30.12.2014 Views

Hazar Raporu - Issue 03 - Spring 2013

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BAHAR <strong>2013</strong> / SAYI: 3<br />

HAZAR<br />

RAPORU<br />

www.hazarraporu.com<br />

TANAP<br />

GÜNEY AKIM<br />

NABUCCO<br />

TAP<br />

BTC<br />

AGRI<br />

ITGI<br />

MAVİ AKIM<br />

BTE<br />

SAMSUN-CEYHAN<br />

BAKÜ-SUPSA<br />

GÜNEY GAZ KORİDORU<br />

ENERJİDE<br />

YENİ ÇÖZÜM<br />

John Roberts<br />

Azerbaycan ve Avrupa Enerji<br />

Güvenliği: Ulusal Öncelikler ve<br />

Uluslararası Sorumluluklar<br />

Gulmira Rzayeva<br />

AB ve Güney Kafkasya:<br />

Ne Derece Uzak ve Derin<br />

Amanda Paul<br />

<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />

Khazar İbrahim


HAZAR RAPORU<br />

Yayıncı:<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />

Yayıncı Adına İmtiyaz Sahibi:<br />

Haldun Yavaş<br />

Genel Yayın Yönetmeni:<br />

Efgan Niftiyev<br />

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:<br />

Hande Yaşar - Ünsal<br />

Yayın Kurulu:<br />

Siddharth Saxena, Gönül Tol, Bekir Günay, Efgan Niftiyev, Saban Kardaş,<br />

Svante E. Cornell, Taleh Ziyadov, Amanda Paul, Mitat Çelikpala, Ayça Ergun,<br />

John Roberts, Dr. Fatih Macit, Şener Aktürk, Cemil Ertem, Kornely Kakachia,<br />

Ercüment Tezcan, Vladimir Kvint, Joshua Walker, Sham L. Bathija<br />

Araştırma Asistanı:<br />

Ferahşan Yaprak - Gençkaya<br />

Görsel Sorumlusu:<br />

Mefail Başgülşen<br />

Basımcı:<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />

Grafik Tasarım:<br />

Basıldığı Yer:<br />

Fatih Matbaası<br />

Yayın Türü:<br />

Süreli<br />

Yazışma Adresi:<br />

Veko Giz Plaza, Maslak Meydan Sok., No:3 Kat:4 Daire:11-12 Maslak,<br />

34298 Şişli-İstanbul-TÜRKİYE<br />

Telefon:<br />

+90 212 999 66 00<br />

Fax:<br />

+90 212 999 66 01<br />

Web:<br />

www.hazarraporu.com<br />

Email:<br />

info@hazarraporu.com<br />

<strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>’nda yayınlanan tüm yazı ve<br />

materyallerin sorumluluğu yazarına aittir.<br />

<strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>’nda yayınlanan içerik ve<br />

malzeme derginin ve yazarının yazılı onayı<br />

alınmaksızın kopyalanamaz, yayınlanamaz.<br />

The opinions expressed within are those of the<br />

authors and do not necessarily reflect HASEN<br />

policy. No part of this magazine may be<br />

reproduced in whole or in part without written<br />

permission of the publisher and the author.


hazar<br />

strateji<br />

enstitüsü<br />

H A S E N


EDİTÖRDEN…<br />

Değerli Okurlar,<br />

90’lı yıllarda petrol sahalarının işlenmesine başlanılmasının peşi sıra <strong>Hazar</strong> Bölgesi enerji kaynaklarının<br />

geliştirilmesi düşüncesi gündeme gelmiştir. Süre gelen zaman içerisinde konuya ilişkin sayısız çalışma<br />

yapılmış ve birçok proje gündeme gelmiştir. Bu doğrultuda, özellikle geçtiğimiz birkaç yıldan beri <strong>Hazar</strong>’ın<br />

enerji hazinesinin pek mühim bir parçasını teşkil eden doğal gaz, başta bölge uzmanları olmak üzere enerji<br />

piyasasının global temsilcileri tarafından mercek altına alınmıştır.<br />

Öyle ki; Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan gibi ülkelerde kayda değer doğal gaz rezervleri tespit edilmiş<br />

durumda. Bu kaynaklar başta enerji çeşitliliği hususunda ciddi yatırımları göze alan Avrupa ve büyüyen<br />

ekonomisiyle son 10 yılda doğal gaz tüketimini üç kat arttıran Türkiye için hayati niteliktedir.<br />

Kafkasya ve Anadolu üzerinden Güney Gaz Koridoru olarak tanımlanan güzergahla Türkiye üzerinden<br />

Avrupa’ya ulaşacak <strong>Hazar</strong> gazı, potansiyel Pazar kapılarını bölge ülkelerine açarken, yoğunlukla Rusya’ya<br />

bağımlı olan Türkiye ve Avrupa’nın enerji güvenliği ve kaynak çeşitliliği üzerindeki endişelerini azaltacaktır.<br />

Giderek artan gaz tüketimi ve alternatif kaynakların kapasitesi göz önünde bulundurulduğunda Güney<br />

Gaz Koridoru’nun piyasanın talebini tam anlamıyla karşılayıp tüm sorunlara çözüm olup olmayacağı ve<br />

uygulamaya ilişkin süreçte yaşanması muhtemel problemler hususunda akla gelebilecek kritik soruların<br />

cevaplarını dergimizin bu sayısında sizler için araştırdık. Konuyla ilgili olarak Platts Enerji Güvenliği Uzmanı<br />

John Roberts ve Azerbaycan Stratejik Araştırmalar Merkezi Araştırma Görevlisi Gulmira Rzayeva’nın<br />

yazıları gerçekten ufuk açıcı nitelikte.<br />

Geçtiğimiz yıl Türkiye’nin, Gürcistan’ın en büyük dış ticaret ortağı haline gelmesi ve Avrupa ile yapılan<br />

ticaretin Azerbaycan dış ticaretinin yarısına tekabül eder hale gelmesi bölgedeki ekonomik ve siyasi değişimin<br />

önemli göstergelerindendir.<br />

Bu bağlamda, Avrupa Siyaset Merkezi Uzmanı Amanda Paul özellikle Güney Kafkasya ve AB arasındaki<br />

ilişkileri değerlendirirken, güvenlik uzmanımız Mitat Çelikpala <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin yalnızca enerji kaynakları<br />

ile gündeme getirilmesinin, bölge ehemmiyetinin hakkıyla idrak edilememesine neden olacağı düşüncesi ile,<br />

bölgenin doğu–batı ekseninde hem ticaret hem de ulaştırma koridoru olma potansiyelini analiz etmiştir.<br />

Batı ve doğu arasındaki bu transit koridor gerekli yasal değişikliklerin yapılması ve siyasi adımların atılması<br />

halinde bölge ekonomisine çok önemli katkılar yaparak burada bulunan ülkeleri küresel ligde önemli oyuncular<br />

haline getirecektir. Ekonomi uzmanımız Dr. Fatih Macit’in bu ülkelerden Azerbaycan, Kazakistan, Türkiye ve<br />

Kırgızistan üzerine kaleme aldığı analiz konuya ilişkin ne derece mühim fırsatlara sahip olunduğunu bir kez<br />

daha gözler önüne sermektedir.<br />

Son olarak bölgedeki politik dengeler ve dış politika dinamiklerine özel bir parantez açtığımız bu sayıda, Dış<br />

Politika uzmanlarımızdan Şener Aktürk, bölgenin iki önemli aktörü Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkilerin<br />

son on yılına ışık tutarken, Şaban Kardaş Arap Baharı sürecinde izlenen Türk dış politikasını ele aldı.<br />

Azerbaycan NATO büyükelçisi Khazar İbrahim’in <strong>Hazar</strong> Bölgesi güvenliğine ilişkin kaleme aldığı makale ise<br />

sadece akademi dünyasından değil aynı zamanda bizzat siyasa yapıcısı perspektifini de sunmaktadır.<br />

Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere…<br />

Efgan Niftiyev<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Twitter: @eniftiyev


hazar<br />

strateji<br />

enstitüsü<br />

H A S E N<br />

İçindekiler<br />

MAKALELER<br />

AB ve Güney Kafkasya Ne Derece Uzak ve Derin<br />

Güney Kafkasya ile yakın ilişki kurmak, özellikle ilk zamanlarda AB için tartışmalı bir konuydu.<br />

Kimi üye ülkeler, on yıllardır Rusya Federasyonu’nun etkisi altında kalmış olan ve birçok<br />

problemle birlikte ciddi manada güvenlik problemi yaşayan bir bölgeye girmek hususunda<br />

oldukça ilgisizlerdi.<br />

Amanda Paul, Avrupa Siyaset Merkezi (EPC) Uzmanı<br />

<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />

Birçok bölge, küresel ilişkiler çerçevesindeki değerlerini keşfetmeye ve bunu ispat etmeye<br />

çalışmaktadır. Uluslararası haber başlıkları genellikle Orta Doğu, Çin, Rusya, İran ve<br />

Afganistan’dan bahsederken, <strong>Hazar</strong> Bölgesi çoğunlukla kapsam dışında kalmaktadır. Bu<br />

durum, <strong>Hazar</strong>’ın önemsiz olduğu anlamına mı gelmektedir<br />

Khazar İbrahim, Azerbaycan NATO Büyükelçisi<br />

Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />

Kısa bir süre önce, AB Komisyonu’nun enerjiden sorumlu üyesi Günther Oettinger Avrupa Birliği’ne<br />

ulaştırılacak yıllık 10 milyar metreküp Azerbaycan gazı arzını ‘çerez’ seklinde nitelendirerek<br />

görünürde yetersiz bulmuştur. Bu ifade oldukça çarpıcıdır, zira bu yatırımın Avrupa’ya ulaşmasının<br />

tam maliyeti aşağı yukarı 10 milyar doları bulabilir.<br />

John Roberts, Enerji Güvenliği Uzmanı, Platts<br />

Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

AB’nin Güney Gaz Koridoru, öncelikli olarak <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nden olmak üzere, dünyanın en<br />

büyük piyasası olan Avrupa piyasası için alternatif kaynak ve güzergahlardan gaz teminini<br />

amaçlamaktadır. Doğu ve Güney Avrupa, önemli ölçüde Rus gazı teminine bağımlı durumdadır.<br />

Bu durum Batı ülkelerinin egemen ve bağımsız politikalar üretebilmesine engel olmaktadır.<br />

Gulmira Rzayeva, Araştırma Görevlisi Ekonomik Analiz ve Küresel İlişkiler Bölümü,<br />

Azerbaycan Stratejik Araştırmalar Merkezi<br />

7<br />

17<br />

22<br />

29<br />

4<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


BAHAR / <strong>2013</strong><br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru<br />

Olmaya Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />

2009 yılında dünya ticaretini etkisi altına alan ekonomik kriz sonrası uluslararası ticaret<br />

yeniden canlanmaya başlayınca, öne çıkan bağlantı noktalarından biri de <strong>Hazar</strong> Bölgesi olarak<br />

belirginleşti. Avrupa’dan başlayarak Hindistan üzerinden Çin’e kadar uzanan bir hatta yeniden<br />

canlanmaya başlayan uluslararası ticaret, çoğunlukla deniz yolu üzerinden yürütülüyor.<br />

Doç. Dr. Mithat Çelikpala, Doç. Dr., Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm<br />

Başkanı, <strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

46<br />

Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

Bu makalenin amacı, Soğuk Savaş sonrası Türk-Rus ilişkilerinin ikinci on yılında (2002-<br />

2012) gözlenen nisbi kötüleşmenin sebeplerinin analiz edilmesidir. Bu yapılırken, Türk-Rus<br />

ilişkilerinin bir önceki on yılda (1992-2002) kaydettiği göz kamaştırıcı yükseliş de, yazarın<br />

daha önce bu döneme ilişkin yayınlamış olduğu eserine atıfla kısaca açıklanacaktır.<br />

Yrd. Doç. Dr. Şener Aktürk, Koç Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />

HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

55<br />

Türkiye ve Arap Baharı:<br />

Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />

Orta Doğu geçtiğimiz iki yıl boyunca bir dönüşüm sürecine girmiş ve bölgesel aktörleri<br />

yurt dışı politikalarını yeniden tanımlamaya zorlamıştır. 2010 yılının sonlarındaki<br />

olayların başlangıcından bu yana ise Türk hükümeti Arap Baharı’nı pozitif yönde<br />

kavramsallaştırmıştır.<br />

Doç. Dr. Şaban Kardaş, TOBB Üniversitesi Öğretim Üyesi,<br />

HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

71<br />

Türk Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />

Türk Konseyi’nin temelleri 3 Ekim 2009’da imzalanan Nahçivan Anlaşması ile<br />

atılmıştır. Örgüt ilk etapta Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın katılımı<br />

ile kurulmuştur. Bununla birlikte şu an üye olmayan Türkmenistan ve Özbekistan da<br />

potansiyel üye olarak görülmektedir.<br />

Dr. Fatih Macit, Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi ,<br />

HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

80<br />

ENGLISH PART<br />

89<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

5


CHOICE FOR<br />

ENERGY OF<br />

TURKEY’S<br />

TOMORROW<br />

Turkey’s largest private natural gas importer.<br />

With its PNG and LNG portfolio, supplies major<br />

industrial customers and cities throughout the country.<br />

www.enercoenerji.com


AB ve Güney Kafkasya:<br />

Ne Derece Uzak ve Derin<br />

Amanda Paul, Avrupa Siyaset Merkezi (EPC) Uzmanı<br />

Güney Kafkasya ile yakın ilişki kurmak,<br />

özellikle ilk zamanlarda AB için tartışmalı<br />

bir konuydu. Kimi üye ülkeler, on yıllardır<br />

Rusya Federasyonu’nun etkisi altında<br />

kalmış olan ve birçok problemle birlikte<br />

ciddi manada güvenlik problemi yaşayan<br />

bir bölgeye girmek hususunda oldukça<br />

ilgisizlerdi.<br />

Buna rağmen, geçtiğimiz on yıl boyunca<br />

AB yavaş adımlarla fakat kararlılıkla<br />

Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan<br />

ile daha yakın ekonomik ve politik<br />

bağlar kurmak suretiyle bölgeyle olan<br />

ilişkisini artırdı. Güvenlik hususundaki<br />

hassas durum ve bunun AB’ye olası tesiri<br />

konusunda kaygılar sürmekteyken, <strong>Hazar</strong><br />

enerji kaynaklarından istifade edilmesi,<br />

AB’nin mevcut ilişkinin geliştirilmesi<br />

“<br />

20 yılı aşkın süredir Güney<br />

Kafkasya ülkelerinin “geçiş sürecinde”<br />

olduğu söylenemez.<br />

Ermenistan, Azerbaycan ve<br />

Gürcistan işlevsel ve bağımsız<br />

devlet yapılanmalarını tamamlamışlardır.<br />

yönünde motivasyon kaynağı olmuştur.<br />

Ancak AB daha istikrarlı, güvenli ve<br />

müreffeh bir komşuluk arzusu içinde<br />

olduğunu dile getirirken, bu hedefe<br />

ulaşmak için ne derece hazırlıklı olduğu<br />

hususu belirsizliğini korumaktadır.<br />

Güney Kafkasya, mükemmel bir kültürel<br />

çeşitlilik, kıtalararası bir köprü ve Doğu-<br />

Batı, Kuzey-Güney Avrasya arasında<br />

yüzlerce yıllık enerji ve nakliye güzergâhı<br />

olan bir bölgedir. Sovyetler Birliği’nin<br />

dağılması sonrasındaki süreçte bölge,<br />

çalkantılı bir dönemden geçmiştir. Diğer<br />

Sovyet Sonrası cumhuriyetleri gibi,<br />

Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan<br />

zor bir politik ve ekonomik geçiş dönemi<br />

yaşamışlardır. Bu durum 90’lı yılların<br />

başında patlak veren korkunç çatışmaların<br />

sonuçları ile artmış ve bu çatışmalar<br />

ciddi anlamda politik ve ekonomik<br />

istikrarsızlığa, bununla birlikte sayısız<br />

sığınmacı ve iç göçe zorlanmış kişilerin<br />

ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 20<br />

yılı aşkın süredir Güney Kafkasya<br />

ülkelerinin “geçiş sürecinde” olduğu<br />

söylenemez. Ermenistan, Azerbaycan<br />

ve Gürcistan işlevsel ve bağımsız devlet<br />

yapılanmalarını tamamlamışlardır. Ancak<br />

bugün ayrılıkçılık, siyasi istikrarsızlık ve<br />

demokrasi eksikliği, Güney Kafkasya’yı<br />

AB’nin komşuları içerisinde en tartışmalı<br />

bölge haline getirmiştir.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

7


Amanda Paul<br />

Uzak ve Egzotik Bir Diyar<br />

1990’larda Güney Kafkasya, AB için<br />

uzak bir bölgeden ibaretti: çoğu AB<br />

bürokratının, hakkında pek az bilgiye<br />

sahip olduğu ve haritada yerini bulmakta<br />

zorlandığı, egzotik, uzak bir diyar.<br />

Balkanlar’daki kanlı savaşlarla ve demir<br />

perdenin dağılmasını takiben doğu<br />

sınırında gelişmekte olan yeni gerçeklikle<br />

meşgulken, bu bölgeye ilgi göstermek<br />

için çok az bir zaman ya da enerji vardı.<br />

Bu yüzden sürpriz bir şekilde, AB’nin o<br />

zamanlardaki tutumu finansal yardım<br />

çerçevesindeydi. Ermenistan, Azerbaycan<br />

ve Gürcistan’a 1 milyar Euro’nun üzerinde<br />

yatırım yapmak suretiyle, gerçekten de AB,<br />

1991 ve 2000 yılları arasında bölgedeki<br />

kalkınma projelerinin en büyük finansörü<br />

olmuştur.<br />

Fakat son 10 yıldan beri AB bölgenin,<br />

özellikle enerji ve ulaşım merkezi olarak<br />

öneminin günden güne artmasına katkı<br />

sağladı. Sonuç olarak AB, adım adım<br />

kendine yol açmış ve bölgeyle olan<br />

ilişkisini geliştirmiştir. Öyle ki geleneksel<br />

bölge güçlerinin aksine (Rusya, İran<br />

ve yakın zamanda Türkiye), AB bu üç<br />

ülkeyle ortak bir tarihî geçmişe sahip<br />

olmadığından, bölgenin demokratikleşmesi<br />

ve değişiminde kilit rol oynayacak konuma<br />

getirilmiştir. Dahası, Washington’ın<br />

Güney Kafkasya’yı AB’nin yakın çevresi ve<br />

dolayısıyla sorumluluğu altında görmesi<br />

ve yine Amerika’nın açıkça bölgeye ilgi<br />

göstermeyişi, AB’nin burada aktif olarak<br />

bulunması için daha büyük bir gereksinim<br />

doğurmuştur.<br />

8<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Güney Kafkasya’nın AB radarlarında<br />

daha görünür hale getiren birçok sebep<br />

bulunmaktadır. İlk olarak, genişlemeler<br />

sayesinde AB, coğrafi açıdan bölgeye<br />

yakınlaşmış ve yeni üyeliklerle bu bölge<br />

daha önemli hale gelmiştir. İkinci olarak,<br />

Gürcistan’da 20<strong>03</strong>-2004 yıllarında<br />

gerçekleşen Gül Devrimi, demokrasi ve<br />

reformun yayılması için kapı aralamış<br />

ve Gürcistan’ı hızlıca batı doğrultusuna<br />

yönelten bir devlet başkanını iktidara<br />

getirerek ülkeyi AB için daha ihtiyaç<br />

duyulur kılmıştır. Ve son, ancak<br />

muhtemelen en önemlisi, AB enerji<br />

güvenliği meselesidir. Rus gazına büyük<br />

oranda bağımlı olan <strong>Hazar</strong> Bölgesi, çıkış<br />

kapısı hükmünde olan Azerbaycan’la<br />

enerji kaynakları ve tedarikçilerini<br />

çeşitlendirmek adına çok önemli bir<br />

fırsat yakalamıştır. 2009 yılındaki Doğu<br />

Avrupa’daki birçok ev sahibini günlerce<br />

gazsız bırakan Rusya-Ukrayna gaz savaşı,<br />

bu meselenin aciliyetini artırmış ve<br />

Güney Koridoru projesini tetiklemiştir.<br />

Hatta AB’nin bölgedeki yeni enerji<br />

çıkarları, çözülmemiş Güney Osetya ve<br />

Abhazya (Gürcistan) ve Dağlık-Karabağ<br />

(Azerbaycan ve Ermenistan) sorunlarının<br />

neticesi olan hassas güvenlik durumu ile<br />

alakadar olması için ekstra bir neden teşkil<br />

etmiştir.<br />

AB’nin bölgeye olan ilgisi büyük oranda<br />

hoşnutlukla karşılanmaktadır. Masada<br />

duran finansal desteğin üstünde ve<br />

ötesinde AB ile daha derin ekonomik ve<br />

politik işbirliği; temel olarak Rusya’nın<br />

rolünün azaltılmasını amaçlayan daha<br />

dengeli bir ekonomi ve dış politika için<br />

çalışmak adına bir fırsat teşkil etmektedir.<br />

AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />

“<br />

Öyle ki geleneksel bölge<br />

güçlerinin aksine (Rusya,<br />

İran ve yakın zamanda<br />

Türkiye), AB bu üç ülkeyle<br />

ortak bir tarihî geçmişe<br />

sahip olmadığından,<br />

bölgenin demokratikleşmesi<br />

ve değişiminde kilit<br />

rol oynayacak konuma<br />

getirilmiştir.<br />

Gelişen İlişki: Adım Adım<br />

Gürcistan’daki Gül Devrimi’nin ortalarına<br />

denk gelen Aralık 20<strong>03</strong>’teki güvenlik<br />

stratejisi, Avrupa’daki yeni bölünme<br />

çizgilerinden kaçınılması gerektiğinin<br />

altını çizmiş, “Güney Kafkasya’daki<br />

problemlere daha güçlü ve aktif bir<br />

yaklaşım sergilemesi” hususunda AB’ye<br />

çağrı yaparak, “Doğu’daki komşularımızla<br />

ilgili politik problemlere takılmak yerine,<br />

onlarla ekonomik ve politik paylaşımın<br />

getirilerini artırmalıyız. Aynı zamanda,<br />

yakın zamanda komşumuz olabilecek<br />

bir bölge olan Güney Kafkasya’nın<br />

problemlerine daha güçlü ve aktif bir<br />

şekilde ilgi göstermeliyiz” 1<br />

demiştir. Bu<br />

konunun akabinde, “Güney Kafkasya<br />

ülkelerine politik ve ekonomik reformların<br />

gerçekleşmesi hususunda yardımda<br />

bulunmak, uyuşmazlıkları önlemek ve<br />

çözüm yollarını desteklemek mülteciler<br />

ve yurtiçi göçe maruz kalmış kişilerin geri<br />

dönüşüne katkıda bulunmak, bölgede kilit<br />

1 www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

9


Amanda Paul<br />

role sahip ulusal aktörlerle yapıcı bağlar<br />

kurmak, bölge içi işbirliğini desteklemek<br />

ve AB’nin Güney Kafkasya’daki<br />

faaliyetlerinin koordineli, tutarlı ve<br />

etkili olmasını sağmakla 2” görevli olan,<br />

AB’nin bölgeye ilişkin ilk Özel Temsilcisi<br />

Heikki Talvitie’nin daveti gerçekleşmiştir.<br />

Maalesef, yeni AB Özel Temsilcisi’nin<br />

bölgeye ilişkin çok az tesirinin oluşu, ya da<br />

hiç olmayışı ve elinde görece boş bir “alet<br />

çantası” ile çok önceden beri sahnede olan<br />

bölgesel güçlerle diğer aktörler arasında<br />

boğulmasıyla, bu iddialı gündem büyük<br />

oranda kağıt üzerinde kalmış, hayata<br />

geçirilememiştir.<br />

AB, 2007 yılında<br />

Romanya ve<br />

Bulgaristan’ın birliğe<br />

“<br />

katılımıyla birlikte<br />

bölgeyi “komşu”<br />

yapmak ve akabinde<br />

Güney Kafkasya’yı<br />

Avrupa Komşuluk<br />

Politikası’na (ENP),<br />

hemen olmasa<br />

da, dahil ederek<br />

vites yükseltmiştir.<br />

Ülkenin nihai katılımı oldukça dinamik<br />

ve başarılı bir lobi kampanyası yürütmüş<br />

olan Gürcistan Devlet Başkanı Mihail<br />

Saakaşvili’nin önemli çabaları sayesinde<br />

olacaktır. ENP, istekli bir şekilde, AB<br />

değerlerine uygun olarak istikrarlı,<br />

güvenli ve müreffeh bir alan oluşturmayı<br />

amaçlamıştır. Ertesinde Avrupa Komisyonu<br />

Başkanı Romano Prodi, temel özgürlük<br />

ve hukuk kurallarına saygı duyulan bir<br />

değerler topluluğu ve iyi yönetilen ülkeler<br />

halkasına dikkat çekmiştir. 2007 yılında<br />

AB, Güney Kafkasya ülkelerini de kapsayan<br />

2 http://www.eu-un.europa.eu/articles/en/article_11895_<br />

en.htm<br />

ENP, istekli bir şekilde, AB<br />

değerlerine uygun olarak<br />

istikrarlı, güvenli ve<br />

müreffeh bir alan oluşturmayı<br />

amaçlamıştır.<br />

Karadeniz Sinerjisi’nin (BSS) doğmasına<br />

da vesile olmuştur.<br />

BSS henüz planlama aşamasındayken,<br />

ENP istenilen hedeflere ulaşamadığı<br />

için hayal kırıklığına sebep olmuştu. Bu<br />

hayal kırıklığına temel olarak iki sebep<br />

gösterilebilir. İlki, taraflarca ENP’nin<br />

hedeflerinin yanlış anlaşılmasıdır. AB,<br />

beklenti ve hedeflerini hesaba katmaksızın<br />

güney ve doğudaki tüm komşularını aynı<br />

kapsamda değerlendirmiştir. İkincisi ise,<br />

ENP ülkelerince ciddi manada masraflı ve<br />

zor bir süreç olan reformların uygulanması<br />

neticesinde tam olarak ne elde edileceğinin<br />

bilinmemesidir.<br />

Kısacası ENP’nin<br />

sağladığı teşvikler,<br />

yeterli ölçüde cezbedici<br />

olamayacak kadar zayıf<br />

kalmıştır.<br />

Bu durum 2009<br />

yılında Doğu Ortaklığı<br />

(EaP) inisiyatifinin<br />

başlamasına neden<br />

olmuştur. Her ne<br />

kadar nihai ürün,<br />

İsveç ve Polonya<br />

tarafından masaya konulan orijinal teklifin<br />

hafifletilmiş hali olsa da; reform ve<br />

demokratikleşme sürecini hızlandırmak<br />

adına “daha ve daha fazla” (more and more)<br />

ya da “az için az” (less for less) ve “yumuşak<br />

güç” (soft power) ilkelerini kullanarak,<br />

daha yakın politik ve ekonomik işbirliğine<br />

kapı aralamıştır.<br />

EaP Güney Kafkasya ve komşularını<br />

derinden sarsan 2008 yılındaki Rusya-<br />

Gürcistan Savaşı’nın ardından beklenmedik<br />

bir destek görmüştür. Paradoksal olarak<br />

bir şekilde bu durum Avrupa’yı Güney<br />

10<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


“<br />

EaP Güney Kafkasya ve komşularını derinden<br />

sarsan 2008 yılındaki Rusya-Gürcistan<br />

Savaşı’nın ardından beklenmedik<br />

bir destek görmüştür. Paradoksal olarak<br />

bir şekilde bu durum Avrupa’yı Güney<br />

Kafkasya’ya karşı hatırı sayılır bir taahhüt<br />

altına girmeye itmiştir.<br />

Kafkasya’ya karşı hatırı sayılır bir taahhüt<br />

altına girmeye itmiştir. 5 gün süren savaş<br />

önemli ölçüde bir gerilemeye sebep olsa<br />

da, başka şekilde gerçekleşmesi çok daha<br />

fazla zaman alacak Dernekler Anlaşması<br />

ile Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret<br />

Anlaşması (Association Agreements<br />

and Deep and Comprehensive Free<br />

Trade Agreements-DCFTA) gibi kimi<br />

girişimlerin oluşmasına fırsat vermiş<br />

ve bölgenin kırılgan yapısına dikkat<br />

çekmiştir.<br />

Her üç ülke halen Dernekler Anlaşması’nı,<br />

Gürcistan ile Ermenistan da ayrıca<br />

DCFTA’yı müzakere etmektedir. Dünya<br />

Ticaret Örgütü (WTO) üyesi olmayan<br />

Azerbaycan, henüz DCFTA’yı müzakere<br />

edecek pozisyonda değildir. Aynı<br />

zamanda bu üç ülke, vize işlemlerinin<br />

kolaylaştırılmasını müzakere ederken,<br />

Azerbaycan’la ise vize serbestiyeti<br />

üzerinde çalışılmaktadır. AB “daha<br />

ve daha fazla” (more and more)<br />

ilkesi doğrultusunda yargı reformu,<br />

basın özgürlüğü ve sivil özgürlükler,<br />

yolsuzlukla mücadele ve ticari ortamın<br />

geliştirilmesinin de dahil olduğu kilit<br />

AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />

alanlarda görülebilir ve sürdürülebilir bir<br />

ilerleme talep etmektedir. Bununla birlikte<br />

AB, yapılan seçimlerin -<strong>2013</strong> yılında<br />

her üç ülkede de Başkanlık seçimleri<br />

yapılmıştır- uluslararası normlara<br />

uygun olmasını istemiştir. Gürcistan ve<br />

Ermenistan’da süreç, somut neticeler<br />

vermeye başlamıştır. Her iki ülke de bu<br />

yılın sonunda müzakereleri bitirmeyi<br />

hedeflemektedir ve Kasım ayında<br />

gerçekleşecek Vilnius Doğu Ortaklığı<br />

Zirvesi’nde muhtemelen anlaşmayı<br />

imzalayacaklardır. Azerbaycan ise<br />

müzakereler çerçevesinde daha az avantajlı<br />

konumdadır ve bu yıl müzakereleri<br />

tamamlaması mümkün gözükmemektedir.<br />

Gürcistan Avrupa-Atlantik Konseyi<br />

üyeliğini öncelikli tercih olarak<br />

devam ettirirken, bölgede en çok<br />

reform yapan ülke rekorunu da elinde<br />

bulundurmaktadır. Aynı zamanda Güney<br />

Kafkasya’da gücün barışçıl yollarla<br />

transferini gerçekleştiren yegane ülke<br />

konumundadır. Görevdeki Devlet<br />

Başkanı Serj Sarkisyan yönetimindeki<br />

Ermenistan, Moskova ile sıkı ilişkilerini<br />

sürdürürken son birkaç yıldan beri AB<br />

ile olan bağlarını da kuvvetlendirmeye<br />

çalışmaktadır. Rusya ve beraberinde İran<br />

ile çok sıkı ekonomik, politik ve güvenlik<br />

bağları olan Erivan, kilit role sahip bu<br />

iki muhatapla yoğun ilişkilerini sürdürse<br />

de, daha dengeli bir dış politika hedefi<br />

gütmektedir. Azerbaycan, dengeli bir dış<br />

politika yürütmekle birlikte Bakü, AB ile<br />

çeşitli alanlarda daha derin bir işbirliğine<br />

olan yakın ilgisini açıklarken, halihazırda<br />

bu ilişki enerji boyutunda yoğunlaşmış<br />

durumdadır ve Avrupa’nın gaz ihtiyacını<br />

giderecek Azerbaycan’ın Şah Deniz II gaz<br />

sahası aynı zamanda Trans-<strong>Hazar</strong> boru<br />

hattının gelişmesinde kilit role sahiptir.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

11


Amanda Paul<br />

AB ve Uyuşmazlık Çözümü:<br />

Statüko Aktörü mü<br />

Ne yazık ki henüz çözüme<br />

kavuşturulmamış uyuşmazlıklar bölgesel<br />

işbirliği projelerini neredeyse tamamen<br />

bitirerek, bölge potansiyeli ve gelişimi<br />

önünde engel olmaya devam etmektedir.<br />

20<strong>03</strong> yılı Güvenlik Stratejisi’ndeki AB<br />

için temel hedeflerden biri de uzun<br />

süredir devam eden uyuşmazlıkların<br />

“çözümünde” önemli roller üstlenmek<br />

olsa da, gerçekte böyle bir rol için yeteri<br />

derecede bir heves bulunmamaktadır.<br />

Daha çok AB kenarda durmayı ve diğer<br />

uluslararası aktörleri desteklemeyi<br />

tercih etmekte ve 2008 yılındaki<br />

Gürcistan-Rusya Savaşı’nda olduğu gibi,<br />

yalnızca mecbur kaldığında sorumluluk<br />

üstlenmektedir.<br />

Gürcistan-Rusya Savaşı’nın ertesinde,<br />

AB kendisini harekete geçmiş ve idareyi<br />

devralmış olarak buldu. Ardından, AB’nin<br />

Fransa Başkanlığı hızlı ve etkili bir şekilde<br />

hareket edip Fransa Devlet Başkanı<br />

Nicolas Sarkozy ile birlikte Moskova<br />

ve Tiflis arasında mekik diplomasisi<br />

yürüterek Sarkozy-Medvedev ateşkes<br />

anlaşmasına aracılık etmiştir. AB, uzun<br />

“<br />

Bölgesel güvenlik açısından büyük bir<br />

tehdit unsuru olan Dağlık-Karabağ sorunu<br />

göz önünde bulundurulduğunda, barış<br />

sürecinde AB’nin neredeyse hiçbir rolü<br />

bulunmamaktadır.<br />

12<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


süredir devam eden uyuşmazlıklara çözüm<br />

bulmayı hedefleyen Cenevre süreci barış<br />

görüşmeleri eş başkanlığı ve Avrupa Birliği<br />

Barış Gözlem Gücü’nün (EUMM) bölgeye<br />

yerleştirilmesi suretiyle, bölgedeki en<br />

önemli güvenlik aktörü haline gelmiştir.<br />

Fakat altı aşamalı barış planı Moskova<br />

tarafından yalnızca kısmen uygulanmış ve<br />

AB’nin Güney Osetya ya da Abhazya’ya<br />

erişimi bulunmamaktadır. Bunun yanında,<br />

Rus askeri güçleri EUMM ile tüm<br />

iletişimi kesmiş ve misyonun başındaki<br />

kişiyi istenmeyen adam ilan etmiştir. Bu<br />

hususlarda Moskova ile uzlaşmak adına<br />

çok az çaba sarf edilmiştir. Bu durum<br />

muhtemelen Rusya’nın uluslararası<br />

arenada daha büyük<br />

öneme sahip İran<br />

ya da Afganistan<br />

gibi konulardaki<br />

“<br />

“aykırı” tutumunu<br />

devam ettireceği<br />

düşüncesinden<br />

kaynaklanmaktadır.<br />

Dahası 4 yılın<br />

sonunda Cenevre<br />

Barış Süreci<br />

“palyatiften”<br />

biraz fazla ve iki<br />

uyuşmazlığın<br />

çözümü adına etkili bir mekanizma<br />

olmadığı izlenimini doğurmuştur. Bununla<br />

birlikte çoğu zaman olduğu gibi ‘statüko’<br />

muhtemel alternatif seçenekler üzerinde<br />

çok az düşünmek suretiyle en rahat tutum<br />

halini almıştır.<br />

Bölgesel güvenlik açısından büyük bir<br />

tehdit unsuru olan Dağlık-Karabağ<br />

sorunu göz önünde bulundurulduğunda,<br />

barış sürecinde AB’nin neredeyse hiçbir<br />

rolü bulunmamaktadır. Bunun yerine<br />

Moskova “etki alanı”<br />

olarak gördüğü bölgedeki<br />

diğer oyuncular için her<br />

zaman şüpheci bir yaklaşım<br />

sergilemiştir.<br />

AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />

Medvedev’in başkanlığı döneminde Ruslar<br />

tarafından yönetilen ek arabuluculuk<br />

çalışmalarına ve Fransa’nın eş başkanlığı<br />

olduğu AGİT Minsk Grubu’nun<br />

çalışmalarına destek vermeye devam<br />

etmekle yetinmiştir.<br />

2012 yılında alevlenen “Sınır Tayini”<br />

(Line of Contact) doğrultusunda yükselen<br />

tansiyon, birkaç yıldır süregelen ve “Temel<br />

Prensipler” çerçevesinde yürütülen<br />

müzakereleri bitme noktasına getirmiştir.<br />

Maalesef mevcut Minsk Grubu yapısı<br />

fazlaca rahat ve atıl durumda, öyle ki<br />

ciddi anlamda düzenlenmeye ihtiyaç<br />

duymaktadır. Zira statükoyu değiştirmek<br />

adına önemli adımlar<br />

atılması için başta AB<br />

de dahil olmak üzere,<br />

uluslararası toplum<br />

yeteri ölçüde ilgiye<br />

sahip değildir.<br />

Ateşkese ilişkin hassas<br />

durum ve mevcut<br />

tahribat göz önünde<br />

bulundurulduğunda,<br />

yeni bir savaşın, zaten<br />

zor durumda olan<br />

bölgeyi daha da kötü<br />

bir hale sokacağından<br />

gösterilen bu yaklaşım önemli ölçüde dar<br />

bir bakış açısı örneği teşkil etmektedir.<br />

AB’nin şu ana kadar olan katkısı ‘Dağlık<br />

Karabağ ihtilafının barışçıl yollardan<br />

çözümü için Avrupa Ortaklığı’ (EPNK)<br />

ve güven arttırıcı önlemleri (CBM)<br />

desteklemek aracılığı ile olmuştur.<br />

“EPNK, Dağlık Karabağ sorununun çözüm<br />

sürecine katkı sağlamak gibi geniş kapsamlı<br />

barış sağlayıcı faaliyetler ve Güney<br />

Kafkasya’daki yerel ortaklarla çalışan bir<br />

Avrupa sivil toplum inisiyatifidir.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

13


Amanda Paul<br />

Gürcistan ve Moldova’daki<br />

(Transdinyester) anlaşmazlıkların<br />

aksine Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü<br />

konusunda AB belirsiz bir tutum<br />

sergilemektedir. Ermenistan ve Azerbaycan<br />

arasında “dengeli bir pozisyon” edinmeye<br />

çalışılmaktadır. ENP AB Ermenistan<br />

hareket planı kendi kaderini tayin<br />

etme (self determination) prensibini<br />

öngörürken, ENP AB Azerbaycan hareket<br />

planı ise toprak bütünlüğü ilkesinde<br />

ısrar etmektedir. Her ne kadar AB bu<br />

farklılığı çift taraflı müzakere sürecinin<br />

bir neticesi olarak açıklasa da, yine de<br />

bu durum AB’nin, sorunun çözümü<br />

hususunda problem yaşadığının altını<br />

çizmek suretiyle, Bakü’deki dürüstlük ve<br />

kredibilite algısına zarar vermektedir. Bu<br />

nedenle AB Karabağ sorununda yeni bir<br />

adım atmaktan çekinmektedir.<br />

Rusya Etkisi: Geri Çekilme<br />

Her ne kadar bölgede Türkiye ve İran’ın da<br />

aralarında bulunduğu Güney Kafkasya’da<br />

etkili olmaya çalışan birçok bölgesel aktör<br />

bulunsa da, bunlar arasında en belirgin<br />

pozisyona sahip ülke Rusya’dır. Moskova<br />

“etki alanı” olarak gördüğü bölgedeki<br />

diğer oyuncular için her zaman şüpheci<br />

bir yaklaşım sergilemiştir. Bu nedenle<br />

Moskova ENP ve EaP’yi Moskova etkisini<br />

azaltmayı amaçlayan araçlar olarak<br />

görmüştür. Dahası bölgenin petrol ve<br />

gaz kaynaklarının ve yine ulaşım merkezi<br />

olma potansiyelinin kontrolü adına Rusya<br />

ve Batı arasında artarak devam eden bir<br />

rekabet söz konusudur. Azerbaycan’ın<br />

yakın zamanda netleştirdiği jeostratejik<br />

nedenlerden ziyade ticari kaygılardan<br />

ötürü gazının AB pazarına ulaşması isteği,<br />

Kremlin tarafından güçlükle kabul gördü.<br />

“<br />

Yalnızca Azerbaycan,<br />

2012 yılının sonunda<br />

Gebele Radar istasyonunun<br />

kapatılmasıyla birlikte<br />

Azerbaycan topraklarındaki<br />

Rus ordusuna ait son<br />

izleri de kaldırarak Rus<br />

askeri varlığından tamamen<br />

kurtulabilmiştir.<br />

Rus etkisi azalmış olsa da, Moskova<br />

etkili bir bölgesel aktör olma konumunu<br />

sürdürmektedir. 2008 yılındaki Rusya-<br />

Gürcistan çatışması akabinde bölgedeki<br />

askeri varlığını güçlendirerek Rusya, Güney<br />

Kafkasya’daki baskın aktör konumunu<br />

pekiştirdi. Devlet Başkanı Saakaşvili’nin<br />

önceki hükümeti döneminde ilişkiler<br />

donma noktasına gelmişken, Gürcistan’ın<br />

yeni Başbakanı Bidzina İvanişvili Moskova<br />

ile ilişkileri geliştirmeyi vaat etmektedir.<br />

Şu noktada, bu yakınlaşmanın ne kadar<br />

14<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


AB ve Güney Kafkasya: Ne Derece Uzak ve Derin<br />

ileri gideceği bilinememektedir ancak<br />

eğer Moskova “eski günlere” dönmeyi<br />

umuyorsa, muhtemelen hayal kırıklığına<br />

uğrayacaktır. Zira Gül Devrimi,<br />

Gürcistan’ın Moskova ile olan ilişkilerinin<br />

düzeyini iyi yönde değiştirdi. Ve artık<br />

hiçbir lider Gürcistan’ı eski konumuna<br />

getiremez.<br />

Yalnızca Azerbaycan, 2012 yılının sonunda<br />

Gebele Radar istasyonunun kapatılmasıyla<br />

birlikte Azerbaycan topraklarındaki Rus<br />

ordusuna ait son izleri de kaldırarak<br />

Rus askeri varlığından tamamen<br />

kurtulabilmiştir. Ermenistan ise farklı bir<br />

durum içerisindedir. Chatham House’dan<br />

James Nixey’e göre, “Ermenistan<br />

üzerindeki Rus etkisi o kadar yüksek<br />

ki; Ermenistan’ın bir numaralı sorunu<br />

bağımsız olmayışı olmalıdır.” 3<br />

3 James Nixey, The Long Goodbye: Waning Russian Influence<br />

in the South Caucasus, Chatham House, June 2012<br />

Ancak Vladimir Putin’in Kremlin’e<br />

dönüşüyle birlikte Rusya, giderek<br />

artan Batı müdahalesini bastırmak ve<br />

mevcut gidişatı tersine döndürmek için<br />

var gücüyle çaba sarf etmektedir. Bu<br />

doğrultuda Moskova, ticari ve ekonomik<br />

teşvikler, “milyarderler kulübü”, Rus<br />

kültürünün yayılması (Rus sineması,<br />

dili, basılı medyası, TV yayına) ve Rus<br />

Ortodoks Kilisesi aracılığıyla kendi<br />

yumuşak gücünü (soft power) barındıran<br />

alet çantasını (tool box) geliştirmiştir.<br />

Yeni oluşturulan Avrasya Birliği, AB’nin<br />

Dernekler Anlaşması ve Derin ve Kapsamlı<br />

Serbest Ticaret Anlaşması’na (DCFTA)<br />

alternatif bir entegrasyon projesi olmayı<br />

amaçlamaktadır. Ne yazık ki başta<br />

Moskova için faydalı görülen Avrasya<br />

Birliği, gerçekte Moskova’nın menfaatleri<br />

doğrultusunda çok az işe yaramıştır.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

15


Amanda Paul<br />

Bölgede birlikte çalışmak adına açık bir<br />

şekilde sayısız fırsat olduğu halde Moskova,<br />

Güney Kafkasya’yı kendi çıkarlarına<br />

hizmet eden bir tiyatro sahnesi gibi<br />

görmeye devam etmekte ve şu durumda<br />

AB ve Rusya arasında hiçbir ortak çalışma<br />

bulunmamakta. <strong>2013</strong> çok önemli bir yıl<br />

olacaktır. Başkanlık seçimleri Moskova’ya<br />

yumuşak gücünü uygulaması için büyük<br />

bir fırsat tanıyacaktır. Gürcistan Başbakanı<br />

Bidzina İvanişvili’nin Rusya ile olan<br />

ilişkileri düzeltmesi çok önemli bir etki<br />

gösterebilir ve yine, Azerbaycan gazını<br />

AB pazarına (Nabucco Batı ya da TAP)<br />

sokacak projeye ilişkin son karar, bölgedeki<br />

durumu etkileyebilir.<br />

Gelecekteki AB Angajmanına Yönelik<br />

Beklentiler<br />

AB, Güney Kafkasya ülkelerinin<br />

demokratikleşme ve modernleşme<br />

süreçlerinin desteklenmesinde önemli<br />

bir rol üstlenirken, bölge için kapsamlı<br />

bir stratejisinin olmaması, uzun dönem<br />

politikası açısından ciddi bir sorun teşkil<br />

etmektedir. Hatta AB, bölgeyi kendi<br />

çevresi içerisinde gördüğünü belirten<br />

resmi açıklamalar yaparak, durumu hafife<br />

almaktadır. Avrupa Parlamentosu’nun<br />

2010 yılındaki “AB’nin Güney Kafkasya<br />

Stratejisi” tavsiye kararlarının büyük<br />

oranda görmezden gelinmesi, enerji<br />

konusundaki kilit rolün ötesinde AB’nin<br />

çekimser bir yaklaşım sergilediği izlenimini<br />

doğurmaktadır.<br />

yapmalıdır. AB’nin bir gün EaP ülkelerinin<br />

AB’ye tam üye olup olmayacağı hakkında<br />

karar vermesi gerekecektir. Gürcistan gibi<br />

bir ülke için, AB’nin Gürcistan’ı “Avrupa<br />

seçeneği” hakkında bilgilendirmenin<br />

ötesine geçmesi gerektiği şeklinde bir<br />

beklenti oluşacak ve üyelik seçeneğinin<br />

masaya yatırılması gerekecektir.<br />

Gelişmekte olan Güney Koridoru’na birçok<br />

finansal kaynak ve politik sermaye yatırımı<br />

yapan AB, aynı politik sermayeyi yan<br />

tarafta sessiz bir şekilde oturmaktan ziyade,<br />

etkin bir rol üstlenerek uyuşmazlık çözümü<br />

için de kullanmalıdır. Tüm olanlardan sonra<br />

bölgede savaşın yeniden başlaması, bu<br />

yatırımlar ve genel anlamda AB’nin <strong>Hazar</strong><br />

enerji rezervlerine erişimi adına ciddi bir<br />

tehlike arz edecektir.<br />

Bölge sorunlarına ilişkin daha büyük<br />

mesafeler kat edilmesi ve bölgede<br />

karşılaşılan önemli sorunlarla ilgili daha<br />

çok diyalog kurmak için AB’nin Rusya<br />

ile anlaşması gerekmektedir. Bu durum,<br />

uyuşmazlık çözümü için daha yakın<br />

ve yapıcı bir işbirliğini içerecektir. AB,<br />

Moskova ile herhangi bir çatışmaya girme<br />

ihtimalinden kaçınma politikasından<br />

vazgeçmeli ve daha ziyade bölge ve her<br />

iki taraf için somut faydaları olan işbirliği<br />

fırsatlarını kollamalıdır.<br />

Bölgeye ilişkin beklenilmeyen bir<br />

ihtimalle karşılaşan AB, gözünü Güney<br />

Kafkasya’dan ayırmamalıdır. Şayet AB<br />

güvenli, istikrarlı ve müreffeh bir çevreyi<br />

destekleme hususunda ciddi ise, bölgede<br />

daha büyük bir siyasi etki için yatırım<br />

16<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


<strong>Hazar</strong> 2<br />

Neden<br />

Bu Kadar Önemli<br />

KHAZAR IBRAHIM 1 , Azerbaycan NATO Büyükelçisi<br />

Birçok bölge, küresel ilişkiler<br />

çerçevesindeki değerlerini keşfetmeye<br />

ve bunu ispat etmeye çalışmaktadır.<br />

Uluslararası haber başlıkları genellikle Orta<br />

Doğu, Çin, Rusya, İran ve Afganistan’dan<br />

bahsederken, <strong>Hazar</strong> Bölgesi çoğunlukla<br />

kapsam dışında kalmaktadır. Bu durum,<br />

<strong>Hazar</strong>’ın önemsiz olduğu anlamına mı<br />

gelmektedir Aksine, üç ana sebepten<br />

ötürü <strong>Hazar</strong> son derece önemli bir<br />

bölgedir.<br />

Konum. Coğrafi olarak <strong>Hazar</strong>, ismi haber<br />

başlıklarında sıklıkla geçen ülkeler ya da<br />

bölgelerin arasında kalmaktadır. Küresel<br />

hedefler ve dünyanın ikinci büyük nükleer<br />

mühimmatına sahip önemli bir bölgesel<br />

güç olan Rusya ile nükleer hedeflerinden<br />

dolayı çoğu batı ülkesiyle uyuşmazlık<br />

yaşayan diğer bir bölgesel güç 1 İran, 2<br />

<strong>Hazar</strong>’a kıyısı olan ülkelerdir. Rusya’nın<br />

aklını halen meşgul eden temel hedefi;<br />

ülkeyi nasıl bağımsız bir etki merkezi<br />

haline getireceğidir. 3<br />

Rusya’nın birçok<br />

komşusu tarafından bu durum, açıkça karşı<br />

konulacak bir Rus tahakkümü anlamına<br />

gelmektedir.<br />

1 Tüm görüşler yazara ait olup, Azerbaycan yahut yazarın bağlı<br />

olduğu herhangi bir kurum ile ilişkisi bulunmamaktadır.<br />

2 Burada tarif edilen bölge, Çin sınırlarından Türkiye<br />

Akdeniz’ine kadar olup, <strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü’nün birçok<br />

sunumunda kullanıldığı gibidir.<br />

3 Fyodor Lukyanov, “Rethinking Russia : Russian Dilemmas<br />

in a Multipolar World”, Vol. 63, No. 2, <strong>Spring</strong>/Summer 2010<br />

page 19-32m http://jia.sipa.columbia.edu/russian-dilemmasmultipolar-world<br />

Uluslararası yaptırımlardan muzdarip<br />

İran ise Astana’da düzenlenecek P5+1 ile<br />

konuşmaların odağı haline gelecektir. Bu<br />

formatta daha önce gerçekleşen birçok<br />

müzakere başarısızlıkla sonuçlanmıştır.<br />

ABD Johns Hopkins Üniversitesi, Paul H.<br />

Nitze İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu<br />

Dekanı Vali Nasr da “Karşılaşılabilecek<br />

en kötü şeylerden biri de; masaya<br />

gitmek ve başarısız olmak… Sonrasında<br />

gerçekten bir çıkmazın içinde kalırız”<br />

demiştir. 4<br />

Kontrolden çıkması halinde,<br />

olası bir açmaz <strong>Hazar</strong> için ölümcül<br />

sonuçlar doğurabilir. Azerbaycan SOCAR<br />

Başkan Yardımcısı’nın Euronest’in<br />

meclis üyeleriyle yaptığı bir toplantıda<br />

“Birilerinin İran’a saldırdığını düşünelim,<br />

bu Amerika olmasın, örneğin İsrail<br />

olsun. İran misilleme yapacak ama birçok<br />

sebepten ötürü gönderdiği füzeler hiçbir<br />

zaman Amerikan topraklarına ya da<br />

NATO ülkelerine ulaşmayacak. Ve tabii<br />

ki atılan füzeler iki sebepten ötürü İsrail<br />

topraklarına da varamayacak. İlki; İsrail<br />

yeterince uçaksavar savunma sistemine<br />

sahip. Ve ikincisi; İran’ın füze mesafesi<br />

İsrail’e varamayacak ölçüde, 500 km<br />

ile sınırlı. Bu durumda akla gelen soru<br />

füzelerin kimin için yollanacağıdır. Türkiye<br />

mi Hayır. Gürcistan Hayır. Rusya Hayır.<br />

Ermenistan Allah yardımcınız olsun.<br />

Yegane tepki, İsrail’in müttefikleri Amerika<br />

ve Avrupa’nın enerji güvenliği kaynağına<br />

saldırmak olacaktır. Ve özellikle Avrupa’nın<br />

4 James Blitz and Quentin Peel, “Iran expected to resume<br />

nuclear talks”, Financial Times, February 3<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

17


Khazar İbrahim<br />

“<br />

Bölgeyi öncelikler listesine almak, fırsatları<br />

kazanca dönüştürebilir ve sorunların tehditlere<br />

dönüşmesini engelleyebilir.<br />

enerji güvenliği Şah Deniz platformu ile<br />

garanti altına alınmıştır.” 5<br />

Büyük bir NATO operasyonunun<br />

yürütüldüğü ve askeri güçlerin 2014’te<br />

çekilmesinin planlandığı Afganistan’da<br />

(Orta Asya’da iki <strong>Hazar</strong> ülkesi<br />

Türkmenistan ve Kazakistan’a komşu)<br />

senaryolar, resmi olarak dile getirilen<br />

iyimser havaya rağmen ümit verici<br />

değildir. Orta Asya perspektifinden<br />

yaklaşıldığında, bugün dış güçler bile<br />

Afganistan’daki direnişi kontrol altına<br />

almakta zorlanmaktadırlar. 2014’ten<br />

sonra Afgan güçleri kendi imkanlarıyla<br />

bu durumla nasıl başa çıkacak Bu arada<br />

özellikle güney bölgelerde Taliban’a hala<br />

yüksek oranda destek verilmektedir ve bu<br />

durumun iyileştiğini gösteren pek az belirti<br />

mevcuttur. 6<br />

Çin tam anlamıyla bir Orta Asya ülkesi<br />

değildir ama Orta Asya’nın büyük bir<br />

kısmını çevrelemektedir. Hatta Çin’in Orta<br />

Asya ülkeleri üzerinde etkisi bulunmakta<br />

ve burada ekonomik ve politik açıdan<br />

varlığını genişletmektedir. Kazakistan ve<br />

Türkmenistan’ın petrol ve gaz sektörlerine<br />

giderek daha fazla dahil olması sayesinde,<br />

5 “SOCAR: it’s impossible to exclude Iran from Shah Deniz<br />

contract for security reasons”, Baku, Fineko/abc.az<br />

6 Murod Ismailov, “POST-2014 AFGHANISTAN:<br />

A SECURITY DILEMMA FOR ITS NORTHERN<br />

NEIGHBORS”, 09/05/2012 issue of the CACI Analyst,<br />

http://www.cacianalyst.org/q=node/5832<br />

Çin son 10 yıl içerisinde <strong>Hazar</strong>’daki<br />

ana oyuncular arasına girmiştir.<br />

Çin, Orta Asya’nın genelinde, boru<br />

hatlarından gaz işleme tesislerine ve<br />

demiryolu hatlarından rafinerilere<br />

kadar, enerji altyapısının kurulmasına<br />

sponsorluk ederek bölgenin jeopolitik<br />

oryantasyonunu değiştirmiş ve Çin’in<br />

çok hızlı büyüyen ekonomisinin uzun<br />

vadede Orta Asya’daki gaz kaynaklarına<br />

erişimini sağlamıştır. 7<br />

Parag Khanna’nın “ikinci dünya”<br />

düşüncesi, dünya etrafındaki üç dominant<br />

imparatorluğun -Amerika, Avrupa Birliği ve<br />

Çin- çevresinde ya da arasında yer alan en<br />

stratejik ülkeleri bir listede toplamaktadır.<br />

Khanna’ya göre ikinci dünya ülkeleri yeni<br />

pazarlardır ancak bu ülkeleri yalnızca<br />

ekonomik açıdan ele almamalıyız: zira<br />

bu ülkeler global ekonominin giderek<br />

büyüyen bir parçasını oluşturmakta<br />

ve dünya rezervlerinin çoğunluğunu<br />

ellerinde bulundurmaktadırlar ancak<br />

aynı zamanda bu ülkeler doğal kaynaklar<br />

yönüyle zengindir ve kendi politik<br />

ajandalarını takip etmektedirler. Tüm<br />

ikinci dünya ülkelerinde insanların artık<br />

Amerika’yı dinlemeyeceklerine ve “kendi<br />

çizdikleri” yolda ilerleyecekleri yönünde<br />

konuşmalarına şahit oldum. <strong>Hazar</strong>, Türkiye,<br />

Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve<br />

İran, listeye alınan ülkelerin neredeyse<br />

yarısını oluşmaktadır. 8<br />

Eski etiketler: Kaynaklar ve uyuşmazlıklar.<br />

Enerji yönünden bağımlı ülkeler için<br />

<strong>Hazar</strong>’ı ilgi çekici kılan en önemli unsurlar<br />

7 Andrew S. Weiss, F. Stephen Larrabee, James T. Bartis,<br />

Camille A. Sawak, “Promoting International Energy Security”,<br />

Volume 2, Turkey and the Caspian , RAND corporation, 2012,<br />

p.26<br />

8 Parag Khanna interview with Media Global, http://www.<br />

paragkhanna.com/p=77<br />

18<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />

petrol ve doğal gazdır. Dünyadaki<br />

kanıtlanmış petrol rezervlerinin yüzde 4’ü<br />

<strong>Hazar</strong> Denizi’nde bulunmaktadır. 2011<br />

yılında Rusya, Suudi Arabistan’ı geride<br />

bırakarak dünyanın lider petrol üreticisi<br />

konumuna gelmiştir; Rusya dünyanın<br />

ikinci büyük doğal gaz üreticisidir; aynı<br />

zamanda dünyanın en büyük doğal<br />

gaz rezervlerine, ikinci büyük kömür<br />

rezervlerine ve sekizinci büyük ham petrol<br />

rezervlerine sahiptir. Rusya dünyanın<br />

üçüncü büyük çelik ve alüminyum cevheri<br />

ihracatçısıdır. 9<br />

İran ise dünyanın en büyük dördüncü<br />

kanıtlanmış petrol rezervleri ve dünyanın<br />

ikinci büyük doğal gaz rezervlerine<br />

9 “Russia Economy Profile 2012”, index mundi<br />

sahiptir. Uluslararası yaptırımlar ve<br />

ticari engellemeler, enerji sektöründeki<br />

ilerlemeyi sekteye uğratmıştır. İran,<br />

OPEC’in ikinci büyük petrol üreticisi<br />

ve dünyanın üçüncü büyük ham petrol<br />

ihracatçısıdır. 2010 yılında İran, dünyanın<br />

dördüncü büyük doğal gaz üreticisi ve yine<br />

üçüncü büyük doğal gaz tüketicisi haline<br />

gelmiştir. 10<br />

Ancak bölgenin en büyük kaynağı,<br />

çoğunlukla görmezden gelinen; insandır.<br />

Kıyı devletlerinin nüfusu 250 milyonu<br />

aşmaktadır. Bölgeyle doğal bağlara sahip<br />

Türkiye ve Özbekistan ile bu rakam 350<br />

milyonu bulmaktadır. Bu rakam dünya<br />

10 “Iran”, US Energy Information Agency, http://www.eia.gov/<br />

countries/country-data.cfmfips=ir<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

19


Khazar İbrahim<br />

“<br />

Parag Khanna’nın “ikinci dünya” düşüncesi,<br />

dünya etrafındaki üç dominant imparatorluğun<br />

-Amerika, Avrupa Birliği ve Çinçevresinde<br />

ya da arasında yer alan en<br />

stratejik ülkeleri bir listede toplamaktadır.<br />

nüfusunun yüzde 5’ine tekabül etmekte,<br />

dahası, üzerinde konuştuğumuz nüfus<br />

yoğunlukla gençlerden oluşmaktadır. İran<br />

nüfusunun en büyük bölümü gençlerden<br />

oluşmaktadır. 73 milyon nüfusa sahip<br />

İran’ın yüzde 60’ı 30 yaşın altındadır. 11<br />

Devletlerarası geleneksel uyuşmazlıklar,<br />

bölgenin kendine has özelliğidir. 2008<br />

yılında yaşanan Rus-Gürcü savaşı, bu<br />

uyuşmazlıkların hala devam ettiğini<br />

gösteren ciddi bir ikazdı. Bu sırada<br />

Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını<br />

işgali devam etmekte ve devamlı<br />

söylenilenin aksine bölgede neredeyse<br />

20 yıldır devam eden bir ateşkes hali<br />

bulunmaktadır ve barış görüşmelerinde<br />

hiç mesafe kat edilememiştir. Ateşkes<br />

günlük olarak ihlal ediliyor ve kendi<br />

silah endüstrisini geliştiren, aynı<br />

zamanda yüksek maliyetli silahlar alan<br />

Azerbaycan’la, askeri müttefiki Rusya’dan<br />

ücretsiz silah temin eden Ermenistan<br />

arasındaki silah yarışı giderek hızlanıyor.<br />

Devletlerarası çekişme, denizde de etkisini<br />

göstermektedir. Deniz yarışı başlamıştır.<br />

<strong>Hazar</strong> uzmanı Aleksei Vlasov’un dediği<br />

gibi, Rusya pozisyonunu güçlendirmekte<br />

11 Omid Memarian and Tara NesvaderaniI, “The Youth”, Iran<br />

Primer, US Institute of Peace<br />

zira “gelecek 10-15 yıl içerisinde <strong>Hazar</strong><br />

Denizi; Orta Asya ülkeleri, eski Sovyet<br />

cumhuriyetleri ve Avrupa ülkeleri<br />

arasında bir köprü haline gelecek.<br />

Moskova, <strong>Hazar</strong> Denizi’nin yasal rejimi<br />

hakkındaki tartışmaların uzamasının<br />

bölgedeki dengeleri değiştirebileceğinden<br />

endişe duymaktadır. Bölgedeki Batı<br />

ülkelerini varlığının artışı, Rusya’yı<br />

kaygılandırmaktadır.” 12<br />

Eskiden buna<br />

“Büyük Oyun” denmekte idi.<br />

Yeni güvenlik sorunları. Amerika için,<br />

günümüz dünyasında değişen ve devam<br />

eden güvenlik problemleri, güçlü bir<br />

rakibin sürece dahil olması – potansiyel<br />

rakip ülkeler; bölgesel istikrarsızlık,<br />

kitle imha silahlarının yaygınlaşması,<br />

şiddet, başka bir sorun olarak potansiyel<br />

siber saldırı ve sızmaların başlaması,<br />

milletlerarası suç örgütleri, uyuşturucu<br />

kartelleri ya da uluslararası korsanlar,<br />

felaketler, doğal kaynak yarışı ve<br />

benzerleri. 13<br />

Potansiyel rakipler dışında,<br />

(ABD günümüzdeki yegane küresel<br />

güçtür) uluslararası toplum için<br />

yukarıda sayılanların hepsi geçerliliğini<br />

korumaktadır. <strong>Hazar</strong> Bölgesi bu sorunların<br />

yansıtılması hususunda ciddi paya sahiptir.<br />

<strong>Hazar</strong> uyuşturucu trafiğinde kullanılan<br />

yollardan biridir… Birleşmiş Milletler<br />

Uyuşturucu ve Suç Ofisi (UNODC)<br />

tahminlerine göre, Afganistan’da üretilen<br />

uyuşturucunun yaklaşık % 20’si kuzeyden<br />

geçmektedir. Ancak 2001’den beri<br />

Afganistan’daki üretimin artmasına rağmen<br />

Orta Asya’daki ülke sınırlarına ilişkin<br />

12 Hossein Aryan, Caspian Sea States On Course For Naval<br />

Arms RaceJuly 27, 2011, Radio Free Europe Radio Liberty<br />

13 Admiral James A. Winnefeld, Vice Chairman, Joint Chiefs<br />

of Staff, “Perspectives on National Security Challenges in the<br />

21st Century: 11/27/12”, transcript, http://www.acus.org/<br />

event/perspectives-national-security-challenges-21st-century/<br />

transcript#sthash.L5Xc5Odq.dpuf<br />

20<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


askı önemli ölçüde artmış durumdadır.<br />

UNODC tahminlerine göre 2006 yılında<br />

123 ton Afganistan kaynaklı uyuşturucu,<br />

Orta Asya üzerinden taşınmışken, 2007<br />

yılında bu rakam % 32 oranında artarak<br />

163 tona ulaşmıştır. 14<br />

İran’dan gelen ticari tır trafiği, ağırlaşmış<br />

ve Türkmenistan, Azerbaycan ve Rusya<br />

arasında devam eden <strong>Hazar</strong> Denizi feribot<br />

trafiği alternatif bir kaçakçılık güzergahı<br />

haline gelmiştir. Eroin başta olmak üzere<br />

uyuşturucu maddeler, Afganistan’dan<br />

Rusya, Kafkasya, Türkiye ve Ukrayna’dan<br />

geçerek Batı Avrupa’ya yönelmektedir. 15<br />

Terörizm ve şiddet taraftarı radikallik,<br />

her gün karşılaşılan bir durum olmasa<br />

dahi, büyümekte olan bir sorundur.<br />

Güncel akımlara göre, yeraltı radikalizm,<br />

Kuzey Kafkasya ve Orta Asya’dan güç<br />

kazanmaktadır. Bununla beraber kimi<br />

radikaller saldırıların başlaması için uygun<br />

zaman kollamakta ve muhalif gençleri<br />

etraflarına toplamak için yoğun çaba sarf<br />

etmektedirler. Kuzey Kafkasya ve Orta<br />

Asya otoriteleri radikal grupları kontrol<br />

altına almayı başarsa dahi ki bunun<br />

garantisi yok, radikal grupların şiddeti<br />

tahrik etme ve kimi bölgelerde sivil savaş<br />

başlatmaları potansiyeli artacaktır. 16<br />

Nükleer teknoloji ve buna bağlı bileşen<br />

artışı bölge için büyük bir sorun teşkil<br />

etmekte ve konuya dair iki önemli unsur<br />

aciliyet arz etmektedir. Bunlardan ilki; arz<br />

(Rusya ve Ermenistan) ve talep (İran).<br />

14 “Caspian Sea and Turkmen Border Initiatives”, Report, UN<br />

Office on Drugs and Crime, November 2008<br />

15 “2012 International Narcotics Control Strategy Report”,<br />

B. Drug Control Accomplishments, Policies, and Trends, US<br />

Department of State, March 7, 2012<br />

16 Mark Kramer, “Prospects for Islamic Radicalism and<br />

Violent Extremism in the North Caucasus and Central Asia”,<br />

PONARS Eurasia MEMO number 38, 2008, http://www.<br />

gwu.edu/~ieresgwu/assets/docs/pepm_028.pdf<br />

<strong>Hazar</strong> Neden Bu Kadar Önemli<br />

İkincisi; Ermenistan tarafından işgal edilen<br />

132 km’lik İran- Azerbaycan sınırı olan bir<br />

gri bölge bulunmaktadır. Ayrıca diğer yasa<br />

dışı ticaret unsurlarının yanında, görece<br />

daha zayıf sınır kontrolüne sahip <strong>Hazar</strong><br />

Denizi, kitle imha silahları (WMD) ve<br />

diğer hassas ürün geçişi için elverişli bir<br />

zemin teşkil etmektedir.<br />

Elbette kara ticareti de gözden<br />

kaçırılmamalıdır. Resmi yetkililerin<br />

açıklamalarına göre, 2008 yılında<br />

Azerbaycan, Rusya çıkışlı bir kargoyu<br />

İran Buşehr’deki nükleer santrale<br />

ürün götürdüğü için Birleşmiş<br />

Milletler yaptırımlarını ihlal etmekten<br />

çekindiğinden ötürü bilgi almak amacıyla<br />

durdurmuştur. 17<br />

Siber saldırılar bölge için büyük bir tehdit<br />

unsuru olabilir. Büyük enerji projelerinden<br />

ikisi olan Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) petrol<br />

boru hattı ve Sangaçal Terminali, petrol<br />

akışını durdurmak ya da buna zarar vermek<br />

maksatlı siber saldırıların hedefi olabilir.<br />

Sonuç<br />

<strong>Hazar</strong>’ın uluslararası haber başlıklarında<br />

yeterince yer almamasının sebeplerinden<br />

biri de, önde gelen uluslararası oyuncuların<br />

(Amerika, AB, Çin ve diğerleri) önemli<br />

gördükleri dış politika öncelikleri arasında<br />

bu bölgenin bulunmayışı sayılabilir.<br />

Yukarıda izah edildiği gibi, <strong>Hazar</strong><br />

çok büyük fırsatlar ve bunun yanında<br />

ciddi çekişmeler sunmaktadır. Bölgeyi<br />

öncelikler listesine almak, fırsatları kazanca<br />

dönüştürebilir ve sorunların tehditlere<br />

dönüşmesini engelleyebilir.<br />

17 “Nuclear shipment stopped by Azerbaijan”, AP, 4/21/2008<br />

4:51:33 PM ET,<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

21


John Roberts<br />

GÜNEY GAZ KORİDORU<br />

ENERJİDE YENİ ÇÖZÜM<br />

John Roberts, Enerji Güvenliği Uzmanı, Platts<br />

Kısa bir süre önce, AB Komisyonu’nun<br />

enerjiden sorumlu üyesi Günther Oettinger<br />

Avrupa Birliği’ne ulaştırılacak yıllık 10<br />

milyar metreküp Azerbaycan gazı arzını<br />

‘çerez’ seklinde nitelendirerek görünürde<br />

yetersiz bulmuştur. Bu ifade oldukça<br />

çarpıcıdır, zira bu yatırımın -küçük bir<br />

kısmının Türkiye’de kalmasıyla birlikte-<br />

Avrupa’ya ulaşmasının tam maliyeti aşağı<br />

yukarı 10 milyar doları bulabilir.<br />

Üstelik Komisyon Üyesi büsbütün haksız<br />

da sayılmaz. Güney Gaz Koridoru’nun<br />

tüm gelişiminin arka planını ele<br />

aldığımızda, kocaman açığın ancak<br />

bir parçasını kapatacak şekilde yıllık<br />

10 milyar metreküp gaz 2019 yılında<br />

Avrupa Birliği’ne ulaşacak ve yıllık 6<br />

milyar metreküplük kısım ise biraz daha<br />

erken başlayarak Türkiye’ye varmış<br />

olacak. Devamında gelecek kaynakları<br />

başlatan ilk adım olduğundan, bu kısım<br />

en önemli unsuru teşkil etmektedir. Fakat<br />

Komisyon Üyesi’nin perspektifi ya da<br />

daha doğrusu enerji güvenliği perspektifi<br />

Şah Deniz gaz sahasından sağlanacak 10<br />

milyar metreküplük Azerbaycan gazının<br />

devamında daha büyük miktarlarda<br />

gaz akışını temin edecek olmasıdır. Bu<br />

nedenle AB, Güney Gaz Koridoru’na<br />

baktığında, birçok projeyi aynı düşünce<br />

içinde görmekte, hatta şaşırtıcı bir şekilde<br />

orijinal Nabucco konsepti de buna dahil<br />

edilmektedir.<br />

Komisyonun görmek istediği asıl şey<br />

Türkmenistan, Irak ve hatta politik koşullar<br />

oluşursa İran gazının bu koridor vasıtasıyla<br />

Avrupa piyasasında yerini bulmasıdır. Bu<br />

amaçla 16 milyar metreküplük Şah Deniz<br />

gazının Türkiye’ye ve ertesinde Avrupa<br />

piyasasına ulaşması için gerekli proje ve<br />

boru hatlarını elde tutmanın yanında,<br />

Türkmenistan ve Azerbaycan’la Trans-<br />

22<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


<strong>Hazar</strong> gaz boru<br />

hattı ve Gürcistan<br />

“<br />

ile Romanya’dan<br />

geçip Karadeniz’in<br />

altından ilerleyecek<br />

Beyaz Akım gaz<br />

projesi fikri dahil<br />

“Avrupa çıkarına<br />

uygun projeler”<br />

Avrupa Topluluğu<br />

finansmanı açısından<br />

önceliklidir.<br />

Kesinleştirilmek<br />

istenen şey, şayet<br />

Avrupa’daki talep<br />

bunu karşılarsa, 40 ila 60 milyar metreküp<br />

gazın, koridor vasıtasıyla alınabilmesidir.<br />

Her zaman olduğu gibi, Komisyon<br />

büyük düşünüyor ve geleceğe yatırım<br />

yapıyor. Şu an Avrupa Birliği’nin birçok<br />

bölgesi, gerileme değilse bile ekonomik<br />

durgunluğa saplanmış durumdadır ve gaz<br />

ihtiyacı hala ciddi boyutlardadır. AB’nin<br />

yerel üretimi düşüşe geçmiş olabilir ancak<br />

Rusya, Norveç, Kuzey Afrika veya LNG<br />

halinde birçok yerde hala yüklü miktarda<br />

gaz bulunmaktadır.<br />

Buna rağmen Avrupa halen enerji<br />

dengesinde sorunlar yaşamaktadır ve gazla<br />

olan ilişkisini düzeltememiş durumdadır.<br />

“<br />

Her ne kadar Avrupa’da enerji kullanımı<br />

azalıyor gibi gözükse de, gaz ihtiyacı sabit<br />

kalmadığı gibi, ekonomik düzelme olduğu<br />

takdirde artması söz konusudur.<br />

Yenilenebilir enerji kaynakları<br />

maliyetli bulunmaktadır.<br />

Rüzgar tarlaları hızla<br />

çoğalsa da kesintili olarak<br />

çalışmaktadır ve üretilen<br />

enerji depolanmak zorundadır.<br />

Değişmeyecek tek<br />

şey ise gazdır.<br />

Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />

Almanya nükleer<br />

enerjiyi aşamalı<br />

olarak bitirmekte,<br />

İngiltere aynısını<br />

kömür için<br />

yapmaktadır.<br />

Hollanda üç yeni<br />

kömür santrali inşa<br />

edebilir ancak,<br />

üretilen karbon<br />

durdurulmadıkça,<br />

bu inşaatların yenisi<br />

yapılmayacaktır.<br />

Yenilenebilir enerji<br />

kaynakları maliyetli<br />

bulunmaktadır. Rüzgar tarlaları hızla<br />

çoğalsa da kesintili olarak çalışmaktadır<br />

ve üretilen enerji depolanmak zorundadır.<br />

Değişmeyecek tek şey ise gazdır.<br />

Her ne kadar Avrupa’da enerji kullanımı<br />

azalıyor gibi gözükse de, gaz ihtiyacı<br />

sabit kalmadığı gibi, ekonomik düzelme<br />

olduğu takdirde artması söz konusudur.<br />

Tam da burası, Güney Gaz Koridoru’nun<br />

gerçekten öne çıktığı noktadır. Rusya’nın<br />

rezerv ve üretim anlamında hayli fazla<br />

gazı olabilir, ancak Avrupa Birliği’ne<br />

sağlanan gaz arzının artışı hem teknik<br />

kapasiteye hem de buna ilişkin iradeye<br />

bağlı olduğundan sorgulanabilir bir<br />

husustur. Hazır arzlar Gazprom’un Başkan<br />

Yardımcısı Alexander Medvedev’in<br />

2011 yılında “petrol bağlılığı enerji<br />

üreticileriyle doğal gaz toptan alıcıları<br />

arasındaki en iyi dengeyi sağlamaktadır”<br />

şeklinde ifade ettiği süregelen inancından<br />

etkilenmiş ve bu durum Avrupa’daki gaz<br />

pazarlıklarının daha ön plana çıktığı bir<br />

zamana denk gelmiştir. Bu, Gazprom’un<br />

petrol fiyatlarını, belirli ihraç hacmini<br />

takip etmenin ötesine geçmek için<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

23


John Roberts<br />

alternatiflerince sunulan tekliflerden<br />

daha yüksek olan fiyatlarla sabitlemeyi<br />

düşündüğü anlamına gelmektedir.<br />

Şah Deniz gazının gelmesiyle, Avrupa<br />

piyasasına yeni gaz akışı girmesi<br />

neticesinde Avrupa’daki rekabet düzeyi<br />

artacak, fiyatlandırma politikasını<br />

Avrupa’daki yeni gaz ticaretince<br />

benimsenmiş olan ve başka enerji<br />

enstrümanlarına bakmaksızın yalnızca gaz<br />

üzerinden yapan (gas-to-gas) Gazprom’a<br />

daha fazla baskı yapacaktır.<br />

İşte tam da bu noktada Azerbaycan gazı<br />

önemli bir rol oynamaktadır. Her ne kadar<br />

Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) ya<br />

da Nabucco Batı projesi kapsamında bu<br />

gazın nihai hedefine varıp varmayacağı<br />

kesinleşmemiş olsa da, neticede bu<br />

sistemlerin varacağı son nokta bir merkez<br />

olacaktır. Nabucco Batı, Avusturya<br />

Baumgarten’de bir fiziki ticaret merkezidir;<br />

TAP ise İtalyan iletim sistemi operatörü<br />

Snam Rete Gaz tarafından kontrol edilen<br />

Punto di Scambio Virtuale (PSV) olarak<br />

bilinen sanal bir merkezdir.<br />

Aslında Avrupa’ya gönderilen gaz -ya da<br />

önemli bir kısmı yolda bırakılacağı için<br />

bunun çoğunluğu- Almanya, İtalya, Fransa<br />

ve hatta İngiltere gibi büyük piyasalara<br />

ulaşacak şekilde belirli merkezlerde<br />

son bulacaktır. Ayrıca Şah Deniz<br />

konsorsiyumu, Şah Deniz II gazı için<br />

geçen yıl yapılan ön adaylık seçiminde,<br />

konsorsiyumun halen sahip olduğunun<br />

dört katı büyüklüğünde her iki hattan 20<br />

milyar metreküp satışı garantilemiştir.<br />

<strong>2013</strong> yılında konsorsiyum kaynakları<br />

talebin hala arttığını ifade etmektedir.<br />

Başka bir deyişle, belki de Güney Gaz<br />

Koridoru hakkındaki en önemli ticari<br />

unsur çoktan gerçekleşmiştir: kötü<br />

koşullarda bile yüksek oranlarda gaz talebi.<br />

Peki, bu gaz nereden gelecek<br />

Azerbaycan’ın yığınla kanıtlanmış gaz<br />

sahası bulunmakta, üstelik gaz rezervleri<br />

de hala gelişmektedir. Bunlara, Abşeron,<br />

“<br />

Şah Deniz gazının gelmesiyle,<br />

Avrupa piyasasına<br />

yeni gaz akışı girmesi<br />

neticesinde Avrupa’daki<br />

rekabet düzeyi artacaktır.<br />

24<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Ümit ve Azeri-Çırak-Güneşli petrol<br />

sahasının derin seviye gazı dahildir. Aynı<br />

zamanda Azerbaycan, Şafak-Asiman,<br />

Babek, Nahcivan ve Zafar-Mashal gibi<br />

henüz kanıtlanmamış olmakla birlikte<br />

ciddi kaynaklara sahiptir. Bu keşifler ve<br />

kaynaklar, Azerbaycan Enerji Bakanı<br />

Natig Aliyev’in geçtiğimiz Temmuz “Şayet<br />

uyguladığımız programlar başarılı olursa,<br />

30 milyar metreküp, hatta 50 milyar<br />

metreküp gaz ihraç edebiliriz” demesine<br />

sebep olmuştur.<br />

Görünen o ki, Azerbaycan otoriteleri, ilk<br />

faz üretim sahasından 9 milyar metreküp<br />

ve ikinci faz üretim sahasından 16 milyar<br />

metreküp elde edileceği 2020 yılına doğru<br />

Şah Deniz üretim sahasına olan beklenti<br />

karşısındaki ve gelecek saha gelişmelerinin<br />

başlangıç eksikliğini azaltmaya<br />

çalışmaktadır. Bu bağlamda, 2022 ya da<br />

2023’te başlamak üzere Abşeron’la ilgili<br />

kimi umutlar söz konusudur.<br />

Aynı zaman dilimi içerisinde ACG derin<br />

seviye gazı akıma dahil edilebilir. Bu<br />

zamanlama ile ilgili çeşitli problemler<br />

bulunmaktadır. Özellikle petrol kuyusu<br />

kazma araçları hususunda sıkıntı<br />

yaşanacaktır zira Şah Deniz II’deki<br />

gelişmeyle gelecek birkaç yıl içinde<br />

“<br />

Azerbaycan Enerji Bakanı Natig Aliyev,<br />

geçtiğimiz Temmuz “Şayet uyguladığımız<br />

programlar başarılı olursa, 30 milyar metreküp,<br />

hatta 50 milyar metreküp gaz ihraç<br />

edebiliriz” demiştir.<br />

Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />

bu araçlar adeta tekelleşecektir. Ancak<br />

Azerbaycan en az bir adet yeni derin deniz<br />

petrol kuyusu kazma aracı üretimi için<br />

sipariş vermiştir ve 2020 yılı itibariyle<br />

problemin çözülmesi gerekmektedir.<br />

Ve Türkmenistan. Prensipte Azerbaycan,<br />

Türkmenistan gazının Avrupa’ya<br />

ulaşmasında transit ülke olma<br />

konumundan mutludur ancak pratikte<br />

Türkmenistan Rusya ile arasında soruna<br />

sebep olan, gelişen Trans <strong>Hazar</strong> Gaz<br />

Boru Hattı’nı kullanarak yıllık 30 milyar<br />

metreküp civarında büyük hacimli<br />

transferler yapmak isterken Azerbaycan ise,<br />

transit hacmi yıllık 10 milyar metreküp ile<br />

sınırlandırmak istemektedir.<br />

Mevcut durumda tartışma yalnızca<br />

akademik boyuttadır. Zira gelişen yeni<br />

ihraç yolları kapsamında Türkmenistan,<br />

Türkmenistan-Afganistan-Pakistan-<br />

Hindistan (TAPI) boru hattına yönelmiş<br />

durumdadır. 2014 yılında NATO<br />

askerlerinin Afganistan’dan çekilmesinden<br />

önce Afganistan’daki güvenlik koşullarının<br />

böyle bir boru hattının inşasına izin verip<br />

vermeyeceğini kestirmek kolay değildir<br />

ki bu tarih Aşkabat’ın <strong>Hazar</strong>’a 300 km’lik<br />

inşaatın temini için bir şeyler yapmasını<br />

gerektirecek 2015 ya da 2016 yılına kadar<br />

uzayabilir.<br />

Bu arada Şah Deniz gelişirken Türkmen<br />

sularındaki gaz açısından oldukça zengin<br />

bölgeler potansiyel olarak kalmaya devam<br />

edecek. 3-4 yıl içerisinde aşağı yukarı<br />

yıllık 10 milyar metreküp gaz üretecek<br />

kapasiteye sahip olmalarına karşın, dış<br />

yatırım olmaksızın Türkmenistan’ın<br />

kendi rafinerisi ve petrokimya ihtiyaçları<br />

çerçevesince belki yıllık 1 ya da 2 milyar<br />

metreküp ile sınırlandırılacak. Bir seviyede<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

25


John Roberts<br />

bu sahalar yeni bir 1200 km’lik Batı-Doğu<br />

boru hattıyla, ülkenin gaz üretim ağına<br />

bağlanmalıdır ancak pratikte bu proje<br />

sadece bir kısmı tamamlanmış bir şekilde,<br />

öngörülene göre yıllarca geridedir ve<br />

hattın ne zaman kullanıma açılacağı ise<br />

bilinmemektedir.<br />

Bunların dışında<br />

tabii ki bir de Irak<br />

var. Kuzey Irak’taki<br />

Kürt otonom bölgesi,<br />

üzerinde çalışılmakta<br />

olan petrol ve<br />

gaz projeleriyle<br />

çoktan dolmuş<br />

durumdadır. Ne<br />

var ki bu ürünlerin<br />

pazara ulaştırılması<br />

hususunda zorluklar<br />

yaşanmaktadır. Bu<br />

durum Türkiye<br />

“<br />

TANAP, temel unsuru<br />

teşkil etmektedir. Bu<br />

proje, orijinal Nabucco<br />

boru hattının amaçladığı<br />

gibi, Azerbaycan gazının<br />

Türkiye’nin ötesindeki<br />

piyasalara ulaştırılmasını<br />

hedeflemektedir.<br />

istikametinde yeni boru hatlarının inşa<br />

edileceği anlamına gelmekte ve hatta<br />

pratikte, içinde bulunduğumuz yılda yeni<br />

boru hatlarının inşasına ilişkin resmi<br />

adımların atılması beklenmektedir. Ancak<br />

bu resmi adımların Bağdat’taki Irak federal<br />

otoritesinin onayı<br />

dahilinde atılıp<br />

atılmayacağı henüz<br />

bilinmemektedir.<br />

Şayet Bağdat bu<br />

hatları kabul ederse,<br />

Kuzey Irak’ta<br />

çalışan şirketler için<br />

inanılmaz bir fırsat<br />

doğacaktır. Bağdat’ın<br />

rızası olmaksızın bu<br />

şekilde yeni hatların<br />

geliştirilmesinin<br />

politik etkileri<br />

son derece büyük<br />

olacaktır. Bu durum<br />

26<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


efektif olarak bölge güvenliği politikasını<br />

yeniden şekillendirecek ve politik durum<br />

netleşene kadar Kürt bölgesindeki petrol<br />

ve gaz ihracının sınırlandırılmasına sebep<br />

olacaktır.<br />

Fakat 2014 yılı sonları ve bir yönüyle<br />

2015 yılında Kuzey Irak gazının Türkiye<br />

sistemine girmesi muhtemel gibi<br />

gözükmektedir. Daha fazla gaz keşfedilip<br />

geliştirildikçe Türkiye piyasasına veya<br />

Anadolu üzerinden Avrupa piyasasına gaz<br />

akışı o kadar artacaktır.<br />

Azerbaycan, Türkmenistan veya Irak’tan<br />

kaynaklansa da neticede bu gazın Avrupa<br />

Birliği’ne ulaşması için Türkiye’den yahut<br />

Karadeniz’den geçmesi gerekmektedir.<br />

Şu durumda Trans Türkiye seçeneği<br />

tamamıyla doyuma ulaşmadan Karadeniz<br />

seçeneğinin ele alınması gerçekçi<br />

görülmemektedir. Yıllık 55 ya da 60<br />

milyar metreküplük bir hacme hitap eden<br />

Şah Deniz II gazının Güney Kafkasya ve<br />

Türkiye üzerinden geçmesi için bir kısım<br />

altyapı değişikliğine ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Güney Gaz Koridoru - Enerjide Yeni Çözüm<br />

“<br />

Ancak Türkiye üzerinden<br />

naklin temel unsuru olan<br />

TANAP olmaksızın Güney<br />

Gaz Koridoru’nun bu ismi<br />

taşımasının da bir anlamı<br />

kalmayacaktır.<br />

Önceki Güney Kafkasya Boru Hattı<br />

ve bunun Erzurum uzantısının (yeni<br />

kompresör istasyonları dahil) kapasitesi<br />

yıllık 25 milyar metreküp olduğundan,<br />

ihraç amaçlı Şah Deniz I ve Şah Deniz II<br />

projelerini ancak taşıyabilecek şekilde<br />

temel kapasite, bu rakamın çok daha<br />

altında olacaktır. Bu yüzden daha fazla<br />

gaz taşınabilmesi için, örneğin, Abşeron,<br />

Ümit ve derin seviye ACG gazı, Bakü’den<br />

Türkiye’ye paralel bir boru hattının<br />

döşenmesi gerekecektir. Yine bunun için<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

27


John Roberts<br />

yıllık en az 30-33 milyar metreküp taşıma<br />

kapasitesi öngörülmelidir.<br />

Ama bu ikinci boru hattı ihtimali geleceğe<br />

ilişkin bir mevzudur. Şu an Azerbaycan ve<br />

Gürcistan’ın odaklandığı husus, mevcut<br />

Güney Kafkasya Boru Hattı kapasitesinin<br />

artırımıdır ve Türkiye’nin odaklandığı<br />

nokta ise Trans Anadolu Boru Hattı’nın<br />

(TANAP) geliştirilmesidir. TANAP, temel<br />

unsuru teşkil etmektedir. Bu proje, orijinal<br />

Nabucco boru hattının amaçladığı gibi,<br />

Azerbaycan gazının Türkiye’nin ötesindeki<br />

piyasalara ulaştırılmasını hedeflemektedir.<br />

Böylelikle var olan BOTAŞ sisteminin<br />

kullanılmasından kaynaklanan ikili riskten<br />

kaçınmak için sistemin: (Mavi Akım<br />

aracılığıyla) Rus gazı akını, Azerbaycan<br />

gazının batıya ulaşmasını engelleyebilir<br />

veya kış şartlarında ya da Türklerin<br />

gaz ihtiyacı olduğunda asıl amaç olan<br />

Avrupa’dan ziyade gazın Türkiye’de<br />

kullanılmasını sağlayabilir.<br />

Uygulamada TANAP’ın son yatırım<br />

kararının zamanlaması, Şah Deniz için<br />

alınacak aynı karara bağlıdır. Her ikisi de<br />

kara ve deniz tesisleri ve BP tarafından 40<br />

ila 50 milyar dolar arasında fiyat biçilen<br />

ürünü piyasaya taşıyacak boru hatlarının<br />

gelişimine bağlı olarak kararlar zincirinin<br />

bir parçasıdır. Bütünleşmiş bir karar<br />

verme süreci gerekmektedir ve halihazırda<br />

yapılmakta olan da budur.<br />

Bu yaz TANAP için bir son yatırım kararı<br />

alınmalıdır. Şayet Şah Deniz II son yatırım<br />

kararı Ekim ayında alınacaksa, o halde<br />

TANAP’ınki muhtemelen en geç Eylül<br />

ayında alınmış olmalıdır. Hala TANAP<br />

için yapılması gereken bir yığın hazırlık<br />

söz konusudur ve fakat bunun için çok az<br />

zaman bulunmaktadır.<br />

Avrupa Komisyonu, TANAP’ın önemini<br />

anlamış durumdadır. Avrupa Komisyonu<br />

Enerji Genel Müdürlüğü Uluslararası<br />

İlişkiler ve Genişleme Birimi Başkanı Paula<br />

Abreu Marques gelecek Şah Deniz II son<br />

yatırım kararının Güney Gaz Koridoru’nun<br />

gelişmesi açısından son derece önemli<br />

olduğunu vurgulamıştır. Marques, “Bu<br />

yönüyle, Güney Gaz Koridoru’nun temel<br />

unsuru olan TANAP gaz boru hattı<br />

anlaşmasının Azerbaycan ve Türkiye<br />

hükümetleri arasında imzalanması ve<br />

kabul edilmesini çok olumlu karşılıyoruz”<br />

cümlelerini sözlerine eklemiştir.<br />

Oettinger’in tartışmalı “çerez” yorumu<br />

Kasım ayı sonunda Frankfurt’ta yapılmış,<br />

Marques’in, TANAP’ın merkeziliği yorumu<br />

ise Bakü’de, Şubat ayı sonunda yapılmıştır.<br />

Bu iki yorum, yalnızca üç ay içerisinde<br />

Avrupa Komisyonu’nun Güney Koridor’a<br />

olan yaklaşımının, daha pozitif yorumla<br />

bir öncekini reddedecek şekilde ne derece<br />

değiştiğini göstermektedir. Aslında her<br />

iki ifade birbiriyle çelişmektedir. Yıllık 10<br />

milyar metreküplük Şah Deniz II gazının<br />

Avusturya’ya veya İtalya’ya ulaşması, çok<br />

daha büyük bir hedefin yalnızca temel<br />

bir parçasının yerine getirilmesi anlamını<br />

taşımaktadır: yıllık 40, 50, 60 veya daha<br />

fazla milyar metreküplük <strong>Hazar</strong> ve Orta<br />

Doğu gazının sağlanması klasik Türk<br />

tanımıyla Güney Gaz Koridoru’nun,<br />

Avrupa için yeni bir arter oluşunu<br />

ispatlamaktadır.<br />

Ancak Türkiye üzerinden naklin temel<br />

unsuru olan TANAP olmaksızın Güney<br />

Gaz Koridoru’nun bu ismi taşımasının da<br />

bir anlamı kalmayacaktır.<br />

28<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


AZERBAYCAN VE AVRUPA<br />

ENERJİ GÜVENLİĞİ:<br />

ULUSAL ÖNCELİKLER VE<br />

ULUSLARARASI SORUMLULUKLAR<br />

Gulmira Rzayeva, Araştırma Görevlisi, Ekonomik Analiz ve Küresel İlişkiler Bölümü,<br />

Azerbaycan Stratejik Araştırmalar Merkezi<br />

Giriş<br />

AB’nin Güney Gaz Koridoru, öncelikli<br />

olarak <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nden olmak<br />

üzere, dünyanın en büyük piyasası<br />

olan Avrupa piyasası için alternatif<br />

kaynak ve güzergahlardan gaz teminini<br />

amaçlamaktadır. Doğu ve Güney<br />

Avrupa, önemli ölçüde Rus gaz teminine<br />

bağımlı durumdadır. Bu durum Batı<br />

ülkelerinin egemen ve bağımsız politikalar<br />

üretebilmesine engel olmaktadır. Bu<br />

ülkeler için güvenli enerji temini ekonomik<br />

açıdan can damarı konumundadır ve<br />

böyle bir bağımlılık, ulusal güvenlik ve<br />

ekonomik kalkınmayı tehlikeye atmak<br />

anlamına gelmektedir. AB’nin Güney<br />

Koridor’u desteklemesi, özellikle Batı<br />

ülkeleri üzerindeki Rus enerji yükünün<br />

bertaraf edilmesini ve başta Kazakistan<br />

ile Türkmenistan olmak üzere kapalı<br />

havza olan <strong>Hazar</strong> devletlerinin Avrupa<br />

gaz piyasalarına doğrudan erişiminin<br />

sağlanmasını amaçlamaktadır.<br />

2011 yılında AB ile Azerbaycan arasında<br />

Güney Gaz Koridoru Deklarasyonu’nun<br />

imzalanmasının ardından, bu aşamada<br />

Güney Koridor’un yegane gaz tedarikçisi<br />

ve buranın açılması adına bağlantı<br />

noktası olması sebebiyle Azerbaycan’ın<br />

rolü oldukça önemli bir hale gelmiştir.<br />

Bununla birlikte ülke; gaz değer zincirinde<br />

ulaştırma altyapı çalışmalarının öncüsü<br />

olarak değerlendirilmektedir. Planlanan<br />

genişlemesi sonrasında, Güney Kafkasya<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

29


Gulmira Rzayeva<br />

“<br />

2011 yılında AB ile Azerbaycan<br />

arasında Güney<br />

Gaz Koridoru Deklarasyonu’nun<br />

imzalanmasının<br />

ardından, bu aşamada<br />

Güney Koridor’un yegane<br />

gaz tedarikçisi ve buranın<br />

açılması adına bağlantı<br />

noktası olması sebebiyle<br />

Azerbaycan’ın rolü<br />

oldukça önemli bir hale<br />

gelmiştir.<br />

Boru Hattı (SCP), I. ve II. faz Şah Deniz<br />

gazı (SD I ve SD II) ve yine Azerbaycan<br />

kıyılarında yeni nesil gaz sahası olarak<br />

adlandırılan (2025 itibariyle ekstradan<br />

ihraç edilebilecek 35 milyar metreküp<br />

ek gaz) bölgedeki gaz hacmini, ayrıca<br />

muhtemelen uzun vadede Türkmenistan<br />

ve Kazakistan’dan temin edilecek gazı<br />

taşıyacaktır.<br />

Buna ek olarak; Azerbaycan, stratejik<br />

açıdan oldukça önemli Trans Anadolu<br />

Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP)<br />

projesini başlatmıştır. Bu boru hattı<br />

Azerbaycan kaynaklı gazın (aynı zamanda<br />

ileriki aşamalarda politik uygunluk<br />

sağlandığında Türkmenistan ve Irak) Türk<br />

topraklarından geçerek AB sınırlarına<br />

ulaşmasını amaçlamaktadır. Azerbaycan,<br />

projede % 51 oranında en büyük hisseye<br />

sahip holding olan Devlet Petrol Şirketi<br />

(SOCAR) tarafından temsil edilecektir<br />

(bu pay Azerbaycan Devlet Petrol Fonu<br />

-SOFAZ- tarafından fonlanacaktır). Sonuç<br />

olarak Azerbaycan, gerekli sermayenin<br />

çoğunu yatıracak, ticari ve teknik risklerin<br />

önemli bir kısmını alacak ve böylece boru<br />

hattının düzenli ilerlemesi ve zamanında<br />

tamamlanmasını kontrol edebilecektir.<br />

Avrupa piyasasında daha alt seviyede,<br />

değer zinciri boyunca iki ayrı<br />

doğrultuda ilerleyen, iki rakip boru<br />

hattı bulunmaktadır: Nabucco Batı<br />

(NB) ve Trans-Adriyatik Boru Hattı<br />

(TAP). <strong>2013</strong>’ün üçüncü çeyreğinden<br />

önce olmamak üzere, Şah Deniz<br />

Konsorsiyumu’nun (SD) tercih edilecek<br />

rotaya ilişkin nihai kararı vermesi<br />

beklenmektedir. Nihai seçimden önce, SD<br />

II Konsorsiyum’nun, devam eden Gaz Alım<br />

Satım Anlaşması (GSPA) ile potansiyel<br />

alıcı Gaz Transit Anlaşması’nı (GTA)<br />

sonlandırması gerekmektedir. Son tercihle<br />

birlikte, SD Konsorsiyumu, SD II’nin Ekim<br />

<strong>2013</strong>’ten önce onaylanmasını ve bundan<br />

kısa bir müddet sonra da (belki bazı ek<br />

şartlarla birlikte) SD II gazının nakliyesi<br />

için yukarıda bahsedilen boru hatlarından<br />

(tercihin olumlu olması durumunda)<br />

birine ilişkin nihai yatırım kararını (FID),<br />

beklemektedir.<br />

18 Ocak <strong>2013</strong> tarihinde, finansman<br />

sağlama ve işbirliği üzerine SD ortakları<br />

ve Nabucco arasında iki anlaşma<br />

imzalanmıştır. Bu anlaşmalar, son<br />

kararın verilmesinden önce Uluslararası<br />

Nabucco Şirketi’nin (NIC) yaptığı işlerin<br />

ortak finansmanı ve ortak yönetimini<br />

sağlayacaktır.<br />

Nabucco Uluslararası Şirketi (NIC),<br />

imzalanan anlaşmaların şu konulara<br />

30<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

ilişkin olduğunu ifade etmiştir: Nabucco<br />

Batı ve Şah Deniz II proje çalışmaları ve<br />

planlamalarının düzenlenmesine ilişkin<br />

yakın işbirliği, Nabucco Batı’nın ileriki<br />

gelişimiyle alakalı harcamalar çerçevesince<br />

ortak fon sağlanması; tercihin olumlu<br />

olması sonrasında NIC’in yeni ortaklık<br />

yapısında % 50’lik özsermaye tamamen<br />

SOCAR’ın olacak şekilde, BP (BP %12’lik<br />

hisseye sahip), Statoil ve Total’in olması.<br />

SD ortakları açısından benzer bir paketin<br />

geçtiğimiz yaz TAP ile imzalanmasının<br />

ardından bu, ikinci imzalana paket<br />

anlaşmadır.<br />

TAP’e Karşı Nabucco Batı<br />

Güney Gaz Koridoru’nun asıl stratejik<br />

değeri, SD Konsorsiyumu’nun SD gazının<br />

nihai varış noktasına karar vermesiyle<br />

belirlenecektir. Pazar istikameti ve<br />

zamanlama kritik önem taşımaktadır.<br />

SOCAR’a göre, Azerbaycan gazının<br />

Türkiye’ye aktarımı 2018 Haziran’ı<br />

ortalarında başlarsa, 2019 yılı Ocak ayı<br />

başlarında da Avrupa Birliği’ne (AB)<br />

varabilecektir. Konvansiyonel olmayan gaz,<br />

örneğin ABD’deki kaya gazı gibi yeni gaz<br />

kaynaklarına ihtiyaç duyulması ve bunların<br />

sıvı halde Avrupa’ya taşınması, gaz fiyatı<br />

rekabetinde daralmaya yol açacaktır.<br />

Coğrafi anlamda, İspanya, İngiltere ve<br />

Fransa’daki şirketler, 2016’dan itibaren<br />

Amerika’dan yıllık 6 milyar metreküplük<br />

LNG ithali için alım-satım anlaşması<br />

imzalamıştır. İtalya,<br />

İtalya, ülkenin kuzeyindeki Trieste,<br />

Molcanfone, Livorno ve Rosignano’daki<br />

85 milyar metreküplük ek gaz kapasitesi ile<br />

LNG altyapılarını ve Brindisi, Rovigo, vs.<br />

gibi yerlerdeki yıllık 30 milyar metreküplük<br />

ek ithalat kapasitesi ile LNG projelerini<br />

geliştirmeye devam etmektedir. Ülkedeki<br />

mevcut gaz talebi yıllık 85 milyar metreküp<br />

olduğu halde, tüm bu projeler ve altyapı<br />

çalışmalar gerçekleştirildiği takdirde,<br />

İtalya’nın potansiyel ithalat kapasitesini<br />

yıllık 200 milyar metreküpe kadar<br />

çıkartacaktır.<br />

Her ne kadar İtalyan piyasası orta vadede<br />

talep fazlası ile karşılaşabilecek olsa da,<br />

şüphesiz TAP’ın avantajı ve güçlü yönleri<br />

bulunmaktadır. Başlangıç kapasitesi<br />

yıllık 10 milyar metreküp ve çapı 42 inç<br />

olan boru hattı, Nabucco Batı’dan daha<br />

masrafsız olacaktır.<br />

Ayrıca, NB ile karşılaştırıldığında TAP,<br />

daha basit ve hantal bir yönetim yapısına<br />

sahiptir. Fakat en önemli unsur boyuttur:<br />

NB ekonomisine katkı sağlayan tek unsur da<br />

olduğu gibi, hacim ve çap (48 inç ya da 56 inç).<br />

Her iki projedeki çap farkı NB projesi<br />

icin 500 milyon dolarlık ek yatırıma mal<br />

olmaktadır. SD II projesi operatörü BP,<br />

42 inçlik bir çapın SD gazının piyasaya<br />

ulaşması için gereğinden fazla olduğu<br />

halde SD Konsorsiyumu’nun neden ekstra<br />

500 milyon dolar harcaması gerektiğini<br />

anlamıyor konumdadır. Irak, Tükmenistan,<br />

(belki Kazakistan), Kıbrıs ve İsrail<br />

gibi alternatif kaynaklardan gaz temin<br />

edilmesi için ölçeklenebilir bir boru hattı<br />

inşası AB’nin çıkarına olacaktır. Ancak<br />

sorulması gereken soru şudur: neden SD<br />

Konsorsiyumu bu kaynaklardan gaz temin<br />

edilememesi riskini almalıdır<br />

Akla gelen diğer bir soru ise; SD<br />

ortaklarının İtalya, Yunanistan ve<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

31


Gulmira Rzayeva<br />

1. Resim: <strong>Hazar</strong> Pokeri (kaynak: “Welt” Journal)<br />

Arnavutluk gibi birkaç ülke piyasasına<br />

bağımlı olmaya razı olup olmadıkları ve<br />

gazlarını, başkaca ülkelere pazarlama<br />

seçeneğinin yanında, kaynaklarını NB’nin<br />

sunduğu dışında yoğun bir şekilde<br />

çeşitlendirme ihtiyacı duyan Balkan<br />

ülkelerini de kapsayacak şekilde ileri bir<br />

potansiyele sahip olup olmadıklarıdır.<br />

Teknik olarak TAP, İyonya Adriyatik<br />

Boru Hattı, Yunanistan-Bulgaristan<br />

ara bağlantısı ve hatta İtalya’dan kuzey<br />

ülkelerine kadar Balkanlara erişim imkanı<br />

kapasitesine sahiptir. Fakat bu ek bölgesel<br />

bağlantılar, mevcut TAP teklifinin parçası<br />

olmamakla birlikte herhangi bir finans<br />

kaynakları bulunmamaktadır. Balkan<br />

piyasası, yüksek gaz ücreti piyasanın<br />

çeşitlilik potansiyeli ile Azerbaycan’ın<br />

stratejik ilgisine dahildir.<br />

SD ortakları için boru hattının kendisi<br />

finansal açıdan ilgi çekicidir. Ancak<br />

hedeflenen piyasa risklidir ve neredeyse<br />

tamamen tek bir tedarikçiye bağlı olan<br />

piyasa çeşitliliğine sahip NB’ye kıyasla<br />

hiçbir stratejik öneme sahip değil.<br />

Yalnızca bu sebeple; NB, Brüksel ve<br />

Washington’dan siyasi destek görmektedir.<br />

Bu yüzden daha da önemlisi, NB hattı<br />

üzerindeki mevcut ve planlanan ara<br />

bağlantı ağlarıyla Orta Avrupa piyasasını<br />

çeşitlendirme, bölgenin uluslararası<br />

rekabete açılması neticesinde “arz<br />

kesilmesi tehlikesini azaltıp NATO<br />

müttefiklerinin iç istikrarını sağlayarak 1 ”<br />

ülkelere Rusya ile pazarlıkta ellerini<br />

güçlendirme imkanı tanıyacaktır.<br />

Geçtiğimiz Aralık ayında, ABD kongresi;<br />

ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi<br />

için hazırlanan “<strong>Hazar</strong>’dan Avrupa’ya<br />

Enerji ve Güvenlik” başlıklı raporunu<br />

yayınlayarak NB’ye olan desteğinde bir<br />

adım daha ileri gitmiştir. SD ortaklarını<br />

uyaran Senato, ilgili ülkelere ABD’nin<br />

tercihi olan “Avrupa’nın enerji güvenliği<br />

için mutlaka dahil olunması gereken” bir<br />

proje SD konsorsiyumu tarafından tercih<br />

edilmezse, SD II, SD I’e tanınan yaptırım<br />

ayrıcalığından yararlanamaz demiştir.<br />

Bunun sebebi, projedeki % 10’luk<br />

İran’dan NIOC katılımıdır. SD II ve bağlı<br />

projelerin yaptırım ayrıcalığı “ABD ulusal<br />

güvenlik çıkarları için zorlama faydalara<br />

dayanacaktır. 2<br />

Gazetelere göre, “Nabucco Batı iki anahtar<br />

hedef doğrultusunda en belirgin ilerlemeyi<br />

sağlayacaktır: yoğun olarak çeşitlilik<br />

ihtiyacı duyan birçok müttefike hızlı gaz<br />

1 “<strong>Hazar</strong>’dan Avrupa’ya Enerji ve Güvenlik”, http://www.<br />

foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />

2 “<strong>Hazar</strong>’dan Avrupa’ya Enerji ve Güvenlik”, http://www.<br />

foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />

32<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

temini ve gelecekte bölgeye daha fazla<br />

gaz temini için ölçekleme yapılabilmesi.”<br />

“Rusya’nın Orta ve Güney Doğu<br />

Avrupa’daki müttefiklerine giderek artan<br />

zorlayıcı baskısına” bir son vermek.<br />

ABD ve Rusya arasındaki rekabet, enerji<br />

bakımından zengin ülkeler, nakil hatları ve<br />

kârlı enerji piyasalarını bölmek ve kontrol<br />

etmek Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi,<br />

21. yüzyılda da halen devam etmektedir<br />

ancak bu defaki “Büyük Oyun” teorisinde<br />

olduğu gibi farklı şekilde yürümektedir.<br />

Enerji üreten bir ülke olan Rusya için<br />

hidrokarbon kaynaklarının üzerinde<br />

tesir sahibi olduğu ülkelere satılması son<br />

derece önemlidir. Bu ülkelerin enerji<br />

güvenliğini neredeyse tamamen Rusya’ya<br />

bağımlı hale getirmek, pazarlık yardımıyla<br />

müzakeredeki pozisyonunu güçlendirerek<br />

ülkeleri kendi nüfuzu altına alması için<br />

Moskova’ya bir manivela gücü vermektedir.<br />

Bu durum, ABD tarafından bölgedeki<br />

ulusal çıkarları adına bir tehdit unsuru<br />

olarak algılanmaktadır.<br />

Hidrokarbon üreticisi ve tüketicisi olan<br />

ABD, enerji bağımlılığı olan müttefiklerinin<br />

kendi kontrolü altındaki Orta Doğu ve<br />

Kuzey Afrika (MENA), <strong>Hazar</strong>, Avrupa’dan;<br />

(yaptırımlar altındaki) İran ve Rusya’ya<br />

(alternatif arz yollarıyla) fırsat vermemek<br />

için bu ülkelerin güçsüzleşmesi adına<br />

hidrokarbon ihraç etmesini istemektedir.<br />

Azerbaycan; Türkiye, Doğu, Güneydoğu<br />

Avrupa ve Balkanlar’daki ABD<br />

müttefiklerinin enerji güvenliğini<br />

sağlayacak en iyi ülke konumundadır;<br />

bunların hepsi, ya ABD/NATO müttefiki<br />

ya da ABD’nin nüfuz alanına giren daha<br />

geniş bir Avro-Atlantik Enerji Güvenliği<br />

“<br />

Irak, Tükmenistan, (belki<br />

Kazakistan), Kıbrıs ve İsrail<br />

gibi alternatif kaynaklardan<br />

gaz temin edilmesi<br />

için ölçeklenebilir bir boru<br />

hattı inşası AB’nin çıkarına<br />

olacaktır. Ancak<br />

sorulması gereken soru<br />

şudur: neden SD Konsorsiyumu<br />

bu kaynaklardan<br />

gaz temin edilememesi<br />

riskini almalıdır<br />

konseptinin parçasıdır. BTC petrol<br />

projesi ve Güney Gaz Koridoru projeleri<br />

ile Azerbaycan, BTC petrol projesini<br />

gerçekleştirmek ve Güney Gaz Koridoru<br />

projesine devam etmekle<br />

ABD-AB enerji stratejisinin<br />

gerçekleştirilmesi adına kritik bir rol<br />

oynamaktadır.<br />

Bununla birlikte, işgalden kurtularak ülke<br />

bütünlüğünün sağlanması yoluyla bir<br />

numaralı dış politika konusu olan Dağlık-<br />

Karabağ sorununun çözülmesi adına<br />

Bakü’nün, AB/ABD’den daha fazla politik<br />

destek bekleyeceğini düşünmek oldukça<br />

mantıklıdır.<br />

Nabucco Batı ve Hissedarları<br />

Geçen sene Aralık ayında, Nabucco<br />

(Batı) projesinin en önemli unsurlarından<br />

biri olan Alman RWE firması projeden<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

33


Gulmira Rzayeva<br />

“<br />

ABD ve Rusya arasındaki rekabet, enerji<br />

bakımından zengin ülkeler, nakil hatları<br />

ve kârlı enerji piyasalarını bölmek ve<br />

kontrol etmek Soğuk Savaş döneminde<br />

olduğu gibi, 21. yüzyılda da halen devam<br />

etmektedir ancak bu defaki “Büyük<br />

Oyun” teorisinde olduğu gibi farklı şekilde<br />

yürümektedir.<br />

çekildi. Bu durum bir kez daha<br />

Konsorsiyum’un idari yapısının son<br />

derece yetersiz olduğunu ve özellikle<br />

projenin başlatıcısı olan Avusturya OMV<br />

başta olmak üzere ortakların böylesi<br />

hantal bir idarenin projenin geleceğini<br />

büyük riske attığının farkına varması<br />

gerektiğini göstermiştir. Geçtiğimiz<br />

sene Haziran ayından anlaşmaların<br />

imzalandığı 18 Ocak’a kadar NB ve SD<br />

üyeleri arasında İşbirliği Anlaşması (CoA)<br />

ve Hisse Senedi Finansman Anlaşmaları<br />

(EFA) imzalanmamıştır. Aynı zamanda<br />

Nabucco hissedarları arasında NB ve SD<br />

Konsorsiyumu hisse dağılımına ilişkin fikir<br />

ayrılığı ve ciddi problemler bulunmaktaydı.<br />

Kamuya açık bilgilere göre, NB<br />

Konsorsiyumu beklenen süre içerisinde<br />

gerekli ilerlemeyi sağlamakta başarılı<br />

olamaz ise, önemli kararların alınması ve<br />

uygulanmasını sağlamak amacıyla SD, NB<br />

Konsorsiyumu’nda % 51’lik bir paya sahip<br />

olmayı istemekteydi. SD’nin çoğunluk<br />

hisselere sahip olmak istemesi, NB<br />

hissedarlarının projeyi gerçekleştirecekleri<br />

ve gerekli ticari ve stratejik kararları<br />

alarak ihtiyaç duyulan sermayeyi<br />

yatıracağından şüphe etmiş olmasına<br />

bağlanabilir.<br />

Tüm NB Konsorsiyumu ortakları<br />

böyle bir hisse dağılımını desteklemiş<br />

olsalar da, OMV karar almak ve kontrol<br />

imkanını kaybetmekten çekinmiştir.<br />

OMV’nin bu tavrı anlaşılabilirdir. Zira<br />

CoA ve EFA % 51 - % 49 arasında bir<br />

hisseyle devreye girdiğinde, mevcut<br />

NB hissedarlarının görüşleri dikkate<br />

alınmayabilir. Fakat NB projesinde<br />

ilerleme olmaması, Macar ortak<br />

FGSZ’nin geçtiğimiz yazdan itibaren<br />

hisseyi azaltmasına sebep olmuştur.<br />

Benzer şekilde diğer bazı NB ortakları da<br />

hisselerinden bir kısmını SD üyelerine ya<br />

da üçüncü bir tarafa satmaktan memnun<br />

kalacaklardır.<br />

Kamuya açık nedenlerle, RWE’nin<br />

projeden ayrılması, firmanın ticari<br />

hedeflerine varamayacak olmasıdır. 3<br />

Fakat görünüşe göre OMV ile olan görüş<br />

ayrılığı ve uzun süren tartışmalar, projenin<br />

ilerlemesine ilişkin çeşitli sorunlar, aynı<br />

zamanda Baumgartner’den Landzhot’a,<br />

RWE’nin sahibi olduğu Net4Gas nakil<br />

hattına Baumgartner’in bağlanması,<br />

sorunları da bu nedenler arasında<br />

bulunmaktaydı. Almanya’da nükleerden<br />

vazgeçilmesinden kaynaklanan finansal<br />

nedenler de bunlara dahil edilebilir.<br />

Dahası, yukarıda bahsedilen finansal<br />

zorluklardan dolayı RWE, 7 milyar<br />

Avro’luk hissesini satmakta ve çalışan<br />

3 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />

Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />

wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />

34<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

sayısını azalmaktadır.<br />

Bu da, RWE’nin tamamına sahip<br />

olduğu, Çek Cumhuriyeti’ndeki gaz<br />

nakil sistemi Net4Gas’in <strong>2013</strong> yılında<br />

satılmasının planlanmasını açıklamaktadır.<br />

Önceleri RWE Baumgarten-Landzhot<br />

bağlantısı aracılığıyla Net4Gas nakil<br />

hattını birleştirip, <strong>Hazar</strong>, örneğin<br />

Azerbaycan gazını, Alman hükümetinin<br />

gaz kaynaklarını çeşitlendirme stratejisi<br />

paralelinde, Almanya’ya ulaştırmayı<br />

hedeflemekteydi. 4<br />

Nabucco Batı’ya karşı<br />

Güney Akım: Hacim ikamesi<br />

ya da pazar payı değişimi<br />

Her ne kadar Gazprom’un Avrupa’ya<br />

ihracı 2011 yılında ciddi miktarda<br />

artmışsa da, 2012 yılında finansal kriz<br />

sırasındaki düşüşle şirket aynı başarıyı<br />

tekrarlayamamıştır. Rusya Enerji<br />

Bakanlığı’na göre, 2012 yılında Avrupa’ya<br />

olan gaz ihracı % 8.7 oranla 186 milyar<br />

metreküpe düşmüştür. 5<br />

Daha evvel Gazprom, 2012 yılının ilk<br />

yarısında, Avrupa’ya olan gaz satışlarının<br />

%10, Bağımsız Devletler Topluluğu (CIS)<br />

ülkelerine ise % 29 oranında düştüğünü<br />

açıklamıştır. 6<br />

Bu durum, 2012 yılında üretimin 655<br />

milyar metreküpe düşmesine, (2011<br />

yılında 662 miyar metreküp) Gazprom’un<br />

4 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />

Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />

wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />

5 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />

economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />

open-229012.html<br />

6 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />

economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />

open-229012.html<br />

kendi üretiminin ise % 5.1 ile 483 milyar<br />

metreküpe düşmesine sebep olmuştur.<br />

<strong>2013</strong> yılı ihraç ve üretim tahminleri, yeteri<br />

kadar iyimser değildir ve Bay Miller’a göre,<br />

şirket <strong>2013</strong> yılında 500 milyar metreküplük<br />

gaz üretim seviyesini koruyacak ve bu<br />

yıl yatırım programlarının artışı sekteye<br />

uğrayacaktır. 7 Daha önceleri, Rusya’nın<br />

en önemli gaz üreticisi Gazprom, <strong>2013</strong> ve<br />

2014 yılı gaz üretim hedeflerini, azalan<br />

taleplerden ötürü küçülmüştür. Gazprom<br />

üretim departmanı başkanına göre, şirket<br />

<strong>2013</strong> yılında 541 milyar metreküplük bir<br />

üretim yapacak ve bunu 2014 yılında 584<br />

milyar metreküpe çıkartmayı hedefliyordu 8<br />

ki bu, daha önce planlanan, <strong>2013</strong> yılı için<br />

549 milyar metreküp ve 2014 yılı için 570<br />

milyar metreküplük hedeften daha azdır.<br />

Business Monitor International’ın son<br />

öngörüleri, 2016 yılı itibariyle toplam<br />

gaz üretimi Avrupa’daki talebin artması<br />

ve Asya piyasalarındaki fırsatların<br />

çoğalmasıyla 724 milyar metreküpe<br />

çıkacaktır. 9 AB, ihtiyacı olan gazın % 25’ini<br />

Rusya’dan karşılamaktadır. Rus tekeli<br />

yönetimi (Gazprom) Avrupa gaz tüketicisi<br />

şirketlerinin Rus gazını tercihlerindeki<br />

azalışı ve Avrupa piyasalarına gaz ihracının<br />

düşüşünü rekabete bağlamaktadır. Son<br />

birkaç yıldan beri, sabit fiyatlı gaz endeksi<br />

ve spot piyasasına gaz nakli yapmak isteyen<br />

firma sayısında artış gözlemlenmektedir.<br />

7 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />

economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />

open-229012.html<br />

8 “Ukrainian equipment producer dashes Gazprom production<br />

plans last winter”, Kyiv Post, http://www.kyivpost.com/<br />

content/business/ukrainian-equipment-producer-dashesgazprom-produc-1-128108.html<br />

9 Russia Oil & Gas Report, Business Monitor, http://store.<br />

businessmonitor.com/em/oilgas/russia.html<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

35


Gulmira Rzayeva<br />

Source: Streams<br />

interpretation of<br />

Waterborne data<br />

Bu düşüş yalnızca Avro bölgesi<br />

ve Avrupa’daki ekonomik krizden<br />

kaynaklanmamakta, aynı zamanda<br />

Avrupalılar LNG gibi daha ucuz<br />

alternatifler ve spot piyasası tedariklerine<br />

başvurmuşlardır. 2009-2011 yılları<br />

arasında; Avrupa’daki sıvılaştırma<br />

santralleri kadar tekrar gazlaştırma (regasification)<br />

santrallerinin sayısı da artış<br />

gösteriyordu; 2014’e kadar, Avrupa’daki<br />

kıyı devletlerinin çoğunluğunun,<br />

birkaç LNG altyapısıyla kaplanması<br />

beklenmektedir. Şu anda bir kısmı<br />

uygulanma, diğer bir kısmı ise planlanma<br />

aşamasındadır: AB’nin 150 milyar<br />

metreküplük mevcut tekrar gazlaştırma<br />

kapasitesinin 2020’ye kadar ikiye<br />

katlanacağı gözükmektedir.<br />

Bu; AB’nin LNG altyapısını geliştirmesi<br />

ve her kıyı devletinde (İtalya, Hollanda,<br />

Fransa, İrlanda, Almanya, Polonya,<br />

İspanya, Hırvatistan, Kıbrıs, Türkiye<br />

ve Litvanya) istasyon inşa etmesi adına<br />

AB’nin en önemli hedeflerinden biridir. 10<br />

Bu, ayrıca; Avrupa’nın artan doğal gaz<br />

talebini karşılayabilmek adına Trans<br />

Avrupa Enerji Ağı Politikası’nın (TEN-E)<br />

da kapsamına girmiştir. Öyle ki; bu<br />

terminallerin bazıları Orta Avrupa’nın<br />

enerji güvenliğinin sağlanması, güvenlik<br />

zaafiyetinin azaltılması ve halihazırdaki<br />

tekrar gazlaştırılmış gazın kıyı kesiminden,<br />

kıyısı olmayan devletlere taşınarak<br />

Gazprom’a olan bağımlılığın azaltılması<br />

amacıyla inşa edilmektedir. Bu amaçla;<br />

10 T E N - ENERGY Priority Corridors for Energy<br />

Transmission, Prepared for the European Commission, http://<br />

ec.europa.eu/energy/infrastructure/studies/doc/2008_<br />

priority_corridors_for_energy_transmission-natural_gas.pdf<br />

36<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

2014’e kadar, tüm Avrupa devletlerini<br />

gaz boru hattı ara bağlantılarına dahil<br />

etmek için kapsamlı şekilde AB Trans<br />

Avrupa Enerji Ağları (TEN-E) politikası<br />

uygulanmaktadır.<br />

Kaya gazı aramalarında bulunan Polonya,<br />

2014 yılı ortalarına kadar yıllık 5 milyar<br />

metreküplük bir LNG ithalat terminali<br />

kurmayı hedeflemektedir. Almanya sınırına<br />

yakın Świnoujście’teki LNG terminali,<br />

tedarik çeşitliliğini artırmalı ve Rus<br />

ithalatına olan bağımlılığı azaltmalıdır.<br />

Hiç şüphe yok ki, Avrupa çapındaki<br />

alıcı terminallerin LNG kapasitelerinin<br />

artırılmasının, başta düşük gaz ücretleri,<br />

Avrupa gaz piyasalarında hazırda bekleyen<br />

gaz miktarının artması ve Avrupa’nın gaz<br />

tedarikine kaynak çeşitliliği sağlaması<br />

gibi, Birlik için birçok tedarik güvenliğini<br />

artırmaktadır.<br />

2009-2010 yılları arasında; Kuzey-<br />

Batı Avrupa’daki alıcı istasyonlardaki<br />

LNG kapasitesinin artırılması, ABD<br />

ve AB gaz merkezleri arasındaki bağ<br />

güçlendirilerek, Avrupalı tüketicilere daha<br />

ucuz olan spot gaz imkanından faydalanma<br />

şansı tanınmıştır. Aynı yıllarda, spot<br />

piyasalarında keskin bir düşüş yaşanmış<br />

ve bu süre içerisinde spot gaz fiyatı,<br />

petrol endeksli gaz fiyatından % 25 az<br />

olmuştur. Ancak bu trend ve AB ile ABD<br />

arasındaki gaz fiyatı korelasyonu belirsiz<br />

yüksek talep nedeniyle 2010 yılı Nisan<br />

ayında sona erdirilmiştir. Ne var ki Rus gaz<br />

ihracı açısından en önemli temel piyasa<br />

olan Avrupa’da 2011 yılından itibaren<br />

fiyat farklılıkları, fiyatlara ilişkin revizyon<br />

yapılması açısından en büyük etken<br />

olmuştur.<br />

Çoğu Avrupalı gaz tüketicisi, tamamen<br />

petrol endeksli fiyatlardan kaçınarak<br />

Gazprom’la % 10-20 civarında spot<br />

fiyatlı sözleşmelerin de dahil olduğu kimi<br />

gaz endeksli uzun dönem sözleşmelere<br />

yönelmiştir. Avrupa piyasası çapında<br />

spot fiyatlar yılda % 30-40 oranında çok<br />

hızlı bir şekilde artmaktadır. Avrupalı<br />

gaz alım firmaları çoğunlukla olumlu<br />

netice almakla birlikte birçok defa benzeri<br />

uyuşmazlıklarla ilgili tahkime başvurmakta<br />

ve Gazprom’un hiç kabullenemeyeceği<br />

bir duruma sebep olmaktadır. Bu durum,<br />

kimi şirketlerin düşük gaz fiyatıyla<br />

ödüllendirilmesine sebep olmuştur.<br />

MorganStanley Press’e göre, İtalyan Eni<br />

ve Edison, Alman E.ON (RWE hala<br />

Gazprom’la tahkim sürecindedir), Fransız<br />

GdF Suez, Avusturyalı Ecogas ve daha<br />

birçokları 2011 yılında sözleşmelerine<br />

% 10 ila % 20 arasında spot piyasa ücreti<br />

uygulatmışlardır. 11<br />

Ancak gazetede “ ‘Görünmez’ Malın<br />

Ücretlendirilmesi” başlıklı son müzakere<br />

dokümanında Gazprom Export’un<br />

Kontrat Yapılandırması ve Fiyatlandırma<br />

Direktörü Sergey Komlev, gaz endeksi<br />

ve ağ ücretine bağlı olarak uzun dönem<br />

kontratlar çerçevesince fiyat üzerinde<br />

oynama yapılması modelini eleştirerek,<br />

kesintisiz sözleşmelerde esnekliğe<br />

gidilmesi isteniyorsa bu durumun alıcılar<br />

açısından güvenli ve sağlayıcılar açısından<br />

ise çalışılabilir olmadığını ifade etmiştir.<br />

Bunun anlamı, başta LNG olmak üzere<br />

1-3 ayı geçmeyen kısa dönem sözleşmeler<br />

üzerinden önemli hacimlerdeki gazın ciddi<br />

11 “Pricing the “Invisible” Commodity” Sergey Komlev,<br />

Gazprom Export, http://www.gazpromexport.ru/files/Gas_<br />

Pricing_Discussion_Paper_Komlev_GPE_Jan_11_<strong>2013</strong>_<br />

FINAL127.pdf<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

37


Gulmira Rzayeva<br />

fiyatlarla pazarlandığı ağlardaki spot gaz<br />

tacirlerinin ihtiyaç halinde orta vadede yeni<br />

hacimler garanti edemeyeceği anlamına<br />

gelmektedir. Bu durum, alıcıları belirsizliğe<br />

sürüklemektedir ve gelecek tedarikçiler için<br />

hassas bir ortam yaratmaktadır. Örneğin,<br />

Avrupa pazarına yıllık % 17.4 (37 milyar<br />

metreküp) oranında LNG ihraç eden Katar;<br />

geçenlerde Avrupa istikametindeki LNG<br />

ihraç hacmini % 40 oranında küçülteceğini<br />

ve bunları, LNG’nin Asya’da yüksek kâr<br />

getirmesi nedeniyle Japon piyasasına<br />

yönlendireceğini bildirmiştir. 12<br />

LNG arzının büyüme dinamiği, küresel<br />

piyasaya girmek gibi yeni fırsatlar<br />

sunmakta, LNG gibi gazların ihracı dünya<br />

piyasalarına giriş avantajı sağlamaktadır.<br />

BP’ye göre, uzun vadede LNG ticareti çok<br />

daha önemli bir rol oynayacaktır. BP Enerji<br />

Görünümü’ne göre “2<strong>03</strong>0 yılı küresel<br />

gaz tüketiminin % 15.5’ine denk gelecek<br />

şekilde aynı yıl LNG üretimi<br />

% 4.3 oranında artacaktır” 13 . Aynı zamanda<br />

ABD bankası JP Morgan analistleri küresel<br />

LNG büyümesinin 2011 yılında ortalama<br />

olarak % 15 oranında gerçekleştiğini ifade<br />

etmişlerdir.<br />

Bazı analistlere göre, iyimser tahminler<br />

doğrultusunda Avrupa’daki LNG talebi<br />

<strong>2013</strong> yılında yıllık 68 milyon tondan 2014<br />

yılında 72 milyon tona çıkacak, 2015’te 78<br />

milyon ton, 2016’da 86 milyon ton, 2017’de<br />

94 milyon ton ve nihayet 2018 yılında ise<br />

12 LNG export Destinations are being diversified, Arab News,<br />

http://www.arabnews.com/lng-export-destinations-are-beingdiversified-says-qnb<br />

13 BP Energy Outlook 2<strong>03</strong>0, January <strong>2013</strong>, International<br />

Energy Agency, http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/<br />

globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/<br />

statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/<br />

pdf/BP_World_Energy_Outlook_booklet_<strong>2013</strong>.pdf<br />

99 milyon ton olacaktır. 14<br />

Tüketicinin artan baskısı, Avrupa gaz<br />

piyasasındaki doygunluğun orta vadede<br />

yok azalmasına, petrol-endeksli gaz<br />

ve spot gaz fiyatları arasındaki makası<br />

kapatacaktır. Ticari açıdan bakıldığında;<br />

bu durum, gazdan kaynaklanan net kâr<br />

marjını azaltarak Gazprom’u oldukça<br />

sıkıntıya sokacaktır. Hatta; yeni gelişen<br />

Bovanenkovskoye, Uzak Doğu F.D., Urallar<br />

F.D., Siberya F.D., vb. alanların üretim<br />

kapasitesinin uzun vadede gelişeceği<br />

ve ucuz olacağı öngörüldüğünden; bu<br />

durum Gazprom için daha da vahim hale<br />

gelmektedir.<br />

Örneğin, 2012 yılı Gazprom İhracat<br />

raporuna göre, Güney Akım boru<br />

hattı aracılığıyla Avrupa piyasalarına<br />

ulaştırılacak Bovanenkovskoye gazı,<br />

Gazprom’a 150$/1000cm 15 ’a mal olacaktır.<br />

Buna; Uzak Doğu’daki gazın 3000 km’den<br />

fazla uzaklıktaki Karadeniz kıyısına<br />

ulaştırılması, inşası ve Güney Akım<br />

aracılığıyla daha öteye Avrupa içlerine<br />

ulaştırılması; bedelleri ve vergi gibi ek<br />

masraflar eklenecektir. Gazprom için en<br />

pahalı gaz, 260$/1000cm maliyetli yeniden<br />

ihraç edilecek Orta Asya gazı olacaktır. 16<br />

Rus Akaryakıt Enerjisi Merkezi Sevkiyat<br />

Departmanı Kompleksi’ne (CDU TEK)<br />

göre, 2009 yılından itibaren Rusya, 3 yıldır<br />

Amerika’daan daha az gaz üretmektedir. Bu<br />

durum Amerika’nın 2000 yılından itibaren<br />

her yıl kaya gazı üretimini artırmasından<br />

kaynaklanmaktadır. Güney Gaz<br />

Koridoru’nun dışında Avrupa Birliği’nin arz<br />

14 OilCapital analytical daily news portal<br />

15 Gazprom Annual report 2011, http://www.gazprom.<br />

com/f/posts/55/477129/annual-report-2011-eng.pdf<br />

16 Skolkovo Moscow School of Management<br />

38<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

çeşitliliğini sağlaması adına diğer bir fırsat<br />

ise ABD’den, görece daha ucuz olan LNG<br />

gazı ihraç edilmesidir. Coğrafi anlamda<br />

daha büyük miktarlarda LNG ithal etme<br />

fırsatına sahip olan bu ülkeler, tedariklerini<br />

ve genel anlamda enerji güvenliğini kontrol<br />

altına alarak, kapalı havza ülkelerine göre<br />

ulusal güvenliklerini daha korunaklı hale<br />

getireceklerdir. Ancak konuya ilişkin<br />

politikadan ziyade ticaret ve ekonomi<br />

kuralları geçerli olacaktır.<br />

Diğer taraftan, 2011 yılında başlayan<br />

“Asya ve Avrupa arasındaki LNG savaşı”,<br />

sonuçları Avrupa için hiç de iyi olmayacak<br />

şekilde devam etmekte ve LNG gazının<br />

büyük bir kısmı mevcut durumda<br />

Asya piyasalarına doğru artmaktadır.<br />

Karşılaştırılacak olursa, dünyanın en büyük<br />

LNG ithalatçısı olan Japonya, yıllık 11.5<br />

milyon tonluk LNG ithalat sözleşmesi<br />

imzalamış, diğer Asya-Pasifik ülkeleri ise<br />

20 milyon tonluk sözleşme imzalamışken,<br />

AB yalnızca 3.1 milyon tonluk sözleşmeye<br />

imza atmıştır. Üreticilere yüksek kâr marjı<br />

sağlayan Asya enerji piyasası, dünyanın<br />

en avantajlı LNG piyasasıdır. Avrupa<br />

ticaret ağındaki ortalama LNG fiyatı, 310-<br />

350$/1000 cm civarındayken, Japonya,<br />

Kore ve Çin’de ise bu rakam 500$/1000<br />

cm’dir 17 . Asya ülkelerindeki hızlı büyüyen<br />

ekonomi ve Japonya’daki nükleer felaket,<br />

LNG ithalatları için yeni kapılar aralamıştır.<br />

Dahası, LNG üreticileri için piyasayı<br />

daha az ilgi çekici kılacak şekilde Avrupa,<br />

iç piyasada enerji fiyatlarını düşürmeye<br />

çalışmaktadır.<br />

ABD LNG’sinin Avrupa’ya nakli ise artık<br />

tatmin edici seviyeden uzaktır. ABD<br />

17 Platts LNG Daily Publication. Available on subscription<br />

LNG’sinin Avrupa ve diğer ülkelere<br />

ihracının 2016’da başlayacağı tahmin<br />

edilmektedir. İspanyol NGFenosa ve<br />

Total, ABD şirketi Chaniere Energy ile<br />

bir alım-satım anlaşması imzalamışlardır<br />

ve 2016’da başlayacak şekilde yıllık 5<br />

milyar metreküp gaz ithal edeceklerdir. 18<br />

Fakat bugüne kadar Enerji Departmanı<br />

düzenleyicisi olan FERC’e LNG terminali<br />

inşası için 20 adet proje sunulmuş olsa da<br />

bunlardan yalnızca Chaniere Energy’nin<br />

Sabine Pass projesi kabul görmüştür.<br />

Üstelik gelecekteki tüm kapasitesiyle ilgili<br />

çoktan sözleşme imzalanmış durumdadır.<br />

Alıcılar ise, Koreli Kogas, Hindistanlı<br />

Gail, İspanyol NGFenosa, Fransız Total ve<br />

İngilizce BG Grubu’dur. Avrupa ve Asya<br />

LNG piyasalarındaki fiyat farkından ötürü<br />

ABD’nin Asya’ya olan ihraç kârı 200$ iken,<br />

AB’ye olan ihraç kârı 150$’dır. Ayrıca ABD<br />

için en kârlı ihraç piyasası, kısa mesafe<br />

ve yüksek gaz fiyatı avantajıyla net LNG<br />

kâr marjı 280$’a varabilen Latin Amerika<br />

olacaktır.<br />

Bu nedenle, değişik bölge piyasalarındaki<br />

fiyat farklılığından ötürü Enerji<br />

Departmanı yıllık 110 milyon ton<br />

kapasiteye varan LNG ihraç tesisi inşaat<br />

tekliflerini kabul etse dahi, bu gaz Avrupa<br />

yerine (küçük bir miktarı Avrupa’ya<br />

ulaştırılmakla birlikte) Asya ya da Güney<br />

Amerika istikametine gidecektir. Buradaki<br />

mantık, ekonomi kurallarının diğer her<br />

şeyden önce geleceğidir.<br />

Yukarıdaki ifadeyi destekleyecek şekilde;<br />

WoodMckenzie’nin 2012 Mayıs ayında<br />

18 “Cheniere and Total Sign 20-Year LNG Sale and Purchase<br />

Agreement for LNG Exports from Sabine Pass”, Press Release:<br />

Cheniere Energy Partners, http://finance.yahoo.com/news/<br />

cheniere-total-sign-20-lng-133000762.html<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

39


Gulmira Rzayeva<br />

yayınladığı öngörülere göre, hızla<br />

büyüyen Asya LNG piyasası yalnızca<br />

sözleşme dışı gazları değil, aynı zamanda<br />

ABD’nin tüm LNG ihraç potansiyelini<br />

ithal edebilir. 19<br />

Avrupa gaz talebi, Asya’daki kadar hızlı<br />

büyümeyecektir. Uluslararası Enerji<br />

Ajansı’nın (IEA) 2012 yılı Dünya Enerji<br />

Görünümü’ne göre, 2010 yılından 2<strong>03</strong>5<br />

yılına kadar AB gaz talebi yıllık büyüme<br />

oranı 569 milyar metreküp ile 669 milyar<br />

metreküp arasında ortalama olarak %<br />

0.7 büyüyecektir. Dahası, Avrupa’da<br />

yıllık doğal gaz talebi büyümesi artışı,<br />

2010-2015 yılları arasında 569 milyar<br />

metreküpten 550 milyar metreküpe,<br />

ortalama 19 milyar metreküp düşmektedir.<br />

Avrupa Birliği’nin 2020 hedefleri ve düşük<br />

kömür fiyatları yüzünden talep görünümü<br />

azaltılmıştır.<br />

Nabucco Batı ve Güney Akım’ın hedefleri<br />

arasında bulunan Güney Doğu Avrupa<br />

gaz piyasası ve Balkanlar yeterince büyük<br />

olmayıp, 2018-2<strong>03</strong>5 yılları arasında yıllık<br />

ortalama gaz talebi büyüme oranının son<br />

derece yavaş olması beklenmektedir.<br />

Uzmanlara göre, Güney Akım, bölgedeki<br />

Rus gazı hacmini artırmayacak, ancak<br />

19 Platts LNG Daily and Monthly Publication. Available on<br />

subscription.<br />

“<br />

Avrupa ticaret ağındaki<br />

ortalama LNG fiyatı, 310-<br />

350$/1000 cm civarındayken,<br />

Japonya, Kore ve Çin’de ise<br />

bu rakam 500$/1000 cm’dir.<br />

yalnızca halihazırda Ukrayna ve kısmen<br />

Belarus üzerinden taşınan gazın rotasını<br />

değiştirecektir. Aralık ayında Brüksel’de<br />

gerçekleştirilen zirvede, Moskova,<br />

Brüksel’in Güney Akım’ı <strong>2013</strong> Mart<br />

ayında yürürlüğe girecek Avrupa Birliği<br />

Üçüncü Enerji Paketi’nden kaynaklanan<br />

kısıtlamaların dışında kalacak şekilde<br />

“Trans Avrupa Ağı” statüsüne çıkartıp,<br />

projeyi “Ortak Çıkar Projesi” (PCI)<br />

ilan etmesini talep etmiştir. 20 AB yasal<br />

çerçevesi, Avrupalı tüketicilere doğal<br />

gaz ithal edilebilmesi için, Rusya’nın<br />

Azerbaycan gibi başkaca üreticilere<br />

boru hattı ağının kullanması adına izin<br />

vermesini gerektirebilir. Aynı zamanda<br />

hukuken Gazprom’un boru hatlarının<br />

çoğunluk hissesini elinde bulundurmaktan<br />

vazgeçmesi gerekebilir. Avrupa Birliği,<br />

kıtayı Rus doğal gazından uzaklaştıracak<br />

Nabucco gibi alternatif boru hattı<br />

altyapılarının gelişmesini teşvik ederek,<br />

Güney Akım’ın hukuki statüsünün<br />

değiştirmesi talebini reddetmiştir.<br />

Fakat hem Kuzey Akım hem de Güney<br />

Akım, Rusya’nın Avrupa’ya olan ihraç<br />

kapasitesini aşağı yukarı yıllık 140 milyar<br />

20 “EU readies ‘pragmatic’ answer to Putin’s energy agenda”,<br />

Euractiv, http://www.euractiv.com/energy/eu-readiespragmatic-answer-puti-news-516727<br />

40<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

Avrupa gaz talebi<br />

Kırmızı çizgi: Küresel Yeniden<br />

Tasarım (en son)<br />

Yeşil çizgi: Küresel Yeniden<br />

Tasarım (2011)<br />

Kaynak: CERA (Tablo: Zayıf<br />

ekonomi, Avrupa Birliği’nin<br />

2020 hedefleri ve düşük<br />

kömür fiyatları yüzünden talep<br />

görünümü azaltılmıştır.)<br />

metreküpten 300 milyar metreküpe<br />

kadar çıkartarak, Rusya’nın ticari açıdan<br />

işletilebilir olmayan yarı kapasitesi boş<br />

boru hatlarını tam kapasite çalıştırmasını<br />

sağlayacaktır. Piyasa yıllık 40-60 milyar<br />

metreküplük gazı tüketemeyecektir.<br />

Sonuç olarak; Rusya, pazar payı ve<br />

kolay gaz satımı imkanını korumak ve<br />

Balkanlardaki potansiyel transit ülkeleri<br />

ile satış anlaşması imzalamak için<br />

Nabucco Batı’yı saf dışı bırakma hedefi<br />

doğrultusunda fiyat indirimleriyle birlikte<br />

kalkınma yardımlarında bulunmuştur.<br />

Bulgaristan 2012 Nisan ayından Aralık<br />

ayına kadar Gazprom’dan % 11.1’lik bir<br />

indirim elde etmiş ve bu oran <strong>2013</strong> yılında<br />

% 22’ye çıkmıştır. Görünen o ki, bunun<br />

karşılığında Rusya, Bulgaristan’da Başlangıç<br />

Seviyesi Mühendislik Dizaynı (FEED) için<br />

onay elde edecektir. Türkiye başlangıçta<br />

Güney Akım’ın, karasularından geçmesine<br />

müsaade etmemiş fakat ertesinde<br />

Rusya’nın, Türkiye’ye sattığı gazda % 15’lik<br />

bir indirim yapmasıyla (400$/1000 cm) 21<br />

“<br />

Uzmanlara göre, Güney Akım,<br />

bölgedeki Rus gazı hacmini<br />

artırmayacak, ancak yalnızca<br />

halihazırda Ukrayna ve kısmen<br />

Belarus üzerinden taşınan<br />

gazın rotasını değiştirecektir.<br />

21 “UPDATE 2-Turkey, Russia reach South Stream gas deal”,<br />

Reuters, http://www.reuters.com/article/2011/12/28/turkeybu<br />

talebe izin vermiştir. Sırbistan, Gazprom<br />

ile 10 yıllığına 5 milyar metreküplük yeni<br />

bir gaz alım-satım anlaşması imzalamıştır<br />

(Gazprom 2011 yılında Sırbistan’a 1.4<br />

milyar metreküplük gaz ihraç etmiştir).<br />

Ancak Sırbistan Enerji Bakanı, Rus<br />

gazı fiyatını oldukça yüksek bularak,<br />

halen geçerli olan 470$/1000cm’den,<br />

<strong>2013</strong> yılında <strong>2013</strong> yılında 420$/1000<br />

cm’ye düşürülmesini talep etmiştir 22 .<br />

russia-southstream-idAFL6E7NS0LU20111228<br />

22 “Srbijagas agrees 10-yr gas import deal with<br />

Gazprom”Reuters, http://www.reuters.com/<br />

article/2011/12/21/serbia-gazprom-gasidUSL6E7NL4H320111221<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

41


Gulmira Rzayeva<br />

“<br />

AB yasal çerçevesi, Avrupalı tüketicilere<br />

doğal gaz ithal edilebilmesi için, Rusya’nın<br />

Azerbaycan gibi başkaca üreticilere boru<br />

hattı ağının kullanması adına izin vermesini<br />

gerektirebilir.<br />

Bu çerçevede Sırbistan <strong>2013</strong> yılında<br />

Gazprom’dan % 12’lik bir indirim elde<br />

etmiştir.<br />

Güney Akım’ın muhtemel transit<br />

ülkelerinden olan ve Rusya’dan en önemli<br />

teşvikleri elde eden Bulgaristan, hala<br />

rakip boru hattının en büyük hissedarları<br />

arasındadır. Ancak Bulgaristan’ın<br />

başkenti Sofya’daki Nabucco Siyasal<br />

Komitesi toplantısı esnasında, Bulgaristan<br />

Enerji Holdingi Yönetim Kurulu Üyesi<br />

Bulgaristan’ın, Nabucco gaz boru hattının<br />

ilk kısmının inşası adına Türkiye’nin<br />

ulusal gaz altyapısını Bulgaristan’ınkine<br />

bağlayacak bir proje şirketi kuracağını ifade<br />

etmiştir. Buna göre, Türkiye’deki Marmara<br />

Denizi ile Bulgaristan’daki Lozenets<br />

arasında 225 km’lik bir boru hattı inşası<br />

planlanmaktadır 23 . 200 milyon Avro’su<br />

AB tarafından ödenmek suretiyle, boru<br />

hattının ortalama maliyetinin 300 milyon<br />

Avro civarında olması beklenmektedir.<br />

Rusya, başta Orta Avrupa olmak üzere,<br />

doğal gaz kozunu bölgedeki politik<br />

çıkarları doğrultusunda kullandığı<br />

23 Nabucco Says Has ‘A Lot to Negotiate’ Over Shah<br />

Deniz Accord, Bloomberg, http://www.bloomberg.com/<br />

news/<strong>2013</strong>-01-10/nabucco-shah-deniz-have-a-lot-tonegotiate-dolezal-says-1-.html<br />

iddialarına tepki göstermiştir. Gazprom,<br />

temel tüketim piyasasındaki çeşitlendirme<br />

çabalarının, kendisine zarar vereceğini<br />

bilmektedir ve bu nedenle gaz değer zinciri<br />

üzerinden tüketici ülkelere indirimlerle<br />

birlikte çeşitli ortaklık teklifleri sunmuştur.<br />

Gazprom yönetimi ve Moskova, piyasadaki<br />

son gelişmeleri ve enerji stratejilerini<br />

nihai olarak Avrupa Birliği doğrultusunda<br />

düzenlemeleri gerektiğini çok iyi<br />

anlamaktadır. Diğer türlü, piyasaya ilişkin<br />

miadı dolmuş tekelci enerji politikası, pazar<br />

payının zamanla yeni tedarikçilere kayması<br />

tehlikesini doğuracaktır. Bu yerinde<br />

stratejinin bir parçası olarak, Gazprom<br />

<strong>2013</strong> yılı içerisinde neredeyse tüm Avrupa<br />

ülkelerine % 5’ten (Romanya) % 27’ye<br />

(Polonya) ciddi indirimler yapmıştır. Bu<br />

durum Avrupa’da uzun dönemli petrol<br />

endeksli gaz fiyatlarında ciddi bir düşüşle<br />

birlikte paradoksal olarak LNG spot ağ<br />

piyasasında da fiyat yükselmesine sebep<br />

olacaktır. Avrupa gaz piyasasındaki payını<br />

korumak isteyen Gazprom aynı zamanda<br />

doğal gaz fiyatlarının petrol fiyatlarına<br />

endekslenmesi uygulamasından da<br />

vazgeçmektedir.<br />

Gazprom, Güney Akım’ın, projenin<br />

stratejik önceliğe sahip olmadığını sıklıkla<br />

dile getiren AB’nin desteğinden mahrum<br />

olmak gibi bir zayıf noktası olduğunu<br />

bilmekte ve AB’nin üçüncü enerji<br />

paketindeki tekel karşıtı politikasının<br />

baskısına maruz kalmaktadır. Dahası, uzun<br />

dönem sözleşmelerin petrol endeksini<br />

sabitlemesinden ötürü Gazprom fiyatları<br />

neredeyse tüm piyasalar için en yüksek gaz<br />

bedeli haline gelmiştir. Özellikle, neredeyse<br />

tüm Avrupa ekonomileri, ekonomik<br />

krizden etkilenmiş haldeyken böylesi<br />

42<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

bir durum daha da kabullenilemez hale<br />

gelmiştir.<br />

Diğer taraftan, Gazprom, uzun dönemlik<br />

sözleşmelerle petrol endeksli gaz satışına<br />

devam ettiği takdirde <strong>Hazar</strong> ve Şah Deniz<br />

gazları gibi gaz rekabetine katılacak<br />

alternatif kaynaklar nedeniyle, Güney Doğu<br />

ve Orta Avrupa piyasalarındaki hakim<br />

konumunu kaybedeceğinin farkındadır.<br />

Şah Deniz II gaz üretimi ve nakliyesinin<br />

net maliyeti Güney Akım gazınınkinden,<br />

sahanın bulunduğu konum ve nakliye<br />

sebebiyle, (boru çapı, hacim ve nakil<br />

ücretlerinin değişmesine bağlı olarak) çok<br />

daha düşüktür.<br />

Gazprom’un gücü, SD Konsorsiyumu’nun<br />

aksine, çoktandır piyasada olması ve halen<br />

elinde büyük kullanıcılarla imzalanmış gaz<br />

alım-satım anlaşmalarının bulunmasından<br />

kaynaklanmaktadır. Hatta bunlardan<br />

bazıları mevcut anlaşmalarını uzatmış ya da<br />

uzatmak istemektedirler. Şayet kimi Avrupa<br />

ülkeleri Güney Akım ile tedarik sözleşmesi<br />

imzalamakta isteksizlerse ya da anlaşmaya<br />

sahip olup fizibilite çalışmaları ve Güney<br />

Akım’ın FEED’i ile birlikte mevcut<br />

anlaşmanın başlamasını erteliyorlarsa, bu<br />

durumda Rusya, anlaşmaların yürürlüğe<br />

konması adına ciddi miktarda teşvik<br />

imkanları sunmaktadır. Rusya gaz<br />

fiyatı manivelasını kullanarak problem<br />

çözmek adına geleneksel yöntemlere<br />

başvurmaktadır.<br />

Sonuç olarak; Azerbaycan ve SD<br />

Konsorsiyumu’nun gücü, Güney<br />

Koridor’u ‘stratejik önceliği’ olarak<br />

gören AB’nin siyasi desteğinden<br />

kaynaklanmaktadır ve Koridor’u hayata<br />

geçirmek adına elinden geleni yapan<br />

‘ortak çıkar projesi’ Nabucco Batı, gaz<br />

kaynaklarını çeşitlendirerek Avrupa’nın<br />

enerji güvenliğine gerçek anlamda bir<br />

katkı sağlayacaktır. Bunun yanı sıra, ülke;<br />

kaynaktan tüketiciye tüm değer zincirinin<br />

tamamlanabilmesinin 40-45 milyar dolarlık<br />

bir faturaya (CAPEX için 30 milyar dolara<br />

kadar ve devamında ulaştırma altyapısı<br />

için 10-15 milyar dolara) mal olacağının<br />

farkındadır.<br />

Ancak SD Konsorsiyumu’nun potansiyel<br />

alıcılarla imzalanmış gaz alım-satım<br />

anlaşmaları bulunmakta ve piyasalarda<br />

sunacağı gaza ilişkin güven temin<br />

edememiş durumdadır. Bununla birlikte,<br />

SD Konsorsiyumu’nun piyasaya sunacağı<br />

gaz hacmi, Gazprom gazı (yıllık 130 milyar<br />

metreküp) ile karşılaştırıldığında, sembolik<br />

kalmaktadır (Avrupa için yıllık 10 milyar<br />

metreküp ve bunun dışında Türk piyasasına<br />

ayrılmış yıllık 6 milyar metreküp).<br />

SOCAR, Azerbaycan’daki yeni nesil gaz<br />

sahalarından gelecek hacmi de hesaba katsa<br />

dahi Gazprom’un güçlü varlığı karşısında<br />

Doğu ve Güney Avrupa piyasalarına<br />

nüfuz etmenin son derece zor olacağının<br />

farkındadır.<br />

Hacim ikamesi mi yoksa pazar payı<br />

“<br />

Türkiye başlangıçta Güney Akım’ın, karasularından<br />

geçmesine müsaade etmemiş<br />

fakat ertesinde Rusya’nın, Türkiye’ye sattığı<br />

gazda % 15’lik bir indirim yapmasıyla<br />

(400$/1000 cm) bu talebe izin vermiştir.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

43


Gulmira Rzayeva<br />

değişimi mi Felsefe alanında uzman<br />

olmaya gerek kalmadan, yakında SD<br />

II projesi gaz alım-satım anlaşmaları<br />

imzalanmaya başlanır başlanmaz bu<br />

soruya cevap vermek mümkün hale<br />

gelecektir.<br />

Sonuç<br />

Güney Koridoru’ndaki her bir<br />

hissedar, projedeki stratejik çıkarları<br />

ve görebilecekleri fayda doğrultusunda<br />

hareket etmektedir. Brüksel ve<br />

Washington için projedeki en önemli<br />

husus “ittifakı, müttefiklerin huzurunu<br />

tehdit eden ve uyuşmazlıkları<br />

körükleyebilecek olan enerji güvenliğine<br />

yoğunlaştırmaktır.” Bu mega ve multi<br />

milyarlık proje, her iki tarafa da jeopolitik<br />

haritayı değiştirmek adına tarihi bir fırsat<br />

sunmaktadır.<br />

Hissedarların iki temel piyasa ve<br />

bunlara gaz nakledecek aracı projeler<br />

istikametindeki pozisyonları bolünmüş<br />

durumdadır. Ticari cazibe ile piyasanın<br />

stratejik değeri ise en önemli kriterlerdir.<br />

Finansman sağlanabilmesi için her iki<br />

projenin de SD Konsorsiyumu’na ticari<br />

açıdan cazip gelmesi gerekmektedir<br />

ve bu projeler kesinlikle bu kriterleri<br />

sağlamaktadır.<br />

Bazı SD ortakları, projenin ticari<br />

değerinden ötürü, daha çok TAP’a ilgi<br />

göstermektedir. Diğer SD ortakları ise<br />

piyasanın stratejik öneminden ötürü NB’yi<br />

desteklemektedir.<br />

Gaz talebinin, yeni gazın kullanılabileceği<br />

Baumgartner’ın da (örneğin Almanya ve<br />

Fransa, aynı zamanda Benelüks ülkeleri<br />

“<br />

Sonuç olarak; Azerbaycan ve<br />

SD Konsorsiyumu’nun gücü,<br />

Güney Koridor’u ‘stratejik<br />

önceliği’ olarak gören AB’nin<br />

siyasi desteğinden kaynaklanmaktadır<br />

ve Koridor’u hayata<br />

geçirmek adına elinden geleni<br />

yapan ‘ortak çıkar projesi’<br />

Nabucco Batı, gaz kaynaklarını<br />

çeşitlendirerek Avrupa’nın<br />

enerji güvenliğine gerçek anlamda<br />

bir katkı sağlayacaktır.<br />

için takas imkanı -swap- ve hatta tam<br />

anlamıyla liberalleşmiş İngiltere piyasası)<br />

ötesine geçerek iyileşme sağlayacağı<br />

düşünülmektedir. Ancak, RWE’nin<br />

ayrılmasıyla Azerbaycan, fiziksel olarak<br />

gazını Alman piyasasına doğrudan iletme<br />

fırsatı ve basta Almanya’nın politik<br />

sorunlara müdahil olması ve politik<br />

desteği olmak üzere elde edilecek tüm<br />

avantajları kaçırmıştır. Tam da bu noktada<br />

Azerbaycan ve <strong>Hazar</strong> gazi için mevcut<br />

potansiyel gaz alıcılarının hiçbiri (RWE<br />

dışında), yeni gazı, Baumgarten ötesine<br />

geçirmekle ilgilenmemektedir. Üstelik<br />

yakın zamanda Alman Bayerngaz şirketi<br />

Gazprom’la olan pazarlıklardaki ilerleme<br />

nedeniyle Konsorsiyum’a katılmak üzere<br />

NB ile yapılan müzakerelere son verildiğini<br />

açıklamıştır.<br />

Yukarda bahsedilen tüm hususlar göz<br />

44<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Azerbaycan ve Avrupa Enerji Güvenliği:<br />

Ulusal Öncelikler ve Uluslararası Sorumluluklar<br />

önünde bulundurulduğunda, NB’nin<br />

hedeflediği piyasanın (Nabucco<br />

güzergahındaki ülkeler), bu ülkelerin gaz<br />

kaynaklarının çeşitlendirilmesini istiyor<br />

olmalarından ötürü, mevcut durumda<br />

en güvenilir alan olduğu düşünülebilir.<br />

Ancak diğer benzeri bir proje olan Rus<br />

Güney Akim projesi de ayni piyasayı<br />

hedeflediğinden, şu durumda hacim<br />

ikamesinin mi gerçekleşeceği yoksa<br />

pazar payının mı değişeceği hususunu<br />

bekleyip görmek gerekiyor. Gaz talebinin<br />

hızla yükseleceği ülke piyasalarında SD<br />

gazinin pazar payı bu talebi karşılamak<br />

adına kısmen büyüyebilir. Gaz hacim<br />

ikamesinin mümkün olduğu İtalya gibi,<br />

gaz talebinin daha yavaş büyüyeceği<br />

ülke piyasalarında bu ülkeler, Rusya’dan<br />

yaptıkları ithalatı kısarak bunu SD gazına<br />

yönlendireceklerdir.<br />

çeşitlendirme şeması oluşturmuş değildir.<br />

Güney Gaz Koridoru ve sıvılaştırılmış<br />

doğal gaz ithalatı için çoklu projelerin<br />

gelişimi; Avrupa Birliği’nin Moskova ile<br />

yapılan müzakerelerde hala pozisyonunu<br />

güçlendirme fırsatına sahip olduğu<br />

anlamına gelmektedir.<br />

Avrupa Birliği henüz, Rusya’nın enerji<br />

sektöründeki hakimiyetine dair endişelere<br />

rağmen, <strong>Hazar</strong> Denizi’nden Güney ve<br />

orta Avrupa’ya boru hattı aracılığı ile<br />

doğal gaz tedarik edilmesi amaçlı bir<br />

“<br />

Avrupa Birliği henüz, Rusya’nın<br />

enerji sektöründeki hakimiyetine<br />

dair endişelere rağmen,<br />

<strong>Hazar</strong> Denizi’nden Güney ve<br />

orta Avrupa’ya boru hattı aracılığı<br />

ile doğal gaz tedarik edilmesi<br />

amaçlı bir çeşitlendirme<br />

şeması oluşturmuş değildir.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

45


HAZAR BÖLGESİ DÜNYANIN TİCARET<br />

KORİDORU OLMAYA YENİDEN ADAY:<br />

YENİ İPEK YOLU BİR HAYAL Mİ<br />

Doç. Dr. Mitat Çelikpala, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı,<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

Özet<br />

2009 yılında dünya ticaretini etkisi altına<br />

alan ekonomik kriz sonrası uluslararası<br />

ticaret yeniden canlanmaya başlayınca, öne<br />

çıkan bağlantı noktalarından biri de <strong>Hazar</strong><br />

Bölgesi olarak belirginleşti. Avrupa’dan<br />

başlayarak Hindistan üzerinden Çin’e<br />

kadar uzanan bir hatta yeniden canlanmaya<br />

başlayan uluslararası ticaret, çoğunlukla<br />

deniz yolu üzerinden yürütülüyor. Bu<br />

maliyet açısından daha hesaplı olsa da<br />

süre olarak daha uzun. Kafkasya’nın<br />

merkezinde yer aldığı <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin<br />

konumu bu noktada dikkatleri çekiyor.<br />

Türkiye’nin de Batılı ve Doğulu pazarlar<br />

arasındaki bağlantıda belirleyici bir rol<br />

yüklendiği <strong>Hazar</strong> Bölgesi, Batı ile Doğu<br />

arasındaki kara bağlantısını sağlayan<br />

ana ticari eksene dönüşüyor. Bu çalışma<br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin tarihi İpek Yolu’nun<br />

yeniden canlandırılması bağlamında<br />

oynadığı/oynayabileceği rolü ele almayı<br />

hedefliyor.<br />

Giriş<br />

2001 yılından itibaren hızlı bir büyüme<br />

sürecine giren dünya ekonomisi,<br />

küresel finansal krizin yaşanmaya<br />

başladığı 2008 yılına kadar tahmin<br />

edilemeyen bir ölçüde genişledi.<br />

Bu dönemde, uluslararası ticaret<br />

hızla artarken sermaye hareketleri de<br />

önceki dönemlerle kıyaslanamayacak<br />

bir düzeyde hızlandı. Bu süreçte, küresel<br />

sermaye fazlası özellikle gelişmekte<br />

olan ekonomilere alışık olmadıkları bir<br />

uluslararası ticari ve ekonomik ortam<br />

sunarken, içinde Türkiye’nin de yer<br />

aldığı yarı-çevre konumundaki aktörler,<br />

hızlı ekonomik büyümenin yanı sıra<br />

artan yabancı sermaye yatırımlarına da<br />

ev sahipliği yapmaya başladı. Bu durum<br />

farklı aktörleri ekonomik ve ticari çekim<br />

merkezleri haline dönüştürdü. 2008-<br />

2010 arası dönemin yarattığı şaşkınlık ve<br />

belirsizlik bir süreliğine de olsa durağanlığa<br />

neden olsa bile son dönemde yeniden<br />

bir canlanmanın sinyalleri alınıyor.<br />

Krizin etkileri atlatılıp yeniden bir ticari<br />

canlanmaya doğru gidilirken, yeni pazarlara<br />

ve yeni hatlara ihtiyaç duyulduğu bir<br />

döneme giriyoruz. Özellikle Türkiye<br />

gibi ekonomik büyümenin yaşandığı,<br />

“<br />

Türkiye’nin de Batılı ve Doğulu pazarlar<br />

arasındaki bağlantıda belirleyici bir rol<br />

yüklendiği <strong>Hazar</strong> Bölgesi, Batı ile Doğu<br />

arasındaki kara bağlantısını sağlayan ana<br />

ticari eksene dönüşüyor.<br />

46<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />

Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />

Azerbaycan gibi doğal kaynaklarını<br />

uluslararası piyasalara sunan aktörlerin<br />

görünürlüğünün arttığı unsurların<br />

liderliğinde <strong>Hazar</strong> Bölgesi, bu yeniden<br />

canlanmada merkezi bir konum edinmeye<br />

çalışıyor. Avrupa’dan başlayarak Orta Asya<br />

ve Hindistan üzerinden Çin’e kadar uzanan<br />

geniş bir alanda hızla canlanan uluslararası<br />

ticaret, çoğunlukla deniz yolu üzerinden<br />

yürütülüyor. Bu maliyet açısından daha<br />

hesaplı olsa da daha uzun süre anlamına<br />

geliyor. Bu sürenin kısaltılması, daha az<br />

maliyetli ve güvenli yolların sürece dâhil<br />

olması; siyasi istikrar ve küreselleşmenin<br />

yaygınlaşması bağlamında önem arz ediyor.<br />

Son dönemde, var olan siyasi ve etnik<br />

sorunlara rağmen giderek daha istikrarlı bir<br />

siyasi yapıya kavuşan, küresel ekonomik<br />

ve ticari ağın ayrılmaz bir parçasına<br />

dönüşen <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin konumu bu<br />

noktada dikkatleri çekiyor. Kafkasya’dan<br />

başlayarak <strong>Hazar</strong> Bölgesi, gündeme gelen<br />

yeni hatlar arasında alternatif olarak<br />

öne çıkan bağlantı noktalarından biri<br />

konumunu ediniyor. Bu ana alternatif<br />

hat, Türkiye-Gürcistan ve Azerbaycan<br />

üzerinden <strong>Hazar</strong> Denizi vasıtasıyla Orta<br />

Asya cumhuriyetlerini önemli unsurlara<br />

dönüştürüyor. Bağımsızlıklarını elde<br />

etmelerinin üzerinden geçen 20 yıllık<br />

sürede, bu unsurların tamamının uluslaşma<br />

ve devletleşme süreçlerini tamamlayarak<br />

uluslararası toplumun tam ve değişmez<br />

birer üyesi haline dönüştükleri görülüyor.<br />

Uluslararası siyasi, ekonomik ve ticari<br />

örgütlerin üyesi olan, liberal ekonomik<br />

düzeni benimseyen bu ülkeler, halklarının<br />

refahını sağlamak ve sorunlarını çözmek<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

47


Mitat Çelikpala<br />

yönünde büyük adımlar atmış durumdalar.<br />

Bunun devamlılığının sağlanması;<br />

ekonomik büyüme, halkın refahı ve<br />

devlet yapılanmalarının pekiştirilmesi<br />

adına büyük önem arz etmekte. Bunun<br />

başarılabilmesi ise bu ülkelerin tamamının<br />

konumlarının farkında olarak işbirliği<br />

içerisinde hareket etmelerinden geçiyor.<br />

Bu çalışma, yukarıda ortaya konulmaya<br />

çalışılan temel anlayışın ışığında,<br />

Türkiye’nin de Batılı ve Doğulu pazarlar<br />

arasındaki bağlantısı nedeniyle belirleyici<br />

bir rol oynadığı <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin, Batı ile<br />

Doğu arasındaki kara bağlantısını sağlayan<br />

ana ticari eksene dönüşmesinin<br />

yaratacağı etkiyi ele almayı hedefliyor.<br />

Çalışmada <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin tarihi<br />

İpek Yolu’nun yeniden canlandırılması<br />

bağlamında oynadığı/oynayabileceği<br />

role değinilerek bu potansiyelin<br />

gerçekleştirilmesi yönünde bir takım<br />

önerilerde bulunulmaya çalışılacaktır.<br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin Batı ile<br />

Bağlantısı Türkiye<br />

2001 krizinin yarattığı fırsat penceresini<br />

iyi değerlendiren Türkiye, son döneme<br />

hâkim olan siyasi istikrarın da etkisiyle<br />

finansal sistemini ve kamu maliyesini<br />

düzene koyarak kapsamlı bir ekonomik<br />

dönüşümü gerçekleştirdi. Türkiye, bu<br />

dönüşümün sonucu olan genişleme<br />

döneminde, ekonomik büyüklüğünü üç<br />

kat arttırırken ihracat hacmini 36 milyar<br />

dolardan 135 milyar dolara çıkarttı ve<br />

ticaret hacmini dörde katladı. 1<br />

Sonuçta “bir ticaret devletine” dönüşen<br />

1 Mustafa Kutlay, “’Yeni Türk Dış Politikası’nın Ekonomi<br />

Politiği: Eleştirel Bir Yaklaşım”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 9,<br />

No.35, Güz 2012, s.101-127.<br />

Türkiye’nin, varlığını bir ekonomik güç<br />

olmanın ötesine taşıyarak dış politika<br />

ve güvenlik politikaları üzerinden farklı<br />

bir aktivizme dönüştürmeye çalıştığına<br />

şahit oluyoruz. Bu durum karşımıza<br />

yakın çevresiyle ekonomik, siyasi ve<br />

güvenlik alanlarını kapsayan karmaşık<br />

karşılıklı bağımlılık ilişkileri kuran bir<br />

Türkiye’yi çıkartıyor. Türkiye, iç ve<br />

bölgesel dinamiklerin etkileşimi sayesinde<br />

küresel alanla bütünleşmiş alt bölgeler<br />

yaratıyor. Bu bütünleşme, Türkiye’nin<br />

siyasi ve ekonomik istikrarının devamlılığı<br />

açısından büyük bir önem arz ediyor.<br />

“<br />

Gelinen noktada, alanın genişletilerek<br />

<strong>Hazar</strong> merkezli bir bölgeselleşmenin<br />

yaratılması ihtimali<br />

gündemi işgal eden tartışmalardan<br />

birine dönüşmüştür.<br />

Hem bu bölgelerin sahip oldukları başta<br />

enerji kaynakları olmak üzere doğal<br />

kaynakların Türkiye’ye ve Batılı pazarlara<br />

ulaştırılması hem de üretilen malların yeni<br />

ve dinamik pazarlara ulaştırılması derinden<br />

bir dönüşümü yaratıyor. Bu dönüşüm<br />

siyasi etkileri de bünyesinde barındırıyor<br />

ve alt bölgeler yeni kimlikler edinirken<br />

Türkiye de bu çerçevede belirgin bir aktöre<br />

dönüşüyor. Bunun devamlılığı, Türkiye’nin<br />

yakın çevresinin, Türkiye merkezli bir<br />

biçimde uluslararası ticari ve ekonomik<br />

sistemle bütünleşmesiyle mümkün<br />

olabilecek.<br />

48<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />

Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi, Türkiye’nin bu kapsamlı<br />

etkinliğinin ve bahsedilen dönüşümün<br />

en açık biçimde izlenebileceği başarılı bir<br />

örnek bölge olarak belirginleşiyor. Özellikle<br />

huzur, güven ve istikrarın hâkim olduğu<br />

bir Kafkasya, Türkiye’yi ve dolayısıyla<br />

Batılı aktörleri <strong>Hazar</strong> Denizi bağlantısıyla<br />

öncelikle Orta Asya’ya, oradan da<br />

Hindistan üzerinden Çin’e kadar uzanan<br />

geniş bir coğrafyaya taşıyacak ana eksen<br />

olarak değerlendirilebilir. Karşılıklı mal<br />

ve insan akışının söz konusu olabilmesi<br />

ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin de bu sürecin<br />

ana eksenine dönüşmesiyse kapsamlı,<br />

planlı ve dinamik bir altyapı çalışmasını<br />

gerektirmekte. Bu bakış açısı, gerek bölgesel<br />

sorunların çözümlenebilmesi, gerekse<br />

diplomatik ve siyasi ilişkilerin geliştirilerek<br />

bölgesel işbirliğinin kurulabilmesinin ana<br />

şartı olarak da kabul edilmelidir. Sonuçta<br />

Türkiye’nin başta Azerbaycan ve Gürcistan<br />

olmak üzere <strong>Hazar</strong> Bölgesi ülkeleriyle<br />

son yıllarda kurduğu ekonomik ve ticari<br />

ilişkiler köklenerek, hem siyasi ilişkilere<br />

etki etmiş ve bu ilişkileri şekillendirmiş,<br />

hem de bölgenin bir bölge kimliği<br />

kazanabilmesinin altyapısını kurmuştur.<br />

Bu durum, ilk olarak Kafkasya’nın 1990’lı<br />

yılların başlarından bugüne Batılı pazarları<br />

Doğu ile ilişkilendiren ana ticaret koridoru<br />

olarak görülmesine neden olmuş, özellikle<br />

de Asrın Projesi olarak nitelendirilen Bakü-<br />

Tiflis-Ceyhan (BTC) ham petrol boru<br />

hattı projesi ile enerji sektörünü belirleyici<br />

ana sektör olarak öne çıkartmıştır. Bölge<br />

ülkelerinin gösterdikleri ekonomik ve ticari<br />

performans sonucunda, enerji merkezli<br />

ilişkilerin farklı sektörleri de içine alacak<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

49


Mitat Çelikpala<br />

biçimde genişletildiği ulaşım ve iletişim<br />

altyapısının da geliştirilmesiyle 1990’lı<br />

yılların hayallerinin günden güne<br />

gerçekleştirildiği bir ortam oluşmuştur.<br />

Gelinen noktada, alanın genişletilerek<br />

<strong>Hazar</strong> merkezli bir bölgeselleşmenin<br />

yaratılması ihtimali gündemi işgal eden<br />

tartışmalardan birine dönüşmüştür. Son<br />

dönemde imzalanan TANAP gibi yeni<br />

proje ve anlaşmalarla da sürecin yeniden<br />

belirgin bir ivme kazandığı görülüyor.<br />

Enerji sektörü dışındaki alanlara da<br />

odaklanacak yeni ekonomik ve ticari<br />

adımlar, Kafkasya’dan başlayarak tüm<br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi’ni bu çerçevede yeniden<br />

ana geçiş hattı olarak tanımlamaya ve<br />

sonrasında da ticari ağa dönüştürmeye<br />

imkân verecek gelişmeler olacak.<br />

Türkiye, bölgedeki başlıca Batılı aktör<br />

kimliğiyle küresel ekonomi ve ticaretin tam<br />

ve başarılı bir üyesi olarak bu dönüşümü<br />

sağlamada motor rolünü yüklenebilecek<br />

ana unsur olarak bir çekim merkezi.<br />

Gerek bölge ülkeleriyle kıyaslanamayacak<br />

büyüklükteki ekonomisi gerekse diğer<br />

bölgesel güçler olan İran ve Rusya’dan<br />

çok daha farklı bir dünyayı vaat etmesi<br />

Türkiye’yi başta Kafkasya ülkeleri olmak<br />

üzere tüm <strong>Hazar</strong> Bölgesi açısından öncü bir<br />

aktör konumuna taşıyor.<br />

Türkiye’nin bölge ülkeleriyle olan ticari<br />

ilişkilerine genel olarak bakıldığında,<br />

1990’lı yılların başlarında neredeyse sıfır<br />

düzeyindeki ticaret hacminin 2000’lerin ilk<br />

10 yılında; azımsanamayacak bir seviyeye<br />

ulaştığı görülüyor. Bu durum 20 yıllık<br />

planlı bir çalışmanın sonucu, bölgesel güç<br />

olmanın bir gereği ve yöntemi olarak kabul<br />

edilebilir. Enerji alanındaki işbirliğinin<br />

“<br />

2018 yılına kadar sadece SOCAR’ın<br />

Türkiye’deki yatırımlarının 17 milyar dolara<br />

ulaşacağı hesaplanıyor.<br />

sağladığı ivmeyle, Bakü-Tiflis-Ceyhan<br />

(BTC) boru hattı başta olmak üzere<br />

alternatif boru hatlarının inşasıyla başlayan<br />

bu süreç, karayolu ağları ve demiryolu<br />

bağlantılarının kurulması sonucunda<br />

hızla gelişen ekonomik ve ticari ilişkilerle<br />

günümüz seviyesine ulaştı. Türkiye’nin<br />

bölgeye yönelik ilgisi ve desteği kalıcı bir<br />

biçimde tesis edilebildi. Son iki yılda <strong>Hazar</strong><br />

Denizi üzerinden başta Türkmenistan ve<br />

Kazakistan üzerinden ulaşılacak olan Çin’in<br />

öne çıktığı, oradan da Orta ve Uzak Asya’ya<br />

ulaşmayı hedefleyen yeni perspektifler<br />

ve ticaret hacmi hedefleri belirginleşmiş<br />

durumda. Bu çerçevede <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin<br />

belli başlı hedeflere ulaşabilmek adına<br />

bütüncül, istikrarlı ve güvenli bir geçiş<br />

bölgesine ya da koridora dönüştürülmesi<br />

gereği yeni siyasi hedefleri ortaya çıkarttı.<br />

Böyle bir bölge gerek Batılı gerekse Doğulu<br />

pazarlar ve aktörlerin istikrar ve güvenlik<br />

adına özellikle tercih edecekleri bir alan<br />

olacaktır.<br />

Türkiye, Kafkasya ve<br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi<br />

Türkiye’nin <strong>Hazar</strong> Bölgesi’yle olan<br />

ekonomik ve ticari ilişkilerine bakıldığında<br />

Kafkasya’nın öncelikli bir yer edindiği<br />

görülüyor. Kafkasya’daki hedef ülke ve<br />

öncelikli ortak Azerbaycan. Gürcistan<br />

ise; gerek Azerbaycan ve oradan Orta/<br />

50<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />

Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />

Uzak Asya pazarlarına, gerekse kuzeye,<br />

Rusya’nın güney bölgelerine ulaşmada kilit<br />

ülke konumunda. Ermenistan’la sınırların<br />

kapalı olması nedeniyle doğrudan bir<br />

ekonomik ve ticari ilişki söz konusu değil.<br />

Fakat Türkiye, hem Gürcistan hem de<br />

İran vasıtasıyla, dolaylı yollardan da olsa<br />

Ermenistan pazarında önemli bir aktör.<br />

Azerbaycan Kafkasların, ekonomik<br />

ve ticari açıdan, en hızlı ve istikrarlı<br />

biçimde büyüyen ülkesi. Siyasi istikrarla<br />

da desteklenen bu ekonomik ve ticari<br />

yapı, Azerbaycan’ın Kafkasya’daki ve eş<br />

zamanlı olarak küresel alandaki konumunu<br />

güçlendiriyor. Azerbaycan’ın 1998’de 4.1<br />

milyar Amerikan doları olarak hesaplanan<br />

Gayri Safi Milli Hasıla’sı (GSMH) 2012<br />

rakamlarıyla 90 milyar doları buldu.<br />

Buna bağlı olarak 1998’de 537 dolar<br />

seviyesindeki kişi başına gelir de 8 bin<br />

dolar seviyesini yakaladı. Azerbaycan<br />

ekonomisi, giderek daha fazla dışa<br />

açılıyor. <strong>Hazar</strong> vasıtasıyla doğu ile ilişkisi<br />

de dikkate alındığında Azerbaycan’ın,<br />

Kafkasya’nın uluslararası bir koridora<br />

dönüşebilmesinde ana aktör konumunda<br />

olduğu söylenebilir.<br />

dolar seviyesine ulaşmış durumda.<br />

Türkiye, Azerbaycan’daki yatırımcı<br />

ülkeler arasında öncelikli bir konumda.<br />

1991–2010 döneminde Azerbaycan’da<br />

3 binin üzerinde Türk sermayeli firma<br />

kuruldu. Bugün için bunların yarısından<br />

fazlası halen faal durumda. Azerbaycan’da<br />

Türk firmalarının doğrudan yatırımları 5<br />

milyar doları aştı. Müteahhitlik projelerinin<br />

toplam tutarı ise 3 milyar dolara ulaştı.<br />

Türk firmaları, enerji sektörü dışındaki<br />

sektörlere yapılan yatırımlar açısından<br />

Azerbaycan ekonomisinde başlıca yatırımcı<br />

konumunda. Azerbaycan, Türkiye’den<br />

tüm dünyaya yapılan sermaye ihracında<br />

Hollanda’dan sonra Türk sermayesinin<br />

en fazla gittiği ülke. Devletin yanı sıra<br />

Türkiye’nin bu dönüşümdeki rolü göz<br />

ardı edilemez. Azerbaycan-Türkiye<br />

ticaret hacmi 2012 yılında 5 milyar<br />

“<br />

Ermenistan’ın bölgesel düzeyde siyasi<br />

sorunların merkezi olması, Kafkasya<br />

merkezli olarak şekillenen ekonomik ve ticari<br />

yapının dışında kalmasının başlıca nedeni.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

51


Mitat Çelikpala<br />

“<br />

Kısacası Türkiye’nin de<br />

dâhil edileceği Kafkasya,<br />

<strong>Hazar</strong> Denizi bağlantısıyla<br />

Batı ile Doğu arasındaki<br />

kara bağlantısının farklı<br />

biçimlerde kurulduğu<br />

yeni bir ana ticari eksene<br />

dönüşüyor.<br />

özel sektörün yatırımları Türkiye’yi<br />

sadece siyasi değil aynı zamanda ticari ve<br />

ekonomik ortak olarak Azerbaycan’da öne<br />

çıkartıyor. Azerbaycan ekonomisinde son<br />

dönemde yaşanan büyüme, Azerbaycan<br />

şirketlerinin Türkiye’de yatırım yapmaya<br />

başlamalarıyla karşılıklı bir etkileşim<br />

yaratmış durumda. Başta SOCAR olmak<br />

üzere çeşitli Azerbaycan şirketlerinin<br />

Türkiye’deki yatırımları da 4.5 milyar doları<br />

buldu. 2018 yılına kadar sadece SOCAR’ın<br />

Türkiye’deki yatırımlarının 17 milyar dolara<br />

ulaşacağı hesaplanıyor.<br />

Türkiye’nin Kafkaslardaki ikinci, fakat en<br />

az Azerbaycan kadar önemli diğer ortağı<br />

Gürcistan. Ekonomik büyüklük anlamında<br />

Azerbaycan’la kıyaslanamayacak bir ülke.<br />

Ancak, Gürcistan’ın 2000’li yılların başında<br />

3 milyar dolar seviyesinde olan GSMH’si<br />

2011 sonu itibarıyla 22.4 milyar dolara<br />

ulaştı. Kişi başına düşen gelir de 631<br />

dolar seviyesinden 5 bin dolar seviyesine<br />

çıktı. Türkiye, Gürcistan’ın ekonomik<br />

ve ticari hayatındaki en öncelikli ülke<br />

konumunda. Gürcistan, Türkiye’nin<br />

eski Sovyet coğrafyasında ekonomik ve<br />

ticari ilişkilerde Rusya Federasyonu’nun<br />

önüne geçebildiği yegâne eski Sovyet<br />

Cumhuriyeti. Ayrıca BTC’nin dışında,<br />

2006 sonunda sonuçlandırılan Bakü-<br />

Tiflis-Erzurum ya da Güney Kafkasya<br />

doğal gaz hattı, Bakü’yü de kapsayacak<br />

biçimde genişletilen Kars-Tiflis demiryolu<br />

projesi ve Tiflis uluslararası havaalanı<br />

projesi gibi ortak projeler, Gürcistan’ı<br />

ekonomik açıdan Türkiye’ye eklemledi.<br />

Bu durum Gürcistan’ın başta AB olmak<br />

üzere uluslararası pazarlara eklemlenmesi<br />

anlamına da gelmektedir. Başta Sarp olmak<br />

üzere gümrük kapılarının yenilenerek<br />

etkin hale getirilmesi ise Kafkasya’nın ve<br />

böylece <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin uluslararası<br />

bir ticari koridor olabilmesini sağlayacak<br />

önemli adımlar. İki ülke arasındaki ticarette<br />

yoğun biçimde kullanılan Poti ve Batum<br />

gibi limanlar, Gürcistan’ı deniz yolu ağının<br />

kilit noktasına çeviriyor. Transit ticaret<br />

bağlamında Batılı pazarları Kafkasya ve<br />

buradan da <strong>Hazar</strong> Denizi vasıtasıyla Orta<br />

ve Uzak Asya pazarlarına bağlıyor.<br />

Kurulamayan diplomatik ve<br />

normalleşemeyen siyasi ilişkilere rağmen,<br />

Ermenistan’la Türkiye arasında ekonomik<br />

ve ticari ilişkilerinden bahsetmek mümkün.<br />

Sınırın kapalı olması nedeniyle ticaret<br />

Gürcistan ya da İran üzerinden yürüyor.<br />

İki ülke ticaret hacminin 150 milyon dolar<br />

seviyesinde olduğu ileri sürülüyor. Bu<br />

rakamın 1 milyar dolara kadar çıkabileceği<br />

de iddia ediliyor. Ermenistan’ın bölgesel<br />

düzeyde siyasi sorunların merkezi olması,<br />

Kafkasya merkezli olarak şekillenen<br />

ekonomik ve ticari yapının dışında<br />

kalmasının başlıca nedeni. Fakat Gürcistan<br />

üzerinden yürüyen ticaret, Ermenistan’ı<br />

52<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


<strong>Hazar</strong> Bölgesi Dünyanın Ticaret Koridoru Olmaya<br />

Yeniden Aday: Yeni İpek Yolu Bir Hayal mi<br />

bu sistemin bir üyesine dönüştürmekte.<br />

Ermenistan’ın bu ticari ağın tam bir parçası<br />

olması ve içine düştüğü izolasyondan<br />

çıkması, ancak taraf olduğu siyasi<br />

ve güvenlik sorunlarını bir an önce<br />

uluslararası hukukun öngördüğü kural ve<br />

yöntemler çerçevesinde çözmesi ve işgal<br />

ettiği toprakları boşaltmasından geçiyor.<br />

Yeniden İpek Yolu<br />

27 Aralık 2011’de imzalanan,<br />

Azerbaycan’ın <strong>Hazar</strong>’dan çıkaracağı<br />

doğal gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya<br />

taşıyacak olan Trans-Anadolu Doğal Gaz<br />

Boru Hattı’nın (Trans-Anatolian Natural<br />

Gas Pipeline TANAP) inşasına ilişkin<br />

mutabakat zaptı Kafkasya’yı özellikle<br />

enerji merkezli bir ticari koridor olarak<br />

yeniden gündeme taşıdı. TANAP’ın beş<br />

yılda tamamlanması ve 5–6 milyar dolara<br />

mal olması öngörülüyor. Türkiye, hattan<br />

geçecek olan yaklaşık 16 milyar metreküp<br />

doğal gazın 6 milyar metreküpünü kendi<br />

ihtiyaçları için kullanabilecek. Geri kalan<br />

miktar Avrupalı tüketicilere ulaştırılacak.<br />

Boru hattının, ortaklık yapısında ileride<br />

değişme ihtimali olmakla birlikte, bugün<br />

için yüzde 80’lik kısmı Azerbaycan’a yüzde<br />

20’si ise Türkiye’ye ait. Dolayısıyla Türkiye,<br />

<strong>Hazar</strong> kaynaklarında yeni bir uluslararası<br />

ortaklığa daha girmiş durumda.<br />

Bu hattın önemi, Azerbaycan’ın Şah Deniz<br />

II gazının yanı sıra muhtemel anlaşmalarla<br />

Türkmen, Kazak ve hatta gelecekte<br />

şartların uygun olması durumunda İran<br />

doğal gazının Türkiye’ye ve Türkiye<br />

üzerinden Avrupa pazarına taşıyacak<br />

altyapının kurulmasını sağlayacak olması.<br />

Bu altyapı, Kafkasya ve Orta Asya’yı bir<br />

ilgi ve sonrasında güvenilir bir ticaret<br />

koridoruna/merkezine dönüştürme<br />

potansiyeli taşıyor.<br />

Nitekim Türkiye’nin girişimleri ve<br />

Azerbaycan’ın da desteğiyle dünyanın<br />

dördüncü büyük gaz rezervlerine sahip<br />

olan Türkmenistan’ı Batılı pazarlara<br />

bağlamayı amaçlayan <strong>Hazar</strong> geçişli doğal<br />

gaz boru hattının inşası projesi de yeniden<br />

canlandırılmış vaziyette. Türkiye, gerek<br />

Azerbaycan ve Türkmenistan’ı bir araya<br />

getirmeye, gerekse AB’nin konuya olan<br />

ilgisini yeniden uyandırmaya ve Rusya’yı<br />

ikna etmeye çalışan başlıca aktör olarak<br />

dikkati çekiyor. Bu, Türkiye’nin kendi<br />

doğal gaz çeşitliliğinin sağlanması için<br />

olduğu kadar, Türkiye ve Azerbaycan’ı<br />

enerji alanında stratejik ve belirleyici<br />

birer aktör yapabilme adına da önemli<br />

bir adım. Fakat bunun çok boyutlu bir<br />

biçimde ele alınması ve enerjiden ziyade<br />

diğer sektörleri de içine alan geniş bir alana<br />

yayılması gerekiyor. Avrupa-Kafkasya-Asya<br />

Taşıma Koridoru Projesi (TRACECA)<br />

gibi 1990’lı yılların başlarında yürürlüğe<br />

sokulan hükümetler arası programların,<br />

sonuçlarını yavaş da olsa vermeye başladığı<br />

görülüyor.<br />

Türkiye bu süreci, Türk Dili Konuşan<br />

Ülkeler İşbirliği Konseyi (KDİK),<br />

Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı<br />

(KEİT) gibi var olan yapılar, Karadeniz<br />

İstikrar ve İşbirliği Platformu (KİİP) gibi<br />

girişimlerle yürütmeye çalışıyor. Batılı<br />

aktörlerin yanı sıra bu ticaretten gelir ve<br />

fayda sağlayacak Rusya’nın da bu süreci<br />

desteklediği görülüyor.<br />

Atılan bu adımlar, başta Kafkasya ülkeleri<br />

olmak üzere Orta Asya cumhuriyetlerinin<br />

de ülkeler arasındaki ekonomik<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

53


Mitat Çelikpala<br />

uyumlaşmada başta gümrükler ve finansal/<br />

fiziksel altyapı eksikliği olmak üzere var<br />

olan sorunlarının çözülmesinde katkı<br />

sağlayacak adımlar.<br />

KDİK şemsiyesi altında imzalanan Türkiye-<br />

Azerbaycan-<strong>Hazar</strong>-Kazakistan-Kırgızistan-<br />

Çin demiryolu hattı projesi protokolü;<br />

ticaretin gelişmesi ve Kafkasya’nın<br />

yeniden canlanacak İpek Yolu’nun merkezi<br />

olmasını sağlayacak önemli girişimlerden<br />

biri. Bu hattın yapılması; altyapı-ulaşım<br />

sorununun çözümü, ticaretin canlanması<br />

ve halklar arasında artan ilişkiler anlamını<br />

taşıyor. Bu projeye adı geçen ülkelerin<br />

tamamının destek veriyor olması ise umut<br />

vaat eden bir durum. Bu sayede ticari<br />

açıdan daha az süreler ve rekabet edilebilir<br />

maliyetler söz konusu olacaktır. Bakü-<br />

Tiflis-Kars demiryolunun da tamamlanıyor<br />

olması umudu artıran bir diğer gelişme.<br />

Kısacası Türkiye’nin de dâhil edileceği<br />

Kafkasya, <strong>Hazar</strong> Denizi bağlantısıyla Batı<br />

ile Doğu arasındaki kara bağlantısının<br />

farklı biçimlerde kurulduğu yeni bir ana<br />

ticari eksene dönüşüyor. Burada ihtiyaç<br />

duyulan ana unsur ise istikrar. Bu istikrarın<br />

sağlanmasında Kafkasya ve Orta Asya<br />

devletlerinin işbirliği perspektifine ve bunu<br />

sağlamlaştıracak özel sektörün yenilikçi<br />

yaklaşımına ihtiyaç var. Ticaret; güvenlik<br />

ve istikrarın yanı sıra uyumlu mevzuat ve<br />

işbirliğini gerektiriyor. Kafkasya açısından<br />

dönüşüm ve uyum için en doğru zaman.<br />

54<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNİN<br />

REALİST BİR DEĞERLENDİRMESİ,<br />

2002-2012: ZİRVEDEN DİBE Mİ 1<br />

TÜRK-RUS İLİŞKİLERİNİN<br />

REALİST BİR DEĞERLENDİRMESİ,<br />

2002-2012: ZİRVEDEN DİBE Mİ 1<br />

Yrd. Doç. Dr. Şener Aktürk, Koç Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />

HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

2002 yılında Türkiye’nin Milli Güvenlik<br />

Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer<br />

Kılınç, Avrupa Birliği ülkelerine karşı<br />

Türkiye’nin Rusya ve İran ile bir ittifak<br />

kurması önerisini kamuoyu önünde dile<br />

getirerek savunmuştu. 2<br />

Özellikle ABD’nin<br />

Irak işgalinin hemen öncesinde Amerikan<br />

askerlerinin Türkiye’den geçişine izin veren<br />

tezkerenin reddedilmesini müteakip, bazı öne<br />

çıkan Amerikalı dış politika analistleri dahi<br />

Türkiye ve Rusya arasında ABD karşıtı bir<br />

“dışlanmışlar ekseninin” oluşmaya başladığını<br />

iddia etmişlerdi. 3<br />

Dış politikaya ek olarak,<br />

iç politika ve medyada da, 2000’li yılların<br />

başlarında Türkiye ve Rusya’nın ortak bir<br />

kaderi paylaştığı ve ortak bir strateji ve<br />

hatta ortak bir siyasi çatı altında beraberce<br />

mücadele etmeleri gerektiğini savunan<br />

‘Avrasyacılık’ akımı hızlı bir yükselişteydi. 4<br />

Hatta Avrasyacılık bazıları tarafından Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisi olan<br />

Kemalizm’in orijinal ve güncel jeopolitik<br />

1 Aktürk, Şener. “Turkish-Russian Relations, 2002-2012.” <strong>Hazar</strong><br />

Strateji Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Merkezi,<br />

Ocak <strong>2013</strong>. Bu makale, yukarıda künyesi verilen rapora atfen<br />

kaleme alınmış olmakla birlikte, adı geçen raporun birebir özeti veya<br />

kısmi çevirisinden ibaret değildir. Bahsi geçen raporda yer almayan<br />

bazı ek örnek ve çözümlemeler de yer almaktadır.<br />

2 9 Mart 2002, Türkiye’deki tüm önemli gazeteler, örneğin, Hürriyet,<br />

Milliyet, Cumhuriyet ve Yeni Şafak.<br />

3 Hill, Fiona, and Omer Taspinar. “Turkey and Russia: axis of the<br />

excluded.” Survival 48, no. 1 (2006): 81-92.<br />

4 Akturk, Sener. “Counter-hegemonic visions and reconciliation<br />

through the past: the case of Turkish Eurasianism.” Ab Imperio 4<br />

(2004): 207-238.<br />

vizyonu olarak sunulmaktaydı. 5<br />

Dahası, resmi<br />

düzeyde dahi Türk-Rus ilişkileri ‘stratejik<br />

ortaklık’ olarak tanımlanmaktaydı. On yıl<br />

sonra, 2012’ye geldiğimizde, Türkiye ve<br />

Rusya’nın Suriye üzerinden dolaylı olarak<br />

silahlı çatışma içinde oldukları, ilişkilerin<br />

on ve hatta beş yıl öncesine göre bile önemli<br />

ölçüde kötüleştiği gözlenmektedir. Türk-<br />

Rus ilişkilerindeki bu dramatik iyileşme ve<br />

kötüleşme eğilimlerinin ana sebebi nedir<br />

Bu makalenin amacı, Soğuk Savaş sonrası<br />

Türk-Rus ilişkilerinin ikinci on yılında<br />

(2002-2012) gözlenen nisbi kötüleşmenin<br />

sebeplerinin analiz edilmesidir. Bu yapılırken,<br />

Türk-Rus ilişkilerinin bir önceki on yılda<br />

(1992-2002) kaydettiği göz kamaştırıcı<br />

yükseliş de, yazarın daha önce bu döneme<br />

ilişkin yayınlamış olduğu eserine atıfla kısaca<br />

açıklanacaktır. 6 Bilhassa bu ikinci on yılın<br />

ikinci yarısına tekabül eden 2008-2012<br />

döneminde Türkiye ve Rusya arasında dolaylı<br />

silahlı çatışma olarak yorumlanabilecek iki<br />

savaşın gerçekleşmiş ve gerçekleşmekte oluşu<br />

(Ağustos 2008’de gerçekleşen Rus-Gürcü<br />

‘Beş Gün Savaşı’ ve Mart 2011’de başlayan<br />

ve halen devam eden Suriye iç savaşı) bu iki<br />

ülke arasındaki ilişkilerin yönünü tayin eden<br />

5 Akcali, Emel, and Mehmet Perincek. “Kemalist Eurasianism: An<br />

Emerging Geopolitical Discourse in Turkey.” Geopolitics 14, no. 3<br />

(2009): 550-569.<br />

6 Aktürk, Şener. “Turkish–Russian Relations after the Cold War<br />

(1992–2002).” Turkish Studies 7, no. 3 (2006): 337-364.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

55


Şener Aktürk<br />

esas nedenlerin analizini son derece önemli<br />

kılmaktadır. 7<br />

Rusya ve Türkiye: Merkezi<br />

Avrasya’nın en önemli iki devleti<br />

Türk-Rus ilişkilerinin durumu, Türkiye’nin<br />

en azından son on yıldır devam eden<br />

barış içinde yükseliş trendinin gelecekte<br />

de sürdürülüp sürdürülemeyeceğine<br />

etki edecek olan belki de en önemli dış<br />

politik etkendir. Eğer Türkiye ve Rusya, en<br />

azından doğrudan çatışmaya girişmezse<br />

ve tercihen dolaylı çatışmalardan da uzak<br />

durabilirse, Türkiye’nin ve belki Rusya’nın<br />

da son on yılda yakaladığı büyüme trendi<br />

önümüzdeki yıllarda da devam edebilir.<br />

Fakat eğer Avrasya’nın bu iki büyük gücü<br />

7 Ellen Barry and Rick Gladstone, “Turkish Premier Says<br />

Russian Munitions Were Found on Syrian Jet,” (Türk Başbakanı<br />

Suriye Jetinde Rus Mühimmatının Bulunduğunu Belirtti) New<br />

York Times, 11 Ekim 2012.<br />

“<br />

Merkezi Avrasya bölgesinin en büyük iki<br />

ekonomik ve askeri gücü şüphesiz Rusya<br />

ve Türkiye’dir.<br />

18., 19. ve 20. yüzyıllarda olduğu gibi<br />

askeri, ekonomik ve demografik güçlerini<br />

birbirleriyle çatışmaya, menfi bir rekabete<br />

kanalize ederlerse, sadece gelecekteki<br />

büyüme potansiyellerini heba etmekle<br />

kalmayıp, son on yıldaki askeri, ekonomik<br />

ve politik kazanımlarını da kaybetme<br />

noktasına sürüklenebilirler. Türk-Rus<br />

ilişkilerinin önceki yüzyılları, bu iki gücün<br />

kıyasıya çekişmesinin ve savaşmasının<br />

ancak başka küresel aktörlerin yükselişine<br />

ve nispeten güçlenmesine yardımcı<br />

56<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

“<br />

Bununla beraber, her iki güç, karşılıklı<br />

yükseliş sürecinde bir yandan çatışma<br />

alanlarını sınırlayarak ve en aza indirerek,<br />

öte yandan da iki ülke arasındaki<br />

tampon bölgeleri muhafaza ederek ve<br />

bugüne kadar olduğu gibi gelecekte<br />

de her iki ülkenin temel birtakım dış<br />

siyasal prensiplerine saygı göstererek<br />

karşılıklı olarak birbirlerini yıpratmaksızın<br />

büyümelerini sürdürebilirler.<br />

olduğunu göstermiştir.<br />

Rusya, en azından son iki yüz elli yıldır<br />

Türkiye’nin en büyük ve önemli komşusu<br />

ve yakın çevresinde en ciddi rakibi<br />

olagelmiştir. Bugün de, Almanya-İtalya<br />

sınırından Çin-Hindistan sınırına kadar<br />

uzanan geniş Merkezi Avrasya bölgesinin<br />

en büyük iki ekonomik ve askeri gücü<br />

şüphesiz Rusya ve Türkiye’dir. Bu durum<br />

Türk-Rus ilişkilerinin tarihin hemen<br />

her döneminde çok büyük çekişmelere,<br />

rekabete ve savaşlara sahne olmasına<br />

neden olmuştur. Tevil edilemeyecek bu<br />

büyük ve acı gerçeğin istisnası olarak<br />

karşımıza ancak iki dönem çıkıyor: 1920’li<br />

yıllarda Moskova’daki genç Bolşevik<br />

rejimiyle Ankara’daki genç Cumhuriyet<br />

rejiminin arasında, en azından 1933-1936<br />

dönemine kadar devam eden on, on beş<br />

yıllık güçlü bir dostluk ve hatta ittifak<br />

dönemi ve Soğuk Savaş’ın bitişinden<br />

sonra, özellikle 1990’ların ortalarından<br />

en azından 2008 yılına kadar devam<br />

eden ciddi bir dostluk ve hatta stratejik<br />

ortaklık dönemi Türk-Rus ilişkilerinin<br />

güçlü dostluk ve ortaklık seviyesinde<br />

olduğu iki dönemdir. 8<br />

Bu makalenin geri<br />

kalanında da açıklanacağı üzere, 2008-<br />

2012 döneminde de, karşılaşılan bir<br />

takım ciddi anlaşmazlıklara ve dolaylı<br />

çatışmalara rağmen Türk-Rus ortaklığı<br />

ve dayanışması yine de Soğuk Savaş ve<br />

Osmanlı-Çarlık Rusya’sı dönemleriyle<br />

karşılaştırılamayacak kadar olumlu ve<br />

başarılı bir şekilde devam etmiştir. Realist<br />

bir perspektiften açıklanacağı üzere, 2008-<br />

2012 döneminde ortaya çıkan ve gitgide<br />

büyüyen anlaşmazlık ve çatışmaların sebebi<br />

de, Türk ve Rus siyasi karar vericilerinin<br />

kişisel tercihlerinin sonucu olmaktan çok,<br />

iki ülkenin karşılıklı askeri ve ekonomik<br />

güç unsurlarında gözlenen çarpıcı<br />

değişikliklerdir.<br />

8 Gerek kuramsal gerekse ampirik açıdan bakıldığında bu<br />

rapor, yukarıda bahsi geçen ikinci dostluk dönemine tekabül<br />

eden Soğuk Savaş sonrası Türk-Rus ilişkilerinin ilk on yılını<br />

uluslararası ilişkiler yazınının değişik paradigmalarının<br />

zaviyesinden incelediğim makalemin bir devamı niteliğindedir.<br />

Aktürk, Şener. “Turkish–Russian Relations after the Cold War<br />

(1992–2002).” Turkish Studies 7, no. 3 (2006): 337-364.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

57


Şener Aktürk<br />

En kısa şekilde özetlemek gerekirse,<br />

Türk-Rus ilişkilerinin 1992’den bu yana<br />

çarpıcı bir şekilde güçlenmesinin sebebi<br />

Türkiye’nin Rusya karşısında askeri ve<br />

ekonomik gücünün hızla artması ve kısmen<br />

buna koşut olarak da Rusya’dan gelecek<br />

tehdit algısının azalması iken, 2008’den bu<br />

yana Türk-Rus ilişkilerinin gözle görülür<br />

bir şekilde bozulmasının sebebi de bu sefer<br />

Rusya’nın askeri ve ekonomik yükselişinin<br />

Türkiye’nin çok ilerisinde olması ve iki<br />

ülkenin uzak geçmişte olduğu gibi bir kez<br />

daha Kafkaslar ve Ortadoğu’nun geleceği<br />

hakkında anlaşamayarak nüfuz alanları<br />

üzerine dolaylı yoldan çatışmasıdır.<br />

Türk-Rus ilişkileri Realist ekolün vazettiği<br />

üzere yapısal güç faktörleri paralelinde<br />

gelişim ve değişim göstermektedir.<br />

Bununla beraber, her iki güç, karşılıklı<br />

yükseliş sürecinde bir yandan çatışma<br />

alanlarını sınırlayarak ve en aza indirerek,<br />

öte yandan da iki ülke arasındaki tampon<br />

bölgeleri muhafaza ederek ve bugüne kadar<br />

olduğu gibi gelecekte de her iki ülkenin<br />

temel birtakım dış siyasal prensiplerine<br />

saygı göstererek karşılıklı olarak<br />

birbirlerini yıpratmaksızın büyümelerini<br />

sürdürebilirler. Bununla beraber, Türkiye<br />

ve Rusya’nın sınırlı da olsa bazı konu ve<br />

bölgelerde taban tabana zıt prensip, çıkar<br />

ve hedeflere sahip olması, bu iki ülke<br />

arasında tamamen sorunsuz bir işbirliğinin<br />

imkansızlığını da ortaya koymaktadır. Eski<br />

Sovyet cumhuriyetlerinin toprak bütünlüğü<br />

ve bu ülkelerine Rus müdahaleleri böylesi<br />

konuların başında gelmektedir.<br />

Merkezi Avrasya’nın Bilmecesi:<br />

Soğuk Savaş Sonrası Türkiye ve<br />

Rusya’nın Büyük Stratejisi<br />

Soğuk Savaş sonrası dönemde Merkezi<br />

Avrasya bölgesinin en önemli bilmecesini<br />

Rusya’nın bundan sonra takip edeceği<br />

büyük stratejinin (Grand Strategy) ne<br />

olacağı, Rusya’nın hangi devletlerle<br />

ittifak ederek hangi devletlere karşı<br />

konumlanacağı oluşturmaktadır. Soğuk<br />

Savaş’ın bitişinin üzerinden yirmi yılı<br />

aşkın süre geçtiği halde açıkçası bu büyük<br />

sorunun cevabı halen tam anlamıyla<br />

verilebilmiş değildir. Eğer GSMH<br />

ölçeğinde bakacak olursak, Rusya ve<br />

Türkiye, Almanya-Avusturya-İtalya<br />

58<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

sınırının doğusu ve Çin-Hindistan sınırının<br />

batısı arasında kalan geniş Merkezi Avrasya<br />

coğrafyasında en büyük iki ekonomiye<br />

sahiptir. 9<br />

Yeni Gerçekçi (Neorealist)<br />

bakış açısına göre ekonomik büyüklük,<br />

potansiyel askeri gücün başlıca belirleyicisi<br />

olduğuna göre, Rusya’yı ve Türkiye’yi<br />

sırasıyla Merkezi Avrasya’nın en büyük ve<br />

ikinci büyük güçleri olarak tanımlamak<br />

mümkündür.<br />

Soğuk Savaş sonrası Rus dış siyaseti, Sovyet<br />

dönemindeki ve hatta Rusya’nın Sovyetöncesi<br />

Çarlık dönemindeki dış politikasıyla<br />

süreklilik ve uyum içinde midir Bir başka<br />

deyişle, günümüzdeki Rus dış siyaseti 20.<br />

yüzyıl boyunca kurulmuş bulunan Sovyet<br />

ittifaklar sisteminin ideolojik boyutundan<br />

arındırılmış bir kopyasından ibaret midir<br />

Rusya’nın Ortadoğu politikasını detaylı<br />

olarak inceleyen araştırmacılar bunun<br />

böyle olmadığını ifade etmiş, Rusya’nın<br />

Soğuk Savaş döneminden çok daha<br />

farklı ittifaklara ve işbirliği arayışlarına<br />

yöneldiğinden, örneğin Rus-Suudi<br />

ilişkilerinin Soğuk Savaş döneminde<br />

hayal edilemeyecek kadar güçlü ve olumlu<br />

geliştiğinden bahsetmişlerdir. 10<br />

Bu makale<br />

benzer sorulara Türk-Rus ilişkilerinin son<br />

9 CIA Factbook’un 2011 tahminlerine göre resmi kurlar baz<br />

alındığında Rusya’nın GSMH’si 1.8 trilyon ABD doları ve<br />

Türkiye’nin GSMH’si ise 762 milyar ABD dolarıdır. Neden satın<br />

alma gücünün değil de resmi dolar kurunun baz alındığı sorulacak<br />

olursa, askeri-stratejik mülahazalar için kritik önemde olan silah ve<br />

araçların (mesela bir F-16 savaş uçağının) fiyatlarının uluslararası<br />

piyasada oluştuğu ve her bir ülkenin satın alma gücüne göre<br />

pek fazla esneklik göstermediği vurgulanabilir. Bir başka deyişle,<br />

normal şartlar altında örneğin bir F-16 savaş uçağının fiyatı<br />

Kamboçya ve İsviçre için de, Bangladeş ve Norveç için de<br />

aynıdır, bu ülkelerin hayat standardına ve satın alma gücüne göre<br />

birkaç katına veya yarı fiyatına satılmaz. Dolayısıyla, devletlerin<br />

birbirlerine göre askeri-ekonomik gücünü karşılaştırırken satın<br />

alma gücü paritesine göre değil de resmi kura göre GSMH<br />

büyüklüğünü esas almak daha tutarlı olacaktır.<br />

10 Dannreuther, Roland. “Russia and the Middle East: A Cold<br />

War Paradigm.” Europe-Asia Studies 64, no. 3 (2012): 543-560.<br />

“<br />

Güncel Rus dış siyaseti Sovyet<br />

dış siyasetinden pek çok<br />

konuda belirgin bir şekilde<br />

ayrışmış ve halen ayrışmaktadır.<br />

on yılı çerçevesinde cevaplar arayacaktır.<br />

Acaba Türk-Rus ilişkileri 2002-2012<br />

döneminde eski Soğuk Savaş şablonlarına<br />

bir dönüş mü yaşamıştır Günümüzde<br />

Türk-Rus ilişkilerinin belirleyici<br />

unsurlarıyla 20. yüzyılın jeopolitik<br />

gerçekleri aynı doğrultuda mıdır<br />

Geleceğe Dönüş: Rusya, Soğuk<br />

Savaş Dönemi İttifak Örgüsüne<br />

mi Rücu Etti<br />

Türk-Rus ilişkilerinin son beş yılındaki<br />

bozulma da dahil genel tenorunu<br />

Rusya’nın Soğuk Savaş dönemindeki dış<br />

politikasına ve ittifaklar örgüsüne rücu<br />

etmesi olarak yorumlamak da mümkündür<br />

ve bilhassa popüler medyada konuya<br />

yaklaşan bazı analizler halen Soğuk Savaş<br />

kalıplarından sıyrılamadığı için Rusya’nın<br />

Ortadoğu’da, Balkanlarda, Kafkasya’da<br />

ve diğer bölgelerde bir takım geleneksel<br />

ve hatta değişmez müttefikleri olduğu<br />

gibi iddialara yakın durmaktadırlar. 11<br />

Bu<br />

açıdan bakıldığında Suriye, Irak, Libya<br />

11 A.g.e. Dannreuther şu makaleleri bu Soğuk Savaş endeksli<br />

Rus dış politikası analizlerine örnek olarak vermektedir:<br />

Stephen Blank, “Russia and the Middle East: Policies and<br />

Contexts,” Defence Academy of the United Kingdom, Conflict<br />

Studies Research Center, Middle East Series, Haziran 2006,<br />

06/27; ve, Ariel Cohen, “Putin’s Middle East Visit: Russia is<br />

Back,” Washington, DC, Heritage Foundation, Heritage Web-<br />

Memo 1382, 5 Mart 2007.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

59


Şener Aktürk<br />

gibi Üçüncü Dünya sosyalizmine tevessül<br />

etmiş rejimler, halen Rusya’nın öncelikli<br />

müttefikleri olarak görülebilirken, Türkiye,<br />

Suudi Arabistan, İsrail ve Pakistan gibi<br />

Soğuk Savaş sırasında Sovyet-karşıtı ve<br />

Amerikan taraftarı cephenin ön saflarında<br />

yer almış ülkeler de Rusya’nın değişmez<br />

rakipleri ve hatta düşmanları olarak<br />

resmedilebilir. Fakat aşağıda kısaca<br />

değinileceği üzere bu yaklaşım yanlıştır,<br />

çünkü güncel Rus dış siyaseti Sovyet dış<br />

siyasetinden pek çok konuda belirgin bir<br />

şekilde ayrışmış ve halen ayrışmaktadır.<br />

Hatta Rus dış politikasını Sovyet-öncesi<br />

Çarlık döneminin stratejik bakışıyla<br />

özdeşleştirerek bir nevi Pan-Slavizm’in<br />

devamını görenler de bulunabilir. Bu<br />

yaklaşımın müellifleri de Rusya’nın<br />

Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Kıbrıs<br />

Rum Kesimi gibi Ortodoks Hristiyan veya<br />

Slav kökenli ülkeleri her zaman Türkiye’ye<br />

karşı tercih edeceği ve bu ittifaklar<br />

örgüsünün pek de değişemeyeceğini iddia<br />

etmektedirler. Oysa bu iddia da ampirik<br />

“<br />

Rusya, Türkiye’nin ilk nükleer<br />

santralini inşa etmekte,<br />

Blackseafor gibi yeni kurulan<br />

askeri işbirliği örgütleri<br />

çerçevesinde ortak askeri<br />

tatbikat yapabilmekte ve<br />

Türkiye’ye yönelik askeri<br />

ihalelerin ve askeri teknoloji<br />

paylaşımının içinde yer<br />

almaktadır.<br />

olarak kolaylıkla savunulamaz.<br />

Roland Dannreuther doğrudan “Soğuk<br />

Savaşa Dönüş” tezini Rus dış politikası<br />

üzerinden irdelediği makalesinde,<br />

Rusya’nın Soğuk Savaş dönemi ittifaklar<br />

örgüsüyle apaçık çelişki içindeki yeni<br />

işbirliği açılımlarına işaret etmektedir. 12<br />

Daha önce de belirtilen Rusya-Suudi<br />

Arabistan ilişkilerine ek olarak, Rusya-<br />

İsrail ve elbette Rusya-Türkiye ilişkileri<br />

bu duruma verilebilecek çarpıcı örnekler<br />

arasındadır. Her üçü de Soğuk Savaş<br />

döneminde güçlü birer Sovyet karşıtı<br />

ve Amerikan taraftarı ülke olan İsrail,<br />

Suudi Arabistan ve Türkiye’nin, 2012 yılı<br />

itibariyle Rusya’yla milyarlarca dolarlık<br />

ticareti ve ticaretin de ötesine geçen siyasi,<br />

stratejik ve hatta askeri işbirlikleri vardır.<br />

Rusya, Türkiye’nin ilk nükleer santralini<br />

inşa etmekte, Blackseafor gibi yeni kurulan<br />

askeri işbirliği örgütleri çerçevesinde ortak<br />

askeri tatbikat yapabilmekte ve Türkiye’ye<br />

yönelik askeri ihalelerin ve askeri teknoloji<br />

paylaşımının içinde yer almaktadır.<br />

Bunlardan sadece biri bile Soğuk Savaş<br />

döneminde hayal dahi edilemeyecek<br />

ölçekte somut işbirliği projeleridir.<br />

Benzer itirazlar ve örnekler Panslavizm<br />

tezine karşı da getirilebilir. Rusya’nın<br />

sistematik şekilde, örneğin, Türkiye’ye<br />

karşı Bulgaristan’ın, Moldova’ya karşı<br />

Ukrayna’nın tarafını tuttuğu ve benzer<br />

şekilde Slav ve Ortodoks devletleri Slav<br />

veya Ortodoks olmayan devletlere karşı<br />

savunduğunu söylemek mümkün müdür<br />

Örneğin Rusya, Lübnan’da ve Mısır’da<br />

Hristiyan azınlığın tarafı mıdır Bu sorulara<br />

sadece din, mezhep ve etnik kökene<br />

12 A.g.e.<br />

60<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

endeksli cevaplar vermek zordur.<br />

Daha yaygın olan Soğuk Savaş tezine<br />

geri dönecek olursak, Rusya’nın, hepsi<br />

de eski Sovyetler Birliği’nin birer parçası<br />

olmuş olan 14 eski Sovyet cumhuriyeti<br />

arasında bazılarını diğerlerine tercih<br />

etmesi Sovyet dönemi ittifaklar örgüsüyle<br />

açıklanabilir mi Hangi Soğuk Savaş ilkesi<br />

Rusya’nın Gürcistan’a karşı Abhazya<br />

ve Güney Osetya’yı, Moldova’ya karşı<br />

Transdinyester’i veya Azerbaycan’a karşı<br />

Ermenistan’ı desteklemesini açıklayabilir<br />

Bu örneklere ek olarak belirtmek gerekir<br />

ki bugünkü Rus dış politikasını Sovyet<br />

dış politikasından ayırt eden en önemli<br />

ve bariz faktörlerinden birisi de şüphesiz<br />

ideoloji yoksunluğudur. Sovyet dış<br />

politikası sosyalist rejimlerin dünya<br />

çapında yayılmasını ve tatbikini hedef<br />

almaktaydı. Müttefik olduğu, yardım<br />

ettiği ülkelerden sadece dış siyaset<br />

konusunda değil iç siyasal ve ekonomik<br />

düzenlerine ilişkin de bazı talepleri vardı.<br />

Dolayısıyla Suriye, Irak, Libya, Etiyopya,<br />

Tanzanya, Angola, Vietnam ve Küba<br />

gibi ülkelerin Sovyetler Birliği’nden<br />

askeri veya ekonomik yardım alması<br />

ve işbirliği yapması, aynı zamanda bu<br />

ülkelerin iç siyasal ekonomilerini de<br />

Sovyet sosyalizmine öykünürcesine<br />

yeniden tanzim etmelerini gerektiriyordu.<br />

Günümüz Rus dış siyasetinin böyle<br />

ideolojik talepleri veya herhangi bir<br />

ideolojik yönelimi bulunmamaktadır.<br />

Almanya, Türkiye, Ermenistan ve Suriye<br />

Rusya’nın çok yakın ilişkide bulunduğu<br />

ülkeler oldukları halde bu ülkeler gerek<br />

siyasal gerekse ekonomik düzenleri<br />

açısından birbirinden çok farklı ülkelerdir.<br />

Rus dış politikasında, aşağıda açıklanacağı<br />

üzere, pek çok genel ilke olduğu halde,<br />

Sovyetler Birliği’nin ‘Brejnev Doktrini’nin<br />

birebir muadili bir ideolojik ilke<br />

bulunmamaktadır.<br />

Rus Dış Politikasının Temel<br />

İlkeleri ve Türkiye’nin Tutumu<br />

Rus dış politikasının, özellikle Türkiye’yi<br />

de ilgilendirmesi bakımından, en az yedi<br />

temel ilkesinden bahsedilebilir. Rus dış<br />

politikasını bir bütün olarak incelemekle<br />

beraber vurgulamam gerekir ki bu ilkelere<br />

ulaşırken tümdengelim değil tümevarım<br />

yöntemini kullandım.<br />

Birincisi, Rusya’nın, Orta Asya, Kafkasya<br />

ve Karadeniz çevresindeki eski Sovyet<br />

cumhuriyetlerini ayrıcalıklı çıkar alanı<br />

olarak görmesi, bu bölgelerde birincil<br />

karar verici olmak istemesidir. Rusya, üç<br />

Baltık cumhuriyeti (Estonya, Letonya<br />

ve Litvanya) üzerinde nüfuzunu geri<br />

dönülemez bir biçimde kaybettiğini,<br />

bu ülkelerin NATO ve AB’ye entegre<br />

olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır.<br />

Fakat Rusya, geri kalan 11 eski Sovyet<br />

cumhuriyeti (Belarus, Ukrayna, Moldova,<br />

Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan,<br />

Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan,<br />

Tacikistan ve Türkmenistan) toprakları<br />

üzerinde değişik yöntemler kullanarak<br />

askeri, siyasi ve ekonomik kontrolünü<br />

gerek doğrudan gerek dolaylı şekillerde<br />

devam ettirmek istemektedir. Bu çerçevede,<br />

kısa birer cümleyle bile olsa bu 11 bağımsız<br />

devlet üzerinde Rusya’nın etkisine değinen<br />

bir genel değerlendirme sunmak yararlı<br />

olacaktır.<br />

Rusya, Belarus üzerinde halen belirleyici<br />

siyasal ve ekonomik nüfuza sahipken,<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

61


Şener Aktürk<br />

Ermenistan üzerinde de neredeyse<br />

belirleyici siyasal ve ekonomik nüfuza<br />

sahiptir. Bu açıdan bu iki devlet ‘Rusya’nın<br />

uydusu’ olarak tanımlanmaya en yakın<br />

örneklerdir. Buna mukabil, en kalabalık<br />

cumhuriyet olan Ukrayna’nın durumu<br />

daha karmaşıktır. Ukrayna, Rus-yanlısı<br />

ve Rus-karşıtı iki siyasal, ekonomik ve<br />

demografik blok tarafından adeta tam<br />

ortadan ikiye bölünmüş gibidir. Her iki<br />

bloğun da seçimlerdeki oy oranı %45 ila<br />

%55 arasında değişmekte, bir seçimden<br />

diğerine Rus-yanlısı veya karşıtı bloklar<br />

kılpayı seçim kazanabilmektedir. 2012<br />

itibariyle Rusya taraftarı grubun iktidarda<br />

olduğu görülmektedir. Bunun sonucu<br />

olarak da örneğin Rusya, Ukrayna<br />

toprağı olan Kırım’ın Sivastopol şehrini<br />

deniz üssü olarak bir 49 yıllığına daha<br />

kiralamış, böylece Karadeniz’in bu en<br />

stratejik şehri üzerindeki fiili kontrolünü<br />

(resmen Ukrayna toprağı olduğu halde)<br />

perçinlemiştir.<br />

Rusya, Gürcistan, Azerbaycan ve<br />

Moldova’nın toprak bütünlüğün ihlal<br />

edilmesine, bu üç ülkenin Birleşmiş<br />

Milletler tarafından tanınan sınırları<br />

dahilinde egemenlik haklarını<br />

kullanmasının engellemesine bizzat<br />

askeri, ekonomik ve diplomatik destek<br />

vermektedir. Somut olarak söylemek<br />

gerekirse, Rusya’nın desteğiyle Ermenistan<br />

Azerbaycan topraklarının beşte birini işgal<br />

etmiş, Rusya’nın desteğiyle Abhazya ve<br />

Güney Osetya bölgeleri silahlı mücadele<br />

yoluyla Gürcistan’dan bağımsızlığını<br />

ilan etmiş, ve yine Rusya’nın desteğiyle<br />

Transnistria bölgesi Moldova’nın geri<br />

kalanından bağımsız bir devlet olduğunu<br />

ilan etmiştir. Rusya her üç ülkede<br />

“ Türkiye, Azerbaycan’ın,<br />

Gürcistan’ın, Moldova’nın<br />

ve Rusya dahil tüm eski<br />

Sovyet cumhuriyetlerinin<br />

toprak bütünlüğüne ve<br />

egemenlik haklarına<br />

saygılıdır.<br />

fiilen askeri işgal ve müdahale yoluyla<br />

devletçikler kurulmasını sağlamış ve 20<br />

yıldır da bu fiili durumun devam etmesini<br />

askeri, siyasi, ekonomik ve diplomatik<br />

olarak desteklemiştir. Burada Rus dış<br />

politikasının amacı, Azerbaycan, Gürcistan<br />

ve Moldova topraklarının bir kısmını bu<br />

şekilde bir nevi ipotek altında tutarak, bu<br />

ülkelerdeki iktidarları Rus yanlısı olmaya<br />

zorlamak, bunun mümkün olmadığı<br />

durumlarda da en azında Rus karşıtı<br />

politikalar izlemelerine engel olmaktır.<br />

Soğukkanlı bir şekilde son yirmi yıllık<br />

statükoya bakacak olursak Rusya’nın bu<br />

amacında nispeten başarılı olduğunu da<br />

teslim etmek gerekir.<br />

Rusya’nın işgal ve fiili durum yoluyla<br />

bu üç ülkenin toprak bütünlüğüne<br />

ve egemenliğine koyduğu ipoteğe ve<br />

kullandığı veto gücüne, Türkiye her zaman<br />

karşı çıkmıştır. Türkiye, Azerbaycan’ın,<br />

Gürcistan’ın, Moldova’nın ve Rusya<br />

dahil tüm eski Sovyet cumhuriyetlerinin<br />

toprak bütünlüğüne ve egemenlik<br />

haklarına saygılıdır. Hukuksal veya<br />

ahlaki normlar açısından Türkiye’nin bu<br />

konuda Rusya’dan daha ilkeli bir yaklaşımı<br />

62<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

benimsediğini söylemek mümkündür.<br />

Örneğin Türkiye, en azından son on yılda,<br />

Çeçen ayrılıkçılığına her türlü desteğin<br />

kesilmesinde Rusya’ya yakın işbirliği<br />

içinde olmuştur. Kaldı ki ABD, AB ülkeleri<br />

ve İslam Konferansı Örgütü üyeleri de<br />

dahil olmak üzere dünya genelinde Çeçen<br />

ayrılıkçılığına hemen her türlü askeri,<br />

ekonomik, siyasi ve diplomatik desteğin<br />

kesildiği bu son on yıllık dönemde<br />

Rusya’nın Azerbaycan, Gürcistan ve<br />

Moldova’nın toprak bütünlüğünü karşı<br />

fiili durumlara askeri, siyasi, ekonomik<br />

ve diplomatik destek vermesi normatif<br />

açısından son derece sorunludur.<br />

Orta Asya’ya dönecek olursak,<br />

Tacikistan’da on binlerce kişinin ölümüyle<br />

sonuçlanan Tacik iç savaşı (1992-<br />

1996/97), Rusya’nın desteklediği komünist<br />

dönem seçkinlerinin (nomenklatura),<br />

anti-komünist liberal, İslami ve milliyetçi<br />

unsurların ittifakı olan Birleşik Tacik<br />

Muhalefetine karşı yürüttüğü bir savaştı. Bu<br />

kanlı savaşı da yine Rusya’nın desteklediği<br />

taraf kazandı ve liberal, İslami ve milliyetçi<br />

unsurlar bastırılmış oldu. Savaşın<br />

doğrudan çıkış sebebi, liberal, İslami<br />

ve milliyetçi unsurların ortak adayı ve<br />

dünyaca ünlü bir sinematoğraf olan Devlet<br />

Hüdanazarov’un (Dawlat Khudonazarov)<br />

1992’deki ilk başkanlık seçimlerinde %30<br />

oy alarak Sovyet dönemi nomenklatura<br />

seçkinlerinin adayı Rahmon Nabiyev<br />

karşısında kaybettiğinin açıklanmasıydı.<br />

Birleşik muhalefet, Khudonazarov’un<br />

aslında seçimleri kazandığını iddia ederek<br />

sonucu tanımadı ve isyan etti. Rusya’nın<br />

da Nabiyev’e destek vermesi ve hükümet<br />

kanadının çok kanlı bir zafer kazanmasını<br />

sağlamasıyla Rusya’nın Tacikistan iç<br />

siyasetini tanzim etmek konusunda<br />

belirleyici bir etkisi ve katkısı oldu.<br />

Kırgızistan’da 20<strong>03</strong> yılından itibaren bir<br />

Rus askeri üssü bulunduğu gibi, 2012<br />

yılında imzalanan anlaşma uyarınca<br />

“2017’den itibaren Rusya’nın 15 yıl<br />

süreyle Kırgızistan’da ortak bir askeri üs<br />

bulundurması” da kayıt altına alınmış<br />

oldu. 13<br />

İronik bir şekilde, Orta Asya’da<br />

sadece hiçbir serbest seçim deneyimi<br />

olmayan ve Sovyet dönemi nomenklatura<br />

liderliğinin kesintisiz olarak devam ettiği<br />

Özbekistan ve Türkmenistan Rusya’nın<br />

nüfuz alanından ve yörüngesinden<br />

çıkmış gözükmektedir. Buna rağmen,<br />

herhangi bir etnik, dinsel ve/veya<br />

demokratik ayaklanma karşısında bu iki<br />

ülkenin rejiminin de kendini korumak<br />

için Rusya’nın askeri yardımına<br />

başvurmayacaklarının garantisi yoktur.<br />

“1992’de kurulan Ortak Güvenlik<br />

Antlaşması Organizasyonu Rusya,<br />

Ermenistan, Belarus, Kazakistan, Tacikistan<br />

ve Kırgızistan’dan oluşmakta olup<br />

Özbekistan’ın ayrılması beklenmektedir.” 14<br />

Bir anlamda bu organizasyonun üyelik<br />

yapısı, Rusya’nın bölgedeki nüfuz sahasını<br />

da göstermektedir.<br />

Rusya’nın doğrudan bir parçası olmadığı<br />

halde Rusya’nın desteğiyle fiilen bağımsız<br />

statüye kavuşmuş olduğu için onun etkisi<br />

altında olan etnik otonom bölgelere<br />

(Abhazya, Güney Osetya, Transnistria,<br />

13 “Russia, Kyrgystan seal military base agreement,” RT<br />

(formerly known as Russia Today), September 20, 2012,<br />

.<br />

Accessed December 4, 2012.<br />

14 “Uzbekistan quits Russia-led CSTO military bloc,” RT<br />

(formerly known as Russia Today), June 28, 2012, .<br />

Accessed December 4, 2012.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

63


Şener Aktürk<br />

Karabağ gibi) ek olarak, eski Sovyet<br />

cumhuriyetlerinin için Rusya’nın doğrudan<br />

kontrol ettiği bazı özel toprak parçaları da<br />

vardır. Bunların başında daha önce sözü<br />

edilen Ukrayna’nın Kırım yarımadasındaki 15<br />

Sivastopol şehri deniz üssü ve Karadeniz<br />

filosu ile, kuzey Kazakistan’daki uzay<br />

üssü Baykonur gelmektedir. Bu iki şehir/<br />

üs resmen Ukrayna’nın ve Kazakistan’ın<br />

parçası oldukları halde fiilen Rusya’nın<br />

kontrolünde ve çok uzun süreler Rusya’ya<br />

“kiralanmış” konumdadırlar. Gelecekte bir<br />

gün Ukrayna’nın Sivastopol, Kazakistan’ın<br />

ise Baykonur üzerinde egemenlik hakkını<br />

fiilen kullanarak bu yerleri kontrol etmek<br />

isteyip istemeyeceklerini ise bugünden<br />

öngörmek mümkün değildir.<br />

Rus dış politikasının ikinci temel ilkesi<br />

NATO’nun genişlemesine karşı çıkıştır,<br />

çünkü Rusya açısından NATO, anti-Sovyet,<br />

15 Sasse, Gwendolyn. The Crimea question: identity, transition,<br />

and conflict. Harvard University Press, 2007. Bu kitabın yapıcı<br />

bir eleştirisi için, bakınız, Akturk, Sener. “Book Review: The<br />

Crimea Question: Identity, Transition, and Conflict, by G.<br />

Sasse.” Comparative Political Studies (2008), pp.464-467.<br />

anti-komünist saiklerle kurulmuş bir<br />

askeri organizasyon olarak Soğuk Savaş’ın<br />

bitmesiyle birlikte misyonunu tamamlamış<br />

olması gereken, devam etmesi ise ancak<br />

Rus karşıtlığıyla açıklanabilecek olan bir<br />

örgüttür. 16 Bu vesileyle, ABD’nin en önde<br />

gelen Yeni Gerçekçi akademisyen ve siyaset<br />

yapıcıların da kısmen benzer sebeplerle<br />

büyük ölçüde NATO’nun genişlemesine<br />

karşı çıktıklarını, ve hatta NATO’nun<br />

genişlemesini Soğuk Savaş sonrası dönemin<br />

en vahim stratejik hataları arasında<br />

gördüklerini belirtmek gerekir. 17<br />

Bu konuda da Türkiye’nin izlediği dış<br />

politika Rusya’nın ilkesine aykırıdır.<br />

Türkiye en başından beri NATO’nun<br />

16 Aktürk, Şener, “NATO Neden Genişledi Uluslararası<br />

İlişkiler Kuramları Işığında NATO’nun Genişlemesi ve ABD-<br />

Rusya İç Siyaseti”, Uluslararası İlişkiler 9, no. 34 (Summer<br />

2012), pp. 73-97.<br />

17 Gaddis, J. “History, grand strategy and NATO enlargement.”<br />

Survival 40, no. 1 (1998): 145-151; Kennan, George. “NATO<br />

Expansion Would Be a Fateful Blunder.” International Herald<br />

Tribune, 5 February 1997; Kennedy, Paul. “Let’s See the<br />

Pentagon’s Plan for Defending Poland’.” Los Angeles Times 16<br />

May 1997.<br />

64<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

doğuya doğru genişlemesine taraftar ve<br />

destek olmuştur.<br />

Rus dış politikasının üçüncü temel<br />

ilkesi ABD ve NATO tarafından Doğu<br />

Avrupa’da kurulması planlanan herhangi<br />

bir füze kalkanı projesine karşı çıkmaktır.<br />

Özellikle George W. Bush’un başkanlığı<br />

döneminde ABD, Çek Cumhuriyeti ve<br />

Polonya’ya yerleştirilmesi planlanan<br />

bir füze kalkanı projesi hakkında son<br />

derece ısrarlı olmuştu. Her ne kadar<br />

füze kalkanının İran’a karşı olacağı ilan<br />

edilmişse de, Rusya haklı olarak, Polonya<br />

ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulacak bir füze<br />

kalkanının İran’a değil kendisine karşı bir<br />

kalkan olacağını iddia ederek bu projeye<br />

şiddetle karşı çıktı. Başkan Putin, eğer<br />

kalkan gerçekten İran’a karşı olacaksa bunu<br />

Azerbaycan toprakları içinde olduğu halde<br />

Rusya’nın ortaklaşa kullandığı Gabala<br />

radar üssüne yerleştirmeyi teklif etti. Bu<br />

teklif reddedildi. Fakat sonuç olarak füze<br />

kalkanının sürpriz bir şekilde Türkiye’de<br />

Malatya ili Kürecik mevkiine yerleştirmesi<br />

en azından şimdilik bu sorunun büyük<br />

ölçüde ortadan kalkmasını sağladı. Fakat<br />

gelecekte Doğu Avrupa’ya füze kalkanı<br />

projesi tekrar gündeme gelirse, aynı sorun<br />

ve gerginliklerin yaşanması muhtemeldir.<br />

Türkiye ise, kendi topraklarına NATO füze<br />

kalkanının yerleştirilmesini kabul ederek,<br />

bu konuda da Rusya’dan farklı ve karşıt bir<br />

siyaset izlediğini göstermiştir.<br />

Rus dış politikasının dördüncü temel<br />

ilkesi, Rusya’nın Avrasya bölgesinin petrol<br />

ve doğalgazının Avrupa’ya taşınmasında<br />

ana güzergah olma ısrarıdır. Böylelikle<br />

Avrupa’nın enerji konusunda Rusya’ya<br />

bağımlılığının perçinlenerek devam etmesi<br />

amaçlanmaktadır. Bu konu da, Türkiye’nin<br />

dış politika hedeflerinin Rusya’nın dış<br />

politika hedefleriyle çeliştiği konular<br />

arasında yer almaktadır. Türkiye, Bakü-<br />

Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı projesini<br />

gerçekleştirerek bu konuda Rusya’ya<br />

açıkça tavır almıştır. 18<br />

TANAP ve eğer<br />

gerçekleşirse NABUCCO projeleri de<br />

elbette bu kapsamda değerlendirilebilir. 19<br />

Ukrayna’daki Turuncu Devrim’i müteakip<br />

Rusya’nın doğal gaz aracılığıyla Ukrayna’yı<br />

cezalandırdığı da düşünülecek olursa,<br />

petrol ve doğalgaz boru hatlarının<br />

kullanımı da dahil olmak üzere Rusya’nın<br />

enerji kaynaklarının Rus dış politikasının<br />

önemli araçlarında birisi ve belki de en<br />

başta geleni olduğu söylenebilir.<br />

Rus dış politikasının beşinci temel ilkesi,<br />

Rusya’nın enerji kaynaklarından sonra<br />

en önemli ihraç malı olan silah sanayinin<br />

pazarlarını koruma ve genişletme çabasıdır.<br />

Bu sahada Türkiye ve Rusya’nın amaçlarının<br />

karşıt değil bilhassa tamamlayıcı olduğu<br />

görülebilir, çünkü Türkiye de sadece belli bir<br />

ülke veya ülkeler grubundan değil mümkün<br />

olan en geniş spektrumdan silah ithal<br />

etmeyi tercih etmektedir. Dahası, Rusya’nın<br />

sattığı silahlar yoluyla teknoloji transferine<br />

Amerikalı ve Avrupalı ülkelerden daha açık<br />

olduğu yönündeki algı, Türkiye’nin silah<br />

ithalatında Rusya’yı daha da cazip hale<br />

getirmektedir. 20<br />

18 Babali, Tuncay. “Implications of the Baku-Tbilisi-Ceyhan<br />

Main Oil Pipeline Project.” Perceptions, Journal of International<br />

Affairs (Center for Strategic Research by the Ministry of Foreign<br />

Affairs, Turkey) 10 (2005): 29-59.<br />

19 Erdogdu, Erkan. “Bypassing Russia: Nabucco project and<br />

its implications for the European gas security.” Renewable and<br />

Sustainable Energy Reviews 14, no. 9 (2010): 2936-2945.<br />

20 Aktürk, “Turkish-Russian Relations after the Cold War,<br />

1992-2002”.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

65


Şener Aktürk<br />

Rus dış politikasının altıncı ve belki de<br />

en önemli, tüm diğer ilkeleri kapsayarak<br />

kuşatan ana ilkesi, çok kutuplu bir<br />

dünya düzeninin tesisi ve devamının<br />

sağlanmasıdır. Bu hem Putin’in 2007’de<br />

Münih’te yaptığı konuşmada, hem de<br />

Medvedev’in 2008’de Berlin’de yaptığı<br />

konuşmada son derece açık ve çekincesiz<br />

bir şekilde ifade edilmiştir. Rusya, eski<br />

Sovyet cumhuriyetlerinin bazılarıyla<br />

yukarıda da bahsi geçen Ortak Güvenlik<br />

Antlaşması Organizasyonu’nu, Türkiye<br />

başta olmak üzere Karadeniz çevresindeki<br />

ülkelerle Blackseafor (Karadeniz Gücü)<br />

organizasyonu ve önemlisi de Çin’in<br />

önderliğinde Şanghay İşbirliği Örgütü’nü<br />

kurmuştur. 21<br />

Bu örgütlerin her biri<br />

ABD liderliğindeki tek kutuplu dünya<br />

düzenine alternatif oluşturmak üzere<br />

düşünülmüş askeri güvenlik işbirliği<br />

teşkilatlarıdır. Türkiye’nin dış politika<br />

hedefleri, Rusya’nın bu en önemli dış<br />

politika ilkesiyle uyum içindedir. Türkiye<br />

de, Rusya gibi, dünyanın tek kutuplu ve<br />

hiyerarşik bir yapıda düzenlenmesini değil,<br />

gitgide içinde Türkiye gibi yükselen orta<br />

boy güçlerin de yer aldığı çok kutuplu<br />

bir dünya düzenini tercih etmektedir.<br />

Türkiye’nin D-8, Karadeniz Ekonomik<br />

İşbirliği Teşkilatı, Blackseafor gibi alternatif<br />

siyasal, ekonomik ve askeri işbirliği<br />

teşkilatlarında kurucu üye olması, yanısıra<br />

G-20 ve İslam Konferansı örgütü gibi tek<br />

kutuplu dünyaya aykırı oluşumları da öne<br />

çıkarması, bir yandan da Şanghay İşbirliği<br />

Örgütü gibi Çin-Rus ekseninde kurulmuş<br />

bir teşkilata da temkinli bir sempati ifade<br />

21 Amb rosio, Thomas. “Catching the ‘Shanghai spirit’: how the<br />

Shanghai Cooperation Organization promotes authoritarian<br />

norms in Central Asia.” Europe-Asia Studies 60, no. 8 (2008):<br />

1321-1344.<br />

etmesi, Türkiye’nin çok kutuplu dünya<br />

hedefine yönelik somut tavır ve hareketleri<br />

arasında sayılabilir. Türkiye ve Rusya’nın<br />

çok kutuplu dünya hedefine yönelik en<br />

somut ortak hareket dönemi, 20<strong>03</strong> yılında<br />

başlayan ABD’nin Irak işgali süresince<br />

yaşanmıştır. Türkiye ve Rusya savaşın en<br />

açık ve etkili karşıtları arasında yer almış,<br />

Rusya BM Güvenlik Konseyi aracılığıyla,<br />

Türkiye de ABD askerlerinin topraklarını<br />

kullanarak Irak’ı kuzeyden işgal etmesine<br />

izin veren tezkereyi reddederek, Irak işgali<br />

projesine somut engeller çıkarmıştır.<br />

Rus dış politikasının yedinci önemli<br />

ilkesi ise Çeçen ayrılıkçılığına doğrudan<br />

veya dolaylı yoldan herhangi bir destek<br />

veren ülkelere karşı çıkarak bu desteğin<br />

kesilmesini sağlamaktır. Hatta Rusya<br />

uzmanı bir araştırmacıya göre, “Putin<br />

için, onun liderliğinin alamet-i farikasının<br />

Çeçen sorununu çözmek konusundaki<br />

kararlılığı olduğu söylenebilir.” 22<br />

Putin,<br />

2000 yılında ilk defa seçildiğinde de<br />

popülaritesini başlattığı İkinci Çeçen<br />

Savaşının başarısına borçluydu ve birinci<br />

savaşın aksine bu ikinci savaş “çoğu Rus<br />

tarafından hem gerekli ve hem de başarılı<br />

olarak görülüyordu.” 23<br />

Putin’in iktidara<br />

geldiği andan itibaren Çeçen sorunu<br />

çözmeyi kendi kişisel tarihi misyonu<br />

olarak gördüğünü açıkça ifade etmiştir.<br />

“İktidara geldiğinde (verdiği bir mülakatta)<br />

Putin, ‘benim misyonum, benim tarihi<br />

misyonum—evet bu kulağa kibirli geliyor<br />

ama doğru—Kuzey Kafkasya’daki durumu<br />

çözmektir’ (demiştir).” 24<br />

Rus karşıtı Çeçen<br />

22 Dannreuther, “Russia and the Middle East,” p.546.<br />

23 Ibid, p.546; and, Rutland, Peter. “Putin’s Path to Power.” Post<br />

Soviet Affairs 16, no. 4 (2000): 313-354.<br />

24 Dannreuther, “Russia and the Middle East,” p.546.<br />

66<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

“<br />

Rusya’nın Azerbaycan,<br />

Gürcistan ve Moldova’nın<br />

toprak bütünlüğünü karşı<br />

fiili durumlara askeri, siyasi,<br />

ekonomik ve diplomatik destek<br />

vermesi normatif açısından son<br />

derece sorunludur.<br />

direnişinin pekçok lideri Türkiye’de,<br />

Arap ülkelerinde ve Avusturya’da<br />

öldürülmüştür. 25<br />

Bazı araştırmacılara göre<br />

Rusya’nın İslam ülkeleriyle kurduğu yakın<br />

ilişkilerin ardındaki sebep bu ülkelerdeki<br />

İslamcı tepkinin Çeçenistan üzerine<br />

çekilmemesini sağlamaktır. 26<br />

Bu stratejinin<br />

de görece başarı kazandığı söylenebilir.<br />

Türkiye’nin de Rusya’nın bu ilkesiyle uyum<br />

içinde hareket ettiği söylenebilir. Türkiye<br />

resmi düzeyde hiçbir şekilde Çeçen<br />

ayrılıkçılığına yardım yapmadığı gibi, bazı<br />

ayrılıkçı liderlerin Rusya’ya iadesini de<br />

sağladığı görülmektedir. Buna mukabil,<br />

Rusya da Türkiye’deki Kürt ayrılıkçılığına<br />

karşı açık bir tavır alarak Türkiye’nin<br />

desteğine bir anlamda karşılık vermiştir.<br />

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında<br />

Suriye’den kaçışının müteakip Moskova’ya<br />

gidişi ve fakat Rusya’da barınmasına<br />

müsaade edilmeyerek Rusya’dan çıkmak<br />

zorunda kalması Türk-Rus ilişkilerinde<br />

25 C. J. Chivers, “Critic of Chechen President Is Killed in Exile<br />

in Vienna,” New York Times, January 13, 2009; Stefan Berg and<br />

Matthias Schepp, “Russia Hunts Down Chechen Terrorists<br />

Abroad,” Spiegel Online International, September 27, 2011,<br />

.<br />

26 Dannreuther, “Russia and the Middle East.”<br />

ayrılıkçılığa karşı ortak işbirliği konusunda<br />

en önemli bir dönüm noktası olarak kabul<br />

edilmektedir. 27<br />

Tarihsel olarak Rusya, Çarlık<br />

ve Sovyet dönemi de dahil olmak üzere<br />

Ortadoğu’da Kürt ayrılıkçı hareketlerinin<br />

önemli bir destekçisi olduğu halde, 28<br />

1990’ların sonundan itibaren bu desteğini<br />

kademeli olarak düşürmüştür.<br />

Rusya ve Türkiye arasındaki<br />

Güç Dengesi, 2000-2012<br />

Bütün bu ortak işbirliği ve çatışma<br />

alanlarına rağmen Türk-Rus ilişkileri<br />

1992-2002 döneminde nispeten problemli<br />

bir noktadan ‘stratejik ortaklık’ olarak<br />

tanımlanan muazzam bir işbirliğine<br />

evrilmiş, buna mukabil 2002-2012<br />

döneminde ise bu ‘stratejik ortaklık’ bazı<br />

sorunlar yaşamaya başlamış, en son 2008-<br />

2012 döneminde ise 2008’deki Rus-Gürcü<br />

savaşı ve 2011’de başlayan Suriye iç savaşı<br />

vesilesiyle iki ülkenin desteklediği karşıt<br />

silahlı gruplar üzerinden dolaylı çatışmaya<br />

dönüşmüştür. Türk-Rus ilişkilerindeki bu<br />

gözle görülür dönemsel değişikliklerin<br />

sebepleri nelerdir<br />

Rusya ve Türkiye arasındaki ekonomik<br />

ve askeri güç dengesindeki değişiklikler<br />

Türk-Rus ilişkilerinin gidişatını belirleyen<br />

en önemli etkendir. Yeni Gerçekçi<br />

(Neorealist) bakış açısına göre ülkelerin<br />

gücünün başlıca ölçütü aktif askeri güç,<br />

ama aktif askeri gücün de temelinde yatan<br />

27 Sezer, Duygu Bazoğlu. “Turkish‐Russian relations: The<br />

challenges of reconciling geopolitical competition with<br />

economic partnership.” Turkish Studies 1, no. 1 (2000): 59-82.<br />

28 Reynolds, Michael A. Shattering Empires: The Clash and<br />

Collapse of the Ottoman and Russian Empires 1908-1918.<br />

New York: Cambridge University Press, 2011.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

67


Şener Aktürk<br />

ekonomik güçtür. Çünkü bir ülkenin<br />

ekonomik büyüklüğü, onun potansiyel<br />

askeri gücünü gösterir. Ekonomik güç,<br />

ihtiyaç olduğu takdirde askeri güce<br />

çevrilebildiği için ekonomik güç için<br />

‘potansiyel askeri güç’ demek de doğrudur.<br />

Dolayısıyla, Rusya ve Türkiye’nin<br />

birbirlerine karşı görece potansiyel gücünü<br />

tespit etmek için karşılaştırılması gereken<br />

ilk veri Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) ile<br />

ölçülen ekonomik büyüklüktür.<br />

Rusya ve Türkiye’nin GSMH’sini<br />

karşılaştırmalı olarak incelediğimizde, 2000<br />

yılında Türkiye’nin ekonomik<br />

büyüklüğünün Rusya’yla neredeyse eşit<br />

olduğu bir noktadan, 2012 yılında<br />

Rusya’nın ekonomik büyüklüğünün<br />

Türkiye’nin iki katında fazla olduğu bir<br />

noktaya gelindiği çok açık bir şekilde<br />

görülmektedir (Grafik 1). Dahası, Türkiye<br />

ve Rusya arasındaki ekonomik büyüklük<br />

açısından açılan makasta bir kırılma noktası<br />

tam da Rus-Gürcü savaşının gerçekleştiği<br />

ve Rusya tarafından kazanıldığı 2008<br />

yılıdır. 2008’de Rus ekonomisi Türk<br />

ekonomisinin iki katından fazla büyüklüğe<br />

ulaşmıştır.<br />

Grafik 1: Türkiye ve Rusya’nın GSMH’sinin Karşılaştırması,<br />

2000-2012<br />

Kaynak: Dünya Bankası verileri kullanılarak yazar tarafından<br />

derlenmiştir. 29<br />

29 World Bank, .<br />

Tam da Rusya’nın gücünün zirvesinde<br />

olduğu böyle bir yılda Gürcistan’la<br />

savaşa girerek Güney Osetya’yı belki de<br />

geri dönüşü olmaksızın Gürcistan’dan<br />

koparması, Türkiye’nin onardığı bir takım<br />

yol ve havaalanları da dahil başkent Tiflis<br />

yakınlarındaki bazı tesisleri bombalayacak<br />

kadar Güney Kafkasya’nın içinde<br />

ilerlemesi, Türkiye’yi haklı olarak tedirgin<br />

etmiş olmalıdır.<br />

Soğuk Savaş’ın bitişinden bu yana ilk defa<br />

2008 yılındaki Rus-Gürcü savaşı sırasında<br />

Türkiye tekrar Rusya’nın potansiyel bir<br />

komşu ve dolayısıyla sınırlarına dayanmış<br />

bir askeri tehdit olabileceğini görmüş<br />

ve geçmiş yüzyılların tehdit algısı kısa<br />

süreli de olsa tekrar gündeme gelmiştir.<br />

Burada önemle belirtmek gerekir ki, Rusya<br />

ve Türkiye arasında başka bir bağımsız<br />

devletin olması, somut olarak söylemek<br />

gerekirse Gürcistan’ın bağımsız bir devlet<br />

olarak varlığı Türk-Rus ilişkilerinin barış<br />

ve işbirliği içinde gelişmesinin olmazsa<br />

olmazı, yani en önemli önkoşuludur. Çünkü<br />

Rusya ve Türkiye arasında Gürcistan gibi<br />

başka bir bağımsız devlet var olmadığı<br />

sürece, Rusya Türkiye’ye doğrudan komşu<br />

olacak, Rusya Türkiye’ye doğrudan komşu<br />

olduğu takdirde de neredeyse otomatik<br />

olarak Türkiye Rusya gibi kendisinden çok<br />

daha geniş, zengin ve askeri açıdan güçlü<br />

bir devletten tehdit algılayacaktır. Yanlış<br />

anlaşılmaması için bu değerlendirmemin<br />

kesinlikle bir ülke olarak Rusya’ya özel<br />

bir değerlendirme olmadığı, tamamen<br />

(Yeni Gerçekçi) kuramsal çerçeveden<br />

stratejik dengeye yaklaştığım için, Rusya<br />

yerinde başka herhangi bir büyük devlet<br />

de (ABD, Çin, vs.) Türkiye’nin doğrudan<br />

komşusu olsa Türkiye’nin o ülkeden tehdit<br />

algılayacağını iddia ediyorum. Nitekim<br />

ABD’nin Irak’ı fiilen işgal ettiği 2000’li<br />

68<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türk-Rus İlişkilerinin Realist Bir Değerlendirmesi,<br />

2002-2012: Zirveden Dibe mi<br />

yıllar boyunca Türkiye’de stratejik düşünen<br />

pekçok kesim gerçekten ABD’ye yönelik<br />

bir askeri tehdit algılamasına gitmiş ve<br />

bunun sonucu olarak Türk-Amerikan<br />

ilişkileri gözle görülür ölçüde bozulmuştur.<br />

Rusya’nın Suriye iç savaşına tekabül eden<br />

2011 yılında da Türkiye ile arasındaki<br />

ekonomik makası bir hayli açtığı, bu sefer<br />

de Türkiye’nin Suriye’deki Rus askeri varlığı<br />

(Tartus deniz üssü) ve desteği üzerinden<br />

güneyden bir tehdit algısı oluşturduğu<br />

söylenebilir.<br />

GSMH’ye ek olarak kişi başına düşen<br />

gelir karşılaştırmasına gidildiğinde<br />

görülmektedir ki Türkiye’de kişi başına<br />

düşen gelir seviyesi 2008 yılına dek hep<br />

Rusya’nın ilerisinde olmuş, fakat bu yılda<br />

Rusya Türkiye’nin önüne geçmiştir (Grafik<br />

2). Stratejik denge açısından kişi başına<br />

düşen gelir GSMH’ye göre daha önemsiz<br />

bir faktör olduğu halde, vatandaşların<br />

gelir seviyesinin nispeten yüksek<br />

olması, o devletin halkının ihtiyaçlarını<br />

fazlasıyla kısıtlamadan askeri harcamalara<br />

aktarabileceği kaynağın daha fazla olması<br />

sonucunu da beraberinde getirdiği için yine<br />

de önemli bir veridir.<br />

Son tahlilde askeri gücün de kaynağı<br />

olan bu ekonomik verileri bir kenara<br />

bırakarak doğrudan aktif askeri gücün<br />

karşılaştırmasına geçtiğimizde de benzer<br />

bir tabloyla karşılaşıyoruz. Gerçekten<br />

de 1990’lı yılların sonunda Rusya’nın<br />

ve Türkiye’nin ordularındaki aktif asker<br />

sayısı arasındaki makas neredeyse<br />

tamamen kapanmış, 1999 yılı itibariyle<br />

Türk ordusundaki 800 bin askere karşın<br />

Rus ordusunda da sadece 900 bin asker<br />

bulunmaktadır (Grafik 3). Oysa 2000<br />

yılı bir dönüm noktası olmuş, Rus<br />

ordusunun mevcudu göreceli olarak<br />

artarak bir milyonun üzerine çıkarken Türk<br />

ordusunun mevcudu yarım milyona inmiş<br />

ve ekonomik verilerde olduğu gibi askeri<br />

mevcutta da Türkiye ve Rusya arasında iki<br />

misli bir fark ortaya çıkmıştır.<br />

Grafik 3: Türk ve Rus Ordularının Karşılaştırması, 1997-2007<br />

Kaynak: Correlates of War Project kaynakları kullanılarak yazar<br />

tarafından derlenmiştir. 31<br />

Grafik 2: Türkiye ve Rusya’da Kişi Başına Düşen Gelir<br />

Karşılaştırması, 2000-2011<br />

Kaynak: Dünya Bankası verileri kullanılarak yazar tarafından<br />

derlenmiştir. 30<br />

30 World Bank, .<br />

Askere mevcuttaki niceliksel değişim<br />

kadar ve hatta daha da önemli olan<br />

elbetteki bu askeri gücün etkinliğine ilişkin<br />

algılamadaki değişimdir. Burada da en<br />

önemli gösterge Türk ve Rus ordularının<br />

kendi ülkeleri içindeki ayrılıkçı güçlere<br />

karşı yaptıkları operasyonlardaki görece<br />

başarılarının karşılaştırılmasıdır. 1999 sonu<br />

31 .<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

69


Şener Aktürk<br />

itibariyle Türkiye, son derece kalabalık,<br />

en az dört bölge ülkesine yayılmış, pekçok<br />

başka uluslararası desteğe de sahip PKK’yı<br />

askeri olarak tamamen mağlup etmiş<br />

ve PKK liderini yakalayarak hapse atmş<br />

muzaffer bir devlet görüntüsü veriyordu.<br />

İzleyen beş yıllık sürede de ayrılıkçı<br />

terör durma noktasına gelmişti. Oysa<br />

1999 sonu itibariyle Rusya, bir milyon<br />

nüfuslu Çeçenistan’da ayrılıkçı güçlere<br />

karşı mağlup olmuş ve Çeçenistan’da<br />

ayrılıkçıların kurduğu bağımsız bir devletin<br />

fiilen varlığını kabul ettiği bir anlaşmaya<br />

(Hasavyurt Anlaşması) imza koymuş<br />

mağlup bir devletti. İki ülke arasında bu<br />

konuda çarpıcı bir başarı farkı vardı.<br />

Oysa 2000’li yılların sonuna geldiğimizde<br />

bu resim tersine dönmüş gibidir. Rusya<br />

Çeçenistan’ın tam anlamıyla hakimiyetine<br />

girdiğini ve bu bölgedeki terör karşıtı<br />

operasyonların bile, artık gerek kalmadığı<br />

için, sona erdiğini ilan eden bir ülke haline<br />

gelmiş, buna mukabil Türkiye teröre karşı<br />

son on yılın en ağır kayıplarını verdiği bir<br />

döneme girmiştir. Dolayısıyla iki ülkenin<br />

askeri güçlerinin etkinliği konusundaki<br />

niteliksel algının da değiştiğini söylemek<br />

mümkündür. Kısaca özetlemek gerekirse,<br />

2000’li yılların bilhassa sonuna doğru,<br />

Rusya’nın Türkiye’ye karşı gerek ekonomik<br />

büyüklük gerekse askeri gücü niceliksel<br />

ölçütleri ve niteliksel algısı üzerinde ciddi<br />

bir üstünlük sağladığı ve aradaki farkı<br />

açtığını görüyoruz. Böyle bir durumda<br />

ekonomik ve askeri yönden daha zayıf<br />

olan tarafın güçlü olan taraftan gelecek bir<br />

tehdit algısı geliştirmesi ve bunun sonucu<br />

olarak ilişkilerin bozulması hiç de şaşırtıcı<br />

değildir. Kaldı ki, gerek Gürcistan’da<br />

2008 yılında gerekse Suriye’de 2011<br />

yılından başlayarak, Rusya’nın Türkiye<br />

taraftarı hükümet ve gruplara karşı silahlı<br />

müdahalelere doğrudan ve dolaylı olarak<br />

destek vermesi de Türk-Rus ilişkilerinin<br />

bozulmasına katkıda bulunmuştur. Sonuç<br />

olarak, bu makale boyunca anlatılmaya<br />

çalışıldığı üzere Türk-Rus ilişkilerinin<br />

seyri, en başta siyasal ve ekonomik verilere<br />

dayanarak Yeni Gerçekçi bir bakış açısıyla<br />

tatminkar bir şekilde açıklanabilir. Buna<br />

mukabil, diğer eserlerinde de vurguladığım<br />

gibi, Yeni Gerçeklik’e rakip paradigmalar<br />

(liberal, ticari, kurumsalcı, demokratik<br />

barış, inşacı, vs.) Türk-Rus ilişkilerini<br />

açıklamakta yetersiz kalmaktadır. 32<br />

32 Aktürk, Şener. “Turkish–Russian Relations after the Cold<br />

War (1992–2002).” Turkish Studies 7, no. 3 (2006): 337-364.<br />

70<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye ve Arap Baharı:<br />

Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />

TÜRKİYE VE ARAP BAHARI:<br />

TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU<br />

POLİTİKASINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER<br />

Doç. Dr. Şaban Kardaş, TOBB Üniversitesi Öğretim Üyesi, HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

Orta Doğu geçtiğimiz iki yıl boyunca<br />

bir dönüşüm sürecine girmiş ve bölgesel<br />

aktörleri yurt dışı politikalarını yeniden<br />

tanımlamaya zorlamıştır. 2010 yılının<br />

sonlarındaki olayların başlangıcından bu<br />

yana ise Türk hükümeti Arap Baharı’nı<br />

pozitif yönde kavramsallaştırmıştır.<br />

Genel bakış açısı, çeşitli gösteriler<br />

ve ayaklanmaların bölgede dönüşüm<br />

için aşağıdan yukarıya doğru bir talep<br />

olduğu yönünde olmuştur. Bu, sıradan<br />

Arap halkının gerçek arzusudur ve<br />

Türkiye’nin desteğini hak etmiştir.<br />

Açıkça görülmektedir ki Tunus, Mısır<br />

veya Libya gibi bölgedeki demokratik<br />

rejimlerin nihai yükselişi Türkiye için<br />

memnun edici gelişmelerdir ve Türkiye’nin<br />

Orta Doğu politikalarında uzun vadede<br />

pozitif sonuçlar üretmesi muhtemeldir.<br />

Ancak demokratik rejimlerin geçiş<br />

süreçleri ve konsolidasyonunun zorlayıcı<br />

olacağı ve Türkiye için çeşitli güvenlik<br />

riskleri doğuracağına dikkat edilmesi<br />

gerekmektedir. Suriye’deki ayaklanma ve<br />

akabinde meydana gelen çatışma şimdiden<br />

Türkiye’nin bölgesel menfaatleri açısından<br />

doğrudan problem oluşturmaya başlamıştır,<br />

ancak Arap Baharının etkileri doğrudan<br />

oluşan güvenlik risklerinden çok daha<br />

derine gitmektedir.<br />

Bölgesel dönüşüm kaçınılmaz bir şekilde<br />

Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünün<br />

gözden geçirilmesini gerektirmektedir ve<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

71


Şaban Kardaş<br />

“<br />

Bölgesel dönüşüm kaçınılmaz bir şekilde<br />

Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolünün gözden<br />

geçirilmesini gerektirmektedir ve Ankara<br />

şimdiden bölgesel politikalarında önemli<br />

değişiklikler başlatmıştır.<br />

Ankara şimdiden bölgesel politikalarında<br />

önemli değişiklikler başlatmıştır. Bu yazıda,<br />

dört tamamlayıcı sürece odaklanarak söz<br />

konusu dönüşümleri analiz edeceğim:<br />

Türkiye’nin Orta Doğu jeopolitik<br />

hesaplamalarına yönelik eğilimi, demokrasi<br />

konusunun giderek artan bir şekilde altının<br />

çizilmesi, tehditlerin değişen doğası ve<br />

Türkiye’nin Batıyla olan bağlarını yeniden<br />

tanımlaması. Söz konusu dönüşümleri bir<br />

bağlam içerisine oturtmak için Türkiye’nin<br />

Arap Baharı öncesinde Orta Doğu’daki<br />

görevini nasıl kavramsallaştırabileceğimiz<br />

konusunda kısa bir açıklamayla<br />

başlayacağım.<br />

Bölgesel bir güç olarak Türkiye<br />

Arap Baharı’nın Türkiye’nin bölgesel<br />

politikaları üzerindeki etkilerini<br />

kavrayabilmek için Türkiye’nin Orta<br />

Doğu’da üstlendiği rol hakkındaki<br />

algılamaların kısa kavramsal açıklamalarıyla<br />

başlamak faydalı olacaktır. Arap<br />

Baharı öncesinde, özellikle 2008-2010<br />

yıllarında Türkiye’nin dış politikası<br />

konusundaki görüşler proaktivizm<br />

terimine odaklanmış durumdaydı.<br />

Yalnızca Türkiye’de değil aynı zamanda<br />

Batı ve Orta Doğu ülkelerinde de proaktif<br />

Türk dış politikasının anlaşılması için<br />

uygun bir etiket bulunmaya çalışılıyordu.<br />

Çok sayıda araştırmacı Türkiye’nin dış<br />

politikasını tanımlayabilmek amacıyla<br />

“neo-Ottomanizm” veya “sıfır sorunlu dış<br />

politika” gibi farklı isimler kullanıyordu.<br />

Benim bakış açıma göre “bölgesel güç”<br />

terimi Türkiye’nin bölgede oynamak<br />

istediği rolü en iyi tanımlayan terim.<br />

Aslında Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü,<br />

yürütülen eylemleri Türkiye etrafında<br />

merkezleşmesi ümit edilen bir bölgesel<br />

düzen oluşturma ve Orta Doğu’da<br />

bölgesel entegrasyon sürecini tetikleme<br />

çabaları olarak gördüğümüzde daha iyi<br />

anlaşılabilecektir.<br />

Arap Baharından önceki birkaç yılda,<br />

Türkiye Güneydeki komşularıyla<br />

bağlarını güçlendirmiş ve bu ülkelerle<br />

daha iyi ekonomik ve siyasal ilişkiler<br />

kurmak için çaba sarf etmiştir. Batıdaki<br />

çoğu insan, özellikle Amerikalı beyin<br />

takımı Türkiye’nin Batıdan uzaklaştığını,<br />

Avrupa’ya yüz çevirdiğini ve Orta Doğuya<br />

doğru eğilim gösterdiğini ileri sürmüştür.<br />

Ancak bu Türkiye’nin hedeflerinin doğru<br />

bir ifadesi değildir. Türkiye’nin eylemleri<br />

daha çok bölgesel aktörlerle yakın işbirliği<br />

sayesinde bölgesel entegrasyonu tetikleme<br />

çabası şeklinde gerçekleşmiştir. Türkiye’nin<br />

bölgesel entegrasyon çabaları dünyanın<br />

diğer bölgelerindeki süreçlere benzerdir.<br />

Türkiye içinde bulunduğu bölgede hem<br />

ekonomik hem de siyasi alanda bölgesel<br />

mekanizmaları başlatmak için büyük<br />

çaba sarf etmektedir. Türkiye’nin Arap<br />

Baharı öncesindeki Orta Doğu Politikası<br />

Türkiye’nin bölgesel entegrasyon sürecinin<br />

merkezinde olmasını ve bölgedeki olayların<br />

gidişatını şekillendirecek şekilde özerk<br />

ve bağımsız politikalar geliştirecek bir<br />

pozisyonda yer almasını öngörüyordu.<br />

72<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye ve Arap Baharı:<br />

Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />

“<br />

Benim bakış açıma göre<br />

“bölgesel güç” terimi<br />

Türkiye’nin bölgede oynamak<br />

istediği rolü en iyi tanımlayan<br />

terim.<br />

Arap Baharıyla ilişkili gelişmeler<br />

Türkiye’nin bölgesel politikaları ve<br />

Orta Doğu’da entegrasyon girişimleri<br />

karşısında eşsiz bir imtihan oluşturmuştur.<br />

Geçtiğimiz iki yıl içerisinde meydana<br />

gelen olaylar Orta Doğu’daki bölgesel<br />

düzenin zayıflıklarını ve sınırlarını gözler<br />

önüne sermiş ve Türkiye’nin burada<br />

bölgesel seviyede çözümler başlatma<br />

yönündeki beceri ve kapasitesini daha iyi<br />

değerlendirmek üzere bir imtihan haline<br />

gelmiştir.<br />

Orta Doğu düzeninin dönüşümü<br />

ve Türkiye’nin güvenliği<br />

konusundaki sorunlar<br />

Orta Doğu’da MENA ve dolayısıyla<br />

Türkiye’nin dış politikasını dönüştüren en<br />

az dört adet önemli süreç bulunmaktadır.<br />

Orta Doğu jeopolitik<br />

hesaplamalara eğilim<br />

İlk olarak, Türkiye giderek artan bir şekilde<br />

Orta Doğru jeopolitik hesaplamalarına<br />

ve sürekli değişen güç dengelerine<br />

yönelmektedir. Orta Doğu’daki sorunlar ve<br />

hesaplar Türkiye’nin yabancı politikasında<br />

giderek daha fazla telaffuz edilmektedir.<br />

Türkiye’nin bölgeyle daha fazla ilgilenmeye<br />

başlamasının Batıyla olan iletişimi<br />

üzerindeki etkilerinin doğru şekilde<br />

açıklanması gerekmektedir. Türkiye’nin<br />

yabancı politikasının Orta Doğu’daki<br />

gelişmelerle meşgul olduğu ölçüde,<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

73


Şaban Kardaş<br />

Batıda Türkiye’nin AB’ye gösterdiği ilgi<br />

ve menfaatlerinin azaldığı yönünde bir<br />

algılayış meydana gelmektedir. Örneğin,<br />

özellikle Avrupa Komisyonu’nun<br />

Türkiye’nin AB üyelik sürecindeki<br />

gelişmeleri hakkında yayınlandığı son<br />

rapordan sonra, Avrupa merkezlerinde<br />

Türkiye Avrupa entegrasyonunu sürdürme<br />

konusundaki ilgisi ve kararlılığını<br />

kaybetmiş bir ülke olarak öne çıkmaktadır.<br />

Orta Doğu’ya yönelik eğilim ve Avrupa<br />

entegrasyonu konusundaki gecikmeler<br />

arasında rastlantısal bir bağ veya bir sebep<br />

sonuç ilişkisi olup olmadığı analitik bir<br />

bakış açısıyla ele alınabilir, ancak politika<br />

açısından bakıldığında, söz konusu algılayış<br />

şekli Türkiye’nin Batıda ele alması gereken<br />

bir konudur.<br />

Orta Doğu bağlamında ele alındığında,<br />

Türkiye politikalarını hızlı şekilde değişen<br />

yerel dinamikler ve ittifaklara göre yeniden<br />

düzenlemektedir. Türkiye gerçekleşen<br />

olaylar nedeniyle Irak, İran veya Suriye<br />

gibi yerlerde de olduğu<br />

gibi, pozisyonunu<br />

kısa aralıklarla<br />

düzenlemek zorunda<br />

kalmaktadır. Bu değişen<br />

pozisyonlar Türkiye<br />

için önemli maliyetler<br />

oluşturmaktadır, çünkü<br />

Türkiye’nin sürdürdüğü<br />

yeni politikalardan bazıları<br />

komşularıyla ihtilaf<br />

içerisinde olmasına neden<br />

olmuştur. Örneğin, Irak,<br />

İran ve Suriye ile karşılıklı<br />

olarak sürdürdüğü<br />

politikalar Irak ve<br />

İran hükümetleriyle<br />

“<br />

Türk hükümeti<br />

Orta Doğu’daki<br />

gelişmeleri Arap<br />

halkının demokrasi<br />

ve daha iyi yönetim<br />

konusunda gerçek<br />

ve aşağıdan yukarı<br />

yönlü talebinin bir<br />

yansıması olarak<br />

ele almıştır.<br />

anlaşmazlığa neden olmuş, Suriye<br />

ile diplomatik ilişkilerin kırılmasıyla<br />

sonuçlanmıştır. Örnek olarak, bundan<br />

iki yıl önce İran ile iyi ilişkiler içerisinde<br />

olmasına rağmen, bugün Türkiye-İran<br />

ilişkilerinin yeni bir ihtilaf aşamasına<br />

girdiğini görüyoruz. Orta Doğu’da<br />

değişen dinamikler Türk diplomasisini<br />

de değiştirmesi dolayısıyla, Türkiye’nin<br />

bölgedeki yeni yabancı politikası için daha<br />

iyi açıklamalar öne sürmesi gerekmektedir.<br />

Demokrasinin daha fazla<br />

altının çizilmesi<br />

İkinci süreç bölgede giderek belirginleşen<br />

demokrasi kavramı ve Türkiye’nin<br />

dış politikasındaki retorik araç kiti<br />

görüntüsüdür. Arap Baharı olgusuna<br />

getirilen farklı açıklamalar bulunmaktadır,<br />

ancak bunların birçoğu ayaklanmaların<br />

temel itici gücü olarak daha iyi yönetime<br />

yönelik popüler talebe vurgu yapmaktadır.<br />

Söz konusu talepler bazı ülkelerde<br />

rejime neden olmuş ve bazılarında kısmi<br />

reformları tetiklemiş olsa<br />

da, Suriye’de bu sürecin<br />

bir iç savaşa dönüşme riski<br />

bulunmaktadır.<br />

Türk hükümeti Orta<br />

Doğu’daki gelişmeleri Arap<br />

halkının demokrasi ve daha<br />

iyi yönetim konusunda<br />

gerçek ve aşağıdan<br />

yukarı yönlü talebinin<br />

bir yansıması olarak ele<br />

almıştır. Türkiye, bölge<br />

halklarının yöneticilerinden<br />

demokrasi ve eşit muamele<br />

talep ettikleri için<br />

desteklenmeleri gerektiğini,<br />

74<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye ve Arap Baharı:<br />

Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />

çünkü bunların tüm milletlerin herhangi<br />

bir engel olmaksızın hak ettiği evrensel<br />

normlar olduğunu savunan bir pozisyon<br />

almıştır. Burada Türkiye, Türk halkının<br />

kendi ülkesinde demokratik haklardan istifa<br />

ettiğini ve Türk hükümetinin yerel olarak<br />

bu talepleri karşıladığını, bu nedenle Türk<br />

hükümetinin kendi ülkelerinde aynı haklar<br />

için ayaklanan bölge halklarının arkasında<br />

duracağını belirtmesiyle oldukça stratejik<br />

bir karar almıştır. Türkiye’nin geleneksel<br />

olarak demokrasinin desteklenmesi yönünde<br />

bir politikası olmadığı hatırlanacak olursa,<br />

bu Türkiye için devrim niteliğinde bir<br />

adımdır. Türkiye’nin demokratik nitelikleri<br />

Batı tarafından sorgulanmıştır - ve şu<br />

anda da belirli bir seviyede sorgulanmaya<br />

devam etmektedir - ve Türkiye resmi olarak<br />

yurtdışında demokrasinin desteklenmesi<br />

yönünde bir politikadan kaçınmıştır.<br />

Ancak Arap Baharıyla birlikte Türkiye’nin<br />

kendisini demokratik hareketleri<br />

destekleyen bir aktör olarak ön plana<br />

çıkardığını görüyoruz. Türk bakış<br />

açısındaki bu önemli dönüşümün yabancı<br />

politika oryantasyonu konusunda da<br />

yansımaları bulunmaktadır. Sürdürülecek<br />

belirli politikalar konusunda yaşanan<br />

anlaşmazlıklara rağmen, Avrupalı aktörler<br />

ve ABD de, Libya ve Suriye’de halkın<br />

demokrasi talebini destekleme kararı<br />

alarak ve rejim değişikliği konusunda baskı<br />

yaparak benzer bir pozisyon almışlardır.<br />

Söz konusu destek geç gelmiş de olsa,<br />

onlar da Türkiye gibi rejimlerin değil<br />

hakların tarafında olmayı tercih etmişlerdir.<br />

Arap halkının Orta Doğu’da demokratik<br />

taleplerine verdikleri tepkilerin altında<br />

yatan benzerlik, Türkiye’nin yurtdışı<br />

politikasının Orta Doğu’daki Batıya ait<br />

liberal tabancı politika anlayışına ne<br />

derece benzerlik gösterdiğinin altını<br />

çizmektedir. Özellikle Türkiye’nin Suriye<br />

ayaklanmalarında olduğu gibi egemenlik<br />

fikrini bir sorumluluk olarak benimsemesi,<br />

Batı liberal yabancı politika kültürünü ve<br />

aynı zamanda egemenliğin dokunulmazlığı<br />

fikrinin savunan Çin veya Brezilya<br />

gibi diğer yükselen güçlerden farkını<br />

vurgulamaktadır.<br />

Demokrasiyi savunan bu yeni yabancı<br />

politika ülkeyi İran ve belirli bir seviyeye<br />

kadar Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri<br />

ve aynı zamanda jeopolitik açıdan<br />

Rusya gibi aktörlerle anlaşmazlığa veya<br />

potansiyel ihtilafa sokmaktadır. Rusya Orta<br />

Doğu’daki gelişmeler konusunda oldukça<br />

kuşkucu bir bakış açısı geliştirmiştir.<br />

Özellikle Libya’daki acı deneyimleri<br />

sonrasında, Rusların kafasında Suriye<br />

ayaklanması konusunda bir takım soru<br />

işaretleri bulunmaktadır. Türkiye’nin<br />

olayları pro-demokratik bir talep olarak<br />

yorumlamasının aksine, Rusya gerçek bir<br />

demokratik hareket veya aşağıdan yukarıya<br />

doğru bir süreç gözlemlememektedir.<br />

Sonuç olarak Türkiye, Rusya ve İran’la<br />

karşılaştırıldığında denklemin farklı<br />

taraflarında yer almıştır.<br />

Demokratik değerlere vurgu yapılması<br />

“<br />

Orta Doğu’nun güvenli<br />

ortamını çevreleyen riskler ve<br />

belirsizlikler Türkiye için de<br />

önemli sorunlara yol açmaktadır.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

75


Şaban Kardaş<br />

Türkiye’nin yalnızca dış politikalarında<br />

değil aynı zamanda iç politikalarında da<br />

benzersiz zorluklara neden olmuştur. Türk<br />

hükümeti Orta Doğu’daki demokratik<br />

hareketleri kesin suretle destekleme kararı<br />

almıştır, ama bu politika bu denli kolay<br />

bir lokma değildir. Muhalefet partilerinin<br />

özellikle Suriye politikasında yaptığı<br />

güçlü eleştirilerle birlikte, hükümet söz<br />

konusu politikayı iç siyasette açıklamakta<br />

zorluklarla karşılaşmıştır. Türk halkının<br />

“<br />

Şii ve Sünni gruplar gibi dini<br />

kimliklerin siyasallaşması<br />

Orta Doğu’da Türkiye için<br />

diğer bir güvenlik sorununu<br />

oluşturmaktadır.<br />

bazı kesimleri ise Arap Baharının ardındaki<br />

güçler konusunda çeşitli şüphelere sahiptir<br />

ve hükümetin pozisyonunu tam olarak<br />

desteklememektedir.<br />

Tehditlerin değişen yapısı<br />

Orta Doğu’da gerçekleşmekte olan üçüncü<br />

büyük süreç ise Orta Doğu’daki tehditlerin<br />

değişen yapısıdır. Arap Baharı öncesinde<br />

Orta Doğu’nun sakin sayılabilecek<br />

ortamında, Türkiye proaktif Orta Doğu<br />

politikası ile paralel olarak ilgili rejimlerle<br />

birlikte çalışmıştır. O tarihlerde, bu<br />

ülkelerle meşruiyet ve otoritenin sağlanmış<br />

olduğuna ve anlaşmanın üzerlerine<br />

düşen bölümünü yerine getireceklerine<br />

inanarak işbirliği kurmuştur. Ancak Orta<br />

Doğu’daki dönüşüm süreci sırasında,<br />

uygun muhatapları belirlemek ve kendi<br />

taahhütlerini yerine getirmek üzere otorite<br />

ve kaynakları kumanda edip etmediklerini<br />

tespit etmek zor hale gelmiştir. Türkiye gibi<br />

dış aktörler için ortaya çıkan zorluk Orta<br />

Doğu’ya yönelik uzun vadeli stratejik bir<br />

vizyon sahibi olmaları durumunda, geçiş<br />

ülkelerindeki yetkin muhatapların tespit<br />

edilmesidir. Devam eden geçiş sürecinde<br />

tahmin edilemezlik ve belirsizlik hakimdir<br />

ve bu durum tüm bölgeyi emniyetsiz,<br />

hassas ve risklere açık hale getirmektedir.<br />

Orta Doğu’nun güvenli ortamını<br />

çevreleyen riskler ve belirsizlikler Türkiye<br />

için de önemli sorunlara yol açmaktadır.<br />

Örneğin, Suriye’deki durum Türkiye<br />

için doğrudan bir güvenlik problemi<br />

oluşturmaktadır, çünkü sınır hattına patlak<br />

veren iç savaşla ilgilenmesi gerekmektedir<br />

ve söz konusu durum hali hazırda<br />

mültecilerin Türkiye’ye akın etmesi ve<br />

sınırda silahlı çatışmaların yaşanmasıyla<br />

sonuçlanmıştır. Ancak bölgede etkileri<br />

dolaylı olarak hissedilebilecek diğer riskler<br />

de bulunmaktadır. Bu risklerden biri<br />

devletlerin mevcut sınırları ve bölgesel<br />

bütünlüklerinin bölgesel kargaşa sırasındaki<br />

zayıflık halinde tartışmaya açılabilecek<br />

olmasıdır, bu durum yalnızca Türkiye için<br />

değil aynı zamanda diğer aktörler için<br />

de benzersiz sorunlar teşkil etmektedir.<br />

Örneğin, mevcut ihtilaf derinleştikçe,<br />

Suriye’nin birleşik bir ülke olarak kalacağı<br />

veya dini veya etnik gruplar arasında<br />

bölüşüleceği sorusu da giderek artan bir<br />

şekilde ön plana çıkmaktadır. Diğer bir<br />

problem ise MENA’da ademi müdahale<br />

kuralını ilgilendirmektedir. Birleşmiş<br />

Milletler komutası altında Libya’da Batının<br />

gerçekleştirdiği müdahale sonrasında,<br />

76<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye ve Arap Baharı:<br />

Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />

Batı ülkelerinin insani gerekçeler sunarak<br />

müdahalede bulunuyor olması da bölgesel<br />

jeopolitik dengeleri karıştırabilir. Bu durum<br />

Çin ve Rusya tarafından da dile getirilen bir<br />

endişedir.<br />

Şii ve Sünni gruplar gibi dini kimliklerin<br />

siyasallaşması Orta Doğu’da Türkiye<br />

için diğer bir güvenlik sorununu<br />

oluşturmaktadır. Dini kimlikler siyasal<br />

çatışmalara dahil oldukça, daha ayırıcı<br />

nitelikte sonuçlara neden olabilmektedir.<br />

Buradaki risk Şii ve Sünni eyaletler ve<br />

gruplar söz konusu dini faktörler etrafında<br />

mobilize oldukça bölgedeki çatışmaların<br />

daha da büyümesine neden olabilecekleridir.<br />

Türkiye için bu gelişme benzersiz bir<br />

sorun teşkil etmektedir, çünkü Türkiye<br />

büyük çoğunluğu Sünni bir ülke olsa da<br />

Sünni kimliğini temel olan bir dış politika<br />

izlememektedir. Türkiye kendisini nötr<br />

bir güç olarak temsil etmeyi arzulamakta<br />

ve bu dini kimlik sınırlamalarının arasında<br />

sıkışmayı istememektedir. Bazen İran ve<br />

Suudi Arabistan veya Körfez ülkeleri Orta<br />

Doğu’daki dini gündemleri destekleyen<br />

iki güç olarak görülmektedir. Suriye<br />

çatışması dini dinamiklerin dikkatlerin<br />

Türkiye’ye yoğunlaşmasına neden olan en<br />

bariz vakadır. Ancak Türkiye kendi adına,<br />

Suriye ayaklanmasını desteklese dahi, bu<br />

desteğinin dini yakınlığın bir sonucu olarak<br />

algılanmasını istememektedir. Türkiye’nin<br />

yabancı politikasını Arap Baharının<br />

karşısında kati evrensel ilkeler temelinde<br />

savunması ve aynı zamanda dini tuzağa<br />

düşmemeyi başarması görülmemiş bir<br />

zorluk oluşturacaktır.<br />

Orta Doğu’da ortaya çıkan diğer bir<br />

güvenlik riski ise etnik kimliklerin giderek<br />

siyasallaşmasıdır. Dini kimliklere benzer<br />

şekilde etnik ayrışmalar da giderek<br />

artan bir şekilde ön plana çıkmakta ve<br />

vurgulanmaktadır. Örneğin, Suriye’de<br />

Kürt kesimi giderek daha önemli bir unsur<br />

haline gelmekte ve İran’daki gelişmelerle<br />

birlikte ele alındığında, bölgedeki etnik<br />

siyaset güvenlik ortamını tehlike altına<br />

sokmaktadır. Söz konusu yeni zorluklar<br />

ortaya çıktıkça, İran nükleer programı<br />

da Orta Doğu’daki diğer bir risk unsuru<br />

olmaya devam etmektedir. Söz konusu<br />

risk bir süredir ortadadır, ancak Suriye<br />

ayaklanmasıyla birlikte, İran nükleer<br />

probleminin getirdiği diplomatik gerilimin<br />

daha da arttığı ve Türkiye’yi ilgilendiren<br />

riskleri de güçlendirdiği görülmektedir.<br />

Türkiye’nin Batıyla olan<br />

bağlarını yeniden tanımlaması<br />

Türkiye’yi etkileyen dördüncü ve son süreç<br />

ise Türkiye’nin Batıyla ve özellikle ABD<br />

ile olan bağlarını yeniden tanımlamasıdır.<br />

Bu süreç bölgesel jeopolitikada bir takım<br />

etkilere sahip olmanın yanı sıra, Türkiye’nin<br />

Orta Doğu’ya yönelik vizyonunu<br />

da değiştirmektedir. Daha önce de<br />

vurgulandığı üzere, Türkiye Orta Doğu ile<br />

yakın entegrasyon aracılığıyla bölgesel bir<br />

düzen geliştirmeye çalışmıştır. İki yıl önce<br />

de Arap ayaklanmaları başladığında, ideal<br />

olarak Türkiye’nin Türkiye, İran, Suudi<br />

Arabistan veya Mısır gibi bölgesel güçlerin<br />

Libya, Suriye ve diğer çatışmaları ele<br />

almak üzere bir araya geldiğini görmekten<br />

memnun kalacağı beklenebilirdi. Ancak bu<br />

son iki yılda bunun mümkün olmadığı bariz<br />

bir şekilde ortaya çıkmıştır çünkü bölgesel<br />

ülkeler bölgesel sorunlara çözüm getirme<br />

konusunda birlikte çalışmalarını sağlayacak<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

77


Şaban Kardaş<br />

“<br />

Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı<br />

zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin<br />

de Orta Doğu’daki gelişmeleri ele almada<br />

yetersiz kaldığına dikkat edilmelidir.<br />

araçlar, mekanizmalar ve teşviklere sahip<br />

değildir.<br />

Şu anda Orta Doğu daha değişken<br />

bir hale geldikçe, Türkiye de kendi<br />

menfaatleri ve güvenliğini korumakla<br />

ilgilenmek zorunda kalmaktadır. ABD’nin<br />

Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak<br />

araçlara sahip olmasından ötürü Ankara<br />

Washington ile işbirliğine yönelmiştir.<br />

Asya ekseninin ABD menfaatlerinin<br />

bölgeden çekilmesine neden olacağı<br />

konusunda hala çözüme kavuşturulmamış<br />

bir anlaşmazlık bulunmasına rağmen, ABD<br />

hala bölgesel siyasi gelişmeler üzerinde<br />

karar verici bir etki yaratabilecek güçtedir.<br />

Arap Baharından önce Türk-Amerika<br />

karşılıklı ilişkisinde daha büyük farklılık<br />

bulunmaktaydı. Örnek olarak, İran’ın<br />

nükleer problemi konusunda Türkiye<br />

ABD tarafından desteklenen BM Güvenlik<br />

Konseyi kararına muhalif oy vermişti.<br />

Ancak bugün Türkiye İran ve Suriye<br />

konusunda ABD ile giderek artan bir<br />

beraberlik içerisinde hareket etmektedir.<br />

Son Tespitler<br />

Arap Baharı, Türkiye’nin güney sınırlarında<br />

istikrar ve refah kuşağı görevini görecek<br />

bir bölgesel düzen yaratma hedefini temel<br />

alan Orta Doğu politikası için önemli<br />

bir imtihan olmuştur. Türkiye ekonomik<br />

karşılıklı bağımlılık, yumuşak güç,<br />

diploması, aracılık ve taahhüt politikaları<br />

gibi çeşitli liberal araçlar kullanarak Orta<br />

Doğu’ya nüfuz etme yönünde proaktif bir<br />

yabancı politika takip etmiştir. Özellikle<br />

bölgesel aktörlerin bir araya gelerek kendi<br />

sorunlarına çözümler üretebilecekleri<br />

bölgesel tasarruf fikrini güçlendirmeyi<br />

hedeflemiştir.<br />

Son iki yılda Türkiye’nin bölgesel<br />

politikalarında meydana gelen değişiklikler,<br />

risklere karşı daha eğilimli olan ve Türkiye<br />

için yeni güvenlik riskleri oluşturan yeni<br />

bölgesel güvenlik ortamı ele alındığında<br />

daha kolay anlaşılabilir. Buna yanıt olarak<br />

Türkiye meydana gelen olayları bölgedeki<br />

güvenlik ve menfaatlerine fayda sağlayacak<br />

şekilde şekillendirebilme ümidiyle aynı<br />

proaktif yurtdışı politika yaklaşımını<br />

sürdürmüştür. Özellikle Türkiye’nin<br />

demokrasiyi savunduğunu ifade etmesi<br />

oldukça önemlidir, çünkü demokratik<br />

rejimlerin daha meşru ve dayanıklı<br />

hükümetler oluşturulmasına yardımcı<br />

olarak bölgesel düzenin istikrarı için en<br />

etkili çözüm olacağına inanmıştır.<br />

Bu süreçte Türkiye aynı zamanda<br />

özerk politikalar geliştirme becerileri<br />

konusundaki sınırlarını ve bölgesel<br />

temelli çözümler oluşturulması için<br />

bölgesel mekanizmaların zayıflıklarını<br />

da kavramıştır. Bunun bir sonucu<br />

olarak Türkiye Batı politikasını<br />

yeniden düzenlemiştir, ancak Batı<br />

ile koordinasyondan elde edilen bu<br />

süreç de Türkiye için yeni zorluklar<br />

barındırmaktadır, çünkü ABD ile birlikte<br />

hareket ettiği ölçüde söz konusu işbirliği<br />

de komşularıyla muhtemel gerilimler<br />

78<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye ve Arap Baharı:<br />

Türkiye’nin Orta Doğu Politikasındaki Değişiklikler<br />

içerinde olmasına neden olacaktır. Bunun<br />

aksine, Washington ile yakın işbirliği<br />

Türkiye’nin yurt dışındaki algılanış şeklini<br />

değiştirmiştir. Batıyla olan ilişkilerin<br />

yeniden kalibre edilmesi eksen kayması<br />

konusundaki tartışmaları etkili bir şekilde<br />

sonlandırmıştır.<br />

Ancak yalnızca Türkiye’nin değil aynı<br />

zamanda AB ve diğer Avrupa ülkelerinin<br />

de Orta Doğu’daki gelişmeleri göz önünde<br />

bulundurulduğunda yetersiz kaldığına<br />

dikkat edilmelidir. Hepsi bir arada göz<br />

önünde bulundurulduğunda, gelişmelerin<br />

ele alınması yönündeki Avrupa katılımı<br />

veya stratejik düşüncesi çok düşük<br />

seviyededir.<br />

ABD’yi bölgeye karşı gösterdiği<br />

nispi ilgisizlik bir iktidar boşluğu<br />

oluşturmaktadır ve Türkiye bölgesel bir<br />

aktör olarak bu boşluğu doldurmaya<br />

çabalasa da bu hedefini henüz<br />

gerçekleştirememiştir.<br />

Bununla birlikte Türkiye’nin Arap Baharı<br />

öncesindeki liberal araçlar yönündeki<br />

tercihi de önemli bir testten geçmektedir.<br />

Bu yeni ortamda, özellikle Suriye<br />

çatışmasına bağlı olarak, zorlu güvenlik<br />

sorunları, mecburi araçlar ve izolasyon<br />

politikaları da giderek artan bir şekilde<br />

Türkiye’nin dış politika gündeminde yerini<br />

almaktadır.<br />

Bölgedeki güvenlik ortamının risklere karşı<br />

açık olduğu düşünüldüğünde, Türkiye<br />

doğal olarak sert güç varlıklarını daha<br />

ciddi olarak düşünmektedir, ancak Türk<br />

diplomasisinin önümüzdeki günlerde sert<br />

ve yumuşak güç becerileri arasındaki hassas<br />

dengeyi sağlaması da önemli bir zorluk<br />

teşkil edecektir.<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

79


TÜRK KONSEYİ EKONOMİK İLİŞKİLERİ<br />

YETERLİ Mİ<br />

Dr. Fatih Macit, Süleyman Şah Üniversitesi Öğretim Üyesi, HASEN Bilim ve Uzmanlar Kurulu Üyesi<br />

Giriş<br />

Türk Konseyi’nin temelleri 3 Ekim<br />

2009’da imzalanan Nahçivan Anlaşması<br />

ile atılmıştır. Örgüt ilk etapta Türkiye,<br />

Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan’ın<br />

katılımı ile kurulmuştur. Bununla birlikte<br />

şu an üye olmayan Türkmenistan ve<br />

Özbekistan da potansiyel üye olarak<br />

görülmektedir. Bu rapor Türk Konseyi’nin<br />

özellikle Türkiye perspektifinden<br />

ekonomik potansiyelini incelemeyi ve ortauzun<br />

vadede ulaşabileceği noktayı analiz<br />

etmeyi amaçlamaktadır. Türk Konseyi üyesi<br />

olan ülkelerin ve bu birliğe üye olmaya aday<br />

Türkmenistan ve Özbekistan’ın özellikle<br />

son on yıldır göstermiş olduğu ekonomik<br />

ilerleme, bu oluşumun önemini daha da<br />

arttırmış ve bölge ülkeleri arasındaki ticari<br />

ve yatırıma dayalı ilişkilerin gelişimi adına<br />

söz konusu Birlik önemli bir başlangıç<br />

olmuştur. Konsey, ekonomik ve ticari<br />

ilişkileri geliştirmenin yanında dış politika<br />

konusunda ortak bir tavır belirlemek, her<br />

alanda bölgesel ve ikili işbirliği geliştirmek<br />

ve bilim, eğitim ve kültür alanlarında<br />

etkileşimi güçlendirmek gibi diğer amaçları<br />

da benimsemiştir.<br />

Konsey’in ekonomik açıdan orta ve uzun<br />

vadede gelebileceği noktayı incelemeden<br />

önce, üye ülkelerin mevcut ekonomik<br />

durumu hakkında kısa bir bilgi vermek<br />

faydalı olacaktır.<br />

Azerbaycan 86.600 km 2 yüzölçümüne ve<br />

yaklaşık 9 milyon nüfusa sahiptir. 2011<br />

yılı sonu itibarıyla ülkenin GSYİH’sı<br />

yaklaşık 63,4 milyar dolar seviyesinde iken<br />

ülkedeki işsizlik oranı % 6 seviyesinde<br />

bulunmaktadır. 2011 yılı için ülkenin<br />

toplam mal ihracatı 34,5 milyar dolar<br />

seviyesinde iken toplam mal ithalatı<br />

ise 10,2 milyar olarak gerçekleşmiştir.<br />

Böylece ülke 2011 yılında yaklaşık 24,3<br />

milyar dolar dış ticaret fazlası vermiştir.<br />

Azerbaycan ekonomisinde petrol ve doğal<br />

gaz ihracatının çok önemli bir ağırlığı<br />

vardır. Dünya Bankası’nın verilerine<br />

göre 2010 yılı itibarıyla petrol elde<br />

edilen rant, GSYİH’nın % 42,6’sına denk<br />

gelmektedir. Doğal gazdan elde edilen rant<br />

ise yine GSYİH’nın % 3,93’üne karşılık<br />

gelmektedir. Yani toplam ekonomik<br />

büyüklüğün neredeyse yarısı petrol ve<br />

doğal gaz üretimine dayanmaktadır.<br />

Azerbaycan turizm anlamında önemli<br />

bir potansiyele sahiptir ve ülkenin bu<br />

kaynaktan elde ettiği gelir de her geçen<br />

gün artmaktadır. 2010 yılı verilerine göre<br />

ülkeye yaklaşık 1,3 milyon turist gelmiş<br />

ve turizm gelirleri son on yılda on kattan<br />

fazla bir artış göstererek 792 milyon dolar<br />

seviyesine yükselmiştir.<br />

Kazakistan 2.724.900 km 2 yüzölçümüne<br />

ve yaklaşık 16,6 milyon nüfusa sahip bir<br />

ülkedir. 2011 yılı sonu itibarıyla ülkenin<br />

GSYİH’sı yaklaşık 186 milyar dolar<br />

seviyesinde olup kişi başına düşen milli<br />

80<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />

gelir yaklaşık 11.244 dolar düzeyindedir.<br />

2011 yılı sonu itibarıyla Kazakistan toplam<br />

mal ihracatı 88,5 milyar dolar düzeyinde<br />

iken toplam mal ithalatı ise 41,2 milyar<br />

dolar seviyesindedir. Kazakistan da<br />

Azerbaycan gibi yüksek miktarda dış ticaret<br />

fazlası vermektedir. 2011 yılı rakamlarına<br />

göre dış ticaret fazlasının GSYİH’ya oranı<br />

% 25,4 gibi rekor bir seviyeye yükselmiştir.<br />

Fakat Azerbaycan ekonomisinde olduğu<br />

gibi Kazakistan ekonomisi de çok büyük<br />

oranda petrol ve doğal gaz üretimine<br />

dayanmaktadır. 2010 yılı verilerine göre<br />

petrolden elde edilen rant GSYİH’nın<br />

% 22,4’üne denk gelirken doğal gazdan<br />

elde edilen gelir ise milli gelirin % 2,71’i<br />

düzeyindedir. Kazakistan aynı zamanda<br />

zengin kömür madenlerine sahiptir ve<br />

buradan elde edilen gelir de yine milli<br />

gelirin % 5,5’ine karşılık gelmektedir.<br />

Kırgızistan 199.900 km 2 yüzölçümüne<br />

ve 5,3 milyon nüfusa sahip bir ülkedir.<br />

Kırgızistan, Azerbaycan ve Kazakistan gibi<br />

doğal kaynak zengini bir ülke olmadığı<br />

için ekonomik anlamda bu ülkeler kadar<br />

bir ilerleme gösterememiştir. 2011 yılı<br />

sonu itibarıyla ülkenin GSYİH’sı 5,9<br />

milyar dolar seviyesinde olup kişi başına<br />

düşen milli gelir 1.075 dolar düzeyinde<br />

bulunmaktadır. Azerbaycan ve Kazakistan<br />

ile karşılaştırıldığında şehirlerde yaşayan<br />

nüfusun toplam nüfus içindeki payı çok<br />

daha düşük seviyededir. Konsey üyesi<br />

ülkeler arasında Türkiye’nin haricinde dış<br />

ticaret açığı veren tek ülke Kırgızistan’dır.<br />

Ülkenin 2011 yılı sonu itibarıyla yaklaşık<br />

2,3 milyar ihracatı ve yaklaşık 3,96 milyar<br />

ithalatı vardır. Bununla beraber GSYİH’nın<br />

% 27,6’sına denk gelen bir oranda dış<br />

ticaret açığı vermektedir.<br />

Şu an itibarıyla Konsey üyesi olmasalar<br />

da Türkmenistan ve Özbekistan da bu<br />

Konsey’in gelecekteki potansiyel üyeleri<br />

olarak ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

81


Fatih Macit<br />

“<br />

Temel ekonomik verilere bakıldığında,<br />

bağımsızlıklarını ilan etmelerini takip eden<br />

on yıl içinde Azerbaycan, Kazakistan ve<br />

Kırgızistan’ın ciddi bir ekonomik ilerleme<br />

kaydedemediği görülmektedir.<br />

bu ülkelerin mevcut ekonomik durumu<br />

hakkında da bilgi vermek faydalı olacaktır.<br />

Türkmenistan da Azerbaycan ve Kazakistan<br />

gibi zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına<br />

sahip olduğu için daha hızlı bir ekonomik<br />

ilerleme göstermiştir. 2011 yılı itibarıyla<br />

ülkenin GSYİH’sı 24,1 milyar dolar<br />

düzeyinde olup kişi başına düşen milli gelir<br />

4.722 dolar seviyesindedir. Azerbaycan ve<br />

Kazakistan’da olduğu gibi ülkedeki toplam<br />

ekonomik aktivitede petrol ve doğal gaz<br />

üretiminin çok büyük bir yeri vardır. Petrol<br />

rantının toplam GSYİH içindeki payı %<br />

19,7 seviyesinde iken doğal gazdan elde<br />

edilen rant ise yine GSYİH’nın<br />

% 24,2’sine karşılık gelmektedir.<br />

Özbekistan da Kırgızistan gibi doğal<br />

kaynak zengini bir ülke olmadığından<br />

bölgedeki diğer ülkeler kadar ilerleme<br />

kaydedememiştir. 2011 yılı sonu itibarıyla<br />

ülkenin toplam GSYİH’sı 45,4 milyar dolar<br />

düzeyinde iken kişi başına düşen milli gelir<br />

1.546 dolar seviyesinde bulunmaktadır.<br />

Özbekistan ciddi bir petrol ve doğal gaz<br />

zengini ülke olmamasına rağmen bölgede<br />

dış ticaret fazlası veren bir ülkedir. 2011<br />

yılı itibarıyla toplam mal ve hizmet ihracatı<br />

14,4 milyar dolar seviyesinde iken toplam<br />

mal ve hizmet ithalatı ise 12,5 milyar dolar<br />

düzeyindedir.<br />

Türk Konseyi Üye Ülkelerinde<br />

Ekonomik Gelişmeler ve<br />

İlişkiler<br />

Bu kısımda Türk Konseyi üye ülkeleri<br />

olan Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve<br />

Kırgızistan için temel ekonomik gelişmeler<br />

değerlendirilecek ve Türkiye’nin bu<br />

ülkelerle olan mevcut ekonomik ilişkileri<br />

ve bunun orta-uzun vadedeki potansiyeli<br />

incelenecektir.<br />

Temel ekonomik verilere bakıldığında,<br />

bağımsızlıklarını ilan etmelerini takip eden<br />

on yıl içinde Azerbaycan, Kazakistan ve<br />

Kırgızistan’ın ciddi bir ekonomik ilerleme<br />

kaydedemediği görülmektedir. Örneğin,<br />

1992 yılında Azerbaycan için kişi başına<br />

düşen milli gelir 712 dolar seviyesinde iken<br />

2002 yılına gelindiğinde bu rakam ancak<br />

730 dolar seviyesine yükselebilmiştir.<br />

Bu durumun oluşmasında bahsi geçen<br />

ülkelerin bağımsızlıklarını takip eden<br />

süre içerisinde sahip oldukları doğal<br />

kaynaklardan tam olarak faydalanamamış<br />

olmaları önemli bir etken olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır.<br />

Ayrıca etkin bir piyasa ekonomisinin<br />

olmaması ve ekonominin gelir üretme<br />

anlamında çeşitliliğinin olmaması da<br />

bahsi geçen ülkelerin bu dönemde yavaş<br />

82<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />

bir kalkınma seyri izlemelerinde etkili<br />

olmuştur. Türkiye ise yaşadığı siyasi<br />

istikrarsızlık ortamına rağmen bu ülkelere<br />

göre daha yüksek bir büyüme kaydetmiştir.<br />

Fakat ekonomide yüksek bütçe açıkları ve<br />

enflasyon gibi başka problemler kendini<br />

göstermiş ve 2001 yılında ülke, önemli bir<br />

ekonomik kriz geçirmiştir.<br />

2002 yılından sonraki süreçte ise özellikle<br />

zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına<br />

sahip Azerbaycan, Türkmenistan ve<br />

Kazakistan’da ekonomik büyüme çok<br />

daha hızlı ilerlemiştir. Bu hızlı ekonomik<br />

büyümenin altında yatan en önemli faktör<br />

olarak, bu süreçte hızla yükselen petrol<br />

fiyatları gösterilebilir.<br />

“<br />

Türk Konseyi üyesi ülkelerde hızla artan<br />

milli gelir, bu ülkelere doğrudan yabancı<br />

yatırımcı ilgisini de arttırmıştır.<br />

Türk Konseyi üyesi ülkelerde hızla artan<br />

milli gelir, bu ülkelere doğrudan yabancı<br />

yatırımcı ilgisini de arttırmıştır. Bu<br />

ülkelerde artan milli gelire paralel olarak<br />

bahsedilen ülkelere gelen doğrudan<br />

yatırım miktarı da önemli ölçüde artmıştır.<br />

Özellikle Kazakistan ve Azerbaycan<br />

gibi ülkeler GSYİH’nın % 10’una varan<br />

oranlarda doğrudan yabancı yatırım<br />

çekmişlerdir. Daha önce belirttiğimiz<br />

üzere, bu durumda ülkelerin kendi içsel<br />

dinamikleri etkili olduğu gibi dünyadaki<br />

likidite koşulları da süreci desteklemiştir.<br />

Bu dönemde dünyadaki genel ekonomik<br />

konjonktürün uygun olması ve bol likidite<br />

imkânı da bu ülkelerin elde ettiği yüksek<br />

ekonomik büyüme oranlarında etkili<br />

olmuştur. Bu dönemde Konsey üyesi<br />

Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />

yüksek bir ekonomik büyüme oranı<br />

kaydetmiştir. Ancak kişi başına düşen<br />

milli gelir açısından petrol ve doğal gaz<br />

zengini Azerbaycan ve Kazakistan çok daha<br />

yüksek rakamlara ulaşmıştır. 2011 yılı sonu<br />

itibarıyla bu ülkelerdeki kişi başına düşen<br />

milli gelir 10.000 dolar seviyesinin üstüne<br />

çıkmış iken Kırgızistan’da bu rakam 1.075<br />

dolar seviyesinde bulunmaktadır.<br />

Türkiye’nin Türk Konseyi üyesi<br />

Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />

ile ekonomik ilişkileri özellikle 2002’den<br />

sonra sürekli gelişen bir trend izlemiştir.<br />

Burada özellikle dış ticaret anlamında<br />

Türkiye’nin bu ülkelerle olan ilişkisi<br />

önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Örneğin<br />

2002 yılında Türkiye’nin toplam ihracatı<br />

içerisinde Azerbaycan’ın payı % 0,64<br />

seviyesinde iken bu oran 2011 sonu<br />

itibarıyla % 1,53’e çıkmıştır. Kazakistan ve<br />

Kırgızistan’a yapılan ihracatta da benzer bir<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

83


Fatih Macit<br />

durumun oluşmasıyla birlikte, Azerbaycan<br />

bu anlamda bu üç ülke arasında Türkiye’nin<br />

en büyük ihracat pazarı olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır.<br />

Dış ticarette izlenen bu seyirde aslında<br />

2002 yılından sonraki süreçte ihracat<br />

pazarlarını çeşitlendirme çabası da<br />

yatmaktadır. Türkiye için geleneksel<br />

ihracat pazarı Avrupa Birliği olmuştur<br />

ve birliğin toplam ihracat içindeki payı<br />

% 60 seviyelerine yakınlık arz etmiştir.<br />

Fakat özellikle 2002 yılından sonra hem<br />

dış politikada takip edilen yaklaşım hem<br />

de işadamlarının yeni pazarlar keşfetme<br />

gayreti ihracatın çok daha çeşitlenmesine<br />

ve yeni pazarlar oluşmasına vesile olmuştur.<br />

Bu durum Orta Asya ülkeleri ve bu<br />

bölgenin hızlı gelişme gösteren ülkeleri<br />

Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan<br />

için de geçerli olmuştur.<br />

Dış ticaret açısından Türkiye’nin payı<br />

Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />

nezdinde de geçtiğimiz son on yılda<br />

önemli ilerlemeler göstermiştir. Örneğin<br />

2002 yılında Azerbaycan’ın yaptığı toplam<br />

ithalatta Türkiye’nin payı % 7,2 seviyesinde<br />

iken 2011 sonu itibarıyla bu oran % 12,99<br />

seviyesine yükselmiştir. Kazakistan ve<br />

Kırgızistan için de Türkiye’nin yaptıkları<br />

toplam ithalattaki payı artırmakla birlikte<br />

Azerbaycan ile karşılaştırıldığında çok<br />

gerilerde kalmaktadır.<br />

Rakamlar ilerleme göstermekle birlikte<br />

oranların halen düşük seviyelerde<br />

olması önümüzdeki dönemde dış ticaret<br />

anlamında Konsey üyesi ülkeler arasında<br />

çok ciddi bir potansiyel olduğunu<br />

göstermektedir.<br />

2011 sonu itibarıyla Türkiye’nin bu üç<br />

ülkeye yaptığı ihracat, ülkedeki toplam<br />

ihracatın sadece % 2,37’sine denk<br />

gelmektedir. Bu ülkelerdeki yüksek<br />

ekonomik büyüme ortamının hala devam<br />

ettiği düşünüldüğünde, bundan sonraki<br />

süreçte bu rakamların çok daha yukarılara<br />

çıkması noktasında ciddi bir potansiyelin<br />

olduğu görülmektedir.Özellikle petrol ve<br />

doğal gaz zengini Azerbaycan, Kazakistan<br />

ve Türkmenistan gibi ülkelerde yüksek<br />

enerji fiyatlarına bağlı olarak satın alma<br />

gücü, önümüzdeki yıllarda da artmaya<br />

devam edecek ve bu durum bu ülkelerin<br />

ithal mal talebinin daha da artmasına sebep<br />

olacaktır.<br />

84<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Türkiye Konseyi Ekonomik İlişkileri Yeterli mi<br />

Konsey üyesi ülkelerdeki bir diğer<br />

önemli ekonomik parametre de özellikle<br />

Azerbaycan ve Kazakistan’ın çok yüksek<br />

miktarlarda cari işlemler fazlası veriyor<br />

olmasıdır. Örneğin; Azerbaycan’ın<br />

2011 yılında verdiği cari işlemler fazlası<br />

GSYİH’nın % 27’sine denk gelmektedir.<br />

Türkiye ise tam tersine yüksek cari açık<br />

veren ve yatırımlarını finanse etmek için<br />

ciddi anlamda yabancı kaynağa ihtiyaç<br />

duyan bir ülkedir.<br />

Türkiye bu ülkelerde oluşan cari işlemler<br />

fazlasını özellikle doğrudan yabancı yatırım<br />

şeklinde çekmek adına ciddi bir potansiyele<br />

sahiptir. Örneğin; Türkiye’de büyük<br />

yatırımları olan ve bunları artırmaya devam<br />

eden SOCAR grubu, bu anlamda güzel bir<br />

örnek teşkil etmektedir. Türkiye, Konsey<br />

üyesi ülkelerle bu anlamda işbirliğini<br />

artırmalı ve SOCAR benzeri grupların<br />

Türkiye’de yapabileceği doğrudan<br />

yatırımları teşvik etmelidir. Türkiye’de<br />

özellikle enerji, sağlık, turizm, tarım ve<br />

inşaat gibi sektörlerde kârlı yatırım<br />

fırsatları bulunmaktadır. Bölge ülkeleri ile<br />

işbirliğinin güçlendirilmesi adına, bu konu<br />

da çok büyük önem arz etmektedir.<br />

Doğrudan yatırımlar açısından<br />

bakıldığında, Konsey üyesi ülkeler arasında<br />

Azerbaycan çok daha ön plana çıkmaktadır.<br />

Türkiye pazarına Petkim’i satın alarak giren<br />

Azerbaycanlı SOCAR grubu, bugün devam<br />

eden rafineri yatırımı ile birlikte Türkiye’de<br />

en büyük doğrudan yabancı yatırımcı<br />

konumuna gelmiştir. Yine Azerbaycanlı<br />

işadamlarının Türkiye’de özellikle turizm<br />

alanında yatırımları bulunmaktadır. Buna<br />

benzer girişimlerin, tasarruf fazlası olan<br />

bölgedeki diğer ülkeler ile de kurulması<br />

hem ilişkilerin daha fazla güçlenmesine<br />

yardımcı olacak hem de ülkeler arasında<br />

kazan-kazan prensibine dayalı ekonomik<br />

ilişkilerin gelişmesini sağlayacaktır.<br />

Bu ülkelerde her geçen yıl daha da iyi<br />

duruma gelen refah ortamının bir diğer<br />

sonucu da Türk işadamlarının bölgeye<br />

yaptıkları yatırımları arttırmak olmalıdır.<br />

Türkiye bugüne kadar özellikle inşaat<br />

sektöründe bölgede önemli projelere<br />

imza atmıştır. Fakat takip eden süreçte,<br />

bölgede fırsatlar sunan diğer sektörlerde de<br />

ekonomik ilişkilerin gelişmesi adına Türk<br />

yatırımcıları fırsatları değerlendirmelidir.<br />

Sonuç<br />

Türkiye ekonomisinin dışa açılma sürecinin<br />

başladığı 1980’lerden bu yana Avrupa, hem<br />

dış ticaret anlamında hem de doğrudan<br />

yatırımlar anlamında Türkiye’nin en büyük<br />

ilişki kurduğu bölge olmuştur. Fakat Avrupa<br />

Birliği’nin son yıllarda yaşamakta olduğu<br />

kriz ve bunun muhtemel etkileri göz önüne<br />

alındığında Türkiye için farklı alternatifler<br />

oluşturma ihtiyacı ön plana çıkmaktadır. Bu<br />

noktada <strong>Hazar</strong> Bölgesi, Türkiye için önemli<br />

fırsatlar oluşturmaktadır ve bu kapsamda<br />

kurulan Türk Konseyi bölgedeki önemli<br />

ülkeleri bir araya getirmesi açısından<br />

oldukça değerlidir. Şu an Konsey’in üyesi<br />

olan Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong><br />

85


Fatih Macit<br />

son yıllarda hızlı bir ekonomik kalkınma<br />

göstermiş ve bu ülkelerdeki satın alma<br />

gücü önemli miktarda yükselmiştir.<br />

Burada özellikle zengin petrol ve doğal<br />

gaz gelirleriyle dikkat çeken Azerbaycan<br />

ve Kazakistan ekonomik anlamda daha ön<br />

plana çıkmış ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin uzun<br />

dönemde büyük potansiyel vaat eden<br />

ülkeleri konumuna gelmişlerdir. Yine<br />

önümüzdeki yıllarda Konsey’in muhtemel<br />

bir üyesi olarak gündeme gelecek olan<br />

Türkmenistan, sahip olduğu doğal<br />

kaynaklar sayesinde önemli bir ekonomik<br />

güç haline gelmiştir.<br />

Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve<br />

Türkmenistan gibi ülkelerde artan refah<br />

ortamını da dikkate alarak Türkiye,<br />

bu bölgeyle yaptığı işbirliğini sadece<br />

enerji politikalarıyla sınırlamamalı;<br />

hem dış ticaret hem de doğrudan<br />

yatırımlar anlamında bölgedeki fırsatları<br />

değerlendirmelidir. Özellikle Azerbaycan,<br />

Kazakistan ve Türkmenistan gibi ülkelerde<br />

oluşan yüksek miktardaki cari işlemler<br />

fazlası bu ülkeler için önemli bir yurtdışı<br />

yatırım kaynağı oluşturmaktadır. Türkiye<br />

75 milyon civarındaki nüfusu ve son<br />

derece olumlu demografik yapısı ile bu<br />

ülkeler açısından son derece önemli bir<br />

yatırım alanı olarak ön plana çıkmaktadır.<br />

Dolayısıyla Türkiye bu perspektiften de<br />

bölge ile bağlarını güçlendirmeli ve bölge<br />

ülkeleri arasında ekonomik işbirliğinin<br />

artmasına önem vermelidir.<br />

KAYNAKÇA<br />

Dünya Bankası resmi sayfası,<br />

http://data.worldbank.org/country, World Bank Database<br />

(erişim tarihi 12.11.2012).<br />

Türkiye İstatistik Kurumu resmi sayfası,<br />

http://www.tuik.gov.tr/VeriTabanlari.do, TUİK Veritabanları<br />

(erişim tarihi 12.11.2012).<br />

UNCTAD, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı<br />

resmi sayfası, http://unctad.org/en/Pages/Home.aspx,<br />

UNCTADSTAT Database, http://unctadstat.unctad.org,<br />

(erişim tarihi: 12.11.2012).<br />

86<br />

HAZAR RAPORU BAHAR <strong>2013</strong>


Call for Papers<br />

hazar<br />

strateji<br />

enstitüsü<br />

H A S E N<br />

Caspian Strategy Institute calls for individual<br />

policy paper proposals for its Caspian Report<br />

journal. Caspian Report aims to facilitate<br />

dialogue and exchange of ideas between policy<br />

makers, scholars and researchers whose research<br />

is related to Caspian, Central Asia, Caucasus,<br />

Turkey and broader Eurasia. The program aims<br />

to contribute to the diversity of voices and<br />

analytical perspectives on abovementioned<br />

geographies. For further information, visit www.<br />

hasen.org.tr<br />

We welcome individual paper proposals on<br />

policy-relevant issues from disciplines such as<br />

history, political science, international relations,<br />

public policy, economics, sociology and conflict<br />

resolution. While papers can be from a broad<br />

range of topics, we emphasize that the subject<br />

matter should have policy implications.<br />

Please submit your paper and a short bio page as<br />

separate word document attachments to paper@<br />

hasen.org.tr by May 1, <strong>2013</strong>.<br />

Bildiri ve Makale Çağrısı<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü olarak, <strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong> isimli<br />

dergimizde yayınlanmak üzere makale önerileri<br />

gönderilmesi için çağrıda bulunuyoruz. <strong>Hazar</strong><br />

<strong>Raporu</strong>; <strong>Hazar</strong>, Orta Asya, Kafkasya, Türkiye<br />

ve Avrasya bölgesiyle alakalı araştırma yapan<br />

akademisyenler, sektörel temsilciler ve aydınlar<br />

ile iletişim kurup fikir alışverişinde bulunmayı<br />

hedefliyor. Bu duyurunun amacı; farklı fikirlerin bir<br />

araya gelmesi ve düşünce zenginliğinin gelişimine<br />

katkıda bulunarak yukarıda bahsedilen coğrafyaya<br />

ilişkin analitik bakış açıları oluşmasını sağlamaktır.<br />

Ayrıntılı bilgi için www.hasen.org.tr adresini ziyaret<br />

edebilirsiniz.<br />

Tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, kamu<br />

yönetimi, iktisat, sosyoloji ve uyuşmazlık<br />

çözümü gibi alanlarda makale önerilerinizi<br />

bekliyoruz. Makalelerin teması ile ilgili hususi<br />

bir kısıtlama söz konusu olmamakla birlikte<br />

altını çizmek gerekir ki makale konusu mutlaka<br />

ilgililere tavsiye verici ve yol gösterici nitelikte<br />

olmalıdır.<br />

1 Mayıs <strong>2013</strong> tarihine kadar makaleniz ve kısa<br />

biyografinizi iki ayrı Word dosyası halinde<br />

paper@hasen.org.tr adresine gönderebilirsiniz.


Contents<br />

ARTICLES<br />

The EU and the South Caucasus: How Far, How Deep<br />

Amanda Paul, European Policy Center (EPC) Expert<br />

89<br />

English Part<br />

Why The Caspian Matters!<br />

Khazar İbrahim, Head of The Mission of Azerbaijan to NATO<br />

The Southern Gas Corridor - A Case of Peanuts<br />

John Roberts, Energy Security Specialist, Platts<br />

96<br />

100<br />

Azerbaijan And Energy Security of Europe:<br />

Balancing National Priorities and International Commitments<br />

Gulmira Rzayeva, Leading Research Fellow Economic Analysis and<br />

Global Affairs Department Center for Strategic Studies of Azerbaijan<br />

105<br />

Turkey and The Arab <strong>Spring</strong>:<br />

Transformations in Turkey’s Middle East Policy<br />

Şaban Kardaş, TOBB University, Assistant Professor,<br />

Member of HASEN Board of Experts<br />

119<br />

CASPIAN REPORT / SPRING <strong>2013</strong>


The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />

THE EU AND THE SOUTH CAUCASUS:<br />

HOW FAR, HOW DEEP<br />

Amanda Paul, European Policy Center (EPC) Expert<br />

Engaging with the South Caucasus –<br />

particularly early on – was something of<br />

a controversial issue for the EU. Some<br />

member states were less than enthusiastic<br />

about entering a region burdened with<br />

so many serious problems, including<br />

significant security challenges, and<br />

which had been predominantly a zone of<br />

influence of the Russian Federation for<br />

decades.<br />

However, over the last decade, the EU has<br />

slowly but surely increased its engagement,<br />

developing closer economic and political<br />

ties with Armenia, Azerbaijan and<br />

Georgia. While concerns over the fragile<br />

security situation and the possible impact<br />

on the EU has been a motive for further<br />

engagement, tapping into the rich Caspian<br />

energy resources seems to have been the<br />

most significant factor. Yet, while today<br />

the EU declares it wants a stable, secure<br />

and prosperous neighborhood, how far and<br />

how deep it is prepared to go to achieve<br />

this goal remains unclear.<br />

The South Caucasus is a region of<br />

wonderful cultural diversity, a bridge<br />

between continents and a centuries old<br />

crossroads for energy and transport<br />

routes between East-West and North-<br />

South Eurasia. During the aftermath<br />

of the breakup of the Soviet Union,<br />

the region went through a period of<br />

significant turmoil. Like other post-<br />

Soviet republics, Armenia, Azerbaijan<br />

and Georgia experienced a difficult<br />

political and economic transition. This<br />

was compounded by the consequences<br />

of the horrific conflicts that erupted at<br />

the beginning of the 1990’s, and which<br />

led to significant political and economic<br />

instability as well as high numbers of<br />

Internally Displaced Persons (IDPs) and<br />

refugees. More than twenty years on, the<br />

South Caucasus countries can no longer<br />

be considered “in transition” and Armenia,<br />

Azerbaijan, and Georgia have built<br />

functioning sovereign states. However,<br />

to this day, separatism, political instability<br />

and democratic deficits make the South<br />

Caucasus one of the most explosive regions<br />

in the EU’s direct neighbourhood.<br />

An Exotic Far Away Land<br />

During the 1990’s the South Caucasus was<br />

a distant region for the EU: an exotic, far<br />

away land, which most EU bureaucrats<br />

knew very little about and often had<br />

difficulty locating on a map. Preoccupied<br />

with the bloody wars in the Balkans and<br />

the new realities unfolding in its Eastern<br />

neighbourhood, following the collapse of<br />

the iron curtain, there was little time or<br />

energy to dedicate to the region. Hence<br />

it is little surprise that back then the EU’s<br />

involvement was principally in terms of<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

89


Amanda Paul<br />

financial assistance. In fact the EU was the<br />

biggest financer of development projects<br />

in the region between 1991 and 2000,<br />

investing well over one billion euros in<br />

Armenia, Azerbaijan and Georgia.<br />

However, over the last ten years the EU<br />

has slowly roused to the increasingly<br />

importance of the region, not least as an<br />

energy and transport hub. Consequently<br />

the EU has elbowed its way in and stepby-step<br />

slowly beefed up its engagement.<br />

In fact, unlike traditional regional powers<br />

(Russia, Iran and more recently Turkey),<br />

the EU is rather uniquely placed to play<br />

a key role in the transformation and<br />

democratization of this region because of<br />

its lack of historical baggage with the three<br />

countries. Furthermore, with the apparent<br />

decline of US interest, with Washington<br />

increasingly viewing the South Caucasus<br />

as the EU’s neighbourhood and therefore<br />

responsibility, there is an even greater need<br />

for the EU to be active there.<br />

There are several reasons why the South<br />

Caucasus became more visible on the<br />

EU’s radar. First, through its enlargements<br />

the EU moved closer to the region<br />

geographically, taking on new members<br />

to which this region mattered more.<br />

Second, the 20<strong>03</strong>-2004 Rose Revolution in<br />

Georgia opened the door for the spread of<br />

democracy and reform while also bringing<br />

to power a President who quickly moved to<br />

align Georgia with the West and demanded<br />

more from the EU. And last, but possibly<br />

most importantly of all, is the issue of<br />

EU energy security. Heavily dependent<br />

on Russian gas, the Caspian region, with<br />

Azerbaijan as the “gateway”, represented a<br />

“<br />

The ENP, somewhat ambitiously, aimed<br />

to create an area of stability, security<br />

and prosperity embedded in EU values.<br />

significant opportunity to diversify energy<br />

sources and suppliers. The Russian-<br />

Ukraine gas war of 2009, which left many<br />

households in Eastern Europe without gas<br />

for several days, increased the urgency of<br />

this issue and led to the Southern Corridor<br />

project. Moreover, the EU’s new energy<br />

interests in the region gave it an additional<br />

reason to feel concerned about the fragile<br />

security situation as a consequence of<br />

unresolved conflicts of South Ossetia<br />

and Abkhazia (Georgia) and Nagorno-<br />

Karabakh (Azerbaijan and Armenia).<br />

For the most part, the EU’s increased<br />

interest in the region was welcomed.<br />

Above and beyond the financial assistance<br />

that was put on the table, deeper economic<br />

and political cooperation with the EU<br />

represented an opportunity to work<br />

towards more balanced foreign and<br />

economic policies, principally aimed at<br />

reducing the role of Russia.<br />

Increased Engagement:<br />

Step-by-Step<br />

The December 20<strong>03</strong> Security Strategy,<br />

which came in the midst of Georgia’s<br />

Rose Revolution, underlined the need<br />

to avoid new dividing lines in Europe,<br />

calling on the EU to “take a stronger and<br />

more active interest in the problems of<br />

the South Caucasus”, stating “we need<br />

to extend the benefits of economic and<br />

90<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />

political cooperation to our neighbours in<br />

the East while tackling political problems<br />

there. We should now take a stronger and<br />

more active interest in the problems of<br />

the Southern Caucasus, which will in due<br />

course also be neighbouring region” 1 . This<br />

was quickly followed by the appointment<br />

of the first EU Special Representative<br />

for the region, Heikki Talvitie, who was<br />

tasked with “assisting the countries of the<br />

South Caucasus in carrying out political<br />

and economic reforms, preventing and<br />

assisting in the resolution of conflicts,<br />

promoting the return of refugees and<br />

internally displaced persons, engaging<br />

constructively with key national actors<br />

neighbouring the region, supporting intraregional<br />

co-operation and ensuring coordination,<br />

consistency and effectiveness<br />

of the EU’s action in the South Caucasus” 2 .<br />

Unfortunately, this very ambitious agenda<br />

remained largely on paper, unimplemented,<br />

with the new EUSR having a rather empty<br />

“tool box” which resulted in him having<br />

little or no impact and being drowned out<br />

by all the other actors and regional powers<br />

already on the scene.<br />

The EU moved up a gear in 2007 when<br />

Romania and Bulgaria joined the EU<br />

making the region a “neighbour”, which<br />

was followed by the South Caucasus<br />

becoming part of the European<br />

Neighbourhood Policy (ENP), although<br />

not immediately. Its eventual inclusion was<br />

not least due to the significant efforts of<br />

Georgian President, Mikhail Saakashvili,<br />

who carried out a very dynamic and<br />

successful lobbying campaign. The ENP,<br />

1 www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/78367.pdf<br />

2 http://www.eu-un.europa.eu/articles/en/article_11895_<br />

en.htm<br />

somewhat ambitiously, aimed to create an<br />

area of stability, security and prosperity<br />

embedded in EU values. The then<br />

European Commission President Romano<br />

Prodi pointed to a ring of well governed<br />

countries and a community of values<br />

where fundamental freedoms and the rule<br />

of law are respected. During 2007 the EU<br />

also gave birth to the Black Sea Synergy<br />

(BSS), which also encompassed the South<br />

Caucasus states.<br />

While the BSS never really got off the<br />

drawing board, the ENP disappointed,<br />

failing to achieve its desired goals. This<br />

disappointing outcome seems to be a<br />

consequence of two things: First there was<br />

a misunderstanding over the objectives<br />

of the ENP from both sides. The EU put<br />

into the basket all its neighbours, both<br />

southern and eastern, without really<br />

taking into account their expectations and<br />

aspirations. Secondly, the ENP countries<br />

did not have a clear understanding of what<br />

they would receive in concrete terms while<br />

implementing the quite often difficult and<br />

expensive reforms. In short the incentives<br />

provided by the ENP were too weak with<br />

too much stick and not enough carrots.<br />

This led to the birth of the Eastern<br />

Partnership (EaP) initiative in 2009.<br />

Although the final product was a<br />

considerably watered down version of<br />

the original proposal put on the table by<br />

Sweden and Poland, it opened the door<br />

for much closer political and economic<br />

cooperation using “soft power”, and the<br />

“more and more” or “less for less” principle<br />

to press for reform and democratization.<br />

The EaP received an unexpected boost<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

91


Amanda Paul<br />

following the 2008 Russia-Georgia war<br />

which shook the South Caucasus and<br />

its neighbours to the core. Somewhat<br />

paradoxically, it led to the EU making<br />

its most substantial commitment to the<br />

South Caucasus. While the five-day war<br />

represented a serious setback, it served to<br />

highlight the fragility of the region, which<br />

gave impetus to some initiatives that might<br />

otherwise have taken considerably longer<br />

to see the light of day: namely Association<br />

Agreements and Deep and Comprehensive<br />

Free Trade Agreements (DCFTA).<br />

All three countries are presently<br />

negotiating Association Agreements<br />

and in the case of Georgia and Armenia,<br />

DCFTAs. Not being a member of the<br />

WTO, Azerbaijan is not yet in a position<br />

to negotiate a DCFTA. All three are also<br />

negotiating visa facilitation and in the<br />

case of Georgia, visa liberalization. In<br />

line with its” more for more” principle the<br />

EU has requested visible and sustainable<br />

progress in a number of key areas including<br />

judicial reform, freedom of media and civil<br />

liberties, improving business climate and<br />

cracking down on corruption. Moreover, it<br />

has demanded that elections are held – in<br />

<strong>2013</strong> all three countries face Presidential<br />

elections - in line with international<br />

norms. In the cases of Georgia and<br />

Armenia the process has produced tangible<br />

results and both countries are set to<br />

finalize negotiations later this year and<br />

possibly initial their agreements at the<br />

November Vilnius Eastern Partnership<br />

summit. Azerbaijan is less advanced in its<br />

negotiations, and seems unlikely to finalize<br />

this year.<br />

Georgia continues to cite membership<br />

in the Euro-Atlantic institutions as a<br />

priority and has the best reform record<br />

in the region. It is also the only South<br />

Caucasus state that has carried out a<br />

peaceful transfer of power. Armenia, under<br />

current President, Serge Sargsyan, while<br />

having very close relations with Moscow<br />

has moved to strengthen ties with the<br />

EU over the last couple of years, in an<br />

effort to bring more balance to Armenia’s<br />

foreign policy, although Russia with its<br />

tight economic, political and security ties<br />

to Yerevan will remain its key interlocutor,<br />

followed by Iran. Azerbaijan, has managed<br />

to achieve a balanced foreign policy and<br />

while Baku declares a strong interest<br />

in deeper cooperation with the EU in<br />

various different sectors, the relationship<br />

is currently dominated by energy<br />

cooperation, with Azerbaijan’s Shah Deniz<br />

II gas field set to quench the thirst of the<br />

gas gobbling EU with Baku also being key<br />

to the development of a Trans-Caspian<br />

pipeline.<br />

EU and Conflict Resolution:<br />

A Status Quo Actor<br />

Unfortunately, the unresolved conflicts<br />

continue to hobble the development and<br />

potential of the region, making broad<br />

regional cooperation projects almost nonexistent.<br />

While one of the principal goals<br />

of the 20<strong>03</strong> Security Strategy was for the<br />

EU to play a greater role in the “resolution”<br />

of the protracted conflicts, in reality there<br />

has been little appetite to do so. Rather,<br />

the EU has preferred to stay on the<br />

sidelines, supporting other international<br />

actors, only taking on a great role when<br />

92<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />

pushed to do so as was the case in the 2008<br />

Georgia-Russia war.<br />

In the aftermath of the Georgia-Russia<br />

war, the EU found itself having to step up<br />

and take the lead. The then EU French<br />

Presidency acted quickly and efficiently,<br />

with the then French President, Nicholas<br />

Sarkozy, carrying out breakneck shuttle<br />

diplomacy between Moscow and Tbilisi,<br />

eventually brokering the Sarkozy-<br />

Medvedev ceasefire agreement. The EU<br />

became the main security actor in the<br />

region, deploying the European Union<br />

Monitoring Mission (EUMM), while also<br />

being a co-chair of the Geneva Process<br />

peace talks aimed at finding a solution to<br />

the protracted conflicts. Unfortunately, the<br />

six-point peace plan remains only partially<br />

implemented by Moscow, while the EU<br />

has no access to South Ossetia or Abkhazia<br />

with the Russian military having cut off<br />

all communication with the EUMM and<br />

declared the head of the mission, persona<br />

non-grata . There has been little effort to<br />

tackle Moscow on these issues. This is<br />

probably partially through concern that<br />

Russia may become “awkward” over other<br />

issues that are of greater importance to the<br />

international community, such as Iran or<br />

Afghanistan.<br />

Furthermore, after four years the Geneva<br />

Peace Process is little more than “palliative”<br />

and is not an effective mechanism for the<br />

resolution of the two conflicts. However,<br />

as if often the case, the ‘status quo’ has<br />

become comfortable, with little thinking<br />

over possible alternative options.<br />

Regarding the Nagorno-Karabakh conflict,<br />

which represents the greatest threat to<br />

regional security, the EU has an almost<br />

non-existent role in the peace process.<br />

Rather it is satisfied to continue to support<br />

the efforts of the OSCE Minsk Group of<br />

which France in a co-chair as well as the<br />

additional mediation efforts that have been<br />

led by the Russians during the Medvedev<br />

Presidency.<br />

Negotiations on a set of “Basic Principles”<br />

which have been going on for several years<br />

are stalled, with tensions in and around<br />

the “Line of Contact” flaring up in 2012.<br />

Unfortunately, while it is increasingly<br />

recognized that the current Minsk Group<br />

format has become too cozy and stale, and<br />

desperately needs to be shaken up, there is<br />

insufficient interest from the international<br />

community, including the EU, to take<br />

meaningful steps to change the status quo.<br />

This approach is particularly short-sighted<br />

given the fragility of the ceasefire and the<br />

devastation renewed warfare would bring<br />

to this already beleaguered region.<br />

So far the EU’s main contribution has<br />

been via the European Partnership for the<br />

Peaceful Settlement of the Conflict over<br />

Nagorno-Karabakh (EPNK) and support<br />

for confidence building measures (CBMs).<br />

“EPNK is a European civil society initiative<br />

that works with local partners in the South<br />

Caucasus on a wide range of peace-building<br />

activities to positively impact the Nagorno-<br />

Karabakh conflict settlement process”. It<br />

has also pledged to take a key role in and<br />

eventual post-conflict settlement process.<br />

Unlike the conflicts in Georgia and<br />

Moldova (Transnistria) the EU has<br />

something of an ambiguous position<br />

on the issue of Azerbaijan’s territorial<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

93


Amanda Paul<br />

integrity. It trys to maintain a “balanced<br />

position” between Armenia and Azerbaijan.<br />

Whereas the ENP EU-Armenia Action Plan<br />

recalls the principle of Self-determination,<br />

the ENP EU-Azerbaijan Action Plan insists<br />

on territorial Integrity. Even though the<br />

EU may explain these divergences as a<br />

consequence of the bilateral negotiation<br />

processes, it has nevertheless served<br />

to undermine the EU’s integrity and<br />

credibility in Baku, underlining the<br />

challenges the EU faces in dealing with this<br />

conflict. Hence the EU has been unwilling<br />

to further dip its toe into the Karabakh<br />

issue.<br />

Russian Influence:<br />

Ebbing Away<br />

While there are a number of other regional<br />

players jostling for influence in the South<br />

Caucasus, including Iran and Turkey,<br />

Russia is the most visible actor. Moscow<br />

has always been skeptical about other<br />

players moving into what it views as its<br />

“sphere of influence”. Hence Moscow<br />

viewed the ENP and the EaP, as tools<br />

aimed at reducing Moscow’s influence.<br />

Furthermore, there has been a growing<br />

rivalry between Russia and the West over<br />

control of the region’s oil and gas resources<br />

and potential as transport hub. The fact<br />

that Azerbaijan has made it clear that the<br />

EU market is where it wants its gas headed,<br />

for commercial rather than geostrategic<br />

reasons, was hardly welcomed by the<br />

Kremlin.<br />

While Russian influence has decreased,<br />

Moscow still remains a significant regional<br />

actor. Following the 2008 Russia-Georgia<br />

conflict, Russia re-established itself as the<br />

dominant actor in the South Caucasus,<br />

consolidating its military presence in the<br />

region. While relations with Georgia<br />

froze under the former government of<br />

President Saakashvili, Georgia’s new Prime<br />

Minister, Bidzina Ivanishvili, has pledged<br />

to improve relations with Moscow. At<br />

this point it is still unclear how far this<br />

rapprochement will go. However, if<br />

Moscow is hoping for a return to “days<br />

gone by,” it may be disappointed. The Rose<br />

Revolution changed Georgia’s relationship<br />

with Moscow for good. No leader will take<br />

Georgia back there.<br />

Only Azerbaijan has rid itself of a Russian<br />

military presence, with the recent closure<br />

of the Gabala Radar station at the end of<br />

2012, removing the last trace of the Russian<br />

military from Azerbaijani soil. Armenia<br />

is in something of a different situation.<br />

According to James Nixey of Chatham<br />

House, “Russian influence in Armenia is so<br />

great that a lack of sovereignty should be<br />

Armenia’s number one concern” 3 .<br />

Yet Russia keeps pushing against the<br />

tide and continues to try and outbalance<br />

growing Western involvement –<br />

increasingly so since the return of Vladimir<br />

Putin to the Kremlin. To this end Moscow<br />

has developed its own soft power tool box<br />

including trade and economic incentives,<br />

a “billionaires club”, the dissemination of<br />

Russian culture (Russian cinema, language,<br />

print media, TV broadcasting), and the<br />

Russian Orthodox Church. The newly<br />

created “Eurasian Union” is aimed to be an<br />

alternative integration project for the EU’s<br />

Association Agreements and DCFTA’s.<br />

3 James Nixey, The Long Goodbye : Waning Russian Influence<br />

in the South Caucasus, Chatham House, June 2012<br />

94<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


The EU And The Sounth Caucasus: How Far, How Deep<br />

Unfortunately for Moscow there has<br />

been little real interest, with the Eurasian<br />

Union being seen as primarily of benefit to<br />

Moscow.<br />

While there is clearly plenty of opportunity<br />

to work together in the region there<br />

is presently virtually no cooperation<br />

between the EU and Russia with Moscow<br />

continuing to see the South Caucasus as<br />

a theatre for its own interests. <strong>2013</strong> will<br />

be a particularly important year. The<br />

Presidential elections, will offer a greater<br />

opportunity for Moscow to employ its soft<br />

power; the extent to which Georgian Prime<br />

Minister, Bidzina Ivanishvili, mends fences<br />

with Russia may also prove to be crucial;<br />

while the final decision over which project<br />

will deliver Azerbaijani gas to the EU<br />

market (Nabucco West or TAP) may also<br />

impact on the situation in the region).<br />

Prospects for Future EU<br />

Engagement<br />

While the EU is playing an important role<br />

by supporting the democratization and<br />

modernization process of the states of the<br />

South Caucasus, the fact that it has no<br />

comprehensive strategy for the region is a<br />

significant impediment for it policy in the<br />

long term. Moreover, the EU’s continues to<br />

happily “box under its weight” and despite<br />

official declarations seems to continue to<br />

view the region as its periphery. The fact<br />

that the recommendations outlined in the<br />

European Parliament’s 2010 “EU Strategy<br />

for the South Caucasus” have for the most<br />

part been ignored, would suggest that<br />

beyond the key issue of energy, the EU<br />

continues to have a half-hearted approach.<br />

While the EU is currently caught up in<br />

its “internal cuisine” it needs to keep its<br />

eyes on the South Caucasus ball. If the<br />

EU is serious about promoting a secure,<br />

stable and prosperous neighbourhood it<br />

must invest greater political clout in the<br />

region. One day the EU will have to decide<br />

whether the EaP countries have a future as<br />

full members of the EU. For a country like<br />

Georgia, there will be an expectation that<br />

the EU must go beyond acknowledging<br />

Georgia’s “European choice” and put a<br />

membership on the perspective on the<br />

table.<br />

Furthermore, while the EU has invested<br />

a lot of financial resources and political<br />

capital into developing the Southern<br />

Corridor the same sort of political capital<br />

should be invested into conflict resolution,<br />

with the EU taking on a more significant<br />

role rather than being content to sit on<br />

the sidelines. After all any large scale<br />

resumption of war in the region will<br />

represent a significant threat to these<br />

investments and to the EU’s access to the<br />

Caspian energy reserves more generally.<br />

There is also a need for the EU to engage<br />

to Russia to a greater extent on regional<br />

issues, pressing for greater dialogue over<br />

the not insignificant challenges faced in<br />

this region. This should include much<br />

closer and more constructive cooperation<br />

on conflict resolution. The EU needs to<br />

stop having a policy which seems to avoid<br />

any confrontation with Moscow but rather<br />

look for opportunities for cooperation<br />

could bring tangible benefits for both<br />

partners as well as the region.<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

95


WHY THE CASPIAN 2<br />

MATTERS!<br />

Amb. Khazar İbrahim 1 , Head of The Mission of Azerbaijan to NATO<br />

Many regions try to find and prove their<br />

importance in global affairs. The major<br />

international news headlines mostly<br />

cover Middle East, China, Russia, Iran,<br />

Afghanistan while the Caspian region is<br />

often out of the radar. Does it mean that<br />

Caspian does not matter! I would argue, on<br />

the contrary, that it matters a lot for three<br />

main reasons. 12<br />

Location. In fact, geographically, the<br />

Caspian is in between most of the regions<br />

or within some of the countries which<br />

occupy the headlines. Russia, a strong<br />

regional power with the second largest<br />

nuclear arsenal and global ambitions, and<br />

Iran, another regional power in contention<br />

with most western countries because of its<br />

nuclear ambitions, are the littoral Caspian<br />

countries by default. The major objective<br />

which still preoccupies Russian minds is<br />

how to restore the country’s ability to be<br />

an independent center of influence. 3<br />

For<br />

many Russian neighbors it translates into<br />

the Russian dominance, which they outright<br />

resist.<br />

Iran, in its turn, suffering from international<br />

sanctions, will hold the talks with P5+1<br />

soon in Astana. Most of the previous<br />

negotiations in this format have failed. “One<br />

of the worst things is that if they went to<br />

1 The views are those of the author and do not reflect the<br />

position of Azerbaijan or any organization he is affiliated with.<br />

2 The region defined here from the borders of China to the<br />

Turkish Mediterranian, as Caspian Startegy Institute in its many<br />

presentations put it<br />

3 Fyodor Lukyanov, “Rethinking Russia : Russian Dilemmas<br />

in a Multipolar World”, Vol. 63, No. 2, <strong>Spring</strong>/Summer 2010<br />

page 19-32m http://jia.sipa.columbia.edu/russian-dilemmasmultipolar-world<br />

the table and then they fail, then we really<br />

will be at an impasse,” said Vali Nasr, dean<br />

of the Paul H. Nitze School of Advanced<br />

International Studies at Johns Hopkins<br />

University in the US. 4<br />

An impasse can turn<br />

to be deadly for the Caspian if goes out of<br />

control. As Vice President of Azerbaijan’s<br />

SOCAR put it recently during his meeting<br />

with law-makers of the Euronest, “Let’s<br />

imagine that someone strikes a blow to<br />

Iran. Let it be not the United States, but for<br />

example, Israel. Iran will strike back, but its<br />

missiles will never reach the territory of U.S.<br />

and NATO countries for several reasons.<br />

And of course they cannot reach Israel’s<br />

territory on 2 factors: first, Israel has a good<br />

enough antiaircraft defense system and,<br />

second, the Iranian missile range is 500 km,<br />

and they are unlikely to get in Israel. In this<br />

situation the question arises as to whom<br />

they will send their strike. To Turkey - no,<br />

Georgia - no, to Russia - no, Armenia - God<br />

be with you. The only initial reaction is to<br />

attack the source of energy security, allies<br />

of Israel, the U.S and Europe. And precisely<br />

energy security of Europe is guaranteed on<br />

Shah Deniz platform”. 5<br />

In Afghanistan (part of the Central Asia,<br />

two countries of which - Kazakhstan and<br />

Turkmenistan - are Caspian), where a<br />

major NATO operation is taking place and<br />

the withdrawal of forces is scheduled by<br />

2014, scenarios are rather bleak despite<br />

officially aired optimism. From a Central<br />

4 James Blitz and Quentin Peel, “Iran expected to resume<br />

nuclear talks”, Financial Times, February 3<br />

5 “SOCAR: it’s impossible to exclude Iran from Shah Deniz<br />

contract for security reasons”, Baku, Fineko/abc.az<br />

96<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Why The Caspian Matters!<br />

Asian perspective, even foreign forces are<br />

struggling to contain the insurgency in<br />

Afghanistan at present. How will Afghan<br />

forces cope on their own after 2014<br />

Meanwhile, the popular support for the<br />

Taliban, especially in the south, remains<br />

high and there are few indications that the<br />

situation has improved. 6<br />

China is not a purely Central Asian country,<br />

but borders most of it. Moreover, China has<br />

a significant influence on the Central Asian<br />

countries, economically and politically<br />

expanding its presence therein. China has<br />

emerged over the past decade as a central<br />

player in the Caspian, thanks primarily to<br />

its increasing involvement in the oil and gas<br />

sectors of Kazakhstan and Turkmenistan.<br />

Chinese-sponsored construction of energy<br />

infrastructure throughout Central Asia,<br />

ranging from pipelines and gas processing<br />

facilities to railway lines and refineries,<br />

has transformed the region’s geopolitical<br />

orientation and locked in long-term access<br />

to Central Asian gas for China’s fast-growing<br />

economy. 7<br />

The “second world” idea by Parag Khanna<br />

puts into the list world’s most strategic<br />

countries around the world that are located<br />

between or on the peripheries of the three<br />

dominant empires: America, the European<br />

Union, and China. For him second world<br />

countries are the emerging markets, but we<br />

have to understand them more than just<br />

economically: they now hold the majority<br />

of the world’s reserves and a growing share<br />

of the total global economy, but they are<br />

also endowed with natural resources and<br />

6 Murod Ismailov, “POST-2014 AFGHANISTAN:<br />

A SECURITY DILEMMA FOR ITS NORTHERN<br />

NEIGHBORS”, 09/05/2012 issue of the CACI Analyst,<br />

http://www.cacianalyst.org/q=node/5832<br />

7 Andrew S. Weiss, F. Stephen Larrabee, James T. Bartis, Camille<br />

A. Sawak, “Promoting International Energy Security”, Volume 2,<br />

Turkey and the Caspian , RAND corporation, 2012, p.26<br />

are pursuing political agendas on their own.<br />

In every second world country I have heard<br />

people talk about how they will no longer<br />

be listening to the U.S. but doing things<br />

“our own way.” Almost half of the countries<br />

he puts into that list are Caspian Turkey,<br />

Azerbaijan, Kazakhstan, Uzbekistan, and<br />

Iran. 8<br />

Old labels: Resources and conflicts. Oil<br />

“<br />

The “second world” idea by<br />

Parag Khanna puts into the<br />

list world’s most strategic<br />

countries around the world<br />

that are located between or<br />

on the peripheries of the three<br />

dominant empires: America,<br />

the European Union, and China.<br />

and natural gas are commodities which are<br />

rightly making the Caspian attractive for<br />

the energy dependent countries. 4 percent<br />

of the world’s proven oil and natural gas<br />

resources is in the Caspian sea. In 2011,<br />

Russia became the world’s leading oil<br />

producer, surpassing Saudi Arabia; Russia is<br />

the second-largest producer of natural gas;<br />

Russia holds the world’s largest natural gas<br />

reserves, the second-largest coal reserves,<br />

and the eighth-largest crude oil reserves.<br />

Russia is the third-largest exporter of both<br />

steel and primary aluminum. 9<br />

Iran, in its turn, holds the world’s fourthlargest<br />

proven oil reserves and the world’s<br />

8 Parag Khanna interview with Media Global, http://www.<br />

paragkhanna.com/p=77<br />

9 “Russia Economy Profile 2012”, index mundi<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

97


Khazar İbrahim<br />

second-largest natural gas reserves.<br />

International sanctions and unfavorable<br />

investment terms, however, have impeded<br />

developments across the energy sector. Iran<br />

is OPEC’s second-largest oil producer and<br />

the third-largest crude oil exporter in the<br />

world. In 2010, Iran was the world’s fourth<br />

largest producer and third largest consumer<br />

of natural gas. 10<br />

Nevertheless, the great resource of<br />

the region, mostly ignored, is human.<br />

Population of the littoral states accounts<br />

for more than 250 million. Countries like<br />

Turkey and Uzbekistan are naturally linked<br />

to the region and with them the number is<br />

around 350 million. This is a 5 percent of<br />

the world population. What is more, it is<br />

mainly a young population. In Iran, youth is<br />

the largest population bloc. Over 60 percent<br />

of Iran’s 73 million people are under 30<br />

years old. 11<br />

The traditional interstate conflicts are<br />

trademarks of the region. 2008 Russo-<br />

Georgian war was a serious wake-up call<br />

that they are not over. Meanwhile, Armenia’s<br />

occupation of Azerbaijani territories<br />

continues and unlike some “frozen” labels,<br />

there is only a cease-fire in place for almost<br />

two decades and no progress in peace talks.<br />

Cease-fire is broken daily, and arms race is<br />

going up with Azerbaijan developing its own<br />

defense industry and buying weapons with<br />

hard cash, while Armenia receiving free arms<br />

from its military ally Russia.<br />

The interstate rivalry is also reflected in the<br />

sea. Naval race has started and as Aleksei<br />

Vlasov, an expert on Caspian issues, says<br />

Russia is strengthening its position, because<br />

10 “Iran”, US Energy Information Agency, http://www.eia.gov/<br />

countries/country-data.cfmfips=ir<br />

11 Omid Memarian and Tara NesvaderaniI, “The Youth”, Iran<br />

Primer, US Institute of Peace<br />

“it is aware that in the next 10 to 15 years<br />

the Caspian Sea is going to become a bridge<br />

between the Middle East countries, former<br />

Soviet republics, and European states.<br />

Moscow is concerned that the dragging on<br />

of the discussion about the legal regime of<br />

the Caspian Sea can change the balance of<br />

power in the region. The main concern of<br />

Russia is the increasing presence of Western<br />

countries in the region.” 12<br />

In old times, it was<br />

called a “Great Game”.<br />

New security challenges. For the United<br />

States, the changing and enduring security<br />

challenges that are out there in today’s<br />

world include powerful peer – potential<br />

peer states; regional instability, proliferation<br />

of weapons of mass destruction, violence,<br />

the emergence of cyber, both exfiltration<br />

and potential attacks as a challenge, a<br />

new challenge; transnational criminal<br />

organizations, whether they be drug cartels<br />

or pirates, international pirates; disasters;<br />

competition for natural resources, and the<br />

like. 13<br />

Except for the potential peers (The<br />

United States is the only global power<br />

today), everything else holds true for the<br />

international community as a whole. The<br />

Caspian region has a significant stake in<br />

reflecting these challenges. The Caspian is<br />

one of the routes for the drug trafficking...<br />

According to UNODC estimates, around<br />

20% of the opiates produced in Afghanistan<br />

are trafficked through the northern route.<br />

However, due to increasing cultivation<br />

in Afghanistan since 2001, the volumes<br />

and related pressure on the Central Asian<br />

borders has risen dramatically. UNODC<br />

12 Hossein Aryan, Caspian Sea States On Course For Naval<br />

Arms RaceJuly 27, 2011, Radio Free Europe Radio Liberty<br />

13 Admiral James A. Winnefeld, Vice Chairman, Joint Chiefs<br />

of Staff, “Perspectives on National Security Challenges in the<br />

21st Century: 11/27/12”, transcript, http://www.acus.org/<br />

event/perspectives-national-security-challenges-21st-century/<br />

transcript#sthash.L5Xc5Odq.dpuf<br />

98<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Why The Caspian Matters!<br />

estimates that in 2006, 123 tonnes of Afghan<br />

opiates were trafficked through Central Asia,<br />

whereas in 2007, this increased by no less<br />

than 32% to 163 tonnes. 14<br />

Commercial truck traffic from Iran<br />

continues to be heavy, and Caspian Sea ferry<br />

traffic from Turkmenistan to Azerbaijan and<br />

Russia continues to be another opportune<br />

smuggling route. Narcotics, primarily<br />

heroin, move from Afghanistan through<br />

Russia, the Caucasus, and Turkey and then<br />

pass through Ukraine, destined for Western<br />

Europe. 15<br />

Terrorism and violent extremism<br />

are not a daily feature but a growing<br />

concern. Several recent trends suggest that<br />

underground radical groups are gaining<br />

strength in both the North Caucasus and<br />

Central Asia. Although the underground<br />

extremists may bide their time until more<br />

propitious circumstances come along for the<br />

launching of attacks, they are clearly making<br />

vigorous efforts to recruit disaffected young<br />

people. Even if the authorities in the North<br />

Caucasus and Central Asia are able to curb<br />

the growth of radical groups—something<br />

that is by no means guaranteed—the<br />

potential for radical groups to provoke<br />

violence and even full-scale civil war in<br />

some areas will almost certainly increase. 16<br />

Nuclear technology and components<br />

proliferation is a serious matter for the<br />

region and two main factors contribute to<br />

its acuteness. First, both supply (Russia<br />

and Armenia) and demand (Iran) is there.<br />

Second, a grey zone along the 132 km<br />

14 “Caspian Sea and Turkmen Border Initiatives”, Report, UN<br />

Office on Drugs and Crime, November 2008<br />

15 “2012 International Narcotics Control Strategy Report”,<br />

B. Drug Control Accomplishments, Policies, and Trends, US<br />

Department of State, March 7, 2012<br />

16 Mark Kramer, “Prospects for Islamic Radicalism and<br />

Violent Extremism in the North Caucasus and Central Asia”,<br />

PONARS Eurasia MEMO number 38, 2008, http://www.gwu.<br />

edu/~ieresgwu/assets/docs/pepm_028.pdf<br />

“<br />

Putting the region into the<br />

top priorities list would allow<br />

turning opportunities into real<br />

benefits, while curbing the<br />

challenges from transforming<br />

into the threats.<br />

Armenia-occupied Azerbaijani border with<br />

Iran. Also, like with other illegal trafficking,<br />

the Caspian sea with a relatively weak border<br />

control provides a fertile ground for the<br />

WMD and other sensitive material transit.<br />

Of course, land transit shall not be<br />

overlooked as well. In 2008, Azerbaijan<br />

halted a Russian shipment of equipment<br />

intended for Iran’s Bushehr nuclear power<br />

plant, demanding more information for<br />

fear of violating United Nations sanctions,<br />

officials said Monday. 17 Cyber threats can<br />

be of the gravest nature in the region. BTC<br />

oil pipeline and Sangachal terminal, major<br />

energy projects, can become major cyber<br />

targets to halt or disrupt oil flow.<br />

Conclusions<br />

One of the reasons for the Caspian not being<br />

much exposed to the international headlines<br />

is probably the absence of the region from<br />

the top foreign policy priorities of the major<br />

international players: US, EU, China and<br />

others. As demonstrated above, the Caspian<br />

provides enormous opportunities and<br />

grave challenges. Putting the region into<br />

the top priorities list would allow turning<br />

opportunities into real benefits, while<br />

curbing the challenges from transforming<br />

into the threats.<br />

17 “Nuclear shipment stopped by Azerbaijan”, AP, 4/21/2008<br />

4:51:33 PM ET,<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

99


THE SOUTHERN GAS CORRIDOR<br />

A CASE OF PEANUTS<br />

John Roberts, Energy Security Specialist, Platts<br />

Not so long ago, EU Energy Commissioner<br />

Gunther Oettinger seemingly dismissed<br />

the supply of 10 bcm/y of Azerbaijani gas<br />

to the European Union as “peanuts.” It was<br />

a striking comment, not least because the<br />

sheer cost of getting those nuts to Europe<br />

– along with a somewhat smaller package<br />

to Turkey – could well wind up costing<br />

something close to to $10 bn.<br />

And yet the Commissioner had a point.<br />

When set against the background of the<br />

development of the Southern Gas Corridor<br />

as a whole, the 10 bcm/y of gas that will<br />

start flowing to the European Union in<br />

2019, and the related six bcm/y that will<br />

start flowing to Turkey a little earlier, only<br />

constitute part of a much bigger whole. It’s<br />

an absolutely vital part, since it is the initial<br />

supply that enables subsequent resources<br />

to be tapped, but what matters from the<br />

Commissioner’s perspective – indeed,<br />

what matters from an energy security<br />

perspective – is that the gas that the 10 bcm<br />

from Azerbaijan’s Shakh Deniz gasfield is<br />

actually followed by much greater flows of<br />

gas thereafter.<br />

This is why, when the EU looks at the<br />

Southern Gas Corridor, it includes a host of<br />

diverse projects in its thinking – including,<br />

somewhat surprisingly, the original Nabucco<br />

concept.<br />

What the Commission wants to see is gas<br />

from Turkmenistan, Iraq and – political<br />

circumstances permitting – Iran all able<br />

to find their way to market in Europe by<br />

means of the corridor. To this end, as well<br />

as backing the cluster of pipelines and<br />

projects required to get the first 16 bcm<br />

of gas from Shakh Deniz to Turkey and to<br />

European markets beyond Turkey, it is still<br />

working with Turkmenistan and Azerbaijan<br />

to develop a Trans-Caspian Gas pipeline<br />

and it is still including such ideas as the<br />

proposed White Stream gas pipeline under<br />

the Black Sea from Georgia to Romania as a<br />

“project of European interest,” a designation<br />

intended to ensure that specific crossborder<br />

projects have priority for European<br />

Community funding. What it wants to<br />

ensure is that the EU is capable of receiving<br />

anything from 40 to 60 bcm of gas via the<br />

corridor – or even more, if actual European<br />

demand should warrant it.<br />

As ever, the Commission is thinking big,<br />

and thinking ahead. Right now, with most<br />

the European Union still mired in economic<br />

stagnation if not outright recession, gas<br />

demand remains depressed. Indigenous<br />

EU production may be falling but there’s<br />

plenty of gas around, whether from Russia,<br />

Norway, North Africa or in the form of LNG<br />

from all a host of suppliers.<br />

Yet Europe still has a difficult energy<br />

balance -- and an uneasy relationship with<br />

gas. Germany is phasing out nuclear power;<br />

the UK is doing likewise with coal. The<br />

Netherlands may be building three new coalfired<br />

plants but they are the last that can be<br />

built until or unless someone finds a way<br />

to trap the carbon they emit. Renewables<br />

100<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


The Southern Gas Corridor - A Case of Peanuts<br />

“<br />

Renewables are proving costly<br />

and while wind farms are<br />

booming, they function only<br />

intermittently – and need<br />

something else to back them<br />

up. Invariably, the something<br />

else is gas So even though<br />

energy use looks set to shrink<br />

in Europe, gas demand looks<br />

likely not only to hold steady,<br />

but to rise as and when there’s<br />

a real economic recovery.<br />

are proving costly and while wind farms are<br />

booming, they function only intermittently<br />

– and need something else to back them up.<br />

Invariably, the something else is gas.<br />

So even though energy use looks set to<br />

shrink in Europe, gas demand looks likely<br />

not only to hold steady, but to rise as and<br />

when there’s a real economic recovery. And<br />

this is where the Southern Gas Corridor<br />

really does come to the fore. Russia may<br />

have plenty of gas, in terms of both reserves<br />

and actual production, but both its ability<br />

and willingness to increase its levels to<br />

actual supply to the European Union can<br />

be questioned. Immediate supplies are<br />

impacted by Gazprom’s continued belief<br />

in the proposition, so clearly enunciated<br />

by Vice President Alexander Medvedev in<br />

2011, that “the oil linkage provides the best<br />

balance between the upstream operators and<br />

wholesale buyers of natural gas” at a time<br />

when hub pricing is becoming ever more<br />

prominent in European gas deals. What<br />

this means is that Gazprom considers the<br />

retention of the link to oil prices – which<br />

in current terms means higher prices than<br />

those offered by its competitors – to be<br />

more important than the pursuit of specific<br />

export volumes.<br />

With the arrival of Shakh Deniz gas,<br />

the entry of a new stream of gas into<br />

European markets will increase the level<br />

of competition in Europe, putting further<br />

pressure on Gazprom to adapt its pricing<br />

policies to the increasing gas-to-gas pricing<br />

systems that are part and parcel of the<br />

emergence of new European physical and<br />

virtual gas trading hubs.<br />

And this where the role of Azerbaijani gas<br />

is crucial. It’s not yet clear whether that gas<br />

will reach its final destination by means of<br />

the projected Trans-Adriatic Pipeline or the<br />

Nabucco West project, but either way the<br />

end point of these systems is a hub. In the<br />

case of Nabucco West, it’s a physical trading<br />

hub at Baumgarten in Austria; in the case<br />

of TAP, it’s the virtual hub known as the<br />

Punto di Scambio Virtuale (PSV), operated<br />

by Snam Rete Gas, the Italian transmission<br />

system operator.<br />

In effect, the gas dispatched to Europe – or<br />

most of it, since some will be dropped off<br />

along the way – will end up at hubs through<br />

which it can be dispatched to the major<br />

markets of Germany, Italy, France and even<br />

the United Kingdom. Moreover, when the<br />

Shakh Deniz consortium last year initiated a<br />

preliminary round of bidding for SD2 gas, it<br />

secured offers in principle to purchase more<br />

than 20 bcm through both lines, or four<br />

times as much as the consortium actually<br />

has available. In <strong>2013</strong>, consortium sources<br />

affirm, demand is still holding up.<br />

In other words, perhaps the most important<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

101


John Roberts<br />

“<br />

With the arrival of Shakh Deniz<br />

gas, the entry of a new stream<br />

of gas into European markets<br />

will increase the level of<br />

competition in Europe.<br />

commercial element of the Southern Gas<br />

Corridor issue is already in place: demand<br />

for major volumes of gas, expressed even<br />

when times are bad.<br />

So where will this gas come from<br />

Azerbaijan itself has a cluster of fields<br />

with proven gas reserves that have yet to<br />

be developed. These include Absheron,<br />

Umid and the deep-level gas below the<br />

Azeri-Chirag-Guneshli (ACG) oilfield. It<br />

also possesses significant prospects such<br />

as Shafag-Asiman, Babek, Nakhchevan and<br />

Zafar-Mashal, that have yet to be proved.<br />

These are the discoveries and prospects that<br />

led Azerbaijan’s Energy Minister Natiq Aliev<br />

to say last July that “we can export up to 30<br />

bcm, and even 50 bcm, if our programmes<br />

are successful.”<br />

What seems to be happening is that the<br />

Azerbaijani authorities are trying to<br />

narrow the gap between the attainment<br />

of plateau production at Shakh Deniz in<br />

or around 2020, when the field will be<br />

producing around nine bcm from first phase<br />

production and 16 bcm from second phase<br />

production, and the start-up of further field<br />

developments. In this regard, particular<br />

hopes are pinned on Absheron, with a startup,<br />

perhaps, in 2022 or 2023.<br />

In much the same timeframe, deep level<br />

gas from ACG could be brought on stream.<br />

There are problems to such a timetable, not<br />

least the availability of drilling rigs, with<br />

SD2 development virtually monopolising<br />

rig availability for the next several years. But<br />

Azerbaijan has ordered the construction of<br />

at least one new deep sea rig and by 2020<br />

the problem should ease.<br />

Then there’s Turkmenistan. In principle,<br />

Azerbaijan is happy to serve as a transit state<br />

for Turkmen gas to Europe; in practice,<br />

there’s a real problem since Azerbaijan<br />

wants to limit transit volumes to 10 bcm/y,<br />

whereas Turkmenistan only reckons it is<br />

worth challenging Russia on the vexed issue<br />

of developing a Trans-Caspian Gas Pipeline<br />

if it can use it to ship large volumes of<br />

around 30 bcm/y.<br />

At present, the debate is somewhat academic<br />

since, in terms of developing new export<br />

routes, Turkmenistan’s focus is almost<br />

entirely on the getting the long-proposed<br />

Turkmenistan-Afghanistan-Pakistan-India<br />

(TAPI) pipeline underway. Since it will<br />

not be possible to determine whether<br />

security conditions in Afghanistan make<br />

construction of such a line possible until<br />

sometime after 2014, the year in which the<br />

last NATO combat troops are due to be<br />

withdrawn from Afghanistan, it may well<br />

take until 2015 or 2016 for Ashgabat to start<br />

looking seriously at just what it needs to do<br />

“<br />

Azerbaijan’s Energy Minister Natiq<br />

Aliev to say last July that “we can<br />

export up to 30 bcm, and even<br />

50 bcm, if our programmes are<br />

successful.”<br />

102<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


The Southern Gas Corridor - A Case of Peanuts<br />

in order to ensure the actual construction of<br />

a 300-km line across the Caspian.<br />

In the meantime, while Shakh Deniz is<br />

being developed, the gas-rich Petronas<br />

fields in Turkmen waters will have their<br />

potential stifled. They are quite capable of<br />

providing around 10 bcm/y of gas within<br />

three or four years, but without an export<br />

outlet, their production prospects will be<br />

limited to provision of perhaps on or two<br />

bcm/y for Turkmenistan’s own refining and<br />

petrochemical requirements. At some stage,<br />

the fields should be linked to the rest of the<br />

country’s gas production network through<br />

a new 1,200-km West-East pipeline, but in<br />

practice this project is running years behind<br />

schedule with little accomplished to date<br />

and no real indication when the line might<br />

be ready for use.<br />

And then, of course, there’s Iraq. The<br />

autonomous Kurdish region of northern<br />

Iraq is already bursting at the seams with oil<br />

and gas projects that are physically under<br />

development but have insufficient means<br />

to get their production to market. That<br />

means there will have to be new pipelines<br />

to Turkey and, in practice, formal decisions<br />

to construct such pipelines will have to be<br />

taken this year. But we do not yet know<br />

whether those decisions will be taken with<br />

or without the approval of the federal Iraqi<br />

authorities in Baghdad. If they accept such<br />

lines, the boost to companies working in<br />

northern Iraq will be immense. But the<br />

political implications of developing such<br />

lines without Baghdad’s consent are massive.<br />

They would effectively re-shape a host of<br />

regional security policies and could serve<br />

initially, until the political situation was<br />

further clarified, to limit the pace of oil and<br />

gas development in the Kurdish region.<br />

Nonetheless, it seems more than likely that<br />

around the end of 2014 or at some point<br />

in 2015 gas from northern Iraq will be<br />

entering the Turkish system. And as more<br />

gas is discovered and developed, so will<br />

more gas flow into the Turkish market or<br />

across Anatolia to European markets beyond<br />

Turkey.<br />

All of this gas, whether it originates in<br />

Azerbaijan, Turkmenistan or Iraq, will either<br />

need to cross Turkey or the Black Sea if it is<br />

to reach the European Union. In practice, it<br />

does not seem realistic to envisage a Black<br />

Sea option until a trans-Turkey option is<br />

completely full. Because of the way the<br />

infrastructure to carry SD2 gas through<br />

the South Caucasus and Turkey is being<br />

developed, that, in effect, implies a system<br />

with an ultimate capacity of around 55 to<br />

60 bcm/y. The initial capacity will be much<br />

less than this, since the maximum capacity<br />

of the existing South Caucasus Pipeline<br />

and its extension to Erzurum (with the<br />

addition of new compressor stations) is 25<br />

bcm/y, just enough to carry the combined<br />

export-oriented output of the SDI and<br />

SD2 projects. So in order to carry any<br />

further gas, such as the prospective gas from<br />

Absheron, Umid and deep-level ACG, a<br />

parallel pipe string will have to be laid from<br />

Baku to Turkey. This would almost certainly<br />

be designed for routine carriage of up to 30-<br />

33 bcm/y.<br />

But a second string lies sometime in<br />

the future. Right now it’s the increase in<br />

capacity of the existing SCP line that’s the<br />

focus in Azerbaijan and Georgia – and<br />

the development of the Trans-Anatolia<br />

Pipeline (TANAP) that’s the issue in Turkey.<br />

TANAP is the core element. It serves<br />

the same function as the original classic<br />

Nabucco pipeline in providing a dedicated<br />

system for Azerbaijani gas to reach markets<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

1<strong>03</strong>


John Roberts<br />

beyond Turkey. It thus avoids the twin<br />

risks associated with use of the existing<br />

Botas-operated system: an influx of Russian<br />

gas (via Blue Stream) which could simply<br />

impede the westward flow of Azerbaijani<br />

gas or, in wintry conditions or at times<br />

when Turkish customers were suffering gas<br />

shortages, the diversion of Azerbaijani gas<br />

to Turkish customers rather than to their<br />

intended destinations beyond Turkey.<br />

In practice the timing of a final investment<br />

decision for TANAP is dependent on the<br />

FID that is to be taken for Shakh Deniz.<br />

Both are key elements in a chain of decisions<br />

concerning development of upstream<br />

offshore and onshore facilities, and of<br />

pipelines to carry the output to market,<br />

that are costed by BP at anything from $40<br />

to $50 bn. An integrated decision-making<br />

process is required, and that is what it is<br />

getting.<br />

So, sometime this summer, a FID for<br />

TANAP should be taken. If the October<br />

target for the SD2 FID is to be met, then the<br />

TANAP FID will probably have to be taken<br />

no later than September. There is still an<br />

awful lot of planning and preparation that<br />

has to be done for TANAP, so it’s a tight<br />

squeeze.<br />

The European Commission understands<br />

the importance of TANAP. Paula Abreu<br />

Marques, the Head of Unit for International<br />

Relations and Enlargement at the European<br />

Commission’s Directorate General for<br />

Energy, termed the forthcoming Shakh<br />

Deniz 2 FID the most important decision<br />

to be taken in regard to development of the<br />

Southern Gas Corridor. Ms Marques then<br />

added: “In this regard, we welcome the<br />

signing and ratification of the Azerbaijan-<br />

Turkey intergovernmental agreement on gas<br />

“<br />

TANAP is the core element. It serves<br />

the same function as the original<br />

classic Nabucco pipeline in providing<br />

a dedicated system for Azerbaijani<br />

gas to reach markets beyond Turkey.<br />

pipeline TANAP - the main element of the<br />

Southern Gas Corridor.”<br />

Oettinger’s controversial “peanuts”<br />

comment was made in Frankfurt in late<br />

November; Ms. Marques’s comment on the<br />

centrality of TANAP was made in Baku in<br />

late February. The two remarks could be<br />

held to indicate that in just three months<br />

the European Commission’s approach to the<br />

Southern Corridor had evolved significantly,<br />

with a somewhat dismissive comment<br />

replaced by a rather more positive statement.<br />

In fact, the two comments complement<br />

rather than contradict each other. It remains<br />

true that the delivery of 10 bcm/y of SD2<br />

gas to Austria or Italy will constitute only<br />

the initial fulfilment of a much bigger goal:<br />

the supply of 40, 50, 60 or more bcm of<br />

Caspian and Middle Eastern gas each year<br />

that really would justify the classic Turkish<br />

description of the Southern Gas Corridor as<br />

a new artery for Europe.<br />

But it remains just as true that without<br />

the core element of transportation across<br />

Turkey, the role which TANAP will<br />

undertake, there would, quite simply, be no<br />

Southern Gas Corridor worth the name.<br />

104<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


AZERBAIJAN AND ENERGY<br />

SECURITY OF EUROPE:<br />

BALANCING NATIONAL PRIORITIES AND<br />

INTERNATIONAL COMMITMENTS<br />

Gulmira Rzayeva, Leading Research Fellow Economic Analysis and<br />

Global Affairs Department Center for Strategic Studies of Azerbaijan<br />

Introduction<br />

The EU’s Southern Gas Corridor aimed<br />

to bring gas from alternative sources and<br />

via alternative routes primarily from the<br />

Caspian Region to the European markets,<br />

the biggest in the world. The Eastern and<br />

Southeastern Europe is heavily reliant on<br />

Russian gas deliveries. Thus, it detriment to<br />

sovereign and independent policymaking<br />

of those states. The meaning of the secure<br />

energy deliveries for those countries is<br />

economic lifeblood and the reliance is<br />

fraught with putting at risk their national<br />

security and economic development. The<br />

EU supported Southern Corridor, most<br />

importantly, is directed to curtail Russian<br />

energy leverage over those countries and<br />

open up the direct access for the landlocked<br />

“<br />

After the signing of the Declaration on<br />

the Southern Gas Corridor between EU<br />

and Azerbaijan in 2011, the role of the<br />

latter became pivotal as it is the only gas<br />

supplier and anchor to open the Southern<br />

Corridor at this stage.<br />

Caspian states, primarily Kazakhstan and<br />

Turkmenistan, to the European gas markets.<br />

After the signing of the Declaration on<br />

the Southern Gas Corridor between EU<br />

and Azerbaijan in 2011, the role of the<br />

latter became pivotal as it is the only gas<br />

supplier and anchor to open the Southern<br />

Corridor at this stage. Also, the country<br />

is being considered as the initiator of the<br />

transportation infrastructures along the gas<br />

value chain. After the planned expansion,<br />

the South Caucasus Pipeline (SCP) will be<br />

able to transport both Shah Deniz Phase<br />

I and II (SDI and SDII) gas as well as gas<br />

volumes from so-called next generation gas<br />

fields offshore Azerbaijan (additional up to<br />

35bcm to be available for export by 2025),<br />

but also those from Turkmenistan and<br />

possibly Kazakhstan in long run.<br />

Additionally, Azerbaijan initiated the Trans-<br />

Anatolian Natural Gas Pipeline (TANAP),<br />

the strategically important dedicated<br />

pipeline. This pipeline assigned to transport<br />

Azerbaijani origin gas (also Turkmen<br />

and Iraqi on later stages once politically<br />

available) throughout the Turkish territory<br />

to the EU’s borders. Azerbaijan will be<br />

represented in the project via the State Oil<br />

Company (SOCAR) that will be holding<br />

the majority stake of 51% (this stake to be<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

105


Gulmira Rzayeva<br />

funded by the State Oil Fund of Azerbaijan<br />

(SOFAZ). Consequently, Azerbaijan will<br />

invest the majority of the capital required,<br />

take significant part of commercial and<br />

technical risks and keep the ability to steer<br />

the pipeline’s timely development and<br />

implementation.<br />

Further down to the European market<br />

there are two competing pipelines leading<br />

to different destinations along the value<br />

chain: Nabucco West (NW) and Trans-<br />

Adriatic Pipeline (TAP). The Shah Deniz<br />

Consortium (SD) is expected to make a<br />

final decision on the preferred route not<br />

before the end of Q2/<strong>2013</strong>. Prior to the<br />

final selection the SDII consortium will<br />

finalize the ongoing Gas Sale and Purchase<br />

Agreement (GSPA) with the potential<br />

buyers gas transit agreements (GTA). Once<br />

the final selection made, SD consortium is<br />

expecting that the final investment decision<br />

(FID) of one of the above mentioned<br />

pipelines (in case of the positive selection)<br />

to transport SDII gas to follow shortly<br />

thereafter (perhaps with certain condition<br />

precedents), but before the SDII to be<br />

sanctioned by the end of October <strong>2013</strong>.<br />

Two agreements were signed between SD<br />

partners and Nabucco on 18 January, <strong>2013</strong>:<br />

on the equity funding and on cooperation.<br />

These agreements will enable to co-finance<br />

and co-manage the work of NIC before<br />

the final decision made. The Nabucco<br />

International Company (NIC) reports<br />

that the signed agreements relate to: close<br />

cooperation in adjustment of schedule and<br />

works on projects Nabucco West and SDII<br />

and co-funding of costs associated with the<br />

further development of the Nabucco West;<br />

provision of totally 50% equity stake for<br />

SOCAR, BP (BP to acquire 12%), Statoil<br />

and Total in the new structure of NIC<br />

shareholders after positive selection. For the<br />

SD partners this is the second such package<br />

of agreements, as last summer the similar<br />

package has been signed with TAP already.<br />

Nabucco West vs. TAP<br />

The overall strategic value of the Southern<br />

Gas Corridor will be determined once<br />

the SD consortium decides the ultimate<br />

destination of the SD gas. The market<br />

destination and the timing is crucial.<br />

According to SOCAR, when Azerbaijani gas<br />

deliveries to Turkey to start by mid of June<br />

2018 and following to the European Union<br />

(EU) in the beginning of January 2019.<br />

Also, given the fact of emerging of new<br />

gas sources including unconventional gas,<br />

e.g. shale gas in USA and shipping those<br />

liquefied volumes to Europe will lead to<br />

further tightening of gas price competition.<br />

By the geographic virtue, the companies<br />

of the countries like Spain, Britain and<br />

France have already signed a sale-purchase<br />

agreement with the USA to import LNG<br />

as much as 6bcm/a from 2016 onward.<br />

Italy has been developing the LNG<br />

infrastructures with the additional capacity<br />

of 85bcm of gas in Trieste, Molcanfone,<br />

Livorno, and Rosignano in the north of<br />

Italy and the LNG projects with additional<br />

import capacity of 30bcm/a in Brindisi,<br />

Rovigo etc. All those projects and<br />

infrastructure will increase potential import<br />

capacity of Italy up to 200bcm/a once<br />

realized, whereas the country’s current gas<br />

demand is about 85bcm/a.<br />

Despite the fact that the Italian market can<br />

be oversupplied in midterm perspective, no<br />

doubt TAP has advantages and strengths.<br />

With initial capacity of 10bcm/a and 42”<br />

diameter pipeline will be less costly than<br />

106<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />

Balancing National Priorities and International Commitments<br />

Nabucco West. Also, in compare to NW,<br />

TAP has less complex and cumbersome<br />

management structure. However, the most<br />

importantly is the size: volume and diameter<br />

(48” or 56”); as the only size is the matter,<br />

positively influencing the economics of NW.<br />

“<br />

It is in the EU’s interest to build a<br />

scalable pipeline to deliver gas from<br />

other alternative sources such as Iraq,<br />

Turkmenistan (might be Kazakhstan),<br />

Cyprus and Israel. But the question is<br />

why the SD consortium should take all<br />

the risks in case if the gas from those<br />

sources will not be available.<br />

Difference in diameter of both projects<br />

cause to additional 500 million dollar<br />

investment in the NW project. The position<br />

of BP, the operator of the SDII project is<br />

that why the SD consortium should pay<br />

additional $500mln if the 42” diameter<br />

is more than enough to transport the SD<br />

gas to the market. It is in the EU’s interest<br />

to build a scalable pipeline to deliver gas<br />

from other alternative sources such as Iraq,<br />

Turkmenistan (might be Kazakhstan),<br />

Cyprus and Israel. But the question is why<br />

the SD consortium should take all the risks<br />

in case if the gas from those sources will not<br />

be available.<br />

The another question raising is that if SD<br />

partners will be ready to depend on merely<br />

a few country markets namely Italy, Greece<br />

and Albania if they have an option to market<br />

their gas in multiple country markets with<br />

further potential to cover Balkan countries<br />

that are heavily in need of diversification<br />

that NW suggests Technically TAP is<br />

capable to offer an opportunity to access the<br />

Balkans with the Ionian Adriatic Pipeline<br />

and Greece-Bulgaria interconnector and<br />

even to the countries bordering with Italy<br />

to the North. However these additional<br />

regional connections are not part of TAP’s<br />

current proposal and have no ready sources<br />

of financing. Balkan market is of strategic<br />

interest to Azerbaijan given the higher gas<br />

price and great diversification potential of<br />

the market.<br />

The pipeline itself can be financially<br />

attractive to SD partners, however the<br />

market that it is targeting is risky and has no<br />

strategic value in comparison to NW that<br />

offer more value in terms of diversification<br />

of the market that almost completely reliant<br />

on one supplier. For this reason alone, NW<br />

benefits from accumulation political support<br />

from Brussels and Washington. For latter,<br />

most critically, diversifying the Central<br />

European market with the help of already<br />

existing and planned interconnectors linking<br />

the countries along the NW route will<br />

give those states an ability to strengthen<br />

negotiation position with Russia as a result<br />

of introducing international competition<br />

in the region, “reduce supply disruption<br />

threats, and bolster internal stability of<br />

NATO allies 1 ”.<br />

Last December, US congress even went<br />

further in its support for NW publishing<br />

its report “Energy and Security from the<br />

Caspian to Europe”, prepared for the use of<br />

the Committee on Foreign Relations of the<br />

U.S. Senate, which is warning SD partners<br />

and recommends to the State Department<br />

that if the project of the U.S. preference<br />

1 “Energy and Security from the Caspian to Europe”, http://<br />

www.foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

107


Gulmira Rzayeva<br />

Picture 1. Caspian Poker<br />

(source: “Welt” Journal)<br />

that “must substantially contribute to the<br />

Europe’s energy security” is not selected<br />

by the SD consortium, SDII might not<br />

enjoy the same sanction exception that SDI<br />

does. This is due to 10% stake of Iranian<br />

NIOC at the project. SDII and ancillary<br />

projects sanctions exception “will be based<br />

on compelling benefits for U.S. national<br />

security interests 2 ”.<br />

“<br />

The rivalry between U.S. and<br />

Russia dividing and controlling<br />

the energy rich countries,<br />

transportation routes and<br />

lucrative energy markets as<br />

during the Cold War is still<br />

continuing in the 21st century<br />

but in another shape as per<br />

“Great Game” theory.<br />

According to the paper “Nabucco West<br />

offers the most meaningful advance in<br />

two key objectives: prompt delivery of<br />

gas to multiple allies in desperate need<br />

of diversification and scalability to<br />

2 “Energy and Security from the Caspian to Europe”, http://<br />

www.foreign.senate.gov/publications/download/energy-andsecurity-from-the-caspian-to-europe<br />

accommodate larger gas supplies to the<br />

region in the future”. Putting to an end<br />

the “coercive pressure brought by Russia<br />

against its allies in Central and South<br />

Eastern Europe are of an order of magnitude<br />

greater”.<br />

The rivalry between U.S. and Russia<br />

dividing and controlling the energy rich<br />

countries, transportation routes and<br />

lucrative energy markets as during the Cold<br />

War is still continuing in the 21st century<br />

but in another shape as per “Great Game”<br />

theory. For Russia, as energy producing<br />

country is extremely important to sell its<br />

hydrocarbon resources to the countries<br />

it has an ability to influence upon. With<br />

making those countries’ energy security<br />

almost entirely reliant on Russia, it gives<br />

Moscow a leverage to make them fall into<br />

the sphere of its influence by strengthening<br />

its negotiation position with the help of<br />

bargaining chip. This is perceived by the<br />

U.S. as a threat to its national interests in the<br />

region.<br />

The U.S. as hydrocarbon producer and<br />

consumer state, is mainly interested that<br />

those energy dependent allies to import<br />

hydrocarbons from the U.S. controlled<br />

sources, such as MENA, the Caspian,<br />

Europe, trying to leave no chance for<br />

Iran (under sanctions) and Russia (with<br />

alternative supply routes) to be able to make<br />

108<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />

Balancing National Priorities and International Commitments<br />

those importer countries vulnerable.<br />

Azerbaijan is the best positioned to<br />

ensure energy security of the U.S. allies<br />

such as Turkey and nations in eastern and<br />

Southeastern Europe and Balkans, all are<br />

either U.S./NATO allies or enter into the<br />

spectrum of U.S. sphere of influence, and to<br />

be a part of a broader Euro-Atlantic Energy<br />

Security concept. It have been playing a<br />

crucial role in implementing U.S.-EU energy<br />

strategy by realizing BTC oil project and is<br />

continuing of doing so with the Southern<br />

Gas Corridor project.<br />

However, it is quite logic to assume that<br />

Baku would expect more political support<br />

from U.S./EU to solve its number one<br />

foreign policy priority issue of Nagorno-<br />

Karabakh in return to restore its territorial<br />

integrity from the occupation.<br />

Nabucco West and its<br />

shareholders<br />

In December last year German RWE – one<br />

of the main driver of the Nabucco (West)<br />

project withdrew from the project. This<br />

fact once more demonstrated that the<br />

management structure of the consortium<br />

is extremely unwieldy and the partners,<br />

specifically initiator of the project, Austrian<br />

OMV, must realize that such cumbersome<br />

management is putting the realization of<br />

the project at a big risk. As it has not been<br />

possible to sign the Cooperation Agreement<br />

(CoA) and Equity funding Agreement<br />

(EFA) between NW and SD members<br />

since June last year till 18 January, the date<br />

when the Agreements was signed, one can<br />

conclude that there were also significant<br />

issues and split of the opinion on share<br />

allocation between NW and SD consortium<br />

among Nabucco shareholders.<br />

According to publicly available information,<br />

SD was demanding 51% stake at the<br />

NW consortium to be able to make and<br />

conclude corresponding decisions in case<br />

NW consortium fails to deliver necessary<br />

progress in timely fashion. The reason that<br />

SD wanted to get majority of share might<br />

be that it was not confident whether NW<br />

shareholders will be capable to make the<br />

project happen, to invest the capital required<br />

and to make the necessary commercial and<br />

strategic decisions.<br />

Although almost all NW consortium<br />

partners were agreeing for such a share<br />

allocation, OMV was reluctant to loose an<br />

opportunity to control and make decisions.<br />

The position of OMV is understandable,<br />

since once the CoA and EFA would enter<br />

into the force under 51% - 49% proportion,<br />

the views of current NW shareholders could<br />

be overvoted. However, the lack of the NW<br />

project progress resulted in share dilution<br />

by Hungarian partner FGSZ starting last<br />

summer. Also, some other NW partners<br />

would be happy to sale certain portion of<br />

their shares either to SD members or a third<br />

party.<br />

According to publicly available reason of<br />

why RWE decided to withdraw is that it<br />

was not possible for the company to meet<br />

its commercial objectives 3 . However,<br />

apparently there are also other reasons such<br />

as different views and long lasting dispute<br />

with OMV over a number of issues of how<br />

to progress the project, but also the link<br />

from Baumgartner to Landzhot to connect<br />

Baumgarten with RWE owned transport<br />

system Net4Gas. Further reasons are indeed<br />

might be of financial nature forced by the<br />

nuclear phase-out in Germany.<br />

3 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />

Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />

wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

109


Gulmira Rzayeva<br />

Net4Gas system to bring the Caspian, e.g.<br />

Azerbaijani gas to Germany, which is in<br />

line with German government strategy to<br />

diversify the source of gas 4 .<br />

South Stream vs. NW: Market<br />

share or volume substitution<br />

Moreover, because of the above mentioned<br />

financial difficulties RWE is now selling its<br />

asset for the amount of €7bln and doing<br />

headcount reduction.<br />

This is another reason why the Net4Gas,<br />

RWE’s wholly owned gas transport system<br />

in Czech Republic is scheduled to be sold<br />

in <strong>2013</strong>. Earlier, RWE was aiming via<br />

Baumgarten-Landzhot link to connect its<br />

Despite the fact that Gazprom’s export to<br />

Europe was significantly increased in 2011<br />

after the falls during the financial downturn<br />

the company could not repeat this success<br />

in 2012. According to the Energy Ministry<br />

of Russia, gas export to Europe decreased by<br />

8.7% in 2012 to 186bcm 5 . Earlier, Gazprom<br />

reported that in first half of 2012, the gas<br />

sales to Europe dropped by 10% and to<br />

CIS countries by 29% 6 . This followed by<br />

decline in production in 2012 to 655bcm<br />

(662bcm in 2011), whereas Gazprom’s own<br />

production dropped by 5.1% to 483bcm.<br />

The export and production forecast for<br />

4 “Nabucco says Check-Austrian Transit Survey Completed”,<br />

Bloomberg, http://www.bloomberg.com/apps/newspid=ne<br />

wsarchive&sid=aZSykMGpEc80<br />

5 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />

economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />

open-229012.html<br />

6 “Gazprom reports weakening European gas sales amid<br />

economic slowdown”, http://www.mrcplast.com/news-news_<br />

open-229012.html<br />

110<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />

Balancing National Priorities and International Commitments<br />

current <strong>2013</strong> year are not much optimistic<br />

and so sounds Mr. Miller, expressing just his<br />

hope that the company will be able to keep<br />

the level of 500bcm of gas production in<br />

<strong>2013</strong> and for that will refrain from increase<br />

of investment programs for the current year 7<br />

. Earlier, Russia’s top gas producer Gazprom<br />

has cut gas production targets for <strong>2013</strong> and<br />

2014 due to dwindling demand. According<br />

to the head of Gazprom’s production<br />

department, the company was about to<br />

produce 541bcm in <strong>2013</strong>, rising to 548bcm<br />

in 2014 8 . This is down from previous<br />

forecasts of 549bcm for <strong>2013</strong> and 570bcm<br />

in 2014.<br />

According to Business Monitor<br />

International’s latest projections show that<br />

overall gas output rising to 724bcm by 2016<br />

- dependent on growth in European demand<br />

and opportunities arising in Asian markets 9 .<br />

The EU gets 25% of its gas from Russia.<br />

Management of the Russian monopolist is<br />

confessing that the reason of decrease in<br />

choosing Russian gas by the European gas<br />

consumer companies and in export capacity<br />

to the European market is competition.<br />

During last few years the number of the<br />

companies that are ready to transport gas<br />

based on the price fixed to gas indexation<br />

and spot market price is increasing.<br />

The decline caused by not only financial<br />

crises in Europe and the Euro zone, but<br />

also as Europeans used cheaper alternatives<br />

such as liquefied natural gas (LNG) and<br />

spot market supplies. For the years of 2009-<br />

7 “Russia’s Gazprom sees <strong>2013</strong> gas output at 500 Bcm,<br />

roughly flat on year”: report, Platts, http://www.platts.com/<br />

RSSFeedDetailedNews/RSSFeed/NaturalGas/8997445<br />

8 “Ukrainian equipment producer dashes Gazprom production<br />

plans last winter”, Kyiv Post, http://www.kyivpost.com/<br />

content/business/ukrainian-equipment-producer-dashesgazprom-produc-1-128108.html<br />

9 Russia Oil & Gas Report, Business Monitor, http://store.<br />

businessmonitor.com/em/oilgas/russia.html<br />

2011 the number of re-gasification plants<br />

as well as liquefaction plants in Europe had<br />

been rapidly increasing and it is expected<br />

that by 2014 majority of the coastal states<br />

across Europe will be covered by a few<br />

LNG infrastructure. Currently some are<br />

under implementation, others are planned:<br />

The EU’s current regasification capacity of<br />

150bcm looks set to double by 2020.<br />

This is one of the most important goals for<br />

the EU to develop LNG infrastructure and<br />

build the terminal in each costal state (Italy,<br />

Netherlands, France, Ireland, Germany,<br />

Poland, Spain, Croatia, Cyprus, Turkey, and<br />

Lithuania) 10 . This has been also included<br />

into the Trans European Energy Network<br />

Policy (TEN-E) to cover Europe’s increasing<br />

demand for natural gas. In a fact, some of<br />

those terminals are being built to ensure<br />

energy security of Central Europe and lessen<br />

the vulnerability and reduce dependence on<br />

Gazprom by transporting already re-gasified<br />

gas from coastal to the land locked states.<br />

For that, an ambitious TEN-E policy of the<br />

EU to connect all the European states with<br />

gas pipeline interconnectors by 2014 is<br />

being implemented.<br />

Poland, which is also exploring for shale<br />

gas hopes to open a 5bcm/a LNG import<br />

terminal mid-2014. The LNG terminal at<br />

Świnoujście, near the German border in<br />

the northwest, should improve diversity of<br />

supply and reduce dependence on Russian<br />

imports.<br />

Needless to say that increasing LNG<br />

capacity in receiving terminals across<br />

Europe offers a number of security-ofsupply<br />

benefits for the Union, notably lower<br />

10 T E N - ENERGY Priority Corridors for Energy<br />

Transmission, Prepared for the European Commission, http://<br />

ec.europa.eu/energy/infrastructure/studies/doc/2008_<br />

priority_corridors_for_energy_transmission-natural_gas.pdf<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

111


Gulmira Rzayeva<br />

natural gas prices, more readily available gas<br />

on the European gas markets, and adding<br />

diversity of the source to the EU’s gas<br />

supplies.<br />

During a period of 2009-2010 with<br />

increasing LNG capacity in receiving<br />

terminals in North-West Europe and<br />

straitening the link between US and EU<br />

gas hub prices giving European consumers<br />

a chance to benefit from the cheap-spot<br />

traded gas. In the same years sharp fall<br />

in spot prices occur and spot gas prices<br />

were some 25% lower than oil-indexed gas<br />

during this period. Although this trend<br />

and correlation between EU and US gas<br />

price was terminated in April 2010 because<br />

of unforeseen high-demand. However,<br />

beginning from 2011 the price difference<br />

became major trigger for price revisions<br />

throughout the Europe, the core market for<br />

Russian gas exports.<br />

Many European gas consumers have been<br />

already urged to move away from 100% of<br />

oil indexations price, i.e. certain gas-indexed<br />

component in long term contracts, including<br />

at least 10-20% of spot prices to the contracts<br />

with Gazprom. The spot prices in overall<br />

European market are increasing very fast –<br />

30-40% per annum. As this was unacceptable<br />

for Gazprom, the cases were taken to the<br />

arbitration by the European gas buyer<br />

companies with positive outcomes for those<br />

companies in most of the cases. That resulted<br />

that some companies were granted discounts<br />

for gas price. According to MorganStanley<br />

Press Italian Eni and Edison, German E.ON<br />

(RWE is still in Arbitration process with<br />

Gazprom), French GdF Suez, Austrian<br />

Ecogas and a number of others were granted<br />

between 10% and 20% spot market price<br />

included to the contract in 2011 11 .<br />

11 “Pricing the “Invisible” Commodity” Sergey Komlev,<br />

Gazprom Export, http://www.gazpromexport.ru/files/Gas_<br />

However, in his latest discussion<br />

paper entitled “Pricing the “Invisible”<br />

Commodity” Sergey Komlev, Contract<br />

Structuring and Pricing Director of<br />

Gazprom Export, arguing that the modified<br />

model of price, which envisions long<br />

term contracts linked to gas indexes and<br />

hub pricing is not reliable for buyers and<br />

workable for suppliers if they must maintain<br />

flexibility in uninterruptible contract. This<br />

means that traders of spot gas, mainly LNG,<br />

at hubs have certain volume of gas on certain<br />

price trading based on short term contracts<br />

signed for the period of no more than<br />

1-3 months ahead and cannot guarantee<br />

additional volume of gas for mid-term if<br />

needed. This makes buyers uncertain and<br />

vulnerable for future suppliers. For example,<br />

Qatar that has been exporting to the<br />

European market 17.4 % (37bcm) of LNG<br />

per annum, recently announced that it will<br />

decrease the export volume of LNG to the<br />

European direction for 40% and re-direct<br />

those volumes to the Japanese market due to<br />

lucrative price for LNG in Asia 12 .<br />

The growth dynamics of LNG supplies<br />

offers new opportunities, such as access<br />

to the global market. The advantage of<br />

exporting gas as LNG is receiving access to<br />

the world market.<br />

According to BP, LNG trade will gain a<br />

larger role in the long-term perspective.<br />

LNG production will grow by 4.3% per<br />

annum, accounting for 15.5% of global gas<br />

consumption by 2<strong>03</strong>0,” BP Energy Outlook<br />

2<strong>03</strong>0 says 13 . Also, the U.S. bank JP Morgan<br />

Pricing_Discussion_Paper_Komlev_GPE_Jan_11_<strong>2013</strong>_<br />

FINAL127.pdf<br />

12 LNG export Destinations are being diversified, Arab News,<br />

http://www.arabnews.com/lng-export-destinations-are-beingdiversified-says-qnb<br />

13 BP Energy Outlook 2<strong>03</strong>0, January <strong>2013</strong>, International<br />

Energy Agency, http://www.bp.com/liveassets/bp_internet/<br />

globalbp/globalbp_uk_english/reports_and_publications/<br />

112<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />

Balancing National Priorities and International Commitments<br />

analysts, global LNG growth averaged<br />

approximately 15 percent in 2011.<br />

According to some analysts, bull case<br />

scenario, LNG demand in Europe will grow<br />

from 68mln tons per annum in <strong>2013</strong> to<br />

72mln tons in 2014, 78mln tons in 2015,<br />

86mln tons in 2016, 94mln tons in 2017 and<br />

99mln tons per annum in 2018 14 .<br />

The strong pressure from the customer<br />

side will be continuing further enabling<br />

disappearing gas glut on the European gas<br />

market in the medium term and narrowing<br />

gap between oil-indexed and spot prices.<br />

This will make a position of Gazprom quite<br />

dire from commercial view point, lowering<br />

net back margin for the gas. This would<br />

be even more painful for Gazprom from<br />

now on as the production from the newly<br />

developed fields such as Bovanenkovskoye,<br />

Far East F.D., Urals F.D, Siberian F.D etc.<br />

is forecasted to be growing in long term<br />

perspective and this gas will not be cheap.<br />

For example, according to the Gazprom<br />

Export report for 2012, gas production<br />

from Bovanenkovskoye field that will<br />

be transported to the European markets<br />

via the South Stream pipeline will cost<br />

Gazprom $150/1000cm 15 . Add to this the<br />

transportation cost of the gas from Far East<br />

to the Black Sea coast with the distance<br />

of more than 3000km, the construction<br />

of and transportation it via South Stream<br />

further to European inland, taxes etc. The<br />

most expensive gas for Gazprom will be reexport<br />

of Central Asian gas that Gazprom<br />

buys for the price of $260/1000cm 16 .<br />

statistical_energy_review_2011/STAGING/local_assets/<br />

pdf/BP_World_Energy_Outlook_booklet_<strong>2013</strong>.pdf<br />

14 OilCapital analytical daily news portal<br />

15 Gazprom Annual report 2011, http://www.gazprom.<br />

com/f/posts/55/477129/annual-report-2011-eng.pdf<br />

16 Skolkovo Moscow School of Management<br />

“<br />

The average price for<br />

LNG at the European<br />

trading hubs is $310-<br />

350/1000cm, whereas in<br />

Japan, Korea and China<br />

the price is $500/1000cm.<br />

According to the Russian Central<br />

Dispatching Department of Fuel Energy<br />

Complex (CDU TEK) starting from 2009,<br />

Russia has been producing less gas than<br />

U.S. for 3 years in row. This is mainly<br />

because U.S. has been increasing its shale<br />

gas production from year to year starting<br />

from 2000. One of the main options of<br />

diversification of supply sources of the<br />

European Union apart from the Southern<br />

Corridor is imports of relatively cheaper<br />

LNG from U.S. Those countries that by<br />

geographic virtue have opportunity to<br />

import bigger volume of LNG will be better<br />

off in terms of assuring their supply and<br />

overall energy security and less vulnerable<br />

in terms of national security than those of<br />

land-locked. However here will work more<br />

the rules of commerciality and economics<br />

rather than politics.<br />

On the other hand, the “war between Asia<br />

and Europe for LNG” which started in 2011<br />

is continuing and results are not the best<br />

for Europe, as the most volume of LNG<br />

is actively flowing toward Asian markets.<br />

Just to compare: Japan – the biggest<br />

LNG importer in the world, has signed a<br />

LNG import contract for the volume of<br />

11.5mln ton/a, other Asia-Pacific states<br />

for contracted 20mln ton, whereas the<br />

EU - for just 3.1mln ton. The Asian energy<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

113


Gulmira Rzayeva<br />

market is the most lucrative LNG market<br />

in the world as it guarantees high netback<br />

margin to the suppliers. The average price<br />

for LNG at the European trading hubs is<br />

$310-350/1000cm, whereas in Japan, Korea<br />

and China the price is $500/1000cm 17 . The<br />

rapidly growing economies of the Asian<br />

countries and the nuclear disaster in Japan<br />

opened a new niche for the LNG imports.<br />

The more Europe is trying to decrease the<br />

price for energy in the internal market, the<br />

more the market becoming less attractive to<br />

the LNG suppliers.<br />

The situation with the US LNG to Europe<br />

is no more consolatory. It is expected<br />

that the export of the US LNG to Europe<br />

and elsewhere will start in 2016. Spanish<br />

NGFenosa and Total has already signed<br />

sale and purchase agreement with the US<br />

company ChaniereEnergy and will import<br />

5bcm/a starting from 2016 18 . However, so<br />

far, among nearly 20 submitted proposals on<br />

the LNG terminal construction to the FERC<br />

regulator of the Energy Department, only<br />

the project of Sabine Pass of the Chaniere<br />

Energy has received the approval. And all its<br />

future capacity has been already contracted.<br />

The buyers are Korean Kogas, Indian Gail,<br />

Spanish NGFenosa, French Total and British<br />

BG Group. Given the price difference of<br />

LNG in the Asian and European market,<br />

US profit for export of LNG to Asia<br />

will be $200, whereas to Europe – $150.<br />

Furthermore, the most profitable export<br />

market for US would be Latin America<br />

where net back margin for LNG would be<br />

$280 because of the short distance and high<br />

price for gas.<br />

17 Platts LNG Daily Publication. Available on subscription<br />

18 “Cheniere and Total Sign 20-Year LNG Sale and Purchase<br />

Agreement for LNG Exports from Sabine Pass”, Press Release:<br />

Cheniere Energy Partners, http://finance.yahoo.com/news/<br />

cheniere-total-sign-20-lng-133000762.html<br />

As such, given the price differences in the<br />

different regional market one can conclude<br />

that if even the Energy Department will<br />

approve other proposals for LNG export<br />

facility construction with the total capacity<br />

of 110mln ton per annum, this gas will flow<br />

to the Asian or neighboring South American<br />

direction rather than European (with small<br />

amount shipped to Europe). The rationale<br />

here is rules of economics would be<br />

prevailing rather than anything else.<br />

Just to strengthen the argument above:<br />

According to the estimates of<br />

WoodMckenzie published in May 2012, the<br />

rapidly growing Asian LNG market is able to<br />

import not only all the non-contracted gas<br />

volumes but also can import all the US LNG<br />

export potential 19 .<br />

The European gas demand will not grow as<br />

rapidly as the Asian. According to the World<br />

Energy Outlook 2012 of IEA, compound<br />

average annual growth rate of the EU gas<br />

demand from 2010 to 2<strong>03</strong>5 will be 0.7%<br />

from 569 to 669 bcm respectively. Moreover,<br />

average annual natural gas demand growth<br />

rate in Europe has been declining for the<br />

period of 2010-2015 for 19 bcm, from 569<br />

bcm to 550 bcm respectively.<br />

The South East European gas markets and<br />

the Balkans that both Nabucco West and<br />

19 Platts LNG Daily and Monthly Publication. Available on<br />

subscription.<br />

114<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />

Balancing National Priorities and International Commitments<br />

Nabucco that would allow the continent to<br />

diversify away from Russian natural gas.<br />

Source: CERA (Chart: The demand outlook has been<br />

reduced because of the weak economy, the European Union’s<br />

2020 targets, and low coal prices)<br />

South Stream are targeting are not big<br />

enough and it is expected that the average<br />

annual gas demand growth rate will be very<br />

slow for the period of 2018-2<strong>03</strong>5.<br />

It is widely believed among experts that the<br />

South Stream will not increase the Russian<br />

gas import volume to the region but re-route<br />

the same volume of gas flowing currently<br />

through Ukraine and partly Belarus. At the<br />

summit in Brussels in December, Moscow<br />

asked that Brussels grant the South Stream<br />

the “Trans-European Network” status and<br />

declaring it as the “Project of Common<br />

Interest (PCI)”, which would exempt it from<br />

key limitations imposed by the European<br />

Union’s Third Energy Package, which<br />

will take effect in March <strong>2013</strong> 20 . The EU<br />

legislative framework could require Russia<br />

to allow other producing nations, such as<br />

Azerbaijan, access to its pipeline network to<br />

export natural gas to European customers. It<br />

could also legally require Gazprom to divest<br />

itself of the majority share of the pipelines.<br />

The European Union refused from altering<br />

the legal status of the South Stream pipeline,<br />

instead trying to spur the development of<br />

alternative pipeline infrastructure namely<br />

20 “EU readies ‘pragmatic’ answer to Putin’s energy agenda”,<br />

Euractiv, http://www.euractiv.com/energy/eu-readiespragmatic-answer-puti-news-516727<br />

However, both Nord Stream and South<br />

Stream will increase Russian export capacity<br />

to Europe from approximately 140bcm/a<br />

to more than 300bcm/a, making Russia<br />

to fill the capacity as operating the half<br />

empty pipelines is not commercially viable.<br />

The market will not be able to absorb<br />

40-60bcm/a.<br />

Consequently, in order to keep the market<br />

“<br />

It is widely believed<br />

among experts that the<br />

South Stream will not<br />

increase the Russian<br />

gas import volume to<br />

the region but re-route<br />

the same volume of<br />

gas flowing currently<br />

through Ukraine and partly<br />

Belarus.<br />

and to safe existing gas sales and purchase<br />

contracts with potential transit countries<br />

in the Balkans, Russia offered gas price<br />

discounts and development aid in its effort<br />

to edge out the Nabucco West project.<br />

Bulgaria got 11.1% discount for gas from<br />

Gazprom from April till December 2012<br />

and 22% for the year if <strong>2013</strong>. It is obvious<br />

that in return Russia will get go-ahead with<br />

Front End Engineering Design (FEED)<br />

in Bulgaria. Turkey first refused to sign an<br />

agreement to permit South Stream to pass<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

115


Gulmira Rzayeva<br />

its territorial waters, however after Russia<br />

made a 15% discount ($400/1000cm) 21<br />

for the gas for Turkey, the permission<br />

was given next day. Serbia signed a new<br />

sale and purchase agreement for 5bcm<br />

with Gazprom for the period of 10 years<br />

(Gazprom delivered to Serbia 1.4bcm in<br />

2011). However, according to the Serbian<br />

Energy Minister, the price is high and<br />

requested that the price of the Russian gas to<br />

be reduced from the current $470/1000cm<br />

to $420/1000cm in <strong>2013</strong> 22 . In <strong>2013</strong> Serbia<br />

got 12% discount from Gazprom.<br />

Bulgaria, the prospective South Stream<br />

transit country that received the most<br />

significant incentives from Russia, is still<br />

one of the shareholders of the competing<br />

pipeline. However, during the Nabucco<br />

Political Committee meeting in Bulgaria’s<br />

capital Sofia, executive director of Bulgarian<br />

Energy Holding stated that Bulgaria will<br />

set up a project company to build the<br />

first section of the Nabucco gas pipeline,<br />

consisting of a pipeline that will connect<br />

Turkey’s national gas grid with Bulgaria’s.<br />

According to that it is planned to build<br />

225km pipeline section to link Marmara in<br />

Turkey with Lozenets in Bulgaria 23 . The<br />

estimated cost of this pipeline section to be<br />

€300mln of which the EU pledged to pay<br />

€200mln.<br />

Russia has reacted to concerns that it was<br />

using its natural gas leverage over Europe to<br />

21 “UPDATE 2-Turkey, Russia reach South Stream gas deal”,<br />

Reuters, http://www.reuters.com/article/2011/12/28/turkeyrussia-southstream-idAFL6E7NS0LU20111228<br />

22 “Srbijagas agrees 10-yr gas import deal with<br />

Gazprom”Reuters, http://www.reuters.com/<br />

article/2011/12/21/serbia-gazprom-gasidUSL6E7NL4H320111221<br />

23 Nabucco Says Has ‘A Lot to Negotiate’ Over Shah Deniz<br />

Accord, Bloomberg, http://www.bloomberg.com/news/<strong>2013</strong>-<br />

01-10/nabucco-shah-deniz-have-a-lot-to-negotiate-dolezalsays-1-.html<br />

further its political ambitions in the region<br />

- especially in Central Europe. Gazprom<br />

knew that diversification efforts in its main<br />

consumer markets could damage it, so it<br />

offered discounts and further cooperation<br />

throughout the gas value chain to consumer<br />

countries. Gazprom management and<br />

Moscow perfectly understand the recent<br />

developments at the market and have to<br />

adjust their energy strategy towards the<br />

European Union accordingly. Otherwise<br />

the monopolist’s outdated energy policy<br />

towards the market can be fraught with the<br />

threat of loosing market share gradually to<br />

new suppliers. As a part of such a timely<br />

strategy Gazprom has made a significant<br />

discount for almost all its customers in<br />

Europe from 5% (to Romania) to 27% (to<br />

Poland) for the year of <strong>2013</strong>. This will cause<br />

a significant drop of price for long term<br />

contracted gas with oil indexation in Europe<br />

that paradoxically can lead to the raise of<br />

spot hub price of LNG. In its effort to retain<br />

market share in Europe, Gazprom also began<br />

to move away from its practice of indexing<br />

natural gas prices to the price of oil.<br />

Gazprom understands that the South Stream<br />

project has weaknesses such as lack of<br />

political support of the EU that repeatedly<br />

saying that the project is not a “strategic<br />

priority” of the block and faces a pressure<br />

European anti-monopoly policy of the third<br />

energy package. Furthermore, Gasport’s gas<br />

price in almost all its markets is the highest<br />

those countries pay for gas as a result of long<br />

term contracts fixed to oil indexation. It is<br />

becoming unacceptable for them, especially<br />

now when the financial crisis affected almost<br />

all the European economies.<br />

On the other hand, Gazprom absolutely<br />

understands that if it continues to sell the<br />

gas based on the oil indexation long-term<br />

116<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Azerbaijan and Energy Security of Europe:<br />

Balancing National Priorities and International Commitments<br />

contracts it would mean losing its dominant<br />

positions in the South East and Central<br />

European markets in the competition with<br />

the gas coming from alternative sources,<br />

in this case the Caspian, i.e. SD gas. The<br />

net cost of the SDII gas production and<br />

transportation is much lower than those<br />

of South Stream gas due to the location of<br />

the field and transportation (depending<br />

on the pipe diameter and volume the<br />

transportation costs vary) distance.<br />

The strength of Gazprom is that unlike<br />

the SD consortium it already present on<br />

the market and has gas sale and purchase<br />

agreements in place with respective national<br />

majors on hand. Some of them have<br />

already agreed to prolong the expiring(ed)<br />

contracts. If some European countries<br />

are reluctant to sign a supply contract<br />

with South Stream consortium or have an<br />

agreement but delay the go-ahead with<br />

feasibility studies and FEED of South<br />

Stream, they are getting good incentive from<br />

Russia to give the green light. Russia uses its<br />

traditional style of solving the issue, using<br />

gas price leverage.<br />

Consequently, strength of Azerbaijan and<br />

SD consortium is the political support<br />

of the EU which considers the Southern<br />

Corridor as its “strategic priority” and<br />

Nabucco West “the project of common<br />

interest” doing its utmost best to implement<br />

that Corridor and it is the real contributor<br />

to the diversification of the gas source<br />

providing the energy security of Europe.<br />

Additionally, the country is bearing in wider<br />

understanding the bill at amount of $40-<br />

45bln (up to $30bln the upstream CAPEX<br />

and by further $10-15bln for transport<br />

infrastructure) to implement the whole<br />

value chain from the wellhead up to the<br />

consumer.<br />

However, SD consortium lacks signed<br />

gas sales and purchase agreements with<br />

potential buyers and it has not yet secured<br />

the markets for its gas. Furthermore, the<br />

gas volume that SD consortium is going to<br />

penetrate the market is just symbolic (10<br />

bcm/a for Europe and another 6bcm/a<br />

committed for Turkish market) in compare<br />

with Gazprom gas (130bcm/a). Even by<br />

adding volumes of next generation gas fields<br />

in Azerbaijan, SOCAR understands that it<br />

would be extremely difficult to penetrate the<br />

Eastern and Southeast European market due<br />

to Gazprom’s strong presence there.<br />

So, is it market sharing or volume<br />

substitution, without being an expert in<br />

philosophy, it will be possible to answer the<br />

question soon once gas sales and purchase<br />

contracts within SD II project to be signed.<br />

Conclusion<br />

Each of stakeholders in the Southern<br />

Corridor is acting according to its strategic<br />

interest in the project and how it can be<br />

benefited. For Brussels and Washington “to<br />

focus the Alliance to address energy security,<br />

that is most likely to spur conflict and<br />

threaten the well-being of alliance members”<br />

is the priority issue in the project. This<br />

mega and multi-billion project gives both of<br />

them the historic opportunity to change the<br />

geopolitical map.<br />

The position of the stakeholders on<br />

two major market destinations and the<br />

midstream projects that will transport the<br />

gas to the market is split and commercial<br />

attractiveness and strategic value of the<br />

market is set to be the main criteria. Both<br />

projects must be commercially attractive to<br />

SD consortium to gain financing and both<br />

projects can certainly meet this requirement.<br />

Some SD partners are more favoring TAP<br />

mainly referring to the commerciality of the<br />

project. Other SD partners are favoring NW<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

117


Gulmira Rzayeva<br />

referring to the strategic value of the market.<br />

The gas demand expected to recover<br />

beyond Baumgarten (e.g. Germany and<br />

France; also there are swap options for<br />

Benelux countries and even to reach fully<br />

liberalized UK market), where new gas<br />

could be absorbed. However, as RWE<br />

withdrew and Azerbaijan missed the<br />

opportunity of physical delivery of its gas<br />

directly to German market; with all kind of<br />

advantages, but also of securing Germany’s<br />

greater involvement and support in political<br />

matters. At the very moment, none (out<br />

of RWE) of current potential gas buyers<br />

for Azerbaijan also the Caspian gas is<br />

interested in bringing that new gas beyond<br />

Baumgartner. Furthermore, very recently<br />

another German company Bayerngas<br />

announced it is ceasing negotiations with<br />

NW to join the consortium due to the<br />

progress in the negotiations with Gazprom.<br />

scheme to supply piped natural gas from<br />

the Caspian Sea to Southern and Central<br />

Europe. The Southern Gas Corridor and<br />

the development of multiple projects for the<br />

importation of liquefied natural gas mean<br />

the European Union can still strengthen its<br />

negotiation position with Moscow.<br />

Given the above mentioned, for now the<br />

market that NW is targeting (the countries<br />

along the route of Nabucco) is considered to<br />

be the most reliable at the moment as these<br />

countries are eagering the diversification<br />

of the gas source. However other similar<br />

project Russian South Stream is targeting<br />

the same market and it is remaining to see<br />

whether it will be volume substitution or<br />

market share. In the country markets where<br />

gas demand will grow rapidly market share<br />

by SD gas is possible supplying additional<br />

volumes to meet the demand. In the country<br />

markets where gas demand will have a<br />

little growth, such as Italian market volume<br />

substitution is possible, i.e. those countries<br />

will lessen their import from Russia and<br />

substitute it with SD gas. The European<br />

Union, despite concerns over Russia’s<br />

dominance of its energy sector, has not<br />

implemented a meaningful diversification<br />

118<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


TURKEY AND THE ARAB SPRING:<br />

TRANSFORMATIONS IN TURKEY’S<br />

MIDDLE EAST POLICY<br />

Doç. Dr. Şaban Kardaş, TOBB University, Assistant Professor, Member of HASEN Board of Experts<br />

The Middle East has been in a state of<br />

transition for the last two years, forcing<br />

regional actors to redefine their foreign<br />

policies. Since the beginning of the events<br />

in late 2010, Turkish government has<br />

contextualized the Arab <strong>Spring</strong> in a positive<br />

light. Its overall view was that various<br />

demonstrations and uprisings marked a<br />

bottom-up demand for transformation in<br />

the region. It was a genuine demand of<br />

the ordinary Arab people and it deserved<br />

Turkey’s support. Obviously, the eventual<br />

rise of democratic regimes in the region, as in<br />

Tunisia, Egypt or Libya, has been welcome<br />

news for Turkey, and is likely to have positive<br />

outcomes for Turkey’s Middle East policies in<br />

the long run. However, it is hard to notice that<br />

the transition process and consolidation of<br />

democratic regimes will prove painful, posing<br />

many security risks for Turkey. The uprising<br />

and consequent conflict in Syria has already<br />

created direct challenges for Turkey’s regional<br />

interests, but the implications of the Arab<br />

spring go deeper than those direct security<br />

risks.<br />

The regional transformation is inevitably<br />

forcing a rethinking of Turkey’s role in the<br />

Middle East, and Ankara has indeed initiated<br />

major changes in its regional policies. In this<br />

paper, I will analyze these transformations, by<br />

focusing on four complementary processes:<br />

Turkey’s drift towards Middle Eastern<br />

geopolitical calculations, growing emphasis<br />

on democracy, changing nature of threats and<br />

Turkey’s redefinition of its ties to the West. In<br />

order to put the transformations in a context,<br />

I will start with a brief discussion of how to<br />

“<br />

The regional transformation is inevitably<br />

forcing a rethinking of Turkey’s role in the<br />

Middle East, and Ankara has indeed initiated<br />

major changes in its regional policies.<br />

conceptualize Turkey’s role in the Middle East<br />

prior to the Arab <strong>Spring</strong>.<br />

Turkey as a regional power<br />

It would be useful to start with a brief<br />

conceptual discussion of Turkey’s role<br />

perceptions in the Middle East in order to<br />

understand the implications of the Arab <strong>Spring</strong><br />

for Turkey’s regional policies. Discussions<br />

about Turkish foreign policy before the Arab<br />

<strong>Spring</strong> were centered on the term proactivism,<br />

especially in the 2008-2010 period. Not only<br />

in Turkey but also in Western and Middle<br />

Eastern capitals, the debate was on finding a<br />

proper label to make sense of the proactive<br />

Turkish foreign policy. Many analysts used<br />

different names to describe Turkish foreign<br />

policy, such as ‘neo-Ottomanism’ or the ‘zeroproblems-foreign<br />

policy’. In my view, the term<br />

‘regional power’ is best suited to describe the<br />

role that Turkey wishes to play in the region.<br />

Indeed, Turkey’s role in the Middle East can<br />

be understood better if we see its actions as<br />

an attempt to create a regional order, centred<br />

hopefully around Turkey, and trigger a process<br />

of regional integration in the Middle East.<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

119


Şaban Kardaş<br />

“<br />

In my view, the term ‘regional power’ is<br />

best suited to describe the role that Turkey<br />

wishes to play in the region.<br />

In the several years preceding the Arab <strong>Spring</strong>,<br />

Turkey had pursued improved ties with its<br />

neighbours in the south, while it worked<br />

to foster enhanced economic and political<br />

relations with these countries. Many people<br />

in the West, especially in America’s think-tank<br />

community, argued that Turkey was drifting<br />

away from the West, that it was turning its<br />

face against Europe and that it was turning<br />

more toward the Middle East. But, this was<br />

not a correct characterization of Turkey’s<br />

objectives. Its actions were rather an attempt<br />

to catalyze regional integration through closer<br />

cooperation with regional actors. Turkey’s<br />

regional integration effort was similar to<br />

other processes in different parts of the world.<br />

Turkey in its region has been working hard<br />

to initiate regional mechanisms in both the<br />

economic and political realms. The Middle<br />

East policy of Turkey prior to the Arab <strong>Spring</strong><br />

foresaw that Turkey would be at the centre of<br />

the regional integration process, and would<br />

be in a position to develop autonomous,<br />

independent policies to shape the course of<br />

events in the region.<br />

The developments associated with the<br />

Arab <strong>Spring</strong> have presented a unique test<br />

to Turkey’s regional policies and attempts<br />

at integration in the Middle East. The<br />

unfolding of the events in the last two years<br />

demonstrated the weaknesses and limitations<br />

of the regional order in the Middle East and<br />

offered a test to better assess Turkey’s abilities<br />

and capabilities to initiate regional level<br />

solutions there.<br />

Transformation of the Middle<br />

Eastern order and challenges for<br />

Turkey’s security<br />

There are at least four major processes in the<br />

Middle East that are transforming the MENA,<br />

hence Turkish foreign policy.<br />

Drifts towards the Middle<br />

Eastern geopolitical calculations<br />

First, Turkey increasingly drifts towards the<br />

Middle Eastern geopolitical calculations and<br />

ever-shifting balances of power. The Middle<br />

Eastern issues and calculations are becoming<br />

more pronounced in Turkish foreign policy.<br />

The implications of this growing involvement<br />

in the region for Turkey’s Western connection<br />

have to be properly explained. To the extent<br />

that Turkish foreign policy is preoccupied<br />

with the developments in the Middle East,<br />

there is an emerging perception in the West<br />

that Turkey’s interest and attention to the EU<br />

is curtailed. For instance, especially after the<br />

publication of the most recent report by the<br />

European Commission on Turkey’s progress<br />

in the EU accession process, in European<br />

quarters, Turkey comes out as a country that<br />

is lacking interest and willingness to pursue<br />

European integration. Whether the association<br />

between the drift towards the Middle East and<br />

the stalling of the European integration path is<br />

a mere correlation or a causal relationship can<br />

be debated from an analytical point of view,<br />

but from a policy perspective, this perception<br />

is something that Turkey has to manage in the<br />

West.<br />

In the Middle East context, Turkey is<br />

recalibrating its policies to the rapidly shifting<br />

local dynamics and alliances. Turkey is forced<br />

by the course of events to adjust its positions<br />

in short intervals, as in Iraq, Iran, or Syria,<br />

etc. These shifting positions are creating an<br />

enormous adjustment cost for Turkey, because<br />

some of the new policies Turkey has devised<br />

recently put it in conflict with its neighbours.<br />

For example, its policies vis-à-vis Iraq, Iran<br />

120<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Turkey And The Arab <strong>Spring</strong>:<br />

Transformations In Turkey’s Middle East Policy<br />

and Syria created a rift with the Iraqi and<br />

the Iranian governments, not to mention the<br />

breaking off the diplomatic ties with Syria.<br />

For instance, while two years earlier it had<br />

good relations with Iran, today, we see that<br />

Turkish-Iranian relationship has entered into<br />

a new confrontational phase. As the changing<br />

dynamics in the Middle East are also altering<br />

the conduct of Turkish diplomacy, Turkey also<br />

needs to offer better explanations for its new<br />

foreign policy in the region.<br />

Growing emphasis<br />

on democracy<br />

The second process is the growing salience of<br />

democracy in the region and its appearance<br />

in the rhetorical toolkit of Turkish foreign<br />

policy. There are different explanations of the<br />

phenomenon of the Arab <strong>Spring</strong>, but many<br />

accounts put emphasis on popular demand for<br />

better governance as a driving motive of the<br />

wave of uprisings. While such demands led<br />

to regime in several countries and triggered<br />

partial reforms in others, in Syria, that process<br />

risks ascending into a civil war.<br />

The Turkish government viewed the<br />

developments in the Middle East as reflections<br />

of the Arab people’s genuine, bottom-up,<br />

demand for democracy and better governance.<br />

Turkey has taken the position that since the<br />

people of the region demand democracy<br />

and equal treatment from their rulers, they<br />

deserve to be supported, because these are<br />

now universal norms that all nations have a<br />

right to enjoy without hindrance. Turkey here<br />

made a very strategic decision by postulating<br />

that since Turkish people enjoy democratic<br />

rights in their own country and the Turkish<br />

government delivers on those demands<br />

domestically, then Turkish government will<br />

also stand behind the people of the region who<br />

rise up for the same rights in their countries.<br />

This was a revolutionary step for Turkey,<br />

remembering that, traditionally, Turkey did<br />

not have a democracy promotion policy.<br />

Turkey’s democratic credentials were – and to<br />

“<br />

The Turkish government<br />

viewed the developments in<br />

the Middle East as reflections<br />

of the Arab people’s genuine,<br />

bottom-up, demand for<br />

democracy and better<br />

governance.<br />

some extent still are – questioned in the West<br />

and Turkey officially shunned from developing<br />

a policy to promote democracy abroad.<br />

With the Arab <strong>Spring</strong>, however, we see that<br />

Turkey is increasingly presenting itself as an<br />

actor that supports democratic movements.<br />

This major transformation in Turkish thinking<br />

has also repercussions for its foreign policy<br />

orientation. Despite disagreements over<br />

specific policies to be pursued, European<br />

actors and the United States also took a similar<br />

position in the sense that they decided to<br />

support the people’s quest for democracy<br />

and pressed for regime change in Libya or<br />

Syria. Though that support might have come<br />

late, they, like Turkey, also preferred to go<br />

with the people rather than the regimes. The<br />

underlying similarity in their reactions to the<br />

Arab people’s democratic demands in the<br />

Middle East underscored the extent to which<br />

Turkish foreign policy bears the semblance of<br />

Western, liberal foreign policy understanding<br />

in the Middle East. Especially, Turkey’s<br />

embrace of the notion of the sovereignty as<br />

responsibility in the case of Syrian uprisings<br />

reiterates its Western-liberal foreign policy<br />

culture, as well as its divergence from other socalled<br />

rising powers, such as China or Brazil,<br />

that have advocated the notion of inviolability<br />

of sovereignty.<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

121


Şaban Kardaş<br />

This new foreign policy upholding<br />

democracy is putting it in conflict or potential<br />

contradiction with some of the regional<br />

actors such as Iran, and to a certain extent,<br />

Saudi-Arabia and the Gulf countries, but<br />

also, from a geopolitical point of view, with<br />

Russia. Russia has developed a very sceptical<br />

view of the developments in the Middle<br />

East. Especially after their bitter experience<br />

in Libya, Russians have questions about the<br />

Syrian uprising. Unlike Turkey’s description<br />

of the events as a pro-democratic demand,<br />

Russia does not necessarily see a genuine<br />

democratic movement or bottom-up process.<br />

Consequently, Turkey has been positioned on<br />

different sides of the equation compared to<br />

Russia and Iran.<br />

This emphasis on democratic values presented<br />

unique challenges to Turkey’s not only foreign,<br />

but also, domestic policies. The Turkish<br />

government decided to support unequivocally<br />

the democratic movements in the Middle<br />

East, but this policy was not an easy sell. The<br />

government often encountered difficulties in<br />

explaining that policy in domestic politics,<br />

while opposition parties have been ardent<br />

critics of especially the Syria policy. Some<br />

segments of the Turkish society have questions<br />

on the forces behind the Arab <strong>Spring</strong> and<br />

are not fully supporting the government’s<br />

position.<br />

Changing nature of threats<br />

The third major process underway in the<br />

Middle East is the changing nature of threats<br />

in the Middle East. During the rather calm<br />

environment of the pre-Arab <strong>Spring</strong> Middle<br />

East, Turkey worked with the incumbent<br />

regimes in line with its proactive Middle East<br />

policy. At the time, it sought to cooperate<br />

with the regimes, believing that they enjoyed<br />

legitimacy and authority and they could<br />

deliver on their end of the deal. During this<br />

transformation process in the Middle East,<br />

however, it is hard to identify the proper<br />

interlocutors and whether they command<br />

the authority and resources to realize<br />

their promises. For external actors such as<br />

Turkey, the challenge now is to determine<br />

competent interlocutors in the transition<br />

countries, if they were to have a long term<br />

strategic vision towards the Middle East. The<br />

ongoing transition period is characterized<br />

with unpredictability and uncertainty, which<br />

renders the whole region insecure, volatile and<br />

risk-prone.<br />

The growing risks and uncertainty<br />

surrounding the security environment of<br />

the Middle East is presenting Turkey with<br />

significant challenges. For instance, the<br />

situation in Syria presents a direct security<br />

challenge to Turkey, as it has to deal with an<br />

unfolding civil war on its borders, which has<br />

already resulted in the flow of refugees into<br />

Turkey and armed skirmishes on the borders.<br />

But there are also other risks in the region,<br />

whose implications might be felt in indirect<br />

ways. One such risk is the notion that the<br />

existing borders and territorial integrity of<br />

the states can be opened for debate in the<br />

wake of the regional turmoil, which presents<br />

unique challenges to not only Turkey, but also<br />

to other actors. For instance, as the current<br />

conflict deepens, the question of whether<br />

Syria will stay as a unified country, or it might<br />

be divided along sectarian or ethnic lines<br />

might increasingly come to the fore. Another<br />

related challenge concerns the norm of nonintervention<br />

in the MENA. Following the<br />

Western-led intervention in Libya under a<br />

United Nations mandate, the prospects of<br />

Western intervention under humanitarian<br />

justifications might complicate regional<br />

geopolitics. This is one concern that has been<br />

raised by China and Russia as well.<br />

The politization of sectarian identities, i.e.,<br />

Shiite and Sunni divisions, is presenting<br />

yet another security challenge for Turkey<br />

in the Middle East. As religious identities<br />

intermingle with the political conflicts,<br />

they may generate divisive implications.<br />

122<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>


Turkey And The Arab <strong>Spring</strong>:<br />

Transformations In Turkey’s Middle East Policy<br />

“<br />

The growing risks and<br />

uncertainty surrounding the<br />

security environment of the<br />

Middle East is presenting<br />

Turkey with significant<br />

challenges.<br />

The risk is that to the extent that the Shiite<br />

and Sunni states and groups are mobilized<br />

along those sectarian lines, it might lead to<br />

further escalation of conflicts in the region.<br />

For Turkey, this development poses a unique<br />

challenge, because, although Turkey is<br />

predominantly a Sunni country, it does not<br />

pursue a foreign policy that is driven by the<br />

Sunni identity. Turkey wants to present itself<br />

as a neutral power, and does not want to be<br />

stuck in the middle of these sectarian fault<br />

lines. Sometimes, Iran and Saudi-Arabia or<br />

the Gulf countries are seen as the two forces<br />

to promote sectarian agendas in the Middle<br />

East. The Syrian conflict is the most obvious<br />

case where the sectarian dynamics have put<br />

Turkey on the spotlights. But, for its part,<br />

Turkey, although it is supporting the Syrian<br />

uprising, does not want its support to be seen<br />

as an outcome of religious affinity. It will be<br />

a unique challenge for Turkey to defend its<br />

foreign policy vis-à-vis the Arab spring on the<br />

basis of certain universal principles and at the<br />

same time avoid the sectarian trap.<br />

Another emerging security risk in the Middle<br />

East is the growing politicisation of ethnic<br />

identities. Similar to sectarian identities,<br />

ethnic divisions are also increasingly becoming<br />

visible and accentuated. In Syria, for instance,<br />

the Kurdish dimension is becoming more<br />

important, and taken together with the<br />

developments in Iran, the ethnic politics<br />

in the region is complicating the security<br />

environment. As those new challenges emerge,<br />

the Iranian nuclear program continues to<br />

remain yet another risk element in the Middle<br />

East. That risk has been there for some time<br />

already, but with the Syrian uprising, we see<br />

that the diplomatic tension around the Iranian<br />

nuclear problem has been heightened, raising<br />

the risks for Turkey.<br />

Turkey’s redefinition of its ties<br />

to the West<br />

The fourth and last process that affects<br />

Turkey is Turkey’s redefinition of its ties to<br />

the West, especially the United States. While<br />

this process has implications for the regional<br />

geopolitics, it also alters Turkey’s own vision<br />

towards the Middle East. As emphasized<br />

earlier, Turkey had been working to develop<br />

a regional order through closer integration<br />

in the Middle East. When the Arab uprisings<br />

started two years ago, ideally, Turkey would<br />

have liked to see the regional powers like<br />

Turkey, Iran, Saudi-Arabia or Egypt getting<br />

together to address the conflict in Libya,<br />

Syria or other instances. In the last two years,<br />

however, it has been aptly revealed that<br />

this was not possible, because the regional<br />

countries lacked the instruments, mechanisms<br />

and incentives to work together toward the<br />

solution of regional problems.<br />

As the Middle East is now becoming more<br />

volatile, Turkey is forced to take care of its own<br />

interests and security. Since the United States<br />

still possesses wherewithal to meet certain<br />

needs of Turkey, Ankara is driven to cooperate<br />

with Washington. Despite the fact that there<br />

is now an unfolding debate as to whether the<br />

pivot to Asia will derail US interests away<br />

from the region, the United States can still<br />

make decisive impact on the regional political<br />

developments. Before the Arab <strong>Spring</strong>, there<br />

was more of divergence in the Turkish-<br />

American bilateral relationship. In the case<br />

of the Iranian nuclear problem, for instance,<br />

Turkey voted against the UN Security Council<br />

Resolution sponsored by the United States.<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong><br />

123


Şaban Kardaş<br />

“<br />

The politization of sectarian<br />

identities, i.e., Shiite and Sunni<br />

divisions, is presenting yet<br />

another security challenge for<br />

Turkey in the Middle East.<br />

Today, however, Turkey increasingly acts with<br />

the United States, including vis-à-vis Iran and<br />

also in Syria.<br />

Concluding Remarks<br />

The Arab <strong>Spring</strong> has been a major test for<br />

Turkey’s Middle Eastern policy which was<br />

based on its quest to create a regional order<br />

that would serve as a belt of stability and<br />

prosperity in its southern borders. Turkey<br />

pursued a proactive foreign policy agenda<br />

to penetrate into the Middle East, by using<br />

various liberal instruments such as economic<br />

interdependence, soft power, diplomacy,<br />

mediation, and engagement policies.<br />

Especially, it was eager to foster the notion of<br />

regional ownership, whereby regional actors<br />

would get together and develop solutions to<br />

their own problems.<br />

The changes in Turkey’s regional policies<br />

in the last two years can be made sense by<br />

taking into account the new regional security<br />

environment which has been more risk-prone<br />

and presented new security risks for Turkey.<br />

In response, Turkey maintained the same<br />

proactive foreign policy approach, hoping<br />

that it could shape the course of events in a<br />

direction that served its security and interests<br />

in the region.<br />

Especially, Turkey’s outspoken embrace of<br />

democracy was important, because, it believed<br />

that democratic regimes would provide the<br />

most effective solution for the stabilization<br />

of regional order, by helping establish more<br />

legitimate and durable governments.<br />

In the process, Turkey also realized<br />

the limitations to its ability to develop<br />

autonomous policies, as well as the poor<br />

standing of the regional mechanisms for<br />

devising regionally-based solutions. As a<br />

result, Turkey has recalibrated its Western<br />

policy, but the resulting era of coordination<br />

with the West is presenting new challenges<br />

for Turkey, because, to the extent that it acts<br />

with the United States, this cooperation is<br />

poised to lead to possible tensions with its<br />

neighbours. In contrast, the closer cooperation<br />

with Washington has altered the perceptions<br />

of Turkey outside. The recalibration of the<br />

relationship with the West has effectively<br />

ended the debate on the axis shift.<br />

Nonetheless, it needs to be noted that not<br />

only Turkey, but also the EU and other<br />

European countries, were also deficient in<br />

addressing the developments in the Middle<br />

East. All together, there is very little European<br />

involvement or strategic thinking to address<br />

the developments. The US’ relative disinterest<br />

in the region is creating power vacuum and<br />

although Turkey as a regional actor is trying to<br />

fill that vacuum, it has so far not been able to<br />

accomplish that goal.<br />

Moreover, Turkey’s preference for liberal<br />

instruments prior to the Arab spring is<br />

also going through a major test. In the new<br />

environment, especially due to the Syrian<br />

conflict, increasingly, hard security issues,<br />

coercive instruments and isolation policies<br />

are on Turkish foreign policy agenda. Given<br />

the risk-proneness of the regional security<br />

environment, Turkey naturally considers more<br />

seriously hard power assets, but it will be a<br />

challenge for Turkish diplomacy to strike the<br />

fine balance between hard and soft power<br />

capabilities in the days ahead.<br />

124<br />

CASPIAN REPORT SPRING <strong>2013</strong>

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!