Hazar Raporu - Issue 03 - Spring 2013
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
BAHAR <strong>2013</strong> / SAYI: 3<br />
HAZAR<br />
RAPORU<br />
www.hazarraporu.com<br />
TANAP<br />
GÜNEY AKIM<br />
NABUCCO<br />
TAP<br />
BTC<br />
AGRI<br />
ITGI<br />
MAVİ AKIM<br />
BTE<br />
SAMSUN-CEYHAN<br />
BAKÜ-SUPSA<br />
GÜNEY GAZ KORİDORU<br />
ENERJİDE<br />
YENİ ÇÖZÜM<br />
John Roberts<br />
Azerbaycan ve Avrupa Enerji<br />
Güvenliği: Ulusal Öncelikler ve<br />
Uluslararası Sorumluluklar<br />
Gulmira Rzayeva<br />
AB ve Güney Kafkasya:<br />
Ne Derece Uzak ve Derin<br />
Amanda Paul<br />
<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />
Khazar İbrahim
HAZAR RAPORU<br />
Yayıncı:<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />
Yayıncı Adına İmtiyaz Sahibi:<br />
Haldun Yavaş<br />
Genel Yayın Yönetmeni:<br />
Efgan Niftiyev<br />
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:<br />
Hande Yaşar - Ünsal<br />
Yayın Kurulu:<br />
Siddharth Saxena, Gönül Tol, Bekir Günay, Efgan Niftiyev, Saban Kardaş,<br />
Svante E. Cornell, Taleh Ziyadov, Amanda Paul, Mitat Çelikpala, Ayça Ergun,<br />
John Roberts, Dr. Fatih Macit, Şener Aktürk, Cemil Ertem, Kornely Kakachia,<br />
Ercüment Tezcan, Vladimir Kvint, Joshua Walker, Sham L. Bathija<br />
Araştırma Asistanı:<br />
Ferahşan Yaprak - Gençkaya<br />
Görsel Sorumlusu:<br />
Mefail Başgülşen<br />
Basımcı:<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />
Grafik Tasarım:<br />
Basıldığı Yer:<br />
Fatih Matbaası<br />
Yayın Türü:<br />
Süreli<br />
Yazışma Adresi:<br />
Veko Giz Plaza, Maslak Meydan Sok., No:3 Kat:4 Daire:11-12 Maslak,<br />
34298 Şişli-İstanbul-TÜRKİYE<br />
Telefon:<br />
+90 212 999 66 00<br />
Fax:<br />
+90 212 999 66 01<br />
Web:<br />
www.hazarraporu.com<br />
Email:<br />
info@hazarraporu.com<br />
<strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>’nda yayınlanan tüm yazı ve<br />
materyallerin sorumluluğu yazarına aittir.<br />
<strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>’nda yayınlanan içerik ve<br />
malzeme derginin ve yazarının yazılı onayı<br />
alınmaksızın kopyalanamaz, yayınlanamaz.<br />
The opinions expressed within are those of the<br />
authors and do not necessarily reflect HASEN<br />
policy. No part of this magazine may be<br />
reproduced in whole or in part without written<br />
permission of the publisher and the author.
hazar<br />
strateji<br />
enstitüsü<br />
H A S E N
EDİTÖRDEN…<br />
Değerli Okurlar,<br />
90’lı yıllarda petrol sahalarının işlenmesine başlanılmasının peşi sıra <strong>Hazar</strong> Bölgesi enerji kaynaklarının<br />
geliştirilmesi düşüncesi gündeme gelmiştir. Süre gelen zaman içerisinde konuya ilişkin sayısız çalışma<br />
yapılmış ve birçok proje gündeme gelmiştir. Bu doğrultuda, özellikle geçtiğimiz birkaç yıldan beri <strong>Hazar</strong>’ın<br />
enerji hazinesinin pek mühim bir parçasını teşkil eden doğal gaz, başta bölge uzmanları olmak üzere enerji<br />
piyasasının global temsilcileri tarafından mercek altına alınmıştır.<br />
Öyle ki; Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan gibi ülkelerde kayda değer doğal gaz rezervleri tespit edilmiş<br />
durumda. Bu kaynaklar başta enerji çeşitliliği hususunda ciddi yatırımları göze alan Avrupa ve büyüyen<br />
ekonomisiyle son 10 yılda doğal gaz tüketimini üç kat arttıran Türkiye için hayati niteliktedir.<br />
Kafkasya ve Anadolu üzerinden Güney Gaz Koridoru olarak tanımlanan güzergahla Türkiye üzerinden<br />
Avrupa’ya ulaşacak <strong>Hazar</strong> gazı, potansiyel Pazar kapılarını bölge ülkelerine açarken, yoğunlukla Rusya’ya<br />
bağımlı olan Türkiye ve Avrupa’nın enerji güvenliği ve kaynak çeşitliliği üzerindeki endişelerini azaltacaktır.<br />
Giderek artan gaz tüketimi ve alternatif kaynakların kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda Güney<br />
Gaz Koridoru’nun piyasanın talebini tam anlamıyla karşılayıp tüm sorunlara çözüm olup olmayacağı ve<br />
uygulamaya ilişkin süreçte yaşanması muhtemel problemler hususunda akla gelebilecek kritik soruların<br />
cevaplarını dergimizin bu sayısında sizler için araştırdık. Konuyla ilgili olarak Platts Enerji Güvenliği Uzmanı<br />
John Roberts ve Azerbaycan Stratejik Araştırmalar Merkezi Araştırma Görevlisi Gulmira Rzayeva’nın<br />
yazıları gerçekten ufuk açıcı nitelikte.<br />
Geçtiğimiz yıl Türkiye’nin, Gürcistan’ın en büyük dış ticaret ortağı haline gelmesi ve Avrupa ile yapılan<br />
ticaretin Azerbaycan dış ticaretinin yarısına tekabül eder hale gelmesi bölgedeki ekonomik ve siyasi değişimin<br />
önemli göstergelerindendir.<br />
Bu bağlamda, Avrupa Siyaset Merkezi Uzmanı Amanda Paul özellikle Güney Kafkasya ve AB arasındaki<br />
ilişkileri değerlendirirken, güvenlik uzmanımız Mitat Çelikpala <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin yalnızca enerji kaynakları<br />
ile gündeme getirilmesinin, bölge ehemmiyetinin hakkıyla idrak edilememesine neden olacağı düşüncesi ile,<br />
bölgenin doğu–batı ekseninde hem ticaret hem de ulaştırma koridoru olma potansiyelini analiz etmiştir.<br />
Batı ve doğu arasındaki bu transit koridor gerekli yasal değişikliklerin yapılması ve siyasi adımların atılması<br />
halinde bölge ekonomisine çok önemli katkılar yaparak burada bulunan ülkeleri küresel ligde önemli oyuncular<br />
haline getirecektir. Ekonomi uzmanımız Dr. Fatih Macit’in bu ülkelerden Azerbaycan, Kazakistan, Türkiye ve<br />
Kırgızistan üzerine kaleme aldığı analiz konuya ilişkin ne derece mühim fırsatlara sahip olunduğunu bir kez<br />
daha gözler önüne sermektedir.<br />
Son olarak bölgedeki politik dengeler ve dış politika dinamiklerine özel bir parantez açtığımız bu sayıda, Dış<br />
Politika uzmanlarımızdan Şener Aktürk, bölgenin iki önemli aktörü Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin<br />
son on yılına ışık tutarken, Şaban Kardaş Arap Baharı sürecinde izlenen Türk dış politikasını ele aldı.<br />
Azerbaycan NATO büyükelçisi Khazar İbrahim’in <strong>Hazar</strong> Bölgesi güvenliğine ilişkin kaleme aldığı makale ise<br />
sadece akademi dünyasından değil aynı zamanda bizzat siyasa yapıcısı perspektifini de sunmaktadır.<br />
Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere…<br />
Efgan Niftiyev<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Twitter: @eniftiyev
hazar<br />
strateji<br />
enstitüsü<br />
H A S E N<br />
İçindekiler<br />
MAKALELER<br />
AB ve Güney Kafkasya Ne Derece Uzak ve Derin<br />
Güney Kafkasya ile yakın ilişki kurmak, özellikle ilk zamanlarda AB için tartışmalı bir konuydu.<br />
Kimi üye ülkeler, on yıllardır Rusya Federasyonu’nun etkisi altında kalmış olan ve birçok<br />
problemle birlikte ciddi manada güvenlik problemi yaşayan bir bölgeye girmek hususunda<br />
oldukça ilgisizlerdi.<br />
Amanda Paul, Avrupa Siyaset Merkezi (EPC) Uzmanı<br />
<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />
Birçok bölge, küresel ilişkiler çerçevesindeki değerlerini keşfetmeye ve bunu ispat etmeye<br />
çalışmaktadır. Uluslararası haber başlıkları genellikle Orta Doğu, Çin, Rusya, İran ve<br />
Afganistan’dan bahsederken, <strong>Hazar</strong> Bölgesi çoğunlukla kapsam dışında kalmaktadır. Bu<br />
durum, <strong>Hazar</strong>’ın önemsiz olduğu anlamına mı gelmektedir<br />
Khazar İbrahim, Azerbaycan NATO Büyükelçisi<br />
Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />
Kısa bir süre önce, AB Komisyonu’nun enerjiden sorumlu üyesi Günther Oettinger Avrupa Birliği’ne<br />
ulaştırılacak yıllık 10 milyar metreküp Azerbaycan gazı arzını ‘çerez’ seklinde nitelendirerek<br />
görünürde yetersiz bulmuştur. Bu ifade oldukça çarpıcıdır, zira bu yatırımın Avrupa’ya ulaşmasının<br />
tam maliyeti aşağı yukarı 10 milyar doları bulabilir.<br />
John Roberts, Enerji Güvenliği Uzmanı, Platts<br />
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
AB’nin Güney Gaz Koridoru, öncelikli olarak <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nden olmak üzere, dünyanın en<br />
büyük piyasası olan Avrupa piyasası için alternatif kaynak ve güzergahlardan gaz teminini<br />
amaçlamaktadır. Doğu ve Güney Avrupa, önemli ölçüde Rus gazı teminine bağımlı durumdadır.<br />
Bu durum Batı ülkelerinin egemen ve bağımsız politikalar üretebilmesine engel olmaktadır.<br />
Gulmira Rzayeva, Araştırma Görevlisi Ekonomik Analiz ve Küresel İlişkiler Bölümü,<br />
Azerbaycan Stratejik Araştırmalar Merkezi<br />
7<br />
17<br />
22<br />
29<br />
4<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
BAHAR / <strong>2013</strong><br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru<br />
Olmaya Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />
2009 yılında dünya ticaretini etkisi altına alan ekonomik kriz sonrası uluslararası ticaret<br />
yeniden canlanmaya başlayınca, öne çıkan bağlantı noktalarından biri de <strong>Hazar</strong> Bölgesi olarak<br />
belirginleşti. Avrupa’dan başlayarak Hindistan üzerinden Çin’e kadar uzanan bir hatta yeniden<br />
canlanmaya başlayan uluslararası ticaret, çoğunlukla deniz yolu üzerinden yürütülüyor.<br />
Doç. Dr. Mithat Çelikpala, Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm<br />
Başkanı, <strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
46<br />
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
Bu makalenin amacı, Soğuk Savaş sonrası Türk-Rus ilişkilerinin ikinci on yılında (2002-<br />
2012) gözlenen nisbi kötüleşmenin sebeplerinin analiz edilmesidir. Bu yapılırken, Türk-Rus<br />
ilişkilerinin bir önceki on yılda (1992-2002) kaydettiği göz kamaştırıcı yükseliş de, yazarın<br />
daha önce bu döneme ilişkin yayınlamış olduğu eserine atıfla kısaca açıklanacaktır.<br />
Yrd. Doç. Dr. Şener Aktürk, Koç Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
55<br />
Türkiye ve Arap Baharı:<br />
Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />
Orta Doğu geçtiğimiz iki yıl boyunca bir dönüşüm sürecine girmiş ve bölgesel aktörleri<br />
yurt dışı politikalarını yeniden tanımlamaya zorlamıştır. 2010 yılının sonlarındaki<br />
olayların başlangıcından bu yana ise Türk hükümeti Arap Baharı’nı pozitif yönde<br />
kavramsallaştırmıştır.<br />
Doç. Dr. Şaban Kardaş, TOBB Üniversitesi Öğretim Üyesi,<br />
HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
71<br />
Türk Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />
Türk Konseyi’nin temelleri 3 Ekim 2009’da imzalanan Nahçivan Anlaşması ile<br />
atılmıştır. Örgüt ilk etapta Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın katılımı<br />
ile kurulmuştur. Bununla birlikte şu an üye olmayan Türkmenistan ve Özbekistan da<br />
potansiyel üye olarak görülmektedir.<br />
Dr. Fatih Macit, Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi ,<br />
HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
80<br />
ENGLISH PART<br />
89<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
5
CHOICE FOR<br />
ENERGY OF<br />
TURKEY’S<br />
TOMORROW<br />
Turkey’s largest private natural gas importer.<br />
With its PNG and LNG portfolio, supplies major<br />
industrial customers and cities throughout the country.<br />
www.enercoenerji.com
AB ve Güney Kafkasya:<br />
Ne Derece Uzak ve Derin<br />
Amanda Paul, Avrupa Siyaset Merkezi (EPC) Uzmanı<br />
Güney Kafkasya ile yakın ilişki kurmak,<br />
özellikle ilk zamanlarda AB için tartışmalı<br />
bir konuydu. Kimi üye ülkeler, on yıllardır<br />
Rusya Federasyonu’nun etkisi altında<br />
kalmış olan ve birçok problemle birlikte<br />
ciddi manada güvenlik problemi yaşayan<br />
bir bölgeye girmek hususunda oldukça<br />
ilgisizlerdi.<br />
Buna rağmen, geçtiğimiz on yıl boyunca<br />
AB yavaş adımlarla fakat kararlılıkla<br />
Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan<br />
ile daha yakın ekonomik ve politik<br />
bağlar kurmak suretiyle bölgeyle olan<br />
ilişkisini artırdı. Güvenlik hususundaki<br />
hassas durum ve bunun AB’ye olası tesiri<br />
konusunda kaygılar sürmekteyken, <strong>Hazar</strong><br />
enerji kaynaklarından istifade edilmesi,<br />
AB’nin mevcut ilişkinin geliştirilmesi<br />
“<br />
20 yılı aşkın süredir Güney<br />
Kafkasya ülkelerinin “geçiş sürecinde”<br />
olduğu söylenemez.<br />
Ermenistan, Azerbaycan ve<br />
Gürcistan işlevsel ve bağımsız<br />
devlet yapılanmalarını tamamlamışlardır.<br />
yönünde motivasyon kaynağı olmuştur.<br />
Ancak AB daha istikrarlı, güvenli ve<br />
müreffeh bir komşuluk arzusu içinde<br />
olduğunu dile getirirken, bu hedefe<br />
ulaşmak için ne derece hazırlıklı olduğu<br />
hususu belirsizliğini korumaktadır.<br />
Güney Kafkasya, mükemmel bir kültürel<br />
çeşitlilik, kıtalararası bir köprü ve Doğu-<br />
Batı, Kuzey-Güney Avrasya arasında<br />
yüzlerce yıllık enerji ve nakliye güzergâhı<br />
olan bir bölgedir. Sovyetler Birliği’nin<br />
dağılması sonrasındaki süreçte bölge,<br />
çalkantılı bir dönemden geçmiştir. Diğer<br />
Sovyet Sonrası cumhuriyetleri gibi,<br />
Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan<br />
zor bir politik ve ekonomik geçiş dönemi<br />
yaşamışlardır. Bu durum 90’lı yılların<br />
başında patlak veren korkunç çatışmaların<br />
sonuçları ile artmış ve bu çatışmalar<br />
ciddi anlamda politik ve ekonomik<br />
istikrarsızlığa, bununla birlikte sayısız<br />
sığınmacı ve iç göçe zorlanmış kişilerin<br />
ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 20<br />
yılı aşkın süredir Güney Kafkasya<br />
ülkelerinin “geçiş sürecinde” olduğu<br />
söylenemez. Ermenistan, Azerbaycan<br />
ve Gürcistan işlevsel ve bağımsız devlet<br />
yapılanmalarını tamamlamışlardır. Ancak<br />
bugün ayrılıkçılık, siyasi istikrarsızlık ve<br />
demokrasi eksikliği, Güney Kafkasya’yı<br />
AB’nin komşuları içerisinde en tartışmalı<br />
bölge haline getirmiştir.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
7
Amanda Paul<br />
Uzak ve Egzotik Bir Diyar<br />
1990’larda Güney Kafkasya, AB için<br />
uzak bir bölgeden ibaretti: çoğu AB<br />
bürokratının, hakkında pek az bilgiye<br />
sahip olduğu ve haritada yerini bulmakta<br />
zorlandığı, egzotik, uzak bir diyar.<br />
Balkanlar’daki kanlı savaşlarla ve demir<br />
perdenin dağılmasını takiben doğu<br />
sınırında gelişmekte olan yeni gerçeklikle<br />
meşgulken, bu bölgeye ilgi göstermek<br />
için çok az bir zaman ya da enerji vardı.<br />
Bu yüzden sürpriz bir şekilde, AB’nin o<br />
zamanlardaki tutumu finansal yardım<br />
çerçevesindeydi. Ermenistan, Azerbaycan<br />
ve Gürcistan’a 1 milyar Euro’nun üzerinde<br />
yatırım yapmak suretiyle, gerçekten de AB,<br />
1991 ve 2000 yılları arasında bölgedeki<br />
kalkınma projelerinin en büyük finansörü<br />
olmuştur.<br />
Fakat son 10 yıldan beri AB bölgenin,<br />
özellikle enerji ve ulaşım merkezi olarak<br />
öneminin günden güne artmasına katkı<br />
sağladı. Sonuç olarak AB, adım adım<br />
kendine yol açmış ve bölgeyle olan<br />
ilişkisini geliştirmiştir. Öyle ki geleneksel<br />
bölge güçlerinin aksine (Rusya, İran<br />
ve yakın zamanda Türkiye), AB bu üç<br />
ülkeyle ortak bir tarihî geçmişe sahip<br />
olmadığından, bölgenin demokratikleşmesi<br />
ve değişiminde kilit rol oynayacak konuma<br />
getirilmiştir. Dahası, Washington’ın<br />
Güney Kafkasya’yı AB’nin yakın çevresi ve<br />
dolayısıyla sorumluluğu altında görmesi<br />
ve yine Amerika’nın açıkça bölgeye ilgi<br />
göstermeyişi, AB’nin burada aktif olarak<br />
bulunması için daha büyük bir gereksinim<br />
doğurmuştur.<br />
8<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Güney Kafkasya’nın AB radarlarında<br />
daha görünür hale getiren birçok sebep<br />
bulunmaktadır. İlk olarak, genişlemeler<br />
sayesinde AB, coğrafi açıdan bölgeye<br />
yakınlaşmış ve yeni üyeliklerle bu bölge<br />
daha önemli hale gelmiştir. İkinci olarak,<br />
Gürcistan’da 20<strong>03</strong>-2004 yıllarında<br />
gerçekleşen Gül Devrimi, demokrasi ve<br />
reformun yayılması için kapı aralamış<br />
ve Gürcistan’ı hızlıca batı doğrultusuna<br />
yönelten bir devlet başkanını iktidara<br />
getirerek ülkeyi AB için daha ihtiyaç<br />
duyulur kılmıştır. Ve son, ancak<br />
muhtemelen en önemlisi, AB enerji<br />
güvenliği meselesidir. Rus gazına büyük<br />
oranda bağımlı olan <strong>Hazar</strong> Bölgesi, çıkış<br />
kapısı hükmünde olan Azerbaycan’la<br />
enerji kaynakları ve tedarikçilerini<br />
çeşitlendirmek adına çok önemli bir<br />
fırsat yakalamıştır. 2009 yılındaki Doğu<br />
Avrupa’daki birçok ev sahibini günlerce<br />
gazsız bırakan Rusya-Ukrayna gaz savaşı,<br />
bu meselenin aciliyetini artırmış ve<br />
Güney Koridoru projesini tetiklemiştir.<br />
Hatta AB’nin bölgedeki yeni enerji<br />
çıkarları, çözülmemiş Güney Osetya ve<br />
Abhazya (Gürcistan) ve Dağlık-Karabağ<br />
(Azerbaycan ve Ermenistan) sorunlarının<br />
neticesi olan hassas güvenlik durumu ile<br />
alakadar olması için ekstra bir neden teşkil<br />
etmiştir.<br />
AB’nin bölgeye olan ilgisi büyük oranda<br />
hoşnutlukla karşılanmaktadır. Masada<br />
duran finansal desteğin üstünde ve<br />
ötesinde AB ile daha derin ekonomik ve<br />
politik işbirliği; temel olarak Rusya’nın<br />
rolünün azaltılmasını amaçlayan daha<br />
dengeli bir ekonomi ve dış politika için<br />
çalışmak adına bir fırsat teşkil etmektedir.<br />
AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />
“<br />
Öyle ki geleneksel bölge<br />
güçlerinin aksine (Rusya,<br />
İran ve yakın zamanda<br />
Türkiye), AB bu üç ülkeyle<br />
ortak bir tarihî geçmişe<br />
sahip olmadığından,<br />
bölgenin demokratikleşmesi<br />
ve değişiminde kilit<br />
rol oynayacak konuma<br />
getirilmiştir.<br />
Gelişen İlişki: Adım Adım<br />
Gürcistan’daki Gül Devrimi’nin ortalarına<br />
denk gelen Aralık 20<strong>03</strong>’teki güvenlik<br />
stratejisi, Avrupa’daki yeni bölünme<br />
çizgilerinden kaçınılması gerektiğinin<br />
altını çizmiş, “Güney Kafkasya’daki<br />
problemlere daha güçlü ve aktif bir<br />
yaklaşım sergilemesi” hususunda AB’ye<br />
çağrı yaparak, “Doğu’daki komşularımızla<br />
ilgili politik problemlere takılmak yerine,<br />
onlarla ekonomik ve politik paylaşımın<br />
getirilerini artırmalıyız. Aynı zamanda,<br />
yakın zamanda komşumuz olabilecek<br />
bir bölge olan Güney Kafkasya’nın<br />
problemlerine daha güçlü ve aktif bir<br />
şekilde ilgi göstermeliyiz” 1<br />
demiştir. Bu<br />
konunun akabinde, “Güney Kafkasya<br />
ülkelerine politik ve ekonomik reformların<br />
gerçekleşmesi hususunda yardımda<br />
bulunmak, uyuşmazlıkları önlemek ve<br />
çözüm yollarını desteklemek mülteciler<br />
ve yurtiçi göçe maruz kalmış kişilerin geri<br />
dönüşüne katkıda bulunmak, bölgede kilit<br />
1 www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
9
Amanda Paul<br />
role sahip ulusal aktörlerle yapıcı bağlar<br />
kurmak, bölge içi işbirliğini desteklemek<br />
ve AB’nin Güney Kafkasya’daki<br />
faaliyetlerinin koordineli, tutarlı ve<br />
etkili olmasını sağmakla 2” görevli olan,<br />
AB’nin bölgeye ilişkin ilk Özel Temsilcisi<br />
Heikki Talvitie’nin daveti gerçekleşmiştir.<br />
Maalesef, yeni AB Özel Temsilcisi’nin<br />
bölgeye ilişkin çok az tesirinin oluşu, ya da<br />
hiç olmayışı ve elinde görece boş bir “alet<br />
çantası” ile çok önceden beri sahnede olan<br />
bölgesel güçlerle diğer aktörler arasında<br />
boğulmasıyla, bu iddialı gündem büyük<br />
oranda kağıt üzerinde kalmış, hayata<br />
geçirilememiştir.<br />
AB, 2007 yılında<br />
Romanya ve<br />
Bulgaristan’ın birliğe<br />
“<br />
katılımıyla birlikte<br />
bölgeyi “komşu”<br />
yapmak ve akabinde<br />
Güney Kafkasya’yı<br />
Avrupa Komşuluk<br />
Politikası’na (ENP),<br />
hemen olmasa<br />
da, dahil ederek<br />
vites yükseltmiştir.<br />
Ülkenin nihai katılımı oldukça dinamik<br />
ve başarılı bir lobi kampanyası yürütmüş<br />
olan Gürcistan Devlet Başkanı Mihail<br />
Saakaşvili’nin önemli çabaları sayesinde<br />
olacaktır. ENP, istekli bir şekilde, AB<br />
değerlerine uygun olarak istikrarlı,<br />
güvenli ve müreffeh bir alan oluşturmayı<br />
amaçlamıştır. Ertesinde Avrupa Komisyonu<br />
Başkanı Romano Prodi, temel özgürlük<br />
ve hukuk kurallarına saygı duyulan bir<br />
değerler topluluğu ve iyi yönetilen ülkeler<br />
halkasına dikkat çekmiştir. 2007 yılında<br />
AB, Güney Kafkasya ülkelerini de kapsayan<br />
2 http://www.eu-un.europa.eu/articles/en/article_11895_<br />
en.htm<br />
ENP, istekli bir şekilde, AB<br />
değerlerine uygun olarak<br />
istikrarlı, güvenli ve<br />
müreffeh bir alan oluşturmayı<br />
amaçlamıştır.<br />
Karadeniz Sinerjisi’nin (BSS) doğmasına<br />
da vesile olmuştur.<br />
BSS henüz planlama aşamasındayken,<br />
ENP istenilen hedeflere ulaşamadığı<br />
için hayal kırıklığına sebep olmuştu. Bu<br />
hayal kırıklığına temel olarak iki sebep<br />
gösterilebilir. İlki, taraflarca ENP’nin<br />
hedeflerinin yanlış anlaşılmasıdır. AB,<br />
beklenti ve hedeflerini hesaba katmaksızın<br />
güney ve doğudaki tüm komşularını aynı<br />
kapsamda değerlendirmiştir. İkincisi ise,<br />
ENP ülkelerince ciddi manada masraflı ve<br />
zor bir süreç olan reformların uygulanması<br />
neticesinde tam olarak ne elde edileceğinin<br />
bilinmemesidir.<br />
Kısacası ENP’nin<br />
sağladığı teşvikler,<br />
yeterli ölçüde cezbedici<br />
olamayacak kadar zayıf<br />
kalmıştır.<br />
Bu durum 2009<br />
yılında Doğu Ortaklığı<br />
(EaP) inisiyatifinin<br />
başlamasına neden<br />
olmuştur. Her ne<br />
kadar nihai ürün,<br />
İsveç ve Polonya<br />
tarafından masaya konulan orijinal teklifin<br />
hafifletilmiş hali olsa da; reform ve<br />
demokratikleşme sürecini hızlandırmak<br />
adına “daha ve daha fazla” (more and more)<br />
ya da “az için az” (less for less) ve “yumuşak<br />
güç” (soft power) ilkelerini kullanarak,<br />
daha yakın politik ve ekonomik işbirliğine<br />
kapı aralamıştır.<br />
EaP Güney Kafkasya ve komşularını<br />
derinden sarsan 2008 yılındaki Rusya-<br />
Gürcistan Savaşı’nın ardından beklenmedik<br />
bir destek görmüştür. Paradoksal olarak<br />
bir şekilde bu durum Avrupa’yı Güney<br />
10<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
“<br />
EaP Güney Kafkasya ve komşularını derinden<br />
sarsan 2008 yılındaki Rusya-Gürcistan<br />
Savaşı’nın ardından beklenmedik<br />
bir destek görmüştür. Paradoksal olarak<br />
bir şekilde bu durum Avrupa’yı Güney<br />
Kafkasya’ya karşı hatırı sayılır bir taahhüt<br />
altına girmeye itmiştir.<br />
Kafkasya’ya karşı hatırı sayılır bir taahhüt<br />
altına girmeye itmiştir. 5 gün süren savaş<br />
önemli ölçüde bir gerilemeye sebep olsa<br />
da, başka şekilde gerçekleşmesi çok daha<br />
fazla zaman alacak Dernekler Anlaşması<br />
ile Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret<br />
Anlaşması (Association Agreements<br />
and Deep and Comprehensive Free<br />
Trade Agreements-DCFTA) gibi kimi<br />
girişimlerin oluşmasına fırsat vermiş<br />
ve bölgenin kırılgan yapısına dikkat<br />
çekmiştir.<br />
Her üç ülke halen Dernekler Anlaşması’nı,<br />
Gürcistan ile Ermenistan da ayrıca<br />
DCFTA’yı müzakere etmektedir. Dünya<br />
Ticaret Örgütü (WTO) üyesi olmayan<br />
Azerbaycan, henüz DCFTA’yı müzakere<br />
edecek pozisyonda değildir. Aynı<br />
zamanda bu üç ülke, vize işlemlerinin<br />
kolaylaştırılmasını müzakere ederken,<br />
Azerbaycan’la ise vize serbestiyeti<br />
üzerinde çalışılmaktadır. AB “daha<br />
ve daha fazla” (more and more)<br />
ilkesi doğrultusunda yargı reformu,<br />
basın özgürlüğü ve sivil özgürlükler,<br />
yolsuzlukla mücadele ve ticari ortamın<br />
geliştirilmesinin de dahil olduğu kilit<br />
AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />
alanlarda görülebilir ve sürdürülebilir bir<br />
ilerleme talep etmektedir. Bununla birlikte<br />
AB, yapılan seçimlerin -<strong>2013</strong> yılında<br />
her üç ülkede de Başkanlık seçimleri<br />
yapılmıştır- uluslararası normlara<br />
uygun olmasını istemiştir. Gürcistan ve<br />
Ermenistan’da süreç, somut neticeler<br />
vermeye başlamıştır. Her iki ülke de bu<br />
yılın sonunda müzakereleri bitirmeyi<br />
hedeflemektedir ve Kasım ayında<br />
gerçekleşecek Vilnius Doğu Ortaklığı<br />
Zirvesi’nde muhtemelen anlaşmayı<br />
imzalayacaklardır. Azerbaycan ise<br />
müzakereler çerçevesinde daha az avantajlı<br />
konumdadır ve bu yıl müzakereleri<br />
tamamlaması mümkün gözükmemektedir.<br />
Gürcistan Avrupa-Atlantik Konseyi<br />
üyeliğini öncelikli tercih olarak<br />
devam ettirirken, bölgede en çok<br />
reform yapan ülke rekorunu da elinde<br />
bulundurmaktadır. Aynı zamanda Güney<br />
Kafkasya’da gücün barışçıl yollarla<br />
transferini gerçekleştiren yegane ülke<br />
konumundadır. Görevdeki Devlet<br />
Başkanı Serj Sarkisyan yönetimindeki<br />
Ermenistan, Moskova ile sıkı ilişkilerini<br />
sürdürürken son birkaç yıldan beri AB<br />
ile olan bağlarını da kuvvetlendirmeye<br />
çalışmaktadır. Rusya ve beraberinde İran<br />
ile çok sıkı ekonomik, politik ve güvenlik<br />
bağları olan Erivan, kilit role sahip bu<br />
iki muhatapla yoğun ilişkilerini sürdürse<br />
de, daha dengeli bir dış politika hedefi<br />
gütmektedir. Azerbaycan, dengeli bir dış<br />
politika yürütmekle birlikte Bakü, AB ile<br />
çeşitli alanlarda daha derin bir işbirliğine<br />
olan yakın ilgisini açıklarken, halihazırda<br />
bu ilişki enerji boyutunda yoğunlaşmış<br />
durumdadır ve Avrupa’nın gaz ihtiyacını<br />
giderecek Azerbaycan’ın Şah Deniz II gaz<br />
sahası aynı zamanda Trans-<strong>Hazar</strong> boru<br />
hattının gelişmesinde kilit role sahiptir.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
11
Amanda Paul<br />
AB ve Uyuşmazlık Çözümü:<br />
Statüko Aktörü mü<br />
Ne yazık ki henüz çözüme<br />
kavuşturulmamış uyuşmazlıklar bölgesel<br />
işbirliği projelerini neredeyse tamamen<br />
bitirerek, bölge potansiyeli ve gelişimi<br />
önünde engel olmaya devam etmektedir.<br />
20<strong>03</strong> yılı Güvenlik Stratejisi’ndeki AB<br />
için temel hedeflerden biri de uzun<br />
süredir devam eden uyuşmazlıkların<br />
“çözümünde” önemli roller üstlenmek<br />
olsa da, gerçekte böyle bir rol için yeteri<br />
derecede bir heves bulunmamaktadır.<br />
Daha çok AB kenarda durmayı ve diğer<br />
uluslararası aktörleri desteklemeyi<br />
tercih etmekte ve 2008 yılındaki<br />
Gürcistan-Rusya Savaşı’nda olduğu gibi,<br />
yalnızca mecbur kaldığında sorumluluk<br />
üstlenmektedir.<br />
Gürcistan-Rusya Savaşı’nın ertesinde,<br />
AB kendisini harekete geçmiş ve idareyi<br />
devralmış olarak buldu. Ardından, AB’nin<br />
Fransa Başkanlığı hızlı ve etkili bir şekilde<br />
hareket edip Fransa Devlet Başkanı<br />
Nicolas Sarkozy ile birlikte Moskova<br />
ve Tiflis arasında mekik diplomasisi<br />
yürüterek Sarkozy-Medvedev ateşkes<br />
anlaşmasına aracılık etmiştir. AB, uzun<br />
“<br />
Bölgesel güvenlik açısından büyük bir<br />
tehdit unsuru olan Dağlık-Karabağ sorunu<br />
göz önünde bulundurulduğunda, barış<br />
sürecinde AB’nin neredeyse hiçbir rolü<br />
bulunmamaktadır.<br />
12<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
süredir devam eden uyuşmazlıklara çözüm<br />
bulmayı hedefleyen Cenevre süreci barış<br />
görüşmeleri eş başkanlığı ve Avrupa Birliği<br />
Barış Gözlem Gücü’nün (EUMM) bölgeye<br />
yerleştirilmesi suretiyle, bölgedeki en<br />
önemli güvenlik aktörü haline gelmiştir.<br />
Fakat altı aşamalı barış planı Moskova<br />
tarafından yalnızca kısmen uygulanmış ve<br />
AB’nin Güney Osetya ya da Abhazya’ya<br />
erişimi bulunmamaktadır. Bunun yanında,<br />
Rus askeri güçleri EUMM ile tüm<br />
iletişimi kesmiş ve misyonun başındaki<br />
kişiyi istenmeyen adam ilan etmiştir. Bu<br />
hususlarda Moskova ile uzlaşmak adına<br />
çok az çaba sarf edilmiştir. Bu durum<br />
muhtemelen Rusya’nın uluslararası<br />
arenada daha büyük<br />
öneme sahip İran<br />
ya da Afganistan<br />
gibi konulardaki<br />
“<br />
“aykırı” tutumunu<br />
devam ettireceği<br />
düşüncesinden<br />
kaynaklanmaktadır.<br />
Dahası 4 yılın<br />
sonunda Cenevre<br />
Barış Süreci<br />
“palyatiften”<br />
biraz fazla ve iki<br />
uyuşmazlığın<br />
çözümü adına etkili bir mekanizma<br />
olmadığı izlenimini doğurmuştur. Bununla<br />
birlikte çoğu zaman olduğu gibi ‘statüko’<br />
muhtemel alternatif seçenekler üzerinde<br />
çok az düşünmek suretiyle en rahat tutum<br />
halini almıştır.<br />
Bölgesel güvenlik açısından büyük bir<br />
tehdit unsuru olan Dağlık-Karabağ<br />
sorunu göz önünde bulundurulduğunda,<br />
barış sürecinde AB’nin neredeyse hiçbir<br />
rolü bulunmamaktadır. Bunun yerine<br />
Moskova “etki alanı”<br />
olarak gördüğü bölgedeki<br />
diğer oyuncular için her<br />
zaman şüpheci bir yaklaşım<br />
sergilemiştir.<br />
AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />
Medvedev’in başkanlığı döneminde Ruslar<br />
tarafından yönetilen ek arabuluculuk<br />
çalışmalarına ve Fransa’nın eş başkanlığı<br />
olduğu AGİT Minsk Grubu’nun<br />
çalışmalarına destek vermeye devam<br />
etmekle yetinmiştir.<br />
2012 yılında alevlenen “Sınır Tayini”<br />
(Line of Contact) doğrultusunda yükselen<br />
tansiyon, birkaç yıldır süregelen ve “Temel<br />
Prensipler” çerçevesinde yürütülen<br />
müzakereleri bitme noktasına getirmiştir.<br />
Maalesef mevcut Minsk Grubu yapısı<br />
fazlaca rahat ve atıl durumda, öyle ki<br />
ciddi anlamda düzenlenmeye ihtiyaç<br />
duymaktadır. Zira statükoyu değiştirmek<br />
adına önemli adımlar<br />
atılması için başta AB<br />
de dahil olmak üzere,<br />
uluslararası toplum<br />
yeteri ölçüde ilgiye<br />
sahip değildir.<br />
Ateşkese ilişkin hassas<br />
durum ve mevcut<br />
tahribat göz önünde<br />
bulundurulduğunda,<br />
yeni bir savaşın, zaten<br />
zor durumda olan<br />
bölgeyi daha da kötü<br />
bir hale sokacağından<br />
gösterilen bu yaklaşım önemli ölçüde dar<br />
bir bakış açısı örneği teşkil etmektedir.<br />
AB’nin şu ana kadar olan katkısı ‘Dağlık<br />
Karabağ ihtilafının barışçıl yollardan<br />
çözümü için Avrupa Ortaklığı’ (EPNK)<br />
ve güven arttırıcı önlemleri (CBM)<br />
desteklemek aracılığı ile olmuştur.<br />
“EPNK, Dağlık Karabağ sorununun çözüm<br />
sürecine katkı sağlamak gibi geniş kapsamlı<br />
barış sağlayıcı faaliyetler ve Güney<br />
Kafkasya’daki yerel ortaklarla çalışan bir<br />
Avrupa sivil toplum inisiyatifidir.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
13
Amanda Paul<br />
Gürcistan ve Moldova’daki<br />
(Transdinyester) anlaşmazlıkların<br />
aksine Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü<br />
konusunda AB belirsiz bir tutum<br />
sergilemektedir. Ermenistan ve Azerbaycan<br />
arasında “dengeli bir pozisyon” edinmeye<br />
çalışılmaktadır. ENP AB Ermenistan<br />
hareket planı kendi kaderini tayin<br />
etme (self determination) prensibini<br />
öngörürken, ENP AB Azerbaycan hareket<br />
planı ise toprak bütünlüğü ilkesinde<br />
ısrar etmektedir. Her ne kadar AB bu<br />
farklılığı çift taraflı müzakere sürecinin<br />
bir neticesi olarak açıklasa da, yine de<br />
bu durum AB’nin, sorunun çözümü<br />
hususunda problem yaşadığının altını<br />
çizmek suretiyle, Bakü’deki dürüstlük ve<br />
kredibilite algısına zarar vermektedir. Bu<br />
nedenle AB Karabağ sorununda yeni bir<br />
adım atmaktan çekinmektedir.<br />
Rusya Etkisi: Geri Çekilme<br />
Her ne kadar bölgede Türkiye ve İran’ın da<br />
aralarında bulunduğu Güney Kafkasya’da<br />
etkili olmaya çalışan birçok bölgesel aktör<br />
bulunsa da, bunlar arasında en belirgin<br />
pozisyona sahip ülke Rusya’dır. Moskova<br />
“etki alanı” olarak gördüğü bölgedeki<br />
diğer oyuncular için her zaman şüpheci<br />
bir yaklaşım sergilemiştir. Bu nedenle<br />
Moskova ENP ve EaP’yi Moskova etkisini<br />
azaltmayı amaçlayan araçlar olarak<br />
görmüştür. Dahası bölgenin petrol ve<br />
gaz kaynaklarının ve yine ulaşım merkezi<br />
olma potansiyelinin kontrolü adına Rusya<br />
ve Batı arasında artarak devam eden bir<br />
rekabet söz konusudur. Azerbaycan’ın<br />
yakın zamanda netleştirdiği jeostratejik<br />
nedenlerden ziyade ticari kaygılardan<br />
ötürü gazının AB pazarına ulaşması isteği,<br />
Kremlin tarafından güçlükle kabul gördü.<br />
“<br />
Yalnızca Azerbaycan,<br />
2012 yılının sonunda<br />
Gebele Radar istasyonunun<br />
kapatılmasıyla birlikte<br />
Azerbaycan topraklarındaki<br />
Rus ordusuna ait son<br />
izleri de kaldırarak Rus<br />
askeri varlığından tamamen<br />
kurtulabilmiştir.<br />
Rus etkisi azalmış olsa da, Moskova<br />
etkili bir bölgesel aktör olma konumunu<br />
sürdürmektedir. 2008 yılındaki Rusya-<br />
Gürcistan çatışması akabinde bölgedeki<br />
askeri varlığını güçlendirerek Rusya, Güney<br />
Kafkasya’daki baskın aktör konumunu<br />
pekiştirdi. Devlet Başkanı Saakaşvili’nin<br />
önceki hükümeti döneminde ilişkiler<br />
donma noktasına gelmişken, Gürcistan’ın<br />
yeni Başbakanı Bidzina İvanişvili Moskova<br />
ile ilişkileri geliştirmeyi vaat etmektedir.<br />
Şu noktada, bu yakınlaşmanın ne kadar<br />
14<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />
ileri gideceği bilinememektedir ancak<br />
eğer Moskova “eski günlere” dönmeyi<br />
umuyorsa, muhtemelen hayal kırıklığına<br />
uğrayacaktır. Zira Gül Devrimi,<br />
Gürcistan’ın Moskova ile olan ilişkilerinin<br />
düzeyini iyi yönde değiştirdi. Ve artık<br />
hiçbir lider Gürcistan’ı eski konumuna<br />
getiremez.<br />
Yalnızca Azerbaycan, 2012 yılının sonunda<br />
Gebele Radar istasyonunun kapatılmasıyla<br />
birlikte Azerbaycan topraklarındaki Rus<br />
ordusuna ait son izleri de kaldırarak<br />
Rus askeri varlığından tamamen<br />
kurtulabilmiştir. Ermenistan ise farklı bir<br />
durum içerisindedir. Chatham House’dan<br />
James Nixey’e göre, “Ermenistan<br />
üzerindeki Rus etkisi o kadar yüksek<br />
ki; Ermenistan’ın bir numaralı sorunu<br />
bağımsız olmayışı olmalıdır.” 3<br />
3 James Nixey, The Long Goodbye: Waning Russian Influence<br />
in the South Caucasus, Chatham House, June 2012<br />
Ancak Vladimir Putin’in Kremlin’e<br />
dönüşüyle birlikte Rusya, giderek<br />
artan Batı müdahalesini bastırmak ve<br />
mevcut gidişatı tersine döndürmek için<br />
var gücüyle çaba sarf etmektedir. Bu<br />
doğrultuda Moskova, ticari ve ekonomik<br />
teşvikler, “milyarderler kulübü”, Rus<br />
kültürünün yayılması (Rus sineması,<br />
dili, basılı medyası, TV yayına) ve Rus<br />
Ortodoks Kilisesi aracılığıyla kendi<br />
yumuşak gücünü (soft power) barındıran<br />
alet çantasını (tool box) geliştirmiştir.<br />
Yeni oluşturulan Avrasya Birliği, AB’nin<br />
Dernekler Anlaşması ve Derin ve Kapsamlı<br />
Serbest Ticaret Anlaşması’na (DCFTA)<br />
alternatif bir entegrasyon projesi olmayı<br />
amaçlamaktadır. Ne yazık ki başta<br />
Moskova için faydalı görülen Avrasya<br />
Birliği, gerçekte Moskova’nın menfaatleri<br />
doğrultusunda çok az işe yaramıştır.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
15
Amanda Paul<br />
Bölgede birlikte çalışmak adına açık bir<br />
şekilde sayısız fırsat olduğu halde Moskova,<br />
Güney Kafkasya’yı kendi çıkarlarına<br />
hizmet eden bir tiyatro sahnesi gibi<br />
görmeye devam etmekte ve şu durumda<br />
AB ve Rusya arasında hiçbir ortak çalışma<br />
bulunmamakta. <strong>2013</strong> çok önemli bir yıl<br />
olacaktır. Başkanlık seçimleri Moskova’ya<br />
yumuşak gücünü uygulaması için büyük<br />
bir fırsat tanıyacaktır. Gürcistan Başbakanı<br />
Bidzina İvanişvili’nin Rusya ile olan<br />
ilişkileri düzeltmesi çok önemli bir etki<br />
gösterebilir ve yine, Azerbaycan gazını<br />
AB pazarına (Nabucco Batı ya da TAP)<br />
sokacak projeye ilişkin son karar, bölgedeki<br />
durumu etkileyebilir.<br />
Gelecekteki AB Angajmanına Yönelik<br />
Beklentiler<br />
AB, Güney Kafkasya ülkelerinin<br />
demokratikleşme ve modernleşme<br />
süreçlerinin desteklenmesinde önemli<br />
bir rol üstlenirken, bölge için kapsamlı<br />
bir stratejisinin olmaması, uzun dönem<br />
politikası açısından ciddi bir sorun teşkil<br />
etmektedir. Hatta AB, bölgeyi kendi<br />
çevresi içerisinde gördüğünü belirten<br />
resmi açıklamalar yaparak, durumu hafife<br />
almaktadır. Avrupa Parlamentosu’nun<br />
2010 yılındaki “AB’nin Güney Kafkasya<br />
Stratejisi” tavsiye kararlarının büyük<br />
oranda görmezden gelinmesi, enerji<br />
konusundaki kilit rolün ötesinde AB’nin<br />
çekimser bir yaklaşım sergilediği izlenimini<br />
doğurmaktadır.<br />
yapmalıdır. AB’nin bir gün EaP ülkelerinin<br />
AB’ye tam üye olup olmayacağı hakkında<br />
karar vermesi gerekecektir. Gürcistan gibi<br />
bir ülke için, AB’nin Gürcistan’ı “Avrupa<br />
seçeneği” hakkında bilgilendirmenin<br />
ötesine geçmesi gerektiği şeklinde bir<br />
beklenti oluşacak ve üyelik seçeneğinin<br />
masaya yatırılması gerekecektir.<br />
Gelişmekte olan Güney Koridoru’na birçok<br />
finansal kaynak ve politik sermaye yatırımı<br />
yapan AB, aynı politik sermayeyi yan<br />
tarafta sessiz bir şekilde oturmaktan ziyade,<br />
etkin bir rol üstlenerek uyuşmazlık çözümü<br />
için de kullanmalıdır. Tüm olanlardan sonra<br />
bölgede savaşın yeniden başlaması, bu<br />
yatırımlar ve genel anlamda AB’nin <strong>Hazar</strong><br />
enerji rezervlerine erişimi adına ciddi bir<br />
tehlike arz edecektir.<br />
Bölge sorunlarına ilişkin daha büyük<br />
mesafeler kat edilmesi ve bölgede<br />
karşılaşılan önemli sorunlarla ilgili daha<br />
çok diyalog kurmak için AB’nin Rusya<br />
ile anlaşması gerekmektedir. Bu durum,<br />
uyuşmazlık çözümü için daha yakın<br />
ve yapıcı bir işbirliğini içerecektir. AB,<br />
Moskova ile herhangi bir çatışmaya girme<br />
ihtimalinden kaçınma politikasından<br />
vazgeçmeli ve daha ziyade bölge ve her<br />
iki taraf için somut faydaları olan işbirliği<br />
fırsatlarını kollamalıdır.<br />
Bölgeye ilişkin beklenilmeyen bir<br />
ihtimalle karşılaşan AB, gözünü Güney<br />
Kafkasya’dan ayırmamalıdır. Şayet AB<br />
güvenli, istikrarlı ve müreffeh bir çevreyi<br />
destekleme hususunda ciddi ise, bölgede<br />
daha büyük bir siyasi etki için yatırım<br />
16<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
<strong>Hazar</strong> 2<br />
Neden<br />
Bu Kadar Önemli<br />
KHAZAR IBRAHIM 1 , Azerbaycan NATO Büyükelçisi<br />
Birçok bölge, küresel ilişkiler<br />
çerçevesindeki değerlerini keşfetmeye<br />
ve bunu ispat etmeye çalışmaktadır.<br />
Uluslararası haber başlıkları genellikle Orta<br />
Doğu, Çin, Rusya, İran ve Afganistan’dan<br />
bahsederken, <strong>Hazar</strong> Bölgesi çoğunlukla<br />
kapsam dışında kalmaktadır. Bu durum,<br />
<strong>Hazar</strong>’ın önemsiz olduğu anlamına mı<br />
gelmektedir Aksine, üç ana sebepten<br />
ötürü <strong>Hazar</strong> son derece önemli bir<br />
bölgedir.<br />
Konum. Coğrafi olarak <strong>Hazar</strong>, ismi haber<br />
başlıklarında sıklıkla geçen ülkeler ya da<br />
bölgelerin arasında kalmaktadır. Küresel<br />
hedefler ve dünyanın ikinci büyük nükleer<br />
mühimmatına sahip önemli bir bölgesel<br />
güç olan Rusya ile nükleer hedeflerinden<br />
dolayı çoğu batı ülkesiyle uyuşmazlık<br />
yaşayan diğer bir bölgesel güç 1 İran, 2<br />
<strong>Hazar</strong>’a kıyısı olan ülkelerdir. Rusya’nın<br />
aklını halen meşgul eden temel hedefi;<br />
ülkeyi nasıl bağımsız bir etki merkezi<br />
haline getireceğidir. 3<br />
Rusya’nın birçok<br />
komşusu tarafından bu durum, açıkça karşı<br />
konulacak bir Rus tahakkümü anlamına<br />
gelmektedir.<br />
1 Tüm görüşler yazara ait olup, Azerbaycan yahut yazarın bağlı<br />
olduğu herhangi bir kurum ile ilişkisi bulunmamaktadır.<br />
2 Burada tarif edilen bölge, Çin sınırlarından Türkiye<br />
Akdeniz’ine kadar olup, <strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü’nün birçok<br />
sunumunda kullanıldığı gibidir.<br />
3 Fyodor Lukyanov, “Rethinking Russia : Russian Dilemmas<br />
in a Multipolar World”, Vol. 63, No. 2, <strong>Spring</strong>/Summer 2010<br />
page 19-32m http://jia.sipa.columbia.edu/russian-dilemmasmultipolar-world<br />
Uluslararası yaptırımlardan muzdarip<br />
İran ise Astana’da düzenlenecek P5+1 ile<br />
konuşmaların odağı haline gelecektir. Bu<br />
formatta daha önce gerçekleşen birçok<br />
müzakere başarısızlıkla sonuçlanmıştır.<br />
ABD Johns Hopkins Üniversitesi, Paul H.<br />
Nitze İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu<br />
Dekanı Vali Nasr da “Karşılaşılabilecek<br />
en kötü şeylerden biri de; masaya<br />
gitmek ve başarısız olmak… Sonrasında<br />
gerçekten bir çıkmazın içinde kalırız”<br />
demiştir. 4<br />
Kontrolden çıkması halinde,<br />
olası bir açmaz <strong>Hazar</strong> için ölümcül<br />
sonuçlar doğurabilir. Azerbaycan SOCAR<br />
Başkan Yardımcısı’nın Euronest’in<br />
meclis üyeleriyle yaptığı bir toplantıda<br />
“Birilerinin İran’a saldırdığını düşünelim,<br />
bu Amerika olmasın, örneğin İsrail<br />
olsun. İran misilleme yapacak ama birçok<br />
sebepten ötürü gönderdiği füzeler hiçbir<br />
zaman Amerikan topraklarına ya da<br />
NATO ülkelerine ulaşmayacak. Ve tabii<br />
ki atılan füzeler iki sebepten ötürü İsrail<br />
topraklarına da varamayacak. İlki; İsrail<br />
yeterince uçaksavar savunma sistemine<br />
sahip. Ve ikincisi; İran’ın füze mesafesi<br />
İsrail’e varamayacak ölçüde, 500 km<br />
ile sınırlı. Bu durumda akla gelen soru<br />
füzelerin kimin için yollanacağıdır. Türkiye<br />
mi Hayır. Gürcistan Hayır. Rusya Hayır.<br />
Ermenistan Allah yardımcınız olsun.<br />
Yegane tepki, İsrail’in müttefikleri Amerika<br />
ve Avrupa’nın enerji güvenliği kaynağına<br />
saldırmak olacaktır. Ve özellikle Avrupa’nın<br />
4 James Blitz and Quentin Peel, “Iran expected to resume<br />
nuclear talks”, Financial Times, February 3<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
17
Khazar İbrahim<br />
“<br />
Bölgeyi öncelikler listesine almak, fırsatları<br />
kazanca dönüştürebilir ve sorunların tehditlere<br />
dönüşmesini engelleyebilir.<br />
enerji güvenliği Şah Deniz platformu ile<br />
garanti altına alınmıştır.” 5<br />
Büyük bir NATO operasyonunun<br />
yürütüldüğü ve askeri güçlerin 2014’te<br />
çekilmesinin planlandığı Afganistan’da<br />
(Orta Asya’da iki <strong>Hazar</strong> ülkesi<br />
Türkmenistan ve Kazakistan’a komşu)<br />
senaryolar, resmi olarak dile getirilen<br />
iyimser havaya rağmen ümit verici<br />
değildir. Orta Asya perspektifinden<br />
yaklaşıldığında, bugün dış güçler bile<br />
Afganistan’daki direnişi kontrol altına<br />
almakta zorlanmaktadırlar. 2014’ten<br />
sonra Afgan güçleri kendi imkanlarıyla<br />
bu durumla nasıl başa çıkacak Bu arada<br />
özellikle güney bölgelerde Taliban’a hala<br />
yüksek oranda destek verilmektedir ve bu<br />
durumun iyileştiğini gösteren pek az belirti<br />
mevcuttur. 6<br />
Çin tam anlamıyla bir Orta Asya ülkesi<br />
değildir ama Orta Asya’nın büyük bir<br />
kısmını çevrelemektedir. Hatta Çin’in Orta<br />
Asya ülkeleri üzerinde etkisi bulunmakta<br />
ve burada ekonomik ve politik açıdan<br />
varlığını genişletmektedir. Kazakistan ve<br />
Türkmenistan’ın petrol ve gaz sektörlerine<br />
giderek daha fazla dahil olması sayesinde,<br />
5 “SOCAR: it’s impossible to exclude Iran from Shah Deniz<br />
contract for security reasons”, Baku, Fineko/abc.az<br />
6 Murod Ismailov, “POST-2014 AFGHANISTAN:<br />
A SECURITY DILEMMA FOR ITS NORTHERN<br />
NEIGHBORS”, 09/05/2012 issue of the CACI Analyst,<br />
http://www.cacianalyst.org/q=node/5832<br />
Çin son 10 yıl içerisinde <strong>Hazar</strong>’daki<br />
ana oyuncular arasına girmiştir.<br />
Çin, Orta Asya’nın genelinde, boru<br />
hatlarından gaz işleme tesislerine ve<br />
demiryolu hatlarından rafinerilere<br />
kadar, enerji altyapısının kurulmasına<br />
sponsorluk ederek bölgenin jeopolitik<br />
oryantasyonunu değiştirmiş ve Çin’in<br />
çok hızlı büyüyen ekonomisinin uzun<br />
vadede Orta Asya’daki gaz kaynaklarına<br />
erişimini sağlamıştır. 7<br />
Parag Khanna’nın “ikinci dünya”<br />
düşüncesi, dünya etrafındaki üç dominant<br />
imparatorluğun -Amerika, Avrupa Birliği ve<br />
Çin- çevresinde ya da arasında yer alan en<br />
stratejik ülkeleri bir listede toplamaktadır.<br />
Khanna’ya göre ikinci dünya ülkeleri yeni<br />
pazarlardır ancak bu ülkeleri yalnızca<br />
ekonomik açıdan ele almamalıyız: zira<br />
bu ülkeler global ekonominin giderek<br />
büyüyen bir parçasını oluşturmakta<br />
ve dünya rezervlerinin çoğunluğunu<br />
ellerinde bulundurmaktadırlar ancak<br />
aynı zamanda bu ülkeler doğal kaynaklar<br />
yönüyle zengindir ve kendi politik<br />
ajandalarını takip etmektedirler. Tüm<br />
ikinci dünya ülkelerinde insanların artık<br />
Amerika’yı dinlemeyeceklerine ve “kendi<br />
çizdikleri” yolda ilerleyecekleri yönünde<br />
konuşmalarına şahit oldum. <strong>Hazar</strong>, Türkiye,<br />
Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve<br />
İran, listeye alınan ülkelerin neredeyse<br />
yarısını oluşmaktadır. 8<br />
Eski etiketler: Kaynaklar ve uyuşmazlıklar.<br />
Enerji yönünden bağımlı ülkeler için<br />
<strong>Hazar</strong>’ı ilgi çekici kılan en önemli unsurlar<br />
7 Andrew S. Weiss, F. Stephen Larrabee, James T. Bartis,<br />
Camille A. Sawak, “Promoting International Energy Security”,<br />
Volume 2, Turkey and the Caspian , RAND corporation, 2012,<br />
p.26<br />
8 Parag Khanna interview with Media Global, http://www.<br />
paragkhanna.com/p=77<br />
18<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />
petrol ve doğal gazdır. Dünyadaki<br />
kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 4’ü<br />
<strong>Hazar</strong> Denizi’nde bulunmaktadır. 2011<br />
yılında Rusya, Suudi Arabistan’ı geride<br />
bırakarak dünyanın lider petrol üreticisi<br />
konumuna gelmiştir; Rusya dünyanın<br />
ikinci büyük doğal gaz üreticisidir; aynı<br />
zamanda dünyanın en büyük doğal<br />
gaz rezervlerine, ikinci büyük kömür<br />
rezervlerine ve sekizinci büyük ham petrol<br />
rezervlerine sahiptir. Rusya dünyanın<br />
üçüncü büyük çelik ve alüminyum cevheri<br />
ihracatçısıdır. 9<br />
İran ise dünyanın en büyük dördüncü<br />
kanıtlanmış petrol rezervleri ve dünyanın<br />
ikinci büyük doğal gaz rezervlerine<br />
9 “Russia Economy Profile 2012”, index mundi<br />
sahiptir. Uluslararası yaptırımlar ve<br />
ticari engellemeler, enerji sektöründeki<br />
ilerlemeyi sekteye uğratmıştır. İran,<br />
OPEC’in ikinci büyük petrol üreticisi<br />
ve dünyanın üçüncü büyük ham petrol<br />
ihracatçısıdır. 2010 yılında İran, dünyanın<br />
dördüncü büyük doğal gaz üreticisi ve yine<br />
üçüncü büyük doğal gaz tüketicisi haline<br />
gelmiştir. 10<br />
Ancak bölgenin en büyük kaynağı,<br />
çoğunlukla görmezden gelinen; insandır.<br />
Kıyı devletlerinin nüfusu 250 milyonu<br />
aşmaktadır. Bölgeyle doğal bağlara sahip<br />
Türkiye ve Özbekistan ile bu rakam 350<br />
milyonu bulmaktadır. Bu rakam dünya<br />
10 “Iran”, US Energy Information Agency, http://www.eia.gov/<br />
countries/country-data.cfmfips=ir<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
19
Khazar İbrahim<br />
“<br />
Parag Khanna’nın “ikinci dünya” düşüncesi,<br />
dünya etrafındaki üç dominant imparatorluğun<br />
-Amerika, Avrupa Birliği ve Çinçevresinde<br />
ya da arasında yer alan en<br />
stratejik ülkeleri bir listede toplamaktadır.<br />
nüfusunun yüzde 5’ine tekabül etmekte,<br />
dahası, üzerinde konuştuğumuz nüfus<br />
yoğunlukla gençlerden oluşmaktadır. İran<br />
nüfusunun en büyük bölümü gençlerden<br />
oluşmaktadır. 73 milyon nüfusa sahip<br />
İran’ın yüzde 60’ı 30 yaşın altındadır. 11<br />
Devletlerarası geleneksel uyuşmazlıklar,<br />
bölgenin kendine has özelliğidir. 2008<br />
yılında yaşanan Rus-Gürcü savaşı, bu<br />
uyuşmazlıkların hala devam ettiğini<br />
gösteren ciddi bir ikazdı. Bu sırada<br />
Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını<br />
işgali devam etmekte ve devamlı<br />
söylenilenin aksine bölgede neredeyse<br />
20 yıldır devam eden bir ateşkes hali<br />
bulunmaktadır ve barış görüşmelerinde<br />
hiç mesafe kat edilememiştir. Ateşkes<br />
günlük olarak ihlal ediliyor ve kendi<br />
silah endüstrisini geliştiren, aynı<br />
zamanda yüksek maliyetli silahlar alan<br />
Azerbaycan’la, askeri müttefiki Rusya’dan<br />
ücretsiz silah temin eden Ermenistan<br />
arasındaki silah yarışı giderek hızlanıyor.<br />
Devletlerarası çekişme, denizde de etkisini<br />
göstermektedir. Deniz yarışı başlamıştır.<br />
<strong>Hazar</strong> uzmanı Aleksei Vlasov’un dediği<br />
gibi, Rusya pozisyonunu güçlendirmekte<br />
11 Omid Memarian and Tara NesvaderaniI, “The Youth”, Iran<br />
Primer, US Institute of Peace<br />
zira “gelecek 10-15 yıl içerisinde <strong>Hazar</strong><br />
Denizi; Orta Asya ülkeleri, eski Sovyet<br />
cumhuriyetleri ve Avrupa ülkeleri<br />
arasında bir köprü haline gelecek.<br />
Moskova, <strong>Hazar</strong> Denizi’nin yasal rejimi<br />
hakkındaki tartışmaların uzamasının<br />
bölgedeki dengeleri değiştirebileceğinden<br />
endişe duymaktadır. Bölgedeki Batı<br />
ülkelerini varlığının artışı, Rusya’yı<br />
kaygılandırmaktadır.” 12<br />
Eskiden buna<br />
“Büyük Oyun” denmekte idi.<br />
Yeni güvenlik sorunları. Amerika için,<br />
günümüz dünyasında değişen ve devam<br />
eden güvenlik problemleri, güçlü bir<br />
rakibin sürece dahil olması – potansiyel<br />
rakip ülkeler; bölgesel istikrarsızlık,<br />
kitle imha silahlarının yaygınlaşması,<br />
şiddet, başka bir sorun olarak potansiyel<br />
siber saldırı ve sızmaların başlaması,<br />
milletlerarası suç örgütleri, uyuşturucu<br />
kartelleri ya da uluslararası korsanlar,<br />
felaketler, doğal kaynak yarışı ve<br />
benzerleri. 13<br />
Potansiyel rakipler dışında,<br />
(ABD günümüzdeki yegane küresel<br />
güçtür) uluslararası toplum için<br />
yukarıda sayılanların hepsi geçerliliğini<br />
korumaktadır. <strong>Hazar</strong> Bölgesi bu sorunların<br />
yansıtılması hususunda ciddi paya sahiptir.<br />
<strong>Hazar</strong> uyuşturucu trafiğinde kullanılan<br />
yollardan biridir… Birleşmiş Milletler<br />
Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC)<br />
tahminlerine göre, Afganistan’da üretilen<br />
uyuşturucunun yaklaşık % 20’si kuzeyden<br />
geçmektedir. Ancak 2001’den beri<br />
Afganistan’daki üretimin artmasına rağmen<br />
Orta Asya’daki ülke sınırlarına ilişkin<br />
12 Hossein Aryan, Caspian Sea States On Course For Naval<br />
Arms RaceJuly 27, 2011, Radio Free Europe Radio Liberty<br />
13 Admiral James A. Winnefeld, Vice Chairman, Joint Chiefs<br />
of Staff, “Perspectives on National Security Challenges in the<br />
21st Century: 11/27/12”, transcript, http://www.acus.org/<br />
event/perspectives-national-security-challenges-21st-century/<br />
transcript#sthash.L5Xc5Odq.dpuf<br />
20<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
askı önemli ölçüde artmış durumdadır.<br />
UNODC tahminlerine göre 2006 yılında<br />
123 ton Afganistan kaynaklı uyuşturucu,<br />
Orta Asya üzerinden taşınmışken, 2007<br />
yılında bu rakam % 32 oranında artarak<br />
163 tona ulaşmıştır. 14<br />
İran’dan gelen ticari tır trafiği, ağırlaşmış<br />
ve Türkmenistan, Azerbaycan ve Rusya<br />
arasında devam eden <strong>Hazar</strong> Denizi feribot<br />
trafiği alternatif bir kaçakçılık güzergahı<br />
haline gelmiştir. Eroin başta olmak üzere<br />
uyuşturucu maddeler, Afganistan’dan<br />
Rusya, Kafkasya, Türkiye ve Ukrayna’dan<br />
geçerek Batı Avrupa’ya yönelmektedir. 15<br />
Terörizm ve şiddet taraftarı radikallik,<br />
her gün karşılaşılan bir durum olmasa<br />
dahi, büyümekte olan bir sorundur.<br />
Güncel akımlara göre, yeraltı radikalizm,<br />
Kuzey Kafkasya ve Orta Asya’dan güç<br />
kazanmaktadır. Bununla beraber kimi<br />
radikaller saldırıların başlaması için uygun<br />
zaman kollamakta ve muhalif gençleri<br />
etraflarına toplamak için yoğun çaba sarf<br />
etmektedirler. Kuzey Kafkasya ve Orta<br />
Asya otoriteleri radikal grupları kontrol<br />
altına almayı başarsa dahi ki bunun<br />
garantisi yok, radikal grupların şiddeti<br />
tahrik etme ve kimi bölgelerde sivil savaş<br />
başlatmaları potansiyeli artacaktır. 16<br />
Nükleer teknoloji ve buna bağlı bileşen<br />
artışı bölge için büyük bir sorun teşkil<br />
etmekte ve konuya dair iki önemli unsur<br />
aciliyet arz etmektedir. Bunlardan ilki; arz<br />
(Rusya ve Ermenistan) ve talep (İran).<br />
14 “Caspian Sea and Turkmen Border Initiatives”, Report, UN<br />
Office on Drugs and Crime, November 2008<br />
15 “2012 International Narcotics Control Strategy Report”,<br />
B. Drug Control Accomplishments, Policies, and Trends, US<br />
Department of State, March 7, 2012<br />
16 Mark Kramer, “Prospects for Islamic Radicalism and<br />
Violent Extremism in the North Caucasus and Central Asia”,<br />
PONARS Eurasia MEMO number 38, 2008, http://www.<br />
gwu.edu/~ieresgwu/assets/docs/pepm_028.pdf<br />
<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />
İkincisi; Ermenistan tarafından işgal edilen<br />
132 km’lik İran- Azerbaycan sınırı olan bir<br />
gri bölge bulunmaktadır. Ayrıca diğer yasa<br />
dışı ticaret unsurlarının yanında, görece<br />
daha zayıf sınır kontrolüne sahip <strong>Hazar</strong><br />
Denizi, kitle imha silahları (WMD) ve<br />
diğer hassas ürün geçişi için elverişli bir<br />
zemin teşkil etmektedir.<br />
Elbette kara ticareti de gözden<br />
kaçırılmamalıdır. Resmi yetkililerin<br />
açıklamalarına göre, 2008 yılında<br />
Azerbaycan, Rusya çıkışlı bir kargoyu<br />
İran Buşehr’deki nükleer santrale<br />
ürün götürdüğü için Birleşmiş<br />
Milletler yaptırımlarını ihlal etmekten<br />
çekindiğinden ötürü bilgi almak amacıyla<br />
durdurmuştur. 17<br />
Siber saldırılar bölge için büyük bir tehdit<br />
unsuru olabilir. Büyük enerji projelerinden<br />
ikisi olan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol<br />
boru hattı ve Sangaçal Terminali, petrol<br />
akışını durdurmak ya da buna zarar vermek<br />
maksatlı siber saldırıların hedefi olabilir.<br />
Sonuç<br />
<strong>Hazar</strong>’ın uluslararası haber başlıklarında<br />
yeterince yer almamasının sebeplerinden<br />
biri de, önde gelen uluslararası oyuncuların<br />
(Amerika, AB, Çin ve diğerleri) önemli<br />
gördükleri dış politika öncelikleri arasında<br />
bu bölgenin bulunmayışı sayılabilir.<br />
Yukarıda izah edildiği gibi, <strong>Hazar</strong><br />
çok büyük fırsatlar ve bunun yanında<br />
ciddi çekişmeler sunmaktadır. Bölgeyi<br />
öncelikler listesine almak, fırsatları kazanca<br />
dönüştürebilir ve sorunların tehditlere<br />
dönüşmesini engelleyebilir.<br />
17 “Nuclear shipment stopped by Azerbaijan”, AP, 4/21/2008<br />
4:51:33 PM ET,<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
21
John Roberts<br />
GÜNEY GAZ KORİDORU<br />
ENERJİDE YENİ ÇÖZÜM<br />
John Roberts, Enerji Güvenliği Uzmanı, Platts<br />
Kısa bir süre önce, AB Komisyonu’nun<br />
enerjiden sorumlu üyesi Günther Oettinger<br />
Avrupa Birliği’ne ulaştırılacak yıllık 10<br />
milyar metreküp Azerbaycan gazı arzını<br />
‘çerez’ seklinde nitelendirerek görünürde<br />
yetersiz bulmuştur. Bu ifade oldukça<br />
çarpıcıdır, zira bu yatırımın -küçük bir<br />
kısmının Türkiye’de kalmasıyla birlikte-<br />
Avrupa’ya ulaşmasının tam maliyeti aşağı<br />
yukarı 10 milyar doları bulabilir.<br />
Üstelik Komisyon Üyesi büsbütün haksız<br />
da sayılmaz. Güney Gaz Koridoru’nun<br />
tüm gelişiminin arka planını ele<br />
aldığımızda, kocaman açığın ancak<br />
bir parçasını kapatacak şekilde yıllık<br />
10 milyar metreküp gaz 2019 yılında<br />
Avrupa Birliği’ne ulaşacak ve yıllık 6<br />
milyar metreküplük kısım ise biraz daha<br />
erken başlayarak Türkiye’ye varmış<br />
olacak. Devamında gelecek kaynakları<br />
başlatan ilk adım olduğundan, bu kısım<br />
en önemli unsuru teşkil etmektedir. Fakat<br />
Komisyon Üyesi’nin perspektifi ya da<br />
daha doğrusu enerji güvenliği perspektifi<br />
Şah Deniz gaz sahasından sağlanacak 10<br />
milyar metreküplük Azerbaycan gazının<br />
devamında daha büyük miktarlarda<br />
gaz akışını temin edecek olmasıdır. Bu<br />
nedenle AB, Güney Gaz Koridoru’na<br />
baktığında, birçok projeyi aynı düşünce<br />
içinde görmekte, hatta şaşırtıcı bir şekilde<br />
orijinal Nabucco konsepti de buna dahil<br />
edilmektedir.<br />
Komisyonun görmek istediği asıl şey<br />
Türkmenistan, Irak ve hatta politik koşullar<br />
oluşursa İran gazının bu koridor vasıtasıyla<br />
Avrupa piyasasında yerini bulmasıdır. Bu<br />
amaçla 16 milyar metreküplük Şah Deniz<br />
gazının Türkiye’ye ve ertesinde Avrupa<br />
piyasasına ulaşması için gerekli proje ve<br />
boru hatlarını elde tutmanın yanında,<br />
Türkmenistan ve Azerbaycan’la Trans-<br />
22<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
<strong>Hazar</strong> gaz boru<br />
hattı ve Gürcistan<br />
“<br />
ile Romanya’dan<br />
geçip Karadeniz’in<br />
altından ilerleyecek<br />
Beyaz Akım gaz<br />
projesi fikri dahil<br />
“Avrupa çıkarına<br />
uygun projeler”<br />
Avrupa Topluluğu<br />
finansmanı açısından<br />
önceliklidir.<br />
Kesinleştirilmek<br />
istenen şey, şayet<br />
Avrupa’daki talep<br />
bunu karşılarsa, 40 ila 60 milyar metreküp<br />
gazın, koridor vasıtasıyla alınabilmesidir.<br />
Her zaman olduğu gibi, Komisyon<br />
büyük düşünüyor ve geleceğe yatırım<br />
yapıyor. Şu an Avrupa Birliği’nin birçok<br />
bölgesi, gerileme değilse bile ekonomik<br />
durgunluğa saplanmış durumdadır ve gaz<br />
ihtiyacı hala ciddi boyutlardadır. AB’nin<br />
yerel üretimi düşüşe geçmiş olabilir ancak<br />
Rusya, Norveç, Kuzey Afrika veya LNG<br />
halinde birçok yerde hala yüklü miktarda<br />
gaz bulunmaktadır.<br />
Buna rağmen Avrupa halen enerji<br />
dengesinde sorunlar yaşamaktadır ve gazla<br />
olan ilişkisini düzeltememiş durumdadır.<br />
“<br />
Her ne kadar Avrupa’da enerji kullanımı<br />
azalıyor gibi gözükse de, gaz ihtiyacı sabit<br />
kalmadığı gibi, ekonomik düzelme olduğu<br />
takdirde artması söz konusudur.<br />
Yenilenebilir enerji kaynakları<br />
maliyetli bulunmaktadır.<br />
Rüzgar tarlaları hızla<br />
çoğalsa da kesintili olarak<br />
çalışmaktadır ve üretilen<br />
enerji depolanmak zorundadır.<br />
Değişmeyecek tek<br />
şey ise gazdır.<br />
Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />
Almanya nükleer<br />
enerjiyi aşamalı<br />
olarak bitirmekte,<br />
İngiltere aynısını<br />
kömür için<br />
yapmaktadır.<br />
Hollanda üç yeni<br />
kömür santrali inşa<br />
edebilir ancak,<br />
üretilen karbon<br />
durdurulmadıkça,<br />
bu inşaatların yenisi<br />
yapılmayacaktır.<br />
Yenilenebilir enerji<br />
kaynakları maliyetli<br />
bulunmaktadır. Rüzgar tarlaları hızla<br />
çoğalsa da kesintili olarak çalışmaktadır<br />
ve üretilen enerji depolanmak zorundadır.<br />
Değişmeyecek tek şey ise gazdır.<br />
Her ne kadar Avrupa’da enerji kullanımı<br />
azalıyor gibi gözükse de, gaz ihtiyacı<br />
sabit kalmadığı gibi, ekonomik düzelme<br />
olduğu takdirde artması söz konusudur.<br />
Tam da burası, Güney Gaz Koridoru’nun<br />
gerçekten öne çıktığı noktadır. Rusya’nın<br />
rezerv ve üretim anlamında hayli fazla<br />
gazı olabilir, ancak Avrupa Birliği’ne<br />
sağlanan gaz arzının artışı hem teknik<br />
kapasiteye hem de buna ilişkin iradeye<br />
bağlı olduğundan sorgulanabilir bir<br />
husustur. Hazır arzlar Gazprom’un Başkan<br />
Yardımcısı Alexander Medvedev’in<br />
2011 yılında “petrol bağlılığı enerji<br />
üreticileriyle doğal gaz toptan alıcıları<br />
arasındaki en iyi dengeyi sağlamaktadır”<br />
şeklinde ifade ettiği süregelen inancından<br />
etkilenmiş ve bu durum Avrupa’daki gaz<br />
pazarlıklarının daha ön plana çıktığı bir<br />
zamana denk gelmiştir. Bu, Gazprom’un<br />
petrol fiyatlarını, belirli ihraç hacmini<br />
takip etmenin ötesine geçmek için<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
23
John Roberts<br />
alternatiflerince sunulan tekliflerden<br />
daha yüksek olan fiyatlarla sabitlemeyi<br />
düşündüğü anlamına gelmektedir.<br />
Şah Deniz gazının gelmesiyle, Avrupa<br />
piyasasına yeni gaz akışı girmesi<br />
neticesinde Avrupa’daki rekabet düzeyi<br />
artacak, fiyatlandırma politikasını<br />
Avrupa’daki yeni gaz ticaretince<br />
benimsenmiş olan ve başka enerji<br />
enstrümanlarına bakmaksızın yalnızca gaz<br />
üzerinden yapan (gas-to-gas) Gazprom’a<br />
daha fazla baskı yapacaktır.<br />
İşte tam da bu noktada Azerbaycan gazı<br />
önemli bir rol oynamaktadır. Her ne kadar<br />
Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ya<br />
da Nabucco Batı projesi kapsamında bu<br />
gazın nihai hedefine varıp varmayacağı<br />
kesinleşmemiş olsa da, neticede bu<br />
sistemlerin varacağı son nokta bir merkez<br />
olacaktır. Nabucco Batı, Avusturya<br />
Baumgarten’de bir fiziki ticaret merkezidir;<br />
TAP ise İtalyan iletim sistemi operatörü<br />
Snam Rete Gaz tarafından kontrol edilen<br />
Punto di Scambio Virtuale (PSV) olarak<br />
bilinen sanal bir merkezdir.<br />
Aslında Avrupa’ya gönderilen gaz -ya da<br />
önemli bir kısmı yolda bırakılacağı için<br />
bunun çoğunluğu- Almanya, İtalya, Fransa<br />
ve hatta İngiltere gibi büyük piyasalara<br />
ulaşacak şekilde belirli merkezlerde<br />
son bulacaktır. Ayrıca Şah Deniz<br />
konsorsiyumu, Şah Deniz II gazı için<br />
geçen yıl yapılan ön adaylık seçiminde,<br />
konsorsiyumun halen sahip olduğunun<br />
dört katı büyüklüğünde her iki hattan 20<br />
milyar metreküp satışı garantilemiştir.<br />
<strong>2013</strong> yılında konsorsiyum kaynakları<br />
talebin hala arttığını ifade etmektedir.<br />
Başka bir deyişle, belki de Güney Gaz<br />
Koridoru hakkındaki en önemli ticari<br />
unsur çoktan gerçekleşmiştir: kötü<br />
koşullarda bile yüksek oranlarda gaz talebi.<br />
Peki, bu gaz nereden gelecek<br />
Azerbaycan’ın yığınla kanıtlanmış gaz<br />
sahası bulunmakta, üstelik gaz rezervleri<br />
de hala gelişmektedir. Bunlara, Abşeron,<br />
“<br />
Şah Deniz gazının gelmesiyle,<br />
Avrupa piyasasına<br />
yeni gaz akışı girmesi<br />
neticesinde Avrupa’daki<br />
rekabet düzeyi artacaktır.<br />
24<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Ümit ve Azeri-Çırak-Güneşli petrol<br />
sahasının derin seviye gazı dahildir. Aynı<br />
zamanda Azerbaycan, Şafak-Asiman,<br />
Babek, Nahcivan ve Zafar-Mashal gibi<br />
henüz kanıtlanmamış olmakla birlikte<br />
ciddi kaynaklara sahiptir. Bu keşifler ve<br />
kaynaklar, Azerbaycan Enerji Bakanı<br />
Natig Aliyev’in geçtiğimiz Temmuz “Şayet<br />
uyguladığımız programlar başarılı olursa,<br />
30 milyar metreküp, hatta 50 milyar<br />
metreküp gaz ihraç edebiliriz” demesine<br />
sebep olmuştur.<br />
Görünen o ki, Azerbaycan otoriteleri, ilk<br />
faz üretim sahasından 9 milyar metreküp<br />
ve ikinci faz üretim sahasından 16 milyar<br />
metreküp elde edileceği 2020 yılına doğru<br />
Şah Deniz üretim sahasına olan beklenti<br />
karşısındaki ve gelecek saha gelişmelerinin<br />
başlangıç eksikliğini azaltmaya<br />
çalışmaktadır. Bu bağlamda, 2022 ya da<br />
2023’te başlamak üzere Abşeron’la ilgili<br />
kimi umutlar söz konusudur.<br />
Aynı zaman dilimi içerisinde ACG derin<br />
seviye gazı akıma dahil edilebilir. Bu<br />
zamanlama ile ilgili çeşitli problemler<br />
bulunmaktadır. Özellikle petrol kuyusu<br />
kazma araçları hususunda sıkıntı<br />
yaşanacaktır zira Şah Deniz II’deki<br />
gelişmeyle gelecek birkaç yıl içinde<br />
“<br />
Azerbaycan Enerji Bakanı Natig Aliyev,<br />
geçtiğimiz Temmuz “Şayet uyguladığımız<br />
programlar başarılı olursa, 30 milyar metreküp,<br />
hatta 50 milyar metreküp gaz ihraç<br />
edebiliriz” demiştir.<br />
Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />
bu araçlar adeta tekelleşecektir. Ancak<br />
Azerbaycan en az bir adet yeni derin deniz<br />
petrol kuyusu kazma aracı üretimi için<br />
sipariş vermiştir ve 2020 yılı itibariyle<br />
problemin çözülmesi gerekmektedir.<br />
Ve Türkmenistan. Prensipte Azerbaycan,<br />
Türkmenistan gazının Avrupa’ya<br />
ulaşmasında transit ülke olma<br />
konumundan mutludur ancak pratikte<br />
Türkmenistan Rusya ile arasında soruna<br />
sebep olan, gelişen Trans <strong>Hazar</strong> Gaz<br />
Boru Hattı’nı kullanarak yıllık 30 milyar<br />
metreküp civarında büyük hacimli<br />
transferler yapmak isterken Azerbaycan ise,<br />
transit hacmi yıllık 10 milyar metreküp ile<br />
sınırlandırmak istemektedir.<br />
Mevcut durumda tartışma yalnızca<br />
akademik boyuttadır. Zira gelişen yeni<br />
ihraç yolları kapsamında Türkmenistan,<br />
Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-<br />
Hindistan (TAPI) boru hattına yönelmiş<br />
durumdadır. 2014 yılında NATO<br />
askerlerinin Afganistan’dan çekilmesinden<br />
önce Afganistan’daki güvenlik koşullarının<br />
böyle bir boru hattının inşasına izin verip<br />
vermeyeceğini kestirmek kolay değildir<br />
ki bu tarih Aşkabat’ın <strong>Hazar</strong>’a 300 km’lik<br />
inşaatın temini için bir şeyler yapmasını<br />
gerektirecek 2015 ya da 2016 yılına kadar<br />
uzayabilir.<br />
Bu arada Şah Deniz gelişirken Türkmen<br />
sularındaki gaz açısından oldukça zengin<br />
bölgeler potansiyel olarak kalmaya devam<br />
edecek. 3-4 yıl içerisinde aşağı yukarı<br />
yıllık 10 milyar metreküp gaz üretecek<br />
kapasiteye sahip olmalarına karşın, dış<br />
yatırım olmaksızın Türkmenistan’ın<br />
kendi rafinerisi ve petrokimya ihtiyaçları<br />
çerçevesince belki yıllık 1 ya da 2 milyar<br />
metreküp ile sınırlandırılacak. Bir seviyede<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
25
John Roberts<br />
bu sahalar yeni bir 1200 km’lik Batı-Doğu<br />
boru hattıyla, ülkenin gaz üretim ağına<br />
bağlanmalıdır ancak pratikte bu proje<br />
sadece bir kısmı tamamlanmış bir şekilde,<br />
öngörülene göre yıllarca geridedir ve<br />
hattın ne zaman kullanıma açılacağı ise<br />
bilinmemektedir.<br />
Bunların dışında<br />
tabii ki bir de Irak<br />
var. Kuzey Irak’taki<br />
Kürt otonom bölgesi,<br />
üzerinde çalışılmakta<br />
olan petrol ve<br />
gaz projeleriyle<br />
çoktan dolmuş<br />
durumdadır. Ne<br />
var ki bu ürünlerin<br />
pazara ulaştırılması<br />
hususunda zorluklar<br />
yaşanmaktadır. Bu<br />
durum Türkiye<br />
“<br />
TANAP, temel unsuru<br />
teşkil etmektedir. Bu<br />
proje, orijinal Nabucco<br />
boru hattının amaçladığı<br />
gibi, Azerbaycan gazının<br />
Türkiye’nin ötesindeki<br />
piyasalara ulaştırılmasını<br />
hedeflemektedir.<br />
istikametinde yeni boru hatlarının inşa<br />
edileceği anlamına gelmekte ve hatta<br />
pratikte, içinde bulunduğumuz yılda yeni<br />
boru hatlarının inşasına ilişkin resmi<br />
adımların atılması beklenmektedir. Ancak<br />
bu resmi adımların Bağdat’taki Irak federal<br />
otoritesinin onayı<br />
dahilinde atılıp<br />
atılmayacağı henüz<br />
bilinmemektedir.<br />
Şayet Bağdat bu<br />
hatları kabul ederse,<br />
Kuzey Irak’ta<br />
çalışan şirketler için<br />
inanılmaz bir fırsat<br />
doğacaktır. Bağdat’ın<br />
rızası olmaksızın bu<br />
şekilde yeni hatların<br />
geliştirilmesinin<br />
politik etkileri<br />
son derece büyük<br />
olacaktır. Bu durum<br />
26<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
efektif olarak bölge güvenliği politikasını<br />
yeniden şekillendirecek ve politik durum<br />
netleşene kadar Kürt bölgesindeki petrol<br />
ve gaz ihracının sınırlandırılmasına sebep<br />
olacaktır.<br />
Fakat 2014 yılı sonları ve bir yönüyle<br />
2015 yılında Kuzey Irak gazının Türkiye<br />
sistemine girmesi muhtemel gibi<br />
gözükmektedir. Daha fazla gaz keşfedilip<br />
geliştirildikçe Türkiye piyasasına veya<br />
Anadolu üzerinden Avrupa piyasasına gaz<br />
akışı o kadar artacaktır.<br />
Azerbaycan, Türkmenistan veya Irak’tan<br />
kaynaklansa da neticede bu gazın Avrupa<br />
Birliği’ne ulaşması için Türkiye’den yahut<br />
Karadeniz’den geçmesi gerekmektedir.<br />
Şu durumda Trans Türkiye seçeneği<br />
tamamıyla doyuma ulaşmadan Karadeniz<br />
seçeneğinin ele alınması gerçekçi<br />
görülmemektedir. Yıllık 55 ya da 60<br />
milyar metreküplük bir hacme hitap eden<br />
Şah Deniz II gazının Güney Kafkasya ve<br />
Türkiye üzerinden geçmesi için bir kısım<br />
altyapı değişikliğine ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />
“<br />
Ancak Türkiye üzerinden<br />
naklin temel unsuru olan<br />
TANAP olmaksızın Güney<br />
Gaz Koridoru’nun bu ismi<br />
taşımasının da bir anlamı<br />
kalmayacaktır.<br />
Önceki Güney Kafkasya Boru Hattı<br />
ve bunun Erzurum uzantısının (yeni<br />
kompresör istasyonları dahil) kapasitesi<br />
yıllık 25 milyar metreküp olduğundan,<br />
ihraç amaçlı Şah Deniz I ve Şah Deniz II<br />
projelerini ancak taşıyabilecek şekilde<br />
temel kapasite, bu rakamın çok daha<br />
altında olacaktır. Bu yüzden daha fazla<br />
gaz taşınabilmesi için, örneğin, Abşeron,<br />
Ümit ve derin seviye ACG gazı, Bakü’den<br />
Türkiye’ye paralel bir boru hattının<br />
döşenmesi gerekecektir. Yine bunun için<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
27
John Roberts<br />
yıllık en az 30-33 milyar metreküp taşıma<br />
kapasitesi öngörülmelidir.<br />
Ama bu ikinci boru hattı ihtimali geleceğe<br />
ilişkin bir mevzudur. Şu an Azerbaycan ve<br />
Gürcistan’ın odaklandığı husus, mevcut<br />
Güney Kafkasya Boru Hattı kapasitesinin<br />
artırımıdır ve Türkiye’nin odaklandığı<br />
nokta ise Trans Anadolu Boru Hattı’nın<br />
(TANAP) geliştirilmesidir. TANAP, temel<br />
unsuru teşkil etmektedir. Bu proje, orijinal<br />
Nabucco boru hattının amaçladığı gibi,<br />
Azerbaycan gazının Türkiye’nin ötesindeki<br />
piyasalara ulaştırılmasını hedeflemektedir.<br />
Böylelikle var olan BOTAŞ sisteminin<br />
kullanılmasından kaynaklanan ikili riskten<br />
kaçınmak için sistemin: (Mavi Akım<br />
aracılığıyla) Rus gazı akını, Azerbaycan<br />
gazının batıya ulaşmasını engelleyebilir<br />
veya kış şartlarında ya da Türklerin<br />
gaz ihtiyacı olduğunda asıl amaç olan<br />
Avrupa’dan ziyade gazın Türkiye’de<br />
kullanılmasını sağlayabilir.<br />
Uygulamada TANAP’ın son yatırım<br />
kararının zamanlaması, Şah Deniz için<br />
alınacak aynı karara bağlıdır. Her ikisi de<br />
kara ve deniz tesisleri ve BP tarafından 40<br />
ila 50 milyar dolar arasında fiyat biçilen<br />
ürünü piyasaya taşıyacak boru hatlarının<br />
gelişimine bağlı olarak kararlar zincirinin<br />
bir parçasıdır. Bütünleşmiş bir karar<br />
verme süreci gerekmektedir ve halihazırda<br />
yapılmakta olan da budur.<br />
Bu yaz TANAP için bir son yatırım kararı<br />
alınmalıdır. Şayet Şah Deniz II son yatırım<br />
kararı Ekim ayında alınacaksa, o halde<br />
TANAP’ınki muhtemelen en geç Eylül<br />
ayında alınmış olmalıdır. Hala TANAP<br />
için yapılması gereken bir yığın hazırlık<br />
söz konusudur ve fakat bunun için çok az<br />
zaman bulunmaktadır.<br />
Avrupa Komisyonu, TANAP’ın önemini<br />
anlamış durumdadır. Avrupa Komisyonu<br />
Enerji Genel Müdürlüğü Uluslararası<br />
İlişkiler ve Genişleme Birimi Başkanı Paula<br />
Abreu Marques gelecek Şah Deniz II son<br />
yatırım kararının Güney Gaz Koridoru’nun<br />
gelişmesi açısından son derece önemli<br />
olduğunu vurgulamıştır. Marques, “Bu<br />
yönüyle, Güney Gaz Koridoru’nun temel<br />
unsuru olan TANAP gaz boru hattı<br />
anlaşmasının Azerbaycan ve Türkiye<br />
hükümetleri arasında imzalanması ve<br />
kabul edilmesini çok olumlu karşılıyoruz”<br />
cümlelerini sözlerine eklemiştir.<br />
Oettinger’in tartışmalı “çerez” yorumu<br />
Kasım ayı sonunda Frankfurt’ta yapılmış,<br />
Marques’in, TANAP’ın merkeziliği yorumu<br />
ise Bakü’de, Şubat ayı sonunda yapılmıştır.<br />
Bu iki yorum, yalnızca üç ay içerisinde<br />
Avrupa Komisyonu’nun Güney Koridor’a<br />
olan yaklaşımının, daha pozitif yorumla<br />
bir öncekini reddedecek şekilde ne derece<br />
değiştiğini göstermektedir. Aslında her<br />
iki ifade birbiriyle çelişmektedir. Yıllık 10<br />
milyar metreküplük Şah Deniz II gazının<br />
Avusturya’ya veya İtalya’ya ulaşması, çok<br />
daha büyük bir hedefin yalnızca temel<br />
bir parçasının yerine getirilmesi anlamını<br />
taşımaktadır: yıllık 40, 50, 60 veya daha<br />
fazla milyar metreküplük <strong>Hazar</strong> ve Orta<br />
Doğu gazının sağlanması klasik Türk<br />
tanımıyla Güney Gaz Koridoru’nun,<br />
Avrupa için yeni bir arter oluşunu<br />
ispatlamaktadır.<br />
Ancak Türkiye üzerinden naklin temel<br />
unsuru olan TANAP olmaksızın Güney<br />
Gaz Koridoru’nun bu ismi taşımasının da<br />
bir anlamı kalmayacaktır.<br />
28<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
AZERBAYCAN VE AVRUPA<br />
ENERJİ GÜVENLİĞİ:<br />
ULUSAL ÖNCELİKLER VE<br />
ULUSLARARASI SORUMLULUKLAR<br />
Gulmira Rzayeva, Araştırma Görevlisi, Ekonomik Analiz ve Küresel İlişkiler Bölümü,<br />
Azerbaycan Stratejik Araştırmalar Merkezi<br />
Giriş<br />
AB’nin Güney Gaz Koridoru, öncelikli<br />
olarak <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nden olmak<br />
üzere, dünyanın en büyük piyasası<br />
olan Avrupa piyasası için alternatif<br />
kaynak ve güzergahlardan gaz teminini<br />
amaçlamaktadır. Doğu ve Güney<br />
Avrupa, önemli ölçüde Rus gaz teminine<br />
bağımlı durumdadır. Bu durum Batı<br />
ülkelerinin egemen ve bağımsız politikalar<br />
üretebilmesine engel olmaktadır. Bu<br />
ülkeler için güvenli enerji temini ekonomik<br />
açıdan can damarı konumundadır ve<br />
böyle bir bağımlılık, ulusal güvenlik ve<br />
ekonomik kalkınmayı tehlikeye atmak<br />
anlamına gelmektedir. AB’nin Güney<br />
Koridor’u desteklemesi, özellikle Batı<br />
ülkeleri üzerindeki Rus enerji yükünün<br />
bertaraf edilmesini ve başta Kazakistan<br />
ile Türkmenistan olmak üzere kapalı<br />
havza olan <strong>Hazar</strong> devletlerinin Avrupa<br />
gaz piyasalarına doğrudan erişiminin<br />
sağlanmasını amaçlamaktadır.<br />
2011 yılında AB ile Azerbaycan arasında<br />
Güney Gaz Koridoru Deklarasyonu’nun<br />
imzalanmasının ardından, bu aşamada<br />
Güney Koridor’un yegane gaz tedarikçisi<br />
ve buranın açılması adına bağlantı<br />
noktası olması sebebiyle Azerbaycan’ın<br />
rolü oldukça önemli bir hale gelmiştir.<br />
Bununla birlikte ülke; gaz değer zincirinde<br />
ulaştırma altyapı çalışmalarının öncüsü<br />
olarak değerlendirilmektedir. Planlanan<br />
genişlemesi sonrasında, Güney Kafkasya<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
29
Gulmira Rzayeva<br />
“<br />
2011 yılında AB ile Azerbaycan<br />
arasında Güney<br />
Gaz Koridoru Deklarasyonu’nun<br />
imzalanmasının<br />
ardından, bu aşamada<br />
Güney Koridor’un yegane<br />
gaz tedarikçisi ve buranın<br />
açılması adına bağlantı<br />
noktası olması sebebiyle<br />
Azerbaycan’ın rolü<br />
oldukça önemli bir hale<br />
gelmiştir.<br />
Boru Hattı (SCP), I. ve II. faz Şah Deniz<br />
gazı (SD I ve SD II) ve yine Azerbaycan<br />
kıyılarında yeni nesil gaz sahası olarak<br />
adlandırılan (2025 itibariyle ekstradan<br />
ihraç edilebilecek 35 milyar metreküp<br />
ek gaz) bölgedeki gaz hacmini, ayrıca<br />
muhtemelen uzun vadede Türkmenistan<br />
ve Kazakistan’dan temin edilecek gazı<br />
taşıyacaktır.<br />
Buna ek olarak; Azerbaycan, stratejik<br />
açıdan oldukça önemli Trans Anadolu<br />
Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP)<br />
projesini başlatmıştır. Bu boru hattı<br />
Azerbaycan kaynaklı gazın (aynı zamanda<br />
ileriki aşamalarda politik uygunluk<br />
sağlandığında Türkmenistan ve Irak) Türk<br />
topraklarından geçerek AB sınırlarına<br />
ulaşmasını amaçlamaktadır. Azerbaycan,<br />
projede % 51 oranında en büyük hisseye<br />
sahip holding olan Devlet Petrol Şirketi<br />
(SOCAR) tarafından temsil edilecektir<br />
(bu pay Azerbaycan Devlet Petrol Fonu<br />
-SOFAZ- tarafından fonlanacaktır). Sonuç<br />
olarak Azerbaycan, gerekli sermayenin<br />
çoğunu yatıracak, ticari ve teknik risklerin<br />
önemli bir kısmını alacak ve böylece boru<br />
hattının düzenli ilerlemesi ve zamanında<br />
tamamlanmasını kontrol edebilecektir.<br />
Avrupa piyasasında daha alt seviyede,<br />
değer zinciri boyunca iki ayrı<br />
doğrultuda ilerleyen, iki rakip boru<br />
hattı bulunmaktadır: Nabucco Batı<br />
(NB) ve Trans-Adriyatik Boru Hattı<br />
(TAP). <strong>2013</strong>’ün üçüncü çeyreğinden<br />
önce olmamak üzere, Şah Deniz<br />
Konsorsiyumu’nun (SD) tercih edilecek<br />
rotaya ilişkin nihai kararı vermesi<br />
beklenmektedir. Nihai seçimden önce, SD<br />
II Konsorsiyum’nun, devam eden Gaz Alım<br />
Satım Anlaşması (GSPA) ile potansiyel<br />
alıcı Gaz Transit Anlaşması’nı (GTA)<br />
sonlandırması gerekmektedir. Son tercihle<br />
birlikte, SD Konsorsiyumu, SD II’nin Ekim<br />
<strong>2013</strong>’ten önce onaylanmasını ve bundan<br />
kısa bir müddet sonra da (belki bazı ek<br />
şartlarla birlikte) SD II gazının nakliyesi<br />
için yukarıda bahsedilen boru hatlarından<br />
(tercihin olumlu olması durumunda)<br />
birine ilişkin nihai yatırım kararını (FID),<br />
beklemektedir.<br />
18 Ocak <strong>2013</strong> tarihinde, finansman<br />
sağlama ve işbirliği üzerine SD ortakları<br />
ve Nabucco arasında iki anlaşma<br />
imzalanmıştır. Bu anlaşmalar, son<br />
kararın verilmesinden önce Uluslararası<br />
Nabucco Şirketi’nin (NIC) yaptığı işlerin<br />
ortak finansmanı ve ortak yönetimini<br />
sağlayacaktır.<br />
Nabucco Uluslararası Şirketi (NIC),<br />
imzalanan anlaşmaların şu konulara<br />
30<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
ilişkin olduğunu ifade etmiştir: Nabucco<br />
Batı ve Şah Deniz II proje çalışmaları ve<br />
planlamalarının düzenlenmesine ilişkin<br />
yakın işbirliği, Nabucco Batı’nın ileriki<br />
gelişimiyle alakalı harcamalar çerçevesince<br />
ortak fon sağlanması; tercihin olumlu<br />
olması sonrasında NIC’in yeni ortaklık<br />
yapısında % 50’lik özsermaye tamamen<br />
SOCAR’ın olacak şekilde, BP (BP %12’lik<br />
hisseye sahip), Statoil ve Total’in olması.<br />
SD ortakları açısından benzer bir paketin<br />
geçtiğimiz yaz TAP ile imzalanmasının<br />
ardından bu, ikinci imzalana paket<br />
anlaşmadır.<br />
TAP’e Karşı Nabucco Batı<br />
Güney Gaz Koridoru’nun asıl stratejik<br />
değeri, SD Konsorsiyumu’nun SD gazının<br />
nihai varış noktasına karar vermesiyle<br />
belirlenecektir. Pazar istikameti ve<br />
zamanlama kritik önem taşımaktadır.<br />
SOCAR’a göre, Azerbaycan gazının<br />
Türkiye’ye aktarımı 2018 Haziran’ı<br />
ortalarında başlarsa, 2019 yılı Ocak ayı<br />
başlarında da Avrupa Birliği’ne (AB)<br />
varabilecektir. Konvansiyonel olmayan gaz,<br />
örneğin ABD’deki kaya gazı gibi yeni gaz<br />
kaynaklarına ihtiyaç duyulması ve bunların<br />
sıvı halde Avrupa’ya taşınması, gaz fiyatı<br />
rekabetinde daralmaya yol açacaktır.<br />
Coğrafi anlamda, İspanya, İngiltere ve<br />
Fransa’daki şirketler, 2016’dan itibaren<br />
Amerika’dan yıllık 6 milyar metreküplük<br />
LNG ithali için alım-satım anlaşması<br />
imzalamıştır. İtalya,<br />
İtalya, ülkenin kuzeyindeki Trieste,<br />
Molcanfone, Livorno ve Rosignano’daki<br />
85 milyar metreküplük ek gaz kapasitesi ile<br />
LNG altyapılarını ve Brindisi, Rovigo, vs.<br />
gibi yerlerdeki yıllık 30 milyar metreküplük<br />
ek ithalat kapasitesi ile LNG projelerini<br />
geliştirmeye devam etmektedir. Ülkedeki<br />
mevcut gaz talebi yıllık 85 milyar metreküp<br />
olduğu halde, tüm bu projeler ve altyapı<br />
çalışmalar gerçekleştirildiği takdirde,<br />
İtalya’nın potansiyel ithalat kapasitesini<br />
yıllık 200 milyar metreküpe kadar<br />
çıkartacaktır.<br />
Her ne kadar İtalyan piyasası orta vadede<br />
talep fazlası ile karşılaşabilecek olsa da,<br />
şüphesiz TAP’ın avantajı ve güçlü yönleri<br />
bulunmaktadır. Başlangıç kapasitesi<br />
yıllık 10 milyar metreküp ve çapı 42 inç<br />
olan boru hattı, Nabucco Batı’dan daha<br />
masrafsız olacaktır.<br />
Ayrıca, NB ile karşılaştırıldığında TAP,<br />
daha basit ve hantal bir yönetim yapısına<br />
sahiptir. Fakat en önemli unsur boyuttur:<br />
NB ekonomisine katkı sağlayan tek unsur da<br />
olduğu gibi, hacim ve çap (48 inç ya da 56 inç).<br />
Her iki projedeki çap farkı NB projesi<br />
icin 500 milyon dolarlık ek yatırıma mal<br />
olmaktadır. SD II projesi operatörü BP,<br />
42 inçlik bir çapın SD gazının piyasaya<br />
ulaşması için gereğinden fazla olduğu<br />
halde SD Konsorsiyumu’nun neden ekstra<br />
500 milyon dolar harcaması gerektiğini<br />
anlamıyor konumdadır. Irak, Tükmenistan,<br />
(belki Kazakistan), Kıbrıs ve İsrail<br />
gibi alternatif kaynaklardan gaz temin<br />
edilmesi için ölçeklenebilir bir boru hattı<br />
inşası AB’nin çıkarına olacaktır. Ancak<br />
sorulması gereken soru şudur: neden SD<br />
Konsorsiyumu bu kaynaklardan gaz temin<br />
edilememesi riskini almalıdır<br />
Akla gelen diğer bir soru ise; SD<br />
ortaklarının İtalya, Yunanistan ve<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
31
Gulmira Rzayeva<br />
1. Resim: <strong>Hazar</strong> Pokeri (kaynak: “Welt” Journal)<br />
Arnavutluk gibi birkaç ülke piyasasına<br />
bağımlı olmaya razı olup olmadıkları ve<br />
gazlarını, başkaca ülkelere pazarlama<br />
seçeneğinin yanında, kaynaklarını NB’nin<br />
sunduğu dışında yoğun bir şekilde<br />
çeşitlendirme ihtiyacı duyan Balkan<br />
ülkelerini de kapsayacak şekilde ileri bir<br />
potansiyele sahip olup olmadıklarıdır.<br />
Teknik olarak TAP, İyonya Adriyatik<br />
Boru Hattı, Yunanistan-Bulgaristan<br />
ara bağlantısı ve hatta İtalya’dan kuzey<br />
ülkelerine kadar Balkanlara erişim imkanı<br />
kapasitesine sahiptir. Fakat bu ek bölgesel<br />
bağlantılar, mevcut TAP teklifinin parçası<br />
olmamakla birlikte herhangi bir finans<br />
kaynakları bulunmamaktadır. Balkan<br />
piyasası, yüksek gaz ücreti piyasanın<br />
çeşitlilik potansiyeli ile Azerbaycan’ın<br />
stratejik ilgisine dahildir.<br />
SD ortakları için boru hattının kendisi<br />
finansal açıdan ilgi çekicidir. Ancak<br />
hedeflenen piyasa risklidir ve neredeyse<br />
tamamen tek bir tedarikçiye bağlı olan<br />
piyasa çeşitliliğine sahip NB’ye kıyasla<br />
hiçbir stratejik öneme sahip değil.<br />
Yalnızca bu sebeple; NB, Brüksel ve<br />
Washington’dan siyasi destek görmektedir.<br />
Bu yüzden daha da önemlisi, NB hattı<br />
üzerindeki mevcut ve planlanan ara<br />
bağlantı ağlarıyla Orta Avrupa piyasasını<br />
çeşitlendirme, bölgenin uluslararası<br />
rekabete açılması neticesinde “arz<br />
kesilmesi tehlikesini azaltıp NATO<br />
müttefiklerinin iç istikrarını sağlayarak 1 ”<br />
ülkelere Rusya ile pazarlıkta ellerini<br />
güçlendirme imkanı tanıyacaktır.<br />
Geçtiğimiz Aralık ayında, ABD kongresi;<br />
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi<br />
için hazırlanan “<strong>Hazar</strong>’dan Avrupa’ya<br />
Enerji ve Güvenlik” başlıklı raporunu<br />
yayınlayarak NB’ye olan desteğinde bir<br />
adım daha ileri gitmiştir. SD ortaklarını<br />
uyaran Senato, ilgili ülkelere ABD’nin<br />
tercihi olan “Avrupa’nın enerji güvenliği<br />
için mutlaka dahil olunması gereken” bir<br />
proje SD konsorsiyumu tarafından tercih<br />
edilmezse, SD II, SD I’e tanınan yaptırım<br />
ayrıcalığından yararlanamaz demiştir.<br />
Bunun sebebi, projedeki % 10’luk<br />
İran’dan NIOC katılımıdır. SD II ve bağlı<br />
projelerin yaptırım ayrıcalığı “ABD ulusal<br />
güvenlik çıkarları için zorlama faydalara<br />
dayanacaktır. 2<br />
Gazetelere göre, “Nabucco Batı iki anahtar<br />
hedef doğrultusunda en belirgin ilerlemeyi<br />
sağlayacaktır: yoğun olarak çeşitlilik<br />
ihtiyacı duyan birçok müttefike hızlı gaz<br />
1 “<strong>Hazar</strong>’dan Avrupa’ya Enerji ve Güvenlik”, http://www.<br />
foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />
2 “<strong>Hazar</strong>’dan Avrupa’ya Enerji ve Güvenlik”, http://www.<br />
foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />
32<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
temini ve gelecekte bölgeye daha fazla<br />
gaz temini için ölçekleme yapılabilmesi.”<br />
“Rusya’nın Orta ve Güney Doğu<br />
Avrupa’daki müttefiklerine giderek artan<br />
zorlayıcı baskısına” bir son vermek.<br />
ABD ve Rusya arasındaki rekabet, enerji<br />
bakımından zengin ülkeler, nakil hatları ve<br />
kârlı enerji piyasalarını bölmek ve kontrol<br />
etmek Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi,<br />
21. yüzyılda da halen devam etmektedir<br />
ancak bu defaki “Büyük Oyun” teorisinde<br />
olduğu gibi farklı şekilde yürümektedir.<br />
Enerji üreten bir ülke olan Rusya için<br />
hidrokarbon kaynaklarının üzerinde<br />
tesir sahibi olduğu ülkelere satılması son<br />
derece önemlidir. Bu ülkelerin enerji<br />
güvenliğini neredeyse tamamen Rusya’ya<br />
bağımlı hale getirmek, pazarlık yardımıyla<br />
müzakeredeki pozisyonunu güçlendirerek<br />
ülkeleri kendi nüfuzu altına alması için<br />
Moskova’ya bir manivela gücü vermektedir.<br />
Bu durum, ABD tarafından bölgedeki<br />
ulusal çıkarları adına bir tehdit unsuru<br />
olarak algılanmaktadır.<br />
Hidrokarbon üreticisi ve tüketicisi olan<br />
ABD, enerji bağımlılığı olan müttefiklerinin<br />
kendi kontrolü altındaki Orta Doğu ve<br />
Kuzey Afrika (MENA), <strong>Hazar</strong>, Avrupa’dan;<br />
(yaptırımlar altındaki) İran ve Rusya’ya<br />
(alternatif arz yollarıyla) fırsat vermemek<br />
için bu ülkelerin güçsüzleşmesi adına<br />
hidrokarbon ihraç etmesini istemektedir.<br />
Azerbaycan; Türkiye, Doğu, Güneydoğu<br />
Avrupa ve Balkanlar’daki ABD<br />
müttefiklerinin enerji güvenliğini<br />
sağlayacak en iyi ülke konumundadır;<br />
bunların hepsi, ya ABD/NATO müttefiki<br />
ya da ABD’nin nüfuz alanına giren daha<br />
geniş bir Avro-Atlantik Enerji Güvenliği<br />
“<br />
Irak, Tükmenistan, (belki<br />
Kazakistan), Kıbrıs ve İsrail<br />
gibi alternatif kaynaklardan<br />
gaz temin edilmesi<br />
için ölçeklenebilir bir boru<br />
hattı inşası AB’nin çıkarına<br />
olacaktır. Ancak<br />
sorulması gereken soru<br />
şudur: neden SD Konsorsiyumu<br />
bu kaynaklardan<br />
gaz temin edilememesi<br />
riskini almalıdır<br />
konseptinin parçasıdır. BTC petrol<br />
projesi ve Güney Gaz Koridoru projeleri<br />
ile Azerbaycan, BTC petrol projesini<br />
gerçekleştirmek ve Güney Gaz Koridoru<br />
projesine devam etmekle<br />
ABD-AB enerji stratejisinin<br />
gerçekleştirilmesi adına kritik bir rol<br />
oynamaktadır.<br />
Bununla birlikte, işgalden kurtularak ülke<br />
bütünlüğünün sağlanması yoluyla bir<br />
numaralı dış politika konusu olan Dağlık-<br />
Karabağ sorununun çözülmesi adına<br />
Bakü’nün, AB/ABD’den daha fazla politik<br />
destek bekleyeceğini düşünmek oldukça<br />
mantıklıdır.<br />
Nabucco Batı ve Hissedarları<br />
Geçen sene Aralık ayında, Nabucco<br />
(Batı) projesinin en önemli unsurlarından<br />
biri olan Alman RWE firması projeden<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
33
Gulmira Rzayeva<br />
“<br />
ABD ve Rusya arasındaki rekabet, enerji<br />
bakımından zengin ülkeler, nakil hatları<br />
ve kârlı enerji piyasalarını bölmek ve<br />
kontrol etmek Soğuk Savaş döneminde<br />
olduğu gibi, 21. yüzyılda da halen devam<br />
etmektedir ancak bu defaki “Büyük<br />
Oyun” teorisinde olduğu gibi farklı şekilde<br />
yürümektedir.<br />
çekildi. Bu durum bir kez daha<br />
Konsorsiyum’un idari yapısının son<br />
derece yetersiz olduğunu ve özellikle<br />
projenin başlatıcısı olan Avusturya OMV<br />
başta olmak üzere ortakların böylesi<br />
hantal bir idarenin projenin geleceğini<br />
büyük riske attığının farkına varması<br />
gerektiğini göstermiştir. Geçtiğimiz<br />
sene Haziran ayından anlaşmaların<br />
imzalandığı 18 Ocak’a kadar NB ve SD<br />
üyeleri arasında İşbirliği Anlaşması (CoA)<br />
ve Hisse Senedi Finansman Anlaşmaları<br />
(EFA) imzalanmamıştır. Aynı zamanda<br />
Nabucco hissedarları arasında NB ve SD<br />
Konsorsiyumu hisse dağılımına ilişkin fikir<br />
ayrılığı ve ciddi problemler bulunmaktaydı.<br />
Kamuya açık bilgilere göre, NB<br />
Konsorsiyumu beklenen süre içerisinde<br />
gerekli ilerlemeyi sağlamakta başarılı<br />
olamaz ise, önemli kararların alınması ve<br />
uygulanmasını sağlamak amacıyla SD, NB<br />
Konsorsiyumu’nda % 51’lik bir paya sahip<br />
olmayı istemekteydi. SD’nin çoğunluk<br />
hisselere sahip olmak istemesi, NB<br />
hissedarlarının projeyi gerçekleştirecekleri<br />
ve gerekli ticari ve stratejik kararları<br />
alarak ihtiyaç duyulan sermayeyi<br />
yatıracağından şüphe etmiş olmasına<br />
bağlanabilir.<br />
Tüm NB Konsorsiyumu ortakları<br />
böyle bir hisse dağılımını desteklemiş<br />
olsalar da, OMV karar almak ve kontrol<br />
imkanını kaybetmekten çekinmiştir.<br />
OMV’nin bu tavrı anlaşılabilirdir. Zira<br />
CoA ve EFA % 51 - % 49 arasında bir<br />
hisseyle devreye girdiğinde, mevcut<br />
NB hissedarlarının görüşleri dikkate<br />
alınmayabilir. Fakat NB projesinde<br />
ilerleme olmaması, Macar ortak<br />
FGSZ’nin geçtiğimiz yazdan itibaren<br />
hisseyi azaltmasına sebep olmuştur.<br />
Benzer şekilde diğer bazı NB ortakları da<br />
hisselerinden bir kısmını SD üyelerine ya<br />
da üçüncü bir tarafa satmaktan memnun<br />
kalacaklardır.<br />
Kamuya açık nedenlerle, RWE’nin<br />
projeden ayrılması, firmanın ticari<br />
hedeflerine varamayacak olmasıdır. 3<br />
Fakat görünüşe göre OMV ile olan görüş<br />
ayrılığı ve uzun süren tartışmalar, projenin<br />
ilerlemesine ilişkin çeşitli sorunlar, aynı<br />
zamanda Baumgartner’den Landzhot’a,<br />
RWE’nin sahibi olduğu Net4Gas nakil<br />
hattına Baumgartner’in bağlanması,<br />
sorunları da bu nedenler arasında<br />
bulunmaktaydı. Almanya’da nükleerden<br />
vazgeçilmesinden kaynaklanan finansal<br />
nedenler de bunlara dahil edilebilir.<br />
Dahası, yukarıda bahsedilen finansal<br />
zorluklardan dolayı RWE, 7 milyar<br />
Avro’luk hissesini satmakta ve çalışan<br />
3 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />
Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />
wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />
34<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
sayısını azalmaktadır.<br />
Bu da, RWE’nin tamamına sahip<br />
olduğu, Çek Cumhuriyeti’ndeki gaz<br />
nakil sistemi Net4Gas’in <strong>2013</strong> yılında<br />
satılmasının planlanmasını açıklamaktadır.<br />
Önceleri RWE Baumgarten-Landzhot<br />
bağlantısı aracılığıyla Net4Gas nakil<br />
hattını birleştirip, <strong>Hazar</strong>, örneğin<br />
Azerbaycan gazını, Alman hükümetinin<br />
gaz kaynaklarını çeşitlendirme stratejisi<br />
paralelinde, Almanya’ya ulaştırmayı<br />
hedeflemekteydi. 4<br />
Nabucco Batı’ya karşı<br />
Güney Akım: Hacim ikamesi<br />
ya da pazar payı değişimi<br />
Her ne kadar Gazprom’un Avrupa’ya<br />
ihracı 2011 yılında ciddi miktarda<br />
artmışsa da, 2012 yılında finansal kriz<br />
sırasındaki düşüşle şirket aynı başarıyı<br />
tekrarlayamamıştır. Rusya Enerji<br />
Bakanlığı’na göre, 2012 yılında Avrupa’ya<br />
olan gaz ihracı % 8.7 oranla 186 milyar<br />
metreküpe düşmüştür. 5<br />
Daha evvel Gazprom, 2012 yılının ilk<br />
yarısında, Avrupa’ya olan gaz satışlarının<br />
%10, Bağımsız Devletler Topluluğu (CIS)<br />
ülkelerine ise % 29 oranında düştüğünü<br />
açıklamıştır. 6<br />
Bu durum, 2012 yılında üretimin 655<br />
milyar metreküpe düşmesine, (2011<br />
yılında 662 miyar metreküp) Gazprom’un<br />
4 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />
Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />
wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />
5 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />
economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />
open-229012.html<br />
6 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />
economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />
open-229012.html<br />
kendi üretiminin ise % 5.1 ile 483 milyar<br />
metreküpe düşmesine sebep olmuştur.<br />
<strong>2013</strong> yılı ihraç ve üretim tahminleri, yeteri<br />
kadar iyimser değildir ve Bay Miller’a göre,<br />
şirket <strong>2013</strong> yılında 500 milyar metreküplük<br />
gaz üretim seviyesini koruyacak ve bu<br />
yıl yatırım programlarının artışı sekteye<br />
uğrayacaktır. 7 Daha önceleri, Rusya’nın<br />
en önemli gaz üreticisi Gazprom, <strong>2013</strong> ve<br />
2014 yılı gaz üretim hedeflerini, azalan<br />
taleplerden ötürü küçülmüştür. Gazprom<br />
üretim departmanı başkanına göre, şirket<br />
<strong>2013</strong> yılında 541 milyar metreküplük bir<br />
üretim yapacak ve bunu 2014 yılında 584<br />
milyar metreküpe çıkartmayı hedefliyordu 8<br />
ki bu, daha önce planlanan, <strong>2013</strong> yılı için<br />
549 milyar metreküp ve 2014 yılı için 570<br />
milyar metreküplük hedeften daha azdır.<br />
Business Monitor International’ın son<br />
öngörüleri, 2016 yılı itibariyle toplam<br />
gaz üretimi Avrupa’daki talebin artması<br />
ve Asya piyasalarındaki fırsatların<br />
çoğalmasıyla 724 milyar metreküpe<br />
çıkacaktır. 9 AB, ihtiyacı olan gazın % 25’ini<br />
Rusya’dan karşılamaktadır. Rus tekeli<br />
yönetimi (Gazprom) Avrupa gaz tüketicisi<br />
şirketlerinin Rus gazını tercihlerindeki<br />
azalışı ve Avrupa piyasalarına gaz ihracının<br />
düşüşünü rekabete bağlamaktadır. Son<br />
birkaç yıldan beri, sabit fiyatlı gaz endeksi<br />
ve spot piyasasına gaz nakli yapmak isteyen<br />
firma sayısında artış gözlemlenmektedir.<br />
7 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />
economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />
open-229012.html<br />
8 “Ukrainian equipment producer dashes Gazprom production<br />
plans last winter”, Kyiv Post, http://www.kyivpost.com/<br />
content/business/ukrainian-equipment-producer-dashesgazprom-produc-1-128108.html<br />
9 Russia Oil & Gas Report, Business Monitor, http://store.<br />
businessmonitor.com/em/oilgas/russia.html<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
35
Gulmira Rzayeva<br />
Source: Streams<br />
interpretation of<br />
Waterborne data<br />
Bu düşüş yalnızca Avro bölgesi<br />
ve Avrupa’daki ekonomik krizden<br />
kaynaklanmamakta, aynı zamanda<br />
Avrupalılar LNG gibi daha ucuz<br />
alternatifler ve spot piyasası tedariklerine<br />
başvurmuşlardır. 2009-2011 yılları<br />
arasında; Avrupa’daki sıvılaştırma<br />
santralleri kadar tekrar gazlaştırma (regasification)<br />
santrallerinin sayısı da artış<br />
gösteriyordu; 2014’e kadar, Avrupa’daki<br />
kıyı devletlerinin çoğunluğunun,<br />
birkaç LNG altyapısıyla kaplanması<br />
beklenmektedir. Şu anda bir kısmı<br />
uygulanma, diğer bir kısmı ise planlanma<br />
aşamasındadır: AB’nin 150 milyar<br />
metreküplük mevcut tekrar gazlaştırma<br />
kapasitesinin 2020’ye kadar ikiye<br />
katlanacağı gözükmektedir.<br />
Bu; AB’nin LNG altyapısını geliştirmesi<br />
ve her kıyı devletinde (İtalya, Hollanda,<br />
Fransa, İrlanda, Almanya, Polonya,<br />
İspanya, Hırvatistan, Kıbrıs, Türkiye<br />
ve Litvanya) istasyon inşa etmesi adına<br />
AB’nin en önemli hedeflerinden biridir. 10<br />
Bu, ayrıca; Avrupa’nın artan doğal gaz<br />
talebini karşılayabilmek adına Trans<br />
Avrupa Enerji Ağı Politikası’nın (TEN-E)<br />
da kapsamına girmiştir. Öyle ki; bu<br />
terminallerin bazıları Orta Avrupa’nın<br />
enerji güvenliğinin sağlanması, güvenlik<br />
zaafiyetinin azaltılması ve halihazırdaki<br />
tekrar gazlaştırılmış gazın kıyı kesiminden,<br />
kıyısı olmayan devletlere taşınarak<br />
Gazprom’a olan bağımlılığın azaltılması<br />
amacıyla inşa edilmektedir. Bu amaçla;<br />
10 T E N - ENERGY Priority Corridors for Energy<br />
Transmission, Prepared for the European Commission, http://<br />
ec.europa.eu/energy/infrastructure/studies/doc/2008_<br />
priority_corridors_for_energy_transmission-natural_gas.pdf<br />
36<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
2014’e kadar, tüm Avrupa devletlerini<br />
gaz boru hattı ara bağlantılarına dahil<br />
etmek için kapsamlı şekilde AB Trans<br />
Avrupa Enerji Ağları (TEN-E) politikası<br />
uygulanmaktadır.<br />
Kaya gazı aramalarında bulunan Polonya,<br />
2014 yılı ortalarına kadar yıllık 5 milyar<br />
metreküplük bir LNG ithalat terminali<br />
kurmayı hedeflemektedir. Almanya sınırına<br />
yakın Świnoujście’teki LNG terminali,<br />
tedarik çeşitliliğini artırmalı ve Rus<br />
ithalatına olan bağımlılığı azaltmalıdır.<br />
Hiç şüphe yok ki, Avrupa çapındaki<br />
alıcı terminallerin LNG kapasitelerinin<br />
artırılmasının, başta düşük gaz ücretleri,<br />
Avrupa gaz piyasalarında hazırda bekleyen<br />
gaz miktarının artması ve Avrupa’nın gaz<br />
tedarikine kaynak çeşitliliği sağlaması<br />
gibi, Birlik için birçok tedarik güvenliğini<br />
artırmaktadır.<br />
2009-2010 yılları arasında; Kuzey-<br />
Batı Avrupa’daki alıcı istasyonlardaki<br />
LNG kapasitesinin artırılması, ABD<br />
ve AB gaz merkezleri arasındaki bağ<br />
güçlendirilerek, Avrupalı tüketicilere daha<br />
ucuz olan spot gaz imkanından faydalanma<br />
şansı tanınmıştır. Aynı yıllarda, spot<br />
piyasalarında keskin bir düşüş yaşanmış<br />
ve bu süre içerisinde spot gaz fiyatı,<br />
petrol endeksli gaz fiyatından % 25 az<br />
olmuştur. Ancak bu trend ve AB ile ABD<br />
arasındaki gaz fiyatı korelasyonu belirsiz<br />
yüksek talep nedeniyle 2010 yılı Nisan<br />
ayında sona erdirilmiştir. Ne var ki Rus gaz<br />
ihracı açısından en önemli temel piyasa<br />
olan Avrupa’da 2011 yılından itibaren<br />
fiyat farklılıkları, fiyatlara ilişkin revizyon<br />
yapılması açısından en büyük etken<br />
olmuştur.<br />
Çoğu Avrupalı gaz tüketicisi, tamamen<br />
petrol endeksli fiyatlardan kaçınarak<br />
Gazprom’la % 10-20 civarında spot<br />
fiyatlı sözleşmelerin de dahil olduğu kimi<br />
gaz endeksli uzun dönem sözleşmelere<br />
yönelmiştir. Avrupa piyasası çapında<br />
spot fiyatlar yılda % 30-40 oranında çok<br />
hızlı bir şekilde artmaktadır. Avrupalı<br />
gaz alım firmaları çoğunlukla olumlu<br />
netice almakla birlikte birçok defa benzeri<br />
uyuşmazlıklarla ilgili tahkime başvurmakta<br />
ve Gazprom’un hiç kabullenemeyeceği<br />
bir duruma sebep olmaktadır. Bu durum,<br />
kimi şirketlerin düşük gaz fiyatıyla<br />
ödüllendirilmesine sebep olmuştur.<br />
MorganStanley Press’e göre, İtalyan Eni<br />
ve Edison, Alman E.ON (RWE hala<br />
Gazprom’la tahkim sürecindedir), Fransız<br />
GdF Suez, Avusturyalı Ecogas ve daha<br />
birçokları 2011 yılında sözleşmelerine<br />
% 10 ila % 20 arasında spot piyasa ücreti<br />
uygulatmışlardır. 11<br />
Ancak gazetede “ ‘Görünmez’ Malın<br />
Ücretlendirilmesi” başlıklı son müzakere<br />
dokümanında Gazprom Export’un<br />
Kontrat Yapılandırması ve Fiyatlandırma<br />
Direktörü Sergey Komlev, gaz endeksi<br />
ve ağ ücretine bağlı olarak uzun dönem<br />
kontratlar çerçevesince fiyat üzerinde<br />
oynama yapılması modelini eleştirerek,<br />
kesintisiz sözleşmelerde esnekliğe<br />
gidilmesi isteniyorsa bu durumun alıcılar<br />
açısından güvenli ve sağlayıcılar açısından<br />
ise çalışılabilir olmadığını ifade etmiştir.<br />
Bunun anlamı, başta LNG olmak üzere<br />
1-3 ayı geçmeyen kısa dönem sözleşmeler<br />
üzerinden önemli hacimlerdeki gazın ciddi<br />
11 “Pricing the “Invisible” Commodity” Sergey Komlev,<br />
Gazprom Export, http://www.gazpromexport.ru/files/Gas_<br />
Pricing_Discussion_Paper_Komlev_GPE_Jan_11_<strong>2013</strong>_<br />
FINAL127.pdf<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
37
Gulmira Rzayeva<br />
fiyatlarla pazarlandığı ağlardaki spot gaz<br />
tacirlerinin ihtiyaç halinde orta vadede yeni<br />
hacimler garanti edemeyeceği anlamına<br />
gelmektedir. Bu durum, alıcıları belirsizliğe<br />
sürüklemektedir ve gelecek tedarikçiler için<br />
hassas bir ortam yaratmaktadır. Örneğin,<br />
Avrupa pazarına yıllık % 17.4 (37 milyar<br />
metreküp) oranında LNG ihraç eden Katar;<br />
geçenlerde Avrupa istikametindeki LNG<br />
ihraç hacmini % 40 oranında küçülteceğini<br />
ve bunları, LNG’nin Asya’da yüksek kâr<br />
getirmesi nedeniyle Japon piyasasına<br />
yönlendireceğini bildirmiştir. 12<br />
LNG arzının büyüme dinamiği, küresel<br />
piyasaya girmek gibi yeni fırsatlar<br />
sunmakta, LNG gibi gazların ihracı dünya<br />
piyasalarına giriş avantajı sağlamaktadır.<br />
BP’ye göre, uzun vadede LNG ticareti çok<br />
daha önemli bir rol oynayacaktır. BP Enerji<br />
Görünümü’ne göre “2<strong>03</strong>0 yılı küresel<br />
gaz tüketiminin % 15.5’ine denk gelecek<br />
şekilde aynı yıl LNG üretimi<br />
% 4.3 oranında artacaktır” 13 . Aynı zamanda<br />
ABD bankası JP Morgan analistleri küresel<br />
LNG büyümesinin 2011 yılında ortalama<br />
olarak % 15 oranında gerçekleştiğini ifade<br />
etmişlerdir.<br />
Bazı analistlere göre, iyimser tahminler<br />
doğrultusunda Avrupa’daki LNG talebi<br />
<strong>2013</strong> yılında yıllık 68 milyon tondan 2014<br />
yılında 72 milyon tona çıkacak, 2015’te 78<br />
milyon ton, 2016’da 86 milyon ton, 2017’de<br />
94 milyon ton ve nihayet 2018 yılında ise<br />
12 LNG export Destinations are being diversified, Arab News,<br />
http://www.arabnews.com/lng-export-destinations-are-beingdiversified-says-qnb<br />
13 BP Energy Outlook 2<strong>03</strong>0, January <strong>2013</strong>, International<br />
Energy Agency, http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/<br />
globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/<br />
statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/<br />
pdf/BP_World_Energy_Outlook_booklet_<strong>2013</strong>.pdf<br />
99 milyon ton olacaktır. 14<br />
Tüketicinin artan baskısı, Avrupa gaz<br />
piyasasındaki doygunluğun orta vadede<br />
yok azalmasına, petrol-endeksli gaz<br />
ve spot gaz fiyatları arasındaki makası<br />
kapatacaktır. Ticari açıdan bakıldığında;<br />
bu durum, gazdan kaynaklanan net kâr<br />
marjını azaltarak Gazprom’u oldukça<br />
sıkıntıya sokacaktır. Hatta; yeni gelişen<br />
Bovanenkovskoye, Uzak Doğu F.D., Urallar<br />
F.D., Siberya F.D., vb. alanların üretim<br />
kapasitesinin uzun vadede gelişeceği<br />
ve ucuz olacağı öngörüldüğünden; bu<br />
durum Gazprom için daha da vahim hale<br />
gelmektedir.<br />
Örneğin, 2012 yılı Gazprom İhracat<br />
raporuna göre, Güney Akım boru<br />
hattı aracılığıyla Avrupa piyasalarına<br />
ulaştırılacak Bovanenkovskoye gazı,<br />
Gazprom’a 150$/1000cm 15 ’a mal olacaktır.<br />
Buna; Uzak Doğu’daki gazın 3000 km’den<br />
fazla uzaklıktaki Karadeniz kıyısına<br />
ulaştırılması, inşası ve Güney Akım<br />
aracılığıyla daha öteye Avrupa içlerine<br />
ulaştırılması; bedelleri ve vergi gibi ek<br />
masraflar eklenecektir. Gazprom için en<br />
pahalı gaz, 260$/1000cm maliyetli yeniden<br />
ihraç edilecek Orta Asya gazı olacaktır. 16<br />
Rus Akaryakıt Enerjisi Merkezi Sevkiyat<br />
Departmanı Kompleksi’ne (CDU TEK)<br />
göre, 2009 yılından itibaren Rusya, 3 yıldır<br />
Amerika’daan daha az gaz üretmektedir. Bu<br />
durum Amerika’nın 2000 yılından itibaren<br />
her yıl kaya gazı üretimini artırmasından<br />
kaynaklanmaktadır. Güney Gaz<br />
Koridoru’nun dışında Avrupa Birliği’nin arz<br />
14 OilCapital analytical daily news portal<br />
15 Gazprom Annual report 2011, http://www.gazprom.<br />
com/f/posts/55/477129/annual-report-2011-eng.pdf<br />
16 Skolkovo Moscow School of Management<br />
38<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
çeşitliliğini sağlaması adına diğer bir fırsat<br />
ise ABD’den, görece daha ucuz olan LNG<br />
gazı ihraç edilmesidir. Coğrafi anlamda<br />
daha büyük miktarlarda LNG ithal etme<br />
fırsatına sahip olan bu ülkeler, tedariklerini<br />
ve genel anlamda enerji güvenliğini kontrol<br />
altına alarak, kapalı havza ülkelerine göre<br />
ulusal güvenliklerini daha korunaklı hale<br />
getireceklerdir. Ancak konuya ilişkin<br />
politikadan ziyade ticaret ve ekonomi<br />
kuralları geçerli olacaktır.<br />
Diğer taraftan, 2011 yılında başlayan<br />
“Asya ve Avrupa arasındaki LNG savaşı”,<br />
sonuçları Avrupa için hiç de iyi olmayacak<br />
şekilde devam etmekte ve LNG gazının<br />
büyük bir kısmı mevcut durumda<br />
Asya piyasalarına doğru artmaktadır.<br />
Karşılaştırılacak olursa, dünyanın en büyük<br />
LNG ithalatçısı olan Japonya, yıllık 11.5<br />
milyon tonluk LNG ithalat sözleşmesi<br />
imzalamış, diğer Asya-Pasifik ülkeleri ise<br />
20 milyon tonluk sözleşme imzalamışken,<br />
AB yalnızca 3.1 milyon tonluk sözleşmeye<br />
imza atmıştır. Üreticilere yüksek kâr marjı<br />
sağlayan Asya enerji piyasası, dünyanın<br />
en avantajlı LNG piyasasıdır. Avrupa<br />
ticaret ağındaki ortalama LNG fiyatı, 310-<br />
350$/1000 cm civarındayken, Japonya,<br />
Kore ve Çin’de ise bu rakam 500$/1000<br />
cm’dir 17 . Asya ülkelerindeki hızlı büyüyen<br />
ekonomi ve Japonya’daki nükleer felaket,<br />
LNG ithalatları için yeni kapılar aralamıştır.<br />
Dahası, LNG üreticileri için piyasayı<br />
daha az ilgi çekici kılacak şekilde Avrupa,<br />
iç piyasada enerji fiyatlarını düşürmeye<br />
çalışmaktadır.<br />
ABD LNG’sinin Avrupa’ya nakli ise artık<br />
tatmin edici seviyeden uzaktır. ABD<br />
17 Platts LNG Daily Publication. Available on subscription<br />
LNG’sinin Avrupa ve diğer ülkelere<br />
ihracının 2016’da başlayacağı tahmin<br />
edilmektedir. İspanyol NGFenosa ve<br />
Total, ABD şirketi Chaniere Energy ile<br />
bir alım-satım anlaşması imzalamışlardır<br />
ve 2016’da başlayacak şekilde yıllık 5<br />
milyar metreküp gaz ithal edeceklerdir. 18<br />
Fakat bugüne kadar Enerji Departmanı<br />
düzenleyicisi olan FERC’e LNG terminali<br />
inşası için 20 adet proje sunulmuş olsa da<br />
bunlardan yalnızca Chaniere Energy’nin<br />
Sabine Pass projesi kabul görmüştür.<br />
Üstelik gelecekteki tüm kapasitesiyle ilgili<br />
çoktan sözleşme imzalanmış durumdadır.<br />
Alıcılar ise, Koreli Kogas, Hindistanlı<br />
Gail, İspanyol NGFenosa, Fransız Total ve<br />
İngilizce BG Grubu’dur. Avrupa ve Asya<br />
LNG piyasalarındaki fiyat farkından ötürü<br />
ABD’nin Asya’ya olan ihraç kârı 200$ iken,<br />
AB’ye olan ihraç kârı 150$’dır. Ayrıca ABD<br />
için en kârlı ihraç piyasası, kısa mesafe<br />
ve yüksek gaz fiyatı avantajıyla net LNG<br />
kâr marjı 280$’a varabilen Latin Amerika<br />
olacaktır.<br />
Bu nedenle, değişik bölge piyasalarındaki<br />
fiyat farklılığından ötürü Enerji<br />
Departmanı yıllık 110 milyon ton<br />
kapasiteye varan LNG ihraç tesisi inşaat<br />
tekliflerini kabul etse dahi, bu gaz Avrupa<br />
yerine (küçük bir miktarı Avrupa’ya<br />
ulaştırılmakla birlikte) Asya ya da Güney<br />
Amerika istikametine gidecektir. Buradaki<br />
mantık, ekonomi kurallarının diğer her<br />
şeyden önce geleceğidir.<br />
Yukarıdaki ifadeyi destekleyecek şekilde;<br />
WoodMckenzie’nin 2012 Mayıs ayında<br />
18 “Cheniere and Total Sign 20-Year LNG Sale and Purchase<br />
Agreement for LNG Exports from Sabine Pass”, Press Release:<br />
Cheniere Energy Partners, http://finance.yahoo.com/news/<br />
cheniere-total-sign-20-lng-133000762.html<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
39
Gulmira Rzayeva<br />
yayınladığı öngörülere göre, hızla<br />
büyüyen Asya LNG piyasası yalnızca<br />
sözleşme dışı gazları değil, aynı zamanda<br />
ABD’nin tüm LNG ihraç potansiyelini<br />
ithal edebilir. 19<br />
Avrupa gaz talebi, Asya’daki kadar hızlı<br />
büyümeyecektir. Uluslararası Enerji<br />
Ajansı’nın (IEA) 2012 yılı Dünya Enerji<br />
Görünümü’ne göre, 2010 yılından 2<strong>03</strong>5<br />
yılına kadar AB gaz talebi yıllık büyüme<br />
oranı 569 milyar metreküp ile 669 milyar<br />
metreküp arasında ortalama olarak %<br />
0.7 büyüyecektir. Dahası, Avrupa’da<br />
yıllık doğal gaz talebi büyümesi artışı,<br />
2010-2015 yılları arasında 569 milyar<br />
metreküpten 550 milyar metreküpe,<br />
ortalama 19 milyar metreküp düşmektedir.<br />
Avrupa Birliği’nin 2020 hedefleri ve düşük<br />
kömür fiyatları yüzünden talep görünümü<br />
azaltılmıştır.<br />
Nabucco Batı ve Güney Akım’ın hedefleri<br />
arasında bulunan Güney Doğu Avrupa<br />
gaz piyasası ve Balkanlar yeterince büyük<br />
olmayıp, 2018-2<strong>03</strong>5 yılları arasında yıllık<br />
ortalama gaz talebi büyüme oranının son<br />
derece yavaş olması beklenmektedir.<br />
Uzmanlara göre, Güney Akım, bölgedeki<br />
Rus gazı hacmini artırmayacak, ancak<br />
19 Platts LNG Daily and Monthly Publication. Available on<br />
subscription.<br />
“<br />
Avrupa ticaret ağındaki<br />
ortalama LNG fiyatı, 310-<br />
350$/1000 cm civarındayken,<br />
Japonya, Kore ve Çin’de ise<br />
bu rakam 500$/1000 cm’dir.<br />
yalnızca halihazırda Ukrayna ve kısmen<br />
Belarus üzerinden taşınan gazın rotasını<br />
değiştirecektir. Aralık ayında Brüksel’de<br />
gerçekleştirilen zirvede, Moskova,<br />
Brüksel’in Güney Akım’ı <strong>2013</strong> Mart<br />
ayında yürürlüğe girecek Avrupa Birliği<br />
Üçüncü Enerji Paketi’nden kaynaklanan<br />
kısıtlamaların dışında kalacak şekilde<br />
“Trans Avrupa Ağı” statüsüne çıkartıp,<br />
projeyi “Ortak Çıkar Projesi” (PCI)<br />
ilan etmesini talep etmiştir. 20 AB yasal<br />
çerçevesi, Avrupalı tüketicilere doğal<br />
gaz ithal edilebilmesi için, Rusya’nın<br />
Azerbaycan gibi başkaca üreticilere<br />
boru hattı ağının kullanması adına izin<br />
vermesini gerektirebilir. Aynı zamanda<br />
hukuken Gazprom’un boru hatlarının<br />
çoğunluk hissesini elinde bulundurmaktan<br />
vazgeçmesi gerekebilir. Avrupa Birliği,<br />
kıtayı Rus doğal gazından uzaklaştıracak<br />
Nabucco gibi alternatif boru hattı<br />
altyapılarının gelişmesini teşvik ederek,<br />
Güney Akım’ın hukuki statüsünün<br />
değiştirmesi talebini reddetmiştir.<br />
Fakat hem Kuzey Akım hem de Güney<br />
Akım, Rusya’nın Avrupa’ya olan ihraç<br />
kapasitesini aşağı yukarı yıllık 140 milyar<br />
20 “EU readies ‘pragmatic’ answer to Putin’s energy agenda”,<br />
Euractiv, http://www.euractiv.com/energy/eu-readiespragmatic-answer-puti-news-516727<br />
40<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
Avrupa gaz talebi<br />
Kırmızı çizgi: Küresel Yeniden<br />
Tasarım (en son)<br />
Yeşil çizgi: Küresel Yeniden<br />
Tasarım (2011)<br />
Kaynak: CERA (Tablo: Zayıf<br />
ekonomi, Avrupa Birliği’nin<br />
2020 hedefleri ve düşük<br />
kömür fiyatları yüzünden talep<br />
görünümü azaltılmıştır.)<br />
metreküpten 300 milyar metreküpe<br />
kadar çıkartarak, Rusya’nın ticari açıdan<br />
işletilebilir olmayan yarı kapasitesi boş<br />
boru hatlarını tam kapasite çalıştırmasını<br />
sağlayacaktır. Piyasa yıllık 40-60 milyar<br />
metreküplük gazı tüketemeyecektir.<br />
Sonuç olarak; Rusya, pazar payı ve<br />
kolay gaz satımı imkanını korumak ve<br />
Balkanlardaki potansiyel transit ülkeleri<br />
ile satış anlaşması imzalamak için<br />
Nabucco Batı’yı saf dışı bırakma hedefi<br />
doğrultusunda fiyat indirimleriyle birlikte<br />
kalkınma yardımlarında bulunmuştur.<br />
Bulgaristan 2012 Nisan ayından Aralık<br />
ayına kadar Gazprom’dan % 11.1’lik bir<br />
indirim elde etmiş ve bu oran <strong>2013</strong> yılında<br />
% 22’ye çıkmıştır. Görünen o ki, bunun<br />
karşılığında Rusya, Bulgaristan’da Başlangıç<br />
Seviyesi Mühendislik Dizaynı (FEED) için<br />
onay elde edecektir. Türkiye başlangıçta<br />
Güney Akım’ın, karasularından geçmesine<br />
müsaade etmemiş fakat ertesinde<br />
Rusya’nın, Türkiye’ye sattığı gazda % 15’lik<br />
bir indirim yapmasıyla (400$/1000 cm) 21<br />
“<br />
Uzmanlara göre, Güney Akım,<br />
bölgedeki Rus gazı hacmini<br />
artırmayacak, ancak yalnızca<br />
halihazırda Ukrayna ve kısmen<br />
Belarus üzerinden taşınan<br />
gazın rotasını değiştirecektir.<br />
21 “UPDATE 2-Turkey, Russia reach South Stream gas deal”,<br />
Reuters, http://www.reuters.com/article/2011/12/28/turkeybu<br />
talebe izin vermiştir. Sırbistan, Gazprom<br />
ile 10 yıllığına 5 milyar metreküplük yeni<br />
bir gaz alım-satım anlaşması imzalamıştır<br />
(Gazprom 2011 yılında Sırbistan’a 1.4<br />
milyar metreküplük gaz ihraç etmiştir).<br />
Ancak Sırbistan Enerji Bakanı, Rus<br />
gazı fiyatını oldukça yüksek bularak,<br />
halen geçerli olan 470$/1000cm’den,<br />
<strong>2013</strong> yılında <strong>2013</strong> yılında 420$/1000<br />
cm’ye düşürülmesini talep etmiştir 22 .<br />
russia-southstream-idAFL6E7NS0LU20111228<br />
22 “Srbijagas agrees 10-yr gas import deal with<br />
Gazprom”Reuters, http://www.reuters.com/<br />
article/2011/12/21/serbia-gazprom-gasidUSL6E7NL4H320111221<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
41
Gulmira Rzayeva<br />
“<br />
AB yasal çerçevesi, Avrupalı tüketicilere<br />
doğal gaz ithal edilebilmesi için, Rusya’nın<br />
Azerbaycan gibi başkaca üreticilere boru<br />
hattı ağının kullanması adına izin vermesini<br />
gerektirebilir.<br />
Bu çerçevede Sırbistan <strong>2013</strong> yılında<br />
Gazprom’dan % 12’lik bir indirim elde<br />
etmiştir.<br />
Güney Akım’ın muhtemel transit<br />
ülkelerinden olan ve Rusya’dan en önemli<br />
teşvikleri elde eden Bulgaristan, hala<br />
rakip boru hattının en büyük hissedarları<br />
arasındadır. Ancak Bulgaristan’ın<br />
başkenti Sofya’daki Nabucco Siyasal<br />
Komitesi toplantısı esnasında, Bulgaristan<br />
Enerji Holdingi Yönetim Kurulu Üyesi<br />
Bulgaristan’ın, Nabucco gaz boru hattının<br />
ilk kısmının inşası adına Türkiye’nin<br />
ulusal gaz altyapısını Bulgaristan’ınkine<br />
bağlayacak bir proje şirketi kuracağını ifade<br />
etmiştir. Buna göre, Türkiye’deki Marmara<br />
Denizi ile Bulgaristan’daki Lozenets<br />
arasında 225 km’lik bir boru hattı inşası<br />
planlanmaktadır 23 . 200 milyon Avro’su<br />
AB tarafından ödenmek suretiyle, boru<br />
hattının ortalama maliyetinin 300 milyon<br />
Avro civarında olması beklenmektedir.<br />
Rusya, başta Orta Avrupa olmak üzere,<br />
doğal gaz kozunu bölgedeki politik<br />
çıkarları doğrultusunda kullandığı<br />
23 Nabucco Says Has ‘A Lot to Negotiate’ Over Shah<br />
Deniz Accord, Bloomberg, http://www.bloomberg.com/<br />
news/<strong>2013</strong>-01-10/nabucco-shah-deniz-have-a-lot-tonegotiate-dolezal-says-1-.html<br />
iddialarına tepki göstermiştir. Gazprom,<br />
temel tüketim piyasasındaki çeşitlendirme<br />
çabalarının, kendisine zarar vereceğini<br />
bilmektedir ve bu nedenle gaz değer zinciri<br />
üzerinden tüketici ülkelere indirimlerle<br />
birlikte çeşitli ortaklık teklifleri sunmuştur.<br />
Gazprom yönetimi ve Moskova, piyasadaki<br />
son gelişmeleri ve enerji stratejilerini<br />
nihai olarak Avrupa Birliği doğrultusunda<br />
düzenlemeleri gerektiğini çok iyi<br />
anlamaktadır. Diğer türlü, piyasaya ilişkin<br />
miadı dolmuş tekelci enerji politikası, pazar<br />
payının zamanla yeni tedarikçilere kayması<br />
tehlikesini doğuracaktır. Bu yerinde<br />
stratejinin bir parçası olarak, Gazprom<br />
<strong>2013</strong> yılı içerisinde neredeyse tüm Avrupa<br />
ülkelerine % 5’ten (Romanya) % 27’ye<br />
(Polonya) ciddi indirimler yapmıştır. Bu<br />
durum Avrupa’da uzun dönemli petrol<br />
endeksli gaz fiyatlarında ciddi bir düşüşle<br />
birlikte paradoksal olarak LNG spot ağ<br />
piyasasında da fiyat yükselmesine sebep<br />
olacaktır. Avrupa gaz piyasasındaki payını<br />
korumak isteyen Gazprom aynı zamanda<br />
doğal gaz fiyatlarının petrol fiyatlarına<br />
endekslenmesi uygulamasından da<br />
vazgeçmektedir.<br />
Gazprom, Güney Akım’ın, projenin<br />
stratejik önceliğe sahip olmadığını sıklıkla<br />
dile getiren AB’nin desteğinden mahrum<br />
olmak gibi bir zayıf noktası olduğunu<br />
bilmekte ve AB’nin üçüncü enerji<br />
paketindeki tekel karşıtı politikasının<br />
baskısına maruz kalmaktadır. Dahası, uzun<br />
dönem sözleşmelerin petrol endeksini<br />
sabitlemesinden ötürü Gazprom fiyatları<br />
neredeyse tüm piyasalar için en yüksek gaz<br />
bedeli haline gelmiştir. Özellikle, neredeyse<br />
tüm Avrupa ekonomileri, ekonomik<br />
krizden etkilenmiş haldeyken böylesi<br />
42<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
bir durum daha da kabullenilemez hale<br />
gelmiştir.<br />
Diğer taraftan, Gazprom, uzun dönemlik<br />
sözleşmelerle petrol endeksli gaz satışına<br />
devam ettiği takdirde <strong>Hazar</strong> ve Şah Deniz<br />
gazları gibi gaz rekabetine katılacak<br />
alternatif kaynaklar nedeniyle, Güney Doğu<br />
ve Orta Avrupa piyasalarındaki hakim<br />
konumunu kaybedeceğinin farkındadır.<br />
Şah Deniz II gaz üretimi ve nakliyesinin<br />
net maliyeti Güney Akım gazınınkinden,<br />
sahanın bulunduğu konum ve nakliye<br />
sebebiyle, (boru çapı, hacim ve nakil<br />
ücretlerinin değişmesine bağlı olarak) çok<br />
daha düşüktür.<br />
Gazprom’un gücü, SD Konsorsiyumu’nun<br />
aksine, çoktandır piyasada olması ve halen<br />
elinde büyük kullanıcılarla imzalanmış gaz<br />
alım-satım anlaşmalarının bulunmasından<br />
kaynaklanmaktadır. Hatta bunlardan<br />
bazıları mevcut anlaşmalarını uzatmış ya da<br />
uzatmak istemektedirler. Şayet kimi Avrupa<br />
ülkeleri Güney Akım ile tedarik sözleşmesi<br />
imzalamakta isteksizlerse ya da anlaşmaya<br />
sahip olup fizibilite çalışmaları ve Güney<br />
Akım’ın FEED’i ile birlikte mevcut<br />
anlaşmanın başlamasını erteliyorlarsa, bu<br />
durumda Rusya, anlaşmaların yürürlüğe<br />
konması adına ciddi miktarda teşvik<br />
imkanları sunmaktadır. Rusya gaz<br />
fiyatı manivelasını kullanarak problem<br />
çözmek adına geleneksel yöntemlere<br />
başvurmaktadır.<br />
Sonuç olarak; Azerbaycan ve SD<br />
Konsorsiyumu’nun gücü, Güney<br />
Koridor’u ‘stratejik önceliği’ olarak<br />
gören AB’nin siyasi desteğinden<br />
kaynaklanmaktadır ve Koridor’u hayata<br />
geçirmek adına elinden geleni yapan<br />
‘ortak çıkar projesi’ Nabucco Batı, gaz<br />
kaynaklarını çeşitlendirerek Avrupa’nın<br />
enerji güvenliğine gerçek anlamda bir<br />
katkı sağlayacaktır. Bunun yanı sıra, ülke;<br />
kaynaktan tüketiciye tüm değer zincirinin<br />
tamamlanabilmesinin 40-45 milyar dolarlık<br />
bir faturaya (CAPEX için 30 milyar dolara<br />
kadar ve devamında ulaştırma altyapısı<br />
için 10-15 milyar dolara) mal olacağının<br />
farkındadır.<br />
Ancak SD Konsorsiyumu’nun potansiyel<br />
alıcılarla imzalanmış gaz alım-satım<br />
anlaşmaları bulunmakta ve piyasalarda<br />
sunacağı gaza ilişkin güven temin<br />
edememiş durumdadır. Bununla birlikte,<br />
SD Konsorsiyumu’nun piyasaya sunacağı<br />
gaz hacmi, Gazprom gazı (yıllık 130 milyar<br />
metreküp) ile karşılaştırıldığında, sembolik<br />
kalmaktadır (Avrupa için yıllık 10 milyar<br />
metreküp ve bunun dışında Türk piyasasına<br />
ayrılmış yıllık 6 milyar metreküp).<br />
SOCAR, Azerbaycan’daki yeni nesil gaz<br />
sahalarından gelecek hacmi de hesaba katsa<br />
dahi Gazprom’un güçlü varlığı karşısında<br />
Doğu ve Güney Avrupa piyasalarına<br />
nüfuz etmenin son derece zor olacağının<br />
farkındadır.<br />
Hacim ikamesi mi yoksa pazar payı<br />
“<br />
Türkiye başlangıçta Güney Akım’ın, karasularından<br />
geçmesine müsaade etmemiş<br />
fakat ertesinde Rusya’nın, Türkiye’ye sattığı<br />
gazda % 15’lik bir indirim yapmasıyla<br />
(400$/1000 cm) bu talebe izin vermiştir.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
43
Gulmira Rzayeva<br />
değişimi mi Felsefe alanında uzman<br />
olmaya gerek kalmadan, yakında SD<br />
II projesi gaz alım-satım anlaşmaları<br />
imzalanmaya başlanır başlanmaz bu<br />
soruya cevap vermek mümkün hale<br />
gelecektir.<br />
Sonuç<br />
Güney Koridoru’ndaki her bir<br />
hissedar, projedeki stratejik çıkarları<br />
ve görebilecekleri fayda doğrultusunda<br />
hareket etmektedir. Brüksel ve<br />
Washington için projedeki en önemli<br />
husus “ittifakı, müttefiklerin huzurunu<br />
tehdit eden ve uyuşmazlıkları<br />
körükleyebilecek olan enerji güvenliğine<br />
yoğunlaştırmaktır.” Bu mega ve multi<br />
milyarlık proje, her iki tarafa da jeopolitik<br />
haritayı değiştirmek adına tarihi bir fırsat<br />
sunmaktadır.<br />
Hissedarların iki temel piyasa ve<br />
bunlara gaz nakledecek aracı projeler<br />
istikametindeki pozisyonları bolünmüş<br />
durumdadır. Ticari cazibe ile piyasanın<br />
stratejik değeri ise en önemli kriterlerdir.<br />
Finansman sağlanabilmesi için her iki<br />
projenin de SD Konsorsiyumu’na ticari<br />
açıdan cazip gelmesi gerekmektedir<br />
ve bu projeler kesinlikle bu kriterleri<br />
sağlamaktadır.<br />
Bazı SD ortakları, projenin ticari<br />
değerinden ötürü, daha çok TAP’a ilgi<br />
göstermektedir. Diğer SD ortakları ise<br />
piyasanın stratejik öneminden ötürü NB’yi<br />
desteklemektedir.<br />
Gaz talebinin, yeni gazın kullanılabileceği<br />
Baumgartner’ın da (örneğin Almanya ve<br />
Fransa, aynı zamanda Benelüks ülkeleri<br />
“<br />
Sonuç olarak; Azerbaycan ve<br />
SD Konsorsiyumu’nun gücü,<br />
Güney Koridor’u ‘stratejik<br />
önceliği’ olarak gören AB’nin<br />
siyasi desteğinden kaynaklanmaktadır<br />
ve Koridor’u hayata<br />
geçirmek adına elinden geleni<br />
yapan ‘ortak çıkar projesi’<br />
Nabucco Batı, gaz kaynaklarını<br />
çeşitlendirerek Avrupa’nın<br />
enerji güvenliğine gerçek anlamda<br />
bir katkı sağlayacaktır.<br />
için takas imkanı -swap- ve hatta tam<br />
anlamıyla liberalleşmiş İngiltere piyasası)<br />
ötesine geçerek iyileşme sağlayacağı<br />
düşünülmektedir. Ancak, RWE’nin<br />
ayrılmasıyla Azerbaycan, fiziksel olarak<br />
gazını Alman piyasasına doğrudan iletme<br />
fırsatı ve basta Almanya’nın politik<br />
sorunlara müdahil olması ve politik<br />
desteği olmak üzere elde edilecek tüm<br />
avantajları kaçırmıştır. Tam da bu noktada<br />
Azerbaycan ve <strong>Hazar</strong> gazi için mevcut<br />
potansiyel gaz alıcılarının hiçbiri (RWE<br />
dışında), yeni gazı, Baumgarten ötesine<br />
geçirmekle ilgilenmemektedir. Üstelik<br />
yakın zamanda Alman Bayerngaz şirketi<br />
Gazprom’la olan pazarlıklardaki ilerleme<br />
nedeniyle Konsorsiyum’a katılmak üzere<br />
NB ile yapılan müzakerelere son verildiğini<br />
açıklamıştır.<br />
Yukarda bahsedilen tüm hususlar göz<br />
44<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />
Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />
önünde bulundurulduğunda, NB’nin<br />
hedeflediği piyasanın (Nabucco<br />
güzergahındaki ülkeler), bu ülkelerin gaz<br />
kaynaklarının çeşitlendirilmesini istiyor<br />
olmalarından ötürü, mevcut durumda<br />
en güvenilir alan olduğu düşünülebilir.<br />
Ancak diğer benzeri bir proje olan Rus<br />
Güney Akim projesi de ayni piyasayı<br />
hedeflediğinden, şu durumda hacim<br />
ikamesinin mi gerçekleşeceği yoksa<br />
pazar payının mı değişeceği hususunu<br />
bekleyip görmek gerekiyor. Gaz talebinin<br />
hızla yükseleceği ülke piyasalarında SD<br />
gazinin pazar payı bu talebi karşılamak<br />
adına kısmen büyüyebilir. Gaz hacim<br />
ikamesinin mümkün olduğu İtalya gibi,<br />
gaz talebinin daha yavaş büyüyeceği<br />
ülke piyasalarında bu ülkeler, Rusya’dan<br />
yaptıkları ithalatı kısarak bunu SD gazına<br />
yönlendireceklerdir.<br />
çeşitlendirme şeması oluşturmuş değildir.<br />
Güney Gaz Koridoru ve sıvılaştırılmış<br />
doğal gaz ithalatı için çoklu projelerin<br />
gelişimi; Avrupa Birliği’nin Moskova ile<br />
yapılan müzakerelerde hala pozisyonunu<br />
güçlendirme fırsatına sahip olduğu<br />
anlamına gelmektedir.<br />
Avrupa Birliği henüz, Rusya’nın enerji<br />
sektöründeki hakimiyetine dair endişelere<br />
rağmen, <strong>Hazar</strong> Denizi’nden Güney ve<br />
orta Avrupa’ya boru hattı aracılığı ile<br />
doğal gaz tedarik edilmesi amaçlı bir<br />
“<br />
Avrupa Birliği henüz, Rusya’nın<br />
enerji sektöründeki hakimiyetine<br />
dair endişelere rağmen,<br />
<strong>Hazar</strong> Denizi’nden Güney ve<br />
orta Avrupa’ya boru hattı aracılığı<br />
ile doğal gaz tedarik edilmesi<br />
amaçlı bir çeşitlendirme<br />
şeması oluşturmuş değildir.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
45
HAZAR BÖLGESİ DÜNYANIN TİCARET<br />
KORİDORU OLMAYA YENİDEN ADAY:<br />
YENİ İPEK YOLU BİR HAYAL Mİ<br />
Doç. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı,<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
Özet<br />
2009 yılında dünya ticaretini etkisi altına<br />
alan ekonomik kriz sonrası uluslararası<br />
ticaret yeniden canlanmaya başlayınca, öne<br />
çıkan bağlantı noktalarından biri de <strong>Hazar</strong><br />
Bölgesi olarak belirginleşti. Avrupa’dan<br />
başlayarak Hindistan üzerinden Çin’e<br />
kadar uzanan bir hatta yeniden canlanmaya<br />
başlayan uluslararası ticaret, çoğunlukla<br />
deniz yolu üzerinden yürütülüyor. Bu<br />
maliyet açısından daha hesaplı olsa da<br />
süre olarak daha uzun. Kafkasya’nın<br />
merkezinde yer aldığı <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin<br />
konumu bu noktada dikkatleri çekiyor.<br />
Türkiye’nin de Batılı ve Doğulu pazarlar<br />
arasındaki bağlantıda belirleyici bir rol<br />
yüklendiği <strong>Hazar</strong> Bölgesi, Batı ile Doğu<br />
arasındaki kara bağlantısını sağlayan<br />
ana ticari eksene dönüşüyor. Bu çalışma<br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin tarihi İpek Yolu’nun<br />
yeniden canlandırılması bağlamında<br />
oynadığı/oynayabileceği rolü ele almayı<br />
hedefliyor.<br />
Giriş<br />
2001 yılından itibaren hızlı bir büyüme<br />
sürecine giren dünya ekonomisi,<br />
küresel finansal krizin yaşanmaya<br />
başladığı 2008 yılına kadar tahmin<br />
edilemeyen bir ölçüde genişledi.<br />
Bu dönemde, uluslararası ticaret<br />
hızla artarken sermaye hareketleri de<br />
önceki dönemlerle kıyaslanamayacak<br />
bir düzeyde hızlandı. Bu süreçte, küresel<br />
sermaye fazlası özellikle gelişmekte<br />
olan ekonomilere alışık olmadıkları bir<br />
uluslararası ticari ve ekonomik ortam<br />
sunarken, içinde Türkiye’nin de yer<br />
aldığı yarı-çevre konumundaki aktörler,<br />
hızlı ekonomik büyümenin yanı sıra<br />
artan yabancı sermaye yatırımlarına da<br />
ev sahipliği yapmaya başladı. Bu durum<br />
farklı aktörleri ekonomik ve ticari çekim<br />
merkezleri haline dönüştürdü. 2008-<br />
2010 arası dönemin yarattığı şaşkınlık ve<br />
belirsizlik bir süreliğine de olsa durağanlığa<br />
neden olsa bile son dönemde yeniden<br />
bir canlanmanın sinyalleri alınıyor.<br />
Krizin etkileri atlatılıp yeniden bir ticari<br />
canlanmaya doğru gidilirken, yeni pazarlara<br />
ve yeni hatlara ihtiyaç duyulduğu bir<br />
döneme giriyoruz. Özellikle Türkiye<br />
gibi ekonomik büyümenin yaşandığı,<br />
“<br />
Türkiye’nin de Batılı ve Doğulu pazarlar<br />
arasındaki bağlantıda belirleyici bir rol<br />
yüklendiği <strong>Hazar</strong> Bölgesi, Batı ile Doğu<br />
arasındaki kara bağlantısını sağlayan ana<br />
ticari eksene dönüşüyor.<br />
46<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />
Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />
Azerbaycan gibi doğal kaynaklarını<br />
uluslararası piyasalara sunan aktörlerin<br />
görünürlüğünün arttığı unsurların<br />
liderliğinde <strong>Hazar</strong> Bölgesi, bu yeniden<br />
canlanmada merkezi bir konum edinmeye<br />
çalışıyor. Avrupa’dan başlayarak Orta Asya<br />
ve Hindistan üzerinden Çin’e kadar uzanan<br />
geniş bir alanda hızla canlanan uluslararası<br />
ticaret, çoğunlukla deniz yolu üzerinden<br />
yürütülüyor. Bu maliyet açısından daha<br />
hesaplı olsa da daha uzun süre anlamına<br />
geliyor. Bu sürenin kısaltılması, daha az<br />
maliyetli ve güvenli yolların sürece dâhil<br />
olması; siyasi istikrar ve küreselleşmenin<br />
yaygınlaşması bağlamında önem arz ediyor.<br />
Son dönemde, var olan siyasi ve etnik<br />
sorunlara rağmen giderek daha istikrarlı bir<br />
siyasi yapıya kavuşan, küresel ekonomik<br />
ve ticari ağın ayrılmaz bir parçasına<br />
dönüşen <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin konumu bu<br />
noktada dikkatleri çekiyor. Kafkasya’dan<br />
başlayarak <strong>Hazar</strong> Bölgesi, gündeme gelen<br />
yeni hatlar arasında alternatif olarak<br />
öne çıkan bağlantı noktalarından biri<br />
konumunu ediniyor. Bu ana alternatif<br />
hat, Türkiye-Gürcistan ve Azerbaycan<br />
üzerinden <strong>Hazar</strong> Denizi vasıtasıyla Orta<br />
Asya cumhuriyetlerini önemli unsurlara<br />
dönüştürüyor. Bağımsızlıklarını elde<br />
etmelerinin üzerinden geçen 20 yıllık<br />
sürede, bu unsurların tamamının uluslaşma<br />
ve devletleşme süreçlerini tamamlayarak<br />
uluslararası toplumun tam ve değişmez<br />
birer üyesi haline dönüştükleri görülüyor.<br />
Uluslararası siyasi, ekonomik ve ticari<br />
örgütlerin üyesi olan, liberal ekonomik<br />
düzeni benimseyen bu ülkeler, halklarının<br />
refahını sağlamak ve sorunlarını çözmek<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
47
Mitat Çelikpala<br />
yönünde büyük adımlar atmış durumdalar.<br />
Bunun devamlılığının sağlanması;<br />
ekonomik büyüme, halkın refahı ve<br />
devlet yapılanmalarının pekiştirilmesi<br />
adına büyük önem arz etmekte. Bunun<br />
başarılabilmesi ise bu ülkelerin tamamının<br />
konumlarının farkında olarak işbirliği<br />
içerisinde hareket etmelerinden geçiyor.<br />
Bu çalışma, yukarıda ortaya konulmaya<br />
çalışılan temel anlayışın ışığında,<br />
Türkiye’nin de Batılı ve Doğulu pazarlar<br />
arasındaki bağlantısı nedeniyle belirleyici<br />
bir rol oynadığı <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin, Batı ile<br />
Doğu arasındaki kara bağlantısını sağlayan<br />
ana ticari eksene dönüşmesinin<br />
yaratacağı etkiyi ele almayı hedefliyor.<br />
Çalışmada <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin tarihi<br />
İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması<br />
bağlamında oynadığı/oynayabileceği<br />
role değinilerek bu potansiyelin<br />
gerçekleştirilmesi yönünde bir takım<br />
önerilerde bulunulmaya çalışılacaktır.<br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin Batı ile<br />
Bağlantısı Türkiye<br />
2001 krizinin yarattığı fırsat penceresini<br />
iyi değerlendiren Türkiye, son döneme<br />
hâkim olan siyasi istikrarın da etkisiyle<br />
finansal sistemini ve kamu maliyesini<br />
düzene koyarak kapsamlı bir ekonomik<br />
dönüşümü gerçekleştirdi. Türkiye, bu<br />
dönüşümün sonucu olan genişleme<br />
döneminde, ekonomik büyüklüğünü üç<br />
kat arttırırken ihracat hacmini 36 milyar<br />
dolardan 135 milyar dolara çıkarttı ve<br />
ticaret hacmini dörde katladı. 1<br />
Sonuçta “bir ticaret devletine” dönüşen<br />
1 Mustafa Kutlay, “’Yeni Türk Dış Politikası’nın Ekonomi<br />
Politiği: Eleştirel Bir Yaklaşım”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9,<br />
No.35, Güz 2012, s.101-127.<br />
Türkiye’nin, varlığını bir ekonomik güç<br />
olmanın ötesine taşıyarak dış politika<br />
ve güvenlik politikaları üzerinden farklı<br />
bir aktivizme dönüştürmeye çalıştığına<br />
şahit oluyoruz. Bu durum karşımıza<br />
yakın çevresiyle ekonomik, siyasi ve<br />
güvenlik alanlarını kapsayan karmaşık<br />
karşılıklı bağımlılık ilişkileri kuran bir<br />
Türkiye’yi çıkartıyor. Türkiye, iç ve<br />
bölgesel dinamiklerin etkileşimi sayesinde<br />
küresel alanla bütünleşmiş alt bölgeler<br />
yaratıyor. Bu bütünleşme, Türkiye’nin<br />
siyasi ve ekonomik istikrarının devamlılığı<br />
açısından büyük bir önem arz ediyor.<br />
“<br />
Gelinen noktada, alanın genişletilerek<br />
<strong>Hazar</strong> merkezli bir bölgeselleşmenin<br />
yaratılması ihtimali<br />
gündemi işgal eden tartışmalardan<br />
birine dönüşmüştür.<br />
Hem bu bölgelerin sahip oldukları başta<br />
enerji kaynakları olmak üzere doğal<br />
kaynakların Türkiye’ye ve Batılı pazarlara<br />
ulaştırılması hem de üretilen malların yeni<br />
ve dinamik pazarlara ulaştırılması derinden<br />
bir dönüşümü yaratıyor. Bu dönüşüm<br />
siyasi etkileri de bünyesinde barındırıyor<br />
ve alt bölgeler yeni kimlikler edinirken<br />
Türkiye de bu çerçevede belirgin bir aktöre<br />
dönüşüyor. Bunun devamlılığı, Türkiye’nin<br />
yakın çevresinin, Türkiye merkezli bir<br />
biçimde uluslararası ticari ve ekonomik<br />
sistemle bütünleşmesiyle mümkün<br />
olabilecek.<br />
48<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />
Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi, Türkiye’nin bu kapsamlı<br />
etkinliğinin ve bahsedilen dönüşümün<br />
en açık biçimde izlenebileceği başarılı bir<br />
örnek bölge olarak belirginleşiyor. Özellikle<br />
huzur, güven ve istikrarın hâkim olduğu<br />
bir Kafkasya, Türkiye’yi ve dolayısıyla<br />
Batılı aktörleri <strong>Hazar</strong> Denizi bağlantısıyla<br />
öncelikle Orta Asya’ya, oradan da<br />
Hindistan üzerinden Çin’e kadar uzanan<br />
geniş bir coğrafyaya taşıyacak ana eksen<br />
olarak değerlendirilebilir. Karşılıklı mal<br />
ve insan akışının söz konusu olabilmesi<br />
ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin de bu sürecin<br />
ana eksenine dönüşmesiyse kapsamlı,<br />
planlı ve dinamik bir altyapı çalışmasını<br />
gerektirmekte. Bu bakış açısı, gerek bölgesel<br />
sorunların çözümlenebilmesi, gerekse<br />
diplomatik ve siyasi ilişkilerin geliştirilerek<br />
bölgesel işbirliğinin kurulabilmesinin ana<br />
şartı olarak da kabul edilmelidir. Sonuçta<br />
Türkiye’nin başta Azerbaycan ve Gürcistan<br />
olmak üzere <strong>Hazar</strong> Bölgesi ülkeleriyle<br />
son yıllarda kurduğu ekonomik ve ticari<br />
ilişkiler köklenerek, hem siyasi ilişkilere<br />
etki etmiş ve bu ilişkileri şekillendirmiş,<br />
hem de bölgenin bir bölge kimliği<br />
kazanabilmesinin altyapısını kurmuştur.<br />
Bu durum, ilk olarak Kafkasya’nın 1990’lı<br />
yılların başlarından bugüne Batılı pazarları<br />
Doğu ile ilişkilendiren ana ticaret koridoru<br />
olarak görülmesine neden olmuş, özellikle<br />
de Asrın Projesi olarak nitelendirilen Bakü-<br />
Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol boru<br />
hattı projesi ile enerji sektörünü belirleyici<br />
ana sektör olarak öne çıkartmıştır. Bölge<br />
ülkelerinin gösterdikleri ekonomik ve ticari<br />
performans sonucunda, enerji merkezli<br />
ilişkilerin farklı sektörleri de içine alacak<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
49
Mitat Çelikpala<br />
biçimde genişletildiği ulaşım ve iletişim<br />
altyapısının da geliştirilmesiyle 1990’lı<br />
yılların hayallerinin günden güne<br />
gerçekleştirildiği bir ortam oluşmuştur.<br />
Gelinen noktada, alanın genişletilerek<br />
<strong>Hazar</strong> merkezli bir bölgeselleşmenin<br />
yaratılması ihtimali gündemi işgal eden<br />
tartışmalardan birine dönüşmüştür. Son<br />
dönemde imzalanan TANAP gibi yeni<br />
proje ve anlaşmalarla da sürecin yeniden<br />
belirgin bir ivme kazandığı görülüyor.<br />
Enerji sektörü dışındaki alanlara da<br />
odaklanacak yeni ekonomik ve ticari<br />
adımlar, Kafkasya’dan başlayarak tüm<br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi’ni bu çerçevede yeniden<br />
ana geçiş hattı olarak tanımlamaya ve<br />
sonrasında da ticari ağa dönüştürmeye<br />
imkân verecek gelişmeler olacak.<br />
Türkiye, bölgedeki başlıca Batılı aktör<br />
kimliğiyle küresel ekonomi ve ticaretin tam<br />
ve başarılı bir üyesi olarak bu dönüşümü<br />
sağlamada motor rolünü yüklenebilecek<br />
ana unsur olarak bir çekim merkezi.<br />
Gerek bölge ülkeleriyle kıyaslanamayacak<br />
büyüklükteki ekonomisi gerekse diğer<br />
bölgesel güçler olan İran ve Rusya’dan<br />
çok daha farklı bir dünyayı vaat etmesi<br />
Türkiye’yi başta Kafkasya ülkeleri olmak<br />
üzere tüm <strong>Hazar</strong> Bölgesi açısından öncü bir<br />
aktör konumuna taşıyor.<br />
Türkiye’nin bölge ülkeleriyle olan ticari<br />
ilişkilerine genel olarak bakıldığında,<br />
1990’lı yılların başlarında neredeyse sıfır<br />
düzeyindeki ticaret hacminin 2000’lerin ilk<br />
10 yılında; azımsanamayacak bir seviyeye<br />
ulaştığı görülüyor. Bu durum 20 yıllık<br />
planlı bir çalışmanın sonucu, bölgesel güç<br />
olmanın bir gereği ve yöntemi olarak kabul<br />
edilebilir. Enerji alanındaki işbirliğinin<br />
“<br />
2018 yılına kadar sadece SOCAR’ın<br />
Türkiye’deki yatırımlarının 17 milyar dolara<br />
ulaşacağı hesaplanıyor.<br />
sağladığı ivmeyle, Bakü-Tiflis-Ceyhan<br />
(BTC) boru hattı başta olmak üzere<br />
alternatif boru hatlarının inşasıyla başlayan<br />
bu süreç, karayolu ağları ve demiryolu<br />
bağlantılarının kurulması sonucunda<br />
hızla gelişen ekonomik ve ticari ilişkilerle<br />
günümüz seviyesine ulaştı. Türkiye’nin<br />
bölgeye yönelik ilgisi ve desteği kalıcı bir<br />
biçimde tesis edilebildi. Son iki yılda <strong>Hazar</strong><br />
Denizi üzerinden başta Türkmenistan ve<br />
Kazakistan üzerinden ulaşılacak olan Çin’in<br />
öne çıktığı, oradan da Orta ve Uzak Asya’ya<br />
ulaşmayı hedefleyen yeni perspektifler<br />
ve ticaret hacmi hedefleri belirginleşmiş<br />
durumda. Bu çerçevede <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin<br />
belli başlı hedeflere ulaşabilmek adına<br />
bütüncül, istikrarlı ve güvenli bir geçiş<br />
bölgesine ya da koridora dönüştürülmesi<br />
gereği yeni siyasi hedefleri ortaya çıkarttı.<br />
Böyle bir bölge gerek Batılı gerekse Doğulu<br />
pazarlar ve aktörlerin istikrar ve güvenlik<br />
adına özellikle tercih edecekleri bir alan<br />
olacaktır.<br />
Türkiye, Kafkasya ve<br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi<br />
Türkiye’nin <strong>Hazar</strong> Bölgesi’yle olan<br />
ekonomik ve ticari ilişkilerine bakıldığında<br />
Kafkasya’nın öncelikli bir yer edindiği<br />
görülüyor. Kafkasya’daki hedef ülke ve<br />
öncelikli ortak Azerbaycan. Gürcistan<br />
ise; gerek Azerbaycan ve oradan Orta/<br />
50<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />
Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />
Uzak Asya pazarlarına, gerekse kuzeye,<br />
Rusya’nın güney bölgelerine ulaşmada kilit<br />
ülke konumunda. Ermenistan’la sınırların<br />
kapalı olması nedeniyle doğrudan bir<br />
ekonomik ve ticari ilişki söz konusu değil.<br />
Fakat Türkiye, hem Gürcistan hem de<br />
İran vasıtasıyla, dolaylı yollardan da olsa<br />
Ermenistan pazarında önemli bir aktör.<br />
Azerbaycan Kafkasların, ekonomik<br />
ve ticari açıdan, en hızlı ve istikrarlı<br />
biçimde büyüyen ülkesi. Siyasi istikrarla<br />
da desteklenen bu ekonomik ve ticari<br />
yapı, Azerbaycan’ın Kafkasya’daki ve eş<br />
zamanlı olarak küresel alandaki konumunu<br />
güçlendiriyor. Azerbaycan’ın 1998’de 4.1<br />
milyar Amerikan doları olarak hesaplanan<br />
Gayri Safi Milli Hasıla’sı (GSMH) 2012<br />
rakamlarıyla 90 milyar doları buldu.<br />
Buna bağlı olarak 1998’de 537 dolar<br />
seviyesindeki kişi başına gelir de 8 bin<br />
dolar seviyesini yakaladı. Azerbaycan<br />
ekonomisi, giderek daha fazla dışa<br />
açılıyor. <strong>Hazar</strong> vasıtasıyla doğu ile ilişkisi<br />
de dikkate alındığında Azerbaycan’ın,<br />
Kafkasya’nın uluslararası bir koridora<br />
dönüşebilmesinde ana aktör konumunda<br />
olduğu söylenebilir.<br />
dolar seviyesine ulaşmış durumda.<br />
Türkiye, Azerbaycan’daki yatırımcı<br />
ülkeler arasında öncelikli bir konumda.<br />
1991–2010 döneminde Azerbaycan’da<br />
3 binin üzerinde Türk sermayeli firma<br />
kuruldu. Bugün için bunların yarısından<br />
fazlası halen faal durumda. Azerbaycan’da<br />
Türk firmalarının doğrudan yatırımları 5<br />
milyar doları aştı. Müteahhitlik projelerinin<br />
toplam tutarı ise 3 milyar dolara ulaştı.<br />
Türk firmaları, enerji sektörü dışındaki<br />
sektörlere yapılan yatırımlar açısından<br />
Azerbaycan ekonomisinde başlıca yatırımcı<br />
konumunda. Azerbaycan, Türkiye’den<br />
tüm dünyaya yapılan sermaye ihracında<br />
Hollanda’dan sonra Türk sermayesinin<br />
en fazla gittiği ülke. Devletin yanı sıra<br />
Türkiye’nin bu dönüşümdeki rolü göz<br />
ardı edilemez. Azerbaycan-Türkiye<br />
ticaret hacmi 2012 yılında 5 milyar<br />
“<br />
Ermenistan’ın bölgesel düzeyde siyasi<br />
sorunların merkezi olması, Kafkasya<br />
merkezli olarak şekillenen ekonomik ve ticari<br />
yapının dışında kalmasının başlıca nedeni.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
51
Mitat Çelikpala<br />
“<br />
Kısacası Türkiye’nin de<br />
dâhil edileceği Kafkasya,<br />
<strong>Hazar</strong> Denizi bağlantısıyla<br />
Batı ile Doğu arasındaki<br />
kara bağlantısının farklı<br />
biçimlerde kurulduğu<br />
yeni bir ana ticari eksene<br />
dönüşüyor.<br />
özel sektörün yatırımları Türkiye’yi<br />
sadece siyasi değil aynı zamanda ticari ve<br />
ekonomik ortak olarak Azerbaycan’da öne<br />
çıkartıyor. Azerbaycan ekonomisinde son<br />
dönemde yaşanan büyüme, Azerbaycan<br />
şirketlerinin Türkiye’de yatırım yapmaya<br />
başlamalarıyla karşılıklı bir etkileşim<br />
yaratmış durumda. Başta SOCAR olmak<br />
üzere çeşitli Azerbaycan şirketlerinin<br />
Türkiye’deki yatırımları da 4.5 milyar doları<br />
buldu. 2018 yılına kadar sadece SOCAR’ın<br />
Türkiye’deki yatırımlarının 17 milyar dolara<br />
ulaşacağı hesaplanıyor.<br />
Türkiye’nin Kafkaslardaki ikinci, fakat en<br />
az Azerbaycan kadar önemli diğer ortağı<br />
Gürcistan. Ekonomik büyüklük anlamında<br />
Azerbaycan’la kıyaslanamayacak bir ülke.<br />
Ancak, Gürcistan’ın 2000’li yılların başında<br />
3 milyar dolar seviyesinde olan GSMH’si<br />
2011 sonu itibarıyla 22.4 milyar dolara<br />
ulaştı. Kişi başına düşen gelir de 631<br />
dolar seviyesinden 5 bin dolar seviyesine<br />
çıktı. Türkiye, Gürcistan’ın ekonomik<br />
ve ticari hayatındaki en öncelikli ülke<br />
konumunda. Gürcistan, Türkiye’nin<br />
eski Sovyet coğrafyasında ekonomik ve<br />
ticari ilişkilerde Rusya Federasyonu’nun<br />
önüne geçebildiği yegâne eski Sovyet<br />
Cumhuriyeti. Ayrıca BTC’nin dışında,<br />
2006 sonunda sonuçlandırılan Bakü-<br />
Tiflis-Erzurum ya da Güney Kafkasya<br />
doğal gaz hattı, Bakü’yü de kapsayacak<br />
biçimde genişletilen Kars-Tiflis demiryolu<br />
projesi ve Tiflis uluslararası havaalanı<br />
projesi gibi ortak projeler, Gürcistan’ı<br />
ekonomik açıdan Türkiye’ye eklemledi.<br />
Bu durum Gürcistan’ın başta AB olmak<br />
üzere uluslararası pazarlara eklemlenmesi<br />
anlamına da gelmektedir. Başta Sarp olmak<br />
üzere gümrük kapılarının yenilenerek<br />
etkin hale getirilmesi ise Kafkasya’nın ve<br />
böylece <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin uluslararası<br />
bir ticari koridor olabilmesini sağlayacak<br />
önemli adımlar. İki ülke arasındaki ticarette<br />
yoğun biçimde kullanılan Poti ve Batum<br />
gibi limanlar, Gürcistan’ı deniz yolu ağının<br />
kilit noktasına çeviriyor. Transit ticaret<br />
bağlamında Batılı pazarları Kafkasya ve<br />
buradan da <strong>Hazar</strong> Denizi vasıtasıyla Orta<br />
ve Uzak Asya pazarlarına bağlıyor.<br />
Kurulamayan diplomatik ve<br />
normalleşemeyen siyasi ilişkilere rağmen,<br />
Ermenistan’la Türkiye arasında ekonomik<br />
ve ticari ilişkilerinden bahsetmek mümkün.<br />
Sınırın kapalı olması nedeniyle ticaret<br />
Gürcistan ya da İran üzerinden yürüyor.<br />
İki ülke ticaret hacminin 150 milyon dolar<br />
seviyesinde olduğu ileri sürülüyor. Bu<br />
rakamın 1 milyar dolara kadar çıkabileceği<br />
de iddia ediliyor. Ermenistan’ın bölgesel<br />
düzeyde siyasi sorunların merkezi olması,<br />
Kafkasya merkezli olarak şekillenen<br />
ekonomik ve ticari yapının dışında<br />
kalmasının başlıca nedeni. Fakat Gürcistan<br />
üzerinden yürüyen ticaret, Ermenistan’ı<br />
52<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />
Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />
bu sistemin bir üyesine dönüştürmekte.<br />
Ermenistan’ın bu ticari ağın tam bir parçası<br />
olması ve içine düştüğü izolasyondan<br />
çıkması, ancak taraf olduğu siyasi<br />
ve güvenlik sorunlarını bir an önce<br />
uluslararası hukukun öngördüğü kural ve<br />
yöntemler çerçevesinde çözmesi ve işgal<br />
ettiği toprakları boşaltmasından geçiyor.<br />
Yeniden İpek Yolu<br />
27 Aralık 2011’de imzalanan,<br />
Azerbaycan’ın <strong>Hazar</strong>’dan çıkaracağı<br />
doğal gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya<br />
taşıyacak olan Trans-Anadolu Doğal Gaz<br />
Boru Hattı’nın (Trans-Anatolian Natural<br />
Gas Pipeline TANAP) inşasına ilişkin<br />
mutabakat zaptı Kafkasya’yı özellikle<br />
enerji merkezli bir ticari koridor olarak<br />
yeniden gündeme taşıdı. TANAP’ın beş<br />
yılda tamamlanması ve 5–6 milyar dolara<br />
mal olması öngörülüyor. Türkiye, hattan<br />
geçecek olan yaklaşık 16 milyar metreküp<br />
doğal gazın 6 milyar metreküpünü kendi<br />
ihtiyaçları için kullanabilecek. Geri kalan<br />
miktar Avrupalı tüketicilere ulaştırılacak.<br />
Boru hattının, ortaklık yapısında ileride<br />
değişme ihtimali olmakla birlikte, bugün<br />
için yüzde 80’lik kısmı Azerbaycan’a yüzde<br />
20’si ise Türkiye’ye ait. Dolayısıyla Türkiye,<br />
<strong>Hazar</strong> kaynaklarında yeni bir uluslararası<br />
ortaklığa daha girmiş durumda.<br />
Bu hattın önemi, Azerbaycan’ın Şah Deniz<br />
II gazının yanı sıra muhtemel anlaşmalarla<br />
Türkmen, Kazak ve hatta gelecekte<br />
şartların uygun olması durumunda İran<br />
doğal gazının Türkiye’ye ve Türkiye<br />
üzerinden Avrupa pazarına taşıyacak<br />
altyapının kurulmasını sağlayacak olması.<br />
Bu altyapı, Kafkasya ve Orta Asya’yı bir<br />
ilgi ve sonrasında güvenilir bir ticaret<br />
koridoruna/merkezine dönüştürme<br />
potansiyeli taşıyor.<br />
Nitekim Türkiye’nin girişimleri ve<br />
Azerbaycan’ın da desteğiyle dünyanın<br />
dördüncü büyük gaz rezervlerine sahip<br />
olan Türkmenistan’ı Batılı pazarlara<br />
bağlamayı amaçlayan <strong>Hazar</strong> geçişli doğal<br />
gaz boru hattının inşası projesi de yeniden<br />
canlandırılmış vaziyette. Türkiye, gerek<br />
Azerbaycan ve Türkmenistan’ı bir araya<br />
getirmeye, gerekse AB’nin konuya olan<br />
ilgisini yeniden uyandırmaya ve Rusya’yı<br />
ikna etmeye çalışan başlıca aktör olarak<br />
dikkati çekiyor. Bu, Türkiye’nin kendi<br />
doğal gaz çeşitliliğinin sağlanması için<br />
olduğu kadar, Türkiye ve Azerbaycan’ı<br />
enerji alanında stratejik ve belirleyici<br />
birer aktör yapabilme adına da önemli<br />
bir adım. Fakat bunun çok boyutlu bir<br />
biçimde ele alınması ve enerjiden ziyade<br />
diğer sektörleri de içine alan geniş bir alana<br />
yayılması gerekiyor. Avrupa-Kafkasya-Asya<br />
Taşıma Koridoru Projesi (TRACECA)<br />
gibi 1990’lı yılların başlarında yürürlüğe<br />
sokulan hükümetler arası programların,<br />
sonuçlarını yavaş da olsa vermeye başladığı<br />
görülüyor.<br />
Türkiye bu süreci, Türk Dili Konuşan<br />
Ülkeler İşbirliği Konseyi (KDİK),<br />
Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı<br />
(KEİT) gibi var olan yapılar, Karadeniz<br />
İstikrar ve İşbirliği Platformu (KİİP) gibi<br />
girişimlerle yürütmeye çalışıyor. Batılı<br />
aktörlerin yanı sıra bu ticaretten gelir ve<br />
fayda sağlayacak Rusya’nın da bu süreci<br />
desteklediği görülüyor.<br />
Atılan bu adımlar, başta Kafkasya ülkeleri<br />
olmak üzere Orta Asya cumhuriyetlerinin<br />
de ülkeler arasındaki ekonomik<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
53
Mitat Çelikpala<br />
uyumlaşmada başta gümrükler ve finansal/<br />
fiziksel altyapı eksikliği olmak üzere var<br />
olan sorunlarının çözülmesinde katkı<br />
sağlayacak adımlar.<br />
KDİK şemsiyesi altında imzalanan Türkiye-<br />
Azerbaycan-<strong>Hazar</strong>-Kazakistan-Kırgızistan-<br />
Çin demiryolu hattı projesi protokolü;<br />
ticaretin gelişmesi ve Kafkasya’nın<br />
yeniden canlanacak İpek Yolu’nun merkezi<br />
olmasını sağlayacak önemli girişimlerden<br />
biri. Bu hattın yapılması; altyapı-ulaşım<br />
sorununun çözümü, ticaretin canlanması<br />
ve halklar arasında artan ilişkiler anlamını<br />
taşıyor. Bu projeye adı geçen ülkelerin<br />
tamamının destek veriyor olması ise umut<br />
vaat eden bir durum. Bu sayede ticari<br />
açıdan daha az süreler ve rekabet edilebilir<br />
maliyetler söz konusu olacaktır. Bakü-<br />
Tiflis-Kars demiryolunun da tamamlanıyor<br />
olması umudu artıran bir diğer gelişme.<br />
Kısacası Türkiye’nin de dâhil edileceği<br />
Kafkasya, <strong>Hazar</strong> Denizi bağlantısıyla Batı<br />
ile Doğu arasındaki kara bağlantısının<br />
farklı biçimlerde kurulduğu yeni bir ana<br />
ticari eksene dönüşüyor. Burada ihtiyaç<br />
duyulan ana unsur ise istikrar. Bu istikrarın<br />
sağlanmasında Kafkasya ve Orta Asya<br />
devletlerinin işbirliği perspektifine ve bunu<br />
sağlamlaştıracak özel sektörün yenilikçi<br />
yaklaşımına ihtiyaç var. Ticaret; güvenlik<br />
ve istikrarın yanı sıra uyumlu mevzuat ve<br />
işbirliğini gerektiriyor. Kafkasya açısından<br />
dönüşüm ve uyum için en doğru zaman.<br />
54<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNİN<br />
REALİST BİR DEĞERLENDİRMESİ,<br />
2002-2012: ZİRVEDEN DİBE Mİ 1<br />
TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNİN<br />
REALİST BİR DEĞERLENDİRMESİ,<br />
2002-2012: ZİRVEDEN DİBE Mİ 1<br />
Yrd. Doç. Dr. Şener Aktürk, Koç Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
2002 yılında Türkiye’nin Milli Güvenlik<br />
Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer<br />
Kılınç, Avrupa Birliği ülkelerine karşı<br />
Türkiye’nin Rusya ve İran ile bir ittifak<br />
kurması önerisini kamuoyu önünde dile<br />
getirerek savunmuştu. 2<br />
Özellikle ABD’nin<br />
Irak işgalinin hemen öncesinde Amerikan<br />
askerlerinin Türkiye’den geçişine izin veren<br />
tezkerenin reddedilmesini müteakip, bazı öne<br />
çıkan Amerikalı dış politika analistleri dahi<br />
Türkiye ve Rusya arasında ABD karşıtı bir<br />
“dışlanmışlar ekseninin” oluşmaya başladığını<br />
iddia etmişlerdi. 3<br />
Dış politikaya ek olarak,<br />
iç politika ve medyada da, 2000’li yılların<br />
başlarında Türkiye ve Rusya’nın ortak bir<br />
kaderi paylaştığı ve ortak bir strateji ve<br />
hatta ortak bir siyasi çatı altında beraberce<br />
mücadele etmeleri gerektiğini savunan<br />
‘Avrasyacılık’ akımı hızlı bir yükselişteydi. 4<br />
Hatta Avrasyacılık bazıları tarafından Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan<br />
Kemalizm’in orijinal ve güncel jeopolitik<br />
1 Aktürk, Şener. “Turkish-Russian Relations, 2002-2012.” <strong>Hazar</strong><br />
Strateji Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Merkezi,<br />
Ocak <strong>2013</strong>. Bu makale, yukarıda künyesi verilen rapora atfen<br />
kaleme alınmış olmakla birlikte, adı geçen raporun birebir özeti veya<br />
kısmi çevirisinden ibaret değildir. Bahsi geçen raporda yer almayan<br />
bazı ek örnek ve çözümlemeler de yer almaktadır.<br />
2 9 Mart 2002, Türkiye’deki tüm önemli gazeteler, örneğin, Hürriyet,<br />
Milliyet, Cumhuriyet ve Yeni Şafak.<br />
3 Hill, Fiona, and Omer Taspinar. “Turkey and Russia: axis of the<br />
excluded.” Survival 48, no. 1 (2006): 81-92.<br />
4 Akturk, Sener. “Counter-hegemonic visions and reconciliation<br />
through the past: the case of Turkish Eurasianism.” Ab Imperio 4<br />
(2004): 207-238.<br />
vizyonu olarak sunulmaktaydı. 5<br />
Dahası, resmi<br />
düzeyde dahi Türk-Rus ilişkileri ‘stratejik<br />
ortaklık’ olarak tanımlanmaktaydı. On yıl<br />
sonra, 2012’ye geldiğimizde, Türkiye ve<br />
Rusya’nın Suriye üzerinden dolaylı olarak<br />
silahlı çatışma içinde oldukları, ilişkilerin<br />
on ve hatta beş yıl öncesine göre bile önemli<br />
ölçüde kötüleştiği gözlenmektedir. Türk-<br />
Rus ilişkilerindeki bu dramatik iyileşme ve<br />
kötüleşme eğilimlerinin ana sebebi nedir<br />
Bu makalenin amacı, Soğuk Savaş sonrası<br />
Türk-Rus ilişkilerinin ikinci on yılında<br />
(2002-2012) gözlenen nisbi kötüleşmenin<br />
sebeplerinin analiz edilmesidir. Bu yapılırken,<br />
Türk-Rus ilişkilerinin bir önceki on yılda<br />
(1992-2002) kaydettiği göz kamaştırıcı<br />
yükseliş de, yazarın daha önce bu döneme<br />
ilişkin yayınlamış olduğu eserine atıfla kısaca<br />
açıklanacaktır. 6 Bilhassa bu ikinci on yılın<br />
ikinci yarısına tekabül eden 2008-2012<br />
döneminde Türkiye ve Rusya arasında dolaylı<br />
silahlı çatışma olarak yorumlanabilecek iki<br />
savaşın gerçekleşmiş ve gerçekleşmekte oluşu<br />
(Ağustos 2008’de gerçekleşen Rus-Gürcü<br />
‘Beş Gün Savaşı’ ve Mart 2011’de başlayan<br />
ve halen devam eden Suriye iç savaşı) bu iki<br />
ülke arasındaki ilişkilerin yönünü tayin eden<br />
5 Akcali, Emel, and Mehmet Perincek. “Kemalist Eurasianism: An<br />
Emerging Geopolitical Discourse in Turkey.” Geopolitics 14, no. 3<br />
(2009): 550-569.<br />
6 Aktürk, Şener. “Turkish–Russian Relations after the Cold War<br />
(1992–2002).” Turkish Studies 7, no. 3 (2006): 337-364.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
55
Şener Aktürk<br />
esas nedenlerin analizini son derece önemli<br />
kılmaktadır. 7<br />
Rusya ve Türkiye: Merkezi<br />
Avrasya’nın en önemli iki devleti<br />
Türk-Rus ilişkilerinin durumu, Türkiye’nin<br />
en azından son on yıldır devam eden<br />
barış içinde yükseliş trendinin gelecekte<br />
de sürdürülüp sürdürülemeyeceğine<br />
etki edecek olan belki de en önemli dış<br />
politik etkendir. Eğer Türkiye ve Rusya, en<br />
azından doğrudan çatışmaya girişmezse<br />
ve tercihen dolaylı çatışmalardan da uzak<br />
durabilirse, Türkiye’nin ve belki Rusya’nın<br />
da son on yılda yakaladığı büyüme trendi<br />
önümüzdeki yıllarda da devam edebilir.<br />
Fakat eğer Avrasya’nın bu iki büyük gücü<br />
7 Ellen Barry and Rick Gladstone, “Turkish Premier Says<br />
Russian Munitions Were Found on Syrian Jet,” (Türk Başbakanı<br />
Suriye Jetinde Rus Mühimmatının Bulunduğunu Belirtti) New<br />
York Times, 11 Ekim 2012.<br />
“<br />
Merkezi Avrasya bölgesinin en büyük iki<br />
ekonomik ve askeri gücü şüphesiz Rusya<br />
ve Türkiye’dir.<br />
18., 19. ve 20. yüzyıllarda olduğu gibi<br />
askeri, ekonomik ve demografik güçlerini<br />
birbirleriyle çatışmaya, menfi bir rekabete<br />
kanalize ederlerse, sadece gelecekteki<br />
büyüme potansiyellerini heba etmekle<br />
kalmayıp, son on yıldaki askeri, ekonomik<br />
ve politik kazanımlarını da kaybetme<br />
noktasına sürüklenebilirler. Türk-Rus<br />
ilişkilerinin önceki yüzyılları, bu iki gücün<br />
kıyasıya çekişmesinin ve savaşmasının<br />
ancak başka küresel aktörlerin yükselişine<br />
ve nispeten güçlenmesine yardımcı<br />
56<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
“<br />
Bununla beraber, her iki güç, karşılıklı<br />
yükseliş sürecinde bir yandan çatışma<br />
alanlarını sınırlayarak ve en aza indirerek,<br />
öte yandan da iki ülke arasındaki<br />
tampon bölgeleri muhafaza ederek ve<br />
bugüne kadar olduğu gibi gelecekte<br />
de her iki ülkenin temel birtakım dış<br />
siyasal prensiplerine saygı göstererek<br />
karşılıklı olarak birbirlerini yıpratmaksızın<br />
büyümelerini sürdürebilirler.<br />
olduğunu göstermiştir.<br />
Rusya, en azından son iki yüz elli yıldır<br />
Türkiye’nin en büyük ve önemli komşusu<br />
ve yakın çevresinde en ciddi rakibi<br />
olagelmiştir. Bugün de, Almanya-İtalya<br />
sınırından Çin-Hindistan sınırına kadar<br />
uzanan geniş Merkezi Avrasya bölgesinin<br />
en büyük iki ekonomik ve askeri gücü<br />
şüphesiz Rusya ve Türkiye’dir. Bu durum<br />
Türk-Rus ilişkilerinin tarihin hemen<br />
her döneminde çok büyük çekişmelere,<br />
rekabete ve savaşlara sahne olmasına<br />
neden olmuştur. Tevil edilemeyecek bu<br />
büyük ve acı gerçeğin istisnası olarak<br />
karşımıza ancak iki dönem çıkıyor: 1920’li<br />
yıllarda Moskova’daki genç Bolşevik<br />
rejimiyle Ankara’daki genç Cumhuriyet<br />
rejiminin arasında, en azından 1933-1936<br />
dönemine kadar devam eden on, on beş<br />
yıllık güçlü bir dostluk ve hatta ittifak<br />
dönemi ve Soğuk Savaş’ın bitişinden<br />
sonra, özellikle 1990’ların ortalarından<br />
en azından 2008 yılına kadar devam<br />
eden ciddi bir dostluk ve hatta stratejik<br />
ortaklık dönemi Türk-Rus ilişkilerinin<br />
güçlü dostluk ve ortaklık seviyesinde<br />
olduğu iki dönemdir. 8<br />
Bu makalenin geri<br />
kalanında da açıklanacağı üzere, 2008-<br />
2012 döneminde de, karşılaşılan bir<br />
takım ciddi anlaşmazlıklara ve dolaylı<br />
çatışmalara rağmen Türk-Rus ortaklığı<br />
ve dayanışması yine de Soğuk Savaş ve<br />
Osmanlı-Çarlık Rusya’sı dönemleriyle<br />
karşılaştırılamayacak kadar olumlu ve<br />
başarılı bir şekilde devam etmiştir. Realist<br />
bir perspektiften açıklanacağı üzere, 2008-<br />
2012 döneminde ortaya çıkan ve gitgide<br />
büyüyen anlaşmazlık ve çatışmaların sebebi<br />
de, Türk ve Rus siyasi karar vericilerinin<br />
kişisel tercihlerinin sonucu olmaktan çok,<br />
iki ülkenin karşılıklı askeri ve ekonomik<br />
güç unsurlarında gözlenen çarpıcı<br />
değişikliklerdir.<br />
8 Gerek kuramsal gerekse ampirik açıdan bakıldığında bu<br />
rapor, yukarıda bahsi geçen ikinci dostluk dönemine tekabül<br />
eden Soğuk Savaş sonrası Türk-Rus ilişkilerinin ilk on yılını<br />
uluslararası ilişkiler yazınının değişik paradigmalarının<br />
zaviyesinden incelediğim makalemin bir devamı niteliğindedir.<br />
Aktürk, Şener. “Turkish–Russian Relations after the Cold War<br />
(1992–2002).” Turkish Studies 7, no. 3 (2006): 337-364.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
57
Şener Aktürk<br />
En kısa şekilde özetlemek gerekirse,<br />
Türk-Rus ilişkilerinin 1992’den bu yana<br />
çarpıcı bir şekilde güçlenmesinin sebebi<br />
Türkiye’nin Rusya karşısında askeri ve<br />
ekonomik gücünün hızla artması ve kısmen<br />
buna koşut olarak da Rusya’dan gelecek<br />
tehdit algısının azalması iken, 2008’den bu<br />
yana Türk-Rus ilişkilerinin gözle görülür<br />
bir şekilde bozulmasının sebebi de bu sefer<br />
Rusya’nın askeri ve ekonomik yükselişinin<br />
Türkiye’nin çok ilerisinde olması ve iki<br />
ülkenin uzak geçmişte olduğu gibi bir kez<br />
daha Kafkaslar ve Ortadoğu’nun geleceği<br />
hakkında anlaşamayarak nüfuz alanları<br />
üzerine dolaylı yoldan çatışmasıdır.<br />
Türk-Rus ilişkileri Realist ekolün vazettiği<br />
üzere yapısal güç faktörleri paralelinde<br />
gelişim ve değişim göstermektedir.<br />
Bununla beraber, her iki güç, karşılıklı<br />
yükseliş sürecinde bir yandan çatışma<br />
alanlarını sınırlayarak ve en aza indirerek,<br />
öte yandan da iki ülke arasındaki tampon<br />
bölgeleri muhafaza ederek ve bugüne kadar<br />
olduğu gibi gelecekte de her iki ülkenin<br />
temel birtakım dış siyasal prensiplerine<br />
saygı göstererek karşılıklı olarak<br />
birbirlerini yıpratmaksızın büyümelerini<br />
sürdürebilirler. Bununla beraber, Türkiye<br />
ve Rusya’nın sınırlı da olsa bazı konu ve<br />
bölgelerde taban tabana zıt prensip, çıkar<br />
ve hedeflere sahip olması, bu iki ülke<br />
arasında tamamen sorunsuz bir işbirliğinin<br />
imkansızlığını da ortaya koymaktadır. Eski<br />
Sovyet cumhuriyetlerinin toprak bütünlüğü<br />
ve bu ülkelerine Rus müdahaleleri böylesi<br />
konuların başında gelmektedir.<br />
Merkezi Avrasya’nın Bilmecesi:<br />
Soğuk Savaş Sonrası Türkiye ve<br />
Rusya’nın Büyük Stratejisi<br />
Soğuk Savaş sonrası dönemde Merkezi<br />
Avrasya bölgesinin en önemli bilmecesini<br />
Rusya’nın bundan sonra takip edeceği<br />
büyük stratejinin (Grand Strategy) ne<br />
olacağı, Rusya’nın hangi devletlerle<br />
ittifak ederek hangi devletlere karşı<br />
konumlanacağı oluşturmaktadır. Soğuk<br />
Savaş’ın bitişinin üzerinden yirmi yılı<br />
aşkın süre geçtiği halde açıkçası bu büyük<br />
sorunun cevabı halen tam anlamıyla<br />
verilebilmiş değildir. Eğer GSMH<br />
ölçeğinde bakacak olursak, Rusya ve<br />
Türkiye, Almanya-Avusturya-İtalya<br />
58<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
sınırının doğusu ve Çin-Hindistan sınırının<br />
batısı arasında kalan geniş Merkezi Avrasya<br />
coğrafyasında en büyük iki ekonomiye<br />
sahiptir. 9<br />
Yeni Gerçekçi (Neorealist)<br />
bakış açısına göre ekonomik büyüklük,<br />
potansiyel askeri gücün başlıca belirleyicisi<br />
olduğuna göre, Rusya’yı ve Türkiye’yi<br />
sırasıyla Merkezi Avrasya’nın en büyük ve<br />
ikinci büyük güçleri olarak tanımlamak<br />
mümkündür.<br />
Soğuk Savaş sonrası Rus dış siyaseti, Sovyet<br />
dönemindeki ve hatta Rusya’nın Sovyetöncesi<br />
Çarlık dönemindeki dış politikasıyla<br />
süreklilik ve uyum içinde midir Bir başka<br />
deyişle, günümüzdeki Rus dış siyaseti 20.<br />
yüzyıl boyunca kurulmuş bulunan Sovyet<br />
ittifaklar sisteminin ideolojik boyutundan<br />
arındırılmış bir kopyasından ibaret midir<br />
Rusya’nın Ortadoğu politikasını detaylı<br />
olarak inceleyen araştırmacılar bunun<br />
böyle olmadığını ifade etmiş, Rusya’nın<br />
Soğuk Savaş döneminden çok daha<br />
farklı ittifaklara ve işbirliği arayışlarına<br />
yöneldiğinden, örneğin Rus-Suudi<br />
ilişkilerinin Soğuk Savaş döneminde<br />
hayal edilemeyecek kadar güçlü ve olumlu<br />
geliştiğinden bahsetmişlerdir. 10<br />
Bu makale<br />
benzer sorulara Türk-Rus ilişkilerinin son<br />
9 CIA Factbook’un 2011 tahminlerine göre resmi kurlar baz<br />
alındığında Rusya’nın GSMH’si 1.8 trilyon ABD doları ve<br />
Türkiye’nin GSMH’si ise 762 milyar ABD dolarıdır. Neden satın<br />
alma gücünün değil de resmi dolar kurunun baz alındığı sorulacak<br />
olursa, askeri-stratejik mülahazalar için kritik önemde olan silah ve<br />
araçların (mesela bir F-16 savaş uçağının) fiyatlarının uluslararası<br />
piyasada oluştuğu ve her bir ülkenin satın alma gücüne göre<br />
pek fazla esneklik göstermediği vurgulanabilir. Bir başka deyişle,<br />
normal şartlar altında örneğin bir F-16 savaş uçağının fiyatı<br />
Kamboçya ve İsviçre için de, Bangladeş ve Norveç için de<br />
aynıdır, bu ülkelerin hayat standardına ve satın alma gücüne göre<br />
birkaç katına veya yarı fiyatına satılmaz. Dolayısıyla, devletlerin<br />
birbirlerine göre askeri-ekonomik gücünü karşılaştırırken satın<br />
alma gücü paritesine göre değil de resmi kura göre GSMH<br />
büyüklüğünü esas almak daha tutarlı olacaktır.<br />
10 Dannreuther, Roland. “Russia and the Middle East: A Cold<br />
War Paradigm.” Europe-Asia Studies 64, no. 3 (2012): 543-560.<br />
“<br />
Güncel Rus dış siyaseti Sovyet<br />
dış siyasetinden pek çok<br />
konuda belirgin bir şekilde<br />
ayrışmış ve halen ayrışmaktadır.<br />
on yılı çerçevesinde cevaplar arayacaktır.<br />
Acaba Türk-Rus ilişkileri 2002-2012<br />
döneminde eski Soğuk Savaş şablonlarına<br />
bir dönüş mü yaşamıştır Günümüzde<br />
Türk-Rus ilişkilerinin belirleyici<br />
unsurlarıyla 20. yüzyılın jeopolitik<br />
gerçekleri aynı doğrultuda mıdır<br />
Geleceğe Dönüş: Rusya, Soğuk<br />
Savaş Dönemi İttifak Örgüsüne<br />
mi Rücu Etti<br />
Türk-Rus ilişkilerinin son beş yılındaki<br />
bozulma da dahil genel tenorunu<br />
Rusya’nın Soğuk Savaş dönemindeki dış<br />
politikasına ve ittifaklar örgüsüne rücu<br />
etmesi olarak yorumlamak da mümkündür<br />
ve bilhassa popüler medyada konuya<br />
yaklaşan bazı analizler halen Soğuk Savaş<br />
kalıplarından sıyrılamadığı için Rusya’nın<br />
Ortadoğu’da, Balkanlarda, Kafkasya’da<br />
ve diğer bölgelerde bir takım geleneksel<br />
ve hatta değişmez müttefikleri olduğu<br />
gibi iddialara yakın durmaktadırlar. 11<br />
Bu<br />
açıdan bakıldığında Suriye, Irak, Libya<br />
11 A.g.e. Dannreuther şu makaleleri bu Soğuk Savaş endeksli<br />
Rus dış politikası analizlerine örnek olarak vermektedir:<br />
Stephen Blank, “Russia and the Middle East: Policies and<br />
Contexts,” Defence Academy of the United Kingdom, Conflict<br />
Studies Research Center, Middle East Series, Haziran 2006,<br />
06/27; ve, Ariel Cohen, “Putin’s Middle East Visit: Russia is<br />
Back,” Washington, DC, Heritage Foundation, Heritage Web-<br />
Memo 1382, 5 Mart 2007.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
59
Şener Aktürk<br />
gibi Üçüncü Dünya sosyalizmine tevessül<br />
etmiş rejimler, halen Rusya’nın öncelikli<br />
müttefikleri olarak görülebilirken, Türkiye,<br />
Suudi Arabistan, İsrail ve Pakistan gibi<br />
Soğuk Savaş sırasında Sovyet-karşıtı ve<br />
Amerikan taraftarı cephenin ön saflarında<br />
yer almış ülkeler de Rusya’nın değişmez<br />
rakipleri ve hatta düşmanları olarak<br />
resmedilebilir. Fakat aşağıda kısaca<br />
değinileceği üzere bu yaklaşım yanlıştır,<br />
çünkü güncel Rus dış siyaseti Sovyet dış<br />
siyasetinden pek çok konuda belirgin bir<br />
şekilde ayrışmış ve halen ayrışmaktadır.<br />
Hatta Rus dış politikasını Sovyet-öncesi<br />
Çarlık döneminin stratejik bakışıyla<br />
özdeşleştirerek bir nevi Pan-Slavizm’in<br />
devamını görenler de bulunabilir. Bu<br />
yaklaşımın müellifleri de Rusya’nın<br />
Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Kıbrıs<br />
Rum Kesimi gibi Ortodoks Hristiyan veya<br />
Slav kökenli ülkeleri her zaman Türkiye’ye<br />
karşı tercih edeceği ve bu ittifaklar<br />
örgüsünün pek de değişemeyeceğini iddia<br />
etmektedirler. Oysa bu iddia da ampirik<br />
“<br />
Rusya, Türkiye’nin ilk nükleer<br />
santralini inşa etmekte,<br />
Blackseafor gibi yeni kurulan<br />
askeri işbirliği örgütleri<br />
çerçevesinde ortak askeri<br />
tatbikat yapabilmekte ve<br />
Türkiye’ye yönelik askeri<br />
ihalelerin ve askeri teknoloji<br />
paylaşımının içinde yer<br />
almaktadır.<br />
olarak kolaylıkla savunulamaz.<br />
Roland Dannreuther doğrudan “Soğuk<br />
Savaşa Dönüş” tezini Rus dış politikası<br />
üzerinden irdelediği makalesinde,<br />
Rusya’nın Soğuk Savaş dönemi ittifaklar<br />
örgüsüyle apaçık çelişki içindeki yeni<br />
işbirliği açılımlarına işaret etmektedir. 12<br />
Daha önce de belirtilen Rusya-Suudi<br />
Arabistan ilişkilerine ek olarak, Rusya-<br />
İsrail ve elbette Rusya-Türkiye ilişkileri<br />
bu duruma verilebilecek çarpıcı örnekler<br />
arasındadır. Her üçü de Soğuk Savaş<br />
döneminde güçlü birer Sovyet karşıtı<br />
ve Amerikan taraftarı ülke olan İsrail,<br />
Suudi Arabistan ve Türkiye’nin, 2012 yılı<br />
itibariyle Rusya’yla milyarlarca dolarlık<br />
ticareti ve ticaretin de ötesine geçen siyasi,<br />
stratejik ve hatta askeri işbirlikleri vardır.<br />
Rusya, Türkiye’nin ilk nükleer santralini<br />
inşa etmekte, Blackseafor gibi yeni kurulan<br />
askeri işbirliği örgütleri çerçevesinde ortak<br />
askeri tatbikat yapabilmekte ve Türkiye’ye<br />
yönelik askeri ihalelerin ve askeri teknoloji<br />
paylaşımının içinde yer almaktadır.<br />
Bunlardan sadece biri bile Soğuk Savaş<br />
döneminde hayal dahi edilemeyecek<br />
ölçekte somut işbirliği projeleridir.<br />
Benzer itirazlar ve örnekler Panslavizm<br />
tezine karşı da getirilebilir. Rusya’nın<br />
sistematik şekilde, örneğin, Türkiye’ye<br />
karşı Bulgaristan’ın, Moldova’ya karşı<br />
Ukrayna’nın tarafını tuttuğu ve benzer<br />
şekilde Slav ve Ortodoks devletleri Slav<br />
veya Ortodoks olmayan devletlere karşı<br />
savunduğunu söylemek mümkün müdür<br />
Örneğin Rusya, Lübnan’da ve Mısır’da<br />
Hristiyan azınlığın tarafı mıdır Bu sorulara<br />
sadece din, mezhep ve etnik kökene<br />
12 A.g.e.<br />
60<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
endeksli cevaplar vermek zordur.<br />
Daha yaygın olan Soğuk Savaş tezine<br />
geri dönecek olursak, Rusya’nın, hepsi<br />
de eski Sovyetler Birliği’nin birer parçası<br />
olmuş olan 14 eski Sovyet cumhuriyeti<br />
arasında bazılarını diğerlerine tercih<br />
etmesi Sovyet dönemi ittifaklar örgüsüyle<br />
açıklanabilir mi Hangi Soğuk Savaş ilkesi<br />
Rusya’nın Gürcistan’a karşı Abhazya<br />
ve Güney Osetya’yı, Moldova’ya karşı<br />
Transdinyester’i veya Azerbaycan’a karşı<br />
Ermenistan’ı desteklemesini açıklayabilir<br />
Bu örneklere ek olarak belirtmek gerekir<br />
ki bugünkü Rus dış politikasını Sovyet<br />
dış politikasından ayırt eden en önemli<br />
ve bariz faktörlerinden birisi de şüphesiz<br />
ideoloji yoksunluğudur. Sovyet dış<br />
politikası sosyalist rejimlerin dünya<br />
çapında yayılmasını ve tatbikini hedef<br />
almaktaydı. Müttefik olduğu, yardım<br />
ettiği ülkelerden sadece dış siyaset<br />
konusunda değil iç siyasal ve ekonomik<br />
düzenlerine ilişkin de bazı talepleri vardı.<br />
Dolayısıyla Suriye, Irak, Libya, Etiyopya,<br />
Tanzanya, Angola, Vietnam ve Küba<br />
gibi ülkelerin Sovyetler Birliği’nden<br />
askeri veya ekonomik yardım alması<br />
ve işbirliği yapması, aynı zamanda bu<br />
ülkelerin iç siyasal ekonomilerini de<br />
Sovyet sosyalizmine öykünürcesine<br />
yeniden tanzim etmelerini gerektiriyordu.<br />
Günümüz Rus dış siyasetinin böyle<br />
ideolojik talepleri veya herhangi bir<br />
ideolojik yönelimi bulunmamaktadır.<br />
Almanya, Türkiye, Ermenistan ve Suriye<br />
Rusya’nın çok yakın ilişkide bulunduğu<br />
ülkeler oldukları halde bu ülkeler gerek<br />
siyasal gerekse ekonomik düzenleri<br />
açısından birbirinden çok farklı ülkelerdir.<br />
Rus dış politikasında, aşağıda açıklanacağı<br />
üzere, pek çok genel ilke olduğu halde,<br />
Sovyetler Birliği’nin ‘Brejnev Doktrini’nin<br />
birebir muadili bir ideolojik ilke<br />
bulunmamaktadır.<br />
Rus Dış Politikasının Temel<br />
İlkeleri ve Türkiye’nin Tutumu<br />
Rus dış politikasının, özellikle Türkiye’yi<br />
de ilgilendirmesi bakımından, en az yedi<br />
temel ilkesinden bahsedilebilir. Rus dış<br />
politikasını bir bütün olarak incelemekle<br />
beraber vurgulamam gerekir ki bu ilkelere<br />
ulaşırken tümdengelim değil tümevarım<br />
yöntemini kullandım.<br />
Birincisi, Rusya’nın, Orta Asya, Kafkasya<br />
ve Karadeniz çevresindeki eski Sovyet<br />
cumhuriyetlerini ayrıcalıklı çıkar alanı<br />
olarak görmesi, bu bölgelerde birincil<br />
karar verici olmak istemesidir. Rusya, üç<br />
Baltık cumhuriyeti (Estonya, Letonya<br />
ve Litvanya) üzerinde nüfuzunu geri<br />
dönülemez bir biçimde kaybettiğini,<br />
bu ülkelerin NATO ve AB’ye entegre<br />
olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır.<br />
Fakat Rusya, geri kalan 11 eski Sovyet<br />
cumhuriyeti (Belarus, Ukrayna, Moldova,<br />
Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan,<br />
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan,<br />
Tacikistan ve Türkmenistan) toprakları<br />
üzerinde değişik yöntemler kullanarak<br />
askeri, siyasi ve ekonomik kontrolünü<br />
gerek doğrudan gerek dolaylı şekillerde<br />
devam ettirmek istemektedir. Bu çerçevede,<br />
kısa birer cümleyle bile olsa bu 11 bağımsız<br />
devlet üzerinde Rusya’nın etkisine değinen<br />
bir genel değerlendirme sunmak yararlı<br />
olacaktır.<br />
Rusya, Belarus üzerinde halen belirleyici<br />
siyasal ve ekonomik nüfuza sahipken,<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
61
Şener Aktürk<br />
Ermenistan üzerinde de neredeyse<br />
belirleyici siyasal ve ekonomik nüfuza<br />
sahiptir. Bu açıdan bu iki devlet ‘Rusya’nın<br />
uydusu’ olarak tanımlanmaya en yakın<br />
örneklerdir. Buna mukabil, en kalabalık<br />
cumhuriyet olan Ukrayna’nın durumu<br />
daha karmaşıktır. Ukrayna, Rus-yanlısı<br />
ve Rus-karşıtı iki siyasal, ekonomik ve<br />
demografik blok tarafından adeta tam<br />
ortadan ikiye bölünmüş gibidir. Her iki<br />
bloğun da seçimlerdeki oy oranı %45 ila<br />
%55 arasında değişmekte, bir seçimden<br />
diğerine Rus-yanlısı veya karşıtı bloklar<br />
kılpayı seçim kazanabilmektedir. 2012<br />
itibariyle Rusya taraftarı grubun iktidarda<br />
olduğu görülmektedir. Bunun sonucu<br />
olarak da örneğin Rusya, Ukrayna<br />
toprağı olan Kırım’ın Sivastopol şehrini<br />
deniz üssü olarak bir 49 yıllığına daha<br />
kiralamış, böylece Karadeniz’in bu en<br />
stratejik şehri üzerindeki fiili kontrolünü<br />
(resmen Ukrayna toprağı olduğu halde)<br />
perçinlemiştir.<br />
Rusya, Gürcistan, Azerbaycan ve<br />
Moldova’nın toprak bütünlüğün ihlal<br />
edilmesine, bu üç ülkenin Birleşmiş<br />
Milletler tarafından tanınan sınırları<br />
dahilinde egemenlik haklarını<br />
kullanmasının engellemesine bizzat<br />
askeri, ekonomik ve diplomatik destek<br />
vermektedir. Somut olarak söylemek<br />
gerekirse, Rusya’nın desteğiyle Ermenistan<br />
Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal<br />
etmiş, Rusya’nın desteğiyle Abhazya ve<br />
Güney Osetya bölgeleri silahlı mücadele<br />
yoluyla Gürcistan’dan bağımsızlığını<br />
ilan etmiş, ve yine Rusya’nın desteğiyle<br />
Transnistria bölgesi Moldova’nın geri<br />
kalanından bağımsız bir devlet olduğunu<br />
ilan etmiştir. Rusya her üç ülkede<br />
“ Türkiye, Azerbaycan’ın,<br />
Gürcistan’ın, Moldova’nın<br />
ve Rusya dahil tüm eski<br />
Sovyet cumhuriyetlerinin<br />
toprak bütünlüğüne ve<br />
egemenlik haklarına<br />
saygılıdır.<br />
fiilen askeri işgal ve müdahale yoluyla<br />
devletçikler kurulmasını sağlamış ve 20<br />
yıldır da bu fiili durumun devam etmesini<br />
askeri, siyasi, ekonomik ve diplomatik<br />
olarak desteklemiştir. Burada Rus dış<br />
politikasının amacı, Azerbaycan, Gürcistan<br />
ve Moldova topraklarının bir kısmını bu<br />
şekilde bir nevi ipotek altında tutarak, bu<br />
ülkelerdeki iktidarları Rus yanlısı olmaya<br />
zorlamak, bunun mümkün olmadığı<br />
durumlarda da en azında Rus karşıtı<br />
politikalar izlemelerine engel olmaktır.<br />
Soğukkanlı bir şekilde son yirmi yıllık<br />
statükoya bakacak olursak Rusya’nın bu<br />
amacında nispeten başarılı olduğunu da<br />
teslim etmek gerekir.<br />
Rusya’nın işgal ve fiili durum yoluyla<br />
bu üç ülkenin toprak bütünlüğüne<br />
ve egemenliğine koyduğu ipoteğe ve<br />
kullandığı veto gücüne, Türkiye her zaman<br />
karşı çıkmıştır. Türkiye, Azerbaycan’ın,<br />
Gürcistan’ın, Moldova’nın ve Rusya<br />
dahil tüm eski Sovyet cumhuriyetlerinin<br />
toprak bütünlüğüne ve egemenlik<br />
haklarına saygılıdır. Hukuksal veya<br />
ahlaki normlar açısından Türkiye’nin bu<br />
konuda Rusya’dan daha ilkeli bir yaklaşımı<br />
62<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
benimsediğini söylemek mümkündür.<br />
Örneğin Türkiye, en azından son on yılda,<br />
Çeçen ayrılıkçılığına her türlü desteğin<br />
kesilmesinde Rusya’ya yakın işbirliği<br />
içinde olmuştur. Kaldı ki ABD, AB ülkeleri<br />
ve İslam Konferansı Örgütü üyeleri de<br />
dahil olmak üzere dünya genelinde Çeçen<br />
ayrılıkçılığına hemen her türlü askeri,<br />
ekonomik, siyasi ve diplomatik desteğin<br />
kesildiği bu son on yıllık dönemde<br />
Rusya’nın Azerbaycan, Gürcistan ve<br />
Moldova’nın toprak bütünlüğünü karşı<br />
fiili durumlara askeri, siyasi, ekonomik<br />
ve diplomatik destek vermesi normatif<br />
açısından son derece sorunludur.<br />
Orta Asya’ya dönecek olursak,<br />
Tacikistan’da on binlerce kişinin ölümüyle<br />
sonuçlanan Tacik iç savaşı (1992-<br />
1996/97), Rusya’nın desteklediği komünist<br />
dönem seçkinlerinin (nomenklatura),<br />
anti-komünist liberal, İslami ve milliyetçi<br />
unsurların ittifakı olan Birleşik Tacik<br />
Muhalefetine karşı yürüttüğü bir savaştı. Bu<br />
kanlı savaşı da yine Rusya’nın desteklediği<br />
taraf kazandı ve liberal, İslami ve milliyetçi<br />
unsurlar bastırılmış oldu. Savaşın<br />
doğrudan çıkış sebebi, liberal, İslami<br />
ve milliyetçi unsurların ortak adayı ve<br />
dünyaca ünlü bir sinematoğraf olan Devlet<br />
Hüdanazarov’un (Dawlat Khudonazarov)<br />
1992’deki ilk başkanlık seçimlerinde %30<br />
oy alarak Sovyet dönemi nomenklatura<br />
seçkinlerinin adayı Rahmon Nabiyev<br />
karşısında kaybettiğinin açıklanmasıydı.<br />
Birleşik muhalefet, Khudonazarov’un<br />
aslında seçimleri kazandığını iddia ederek<br />
sonucu tanımadı ve isyan etti. Rusya’nın<br />
da Nabiyev’e destek vermesi ve hükümet<br />
kanadının çok kanlı bir zafer kazanmasını<br />
sağlamasıyla Rusya’nın Tacikistan iç<br />
siyasetini tanzim etmek konusunda<br />
belirleyici bir etkisi ve katkısı oldu.<br />
Kırgızistan’da 20<strong>03</strong> yılından itibaren bir<br />
Rus askeri üssü bulunduğu gibi, 2012<br />
yılında imzalanan anlaşma uyarınca<br />
“2017’den itibaren Rusya’nın 15 yıl<br />
süreyle Kırgızistan’da ortak bir askeri üs<br />
bulundurması” da kayıt altına alınmış<br />
oldu. 13<br />
İronik bir şekilde, Orta Asya’da<br />
sadece hiçbir serbest seçim deneyimi<br />
olmayan ve Sovyet dönemi nomenklatura<br />
liderliğinin kesintisiz olarak devam ettiği<br />
Özbekistan ve Türkmenistan Rusya’nın<br />
nüfuz alanından ve yörüngesinden<br />
çıkmış gözükmektedir. Buna rağmen,<br />
herhangi bir etnik, dinsel ve/veya<br />
demokratik ayaklanma karşısında bu iki<br />
ülkenin rejiminin de kendini korumak<br />
için Rusya’nın askeri yardımına<br />
başvurmayacaklarının garantisi yoktur.<br />
“1992’de kurulan Ortak Güvenlik<br />
Antlaşması Organizasyonu Rusya,<br />
Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Tacikistan<br />
ve Kırgızistan’dan oluşmakta olup<br />
Özbekistan’ın ayrılması beklenmektedir.” 14<br />
Bir anlamda bu organizasyonun üyelik<br />
yapısı, Rusya’nın bölgedeki nüfuz sahasını<br />
da göstermektedir.<br />
Rusya’nın doğrudan bir parçası olmadığı<br />
halde Rusya’nın desteğiyle fiilen bağımsız<br />
statüye kavuşmuş olduğu için onun etkisi<br />
altında olan etnik otonom bölgelere<br />
(Abhazya, Güney Osetya, Transnistria,<br />
13 “Russia, Kyrgystan seal military base agreement,” RT<br />
(formerly known as Russia Today), September 20, 2012,<br />
.<br />
Accessed December 4, 2012.<br />
14 “Uzbekistan quits Russia-led CSTO military bloc,” RT<br />
(formerly known as Russia Today), June 28, 2012, .<br />
Accessed December 4, 2012.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
63
Şener Aktürk<br />
Karabağ gibi) ek olarak, eski Sovyet<br />
cumhuriyetlerinin için Rusya’nın doğrudan<br />
kontrol ettiği bazı özel toprak parçaları da<br />
vardır. Bunların başında daha önce sözü<br />
edilen Ukrayna’nın Kırım yarımadasındaki 15<br />
Sivastopol şehri deniz üssü ve Karadeniz<br />
filosu ile, kuzey Kazakistan’daki uzay<br />
üssü Baykonur gelmektedir. Bu iki şehir/<br />
üs resmen Ukrayna’nın ve Kazakistan’ın<br />
parçası oldukları halde fiilen Rusya’nın<br />
kontrolünde ve çok uzun süreler Rusya’ya<br />
“kiralanmış” konumdadırlar. Gelecekte bir<br />
gün Ukrayna’nın Sivastopol, Kazakistan’ın<br />
ise Baykonur üzerinde egemenlik hakkını<br />
fiilen kullanarak bu yerleri kontrol etmek<br />
isteyip istemeyeceklerini ise bugünden<br />
öngörmek mümkün değildir.<br />
Rus dış politikasının ikinci temel ilkesi<br />
NATO’nun genişlemesine karşı çıkıştır,<br />
çünkü Rusya açısından NATO, anti-Sovyet,<br />
15 Sasse, Gwendolyn. The Crimea question: identity, transition,<br />
and conflict. Harvard University Press, 2007. Bu kitabın yapıcı<br />
bir eleştirisi için, bakınız, Akturk, Sener. “Book Review: The<br />
Crimea Question: Identity, Transition, and Conflict, by G.<br />
Sasse.” Comparative Political Studies (2008), pp.464-467.<br />
anti-komünist saiklerle kurulmuş bir<br />
askeri organizasyon olarak Soğuk Savaş’ın<br />
bitmesiyle birlikte misyonunu tamamlamış<br />
olması gereken, devam etmesi ise ancak<br />
Rus karşıtlığıyla açıklanabilecek olan bir<br />
örgüttür. 16 Bu vesileyle, ABD’nin en önde<br />
gelen Yeni Gerçekçi akademisyen ve siyaset<br />
yapıcıların da kısmen benzer sebeplerle<br />
büyük ölçüde NATO’nun genişlemesine<br />
karşı çıktıklarını, ve hatta NATO’nun<br />
genişlemesini Soğuk Savaş sonrası dönemin<br />
en vahim stratejik hataları arasında<br />
gördüklerini belirtmek gerekir. 17<br />
Bu konuda da Türkiye’nin izlediği dış<br />
politika Rusya’nın ilkesine aykırıdır.<br />
Türkiye en başından beri NATO’nun<br />
16 Aktürk, Şener, “NATO Neden Genişledi Uluslararası<br />
İlişkiler Kuramları Işığında NATO’nun Genişlemesi ve ABD-<br />
Rusya İç Siyaseti”, Uluslararası İlişkiler 9, no. 34 (Summer<br />
2012), pp. 73-97.<br />
17 Gaddis, J. “History, grand strategy and NATO enlargement.”<br />
Survival 40, no. 1 (1998): 145-151; Kennan, George. “NATO<br />
Expansion Would Be a Fateful Blunder.” International Herald<br />
Tribune, 5 February 1997; Kennedy, Paul. “Let’s See the<br />
Pentagon’s Plan for Defending Poland’.” Los Angeles Times 16<br />
May 1997.<br />
64<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
doğuya doğru genişlemesine taraftar ve<br />
destek olmuştur.<br />
Rus dış politikasının üçüncü temel<br />
ilkesi ABD ve NATO tarafından Doğu<br />
Avrupa’da kurulması planlanan herhangi<br />
bir füze kalkanı projesine karşı çıkmaktır.<br />
Özellikle George W. Bush’un başkanlığı<br />
döneminde ABD, Çek Cumhuriyeti ve<br />
Polonya’ya yerleştirilmesi planlanan<br />
bir füze kalkanı projesi hakkında son<br />
derece ısrarlı olmuştu. Her ne kadar<br />
füze kalkanının İran’a karşı olacağı ilan<br />
edilmişse de, Rusya haklı olarak, Polonya<br />
ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulacak bir füze<br />
kalkanının İran’a değil kendisine karşı bir<br />
kalkan olacağını iddia ederek bu projeye<br />
şiddetle karşı çıktı. Başkan Putin, eğer<br />
kalkan gerçekten İran’a karşı olacaksa bunu<br />
Azerbaycan toprakları içinde olduğu halde<br />
Rusya’nın ortaklaşa kullandığı Gabala<br />
radar üssüne yerleştirmeyi teklif etti. Bu<br />
teklif reddedildi. Fakat sonuç olarak füze<br />
kalkanının sürpriz bir şekilde Türkiye’de<br />
Malatya ili Kürecik mevkiine yerleştirmesi<br />
en azından şimdilik bu sorunun büyük<br />
ölçüde ortadan kalkmasını sağladı. Fakat<br />
gelecekte Doğu Avrupa’ya füze kalkanı<br />
projesi tekrar gündeme gelirse, aynı sorun<br />
ve gerginliklerin yaşanması muhtemeldir.<br />
Türkiye ise, kendi topraklarına NATO füze<br />
kalkanının yerleştirilmesini kabul ederek,<br />
bu konuda da Rusya’dan farklı ve karşıt bir<br />
siyaset izlediğini göstermiştir.<br />
Rus dış politikasının dördüncü temel<br />
ilkesi, Rusya’nın Avrasya bölgesinin petrol<br />
ve doğalgazının Avrupa’ya taşınmasında<br />
ana güzergah olma ısrarıdır. Böylelikle<br />
Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya<br />
bağımlılığının perçinlenerek devam etmesi<br />
amaçlanmaktadır. Bu konu da, Türkiye’nin<br />
dış politika hedeflerinin Rusya’nın dış<br />
politika hedefleriyle çeliştiği konular<br />
arasında yer almaktadır. Türkiye, Bakü-<br />
Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı projesini<br />
gerçekleştirerek bu konuda Rusya’ya<br />
açıkça tavır almıştır. 18<br />
TANAP ve eğer<br />
gerçekleşirse NABUCCO projeleri de<br />
elbette bu kapsamda değerlendirilebilir. 19<br />
Ukrayna’daki Turuncu Devrim’i müteakip<br />
Rusya’nın doğal gaz aracılığıyla Ukrayna’yı<br />
cezalandırdığı da düşünülecek olursa,<br />
petrol ve doğalgaz boru hatlarının<br />
kullanımı da dahil olmak üzere Rusya’nın<br />
enerji kaynaklarının Rus dış politikasının<br />
önemli araçlarında birisi ve belki de en<br />
başta geleni olduğu söylenebilir.<br />
Rus dış politikasının beşinci temel ilkesi,<br />
Rusya’nın enerji kaynaklarından sonra<br />
en önemli ihraç malı olan silah sanayinin<br />
pazarlarını koruma ve genişletme çabasıdır.<br />
Bu sahada Türkiye ve Rusya’nın amaçlarının<br />
karşıt değil bilhassa tamamlayıcı olduğu<br />
görülebilir, çünkü Türkiye de sadece belli bir<br />
ülke veya ülkeler grubundan değil mümkün<br />
olan en geniş spektrumdan silah ithal<br />
etmeyi tercih etmektedir. Dahası, Rusya’nın<br />
sattığı silahlar yoluyla teknoloji transferine<br />
Amerikalı ve Avrupalı ülkelerden daha açık<br />
olduğu yönündeki algı, Türkiye’nin silah<br />
ithalatında Rusya’yı daha da cazip hale<br />
getirmektedir. 20<br />
18 Babali, Tuncay. “Implications of the Baku-Tbilisi-Ceyhan<br />
Main Oil Pipeline Project.” Perceptions, Journal of International<br />
Affairs (Center for Strategic Research by the Ministry of Foreign<br />
Affairs, Turkey) 10 (2005): 29-59.<br />
19 Erdogdu, Erkan. “Bypassing Russia: Nabucco project and<br />
its implications for the European gas security.” Renewable and<br />
Sustainable Energy Reviews 14, no. 9 (2010): 2936-2945.<br />
20 Aktürk, “Turkish-Russian Relations after the Cold War,<br />
1992-2002”.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
65
Şener Aktürk<br />
Rus dış politikasının altıncı ve belki de<br />
en önemli, tüm diğer ilkeleri kapsayarak<br />
kuşatan ana ilkesi, çok kutuplu bir<br />
dünya düzeninin tesisi ve devamının<br />
sağlanmasıdır. Bu hem Putin’in 2007’de<br />
Münih’te yaptığı konuşmada, hem de<br />
Medvedev’in 2008’de Berlin’de yaptığı<br />
konuşmada son derece açık ve çekincesiz<br />
bir şekilde ifade edilmiştir. Rusya, eski<br />
Sovyet cumhuriyetlerinin bazılarıyla<br />
yukarıda da bahsi geçen Ortak Güvenlik<br />
Antlaşması Organizasyonu’nu, Türkiye<br />
başta olmak üzere Karadeniz çevresindeki<br />
ülkelerle Blackseafor (Karadeniz Gücü)<br />
organizasyonu ve önemlisi de Çin’in<br />
önderliğinde Şanghay İşbirliği Örgütü’nü<br />
kurmuştur. 21<br />
Bu örgütlerin her biri<br />
ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya<br />
düzenine alternatif oluşturmak üzere<br />
düşünülmüş askeri güvenlik işbirliği<br />
teşkilatlarıdır. Türkiye’nin dış politika<br />
hedefleri, Rusya’nın bu en önemli dış<br />
politika ilkesiyle uyum içindedir. Türkiye<br />
de, Rusya gibi, dünyanın tek kutuplu ve<br />
hiyerarşik bir yapıda düzenlenmesini değil,<br />
gitgide içinde Türkiye gibi yükselen orta<br />
boy güçlerin de yer aldığı çok kutuplu<br />
bir dünya düzenini tercih etmektedir.<br />
Türkiye’nin D-8, Karadeniz Ekonomik<br />
İşbirliği Teşkilatı, Blackseafor gibi alternatif<br />
siyasal, ekonomik ve askeri işbirliği<br />
teşkilatlarında kurucu üye olması, yanısıra<br />
G-20 ve İslam Konferansı örgütü gibi tek<br />
kutuplu dünyaya aykırı oluşumları da öne<br />
çıkarması, bir yandan da Şanghay İşbirliği<br />
Örgütü gibi Çin-Rus ekseninde kurulmuş<br />
bir teşkilata da temkinli bir sempati ifade<br />
21 Amb rosio, Thomas. “Catching the ‘Shanghai spirit’: how the<br />
Shanghai Cooperation Organization promotes authoritarian<br />
norms in Central Asia.” Europe-Asia Studies 60, no. 8 (2008):<br />
1321-1344.<br />
etmesi, Türkiye’nin çok kutuplu dünya<br />
hedefine yönelik somut tavır ve hareketleri<br />
arasında sayılabilir. Türkiye ve Rusya’nın<br />
çok kutuplu dünya hedefine yönelik en<br />
somut ortak hareket dönemi, 20<strong>03</strong> yılında<br />
başlayan ABD’nin Irak işgali süresince<br />
yaşanmıştır. Türkiye ve Rusya savaşın en<br />
açık ve etkili karşıtları arasında yer almış,<br />
Rusya BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla,<br />
Türkiye de ABD askerlerinin topraklarını<br />
kullanarak Irak’ı kuzeyden işgal etmesine<br />
izin veren tezkereyi reddederek, Irak işgali<br />
projesine somut engeller çıkarmıştır.<br />
Rus dış politikasının yedinci önemli<br />
ilkesi ise Çeçen ayrılıkçılığına doğrudan<br />
veya dolaylı yoldan herhangi bir destek<br />
veren ülkelere karşı çıkarak bu desteğin<br />
kesilmesini sağlamaktır. Hatta Rusya<br />
uzmanı bir araştırmacıya göre, “Putin<br />
için, onun liderliğinin alamet-i farikasının<br />
Çeçen sorununu çözmek konusundaki<br />
kararlılığı olduğu söylenebilir.” 22<br />
Putin,<br />
2000 yılında ilk defa seçildiğinde de<br />
popülaritesini başlattığı İkinci Çeçen<br />
Savaşının başarısına borçluydu ve birinci<br />
savaşın aksine bu ikinci savaş “çoğu Rus<br />
tarafından hem gerekli ve hem de başarılı<br />
olarak görülüyordu.” 23<br />
Putin’in iktidara<br />
geldiği andan itibaren Çeçen sorunu<br />
çözmeyi kendi kişisel tarihi misyonu<br />
olarak gördüğünü açıkça ifade etmiştir.<br />
“İktidara geldiğinde (verdiği bir mülakatta)<br />
Putin, ‘benim misyonum, benim tarihi<br />
misyonum—evet bu kulağa kibirli geliyor<br />
ama doğru—Kuzey Kafkasya’daki durumu<br />
çözmektir’ (demiştir).” 24<br />
Rus karşıtı Çeçen<br />
22 Dannreuther, “Russia and the Middle East,” p.546.<br />
23 Ibid, p.546; and, Rutland, Peter. “Putin’s Path to Power.” Post<br />
Soviet Affairs 16, no. 4 (2000): 313-354.<br />
24 Dannreuther, “Russia and the Middle East,” p.546.<br />
66<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
“<br />
Rusya’nın Azerbaycan,<br />
Gürcistan ve Moldova’nın<br />
toprak bütünlüğünü karşı<br />
fiili durumlara askeri, siyasi,<br />
ekonomik ve diplomatik destek<br />
vermesi normatif açısından son<br />
derece sorunludur.<br />
direnişinin pekçok lideri Türkiye’de,<br />
Arap ülkelerinde ve Avusturya’da<br />
öldürülmüştür. 25<br />
Bazı araştırmacılara göre<br />
Rusya’nın İslam ülkeleriyle kurduğu yakın<br />
ilişkilerin ardındaki sebep bu ülkelerdeki<br />
İslamcı tepkinin Çeçenistan üzerine<br />
çekilmemesini sağlamaktır. 26<br />
Bu stratejinin<br />
de görece başarı kazandığı söylenebilir.<br />
Türkiye’nin de Rusya’nın bu ilkesiyle uyum<br />
içinde hareket ettiği söylenebilir. Türkiye<br />
resmi düzeyde hiçbir şekilde Çeçen<br />
ayrılıkçılığına yardım yapmadığı gibi, bazı<br />
ayrılıkçı liderlerin Rusya’ya iadesini de<br />
sağladığı görülmektedir. Buna mukabil,<br />
Rusya da Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığına<br />
karşı açık bir tavır alarak Türkiye’nin<br />
desteğine bir anlamda karşılık vermiştir.<br />
PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında<br />
Suriye’den kaçışının müteakip Moskova’ya<br />
gidişi ve fakat Rusya’da barınmasına<br />
müsaade edilmeyerek Rusya’dan çıkmak<br />
zorunda kalması Türk-Rus ilişkilerinde<br />
25 C. J. Chivers, “Critic of Chechen President Is Killed in Exile<br />
in Vienna,” New York Times, January 13, 2009; Stefan Berg and<br />
Matthias Schepp, “Russia Hunts Down Chechen Terrorists<br />
Abroad,” Spiegel Online International, September 27, 2011,<br />
.<br />
26 Dannreuther, “Russia and the Middle East.”<br />
ayrılıkçılığa karşı ortak işbirliği konusunda<br />
en önemli bir dönüm noktası olarak kabul<br />
edilmektedir. 27<br />
Tarihsel olarak Rusya, Çarlık<br />
ve Sovyet dönemi de dahil olmak üzere<br />
Ortadoğu’da Kürt ayrılıkçı hareketlerinin<br />
önemli bir destekçisi olduğu halde, 28<br />
1990’ların sonundan itibaren bu desteğini<br />
kademeli olarak düşürmüştür.<br />
Rusya ve Türkiye arasındaki<br />
Güç Dengesi, 2000-2012<br />
Bütün bu ortak işbirliği ve çatışma<br />
alanlarına rağmen Türk-Rus ilişkileri<br />
1992-2002 döneminde nispeten problemli<br />
bir noktadan ‘stratejik ortaklık’ olarak<br />
tanımlanan muazzam bir işbirliğine<br />
evrilmiş, buna mukabil 2002-2012<br />
döneminde ise bu ‘stratejik ortaklık’ bazı<br />
sorunlar yaşamaya başlamış, en son 2008-<br />
2012 döneminde ise 2008’deki Rus-Gürcü<br />
savaşı ve 2011’de başlayan Suriye iç savaşı<br />
vesilesiyle iki ülkenin desteklediği karşıt<br />
silahlı gruplar üzerinden dolaylı çatışmaya<br />
dönüşmüştür. Türk-Rus ilişkilerindeki bu<br />
gözle görülür dönemsel değişikliklerin<br />
sebepleri nelerdir<br />
Rusya ve Türkiye arasındaki ekonomik<br />
ve askeri güç dengesindeki değişiklikler<br />
Türk-Rus ilişkilerinin gidişatını belirleyen<br />
en önemli etkendir. Yeni Gerçekçi<br />
(Neorealist) bakış açısına göre ülkelerin<br />
gücünün başlıca ölçütü aktif askeri güç,<br />
ama aktif askeri gücün de temelinde yatan<br />
27 Sezer, Duygu Bazoğlu. “Turkish‐Russian relations: The<br />
challenges of reconciling geopolitical competition with<br />
economic partnership.” Turkish Studies 1, no. 1 (2000): 59-82.<br />
28 Reynolds, Michael A. Shattering Empires: The Clash and<br />
Collapse of the Ottoman and Russian Empires 1908-1918.<br />
New York: Cambridge University Press, 2011.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
67
Şener Aktürk<br />
ekonomik güçtür. Çünkü bir ülkenin<br />
ekonomik büyüklüğü, onun potansiyel<br />
askeri gücünü gösterir. Ekonomik güç,<br />
ihtiyaç olduğu takdirde askeri güce<br />
çevrilebildiği için ekonomik güç için<br />
‘potansiyel askeri güç’ demek de doğrudur.<br />
Dolayısıyla, Rusya ve Türkiye’nin<br />
birbirlerine karşı görece potansiyel gücünü<br />
tespit etmek için karşılaştırılması gereken<br />
ilk veri Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) ile<br />
ölçülen ekonomik büyüklüktür.<br />
Rusya ve Türkiye’nin GSMH’sini<br />
karşılaştırmalı olarak incelediğimizde, 2000<br />
yılında Türkiye’nin ekonomik<br />
büyüklüğünün Rusya’yla neredeyse eşit<br />
olduğu bir noktadan, 2012 yılında<br />
Rusya’nın ekonomik büyüklüğünün<br />
Türkiye’nin iki katında fazla olduğu bir<br />
noktaya gelindiği çok açık bir şekilde<br />
görülmektedir (Grafik 1). Dahası, Türkiye<br />
ve Rusya arasındaki ekonomik büyüklük<br />
açısından açılan makasta bir kırılma noktası<br />
tam da Rus-Gürcü savaşının gerçekleştiği<br />
ve Rusya tarafından kazanıldığı 2008<br />
yılıdır. 2008’de Rus ekonomisi Türk<br />
ekonomisinin iki katından fazla büyüklüğe<br />
ulaşmıştır.<br />
Grafik 1: Türkiye ve Rusya’nın GSMH’sinin Karşılaştırması,<br />
2000-2012<br />
Kaynak: Dünya Bankası verileri kullanılarak yazar tarafından<br />
derlenmiştir. 29<br />
29 World Bank, .<br />
Tam da Rusya’nın gücünün zirvesinde<br />
olduğu böyle bir yılda Gürcistan’la<br />
savaşa girerek Güney Osetya’yı belki de<br />
geri dönüşü olmaksızın Gürcistan’dan<br />
koparması, Türkiye’nin onardığı bir takım<br />
yol ve havaalanları da dahil başkent Tiflis<br />
yakınlarındaki bazı tesisleri bombalayacak<br />
kadar Güney Kafkasya’nın içinde<br />
ilerlemesi, Türkiye’yi haklı olarak tedirgin<br />
etmiş olmalıdır.<br />
Soğuk Savaş’ın bitişinden bu yana ilk defa<br />
2008 yılındaki Rus-Gürcü savaşı sırasında<br />
Türkiye tekrar Rusya’nın potansiyel bir<br />
komşu ve dolayısıyla sınırlarına dayanmış<br />
bir askeri tehdit olabileceğini görmüş<br />
ve geçmiş yüzyılların tehdit algısı kısa<br />
süreli de olsa tekrar gündeme gelmiştir.<br />
Burada önemle belirtmek gerekir ki, Rusya<br />
ve Türkiye arasında başka bir bağımsız<br />
devletin olması, somut olarak söylemek<br />
gerekirse Gürcistan’ın bağımsız bir devlet<br />
olarak varlığı Türk-Rus ilişkilerinin barış<br />
ve işbirliği içinde gelişmesinin olmazsa<br />
olmazı, yani en önemli önkoşuludur. Çünkü<br />
Rusya ve Türkiye arasında Gürcistan gibi<br />
başka bir bağımsız devlet var olmadığı<br />
sürece, Rusya Türkiye’ye doğrudan komşu<br />
olacak, Rusya Türkiye’ye doğrudan komşu<br />
olduğu takdirde de neredeyse otomatik<br />
olarak Türkiye Rusya gibi kendisinden çok<br />
daha geniş, zengin ve askeri açıdan güçlü<br />
bir devletten tehdit algılayacaktır. Yanlış<br />
anlaşılmaması için bu değerlendirmemin<br />
kesinlikle bir ülke olarak Rusya’ya özel<br />
bir değerlendirme olmadığı, tamamen<br />
(Yeni Gerçekçi) kuramsal çerçeveden<br />
stratejik dengeye yaklaştığım için, Rusya<br />
yerinde başka herhangi bir büyük devlet<br />
de (ABD, Çin, vs.) Türkiye’nin doğrudan<br />
komşusu olsa Türkiye’nin o ülkeden tehdit<br />
algılayacağını iddia ediyorum. Nitekim<br />
ABD’nin Irak’ı fiilen işgal ettiği 2000’li<br />
68<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />
2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />
yıllar boyunca Türkiye’de stratejik düşünen<br />
pekçok kesim gerçekten ABD’ye yönelik<br />
bir askeri tehdit algılamasına gitmiş ve<br />
bunun sonucu olarak Türk-Amerikan<br />
ilişkileri gözle görülür ölçüde bozulmuştur.<br />
Rusya’nın Suriye iç savaşına tekabül eden<br />
2011 yılında da Türkiye ile arasındaki<br />
ekonomik makası bir hayli açtığı, bu sefer<br />
de Türkiye’nin Suriye’deki Rus askeri varlığı<br />
(Tartus deniz üssü) ve desteği üzerinden<br />
güneyden bir tehdit algısı oluşturduğu<br />
söylenebilir.<br />
GSMH’ye ek olarak kişi başına düşen<br />
gelir karşılaştırmasına gidildiğinde<br />
görülmektedir ki Türkiye’de kişi başına<br />
düşen gelir seviyesi 2008 yılına dek hep<br />
Rusya’nın ilerisinde olmuş, fakat bu yılda<br />
Rusya Türkiye’nin önüne geçmiştir (Grafik<br />
2). Stratejik denge açısından kişi başına<br />
düşen gelir GSMH’ye göre daha önemsiz<br />
bir faktör olduğu halde, vatandaşların<br />
gelir seviyesinin nispeten yüksek<br />
olması, o devletin halkının ihtiyaçlarını<br />
fazlasıyla kısıtlamadan askeri harcamalara<br />
aktarabileceği kaynağın daha fazla olması<br />
sonucunu da beraberinde getirdiği için yine<br />
de önemli bir veridir.<br />
Son tahlilde askeri gücün de kaynağı<br />
olan bu ekonomik verileri bir kenara<br />
bırakarak doğrudan aktif askeri gücün<br />
karşılaştırmasına geçtiğimizde de benzer<br />
bir tabloyla karşılaşıyoruz. Gerçekten<br />
de 1990’lı yılların sonunda Rusya’nın<br />
ve Türkiye’nin ordularındaki aktif asker<br />
sayısı arasındaki makas neredeyse<br />
tamamen kapanmış, 1999 yılı itibariyle<br />
Türk ordusundaki 800 bin askere karşın<br />
Rus ordusunda da sadece 900 bin asker<br />
bulunmaktadır (Grafik 3). Oysa 2000<br />
yılı bir dönüm noktası olmuş, Rus<br />
ordusunun mevcudu göreceli olarak<br />
artarak bir milyonun üzerine çıkarken Türk<br />
ordusunun mevcudu yarım milyona inmiş<br />
ve ekonomik verilerde olduğu gibi askeri<br />
mevcutta da Türkiye ve Rusya arasında iki<br />
misli bir fark ortaya çıkmıştır.<br />
Grafik 3: Türk ve Rus Ordularının Karşılaştırması, 1997-2007<br />
Kaynak: Correlates of War Project kaynakları kullanılarak yazar<br />
tarafından derlenmiştir. 31<br />
Grafik 2: Türkiye ve Rusya’da Kişi Başına Düşen Gelir<br />
Karşılaştırması, 2000-2011<br />
Kaynak: Dünya Bankası verileri kullanılarak yazar tarafından<br />
derlenmiştir. 30<br />
30 World Bank, .<br />
Askere mevcuttaki niceliksel değişim<br />
kadar ve hatta daha da önemli olan<br />
elbetteki bu askeri gücün etkinliğine ilişkin<br />
algılamadaki değişimdir. Burada da en<br />
önemli gösterge Türk ve Rus ordularının<br />
kendi ülkeleri içindeki ayrılıkçı güçlere<br />
karşı yaptıkları operasyonlardaki görece<br />
başarılarının karşılaştırılmasıdır. 1999 sonu<br />
31 .<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
69
Şener Aktürk<br />
itibariyle Türkiye, son derece kalabalık,<br />
en az dört bölge ülkesine yayılmış, pekçok<br />
başka uluslararası desteğe de sahip PKK’yı<br />
askeri olarak tamamen mağlup etmiş<br />
ve PKK liderini yakalayarak hapse atmş<br />
muzaffer bir devlet görüntüsü veriyordu.<br />
İzleyen beş yıllık sürede de ayrılıkçı<br />
terör durma noktasına gelmişti. Oysa<br />
1999 sonu itibariyle Rusya, bir milyon<br />
nüfuslu Çeçenistan’da ayrılıkçı güçlere<br />
karşı mağlup olmuş ve Çeçenistan’da<br />
ayrılıkçıların kurduğu bağımsız bir devletin<br />
fiilen varlığını kabul ettiği bir anlaşmaya<br />
(Hasavyurt Anlaşması) imza koymuş<br />
mağlup bir devletti. İki ülke arasında bu<br />
konuda çarpıcı bir başarı farkı vardı.<br />
Oysa 2000’li yılların sonuna geldiğimizde<br />
bu resim tersine dönmüş gibidir. Rusya<br />
Çeçenistan’ın tam anlamıyla hakimiyetine<br />
girdiğini ve bu bölgedeki terör karşıtı<br />
operasyonların bile, artık gerek kalmadığı<br />
için, sona erdiğini ilan eden bir ülke haline<br />
gelmiş, buna mukabil Türkiye teröre karşı<br />
son on yılın en ağır kayıplarını verdiği bir<br />
döneme girmiştir. Dolayısıyla iki ülkenin<br />
askeri güçlerinin etkinliği konusundaki<br />
niteliksel algının da değiştiğini söylemek<br />
mümkündür. Kısaca özetlemek gerekirse,<br />
2000’li yılların bilhassa sonuna doğru,<br />
Rusya’nın Türkiye’ye karşı gerek ekonomik<br />
büyüklük gerekse askeri gücü niceliksel<br />
ölçütleri ve niteliksel algısı üzerinde ciddi<br />
bir üstünlük sağladığı ve aradaki farkı<br />
açtığını görüyoruz. Böyle bir durumda<br />
ekonomik ve askeri yönden daha zayıf<br />
olan tarafın güçlü olan taraftan gelecek bir<br />
tehdit algısı geliştirmesi ve bunun sonucu<br />
olarak ilişkilerin bozulması hiç de şaşırtıcı<br />
değildir. Kaldı ki, gerek Gürcistan’da<br />
2008 yılında gerekse Suriye’de 2011<br />
yılından başlayarak, Rusya’nın Türkiye<br />
taraftarı hükümet ve gruplara karşı silahlı<br />
müdahalelere doğrudan ve dolaylı olarak<br />
destek vermesi de Türk-Rus ilişkilerinin<br />
bozulmasına katkıda bulunmuştur. Sonuç<br />
olarak, bu makale boyunca anlatılmaya<br />
çalışıldığı üzere Türk-Rus ilişkilerinin<br />
seyri, en başta siyasal ve ekonomik verilere<br />
dayanarak Yeni Gerçekçi bir bakış açısıyla<br />
tatminkar bir şekilde açıklanabilir. Buna<br />
mukabil, diğer eserlerinde de vurguladığım<br />
gibi, Yeni Gerçeklik’e rakip paradigmalar<br />
(liberal, ticari, kurumsalcı, demokratik<br />
barış, inşacı, vs.) Türk-Rus ilişkilerini<br />
açıklamakta yetersiz kalmaktadır. 32<br />
32 Aktürk, Şener. “Turkish–Russian Relations after the Cold<br />
War (1992–2002).” Turkish Studies 7, no. 3 (2006): 337-364.<br />
70<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye ve Arap Baharı:<br />
Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />
TÜRKİYE VE ARAP BAHARI:<br />
TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU<br />
POLİTİKASINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER<br />
Doç. Dr. Şaban Kardaş, TOBB Üniversitesi Öğretim Üyesi, HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
Orta Doğu geçtiğimiz iki yıl boyunca<br />
bir dönüşüm sürecine girmiş ve bölgesel<br />
aktörleri yurt dışı politikalarını yeniden<br />
tanımlamaya zorlamıştır. 2010 yılının<br />
sonlarındaki olayların başlangıcından bu<br />
yana ise Türk hükümeti Arap Baharı’nı<br />
pozitif yönde kavramsallaştırmıştır.<br />
Genel bakış açısı, çeşitli gösteriler<br />
ve ayaklanmaların bölgede dönüşüm<br />
için aşağıdan yukarıya doğru bir talep<br />
olduğu yönünde olmuştur. Bu, sıradan<br />
Arap halkının gerçek arzusudur ve<br />
Türkiye’nin desteğini hak etmiştir.<br />
Açıkça görülmektedir ki Tunus, Mısır<br />
veya Libya gibi bölgedeki demokratik<br />
rejimlerin nihai yükselişi Türkiye için<br />
memnun edici gelişmelerdir ve Türkiye’nin<br />
Orta Doğu politikalarında uzun vadede<br />
pozitif sonuçlar üretmesi muhtemeldir.<br />
Ancak demokratik rejimlerin geçiş<br />
süreçleri ve konsolidasyonunun zorlayıcı<br />
olacağı ve Türkiye için çeşitli güvenlik<br />
riskleri doğuracağına dikkat edilmesi<br />
gerekmektedir. Suriye’deki ayaklanma ve<br />
akabinde meydana gelen çatışma şimdiden<br />
Türkiye’nin bölgesel menfaatleri açısından<br />
doğrudan problem oluşturmaya başlamıştır,<br />
ancak Arap Baharının etkileri doğrudan<br />
oluşan güvenlik risklerinden çok daha<br />
derine gitmektedir.<br />
Bölgesel dönüşüm kaçınılmaz bir şekilde<br />
Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünün<br />
gözden geçirilmesini gerektirmektedir ve<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
71
Şaban Kardaş<br />
“<br />
Bölgesel dönüşüm kaçınılmaz bir şekilde<br />
Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünün gözden<br />
geçirilmesini gerektirmektedir ve Ankara<br />
şimdiden bölgesel politikalarında önemli<br />
değişiklikler başlatmıştır.<br />
Ankara şimdiden bölgesel politikalarında<br />
önemli değişiklikler başlatmıştır. Bu yazıda,<br />
dört tamamlayıcı sürece odaklanarak söz<br />
konusu dönüşümleri analiz edeceğim:<br />
Türkiye’nin Orta Doğu jeopolitik<br />
hesaplamalarına yönelik eğilimi, demokrasi<br />
konusunun giderek artan bir şekilde altının<br />
çizilmesi, tehditlerin değişen doğası ve<br />
Türkiye’nin Batıyla olan bağlarını yeniden<br />
tanımlaması. Söz konusu dönüşümleri bir<br />
bağlam içerisine oturtmak için Türkiye’nin<br />
Arap Baharı öncesinde Orta Doğu’daki<br />
görevini nasıl kavramsallaştırabileceğimiz<br />
konusunda kısa bir açıklamayla<br />
başlayacağım.<br />
Bölgesel bir güç olarak Türkiye<br />
Arap Baharı’nın Türkiye’nin bölgesel<br />
politikaları üzerindeki etkilerini<br />
kavrayabilmek için Türkiye’nin Orta<br />
Doğu’da üstlendiği rol hakkındaki<br />
algılamaların kısa kavramsal açıklamalarıyla<br />
başlamak faydalı olacaktır. Arap<br />
Baharı öncesinde, özellikle 2008-2010<br />
yıllarında Türkiye’nin dış politikası<br />
konusundaki görüşler proaktivizm<br />
terimine odaklanmış durumdaydı.<br />
Yalnızca Türkiye’de değil aynı zamanda<br />
Batı ve Orta Doğu ülkelerinde de proaktif<br />
Türk dış politikasının anlaşılması için<br />
uygun bir etiket bulunmaya çalışılıyordu.<br />
Çok sayıda araştırmacı Türkiye’nin dış<br />
politikasını tanımlayabilmek amacıyla<br />
“neo-Ottomanizm” veya “sıfır sorunlu dış<br />
politika” gibi farklı isimler kullanıyordu.<br />
Benim bakış açıma göre “bölgesel güç”<br />
terimi Türkiye’nin bölgede oynamak<br />
istediği rolü en iyi tanımlayan terim.<br />
Aslında Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü,<br />
yürütülen eylemleri Türkiye etrafında<br />
merkezleşmesi ümit edilen bir bölgesel<br />
düzen oluşturma ve Orta Doğu’da<br />
bölgesel entegrasyon sürecini tetikleme<br />
çabaları olarak gördüğümüzde daha iyi<br />
anlaşılabilecektir.<br />
Arap Baharından önceki birkaç yılda,<br />
Türkiye Güneydeki komşularıyla<br />
bağlarını güçlendirmiş ve bu ülkelerle<br />
daha iyi ekonomik ve siyasal ilişkiler<br />
kurmak için çaba sarf etmiştir. Batıdaki<br />
çoğu insan, özellikle Amerikalı beyin<br />
takımı Türkiye’nin Batıdan uzaklaştığını,<br />
Avrupa’ya yüz çevirdiğini ve Orta Doğuya<br />
doğru eğilim gösterdiğini ileri sürmüştür.<br />
Ancak bu Türkiye’nin hedeflerinin doğru<br />
bir ifadesi değildir. Türkiye’nin eylemleri<br />
daha çok bölgesel aktörlerle yakın işbirliği<br />
sayesinde bölgesel entegrasyonu tetikleme<br />
çabası şeklinde gerçekleşmiştir. Türkiye’nin<br />
bölgesel entegrasyon çabaları dünyanın<br />
diğer bölgelerindeki süreçlere benzerdir.<br />
Türkiye içinde bulunduğu bölgede hem<br />
ekonomik hem de siyasi alanda bölgesel<br />
mekanizmaları başlatmak için büyük<br />
çaba sarf etmektedir. Türkiye’nin Arap<br />
Baharı öncesindeki Orta Doğu Politikası<br />
Türkiye’nin bölgesel entegrasyon sürecinin<br />
merkezinde olmasını ve bölgedeki olayların<br />
gidişatını şekillendirecek şekilde özerk<br />
ve bağımsız politikalar geliştirecek bir<br />
pozisyonda yer almasını öngörüyordu.<br />
72<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye ve Arap Baharı:<br />
Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />
“<br />
Benim bakış açıma göre<br />
“bölgesel güç” terimi<br />
Türkiye’nin bölgede oynamak<br />
istediği rolü en iyi tanımlayan<br />
terim.<br />
Arap Baharıyla ilişkili gelişmeler<br />
Türkiye’nin bölgesel politikaları ve<br />
Orta Doğu’da entegrasyon girişimleri<br />
karşısında eşsiz bir imtihan oluşturmuştur.<br />
Geçtiğimiz iki yıl içerisinde meydana<br />
gelen olaylar Orta Doğu’daki bölgesel<br />
düzenin zayıflıklarını ve sınırlarını gözler<br />
önüne sermiş ve Türkiye’nin burada<br />
bölgesel seviyede çözümler başlatma<br />
yönündeki beceri ve kapasitesini daha iyi<br />
değerlendirmek üzere bir imtihan haline<br />
gelmiştir.<br />
Orta Doğu düzeninin dönüşümü<br />
ve Türkiye’nin güvenliği<br />
konusundaki sorunlar<br />
Orta Doğu’da MENA ve dolayısıyla<br />
Türkiye’nin dış politikasını dönüştüren en<br />
az dört adet önemli süreç bulunmaktadır.<br />
Orta Doğu jeopolitik<br />
hesaplamalara eğilim<br />
İlk olarak, Türkiye giderek artan bir şekilde<br />
Orta Doğru jeopolitik hesaplamalarına<br />
ve sürekli değişen güç dengelerine<br />
yönelmektedir. Orta Doğu’daki sorunlar ve<br />
hesaplar Türkiye’nin yabancı politikasında<br />
giderek daha fazla telaffuz edilmektedir.<br />
Türkiye’nin bölgeyle daha fazla ilgilenmeye<br />
başlamasının Batıyla olan iletişimi<br />
üzerindeki etkilerinin doğru şekilde<br />
açıklanması gerekmektedir. Türkiye’nin<br />
yabancı politikasının Orta Doğu’daki<br />
gelişmelerle meşgul olduğu ölçüde,<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
73
Şaban Kardaş<br />
Batıda Türkiye’nin AB’ye gösterdiği ilgi<br />
ve menfaatlerinin azaldığı yönünde bir<br />
algılayış meydana gelmektedir. Örneğin,<br />
özellikle Avrupa Komisyonu’nun<br />
Türkiye’nin AB üyelik sürecindeki<br />
gelişmeleri hakkında yayınlandığı son<br />
rapordan sonra, Avrupa merkezlerinde<br />
Türkiye Avrupa entegrasyonunu sürdürme<br />
konusundaki ilgisi ve kararlılığını<br />
kaybetmiş bir ülke olarak öne çıkmaktadır.<br />
Orta Doğu’ya yönelik eğilim ve Avrupa<br />
entegrasyonu konusundaki gecikmeler<br />
arasında rastlantısal bir bağ veya bir sebep<br />
sonuç ilişkisi olup olmadığı analitik bir<br />
bakış açısıyla ele alınabilir, ancak politika<br />
açısından bakıldığında, söz konusu algılayış<br />
şekli Türkiye’nin Batıda ele alması gereken<br />
bir konudur.<br />
Orta Doğu bağlamında ele alındığında,<br />
Türkiye politikalarını hızlı şekilde değişen<br />
yerel dinamikler ve ittifaklara göre yeniden<br />
düzenlemektedir. Türkiye gerçekleşen<br />
olaylar nedeniyle Irak, İran veya Suriye<br />
gibi yerlerde de olduğu<br />
gibi, pozisyonunu<br />
kısa aralıklarla<br />
düzenlemek zorunda<br />
kalmaktadır. Bu değişen<br />
pozisyonlar Türkiye<br />
için önemli maliyetler<br />
oluşturmaktadır, çünkü<br />
Türkiye’nin sürdürdüğü<br />
yeni politikalardan bazıları<br />
komşularıyla ihtilaf<br />
içerisinde olmasına neden<br />
olmuştur. Örneğin, Irak,<br />
İran ve Suriye ile karşılıklı<br />
olarak sürdürdüğü<br />
politikalar Irak ve<br />
İran hükümetleriyle<br />
“<br />
Türk hükümeti<br />
Orta Doğu’daki<br />
gelişmeleri Arap<br />
halkının demokrasi<br />
ve daha iyi yönetim<br />
konusunda gerçek<br />
ve aşağıdan yukarı<br />
yönlü talebinin bir<br />
yansıması olarak<br />
ele almıştır.<br />
anlaşmazlığa neden olmuş, Suriye<br />
ile diplomatik ilişkilerin kırılmasıyla<br />
sonuçlanmıştır. Örnek olarak, bundan<br />
iki yıl önce İran ile iyi ilişkiler içerisinde<br />
olmasına rağmen, bugün Türkiye-İran<br />
ilişkilerinin yeni bir ihtilaf aşamasına<br />
girdiğini görüyoruz. Orta Doğu’da<br />
değişen dinamikler Türk diplomasisini<br />
de değiştirmesi dolayısıyla, Türkiye’nin<br />
bölgedeki yeni yabancı politikası için daha<br />
iyi açıklamalar öne sürmesi gerekmektedir.<br />
Demokrasinin daha fazla<br />
altının çizilmesi<br />
İkinci süreç bölgede giderek belirginleşen<br />
demokrasi kavramı ve Türkiye’nin<br />
dış politikasındaki retorik araç kiti<br />
görüntüsüdür. Arap Baharı olgusuna<br />
getirilen farklı açıklamalar bulunmaktadır,<br />
ancak bunların birçoğu ayaklanmaların<br />
temel itici gücü olarak daha iyi yönetime<br />
yönelik popüler talebe vurgu yapmaktadır.<br />
Söz konusu talepler bazı ülkelerde<br />
rejime neden olmuş ve bazılarında kısmi<br />
reformları tetiklemiş olsa<br />
da, Suriye’de bu sürecin<br />
bir iç savaşa dönüşme riski<br />
bulunmaktadır.<br />
Türk hükümeti Orta<br />
Doğu’daki gelişmeleri Arap<br />
halkının demokrasi ve daha<br />
iyi yönetim konusunda<br />
gerçek ve aşağıdan<br />
yukarı yönlü talebinin<br />
bir yansıması olarak ele<br />
almıştır. Türkiye, bölge<br />
halklarının yöneticilerinden<br />
demokrasi ve eşit muamele<br />
talep ettikleri için<br />
desteklenmeleri gerektiğini,<br />
74<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye ve Arap Baharı:<br />
Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />
çünkü bunların tüm milletlerin herhangi<br />
bir engel olmaksızın hak ettiği evrensel<br />
normlar olduğunu savunan bir pozisyon<br />
almıştır. Burada Türkiye, Türk halkının<br />
kendi ülkesinde demokratik haklardan istifa<br />
ettiğini ve Türk hükümetinin yerel olarak<br />
bu talepleri karşıladığını, bu nedenle Türk<br />
hükümetinin kendi ülkelerinde aynı haklar<br />
için ayaklanan bölge halklarının arkasında<br />
duracağını belirtmesiyle oldukça stratejik<br />
bir karar almıştır. Türkiye’nin geleneksel<br />
olarak demokrasinin desteklenmesi yönünde<br />
bir politikası olmadığı hatırlanacak olursa,<br />
bu Türkiye için devrim niteliğinde bir<br />
adımdır. Türkiye’nin demokratik nitelikleri<br />
Batı tarafından sorgulanmıştır - ve şu<br />
anda da belirli bir seviyede sorgulanmaya<br />
devam etmektedir - ve Türkiye resmi olarak<br />
yurtdışında demokrasinin desteklenmesi<br />
yönünde bir politikadan kaçınmıştır.<br />
Ancak Arap Baharıyla birlikte Türkiye’nin<br />
kendisini demokratik hareketleri<br />
destekleyen bir aktör olarak ön plana<br />
çıkardığını görüyoruz. Türk bakış<br />
açısındaki bu önemli dönüşümün yabancı<br />
politika oryantasyonu konusunda da<br />
yansımaları bulunmaktadır. Sürdürülecek<br />
belirli politikalar konusunda yaşanan<br />
anlaşmazlıklara rağmen, Avrupalı aktörler<br />
ve ABD de, Libya ve Suriye’de halkın<br />
demokrasi talebini destekleme kararı<br />
alarak ve rejim değişikliği konusunda baskı<br />
yaparak benzer bir pozisyon almışlardır.<br />
Söz konusu destek geç gelmiş de olsa,<br />
onlar da Türkiye gibi rejimlerin değil<br />
hakların tarafında olmayı tercih etmişlerdir.<br />
Arap halkının Orta Doğu’da demokratik<br />
taleplerine verdikleri tepkilerin altında<br />
yatan benzerlik, Türkiye’nin yurtdışı<br />
politikasının Orta Doğu’daki Batıya ait<br />
liberal tabancı politika anlayışına ne<br />
derece benzerlik gösterdiğinin altını<br />
çizmektedir. Özellikle Türkiye’nin Suriye<br />
ayaklanmalarında olduğu gibi egemenlik<br />
fikrini bir sorumluluk olarak benimsemesi,<br />
Batı liberal yabancı politika kültürünü ve<br />
aynı zamanda egemenliğin dokunulmazlığı<br />
fikrinin savunan Çin veya Brezilya<br />
gibi diğer yükselen güçlerden farkını<br />
vurgulamaktadır.<br />
Demokrasiyi savunan bu yeni yabancı<br />
politika ülkeyi İran ve belirli bir seviyeye<br />
kadar Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri<br />
ve aynı zamanda jeopolitik açıdan<br />
Rusya gibi aktörlerle anlaşmazlığa veya<br />
potansiyel ihtilafa sokmaktadır. Rusya Orta<br />
Doğu’daki gelişmeler konusunda oldukça<br />
kuşkucu bir bakış açısı geliştirmiştir.<br />
Özellikle Libya’daki acı deneyimleri<br />
sonrasında, Rusların kafasında Suriye<br />
ayaklanması konusunda bir takım soru<br />
işaretleri bulunmaktadır. Türkiye’nin<br />
olayları pro-demokratik bir talep olarak<br />
yorumlamasının aksine, Rusya gerçek bir<br />
demokratik hareket veya aşağıdan yukarıya<br />
doğru bir süreç gözlemlememektedir.<br />
Sonuç olarak Türkiye, Rusya ve İran’la<br />
karşılaştırıldığında denklemin farklı<br />
taraflarında yer almıştır.<br />
Demokratik değerlere vurgu yapılması<br />
“<br />
Orta Doğu’nun güvenli<br />
ortamını çevreleyen riskler ve<br />
belirsizlikler Türkiye için de<br />
önemli sorunlara yol açmaktadır.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
75
Şaban Kardaş<br />
Türkiye’nin yalnızca dış politikalarında<br />
değil aynı zamanda iç politikalarında da<br />
benzersiz zorluklara neden olmuştur. Türk<br />
hükümeti Orta Doğu’daki demokratik<br />
hareketleri kesin suretle destekleme kararı<br />
almıştır, ama bu politika bu denli kolay<br />
bir lokma değildir. Muhalefet partilerinin<br />
özellikle Suriye politikasında yaptığı<br />
güçlü eleştirilerle birlikte, hükümet söz<br />
konusu politikayı iç siyasette açıklamakta<br />
zorluklarla karşılaşmıştır. Türk halkının<br />
“<br />
Şii ve Sünni gruplar gibi dini<br />
kimliklerin siyasallaşması<br />
Orta Doğu’da Türkiye için<br />
diğer bir güvenlik sorununu<br />
oluşturmaktadır.<br />
bazı kesimleri ise Arap Baharının ardındaki<br />
güçler konusunda çeşitli şüphelere sahiptir<br />
ve hükümetin pozisyonunu tam olarak<br />
desteklememektedir.<br />
Tehditlerin değişen yapısı<br />
Orta Doğu’da gerçekleşmekte olan üçüncü<br />
büyük süreç ise Orta Doğu’daki tehditlerin<br />
değişen yapısıdır. Arap Baharı öncesinde<br />
Orta Doğu’nun sakin sayılabilecek<br />
ortamında, Türkiye proaktif Orta Doğu<br />
politikası ile paralel olarak ilgili rejimlerle<br />
birlikte çalışmıştır. O tarihlerde, bu<br />
ülkelerle meşruiyet ve otoritenin sağlanmış<br />
olduğuna ve anlaşmanın üzerlerine<br />
düşen bölümünü yerine getireceklerine<br />
inanarak işbirliği kurmuştur. Ancak Orta<br />
Doğu’daki dönüşüm süreci sırasında,<br />
uygun muhatapları belirlemek ve kendi<br />
taahhütlerini yerine getirmek üzere otorite<br />
ve kaynakları kumanda edip etmediklerini<br />
tespit etmek zor hale gelmiştir. Türkiye gibi<br />
dış aktörler için ortaya çıkan zorluk Orta<br />
Doğu’ya yönelik uzun vadeli stratejik bir<br />
vizyon sahibi olmaları durumunda, geçiş<br />
ülkelerindeki yetkin muhatapların tespit<br />
edilmesidir. Devam eden geçiş sürecinde<br />
tahmin edilemezlik ve belirsizlik hakimdir<br />
ve bu durum tüm bölgeyi emniyetsiz,<br />
hassas ve risklere açık hale getirmektedir.<br />
Orta Doğu’nun güvenli ortamını<br />
çevreleyen riskler ve belirsizlikler Türkiye<br />
için de önemli sorunlara yol açmaktadır.<br />
Örneğin, Suriye’deki durum Türkiye<br />
için doğrudan bir güvenlik problemi<br />
oluşturmaktadır, çünkü sınır hattına patlak<br />
veren iç savaşla ilgilenmesi gerekmektedir<br />
ve söz konusu durum hali hazırda<br />
mültecilerin Türkiye’ye akın etmesi ve<br />
sınırda silahlı çatışmaların yaşanmasıyla<br />
sonuçlanmıştır. Ancak bölgede etkileri<br />
dolaylı olarak hissedilebilecek diğer riskler<br />
de bulunmaktadır. Bu risklerden biri<br />
devletlerin mevcut sınırları ve bölgesel<br />
bütünlüklerinin bölgesel kargaşa sırasındaki<br />
zayıflık halinde tartışmaya açılabilecek<br />
olmasıdır, bu durum yalnızca Türkiye için<br />
değil aynı zamanda diğer aktörler için<br />
de benzersiz sorunlar teşkil etmektedir.<br />
Örneğin, mevcut ihtilaf derinleştikçe,<br />
Suriye’nin birleşik bir ülke olarak kalacağı<br />
veya dini veya etnik gruplar arasında<br />
bölüşüleceği sorusu da giderek artan bir<br />
şekilde ön plana çıkmaktadır. Diğer bir<br />
problem ise MENA’da ademi müdahale<br />
kuralını ilgilendirmektedir. Birleşmiş<br />
Milletler komutası altında Libya’da Batının<br />
gerçekleştirdiği müdahale sonrasında,<br />
76<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye ve Arap Baharı:<br />
Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />
Batı ülkelerinin insani gerekçeler sunarak<br />
müdahalede bulunuyor olması da bölgesel<br />
jeopolitik dengeleri karıştırabilir. Bu durum<br />
Çin ve Rusya tarafından da dile getirilen bir<br />
endişedir.<br />
Şii ve Sünni gruplar gibi dini kimliklerin<br />
siyasallaşması Orta Doğu’da Türkiye<br />
için diğer bir güvenlik sorununu<br />
oluşturmaktadır. Dini kimlikler siyasal<br />
çatışmalara dahil oldukça, daha ayırıcı<br />
nitelikte sonuçlara neden olabilmektedir.<br />
Buradaki risk Şii ve Sünni eyaletler ve<br />
gruplar söz konusu dini faktörler etrafında<br />
mobilize oldukça bölgedeki çatışmaların<br />
daha da büyümesine neden olabilecekleridir.<br />
Türkiye için bu gelişme benzersiz bir<br />
sorun teşkil etmektedir, çünkü Türkiye<br />
büyük çoğunluğu Sünni bir ülke olsa da<br />
Sünni kimliğini temel olan bir dış politika<br />
izlememektedir. Türkiye kendisini nötr<br />
bir güç olarak temsil etmeyi arzulamakta<br />
ve bu dini kimlik sınırlamalarının arasında<br />
sıkışmayı istememektedir. Bazen İran ve<br />
Suudi Arabistan veya Körfez ülkeleri Orta<br />
Doğu’daki dini gündemleri destekleyen<br />
iki güç olarak görülmektedir. Suriye<br />
çatışması dini dinamiklerin dikkatlerin<br />
Türkiye’ye yoğunlaşmasına neden olan en<br />
bariz vakadır. Ancak Türkiye kendi adına,<br />
Suriye ayaklanmasını desteklese dahi, bu<br />
desteğinin dini yakınlığın bir sonucu olarak<br />
algılanmasını istememektedir. Türkiye’nin<br />
yabancı politikasını Arap Baharının<br />
karşısında kati evrensel ilkeler temelinde<br />
savunması ve aynı zamanda dini tuzağa<br />
düşmemeyi başarması görülmemiş bir<br />
zorluk oluşturacaktır.<br />
Orta Doğu’da ortaya çıkan diğer bir<br />
güvenlik riski ise etnik kimliklerin giderek<br />
siyasallaşmasıdır. Dini kimliklere benzer<br />
şekilde etnik ayrışmalar da giderek<br />
artan bir şekilde ön plana çıkmakta ve<br />
vurgulanmaktadır. Örneğin, Suriye’de<br />
Kürt kesimi giderek daha önemli bir unsur<br />
haline gelmekte ve İran’daki gelişmelerle<br />
birlikte ele alındığında, bölgedeki etnik<br />
siyaset güvenlik ortamını tehlike altına<br />
sokmaktadır. Söz konusu yeni zorluklar<br />
ortaya çıktıkça, İran nükleer programı<br />
da Orta Doğu’daki diğer bir risk unsuru<br />
olmaya devam etmektedir. Söz konusu<br />
risk bir süredir ortadadır, ancak Suriye<br />
ayaklanmasıyla birlikte, İran nükleer<br />
probleminin getirdiği diplomatik gerilimin<br />
daha da arttığı ve Türkiye’yi ilgilendiren<br />
riskleri de güçlendirdiği görülmektedir.<br />
Türkiye’nin Batıyla olan<br />
bağlarını yeniden tanımlaması<br />
Türkiye’yi etkileyen dördüncü ve son süreç<br />
ise Türkiye’nin Batıyla ve özellikle ABD<br />
ile olan bağlarını yeniden tanımlamasıdır.<br />
Bu süreç bölgesel jeopolitikada bir takım<br />
etkilere sahip olmanın yanı sıra, Türkiye’nin<br />
Orta Doğu’ya yönelik vizyonunu<br />
da değiştirmektedir. Daha önce de<br />
vurgulandığı üzere, Türkiye Orta Doğu ile<br />
yakın entegrasyon aracılığıyla bölgesel bir<br />
düzen geliştirmeye çalışmıştır. İki yıl önce<br />
de Arap ayaklanmaları başladığında, ideal<br />
olarak Türkiye’nin Türkiye, İran, Suudi<br />
Arabistan veya Mısır gibi bölgesel güçlerin<br />
Libya, Suriye ve diğer çatışmaları ele<br />
almak üzere bir araya geldiğini görmekten<br />
memnun kalacağı beklenebilirdi. Ancak bu<br />
son iki yılda bunun mümkün olmadığı bariz<br />
bir şekilde ortaya çıkmıştır çünkü bölgesel<br />
ülkeler bölgesel sorunlara çözüm getirme<br />
konusunda birlikte çalışmalarını sağlayacak<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
77
Şaban Kardaş<br />
“<br />
Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı<br />
zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin<br />
de Orta Doğu’daki gelişmeleri ele almada<br />
yetersiz kaldığına dikkat edilmelidir.<br />
araçlar, mekanizmalar ve teşviklere sahip<br />
değildir.<br />
Şu anda Orta Doğu daha değişken<br />
bir hale geldikçe, Türkiye de kendi<br />
menfaatleri ve güvenliğini korumakla<br />
ilgilenmek zorunda kalmaktadır. ABD’nin<br />
Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak<br />
araçlara sahip olmasından ötürü Ankara<br />
Washington ile işbirliğine yönelmiştir.<br />
Asya ekseninin ABD menfaatlerinin<br />
bölgeden çekilmesine neden olacağı<br />
konusunda hala çözüme kavuşturulmamış<br />
bir anlaşmazlık bulunmasına rağmen, ABD<br />
hala bölgesel siyasi gelişmeler üzerinde<br />
karar verici bir etki yaratabilecek güçtedir.<br />
Arap Baharından önce Türk-Amerika<br />
karşılıklı ilişkisinde daha büyük farklılık<br />
bulunmaktaydı. Örnek olarak, İran’ın<br />
nükleer problemi konusunda Türkiye<br />
ABD tarafından desteklenen BM Güvenlik<br />
Konseyi kararına muhalif oy vermişti.<br />
Ancak bugün Türkiye İran ve Suriye<br />
konusunda ABD ile giderek artan bir<br />
beraberlik içerisinde hareket etmektedir.<br />
Son Tespitler<br />
Arap Baharı, Türkiye’nin güney sınırlarında<br />
istikrar ve refah kuşağı görevini görecek<br />
bir bölgesel düzen yaratma hedefini temel<br />
alan Orta Doğu politikası için önemli<br />
bir imtihan olmuştur. Türkiye ekonomik<br />
karşılıklı bağımlılık, yumuşak güç,<br />
diploması, aracılık ve taahhüt politikaları<br />
gibi çeşitli liberal araçlar kullanarak Orta<br />
Doğu’ya nüfuz etme yönünde proaktif bir<br />
yabancı politika takip etmiştir. Özellikle<br />
bölgesel aktörlerin bir araya gelerek kendi<br />
sorunlarına çözümler üretebilecekleri<br />
bölgesel tasarruf fikrini güçlendirmeyi<br />
hedeflemiştir.<br />
Son iki yılda Türkiye’nin bölgesel<br />
politikalarında meydana gelen değişiklikler,<br />
risklere karşı daha eğilimli olan ve Türkiye<br />
için yeni güvenlik riskleri oluşturan yeni<br />
bölgesel güvenlik ortamı ele alındığında<br />
daha kolay anlaşılabilir. Buna yanıt olarak<br />
Türkiye meydana gelen olayları bölgedeki<br />
güvenlik ve menfaatlerine fayda sağlayacak<br />
şekilde şekillendirebilme ümidiyle aynı<br />
proaktif yurtdışı politika yaklaşımını<br />
sürdürmüştür. Özellikle Türkiye’nin<br />
demokrasiyi savunduğunu ifade etmesi<br />
oldukça önemlidir, çünkü demokratik<br />
rejimlerin daha meşru ve dayanıklı<br />
hükümetler oluşturulmasına yardımcı<br />
olarak bölgesel düzenin istikrarı için en<br />
etkili çözüm olacağına inanmıştır.<br />
Bu süreçte Türkiye aynı zamanda<br />
özerk politikalar geliştirme becerileri<br />
konusundaki sınırlarını ve bölgesel<br />
temelli çözümler oluşturulması için<br />
bölgesel mekanizmaların zayıflıklarını<br />
da kavramıştır. Bunun bir sonucu<br />
olarak Türkiye Batı politikasını<br />
yeniden düzenlemiştir, ancak Batı<br />
ile koordinasyondan elde edilen bu<br />
süreç de Türkiye için yeni zorluklar<br />
barındırmaktadır, çünkü ABD ile birlikte<br />
hareket ettiği ölçüde söz konusu işbirliği<br />
de komşularıyla muhtemel gerilimler<br />
78<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye ve Arap Baharı:<br />
Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />
içerinde olmasına neden olacaktır. Bunun<br />
aksine, Washington ile yakın işbirliği<br />
Türkiye’nin yurt dışındaki algılanış şeklini<br />
değiştirmiştir. Batıyla olan ilişkilerin<br />
yeniden kalibre edilmesi eksen kayması<br />
konusundaki tartışmaları etkili bir şekilde<br />
sonlandırmıştır.<br />
Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı<br />
zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin<br />
de Orta Doğu’daki gelişmeleri göz önünde<br />
bulundurulduğunda yetersiz kaldığına<br />
dikkat edilmelidir. Hepsi bir arada göz<br />
önünde bulundurulduğunda, gelişmelerin<br />
ele alınması yönündeki Avrupa katılımı<br />
veya stratejik düşüncesi çok düşük<br />
seviyededir.<br />
ABD’yi bölgeye karşı gösterdiği<br />
nispi ilgisizlik bir iktidar boşluğu<br />
oluşturmaktadır ve Türkiye bölgesel bir<br />
aktör olarak bu boşluğu doldurmaya<br />
çabalasa da bu hedefini henüz<br />
gerçekleştirememiştir.<br />
Bununla birlikte Türkiye’nin Arap Baharı<br />
öncesindeki liberal araçlar yönündeki<br />
tercihi de önemli bir testten geçmektedir.<br />
Bu yeni ortamda, özellikle Suriye<br />
çatışmasına bağlı olarak, zorlu güvenlik<br />
sorunları, mecburi araçlar ve izolasyon<br />
politikaları da giderek artan bir şekilde<br />
Türkiye’nin dış politika gündeminde yerini<br />
almaktadır.<br />
Bölgedeki güvenlik ortamının risklere karşı<br />
açık olduğu düşünüldüğünde, Türkiye<br />
doğal olarak sert güç varlıklarını daha<br />
ciddi olarak düşünmektedir, ancak Türk<br />
diplomasisinin önümüzdeki günlerde sert<br />
ve yumuşak güç becerileri arasındaki hassas<br />
dengeyi sağlaması da önemli bir zorluk<br />
teşkil edecektir.<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
79
TÜRK KONSEYİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ<br />
YETERLİ Mİ<br />
Dr. Fatih Macit, Süleyman Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi, HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />
Giriş<br />
Türk Konseyi’nin temelleri 3 Ekim<br />
2009’da imzalanan Nahçivan Anlaşması<br />
ile atılmıştır. Örgüt ilk etapta Türkiye,<br />
Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın<br />
katılımı ile kurulmuştur. Bununla birlikte<br />
şu an üye olmayan Türkmenistan ve<br />
Özbekistan da potansiyel üye olarak<br />
görülmektedir. Bu rapor Türk Konseyi’nin<br />
özellikle Türkiye perspektifinden<br />
ekonomik potansiyelini incelemeyi ve ortauzun<br />
vadede ulaşabileceği noktayı analiz<br />
etmeyi amaçlamaktadır. Türk Konseyi üyesi<br />
olan ülkelerin ve bu birliğe üye olmaya aday<br />
Türkmenistan ve Özbekistan’ın özellikle<br />
son on yıldır göstermiş olduğu ekonomik<br />
ilerleme, bu oluşumun önemini daha da<br />
arttırmış ve bölge ülkeleri arasındaki ticari<br />
ve yatırıma dayalı ilişkilerin gelişimi adına<br />
söz konusu Birlik önemli bir başlangıç<br />
olmuştur. Konsey, ekonomik ve ticari<br />
ilişkileri geliştirmenin yanında dış politika<br />
konusunda ortak bir tavır belirlemek, her<br />
alanda bölgesel ve ikili işbirliği geliştirmek<br />
ve bilim, eğitim ve kültür alanlarında<br />
etkileşimi güçlendirmek gibi diğer amaçları<br />
da benimsemiştir.<br />
Konsey’in ekonomik açıdan orta ve uzun<br />
vadede gelebileceği noktayı incelemeden<br />
önce, üye ülkelerin mevcut ekonomik<br />
durumu hakkında kısa bir bilgi vermek<br />
faydalı olacaktır.<br />
Azerbaycan 86.600 km 2 yüzölçümüne ve<br />
yaklaşık 9 milyon nüfusa sahiptir. 2011<br />
yılı sonu itibarıyla ülkenin GSYİH’sı<br />
yaklaşık 63,4 milyar dolar seviyesinde iken<br />
ülkedeki işsizlik oranı % 6 seviyesinde<br />
bulunmaktadır. 2011 yılı için ülkenin<br />
toplam mal ihracatı 34,5 milyar dolar<br />
seviyesinde iken toplam mal ithalatı<br />
ise 10,2 milyar olarak gerçekleşmiştir.<br />
Böylece ülke 2011 yılında yaklaşık 24,3<br />
milyar dolar dış ticaret fazlası vermiştir.<br />
Azerbaycan ekonomisinde petrol ve doğal<br />
gaz ihracatının çok önemli bir ağırlığı<br />
vardır. Dünya Bankası’nın verilerine<br />
göre 2010 yılı itibarıyla petrol elde<br />
edilen rant, GSYİH’nın % 42,6’sına denk<br />
gelmektedir. Doğal gazdan elde edilen rant<br />
ise yine GSYİH’nın % 3,93’üne karşılık<br />
gelmektedir. Yani toplam ekonomik<br />
büyüklüğün neredeyse yarısı petrol ve<br />
doğal gaz üretimine dayanmaktadır.<br />
Azerbaycan turizm anlamında önemli<br />
bir potansiyele sahiptir ve ülkenin bu<br />
kaynaktan elde ettiği gelir de her geçen<br />
gün artmaktadır. 2010 yılı verilerine göre<br />
ülkeye yaklaşık 1,3 milyon turist gelmiş<br />
ve turizm gelirleri son on yılda on kattan<br />
fazla bir artış göstererek 792 milyon dolar<br />
seviyesine yükselmiştir.<br />
Kazakistan 2.724.900 km 2 yüzölçümüne<br />
ve yaklaşık 16,6 milyon nüfusa sahip bir<br />
ülkedir. 2011 yılı sonu itibarıyla ülkenin<br />
GSYİH’sı yaklaşık 186 milyar dolar<br />
seviyesinde olup kişi başına düşen milli<br />
80<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />
gelir yaklaşık 11.244 dolar düzeyindedir.<br />
2011 yılı sonu itibarıyla Kazakistan toplam<br />
mal ihracatı 88,5 milyar dolar düzeyinde<br />
iken toplam mal ithalatı ise 41,2 milyar<br />
dolar seviyesindedir. Kazakistan da<br />
Azerbaycan gibi yüksek miktarda dış ticaret<br />
fazlası vermektedir. 2011 yılı rakamlarına<br />
göre dış ticaret fazlasının GSYİH’ya oranı<br />
% 25,4 gibi rekor bir seviyeye yükselmiştir.<br />
Fakat Azerbaycan ekonomisinde olduğu<br />
gibi Kazakistan ekonomisi de çok büyük<br />
oranda petrol ve doğal gaz üretimine<br />
dayanmaktadır. 2010 yılı verilerine göre<br />
petrolden elde edilen rant GSYİH’nın<br />
% 22,4’üne denk gelirken doğal gazdan<br />
elde edilen gelir ise milli gelirin % 2,71’i<br />
düzeyindedir. Kazakistan aynı zamanda<br />
zengin kömür madenlerine sahiptir ve<br />
buradan elde edilen gelir de yine milli<br />
gelirin % 5,5’ine karşılık gelmektedir.<br />
Kırgızistan 199.900 km 2 yüzölçümüne<br />
ve 5,3 milyon nüfusa sahip bir ülkedir.<br />
Kırgızistan, Azerbaycan ve Kazakistan gibi<br />
doğal kaynak zengini bir ülke olmadığı<br />
için ekonomik anlamda bu ülkeler kadar<br />
bir ilerleme gösterememiştir. 2011 yılı<br />
sonu itibarıyla ülkenin GSYİH’sı 5,9<br />
milyar dolar seviyesinde olup kişi başına<br />
düşen milli gelir 1.075 dolar düzeyinde<br />
bulunmaktadır. Azerbaycan ve Kazakistan<br />
ile karşılaştırıldığında şehirlerde yaşayan<br />
nüfusun toplam nüfus içindeki payı çok<br />
daha düşük seviyededir. Konsey üyesi<br />
ülkeler arasında Türkiye’nin haricinde dış<br />
ticaret açığı veren tek ülke Kırgızistan’dır.<br />
Ülkenin 2011 yılı sonu itibarıyla yaklaşık<br />
2,3 milyar ihracatı ve yaklaşık 3,96 milyar<br />
ithalatı vardır. Bununla beraber GSYİH’nın<br />
% 27,6’sına denk gelen bir oranda dış<br />
ticaret açığı vermektedir.<br />
Şu an itibarıyla Konsey üyesi olmasalar<br />
da Türkmenistan ve Özbekistan da bu<br />
Konsey’in gelecekteki potansiyel üyeleri<br />
olarak ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
81
Fatih Macit<br />
“<br />
Temel ekonomik verilere bakıldığında,<br />
bağımsızlıklarını ilan etmelerini takip eden<br />
on yıl içinde Azerbaycan, Kazakistan ve<br />
Kırgızistan’ın ciddi bir ekonomik ilerleme<br />
kaydedemediği görülmektedir.<br />
bu ülkelerin mevcut ekonomik durumu<br />
hakkında da bilgi vermek faydalı olacaktır.<br />
Türkmenistan da Azerbaycan ve Kazakistan<br />
gibi zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına<br />
sahip olduğu için daha hızlı bir ekonomik<br />
ilerleme göstermiştir. 2011 yılı itibarıyla<br />
ülkenin GSYİH’sı 24,1 milyar dolar<br />
düzeyinde olup kişi başına düşen milli gelir<br />
4.722 dolar seviyesindedir. Azerbaycan ve<br />
Kazakistan’da olduğu gibi ülkedeki toplam<br />
ekonomik aktivitede petrol ve doğal gaz<br />
üretiminin çok büyük bir yeri vardır. Petrol<br />
rantının toplam GSYİH içindeki payı %<br />
19,7 seviyesinde iken doğal gazdan elde<br />
edilen rant ise yine GSYİH’nın<br />
% 24,2’sine karşılık gelmektedir.<br />
Özbekistan da Kırgızistan gibi doğal<br />
kaynak zengini bir ülke olmadığından<br />
bölgedeki diğer ülkeler kadar ilerleme<br />
kaydedememiştir. 2011 yılı sonu itibarıyla<br />
ülkenin toplam GSYİH’sı 45,4 milyar dolar<br />
düzeyinde iken kişi başına düşen milli gelir<br />
1.546 dolar seviyesinde bulunmaktadır.<br />
Özbekistan ciddi bir petrol ve doğal gaz<br />
zengini ülke olmamasına rağmen bölgede<br />
dış ticaret fazlası veren bir ülkedir. 2011<br />
yılı itibarıyla toplam mal ve hizmet ihracatı<br />
14,4 milyar dolar seviyesinde iken toplam<br />
mal ve hizmet ithalatı ise 12,5 milyar dolar<br />
düzeyindedir.<br />
Türk Konseyi Üye Ülkelerinde<br />
Ekonomik Gelişmeler ve<br />
İlişkiler<br />
Bu kısımda Türk Konseyi üye ülkeleri<br />
olan Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve<br />
Kırgızistan için temel ekonomik gelişmeler<br />
değerlendirilecek ve Türkiye’nin bu<br />
ülkelerle olan mevcut ekonomik ilişkileri<br />
ve bunun orta-uzun vadedeki potansiyeli<br />
incelenecektir.<br />
Temel ekonomik verilere bakıldığında,<br />
bağımsızlıklarını ilan etmelerini takip eden<br />
on yıl içinde Azerbaycan, Kazakistan ve<br />
Kırgızistan’ın ciddi bir ekonomik ilerleme<br />
kaydedemediği görülmektedir. Örneğin,<br />
1992 yılında Azerbaycan için kişi başına<br />
düşen milli gelir 712 dolar seviyesinde iken<br />
2002 yılına gelindiğinde bu rakam ancak<br />
730 dolar seviyesine yükselebilmiştir.<br />
Bu durumun oluşmasında bahsi geçen<br />
ülkelerin bağımsızlıklarını takip eden<br />
süre içerisinde sahip oldukları doğal<br />
kaynaklardan tam olarak faydalanamamış<br />
olmaları önemli bir etken olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır.<br />
Ayrıca etkin bir piyasa ekonomisinin<br />
olmaması ve ekonominin gelir üretme<br />
anlamında çeşitliliğinin olmaması da<br />
bahsi geçen ülkelerin bu dönemde yavaş<br />
82<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />
bir kalkınma seyri izlemelerinde etkili<br />
olmuştur. Türkiye ise yaşadığı siyasi<br />
istikrarsızlık ortamına rağmen bu ülkelere<br />
göre daha yüksek bir büyüme kaydetmiştir.<br />
Fakat ekonomide yüksek bütçe açıkları ve<br />
enflasyon gibi başka problemler kendini<br />
göstermiş ve 2001 yılında ülke, önemli bir<br />
ekonomik kriz geçirmiştir.<br />
2002 yılından sonraki süreçte ise özellikle<br />
zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına<br />
sahip Azerbaycan, Türkmenistan ve<br />
Kazakistan’da ekonomik büyüme çok<br />
daha hızlı ilerlemiştir. Bu hızlı ekonomik<br />
büyümenin altında yatan en önemli faktör<br />
olarak, bu süreçte hızla yükselen petrol<br />
fiyatları gösterilebilir.<br />
“<br />
Türk Konseyi üyesi ülkelerde hızla artan<br />
milli gelir, bu ülkelere doğrudan yabancı<br />
yatırımcı ilgisini de arttırmıştır.<br />
Türk Konseyi üyesi ülkelerde hızla artan<br />
milli gelir, bu ülkelere doğrudan yabancı<br />
yatırımcı ilgisini de arttırmıştır. Bu<br />
ülkelerde artan milli gelire paralel olarak<br />
bahsedilen ülkelere gelen doğrudan<br />
yatırım miktarı da önemli ölçüde artmıştır.<br />
Özellikle Kazakistan ve Azerbaycan<br />
gibi ülkeler GSYİH’nın % 10’una varan<br />
oranlarda doğrudan yabancı yatırım<br />
çekmişlerdir. Daha önce belirttiğimiz<br />
üzere, bu durumda ülkelerin kendi içsel<br />
dinamikleri etkili olduğu gibi dünyadaki<br />
likidite koşulları da süreci desteklemiştir.<br />
Bu dönemde dünyadaki genel ekonomik<br />
konjonktürün uygun olması ve bol likidite<br />
imkânı da bu ülkelerin elde ettiği yüksek<br />
ekonomik büyüme oranlarında etkili<br />
olmuştur. Bu dönemde Konsey üyesi<br />
Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />
yüksek bir ekonomik büyüme oranı<br />
kaydetmiştir. Ancak kişi başına düşen<br />
milli gelir açısından petrol ve doğal gaz<br />
zengini Azerbaycan ve Kazakistan çok daha<br />
yüksek rakamlara ulaşmıştır. 2011 yılı sonu<br />
itibarıyla bu ülkelerdeki kişi başına düşen<br />
milli gelir 10.000 dolar seviyesinin üstüne<br />
çıkmış iken Kırgızistan’da bu rakam 1.075<br />
dolar seviyesinde bulunmaktadır.<br />
Türkiye’nin Türk Konseyi üyesi<br />
Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />
ile ekonomik ilişkileri özellikle 2002’den<br />
sonra sürekli gelişen bir trend izlemiştir.<br />
Burada özellikle dış ticaret anlamında<br />
Türkiye’nin bu ülkelerle olan ilişkisi<br />
önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Örneğin<br />
2002 yılında Türkiye’nin toplam ihracatı<br />
içerisinde Azerbaycan’ın payı % 0,64<br />
seviyesinde iken bu oran 2011 sonu<br />
itibarıyla % 1,53’e çıkmıştır. Kazakistan ve<br />
Kırgızistan’a yapılan ihracatta da benzer bir<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
83
Fatih Macit<br />
durumun oluşmasıyla birlikte, Azerbaycan<br />
bu anlamda bu üç ülke arasında Türkiye’nin<br />
en büyük ihracat pazarı olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır.<br />
Dış ticarette izlenen bu seyirde aslında<br />
2002 yılından sonraki süreçte ihracat<br />
pazarlarını çeşitlendirme çabası da<br />
yatmaktadır. Türkiye için geleneksel<br />
ihracat pazarı Avrupa Birliği olmuştur<br />
ve birliğin toplam ihracat içindeki payı<br />
% 60 seviyelerine yakınlık arz etmiştir.<br />
Fakat özellikle 2002 yılından sonra hem<br />
dış politikada takip edilen yaklaşım hem<br />
de işadamlarının yeni pazarlar keşfetme<br />
gayreti ihracatın çok daha çeşitlenmesine<br />
ve yeni pazarlar oluşmasına vesile olmuştur.<br />
Bu durum Orta Asya ülkeleri ve bu<br />
bölgenin hızlı gelişme gösteren ülkeleri<br />
Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan<br />
için de geçerli olmuştur.<br />
Dış ticaret açısından Türkiye’nin payı<br />
Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />
nezdinde de geçtiğimiz son on yılda<br />
önemli ilerlemeler göstermiştir. Örneğin<br />
2002 yılında Azerbaycan’ın yaptığı toplam<br />
ithalatta Türkiye’nin payı % 7,2 seviyesinde<br />
iken 2011 sonu itibarıyla bu oran % 12,99<br />
seviyesine yükselmiştir. Kazakistan ve<br />
Kırgızistan için de Türkiye’nin yaptıkları<br />
toplam ithalattaki payı artırmakla birlikte<br />
Azerbaycan ile karşılaştırıldığında çok<br />
gerilerde kalmaktadır.<br />
Rakamlar ilerleme göstermekle birlikte<br />
oranların halen düşük seviyelerde<br />
olması önümüzdeki dönemde dış ticaret<br />
anlamında Konsey üyesi ülkeler arasında<br />
çok ciddi bir potansiyel olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
2011 sonu itibarıyla Türkiye’nin bu üç<br />
ülkeye yaptığı ihracat, ülkedeki toplam<br />
ihracatın sadece % 2,37’sine denk<br />
gelmektedir. Bu ülkelerdeki yüksek<br />
ekonomik büyüme ortamının hala devam<br />
ettiği düşünüldüğünde, bundan sonraki<br />
süreçte bu rakamların çok daha yukarılara<br />
çıkması noktasında ciddi bir potansiyelin<br />
olduğu görülmektedir.Özellikle petrol ve<br />
doğal gaz zengini Azerbaycan, Kazakistan<br />
ve Türkmenistan gibi ülkelerde yüksek<br />
enerji fiyatlarına bağlı olarak satın alma<br />
gücü, önümüzdeki yıllarda da artmaya<br />
devam edecek ve bu durum bu ülkelerin<br />
ithal mal talebinin daha da artmasına sebep<br />
olacaktır.<br />
84<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Türkiye Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />
Konsey üyesi ülkelerdeki bir diğer<br />
önemli ekonomik parametre de özellikle<br />
Azerbaycan ve Kazakistan’ın çok yüksek<br />
miktarlarda cari işlemler fazlası veriyor<br />
olmasıdır. Örneğin; Azerbaycan’ın<br />
2011 yılında verdiği cari işlemler fazlası<br />
GSYİH’nın % 27’sine denk gelmektedir.<br />
Türkiye ise tam tersine yüksek cari açık<br />
veren ve yatırımlarını finanse etmek için<br />
ciddi anlamda yabancı kaynağa ihtiyaç<br />
duyan bir ülkedir.<br />
Türkiye bu ülkelerde oluşan cari işlemler<br />
fazlasını özellikle doğrudan yabancı yatırım<br />
şeklinde çekmek adına ciddi bir potansiyele<br />
sahiptir. Örneğin; Türkiye’de büyük<br />
yatırımları olan ve bunları artırmaya devam<br />
eden SOCAR grubu, bu anlamda güzel bir<br />
örnek teşkil etmektedir. Türkiye, Konsey<br />
üyesi ülkelerle bu anlamda işbirliğini<br />
artırmalı ve SOCAR benzeri grupların<br />
Türkiye’de yapabileceği doğrudan<br />
yatırımları teşvik etmelidir. Türkiye’de<br />
özellikle enerji, sağlık, turizm, tarım ve<br />
inşaat gibi sektörlerde kârlı yatırım<br />
fırsatları bulunmaktadır. Bölge ülkeleri ile<br />
işbirliğinin güçlendirilmesi adına, bu konu<br />
da çok büyük önem arz etmektedir.<br />
Doğrudan yatırımlar açısından<br />
bakıldığında, Konsey üyesi ülkeler arasında<br />
Azerbaycan çok daha ön plana çıkmaktadır.<br />
Türkiye pazarına Petkim’i satın alarak giren<br />
Azerbaycanlı SOCAR grubu, bugün devam<br />
eden rafineri yatırımı ile birlikte Türkiye’de<br />
en büyük doğrudan yabancı yatırımcı<br />
konumuna gelmiştir. Yine Azerbaycanlı<br />
işadamlarının Türkiye’de özellikle turizm<br />
alanında yatırımları bulunmaktadır. Buna<br />
benzer girişimlerin, tasarruf fazlası olan<br />
bölgedeki diğer ülkeler ile de kurulması<br />
hem ilişkilerin daha fazla güçlenmesine<br />
yardımcı olacak hem de ülkeler arasında<br />
kazan-kazan prensibine dayalı ekonomik<br />
ilişkilerin gelişmesini sağlayacaktır.<br />
Bu ülkelerde her geçen yıl daha da iyi<br />
duruma gelen refah ortamının bir diğer<br />
sonucu da Türk işadamlarının bölgeye<br />
yaptıkları yatırımları arttırmak olmalıdır.<br />
Türkiye bugüne kadar özellikle inşaat<br />
sektöründe bölgede önemli projelere<br />
imza atmıştır. Fakat takip eden süreçte,<br />
bölgede fırsatlar sunan diğer sektörlerde de<br />
ekonomik ilişkilerin gelişmesi adına Türk<br />
yatırımcıları fırsatları değerlendirmelidir.<br />
Sonuç<br />
Türkiye ekonomisinin dışa açılma sürecinin<br />
başladığı 1980’lerden bu yana Avrupa, hem<br />
dış ticaret anlamında hem de doğrudan<br />
yatırımlar anlamında Türkiye’nin en büyük<br />
ilişki kurduğu bölge olmuştur. Fakat Avrupa<br />
Birliği’nin son yıllarda yaşamakta olduğu<br />
kriz ve bunun muhtemel etkileri göz önüne<br />
alındığında Türkiye için farklı alternatifler<br />
oluşturma ihtiyacı ön plana çıkmaktadır. Bu<br />
noktada <strong>Hazar</strong> Bölgesi, Türkiye için önemli<br />
fırsatlar oluşturmaktadır ve bu kapsamda<br />
kurulan Türk Konseyi bölgedeki önemli<br />
ülkeleri bir araya getirmesi açısından<br />
oldukça değerlidir. Şu an Konsey’in üyesi<br />
olan Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />
85
Fatih Macit<br />
son yıllarda hızlı bir ekonomik kalkınma<br />
göstermiş ve bu ülkelerdeki satın alma<br />
gücü önemli miktarda yükselmiştir.<br />
Burada özellikle zengin petrol ve doğal<br />
gaz gelirleriyle dikkat çeken Azerbaycan<br />
ve Kazakistan ekonomik anlamda daha ön<br />
plana çıkmış ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin uzun<br />
dönemde büyük potansiyel vaat eden<br />
ülkeleri konumuna gelmişlerdir. Yine<br />
önümüzdeki yıllarda Konsey’in muhtemel<br />
bir üyesi olarak gündeme gelecek olan<br />
Türkmenistan, sahip olduğu doğal<br />
kaynaklar sayesinde önemli bir ekonomik<br />
güç haline gelmiştir.<br />
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve<br />
Türkmenistan gibi ülkelerde artan refah<br />
ortamını da dikkate alarak Türkiye,<br />
bu bölgeyle yaptığı işbirliğini sadece<br />
enerji politikalarıyla sınırlamamalı;<br />
hem dış ticaret hem de doğrudan<br />
yatırımlar anlamında bölgedeki fırsatları<br />
değerlendirmelidir. Özellikle Azerbaycan,<br />
Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkelerde<br />
oluşan yüksek miktardaki cari işlemler<br />
fazlası bu ülkeler için önemli bir yurtdışı<br />
yatırım kaynağı oluşturmaktadır. Türkiye<br />
75 milyon civarındaki nüfusu ve son<br />
derece olumlu demografik yapısı ile bu<br />
ülkeler açısından son derece önemli bir<br />
yatırım alanı olarak ön plana çıkmaktadır.<br />
Dolayısıyla Türkiye bu perspektiften de<br />
bölge ile bağlarını güçlendirmeli ve bölge<br />
ülkeleri arasında ekonomik işbirliğinin<br />
artmasına önem vermelidir.<br />
KAYNAKÇA<br />
Dünya Bankası resmi sayfası,<br />
http://data.worldbank.org/country, World Bank Database<br />
(erişim tarihi 12.11.2012).<br />
Türkiye İstatistik Kurumu resmi sayfası,<br />
http://www.tuik.gov.tr/VeriTabanlari.do, TUİK Veritabanları<br />
(erişim tarihi 12.11.2012).<br />
UNCTAD, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı<br />
resmi sayfası, http://unctad.org/en/Pages/Home.aspx,<br />
UNCTADSTAT Database, http://unctadstat.unctad.org,<br />
(erişim tarihi: 12.11.2012).<br />
86<br />
HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>
Call for Papers<br />
hazar<br />
strateji<br />
enstitüsü<br />
H A S E N<br />
Caspian Strategy Institute calls for individual<br />
policy paper proposals for its Caspian Report<br />
journal. Caspian Report aims to facilitate<br />
dialogue and exchange of ideas between policy<br />
makers, scholars and researchers whose research<br />
is related to Caspian, Central Asia, Caucasus,<br />
Turkey and broader Eurasia. The program aims<br />
to contribute to the diversity of voices and<br />
analytical perspectives on abovementioned<br />
geographies. For further information, visit www.<br />
hasen.org.tr<br />
We welcome individual paper proposals on<br />
policy-relevant issues from disciplines such as<br />
history, political science, international relations,<br />
public policy, economics, sociology and conflict<br />
resolution. While papers can be from a broad<br />
range of topics, we emphasize that the subject<br />
matter should have policy implications.<br />
Please submit your paper and a short bio page as<br />
separate word document attachments to paper@<br />
hasen.org.tr by May 1, <strong>2013</strong>.<br />
Bildiri ve Makale Çağrısı<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü olarak, <strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong> isimli<br />
dergimizde yayınlanmak üzere makale önerileri<br />
gönderilmesi için çağrıda bulunuyoruz. <strong>Hazar</strong><br />
<strong>Raporu</strong>; <strong>Hazar</strong>, Orta Asya, Kafkasya, Türkiye<br />
ve Avrasya bölgesiyle alakalı araştırma yapan<br />
akademisyenler, sektörel temsilciler ve aydınlar<br />
ile iletişim kurup fikir alışverişinde bulunmayı<br />
hedefliyor. Bu duyurunun amacı; farklı fikirlerin bir<br />
araya gelmesi ve düşünce zenginliğinin gelişimine<br />
katkıda bulunarak yukarıda bahsedilen coğrafyaya<br />
ilişkin analitik bakış açıları oluşmasını sağlamaktır.<br />
Ayrıntılı bilgi için www.hasen.org.tr adresini ziyaret<br />
edebilirsiniz.<br />
Tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, kamu<br />
yönetimi, iktisat, sosyoloji ve uyuşmazlık<br />
çözümü gibi alanlarda makale önerilerinizi<br />
bekliyoruz. Makalelerin teması ile ilgili hususi<br />
bir kısıtlama söz konusu olmamakla birlikte<br />
altını çizmek gerekir ki makale konusu mutlaka<br />
ilgililere tavsiye verici ve yol gösterici nitelikte<br />
olmalıdır.<br />
1 Mayıs <strong>2013</strong> tarihine kadar makaleniz ve kısa<br />
biyografinizi iki ayrı Word dosyası halinde<br />
paper@hasen.org.tr adresine gönderebilirsiniz.
Contents<br />
ARTICLES<br />
The EU and the South Caucasus: How Far, How Deep<br />
Amanda Paul, European Policy Center (EPC) Expert<br />
89<br />
English Part<br />
Why The Caspian Matters!<br />
Khazar İbrahim, Head of The Mission of Azerbaijan to NATO<br />
The Southern Gas Corridor - A Case of Peanuts<br />
John Roberts, Energy Security Specialist, Platts<br />
96<br />
100<br />
Azerbaijan And Energy Security of Europe:<br />
Balancing National Priorities and International Commitments<br />
Gulmira Rzayeva, Leading Research Fellow Economic Analysis and<br />
Global Affairs Department Center for Strategic Studies of Azerbaijan<br />
105<br />
Turkey and The Arab <strong>Spring</strong>:<br />
Transformations in Turkey’s Middle East Policy<br />
Şaban Kardaş, TOBB University, Assistant Professor,<br />
Member of HASEN Board of Experts<br />
119<br />
CASPIAN REPORT / SPRING <strong>2013</strong>
The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />
THE EU AND THE SOUTH CAUCASUS:<br />
HOW FAR, HOW DEEP<br />
Amanda Paul, European Policy Center (EPC) Expert<br />
Engaging with the South Caucasus –<br />
particularly early on – was something of<br />
a controversial issue for the EU. Some<br />
member states were less than enthusiastic<br />
about entering a region burdened with<br />
so many serious problems, including<br />
significant security challenges, and<br />
which had been predominantly a zone of<br />
influence of the Russian Federation for<br />
decades.<br />
However, over the last decade, the EU has<br />
slowly but surely increased its engagement,<br />
developing closer economic and political<br />
ties with Armenia, Azerbaijan and<br />
Georgia. While concerns over the fragile<br />
security situation and the possible impact<br />
on the EU has been a motive for further<br />
engagement, tapping into the rich Caspian<br />
energy resources seems to have been the<br />
most significant factor. Yet, while today<br />
the EU declares it wants a stable, secure<br />
and prosperous neighborhood, how far and<br />
how deep it is prepared to go to achieve<br />
this goal remains unclear.<br />
The South Caucasus is a region of<br />
wonderful cultural diversity, a bridge<br />
between continents and a centuries old<br />
crossroads for energy and transport<br />
routes between East-West and North-<br />
South Eurasia. During the aftermath<br />
of the breakup of the Soviet Union,<br />
the region went through a period of<br />
significant turmoil. Like other post-<br />
Soviet republics, Armenia, Azerbaijan<br />
and Georgia experienced a difficult<br />
political and economic transition. This<br />
was compounded by the consequences<br />
of the horrific conflicts that erupted at<br />
the beginning of the 1990’s, and which<br />
led to significant political and economic<br />
instability as well as high numbers of<br />
Internally Displaced Persons (IDPs) and<br />
refugees. More than twenty years on, the<br />
South Caucasus countries can no longer<br />
be considered “in transition” and Armenia,<br />
Azerbaijan, and Georgia have built<br />
functioning sovereign states. However,<br />
to this day, separatism, political instability<br />
and democratic deficits make the South<br />
Caucasus one of the most explosive regions<br />
in the EU’s direct neighbourhood.<br />
An Exotic Far Away Land<br />
During the 1990’s the South Caucasus was<br />
a distant region for the EU: an exotic, far<br />
away land, which most EU bureaucrats<br />
knew very little about and often had<br />
difficulty locating on a map. Preoccupied<br />
with the bloody wars in the Balkans and<br />
the new realities unfolding in its Eastern<br />
neighbourhood, following the collapse of<br />
the iron curtain, there was little time or<br />
energy to dedicate to the region. Hence<br />
it is little surprise that back then the EU’s<br />
involvement was principally in terms of<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
89
Amanda Paul<br />
financial assistance. In fact the EU was the<br />
biggest financer of development projects<br />
in the region between 1991 and 2000,<br />
investing well over one billion euros in<br />
Armenia, Azerbaijan and Georgia.<br />
However, over the last ten years the EU<br />
has slowly roused to the increasingly<br />
importance of the region, not least as an<br />
energy and transport hub. Consequently<br />
the EU has elbowed its way in and stepby-step<br />
slowly beefed up its engagement.<br />
In fact, unlike traditional regional powers<br />
(Russia, Iran and more recently Turkey),<br />
the EU is rather uniquely placed to play<br />
a key role in the transformation and<br />
democratization of this region because of<br />
its lack of historical baggage with the three<br />
countries. Furthermore, with the apparent<br />
decline of US interest, with Washington<br />
increasingly viewing the South Caucasus<br />
as the EU’s neighbourhood and therefore<br />
responsibility, there is an even greater need<br />
for the EU to be active there.<br />
There are several reasons why the South<br />
Caucasus became more visible on the<br />
EU’s radar. First, through its enlargements<br />
the EU moved closer to the region<br />
geographically, taking on new members<br />
to which this region mattered more.<br />
Second, the 20<strong>03</strong>-2004 Rose Revolution in<br />
Georgia opened the door for the spread of<br />
democracy and reform while also bringing<br />
to power a President who quickly moved to<br />
align Georgia with the West and demanded<br />
more from the EU. And last, but possibly<br />
most importantly of all, is the issue of<br />
EU energy security. Heavily dependent<br />
on Russian gas, the Caspian region, with<br />
Azerbaijan as the “gateway”, represented a<br />
“<br />
The ENP, somewhat ambitiously, aimed<br />
to create an area of stability, security<br />
and prosperity embedded in EU values.<br />
significant opportunity to diversify energy<br />
sources and suppliers. The Russian-<br />
Ukraine gas war of 2009, which left many<br />
households in Eastern Europe without gas<br />
for several days, increased the urgency of<br />
this issue and led to the Southern Corridor<br />
project. Moreover, the EU’s new energy<br />
interests in the region gave it an additional<br />
reason to feel concerned about the fragile<br />
security situation as a consequence of<br />
unresolved conflicts of South Ossetia<br />
and Abkhazia (Georgia) and Nagorno-<br />
Karabakh (Azerbaijan and Armenia).<br />
For the most part, the EU’s increased<br />
interest in the region was welcomed.<br />
Above and beyond the financial assistance<br />
that was put on the table, deeper economic<br />
and political cooperation with the EU<br />
represented an opportunity to work<br />
towards more balanced foreign and<br />
economic policies, principally aimed at<br />
reducing the role of Russia.<br />
Increased Engagement:<br />
Step-by-Step<br />
The December 20<strong>03</strong> Security Strategy,<br />
which came in the midst of Georgia’s<br />
Rose Revolution, underlined the need<br />
to avoid new dividing lines in Europe,<br />
calling on the EU to “take a stronger and<br />
more active interest in the problems of<br />
the South Caucasus”, stating “we need<br />
to extend the benefits of economic and<br />
90<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />
political cooperation to our neighbours in<br />
the East while tackling political problems<br />
there. We should now take a stronger and<br />
more active interest in the problems of<br />
the Southern Caucasus, which will in due<br />
course also be neighbouring region” 1 . This<br />
was quickly followed by the appointment<br />
of the first EU Special Representative<br />
for the region, Heikki Talvitie, who was<br />
tasked with “assisting the countries of the<br />
South Caucasus in carrying out political<br />
and economic reforms, preventing and<br />
assisting in the resolution of conflicts,<br />
promoting the return of refugees and<br />
internally displaced persons, engaging<br />
constructively with key national actors<br />
neighbouring the region, supporting intraregional<br />
co-operation and ensuring coordination,<br />
consistency and effectiveness<br />
of the EU’s action in the South Caucasus” 2 .<br />
Unfortunately, this very ambitious agenda<br />
remained largely on paper, unimplemented,<br />
with the new EUSR having a rather empty<br />
“tool box” which resulted in him having<br />
little or no impact and being drowned out<br />
by all the other actors and regional powers<br />
already on the scene.<br />
The EU moved up a gear in 2007 when<br />
Romania and Bulgaria joined the EU<br />
making the region a “neighbour”, which<br />
was followed by the South Caucasus<br />
becoming part of the European<br />
Neighbourhood Policy (ENP), although<br />
not immediately. Its eventual inclusion was<br />
not least due to the significant efforts of<br />
Georgian President, Mikhail Saakashvili,<br />
who carried out a very dynamic and<br />
successful lobbying campaign. The ENP,<br />
1 www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf<br />
2 http://www.eu-un.europa.eu/articles/en/article_11895_<br />
en.htm<br />
somewhat ambitiously, aimed to create an<br />
area of stability, security and prosperity<br />
embedded in EU values. The then<br />
European Commission President Romano<br />
Prodi pointed to a ring of well governed<br />
countries and a community of values<br />
where fundamental freedoms and the rule<br />
of law are respected. During 2007 the EU<br />
also gave birth to the Black Sea Synergy<br />
(BSS), which also encompassed the South<br />
Caucasus states.<br />
While the BSS never really got off the<br />
drawing board, the ENP disappointed,<br />
failing to achieve its desired goals. This<br />
disappointing outcome seems to be a<br />
consequence of two things: First there was<br />
a misunderstanding over the objectives<br />
of the ENP from both sides. The EU put<br />
into the basket all its neighbours, both<br />
southern and eastern, without really<br />
taking into account their expectations and<br />
aspirations. Secondly, the ENP countries<br />
did not have a clear understanding of what<br />
they would receive in concrete terms while<br />
implementing the quite often difficult and<br />
expensive reforms. In short the incentives<br />
provided by the ENP were too weak with<br />
too much stick and not enough carrots.<br />
This led to the birth of the Eastern<br />
Partnership (EaP) initiative in 2009.<br />
Although the final product was a<br />
considerably watered down version of<br />
the original proposal put on the table by<br />
Sweden and Poland, it opened the door<br />
for much closer political and economic<br />
cooperation using “soft power”, and the<br />
“more and more” or “less for less” principle<br />
to press for reform and democratization.<br />
The EaP received an unexpected boost<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
91
Amanda Paul<br />
following the 2008 Russia-Georgia war<br />
which shook the South Caucasus and<br />
its neighbours to the core. Somewhat<br />
paradoxically, it led to the EU making<br />
its most substantial commitment to the<br />
South Caucasus. While the five-day war<br />
represented a serious setback, it served to<br />
highlight the fragility of the region, which<br />
gave impetus to some initiatives that might<br />
otherwise have taken considerably longer<br />
to see the light of day: namely Association<br />
Agreements and Deep and Comprehensive<br />
Free Trade Agreements (DCFTA).<br />
All three countries are presently<br />
negotiating Association Agreements<br />
and in the case of Georgia and Armenia,<br />
DCFTAs. Not being a member of the<br />
WTO, Azerbaijan is not yet in a position<br />
to negotiate a DCFTA. All three are also<br />
negotiating visa facilitation and in the<br />
case of Georgia, visa liberalization. In<br />
line with its” more for more” principle the<br />
EU has requested visible and sustainable<br />
progress in a number of key areas including<br />
judicial reform, freedom of media and civil<br />
liberties, improving business climate and<br />
cracking down on corruption. Moreover, it<br />
has demanded that elections are held – in<br />
<strong>2013</strong> all three countries face Presidential<br />
elections - in line with international<br />
norms. In the cases of Georgia and<br />
Armenia the process has produced tangible<br />
results and both countries are set to<br />
finalize negotiations later this year and<br />
possibly initial their agreements at the<br />
November Vilnius Eastern Partnership<br />
summit. Azerbaijan is less advanced in its<br />
negotiations, and seems unlikely to finalize<br />
this year.<br />
Georgia continues to cite membership<br />
in the Euro-Atlantic institutions as a<br />
priority and has the best reform record<br />
in the region. It is also the only South<br />
Caucasus state that has carried out a<br />
peaceful transfer of power. Armenia, under<br />
current President, Serge Sargsyan, while<br />
having very close relations with Moscow<br />
has moved to strengthen ties with the<br />
EU over the last couple of years, in an<br />
effort to bring more balance to Armenia’s<br />
foreign policy, although Russia with its<br />
tight economic, political and security ties<br />
to Yerevan will remain its key interlocutor,<br />
followed by Iran. Azerbaijan, has managed<br />
to achieve a balanced foreign policy and<br />
while Baku declares a strong interest<br />
in deeper cooperation with the EU in<br />
various different sectors, the relationship<br />
is currently dominated by energy<br />
cooperation, with Azerbaijan’s Shah Deniz<br />
II gas field set to quench the thirst of the<br />
gas gobbling EU with Baku also being key<br />
to the development of a Trans-Caspian<br />
pipeline.<br />
EU and Conflict Resolution:<br />
A Status Quo Actor<br />
Unfortunately, the unresolved conflicts<br />
continue to hobble the development and<br />
potential of the region, making broad<br />
regional cooperation projects almost nonexistent.<br />
While one of the principal goals<br />
of the 20<strong>03</strong> Security Strategy was for the<br />
EU to play a greater role in the “resolution”<br />
of the protracted conflicts, in reality there<br />
has been little appetite to do so. Rather,<br />
the EU has preferred to stay on the<br />
sidelines, supporting other international<br />
actors, only taking on a great role when<br />
92<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />
pushed to do so as was the case in the 2008<br />
Georgia-Russia war.<br />
In the aftermath of the Georgia-Russia<br />
war, the EU found itself having to step up<br />
and take the lead. The then EU French<br />
Presidency acted quickly and efficiently,<br />
with the then French President, Nicholas<br />
Sarkozy, carrying out breakneck shuttle<br />
diplomacy between Moscow and Tbilisi,<br />
eventually brokering the Sarkozy-<br />
Medvedev ceasefire agreement. The EU<br />
became the main security actor in the<br />
region, deploying the European Union<br />
Monitoring Mission (EUMM), while also<br />
being a co-chair of the Geneva Process<br />
peace talks aimed at finding a solution to<br />
the protracted conflicts. Unfortunately, the<br />
six-point peace plan remains only partially<br />
implemented by Moscow, while the EU<br />
has no access to South Ossetia or Abkhazia<br />
with the Russian military having cut off<br />
all communication with the EUMM and<br />
declared the head of the mission, persona<br />
non-grata . There has been little effort to<br />
tackle Moscow on these issues. This is<br />
probably partially through concern that<br />
Russia may become “awkward” over other<br />
issues that are of greater importance to the<br />
international community, such as Iran or<br />
Afghanistan.<br />
Furthermore, after four years the Geneva<br />
Peace Process is little more than “palliative”<br />
and is not an effective mechanism for the<br />
resolution of the two conflicts. However,<br />
as if often the case, the ‘status quo’ has<br />
become comfortable, with little thinking<br />
over possible alternative options.<br />
Regarding the Nagorno-Karabakh conflict,<br />
which represents the greatest threat to<br />
regional security, the EU has an almost<br />
non-existent role in the peace process.<br />
Rather it is satisfied to continue to support<br />
the efforts of the OSCE Minsk Group of<br />
which France in a co-chair as well as the<br />
additional mediation efforts that have been<br />
led by the Russians during the Medvedev<br />
Presidency.<br />
Negotiations on a set of “Basic Principles”<br />
which have been going on for several years<br />
are stalled, with tensions in and around<br />
the “Line of Contact” flaring up in 2012.<br />
Unfortunately, while it is increasingly<br />
recognized that the current Minsk Group<br />
format has become too cozy and stale, and<br />
desperately needs to be shaken up, there is<br />
insufficient interest from the international<br />
community, including the EU, to take<br />
meaningful steps to change the status quo.<br />
This approach is particularly short-sighted<br />
given the fragility of the ceasefire and the<br />
devastation renewed warfare would bring<br />
to this already beleaguered region.<br />
So far the EU’s main contribution has<br />
been via the European Partnership for the<br />
Peaceful Settlement of the Conflict over<br />
Nagorno-Karabakh (EPNK) and support<br />
for confidence building measures (CBMs).<br />
“EPNK is a European civil society initiative<br />
that works with local partners in the South<br />
Caucasus on a wide range of peace-building<br />
activities to positively impact the Nagorno-<br />
Karabakh conflict settlement process”. It<br />
has also pledged to take a key role in and<br />
eventual post-conflict settlement process.<br />
Unlike the conflicts in Georgia and<br />
Moldova (Transnistria) the EU has<br />
something of an ambiguous position<br />
on the issue of Azerbaijan’s territorial<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
93
Amanda Paul<br />
integrity. It trys to maintain a “balanced<br />
position” between Armenia and Azerbaijan.<br />
Whereas the ENP EU-Armenia Action Plan<br />
recalls the principle of Self-determination,<br />
the ENP EU-Azerbaijan Action Plan insists<br />
on territorial Integrity. Even though the<br />
EU may explain these divergences as a<br />
consequence of the bilateral negotiation<br />
processes, it has nevertheless served<br />
to undermine the EU’s integrity and<br />
credibility in Baku, underlining the<br />
challenges the EU faces in dealing with this<br />
conflict. Hence the EU has been unwilling<br />
to further dip its toe into the Karabakh<br />
issue.<br />
Russian Influence:<br />
Ebbing Away<br />
While there are a number of other regional<br />
players jostling for influence in the South<br />
Caucasus, including Iran and Turkey,<br />
Russia is the most visible actor. Moscow<br />
has always been skeptical about other<br />
players moving into what it views as its<br />
“sphere of influence”. Hence Moscow<br />
viewed the ENP and the EaP, as tools<br />
aimed at reducing Moscow’s influence.<br />
Furthermore, there has been a growing<br />
rivalry between Russia and the West over<br />
control of the region’s oil and gas resources<br />
and potential as transport hub. The fact<br />
that Azerbaijan has made it clear that the<br />
EU market is where it wants its gas headed,<br />
for commercial rather than geostrategic<br />
reasons, was hardly welcomed by the<br />
Kremlin.<br />
While Russian influence has decreased,<br />
Moscow still remains a significant regional<br />
actor. Following the 2008 Russia-Georgia<br />
conflict, Russia re-established itself as the<br />
dominant actor in the South Caucasus,<br />
consolidating its military presence in the<br />
region. While relations with Georgia<br />
froze under the former government of<br />
President Saakashvili, Georgia’s new Prime<br />
Minister, Bidzina Ivanishvili, has pledged<br />
to improve relations with Moscow. At<br />
this point it is still unclear how far this<br />
rapprochement will go. However, if<br />
Moscow is hoping for a return to “days<br />
gone by,” it may be disappointed. The Rose<br />
Revolution changed Georgia’s relationship<br />
with Moscow for good. No leader will take<br />
Georgia back there.<br />
Only Azerbaijan has rid itself of a Russian<br />
military presence, with the recent closure<br />
of the Gabala Radar station at the end of<br />
2012, removing the last trace of the Russian<br />
military from Azerbaijani soil. Armenia<br />
is in something of a different situation.<br />
According to James Nixey of Chatham<br />
House, “Russian influence in Armenia is so<br />
great that a lack of sovereignty should be<br />
Armenia’s number one concern” 3 .<br />
Yet Russia keeps pushing against the<br />
tide and continues to try and outbalance<br />
growing Western involvement –<br />
increasingly so since the return of Vladimir<br />
Putin to the Kremlin. To this end Moscow<br />
has developed its own soft power tool box<br />
including trade and economic incentives,<br />
a “billionaires club”, the dissemination of<br />
Russian culture (Russian cinema, language,<br />
print media, TV broadcasting), and the<br />
Russian Orthodox Church. The newly<br />
created “Eurasian Union” is aimed to be an<br />
alternative integration project for the EU’s<br />
Association Agreements and DCFTA’s.<br />
3 James Nixey, The Long Goodbye : Waning Russian Influence<br />
in the South Caucasus, Chatham House, June 2012<br />
94<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />
Unfortunately for Moscow there has<br />
been little real interest, with the Eurasian<br />
Union being seen as primarily of benefit to<br />
Moscow.<br />
While there is clearly plenty of opportunity<br />
to work together in the region there<br />
is presently virtually no cooperation<br />
between the EU and Russia with Moscow<br />
continuing to see the South Caucasus as<br />
a theatre for its own interests. <strong>2013</strong> will<br />
be a particularly important year. The<br />
Presidential elections, will offer a greater<br />
opportunity for Moscow to employ its soft<br />
power; the extent to which Georgian Prime<br />
Minister, Bidzina Ivanishvili, mends fences<br />
with Russia may also prove to be crucial;<br />
while the final decision over which project<br />
will deliver Azerbaijani gas to the EU<br />
market (Nabucco West or TAP) may also<br />
impact on the situation in the region).<br />
Prospects for Future EU<br />
Engagement<br />
While the EU is playing an important role<br />
by supporting the democratization and<br />
modernization process of the states of the<br />
South Caucasus, the fact that it has no<br />
comprehensive strategy for the region is a<br />
significant impediment for it policy in the<br />
long term. Moreover, the EU’s continues to<br />
happily “box under its weight” and despite<br />
official declarations seems to continue to<br />
view the region as its periphery. The fact<br />
that the recommendations outlined in the<br />
European Parliament’s 2010 “EU Strategy<br />
for the South Caucasus” have for the most<br />
part been ignored, would suggest that<br />
beyond the key issue of energy, the EU<br />
continues to have a half-hearted approach.<br />
While the EU is currently caught up in<br />
its “internal cuisine” it needs to keep its<br />
eyes on the South Caucasus ball. If the<br />
EU is serious about promoting a secure,<br />
stable and prosperous neighbourhood it<br />
must invest greater political clout in the<br />
region. One day the EU will have to decide<br />
whether the EaP countries have a future as<br />
full members of the EU. For a country like<br />
Georgia, there will be an expectation that<br />
the EU must go beyond acknowledging<br />
Georgia’s “European choice” and put a<br />
membership on the perspective on the<br />
table.<br />
Furthermore, while the EU has invested<br />
a lot of financial resources and political<br />
capital into developing the Southern<br />
Corridor the same sort of political capital<br />
should be invested into conflict resolution,<br />
with the EU taking on a more significant<br />
role rather than being content to sit on<br />
the sidelines. After all any large scale<br />
resumption of war in the region will<br />
represent a significant threat to these<br />
investments and to the EU’s access to the<br />
Caspian energy reserves more generally.<br />
There is also a need for the EU to engage<br />
to Russia to a greater extent on regional<br />
issues, pressing for greater dialogue over<br />
the not insignificant challenges faced in<br />
this region. This should include much<br />
closer and more constructive cooperation<br />
on conflict resolution. The EU needs to<br />
stop having a policy which seems to avoid<br />
any confrontation with Moscow but rather<br />
look for opportunities for cooperation<br />
could bring tangible benefits for both<br />
partners as well as the region.<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
95
WHY THE CASPIAN 2<br />
MATTERS!<br />
Amb. Khazar İbrahim 1 , Head of The Mission of Azerbaijan to NATO<br />
Many regions try to find and prove their<br />
importance in global affairs. The major<br />
international news headlines mostly<br />
cover Middle East, China, Russia, Iran,<br />
Afghanistan while the Caspian region is<br />
often out of the radar. Does it mean that<br />
Caspian does not matter! I would argue, on<br />
the contrary, that it matters a lot for three<br />
main reasons. 12<br />
Location. In fact, geographically, the<br />
Caspian is in between most of the regions<br />
or within some of the countries which<br />
occupy the headlines. Russia, a strong<br />
regional power with the second largest<br />
nuclear arsenal and global ambitions, and<br />
Iran, another regional power in contention<br />
with most western countries because of its<br />
nuclear ambitions, are the littoral Caspian<br />
countries by default. The major objective<br />
which still preoccupies Russian minds is<br />
how to restore the country’s ability to be<br />
an independent center of influence. 3<br />
For<br />
many Russian neighbors it translates into<br />
the Russian dominance, which they outright<br />
resist.<br />
Iran, in its turn, suffering from international<br />
sanctions, will hold the talks with P5+1<br />
soon in Astana. Most of the previous<br />
negotiations in this format have failed. “One<br />
of the worst things is that if they went to<br />
1 The views are those of the author and do not reflect the<br />
position of Azerbaijan or any organization he is affiliated with.<br />
2 The region defined here from the borders of China to the<br />
Turkish Mediterranian, as Caspian Startegy Institute in its many<br />
presentations put it<br />
3 Fyodor Lukyanov, “Rethinking Russia : Russian Dilemmas<br />
in a Multipolar World”, Vol. 63, No. 2, <strong>Spring</strong>/Summer 2010<br />
page 19-32m http://jia.sipa.columbia.edu/russian-dilemmasmultipolar-world<br />
the table and then they fail, then we really<br />
will be at an impasse,” said Vali Nasr, dean<br />
of the Paul H. Nitze School of Advanced<br />
International Studies at Johns Hopkins<br />
University in the US. 4<br />
An impasse can turn<br />
to be deadly for the Caspian if goes out of<br />
control. As Vice President of Azerbaijan’s<br />
SOCAR put it recently during his meeting<br />
with law-makers of the Euronest, “Let’s<br />
imagine that someone strikes a blow to<br />
Iran. Let it be not the United States, but for<br />
example, Israel. Iran will strike back, but its<br />
missiles will never reach the territory of U.S.<br />
and NATO countries for several reasons.<br />
And of course they cannot reach Israel’s<br />
territory on 2 factors: first, Israel has a good<br />
enough antiaircraft defense system and,<br />
second, the Iranian missile range is 500 km,<br />
and they are unlikely to get in Israel. In this<br />
situation the question arises as to whom<br />
they will send their strike. To Turkey - no,<br />
Georgia - no, to Russia - no, Armenia - God<br />
be with you. The only initial reaction is to<br />
attack the source of energy security, allies<br />
of Israel, the U.S and Europe. And precisely<br />
energy security of Europe is guaranteed on<br />
Shah Deniz platform”. 5<br />
In Afghanistan (part of the Central Asia,<br />
two countries of which - Kazakhstan and<br />
Turkmenistan - are Caspian), where a<br />
major NATO operation is taking place and<br />
the withdrawal of forces is scheduled by<br />
2014, scenarios are rather bleak despite<br />
officially aired optimism. From a Central<br />
4 James Blitz and Quentin Peel, “Iran expected to resume<br />
nuclear talks”, Financial Times, February 3<br />
5 “SOCAR: it’s impossible to exclude Iran from Shah Deniz<br />
contract for security reasons”, Baku, Fineko/abc.az<br />
96<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Why The Caspian Matters!<br />
Asian perspective, even foreign forces are<br />
struggling to contain the insurgency in<br />
Afghanistan at present. How will Afghan<br />
forces cope on their own after 2014<br />
Meanwhile, the popular support for the<br />
Taliban, especially in the south, remains<br />
high and there are few indications that the<br />
situation has improved. 6<br />
China is not a purely Central Asian country,<br />
but borders most of it. Moreover, China has<br />
a significant influence on the Central Asian<br />
countries, economically and politically<br />
expanding its presence therein. China has<br />
emerged over the past decade as a central<br />
player in the Caspian, thanks primarily to<br />
its increasing involvement in the oil and gas<br />
sectors of Kazakhstan and Turkmenistan.<br />
Chinese-sponsored construction of energy<br />
infrastructure throughout Central Asia,<br />
ranging from pipelines and gas processing<br />
facilities to railway lines and refineries,<br />
has transformed the region’s geopolitical<br />
orientation and locked in long-term access<br />
to Central Asian gas for China’s fast-growing<br />
economy. 7<br />
The “second world” idea by Parag Khanna<br />
puts into the list world’s most strategic<br />
countries around the world that are located<br />
between or on the peripheries of the three<br />
dominant empires: America, the European<br />
Union, and China. For him second world<br />
countries are the emerging markets, but we<br />
have to understand them more than just<br />
economically: they now hold the majority<br />
of the world’s reserves and a growing share<br />
of the total global economy, but they are<br />
also endowed with natural resources and<br />
6 Murod Ismailov, “POST-2014 AFGHANISTAN:<br />
A SECURITY DILEMMA FOR ITS NORTHERN<br />
NEIGHBORS”, 09/05/2012 issue of the CACI Analyst,<br />
http://www.cacianalyst.org/q=node/5832<br />
7 Andrew S. Weiss, F. Stephen Larrabee, James T. Bartis, Camille<br />
A. Sawak, “Promoting International Energy Security”, Volume 2,<br />
Turkey and the Caspian , RAND corporation, 2012, p.26<br />
are pursuing political agendas on their own.<br />
In every second world country I have heard<br />
people talk about how they will no longer<br />
be listening to the U.S. but doing things<br />
“our own way.” Almost half of the countries<br />
he puts into that list are Caspian Turkey,<br />
Azerbaijan, Kazakhstan, Uzbekistan, and<br />
Iran. 8<br />
Old labels: Resources and conflicts. Oil<br />
“<br />
The “second world” idea by<br />
Parag Khanna puts into the<br />
list world’s most strategic<br />
countries around the world<br />
that are located between or<br />
on the peripheries of the three<br />
dominant empires: America,<br />
the European Union, and China.<br />
and natural gas are commodities which are<br />
rightly making the Caspian attractive for<br />
the energy dependent countries. 4 percent<br />
of the world’s proven oil and natural gas<br />
resources is in the Caspian sea. In 2011,<br />
Russia became the world’s leading oil<br />
producer, surpassing Saudi Arabia; Russia is<br />
the second-largest producer of natural gas;<br />
Russia holds the world’s largest natural gas<br />
reserves, the second-largest coal reserves,<br />
and the eighth-largest crude oil reserves.<br />
Russia is the third-largest exporter of both<br />
steel and primary aluminum. 9<br />
Iran, in its turn, holds the world’s fourthlargest<br />
proven oil reserves and the world’s<br />
8 Parag Khanna interview with Media Global, http://www.<br />
paragkhanna.com/p=77<br />
9 “Russia Economy Profile 2012”, index mundi<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
97
Khazar İbrahim<br />
second-largest natural gas reserves.<br />
International sanctions and unfavorable<br />
investment terms, however, have impeded<br />
developments across the energy sector. Iran<br />
is OPEC’s second-largest oil producer and<br />
the third-largest crude oil exporter in the<br />
world. In 2010, Iran was the world’s fourth<br />
largest producer and third largest consumer<br />
of natural gas. 10<br />
Nevertheless, the great resource of<br />
the region, mostly ignored, is human.<br />
Population of the littoral states accounts<br />
for more than 250 million. Countries like<br />
Turkey and Uzbekistan are naturally linked<br />
to the region and with them the number is<br />
around 350 million. This is a 5 percent of<br />
the world population. What is more, it is<br />
mainly a young population. In Iran, youth is<br />
the largest population bloc. Over 60 percent<br />
of Iran’s 73 million people are under 30<br />
years old. 11<br />
The traditional interstate conflicts are<br />
trademarks of the region. 2008 Russo-<br />
Georgian war was a serious wake-up call<br />
that they are not over. Meanwhile, Armenia’s<br />
occupation of Azerbaijani territories<br />
continues and unlike some “frozen” labels,<br />
there is only a cease-fire in place for almost<br />
two decades and no progress in peace talks.<br />
Cease-fire is broken daily, and arms race is<br />
going up with Azerbaijan developing its own<br />
defense industry and buying weapons with<br />
hard cash, while Armenia receiving free arms<br />
from its military ally Russia.<br />
The interstate rivalry is also reflected in the<br />
sea. Naval race has started and as Aleksei<br />
Vlasov, an expert on Caspian issues, says<br />
Russia is strengthening its position, because<br />
10 “Iran”, US Energy Information Agency, http://www.eia.gov/<br />
countries/country-data.cfmfips=ir<br />
11 Omid Memarian and Tara NesvaderaniI, “The Youth”, Iran<br />
Primer, US Institute of Peace<br />
“it is aware that in the next 10 to 15 years<br />
the Caspian Sea is going to become a bridge<br />
between the Middle East countries, former<br />
Soviet republics, and European states.<br />
Moscow is concerned that the dragging on<br />
of the discussion about the legal regime of<br />
the Caspian Sea can change the balance of<br />
power in the region. The main concern of<br />
Russia is the increasing presence of Western<br />
countries in the region.” 12<br />
In old times, it was<br />
called a “Great Game”.<br />
New security challenges. For the United<br />
States, the changing and enduring security<br />
challenges that are out there in today’s<br />
world include powerful peer – potential<br />
peer states; regional instability, proliferation<br />
of weapons of mass destruction, violence,<br />
the emergence of cyber, both exfiltration<br />
and potential attacks as a challenge, a<br />
new challenge; transnational criminal<br />
organizations, whether they be drug cartels<br />
or pirates, international pirates; disasters;<br />
competition for natural resources, and the<br />
like. 13<br />
Except for the potential peers (The<br />
United States is the only global power<br />
today), everything else holds true for the<br />
international community as a whole. The<br />
Caspian region has a significant stake in<br />
reflecting these challenges. The Caspian is<br />
one of the routes for the drug trafficking...<br />
According to UNODC estimates, around<br />
20% of the opiates produced in Afghanistan<br />
are trafficked through the northern route.<br />
However, due to increasing cultivation<br />
in Afghanistan since 2001, the volumes<br />
and related pressure on the Central Asian<br />
borders has risen dramatically. UNODC<br />
12 Hossein Aryan, Caspian Sea States On Course For Naval<br />
Arms RaceJuly 27, 2011, Radio Free Europe Radio Liberty<br />
13 Admiral James A. Winnefeld, Vice Chairman, Joint Chiefs<br />
of Staff, “Perspectives on National Security Challenges in the<br />
21st Century: 11/27/12”, transcript, http://www.acus.org/<br />
event/perspectives-national-security-challenges-21st-century/<br />
transcript#sthash.L5Xc5Odq.dpuf<br />
98<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Why The Caspian Matters!<br />
estimates that in 2006, 123 tonnes of Afghan<br />
opiates were trafficked through Central Asia,<br />
whereas in 2007, this increased by no less<br />
than 32% to 163 tonnes. 14<br />
Commercial truck traffic from Iran<br />
continues to be heavy, and Caspian Sea ferry<br />
traffic from Turkmenistan to Azerbaijan and<br />
Russia continues to be another opportune<br />
smuggling route. Narcotics, primarily<br />
heroin, move from Afghanistan through<br />
Russia, the Caucasus, and Turkey and then<br />
pass through Ukraine, destined for Western<br />
Europe. 15<br />
Terrorism and violent extremism<br />
are not a daily feature but a growing<br />
concern. Several recent trends suggest that<br />
underground radical groups are gaining<br />
strength in both the North Caucasus and<br />
Central Asia. Although the underground<br />
extremists may bide their time until more<br />
propitious circumstances come along for the<br />
launching of attacks, they are clearly making<br />
vigorous efforts to recruit disaffected young<br />
people. Even if the authorities in the North<br />
Caucasus and Central Asia are able to curb<br />
the growth of radical groups—something<br />
that is by no means guaranteed—the<br />
potential for radical groups to provoke<br />
violence and even full-scale civil war in<br />
some areas will almost certainly increase. 16<br />
Nuclear technology and components<br />
proliferation is a serious matter for the<br />
region and two main factors contribute to<br />
its acuteness. First, both supply (Russia<br />
and Armenia) and demand (Iran) is there.<br />
Second, a grey zone along the 132 km<br />
14 “Caspian Sea and Turkmen Border Initiatives”, Report, UN<br />
Office on Drugs and Crime, November 2008<br />
15 “2012 International Narcotics Control Strategy Report”,<br />
B. Drug Control Accomplishments, Policies, and Trends, US<br />
Department of State, March 7, 2012<br />
16 Mark Kramer, “Prospects for Islamic Radicalism and<br />
Violent Extremism in the North Caucasus and Central Asia”,<br />
PONARS Eurasia MEMO number 38, 2008, http://www.gwu.<br />
edu/~ieresgwu/assets/docs/pepm_028.pdf<br />
“<br />
Putting the region into the<br />
top priorities list would allow<br />
turning opportunities into real<br />
benefits, while curbing the<br />
challenges from transforming<br />
into the threats.<br />
Armenia-occupied Azerbaijani border with<br />
Iran. Also, like with other illegal trafficking,<br />
the Caspian sea with a relatively weak border<br />
control provides a fertile ground for the<br />
WMD and other sensitive material transit.<br />
Of course, land transit shall not be<br />
overlooked as well. In 2008, Azerbaijan<br />
halted a Russian shipment of equipment<br />
intended for Iran’s Bushehr nuclear power<br />
plant, demanding more information for<br />
fear of violating United Nations sanctions,<br />
officials said Monday. 17 Cyber threats can<br />
be of the gravest nature in the region. BTC<br />
oil pipeline and Sangachal terminal, major<br />
energy projects, can become major cyber<br />
targets to halt or disrupt oil flow.<br />
Conclusions<br />
One of the reasons for the Caspian not being<br />
much exposed to the international headlines<br />
is probably the absence of the region from<br />
the top foreign policy priorities of the major<br />
international players: US, EU, China and<br />
others. As demonstrated above, the Caspian<br />
provides enormous opportunities and<br />
grave challenges. Putting the region into<br />
the top priorities list would allow turning<br />
opportunities into real benefits, while<br />
curbing the challenges from transforming<br />
into the threats.<br />
17 “Nuclear shipment stopped by Azerbaijan”, AP, 4/21/2008<br />
4:51:33 PM ET,<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
99
THE SOUTHERN GAS CORRIDOR<br />
A CASE OF PEANUTS<br />
John Roberts, Energy Security Specialist, Platts<br />
Not so long ago, EU Energy Commissioner<br />
Gunther Oettinger seemingly dismissed<br />
the supply of 10 bcm/y of Azerbaijani gas<br />
to the European Union as “peanuts.” It was<br />
a striking comment, not least because the<br />
sheer cost of getting those nuts to Europe<br />
– along with a somewhat smaller package<br />
to Turkey – could well wind up costing<br />
something close to to $10 bn.<br />
And yet the Commissioner had a point.<br />
When set against the background of the<br />
development of the Southern Gas Corridor<br />
as a whole, the 10 bcm/y of gas that will<br />
start flowing to the European Union in<br />
2019, and the related six bcm/y that will<br />
start flowing to Turkey a little earlier, only<br />
constitute part of a much bigger whole. It’s<br />
an absolutely vital part, since it is the initial<br />
supply that enables subsequent resources<br />
to be tapped, but what matters from the<br />
Commissioner’s perspective – indeed,<br />
what matters from an energy security<br />
perspective – is that the gas that the 10 bcm<br />
from Azerbaijan’s Shakh Deniz gasfield is<br />
actually followed by much greater flows of<br />
gas thereafter.<br />
This is why, when the EU looks at the<br />
Southern Gas Corridor, it includes a host of<br />
diverse projects in its thinking – including,<br />
somewhat surprisingly, the original Nabucco<br />
concept.<br />
What the Commission wants to see is gas<br />
from Turkmenistan, Iraq and – political<br />
circumstances permitting – Iran all able<br />
to find their way to market in Europe by<br />
means of the corridor. To this end, as well<br />
as backing the cluster of pipelines and<br />
projects required to get the first 16 bcm<br />
of gas from Shakh Deniz to Turkey and to<br />
European markets beyond Turkey, it is still<br />
working with Turkmenistan and Azerbaijan<br />
to develop a Trans-Caspian Gas pipeline<br />
and it is still including such ideas as the<br />
proposed White Stream gas pipeline under<br />
the Black Sea from Georgia to Romania as a<br />
“project of European interest,” a designation<br />
intended to ensure that specific crossborder<br />
projects have priority for European<br />
Community funding. What it wants to<br />
ensure is that the EU is capable of receiving<br />
anything from 40 to 60 bcm of gas via the<br />
corridor – or even more, if actual European<br />
demand should warrant it.<br />
As ever, the Commission is thinking big,<br />
and thinking ahead. Right now, with most<br />
the European Union still mired in economic<br />
stagnation if not outright recession, gas<br />
demand remains depressed. Indigenous<br />
EU production may be falling but there’s<br />
plenty of gas around, whether from Russia,<br />
Norway, North Africa or in the form of LNG<br />
from all a host of suppliers.<br />
Yet Europe still has a difficult energy<br />
balance -- and an uneasy relationship with<br />
gas. Germany is phasing out nuclear power;<br />
the UK is doing likewise with coal. The<br />
Netherlands may be building three new coalfired<br />
plants but they are the last that can be<br />
built until or unless someone finds a way<br />
to trap the carbon they emit. Renewables<br />
100<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
The Southern Gas Corridor - A Case of Peanuts<br />
“<br />
Renewables are proving costly<br />
and while wind farms are<br />
booming, they function only<br />
intermittently – and need<br />
something else to back them<br />
up. Invariably, the something<br />
else is gas So even though<br />
energy use looks set to shrink<br />
in Europe, gas demand looks<br />
likely not only to hold steady,<br />
but to rise as and when there’s<br />
a real economic recovery.<br />
are proving costly and while wind farms are<br />
booming, they function only intermittently<br />
– and need something else to back them up.<br />
Invariably, the something else is gas.<br />
So even though energy use looks set to<br />
shrink in Europe, gas demand looks likely<br />
not only to hold steady, but to rise as and<br />
when there’s a real economic recovery. And<br />
this is where the Southern Gas Corridor<br />
really does come to the fore. Russia may<br />
have plenty of gas, in terms of both reserves<br />
and actual production, but both its ability<br />
and willingness to increase its levels to<br />
actual supply to the European Union can<br />
be questioned. Immediate supplies are<br />
impacted by Gazprom’s continued belief<br />
in the proposition, so clearly enunciated<br />
by Vice President Alexander Medvedev in<br />
2011, that “the oil linkage provides the best<br />
balance between the upstream operators and<br />
wholesale buyers of natural gas” at a time<br />
when hub pricing is becoming ever more<br />
prominent in European gas deals. What<br />
this means is that Gazprom considers the<br />
retention of the link to oil prices – which<br />
in current terms means higher prices than<br />
those offered by its competitors – to be<br />
more important than the pursuit of specific<br />
export volumes.<br />
With the arrival of Shakh Deniz gas,<br />
the entry of a new stream of gas into<br />
European markets will increase the level<br />
of competition in Europe, putting further<br />
pressure on Gazprom to adapt its pricing<br />
policies to the increasing gas-to-gas pricing<br />
systems that are part and parcel of the<br />
emergence of new European physical and<br />
virtual gas trading hubs.<br />
And this where the role of Azerbaijani gas<br />
is crucial. It’s not yet clear whether that gas<br />
will reach its final destination by means of<br />
the projected Trans-Adriatic Pipeline or the<br />
Nabucco West project, but either way the<br />
end point of these systems is a hub. In the<br />
case of Nabucco West, it’s a physical trading<br />
hub at Baumgarten in Austria; in the case<br />
of TAP, it’s the virtual hub known as the<br />
Punto di Scambio Virtuale (PSV), operated<br />
by Snam Rete Gas, the Italian transmission<br />
system operator.<br />
In effect, the gas dispatched to Europe – or<br />
most of it, since some will be dropped off<br />
along the way – will end up at hubs through<br />
which it can be dispatched to the major<br />
markets of Germany, Italy, France and even<br />
the United Kingdom. Moreover, when the<br />
Shakh Deniz consortium last year initiated a<br />
preliminary round of bidding for SD2 gas, it<br />
secured offers in principle to purchase more<br />
than 20 bcm through both lines, or four<br />
times as much as the consortium actually<br />
has available. In <strong>2013</strong>, consortium sources<br />
affirm, demand is still holding up.<br />
In other words, perhaps the most important<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
101
John Roberts<br />
“<br />
With the arrival of Shakh Deniz<br />
gas, the entry of a new stream<br />
of gas into European markets<br />
will increase the level of<br />
competition in Europe.<br />
commercial element of the Southern Gas<br />
Corridor issue is already in place: demand<br />
for major volumes of gas, expressed even<br />
when times are bad.<br />
So where will this gas come from<br />
Azerbaijan itself has a cluster of fields<br />
with proven gas reserves that have yet to<br />
be developed. These include Absheron,<br />
Umid and the deep-level gas below the<br />
Azeri-Chirag-Guneshli (ACG) oilfield. It<br />
also possesses significant prospects such<br />
as Shafag-Asiman, Babek, Nakhchevan and<br />
Zafar-Mashal, that have yet to be proved.<br />
These are the discoveries and prospects that<br />
led Azerbaijan’s Energy Minister Natiq Aliev<br />
to say last July that “we can export up to 30<br />
bcm, and even 50 bcm, if our programmes<br />
are successful.”<br />
What seems to be happening is that the<br />
Azerbaijani authorities are trying to<br />
narrow the gap between the attainment<br />
of plateau production at Shakh Deniz in<br />
or around 2020, when the field will be<br />
producing around nine bcm from first phase<br />
production and 16 bcm from second phase<br />
production, and the start-up of further field<br />
developments. In this regard, particular<br />
hopes are pinned on Absheron, with a startup,<br />
perhaps, in 2022 or 2023.<br />
In much the same timeframe, deep level<br />
gas from ACG could be brought on stream.<br />
There are problems to such a timetable, not<br />
least the availability of drilling rigs, with<br />
SD2 development virtually monopolising<br />
rig availability for the next several years. But<br />
Azerbaijan has ordered the construction of<br />
at least one new deep sea rig and by 2020<br />
the problem should ease.<br />
Then there’s Turkmenistan. In principle,<br />
Azerbaijan is happy to serve as a transit state<br />
for Turkmen gas to Europe; in practice,<br />
there’s a real problem since Azerbaijan<br />
wants to limit transit volumes to 10 bcm/y,<br />
whereas Turkmenistan only reckons it is<br />
worth challenging Russia on the vexed issue<br />
of developing a Trans-Caspian Gas Pipeline<br />
if it can use it to ship large volumes of<br />
around 30 bcm/y.<br />
At present, the debate is somewhat academic<br />
since, in terms of developing new export<br />
routes, Turkmenistan’s focus is almost<br />
entirely on the getting the long-proposed<br />
Turkmenistan-Afghanistan-Pakistan-India<br />
(TAPI) pipeline underway. Since it will<br />
not be possible to determine whether<br />
security conditions in Afghanistan make<br />
construction of such a line possible until<br />
sometime after 2014, the year in which the<br />
last NATO combat troops are due to be<br />
withdrawn from Afghanistan, it may well<br />
take until 2015 or 2016 for Ashgabat to start<br />
looking seriously at just what it needs to do<br />
“<br />
Azerbaijan’s Energy Minister Natiq<br />
Aliev to say last July that “we can<br />
export up to 30 bcm, and even<br />
50 bcm, if our programmes are<br />
successful.”<br />
102<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
The Southern Gas Corridor - A Case of Peanuts<br />
in order to ensure the actual construction of<br />
a 300-km line across the Caspian.<br />
In the meantime, while Shakh Deniz is<br />
being developed, the gas-rich Petronas<br />
fields in Turkmen waters will have their<br />
potential stifled. They are quite capable of<br />
providing around 10 bcm/y of gas within<br />
three or four years, but without an export<br />
outlet, their production prospects will be<br />
limited to provision of perhaps on or two<br />
bcm/y for Turkmenistan’s own refining and<br />
petrochemical requirements. At some stage,<br />
the fields should be linked to the rest of the<br />
country’s gas production network through<br />
a new 1,200-km West-East pipeline, but in<br />
practice this project is running years behind<br />
schedule with little accomplished to date<br />
and no real indication when the line might<br />
be ready for use.<br />
And then, of course, there’s Iraq. The<br />
autonomous Kurdish region of northern<br />
Iraq is already bursting at the seams with oil<br />
and gas projects that are physically under<br />
development but have insufficient means<br />
to get their production to market. That<br />
means there will have to be new pipelines<br />
to Turkey and, in practice, formal decisions<br />
to construct such pipelines will have to be<br />
taken this year. But we do not yet know<br />
whether those decisions will be taken with<br />
or without the approval of the federal Iraqi<br />
authorities in Baghdad. If they accept such<br />
lines, the boost to companies working in<br />
northern Iraq will be immense. But the<br />
political implications of developing such<br />
lines without Baghdad’s consent are massive.<br />
They would effectively re-shape a host of<br />
regional security policies and could serve<br />
initially, until the political situation was<br />
further clarified, to limit the pace of oil and<br />
gas development in the Kurdish region.<br />
Nonetheless, it seems more than likely that<br />
around the end of 2014 or at some point<br />
in 2015 gas from northern Iraq will be<br />
entering the Turkish system. And as more<br />
gas is discovered and developed, so will<br />
more gas flow into the Turkish market or<br />
across Anatolia to European markets beyond<br />
Turkey.<br />
All of this gas, whether it originates in<br />
Azerbaijan, Turkmenistan or Iraq, will either<br />
need to cross Turkey or the Black Sea if it is<br />
to reach the European Union. In practice, it<br />
does not seem realistic to envisage a Black<br />
Sea option until a trans-Turkey option is<br />
completely full. Because of the way the<br />
infrastructure to carry SD2 gas through<br />
the South Caucasus and Turkey is being<br />
developed, that, in effect, implies a system<br />
with an ultimate capacity of around 55 to<br />
60 bcm/y. The initial capacity will be much<br />
less than this, since the maximum capacity<br />
of the existing South Caucasus Pipeline<br />
and its extension to Erzurum (with the<br />
addition of new compressor stations) is 25<br />
bcm/y, just enough to carry the combined<br />
export-oriented output of the SDI and<br />
SD2 projects. So in order to carry any<br />
further gas, such as the prospective gas from<br />
Absheron, Umid and deep-level ACG, a<br />
parallel pipe string will have to be laid from<br />
Baku to Turkey. This would almost certainly<br />
be designed for routine carriage of up to 30-<br />
33 bcm/y.<br />
But a second string lies sometime in<br />
the future. Right now it’s the increase in<br />
capacity of the existing SCP line that’s the<br />
focus in Azerbaijan and Georgia – and<br />
the development of the Trans-Anatolia<br />
Pipeline (TANAP) that’s the issue in Turkey.<br />
TANAP is the core element. It serves<br />
the same function as the original classic<br />
Nabucco pipeline in providing a dedicated<br />
system for Azerbaijani gas to reach markets<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
1<strong>03</strong>
John Roberts<br />
beyond Turkey. It thus avoids the twin<br />
risks associated with use of the existing<br />
Botas-operated system: an influx of Russian<br />
gas (via Blue Stream) which could simply<br />
impede the westward flow of Azerbaijani<br />
gas or, in wintry conditions or at times<br />
when Turkish customers were suffering gas<br />
shortages, the diversion of Azerbaijani gas<br />
to Turkish customers rather than to their<br />
intended destinations beyond Turkey.<br />
In practice the timing of a final investment<br />
decision for TANAP is dependent on the<br />
FID that is to be taken for Shakh Deniz.<br />
Both are key elements in a chain of decisions<br />
concerning development of upstream<br />
offshore and onshore facilities, and of<br />
pipelines to carry the output to market,<br />
that are costed by BP at anything from $40<br />
to $50 bn. An integrated decision-making<br />
process is required, and that is what it is<br />
getting.<br />
So, sometime this summer, a FID for<br />
TANAP should be taken. If the October<br />
target for the SD2 FID is to be met, then the<br />
TANAP FID will probably have to be taken<br />
no later than September. There is still an<br />
awful lot of planning and preparation that<br />
has to be done for TANAP, so it’s a tight<br />
squeeze.<br />
The European Commission understands<br />
the importance of TANAP. Paula Abreu<br />
Marques, the Head of Unit for International<br />
Relations and Enlargement at the European<br />
Commission’s Directorate General for<br />
Energy, termed the forthcoming Shakh<br />
Deniz 2 FID the most important decision<br />
to be taken in regard to development of the<br />
Southern Gas Corridor. Ms Marques then<br />
added: “In this regard, we welcome the<br />
signing and ratification of the Azerbaijan-<br />
Turkey intergovernmental agreement on gas<br />
“<br />
TANAP is the core element. It serves<br />
the same function as the original<br />
classic Nabucco pipeline in providing<br />
a dedicated system for Azerbaijani<br />
gas to reach markets beyond Turkey.<br />
pipeline TANAP - the main element of the<br />
Southern Gas Corridor.”<br />
Oettinger’s controversial “peanuts”<br />
comment was made in Frankfurt in late<br />
November; Ms. Marques’s comment on the<br />
centrality of TANAP was made in Baku in<br />
late February. The two remarks could be<br />
held to indicate that in just three months<br />
the European Commission’s approach to the<br />
Southern Corridor had evolved significantly,<br />
with a somewhat dismissive comment<br />
replaced by a rather more positive statement.<br />
In fact, the two comments complement<br />
rather than contradict each other. It remains<br />
true that the delivery of 10 bcm/y of SD2<br />
gas to Austria or Italy will constitute only<br />
the initial fulfilment of a much bigger goal:<br />
the supply of 40, 50, 60 or more bcm of<br />
Caspian and Middle Eastern gas each year<br />
that really would justify the classic Turkish<br />
description of the Southern Gas Corridor as<br />
a new artery for Europe.<br />
But it remains just as true that without<br />
the core element of transportation across<br />
Turkey, the role which TANAP will<br />
undertake, there would, quite simply, be no<br />
Southern Gas Corridor worth the name.<br />
104<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
AZERBAIJAN AND ENERGY<br />
SECURITY OF EUROPE:<br />
BALANCING NATIONAL PRIORITIES AND<br />
INTERNATIONAL COMMITMENTS<br />
Gulmira Rzayeva, Leading Research Fellow Economic Analysis and<br />
Global Affairs Department Center for Strategic Studies of Azerbaijan<br />
Introduction<br />
The EU’s Southern Gas Corridor aimed<br />
to bring gas from alternative sources and<br />
via alternative routes primarily from the<br />
Caspian Region to the European markets,<br />
the biggest in the world. The Eastern and<br />
Southeastern Europe is heavily reliant on<br />
Russian gas deliveries. Thus, it detriment to<br />
sovereign and independent policymaking<br />
of those states. The meaning of the secure<br />
energy deliveries for those countries is<br />
economic lifeblood and the reliance is<br />
fraught with putting at risk their national<br />
security and economic development. The<br />
EU supported Southern Corridor, most<br />
importantly, is directed to curtail Russian<br />
energy leverage over those countries and<br />
open up the direct access for the landlocked<br />
“<br />
After the signing of the Declaration on<br />
the Southern Gas Corridor between EU<br />
and Azerbaijan in 2011, the role of the<br />
latter became pivotal as it is the only gas<br />
supplier and anchor to open the Southern<br />
Corridor at this stage.<br />
Caspian states, primarily Kazakhstan and<br />
Turkmenistan, to the European gas markets.<br />
After the signing of the Declaration on<br />
the Southern Gas Corridor between EU<br />
and Azerbaijan in 2011, the role of the<br />
latter became pivotal as it is the only gas<br />
supplier and anchor to open the Southern<br />
Corridor at this stage. Also, the country<br />
is being considered as the initiator of the<br />
transportation infrastructures along the gas<br />
value chain. After the planned expansion,<br />
the South Caucasus Pipeline (SCP) will be<br />
able to transport both Shah Deniz Phase<br />
I and II (SDI and SDII) gas as well as gas<br />
volumes from so-called next generation gas<br />
fields offshore Azerbaijan (additional up to<br />
35bcm to be available for export by 2025),<br />
but also those from Turkmenistan and<br />
possibly Kazakhstan in long run.<br />
Additionally, Azerbaijan initiated the Trans-<br />
Anatolian Natural Gas Pipeline (TANAP),<br />
the strategically important dedicated<br />
pipeline. This pipeline assigned to transport<br />
Azerbaijani origin gas (also Turkmen<br />
and Iraqi on later stages once politically<br />
available) throughout the Turkish territory<br />
to the EU’s borders. Azerbaijan will be<br />
represented in the project via the State Oil<br />
Company (SOCAR) that will be holding<br />
the majority stake of 51% (this stake to be<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
105
Gulmira Rzayeva<br />
funded by the State Oil Fund of Azerbaijan<br />
(SOFAZ). Consequently, Azerbaijan will<br />
invest the majority of the capital required,<br />
take significant part of commercial and<br />
technical risks and keep the ability to steer<br />
the pipeline’s timely development and<br />
implementation.<br />
Further down to the European market<br />
there are two competing pipelines leading<br />
to different destinations along the value<br />
chain: Nabucco West (NW) and Trans-<br />
Adriatic Pipeline (TAP). The Shah Deniz<br />
Consortium (SD) is expected to make a<br />
final decision on the preferred route not<br />
before the end of Q2/<strong>2013</strong>. Prior to the<br />
final selection the SDII consortium will<br />
finalize the ongoing Gas Sale and Purchase<br />
Agreement (GSPA) with the potential<br />
buyers gas transit agreements (GTA). Once<br />
the final selection made, SD consortium is<br />
expecting that the final investment decision<br />
(FID) of one of the above mentioned<br />
pipelines (in case of the positive selection)<br />
to transport SDII gas to follow shortly<br />
thereafter (perhaps with certain condition<br />
precedents), but before the SDII to be<br />
sanctioned by the end of October <strong>2013</strong>.<br />
Two agreements were signed between SD<br />
partners and Nabucco on 18 January, <strong>2013</strong>:<br />
on the equity funding and on cooperation.<br />
These agreements will enable to co-finance<br />
and co-manage the work of NIC before<br />
the final decision made. The Nabucco<br />
International Company (NIC) reports<br />
that the signed agreements relate to: close<br />
cooperation in adjustment of schedule and<br />
works on projects Nabucco West and SDII<br />
and co-funding of costs associated with the<br />
further development of the Nabucco West;<br />
provision of totally 50% equity stake for<br />
SOCAR, BP (BP to acquire 12%), Statoil<br />
and Total in the new structure of NIC<br />
shareholders after positive selection. For the<br />
SD partners this is the second such package<br />
of agreements, as last summer the similar<br />
package has been signed with TAP already.<br />
Nabucco West vs. TAP<br />
The overall strategic value of the Southern<br />
Gas Corridor will be determined once<br />
the SD consortium decides the ultimate<br />
destination of the SD gas. The market<br />
destination and the timing is crucial.<br />
According to SOCAR, when Azerbaijani gas<br />
deliveries to Turkey to start by mid of June<br />
2018 and following to the European Union<br />
(EU) in the beginning of January 2019.<br />
Also, given the fact of emerging of new<br />
gas sources including unconventional gas,<br />
e.g. shale gas in USA and shipping those<br />
liquefied volumes to Europe will lead to<br />
further tightening of gas price competition.<br />
By the geographic virtue, the companies<br />
of the countries like Spain, Britain and<br />
France have already signed a sale-purchase<br />
agreement with the USA to import LNG<br />
as much as 6bcm/a from 2016 onward.<br />
Italy has been developing the LNG<br />
infrastructures with the additional capacity<br />
of 85bcm of gas in Trieste, Molcanfone,<br />
Livorno, and Rosignano in the north of<br />
Italy and the LNG projects with additional<br />
import capacity of 30bcm/a in Brindisi,<br />
Rovigo etc. All those projects and<br />
infrastructure will increase potential import<br />
capacity of Italy up to 200bcm/a once<br />
realized, whereas the country’s current gas<br />
demand is about 85bcm/a.<br />
Despite the fact that the Italian market can<br />
be oversupplied in midterm perspective, no<br />
doubt TAP has advantages and strengths.<br />
With initial capacity of 10bcm/a and 42”<br />
diameter pipeline will be less costly than<br />
106<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />
Balancing National Priorities and International Commitments<br />
Nabucco West. Also, in compare to NW,<br />
TAP has less complex and cumbersome<br />
management structure. However, the most<br />
importantly is the size: volume and diameter<br />
(48” or 56”); as the only size is the matter,<br />
positively influencing the economics of NW.<br />
“<br />
It is in the EU’s interest to build a<br />
scalable pipeline to deliver gas from<br />
other alternative sources such as Iraq,<br />
Turkmenistan (might be Kazakhstan),<br />
Cyprus and Israel. But the question is<br />
why the SD consortium should take all<br />
the risks in case if the gas from those<br />
sources will not be available.<br />
Difference in diameter of both projects<br />
cause to additional 500 million dollar<br />
investment in the NW project. The position<br />
of BP, the operator of the SDII project is<br />
that why the SD consortium should pay<br />
additional $500mln if the 42” diameter<br />
is more than enough to transport the SD<br />
gas to the market. It is in the EU’s interest<br />
to build a scalable pipeline to deliver gas<br />
from other alternative sources such as Iraq,<br />
Turkmenistan (might be Kazakhstan),<br />
Cyprus and Israel. But the question is why<br />
the SD consortium should take all the risks<br />
in case if the gas from those sources will not<br />
be available.<br />
The another question raising is that if SD<br />
partners will be ready to depend on merely<br />
a few country markets namely Italy, Greece<br />
and Albania if they have an option to market<br />
their gas in multiple country markets with<br />
further potential to cover Balkan countries<br />
that are heavily in need of diversification<br />
that NW suggests Technically TAP is<br />
capable to offer an opportunity to access the<br />
Balkans with the Ionian Adriatic Pipeline<br />
and Greece-Bulgaria interconnector and<br />
even to the countries bordering with Italy<br />
to the North. However these additional<br />
regional connections are not part of TAP’s<br />
current proposal and have no ready sources<br />
of financing. Balkan market is of strategic<br />
interest to Azerbaijan given the higher gas<br />
price and great diversification potential of<br />
the market.<br />
The pipeline itself can be financially<br />
attractive to SD partners, however the<br />
market that it is targeting is risky and has no<br />
strategic value in comparison to NW that<br />
offer more value in terms of diversification<br />
of the market that almost completely reliant<br />
on one supplier. For this reason alone, NW<br />
benefits from accumulation political support<br />
from Brussels and Washington. For latter,<br />
most critically, diversifying the Central<br />
European market with the help of already<br />
existing and planned interconnectors linking<br />
the countries along the NW route will<br />
give those states an ability to strengthen<br />
negotiation position with Russia as a result<br />
of introducing international competition<br />
in the region, “reduce supply disruption<br />
threats, and bolster internal stability of<br />
NATO allies 1 ”.<br />
Last December, US congress even went<br />
further in its support for NW publishing<br />
its report “Energy and Security from the<br />
Caspian to Europe”, prepared for the use of<br />
the Committee on Foreign Relations of the<br />
U.S. Senate, which is warning SD partners<br />
and recommends to the State Department<br />
that if the project of the U.S. preference<br />
1 “Energy and Security from the Caspian to Europe”, http://<br />
www.foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
107
Gulmira Rzayeva<br />
Picture 1. Caspian Poker<br />
(source: “Welt” Journal)<br />
that “must substantially contribute to the<br />
Europe’s energy security” is not selected<br />
by the SD consortium, SDII might not<br />
enjoy the same sanction exception that SDI<br />
does. This is due to 10% stake of Iranian<br />
NIOC at the project. SDII and ancillary<br />
projects sanctions exception “will be based<br />
on compelling benefits for U.S. national<br />
security interests 2 ”.<br />
“<br />
The rivalry between U.S. and<br />
Russia dividing and controlling<br />
the energy rich countries,<br />
transportation routes and<br />
lucrative energy markets as<br />
during the Cold War is still<br />
continuing in the 21st century<br />
but in another shape as per<br />
“Great Game” theory.<br />
According to the paper “Nabucco West<br />
offers the most meaningful advance in<br />
two key objectives: prompt delivery of<br />
gas to multiple allies in desperate need<br />
of diversification and scalability to<br />
2 “Energy and Security from the Caspian to Europe”, http://<br />
www.foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />
accommodate larger gas supplies to the<br />
region in the future”. Putting to an end<br />
the “coercive pressure brought by Russia<br />
against its allies in Central and South<br />
Eastern Europe are of an order of magnitude<br />
greater”.<br />
The rivalry between U.S. and Russia<br />
dividing and controlling the energy rich<br />
countries, transportation routes and<br />
lucrative energy markets as during the Cold<br />
War is still continuing in the 21st century<br />
but in another shape as per “Great Game”<br />
theory. For Russia, as energy producing<br />
country is extremely important to sell its<br />
hydrocarbon resources to the countries<br />
it has an ability to influence upon. With<br />
making those countries’ energy security<br />
almost entirely reliant on Russia, it gives<br />
Moscow a leverage to make them fall into<br />
the sphere of its influence by strengthening<br />
its negotiation position with the help of<br />
bargaining chip. This is perceived by the<br />
U.S. as a threat to its national interests in the<br />
region.<br />
The U.S. as hydrocarbon producer and<br />
consumer state, is mainly interested that<br />
those energy dependent allies to import<br />
hydrocarbons from the U.S. controlled<br />
sources, such as MENA, the Caspian,<br />
Europe, trying to leave no chance for<br />
Iran (under sanctions) and Russia (with<br />
alternative supply routes) to be able to make<br />
108<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />
Balancing National Priorities and International Commitments<br />
those importer countries vulnerable.<br />
Azerbaijan is the best positioned to<br />
ensure energy security of the U.S. allies<br />
such as Turkey and nations in eastern and<br />
Southeastern Europe and Balkans, all are<br />
either U.S./NATO allies or enter into the<br />
spectrum of U.S. sphere of influence, and to<br />
be a part of a broader Euro-Atlantic Energy<br />
Security concept. It have been playing a<br />
crucial role in implementing U.S.-EU energy<br />
strategy by realizing BTC oil project and is<br />
continuing of doing so with the Southern<br />
Gas Corridor project.<br />
However, it is quite logic to assume that<br />
Baku would expect more political support<br />
from U.S./EU to solve its number one<br />
foreign policy priority issue of Nagorno-<br />
Karabakh in return to restore its territorial<br />
integrity from the occupation.<br />
Nabucco West and its<br />
shareholders<br />
In December last year German RWE – one<br />
of the main driver of the Nabucco (West)<br />
project withdrew from the project. This<br />
fact once more demonstrated that the<br />
management structure of the consortium<br />
is extremely unwieldy and the partners,<br />
specifically initiator of the project, Austrian<br />
OMV, must realize that such cumbersome<br />
management is putting the realization of<br />
the project at a big risk. As it has not been<br />
possible to sign the Cooperation Agreement<br />
(CoA) and Equity funding Agreement<br />
(EFA) between NW and SD members<br />
since June last year till 18 January, the date<br />
when the Agreements was signed, one can<br />
conclude that there were also significant<br />
issues and split of the opinion on share<br />
allocation between NW and SD consortium<br />
among Nabucco shareholders.<br />
According to publicly available information,<br />
SD was demanding 51% stake at the<br />
NW consortium to be able to make and<br />
conclude corresponding decisions in case<br />
NW consortium fails to deliver necessary<br />
progress in timely fashion. The reason that<br />
SD wanted to get majority of share might<br />
be that it was not confident whether NW<br />
shareholders will be capable to make the<br />
project happen, to invest the capital required<br />
and to make the necessary commercial and<br />
strategic decisions.<br />
Although almost all NW consortium<br />
partners were agreeing for such a share<br />
allocation, OMV was reluctant to loose an<br />
opportunity to control and make decisions.<br />
The position of OMV is understandable,<br />
since once the CoA and EFA would enter<br />
into the force under 51% - 49% proportion,<br />
the views of current NW shareholders could<br />
be overvoted. However, the lack of the NW<br />
project progress resulted in share dilution<br />
by Hungarian partner FGSZ starting last<br />
summer. Also, some other NW partners<br />
would be happy to sale certain portion of<br />
their shares either to SD members or a third<br />
party.<br />
According to publicly available reason of<br />
why RWE decided to withdraw is that it<br />
was not possible for the company to meet<br />
its commercial objectives 3 . However,<br />
apparently there are also other reasons such<br />
as different views and long lasting dispute<br />
with OMV over a number of issues of how<br />
to progress the project, but also the link<br />
from Baumgartner to Landzhot to connect<br />
Baumgarten with RWE owned transport<br />
system Net4Gas. Further reasons are indeed<br />
might be of financial nature forced by the<br />
nuclear phase-out in Germany.<br />
3 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />
Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />
wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
109
Gulmira Rzayeva<br />
Net4Gas system to bring the Caspian, e.g.<br />
Azerbaijani gas to Germany, which is in<br />
line with German government strategy to<br />
diversify the source of gas 4 .<br />
South Stream vs. NW: Market<br />
share or volume substitution<br />
Moreover, because of the above mentioned<br />
financial difficulties RWE is now selling its<br />
asset for the amount of €7bln and doing<br />
headcount reduction.<br />
This is another reason why the Net4Gas,<br />
RWE’s wholly owned gas transport system<br />
in Czech Republic is scheduled to be sold<br />
in <strong>2013</strong>. Earlier, RWE was aiming via<br />
Baumgarten-Landzhot link to connect its<br />
Despite the fact that Gazprom’s export to<br />
Europe was significantly increased in 2011<br />
after the falls during the financial downturn<br />
the company could not repeat this success<br />
in 2012. According to the Energy Ministry<br />
of Russia, gas export to Europe decreased by<br />
8.7% in 2012 to 186bcm 5 . Earlier, Gazprom<br />
reported that in first half of 2012, the gas<br />
sales to Europe dropped by 10% and to<br />
CIS countries by 29% 6 . This followed by<br />
decline in production in 2012 to 655bcm<br />
(662bcm in 2011), whereas Gazprom’s own<br />
production dropped by 5.1% to 483bcm.<br />
The export and production forecast for<br />
4 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />
Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />
wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />
5 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />
economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />
open-229012.html<br />
6 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />
economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />
open-229012.html<br />
110<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />
Balancing National Priorities and International Commitments<br />
current <strong>2013</strong> year are not much optimistic<br />
and so sounds Mr. Miller, expressing just his<br />
hope that the company will be able to keep<br />
the level of 500bcm of gas production in<br />
<strong>2013</strong> and for that will refrain from increase<br />
of investment programs for the current year 7<br />
. Earlier, Russia’s top gas producer Gazprom<br />
has cut gas production targets for <strong>2013</strong> and<br />
2014 due to dwindling demand. According<br />
to the head of Gazprom’s production<br />
department, the company was about to<br />
produce 541bcm in <strong>2013</strong>, rising to 548bcm<br />
in 2014 8 . This is down from previous<br />
forecasts of 549bcm for <strong>2013</strong> and 570bcm<br />
in 2014.<br />
According to Business Monitor<br />
International’s latest projections show that<br />
overall gas output rising to 724bcm by 2016<br />
- dependent on growth in European demand<br />
and opportunities arising in Asian markets 9 .<br />
The EU gets 25% of its gas from Russia.<br />
Management of the Russian monopolist is<br />
confessing that the reason of decrease in<br />
choosing Russian gas by the European gas<br />
consumer companies and in export capacity<br />
to the European market is competition.<br />
During last few years the number of the<br />
companies that are ready to transport gas<br />
based on the price fixed to gas indexation<br />
and spot market price is increasing.<br />
The decline caused by not only financial<br />
crises in Europe and the Euro zone, but<br />
also as Europeans used cheaper alternatives<br />
such as liquefied natural gas (LNG) and<br />
spot market supplies. For the years of 2009-<br />
7 “Russia’s Gazprom sees <strong>2013</strong> gas output at 500 Bcm,<br />
roughly flat on year”: report, Platts, http://www.platts.com/<br />
RSSFeedDetailedNews/RSSFeed/NaturalGas/8997445<br />
8 “Ukrainian equipment producer dashes Gazprom production<br />
plans last winter”, Kyiv Post, http://www.kyivpost.com/<br />
content/business/ukrainian-equipment-producer-dashesgazprom-produc-1-128108.html<br />
9 Russia Oil & Gas Report, Business Monitor, http://store.<br />
businessmonitor.com/em/oilgas/russia.html<br />
2011 the number of re-gasification plants<br />
as well as liquefaction plants in Europe had<br />
been rapidly increasing and it is expected<br />
that by 2014 majority of the coastal states<br />
across Europe will be covered by a few<br />
LNG infrastructure. Currently some are<br />
under implementation, others are planned:<br />
The EU’s current regasification capacity of<br />
150bcm looks set to double by 2020.<br />
This is one of the most important goals for<br />
the EU to develop LNG infrastructure and<br />
build the terminal in each costal state (Italy,<br />
Netherlands, France, Ireland, Germany,<br />
Poland, Spain, Croatia, Cyprus, Turkey, and<br />
Lithuania) 10 . This has been also included<br />
into the Trans European Energy Network<br />
Policy (TEN-E) to cover Europe’s increasing<br />
demand for natural gas. In a fact, some of<br />
those terminals are being built to ensure<br />
energy security of Central Europe and lessen<br />
the vulnerability and reduce dependence on<br />
Gazprom by transporting already re-gasified<br />
gas from coastal to the land locked states.<br />
For that, an ambitious TEN-E policy of the<br />
EU to connect all the European states with<br />
gas pipeline interconnectors by 2014 is<br />
being implemented.<br />
Poland, which is also exploring for shale<br />
gas hopes to open a 5bcm/a LNG import<br />
terminal mid-2014. The LNG terminal at<br />
Świnoujście, near the German border in<br />
the northwest, should improve diversity of<br />
supply and reduce dependence on Russian<br />
imports.<br />
Needless to say that increasing LNG<br />
capacity in receiving terminals across<br />
Europe offers a number of security-ofsupply<br />
benefits for the Union, notably lower<br />
10 T E N - ENERGY Priority Corridors for Energy<br />
Transmission, Prepared for the European Commission, http://<br />
ec.europa.eu/energy/infrastructure/studies/doc/2008_<br />
priority_corridors_for_energy_transmission-natural_gas.pdf<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
111
Gulmira Rzayeva<br />
natural gas prices, more readily available gas<br />
on the European gas markets, and adding<br />
diversity of the source to the EU’s gas<br />
supplies.<br />
During a period of 2009-2010 with<br />
increasing LNG capacity in receiving<br />
terminals in North-West Europe and<br />
straitening the link between US and EU<br />
gas hub prices giving European consumers<br />
a chance to benefit from the cheap-spot<br />
traded gas. In the same years sharp fall<br />
in spot prices occur and spot gas prices<br />
were some 25% lower than oil-indexed gas<br />
during this period. Although this trend<br />
and correlation between EU and US gas<br />
price was terminated in April 2010 because<br />
of unforeseen high-demand. However,<br />
beginning from 2011 the price difference<br />
became major trigger for price revisions<br />
throughout the Europe, the core market for<br />
Russian gas exports.<br />
Many European gas consumers have been<br />
already urged to move away from 100% of<br />
oil indexations price, i.e. certain gas-indexed<br />
component in long term contracts, including<br />
at least 10-20% of spot prices to the contracts<br />
with Gazprom. The spot prices in overall<br />
European market are increasing very fast –<br />
30-40% per annum. As this was unacceptable<br />
for Gazprom, the cases were taken to the<br />
arbitration by the European gas buyer<br />
companies with positive outcomes for those<br />
companies in most of the cases. That resulted<br />
that some companies were granted discounts<br />
for gas price. According to MorganStanley<br />
Press Italian Eni and Edison, German E.ON<br />
(RWE is still in Arbitration process with<br />
Gazprom), French GdF Suez, Austrian<br />
Ecogas and a number of others were granted<br />
between 10% and 20% spot market price<br />
included to the contract in 2011 11 .<br />
11 “Pricing the “Invisible” Commodity” Sergey Komlev,<br />
Gazprom Export, http://www.gazpromexport.ru/files/Gas_<br />
However, in his latest discussion<br />
paper entitled “Pricing the “Invisible”<br />
Commodity” Sergey Komlev, Contract<br />
Structuring and Pricing Director of<br />
Gazprom Export, arguing that the modified<br />
model of price, which envisions long<br />
term contracts linked to gas indexes and<br />
hub pricing is not reliable for buyers and<br />
workable for suppliers if they must maintain<br />
flexibility in uninterruptible contract. This<br />
means that traders of spot gas, mainly LNG,<br />
at hubs have certain volume of gas on certain<br />
price trading based on short term contracts<br />
signed for the period of no more than<br />
1-3 months ahead and cannot guarantee<br />
additional volume of gas for mid-term if<br />
needed. This makes buyers uncertain and<br />
vulnerable for future suppliers. For example,<br />
Qatar that has been exporting to the<br />
European market 17.4 % (37bcm) of LNG<br />
per annum, recently announced that it will<br />
decrease the export volume of LNG to the<br />
European direction for 40% and re-direct<br />
those volumes to the Japanese market due to<br />
lucrative price for LNG in Asia 12 .<br />
The growth dynamics of LNG supplies<br />
offers new opportunities, such as access<br />
to the global market. The advantage of<br />
exporting gas as LNG is receiving access to<br />
the world market.<br />
According to BP, LNG trade will gain a<br />
larger role in the long-term perspective.<br />
LNG production will grow by 4.3% per<br />
annum, accounting for 15.5% of global gas<br />
consumption by 2<strong>03</strong>0,” BP Energy Outlook<br />
2<strong>03</strong>0 says 13 . Also, the U.S. bank JP Morgan<br />
Pricing_Discussion_Paper_Komlev_GPE_Jan_11_<strong>2013</strong>_<br />
FINAL127.pdf<br />
12 LNG export Destinations are being diversified, Arab News,<br />
http://www.arabnews.com/lng-export-destinations-are-beingdiversified-says-qnb<br />
13 BP Energy Outlook 2<strong>03</strong>0, January <strong>2013</strong>, International<br />
Energy Agency, http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/<br />
globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/<br />
112<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />
Balancing National Priorities and International Commitments<br />
analysts, global LNG growth averaged<br />
approximately 15 percent in 2011.<br />
According to some analysts, bull case<br />
scenario, LNG demand in Europe will grow<br />
from 68mln tons per annum in <strong>2013</strong> to<br />
72mln tons in 2014, 78mln tons in 2015,<br />
86mln tons in 2016, 94mln tons in 2017 and<br />
99mln tons per annum in 2018 14 .<br />
The strong pressure from the customer<br />
side will be continuing further enabling<br />
disappearing gas glut on the European gas<br />
market in the medium term and narrowing<br />
gap between oil-indexed and spot prices.<br />
This will make a position of Gazprom quite<br />
dire from commercial view point, lowering<br />
net back margin for the gas. This would<br />
be even more painful for Gazprom from<br />
now on as the production from the newly<br />
developed fields such as Bovanenkovskoye,<br />
Far East F.D., Urals F.D, Siberian F.D etc.<br />
is forecasted to be growing in long term<br />
perspective and this gas will not be cheap.<br />
For example, according to the Gazprom<br />
Export report for 2012, gas production<br />
from Bovanenkovskoye field that will<br />
be transported to the European markets<br />
via the South Stream pipeline will cost<br />
Gazprom $150/1000cm 15 . Add to this the<br />
transportation cost of the gas from Far East<br />
to the Black Sea coast with the distance<br />
of more than 3000km, the construction<br />
of and transportation it via South Stream<br />
further to European inland, taxes etc. The<br />
most expensive gas for Gazprom will be reexport<br />
of Central Asian gas that Gazprom<br />
buys for the price of $260/1000cm 16 .<br />
statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/<br />
pdf/BP_World_Energy_Outlook_booklet_<strong>2013</strong>.pdf<br />
14 OilCapital analytical daily news portal<br />
15 Gazprom Annual report 2011, http://www.gazprom.<br />
com/f/posts/55/477129/annual-report-2011-eng.pdf<br />
16 Skolkovo Moscow School of Management<br />
“<br />
The average price for<br />
LNG at the European<br />
trading hubs is $310-<br />
350/1000cm, whereas in<br />
Japan, Korea and China<br />
the price is $500/1000cm.<br />
According to the Russian Central<br />
Dispatching Department of Fuel Energy<br />
Complex (CDU TEK) starting from 2009,<br />
Russia has been producing less gas than<br />
U.S. for 3 years in row. This is mainly<br />
because U.S. has been increasing its shale<br />
gas production from year to year starting<br />
from 2000. One of the main options of<br />
diversification of supply sources of the<br />
European Union apart from the Southern<br />
Corridor is imports of relatively cheaper<br />
LNG from U.S. Those countries that by<br />
geographic virtue have opportunity to<br />
import bigger volume of LNG will be better<br />
off in terms of assuring their supply and<br />
overall energy security and less vulnerable<br />
in terms of national security than those of<br />
land-locked. However here will work more<br />
the rules of commerciality and economics<br />
rather than politics.<br />
On the other hand, the “war between Asia<br />
and Europe for LNG” which started in 2011<br />
is continuing and results are not the best<br />
for Europe, as the most volume of LNG<br />
is actively flowing toward Asian markets.<br />
Just to compare: Japan – the biggest<br />
LNG importer in the world, has signed a<br />
LNG import contract for the volume of<br />
11.5mln ton/a, other Asia-Pacific states<br />
for contracted 20mln ton, whereas the<br />
EU - for just 3.1mln ton. The Asian energy<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
113
Gulmira Rzayeva<br />
market is the most lucrative LNG market<br />
in the world as it guarantees high netback<br />
margin to the suppliers. The average price<br />
for LNG at the European trading hubs is<br />
$310-350/1000cm, whereas in Japan, Korea<br />
and China the price is $500/1000cm 17 . The<br />
rapidly growing economies of the Asian<br />
countries and the nuclear disaster in Japan<br />
opened a new niche for the LNG imports.<br />
The more Europe is trying to decrease the<br />
price for energy in the internal market, the<br />
more the market becoming less attractive to<br />
the LNG suppliers.<br />
The situation with the US LNG to Europe<br />
is no more consolatory. It is expected<br />
that the export of the US LNG to Europe<br />
and elsewhere will start in 2016. Spanish<br />
NGFenosa and Total has already signed<br />
sale and purchase agreement with the US<br />
company ChaniereEnergy and will import<br />
5bcm/a starting from 2016 18 . However, so<br />
far, among nearly 20 submitted proposals on<br />
the LNG terminal construction to the FERC<br />
regulator of the Energy Department, only<br />
the project of Sabine Pass of the Chaniere<br />
Energy has received the approval. And all its<br />
future capacity has been already contracted.<br />
The buyers are Korean Kogas, Indian Gail,<br />
Spanish NGFenosa, French Total and British<br />
BG Group. Given the price difference of<br />
LNG in the Asian and European market,<br />
US profit for export of LNG to Asia<br />
will be $200, whereas to Europe – $150.<br />
Furthermore, the most profitable export<br />
market for US would be Latin America<br />
where net back margin for LNG would be<br />
$280 because of the short distance and high<br />
price for gas.<br />
17 Platts LNG Daily Publication. Available on subscription<br />
18 “Cheniere and Total Sign 20-Year LNG Sale and Purchase<br />
Agreement for LNG Exports from Sabine Pass”, Press Release:<br />
Cheniere Energy Partners, http://finance.yahoo.com/news/<br />
cheniere-total-sign-20-lng-133000762.html<br />
As such, given the price differences in the<br />
different regional market one can conclude<br />
that if even the Energy Department will<br />
approve other proposals for LNG export<br />
facility construction with the total capacity<br />
of 110mln ton per annum, this gas will flow<br />
to the Asian or neighboring South American<br />
direction rather than European (with small<br />
amount shipped to Europe). The rationale<br />
here is rules of economics would be<br />
prevailing rather than anything else.<br />
Just to strengthen the argument above:<br />
According to the estimates of<br />
WoodMckenzie published in May 2012, the<br />
rapidly growing Asian LNG market is able to<br />
import not only all the non-contracted gas<br />
volumes but also can import all the US LNG<br />
export potential 19 .<br />
The European gas demand will not grow as<br />
rapidly as the Asian. According to the World<br />
Energy Outlook 2012 of IEA, compound<br />
average annual growth rate of the EU gas<br />
demand from 2010 to 2<strong>03</strong>5 will be 0.7%<br />
from 569 to 669 bcm respectively. Moreover,<br />
average annual natural gas demand growth<br />
rate in Europe has been declining for the<br />
period of 2010-2015 for 19 bcm, from 569<br />
bcm to 550 bcm respectively.<br />
The South East European gas markets and<br />
the Balkans that both Nabucco West and<br />
19 Platts LNG Daily and Monthly Publication. Available on<br />
subscription.<br />
114<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />
Balancing National Priorities and International Commitments<br />
Nabucco that would allow the continent to<br />
diversify away from Russian natural gas.<br />
Source: CERA (Chart: The demand outlook has been<br />
reduced because of the weak economy, the European Union’s<br />
2020 targets, and low coal prices)<br />
South Stream are targeting are not big<br />
enough and it is expected that the average<br />
annual gas demand growth rate will be very<br />
slow for the period of 2018-2<strong>03</strong>5.<br />
It is widely believed among experts that the<br />
South Stream will not increase the Russian<br />
gas import volume to the region but re-route<br />
the same volume of gas flowing currently<br />
through Ukraine and partly Belarus. At the<br />
summit in Brussels in December, Moscow<br />
asked that Brussels grant the South Stream<br />
the “Trans-European Network” status and<br />
declaring it as the “Project of Common<br />
Interest (PCI)”, which would exempt it from<br />
key limitations imposed by the European<br />
Union’s Third Energy Package, which<br />
will take effect in March <strong>2013</strong> 20 . The EU<br />
legislative framework could require Russia<br />
to allow other producing nations, such as<br />
Azerbaijan, access to its pipeline network to<br />
export natural gas to European customers. It<br />
could also legally require Gazprom to divest<br />
itself of the majority share of the pipelines.<br />
The European Union refused from altering<br />
the legal status of the South Stream pipeline,<br />
instead trying to spur the development of<br />
alternative pipeline infrastructure namely<br />
20 “EU readies ‘pragmatic’ answer to Putin’s energy agenda”,<br />
Euractiv, http://www.euractiv.com/energy/eu-readiespragmatic-answer-puti-news-516727<br />
However, both Nord Stream and South<br />
Stream will increase Russian export capacity<br />
to Europe from approximately 140bcm/a<br />
to more than 300bcm/a, making Russia<br />
to fill the capacity as operating the half<br />
empty pipelines is not commercially viable.<br />
The market will not be able to absorb<br />
40-60bcm/a.<br />
Consequently, in order to keep the market<br />
“<br />
It is widely believed<br />
among experts that the<br />
South Stream will not<br />
increase the Russian<br />
gas import volume to<br />
the region but re-route<br />
the same volume of<br />
gas flowing currently<br />
through Ukraine and partly<br />
Belarus.<br />
and to safe existing gas sales and purchase<br />
contracts with potential transit countries<br />
in the Balkans, Russia offered gas price<br />
discounts and development aid in its effort<br />
to edge out the Nabucco West project.<br />
Bulgaria got 11.1% discount for gas from<br />
Gazprom from April till December 2012<br />
and 22% for the year if <strong>2013</strong>. It is obvious<br />
that in return Russia will get go-ahead with<br />
Front End Engineering Design (FEED)<br />
in Bulgaria. Turkey first refused to sign an<br />
agreement to permit South Stream to pass<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
115
Gulmira Rzayeva<br />
its territorial waters, however after Russia<br />
made a 15% discount ($400/1000cm) 21<br />
for the gas for Turkey, the permission<br />
was given next day. Serbia signed a new<br />
sale and purchase agreement for 5bcm<br />
with Gazprom for the period of 10 years<br />
(Gazprom delivered to Serbia 1.4bcm in<br />
2011). However, according to the Serbian<br />
Energy Minister, the price is high and<br />
requested that the price of the Russian gas to<br />
be reduced from the current $470/1000cm<br />
to $420/1000cm in <strong>2013</strong> 22 . In <strong>2013</strong> Serbia<br />
got 12% discount from Gazprom.<br />
Bulgaria, the prospective South Stream<br />
transit country that received the most<br />
significant incentives from Russia, is still<br />
one of the shareholders of the competing<br />
pipeline. However, during the Nabucco<br />
Political Committee meeting in Bulgaria’s<br />
capital Sofia, executive director of Bulgarian<br />
Energy Holding stated that Bulgaria will<br />
set up a project company to build the<br />
first section of the Nabucco gas pipeline,<br />
consisting of a pipeline that will connect<br />
Turkey’s national gas grid with Bulgaria’s.<br />
According to that it is planned to build<br />
225km pipeline section to link Marmara in<br />
Turkey with Lozenets in Bulgaria 23 . The<br />
estimated cost of this pipeline section to be<br />
€300mln of which the EU pledged to pay<br />
€200mln.<br />
Russia has reacted to concerns that it was<br />
using its natural gas leverage over Europe to<br />
21 “UPDATE 2-Turkey, Russia reach South Stream gas deal”,<br />
Reuters, http://www.reuters.com/article/2011/12/28/turkeyrussia-southstream-idAFL6E7NS0LU20111228<br />
22 “Srbijagas agrees 10-yr gas import deal with<br />
Gazprom”Reuters, http://www.reuters.com/<br />
article/2011/12/21/serbia-gazprom-gasidUSL6E7NL4H320111221<br />
23 Nabucco Says Has ‘A Lot to Negotiate’ Over Shah Deniz<br />
Accord, Bloomberg, http://www.bloomberg.com/news/<strong>2013</strong>-<br />
01-10/nabucco-shah-deniz-have-a-lot-to-negotiate-dolezalsays-1-.html<br />
further its political ambitions in the region<br />
- especially in Central Europe. Gazprom<br />
knew that diversification efforts in its main<br />
consumer markets could damage it, so it<br />
offered discounts and further cooperation<br />
throughout the gas value chain to consumer<br />
countries. Gazprom management and<br />
Moscow perfectly understand the recent<br />
developments at the market and have to<br />
adjust their energy strategy towards the<br />
European Union accordingly. Otherwise<br />
the monopolist’s outdated energy policy<br />
towards the market can be fraught with the<br />
threat of loosing market share gradually to<br />
new suppliers. As a part of such a timely<br />
strategy Gazprom has made a significant<br />
discount for almost all its customers in<br />
Europe from 5% (to Romania) to 27% (to<br />
Poland) for the year of <strong>2013</strong>. This will cause<br />
a significant drop of price for long term<br />
contracted gas with oil indexation in Europe<br />
that paradoxically can lead to the raise of<br />
spot hub price of LNG. In its effort to retain<br />
market share in Europe, Gazprom also began<br />
to move away from its practice of indexing<br />
natural gas prices to the price of oil.<br />
Gazprom understands that the South Stream<br />
project has weaknesses such as lack of<br />
political support of the EU that repeatedly<br />
saying that the project is not a “strategic<br />
priority” of the block and faces a pressure<br />
European anti-monopoly policy of the third<br />
energy package. Furthermore, Gasport’s gas<br />
price in almost all its markets is the highest<br />
those countries pay for gas as a result of long<br />
term contracts fixed to oil indexation. It is<br />
becoming unacceptable for them, especially<br />
now when the financial crisis affected almost<br />
all the European economies.<br />
On the other hand, Gazprom absolutely<br />
understands that if it continues to sell the<br />
gas based on the oil indexation long-term<br />
116<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />
Balancing National Priorities and International Commitments<br />
contracts it would mean losing its dominant<br />
positions in the South East and Central<br />
European markets in the competition with<br />
the gas coming from alternative sources,<br />
in this case the Caspian, i.e. SD gas. The<br />
net cost of the SDII gas production and<br />
transportation is much lower than those<br />
of South Stream gas due to the location of<br />
the field and transportation (depending<br />
on the pipe diameter and volume the<br />
transportation costs vary) distance.<br />
The strength of Gazprom is that unlike<br />
the SD consortium it already present on<br />
the market and has gas sale and purchase<br />
agreements in place with respective national<br />
majors on hand. Some of them have<br />
already agreed to prolong the expiring(ed)<br />
contracts. If some European countries<br />
are reluctant to sign a supply contract<br />
with South Stream consortium or have an<br />
agreement but delay the go-ahead with<br />
feasibility studies and FEED of South<br />
Stream, they are getting good incentive from<br />
Russia to give the green light. Russia uses its<br />
traditional style of solving the issue, using<br />
gas price leverage.<br />
Consequently, strength of Azerbaijan and<br />
SD consortium is the political support<br />
of the EU which considers the Southern<br />
Corridor as its “strategic priority” and<br />
Nabucco West “the project of common<br />
interest” doing its utmost best to implement<br />
that Corridor and it is the real contributor<br />
to the diversification of the gas source<br />
providing the energy security of Europe.<br />
Additionally, the country is bearing in wider<br />
understanding the bill at amount of $40-<br />
45bln (up to $30bln the upstream CAPEX<br />
and by further $10-15bln for transport<br />
infrastructure) to implement the whole<br />
value chain from the wellhead up to the<br />
consumer.<br />
However, SD consortium lacks signed<br />
gas sales and purchase agreements with<br />
potential buyers and it has not yet secured<br />
the markets for its gas. Furthermore, the<br />
gas volume that SD consortium is going to<br />
penetrate the market is just symbolic (10<br />
bcm/a for Europe and another 6bcm/a<br />
committed for Turkish market) in compare<br />
with Gazprom gas (130bcm/a). Even by<br />
adding volumes of next generation gas fields<br />
in Azerbaijan, SOCAR understands that it<br />
would be extremely difficult to penetrate the<br />
Eastern and Southeast European market due<br />
to Gazprom’s strong presence there.<br />
So, is it market sharing or volume<br />
substitution, without being an expert in<br />
philosophy, it will be possible to answer the<br />
question soon once gas sales and purchase<br />
contracts within SD II project to be signed.<br />
Conclusion<br />
Each of stakeholders in the Southern<br />
Corridor is acting according to its strategic<br />
interest in the project and how it can be<br />
benefited. For Brussels and Washington “to<br />
focus the Alliance to address energy security,<br />
that is most likely to spur conflict and<br />
threaten the well-being of alliance members”<br />
is the priority issue in the project. This<br />
mega and multi-billion project gives both of<br />
them the historic opportunity to change the<br />
geopolitical map.<br />
The position of the stakeholders on<br />
two major market destinations and the<br />
midstream projects that will transport the<br />
gas to the market is split and commercial<br />
attractiveness and strategic value of the<br />
market is set to be the main criteria. Both<br />
projects must be commercially attractive to<br />
SD consortium to gain financing and both<br />
projects can certainly meet this requirement.<br />
Some SD partners are more favoring TAP<br />
mainly referring to the commerciality of the<br />
project. Other SD partners are favoring NW<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
117
Gulmira Rzayeva<br />
referring to the strategic value of the market.<br />
The gas demand expected to recover<br />
beyond Baumgarten (e.g. Germany and<br />
France; also there are swap options for<br />
Benelux countries and even to reach fully<br />
liberalized UK market), where new gas<br />
could be absorbed. However, as RWE<br />
withdrew and Azerbaijan missed the<br />
opportunity of physical delivery of its gas<br />
directly to German market; with all kind of<br />
advantages, but also of securing Germany’s<br />
greater involvement and support in political<br />
matters. At the very moment, none (out<br />
of RWE) of current potential gas buyers<br />
for Azerbaijan also the Caspian gas is<br />
interested in bringing that new gas beyond<br />
Baumgartner. Furthermore, very recently<br />
another German company Bayerngas<br />
announced it is ceasing negotiations with<br />
NW to join the consortium due to the<br />
progress in the negotiations with Gazprom.<br />
scheme to supply piped natural gas from<br />
the Caspian Sea to Southern and Central<br />
Europe. The Southern Gas Corridor and<br />
the development of multiple projects for the<br />
importation of liquefied natural gas mean<br />
the European Union can still strengthen its<br />
negotiation position with Moscow.<br />
Given the above mentioned, for now the<br />
market that NW is targeting (the countries<br />
along the route of Nabucco) is considered to<br />
be the most reliable at the moment as these<br />
countries are eagering the diversification<br />
of the gas source. However other similar<br />
project Russian South Stream is targeting<br />
the same market and it is remaining to see<br />
whether it will be volume substitution or<br />
market share. In the country markets where<br />
gas demand will grow rapidly market share<br />
by SD gas is possible supplying additional<br />
volumes to meet the demand. In the country<br />
markets where gas demand will have a<br />
little growth, such as Italian market volume<br />
substitution is possible, i.e. those countries<br />
will lessen their import from Russia and<br />
substitute it with SD gas. The European<br />
Union, despite concerns over Russia’s<br />
dominance of its energy sector, has not<br />
implemented a meaningful diversification<br />
118<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
TURKEY AND THE ARAB SPRING:<br />
TRANSFORMATIONS IN TURKEY’S<br />
MIDDLE EAST POLICY<br />
Doç. Dr. Şaban Kardaş, TOBB University, Assistant Professor, Member of HASEN Board of Experts<br />
The Middle East has been in a state of<br />
transition for the last two years, forcing<br />
regional actors to redefine their foreign<br />
policies. Since the beginning of the events<br />
in late 2010, Turkish government has<br />
contextualized the Arab <strong>Spring</strong> in a positive<br />
light. Its overall view was that various<br />
demonstrations and uprisings marked a<br />
bottom-up demand for transformation in<br />
the region. It was a genuine demand of<br />
the ordinary Arab people and it deserved<br />
Turkey’s support. Obviously, the eventual<br />
rise of democratic regimes in the region, as in<br />
Tunisia, Egypt or Libya, has been welcome<br />
news for Turkey, and is likely to have positive<br />
outcomes for Turkey’s Middle East policies in<br />
the long run. However, it is hard to notice that<br />
the transition process and consolidation of<br />
democratic regimes will prove painful, posing<br />
many security risks for Turkey. The uprising<br />
and consequent conflict in Syria has already<br />
created direct challenges for Turkey’s regional<br />
interests, but the implications of the Arab<br />
spring go deeper than those direct security<br />
risks.<br />
The regional transformation is inevitably<br />
forcing a rethinking of Turkey’s role in the<br />
Middle East, and Ankara has indeed initiated<br />
major changes in its regional policies. In this<br />
paper, I will analyze these transformations, by<br />
focusing on four complementary processes:<br />
Turkey’s drift towards Middle Eastern<br />
geopolitical calculations, growing emphasis<br />
on democracy, changing nature of threats and<br />
Turkey’s redefinition of its ties to the West. In<br />
order to put the transformations in a context,<br />
I will start with a brief discussion of how to<br />
“<br />
The regional transformation is inevitably<br />
forcing a rethinking of Turkey’s role in the<br />
Middle East, and Ankara has indeed initiated<br />
major changes in its regional policies.<br />
conceptualize Turkey’s role in the Middle East<br />
prior to the Arab <strong>Spring</strong>.<br />
Turkey as a regional power<br />
It would be useful to start with a brief<br />
conceptual discussion of Turkey’s role<br />
perceptions in the Middle East in order to<br />
understand the implications of the Arab <strong>Spring</strong><br />
for Turkey’s regional policies. Discussions<br />
about Turkish foreign policy before the Arab<br />
<strong>Spring</strong> were centered on the term proactivism,<br />
especially in the 2008-2010 period. Not only<br />
in Turkey but also in Western and Middle<br />
Eastern capitals, the debate was on finding a<br />
proper label to make sense of the proactive<br />
Turkish foreign policy. Many analysts used<br />
different names to describe Turkish foreign<br />
policy, such as ‘neo-Ottomanism’ or the ‘zeroproblems-foreign<br />
policy’. In my view, the term<br />
‘regional power’ is best suited to describe the<br />
role that Turkey wishes to play in the region.<br />
Indeed, Turkey’s role in the Middle East can<br />
be understood better if we see its actions as<br />
an attempt to create a regional order, centred<br />
hopefully around Turkey, and trigger a process<br />
of regional integration in the Middle East.<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
119
Şaban Kardaş<br />
“<br />
In my view, the term ‘regional power’ is<br />
best suited to describe the role that Turkey<br />
wishes to play in the region.<br />
In the several years preceding the Arab <strong>Spring</strong>,<br />
Turkey had pursued improved ties with its<br />
neighbours in the south, while it worked<br />
to foster enhanced economic and political<br />
relations with these countries. Many people<br />
in the West, especially in America’s think-tank<br />
community, argued that Turkey was drifting<br />
away from the West, that it was turning its<br />
face against Europe and that it was turning<br />
more toward the Middle East. But, this was<br />
not a correct characterization of Turkey’s<br />
objectives. Its actions were rather an attempt<br />
to catalyze regional integration through closer<br />
cooperation with regional actors. Turkey’s<br />
regional integration effort was similar to<br />
other processes in different parts of the world.<br />
Turkey in its region has been working hard<br />
to initiate regional mechanisms in both the<br />
economic and political realms. The Middle<br />
East policy of Turkey prior to the Arab <strong>Spring</strong><br />
foresaw that Turkey would be at the centre of<br />
the regional integration process, and would<br />
be in a position to develop autonomous,<br />
independent policies to shape the course of<br />
events in the region.<br />
The developments associated with the<br />
Arab <strong>Spring</strong> have presented a unique test<br />
to Turkey’s regional policies and attempts<br />
at integration in the Middle East. The<br />
unfolding of the events in the last two years<br />
demonstrated the weaknesses and limitations<br />
of the regional order in the Middle East and<br />
offered a test to better assess Turkey’s abilities<br />
and capabilities to initiate regional level<br />
solutions there.<br />
Transformation of the Middle<br />
Eastern order and challenges for<br />
Turkey’s security<br />
There are at least four major processes in the<br />
Middle East that are transforming the MENA,<br />
hence Turkish foreign policy.<br />
Drifts towards the Middle<br />
Eastern geopolitical calculations<br />
First, Turkey increasingly drifts towards the<br />
Middle Eastern geopolitical calculations and<br />
ever-shifting balances of power. The Middle<br />
Eastern issues and calculations are becoming<br />
more pronounced in Turkish foreign policy.<br />
The implications of this growing involvement<br />
in the region for Turkey’s Western connection<br />
have to be properly explained. To the extent<br />
that Turkish foreign policy is preoccupied<br />
with the developments in the Middle East,<br />
there is an emerging perception in the West<br />
that Turkey’s interest and attention to the EU<br />
is curtailed. For instance, especially after the<br />
publication of the most recent report by the<br />
European Commission on Turkey’s progress<br />
in the EU accession process, in European<br />
quarters, Turkey comes out as a country that<br />
is lacking interest and willingness to pursue<br />
European integration. Whether the association<br />
between the drift towards the Middle East and<br />
the stalling of the European integration path is<br />
a mere correlation or a causal relationship can<br />
be debated from an analytical point of view,<br />
but from a policy perspective, this perception<br />
is something that Turkey has to manage in the<br />
West.<br />
In the Middle East context, Turkey is<br />
recalibrating its policies to the rapidly shifting<br />
local dynamics and alliances. Turkey is forced<br />
by the course of events to adjust its positions<br />
in short intervals, as in Iraq, Iran, or Syria,<br />
etc. These shifting positions are creating an<br />
enormous adjustment cost for Turkey, because<br />
some of the new policies Turkey has devised<br />
recently put it in conflict with its neighbours.<br />
For example, its policies vis-à-vis Iraq, Iran<br />
120<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Turkey And The Arab <strong>Spring</strong>:<br />
Transformations In Turkey’s Middle East Policy<br />
and Syria created a rift with the Iraqi and<br />
the Iranian governments, not to mention the<br />
breaking off the diplomatic ties with Syria.<br />
For instance, while two years earlier it had<br />
good relations with Iran, today, we see that<br />
Turkish-Iranian relationship has entered into<br />
a new confrontational phase. As the changing<br />
dynamics in the Middle East are also altering<br />
the conduct of Turkish diplomacy, Turkey also<br />
needs to offer better explanations for its new<br />
foreign policy in the region.<br />
Growing emphasis<br />
on democracy<br />
The second process is the growing salience of<br />
democracy in the region and its appearance<br />
in the rhetorical toolkit of Turkish foreign<br />
policy. There are different explanations of the<br />
phenomenon of the Arab <strong>Spring</strong>, but many<br />
accounts put emphasis on popular demand for<br />
better governance as a driving motive of the<br />
wave of uprisings. While such demands led<br />
to regime in several countries and triggered<br />
partial reforms in others, in Syria, that process<br />
risks ascending into a civil war.<br />
The Turkish government viewed the<br />
developments in the Middle East as reflections<br />
of the Arab people’s genuine, bottom-up,<br />
demand for democracy and better governance.<br />
Turkey has taken the position that since the<br />
people of the region demand democracy<br />
and equal treatment from their rulers, they<br />
deserve to be supported, because these are<br />
now universal norms that all nations have a<br />
right to enjoy without hindrance. Turkey here<br />
made a very strategic decision by postulating<br />
that since Turkish people enjoy democratic<br />
rights in their own country and the Turkish<br />
government delivers on those demands<br />
domestically, then Turkish government will<br />
also stand behind the people of the region who<br />
rise up for the same rights in their countries.<br />
This was a revolutionary step for Turkey,<br />
remembering that, traditionally, Turkey did<br />
not have a democracy promotion policy.<br />
Turkey’s democratic credentials were – and to<br />
“<br />
The Turkish government<br />
viewed the developments in<br />
the Middle East as reflections<br />
of the Arab people’s genuine,<br />
bottom-up, demand for<br />
democracy and better<br />
governance.<br />
some extent still are – questioned in the West<br />
and Turkey officially shunned from developing<br />
a policy to promote democracy abroad.<br />
With the Arab <strong>Spring</strong>, however, we see that<br />
Turkey is increasingly presenting itself as an<br />
actor that supports democratic movements.<br />
This major transformation in Turkish thinking<br />
has also repercussions for its foreign policy<br />
orientation. Despite disagreements over<br />
specific policies to be pursued, European<br />
actors and the United States also took a similar<br />
position in the sense that they decided to<br />
support the people’s quest for democracy<br />
and pressed for regime change in Libya or<br />
Syria. Though that support might have come<br />
late, they, like Turkey, also preferred to go<br />
with the people rather than the regimes. The<br />
underlying similarity in their reactions to the<br />
Arab people’s democratic demands in the<br />
Middle East underscored the extent to which<br />
Turkish foreign policy bears the semblance of<br />
Western, liberal foreign policy understanding<br />
in the Middle East. Especially, Turkey’s<br />
embrace of the notion of the sovereignty as<br />
responsibility in the case of Syrian uprisings<br />
reiterates its Western-liberal foreign policy<br />
culture, as well as its divergence from other socalled<br />
rising powers, such as China or Brazil,<br />
that have advocated the notion of inviolability<br />
of sovereignty.<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
121
Şaban Kardaş<br />
This new foreign policy upholding<br />
democracy is putting it in conflict or potential<br />
contradiction with some of the regional<br />
actors such as Iran, and to a certain extent,<br />
Saudi-Arabia and the Gulf countries, but<br />
also, from a geopolitical point of view, with<br />
Russia. Russia has developed a very sceptical<br />
view of the developments in the Middle<br />
East. Especially after their bitter experience<br />
in Libya, Russians have questions about the<br />
Syrian uprising. Unlike Turkey’s description<br />
of the events as a pro-democratic demand,<br />
Russia does not necessarily see a genuine<br />
democratic movement or bottom-up process.<br />
Consequently, Turkey has been positioned on<br />
different sides of the equation compared to<br />
Russia and Iran.<br />
This emphasis on democratic values presented<br />
unique challenges to Turkey’s not only foreign,<br />
but also, domestic policies. The Turkish<br />
government decided to support unequivocally<br />
the democratic movements in the Middle<br />
East, but this policy was not an easy sell. The<br />
government often encountered difficulties in<br />
explaining that policy in domestic politics,<br />
while opposition parties have been ardent<br />
critics of especially the Syria policy. Some<br />
segments of the Turkish society have questions<br />
on the forces behind the Arab <strong>Spring</strong> and<br />
are not fully supporting the government’s<br />
position.<br />
Changing nature of threats<br />
The third major process underway in the<br />
Middle East is the changing nature of threats<br />
in the Middle East. During the rather calm<br />
environment of the pre-Arab <strong>Spring</strong> Middle<br />
East, Turkey worked with the incumbent<br />
regimes in line with its proactive Middle East<br />
policy. At the time, it sought to cooperate<br />
with the regimes, believing that they enjoyed<br />
legitimacy and authority and they could<br />
deliver on their end of the deal. During this<br />
transformation process in the Middle East,<br />
however, it is hard to identify the proper<br />
interlocutors and whether they command<br />
the authority and resources to realize<br />
their promises. For external actors such as<br />
Turkey, the challenge now is to determine<br />
competent interlocutors in the transition<br />
countries, if they were to have a long term<br />
strategic vision towards the Middle East. The<br />
ongoing transition period is characterized<br />
with unpredictability and uncertainty, which<br />
renders the whole region insecure, volatile and<br />
risk-prone.<br />
The growing risks and uncertainty<br />
surrounding the security environment of<br />
the Middle East is presenting Turkey with<br />
significant challenges. For instance, the<br />
situation in Syria presents a direct security<br />
challenge to Turkey, as it has to deal with an<br />
unfolding civil war on its borders, which has<br />
already resulted in the flow of refugees into<br />
Turkey and armed skirmishes on the borders.<br />
But there are also other risks in the region,<br />
whose implications might be felt in indirect<br />
ways. One such risk is the notion that the<br />
existing borders and territorial integrity of<br />
the states can be opened for debate in the<br />
wake of the regional turmoil, which presents<br />
unique challenges to not only Turkey, but also<br />
to other actors. For instance, as the current<br />
conflict deepens, the question of whether<br />
Syria will stay as a unified country, or it might<br />
be divided along sectarian or ethnic lines<br />
might increasingly come to the fore. Another<br />
related challenge concerns the norm of nonintervention<br />
in the MENA. Following the<br />
Western-led intervention in Libya under a<br />
United Nations mandate, the prospects of<br />
Western intervention under humanitarian<br />
justifications might complicate regional<br />
geopolitics. This is one concern that has been<br />
raised by China and Russia as well.<br />
The politization of sectarian identities, i.e.,<br />
Shiite and Sunni divisions, is presenting<br />
yet another security challenge for Turkey<br />
in the Middle East. As religious identities<br />
intermingle with the political conflicts,<br />
they may generate divisive implications.<br />
122<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>
Turkey And The Arab <strong>Spring</strong>:<br />
Transformations In Turkey’s Middle East Policy<br />
“<br />
The growing risks and<br />
uncertainty surrounding the<br />
security environment of the<br />
Middle East is presenting<br />
Turkey with significant<br />
challenges.<br />
The risk is that to the extent that the Shiite<br />
and Sunni states and groups are mobilized<br />
along those sectarian lines, it might lead to<br />
further escalation of conflicts in the region.<br />
For Turkey, this development poses a unique<br />
challenge, because, although Turkey is<br />
predominantly a Sunni country, it does not<br />
pursue a foreign policy that is driven by the<br />
Sunni identity. Turkey wants to present itself<br />
as a neutral power, and does not want to be<br />
stuck in the middle of these sectarian fault<br />
lines. Sometimes, Iran and Saudi-Arabia or<br />
the Gulf countries are seen as the two forces<br />
to promote sectarian agendas in the Middle<br />
East. The Syrian conflict is the most obvious<br />
case where the sectarian dynamics have put<br />
Turkey on the spotlights. But, for its part,<br />
Turkey, although it is supporting the Syrian<br />
uprising, does not want its support to be seen<br />
as an outcome of religious affinity. It will be<br />
a unique challenge for Turkey to defend its<br />
foreign policy vis-à-vis the Arab spring on the<br />
basis of certain universal principles and at the<br />
same time avoid the sectarian trap.<br />
Another emerging security risk in the Middle<br />
East is the growing politicisation of ethnic<br />
identities. Similar to sectarian identities,<br />
ethnic divisions are also increasingly becoming<br />
visible and accentuated. In Syria, for instance,<br />
the Kurdish dimension is becoming more<br />
important, and taken together with the<br />
developments in Iran, the ethnic politics<br />
in the region is complicating the security<br />
environment. As those new challenges emerge,<br />
the Iranian nuclear program continues to<br />
remain yet another risk element in the Middle<br />
East. That risk has been there for some time<br />
already, but with the Syrian uprising, we see<br />
that the diplomatic tension around the Iranian<br />
nuclear problem has been heightened, raising<br />
the risks for Turkey.<br />
Turkey’s redefinition of its ties<br />
to the West<br />
The fourth and last process that affects<br />
Turkey is Turkey’s redefinition of its ties to<br />
the West, especially the United States. While<br />
this process has implications for the regional<br />
geopolitics, it also alters Turkey’s own vision<br />
towards the Middle East. As emphasized<br />
earlier, Turkey had been working to develop<br />
a regional order through closer integration<br />
in the Middle East. When the Arab uprisings<br />
started two years ago, ideally, Turkey would<br />
have liked to see the regional powers like<br />
Turkey, Iran, Saudi-Arabia or Egypt getting<br />
together to address the conflict in Libya,<br />
Syria or other instances. In the last two years,<br />
however, it has been aptly revealed that<br />
this was not possible, because the regional<br />
countries lacked the instruments, mechanisms<br />
and incentives to work together toward the<br />
solution of regional problems.<br />
As the Middle East is now becoming more<br />
volatile, Turkey is forced to take care of its own<br />
interests and security. Since the United States<br />
still possesses wherewithal to meet certain<br />
needs of Turkey, Ankara is driven to cooperate<br />
with Washington. Despite the fact that there<br />
is now an unfolding debate as to whether the<br />
pivot to Asia will derail US interests away<br />
from the region, the United States can still<br />
make decisive impact on the regional political<br />
developments. Before the Arab <strong>Spring</strong>, there<br />
was more of divergence in the Turkish-<br />
American bilateral relationship. In the case<br />
of the Iranian nuclear problem, for instance,<br />
Turkey voted against the UN Security Council<br />
Resolution sponsored by the United States.<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />
123
Şaban Kardaş<br />
“<br />
The politization of sectarian<br />
identities, i.e., Shiite and Sunni<br />
divisions, is presenting yet<br />
another security challenge for<br />
Turkey in the Middle East.<br />
Today, however, Turkey increasingly acts with<br />
the United States, including vis-à-vis Iran and<br />
also in Syria.<br />
Concluding Remarks<br />
The Arab <strong>Spring</strong> has been a major test for<br />
Turkey’s Middle Eastern policy which was<br />
based on its quest to create a regional order<br />
that would serve as a belt of stability and<br />
prosperity in its southern borders. Turkey<br />
pursued a proactive foreign policy agenda<br />
to penetrate into the Middle East, by using<br />
various liberal instruments such as economic<br />
interdependence, soft power, diplomacy,<br />
mediation, and engagement policies.<br />
Especially, it was eager to foster the notion of<br />
regional ownership, whereby regional actors<br />
would get together and develop solutions to<br />
their own problems.<br />
The changes in Turkey’s regional policies<br />
in the last two years can be made sense by<br />
taking into account the new regional security<br />
environment which has been more risk-prone<br />
and presented new security risks for Turkey.<br />
In response, Turkey maintained the same<br />
proactive foreign policy approach, hoping<br />
that it could shape the course of events in a<br />
direction that served its security and interests<br />
in the region.<br />
Especially, Turkey’s outspoken embrace of<br />
democracy was important, because, it believed<br />
that democratic regimes would provide the<br />
most effective solution for the stabilization<br />
of regional order, by helping establish more<br />
legitimate and durable governments.<br />
In the process, Turkey also realized<br />
the limitations to its ability to develop<br />
autonomous policies, as well as the poor<br />
standing of the regional mechanisms for<br />
devising regionally-based solutions. As a<br />
result, Turkey has recalibrated its Western<br />
policy, but the resulting era of coordination<br />
with the West is presenting new challenges<br />
for Turkey, because, to the extent that it acts<br />
with the United States, this cooperation is<br />
poised to lead to possible tensions with its<br />
neighbours. In contrast, the closer cooperation<br />
with Washington has altered the perceptions<br />
of Turkey outside. The recalibration of the<br />
relationship with the West has effectively<br />
ended the debate on the axis shift.<br />
Nonetheless, it needs to be noted that not<br />
only Turkey, but also the EU and other<br />
European countries, were also deficient in<br />
addressing the developments in the Middle<br />
East. All together, there is very little European<br />
involvement or strategic thinking to address<br />
the developments. The US’ relative disinterest<br />
in the region is creating power vacuum and<br />
although Turkey as a regional actor is trying to<br />
fill that vacuum, it has so far not been able to<br />
accomplish that goal.<br />
Moreover, Turkey’s preference for liberal<br />
instruments prior to the Arab spring is<br />
also going through a major test. In the new<br />
environment, especially due to the Syrian<br />
conflict, increasingly, hard security issues,<br />
coercive instruments and isolation policies<br />
are on Turkish foreign policy agenda. Given<br />
the risk-proneness of the regional security<br />
environment, Turkey naturally considers more<br />
seriously hard power assets, but it will be a<br />
challenge for Turkish diplomacy to strike the<br />
fine balance between hard and soft power<br />
capabilities in the days ahead.<br />
124<br />
CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>