vektörler 3 halka çizer.<br />

- P dalgası (TUS-Nisan’96): DI, DII, DIII’de pozitiftir. Sola aşağı<br />

doğrudur. Atriyum depolarizasyonu ile oluşur.<br />

- QRS dalgası: 5 evredir. Yönü sola arkayadır. Ventrikül depolarizasyonu<br />

ile oluşur. Bu dönem aynı zamında ventrikül diyastolünün son kısmına<br />

tekabül eder.<br />

- T dalgası: QRS ile aynı yönlüdür. Ventrikül repolarizasyonu ile<br />

oluşur.<br />

• EKG’da aralıklar:<br />

- PR aralığı (TUS-Nisan’00): 0,12-0,20 sn sürer ve atrial<br />

deporalizasyon ve AV düğümden geçiş olur.<br />

- QRS aralığı: 0,10sn’dek ve ventriküler deporalizasyon ve atrial<br />

reporalizasyon olur. TUS<br />

- QT aralığı : 0,43 sn’dek ve ventriküler depolarizasyon artı ventriküler<br />

repolarizasyon olur.<br />

- ST aralığı : Ventriküler repolarizasyon olur. TUS<br />

KALP KASININ KASILMASI VE KARDIYAK OUTPUT<br />

• Sarkoplazmik retikulum ve sisternalarda bol miktarda Ca ++ bulunur ve bu<br />

aktif taşıma ile sağlanır. Kalp kasına uyarı gelince T tübülleri depolarize olur<br />

ve Ca ++ nın büyük kısmı hücre dışından gelir. Kontraksiyon gücü hücre içine<br />

giren Ca ++ ile doğru orantılıdır.<br />

• Tiroponine 4 Ca ++ iyonu bağlanır bu olay tropomyozinin konformasyonunu<br />

değiştirir. Böylece aktin ve myozin arasında çapraz köprüler oluşur. Sarkomerlerde<br />

kısalma olur. Çapraz köprü sayısı arttıkça kasılma kuvveti artar.<br />

• Sempatik uyarım kalbin diastol sonu hacmindeki artış, dijitaller ve ouabain<br />

kalbin kasılma gücünü arttırr.<br />

• Ventriküllere dolan kan yani diastol sonu hacim kalp için preloaddır. Arteriel<br />

basınç ise afterloaddır. Diastol sonunda ventriküle ne kadar çok kan dolarsa o<br />

kadar kuvvetli kasılır. Çünkü aktin ve myozin arasında oluşabilecek çapraz bağ<br />

sayısı artar.<br />

• Venöz basınç ve kalp debisi arası ilişki starling mekanizması ve starling (ventrikül<br />

fonksiyon) eğrisi ile açıklanır.<br />

• Pozitif Inotropi: Preload sabit olmasına rağmen kalp debisinin artmasıdır.<br />

Sempatik uyarım ve dijitallerle oluşturulabilir. Kalbin kasılma kuvveti artmıştır.<br />

Ventrikül fonksiyon eğrisini sola çeker.


89<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Negatif Inotropi: Preload sabit olmasına rağmen debi azalmıştır. Ventrikül<br />

fonksiyon eğrisi sağa kayar. Myokard iskemi ve infarktüsü buna neden<br />

olabilir.<br />

• Konjestif kalp yetmezliği: Ana neden kalbin kasılma kuvvetinin azalmasıdır.<br />

Kalp zayıf olduğundan venöz basınç ve sonuçta kan hacmi artar ve ödem<br />

oluşur. Eğer sağ ventrikülde yetmezlik varsa ayak ve bacaklarda ödem olur.<br />

Sol ventrikülde yetmezlik varsa akciğerde ödem oluşur. Başta kuvvet azalması<br />

kalbin hızlanması ile kompanse edilip debi sabit tutulmaya çalışılır ancak<br />

ilerleyen dönemlerde debi azalır. Diyastolik basıncı yükselir buda venöz<br />

basıncı arttırır.<br />

Pozitif inotropik etkiler<br />

• Artmış kalp hızı<br />

Kontraktiliteyi artırır. Çünkü birim zamanda daha fazla aksiyon<br />

potansiyeli meydana gelmiş, miyokard hücresine daha fazla Ca girmiş,<br />

daha fazla Ca düz endoplazmik retikulumdan salınmış ve kontraksiyon<br />

sırasında daha fazla gerilim üretilmiş olur.<br />

Kalp hızının kontraktiliteyi arttırmasının örnekleri:<br />

1) Pozitif merdiven veya Bowditch merdiven olayı: Kalp hızının<br />

artması bir kaç atımdan sonra intraselüler Ca +2 ’yı arttırarak<br />

kontraksiyon kuvvetinin adım adım daha da artmasına neden<br />

olur.<br />

2) Post ekstrasistolik potensiyasyon ekstrasistolik atımı izleyen<br />

atımda intrasellüler Ca +2 u arttığı için kontraksiyonun şiddeti<br />

daha fazladır.<br />

• Beta reseptörleri ile sempatik stimülasyon (katekolaminler)<br />

- Kontraksiyon şiddetini iki mekanizma ile artırır.<br />

1) Her bir kalp aksiyon potansiyelinin plato çizdiği bölümde hücre<br />

içine Ca girişini artırır.<br />

2) SR’un Ca +2 pompasının aktivitesini artırır. Böylece, daha fazla Ca<br />

birikir ve sonraki atımlarda daha fazla Ca salınır.<br />

Kardiyak glikozidler (Digital)<br />

- Kalp kası hücre membranındaki Na+-K+ ATP’azı inhibe ederek<br />

kontraksiyon şiddetini artırır. TUS<br />

- Sonuç olarak intraselüler [Na’u arttırarak hücre membranı boyunca olan<br />

Na gradientini azaltır.<br />

- Ca +2 , Na+ değişimi (Hücreden Ca’u uzaklaştıran bir mekanizma) bu Na+<br />

gradientine bağlı olduğundan ve dijitallerlede’<br />

Negatif inotropik etkiler<br />

• Muskarinik reseptörlerin aracılık ettiği (Ach) parasempatik stimülasyon<br />

aksiyon potansiyelinin platosu sırasında atriumda hücre içine Ca+2<br />

girişini azaltarak atriumların kontraksiyon şiddetini azaltır, (içeri doğru Ca<br />

akımı)<br />

• Kalpte atrioventriküler kapaklar, atrium ve ventriküller arası geçişi<br />

kontrol eder. Sağdakine trikuspit soldakine biküspit (mitral) kapak<br />

denir.


90<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Semilunar kapaklar, aorta ve pulmoner artere geçişi kontrol ederek<br />

diastolde kanın geri gelmesini önlerler.<br />

• Atım volümü, Kalbin bir ventrikülünün bir atımda (sistolde) arterlere<br />

attığı kan miktarıdır. Sağ ve sol ventrikülde eşittir ve 70 ml’dir. Diastol<br />

sonu hacimde artış, kalbin kasılma kuvvetinde artma ve arteriel basıncın<br />

azalması atım volümünü arttır. Kalbin hızlanması, kasılma kuvvetinin<br />

azalması, diastol sonu hacmin azalması, arteriel basıncın artması atım<br />

volümünü azalır.<br />

• Kalp Debisi: Atım völümü ve kalbin dakikadaki atım hızının çarpımına<br />

eşittir. Normal sağlıklı bir erkek için 5 lt/dk dır. TUS 3-6, 5 lt/dk arasında<br />

değişir, kadınlarda daha düşüktür. Debi artışı kalbin hızlanması yada<br />

atım volümünün artması ile sağlanabilir. Ancak kalp belli dereceye kadar<br />

hızlanabildiğinden dolayı debi daha çok atım volümüne bağlıdır. Ayrıca<br />

kalbin çok hızlanması ventrikül doluşunu azaltarak debinin azalmasına<br />

neden olur.<br />

• Kalp debisi fick metodu ile 02 saturasyonu üzerinden yada verilen bir<br />

maddenin dilüsyonu üzerinden hesaplanabilir.<br />

• Dilusyonel metod da evans mavisi veya serum fizyolojik kullanılabilir.<br />

• Insanda en sık termodilüsyon metodu kullanılır çünkü serum fizyolojik<br />

zararsız bir maddedir.<br />

• Atmosfer 02 basıncında ve kanın O2 taşıma kapasitesinde azalmada,<br />

egzersiz yapma da ve heyecanlanmada debi artar.<br />

KALP SESLERI<br />

• Kalbin transvers eksende yayılan titreşimleri ile oluşur. Kalpte 4 ses vardır.<br />

• l. kalp sesi (S1): AV kapakların kapanması ile oluşur (TUS-Nisan’93).<br />

Depolari-zasyondan sonra duyulan düşük frekanslı bir sestir. Sistolde oluşur.<br />

Tek ses olarak duyulur.<br />

• 2. kalp sesi (S2): Semilunar kapakların kapanması ile oluşur. Repolarizasyondan<br />

sonra yani diastolde duyulur. Frekansı S1’e göre daha yüksek yani daha<br />

tiz bir sestir. Aort kapağı pulmoner kapaktan 0.04 sn. önce kapandığından<br />

asenkrondur. Çift duyulur. Bu çiftleşme inspirasyonda artar ekspirasyonda azalır<br />

buna fizyolojik çiftleşme denir. (A2 ve P2 olarak iki komponenti vardır.)TUS<br />

• 3. kalp sesi (S3) (TUS-Nisan’02): Ventrikül diyastolünün 1/3 orta bölümünün<br />

başında atriumdan ventriküle kanın dolması ile oluşur. 2. sesten hemen sonra<br />

gelir. Bazı özel durumlarda duyulabilir normalde duyulmaz. Diastolde oluşur.<br />

Yaşlılarda kalp yetmezliğinin ilk belirtisi olabilir.<br />

• 4. kalp sesi (S4): Atrium kontraksiyonuna bağlı oluşur. S1’den hemen önce gelir<br />

ve normalde duyulmaz. Diastolde oluşur.<br />

- 3. ve 4. kalp sesi genellikte kalp yetmezliğinde duyulur.<br />

- 1. sesi şiddettendirenler: PR aralığını kısaltan durumlar; mitral stenoz<br />

gibi<br />

- l. sesin şiddetini azaltanlar: PR aralığını uzatan durumlar; mitral<br />

yetmezlik gibi.<br />

- 2. sesi şiddetlendirenler: Pulmoner yada sistemik hipertansiyon, aort<br />

koarktasyonu TUS<br />

- 2. sesin şiddetini azaltanlar: Stenoz durumları, şok, aort yetmezliği.


91<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Tüm seslerin şiddetini azattan durumlar: Bradikardi, perikardial<br />

efüzyon, amfizem, agoni, şişmanlık, kalp yetmezliği ve myokard<br />

infarktüsu.<br />

- Tüm seslerin şiddetin arttıran durumlar: Taşikardi, tirotoksikoz, anemi<br />

ve ince göğüs duvarı.<br />

Kapak Lezyonları<br />

- Konjenital yada (Akut romatizmal ateşde) olduğu gibi kazanılmış olabilir.<br />

Lezyonun ciddiyeti tutulan kapağa, kalbin ek olarak yapması gereken ise,<br />

pompalanan kan miktarının azalması gibi durumlara bağlı değişir. Bu<br />

lezyonlar genellikle üfürüm denen bulguları verir ve bu bulgu kapaklar için<br />

en önemli fizik muayene bulgusudur. Üfürümün nedeni kanın türbülasyona<br />

uğramasıdır.<br />

- Atrioventriküler kapakların; stenozu diastolik, yetmezliği sistolik üfürüme<br />

neden olur.<br />

- Pulmoner kapakların stenozu sistolik, yetmezliği diastol üfürüme neden<br />

olur.<br />

- Kapak bozuklukları kalpte hipertrofi veya dilatasyona neden olabilir.<br />

KAN BASINCININ KONTROLÜ<br />

• Kan basıncı (P): Dakika volümü (Vm) ve periferik direncin (R) çarpımına<br />

eşittir.<br />

• Kalbin hızlanması, atım volümünün artması yada vazokonstriksiyon kan<br />

basıncında artışa neden olur. Yaşlanma ile damar elastisitesinin azalmasıda<br />

kan basıncını arttırır.<br />

• Kan basıncında en büyük düşme arteriollerde görülür çünkü en fazla rezistans<br />

buradadır.<br />

• Kan basıncı kontrolünde sinirsel ve hormonal düzenleme vardır.<br />

Arteriollerin çapını etkileyen faktörler şunlardır;<br />

• Konstriksiyon yapan faktörler: artmış noradrenerjik boşalma, dolaşımdaki<br />

katekolaminler, Dolaşımdaki anjiotensin II, Dolaşımdaki AVP, Yerel olarak<br />

salınan serotonin, Yerel sıcaklıkta düşme, endotelin I, Nöropeptid Y ve<br />

dolaşımdaki Na+-K+ ATP’az inhibitörüdür.<br />

• Dilatasyon yapan faktörler: Noradrenerjik boşalmada azalma, iskelet kası<br />

ve karaciğer dolaşımındaki adrenalin, Dolaşımdaki ANP, Iskelet kasındaki<br />

kolinerjik damar genişleticilerin aktivasyonu, Histamin, Kininler, P maddesi<br />

(akson refleksi), CGRP, VIP, NO, Azalmış O2 basıncı, Artmış CO2 basıncı,<br />

Laktat, K + , adenozin ve yerel sıcaklıkta artış.<br />

Cushing refleksi, kranium içinde basıncın artmasın-dan kaynaklanan özel<br />

tipte bir MSS iskemik cevabıdır. Iskeminin vazomotor aktivitedeki etkisi çok<br />

büyüktür. Cushing reaksiyonu BOS basıncının beyin damarlarına baskı yapacak<br />

kadar yükseldiği durumda beynin vital merkezlerinin beslenmekten yoksun<br />

kalmasını önler. Iskemi ile vazomotor stimulasyon ve sempatik stimulasyon<br />

olur. Arteriel-basınç BOS basıncından daha yükseğe çıkar ve kan yeniden<br />

beyinde dolaşıma başlar.


92<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ARTERIYEL BASINÇ<br />

ORTALAMA ARTERİYEL BASINCIN KONTROLÜ<br />

Sinirsel Kontrol<br />

• Kan basıncının sinirsel reflexle kontrolünde 3 önemli yol vardır.<br />

1. Baroreseptör reflex<br />

2. CO2’ye reflex yanıt<br />

3. Serebral iskemiye reflex yanıt<br />

• Kemo ve baroreseptörlerden uyarılar gelir. Sinirsel kontrolde en önemli<br />

faktör bu reseptörlerde oluşan reflekstir. Akut kan basıncı değişmelerinde<br />

en hızlı kontroldür.<br />

• Iki baroreseptör vardır. Bunlardan biri sinüs karotikustadır ve bu<br />

reseptörden hering siniri çıkar. Diğeri arcus aortadadır ve bundan cyons<br />

siniri çıkar. Bu uyarılar CN 9 ve CN 10 sinirleri ile merkeze taşınır (Nükleus<br />

tractus solitarius). Bu sinirlerin uyarılması vazomotor merkezi inhibe ederek<br />

vazodilatasvon yaptırır.<br />

Dolaşım sisteminde kanın akış hızı insanda dinlenme durumunda 100<br />

ml/sn, sistemik arterlerle sistemik venalar arasındaki basınç farkıda 100<br />

mmHg dır. Böylece, tüm sistemik dolaşımda total periferik direnç 100/100<br />

yada 1 PRU dur. Bazı koşullarda, vücuttaki tüm kan damarları kuvvetle<br />

daraldığı zaman, toplam periferik direnç 4 PRU’ya kadar yükseldiği<br />

gibi, damarlar çok genişlediği zaman’da 0,2 PRU’ya düşebilir. Sorudaki<br />

rakamlara göre Basınç=kan akımı*direnç 90/90=1 PRU’dur (TUS-<br />

Nisan'88).


HORMONAL KONTROL (TUS-NISAN’94)<br />

93<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Direk ve indirek yolla olur:<br />

Direk yolda kanda artmış CO2 basıncının direk vazomotor merkezi uyarması<br />

rol oynar.<br />

Indirek yol: Glomus aortikus ve glomus karotikus korpuskülleri kanın<br />

bileşimine hassastır yani kemoreseptördürler. Bu reseptörler anoksiye hassastır.<br />

Kanda H+ artışı, O2 azalması, CO2 artması ile sempatik aktivite artar. CO2’nin<br />

direk etkisi glomuslarla yaptığı indirek etkiden daha güçlüdür.TUS<br />

• Diğer hormonlor: Renin, ADH,ANH, Adrenalin ve daha birçok hormon kan<br />

basıncını etkiler.<br />

- Renin, kan basıncı düşmesi, böbrek kan akımı azalması yada sempatik<br />

aktivasyon hallerinde salınır. Renin, anjiotensinojen’i anjiotensin I’e<br />

dönüştürür. Anjio-tensin I akciğer endotel hücrelerinde anjiotensin II’ye<br />

dönüştürülür. Anjiotensin II hem vazo-konstriksiyon yaparak hemde<br />

aldosteron salınımı ile su tutulumu yaparak kan basıncını arttırır (TUS-<br />

Nisan’95).<br />

- Adrenalin, sistolik kan basıncını arttırır diastolik basıncı düşürür. Adrenalin<br />

kalbin kasılma kuvvetini arttırır, arterial ve venöz vazokonstriksiyon yapar.<br />

Venöz konstriksiyonla venöz dönüş artarak atım volümü artar.<br />

- ADH (vazopressin): kan osmolaritesinin artması hipotalamusu uyararak<br />

arka hipofizden ADH salımına neden olur. ADH hem su tutulumuna hemde<br />

vazokonstriksiyona neden olur.<br />

Renini anjiotensini artıran ve azaltan durumlar<br />

• Yavaş, hormonal bir mekanizmadır.<br />

• Kan hacmini ayarlayarak kan basıncının uzun süreli kontrolünü sağlar.<br />

• Renin plazmada anjiotensinojenin anjiotensine dönüşümünü sağlayan bir<br />

enzimdir.<br />

• Anjiotensin 1 inaktiftir,<br />

• Anpotensin II fizyolojik olarak aktiftir.<br />

• Anjiotensin II anjiotensinazlarla yıkılır, Peptid parçalarından biri olan<br />

anjiotensin III anjiotensin II’nin bir kısım biyolojik aktivitesini taşır.<br />

Renin anjiotensin aldosteron sistemindeki basamaklar<br />

a. Renal perfüzyon basıncındaki azalma afferent arteriolün<br />

jukstaglomerüler hücrelerinden renin salınımına neden olur.<br />

b. Plazmada anjiotensinojen reninin katalizlediği reaksiyonla anjiotensin I’e<br />

dönüşür.<br />

c. Anjiotensin I anjiotensin converting enzim (ACE) ile anjiotensin II’ye<br />

dönüştürülür. Bu reaksiyonun primer yeri akciğerdir. ACE inhibitörleri<br />

anjiotensin II oluşumunu önleyerek kan basıncını düşürürler.<br />

d. Anjiotensin II’nin iki etkisi vardır. Adrenal korteksden aldosteron salınımını<br />

uyarır ve arteriollerin vazokonstrüksiyonuna neden olur. (TPR)<br />

e. Aldosteron böbreğin distal tübülünden tuz absorbsiyonunu artırır.<br />

• Bu etki böbrek tarafından yeni protein sentezine ihtiyaç duyulduğu için yavaş<br />

gerçekleşir.<br />

• Tuz ve su reabsorbsiyonunun artması kan volümünün ve ortalama arteriyel<br />

basıncı artırır.


94<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ISKELET KASI DOLAŞIMI<br />

• Istirahat halinde iskelet kasları toplam oksijenin %20 kadarını kullanır.<br />

Egzersiz hallerinde bu %75 kadar olabilir. Egzersizde metabolik ihtiyaç arttığı<br />

için kaslardaki damarlar vazodilate olur ve kaslara kan akımı artar. Maksimal<br />

vazodilatasyonda bile orta derece egzersizden fazlasını karşılayacak 0 2<br />

verilmez<br />

ve laktik asit oluşumu başlar. Kan akımında bu laktik asit oluşmasına neden<br />

olacak eşiğe anaerobik eşik denir;<br />

• Sempatik uyarım ve metabolizma ile açığa çıkan ürünler kas damarlarında<br />

vazodilatasyona neden olur.<br />

FETAL DOLAŞIM<br />

• Akciğerler fonksiyone olmadığı için fetal hayatta önem taşımaz. Plesanta, böbrek<br />

üstü bezi, beyin ve kalb ise temel organlardır.<br />

• Fetal dolaşım: Plesanta villusları - Umblikal kord (umblikal ven) - duktus<br />

venozus - vena cava inf. -Sağ atrium - sağ ventrikül - pulmoner arter - duktus<br />

arteriozus - aort-iliak arterler-hipogastrik arterler-umblikal arterler - plesenta<br />

sırasını izler.<br />

• 0 2<br />

’li kan umblikal venlerde bulunur. Umblikal ven ana dal olan duktus venozusla<br />

VCI’a bağlanır. Sağ atriumda östaki valfi O 2<br />

’den zengin ve O 2<br />

’den fakir kanın<br />

karışmasını önleyerek 0 2<br />

’den zengin kanı foramen ovaleye yönlendirir.<br />

• Doğumdan sonra: Akciğerler fonksiyona başlar. Bu da sağ atrium basıncını<br />

azaltıp sol atrium basıncını arttırır. Bu da foramen ovale kapakçığını itip Foramen<br />

ovaleyi kapatır. Aort basıncı artar buda duktus’u fonksiyon dışı bırakır. Bu damar<br />

kollabe olarak ligamentum arteriozum’a dönüşür. Patent duktus arteriozusda<br />

(PDA) kapanma olmaz.Kapanmayı prostaglandinler önler.O nedenle PDA<br />

tedavisinde indometasin, aspirin gibi prostaglandin sentez inhibitörleri kullanılır.<br />

TUS<br />

Dolaşım (Dinlenme<br />

durumundaki kalp<br />

debisinin %’si)<br />

Koroner (%5)<br />

Serebral (%15)<br />

Kas (%20)<br />

Deri (%5)<br />

Pulmoner<br />

(%100)<br />

Lokal<br />

Metabolik<br />

Kontrol<br />

En önemli<br />

mekanizma<br />

En önemli<br />

mekanizma<br />

Eksersiz<br />

sırasında<br />

en önemli<br />

mekanizma<br />

En az önemli<br />

mekanizma<br />

En önemli<br />

mekanizma<br />

ÖZEL DOLAŞIMLARIN KONTROLÜ<br />

Vazoaktif<br />

Metabolitler<br />

Hipoksi,<br />

Adenozin<br />

Sempatik<br />

Kontrol<br />

En az önemli mekanizma<br />

Mekanik<br />

Etkiler<br />

Sistol sırasındaki<br />

mekanik baskı<br />

CO 2<br />

En az önemli mekanizma İntrakranyal basınç<br />

H + artışı serebral kan<br />

akımını düşürür<br />

Laktat<br />

K +<br />

Adenozin<br />

Hipoksi vazokonstrikte<br />

eder<br />

İstirahatteki en önemli<br />

mekanizma (a reseptör<br />

vazokonstriksiyona; b<br />

reseptör vazodilatasyona<br />

neden olur.<br />

En önemli mekanizma (Isı<br />

regülasyonu)<br />

En az önemli mekanizma<br />

Musküler aktif ve<br />

kan akımında geçici<br />

düşmeye neden olur.<br />

AC şişmesi<br />

ID:02t017


95<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Plasenta ayrılınca umblikal venler kollabe olur. Duktus venozus, ligamentum<br />

venozuma dönüşür. Sistemik basınç arttığı için sol ventrikül hipertrofi olur ve<br />

duvarı kalınlaşır.<br />

BEYIN KAN DOLAŞIMI<br />

ŞOK<br />

• Beyne kan karotis ve vertebral arterlerle taşınır. Dolaşım uyku, aşırı mental<br />

aktivite, dinlenme hallerinde bile çok az değişir. Kranium kapalı bir kutudur,<br />

bu nedenle iç hacim sabit tutulmalıdır.<br />

• Serebral kan akımı regulasyonunda ana rolü C02 oynar. C02 artışı<br />

periferik damarları vazokonstrükte beyin damarlarını dilate eder. C02<br />

beyin kan akımını arttıran en kuvvetli stimulandır. Yani sempatik sistem<br />

ve diğer hormonların etkisi çok azdır. Yani beyin kan akımının regülasyonunda<br />

en önemli faktör metabolik faktörlerdir.<br />

• Intrakranial basınç artırınca beyin kan damarlarında basınç artarak beyin kan<br />

akımını sabit tutulmaya çalışılır.<br />

• Hayati önemi olan organlara yeterli kan gitmemesidir.<br />

Bu organlara olan kan akımının azalması ile veya mevcut kan akımının artmış<br />

metabolizmayı karşılayamamasıyla oluşabilir.<br />

• Primer şok: Patolojik bir durum olmaksızın reflekse bağlı arteriollerde dilatasyon<br />

ve kalpte yavaşlama ile oluşan durumdur. Korku, heyecan, ağrı ve stres ile<br />

oluşur.<br />

• Sekonder şok: Patolojik durumlara bağlıdır.<br />

• Hipovolemik şok: Kanama, ishal (kolera), aşırı terleme, diabetes insipitus ağır<br />

dehidratasyonla oluşan şoktur.<br />

• Kardiyojenik şok: Kalp debisinin fibrilasyon, infarktüs gibi nedenlerle düşmesi<br />

ile oluşun şoktur.<br />

• Septik şok: Enfeksiyonlara bağlı olarak oluşan şoktur. Barsak perforasyonu<br />

böbrek enfeksiyonları gibi durumlarla gelişir.<br />

- Endotoksik şok: Gram (-) bakterilerin endotoksini ile olan şoktur. Direk<br />

myokard üzerine yada damar sistemine etkili olabilir.<br />

• Anaflatik şok: Allerjik olarak tip l reaksiyonu ile gelişen şoktur.<br />

• Nörojenik şok: Spinal ya da genel anestezilerde vazomotor merkezin iflasına<br />

bağlı gelişir.<br />

• Dolaşım şoku: Emboli, trombüs gibi nedenlerle dolaşımın obstrüksiyonu sonucu<br />

oluşur.<br />

• Travmatik şok: Travmaya bağlı gelişen şoktur.<br />

• Hemorajik şok: Kanama ile oluşan hipovolemik şok tipidir.<br />

• Şokta başlangıçta refleksler çalışır ve bunlar olumlu yöndedir. Bu yolla kan<br />

basıncı belli düzeyde tutulabilir. Şok tablosu ilerlerse arterioller vazokonstrükte<br />

olur. Şok dahada ilerlerse irriversibl bozukluklara neden olabilir. Hipoksi hayati<br />

organlarda ağır hasara neden olur.


96<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

NABIZ<br />

• Nabız basıncı arteriyel sistolik ve diastolik basınç arasındaki farktır. Nabız artere<br />

sert bir doku üzerinde basılınca elde edilen pulslardır.’Kan aorta atılınca genişleme<br />

dalgası olur ve bu arterlerde ilerler. Ancak hiçbir zaman vene ve kapillere geçmez.<br />

Nabız 5m/ sn yani kan akım hızından 10 kat daha hızlıdır. Nabız hızı damarlarda<br />

perifere gidildikçe ve yaşlandıkça artar çünkü her iki durumda elastik lif sayısı azalır.<br />

Yani en hızlı nabız radyal arterdedir.<br />

l - a. Carotis communis ve a. subclavia’ dan merkezi, a. femoralis ve a. brachialisten<br />

orta, a. radialisten periferik nabız alınır.<br />

Nabzın 5 Özelliği Vardır<br />

- Nabız dolgunluğu: Dolgunsa pulsus magnus değilse pulsus parvus denir.<br />

- Nabızların eşit dolgunluğu: eşit değilse pulsus alternans denir.<br />

- Atımlar arası eşit zaman: Eşitse pulsus regularis değilse pulsus irregularis<br />

denir.<br />

- Nabız gerginliği: Gerginse pulsus durus, değilse pulsus mollis denir.<br />

- Dakikadaki nabız sayısı<br />

• Tüm bu özellikler varsa ritmik nabız denir.<br />

• inspirasyonda nabız dolgunluğu azalır, expirasyonda artar.<br />

KALPLE ILGILI PATOLOJILER<br />

• Ritm bozuklukları: Kalbin normal ritminde P dalgası ve onu takip eden QRS<br />

kompleksi vardır.<br />

• Sinüs aritmi: Kalp atım hızının nefes alışta artması verişte azalmasına<br />

solunumsal sinüs aritmisi denir. Sinüs aritmisinin tedavisi gerekmez.<br />

• Sinüs taşikardisi: Kalbin hızlanmasıdır. Hipertiroidi, ateş, hipotansiyon, kalp<br />

yetmezliği, düşük O 2<br />

konsantras-yonu, heyecan ve ekzersiz durumlarında<br />

olur.<br />

• Atrial taşikardi: Ektopik pacemaker ile oluşurlar. Supraventriküler taşikardilerde<br />

denir. Daha çok dijital toksikasyonunda görülür.<br />

• Paroksismal atrial taşikardi: Genellikle ani başlar. Birkaç dakika devam<br />

ettikten sonra kaybolur. Ektopik pacemaker yada re-entry fenomeni ile oluşabilir.<br />

N.vagusun uyarılması ile ortadan kalkar.<br />

• Atrial ekstrasistol: Bir atrial ektopik pacemaker atriumu uyarır ve bu uyarı<br />

genellikle ritimde bozukluk yapmaz. P dalgası vardır bunu QRS kompleksi<br />

izler. RR aralığında değişme olabilir. Ekstrasistol sonrası dinleme periyodu<br />

uzamıştır, buna kompansatuar pauze denir. Atrial extrasistole prematür atrial<br />

kontraksiyonda denir.<br />

• Atrial flatter: Atriumların dakikada 200-350 vuru yapmasıdır. Ancak ventriküle<br />

AV düğümden bu uyarıların 3-4 de biri geçer o nedenle ventriküler ritim normal<br />

olabilir. P dalgasına benzeyen ancak testere dişi gibi bir ritim oluşur. Ektopik<br />

odak yada re-entry ile oluşabilir.


97<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Atrial fibrilasyon: Dakikada 350-600 vurum vardır. P dalgası yerine F dalgaları<br />

oluşur. Atrium kasılmaz sadece titreşir, impulsun AV noddan ventriküle iletimi<br />

belli düzeyde olduğundan QRS ve T normaldir. Atriumlarda kan pıhtılaşabileceği<br />

için trombüslere neden olabilir. QRS kompleksleri normal olmasına rağmen<br />

düzensiz zamanlama vardır. Yani QRS’ ler arası süre eşit değildir.TUS<br />

• AV ritmler: SA nodun baskılanması sonucu AV noddan uyarı çıkması ile oluşur.<br />

P dalgası QRS kompleksinin arkasında bulunabilir.<br />

• Ventriküler ekstrasistol: Ventrikül karşısındaki ektopik pacemaker ile<br />

oluşur. Burada QRS den önce P dalgası yoktur. T dalgasıda ters dönmüştür. Bu<br />

vurudan sonraki dinlenme daha uzundur ve dinlenme sonrasındaki kasılma<br />

daha güçlüdür.<br />

• Ventriküler taşikardi: Re-entry ile oluşurlar. QRS kompleksinin şekli bozulur<br />

ve P dalgaları kaybolur, ilaçlar (digoksin) yada organik bozukluklara bağlı<br />

oluşurlar.<br />

• N. vagus uyarımı ile düzelmezler, taşikardi kalp fonksiyonunu önemli<br />

derecede etkiler ve debi azalır oysa atrial taşikardilerde büyük kalp fonksiyon<br />

bozukluğu olmaz.<br />

• Venrtriküler fibrilasyon: Fibrilasyonda ventriküller sadece titreşir. Debi sıfırdır<br />

nabız kaybolmuştur. Mutlaka kardiyopulmoner resusitasyon yapılmalıdır. Kesin<br />

tanısı EKG ile konur.<br />

• Koroner Patolojiler: Kalbin beslenmesini sağlayan ana koronerlerde yada<br />

dallarında olan daralma yada tıkanmalarla oluşan patolojilerdir. Koroner arteri<br />

daraltan en sık neden ateroskleroz plağı oluşmasıdır. Tıkanmanın en sık nedeni<br />

ise atheroskleroz’ a bağlı trombozlardır. Sonuç olarak myokard infarktüs yada<br />

iskemisi oluşur.<br />

• Myokard Iskemisi: En önemli belirtisi anjinadır. Bu ağrı pektoral bölge, kolun<br />

iç yanı ve boyna yayılır. Dinlenme ile ağrı geçer EKG ile egzersiz testi yapılarak<br />

teşhis konulur. Elektrodun konulduğu bölgenin üstünde iskemide ST yükselir eğer<br />

elektrodun karşısındaki alanda iskemi varsa ST çöker. T dalgasında değişmeler<br />

olur. Nitratla ağrılar azalır.<br />

• Myokard Infarktüsü: Kan akımının ileri derecede kesilmesi yada ileri derecede<br />

azalması ile oluşur. En sık sol ventrikülde görülür; kalp yetmezliği, aritmi ve<br />

kardiyojenik şoka neden olabilir. Myokard infarktüsünde ağrı fazladır. Nitratla<br />

veya dinlenme ile ağrı geçmez, kanda kalple ilgili SGOT, CPK, LDH, troponin<br />

seviyelerinde artma olur. EKG de transmural infarktüsün EKG bulguları patolojik<br />

Q dalgası ST yükselmesi ve ilk anlarda T dalgasında negatifleşmedir.<br />

• Hipertrofi: Hipertrofide kas hücre sayısı aynıdır ancak hücre hacimleri artmıştır<br />

ve metabolik ihtiyaç artmıştır buda iskemi veya infarktlara neden olabilir. EKG<br />

de QRS süresi uzamış R nin genliği artmıştır. Epikardial derivasyonlarda ST çöker<br />

T dalgası ters döner. Sağ ventrikül hipertrofisinde sağ aks sapması sol ventrikül<br />

hipertrofisinde sol aks sapması olur.<br />

• Hipertansiyon: Pulmoner yada sistemik olabilir. Pulmoner hipertansiyon akciğer<br />

ve sol kalple ilgili patolojilerde oluşur. Sistemik hipertansiyon ise idiyopatiktir.<br />

Idiopatik hipertansiyona esansiyel hipertansiyonda denir.


98<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

KORONER DOLAŞIM<br />

BÖBREĞİN EMBRİYONİK GELİŞİM<br />

• Koroner damarlar aorttan çıkarlar, sağ ve sol koroner olarak iki koroner arter<br />

vordır.<br />

• Sol koroner arter circumfleks ve anterior interventriküler dallarına<br />

ayrılır. His hüzmesini, sol atriumun büyük kısmını, sol ventrikülün 2/3 ünü ve<br />

sağ ventrikülün ön tarafını besler.<br />

• Sağ koroner sağ marjinal ve posterior interventriküler dallarına ayrılır. Sağ<br />

atrium, SA nod, AV nod, sağ ventrikül ve sol ventrikülün arkasını besler.<br />

• Sinoatrial nod ve atrioventriküler nodun beslenmesi sağ koroner arterle olur<br />

ancak esas klinik problem SA nodun beslenmesi, sol koroner arter tarafından<br />

karşılandığında olur.<br />

• Koroner kan akımı dolaşıma verilen kanın %5’ini alır bu değer 75ml/<br />

1OOgr doku dk’ dır.<br />

• Koroner akım aorttaki basınca, kalp kasının kalınlığına, kalp siklusunun<br />

devresine, sinirsel uyarıya, metabolitlere ve ilaçlara bağlıdır.<br />

• Sempatik uyarı, nitrogliserin, serotonin, adenozin, düşük 02 basıncı ve<br />

yüksek C02 basıncı koroner kan akımını artırır.<br />

• Kalp sistolde koronerlere bası yaptığından kan akımı sistolde azalır.O nedenle<br />

koroner kan akımının büyük kısmı diastolde olur. En yüksek akım izovolümetrik<br />

gevşemededir.


99<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

DAMAR SİSTEMİ<br />

SISTEMIK DOLAŞIMDAKI BAZI ÖZEL BÖLGELER<br />

Serebral dolaşım<br />

• Insanda beyini besleyen arterler a.carotis internalar ve iki a.vertebralisin<br />

birleşmesi ile oluşan a. basillarisdir.<br />

• A.carotis internalar ve a.basiliaris beyin tabanında willis dairesini<br />

oluştururlar.<br />

• Kapiller endotelindeki tight junctionlar ve astrositlerin uzantıları kan-beyin<br />

bariyerini oluştururlar. Bu bariyer protein ve polar madde gibi yapıların<br />

beyne geçmesine engel olur.<br />

Koroner dolaşım<br />

• Myokardın beslenmesi koroner damarlarla sağlanır. Koroner dolaşımda<br />

arteriyovenoz O2; farkı çok yüksektir.<br />

• Kalp kası. sistolde az kanlanırken diastolde esas kanlanması sağlanır.<br />

Pulmoner dolaşım<br />

• Pulmoner arter ve dallarının duvarları sistemik dolaşımdaki arterlere oranla<br />

çok incedir ve buda onlara büyük bir esneklik (kompliyans) sağlar.<br />

• Akciğer parankimasının kanlanması bronşial kanlanma ile sağlanır.<br />

Bronşial dolaşımdan venöz kan pulmoner venlere ve sol atriyuma dökülür.<br />

Buradaki venöz nitelikteki kanın arteriyel kanla karışmasına fizyolojik şant<br />

adı verilir.<br />

Lenf dolaşımı<br />

• Interstisyel alandan fazla miktardaki sıvıyı uzaklaştırabilecek sistemdir.<br />

• Lenfatik sistem interstisyel sıvıdaki protein konsantrasyonunu, interstisyel<br />

sıvı hacmini, interstisyel sıvı basıncını ayarlar.<br />

Plasenta ve fötal dolaşım uterus dolaşımı:<br />

• Kan akımı endometrium ve myometriumun metabolik aktivitesine<br />

paraleldir.<br />

• Gebelik boyunca uterus hacmi arttıkça kan akımıda hızla artar. Plasenta<br />

adeta bir “fötal akciğerdir. Fötüsda fötal kalp debisinin %55’i plasentadan<br />

geçer.<br />

• Ductus venozus kanın bir kısmını alt vena cavaya yöneltir ve geri kalanı<br />

fötüsün portal kanı ile karışır.<br />

• Doğumda plasenta dolaşımı kesilir ve periferik direnç aniden yükselir.<br />

Yenidoğan kısa, zorlu solunumlar yapar ve akciğerler genişler.<br />

A. ARTERLER<br />

- Muskuler Arterler: medial tabakasında düz kas hücreleri fazla, elastik lifler<br />

azdır. Orta çaplı arterlerdir. Brakial ve femoral arterler bunlardandır. Lümen<br />

çapı damar duvarı kalınlığından daha fazladır.


100<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Elastik Arterler: Media tabakasında elastik lifler çoktur. Aort, koroner,<br />

karotid, iliak ve subklavian arterler bunlardandır. Büyük çaplıdırlar. Elastik<br />

olup genişlediklerinden dolayı sürekli kan akımı sağlarlar. Eğer elastik yapıda<br />

olmasalardı kan sistolde akacak sonra akım sıfır olacakta; bu durumda kalbin<br />

yapması gereken iş artacaktı. (Marey deneyi)<br />

- Arterioller: Media tabakası düz kas yapısına sahiptir. Lümenlerini bu sayede<br />

genişletip daraltabilirler. Dolaşımda asıl ayarlamayı yapan sistemdir.<br />

- Metabolizmanın arttığı durumlarda bunlar dilate olurlar ve kan akımı artar.<br />

Buna fonksiyonel hiperemi denir. Arteriolün olduğu dokudaki CO adenozin ve<br />

nitrik oksit gibi metabolik ürünler vazodilatasyona neden olur. Buna metabolik<br />

kontrol denir. Miyojenik kontrolde ise damar duvarına kan basınç yapınca<br />

arteriolde konstriksiyon olur, böylece kan akımı normale döner. Arteriollerden<br />

sonra mikrodolaşım gelir. Vücutta en yüksek rezistans arteriollerdedir (TUS-<br />

Nisan’88).<br />

- Mikrodolaşım: Metarterioller, arterioller, kapillerler ve postkapiller venülleri<br />

içerir. Mikrodolaşım intertisiyel sıvı ile değiş tokuşun yapıldığı yerlerdir. Arteriol<br />

ve venüller arasında direk bağlantı yani arteriovenöz şant vardır. Bu yolla kan<br />

kısa devreden dolaşımını tamamlar.<br />

- Kapillerler arteriol ve metarteriollerden sonra gelir. Kanın kapillere geçişini<br />

prekapiller sfinkter denen düz kas hücreleri durdurabilirler.<br />

- Kapillerler aynı anda çalışmazlar. Bir kısmı fonksiyoneldir diğerleri ise fonksiyonel<br />

değildir. Damar çaplarının daralıp genişlemesi ile olan bu düzenlemeye<br />

vazomosyon denir.<br />

- Kapillerde kan akım hızı 1 mm/sn’dir. Bu sayede yeterli madde alışverişi<br />

sağlanabilir.<br />

- Kapillerde fenestrasyon denen pencereler yada sıkı bağlantılar olabilir. Böbrekte<br />

glomerulusda ve gastrointestinal sistem kapillerlerinde pencereler vardır.<br />

Oysa kan beyin bariyerini oluşturan endotelde sıkı bağlantılar vardır.<br />

Mikrodolaşım geçirgenliğinin en fazla olduğu yer postkapiller venüllerdir.<br />

- Madde alışverişinde esas mekanizma pasif difüzyondur. Histamin, kapiller<br />

geçirgenliği aorttırır.<br />

- Kapiller basınç 30-40 mmHg’dir glomerül gibi özel yapılarda ise 60mmHg’dir.<br />

Bu sayede maddeler kolaylıkla kapillerden intertisiyel alana geçebilir.<br />

- Kapiller hidrostatik basıncın çok artması, kapiller permeabilitesinin aşırı artması,<br />

onkotik basıncın azalması, intertsiyel onkotik basıncın artması gibi<br />

durumlar ödeme neden olur.<br />

- Sekestrasyon ve üçüncü boşluğa sıvı kaybının sebebi kapiller hidrostatik basınç<br />

artışıdır (TUS-Nisan’96).<br />

B. VENLER<br />

• Arterlere göre daha geniş çaplı, daha ince duvarlıdırlar. Venler dolaşımdaki<br />

kanın büyük kısmını (%60) bulundururlar. Genişleyebilirler bu nedenle depo<br />

görevi görürler. Özellikle dalak ve karaciğer venleri oldukça fazla genişler.<br />

Sempatik uyarımda oldukça daralırlar ve dolaşımdaki kan miktarını arttırırlar,<br />

bu da kalbin debisini arttırır<br />

- Normalde venül başında basıncı 10 mmHg, sağ atriumda O<br />

mmHg’dir. Bu basınç farkı kanın kalbe akmasında esas faktördür.


101<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

O nedenle kalp yetmezliklerinde venöz sistemde kan birikir ve ödem<br />

oluşur.<br />

- Venöz dönüş inspirasyonda intratorasik basınç azaldığı için artar<br />

ekspirasyonda ise azalır. Özellikle valsalva manevrası venöz dönüşü oldukça<br />

azaltır.<br />

- Yatar durumdaki bir kimse ayağa kalkınca pulmoner dolaşımdaki 500 ml<br />

kan alt ve üst ekstremitelere geçer. Yani periferal göllenme oluşur. Periferal<br />

göllenme venöz dönüşü azaltır böylece debi azalır. Bu olay venöz dolaşımın<br />

yerçekimi etkisi ile alakalıdır.<br />

- Ven kaslarının kasılması, iskelet kaslarının kasılması ve venöz kapaklar<br />

dönüşü kolaylaştırır.<br />

- Hidrostatik basınç dikkate alınmazsa, sistemik dolaşımda aorta içi basınç,<br />

değerinden derece derece düşerek sağ atriumda 0 mm Hg’e iner.<br />

Sistemik dolaşımda basınç değişimleri şöyledir (TUS-Nisan’88).<br />

Aortada basınç 100 mmHg<br />

Büyük arterlerde 90-100 mmHg<br />

Küçük arterlerde 80 mmHg<br />

Arteriollerde 40 mmHg<br />

Kapillerlerde 30 mmHg<br />

Venüllerde 10 mmHg<br />

Küçük venler 7 mmHg<br />

Büyük venler 5 mmHg<br />

Vena kava 0 mmHg<br />

Görüldüğü gibi basınç en çok arteriollerde düşmektedir.<br />

C. LENFATIK DOLAŞIM<br />

• Kan dolaşımından interstiyel alana geçen proteinler, lenf dolaşımı ile tekrar<br />

kan dolaşıma verilirler. Yani kapillerden geri alınamayan sıvı ve proteinler bu<br />

sistemle kan dolaşımına döner. Lenfatik sistem endotelinin permeabilitesi daha<br />

fazladır. Toplanan lenf sıvısı özellikle karaciğer ve gastrointestinal kanaldan<br />

gelir ve ductus thoracicus ile kan dolaşımına verilir.<br />

- Lenf akımı sağlamada doku basıncı ve iskelet kaslarının kasılması<br />

en büyük faktörlerdir. Yerçekimi, valfler ve diyafram kasının etkisi diğer<br />

faktörlerdir.<br />

- Merkezi sinir sistemi kemik iliği derinin yüzeysel tabakası gibi bazı vücut<br />

bölümlerinde lenfatik sistem bulunmaz. Lenfatik dolaşımın protein içeriği<br />

kan dolaşımından düşüktür<br />

Kan basıncı arttığında baroreseptörler uyarılır:<br />

- Solunum yavaşlar, venöz dönüş azalır.<br />

- Vazomotor merkez inhibe olur. (vazodilatasyon) (TUS-Nisan’88)<br />

- Kardiyoinhibitör merkez aktive olur. Kalp yavaşlar.<br />

• Kan basıncı azaldığında baroreseptör uyarısı azalır:<br />

• Solunum kuvvetlenir. (Hiperpne)<br />

• Sempatik aktivasyonla renin ve adrenalin salınımı artar.<br />

• Vazomotor merkez aktive olur.


102<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Toklukta, proteinli diyette, anoksemide, şişmanlıkta, kas egzersizinde ve sigara<br />

içildiğinde kan basıncını artırır.<br />

• Uyku, açlık, paroksismal taşikardi de kan basıncı düşer.<br />

• Kan Hacmi: Endokrin ve sinirsel yolla düzenlenir.<br />

• Sinirsel: Stretch reseptörler V. Pulmonale, ventrikül ve atriumdadır. Kan hacmi<br />

azalması hipolatamustan ADH salınımına neden olur.<br />

• Hormonal: ADH, ANP ve Renin ile olur<br />

• Venöz direnç değişmezken, arteriyel basınç artars organa giden kan<br />

akımı azalır. Kalp bunu debi artırış ile kompanse eder (TUS-Nisan’91)<br />

ANP (Atrial natriüretik peptid): Atrium hücrelerinde depolanmıştır.<br />

Atriumların gerilmesi ile kan dolaşımına verilirler. ANP glomerüler filtrasyonu<br />

arttırır, sodyum geri emilimini ve renin salınımını inhibe eder, vazodilatasyon<br />

yapar.


103<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ÜRİNER SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />

VÜCUT SIVILARI HAKKINDA GENEL BILGILER<br />

• Total vücut sıvısı erişkin sağlıklı bir erkekte toplam vücut ağırlığının %60’ı kadında<br />

ise % 50’sidir. Bu farkın nedeni kadınlarda daha fazla yağ dokusu olmasıdır.<br />

• Sağlıklı 70 kg.’lık bir erkekte toplam vücut suyu 42 litredir. Kadında ise 35 litredir.<br />

• Yağsız vücut kitlesi alındığında su, toplam vücut ağırlığının %70’ini oluşturur.<br />

• Toplam vücut sıvısı intraselüler ve ekstraselüler olarak iki kompartmanda bulunur.<br />

• Ekstraselüler sıvı: Toplam vücut ağırlığının %20’sini yapar. Plazma, interstiyel<br />

sıvı ve transselüler sıvı kompartmanlarından oluşur.<br />

• Plazma toplam vücut kitlesinin %5’ini yapar, interstisiyel sıvı ise %15’ini yapar.<br />

• Interstiyel sıvı hücreler arasında bulunan ve lenf sıvısınında dahil olduğu sıvı<br />

bölümüdür.<br />

• Transselüler sıvı plevra, periton, BOS, sinovyal sıvı gibi sıvıları içerir ve toplam vücut<br />

sıvısının en küçük bölümünü oluşturur. En büyük transselüler sıvı kısmı gastrointestinal<br />

lümendeki sıvıdır, daha sonra BOS gelir.<br />

- Ekstraselüler sıvının en önemli ve en çok bulunan katyonu Na+’dır.<br />

Daha sonra Ca ++ , K + ve Mg ++ gelirler (TUS-Nisan’94).<br />

- Ekstraselüler sıvının en önemli anyonu CI- daha sonra HC03’dür. Diğer<br />

anyonlar HPO 4<br />

-2 , SO4 -2 ve proteinlerdir.<br />

- Ekstraselüler sıvı volümü Na+ ile ayarlanır. Na + kaybı ekstraselüler sıvının<br />

azalmasına neden olur.<br />

Intraselüler sıvı<br />

• Toplam vücut sıvısının en büyük kısmını oluşturur. Insan vücut ağırlığının<br />

%40’ını oluşturur (TUS-Eylül’91). Başlıca katyon K + ’dır daha sonra Mg ++ ’dır.<br />

Diğer katyonlar Ca ++ , NH +4 , Na + ’dır (TUS-Eylül’96).<br />

- Intraselüler sıvının en önemli anyonu fosfattır. Diğerleri bikarbonat,<br />

proteinler, klor ve organik asitlerdir.<br />

• Her bir kompartman elektriksel olarak nötraldir.<br />

Vücut sıvılarının ölçümü<br />

• Vücut sıvılarının ölçümünde indikatör dilüsyonu metodu kullanılır. Burada<br />

verilen madde konsantrasyonu, vücutta indikatör dağıldıktan sonra kanda<br />

ölçülen konsantrasyona bölünür.<br />

• Bu amaçla kullanılacak indikatör vücut bileşimleri ile interaksiyona<br />

girmemeli, buharlaşmamalı, homojen dağılmalı ve metabolize olmamalıdır.<br />

Verilen maddenin buharlaşması, metabolize olması yada idrarla atılması<br />

ölçüm sonucunu değiştirir.<br />

- Toplam vücut sıvısı ölçümünde antipirin, döteryum oksit ve alkol<br />

kullanılabilir.<br />

- Ekstraselüler sıvı ölçümünde rafinoz, mannitol, inülin gibi<br />

sakkaridler ya da tiyosülfat, tiyosiyonat, klor ve brom gibi radyonüklidler<br />

kullanılabilir.


104<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

SIVI<br />

KOMPARTMANI<br />

Total vücut sıvısı 1,0<br />

VÜCUT SIVI KOMPARTMANLARININ ÖZETI<br />

TOTAL VÜCUT<br />

SIVISINA ORANI*<br />

VOLÜM<br />

HESAPLANMASINDA<br />

KULLANILAN<br />

MARKERLER<br />

D2O. trityumlu<br />

MAJOR<br />

KATYONLAR<br />

ESS 1/3 Sülfat inülin mannitol Na + Cl -<br />

Plazma 1/12(ESS’n 1⁄4’ü) Radyoiodine serum<br />

albümin (RISA) Evans<br />

mavisi<br />

Interstisiel 1⁄4 (3/4 ESS) ESS-plazma volümü<br />

(indirekt)<br />

ISS 2/3 Total vücut sıvısı-ESS (<br />

Indirekt)<br />

Na + Cl -<br />

Na + Cl -<br />

*Total vücut sıvısı 70 kg’lık normal erişkin bir erkekte vücut ağırlığının %60’ı yani 42 kg’dır<br />

K +<br />

MAJOR<br />

ANYONLAR<br />

HCO 3<br />

-<br />

HCO 3<br />

-<br />

Plazma protein<br />

HCO 3<br />

-<br />

Organik<br />

fosfatlar protein<br />

ID:02t053


105<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Plazma volümü olçümünde evans mavisi (T-1824), radyoaktif işaretli<br />

albümin, gamaglobulin, fibrinojen kullanılır. Bu maddeler damardan<br />

dışarı çıkmaz ve eritrositde alınmazlar.<br />

- Kan volümü demir, krom yada fosfor izotopları ile ölçülebilir. Bunlar<br />

eritrositlere geçtiğinden kan volümünü verir. Buradan plazma volümü<br />

hesaplanabilir.<br />

Plazma volümü ve kan volümü arası ilişki -->Plazma Volümü x 100<br />

=Kan Volümü<br />

100-Hematokrit<br />

• Interstisiyel sıvı volümü direk ölçülemez, extraselüler sıvıdan plazma<br />

volümü çıkarılarak hesaplanır.<br />

• Intraselüler sıvı volümü direk ölçülemez. Toplam vücut sıvısından<br />

ekstraselüler sıvı çıkarılarak bulunur.<br />

ÇEŞITLI HALLERDE VÜCUT SIVILARINDAKI DEĞIŞIKLIKLER<br />

Izotonik sıvı kaybı (diare)<br />

• Izoozmotik volüm kontraksiyonu da denebilir.<br />

1) ECF volümü azalır. Fakat ECF veya ICF osmolaritesi değişmez.<br />

Osmolarite değişmediği için ECF ve ICF arasında su geçişi olmaz.<br />

2) Plazma protein konsantrasyonu ve hematokrit artar çünkü<br />

ECF kaybı, protein ve eritrositleri konsantre eder. ECF osmolaritesi<br />

değişmediği için eritrositler büzüşmez ve şişmez.<br />

3) Arteriel kan basma azalır çünkü ECF volümü azalmıştır.<br />

Aşırı NaCI alımı<br />

• hiperozmotik volüm expansiyonu da denir.<br />

1) ECF osmolaritesi artar çünkü ECPye ozmol eklenir.<br />

2) ICF’den ECF”ye su geçişi olur. Bunun sonucunda da ICF ozmolaritesi<br />

ECF ozmolaritesine eşit oluncaya dek artar.<br />

3) Hücre dışına su geçişinin sonucu ECF volümü artar (volüm<br />

expansiyonu) ve ICF volümü azalır.<br />

Su kaybı<br />

• Hiperozmotik volüm kontraksiyonu olarakta adlandırılır.<br />

1) ECF osmolaritesi artar çünkü ter hipoozmotiktir. (Terlemede su<br />

Na+’dan çok kaybedilir)<br />

2) ECF volumü azalır çünkü terlemeyle volüm kaybedilir. Su ICF’den<br />

ECF’ye geçer. Bunun sonucunda da ICF osmolaritesi ECF ozmolaritesine<br />

eşitleninceye kadar artar.<br />

3) Hücre dışına su geçtiği için ICF volumü azalır.<br />

4) ECF volüm kaybı olduğu için protein konsantrasyonu artar. Aynı<br />

zamanda hematokrit artışı da beklenir fakat değişmez çünkü<br />

eritrositlerde su kaybeder ve hacmi küçülür.<br />

Uygunsuz ADH salınımı sendromu<br />

• aynı zamanda hipoozmotik volüm expansiyonu olarak adlandırılır.<br />

1) ECF osmolaritesi azalır, çünkü aşırı su retansiyonu olur.


106<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

2) ECF volumü artar (su retansiyonuna bağlı olarak). Hücrelere su girer,<br />

sonucunda da ICF ozmolaritesi ECF ile dengeye gelene dek azalır<br />

ve ICF volumü artar.<br />

3) Protein konsantrasyonu azalır çünkü ECF volumü artar.<br />

Hematoktritin azalması beklenirken değişmez çünkü eritrositlere<br />

su girer ve volumü artar. TUS<br />

Adrenokortikal yetmezlik - NaCI kaybı<br />

• Hipoosmotik volüm kontraksiyonu olarakta adlandırılır.<br />

1) ECF ozmolaritesi azalır çünkü böbrekler adrenal yetmezlikte<br />

aldosteron eksikliğine bağlı olarak NaCl’i sudan daha fazla<br />

kaybeder.<br />

2) ECF volumü azalır. Su hücre içine girer, ICF osmolaritesi ECF’ye<br />

eşitlenene kadar azalır ve ICF volumü artar.<br />

3) Protein konsantrasyonu artar çünkü ECF volumü azalır. Hematokrit<br />

artar çünkü ECF volumü azalır ve eritrositler su çökerek şişer.<br />

BÖBREKLER<br />

• Böbreğin arterleri direk aorttan çıkar. Bu arterler ile kalp debisinin 1/4’ü kadar<br />

kan böbreğe götürülür. Bunlar daha sonra segmental ve irrterlobar dallara<br />

ayrılır. Korteks- medulla sınırında arkuat arter olurlar Bu arterler basınç düşmesini<br />

önleyen yapıdadır. Bunlardan dik olarak interlobüler arterler çıkar, afferent<br />

arteriollerde bunların dalıdır. Afferent arteriol glomerül denen yapıyı oluşturur<br />

ve glomerulusdan efferent arteriol çıkar. Efferent arterioller peritübüler kapilleri<br />

oluşturur. Efferent arterioldan juxtameduller nefronlarda vasa recta denen özel<br />

peritübüler kapiller oluşur. Bunlar henle boyunca medullaya iner ve tekrar glomerül<br />

yönüne döner. Peritübüler kapillerler venlerle devam ederler.<br />

• Böbreğin venleri aynı adları taşır ve böbreğin hilusundan çıkarak vena cava inferiora<br />

dökülürler.<br />

- Böbrekteki en küçük fonksiyonel fizyolojik birim nefrondur<br />

- Her böbrekte bir milyon nefron vardır.<br />

Nefron’un kısımları:<br />

• Glomerulus: Afferent arteriolün yaptığı 20-40 kapiller arterden oluşur.<br />

Kapiller özel pencereli kapillerdir. Bazal membran kesintisiz değildir. Bu<br />

sayede protein ve hücreler hariç tüm kan süzülür.<br />

• Süzücü membranda Bazal membran, endotel, mezengium hücreleri, podosit<br />

yer alır.<br />

• Bowmon Kapsülü: Glomerülü saran yapıdır. Viseral ve paryetal yaprakları<br />

vardır.<br />

• Malpighi cisimciği: Bowman kapsülü+Glomerul (TUS-Eylül’87)<br />

• Proksimal Tübülüs: Kıvrımlı ve düz kısımları vardır.<br />

• Henle Kulpu: Kalın ve ince segmentleri vardır. Inen ve çıkan kolu vardır.<br />

• Dfstal Tübülüs: Kıvrımlı ve düz kısımları vardır<br />

• Toplayıcı kanallar: (Kollektör Kanallar). Üretrojen kökenli yapılardır.<br />

(TUS-Nisan’95)


107<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

5. haftadan itibaren mesonephros gerileyerek yerini kalıcı böbreği oluşturacak<br />

olan metanephrosa bırakır. Metanephros, yapı materyalini iki ayrı yerden<br />

alır:<br />

1- Üreter tomurcuğu (üretrojen) kökenli olanlar: Wolff kanalından köken<br />

alan bu bölümler üreter, pelvis renalis, calices renalis ve kollektör<br />

kanaldan oluşur.<br />

2- Metanephrogen blastem: Nefron (Bowman kapsülü ve Tubuluslar<br />

(Henle, proksimal, distal tubulus)dan oluşur.<br />

Iki tip nefron vardır:<br />

• Kortikal nefronlar: Kortexte yerleşmiştir. Efferent arteriol çapı afferent<br />

arteriol çapından küçüktür. Henle kulpu kısadır ve medullanın dış kısmına<br />

ulaşır. Toplam nefronların %85’i bu tiptir.<br />

• Jukstamedullar nefronlar: Kortex-medulla bileşkesinde bulunur. Henle<br />

kulpu oldukça uzundur ve medulla derinliklerine kadar iner. Efferent ve<br />

afferent arteriol çapı birbirine eşittir. Basıncı korumak için afferent arterioller<br />

arcuat arterden çıkarlar. Efferent arteriol vasa recta denen özel bir kapilleri<br />

oluşturur. Vesa recta zıt akımlı madde geçişi için önemlidir.<br />

Böbreklerin Görevleri:<br />

• Metabolizma ile oluşan artık maddelerin itrahı primer görevidir.<br />

• Su ve elektrolit metabolizmasının düzenlenmesi<br />

• Iç ortamın iyon dengesinin sağlanması<br />

• Kan basıncının düzenlenmesi (renin-anjiotensin mekanizması ile)<br />

• Plazma asit baz dengesinin düzenlenmesi<br />

• Eritropoietin salınımı ile eritrosit yapımının stimulasyonunun sağlanması<br />

• Glukoneogeneze katkıda bulunur.<br />

• PG sentezi<br />

• Vitamin D aktivasyonunun basamaklarında yer alır.<br />

Nefronun fonksiyonları:<br />

3 ana fonksiyonu vardır:<br />

• Glomerüler filtrasyon, tübüler sekresyon ve tübüler reabsorbsyon<br />

GLOMERÜLER FİLTRASYON<br />

• Afferent arteriol özel bir dallanma gösterir ve glomerül kapiller hidrostatik basıncını<br />

60 mmHg yapar. Diğer vücut kapillerinde ise basınç 25 mmHg civarındadır.<br />

• Bowman kapsülü viseral ve paryetal yapraklardan oluşur. Paryetal yaprak dışta<br />

kalan kısımdır ve yassı hücrelerden oluşur. Viseral yaprakta ayaklı yapılar gösteren<br />

podosit denen özel hücreler vardır (TUS-Eylül’97).<br />

• Filtrasyon mesafesi; kapiller endoteli, bazal membran ve podositlerden oluşur<br />

(TUS-Eylül’94): Süzüntü bowman kapsülünün viseral ve paryetal yaprakları arasında<br />

yani Bowman mesafesinde toplanır. Podosit ayakları arası aralıklar vardır ve<br />

ayaklar siloproteinle kaplıdır.


108<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Filtrasyonla su, içinde erimiş maddelerle beraber bowman mesafesine geçer.<br />

Protein ve hücre harici tüm maddeler ultrafiltrata geçer. Molekül ağırlığı 70kd üstü<br />

maddeler filtre olmaz. Ultrafiltratta glikoz, kreatin ve (-) yüklü iyonlar biraz daha<br />

fazla bulunur.<br />

• Filtrasyonu sağlayan esas kuvvet glomerul kapiller hidrostatik basıncıdır. Buna<br />

Bowman mesafesi hidrostatik basıncı ve plazma proteinlerinin onkotik basıncı<br />

karşı koyar.<br />

• Glomerul kapiller hidrostatik basıncı 60 mmHg, Bowman mesafesi hidrostatik<br />

basıncı 18 mmHg, onkotik basınçta 32 mmHg’dir. Yani efektif filtrasyon basıncı 10<br />

mmHg’dir.<br />

• Her iki böbrekte dakikada oluşan ultrafiltrat miktarına glomeruler filtrasyon hızı<br />

denir.Normal değeri 125 ml/ dk’dır. Glomeruler filtrasyon hızı filtrasyon katsayısı (Kf)<br />

ve etkili filtrasyon basıncının çarpımına eşittir. Kf değeri 12.5 ml/dk.mmHg’dir.<br />

• Günde 180 litre sıvı filtre olur. Bunun %99’u geri emilir.<br />

• Toksik maddelerin atılması için çıkarılması gereken idrar miktarı en az 500 ml/gün<br />

olmalıdır (TUS-Eylül’87).<br />

Glomeruler filtrasyonu etkileyen faktörler (TUS-Eylül’00)<br />

• Böbrek kan akımı değişmeleri<br />

• Glomerul kapiller hidrostatik basınç değişmeleri: Bunu değiştiren ana<br />

mekanizma, prekapiller sfinkterlerin durumudur. Filtrasyonu etkileyen ana<br />

faktör hidrostatik basınç değişmeleridir.<br />

• Glomerüler kapillerdeki plazmanın onkotik basıncı: Dehidratasyon,<br />

hipoproteinemi haller değiştirir.<br />

• Bowman kapsül basıncı değişmeleri: Basınç artarsa GFR azalır, (üreter<br />

taşı, ödem, diüretik) (TUS-Nisan’94, Nisan’01)<br />

• Plazma proteini konsantrasyonu değişmeleri: Malnutrisyon, sıvı<br />

infüzyonu<br />

• Glomerul filtrasyon membran geçirgenliğinin değişmesi: Böbrek<br />

glomerül kapilleri sistemik kapillerden çok daha fazla geçirgendir.<br />

• Total glomeruler yatakta azalma; glomerulonefrit, taş vs. Böbrek birim<br />

ağırlık başına sistemik kapillerlere göre daha geniş yüzeye sahiptir.<br />

• Ultrafiltrataki onkotik basınç: Efektif filtrasyon yüzeyinin değişikliği.<br />

Arteriollerin filtrasyon etkisi<br />

• Afferent arteriolde daralma glomeruler filtrasyon hızını (GFH) ve renal<br />

plazma akımını (RPA) azaltır, genişleme ise her ikisini arttırır. GFH ve RPA<br />

aynı yönde etkileştiğinden filtrasyon fraksiyonu afferent arteriol direnç<br />

değişmelerinden etkilenmez. Afferent arteriolde dilatasyon hidrostatik<br />

basıncı artırarak GFH’nı arttırır ancak RPA’da artar. Sonuçta filtrasyon<br />

fraksiyonu değişmez.<br />

• Efferent arteriolde daralma hidrostatik basıncı arttırıp GFH’nı arttırır<br />

ancak vasküler direnç arttığından RPA azalır. Efferent arteriolde genişleme<br />

hidrostatik basınç azalması ile GFH’nı azaltır. Vasküler direnç düşmesi<br />

PRA’yı arttırır. Efferent arteriolde çap değişmeleri filtrasyon fraksiyonunu<br />

etkiler. Çünkü RPA ve GFH ters yönde etkileşirler.


109<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Renal otoregülasyon mekanizması<br />

• Sistemik kan basıncındaki büyük değişmelerde 70- 200 mmHg, böbrek<br />

kan akımı çok az değişir bu da GFH’nı sabit tutar. Filtrasyon çok hızlı<br />

olursa reabsorbsiyon tam olarak yapılamaz. GFH çok yavaş olursa<br />

zararlı maddeler reabsorbe olur. O nedenle GFH sabit tutulmalıdır. 70<br />

mmHg altında bu mekanizma çalışmaz. Denerve ve transplante böbrekte<br />

bile bu mekanizma vardır.<br />

• Tübüllere gelen Na+ve CI- azalması afferent arteriolde<br />

vazodilatasyon yapar. Buda GFH’nı arttırır. Ayrıca effer-ent arteriolde<br />

vazokonstriksiyon olur. Bu yolla glomeruler filtrasyon hızı sabit tutulmuş<br />

olur. Otoregulasyonda asıl görevli olan ve aynı anda çalışan iki<br />

mekanizma bunlardır. Yani afferent arteriol dilatasyonu ve efferent arteriol<br />

konstruksiyonu.<br />

• Efferent arteriolde daralma ile peritübüller kapiller hidrostatik<br />

basıncı düşer. Bu da reabsorbsiyon için uygundur.<br />

• Ayrıca tübüle gelen sıvıda Na+ düşmesi macula densa hücrelerini uyararak<br />

renin-anjiotensin mekanizmasını çalıştırır. Anjiotensin II’nin konstriktör<br />

etkisi efferent arteriolde daha güçlüdür.<br />

Mesengial hücrelerde kasılmaya veya gevşemeye yol açan<br />

maddeler:<br />

• Kasılma:<br />

- Anjiotensin II, Vazopressin, Noradrenalin, Trombosit aktive edici faktör,<br />

PDGF, Tromboxan A2, PGF2, Lökotrein C, D ve Histamin’dir.<br />

• Gevşeme:<br />

- ANP, Dopamin, PGE2 ve cAMP ile oluşur.<br />

Renal perfüzyon azaldığında, böbrekler perfüzyonu artırmak için suyun geri<br />

emilimini artırarak atılmasını önler bunun sonucu oligüri meydana gelir.<br />

Bunun yanında böbrek renin salgısını arttırarak sonuçta aldosteron düzeyinin<br />

artmasını ve atılan sodyum miktarının da azalmasını sağlayarak kan hacminin<br />

artmasını sağlar.


110<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Böbrekte Elektrolit Transportu<br />

Böbrek hücreleri; elektrolit reabsorbsiyon ve sekresyonunu şu üç ana grup ile düzenlerler: Cotransporterler (glukoz ve<br />

aminoasitle birlikte sodyum), Countertransporterler (diğer iyon, mesela K + veya HCO 3<br />

- ) ve iyon spesifik iletim kanalları. Figür;<br />

bu üç major transport sisteminin, nefronun üç ayrı ana segmenti üzerindeki etkilerini göstermektedir. Bu sistemlerin aktiviteleri<br />

lümen ve kandaki potansiyel farklarına (mV olarak) göre şekillenir. Bazolateral Na + / K + ATPaz intraselüler sodyumu düşük<br />

tutarak elektronötral cotransport için ana gücü oluşturur. Na + / K + değişimi nefronun bir çok bölgesinde olur. Potasyum;<br />

konsantrasyon gradienti oluşunca, hücreyi iletim kanalları yoluyla terkeder. Klor; bazolateral membranda ya paraselüler olarak<br />

ya da iletim kanalları yoluyla hareket eder. Henle kulpunda; Na + / K + / Cl - cotransporterleri sodyum transportu için ana<br />

mekanizmayı oluştururlar ve loop diüretikleri burayı inhibe eder. Distal tübül ve toplayıcı kanallardaki sodyum iletim kanalları;<br />

tiazid diüretikleri, amiloride ve Atrial natriüretik peptik (ANP) tarafından inhibe edilirken, aldosteron tarafından stimüle<br />

edilir. Aldosteron aynı zamanda potasyum kanallarını ve Na + / K + ATPaz’ı da stimüle eder. Figürün alt kısmında, Arginin<br />

vazopressin (AVP), bazolateral membranda V 2 reseptörüne bağlanmış olarak görülmektedir; bu bağlanma Luminalmembranda<br />

aquaporinlerin (su kanallarının) ekzositozu ile sonuçlanan bir dizi olayı tetikler ve sonuçta hücrelerin suya geçirgenliği artar.


111<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

TÜBÜLER TRANSPORT<br />

• Tübüler sekresyon ve reabsorbsiyonu içerir.<br />

L. TÜBÜLER REABSORBSIYON (GERI EMILIM)<br />

• Tübüler reabsorbsiyon ve sekresyon aktif taşıma ile gerçekleşir.<br />

Sodyum reabsorbsiyonu<br />

• Nefron boyunca Na+ reabsorbsiyonu için Tm değeri yoktur. Hemen hemen<br />

her bölümden reabsorbe olur.<br />

• Proksimal tübül epiteli bazolateral membranlarındaki Na+- K+ ATP az<br />

sistemi Na+’yı hücreden intertisyuma verir. Hücre içi Na+ azalır, K+ artar.<br />

Ultrafiltrattaki %65’lik Na+ transportu bu yolla olur. Geri kalan kısım ise<br />

suda çözünmüş madde olarak pasif difüzyonla olur. Birinci yolla hücre içine<br />

Na+ gradienti oluşturulur.<br />

• Hücre içine lümenden Na+ taşınması pasiftir ancak genede taşıyıcı aracılığı<br />

ile olur. Na+ taşınması sekonder aktif transporttur. Apikal membranda<br />

Na+- glikoz, N0+- fosfat, Na+- aminoasit kotransportu olur. Gene apikal<br />

membranda Na+- H+ antiport sistemi vardır.<br />

• Na+ nin hücre içine geçişi Cl- ve HC03- geçişi için elektriksel gradiyant<br />

sağlar. Ayrıca sekrete edilen H+ ile HC03 - emilimi oluşur. Proksimal<br />

tübülde Na+ - K+ antiportu yoktur.<br />

• Ultrafiltrattaki glikoz ve aminoasidlerin tamamı ve fosfatın tama yakını<br />

proksimal tübülde taşınır. Ultrafiltrattaki toplam Na+’nin %75’i proksimal<br />

tübüllerde emilir.<br />

• Distal tübül ve toplayıcı tübüllerde katyon değişmesiyle K+ ve H+ atılıp Na+<br />

alınır ayrıca Cl- reabsorbsiyonuyla Na+ da reabsorbe olur.<br />

Potasyum reabsorbsiyonu:<br />

• K+ glomerüllerden tamamen filtre olur ve henle kolunun inen kolu hariç<br />

tüm segmentlerden reabsorbe olur.<br />

HCO3- rearbsorbsiyonu:<br />

• Tübüle sekrete edilen H+ ve HCO3; H2CO3 oluşturur. Bu da karbonik<br />

annidraz ile H2O ve O2’ye dönüştürülür. Bunlar difüze olur. Daha sonra<br />

tübülde tekrar H+ ve HCO3’e dönüşür. Burada net bir H+ sekresyonu<br />

olmaz. Çünkü başta sekrete edilen H+ tübülde HCO3- ve H+ oluşturur.<br />

CI- reabsorbsiyonu:<br />

• Cl- reabsorbsiyonu HCO3 ile ters yönde etkileşir. Cl- reabsorbsiyonu<br />

arttığında HCO3 reabsorbsiyonu azalır, CI- reabsorbsiyonu azaldığında<br />

HCO3 reabsorbsiyonu artar. Cl- henlenin çıkan kolu ve distal tübülde aktif<br />

taşınır. Henlenin çıkan kolu ve distal tübülde Na+ - 2CI- - K+ pompası<br />

vardır. Bu iyonlar aynı yönde tek bir taşıyıcı ile transporte olurlar.<br />

Su reabsorbsiyonu:<br />

• Na+, Cl-, K+, HCO3- gibi iyonların reabsorbsiyonu ile tübül hücresi<br />

hipertonik olur. Burada su osmozla geçer. Ayrıca hidrostatik basınçta<br />

geçişi sağlayan bir kuvvet oluşturur.


112<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Karbonik anhidraz<br />

inhibitörleri<br />

(asetazolamide)<br />

Suyun %75’i proksimal tübülden reabsorbe olur (TUS-Eylül’87, Eylül’89).<br />

Reabsorbsiyon iyonlarla orantılı olduğundan lümen boyunca ultrafiltrat<br />

izoosmotik kalır.<br />

• Henlenin inen ince kolundon iyon reabsorbsiyonu olmaz ancak su çok<br />

fazlaca reabsorbe olur. Sonuçta ultrafiltrat hipertonik olur. Henlenin çıkan<br />

kolunun kalın kısmında ve distal tübüllerde suya permeabilite azalmış<br />

iyonlara geçirgenlik oldukça artmıştır. O nedenle bu segmente dilüsyon<br />

segmenti denir. Bu kısım sayesinde medulla hipertonik tutulur. Distal tübüle<br />

gelen sıvı her zaman hipoosmotiktir.<br />

• Distal tübül ve toplayıcı kanallarda su reabsorbsiyonu ADH ile olur.<br />

ADH yokluğunda buradan su elilmez, ve dilüe idrar çıkarılır. Normalde<br />

böbrekt suya en geçirgen kısım proksimal tübülden reabsorbe olur (TUS-<br />

Eylül’90).<br />

• Distal tübülde özel Na+ kanalları vardır ve bunlar aldesterondan bağımsız çalışır.<br />

•Henle kolunun çıkan kolunda Mg++ ve Ca+ fazlaca reabsorbe olur. Distal<br />

tübül paratiroid hormonla Ca’un aktif taşınmasının olduğu segmenttir.<br />

• Toplayıcı kanalların kortikal bölümünde aldosteron bağımlı Na+ taşınması<br />

olur. Ayrıca bu bölümde ADH ile su permeabilitesi artar.<br />

NEFRON ÜZERINE DIÜRETIKLERIN ETKİSİ<br />

Sınıfı Etki yeri Mekanizması Major etkisi<br />

Loop diüretikleri<br />

(furosemide, etakrinik<br />

asid, bumetanide)<br />

Tiazid diüretikleri<br />

(klorotiazid,<br />

hidroklortiazid)<br />

K + tutucu diüretikler<br />

(spiranolaktone,<br />

triamterene,<br />

amiloride)<br />

Proksimal tübül<br />

Henlenin çıkan kolunun<br />

kalın kısmı<br />

Na + reabsorbsiyonunun<br />

inhibisyonu<br />

K + sekresyonunun<br />

inhibisyonu (<br />

Spiranolakton<br />

aldosteron<br />

antagonistidir diğerleri<br />

direk etkilidir.)<br />

Distal tübül son kısımları<br />

ve toplayıcı kanallar<br />

Karbonik anhidraz<br />

inhibisyonu<br />

Na + -K + -2Cl -<br />

Kontransportunu inhibe<br />

eder<br />

NaCl reabsorbsiyonunu<br />

inhibe eder<br />

- Na +<br />

reabsorbsiyonunun<br />

inhibisyonu<br />

- K + sekresyonunun<br />

inhibisyonu<br />

↑ HCO 3<br />

-<br />

atılımı<br />

↑ NaCl atılımı<br />

↑ K + atılımı (↑ distal<br />

tübül akım hızı<br />

nedeniyle )<br />

↑ Ca ++ atılımı<br />

(hiperkalsemi tedavisi)<br />

Idrarı konsantre etme<br />

yeteneği azalır; idrarı<br />

dilüe etme yeteneği<br />

azalır.<br />

↑ NaCl atılımı<br />

↑ K + atılımı (distal tübül<br />

akım hızı ↑ nedeniyle)<br />

↓ Ca +2 atılımı (diğer<br />

diüretiklerin tersi )<br />

Idrarın dilüsyon<br />

yeteneği azalır,<br />

konsantrasyon<br />

yeteneğini etkilemez<br />

↑ Na + atılımı (az etkili)<br />

↓ K + atılımı<br />

ID:02t052


113<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Tübüler sıvı toplayıcı kanallarda en hipertoniktir (TUS-Eylül’91).<br />

• Reabsorbe olan maddelerin tübüler maksimum reabsorbtif kapasitesi<br />

vardır. Bu reabsorbe edilen maddenin maksimum sınırını oluşturur. Tm,<br />

Tr ile gösterilir.<br />

Fosfat reabsorbsiyonu (TUS-Nisan’95)<br />

Parathormon, paratiroid bezden hipokalsemi veya hiperfosfatemi<br />

durumunda salgılanan ve böbreklerde kalsiyumun reabsorbsiyonunu,<br />

fosfatında atılmasını sağlayarak kalsiyum ve fosfat dengesini sağlayan bir<br />

hormondur.<br />

2- TÜBÜLER SEKRESYON<br />

K+ Sekresyonu<br />

• K+ hem sekrete hem absorbe edilebilen tek elektrolittir.<br />

• K+ proksimal tübülde aktif reabsorbe olur, pasif sekrete edilir.<br />

• Distal tübülde K+ sekresyonunda Tm değeri yoktur. K+ sekresyonu<br />

vücut asit baz dengesine göre sağlanır. Metabolik asidozda K+ sekresyonu<br />

azalır. Alkalozda artar.<br />

• Eksikliğinde hücre dışı alkaloz, hücre içi asidoz görülür (TUS-Nisan’92).<br />

• Aktif sekresyonda : Na + - ATPaz ile K + hücre içinde artar. O nedenle<br />

lümene K+ pasif olarak transporte edilir. Distal tübülüslerde aldosteron<br />

Na + - K+ ATP az aktivitesini ve apikal membran permeabilitesini arttırıp<br />

K + sekresyonunu arttırır.<br />

• Henlenin inen kolu hariç her yerden sekrete edilir ve bu sayede HCO 3<br />

reabsorbe edilir. H + sekresyonu Na+ absorbsiyonu ile beraber olur. H +<br />

tamponlanması için HPO 4-2 ve NH 3<br />

ve bikarbonat kullanılır. Distal tübül ve<br />

toplayıcı kanallarda HCO 3<br />

ile tamponlama olmaz.<br />

• Organik asitlerin (ürik asit vs) sekresyonu proksimal tübülden olur. Ürik<br />

asit böbreklerden hem sekrete hem absorbe edilebilen tek organik<br />

maddedir.<br />

• Sekrete edilen maddeler için bir üst sınır vardır. Bu IS ya da Tm ile ifade<br />

edilen değerdir.<br />

KLIRENS (TUS-NISAN’92, NISAN’94)<br />

• Bir dakika içinde böbreklerce, belli bir maddeden arındırılan plazma<br />

hacimdir (TUS-Eylül’87, Eylül’97).<br />

• Böbreğin temizleme gücünü gösterir.<br />

• Şu formül ile hesaplanır.<br />

TUS Klirens = Maddenin idrar konsantrasyon değeri x idrar hacmi /<br />

Maddenin plazma konsantrasyon değeri<br />

• Inülin plazma proteinlerine bağlanmayan inert bir doğal maddedir. Klirensinde<br />

sadece glomerüler filtrasyon rol alır. O nedenle inulinin klirensi glomerüler<br />

filtrasyon hızını verir.<br />

• Inulin klirensi ile idrarla atılan maddelerin klirensleri karşılaştırılarak maddenin<br />

itrahında rol alan mekanizmalar anlaşılabilir<br />

• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensine eşitse itrah sadece glomerüler<br />

filtrasyonla olur. Mannitol, tiyosülfat ve B 12 bu tip maddelerdir.


114<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensinden büyükse madde glomerüler<br />

filtrasyon ve tübüler sekresyon ile atılır. PAH, kreatinin, fenol kırmızısı bu tip<br />

maddelerdir.<br />

• X maddesinin klirensi eğer inülin klirensinden küçükse itrah glomerüler filtrasyon<br />

ve tübüler reabsorbsiyonla olur. Glikoz bu tip bir maddedir.<br />

• Eğer X maddesi hem absorbe hem sekrete ediliyorsa net olaydan bahsedilir.<br />

Net sekresyon, net absorbsiyon gibi.<br />

• Glomerüler filtrasyon hızının değerilndirilmesinde kreatinin klirensi<br />

inülin klirensine göre daha çok kullanılır, kreatinin, glomerüler filtrasyon<br />

ve bir miktar tübüler sekresyonla atılır.<br />

• Yaşlandıkça kreatinin klirensi azalır ancak plazma kreatinin düzeyi hayat boyu<br />

sabittir.<br />

• Itrah edilen maddenin idrar konsantrasyonu ve idrar hacmi çarpımından inülin<br />

klirensi ve plazma konsantrasyon çarpımı çıkarılırsa Ts değeri bulunabilir. Ts=<br />

Ux.V-an.Px<br />

• Itrah edilen maddenin idrar konsantrasyonu ve idrar hacmi çarpımı inülin klirensi<br />

ve plazma konsantrasyon çarpımından çıkarılırsa Tr elde edilir.<br />

Tr: Cin.Px-Ux.V<br />

Ts: SekresyonTr: Reabsorbsiyon<br />

Cin: Inülin klirensi<br />

UX: Maddenin idrar konsantrasyonu<br />

Px: Maddenin plazma konsantrasyonu V:Idrar hacmi<br />

• Herhangi bir maddenin 1 dakikada böbreklere taşınan miktarına plazma yükü<br />

denir.<br />

• Herhangi bir maddenin 1 dakikada ultrafiltratla tübülüslere taşınan miktarına<br />

glomerüler yük denir.<br />

• Glikoz gibi bazı maddelerin reabsorbsiyonu için eşik değeri vardır. Plazma<br />

yükünde plazmadaki madde konsantrasyonu önemli olduğundan belli<br />

bir değerin üstü taşınamaz ve idrarda çıkar. Bu değere eşik değeri (eşik<br />

konsantrasyonu) denir. Tm değeri ile eşik değeri aynı değildir. Idrarda<br />

maddenin görülmeye başladığı konsantrasyona eşik değer denir. Glikoz için<br />

Tm 320, eşik konsantrasyon ise 200 mg/dl civarıdır.<br />

Glikoz transport grafiği:<br />

• Glikozun kan konsantrasyonu, filtre olan glikoz miktarını yani glomerüler<br />

yükü. (filtrasyon yükü) arttırır. Plazma glikoz miktarı 200 mg/dl altında<br />

glikoz tamamen absorbe olur. 200’den sonra birinci tip kinetik görülür<br />

yani plazma glikoz konsantrasyonu ile lineer olarak itrah artar. 320 mg/dl<br />

de glikoz absorbsiyonu sabitleşir ve sıfır derece kinetik oluşur. 320 mg/dl<br />

üstünde ise idrar glikozunun asıl belirleyicisi plazma glikoz düzeyi olur.<br />

Glikoz Tm değeri sabittir ve fonksiyone nefron sayısına bağlı olduğu için<br />

Tm değeri Tr değerinin ve fonksiyone nefron sayısının hesaplanmasında<br />

kullanılır.


115<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

PAH transport grafiği:<br />

• PAH filtrasyon ve sekresyona uğrayan bir organik asittir.<br />

Böbreklerden ilk geçişte tamamen itrah olur. Ancak Tm değeri olan 80 mg/dk<br />

üstünde bu geçerli değildir. PAH plazma proteinlerine bağlı olsa bile sekrete<br />

olur. Tm değeri PAH için sabittir ve Ts’yi hesaplamada kullanılır.<br />

• Tm değeri altında PAH glomerüler filtrasyon ve tübüler sekresyonla<br />

tamamen atılır. PAH’ın kan düzeyi 20mg/dl iken Tm değerine ulaşılır. Bu<br />

durumda sekresyon PAH’ın kan düzeyinden bağımsız bir hale gelir. 20<br />

mg/dl üstünde ise PAH-klirensini belirleyen glomerüler filtrasyon olur ve<br />

klirens inülin klirensine yaklaşır.<br />

• PAH tek geçişle tamamen plazmadan arındırıldığı için Rck<br />

prensibine göre böbreğin plazma akımı hesaplanabilir.<br />

Böbrek plazma akımı= Idrar PAH kons. X idrar hacmi / Arteriel<br />

- venöz PAH değeri<br />

• Böbrek plazma akımı = CRAH ‘dır, buradan böbrek kan akımı<br />

hesaplanabilir.<br />

Böbrek kan akımı= Böbrek plazma akımı x 100<br />

100-Hct<br />

• Venöz PAH sıfır kabul edilirse efektif plazma akımı denir. Ancak venöz PAH<br />

tam olarak ölçülürse gerçek plazma akımı bulunur. Böbrek plazma akımı<br />

hesaplanmasında diodrastta kullanılabilir.<br />

Juxtaglomerüler aparartus:<br />

• Distal tübülüs ve afferent arteriolün özelleşmiş hücrelerinin oluşturduğu<br />

sistemdir. TUS<br />

• Sistemde 3 tip hücre vardır :<br />

Juxtaglomerular hücreler<br />

Afferent arteriolün tunika mediasından köken alan özelleşmiş kas hücreleridir.<br />

Yapısında inaktif renin (prorenin) bulunur. Bu hücreler stretch reseptörler<br />

(gerim reseptörleri) dir. Böbrek kan akımı azalması ile uyarılırlar. Ayrıca<br />

sempatik inervasyon alırlar ve beta reseptör aktivasyonu ile renin salarlar.<br />

Macula densa hücreleri<br />

Distal tübülün özelleşmiş hücreleridir ve distal tübülün başlangıç kısmında<br />

bulunurlar. Kemoreseptör gibi davranırlar ve tübülüs NaCI konsantrasyonu<br />

düştüğünde uyarılırlar, inervasyonları yoktur ve juxtaglomeruler hücreleri<br />

uyarırlar.<br />

Mezengial (polkissen) hücreleri<br />

Juxtaglomeruler aparatın intertisiyel hücreleri olan extraglomeruler mezengial<br />

hücrelerdir.


116<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

İDRARIN KONSANTRASYON VE DİLÜSYONU<br />

• Böbrekler vücut su durumu ve ihtiyacına göre idrarı konsantre (çok yoğun) yada<br />

dilüe (az yoğun) edebilirler. TUS Idrarın yoğunluğunu belirleyen ana hormon<br />

ADH’dır. Idrar konsantrasyonu vaza rektadaki zıt akımlı değişim mekanizması ile<br />

toplayıcı kanal ve henle kolundaki zıt akımlı çoğaltıcı sisteme dayanır.<br />

• Zıt akım mekanizması vaza rekta ve henle kıvrımı arasındaki ilişkiye dayanır. Zıt<br />

akımlı sıvılar arasında madde ve sıvı alışverişi olur.<br />

Zıt akımlı çoğaltıcı sistem<br />

• Medulla hipertonisitesini artıran ve medullada yüksek sodyum klorür<br />

konsantrasyonu sağlayan sistemdir. TUS Sodyum klorür çıkan koldan<br />

yüksek oranda medulla intertisiyumuna geçer ve bu vaza rektadaki rekta ile<br />

medulla derinliklerine taşınır. Buradan tekrar henlenin ince segmentinden<br />

tübülüse difüze olur. Bu yolla sodyum konsantrasyonu medullada gittikçe<br />

çoğalır.<br />

• Medullanın hipertonik olmasını sağlayan faktörler henle kolu kalın<br />

segmentinden NaCl++, K+ ve diğer iyonların aktif transportu, toplayıcı<br />

kanallardan aktif iyon transportu ve ürenin toplayıcı kanallardan<br />

intertisyuma pasif geçmesidir. Bu yolla papillalara yakın medulla tonisitesi<br />

1200 mosm/litreye kadar çıkabilir.<br />

Zıt akımlı değişim mekanizması:<br />

• Vazarekta medulla hiperosmolaritesinin korunması için önemlidir.<br />

Medulla’ya olan kan akımı toplam böbrek kan akımının %1 kadarını<br />

oluşturur. O nedenle maddeler çok az uzaklaştırılır, U şeklinde bir tübün<br />

kolları birbire yakın ve kollarda fazlaca geçirgen olursa zıt akımlı değişim<br />

gerçekleşebilir. Bu değişimde sıvı ve maddeler kollar arasında değişir ve<br />

tübün derinliklerinde madde birikir böylece çok az madde uzaklaştırılır.<br />

• Sodyum klorür ve üre intertisiyumdan vaza rektanın inen koluna geçer.<br />

Suda inen koldan interstisyuma geçer. Bu yolla medulla derinliğine doğru<br />

vaza rekta osmolaritesi artar ve 1200 mOsm/lt olur, Medullayı terkeden<br />

vaza rektanın çıkan kolunun sonunda kan 325 misn/lt, inen kolunun<br />

başlangıcında ise 300 m.osm/it’dir. Bu aradaki 25 m.Osm/It’lik fark ile<br />

maddeler uzaklaştırılır. Çok az miktarda madde uzaklaştırılması medullanın<br />

hipertonik kalmasına neden olur. Ayrıca uzaklaştırılan bir miktar madde<br />

sayesinde medulla hipertonisitesinin sürekli (progresif) artması önlenmiş<br />

olur.<br />

Konsantre idrar oluşmasında ADH’nın rolü<br />

• Vücut sıvılarının osmolalitesi 300 mosm/lt’dir. Böbrek medullasında ise bu<br />

değer papillalara yaklaştıkça artar. Yani toplayıcı kanalların papillaya yakın<br />

kısmında (kollektör tübüllerde) osmolalite 1200 mosm/lt değerine ulaşır.<br />

• Bu değer tübüler sıvının en hipertonik olduğu değerdir.<br />

- ADH (Vazopressin) distal tübülüsün son kısımları ve toplayıcı<br />

kanal epitel hücrelerinin bazolateral membranını etkiler. ADH bu<br />

hücrelerde cAMP’yi arttırarak su geçirgenliğinde çok büyük<br />

artışa neden olur. (TUS-Nisan’89)


117<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

- Distal tübüs kıvrımlı segmentinde sıvı her zaman plazmaya göre<br />

hipotoniktir. ADH varlığında distal kıvrımlı tübüle giren sıvı izotonik hale<br />

getirilerek toplayıcı kanallara girer. Medulla hipertonik olduğundan ve<br />

toplayıcı kanallarda suya geçirgenlik ADH varlığında fazla olduğundan<br />

su osmozla medullaya geçer ve idrar hipertonik bir hale gelir. Yani<br />

idrarın hipertonikliği maksimal ADH varlığında 1200 mosm/lt olur. Bu<br />

idrar osmolalitesi için maksimal değerdir idrar daha hipertonik hale<br />

getirilemez.<br />

- ADH üreye olan geçirgenliği de arttırır. Medulla osmolalitesinin<br />

300-400 mosm/lt.’lik kısmı üre ile oluşturulur.<br />

- Idrarın az yoğun çıkarılmasında ADH yokluğu rol oynar. ADH<br />

yokluğunda distal tübülüsün son kısmı ve toplayıcı kanalların suya<br />

göreceli olarak geçirgenliği azalır. Bu durumda ultrafiltrat toplayıcı<br />

kanallarda ve distal tübülüste hipotonik kalarak az yoğun idrar<br />

oluşur.<br />

• Dolayısıyla Vazopressin yokluğunda böbrekte sıvı en fazla proximal tübülden<br />

absorbe edilir (TUS-Eylül’90).<br />

Serbest su klirensi ve osmolar klirens<br />

• Böbreklerin su itrah kapasitesinin ölçümü serbest su klirensi ile olur.<br />

Osmolar klirens bir dakikada osmotik aktif maddelerden arınan plazma<br />

volümüdür.<br />

Uosm = Idrar osmolalitesi V = Idrar hacmi Posm = Plazma osmolalitesi<br />

Cosm = Osmolar klirens<br />

• Serbest su klirensi Csu=1 dakikada oluşan idrar hacmi -Cosm’dir.<br />

• Su diürezinde idrar hipoosmotiktir ve serbest su klirensi pozitiftir. Idrar<br />

hacmi fazla ve idrar osmolalitesi düşüktür.<br />

• Su antidiürezinde idrar hiperosmotiktir ve serbest su klirensi negatiftir.<br />

Serbest su reabsorbsiyonu pozitiftir. Idrar hacmi azalmıştır ve idrar<br />

osmolalitesi yüksektir.<br />

Osmotik diürez:<br />

• Idrarla atılan maddenin suyu sürüklemesi ile olur. Ya dışardan verilen<br />

(mannitol gibi) bir madde ile yada Na reabsorbsiyonunun azalması<br />

(diüretikler vs.) ile olur. Bu durumda idrar hacmi fazla, serbest su klirensi<br />

pozitiftir. Idrar osmolalitesi de düşüktür.<br />

RENİN - ANJİOTENSİN SİSTEMİ<br />

• Renin böbrek perfüzyon basıncının azalması veya makula densa hücrelerince<br />

algılanan Na konsantrasyonunun azalması hallerinde (juxtaglomerüler aparat’tan)<br />

salgılanır (TUS-Eylül’92). Hipovolemi, ödem, hemoraji durumlarında böbrek<br />

perfüzyon basıncı azalır. Epinefrin, norepinefrin, ayakta durma renin salınımını<br />

arttıran fizyolojik durumlardır. Renal perfüzyon basıncının artması, anjiotensin<br />

II, ANP hipernatremi ve ADH renin salınımını inhibe eder. Hipokalemi renin<br />

salınımını arttırırken hiperkalemi azaltır. Hiperkalemi direk adrenal bezleri etkileyerek<br />

aldosteron salınımına neden olur.


118<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Fonksiyonu<br />

Potent vazokonstriktördür<br />

Aldosteronun sentez ve salınımını uyarır<br />

ANGİOTENSİN II’NİN ETKİLERİ<br />

Sonuç<br />

Kan basıncını arttırır<br />

Distal tübülde sodyum ve klor rezorbsiyonu artar<br />

ADH salınımı uyarır Toplayıcı kanallardan su emilimi gerçekleşir<br />

Susama hissini arttırır<br />

Renin salınımını inhibe eder<br />

Prostoglandinlerin salınımını uyarır.<br />

Doku sıvı volümü artar<br />

Feedback inhibisyondur.<br />

Afferent glomerüler arteriolün vazodilatasyonu<br />

ve böylece glomeruler filtrasyon hızının devamı<br />

sağlanır.<br />

ID:03t080<br />

• Renin, anjiotensinojen denen affa globülin yapıdaki substratı anjiotensin I’e (10<br />

peptidli) çevirir. Anjiotensin I inaktif yapıdadır.<br />

• Anjiotensin l ACE ile anjiotensin III’ye (8 peptidli) dönüşür. ACE primer olarak<br />

akciğerde bulunur, az miktarda böbrek ve plazmada da vardır. Anjiotensin II kanda<br />

l dakika kadar kalır ve anjiotensinaz ile anjiotensin III’e dönüştürülür.<br />

Anjiotensin II’nin etkileri (TUS-Eylül’90)<br />

- Aldosteron salar<br />

- Arteriollerde vazokonstriksiyon yapar<br />

- Susamayı uyarır<br />

- Böbrek meduller kan akımını azaltır<br />

- Renal vasküler direnci arttırır<br />

- ADH salınımını uyarır<br />

- Renin salınımını inhibe eder<br />

• Anjiotensin III (7’li peptid) güçlü bir vazokonstriktör değildir. Ancak aldosteron<br />

salınımının oldukça güçlü bir uyaranıdır. Anjiotensin III anjiotensinazlarla<br />

yıkılarak inaktive edilir.<br />

• Aldosteronun etkileri (TUS-Nisan’88)<br />

- Na+ reabsorbsiyonu,<br />

- Su reabsorbsiyonu,<br />

- H+ sekresyonu,<br />

- K+ sekresyonu,<br />

• Normalde renin, substratı ile sature olmamıştır. Östrojen içeren oral<br />

kontraseptifler anjiotensinojen yapımını arttırır. Bu da renin aktivitesini<br />

renin konsantrasyonunda artış yapmadan yükseltir. Bu artış hipertansiyona<br />

yol açabilir.<br />

ANP; Atrium hücrelerinde sentez edip depolanan peptid hormondur.<br />

Salınımı uyaran esas faktör extraselüler sıvı hacminin artması yani<br />

hipervolemidir. ADH ve adrenalinde ANP salınımına neden olur.<br />

ANP’nin etkileri<br />

- Aldesteron salınımını inhibe eder<br />

- Afferent arteriolde dilatasyon yapar<br />

- Efferent arteriolde konstriksiyon yapar<br />

- GFH’nı arttırır


119<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Hormon<br />

Sekresyonu için<br />

uyaran<br />

BÖBREĞİ ETKİLEYEN HORMONLARIN ÖZETİ<br />

PTH ↓ Plazma [Ca +2 ] Hızlı Bazolateral reseptör<br />

Adenilat siklaz<br />

cAMP → idrar<br />

ADH<br />

Aldosteron<br />

Atrial<br />

natriüretik<br />

faktör<br />

Anjiotensin<br />

II<br />

↑ Plazma<br />

ozmolaritesi<br />

↓ kan volümü<br />

↓ kan volümü<br />

↑ plazma [K + ]<br />

Hızlı<br />

Etkisi Etki Mekanizması Böbrek üzerindeki etkisi<br />

Bazolateral V2<br />

reseptör, Adenilat<br />

siklaz, cAMP<br />

(Not: V1 reseptörleri<br />

kandamarındadır. Mekanizma<br />

Ca +2 –IP 3<br />

)<br />

↓ fosfat reabsorbsiyonu<br />

(proximal tübül)<br />

↑ Ca +2 reabsorbsiyonu (distal<br />

tübül)<br />

1α-hidroksilazı stimüle eder<br />

(proksimal tübülde)<br />

↑ H 2<br />

O permeabilitesi<br />

(Distal tübül son kısımları ve<br />

kollektör kanal esas hücreleri)<br />

Yavaş Yeni protein sentezi ↑ Na + reabsorbsiyonu<br />

↑ K + sekresyonu (distal tübül<br />

esas hücreleri)<br />

↑ H + sekresyonu<br />

(Distal tübül interkale hücreleri)<br />

↑ kan basıncı Hızlı Guanilat siklaz<br />

cGMP<br />

↓ kan volümü<br />

(Renin üzerinden)<br />

↑ GFR<br />

↓ Na reabsorbsiyonu<br />

Hızlı ↑ Na + - H + değişimi ve HCO 3<br />

-<br />

reabsorbsiyonu (proksimal<br />

tübül)<br />

ID:02t038<br />

- Direk etki ile natriürezis yapar<br />

- Renin salınımını inhibe eder<br />

- Direk etki ile bradikardi yapar.<br />

• PGE2 vazodilatasyonla medullar kan akımını arttırır ve natriürezise neden<br />

olur. Kinin - kallikrein sisteminin etkiside natriürezistir.<br />

ASİT - BAZ FİZYOLOJİSİ<br />

TAMPONLAMA SISTEMLERI<br />

• Bir zayıf asit ve onun konjuge bazında oluşan sistemlere tampon denir.<br />

H 2<br />

C0 3<br />

/HCO 3<br />

gibi.<br />

• Bu tampon sistemine H+ eklendiğinde HCO 3<br />

- ile birleşerek H 2<br />

CO 3<br />

oluşur. Aynı<br />

şekilde NaOH yani baz eklendiğinde H 2<br />

CO 3<br />

ile reaksiyona girerek NaHCO 3<br />

ve H 2<br />

O oluşur. Yani kuvvetli pH değişmelerine neden olabilecek maddeler<br />

tamponlar sayesinde pH’da küçük ve önemsiz bir değişme yapar.<br />

• Tampon sisteminin gücü tampon sisteminin komponentlerinin konsantrasyonuna<br />

ve pK’ya bağlıdır.


120<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Tamponlar maksimal tamponlamayı pH = pK olduğu durumda yaparlar.<br />

Tamponlama pK ± l sınırları içinde en iyi yapılır.<br />

Vücuttaki tampon sistemleri:<br />

• Bikarbonat / karbonik asit (HCO3-/HCO3) tampon sistemi<br />

• Fosfat tampon sistemi<br />

• Hemoglobin tampon sistemi<br />

• Protein tampon sistemleri<br />

Bikarbonat/karbonik asit tampon sistemi<br />

CO2 + H2O+ à H2 CO3 à H+ HCO-3 tepkimesinde rol oynayan karbonik<br />

anhidraz ortamın asit-bat dengesini sağlar (TUS-Nisan’92, Nisan’93)<br />

• Bu tampon sistemi sadece non karbonik asitlerin tamponlanmasında<br />

etkilidir. Karbonik asitin tamponlamada etkisi azdır.<br />

• Bu sistemde normal durumda HCO3 / H2 CO3 oranı 20/1 dir. O nedenle<br />

asit tamponlama baz tamponlamaya göre daha etkilidir.<br />

• Bu tampon sisteminin pK’sı 6,1’dir. Yani en etkin olduğu tamponlama<br />

pH’nın 6,1 olduğu değerdir.<br />

• Bikorbonat karbonik asit tampon sistemi zayıf bir tampon sistemidir.<br />

Çünkü pK değeri vücudun normal pH’sından uzaktır ve CO2 ile<br />

HCO3 konsantrasyonu yüksek değildir. Buna rağmen CO2 ve HCO3<br />

komponentlerinin konsantrasyonu böbrek ve akciğerce kolayca<br />

ayarlanabildiği için vücuttaki tüm tamponlardan daha önemlidir.<br />

• Parsiel CO2 basıncı akciğerden, HCO3 miktarı böbreklerden ayarlanıp,<br />

konsantrasyonları vücudun durumuna göre değiştirebilir.<br />

• Karbonik anhidraz enzimi eritrositlerde oldukça yoğundur. Böbreklerde,<br />

gözde, paryetal hücrelerde, akciğerlerde ve kemiktede bulunur. Nefronda<br />

sadece proksimal kıvrımlı tübülüs fırçamsı kenarındaki lümende vardır.<br />

Diğer tübüllerin lümeninde yoktur. Ancak tüm tübül hücrelerinde vardır.<br />

• Kandaki ve ekstraselüler sıvıdaki başlıca tampon sistemi HCO3 -/H2CO3<br />

tampon sistemidir.<br />

• Vücutta en büyük bikarbonat deposu kemiklerdedir. Bu nedenle ekstraselüler<br />

sıvıdaki non-karbonik asitlerin tamponlanmasında en büyük kaynak kemik<br />

karbonatıdır.<br />

Fosfat tampon sistemi<br />

• HPO4-2/ H2PO4- tampon sistemidir. Bu sistemin pK’sı 6,8’dir. Yani HCO3/<br />

H2CO3 sisteminden daha güçlüdür ancak konsantrasyonu az olduğundan<br />

daha az etkilidir.<br />

- Intraselüler tamponlamada en önemli sistem fosfat tampon<br />

sistemidir.<br />

- Idrardaki en önemli tampon sistemidir. Çünkü idrarda hem bu<br />

sistemin elemanlarının konsantrasyonu yüksektir hemde bu sistemin<br />

pKsı olan 6.8 değerine idrar pH’sı yakındır.


Metabolik<br />

asidoz<br />

Metabolik<br />

alkaloz<br />

Respiratuar<br />

asidoz<br />

Respiratuar<br />

alkaloz<br />

121<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ASİD−BAZ BOZUKLUKLARININ BAZI SEBEPLERİ<br />

Ketoasidoz<br />

Örnek<br />

Laktik asidoz<br />

Kronik böbrek yetmezliği<br />

Salisilat intoksikasyonu<br />

Metanol/formaldehid<br />

intoksikasyonu<br />

Etilen glikol intoksikasyonu<br />

Diare<br />

Tip II Renal tübüler asidoz<br />

Tip I distal renal tübüler<br />

asidoz<br />

Tip 4 renal tübüler asidoz<br />

Kusma<br />

Hiperaldosteronizm<br />

Loop veya tiazid<br />

diüretikleri<br />

Opiadlar, sedatifler,<br />

anestezikler, Guillain-<br />

Barre, polio, ALS, MS<br />

Havayolu obstrüksiyonu<br />

ARDS, KOAH<br />

Pnömoni, pulmoner<br />

emboli<br />

Yükseklik<br />

Psikojenik<br />

Salisilat entoksikasyonu<br />

Idrar<br />

ozmolaritesi<br />

β-OH bütirik asid ve asetoasetik asid birikimi<br />

↑ anyon gap<br />

Hipoksi sırasında laktik asid birikimi ↑ Anyon gap<br />

Titre edilebilir asid ve NH 4<br />

+<br />

olarak H + atılımında<br />

yetersizlik ↑ Anyon gap<br />

Aynı zamanda respiratuar alkalozada neden olur. ↑<br />

Anyon gap<br />

Formik asid üretilir.<br />

↑ anyon gap<br />

Glikolik asid ve oksalik asid üretilir.<br />

↑ Anyon gap<br />

Gastrointestinal HCO 3<br />

-<br />

kaybı<br />

Normal Anyon gap<br />

Renal HCO 3<br />

-<br />

kaybı<br />

Normal Anyon gap<br />

Titre edilebilir asid ve NH 4<br />

+<br />

atılımında yetersizlik, idrarı<br />

asidifiye etmede yetersizlik<br />

Normal anyon gap<br />

Hipoaldosteronizm, NH 4<br />

+<br />

atılımı yetersiz Aldosteron<br />

eksikliğine bağlı hiperkalemi Normal Anyon gap<br />

Gastrik H + kaybı<br />

Volüm kontraksiyonuyla daha da kötüleşir<br />

Hipokalemiye yolaçar.<br />

Açlığa bağlı ketoasid üretimi, ↑ anyon gap yapar.<br />

Distal tübülde H + sekresyonu ↑<br />

Volüm kontraksiyon alkalozu<br />

Medüller solunum merkezinin inhibisyonu solunum<br />

kaslarında güçsüzlük<br />

↓ CO 2<br />

değişimi (pulmoner kapillerde)<br />

Hipoksemi ↑ ventilasyon hızına yol açar.<br />

Hipoksemi ↑ ventilasyon hızına yol açar<br />

Medüller respiratuar merkezi direkt stimüle eder. Aynı<br />

zamada metabolik asidoz yapar.<br />

ID:02t039<br />

Hemoglobin tampon sistemi<br />

• Hemoglobindeki histidin amino asidinin imidazol grubu proton kabul<br />

etme yeteneğindedir. Kandaki en önemli non-bikarbonat tampon<br />

sistemidir. Hemoglobin intraselüler bir protein olmasına rağmen<br />

extraselüler asitleri tamponlamada görev aldığından bir extraselüler<br />

tampon sayılır.<br />

• Deoksihemoglobin oksihemoglobinden daha güçlü bir bazdır. O nedenle<br />

daha fazla H+ alabilir.


122<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Hb- / H-+Hb ve HbO2 / HbO3 bu sistemin tampon elemanlarıdır.<br />

• Arterial pH olan 7,2 değerinde deoksi hemoglobin’in % 85’i H+ Hb<br />

yapısında bulunur. Ancak %25 kadar H+HbO+ bulunur.<br />

• Eritrositlere CO2 girince karbonik anhidrazla H2CO3’e döner. Oda H+<br />

ve HC03’e ayrışır. H+ hemoglobinle tamponlanır. HCO3 plazmaya difüze<br />

olur onun yerine Cl- plazmadan eritrosite geçer. Akciğerlerde ise reaksiyon<br />

tersine döner HCO3 plazmadan eritrosite geçer. HCO3, H2’ ile birleşir ve<br />

oluşan H2CO3, gene karbonik anhidrazla CO2 ve H2O ya dönüşür. CO2<br />

solunumla alır.<br />

Protein tampon sistemleri<br />

• Protein/H+ protein tampon sistemidir. Proteinler polianyonlardır ve H+<br />

kabul edebilir. Intraselüler tamponlamada önemlidir. Miktarı fazla ve pK’sı<br />

pH’ya yakın olduğundan oldukça güçlü tamponlama yapar.<br />

Tomponlama açısından kan<br />

• HCO3-/ H2CO3, hemoglobin, fostat, protein tampon sistemlerini içerir.<br />

Plazma ve eritrosit olarak ayrılabilir. Eritrositlerde HCO3-/ H2CO3<br />

hemoglobin ve fosfat tampon sistemi bulunur. Plazmada ise protein, fosfat<br />

ve bikarbonat tampon sistemleri vardır.<br />

Tamponlama açısından intertisiyel sıvı<br />

• Bikarbonat içeriği plazmadan daha fazladır. Ayrıca plazmaya göre daha fazla<br />

hacme sahiptir. O nedenle bu sistemle, kana göre daha etkili tamponlama<br />

yapılır.<br />

Tamponlama açısından intraselüler sıvı<br />

• Kana göre intraselüler HCO3 konsantrasyonu düşüktür. Protein, fosfat<br />

tamponları önemlidir. Iskelet kasları vücutta en büyük kitleyi oluşturduğu<br />

için intraselüler tamponlamada en büyük pay bu dokunundur. Hücre<br />

içindeki organik anyonlarda tamponlama görevi yapar.<br />

• Tampon sistemlerinin beraber çalışarak H+ değişimini aynı anda<br />

tamponlaması olayına izohidri ilkesi denir yani tampon sistemleri H+<br />

değişmeleri ile aynı anda uyarılırlar.<br />

• Tampon sistemleri vücutta H++ değişmelerine en hızlı cevap veren<br />

sistemdir.<br />

ASIT BAZ DENGESINDE SOLUNUMUN ROLÜ<br />

• Vücut sıvılarında CO 2<br />

’de artış pH’da azalmayla CO 2<br />

’de azalma, pH’da artma<br />

ile sonuçlanır. CO 2<br />

artışı ventilasyonun azalması ya da metabolizmanın artması<br />

ile gerçekleşir. Metabolizmada değişiklik olmazsa vücut CO 2<br />

konsantrasyonu<br />

değişiklikleri direk ventilasyona bağlıdır.<br />

• Vücutta en çok oluşan asit C0 2<br />

olduğu için solunum sistemi en çok asit<br />

uzaklaştıran sistemdir.<br />

• CO 2<br />

-/ H 2<br />

CO 3<br />

oluşturduğu için oluşan bu zayıf asit nonkarbon tamponlarla<br />

tamponlanmalıdır. Bunu yapan başlıca tampon eritrositlerdeki hemoglobindir.<br />

Yani aslında solunumla atılan CO 2<br />

,H 2<br />

CO 3<br />

dür.<br />

• H+ artışı solunum uzerinde direk stimulan etki yapar. Solunumun derinliği<br />

ve sayışı artarak CO; atılımı artar. Tam tersine eğer H + iyon azalması varsa<br />

medulla oblongatadaki solunum merkezi baskılanır ve solunum yavaşlar.


123<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Solunum sisteminin H + değişimine cevabı oldukça hızlıdır ancak H +<br />

kompanzasyon kapasitesi çok yüksek değildir. Yani pH’yı normale<br />

getiremeyebitir.<br />

ASIT BAZ DENGESINDE BÖBREKLERIN ROLÜ<br />

• Böbrekler günde 500 mmol asit yada bazı idrarla atabilir. Böbreklerin H +<br />

değişimine cevabı yavaştır ancak en etkili (güçlü) sistem böbreklerdir. pH’yı<br />

normale getirebilir.<br />

• Böbrekler vücutta oluşan non-karbonik asitlerin itrahından sorumludur. Fazla<br />

bulunan HCO - 3 ’ün uzaklaştırılmasıda böbreklerle olur. Metabolizma ile oluşan<br />

non-karbonik asitin yarışı dietle alınan bazlarla kalanıda ekstraselüler HC03 ile<br />

tamponlanır. Proteinli diyet fosfat, sülfat gibi metabolik asidoz yapan ürünlerin<br />

oluşmasına neden olurken sebzelerle beslenme metabolik alkaloz yapabilir.<br />

Çünkü bunlar asetat ve laktat gibi zayıf asitleri içerir.<br />

Böbreklerden H+ sekresyonu<br />

• H+ sekresyonu henle kulpunun inen kolu hariç tüm nefron boyunca olur.<br />

Bu sekresyonun %85’i proksimal tübülüsten %10’u distal tubülüsten ve<br />

kalan %5’i toplayıcı kanallardan olur. Glomerüllerden filtre edilen H+,<br />

sekrete edilen H+ yarımda önemsizdir.<br />

• H+ sekresyonu ancak belli düzeye kadar olabilir. Idrar pH’sı 4,5 altına<br />

düşmez.<br />

• Tübüler hücreye gelen ÇO2 karbonik anhidrazla H2O ile birleşir ve H2CO3<br />

olur. H2CO3, H ve HCO3’e ayrışır. H+ dışarı atılırken Na+ hücre içine<br />

alınır (antiport). HCO+ ile Na+ peritübüler kapillere geçer. Lümende H+<br />

ve glomerülden filtre olan HC03 birleşir ve H2CO3 oluşur. Bu da H2O<br />

ve CO3 ye ayrılarak tübüler hücreye difüze olur. Burada net bir H+ itrahı<br />

olmaz.<br />

• Itrah edilen H+ sekrete edlen H+ya göre daha azdır. Bunun nedeni sekrete<br />

edilen H+nın HCO3 ile reabsorbe olmasıdır. H+ idrar asiditesini belirlemez.<br />

Çünkü bu H+ tamponlanır.<br />

• Distal hücrede hem Na+ - K+ hem de Na - H+ katyon değiştiricisi<br />

vardır.<br />

HCO3- reabsorbsiyonu:<br />

• HCO3 reabsorbsiyonu henle inen kolu hariç tüm tübüllerden olur.<br />

%90 oranında HCO 3<br />

proksimal tübülde reabsorbe olur. Kalan %10 distal<br />

tübül ve toplayıcı kanallardan absorbe olur.<br />

• Böbrek tübül hücresinden peritübüler kapillere geçen HCO 3<br />

lümenden<br />

reabsorbe olan HCO 3<br />

değildir. Böbreklerde de HCOg” yapımı olur. Bu<br />

kanla gelen CO 2<br />

‘nin tübül hücresinde karbonik anhidrazla H2O ile<br />

olan reaksiyonu ile oluşur. Ancak tübül hücresindeki bu sentez reabsorbe<br />

edilen HCO3 yanında çok azdır.<br />

• Aldosteron H+ sekresyonunu uyarır. Bu yolla HCO 3<br />

reabsorbsiyonuda<br />

artar. Aldosteron ayrıca Na+ reabsorbsiyonunuda arttırdığı için antiportla<br />

olan H+ sekresyonu da artar.


124<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

H + iyonlannın tübülüs tamponları ile birleşmesi:<br />

• Idrar pH’sı 4,5 altına inmemelidir. O nedenle fazlaca sekresyona uğrayan<br />

H+ tamponlanmalıdır. Bunun için önemli olan iki tampon vardır. Fosfat<br />

tamponu ve amonyak tamponu. Kreatinin, sitrat ve ürat gibi az önemli bazı<br />

tamponlarında katkısı vardır.<br />

Fosfat tamponu:<br />

• Fosfat tamponu HPO4-2 /H2PO-4’den oluşur. Fosfat glomerülden<br />

süzülür. Fosfat – Na+ ile simport’a uğrar. Tübüllerde su reabsorbe<br />

edildiğinden fosfatın konsantrasyonu tümende artar.<br />

• Na2HPO4 yapısında bulunan sodyum Na++- NaHPO4 olarak disosiye<br />

olur. Sekrete edilen H+, NaHPO4 ile birleşerek NaH2 PO4 olarak itrah<br />

edilir.<br />

• Fosfat tamponunun pKsı 6,8 olduğundan ve sekrete olan H+ idrarı<br />

asitleştirdiğinden bu sistem idrarda oldukça etkilidir.<br />

• HPO4-2 / H2PO4- oranı kanda 4/1’dir. Oysa idrarda 1/4 tür. Bu yolla<br />

protein metabolizması ile oluşan fosforik ve sülfürik asit idrarla atılabilir.<br />

• Idrarla itrahına yol açan primer anyon tamponudur. Bu itrah net H+<br />

itrahıdır.<br />

Amonyak tamponu<br />

• Amonyak (NH3) başlıca glutaminden glutaminaz ile elde edilir. NH3<br />

rahatça membranlardan difüze olabilir. Bu sentez henlenin inen kolu hariç<br />

diğer tüm tübüllerde yapılır. Sentezin çoğu proksimal tübülde olur.<br />

• Difüze olan NH3 tübüler lümende H+ ile birleşerek NH+4 olur. NH<br />

difüze olamayan polar bir moleküldür. NH+4, Cl- ile birleşerek NH4 Cl<br />

olarak itrah edilir.<br />

• NH4 proksimal tübül hücresinde oluşarak aktif sekrete edilir. Oysa distal<br />

tübülde NH3 oluşur, difüze olur ve lümende H+ ile birleşerek NH4<br />

oluşur.<br />

• NH3/NH4 tampon sisteminin pK’sı 9,2’dir. Bu sistem idrar pH’sını belirler.<br />

NH4 idrar pH’sını azaltmaz.<br />

• Kronik asidozda amonyak tampon sistemi, glutaminaz enziminin sentezinde<br />

artış sayesinde kuvvetlenir. Aldosteronda NH3 sentezini arttırıcı etkide<br />

bulunur.<br />

• Idrarla atılan NH+, fosfat ve diğer titre edilebilen asitlerin (tamponları<br />

yapan asitler) toplamı plazmadaki net HCO3” artışını verir.<br />

Böbreklerde asidoz ve alkalozun düzenlenmesi<br />

• Tübülüse sekrete edilen H+ ile filtre olan HCO3 - birbirine yaklaşık<br />

konsantrasyondadır. Böbrekler günde 500 mmol asit yada baz itrah<br />

edebilir. Bunun üstü değerlerde etkisiz kalır ve ciddi asidoz ve alkaloz<br />

durumları oluşabilir.<br />

Asidoz: Asidozda ekstraselüler sıvıda CO2 artmıştır. Lümene sekrete<br />

edilecek H+ CO2 ve H2O’ nün karbonik anhidrazla olan reaksiyonu<br />

sonucu oluştuğu için CO2’deki artma sekrete edilen H+’nın artmasına<br />

neden olur. Artan H+ sekresyonu sonucu tüm H+, HCO+ ile geri<br />

alınamadığı için idrarla net H+ kaybı olur. Böylece kanda pH artar.


125<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Ayrıca tübüle sekrete edilen her H+ karşılığında bir Na+ ve bir HCO3-<br />

alındığından bu da pH artışına yardım eder.<br />

Alkaloz: asidozda ekstraselüler sıvıda CO2 artmıştır. O nedenle<br />

glomerülden filtre olan HCO3-’de artmıştır. Ayrıca sekrete olan H+<br />

da azalmıştır. Bu durumda H+ ve HCO3’ arası oran bozulur ve HCO3<br />

reabsorbe olamayarak idrarla atalır. HCO3+ idrarla atılırken Na++ gibi<br />

katyonlarda beraberinde götürür.<br />

• HCO3’ün idrarla kaybı sonucunda vücut pH’sı azalır. Normalde idrarda<br />

HCO3 bulunmaz. Çünkü filtre olan HCO3-’ün tamamı reabsorbe olur.<br />

ASIT BAZ DENGESI BOZUKLUKLARI<br />

• Asidoz= Asidemi= kan pH değerinin 7,36’ nin altına inmesidir.<br />

• Alkaloz = Alkalemi = Kan pH değerinin 7,44’ ün üstüne çıkmasıdır.<br />

• Bunlar primer olaylardır. Bunlara karşılık olarak düzeltmeye çalışan sekonder<br />

olaylar oluşabilir bu sekonder olaya kompansatuar cevap denir.<br />

• Asit- baz dengesi bozuklukları basit yada karma olabilir. .Basit olan tip tek bir<br />

faktörce oluşur. Karma olanda ise birden fazla faktör rol oynar. Mesela kalp<br />

yetmezliği sonucu pulmoner ödem oluşmuş ve buda respiratuar asidoza yol<br />

açmıştır. Aynı hastada laktik asit artışıda varsa karma asidoz oluşur.<br />

• Bir asit-baz bozukluğu olduğuna korar vermek için pH, pC02 ve toplam<br />

C02 değerleri bilinmelidir. Normal asit baz durumunda olan değişiklik pH<br />

ölçümü ile bulunabilir. Kompasatuar cevap için HCO 3 ve pCO 2 değerleri<br />

bilinmelidir. Çünkü kompansasyonun elemanları bu ikisidir.<br />

Anyon gap: Vücuttaki her sıvı kompartımanı elektronötrdür. Anyon gap,<br />

toplam katyon konsantrasyonu ile toplam anyon konsantrasyonu arası farktır.<br />

Bu iki toplam gerçekte eşittir. Ancak ölçüm yapılamayan anyonlar anyon gap’ı<br />

oluşturur. Normal değeri 12+/- 4’dür. Şöyle hesaplanır.<br />

Anyon gap = [Na 4 ]+[K + ] - ([HCO 3<br />

]+[Cl]), K + ihmal edilirse formül<br />

Anyon gap = |Na+}-([HC0 3 -]+[C1] olur<br />

Hiperkloremik asidoz harici tüm durumlarda anyon gap artar. Anyon açığım<br />

arttıran durumlar: Diabetik ketoasidoz, böbrek yetmezliği, laktik asidoz gibi<br />

durumlardır. Anyop Gap’ta değişme yapmadan gerçekleşen metabolik asidoz<br />

durumları serum Cl- düzeyinde artma ile beraberdir (TUS-Nisan’92).<br />

• Anyon gap’ta artışın nedeni asidoza yol açan anyonun ölçülememesidir. Yani<br />

anyon gap gerçek anyon konsantrasyonu ile ölçülebilen anyon konsantrasyonu<br />

arasındaki farktır.<br />

Osmolar gap: Gerçek plazma osmolalitesi ile ölçülebilen serum osmolalitesi<br />

arasındaki farktır. Serum osmolalitesi şu şekilde hesaplanabilir:<br />

Serum Osmolalitesi = 2[Na+]+ BUN (mEq/ L) / 28 + glikoz (8mg/dl)<br />

/ 180 TUS<br />

Respiratuar asidoz<br />

• Arteriyel pCO2 artmıştır. HCO3/H2CO3‘ün normal olan 20/1’lik oranı<br />

azalmıştır.<br />

• Nedenleri: Solunum merkezinde hasar, amfizem, kronik obstrüktif akciğer<br />

hastalıkları gibi alveolar ventilasyonu azaltan durumlardır.


126<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Kompansasyon olarak HCO 3<br />

reabsorbsyonu ve H+ itrahı artar. Yani pCO 3<br />

artışım kompansasyon için HCO3 konsantrasyonu artarak 20/1 oramna<br />

getirilmeye çalışılır. Bu durumda BOS dada CO 2<br />

artar ve BOS (Beyin<br />

Omurilik Sıvısı) pH’sı düşer.<br />

• Genellikle vücut respiratuar asidozu tam olarak kompanse edemez.<br />

Respiratuar alkaloz<br />

• Arteriyel pCO 2<br />

azalmıştır. HCO 3<br />

-pCO 2<br />

oranı 20/1’in üstüne çıkmıştır. Nadir<br />

görülür. Hiperventilasyon yapılması ile oluşur.<br />

• Nedenleri: Aspirininin solunumu uyarıp hiperventilasyon yaptırması ve<br />

bazı psikonevrozlardır. TUS<br />

• Kompansasyon olarak idrarda HC03- itrahında artma H+ itrahında<br />

azalma olur. Bu yolla HC03 azaltılıp W arttırılarak normal oran olan 20/1<br />

yakalanmaya çalışılır.<br />

- Respriatuar alkalozda BOS’da da pCO2 azalır ve BOS pH’sı artar.<br />

- Respiratuar alkaloz tam olarak kompanse edilebilir.<br />

Metabolik asidoz<br />

• Vücutta nonkarbonik asit yapımında artış veya HCO3~ kaybedilmesiyle<br />

oluşur. HCO3- azalmış ve HCO3-pCO2 oranı 20/1’in altına inmiştir.<br />

• Nedenleri: Ağır diyare, ketoasidoz, üı-emi,yüksek doz aspirin alımı,<br />

asetozolamid gibi karbonik anhidraz inhibitörleri kullanılması.<br />

• Metabolik asidozun en sık görülen nedeni ağır diyarelerdir ve ölümcül<br />

olabilirler. Diyarede asidoz barsaklardan HCO3 kaybına bağlı oluşur.<br />

• Kompansasyon olarak: Alveoler ventilasyonda artış ile pCO2 düşürülmesi,<br />

HCO3- reabsorbsiyonu ve H+ sekresyonunda artış.<br />

• Metabofik asidoz solunumu uyarır. Hem kan hemde BOS da pCO2 azalır,<br />

bunun sonucunda BOS da alkaloz kanda asidoz oluşur.<br />

Metabolik alkaloz<br />

• Vücutta nonkarbonik asit düzeyinde azalma ya da HCO - reabsorbsiyonunda<br />

artma ile oluşur. HCO 3<br />

/CO 2<br />

oranı 20/1’in üstündedir.<br />

• Nedenleri: hiperaldosteronizm, damardan fazlaca laktat ve HCOg”<br />

verilmesi, kusma ile nonkarbonik asit kaybı, alkali ilaç kullanımı.<br />

• Komponsasyon: Hipoventilasyonla pCO 2<br />

arttınlır, HCO 3<br />

itrahı artar.<br />

• Metabolik alkaloz solunumu baskılar.<br />

• Respiratuar asidozda solunum derinlik ve frekansı azalır oysa metabolik<br />

asidozda solunumun derinlik ve frekansı artar.<br />

• Alkaloz hem periferik hemde santral sinirlerin uyarımını kolaylaştırır.<br />

Sonuçta tetaniler oluşur ve solunum kaslarının tetanisi ile hasta ölebilir.<br />

• Asit-baz bozukluklarında yorum için pH - bikarbonat diyagramı<br />

kullanır.<br />

• Asit-baz bozukluklarının tedavisinde en iyi yöntem primer nedenin ortadan<br />

kaldırılmasıdır.


127<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ENDOKRİN SİSTEM FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />

HORMONLAR<br />

• Hormon direk kan dolaşımına verilen ve kendine özel organlarda etkisini<br />

gösteren kimyasal maddelere denir. Endokrin, parakrin ve otokrin<br />

hormonlar vardır. Endokrin hormonlar kan dolaşımına geçen hormonlardır.<br />

Bunlar endokrin organa-uzak organlarda etkili olur (TUS-Eylül‘89). Parakrin<br />

hormonlar yakındaki dokuya difüze olarak etkili olurlar. Otokrin hormonlarsa<br />

salındıkları organın aktivitesini etkilerler.<br />

• Hormonlar besin olarak kullanılmazlar. Enerji üretmezler, yapıtaşı olmazlar.<br />

Sadece düzenleyici görevleri vardır.<br />

• Polipeptid, aminoasid ve steroid türevi olarak kimyasal yapıca üç grup hormon<br />

vardır.<br />

• Hormonların kan düzeyleri l O -10 mol/litre düzeyindedir. Ayrıca hormonal<br />

uyarım genellikle kısa sürelidir. Hor-monal uyarımın yapılmasından efektif<br />

organda aksiyonun oluşmasına kadar bir süre geçer. Buna latent periyot<br />

denir. Bu süre dakika, saat ya da günlerle ifade edilebilir. Peptid hormonlar ve<br />

katekolaminlerde bu süre kısa, steroid ve tiroid hormonlarda ise uzundur.<br />

Polipeptid yapılı hormonlar<br />

• Değişik sayıda aminoasid dizisinden oluşmuş hormonlardır. Polipeptid<br />

yapıdaki hormonlar genellikle suda çözünürler ve plazmada proteinlere<br />

bağlanmadan dolaşırlar.<br />

• Protein hormonlar endoplazmik retikulumda prohormon<br />

yada preprohormon olarak sentezlenirler. Golgi kompleksinde<br />

modifiye edilirler ve salgı granülleri içinde depo edilirler. Prohormon<br />

komplekslerinden esas aktiviteye sahip kısım kesilir. Depolanan hormon<br />

genellikle prohormon yapıdadır.<br />

• Polipeptid yapılı pormonlar kana ekzositozla salınırlar. Hormon<br />

salınımı için uyarım geldiğınde granüller hücre membranına birleşerek<br />

içeriğini boşaltır. Polipeptid yapılı hormonlar genellikle kısa (dakikalar<br />

süren) aktivite sürelerine sahiptir. Salındıktan sonra polipeptid hormonlar<br />

modifiye edilmezler.<br />

• Polipeptid yapılı hormonlar hedef dokudaki hücre zarının dışındaki<br />

reseptörlerle etkileşirler ve ikincil haberci kullanırlar.<br />

• Peptid yapılı hormonlar enzim sentezini etkilemeden enzim aktivitesini<br />

etkileyerek çalışırlar.<br />

• Hormon reseptör kompleksleri hücreye alınır ve parçalanarak inaktive<br />

edilir. Inaktivasyondan sonra peptid hormonlar bir daha kullanılamaz.<br />

• Plazmada kalan peptid hormonlar kan ve karaciğerde yıkılırlar.<br />

Amin yapılı hormonlar<br />

• Katekolaminler ve tiroid hormonları aminoasid türevi hormonlardır.<br />

Katekolaminler suda çözünebilen hormonlardır. Ancak tiroid<br />

hormonları lipidde çözünen hormonlardır. Her iki grup hormonda,<br />

tirozinden sentezlenir.


128<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Katekolaminler sinir hücrelerinde ve adrenal medullada, tiroid hormonları<br />

tiroidin foliküler hücrelerinde sentezlenirler.<br />

• Katekolamin hormonlar, granüllerde depolanır. Uyarıyla granüller<br />

membrana birleşerek içerik kana verilir. Kanda başta albumin olmak<br />

üzere plazma protenlerine bağlanır.<br />

• TUS Tiroid hormonları folikül lümeninde tiroglobulin olarak inaktif formda<br />

depolanır. Vücuttaki en büyük hormon deposu burasıdır. Uyarımda<br />

tiroglobulin endositozla alınır, proteolize uğrar ve oluşan tiroid hormonları<br />

difüzyonla kana geçer. Kanda çok büyük oranda plazma proteinlerine<br />

bağlanır.<br />

- Katekolaminler dolaşımda saniyeler içinde tiroid hormonları ise günler<br />

içinde inaktive edilir. Katekolamin reseptörleri hücre yüzeyindedir ve<br />

ikincil haberci kullanılır. Tiroid hormonlarının reseptörü çekirdektedir<br />

ve mRNA yapımını uyarır.TUS<br />

- Dolaşıma çıkan katekolaminler modifiye edilmezler. Oysa tiroid<br />

hormonları dolaşımda modifiye edilebilirler.<br />

Steroid Hormonlar<br />

• D vitamini, böbrek üstü bezi kortex hormonları, östrojen. androjen ve<br />

progestron bu yapıdadır.<br />

• Steroid hormonlar lipidde çözünen hormonlardır.<br />

- Steroid hormonlar kolestrolden sentezlenirler. Kolestrolün<br />

pregnenolon’a çevrilmesi hız kısıtlayan basamaktır.<br />

- Steroid hormonlar depolanmazlar. Yapıldıktan hemen sonra<br />

difüzyonla kan dolaşımına geçerler. Dolaşıma geçen steroid<br />

hormonlar modifiye edilebilirler ve büyük oranda plazma proteinlerine<br />

bağlanırlar.<br />

• Dolaşımdaki steroid hormonların yarı ömrü uzundur yani inaktivasyon<br />

saatler, günler sürer.<br />

• Reseptörleri çekirdektedir ve mRNA yapımını uyararak etkili olurlar (TUS-<br />

Nisan‘96, Nisan‘98).<br />

HORMONLARIN ETKI MEKANIZMALARI<br />

• Tüm hormonlar etki için spesifik reseptörlerine bağlanırlar.<br />

• Peptid hormonlar ve katekolaminlerin reseptörleri hücre dışındadır ve<br />

ikincil haberci (second massenger) kullanırlar, ikincil haberci adenilat siklaz<br />

mekanizması, IP3 (Inositol trifosfat) mekanizması veya Ca- kalmodülin<br />

mekanizması olabilir. Her üç sisteminde aktivasyonunda G proteini rol alır.<br />

• Insulin ve IGF-1 tirozin kinaz sistemini kullanır.<br />

• ANP ve EORF siklik GMP (cGMP) sistemini kullanır.<br />

Adenilat siklaz mekanizması<br />

• Eğer G proteini Gs tipinde ise adenilat siklaz aktivasyonu yapar. Gi tipinde<br />

ise adenilat siklaz inhibisyonu yapar. Sonuç olarak hücre cAMP düzeyi azalır<br />

veya artar.<br />

• TUS Adenilat siklaz aktive olunca ATP’yi cAMP’a çevirir. cAMP protein kinazı<br />

A’yı aktive eder. Protein kinaz A’da hücre içi bazı proteinleri (enzimleri)<br />

fosforilleyerek aktive (glikojen fosforilaz gibi) ya da inaktive (glikojen<br />

sentetaz gibi) eder.


Reseptör<br />

Tipleri<br />

129<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

G PROTEİNLERİ VASITASIYLA EFFEKTÖRLERİ İLE EŞLEŞEN RESEPTÖR ÖRNEKLERİ<br />

Eşleştiği<br />

Protein<br />

Efektör<br />

Efektör<br />

Substrat<br />

M 1<br />

, M 3<br />

, α G p<br />

Fosfolipaz C Membran<br />

lipidleri<br />

β, D 1<br />

G s<br />

Adenilaz<br />

Siklaz<br />

α 2<br />

, M 2<br />

G i<br />

Adenilaz<br />

Siklaz<br />

İkincil<br />

Haberci<br />

Cevabı<br />

↑ IP 3<br />

, DAG<br />

Sonuç<br />

↑ Ca +2 , ↑ Protein<br />

kinaz<br />

ATP ↑ cAMP ↑ Ca +2 influx<br />

↑ Enzim aktivitesi<br />

ATP ↓ cAMP ↓ Ca influx ve enzim<br />

aktivitesi<br />

ID: 08t264<br />

• Fosforillenmiş proteinler fosfoprotein fosfatazlarla defosforile edilirler.<br />

- cAMP fosfodiesteraz ile 5 AMP’ye dönüştürülür.<br />

Bu sistemi kullanan hormonlar: (TUS-Eylül‘91, Eylül’95,Nisan’03):<br />

Glukagon, Kalsitonin, LH, HCG, FSH, PTH, ACTH, MSH, ADH, CRH, TSH,<br />

HCG, Katekolaminler<br />

Inositol trifosfat (IP3) mekanizması<br />

• G proteini fosfolipaz C’yi aktive eder. Bu da membran fosfolipidlerini<br />

parçalayarak diaçil gliserol (DAG) ve IP3 oluşturur. IP3 endoplazmik<br />

retikulumdan Ca ++ salınımına neden olur. DAG ve Ca ++ protein kinaz<br />

C’yi aktive eder. Protein kinaz C bazı proteinleri fosforilleyerek hormonun<br />

fizyolojik etkilerini ortaya çıkarır.<br />

IP3 sistemini kullanan hormonlar<br />

Oksitosin, GnRH, TRH, ADH, GHRH, Anjiotensin 11, Katekolaminler<br />

Ca ++ kalmodülin sistemi<br />

• G protein Ca ++ kanallarını açarak ve endoplazmik retikulumdan Ca ++<br />

salınımına neden olarak intraselüler Ca ++ konsantrasyonunu arttırır. Ca++,<br />

Kalmodülin’e bağlanır ve fizyolojik etkiler oluşur.<br />

• Bu sistem katekolaminler tarafından kullanılır.<br />

Steroid ve tiroid hormonların etki mekanizması<br />

• Steroid hormon hücre sitoplazmasına difüze olur ve buradaki spesifik<br />

reseptörüne bağlanır. Bunun sonucunda reseptörde DNA’ya bağlanan<br />

domain ortaya çıkar. Hormon-reseptör kompleksi çekirdeğe geçer<br />

ve çekirdekte spesifik DNA bölgesinin regülatör bölgesi ile etkileşir.<br />

Transkripsiyon olur ve mRNA sentezlenir, bu mRNA sitoplazmada fizyolojik<br />

etkiyi yapacak proteine translasyone olur.<br />

Stres hormonları (TUS-Nisan‘91).<br />

Katekolaminler, glukokortikoidler, glukagon GH ve ACTH seviyeleri stresle<br />

arkarken insülin artmaz.


130<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

HORMON SENTEZI VE SEKRESYONU REGÜLASYONU<br />

A. Hormon sentezi<br />

l. Protein ve peptid hormon sentezi: Preprohormon sentezi granüllü<br />

endoplazmik retikulumda olur ve spesifik bir mRNA tarafından yönlendirilir.<br />

Sinyal peptidler preprohormondan ayrılır, prohormon oluşur, prohormon<br />

golgi apparatusuna taşınır. Ilave peptid dizileri golgi cisimciğinde ayrılarak<br />

hormon oluşur ve daha sonra salınmak üzere sekretuar granüllerde<br />

paketlenir. TUS<br />

2. Steroid hormon sentezi: Steroid hormonlar kolesterol deriveleridir<br />

3. Amin hormon sentezi: Amin hormonlar (tiroid hormon epinefrin ve<br />

norepinefrin) tirozin deriveleridirler.<br />

B. Hormon sekresyonunun regülasyonu<br />

1. Negatif feedback; Hormon sekresyonunun regülasyonunda en sık<br />

kullanılan yöntemdir, kendi kendini sınırlar. Hormonlar direk ya da<br />

indirek olarak hormonun ileri sekresyonunu inhibe ederler. Örneğin,<br />

insülin artmış kan glukozuna cevap olarak pankreatik beta hücrelerinden<br />

sekrete edilir. Insülin, glukozun hücreler tarafından kullanılmasında<br />

artışa neden olur. Sonuç olarak kan glukoz konsantrasyonu azalır. Kan<br />

glukoz konsantrasyonundaki düşme, pankreasın beta hücrelerini insülin<br />

sekresyonunu düşürmeye yönlendirir.<br />

2. Pozitif feedback: Hormonların etkisinin giderek katlanmasına neden olur.<br />

Bir hormon direkt ya da indirekt olarak hormonun daha fazla sekresyonuna<br />

neden olur. Örneğin, ovulasyondan hemen önceki LH piki östrojenin ön<br />

hipofizdeki pozitif feedbackinin sonucudur. LH daha sonra overler üzerine<br />

etkiyerek daha fazla östrojen sekresyonuna neden olur.<br />

Endokrin regülasyon<br />

• Nöral kontrol: Otonom sinir sistemi endokrin organlara etkir. Mesela<br />

adrenal medullada sempatik lifler katekolamin salınımını uyarır. Ayrıca<br />

hipotalamus nöral uyarılarla aktivite gösterir.<br />

• Feedback kontrol: Bu pozitif yada negatif feedback olabilir. Negatif<br />

feedback de üç aşama vardır.<br />

• Uzun Feedback: Hedef organdan salınan hormonların hipotalamusu<br />

etkilemesidir.<br />

• Kısa Feedback: Hipofizden salınan hormonların hipotalamusu<br />

etkilemesidir.<br />

• Çok Kısa Feedback: Aynı organdan çıkan hormonun kendi salınımını<br />

etkilemesidir.<br />

• Sirkadian ritim: Hormonlar günün belli saatlerinde salınırlar. Örneğin<br />

kortizol sabah çok fazla salınırken akşam bu salgı oldukça azalır.<br />

• Tropik hormonlar: Hipofizden salınan hormonlar efektör endokrin<br />

organdan hormon salınımını düzenler.<br />

• Kandaki metabolit düzeyleri: Paratiroid hormon ve Ca arasında bu tür<br />

bir regülasyon vardır.<br />

• Reseptörlerdeki down regülasyon ve up regülasyon


131<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

HİPOFİZ<br />

• Sella tursikada bir endokrin organdır. Ön ve arka lob olarak iki kısımda<br />

incelenir.<br />

• Ön loba odenohipofizde denir ve pars distalis, pars intermedia ve pars tuberalis<br />

olarak 3 kısımdan oluşur. GH, prolaktin, FSH, LH, TSH, ACTH, MSH bu lobdan salınır.<br />

Arka loba nörohipofizde denir. Bu lobdan ADH ve oksitosin kana verilir.<br />

ÖN LOB HORMONLARI (TUS-NISAN‘88)<br />

Hipotalamus, portal sistemin yardımıyla hipofiz ön lobunun salgılarını artırır veya<br />

azaltır. Özellikle portal sistem bozukluklarında dopaminin inhibitör etkisi ortadan<br />

kalkacağından hiperprolaktinemi olur.<br />

HİPOFİZİN GENEL ORGANİZASYONU ve EMBRİYONİK ORJİNİ<br />

Majör Bölümler Embriyonik Orjin Genel Yapı Alt bölümler<br />

Adenohipofiz<br />

Nörohipofiz<br />

Primitif oral kavite<br />

tabanından ektodermin<br />

kranial yönde<br />

oluşturduğu cep<br />

kaudal yönde gelişen<br />

nörohipofize temas eder<br />

ve birleşir.<br />

Hipotalamusun nöral<br />

ektoderminin kaudal<br />

yönde büyümesi<br />

ile oluşur; beynin<br />

bir parçası olarak<br />

düşünülür.<br />

Glandüler epitel<br />

hücre kordonları<br />

sekonder kapiller<br />

plexus sinüzoidleri<br />

ile ayrılmıştır; indirek<br />

olarak hipotalamus<br />

ve carotid plexusdan<br />

gelen atonomik sinirler<br />

tarafından inerve edilir.<br />

Çok miktarda akson<br />

içerir; bu aksonların<br />

hücre gövdeleri<br />

hipotalamusun<br />

supraoptik ve<br />

paraventriküler<br />

çekirdeklerindedir.<br />

Pars distalis- en geniş<br />

alt bölüm<br />

Pars tuberalisdistalisin<br />

süperior<br />

extensiyonudur.<br />

Nörohipofizin<br />

infundibulunumu<br />

kuşatır.<br />

Pars intermedia-<br />

Nörohipofizin Pars<br />

nervoza’sını sınırlayan<br />

dar doku bandıdır.<br />

Tuber cinereum’un<br />

Median Eminens’i<br />

hipotalamusun tabanını<br />

oluşturur.<br />

İnfundibular<br />

kök (nöral sap)<br />

hipotalamustan pars<br />

nervozaya aksonlar<br />

taşır ve primer kapiller<br />

pleksusun kapiller<br />

looplarını taşır.<br />

Pars nervosa<br />

(infundibular<br />

uzantı) Nörohipofizin<br />

genişlemiş lobudur;<br />

axon terminalleri ve<br />

kapillerleri taşır.<br />

ID:03t007


132<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

HİPOTALAMUS, NÖROHİPOFİZ HORMONLARI VE FONKSİYONLARI<br />

Hipotalamus<br />

Pars Nervosa<br />

Hormon Fonksiyon Hormon Fonksiyon<br />

Tirotropin<br />

salgılatıcı<br />

hormon (TRH)<br />

Tiroidstimulan hormon ve<br />

prolaktin salgılanmasını uyarır.<br />

Vazopressin<br />

Böbrek toplayıcı kanallarının<br />

suya geçirgenliğini artırır<br />

ve damar düz kaslarında<br />

kontraksiyona yol açar.<br />

Gonadotropin<br />

salgılatıcı hormon<br />

(GnRH)<br />

Folikül stimülan hormon ve<br />

luteinizan hormon salgılamasını<br />

uyarır.<br />

Oksitosin<br />

Uterus düz kasının ve meme<br />

bezlerindeki miyoepitel<br />

hücrelerinin kasılması üzerine<br />

etkilidir.<br />

Somatostatin<br />

Büyüme hormonu (GH) ve<br />

tiroid stimulan hormonun (TSH)<br />

salgılanmasını inhibe eder.<br />

Büyüme hormonu<br />

salgılatıcı<br />

hormon (GRH)<br />

Prolaktin inhibe<br />

edici hormon<br />

(PIH), Dopamin<br />

Kortikotropin<br />

salgılatıcı<br />

hormon (CRH)<br />

Büyüme hormonu salgılanmasını<br />

uyarır.<br />

Prolaktin salgılamasını inhibe<br />

eder.<br />

B lipotropin kortikotropin<br />

(ACTH) salgılanmasını uyarır.<br />

ID:02t029<br />

MSH<br />

Genel olarak diğer hormonların salınımı ise azalır. ADH ve oksitosinin yapım<br />

yeri hipotalamus olduğu için portal sistem bozukluklarında bunların sentez ve<br />

salgılanmalarında bir değişiklik olmaz.<br />

TSH (Tiroid stimüle edici hormon) (TUS-Eylül‘90, Nisan’96):<br />

• Trotrop hücrelerden salınır.<br />

• TSH salınımını TRH uyarır, T3 ve T4 inhibe eder.<br />

• Östrojenler, fazla iyot alınımı TSH’yı arttırır.<br />

• Somatostatin, dopamin TSH salgısını azaltır.<br />

• TSH tiroid hormon sentezini arttırır.<br />

• TSH: Iyot pompasının aktivitesini sağlar.<br />

• Tiroid hücrelerinin genişlemesini ve sayısını artırır.<br />

• Tirozinin iydinasyonunu artırır.<br />

• Intermedier lob tarafından salınır. Preopiomelano kortinden kesilerek sentezlenir.<br />

TUS


133<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Growth hormon (GH, somatotropin)<br />

• Somatotrop hücrelerden salgılanır. Somatotropinde denir. GH türe özgüdür.<br />

Epizodik salınır.<br />

• GHRH hipotalamustan ve GH salınımını uyaran bir hormondur.<br />

Somatostatin ise gene hipotalamus parviselüler nöronlarından salınan<br />

ancak GH salınımını inhibe eden hormondur. GHRH hipotalamustan<br />

kendi salınımını inhibe eder. GH ve somatomedinler somatostatin salınımını<br />

uyarırlar. Somatomedinlerde back olarak GH salınımını inhibe eder.<br />

• Östrojenler, adrenerjik, seratonerjik, dopaminerjik agonistler, pubertal<br />

hormonlar, açlık, hipoglisemi, uyku, stress ve egzersiz GH salınımını<br />

arttırır.<br />

• Somatostatin, somatomedinler, obesite, kortizol, gebelik, REM uykusu,<br />

serbest yağ asiti, medroksiprogesteron ve hiperglisemi GH salınımını<br />

azaltır. (TUS-Nisan’94, Nisan’02,Eylül’02)<br />

• GH salınımında başlıca kontrol, GHRH - somatostatin ve feedback<br />

mekanizmaları ile olur.<br />

• Growth hormon karaciğerde IGF (insülin Growth Factor) sentezletir ve<br />

indirek etkilerini IGF üzerinden yapar. Somatomedin (IGF) karaciğer<br />

haricinde de bir miktar sentezlenir.<br />

Growth hormonun direk etkileri:<br />

• Diabetojenik (hiperglisemik etki): Glukozun hücrelere alınımını inhibe eder.<br />

Glukoneogeneze neden olur. hiperglisemik etki ile bazal insulin düzeyini<br />

arttırır. TUS<br />

• Lipolize neden olur ve keton cisim yapımını arttırır.<br />

• Kan aminoasit ve üre düzeyini azaltır. Pozitif nitrojen dengesi sağlar.<br />

• Iskelet ve kalp kasında protein, DNA ve RNA sentezini arttırır,<br />

• Nah+, K + , Cad ++ , fosfat gibi minerallerin böbreklerden reabsorbsiyonunu<br />

arttırır.<br />

• Protein sentezini ve lipofizi arttırdığı için yağsız vücut kitlesinde artışa neden<br />

olur.<br />

GH’un indirek etkileri:<br />

• Somatomedinler ile olan etkilerdir.<br />

• Kondrositlerde mitoz artışına ve protein sentezine neden olarak boyca<br />

uzamaya neden olur.<br />

• Kaslarda protein sentezini arttırır.<br />

• Organlarda protein sentezini arttırarak organ boyutlarının artmasını<br />

sağlar.<br />

• IGF insülin benzeri etkilere neden olur.<br />

- GH’nun prepubertal dönemde fazla salgılanması gigantizme neden<br />

olur. Aynı durum postpupertal dönemde olursa akromegali olur. Bu<br />

durumda tedavi için Somatostatin analogları kullanılır.<br />

- GH aktivite azlığı: GH eksikliği, GHRH azlığı yada IGF sentezinde<br />

azalma ile ortaya çıkabilir. Sonuçta cücelik oluşur. Bu durum<br />

rekombinan insan büyüme hormonu ile tedavi edilebilir.


134<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Prolaktin sekresyonunu arttıran faktörler<br />

Östrojen (gebelik)<br />

Annesütü ile besleme<br />

Uyku<br />

Stres<br />

TRH<br />

Dopamin antagonistleri<br />

PROLAKTİN SEKRESYONUNUN REGULASYONU<br />

Prolaktin sekresyonunu azaltan faktörler<br />

Dopamin<br />

Bromokriptin (dopamin agonisti)<br />

Somatostatin<br />

Prolaktin (negatif feedback ile)<br />

ID:02t043<br />

Prolaktin:<br />

• Laktotrop hücrelerden salınır. En önemli etki yeri meme dokusudur. Yapıca<br />

growth hormona benzer.<br />

• Prolaktin salınımının kontrolü TRH, PIF ve feedback yolla olur. TUS<br />

TRH prolaktin salınımını arttırır. PIF yani dopamin prolaktin sentez ve<br />

salınımındaki tüm basamakları inhibe eder.<br />

• Uyku, egzersiz, stress, meme başının uyarılması, hamilelik, serotonin ve<br />

histamin prolaktin salınımını arttırır. Prolaktin feedback ile kendi salınımını<br />

inhibe eder. Somatostatin de prolaktin salınımını inhibe eder.<br />

Arka lob hormonları<br />

• Hipotalamo - Hipofizer yetmezlik gibi durumlarda diğer hormonlar<br />

(prolaktin hariç) azaldığı halde ADH ve oksitosin bundan etkilenmezler.<br />

Çünkü: yapım yerleri hipotalamustur.<br />

ADH (Vazopressin)<br />

• ADH hipotalamusun supraoptik nükleusunda sentez edilir (TUS-Nisan’96),<br />

daha sonra hipofizin arka lobunda depolanır. 9 aminoasitlik bir peptittir.<br />

ADH kendisi ile ilgili nörofizinle taşınır ve bununla kan dolaşımına verilir.<br />

Insanlarda etkili şekli arjinin vazopressindir.<br />

• ADH salınımını osmotik ve nonosmotik yollarla kontrol edilir.<br />

• Serum osmolaritesinde olan değişme ADH salınımını etkileyen primer olaydır.<br />

Serum osmolaritesini belirleyen esas faktörse Na+ konsantrasyonudur.<br />

TUS<br />

• Hipotalamusdaki osmoreseptörler extraselüler osmolarite artması<br />

durumunda uyarılır ve ADH salınımına neden olur. Extraselüler osmolaritede<br />

azalma ADH salınımını inhibe eder.<br />

• Kanın osmolaritesinde en sık değişmeye neden olan faktör su azlığı veya<br />

fazlalığıdır. O nedenle ADH’nın etkisi su üzerinedir. Aldesteron’un etkisi<br />

ise daha çok Na+ üzerinedir.<br />

• ADH salınımını uyaran en güçlü stimülanı hipovolemidir. Kan basıncı aniden<br />

düştüğünde arka hipofizden salınarak kan basıncını normale döndürür.<br />

(TUS-Eylül’89,Nisan’89) Hipovolemi osmolariteye göre ADH salmada daha<br />

güçlü etkilidir. Kan hacminde %10-15’lik bir azalma ile hacim reseptörleri<br />

uyarılır ve ADH salınır. Intrathorasik kan basıncının kanama, ayakta durma<br />

gibi nedenlerle azalması ADH salınımına ve sonuçta antidiüreze neden<br />

olur.


135<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Ağrı, nikotin, morfin, asetilkolin, anjiotensin ADH salınımını uyaran diğer<br />

nonozmotik faktörlerdir. Hipoglisemi ve bulantıda ADH salınımını uyarır.<br />

Antidiüretik hormon salınımını etkileyen faktörler;<br />

• Salınımını artıranlar<br />

- Plazmanın effektif osmotik basıncının artması<br />

- Hücre dışı sıvı hacminin azalması<br />

- Ağrı, heyecan, stress, egzersiz<br />

- Bulantı, kusma<br />

- Ayakta durma<br />

- Morfin, nikotin, barbitüratlar<br />

- Klorpropamid, kilofibrat, karbamazepin<br />

- Anjiotensin<br />

• Salınımını azaltanlar<br />

- Plazmanın efektif osmotik basıncının azalması<br />

- Hücre dışı sıvı hacminin artması<br />

- Alkol<br />

- Butorfanol, oksilorfanin<br />

• Extraselüler hacmin artması ile arterial basıncın artması ADH salınımını inhibe<br />

eder. Etanol, kafein, lityum, ANP adrenerjik agonistler ve antikolinerjikler<br />

ADH salınımını inhibe eden diğer nonosmotik faktörlerdir.<br />

Oksitosin<br />

• Hipotalamusun paraventriküler nükleusunda sentezlenir ve nörohipofizde<br />

depolanır. Taşınmasını ilgili nörofizinler yapar. (TUS-Nisan’95) Oksitosin 9<br />

aminoasitten oluşan bir peptid hormondur. Oksitosin salınımı için kolinerjik<br />

sinir lifleri uyarılmalıdır.<br />

• Oksitosin salınımı için en güçlü stimulus emzirmedir. Bebeğin<br />

görülmesi veya sesinin duyulmasıda oksitosin salınımına neden olabilir.<br />

Serviksin genişlemesi ve genital bölgenin uyarılmasında oksitosin salınımına<br />

neden olur.<br />

Serum<br />

ADH<br />

KLİNİK ÖRNEKLERİN ÖZETİ − ADH<br />

Serum<br />

Ozmolaritesi /<br />

[Na + ]<br />

Idrar<br />

ozmolaritesi<br />

Idrar<br />

akım hızı<br />

Primer polidipsi ↓ Azalmıştır Hipoozmotik Yüksek Pozitif<br />

Santral diabetes<br />

insipidus<br />

Nefrojenik<br />

iabetes<br />

insipidus<br />

↓<br />

↑ (Plazma<br />

osm. ↑ için)<br />

Artmıştır (Fazla H 2<br />

O<br />

itrahına bağlı)<br />

Artmıştır (Fazla H 2<br />

O<br />

itrahına bağlı)<br />

Hipoozmotik Yüksek Pozitif<br />

Hipoozmotik Yüksek Pozitif<br />

Su kısıtlanması ↑ Yüksek-normal Hiperozmotik Düşük Negatif<br />

Uygunsuz ADH<br />

Salınımı<br />

sendromu<br />

↑↑<br />

Azalmıştır<br />

(Fazla H 2<br />

O<br />

reabsorbsiyonuna<br />

bağlı)<br />

C H2O<br />

Hiperozmotik Düşük Negatif<br />

ID:02t037


136<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Etkileri (TUS-Nisan’92)<br />

• Meme bezlerindeki myoepitelyal hücrelerde kasılmaya neden olarak<br />

sentez edilmiş sütün kanallar boyunca ilerlemesini sağlar.<br />

• Myometriumda kasılmaya neden olur. Bu doğum sancılarının<br />

oluşmasında etkilidir. Ayrıca myomet-riumdaki kasılmalar doğum<br />

sonrası kanamaları önler.<br />

• Doğumun sonuna doğru myometriumda oksitosin reseptör sayısında<br />

artış olur.<br />

• Korku, üzüntü ve alkol oksitosin salınımını inhibe eder.<br />

ADRENAL KORTEX<br />

• Böbrek üstü bezinin %80’ini oluşturur. Üç tabakadan oluşur. Bu tabakaların<br />

hormonları farklıdır,<br />

• En dışta zona glomeruloza vardır ve mineralokortikoidler burada sentezlenir.<br />

• Ortada zona fasikülata vardır ve glukokortikoidler burada sentezlenir.<br />

• En içte zona retikülaris vardır ve androjenler burada sentezlenir. Bu tabaka<br />

kadınlarda androjen sentezinin en fazla yapıldığı yerdir. Erkekte buradaki<br />

sentez fazla önemli değildir.<br />

• Steroid hormonlar hücre içi reseptöre bağlanarak etki ederler. (TUS-Eylül’88)<br />

STEROIDLER<br />

Kortikosteroid sentezi<br />

• Kolesterol büyük oranda kandan alınır. Ancak böbrek üstü bezi kendine<br />

kolesterol sentezleyebilir.<br />

• Ilk basamak kolestrolün pregnenolon’a dönüşmesidir. Bu P450<br />

enzimlerinden biri olan 20-22 desmolaz tarafından sağlanır. ACTH<br />

bu enzimin aktivitesini arttırır. Pregnenolon tüm steroidlerin öncül<br />

maddesidir.<br />

• Kortikosteroid sentezindeki enzimler P45O mikrozomal enzimleridir<br />

• 18 hidroksisteroid dehidrogenaz aktivitesi, anjiotensin II tarafından arttırılır.<br />

Bu enzim sadece zona glomerulosada vardır. O nedenle aldosteron sadece<br />

zona glomerulosada sentezlenir. Zona glomerulosada 17 hidroksilaz<br />

enzimi bulunmaz. Bu nedenle zona glomeruloza kortizol sentez edemez.<br />

• Kortizol sentezindeki enzimlerden herhangi birinin eksik olması ile<br />

adrenogenital sendrom oluşur. En sık görülen enzim eksikliği 21 hidroksilaz<br />

eksikliğidir.<br />

• 21 karbonlu steroidler progesteron, DOK, aldosteron ve kortizoldür.<br />

• 19 karbonlu steroidler testosteron DHEA ve androstenediondur. Androjenik<br />

aktivitelerdir.


137<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

STARLİNG KUVVETLERİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLERİN GFR, RPF VE FİLTRASYON FRAKSİYONUNA<br />

ETKİLERİ<br />

Afferent arteriolde<br />

konstrüksiyon<br />

Eferent arteriolde<br />

konstrüksiyon<br />

Plazma protein<br />

konsantrasyonunda artma<br />

GFR’a etkileri<br />

↓<br />

(↓π GC<br />

’den dolayı)<br />

↑<br />

(↑π GC’<br />

den dolayı)<br />

↓<br />

(↑π GC<br />

’den dolayı)<br />

Üreter taşı ↓<br />

(↑π BS<br />

’den dolayı)<br />

↓<br />

RPF’ye etkisi<br />

Filtrasyon<br />

fraksiyonuna etkisi<br />

Değişmez<br />

↓ ↑<br />

(↑GFR / ↓RPF)<br />

Değişmez ↓<br />

(↓GFR / sabit RPF)<br />

Değişmez ↓<br />

(↓GFR / sabit RPF)<br />

ID:02t036<br />

• 18 karbonlu steroidler östrojen aktiviteye sahiptir. Bunlar östradiol, östron<br />

ve östradioldür.<br />

• Dolaşımda kortizol transkortin ile taşınır. TUS Kortizol’ün %75’i bu proteine<br />

bağlı %15’i albumine bağlıdır. %10 serbest kortizol vardır. Bağlı kısım depo<br />

görevi görür.<br />

• Aldosteron plazma proteinlerine (daha çok albumine) %50 oranda bağlanır.<br />

Androjenlerde plazma proteinlerine yüksek oranda bağlanırlar.<br />

Kortikosteroidlerin yıkımı<br />

• Başlıca karaciğerde olur. Çift bağlar indirgenir ve sonra hidroksil gruplarına<br />

glukronik asit yada sülfat konjuge edilerek idrarla atılırlar.<br />

• Kortizol’ün idrardaki esas metaboliti tetrahidrokortizol glukronattır.<br />

• Aldosteron’un idrardaki esas metaboliti tetrahidroaldosteron<br />

glukronittir.<br />

• Kortizol kortizona çevrilip daha sonra tetrahidrokortizon glukonat olarak<br />

ta atılabilir.<br />

• Androstenediondan karaciğerde androsten ve etiokonolon oluşur. Bu<br />

madde 17 ketosteroid kaynağıdır, idrardaki 17 ketosteroidlerin en büyük<br />

kaynağı DHEA’dır.<br />

Glukokortikoid salınımının kontrolü<br />

• Kortizol salınımı sirkadien ritim gösterir. Sabah saat 6 civarında kortizol<br />

ve ACTH kanda en yüksek düzeydedir. Gece saat 24’de en düşük<br />

düzeydedir.<br />

• Hipotolamik kontrol: CRH, cAMP üzerinden ACTH yapım ve salınımını<br />

arttırır.<br />

• Hipofiz kontrolü: Hipofiz ACTH salınımı ile kortizol salınımını kontrol eder.<br />

ACTH salınımını asetil kolin ve serotonin arttırır. GABA ve adrenerjik uyan<br />

CRH’yı inhibe ederek ACTH salınımını azaltır.<br />

• Negatif feedback kontrolü : Kortizol ACTH ve CRH salınımını inhibe eder.<br />

O nedenle adrenogenital sendromda ACTH’nın kan düzeyi artmıştır.<br />

Dexametazon’un uzun süre kullanımı ACTH salınımını inhibe ettiği için<br />

böbrek üstü bezinde atrofiye neden olur.


138<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ACTH’nın etkileri<br />

• ACTH adrenal bez hücrelerine kolesterol girişini arttırır.<br />

• Kolesterolün pregnenolon’a dönüşümünü arttırır.<br />

• Adrenal bezin kanlanmasını artırır ve bezi hipertrofiye eder.<br />

• ACTH’nın etkisi zona fasikülata ve retikülarisde daha belirgindir.<br />

• Streste ilk artan hormon katekolaminlerdir (TUS-Nisan’90). KS, ACTH<br />

ve diğer hormonlar daha sonra salınırlar.<br />

• Stress’de ACTH ve CRH salınımı dolayısıyla kortizol salınımı artar. Ancak<br />

önceden kortizol verilmesi strese olan direnci artırmaz.<br />

Mineralokortikoid salınımının kontrolü<br />

• ACTH’nın mineralokortikoid salınımı üzerine olan etkisi majör rol oynamaz.<br />

Yani mineralokortikoid salımınında en etkili faktör ACTH değildir.<br />

• Hiperkalemi: Aldosteron salınımını düzenleyen ana faktördür. Hiperkalemi<br />

aldosteron sentezinin ilk basamaklarını uyararak aldosteron salınımına<br />

neden olur.<br />

• Hiponatremi (TUS-Nisan’00): Hiperkalemi gibi zona glomerulosaya direk<br />

etki ile aldosteron salınımına neden olur.<br />

• Renin-Anjiotensin sistemi: Renal perfüzyon basıncının azalması, ayakta<br />

durma, sempatik uyarım gibi durumlar renin salınımına neden olur. Renin<br />

sonuç olarak anjiotensin II miktarında artışa neden olur. Anjiotensin II<br />

aldosteron sentezini hızlandırır. Anjiotensin III’de aldosteron salınımını<br />

arttırır.<br />

ALDOSTERON SEKRESYONUNU ARTIRAN UYARANLARI<br />

• Glukokortikoid sekresyonunu da artıranlar: Cerrahi, Anksiyete, Fiziksel travma,<br />

Hemoraji,<br />

• Glukokortikoid sekresyonunu etkilemeyenler; Yüksek potasyum alımı, Düşük<br />

sodyum alımı, Toraksta v. cava inferiorun daralması, Ayağa kalkma<br />

- Sekonder hiperaldesteronizm (Bazı konjestif kalp yetmezliği siroz, nefroz<br />

olguları)<br />

Aldesteron sekresyonu düzenlenmesine katılan ikinci haberciler; TUS<br />

Salgılatıcı Hücre içi aracı<br />

ACTH<br />

cAMP, protein kinaz<br />

Anjiotensin II Diaçilgliserol, protein kinaz<br />

K+ iyonu Ca+2<br />

GLUKOKORTIKOIDLERIN ETKILERI<br />

(TUS-NİSAN’90,EYLÜL’90,NISAN’94,NISAN’01)<br />

Arrtiinflamatuar etkiler<br />

• Fosfolipaz A2’nin inhibisyonu ile prostoglandin sentezini inhibe eder.<br />

• Kapiller permeabiiiteyi azaltarak lökosit diapedezini önler. Ayrıca kemotaktik<br />

maddelerin salınımının önlenmeside lökosit diapedezini önler.<br />

• Lizozom duvarını stabilize ederek lizozomal enzim salınımını önler.<br />

• IL-2 (interlökin 2) salınımını inhibe ederek T lenfosit proliferasyonunu<br />

inhibe eder.


139<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ADRENAL HASTALIKLARINDA TANIDA KULLANILAN BORATUAR BULGULARI<br />

Klinik durum Aldosteron Kortizol Androjen ACTH<br />

Primer hiperaldosteronizm<br />

(Conn sendromu)<br />

Cushing sendromu ACTH tümörü,<br />

adrenal hiperplazi<br />

Konjenital Adrenal Hiperplazi 21<br />

(OH)az eksikliği<br />

11B (OH)az eksikliği<br />

Primer adrenal yetmezlik<br />

Addison Hastalığı<br />

↑ Kullanılmaz Kullanılmaz Kullanılmaz<br />

Kullanılmaz ↑ Kullanılmaz ↑<br />

↓ ↓ ↑ ↑<br />

↓ ↓ ↓ ↑<br />

Seconder adrenal yetmezlik Normal ↓ ↓ ↓<br />

ID:03t051<br />

• Mast hücresi ve plateletlerden histamin ve serotonin salınımını inhibe eder.<br />

(Antiallerjen etki)<br />

• Antijene olan antikor cevabını azaltır.<br />

• Lenfoid organlar (lenf düğümü, timus, dalak) da küçülmeye neden olur.<br />

• Dolaşımdaki bazofil, eozinofil, monosit ve lenfosit sayısını azaltırlar.<br />

• Dolaşımdaki eritrosit, nötrofil, trombosit sayısını arttırır.<br />

• Ödeme engel olur, ödemi çözer.<br />

Metabolik etkiler<br />

• Glikolizi inhibe eder (antiinsülin etki)<br />

• Glikoneogenezi arttırır.<br />

• Hiperglisemi yapar. Bunu takiben hiperinsulinemiye neden olabilirler.<br />

• Glikoliz enzimlerini inhibe eder.<br />

• Extrahepatik dokularda (kemik iliği, kas, lenfatik vs.) protein katabolizmasına<br />

ve aminoasidlerin kana geçmesine neden olur. (Negatif nitrojen<br />

dengesi)<br />

• Karaciğerin kan aminoasitlerini almasını arttırır: Bu yolla<br />

glukoneogenezi arttırır. Ayrıca karaciğerde bu aminoasitlerden yeni protein<br />

yapımını arttırırlar. TUS<br />

• Lipolize neden olurlar. Bu yolla hiperlipidemi ve hiperkolesterolemiye neden<br />

olurlar.<br />

• Adipoz dokudaki insülin duyarlılığını azaltırlar.<br />

• Yağın vücutta yeni bir dağılım şekli göstermesine neden olur. Aydede yüz<br />

trunkal obesite ve buffalo hump oluşur. Burada insulin salınımını arttırıcı<br />

etkisi de rol oynar.<br />

• Adipoz dokunun insuline olan sensitivitesini azaltır.<br />

• Yağ asidi oksidasyonunu arttırarak ketojenik etki gösterir.<br />

• Glukokortikoidler iştah artışına neden olur.<br />

Hematopoetik etkiler; Kemik iliğinde hemoglobin, eritrosit, trombosit, nötrofil<br />

sayışı artar. Bazofil, eozinofil ve lenfosit sayısı azalır.<br />

Kardiyovasküler etkiler; Damar düz kası ve kalbin adrenerjik uyarma cevabını<br />

arttırırlar.<br />

Çizgili kasa etkisi: Fizyolojik dozda kas aktivitesine olumlu etkileri vardır. Ancak<br />

yüksek dozda kas yıkımına neden olduğu için olumsuz etkisi vardır.


140<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ARAŞİDONİK ASİT MEKANİZMASI


141<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Kemik ve kalsiyum metabolizmasına etkileri<br />

• Kalsiyumun barsaktan absorbsiyonunu azaltır, böbrekten atılımını<br />

arttırırlar.<br />

• Fosfatın böbreklerde reabsorbsiyonunu azaltırlar.<br />

• Kemik matriks sentezini inhibe ederler. Osteoklastik etki yaparlar. Uzun<br />

süreli tedavide osteoporoz olur.<br />

Böbreklere etkisi<br />

• Glomeruler filtrasyon hızını ve serbest su klirensini artırırlar.<br />

• Ürik asit atılımını arttırırlar.<br />

• Mineralokortikoid benzeri aktiviteye sahiptirler. Yani Na+ tutup K+<br />

sekrete ederler.<br />

MINERALOKORTIKOIDLERIN ETKILERI (TUS,-EYLÜL’88)<br />

• Ter bezi, gastrointestinal sistem, tükrük bezleri ve böbreklerde Na tutulmasına<br />

K veya H’ nin sekresyonunun artmasına neden olur. Na reabsorbsiyonu ile<br />

extraselüler sıvı hacmini arttırır bu da böbrek kan akımını arttırıp renin salınımını<br />

inhibe eder.<br />

• Asit-baz dengesine K + ve H + sekresyonu ile etki eder.


142<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ADRENAL MEDULLA<br />

• Crista nöralisten köken alan hücrelerden oluşmuştur. Sempatik sistemin bir üyesi<br />

sayılabilir. Adrenal medulladaki hücreler presinaptik sempatik lifler alırlar. Bu<br />

sinapslarda asetilkolin fonksiyon görür.<br />

• Adrenal medulladan katekolaminler salgılanır. Adrenal medulla salgısının %80’I<br />

adrenalin %20’si noradrenalindir.<br />

• Adrenal medullaya kan ya adrenal kortexten geçerek dolaylı yolla yada medullar<br />

arterlerle direk yolla gelir.<br />

• Adrenal medulla hücrelerinde katekolaminler granüllerde depolanırlar. Bu<br />

granüllerde katekolamin-lerden başka Beta-hidroksilaz, ATP, kromogranin ve<br />

enkefalinler vardır.<br />

KATEKOLAMINLER<br />

Katekolaminler sentezi<br />

• Dopamin beta hidroksilaz enzimi granüller içinde bulunur. O nedenle<br />

dopamin aktif taşıma ile granüllere geçer ve burada norepinefrine<br />

dönüşür.<br />

• Dopamin beta hidroksilaz dışındaki enzimler sitoplazmiktir. Norepinefrin<br />

sitoplazmaya geçer ve sitoplazmada FNMT ile adrenaline dönüştürülür.<br />

TUS<br />

• KAtekolamin sentezinde hız kısıtlayan basamak tirozin hidroksilazın katalize<br />

ettiği basamaktır.<br />

• Fenil etanolamin -N- metil transferaz (FNMT) enziminin aktivitesi<br />

glukokortikoidlerle arttırılır. Bu enzim sadece adrenal medullada ve bir<br />

miktarda toraks ve abdomendeki kromaffin hücrelerde bulunur. O nedenle<br />

sempatik sinirlerde adrenalin sentezlenmez. Adrenerjik sinirlerde sadece<br />

DOPA ve norepinefrin yapılır.<br />

ERKEK ÜREME SİSTEMİ<br />

• Erkek üreme sistemi testisler, genital boşaltma kanallan, bunlara açılan bezler ve<br />

penisten oluşur.<br />

TESTISLER<br />

• Görevi hormon ve spermatozoa üretmektir. Parankimini seminifer tübüller ve<br />

interstisiyel hücreler oluşturur.<br />

Seminifer tübüller<br />

• Seminifer tübül epiteli spermatogenik seriye alt hücreler ve sertoli<br />

hücrelerinden oluşur. Seminifer tübüllerde spermatogenez oluşur.<br />

Spermatogenesis<br />

• Primitif hücreler olan spermatogonium A’lar mitoz ile spermatogonium A<br />

serilerini oluşturur. Bunların bir kısmı daha sonra spermatogonium B’lere<br />

farklanırlar. Farklanmayan spermatogonium-A’lar kök hücre olarak işlev<br />

görürler. Spermatogonium B’ler mitozla bölünerek primer spermatositleri<br />

oluştururlar. Primer spermatositler l. mayoza girerler ve sekonder


143<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

spermatositleri oluştururlar. Bunlarda 2. mayoza girerler ve sonuçta haploid<br />

kromozom içeren spermatidleri oluştururlar.<br />

• Spermatidler spermiogenesis denen bir farklanma ile spermatozoonlara<br />

(spermiumlara) dönüşürler.<br />

• Spermatogoniumdan spermatid oluşumuna kadar geçen süre 64 gündür.<br />

Her bir spermatogonium A hücresinden 64 sperm hücresi oluşur.<br />

Sertoli hücreleri<br />

• Bazal laminaya oturan ve bölünmeyen hücrelerdir. Spermatogenik seriye<br />

göre daha dayanıklıdırlar. Bu hücreler arası sıkı bağlantılar kan testis<br />

bariyerini oluşturur. Ayrıca sertolideki sıkı bağlantılarla seminifer epitel<br />

bazal kompartman ve adluminal kompartman olarak ikiye ayrılmıştır.<br />

Sertoli hücresinin görevleri:<br />

• Birbirine köprülerle bağlı spermatogenik hücreler sertoli hücrelerince<br />

desteklenirler.<br />

• Spermatogenik seri hücrelerinin korunmasını ve beslenmesini sağlarlar.<br />

• Artıkları fagosite ederler.<br />

• Hormonal salgı yaparlar.<br />

Sertoli hücresinin salgı fonksiyonu TUS<br />

• Antimüllerian hormon salınımı: Fetal hayatta müller kanalının<br />

gerilemesini sağlar.<br />

• Inhibin: FSH salınımını inhibe eder.<br />

• Androjen bağlayıcı protein: Testosteronu bağlayarak testis içinde dolaşıma<br />

göre daha yüksek konsantrasyonda testosteron bulunmasını sağlarlar.<br />

• Östradiol: Erkeklerde östradiol yapımının olduğu hücrelerden biride<br />

sertolidir.<br />

SPERMATOGENEZ EVRELERİ<br />

Spermiogenez Hücre Tipi Kromozom Soyo;<br />

DNA miktarı<br />

Mayoz<br />

Spermatositogenesis<br />

Tanımlama<br />

Sperm (23,1N) Yeni oluşmuş hareketsiz spermler<br />

Epididimisde hareket yeteneği kazanırlar.<br />

Fertilizasyonun başarılı olabilmesi için kadın<br />

genital organında kapasitasyon yapmalı<br />

Spermatid (23,1N) Sperm oluşturmak için spermiogenezise girer<br />

Sekonder<br />

spermatosit<br />

Primer<br />

spermatosit<br />

Tip B<br />

Spermatogonia<br />

Tip A<br />

Spermatogonia<br />

(23,1N)<br />

(46,2N)<br />

(46,2N)<br />

(46,2N)<br />

4 spermatid oluşturmak üzere birkaç saat<br />

içinde mayoz II tamamlanır<br />

22 günlük profaz safhası içerir. Bu sırada nükleer<br />

kromatin paternlerinin değişimleri tamamlanabilir.<br />

Leptoten (Uzun ince, DNA zinciri) zigotlen(sinaps<br />

oluşur) Pakiten (kısa, kalın sarmal, DNA) ve<br />

diploten (kromozomlar ayrılır)<br />

Mayoz I’e girer. Primer spermatosit oluşturulur.<br />

(DNA replike olur)<br />

Başka TipA veya Tip B spermatogonia oluşturmak<br />

üzere mitoza girer<br />

ID:03t053


144<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

ANDROJENLERİN ANDROJENİK POTANSİYELLERİ<br />

Androjen Potensi Over Kaynağı Adrenal Periferal dönüşüm<br />

DHEAS 1 %0 %100 %0<br />

DHEA 3 %10 %90 %0<br />

Androstenedion 10 %45 % 45 %10<br />

Testosteron 100 %25 %25 %50<br />

DHT 200 %2 %2 %96<br />

Leydig Hücreleri<br />

• Seminifer tübullerin arasını dolduran bağ dokuda kapillere yakın yerleşim<br />

gösteren hücrelerdir. LH etkisi ile testesteron salğısı yaparlar. (TUS-<br />

Nisan’94) Fetal hayatta aktiftirler ancak daha sonra gerilerler. Pubertede<br />

LH salınımı ile tekrar aktivite kazanırlar.<br />

ANDROJENLER<br />

• Testisten salınan androjenler testosteron, dihidrotesteron ve androstenediondur.<br />

Testistede androjen sentezi adrenal kortexteki gibi olur.<br />

• Sentez progesteron üzerinde de yapılabilir ancak tercih edilen yol pregnenolon<br />

üzerindedir.<br />

• 20-22 desmoloz enzimin katalize ettiği basamak hızı sınırlayan basamaktır ve<br />

bu enzimin aktivitesi LH tarafından arttırılır.<br />

• Plazmadaki progesteron üzerinden de yapılabilir ancak tercih edilen<br />

yol pregnenolon üzerindedir.<br />

• 20-22 desmolaz enziminin katalize ettiği basamak hızı sınırlayan basamaktır<br />

ve bu enzimin aktivitesi LH tarafindan arttırılır.<br />

• Plazmadaki testosteronun %85’i testislerden gelir.<br />

• Testosteron testislerde depolanmaz. Sentezden hemen sonra salınır.<br />

Salınan testesteron %97-99 oranında plazma proteinlerine bağlanır.<br />

• Testosteron en çok sex hormonu bağlayan globüline bir miktarda albumine<br />

bağlanır.<br />

Androjenlerin Yıkımı<br />

• Yıkım esas olarak karaciğerde olur. Testosteron önce androstenedion’a<br />

çevrilir daha sonra bundan androsteron ve ondanda etiokonolon oluşur.<br />

Bunlarda glukronat ve sülfat ile konjuge edilerek idrarla atılırlar. Idrardaki<br />

17 ketosteroidlerin %30’u testosteron kaynaklıdır. % 70’i ise adrenal kortex<br />

androjenlerinin yıkımı ile oluşur. O nedenle idrar 17 ketosteroid düzeyi<br />

testis fonksiyonunu tam olarak yansıtmaz.<br />

• Androjenler adipoz doku, meme, karaciğer ve beyinde aromataz<br />

ile östrojenlere dönüşür. Testosterondan östradiol, androstenediondan<br />

östron sentezlenir. Dehidrotestosteron östrojenlere dönüşmez. Erkeklerde<br />

östrojenin en büyük kaynağı bu dönüşümdür.<br />

• Testosteronun dihidrotestosterona dönüşmesi bir yıkım olayı değil<br />

aksine aktivasyon olayıdır. Dihidrotestosteron testosterona göre birkaç<br />

kat fazla biyolojik aktivite gösterir. Bu dönüşüm 5 alfa redüktazla sağlanır<br />

ve bu enzim en fazla genital organların derisindedir. 5 alfa redüktaz<br />

enzimi karaciğer, deri, prostat, seminal veziküller ve epididimiste vardır.<br />

TUS Plazma dihidrotestosteronunun %20 kadarı testis kaynaklıdır.


SPERMATOGENEZIN DÜZENLENMESI<br />

145<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Spermatogenezi birçok hormon kontrol eder.<br />

• Testosteron: Spermatogenezi stimule eder. Ancak yüksek konsantrasyondaki<br />

testosteron gonadotropin salınımını inhibe ederek ve östrojenlere dönüşerek<br />

spermatogenezi inhibe eder. Testosteron, spermatogenezin olabilmesi için<br />

testis içinde yüksek düzeyde olmalıdır.<br />

• Östrojenler: Spermiasyonda rol alırlar.<br />

• FSH ve LH (TUS-Eylül’90): FSH sertoli hücrelerini LH’da leydig hücrelerin<br />

uyararak spermatogeneze yardımcı olur.<br />

• Inhibin, kadında overde granüloza testis sertoli hücrelerinden salınarak FSH’yı<br />

inhibe eder.<br />

• Growth hormon (Büyüme hormonu ): Spermatogenezi hızlandırır. Eksikliğinde<br />

spermatogenez bozulur.<br />

• Dihidrotestosteron spermatogenez için gerekli bir hormon değildir.<br />

• Spermatogenezin artması FSH salınımını feed-back olarak inhibe eder.<br />

Androjen salınımın kontrolü<br />

• Androjenlerde kortizol gibi günlük ritm gösterirler.<br />

• Hipotalamustan salınan GnRH, hipofizden LH ve FSH salınımını arttırır.<br />

LH androjen sentezini stimule eder. Testosteron ve dihidrotestosteron<br />

GnRH salınımını inhibe eder.<br />

• Testosteron ayrıca LH salınımını direk feed-back ile inhibe eder.<br />

• Testosteron FSH salınımını inhibe etmez.<br />

Androjenlerin etkileri<br />

• Fetal hayatta testosteron; epididimis vas deferens ve seminal veziküllerin<br />

gelişimi için gereklidir. Dihidrotestosteron fetal hayatta penis, penil üretra,<br />

prostat ve skrotum gelişimi için gereklidir. O nedenle 5 alfa redüktaz<br />

eksikliğinde erkek dış genital organlarında bozukluklar oluşur.<br />

TUS<br />

• Pubertede sekonder sex karakterlerinin çoğundan ve akneden<br />

dihidrotestosteron sorumludur. Dihidrotestosteronun erişkindeki görevi<br />

prostat sekresyonunun kontrolüdür.<br />

• Testosteron larinxte hipertrofiye neden olarak ses kalınlaşmasına neden<br />

olur.<br />

• Androjenler axiller, pubik kıllanma ve sakal, bıyık çıkmasına neden<br />

olurlar.<br />

• Testosteron pubertede hızlı büyümeyi sağlar.<br />

• Protein sentezini arttırır, pozitif nitrojen dengesi sağlarlar. Kas kitlesinde<br />

artışa neden olurlar.<br />

• Ca++, Na+, K+, Cl- ve fosfat retansiyonuna neden olurlar.<br />

• Kemik matriksini arttırır, epifiz plaklarının kapanmasına neden olur.<br />

• Testosteron eritropoezi ve trombosit agregasyonunu attırır.<br />

• Testosteron normal spermatogenez ve fetal hayatta penis, seminal vezikül<br />

gibi organların gelişmesi için gereklidir.<br />

• Androjenler libidodan sorumludur.


146<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Prostat bezi<br />

• Sitrik asit, fibrinolizin, Ca, asit fosfataz, çinko salgılar. Alkali bir salgısı<br />

vardır.<br />

Seminal vezikül<br />

• Fibrinojen, fruktoz ve diğer besleyici maddeler, prostoglandinler, askorbik<br />

asit ve fosforil kolin içeren salgı yapar. Semen hacminin çoğu seminal<br />

veziküllerden gelir. Alkali bir salgısı vardır.<br />

Epididimis<br />

• Spermiumların hareket yeteneğini kazandığı ve depolandığı yerdir.<br />

KADIN ÜREME SİSTEMİ<br />

• Kadın üreme sistemi ovaryum, fallop tüpleri, uterus, vajen ve dış genital organlardan<br />

oluşur.<br />

OVARYUMLAR<br />

• Görevi ovum ve steroid hormonları üretmektir. Medulla ve kortex olarak iki<br />

kısımdan oluşur. Kortex, ovaryum folikülleri ve fibroblast benzeri hücrelerden<br />

oluşan stromadan oluşur. Medulla damarlardan zengindir, elastik lifler, kas<br />

hücreleri ve fibroblastlardan oluşmuştur. Ovaryum stromasına dağılmış<br />

interstisiyel hücreler vardır. Bu hücreler teka internadan köken alır.<br />

• Oogenez: Doğum öncesi ve doğum sonrası diye ikiye ayrılır.<br />

Doğum öncesi dönem<br />

• Vitellus kesesinde oluşan ilkel cins hücreleri dişi gonada ulaşırlar ve<br />

oogoniumlara farklanırlar. 3. ayın sonunda oogoniumlar yassı epitel<br />

hücreleri ile çevrilirler. Bir kısım oogoniumlar mitoz ile bölünmeye<br />

devam ederken bir kısımda büyüyerek primer oositi oluşturur. 5. ayda<br />

üreme hücresi sayısı maksimuma (6-7 milyona) ulaşır. Daha sonra<br />

primer oositlerin bir kısmı ve oogoniumlar geriler, 8. ayda oogoniumların<br />

hepsi dejenere olur. Hayatta kalan primer oositler DNA’larını replike<br />

ederler ve l. mayozun profazına girerler. Primer oosit ve çevresindeki yassı<br />

epitelin oluşturduğu yapıya primordial folikül denir.<br />

OVEYYAN FOLLİKÜL GELİŞİMİ<br />

Follikül evresi Dosit Follikül Hücreler Tekal hücreler<br />

Primordial<br />

Follikül<br />

Primer follikül<br />

Seconder follikül<br />

↓FSH bağımlı<br />

Graaf follikül<br />

Primer oosit (46,4N) Mayoz I’in<br />

profaz evresinde bekler<br />

Primer oosit (46,4N) Mayoz I’in<br />

profaz evresinde bekler<br />

Primer asit (46,4N) Mayoz I’in<br />

profaz evresinde durmuş zona<br />

Pellucida mevcuttur.<br />

Sekonder oosit (23,2N) Mayoz<br />

II’nın metafaz evresinde bekler<br />

Squamoz hücreler tek<br />

tabaka<br />

Granüloza hücreleri tek tabaka<br />

Granüloza hücreleri çok<br />

katlı, teka internadan salınan<br />

andojenlerden östrojen<br />

sentezler (aromataz) FSH ve<br />

LH reseptörleri mevcut<br />

Fibroblast<br />

Fibroblast<br />

Teka interna:<br />

Androjen sentezi<br />

LIT reseptörünü<br />

mevcut Teka<br />

externa: Fibröz ve<br />

vasküler<br />

ID:03t052


147<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Doğum sonrası dönem<br />

• Primer oositler doğum sonrasında folikül hücreleri tarafından salınan oosit<br />

olgunlaşmasını inhibe eden faktör (OMI) tarafından pubertenin başlamasına<br />

kadar inhibe edilirler. Puberteye kadar bunlardan çoğu atrezik hale gelir<br />

ve puberte başlangıcında 400 bin tanesi kalır.<br />

UTERUS<br />

• Üç tabakadan oluşur. Endometrium, myometrium ve perimetrium.<br />

• Perimetrium uterusu saran bağ dokudur. Myometrium düz kasların yaptığı<br />

tabakadır. Endometrium uterusun mukoza tabakasıdır.<br />

• Endometrium zigotun implantasyonu için ortam hazırlar ve plasentanın<br />

anneye ait kısmını oluşturur. Endometriumun varlığı için östrojen gereklidir.<br />

En-dometrium yapı bakımından iki tabakada incelenir.<br />

Endometrium bazalis: Endometrium mukozasının 1/3 bazalindeki<br />

kısımdır. Kanlanması düz arterlerle olur. Görevi menstruasyon siklusu ile<br />

dökülen endometrium fonksiyonalisin yerine konmasıdır.<br />

Endometrium fonksiyonalis: Mukozanın 2/3 üst kısmında yer alır. Kanlanması<br />

spiral arterlerle olur. Menstruasyon siklusunda dökülen kısımdır.<br />

OVERLERIN REGÜLASYONU VE MENSTRUEL SIKLUS<br />

A. OVERLERIN REGÜLASYONU<br />

1. Hipotalamik kontrol - GnRH<br />

• Erkeklerde olduğu gibi pulsatil GnRH ön hipofizi stimüle ederek LH ve FSH<br />

sekresyonunu sağlar.<br />

2. Ön hipofiz-FSH ve LH<br />

• Aşağıdakileri stimüle ederler.<br />

a. Steroidogenez (Over follikülü ve corpus luteumda)<br />

b. Antral safhanın ötesinde folliküler gelişim<br />

c. Ovulasyon<br />

d. Luteinizasyon<br />

3. Negatif ve pozitif feedback kontrol-östrojen ve progesteron<br />

B. ÖSTROJENIN OVER ÜZERINE ETKILERI (TUS-Eylül’88)<br />

1.FSH ve LH sekresyon üzerine hem negatif hem de pozitif feedback etkileri<br />

mevcuttur.<br />

2.Fallop tüpleri, uterus. serviks ve vajinanın matürasyon ve stabilizasyon<br />

sağlar.<br />

3. Kadın sekonder seks özelliklerinin pübertede gelişimi için gereklidir.<br />

4.Memelerin gelişimi için gereklidir.<br />

5. Kendi reseptörlerini, LH ve progesteron reseptörlerini upregüle ederler.<br />

6. Granüloza hücrelerinin proliferasyon ve gelişimi için gereklidir.<br />

7. Gebeliğin devam etmesini sağlar.<br />

8. Gebelik süresince kontraktil stimuluslar için uterus eşiğini düşünür.<br />

9. Prolaktin sekresyonunu stimüle eder (fakat daha sonra onun meme<br />

üzerindeki etkisini bloke eder).


148<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

C. PROGESTERONUN OVER ÜZERINE ETKILERI<br />

1. FSH ve LH sekresyonu üzerine negatif feedback etkisi vardır.<br />

2. Luteal faz süresince uterusun sekretuar aktivitesinin devamını sağlar.<br />

S. Gebeliği devamım sağlar.<br />

4. Gebelik esnasında kontraktil stimuluslar için uterus eşiğini yükseltir.<br />

5. Memelerin gelişiminden sorumludur.<br />

ÖSTROJENLER<br />

• Östradiol, östriol ve östron olarak 3 östrojen vardır.<br />

• Östradiol: En aktif östrojenik hormondur ve overde granüloza hücrelerinden<br />

salgılanır. Kadınlarda östradiolün hemen tamamı overlerden salgılanır.<br />

• Östriol: En zayıf östrojenik hormondur. Karaciğerde östradiol ve östrondan<br />

sentezlenir. Gebelik sırasında plasentadan salınan başlıca östrojenik hormondur.<br />

Plasentada az miktar östradiol ve östronda sentezlenir.<br />

• Östron: Overden salınır ve zayıf östrojenik aktivite gösterir. Bir miktarda<br />

adrenal kortexten salınan androstenedionun periferal dönüşümünden<br />

oluşur.<br />

• Postmenapozal kadınlarda başlıca plazma östrojeni östrondur ve sentezi<br />

androstenedionun periferde aromatazla dönüşümü ile sağlanır.<br />

Overlerden östrojen salınımının kontrolü<br />

• GnRH hipotalamustan salınır ve hipofizden FSH ve LH salınımını<br />

arttırır.<br />

• LH teka hücelerinde 20-22 desmolaz enzimini aktive ederek androjen<br />

sentezini artırır.<br />

• FSH granülosa hücrelerinde aromataz aktivitesini attırarak androjenden<br />

östrojen yapımını arttırır.<br />

• Foliküler ve luteal fazda östrojen FSH ve LH salımmını inhibe eder.<br />

Ancak siklus ortası dönemde pozitif feedback etki ile LH salımmını ve<br />

daha az miktarda FSH salınımını arttırır.<br />

• FSH granüloza hücrelerindeki LH reseptör sayısını arttırır.<br />

• Granüloza hücrelerinden salgılanan inhibin FSH salınımını inhibe<br />

eder, aktivin FSH salınımını arttırır (TUS-Nisan’92).<br />

Östrojenlerin etkileri<br />

• Östrojenler endometriumda proliferasyonu ve vaskülarizasyonu<br />

arttırır.<br />

• Myometriumda kontraktil protein sentezini arttırarak kasılmaya neden<br />

olurlar. Ayrıca östrojenler myometriumun oksitosine olan duyarlılığını<br />

arttırır.<br />

• Gebelikte özellikle östradiol annenin üreme organlarının<br />

büyüme ve gelişmesine neden olur.<br />

• Servixten viskozitesi düşük bol mukus salgılanmasını sağlar.<br />

• Fallop tüplerindeki kirpiksi epitelin motilitesini arttırır.<br />

• Vajinanın kübik epitelini çok katlı yassı epitele dönüştürür.<br />

• Sekonder sex karakterlerinin oluşumuna neden olur. Pubertal<br />

kızlarda pubik ve aksiller kıllanmadan, östrojenden çok<br />

adrenal korteksten salınan androjenler sorumludur.


PROGESTERON<br />

149<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Pubertede büyüme sıçramasını sağlar.<br />

• Epifiz plaklarının kapanmasına neden olur. Bu etkisi<br />

testosterondan daha güçlüdür.<br />

• Meme duktuslarının gelişimini sağlar. Asinilerde progesteron ile<br />

sinerjist etki ederek büyümeyi sağlar.<br />

• Prolaktin salınımını hamilelikte stimule eder. Ancak prolaktinin meme<br />

bezlerinden süt salınımına neden olan etkisini inhibe eder.<br />

• Deride yağ dokuyu, vaskülariteyi ve kanlanmayı arttırarak sıcak<br />

olmasını sağlar. TUS<br />

• Su ve tuz tutulmasına neden olur.<br />

• Faktör 2,7,9 gibi pıhtıtaşrna faktörlerinin sentezini artırarak<br />

hiperkoagulabiliteye neden olur.<br />

• Karaciğerden taşıyıcı globulinlerin ve anjiotensinojenin sentezini<br />

arttırır.<br />

• HDL yapımını arttırıp LDL yapımını azaltarak atherosklerozu önler.<br />

• Hücrelerde antiinsülin etki yaparak glikozun kullanımını önlerler.<br />

• Osleoblastik okliviteyi arttırır ve osteoporozu önler. TUS<br />

• Kadın genital organlarının fetusta gelişmesi overlerden bağımsızdır.<br />

• Östrojen etkisindeki bir kadında vagende superficial hücreler hakimdir<br />

ve yaymada da en çok görülen hücrelerdir. Östrojen etkisinde vajen<br />

epiteli proliferasyona uğrar ve glikojenden zengin hale getirir.<br />

Progesteron etkisi hakim olduğunda ise hücre kenarlarında kırılma<br />

(navikuler hücre) karakteristiktir ve daha çok intermedier hücreler<br />

hakimdir.<br />

• Progestinlerin en önemlisi progesterondur. Diğer bir progestin hormonda 17<br />

alfa hidroksi progesterondur. Hamile olmayan bir kadında progesteron<br />

böbrek üstü bezi ve overlerden salınır. Luteal fazda progesteron’un korpus<br />

luteumdan salınımı artar. Hamile bayanlarda plesentada da büyük miktarlarda<br />

progesteron yapılır.<br />

• Steroid sentezi yapılan tüm dokularda ara ürün olarak progesteron yapılır.<br />

• Salgılanan progesteron plazmada transkortin ve albumine bağlanarak taşınır.<br />

Progesteronun artması serbest kortizolün kanda artmasına neden olur.<br />

• Progesteron karaciğerde pregnandiole dönüşür. Buda glukronik asitle<br />

konjuge olarak idrarla atılır. TUS<br />

Progesteron salınımının kontrolü<br />

• FSH progesteron salınımını uyarır.<br />

• Progesteron GnRH salınımını feedback olarak inhibe eder.<br />

• Östrojenler progestronun etkilerini artırırlar. Ancak progesteron<br />

antiöstrojenik etki gösterir. Hem östrojen reseptör sayısını azaltır hemde<br />

östradiolün östrona dönüşmesini sağlayan 17 beta hidroksisteroid<br />

dehidrogenazı aktive eder.<br />

• Hamilelikte sekretuar endometriumu desiduaya dönüştürür.<br />

• Myometriumun düz kas hücrelerini inhibe ederek gevşetirler.<br />

• Myometriumu oksitosinin etkisine duyarsızlaştırır.


150<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Memede lobul ve alveol gelişimini arttırırlar.<br />

• Progesteron termojenik etkilidir ve bazal vücut ısısında 0.5 oC kadar<br />

artış yapar.<br />

• Progesteron aldesteronu antagonize ederek natriürezis’e neden olur.<br />

TUS<br />

• Progesteron solunumu stimule eder.<br />

• Zigot implantasyonu için T lenfositleri baskılar ve fetüsü korumada<br />

immun supresif etki gösterirler.<br />

• Hamilelikte progesteronun llk trimesterdeki ana kaynağı korpus<br />

luteum’dur. Ancak 2. ve 3. trimesterde ana kaynak plasentadır. Hamilelik<br />

boyunca östrojen ve progesteron giderek artar.<br />

• Fetüs plasentadan salgılanan progesteron kortizol ve aldosterona<br />

dönüştürülür. Fetüs kortikosteroid sentezi için gebeliğin erken<br />

dönemlerinde plasental progesterona ihtiyaç duyar. Çünkü 3-beta<br />

hidroksisteroid dehidrogenaz enzimi çalışmaz. TUS<br />

PLASENTA HORMONLARI<br />

• Plasentadan Östrojenler, progesteron, hCG ve HPL (Hu-man plesental laktojen)<br />

salgılanır.<br />

• Gebelikte başlıca östrojen östrioldür. Plasentada sentez edilen Östrojenler<br />

fetüs böbrek üstü bezinden salgılanan DHEA ve DEHA- sülfatın dönüşümü ile<br />

oluşurlar o nedenle fetüs ölümünde plazma östriol konsantrasyonu düşer.<br />

• Progesteron, anne korüzolünden plesentanın trofoblast tabakasında sentezlenir.<br />

Fetusten bağımsız olduğu için fetüs ölümünde plazma düzeyleri değişmez.<br />

hCG (Human koryonik gonadotropin)<br />

• Insanlardaki en büyük aktif peptid hormondur. Fertilizasyondan 6-8 gün<br />

sonra anne kanında saptanmaya başlar. Plasentada sinsityotrofoblastlarda<br />

sentezlenir. Hamileliğin dokuzuncu haftasında pik yapar daha sonra azalır<br />

LH benzeri etkileri vardır.<br />

Etkileri<br />

- Menstruasyon korpus luteumunu, gebelik korpus luteumuna<br />

dönüştürür.<br />

- Fetusta testisten testosteron salınımını uyanr.<br />

HPL<br />

• Gebelik süresince salınımı giderek artar. Büyüme hormonu ve prolaktin<br />

benzeri etkileri vardır. Annede glikoz kullanımını azaltarak fetus için<br />

daha fazla glikoz sağlar.<br />

PANKREASIN ENDOKRİN FONKSİYONLARI<br />

• Pankreas endokrin dokusu langerhans adacıklarında yerleşmiştir. Bu adacıklardan<br />

4 hormon salınır.<br />

• Insulin: Beta hücrelerinden salgılanır. Adacık hücrelerinin yarısından fazlasını beta<br />

hücreleri oluşturur.


151<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Glukagon: Alfa hücrelerinden salgılanır. Adacık hücrelerinin dörtte biri alfa<br />

hücreleridir.<br />

• Somatostatin: Delta hücrelerinden salgılanır.<br />

• Pankreartik polipeptid: PP hücrelerinden salgılanır.<br />

• Bu hücreler arasında gap junctionlar bulunur. Bu yolla adacık hücreleri birbirleriyle<br />

kolayca iletişim kurarlar. Ayrıca hormonlar parakrin etkileşme gösterirler.<br />

• Langerhans adacıkları toplam pankreas dokusunun %2-3’ünü yaparlar.<br />

INSÜLIN<br />

• Preprohormon olarak sentezlenir. Sonra pre kısmını kaybeder ve golgiden<br />

veziküllere alınır. Veziküllerde C peptid denen kısma ve aktif insulin kısmına<br />

ayrılır. Insulin birbirine bir disülfid bağıyla bağlı iki aminoasit zincirinden oluşur.<br />

Normalde beta hücre salgısının %95’ini insulin, %5’ini proinsülin oluşturur.<br />

• Insulin salınımında Ca ++ kanalları açılır ve hücre içi Ca ++ artışı insulin<br />

salınımına neden olur.<br />

• Insulin plazmada monomer olarak taşınır.<br />

• Insulin, reseptörüyle bağlanıp hücre içine alınarak yada karaciğerde yıkılarak<br />

kandan uzaklaştırılır. Insulinin plazma yan ömrü 5 dakikadır.<br />

Insulin salınımının düzenlenmesi (TUS-Eylül’96,Eylül’97)<br />

• Insulin salınımını düzenleyen ana faktör kan glikoz düzeyidir. Kan glikozu<br />

80-90 mg/dl üstündeyken insulin salınımı artmaya başlar.<br />

LANGERHANS ADACIKLARINDA HORMON SALINIMI<br />

Hücre tipi Hormon Hormonal fonksiyon<br />

A<br />

B<br />

D<br />

Glukagon<br />

Insülin<br />

Somatostatin<br />

F Pankreatik polipeptid Iyi bilinmiyor.<br />

Çeşitli dokulara etkiyerek glikojen ve yağda depolanan enerjiyi<br />

glikojenoliz ve lipoliz yolu ile açığa çıkarır. Kan glukoz düzeyini<br />

artırır.<br />

Çeşitli dokulara etkiyerek besin fazlalığında enerji<br />

depolanmasına yol açar. Kan glukoz düzeyini azaltır.<br />

Lokal parakrin etkisiyle diğer adacık hücre hormonlarının<br />

salgılanmasını inhibe eder.<br />

ID:02t055<br />

INSÜLİN SEKRESYONUNUN REGÜLASYONU<br />

Artmış insülin sekresyonunun nedenleri<br />

Artmış kan glukozu<br />

Artmış amino asitler (arjinin, lizin, lösin)<br />

Artmış yağ asitleri<br />

Glukagon<br />

GIP<br />

Ach<br />

GH, kortizol<br />

Insulin sekresyonunu azaltan faktörler<br />

Azalmış kan glukozu<br />

Somatostatin<br />

Nörepinefrin epinefrin<br />

(alfa reseptörler)<br />

ID:02t047


152<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Insulin salınımı iki aşamalıdır. Birinci aşamada depolar boşalır ve hızlı bir<br />

insulin salınımı olur. Ikinci aşamada ise hem yeni sentez edilen hemde<br />

depolanan insulin salınımı olur ve daha uzun sürer.<br />

• Aminoasitlerin kanda artışıda insulin salınımına neden olur. En fazla<br />

insulin salınımına neden olan aminoasit arjinin daha sonra lizin ve lösindir.<br />

Aminoasitler glikozun insulin salıcı etkisini kuvvetlendirirler.<br />

• Yağ asitlerinin kanda artışıda insulin salınımını artırır.<br />

• Gastrointestinal hormonlar içinde en fazla insulin salınımına neden<br />

olan GIP’dir. Diğer stimulan hormonlar gastrin, sekretin ve CCK’dır.<br />

Gastrointestinal hormonlar nedeni ile ağızdan alınan glikoz ve aminoasitler<br />

intravenöz alınan glikoz ve aminoastlerden daha fazla insulin salınımına<br />

neden olur.<br />

• GH, glukagon, kortizol insulin salınımını arttırır. Somatostatin ise insulin<br />

salınımını inhibe eder. Adrenalin net etki olarak insulin salınımını azaltır.<br />

• Parasempatik uyarım insulin salınımını arttırır, sempatik uyarım ise azaltır.<br />

Dolaysıyla streste insulin artmaz.<br />

• Obesitede insulin reseptör sayısı azalır, açlıkta ise artar.<br />

Insulin’in etki mekanizması<br />

• Insulin reseptöri 2alfa ve 2beta alt üniteden oluşan bir tetramerdir. insulin<br />

alfa alt birimine bağlanır. Beta alt birim ise trozin kinaz aktivitesine sahiptir.<br />

TUS<br />

• Insulin reseptörüne bağlanınca reseptör önce kendini fosforiller daha sonra<br />

hücre içi proteinleri fosforiller.<br />

Insulinin etkileri (TUS-Eylül’87, Nisan’89, Eylül’99, Nisan’96,<br />

Nisan’00, Eylül’01)<br />

• Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi, kan glukozuna azaltıcı<br />

etkidir.<br />

• Hücrelere glikoz alımını ve glukojen sentetaz aktivitesini arttırır, glikojen<br />

fosforilazı inhibe eder. Bu yolla glikojen sentezini arttınr.<br />

• Insulin: Beyin hücrelerine ve eritrosite glikoz girişine etki etmez. Bunun<br />

haricindeki tüm dokulara glikoz girişini sağlar. (TUS-Nisan’90,Eylül’92)<br />

• Çizgili kas, myokard ve yağ hücrelerinde glikoz taşıyıcısını aktive ederek<br />

glikozun hücrelere alınmasını arttırır.<br />

• Insulin, glukokinaz, hekzokinaz, fosfofruktokinaz ve pirüvat kinaz enzimlerini<br />

uyararak glikolizi hızlandırır (TUS-Nisan’92).<br />

• Insulin glikoz 6 fosfataz, fruktoz 1.6 bisfosfataz, fosfoenolpirüvat<br />

karboksikinazı inhibe ederek glukoneogenezi inhibe eder (TUS-<br />

Nisan’89,Eylül’95).<br />

• Yağ metabolizmasına olan net etkisi plazma yağ asitlerini azaltıcı<br />

etkidir. (TUS-Nisan’92)<br />

• Bunu yağ asitlerinin oksidasyonunu azaltarak yapar. (TUS-Eylül’88)<br />

• İnsulin hormon duyarlı lipazı inhibe ederek lipolizi inhibe eder (TUS-<br />

Eylül’88).<br />

• Glikoliz aktivasyonu ile özellikle karaciğer hücrelerinde yağ asidi sentezini<br />

arttırır. Daha sonra karaciğer bunlardan trigliserit sentezler ve VLDL olarak<br />

kana verir.


153<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Insulin, lipoprotein tipazı aktive ederek dolasımdaki lipoproteinlerdeki yağ<br />

asidi ve gliserolün adipositlere geçmesini sağlar.<br />

• Adipositterde glikolizle gliserofosfat miktarını arttırır ve yağ asitleri<br />

ile gliserofosfatın birleşmesini sağlayarak lipogenez yapar. (TUS-<br />

Eylül’90,Eylül’96)<br />

• Dolaşımdaki yağ asitleri azaldığı için keton cisim yapımı azalır. Yani<br />

insülin anteketojenik etkilidir.<br />

• İnsulin protein metabolizmasına anabolik etki yapar ve kan aminoasit<br />

düzeyini azaltır.<br />

• Insulin hücrelere aminoasit alınmasını ve protein sentezini arttınr. Protein<br />

yıkımını azaltır.<br />

• Özellikle insülin valin lösin, izolösin gibi aminoasitlerin transportunu<br />

arttırır. O nedenle insulin eksikliğinde bu aminoasitlerin kan düzeyi<br />

artar.<br />

• Insulin K+’nın hücre içine girişini arttınr. O nedenle insulin azlığında<br />

hiperkalemi oluşur.<br />

INSÜLIN VE GLUKAGON<br />

Insülin<br />

•Adacık hücrelerinin yarısından fazlasını oluşturan beta hücrelerinden salgılanır. Prehormon olarak<br />

sentezlenir. •Insulin salınımında Ca ++ kanalları açılır ve hücre içi Ca ++ artışı insülin salımına neden<br />

olur.<br />

•Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glikozunu azaltıcı etkidir. Parasempatik uyarım insülin<br />

salınımını artırır. Sempatik uyarım ise azaltır.<br />

Glukagon<br />

•Adacık hücrelerinin dörtte biri kadar olan alfa hücrelerinden salgılanır glukagonun etkilerinin asıl yeri<br />

karaciğerdir.<br />

•Kanda amino asitlerin özellikle arjininin artması glukagon salınımını artırır. Sempatik sinir<br />

sistemi ve vagal uyarım glukagon salınımını artırır.<br />

•Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glukoz düzeyini arttırır. Ancak bu etkisini<br />

hücrelere glukoz alınmasını azaltarak yapmaz.<br />

Insulin ve glukagonun karşılaştırılması<br />

Sekresyon<br />

için stimulus<br />

Major etkiler<br />

Kan<br />

seviyeleri<br />

üzerine net<br />

etkileri<br />

Insulin (tirozin kinaz reseptörü)<br />

Artmış kan glukozu artmış aminoasitler,<br />

artmış yağ asitleri glukagon, GIP, Growth<br />

hormon, Kortizol<br />

Hücrelere glukoz alımını ve glikojen<br />

formasyonunu artırır. Glikojenoliz ve<br />

glukoneojenezi azaltır. Protein sentezini artırır.<br />

Yağ depolanmasını artırır ve lipolizi azalır<br />

hücreler K + alınımını artırır.<br />

[Glukoz] ↓<br />

[Aminoasit] ↓<br />

[yağ asiti] ↓<br />

[ketoasit] ↓<br />

Hipokalemi<br />

Glukagon<br />

(cAMP mekanizması)<br />

Azalmış kan glukozu<br />

artmış aminoasitler,<br />

CCK, nörepinefrin, epinefrin ve Ach<br />

Glikonenoliz ve glukoneojenez artar.<br />

Lipoliz ve ketoasit üretimi artar.<br />

[Glukoz] ↑<br />

[Yağ asiti] ↑<br />

[Ketoasit] ↑<br />

ID:02t056


154<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

GLUKAGON<br />

• 29 aminoasitlik polipeptid yapıda bir hormondur. Glukagonun etkilerinin primer<br />

yeri karaciğerdir.<br />

Glukagon salınımının düzenlenmesi<br />

• Glukagon salınımını düzenleyen majör faktör kan glikoz düzeyidir.<br />

Kan glikozu hipoglisemik değerlere geldikçe glukagon salınımı artar.<br />

Hiperglisemide ise azalır.<br />

• Kanda aminoasitlerin özellikle orjininin artması glukagon salınımını<br />

arttınr.<br />

• Insulin, somatostatin glukagon salınımını inhibe eder. CCK, GIR gastrin,<br />

adrenalin glukokortikoidler ve growth hormon glukagon salınımını<br />

arttırır.<br />

• Sempatik sinir sistemi ve vagal uyarım glukagon salınımını artırır<br />

Glukagonun etkileri (TUS-Eylül’87, Nisan’90, Eylül’01)<br />

• Karbonhidrat metabolizmasına olan net etkisi kan glikoz düzeyini arttırıcıdır.<br />

Ancak bu etkisini hücrelere glikoz alınmasını azaltarak yapmaz.<br />

TİP I VE TİP II DİABETES MELLİTUS’UN KARŞILAŞTIRILMASI<br />

Tip<br />

Tip I (İnsülin<br />

bağımlı)<br />

100m<br />

Tip II<br />

(insüline<br />

bağımlı<br />

olmayan)<br />

NIDOM<br />

Sık kullanılan<br />

Sinonimleri<br />

Juvenil<br />

başlangıçlı<br />

diabet; juvenil<br />

diabet; idopatik<br />

diabet<br />

Erişkin<br />

başlangıçlı<br />

diabetes;<br />

ketozrezistans<br />

diabet.<br />

Klinik<br />

Karakteristikleri<br />

Semptomlar ani başlar;<br />

20 yaşından genç<br />

hasta; kan insülin<br />

düzeyi azalmıştır;<br />

ketoidoz sıktır; Beta<br />

hücrelerine karşı<br />

antikorlar bulunur;<br />

otoimmün hastalıklarla<br />

birliktelik; insüline<br />

cevap verir; polifaji,<br />

polidipsi, poliüri<br />

Başlangıç 40 yaşından<br />

sonra; kan insülin<br />

düzeyleri orta<br />

derecede azalmıştır;<br />

ketoasidoz nadirdir;<br />

beta hücrelerine karşı<br />

antikor yoktur; insülin<br />

salınımı bozulmuştur;<br />

insülin-rezistanstır;<br />

insülin reseptör<br />

sayısı azalmışıtır;<br />

postreseptör sinyal<br />

iletimi bozulmuştur.<br />

Hastanın<br />

Kilosu<br />

Normal<br />

(veya gıda<br />

atımında<br />

artış<br />

olmasına<br />

rağmen kilo<br />

kaybeder)<br />

Hastaların<br />

%80'i<br />

obezdir.<br />

Herediter<br />

bileşen<br />

Aynı<br />

yumurta<br />

ikizlerinde<br />

%50<br />

konkordans<br />

vardır;<br />

hastalığın<br />

seyrinde<br />

çevresel<br />

faktörler<br />

önemlidir.<br />

Aynı<br />

yumurta<br />

ikizlerinde<br />

%90 - 100<br />

konkordans<br />

vardır.<br />

Langerhas<br />

Beta hücrelerinde<br />

azalma vardır;<br />

adacıklar atrofiye<br />

ve fibrotiktir.<br />

Betahücrelerinde<br />

küçük bir miktar<br />

azalma vardır;<br />

beta hücrelerini<br />

saran dokuda<br />

amilin bulunur.<br />

ID:03t076


155<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• Glukagon karaciğerde Insulinin uyardığı glikoliz enzimlerini inhibe<br />

eder. Ayrıca glukoneogenez enzimlerini aktive eder. Sonuç olarak<br />

glukoneogenezde artışa neden olur.<br />

• Glukagon karaciğerde glikojen fosforilazı aktive, glikojen sentetazı inaktive<br />

ederek glikojen yıkımını artırır. (glikojenoliz)<br />

• Glukagon, hormon duyarlı lipazı aktive ederek kanda serbest yağ asitlerinin<br />

artmasına neden olur. Karaciğerde artmış serbest yağ asitlerinden keton<br />

sentezlenir. Glukagon en önemli ketojenik hormondur. O nedenle insulin<br />

eksikliğinde keton artarak metabolik asidoza neden olabilir.<br />

• Glukagon aminoasit oksidasyonunu arttırarak üre oluşumunun artmasına<br />

ve protein sentezinin azalmasına neden olur.<br />

• Glukagon ve growth hormon hiperglisemi yaparlar. Somatostatin<br />

insülin salınımını inhibe eder. TSH, tiroid hormonları üzerinden glikolizi<br />

ve glukoneogenezi artırarak etki eder. Östrojenin ise protein ve yağ<br />

metabolizmasına etkisi olduğu halde insülin ve glukoz üzerinde etkisi<br />

yoktur. (TUS-Nisan’95)<br />

TİROİD BEZİ<br />

• Foliküller tek katlı epitelde döşelidir.<br />

• Folikül epitel hücreleri tiroid bezinin aktivitesine göre değişiklik gösterir. Tiroid<br />

inaktifken kolloidal madde bol ve etrafındaki hücreler yassıdır. Tiroid aktifken<br />

kolloid azalır hücreler silindirik olur ve hücrelerden kolloide uzanan<br />

rearbsorbsiyon bölgeleri oluşur.<br />

• Tiroid bezi tirozin aminoasidinin türevi olan ve iyodotroninler denilen iki hormon<br />

salgılar<br />

• Asıl salgılama ürünü 3.5.3’5.’ tetra iyodotironin (tiroksin, T4) ‘dir. Daha az olarak<br />

ta 3.5.3’triiodotironin (T3) dir.<br />

• Her ikisede tirozinin iyodinasyonuyla oluşur.<br />

• T3, T4’den yaklaşık 5 kat daha aktiftir.<br />

• T4, T3’den yaklaşık 15 kat daha fazla salgılanır.<br />

• Plazmadaki serbest T4’ün serbest T3’e oranı yaklaşık 2:1’dir.<br />

• T4 periferik dokularda bulunan monodeiyodinaz (5’-de iyodinaz) tarafindan T3 e<br />

dönüştürülür. TUS<br />

• Ters (reverse) 3.3.5’ triiodotironinde (rT3 ) 5 deiyodinaz tarafindan oluşturulan<br />

inaktif bir tironindir.<br />

TIROID HORMONLARI SENTEZI<br />

Iyot alımı<br />

• Iyot vücuda suyla veya besin maddeleri ile alınır. Günlük iyot ihtiyacı<br />

80 mikrogr’dır. Ama vücutta tiroidde 7500 mikrogr’lık kanda da 250 -<br />

750 mikrogr’lık depo iyot bulunur. Dışardan iyod alınmasa bile depolar 2<br />

ay yeter.<br />

• Günde vücuda diyetle 500 mikrogr iyod alınır.


156<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

• İyot, hem konsantrasyon gradienti hemde elektriksel gradientle hücre içine<br />

alınır. Buna iyot uptake denir. Na-K ATP az hücre içine iyot alınrnası için<br />

gereklidir. Na+ - K+ ATP’azı TSH aktive eder.<br />

• Tiyosiyonat, perteknikat, perklorat aktif iyot tutulmasını kompetitif olarak<br />

inhibe eder. Bu nedenle hormon yapılamaz.<br />

• Iyot folikül hücresine alındıktan sonra folikülin iç yüzüne gelir.<br />

Burada tiroid peroksidaz ile iyot sıfır değerlikli atomik hale getirilir.<br />

Tiroglobulin (TG)<br />

• Kolloid içinde TG vardır. Tiroid hormonlarının depo şeklidir. (TUS-<br />

Nisan’90)<br />

• TG tirozinlerin peptid bağlarıyla bağlanmasıyla oluşur. TG tiroid hücresinde<br />

sentezlenir. Iyot TG’nin 3 veya 5 pozisyonuna bağlanır. Bu durumda MIT<br />

(monoiyodotironin) veya DIT (Diiyodotironin) oluşur. Bu olaya organifikasyon<br />

denir.<br />

Hormon taşınması<br />

Plazma T4’ün yaklaşık %75’i tiroksin bağlayıcı globulin (TBG)<br />

tarafından bağlanır. %15 kadarı tiroksin bağlayıcı prealbumine bağlanır<br />

(TUS-Eylül’91).<br />

• T4’ün %10’u albümine bağlanır.<br />

• Plazma T4 ‘ünün %99.5’i plazma proteinlerine bağlıdır. Kalanı serbesttir.<br />

Bu kısım aktif hormonu yansıtır.<br />

• T3’ün %99,5’i TBG’ye bağlıdır: Kalanı serbesttir.<br />

• Çok az bir miktarı albümine bağlıdır. TBPA’ya hemen hemen hiç<br />

bağlanmaz.<br />

TIROID HORMONLARININ METABOLIZMASI<br />

• Tiroid hormonları deiyodinasyon, deaminasyon ve glukronik asid ile konjugasyon<br />

yapılarak metabolize edilir. Konjugat daha sonra safra ile atılır.<br />

• Normal bireyde T4 ve T3 esas olarak dışkı ile, az miktarda da idrarla atılır.<br />

TIROID FONKSIYONLARIN KONTROLÜ<br />

• Tiroid bezini uyaran ana faktör TSH’dır.<br />

• TSH’da primer olarak hipotalamusta yapılan TRH ile uyarılır.<br />

• Serbest T3 ve T4 feedback ile TSH düzeyinin azalmasına neden olur.<br />

• Ayrıca T4’ den T3’e dönüşen hormon miktarının artması TSH’yı baskılar.<br />

• Soğukta TRH yapımı artar.<br />

• Yüksek kalorili beslenme TRH-TSH aksını uyarır.<br />

• Somatostatin ve dopamin TSH yapımını önler.<br />

• Travma veya stresde yani kortizol fazla ise TSH azalır.<br />

• Östrojenler hamilelikte TBG’yI artırarak serbest hormon düzeyini azaltır.<br />

Dolayısıyla TSH’yı artırır.<br />

• Androjenler ve salisilatlar bağlanma oranını düşürür.<br />

• Iyot alınımında azalma olmuşsa T3 yapımı artar.<br />

• Açlıkla T3 yapımında azalma olur<br />

• Dışardan verilen iyot fazla ise fazla tiroid hormonu yapılır. Ancak iyot miktarı<br />

2 mg’ dan fazla ise hormon yapımı inhibe olur. Bu olaya Wolf Chaikoff etkisi<br />

denir.


157<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

TIROID HORMONLARININ ETKI MEKANIZMASI (TUS-EYLÜL’89,<br />

NİSAN’01)<br />

• T3, T4’e oranla 3-8 kez daha güçlü etkinlik gösterir.<br />

• Tiroid hormonları etkilerinin büyük kısmını hücre çekirdeğindeki reseptörler<br />

aracılığıyla genomik etki gösterir.<br />

• Tiroid hormonları, transkripsiyonu hızlandırarak özel mRNA ile protein sentezini<br />

artırır.<br />

• Hücrelerde GH reseptörlerinin sentez hızını ve sayısını artırır. Ayrıca ribozomdaki<br />

translasyon olayını hızlandırarak protein sentezini artırır.<br />

• Nükleustan başka mitokondri iç membranına etkiyerek mitokondrilerin oksidatif<br />

metabolizmasını, oksijen tüketimini ve dolayısıyla oksidatif fosforilasyon olayını<br />

artırır.<br />

• Mitokondri sayısı ve içindeki oksidasyon yapan birimlerin sayısını artırır.<br />

• Hücre membranındaki Na + -K + ATP az pompasının sentezini artırarak etkinliğini<br />

artırır (ATP kullanımı artar).<br />

• Hücre içine glukoz ve aminoasit girişini artırır.<br />

• Myokard hücre membranında beta reseptör sayısını artırır.<br />

TIROID HORMONLARININ ETKILERI<br />

• Birincil etkisi bazal metabolizma hızını O 2 kullanımındaki artışla arttırmasıdır.<br />

Dalak, beyin, gonadlar, lenf bezleri ve akciğer bu olaydan etkilenmez.<br />

• 2-3 DPG sentezini artırır. TUS<br />

• Kemik iliğinde eritropoezi arttırır.<br />

• Vitamin B12 emilimini artırır.<br />

• Hücrelerde mitokondri aktivitesini artırır.<br />

• Na- K ATPaz aktivitesini uyarır.<br />

• Tiroid hormonları korteks, cerebrum, serebellum gelişimi, axon oluşumu, dentrit<br />

dallanması için gereklidir.<br />

• Reflex faaliyetlerin süresini kısaltır. Bunu sinaptik iletiyi arttırarak yapar.<br />

• Termojenik etkisi vardır.<br />

• Kalp damar sisteminde 0 2 kullanımı artınca CO 2 artışıda olur ve lokal<br />

vazodilatasyon olur. Dolayısıyla diastolik basıncı düşürür veya değiştirmez.<br />

Kalp üzerine direk etkilidir. Katekolaminlerin beta reseptör sayısını arttırarak<br />

sistolik basıncı artırır.<br />

• 2, 3 Difosfogliserat (DP6) düzeyini artıran diğer durumlar; Büyüme<br />

hormonu, androjenler, egzersiz, deniz seviyesinden yükseklere çıkmak kronik<br />

hipoksi ve anemi.TUS


158<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

TİROİD HORMON ETKİLERİNİN ÖZETİ<br />

Sistem Tirotoksikoz Hipotiroidizm<br />

Deri ve ekleri<br />

Gözler ve yüz<br />

Kardiyo<br />

vasküler sistem<br />

Solunum<br />

sistemi<br />

Gastrointestinal<br />

sistem<br />

Santral sinir<br />

sistemi<br />

Kas iskelet<br />

sistemi<br />

Renal sistem<br />

Hematopoetik<br />

sistem<br />

Üreme sistemi<br />

Metabolik<br />

sistem<br />

Sıcak nemli deri, terleme; sıcak<br />

intoleransı; ince saç<br />

Geniş bakış ile üst göz kapağı<br />

retraksiyonu; periorbital ödem,<br />

egzoftalmuş(Graves hastalığı)<br />

Azalmış periferal vasküler direnç,<br />

artmış kalp hızı, atım volümü,<br />

kardiak output, nabızç basıncı,<br />

yüksek outputlu konjestif kalp<br />

yetmezliği artmış inotropik/<br />

kronotropik etkiler; aritmiler; anjina<br />

Dispne azalmış vital kapasite<br />

Artmış iştah; barsak hareketlerinin<br />

frekansında artma; hipoproteinemi<br />

Sinirlilik, hiperkinezi: emasyonel<br />

labilite<br />

Zayıflık ve kas güçsüzlüğü; artmış<br />

DTR; hiperkalsemi; osteoporoz<br />

Hafif poliüri, artmış böbrek kan<br />

akımı; artmış glomerüler filtrasyon<br />

hızı<br />

Artmış eritropoez, anemi<br />

Menstrüel düzensizlikler; azalmış<br />

fertilite; artmış gonodal steroid<br />

metabolizması<br />

Artmış bazal metabolik hız:<br />

hiperglisemi; artmış serbest<br />

yağ asitleri azalmış kolestrol ve<br />

trigliseridleri, artmış hormon yıkımı:<br />

sudu va yağda çözünen vitamin<br />

gereksiniminde artma; artmış ilaç<br />

detoksifikasyonu<br />

Soluk, soğuk, cilt, kuru ve kırılgan<br />

saç, kırılgan tırnaklar<br />

Göz kapaklarının aşağıya sarkması;<br />

periorbital ödem, solgun yüz, büyük<br />

dil.<br />

Artmış periferal vasküler direnç,<br />

azalmış kalp hızı, atım volümü,<br />

kardiak output, nabız basıncı;<br />

düşük outputlu kalp yetmezliği;<br />

EKG: bradikardi, uzamış PR aralığı;<br />

perikardiyal efüzyon<br />

Plevral efüzyonlar; hipoventilasyon ve<br />

karbondioksid retansiyonu<br />

Azalmış iştah; bağırsak hareketlerinin<br />

frekansında azalma; assit<br />

Letarji; mental işlemlerin genel<br />

yavaşlaması; nöropatiler<br />

Katılık ve kas güçsüzlüğü; azalmış<br />

DTR; artmış alkalen fosfataz azalmış<br />

LDH, AST<br />

Bozulmuş su eskrasyonu; azalmış<br />

böbrek kan akımı; azalmış glomerüler<br />

filtrasyon hızı<br />

Azalmış eritropoez, anemi<br />

Hipermenore; infertilit; azalmış libido,<br />

impotans; oligospermi; azalmış<br />

gonadal steroid metabolizması<br />

Azalmış bazal metabolik hız; artmış<br />

hassasiyetle birlikte gecikmiş<br />

insülin yıkımı; artmış kolestrol ve<br />

trigliseridler; azalmış hormon yıkımı,<br />

su da ve yağ da çözünen vitamin<br />

gereksiniminde azalma; azalmış ilaç<br />

detoksifikasyonu<br />

ID: 08t239


159<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Bağırsak<br />

Böbrek<br />

Kemik<br />

PTH VE VİTAMİN D’NİN BAĞIRSAK, BÖBREK VE KEMİKTE ETKİLERİ<br />

Organ PTH Vitamin D<br />

Serum seviyeleri<br />

üzerinde net etki<br />

Artmış kalsiyum ve fosfor<br />

absorbsiyonu(artmış 1,25 (OH) 2<br />

D<br />

üretimi yoluyla).<br />

Azalmış kalsiyum atılımı, artmış fosfat<br />

atılımı<br />

Yüksek dozlar tarafından kalsiyum ve<br />

fosfat rezorpsiyonu artırılabilir. Düşük<br />

dozlar kemik formasyonunu artırabilir.<br />

Serum kalsiyumu artar, serum fosfat<br />

azalır.<br />

Artmış kalsiyum ve fosfor absorbsiyonu<br />

(1,25 (OH) 2<br />

D vasıtasıyla )<br />

Kalsiyum ve fosfat atılımı 25 (OH) D ve<br />

1,25 (OH) 2<br />

D tarafından azaltılabilir.<br />

1,25 (OH) 2<br />

D tarafından artırılan<br />

kalsiyum ve fosfat rezorpsiyonu. Kemik<br />

yapımı 24,25 (OH) 2<br />

D tarafından<br />

artırılabilir.<br />

Serum kalsiyum ve fosfatının her ikiside<br />

artar.<br />

ID: 08t181<br />

Protein metabolizmasına etkisi:<br />

• Protein deposu olan kaslarda iki yönlü etkilidir. Fizyolojik dozlarda anabolik,<br />

farmakolojik dozlarda katabolik etkisi vardır. Hipertiroidide tirotoksik<br />

miyopati gözlenir. Santral sinir sisteminde kas tonusunu kontrol eden<br />

bölgede aktiviteyi arttırır dolayısıyla ellerde ince titremeye neden olur.<br />

• Hipertiroidide osteoklastik aktivite artar ve hiperkalsemi olur. Uzun süreli<br />

olursa osteoporoz olur. Deride kondroidin sülfatla, hiyaluronik asitle<br />

ve polisakkaridlerle birleşen proteinler vardır. Hipotiroidide bu protein<br />

turnoveri azalır ve bu proteinler suyu tutar. Sonuçta erişkinde miksödem<br />

ortaya çıkar. Bebeklerde kretenizm erişkinlerde miksödem tipik belirtidir.<br />

• Tiroid hormonları kemiğin oluşması ve matürasyonunda gereklidir.<br />

Karbonhidrat metabolizmasına etkisi:<br />

• Fizyolojik miktarda insulinin etkisini arttırır ve glikoz kullanımım sağlar.<br />

Fazlalığında hiperglisemiktir. Yüksek dozlarda glikojenoliz, glukoneogenez<br />

ve krebs siklusunu aktive eder. Tiroid hormonları barsaktan glikoz<br />

absorbsiyonunu arttırır.<br />

Lipid metabolizmasına etkisi:<br />

• Katekolaminlerle etkileşip serbest yağ asitlerini ve gliserol konsantrasyonunu<br />

arttırır. Kolesterol düzeyini azaltır.<br />

• Lipolitik etkisi fosfodiesterazı inhibe etkisinden ileri gelir.<br />

• Tiroid hormonları protein sentez ve yıkımını artırır net etkisi kataboliktir.<br />

• Hipertiroidide diyare hipotiroidide konstipasyon olur.<br />

• Solunum hız ve derinliğini, kalp debisini arttırır.<br />

• Diş çıkması, saç çıkması, süt yapımı ve fertilite üzerinde etkilidir.<br />

• Karotenden vitamin A’nın sentezi ve vitamin A’nın retinol’e dönüşümü için<br />

gereklidir. Hipotiroidide serum karoten düzeyi artar ve deri sarı renk alır<br />

ama sklerada sararma olmaz. TUS<br />

• Hormon sentezi hamileliğin 12-13. haftasında başlar. Tiroid aksının<br />

çalışmasında TSH’ ye benzeyen hCG de etkilidir. MSS’gelişmesi için tiroid<br />

hormonlanna ihtiyaç vardır. Tiroid hormonları olmazsa kretenizm oluşur.<br />

Hipotiroidi olan çocuğa doğduktan hemen sonra tiroid hormon tedavisi<br />

başlanmalıdır.


160<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

PARATİROİD HORMON, KALSİTONİN VE KALSİYUM<br />

METABOLİZMASI<br />

Kalsiyum tüm metabolik olaylarda görev alır:<br />

- Metabolik önemi olan enzimde<br />

- Sinirsel iletimde<br />

- Kas kasılmasında<br />

- Hormon sentez ve salgılanmasında<br />

- Fertilizasyonda<br />

- Mitozda<br />

- Kan pıhtılaşmasında<br />

- Kemik, süt, diş oluşumunda<br />

• Ca ++ ‘un %9’u kemikle depolanmıştır. %85’i Ca fosfat, %15’ide CaC03<br />

halindedir. 70 kg’lık bir insanda 1 kg Ca ++ vardır.<br />

• Ca ++ hücre içinde 10-7 molar extrasellüler sıvıda 10-3 molardır. Hücre<br />

içinde mitokondri, endoplazmik retikulum ve hücre membranında depo<br />

edilir.<br />

• Ca ++ ya karşı hücre zarı geçirgenliği azdır. Ca ++ yı atan Ca ++ ATP az ve<br />

Ca ++- Na + exchange sistemleri vardır. intrasellüler ve extrasellüler Ca ++<br />

değişiminde hormonların rolü yoktur.<br />

• Plazmada 10 mg/dl ( 5mEq/l veya 2.5 mol/L) dir.<br />

• %45 iyonize<br />

• %10 HPO4-, HCO3- veya sitratla kompleks halde<br />

• %45 başlıca albumin olmak üzere proteinlere bağlı halde bulunur.<br />

• Proteinlere bağlanma alkalozda artar, asidozda azalır.<br />

• Ca ++ daha çok gaitayta az miktarda da idrarla atılır.<br />

• Ca ++ ihtiyacı erişkinde 0,5 gr/gündür. Çocukta, gebede ve laktasyonda<br />

artar.<br />

• Ca ++ turnoveri: çocukta kalsiyumun %100’ünde erişkinde %18’inde bir<br />

değişim vardır<br />

Fosfat<br />

• Plazmada 2.5-4mgr/dl düzeyinde bulunur.<br />

• Dietle alınıp idrarla atılır.<br />

• Kemik ve kasta depolanır. Kas kasılması için gereklidir. Eksikliğinde iskelet<br />

ve kalp kasında fonksiyon bozukluğu olur.<br />

Magnezyum<br />

• Plazmada 1,8-2,4 mg/di’dir. 1/3’ü proteinlere bağlıdır.<br />

• Nöromüsküler iletide gereklidir.<br />

• Vücuttaki Mg’un yarısı kemikte yarısı da K + gibi intraselüler kompartmanda<br />

bulunur.<br />

• Ca ++ metabolizmasının düzenlenmesi: Ca ++ metabolizması üzerine etkili<br />

3 hormon vardır. Parathormon, kalsitonin ve Vitamin D3


161<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

PTH (Paratiroid hormon)<br />

• 84 amino asidden oluşan polipeptiddir. Paratiroid bezlerinin esas (chief)<br />

hücrelerinden salgılanır. Serum Ca++ seviyesini düzenleyen başlıca<br />

hormondur (TUS-Eylül’87).<br />

• Vücudun hiperkalsemik hormonudur.<br />

• Plazma Ca++ düştüğünde PTH salgısı artar.<br />

• Plazma Ca++ düzeyi arttığında negatif feedback ile PTH salgısı azalır.<br />

• Plazma da Mg++’un orta derecede azalması da PTH’yı uyarır. Ancak ciddi<br />

Mg++ eksikliği PTH salınımını inhibe eder.<br />

• Fosfatın yüksek olması PTH’yı uyarır. Fosfat, Ca ile birleşerek plazma Ca<br />

düzeyini azalır. Yani artmış fosfat indirek yolla PTH salınımını arttırır.<br />

• Epinefrin ve histamin PTH yapımım uyarır.<br />

• Etkileri: PTH etkilerini cAMP üzerinden gösterir.<br />

Kemikte: Kalsiyumu mobilize eder. Ca’un serbestleşmesi için ilk önce<br />

osteositik osteoliz’i artırır. Sonra osteoklastları uyarır ve organik kemik<br />

matriksini hidrolize eder. Bunun için kollagenaz ve lizozomal enzim aktivitesini<br />

artırır. Idrarda hidroksiprolin atılımı artar. Osteoblastlarda kollagen sentezini<br />

inhibe eder.TUS<br />

Barsakta: Vitamin D aracılığıyla barsaktan kalsiyum ve fosfat emilimini<br />

artırır.<br />

Böbrekte: Ca reabsorbsiyonunu ve fosfat atılımını artırır. Fosfat ile birlikte<br />

Na, K atılımını da artırır.<br />

Net etkileri; Hiperkalsemi, Hipofosfatemi, Hipokalsiüri, Hiperfosfatüri<br />

• Primer hiperparatiroidinin en sık nedeni paratiroid adenomlarıdır<br />

ve serum Ca düzeyinde artma fosfat düzeyinde azalma ile<br />

karakterizedir. TUS<br />

• Hipoparatroidinin en sık nedeni tiroid cerrahisidir ve serum Ca ++<br />

düzeyinde azalma ve fosfat düzeyinde artma ile karakterizedir.<br />

1,25 (OH)2 vitamin D3<br />

• Epidermiste previtamin 7 - dehidrokolesterol güneşin UV ışınlarına<br />

maruz kaldığında nonenzimatik fotoaktivasyona uğrayarak vitamin D3’e<br />

dönüşür.<br />

• D2 bitkiden veya sütle alınır.<br />

• Deride vit D3 (kolekalsiferol) oluşumundan sonra D vitamini bağlayan<br />

proteinlerce (DBP) taşınır. Karaciğerde 25 hidroksilaz ile kalsidiole dönüşür.<br />

TUS<br />

• Proksimal tübül hücrelerinde kalsidiol, l - alfa hidroksilaz ile kalsitriole<br />

dönüşür, l alfa - hidroksilaz aktivitesi PTH tarafından artırılır. TUS<br />

• Yetersiz alınımında depolar kullanılır. Karaciğer ve kanda depolanır.<br />

• Etkileri: Kemik, ince barsak ve böbrek üzerine direkt etkisi vardır<br />

Barsakta: Ca ++, Mg++, fosfat emilimini artırır. Böbrekte Ca ++<br />

reabsorbsiyonunu (distal tübülde) artırır, fosfat reabsorbsiyonunu (proximal<br />

tübülde) inhibe eder.<br />

Kemikte: Ca ++ ve fosfat mobilizasyonu yapar. Aynı zamanda yeni kemik<br />

yapımım aktive eder.


162<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Iskelet kası : Endoplazmik retikuluma Ca ++ uptake’ini uyarır.<br />

immün sistem: Bazı cilt hastalıklarında (psöriazis gibi) etkilidir.<br />

• Hematopoietik sistemde ana hücre farklılaşmasını sağlar.<br />

Vitamin D Oluşumunu Uyaran Faktörler<br />

Düşük serum Ca +2 düzeyi, PTH, Insülin, Prolaktin, Düşük serum fosfat düzeyi,<br />

Östrojen, hCG, GH<br />

KALSITONIN<br />

• Tiroid bezindeki C hücrelerinden (Parafolliküler hücrelerden) salgılanır. (TUS-<br />

Eylül’01)<br />

• 32 aminoasidlik bir polipeptiddir.<br />

• Vücudun hipokalsemik hormonudur.<br />

- Plazma kalsiyum düzeyi arttığında kalsitonin salgılanması artar.<br />

- Plazma kalsiyum düzeyi azaldığında kalsitonin salgılanması azalır.<br />

• Dopamin, glukagon kalsitonin salınımına yol açar.<br />

Etkileri (TUS-Eylül’90):<br />

Kemikte: Osteoklastik aktiviteyi inhibe eder. Ca ++ ve fosfatın kemik içine girmesini<br />

sağlayarak kemiğin güçlenmesini sağlar.<br />

Barsakta: Ca ++ ve fosfat emilimini inhibe eder.<br />

Böbrekte: Ca+2, Na+ ve fosfatın idrarla atılmasını artırır.<br />

• 1alfa hidroksilaz aktivitesini inhibe eder.<br />

• Santral sinir sisteminde nörotransmiterler fonksiyonu vardır.<br />

• Opioid sistemden bağımsız analjezik etki gösterir.<br />

Kemik yapımına etkili diğer hormonlar<br />

• Insülin kemik yanımını uyarır.<br />

• östrojen osteoporozu engelleyicidir.<br />

• Büyüme hormonu Ca ++ ’nın barsaktan tutulmasının artırır.<br />

• Tiroid hormonlar normalde anaboliktir, fazlalığında ise osteoporoz<br />

yapar.<br />

• Kortizol fizyolojik dozda etkili değildir ancak farmakolojik dozda vitamin D’yi<br />

antagonize eder ve kollagen sentezini inhibe ederek osteoporoz yapar.<br />

• PTH related hormon aynı mRNA ‘dan sentezlenir ve büyüme hormonu gibi<br />

etkilidir. Etkisini PTH reseptörleri üzerinden gösterir.<br />

• Androjenlerde kemik yapımını uyarır.<br />

KALP YETMEZLİĞİNDE KULLANILAN İLAÇLAR<br />

1 Digitaller Digoxin digitoxin quabain<br />

2 Beta mimetikler dopamin, dobutamin<br />

3 Fosfodiesteraz inhibitörleri Amrinone, milrinone, teofilin<br />

4 ACE inhibitörleri Kaptopril<br />

5 Vasodilatörler Nitroprusside<br />

6 Diüretikler Furosemid, Hydroklorthiazide<br />

ID: 08t048


163<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

CA +2 ’U REGÜLE EDEN HORMONLARIN ÖZETİ<br />

PTH Vit D Kalsitonin<br />

Sekresyon için<br />

stimulus<br />

Etki ettikleri<br />

yer<br />

Kemik<br />

Böbrek<br />

↓ Serum [Ca +2 ]<br />

↑ rezorbsiyon<br />

↓ P reabsorbsiyon<br />

(↑ üriner cAMP)<br />

↑ Ca +2 reabsorbsiyon<br />

↓ Serum [Ca +2 ]<br />

↑ PTH<br />

↓ Serum [fosfat]<br />

↑ rezorbsiyon<br />

↑ P reabsorbsiyon<br />

↑ Ca +2 reabsorbsiyon<br />

↑ Serum [Ca +2 ]<br />

↓ rezorbsiyon<br />

Bağırsak<br />

Net etki<br />

Serum [Ca +2 ]<br />

Serum [fosfat]<br />

↑ Ca +2 absorbsiyonu<br />

(vit D aracılığıyla)<br />

↑<br />

↓<br />

↑Ca +2 absorbsiyonu<br />

(Vit D bağımlı Ca +2<br />

bağlayan protein)<br />

↑ P absorbsiyonu<br />

↑<br />

↑<br />

↓<br />

ID:02t048


164<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

SOLUNUM SİSTEMİ FİZYOLOJİSİ VE HİSTOLOJİSİ<br />

• Solunum yolları: Trakea-Bronkus prinsipalis-Bronkus lobaris-Bronkus seglentalis-<br />

Bronşiolus lobularis-Bronşuolus terminalis-Bronşiolus respiratorius-Duktus alveolaris-<br />

Sakkus alveolaris-Alveoli pulmonis<br />

• Asinüs=Bronşiolus respiratorius+Duktus alveolaris+ Sakkus alveolaris +<br />

Alveoli pulmonis<br />

Asinüs akciğerin fonksiyonel ünitesidir. Gaz değişimi, sadece asinüsü oluşturan<br />

yapılarda olur. Ilk gaz değişimi bronşiolus respiratorius’ta olur (TUS-<br />

Nisan’89)<br />

AKCIĞER VOLÜMLERI VE KAPASITELERI<br />

A. Akciğer volümleri<br />

1. Tidal volüm; Normal solunumla (ekspirasyon ya da inspirasyon) alınan<br />

ya da verilen havadır.<br />

2. Inspiratuar rezerv hacmi (TUS-Nisan’93); Tidal volümün üstünde inspire<br />

edilebilen hacimdir. Egzersiz esnasında solunum volümünde primer olarak<br />

artırır.<br />

3. Ekspiratuar rezerv hacmi; Normal bir ekspirasyonu takiben ekspire<br />

edilebilen hava hacmidir.<br />

4. Rezidüel hacim; Maksimum ekspirasyondan sonra akciğerde kalan hava<br />

hacmidir.<br />

− Spirometre ile ölçülemez.<br />

5. Ölü boşluk<br />

a. Anatomik ölü boşluk (fowler metodu)<br />

− Yaklaşık 150 ml’dir.<br />

− Iletim havayollarının hacmidir.<br />

b. Fizyolojik ölü boşluk (Bohr Methodu)<br />

− Fonksiyonel bir ölçümdür.<br />

− CO2’i vücuttan atamayan akciğer hacmi olarak tanımlanır.<br />

− Ventilasyon/perfüzyon (V/Q) uygunsuzluğu olan akciğer<br />

hastalıklarında anatomik ölü boşluktan daha büyük olabilir.<br />

6. Ventilasyon hızı<br />

a. Dakika ventilasyon aşağıdaki formülle açıklanabilir:<br />

Dakika ventilasyon = Tidal volüm x solunum sayısı/dakika<br />

b. Alveoler ventilasyon ise şu şekilde açıklanabilir:<br />

Alveoler ventilasyon=(Tidal volüm − Ölü boşluk) x solunum sayısı/<br />

dakika<br />

B. Akciğer kapasiteleri<br />

1. Inspiratuar kapasite<br />

− Tidal volüm ve inspiratuar rezerv hacminin toplamına eşittir.<br />

2. Fonksiyonel rezidüel kapasite (FRC)<br />

− Ekspiratuar rezerv hacmi + rezidüel hacimdir.


165<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

AKCİĞER VOLÜMLERİ<br />

− Tidal volüm expire edildikten sonra akciğerlerde kalan hava<br />

hacmidir.<br />

− Rezidüel hacmi de kapsar, bu nedenle spirometre ile ölçülemez.<br />

3. Vital kapasite<br />

− Tidal volüm + inspiratuar rezerv hacmi + ekspiratuar rezerv hacmi<br />

− Maksimum inspirasyondan sonra ekspire edilen hava hacmidir (TUS-<br />

Eylül’87.Nisan’00).<br />

4. Total akciğere kapasitesi<br />

− Dört akciğer hacminin toplamıdır.<br />

− Maksimum inspirasyondan sonra akciğerlerdeki hava hacmidir.<br />

− Rezidüel hacmi içine alır bu nedenle spirometre ile ölçülemez.<br />

C. Zorlu ekspiratuar hacim (FEV1)<br />

− Maksimum inspirasyonu takiben bir saniyede ekspire edilen hava<br />

hacmidir.<br />

− Normalde zorlu vital kap asitenin %80’idir ve şöyle izah edilebilir: FEV1/FVC<br />

= 0.8<br />

− Fibrozis gibi restriktif akciğer hastalıklarında, hem FEV1 hem FVC azalır.<br />

− Astma gibi obstruktif akciğer hastalıklarında; FEV1, FVC’den daha fazla<br />

azalır. Bu nedenle FEV1/FVC oranı düşer.<br />

SOLUNUM MEKANIĞI<br />

A. Solunum kasları<br />

1. Diafragma Inspirasyon için en önemli kastır)<br />

2. Eksternal interkostaller ve aksesuar kaslar<br />

− Normal sessiz solunum esnasında inspirasyon için kullanılmaz.<br />

− Egzersiz sırasında kullanılır.<br />

3. Ekspirasyon kasları<br />

− Ekspirasyon normalde pasif olarak gerçekleşir.<br />

− Akciğer/toraks duvarı sistemi elastik olduğu için inspirasyondan sonra<br />

istirahatteki pozisyonuna geri döner.<br />

− Egzersiz sırasında veya havayolları direncinin arttığı hastalıklarda (Örn,<br />

astma) ekspirasyon kasları kullanılır.<br />

- Abdominal kaslar ve internal interkostal kaslar ekspirasyonda rol alır.


166<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

HETEROTRİMERİK G PROTEİNLERİNİN ÖZELLİKLERİ<br />

Tip Fonksiyon Sonuç Örnek<br />

Gs<br />

Gi<br />

Gp<br />

G olf<br />

G t<br />

Adenilat siklazı aktive eder;<br />

cAMP oluşumuna yol açar.<br />

Adenilat siklazı inhibe eder;<br />

CAMP oluşumu inhibe olur.<br />

Fosfolipaz C'yi aktive eder<br />

inositol trifosfat ve diraçil<br />

gliserol oluşumuna yol açar<br />

Olfaktor nöronlarda adenilat<br />

siklaz aktivasyonuna yol<br />

açar<br />

Rod hücre membranlarında<br />

CAMP fosfodiesterazı<br />

aktive eder ve CGMP nin<br />

hidrolizine yol açar<br />

Protein kinaz aktive olur<br />

Protein kinaz inaktif kalır.<br />

Sitozole Ca +2 akışı olur ve<br />

protein kinaz C aktive olur.<br />

CAMP - kenetli Na + iyon<br />

kanallarını açar<br />

Rod hücre membranının<br />

hiperpolarizasyonuna neden<br />

olur.<br />

Epinefrinin Beta adrenirjik<br />

reseptörlere bağlanması sitozolde<br />

CAMP düzeyini arttırır.<br />

Epinefrinin alfa 2<br />

- adrenerjik<br />

reseptörlere bağlanması<br />

sitozoldeki CAMP düzeyini azaltır.<br />

Membrana bağlı IgE ile antijenin<br />

bağlanması mast hücrelerinden<br />

histamin salgılanmasına neden<br />

olur.<br />

Kokunun G-protein-bağlı<br />

reseptörleri uyarması sinir<br />

impulsunun doğmasını sağlar.<br />

Rodopsinin foton aktivasyonu rod<br />

hücrelerini uyarır.<br />

C. Solunum Sisteminde Kompliyans<br />

− Basınç-hacim eğrisinin eğimidir.<br />

- Birim basınç başına hacim değişimidir. C=∆V/∆P (TUS-Nisan’89)<br />

ID:03t064<br />

1. Akciğer kompliyansı (Şekil 4-2 ve Tablo 4-1)<br />

− Akciğerlerin inspirasyonu ekspirasyondan daha farklı bir eğri oluşturur,<br />

buna histerozis denir.<br />

− Basınçların ortalama aralığında, kompliyans daha büyüktür. Akciğerler<br />

daha fazla genişleyebilir.<br />

− Yüksek şişme basınçlarında, kompliyans daha düşüktür akciğerler<br />

daha az genişler ve eğriler düzleşir.<br />

2. Akciğer-göğüs duvarı sisteminin birlikte kompliyansı (Şekil 4-3)<br />

a. Istirahatte (Şekil 4-3’ün merkezinde içi dolu daire ile tanımlanmıştır),<br />

akciğer volümü FRC’dedir ve akciğerlerdeki basınç atmosferik<br />

basınca eşittir. Bu denge koşulları altında, akciğerler kollabe olma<br />

eğilimindedir. Bu durum göğüs duvarının dışarı çıkma eğilimi ile<br />

dengelenir.<br />

b. Bu iki zıt eğilimin sonucu olarak intraplevral basınç subatmosferik veya<br />

negatifdir.<br />

c. Eğer hava intraplevral boşluğa girerse (pnömotoraks), intraplevral<br />

basınç atmosferik basınçla eşit hale gelir. Akciğerler kollabe olur (doğal<br />

eğilim) ve yine bu doğal eğilime bağlı göğüs duvarı dışarı fırlar.<br />

d. Şekil 4-3 yalnız akciğer, yalnız göğüs duvarı ve akciğer ve göğüs<br />

duvarının birlikte hacim-basınç ilişkisini göstermektedir. (Daha basit<br />

olması için histerezis elimine edilmiştir)


167<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

− Akciğer-göğüs duvarı sisteminin kompliyansı yalnız akciğer veya<br />

yalnız göğüs duvarı için olan kompliyanstan daha azdır. (Eğim<br />

düzleşmiştir)<br />

− Amfizemli hastada, akciğer kompliyansı artar ve akciğerlerin kollabe<br />

olma eğilimi azalır. Bu nedenle, orjinal FRC’de akciğerlerin kollabe<br />

olma eğilimi göğüs duvarının genişleme eğiliminden daha azdır.<br />

Akciğer-göğüs duvarı sistemi iki kuvveti tekrar dengede tutabilmek<br />

için yeni, daha yüksek bir FRC diğerine gelir. Bu yüzden bu hastalarda<br />

fıçı-göğüs gelişmektedir.<br />

D. Alveol yüzey gerilimi ve sürfaktan<br />

1. Alveol yüzey gerilimi<br />

− Alveol boyunca dizilien sıvı molekülleri arasındaki çekim kuvvetinin<br />

bir sonucudur.<br />

a. Büyük alveoller (büyük çaplı) düşük kollabe olma basıncına sahiptir<br />

ve açık tutmak kolaydır.<br />

b. Küçük alveoller (küçük çaplı) daha yüksek kollabe olma basıncı<br />

vardır ve açık tutmak daha zordur.<br />

− Sürfaktan yokluğunda, küçük alveoller kollabe olma eğilimindedir.<br />

(atelektazi)<br />

Iki alveol arasında bağlantıyı sağlayan aralığa “alveolar por” denir.<br />

(TUS-Nisan’90)<br />

2. Sürfaktan (Şekil 4-4)<br />

− alveol boyunca uzanır ve yüzey gerilimini düşürür (TUS-Nisan’90).<br />

− Tip II alveoler hücreler tarafından yapılır ve primer olarak dipalmitoil<br />

fosfatidil kolin adlı lipidden meydana gelir (TUS-Nisan’90, Nisan’93,<br />

Nisan’96).<br />

− Yüzey gerilimini düşürür. Bu küçük alveolleri kollabe olmaktan korur<br />

ve kompliyansı artırır.<br />

− Fetüsde, sürfaktan sentezi değişiklik gösterir. En erken 24. haftada<br />

meydana gelirken, hamileliğin 35. haftasında hemen her zaman<br />

mevcuttur.<br />

E. Neonatal respiratuar distres sendromu<br />

Genellikle prematüre yenidoğanlarda görülen, sürfaktan eksikliğine bağlı<br />

sendromdur. Ekspirasyon sırasında atelaktaki; azalmış kompliyans; hipokalsemi<br />

ve asidoz bulguları görülür.<br />

F. Havayolu direnci<br />

1. Hava akımı<br />

− Ağız (veya burun) ile alveoller arasındaki basınç farkı ile direkt olarak<br />

orantılıdır.<br />

− Havayolu direnci ile ters orantılıdır. Direnç artarsa, akım düşer.<br />

2. Havayollarının direnci<br />

− Poiseville kanunu ile açıklanır. Aşağıdaki eşitlikte gösterilmiştir. Direnç ve<br />

havayolu çapı arasındaki güçlü ters ilişki vardır.


168<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

3. Havayolu direncini değiştiren faktörler<br />

a. Bronş düz kasının kasılması ve gevşemesi<br />

− havayolu çapını değiştirir.<br />

1) Parasempatik stimülasyon, irritanlar, yavaş etkili anafilaksi yapıcı<br />

maddeler havayollarının daraltır, çapı azaltır ve havayolu direncini<br />

artırır.<br />

2) Sempatik stimülasyon ve sempatik agonistler (izoproterenol)<br />

havayollarını genişletir, çapı artırır ve B2 reseptörleri (adrenerjik)<br />

üzerinden havayolu direnci azalır. (TUS-Eylül’91)<br />

b. Akciğer volümü (hacmi)<br />

− Hava yollarını çevreleyen akciğer dokusu tarafından uygulanan radyal<br />

traksiyona bağlı havayolu direnci değişir.<br />

− Yüksek akciğer hacimleri daha fazla traksiyon ve azalmış havayolu<br />

direnci ile ilişkilidir. Havayolu direnci artmış hastalar yüksek direnci<br />

telafi etmek için daha yüksek akciğer hacimlerinde nefes almayı tercih<br />

ederler.<br />

− Düşük akciğer hacimleri daha az traksiyon ve artmış havayolu direnci<br />

ile ilişkilidir.<br />

c. Inspire edilen gazın dansitesi ve viskozitesi<br />

− Hava akımı direncini değiştirir.<br />

− Derin deniz dalışlarında hava akımı direnci ve yoğunluğu artar.<br />

− Helyum gibi düşük dansiteli bir gazı soluma durumunda havayolu<br />

direnci azalır.<br />

4. Havayolu direnci yerleri<br />

− Havayolu direncinin major yeri orta-çaplı bronşlardır.<br />

− En küçük havayolları en yüksek dirence sahip gibi görünmelerine<br />

rağmen, parelel dizilimleri nedeniyle böyle değildir.<br />

G. Solunum döngüsü − Basınç ve hava akımı tanımı<br />

1. Istirahatte (Inspirasyon başlamadan önce)<br />

a. Alveoler basınç atmosferik basınca eşittir.<br />

− Akciğer basınçları daima atmosferik basınca karşılık geldiği için<br />

alveoler basınç sıfır olarak söylenir.<br />

b. Intraplevral basınç negatiftir.<br />

− Akciğerlerin zıt kuvvetleri akciğeri kollabe etmeye çalışırken göğüs<br />

duvarı intraplevral boşlukta negatif basınç yaratarak bunların arasında<br />

genişlemeye çalışır.<br />

- Intraplevral basınç ösefagusa konulan bir balon kateter ile<br />

ölçülebilir.<br />

c. Akciğer volümü FRC’dir.<br />

2. Inspirasyon esnasında<br />

a. Inspiratuar kaslar kasılır ve toraks volümünün artmasına neden olur<br />

− Akciğer volümü arttığı için, alveoler basınç atmosferik basıncın altına<br />

düşer. (negatif olur)<br />

− Bu basınç gradienti akciğerlere hava akışına neden olur. Bu durum<br />

atmosfer ve alveoller arasındaki basınç gradienti yok oluncaya kadar<br />

devam eder.


169<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Pankreasın yapısı ve fonksiyonları. Duktul hücreleri sekretine cevap olarak alkali sıvı sekrete ederler.<br />

Asiner hücreler ise zimojen granüllerden sindirim enzimlerini sekrete eder. ERCP: Endoskopik<br />

retrogradkolanjiyo pankreatografi.<br />

b. Intraplevral basınç inspirasyon sırasında daha negatif olur.<br />

− Inspirasyon sırasında akciğer volümü arttığı için, akciğerlerin elastik geri<br />

dönme kuvveti de artar. Sonuçta intraplevral basınç istirahattekinden<br />

daha negatif hale gelir. Negatif hava yolu basıncı da intraplevral<br />

basıncın daha negatif hale gelmesine neden olur.<br />

− Inspirasyon sırasında intraplevral basınçdaki değişiklikler akciğerlerin<br />

dinamik kompliyansını ölçmek için kullanılır.<br />

c. Akciğer hacmi bir tidal volüm artar.<br />

− Yani inspirasyonun zirvesinde, akciğer hacmi = FRC + tidal volüm<br />

olur.<br />

3. Ekspirasyon esnasında<br />

a. Alveoler basınç atmosferik basınçtan daha yüksek hale gelir.<br />

− Alveoler gaz akciğerin elastik kuvvetleri tarafından sıkıştırıldığı için<br />

alveoler basınç artar (pozitif hale gelir)<br />

− Basınç gradienti tersine döner ve hava akciğerleri terkeder.<br />

b. Intraplevral basınç normal (pasif) ekspirasyonda istirahatteki değerine<br />

geri döner.<br />

− Zorlu ekspirasyon sırasında intraplevral basınç gerçekten pozitif olur.<br />

Bu pozitif intraplevral basınç havayollarını sıkıştırır ve ekspirasyonu<br />

zorlaştırır.


170<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

− Kronik obstruktif akciğer hastalıklarında (KOAH), havayolu direnci<br />

artar. Zorlu ekspirasyon ile meydana gelebilecek havayolu kollapsını<br />

önlemek için hasta “Büzülmüş dudaklar” ile yavaş nefes vermeyi<br />

(ekspirasyonu) öğrenir.<br />

c. Diğer döngü başlamadan önce akciğer hacmi FRC’ye döner.<br />

GAZ DEĞIŞIMI (EXCHANGE)<br />

Ventilasyon: Atmosfer basıncının akciğer alveollerini doldurmasıdır. O 2<br />

alveollere<br />

gelerek buradan kan damarlarına geçer. (TUS-nisan’90) Ventilasyon olmazsa O2’de<br />

olamayacağından kana geçişide olmaz.<br />

Diffüzyon: Bir gazın bir yerden başka bir yere enerji harcanmadan geçmesidir.<br />

Alveollerdeki O 2<br />

ve OO 2<br />

geçişleri de diffüzyonla olur. Fakat CO 2<br />

geçişlerinde<br />

diffüzyon kapasitesi O 2<br />

’den daha fazladır.<br />

Perfüzyon: Kanın bir bölgeye dağılımıdır. Perfüzyon ne kadar iyiyse o bölgenin<br />

kunlanması o kadar iyidir.<br />

Akciğerdeki hava ile kapiller kan arasında 3 komponentten oluşan ve kan-hava<br />

bariyeri denen engel vardır. Bu bariyerin üç elemanı: Alveolleri döşeyen tek katlı<br />

yassı epitel, alveoler hücre tek katlı yassı epitel, alveolar hücrelerin stoplazması,<br />

sıkıca yan yana duran alveoller ve endotelial hücreler arasında entodel hacrelerin<br />

bazal laminası ve stoplazmasıdır. (TUS-Nisan’96)<br />

CO2 TRANSPORTU<br />

A. CO2 formları<br />

− Dokularda üretilen CO 2<br />

akciğerlere venöz kan içinde üç formda taşınır:<br />

1. Çözünmüş CO 2<br />

(küçük miktarda)<br />

2. Karbaminohemoglobin (Küçük miktarda)<br />

3. HCO3- (Eritrositlerde CO 2<br />

’in hidrasyonundan) major formdur.<br />

(%90)<br />

B. CO 2<br />

’in HCO 3<br />

- şeklinde transportu<br />

1. CO 2<br />

dokularda üretildikten sonra önce venöz plazmaya daha sonra ise<br />

kırmızı kan hücrelerine difüze olur.<br />

2. Eritrositlerde; CO 2<br />

, H 2<br />

CO 3<br />

oluşturmak üzere H 2<br />

O ile reaksiyona girer. Bu<br />

reaksiyonu karbonik anhidraz enzimi katalizler. H 2<br />

CO 3<br />

ise H+ ve HCO 3<br />

-’e<br />

ayrışır.<br />

3. HCO 3<br />

- Cl- ile yer değiştirerek eritrositlerden ayrılır ve plazma içinde<br />

akciğerlere taşınır. HCO 3<br />

-; CO 2<br />

’nin akciğerlere taşındığı major<br />

formudur.<br />

4. H+ eritrositlerde deoksihemoglobin ile tamponlanır. Deoksihemoglobin H+<br />

için oksihemoglobinden daha iyi bir tampondur. Hemoglobinin CO 2<br />

’nin<br />

eklendiği venöz uçta deoksihemoglobin olması büyük bir avantajdır.<br />

5. Akciğerlerde, yukarıdaki tüm reaksiyonlar tersine çalışır. HCO 3<br />

Cl- ile<br />

yer değiştirerek eritrositlere girer. HCO 3<br />

- H 2<br />

CO 3<br />

’ü oluşturmak üzere H+<br />

ile yeniden bağlanır. H 2<br />

CO 3<br />

; CO 2<br />

ve H 2<br />

O’ya ayrışır. CO 2<br />

orjinal olarak<br />

dokularda meydana gelir ve HCO 3<br />

formunda akciğerlere taşınarak<br />

ekspirasyon havası ile dışarı atılır.


171<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

Mekanizma<br />

Alveolar PO2de<br />

Hipoventilasyon<br />

Sedatifler<br />

V/Q uyumsuzluğu<br />

Venöz karışım<br />

O 2<br />

taşıma kapasitesinin ä<br />

PULMONER DOLAŞIM<br />

4B HİPOKALSEMİ MEKANİZMALARI VE ÖRNEKLERİ<br />

Örnek<br />

Yüksek bölgelerde yaşamak<br />

Nöromüsküler hakalıklar<br />

Kronik obstrüktif akciğer hastalıkları<br />

Fibrozis<br />

Pulmoner embolizm<br />

Pulmoner ödem<br />

Soldan sağa kardiyak şant<br />

Anemi karbon monoksid zehirlenmesi<br />

Pulmoner dolaşımdaki basınçlar ve kardiyak output<br />

Basınçlar: Sistemik dolaşımdakine göre çok düşüktür.<br />

Direnç: Pulmoner dolaşımdaki direnç de sistemik dolaşıma oranla çok<br />

düşüktür.<br />

Kardiyak output; Sistemik dolaşımdaki kardiyak output ile eşittir.<br />

− Pulmoner dolaşımın düşük basıncı yüksek düzeydeki kardiyak outputu<br />

sağlamada yeterlidir. Çünkü pulmoner dirençde orantılı olarak sistemik<br />

dolaşımdan daha düşüktür.<br />

Pulmoner kan akımının dağılımı<br />

− Akciğerlerde kan akımının dağılımı eşit değildir ve gravite etkisi ile<br />

açıklanır.<br />

− Kişi yatarken, kan akımı yaklaşık olarak akciğerler boyunca aynıdır.<br />

− Kişi ayağa kalktığında ise, kan akımı akciğer apeksinde en az (1. bölge),<br />

akciğerlerin bazalinde ise en yüksek (3. bölge) (Şekil 4-10) olur.<br />

1. 1. Bölge (Zone1) − kan akımı en düşüktür.<br />

− Alveol basıncı > arteriyel basınç > Venöz basınç<br />

− Yüksek alveoler basınç kapillerleri kollabe eder ve akımın azalmasına<br />

neden olur. Bu durum arteriyel basıncın azalmasına neden olan<br />

hemoraji veya alveol basıncını artıran pozitif basınçlı ventilasyon<br />

sonucu oluşabilir.<br />

2. 2. Bölge (Zone 2) − kan akımı orta derecededir.<br />

− Arteriyel basınç > alveoler basınç > venöz basınç<br />

− Akciğerlerin tabanına doğru hidrostatik basınç üzerindeki gravite<br />

etkisiyle arteriyel basıncı progresif olarak artar.<br />

− Arteriyel basınç alveoler basınçtan daha büyük hale gelir ve kan akımı<br />

arteriyel ve alveoler basınç arasındaki basınç farkıyla yönlendirilir.<br />

3. 3. Bölge (Zone 3) − kan akımı en yüksektir.<br />

− Arteriyel basınç > Venöz basınç > Alveoler basınç<br />

− Akciğer bazaline doğru arteriyel basınç gravite etkisiyle en yüksek<br />

değerine ulaşır. Venöz basınç son olarak alveoler basıncı aştığı noktaya<br />

dek yükselir.<br />

− Kan akımı arteriyel ve venöz basınç farkı ile yönlendirilir.


172<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

C. Pulmoner kan akımının regülasyonu − Hipoksik<br />

vazokonstriksiyon<br />

− Hipoksi lokal vazokonstriksiyona neden olur. Bu cevap hipoksinin<br />

vazodilatasyona neden olduğu sistemik dolaşımdakinin tam tersidir.<br />

− Fizyolojik olarak bu etki çok önemlidir. Çünkü bu mekanizma ile kan<br />

kötü ventile olan hipoksik bölgelerden iyi ventile olan bölgelere doğru<br />

yönlendirilir.<br />

− Fetal pulmoner vasküler direnç generalize hipoksik vazokonstriksiyon<br />

nedeniyle çok yüksektir. Sonuç olarak fetal akciğerler boyunca olan kan<br />

akımı düşüktür. Ilk solunum ile, alveoller daha iyi oksijenlenir, pulmoner<br />

vasküler direnç azalır ve pulmoner kan akımı kardiyak output ile eşit duruma<br />

gelir. (Yetişkinlerde olduğu gibi)<br />

D. Şantlar<br />

1. Sağdan sola şantlar<br />

− Kardiyak outputun %2’si akciğerleri bypass ettiği için normal olarak<br />

meydana gelebilir.<br />

− Bazı konjenital anomalilerde şant %50 olabilir.<br />

− Arteriyel kan venöz kan ile karıştığı için arteriyel PO2 azalır.<br />

− Sağdan sola şantın derecesini hesaplayabilmek için kişi %100 O2’i<br />

solur ve arteriyel PO2’nin derecesi ölçülür.<br />

3. Soldan sağa şantlar<br />

− Sağdan-sola şantlara göre daha az görülür.<br />

− Konjenital anomali (PDA) veya travma sonucu oluşur.<br />

− Arteriyel PO2 azalmaz. Tam tersine arteriyel kan venöz kan ile karıştığı<br />

için kalbin sağında PO2 artar.<br />

VENTILASYON/PERFÜZYON BOZUKLUKLARI<br />

A. Ventilasyon/Perfüzyon (V/Q) oranı<br />

− Alveoler ventilasyonun (V) pulmoner kan akımına (Q) oranıdır. Ventilasyon<br />

ve perfüzyonu denkleştirmek ideal CO2 ve O2 değişimini sağlamak için<br />

son derece önemlidir.<br />

1. Normal V/Q oranı<br />

− Eğer frekans, tidal volüm ve pulmoner kardiyak output normal ise, V/Q<br />

oranı yaklaşık 0.8’dir. Arteriyel PO2 100 mmHg ve arteriyel PCO2 40<br />

mmHg olur.<br />

2. Hava yolu obstrüksiyonunda V/Q oranı<br />

− Eğer hava yolları tamamen tıkanırsa, ventilasyon sıfır olur. Kan akımı<br />

normal ise V/Q’da sıfırdır.<br />

− Ventilasyonun olmadığı perfüzyonun gerçekleştiği akciğerde hiç gaz<br />

değişimi olmaz. Pulmoner kapiller kanın PO2 ve PCO2 değerleri miks<br />

venöz kanın değerine yaklaşır.<br />

3. Kan akımı obstrüksiyonunda V/Q oranı


173<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

− Eğer akciğere giden kan akımı tam olarak tıkanırsa (pulmoner arter<br />

embolisi), akciğer kan akımı sıfır olur. Eğer ventilasyon normal ise,<br />

V/Q oranı sonsuz olur.<br />

- Ventilasyon olup perfüzyon olmadığı için hiç gaz değişimi olmaz Alveolar<br />

havanın PCO2 ve PO2 değeri solunan havanın değerine yaklaşır.<br />

4. Akciğerin farklı bölgelerindeki V/Q oranları (Tablo 4-5, Şekil<br />

4-10)<br />

− Hem ventilasyon hem de kan akımı normal akciğerde eşit olmayarak<br />

dağılır.<br />

a. Kan akımı apekste en az bazalde ise en yüksektir.<br />

b. Ventilasyon da apekste en az, bazalde en yüksektir fakat ventilasyon<br />

için olan bölge farklılıkları perfüzyon kadar büyük değildir.<br />

c. Bu nedenle V/Q oranı apekste en yüksek bazalde ise en düşüktür.<br />

Glial hücre tipi<br />

Oligodendrosit<br />

NÖROGLİAL HÜCRELERİN ORİJİNİ VE ESAS FONKSİYONLARI<br />

Orijin<br />

Nöral Tüp<br />

Lokalizasyon<br />

Santral sinir sistemi<br />

Schwann hücresi Nöral tüp Periferik sinirler<br />

Astrosit Nöral tüp Santral sinir sistemi<br />

Ependim hücresi Nöral tüp Santral isinir sistemi<br />

Esas fonksiyonu<br />

Myelin üretimi, elektrik<br />

izolasyonu<br />

Myelin üretimi, elektrik<br />

izolasyonu<br />

Yapısal destek, tamir işlevleri,<br />

metabolik alış-veriş<br />

Santral sinir sistemi<br />

boşluklarını döşer.<br />

Mikroglia Kemik iliği Santral sinir sistemi Makrofaj aktivitesi<br />

ID:03t070<br />

MONONÜKLEER FAGOSİT SİSTEMİ HÜCRELERİNİN FONKSİYONU VE DAĞILIMLARI<br />

Hücre Tipi Lokalizasyonu Esas fonksiyonu<br />

Monosit Kan Makrofajların prekürsörü<br />

Makrofaj<br />

Bağ dokusu, lenfoid organlar, akciğer,<br />

kemik iliği<br />

Kupffer hücresi Karaciğer Makrofaj ile aynı<br />

Mikroglia hücresi Santral sinir sistemi sinir dokularında Makrofaj ile aynı<br />

Langerhans hücre<br />

Lenf nodları<br />

Sitokinlerin, kemotaktik faktörler ve<br />

inflamasyonda rol oynayan çeşitli<br />

moleküllerin üretimi; antijenlerini<br />

işleme ve antijen prezentasyonu<br />

Antijeni işleme ve antijen<br />

prezantasyonu<br />

Osteoklastlar Kemik (pekçok makrofajın füzyonu ile) Kemiğin sindirimi<br />

Multinükleer dev<br />

hücre<br />

Bağ dokusu (pek çok makrofajın<br />

füzyonu ile)<br />

Yabancı cisimlerin alınıp sindirilmesi<br />

ID:03t069


174<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

d. V/Q oranındaki bölgesel farklılıkların sonucu olarak, alveoler ve<br />

pulmoner kapiller PO 2<br />

ve PCO 2<br />

’ında buna benzer farklılıklar olur.<br />

PO 2<br />

için bölgesel farklılıklar PCO 2<br />

için olandan daha fazladır.<br />

1) Apekste (V/Q en yüksek), PO 2<br />

en yüksek ve PCO 2<br />

en düşük<br />

değerdedir.<br />

2) Bazalde (V/Q en düşük), PO 2<br />

en düşük ve PCO 2<br />

en yüksektir.<br />

3) Akciğer hastalığında, V/Q eşitsizliği daha belirgindir sonuç olarak<br />

şiddetli hipoksemi ve orta derecede hiperkapni meydana gelir.<br />

SOLUNUM KONTROLÜ<br />

− Duyusal bilgi (PCO 2<br />

, akciğer gerilimi, irritanlar, kas iğcikleri, tendonlar ve<br />

eklemleri) beyin sapında düzenlenir.<br />

− Beyin sapına çıkan sinyaller solunum kaslarını ve solunum döngüsünü kontrol<br />

eder.<br />

A. Solunumun Merkezi kontrolü (Beyin sapı ve korteks)<br />

1. Medüller solunum merkezi<br />

− Retiküler formasyonda yerleşmiştir.<br />

a. Dorsal solunum grubu<br />

− Primer olarak inspirasyondan sorumludur. Ve solunum için temel ritmi<br />

oluşturur.<br />

− Dorsal solunum grubuna gelen sinyaller vagus ve glossopharyngeal<br />

sinirlerden gelir. Vagus siniri bilgiyi periferik kemoreseptörler ve<br />

akciğerdeki mekanoreseptörlerden alırken, glossopharyngeal sinir<br />

bilgiyi periferik kemoreseptörlerden alır.<br />

b. Ventral solunum grubu<br />

− Primer olarak ekspirasyondan sorumludur.<br />

− Bu grup normal sessiz solunum sırasında aktif değildir çünkü expirasyon<br />

pasif bir olaydır.<br />

- Egzersiz gibi expirasyonun aktif hale geldiği durumlarda aktive olur.<br />

2. Apnostik merkez<br />

− Aşağı ponsda yerleşmiştir.<br />

− Inspirasyonu stimüle eder, daha derin ve uzamış inspirasyon (apne)u<br />

oluşturur.<br />

3. Pnömotaksik merkez<br />

− Yukarı ponsda yerleşmiştir.<br />

− Inspirasyonu inhibe eder. Böylece inspiratuar hacmi ve solunum hızını<br />

ayarlar.<br />

4. Korteks<br />

− Solunum istemli olarak kontrol altına alınabilir. Böylece kişi istemli<br />

olarak hipo yada hiperventile olabilir.<br />

− Hipoventilasyon (Nefes tutma) PCO2’deki artış ve PO2’daki azalma ile<br />

sınırlanabilir. Daha önceden yapılan hiperventilasyonla nefes tutmanın<br />

süresi uzatılabilir.


175<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

B. CO2, H+ ve O2 kemoreseptörler (TUS-Eylül’95)<br />

1. Medulladaki merkez kemoreseptörler<br />

Serebrospinal sıvı pH’sına duyarlıdır.<br />

− H+, kan-beyin bariyerini CO2 kadar geçemez.<br />

a. CO2 arteriyel kandan BOS’a difüze olur. Çünkü yağda çözünür<br />

ve kolayca kan-beyin bariyerini geçer.<br />

b. BOS’da; CO2 H2O ile birleşir ve H+ ile HCO3- meydana gelir.<br />

H+ direkt olarak merkez kemoresepetörler üzerine etkir.<br />

c. Bu nedenle PCO2 ve [H+] artışı solunumu stimüle ederken, PCO2<br />

ve [H+]’da azalma solunumu inhibe eder.<br />

d. Sonuçta hipoventilasyon veya hiperventilasyonla arteriyel PCO2<br />

normal değerlerine geri döner.<br />

2. Karotid ve aortik cisimlerdeki periferik kemoreseptörler<br />

− Karotid cisimler arteria carotis communis bifurkasyonunda<br />

yerleşmiştir.<br />

− Aortik cisimcikler ise aort arkusunun altında ve üstünde<br />

yerleşmişlerdir.<br />

a. Arteriyel PO 2<br />

’nin azalması<br />

− Periferik kemoreseptörleri stimüle eder ve solunum hızını artırır.<br />

− Solunum stimüle edilmeden önce PO 2<br />

mutlaka düşük düzeylere<br />

inmelidir. (


176<br />

FİZYOLOJİ - HİSTOLOJİ - EMBRİYOLOJİ<br />

− Pulmoner kapillerlerin genişlemesi-sol kalp yetmezliğinde olduğu gibi<br />

J reseptörlerini stimüle eder ve hızlı, yüzeysel solunuma neden olur.<br />

4. Eklem ve kas reseptörleri<br />

− Extremiteler hareket ettiğinde stimüle olur.<br />

− Egzersiz sırasında solunumun erken stimulasyonundan sorumludur.<br />

− Solunum Sisteminin Tamamlayıcı Cevapları

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!