27.12.2014 Views

Cihan 45.indd

Cihan 45.indd

Cihan 45.indd

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Yeni BMW 3 Serisi<br />

BMW İletişim Merkezi<br />

0850 2521010<br />

www.bmw.com.tr<br />

Sheer<br />

Driving Pleasure<br />

C<br />

M<br />

Y<br />

CM<br />

MY<br />

CY<br />

CMY<br />

K<br />

İyİ olan kazansın.<br />

Herkes kazanmak için yarışır. Kusursuz performansı, eşsiz tasarımı ve doğuştan gelen sporcu ruhuyla Yeni BMW 3 Serisi<br />

kazanmak için gereken tüm donanıma sahip. Kazanmanın güçlü olmaktan geçtiğini düşünenler için BMW Twinpower<br />

Turbo dizel ve benzinli motor seçenekleri. Hedefe ulaşma yolunun dinamizm olduğunu düşünenler için sekiz ileri otomatik<br />

şanzıman. Ve oyuna kendi karakterini yansıtmak isteyenler için dört farklı sürüş modu. Yeni BMW 3 Serisi Borusan Otomotiv<br />

Yetkili Satıcıları’nda sizi bekliyor.<br />

sPoRCU RUHUyla yEnİ BMW 3 sERİsİ.<br />

BMW EfficientDynamics<br />

Daha az tüketim. Daha fazla sürüş keyfi.<br />

Yeni BMW 320d: 1995 cc; 184 bg; 380 Nm/1750-2750 dd; ort. yakıt tüketimi 4,4 lt/100 km; CO 2<br />

emisyonu 117 gr/km<br />

Yeni BMW 320i: 1997 cc; 184 bg; 270 Nm/1250-4500 dd; ort. yakıt tüketimi 5,9 lt/100 km; CO 2<br />

emisyonu 138 gr/km<br />

Yeni BMW 328i: 1997 cc; 245 bg; 350 Nm/1250-4800 dd; ort. yakıt tüketimi 6,3 lt/100 km; CO 2<br />

emisyonu 147 gr/km


www.cihandergi.com<br />

ÝÇÝN DE KÝ LER<br />

12<br />

38<br />

30<br />

Sosyal medya etkiliyor<br />

Uzmanlar, sosyal paylaşım<br />

sitelerinin bilinçli kullanılması<br />

ve kişilerin kendi özdenetimini<br />

oluşturması gerektiğini<br />

belirtiyor.<br />

16<br />

'Muhafazakârlar sinema ve<br />

sanata uzak durmamalıydı'<br />

Yazar Cüneyd Suavi, yazı<br />

serüvenini ve güncel konulara<br />

ait gözlemlerini <strong>Cihan</strong><br />

Medya Haber Dergisi ile<br />

paylaştı.<br />

Derya Sazak: Medyanın Ergenekon’u karartma<br />

ve sulandırma çabaları oldu<br />

Ergenekon operasyonlarını ve davalarını<br />

yakından izleyen Derya Sazak, Susurluk olayının<br />

üzerine giden medyanın Ergenekon’a<br />

gereken duyarlılığı göstermediğini söyledi.<br />

Taki Doğan, sessizliğini bozdu<br />

Yaklaşık 5 yıldır emekli<br />

hayatı yaşayan ve ekranlardan<br />

uzak olmayı seçen<br />

Doğan, uzun bir aradan<br />

sonra <strong>Cihan</strong> Medya Haber<br />

Dergisi’ne konuştu.<br />

22<br />

Donat, hatıralarını anlattı<br />

Meslekte yarım asra yakın<br />

kalem oynatan ancak hâlâ<br />

kendisini ‘muhabir’ olarak<br />

tanımlayan gazeteci yazar<br />

Yavuz Donat, hatıralarını<br />

anlattı.<br />

46<br />

Dijital geldi, hamallık bitti<br />

Foto muhabirliğinin dününde<br />

de bugününde de ter<br />

döken, gelişmeyi birebir<br />

yaşayan 3 önemli isim ile<br />

gelişmeleri konuştuk.<br />

8 Glock’un kitabı yazıldı<br />

26 İnternetten dolandırıcılık<br />

50 Medyaya gazeteci dopingi<br />

86 İngilizce<br />

72<br />

Artı90 yayın hayatına başladı<br />

Yurtdışı Türkler ve Akraba<br />

Topluluklar Başkanlığı Basın<br />

Müşaviri ve Artı90 Genel Yayın<br />

Yönetmeni Mehtap Altınok,<br />

kurum çalışanları tarafından<br />

çıkarılan derginin üç ayda bir<br />

yayımlanacağını söyledi.


CÝ HAN HA BER AJAN SI VE<br />

REK LAM CI LIK A.Þ. ADI NA<br />

SA HÝ BÝ: ABDÜLHAMÝT BÝLÝCÝ<br />

YA YIN EDÝ TÖ RÜ: FAHRİ SÖKE<br />

YAYIN KURULU: HAKAN İNCE,<br />

BEYTULLAH DEMİR, GÜRAY DEMİR,<br />

CEBRAİL ÇİLESİZ, YAKUP ŞALVARCI,<br />

CEMALETTİN ÇANDIR, HAMDİ ÖZEN,<br />

H.İBRAHİM EKİZ, ERDAL İNCE,<br />

YÜKSEL DURGUT, RAMAZAN SOLAK,<br />

AKİF ELBİSTAN, İLYAS GÜNEY<br />

GÖR SEL YÖ NET MEN: FEV ZÝ YA ZI CI<br />

SAY FA TA SA RIM: SEMİH GÖRTÜRK<br />

SO RUM LU MÜ DÜR: ER DAL ÝN CE<br />

KA PAK TA SA RIM: ÖMER AKBULUT<br />

FO TOÐ RAF LAR: SE LA HAT TÝN SE VÝ,<br />

ALÝ ÜNAL, TUR GUT EN GÝN,<br />

KÜR ÞAT BAY HAN, İSA ŞİMŞEK,<br />

MUS TA FA KÝ RAZ LI, BAHAR MANDAN,<br />

ONUR ÇOBAN<br />

TAS HÝH: ALİ SÖKEL<br />

ÝN GÝ LÝZ CE ÇE VÝ RÝ: UFUK ÖZSOY<br />

REK LAM GRUP BAŞKANI:<br />

MUZAFFER KILIÇARSLAN<br />

PAZARLAMA DİREKTÖRÜ:<br />

ZÝYA YILDIRIM<br />

REK LAM SATIŞ YÖNETÝCÝLERİ:<br />

DERYA KIRBAŞ - MUSA USTALAR<br />

SEDA ESKİCİ - ORHAN BEYAZIT<br />

ÜMRAN YÜCEKAYA- FATMA SARE AY-<br />

FATMA BETÜL FINDIKOĞLU<br />

REK LAM REZERVASYON:<br />

Tel: 0212 454 88 09<br />

BAS KI:<br />

BİLTUR BASIM YAYIN VE HİZMET A.Ş.<br />

Tel: 0216 444 44 03<br />

YÖNETÝM YERÝ:<br />

Fevzi Çakmak Mah. A. Taner Kışlalı<br />

Cad. No: 6 34194 Ye ni bos na/Ýs tan bul<br />

Tel: 0212 454 88 88 (Pbx)<br />

Faks: 0212 639 49 76-77<br />

www.cihan.com.tr<br />

www.cihandergi.com<br />

2012/3-4 YIL: 7 SA YI: 45<br />

MART - NİSAN<br />

ISSN: 1304-4575<br />

Ya yýn la nan ya zý ve fo toð raf la rýn bü tün<br />

hak la rý CÝ HAN HA BER AJAN SI’na ait tir. Kay nak<br />

gös te ril me den alýn tý ya pý la maz. Ýlan la rýn<br />

so rum lu lu ðu sa hip le ri ne ait tir.<br />

EDİ TÖR<br />

FAHRİ SÖKE<br />

f.soke@cihan.com.tr<br />

Ergenekon’u sulandırma çabası...<br />

“Medyanın Ergenekon’u sulandırma ve<br />

karartma çabaları var.” 37 yıllık gazeteci<br />

Derya Sazak, tek bir cümleyle Ergenekon<br />

dava sürecinde yaşanan gelişmeleri özetliyor.<br />

Haberin mutfağından gelen ve yaptığı<br />

röportajları büyük yankı uyandıran Derya<br />

Sazak, Ergenekon operasyonları ve davasını<br />

yakından izleyen önemli bir gazeteci.<br />

Derya Sazak ile <strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi<br />

için muhabir arkadaşımız Buğra Kardan<br />

görüştü.<br />

Habertürk’ün Ciner Grubu’na geçmesiyle<br />

köşesine çekilen gazeteci Taki Doğan<br />

ile muhabirimiz Mevlüt Günay görüştü.<br />

Taki Doğan, 28 Şubat döneminde<br />

medyanın resepsiyonlarla nasıl beslendiğini<br />

ve ortamın nasıl hazırlandığını ayrıntılarıyla<br />

anlattı.<br />

12 Eylül 1980 darbesinde 9. Cumhurbaşkanı<br />

Süleyman Demirel’e darbenin ardından<br />

Zincirbozan’a gönderileceğini söyleyen<br />

gazeteci olarak tarihe geçen Yavuz<br />

Donat ile Ankara Haber Merkezi’nden Hasan<br />

Bozkurt görüştü. Meslekte yarım asra<br />

yakın kalem oynatan ancak hâlâ kendisini<br />

‘muhabir’ olarak tanımlayan gazeteciyazar<br />

Yavuz Donat, “Yazdıklarım, yaşadıklarımın<br />

yüzde 20’si.” dediği hatıraları <strong>Cihan</strong><br />

Medya Haber Dergisi’ne anlattı.<br />

Medya dünyasının sivri kalemlerinden<br />

Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü<br />

Hasan Karakaya ile ekonomi<br />

editörümüz Ramazan Solak görüştü.<br />

Yazılarını; hayalinde muhatabını karşısına<br />

alarak, bir kahvede sohbet ediyormuş<br />

gibi kaleme aldığını ifade eden Karakaya,<br />

hakkında bilinmeyenleri <strong>Cihan</strong> Medya<br />

Haber Dergisi’ne anlattı.<br />

Henüz devrim olmadı ama Suriye daha<br />

şimdiden en çok gazetecinin hayatını<br />

kaybettiği Arap Baharı ülkesi unvanını<br />

kazandı. Amerikalı gazeteci Marie Colvin<br />

ile Fransız foto muhabiri Remi Olchik'in<br />

hayatını kaybettiği füze saldırısından yaralı<br />

kurtulan 47 yaşındaki İngiliz gazeteci<br />

Paul Conroy, daha önce bulunduğu savaş<br />

ortamlarında böyle katliam görmediğini<br />

söylüyor. Hasta yatağından BBC'ye konuşan<br />

Conroy, 10 yıl içinde bütün dünyanın<br />

Suriye'de gerçekleştirilen katliamdan<br />

utanç duyacağını ifade ediyor.<br />

Ülkemizde 40 milyon kullanıcısı olan<br />

internet, artık hayatımızın vazgeçilmez bir<br />

parçası oldu. Kullanıcıların katılımıyla yeni<br />

bilgi ve içerik üretiminin sürekli sağlandığı<br />

sosyal medyanın nasıl kullanılması gerektiğini<br />

muhabir arkadaşımız Kübra Kara,<br />

sizin için uzmanlarına sordu.<br />

Farklı bir habercilik düsturuyla 3 Kasım<br />

1986 yılında yola çıkan Zaman Gazetesi,<br />

çeyrek asırlık bir zaman diliminde okuyucusunun<br />

karşısına hep ezber bozan haberlerle<br />

çıktı. Okurlarından aldığı destekle<br />

25. yılını kutlayan Zaman Gazetesi’ne, <strong>Cihan</strong><br />

Medya Haber Dergisi olarak “Nice yıllara...”<br />

diyoruz.<br />

<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı bünyesinde faaliyet<br />

gösteren <strong>Cihan</strong> TV Network, yeni ekran<br />

formatıyla izleyicisiyle buluştu. 2003 yılında<br />

başlattığı projeyle 91 yerel TV’ye profesyonel<br />

anlamda haber ve program desteği<br />

veren <strong>Cihan</strong> TV Network, Anadolu’nun<br />

gözü kulağı olmaya devam ediyor. Sade ve<br />

anlaşılabilir bir ekran formatını benimseyen<br />

<strong>Cihan</strong> TV Network kreatif departmanı<br />

uzun ve titiz uğraşlar sonucunda dünya<br />

standartlarında bir çalışmaya imza attı.<br />

Dünyaca ünlü medya tasarımcısı Mario<br />

Garcia'dan tasarım seminerleri alan ekip,<br />

programlara yeni bir kimlik kazandırdı. 1<br />

Mart 2012 tarihi itibarıyla yeni görsellerin<br />

kullanıldığı <strong>Cihan</strong> TV Network, aynı tarih<br />

itibarıyla da kesintisiz yayın testlerini yapmaya<br />

başladı. Yeni eklenen haber programları<br />

ile yerel TV'lerin vazgeçilmezi olan<br />

<strong>Cihan</strong> TV Network'ün ekran değişim sürecinde<br />

başarılı çalışmalara imza atan <strong>Cihan</strong><br />

TV Network Kreatif Yönetmeni Murat<br />

Işık, yerel TV'lerin bu çalışmalarla Türkiye<br />

çapında yayın yapan kanallar kalitesine<br />

yükseleceğini belirterek, amaçlarının alışılmışın<br />

dışında sade ve temiz bir ekran olduğunu<br />

vurguladı.<br />

İyi okumalar dileğiyle...


www.mercedes-benz.com.tr<br />

www.facebook.com/mercedesbenzticari


RENKLERiN DiLi<br />

Faili meçhul kazılar<br />

Mardin'ın Dargeçit ilçesine bağlı Bağözü köyünde<br />

faili meçhul cinayetlere ilişkin soruşturma kapsamında<br />

kazılar yapıldı.<br />

1BAHAR MANDAN / MARDİN<br />

2<br />

CHP’de muhalifler saf dışı<br />

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, muhaliflerin<br />

imzaları doğrultusunda toplanan iki<br />

kurultaydan zaferle çıktı.<br />

MUSTAFA KİRAZLI / ANKARA


Taksim’de Hocalı mitingi<br />

Taksim Meydanı’nda toplanan binlerce kişi<br />

Hocalı katliamında hayatını kaybedenleri<br />

katliamın 20. yıldönümünde andı.<br />

ONUR ÇOBAN / İSTANBUL<br />

3<br />

Futbolun yeni patronu<br />

Türkiye Futbol Federasyonu'nun 41'inci<br />

başkanı Yıldırım Demirören oldu.<br />

ALİ ÜNAL / ANKARA<br />

4


8 MART-NİSAN 2012<br />

Amerikalı gazeteci<br />

Barrett, artan şiddet<br />

olaylarını Glock<br />

kitabında anlattı<br />

Barrett, kitabında,<br />

gösterişli bir<br />

Avusturya markası<br />

olan Glock’un<br />

Hollywood filmlerinden<br />

rap şarkı sözlerine<br />

kadar izini sürmüş.<br />

AYDOĞAN VATANDAŞ<br />

dı Paul Barrett. Businessweek<br />

A<br />

dergisinin 2005 yılından bu yana<br />

genel yayın yönetmen yardımcısı.<br />

Araştırmacı gazeteci. Enerji<br />

sektörü ve silah endüstrisi konusunda<br />

Amerikan basınının en yetkin isimlerinden<br />

biri. Daha önce Wall Street Journal<br />

gazetesinin de hukuk haberleri<br />

editörüydü. Ondan önce Amerika’nın<br />

en yüksek mahkemesi olan Anayasa<br />

Mahkemesi muhabiriydi. Harvard<br />

Üniversitesi hukuk mezunu. New<br />

York Üniversitesi hukuk bölümünde<br />

de ders veriyor aynı zamanda.<br />

Barrett 3 önemli kitabın da yazarı.<br />

2007 yılında en iyi kitaplar listesine<br />

girmiş olan ‘American Islam: The<br />

Struggle for the Soul of a Religion’ ve<br />

‘The Good Black: A True Story of Race<br />

in America’ adlı kitapların yazarı.<br />

Barrett’ın geçtiğimiz günlerde yeni<br />

bir kitabı daha yayımlandı: Glock: The<br />

Rise of America's Gun (Glock: Amerikan<br />

Silahının Yükselişi).<br />

Barrett’la yeni kitabı hakkında bir<br />

söyleşi gerçekleştirdik.<br />

İlginçtir ki Glock, bir zamanlar<br />

hem Amerikan güvenlik güçlerinin<br />

hem de suç örgütlerinin silahı olmuş.<br />

Barrett kitabında, gösterişli bir Avusturya<br />

markası olan Glock’un Hollywood<br />

filmlerinden rap şarkı sözlerine<br />

kadar izini sürmüş.<br />

Glock, 1982 yılında Avusturyalı<br />

işadamı Goston Glock tarafından üretilmiş.<br />

Goston Glock, piyasadaki silahları<br />

beğenmediği için en baştan<br />

bir silah yapmaya karar vermiş. Silahı<br />

yapmadan önce silah uzmanları-


MART-NİSAN 2012<br />

9<br />

na modern bir silah yapmak için fikirlerini<br />

sormuş. Daha fazla mermi<br />

kapasitesi olan, daha dayanıklı,<br />

daha kolay ateş alan ve kullanımı<br />

daha kolay olan bir silah yapmasını<br />

tavsiye etmişler. Glock, bu silah<br />

sayesinde Avusturya ordusu ile ilk<br />

anlaşmasını da yapmış.<br />

Barrett, gazeteci bir babanın çocuğu.<br />

O da uzun yıllar Time dergisinde<br />

ve Herald Tribune’de görev<br />

yapmış. Amerikan ordusunda da<br />

görev yapmış. Ancak babasının ordu<br />

bağlantısı Barrett’ın bir gazeteci<br />

olarak Glock’a olan ilgisinin asıl<br />

sebebi değil. Barrett, bir gazeteci<br />

olarak silah endüstrisi ve özellikle<br />

de Glock markası ile ilgilenmesinin<br />

sebebini “sosyal nedenler” olarak<br />

açıklıyor.<br />

Peki, bir gazeteci niçin spesifik<br />

bir silah markasıyla ilgili kitap yazdı<br />

Barrett’ın verdiği cevap hayli<br />

ilginç: “Silah endüstrisi hakkında<br />

aslında çok uzun zamandır yazıyorum.<br />

Wall Street Journal’da çalışırken<br />

başladım. Silahlar Amerikan<br />

toplumu için çok önemlidir. Amerikan<br />

tarihinde çok önemli bir yeri<br />

vardır. Bu ülkenin kuruluşuna kadar<br />

gider. Amerikan Anayasa’sının<br />

ilk maddesi din ve ifade özgürlüğü<br />

hakkını tanımlarken, ikinci maddesi<br />

silah taşıma özgürlüğünü tanımlar.<br />

Bu yüzden silahlar Amerikan<br />

toplumunun bir parçasıdır.”<br />

Amerikan mitlerini düşünün. Kovboy<br />

hikâyelerinden, 30’ların, 40’ların<br />

dedektiflik hikayelerini, 2. Dünya<br />

Savaşı’nda kazanan askerleri<br />

düşünün. Silahlar tüm bu süreçlerin<br />

merkezindedir. Silah endüstrisi<br />

bu yüzden çok önemlidir ve oldukça<br />

politik bir konudur.”<br />

Barrett, silah endüstrisinin politikleşmesini<br />

ise şöyle yorumluyor:<br />

“Silahlar konusunda çok hassas<br />

olanların yanı sıra toplumda<br />

epey de karşıtları mevcut. Son yıllarda<br />

Amerika’da şiddetin arttığını<br />

gözlemliyoruz. Bu, birçok insanı<br />

rahatsız ediyor ve insanlar bunun<br />

nedeninin silahlar olduğunu<br />

düşünüyor.”<br />

GLOCK, RÖPORTAJ VERMEYİ REDDETMİŞ<br />

Glock, 1982 yılında öncelikle<br />

Avusturya ordusu için yapılmış<br />

olsa da, 1988 yılında Amerika’ya<br />

gelmiş ve o günden bu yana Amerikan<br />

güvenlik güçlerinin yüzde<br />

65’inin kullandığı bir silah olmuş.<br />

ABD ordusu 2003 yılında<br />

Irak’a girdiğinde aynı şekilde<br />

Glock en çok kullanılan silah olmuş<br />

Irak’ta. Barrett, bu kitabı hazırlarken<br />

200’e yakın insanla konuşmuş;<br />

ancak silahın tasarımcısı<br />

ve şirketin sahibi olan Goston<br />

Glock, Barrett’la söyleşi yapmayı<br />

kabul etmemiş: “Avrupa’nın hiç<br />

şüphesiz en zengin insanlarından<br />

biri. Avusturya’nın da en tanınmış<br />

isimlerinden. Bugün 88 yaşında.<br />

Benimle görüşmeyi kabul etmemelerinin<br />

nedeni, hala silah karşıtı<br />

bir görüşe sahip olduğumu düşünüyor<br />

olmaları. Aleyhlerinde yazacağımı<br />

düşündüler. Oysa bunu<br />

yapmadım. Şirket’in hikâyesi tam<br />

bir başarı hikâyesi. Ama yoğunlaştığım<br />

konu bu değildi. Yapmaya<br />

çalıştığım, Glock’un Amerika’da<br />

yaygınlaşması üzerinden Amerikan<br />

toplumunun silahla olan ilişkisini<br />

anlatmaya çalışmaktı. Kitapta<br />

Smith- Wesson’dan da bahsediyorum.”<br />

Ancak Barrett her ne kadar<br />

böyle söylese de 10 Eylül<br />

2009 tarihinde Glock aleyhinde<br />

BusinessWeek’te çok sert bir yazıya<br />

imza atmış. Yolsuzluk iddialarından,<br />

Nazi bağlantılarına dek<br />

birçok iddiaya yer vermiş Barrett.<br />

Glock’un ABD’de vergi ödememek<br />

için dünya genelinde paravan<br />

şirketler kurdurduğu, bazı çalışanlarının<br />

ABD’de seçim kampanyalarında<br />

illegal lobi faaliyetleri<br />

yaptığı iddialarına yer vermiş.<br />

Glock ise bu iddiaları yalanlamış.<br />

Barrett, kitabının 176. sayfasında<br />

Goston Glock’un 1990’larda Nazi<br />

sempatizanı söylemleriyle bilinen<br />

SS askerlerine ‘karakterli adamlar’<br />

demesini eleştirmiş, Hitler’i başarılı<br />

istihdam politikası dolayısıyla<br />

öven aşırı sağcı ‘Özgürlük Partisi’<br />

lideri Jörg Haider ile bağlantısına<br />

da uzunca yer vermiş.<br />

Bu konuyla ilgili sorularımızı cevaplandıran<br />

Barrett şunları söylüyor:<br />

“Ben Glock’un Nazi sempatizanı olduğunu<br />

söylemiyorum. Onun Nazileri<br />

öven Jörg Haider ile yakın arkadaş<br />

olduğunu, Haider’in ABD gezilerini<br />

finanse ettiğini söylüyorum. Ve yorumu<br />

da okuyucularıma bırakıyorum.”<br />

Ancak şu soruyu sormayı da<br />

ihmal etmiyor Paul Barrett: Glock,<br />

Amerikan devlet sisteminin yüzde<br />

65’inin kullandığı bir silah olmayı<br />

hak ediyor mu<br />

Sözün özü bir kitapla ‘Glock’ üzerinden<br />

Amerikan silah endüstrisine<br />

yapılan yolculuk aslında Amerika’nın<br />

güçler dengesinde çok derin bir mücadelenin<br />

de izlerini taşıyor.


10<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Remi Ochlik<br />

Marie Colvin<br />

Arap Baharı’nın en çok gazeteciyi<br />

kurban verdiği ülke: Suriye<br />

A<br />

İBRAHİM VARLIK<br />

rap dünyasında halk ayaklanmalarının<br />

ortaya çıkardığı “baharın”<br />

devrime dönüşme sürecinde internet<br />

ve sosyal iletişim ağlarının yanı<br />

sıra medyanın da çok büyük ve hayatî<br />

bir öneme sahip olduğu çok açık. Hem<br />

rüzgâr Tunus’ta ilk estiğinde hem de Mısır<br />

ve Libya’da yıkılmaz sanılan diktatörler<br />

giderken, medya ve gazeteciler hep<br />

ön planda yer aldı. Medyanın bu etkisinin<br />

farkında olan diktatörler de onu<br />

susturmak için yasaklama veya maniple<br />

etme gibi yolları denedi. Ama hiçbirinin<br />

yapamadığını Suriye’de Beşşar Esed<br />

yaptı ve Humus’ta görev yapan gazetecilerin<br />

üzerlerine bomba yağdırarak etkisiz<br />

hale getirdi.<br />

Henüz devrim olmadı ama Suriye<br />

daha şimdiden en çok gazetecinin hayatını<br />

kaybettiği Arap Baharı ülkesi unvanını<br />

kazandı bile. Amerikalı gazeteci<br />

Marie Colvin ve Fransız fotoğrafçı Remi<br />

Ochlik, ayaklanmanın merkezi konumundaki<br />

Humus’ta üzerlerine düşen<br />

havan topu mermileri sonucu Arap<br />

Baharı’nda hayatını kaybeden 20’nci ve<br />

Suriye’de ilk<br />

hayatını kaybeden<br />

gazeteci, 19<br />

Kasım’da ölen serbest<br />

kameraman<br />

Fersat Jarban oldu.<br />

Onu Basil al-<br />

SayedShukri, Abu<br />

al-Burghul, Gilles<br />

Jacquier, Mazhar<br />

Tayyara, Anthony<br />

Shadid, Rami al-<br />

Sayed gibi isimler<br />

takip etti.<br />

21’inci, Suriye’de ise 8’inci ve 9’uncu gazeteci<br />

oldular. Colvin, saldırıdan birkaç<br />

saat önce İngiliz kanalı BBC’ye bağlanmış<br />

ve “Az önce iki yaşında bir bebeğin<br />

şarapnel parçaları isabet etmesi sonucu<br />

ölüşünü izledim. Kesinlikle çok korkunçtu.”<br />

diye aktarmıştı yaşadıklarını.<br />

Bebeğin nefes alışverişlerinin nasıl yavaş<br />

yavaş azaldığını, saldırılarda hayatını<br />

kaybeden erkeklerin dul eşlerinin toplandığı<br />

ve bebekleri beslemek için sadece<br />

su ve şekerin bulunduğu bir apartmanın<br />

bodrum katından anlatmıştı.<br />

Suriye’de geçtiğimiz yıl mart ayında<br />

ayaklanmaların başlamasının ardından<br />

ülkeye yabancı basın mensuplarının girişi<br />

yasaklanırken, ülkede bulunan birçok<br />

yabancı gazeteci de sınır dışı edildi.<br />

Marie Colvin de Suriye’ye ilk olarak resmi<br />

kanallar aracılığıyla girmeyi denemiş;<br />

ancak başarılı olamamıştı. 30 yıllık kariyerinde<br />

birçok savaş bölgesine giden deneyimli<br />

gazeteci, Arap Baharı ayaklanmalarını<br />

Tunus, Libya ve Mısır’da da takip<br />

etmişti.<br />

Sunday Times gazetesi muhabiri<br />

Marie Colvin, 2001'de Sri Lanka'da


MART-NİSAN 2012<br />

11<br />

bir şarapnel parçasının isabet etmesi<br />

sonucu gözünü kaybetmişti. Bu<br />

yüzden göz bandı takıyordu. Ancak<br />

Colvin, öldürülmeden bir hafta önce<br />

Suriye’deki durumu “Güvenliğin potansiyel<br />

olarak bu kadar kötü olduğu<br />

başka bir yer hatırlamıyorum, belki<br />

sadece Çeçenistan.” sözleriyle anlatıyordu.<br />

Colvin’in yanında 28 yaşındaki<br />

Ochlik gibi birkaç gazeteci daha bulunuyordu.<br />

Birlikte hareket eden ve<br />

boş apartman odalarını birer medya<br />

merkezine dönüştüren gazeteciler, 22<br />

Şubat günü de Humus’ta yaşananları<br />

dünya kamuoyuna aktarmak için<br />

çalışıyorlardı. Saldırılara hedef olmamak<br />

için de her gün yer değiştiriyorlardı.<br />

Ancak görgü tanıklarının ifadesine<br />

göre bulundukları apartmana en<br />

az 11 havan topu isabet etti. Colvin<br />

ve Ochlik olay yerinde hayatını kaybetti,<br />

diğer gazetecilerden bazıları ise<br />

yaralandı.<br />

Ayaklanmalar başladığından beri<br />

yasaklama, tutuklama ve sınır dışı etme<br />

gibi yollarla gazetecilere engel olmaya<br />

çalışan Esed rejiminin saldırıları,<br />

Colvin ve Ochlik öldükten sonra<br />

bile devam etti. Her iki gazetecide<br />

devlet televizyonunda “ajan” olarak<br />

lanse edildi.<br />

Halbuki mesleki hayatında ilk<br />

Paul Conroy<br />

olarak Haiti’deki çatışmaları takip<br />

eden ve Tunus, Libya ve Mısır’daki<br />

devrimleri yerinde izleyen biri olan<br />

foto muhabiri Ochlik, Libya’daki çalışmalarından<br />

dolayı da Dünya Basın<br />

Fotoğrafı ödülünü almış bir isimdi.<br />

Suriye’de ilk hayatını kaybeden<br />

gazeteci, 19 Kasım’da ölen serbest<br />

kameraman Fersat Jarban oldu.<br />

Onu Basil al-Sayed Shukri, Abu al-<br />

Burghul, Gilles Jacquier, Mazhar Tayyara,<br />

Anthony Shadid, Rami al-Sayed<br />

gibi isimler takip etti. Aralarında en<br />

bilineni olan New York Times’ın deneyimli<br />

muhabiri Anthony Shadadid,<br />

astım krizi sonucu hayatını kaybetmesine<br />

rağmen rejim tarafından<br />

“ajan” yaftasını yemekten kurtulamadı.Şimdi<br />

geriye rejim askerlerinin sivilleri<br />

katletmeyi sürdürdüğü, yabancı<br />

basın mensuplarının ise ancak hayatlarını<br />

riske ederek girebildikleri bir<br />

Suriye kaldı. Colvin’inson bağlantısındaki<br />

son sözleri de Suriye’deki durumu<br />

özetler nitelikteydi: “Buradaki<br />

hiç kimse uluslararası kamuoyunun<br />

bu yaşananlara nasıl göz yumduğunu<br />

anlayamıyor. Özellikle de Srebrenitsa<br />

gibi bir felaket yaşandıktan ve Birleşmiş<br />

Milletler katliam hakkında onlarca<br />

soruşturma başlatıp bir daha tekrarlanmayacağı<br />

sözleri vermişken...”<br />

Amerikalı gazeteci Marie Colvin ile<br />

Fransız foto-muhabiri Remi Olchik'in<br />

hayatını kaybettiği füze saldırısından<br />

yaralı kurtulan 47 yaşındaki İngiliz gazeteci<br />

Paul Conroy, daha önce bulunduğu<br />

savaş ortamlarında böyle katliam<br />

görmediğini söylüyor. Hasta yatağından<br />

BBC'ye konuşan Conroy, 10 yıl<br />

içinde bütün dünyanın Suriye'de gerçekleştirilen<br />

katliamdan utanç duyacağını<br />

şöyle ifade etti:" Suriye'de sivil<br />

nüfusun sistematik bir şekilde katledildiğini<br />

gördüm. Yaşanan vahşet,<br />

Srebrenitsa ve Ruanda'da yaşananları<br />

andırıyor Bu bir savaş değil, katliam.<br />

Bu vahşeti nasıl seyrediyoruz bilmiyorum.<br />

Artık konuşmanın vakti çoktan<br />

geçti. Katliam son hız sürüyor. Lütfen,<br />

jeopolitiği ve toplantıları bir kenara<br />

bırakın ve bir şey yapın. Yoksa yarın<br />

Srebrenitsa ve Ruanda'daki gibi hepimiz<br />

utanacağız."


12<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Sosyal medya, geleneksel meydayı<br />

başkalaştırıp yeniden yapılandıracak<br />

KÜBRA KARA<br />

eknolojik iletişim her gün daha<br />

T<br />

fazla büyüyor, daha fazla artıyor.<br />

7’den 70’e herkes bir şekilde teknolojik<br />

gelişmelerden etkileniyor. Özellikle<br />

her gün kullanıcı sayısı artan, dikdatörleri<br />

bile yerinden oynatmada etkili<br />

olan sosyal paylaşım siteleri, bilinçli kullanılmadığı<br />

sürece büyük bir felakete dönüşebiliyor.<br />

Ülkemizde 40 milyon kullanıcısı olan<br />

internet, hayatımızın vazgeçilmez bir<br />

parçası oldu. Cihazların daha da küçülerek<br />

mobil aygıtlardan erişimin sağlanması,<br />

interneti artık durdurulamaz bir<br />

güç haline getirdi. İşyerlerinin yanı sıra<br />

günlük eğlence, iletişim ve bilgi içerikli<br />

kanallardan yararlanmak üzere sanal<br />

ortama akan insanların hemen hemen<br />

İstanbul Kadir<br />

Has Üniversitesi<br />

Yeni Medya<br />

Bölümü Öğretim<br />

Görevlisi İsmail<br />

Hakkı Polat, sosyal<br />

medyanın geleneksel<br />

medyayı<br />

başkalaştırıp<br />

yeniden<br />

yapılandıracağını<br />

ifade etti.<br />

ilk uğradıkları yer sosyal paylaşım siteleri<br />

oluyor. Özellikle dünyada 800 milyon<br />

kullanıcıya sahip olan Facebook’un<br />

Türkiye’deki kullanıcı sayısı 30 milyonu<br />

buluyor. Ve bu da ülkemizi dünyadaki<br />

Facebook kullanımında 5. sıraya taşımaya<br />

yetiyor.<br />

Sosyal medyanın özellikle genç kuşak<br />

tarafından nasıl kullanılması gerektiğine<br />

dair İstanbul Kadir Has Üniversitesi<br />

Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi<br />

İsmail Hakkı Polat, farklı görüşlerini paylaştı<br />

<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi'ne. İnternette<br />

sansür uygulanmasının yanı sıra<br />

özellikle gençlere interneti kısıtlamanın<br />

doğru olmayacağını belirten Polat, sanal<br />

ortamda önemli olanın bilinç kazandırıp,<br />

kişilerin kendi özdenetimini oluşturmasını<br />

sağlamak olduğunu ifade etti.


MART-NİSAN 2012<br />

13<br />

İsmail Hakkı Polat<br />

SOSYAL MEDYANIN 10 KURALI<br />

1. Ana sayfanızı sosyal medyaya<br />

kopyalamayın.<br />

2. Önce okuyun, sonra yazın.<br />

3. Açık ve dürüst olun<br />

4. Markanıza sosyal medya için<br />

bir temsilci seçin<br />

5. Değerli bir şey önerin<br />

6. İçerik, kullanıcılarla bağdaşmalı.<br />

7. Kullanıcılarla kurumsal bir<br />

varlık gibi değil, bir arkadaş gibi<br />

konuşun.<br />

8. Kullanıcılara biraz kontrol<br />

hakkı tanıyın.<br />

9. Tüketicilerin size ulaşmalarına<br />

izin verin.<br />

10. Bırakın kullanıcılar sizin adınıza<br />

yazsın.<br />

İŞ, GELENEKSEL GAZETECİLERE DÜŞTÜ<br />

Sanal medyadaki bilgi furyası kapsamında<br />

akademik camiadan da hamleler<br />

geliyor. İstanbul Kadir Has Üniversitesi<br />

Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi<br />

İsmail Hakkı Polat, geleneksel gazetecilerin<br />

de bu mecraya el atmaları gerektiğini<br />

söyledi. İnsanların her gün karşılaştığı<br />

haber furyasına karşı önce çarpraz<br />

kontrolün yapılması gerektiğini vurgulayan<br />

Polat, geleneksel gazetecilerin<br />

sanal medyadaki yanlışlıkları görüp düzeltmeleri<br />

ve örnek olmaları gerektiğini<br />

ifade etti: “Sanal medyadaki yanlışlıkları<br />

gören geleneksel gazeteciler, kolları<br />

sıvayarak işin içine girmeli. Burada işin<br />

nasıl yapıldığını araştırmacı bir gazeteci<br />

olarak kullanıcılara da anlatarak, bu işin<br />

etiğini öğretmeli.”<br />

Sosyal medyanın denetiminin olmadığını<br />

ve bu kapsamda sorumluluğun<br />

kullanıcıların kendisinde<br />

olduğunu söyleyen Polat, kullanıcıların<br />

ellerine geçen bilgilere<br />

hemen inanmadan<br />

araştırma yapmaları gerektiğini<br />

belirtti: “Örneğin<br />

silahlı saldırıya uğrayan<br />

İbrahim Tatlıses<br />

için, hastanenin yan<br />

odasında yatan bir kişi<br />

sürekli Twitter’dan<br />

bildiriler yazdı; İbrahim<br />

Tatlıses öldü, diye. Aslında<br />

kullanıcılar o kişinin<br />

profilini araştırsalar,<br />

geçmişte paylaştığı konulara<br />

baksalar onun güvenilir<br />

olup olmadığını anlayabilirler.”<br />

Polat, insanların bu mecrada dedikodu<br />

tarzında yaptıkları konuşmalar<br />

sonucunda büyük felaketlerin doğduğundan,<br />

asparagas haberlerin yayılmasının<br />

da çok kolay olduğundan bahsederek:<br />

“Yasal bir boşluk var, fakat birtakım<br />

dayatmalarla buradaki sorun çözülmez.<br />

İnsanların bu konuda bilinçlenmesi<br />

ve kendi özdenetimlerini oluşturması<br />

lazım. Kulağına gelen habere hemen<br />

inanmadan kaynağa ulaşması gerekiyor.”<br />

dedi. Sanal medyanın insan<br />

hayatına girmesiyle birçok şeyin değiştiğini<br />

de dile getiren İsmail Hakkı Polat<br />

“Endüstri çağından bilgi çağına bir<br />

sıçrama var şuanda. Bu da yeni kuşağı<br />

zaptedilemez hale getiriyor. Biz bu kuşağa<br />

eğitimciler olarak ‘dijital yerliler’<br />

diyoruz. Kendimizden sonraki kuşaklara<br />

otoriter bir tavırla yaklaşmadan yatay<br />

iletişim kurmalıyız. Onları bu dijital ortamda<br />

adeta çırıl çıplak bırakan en temel<br />

eksiklik olan ahlak eksikliğini vererek<br />

bilinçlendirmeliyiz.” dedi.<br />

ETİK KURALLARININ BELİRLENMESİ ŞART OLDU<br />

Sosyal medya danışmanlarından Gabriela<br />

Oana Olaru ise medya okuryazarlığının<br />

ülkemizde yeterli düzeyde olmadığını<br />

belirterek, tanımlanmış etik kurallarımızın<br />

olmadığını, bu alanda çalışan<br />

akademisyenlerin bir araya gelip<br />

etik kurallarının oluşturulması gerektiğini<br />

söyledi. Sanal ortamın en büyük sıkıntısının<br />

bilgi kirliliği olduğunu aktaran<br />

Olaru, çocuklara küçük yaştan<br />

itibaren medya okuryazarlığı<br />

dersinin verilmesini ve teknolojiyi<br />

yararımıza yönelik<br />

kullanabilme kabiliyetinin<br />

gelişmesi gerektiğini aktardı.<br />

İsmail Hakkı Polat<br />

da akademik camianın<br />

bu yönde araştırma<br />

yapmasını savunarak,<br />

“Bu kapsamda dünyada<br />

ciddi eksiklikler var.<br />

Yeni medyada tüketici<br />

değil, üretici olmak gerekiyor.<br />

Kendi bloglarında<br />

faydalı bilgiler paylaşarak,<br />

insanlar diğerlerinin<br />

bilgi dağarcığını genişletebi-


14<br />

MART-NİSAN 2012<br />

lir. Okullarda ders müfredatına koymak<br />

ve eğitmen yetiştirmek için bağlantılı<br />

bölümler açıp akademisyenler yetiştirilmeli.<br />

Akademik dünya maalesef bu<br />

işe ticari dünya kadar erken davranamadı.<br />

Ülke olarak geliştirdiğimiz akademik<br />

kriterler ve toplumsal seferberliğimiz<br />

yok. İnternet, temel bir hak olarak<br />

yeni anayasaya da girmeli.” şeklinde<br />

konuştu.<br />

İKİ MEDYA DA BİRBİRİNİ BESLER<br />

Sosyal medya, geleneksel medyayı içine<br />

alıp başkalaştırıp yeniden yapılandıracağını<br />

ifade eden Polat “Önümüzdeki<br />

dönemde gazetelerin dijitale geçmesi<br />

kaçınılmaz. Hatta yurtdışında bazı gazeteler<br />

kâğıt baskının yanında bir de dijital<br />

baskı veriyor. Televizyonlar kendini<br />

bu anlamda yenilerse çok daha büyük<br />

fırsatlatın olduğu yeni bir döneme<br />

girerler. Bu anlayışı yürütemeyen geleneksel<br />

yapılar ve zihniyetler endüstri<br />

çağının kapanmasıyla birlikte yerle bir<br />

olacaklar.” dedi. Sosyal medya ve geleneksel<br />

medya arasındaki farka da değinen<br />

Polat, “Eskiden bir yayıncı ve pasif<br />

izleyici vardı şimdi ise bu durum karşılıklı<br />

oluyor. Sürekli bir etkileşim var. İstenilen<br />

haber kesilip okunabiliyor yani<br />

o kişiselleşiyor. Ve bir fark da zamanmekan<br />

sınırı olmaması. Gazetedeki ya<br />

da radyodaki tek yönlü durdurulamayan<br />

akışın yerine durdurulabilir, ileri<br />

geri alınabilir, ayrıntılara bakılabilir akış<br />

aldı.” diye konuştu.<br />

Polat’a göre internet, haberciliği<br />

başkalaştırdı. Hızlı ama bazı bilgilerin<br />

döke saça yayıldığını aktaran Polat, kimi<br />

zaman belli problemler yaşansa da<br />

internetteki haber ortamının kendini<br />

hızla düzeltebilen, herhangi bir malumatı<br />

daha fazla derinleştirebilip farklı<br />

açılardan görebilmemizi sağladığını ve<br />

insanların katılımıyla yeni bilgi ve içerik<br />

üretimlerinin rahatlıkla görüldüğünü<br />

söyledi.<br />

Türkiye’deki internetin yurtdışına kıyasla<br />

kanıksanmayacak derecede iyi kullanıldığını<br />

ifade eden Polat, “Bizim yönetimlerimiz<br />

bu işe biraz el atsa, interneti<br />

gençlerin sadece oyun amaçlı kullanmadığını<br />

görerek, içimizde ne cevherler<br />

olduğunu fark edebilir ve bu, ekonomik<br />

faydaya dönüştürülebilir.” dedi.<br />

Arap Baharı’nda sanal medyanın<br />

rolünü değerlendiren de Polat, ‘Devrim<br />

Facebook ya da Twitter’da yapılmaz’<br />

diyerek sosyal medyanın sadece<br />

devrimi mümkün kılıcı bir unsur olduğunu<br />

ifade ederek, “Halkın içerisinde<br />

biriken öfke, yılların getirdiği diktatöre<br />

karşı olan kızgınlık ve bu dinamizmi<br />

n sosyal medyada kullanrak açığa çıkması.<br />

İnsanlarda önce bilinç oluştu ardından<br />

sosyal medya da örgütlenerek<br />

sokaklara döküldü halk.” dedi. Polat,<br />

sosyal medyanın Arap Baharı'na etkisiyle<br />

ilgili olarak şöyle konuştu: “Arap<br />

Baharı’nda internetin kullanılarak konusunda<br />

Amerikan parmağının olduğunu<br />

söyleyenler oldu. Fakat bu bir<br />

Pandora’nın Kutusu* gibi. Yani bu durumdan<br />

kendileri de etkilenecek. Geçen<br />

hafta New York’taydım. Sopa diye<br />

bir kanun çıkaracaklardı, insanlar<br />

hemen internette örgütlenip, buluştu<br />

ve protesto ettiler. Bunu gören Amerikan<br />

Kongresi de neye uğradığını şaşırdı,<br />

daha sonra imzalarını geri çektiler.”<br />

* Pandora'nın kutusu; Yunan mitolojisinde<br />

insanlığın tüm günahlarını ve<br />

umudu içeren büyük testi<br />

Z


Zambak Bayileri ve<br />

Mağazaları’nda


16<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Muhafazakârların<br />

sinema ve sanata uzak durması<br />

korkunç bir yanılgıydı<br />

Yazar Cüneyd Suavi, yazı serüvenini<br />

ve güncel konulara ait gözlemlerini<br />

<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi ile paylaştı.<br />

H<br />

HAKAN İNCE<br />

ikâyeler sevgi kalemiyle yazılır;<br />

ama o kalemin mürekkebi,<br />

yapılan ve alınan dualardır.<br />

Dualar olmayınca, duaya vesile<br />

olan hiçbir şey yazılamaz. Bir elde<br />

dua olmalı, bir elde kalem”…<br />

‘Yeşil Elbise’, ‘Kâbus’ hikâyeleriyle<br />

kendisine geniş bir okur kitlesi<br />

edinen yazar Cüneyd Suavi, yazı<br />

serüvenini bu cümlelerle özetliyor.<br />

Bugüne kadar 10’u geçkin kitap<br />

ve 150’ye yakın hikâye kaleme<br />

alan Suavi’nin bazı çalışmaları<br />

Almanca, Korece, Arapça,<br />

Felemenkçe, İngilizce,<br />

Rusça, Tatarca,<br />

Arnavutça, Özbekçe<br />

ve Makedoncaya<br />

çevrilmiş. Cüneyd<br />

Suavi’nin hayat<br />

hikâyesindeki<br />

çarpıcı bir detay<br />

ise ünlü yazarın<br />

lisede kompozisyon<br />

dersinden<br />

ikmale kalması.<br />

O bunu, “Dersten<br />

kalmam, daha<br />

sonraki yıllarda<br />

Cenâb-ı<br />

Hakk’ın bana<br />

okuyucularım<br />

hatırına ihsan<br />

edeceği kitaplarla<br />

övünmemem<br />

içindi.<br />

Yani öyle kitaplar,<br />

yazmaktan<br />

aciz birinin eseri olamazdı.”<br />

diyerek yorumluyor. Muhafazakâr<br />

kesimin uzun yıllar sinemaya ve sanata<br />

uzak durmasını “Korkunç bir<br />

yanılgıydı.” diyerek eleştiren Suavi,<br />

imkân olması halinde hikâyelerini<br />

sinema sanatıyla anlatmak istediğini<br />

ifade ediyor. Beş yılda bitirdiği<br />

sekiz senaryoyu, hiçbir ücret istemeden<br />

TV kanallarına teklif ettiğini<br />

ancak yapımcıların “Bir film için<br />

on bin liradan fazla harcayamayız”<br />

şeklinde projesini reddettiğini kaydediyor.<br />

Yazar Cüneyd Suavi, yazı serüvenini<br />

ve güncel konulara ait gözlemlerini<br />

<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi<br />

ile paylaştı.<br />

Hikâye denizine yolculuğunuz nasıl başladı<br />

70’li yılların sonlarında, Adapazarı’nda<br />

birkaç kişiyle birlikte Zafer<br />

Dergisi'ni çıkartmaya başladık.<br />

O günlerde dergicilik pek bilinmezdi<br />

ve Sur Dergisi’nden başka dergi<br />

yoktu. Hâliyle yazar kadromuz yetersiz<br />

olduğundan, dergiye koyacak<br />

yazı bulmakta zorlanırdık. İşte tam<br />

bu günlerde, derginin sayfalarından<br />

biri boş kaldı. Ben de onu doldurmak<br />

niyetiyle bir öykü yazdım. Bir<br />

sonraki sayıda da aynı şeyi sürdürdüm.<br />

İlk önce ‘Davulcu’ adlı öykümü,<br />

daha sonra da ‘Yeşil Elbise’yi<br />

kaleme aldım. ‘Yeşil Elbise’ öyküsü,<br />

yayımlandığında çok ses getirdi. Bu<br />

yüzden de başıma büyük işler açıp,<br />

beni hikâye yazmaya zorladı.<br />

Neden hikâye


MART-NİSAN 2012<br />

17<br />

Esasında sebebini pek bilmiyorum. Fakat<br />

Sadi’nin “Bostan” ve “Gülistan”ındaki<br />

kıssalar, çocukluğumdan beri hoşuma giderdi.<br />

Herhalde onlardan çok etkilendim.<br />

Lisede kompozisyon dersinden ikmale kaldığınız doğru<br />

mu<br />

Elbette doğru. Bunu zaten defalarca dile<br />

getirdim.<br />

Bu ikmal, yazarlık sürecinizin miladı aynı zamanda,<br />

öyle değil mi<br />

Geriye dönüp bakınca ben de bazen sizin<br />

gibi düşünüyorum. Yazı yazma konusundaki<br />

aczim, Allah’ın merhametini celbetmiş<br />

olabilir. Çünkü “acz” denilen şey esasında<br />

kuvvettir. Elbette ki bir rahmet sahibinin<br />

nazarında... Bazı arkadaşlarım, şaka<br />

yollu da olsa, kompozisyon hocamızın<br />

beni kıskandığını, bu yüzden de ikmale<br />

bıraktığını söylüyor. Bu doğru değil tabii.<br />

İkmale kaldıktan sonra bunun hikmetini<br />

defalarca düşündüm. O yıla kadar hiçbir<br />

dersten kalmamışken, ilk ikmale kaldığım<br />

ders neden kompozisyondu Herhalde<br />

bu dersten kalmam, daha sonraki yıllarda<br />

Cenâb-ı Hakk’ın bana okuyucularım<br />

hatırına ihsan edeceği kitaplarla övünmemem<br />

içindi. Yani öyle kitaplar, yazmaktan<br />

aciz birinin eseri olamazdı. Çok şükür ki,<br />

bu durumu nefsim de kabul etti.<br />

Bir hikâyeye başlamadan önce nasıl bir hazırlık safhası<br />

oluyor<br />

Ben hiçbir hikâyemi, önceden niyet ederek<br />

yazmadım. Zaten niyet ettiğimde yazabilseydim,<br />

kendime bir pay çıkarmam mümkün<br />

olabilirdi.<br />

Gençlerle sohbet ederken onlara soruyorum:<br />

“Yazılar (veya öyküler) neyle yazılır”<br />

Kimi ‘kalem’ diyor, kimi de ‘bilgisayar’.<br />

Bazıları “ilham”, bazıları da “sevgi” cevabını<br />

veriyor.<br />

“Hayır!” diyorum onlara. “Hikâyeler<br />

sevgi kalemiyle yazılır; ama o kalemin mürekkebi,<br />

yapılan ve alınan dualardır.” Dualar<br />

olmayınca, duaya vesile olan hiçbir şey<br />

yazılamaz.<br />

Yazarlık denilen şey, her an dua hâli<br />

gerektiriyor. Fiilî dua da gerekiyor elbette.<br />

Yani her an yazmaya hazır olmak… Özetlemek<br />

gerekirse bir elde dua olmalı, bir elde<br />

kalem…<br />

Dualar kabul görürse hiç aklınızda<br />

yokken içinizde bir şeyler kımıldıyor. Bir<br />

olay canlanıyor zihninizde, belki bir anlık<br />

bir şey, çoğu zaman final kısmı belli olmayan.<br />

Bu durumda hemen bilgisayarıma<br />

koşarak yazmaya başlayınca, Rabb'im şahittir,<br />

kelimeler sizi hiç dinlemiyor, esir alıyor<br />

sanki. Siz, İlahî takdir neyse onun yazıcılığını<br />

yapıyorsunuz. Biraz sonra ortaya,<br />

ilk düşündüğünüz şekliyle hiç ilgisi olmayan,<br />

ama ondan çok daha güzel bir öykü<br />

çıkıyor. Sonucu gördüğümde: “Ya Rabbi!<br />

Bunu şimdi ben mi yazdım” diyorum.<br />

Yazdıran O tabii ki, başkası değil.<br />

Otuz yıldan beri yaşadığım bu durumdan<br />

sonra açıkça diyorum ki: Ben bir yazar<br />

değilim, yazıcıyım. Bilgisayar kullandığımdan,<br />

sadece tuşlara basmakla görevliyim.<br />

Hikâyedeki hissem de zaten o kadar…<br />

Hikâyelerinizde kurgudan ziyade mesaj kaygısı ön<br />

planda… Ayrıca kısa metin olması dikkat çekiyor. Biçim<br />

olarak bunu mu tercih ediyorsunuz<br />

Kıssa türü öykülerde hep mesaj vardır.<br />

Ama kurgu yeterince iyi değilse, mesajlar<br />

da değerini bir ölçüde kaybeder. Ben<br />

bir şeyler yazarken lafı dolandırmayı sevmiyorum,<br />

süsleyip püslemekten de hoşlanmıyorum.<br />

“Göründüğün gibi ol!” deniyor<br />

ya! Ben de buna ilaveten: “Konuştuğun<br />

gibi yaz!” demek istiyorum. “Kulağını<br />

tersten gösterir gibi lafını dolaştırma! Vermek<br />

istediğin şeyi nazlanmadan ver! Yaz<br />

ama boş şey yazma! Hoş şeyler kaleme al!<br />

Allah’ın izniyle insanlara bir şey ver! Yazdığın<br />

satırları 7’den 77’ye herkes anlasın.<br />

Herkes o petekten bal alabilsin, kendisine<br />

göre bir pay çıkarabilsin.”<br />

Bütün bunlar fiili dua tabi. Rabbim nasip<br />

ettiğinde istediğiniz şey ortaya çıkıyor.<br />

CÜNEYD<br />

SUAVİ<br />

KİMDİR<br />

1948 Yılında Adapazarı'nda doğdu.<br />

İlk ve orta öğrenimini bu şehirde<br />

tamamladı. Daha sonra, günümüzde<br />

Mimar Sinan Üniversitesi<br />

olarak bilinen Devlet Güzel<br />

Sanatlar Akademisi'ni yüksek<br />

mimar unvanıyla bitirip Sakarya<br />

Üniversitesi'nde asistanlığa başladı.<br />

Zafer Dergisi'nde 1982 yılından<br />

beri yazıları yayınlanan Cüneyd<br />

Suavi'nin en tanınmış eseri, "Hayatın<br />

İçinden" adlı hikâye kitabı. İki<br />

ciltten oluşan ve toplam olarak otuz<br />

yılda tamamlanan bu eser Almanca,<br />

Korece, Arapçaya ve Felemenkçeye<br />

çevrilmiş; öykülerden bazıları da<br />

İngilizce, Rusça, Tatarca, Arnavutça,<br />

Özbekçe ve Makedoncaya tercüme<br />

edilerek birçok ülkeye ulaşmış.<br />

"Kırk Gram Tebessüm" adlı<br />

kitabı, mizahla tefekkürü buluşturmasıyla<br />

“edepli mizah”ın seçkin<br />

örnekleri arasında gösterilen Cüneyd<br />

Suavi’nin, "Peygamberimizin<br />

Mucizeleri", "Peygamberler Tarihi",<br />

"Allah'ı Bildiren Bilmeceler", "Kısa<br />

Metrajlı Filmler İçin Senaryolar"<br />

ve iki yazarla birlikte kaleme aldığı<br />

"Hazır Cevaplar" adlı eserleri dışında;<br />

çocuklar için yazdığı "Çiçek<br />

Bahçesi" adlı bir hikâye kitabı daha<br />

bulunuyor.<br />

Cüneyd Suavi'nin Allah<br />

Resulü’nün (sas) hayatını, çilesini<br />

ve mücadelesini anlatan "İki <strong>Cihan</strong><br />

Güneşi, Peygamberimiz" adlı eseri,<br />

geniş kitlelerin beğenisini kazandı.<br />

Suavi, çocukluğundan itibaren<br />

yaşadığı hatıraları "Kesilen Gitar"<br />

adlı bir kitapta topladı. Otobiyografi,<br />

son elli yıla ışık tutan özelliğiyle<br />

Kültür Bakanlığı tarafından desteklenmiş.<br />

Akademik kariyerinde profesörlüğe<br />

kadar yükselen Cüneyd<br />

Suavi, evli ve üç çocuk babası.<br />

Halen Fatih Sultan Mehmet Vakıf<br />

Üniversitesi'nde öğretim üyesi.


18<br />

MART-NİSAN 2012<br />

sip ettiğinde istediğiniz şey ortaya çıkıyor.<br />

Hikâyeciliğinizi edebî olarak nasıl tanımlıyorsunuz<br />

Ben “yazıcı” olduğumdan bunun cevabını<br />

bilemiyorum. Ama genel olarak yazarlığı,<br />

“Kurumuş çiçeklerden bal yapma sanatı”<br />

olarak tarif ediyorum. Buradaki “kurumuş<br />

çiçekler” kelimeler tabii ki. O kupkuru<br />

kelimeleri bir bal arısı gibi, sevgi ve<br />

dualarla yoğurduktan sonra Allah’ın ihsanıyla<br />

şifalı bir bal hükmüne getirebilirsek<br />

ne mutlu bize.<br />

Çalışmalarınıza hidayet öyküleri mi, yoksa tefekkür<br />

eserleri mi denilmesi sizi mutlu eder<br />

İkincisi daha hoşuma gider.<br />

Bir sayfalık öykü için ortalama ne kadar süre ön çalışma<br />

yapıyorsunuz<br />

Üzerinde dokuz ay çalışmama rağmen hiçbir<br />

sonuca bağlayamadığım hikâyelerim<br />

oldu. Onlar bana ait hikâyelerdi, kompozisyondan<br />

ikmale kalan birine ait… Ama<br />

bazı hikâyeler bir saatte yazıldı. Onlar da<br />

Rabb'imin ihsan ettikleriydi.<br />

Hangi kaynaklardan besleniyorsunuz<br />

Bazen bana “Nasıl bir yazarsınız” diye<br />

soranlar çıkıyor. Diyorum ki onlara: “Ben<br />

akıllı bir yazarım. Çünkü sırtımı Risale-i<br />

Nurlara dayamışım. O da Kur’an’a dayamış.<br />

Kur’an ise arş-ı azamla bağlı.”<br />

Fazla okuyamasam da Risaleler her<br />

bakımdan yetiyor bana. Öykülerimden<br />

çoğunu o eserlerden beslenerek yazdım.<br />

Diğer kitaplarımı da yine ondan yansıyan<br />

ışıkla kaleme aldım.<br />

Bugüne kadar toplam kaç hikâye kaleme aldınız<br />

Yüz elliye yaklaştı. Eğer Rabb'im elli tane<br />

daha ihsan ederse “Hayatın İçinden 3”<br />

de çıkabilecek. Bunun için Allah’tan ömür,<br />

okuyucularımızdan da dua istiyorum.<br />

Hikâyelerinizi okuyup da Allah’a iman ettiğini söyleyen<br />

ateist okurlarınız oldu mu<br />

“Hayatın İçinden” kitaplarında yer alan<br />

hikâyeleri okuduktan sonra namaza başladıklarını<br />

söyleyenler çok oldu; ama (bir<br />

kişi hariç) ateizmden kurtulduğunu söyleyen<br />

hiç çıkmadı. O tek kişi de Yang June<br />

Lee adında bir Güney Koreliydi. Bu hanım<br />

bana bir mektup gönderip Seul’deki İstanbul<br />

Kültür Merkezi’nde Türkçe öğrendiğini<br />

ve “Allah’ı Bildiren Bilmeceler” adlı<br />

kitabımı okuyunca inançsızlıktan kurtulup<br />

Allah’a iman ettiğini bildirdi. Bayram<br />

yaptım âdeta. Ben de hemen kendisine<br />

bir mektup yazdım ve beğendiği takdirde<br />

“Hayatın İçinden”i Koreceye çevirmesini<br />

rica ettim. Yang June, dört ay gibi kısacık<br />

bir sürede “Hayatın İçinden”i tercüme<br />

edip gazetelerde reklamlarını yaptı. Ve<br />

mükemmel bir baskı ile piyasaya çıkardı.<br />

Anlaşılan hikâyeleriniz izniniz olmadan yayınlanıyor.<br />

İnternette de izin almadan yayınlayan var mı<br />

Bu soruyu “İzin alıp da yayınlayan var<br />

mı” diye sorsaydınız gerçeklere daha uygun<br />

olurdu.<br />

Ne yazık ki izin alan tek bir kişi bile<br />

yok. İsteyen istediğini alıp koyuyor. Eğer<br />

hikâyeyi değiştirmeyip altına da yazar ismini<br />

yazmışlarsa, emin olun kesinlikle<br />

üzülmüyorum. Ama bazen hikâyeyi çarpıtıyorlar<br />

ve bu işe bir emek verdiklerinden,<br />

altına da kendi isimlerini koyuyorlar.<br />

Her neyse… Esasında bunlar önemli<br />

değil. Yazar ismi ister değiştirilsin, isterse<br />

konulmasın, İnşallah sevabı ulaşır bize.<br />

Sizin öykülerinizle kitap çıkartanlar olduğu söyleniyor.<br />

Bu, traji-komik bir durum. Arayıp tepkinizi gösterdiğiniz<br />

oldu mu bu kişilere<br />

Sadece benden değil, birçok yazardan üçbeş<br />

tane öykü alıp kitap çıkartıyorlar. Yayınevi<br />

bunları bulursa ikaz ediyor. Ama çoğunun<br />

cevabı dünden hazır: “Öyküleri internetten<br />

indirdik. Orada yazar ismi yazmıyordu.”<br />

Bu tür kitapları çıkartanlar arasında tanıdıklarım<br />

da var. Onlar da herhalde şöyle<br />

düşünüyorlar: “Cüneyd Hocam nasıl<br />

olsa bizdendir. Ondan izin istemeye gerek<br />

yok.”<br />

"Hayatın İçinden 1 ve 2” ciltleri, ancak<br />

otuz yılda yazılabildi. Ama bu tür kitaplar,<br />

başka bir yazar ismiyle otuz saatte<br />

ortaya çıkıyor.<br />

Peki çocuklarınızı dilediğiniz gibi yetiştirebildiniz mi<br />

Sorduğunuz soruyu, fuarlardan birinde de<br />

sordular bana. Demiştim ki onlara:<br />

“Evlatlarımdan bin kere razıyım ama<br />

keşke daha çok sayıda olsaydı. Üç evladımız<br />

var ama bana az geldi. Keşke 3 ta-


20<br />

MART-NİSAN 2012<br />

berlerde çıktım tüm haşmetimle “13 tane,<br />

23 tane, 33 tane…”<br />

Seyredenler benim için: “Bu adam<br />

her halde sapıttı” demişlerdir. Rezil oldum<br />

millete.<br />

Oğlum şu anda doktor. Onun<br />

için “Evlatların en hayırlısı” diyorum.<br />

Rabb'im ondan ebediyen razı olsun inşallah.<br />

Doğduğu günden beri, hayatta<br />

bir kere üzmedi beni. Tuttuğu altın olsun.<br />

Benden ne kadar dua alıyorsa, hastalarından<br />

da öyle dua alıyor. Eminim ki<br />

sırtı yere gelmeyecektir.<br />

Sayısız şükür olsun ki, kızlarım da<br />

oğlumdan farklı değil. Küçük kızım<br />

da nasipse doktor çıkacak. Kocaeli Tıp<br />

Fakültesi’nde, beşinci sınıfta… Büyük kızım<br />

ise İngilizce öğretmeni.<br />

Muhafazakâr kesiminin sanat ve edebiyata uzun<br />

süre mesafeli kaldığı söylenir. Hikâye yazmaya karar<br />

verdiğinizde bir dirençle karşılaştınız mı<br />

Çok şükür böyle bir direnç görmedim.<br />

Ama sinema konusunda aynı şeyi söylemek<br />

mümkün değil.<br />

Muhafazakâr kesim uzun yıllar sinemaya ve sanata<br />

uzak durması bir yanılgı değil miydi<br />

Bana göre korkunç bir yanılgıydı. Gençlik<br />

yıllarımdan hatırlıyorum. En büyük<br />

darbeyi filmlerden yemiştik. Bu felaket,<br />

şimdi biraz şekil değiştirse de filmlerle,<br />

dizilerle, internet gibi yollarla aynen devam<br />

ediyor. Başta Kültür Bakanlığı olmak<br />

üzere, ilgili kişilere sormak gerek: Bir milyarlık<br />

İslam dünyasının elinde gurur duyacağımız,<br />

gençlere tavsiye edeceğimiz<br />

kaç filmimiz var On taneyi bulur mu<br />

İsterseniz aklınızda kalanları bir sayın<br />

Benim aklımda kalanlar beşi geçmiyor.<br />

22 Ocak tarihli Zaman Gazetesi'nde,<br />

“Hangi filmi ne için seyretmeli” başlığıyla<br />

verilen bir haber var. Gençler için<br />

10 film tavsiye edilmiş. Bunlardan 7’si<br />

yabancı film... Türk filmlerinin oranı %<br />

30'da da kalmış. Eğer film sayısı 100’e<br />

çıksaydı, emin olun bu oran % 10’u geçmezdi.<br />

Tam bir gurur tablosu…<br />

Sinema filmi olarak son yıllarda bir<br />

gayret görülse de, bunlar ehil kişilerle<br />

yeterince istişare edilmeden çekilmiş. Bu<br />

yüzden cılız kalmış, hak ettiği duayı alamamış,<br />

ilgiyi görememiş.<br />

Bizler, kıyamete kadar seyredilebilen<br />

filmler yapmalıyız.<br />

“Bu ne demek” diyenlere, “Çağrı'yı<br />

kaç kere seyrettiniz” diye sorarım.<br />

En azından ben beş kere seyrettim.<br />

Ama her seferinde Asr-ı Saadet’e gidip<br />

gözyaşı döktüm; Allah Resulü’nün yanında<br />

oldum, Mekke’nin fethini doya<br />

doya yaşadım.<br />

Bizler, o öğündüğümüz Türk yapımı<br />

üç-beş filmi kaç kere seyredebiliriz<br />

acaba<br />

“Filmleri birkaç kere seyretmek zorunda<br />

mıyız” diyenler çıkıyor.<br />

Bu şart değil ama neden olmasın<br />

Kemal Sunal’ın filmleri bize örnek olamaz mı acaba<br />

Bu filmler 20 yıldan beri seyrediliyor. Ve<br />

nasıl bir mesajı hedeflemişse, onları her<br />

seferinde başarıyla veriyor.<br />

Türk dizilerini nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Onlar da ayrı bir dert, ayrı bir yara. Allah<br />

rızası için açık konuşmam gerek, yoksa<br />

mesul olurum, kusura bakılmasın. Yarası<br />

olanlar hiç dinlemesin.<br />

“Bizim” diyebileceğimiz kanallardaki<br />

dizilere Allah rızası için göz gezdirin.<br />

Ve vicdanınızın sesini dinleyip hüküm<br />

verin.<br />

Bu dizilerde kan gövdeyi götürüyor<br />

adeta… Birçoğunda kadın, erkek, çocuk<br />

ya da ihtiyarlar acımasız bir şekilde öldürülüyor.<br />

Kimisi üstüne benzin dökülüp<br />

çocuklarının ve eşinin gözleri önünde<br />

çatır çatır yakılarak, bazıları düğümlenmiş<br />

bir iple boğularak, küçük yaştaki çocuklar<br />

kurşuna dizilerek, hamile kadınlar<br />

bile karnından vurularak…<br />

Böyle vahşet olur mu Olsa bile bizim televizyonlarımızda<br />

yayınlanması şart mı Veya doğru mu<br />

Ekranlardan yayılan güzellikler ya da çirkin<br />

tablolar, onları seyredenlerin sayısınca<br />

katlanır. Güzel bir şey, tek bir şeyken<br />

milyonlarca çoğalıp çok büyük hayırlara<br />

vesile olurken, onları yapanlara belki bir<br />

velayet sevabı kazandırır. Kötü film veya<br />

diziler ise, yine milyona katlanıp bir felakete<br />

dönüşür. Bu yüzden de vahşet dolu<br />

diziler yapmak, o tür cinayetlerden farksız<br />

hale gelir. Kardeşlerimiz, bunları bilmeyen<br />

insanlar değiller ki…<br />

Risale-i Nur eserleri ortadadır. Bediüzzaman,<br />

hiçbir çirkin şeyi tasvir etmemiş,<br />

güzellerin güzelliğini göstermekle,<br />

çirkinin çirkinliğini ortaya koymuş. Üstelik<br />

bu konularda bizi ikaz ederek “bâtılı<br />

tasvir etmek, sâfî zihinleri azdırır” demiş.<br />

Bence Bediüzzaman, bu dizilerin yapımcılarına<br />

dargındır.<br />

İmkânınız olsa hikâyelerinizi sinema sanatıyla anlatmak<br />

ister miydiniz<br />

Bunu yıllardan beri istiyorum, dualar<br />

ediyorum. Ama herhalde zamanı gelmedi.<br />

Ben üstüme düşen görevi yaptım, kısa<br />

metrajlı filmler için sekiz senaryodan<br />

oluşan bir kitap yazdım. Bunların arasında,<br />

Kültür Bakanlığı’nın açtığı yarışmada<br />

“en iyi senaryolar” arasına giren bir<br />

öykümün senaryosu da bulunuyor. Beş<br />

yılda bitirdiğim bu sekiz senaryoyu, hiçbir<br />

ücret istemeden TV kanallarına teklif<br />

ettim. “Bir film için on bin liradan fazla<br />

harcayamayız” deyip kibarca reddettiler.<br />

Ahirette mesul olmam inşallah, onlar<br />

düşünsün.<br />

Geride bıraktığımız 40 yıllık süreçte Müslümanların<br />

yaşayışında ve değer yargılarında nasıl bir değişiklik<br />

gözlemlediniz Bu konuda özeleştiriniz var<br />

mı<br />

Bu son yarım asırda, özellikle genç nesli,<br />

önce sinema diliyle, sonra televizyonla,<br />

en sonra da internet yoluyla zehirlediler.<br />

Bu arada “iyi” olan şeyleri perdeleyip<br />

yerlerine “kötü”leri koydular. Ve bunları<br />

“örnek” olarak takdim ettiler. Her gencimiz<br />

meyveli bir ağaç gibiyken, onların<br />

kulağına aynı vasıtalarla fısıldayıp: “Toprağa<br />

bağlı yaşamak size yakışmaz, oradan<br />

kurtulup özgürce dolaşın” dediler.<br />

Kısacası köklerinden kopardılar onları.<br />

Rahmetli Necip Fazıl özetlemiş:<br />

“Gitti su yollarını kıvrım kıvrım bilenler,<br />

Bir ot yığını kaldı kökünden kesilenler”<br />

Çocukluk ya da gençlik yıllarımda,<br />

“serseri” dediğimiz tipler vardı. Ama onlar<br />

yine de bizlerden biriydi. Yaptıkları<br />

genellikle başkalarına değil de kendilerine<br />

zarar veriyordu. Biraz nasihat çekilse<br />

boyun bükerler, kötü alışkanlıklardan<br />

vazgeçmeseler bile inançlarından taviz<br />

vermezlerdi. Şimdi artık hastalık ruhlara<br />

işlemiş, kalplerdeki imanlara el uzatılmış.<br />

İman zayıflayınca ya da kaybedilince,<br />

anarşistlik hortlamış. En büyük<br />

mesele imanları kurtarmak, takviye etmek…<br />

Tek kurtuluş bu…<br />

Bir gün sizin hikâyenizi bir arkadaşınız kaleme alsa,<br />

öyküye nasıl bir isim vermesini arzu edersiniz<br />

Bazı öykülerimin ismi için haftalarca düşündüğüm<br />

olmuştur. Eğer böyle bir kitap<br />

yazılırsa, en azından birkaç sene düşünmem<br />

gerek. Eğer o ismi bulursam size<br />

yazarım.


22<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Demirel’e<br />

Zincirbozan’a<br />

gideceğini ben<br />

söyledim<br />

HASAN BOZKURT<br />

esleğe foto muhabiri olarak başlayan<br />

Donat, ardından muhabirlik<br />

ve köşe yazarlığıyla gazeteci-<br />

M<br />

lik mesleğinin duayenlerinden oldu. Her<br />

dönemde her siyasî liderle yakınlığıyla<br />

bilinen Donat, en çok başbakanlıktan<br />

‘şapkasını alıp gidip tekrar geri dönen’ 9.<br />

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile<br />

özdeşleşti. O kadar ki Demirel’e 12 Eylül<br />

1980 darbesinin ardından Zincirbozan’da<br />

cezaevine gönderileceği haberini veren<br />

gazeteciydi. 28 Şubat 1997 postmodern<br />

darbesinin haberini ise Gençlerbirliği-<br />

Altay maçında dönemin Deniz Kuvvetleri<br />

Komutanı Güven Erkaya, Yavuz<br />

Donat’a söyledi.<br />

Meslekte yarım asra yakın kalem oynatan<br />

ancak hâlâ kendisini ‘muhabir’ olarak<br />

tanımlayan gazeteci-yazar Yavuz Donat,<br />

‘Yazdıklarım yaşadıklarımın yüzde<br />

20’si.’ dediği hatıraları <strong>Cihan</strong> Medya Haber<br />

Dergisi’ne anlattı. ‘Gazetecilikte heyecanını<br />

kaybedersen devam etmeye gerek yok.’ diyen<br />

Donat ile okurları baş başa bırakıyoruz.<br />

VEFA GÖSTERDİĞİM KİŞİLER BAŞBAKAN, CUM-<br />

HURBAŞKANI OLDU<br />

Her dönem her siyasîyle yakın olan Donat,<br />

durumu vefa sözcüğüyle açıklıyor.<br />

Meslekte yarım<br />

asra yakın kalem<br />

oynatan ancak hâlâ<br />

kendisini ‘muhabir’<br />

olarak tanımlayan<br />

gazeteci-yazar<br />

Yavuz Donat,<br />

‘Yazdıklarım<br />

yaşadıklarımın<br />

yüzde 20’si.’ diyor.<br />

12 Eylül 1980 darbesinden sonra herkesin<br />

yüz çevirdiği Süleyman Demirel, Necmettin<br />

Erbakan, Alparslan Türkeş, Bülent<br />

Ecevit’i cezaevindeyken bile arayıp hal<br />

hatır sorduğunu söyleyen Donat, “Hep<br />

‘Eşim ve benim yapabileceğim bir şey var<br />

mı’ diye sordum. ‘Bunlardan köy kasaba<br />

olmaz niye arıyorsun' dediler. Ama<br />

ben aramayı bırakmadım. Vefa gösterdiğim<br />

Demirel başbakan, cumhurbaşkanı,<br />

Erbakan başbakan, Ecevit başbakan oldu.<br />

İnsanları sadece önemli makamlarda<br />

olduklarında değil her dönem aramalısınız.<br />

Hamzakoy’u asker izniyle telefonla<br />

arar, Demirel’e hal hatır sorardım.” diyor.<br />

DEMİREL, ZİNCİRBOZAN’A GİDECEĞİNİ BENDEN<br />

ÖĞRENDİ<br />

12 Eylül askerî darbesi olduğunda Tercüman<br />

gazetesinde yazarlık yaptığını belirten<br />

Donat, gazetenin sahibi Kemal<br />

Ilıcak’ın Ankara’ya gelişlerinde otelde değil,<br />

Donat’ın evinde kaldığını yine kendisi<br />

ifade ediyor. Gazete patronuyla gece yarılarına<br />

kadar Türkiye gündemini masaya<br />

yatırdıklarını dile getiren Donat, ilginç bir<br />

anısını şöyle paylaşıyor: “Darbeden sonra<br />

bir gün ailecek görüştüğüm yüksek düzeyde<br />

bir komutana ‘Demirel’i sürgüne<br />

gönderecek misiniz’ diye sordum. Çok<br />

sinirlendi, hakaret etmediği kaldı. Arkasından<br />

ben yanından ayrıldım. Arkasından<br />

gazeteye telefon geldi. ‘Kâr eden şirket<br />

kapanacak’ dedi karşıdaki kişi. Ben<br />

anlayamadım efendim' dedim. ‘Hem bana<br />

saçma sapan soru sorup sinirlerimi bozuyorsun<br />

hem de anlamazlıktan geliyorsun.<br />

Deyip kızdı. Kâr eden şirket Büyük<br />

Türkiye Partisi idi. Peki büyük hissedar<br />

(Süleyman Demirel) ne olacak dediğimde<br />

‘Seyahate çıkacak’ dedi. Yurtdışına mı diye<br />

sorduğumda, ‘Pasaport gerekmeyecek.<br />

Çanakkale taraflarını severler’ dedi. Ardından<br />

hemen Demirel’in o zaman Ankara<br />

telefonları 6 haneli 27 52 31 numara-


MART-NİSAN 2012<br />

23<br />

lı telefonu çevirdim. Telefonu Demirel açtı.<br />

‘Canınızın sıkılacağı bir şey söyleyeceğim’<br />

dedim. Beni evine davet etti. Atlayıp<br />

gittim. Odada baş başa kaldık. Haberin<br />

kaynağını sordu Demirel, ben de ‘4 yıldızı<br />

var’ dedim. Çanakkale taraflarına sürgüne<br />

göndereceklerini söylediğimde ne<br />

zaman olacağını soran Demirel’e ‘radyoyu<br />

açın söylerler efendim’ dedim. Demirel,<br />

kızdı, “Ben Sevr anlaşmasına mı imza<br />

attım" Zincirbozan’a gideceği gün yine<br />

görüştük Demirel ile. Önünde haritaya<br />

bakarken ‘Çanakkale’ye havaalanı yapmamışız’<br />

dedi. Şevket Demirel ise ‘Ağa<br />

yap yap. Yaptıklarınla seni sürgüne gönderiyorlar<br />

sen düşünüyorsun.’ dedi. Süleyman<br />

Bey, “O iş başka, bu iş başka. Siyasete<br />

dönünce buraya havaalanı yapalım."<br />

karşılığını verdi. Demirel, tekrar siyasete<br />

döndüğünde Çanakkale’ye havalimanı<br />

yaptırdı. Açılışına beraber gittik.<br />

GENÇLERBİRLİĞİ-ALTAY MAÇINDA DARBE HABERİ<br />

Türkiye’nin 28 Şubat 1997 postmodern<br />

darbesini kendisinin yazdığı haberlerle<br />

öğrendiğini dile getiren tecrübeli gazeteci,<br />

dönemin başbakanı Necmettin<br />

Erbakan’ın da darbeyi kendisinden öğrendiğini<br />

ifade ediyor. Darbenin olacağına<br />

dair haberi ise bir maçta öğrendiğini<br />

şu sözlerle anlatıyor: “28 Şubat’tan önceki<br />

hafta sonu Gençlerbirliği-Altay maçını<br />

izlemek için 19 Mayıs Stadyumu’na<br />

gittim. İlhan Cavcav ile şeref tribününde<br />

protokolde otururken arkadan birisi<br />

bana el işareti yaptı. Tanıyamadığım, siyah<br />

cam gözlüklü, paltolu, kaşkollu biri<br />

ısrarla beni yanına çağırıyordu. Gittim<br />

baktım, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı<br />

Güven Erkaya, ‘Ayın 28’ini bekle,<br />

kıyamet kopacak’ dedi. Türkiye’de irtica<br />

meselesi var, Milli Güvenlik Kurulu’nda<br />

özel gündem yapacağız, hükümeti istifaya<br />

zorlayacağız.’ dedi. Ardından bunu<br />

gazetede manşet yaptık. Başbakan Erbakan<br />

arayıp ‘Sizden kaynağınızı sormayacağım<br />

ama bu doğru mu diye sorunca,<br />

‘MGK’daki görüşmeleri siz biliyorsunuz.<br />

Allah yardımcınız olsun’ dedim. Ve telefonları<br />

kapattık.”<br />

ÖRTÜLÜ ÖDENEK HABERİNİ 6 AY YAZMADIM<br />

Gazetecinin yazdığı kadar yazmadıklarının<br />

da büyük haber değeri taşıdığını aktaran<br />

Donat, Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı<br />

döneminde yaşadığı ‘mide kramplarının’<br />

sebebini paylaştı. Mesut Yılmaz’ın<br />

başbakanlık koltuğuna oturmasının üzerinden<br />

72 saat geçtiğinde örtülü ödenek<br />

skandalını öğrendiğini ifade eden Donat,<br />

“Ama 6 ay boyunca bu haberi yazmadım,<br />

bu kadar önemli konuyu karnımda tuttum.”<br />

ifadelerini kullanıyor.<br />

TELEFONA DÜŞEN BAŞBAKAN ECEVİT<br />

Habercilikte teknolojinin bu kadar<br />

yaygın kullanılmadığı dönemlerde ilginç<br />

olaylar yaşadığı bilgisini veren<br />

Donat, telefon beklerken Başbakan<br />

Bülent Ecevit’in telefona düşmesiyle<br />

Güneş Motel olayının ortaya çıktığını<br />

kaydediyor. Donat, olayı şu sözlerle<br />

ortaya koyuyor: “1979 yılında Bülent<br />

Ecevit başbakan iken Konya’nın ilçelerine<br />

yaptığımız ziyaretlerde ilginç bir<br />

olay yaşadım. Gün boyu ziyaretlerin<br />

ardından küçük bir otelde dinlenmeye<br />

çekildik. Cumhuriyet Gazetesi yazarı<br />

Yalçın Doğan ile birlikte aynı odada<br />

kalıyorduk. O zaman cep telefonu<br />

nerde… Evlerimizi haberdar etmek<br />

için santrale söyledik numaraları verip<br />

bağlamalarını istedik. 1-2 saat geçti<br />

arayan soran yok. Sonra Yalçın’a ‘Yalçın<br />

ara şu santrali bağlayacaklarsa bağlasınlar<br />

bağlamayacaklarsa ben uyuyacağım’<br />

dedim. Yalçın telefonu açtı. Şaşkın<br />

bir ifadeyle bana sus işareti yaptı.<br />

Ahizeyi kulağıma uzattı. Başbakan Bü-


24<br />

MART-NİSAN 2012<br />

lent Ecevit’in sesi. Ecevit ile Devlet Bakanı Salih Yıldız konuşuyorlar.<br />

‘Hükümet çatırdıyor’ diye söylüyor Salih Yıldız. O<br />

konuşmayı tek tek not aldım ve gazetenin sayfalarını yıkıp<br />

manşet yaptık. Ertesi gün otobüste herkesin elini sıkıp ‘saygılar’<br />

diyen Ecevit bana gelince ‘kaygılar’ dedi.”<br />

SİİRT’İN BAŞBAKAN SEÇİMİ<br />

Erdoğan’a başbakanlığın yolunu açacak Siirt seçimlerine ilişkin<br />

çarpıcı meslek tecrübelerini paylaşan Donat, yerinde gazeteciliğin<br />

önemini anlatıyor: “2003 yılında Siirt’te ara seçime<br />

gidilecek. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan,<br />

milletvekili seçilirse başbakan olacak. İstanbul ve Ankara’da<br />

gazete binalarından dışarı çıkmayanlar Erdoğan’ın seçilemeyeceğini,<br />

HADEP destekli vekillerin seçileceğini savundular.<br />

Ben atladım Siirt’e gittim. Halkın nabzını tuttum,<br />

Vali’ye de sordum. Herkesin ortak fikri, “Biz burada milletvekili<br />

değil Başbakan seçiyoruz. O yüzden 3 kere bile olsa<br />

Başbakan Tayyip Erdoğan’ı seçeceğiz.” şeklindeydi. Nitekim<br />

öyle oldu. Yerine gitmezseniz olayı göremezsiniz. 23 Ekim<br />

2011 Van depreminin ardından 3 kere Van’a gittim. Bu hafta<br />

içinde yine gideceğim. 2002 seçimlerinde de aynısı yaşandı.<br />

İstanbul’dan manşet atanlar, sandıktan çıkan sonuç karşısında<br />

şaşırdı.”<br />

GAZETECİLER MESLEKLERİ DIŞINDA SÜREÇLERLE UĞRAŞTI<br />

Gazete tirajlarındaki yetersizlikten de yakınan mesleğin duayen<br />

ismi, “Türkiye’nin genç nüfusuna rağmen yeterli değil.<br />

Çünkü gazeteler okuyucunun istediği gazeteyi veremiyorlar.<br />

Tercüman 500 bin satıyordu. Bugün 500 binin üzerinde<br />

satan kaç gazete var Tabii bunlarda televizyonun ve<br />

internetin de etkisi var ama medya değişim geçiriyor. Değişim<br />

süreci tamamlanmış değil. Bu ülkede gazetecilik dışında<br />

süreçlerle uğraşanlar oldu. Kenan Evren cumhurbaşkanlığı<br />

görev süresi sona ererken gazeteciler yanına çıkıyor<br />

‘Daha ne duruyorsunuz Paşa, Turgut Özal sizden sonra<br />

geliyor. Bir hamle yapın görev sürenizi uzatın diyorlar. Bugün<br />

darbeler ve darbecilerin yargılanması süreci bu yüzden<br />

önemli. Tehir etmek rezil etmek ve bundan sonra darbeler<br />

olmaması için kamuoyunun önüne bunları sunmak önemli.<br />

Tayyip Erdoğan’ı al aşağı etmek için organizasyonlar yapılmış.<br />

Türkiye’nin geçtiği kirli ve pis süreç temizlenmeli. Hukuk<br />

devleti isi hukukun değdi olmalı. Ama içerde bulunan<br />

meslektaşlarım sebebiyle özellikle Mustafa Balbay nedeniyle<br />

ızdırap içindeyim.” tespitinde bulunuyor.<br />

GÜNDE 3 KEZ GAZETE OKURUM<br />

Gazetecilik yapmak isteyenlere tecrübelerini aktaran Donat,<br />

gazete okumanın önemini şu ifadelerle ortaya koyuyor:<br />

“Muhabirlik benim için artık bir hayat tarzı haline geldi. Çocuklar<br />

da hanım da alıştı. Günde 3 parti gazete okurum. Gece<br />

taşra baskısı, sabah tek tek gazeteler, akşama doğru ince<br />

okuma. Benim özel hayatım yok. Okuduğum köşe yazarlarını<br />

ayırt edemem hepsi değerli arkadaşlarım zaman zaman<br />

yazdıkları yazılar sebebiyle arayıp tebrik ederim. Televizyonları<br />

yapay ve kavgacı bulduğum için yayınlara çıkmak istemiyorum.<br />

Belgesel ve ciddi programları seyretmeyi seviyorum.<br />

Evde sinema izlemeyi daha çok tercih ediyorum.”


26<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Sosyal paylaşım siteleri<br />

üzerinden dolandırılmayın<br />

Hacker'lar şifrelerini ele<br />

geçirdikleri internet<br />

kullanıcılarının arkadaş<br />

listelerine e-posta ve cep<br />

telefonlarına mesaj gönderip<br />

dolandırıyor.<br />

ENDER BALYER<br />

nternet ve internet tabanlı sosyal<br />

İ<br />

paylaşım siteleri üzerinden dolandırıcılık<br />

ülkemizde ve dünya<br />

genelinde ciddi boyutlara ulaştı. Birçok<br />

kişinin hayatını kâbusa döndüren sanal<br />

dolandırıcılık, Türkiye ile birlikte diğer<br />

dünya ülkelerini de ek tedbirler almaya<br />

zorluyor.<br />

Ülkemizdeki il emniyet müdürlüklerinden<br />

yapılan açıklamalarda<br />

sosyal paylaşım sitelerindeki ve<br />

e-postalardaki hesapların şifrelerinin<br />

hacker'lar tarafından ele geçirildiği<br />

yönünde vatandaşlardan çok sayıda<br />

şikâyet alındığı aktarılıyor.<br />

Hacker'lar şifrelerini ele geçirdikleri<br />

internet kullanıcılarının arkadaş listelerindeki<br />

kişilerin e-postalarına ve<br />

cep telefonlarına mesaj gönderip geniş<br />

bir kullanıcı kitlesini dolandırarak ciddi<br />

mağduriyetlere sebep oluyorlar.<br />

Kullandığınız şifreler ad, soyad,<br />

ardışık rakam, doğum tarihi gibi sıradan<br />

bilgilerden değil, (- $_@ ! & ) {<br />

\ ~ w | / * -^) gibi karakterler ile büyük<br />

ve küçük harf ya da harfler arasında<br />

farklı rakamlar şeklinde dizinlerden<br />

oluşturulmalıdır.<br />

Hakkında bilgi sahibi olmadığınız kişileri<br />

MSN listenize eklemeyin, yolladıkları<br />

dosyaları kabul etmeyin. (Bu fotoğraf<br />

harika, Hemen tıkla ve gör, Bu<br />

resim sizin mi, .... çekilişine hak<br />

kazandınız) gibi davetlere kesinlikle itibar<br />

etmeyin. Buna benzer sitelere yanlışlıkla<br />

girdiğinizde size sunulan sözleşme ve<br />

anlaşma gibi sekmelerdeki metinleri kesinlikle<br />

onaylamayın.<br />

İnternette olduğu gibi cep telefonunuza<br />

gelen (Tebrikler saat kazandınız.<br />

Hemen .... numaralı telefonu arayın,<br />

PayMo'dan 35 TL karşılığı ürün hizmeti<br />

almak için bu mesajı evet veya<br />

onay yazarak 3 dakika içinde cevaplayınız)<br />

gibi mesajlara itibar etmeyiniz.<br />

Eğer cep telefonunuzdan kontör düşülerek<br />

veya faturanıza yansıtılarak alışveriş<br />

yapmak istemiyorsanız, kullandığınız<br />

GSM hattının müşteri hizmetlerini arayarak<br />

telefonunuzun mobil ödeme sistemine<br />

kapatılmasını isteyin."<br />

Facebook hesabınızı ilgisiz kişilerin işgalinden<br />

kurtarmak için yapmanız gerekenler.<br />

Facebook’un tüm dünyanın hizmetine<br />

açtığı “Zaman Tüneli” işlevi, temel<br />

olarak sosyal ağa ilk katıldığınız günden<br />

itibaren tüm etkinliklerinizi tarih sırasıyla<br />

gösteren bir albüm.<br />

Zaman Tüneli, arkadaşlarınızın sosyal<br />

ağ geçmişinize sadece birkaç tıklamayla<br />

erişebileceği anlamına geliyor. Geçmişte<br />

yaptıklarınızın bir bölümünü gizlemek istiyorsanız,<br />

bunu yapmanız mümkün. Facebook<br />

Zaman Tüneli’ni etkinleştirdikten<br />

sonra onu düzenleyebilmeniz için size 7<br />

gün veriyor. Bu sürenin ardından tüneliniz,<br />

herkese açılıyor.<br />

FACEBOOK ŞİFRESİ NASIL KIRILDI<br />

Bu olay, ibretlik olmasının yanında ülkemiz<br />

basınında da geniş yer alan bir<br />

dolandırıcılık hikâyesi. Adana’da kişi ya<br />

da kişiler bir müzisyenin, sosyal paylaşım<br />

sitesindeki şifresini kırarak hesabını<br />

ele geçirip, sitedeki arkadaşlarıyla bağlantı<br />

kurarak müzik aleti, para ve kontör<br />

dolandırıcılığı yaptı.<br />

Adana Ticaret Odası Sosyal Hizmetler<br />

ve Eğitim Vakfı (ATOSEV) tesislerinde<br />

müzisyenlik yapan Hamit Güzelyurt<br />

(63), 2 yıl önce sosyal paylaşım sitesi<br />

Facebook’a üye oldu. Bir süre bu sosyal<br />

paylaşım sitesinde arkadaşları ve akrabalarıyla<br />

görüştü.<br />

Bir hafta önce arkadaşı Haluk Kutlu<br />

olduğunu sandığı kişi ile yazıştığı sırada,<br />

arkadaşının kendisinden telefon<br />

numarasını istemesi üzerine numarasını<br />

gönderdi. Güzelyurt, karşısındaki kişinin<br />

“Ağabey gelen mesajı ‘evet’ diyerek<br />

6662'ye gönder” demesi üzerine mesajı<br />

onayladı. Ancak “Ağabey gelmedi bir<br />

daha onayla” demesi üzerine ikinci defa<br />

mesajı gönderen Güzelyurt, durumdan<br />

şüphelenerek arkadaşını aradı.<br />

Kadın, polise giderek şikâyetçi oldu...<br />

Mağdur kadınlar aynı zamanda<br />

Facebook'ta da 'Bahattin Çaygöz'ün yakalanmasını<br />

isteyenler' başlıklı gruplar<br />

kurarak benzer olayların yaşanmasının<br />

önüne geçmeye çabalıyor... Yüz-


MART-NİSAN 2012<br />

27<br />

den fazla üyesi bulunan bu gruplarda<br />

Çaygöz'le ilgili ilginç ifadeler ise dikkat<br />

çekiyor... "Karşıma sakın çıkma! Kardeşim<br />

senin yüzünden intihara kalkıştı!"<br />

türü mesajlar durumun vahametini<br />

gözler önüne seriyor...<br />

Güzelyurt, Haluk Kutlu’yu arayarak<br />

durumu anlattığında, arkadaşının<br />

“Ağabey seni dolandırıyorlar, o ben değilim”<br />

demesi üzerine dolandırıldığını<br />

anladı. Ardından kendi arkadaş listesindeki<br />

kişileri uyarmak ve başından geçenleri<br />

anlatmak için görüşmeler yapan<br />

Güzelyurt, bir hafta boyunca, bazı kişilerin<br />

kendisi adına para, müzik aleti ve<br />

kontör istediğini öğrendi.<br />

Adana Emniyet Müdürlüğü Bilişim<br />

Suçları Büro Amirliği’ne ve adliyeye giderek<br />

savcılığa suç duyurusunda bulunan<br />

Güzelyurt, “Gelen mesajları onaylayarak<br />

6662'ye gönderdim. Kullandığım<br />

operatör benden SMS başına 60 lira<br />

kesmiş. Bu olayla ilgili suç duyurusunda<br />

bulundum. Operatör şirketi hakkında<br />

da şikâyette bulunacağım.” dedi.<br />

Türk insanının iyi niyetli olduğunu<br />

belirten Güzelyurt, arkadaşlarından<br />

kendisi adına gitar, org gibi müzik aletlerinin<br />

yanı sıra para ve kontör istendiğini<br />

ve bazılarının bu isteği yerine getirdiğini<br />

söyledi.<br />

Böyle bir olayın başına geleceğini<br />

düşünmediğini ifade eden Güzelyurt,<br />

şunları kaydetti:<br />

“Kişi ya da kişiler benim Facebook<br />

şifremi kırıp benim adıma arkadaşlarımdan<br />

para ve malzeme istemişler.<br />

Ben bundan 2 yıl önce uzakta olan görüşemediğim<br />

arkadaşlarımla görüşmek<br />

için sosyal paylaşım sitesine üye<br />

oldum. Ancak 2 yıl sonra başıma bunlar<br />

geldi. Artık bu siteden üyeliğimi<br />

sildireceğim. Benim başıma gelenler<br />

İzmir’de bir arkadaşında başına gelmiş.<br />

Gazetede gördüm, hemen ben de<br />

emniyete ve adliyeye giderek suç duyurusunda<br />

bulundum.”<br />

SİGORTACILAR SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİN-<br />

DEN FAYDALANIYOR<br />

Belçika'da sigortacılar, dolandırıcılığın önlenmesinde<br />

Facebook ve Twitter gibi popüler<br />

sosyal paylaşım sitelerini kullanıyor.<br />

Belçika'da sigortacılar, dolandırıcılığın<br />

önlenmesinde Facebook ve twitter<br />

gibi popüler sosyal paylaşım sitelerini<br />

kullanıyor.<br />

Belçika Sigortacılar Federasyonu'ndan<br />

(Assuralia) Wauthier Robyns, Het Laatste<br />

Nieuws gazetesine yaptığı açıklamada,<br />

sigorta şirketlerine gelen tazmin<br />

taleplerinde dolandırıcılık ihtimaline<br />

karşı müşterilerin Facebook ve twitter<br />

gibi sosyal medyadaki bilgilerinden<br />

faydalandıklarını söyledi.<br />

Örneğin sigortasında çalışamayacak<br />

kadar hasta olduğu bilgisi bulunan<br />

bir kişi, bu dönemde Facebook ve<br />

twitter'da oldukça aktif ise tazminat talebi<br />

reddedilebiliyor.<br />

Kişilerin sosyal medyada serbestçe<br />

ulaşılabilen bilgilerinden faydalanabilen<br />

sigorta şirketlerinin, tuzağa düşürme ya<br />

da sanal korsanlık yoluyla ilave bilgilere<br />

ulaşma hakkı bulunmuyor.<br />

BAŞKA BİR VAKA<br />

Adı Bahattin Çaygöz... Kod adı; Bukalemun<br />

Bahattin... Son vukuatında, internette<br />

kendisini BM müfettişi olarak tanıttığı<br />

bir öğretmenden 16 bin TL alarak<br />

sırra kadem bastı... İnsan ilişkilerine<br />

ve aile yapısına verdiği zararın yanında<br />

yalancılığı normalleştiren, kolaylaştıran<br />

sosyal paylaşım siteleri dolandırıcı<br />

kaynıyor... Emniyet kayıtları Çaygöz'ün<br />

toplam 158 kadını 'evlenme' vaadiyle<br />

kandırarak paralarını aldığını gösteriyor...<br />

Sahte askerî kimlik kullandığı belirlenen<br />

Çaygöz, kendisini önce doktor,<br />

mühendis, denizci, pilot gibi çeşitli mesleklerde<br />

tanıtıyor, sonra da kurbanlarının<br />

paralarını alarak kayıplara karışıyor...<br />

Çaygöz'ün son kurbanına bıraktığı<br />

bir mesaj ise dikkat çekiyor... "Bu kadarla<br />

kurtardığına dua et. Hak yolundan<br />

da ayrılma" nasihatinde bulunuyor<br />

Çaygöz, öğretmen bayana... 2007'de tutuklanarak<br />

4 ay hapis yatan usta dolandırıcının<br />

ağına tam 158 kişi düştü.<br />

İBRETAMİZ BİR DOLANDIRICILIK ÖYKÜSÜ DAHA<br />

İzmir’de meslek lisesinde makine dersi<br />

öğretmeni olan 43 yaşındaki Refet Ali<br />

Kayakıran’ın Facebook şifresini kırarak<br />

hesabını ele geçiren kişi ya da kişiler, site<br />

üzerinden arkadaşlarıyla irtibata geçerek<br />

öğrendikleri telefon numaralarına<br />

mesaj gönderip dolandırıcılık yaptı.<br />

Çınarlı Endüstri Meslek Lisesi’nde<br />

makine dersi öğretmeni olan Refet Ali<br />

Kayakıran, mesai bitimi, Gaziemir’deki<br />

evine döndü. Bir süre dinlendikten sonra<br />

girmeye çalıştığı internetteki popüler<br />

sosyal paylaşım sitesi facebook’taki sayfasını<br />

açamayan evli ve 1 çocuk babası,<br />

20 yıllık öğretmen Kayakıran, hesabının<br />

başkası tarafından ele geçirildiğini<br />

fark etti. Facebook profilindeki kişisel<br />

bilgileri ve fotoğraflarının kötü niyetle<br />

kullanılabileceğini düşünen Kayakıran,<br />

Gaziemir Polis Merkezi’ne giderek<br />

şikâyetçi oldu. Evine dönen öğretmenin<br />

endişesi gerçek oldu.<br />

ARKADAŞLARI DOLANDIRILMIŞ<br />

Ertesi gün gittiği okulda Kayakıran, gece<br />

giremediği Facebook’taki hesabı üze-


28<br />

MART-NİSAN 2012<br />

rinden arkadaşlarıyla yazışmalar yapıldığını<br />

öğrendi. Arkadaşları, "Telefon<br />

numaralarımızı istedin. Bir süre sonra<br />

telefonumuza, ’Paymo’ adlı bir şirketten<br />

ürün ve hizmet adlı mesaj geldi. Bu mesajı<br />

onayladığımızda da onay başına 35<br />

TL para kesildi." demeleri üzerine şaşkına<br />

dönen Kayakıran, arkadaşlarına durumu<br />

anlattı.<br />

Bir kez daha polise giden Kayakıran,<br />

dolandırıcılık olayını anlatıp, şikâyetçi oldu.<br />

Polis ekipleri, sanal dolandırıcının<br />

kimliğini belirlemek için çalışma başlattı.<br />

"DİKKATLİ OLUN"<br />

Olayın şokunu halen üzerinden atamadığını<br />

dile getiren Kayakıran, "Arkadaşlarıma<br />

Facebook adresimin başkası tarafından<br />

ele geçirildiğini, karakola giderek<br />

şikâyetçi olduğunu söyledim. O mesajları<br />

yollayanın ben olmadığımı anlattım."<br />

dedi. Yaklaşık 5 yıldır Facebook kullandığını<br />

ve böyle bir şeyin ilk kez başına geldiğini<br />

söyleyen Kayakıran, "Facebook<br />

hesabımı açtığımdan beri aynı şifreyi kullanıyorum.<br />

Tehlikeli olduğunu söylerlerdi.<br />

Bizim de başımıza gelecekmiş. Keşke<br />

şifremi daha fazla karakterden oluşturup<br />

sık sık değiştirseydim." dedi.<br />

"HER MESAJ GÖNDERENE CEVAP VERMEYELİM "<br />

İnsanımızın iyi niyetli olduğunu dile getiren<br />

Kayakıran, "Bir arkadaşım mesajı<br />

bir kez onaylamış, 35 TL almışlar. Diğer<br />

bir arkadaşım dört kez onaylamış 140<br />

TL’sini almışlar. Arkadaşlarım bana güvenerek<br />

bu mesajları onaylamışlar. Belki<br />

daha beni aramayan, belki dolandırıldığının<br />

henüz farkına varmayan başka<br />

insanlar da var. Bence bu tip mesajları<br />

aldığımızda güvenmemeliyiz ve cevap<br />

vermemeliyiz." dedi.<br />

DOLANDIRICI, SAHTE PROFİL<br />

TUZAĞIYLA YAKALANDI<br />

Bursa’da 27 Nisan 2009 tarihinde bir<br />

bankaya yönelik kredi kartı ve resmi<br />

belgede sahtecilik suçlamasıyla yakalanan<br />

Emrullah Songur'a tutuklu olarak<br />

yargılanmaya başlandı. 32 ay cezaevinde<br />

kalan Emrullah Songur daha<br />

sonra mahkeme tarafından tahliye<br />

edildi. Tutuksuz olarak yargılanmasına<br />

devan edilen Emrullah Songur'a<br />

işlediği suçlardan ötürü 8 yıl 7 ay hapis<br />

cezası verildi. Oturduğu adres olarak<br />

Büyükçekmece’yi gösteren Emrullah<br />

Songur için 17 Ekim 2011'de Büyükçekmece<br />

Adliyesi'nden yakalama kararı<br />

çıkarılarak polise gönderildi.<br />

Asayiş Şube Müdürlüğü İnfaz Büro<br />

Amirliği ekipleri tarafından zanlıyı yakalamak<br />

için başlatılan operasyonda Emrullah<br />

Songur, verdiği hiçbir adreste bulunamadı.<br />

Yapılan araştırmada Emrullah<br />

Songur’un internet üzerinde sosyal<br />

paylaşım sitelerini sık sık kullandığı<br />

öğrenildi.<br />

ÖZEL 3 KİŞİLİK EKİP OLUŞTURULDU<br />

Bunun üzerine Bilişim Suçları Büro<br />

Amirliği'nde 3 kişilik özel bir ekip<br />

oluşturularak zanlı, sanal âlemde takip<br />

edilmeye başlandı. 24 saat hiç ara verilmeden<br />

yapılan takip sonucu Emrullah<br />

Songur’un izi bir sosyal paylaşım sitesinde<br />

bulundu. Dedektifler, profilinde<br />

farklı bir isim kullanan ancak kendi resmini<br />

koyan Emrullah Songur’a ulaşmak<br />

için sahte bir profil oluşturdu. Güzel bir<br />

kadın resmiyle oluşturulan bu profille<br />

Emrullah Songur’a arkadaşlık teklif<br />

edildi. Teklifi kabul eden Emrullah Songur,<br />

kadın sandığı polislerle yaklaşık bir<br />

ay boyunca sohbet etti.<br />

Bu sırada Emrullah Songur’un bilgisayara<br />

bağlandığı adresler tespit edildi.<br />

Çok sık yer değiştiren ve bağlantıların<br />

büyük bölümünde cep telefonunu<br />

kullanan Emrullah Songur’u yakalamak<br />

için önceki gün 7 farklı adrese eş<br />

zamanlı baskın yapıldı. Bilişim Suçları<br />

Büro Amirliği'nde bulunan kadın sandığı<br />

polisle yazışan Emrullah Songur,<br />

Bahçelievler’deki bir adreste bilgisayarının<br />

başında gözaltına alındı.<br />

Asayiş Şube Müdürlüğü'ne getirilen<br />

Emrullah Songur’un daha önce hırsızlık,<br />

nitelikli dolandırıcılık gibi suçlardan<br />

8 kez polise geliş kaydı bulunduğu<br />

öğrenildi.<br />

GÜVENLİ İNTERNET GELDİ<br />

Türkiye’de internetin patronu olan<br />

Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) tarafından<br />

başlatılan Güvenli İnternet Paketi'ne<br />

başvurular yaklaşık 2 hafta önce<br />

(22 Kasım) başlatılmıştı.<br />

Kullandığınız internetin içeriğini<br />

belirleyebiliyorsunuz hem de hiçbir ek<br />

ücret ödemenize de gerek yok. Güvenli<br />

internet paketinde iki tip profil<br />

var. Birincisi aile, ikincisi çocuk. Amaç<br />

gençleri ve çocukları internetin zararlı<br />

içeriklerinden korumak.<br />

Çocuk profilini seçtiğinizde sosyal<br />

paylaşım sitelerine, oyun sitelerine ve<br />

sohbet sitelerine giremiyorsunuz. Bu<br />

profilden sadece eğitim, ödev, bankacılık<br />

uygulamaları, alışveriş, müzikoyun-eğlence,<br />

haber, e-posta, resmi<br />

ve kamu siteleri, tatil, özel şirketler,<br />

eğitim kurumları, e-devlet gibi<br />

pek çok farklı türden siteye erişilebiliyorsunuz.<br />

Aile profilini seçtiğinizde ise tercihe<br />

göre sosyal paylaşım sitelerine erişebiliyorsunuz.<br />

Ayrıca kumar, uyuşturucu,<br />

fuhuş, müstehcenlik, şiddet, terör,<br />

dolandırıcılık, zararlı yazılım gibi<br />

kategorilerdeki sitelere giriş engelleniyor.<br />

Eğer isterseniz parola ve kullanıcı<br />

adı ile profiller arasında geçiş yapabiliyorsunuz.<br />

Sizler de güvenli internet paketi<br />

kullanmak istiyorsanız aşağıdaki numaralardan<br />

faydalanabilirsiniz.<br />

GÜVENLİ İNTERNETE GEÇMEK İÇİN<br />

ARANACAK NUMARALAR<br />

TTNET aboneleri için 444 03 75<br />

SUPERONLINE aboneleri için 0 850 222 0 222<br />

AVEA aboneleri için 444 1 500<br />

TURKCELL aboneleri için 444 0 532<br />

VODAFONE aboneleri için 444 0 542


30<br />

MART-NİSAN 2012<br />

“28 Şubat süreci için ortam<br />

hazırlandı, medya beslendi"<br />

FOTOĞRAF: MEVLÜT KARABULUT<br />

Habertürk’ün Ciner Grubu’na geçmesiyle köşesine<br />

çekilen gazeteci Taki Doğan, 28 Şubat döneminde<br />

medyanın resepsiyonlarla nasıl beslendiğini ve<br />

ortamın nasıl hazırlandığını <strong>Cihan</strong> Haber Medya<br />

Dergisi’ne anlattı.<br />

E<br />

MEVLÜT GÜNAY<br />

ski Genelkurmay Başkanı Yaşar<br />

Büyükanıt’a gündem olan<br />

sorusuyla 'askere ters soru sorulmaz'<br />

tabusunu yıkan Habertürk<br />

Televizyonu eski Ankara Temsilcisi<br />

Taki Doğan, İlker Başbuğ’a da, “Niye<br />

bu kadar sinirli ve gerginsiniz, her<br />

açıklamanızda ‘altını çiziyorum, altını<br />

çiziyorum’ vurgulamasını yaparak neye<br />

dikkat çekmek istiyorsunuz” sorusunu<br />

sorabileceğini söyledi.<br />

Habertürk Televizyonu’nun kurucusu<br />

Ufuk Güldemir’in ekibinde yer<br />

alan ve Habertürk’ün Ankara temsilciliğini<br />

yapan usta gazeteci Taki Doğan,<br />

özellikle de televizyonun Ciner<br />

Grubu’na devri ile geçirdiği kalp ameliyatından<br />

sonra köşesine çekilmeyi<br />

seçti. Yaklaşık 5 yıldır emekli hayatı<br />

yaşayan ve ekranlardan uzak olmayı<br />

seçen Doğan, uzun bir aradan sonra<br />

<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi'nin sorularını<br />

cevapladı. Uzun bir süreden<br />

sonra <strong>Cihan</strong> tarafından hatırlanmasının<br />

kendisini çok mutlu ettiğini aktaran<br />

Doğan ile Ankara’daki evinin yakınlarında<br />

şirin bir Tatar lokantasında<br />

buluştuk. Ankara’nın yoğun kar yağışı<br />

ile buz gibi havasına rastlayan röportajımız,<br />

yudumlanan sıcak çayların ardından<br />

yerini içten ve samimi sohbete<br />

bıraktı. Yoğun bir yaşamı geride kaldığını<br />

hatırlatan Doğan, şöyle konuştu:<br />

“Gazeteciliğe Milliyet’te spor muhabiri<br />

olarak başladım. Milliyet’in o<br />

zamanki efsane kadrosu, Namık Sevik<br />

öğrencileri. Birinci sayfada Abdi<br />

Bey, son sayfada Namık Sevik. Orası<br />

bir okul, bu okulda başladım mesleğe.<br />

Sonra Orhan Tokatlı’nın yanında spor<br />

muhabirliği yaptım. Bir süre fotoğraf<br />

muhabirliği de yaptım. Toplumsal ve<br />

siyasi haberlere meraklı oluşum beni,<br />

radyoculuğa götürdü. İşsiz kalmıştım,<br />

Best FM’in 10 yıl Ankara Temsilciliğini<br />

yaptım. O radyoculuk beni<br />

televizyonculuğa götürdü. Rahmetli<br />

Ufuk Güldemir keşfetti. Sonra bana<br />

özel röportajlar vermeye başladı. Bir<br />

daha hep beraber gazeteciliğe döndük<br />

ve Sabah’a geldik.”<br />

“RİO KARNAVALINA GİTMEYİ BEKLERKEN<br />

HACI OLMAK”<br />

Gazetecilik hayatında hep renkli kişiliğiyle<br />

ve imza attığı bomba haberlerle<br />

gündemde kalmayı başaran Doğan’a<br />

meşhur hac ziyaretini sorduk. Sorumuza<br />

gülerek tepki veren Doğan, şöyle<br />

devam etti: “Bir gün Brezilya’da Rio<br />

Festivali vardı. Dedim ki patron (Ufuk<br />

Güldemir) görmedim Brezilya’yı, festivale<br />

gitmeyi de çok isterim. O da<br />

hemen kabul etti. Hemen gittim<br />

Brezilya’yı araştırdım<br />

ansiklopedilerden. Sonra<br />

biletler geldi. Biletlere<br />

bir baktım,<br />

Ankara-İstanbul-<br />

Cidde. Dedim<br />

ki ya Ufuk<br />

Bey burada<br />

bir yanlışlık<br />

var. ‘Yok<br />

yok yanlışlık<br />

yok’ dedi.<br />

‘Her yıl hacca<br />

giden arkadaşı<br />

Rio’ya<br />

gönderiyorum,<br />

senide


MART-NİSAN 2012<br />

31<br />

Hacca gönderiyorum.’dedi. Tabii hayal<br />

dünyası bitti ama başka bir heyecan<br />

başladı. Bu defa hac için kitaplar aldım<br />

okudum. Bir de yoğun alkol alıyoruz, 32<br />

gün kalacağız. Daha önce gidenlere gelenlere<br />

danıştım. Sonra Hacı Bayram’ın<br />

alt tarafında hac malzemeleri falan aldık.<br />

İstanbul’a geçtik, orada ihrama büründük.<br />

Çok güzel 32 gün geçti. Ben o<br />

32 günde 20 defa manşet oldum.”<br />

“ŞEYTAN BAĞIRIYOR 'SENDE Mİ TAKİ, SENDE<br />

Mİ TAKİ' DİYE”<br />

"Sizinle ilgili bir efsane dolaşıyor" şeklindeki<br />

sorumuzu hemen anlayan Doğan,<br />

anlatmaya başladı: “O zaman Mehmet<br />

Nuri Yılmaz Diyanet İşleri Başkanıydı.<br />

Biz o ara haberleri patlatıyoruz. Beni<br />

görüyor, “Ya oğlum sen benim başıma iş<br />

açacaksın.” diyor. Neyse her şey bitti şeytan<br />

taşlamaya gidiyoruz artık. Taşları attım,<br />

otele dönüyordum. O arada Başkan<br />

gördü, “Hayırdır Taki Bey” görmüyor<br />

musunuz" dedi. "Neyi" dedim. Başkan,<br />

"Şeytan bağırıp duruyor sende mi Taki,<br />

sende mi Taki diye.” espri yaptı.<br />

“ÇOK İYİ BİR GAZETECİNİN İDARİ GÖREV AL-<br />

MASINI VERİM DÜŞÜRÜCÜ OLARAK GÖRÜ-<br />

YORUM”<br />

Günümüz muhabirliğine değinen Doğan,<br />

tecrübeli muhabirlerin özellikle de<br />

55-60 yaşında muhabirin yok denecek<br />

kadar az olmasının iyi bir şey olmadığına<br />

dikkat çekerek, “Tam pişmiş elemanın<br />

ücreti fazla oluyor. Genç elemanın<br />

ücreti çok düşük oluyor, işte asgari ücret<br />

veriliyor. Biraz buna bakılıyor. Bir de<br />

maalesef bizim meslekte kıdemli<br />

elemanlar çabuk yıpranıyor.<br />

Dolayısıyla genç arkadaşlara<br />

böyle bir fırsat<br />

doğdu. Bunu da iyi<br />

değerlendiriyorlar<br />

bence. Düşünün<br />

Bakanlar Kurulu<br />

toplantısının<br />

kapısında<br />

Yavuz Donat,<br />

Yalçın Doğan,<br />

Ertuğrul<br />

bey, Ali<br />

Bulaç, Fehmi<br />

Koru falan.<br />

Tabi bunları<br />

televizyonlarda<br />

kullanıyoruz<br />

artık, açık oturumlar da falan.<br />

Çok çabuk yönetici olunuyor. Bir<br />

cerrahın dekan, rektör olması gibi,<br />

çok iyi bir gazetecinin idari görev<br />

almasını verim düşüklüğü olarak<br />

görüyorum.”şeklinde konuştu.<br />

“28 ŞUBAT SÜRECİ HER İKİ GRUP<br />

MEDYA TARAFINDAN DA BEKLENİ-<br />

YORDU”<br />

Gazeteciliğinin yanı sıra kendisi<br />

askerî okul terk bir öğrenci<br />

olan Doğan’a 28 Şubat döneminde<br />

neler yaşadığının sorulması<br />

üzerine, “O gün Bakanlar<br />

kurulu kapısında 8-9 saat bekledik.<br />

Zehir zemberek Milli Güvenlik<br />

Kurulu açıklaması. Tabi içeriden<br />

de bilgi alıyoruz, molalarda,<br />

aralarda. İki medya grubunun da bildiği<br />

durumdu. Fakat bir grubun beklediği,<br />

bir grubun da beklediği ama inşallah<br />

olmaz dediği, parmaklık arkasında<br />

beklediği bir tepkiydi. Dolayısıyla<br />

iki grubu da birleştirdiğinde yüzde<br />

yüz beklenen bir tepki. Recai Bey'in<br />

danışman olduğu gruptan haber geldi,<br />

imzalıyoruz diye. İmzalandı ve ondan<br />

sonra da süreci hep beraber yaşadık<br />

işte.”sözlerini dile getirdi.<br />

“MEDYA O DÖNEM BESLENDİ”<br />

28 Şubat sürecinde medyanın aldığı<br />

tavrını anlatan Doğan, şöyle konuştu:<br />

“Olağan bir Milli Güvenlik Kurulu<br />

olmayacağını bütün medya biliyordu.<br />

Medya o dönemde beslendi, beslenmez<br />

olur mu İşte resepsiyonlar, kokteyller,<br />

o kokteyllerdeki tavırlar, her şeyi ile<br />

beslenildi. Laik Türkiye ile anti laik Türkiye<br />

anlatıldı. Ortam hazırlanmıştı. Resepsiyonlarda<br />

medya hep oradaydı, bütün<br />

temsilciler falan. Yemek yendi, mola<br />

verildi, rakı istendi biz anladık tabi.”<br />

“12 EYLÜL’ÜN, 28 ŞUBAT’IN SORUŞTURULMA-<br />

SI TÜRKİYE İÇİN MİLAT OLACAK”<br />

28 Şubat hakkında başlatılan soruşturma<br />

ile ilgili olarak da Doğan, siyasi iktidarın<br />

bunun da gerisine giderek, 12 Eylül<br />

darbesini de yargıladığına dikkat çekiyor.<br />

Süreci dikkatle izlediğini, artık<br />

buna yargının karar vereceğini kaydeden<br />

Doğan, “Yalnız bir alışkanlık var,<br />

bir şey olunca ordu iktidara el koyar.<br />

Yok, anarşiydi, yok ekonomiydi, cumhurbaşkanını<br />

seçemediler falan sanki<br />

ordu bir tampon, bir joker. Bunu siyaset<br />

yapacak. Bu da semboliktir tabi ki.<br />

Kenan Evren’in bu saatten sonra hapse<br />

atılacak hali yok. Bunu Yunanistan, Şili<br />

yaptı bizde yaparız. Bu kararlar bir milat<br />

olacak Türkiye için.” açıklamasını yaptı.<br />

“BÜYÜKANIT SORUMA CEVAP VERMEYEREK<br />

ASLINDA AKILLARDAKİ SORULARI CEVAPLA-<br />

MIŞ OLDU”<br />

Darbelerden ve askerî yetkililerin yargılanmasından<br />

söz açılmışken Doğan’a<br />

eski Genelkurmay Başkanı Yaşar<br />

Büyükanıt’a yönelttiği soruyu ve aldığı<br />

tepkiyi hatırlatınca, usta gazeteci,<br />

“Bir yere gitmeden önce çok iyi haber<br />

okumak gerektiğinin altını çizerek,<br />

ben o gün toplantıya gitmeden önce<br />

çok iyi çalıştım, ne sorabilirim diye.<br />

Yapıyı da biliyorum, her yıl Yüksek<br />

Askeri Şûra’dan subay, astsubay atılıyor.<br />

Peki, niye atıyorlar, eşinin başı kapalı<br />

diye. İşte İskender Pala başta olmak<br />

üzere. Bunlar sorulmuyor. Şimdi<br />

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin başkomutanı<br />

TBMM adına Cumhurbaşkanı dır.<br />

O zaman Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı<br />

olacağını hepimiz tahmin ediyorduk.<br />

İşte burada bir matematik sorusu,<br />

siz şimdiye kadar Yüksek Askeri<br />

Şura toplantılarında eşi kapalı olduğu<br />

için ihraç kararları verdiniz. Eğer senin


32<br />

MART-NİSAN 2012<br />

başkomutanın eşi türbanlı olursa o zaman<br />

orduevine giremeyecek mi Senin<br />

başkomutanın, Yüksek Askeri Şura kararlarını<br />

imzalıyor, atamaları imzalıyor.<br />

Bu bir mantık sorusu. Bence burada ince<br />

bir zeka var. Büyükanıt’ta nezaketen<br />

bu soruyu aldım dedi. Bu konuyu geçmiştik<br />

dedi, çünkü bu soruya verilecek<br />

cevap yok. Bu tür soruları legalleştirdim<br />

aslında. Bana daha sonraki tepkilerde<br />

gülle gibi soru sordu dediler. Evet soru<br />

sorma hakkım var tabi ki soracağım.<br />

Yaşar paşada cevaplamayarak aslında<br />

cevap verdi.” dedi.<br />

“İLKER BAŞBUĞ’A HER AÇIKLAMASINDAKİ SIK<br />

SIK 'ALTINI ÇİZİYORUM' VURGULAMASINI NE-<br />

DEN YAPTIĞINI SORARDIM”<br />

'Askere bu şekilde soru sorulmaz'ları<br />

yıktığını, bunu Özkök ve Büyükanıt’a<br />

sorduğu sorularla legalleştirdiğini savunan<br />

Doğan, İlker Başbuğ’a da sormayı<br />

çok istediği aklındaki soruyu şöyle ifade<br />

etti: “Eğer İlker Paşa döneminde fiilen<br />

gazetecilik yapıyor olsaydım. Şunu sormak<br />

isterdim: Niye bu kadar sinirli ve<br />

gerginsiniz diye sorardım. Her açıklamasında<br />

‘altını çiziyorum, altını çiziyorum’<br />

niye altını çiziyorsunuz, bu vurgulamayı<br />

neden yapıyorsunuz”<br />

Necdet Paşa'ya da sormayı düşündüğü<br />

bir sorusunun olduğunu bildiren<br />

Doğan, “TSK’deki reformist hareketler<br />

albaylığınızdan, yüzbaşılığınızdan itibaren<br />

planladığınız bir şey mi gibi bir soru<br />

sormak isterdim.”<br />

“TAYYİP BEY'İN UÇAĞI ARIZA YAPTI ACİL İNİŞ<br />

YAPTIK”<br />

Doğan, dillerden düşmeyen, uçaktaki cep<br />

telefonu konuşmasını nasıl gerçekleştirdiği<br />

yönündeki soruyu ise gülerek, “Başbakan<br />

Erdoğan ile uçakla Çin’den dönüyoruz.<br />

Hükümet gibi, Türkiye’nin bütçesi<br />

gibi bir uçaktayız. Uçak arıza yaptı<br />

anonsu geldi. Ondan önce Tayyip<br />

Bey'in uçağında 2 kez arıza olmuştu. Benim<br />

zaten uçak korkum vardır. Bir baktım<br />

aşağıya inanılmaz itfaiye, cankurtaranlar<br />

falan. Türkiye’nin bir numaralı siyasetçisi<br />

ve ekonominin yüzde 70 yüzde<br />

80'i uçakta, sen de varsın. Yani kesin<br />

bir şey var. Başbakanın uçağı bu, arıza<br />

yapar mı ya Bir arkadaşım şey demişti,<br />

uçak tekerlerini yere koyduğu an<br />

çok sıkıntı yok demişti. Uçak tekerlerini<br />

yere koyar koymaz telefonumu açtım<br />

ben de. Dedim ki Tayyip Bey'in uçağı<br />

arıza yaptı, acil iniş yaptık. O zaman<br />

bu çok eleştirilmişti. Tabii bir de kıskançlıklar<br />

da oluyor. İlk sen telefonla haber<br />

veriyorsun, telefonlar kilitleniyor. Bunlar<br />

gazetecilik heyecanı.” diye cevapladı.


34<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Takvim yaprakları 3 Kasım 1986'yı gösterdiğinde<br />

Türk medyasına yeni bir üye katıldı:<br />

Zaman… ‘Farklı bir habercilik'ti düsturu...<br />

Nitekim ezber bozacak haberlerle çıktı<br />

okuyucusunun karşısına çeyrek asır boyunca.<br />

Türkiye'nin ve dünyanın bütün renklerini<br />

taşıdı sayfalarına. Gün geldi depremin yıktığı<br />

Endonezya'nın, gün geldi bombardıman<br />

altında kalan Gazzelilerin dramına çevirdi objektiflerini.<br />

Türkiye'nin önünü tıkayan ‘karanlık'<br />

işlerin takipçisi oldu. Yaptığı manşetler, attığı<br />

başlıklarla bir yandan tarihe not düşerken<br />

bir yandan da Türkiye ile beraber büyüdü,<br />

gençleşti, değişti. Okurlarından aldığı tam<br />

destekle bugün 25. yılını kutluyor. Çeyrek asrı<br />

alnının akıyla geride bırakan Zaman Gazetesi,<br />

25. kuruluş yıldönümünde İstanbul, Ankara ve<br />

İzmir’de anlamlı törenler düzenledi.<br />

NİCE YILLARA...<br />

K<br />

MUSTAFA AK<br />

utlama törenlerinin ilk adresi İstanbul<br />

oldu. Lütfi Kırdar Kongre<br />

ve Sergi Sarayı'ndaki törenin sunuculuğunu<br />

Kadir Çöpdemir'in yaptığı<br />

gecede siyaset, iş dünyası, sanat, medya<br />

ve spor camiasının önemli isimleri de<br />

Zaman Gazetesi çalışanlarını yalnız bırakmadı.<br />

Esprili sunumuyla geceye renk<br />

katan ünlü oyuncu, Türkiye'den insan<br />

manzaralarını konu alan ilginç fotoğraf<br />

sunumuyla başlattı geceyi. Ardından<br />

Zaman Gazetesi'nin kuruluş tarihi olan<br />

3 Kasım 1986'dan bu yana Türkiye'nin<br />

tarihine geçen olaylar, yine gazetenin<br />

manşetleri eşliğinde küçük bir çocuğun<br />

sunumuyla anlatıldı davetlilere. İncesaz<br />

Grubu'nun müzikal şöleni ile renk kattığı<br />

geceye ameliyat olduğu için istirahatte<br />

olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />

ise kutlama mesajı gönderdi.<br />

İKİNCİ ADRES ANKARA<br />

Zaman, Ankara’da 25. kuruluş yıldönümünde<br />

Türkiye'nin renklerini bir araya<br />

getirdi. Başbakan Erdoğan'ın onur<br />

konuğu olduğu geceye, siyaset, sanat,<br />

medya ve iş dünyasından önemli isimler<br />

katıldı. Yaş günü pastasını kesen Erdoğan,<br />

Türkiye'nin değişim sürecinde<br />

medyayı anlatırken önemli mesajlar<br />

verdi. Törene siyaset, iş, sanat, sendika<br />

ve eğitim dünyasından çok sayıda davetli<br />

katıldı. Bakanların büyük çoğunluğu<br />

programda yer alırken, katılamayanlar<br />

da gönderdikleri mesajlarla salondaki<br />

heyecana ortak oldu. Meclis içinden<br />

ve dışından partilerin yöneticilerinin katıldığı<br />

program, Türkiye'nin bütün renklerini<br />

bir araya getirdi. Başta TRT Genel<br />

Müdürü İbrahim Şahin olmak üzere,<br />

gazetelerin ve televizyonların yöneticileri<br />

Zaman'ın onur gecesine destek verdi.<br />

Yüzlerce Zaman okuru ile birlikte yazarları<br />

ve eski yöneticileri de gazetesini<br />

bu mutlu gecede yalnız bırakmadı.<br />

EKREM DUMANLI: ZAMAN GAZETESİ,<br />

YENİ TÜRKİYE'NİN SİMGESİDİR<br />

Ankara'da düzenlenen Zaman'ın 25.<br />

kuruluş yıldönümü töreninin açılış


MART-NİSAN 2012<br />

35<br />

konuşmasını Zaman Gazetesi Genel Yayın<br />

Müdürü Ekrem Dumanlı yaptı. Kıran,<br />

döken, parçalayan bir yayıncılıktan<br />

uzak durmak için kimi zaman üzüldüklerini,<br />

yutkunduklarını ama itidali elden<br />

bırakmadıklarını anlattı. Zaman'ı 'Yeni<br />

Türkiye'nin simgesi' olarak tarif eden<br />

Dumanlı, düne göre daha sağlam, daha<br />

demokratik bir ülkede yaşanıldığına dikkat<br />

çekti. "İçinde bulunduğumuz coğrafyaya;<br />

hatta yeryüzünün önemli bir kısmına<br />

örnek teşkil edebilecek bir çizgi yakaladı<br />

ülkemiz. Bu çizginin adına artık herkes,<br />

'Yeni Türkiye' diyor." tespitinde bulunan<br />

Dumanlı, eski-yeni kıyaslamasını<br />

Başbakan Erdoğan'ın cümleleriyle yaptı:<br />

"Çeteler, mafya, darbeciler, diktacılar,<br />

andıççılar eski Türkiye manzarasıdır. Yeni<br />

Türkiye artık ileri demokrasiyle, hukuk<br />

devleti anlayışıyla, sivilleşmeyle şekilleniyor.<br />

Demokrasi, millet iradesi güç kazanıyor.<br />

Yasama, yürütme ve yargı hiçbir<br />

baskı olmadan, etki altında kalmadan<br />

korkusuzca görevini yerine getiriyor."<br />

BAŞBAKAN ERDOĞAN: ZAMAN, ATEŞLERDE<br />

AÇAN BİR ÇİÇEK OLDU<br />

Başbakan Erdoğan, resepsiyonda bir<br />

konuşma yaparak Zaman Gazetesi'nin<br />

tarihî dönüşüm süreçlerinde oynadığı<br />

önemli role vurgu yaptı. Konuşmasına,<br />

"1986'dan bu yana emek veren herkesi<br />

tebrik ediyorum." sözleriyle başlayan<br />

Erdoğan, 35 farklı ülkede, 10 farklı<br />

dilde yayın yapan Zaman'ı görmekten<br />

çok büyük bir gurur duyduğunu kaydetti.<br />

Zaman'ı, 'ateşlerde açan bir çiçek'<br />

olarak tanımlayan Başbakan, şunları<br />

ifade etti: "Müdahalelere çanak tutmayan,<br />

psikolojik operasyonlara selam<br />

durmayan, emir-komuta zinciri içerisinde<br />

manşet atmayan, zor zamanlarda<br />

hakkı hukuku, demokrasiyi savunan<br />

tüm yazarları buradan selamlıyorum.<br />

Zaman, bir rüzgâra kapılıp gitmek yerine<br />

bu ülkenin rüzgârına güç, bu ülkenin<br />

vizyonuna vizyon kattı. En zor zamanlarda<br />

doğruyu söylemenin bedel<br />

gerektirdiği, manşetlerin gazete binalarının<br />

dışında kurgulandığı dönemlerde<br />

Anadolu'nun hissiyatını Zaman dile<br />

getirdi. Sosyal sorumluluğunu hakkıyla<br />

yerine getirerek temiz gazeteciliği ve<br />

meslek ahlakını yücelterek genç gazetecilere<br />

örnek teşkil etti."<br />

Törenin sonunda Zaman'ın son reklam<br />

filminde gazete dağıtıcısı rolünü<br />

oynayan Harun Sert, salona motosikletiyle<br />

girdi ve '25. yıl özel ekini' getirdi.<br />

Gazeteyi Başbakan Erdoğan'a, imtiyaz


36<br />

MART-NİSAN 2012<br />

sahibimiz Ali Akbulut takdim etti. Ekrem<br />

Dumanlı da Başbakan'a, 12 Eylül referandumunun<br />

ertesi günü çıkan ve 'Demokrasinin<br />

zaferi' manşetini taşıyan gazeteyi, işlemeli<br />

bir çerçeve içinde hediye etti. Sayfayı<br />

tebessümle okuyan Erdoğan, ardından<br />

yaş günü pastasını kesti. Gecenin sonunda<br />

katılımcılara Zaman özel eki dağıtıldı ve<br />

pasta ikram edildi.<br />

İZMİR’DE COŞKULU KUTLAMA<br />

Törenlerin bir diğer adresi de İzmir oldu.<br />

Zaman Gazetesi'nin 25. kuruluş yıldönümü,<br />

İstanbul ve Ankara'nın ardından<br />

İzmir'de de şık bir resepsiyonla kutlandı.<br />

Genel Yayı n Müdürü Ekrem<br />

Dumanlı'nın ev sahipliği yaptığı geceye<br />

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı<br />

Binali Yıldırım, Kültür ve Turizm Bakanı<br />

Ertuğrul Günay, milletvekilleri, valiler,<br />

belediye başkanları, işadamları ve çok<br />

sayıda seçkin davetli katıldı. Gazetenin<br />

gündem oluşturan manşetlerinin "25. Yıl<br />

Belgeseli" olarak gösterildiği ve sunuculuğunu<br />

ünlü spor spikeri Ertem Şener'in<br />

yaptığı geceye katılan Kültür ve Turizm<br />

Bakanı Ertuğrul Günay, 28 Şubat postmodern<br />

darbesinin 15. yıldönümünde<br />

önemli mesajlar verdi. Program tarihinin<br />

29 Şubat'a denk gelmesinin önemine dikkat<br />

çeken Günay, "29 Şubat 4 yılda bir yaşanır<br />

ama milletin ufkunu karartmaya çalışan<br />

28 Şubatlar bin yılda bir bile yaşanmasın<br />

inşallah. Allah'ın izni, milletin iradesiyle<br />

artık yaşanmayacak." dedi.<br />

BAKAN BİNALİ YILDIRIM: DUBLE YOLLARI BİZ,<br />

ADALETİN YOLUNU MİLLET YAPTI<br />

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı<br />

Binali Yıldırım ise Türkiye'de medyanın<br />

geçmiş dönemlerde çok iyi sınav<br />

veremediğini, güven erozyonuna uğradığını<br />

ifade etti. 28 Şubat örneğini veren<br />

Bakan Yıldırım, "O dönemlerde medyanın<br />

demokrasi dışı faaliyetlere alet edildiğini,<br />

tamamı demiyorum ama büyük<br />

kısmının kullanıldığını biliyoruz. Bundan<br />

da ülkemizin çok şey kaybettiğini bugün<br />

görüyoruz." dedi. Partisinin ismindeki<br />

'Adalet ve Kalkınma'ya da atıfta bulunan<br />

Ulaştırma Bakanı, kalkınma konusunda<br />

büyük başarı elde ettiklerini ancak adalete<br />

gelince tosladıklarını dile getirdi. Yıldırım,<br />

isim vermeden 12 Eylül'deki referanduma<br />

işaret etti: "Duble yolları biz yaptık,<br />

adalet yollarını millet yaptı."<br />

ZAMAN İÇİN NE DEDİLER<br />

Cumhurbaşkanı Basın Danışmanı<br />

Ahmet Sever: Zaman, kendi alanında<br />

önemli bir boşluğu layıkıyla<br />

doldurdu. İstikrarını koruyarak<br />

bu konuma geldi.<br />

Sabah Gazetesi yazarı Yavuz Donat:<br />

Miting gibiydi. Organizasyonu,<br />

katılımcıları ile muhteşem<br />

bir geceye imza atıldı. Hayran<br />

kaldım. 25. yılı tebrik, geceyi<br />

düzenleyenlere teşekkür<br />

ediyorum.<br />

İhlas Medya Ankara Temsilcisi<br />

Nuri Elibol: Atmosferden etkilendim.<br />

25 yıl önce dikilen bir<br />

fidanın bu noktaya gelmesi<br />

büyük başarı. Türkiye'de demokrasinin<br />

yerleşmesi ve karanlık<br />

dehlizlerin aydınlatılmasına<br />

bir gazetenin ışık tuttuğunu<br />

gördüm.<br />

Habertürk Medya Ankara Temsilcisi<br />

Muharrem Sarıkaya: Çeyrek asır<br />

gazetecilikte kolay değildir.<br />

Abonelik sistemiyle, yeni mizanpajıyla<br />

Türkiye'nin önemli<br />

bir gazetesi.<br />

Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />

Metehan Demir: Problem yaşadığımız<br />

alanlardan biri diyalogsuzluk<br />

ve birbirini anlayamamanın<br />

verdiği kopukluktan<br />

kaynaklanan düşmanlıklardır.<br />

Zaman, diyalog köprülerinin<br />

tesisi adına olmazsa<br />

olmaz vazifesi görüyor. Türkiye<br />

gibi yolu açık olsun.<br />

Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />

Çiğdem Toker: Zaman'ın yayına<br />

başladığı yıl mesleğe adım<br />

attım. 25'inci yılın benim için<br />

ayrı bir önemi var.<br />

Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />

Okan Müderrisoğlu: Adıyla hayatla<br />

bütünleşiyor. Satış ve pazarlamada<br />

örnek gazete. Bu<br />

ülkenin değerlerine sahip çıkıyor.<br />

Samanyolu Ankara Temsilcisi Abdullah<br />

Abdülkadiroğlu: Türkiye'nin<br />

de ötesinde bir dünya markası.<br />

Birçok ülkede Zaman var.<br />

Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa<br />

Kartoğlu: 25 yıldır ilgiyle<br />

okuyorum. Sadece mizanpajıyla<br />

değil, içeriğiyle de dünyaya<br />

bakışımı belirginleştirdi.<br />

Okuyucusuna katkıda bulunmaya<br />

devam ediyor.<br />

Kanal 24 Ankara Temsilcisi Taşkın<br />

Koç: Son çeyrek yüzyılda demokrasiye<br />

önemli katkıları oldu.<br />

Bu çizgisinin diğer medya<br />

organlarına örnek olmasını<br />

diliyorum.<br />

Mehmet Akarca ATV Ankara Temsilcisi:<br />

Rakip ve refik olarak beğenerek<br />

takip ettiğimiz bir yayıncılık<br />

yapıyor.<br />

TV8 Ankara Temsilcisi Erkan Tan:<br />

Türk demokrasisi ve hoşgörüsünde<br />

çok önemli bir yeri var.<br />

Allah nazardan saklasın.<br />

Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet<br />

Acet: Zaman, Türk basınının<br />

amiralidir. 11 yaşından beri<br />

büyük zevkle takip ediyorum.<br />

Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />

Adem Yavuz Arslan: 14 yılım bu<br />

gazetede geçti. Dünya markası<br />

oldu. Artık Türk medyasının<br />

değişmezi.<br />

Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />

Deniz Zeyrek: Gazetecilik açısından<br />

çok yakın temasta olduğumuz<br />

ve birlikte çalıştığımız<br />

gazetelerden biri. Kaliteli habercilik<br />

arayışı içinde olması<br />

bakımından Türk basını içindeki<br />

yeri ve konumu önemli.<br />

Posta Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />

Hakan Çelik: Dünyanın gittiğim<br />

her yerinde Zaman ve<br />

muhabiriyle karşılaşıyorum.<br />

Türkiye'nin bir basın kuruluşunun<br />

çıtasını dünya ölçeğinde<br />

yükseltmesini önemsiyorum.<br />

Yeni şafak Ankara Temsilcisi<br />

Abdulkadir Selvi: Türkiye'nin demokratikleşmesi<br />

ve özgürleşmesinde<br />

öncü rol üstlendi.<br />

Yeni Akit Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />

Yener Dönmez: Medyanın görevi,<br />

daha sağduyulu olması.<br />

Bunu da Zaman başarıyor.


38<br />

MART-NİSAN 2012<br />

FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />

Medyanın Ergenekon’u<br />

karartma ve sulandırma<br />

çabaları oldu<br />

BUĞRA KARDAN<br />

aberin mutfağından gelen bir<br />

H<br />

isim Derya Sazak. Basın hayatına<br />

1975’te Yeni Ulus gazetesiyle giren<br />

Sazak, muhabirlikten yayın yönetmenliğine,<br />

mesleğin her kademesinde görev yaptı.<br />

1983’ten bu yana Milliyet’te çalışan Sazak,<br />

Saddam Hüseyin röportajları ile ses getirdi.<br />

23 senedir Siyaset Günlüğü adlı köşesinden<br />

güncel konulara yorum getiren ünlü<br />

gazeteci, Ombudsman adlı köşesinden de<br />

okurun hislerine tercüman oluyor.<br />

Ergenekon operasyonları davalarını<br />

yakından izleyen Derya Sazak, medyanın<br />

burada gereken duyarlılığı ortaya koymadığını<br />

belirtiyor. Susurluk olayına eğilen<br />

basın organlarının Ergenekon davasına tereddütle<br />

baktığından yakınırken, “Burada<br />

medyanın karartmaları görmeme halleri ve<br />

sulandırmaları oldu.” diyor.<br />

Darbe dönemlerinde gazetelerin ablukaya<br />

alındığını vurgulayan Sazak, 28 Şubat<br />

sürecinde kaleme aldıkları bir haber sebebiyle<br />

askerin hışmı ile karşılaştıklarını da<br />

dile getiriyor. ABD Dışişleri Bakanı Madeleine<br />

Albright’ın askerlere yönelik ‘Anayasanın<br />

dışına çıkmayın’ uyarısını manşetine<br />

taşıyan gazetenin o dönemde genel yayın<br />

yönetmeni olan Sazak, haberin akabinde<br />

gelişen olayları şöyle anlatıyor: “O manşete,<br />

28 Şubat generalleri çok büyük tepki<br />

gösterdi. O haberi yanlış değerlendirdiğimizi,<br />

mesajın hükümete verildiğini ifade<br />

ettiler. 'Anayasa dışına çıkmayın’ uyarısının<br />

aslında Erbakan’a yönelik olduğunu<br />

savundular.<br />

Bütün gazeteleri okurum.<br />

Fikirlerine göre<br />

iktidara yakın ya da<br />

muhalif olarak kümelerim.<br />

Kitap, dergi çok<br />

okurum. Bende mesai<br />

kavramı yoktur.<br />

Malum, darbe sinyalleri önce ABD'den<br />

gelir. 12 Eylül'de askerlerin yönetime el<br />

koyduğu Beyaz Saray, 'Bizim çocuklar nihayet<br />

yaptılar' diye iletilmişti. 13 Haziran<br />

1977 tarihi çok kritikti. O gün Ankara'da<br />

Genelkurmay brifing verdi. Askerler ilk defa<br />

Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Yasası’nın 35<br />

ve 85'inci maddelerine göre Cumhuriyet'i<br />

koruma kollama amacıyla gerekirse silah<br />

kullanacaklarını açıkladılar. Aynı zamanda<br />

Washington'da da darbe söylentileri yayılıyordu.<br />

O sırada Milliyet'in Washington<br />

temsilcisi olan Yasemin Çongar, ABD Dışişleri<br />

Bakanı Albright'in 'demokratik düzenin<br />

dışına çıkılmasını' sözlerini geçti.<br />

Clinton yönetimi darbeye karşı çıkıyordu.<br />

Tereddütsüz manşet yaptık. Askerler tepki<br />

gösterdiler. ‘Oraya da 2 general gönderelim<br />

mi’ lafları ortada dolaştı, maalesef<br />

üzerimizde birtakım baskılar oluştu.”<br />

Mektepli bir gazeteci olan Sazak'ın,<br />

basında çalışan pek çok muhabir üzerinde<br />

emeği var. Gazi Üniversitesi İletişim<br />

Fakültesi’nden ve kariyer hayatından edindiği<br />

birikimlerini gençlere aktarma, onları<br />

sektöre dâhil etme adına elinden geleni<br />

ardına koymadı. Son olarak öğrencileriyle<br />

birlikte Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant<br />

Dink suikastlarını konu alan ' Faili Meşhur'<br />

adlı bir belgesel film ve kitap çalışmasına<br />

imza attı. Şu an, bir yandan yazarlık yapan<br />

diğer yandan Yeditepe Üniversitesi İletişim<br />

Fakültesi’nde ders veren Derya Sazak, <strong>Cihan</strong><br />

Medya Haber Dergisi’nin medyaya ve<br />

güncel konulara dair sorularını cevapladı.<br />

İş maratonunuz saat kaçta başlıyor<br />

Genelde saat 07.30-08.00’de uyanır, 08.00-<br />

09.00 arası eve gelen gazeteleri okurum.<br />

Kahvaltımı yapar; saat 10.00’a doğru evden<br />

çıkarım. Bütün gazeteleri okurum. Fikirlerine<br />

göre iktidara yakın ya da muhalif olarak<br />

kümelerim. Kitap, dergi çok okurum.<br />

Tabii hayat ondan sonra da akar gider, benim<br />

için bir durma söz konusu olmaz. Bende<br />

mesai kavramı yoktur.<br />

Peki, takip ettiğiniz yazarlar kimler<br />

Yazarların çoğunu okurum, ama son dönemde<br />

Taraf yazarlarını, muhabirlerini takip<br />

ediyorum. Yine Yeni Şafak, Zaman ve<br />

kendi gazetemin bütün yazılarını okurum.<br />

Ben, sıradan bir okur değilim, profesyonelim,<br />

onun için ‘yazarlardan şunu okurum,<br />

bunu okumam’ diye bakmam.<br />

Meslek hayatınızda unutamadığınız işler oldu mu<br />

1990’larda Bülent Ecevit ile Saddam<br />

Hüseyin’e gidip yaptığımız röportajlar vardır.<br />

Gazetecilik hayatımda beni en çok<br />

heyecanlandıran Saddam röportajlarıdır.<br />

Orada, Saddam’a savaş sonrasında ‘Niye<br />

ABD taarruzunu göze aldınız, Kuveyt’ten


MART-NİSAN 2012<br />

39<br />

çekilseydiniz yıkıma uğramazdınız’ deyince<br />

‘Ben bunu yapmasam, çekilsem de ABD<br />

bölgeye gelecekti, ne yapsam gelecekti' cevabını<br />

verdi.<br />

Gazetenizde aynı zamanda 'Okur Temsilcisi'siniz. Bu<br />

yönüyle meslek sorunlarına dair gözlemleriniz oluyor.<br />

Bugün medyamızın en önemli sorunu sizce ne<br />

Sorun, biz gazeteciler, mesleğimizi bugün<br />

baskı altında kalmadan, bağımsız ve nesnel,<br />

gerçekleri hiçbir süzgece gerek duymadan,<br />

sansür, oto sansür gibi duygulara kapılmadan<br />

yapabiliyor muyuz Ülkede bugün<br />

tek parti rejimi var. İktidar muhalefet,<br />

medya ilişkileri buna göre düzenleniyor.<br />

Böyle zamanlarda gazetecilik yapmak zorlaşır.<br />

Son dönemde bu sorunu tartışıyoruz.<br />

İfade özgürlüğünü gölgeleyen uygulamalar,<br />

cezaevindeki gazeteciler, muhalif köşelerin,<br />

programların kaldırılması, sıkıntılı bir<br />

süreçten geçtiğimizi gösteriyor. Medyanın<br />

kendi sorunları nedeniyle haber olduğu bir<br />

dönemdeyiz. 28 Şubat'ın 'medya günahları'nın<br />

üzerine gidildiği şu günlerde, medyaya<br />

yakışmayan bir ihbar furyası bu dönemin<br />

günahlarını da ele veriyor.<br />

Taraf ‘Düşünmek, taraf olmaktır’ sloganını benimsiyor.<br />

Sizce tarafsızlık övünülecek bir erdem midir<br />

Tarafsızlık değil, ben onu nesnellik olarak<br />

değerlendiriyorum. Habere yansız<br />

bakış, yani onun gerçekle ilgili olgularını<br />

tamamlayarak vermek elbette<br />

önemlidir. Her gazetenin yayın<br />

politikası, düşünsel bir çizgisi<br />

var. Yazarları kendi fikirlerini<br />

özgürce seslendirecekler. Bağlayıcı<br />

olan yine de gazetenin yayın<br />

politikasıdır. ‘Gazeteler bir<br />

markettir içine her çeşit görüş<br />

girer' anlayışı bana göre değil.<br />

Hayır, bir gazetenin belli<br />

bir duruşu, yayın çizgisi olmalı.<br />

O da gazetenin geleneğini,<br />

gazeteciliğe bakış açısını<br />

yansıtır. Gücünü okurlardan<br />

alır. Yazarlar, yazıişleri ve<br />

yayın yönetmeni arasındaki bu<br />

orkestrasyon gazeteye karakterini<br />

verir. Editöryal bağımsızlık<br />

böyle korunur. Haber esastır,<br />

orada doğruluk esastır. Haber<br />

herkesi rahatsız eder. Gazeteci,<br />

rahatsız eden kişidir. Muhaliftir. Tabii<br />

iktidar rahatsız olacak, tabii muhalefet<br />

rahatsız olacak. Tabii yapılan haber, yeri<br />

geldiğinde başbakanı da anamuhalefeti<br />

de öteki siyasî partileri de rahatsız edecek.<br />

Resmî Gazete yapmıyoruz.<br />

Malum, okur temsilcisisiniz, okurların şikâyetleri nerede<br />

yoğunlaşıyor<br />

Şimdi, bizim yaptığımız haber ombudsmanlığı.<br />

Bu kavram yahut olgu,<br />

yazılarla ilgili değil. Gazetenin birinci<br />

sayfasından siyasete, ekonomiye,<br />

spora, sanata, magazin eklerine dek<br />

yapılan haberlerde hatalar varsa, cevap<br />

ve düzeltme hakları kullandırılmamışsa<br />

onları denetliyoruz. Nefret<br />

söylemi, insanların hedef haline getirilmesi,<br />

haksız suçlanmalar yani haberden<br />

kaynaklanan mağduriyetler<br />

varsa okura yansımış, o şikâyetler bize<br />

yansıyor. Değerlendirip yayımlıyoruz.<br />

Gazeteyi okur nezdinde eleştiriyoruz.<br />

Okurun şikâyet ve taleplerini yayın toplantılarında dillendiriyor<br />

musunuz<br />

Hayır, hiçbir şekilde yazı işleri toplantılarına<br />

katılmıyorum. Okur temsilcisi bizim sistemimizde<br />

yazı işlerinin bir parçası değildir.<br />

Ama dünyada değişik örnekler var, zaman<br />

zaman yazı işleri toplantısına katılan<br />

ombudsmanlar oluyor, yayın yönetmenine<br />

rapor verenler oluyor. Milliyet, öteden beri<br />

yazılı anayasası olan, gazetecilik meslek ilkelerini<br />

kayda geçirmiş bir gazetedir. Okur<br />

temsilciliğine geçiş de Umur Talu yönetiminde<br />

gerçekleştirildi. İlk ombudsman Yavuz<br />

Baydar'dı. 10 yılı aşkın süredir hakkıyla<br />

uyguluyoruz. Benim de 7 yılı buldu. Belma<br />

Akçura ile birlikte titiz bir çalışma sonucu<br />

sayfayı hazırlıyoruz. Dünyanın saygın<br />

gazetelerinde başarıyla uygulanıyor ombudsmanlık,<br />

ONO adlı bir uluslararası örgütlenme<br />

var. Senede bir toplanarak küresel<br />

ölçekte uygulamaları değerlendiriyoruz.<br />

Okur temsilcisinin yazılarının yayın politikalarına etkisi<br />

oluyor mu<br />

Tabii oluyor, yayın çizgisini değiştirmiyor<br />

ama eleştirilerimizi yayın yönetmeni, yazı<br />

işleri müdürü, yayın koordinatörleri, editörler,<br />

muhabirler görüyor. Biz bu hatayı<br />

yapmışız, bir daha yapmayalım duygusu<br />

artıyor. Nefret söylemini önemli ölçüde<br />

önledik. Kadına yönelik şiddet, tecavüz,<br />

cinsel istismar haberlerinde kimi<br />

zaman ifadelere de yansıyan ayrıntılı<br />

betimlemeleri sayfalardan ayıkladık.<br />

Eleştirdiğiniz için size darılan, gönül koyan arkadaşlarınız<br />

oluyor mu<br />

Bazen evet, haksızlık yaptığımızı<br />

düşünenler oluyor. Ombudsmandan<br />

kaynaklanan bir haksızlık<br />

olursa onu da düzeltiyoruz.<br />

35 yıllık meslek kıdeminin ardından<br />

kimseye haksızlık yapmak<br />

istemem. Köşe yazılarımda<br />

da böyledir. Eskiden daha sert<br />

polemiklere girerdim. Ama artık<br />

hakareti lügatimden kaldırdım.<br />

Ama bakın, İnternet Andıcı<br />

davası açılıyor. Ne kadar<br />

açığa çıkarılacak bilmiyorum,<br />

ama o trafiğin içinde olan pek<br />

çok yazar çizer vardı. O kaynaklardan<br />

beslenenler, bizimle<br />

ilgili kaç yazı yazdı Şimdi<br />

çoğu ortada yok; ama mekanizma<br />

ortaya çıktı. Ben o zaman ken-


40<br />

MART-NİSAN 2012<br />

dimi bayağı frenledim, çok ağır haksızlığa<br />

uğradım; cevap vermeliydim. Ama onların<br />

kimler tarafından yönlendirildiğini bildiğim<br />

için uzunca süre kendimi tuttum. Zaman<br />

beni haklı çıkardı.<br />

Şu an günlük gazete tirajları 4 milyon civarında. Bu<br />

rakam 15-20 sene önce 3,5 milyon seviyesindeydi. Yeterli<br />

bir artış olduğunu söylemek güç. Okur, gazete<br />

almayarak cezalandırıyor mu sektörü<br />

Bir biz artan nüfusa koşut okur yetiştiremedik.<br />

Şöyle iyimser bir tahlil yapılıyor: Şu<br />

an ülkemizde 45 milyon seçmen var. Bunun<br />

10’da 1’i gazete okuyor, satın alıyor.<br />

Yani, 4,5 milyon gazete satılıyor. Ben, bunu<br />

az buluyorum. 70’lerden bu yana 40 sene<br />

geçti. 40 senede nüfus ikiye katlandı, gazete<br />

sayısı az kaldı. Bir ara promosyonla 6, 5<br />

milyon olmuştu, onu da tutamadık. Çünkü<br />

orada da okur verilen ürüne gitti, gazeteyi<br />

okumadı. Bence bunun hakiki gerekçesi<br />

gazetelerin artık internet üzerinden izleniyor<br />

olması. Genç kuşağa gazeteleri sevdiremedik.<br />

Üniversiteli, liseli ya da kolejli olsun<br />

yani aileden evde gazete ile tanışıyorsa<br />

çocuk, gazete alma geleneğini devam ettiriyor.<br />

Bugün cep telefonları, internet, online<br />

sistemler derken bunlar gazete satışlarını<br />

daralttı. Son tahlilde bir söz var ya ‘Yetmez<br />

ama evet’ yani tirajlar yetmez, az.<br />

Gazetelerde yazar ağırlığı günden güne artıyor.<br />

Muhabiri yücelten, haberi aziz kılan anlayış sadece<br />

Babıâli hatıralarında görülüyor. Bu tercih ne derece<br />

sıhhatli<br />

Muhabiri öne çıkarmak gerekiyor. Hepimiz,<br />

çoğumuz muhabirlikten geldik. Artık<br />

sahaya çıkan gazeteci sayısı azalıyor. Gazeteciler<br />

eskiye göre daha konforlu bir hayat<br />

sürüyor. Haberin en uç noktasında olan kişiler<br />

muhabirler. Onun için muhabir sayılarını,<br />

imkânlarını artırmalıyız. Çünkü haber<br />

onlardan gelecek.<br />

‘Tanrı yazar’ kavramına katılıyor musunuz Başka<br />

bir yere transfer olduğunda 40 bin, 50 bin okuru<br />

taşıyan yazar var mıdır basınımızda<br />

Ya, ben o tür kavramları sevmiyorum.<br />

'Tanrı yazar' diye bir şey yok. İşte patronlar,<br />

çoğunun işine son verdi, neredeymiş bu<br />

Tanrı Yazarlar 40-50 bin kişiye hitap eden<br />

yazarlar var ama hiçbirinin iş güvencesi yok<br />

yani. Bakın, muhalif gazetecilerin yazamadığından<br />

söz ediyoruz, o zaman 'Tanrı yazar'<br />

diye bir şey yok.<br />

20-25 bin lira maaş alan yazarlar var. Yazarlara büyük<br />

miktarlarda maaş ödenmesi ne denli doğru<br />

Onu yayın yönetmeni ile görüşmek daha<br />

yerinde olacaktır. O dengeyi onlar bilir.<br />

Tabii bir gazete yapmanın maliyeti var, gazeteler<br />

esasında büyük emekle çıkıyorlar,<br />

onun karşılığında ucuz yani dışarıdaki gazetelere<br />

baktığımız zaman ucuza satılıyor.<br />

Tirajlar eskisi kadar iyi değil, ilan gelirleri<br />

de televizyona ve yeni medyaya kaymaya<br />

başladı. Demek ki yazılı basının alanı daralıyor<br />

o zaman gazeteleri tekrar etkin kılacaksınız.<br />

Bunun için de insana yatırım yapacaksınız.<br />

Dengesizlik muhabirler aleyhine<br />

ise o açığı kapatacaksınız. Daha nitelikli<br />

gazeteci çalıştırıp daha iyi haberler, daha iyi<br />

yorumlar sizi ayrıştıracak, o zaman reklam<br />

ve ilan gelirleri artacak. Onu da tekrar içeri<br />

yansıtacaksınız. Yatırım yaptıkça kazanacaksınız,<br />

kazandıkça çalışanlarınız kazanacak,<br />

nitelikli elemanlara sahip olacaksınız.<br />

O da size nitelikli haber getirecek.<br />

Milliyet, uzun seneler "Basının amiral gemisi" sıfatı<br />

ile anıldı. Ancak son senelerde ciddi bir tiraj kaybıyla<br />

karşı karşıya kaldı. Bu, neden kaynaklandı<br />

Ben bunu tarihsel olarak değerlendirdiğimde<br />

bir yargım var. Bunu açıkça ifade etmeliyim,<br />

Milliyet’te gerileme ‘cephede kazanıp<br />

masada kaybetme’ denir ya öyle bir<br />

şey. Her şey Hürriyet satın alındıktan sonra<br />

başladı. Milliyet’in başarısı, Hürriyet’i satın<br />

almaktı. Yani Milliyet 90’larda, 80’lerin<br />

ikinci yarısından başlayarak çok büyük<br />

atılımlar yaptı. Hem matbaa, teknoloji yatırımları<br />

hem tiraj, bir ara 1 milyona kadar<br />

çıktı. Ama başarının özünde gazetecilik<br />

motivasyonu vardı. Bu başarının ardından<br />

Hürriyet satın alındıktan sonra Aydın<br />

Bey ve Doğan ailesi Hürriyet’in pırıltısına<br />

kapıldı. Milliyet ikinci plana atıldı. Bu yatırımlar<br />

olarak söylenebilir, tabii 10 senede 4<br />

yayın yönetmeni değiştirdiler. Son olaylar<br />

sonucu yani vergi ile başlayan olaylar sonucu<br />

Milliyet’i elden çıkardılar, Vatan ile.<br />

Bu, 2000’lerden itibaren başlayan bir gerilemeydi.<br />

Bunlar belki çoğumuzun kusuru<br />

olabilir ama ben bunu Milliyet adına büyük<br />

talihsizlik olarak görüyorum. Belki Milliyet,<br />

tek bir gazete olarak, tek bir yayıncının<br />

elinde bulunsaydı daha iyi olurdu.<br />

Ergenekon davaları hakkında yorumlarınız nedir<br />

Ben, Ergenekon’u Susurluk’un devamı olarak<br />

görüyorum. Bu ülkenin bir derin devlet<br />

gerçeği var. Bu da 1990’larda Kürt sorunu,<br />

PKK nedeni ile çatışmaya dönüşünce dönemin<br />

hükümetleri, geri planda Milli Güvenlik<br />

Kurulu kararlarıyla bir yandan terör<br />

örgütü ile Güneydoğu’da, sınır ötesinde<br />

çatışmalar sürdürülürken; içeride birtakım<br />

illegal yapılanmalar oldu. Bunlar, JİTEM gibi<br />

oluşumlar, başka kuruluşlar Susurluk’ta<br />

karşımıza çıktı. Kaza 96’da oldu, Susurluk<br />

kazası ile ortaya çıkan o derin yapılanma<br />

Abdullah Çatlı kimliği bizi bir yandan da<br />

bırakın 90’ların başına, ortasına JİTEM’e, ta<br />

80 öncesine götürdü. 80 öncesinde Bahçelievler<br />

katliamı ve 7 TİP’li öğrencinin öldürülmesi,<br />

ardından Abdi İpekçi suikastı, katil<br />

Mehmet Ali Ağca’nın sıkıyönetim altında<br />

Maltepe Askeri Tutukevi’nden kaçırılması,<br />

o sırada Ağca ile Çatlı’nın aynı evde kalması,<br />

ardından Papa Suikastı falan. Türkiye’de<br />

hakikaten bu faili meçhuller olayı felaket<br />

bir tarih yani. Biz, bu tarihle baş edemiyoruz.<br />

Yine 90’ların birtakım cinayetlerine<br />

baktığımızda Muammer Aksoy, Bahriye<br />

Üçok, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Sivas<br />

katliamı, Gazi olayları söz konusu. 93-95<br />

arasında artan bir şiddet var, fakat bu şiddetin<br />

arkasında kimler vardı, bunlar hakikaten<br />

Türkiye’nin tarihinde derin yaralar.<br />

Yani Uğur Mumcu’yu arabası ile havaya<br />

uçurdular, Sivas’ta aydınları yaktılar.<br />

Çorum, Maraş katliamlarında mezhepler<br />

kışkırtıldı. O zamanlar sağ-sol çatışmaları<br />

da vardı. Bu cinayetlerin, bu toplumsal çatışmaların,<br />

katliamların bir kısmının 12 Eylül<br />

öncesi darbenin olgunlaşması için kullanıldığını<br />

artık görebiliyoruz, anlayabiliyoruz.<br />

O zaman da biliyorduk ama üzeri-


42<br />

MART-NİSAN 2012<br />

ne gidilmiyordu. Yani Türkiye’nin bu kadar<br />

ağır bir faili meçhuller tarihi var, ama neredeyse<br />

tek bir doğru dürüst olay aydınlatma<br />

geleneği yok.<br />

Maalesef olaylar aydınlatılmayınca tekrar<br />

ediyor. Hrant Dink suikastı ortada. Valiliğe<br />

davet ediliyor, tehdit ediliyor, öldürülüyor.<br />

Son iki yazısında öldürüleceğini ifade<br />

ediyor, bir telefon bile açılmıyor, savcılar<br />

tarafından. Suç duyurusunda bulunuyor<br />

ama buna mukabil korunmuyor. Susurluk<br />

bize bu kanlı, karanlık tarihi çıkarmasına<br />

rağmen, siyaseten dokunulamadığı<br />

için üstü örtüldü. Karşımıza 10 sene sonra<br />

başka bir şey geldi. İki sorun Cumhuriyet<br />

kurulduğundan bu yana yazılı olmayan<br />

bir anayasa gibi Türkiye’nin karşısında. Biri<br />

irtica, diğeri Kürt sorunu. 90’larda yapılan<br />

suikastlara da bu gözle bakılabilir. Yani<br />

Cumhuriyetçi laik aydınları hedef seçerek<br />

suikastlarla İslamcılığın karşısında duvar<br />

örülmek istendi. Malum, 2005’ten sonra<br />

Dink suikastı, Danıştay saldırısı da bizleri<br />

Çankaya kavgasına getirdi. Sonrasında<br />

da Ergenekon süreci başladı<br />

Uğur Mumcu’nun ölümünde İslamî<br />

terör olgusuna değinildi. Oğlu da burada<br />

‘İslamcı parmağı olmadığı' kanaatini açıkladı.<br />

Sizin bu anlamda yorumunuz nedir<br />

Ben de bu kanaatteyim. İslamî duyarlılığı<br />

bu suikastlarda kullandılar. Çünkü aksi<br />

olsaydı İran, MOSSAD, PKK, devlet; burada<br />

devleti hiç küçümsemeyelim ipuçları<br />

bulurdu. Bunlar neden faili meçhul kalıyor.<br />

Bu devlet, o kadar da zayıf veya korunmasız<br />

değil. Hiçbir şey çıkmıyorsa o zaman<br />

dönüp devlete, derin devlete bakacaksınız.<br />

Çünkü cinayetlerin aydınlatılamamasında<br />

hep benzer tarzlar, özellikler söz konusu.<br />

Önce bir tetikçi bulunuyor, cinayeti işliyor;<br />

sonra koruma mekanizmaları devreye<br />

giriyor, uzun zaman unutturuluyor veya<br />

adamlar serbest kalıyor. Arka planda kalan<br />

asıl organize güçler ortaya çıkmıyor. Hrant<br />

Dink olayı böyle oldu, Ağca yattı çıktı, hiçbir<br />

şey açıklamadı, Uğur Mumcu olayında<br />

bombacı yok. Peki, bu ortak özellikler bizi<br />

bir yere götürmüyor mu Örneğin Musa<br />

Anter cinayeti; Başbakanlık Teftiş Kurulu<br />

Kutlu Savaş’a Mesut Yılmaz döneminde<br />

görev verdi; bir rapor yazıldı. Anter’in<br />

devlet, JİTEM tarafından öldürüldüğü raporda<br />

çıktı. Kimse oralı olmadı. TBMM'de<br />

komisyonlar kuruldu, oraya MİT mensupları,<br />

Jandarma komutanları çağrıldı, kimse<br />

gelmedi bile. Özetle bana göre, 2007 krizi<br />

sonrasında açılan Ergenekon davaları<br />

Susurluk’un devamı gibi.<br />

O dönemin çok önemli AK Parti’nin lider<br />

kadrosundan bir isim önemli açıklamalarda<br />

bulundu. Çankaya krizi sonrasında ben<br />

dedim ki ‘Yarın siz tekrar seçim kazansanız<br />

bile size yine bu Parlamento'da cumhurbaşkanı<br />

seçtirmezler. Bu hadiseleri önleyebilecek<br />

misiniz, çünkü cinayetler oluyor,<br />

bombalar patlıyor' dedim. Şu cevabı verdi:<br />

‘Her şeyi biliyoruz biz, örgütün şemasını<br />

bile biliyoruz. Bir daha seçilirsek bu örgütü<br />

açığa çıkaracağız, bu örgütün üzerine gideceğiz.’<br />

O örgütlenme Ergenekon idi. Ben,<br />

bunu 27 Nisan sürecinde bir AK Parti yetkilisinden<br />

duydum.<br />

Danıştay saldırısında Alparslan Arslan’ın ‘Vakit<br />

Gazetesi’ni okudum, etkilendim’ sözleri suikastı<br />

İslamî kesimlere mal etme çabası olarak görüldü.<br />

Hatta Tansel Çölaşan’ın olayın ardından yaptığı<br />

açıklamalar da yalanlandı. Orada bir perdeleme<br />

mi vardı<br />

Orada başlangıçta ilk bir ayda benim de algım<br />

öyleydi. Açıp yazılara bakalım radikal<br />

İslamcı, marjinal bir adamın cinayeti işlediği<br />

kanısındaydım. Ama adam, Muzaffer<br />

Tekin ve Veli Küçük ile bağlantılı çıktı. Hatta<br />

yazılan kimi kitaplarda Tekin’in dış ticaret<br />

şirketi var, oranın avukatı görünüyor.<br />

Ama tabii o zaman Vakit Gazetesi türban<br />

kararını veren heyeti hedef gösterdi. Bakın<br />

o yayınlar insanları aramızdan alıyor, onların<br />

hayatını kaybetmesine yol açabiliyor. O<br />

operasyon kadar Vakit’in yayını da tartışılmalı.<br />

Sorumluluğu var. Danıştay saldırısını<br />

Vakit’in o yayınından bağımsız göremeyiz.<br />

Bilerek ya da bilmeyerek o manşet üzerine<br />

o operasyon ya da cinayet kurgulandı.<br />

Alparslan Arslan, gazeteyi alıyor heyeti öldürdüğünde<br />

nasıl yorumlanacak Türban<br />

kararını veren heyeti gitti öldürdü. Bunu<br />

yapan İslamcı, Alparslan Arslan’ın ilk görüntüsü<br />

oydu. Burada bir perdeleme vardı.<br />

Sonuçlar ve o sonuca yani suikasta gitmeden<br />

önceki yol haritası önemli. Orada<br />

toplumsal bir psikoloji oluşturuluyor.<br />

Hrant Dink’te de durum böyle. Onu hedef<br />

yapanlar altyapıyı hazırlıyor. Artık o kadar<br />

çok örnek, benzeşme var ki onun için faili<br />

meşhur diyoruz artık. Hep aynı tezgâh.<br />

Kapatılma biçimleri de aynı, olayların.<br />

Benim iki iddiam var; bence Danıştay<br />

saldırısı olmasaydı, orada sonuç böyle olmasaydı<br />

ya da 100 bin kişi İstanbul’da yürümese<br />

Hrant Dink suikastı da faili meçhul<br />

kalacaktı. Ogün Samast’ı getiren geri götürecekti.<br />

Başında beyaz beresi, silahı bilmem<br />

nesi; o çocuk Agos gazetesinin yolunu bile<br />

bilmez, Hrant’ı tanımadığı da açık. O cinayeti,<br />

suikastı tertip edenler çocuğu kaçırma<br />

üzerine çalıştı. Devlet, 36 saat sonra faili<br />

yakaladık diye övünüyor ama asıl önemli<br />

olan cinayeti önleyebilmesiydi. Bugün<br />

MİT’in önlediği kaç olay var 1 Mayıs katliamı<br />

mı, bilmem darbeleri mi haber vermiş,<br />

Maraş katliamı’nı mı önlemiş, Sivas olaylarını<br />

mı önlemiş Burada şehir basılmış, 2-3<br />

gün süreyle insanlar yakılmış, polis, MİT,<br />

Jandarma İstihbarat ne yapmış<br />

Ergenekon yapılanmasının tüm boyutları ile gün<br />

yüzüne çıktığı ifade edilebilir mi<br />

Bence çıkmadı. Belli bir çemberin ve çevrenin<br />

içinde kaldı. Bu davalar uzadıkça toplumsal<br />

bellek unutur ve zanlılar kahramanlaşır.<br />

Şike davası da böyle ilerliyor, Balyoz<br />

da öyle. Zamanında bitiremiyoruz davaları.<br />

Bir dava 4,5 sene sürer mi Bitirin, deliller<br />

toplandıysa. Danıştay saldırısı Alparslan<br />

Arslan’ın Ergenekon ile bağlantısını<br />

kurduysanız, tanıklar itiraf ediyorsa bitirin<br />

adını koyun, toplumda bir kanaat uyansın.


MART-NİSAN 2012<br />

43<br />

Gel gör ki bunlar medya üzerinden görülen<br />

davalar. Yani yargıyı şimdiden oluşturuyor,<br />

karar açıklandıktan sonra zaten yeni<br />

bir şey çıkmayacak. Bir ara 1 numaradan<br />

söz edildi. Kim bu, nerede Şamil Tayyar<br />

o kitabı yazan arkadaşımız milletvekili<br />

oldu. TBMM’de böyle bir komisyon kursun,<br />

gücünü kullansın. Faili meçhullerle ilgili<br />

bir komisyon oluşturulsun; İnsan Hakları<br />

Komisyonu’nun alt birimi olarak çalışıyor,<br />

böyle olmaz ki.<br />

Davalar ise kapalı kutu sürüyor. Ya da<br />

işe gelen tarafları sızdırılıyor. Bu Türkiye’de<br />

kutuplaşma yüzde 50 yüzde 50. Yarısı inanıyor<br />

yarısı inanmıyor. Hükümetten geldiği<br />

için halkın ya da toplumun yarısı AK<br />

Parti’ye oy vermeyen yüzde 50 inanmıyor.<br />

İlk anda tutuklananlarla sınırlı kalındı,<br />

ona darbeye teşebbüs davaları eklendi.<br />

Balyoz ve İnternet Andıcı davaları eklendi.<br />

Şöyle bir sonucu oldu, artık bu tür karanlık<br />

olayları, cinayet ve suikastları darbeye<br />

teşebbüs etmek, ortam hazırlamak güçleşti.<br />

Eski Genelkurmay başkanları cezaevlerine<br />

girdiler. Bunlar siyasi tarihimizde ilk.<br />

Bunlar askeri vesayetin kırılması adına sonuçlar<br />

doğurdu.<br />

Ergenekon iddianamesi ve delil klasörlerinde anlaşılamayacak<br />

garip ideolojik akrabalıkların derinlerde<br />

kök saldığını görüyoruz. Milliyetçi fi gürlerden<br />

Perinçek grubuna, iş dünyasından illegal sol<br />

örgütlere ve PKK’ya uzanan karmaşık ilişkiler söz<br />

konusu. Bu ayrı kutupları ortak paydada buluşturan<br />

ne<br />

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)<br />

kararı da onu söylüyor, Tuncay Özkan kararında.<br />

İç içe geçmiş organizasyonlar var.<br />

Sanıklar ‘Biz, bu tanımadığımız adamlarla<br />

ortak bir davanın, paketin içinde yer alıyoruz’<br />

diye itiraz ediyorlar. Bunu aydınlatacak<br />

olan mahkeme. Şimdi 2007 öncesine<br />

giden süreçte birtakım cinayetler Hrant<br />

ile bağlantılı, Agos ile bağlantılı, Pelitli’deki<br />

örgütlenme filan. Buna ayrı bakmak gerekiyor.<br />

Bunun evvelinde Balyoz’a zemin hazırlayan<br />

2003-2004’te var olan anlayış var.<br />

Yani Hilmi Özkök döneminde, Özden Örnek<br />

günlüklerinde komuta kademesinin<br />

darbe planları ortaya çıktı. O planlar da birkaç<br />

yönden tutmadı. ABD’nin Irak işgalinden<br />

evvel 1 Mart tezkeresi TBMM’den<br />

döndü. Asker o arada kendi içinde bölündü.<br />

Türkiye, birdenbire o savaşa taraf olsaydı,<br />

hem PKK yani sınırda karışıklıklar hem<br />

de Irak Savaşı askerin etkinliğini artıracaktı.<br />

Birdenbire sivil alanın, sivil siyasetin önü<br />

açıldı, Avrupa Birliği ile üyelik görüşmeleri<br />

başladı. Ekonomi iyileşti, nihayetinde darbe<br />

şartları ortadan kalktı. Sarıkız, Ayışığı filan<br />

O süreç Ergenekon’da takip edildiği<br />

için Şener Eruygur falan ikinci bir paket de<br />

oradan doğdu. Ona hava, deniz komutanlarını<br />

kattılar. Bir de 2007 sonrası İlker Başbuğ<br />

dönemi var. Orada Dursun Çiçek’in<br />

belgesi, itirafları söz konusu LAW silahlarına<br />

bağlı olarak açılıyor. Böyle birbirine<br />

bağlı 4-5 dava var. Bunlar ne şekilde karar<br />

bağlanacak merak konusu. Türkiye, bu davaların<br />

baskısı altında kalamaz. Bu da olağanüstü<br />

hal dönemi gibi… 12 Eylül dönemi<br />

3 sene sürdü, 12 Eylül’de açılan davalar<br />

84-85’te sona erdi. Askeri dönemde bile<br />

davalar 3-4 seneyi aşmadı. Rejimin demokratik<br />

özelliğini gölgeleyen de bir yandan<br />

’Demokrasiye karşı darbe tertiplerini<br />

önledik' diyorsunuz ama bunu yargılama<br />

döneminde demokrasinin niteliğini, sivil<br />

görünümünü ortadan kaldıracak sonuçlar<br />

yaratıyorsunuz. AİHM’nin son kararı<br />

bu davanın karmaşıklığı üzerinden. Ama<br />

şüpheyi, yani sanıkların öne sürdükleri Ergenekon<br />

bağlantılı şüphenin gerçek olmadığını<br />

söyleyen savunmanın aksine AİHM<br />

şüpheyi ve tutukluluk sürelerini haklı bulan<br />

bir ara karar verdi. Bu davalarda artık bir finale<br />

gelinmeli.<br />

Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Ergenekon<br />

soruşturmasına en sert tepkiyi verenlerin başında<br />

geliyordu. Baykal’ın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Evet, Baykal, dirençliydi Ergenekon davasında.<br />

Birtakım kadroları CHP’ye aldı.<br />

Aynı şeyi Kılıçdaroğlu da yaptı. Seçimlerden<br />

önce Ergenekon sanıklarına CHP<br />

milletvekilliği tanıdı. Mehmet Haberal’a,<br />

Mustafa Balbay’a, Sinan Aygün’e, İlhan<br />

<strong>Cihan</strong>er’e… Yine Demirel bağlantılı kimi<br />

isimlerle yani milliyetçi sağda denilen isimlere<br />

ki en az 20 kişiden söz ediliyor. CHP’de<br />

de bir Ergenekon darbesi oldu. 2007’de eşi<br />

başörtülü olan bir adayı, bir milletvekilini<br />

Çankaya’ya çıkarmama kavgası vardı.<br />

Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan bu tanıma<br />

giriyordu. Esasında Erdoğan’ı bekliyorlardı.<br />

Onun yolunu kesmek için 2005 ve<br />

2007 krizi çıkarıldı. Gül, büyük bir cesaret<br />

ortaya koydu. 367 yani Anayasa Mahkemesi<br />

kararına rağmen TBMM seçime gitti.<br />

Gül, seçimin ne şekilde sonuçlanacağını<br />

bilmemesine karşın kampanya başlattı,<br />

adeta adaylığını perçinledi. Seçimden<br />

sonra tekrar aday olacağını kendi tayin etti.<br />

Evet, Gül, adaylıktan çekilmeyince, MHP<br />

Parlamento'ya girince cumhurbaşkanı seçildi.<br />

Deniz Baykal’ın ve CHP’nin politikası<br />

e-muhtıraya destek vermek, Büyükanıt’la<br />

bu süreci önlemekti. Baykal, bunu başaramadı,<br />

partisini büyütemedi ve partinin başında<br />

kalmaya devam etti. O kaldıkça CHP<br />

zayıflıyordu. Sonunda bu, kaset skandalı<br />

patladı. Onu da devreden çıkardılar. Haliyle<br />

Baykal komplosu da bu yapılanmaya<br />

bağlandı.<br />

Bu yapılanma Ergenekon mu<br />

Ergenekon değil de yani AK Parti’yi bir şekilde<br />

iktidardan etmeye çalışan mekanizmanın<br />

o darbelerle, darbe teşebbüsleri ve<br />

suikastlarla sonuç alamayınca lideri değiştirerek<br />

yeni bir liderlik altında denenmesi<br />

girişimi olarak görüyorum. İleride onu Deniz<br />

Baykal aleyhine kullanabilecek kimler<br />

varsa mutlaka o sürecin içindeydiler. Onlardan<br />

habersiz, başkaları da bilgilere sahiptiler.<br />

Onu sızdırarak özel hayatla ilgili<br />

skandalla devre dışı bıraktılar. Bu da bir ilk.<br />

Etik yönden savunulacak bir tarafı yok.<br />

Bu yoldan sonuç aldılar. CHP epeydir parti<br />

içi demokrasi kanalları tıkalı olduğu için


44<br />

MART-NİSAN 2012<br />

kendini ya askere, ya devlete, ya statükoya<br />

bir yere yaslıyor. Onunla yaptığı muhalefetin<br />

bir oy karşılığı var o da yüzde 20’ler.<br />

Bu oy oranını artıramıyor. Hal böyle olunca<br />

belki devlet aklı dediğimiz mekanizma<br />

orada da kusur arıyor. Niye yapamıyorlar<br />

diye, bir kısım Ergenekoncu’yu partiye aldılar,<br />

onlar partiyi soldan ulusalcılığa doğru<br />

makas değişikliğine itiyorlar. Baykal’ı götürdüler,<br />

Kemal Bey geldi. Şimdi ondan da<br />

memnun değiller ki, partiye sonradan ithal<br />

edilen kadro Kemal Bey sonrasının mücadelesi<br />

kavgasını yapıyor.<br />

Susurluk sürecinde karanlık ilişkiler ağının üzerine<br />

giden, her geçen gün yeni bir skandalı gün yüzüne<br />

çıkarmaya çalışan bazı medya organlarının<br />

aynı refl eksi Ergenekon soruşturmasında göstermediği<br />

görüldü. Bunun çekingenliğini neye bağlıyorsunuz<br />

Evet, tereddüt oldu. Kaynaklarla ilgili bir<br />

sorun o. Bir de kabul edelim, savcılar ve<br />

Emniyet İstihbarat’ın tercihi iktidara yakın<br />

gazetelerdi. Bakın bu olaylar Susurluk’ta da<br />

Ergenekon’da da, şikede de bütün bu malzemeyi<br />

gazetecinin ya da yazı işlerinin görevi<br />

olduğu gibi, sunulduğu gibi aktarmak<br />

değildir. Onunla ilgili meslekî bir elek, süzgeç<br />

gerekiyor. Şimdi bunu yapacak gazetelere<br />

malzeme gitmedi. Malzeme akışı, ifadelerin<br />

sızması falan daha çok iktidara yakın<br />

gazeteler üzerinden gitti. Dolayısıyla<br />

merkez medya dediğimiz Milliyet’in de<br />

içinde bulunduğu, ki Milliyet yine de Ergenekon<br />

ile ilgili çok haber verdi. Ama tereddüt<br />

ve mesafenin nedeninde bilgilere<br />

birinci elden sahip olamama ya da olduktan<br />

sonra analiz etme, mercek altına alma<br />

oldu. İfadeler bir yerde çıkıyor. Nokta’da<br />

günlükler çıkıyor, Taraf’ta Balyoz’a dair bir<br />

bavul belge çıkıyor. Tabii o haberleri yapan<br />

muhabirleri ve gazeteleri yadsımıyorum.<br />

Bunların birçoğu da ses getirdi. Islak<br />

imzalı Dursun Çiçek belgesi ortaya çıktığında<br />

herkes reddetti, Başbuğ ‘kâğıt parçası’<br />

olarak niteledi. Sonra bunun gerçek olduğu<br />

Dursun Çiçek tarafından bile itiraf edildi.<br />

Bu tereddütlerin bir kısmı yargı aşamasında<br />

kalktı.<br />

Basılı ve yazılı organların Ergenekon davalarını sulandırma,<br />

sıradanlaştırma çabasına oldu mu<br />

Tabii oldu, onları eleştirmeliyiz. Oldu, karartmalar<br />

oldu, görmeme halleri oldu. Sulandırmalar<br />

oldu. O da metinlerin bir kısmı<br />

da ifadelerdeki gereksiz detaylar yüzünden<br />

oldu. Orada savcıların sorumluluğu<br />

var. Özel hayata ilişkin bir yığın, gereksiz,<br />

davayla ilgisi olmayan ifadelere neden<br />

bu dosyalarda yer verdiler Sonradan bunlar<br />

dava konusu oldu.<br />

Hanefi Avcı’nın Haliç’te Yaşayan Simonlar adlı kitabında<br />

da Hrant Dink suikastını, Danıştay saldırısını<br />

ve Ergenekon davasının sıradanlaştırıldığını,<br />

derin parmağın görmezden gelindiğini ifade etmiştiniz.<br />

Burada dayanaklarınız nedir<br />

300 sayfalık kitap. Neredeyse yarım ya da<br />

birer ikişer paragrafı bunlar, oysa yakın<br />

dönemin en önemli suikastları bunlar.<br />

Biz, devleti suçluyoruz, dönemin kamusal<br />

sorumlularını. Dink davasına bakın,<br />

30 kişi ile ilgili soruşturma istendi ilerleme<br />

olmadı. Üç kişinin üstüne yıkıldı, bir<br />

tanesi de tahliye oldu. Daha ilk günden<br />

‘Bunlar birkaç çocuk, milliyetçi duygularla<br />

cinayeti işledi’ diyen Cerrah’la, bir iki<br />

paragrafla ona yer veren ‘Cinayet çözülmüştür’<br />

diyen Hanefi Avcı’nın aynı noktada<br />

buluşmaları ilginç değil mi Bu devletin<br />

böyle bir koruma mekanizması var.<br />

Kendisi Devrimci Karargâh’tan suçlanıyor<br />

ama Pelitli’deki adamları suçlamıyor.<br />

Nasıl, neden onunla ilgili kuşku belirtmemiştir<br />

Cinayet çözülmüş, neresi çözülmüş<br />

Hrant Dink Davası’nı ilerletmek<br />

istemediler 2-3 kişinin dışında. Jandarma<br />

boyutunu ihmal ettiler. Susurluk’ta<br />

da aynı şey oldu. Orada da polisin üzerine<br />

yıkıldı olay.<br />

Medyanın Ergenekon ayağına ne kadar gidildi<br />

Bir kere Mustafa Balbay’ın konumu<br />

Ankara’da temsilcilik yaptığı dönemle,<br />

başyazar İlhan Selçuk dönemiyle ilgili.<br />

Ankara gazeteciliğinde o ruh hali vardır;<br />

Genelkurmay’a, Başbakanlık’a, cumhurbaşkanına<br />

gidiliyor. Tabii orada birtakım<br />

telkinler var, onlar daha sonra Balbay’la ilgili<br />

darbeye teşebbüs suçlamasına yol açtı.<br />

Balbay’ın günlükleri var, savunması var. Bir<br />

merkezi güç var mı bütün medyayı yönlendiren,<br />

onu bilemeyiz. Böyle bir suçlamayı<br />

ben de yapmak istemem. Ama bakın<br />

İnternet Andıcı ya da Genelkurmay’da internet<br />

üzerinden medya üzerinden, enforme<br />

etme çabalarından söz ediyoruz. O çabalar<br />

sadece gazete haberlerinin kupürlerinin<br />

dolaşıma sokulması mı yoksa birtakım<br />

köşe yazılarının yazarların hedef alınması<br />

mı Onlarla ilgili dezenformasyon yapılması<br />

mı, onu yazanlara e-mail atılması mı<br />

Burada örgütlülük var mı yok mu iyi bakılması<br />

gerekiyor.<br />

Ergenekon soruşturması sürecinde yeni bulguları<br />

sayfalarına taşıyan bazı gazetelere ‘yandaş medya’<br />

yakıştırması yapıldı. Bu tür sınıfl andırmaları<br />

nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Bu, taraf olma halidir. Türkiye’nin kutuplaşması<br />

İslamcı-Cumhuriyetçi ayrımına<br />

dayanıyor. Yüzde 50’ye varan AK Parti’nin<br />

güçlenmesi karşısında kalan yüzde 50’nin<br />

kendini koruma refleksi. KCK’nın içinde<br />

pek çok gazeteci, aydın tutuklandı. Orada<br />

da ciddi sorunlar var. Bunların her biri sorun<br />

ama demokratikleşme iddiasında bir<br />

ülkede keşke bunları geride bıraksak. Ama<br />

bunların her biri siyasî çatışmanın aracı ve<br />

tarafı haline geliyor.<br />

28 Şubat, medya gruplarının da markaja alındığı<br />

bir dönemdi. Bu dönemde aklınızda kalan bir iz ya<br />

da hatıra var mı<br />

Keşke, 28 Şubat kararlarında Erbakan ilk<br />

andan tepki gösterse, istifa etseydi. O zaman<br />

gelişmeler daha farklı olurdu. Haziran<br />

ayında iktidarın istifaya zorlandığı dönemde<br />

çok doğru bir şey yaptık. O zaman<br />

Yasemin Çongar, Washington temsilcimizdi.<br />

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı<br />

Madeleine Albright’ın askerlere yönelik<br />

‘Anayasa dışına çıkmayın’ uyarısını manşet<br />

yaptık. Hürriyet ve Sabah’a baktığınızda<br />

darbeye karşı çıkan tek gazeteydik. O<br />

manşete, 28 Şubat kadrosu generaller çok<br />

büyük tepki gösterdi. ‘Oraya 2 general<br />

gönderelim mi’ lafları ortada dolaştı, maalesef<br />

üzerimizde birtakım baskılar oluştu.<br />

Sabah ve Hürriyet, andıçlarla pek çok<br />

yanlış işler yaparken, kendi gazetecilerini<br />

işten çıkarırken biz birçok başka olaylar<br />

sebebiyle askerin tepkisine yol açan<br />

11 arkadaşımızı koruduk. Kimsenin burnunu<br />

kanatmadık. Ben, Milliyet’i 28 Şubat<br />

çizgisinin dışında görüyorum. 28 Şubat<br />

medyası diye genelleme yapılıyor bu<br />

çok büyük haksızlık, Milliyet darbeye çanak<br />

tutmadı. Karşı çıktık. Gazete koleksiyonları<br />

duruyor. Kirli malzeme kullanmadık.<br />

Kimseyi hedef göstermedik. Akın<br />

Birdal suikastı gibi kanlı tuzaklara düşmedik.<br />

Akın Birdal vurulduğunda hastane<br />

odasına ilk giden Milliyet yazarı Yavuz<br />

Donat'tı. Suikastı manşetten lanetledik.<br />

Fasa fiso denilen dönemde Susurluk'un<br />

üzerine gittik. Milliyet'in 28 Şubat'taki yayın<br />

yönetmeni olarak yaptığım gazetenin<br />

arkasındayım.<br />

Kimsenin dokunulmazlığı yok. 28 Şubat<br />

da yargılanmalı.


46<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Dijital fotoğraf makinesi çıktı,<br />

hamallık bitti<br />

Spor foto<br />

muhabirleri Celal<br />

Demirbilek, Vedat<br />

Danacı ve<br />

Mahmut Burak<br />

Bürkük fotoğraf<br />

makinesi,<br />

deklanşör ve<br />

vizörün<br />

arkasından<br />

gördüklerini,<br />

manuelden dijitale<br />

geçişi ve bu<br />

süreçte<br />

yaşadıklarını<br />

anlattılar.<br />

Ö<br />

AHMET TEKİN<br />

zellikle de Türkiye’de 50’li 60’lı yıllarda<br />

gazetecilik yapmak, hele hele de foto<br />

muhabirliği yapmak her babayiğidin<br />

harcı değildi. Bu zorluklar sayfaların renklenmesiyle<br />

tamamen imkânsızlaşmıştı. Bir kulübün<br />

ya da milli takımın Avrupa maçı için yapılacak<br />

3 günlük seyahete giden bir foto muhabirini<br />

görenler sanki aylarca sürecek bir tatile çıktığını<br />

sanardı. O dönemde yazılı basının olmazsa olmazı,<br />

şimdilerde ise yayıncı kuruluşa milyonlarca<br />

Euro verip görüntü almaya cesaret edemeyen<br />

televizyon ekranlarını süsleyen fotoğraf karelerinden<br />

ve onun mimarlarından bahsediyorum.<br />

Dijital fotoğraf makineleri çıkmadan önce,<br />

bir foto muhabiri -ki o zaman onlara fotoğraf<br />

sanatçısı deniyordu, şimdi ise sadece foto diyorlar-<br />

seyahat için fotoğraf makinesi, objektif<br />

ve giyeceği kıyafet valizinin yanında renkli<br />

film banyo çantası ve telefoto çantasını da taşımak<br />

zorundaydı. Görenlerin fotoğraf sanatçısı<br />

mı, yoksa valiz taşıyan bir hamal mı olduğunu<br />

kestiremediği bu fotoğraf sanatçıları<br />

artık kendilerine ‘foto’ denmesinden rahatsız<br />

olsalar da dijitale geçtikleri için hamallıktan<br />

kurtulmanın keyfini yaşıyorlar.<br />

Tabii bu iş kolay olmadı. Hele bizim gibi yeniliklere<br />

kapalı bir toplumda bu daha da zordu.<br />

Dijitale geçen ilk kurum Türkiye gazetesi spor<br />

servisi idi. Hemen ardından ise Zaman Gazetesi<br />

Spor Servisi bu işe soyundu. Kale arkalarında<br />

digital makinelerle çalışan Ahmet Bilici ve Mahmut<br />

Bürkük, diğer foto muhabirlerinin tacizine<br />

uğruyorlardı. Bu iş tutmaz, dianın yerini kalite<br />

olarak dijital makinalar tutmaz dediler ama, kaliteden<br />

çok hız önemli olduğu için digital önemliydi.<br />

Bugün 'dijital tutmaz' diyen o zamanın duayenleri<br />

Atalay Kayaoğlu, Yaşar Saygı, İlyas Namoğlu<br />

gibi fotoğraf sanatçıları şimdi digitalin gerekliliğinden<br />

bahsedip, zamanında çok hamallık<br />

yaptıklarını anlatıyorlar.<br />

Foto muhabirliğinin dününde de, bugününde<br />

de ter döken, gelişmeyi birebir yaşayan<br />

3 önemli isim, Celal Demirbilek, Vedat Danacı<br />

ve Mahmut Burak Bürkük ile bu gelişmeleri konuştuk.<br />

Demirbilek, Danacı ve Bürkük, fotoğraf<br />

makinesi, deklanşör ve vizörün arkasından gördüklerini,<br />

manuelden, dijitale geçişi ve bu süreçte<br />

yaşadıklarını anlattılar.<br />

İşte 3 duayenin, manuelden dijitale geçişi,


MART-NİSAN 2012<br />

47<br />

yaşadıkları ilginç hatıralar ve kendileriyle<br />

ilgili gelişmelerin detayı…<br />

CELAL DEMİRBİLEK: AMATÖRLERDE<br />

FOTO MUHABİRİ OLMAK VE MANŞET ÇI-<br />

KARMAK KOLAY DEĞİL<br />

Gazetecilikte görünmez kahramanlardan<br />

biri de amatör branşların<br />

peşinde koşan, çalıştığı gazetede<br />

kolay kolay manşet olmayacak<br />

branşlardan haber çıkarmaya çalışan<br />

emekçilerdir. Bu emekçilerden<br />

biri de nadiren futbol maçlarına<br />

giden, ama voleybol, boks, güreş,<br />

halter, atletizm ve Uzakdoğu<br />

sporlarını hem de Hürriyet gibi bir<br />

gazetenin sık sık manşetine taşıyan<br />

Celal Demirbilek. Yılların tecrübesi<br />

Celal Demirbilek, günümüz<br />

kuşağının foto muhabirlerini çok<br />

şanslı bulurken, kendi dönemlerinde<br />

çok büyük sıkıntılar yaşadıklarını<br />

anlattı.<br />

Yeni dönem foto muhabirleri ile<br />

kendisinin ilk yıllarını kıyaslayan<br />

Demirbilek, "Bizim 1960’lı dönemin<br />

foto muhabirliği ile yeni jenerasyon<br />

arasında teknik açıdan elbette<br />

kıyaslanamayacak kadar çok<br />

büyük farklar var. Dijital ortamda<br />

yetişen foto muhabiri arkadaşlarımızı<br />

çok şanslı görüyorum. O<br />

dönemler yurtdışı seyahatlerimize<br />

dört çanta (zati eşyalarımız, fotoğraf<br />

makinesi-objektif, film banyo<br />

araçlarının bulunduğu çantalar<br />

ile telefoto cihazları) ile giderdik.<br />

Hatta çoğu kez gittiğimiz yerlerde<br />

su kovası bulamama riskini<br />

göz önünde tutarak kovamızı bile<br />

götürdüğümüz olurdu. Elimizde<br />

kovaları gören yerli-yabancı turistler<br />

garip garip bakar, hatta içlerinden<br />

laf atanlar da olurdu. “çamaşırlarınızı<br />

mı yıkayacaksınız Banyo<br />

için mi götürüyorsunuz” sorularına<br />

muhatap da olurduk. Batı<br />

Avrupa ülkelerindeki organizasyonlarda<br />

akşam seansı fotoğraflarını<br />

baskıya yetiştirme konusunda<br />

büyük stres yaşardık. Isıttığımız<br />

suyun 1 derece farkının bile filmleri<br />

bozacağı düşünülürse bu stresin<br />

ne denli olduğu apaçık ortadadır.<br />

Yıkadığımız filmlerin kurutulması,<br />

daha önceki yıllarda fotoğraf<br />

kartına bastırılıp geçilmesi sırasında<br />

sık sık atılan çizgiler nedeniyle<br />

renklerin tekrarlanması zamanlama<br />

açısından en büyük sorun teşkil<br />

ediyordu. Karta bastırma tekniğinden<br />

bir sonraki li-faks tekniği<br />

işimizin yoğunluğunu azaltmasını<br />

gerektirirken işlemler maalesef<br />

daha da uzuyordu.<br />

İşte böylesine bir çalışma ortamından<br />

sonra geçilen dijital foto<br />

muhabirliği dönemi hem taşıdığımız<br />

eşyaların kilosunu düşürdü,<br />

hem serilik hem de zamana karşı<br />

yarışta büyük avantajlar sağladı.’’<br />

yorumunda bulundu.<br />

Demirbilek, gazetecilik yaşamında<br />

ilginç olaylara da şahitlik<br />

etmiş. İlk yıllardaki fotoğrafların<br />

gazetelere yetiştirilmesinde yaşadıklarını<br />

anlatırken ilginç anılarını<br />

sormamız üzerine ise, "Olmaz<br />

mı Öyle olaylar yaşadık ki; örneğin<br />

bir olimpiyat ya da Akdeniz<br />

oyunlarının bilhassa açılış törenlerinde<br />

o kadar çok makara film yıkıyorduk<br />

ki, bu işlem sabaha kadar<br />

sürüyordu. Bir yandan filmlerin<br />

kurutulması, öbür yandan fotoğrafların<br />

geçilmesi saatler alıyordu.<br />

Polonya’da yapılan bir Avrupa<br />

Güreş Şampiyonası’nda filmlerimi<br />

yıkayıp fotoğraflarımı geçmek<br />

için bir karanlık oda talebim<br />

olmuştu. Organizasyon yetkilileri,<br />

içinde lavabosı olan bir odaları olmadığı<br />

için bana bir tuvaleti gösterip<br />

içine de bir masa koymuşlardı.<br />

Şampiyona sırasında çalışırken<br />

bir kez tuvaletin kapısını kilitlemeyi<br />

unutmuştum. İçeri insanlar girip<br />

tuvaleti kullanmaya başladılar.<br />

Çıkarken de bozuk 'Zloti’leri masaya<br />

bırakıyorlardı. İçlerinden biri<br />

kâğıt 'Zloti’yi masaya koymuş, bağırmaya<br />

başladı. Bir ara da omuzuma<br />

dokunup paranın üstünü istedi.<br />

Meğerse tuvalete giren o kişi<br />

beni tuvaletçi zannedip paranın<br />

üstünü istiyormuş.'' derken çalışma<br />

ortamlarının da her zaman iyi<br />

olmadığına vurgu yaptı.<br />

Dijital fotoğrafçılığın etkileri,<br />

olumlu olumsuz yönleri ile ilgili<br />

sorulara cevap verirken, yaşanan<br />

olaylar ve uyum sıkıntısını da<br />

anlatan Celal Demirbilek, makara<br />

film dünyasından, digital ortama<br />

geçişte uyumun bir aylık bir<br />

zaman diliminde gerçekleştiğini<br />

Celal Demirbilek


48<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Vedat Danacı<br />

söyledi. Hem dijital fotoğraf makineleri<br />

hem de bilgisayar ortamına geçişte zorluklar<br />

yaşamadığını anlatan Demirbilek, çok<br />

rahatladıkları vurgusunu da yaparak şunları<br />

söyledi:<br />

"Eski sisteme göre görevim yüzde 90<br />

rahatlamıştı. Elbette olumlu olduğu kadar<br />

olumsuz yönleri de vardı. Yılların foto<br />

muhabiri de olsanız, çektiğiniz filmlerin<br />

nasıl çıkacağı stresini üzerinizden atmanız<br />

mümkün değildi. Dijital fotoğrafçılıkta<br />

bu sorun sıfır idi. Açık mı geldi, sil, bir daha<br />

çek. Renkler oturmadı mı Photoshopda<br />

dilediğin gibi oyna. Fotoğrafa ters takla<br />

bile attır. Film dünyasına alışık bizler dijitalin<br />

oynamalarını önceleri çok yadırgadık.<br />

Bir kere film dünyasının doğallığını, saflığını<br />

hissedemiyorsunuz. Karta yansıttığınızda<br />

bire bir doğallığı yakalayamıyorsunuz.<br />

Dijital makinelerden çıkan fotoğrafların<br />

renk ayrımlarının daha sert olduğu<br />

da bir gerçek. Bir futbol maçında topun fileleri<br />

havalandırması fotoğraf karesine temaşa<br />

verirdi. Şimdi gol oldu, top yok mu<br />

Problem de yok. Topu alın, istediğiniz yere<br />

koyun. Bir gazeteci olarak dijital ortamdan<br />

çok mutluyum. İşim kolaylandı, süratim<br />

arttı, ağırlık taşımaktan bel fıtığımın ağrıları<br />

azaldı. Film fotoğrafçılığı mı, dijital fotoğrafçılık<br />

mı tartışma götürür ama ben yine<br />

de film dünyasındaki o çektiğim fotoğrafları<br />

şimdi özlüyorum."<br />

Demirbilek, dia ve negatif olarak çalıştıkları<br />

dönemdeki kaliteye şu anda ulaşabildiklerini<br />

sanmadığını da anlatırken,<br />

teknolojinin üst seviyeye çıktığı bir dönemde<br />

dia ve negatif film kalitesine ulaşabildiğini<br />

sanmadığını ifade ederek, "O<br />

dönemin fotoğraf kartı üzerine düşen ayrı<br />

bir doğallığı vardı diye düşünüyorum.’’<br />

dedi.<br />

"Foto muhabirleri olarak gerekli saygıyı<br />

görüyor musunuz Fotoğrafçı diye hitap<br />

edilmesinden rahatsız mısınız" sorusu<br />

ise Celal Demirbilek’in derinden bir<br />

iç çekmesine neden oldu. Demirbilek,<br />

bu sorumuza da bir örnekle cevap verdi,<br />

şunları söyledi:<br />

"Bir genç muhabir arkadaşıma ‘Kulüp<br />

muhabirliği yapıyorsun. Her zaman<br />

yanında bir foto muhabiri bulunmayabilir.<br />

En azından küçük bir fotoğraf makinası<br />

al, yanında olsun. Ani gelişen bir<br />

olay mı oldu çekersin.' dediğimde bana,<br />

“Celal abi. Ben muhabirim. Fotoğraf<br />

makinesi ile gidersem, bana haber vermezler”<br />

demez mi Bu cevap beni şoke<br />

etmişti. Oysa ben bu genç arkadaşıma<br />

“Bak ben de muhabirim. Ancak muhabirliğin<br />

haber yazanı, fotoğraf çekeni olmaz.<br />

Hem istihbaratını kendin yapacaksın,<br />

hem fotoğrafını çekeceksin, hem de<br />

yazacaksın. 1969 yılında işe ilk girişimdeki<br />

kadro mukavelemde muhabir yazılıydı<br />

ama ben daha stajyer dönemimde<br />

elime o günün şartlarına göre mütevazi<br />

bir fotoğraf makinası almıştım. O<br />

gündür bu gündür affedersiniz tuvalete<br />

bile makine ile giriyorum, otellerde baş<br />

ucumda yine makinem ile yatıyorum.<br />

Uzman muhabirim ama fotoğraf ödüllerim<br />

de Allah’a şükür oldukça çok.” cevabını<br />

vermiştim.<br />

VEDAT DANACI: DİJİTALİ KİME VERSEK BİR ŞEY<br />

ÇEKER<br />

Geçmişle günümüz arasında köprü vazifesi<br />

yapan, kuşak çatışmasından ziyade kuşaklar<br />

arasındaki irtibatı güçlendiren usta<br />

bir foto muhabiri olan Vedat Danacı, geçmişte<br />

yaşananların aksine bugün çok rahat<br />

olduklarını söylüyor.<br />

Yeni yetişen foto muhabirleri ile kendinin<br />

ilk yıllarını kıyaslarken avantaj ve dezavantajlardan<br />

bahseden Vedat Danacı,<br />

yeni kuşağın teknolojik açıdan daha avantajlı<br />

gözükseler de, yeteneklerini icra etme<br />

anlamında o kadar şanslı olmadıklarını<br />

söylüyor.<br />

"Eskiden insan unsurunun bu işte makineden<br />

daha önemli olduğunu düşünüyorum.<br />

Şimdi ise tam tersi. Mesleğimizde<br />

eskiden ekonomik olarak belki çok kazanamıyorduk<br />

ama manevi haz çok daha etkiliydi.<br />

Şimdi maddî olarak tatmin olunamadığı<br />

gibi manevî olarak da o haz sağlanmıyor.<br />

Son yıllarda insana yatırım olmuyor.<br />

Kafalardaki düşünce dijital kamerayı<br />

kime versek bir şey çeker, getirir. Böyle<br />

olunca da çok sağlıklı bir şey olduğuna<br />

inanmıyorum. Eskiden büyüklerimizin<br />

düşüncelerinden faydalanıyorduk. Şimdi<br />

ise yeni isimlere yardımcı olacak isimlerin<br />

olduğuna inanmıyorum.’’<br />

İlk yıllardaki fotoğrafların gazete merkezlerine<br />

yetiştirilmesi ile ilgili ilginç anılar<br />

olduğunu belirten Vedat Danacı, geçmişle<br />

günümüzü kıyaslarken ise, "Eskiden<br />

fotoğraf yetiştirme çok zordu. 15 dakikada<br />

gazetelere film kaseti yollanırdı, kuryelerle.<br />

Bir defasında bir arkadaşımız Fenerbahçe<br />

Stadı'ndan filmleri alıp, Cağaloğlu'na<br />

yetiştirecek. Fakat arkadaşımız yanlışlıkla<br />

Kadıköy'den Eminönü vapuruna bineceğine,<br />

Adalar vapurun biniyor. Kaptandan<br />

ricada bulunmasına rağmen olmuyor tabii,<br />

Adalar'a gitmek zorunda kalıyor. Şimdi<br />

düşününce bunlar hayal gibi geliyor yeni<br />

nesil foto muhabirlerine ama hepsi yaşanmış<br />

hikâyeler." yorumunda bulundu.<br />

DİGİTAL SİSTEM, DEĞERİMİZİ DÜŞÜRDÜ<br />

Dijital fotoğrafçılığın etkisine de vurgu yapan<br />

Vedat Danacı, olumlu olumsuz yönlerini<br />

anlatırken de olumsuzluğun daha fazla<br />

olduğunu söylüyor. Vedat Danacı, kesinlikle<br />

olumsuz etkilendiklerini de belirtirken,<br />

"İşimizi kolaylaştırdığı kesin ama<br />

çok gereksiz adam türedi. Ben foto muhabiri<br />

olarak değerimin eskiden çok daha iyi


MART-NİSAN 2012<br />

49<br />

anlaşıldığını düşünüyorum. Eski teknolojide<br />

daha kıymet verilirdi ve ciddi bir rekabet<br />

vardı. Fotoğrafı çekmek, filmi yıkamak,<br />

ağır ve zor çalışan cihazlarla merkeze göndermek<br />

bunların hepsi tek tek ayrı bir yetenek<br />

gerektirirdi. Teknoloji girince bence<br />

çalışanlarda kalite çok düştü. Cefasını çekmeden<br />

sefasını sürmeye başladı yeni nesil.<br />

Türkiye'deki en kolay meslek dalı foto<br />

muhabirliğidir.’’ diyerek, üzüntüsünü dile<br />

getiriyordu.<br />

Dia ve negatif olarak çalıştıkları döneme<br />

oranla kalite olarak daha ileride olduklarını<br />

iddia eden Vedat Danacı, "Kalite olarak çok<br />

daha fazlasına ulaştık. Onu inkar etmek olmaz.<br />

Şu andaki dijitaller çok kaliteli fotoğraflar<br />

çekiyor ama o kalitenin sayfalara yansımasını<br />

göremiyoruz şu anda ne yazık ki."<br />

diyerek yaşadığı sıkıntıyı da dile getirdi. Foto<br />

muhabirleri olarak bugün gerekli saygıyı<br />

görmediklerine de vurgu yapan Vedat Danacı,<br />

"Şu an için gerekli saygıyı gördüğümü<br />

düşünmüyorum. Herhangi bir büyüğümüzün<br />

gelip eline sağlık demesi söz konusuydu<br />

ama şimdi maalesef kimsenin umurunda<br />

değil. Kimin ne çektiğinin kimse farkında<br />

bile değil. Sayfaları yapan çoğu arkadaşımız<br />

maçı seyretmeden, gelen fotoğrafı değerlendiriyor.<br />

Ondan da ne beklersin. Hele<br />

bir de benim ısrarla karşı çıktığım muhabirler<br />

arası bir fotoğraf transferi var ki bu da<br />

bizi tamamen bitiriyor.’’ diyerek, üzüntüsünü<br />

dile getiriyor.<br />

BÜRKÜK: FOTO MUHABİRİ MESLEĞİN HAMALI<br />

Bir diğer konuğumuz ise Zaman’ın içinde<br />

zamanla yarışan bir foto muhabiri; Mahmut<br />

Burak Bürkük. 17 yılı aşkın bir süredir<br />

spor dünyasındaki gelişmeleri fotoğraflayan<br />

ve birçok dalda ödüller alan Bürkük, bu<br />

mesleğe dair yaşadıklarını, sıkıntı ve tespitlerini<br />

bizimle paylaştı.<br />

Meslek yaşamının başında kulüp muhabirliği<br />

görevini de yapan Bürkük, "Mesleğe<br />

ilk başladığımda henüz dijital makineler<br />

yoktu. Ve ne acıdır ki çalıştığım kurumun<br />

fotoğraf arşivi oldukça zayıftı. İdealim<br />

iyi bir gazeteci-yazar olmaktı; gazete<br />

ve dergilerden fotoğraf tarandığını gördüğümde<br />

içim burkuluyordu. İşe Beyazıd<br />

Meydanı'ndaki 2. el pazarından bir fotoğraf<br />

makinesi alarak başladım. Bu alandaki<br />

misyonumu tamamlayıp idealimin peşinde<br />

yol almaya çalışırken, ‘fotoğraf’ bir hastalık<br />

gibi peşime takıldı. Ne ben onu bırakabildim<br />

ne de o beni.’’ derken fotoğrafçılığa<br />

tutkusunu dile getiriyordu.<br />

Mahmut Burak Bürkük<br />

Türkiye'de dijital fotoğrafçılığa ilk geçen<br />

kurumlardan biri olduklarını hatırlatan<br />

Mahmut Burak Bürkük, bu durumun işleri<br />

kolaylaştırmakla birlikte zamanla foto muhabirini<br />

değerden düşürüp teknolojiyi ön<br />

plana çıkardığından duyduğu rahatsızlığı<br />

dile getiriyor.<br />

Bürkük’e göre, foto muhabirini farklı<br />

ve başarılı kılan detay, tecrübe ve beceride<br />

gizliyken şimdilerde bu değerlere makinelerin<br />

yüzde 60 oranında etki ettiğini söylüyor.<br />

‘Digital çıktı mertlik bozuldu.’ diyen<br />

Bürkük, "Eskiden piyasada iyi foto muhabirini<br />

parmakla gösterebilirlerdi. Şimdi<br />

hem sayı fazla hem de fotoğraf artık oltaya<br />

gelen bir balık gibi. Yapılan yatay transferler<br />

ustaları bitirdi. Ertesi gün farklı gazeteleri<br />

alanlar maalesef aynı fotoğrafları turnusol<br />

kâğıdından çıkmış gibi görmek zorunda<br />

bırakılıyor.’’ serzenişinde bulundu.<br />

"Fotoğraf alışverişinin önüne nasıl geçilebilir"<br />

diye sorduğumuzda aldığımız<br />

cevap ilginçti; "Suçlu foto muhabiri değil,<br />

yönetici ve idareciler. Bu konuda çalışanına<br />

yasak getirmediği için önüne geçmek<br />

mümkün değil. Bunun yanında bir de<br />

makinesi olmadan da yaptığı transferlerle<br />

mükemmel! fotoğraf çeken arkadaşlarımız<br />

var. Bunu müdürü bildiği halde başkasından<br />

alınan fotoğrafa makinesi bile olmayan<br />

adamının ismini yazdırabiliyor. Bu, rekabeti<br />

ortadan kaldırdığı gibi fotoğraf alışverişinde<br />

bulunmayıp, ilkeli davranmaya çalışan<br />

meslektaşını da zora sokuyor. Foto muhabirliğinin<br />

en adaletsiz yanlarından biri de<br />

hep sizde olmayana tamah edilmesidir.’’<br />

FOTOĞRAFI EDİTÖR SEÇER, TASARIMCI SUNAR<br />

Tekdüzeliğe rağmen spor ve savaş muhabirliği<br />

gibi alanların tecrübe gerektirdiğini<br />

ancak özellikle spor fotoğraflarının kullanımı<br />

konusunda Türkiye'de ciddi sıkıntılar<br />

bulunduğuna dikkat çeken Mahmut Bürkük,<br />

en önemli sorunun ise fotoğraf editörlüğünün<br />

aktif kullanılmamasını gösteriyor.<br />

Hayatında fotoğraf çekmemiş tasarımcıların<br />

gazeteye girecek kare konusunda söz<br />

sahibi olmasının yanlış olduğuna vurgu yapan<br />

Bürkük, "Fotoğrafın değerini en iyi, çeken<br />

bilir. Önemini ise editör. Türkiye’de ise<br />

maalesef çeken de editör de sayfaya yaklaştırılmadığı<br />

için tercih sayfa tasarımcısının<br />

inisiyatifinde kalıyor.'' siteminde bulunarak<br />

da ilgililere mesaj göndermeyi ihmal<br />

etmiyor.<br />

Gazetecilik mesleğinde en zahmetli dalın<br />

hangisi olduğunu sorduğumuz Bürkük,<br />

hiç tereddütsüz, ‘foto muhabirliği’ diyor.<br />

Nedenini ise şu cümlelerle açıklıyor: "Yükte<br />

ve pahada ağır bir iş yapıyor çünkü. Bir muhabirin<br />

ve kameramanın mesleğe dair mali<br />

harcaması ‘sıfırdır’. Kullandığı bilgisayar<br />

ya da kamera kurumun malıdır ve üzerine<br />

zimmetlenir. Ancak kapsamlı bir foto muhabirinin<br />

çantasında yaklaşık 25 bin dolarlık<br />

malzemesi vardır. Ve bu malzemelerin<br />

ortalama 30 kiloluk ağırlığı olduğu da göz<br />

önüne alınırsa gazeteciliğin hamalı foto muhabirleridir<br />

demek hiç de insafsızlık değildir.<br />

3 yılda bir malzemelerinin yenilenmesi<br />

de hesaba katıldığında bir foto muhabiri<br />

meslek yaşamı boyunca tam maaş alamadan<br />

emekli olmak zorunda kalmaktadır."


50<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Medyaya ‘genç gazeteci’ dopingi<br />

Marmara<br />

Üniversitesi<br />

İletişim Fakültesi<br />

Dekanı Prof. Dr.<br />

Yusuf Devran,<br />

öğrencilere uygulama<br />

merkezlerinin<br />

kapılarını<br />

açıp, öğrencilerin<br />

habercilik anlayışlarının<br />

gelişmesine<br />

katkıda<br />

bulunuyor.<br />

M<br />

SİNAN GÜL<br />

armara Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />

bünyesinde kurulan Marmara Medya<br />

Merkezi (MMM), yayıncılık alanında<br />

eğitimle pratiği buluşturuyor. İnternet<br />

üzerinden yayın yapan merkezde, Marmara<br />

Üniversitesi televizyonu, radyosu, gazetesi<br />

ve ajansı ile hizmet sunuluyor. Sadece<br />

öğrencilerden oluşan 50 kişilik kadrosuyla<br />

ulusal kanalları kıskandıracak yayınlara imza<br />

atan medya merkezinde, öğrenciler okulda<br />

aldıkları teorik bilgileri uygulama atölyelerinde<br />

pratiğe dönüştürüyor.<br />

Üniversiteler, iletişim fakültelerinden<br />

mezun olan öğrencilerin uygulama alanında<br />

yetersiz kalması üzerine 1990’lı yıllarda özelleştirmeleri<br />

müteakip, yerel kamusal yayıncılığa<br />

başladı. Çok sayıda üniversite hızla televizyon<br />

ve radyo kurmak için çalıştı. İletişim<br />

fakültelerinin olmazsa olmazı uygulama birimleri,<br />

öğrencilerin derslerden sonra ikinci<br />

durakları oldu. Marmara Üniversitesi İletişim<br />

Fakültesi’nde de 1993 yılında radyo yayınları<br />

başladı. 2009 yılında televizyon stüdyosu<br />

kuruldu ve internet üzerinden kısa süreli<br />

yayınlarını sürdürdü. Uygulama merkezi<br />

sayesinde öğrenciler, teoriyle pratiği birleştirdi<br />

ve sektöre yaklaştı. Fakat bir süre sonra öğrenciler,<br />

uygulama birimlerindeki yetersizlikler<br />

sebebiyle bu çalışmalardan uzaklaştırıldı.<br />

Son aylarda ise fakültenin uygulama birimi<br />

adeta küllerinden yeniden doğdu. 2011 yılında<br />

uygulama merkezi, MMM halini aldı. Atıl<br />

durumdaki yayın birimleri çok kapsamlı bir<br />

medya merkezine dönüştürüldü. MMM radyo,<br />

televizyon yayınları, haber ajansı, animasyon,<br />

kurgu, tasarım ajansı ve internet haberciliği<br />

birimleri kuruldu. Merkezin tüm kontrolü<br />

de öğrencilere verildi.<br />

İlk yıl İngilizce hazırlık eğitimi alan öğrenciler,<br />

ikinci yılın sonunda teorik eğitimlerini<br />

pratikle birleştirerek sektörde görev alabilmek<br />

için ilk adımı MMM’de atıyor. Tüm<br />

programlarını doktora ve yüksek lisans öğ-


MART-NİSAN 2012<br />

51<br />

PROF. DR. YUSUF DEVRAN<br />

rencilerinin gözetimindeki öğrenciler<br />

yapıyor. Öğrencilerin elinin değmediği<br />

hiçbir görüntü, haber, fotoğraf yayına<br />

konulmuyor. Öğrenciler; kameraman,<br />

muhabir, yönetmen, resim seçici, sesçi,<br />

sunucu, kurgucu, haber spikeri, VTR<br />

(bant görüntüsü) ve KJ (altyazı) operatörü<br />

ile haber editörü gibi görevleri üstleniyor.<br />

Televizyonda çalışan öğrenciler<br />

zamanla yer değiştirebiliyor. Yaşanan<br />

öğrenci sirkülasyonuyla yeni öğrencilerin<br />

uygulama yapmasına imkan veriliyor.<br />

Birçok öğrenci profesyonelliğe adım<br />

atmanın doğası gereği, yaz-bayram tatili<br />

demeden görevlerinin başında ter döküyor.<br />

Yaşıtları tatilin keyfini çıkarırken<br />

buradaki öğrenciler, haber vermenin<br />

ciddiyetiyle işlerini yürütüyor. Tecrübeli<br />

olanlar bir programın yönetmenliğine<br />

soyunuyor, yeni başlayanlar kamera<br />

arkasına geçiyor. Genç yaşta önemli bir<br />

işe imza atmanın coşkusu hepsinin yüzüne<br />

yansıyor. Koordineli ve usta-çırak<br />

ilişkisi içerisinde çalışan genç medyacılar,<br />

adeta amatör ruhla profesyonel bir<br />

çalışma ortaya koyuyor. Haberleri yayına<br />

yetiştirme telaşı kimi zaman strese<br />

dönüşebiliyor. Burada deneyimlilerin<br />

ustalığı devreye giriyor ve sorunlar aşılıyor.<br />

Kayıt başladığında nefesler tutuluyor.<br />

Ürünün mükemmel olması için<br />

herkes özveri gösteriyor.<br />

Öğrencilerin bu koşuşturması göz<br />

önünde olsa da arka planda fakültede<br />

adeta ‘devrim’ yapan İletişim Fakültesi<br />

Dekanı Prof. Dr. Yusuf Devran yer<br />

alıyor. İlk olarak öğrencilere uygulama<br />

merkezlerinin kapılarını açan Devran,<br />

öğrencileri uygulama merkezlerine<br />

teşvik ediyor. Merkezle bizzat ilgilenen<br />

Devran, MMM başkanlığını da kendisi<br />

üstlendi. Yaptığı yeniliklerin başında<br />

sadece bir avuç öğrencinin pratik<br />

yapabildiği habercilik anlayışının yerine,<br />

medya merkezini kurması geliyor.<br />

MMM’ tamamen öğrencilerin kontrolüne<br />

veren Devran, onlardan desteğini<br />

bir an olsun eksik etmiyor.<br />

MMM bünyesinde internet üzerinden<br />

radyo ve televizyon yayınlarının yapıldığını<br />

aktaran Devran, haber, kültür,<br />

eğitim, spor ve müzik programlarının<br />

yer aldığını ifade etti. Televizyonun<br />

bir süre sonra Marmara IP TV üzerinden<br />

yayın yapacağını dile getiren Devran,<br />

“Önümüzdeki günlerde mobil reji aracı<br />

sayesinde, İstanbul’da 15 farklı noktada<br />

yerleşkesi bulunan üniversitemiz bünyesinde<br />

gerçekleştirilecek olan etkinlikleri<br />

canlı yayınlayacağız.” dedi.<br />

MMM’de sektöre ve diğer kurumlara<br />

yönelik yapımlar da gerçekleştirdiklerini<br />

kaydeden Devren, stüdyolarını isteyenlere<br />

açtıklarını, buradan elde edilen<br />

gelirle çalışan öğrencilerin ve kurumun<br />

ihtiyaçlarının karşılanacağını dile getir-


52<br />

MART-NİSAN 2012<br />

di. MMM’de çalışan öğrencilere ayda<br />

220 TL burs verdiklerini kaydeden Devran,<br />

en kısa zamanda medya merkezinde<br />

çalışan öğrencilerin sayısını 150’ye<br />

yükselteceklerini sözlerine ekledi.<br />

PROMPTER CİHAZI DEMİRCİDE YAPTIRILDI<br />

Fakülte tarafından MMM’nin maddi<br />

olarak desteklenmesine rağmen öğrenciler,<br />

tasarruf yapmayı da ihmal etmiyor.<br />

Piyasa değeri 2 bin Euro’nun üzerinde<br />

olan prompter cihazını öğrenciler,<br />

400 TL’ye bir demirciye yaptırdı.<br />

MMM Koordinatörü Yenal Göksun,<br />

demir atölyesinden çıkma promter<br />

cihazının hikâyesini şöyle anlatıyor:<br />

“Haber programı yapmaya karar verdikten<br />

sonra promptersiz olmayacağını<br />

gördük. Cihaz için piyasa araştırması<br />

yaptık. Şirketler yüksek fiyat istedi. Bunu<br />

bir demircide de özel bir tasarım olarak<br />

yaptırabileceğimizi düşündük. Demirciyle<br />

irtibata geçtik. Buraya geldi, ölçülerini<br />

aldı. Bir bilgisayar ekranı verdik.<br />

Ona göre bir format hazırladı. Prompteri<br />

tasarladı ve bize gönderdi. Öğrenciler,<br />

tripoda monte etti. Tripodla dengede<br />

durması için de halter ağırlıklarını<br />

kullandık. Prompter cihazının camı<br />

da 250 Euro’ydu. Biz de uygun bir cam<br />

bulduk, bunu kestirdik ve cihaza monte<br />

ettik. Sonuç olarak aslını aratmayan<br />

bir prompter cihazını öğrenciler kendi<br />

emekleriyle elde etmiş oldu. Fakültenin<br />

vermiş olduğu imkânlarla bu cihazları<br />

rahatlıkla alabilirdik. Bu yaptığımız<br />

tasarruf sayesinde öğrenciler yaptıkları<br />

iş arasında sıkı bir bağ kurdu. İşlerini<br />

daha çok sahiplendiler. Her şeyden önce<br />

prompter cihazı en baştan nasıl yapılır<br />

öğrendiler.”<br />

Uygulama merkezinde çalışan öğrenciler,<br />

adeta Türkiye’nin mozaiğini<br />

yansıtıyor. Ağrı'dan, Uludere’den,<br />

Samsun’dan, İstanbul’dan Diyarbakır’dan,<br />

çok sayıda ilden öğrenciler burada<br />

uyum içerisinde kendilerini yetiştirerek<br />

sektöre hazırlanıyor.<br />

Yüksek lisans öğrencilerinden Sedat<br />

Aygün, lisans döneminde de uygulama<br />

merkezinde çalıştığını hatırlattı. Önceden<br />

malzemeleri kullanma imkânı dahi<br />

verilmediğini aktaran Aygün, “Stüdyoda<br />

ışık, yaka mikrofonu, kamera yok<br />

deniliyordu. Biz hiç malzemeyi görmedik.<br />

MMM, açılmasıyla beraber bunlara<br />

ulaşabilme imkanı sağlandı. Stüdyoda<br />

kameraları bu yıl kullanmaya başladım.<br />

Daha önce kullanamıyordum.” diye<br />

konuştu.<br />

Öğrencilerden Seval Ayran, uygulama<br />

merkezinde televizyon biriminde<br />

çalıştığını, televizyon haberlerini hazırlayıp<br />

sunuculuk yaptığını söyledi. Mezun<br />

olduğunda televizyonda sunuculuk<br />

yapmak istediğini kaydeden Ayran,<br />

“Hedefime ulaşmak için tüm aşamalarda<br />

uzmanlaşmak için çalışıyorum. Uygulama<br />

biriminde televizyon haberinin<br />

en başından yayına hazır hale gelene<br />

kadar nasıl hazırlandığını öğrendim.<br />

Sunuculuk yaparak deneyim kazanıyorum.<br />

Burada öğrendiklerimi mesleğe<br />

hazırlıkta yeterli görüyorum. Başka<br />

bir yerde staj yapmış olsaydım bu kadar<br />

uygulama imkanı bulamayacaktım.”<br />

ifadesini kullandı.<br />

Yaşar Furkan Türkyurt da uygulama<br />

biriminde kamera bölümünde çalıştığını<br />

ifade etti. Görüntü yönetmeni olmayı<br />

hedeflediğini kaydeden Türkyurt, kameramanlığın<br />

bunun için iyi bir başlangıç<br />

olduğunu kaydetti. Alanında daha<br />

da uzmanlaşmak istediğini dile getiren<br />

Türkyurt, Marmara Medya Merkezi uygulama<br />

birimlerinde çalışarak iş hayatına<br />

hazırlık adına önemli deneyim elde<br />

ettiğini sözlerine ekledi.<br />

Mecit Oyar ise henüz ikinci sınıfta olduğunu,<br />

Marmara İletişim Fakültesi’ni,<br />

ideallerine ulaşmak için en iyi üniversite<br />

olarak gördüğü için seçtiğini aktardı.<br />

Uygulama merkezinde internet haberciliği<br />

alanında çalıştığını kaydeden<br />

Oyar sözlerini şöyle tamamladı: “Uygulama<br />

birimleri okulda birçok dersimizin<br />

uygulanabilmesine olanak vermektedir.<br />

Yani öğrendiğimiz bazı bilgileri okulda<br />

uygulama fırsatı yakaladığımız için daha<br />

önceki öğrencilere nazaran şanslı olduğumu<br />

düşünüyorum. Tüm alanlarda<br />

kendimi yetiştirmek için çalışıyorum.<br />

Bunun için reji, radyo, stüdyo, kamera<br />

ve stüdyo yönetmenliği gibi bölümlerde<br />

çalıştım. Burada öğrendiğim bilgiler<br />

başlangıç için iyi bir fırsat ancak ileriki<br />

uzmanlığımız için daha çok çaba ve<br />

emek gerektiğini düşünüyorum. Edindiğim<br />

bilgiler sayesinde medya sektöründe<br />

adaptasyon sorunu yaşamayacağımı<br />

düşünüyorum.”


54<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Türkiye’nin tanıtımını Rusça<br />

yapıyor ama gereken ilgiyi göremiyor<br />

Türkiye'nin kültürünü, tarihini, turizmini, ekonomisini<br />

ve Rusça konuşan ülkelerin Türkiye ile<br />

olan ilişkilerini Rusça olarak yazan gazete, okuyucuya<br />

haftalık olarak ulaşıyor.<br />

T<br />

İLHAN BASMACI<br />

ürkiye’deki haberleri Türkiye’de yaşayan<br />

ve tatil amaçlı Türkiye’ye gelen<br />

Ruslarla birlikte Rusça konuşan ülkelerin<br />

vatandaşlarına hem Türkiye’yi tanıtmak<br />

hem de Türkiye’deki gelişmeler hakkında bilgi<br />

vermek için yola çıkan Rusça Vesti Turtsii<br />

Bosfor (Türkiye Haber-Boğaz) gazetesi 5. yaşını<br />

doldurdu.<br />

Türkiye'nin kültürünü, tarihini, turizmini,<br />

ekonomisini ve Rusça konuşan ülkelerin<br />

Türkiye ile olan ilişkilerini Rusça olarak yazan<br />

gazete, okuyucuya haftalık olarak ulaşıyor.<br />

Yazın 16 bin, kışın ise 13 bin basılan gazete<br />

Türkiye genelindeki tüm bayilerle birlikte<br />

THY, Kazak, Rus, Azeri, Özbek havayolları,<br />

oteller ve abonelik yöntemiyle okuyucuyla<br />

buluşuyor. 8 kişilik bir ekip tarafından hazırlanan<br />

gazetenin başında 10 yıla yakın süre Rusya'da<br />

yaşayan ve Rusya Krasnoyarsk Devlet<br />

Üniversitesi’nde hem hocalık hem de master<br />

yapan Talha Balık bulunuyor.<br />

Bosfor Genel Yayın Yönetmeni Talha Balık,<br />

Rusya–Türkiye arasında yaptığı seyahatlerde<br />

Türkiye’yi her şeyiyle Rusça anlatan bir<br />

gazetenin eksikliğini gördüğünü, özellikle<br />

Antalya’da Rus gazetelerinin önemli satış<br />

rakamlarına ulaştığını öğrendiğini söyledi.<br />

2004 yılında dönemin Dışişleri Bakanı<br />

Abdullah Gül’le birlikte Rus ve Türk gazetecilerle<br />

görüşerek Rusça gazete konusunda<br />

fikir alışverişinde bulunduklarını anlatan<br />

Talha Balık, “Bugün başta Rusya olmak<br />

üzere Ukrayna, Belarus, Azerbaycan,<br />

Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Gürcistan,<br />

Letonya ve Estonya gibi eski BDT<br />

ülkelerinden 5 milyon kişi tatil ya da ticaret<br />

için Türkiye’ye geliyor. Bunun haricinde<br />

Türkiye’de ikamet eden Rusça bilen<br />

en az 250 bin kişi mevcut. Antalya’da evlilik<br />

ya da başka yöntemlerle daimi ikamet hakkı<br />

kazanmış 50 bin Rus, Ukraynalı, Kazak ve<br />

Azeri mevcut. Ankara’da 30 bin, İstanbul’da<br />

ise yine 50 bin çalışan, öğrenci, diplomat ya<br />

da işadamı mevcut. Bilinenin aksine eski BDT<br />

ülkeleri ve Türk cumhuriyetlerinin birçoğunda<br />

Rusça halen resmi dil konumunda. Rusça<br />

Kırgızistan’da resmi dil, Kazakistan’da ise<br />

2. resmi dil konumunda. Tüm dünyada ise


MART-NİSAN 2012<br />

55<br />

500 milyona yakın Rusça konuşan insan<br />

mevcut.” dedi.<br />

Türkiye’yi tanıtan, Türkiye’deki haber<br />

ve gelişmeleri yayımlayan ilk ve tek<br />

Rusça gazete olduklarını anlatan Talha<br />

Balık, bu nedenle önemli bir boşluğu<br />

doldurduklarına inandıklarını kaydetti.<br />

Balık, “Biz okuyucumuza yüzde 100 Türkiye<br />

ile ilgili haber veriyoruz. Türkiye’yi<br />

ilgilendirmediği müddetçe Rusya’dan,<br />

Ukrayna’dan, Kazakistan’dan haber<br />

yapmıyoruz. Gazetemiz 5 ülkenin uçağında<br />

dağıtıldığı için insanlar Türkiye’ye<br />

gelmeden Türkiye ile ilgili bilgi sahibi olma<br />

fırsatı yakalıyorlar. Ayrıca Türkiye’de<br />

başına bir problem gelen ilk önce bizi<br />

arıyor. Konsolosluklarla diyaloğumuz<br />

olduğu için sorununu çözdüğümüz epey<br />

insan oldu. Ayrıca bilinenin aksine bu ülkelerdeki<br />

insanlar Türkiye ile bir şekilde<br />

ilgili. Mesela Kurtlar Vadisi Türki Cumhuriyetlerinde<br />

televizyonlardan yayınlandığı<br />

için Polat Alemdar Türki cumhuriyetlerinde<br />

çok seviliyor. Gazetenin<br />

www.vesti-turkey.com adlı internet sitesinde<br />

en fazla ‘tık’ı da Polat Alemdar haberleri<br />

alıyor.” şeklinde konuştu.<br />

Rusların Avrupalı görüntülerine rağmen<br />

yaşantı olarak Asyalı olduğunu, bu<br />

nedenle de her Rus vatandaşının hayatlarında<br />

mutlaka görmek istediği ülkelerin<br />

ilk sırasında Türkiye’nin geldiğini<br />

savunan Talha Balık şu bilgileri verdi:<br />

“Ruslar Türkleri aile yapısıyla, babanın<br />

çocuğa ve eşine verdiği değerle diğer<br />

milletlerden farklı buluyor ve kendilerine<br />

daha yakın görüyorlar. Yemek kültürü<br />

ve yaşantısıyla da Türkiye’deki hayat<br />

standartlarını çok beğeniyor seviyorlar.<br />

SSCB’nin dağıldığı 1990’lı yıllardan sonra<br />

Türkiye ile Rusya arasında ticari ilişkiler<br />

çok hızlı gelişti. Bugün 3 bini aşkın<br />

Türk firmasının Rusya’da 15 milyar dolarlık<br />

yatırımı bulunuyor ve 50 bin insanımız<br />

bu ülke de çalışıyor. İnsanlar ve<br />

kültürler birbirini tanıdıkça ilgi daha da<br />

artıyor. 1990 yılından beri Türkiye’yi gelen<br />

Rus vatandaşının sayısı 50 milyonu<br />

aşıyor. Rusya’nın nüfusunun 143 milyon<br />

olduğu dikkate alınırsa bu net olarak<br />

görülebilir.”<br />

Her iki ülke arasında gelişen ticari<br />

ve kültürel ilişkilere rağmen Rus medyasının<br />

Türkiye’ye karşı olumsuz bir tavır<br />

takındığını, Rus vatandaşlarını ilgilendiren<br />

olumsuz haberlerin Rus medyasında<br />

yer bulduğunu anlatan Talha<br />

Balık, geçen yıl yaşanan sahte içki meselesinin<br />

Rus medyasında çok büyütüldüğünü<br />

ifade ederek şöyle konuştu:<br />

“Rusların en önemli gazetelerinden<br />

biri olan Komsomolskaya Pravda<br />

gazetesi beni aradı ve sahte içki meselesiyle<br />

ilgili düşüncelerimi sordu. Ben<br />

de Rusların kendi ülkelerinde içkinin<br />

en kalitelisini diledikleri kadar içebildiklerini<br />

ama Türkiye’ye geldiklerinde<br />

içki yerine çay içmelerini, denize<br />

girmelerini ve bu ülkenin güzelliklerini<br />

gezip görmelerini tavsiye ettim.<br />

'Türk gazeteci Türkiye’de içki yerine<br />

çay için dedi' diye haber yaptılar. Başbakan<br />

Erdoğan’ın Rusya gezisinde de,<br />

yine bazı Rus gazeteleri Erdoğan’ın fotoğrafını<br />

Medyedev’le birlikte basmak<br />

yerine sadece Medvedev’in Başbakan’ı<br />

beklerkenki dev fotoğrafını sayfaya taşıyarak<br />

altına, Medvedev, Başbakan<br />

Erdoğan’ı beklerken diye yazmayı tercih<br />

ettiler. Yani Başbakan Erdoğan’ın<br />

fotoğrafını gazeteye basmaya dahi tahammülleri<br />

yok. Bazı Rus aydınların ve<br />

gazetecilerin, Türkiye’nin kardeş Türki<br />

Cumhuriyetler’deki etkinliğinin artmasından<br />

rahatsız. Ama Rus halkının böyle<br />

bir endişesi pek yok.”<br />

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le dışişleri<br />

bakanlığı döneminde görüştüklerini,<br />

gazeteyi anlattığını ve destek istediklerini<br />

söyleyen Talha Balık, “İlk görüşmemizde<br />

birkaç sayı çıkarın bakalım<br />

demişti. İkincisinde de, çok ilgilenmesine<br />

rağmen yoğunluklarından herhalde<br />

bir cevap alamadık. Kültür ve Turizm<br />

Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü,<br />

Tanıtma Fonu tanıtım projelerimizi<br />

maalesef kabul etmediler. 5 yıldır kendi<br />

yağımızla kavrulan bir gazeteyiz. Turizm<br />

sektöründen Rixos, Tez Tour, tekstil<br />

sektöründen Colin's ve diğer bazı firmalar<br />

reklam vererek uzunca bir süre biz<br />

destekledi. Turkuvaz Grubu ise neredeyse<br />

para almadan gazetemizin dağıtımını<br />

yapıyor. Türkiye’yi Ruslara ve Rusça bilen<br />

ülkelere Rusça anlatan bir gazete olmamıza<br />

rağmen destek bulamadık. Rusya<br />

ve Rus diline olan hakimiyetmiz, bilgi<br />

ve tecrübelerimizle ülkemizin tanıtımına<br />

katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Biz<br />

bu işin pazarlama ayağını çözebilmiş olsaydık,<br />

devlet büyüklerimizin, ülkemizin<br />

mesajını Kremlin’e, Moskova’ya ve diğer<br />

başkentlere direkt iletebilen bir gazete<br />

olabilirdik.”diye konuştu.


56<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Rus medyasından, <strong>Cihan</strong><br />

Haber Ajansı işbirliğine övgü<br />

<strong>Cihan</strong> Haber<br />

Ajansı’nın<br />

katkılarından<br />

dolayı teşekkür<br />

eden Rus<br />

medyası, gelecekte<br />

işbirliğini<br />

daha da<br />

geliştirmek istiyor.<br />

S<br />

iyaset, turizm, ekonomi ve kültür<br />

alanında tarihin hiçbir döneminde<br />

olmadığı kadar iyi ilişkilerin<br />

geliştiği Rusya ve Türkiye arasında<br />

medya alanında <strong>Cihan</strong> Haber Ajansı<br />

köprü olmaya devam ediyor. 2006’dan<br />

bu yana Moskova’da faaliyetlerini sürdüren<br />

Moskova bürosu ile Rusya gündemini<br />

Türkiye’ye taşıyan <strong>Cihan</strong>,<br />

Rus medyası ile sağladığı<br />

ortaklıklar aracılığı ile<br />

de Türkiye’nin doğru algılanmasına<br />

katkı sağlıyor.<br />

Rusya’nın en büyük devlet<br />

ajansı Ria Novosti, en çok satan gazetelerinden<br />

Moskovski Komsomolets, uluslararası<br />

yayın yapan devlet televizyonu<br />

Russia Today’le ortak çalışmalar yürüten<br />

<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı, Rusça konuşulan<br />

dünyaya Türkiye’de yaşanan gelişmeleri<br />

Rusça olarak güvenilir ve hızlı bir şekilde<br />

aktarıyor.<br />

Arap Baharı ile birlikte başlayan<br />

Ortadoğu’da yaşanan değişim, İran nükleer<br />

sorunu, Suriye meselesi, Avrupa<br />

ekonomik krizi gibi çevrede yaşanan onlarca<br />

gelişmenin yanı sıra Türkiye’nin<br />

hızla büyüyen ekonomik yapısı, artan<br />

bölgesel gücü ve uluslararası<br />

alanda sorun çözücü ülke<br />

konumuna yükselmesi<br />

Moskova’dan ilgiyle izleniyor.<br />

Türkiye’yi okumada<br />

<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı’nın katkılarından<br />

dolayı teşekkür eden Rus medyası,<br />

gelecekte işbirliğini daha da geliştirmek<br />

istiyor.<br />

Moskovski Komsomolets gazetesi<br />

Dış Haberler Editörü Andrey Yaşlavskiy,<br />

Türkiye ve bölgede yaşanan geliş-


MART-NİSAN 2012<br />

57<br />

meleri anlamada her zaman <strong>Cihan</strong><br />

Haber Ajansı Moskova bürosundan<br />

yararlandıklarını söyledi. Ajansa çalışmalarından<br />

dolayı teşekkür eden<br />

Yaşlavskiy, “Türkiye Cumhurbaşkanı<br />

Abdullah Gül’den Rusya’nın Yaroslavl<br />

kentine ziyareti öncesi <strong>Cihan</strong><br />

Haber Ajansı aracılığı ile özel röportaj<br />

alma imkânı bulduk. Bu makale hem<br />

gazetemizin ana sayfasında hem de<br />

diğer dünya versiyonlarında yayımlandı.<br />

<strong>Cihan</strong> Moskova bürosu işbirliği<br />

ile ortak haber portalı (www.mkturkey.ru)<br />

yayında. Türkiye gündemi<br />

ile yoğun, hızlı ve güvenilir haberlerin<br />

yer aldığı bir haber portalı olması<br />

hasebiyle alanında bir ilk olma özelliği<br />

taşıyor. Bu portalın Rus-Türk ilişkilerinin<br />

gelişimine çok önemli katkı<br />

sağladığını düşünüyorum.” dedi.<br />

<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı Moskova<br />

bürosundan her zaman Türkiye ile<br />

ilgili haberleri değerlendirme, analiz<br />

paylaşımı ve diğer alanlarda işbirliği<br />

içinde olduklarını kaydeden Yaşlavskiy,<br />

“<strong>Cihan</strong> çalışanları dış haberler<br />

servisine Türkiye gündemi, iç ve dış<br />

politika konularında önemli katkıda<br />

bulunuyor. Meslektaşlarımız aktüel<br />

meselelerde konunun uzmanlarından<br />

yorum almamız için yardımcı<br />

oluyor. Kendilerine teşekkür ediyoruz.”<br />

şeklinde konuştu.<br />

Görüntü, fotoğraf, analiz ve haber<br />

paylaşımı yapan <strong>Cihan</strong> Haber<br />

Ajansı’nın Rusya ortağı Ria Novosti<br />

de işbirliğinden memnun. Ria Novosti<br />

İcra Müdürü Pavel Andreev,<br />

<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı ile gelişen ortaklığa<br />

çok önem verdiklerini ve çalışanların<br />

yüksek düzeyde profesyonel<br />

iş yapma çabasını takdirle karşıladıklarını<br />

söyledi.<br />

Yapıcı ve etkili bir şekilde haber,<br />

video ve fotoğraf paylaşımı yaptıklarını<br />

ifade eden Andreev şu değerlendirmede<br />

bulundu: “Bence gelişen Türkiye–Rusya<br />

ilişkileri medya alanındaki<br />

işbirliği ile daha da güçlenecek. Gelecek<br />

için multimedya içerikli ürünler<br />

çok önemli. <strong>Cihan</strong>'ı bu konuda önemli<br />

partner olarak görüyoruz. Rusya'da<br />

Türkiye ile ilgili, Türkiye'de de Rusya<br />

ile ilgili haberlerin ilgi çektiğini biliyoruz.<br />

Biz komşuyuz, ortağız; biliyoruz<br />

ki bu konuda talep sürekli olacak.”<br />

Görüntü,<br />

fotoğraf, analiz<br />

ve haber paylaşımı<br />

yapan <strong>Cihan</strong> Haber<br />

Ajansı’nın Rusya ortağı<br />

Ria Novosti de<br />

işbirliğinden<br />

memnun


58<br />

MART-NİSAN 2012<br />

İletişim öğrencileri stajı yerel gazetelerde<br />

yapacak, maaşlarını devlet ödeyecek<br />

ÜNAL LİVANELİ<br />

ürkiye’de iletişim fakültelerinin<br />

T<br />

Basın İlan Kurumu (BİK)<br />

Anadolu Gazete Sahipleri<br />

Temsilciliği, iletişim<br />

öğrencilerini mesleğe<br />

hazırlayacak önemli bir<br />

projeye imza attı.<br />

sayısı giderek artıyor. Buna paralel<br />

olarak çoğalan iletişim mezunlarının<br />

sadece bir kısmı alanıyla ilgili<br />

bir işe yerleşebiliyor. Kalanlar ise ya<br />

kamuda veya özel şirketlerde eğitim<br />

alanlarının dışında bir görevde istihdam<br />

ediliyor. İletişim öğrencilerinden<br />

bazıları okul süresince gazete ve televizyonlarda<br />

çalışarak mesleki pratik kazanma<br />

fırsatı yakalıyor. Kimileri ise mezun<br />

oluncaya kadar edindiği teorik bilgilerle<br />

yetiniyor. Bu durumdaki öğrenciler<br />

mezun olduktan sonra iş bulmakta<br />

zorlanabiliyor.<br />

Basın İlan Kurumu (BİK) Anadolu<br />

Gazete Sahipleri Temsilciliği, iletişim<br />

öğrencilerini mesleğe hazırlayacak<br />

önemli bir projeye imza attı. Proje, iletişim<br />

fakültesi öğrencilerinin okuldaki<br />

son yıllarını Anadolu'da bulunan gazete,<br />

televizyon, radyo ve KOBİ'lerde staj<br />

yaparak geçirmelerini, sigortalarının ve<br />

ücretlerinin kamu tarafından karşılanmasını<br />

içeriyor. Projeyle hem iletişimcilerin<br />

mesleğe hazırlanması hem de yerel<br />

medyanın kalite çıtasının yükseltilmesi<br />

hedefleniyor.<br />

BİK Anadolu Gazete Sahipleri Temsilcisi<br />

Mustafa Arslan, projeyi Cumhurbaşkanlığı,<br />

basınla ilgili Başbakan yardımcılığı,<br />

Milli Eğitim Bakanlığı, RTÜK,<br />

YÖK ve Basın İlan Enformasyon Genel<br />

Müdürlüğü'ne sunduklarını belirtiyor.<br />

Çalışma ve Sosyal Güvenlik<br />

Bakanlığı'nın istihdamı artırma paketi<br />

çerçevesinde bu proje üzerinde çalıştığını<br />

dile getiren Arslan, “Proje uygulandığında<br />

iletişim fakültelerinin tercih<br />

edilirliği artacak. Öğrencilerin hayata<br />

hazırlanma ve iş bulmaları kolaylaşacaktır.<br />

Yerel gazete, televizyon ve<br />

KOBİ’ler iletişim altyapısını almış, yetişmiş<br />

elemanlarla çalışma imkanı bulacaklar.<br />

Bu da yerel basın ve diğer kurumların<br />

daha çok okunan, dinlenen ve<br />

daha etkin çalışan bir yapıya bürünmesini<br />

sağlayacaktır.” diyor.<br />

Söz konusu projenin mesleki eğitime<br />

yeni bir yönelim kazandıracağını<br />

belirten Arslan, “Biz bu şekilde bir tohum<br />

ektik, ileride bu filizlenecektir.” diye<br />

konuştu.<br />

İletişim fakültelerinde yetişen elemanların<br />

gerek yazılı gerekse diğer<br />

medyaya eleman gönderme sıkıntısı<br />

bulunduğunu söyleyen Arslan, şöyle<br />

devam ediyor: “İletişim fakültesi öğrencilerinin<br />

yerel basında çalışmasının<br />

önünün açılması bir zarurettir. Yerel basında<br />

daha fazla bu elemanlar yer alır-


MART-NİSAN 2012<br />

59<br />

sa iletişim altyapısına sahip, konuşmasını,<br />

yazmasını ve haberin ne olduğunu<br />

bilen elemanlar yerel basının ülkeye<br />

daha fazla hizmet etmesini sağlayacaktır.<br />

Ayrıca bu okullarda daha fazla tercih<br />

edilir ve okullardan çıkan öğrenciler<br />

istihdam konusunda daha fazla tercih<br />

ederler. Maalesef iletişim fakültesi<br />

öğrencileri, formasyon alıyor, polis veya<br />

memur oluyorlar. Bu, basının zararınadır<br />

aslında.”<br />

Yerel gazetelerin ekonomik anlamda<br />

güçlü yapılara sahip olmadığını dile<br />

getiren Arslan’ın yerel basının sorunlarıyla<br />

ilgili değerlendirmesi ise şöyle:<br />

“Ekonomik bağımsızlık, yayınlarda bağımsızlığı<br />

da getirir. Ekonomik anlamda<br />

güçsüz olan bir yayın kuruluşu, ideolojik,<br />

ekonomik ve her türlü çıkar grubunun<br />

etkisine karşı da zayıf durumda<br />

olan en azından açık olan yapıları<br />

beraberinde getirir. Bu anlamda gelgitlerin<br />

yaşandığı ülkemizde sorunların<br />

yaşandığı malum. Ekonomik sorunlar<br />

nedeniyle yerel gazeteler daha az eleman<br />

istihdam ediyor ve istihdam ettiği<br />

elemanda iş bilme düzeyi yetersiz oluyor.<br />

Yine işletmelerin teknik problemleri<br />

var. Yani işletmeler; baskı makineleri,<br />

donanım eksiklikleri var. Ama buna<br />

rağmen yerel basın görevini yapmaya<br />

çalışıyor ve basının renklenmesini<br />

sağlıyor.”<br />

Yerel gazetelerin bir diğer önemli<br />

sorununun ise ortaya konulan emek<br />

ve harcamaya karşılık tiraj alınamaması<br />

olduğunu vurgulayan Mustafa Arslan,<br />

bunun nedenleri üzerinde duruyor:<br />

“Türkiye'de gazetelerin tirajlarıyla<br />

ilgili sorun bulunuyor. Biz dünyanın<br />

en fazla televizyon izleyen toplumuyuz.<br />

Biz daha çok izleyen ve daha az okuyan<br />

bir milletiz. Ama yereldeki tiraj konusunun<br />

şöyle de bir açılımını yapmalıyız.<br />

Mesela Bedestendeki bir sokağın başına<br />

giren bir yerel gazete akşama kadar<br />

en az 50 iş merkezine giriyor. Yani tek<br />

bir yerel gazeteyi gün içinde en az 100-<br />

150 kişi okuyor. Şimdi burada biz tirajı<br />

gazeteyi okuyan insanlara göre mi baz<br />

alacağız. yoksa gazetenin satışını mı<br />

Bu, cevaplanması gereken bir sorundur.<br />

Ayrıca yerel gazeteler daha çok erkek<br />

gazeteler üretiyor. Yani ailenin, çocuğun<br />

okumasına yönelik gazete yapmıyor.<br />

Toplumu yönlendiren insanlara<br />

yönelik gazeteler üretiyor. Bu da tirajla<br />

ilgili sorunların sebebini ve sonucunu<br />

teşkil ediyor.”<br />

İnternet medyası ve sosyal medyanın<br />

‘korkunç’ bir hızla, önü alınamaz bir<br />

şekilde geliştiğine işaret eden BİK Anadolu<br />

Gazete Sahipleri Temsilcisi Mus-


60<br />

MART-NİSAN 2012<br />

tafa Arslan, “Kaçınılmaz bir gelişme ve<br />

kaçınılmaz bir sonuçla karşı karşıyayız.<br />

İnternet medyasındaki bu gelişmenin<br />

sadece yerel medyayı değil, yaygın medyayı<br />

da etkiliyor. Kimileri 20 yıl, kimileri<br />

5 yıl kimileri de 50 internet medyasına<br />

karşı yazılı basınla ilgili ömür biçiyor.<br />

Ama benim şahsi kanaatim nasıl ki televizyonların<br />

çıkışı radyo ve gazeteleri öldürmemişse<br />

internet medyaların gelişmesi<br />

de televizyon ve gazetelerin bitirmeyecek.<br />

Belki form değişecek, belki tirajlara<br />

ilişkin değişmelere neden olacak.<br />

Ama sonuç itibariyle kağıt gazetelerde<br />

var olmaya devam edecektir. Ama buna<br />

yerel gazetelerin internet haber portalleriyle<br />

birlikte bir marka olmaları lazım.<br />

Buna hazırlıklı olmalılar. BİK'teki görevimde<br />

yerel gazetelerin internet medyasıyla<br />

markalaşması adına çalışmalar<br />

yürütüyoruz. Soruya noktasal bir cevap<br />

vermem gerekirse; gelecekte gazeteler<br />

süper marketler olmayacak ama mahalle<br />

bakkalı seviyesine de düşmeyecek.<br />

Orta seviyede marketler olarak yayın<br />

hayatlarına devam edecek ve toplumda<br />

görevine devam edecektir.”<br />

ABD'de Avrupa'nın birçok ülkesinde<br />

özellikle Almanya'da şehir gazetelerinin<br />

geliştiğine dikkati çeken Arslan,<br />

“Bu toplumları yapılarından kaynaklı<br />

bir mesele. Yani New York'ta çıkan<br />

bir gazete tüm ABD'de okunurken,<br />

Türkiye'de sadece İstanbul'da çıkan<br />

bir gazetelerin etkili olduğunu görebiliyoruz.<br />

Bölgesel yayıncılık açısından<br />

Ege'de Yeni Asır gibi bir örneğin<br />

dışında da bir örnekle karşılaşmıyoruz.<br />

Bu durum bizim toplum yapımız ile<br />

yukarıda andığımız ülkelerin toplum<br />

yapısıyla alakalı bir durum.” Diyor.<br />

Geçmişte üstlendiği misyonlar da<br />

değerlendirildiğinde demokrasinin ülkemize<br />

yerleşmesinde yerel gazetelerin<br />

önemiyle ilgili de düşüncelerini<br />

açıklayan Arslan şu değerlendirmeyi<br />

yapıyor, “Yerel basın Osmanlı'nın<br />

son döneminde vilayet gazeteleriyle<br />

başlamış. Daha sonra cihan harbi<br />

ve özellikle Milli Mücadele döneminde,<br />

Kuvay-i Milliye'nin canlanması ve<br />

halkın işgalcilere karşı birlikte hareket<br />

etmesini sağlamıştır. Cumhuriyet dönemine<br />

baktığımızda da yerel basın<br />

bulunduğu bölgelerde entelektüel birikimin<br />

oluşmasında önemli bir fonksiyon<br />

ifa etmiştir. Bunun da ötesinde<br />

yerel demokrasinin hayata geçmesi ve<br />

işlemesi açısından tam da odak noktaya<br />

oturmuştur. Bir taraftan halkın doğru<br />

karar vermesi konusunda aracılık<br />

ederken öbür taraftan da denetim gibi<br />

demokrasinin vazgeçilmez gibi görevi<br />

yerine getirmiştir. Yönetimin ceberutlaşmasının<br />

önüne geçmiş ve yönetilenlerin<br />

sesi olmuştur.”


62<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Hasan<br />

Karakaya,<br />

bilgisayar bulunmayan,<br />

kitaplarla<br />

dolu mütevazi<br />

odasında, kalem<br />

kullanarak<br />

yazılarını kâğıda<br />

döküyor.<br />

‘Küfür yok, halkın dilini kullanıyorum’<br />

1<br />

RAMAZAN SOLAK<br />

953 Salihli doğumlu. Kendi tabiriyle,<br />

‘bir çiftçinin oğlu’. Ortaokul<br />

ve liseyi Salihli’de okudu. Daha<br />

sonra Gazetecilik Halkla İlişkiler Yüksek<br />

Okulu’nda devam etti. 40 yıldır bu işin içinde.<br />

Yeniden dünyaya gelse, yine gazeteciliği<br />

tercih edecek kadar da mesleğini seviyor.<br />

Medya dünyasının sivri kalemlerinden Hasan<br />

Karakaya, kendisini ‘kısaca’ böyle tanıtıyor.<br />

Genel Yayın Koordinatörlüğü’nü yürüttüğü<br />

Yeni Akit Gazetesi’nde günlük köşe<br />

yazıları kaleme alan Karakaya’nın üslubu<br />

bir hayli keskin. O ise bunu, ‘düşündüğü<br />

gibi yazmak’ şeklinde özetliyor. En son Fatih<br />

Altaylı’ya hitaben yazdığı yazı bir hayli<br />

konuşuldu. Yazılarını; hayalinde muhatabını<br />

karşısına alarak, bir kahvede sohbet<br />

ediyormuş gibi kaleme aldığını ifade eden<br />

Karakaya, hakkında bilinmeyenleri <strong>Cihan</strong><br />

Medya Haber Dergisi'ne anlattı.<br />

Sizi kısaca tanıyabilir miyiz Hasan Karakaya kimdir<br />

1953 Salihli doğumluyum. Ortaokul, liseyi<br />

Salihli’de okudum. Daha sonra Gazetecilik<br />

Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nda okudum.<br />

40 yıldır bu işin içindeyim. Bir çiftçinin<br />

oğluyum. 40 yıla bir hayli şey sığdı, her<br />

zaman şunu söylüyorum; herhalde yeniden<br />

dünyaya gelsem, yine gazetecilik yapardım.<br />

Sivri kaleminiz ve sert eleştirilerinizle tanınıyorsunuz.<br />

Kaleminizden nasibini alamayanlar kendini şanslı hissediyor.<br />

Hiç, eleştirirken dozunu kaçırdığınızı düşündüğünüz<br />

oldu mu<br />

(Gülüyor) Kendime bir kurgu yapıp, şöyle<br />

bir yazı yazayım, filanca kişiye çakayım<br />

diye oturmuyorum. Gerekirse onu karşıma<br />

oturtup onunla sohbet eder gibi yazıyorum.<br />

Bir insanın sohbet esnasında raydan<br />

çıkıp küfürlü konuşması nasıl mümkünse,<br />

benim yazımda da bu argolar oluyor.<br />

Ama bilin ki; hak etmiştir o kişi. Ama<br />

ben mümkün olduğu kadar küfür kullanmamaya<br />

çalışıyorum, zaman zaman argo<br />

kullanıyorum... Daha doğrusu, halkın anlayacağı<br />

dili kullanıyorum. Benim yazım<br />

da öyle tatlı oluyor.<br />

Sonradan ileriye gittiğinizi düşündüğünüz oluyor mu<br />

Zaman zaman kendimi frenlediğim de oluyor.<br />

Yarın yüz yüze gelirim, bunları dersem<br />

yüzüne nasıl bakarım dediğim oluyor. Mesela<br />

Ertuğrul Özkök, Tansu Çiller’in başbakan<br />

olduğu dönemde bıyıklarını kesmişti.<br />

Ben ondan sonra kendisine hitap ederken,<br />

‘bıyıksız Ertuğrul’ demeye başlamıştım.<br />

Bir toplantıda karşılaştık, sanki 40 yıllık<br />

dostmuşuz gibi geldi, tokalaştık, sarıldık.<br />

Ondan sonra insan şey yapamıyor; 'yüz yüze<br />

bakıyoruz, ‘bıyıksız Ertuğrul’ çiğ kaçar'<br />

diye düşündüm, demeyeyim dedim. Ama<br />

eleştirilerime devam ettim, söyleyeceklerimi<br />

gene söyledim. Zaman zaman konuşuyoruz,<br />

hâlâ da konuşuruz kendisiyle. ‘Eleştir.<br />

Ben senin eleştirilerinden rahatsız olmuyorum’<br />

diyor.<br />

Yanılmıyorsam 'en çok okuduğum yazarlar arasında'<br />

diye sizi de saymıştı.<br />

Evet evet. Gerçekten onu bana da söylüyor,<br />

‘Kaçırmamaya çalıştığım yazarlardan<br />

birisin’ diyor. ‘Ayrı bir üslup bana göre’ diyor.<br />

Yani ‘o yüzden hiç kaçırmıyorum, senin<br />

eleştirin bana çok dokunmuyor’ diyor.<br />

Zaten çakacak kimse de kalmadı şimdi.<br />

(Gülüyor)<br />

Sonradan keşke şunu yazmasaydım dediğiniz oldu mu<br />

Yok. Eğer Fatih Altaylı’yı kastediyorsanız,<br />

yok. (Gülüyor)<br />

Bu bir şahıs ile ilgili olmayabilir, yazıyla da ilgili olabilir…<br />

Bazen mesela ertesi gün kendi yazımı gazetede<br />

okurken, zaman zaman ya burası<br />

biraz sivri kaçmış, bu da yanlış anlaşılabilir<br />

dediğim, veyahut buraya şunu da deseydim,<br />

az tuzlu olmuş, dediğim yazılar oldu<br />

tabii. Genel olarak çok pişman olduğum<br />

yazı olmadı.<br />

Gazete de sivri bir üsluba sahip, bu özel bir tavır mı<br />

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır derler.<br />

Yayın hayatına atıldığımızda, 12 Eylül 1993<br />

günü nasıl bir ruh hali ile başladıysak, bugün<br />

o ruh halini kaybetmiş değiliz. İlla kav-


MART-NİSAN 2012<br />

63<br />

ga edelim, dövüş edelim, ona çakalım, bunu<br />

eleştirelim, şunu eleştirelim diye bir kaygımız<br />

yok. Futbol tabiriyle topun gelişine<br />

vuruyoruz. Zaten Türkiye’nin gündemi belli.<br />

Top bir tane gelmiyor, fazlasıyla geliyor.<br />

Hep çakmalık geliyor. (Gülüyor) Böyle yapalım,<br />

tiraj alırız diye bir durum yok. Ortam<br />

gergin olunca, elbette bizler de geriliyoruz...<br />

Türkiye normalleşse, herhalde biz de gergin<br />

olmayız...<br />

Aleyhinize açılan davalar kaçı buldu Hakkınızda kaç<br />

dava var, biliyor musunuz<br />

Hiç saymadım... 40 yıl içinde ne kadar dava<br />

açıldı hakkımda, bilmiyorum. Ama bazı<br />

günler 5 veya 7 davaya birden girdiğim oldu.<br />

Son 6 ay içinde oldu mesela. Yazıyı yazdıktan<br />

sonra kanunen sakıncalı mıdır diye<br />

hukukçu arkadaşlara danıştığım oluyor.<br />

Mümkün olduğu kadar hukuki sakıncaları<br />

gidermeye çalışıyoruz. Herhalde gazeteye<br />

açılan ile bana açılan dava sayısı başa baştır.<br />

Şu anda en büyük dava 312 general davası<br />

var. Eski parayla 2 trilyonu bulmuştur.<br />

O zaman 2 bin liradan 624 bin liraydı. Faiziyle<br />

artıyor. Toplam bütün davalar 3 trilyonu<br />

bulur. Mesela Şener Eruygur’un benim<br />

hakkımda açtığı 450 milyar liralık bir<br />

dava var. Suriye’de operasyon yapmışlardı,<br />

13-14 yaşında bazı çocukları getirmişlerdi.<br />

Arapça öğrenmeye giden çocukları terörist<br />

olarak takdim etmişlerdi. Çok enteresan,<br />

belki de en usturuplu yazımı onlar için yazmıştım.<br />

‘Sayın komutan onlar için bir özür<br />

borcun yok mu’ diye. 450 milyarlık dava açtı.<br />

Halen de devam ediyor. Bunları da eklediğinizde<br />

3 trilyona yakın bir rakam oluyor.<br />

Bir gününüz nasıl geçiyor<br />

Ev ile iş arasında geçiyor. 11.00-12.00 kahvaltı<br />

yaparım. Yolda haberleri dinliyorum.<br />

Kafamda bir şekil oluşuyor. Geldikten sonra<br />

da istihbarat servisi veya Ankara bürosu<br />

ile o konuda bir şey söylenmesi gerekiyorsa<br />

söylüyorum. Gazetelere şöyle bir bakıyorum.<br />

Ondan sonra toplantıya giriyoruz.<br />

18-19 senedir hiç aksatmadık. Yayın Kurulu<br />

toplantısı 14.00’ten 16.00-17.00’ye kadar<br />

devam eder. Onlar bittikten sonra yazıma<br />

başlarım. Sayfaları genel bir kontrol ediyoruz.<br />

Baskı geldikten sonra gazeteye bakıyoruz.<br />

Sonra bölge değişiklikleri oluyor. Onlara<br />

nezaret ediyoruz. 23.00-23.30’a kadar<br />

gazetede kalıyorum... Bu arada okuyucular<br />

arar, dertlerini paylaşır, hasbihal ederiz. Tabii<br />

kafa şişmiş oluyor, dağıtmak için televizyonda<br />

güncel konuların tartışıldığı bir program<br />

varsa onu seyrederim. Yoksa şöyle bir<br />

film filan olursa 1-1,5 saat ona bakıyorum.<br />

Sonra yatıyorum.<br />

TWİTTER BİZİ CIVITIR<br />

Sosyal medyayı takip ediyor musunuz<br />

Yok, Twitter bizi cıvıtır. (Gülüyor) Çok istiyorlar<br />

Twitter’a girmemi ama, çok yoğun<br />

bir çalışma tempomuz var. İnanır mısınız;<br />

kendi e-postalarımı okumaya zaman bulamıyorum.<br />

Masanızda bilgisayar göremedim...<br />

1999 depremine kadar, belki pek kimsenin<br />

bilgisayarı olmadığı dönemde benim<br />

bilgisayarım vardı ve yazılarımı orada yazıyordum.<br />

Mesajları filan takip ederdim.<br />

1999 depreminde 15-20 gün eve giremedik.<br />

Mecburen yazılarımı elle yazmak durumunda<br />

kaldım. Sonra bir baktım ki; elle<br />

yazmanın tadı bilgisayarla yazmaktan daha<br />

güzel. Yani kafamı toparlamada, düşüncelerimi<br />

derlemede daha güzel. Daha sonra<br />

bilgisayarda yazmayı denedim ama tat<br />

vermedi. Elle yazmanın tadını alamadım.<br />

O günden beri de böylesi daha güzel. Teknolojiye<br />

karşı değilim, tamamen psikolojik.<br />

Akit’i nereye konumlandırıyor sunuz<br />

Her şeyden önce Müslüman'ız elhamdülillah...<br />

Bağımsız, bağlantısız, güdümsüz bir<br />

gazeteyiz... Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var.<br />

Tekkedeki Müslüman ile cephedeki Müslümanın<br />

aynı olması mümkün değil. Tekkede<br />

ibadetlerine dikkat eder, dört dörtlük yaşar.<br />

Kimisi de kavga ile iç içedir, öyle yaşar.<br />

Biz biraz herhalde kavgacı taraftayız. Bunu<br />

da kendimiz seçmiş değiliz. Biraz da şartlar<br />

öyle. İşe kavga ile başladık ve o kavga o<br />

günden beri halen devam ediyor, durmuyor.<br />

Yani birileri bu ülkenin ana damarları<br />

ile oynamak istiyor, o damarları kesmek,<br />

koparmak istiyor. Biz de bunlara karşı mücadele<br />

veriyoruz. Bunun adına ister demokrasi,<br />

ister özgürlük, ister insan hak ve hürriyetleri<br />

mücadelesi deyin. Bu mücadeleyi biz<br />

biraz sivri, radikal yapıyor olabiliriz ama ben<br />

öyle inanıyorum ki bugün aynı kulvarda sayabileceğimiz<br />

diğer gazeteler de aynı mücadeleyi<br />

bir başka şekilde yapıyor. Onların<br />

yoğurt yiyişi de öyle. Star, Bugün, Yeni Şafak<br />

ve Zaman yine aynı kulvarda ama farklı<br />

tonlarda aynı mücadele içindeler. İnşallah<br />

güzel bir geleceğe taşırız Türkiye’yi...<br />

1. sayfayı şekillendirirken nelere dikkat ediyorsunuz<br />

Özellikle şuna dikkat ediyoruz; malum<br />

Twitter, Facebook, internet, televizyon artık<br />

haberi saniyesinde veriyorlar. Dolayısıyla<br />

güncel haberin pek bir orijinalliği kalmıyor.<br />

Okuyucu güncel konudan haberdar olduğuna<br />

göre ya bunu yorumlayarak vermek<br />

gerekiyor veya daha küçük, sıradan bir<br />

başlıkla vermek gerekiyor. Bazı özel olaylarda<br />

da kavrayamadığımız, perde arkasını<br />

anlayamadığımız olaylar olursa eğer,<br />

bir gün daha bekliyoruz, en azından yanlış<br />

yapmayalım, diyerek. Ama okuyucu daha<br />

çok bizim özel haberlerimize ilgi gösteriyor.<br />

Haberleri böyle değerlendiriyoruz. Biz,<br />

gündem kovalayan değil, gündem oluşturmaya<br />

çalışan bir gazete olmaya çalışıyoruz.<br />

Farklı olanı vermek, bizim hedefimiz bu.<br />

Hükümeti eleştirdiğiniz noktalar var mı


64<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Dinî konularda yavaş kaldıklarını düşünüyoruz,<br />

mesela. Topkapı Sarayı’nın bahçesinde<br />

içkili konser verilmesini, içimize sindiremiyoruz.<br />

Ecdadımıza saygısızlık olarak<br />

görüyoruz. Bunları yayımladığımızda sanki<br />

hükümet karşıtı gibi yorumlanıyor. Ama bizim<br />

hassasiyetlerimiz var. Bu, aynı zamanda<br />

toplumun hassasiyeti. Onların hassasiyeti<br />

bu tepkiyi oluşturuyor aynı zamanda.<br />

Mardin’de bir külliyede defile yapılması filan.<br />

Meydan varken, salon varken oraların<br />

tercih edilmeyip de özellikle buralarda yapılması<br />

ve izin verilmesi… Hani karşı taraf<br />

nasıl kırmızı çizgilerimiz var diyorsa, bizim<br />

de kırmızı çizgilerimiz var ve buna riayet<br />

edilmediği, saygısızlık edildiği zaman, buna<br />

karşı tavrımızı koyuyoruz.<br />

Bunların haricinde<br />

prensip olarak hükümetin<br />

icraatlarını destekliyoruz<br />

ve bugünkü hükümetin<br />

Türkiye için bir<br />

şans olduğunu düşünüyoruz.<br />

Son dönemde çok konuşulan<br />

‘yandaş-candaş’ medya ayrımı<br />

meselesi var. Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Zaten bu ayrışma vardı,<br />

gün yüzüne çıktı. Ergenekon<br />

davaları bunu ortaya<br />

çıkardı. 28 Şubat sürecinde,<br />

adını vermek istemeyen<br />

bir üst düzey<br />

komutan imzasıyla yayımlanan<br />

haberler vardı.<br />

O gün adını bile vermekten<br />

çekinen komutanların söylediklerini<br />

manşet yapan gazetelerin yandaş dediği<br />

gazeteler, bugün, onların adını ve belgesini<br />

koyarak yayımlıyor... Ergenekon’da kimin<br />

ne halt işlediğini topluma gösteriyor...<br />

Ergenekon davası ile 28 Şubat’ı kıyaslamak<br />

mümkün değil. Çünkü orada insanlar<br />

afaki şeylerle suçlanıyorlardı. Fadime’lerle,<br />

Müslüm’lerle, Ali Kalkancı’larla filan, kiralanmış,<br />

parayla tutulmuş insanlarla,<br />

Sisi’lerle bunlar ayarlanıyordu, tezgahlanıyordu,<br />

toplum bir yöne doğru kanalize ediliyordu<br />

veyahut bir tehlike var gösteriliyordu.<br />

Oysa bugün bir tehlike zaten var, belgeleriyle<br />

ortaya konuluyor. Ya döşemenin<br />

altından çıkıyor, ya dolaptan çıkarılıyor veya<br />

topraktan fışkırıyor... Yandaş denilen gazeteler<br />

bunları ortaya çıkarıp yayımlarken,<br />

candaş dediğimiz taraf da bunları sulandırmak,<br />

kafaları bulandırmak için ellerinden<br />

Oda TV davasında Soner Yalçın tutuklandı.<br />

geleni yaptılar ve halen de yapıyorlar. Dolayısıyla<br />

böyle bir ayrışmanın olması mukadderdi,<br />

gayet tabiiydi. Zaten vardı, bugün su<br />

yüzüne çıktı.<br />

Susurluk’ta olayın üzerine gidenlerin, Ergenekon’da<br />

suskun kaldıkları eleştirisi yapılıyor…<br />

En son örnek, daha yakın bir zamanda<br />

Hrant Dink cinayeti var, kim yaptı bunu..<br />

Elbette Ergenekon. Diyarbakır’da kemikleri<br />

çıkan faili meçhuller gibi.. Ergenekon davalarını<br />

sulandırmak isteyenler kimin yanındalar..<br />

Bir yandan Hrant Dink’e sahip<br />

çıkıyorlar, kim öldürdüyse bulunsun, katillerden<br />

hesap sorulsun diyorlar. Öte yandan<br />

da o cinayeti işleyen Ergenekon’un kucağında<br />

oturuyorlar. Burada bir kafa karışıklığı<br />

var. Fikrî oturmuşluk yok. Bir insan;<br />

hem Ergenekon’un kucağında oturup hem<br />

de hesap sorulsun diyemez. O konuda yandaş<br />

denilen bizler, daha bağımsız hareket<br />

ediyoruz. Asıl özgürlükçü, asıl bağımsızlıkçı<br />

düşünen biziz, yani yandaş dedikleri gazeteler..<br />

Ergenekon’da medya ve iş dünyasına dönük yeni bir<br />

dalga bekliyor musunuz<br />

Bazı operasyonlara, dalgakıranlar yapıldığını<br />

düşünüyorum. Kıyılara vurması, onları<br />

da etkilememesi için sanki dalgakıranlar<br />

var ve gerek bazı medya mensuplarına gerek<br />

başka bazı isimlere uzanması bir şekilde<br />

engelleniyor. Bunu kimler engelliyor, bilmiyorum<br />

ama, böyle bir dalga gelmeli…<br />

Oda TV operasyonu ‘gazeteciler tutuklanıyor’ denilerek<br />

çok eleştiriliyor...<br />

Her doktorun elinde neşter vardır ama elinde<br />

her neşter olan doktor demek değildir.<br />

Dolayısıyla elinde kalem, cebinde sarı basın<br />

kartı olan herkes de gazeteci değildir.<br />

Bu insanlar gazetecilik faaliyetinden dolayı<br />

mı içerde, yoksa örgütsel faaliyet dolayısıyla<br />

mı, buna bakmak lazım. Bazı profesörler<br />

var, bazı aydın denilen insanlar var. Ama<br />

bir bakıyorsunuz ki; bazıları “Genç subaylar<br />

rahatsız” diye başlıklar attırmış ki dönemin<br />

Genelkurmay başkanı tarafından “lanetliyorum”<br />

denilerek, tepkiyle karşılanmış. Kimilerinin<br />

‘Komutanım, şöyle yapsan, böyle<br />

yapsan, ya şunu da yap, ez geç..’ diye tavsiyelerde<br />

bulunduğu ortada. Bu insanları hâlâ<br />

gazeteci sayacaksak, ben neyim o zaman<br />

40 yıldır bu mesleğin içindeyken<br />

1999’da 6 günlük gözaltına<br />

alınmışlığım var.<br />

Ankara’ya gidene kadar<br />

da neyle suçlandığımı<br />

bilmiyordum.<br />

Ankara’da öğrendim ki<br />

‘Kasım Gençyılmaz diye<br />

bir adama 2 milyon<br />

dolar teklif etmişim. Git;<br />

dönemin Anayasa Mahkemesi<br />

Başkanı Yekta<br />

Güngör Özden’i öldür<br />

demişim.’ Savcı Nuh<br />

Mete Yüksel’e söylediğim<br />

şu oldu: ‘Şu kıyafetime<br />

bak, 2 milyon dolarlık<br />

bir adama benziyor<br />

muyum Bir de beni<br />

suçlayan adama bak, ne<br />

kadar janti.’<br />

O günlerde Zaman<br />

Gazetesi şunu yazmıştı, bu vesileyle teşekkür<br />

ediyorum. Benim Renault 19’um çalınmıştı.<br />

Ben aylarca fellik fellik peşinde koştum.<br />

Her gün de köşemde yazmıştım, bugün<br />

de bulunamadı diye. Zaman Gazetesi,<br />

o günlerde, 2 milyon dolarlık adam, 2 bin<br />

dolarlık aracın peşinde koşar mı diye haber<br />

yapmıştı... Gerçekten en güzel tespitlerden<br />

birisiydi.<br />

6 günlük gözaltının ardından tutuksuz<br />

yargılanmak üzere bırakıldım. Kasım<br />

Gençyılmaz’ın avukatı, Emin Çölaşan’ın<br />

avukatına söylemiş, o da Emin Çölaşan’a<br />

söylemiş. Bir yazı yazdı Emin Çölaşan, ‘Kim<br />

bu Hasan’ diye. O yazı üzerine arkadaşım<br />

Hasan Maden’le birlikte 6 gün gözaltında<br />

kaldık. İki Hasan vakası işte... Bir de<br />

çaycı Hasan'ımız vardı, bereket onu götürmediler.<br />

Danıştay saldırısında Akit’in manşetinin üyeleri hedef


CoskuYayinlari<br />

/Cosku_Yayinlari


66<br />

MART-NİSAN 2012<br />

gösterdiği iddiaları var. Bu yöndeki haberleri görünce<br />

ilk tepkiniz ne oldu<br />

Biliyorsunuz, 17 Mayıs günü bu saldırı gerçekleşti.<br />

15 dakika sonra Vakit’in kupürü<br />

bütün televizyonlarda dönmeye başladı.<br />

'Vakit hedef gösterdi' filan diye yorumlanmaya<br />

başlandı. Ertesi gün gazetelerde,<br />

‘Hedef manşetten, kurşun avukattan’ diye<br />

başlıklar atılmıştı. Yine Alparslan Arslan’ın<br />

Vakit abonesi olduğu ileri sürüldü. Derhal<br />

abone listelerimize baktık, öyle bir şey yok,<br />

adam belki de hayatında Vakit almayan bir<br />

insandı. Daha sonra şu ortaya çıktı; bizim<br />

‘İşte o üyeler’ başlığını kullandığımızdan 3<br />

ay 2 gün sonra Alparslan Arslan bu saldırıyı<br />

gerçekleştiriyor ve diyor ki, ‘Ben o başlıktan<br />

etkilendim o yüzden bu eylemi gerçekleştirdim’.<br />

Oysa kendisi olaydan 3 veya<br />

4 gün önce bir avukatlık bürosuna gidip,<br />

arkadaşına; ‘Vakit’te böyle bir haber<br />

çıkmış, bana o haberin kupürü lazım’ diyor.<br />

Güya etkilenmiş ama ancak o zaman<br />

haberdar oluyor. Kendisini kimler yönlendirdiyse,<br />

demek ki bu puzzle’nin parçalarını<br />

tamamlamak için bu kupür de lazımdı.<br />

Kaldı ki o avukat arkadaş da gerek<br />

mahkemedeki ifadesinde gerek bizim muhabirlerle<br />

yaptığı görüşmede bunu açıkla-adı;<br />

Fenerbahçe-Denizli maçının oynandığı<br />

gün bana akşam geldi, Fenerbahçe’nin kupayı<br />

kaybettiği gün, geldi diyor, ben ona 4<br />

tane çıktı verdim ve siyah beyaz verdim diyor.<br />

Bu siyah beyaz daha sonra nasıl renklendirildi,<br />

bilmiyorum ama olay budur. Biz<br />

her zaman söyledik, ‘çiğ yemedik ki karnımız<br />

ağrısın’. Bu olayda Vakit’in kesinlik-kle<br />

yönlendirmesi, hedef göstermesi yoktur.<br />

Eğer bu hedef göstermekse, hiçbir haber<br />

vermemek durumundayız. Kişilerle, kurumlarla<br />

ilgili yapılan her haber, bir anlamda<br />

hedef göstermek değil midir<br />

Eğer Alparslan Arslan yakalanmasaydı, Uğur Mumcu<br />

cinayeti gibi bir kurgu mu yapılacaktı, ‘dinci bir terör’<br />

olayı olarak mı kayıtlara geçecekti<br />

Aynen. Aslında kurgu, Alparslan Arslan’ın<br />

yakalanmaması üzerine yapılmıştı, yakalanmayacak,<br />

kaçacak sonra arabasında bu<br />

kupür bulunacak ve dolayısıyla diğer faili<br />

meçhul cinayetlerde olduğu gibi burada<br />

da ‘dinci bir cinayet’ görüntüsü verilecekti.<br />

Olayı ilk duyduğunuzda, televizyonlarda Vakit’in kupürünü<br />

görünce ilk aklınıza gelen ne oldu, nasıl bir tepki<br />

verdiniz <br />

Şaşırdık, gerçekten. Hani bir tanışıklığımız<br />

olur, ismini bilebildiğimiz bir insan olur<br />

ama zerre kadar tanımadığımız bir isim.<br />

Daha önce bir ‘alo’ bile demediğimiz bir<br />

isim. İlk önce şaşırttı bizi. Acil bir araştırma<br />

yaptık, uzaktan yakından bizimle ilgisinin<br />

olmadığını gördük. Ama her ne hikmetse,<br />

bu olaya ‘dinci terör’ kisvesi vermek<br />

isteyenler aynı arabada Milliyet gazetesinin<br />

kupürünü görmediler. Vatansever Kuvvetler<br />

Güç Birliği adına düzenlenmiş kart vardı,<br />

Ulusal bilmem ne haber adına düzenlenmiş<br />

kimlikler vardı, nedense bunlar görülmedi.<br />

Olay yaşandıktan sonra, ‘Art niyetli odakların eline<br />

malzeme verdik’ gibi bir şey aklınızdan geçti mi<br />

Aslında bütün gazeteler Danıştay’ın o kararını<br />

verdi. O öğretmenin kışlaya başörtüsünden<br />

dolayı alınmadığından dolayı ki<br />

Danıştay saldırganı<br />

Alparslan Aslan<br />

başörtülü değildi zaten, görev yerindeyken<br />

açıyordu. Ama Danıştay’ın o kararı gerçekten<br />

de Türkiye’de çok tartışılan bir karar oldu.<br />

Sokaklar bile kamusal alan ilan edildi,<br />

neredeyse sokaklara bile başörtülü çıkamayacaksın<br />

gibi bir algı oluştu ki, kamuoyunda<br />

büyük bir tepki gördü. Dediğim gibi<br />

Danıştay’ın bu kararını bütün gazeteler verdi,<br />

biz hem kararı hem de imza atan üyeleri<br />

verdik. Bir anlamda o zihniyeti ifşa etmek,<br />

böyle bir yapılanma var ve bunlar toplumu<br />

geriyorlar, kaos çıkarmak istiyorlar demek<br />

için verdik, amacımız buydu. Ama birileri<br />

de bunu kullanmak istedi. Mesela, üyeler<br />

arasında Ayfer Hanım vardı, onun resminin<br />

altınna da karara muhalif oy kullandığını<br />

yazdık. Ama yine Danıştay üyelerinin<br />

ifadelerine göre hedef gözeterek ateş etti<br />

deniyor. O zaman Alparslan Arslan neden<br />

Ayfer Hanım'a da ateş etti.. Çünkü Ayfer<br />

Hanım muhalif oy kullanan üyelerden bir<br />

tanesi. Ama o da yaralandı o olayda.<br />

Biz nihayetinde gazetecilik yapıyoruz.<br />

Yolsuzluk olduğunda, hırsızlık olduğunda<br />

o adamların resmini koyduğumuzda ‘eyvah<br />

bu adamları vururlarsa ne olacak’ diye<br />

düşünemeyiz ki. Bunu düşünecek olursak<br />

hiçbir haberi veremeyiz. Biz, her gün<br />

Başbakan’ın resmini de yayınlıyoruz. Pek<br />

çok kimsenin resmini yayınlıyoruz. Eğer bu<br />

düşüncelere kapılacak olursan, kılını kıpırdatamazsın.<br />

Türkiye’de gazetecilerin ve gazeteciliğin en büyük<br />

problemini ne olarak görüyorsunuz<br />

En büyük problemi halktan kopuk yaşamaları.<br />

Halkın inançları, gelenek göreneklerinden<br />

kopuk yaşamaları. Kendilerini<br />

belirli mekânlara, isimlerini vermiyorum<br />

o mekânların.. Onlar çok lüks arabalarda,<br />

çok lüks yerlerde dolaşıyorlar. Birlikte<br />

dolaştıkları, yemek yedikleri adamların<br />

görüşlerini, halkın görüşleri zannediyorlar...<br />

Ama onların görüşleri, hiçbir<br />

zaman halkın görüşü olmuyor. Türkiye,<br />

Nişantaşı’ndan ibaret değil ama onlar<br />

Nişantaşı’ndan ibaret görüyorlar.<br />

Muhabir yetiştirmede bir sıkıntı var galiba…<br />

Benim şu kapım akşama kadar açıktır.<br />

Muhabir de gelir, yazı işlerindeki arkadaş<br />

da gelir. Köşemde de mümkün olduğunca<br />

muhabirlerimi över, onlara<br />

yol gösterir destek veririm... Haber Yayın<br />

Kurulu’na gelmeden, tavsiyelerde<br />

bulunurum. Ama bunu da alacak arkadaş<br />

lazım. Bu bizim için bir görev aynı<br />

zamanda. Adam yetiştirmemiz lazım.<br />

Şalom yayın yönetmeni 'Akit’ten teklif gelirse yazarım'<br />

dedi. Teklif götürmeyi düşünür müsünüz<br />

Evet, gecen gün <strong>Cihan</strong>’dan geçti o haber,<br />

kestim kupürünü. Ben de Filistin<br />

ve Gazze’de uyguladıkları vahşetle ilgili<br />

sansürsüz bir yazı yazsam Şalom yayınlar<br />

mı Ben de ona bunu soruyorum. O yazı<br />

yazacak, ben yayımlayacağım... Tamam<br />

ama ben yazı yazsam İsrail’in bütün kirli<br />

çamaşırlarını ortaya döken bir yazı yazsam,<br />

Şalom acaba bunu yayınlar mı<br />

'Biz yayımlarız' diyorsunuz ama karşılık olarak<br />

yazınızın yayınlanmasını istiyorsunuz..<br />

Biz yayımlarız.. Gerçekten... Bakın bizim<br />

herhangi bir kimseden gocundu-


MART-NİSAN 2012<br />

67<br />

ğumuz, kaçındığımız, fikrinden ürktüğümüz<br />

bir kimse yok. Ama aynı derecede<br />

onun da bana izin vermesi lazım.<br />

Problem zaten burada. Az önce söylediğim<br />

medya kavgalarının temelinde de<br />

bu var. Yani ben yapayım, adam ekrana<br />

çıkıyor veyahut köşesinde yazıyor; bana<br />

tahammül et diyor. Arkadaşım; ben<br />

sana tahammül edeyim de, sen de bana<br />

tahammül göstersene!.. Sen, benim<br />

gırtlağıma sarılmışsın, veyahut dinimeimanıma<br />

küfrediyorsun, sonra da çıkıp;<br />

bana tahammül et diyorsun... O zaman<br />

sen de tahammül et. Niye bağırıyorsun,<br />

niye çığırıyorsun Tek taraflı olmaz. Şalom<br />

hadisesi de öyle, sen yazarsın ama<br />

benim yazdığımı da satırı satırına koyarsın,<br />

o zaman varım.<br />

28 Şubat’ın hayırlı sonuçları olduğu yorumları da<br />

yapıldı. O dönemde Refahyol’un tutumu ve bu yorumları<br />

nasıl karşılıyorsunuz<br />

Zaman, en iyi ilaçtır. Zaman geçtikçe, insan<br />

birçok olayı daha sağlıklı değerlendiriyor,<br />

daha net görebiliyor bazı şeyleri.<br />

28 Şubat sürecini ben 2004 Türkiye’sine<br />

benzetiyorum. Malum; işte kod adı Sarıkız,<br />

Ayışığı diye darbe planları yapılmış.<br />

O dönemlerde yapılan haberlere bir bakın;<br />

lisede namaz… Şimdi de benzeri var;<br />

umrede çocuklar filan.. Bu tür yayınlar Ali<br />

Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz<br />

üzerinden, bu tür gösteriler, ekranda<br />

ağlamalar, sızlamalar, aldatılma iddiaları...<br />

Belki Erbakan hocanın, işte tarikat<br />

mensupları deniyor, onlara yemek<br />

verdi.. Evet, bir veya iki kişi, belki sarık<br />

veya cübbe ile gitmiş olabilir ama o toplantıya<br />

katılanlar sivil toplum kuruluşlarıydı.<br />

Olgu değil hadise, algı... Medya,<br />

algıları yönetti o dönemde.<br />

Sonradan Sisi, “Ben organize ettim.”<br />

dedi. Herkes askeri darbeye gerekli<br />

zemin oluşturmak, şartları olgunlaştırmak<br />

için elinden gelen çabayı gösterdi.<br />

STK’ları da bu çabaları gösterdi, gazetecileri<br />

de gösterdi, dindarları da gösterdi.<br />

Daha sonra da, kabak Erbakan’ın<br />

başında patladı. Senaryo hazırdı zaten...<br />

Erbakan’ın da hoş görülebilecek veyahut<br />

görmezden gelinebilecek tavırları,<br />

sivilceler çıban haline getirildi..<br />

Merhum Erbakan’la Başbakan Erdoğan’ı kıyasladığınızda<br />

nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz<br />

Erbakan hoca ne kadar devletçi ise ki<br />

devletçidir, devletçi bir anlayışı vardı,<br />

devlete, orduya halel gelsin istemez,<br />

böyle bir yapısı var. Ama Erdoğan milletçi...<br />

Şimdi bugün Vural Savaş’ından<br />

Yekta Güngör Özden’ine kadar bugün<br />

keşke Erbakan olsaydı diyorlar. Abi, dün<br />

Erbakan’ı deviren siz değil miydiniz Bu<br />

ne çelişki Dün orduya veya askeri vesayete<br />

karşı en azından bir şeyler yapmaya<br />

çalışan Erbakan gerçeğine karşılık, bugün<br />

Oğuzhan Asiltürk, Ergenekon operasyonları<br />

ABD yapımı, proje falan diyor.<br />

Bu ne çelişki, anlamak mümkün değil.<br />

Hakikaten içinden çıkmak mümkün<br />

değil. Çok enteresan, dün seni boğmaya<br />

çalışan adama bugün sen sahip çıkıyorsun.<br />

O dönemde Erbakan, bin tane olgu<br />

sayılacak olursa belki 28 Şubat sürecini<br />

hazırlayan en son adamlardan birisidir...<br />

Hatalar sıralaması yapılacak olursa;<br />

bence yaptığı en büyük hata, ‘Ben<br />

şarap içtim, sen rakı içtin, iyi yaptık, falan<br />

filan..’ diyen komutanları anında görevden<br />

almamasıydı. Ve hatta, ‘Başbakan<br />

değil, bilmem ne olursan ol’ diyen<br />

komutanları anında görevden almak<br />

ve haddini bildirmekti, yapmadı. Hatası<br />

budur bence. Tabii rahmetle anıyoruz<br />

kendisini…<br />

Muhafazakar kesimde geçmişte güçlü medya organları<br />

çıkmamasını neye bağlıyorsunuz<br />

Bizim Müslümanların en büyük derdi nedir,<br />

biliyor musun En büyük problem, medyaya<br />

önem vermemektir... Cumhuriyet’in<br />

ilan edilmesinden sonra onun müesseseleri<br />

oluşturuldu. Nasıl oluşturuldu, gazete ile<br />

sanat ile tiyatro ile sinema ile oluşturuldu.<br />

Her şeyi kullandılar. Hatta millet köylerden<br />

gelmesin diye; canım köyüm, cıvıl cıvıl<br />

köyüm, orda bir köy var gidemesem de benimdir<br />

dediler. Bütün bunlar köylerden insanlar<br />

şehirlere gelmesin, şehirdeki beyefendiler<br />

rahatlarını yaşasınlar. Onlar orada<br />

üretmeye devam etsinler. Hani Nevzat<br />

Tandoğan diyor ya Osman Yüksel’e ‘Bu ülkeye<br />

milliyetçilik lazımsa onu da biz getiririz,<br />

komünizm lazımsa onu da biz getiririz.<br />

Siz gidin, üretim yapın, çocuk yapın, asker<br />

yetiştirin...' Köy Enstitüleri projesinin temeli<br />

de budur. Yetişsinler, köye dönsünler.<br />

Şehirde kalmasınlar.<br />

Şimdi bütün bu dallarda, sanat, edebiyat,<br />

sinema ile Cumhuriyet’i cici gösterdiler.<br />

Cumhuriyeti yüceltmek için ne yapmaları<br />

lazımdı; dindarı kötü göstermeleri<br />

lâzımdı... Dindar insanları; sakallı, şeytan,<br />

vuran, çalan çırpan, tecavüz eden şeklinde<br />

gösterdiler... Bütün karikatürlerde<br />

öyledir. Adamlar bunu yaptı. İşte ilk,<br />

Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesi<br />

var, daha öncesini hatırlıyor musunuz<br />

Üstad Necip Fazıl var, Büyük Doğu var<br />

ama kesintili. Bizim Anadolu diye bir gazete<br />

çıkmış. Bakın bugün bile bizim Müslümanlarımız<br />

gazetenin öneminin farkın-<br />

da değil. Gazetenin önemini, sanatın önemini<br />

bizimkiler maalesef anlamadı.<br />

Sinemada da öyle mesela, olmadı..<br />

Olmaz tabii, niye olmaz Mizah dergi-<br />

si çıkardı bizim gençlerimiz, halen çıkarmaya<br />

çalışıyorlar. Biz mizah yapamayız,<br />

neden Çünkü bel altı muhabbete girersen,<br />

ne yapıyorsun derler. Zaman zaman<br />

bana da okuyucularım diyor; ‘Ya bu<br />

argo, kızıma okutacağım bu yazıyı, nasıl<br />

okutayım, nasıl izah edeceğim’ filan diyor.<br />

Ben de mümkün olduğu kadar ona<br />

dikkat etmeye çalışıyorum. Ama bunu<br />

yapmazsan, karikatür olmaz, mizah olmaz.<br />

Bunu yapmazsan tiyatro olmaz.<br />

Dolayısıyla bu tür sanatsal faaliyetler bu<br />

tarafta gelişememiş. Adamlar o sahayı<br />

da doldurmuşlar. Her yönüyle doldurmuşlar<br />

ve her koldan hücum ediyorlar.<br />

Daha düne kadar annelerimiz babalarımız<br />

kız çocuklarını okuttular mı Okuyacağına,<br />

gitsin evlensin, çocuk yapsın<br />

filan dediler. Ama onlar okuttular, köşe<br />

başlarını tuttular...<br />

Sinemaya gidiyor musunuz<br />

Aksiyon filmlerini tarz olarak seviyorum,<br />

1453’e gitmeyi düşünüyorum... Araştırma<br />

kitaplarının yanı sıra, roman da okuyorum.


68<br />

MART-NİSAN 2012<br />

20 yıldır felçli olduğu halde gazete çıkarıyor<br />

S<br />

MUZAFFER ALTUNAY<br />

amsun Büyükşehir Belediye başkan<br />

vekilliği görevini sürdürdüğü<br />

dönemde belediyenin merdivenlerinden<br />

düşerek sakat kalan şeref basın<br />

kartı sahibi Ahmet Demirel, yatalak olduğu<br />

halde 20 yıldır gazete çıkarıyor. Zor<br />

şartlarda yatağa bağımlı olarak yaşamını<br />

sürdüren ve gazeteciliğe "âşığım." diyen<br />

Demirel, kendisini hayata bağlayan en<br />

büyük etkenin gazete çıkarmak olduğunu<br />

söyledi. Sadece '10 Ocak Çalışan Gazeteciler<br />

Günü'nde hatırlanmaktan duyduğu<br />

üzüntüyü gözleri dolarak dile getiren ve<br />

1980–90 yılları arasında iki dönem belediye<br />

meclis üyeliği yaptığını kaydeden Medeniyet<br />

Gazetesi sahibi 73 yaşındaki Ahmet<br />

Demirel, 50 yıllık gazetecilik geçmişi olduğunu<br />

ve gazeteciliği çok sevdiğini belirtti.<br />

Gazeteciliği ölene kadar yapmaya devam<br />

edeceğini aktaran 19 Mayıs Gazeteciler<br />

Cemiyeti Kurucu Başkanı Demirel, "Şeref<br />

basın kartı sahibiyim. Bu süre zarfında yurt<br />

1990 yılında Samsun<br />

Belediye Başkanlığı'na<br />

vekâlet ettiği bir sırada<br />

belediyeyi ziyarete gelen<br />

bir konuğunu yolcu<br />

ederken kaza geçirdiğini<br />

hatırlatan Demirel,<br />

bu kazanın ardından<br />

yaklaşık 20 senedir<br />

felçli olarak yatağa<br />

bağımlı yaşmaya<br />

devam ettiğini belirtti.<br />

içi ve dışında çok sayıda toplantılara katıldım<br />

ve oralarda bana verilen 150'ye yakın<br />

plaket var." dedi.<br />

1990 yılında Samsun Belediye<br />

Başkanlığı'na vekâlet ettiği bir sırada belediyeyi<br />

ziyarete gelen bir konuğunu yolcu<br />

ederken kaza geçirdiğini hatırlatan Demirel,<br />

bu kazanın ardından yaklaşık 20 senedir<br />

felçli olarak yatağa bağımlı yaşmaya<br />

devam ettiğini belirtti. İlk defa 1970'li<br />

yıllarda Adalet Partisi'nden meclise girdiğini,<br />

daha sonra parti kapanınca eski<br />

başkanlardan Vehbi Gül zamanında yani<br />

1986 yıllarında tekrar meclis'e girdiğini dile<br />

getiren Demirel, "Hatta bir ara başkanlığa<br />

vekâlet ettim. Yine bundan 20 yıl önce<br />

vekâlet ettiğim dönemde Arnavutluk Büyükelçisi<br />

Necip Kaçı ve eşi belediyeyi ziyarete<br />

gelmişti. Ziyaret sonrası konuğumuzu<br />

uğurlarken ayağım halıya takıldı ve merdivenlerden<br />

aşağı yuvarlandım. O sırada<br />

birkaç basamak yuvarlandıktan sonra belimi<br />

merdivenin kenarına vurdum. Beni


MART-NİSAN 2012<br />

69<br />

alıp Ankara'ya götürdüler, ama orada da<br />

doktorun hatası ile yapılan yanlış ameliyat<br />

sonrası omuriliğime zarar verdiler ve ben<br />

de felç oldum. Yüzde 98 sakatlık raporum<br />

var, yüzde yüz olmasına 2 puan kaldı." diye<br />

konuştu.<br />

Evinin odasını ofise çeviren ve daha<br />

önce günlük çıkan gazetesini, ancak aylık<br />

çıkarabildiğini, bunu da abone sistemiyle<br />

okuyucularına posta yoluyla ulaştırdığını<br />

kaydeden Anadolu Basın Birliği kurucularından<br />

Demirel, sözlerine şöyle devam etti:<br />

"Ben bu halde olmama rağmen gazetecilik<br />

mesleğimi yapmaya devam ettim. Medeniyet<br />

adında 1969 yılında çıkarmaya başladığım<br />

gazetemi felçliyken de devam ettirdim.<br />

Şu anda günlük değil ama aylık olarak<br />

çıkartmaya devam ediyorum. Ben evimin<br />

bir odasını büroya çevirdim, tüm işlerimi<br />

çocuklarımın da yardımıyla buradan<br />

yapıyorum. Ama beni en çok üzen, gazeteciler<br />

arasında yardımlaşma ve dayanışmanın<br />

olmaması. Düştüğünüz zaman<br />

kimse sizi arayıp sormuyor, hastalıktan<br />

çok beni, bu durum üzüyor. Ben o yıllarda<br />

hem siyasî hem de gazetecilik kimliğine<br />

sahiptim. Ancak ikisini birbirine asla karıştırmadım.<br />

Gazeteciliği meslek ilkeleri dışında<br />

asla kullanmadım hatta şuanda çok<br />

düşkün bir vaziyette, yardıma muhtaç olmama<br />

rağmen kullanmıyorum. Bu hastalık<br />

beni maddi manevi çökertti. Aylık masraflarım<br />

3 bin lirayı buluyor, bana kirada<br />

oturan oğlum bakıyor. O da işsiz şu anda,<br />

gazetecilik ayakta iseniz çok iyi bir meslek,<br />

eğer düşmüşseniz çok nankör bir meslek<br />

haline gelebiliyor. Eğer ben gazetecilik değil<br />

de siyasete devam etmiş olsaydım bugün<br />

hatırı sayılır bir mevkide ve onlarca<br />

mal varlığı olan birisi olurdum. Ben gazetecilik<br />

aşkına, sevgisine her şeyi elimin tersi<br />

ile ittim. Bugünde vefasızlığın, duyarsızlığın<br />

en alasını yaşamaktayım. Benim yaşadıklarımı<br />

çektiklerimi bir başka meslektaşım<br />

çekmesin diye her nefes alıp verdiğimde<br />

Allah’a dua ediyorum. Çünkü bazen<br />

bir gülen yüz, hatırınızı soran bir meslektaşınızın<br />

size ziyarete gelmesi en kaliteli<br />

ilaçtan bile daha tesirli olabiliyor.” dedi.<br />

Gazeteci olarak çok büyük badireler<br />

atlatıp ölümlerden döndüğünü vurgulayan<br />

Ahmet Demirel, 1980 ihtilalinde attığı<br />

“Ey Ata'm Samsun’a yeniden çık ve<br />

kurtar yeniden memleketi” manşetinin<br />

ardından gazete binasının bombalandığını<br />

söyledi. İhtilal sonrası Samsun’a<br />

ziyarete gelen Kenan Evren ile 19 Mayıs<br />

Gazeteciler Cemiyeti başkanı sıfatı ile<br />

görüştüklerini ve o görüşmenin fotoğraflarını<br />

hâlâ sakladığını kaydeden Demirel<br />

unutamadığı bir anısını şöyle anlattı;<br />

“Atatürk’ün arkadaşlarından olan<br />

gazeteci Celalettin Bora vardı. 1972 yılında<br />

Anadolu Basın Birliği genel başkanı<br />

görevini yapan Bora, bir gün beni aradı<br />

ve Samsun’a gezmek için geleceğini<br />

söyledi. Ben de ‘buyurun gelin şeref verirsiniz’<br />

dedim. Sonrasında vali, belediye<br />

başkanı ve alay komutanından randevular<br />

aldım. Çünkü gelen kişi normal birisi<br />

değildi. Hem Atatürk’ün arkadaşı hem<br />

de gazetecilerin dernek olarak en üstündeki<br />

örgütün başkanıydı. Alay komutanı<br />

bize saat 14.00'te randevu vermişti, ben<br />

de Celalettin Bora’yı kendi arabamla alıp<br />

alay komutanlığı merkezine götürdüm.<br />

Alaya yaklaştığımızda bando takımının<br />

dizildiğini merasim hazırlığı yapıldığını<br />

gördük. Bunun üzerine ben Bora’ya<br />

‘Bugün ziyareti iptal edelim, alayda merasim<br />

var.’ dedim. Genel Başkan Borada<br />

bana ‘hiç olmazsa alayın bahçesine<br />

kadar gidelim olmazsa döneriz’ dedi.<br />

Birde baktık alay komutanı bahçede<br />

duruyor. Yanına gittik ‘Bugün merasim<br />

var, biz yarın gelelim’ dedik. Alay komutanı<br />

da gülerek ‘bu merasimi ben sizin<br />

için hazırlattım’ deyince orada kahkahalara<br />

boğulmuştuk. Bu hatıramı hiç<br />

unutamıyorum.” dedi.


70<br />

MART-NİSAN 2012<br />

<strong>Cihan</strong> TV Network’ün<br />

ekran formatı yenilendi<br />

C<br />

ihan Haber Ajansı bünyesinde faaliyet<br />

gösteren <strong>Cihan</strong> TV Network, yeni<br />

ekran formatıyla izleyicisiyle buluştu.<br />

<strong>Cihan</strong>'ın 2003 yılında başlattığı proje<br />

çerçevesinde toplam 75 noktada, 91 yerel<br />

TV’ye profesyonel anlamda<br />

haber ve program desteği<br />

veriyor. Anadolu’nun<br />

gözü kulağı olmayı hedefleyen<br />

<strong>Cihan</strong> TV Network,<br />

bu anlayışla dünya çapında<br />

TV Network ağlarını inceleyerek<br />

yeni ekran yüzlerini<br />

oluşturdu. Sade ve anlaşılabilir<br />

bir ekran formatını<br />

benimseyen <strong>Cihan</strong> TV Network kreatif<br />

departmanı uzun ve titiz uğraşlar sonucunda<br />

dünya standartlarında bir çalışmaya<br />

imza attı. Dünyaca ünlü medya tasarımcısı<br />

Mario Garsia'dan tasarım seminerleri<br />

alan ekip, programlara yeni bir kimlik<br />

kazandırdı. Cinama4d gibi dünya çapında<br />

TV görsellerinin hazırlandığı ve Türkiye'de<br />

yeni yeni uygulanmaya başlanan tasarım<br />

programları ile gerçekleştirilen görsellerde<br />

ekran bütünlüğü ön plana çıkartıldı. 1<br />

Mart 2012 tarihi itibarıyla<br />

yeni görsellerin kullanıldığı<br />

<strong>Cihan</strong> TV Network, aynı<br />

tarih itibarıyla da kesintisiz<br />

yayın testlerini yapmaya<br />

başladı. Yeni eklenen<br />

haber programları ile yerel<br />

T'lerin vazgeçilmezi olan<br />

<strong>Cihan</strong> TV Network'ün bu<br />

ekran değişim süreci hakkında<br />

bilgi veren <strong>Cihan</strong> Tv Network, Kreatif<br />

Yönetmeni Murat Işık, yerel TV'lerin bu<br />

çalışmalarla Türkiye çapında yayın yapan<br />

kanallar kalitesine yükseleceğini belirterek,<br />

amaçlarının alışılmışın dışında sade ve temiz<br />

bir ekran olduğunu vurguladı.


72<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Yurtdışı Türkler ve<br />

Akraba Topluluklar<br />

Başkanlığı Basın<br />

Müşaviri ve Artı90 Genel<br />

Yayın Yönetmeni<br />

Mehtap Altınok, kurum<br />

çalışanları tarafından<br />

çıkarılan derginin üç<br />

ayda bir yayımlanacağını<br />

söyledi.<br />

Artı90,<br />

yurtdışındaki<br />

Türklerin sesi<br />

olacak<br />

T<br />

HASAN ÖNAL/SÜREYYA KUTLUĞ<br />

ürkiye’nin en genç kurumlarından<br />

birisi Yurtdışı Türkler ve<br />

Akraba Topluluklar Başkanlığı.<br />

Yurtdışında bulunan 6 milyon vatandaş<br />

ve Türkiye’deki misafir öğrencilere<br />

yönelik hizmet vermesi için 2010 yılında<br />

kurulan Başkanlık, kısa süre içerisinde<br />

hayata geçirdiği projeler ve yaptığı<br />

organizasyonlarla dikkatleri üzerine<br />

çekmeyi başardı. Başkanlık, yurtdışından<br />

Türkiye'nin aranma kodu olan Artı90<br />

adıyla çıkardığı dergi ile yurtdışında<br />

yaşayanların sesi soluğu olmayı hedefliyor.<br />

DERGİNİN ADI, TÜRKİYE’NİN YURTDIŞINDAN<br />

ARANMA KODU<br />

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar<br />

Başkanı Kemal Yurtnaç, dünyanın 155<br />

ülkesinde 6 milyon Türkiye vatandaşı<br />

bulunduğuna dikkat çekerek, yurtdışındaki<br />

vatandaşlar ve Türkiye’deki misafir<br />

öğrencilere yönelik hizmet sunduklarını<br />

belirtti. Yurtdışındaki vatandaşlarla<br />

iletişimlerini artırmak için Türkiye’nin<br />

yurtdışından aranma kodu olan Artı90<br />

adıyla bir dergi çıkardıklarını ifade eden<br />

Yurtnaç, “Dergimizde herkes yer alıyor.<br />

Hedef kitlemizi oluşturan vatandaşlarımızı<br />

ilgilendiren tüm konulara<br />

dergimizde yer vererek onları bilgilendiriyoruz.”<br />

dedi. Ayrıca yurtdışındaki<br />

vatandaşların yaşadığı sorunları giderecek<br />

teklifler hazırlayıp bulundukları<br />

ülkelerin ilgili kurumlarına ilettiklerini<br />

vurgulayan Yurtnaç, “Son olarak<br />

Avustralya’da yeniden hazırlanan ulusal<br />

müfredata Türkçenin de eklenmesini<br />

sağladık. Avrupa’da gençlik dairelerinin<br />

vatandaşlarımızın aile bütünlüğünü<br />

bozmayacak şekilde düzenlenmesi<br />

için teklif hazırlıyoruz. Ayrıca çocukların<br />

yaşadıkları ülkelerin anadillerini<br />

iyi öğrenebilmeleri için çift dilli anaokulu<br />

projesini bu ülkelere sunacağız.”<br />

diye konuştu.<br />

DERGİYİ KURUM ÇALIŞANLARI HAZIRLIYOR<br />

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar<br />

Başkanlığı Basın Müşaviri ve Artı90 Genel<br />

Yayın Yönetmeni Mehtap Altınok<br />

ise kurum çalışanları tarafından çıkarılan<br />

derginin şu an üç ayda bir yayımlanacağını<br />

söyledi. 5 bin adet bastırdıkları<br />

dergiyi yurtdışındaki sivil toplum örgütleri,<br />

konsolosluklar, büyükelçilikler,<br />

eğitim müşavirlikleri ile Türkiye’deki ilgili<br />

kamu kurumları, milletvekilleri, bürokratlar<br />

ve üniversitelere gönderdiklerini<br />

ifade eden Altınok, derginin internet<br />

sitesi www.arti90dergi.com adresinden<br />

de dünyanın dört bir yanındaki Türkle-


MART-NİSAN 2012<br />

73<br />

re hitap ettiklerini söyledi. Yurtdışındaki vatandaşların<br />

sorunlarını dile getirmek ve kurumun<br />

faaliyetlerini onlara duyurmak için dergi<br />

çıkardıklarını söyleyen Altınok, “Dergi siyasi<br />

konuları da içeren ama soft konuların da<br />

yer aldığı bir dergi. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın<br />

başarı hikâyesinin anlatıldığı<br />

dergimizde Sancak, Prizren gibi Müslümanların<br />

yoğun olarak yaşadığı bölgelerden<br />

insan hikâyeleri de yer alıyor. Eline alan herkes<br />

dergimizde ilgisini çekecek bir şey bulacak.”<br />

dedi.<br />

Artı90’ın ağır bir dille yazılmış bir dergi<br />

olmadığını belirten Altınok, Artı90’nın içeriğinden<br />

şöyle bahsetti: "Artı90 akademik<br />

bir dergi değil. Dergi siyasi konuları da içeren<br />

ama bunun peşine soft konuların da yer<br />

aldığı bir dergi. Örneğin yurtdışında yaşayan<br />

bir vatandaşımızın<br />

burada Başarı<br />

hikâyesi de<br />

anlatılıyor. Aynı<br />

zamanda balkanlardaki<br />

Sancak<br />

bölgesi ya<br />

da prizrien gibi<br />

Müslümanların<br />

yaşadığı bölgelerdeki<br />

insanların<br />

hikâyeleri<br />

de anlatılıyor.<br />

Afrika’da var,<br />

Orta Asya da<br />

var içinde yani<br />

herhangi biri bu<br />

dergiyi eline aldığında<br />

kendisi<br />

ile ilgili, kendisini<br />

çekecek bir şey mutlaka bulacaktır. Herkese<br />

yönelik bir konu var içinde. Sanata var,<br />

spor da var, edebiyat da var. Herkes her şeyi<br />

bu dergide bulabilir diye düşünüyorum."<br />

Altınok, nisan ayında çıkacak ikinci sayı<br />

için de çalışmalara başladıklarını kaydetti. Altınok<br />

şöyle konuştu: "Dergideki en büyük konulardan<br />

bir tanesi Fransa’da Ermeni yasa tasarısı<br />

ile ilgili geniş bir dosya haber hazırlamayı<br />

planlıyoruz, yine Almanya ile ilgili eğitim konusunda<br />

ya da oradaki vatandaşların sorunları<br />

ile ilgili mavi kart emeklilik gibi konular ile ilgili<br />

detaylı bilgilere yer vereceğiz. Bunun dışında<br />

tabii insan hikâyeleri var yine. Dünyanın çeşitli<br />

bölgelerinden bu sayıda yine İngiltere’den,<br />

Kanada’dan olacak, Amerika’daki bir Türk<br />

bayanın hikâyesi olacak bunların hepsinin<br />

çok ilgi duyacağına inanıyorum.


74<br />

MART-NİSAN 2012<br />

Karaosmanoğlu, Türk Dünyası<br />

Belediyeler Birliği başkanı oldu<br />

5<br />

ayrı ülkede temsilciliği ve 18 ülkeden<br />

bin 17 üyesi bulunan Türk<br />

Dünyası Belediyeler Birliği’nin<br />

(TDBB) 3. Olağan Genel Kurulu’nda<br />

yapılan seçimde Kocaeli Büyükşehir<br />

Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu,<br />

TDBB’nin yeni başkanı oldu.<br />

Türk dili ve lehçelerini konuşan<br />

ülkelerin devlet başkanları, 2000 yılı<br />

Azerbaycan zirvesinde ülkelerarası karşılıklı<br />

işbirliğinin geliştirilmesi ile ilgili<br />

alınan kararların 6. maddesinde “yerel<br />

yönetimler arasında işbirliğinin geliştirilmesi"<br />

kararını almıştır. Türk Dünyası<br />

Belediyeler Birliği (TDBB), Türk dili<br />

ve lehçelerinin konuşulduğu ülkeler,<br />

bölgeler ve buralarla coğrafi, tarihi,<br />

kültürel ortaklıkları bulunan yerlerdeki<br />

kent ve kent yönetimi ile ilgili çalışmalar<br />

yapmak amacıyla 12 Kasım 2003 tarih<br />

ve 6464 sayılı Bakanlar Kurulu kararı<br />

ile kurulmuş, 3335 sayılı Uluslararası<br />

Nitelikteki Teşekküllerin Kurulması<br />

hakkındaki yasa hükümleri çerçevesinde<br />

faaliyetlerini sürdüren uluslararası<br />

bir teşekküldür.<br />

Türk Dünyası Belediyeler Birliği<br />

(TDBB), Türkiye’nin yakın kıta havzasını<br />

oluşturan, kültür coğrafyamız olarak<br />

adlandırdığımız Avrasya bölgesini temel<br />

faaliyet alanı olarak tespit etmiş, Balkanlar'dan<br />

Orta Asya’ya, Ortadoğu’nun<br />

da dahil olduğu geniş bir bölgede, Türk<br />

dili ve lehçelerini konuşan toplulukların<br />

yaşadığı ülkelerdeki yerel yönetimlerle<br />

işbirliği ve dayanışmayı temine yönelik<br />

çalışmalar yürüten, TC Başbakanlık<br />

Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı<br />

Başkanlığı (TİKA), Avrupa Belediyeler<br />

ve Bölgeler Konseyi Birliği (CEMR),<br />

Avrupa Akdeniz Yerel ve Bölgesel Yönetimler<br />

İşbirliği Komitesi (COPPEM),<br />

Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler<br />

Ortadoğu ve Batı Asya Bölge Teşkilatı<br />

(UCLG MEWA), Arap Şehirler Birliği<br />

(ATO), Avrupa Türk Demokratlar Birliği<br />

Hollanda Şubesi (UETD), İslam, Tarih,<br />

Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi<br />

(IRCICA), Türkiye Radyo ve Televizyon<br />

Genel Müdürlüğü, TRT, Türkiye Belediyeler<br />

Birliği (TBB), Ege Belediyeler Birliği<br />

(EBB), Kıbrıs Türk Belediyeler Birliği<br />

(KTBB), Tataristan Belediyeler Birliği,<br />

Moğolistan Belediyeler Birliği, İstanbul<br />

Uygulamalı Gaz ve Enerji Teknolojileri<br />

Araştırma Mühendislik Sanayi ve Ticaret<br />

AŞ (UGETAM), Türk Kızılayı (KI-<br />

ZILAY), Türkiye Yeşilay Cemiyeti (YEŞİ-<br />

LAY), Kırgızistan Yerel Yönetimler Birliği,<br />

Marmara Belediyeler Birliği, Azerbaycan<br />

Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Belediyeler<br />

İş Merkezi, TC Mahalli İdareler<br />

Genel Müdürlüğü, Kırgız Cumhuriyeti<br />

Yerel Yönetimler ve Bölgesel Kalkınma<br />

Bakanlığı gibi ulusal ve uluslararası kuruluşlarla<br />

da işbirliği halinde faaliyetlerini<br />

sürdüren birliğimiz, bayındırlık, insan<br />

ve çevre sağlığı, kültür, spor, eğitim,<br />

turizm, ekonomi, ticaret gibi yerel yöne-


MART-NİSAN 2012<br />

75<br />

timleri ilgilendiren genel konular yanında,<br />

altyapı, afet, konut, şehirleşme, etkin<br />

yerel yönetim gibi yerel yönetimleri yakından<br />

ilgilendiren özel konularda eğitim,<br />

danışmanlık, yayın, teknik inceleme<br />

ve araştırma gezisi, diplomasi gibi hizmetleri<br />

ifa etmektedir.<br />

Birliğimiz bugüne kadar Avrasya<br />

Yerel Yönetimler Kongresi başlığı altında<br />

iki geniş katılımlı kongre, Uluslararası<br />

Eğitim ve Araştırma Merkezimiz bünyesinde<br />

üye belediyelerimize yönelik<br />

kırkın üzerinde eğitim, yirmi iki ülkede<br />

kardeş ülke günlerini gerçekleştirmiş ve<br />

birçok yurtiçi ve yurtdışı faaliyet ve etkinliğe<br />

destekleyici kuruluş ya da proje<br />

ortağı olarak iştirak etmiş ve etmeye devam<br />

etmektedir.<br />

Başta Türkiye olmak üzere Azerbaycan,<br />

Kırgız Cumhuriyeti, Bosna-Hersek,<br />

Rusya Federasyonu Dağıstan Cumhuriyeti,<br />

Rusya Federasyonu Başkurdistan<br />

Cumhuriyeti, KKTC, Moldova, Moğolistan,<br />

Makedonya, Irak, Lübnan, Kosova,<br />

Pakistan, Macaristan, Kazakistan gibi<br />

Avrasya coğrafyasındaki birçok ülkedeki<br />

yerel yönetimlerle işbirliği ve dayanışmayı,<br />

karşılıklı deneyim ve tecrübe<br />

paylaşımını esas alan birliğimiz, uluslararası<br />

kongre, kardeş belediye çalışmaları,<br />

kardeş ülke günleri, sempozyum,<br />

panel, eğitim semineri, karşılıklı ziyaret,<br />

teknik ve insani yardım gibi birçok başlıkta<br />

çalışmalar yürütmektedir. 18 ülkeden<br />

1.017 üyesi bulunan Türk Dünyası<br />

Belediyeler Birliği’nin 5 ayrı ülkede<br />

temsilciliği bulunmaktadır. Bu ülkeler:<br />

Azerbaycan Cumhuriyeti, Moldova<br />

Cumhuriyeti, Kazakistan Cumhuriyeti,<br />

Kırgız Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk<br />

Cumhuriyeti. Bu ülkelerdeki temsilciler<br />

aynı zamanda birliğimizde başkan yardımcılığı<br />

görevi yürütmektedir.<br />

İBRAHİM KARAOSMANOĞLU’NUN ÖZGEÇMİŞİ<br />

1952 yılında İzmit Yuvacık´ta doğdu.<br />

1977 yılında Marmara Üniversitesi´nden<br />

mezun oldu. 1978-1989 yılları arasında<br />

Kırıkkale Lisesi, İzmit Endüstri Meslek<br />

Lisesi ve İzmit Ortaokulu´nda öğretmen<br />

ve yönetici olarak görev aldı.<br />

1989-99 yılları arasında İzmit´te 10 yıl<br />

Yuvacık Belediye başkanlığı yaptı. Ak<br />

Parti´nin kuruluşunda Genel Başkan<br />

Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte aktif<br />

olarak görev aldı. AK Parti Kocaeli Teşkilatında<br />

kurucu İl Başkan Yardımcılığı<br />

ve il başkanlığı görevlerinde bulundu.<br />

Daha sonra başbakan danışmanı olarak<br />

Ankara´da görev yaptı. Kırgızistan<br />

Cumhuriyeti'nin köklü üniversitelerinden<br />

Mahmud Kaşgarî Barskanî Doğu<br />

Üniversitesi tarafından “fahri profesörlük”<br />

ünvanı ile Kazakistan Cumhuriyeti<br />

Kainar Üniversitesi’nden “fahri doktora”<br />

unvanına layık görülen Karaosmanoğlu,<br />

COPPEM-Avrupa-Akdeniz<br />

İşbirliği Komitesi asli üyesidir. UCLG-<br />

MEWA Dünya Konseyi üyesi ve aynı<br />

organizasyonda üç farklı komitede başkan<br />

ve yönetim kurulu üyelikleri görevleri<br />

de yürütmektedir. Kent ihtiyaçları<br />

paralelinde yaptığı insan odaklı hızlı ve<br />

agresif yatırım hamlesiyle, model proje<br />

uygulamalarıyla Kocaeli'nin çehresinin<br />

değişmesinde ve dünya kenti olmasında<br />

önemli bir görev icra eden Karaosmanoğlu;<br />

birçok sivil toplum kuruluşu,<br />

ulusal ve uluslararası yayın organı<br />

tarafından çeşitli defalar “Yılın Büyükşehir<br />

Belediye Başkanı” seçilmiş ve<br />

bir çok “kent ödülüne” layık görülmüştür.<br />

“Türk-Macar” dostluğunun geliştirilmesi<br />

ve Macar tarihinin önemli ismi<br />

“Kral Thököly İmre” anısının Kocaeli’<br />

nde yaşatılması maksadıyla, göstermiş<br />

olduğu üstün katkılarından ötürü Macaristan<br />

Devleti tarafından Devlet Liyakat<br />

Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Evli ve<br />

5 çocuk babasıdır.<br />

Karaosmanoğlu, 10 Mart 2012<br />

tarihinde yapılan Türk Dünyası Belediyeler<br />

Birliği 3. Olağan Genel<br />

Kurulu'ndan bu yana Türk Dünyası<br />

Belediyeler Birliği başkanlığı görevini<br />

yürütmektedir.


76<br />

MART-NİSAN 2012<br />

İŞ DÜNYASI<br />

ZİYA YILDIRIM z.yildirim@cihan.com.tr<br />

Yeni BMW 3 serisi vitrine çıktı<br />

Otomotiv devi BMW’nin yeni 3 serisi tüketicilerin<br />

beğenisine sunuldu. Seri, Sport Line, Luxury<br />

Line, Modern Line seçenekleri ile kullanıcıların<br />

otomobillerini tercihlerine uygun hale getirmelerine<br />

imkân tanıyor.<br />

Yeni BMW 3, kamuoyuna tanıtıldı. Bu çerçevede<br />

verilen davette serinin tasarımına, kullanımına<br />

değinildi, yararları ve getirileri anlatıldı.<br />

Popçu Murat Boz’un da katıldığı davette söz<br />

alan BMW Group Satış ve Pazarlama Direktörü<br />

Ayhan Ölçer, “Seri, 1975’ten bu yana hepimizin<br />

ve belki çocukluğumuzun rüya otomobili.<br />

Segmentinde sportif karakteri ve ayrı tasarımı<br />

ile her zaman bir adım önde oldu. Tahmin<br />

ediyorum, 1975’ten beri otomobil kullanıcılarına<br />

büyük sürüş keyfi verdi. Zamanla büyüdü,<br />

performansı arttı, çevreci bir otomobil oldu.”<br />

ifadelerini kullandı.<br />

Yeni BMW 3, selefinden 93 milimetre daha<br />

uzun. Bu otomobillerde iç alan geniş olup, bundan<br />

arkada oturan yolcular yararlanıyor. Yine<br />

arkada ek diz aralığı bulunuyor ve tavan 8 milimetreyi<br />

buluyor. Seri; BMW’nin iç tasarımına<br />

uygun. Kokpit otomobillerde tipik olarak görüldüğü<br />

gibi kullanıcının etrafını örüyor, tüm<br />

önemli işlevleri erişilebilir kılıyor. BMW 3 Sedan;<br />

Sport Line, Luxury Line ve Modern Line seçenekleri<br />

ile kullanıcıların otomobillerini tercihlerine<br />

uygun hale getirmelerine olanak veriyor.<br />

Özgün, iç ve dış tasarımı bulunan M Spor paketi,<br />

2012 yazında satışa sunulacak.<br />

Karaca, Türk kahvesine sahip çıktı<br />

‘Türk kahvesi içiyorum, kahveme sahip çıkıyorum'<br />

projesi Karaca Porselen’in katkıları ile<br />

hayat buldu.<br />

Geleneksel kahve kültürümüze, değerlerimize<br />

sahip çıkmak, Türk halkı nezdinde sağduyu<br />

oluşturmak için düzenlenen ‘Türk kahvesı<br />

içiyorum, kahveme sahip çıkıyorum’ projesi<br />

başladı. Türkiye’nin kendi dalında başarılı<br />

11 ünlü ismi Sertab Erener, Haldun Dormen,<br />

Kerem Görsev, Ali Sunal, Kadir Doğulu, Ayşegül<br />

Aldinç, Ali Kırca, Saba Tümer, Nevra Serezli,<br />

Fuat Güner, Ebru Akel, Zeynel Abidin Ağgül’ün<br />

kamerasının önüne geçerek, ‘Türk kahvesi içiyorum,<br />

kahveme sahip çıkıyorum’ dedi.<br />

Atıl Kutoğlu tarafından Türk Kahve<br />

Derneği yararına tasarlanan Türk kahvesi fıncanları,<br />

Karaca Porselen tarafından üretildi.<br />

Selçuklu motiflerinden esinlenerek hazırlanan<br />

fincanlar turkuvaz ve mor olarak, iki<br />

farklı renkte konukların beğenisine sunuldu.<br />

Proje için özel üretilen, Atıl Kutoğlu<br />

tarafından tasarlanan fincanlara tüm KRC<br />

Shop’lardan ulaşmak mümkün.


MART-NİSAN 2012<br />

77<br />

Caillou markalı çocuk odalarına büyük ilgi<br />

TARSİM yetkilileri, Devlet<br />

Destekli Tarım Sigortaları<br />

Sistemi’nin başlangıcı olan<br />

2006 yılından bu yana çok<br />

ciddi mesafeler alındığını ve<br />

üreticinin 2011 yılında tarım<br />

sigortasına ilgisinin inanılmaz<br />

ölçüde arttığını açıkladı.<br />

Çiftçi ile buluşulan 2006<br />

yılından bu yana son derece<br />

iyi sonuçlar elde ettiklerini<br />

belirten yetkililer, 2011’de de<br />

daha önceki yıllarda olduğu<br />

gibi başarı grafiklerini artırdıklarını,<br />

poliçe sayısının bir<br />

önceki yıla göre % 58 artışla,<br />

371 bin 116 adetten 587 bin<br />

Dünyanın 50 ülkesinde yayınlanan<br />

Caillou çizgi film karakteri,<br />

mobilya markası ile çocukların<br />

yatak odalarına girdi.<br />

İnegöl'de üretim yapan<br />

Dilay Mobilya, Caillou'nun<br />

mobilya lisansını alarak çocuklara<br />

özel üretim yapmaya<br />

başladı. Caillou’nun senaryosunun<br />

Türk örf, adet,<br />

gelenek ve göreneklerine uygun<br />

ve çocukların çok sevdiği<br />

bir karakter olduğunu belirten<br />

Dilay Mobilya Yönetim<br />

Kurulu Başkanı Azmettin<br />

Gündüz, “Caillou çocuk odası<br />

İMOB Fuarı’nın gözdesiydi.<br />

Çocuklarımız Caillou mobilyasını<br />

çok beğendi. Hem<br />

yurtiçinden hem de yurtdışından<br />

tahminimizin çok üstünde<br />

ciddi talepler aldık.<br />

Ürünün üretim aşaması,<br />

Ar-Ge’si bizi oldukça zorladı.<br />

Ürün hem kaliteli hem de<br />

muadillerinden pahalı olmamalıydı.<br />

Çok şükür başardık.”<br />

diye konuştu.<br />

Caillou’nun mıknatıs gibi<br />

çocukları kendisine çektiğini<br />

ifade eden Azmettin Gündüz,<br />

“Caillou Türkiye’de babasının<br />

elinden tutup da götürüp bir<br />

şey aldıracak güçte bir karakter.<br />

Onun için de gelenlere keyifle,<br />

zevkle bebeğimizi tanıtıyoruz."<br />

dedi.<br />

TARSİM’de poliçe sayısı arttı<br />

716’ya ulaştığını bildirdi.<br />

TARSİM, geçen yılın aralık<br />

sonu itibarıyla yaklaşık 7<br />

milyar lira değerinde tarımsal<br />

ürünün sigortalandığını, 9<br />

milyon dekarlık alanın sigorta<br />

kapsamına alındığının altını<br />

çizdi.<br />

2011 yılında 175 bin hasar<br />

dosyasını sonuçlandıran<br />

ve 260 milyon TL’ye yakın hasar<br />

ödemesi gerçekleştiren<br />

TARSİM, Sistem’in başlangıcından<br />

2011 yılı sonuna kadar<br />

ise 550 milyon TL’ye yakın<br />

hasar ödemesi yaparak, çiftçinin<br />

yüzünü güldürdü.<br />

U.S. Polo yeni sezonu baharın<br />

renkleriyle açıyor<br />

Dünyanın en prestijli saat markalarını<br />

Türkiye’deki saat tutkunları<br />

ile buluşturan Rotap,<br />

bu ayrıcalığı Ankaralı lüks severlere<br />

yaşatmak için Arjantin<br />

Caddesi’nde açtığı mağazasında<br />

özel bir açılış daveti düzenledi.<br />

Rotap Yönetim Kurulu Başkanı<br />

Mehmet Ali Bal, Rotap Genel<br />

Müdürü Hafise Bozer ve Rotap<br />

Kurumsal İletişim Müdürü Bihter<br />

Koray Ayyıldız’ın ev sahipliğinde<br />

gerçekleşen açılışta davetliler,<br />

Omega, Mont Blanc, Tiffany&Co.,<br />

Jaquet Droz, Montegrappa,<br />

Davidoff, Pequignet, Maranello<br />

markalarının ürünlerini dünya<br />

ile aynı anda yakından tanıma<br />

fırsatına sahip oldular.<br />

Ankara’nın üst düzey iş, cemiyet,<br />

siyaset ve yabancı misyonun<br />

katılımıyla gerçekleşendavette<br />

Azerbaycan Büyükelçisi<br />

Aile boyu rahatlık ve şıklığın<br />

simgesi U.S. Polo Assn.’in<br />

2012 ilkbahar-yaz koleksiyonuna<br />

taze çiçeklerin ve baharın<br />

canlı renkleri damgasını vuruyor.<br />

Kadın grubunda keten yıkamalı<br />

gömlekler, patch-work<br />

trikolar ve slim fit jean’ler; erkek<br />

grubunda ise ekoseli gömlekler,<br />

beyaz jean’ler ve çizgili<br />

pike Polo yaka tişörtler koleksiyonun<br />

öne çıkan parçaları.<br />

U.S. Polo Assn.’in 2012<br />

ilkbahar-yaz koleksiyonunda<br />

Polo sporunun temaları, armalar,<br />

baharın renkleriyle buluşuyor.<br />

Markanın ana renkleri<br />

olan kırmızı-beyaz-lacivertin<br />

yanı sıra koyu yeşil-sarıpembe-bej-haki-kırmızı-camel<br />

ürünler de kendi renk gruplarındaki<br />

kombinasyonlarla modaseverlerin<br />

beğenisine sunuluyor.<br />

Kadın grubunda keten yıkamalı<br />

gömlekler, ilkbaharın<br />

camel ve kırmızı tonlamalarındaki<br />

patch-work trikolar ve<br />

slim-fit kırmızı jeanler’le kombinlenebiliyor.<br />

İşe giderken ise<br />

aynı kombin dizde bir etek ve<br />

lacivert blazer ile sunuluyor.<br />

Rotap, Ankaralılar ile buluştu<br />

Faik Bağırov, Peru Büyükelçisi<br />

Jorge Abarca del Caprio, Çelikler<br />

Holding Yön. Kur. Baş. Yard. Tahir<br />

Çelik, Timed Yön. Kurulu Üyesi<br />

Gökmen Özdoğan, ünlü iç mimar<br />

Neşet Güne, Akpınar Şirketler<br />

Grubu Yönetim Kurulu Başkanı<br />

Birol Akpınar’ın eşi Melek Güney<br />

Akpınar da hazır bulundu.


78<br />

MART-NİSAN 2012<br />

TEK NO LO JÝ<br />

MURAT IŞIK m.isik@cihan.com.tr<br />

O!Play ile hayat daha kolay<br />

ASUS’un ürettiği O!Play Mini Plus hem dünyanın ilk HD medya<br />

oynatıcısı hem de TV üzerinden sosyal ağlara girmenizi sağlayan,<br />

çevrimiçi eğlenceyi sorunsuz olarak sunan bir cihaz. İnternet<br />

tabanlı eğlence sistemi O!Play Mini Plus, hem video siteleri<br />

ve sosyal medya kanallarına hem de sonsuz eğlence için<br />

çevrimiçi eğlence sunan ağlara hızlı ve sorunsuz erişim için<br />

Gigabit Lan ve kablosuz bağlantı imkanı sunuyor.<br />

LG'den yüksek hız<br />

LG’nin True HD ekranından oldukça etkileyici özelliklere<br />

sahip. 8MP BSI sensörlü arka, 1.3MP ön kamera,<br />

daha iyi görüntü elde edilmesini sağlayan yeni grafik<br />

çipi, 16GB dahili hafıza, microSD kart slotu, Android<br />

4.0 Ice Cream Sandwich ve bazı zenginleştirmeler<br />

sunan LG arayüzünün eşlik ettiği akıllı telefonun hızı,<br />

performansı, ekran kalitesi gerçekten etkileyici.<br />

ASUS Padfone geliyor<br />

Bir tablet ile bir telefondan oluşan Padfone, klavye aksesuarıyla<br />

dizüstü bilgisayar da olabiliyor. Yani tek konseptte üç aygıt<br />

deneyimi yaşatıyor. Padfone’un tablet bilgisayar bölümü;<br />

10.1 inçlik 1280 x 800 piksel WXGA çözünürlüklü ekran, 1.3MP<br />

ön kamera, microUSB, microHDMI, LED göstergelerini yapısında<br />

ihtiva edecek. 13.5 mm kalınlığındaki tablet bölümünün<br />

akıllı telefon ile birlikte ağırlığı 724 grama ulaşacak.<br />

Nikon'dan pixel canavarı<br />

Nikon D800 adlı model 36.3 milyon piksel seviyesinde fotoğraf<br />

çekimine aracılık ediyor. Sahip olduğu teknik özelliklerle full<br />

HD çekim yapan, CMOS sensör kullanan ürün FX ve DX formatlarında<br />

film çekimi yapıyor. 3.2 inch boyutunda LCD ekranı ve<br />

oldukça kullanışlı menüsü bulunan Nikon D800 Compact flash<br />

ve SD olarak çift bellekle de uyumlu çalışıyor.


MART-NİSAN 2012<br />

79<br />

Profesyonel<br />

sunumlar için<br />

Çok fonksiyonlu ve pratik sunum<br />

cihazı Media Pointer 1000, sunum<br />

yaparken konferans salonunda rahatça<br />

dolaşabilmeniz için 10 metreye kadar<br />

çalışma alanı sağlayan 2,4 GHz kablosuz iletim teknolojisine<br />

sahip. Dâhili titreşim özelliği ve benzersiz LCD ekranı sayesinde<br />

sunumlarınız sırasında saat ayarı yaparak zamanınızı<br />

daha etkin biçimde kontrol etmeniz mümkün. Dahası,<br />

iki adet AAA pil ile çalışan bu pratik sunum cihazını dünyanın<br />

en küçük boyutlu Pico alıcısı sayesinde kolayca bilgisayarınıza<br />

bağlayabilirsiniz.<br />

Cep telefonunda<br />

projektörlü dönem<br />

Samsung, duvara görüntü yansıtmaya izin veren projeksiyon<br />

özellikli yeni akıllı cebini bir basın duyurusu ile tanıttı. Galaxy<br />

Beam adındaki cep, 12.5mm kalınlığında ve Samsung'a göre<br />

"en ince projeksiyonlu cep". Galaxy Beam, aslında 2010'da tanıtılan<br />

Samsung i8520'nin yeni bir sürümü. 15 lümen projektöre<br />

sahip telefon, fotoğraf, video ve slayt gösterilerini duvarlara<br />

ve tabanlara yansıtabiliyor (15 metre uzaklığa kadar). Android<br />

2.3 ile çalışan cihaz, 1 GHz çift çekirdekli işlemciye sahip ve<br />

4 inç ekranla (800x480) geliyor. Cihazın depolama alanını microSD<br />

slotu sayesinde genişletmek de mümkün oluyor.<br />

Gözünüz arkada kalmasın<br />

Internet tabanlı bir IP kamera olarak geliştirilen Aztech<br />

WIP302, size daha güvenli bir yaşamın kapılarını açıyor. Ev<br />

ve işyerinde neler olup bittiğini merak ediyorsanız Aztech<br />

WIP302’den daha iyisiyle karşılaşmanız biraz zor. Ürün kablosuz<br />

ağ desteğine sahip olup kullanabilmek için sadece güç<br />

bağlantısının yapılması yeterli. Web tabanlı kullanıcı arabirimi<br />

sayesinde internet üzerindeki herhangi bir bilgisayardan, tabletten<br />

veya akıllı telefonunuzdan dünyanın neresinde olursanız<br />

olun kameraya sürekli olarak erişim sağlayabilirsiniz.<br />

Huawei'nin tablet açılımı<br />

Çin merkezli Huawei, yeni Android tablet bilgisayarı Media-<br />

Pad 10'un resmi basın açıklamasını yayınladı! Dünyanın ilk 10<br />

inçlik tableti olarak betimlenen cihaz, yine Huawei’nin geliştirdiği<br />

1.5 GHz hızında dört çekirdekli K3V2 çipseti, Google’ın<br />

Android 4.0 Ice Cream Sandwich versiyonu, yüksek çözünürlüklü<br />

IPS ekranı ile eşsiz bir ses ve görsel performans sergiliyor.<br />

Huawei’nin kendi markasını taşıyan, sektörün en küçük<br />

ve en hızlı yongası olan 1.5GHz hızındaki dört çekirdekli<br />

K3V2’ye yüksek 3D grafik performansı vaat ediyor.


80<br />

MART-NİSAN 2012<br />

KÝ TAP<br />

FAHRİ SÖKE f.soke@cihan.com.tr<br />

NÂR-I AŞK<br />

MİNE SULTAN ÜNVER<br />

Nar-ı Aşk, Mine Sultan Ünver’in Timaş Yayınları'ndan yeni çıkan<br />

kitabı. 18. yüzyılın son çeyreğinde yaşayan Şeyh Galip ve<br />

Beyhan Sultan’ın aşkları anlatılıyor kitapta. Bu aşkı anlatırken<br />

dönemini de anlatıp tasvir etmesi, tarihî kitapları aratmayacak<br />

türden.<br />

Roman bir mendilin dilinden anlatılarak başlıyor ve mendilin<br />

bir şeyleri silmenin ötesinde yaradığı işler de paylaşılıyor.<br />

Nâr-ı Aşk’a hâkim olunan dil akıcı ve edebî üslubu oldukça<br />

başarılı. Okuyucunun gönlünde iz bırakacak cümleler kuruyor<br />

kitap. Eser roman türünde kaleme alınmasına rağmen,<br />

Şeyh Galip’in hayatının tarihsel gerçeklikle birebir uyuştuğunu<br />

hatırlatmakta fayda var. Satır araları dikkatli okunduğu<br />

takdirde kitap, sadece roman değil tarihi bir eser niteliğinde.<br />

Minyatür sanatıyla ilgilenen Mine Sultan Ünver, bu kitabını da<br />

minyatür sanatçısı titizliğiyle kaleme almış. Kitapta kullanılan<br />

ve okuyucuyu adeta sarıp sarmalayan edebi dil, okumaya ayrı<br />

bir haz kazandırıyor.<br />

Kitap ayrıca Osmanlı’da yaşanan aşkı anlatma adına da<br />

önemli. Kitapta Şeyh Galip ve Osmanlı hanedanı mensubu,<br />

padişah kızı ve padişah kardeşi arasında yaşanan aşk, Batılı<br />

oryantalist söylemler ışığında kaleme alınan diğer kitapların<br />

aksine tüm zerafeti, naifliği ve saflığı ile anlatılıyor.<br />

HAYAT BİLGİSİ<br />

ALPER GÖRMÜŞ<br />

‘Portre’, en beğeniyle okunan yazı türlerinden biri. Usta gazeteci<br />

Alper Görmüş, Türkiye'de gazetecilerin unuttuğu bir âdeti, portre<br />

yazarlığını kendi üslubunca son kitabı Hayat Bilgisi’nde yeniden<br />

yorumluyor. Alper Görmüş, elliye yakın kişinin ‘portre’sini çıkardığı<br />

bu kitapta, ele aldığı kişilerin hayatlarına bir bütün olarak<br />

odaklanmak, detaylı bilgiler aktarmak yahut polemik cümlelerine<br />

başvurmak yerine, bu hayatların her birinde hepimizin hayatı<br />

için elzem bir ‘hayat dersi’ çıkarmayı hedefliyor. Böyle olunca,<br />

spordan siyasete, edebiyat dünyasından medyaya ve akademyaya<br />

elliye yakın ismin ‘portre’si üzerinden bir ‘hayat bilgisi’ devşiriyor.<br />

Meselâ, Boğdan Tanyeviç portresinden, ‘sonuca’ değil ‘çabaya’<br />

odaklanma ve asıl onu ödüllendirme dersi çıkarıyoruz Hayat<br />

Bilgisi’nde Tanyeviç portresini okurken. Ertuğrul Sağlam’ın portresi<br />

ise bize ‘yeni Anadolu’nun kimliğini ele veriyor: ‘ne ezik, ne<br />

hırçın’. Buna karşılık, Mustafa Denizli portresi bizi ‘kurgulanmış<br />

erdem’in hem sahiciliği, hem sürdürülebilirliği konusunda düşündürüyor.<br />

Özhan Canaydın’dan, ‘ortam böyle’ mazeretine sığınmadan,<br />

nezaketini ve efendiliğini korumanın dersini alıyoruz.<br />

Hayat Bilgisi, Aykut Kocaman’dan Hrant Dink’e, Nilüfer Göle’den<br />

Ruhat Mengi’ye, Selim İleri’den Kenan Evren’e, birçok şöhretli<br />

isme dair çok çarpıcı ‘portre’ler içeriyor kısacası… Her bir portre<br />

de içerdiği hayat dersleriyle de, insana bu kitabı okumayanın,<br />

‘hayat bilgisi’ eksik kalır diye düşündürüyor.


MART-NİSAN 2012<br />

81<br />

90’lar Kitabı<br />

Çocuk mu Genç mi<br />

Yitik Ülke Yayınları<br />

Aralarında sanatçılar ve<br />

gazetecilerin de bulunduğu<br />

111 yazar 90’larda<br />

yaşadıklarını kaleme aldı.<br />

90’lar kitabında o dönemki,<br />

sinemadan TV<br />

kültürüne, sokaktaki<br />

hayattan toplumsal<br />

mücadeleye, dershane<br />

yıllarından üniversiteye<br />

giriş macerasına,<br />

imam-hatipte okumaktan<br />

dinlenilen müziklere,<br />

giyim kuşamdan<br />

90’ların ev yaşamına kadar<br />

daha birçok konu<br />

yer alıyor. Gazeteci Kadir<br />

Aydemir’in editörlüğünde<br />

hazırlanan kitapta 111<br />

yazar yüzlerce konuya<br />

farklı bir gözle bakıyor.<br />

Son Darbe: 28 Şubat<br />

Doğan Kitap<br />

Mehmet Ali Birand<br />

Usta gazeteci Mehmet<br />

Ali Birand, bir dönemin<br />

üzerindeki sır perdesini<br />

kaldıracak bir çalışmaya<br />

imza attı. Türkiye’nin<br />

girdiği demokrasi<br />

sınavından sınıfta kaldığı<br />

28 Şubat'ın çalkantılı<br />

günlerine ışık tutan Son<br />

Darbe: 28 Şubat adlı<br />

kitapta, kimilerine göre<br />

demokrasiye yapılmış balans<br />

ayarı, kimilerine göre<br />

postmodern darbe olan 28<br />

Şubat, öncesi ve sonrasıyla<br />

masaya yatırılıyor. Kitapta<br />

Türk siyasi tarihinde<br />

onarılamaz yaralan açan<br />

28 Şubat sürecini yaşayan<br />

tanıkları ve mağdurları, o<br />

günleri anlatıyor.<br />

Işık Pervaneleri<br />

Kaynak Yayınları<br />

Niyazi Sanlı<br />

Adanmışlık ruhunu hayatlarıyla<br />

bize öğreten, örnekleri<br />

kendinden bir hareketin içinde<br />

yetişmiş fertlerden, yurtdışındaki<br />

Türk okullarından<br />

hizmet ederken şehit olan<br />

öğretmen, belletmen ve esnaflardan<br />

bir kısmının hayat<br />

hikâyeleri Işık Pervaneleri kitabında<br />

anlatılıyor. Hicret ve<br />

gurbet diyarında veya o yollarda<br />

Allah’a yürüyen ve son<br />

nefeslerinde dahi hizmet soluklayan,<br />

vefatlarıyla bile hizmete<br />

vesile olan bu arkadaşlarımızın<br />

çile, sıkıntı, ızıdırapla<br />

yoğrulan gönül dünyalarındaki;<br />

aşk, şevk, heyecan<br />

ve hülyalardan ufak bir<br />

gül demeti bulacaksınız bu<br />

kitapta.<br />

Osmanlı'da Devlet Başkanlığı<br />

Hazine Yayınları<br />

Prof. Dr. Osman Kaşıkçı<br />

Osmanlı Devlet Başkanlığı,<br />

asırların birikim ve tecrübeleriyle<br />

büyüyen bir sistemin<br />

adıdır. Her sistemin ya da o<br />

sistem üzerine bina edilen<br />

devletlerin bir ömrü vardır.<br />

Bu süreci kuruluş, yükseliş<br />

ve çöküş dönemleri ile<br />

yaşayan Osmanlı, 1299<br />

tarihinde başladığı tarih<br />

yolculuğunu 1923 yılında<br />

tamamlamıştır.<br />

Osmanlı, yaşadığı dönemde<br />

bir korku ve baskı imparatorluğu<br />

kurmamıştır. Adil,<br />

mantıki, doğal, tebâsının<br />

huzur ve sükununu gözeten,<br />

bu uğurda kendi<br />

evlâdından bile fedakârlık<br />

edebilen idarî bir sistem<br />

inşa etmiştir.


82<br />

MART-NİSAN 2012<br />

SİNEMA<br />

KÖKSAL AKPINAR k.akpinar@cihan.com.tr<br />

J. Edgar<br />

İhtiyar delikanlıdan muhteşem sürpriz<br />

J. Edgar Hoover, yaşadığı dönemde Amerika’nın en güçlü adamıydı.<br />

Federal Soruşturma Bürosu’nun başı olarak geçirdiği neredeyse 50 yıl<br />

boyunca ülkesini korumak için hiçbir şeyin önüne çıkmasına izin vermedi.<br />

Sekiz başkan ve üç savaş gören Hoover, somut ve sezilen tehlikelere<br />

karşı savaş açarken, vatandaşlarının güvenliği için kuralları esnetmekten<br />

çekinmedi. Yöntemleri hem acımasız hem de kahramanca olan bu<br />

adamın en çok istediği ama bir türlü elde edemediği ödül ise dünyaca<br />

takdir görmekti. Hoover, sırlara -özellikle de başkalarının sırlarına- büyük<br />

değer atfeden ve bu bilgiyi ulusun önde gelen liderleri üzerinde<br />

otorite sağlamak için kullanmaktan korkmayan biriydi. Bilginin güç olduğunu<br />

ve korkunun fırsat yarattığını anladığından, ikisini de kullanarak<br />

daha önce benzeri görülmemiş bir nüfuza sahip oldu ve hem güçlü<br />

hem de dokunulmaz bir itibar elde etti. Hoover’ı terk eden tek kişi,<br />

ona bir esin ve vicdan kaynağı olan, sevgisini ve takdirini kazanmak isteyen<br />

oğlunu ölümüyle gerçek anlamda yıkan annesi oldu. Olaylara bizzat<br />

Hoover’ın gözünden bakan “J. Edgar”, ömrünü adadığı kendine has<br />

adalet anlayışı uğruna doğruyu sonuna kadar savunan ve gerçeği kolayca<br />

çarpıtabilen, gücün karanlık tarafının cazibesine kapılan bir adamın<br />

yaşamını ve ilişkilerini anlatıyor. Western filmlerinin aranılan yüzü<br />

Clint Eastwood, ilerlemiş yaşına rağmen dur durak dinlemiyor.<br />

Gösterim tarihi: 2 Mart<br />

Son Vurgun<br />

Bir Kormakur klasiği<br />

Mark Wahlberg, ardında bırakmak için çok uğraştığı<br />

dünyadan uzak durmaya çalışan ve ailesini<br />

korumak için her şeyi yapan bir adamı anlatan<br />

hızlı tempolu “Son Vurgun” filmindeki<br />

oyuncu kadrosunun başında yer alıyor. New<br />

Orleans’ta geçen film, uluslararası kaçakçılığın,<br />

sadakatin nadiren var olduğu ve ölümün köşe<br />

başında beklediği acımasız dünyasını keşfediyor.<br />

Tiyatrodan sinemaya geçen İzlandalı usta yönetmen<br />

Baltasar Kormakur’un imzasını taşıyan “Son<br />

Vurgun”da, suç ve ceza konusu işleniyor. Chris,<br />

suç dolu yaşamını uzun süre önce terk etmiş<br />

ama kayınbiraderi Andy, bir uyuşturucu anlaşmasını<br />

berbat edince, Andy’nin borcunu ödemek<br />

için yaptığı en iyi iş olan kaçakçılığa geri dönmek<br />

zorunda kalıyor. Panama’daki son iş için ekip toplayan<br />

Chris, karısı Kate ve oğulları hedef olmadan<br />

önce, polislerden ve tetikçilerden kurtulmak<br />

için artık tek çaresi vardır; tüm zekâsını iyi kullanmak.<br />

Gösterim tarihi: 16 Mart


MART-NİSAN 2012<br />

83<br />

Ateşin Düştüğü Yer<br />

Cinayetin adı: Töre<br />

Ülkemizin bitmeyen yaralarından biridir töre cinayeti. Her ne kadar bu cinayetlerin<br />

önüne geçilebilmesi için çalışmalar yapılsa da yara kanamaya devam ediyor. Belki<br />

de topluma bu olayı en iyi anlatmanın yolu beyazperdeden geçiyordu ve bu işe yönetmen<br />

İsmail Güneş soyundu. Gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenilerek çekilen<br />

“Ateşin Düştüğü Yer”in kadrosunda Hakan Karahan, Elifcan Ongurlar ve Yeşim Ceren<br />

Bozoğlu yer alıyor. Osman ve eşi Hatice, 17 yaşındaki kızları Ayşe’yi hastaneye kaldırıyor<br />

ve hamile olduğunu öğreniyorlar. Töre gereği, Ayşe’nin öldürülmesi gerekiyor.<br />

Bir gün önce kızlarını yaşatmak için mücadele eden aile, şimdi öldürmek için plân<br />

yapmaya başlıyor. Töre cinayetlerine zuum yapan film, ayın öne çıkan Türk filmlerinden.<br />

Gösterim tarihi: 9 Mart<br />

Büyük Mucize<br />

Soğuk Savaş’a biraz ara<br />

Dünyanın dört bir yanındaki insanların yüreğini ısıtan gerçek bir hikâyeye dayanıyor<br />

‘Büyük Mucize’. Türü tehlikede olan bir gri balina ailesinin Kuzey Kutup<br />

Dairesi’nde hızla oluşan buzullardan kurtarılmayı bekliyor. Küçük bir kasabanın<br />

yerel televizyon haber kanalı muhabiri Adam Carlson ile onun eski sevgilisi, bir<br />

Greenpeace gönüllüsü olan Rachel Kramer, kendilerine engel olmak isteyen süper<br />

güçlere karşı bir araya gelerek mücadeleye başlıyor. Balinanın kurtarılması için<br />

gösterilen çabalar dünyanın gündemindeki soğuk savaşa kısa bir süreliğine ara<br />

veriyor. Drew Barrymore, John Krasinski, Kristen Bell ile Dermont Mulroney’in oynadığı<br />

‘Büyük Mucize’yi Ken Kwapis yönetti.<br />

Gösterim tarihi: 30 Mart<br />

Toprağın Çocukları<br />

Köylü milletin efendisi olacaktı<br />

İlkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli<br />

yasa ile faaliyete başlayan 'Köy Enstitülerinin kapatılma süreci<br />

“Toprağın Çocukları” adıyla beyazperdeye taşındı. Kampı<br />

saldırıya uğrayan Çingene kızı Karika, Köy Enstitüsü öğrencisi<br />

Cevher tarafından kurtarılmasıyla başlayan film, köy halkının<br />

Çingenelerin enstitüden çıkartılmasını istemesiyle ortaya çıkan<br />

çatışmayı yansıtıyor. Ali Adnan Özgür’ün yönettiği ve Erkan Can,<br />

Şebnem Sönmez, Bahtiyar Engin ile Suzan Kardeş’in oynadığı<br />

“Toprağın Çocukları”, yakın tarihimizde tartışma konusu olan<br />

Köy Enstitülerine farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor.<br />

Gösterim tarihi: 30 Mart


MART-NİSAN 2012<br />

84<br />

OCAK 1993<br />

MART 1986<br />

5 ŞUBAT 1962<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

1962<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

5 ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞUBA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BAT 1<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OC<br />

OCAK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK<br />

AK 199<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

99<br />

993<br />

KÜNYELERLE BABIÂLİ<br />

AKİF ELBİSTAN a.elbistan@cihan.com.tr


85<br />

MART-NİSAN 2012<br />

12 NİSAN 1950<br />

5 ŞUBAT 1962<br />

11 ARALIK 1981<br />

AT 19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

1962<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

62<br />

6<br />

5 ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

Ş BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA


88<br />

MARCH-APRIL 2012<br />

American journalist Barrett explained<br />

increasing violence in his book block<br />

H<br />

is name is Paul Barrett. He is the<br />

Deputy Chief Editor of the Business<br />

Week Magazine since the year<br />

2005. He is an investigative journalist.<br />

He is one of the most competent names<br />

of the American press media on the<br />

energy sector and weapons industry field.<br />

Before, he was the editor of the Wall Street<br />

Journal newspaper for the news relating<br />

to law. And before that, he was the<br />

correspondent to the Supreme Court of<br />

the United States as the highest court of<br />

the USA. He was graduated from Law Faculty<br />

of the Harvard University and he is<br />

also giving lectures in the law department<br />

of the New York University.<br />

Barrett is an author of 3 important books.<br />

He is the author of the two books which<br />

took their places in the best books list of the<br />

year 2007 namely; the ‘American Islam: The<br />

Struggle for the Soul of a Religion’ and ‘The<br />

Good Black: A True Story of Race in America’.<br />

Recently, a new book of Barrett was published:<br />

Glock: The Rise of America's Gun.<br />

We had a conversation with Barrett<br />

about his new book.


MARCH-APRIL 2012<br />

89<br />

Syria: A country in which the journalists<br />

sacrificed as victims of the Arab Spring at most<br />

I<br />

t is obvious that media has the<br />

biggest and vital importance<br />

along with the internet and social<br />

communication networks, during<br />

the process of “spring” arisen from the<br />

civil commotions in the Arab world<br />

to transform into a revolution. Both<br />

during the blowing winds in Tunisia<br />

and during the time when those dictators<br />

were leaving their chairs who were<br />

thought that they would never be<br />

overthrown in Egypt and Libya; the<br />

media and the journalists always took<br />

the front seat. The dictators who were<br />

aware of this great impact of the media<br />

had tried to silence it by ways of banning<br />

or manipulating it. But, Bashar<br />

al-Assad had done something in Syria<br />

which none of them had done and he<br />

had silenced the journalists in Humus<br />

by heavily bombarding them.<br />

Yet, there is no revolution happened<br />

but Syria had already now won<br />

the title of being the Arab Spring country<br />

wherein the journalists had lost<br />

their lives at most. American journalist<br />

Marie Colvin and French photographer<br />

Remi Ochlik were the 20th and<br />

21st journalists who had lost their lives<br />

during the Arab Spring as a result<br />

of the mortar shells fallen over them in<br />

Humus and they are the 8th and 9th<br />

journalists who were killed in Syria.<br />

A few hours before the attack, Colvin<br />

had connected to the BBC, the British<br />

TV channel and he had conveyed what<br />

he was experienced as: “Just a moment<br />

ago, I have watched the death of<br />

a two years old baby as a result of the<br />

shrapnel pieces hit to him. It was definitely<br />

very horrible!” He had told how<br />

the baby was started to breath slowly<br />

and how the widow women were gathering<br />

together and tried to feed their<br />

babies only with some sugar and water<br />

in a basement of an apartment.


90 MARCH-APRIL 2012<br />

It was me who had<br />

told to Demirel<br />

that he would go<br />

to Zincirbozan<br />

D<br />

onat had started his profession as a photojournalist<br />

and then he became one of<br />

the doyens of the journalism profession<br />

with his journalist and columnist carrier. As being<br />

known by his close relations with all political<br />

leaders in all eras, Donat was identified mostly<br />

with the 9th President of Turkey, Süleyman Demirel<br />

who “had always left the chair by taking his<br />

hat together with him and who had always turned<br />

back to there”. In so much that, he was the journalist<br />

who had given the news about Demirel that he<br />

would be sent to prison in Zincirbozan, after the<br />

coup d’état of September 12th, 1980. As the news<br />

regarding the postmodern coup d’état of February<br />

28th, 1997 this time the Commander of the Turkish<br />

Naval Forces Güven Erkaya was the person who<br />

had told the coup d’état to Yavuz Donat during the<br />

football match of Gençlerbirliği-Altay teams.<br />

As being active in this profession for nearly<br />

half a century, he still defines himself as a “Journalist”,<br />

Yavuz Donat , the journalist author<br />

who is saying that “the things that<br />

I have written are only the 20 percent<br />

of what I have lived” had told about<br />

his memories to CİHAN Magazine.<br />

We are leaving Donat alone with<br />

his readers who says; “There is no<br />

need to proceed, if you lose your<br />

excitement in journalism!”


92 MARCH-APRIL 2012<br />

Derya Sazak: Media had efforts to black<br />

out and to blur the Ergenekon Case<br />

D<br />

erya Sazak is a name<br />

who is coming from<br />

the source of the news.<br />

He had graduated from Communication<br />

Faculty of the Gazi<br />

University and he had started<br />

his journalism life in 1975 in<br />

the Yeni Ulus newspaper and<br />

Sazak had performed many<br />

duties such as editor in chief,<br />

columnist and editorial director<br />

duties. Since 1983, Sazak<br />

has been working in Milliyet<br />

and he had made a tremendous<br />

impression with his interviews<br />

done with Saddam Hussein.<br />

Famous journalist has been<br />

making his comments on<br />

the current issues for 13 years<br />

in his column named Siyaset<br />

Günlüğü (Politics Diary)<br />

and he also acts as an interpreter<br />

for the feelings of<br />

his audience in his column<br />

named Ombudsman.<br />

As a journalist following<br />

the Ergenekon process<br />

closely, Derya Sazak<br />

can not give any meaning<br />

to the attitude of<br />

the media towards the<br />

operations and the cases.<br />

He complains about<br />

the media who had<br />

once approached the<br />

Susurluk Case with a<br />

sensitive attitude and<br />

now approaching the<br />

Ergenekon Case with<br />

hesitation and he<br />

says that: “There were<br />

the black outs, avoiding<br />

to see and blurring<br />

the case by the media,<br />

here in this case.”<br />

Sazak mentioned that during<br />

the coup d’état periods,<br />

the newspapers were blockaded<br />

and during the February<br />

28th process they have met<br />

with the anger of the soldiers<br />

due to one news.<br />

”The newspaper had made<br />

the warning of the USA Secretary<br />

of State for that period Madeleine<br />

Allbright as the headline<br />

as “Do not step out the lines<br />

of Constitution” which was said<br />

for the soldiers and during that<br />

period Sazak was in the management<br />

and he told the following<br />

events after this headline<br />

as: “The generals of February<br />

28th process were overreacted<br />

to that headline. They claimed<br />

that we have misjudged that<br />

news and that message was given<br />

for the government. They<br />

also claimed that the warning<br />

“Do not step out the lines of<br />

Constitution” was given for Erbakan<br />

and the soldiers have the<br />

oath for resistance against this<br />

and their attempts to intervene<br />

was also supported by the USA.<br />

Thus, they claimed that green<br />

light was lighted for them and<br />

they were oriented to kick the<br />

government of Erbakan. I was<br />

thinking just the opposite way.<br />

We have made researches with<br />

Yasemin Çongar and later we<br />

have written that this warning<br />

was not for the government but<br />

for the soldiers. Of course, in<br />

the mean time there were the<br />

rumors spreading like “Shall<br />

we send 2 generals there” and<br />

unfortunately there were pressure<br />

on us.”


94 MARCH-APRIL 2012<br />

Taki Doğan: “The ground was<br />

readided for the Feb. 28 procces.”<br />

T<br />

he former Ankara Representative<br />

of the Habertürk television, Taki<br />

Doğan who had destroyed the<br />

taboo of “peevish questions cannot be<br />

posed to the soldiers”, with his agenda<br />

generating question that he asked<br />

to the former Chief of Turkish General<br />

Staff Yaşar Büyükanıt now is saying<br />

that he can also ask to İlker Başbuğ the<br />

question of: “Why are you so nervous<br />

and tense What do you want to draw<br />

attention onto by permanently emphasizing<br />

“I am underlying it; I am underlying<br />

it” in all of your statements”<br />

Master journalist Taki Doğan who<br />

had formerly exist in the team of Ufuk<br />

Güldemir- founder of the Habertürk<br />

Television- and who was the Ankara<br />

Representative of Habertürk, had chosen<br />

to take a back seat especially after<br />

the television is transferred to Cİ-<br />

NER Group and after his heart surgery.<br />

Doğan who has been living a retired<br />

life nearly for five years and who<br />

had chosen to stay away from the screens,<br />

had answered the questions of <strong>Cihan</strong><br />

News Agency (CİHAN). As being<br />

quite content to be remembered by Cİ-<br />

HAN after a long time, we have met<br />

with Doğan in a cute Tatar restaurant<br />

nearby his house in Ankara. Our interview<br />

was started under the heavy snow<br />

fall of Ankara, in ice-cold weather and<br />

continued with a sincere and friendly<br />

chat accompanied by the hot teas sipped.<br />

We have asked many questions to<br />

Doğan from his career of 35 years the<br />

unforgotten memories and about current<br />

issues on the agenda. We have<br />

started our conversation by mentioning<br />

him that we cannot see him on the TVs<br />

since the year 2007 and how his retirement<br />

days are passing. Doğan reminded<br />

us that he had left an incredibly<br />

busy life behind and talked to us as follows:<br />

“I have started to journalism in<br />

Milliyet as a sports reporter. The legendary<br />

personnel of that time in Milliyet<br />

were the students of Namık Sevik. On<br />

the front page; Mr. Abdi, on the last page<br />

Namık Sevik. That place was a school;<br />

I have started my profession in this<br />

school. Later, I have worked as a sports<br />

reporter with Orhan Tokatlı. And I also<br />

worked as a photojournalist for a while.<br />

As I was curious for social and political<br />

news, this curiosity brought me to<br />

the radio. I was unemployed at that time.<br />

The deceased Ufuk Güldemir had<br />

discovered me. Later he gave me special<br />

interviewing jobs. We were all together<br />

and turned back to journalism and<br />

came to Sabah.”


96 MARCH-APRIL 2012<br />

Don’t get cheated<br />

over the social<br />

networking sites<br />

T<br />

he fraud on internet and internet-based<br />

social networking sites had reached serious<br />

levels in our country and throughout<br />

the world. The virtual fraud which turns many<br />

peoples’ lives into a nightmare pushes Turkey<br />

along with other countries of world to take additional<br />

precautions on this subject.<br />

In the statements shared by the provincial<br />

police departments in our country, plenty of<br />

complaints are received by the citizens regarding<br />

that their passwords of their accounts on<br />

social networking sites and on e-mails are captured<br />

by the hackers.<br />

Hackers are causing serious victimhood by<br />

cheating large numbers of user groups by sending<br />

e-mails and texting to their cell phones of<br />

the persons who are in the friend list of the internet<br />

users that they have captured their passwords.<br />

The passwords you are using should not<br />

consist of your name, surname, subsequent<br />

numbers, birth date like ordinary data but they<br />

should consist of the characters such as, (- $_@ !<br />

& ) { \ ~ w | / * -^) and from the capital and small<br />

letters or there should be different numbers between<br />

the letters.<br />

Do not attach the persons to your MSN lists<br />

if you don’t know them well and do not accept<br />

the files they have sent. Do not give any credit<br />

to invitations such as (This picture is wonderful,<br />

Just click and see, Is this your picture You<br />

have won the draw of ……. ) If you mistakenly<br />

click on the sites such like these; do not approve<br />

or accept the texts such as contracts and agreements<br />

submitted to you in the tabs.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!