Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Yeni BMW 3 Serisi<br />
BMW İletişim Merkezi<br />
0850 2521010<br />
www.bmw.com.tr<br />
Sheer<br />
Driving Pleasure<br />
C<br />
M<br />
Y<br />
CM<br />
MY<br />
CY<br />
CMY<br />
K<br />
İyİ olan kazansın.<br />
Herkes kazanmak için yarışır. Kusursuz performansı, eşsiz tasarımı ve doğuştan gelen sporcu ruhuyla Yeni BMW 3 Serisi<br />
kazanmak için gereken tüm donanıma sahip. Kazanmanın güçlü olmaktan geçtiğini düşünenler için BMW Twinpower<br />
Turbo dizel ve benzinli motor seçenekleri. Hedefe ulaşma yolunun dinamizm olduğunu düşünenler için sekiz ileri otomatik<br />
şanzıman. Ve oyuna kendi karakterini yansıtmak isteyenler için dört farklı sürüş modu. Yeni BMW 3 Serisi Borusan Otomotiv<br />
Yetkili Satıcıları’nda sizi bekliyor.<br />
sPoRCU RUHUyla yEnİ BMW 3 sERİsİ.<br />
BMW EfficientDynamics<br />
Daha az tüketim. Daha fazla sürüş keyfi.<br />
Yeni BMW 320d: 1995 cc; 184 bg; 380 Nm/1750-2750 dd; ort. yakıt tüketimi 4,4 lt/100 km; CO 2<br />
emisyonu 117 gr/km<br />
Yeni BMW 320i: 1997 cc; 184 bg; 270 Nm/1250-4500 dd; ort. yakıt tüketimi 5,9 lt/100 km; CO 2<br />
emisyonu 138 gr/km<br />
Yeni BMW 328i: 1997 cc; 245 bg; 350 Nm/1250-4800 dd; ort. yakıt tüketimi 6,3 lt/100 km; CO 2<br />
emisyonu 147 gr/km
www.cihandergi.com<br />
ÝÇÝN DE KÝ LER<br />
12<br />
38<br />
30<br />
Sosyal medya etkiliyor<br />
Uzmanlar, sosyal paylaşım<br />
sitelerinin bilinçli kullanılması<br />
ve kişilerin kendi özdenetimini<br />
oluşturması gerektiğini<br />
belirtiyor.<br />
16<br />
'Muhafazakârlar sinema ve<br />
sanata uzak durmamalıydı'<br />
Yazar Cüneyd Suavi, yazı<br />
serüvenini ve güncel konulara<br />
ait gözlemlerini <strong>Cihan</strong><br />
Medya Haber Dergisi ile<br />
paylaştı.<br />
Derya Sazak: Medyanın Ergenekon’u karartma<br />
ve sulandırma çabaları oldu<br />
Ergenekon operasyonlarını ve davalarını<br />
yakından izleyen Derya Sazak, Susurluk olayının<br />
üzerine giden medyanın Ergenekon’a<br />
gereken duyarlılığı göstermediğini söyledi.<br />
Taki Doğan, sessizliğini bozdu<br />
Yaklaşık 5 yıldır emekli<br />
hayatı yaşayan ve ekranlardan<br />
uzak olmayı seçen<br />
Doğan, uzun bir aradan<br />
sonra <strong>Cihan</strong> Medya Haber<br />
Dergisi’ne konuştu.<br />
22<br />
Donat, hatıralarını anlattı<br />
Meslekte yarım asra yakın<br />
kalem oynatan ancak hâlâ<br />
kendisini ‘muhabir’ olarak<br />
tanımlayan gazeteci yazar<br />
Yavuz Donat, hatıralarını<br />
anlattı.<br />
46<br />
Dijital geldi, hamallık bitti<br />
Foto muhabirliğinin dününde<br />
de bugününde de ter<br />
döken, gelişmeyi birebir<br />
yaşayan 3 önemli isim ile<br />
gelişmeleri konuştuk.<br />
8 Glock’un kitabı yazıldı<br />
26 İnternetten dolandırıcılık<br />
50 Medyaya gazeteci dopingi<br />
86 İngilizce<br />
72<br />
Artı90 yayın hayatına başladı<br />
Yurtdışı Türkler ve Akraba<br />
Topluluklar Başkanlığı Basın<br />
Müşaviri ve Artı90 Genel Yayın<br />
Yönetmeni Mehtap Altınok,<br />
kurum çalışanları tarafından<br />
çıkarılan derginin üç ayda bir<br />
yayımlanacağını söyledi.
CÝ HAN HA BER AJAN SI VE<br />
REK LAM CI LIK A.Þ. ADI NA<br />
SA HÝ BÝ: ABDÜLHAMÝT BÝLÝCÝ<br />
YA YIN EDÝ TÖ RÜ: FAHRİ SÖKE<br />
YAYIN KURULU: HAKAN İNCE,<br />
BEYTULLAH DEMİR, GÜRAY DEMİR,<br />
CEBRAİL ÇİLESİZ, YAKUP ŞALVARCI,<br />
CEMALETTİN ÇANDIR, HAMDİ ÖZEN,<br />
H.İBRAHİM EKİZ, ERDAL İNCE,<br />
YÜKSEL DURGUT, RAMAZAN SOLAK,<br />
AKİF ELBİSTAN, İLYAS GÜNEY<br />
GÖR SEL YÖ NET MEN: FEV ZÝ YA ZI CI<br />
SAY FA TA SA RIM: SEMİH GÖRTÜRK<br />
SO RUM LU MÜ DÜR: ER DAL ÝN CE<br />
KA PAK TA SA RIM: ÖMER AKBULUT<br />
FO TOÐ RAF LAR: SE LA HAT TÝN SE VÝ,<br />
ALÝ ÜNAL, TUR GUT EN GÝN,<br />
KÜR ÞAT BAY HAN, İSA ŞİMŞEK,<br />
MUS TA FA KÝ RAZ LI, BAHAR MANDAN,<br />
ONUR ÇOBAN<br />
TAS HÝH: ALİ SÖKEL<br />
ÝN GÝ LÝZ CE ÇE VÝ RÝ: UFUK ÖZSOY<br />
REK LAM GRUP BAŞKANI:<br />
MUZAFFER KILIÇARSLAN<br />
PAZARLAMA DİREKTÖRÜ:<br />
ZÝYA YILDIRIM<br />
REK LAM SATIŞ YÖNETÝCÝLERİ:<br />
DERYA KIRBAŞ - MUSA USTALAR<br />
SEDA ESKİCİ - ORHAN BEYAZIT<br />
ÜMRAN YÜCEKAYA- FATMA SARE AY-<br />
FATMA BETÜL FINDIKOĞLU<br />
REK LAM REZERVASYON:<br />
Tel: 0212 454 88 09<br />
BAS KI:<br />
BİLTUR BASIM YAYIN VE HİZMET A.Ş.<br />
Tel: 0216 444 44 03<br />
YÖNETÝM YERÝ:<br />
Fevzi Çakmak Mah. A. Taner Kışlalı<br />
Cad. No: 6 34194 Ye ni bos na/Ýs tan bul<br />
Tel: 0212 454 88 88 (Pbx)<br />
Faks: 0212 639 49 76-77<br />
www.cihan.com.tr<br />
www.cihandergi.com<br />
2012/3-4 YIL: 7 SA YI: 45<br />
MART - NİSAN<br />
ISSN: 1304-4575<br />
Ya yýn la nan ya zý ve fo toð raf la rýn bü tün<br />
hak la rý CÝ HAN HA BER AJAN SI’na ait tir. Kay nak<br />
gös te ril me den alýn tý ya pý la maz. Ýlan la rýn<br />
so rum lu lu ðu sa hip le ri ne ait tir.<br />
EDİ TÖR<br />
FAHRİ SÖKE<br />
f.soke@cihan.com.tr<br />
Ergenekon’u sulandırma çabası...<br />
“Medyanın Ergenekon’u sulandırma ve<br />
karartma çabaları var.” 37 yıllık gazeteci<br />
Derya Sazak, tek bir cümleyle Ergenekon<br />
dava sürecinde yaşanan gelişmeleri özetliyor.<br />
Haberin mutfağından gelen ve yaptığı<br />
röportajları büyük yankı uyandıran Derya<br />
Sazak, Ergenekon operasyonları ve davasını<br />
yakından izleyen önemli bir gazeteci.<br />
Derya Sazak ile <strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi<br />
için muhabir arkadaşımız Buğra Kardan<br />
görüştü.<br />
Habertürk’ün Ciner Grubu’na geçmesiyle<br />
köşesine çekilen gazeteci Taki Doğan<br />
ile muhabirimiz Mevlüt Günay görüştü.<br />
Taki Doğan, 28 Şubat döneminde<br />
medyanın resepsiyonlarla nasıl beslendiğini<br />
ve ortamın nasıl hazırlandığını ayrıntılarıyla<br />
anlattı.<br />
12 Eylül 1980 darbesinde 9. Cumhurbaşkanı<br />
Süleyman Demirel’e darbenin ardından<br />
Zincirbozan’a gönderileceğini söyleyen<br />
gazeteci olarak tarihe geçen Yavuz<br />
Donat ile Ankara Haber Merkezi’nden Hasan<br />
Bozkurt görüştü. Meslekte yarım asra<br />
yakın kalem oynatan ancak hâlâ kendisini<br />
‘muhabir’ olarak tanımlayan gazeteciyazar<br />
Yavuz Donat, “Yazdıklarım, yaşadıklarımın<br />
yüzde 20’si.” dediği hatıraları <strong>Cihan</strong><br />
Medya Haber Dergisi’ne anlattı.<br />
Medya dünyasının sivri kalemlerinden<br />
Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü<br />
Hasan Karakaya ile ekonomi<br />
editörümüz Ramazan Solak görüştü.<br />
Yazılarını; hayalinde muhatabını karşısına<br />
alarak, bir kahvede sohbet ediyormuş<br />
gibi kaleme aldığını ifade eden Karakaya,<br />
hakkında bilinmeyenleri <strong>Cihan</strong> Medya<br />
Haber Dergisi’ne anlattı.<br />
Henüz devrim olmadı ama Suriye daha<br />
şimdiden en çok gazetecinin hayatını<br />
kaybettiği Arap Baharı ülkesi unvanını<br />
kazandı. Amerikalı gazeteci Marie Colvin<br />
ile Fransız foto muhabiri Remi Olchik'in<br />
hayatını kaybettiği füze saldırısından yaralı<br />
kurtulan 47 yaşındaki İngiliz gazeteci<br />
Paul Conroy, daha önce bulunduğu savaş<br />
ortamlarında böyle katliam görmediğini<br />
söylüyor. Hasta yatağından BBC'ye konuşan<br />
Conroy, 10 yıl içinde bütün dünyanın<br />
Suriye'de gerçekleştirilen katliamdan<br />
utanç duyacağını ifade ediyor.<br />
Ülkemizde 40 milyon kullanıcısı olan<br />
internet, artık hayatımızın vazgeçilmez bir<br />
parçası oldu. Kullanıcıların katılımıyla yeni<br />
bilgi ve içerik üretiminin sürekli sağlandığı<br />
sosyal medyanın nasıl kullanılması gerektiğini<br />
muhabir arkadaşımız Kübra Kara,<br />
sizin için uzmanlarına sordu.<br />
Farklı bir habercilik düsturuyla 3 Kasım<br />
1986 yılında yola çıkan Zaman Gazetesi,<br />
çeyrek asırlık bir zaman diliminde okuyucusunun<br />
karşısına hep ezber bozan haberlerle<br />
çıktı. Okurlarından aldığı destekle<br />
25. yılını kutlayan Zaman Gazetesi’ne, <strong>Cihan</strong><br />
Medya Haber Dergisi olarak “Nice yıllara...”<br />
diyoruz.<br />
<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı bünyesinde faaliyet<br />
gösteren <strong>Cihan</strong> TV Network, yeni ekran<br />
formatıyla izleyicisiyle buluştu. 2003 yılında<br />
başlattığı projeyle 91 yerel TV’ye profesyonel<br />
anlamda haber ve program desteği<br />
veren <strong>Cihan</strong> TV Network, Anadolu’nun<br />
gözü kulağı olmaya devam ediyor. Sade ve<br />
anlaşılabilir bir ekran formatını benimseyen<br />
<strong>Cihan</strong> TV Network kreatif departmanı<br />
uzun ve titiz uğraşlar sonucunda dünya<br />
standartlarında bir çalışmaya imza attı.<br />
Dünyaca ünlü medya tasarımcısı Mario<br />
Garcia'dan tasarım seminerleri alan ekip,<br />
programlara yeni bir kimlik kazandırdı. 1<br />
Mart 2012 tarihi itibarıyla yeni görsellerin<br />
kullanıldığı <strong>Cihan</strong> TV Network, aynı tarih<br />
itibarıyla da kesintisiz yayın testlerini yapmaya<br />
başladı. Yeni eklenen haber programları<br />
ile yerel TV'lerin vazgeçilmezi olan<br />
<strong>Cihan</strong> TV Network'ün ekran değişim sürecinde<br />
başarılı çalışmalara imza atan <strong>Cihan</strong><br />
TV Network Kreatif Yönetmeni Murat<br />
Işık, yerel TV'lerin bu çalışmalarla Türkiye<br />
çapında yayın yapan kanallar kalitesine<br />
yükseleceğini belirterek, amaçlarının alışılmışın<br />
dışında sade ve temiz bir ekran olduğunu<br />
vurguladı.<br />
İyi okumalar dileğiyle...
www.mercedes-benz.com.tr<br />
www.facebook.com/mercedesbenzticari
RENKLERiN DiLi<br />
Faili meçhul kazılar<br />
Mardin'ın Dargeçit ilçesine bağlı Bağözü köyünde<br />
faili meçhul cinayetlere ilişkin soruşturma kapsamında<br />
kazılar yapıldı.<br />
1BAHAR MANDAN / MARDİN<br />
2<br />
CHP’de muhalifler saf dışı<br />
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, muhaliflerin<br />
imzaları doğrultusunda toplanan iki<br />
kurultaydan zaferle çıktı.<br />
MUSTAFA KİRAZLI / ANKARA
Taksim’de Hocalı mitingi<br />
Taksim Meydanı’nda toplanan binlerce kişi<br />
Hocalı katliamında hayatını kaybedenleri<br />
katliamın 20. yıldönümünde andı.<br />
ONUR ÇOBAN / İSTANBUL<br />
3<br />
Futbolun yeni patronu<br />
Türkiye Futbol Federasyonu'nun 41'inci<br />
başkanı Yıldırım Demirören oldu.<br />
ALİ ÜNAL / ANKARA<br />
4
8 MART-NİSAN 2012<br />
Amerikalı gazeteci<br />
Barrett, artan şiddet<br />
olaylarını Glock<br />
kitabında anlattı<br />
Barrett, kitabında,<br />
gösterişli bir<br />
Avusturya markası<br />
olan Glock’un<br />
Hollywood filmlerinden<br />
rap şarkı sözlerine<br />
kadar izini sürmüş.<br />
AYDOĞAN VATANDAŞ<br />
dı Paul Barrett. Businessweek<br />
A<br />
dergisinin 2005 yılından bu yana<br />
genel yayın yönetmen yardımcısı.<br />
Araştırmacı gazeteci. Enerji<br />
sektörü ve silah endüstrisi konusunda<br />
Amerikan basınının en yetkin isimlerinden<br />
biri. Daha önce Wall Street Journal<br />
gazetesinin de hukuk haberleri<br />
editörüydü. Ondan önce Amerika’nın<br />
en yüksek mahkemesi olan Anayasa<br />
Mahkemesi muhabiriydi. Harvard<br />
Üniversitesi hukuk mezunu. New<br />
York Üniversitesi hukuk bölümünde<br />
de ders veriyor aynı zamanda.<br />
Barrett 3 önemli kitabın da yazarı.<br />
2007 yılında en iyi kitaplar listesine<br />
girmiş olan ‘American Islam: The<br />
Struggle for the Soul of a Religion’ ve<br />
‘The Good Black: A True Story of Race<br />
in America’ adlı kitapların yazarı.<br />
Barrett’ın geçtiğimiz günlerde yeni<br />
bir kitabı daha yayımlandı: Glock: The<br />
Rise of America's Gun (Glock: Amerikan<br />
Silahının Yükselişi).<br />
Barrett’la yeni kitabı hakkında bir<br />
söyleşi gerçekleştirdik.<br />
İlginçtir ki Glock, bir zamanlar<br />
hem Amerikan güvenlik güçlerinin<br />
hem de suç örgütlerinin silahı olmuş.<br />
Barrett kitabında, gösterişli bir Avusturya<br />
markası olan Glock’un Hollywood<br />
filmlerinden rap şarkı sözlerine<br />
kadar izini sürmüş.<br />
Glock, 1982 yılında Avusturyalı<br />
işadamı Goston Glock tarafından üretilmiş.<br />
Goston Glock, piyasadaki silahları<br />
beğenmediği için en baştan<br />
bir silah yapmaya karar vermiş. Silahı<br />
yapmadan önce silah uzmanları-
MART-NİSAN 2012<br />
9<br />
na modern bir silah yapmak için fikirlerini<br />
sormuş. Daha fazla mermi<br />
kapasitesi olan, daha dayanıklı,<br />
daha kolay ateş alan ve kullanımı<br />
daha kolay olan bir silah yapmasını<br />
tavsiye etmişler. Glock, bu silah<br />
sayesinde Avusturya ordusu ile ilk<br />
anlaşmasını da yapmış.<br />
Barrett, gazeteci bir babanın çocuğu.<br />
O da uzun yıllar Time dergisinde<br />
ve Herald Tribune’de görev<br />
yapmış. Amerikan ordusunda da<br />
görev yapmış. Ancak babasının ordu<br />
bağlantısı Barrett’ın bir gazeteci<br />
olarak Glock’a olan ilgisinin asıl<br />
sebebi değil. Barrett, bir gazeteci<br />
olarak silah endüstrisi ve özellikle<br />
de Glock markası ile ilgilenmesinin<br />
sebebini “sosyal nedenler” olarak<br />
açıklıyor.<br />
Peki, bir gazeteci niçin spesifik<br />
bir silah markasıyla ilgili kitap yazdı<br />
Barrett’ın verdiği cevap hayli<br />
ilginç: “Silah endüstrisi hakkında<br />
aslında çok uzun zamandır yazıyorum.<br />
Wall Street Journal’da çalışırken<br />
başladım. Silahlar Amerikan<br />
toplumu için çok önemlidir. Amerikan<br />
tarihinde çok önemli bir yeri<br />
vardır. Bu ülkenin kuruluşuna kadar<br />
gider. Amerikan Anayasa’sının<br />
ilk maddesi din ve ifade özgürlüğü<br />
hakkını tanımlarken, ikinci maddesi<br />
silah taşıma özgürlüğünü tanımlar.<br />
Bu yüzden silahlar Amerikan<br />
toplumunun bir parçasıdır.”<br />
Amerikan mitlerini düşünün. Kovboy<br />
hikâyelerinden, 30’ların, 40’ların<br />
dedektiflik hikayelerini, 2. Dünya<br />
Savaşı’nda kazanan askerleri<br />
düşünün. Silahlar tüm bu süreçlerin<br />
merkezindedir. Silah endüstrisi<br />
bu yüzden çok önemlidir ve oldukça<br />
politik bir konudur.”<br />
Barrett, silah endüstrisinin politikleşmesini<br />
ise şöyle yorumluyor:<br />
“Silahlar konusunda çok hassas<br />
olanların yanı sıra toplumda<br />
epey de karşıtları mevcut. Son yıllarda<br />
Amerika’da şiddetin arttığını<br />
gözlemliyoruz. Bu, birçok insanı<br />
rahatsız ediyor ve insanlar bunun<br />
nedeninin silahlar olduğunu<br />
düşünüyor.”<br />
GLOCK, RÖPORTAJ VERMEYİ REDDETMİŞ<br />
Glock, 1982 yılında öncelikle<br />
Avusturya ordusu için yapılmış<br />
olsa da, 1988 yılında Amerika’ya<br />
gelmiş ve o günden bu yana Amerikan<br />
güvenlik güçlerinin yüzde<br />
65’inin kullandığı bir silah olmuş.<br />
ABD ordusu 2003 yılında<br />
Irak’a girdiğinde aynı şekilde<br />
Glock en çok kullanılan silah olmuş<br />
Irak’ta. Barrett, bu kitabı hazırlarken<br />
200’e yakın insanla konuşmuş;<br />
ancak silahın tasarımcısı<br />
ve şirketin sahibi olan Goston<br />
Glock, Barrett’la söyleşi yapmayı<br />
kabul etmemiş: “Avrupa’nın hiç<br />
şüphesiz en zengin insanlarından<br />
biri. Avusturya’nın da en tanınmış<br />
isimlerinden. Bugün 88 yaşında.<br />
Benimle görüşmeyi kabul etmemelerinin<br />
nedeni, hala silah karşıtı<br />
bir görüşe sahip olduğumu düşünüyor<br />
olmaları. Aleyhlerinde yazacağımı<br />
düşündüler. Oysa bunu<br />
yapmadım. Şirket’in hikâyesi tam<br />
bir başarı hikâyesi. Ama yoğunlaştığım<br />
konu bu değildi. Yapmaya<br />
çalıştığım, Glock’un Amerika’da<br />
yaygınlaşması üzerinden Amerikan<br />
toplumunun silahla olan ilişkisini<br />
anlatmaya çalışmaktı. Kitapta<br />
Smith- Wesson’dan da bahsediyorum.”<br />
Ancak Barrett her ne kadar<br />
böyle söylese de 10 Eylül<br />
2009 tarihinde Glock aleyhinde<br />
BusinessWeek’te çok sert bir yazıya<br />
imza atmış. Yolsuzluk iddialarından,<br />
Nazi bağlantılarına dek<br />
birçok iddiaya yer vermiş Barrett.<br />
Glock’un ABD’de vergi ödememek<br />
için dünya genelinde paravan<br />
şirketler kurdurduğu, bazı çalışanlarının<br />
ABD’de seçim kampanyalarında<br />
illegal lobi faaliyetleri<br />
yaptığı iddialarına yer vermiş.<br />
Glock ise bu iddiaları yalanlamış.<br />
Barrett, kitabının 176. sayfasında<br />
Goston Glock’un 1990’larda Nazi<br />
sempatizanı söylemleriyle bilinen<br />
SS askerlerine ‘karakterli adamlar’<br />
demesini eleştirmiş, Hitler’i başarılı<br />
istihdam politikası dolayısıyla<br />
öven aşırı sağcı ‘Özgürlük Partisi’<br />
lideri Jörg Haider ile bağlantısına<br />
da uzunca yer vermiş.<br />
Bu konuyla ilgili sorularımızı cevaplandıran<br />
Barrett şunları söylüyor:<br />
“Ben Glock’un Nazi sempatizanı olduğunu<br />
söylemiyorum. Onun Nazileri<br />
öven Jörg Haider ile yakın arkadaş<br />
olduğunu, Haider’in ABD gezilerini<br />
finanse ettiğini söylüyorum. Ve yorumu<br />
da okuyucularıma bırakıyorum.”<br />
Ancak şu soruyu sormayı da<br />
ihmal etmiyor Paul Barrett: Glock,<br />
Amerikan devlet sisteminin yüzde<br />
65’inin kullandığı bir silah olmayı<br />
hak ediyor mu<br />
Sözün özü bir kitapla ‘Glock’ üzerinden<br />
Amerikan silah endüstrisine<br />
yapılan yolculuk aslında Amerika’nın<br />
güçler dengesinde çok derin bir mücadelenin<br />
de izlerini taşıyor.
10<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Remi Ochlik<br />
Marie Colvin<br />
Arap Baharı’nın en çok gazeteciyi<br />
kurban verdiği ülke: Suriye<br />
A<br />
İBRAHİM VARLIK<br />
rap dünyasında halk ayaklanmalarının<br />
ortaya çıkardığı “baharın”<br />
devrime dönüşme sürecinde internet<br />
ve sosyal iletişim ağlarının yanı<br />
sıra medyanın da çok büyük ve hayatî<br />
bir öneme sahip olduğu çok açık. Hem<br />
rüzgâr Tunus’ta ilk estiğinde hem de Mısır<br />
ve Libya’da yıkılmaz sanılan diktatörler<br />
giderken, medya ve gazeteciler hep<br />
ön planda yer aldı. Medyanın bu etkisinin<br />
farkında olan diktatörler de onu<br />
susturmak için yasaklama veya maniple<br />
etme gibi yolları denedi. Ama hiçbirinin<br />
yapamadığını Suriye’de Beşşar Esed<br />
yaptı ve Humus’ta görev yapan gazetecilerin<br />
üzerlerine bomba yağdırarak etkisiz<br />
hale getirdi.<br />
Henüz devrim olmadı ama Suriye<br />
daha şimdiden en çok gazetecinin hayatını<br />
kaybettiği Arap Baharı ülkesi unvanını<br />
kazandı bile. Amerikalı gazeteci<br />
Marie Colvin ve Fransız fotoğrafçı Remi<br />
Ochlik, ayaklanmanın merkezi konumundaki<br />
Humus’ta üzerlerine düşen<br />
havan topu mermileri sonucu Arap<br />
Baharı’nda hayatını kaybeden 20’nci ve<br />
Suriye’de ilk<br />
hayatını kaybeden<br />
gazeteci, 19<br />
Kasım’da ölen serbest<br />
kameraman<br />
Fersat Jarban oldu.<br />
Onu Basil al-<br />
SayedShukri, Abu<br />
al-Burghul, Gilles<br />
Jacquier, Mazhar<br />
Tayyara, Anthony<br />
Shadid, Rami al-<br />
Sayed gibi isimler<br />
takip etti.<br />
21’inci, Suriye’de ise 8’inci ve 9’uncu gazeteci<br />
oldular. Colvin, saldırıdan birkaç<br />
saat önce İngiliz kanalı BBC’ye bağlanmış<br />
ve “Az önce iki yaşında bir bebeğin<br />
şarapnel parçaları isabet etmesi sonucu<br />
ölüşünü izledim. Kesinlikle çok korkunçtu.”<br />
diye aktarmıştı yaşadıklarını.<br />
Bebeğin nefes alışverişlerinin nasıl yavaş<br />
yavaş azaldığını, saldırılarda hayatını<br />
kaybeden erkeklerin dul eşlerinin toplandığı<br />
ve bebekleri beslemek için sadece<br />
su ve şekerin bulunduğu bir apartmanın<br />
bodrum katından anlatmıştı.<br />
Suriye’de geçtiğimiz yıl mart ayında<br />
ayaklanmaların başlamasının ardından<br />
ülkeye yabancı basın mensuplarının girişi<br />
yasaklanırken, ülkede bulunan birçok<br />
yabancı gazeteci de sınır dışı edildi.<br />
Marie Colvin de Suriye’ye ilk olarak resmi<br />
kanallar aracılığıyla girmeyi denemiş;<br />
ancak başarılı olamamıştı. 30 yıllık kariyerinde<br />
birçok savaş bölgesine giden deneyimli<br />
gazeteci, Arap Baharı ayaklanmalarını<br />
Tunus, Libya ve Mısır’da da takip<br />
etmişti.<br />
Sunday Times gazetesi muhabiri<br />
Marie Colvin, 2001'de Sri Lanka'da
MART-NİSAN 2012<br />
11<br />
bir şarapnel parçasının isabet etmesi<br />
sonucu gözünü kaybetmişti. Bu<br />
yüzden göz bandı takıyordu. Ancak<br />
Colvin, öldürülmeden bir hafta önce<br />
Suriye’deki durumu “Güvenliğin potansiyel<br />
olarak bu kadar kötü olduğu<br />
başka bir yer hatırlamıyorum, belki<br />
sadece Çeçenistan.” sözleriyle anlatıyordu.<br />
Colvin’in yanında 28 yaşındaki<br />
Ochlik gibi birkaç gazeteci daha bulunuyordu.<br />
Birlikte hareket eden ve<br />
boş apartman odalarını birer medya<br />
merkezine dönüştüren gazeteciler, 22<br />
Şubat günü de Humus’ta yaşananları<br />
dünya kamuoyuna aktarmak için<br />
çalışıyorlardı. Saldırılara hedef olmamak<br />
için de her gün yer değiştiriyorlardı.<br />
Ancak görgü tanıklarının ifadesine<br />
göre bulundukları apartmana en<br />
az 11 havan topu isabet etti. Colvin<br />
ve Ochlik olay yerinde hayatını kaybetti,<br />
diğer gazetecilerden bazıları ise<br />
yaralandı.<br />
Ayaklanmalar başladığından beri<br />
yasaklama, tutuklama ve sınır dışı etme<br />
gibi yollarla gazetecilere engel olmaya<br />
çalışan Esed rejiminin saldırıları,<br />
Colvin ve Ochlik öldükten sonra<br />
bile devam etti. Her iki gazetecide<br />
devlet televizyonunda “ajan” olarak<br />
lanse edildi.<br />
Halbuki mesleki hayatında ilk<br />
Paul Conroy<br />
olarak Haiti’deki çatışmaları takip<br />
eden ve Tunus, Libya ve Mısır’daki<br />
devrimleri yerinde izleyen biri olan<br />
foto muhabiri Ochlik, Libya’daki çalışmalarından<br />
dolayı da Dünya Basın<br />
Fotoğrafı ödülünü almış bir isimdi.<br />
Suriye’de ilk hayatını kaybeden<br />
gazeteci, 19 Kasım’da ölen serbest<br />
kameraman Fersat Jarban oldu.<br />
Onu Basil al-Sayed Shukri, Abu al-<br />
Burghul, Gilles Jacquier, Mazhar Tayyara,<br />
Anthony Shadid, Rami al-Sayed<br />
gibi isimler takip etti. Aralarında en<br />
bilineni olan New York Times’ın deneyimli<br />
muhabiri Anthony Shadadid,<br />
astım krizi sonucu hayatını kaybetmesine<br />
rağmen rejim tarafından<br />
“ajan” yaftasını yemekten kurtulamadı.Şimdi<br />
geriye rejim askerlerinin sivilleri<br />
katletmeyi sürdürdüğü, yabancı<br />
basın mensuplarının ise ancak hayatlarını<br />
riske ederek girebildikleri bir<br />
Suriye kaldı. Colvin’inson bağlantısındaki<br />
son sözleri de Suriye’deki durumu<br />
özetler nitelikteydi: “Buradaki<br />
hiç kimse uluslararası kamuoyunun<br />
bu yaşananlara nasıl göz yumduğunu<br />
anlayamıyor. Özellikle de Srebrenitsa<br />
gibi bir felaket yaşandıktan ve Birleşmiş<br />
Milletler katliam hakkında onlarca<br />
soruşturma başlatıp bir daha tekrarlanmayacağı<br />
sözleri vermişken...”<br />
Amerikalı gazeteci Marie Colvin ile<br />
Fransız foto-muhabiri Remi Olchik'in<br />
hayatını kaybettiği füze saldırısından<br />
yaralı kurtulan 47 yaşındaki İngiliz gazeteci<br />
Paul Conroy, daha önce bulunduğu<br />
savaş ortamlarında böyle katliam<br />
görmediğini söylüyor. Hasta yatağından<br />
BBC'ye konuşan Conroy, 10 yıl<br />
içinde bütün dünyanın Suriye'de gerçekleştirilen<br />
katliamdan utanç duyacağını<br />
şöyle ifade etti:" Suriye'de sivil<br />
nüfusun sistematik bir şekilde katledildiğini<br />
gördüm. Yaşanan vahşet,<br />
Srebrenitsa ve Ruanda'da yaşananları<br />
andırıyor Bu bir savaş değil, katliam.<br />
Bu vahşeti nasıl seyrediyoruz bilmiyorum.<br />
Artık konuşmanın vakti çoktan<br />
geçti. Katliam son hız sürüyor. Lütfen,<br />
jeopolitiği ve toplantıları bir kenara<br />
bırakın ve bir şey yapın. Yoksa yarın<br />
Srebrenitsa ve Ruanda'daki gibi hepimiz<br />
utanacağız."
12<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Sosyal medya, geleneksel meydayı<br />
başkalaştırıp yeniden yapılandıracak<br />
KÜBRA KARA<br />
eknolojik iletişim her gün daha<br />
T<br />
fazla büyüyor, daha fazla artıyor.<br />
7’den 70’e herkes bir şekilde teknolojik<br />
gelişmelerden etkileniyor. Özellikle<br />
her gün kullanıcı sayısı artan, dikdatörleri<br />
bile yerinden oynatmada etkili<br />
olan sosyal paylaşım siteleri, bilinçli kullanılmadığı<br />
sürece büyük bir felakete dönüşebiliyor.<br />
Ülkemizde 40 milyon kullanıcısı olan<br />
internet, hayatımızın vazgeçilmez bir<br />
parçası oldu. Cihazların daha da küçülerek<br />
mobil aygıtlardan erişimin sağlanması,<br />
interneti artık durdurulamaz bir<br />
güç haline getirdi. İşyerlerinin yanı sıra<br />
günlük eğlence, iletişim ve bilgi içerikli<br />
kanallardan yararlanmak üzere sanal<br />
ortama akan insanların hemen hemen<br />
İstanbul Kadir<br />
Has Üniversitesi<br />
Yeni Medya<br />
Bölümü Öğretim<br />
Görevlisi İsmail<br />
Hakkı Polat, sosyal<br />
medyanın geleneksel<br />
medyayı<br />
başkalaştırıp<br />
yeniden<br />
yapılandıracağını<br />
ifade etti.<br />
ilk uğradıkları yer sosyal paylaşım siteleri<br />
oluyor. Özellikle dünyada 800 milyon<br />
kullanıcıya sahip olan Facebook’un<br />
Türkiye’deki kullanıcı sayısı 30 milyonu<br />
buluyor. Ve bu da ülkemizi dünyadaki<br />
Facebook kullanımında 5. sıraya taşımaya<br />
yetiyor.<br />
Sosyal medyanın özellikle genç kuşak<br />
tarafından nasıl kullanılması gerektiğine<br />
dair İstanbul Kadir Has Üniversitesi<br />
Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi<br />
İsmail Hakkı Polat, farklı görüşlerini paylaştı<br />
<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi'ne. İnternette<br />
sansür uygulanmasının yanı sıra<br />
özellikle gençlere interneti kısıtlamanın<br />
doğru olmayacağını belirten Polat, sanal<br />
ortamda önemli olanın bilinç kazandırıp,<br />
kişilerin kendi özdenetimini oluşturmasını<br />
sağlamak olduğunu ifade etti.
MART-NİSAN 2012<br />
13<br />
İsmail Hakkı Polat<br />
SOSYAL MEDYANIN 10 KURALI<br />
1. Ana sayfanızı sosyal medyaya<br />
kopyalamayın.<br />
2. Önce okuyun, sonra yazın.<br />
3. Açık ve dürüst olun<br />
4. Markanıza sosyal medya için<br />
bir temsilci seçin<br />
5. Değerli bir şey önerin<br />
6. İçerik, kullanıcılarla bağdaşmalı.<br />
7. Kullanıcılarla kurumsal bir<br />
varlık gibi değil, bir arkadaş gibi<br />
konuşun.<br />
8. Kullanıcılara biraz kontrol<br />
hakkı tanıyın.<br />
9. Tüketicilerin size ulaşmalarına<br />
izin verin.<br />
10. Bırakın kullanıcılar sizin adınıza<br />
yazsın.<br />
İŞ, GELENEKSEL GAZETECİLERE DÜŞTÜ<br />
Sanal medyadaki bilgi furyası kapsamında<br />
akademik camiadan da hamleler<br />
geliyor. İstanbul Kadir Has Üniversitesi<br />
Yeni Medya Bölümü Öğretim Görevlisi<br />
İsmail Hakkı Polat, geleneksel gazetecilerin<br />
de bu mecraya el atmaları gerektiğini<br />
söyledi. İnsanların her gün karşılaştığı<br />
haber furyasına karşı önce çarpraz<br />
kontrolün yapılması gerektiğini vurgulayan<br />
Polat, geleneksel gazetecilerin<br />
sanal medyadaki yanlışlıkları görüp düzeltmeleri<br />
ve örnek olmaları gerektiğini<br />
ifade etti: “Sanal medyadaki yanlışlıkları<br />
gören geleneksel gazeteciler, kolları<br />
sıvayarak işin içine girmeli. Burada işin<br />
nasıl yapıldığını araştırmacı bir gazeteci<br />
olarak kullanıcılara da anlatarak, bu işin<br />
etiğini öğretmeli.”<br />
Sosyal medyanın denetiminin olmadığını<br />
ve bu kapsamda sorumluluğun<br />
kullanıcıların kendisinde<br />
olduğunu söyleyen Polat, kullanıcıların<br />
ellerine geçen bilgilere<br />
hemen inanmadan<br />
araştırma yapmaları gerektiğini<br />
belirtti: “Örneğin<br />
silahlı saldırıya uğrayan<br />
İbrahim Tatlıses<br />
için, hastanenin yan<br />
odasında yatan bir kişi<br />
sürekli Twitter’dan<br />
bildiriler yazdı; İbrahim<br />
Tatlıses öldü, diye. Aslında<br />
kullanıcılar o kişinin<br />
profilini araştırsalar,<br />
geçmişte paylaştığı konulara<br />
baksalar onun güvenilir<br />
olup olmadığını anlayabilirler.”<br />
Polat, insanların bu mecrada dedikodu<br />
tarzında yaptıkları konuşmalar<br />
sonucunda büyük felaketlerin doğduğundan,<br />
asparagas haberlerin yayılmasının<br />
da çok kolay olduğundan bahsederek:<br />
“Yasal bir boşluk var, fakat birtakım<br />
dayatmalarla buradaki sorun çözülmez.<br />
İnsanların bu konuda bilinçlenmesi<br />
ve kendi özdenetimlerini oluşturması<br />
lazım. Kulağına gelen habere hemen<br />
inanmadan kaynağa ulaşması gerekiyor.”<br />
dedi. Sanal medyanın insan<br />
hayatına girmesiyle birçok şeyin değiştiğini<br />
de dile getiren İsmail Hakkı Polat<br />
“Endüstri çağından bilgi çağına bir<br />
sıçrama var şuanda. Bu da yeni kuşağı<br />
zaptedilemez hale getiriyor. Biz bu kuşağa<br />
eğitimciler olarak ‘dijital yerliler’<br />
diyoruz. Kendimizden sonraki kuşaklara<br />
otoriter bir tavırla yaklaşmadan yatay<br />
iletişim kurmalıyız. Onları bu dijital ortamda<br />
adeta çırıl çıplak bırakan en temel<br />
eksiklik olan ahlak eksikliğini vererek<br />
bilinçlendirmeliyiz.” dedi.<br />
ETİK KURALLARININ BELİRLENMESİ ŞART OLDU<br />
Sosyal medya danışmanlarından Gabriela<br />
Oana Olaru ise medya okuryazarlığının<br />
ülkemizde yeterli düzeyde olmadığını<br />
belirterek, tanımlanmış etik kurallarımızın<br />
olmadığını, bu alanda çalışan<br />
akademisyenlerin bir araya gelip<br />
etik kurallarının oluşturulması gerektiğini<br />
söyledi. Sanal ortamın en büyük sıkıntısının<br />
bilgi kirliliği olduğunu aktaran<br />
Olaru, çocuklara küçük yaştan<br />
itibaren medya okuryazarlığı<br />
dersinin verilmesini ve teknolojiyi<br />
yararımıza yönelik<br />
kullanabilme kabiliyetinin<br />
gelişmesi gerektiğini aktardı.<br />
İsmail Hakkı Polat<br />
da akademik camianın<br />
bu yönde araştırma<br />
yapmasını savunarak,<br />
“Bu kapsamda dünyada<br />
ciddi eksiklikler var.<br />
Yeni medyada tüketici<br />
değil, üretici olmak gerekiyor.<br />
Kendi bloglarında<br />
faydalı bilgiler paylaşarak,<br />
insanlar diğerlerinin<br />
bilgi dağarcığını genişletebi-
14<br />
MART-NİSAN 2012<br />
lir. Okullarda ders müfredatına koymak<br />
ve eğitmen yetiştirmek için bağlantılı<br />
bölümler açıp akademisyenler yetiştirilmeli.<br />
Akademik dünya maalesef bu<br />
işe ticari dünya kadar erken davranamadı.<br />
Ülke olarak geliştirdiğimiz akademik<br />
kriterler ve toplumsal seferberliğimiz<br />
yok. İnternet, temel bir hak olarak<br />
yeni anayasaya da girmeli.” şeklinde<br />
konuştu.<br />
İKİ MEDYA DA BİRBİRİNİ BESLER<br />
Sosyal medya, geleneksel medyayı içine<br />
alıp başkalaştırıp yeniden yapılandıracağını<br />
ifade eden Polat “Önümüzdeki<br />
dönemde gazetelerin dijitale geçmesi<br />
kaçınılmaz. Hatta yurtdışında bazı gazeteler<br />
kâğıt baskının yanında bir de dijital<br />
baskı veriyor. Televizyonlar kendini<br />
bu anlamda yenilerse çok daha büyük<br />
fırsatlatın olduğu yeni bir döneme<br />
girerler. Bu anlayışı yürütemeyen geleneksel<br />
yapılar ve zihniyetler endüstri<br />
çağının kapanmasıyla birlikte yerle bir<br />
olacaklar.” dedi. Sosyal medya ve geleneksel<br />
medya arasındaki farka da değinen<br />
Polat, “Eskiden bir yayıncı ve pasif<br />
izleyici vardı şimdi ise bu durum karşılıklı<br />
oluyor. Sürekli bir etkileşim var. İstenilen<br />
haber kesilip okunabiliyor yani<br />
o kişiselleşiyor. Ve bir fark da zamanmekan<br />
sınırı olmaması. Gazetedeki ya<br />
da radyodaki tek yönlü durdurulamayan<br />
akışın yerine durdurulabilir, ileri<br />
geri alınabilir, ayrıntılara bakılabilir akış<br />
aldı.” diye konuştu.<br />
Polat’a göre internet, haberciliği<br />
başkalaştırdı. Hızlı ama bazı bilgilerin<br />
döke saça yayıldığını aktaran Polat, kimi<br />
zaman belli problemler yaşansa da<br />
internetteki haber ortamının kendini<br />
hızla düzeltebilen, herhangi bir malumatı<br />
daha fazla derinleştirebilip farklı<br />
açılardan görebilmemizi sağladığını ve<br />
insanların katılımıyla yeni bilgi ve içerik<br />
üretimlerinin rahatlıkla görüldüğünü<br />
söyledi.<br />
Türkiye’deki internetin yurtdışına kıyasla<br />
kanıksanmayacak derecede iyi kullanıldığını<br />
ifade eden Polat, “Bizim yönetimlerimiz<br />
bu işe biraz el atsa, interneti<br />
gençlerin sadece oyun amaçlı kullanmadığını<br />
görerek, içimizde ne cevherler<br />
olduğunu fark edebilir ve bu, ekonomik<br />
faydaya dönüştürülebilir.” dedi.<br />
Arap Baharı’nda sanal medyanın<br />
rolünü değerlendiren de Polat, ‘Devrim<br />
Facebook ya da Twitter’da yapılmaz’<br />
diyerek sosyal medyanın sadece<br />
devrimi mümkün kılıcı bir unsur olduğunu<br />
ifade ederek, “Halkın içerisinde<br />
biriken öfke, yılların getirdiği diktatöre<br />
karşı olan kızgınlık ve bu dinamizmi<br />
n sosyal medyada kullanrak açığa çıkması.<br />
İnsanlarda önce bilinç oluştu ardından<br />
sosyal medya da örgütlenerek<br />
sokaklara döküldü halk.” dedi. Polat,<br />
sosyal medyanın Arap Baharı'na etkisiyle<br />
ilgili olarak şöyle konuştu: “Arap<br />
Baharı’nda internetin kullanılarak konusunda<br />
Amerikan parmağının olduğunu<br />
söyleyenler oldu. Fakat bu bir<br />
Pandora’nın Kutusu* gibi. Yani bu durumdan<br />
kendileri de etkilenecek. Geçen<br />
hafta New York’taydım. Sopa diye<br />
bir kanun çıkaracaklardı, insanlar<br />
hemen internette örgütlenip, buluştu<br />
ve protesto ettiler. Bunu gören Amerikan<br />
Kongresi de neye uğradığını şaşırdı,<br />
daha sonra imzalarını geri çektiler.”<br />
* Pandora'nın kutusu; Yunan mitolojisinde<br />
insanlığın tüm günahlarını ve<br />
umudu içeren büyük testi<br />
Z
Zambak Bayileri ve<br />
Mağazaları’nda
16<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Muhafazakârların<br />
sinema ve sanata uzak durması<br />
korkunç bir yanılgıydı<br />
Yazar Cüneyd Suavi, yazı serüvenini<br />
ve güncel konulara ait gözlemlerini<br />
<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi ile paylaştı.<br />
H<br />
HAKAN İNCE<br />
ikâyeler sevgi kalemiyle yazılır;<br />
ama o kalemin mürekkebi,<br />
yapılan ve alınan dualardır.<br />
Dualar olmayınca, duaya vesile<br />
olan hiçbir şey yazılamaz. Bir elde<br />
dua olmalı, bir elde kalem”…<br />
‘Yeşil Elbise’, ‘Kâbus’ hikâyeleriyle<br />
kendisine geniş bir okur kitlesi<br />
edinen yazar Cüneyd Suavi, yazı<br />
serüvenini bu cümlelerle özetliyor.<br />
Bugüne kadar 10’u geçkin kitap<br />
ve 150’ye yakın hikâye kaleme<br />
alan Suavi’nin bazı çalışmaları<br />
Almanca, Korece, Arapça,<br />
Felemenkçe, İngilizce,<br />
Rusça, Tatarca,<br />
Arnavutça, Özbekçe<br />
ve Makedoncaya<br />
çevrilmiş. Cüneyd<br />
Suavi’nin hayat<br />
hikâyesindeki<br />
çarpıcı bir detay<br />
ise ünlü yazarın<br />
lisede kompozisyon<br />
dersinden<br />
ikmale kalması.<br />
O bunu, “Dersten<br />
kalmam, daha<br />
sonraki yıllarda<br />
Cenâb-ı<br />
Hakk’ın bana<br />
okuyucularım<br />
hatırına ihsan<br />
edeceği kitaplarla<br />
övünmemem<br />
içindi.<br />
Yani öyle kitaplar,<br />
yazmaktan<br />
aciz birinin eseri olamazdı.”<br />
diyerek yorumluyor. Muhafazakâr<br />
kesimin uzun yıllar sinemaya ve sanata<br />
uzak durmasını “Korkunç bir<br />
yanılgıydı.” diyerek eleştiren Suavi,<br />
imkân olması halinde hikâyelerini<br />
sinema sanatıyla anlatmak istediğini<br />
ifade ediyor. Beş yılda bitirdiği<br />
sekiz senaryoyu, hiçbir ücret istemeden<br />
TV kanallarına teklif ettiğini<br />
ancak yapımcıların “Bir film için<br />
on bin liradan fazla harcayamayız”<br />
şeklinde projesini reddettiğini kaydediyor.<br />
Yazar Cüneyd Suavi, yazı serüvenini<br />
ve güncel konulara ait gözlemlerini<br />
<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi<br />
ile paylaştı.<br />
Hikâye denizine yolculuğunuz nasıl başladı<br />
70’li yılların sonlarında, Adapazarı’nda<br />
birkaç kişiyle birlikte Zafer<br />
Dergisi'ni çıkartmaya başladık.<br />
O günlerde dergicilik pek bilinmezdi<br />
ve Sur Dergisi’nden başka dergi<br />
yoktu. Hâliyle yazar kadromuz yetersiz<br />
olduğundan, dergiye koyacak<br />
yazı bulmakta zorlanırdık. İşte tam<br />
bu günlerde, derginin sayfalarından<br />
biri boş kaldı. Ben de onu doldurmak<br />
niyetiyle bir öykü yazdım. Bir<br />
sonraki sayıda da aynı şeyi sürdürdüm.<br />
İlk önce ‘Davulcu’ adlı öykümü,<br />
daha sonra da ‘Yeşil Elbise’yi<br />
kaleme aldım. ‘Yeşil Elbise’ öyküsü,<br />
yayımlandığında çok ses getirdi. Bu<br />
yüzden de başıma büyük işler açıp,<br />
beni hikâye yazmaya zorladı.<br />
Neden hikâye
MART-NİSAN 2012<br />
17<br />
Esasında sebebini pek bilmiyorum. Fakat<br />
Sadi’nin “Bostan” ve “Gülistan”ındaki<br />
kıssalar, çocukluğumdan beri hoşuma giderdi.<br />
Herhalde onlardan çok etkilendim.<br />
Lisede kompozisyon dersinden ikmale kaldığınız doğru<br />
mu<br />
Elbette doğru. Bunu zaten defalarca dile<br />
getirdim.<br />
Bu ikmal, yazarlık sürecinizin miladı aynı zamanda,<br />
öyle değil mi<br />
Geriye dönüp bakınca ben de bazen sizin<br />
gibi düşünüyorum. Yazı yazma konusundaki<br />
aczim, Allah’ın merhametini celbetmiş<br />
olabilir. Çünkü “acz” denilen şey esasında<br />
kuvvettir. Elbette ki bir rahmet sahibinin<br />
nazarında... Bazı arkadaşlarım, şaka<br />
yollu da olsa, kompozisyon hocamızın<br />
beni kıskandığını, bu yüzden de ikmale<br />
bıraktığını söylüyor. Bu doğru değil tabii.<br />
İkmale kaldıktan sonra bunun hikmetini<br />
defalarca düşündüm. O yıla kadar hiçbir<br />
dersten kalmamışken, ilk ikmale kaldığım<br />
ders neden kompozisyondu Herhalde<br />
bu dersten kalmam, daha sonraki yıllarda<br />
Cenâb-ı Hakk’ın bana okuyucularım<br />
hatırına ihsan edeceği kitaplarla övünmemem<br />
içindi. Yani öyle kitaplar, yazmaktan<br />
aciz birinin eseri olamazdı. Çok şükür ki,<br />
bu durumu nefsim de kabul etti.<br />
Bir hikâyeye başlamadan önce nasıl bir hazırlık safhası<br />
oluyor<br />
Ben hiçbir hikâyemi, önceden niyet ederek<br />
yazmadım. Zaten niyet ettiğimde yazabilseydim,<br />
kendime bir pay çıkarmam mümkün<br />
olabilirdi.<br />
Gençlerle sohbet ederken onlara soruyorum:<br />
“Yazılar (veya öyküler) neyle yazılır”<br />
Kimi ‘kalem’ diyor, kimi de ‘bilgisayar’.<br />
Bazıları “ilham”, bazıları da “sevgi” cevabını<br />
veriyor.<br />
“Hayır!” diyorum onlara. “Hikâyeler<br />
sevgi kalemiyle yazılır; ama o kalemin mürekkebi,<br />
yapılan ve alınan dualardır.” Dualar<br />
olmayınca, duaya vesile olan hiçbir şey<br />
yazılamaz.<br />
Yazarlık denilen şey, her an dua hâli<br />
gerektiriyor. Fiilî dua da gerekiyor elbette.<br />
Yani her an yazmaya hazır olmak… Özetlemek<br />
gerekirse bir elde dua olmalı, bir elde<br />
kalem…<br />
Dualar kabul görürse hiç aklınızda<br />
yokken içinizde bir şeyler kımıldıyor. Bir<br />
olay canlanıyor zihninizde, belki bir anlık<br />
bir şey, çoğu zaman final kısmı belli olmayan.<br />
Bu durumda hemen bilgisayarıma<br />
koşarak yazmaya başlayınca, Rabb'im şahittir,<br />
kelimeler sizi hiç dinlemiyor, esir alıyor<br />
sanki. Siz, İlahî takdir neyse onun yazıcılığını<br />
yapıyorsunuz. Biraz sonra ortaya,<br />
ilk düşündüğünüz şekliyle hiç ilgisi olmayan,<br />
ama ondan çok daha güzel bir öykü<br />
çıkıyor. Sonucu gördüğümde: “Ya Rabbi!<br />
Bunu şimdi ben mi yazdım” diyorum.<br />
Yazdıran O tabii ki, başkası değil.<br />
Otuz yıldan beri yaşadığım bu durumdan<br />
sonra açıkça diyorum ki: Ben bir yazar<br />
değilim, yazıcıyım. Bilgisayar kullandığımdan,<br />
sadece tuşlara basmakla görevliyim.<br />
Hikâyedeki hissem de zaten o kadar…<br />
Hikâyelerinizde kurgudan ziyade mesaj kaygısı ön<br />
planda… Ayrıca kısa metin olması dikkat çekiyor. Biçim<br />
olarak bunu mu tercih ediyorsunuz<br />
Kıssa türü öykülerde hep mesaj vardır.<br />
Ama kurgu yeterince iyi değilse, mesajlar<br />
da değerini bir ölçüde kaybeder. Ben<br />
bir şeyler yazarken lafı dolandırmayı sevmiyorum,<br />
süsleyip püslemekten de hoşlanmıyorum.<br />
“Göründüğün gibi ol!” deniyor<br />
ya! Ben de buna ilaveten: “Konuştuğun<br />
gibi yaz!” demek istiyorum. “Kulağını<br />
tersten gösterir gibi lafını dolaştırma! Vermek<br />
istediğin şeyi nazlanmadan ver! Yaz<br />
ama boş şey yazma! Hoş şeyler kaleme al!<br />
Allah’ın izniyle insanlara bir şey ver! Yazdığın<br />
satırları 7’den 77’ye herkes anlasın.<br />
Herkes o petekten bal alabilsin, kendisine<br />
göre bir pay çıkarabilsin.”<br />
Bütün bunlar fiili dua tabi. Rabbim nasip<br />
ettiğinde istediğiniz şey ortaya çıkıyor.<br />
CÜNEYD<br />
SUAVİ<br />
KİMDİR<br />
1948 Yılında Adapazarı'nda doğdu.<br />
İlk ve orta öğrenimini bu şehirde<br />
tamamladı. Daha sonra, günümüzde<br />
Mimar Sinan Üniversitesi<br />
olarak bilinen Devlet Güzel<br />
Sanatlar Akademisi'ni yüksek<br />
mimar unvanıyla bitirip Sakarya<br />
Üniversitesi'nde asistanlığa başladı.<br />
Zafer Dergisi'nde 1982 yılından<br />
beri yazıları yayınlanan Cüneyd<br />
Suavi'nin en tanınmış eseri, "Hayatın<br />
İçinden" adlı hikâye kitabı. İki<br />
ciltten oluşan ve toplam olarak otuz<br />
yılda tamamlanan bu eser Almanca,<br />
Korece, Arapçaya ve Felemenkçeye<br />
çevrilmiş; öykülerden bazıları da<br />
İngilizce, Rusça, Tatarca, Arnavutça,<br />
Özbekçe ve Makedoncaya tercüme<br />
edilerek birçok ülkeye ulaşmış.<br />
"Kırk Gram Tebessüm" adlı<br />
kitabı, mizahla tefekkürü buluşturmasıyla<br />
“edepli mizah”ın seçkin<br />
örnekleri arasında gösterilen Cüneyd<br />
Suavi’nin, "Peygamberimizin<br />
Mucizeleri", "Peygamberler Tarihi",<br />
"Allah'ı Bildiren Bilmeceler", "Kısa<br />
Metrajlı Filmler İçin Senaryolar"<br />
ve iki yazarla birlikte kaleme aldığı<br />
"Hazır Cevaplar" adlı eserleri dışında;<br />
çocuklar için yazdığı "Çiçek<br />
Bahçesi" adlı bir hikâye kitabı daha<br />
bulunuyor.<br />
Cüneyd Suavi'nin Allah<br />
Resulü’nün (sas) hayatını, çilesini<br />
ve mücadelesini anlatan "İki <strong>Cihan</strong><br />
Güneşi, Peygamberimiz" adlı eseri,<br />
geniş kitlelerin beğenisini kazandı.<br />
Suavi, çocukluğundan itibaren<br />
yaşadığı hatıraları "Kesilen Gitar"<br />
adlı bir kitapta topladı. Otobiyografi,<br />
son elli yıla ışık tutan özelliğiyle<br />
Kültür Bakanlığı tarafından desteklenmiş.<br />
Akademik kariyerinde profesörlüğe<br />
kadar yükselen Cüneyd<br />
Suavi, evli ve üç çocuk babası.<br />
Halen Fatih Sultan Mehmet Vakıf<br />
Üniversitesi'nde öğretim üyesi.
18<br />
MART-NİSAN 2012<br />
sip ettiğinde istediğiniz şey ortaya çıkıyor.<br />
Hikâyeciliğinizi edebî olarak nasıl tanımlıyorsunuz<br />
Ben “yazıcı” olduğumdan bunun cevabını<br />
bilemiyorum. Ama genel olarak yazarlığı,<br />
“Kurumuş çiçeklerden bal yapma sanatı”<br />
olarak tarif ediyorum. Buradaki “kurumuş<br />
çiçekler” kelimeler tabii ki. O kupkuru<br />
kelimeleri bir bal arısı gibi, sevgi ve<br />
dualarla yoğurduktan sonra Allah’ın ihsanıyla<br />
şifalı bir bal hükmüne getirebilirsek<br />
ne mutlu bize.<br />
Çalışmalarınıza hidayet öyküleri mi, yoksa tefekkür<br />
eserleri mi denilmesi sizi mutlu eder<br />
İkincisi daha hoşuma gider.<br />
Bir sayfalık öykü için ortalama ne kadar süre ön çalışma<br />
yapıyorsunuz<br />
Üzerinde dokuz ay çalışmama rağmen hiçbir<br />
sonuca bağlayamadığım hikâyelerim<br />
oldu. Onlar bana ait hikâyelerdi, kompozisyondan<br />
ikmale kalan birine ait… Ama<br />
bazı hikâyeler bir saatte yazıldı. Onlar da<br />
Rabb'imin ihsan ettikleriydi.<br />
Hangi kaynaklardan besleniyorsunuz<br />
Bazen bana “Nasıl bir yazarsınız” diye<br />
soranlar çıkıyor. Diyorum ki onlara: “Ben<br />
akıllı bir yazarım. Çünkü sırtımı Risale-i<br />
Nurlara dayamışım. O da Kur’an’a dayamış.<br />
Kur’an ise arş-ı azamla bağlı.”<br />
Fazla okuyamasam da Risaleler her<br />
bakımdan yetiyor bana. Öykülerimden<br />
çoğunu o eserlerden beslenerek yazdım.<br />
Diğer kitaplarımı da yine ondan yansıyan<br />
ışıkla kaleme aldım.<br />
Bugüne kadar toplam kaç hikâye kaleme aldınız<br />
Yüz elliye yaklaştı. Eğer Rabb'im elli tane<br />
daha ihsan ederse “Hayatın İçinden 3”<br />
de çıkabilecek. Bunun için Allah’tan ömür,<br />
okuyucularımızdan da dua istiyorum.<br />
Hikâyelerinizi okuyup da Allah’a iman ettiğini söyleyen<br />
ateist okurlarınız oldu mu<br />
“Hayatın İçinden” kitaplarında yer alan<br />
hikâyeleri okuduktan sonra namaza başladıklarını<br />
söyleyenler çok oldu; ama (bir<br />
kişi hariç) ateizmden kurtulduğunu söyleyen<br />
hiç çıkmadı. O tek kişi de Yang June<br />
Lee adında bir Güney Koreliydi. Bu hanım<br />
bana bir mektup gönderip Seul’deki İstanbul<br />
Kültür Merkezi’nde Türkçe öğrendiğini<br />
ve “Allah’ı Bildiren Bilmeceler” adlı<br />
kitabımı okuyunca inançsızlıktan kurtulup<br />
Allah’a iman ettiğini bildirdi. Bayram<br />
yaptım âdeta. Ben de hemen kendisine<br />
bir mektup yazdım ve beğendiği takdirde<br />
“Hayatın İçinden”i Koreceye çevirmesini<br />
rica ettim. Yang June, dört ay gibi kısacık<br />
bir sürede “Hayatın İçinden”i tercüme<br />
edip gazetelerde reklamlarını yaptı. Ve<br />
mükemmel bir baskı ile piyasaya çıkardı.<br />
Anlaşılan hikâyeleriniz izniniz olmadan yayınlanıyor.<br />
İnternette de izin almadan yayınlayan var mı<br />
Bu soruyu “İzin alıp da yayınlayan var<br />
mı” diye sorsaydınız gerçeklere daha uygun<br />
olurdu.<br />
Ne yazık ki izin alan tek bir kişi bile<br />
yok. İsteyen istediğini alıp koyuyor. Eğer<br />
hikâyeyi değiştirmeyip altına da yazar ismini<br />
yazmışlarsa, emin olun kesinlikle<br />
üzülmüyorum. Ama bazen hikâyeyi çarpıtıyorlar<br />
ve bu işe bir emek verdiklerinden,<br />
altına da kendi isimlerini koyuyorlar.<br />
Her neyse… Esasında bunlar önemli<br />
değil. Yazar ismi ister değiştirilsin, isterse<br />
konulmasın, İnşallah sevabı ulaşır bize.<br />
Sizin öykülerinizle kitap çıkartanlar olduğu söyleniyor.<br />
Bu, traji-komik bir durum. Arayıp tepkinizi gösterdiğiniz<br />
oldu mu bu kişilere<br />
Sadece benden değil, birçok yazardan üçbeş<br />
tane öykü alıp kitap çıkartıyorlar. Yayınevi<br />
bunları bulursa ikaz ediyor. Ama çoğunun<br />
cevabı dünden hazır: “Öyküleri internetten<br />
indirdik. Orada yazar ismi yazmıyordu.”<br />
Bu tür kitapları çıkartanlar arasında tanıdıklarım<br />
da var. Onlar da herhalde şöyle<br />
düşünüyorlar: “Cüneyd Hocam nasıl<br />
olsa bizdendir. Ondan izin istemeye gerek<br />
yok.”<br />
"Hayatın İçinden 1 ve 2” ciltleri, ancak<br />
otuz yılda yazılabildi. Ama bu tür kitaplar,<br />
başka bir yazar ismiyle otuz saatte<br />
ortaya çıkıyor.<br />
Peki çocuklarınızı dilediğiniz gibi yetiştirebildiniz mi<br />
Sorduğunuz soruyu, fuarlardan birinde de<br />
sordular bana. Demiştim ki onlara:<br />
“Evlatlarımdan bin kere razıyım ama<br />
keşke daha çok sayıda olsaydı. Üç evladımız<br />
var ama bana az geldi. Keşke 3 ta-
20<br />
MART-NİSAN 2012<br />
berlerde çıktım tüm haşmetimle “13 tane,<br />
23 tane, 33 tane…”<br />
Seyredenler benim için: “Bu adam<br />
her halde sapıttı” demişlerdir. Rezil oldum<br />
millete.<br />
Oğlum şu anda doktor. Onun<br />
için “Evlatların en hayırlısı” diyorum.<br />
Rabb'im ondan ebediyen razı olsun inşallah.<br />
Doğduğu günden beri, hayatta<br />
bir kere üzmedi beni. Tuttuğu altın olsun.<br />
Benden ne kadar dua alıyorsa, hastalarından<br />
da öyle dua alıyor. Eminim ki<br />
sırtı yere gelmeyecektir.<br />
Sayısız şükür olsun ki, kızlarım da<br />
oğlumdan farklı değil. Küçük kızım<br />
da nasipse doktor çıkacak. Kocaeli Tıp<br />
Fakültesi’nde, beşinci sınıfta… Büyük kızım<br />
ise İngilizce öğretmeni.<br />
Muhafazakâr kesiminin sanat ve edebiyata uzun<br />
süre mesafeli kaldığı söylenir. Hikâye yazmaya karar<br />
verdiğinizde bir dirençle karşılaştınız mı<br />
Çok şükür böyle bir direnç görmedim.<br />
Ama sinema konusunda aynı şeyi söylemek<br />
mümkün değil.<br />
Muhafazakâr kesim uzun yıllar sinemaya ve sanata<br />
uzak durması bir yanılgı değil miydi<br />
Bana göre korkunç bir yanılgıydı. Gençlik<br />
yıllarımdan hatırlıyorum. En büyük<br />
darbeyi filmlerden yemiştik. Bu felaket,<br />
şimdi biraz şekil değiştirse de filmlerle,<br />
dizilerle, internet gibi yollarla aynen devam<br />
ediyor. Başta Kültür Bakanlığı olmak<br />
üzere, ilgili kişilere sormak gerek: Bir milyarlık<br />
İslam dünyasının elinde gurur duyacağımız,<br />
gençlere tavsiye edeceğimiz<br />
kaç filmimiz var On taneyi bulur mu<br />
İsterseniz aklınızda kalanları bir sayın<br />
Benim aklımda kalanlar beşi geçmiyor.<br />
22 Ocak tarihli Zaman Gazetesi'nde,<br />
“Hangi filmi ne için seyretmeli” başlığıyla<br />
verilen bir haber var. Gençler için<br />
10 film tavsiye edilmiş. Bunlardan 7’si<br />
yabancı film... Türk filmlerinin oranı %<br />
30'da da kalmış. Eğer film sayısı 100’e<br />
çıksaydı, emin olun bu oran % 10’u geçmezdi.<br />
Tam bir gurur tablosu…<br />
Sinema filmi olarak son yıllarda bir<br />
gayret görülse de, bunlar ehil kişilerle<br />
yeterince istişare edilmeden çekilmiş. Bu<br />
yüzden cılız kalmış, hak ettiği duayı alamamış,<br />
ilgiyi görememiş.<br />
Bizler, kıyamete kadar seyredilebilen<br />
filmler yapmalıyız.<br />
“Bu ne demek” diyenlere, “Çağrı'yı<br />
kaç kere seyrettiniz” diye sorarım.<br />
En azından ben beş kere seyrettim.<br />
Ama her seferinde Asr-ı Saadet’e gidip<br />
gözyaşı döktüm; Allah Resulü’nün yanında<br />
oldum, Mekke’nin fethini doya<br />
doya yaşadım.<br />
Bizler, o öğündüğümüz Türk yapımı<br />
üç-beş filmi kaç kere seyredebiliriz<br />
acaba<br />
“Filmleri birkaç kere seyretmek zorunda<br />
mıyız” diyenler çıkıyor.<br />
Bu şart değil ama neden olmasın<br />
Kemal Sunal’ın filmleri bize örnek olamaz mı acaba<br />
Bu filmler 20 yıldan beri seyrediliyor. Ve<br />
nasıl bir mesajı hedeflemişse, onları her<br />
seferinde başarıyla veriyor.<br />
Türk dizilerini nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Onlar da ayrı bir dert, ayrı bir yara. Allah<br />
rızası için açık konuşmam gerek, yoksa<br />
mesul olurum, kusura bakılmasın. Yarası<br />
olanlar hiç dinlemesin.<br />
“Bizim” diyebileceğimiz kanallardaki<br />
dizilere Allah rızası için göz gezdirin.<br />
Ve vicdanınızın sesini dinleyip hüküm<br />
verin.<br />
Bu dizilerde kan gövdeyi götürüyor<br />
adeta… Birçoğunda kadın, erkek, çocuk<br />
ya da ihtiyarlar acımasız bir şekilde öldürülüyor.<br />
Kimisi üstüne benzin dökülüp<br />
çocuklarının ve eşinin gözleri önünde<br />
çatır çatır yakılarak, bazıları düğümlenmiş<br />
bir iple boğularak, küçük yaştaki çocuklar<br />
kurşuna dizilerek, hamile kadınlar<br />
bile karnından vurularak…<br />
Böyle vahşet olur mu Olsa bile bizim televizyonlarımızda<br />
yayınlanması şart mı Veya doğru mu<br />
Ekranlardan yayılan güzellikler ya da çirkin<br />
tablolar, onları seyredenlerin sayısınca<br />
katlanır. Güzel bir şey, tek bir şeyken<br />
milyonlarca çoğalıp çok büyük hayırlara<br />
vesile olurken, onları yapanlara belki bir<br />
velayet sevabı kazandırır. Kötü film veya<br />
diziler ise, yine milyona katlanıp bir felakete<br />
dönüşür. Bu yüzden de vahşet dolu<br />
diziler yapmak, o tür cinayetlerden farksız<br />
hale gelir. Kardeşlerimiz, bunları bilmeyen<br />
insanlar değiller ki…<br />
Risale-i Nur eserleri ortadadır. Bediüzzaman,<br />
hiçbir çirkin şeyi tasvir etmemiş,<br />
güzellerin güzelliğini göstermekle,<br />
çirkinin çirkinliğini ortaya koymuş. Üstelik<br />
bu konularda bizi ikaz ederek “bâtılı<br />
tasvir etmek, sâfî zihinleri azdırır” demiş.<br />
Bence Bediüzzaman, bu dizilerin yapımcılarına<br />
dargındır.<br />
İmkânınız olsa hikâyelerinizi sinema sanatıyla anlatmak<br />
ister miydiniz<br />
Bunu yıllardan beri istiyorum, dualar<br />
ediyorum. Ama herhalde zamanı gelmedi.<br />
Ben üstüme düşen görevi yaptım, kısa<br />
metrajlı filmler için sekiz senaryodan<br />
oluşan bir kitap yazdım. Bunların arasında,<br />
Kültür Bakanlığı’nın açtığı yarışmada<br />
“en iyi senaryolar” arasına giren bir<br />
öykümün senaryosu da bulunuyor. Beş<br />
yılda bitirdiğim bu sekiz senaryoyu, hiçbir<br />
ücret istemeden TV kanallarına teklif<br />
ettim. “Bir film için on bin liradan fazla<br />
harcayamayız” deyip kibarca reddettiler.<br />
Ahirette mesul olmam inşallah, onlar<br />
düşünsün.<br />
Geride bıraktığımız 40 yıllık süreçte Müslümanların<br />
yaşayışında ve değer yargılarında nasıl bir değişiklik<br />
gözlemlediniz Bu konuda özeleştiriniz var<br />
mı<br />
Bu son yarım asırda, özellikle genç nesli,<br />
önce sinema diliyle, sonra televizyonla,<br />
en sonra da internet yoluyla zehirlediler.<br />
Bu arada “iyi” olan şeyleri perdeleyip<br />
yerlerine “kötü”leri koydular. Ve bunları<br />
“örnek” olarak takdim ettiler. Her gencimiz<br />
meyveli bir ağaç gibiyken, onların<br />
kulağına aynı vasıtalarla fısıldayıp: “Toprağa<br />
bağlı yaşamak size yakışmaz, oradan<br />
kurtulup özgürce dolaşın” dediler.<br />
Kısacası köklerinden kopardılar onları.<br />
Rahmetli Necip Fazıl özetlemiş:<br />
“Gitti su yollarını kıvrım kıvrım bilenler,<br />
Bir ot yığını kaldı kökünden kesilenler”<br />
Çocukluk ya da gençlik yıllarımda,<br />
“serseri” dediğimiz tipler vardı. Ama onlar<br />
yine de bizlerden biriydi. Yaptıkları<br />
genellikle başkalarına değil de kendilerine<br />
zarar veriyordu. Biraz nasihat çekilse<br />
boyun bükerler, kötü alışkanlıklardan<br />
vazgeçmeseler bile inançlarından taviz<br />
vermezlerdi. Şimdi artık hastalık ruhlara<br />
işlemiş, kalplerdeki imanlara el uzatılmış.<br />
İman zayıflayınca ya da kaybedilince,<br />
anarşistlik hortlamış. En büyük<br />
mesele imanları kurtarmak, takviye etmek…<br />
Tek kurtuluş bu…<br />
Bir gün sizin hikâyenizi bir arkadaşınız kaleme alsa,<br />
öyküye nasıl bir isim vermesini arzu edersiniz<br />
Bazı öykülerimin ismi için haftalarca düşündüğüm<br />
olmuştur. Eğer böyle bir kitap<br />
yazılırsa, en azından birkaç sene düşünmem<br />
gerek. Eğer o ismi bulursam size<br />
yazarım.
22<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Demirel’e<br />
Zincirbozan’a<br />
gideceğini ben<br />
söyledim<br />
HASAN BOZKURT<br />
esleğe foto muhabiri olarak başlayan<br />
Donat, ardından muhabirlik<br />
ve köşe yazarlığıyla gazeteci-<br />
M<br />
lik mesleğinin duayenlerinden oldu. Her<br />
dönemde her siyasî liderle yakınlığıyla<br />
bilinen Donat, en çok başbakanlıktan<br />
‘şapkasını alıp gidip tekrar geri dönen’ 9.<br />
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile<br />
özdeşleşti. O kadar ki Demirel’e 12 Eylül<br />
1980 darbesinin ardından Zincirbozan’da<br />
cezaevine gönderileceği haberini veren<br />
gazeteciydi. 28 Şubat 1997 postmodern<br />
darbesinin haberini ise Gençlerbirliği-<br />
Altay maçında dönemin Deniz Kuvvetleri<br />
Komutanı Güven Erkaya, Yavuz<br />
Donat’a söyledi.<br />
Meslekte yarım asra yakın kalem oynatan<br />
ancak hâlâ kendisini ‘muhabir’ olarak<br />
tanımlayan gazeteci-yazar Yavuz Donat,<br />
‘Yazdıklarım yaşadıklarımın yüzde<br />
20’si.’ dediği hatıraları <strong>Cihan</strong> Medya Haber<br />
Dergisi’ne anlattı. ‘Gazetecilikte heyecanını<br />
kaybedersen devam etmeye gerek yok.’ diyen<br />
Donat ile okurları baş başa bırakıyoruz.<br />
VEFA GÖSTERDİĞİM KİŞİLER BAŞBAKAN, CUM-<br />
HURBAŞKANI OLDU<br />
Her dönem her siyasîyle yakın olan Donat,<br />
durumu vefa sözcüğüyle açıklıyor.<br />
Meslekte yarım<br />
asra yakın kalem<br />
oynatan ancak hâlâ<br />
kendisini ‘muhabir’<br />
olarak tanımlayan<br />
gazeteci-yazar<br />
Yavuz Donat,<br />
‘Yazdıklarım<br />
yaşadıklarımın<br />
yüzde 20’si.’ diyor.<br />
12 Eylül 1980 darbesinden sonra herkesin<br />
yüz çevirdiği Süleyman Demirel, Necmettin<br />
Erbakan, Alparslan Türkeş, Bülent<br />
Ecevit’i cezaevindeyken bile arayıp hal<br />
hatır sorduğunu söyleyen Donat, “Hep<br />
‘Eşim ve benim yapabileceğim bir şey var<br />
mı’ diye sordum. ‘Bunlardan köy kasaba<br />
olmaz niye arıyorsun' dediler. Ama<br />
ben aramayı bırakmadım. Vefa gösterdiğim<br />
Demirel başbakan, cumhurbaşkanı,<br />
Erbakan başbakan, Ecevit başbakan oldu.<br />
İnsanları sadece önemli makamlarda<br />
olduklarında değil her dönem aramalısınız.<br />
Hamzakoy’u asker izniyle telefonla<br />
arar, Demirel’e hal hatır sorardım.” diyor.<br />
DEMİREL, ZİNCİRBOZAN’A GİDECEĞİNİ BENDEN<br />
ÖĞRENDİ<br />
12 Eylül askerî darbesi olduğunda Tercüman<br />
gazetesinde yazarlık yaptığını belirten<br />
Donat, gazetenin sahibi Kemal<br />
Ilıcak’ın Ankara’ya gelişlerinde otelde değil,<br />
Donat’ın evinde kaldığını yine kendisi<br />
ifade ediyor. Gazete patronuyla gece yarılarına<br />
kadar Türkiye gündemini masaya<br />
yatırdıklarını dile getiren Donat, ilginç bir<br />
anısını şöyle paylaşıyor: “Darbeden sonra<br />
bir gün ailecek görüştüğüm yüksek düzeyde<br />
bir komutana ‘Demirel’i sürgüne<br />
gönderecek misiniz’ diye sordum. Çok<br />
sinirlendi, hakaret etmediği kaldı. Arkasından<br />
ben yanından ayrıldım. Arkasından<br />
gazeteye telefon geldi. ‘Kâr eden şirket<br />
kapanacak’ dedi karşıdaki kişi. Ben<br />
anlayamadım efendim' dedim. ‘Hem bana<br />
saçma sapan soru sorup sinirlerimi bozuyorsun<br />
hem de anlamazlıktan geliyorsun.<br />
Deyip kızdı. Kâr eden şirket Büyük<br />
Türkiye Partisi idi. Peki büyük hissedar<br />
(Süleyman Demirel) ne olacak dediğimde<br />
‘Seyahate çıkacak’ dedi. Yurtdışına mı diye<br />
sorduğumda, ‘Pasaport gerekmeyecek.<br />
Çanakkale taraflarını severler’ dedi. Ardından<br />
hemen Demirel’in o zaman Ankara<br />
telefonları 6 haneli 27 52 31 numara-
MART-NİSAN 2012<br />
23<br />
lı telefonu çevirdim. Telefonu Demirel açtı.<br />
‘Canınızın sıkılacağı bir şey söyleyeceğim’<br />
dedim. Beni evine davet etti. Atlayıp<br />
gittim. Odada baş başa kaldık. Haberin<br />
kaynağını sordu Demirel, ben de ‘4 yıldızı<br />
var’ dedim. Çanakkale taraflarına sürgüne<br />
göndereceklerini söylediğimde ne<br />
zaman olacağını soran Demirel’e ‘radyoyu<br />
açın söylerler efendim’ dedim. Demirel,<br />
kızdı, “Ben Sevr anlaşmasına mı imza<br />
attım" Zincirbozan’a gideceği gün yine<br />
görüştük Demirel ile. Önünde haritaya<br />
bakarken ‘Çanakkale’ye havaalanı yapmamışız’<br />
dedi. Şevket Demirel ise ‘Ağa<br />
yap yap. Yaptıklarınla seni sürgüne gönderiyorlar<br />
sen düşünüyorsun.’ dedi. Süleyman<br />
Bey, “O iş başka, bu iş başka. Siyasete<br />
dönünce buraya havaalanı yapalım."<br />
karşılığını verdi. Demirel, tekrar siyasete<br />
döndüğünde Çanakkale’ye havalimanı<br />
yaptırdı. Açılışına beraber gittik.<br />
GENÇLERBİRLİĞİ-ALTAY MAÇINDA DARBE HABERİ<br />
Türkiye’nin 28 Şubat 1997 postmodern<br />
darbesini kendisinin yazdığı haberlerle<br />
öğrendiğini dile getiren tecrübeli gazeteci,<br />
dönemin başbakanı Necmettin<br />
Erbakan’ın da darbeyi kendisinden öğrendiğini<br />
ifade ediyor. Darbenin olacağına<br />
dair haberi ise bir maçta öğrendiğini<br />
şu sözlerle anlatıyor: “28 Şubat’tan önceki<br />
hafta sonu Gençlerbirliği-Altay maçını<br />
izlemek için 19 Mayıs Stadyumu’na<br />
gittim. İlhan Cavcav ile şeref tribününde<br />
protokolde otururken arkadan birisi<br />
bana el işareti yaptı. Tanıyamadığım, siyah<br />
cam gözlüklü, paltolu, kaşkollu biri<br />
ısrarla beni yanına çağırıyordu. Gittim<br />
baktım, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı<br />
Güven Erkaya, ‘Ayın 28’ini bekle,<br />
kıyamet kopacak’ dedi. Türkiye’de irtica<br />
meselesi var, Milli Güvenlik Kurulu’nda<br />
özel gündem yapacağız, hükümeti istifaya<br />
zorlayacağız.’ dedi. Ardından bunu<br />
gazetede manşet yaptık. Başbakan Erbakan<br />
arayıp ‘Sizden kaynağınızı sormayacağım<br />
ama bu doğru mu diye sorunca,<br />
‘MGK’daki görüşmeleri siz biliyorsunuz.<br />
Allah yardımcınız olsun’ dedim. Ve telefonları<br />
kapattık.”<br />
ÖRTÜLÜ ÖDENEK HABERİNİ 6 AY YAZMADIM<br />
Gazetecinin yazdığı kadar yazmadıklarının<br />
da büyük haber değeri taşıdığını aktaran<br />
Donat, Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı<br />
döneminde yaşadığı ‘mide kramplarının’<br />
sebebini paylaştı. Mesut Yılmaz’ın<br />
başbakanlık koltuğuna oturmasının üzerinden<br />
72 saat geçtiğinde örtülü ödenek<br />
skandalını öğrendiğini ifade eden Donat,<br />
“Ama 6 ay boyunca bu haberi yazmadım,<br />
bu kadar önemli konuyu karnımda tuttum.”<br />
ifadelerini kullanıyor.<br />
TELEFONA DÜŞEN BAŞBAKAN ECEVİT<br />
Habercilikte teknolojinin bu kadar<br />
yaygın kullanılmadığı dönemlerde ilginç<br />
olaylar yaşadığı bilgisini veren<br />
Donat, telefon beklerken Başbakan<br />
Bülent Ecevit’in telefona düşmesiyle<br />
Güneş Motel olayının ortaya çıktığını<br />
kaydediyor. Donat, olayı şu sözlerle<br />
ortaya koyuyor: “1979 yılında Bülent<br />
Ecevit başbakan iken Konya’nın ilçelerine<br />
yaptığımız ziyaretlerde ilginç bir<br />
olay yaşadım. Gün boyu ziyaretlerin<br />
ardından küçük bir otelde dinlenmeye<br />
çekildik. Cumhuriyet Gazetesi yazarı<br />
Yalçın Doğan ile birlikte aynı odada<br />
kalıyorduk. O zaman cep telefonu<br />
nerde… Evlerimizi haberdar etmek<br />
için santrale söyledik numaraları verip<br />
bağlamalarını istedik. 1-2 saat geçti<br />
arayan soran yok. Sonra Yalçın’a ‘Yalçın<br />
ara şu santrali bağlayacaklarsa bağlasınlar<br />
bağlamayacaklarsa ben uyuyacağım’<br />
dedim. Yalçın telefonu açtı. Şaşkın<br />
bir ifadeyle bana sus işareti yaptı.<br />
Ahizeyi kulağıma uzattı. Başbakan Bü-
24<br />
MART-NİSAN 2012<br />
lent Ecevit’in sesi. Ecevit ile Devlet Bakanı Salih Yıldız konuşuyorlar.<br />
‘Hükümet çatırdıyor’ diye söylüyor Salih Yıldız. O<br />
konuşmayı tek tek not aldım ve gazetenin sayfalarını yıkıp<br />
manşet yaptık. Ertesi gün otobüste herkesin elini sıkıp ‘saygılar’<br />
diyen Ecevit bana gelince ‘kaygılar’ dedi.”<br />
SİİRT’İN BAŞBAKAN SEÇİMİ<br />
Erdoğan’a başbakanlığın yolunu açacak Siirt seçimlerine ilişkin<br />
çarpıcı meslek tecrübelerini paylaşan Donat, yerinde gazeteciliğin<br />
önemini anlatıyor: “2003 yılında Siirt’te ara seçime<br />
gidilecek. AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan,<br />
milletvekili seçilirse başbakan olacak. İstanbul ve Ankara’da<br />
gazete binalarından dışarı çıkmayanlar Erdoğan’ın seçilemeyeceğini,<br />
HADEP destekli vekillerin seçileceğini savundular.<br />
Ben atladım Siirt’e gittim. Halkın nabzını tuttum,<br />
Vali’ye de sordum. Herkesin ortak fikri, “Biz burada milletvekili<br />
değil Başbakan seçiyoruz. O yüzden 3 kere bile olsa<br />
Başbakan Tayyip Erdoğan’ı seçeceğiz.” şeklindeydi. Nitekim<br />
öyle oldu. Yerine gitmezseniz olayı göremezsiniz. 23 Ekim<br />
2011 Van depreminin ardından 3 kere Van’a gittim. Bu hafta<br />
içinde yine gideceğim. 2002 seçimlerinde de aynısı yaşandı.<br />
İstanbul’dan manşet atanlar, sandıktan çıkan sonuç karşısında<br />
şaşırdı.”<br />
GAZETECİLER MESLEKLERİ DIŞINDA SÜREÇLERLE UĞRAŞTI<br />
Gazete tirajlarındaki yetersizlikten de yakınan mesleğin duayen<br />
ismi, “Türkiye’nin genç nüfusuna rağmen yeterli değil.<br />
Çünkü gazeteler okuyucunun istediği gazeteyi veremiyorlar.<br />
Tercüman 500 bin satıyordu. Bugün 500 binin üzerinde<br />
satan kaç gazete var Tabii bunlarda televizyonun ve<br />
internetin de etkisi var ama medya değişim geçiriyor. Değişim<br />
süreci tamamlanmış değil. Bu ülkede gazetecilik dışında<br />
süreçlerle uğraşanlar oldu. Kenan Evren cumhurbaşkanlığı<br />
görev süresi sona ererken gazeteciler yanına çıkıyor<br />
‘Daha ne duruyorsunuz Paşa, Turgut Özal sizden sonra<br />
geliyor. Bir hamle yapın görev sürenizi uzatın diyorlar. Bugün<br />
darbeler ve darbecilerin yargılanması süreci bu yüzden<br />
önemli. Tehir etmek rezil etmek ve bundan sonra darbeler<br />
olmaması için kamuoyunun önüne bunları sunmak önemli.<br />
Tayyip Erdoğan’ı al aşağı etmek için organizasyonlar yapılmış.<br />
Türkiye’nin geçtiği kirli ve pis süreç temizlenmeli. Hukuk<br />
devleti isi hukukun değdi olmalı. Ama içerde bulunan<br />
meslektaşlarım sebebiyle özellikle Mustafa Balbay nedeniyle<br />
ızdırap içindeyim.” tespitinde bulunuyor.<br />
GÜNDE 3 KEZ GAZETE OKURUM<br />
Gazetecilik yapmak isteyenlere tecrübelerini aktaran Donat,<br />
gazete okumanın önemini şu ifadelerle ortaya koyuyor:<br />
“Muhabirlik benim için artık bir hayat tarzı haline geldi. Çocuklar<br />
da hanım da alıştı. Günde 3 parti gazete okurum. Gece<br />
taşra baskısı, sabah tek tek gazeteler, akşama doğru ince<br />
okuma. Benim özel hayatım yok. Okuduğum köşe yazarlarını<br />
ayırt edemem hepsi değerli arkadaşlarım zaman zaman<br />
yazdıkları yazılar sebebiyle arayıp tebrik ederim. Televizyonları<br />
yapay ve kavgacı bulduğum için yayınlara çıkmak istemiyorum.<br />
Belgesel ve ciddi programları seyretmeyi seviyorum.<br />
Evde sinema izlemeyi daha çok tercih ediyorum.”
26<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Sosyal paylaşım siteleri<br />
üzerinden dolandırılmayın<br />
Hacker'lar şifrelerini ele<br />
geçirdikleri internet<br />
kullanıcılarının arkadaş<br />
listelerine e-posta ve cep<br />
telefonlarına mesaj gönderip<br />
dolandırıyor.<br />
ENDER BALYER<br />
nternet ve internet tabanlı sosyal<br />
İ<br />
paylaşım siteleri üzerinden dolandırıcılık<br />
ülkemizde ve dünya<br />
genelinde ciddi boyutlara ulaştı. Birçok<br />
kişinin hayatını kâbusa döndüren sanal<br />
dolandırıcılık, Türkiye ile birlikte diğer<br />
dünya ülkelerini de ek tedbirler almaya<br />
zorluyor.<br />
Ülkemizdeki il emniyet müdürlüklerinden<br />
yapılan açıklamalarda<br />
sosyal paylaşım sitelerindeki ve<br />
e-postalardaki hesapların şifrelerinin<br />
hacker'lar tarafından ele geçirildiği<br />
yönünde vatandaşlardan çok sayıda<br />
şikâyet alındığı aktarılıyor.<br />
Hacker'lar şifrelerini ele geçirdikleri<br />
internet kullanıcılarının arkadaş listelerindeki<br />
kişilerin e-postalarına ve<br />
cep telefonlarına mesaj gönderip geniş<br />
bir kullanıcı kitlesini dolandırarak ciddi<br />
mağduriyetlere sebep oluyorlar.<br />
Kullandığınız şifreler ad, soyad,<br />
ardışık rakam, doğum tarihi gibi sıradan<br />
bilgilerden değil, (- $_@ ! & ) {<br />
\ ~ w | / * -^) gibi karakterler ile büyük<br />
ve küçük harf ya da harfler arasında<br />
farklı rakamlar şeklinde dizinlerden<br />
oluşturulmalıdır.<br />
Hakkında bilgi sahibi olmadığınız kişileri<br />
MSN listenize eklemeyin, yolladıkları<br />
dosyaları kabul etmeyin. (Bu fotoğraf<br />
harika, Hemen tıkla ve gör, Bu<br />
resim sizin mi, .... çekilişine hak<br />
kazandınız) gibi davetlere kesinlikle itibar<br />
etmeyin. Buna benzer sitelere yanlışlıkla<br />
girdiğinizde size sunulan sözleşme ve<br />
anlaşma gibi sekmelerdeki metinleri kesinlikle<br />
onaylamayın.<br />
İnternette olduğu gibi cep telefonunuza<br />
gelen (Tebrikler saat kazandınız.<br />
Hemen .... numaralı telefonu arayın,<br />
PayMo'dan 35 TL karşılığı ürün hizmeti<br />
almak için bu mesajı evet veya<br />
onay yazarak 3 dakika içinde cevaplayınız)<br />
gibi mesajlara itibar etmeyiniz.<br />
Eğer cep telefonunuzdan kontör düşülerek<br />
veya faturanıza yansıtılarak alışveriş<br />
yapmak istemiyorsanız, kullandığınız<br />
GSM hattının müşteri hizmetlerini arayarak<br />
telefonunuzun mobil ödeme sistemine<br />
kapatılmasını isteyin."<br />
Facebook hesabınızı ilgisiz kişilerin işgalinden<br />
kurtarmak için yapmanız gerekenler.<br />
Facebook’un tüm dünyanın hizmetine<br />
açtığı “Zaman Tüneli” işlevi, temel<br />
olarak sosyal ağa ilk katıldığınız günden<br />
itibaren tüm etkinliklerinizi tarih sırasıyla<br />
gösteren bir albüm.<br />
Zaman Tüneli, arkadaşlarınızın sosyal<br />
ağ geçmişinize sadece birkaç tıklamayla<br />
erişebileceği anlamına geliyor. Geçmişte<br />
yaptıklarınızın bir bölümünü gizlemek istiyorsanız,<br />
bunu yapmanız mümkün. Facebook<br />
Zaman Tüneli’ni etkinleştirdikten<br />
sonra onu düzenleyebilmeniz için size 7<br />
gün veriyor. Bu sürenin ardından tüneliniz,<br />
herkese açılıyor.<br />
FACEBOOK ŞİFRESİ NASIL KIRILDI<br />
Bu olay, ibretlik olmasının yanında ülkemiz<br />
basınında da geniş yer alan bir<br />
dolandırıcılık hikâyesi. Adana’da kişi ya<br />
da kişiler bir müzisyenin, sosyal paylaşım<br />
sitesindeki şifresini kırarak hesabını<br />
ele geçirip, sitedeki arkadaşlarıyla bağlantı<br />
kurarak müzik aleti, para ve kontör<br />
dolandırıcılığı yaptı.<br />
Adana Ticaret Odası Sosyal Hizmetler<br />
ve Eğitim Vakfı (ATOSEV) tesislerinde<br />
müzisyenlik yapan Hamit Güzelyurt<br />
(63), 2 yıl önce sosyal paylaşım sitesi<br />
Facebook’a üye oldu. Bir süre bu sosyal<br />
paylaşım sitesinde arkadaşları ve akrabalarıyla<br />
görüştü.<br />
Bir hafta önce arkadaşı Haluk Kutlu<br />
olduğunu sandığı kişi ile yazıştığı sırada,<br />
arkadaşının kendisinden telefon<br />
numarasını istemesi üzerine numarasını<br />
gönderdi. Güzelyurt, karşısındaki kişinin<br />
“Ağabey gelen mesajı ‘evet’ diyerek<br />
6662'ye gönder” demesi üzerine mesajı<br />
onayladı. Ancak “Ağabey gelmedi bir<br />
daha onayla” demesi üzerine ikinci defa<br />
mesajı gönderen Güzelyurt, durumdan<br />
şüphelenerek arkadaşını aradı.<br />
Kadın, polise giderek şikâyetçi oldu...<br />
Mağdur kadınlar aynı zamanda<br />
Facebook'ta da 'Bahattin Çaygöz'ün yakalanmasını<br />
isteyenler' başlıklı gruplar<br />
kurarak benzer olayların yaşanmasının<br />
önüne geçmeye çabalıyor... Yüz-
MART-NİSAN 2012<br />
27<br />
den fazla üyesi bulunan bu gruplarda<br />
Çaygöz'le ilgili ilginç ifadeler ise dikkat<br />
çekiyor... "Karşıma sakın çıkma! Kardeşim<br />
senin yüzünden intihara kalkıştı!"<br />
türü mesajlar durumun vahametini<br />
gözler önüne seriyor...<br />
Güzelyurt, Haluk Kutlu’yu arayarak<br />
durumu anlattığında, arkadaşının<br />
“Ağabey seni dolandırıyorlar, o ben değilim”<br />
demesi üzerine dolandırıldığını<br />
anladı. Ardından kendi arkadaş listesindeki<br />
kişileri uyarmak ve başından geçenleri<br />
anlatmak için görüşmeler yapan<br />
Güzelyurt, bir hafta boyunca, bazı kişilerin<br />
kendisi adına para, müzik aleti ve<br />
kontör istediğini öğrendi.<br />
Adana Emniyet Müdürlüğü Bilişim<br />
Suçları Büro Amirliği’ne ve adliyeye giderek<br />
savcılığa suç duyurusunda bulunan<br />
Güzelyurt, “Gelen mesajları onaylayarak<br />
6662'ye gönderdim. Kullandığım<br />
operatör benden SMS başına 60 lira<br />
kesmiş. Bu olayla ilgili suç duyurusunda<br />
bulundum. Operatör şirketi hakkında<br />
da şikâyette bulunacağım.” dedi.<br />
Türk insanının iyi niyetli olduğunu<br />
belirten Güzelyurt, arkadaşlarından<br />
kendisi adına gitar, org gibi müzik aletlerinin<br />
yanı sıra para ve kontör istendiğini<br />
ve bazılarının bu isteği yerine getirdiğini<br />
söyledi.<br />
Böyle bir olayın başına geleceğini<br />
düşünmediğini ifade eden Güzelyurt,<br />
şunları kaydetti:<br />
“Kişi ya da kişiler benim Facebook<br />
şifremi kırıp benim adıma arkadaşlarımdan<br />
para ve malzeme istemişler.<br />
Ben bundan 2 yıl önce uzakta olan görüşemediğim<br />
arkadaşlarımla görüşmek<br />
için sosyal paylaşım sitesine üye<br />
oldum. Ancak 2 yıl sonra başıma bunlar<br />
geldi. Artık bu siteden üyeliğimi<br />
sildireceğim. Benim başıma gelenler<br />
İzmir’de bir arkadaşında başına gelmiş.<br />
Gazetede gördüm, hemen ben de<br />
emniyete ve adliyeye giderek suç duyurusunda<br />
bulundum.”<br />
SİGORTACILAR SOSYAL PAYLAŞIM SİTELERİN-<br />
DEN FAYDALANIYOR<br />
Belçika'da sigortacılar, dolandırıcılığın önlenmesinde<br />
Facebook ve Twitter gibi popüler<br />
sosyal paylaşım sitelerini kullanıyor.<br />
Belçika'da sigortacılar, dolandırıcılığın<br />
önlenmesinde Facebook ve twitter<br />
gibi popüler sosyal paylaşım sitelerini<br />
kullanıyor.<br />
Belçika Sigortacılar Federasyonu'ndan<br />
(Assuralia) Wauthier Robyns, Het Laatste<br />
Nieuws gazetesine yaptığı açıklamada,<br />
sigorta şirketlerine gelen tazmin<br />
taleplerinde dolandırıcılık ihtimaline<br />
karşı müşterilerin Facebook ve twitter<br />
gibi sosyal medyadaki bilgilerinden<br />
faydalandıklarını söyledi.<br />
Örneğin sigortasında çalışamayacak<br />
kadar hasta olduğu bilgisi bulunan<br />
bir kişi, bu dönemde Facebook ve<br />
twitter'da oldukça aktif ise tazminat talebi<br />
reddedilebiliyor.<br />
Kişilerin sosyal medyada serbestçe<br />
ulaşılabilen bilgilerinden faydalanabilen<br />
sigorta şirketlerinin, tuzağa düşürme ya<br />
da sanal korsanlık yoluyla ilave bilgilere<br />
ulaşma hakkı bulunmuyor.<br />
BAŞKA BİR VAKA<br />
Adı Bahattin Çaygöz... Kod adı; Bukalemun<br />
Bahattin... Son vukuatında, internette<br />
kendisini BM müfettişi olarak tanıttığı<br />
bir öğretmenden 16 bin TL alarak<br />
sırra kadem bastı... İnsan ilişkilerine<br />
ve aile yapısına verdiği zararın yanında<br />
yalancılığı normalleştiren, kolaylaştıran<br />
sosyal paylaşım siteleri dolandırıcı<br />
kaynıyor... Emniyet kayıtları Çaygöz'ün<br />
toplam 158 kadını 'evlenme' vaadiyle<br />
kandırarak paralarını aldığını gösteriyor...<br />
Sahte askerî kimlik kullandığı belirlenen<br />
Çaygöz, kendisini önce doktor,<br />
mühendis, denizci, pilot gibi çeşitli mesleklerde<br />
tanıtıyor, sonra da kurbanlarının<br />
paralarını alarak kayıplara karışıyor...<br />
Çaygöz'ün son kurbanına bıraktığı<br />
bir mesaj ise dikkat çekiyor... "Bu kadarla<br />
kurtardığına dua et. Hak yolundan<br />
da ayrılma" nasihatinde bulunuyor<br />
Çaygöz, öğretmen bayana... 2007'de tutuklanarak<br />
4 ay hapis yatan usta dolandırıcının<br />
ağına tam 158 kişi düştü.<br />
İBRETAMİZ BİR DOLANDIRICILIK ÖYKÜSÜ DAHA<br />
İzmir’de meslek lisesinde makine dersi<br />
öğretmeni olan 43 yaşındaki Refet Ali<br />
Kayakıran’ın Facebook şifresini kırarak<br />
hesabını ele geçiren kişi ya da kişiler, site<br />
üzerinden arkadaşlarıyla irtibata geçerek<br />
öğrendikleri telefon numaralarına<br />
mesaj gönderip dolandırıcılık yaptı.<br />
Çınarlı Endüstri Meslek Lisesi’nde<br />
makine dersi öğretmeni olan Refet Ali<br />
Kayakıran, mesai bitimi, Gaziemir’deki<br />
evine döndü. Bir süre dinlendikten sonra<br />
girmeye çalıştığı internetteki popüler<br />
sosyal paylaşım sitesi facebook’taki sayfasını<br />
açamayan evli ve 1 çocuk babası,<br />
20 yıllık öğretmen Kayakıran, hesabının<br />
başkası tarafından ele geçirildiğini<br />
fark etti. Facebook profilindeki kişisel<br />
bilgileri ve fotoğraflarının kötü niyetle<br />
kullanılabileceğini düşünen Kayakıran,<br />
Gaziemir Polis Merkezi’ne giderek<br />
şikâyetçi oldu. Evine dönen öğretmenin<br />
endişesi gerçek oldu.<br />
ARKADAŞLARI DOLANDIRILMIŞ<br />
Ertesi gün gittiği okulda Kayakıran, gece<br />
giremediği Facebook’taki hesabı üze-
28<br />
MART-NİSAN 2012<br />
rinden arkadaşlarıyla yazışmalar yapıldığını<br />
öğrendi. Arkadaşları, "Telefon<br />
numaralarımızı istedin. Bir süre sonra<br />
telefonumuza, ’Paymo’ adlı bir şirketten<br />
ürün ve hizmet adlı mesaj geldi. Bu mesajı<br />
onayladığımızda da onay başına 35<br />
TL para kesildi." demeleri üzerine şaşkına<br />
dönen Kayakıran, arkadaşlarına durumu<br />
anlattı.<br />
Bir kez daha polise giden Kayakıran,<br />
dolandırıcılık olayını anlatıp, şikâyetçi oldu.<br />
Polis ekipleri, sanal dolandırıcının<br />
kimliğini belirlemek için çalışma başlattı.<br />
"DİKKATLİ OLUN"<br />
Olayın şokunu halen üzerinden atamadığını<br />
dile getiren Kayakıran, "Arkadaşlarıma<br />
Facebook adresimin başkası tarafından<br />
ele geçirildiğini, karakola giderek<br />
şikâyetçi olduğunu söyledim. O mesajları<br />
yollayanın ben olmadığımı anlattım."<br />
dedi. Yaklaşık 5 yıldır Facebook kullandığını<br />
ve böyle bir şeyin ilk kez başına geldiğini<br />
söyleyen Kayakıran, "Facebook<br />
hesabımı açtığımdan beri aynı şifreyi kullanıyorum.<br />
Tehlikeli olduğunu söylerlerdi.<br />
Bizim de başımıza gelecekmiş. Keşke<br />
şifremi daha fazla karakterden oluşturup<br />
sık sık değiştirseydim." dedi.<br />
"HER MESAJ GÖNDERENE CEVAP VERMEYELİM "<br />
İnsanımızın iyi niyetli olduğunu dile getiren<br />
Kayakıran, "Bir arkadaşım mesajı<br />
bir kez onaylamış, 35 TL almışlar. Diğer<br />
bir arkadaşım dört kez onaylamış 140<br />
TL’sini almışlar. Arkadaşlarım bana güvenerek<br />
bu mesajları onaylamışlar. Belki<br />
daha beni aramayan, belki dolandırıldığının<br />
henüz farkına varmayan başka<br />
insanlar da var. Bence bu tip mesajları<br />
aldığımızda güvenmemeliyiz ve cevap<br />
vermemeliyiz." dedi.<br />
DOLANDIRICI, SAHTE PROFİL<br />
TUZAĞIYLA YAKALANDI<br />
Bursa’da 27 Nisan 2009 tarihinde bir<br />
bankaya yönelik kredi kartı ve resmi<br />
belgede sahtecilik suçlamasıyla yakalanan<br />
Emrullah Songur'a tutuklu olarak<br />
yargılanmaya başlandı. 32 ay cezaevinde<br />
kalan Emrullah Songur daha<br />
sonra mahkeme tarafından tahliye<br />
edildi. Tutuksuz olarak yargılanmasına<br />
devan edilen Emrullah Songur'a<br />
işlediği suçlardan ötürü 8 yıl 7 ay hapis<br />
cezası verildi. Oturduğu adres olarak<br />
Büyükçekmece’yi gösteren Emrullah<br />
Songur için 17 Ekim 2011'de Büyükçekmece<br />
Adliyesi'nden yakalama kararı<br />
çıkarılarak polise gönderildi.<br />
Asayiş Şube Müdürlüğü İnfaz Büro<br />
Amirliği ekipleri tarafından zanlıyı yakalamak<br />
için başlatılan operasyonda Emrullah<br />
Songur, verdiği hiçbir adreste bulunamadı.<br />
Yapılan araştırmada Emrullah<br />
Songur’un internet üzerinde sosyal<br />
paylaşım sitelerini sık sık kullandığı<br />
öğrenildi.<br />
ÖZEL 3 KİŞİLİK EKİP OLUŞTURULDU<br />
Bunun üzerine Bilişim Suçları Büro<br />
Amirliği'nde 3 kişilik özel bir ekip<br />
oluşturularak zanlı, sanal âlemde takip<br />
edilmeye başlandı. 24 saat hiç ara verilmeden<br />
yapılan takip sonucu Emrullah<br />
Songur’un izi bir sosyal paylaşım sitesinde<br />
bulundu. Dedektifler, profilinde<br />
farklı bir isim kullanan ancak kendi resmini<br />
koyan Emrullah Songur’a ulaşmak<br />
için sahte bir profil oluşturdu. Güzel bir<br />
kadın resmiyle oluşturulan bu profille<br />
Emrullah Songur’a arkadaşlık teklif<br />
edildi. Teklifi kabul eden Emrullah Songur,<br />
kadın sandığı polislerle yaklaşık bir<br />
ay boyunca sohbet etti.<br />
Bu sırada Emrullah Songur’un bilgisayara<br />
bağlandığı adresler tespit edildi.<br />
Çok sık yer değiştiren ve bağlantıların<br />
büyük bölümünde cep telefonunu<br />
kullanan Emrullah Songur’u yakalamak<br />
için önceki gün 7 farklı adrese eş<br />
zamanlı baskın yapıldı. Bilişim Suçları<br />
Büro Amirliği'nde bulunan kadın sandığı<br />
polisle yazışan Emrullah Songur,<br />
Bahçelievler’deki bir adreste bilgisayarının<br />
başında gözaltına alındı.<br />
Asayiş Şube Müdürlüğü'ne getirilen<br />
Emrullah Songur’un daha önce hırsızlık,<br />
nitelikli dolandırıcılık gibi suçlardan<br />
8 kez polise geliş kaydı bulunduğu<br />
öğrenildi.<br />
GÜVENLİ İNTERNET GELDİ<br />
Türkiye’de internetin patronu olan<br />
Bilgi Teknolojileri Kurumu (BTK) tarafından<br />
başlatılan Güvenli İnternet Paketi'ne<br />
başvurular yaklaşık 2 hafta önce<br />
(22 Kasım) başlatılmıştı.<br />
Kullandığınız internetin içeriğini<br />
belirleyebiliyorsunuz hem de hiçbir ek<br />
ücret ödemenize de gerek yok. Güvenli<br />
internet paketinde iki tip profil<br />
var. Birincisi aile, ikincisi çocuk. Amaç<br />
gençleri ve çocukları internetin zararlı<br />
içeriklerinden korumak.<br />
Çocuk profilini seçtiğinizde sosyal<br />
paylaşım sitelerine, oyun sitelerine ve<br />
sohbet sitelerine giremiyorsunuz. Bu<br />
profilden sadece eğitim, ödev, bankacılık<br />
uygulamaları, alışveriş, müzikoyun-eğlence,<br />
haber, e-posta, resmi<br />
ve kamu siteleri, tatil, özel şirketler,<br />
eğitim kurumları, e-devlet gibi<br />
pek çok farklı türden siteye erişilebiliyorsunuz.<br />
Aile profilini seçtiğinizde ise tercihe<br />
göre sosyal paylaşım sitelerine erişebiliyorsunuz.<br />
Ayrıca kumar, uyuşturucu,<br />
fuhuş, müstehcenlik, şiddet, terör,<br />
dolandırıcılık, zararlı yazılım gibi<br />
kategorilerdeki sitelere giriş engelleniyor.<br />
Eğer isterseniz parola ve kullanıcı<br />
adı ile profiller arasında geçiş yapabiliyorsunuz.<br />
Sizler de güvenli internet paketi<br />
kullanmak istiyorsanız aşağıdaki numaralardan<br />
faydalanabilirsiniz.<br />
GÜVENLİ İNTERNETE GEÇMEK İÇİN<br />
ARANACAK NUMARALAR<br />
TTNET aboneleri için 444 03 75<br />
SUPERONLINE aboneleri için 0 850 222 0 222<br />
AVEA aboneleri için 444 1 500<br />
TURKCELL aboneleri için 444 0 532<br />
VODAFONE aboneleri için 444 0 542
30<br />
MART-NİSAN 2012<br />
“28 Şubat süreci için ortam<br />
hazırlandı, medya beslendi"<br />
FOTOĞRAF: MEVLÜT KARABULUT<br />
Habertürk’ün Ciner Grubu’na geçmesiyle köşesine<br />
çekilen gazeteci Taki Doğan, 28 Şubat döneminde<br />
medyanın resepsiyonlarla nasıl beslendiğini ve<br />
ortamın nasıl hazırlandığını <strong>Cihan</strong> Haber Medya<br />
Dergisi’ne anlattı.<br />
E<br />
MEVLÜT GÜNAY<br />
ski Genelkurmay Başkanı Yaşar<br />
Büyükanıt’a gündem olan<br />
sorusuyla 'askere ters soru sorulmaz'<br />
tabusunu yıkan Habertürk<br />
Televizyonu eski Ankara Temsilcisi<br />
Taki Doğan, İlker Başbuğ’a da, “Niye<br />
bu kadar sinirli ve gerginsiniz, her<br />
açıklamanızda ‘altını çiziyorum, altını<br />
çiziyorum’ vurgulamasını yaparak neye<br />
dikkat çekmek istiyorsunuz” sorusunu<br />
sorabileceğini söyledi.<br />
Habertürk Televizyonu’nun kurucusu<br />
Ufuk Güldemir’in ekibinde yer<br />
alan ve Habertürk’ün Ankara temsilciliğini<br />
yapan usta gazeteci Taki Doğan,<br />
özellikle de televizyonun Ciner<br />
Grubu’na devri ile geçirdiği kalp ameliyatından<br />
sonra köşesine çekilmeyi<br />
seçti. Yaklaşık 5 yıldır emekli hayatı<br />
yaşayan ve ekranlardan uzak olmayı<br />
seçen Doğan, uzun bir aradan sonra<br />
<strong>Cihan</strong> Medya Haber Dergisi'nin sorularını<br />
cevapladı. Uzun bir süreden<br />
sonra <strong>Cihan</strong> tarafından hatırlanmasının<br />
kendisini çok mutlu ettiğini aktaran<br />
Doğan ile Ankara’daki evinin yakınlarında<br />
şirin bir Tatar lokantasında<br />
buluştuk. Ankara’nın yoğun kar yağışı<br />
ile buz gibi havasına rastlayan röportajımız,<br />
yudumlanan sıcak çayların ardından<br />
yerini içten ve samimi sohbete<br />
bıraktı. Yoğun bir yaşamı geride kaldığını<br />
hatırlatan Doğan, şöyle konuştu:<br />
“Gazeteciliğe Milliyet’te spor muhabiri<br />
olarak başladım. Milliyet’in o<br />
zamanki efsane kadrosu, Namık Sevik<br />
öğrencileri. Birinci sayfada Abdi<br />
Bey, son sayfada Namık Sevik. Orası<br />
bir okul, bu okulda başladım mesleğe.<br />
Sonra Orhan Tokatlı’nın yanında spor<br />
muhabirliği yaptım. Bir süre fotoğraf<br />
muhabirliği de yaptım. Toplumsal ve<br />
siyasi haberlere meraklı oluşum beni,<br />
radyoculuğa götürdü. İşsiz kalmıştım,<br />
Best FM’in 10 yıl Ankara Temsilciliğini<br />
yaptım. O radyoculuk beni<br />
televizyonculuğa götürdü. Rahmetli<br />
Ufuk Güldemir keşfetti. Sonra bana<br />
özel röportajlar vermeye başladı. Bir<br />
daha hep beraber gazeteciliğe döndük<br />
ve Sabah’a geldik.”<br />
“RİO KARNAVALINA GİTMEYİ BEKLERKEN<br />
HACI OLMAK”<br />
Gazetecilik hayatında hep renkli kişiliğiyle<br />
ve imza attığı bomba haberlerle<br />
gündemde kalmayı başaran Doğan’a<br />
meşhur hac ziyaretini sorduk. Sorumuza<br />
gülerek tepki veren Doğan, şöyle<br />
devam etti: “Bir gün Brezilya’da Rio<br />
Festivali vardı. Dedim ki patron (Ufuk<br />
Güldemir) görmedim Brezilya’yı, festivale<br />
gitmeyi de çok isterim. O da<br />
hemen kabul etti. Hemen gittim<br />
Brezilya’yı araştırdım<br />
ansiklopedilerden. Sonra<br />
biletler geldi. Biletlere<br />
bir baktım,<br />
Ankara-İstanbul-<br />
Cidde. Dedim<br />
ki ya Ufuk<br />
Bey burada<br />
bir yanlışlık<br />
var. ‘Yok<br />
yok yanlışlık<br />
yok’ dedi.<br />
‘Her yıl hacca<br />
giden arkadaşı<br />
Rio’ya<br />
gönderiyorum,<br />
senide
MART-NİSAN 2012<br />
31<br />
Hacca gönderiyorum.’dedi. Tabii hayal<br />
dünyası bitti ama başka bir heyecan<br />
başladı. Bu defa hac için kitaplar aldım<br />
okudum. Bir de yoğun alkol alıyoruz, 32<br />
gün kalacağız. Daha önce gidenlere gelenlere<br />
danıştım. Sonra Hacı Bayram’ın<br />
alt tarafında hac malzemeleri falan aldık.<br />
İstanbul’a geçtik, orada ihrama büründük.<br />
Çok güzel 32 gün geçti. Ben o<br />
32 günde 20 defa manşet oldum.”<br />
“ŞEYTAN BAĞIRIYOR 'SENDE Mİ TAKİ, SENDE<br />
Mİ TAKİ' DİYE”<br />
"Sizinle ilgili bir efsane dolaşıyor" şeklindeki<br />
sorumuzu hemen anlayan Doğan,<br />
anlatmaya başladı: “O zaman Mehmet<br />
Nuri Yılmaz Diyanet İşleri Başkanıydı.<br />
Biz o ara haberleri patlatıyoruz. Beni<br />
görüyor, “Ya oğlum sen benim başıma iş<br />
açacaksın.” diyor. Neyse her şey bitti şeytan<br />
taşlamaya gidiyoruz artık. Taşları attım,<br />
otele dönüyordum. O arada Başkan<br />
gördü, “Hayırdır Taki Bey” görmüyor<br />
musunuz" dedi. "Neyi" dedim. Başkan,<br />
"Şeytan bağırıp duruyor sende mi Taki,<br />
sende mi Taki diye.” espri yaptı.<br />
“ÇOK İYİ BİR GAZETECİNİN İDARİ GÖREV AL-<br />
MASINI VERİM DÜŞÜRÜCÜ OLARAK GÖRÜ-<br />
YORUM”<br />
Günümüz muhabirliğine değinen Doğan,<br />
tecrübeli muhabirlerin özellikle de<br />
55-60 yaşında muhabirin yok denecek<br />
kadar az olmasının iyi bir şey olmadığına<br />
dikkat çekerek, “Tam pişmiş elemanın<br />
ücreti fazla oluyor. Genç elemanın<br />
ücreti çok düşük oluyor, işte asgari ücret<br />
veriliyor. Biraz buna bakılıyor. Bir de<br />
maalesef bizim meslekte kıdemli<br />
elemanlar çabuk yıpranıyor.<br />
Dolayısıyla genç arkadaşlara<br />
böyle bir fırsat<br />
doğdu. Bunu da iyi<br />
değerlendiriyorlar<br />
bence. Düşünün<br />
Bakanlar Kurulu<br />
toplantısının<br />
kapısında<br />
Yavuz Donat,<br />
Yalçın Doğan,<br />
Ertuğrul<br />
bey, Ali<br />
Bulaç, Fehmi<br />
Koru falan.<br />
Tabi bunları<br />
televizyonlarda<br />
kullanıyoruz<br />
artık, açık oturumlar da falan.<br />
Çok çabuk yönetici olunuyor. Bir<br />
cerrahın dekan, rektör olması gibi,<br />
çok iyi bir gazetecinin idari görev<br />
almasını verim düşüklüğü olarak<br />
görüyorum.”şeklinde konuştu.<br />
“28 ŞUBAT SÜRECİ HER İKİ GRUP<br />
MEDYA TARAFINDAN DA BEKLENİ-<br />
YORDU”<br />
Gazeteciliğinin yanı sıra kendisi<br />
askerî okul terk bir öğrenci<br />
olan Doğan’a 28 Şubat döneminde<br />
neler yaşadığının sorulması<br />
üzerine, “O gün Bakanlar<br />
kurulu kapısında 8-9 saat bekledik.<br />
Zehir zemberek Milli Güvenlik<br />
Kurulu açıklaması. Tabi içeriden<br />
de bilgi alıyoruz, molalarda,<br />
aralarda. İki medya grubunun da bildiği<br />
durumdu. Fakat bir grubun beklediği,<br />
bir grubun da beklediği ama inşallah<br />
olmaz dediği, parmaklık arkasında<br />
beklediği bir tepkiydi. Dolayısıyla<br />
iki grubu da birleştirdiğinde yüzde<br />
yüz beklenen bir tepki. Recai Bey'in<br />
danışman olduğu gruptan haber geldi,<br />
imzalıyoruz diye. İmzalandı ve ondan<br />
sonra da süreci hep beraber yaşadık<br />
işte.”sözlerini dile getirdi.<br />
“MEDYA O DÖNEM BESLENDİ”<br />
28 Şubat sürecinde medyanın aldığı<br />
tavrını anlatan Doğan, şöyle konuştu:<br />
“Olağan bir Milli Güvenlik Kurulu<br />
olmayacağını bütün medya biliyordu.<br />
Medya o dönemde beslendi, beslenmez<br />
olur mu İşte resepsiyonlar, kokteyller,<br />
o kokteyllerdeki tavırlar, her şeyi ile<br />
beslenildi. Laik Türkiye ile anti laik Türkiye<br />
anlatıldı. Ortam hazırlanmıştı. Resepsiyonlarda<br />
medya hep oradaydı, bütün<br />
temsilciler falan. Yemek yendi, mola<br />
verildi, rakı istendi biz anladık tabi.”<br />
“12 EYLÜL’ÜN, 28 ŞUBAT’IN SORUŞTURULMA-<br />
SI TÜRKİYE İÇİN MİLAT OLACAK”<br />
28 Şubat hakkında başlatılan soruşturma<br />
ile ilgili olarak da Doğan, siyasi iktidarın<br />
bunun da gerisine giderek, 12 Eylül<br />
darbesini de yargıladığına dikkat çekiyor.<br />
Süreci dikkatle izlediğini, artık<br />
buna yargının karar vereceğini kaydeden<br />
Doğan, “Yalnız bir alışkanlık var,<br />
bir şey olunca ordu iktidara el koyar.<br />
Yok, anarşiydi, yok ekonomiydi, cumhurbaşkanını<br />
seçemediler falan sanki<br />
ordu bir tampon, bir joker. Bunu siyaset<br />
yapacak. Bu da semboliktir tabi ki.<br />
Kenan Evren’in bu saatten sonra hapse<br />
atılacak hali yok. Bunu Yunanistan, Şili<br />
yaptı bizde yaparız. Bu kararlar bir milat<br />
olacak Türkiye için.” açıklamasını yaptı.<br />
“BÜYÜKANIT SORUMA CEVAP VERMEYEREK<br />
ASLINDA AKILLARDAKİ SORULARI CEVAPLA-<br />
MIŞ OLDU”<br />
Darbelerden ve askerî yetkililerin yargılanmasından<br />
söz açılmışken Doğan’a<br />
eski Genelkurmay Başkanı Yaşar<br />
Büyükanıt’a yönelttiği soruyu ve aldığı<br />
tepkiyi hatırlatınca, usta gazeteci,<br />
“Bir yere gitmeden önce çok iyi haber<br />
okumak gerektiğinin altını çizerek,<br />
ben o gün toplantıya gitmeden önce<br />
çok iyi çalıştım, ne sorabilirim diye.<br />
Yapıyı da biliyorum, her yıl Yüksek<br />
Askeri Şûra’dan subay, astsubay atılıyor.<br />
Peki, niye atıyorlar, eşinin başı kapalı<br />
diye. İşte İskender Pala başta olmak<br />
üzere. Bunlar sorulmuyor. Şimdi<br />
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin başkomutanı<br />
TBMM adına Cumhurbaşkanı dır.<br />
O zaman Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı<br />
olacağını hepimiz tahmin ediyorduk.<br />
İşte burada bir matematik sorusu,<br />
siz şimdiye kadar Yüksek Askeri<br />
Şura toplantılarında eşi kapalı olduğu<br />
için ihraç kararları verdiniz. Eğer senin
32<br />
MART-NİSAN 2012<br />
başkomutanın eşi türbanlı olursa o zaman<br />
orduevine giremeyecek mi Senin<br />
başkomutanın, Yüksek Askeri Şura kararlarını<br />
imzalıyor, atamaları imzalıyor.<br />
Bu bir mantık sorusu. Bence burada ince<br />
bir zeka var. Büyükanıt’ta nezaketen<br />
bu soruyu aldım dedi. Bu konuyu geçmiştik<br />
dedi, çünkü bu soruya verilecek<br />
cevap yok. Bu tür soruları legalleştirdim<br />
aslında. Bana daha sonraki tepkilerde<br />
gülle gibi soru sordu dediler. Evet soru<br />
sorma hakkım var tabi ki soracağım.<br />
Yaşar paşada cevaplamayarak aslında<br />
cevap verdi.” dedi.<br />
“İLKER BAŞBUĞ’A HER AÇIKLAMASINDAKİ SIK<br />
SIK 'ALTINI ÇİZİYORUM' VURGULAMASINI NE-<br />
DEN YAPTIĞINI SORARDIM”<br />
'Askere bu şekilde soru sorulmaz'ları<br />
yıktığını, bunu Özkök ve Büyükanıt’a<br />
sorduğu sorularla legalleştirdiğini savunan<br />
Doğan, İlker Başbuğ’a da sormayı<br />
çok istediği aklındaki soruyu şöyle ifade<br />
etti: “Eğer İlker Paşa döneminde fiilen<br />
gazetecilik yapıyor olsaydım. Şunu sormak<br />
isterdim: Niye bu kadar sinirli ve<br />
gerginsiniz diye sorardım. Her açıklamasında<br />
‘altını çiziyorum, altını çiziyorum’<br />
niye altını çiziyorsunuz, bu vurgulamayı<br />
neden yapıyorsunuz”<br />
Necdet Paşa'ya da sormayı düşündüğü<br />
bir sorusunun olduğunu bildiren<br />
Doğan, “TSK’deki reformist hareketler<br />
albaylığınızdan, yüzbaşılığınızdan itibaren<br />
planladığınız bir şey mi gibi bir soru<br />
sormak isterdim.”<br />
“TAYYİP BEY'İN UÇAĞI ARIZA YAPTI ACİL İNİŞ<br />
YAPTIK”<br />
Doğan, dillerden düşmeyen, uçaktaki cep<br />
telefonu konuşmasını nasıl gerçekleştirdiği<br />
yönündeki soruyu ise gülerek, “Başbakan<br />
Erdoğan ile uçakla Çin’den dönüyoruz.<br />
Hükümet gibi, Türkiye’nin bütçesi<br />
gibi bir uçaktayız. Uçak arıza yaptı<br />
anonsu geldi. Ondan önce Tayyip<br />
Bey'in uçağında 2 kez arıza olmuştu. Benim<br />
zaten uçak korkum vardır. Bir baktım<br />
aşağıya inanılmaz itfaiye, cankurtaranlar<br />
falan. Türkiye’nin bir numaralı siyasetçisi<br />
ve ekonominin yüzde 70 yüzde<br />
80'i uçakta, sen de varsın. Yani kesin<br />
bir şey var. Başbakanın uçağı bu, arıza<br />
yapar mı ya Bir arkadaşım şey demişti,<br />
uçak tekerlerini yere koyduğu an<br />
çok sıkıntı yok demişti. Uçak tekerlerini<br />
yere koyar koymaz telefonumu açtım<br />
ben de. Dedim ki Tayyip Bey'in uçağı<br />
arıza yaptı, acil iniş yaptık. O zaman<br />
bu çok eleştirilmişti. Tabii bir de kıskançlıklar<br />
da oluyor. İlk sen telefonla haber<br />
veriyorsun, telefonlar kilitleniyor. Bunlar<br />
gazetecilik heyecanı.” diye cevapladı.
34<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Takvim yaprakları 3 Kasım 1986'yı gösterdiğinde<br />
Türk medyasına yeni bir üye katıldı:<br />
Zaman… ‘Farklı bir habercilik'ti düsturu...<br />
Nitekim ezber bozacak haberlerle çıktı<br />
okuyucusunun karşısına çeyrek asır boyunca.<br />
Türkiye'nin ve dünyanın bütün renklerini<br />
taşıdı sayfalarına. Gün geldi depremin yıktığı<br />
Endonezya'nın, gün geldi bombardıman<br />
altında kalan Gazzelilerin dramına çevirdi objektiflerini.<br />
Türkiye'nin önünü tıkayan ‘karanlık'<br />
işlerin takipçisi oldu. Yaptığı manşetler, attığı<br />
başlıklarla bir yandan tarihe not düşerken<br />
bir yandan da Türkiye ile beraber büyüdü,<br />
gençleşti, değişti. Okurlarından aldığı tam<br />
destekle bugün 25. yılını kutluyor. Çeyrek asrı<br />
alnının akıyla geride bırakan Zaman Gazetesi,<br />
25. kuruluş yıldönümünde İstanbul, Ankara ve<br />
İzmir’de anlamlı törenler düzenledi.<br />
NİCE YILLARA...<br />
K<br />
MUSTAFA AK<br />
utlama törenlerinin ilk adresi İstanbul<br />
oldu. Lütfi Kırdar Kongre<br />
ve Sergi Sarayı'ndaki törenin sunuculuğunu<br />
Kadir Çöpdemir'in yaptığı<br />
gecede siyaset, iş dünyası, sanat, medya<br />
ve spor camiasının önemli isimleri de<br />
Zaman Gazetesi çalışanlarını yalnız bırakmadı.<br />
Esprili sunumuyla geceye renk<br />
katan ünlü oyuncu, Türkiye'den insan<br />
manzaralarını konu alan ilginç fotoğraf<br />
sunumuyla başlattı geceyi. Ardından<br />
Zaman Gazetesi'nin kuruluş tarihi olan<br />
3 Kasım 1986'dan bu yana Türkiye'nin<br />
tarihine geçen olaylar, yine gazetenin<br />
manşetleri eşliğinde küçük bir çocuğun<br />
sunumuyla anlatıldı davetlilere. İncesaz<br />
Grubu'nun müzikal şöleni ile renk kattığı<br />
geceye ameliyat olduğu için istirahatte<br />
olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />
ise kutlama mesajı gönderdi.<br />
İKİNCİ ADRES ANKARA<br />
Zaman, Ankara’da 25. kuruluş yıldönümünde<br />
Türkiye'nin renklerini bir araya<br />
getirdi. Başbakan Erdoğan'ın onur<br />
konuğu olduğu geceye, siyaset, sanat,<br />
medya ve iş dünyasından önemli isimler<br />
katıldı. Yaş günü pastasını kesen Erdoğan,<br />
Türkiye'nin değişim sürecinde<br />
medyayı anlatırken önemli mesajlar<br />
verdi. Törene siyaset, iş, sanat, sendika<br />
ve eğitim dünyasından çok sayıda davetli<br />
katıldı. Bakanların büyük çoğunluğu<br />
programda yer alırken, katılamayanlar<br />
da gönderdikleri mesajlarla salondaki<br />
heyecana ortak oldu. Meclis içinden<br />
ve dışından partilerin yöneticilerinin katıldığı<br />
program, Türkiye'nin bütün renklerini<br />
bir araya getirdi. Başta TRT Genel<br />
Müdürü İbrahim Şahin olmak üzere,<br />
gazetelerin ve televizyonların yöneticileri<br />
Zaman'ın onur gecesine destek verdi.<br />
Yüzlerce Zaman okuru ile birlikte yazarları<br />
ve eski yöneticileri de gazetesini<br />
bu mutlu gecede yalnız bırakmadı.<br />
EKREM DUMANLI: ZAMAN GAZETESİ,<br />
YENİ TÜRKİYE'NİN SİMGESİDİR<br />
Ankara'da düzenlenen Zaman'ın 25.<br />
kuruluş yıldönümü töreninin açılış
MART-NİSAN 2012<br />
35<br />
konuşmasını Zaman Gazetesi Genel Yayın<br />
Müdürü Ekrem Dumanlı yaptı. Kıran,<br />
döken, parçalayan bir yayıncılıktan<br />
uzak durmak için kimi zaman üzüldüklerini,<br />
yutkunduklarını ama itidali elden<br />
bırakmadıklarını anlattı. Zaman'ı 'Yeni<br />
Türkiye'nin simgesi' olarak tarif eden<br />
Dumanlı, düne göre daha sağlam, daha<br />
demokratik bir ülkede yaşanıldığına dikkat<br />
çekti. "İçinde bulunduğumuz coğrafyaya;<br />
hatta yeryüzünün önemli bir kısmına<br />
örnek teşkil edebilecek bir çizgi yakaladı<br />
ülkemiz. Bu çizginin adına artık herkes,<br />
'Yeni Türkiye' diyor." tespitinde bulunan<br />
Dumanlı, eski-yeni kıyaslamasını<br />
Başbakan Erdoğan'ın cümleleriyle yaptı:<br />
"Çeteler, mafya, darbeciler, diktacılar,<br />
andıççılar eski Türkiye manzarasıdır. Yeni<br />
Türkiye artık ileri demokrasiyle, hukuk<br />
devleti anlayışıyla, sivilleşmeyle şekilleniyor.<br />
Demokrasi, millet iradesi güç kazanıyor.<br />
Yasama, yürütme ve yargı hiçbir<br />
baskı olmadan, etki altında kalmadan<br />
korkusuzca görevini yerine getiriyor."<br />
BAŞBAKAN ERDOĞAN: ZAMAN, ATEŞLERDE<br />
AÇAN BİR ÇİÇEK OLDU<br />
Başbakan Erdoğan, resepsiyonda bir<br />
konuşma yaparak Zaman Gazetesi'nin<br />
tarihî dönüşüm süreçlerinde oynadığı<br />
önemli role vurgu yaptı. Konuşmasına,<br />
"1986'dan bu yana emek veren herkesi<br />
tebrik ediyorum." sözleriyle başlayan<br />
Erdoğan, 35 farklı ülkede, 10 farklı<br />
dilde yayın yapan Zaman'ı görmekten<br />
çok büyük bir gurur duyduğunu kaydetti.<br />
Zaman'ı, 'ateşlerde açan bir çiçek'<br />
olarak tanımlayan Başbakan, şunları<br />
ifade etti: "Müdahalelere çanak tutmayan,<br />
psikolojik operasyonlara selam<br />
durmayan, emir-komuta zinciri içerisinde<br />
manşet atmayan, zor zamanlarda<br />
hakkı hukuku, demokrasiyi savunan<br />
tüm yazarları buradan selamlıyorum.<br />
Zaman, bir rüzgâra kapılıp gitmek yerine<br />
bu ülkenin rüzgârına güç, bu ülkenin<br />
vizyonuna vizyon kattı. En zor zamanlarda<br />
doğruyu söylemenin bedel<br />
gerektirdiği, manşetlerin gazete binalarının<br />
dışında kurgulandığı dönemlerde<br />
Anadolu'nun hissiyatını Zaman dile<br />
getirdi. Sosyal sorumluluğunu hakkıyla<br />
yerine getirerek temiz gazeteciliği ve<br />
meslek ahlakını yücelterek genç gazetecilere<br />
örnek teşkil etti."<br />
Törenin sonunda Zaman'ın son reklam<br />
filminde gazete dağıtıcısı rolünü<br />
oynayan Harun Sert, salona motosikletiyle<br />
girdi ve '25. yıl özel ekini' getirdi.<br />
Gazeteyi Başbakan Erdoğan'a, imtiyaz
36<br />
MART-NİSAN 2012<br />
sahibimiz Ali Akbulut takdim etti. Ekrem<br />
Dumanlı da Başbakan'a, 12 Eylül referandumunun<br />
ertesi günü çıkan ve 'Demokrasinin<br />
zaferi' manşetini taşıyan gazeteyi, işlemeli<br />
bir çerçeve içinde hediye etti. Sayfayı<br />
tebessümle okuyan Erdoğan, ardından<br />
yaş günü pastasını kesti. Gecenin sonunda<br />
katılımcılara Zaman özel eki dağıtıldı ve<br />
pasta ikram edildi.<br />
İZMİR’DE COŞKULU KUTLAMA<br />
Törenlerin bir diğer adresi de İzmir oldu.<br />
Zaman Gazetesi'nin 25. kuruluş yıldönümü,<br />
İstanbul ve Ankara'nın ardından<br />
İzmir'de de şık bir resepsiyonla kutlandı.<br />
Genel Yayı n Müdürü Ekrem<br />
Dumanlı'nın ev sahipliği yaptığı geceye<br />
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı<br />
Binali Yıldırım, Kültür ve Turizm Bakanı<br />
Ertuğrul Günay, milletvekilleri, valiler,<br />
belediye başkanları, işadamları ve çok<br />
sayıda seçkin davetli katıldı. Gazetenin<br />
gündem oluşturan manşetlerinin "25. Yıl<br />
Belgeseli" olarak gösterildiği ve sunuculuğunu<br />
ünlü spor spikeri Ertem Şener'in<br />
yaptığı geceye katılan Kültür ve Turizm<br />
Bakanı Ertuğrul Günay, 28 Şubat postmodern<br />
darbesinin 15. yıldönümünde<br />
önemli mesajlar verdi. Program tarihinin<br />
29 Şubat'a denk gelmesinin önemine dikkat<br />
çeken Günay, "29 Şubat 4 yılda bir yaşanır<br />
ama milletin ufkunu karartmaya çalışan<br />
28 Şubatlar bin yılda bir bile yaşanmasın<br />
inşallah. Allah'ın izni, milletin iradesiyle<br />
artık yaşanmayacak." dedi.<br />
BAKAN BİNALİ YILDIRIM: DUBLE YOLLARI BİZ,<br />
ADALETİN YOLUNU MİLLET YAPTI<br />
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı<br />
Binali Yıldırım ise Türkiye'de medyanın<br />
geçmiş dönemlerde çok iyi sınav<br />
veremediğini, güven erozyonuna uğradığını<br />
ifade etti. 28 Şubat örneğini veren<br />
Bakan Yıldırım, "O dönemlerde medyanın<br />
demokrasi dışı faaliyetlere alet edildiğini,<br />
tamamı demiyorum ama büyük<br />
kısmının kullanıldığını biliyoruz. Bundan<br />
da ülkemizin çok şey kaybettiğini bugün<br />
görüyoruz." dedi. Partisinin ismindeki<br />
'Adalet ve Kalkınma'ya da atıfta bulunan<br />
Ulaştırma Bakanı, kalkınma konusunda<br />
büyük başarı elde ettiklerini ancak adalete<br />
gelince tosladıklarını dile getirdi. Yıldırım,<br />
isim vermeden 12 Eylül'deki referanduma<br />
işaret etti: "Duble yolları biz yaptık,<br />
adalet yollarını millet yaptı."<br />
ZAMAN İÇİN NE DEDİLER<br />
Cumhurbaşkanı Basın Danışmanı<br />
Ahmet Sever: Zaman, kendi alanında<br />
önemli bir boşluğu layıkıyla<br />
doldurdu. İstikrarını koruyarak<br />
bu konuma geldi.<br />
Sabah Gazetesi yazarı Yavuz Donat:<br />
Miting gibiydi. Organizasyonu,<br />
katılımcıları ile muhteşem<br />
bir geceye imza atıldı. Hayran<br />
kaldım. 25. yılı tebrik, geceyi<br />
düzenleyenlere teşekkür<br />
ediyorum.<br />
İhlas Medya Ankara Temsilcisi<br />
Nuri Elibol: Atmosferden etkilendim.<br />
25 yıl önce dikilen bir<br />
fidanın bu noktaya gelmesi<br />
büyük başarı. Türkiye'de demokrasinin<br />
yerleşmesi ve karanlık<br />
dehlizlerin aydınlatılmasına<br />
bir gazetenin ışık tuttuğunu<br />
gördüm.<br />
Habertürk Medya Ankara Temsilcisi<br />
Muharrem Sarıkaya: Çeyrek asır<br />
gazetecilikte kolay değildir.<br />
Abonelik sistemiyle, yeni mizanpajıyla<br />
Türkiye'nin önemli<br />
bir gazetesi.<br />
Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />
Metehan Demir: Problem yaşadığımız<br />
alanlardan biri diyalogsuzluk<br />
ve birbirini anlayamamanın<br />
verdiği kopukluktan<br />
kaynaklanan düşmanlıklardır.<br />
Zaman, diyalog köprülerinin<br />
tesisi adına olmazsa<br />
olmaz vazifesi görüyor. Türkiye<br />
gibi yolu açık olsun.<br />
Akşam Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />
Çiğdem Toker: Zaman'ın yayına<br />
başladığı yıl mesleğe adım<br />
attım. 25'inci yılın benim için<br />
ayrı bir önemi var.<br />
Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />
Okan Müderrisoğlu: Adıyla hayatla<br />
bütünleşiyor. Satış ve pazarlamada<br />
örnek gazete. Bu<br />
ülkenin değerlerine sahip çıkıyor.<br />
Samanyolu Ankara Temsilcisi Abdullah<br />
Abdülkadiroğlu: Türkiye'nin<br />
de ötesinde bir dünya markası.<br />
Birçok ülkede Zaman var.<br />
Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa<br />
Kartoğlu: 25 yıldır ilgiyle<br />
okuyorum. Sadece mizanpajıyla<br />
değil, içeriğiyle de dünyaya<br />
bakışımı belirginleştirdi.<br />
Okuyucusuna katkıda bulunmaya<br />
devam ediyor.<br />
Kanal 24 Ankara Temsilcisi Taşkın<br />
Koç: Son çeyrek yüzyılda demokrasiye<br />
önemli katkıları oldu.<br />
Bu çizgisinin diğer medya<br />
organlarına örnek olmasını<br />
diliyorum.<br />
Mehmet Akarca ATV Ankara Temsilcisi:<br />
Rakip ve refik olarak beğenerek<br />
takip ettiğimiz bir yayıncılık<br />
yapıyor.<br />
TV8 Ankara Temsilcisi Erkan Tan:<br />
Türk demokrasisi ve hoşgörüsünde<br />
çok önemli bir yeri var.<br />
Allah nazardan saklasın.<br />
Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet<br />
Acet: Zaman, Türk basınının<br />
amiralidir. 11 yaşından beri<br />
büyük zevkle takip ediyorum.<br />
Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />
Adem Yavuz Arslan: 14 yılım bu<br />
gazetede geçti. Dünya markası<br />
oldu. Artık Türk medyasının<br />
değişmezi.<br />
Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />
Deniz Zeyrek: Gazetecilik açısından<br />
çok yakın temasta olduğumuz<br />
ve birlikte çalıştığımız<br />
gazetelerden biri. Kaliteli habercilik<br />
arayışı içinde olması<br />
bakımından Türk basını içindeki<br />
yeri ve konumu önemli.<br />
Posta Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />
Hakan Çelik: Dünyanın gittiğim<br />
her yerinde Zaman ve<br />
muhabiriyle karşılaşıyorum.<br />
Türkiye'nin bir basın kuruluşunun<br />
çıtasını dünya ölçeğinde<br />
yükseltmesini önemsiyorum.<br />
Yeni şafak Ankara Temsilcisi<br />
Abdulkadir Selvi: Türkiye'nin demokratikleşmesi<br />
ve özgürleşmesinde<br />
öncü rol üstlendi.<br />
Yeni Akit Gazetesi Ankara Temsilcisi<br />
Yener Dönmez: Medyanın görevi,<br />
daha sağduyulu olması.<br />
Bunu da Zaman başarıyor.
38<br />
MART-NİSAN 2012<br />
FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />
Medyanın Ergenekon’u<br />
karartma ve sulandırma<br />
çabaları oldu<br />
BUĞRA KARDAN<br />
aberin mutfağından gelen bir<br />
H<br />
isim Derya Sazak. Basın hayatına<br />
1975’te Yeni Ulus gazetesiyle giren<br />
Sazak, muhabirlikten yayın yönetmenliğine,<br />
mesleğin her kademesinde görev yaptı.<br />
1983’ten bu yana Milliyet’te çalışan Sazak,<br />
Saddam Hüseyin röportajları ile ses getirdi.<br />
23 senedir Siyaset Günlüğü adlı köşesinden<br />
güncel konulara yorum getiren ünlü<br />
gazeteci, Ombudsman adlı köşesinden de<br />
okurun hislerine tercüman oluyor.<br />
Ergenekon operasyonları davalarını<br />
yakından izleyen Derya Sazak, medyanın<br />
burada gereken duyarlılığı ortaya koymadığını<br />
belirtiyor. Susurluk olayına eğilen<br />
basın organlarının Ergenekon davasına tereddütle<br />
baktığından yakınırken, “Burada<br />
medyanın karartmaları görmeme halleri ve<br />
sulandırmaları oldu.” diyor.<br />
Darbe dönemlerinde gazetelerin ablukaya<br />
alındığını vurgulayan Sazak, 28 Şubat<br />
sürecinde kaleme aldıkları bir haber sebebiyle<br />
askerin hışmı ile karşılaştıklarını da<br />
dile getiriyor. ABD Dışişleri Bakanı Madeleine<br />
Albright’ın askerlere yönelik ‘Anayasanın<br />
dışına çıkmayın’ uyarısını manşetine<br />
taşıyan gazetenin o dönemde genel yayın<br />
yönetmeni olan Sazak, haberin akabinde<br />
gelişen olayları şöyle anlatıyor: “O manşete,<br />
28 Şubat generalleri çok büyük tepki<br />
gösterdi. O haberi yanlış değerlendirdiğimizi,<br />
mesajın hükümete verildiğini ifade<br />
ettiler. 'Anayasa dışına çıkmayın’ uyarısının<br />
aslında Erbakan’a yönelik olduğunu<br />
savundular.<br />
Bütün gazeteleri okurum.<br />
Fikirlerine göre<br />
iktidara yakın ya da<br />
muhalif olarak kümelerim.<br />
Kitap, dergi çok<br />
okurum. Bende mesai<br />
kavramı yoktur.<br />
Malum, darbe sinyalleri önce ABD'den<br />
gelir. 12 Eylül'de askerlerin yönetime el<br />
koyduğu Beyaz Saray, 'Bizim çocuklar nihayet<br />
yaptılar' diye iletilmişti. 13 Haziran<br />
1977 tarihi çok kritikti. O gün Ankara'da<br />
Genelkurmay brifing verdi. Askerler ilk defa<br />
Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Yasası’nın 35<br />
ve 85'inci maddelerine göre Cumhuriyet'i<br />
koruma kollama amacıyla gerekirse silah<br />
kullanacaklarını açıkladılar. Aynı zamanda<br />
Washington'da da darbe söylentileri yayılıyordu.<br />
O sırada Milliyet'in Washington<br />
temsilcisi olan Yasemin Çongar, ABD Dışişleri<br />
Bakanı Albright'in 'demokratik düzenin<br />
dışına çıkılmasını' sözlerini geçti.<br />
Clinton yönetimi darbeye karşı çıkıyordu.<br />
Tereddütsüz manşet yaptık. Askerler tepki<br />
gösterdiler. ‘Oraya da 2 general gönderelim<br />
mi’ lafları ortada dolaştı, maalesef<br />
üzerimizde birtakım baskılar oluştu.”<br />
Mektepli bir gazeteci olan Sazak'ın,<br />
basında çalışan pek çok muhabir üzerinde<br />
emeği var. Gazi Üniversitesi İletişim<br />
Fakültesi’nden ve kariyer hayatından edindiği<br />
birikimlerini gençlere aktarma, onları<br />
sektöre dâhil etme adına elinden geleni<br />
ardına koymadı. Son olarak öğrencileriyle<br />
birlikte Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Hrant<br />
Dink suikastlarını konu alan ' Faili Meşhur'<br />
adlı bir belgesel film ve kitap çalışmasına<br />
imza attı. Şu an, bir yandan yazarlık yapan<br />
diğer yandan Yeditepe Üniversitesi İletişim<br />
Fakültesi’nde ders veren Derya Sazak, <strong>Cihan</strong><br />
Medya Haber Dergisi’nin medyaya ve<br />
güncel konulara dair sorularını cevapladı.<br />
İş maratonunuz saat kaçta başlıyor<br />
Genelde saat 07.30-08.00’de uyanır, 08.00-<br />
09.00 arası eve gelen gazeteleri okurum.<br />
Kahvaltımı yapar; saat 10.00’a doğru evden<br />
çıkarım. Bütün gazeteleri okurum. Fikirlerine<br />
göre iktidara yakın ya da muhalif olarak<br />
kümelerim. Kitap, dergi çok okurum.<br />
Tabii hayat ondan sonra da akar gider, benim<br />
için bir durma söz konusu olmaz. Bende<br />
mesai kavramı yoktur.<br />
Peki, takip ettiğiniz yazarlar kimler<br />
Yazarların çoğunu okurum, ama son dönemde<br />
Taraf yazarlarını, muhabirlerini takip<br />
ediyorum. Yine Yeni Şafak, Zaman ve<br />
kendi gazetemin bütün yazılarını okurum.<br />
Ben, sıradan bir okur değilim, profesyonelim,<br />
onun için ‘yazarlardan şunu okurum,<br />
bunu okumam’ diye bakmam.<br />
Meslek hayatınızda unutamadığınız işler oldu mu<br />
1990’larda Bülent Ecevit ile Saddam<br />
Hüseyin’e gidip yaptığımız röportajlar vardır.<br />
Gazetecilik hayatımda beni en çok<br />
heyecanlandıran Saddam röportajlarıdır.<br />
Orada, Saddam’a savaş sonrasında ‘Niye<br />
ABD taarruzunu göze aldınız, Kuveyt’ten
MART-NİSAN 2012<br />
39<br />
çekilseydiniz yıkıma uğramazdınız’ deyince<br />
‘Ben bunu yapmasam, çekilsem de ABD<br />
bölgeye gelecekti, ne yapsam gelecekti' cevabını<br />
verdi.<br />
Gazetenizde aynı zamanda 'Okur Temsilcisi'siniz. Bu<br />
yönüyle meslek sorunlarına dair gözlemleriniz oluyor.<br />
Bugün medyamızın en önemli sorunu sizce ne<br />
Sorun, biz gazeteciler, mesleğimizi bugün<br />
baskı altında kalmadan, bağımsız ve nesnel,<br />
gerçekleri hiçbir süzgece gerek duymadan,<br />
sansür, oto sansür gibi duygulara kapılmadan<br />
yapabiliyor muyuz Ülkede bugün<br />
tek parti rejimi var. İktidar muhalefet,<br />
medya ilişkileri buna göre düzenleniyor.<br />
Böyle zamanlarda gazetecilik yapmak zorlaşır.<br />
Son dönemde bu sorunu tartışıyoruz.<br />
İfade özgürlüğünü gölgeleyen uygulamalar,<br />
cezaevindeki gazeteciler, muhalif köşelerin,<br />
programların kaldırılması, sıkıntılı bir<br />
süreçten geçtiğimizi gösteriyor. Medyanın<br />
kendi sorunları nedeniyle haber olduğu bir<br />
dönemdeyiz. 28 Şubat'ın 'medya günahları'nın<br />
üzerine gidildiği şu günlerde, medyaya<br />
yakışmayan bir ihbar furyası bu dönemin<br />
günahlarını da ele veriyor.<br />
Taraf ‘Düşünmek, taraf olmaktır’ sloganını benimsiyor.<br />
Sizce tarafsızlık övünülecek bir erdem midir<br />
Tarafsızlık değil, ben onu nesnellik olarak<br />
değerlendiriyorum. Habere yansız<br />
bakış, yani onun gerçekle ilgili olgularını<br />
tamamlayarak vermek elbette<br />
önemlidir. Her gazetenin yayın<br />
politikası, düşünsel bir çizgisi<br />
var. Yazarları kendi fikirlerini<br />
özgürce seslendirecekler. Bağlayıcı<br />
olan yine de gazetenin yayın<br />
politikasıdır. ‘Gazeteler bir<br />
markettir içine her çeşit görüş<br />
girer' anlayışı bana göre değil.<br />
Hayır, bir gazetenin belli<br />
bir duruşu, yayın çizgisi olmalı.<br />
O da gazetenin geleneğini,<br />
gazeteciliğe bakış açısını<br />
yansıtır. Gücünü okurlardan<br />
alır. Yazarlar, yazıişleri ve<br />
yayın yönetmeni arasındaki bu<br />
orkestrasyon gazeteye karakterini<br />
verir. Editöryal bağımsızlık<br />
böyle korunur. Haber esastır,<br />
orada doğruluk esastır. Haber<br />
herkesi rahatsız eder. Gazeteci,<br />
rahatsız eden kişidir. Muhaliftir. Tabii<br />
iktidar rahatsız olacak, tabii muhalefet<br />
rahatsız olacak. Tabii yapılan haber, yeri<br />
geldiğinde başbakanı da anamuhalefeti<br />
de öteki siyasî partileri de rahatsız edecek.<br />
Resmî Gazete yapmıyoruz.<br />
Malum, okur temsilcisisiniz, okurların şikâyetleri nerede<br />
yoğunlaşıyor<br />
Şimdi, bizim yaptığımız haber ombudsmanlığı.<br />
Bu kavram yahut olgu,<br />
yazılarla ilgili değil. Gazetenin birinci<br />
sayfasından siyasete, ekonomiye,<br />
spora, sanata, magazin eklerine dek<br />
yapılan haberlerde hatalar varsa, cevap<br />
ve düzeltme hakları kullandırılmamışsa<br />
onları denetliyoruz. Nefret<br />
söylemi, insanların hedef haline getirilmesi,<br />
haksız suçlanmalar yani haberden<br />
kaynaklanan mağduriyetler<br />
varsa okura yansımış, o şikâyetler bize<br />
yansıyor. Değerlendirip yayımlıyoruz.<br />
Gazeteyi okur nezdinde eleştiriyoruz.<br />
Okurun şikâyet ve taleplerini yayın toplantılarında dillendiriyor<br />
musunuz<br />
Hayır, hiçbir şekilde yazı işleri toplantılarına<br />
katılmıyorum. Okur temsilcisi bizim sistemimizde<br />
yazı işlerinin bir parçası değildir.<br />
Ama dünyada değişik örnekler var, zaman<br />
zaman yazı işleri toplantısına katılan<br />
ombudsmanlar oluyor, yayın yönetmenine<br />
rapor verenler oluyor. Milliyet, öteden beri<br />
yazılı anayasası olan, gazetecilik meslek ilkelerini<br />
kayda geçirmiş bir gazetedir. Okur<br />
temsilciliğine geçiş de Umur Talu yönetiminde<br />
gerçekleştirildi. İlk ombudsman Yavuz<br />
Baydar'dı. 10 yılı aşkın süredir hakkıyla<br />
uyguluyoruz. Benim de 7 yılı buldu. Belma<br />
Akçura ile birlikte titiz bir çalışma sonucu<br />
sayfayı hazırlıyoruz. Dünyanın saygın<br />
gazetelerinde başarıyla uygulanıyor ombudsmanlık,<br />
ONO adlı bir uluslararası örgütlenme<br />
var. Senede bir toplanarak küresel<br />
ölçekte uygulamaları değerlendiriyoruz.<br />
Okur temsilcisinin yazılarının yayın politikalarına etkisi<br />
oluyor mu<br />
Tabii oluyor, yayın çizgisini değiştirmiyor<br />
ama eleştirilerimizi yayın yönetmeni, yazı<br />
işleri müdürü, yayın koordinatörleri, editörler,<br />
muhabirler görüyor. Biz bu hatayı<br />
yapmışız, bir daha yapmayalım duygusu<br />
artıyor. Nefret söylemini önemli ölçüde<br />
önledik. Kadına yönelik şiddet, tecavüz,<br />
cinsel istismar haberlerinde kimi<br />
zaman ifadelere de yansıyan ayrıntılı<br />
betimlemeleri sayfalardan ayıkladık.<br />
Eleştirdiğiniz için size darılan, gönül koyan arkadaşlarınız<br />
oluyor mu<br />
Bazen evet, haksızlık yaptığımızı<br />
düşünenler oluyor. Ombudsmandan<br />
kaynaklanan bir haksızlık<br />
olursa onu da düzeltiyoruz.<br />
35 yıllık meslek kıdeminin ardından<br />
kimseye haksızlık yapmak<br />
istemem. Köşe yazılarımda<br />
da böyledir. Eskiden daha sert<br />
polemiklere girerdim. Ama artık<br />
hakareti lügatimden kaldırdım.<br />
Ama bakın, İnternet Andıcı<br />
davası açılıyor. Ne kadar<br />
açığa çıkarılacak bilmiyorum,<br />
ama o trafiğin içinde olan pek<br />
çok yazar çizer vardı. O kaynaklardan<br />
beslenenler, bizimle<br />
ilgili kaç yazı yazdı Şimdi<br />
çoğu ortada yok; ama mekanizma<br />
ortaya çıktı. Ben o zaman ken-
40<br />
MART-NİSAN 2012<br />
dimi bayağı frenledim, çok ağır haksızlığa<br />
uğradım; cevap vermeliydim. Ama onların<br />
kimler tarafından yönlendirildiğini bildiğim<br />
için uzunca süre kendimi tuttum. Zaman<br />
beni haklı çıkardı.<br />
Şu an günlük gazete tirajları 4 milyon civarında. Bu<br />
rakam 15-20 sene önce 3,5 milyon seviyesindeydi. Yeterli<br />
bir artış olduğunu söylemek güç. Okur, gazete<br />
almayarak cezalandırıyor mu sektörü<br />
Bir biz artan nüfusa koşut okur yetiştiremedik.<br />
Şöyle iyimser bir tahlil yapılıyor: Şu<br />
an ülkemizde 45 milyon seçmen var. Bunun<br />
10’da 1’i gazete okuyor, satın alıyor.<br />
Yani, 4,5 milyon gazete satılıyor. Ben, bunu<br />
az buluyorum. 70’lerden bu yana 40 sene<br />
geçti. 40 senede nüfus ikiye katlandı, gazete<br />
sayısı az kaldı. Bir ara promosyonla 6, 5<br />
milyon olmuştu, onu da tutamadık. Çünkü<br />
orada da okur verilen ürüne gitti, gazeteyi<br />
okumadı. Bence bunun hakiki gerekçesi<br />
gazetelerin artık internet üzerinden izleniyor<br />
olması. Genç kuşağa gazeteleri sevdiremedik.<br />
Üniversiteli, liseli ya da kolejli olsun<br />
yani aileden evde gazete ile tanışıyorsa<br />
çocuk, gazete alma geleneğini devam ettiriyor.<br />
Bugün cep telefonları, internet, online<br />
sistemler derken bunlar gazete satışlarını<br />
daralttı. Son tahlilde bir söz var ya ‘Yetmez<br />
ama evet’ yani tirajlar yetmez, az.<br />
Gazetelerde yazar ağırlığı günden güne artıyor.<br />
Muhabiri yücelten, haberi aziz kılan anlayış sadece<br />
Babıâli hatıralarında görülüyor. Bu tercih ne derece<br />
sıhhatli<br />
Muhabiri öne çıkarmak gerekiyor. Hepimiz,<br />
çoğumuz muhabirlikten geldik. Artık<br />
sahaya çıkan gazeteci sayısı azalıyor. Gazeteciler<br />
eskiye göre daha konforlu bir hayat<br />
sürüyor. Haberin en uç noktasında olan kişiler<br />
muhabirler. Onun için muhabir sayılarını,<br />
imkânlarını artırmalıyız. Çünkü haber<br />
onlardan gelecek.<br />
‘Tanrı yazar’ kavramına katılıyor musunuz Başka<br />
bir yere transfer olduğunda 40 bin, 50 bin okuru<br />
taşıyan yazar var mıdır basınımızda<br />
Ya, ben o tür kavramları sevmiyorum.<br />
'Tanrı yazar' diye bir şey yok. İşte patronlar,<br />
çoğunun işine son verdi, neredeymiş bu<br />
Tanrı Yazarlar 40-50 bin kişiye hitap eden<br />
yazarlar var ama hiçbirinin iş güvencesi yok<br />
yani. Bakın, muhalif gazetecilerin yazamadığından<br />
söz ediyoruz, o zaman 'Tanrı yazar'<br />
diye bir şey yok.<br />
20-25 bin lira maaş alan yazarlar var. Yazarlara büyük<br />
miktarlarda maaş ödenmesi ne denli doğru<br />
Onu yayın yönetmeni ile görüşmek daha<br />
yerinde olacaktır. O dengeyi onlar bilir.<br />
Tabii bir gazete yapmanın maliyeti var, gazeteler<br />
esasında büyük emekle çıkıyorlar,<br />
onun karşılığında ucuz yani dışarıdaki gazetelere<br />
baktığımız zaman ucuza satılıyor.<br />
Tirajlar eskisi kadar iyi değil, ilan gelirleri<br />
de televizyona ve yeni medyaya kaymaya<br />
başladı. Demek ki yazılı basının alanı daralıyor<br />
o zaman gazeteleri tekrar etkin kılacaksınız.<br />
Bunun için de insana yatırım yapacaksınız.<br />
Dengesizlik muhabirler aleyhine<br />
ise o açığı kapatacaksınız. Daha nitelikli<br />
gazeteci çalıştırıp daha iyi haberler, daha iyi<br />
yorumlar sizi ayrıştıracak, o zaman reklam<br />
ve ilan gelirleri artacak. Onu da tekrar içeri<br />
yansıtacaksınız. Yatırım yaptıkça kazanacaksınız,<br />
kazandıkça çalışanlarınız kazanacak,<br />
nitelikli elemanlara sahip olacaksınız.<br />
O da size nitelikli haber getirecek.<br />
Milliyet, uzun seneler "Basının amiral gemisi" sıfatı<br />
ile anıldı. Ancak son senelerde ciddi bir tiraj kaybıyla<br />
karşı karşıya kaldı. Bu, neden kaynaklandı<br />
Ben bunu tarihsel olarak değerlendirdiğimde<br />
bir yargım var. Bunu açıkça ifade etmeliyim,<br />
Milliyet’te gerileme ‘cephede kazanıp<br />
masada kaybetme’ denir ya öyle bir<br />
şey. Her şey Hürriyet satın alındıktan sonra<br />
başladı. Milliyet’in başarısı, Hürriyet’i satın<br />
almaktı. Yani Milliyet 90’larda, 80’lerin<br />
ikinci yarısından başlayarak çok büyük<br />
atılımlar yaptı. Hem matbaa, teknoloji yatırımları<br />
hem tiraj, bir ara 1 milyona kadar<br />
çıktı. Ama başarının özünde gazetecilik<br />
motivasyonu vardı. Bu başarının ardından<br />
Hürriyet satın alındıktan sonra Aydın<br />
Bey ve Doğan ailesi Hürriyet’in pırıltısına<br />
kapıldı. Milliyet ikinci plana atıldı. Bu yatırımlar<br />
olarak söylenebilir, tabii 10 senede 4<br />
yayın yönetmeni değiştirdiler. Son olaylar<br />
sonucu yani vergi ile başlayan olaylar sonucu<br />
Milliyet’i elden çıkardılar, Vatan ile.<br />
Bu, 2000’lerden itibaren başlayan bir gerilemeydi.<br />
Bunlar belki çoğumuzun kusuru<br />
olabilir ama ben bunu Milliyet adına büyük<br />
talihsizlik olarak görüyorum. Belki Milliyet,<br />
tek bir gazete olarak, tek bir yayıncının<br />
elinde bulunsaydı daha iyi olurdu.<br />
Ergenekon davaları hakkında yorumlarınız nedir<br />
Ben, Ergenekon’u Susurluk’un devamı olarak<br />
görüyorum. Bu ülkenin bir derin devlet<br />
gerçeği var. Bu da 1990’larda Kürt sorunu,<br />
PKK nedeni ile çatışmaya dönüşünce dönemin<br />
hükümetleri, geri planda Milli Güvenlik<br />
Kurulu kararlarıyla bir yandan terör<br />
örgütü ile Güneydoğu’da, sınır ötesinde<br />
çatışmalar sürdürülürken; içeride birtakım<br />
illegal yapılanmalar oldu. Bunlar, JİTEM gibi<br />
oluşumlar, başka kuruluşlar Susurluk’ta<br />
karşımıza çıktı. Kaza 96’da oldu, Susurluk<br />
kazası ile ortaya çıkan o derin yapılanma<br />
Abdullah Çatlı kimliği bizi bir yandan da<br />
bırakın 90’ların başına, ortasına JİTEM’e, ta<br />
80 öncesine götürdü. 80 öncesinde Bahçelievler<br />
katliamı ve 7 TİP’li öğrencinin öldürülmesi,<br />
ardından Abdi İpekçi suikastı, katil<br />
Mehmet Ali Ağca’nın sıkıyönetim altında<br />
Maltepe Askeri Tutukevi’nden kaçırılması,<br />
o sırada Ağca ile Çatlı’nın aynı evde kalması,<br />
ardından Papa Suikastı falan. Türkiye’de<br />
hakikaten bu faili meçhuller olayı felaket<br />
bir tarih yani. Biz, bu tarihle baş edemiyoruz.<br />
Yine 90’ların birtakım cinayetlerine<br />
baktığımızda Muammer Aksoy, Bahriye<br />
Üçok, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Sivas<br />
katliamı, Gazi olayları söz konusu. 93-95<br />
arasında artan bir şiddet var, fakat bu şiddetin<br />
arkasında kimler vardı, bunlar hakikaten<br />
Türkiye’nin tarihinde derin yaralar.<br />
Yani Uğur Mumcu’yu arabası ile havaya<br />
uçurdular, Sivas’ta aydınları yaktılar.<br />
Çorum, Maraş katliamlarında mezhepler<br />
kışkırtıldı. O zamanlar sağ-sol çatışmaları<br />
da vardı. Bu cinayetlerin, bu toplumsal çatışmaların,<br />
katliamların bir kısmının 12 Eylül<br />
öncesi darbenin olgunlaşması için kullanıldığını<br />
artık görebiliyoruz, anlayabiliyoruz.<br />
O zaman da biliyorduk ama üzeri-
42<br />
MART-NİSAN 2012<br />
ne gidilmiyordu. Yani Türkiye’nin bu kadar<br />
ağır bir faili meçhuller tarihi var, ama neredeyse<br />
tek bir doğru dürüst olay aydınlatma<br />
geleneği yok.<br />
Maalesef olaylar aydınlatılmayınca tekrar<br />
ediyor. Hrant Dink suikastı ortada. Valiliğe<br />
davet ediliyor, tehdit ediliyor, öldürülüyor.<br />
Son iki yazısında öldürüleceğini ifade<br />
ediyor, bir telefon bile açılmıyor, savcılar<br />
tarafından. Suç duyurusunda bulunuyor<br />
ama buna mukabil korunmuyor. Susurluk<br />
bize bu kanlı, karanlık tarihi çıkarmasına<br />
rağmen, siyaseten dokunulamadığı<br />
için üstü örtüldü. Karşımıza 10 sene sonra<br />
başka bir şey geldi. İki sorun Cumhuriyet<br />
kurulduğundan bu yana yazılı olmayan<br />
bir anayasa gibi Türkiye’nin karşısında. Biri<br />
irtica, diğeri Kürt sorunu. 90’larda yapılan<br />
suikastlara da bu gözle bakılabilir. Yani<br />
Cumhuriyetçi laik aydınları hedef seçerek<br />
suikastlarla İslamcılığın karşısında duvar<br />
örülmek istendi. Malum, 2005’ten sonra<br />
Dink suikastı, Danıştay saldırısı da bizleri<br />
Çankaya kavgasına getirdi. Sonrasında<br />
da Ergenekon süreci başladı<br />
Uğur Mumcu’nun ölümünde İslamî<br />
terör olgusuna değinildi. Oğlu da burada<br />
‘İslamcı parmağı olmadığı' kanaatini açıkladı.<br />
Sizin bu anlamda yorumunuz nedir<br />
Ben de bu kanaatteyim. İslamî duyarlılığı<br />
bu suikastlarda kullandılar. Çünkü aksi<br />
olsaydı İran, MOSSAD, PKK, devlet; burada<br />
devleti hiç küçümsemeyelim ipuçları<br />
bulurdu. Bunlar neden faili meçhul kalıyor.<br />
Bu devlet, o kadar da zayıf veya korunmasız<br />
değil. Hiçbir şey çıkmıyorsa o zaman<br />
dönüp devlete, derin devlete bakacaksınız.<br />
Çünkü cinayetlerin aydınlatılamamasında<br />
hep benzer tarzlar, özellikler söz konusu.<br />
Önce bir tetikçi bulunuyor, cinayeti işliyor;<br />
sonra koruma mekanizmaları devreye<br />
giriyor, uzun zaman unutturuluyor veya<br />
adamlar serbest kalıyor. Arka planda kalan<br />
asıl organize güçler ortaya çıkmıyor. Hrant<br />
Dink olayı böyle oldu, Ağca yattı çıktı, hiçbir<br />
şey açıklamadı, Uğur Mumcu olayında<br />
bombacı yok. Peki, bu ortak özellikler bizi<br />
bir yere götürmüyor mu Örneğin Musa<br />
Anter cinayeti; Başbakanlık Teftiş Kurulu<br />
Kutlu Savaş’a Mesut Yılmaz döneminde<br />
görev verdi; bir rapor yazıldı. Anter’in<br />
devlet, JİTEM tarafından öldürüldüğü raporda<br />
çıktı. Kimse oralı olmadı. TBMM'de<br />
komisyonlar kuruldu, oraya MİT mensupları,<br />
Jandarma komutanları çağrıldı, kimse<br />
gelmedi bile. Özetle bana göre, 2007 krizi<br />
sonrasında açılan Ergenekon davaları<br />
Susurluk’un devamı gibi.<br />
O dönemin çok önemli AK Parti’nin lider<br />
kadrosundan bir isim önemli açıklamalarda<br />
bulundu. Çankaya krizi sonrasında ben<br />
dedim ki ‘Yarın siz tekrar seçim kazansanız<br />
bile size yine bu Parlamento'da cumhurbaşkanı<br />
seçtirmezler. Bu hadiseleri önleyebilecek<br />
misiniz, çünkü cinayetler oluyor,<br />
bombalar patlıyor' dedim. Şu cevabı verdi:<br />
‘Her şeyi biliyoruz biz, örgütün şemasını<br />
bile biliyoruz. Bir daha seçilirsek bu örgütü<br />
açığa çıkaracağız, bu örgütün üzerine gideceğiz.’<br />
O örgütlenme Ergenekon idi. Ben,<br />
bunu 27 Nisan sürecinde bir AK Parti yetkilisinden<br />
duydum.<br />
Danıştay saldırısında Alparslan Arslan’ın ‘Vakit<br />
Gazetesi’ni okudum, etkilendim’ sözleri suikastı<br />
İslamî kesimlere mal etme çabası olarak görüldü.<br />
Hatta Tansel Çölaşan’ın olayın ardından yaptığı<br />
açıklamalar da yalanlandı. Orada bir perdeleme<br />
mi vardı<br />
Orada başlangıçta ilk bir ayda benim de algım<br />
öyleydi. Açıp yazılara bakalım radikal<br />
İslamcı, marjinal bir adamın cinayeti işlediği<br />
kanısındaydım. Ama adam, Muzaffer<br />
Tekin ve Veli Küçük ile bağlantılı çıktı. Hatta<br />
yazılan kimi kitaplarda Tekin’in dış ticaret<br />
şirketi var, oranın avukatı görünüyor.<br />
Ama tabii o zaman Vakit Gazetesi türban<br />
kararını veren heyeti hedef gösterdi. Bakın<br />
o yayınlar insanları aramızdan alıyor, onların<br />
hayatını kaybetmesine yol açabiliyor. O<br />
operasyon kadar Vakit’in yayını da tartışılmalı.<br />
Sorumluluğu var. Danıştay saldırısını<br />
Vakit’in o yayınından bağımsız göremeyiz.<br />
Bilerek ya da bilmeyerek o manşet üzerine<br />
o operasyon ya da cinayet kurgulandı.<br />
Alparslan Arslan, gazeteyi alıyor heyeti öldürdüğünde<br />
nasıl yorumlanacak Türban<br />
kararını veren heyeti gitti öldürdü. Bunu<br />
yapan İslamcı, Alparslan Arslan’ın ilk görüntüsü<br />
oydu. Burada bir perdeleme vardı.<br />
Sonuçlar ve o sonuca yani suikasta gitmeden<br />
önceki yol haritası önemli. Orada<br />
toplumsal bir psikoloji oluşturuluyor.<br />
Hrant Dink’te de durum böyle. Onu hedef<br />
yapanlar altyapıyı hazırlıyor. Artık o kadar<br />
çok örnek, benzeşme var ki onun için faili<br />
meşhur diyoruz artık. Hep aynı tezgâh.<br />
Kapatılma biçimleri de aynı, olayların.<br />
Benim iki iddiam var; bence Danıştay<br />
saldırısı olmasaydı, orada sonuç böyle olmasaydı<br />
ya da 100 bin kişi İstanbul’da yürümese<br />
Hrant Dink suikastı da faili meçhul<br />
kalacaktı. Ogün Samast’ı getiren geri götürecekti.<br />
Başında beyaz beresi, silahı bilmem<br />
nesi; o çocuk Agos gazetesinin yolunu bile<br />
bilmez, Hrant’ı tanımadığı da açık. O cinayeti,<br />
suikastı tertip edenler çocuğu kaçırma<br />
üzerine çalıştı. Devlet, 36 saat sonra faili<br />
yakaladık diye övünüyor ama asıl önemli<br />
olan cinayeti önleyebilmesiydi. Bugün<br />
MİT’in önlediği kaç olay var 1 Mayıs katliamı<br />
mı, bilmem darbeleri mi haber vermiş,<br />
Maraş katliamı’nı mı önlemiş, Sivas olaylarını<br />
mı önlemiş Burada şehir basılmış, 2-3<br />
gün süreyle insanlar yakılmış, polis, MİT,<br />
Jandarma İstihbarat ne yapmış<br />
Ergenekon yapılanmasının tüm boyutları ile gün<br />
yüzüne çıktığı ifade edilebilir mi<br />
Bence çıkmadı. Belli bir çemberin ve çevrenin<br />
içinde kaldı. Bu davalar uzadıkça toplumsal<br />
bellek unutur ve zanlılar kahramanlaşır.<br />
Şike davası da böyle ilerliyor, Balyoz<br />
da öyle. Zamanında bitiremiyoruz davaları.<br />
Bir dava 4,5 sene sürer mi Bitirin, deliller<br />
toplandıysa. Danıştay saldırısı Alparslan<br />
Arslan’ın Ergenekon ile bağlantısını<br />
kurduysanız, tanıklar itiraf ediyorsa bitirin<br />
adını koyun, toplumda bir kanaat uyansın.
MART-NİSAN 2012<br />
43<br />
Gel gör ki bunlar medya üzerinden görülen<br />
davalar. Yani yargıyı şimdiden oluşturuyor,<br />
karar açıklandıktan sonra zaten yeni<br />
bir şey çıkmayacak. Bir ara 1 numaradan<br />
söz edildi. Kim bu, nerede Şamil Tayyar<br />
o kitabı yazan arkadaşımız milletvekili<br />
oldu. TBMM’de böyle bir komisyon kursun,<br />
gücünü kullansın. Faili meçhullerle ilgili<br />
bir komisyon oluşturulsun; İnsan Hakları<br />
Komisyonu’nun alt birimi olarak çalışıyor,<br />
böyle olmaz ki.<br />
Davalar ise kapalı kutu sürüyor. Ya da<br />
işe gelen tarafları sızdırılıyor. Bu Türkiye’de<br />
kutuplaşma yüzde 50 yüzde 50. Yarısı inanıyor<br />
yarısı inanmıyor. Hükümetten geldiği<br />
için halkın ya da toplumun yarısı AK<br />
Parti’ye oy vermeyen yüzde 50 inanmıyor.<br />
İlk anda tutuklananlarla sınırlı kalındı,<br />
ona darbeye teşebbüs davaları eklendi.<br />
Balyoz ve İnternet Andıcı davaları eklendi.<br />
Şöyle bir sonucu oldu, artık bu tür karanlık<br />
olayları, cinayet ve suikastları darbeye<br />
teşebbüs etmek, ortam hazırlamak güçleşti.<br />
Eski Genelkurmay başkanları cezaevlerine<br />
girdiler. Bunlar siyasi tarihimizde ilk.<br />
Bunlar askeri vesayetin kırılması adına sonuçlar<br />
doğurdu.<br />
Ergenekon iddianamesi ve delil klasörlerinde anlaşılamayacak<br />
garip ideolojik akrabalıkların derinlerde<br />
kök saldığını görüyoruz. Milliyetçi fi gürlerden<br />
Perinçek grubuna, iş dünyasından illegal sol<br />
örgütlere ve PKK’ya uzanan karmaşık ilişkiler söz<br />
konusu. Bu ayrı kutupları ortak paydada buluşturan<br />
ne<br />
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)<br />
kararı da onu söylüyor, Tuncay Özkan kararında.<br />
İç içe geçmiş organizasyonlar var.<br />
Sanıklar ‘Biz, bu tanımadığımız adamlarla<br />
ortak bir davanın, paketin içinde yer alıyoruz’<br />
diye itiraz ediyorlar. Bunu aydınlatacak<br />
olan mahkeme. Şimdi 2007 öncesine<br />
giden süreçte birtakım cinayetler Hrant<br />
ile bağlantılı, Agos ile bağlantılı, Pelitli’deki<br />
örgütlenme filan. Buna ayrı bakmak gerekiyor.<br />
Bunun evvelinde Balyoz’a zemin hazırlayan<br />
2003-2004’te var olan anlayış var.<br />
Yani Hilmi Özkök döneminde, Özden Örnek<br />
günlüklerinde komuta kademesinin<br />
darbe planları ortaya çıktı. O planlar da birkaç<br />
yönden tutmadı. ABD’nin Irak işgalinden<br />
evvel 1 Mart tezkeresi TBMM’den<br />
döndü. Asker o arada kendi içinde bölündü.<br />
Türkiye, birdenbire o savaşa taraf olsaydı,<br />
hem PKK yani sınırda karışıklıklar hem<br />
de Irak Savaşı askerin etkinliğini artıracaktı.<br />
Birdenbire sivil alanın, sivil siyasetin önü<br />
açıldı, Avrupa Birliği ile üyelik görüşmeleri<br />
başladı. Ekonomi iyileşti, nihayetinde darbe<br />
şartları ortadan kalktı. Sarıkız, Ayışığı filan<br />
O süreç Ergenekon’da takip edildiği<br />
için Şener Eruygur falan ikinci bir paket de<br />
oradan doğdu. Ona hava, deniz komutanlarını<br />
kattılar. Bir de 2007 sonrası İlker Başbuğ<br />
dönemi var. Orada Dursun Çiçek’in<br />
belgesi, itirafları söz konusu LAW silahlarına<br />
bağlı olarak açılıyor. Böyle birbirine<br />
bağlı 4-5 dava var. Bunlar ne şekilde karar<br />
bağlanacak merak konusu. Türkiye, bu davaların<br />
baskısı altında kalamaz. Bu da olağanüstü<br />
hal dönemi gibi… 12 Eylül dönemi<br />
3 sene sürdü, 12 Eylül’de açılan davalar<br />
84-85’te sona erdi. Askeri dönemde bile<br />
davalar 3-4 seneyi aşmadı. Rejimin demokratik<br />
özelliğini gölgeleyen de bir yandan<br />
’Demokrasiye karşı darbe tertiplerini<br />
önledik' diyorsunuz ama bunu yargılama<br />
döneminde demokrasinin niteliğini, sivil<br />
görünümünü ortadan kaldıracak sonuçlar<br />
yaratıyorsunuz. AİHM’nin son kararı<br />
bu davanın karmaşıklığı üzerinden. Ama<br />
şüpheyi, yani sanıkların öne sürdükleri Ergenekon<br />
bağlantılı şüphenin gerçek olmadığını<br />
söyleyen savunmanın aksine AİHM<br />
şüpheyi ve tutukluluk sürelerini haklı bulan<br />
bir ara karar verdi. Bu davalarda artık bir finale<br />
gelinmeli.<br />
Eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Ergenekon<br />
soruşturmasına en sert tepkiyi verenlerin başında<br />
geliyordu. Baykal’ın bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Evet, Baykal, dirençliydi Ergenekon davasında.<br />
Birtakım kadroları CHP’ye aldı.<br />
Aynı şeyi Kılıçdaroğlu da yaptı. Seçimlerden<br />
önce Ergenekon sanıklarına CHP<br />
milletvekilliği tanıdı. Mehmet Haberal’a,<br />
Mustafa Balbay’a, Sinan Aygün’e, İlhan<br />
<strong>Cihan</strong>er’e… Yine Demirel bağlantılı kimi<br />
isimlerle yani milliyetçi sağda denilen isimlere<br />
ki en az 20 kişiden söz ediliyor. CHP’de<br />
de bir Ergenekon darbesi oldu. 2007’de eşi<br />
başörtülü olan bir adayı, bir milletvekilini<br />
Çankaya’ya çıkarmama kavgası vardı.<br />
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan bu tanıma<br />
giriyordu. Esasında Erdoğan’ı bekliyorlardı.<br />
Onun yolunu kesmek için 2005 ve<br />
2007 krizi çıkarıldı. Gül, büyük bir cesaret<br />
ortaya koydu. 367 yani Anayasa Mahkemesi<br />
kararına rağmen TBMM seçime gitti.<br />
Gül, seçimin ne şekilde sonuçlanacağını<br />
bilmemesine karşın kampanya başlattı,<br />
adeta adaylığını perçinledi. Seçimden<br />
sonra tekrar aday olacağını kendi tayin etti.<br />
Evet, Gül, adaylıktan çekilmeyince, MHP<br />
Parlamento'ya girince cumhurbaşkanı seçildi.<br />
Deniz Baykal’ın ve CHP’nin politikası<br />
e-muhtıraya destek vermek, Büyükanıt’la<br />
bu süreci önlemekti. Baykal, bunu başaramadı,<br />
partisini büyütemedi ve partinin başında<br />
kalmaya devam etti. O kaldıkça CHP<br />
zayıflıyordu. Sonunda bu, kaset skandalı<br />
patladı. Onu da devreden çıkardılar. Haliyle<br />
Baykal komplosu da bu yapılanmaya<br />
bağlandı.<br />
Bu yapılanma Ergenekon mu<br />
Ergenekon değil de yani AK Parti’yi bir şekilde<br />
iktidardan etmeye çalışan mekanizmanın<br />
o darbelerle, darbe teşebbüsleri ve<br />
suikastlarla sonuç alamayınca lideri değiştirerek<br />
yeni bir liderlik altında denenmesi<br />
girişimi olarak görüyorum. İleride onu Deniz<br />
Baykal aleyhine kullanabilecek kimler<br />
varsa mutlaka o sürecin içindeydiler. Onlardan<br />
habersiz, başkaları da bilgilere sahiptiler.<br />
Onu sızdırarak özel hayatla ilgili<br />
skandalla devre dışı bıraktılar. Bu da bir ilk.<br />
Etik yönden savunulacak bir tarafı yok.<br />
Bu yoldan sonuç aldılar. CHP epeydir parti<br />
içi demokrasi kanalları tıkalı olduğu için
44<br />
MART-NİSAN 2012<br />
kendini ya askere, ya devlete, ya statükoya<br />
bir yere yaslıyor. Onunla yaptığı muhalefetin<br />
bir oy karşılığı var o da yüzde 20’ler.<br />
Bu oy oranını artıramıyor. Hal böyle olunca<br />
belki devlet aklı dediğimiz mekanizma<br />
orada da kusur arıyor. Niye yapamıyorlar<br />
diye, bir kısım Ergenekoncu’yu partiye aldılar,<br />
onlar partiyi soldan ulusalcılığa doğru<br />
makas değişikliğine itiyorlar. Baykal’ı götürdüler,<br />
Kemal Bey geldi. Şimdi ondan da<br />
memnun değiller ki, partiye sonradan ithal<br />
edilen kadro Kemal Bey sonrasının mücadelesi<br />
kavgasını yapıyor.<br />
Susurluk sürecinde karanlık ilişkiler ağının üzerine<br />
giden, her geçen gün yeni bir skandalı gün yüzüne<br />
çıkarmaya çalışan bazı medya organlarının<br />
aynı refl eksi Ergenekon soruşturmasında göstermediği<br />
görüldü. Bunun çekingenliğini neye bağlıyorsunuz<br />
Evet, tereddüt oldu. Kaynaklarla ilgili bir<br />
sorun o. Bir de kabul edelim, savcılar ve<br />
Emniyet İstihbarat’ın tercihi iktidara yakın<br />
gazetelerdi. Bakın bu olaylar Susurluk’ta da<br />
Ergenekon’da da, şikede de bütün bu malzemeyi<br />
gazetecinin ya da yazı işlerinin görevi<br />
olduğu gibi, sunulduğu gibi aktarmak<br />
değildir. Onunla ilgili meslekî bir elek, süzgeç<br />
gerekiyor. Şimdi bunu yapacak gazetelere<br />
malzeme gitmedi. Malzeme akışı, ifadelerin<br />
sızması falan daha çok iktidara yakın<br />
gazeteler üzerinden gitti. Dolayısıyla<br />
merkez medya dediğimiz Milliyet’in de<br />
içinde bulunduğu, ki Milliyet yine de Ergenekon<br />
ile ilgili çok haber verdi. Ama tereddüt<br />
ve mesafenin nedeninde bilgilere<br />
birinci elden sahip olamama ya da olduktan<br />
sonra analiz etme, mercek altına alma<br />
oldu. İfadeler bir yerde çıkıyor. Nokta’da<br />
günlükler çıkıyor, Taraf’ta Balyoz’a dair bir<br />
bavul belge çıkıyor. Tabii o haberleri yapan<br />
muhabirleri ve gazeteleri yadsımıyorum.<br />
Bunların birçoğu da ses getirdi. Islak<br />
imzalı Dursun Çiçek belgesi ortaya çıktığında<br />
herkes reddetti, Başbuğ ‘kâğıt parçası’<br />
olarak niteledi. Sonra bunun gerçek olduğu<br />
Dursun Çiçek tarafından bile itiraf edildi.<br />
Bu tereddütlerin bir kısmı yargı aşamasında<br />
kalktı.<br />
Basılı ve yazılı organların Ergenekon davalarını sulandırma,<br />
sıradanlaştırma çabasına oldu mu<br />
Tabii oldu, onları eleştirmeliyiz. Oldu, karartmalar<br />
oldu, görmeme halleri oldu. Sulandırmalar<br />
oldu. O da metinlerin bir kısmı<br />
da ifadelerdeki gereksiz detaylar yüzünden<br />
oldu. Orada savcıların sorumluluğu<br />
var. Özel hayata ilişkin bir yığın, gereksiz,<br />
davayla ilgisi olmayan ifadelere neden<br />
bu dosyalarda yer verdiler Sonradan bunlar<br />
dava konusu oldu.<br />
Hanefi Avcı’nın Haliç’te Yaşayan Simonlar adlı kitabında<br />
da Hrant Dink suikastını, Danıştay saldırısını<br />
ve Ergenekon davasının sıradanlaştırıldığını,<br />
derin parmağın görmezden gelindiğini ifade etmiştiniz.<br />
Burada dayanaklarınız nedir<br />
300 sayfalık kitap. Neredeyse yarım ya da<br />
birer ikişer paragrafı bunlar, oysa yakın<br />
dönemin en önemli suikastları bunlar.<br />
Biz, devleti suçluyoruz, dönemin kamusal<br />
sorumlularını. Dink davasına bakın,<br />
30 kişi ile ilgili soruşturma istendi ilerleme<br />
olmadı. Üç kişinin üstüne yıkıldı, bir<br />
tanesi de tahliye oldu. Daha ilk günden<br />
‘Bunlar birkaç çocuk, milliyetçi duygularla<br />
cinayeti işledi’ diyen Cerrah’la, bir iki<br />
paragrafla ona yer veren ‘Cinayet çözülmüştür’<br />
diyen Hanefi Avcı’nın aynı noktada<br />
buluşmaları ilginç değil mi Bu devletin<br />
böyle bir koruma mekanizması var.<br />
Kendisi Devrimci Karargâh’tan suçlanıyor<br />
ama Pelitli’deki adamları suçlamıyor.<br />
Nasıl, neden onunla ilgili kuşku belirtmemiştir<br />
Cinayet çözülmüş, neresi çözülmüş<br />
Hrant Dink Davası’nı ilerletmek<br />
istemediler 2-3 kişinin dışında. Jandarma<br />
boyutunu ihmal ettiler. Susurluk’ta<br />
da aynı şey oldu. Orada da polisin üzerine<br />
yıkıldı olay.<br />
Medyanın Ergenekon ayağına ne kadar gidildi<br />
Bir kere Mustafa Balbay’ın konumu<br />
Ankara’da temsilcilik yaptığı dönemle,<br />
başyazar İlhan Selçuk dönemiyle ilgili.<br />
Ankara gazeteciliğinde o ruh hali vardır;<br />
Genelkurmay’a, Başbakanlık’a, cumhurbaşkanına<br />
gidiliyor. Tabii orada birtakım<br />
telkinler var, onlar daha sonra Balbay’la ilgili<br />
darbeye teşebbüs suçlamasına yol açtı.<br />
Balbay’ın günlükleri var, savunması var. Bir<br />
merkezi güç var mı bütün medyayı yönlendiren,<br />
onu bilemeyiz. Böyle bir suçlamayı<br />
ben de yapmak istemem. Ama bakın<br />
İnternet Andıcı ya da Genelkurmay’da internet<br />
üzerinden medya üzerinden, enforme<br />
etme çabalarından söz ediyoruz. O çabalar<br />
sadece gazete haberlerinin kupürlerinin<br />
dolaşıma sokulması mı yoksa birtakım<br />
köşe yazılarının yazarların hedef alınması<br />
mı Onlarla ilgili dezenformasyon yapılması<br />
mı, onu yazanlara e-mail atılması mı<br />
Burada örgütlülük var mı yok mu iyi bakılması<br />
gerekiyor.<br />
Ergenekon soruşturması sürecinde yeni bulguları<br />
sayfalarına taşıyan bazı gazetelere ‘yandaş medya’<br />
yakıştırması yapıldı. Bu tür sınıfl andırmaları<br />
nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Bu, taraf olma halidir. Türkiye’nin kutuplaşması<br />
İslamcı-Cumhuriyetçi ayrımına<br />
dayanıyor. Yüzde 50’ye varan AK Parti’nin<br />
güçlenmesi karşısında kalan yüzde 50’nin<br />
kendini koruma refleksi. KCK’nın içinde<br />
pek çok gazeteci, aydın tutuklandı. Orada<br />
da ciddi sorunlar var. Bunların her biri sorun<br />
ama demokratikleşme iddiasında bir<br />
ülkede keşke bunları geride bıraksak. Ama<br />
bunların her biri siyasî çatışmanın aracı ve<br />
tarafı haline geliyor.<br />
28 Şubat, medya gruplarının da markaja alındığı<br />
bir dönemdi. Bu dönemde aklınızda kalan bir iz ya<br />
da hatıra var mı<br />
Keşke, 28 Şubat kararlarında Erbakan ilk<br />
andan tepki gösterse, istifa etseydi. O zaman<br />
gelişmeler daha farklı olurdu. Haziran<br />
ayında iktidarın istifaya zorlandığı dönemde<br />
çok doğru bir şey yaptık. O zaman<br />
Yasemin Çongar, Washington temsilcimizdi.<br />
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı<br />
Madeleine Albright’ın askerlere yönelik<br />
‘Anayasa dışına çıkmayın’ uyarısını manşet<br />
yaptık. Hürriyet ve Sabah’a baktığınızda<br />
darbeye karşı çıkan tek gazeteydik. O<br />
manşete, 28 Şubat kadrosu generaller çok<br />
büyük tepki gösterdi. ‘Oraya 2 general<br />
gönderelim mi’ lafları ortada dolaştı, maalesef<br />
üzerimizde birtakım baskılar oluştu.<br />
Sabah ve Hürriyet, andıçlarla pek çok<br />
yanlış işler yaparken, kendi gazetecilerini<br />
işten çıkarırken biz birçok başka olaylar<br />
sebebiyle askerin tepkisine yol açan<br />
11 arkadaşımızı koruduk. Kimsenin burnunu<br />
kanatmadık. Ben, Milliyet’i 28 Şubat<br />
çizgisinin dışında görüyorum. 28 Şubat<br />
medyası diye genelleme yapılıyor bu<br />
çok büyük haksızlık, Milliyet darbeye çanak<br />
tutmadı. Karşı çıktık. Gazete koleksiyonları<br />
duruyor. Kirli malzeme kullanmadık.<br />
Kimseyi hedef göstermedik. Akın<br />
Birdal suikastı gibi kanlı tuzaklara düşmedik.<br />
Akın Birdal vurulduğunda hastane<br />
odasına ilk giden Milliyet yazarı Yavuz<br />
Donat'tı. Suikastı manşetten lanetledik.<br />
Fasa fiso denilen dönemde Susurluk'un<br />
üzerine gittik. Milliyet'in 28 Şubat'taki yayın<br />
yönetmeni olarak yaptığım gazetenin<br />
arkasındayım.<br />
Kimsenin dokunulmazlığı yok. 28 Şubat<br />
da yargılanmalı.
46<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Dijital fotoğraf makinesi çıktı,<br />
hamallık bitti<br />
Spor foto<br />
muhabirleri Celal<br />
Demirbilek, Vedat<br />
Danacı ve<br />
Mahmut Burak<br />
Bürkük fotoğraf<br />
makinesi,<br />
deklanşör ve<br />
vizörün<br />
arkasından<br />
gördüklerini,<br />
manuelden dijitale<br />
geçişi ve bu<br />
süreçte<br />
yaşadıklarını<br />
anlattılar.<br />
Ö<br />
AHMET TEKİN<br />
zellikle de Türkiye’de 50’li 60’lı yıllarda<br />
gazetecilik yapmak, hele hele de foto<br />
muhabirliği yapmak her babayiğidin<br />
harcı değildi. Bu zorluklar sayfaların renklenmesiyle<br />
tamamen imkânsızlaşmıştı. Bir kulübün<br />
ya da milli takımın Avrupa maçı için yapılacak<br />
3 günlük seyahete giden bir foto muhabirini<br />
görenler sanki aylarca sürecek bir tatile çıktığını<br />
sanardı. O dönemde yazılı basının olmazsa olmazı,<br />
şimdilerde ise yayıncı kuruluşa milyonlarca<br />
Euro verip görüntü almaya cesaret edemeyen<br />
televizyon ekranlarını süsleyen fotoğraf karelerinden<br />
ve onun mimarlarından bahsediyorum.<br />
Dijital fotoğraf makineleri çıkmadan önce,<br />
bir foto muhabiri -ki o zaman onlara fotoğraf<br />
sanatçısı deniyordu, şimdi ise sadece foto diyorlar-<br />
seyahat için fotoğraf makinesi, objektif<br />
ve giyeceği kıyafet valizinin yanında renkli<br />
film banyo çantası ve telefoto çantasını da taşımak<br />
zorundaydı. Görenlerin fotoğraf sanatçısı<br />
mı, yoksa valiz taşıyan bir hamal mı olduğunu<br />
kestiremediği bu fotoğraf sanatçıları<br />
artık kendilerine ‘foto’ denmesinden rahatsız<br />
olsalar da dijitale geçtikleri için hamallıktan<br />
kurtulmanın keyfini yaşıyorlar.<br />
Tabii bu iş kolay olmadı. Hele bizim gibi yeniliklere<br />
kapalı bir toplumda bu daha da zordu.<br />
Dijitale geçen ilk kurum Türkiye gazetesi spor<br />
servisi idi. Hemen ardından ise Zaman Gazetesi<br />
Spor Servisi bu işe soyundu. Kale arkalarında<br />
digital makinelerle çalışan Ahmet Bilici ve Mahmut<br />
Bürkük, diğer foto muhabirlerinin tacizine<br />
uğruyorlardı. Bu iş tutmaz, dianın yerini kalite<br />
olarak dijital makinalar tutmaz dediler ama, kaliteden<br />
çok hız önemli olduğu için digital önemliydi.<br />
Bugün 'dijital tutmaz' diyen o zamanın duayenleri<br />
Atalay Kayaoğlu, Yaşar Saygı, İlyas Namoğlu<br />
gibi fotoğraf sanatçıları şimdi digitalin gerekliliğinden<br />
bahsedip, zamanında çok hamallık<br />
yaptıklarını anlatıyorlar.<br />
Foto muhabirliğinin dününde de, bugününde<br />
de ter döken, gelişmeyi birebir yaşayan<br />
3 önemli isim, Celal Demirbilek, Vedat Danacı<br />
ve Mahmut Burak Bürkük ile bu gelişmeleri konuştuk.<br />
Demirbilek, Danacı ve Bürkük, fotoğraf<br />
makinesi, deklanşör ve vizörün arkasından gördüklerini,<br />
manuelden, dijitale geçişi ve bu süreçte<br />
yaşadıklarını anlattılar.<br />
İşte 3 duayenin, manuelden dijitale geçişi,
MART-NİSAN 2012<br />
47<br />
yaşadıkları ilginç hatıralar ve kendileriyle<br />
ilgili gelişmelerin detayı…<br />
CELAL DEMİRBİLEK: AMATÖRLERDE<br />
FOTO MUHABİRİ OLMAK VE MANŞET ÇI-<br />
KARMAK KOLAY DEĞİL<br />
Gazetecilikte görünmez kahramanlardan<br />
biri de amatör branşların<br />
peşinde koşan, çalıştığı gazetede<br />
kolay kolay manşet olmayacak<br />
branşlardan haber çıkarmaya çalışan<br />
emekçilerdir. Bu emekçilerden<br />
biri de nadiren futbol maçlarına<br />
giden, ama voleybol, boks, güreş,<br />
halter, atletizm ve Uzakdoğu<br />
sporlarını hem de Hürriyet gibi bir<br />
gazetenin sık sık manşetine taşıyan<br />
Celal Demirbilek. Yılların tecrübesi<br />
Celal Demirbilek, günümüz<br />
kuşağının foto muhabirlerini çok<br />
şanslı bulurken, kendi dönemlerinde<br />
çok büyük sıkıntılar yaşadıklarını<br />
anlattı.<br />
Yeni dönem foto muhabirleri ile<br />
kendisinin ilk yıllarını kıyaslayan<br />
Demirbilek, "Bizim 1960’lı dönemin<br />
foto muhabirliği ile yeni jenerasyon<br />
arasında teknik açıdan elbette<br />
kıyaslanamayacak kadar çok<br />
büyük farklar var. Dijital ortamda<br />
yetişen foto muhabiri arkadaşlarımızı<br />
çok şanslı görüyorum. O<br />
dönemler yurtdışı seyahatlerimize<br />
dört çanta (zati eşyalarımız, fotoğraf<br />
makinesi-objektif, film banyo<br />
araçlarının bulunduğu çantalar<br />
ile telefoto cihazları) ile giderdik.<br />
Hatta çoğu kez gittiğimiz yerlerde<br />
su kovası bulamama riskini<br />
göz önünde tutarak kovamızı bile<br />
götürdüğümüz olurdu. Elimizde<br />
kovaları gören yerli-yabancı turistler<br />
garip garip bakar, hatta içlerinden<br />
laf atanlar da olurdu. “çamaşırlarınızı<br />
mı yıkayacaksınız Banyo<br />
için mi götürüyorsunuz” sorularına<br />
muhatap da olurduk. Batı<br />
Avrupa ülkelerindeki organizasyonlarda<br />
akşam seansı fotoğraflarını<br />
baskıya yetiştirme konusunda<br />
büyük stres yaşardık. Isıttığımız<br />
suyun 1 derece farkının bile filmleri<br />
bozacağı düşünülürse bu stresin<br />
ne denli olduğu apaçık ortadadır.<br />
Yıkadığımız filmlerin kurutulması,<br />
daha önceki yıllarda fotoğraf<br />
kartına bastırılıp geçilmesi sırasında<br />
sık sık atılan çizgiler nedeniyle<br />
renklerin tekrarlanması zamanlama<br />
açısından en büyük sorun teşkil<br />
ediyordu. Karta bastırma tekniğinden<br />
bir sonraki li-faks tekniği<br />
işimizin yoğunluğunu azaltmasını<br />
gerektirirken işlemler maalesef<br />
daha da uzuyordu.<br />
İşte böylesine bir çalışma ortamından<br />
sonra geçilen dijital foto<br />
muhabirliği dönemi hem taşıdığımız<br />
eşyaların kilosunu düşürdü,<br />
hem serilik hem de zamana karşı<br />
yarışta büyük avantajlar sağladı.’’<br />
yorumunda bulundu.<br />
Demirbilek, gazetecilik yaşamında<br />
ilginç olaylara da şahitlik<br />
etmiş. İlk yıllardaki fotoğrafların<br />
gazetelere yetiştirilmesinde yaşadıklarını<br />
anlatırken ilginç anılarını<br />
sormamız üzerine ise, "Olmaz<br />
mı Öyle olaylar yaşadık ki; örneğin<br />
bir olimpiyat ya da Akdeniz<br />
oyunlarının bilhassa açılış törenlerinde<br />
o kadar çok makara film yıkıyorduk<br />
ki, bu işlem sabaha kadar<br />
sürüyordu. Bir yandan filmlerin<br />
kurutulması, öbür yandan fotoğrafların<br />
geçilmesi saatler alıyordu.<br />
Polonya’da yapılan bir Avrupa<br />
Güreş Şampiyonası’nda filmlerimi<br />
yıkayıp fotoğraflarımı geçmek<br />
için bir karanlık oda talebim<br />
olmuştu. Organizasyon yetkilileri,<br />
içinde lavabosı olan bir odaları olmadığı<br />
için bana bir tuvaleti gösterip<br />
içine de bir masa koymuşlardı.<br />
Şampiyona sırasında çalışırken<br />
bir kez tuvaletin kapısını kilitlemeyi<br />
unutmuştum. İçeri insanlar girip<br />
tuvaleti kullanmaya başladılar.<br />
Çıkarken de bozuk 'Zloti’leri masaya<br />
bırakıyorlardı. İçlerinden biri<br />
kâğıt 'Zloti’yi masaya koymuş, bağırmaya<br />
başladı. Bir ara da omuzuma<br />
dokunup paranın üstünü istedi.<br />
Meğerse tuvalete giren o kişi<br />
beni tuvaletçi zannedip paranın<br />
üstünü istiyormuş.'' derken çalışma<br />
ortamlarının da her zaman iyi<br />
olmadığına vurgu yaptı.<br />
Dijital fotoğrafçılığın etkileri,<br />
olumlu olumsuz yönleri ile ilgili<br />
sorulara cevap verirken, yaşanan<br />
olaylar ve uyum sıkıntısını da<br />
anlatan Celal Demirbilek, makara<br />
film dünyasından, digital ortama<br />
geçişte uyumun bir aylık bir<br />
zaman diliminde gerçekleştiğini<br />
Celal Demirbilek
48<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Vedat Danacı<br />
söyledi. Hem dijital fotoğraf makineleri<br />
hem de bilgisayar ortamına geçişte zorluklar<br />
yaşamadığını anlatan Demirbilek, çok<br />
rahatladıkları vurgusunu da yaparak şunları<br />
söyledi:<br />
"Eski sisteme göre görevim yüzde 90<br />
rahatlamıştı. Elbette olumlu olduğu kadar<br />
olumsuz yönleri de vardı. Yılların foto<br />
muhabiri de olsanız, çektiğiniz filmlerin<br />
nasıl çıkacağı stresini üzerinizden atmanız<br />
mümkün değildi. Dijital fotoğrafçılıkta<br />
bu sorun sıfır idi. Açık mı geldi, sil, bir daha<br />
çek. Renkler oturmadı mı Photoshopda<br />
dilediğin gibi oyna. Fotoğrafa ters takla<br />
bile attır. Film dünyasına alışık bizler dijitalin<br />
oynamalarını önceleri çok yadırgadık.<br />
Bir kere film dünyasının doğallığını, saflığını<br />
hissedemiyorsunuz. Karta yansıttığınızda<br />
bire bir doğallığı yakalayamıyorsunuz.<br />
Dijital makinelerden çıkan fotoğrafların<br />
renk ayrımlarının daha sert olduğu<br />
da bir gerçek. Bir futbol maçında topun fileleri<br />
havalandırması fotoğraf karesine temaşa<br />
verirdi. Şimdi gol oldu, top yok mu<br />
Problem de yok. Topu alın, istediğiniz yere<br />
koyun. Bir gazeteci olarak dijital ortamdan<br />
çok mutluyum. İşim kolaylandı, süratim<br />
arttı, ağırlık taşımaktan bel fıtığımın ağrıları<br />
azaldı. Film fotoğrafçılığı mı, dijital fotoğrafçılık<br />
mı tartışma götürür ama ben yine<br />
de film dünyasındaki o çektiğim fotoğrafları<br />
şimdi özlüyorum."<br />
Demirbilek, dia ve negatif olarak çalıştıkları<br />
dönemdeki kaliteye şu anda ulaşabildiklerini<br />
sanmadığını da anlatırken,<br />
teknolojinin üst seviyeye çıktığı bir dönemde<br />
dia ve negatif film kalitesine ulaşabildiğini<br />
sanmadığını ifade ederek, "O<br />
dönemin fotoğraf kartı üzerine düşen ayrı<br />
bir doğallığı vardı diye düşünüyorum.’’<br />
dedi.<br />
"Foto muhabirleri olarak gerekli saygıyı<br />
görüyor musunuz Fotoğrafçı diye hitap<br />
edilmesinden rahatsız mısınız" sorusu<br />
ise Celal Demirbilek’in derinden bir<br />
iç çekmesine neden oldu. Demirbilek,<br />
bu sorumuza da bir örnekle cevap verdi,<br />
şunları söyledi:<br />
"Bir genç muhabir arkadaşıma ‘Kulüp<br />
muhabirliği yapıyorsun. Her zaman<br />
yanında bir foto muhabiri bulunmayabilir.<br />
En azından küçük bir fotoğraf makinası<br />
al, yanında olsun. Ani gelişen bir<br />
olay mı oldu çekersin.' dediğimde bana,<br />
“Celal abi. Ben muhabirim. Fotoğraf<br />
makinesi ile gidersem, bana haber vermezler”<br />
demez mi Bu cevap beni şoke<br />
etmişti. Oysa ben bu genç arkadaşıma<br />
“Bak ben de muhabirim. Ancak muhabirliğin<br />
haber yazanı, fotoğraf çekeni olmaz.<br />
Hem istihbaratını kendin yapacaksın,<br />
hem fotoğrafını çekeceksin, hem de<br />
yazacaksın. 1969 yılında işe ilk girişimdeki<br />
kadro mukavelemde muhabir yazılıydı<br />
ama ben daha stajyer dönemimde<br />
elime o günün şartlarına göre mütevazi<br />
bir fotoğraf makinası almıştım. O<br />
gündür bu gündür affedersiniz tuvalete<br />
bile makine ile giriyorum, otellerde baş<br />
ucumda yine makinem ile yatıyorum.<br />
Uzman muhabirim ama fotoğraf ödüllerim<br />
de Allah’a şükür oldukça çok.” cevabını<br />
vermiştim.<br />
VEDAT DANACI: DİJİTALİ KİME VERSEK BİR ŞEY<br />
ÇEKER<br />
Geçmişle günümüz arasında köprü vazifesi<br />
yapan, kuşak çatışmasından ziyade kuşaklar<br />
arasındaki irtibatı güçlendiren usta<br />
bir foto muhabiri olan Vedat Danacı, geçmişte<br />
yaşananların aksine bugün çok rahat<br />
olduklarını söylüyor.<br />
Yeni yetişen foto muhabirleri ile kendinin<br />
ilk yıllarını kıyaslarken avantaj ve dezavantajlardan<br />
bahseden Vedat Danacı,<br />
yeni kuşağın teknolojik açıdan daha avantajlı<br />
gözükseler de, yeteneklerini icra etme<br />
anlamında o kadar şanslı olmadıklarını<br />
söylüyor.<br />
"Eskiden insan unsurunun bu işte makineden<br />
daha önemli olduğunu düşünüyorum.<br />
Şimdi ise tam tersi. Mesleğimizde<br />
eskiden ekonomik olarak belki çok kazanamıyorduk<br />
ama manevi haz çok daha etkiliydi.<br />
Şimdi maddî olarak tatmin olunamadığı<br />
gibi manevî olarak da o haz sağlanmıyor.<br />
Son yıllarda insana yatırım olmuyor.<br />
Kafalardaki düşünce dijital kamerayı<br />
kime versek bir şey çeker, getirir. Böyle<br />
olunca da çok sağlıklı bir şey olduğuna<br />
inanmıyorum. Eskiden büyüklerimizin<br />
düşüncelerinden faydalanıyorduk. Şimdi<br />
ise yeni isimlere yardımcı olacak isimlerin<br />
olduğuna inanmıyorum.’’<br />
İlk yıllardaki fotoğrafların gazete merkezlerine<br />
yetiştirilmesi ile ilgili ilginç anılar<br />
olduğunu belirten Vedat Danacı, geçmişle<br />
günümüzü kıyaslarken ise, "Eskiden<br />
fotoğraf yetiştirme çok zordu. 15 dakikada<br />
gazetelere film kaseti yollanırdı, kuryelerle.<br />
Bir defasında bir arkadaşımız Fenerbahçe<br />
Stadı'ndan filmleri alıp, Cağaloğlu'na<br />
yetiştirecek. Fakat arkadaşımız yanlışlıkla<br />
Kadıköy'den Eminönü vapuruna bineceğine,<br />
Adalar vapurun biniyor. Kaptandan<br />
ricada bulunmasına rağmen olmuyor tabii,<br />
Adalar'a gitmek zorunda kalıyor. Şimdi<br />
düşününce bunlar hayal gibi geliyor yeni<br />
nesil foto muhabirlerine ama hepsi yaşanmış<br />
hikâyeler." yorumunda bulundu.<br />
DİGİTAL SİSTEM, DEĞERİMİZİ DÜŞÜRDÜ<br />
Dijital fotoğrafçılığın etkisine de vurgu yapan<br />
Vedat Danacı, olumlu olumsuz yönlerini<br />
anlatırken de olumsuzluğun daha fazla<br />
olduğunu söylüyor. Vedat Danacı, kesinlikle<br />
olumsuz etkilendiklerini de belirtirken,<br />
"İşimizi kolaylaştırdığı kesin ama<br />
çok gereksiz adam türedi. Ben foto muhabiri<br />
olarak değerimin eskiden çok daha iyi
MART-NİSAN 2012<br />
49<br />
anlaşıldığını düşünüyorum. Eski teknolojide<br />
daha kıymet verilirdi ve ciddi bir rekabet<br />
vardı. Fotoğrafı çekmek, filmi yıkamak,<br />
ağır ve zor çalışan cihazlarla merkeze göndermek<br />
bunların hepsi tek tek ayrı bir yetenek<br />
gerektirirdi. Teknoloji girince bence<br />
çalışanlarda kalite çok düştü. Cefasını çekmeden<br />
sefasını sürmeye başladı yeni nesil.<br />
Türkiye'deki en kolay meslek dalı foto<br />
muhabirliğidir.’’ diyerek, üzüntüsünü dile<br />
getiriyordu.<br />
Dia ve negatif olarak çalıştıkları döneme<br />
oranla kalite olarak daha ileride olduklarını<br />
iddia eden Vedat Danacı, "Kalite olarak çok<br />
daha fazlasına ulaştık. Onu inkar etmek olmaz.<br />
Şu andaki dijitaller çok kaliteli fotoğraflar<br />
çekiyor ama o kalitenin sayfalara yansımasını<br />
göremiyoruz şu anda ne yazık ki."<br />
diyerek yaşadığı sıkıntıyı da dile getirdi. Foto<br />
muhabirleri olarak bugün gerekli saygıyı<br />
görmediklerine de vurgu yapan Vedat Danacı,<br />
"Şu an için gerekli saygıyı gördüğümü<br />
düşünmüyorum. Herhangi bir büyüğümüzün<br />
gelip eline sağlık demesi söz konusuydu<br />
ama şimdi maalesef kimsenin umurunda<br />
değil. Kimin ne çektiğinin kimse farkında<br />
bile değil. Sayfaları yapan çoğu arkadaşımız<br />
maçı seyretmeden, gelen fotoğrafı değerlendiriyor.<br />
Ondan da ne beklersin. Hele<br />
bir de benim ısrarla karşı çıktığım muhabirler<br />
arası bir fotoğraf transferi var ki bu da<br />
bizi tamamen bitiriyor.’’ diyerek, üzüntüsünü<br />
dile getiriyor.<br />
BÜRKÜK: FOTO MUHABİRİ MESLEĞİN HAMALI<br />
Bir diğer konuğumuz ise Zaman’ın içinde<br />
zamanla yarışan bir foto muhabiri; Mahmut<br />
Burak Bürkük. 17 yılı aşkın bir süredir<br />
spor dünyasındaki gelişmeleri fotoğraflayan<br />
ve birçok dalda ödüller alan Bürkük, bu<br />
mesleğe dair yaşadıklarını, sıkıntı ve tespitlerini<br />
bizimle paylaştı.<br />
Meslek yaşamının başında kulüp muhabirliği<br />
görevini de yapan Bürkük, "Mesleğe<br />
ilk başladığımda henüz dijital makineler<br />
yoktu. Ve ne acıdır ki çalıştığım kurumun<br />
fotoğraf arşivi oldukça zayıftı. İdealim<br />
iyi bir gazeteci-yazar olmaktı; gazete<br />
ve dergilerden fotoğraf tarandığını gördüğümde<br />
içim burkuluyordu. İşe Beyazıd<br />
Meydanı'ndaki 2. el pazarından bir fotoğraf<br />
makinesi alarak başladım. Bu alandaki<br />
misyonumu tamamlayıp idealimin peşinde<br />
yol almaya çalışırken, ‘fotoğraf’ bir hastalık<br />
gibi peşime takıldı. Ne ben onu bırakabildim<br />
ne de o beni.’’ derken fotoğrafçılığa<br />
tutkusunu dile getiriyordu.<br />
Mahmut Burak Bürkük<br />
Türkiye'de dijital fotoğrafçılığa ilk geçen<br />
kurumlardan biri olduklarını hatırlatan<br />
Mahmut Burak Bürkük, bu durumun işleri<br />
kolaylaştırmakla birlikte zamanla foto muhabirini<br />
değerden düşürüp teknolojiyi ön<br />
plana çıkardığından duyduğu rahatsızlığı<br />
dile getiriyor.<br />
Bürkük’e göre, foto muhabirini farklı<br />
ve başarılı kılan detay, tecrübe ve beceride<br />
gizliyken şimdilerde bu değerlere makinelerin<br />
yüzde 60 oranında etki ettiğini söylüyor.<br />
‘Digital çıktı mertlik bozuldu.’ diyen<br />
Bürkük, "Eskiden piyasada iyi foto muhabirini<br />
parmakla gösterebilirlerdi. Şimdi<br />
hem sayı fazla hem de fotoğraf artık oltaya<br />
gelen bir balık gibi. Yapılan yatay transferler<br />
ustaları bitirdi. Ertesi gün farklı gazeteleri<br />
alanlar maalesef aynı fotoğrafları turnusol<br />
kâğıdından çıkmış gibi görmek zorunda<br />
bırakılıyor.’’ serzenişinde bulundu.<br />
"Fotoğraf alışverişinin önüne nasıl geçilebilir"<br />
diye sorduğumuzda aldığımız<br />
cevap ilginçti; "Suçlu foto muhabiri değil,<br />
yönetici ve idareciler. Bu konuda çalışanına<br />
yasak getirmediği için önüne geçmek<br />
mümkün değil. Bunun yanında bir de<br />
makinesi olmadan da yaptığı transferlerle<br />
mükemmel! fotoğraf çeken arkadaşlarımız<br />
var. Bunu müdürü bildiği halde başkasından<br />
alınan fotoğrafa makinesi bile olmayan<br />
adamının ismini yazdırabiliyor. Bu, rekabeti<br />
ortadan kaldırdığı gibi fotoğraf alışverişinde<br />
bulunmayıp, ilkeli davranmaya çalışan<br />
meslektaşını da zora sokuyor. Foto muhabirliğinin<br />
en adaletsiz yanlarından biri de<br />
hep sizde olmayana tamah edilmesidir.’’<br />
FOTOĞRAFI EDİTÖR SEÇER, TASARIMCI SUNAR<br />
Tekdüzeliğe rağmen spor ve savaş muhabirliği<br />
gibi alanların tecrübe gerektirdiğini<br />
ancak özellikle spor fotoğraflarının kullanımı<br />
konusunda Türkiye'de ciddi sıkıntılar<br />
bulunduğuna dikkat çeken Mahmut Bürkük,<br />
en önemli sorunun ise fotoğraf editörlüğünün<br />
aktif kullanılmamasını gösteriyor.<br />
Hayatında fotoğraf çekmemiş tasarımcıların<br />
gazeteye girecek kare konusunda söz<br />
sahibi olmasının yanlış olduğuna vurgu yapan<br />
Bürkük, "Fotoğrafın değerini en iyi, çeken<br />
bilir. Önemini ise editör. Türkiye’de ise<br />
maalesef çeken de editör de sayfaya yaklaştırılmadığı<br />
için tercih sayfa tasarımcısının<br />
inisiyatifinde kalıyor.'' siteminde bulunarak<br />
da ilgililere mesaj göndermeyi ihmal<br />
etmiyor.<br />
Gazetecilik mesleğinde en zahmetli dalın<br />
hangisi olduğunu sorduğumuz Bürkük,<br />
hiç tereddütsüz, ‘foto muhabirliği’ diyor.<br />
Nedenini ise şu cümlelerle açıklıyor: "Yükte<br />
ve pahada ağır bir iş yapıyor çünkü. Bir muhabirin<br />
ve kameramanın mesleğe dair mali<br />
harcaması ‘sıfırdır’. Kullandığı bilgisayar<br />
ya da kamera kurumun malıdır ve üzerine<br />
zimmetlenir. Ancak kapsamlı bir foto muhabirinin<br />
çantasında yaklaşık 25 bin dolarlık<br />
malzemesi vardır. Ve bu malzemelerin<br />
ortalama 30 kiloluk ağırlığı olduğu da göz<br />
önüne alınırsa gazeteciliğin hamalı foto muhabirleridir<br />
demek hiç de insafsızlık değildir.<br />
3 yılda bir malzemelerinin yenilenmesi<br />
de hesaba katıldığında bir foto muhabiri<br />
meslek yaşamı boyunca tam maaş alamadan<br />
emekli olmak zorunda kalmaktadır."
50<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Medyaya ‘genç gazeteci’ dopingi<br />
Marmara<br />
Üniversitesi<br />
İletişim Fakültesi<br />
Dekanı Prof. Dr.<br />
Yusuf Devran,<br />
öğrencilere uygulama<br />
merkezlerinin<br />
kapılarını<br />
açıp, öğrencilerin<br />
habercilik anlayışlarının<br />
gelişmesine<br />
katkıda<br />
bulunuyor.<br />
M<br />
SİNAN GÜL<br />
armara Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />
bünyesinde kurulan Marmara Medya<br />
Merkezi (MMM), yayıncılık alanında<br />
eğitimle pratiği buluşturuyor. İnternet<br />
üzerinden yayın yapan merkezde, Marmara<br />
Üniversitesi televizyonu, radyosu, gazetesi<br />
ve ajansı ile hizmet sunuluyor. Sadece<br />
öğrencilerden oluşan 50 kişilik kadrosuyla<br />
ulusal kanalları kıskandıracak yayınlara imza<br />
atan medya merkezinde, öğrenciler okulda<br />
aldıkları teorik bilgileri uygulama atölyelerinde<br />
pratiğe dönüştürüyor.<br />
Üniversiteler, iletişim fakültelerinden<br />
mezun olan öğrencilerin uygulama alanında<br />
yetersiz kalması üzerine 1990’lı yıllarda özelleştirmeleri<br />
müteakip, yerel kamusal yayıncılığa<br />
başladı. Çok sayıda üniversite hızla televizyon<br />
ve radyo kurmak için çalıştı. İletişim<br />
fakültelerinin olmazsa olmazı uygulama birimleri,<br />
öğrencilerin derslerden sonra ikinci<br />
durakları oldu. Marmara Üniversitesi İletişim<br />
Fakültesi’nde de 1993 yılında radyo yayınları<br />
başladı. 2009 yılında televizyon stüdyosu<br />
kuruldu ve internet üzerinden kısa süreli<br />
yayınlarını sürdürdü. Uygulama merkezi<br />
sayesinde öğrenciler, teoriyle pratiği birleştirdi<br />
ve sektöre yaklaştı. Fakat bir süre sonra öğrenciler,<br />
uygulama birimlerindeki yetersizlikler<br />
sebebiyle bu çalışmalardan uzaklaştırıldı.<br />
Son aylarda ise fakültenin uygulama birimi<br />
adeta küllerinden yeniden doğdu. 2011 yılında<br />
uygulama merkezi, MMM halini aldı. Atıl<br />
durumdaki yayın birimleri çok kapsamlı bir<br />
medya merkezine dönüştürüldü. MMM radyo,<br />
televizyon yayınları, haber ajansı, animasyon,<br />
kurgu, tasarım ajansı ve internet haberciliği<br />
birimleri kuruldu. Merkezin tüm kontrolü<br />
de öğrencilere verildi.<br />
İlk yıl İngilizce hazırlık eğitimi alan öğrenciler,<br />
ikinci yılın sonunda teorik eğitimlerini<br />
pratikle birleştirerek sektörde görev alabilmek<br />
için ilk adımı MMM’de atıyor. Tüm<br />
programlarını doktora ve yüksek lisans öğ-
MART-NİSAN 2012<br />
51<br />
PROF. DR. YUSUF DEVRAN<br />
rencilerinin gözetimindeki öğrenciler<br />
yapıyor. Öğrencilerin elinin değmediği<br />
hiçbir görüntü, haber, fotoğraf yayına<br />
konulmuyor. Öğrenciler; kameraman,<br />
muhabir, yönetmen, resim seçici, sesçi,<br />
sunucu, kurgucu, haber spikeri, VTR<br />
(bant görüntüsü) ve KJ (altyazı) operatörü<br />
ile haber editörü gibi görevleri üstleniyor.<br />
Televizyonda çalışan öğrenciler<br />
zamanla yer değiştirebiliyor. Yaşanan<br />
öğrenci sirkülasyonuyla yeni öğrencilerin<br />
uygulama yapmasına imkan veriliyor.<br />
Birçok öğrenci profesyonelliğe adım<br />
atmanın doğası gereği, yaz-bayram tatili<br />
demeden görevlerinin başında ter döküyor.<br />
Yaşıtları tatilin keyfini çıkarırken<br />
buradaki öğrenciler, haber vermenin<br />
ciddiyetiyle işlerini yürütüyor. Tecrübeli<br />
olanlar bir programın yönetmenliğine<br />
soyunuyor, yeni başlayanlar kamera<br />
arkasına geçiyor. Genç yaşta önemli bir<br />
işe imza atmanın coşkusu hepsinin yüzüne<br />
yansıyor. Koordineli ve usta-çırak<br />
ilişkisi içerisinde çalışan genç medyacılar,<br />
adeta amatör ruhla profesyonel bir<br />
çalışma ortaya koyuyor. Haberleri yayına<br />
yetiştirme telaşı kimi zaman strese<br />
dönüşebiliyor. Burada deneyimlilerin<br />
ustalığı devreye giriyor ve sorunlar aşılıyor.<br />
Kayıt başladığında nefesler tutuluyor.<br />
Ürünün mükemmel olması için<br />
herkes özveri gösteriyor.<br />
Öğrencilerin bu koşuşturması göz<br />
önünde olsa da arka planda fakültede<br />
adeta ‘devrim’ yapan İletişim Fakültesi<br />
Dekanı Prof. Dr. Yusuf Devran yer<br />
alıyor. İlk olarak öğrencilere uygulama<br />
merkezlerinin kapılarını açan Devran,<br />
öğrencileri uygulama merkezlerine<br />
teşvik ediyor. Merkezle bizzat ilgilenen<br />
Devran, MMM başkanlığını da kendisi<br />
üstlendi. Yaptığı yeniliklerin başında<br />
sadece bir avuç öğrencinin pratik<br />
yapabildiği habercilik anlayışının yerine,<br />
medya merkezini kurması geliyor.<br />
MMM’ tamamen öğrencilerin kontrolüne<br />
veren Devran, onlardan desteğini<br />
bir an olsun eksik etmiyor.<br />
MMM bünyesinde internet üzerinden<br />
radyo ve televizyon yayınlarının yapıldığını<br />
aktaran Devran, haber, kültür,<br />
eğitim, spor ve müzik programlarının<br />
yer aldığını ifade etti. Televizyonun<br />
bir süre sonra Marmara IP TV üzerinden<br />
yayın yapacağını dile getiren Devran,<br />
“Önümüzdeki günlerde mobil reji aracı<br />
sayesinde, İstanbul’da 15 farklı noktada<br />
yerleşkesi bulunan üniversitemiz bünyesinde<br />
gerçekleştirilecek olan etkinlikleri<br />
canlı yayınlayacağız.” dedi.<br />
MMM’de sektöre ve diğer kurumlara<br />
yönelik yapımlar da gerçekleştirdiklerini<br />
kaydeden Devren, stüdyolarını isteyenlere<br />
açtıklarını, buradan elde edilen<br />
gelirle çalışan öğrencilerin ve kurumun<br />
ihtiyaçlarının karşılanacağını dile getir-
52<br />
MART-NİSAN 2012<br />
di. MMM’de çalışan öğrencilere ayda<br />
220 TL burs verdiklerini kaydeden Devran,<br />
en kısa zamanda medya merkezinde<br />
çalışan öğrencilerin sayısını 150’ye<br />
yükselteceklerini sözlerine ekledi.<br />
PROMPTER CİHAZI DEMİRCİDE YAPTIRILDI<br />
Fakülte tarafından MMM’nin maddi<br />
olarak desteklenmesine rağmen öğrenciler,<br />
tasarruf yapmayı da ihmal etmiyor.<br />
Piyasa değeri 2 bin Euro’nun üzerinde<br />
olan prompter cihazını öğrenciler,<br />
400 TL’ye bir demirciye yaptırdı.<br />
MMM Koordinatörü Yenal Göksun,<br />
demir atölyesinden çıkma promter<br />
cihazının hikâyesini şöyle anlatıyor:<br />
“Haber programı yapmaya karar verdikten<br />
sonra promptersiz olmayacağını<br />
gördük. Cihaz için piyasa araştırması<br />
yaptık. Şirketler yüksek fiyat istedi. Bunu<br />
bir demircide de özel bir tasarım olarak<br />
yaptırabileceğimizi düşündük. Demirciyle<br />
irtibata geçtik. Buraya geldi, ölçülerini<br />
aldı. Bir bilgisayar ekranı verdik.<br />
Ona göre bir format hazırladı. Prompteri<br />
tasarladı ve bize gönderdi. Öğrenciler,<br />
tripoda monte etti. Tripodla dengede<br />
durması için de halter ağırlıklarını<br />
kullandık. Prompter cihazının camı<br />
da 250 Euro’ydu. Biz de uygun bir cam<br />
bulduk, bunu kestirdik ve cihaza monte<br />
ettik. Sonuç olarak aslını aratmayan<br />
bir prompter cihazını öğrenciler kendi<br />
emekleriyle elde etmiş oldu. Fakültenin<br />
vermiş olduğu imkânlarla bu cihazları<br />
rahatlıkla alabilirdik. Bu yaptığımız<br />
tasarruf sayesinde öğrenciler yaptıkları<br />
iş arasında sıkı bir bağ kurdu. İşlerini<br />
daha çok sahiplendiler. Her şeyden önce<br />
prompter cihazı en baştan nasıl yapılır<br />
öğrendiler.”<br />
Uygulama merkezinde çalışan öğrenciler,<br />
adeta Türkiye’nin mozaiğini<br />
yansıtıyor. Ağrı'dan, Uludere’den,<br />
Samsun’dan, İstanbul’dan Diyarbakır’dan,<br />
çok sayıda ilden öğrenciler burada<br />
uyum içerisinde kendilerini yetiştirerek<br />
sektöre hazırlanıyor.<br />
Yüksek lisans öğrencilerinden Sedat<br />
Aygün, lisans döneminde de uygulama<br />
merkezinde çalıştığını hatırlattı. Önceden<br />
malzemeleri kullanma imkânı dahi<br />
verilmediğini aktaran Aygün, “Stüdyoda<br />
ışık, yaka mikrofonu, kamera yok<br />
deniliyordu. Biz hiç malzemeyi görmedik.<br />
MMM, açılmasıyla beraber bunlara<br />
ulaşabilme imkanı sağlandı. Stüdyoda<br />
kameraları bu yıl kullanmaya başladım.<br />
Daha önce kullanamıyordum.” diye<br />
konuştu.<br />
Öğrencilerden Seval Ayran, uygulama<br />
merkezinde televizyon biriminde<br />
çalıştığını, televizyon haberlerini hazırlayıp<br />
sunuculuk yaptığını söyledi. Mezun<br />
olduğunda televizyonda sunuculuk<br />
yapmak istediğini kaydeden Ayran,<br />
“Hedefime ulaşmak için tüm aşamalarda<br />
uzmanlaşmak için çalışıyorum. Uygulama<br />
biriminde televizyon haberinin<br />
en başından yayına hazır hale gelene<br />
kadar nasıl hazırlandığını öğrendim.<br />
Sunuculuk yaparak deneyim kazanıyorum.<br />
Burada öğrendiklerimi mesleğe<br />
hazırlıkta yeterli görüyorum. Başka<br />
bir yerde staj yapmış olsaydım bu kadar<br />
uygulama imkanı bulamayacaktım.”<br />
ifadesini kullandı.<br />
Yaşar Furkan Türkyurt da uygulama<br />
biriminde kamera bölümünde çalıştığını<br />
ifade etti. Görüntü yönetmeni olmayı<br />
hedeflediğini kaydeden Türkyurt, kameramanlığın<br />
bunun için iyi bir başlangıç<br />
olduğunu kaydetti. Alanında daha<br />
da uzmanlaşmak istediğini dile getiren<br />
Türkyurt, Marmara Medya Merkezi uygulama<br />
birimlerinde çalışarak iş hayatına<br />
hazırlık adına önemli deneyim elde<br />
ettiğini sözlerine ekledi.<br />
Mecit Oyar ise henüz ikinci sınıfta olduğunu,<br />
Marmara İletişim Fakültesi’ni,<br />
ideallerine ulaşmak için en iyi üniversite<br />
olarak gördüğü için seçtiğini aktardı.<br />
Uygulama merkezinde internet haberciliği<br />
alanında çalıştığını kaydeden<br />
Oyar sözlerini şöyle tamamladı: “Uygulama<br />
birimleri okulda birçok dersimizin<br />
uygulanabilmesine olanak vermektedir.<br />
Yani öğrendiğimiz bazı bilgileri okulda<br />
uygulama fırsatı yakaladığımız için daha<br />
önceki öğrencilere nazaran şanslı olduğumu<br />
düşünüyorum. Tüm alanlarda<br />
kendimi yetiştirmek için çalışıyorum.<br />
Bunun için reji, radyo, stüdyo, kamera<br />
ve stüdyo yönetmenliği gibi bölümlerde<br />
çalıştım. Burada öğrendiğim bilgiler<br />
başlangıç için iyi bir fırsat ancak ileriki<br />
uzmanlığımız için daha çok çaba ve<br />
emek gerektiğini düşünüyorum. Edindiğim<br />
bilgiler sayesinde medya sektöründe<br />
adaptasyon sorunu yaşamayacağımı<br />
düşünüyorum.”
54<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Türkiye’nin tanıtımını Rusça<br />
yapıyor ama gereken ilgiyi göremiyor<br />
Türkiye'nin kültürünü, tarihini, turizmini, ekonomisini<br />
ve Rusça konuşan ülkelerin Türkiye ile<br />
olan ilişkilerini Rusça olarak yazan gazete, okuyucuya<br />
haftalık olarak ulaşıyor.<br />
T<br />
İLHAN BASMACI<br />
ürkiye’deki haberleri Türkiye’de yaşayan<br />
ve tatil amaçlı Türkiye’ye gelen<br />
Ruslarla birlikte Rusça konuşan ülkelerin<br />
vatandaşlarına hem Türkiye’yi tanıtmak<br />
hem de Türkiye’deki gelişmeler hakkında bilgi<br />
vermek için yola çıkan Rusça Vesti Turtsii<br />
Bosfor (Türkiye Haber-Boğaz) gazetesi 5. yaşını<br />
doldurdu.<br />
Türkiye'nin kültürünü, tarihini, turizmini,<br />
ekonomisini ve Rusça konuşan ülkelerin<br />
Türkiye ile olan ilişkilerini Rusça olarak yazan<br />
gazete, okuyucuya haftalık olarak ulaşıyor.<br />
Yazın 16 bin, kışın ise 13 bin basılan gazete<br />
Türkiye genelindeki tüm bayilerle birlikte<br />
THY, Kazak, Rus, Azeri, Özbek havayolları,<br />
oteller ve abonelik yöntemiyle okuyucuyla<br />
buluşuyor. 8 kişilik bir ekip tarafından hazırlanan<br />
gazetenin başında 10 yıla yakın süre Rusya'da<br />
yaşayan ve Rusya Krasnoyarsk Devlet<br />
Üniversitesi’nde hem hocalık hem de master<br />
yapan Talha Balık bulunuyor.<br />
Bosfor Genel Yayın Yönetmeni Talha Balık,<br />
Rusya–Türkiye arasında yaptığı seyahatlerde<br />
Türkiye’yi her şeyiyle Rusça anlatan bir<br />
gazetenin eksikliğini gördüğünü, özellikle<br />
Antalya’da Rus gazetelerinin önemli satış<br />
rakamlarına ulaştığını öğrendiğini söyledi.<br />
2004 yılında dönemin Dışişleri Bakanı<br />
Abdullah Gül’le birlikte Rus ve Türk gazetecilerle<br />
görüşerek Rusça gazete konusunda<br />
fikir alışverişinde bulunduklarını anlatan<br />
Talha Balık, “Bugün başta Rusya olmak<br />
üzere Ukrayna, Belarus, Azerbaycan,<br />
Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Gürcistan,<br />
Letonya ve Estonya gibi eski BDT<br />
ülkelerinden 5 milyon kişi tatil ya da ticaret<br />
için Türkiye’ye geliyor. Bunun haricinde<br />
Türkiye’de ikamet eden Rusça bilen<br />
en az 250 bin kişi mevcut. Antalya’da evlilik<br />
ya da başka yöntemlerle daimi ikamet hakkı<br />
kazanmış 50 bin Rus, Ukraynalı, Kazak ve<br />
Azeri mevcut. Ankara’da 30 bin, İstanbul’da<br />
ise yine 50 bin çalışan, öğrenci, diplomat ya<br />
da işadamı mevcut. Bilinenin aksine eski BDT<br />
ülkeleri ve Türk cumhuriyetlerinin birçoğunda<br />
Rusça halen resmi dil konumunda. Rusça<br />
Kırgızistan’da resmi dil, Kazakistan’da ise<br />
2. resmi dil konumunda. Tüm dünyada ise
MART-NİSAN 2012<br />
55<br />
500 milyona yakın Rusça konuşan insan<br />
mevcut.” dedi.<br />
Türkiye’yi tanıtan, Türkiye’deki haber<br />
ve gelişmeleri yayımlayan ilk ve tek<br />
Rusça gazete olduklarını anlatan Talha<br />
Balık, bu nedenle önemli bir boşluğu<br />
doldurduklarına inandıklarını kaydetti.<br />
Balık, “Biz okuyucumuza yüzde 100 Türkiye<br />
ile ilgili haber veriyoruz. Türkiye’yi<br />
ilgilendirmediği müddetçe Rusya’dan,<br />
Ukrayna’dan, Kazakistan’dan haber<br />
yapmıyoruz. Gazetemiz 5 ülkenin uçağında<br />
dağıtıldığı için insanlar Türkiye’ye<br />
gelmeden Türkiye ile ilgili bilgi sahibi olma<br />
fırsatı yakalıyorlar. Ayrıca Türkiye’de<br />
başına bir problem gelen ilk önce bizi<br />
arıyor. Konsolosluklarla diyaloğumuz<br />
olduğu için sorununu çözdüğümüz epey<br />
insan oldu. Ayrıca bilinenin aksine bu ülkelerdeki<br />
insanlar Türkiye ile bir şekilde<br />
ilgili. Mesela Kurtlar Vadisi Türki Cumhuriyetlerinde<br />
televizyonlardan yayınlandığı<br />
için Polat Alemdar Türki cumhuriyetlerinde<br />
çok seviliyor. Gazetenin<br />
www.vesti-turkey.com adlı internet sitesinde<br />
en fazla ‘tık’ı da Polat Alemdar haberleri<br />
alıyor.” şeklinde konuştu.<br />
Rusların Avrupalı görüntülerine rağmen<br />
yaşantı olarak Asyalı olduğunu, bu<br />
nedenle de her Rus vatandaşının hayatlarında<br />
mutlaka görmek istediği ülkelerin<br />
ilk sırasında Türkiye’nin geldiğini<br />
savunan Talha Balık şu bilgileri verdi:<br />
“Ruslar Türkleri aile yapısıyla, babanın<br />
çocuğa ve eşine verdiği değerle diğer<br />
milletlerden farklı buluyor ve kendilerine<br />
daha yakın görüyorlar. Yemek kültürü<br />
ve yaşantısıyla da Türkiye’deki hayat<br />
standartlarını çok beğeniyor seviyorlar.<br />
SSCB’nin dağıldığı 1990’lı yıllardan sonra<br />
Türkiye ile Rusya arasında ticari ilişkiler<br />
çok hızlı gelişti. Bugün 3 bini aşkın<br />
Türk firmasının Rusya’da 15 milyar dolarlık<br />
yatırımı bulunuyor ve 50 bin insanımız<br />
bu ülke de çalışıyor. İnsanlar ve<br />
kültürler birbirini tanıdıkça ilgi daha da<br />
artıyor. 1990 yılından beri Türkiye’yi gelen<br />
Rus vatandaşının sayısı 50 milyonu<br />
aşıyor. Rusya’nın nüfusunun 143 milyon<br />
olduğu dikkate alınırsa bu net olarak<br />
görülebilir.”<br />
Her iki ülke arasında gelişen ticari<br />
ve kültürel ilişkilere rağmen Rus medyasının<br />
Türkiye’ye karşı olumsuz bir tavır<br />
takındığını, Rus vatandaşlarını ilgilendiren<br />
olumsuz haberlerin Rus medyasında<br />
yer bulduğunu anlatan Talha<br />
Balık, geçen yıl yaşanan sahte içki meselesinin<br />
Rus medyasında çok büyütüldüğünü<br />
ifade ederek şöyle konuştu:<br />
“Rusların en önemli gazetelerinden<br />
biri olan Komsomolskaya Pravda<br />
gazetesi beni aradı ve sahte içki meselesiyle<br />
ilgili düşüncelerimi sordu. Ben<br />
de Rusların kendi ülkelerinde içkinin<br />
en kalitelisini diledikleri kadar içebildiklerini<br />
ama Türkiye’ye geldiklerinde<br />
içki yerine çay içmelerini, denize<br />
girmelerini ve bu ülkenin güzelliklerini<br />
gezip görmelerini tavsiye ettim.<br />
'Türk gazeteci Türkiye’de içki yerine<br />
çay için dedi' diye haber yaptılar. Başbakan<br />
Erdoğan’ın Rusya gezisinde de,<br />
yine bazı Rus gazeteleri Erdoğan’ın fotoğrafını<br />
Medyedev’le birlikte basmak<br />
yerine sadece Medvedev’in Başbakan’ı<br />
beklerkenki dev fotoğrafını sayfaya taşıyarak<br />
altına, Medvedev, Başbakan<br />
Erdoğan’ı beklerken diye yazmayı tercih<br />
ettiler. Yani Başbakan Erdoğan’ın<br />
fotoğrafını gazeteye basmaya dahi tahammülleri<br />
yok. Bazı Rus aydınların ve<br />
gazetecilerin, Türkiye’nin kardeş Türki<br />
Cumhuriyetler’deki etkinliğinin artmasından<br />
rahatsız. Ama Rus halkının böyle<br />
bir endişesi pek yok.”<br />
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’le dışişleri<br />
bakanlığı döneminde görüştüklerini,<br />
gazeteyi anlattığını ve destek istediklerini<br />
söyleyen Talha Balık, “İlk görüşmemizde<br />
birkaç sayı çıkarın bakalım<br />
demişti. İkincisinde de, çok ilgilenmesine<br />
rağmen yoğunluklarından herhalde<br />
bir cevap alamadık. Kültür ve Turizm<br />
Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü,<br />
Tanıtma Fonu tanıtım projelerimizi<br />
maalesef kabul etmediler. 5 yıldır kendi<br />
yağımızla kavrulan bir gazeteyiz. Turizm<br />
sektöründen Rixos, Tez Tour, tekstil<br />
sektöründen Colin's ve diğer bazı firmalar<br />
reklam vererek uzunca bir süre biz<br />
destekledi. Turkuvaz Grubu ise neredeyse<br />
para almadan gazetemizin dağıtımını<br />
yapıyor. Türkiye’yi Ruslara ve Rusça bilen<br />
ülkelere Rusça anlatan bir gazete olmamıza<br />
rağmen destek bulamadık. Rusya<br />
ve Rus diline olan hakimiyetmiz, bilgi<br />
ve tecrübelerimizle ülkemizin tanıtımına<br />
katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Biz<br />
bu işin pazarlama ayağını çözebilmiş olsaydık,<br />
devlet büyüklerimizin, ülkemizin<br />
mesajını Kremlin’e, Moskova’ya ve diğer<br />
başkentlere direkt iletebilen bir gazete<br />
olabilirdik.”diye konuştu.
56<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Rus medyasından, <strong>Cihan</strong><br />
Haber Ajansı işbirliğine övgü<br />
<strong>Cihan</strong> Haber<br />
Ajansı’nın<br />
katkılarından<br />
dolayı teşekkür<br />
eden Rus<br />
medyası, gelecekte<br />
işbirliğini<br />
daha da<br />
geliştirmek istiyor.<br />
S<br />
iyaset, turizm, ekonomi ve kültür<br />
alanında tarihin hiçbir döneminde<br />
olmadığı kadar iyi ilişkilerin<br />
geliştiği Rusya ve Türkiye arasında<br />
medya alanında <strong>Cihan</strong> Haber Ajansı<br />
köprü olmaya devam ediyor. 2006’dan<br />
bu yana Moskova’da faaliyetlerini sürdüren<br />
Moskova bürosu ile Rusya gündemini<br />
Türkiye’ye taşıyan <strong>Cihan</strong>,<br />
Rus medyası ile sağladığı<br />
ortaklıklar aracılığı ile<br />
de Türkiye’nin doğru algılanmasına<br />
katkı sağlıyor.<br />
Rusya’nın en büyük devlet<br />
ajansı Ria Novosti, en çok satan gazetelerinden<br />
Moskovski Komsomolets, uluslararası<br />
yayın yapan devlet televizyonu<br />
Russia Today’le ortak çalışmalar yürüten<br />
<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı, Rusça konuşulan<br />
dünyaya Türkiye’de yaşanan gelişmeleri<br />
Rusça olarak güvenilir ve hızlı bir şekilde<br />
aktarıyor.<br />
Arap Baharı ile birlikte başlayan<br />
Ortadoğu’da yaşanan değişim, İran nükleer<br />
sorunu, Suriye meselesi, Avrupa<br />
ekonomik krizi gibi çevrede yaşanan onlarca<br />
gelişmenin yanı sıra Türkiye’nin<br />
hızla büyüyen ekonomik yapısı, artan<br />
bölgesel gücü ve uluslararası<br />
alanda sorun çözücü ülke<br />
konumuna yükselmesi<br />
Moskova’dan ilgiyle izleniyor.<br />
Türkiye’yi okumada<br />
<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı’nın katkılarından<br />
dolayı teşekkür eden Rus medyası,<br />
gelecekte işbirliğini daha da geliştirmek<br />
istiyor.<br />
Moskovski Komsomolets gazetesi<br />
Dış Haberler Editörü Andrey Yaşlavskiy,<br />
Türkiye ve bölgede yaşanan geliş-
MART-NİSAN 2012<br />
57<br />
meleri anlamada her zaman <strong>Cihan</strong><br />
Haber Ajansı Moskova bürosundan<br />
yararlandıklarını söyledi. Ajansa çalışmalarından<br />
dolayı teşekkür eden<br />
Yaşlavskiy, “Türkiye Cumhurbaşkanı<br />
Abdullah Gül’den Rusya’nın Yaroslavl<br />
kentine ziyareti öncesi <strong>Cihan</strong><br />
Haber Ajansı aracılığı ile özel röportaj<br />
alma imkânı bulduk. Bu makale hem<br />
gazetemizin ana sayfasında hem de<br />
diğer dünya versiyonlarında yayımlandı.<br />
<strong>Cihan</strong> Moskova bürosu işbirliği<br />
ile ortak haber portalı (www.mkturkey.ru)<br />
yayında. Türkiye gündemi<br />
ile yoğun, hızlı ve güvenilir haberlerin<br />
yer aldığı bir haber portalı olması<br />
hasebiyle alanında bir ilk olma özelliği<br />
taşıyor. Bu portalın Rus-Türk ilişkilerinin<br />
gelişimine çok önemli katkı<br />
sağladığını düşünüyorum.” dedi.<br />
<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı Moskova<br />
bürosundan her zaman Türkiye ile<br />
ilgili haberleri değerlendirme, analiz<br />
paylaşımı ve diğer alanlarda işbirliği<br />
içinde olduklarını kaydeden Yaşlavskiy,<br />
“<strong>Cihan</strong> çalışanları dış haberler<br />
servisine Türkiye gündemi, iç ve dış<br />
politika konularında önemli katkıda<br />
bulunuyor. Meslektaşlarımız aktüel<br />
meselelerde konunun uzmanlarından<br />
yorum almamız için yardımcı<br />
oluyor. Kendilerine teşekkür ediyoruz.”<br />
şeklinde konuştu.<br />
Görüntü, fotoğraf, analiz ve haber<br />
paylaşımı yapan <strong>Cihan</strong> Haber<br />
Ajansı’nın Rusya ortağı Ria Novosti<br />
de işbirliğinden memnun. Ria Novosti<br />
İcra Müdürü Pavel Andreev,<br />
<strong>Cihan</strong> Haber Ajansı ile gelişen ortaklığa<br />
çok önem verdiklerini ve çalışanların<br />
yüksek düzeyde profesyonel<br />
iş yapma çabasını takdirle karşıladıklarını<br />
söyledi.<br />
Yapıcı ve etkili bir şekilde haber,<br />
video ve fotoğraf paylaşımı yaptıklarını<br />
ifade eden Andreev şu değerlendirmede<br />
bulundu: “Bence gelişen Türkiye–Rusya<br />
ilişkileri medya alanındaki<br />
işbirliği ile daha da güçlenecek. Gelecek<br />
için multimedya içerikli ürünler<br />
çok önemli. <strong>Cihan</strong>'ı bu konuda önemli<br />
partner olarak görüyoruz. Rusya'da<br />
Türkiye ile ilgili, Türkiye'de de Rusya<br />
ile ilgili haberlerin ilgi çektiğini biliyoruz.<br />
Biz komşuyuz, ortağız; biliyoruz<br />
ki bu konuda talep sürekli olacak.”<br />
Görüntü,<br />
fotoğraf, analiz<br />
ve haber paylaşımı<br />
yapan <strong>Cihan</strong> Haber<br />
Ajansı’nın Rusya ortağı<br />
Ria Novosti de<br />
işbirliğinden<br />
memnun
58<br />
MART-NİSAN 2012<br />
İletişim öğrencileri stajı yerel gazetelerde<br />
yapacak, maaşlarını devlet ödeyecek<br />
ÜNAL LİVANELİ<br />
ürkiye’de iletişim fakültelerinin<br />
T<br />
Basın İlan Kurumu (BİK)<br />
Anadolu Gazete Sahipleri<br />
Temsilciliği, iletişim<br />
öğrencilerini mesleğe<br />
hazırlayacak önemli bir<br />
projeye imza attı.<br />
sayısı giderek artıyor. Buna paralel<br />
olarak çoğalan iletişim mezunlarının<br />
sadece bir kısmı alanıyla ilgili<br />
bir işe yerleşebiliyor. Kalanlar ise ya<br />
kamuda veya özel şirketlerde eğitim<br />
alanlarının dışında bir görevde istihdam<br />
ediliyor. İletişim öğrencilerinden<br />
bazıları okul süresince gazete ve televizyonlarda<br />
çalışarak mesleki pratik kazanma<br />
fırsatı yakalıyor. Kimileri ise mezun<br />
oluncaya kadar edindiği teorik bilgilerle<br />
yetiniyor. Bu durumdaki öğrenciler<br />
mezun olduktan sonra iş bulmakta<br />
zorlanabiliyor.<br />
Basın İlan Kurumu (BİK) Anadolu<br />
Gazete Sahipleri Temsilciliği, iletişim<br />
öğrencilerini mesleğe hazırlayacak<br />
önemli bir projeye imza attı. Proje, iletişim<br />
fakültesi öğrencilerinin okuldaki<br />
son yıllarını Anadolu'da bulunan gazete,<br />
televizyon, radyo ve KOBİ'lerde staj<br />
yaparak geçirmelerini, sigortalarının ve<br />
ücretlerinin kamu tarafından karşılanmasını<br />
içeriyor. Projeyle hem iletişimcilerin<br />
mesleğe hazırlanması hem de yerel<br />
medyanın kalite çıtasının yükseltilmesi<br />
hedefleniyor.<br />
BİK Anadolu Gazete Sahipleri Temsilcisi<br />
Mustafa Arslan, projeyi Cumhurbaşkanlığı,<br />
basınla ilgili Başbakan yardımcılığı,<br />
Milli Eğitim Bakanlığı, RTÜK,<br />
YÖK ve Basın İlan Enformasyon Genel<br />
Müdürlüğü'ne sunduklarını belirtiyor.<br />
Çalışma ve Sosyal Güvenlik<br />
Bakanlığı'nın istihdamı artırma paketi<br />
çerçevesinde bu proje üzerinde çalıştığını<br />
dile getiren Arslan, “Proje uygulandığında<br />
iletişim fakültelerinin tercih<br />
edilirliği artacak. Öğrencilerin hayata<br />
hazırlanma ve iş bulmaları kolaylaşacaktır.<br />
Yerel gazete, televizyon ve<br />
KOBİ’ler iletişim altyapısını almış, yetişmiş<br />
elemanlarla çalışma imkanı bulacaklar.<br />
Bu da yerel basın ve diğer kurumların<br />
daha çok okunan, dinlenen ve<br />
daha etkin çalışan bir yapıya bürünmesini<br />
sağlayacaktır.” diyor.<br />
Söz konusu projenin mesleki eğitime<br />
yeni bir yönelim kazandıracağını<br />
belirten Arslan, “Biz bu şekilde bir tohum<br />
ektik, ileride bu filizlenecektir.” diye<br />
konuştu.<br />
İletişim fakültelerinde yetişen elemanların<br />
gerek yazılı gerekse diğer<br />
medyaya eleman gönderme sıkıntısı<br />
bulunduğunu söyleyen Arslan, şöyle<br />
devam ediyor: “İletişim fakültesi öğrencilerinin<br />
yerel basında çalışmasının<br />
önünün açılması bir zarurettir. Yerel basında<br />
daha fazla bu elemanlar yer alır-
MART-NİSAN 2012<br />
59<br />
sa iletişim altyapısına sahip, konuşmasını,<br />
yazmasını ve haberin ne olduğunu<br />
bilen elemanlar yerel basının ülkeye<br />
daha fazla hizmet etmesini sağlayacaktır.<br />
Ayrıca bu okullarda daha fazla tercih<br />
edilir ve okullardan çıkan öğrenciler<br />
istihdam konusunda daha fazla tercih<br />
ederler. Maalesef iletişim fakültesi<br />
öğrencileri, formasyon alıyor, polis veya<br />
memur oluyorlar. Bu, basının zararınadır<br />
aslında.”<br />
Yerel gazetelerin ekonomik anlamda<br />
güçlü yapılara sahip olmadığını dile<br />
getiren Arslan’ın yerel basının sorunlarıyla<br />
ilgili değerlendirmesi ise şöyle:<br />
“Ekonomik bağımsızlık, yayınlarda bağımsızlığı<br />
da getirir. Ekonomik anlamda<br />
güçsüz olan bir yayın kuruluşu, ideolojik,<br />
ekonomik ve her türlü çıkar grubunun<br />
etkisine karşı da zayıf durumda<br />
olan en azından açık olan yapıları<br />
beraberinde getirir. Bu anlamda gelgitlerin<br />
yaşandığı ülkemizde sorunların<br />
yaşandığı malum. Ekonomik sorunlar<br />
nedeniyle yerel gazeteler daha az eleman<br />
istihdam ediyor ve istihdam ettiği<br />
elemanda iş bilme düzeyi yetersiz oluyor.<br />
Yine işletmelerin teknik problemleri<br />
var. Yani işletmeler; baskı makineleri,<br />
donanım eksiklikleri var. Ama buna<br />
rağmen yerel basın görevini yapmaya<br />
çalışıyor ve basının renklenmesini<br />
sağlıyor.”<br />
Yerel gazetelerin bir diğer önemli<br />
sorununun ise ortaya konulan emek<br />
ve harcamaya karşılık tiraj alınamaması<br />
olduğunu vurgulayan Mustafa Arslan,<br />
bunun nedenleri üzerinde duruyor:<br />
“Türkiye'de gazetelerin tirajlarıyla<br />
ilgili sorun bulunuyor. Biz dünyanın<br />
en fazla televizyon izleyen toplumuyuz.<br />
Biz daha çok izleyen ve daha az okuyan<br />
bir milletiz. Ama yereldeki tiraj konusunun<br />
şöyle de bir açılımını yapmalıyız.<br />
Mesela Bedestendeki bir sokağın başına<br />
giren bir yerel gazete akşama kadar<br />
en az 50 iş merkezine giriyor. Yani tek<br />
bir yerel gazeteyi gün içinde en az 100-<br />
150 kişi okuyor. Şimdi burada biz tirajı<br />
gazeteyi okuyan insanlara göre mi baz<br />
alacağız. yoksa gazetenin satışını mı<br />
Bu, cevaplanması gereken bir sorundur.<br />
Ayrıca yerel gazeteler daha çok erkek<br />
gazeteler üretiyor. Yani ailenin, çocuğun<br />
okumasına yönelik gazete yapmıyor.<br />
Toplumu yönlendiren insanlara<br />
yönelik gazeteler üretiyor. Bu da tirajla<br />
ilgili sorunların sebebini ve sonucunu<br />
teşkil ediyor.”<br />
İnternet medyası ve sosyal medyanın<br />
‘korkunç’ bir hızla, önü alınamaz bir<br />
şekilde geliştiğine işaret eden BİK Anadolu<br />
Gazete Sahipleri Temsilcisi Mus-
60<br />
MART-NİSAN 2012<br />
tafa Arslan, “Kaçınılmaz bir gelişme ve<br />
kaçınılmaz bir sonuçla karşı karşıyayız.<br />
İnternet medyasındaki bu gelişmenin<br />
sadece yerel medyayı değil, yaygın medyayı<br />
da etkiliyor. Kimileri 20 yıl, kimileri<br />
5 yıl kimileri de 50 internet medyasına<br />
karşı yazılı basınla ilgili ömür biçiyor.<br />
Ama benim şahsi kanaatim nasıl ki televizyonların<br />
çıkışı radyo ve gazeteleri öldürmemişse<br />
internet medyaların gelişmesi<br />
de televizyon ve gazetelerin bitirmeyecek.<br />
Belki form değişecek, belki tirajlara<br />
ilişkin değişmelere neden olacak.<br />
Ama sonuç itibariyle kağıt gazetelerde<br />
var olmaya devam edecektir. Ama buna<br />
yerel gazetelerin internet haber portalleriyle<br />
birlikte bir marka olmaları lazım.<br />
Buna hazırlıklı olmalılar. BİK'teki görevimde<br />
yerel gazetelerin internet medyasıyla<br />
markalaşması adına çalışmalar<br />
yürütüyoruz. Soruya noktasal bir cevap<br />
vermem gerekirse; gelecekte gazeteler<br />
süper marketler olmayacak ama mahalle<br />
bakkalı seviyesine de düşmeyecek.<br />
Orta seviyede marketler olarak yayın<br />
hayatlarına devam edecek ve toplumda<br />
görevine devam edecektir.”<br />
ABD'de Avrupa'nın birçok ülkesinde<br />
özellikle Almanya'da şehir gazetelerinin<br />
geliştiğine dikkati çeken Arslan,<br />
“Bu toplumları yapılarından kaynaklı<br />
bir mesele. Yani New York'ta çıkan<br />
bir gazete tüm ABD'de okunurken,<br />
Türkiye'de sadece İstanbul'da çıkan<br />
bir gazetelerin etkili olduğunu görebiliyoruz.<br />
Bölgesel yayıncılık açısından<br />
Ege'de Yeni Asır gibi bir örneğin<br />
dışında da bir örnekle karşılaşmıyoruz.<br />
Bu durum bizim toplum yapımız ile<br />
yukarıda andığımız ülkelerin toplum<br />
yapısıyla alakalı bir durum.” Diyor.<br />
Geçmişte üstlendiği misyonlar da<br />
değerlendirildiğinde demokrasinin ülkemize<br />
yerleşmesinde yerel gazetelerin<br />
önemiyle ilgili de düşüncelerini<br />
açıklayan Arslan şu değerlendirmeyi<br />
yapıyor, “Yerel basın Osmanlı'nın<br />
son döneminde vilayet gazeteleriyle<br />
başlamış. Daha sonra cihan harbi<br />
ve özellikle Milli Mücadele döneminde,<br />
Kuvay-i Milliye'nin canlanması ve<br />
halkın işgalcilere karşı birlikte hareket<br />
etmesini sağlamıştır. Cumhuriyet dönemine<br />
baktığımızda da yerel basın<br />
bulunduğu bölgelerde entelektüel birikimin<br />
oluşmasında önemli bir fonksiyon<br />
ifa etmiştir. Bunun da ötesinde<br />
yerel demokrasinin hayata geçmesi ve<br />
işlemesi açısından tam da odak noktaya<br />
oturmuştur. Bir taraftan halkın doğru<br />
karar vermesi konusunda aracılık<br />
ederken öbür taraftan da denetim gibi<br />
demokrasinin vazgeçilmez gibi görevi<br />
yerine getirmiştir. Yönetimin ceberutlaşmasının<br />
önüne geçmiş ve yönetilenlerin<br />
sesi olmuştur.”
62<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Hasan<br />
Karakaya,<br />
bilgisayar bulunmayan,<br />
kitaplarla<br />
dolu mütevazi<br />
odasında, kalem<br />
kullanarak<br />
yazılarını kâğıda<br />
döküyor.<br />
‘Küfür yok, halkın dilini kullanıyorum’<br />
1<br />
RAMAZAN SOLAK<br />
953 Salihli doğumlu. Kendi tabiriyle,<br />
‘bir çiftçinin oğlu’. Ortaokul<br />
ve liseyi Salihli’de okudu. Daha<br />
sonra Gazetecilik Halkla İlişkiler Yüksek<br />
Okulu’nda devam etti. 40 yıldır bu işin içinde.<br />
Yeniden dünyaya gelse, yine gazeteciliği<br />
tercih edecek kadar da mesleğini seviyor.<br />
Medya dünyasının sivri kalemlerinden Hasan<br />
Karakaya, kendisini ‘kısaca’ böyle tanıtıyor.<br />
Genel Yayın Koordinatörlüğü’nü yürüttüğü<br />
Yeni Akit Gazetesi’nde günlük köşe<br />
yazıları kaleme alan Karakaya’nın üslubu<br />
bir hayli keskin. O ise bunu, ‘düşündüğü<br />
gibi yazmak’ şeklinde özetliyor. En son Fatih<br />
Altaylı’ya hitaben yazdığı yazı bir hayli<br />
konuşuldu. Yazılarını; hayalinde muhatabını<br />
karşısına alarak, bir kahvede sohbet<br />
ediyormuş gibi kaleme aldığını ifade eden<br />
Karakaya, hakkında bilinmeyenleri <strong>Cihan</strong><br />
Medya Haber Dergisi'ne anlattı.<br />
Sizi kısaca tanıyabilir miyiz Hasan Karakaya kimdir<br />
1953 Salihli doğumluyum. Ortaokul, liseyi<br />
Salihli’de okudum. Daha sonra Gazetecilik<br />
Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nda okudum.<br />
40 yıldır bu işin içindeyim. Bir çiftçinin<br />
oğluyum. 40 yıla bir hayli şey sığdı, her<br />
zaman şunu söylüyorum; herhalde yeniden<br />
dünyaya gelsem, yine gazetecilik yapardım.<br />
Sivri kaleminiz ve sert eleştirilerinizle tanınıyorsunuz.<br />
Kaleminizden nasibini alamayanlar kendini şanslı hissediyor.<br />
Hiç, eleştirirken dozunu kaçırdığınızı düşündüğünüz<br />
oldu mu<br />
(Gülüyor) Kendime bir kurgu yapıp, şöyle<br />
bir yazı yazayım, filanca kişiye çakayım<br />
diye oturmuyorum. Gerekirse onu karşıma<br />
oturtup onunla sohbet eder gibi yazıyorum.<br />
Bir insanın sohbet esnasında raydan<br />
çıkıp küfürlü konuşması nasıl mümkünse,<br />
benim yazımda da bu argolar oluyor.<br />
Ama bilin ki; hak etmiştir o kişi. Ama<br />
ben mümkün olduğu kadar küfür kullanmamaya<br />
çalışıyorum, zaman zaman argo<br />
kullanıyorum... Daha doğrusu, halkın anlayacağı<br />
dili kullanıyorum. Benim yazım<br />
da öyle tatlı oluyor.<br />
Sonradan ileriye gittiğinizi düşündüğünüz oluyor mu<br />
Zaman zaman kendimi frenlediğim de oluyor.<br />
Yarın yüz yüze gelirim, bunları dersem<br />
yüzüne nasıl bakarım dediğim oluyor. Mesela<br />
Ertuğrul Özkök, Tansu Çiller’in başbakan<br />
olduğu dönemde bıyıklarını kesmişti.<br />
Ben ondan sonra kendisine hitap ederken,<br />
‘bıyıksız Ertuğrul’ demeye başlamıştım.<br />
Bir toplantıda karşılaştık, sanki 40 yıllık<br />
dostmuşuz gibi geldi, tokalaştık, sarıldık.<br />
Ondan sonra insan şey yapamıyor; 'yüz yüze<br />
bakıyoruz, ‘bıyıksız Ertuğrul’ çiğ kaçar'<br />
diye düşündüm, demeyeyim dedim. Ama<br />
eleştirilerime devam ettim, söyleyeceklerimi<br />
gene söyledim. Zaman zaman konuşuyoruz,<br />
hâlâ da konuşuruz kendisiyle. ‘Eleştir.<br />
Ben senin eleştirilerinden rahatsız olmuyorum’<br />
diyor.<br />
Yanılmıyorsam 'en çok okuduğum yazarlar arasında'<br />
diye sizi de saymıştı.<br />
Evet evet. Gerçekten onu bana da söylüyor,<br />
‘Kaçırmamaya çalıştığım yazarlardan<br />
birisin’ diyor. ‘Ayrı bir üslup bana göre’ diyor.<br />
Yani ‘o yüzden hiç kaçırmıyorum, senin<br />
eleştirin bana çok dokunmuyor’ diyor.<br />
Zaten çakacak kimse de kalmadı şimdi.<br />
(Gülüyor)<br />
Sonradan keşke şunu yazmasaydım dediğiniz oldu mu<br />
Yok. Eğer Fatih Altaylı’yı kastediyorsanız,<br />
yok. (Gülüyor)<br />
Bu bir şahıs ile ilgili olmayabilir, yazıyla da ilgili olabilir…<br />
Bazen mesela ertesi gün kendi yazımı gazetede<br />
okurken, zaman zaman ya burası<br />
biraz sivri kaçmış, bu da yanlış anlaşılabilir<br />
dediğim, veyahut buraya şunu da deseydim,<br />
az tuzlu olmuş, dediğim yazılar oldu<br />
tabii. Genel olarak çok pişman olduğum<br />
yazı olmadı.<br />
Gazete de sivri bir üsluba sahip, bu özel bir tavır mı<br />
Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır derler.<br />
Yayın hayatına atıldığımızda, 12 Eylül 1993<br />
günü nasıl bir ruh hali ile başladıysak, bugün<br />
o ruh halini kaybetmiş değiliz. İlla kav-
MART-NİSAN 2012<br />
63<br />
ga edelim, dövüş edelim, ona çakalım, bunu<br />
eleştirelim, şunu eleştirelim diye bir kaygımız<br />
yok. Futbol tabiriyle topun gelişine<br />
vuruyoruz. Zaten Türkiye’nin gündemi belli.<br />
Top bir tane gelmiyor, fazlasıyla geliyor.<br />
Hep çakmalık geliyor. (Gülüyor) Böyle yapalım,<br />
tiraj alırız diye bir durum yok. Ortam<br />
gergin olunca, elbette bizler de geriliyoruz...<br />
Türkiye normalleşse, herhalde biz de gergin<br />
olmayız...<br />
Aleyhinize açılan davalar kaçı buldu Hakkınızda kaç<br />
dava var, biliyor musunuz<br />
Hiç saymadım... 40 yıl içinde ne kadar dava<br />
açıldı hakkımda, bilmiyorum. Ama bazı<br />
günler 5 veya 7 davaya birden girdiğim oldu.<br />
Son 6 ay içinde oldu mesela. Yazıyı yazdıktan<br />
sonra kanunen sakıncalı mıdır diye<br />
hukukçu arkadaşlara danıştığım oluyor.<br />
Mümkün olduğu kadar hukuki sakıncaları<br />
gidermeye çalışıyoruz. Herhalde gazeteye<br />
açılan ile bana açılan dava sayısı başa baştır.<br />
Şu anda en büyük dava 312 general davası<br />
var. Eski parayla 2 trilyonu bulmuştur.<br />
O zaman 2 bin liradan 624 bin liraydı. Faiziyle<br />
artıyor. Toplam bütün davalar 3 trilyonu<br />
bulur. Mesela Şener Eruygur’un benim<br />
hakkımda açtığı 450 milyar liralık bir<br />
dava var. Suriye’de operasyon yapmışlardı,<br />
13-14 yaşında bazı çocukları getirmişlerdi.<br />
Arapça öğrenmeye giden çocukları terörist<br />
olarak takdim etmişlerdi. Çok enteresan,<br />
belki de en usturuplu yazımı onlar için yazmıştım.<br />
‘Sayın komutan onlar için bir özür<br />
borcun yok mu’ diye. 450 milyarlık dava açtı.<br />
Halen de devam ediyor. Bunları da eklediğinizde<br />
3 trilyona yakın bir rakam oluyor.<br />
Bir gününüz nasıl geçiyor<br />
Ev ile iş arasında geçiyor. 11.00-12.00 kahvaltı<br />
yaparım. Yolda haberleri dinliyorum.<br />
Kafamda bir şekil oluşuyor. Geldikten sonra<br />
da istihbarat servisi veya Ankara bürosu<br />
ile o konuda bir şey söylenmesi gerekiyorsa<br />
söylüyorum. Gazetelere şöyle bir bakıyorum.<br />
Ondan sonra toplantıya giriyoruz.<br />
18-19 senedir hiç aksatmadık. Yayın Kurulu<br />
toplantısı 14.00’ten 16.00-17.00’ye kadar<br />
devam eder. Onlar bittikten sonra yazıma<br />
başlarım. Sayfaları genel bir kontrol ediyoruz.<br />
Baskı geldikten sonra gazeteye bakıyoruz.<br />
Sonra bölge değişiklikleri oluyor. Onlara<br />
nezaret ediyoruz. 23.00-23.30’a kadar<br />
gazetede kalıyorum... Bu arada okuyucular<br />
arar, dertlerini paylaşır, hasbihal ederiz. Tabii<br />
kafa şişmiş oluyor, dağıtmak için televizyonda<br />
güncel konuların tartışıldığı bir program<br />
varsa onu seyrederim. Yoksa şöyle bir<br />
film filan olursa 1-1,5 saat ona bakıyorum.<br />
Sonra yatıyorum.<br />
TWİTTER BİZİ CIVITIR<br />
Sosyal medyayı takip ediyor musunuz<br />
Yok, Twitter bizi cıvıtır. (Gülüyor) Çok istiyorlar<br />
Twitter’a girmemi ama, çok yoğun<br />
bir çalışma tempomuz var. İnanır mısınız;<br />
kendi e-postalarımı okumaya zaman bulamıyorum.<br />
Masanızda bilgisayar göremedim...<br />
1999 depremine kadar, belki pek kimsenin<br />
bilgisayarı olmadığı dönemde benim<br />
bilgisayarım vardı ve yazılarımı orada yazıyordum.<br />
Mesajları filan takip ederdim.<br />
1999 depreminde 15-20 gün eve giremedik.<br />
Mecburen yazılarımı elle yazmak durumunda<br />
kaldım. Sonra bir baktım ki; elle<br />
yazmanın tadı bilgisayarla yazmaktan daha<br />
güzel. Yani kafamı toparlamada, düşüncelerimi<br />
derlemede daha güzel. Daha sonra<br />
bilgisayarda yazmayı denedim ama tat<br />
vermedi. Elle yazmanın tadını alamadım.<br />
O günden beri de böylesi daha güzel. Teknolojiye<br />
karşı değilim, tamamen psikolojik.<br />
Akit’i nereye konumlandırıyor sunuz<br />
Her şeyden önce Müslüman'ız elhamdülillah...<br />
Bağımsız, bağlantısız, güdümsüz bir<br />
gazeteyiz... Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var.<br />
Tekkedeki Müslüman ile cephedeki Müslümanın<br />
aynı olması mümkün değil. Tekkede<br />
ibadetlerine dikkat eder, dört dörtlük yaşar.<br />
Kimisi de kavga ile iç içedir, öyle yaşar.<br />
Biz biraz herhalde kavgacı taraftayız. Bunu<br />
da kendimiz seçmiş değiliz. Biraz da şartlar<br />
öyle. İşe kavga ile başladık ve o kavga o<br />
günden beri halen devam ediyor, durmuyor.<br />
Yani birileri bu ülkenin ana damarları<br />
ile oynamak istiyor, o damarları kesmek,<br />
koparmak istiyor. Biz de bunlara karşı mücadele<br />
veriyoruz. Bunun adına ister demokrasi,<br />
ister özgürlük, ister insan hak ve hürriyetleri<br />
mücadelesi deyin. Bu mücadeleyi biz<br />
biraz sivri, radikal yapıyor olabiliriz ama ben<br />
öyle inanıyorum ki bugün aynı kulvarda sayabileceğimiz<br />
diğer gazeteler de aynı mücadeleyi<br />
bir başka şekilde yapıyor. Onların<br />
yoğurt yiyişi de öyle. Star, Bugün, Yeni Şafak<br />
ve Zaman yine aynı kulvarda ama farklı<br />
tonlarda aynı mücadele içindeler. İnşallah<br />
güzel bir geleceğe taşırız Türkiye’yi...<br />
1. sayfayı şekillendirirken nelere dikkat ediyorsunuz<br />
Özellikle şuna dikkat ediyoruz; malum<br />
Twitter, Facebook, internet, televizyon artık<br />
haberi saniyesinde veriyorlar. Dolayısıyla<br />
güncel haberin pek bir orijinalliği kalmıyor.<br />
Okuyucu güncel konudan haberdar olduğuna<br />
göre ya bunu yorumlayarak vermek<br />
gerekiyor veya daha küçük, sıradan bir<br />
başlıkla vermek gerekiyor. Bazı özel olaylarda<br />
da kavrayamadığımız, perde arkasını<br />
anlayamadığımız olaylar olursa eğer,<br />
bir gün daha bekliyoruz, en azından yanlış<br />
yapmayalım, diyerek. Ama okuyucu daha<br />
çok bizim özel haberlerimize ilgi gösteriyor.<br />
Haberleri böyle değerlendiriyoruz. Biz,<br />
gündem kovalayan değil, gündem oluşturmaya<br />
çalışan bir gazete olmaya çalışıyoruz.<br />
Farklı olanı vermek, bizim hedefimiz bu.<br />
Hükümeti eleştirdiğiniz noktalar var mı
64<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Dinî konularda yavaş kaldıklarını düşünüyoruz,<br />
mesela. Topkapı Sarayı’nın bahçesinde<br />
içkili konser verilmesini, içimize sindiremiyoruz.<br />
Ecdadımıza saygısızlık olarak<br />
görüyoruz. Bunları yayımladığımızda sanki<br />
hükümet karşıtı gibi yorumlanıyor. Ama bizim<br />
hassasiyetlerimiz var. Bu, aynı zamanda<br />
toplumun hassasiyeti. Onların hassasiyeti<br />
bu tepkiyi oluşturuyor aynı zamanda.<br />
Mardin’de bir külliyede defile yapılması filan.<br />
Meydan varken, salon varken oraların<br />
tercih edilmeyip de özellikle buralarda yapılması<br />
ve izin verilmesi… Hani karşı taraf<br />
nasıl kırmızı çizgilerimiz var diyorsa, bizim<br />
de kırmızı çizgilerimiz var ve buna riayet<br />
edilmediği, saygısızlık edildiği zaman, buna<br />
karşı tavrımızı koyuyoruz.<br />
Bunların haricinde<br />
prensip olarak hükümetin<br />
icraatlarını destekliyoruz<br />
ve bugünkü hükümetin<br />
Türkiye için bir<br />
şans olduğunu düşünüyoruz.<br />
Son dönemde çok konuşulan<br />
‘yandaş-candaş’ medya ayrımı<br />
meselesi var. Süreci nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Zaten bu ayrışma vardı,<br />
gün yüzüne çıktı. Ergenekon<br />
davaları bunu ortaya<br />
çıkardı. 28 Şubat sürecinde,<br />
adını vermek istemeyen<br />
bir üst düzey<br />
komutan imzasıyla yayımlanan<br />
haberler vardı.<br />
O gün adını bile vermekten<br />
çekinen komutanların söylediklerini<br />
manşet yapan gazetelerin yandaş dediği<br />
gazeteler, bugün, onların adını ve belgesini<br />
koyarak yayımlıyor... Ergenekon’da kimin<br />
ne halt işlediğini topluma gösteriyor...<br />
Ergenekon davası ile 28 Şubat’ı kıyaslamak<br />
mümkün değil. Çünkü orada insanlar<br />
afaki şeylerle suçlanıyorlardı. Fadime’lerle,<br />
Müslüm’lerle, Ali Kalkancı’larla filan, kiralanmış,<br />
parayla tutulmuş insanlarla,<br />
Sisi’lerle bunlar ayarlanıyordu, tezgahlanıyordu,<br />
toplum bir yöne doğru kanalize ediliyordu<br />
veyahut bir tehlike var gösteriliyordu.<br />
Oysa bugün bir tehlike zaten var, belgeleriyle<br />
ortaya konuluyor. Ya döşemenin<br />
altından çıkıyor, ya dolaptan çıkarılıyor veya<br />
topraktan fışkırıyor... Yandaş denilen gazeteler<br />
bunları ortaya çıkarıp yayımlarken,<br />
candaş dediğimiz taraf da bunları sulandırmak,<br />
kafaları bulandırmak için ellerinden<br />
Oda TV davasında Soner Yalçın tutuklandı.<br />
geleni yaptılar ve halen de yapıyorlar. Dolayısıyla<br />
böyle bir ayrışmanın olması mukadderdi,<br />
gayet tabiiydi. Zaten vardı, bugün su<br />
yüzüne çıktı.<br />
Susurluk’ta olayın üzerine gidenlerin, Ergenekon’da<br />
suskun kaldıkları eleştirisi yapılıyor…<br />
En son örnek, daha yakın bir zamanda<br />
Hrant Dink cinayeti var, kim yaptı bunu..<br />
Elbette Ergenekon. Diyarbakır’da kemikleri<br />
çıkan faili meçhuller gibi.. Ergenekon davalarını<br />
sulandırmak isteyenler kimin yanındalar..<br />
Bir yandan Hrant Dink’e sahip<br />
çıkıyorlar, kim öldürdüyse bulunsun, katillerden<br />
hesap sorulsun diyorlar. Öte yandan<br />
da o cinayeti işleyen Ergenekon’un kucağında<br />
oturuyorlar. Burada bir kafa karışıklığı<br />
var. Fikrî oturmuşluk yok. Bir insan;<br />
hem Ergenekon’un kucağında oturup hem<br />
de hesap sorulsun diyemez. O konuda yandaş<br />
denilen bizler, daha bağımsız hareket<br />
ediyoruz. Asıl özgürlükçü, asıl bağımsızlıkçı<br />
düşünen biziz, yani yandaş dedikleri gazeteler..<br />
Ergenekon’da medya ve iş dünyasına dönük yeni bir<br />
dalga bekliyor musunuz<br />
Bazı operasyonlara, dalgakıranlar yapıldığını<br />
düşünüyorum. Kıyılara vurması, onları<br />
da etkilememesi için sanki dalgakıranlar<br />
var ve gerek bazı medya mensuplarına gerek<br />
başka bazı isimlere uzanması bir şekilde<br />
engelleniyor. Bunu kimler engelliyor, bilmiyorum<br />
ama, böyle bir dalga gelmeli…<br />
Oda TV operasyonu ‘gazeteciler tutuklanıyor’ denilerek<br />
çok eleştiriliyor...<br />
Her doktorun elinde neşter vardır ama elinde<br />
her neşter olan doktor demek değildir.<br />
Dolayısıyla elinde kalem, cebinde sarı basın<br />
kartı olan herkes de gazeteci değildir.<br />
Bu insanlar gazetecilik faaliyetinden dolayı<br />
mı içerde, yoksa örgütsel faaliyet dolayısıyla<br />
mı, buna bakmak lazım. Bazı profesörler<br />
var, bazı aydın denilen insanlar var. Ama<br />
bir bakıyorsunuz ki; bazıları “Genç subaylar<br />
rahatsız” diye başlıklar attırmış ki dönemin<br />
Genelkurmay başkanı tarafından “lanetliyorum”<br />
denilerek, tepkiyle karşılanmış. Kimilerinin<br />
‘Komutanım, şöyle yapsan, böyle<br />
yapsan, ya şunu da yap, ez geç..’ diye tavsiyelerde<br />
bulunduğu ortada. Bu insanları hâlâ<br />
gazeteci sayacaksak, ben neyim o zaman<br />
40 yıldır bu mesleğin içindeyken<br />
1999’da 6 günlük gözaltına<br />
alınmışlığım var.<br />
Ankara’ya gidene kadar<br />
da neyle suçlandığımı<br />
bilmiyordum.<br />
Ankara’da öğrendim ki<br />
‘Kasım Gençyılmaz diye<br />
bir adama 2 milyon<br />
dolar teklif etmişim. Git;<br />
dönemin Anayasa Mahkemesi<br />
Başkanı Yekta<br />
Güngör Özden’i öldür<br />
demişim.’ Savcı Nuh<br />
Mete Yüksel’e söylediğim<br />
şu oldu: ‘Şu kıyafetime<br />
bak, 2 milyon dolarlık<br />
bir adama benziyor<br />
muyum Bir de beni<br />
suçlayan adama bak, ne<br />
kadar janti.’<br />
O günlerde Zaman<br />
Gazetesi şunu yazmıştı, bu vesileyle teşekkür<br />
ediyorum. Benim Renault 19’um çalınmıştı.<br />
Ben aylarca fellik fellik peşinde koştum.<br />
Her gün de köşemde yazmıştım, bugün<br />
de bulunamadı diye. Zaman Gazetesi,<br />
o günlerde, 2 milyon dolarlık adam, 2 bin<br />
dolarlık aracın peşinde koşar mı diye haber<br />
yapmıştı... Gerçekten en güzel tespitlerden<br />
birisiydi.<br />
6 günlük gözaltının ardından tutuksuz<br />
yargılanmak üzere bırakıldım. Kasım<br />
Gençyılmaz’ın avukatı, Emin Çölaşan’ın<br />
avukatına söylemiş, o da Emin Çölaşan’a<br />
söylemiş. Bir yazı yazdı Emin Çölaşan, ‘Kim<br />
bu Hasan’ diye. O yazı üzerine arkadaşım<br />
Hasan Maden’le birlikte 6 gün gözaltında<br />
kaldık. İki Hasan vakası işte... Bir de<br />
çaycı Hasan'ımız vardı, bereket onu götürmediler.<br />
Danıştay saldırısında Akit’in manşetinin üyeleri hedef
CoskuYayinlari<br />
/Cosku_Yayinlari
66<br />
MART-NİSAN 2012<br />
gösterdiği iddiaları var. Bu yöndeki haberleri görünce<br />
ilk tepkiniz ne oldu<br />
Biliyorsunuz, 17 Mayıs günü bu saldırı gerçekleşti.<br />
15 dakika sonra Vakit’in kupürü<br />
bütün televizyonlarda dönmeye başladı.<br />
'Vakit hedef gösterdi' filan diye yorumlanmaya<br />
başlandı. Ertesi gün gazetelerde,<br />
‘Hedef manşetten, kurşun avukattan’ diye<br />
başlıklar atılmıştı. Yine Alparslan Arslan’ın<br />
Vakit abonesi olduğu ileri sürüldü. Derhal<br />
abone listelerimize baktık, öyle bir şey yok,<br />
adam belki de hayatında Vakit almayan bir<br />
insandı. Daha sonra şu ortaya çıktı; bizim<br />
‘İşte o üyeler’ başlığını kullandığımızdan 3<br />
ay 2 gün sonra Alparslan Arslan bu saldırıyı<br />
gerçekleştiriyor ve diyor ki, ‘Ben o başlıktan<br />
etkilendim o yüzden bu eylemi gerçekleştirdim’.<br />
Oysa kendisi olaydan 3 veya<br />
4 gün önce bir avukatlık bürosuna gidip,<br />
arkadaşına; ‘Vakit’te böyle bir haber<br />
çıkmış, bana o haberin kupürü lazım’ diyor.<br />
Güya etkilenmiş ama ancak o zaman<br />
haberdar oluyor. Kendisini kimler yönlendirdiyse,<br />
demek ki bu puzzle’nin parçalarını<br />
tamamlamak için bu kupür de lazımdı.<br />
Kaldı ki o avukat arkadaş da gerek<br />
mahkemedeki ifadesinde gerek bizim muhabirlerle<br />
yaptığı görüşmede bunu açıkla-adı;<br />
Fenerbahçe-Denizli maçının oynandığı<br />
gün bana akşam geldi, Fenerbahçe’nin kupayı<br />
kaybettiği gün, geldi diyor, ben ona 4<br />
tane çıktı verdim ve siyah beyaz verdim diyor.<br />
Bu siyah beyaz daha sonra nasıl renklendirildi,<br />
bilmiyorum ama olay budur. Biz<br />
her zaman söyledik, ‘çiğ yemedik ki karnımız<br />
ağrısın’. Bu olayda Vakit’in kesinlik-kle<br />
yönlendirmesi, hedef göstermesi yoktur.<br />
Eğer bu hedef göstermekse, hiçbir haber<br />
vermemek durumundayız. Kişilerle, kurumlarla<br />
ilgili yapılan her haber, bir anlamda<br />
hedef göstermek değil midir<br />
Eğer Alparslan Arslan yakalanmasaydı, Uğur Mumcu<br />
cinayeti gibi bir kurgu mu yapılacaktı, ‘dinci bir terör’<br />
olayı olarak mı kayıtlara geçecekti<br />
Aynen. Aslında kurgu, Alparslan Arslan’ın<br />
yakalanmaması üzerine yapılmıştı, yakalanmayacak,<br />
kaçacak sonra arabasında bu<br />
kupür bulunacak ve dolayısıyla diğer faili<br />
meçhul cinayetlerde olduğu gibi burada<br />
da ‘dinci bir cinayet’ görüntüsü verilecekti.<br />
Olayı ilk duyduğunuzda, televizyonlarda Vakit’in kupürünü<br />
görünce ilk aklınıza gelen ne oldu, nasıl bir tepki<br />
verdiniz <br />
Şaşırdık, gerçekten. Hani bir tanışıklığımız<br />
olur, ismini bilebildiğimiz bir insan olur<br />
ama zerre kadar tanımadığımız bir isim.<br />
Daha önce bir ‘alo’ bile demediğimiz bir<br />
isim. İlk önce şaşırttı bizi. Acil bir araştırma<br />
yaptık, uzaktan yakından bizimle ilgisinin<br />
olmadığını gördük. Ama her ne hikmetse,<br />
bu olaya ‘dinci terör’ kisvesi vermek<br />
isteyenler aynı arabada Milliyet gazetesinin<br />
kupürünü görmediler. Vatansever Kuvvetler<br />
Güç Birliği adına düzenlenmiş kart vardı,<br />
Ulusal bilmem ne haber adına düzenlenmiş<br />
kimlikler vardı, nedense bunlar görülmedi.<br />
Olay yaşandıktan sonra, ‘Art niyetli odakların eline<br />
malzeme verdik’ gibi bir şey aklınızdan geçti mi<br />
Aslında bütün gazeteler Danıştay’ın o kararını<br />
verdi. O öğretmenin kışlaya başörtüsünden<br />
dolayı alınmadığından dolayı ki<br />
Danıştay saldırganı<br />
Alparslan Aslan<br />
başörtülü değildi zaten, görev yerindeyken<br />
açıyordu. Ama Danıştay’ın o kararı gerçekten<br />
de Türkiye’de çok tartışılan bir karar oldu.<br />
Sokaklar bile kamusal alan ilan edildi,<br />
neredeyse sokaklara bile başörtülü çıkamayacaksın<br />
gibi bir algı oluştu ki, kamuoyunda<br />
büyük bir tepki gördü. Dediğim gibi<br />
Danıştay’ın bu kararını bütün gazeteler verdi,<br />
biz hem kararı hem de imza atan üyeleri<br />
verdik. Bir anlamda o zihniyeti ifşa etmek,<br />
böyle bir yapılanma var ve bunlar toplumu<br />
geriyorlar, kaos çıkarmak istiyorlar demek<br />
için verdik, amacımız buydu. Ama birileri<br />
de bunu kullanmak istedi. Mesela, üyeler<br />
arasında Ayfer Hanım vardı, onun resminin<br />
altınna da karara muhalif oy kullandığını<br />
yazdık. Ama yine Danıştay üyelerinin<br />
ifadelerine göre hedef gözeterek ateş etti<br />
deniyor. O zaman Alparslan Arslan neden<br />
Ayfer Hanım'a da ateş etti.. Çünkü Ayfer<br />
Hanım muhalif oy kullanan üyelerden bir<br />
tanesi. Ama o da yaralandı o olayda.<br />
Biz nihayetinde gazetecilik yapıyoruz.<br />
Yolsuzluk olduğunda, hırsızlık olduğunda<br />
o adamların resmini koyduğumuzda ‘eyvah<br />
bu adamları vururlarsa ne olacak’ diye<br />
düşünemeyiz ki. Bunu düşünecek olursak<br />
hiçbir haberi veremeyiz. Biz, her gün<br />
Başbakan’ın resmini de yayınlıyoruz. Pek<br />
çok kimsenin resmini yayınlıyoruz. Eğer bu<br />
düşüncelere kapılacak olursan, kılını kıpırdatamazsın.<br />
Türkiye’de gazetecilerin ve gazeteciliğin en büyük<br />
problemini ne olarak görüyorsunuz<br />
En büyük problemi halktan kopuk yaşamaları.<br />
Halkın inançları, gelenek göreneklerinden<br />
kopuk yaşamaları. Kendilerini<br />
belirli mekânlara, isimlerini vermiyorum<br />
o mekânların.. Onlar çok lüks arabalarda,<br />
çok lüks yerlerde dolaşıyorlar. Birlikte<br />
dolaştıkları, yemek yedikleri adamların<br />
görüşlerini, halkın görüşleri zannediyorlar...<br />
Ama onların görüşleri, hiçbir<br />
zaman halkın görüşü olmuyor. Türkiye,<br />
Nişantaşı’ndan ibaret değil ama onlar<br />
Nişantaşı’ndan ibaret görüyorlar.<br />
Muhabir yetiştirmede bir sıkıntı var galiba…<br />
Benim şu kapım akşama kadar açıktır.<br />
Muhabir de gelir, yazı işlerindeki arkadaş<br />
da gelir. Köşemde de mümkün olduğunca<br />
muhabirlerimi över, onlara<br />
yol gösterir destek veririm... Haber Yayın<br />
Kurulu’na gelmeden, tavsiyelerde<br />
bulunurum. Ama bunu da alacak arkadaş<br />
lazım. Bu bizim için bir görev aynı<br />
zamanda. Adam yetiştirmemiz lazım.<br />
Şalom yayın yönetmeni 'Akit’ten teklif gelirse yazarım'<br />
dedi. Teklif götürmeyi düşünür müsünüz<br />
Evet, gecen gün <strong>Cihan</strong>’dan geçti o haber,<br />
kestim kupürünü. Ben de Filistin<br />
ve Gazze’de uyguladıkları vahşetle ilgili<br />
sansürsüz bir yazı yazsam Şalom yayınlar<br />
mı Ben de ona bunu soruyorum. O yazı<br />
yazacak, ben yayımlayacağım... Tamam<br />
ama ben yazı yazsam İsrail’in bütün kirli<br />
çamaşırlarını ortaya döken bir yazı yazsam,<br />
Şalom acaba bunu yayınlar mı<br />
'Biz yayımlarız' diyorsunuz ama karşılık olarak<br />
yazınızın yayınlanmasını istiyorsunuz..<br />
Biz yayımlarız.. Gerçekten... Bakın bizim<br />
herhangi bir kimseden gocundu-
MART-NİSAN 2012<br />
67<br />
ğumuz, kaçındığımız, fikrinden ürktüğümüz<br />
bir kimse yok. Ama aynı derecede<br />
onun da bana izin vermesi lazım.<br />
Problem zaten burada. Az önce söylediğim<br />
medya kavgalarının temelinde de<br />
bu var. Yani ben yapayım, adam ekrana<br />
çıkıyor veyahut köşesinde yazıyor; bana<br />
tahammül et diyor. Arkadaşım; ben<br />
sana tahammül edeyim de, sen de bana<br />
tahammül göstersene!.. Sen, benim<br />
gırtlağıma sarılmışsın, veyahut dinimeimanıma<br />
küfrediyorsun, sonra da çıkıp;<br />
bana tahammül et diyorsun... O zaman<br />
sen de tahammül et. Niye bağırıyorsun,<br />
niye çığırıyorsun Tek taraflı olmaz. Şalom<br />
hadisesi de öyle, sen yazarsın ama<br />
benim yazdığımı da satırı satırına koyarsın,<br />
o zaman varım.<br />
28 Şubat’ın hayırlı sonuçları olduğu yorumları da<br />
yapıldı. O dönemde Refahyol’un tutumu ve bu yorumları<br />
nasıl karşılıyorsunuz<br />
Zaman, en iyi ilaçtır. Zaman geçtikçe, insan<br />
birçok olayı daha sağlıklı değerlendiriyor,<br />
daha net görebiliyor bazı şeyleri.<br />
28 Şubat sürecini ben 2004 Türkiye’sine<br />
benzetiyorum. Malum; işte kod adı Sarıkız,<br />
Ayışığı diye darbe planları yapılmış.<br />
O dönemlerde yapılan haberlere bir bakın;<br />
lisede namaz… Şimdi de benzeri var;<br />
umrede çocuklar filan.. Bu tür yayınlar Ali<br />
Kalkancı, Fadime Şahin, Müslüm Gündüz<br />
üzerinden, bu tür gösteriler, ekranda<br />
ağlamalar, sızlamalar, aldatılma iddiaları...<br />
Belki Erbakan hocanın, işte tarikat<br />
mensupları deniyor, onlara yemek<br />
verdi.. Evet, bir veya iki kişi, belki sarık<br />
veya cübbe ile gitmiş olabilir ama o toplantıya<br />
katılanlar sivil toplum kuruluşlarıydı.<br />
Olgu değil hadise, algı... Medya,<br />
algıları yönetti o dönemde.<br />
Sonradan Sisi, “Ben organize ettim.”<br />
dedi. Herkes askeri darbeye gerekli<br />
zemin oluşturmak, şartları olgunlaştırmak<br />
için elinden gelen çabayı gösterdi.<br />
STK’ları da bu çabaları gösterdi, gazetecileri<br />
de gösterdi, dindarları da gösterdi.<br />
Daha sonra da, kabak Erbakan’ın<br />
başında patladı. Senaryo hazırdı zaten...<br />
Erbakan’ın da hoş görülebilecek veyahut<br />
görmezden gelinebilecek tavırları,<br />
sivilceler çıban haline getirildi..<br />
Merhum Erbakan’la Başbakan Erdoğan’ı kıyasladığınızda<br />
nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz<br />
Erbakan hoca ne kadar devletçi ise ki<br />
devletçidir, devletçi bir anlayışı vardı,<br />
devlete, orduya halel gelsin istemez,<br />
böyle bir yapısı var. Ama Erdoğan milletçi...<br />
Şimdi bugün Vural Savaş’ından<br />
Yekta Güngör Özden’ine kadar bugün<br />
keşke Erbakan olsaydı diyorlar. Abi, dün<br />
Erbakan’ı deviren siz değil miydiniz Bu<br />
ne çelişki Dün orduya veya askeri vesayete<br />
karşı en azından bir şeyler yapmaya<br />
çalışan Erbakan gerçeğine karşılık, bugün<br />
Oğuzhan Asiltürk, Ergenekon operasyonları<br />
ABD yapımı, proje falan diyor.<br />
Bu ne çelişki, anlamak mümkün değil.<br />
Hakikaten içinden çıkmak mümkün<br />
değil. Çok enteresan, dün seni boğmaya<br />
çalışan adama bugün sen sahip çıkıyorsun.<br />
O dönemde Erbakan, bin tane olgu<br />
sayılacak olursa belki 28 Şubat sürecini<br />
hazırlayan en son adamlardan birisidir...<br />
Hatalar sıralaması yapılacak olursa;<br />
bence yaptığı en büyük hata, ‘Ben<br />
şarap içtim, sen rakı içtin, iyi yaptık, falan<br />
filan..’ diyen komutanları anında görevden<br />
almamasıydı. Ve hatta, ‘Başbakan<br />
değil, bilmem ne olursan ol’ diyen<br />
komutanları anında görevden almak<br />
ve haddini bildirmekti, yapmadı. Hatası<br />
budur bence. Tabii rahmetle anıyoruz<br />
kendisini…<br />
Muhafazakar kesimde geçmişte güçlü medya organları<br />
çıkmamasını neye bağlıyorsunuz<br />
Bizim Müslümanların en büyük derdi nedir,<br />
biliyor musun En büyük problem, medyaya<br />
önem vermemektir... Cumhuriyet’in<br />
ilan edilmesinden sonra onun müesseseleri<br />
oluşturuldu. Nasıl oluşturuldu, gazete ile<br />
sanat ile tiyatro ile sinema ile oluşturuldu.<br />
Her şeyi kullandılar. Hatta millet köylerden<br />
gelmesin diye; canım köyüm, cıvıl cıvıl<br />
köyüm, orda bir köy var gidemesem de benimdir<br />
dediler. Bütün bunlar köylerden insanlar<br />
şehirlere gelmesin, şehirdeki beyefendiler<br />
rahatlarını yaşasınlar. Onlar orada<br />
üretmeye devam etsinler. Hani Nevzat<br />
Tandoğan diyor ya Osman Yüksel’e ‘Bu ülkeye<br />
milliyetçilik lazımsa onu da biz getiririz,<br />
komünizm lazımsa onu da biz getiririz.<br />
Siz gidin, üretim yapın, çocuk yapın, asker<br />
yetiştirin...' Köy Enstitüleri projesinin temeli<br />
de budur. Yetişsinler, köye dönsünler.<br />
Şehirde kalmasınlar.<br />
Şimdi bütün bu dallarda, sanat, edebiyat,<br />
sinema ile Cumhuriyet’i cici gösterdiler.<br />
Cumhuriyeti yüceltmek için ne yapmaları<br />
lazımdı; dindarı kötü göstermeleri<br />
lâzımdı... Dindar insanları; sakallı, şeytan,<br />
vuran, çalan çırpan, tecavüz eden şeklinde<br />
gösterdiler... Bütün karikatürlerde<br />
öyledir. Adamlar bunu yaptı. İşte ilk,<br />
Mehmet Şevket Eygi’nin Bugün gazetesi<br />
var, daha öncesini hatırlıyor musunuz<br />
Üstad Necip Fazıl var, Büyük Doğu var<br />
ama kesintili. Bizim Anadolu diye bir gazete<br />
çıkmış. Bakın bugün bile bizim Müslümanlarımız<br />
gazetenin öneminin farkın-<br />
da değil. Gazetenin önemini, sanatın önemini<br />
bizimkiler maalesef anlamadı.<br />
Sinemada da öyle mesela, olmadı..<br />
Olmaz tabii, niye olmaz Mizah dergi-<br />
si çıkardı bizim gençlerimiz, halen çıkarmaya<br />
çalışıyorlar. Biz mizah yapamayız,<br />
neden Çünkü bel altı muhabbete girersen,<br />
ne yapıyorsun derler. Zaman zaman<br />
bana da okuyucularım diyor; ‘Ya bu<br />
argo, kızıma okutacağım bu yazıyı, nasıl<br />
okutayım, nasıl izah edeceğim’ filan diyor.<br />
Ben de mümkün olduğu kadar ona<br />
dikkat etmeye çalışıyorum. Ama bunu<br />
yapmazsan, karikatür olmaz, mizah olmaz.<br />
Bunu yapmazsan tiyatro olmaz.<br />
Dolayısıyla bu tür sanatsal faaliyetler bu<br />
tarafta gelişememiş. Adamlar o sahayı<br />
da doldurmuşlar. Her yönüyle doldurmuşlar<br />
ve her koldan hücum ediyorlar.<br />
Daha düne kadar annelerimiz babalarımız<br />
kız çocuklarını okuttular mı Okuyacağına,<br />
gitsin evlensin, çocuk yapsın<br />
filan dediler. Ama onlar okuttular, köşe<br />
başlarını tuttular...<br />
Sinemaya gidiyor musunuz<br />
Aksiyon filmlerini tarz olarak seviyorum,<br />
1453’e gitmeyi düşünüyorum... Araştırma<br />
kitaplarının yanı sıra, roman da okuyorum.
68<br />
MART-NİSAN 2012<br />
20 yıldır felçli olduğu halde gazete çıkarıyor<br />
S<br />
MUZAFFER ALTUNAY<br />
amsun Büyükşehir Belediye başkan<br />
vekilliği görevini sürdürdüğü<br />
dönemde belediyenin merdivenlerinden<br />
düşerek sakat kalan şeref basın<br />
kartı sahibi Ahmet Demirel, yatalak olduğu<br />
halde 20 yıldır gazete çıkarıyor. Zor<br />
şartlarda yatağa bağımlı olarak yaşamını<br />
sürdüren ve gazeteciliğe "âşığım." diyen<br />
Demirel, kendisini hayata bağlayan en<br />
büyük etkenin gazete çıkarmak olduğunu<br />
söyledi. Sadece '10 Ocak Çalışan Gazeteciler<br />
Günü'nde hatırlanmaktan duyduğu<br />
üzüntüyü gözleri dolarak dile getiren ve<br />
1980–90 yılları arasında iki dönem belediye<br />
meclis üyeliği yaptığını kaydeden Medeniyet<br />
Gazetesi sahibi 73 yaşındaki Ahmet<br />
Demirel, 50 yıllık gazetecilik geçmişi olduğunu<br />
ve gazeteciliği çok sevdiğini belirtti.<br />
Gazeteciliği ölene kadar yapmaya devam<br />
edeceğini aktaran 19 Mayıs Gazeteciler<br />
Cemiyeti Kurucu Başkanı Demirel, "Şeref<br />
basın kartı sahibiyim. Bu süre zarfında yurt<br />
1990 yılında Samsun<br />
Belediye Başkanlığı'na<br />
vekâlet ettiği bir sırada<br />
belediyeyi ziyarete gelen<br />
bir konuğunu yolcu<br />
ederken kaza geçirdiğini<br />
hatırlatan Demirel,<br />
bu kazanın ardından<br />
yaklaşık 20 senedir<br />
felçli olarak yatağa<br />
bağımlı yaşmaya<br />
devam ettiğini belirtti.<br />
içi ve dışında çok sayıda toplantılara katıldım<br />
ve oralarda bana verilen 150'ye yakın<br />
plaket var." dedi.<br />
1990 yılında Samsun Belediye<br />
Başkanlığı'na vekâlet ettiği bir sırada belediyeyi<br />
ziyarete gelen bir konuğunu yolcu<br />
ederken kaza geçirdiğini hatırlatan Demirel,<br />
bu kazanın ardından yaklaşık 20 senedir<br />
felçli olarak yatağa bağımlı yaşmaya<br />
devam ettiğini belirtti. İlk defa 1970'li<br />
yıllarda Adalet Partisi'nden meclise girdiğini,<br />
daha sonra parti kapanınca eski<br />
başkanlardan Vehbi Gül zamanında yani<br />
1986 yıllarında tekrar meclis'e girdiğini dile<br />
getiren Demirel, "Hatta bir ara başkanlığa<br />
vekâlet ettim. Yine bundan 20 yıl önce<br />
vekâlet ettiğim dönemde Arnavutluk Büyükelçisi<br />
Necip Kaçı ve eşi belediyeyi ziyarete<br />
gelmişti. Ziyaret sonrası konuğumuzu<br />
uğurlarken ayağım halıya takıldı ve merdivenlerden<br />
aşağı yuvarlandım. O sırada<br />
birkaç basamak yuvarlandıktan sonra belimi<br />
merdivenin kenarına vurdum. Beni
MART-NİSAN 2012<br />
69<br />
alıp Ankara'ya götürdüler, ama orada da<br />
doktorun hatası ile yapılan yanlış ameliyat<br />
sonrası omuriliğime zarar verdiler ve ben<br />
de felç oldum. Yüzde 98 sakatlık raporum<br />
var, yüzde yüz olmasına 2 puan kaldı." diye<br />
konuştu.<br />
Evinin odasını ofise çeviren ve daha<br />
önce günlük çıkan gazetesini, ancak aylık<br />
çıkarabildiğini, bunu da abone sistemiyle<br />
okuyucularına posta yoluyla ulaştırdığını<br />
kaydeden Anadolu Basın Birliği kurucularından<br />
Demirel, sözlerine şöyle devam etti:<br />
"Ben bu halde olmama rağmen gazetecilik<br />
mesleğimi yapmaya devam ettim. Medeniyet<br />
adında 1969 yılında çıkarmaya başladığım<br />
gazetemi felçliyken de devam ettirdim.<br />
Şu anda günlük değil ama aylık olarak<br />
çıkartmaya devam ediyorum. Ben evimin<br />
bir odasını büroya çevirdim, tüm işlerimi<br />
çocuklarımın da yardımıyla buradan<br />
yapıyorum. Ama beni en çok üzen, gazeteciler<br />
arasında yardımlaşma ve dayanışmanın<br />
olmaması. Düştüğünüz zaman<br />
kimse sizi arayıp sormuyor, hastalıktan<br />
çok beni, bu durum üzüyor. Ben o yıllarda<br />
hem siyasî hem de gazetecilik kimliğine<br />
sahiptim. Ancak ikisini birbirine asla karıştırmadım.<br />
Gazeteciliği meslek ilkeleri dışında<br />
asla kullanmadım hatta şuanda çok<br />
düşkün bir vaziyette, yardıma muhtaç olmama<br />
rağmen kullanmıyorum. Bu hastalık<br />
beni maddi manevi çökertti. Aylık masraflarım<br />
3 bin lirayı buluyor, bana kirada<br />
oturan oğlum bakıyor. O da işsiz şu anda,<br />
gazetecilik ayakta iseniz çok iyi bir meslek,<br />
eğer düşmüşseniz çok nankör bir meslek<br />
haline gelebiliyor. Eğer ben gazetecilik değil<br />
de siyasete devam etmiş olsaydım bugün<br />
hatırı sayılır bir mevkide ve onlarca<br />
mal varlığı olan birisi olurdum. Ben gazetecilik<br />
aşkına, sevgisine her şeyi elimin tersi<br />
ile ittim. Bugünde vefasızlığın, duyarsızlığın<br />
en alasını yaşamaktayım. Benim yaşadıklarımı<br />
çektiklerimi bir başka meslektaşım<br />
çekmesin diye her nefes alıp verdiğimde<br />
Allah’a dua ediyorum. Çünkü bazen<br />
bir gülen yüz, hatırınızı soran bir meslektaşınızın<br />
size ziyarete gelmesi en kaliteli<br />
ilaçtan bile daha tesirli olabiliyor.” dedi.<br />
Gazeteci olarak çok büyük badireler<br />
atlatıp ölümlerden döndüğünü vurgulayan<br />
Ahmet Demirel, 1980 ihtilalinde attığı<br />
“Ey Ata'm Samsun’a yeniden çık ve<br />
kurtar yeniden memleketi” manşetinin<br />
ardından gazete binasının bombalandığını<br />
söyledi. İhtilal sonrası Samsun’a<br />
ziyarete gelen Kenan Evren ile 19 Mayıs<br />
Gazeteciler Cemiyeti başkanı sıfatı ile<br />
görüştüklerini ve o görüşmenin fotoğraflarını<br />
hâlâ sakladığını kaydeden Demirel<br />
unutamadığı bir anısını şöyle anlattı;<br />
“Atatürk’ün arkadaşlarından olan<br />
gazeteci Celalettin Bora vardı. 1972 yılında<br />
Anadolu Basın Birliği genel başkanı<br />
görevini yapan Bora, bir gün beni aradı<br />
ve Samsun’a gezmek için geleceğini<br />
söyledi. Ben de ‘buyurun gelin şeref verirsiniz’<br />
dedim. Sonrasında vali, belediye<br />
başkanı ve alay komutanından randevular<br />
aldım. Çünkü gelen kişi normal birisi<br />
değildi. Hem Atatürk’ün arkadaşı hem<br />
de gazetecilerin dernek olarak en üstündeki<br />
örgütün başkanıydı. Alay komutanı<br />
bize saat 14.00'te randevu vermişti, ben<br />
de Celalettin Bora’yı kendi arabamla alıp<br />
alay komutanlığı merkezine götürdüm.<br />
Alaya yaklaştığımızda bando takımının<br />
dizildiğini merasim hazırlığı yapıldığını<br />
gördük. Bunun üzerine ben Bora’ya<br />
‘Bugün ziyareti iptal edelim, alayda merasim<br />
var.’ dedim. Genel Başkan Borada<br />
bana ‘hiç olmazsa alayın bahçesine<br />
kadar gidelim olmazsa döneriz’ dedi.<br />
Birde baktık alay komutanı bahçede<br />
duruyor. Yanına gittik ‘Bugün merasim<br />
var, biz yarın gelelim’ dedik. Alay komutanı<br />
da gülerek ‘bu merasimi ben sizin<br />
için hazırlattım’ deyince orada kahkahalara<br />
boğulmuştuk. Bu hatıramı hiç<br />
unutamıyorum.” dedi.
70<br />
MART-NİSAN 2012<br />
<strong>Cihan</strong> TV Network’ün<br />
ekran formatı yenilendi<br />
C<br />
ihan Haber Ajansı bünyesinde faaliyet<br />
gösteren <strong>Cihan</strong> TV Network, yeni<br />
ekran formatıyla izleyicisiyle buluştu.<br />
<strong>Cihan</strong>'ın 2003 yılında başlattığı proje<br />
çerçevesinde toplam 75 noktada, 91 yerel<br />
TV’ye profesyonel anlamda<br />
haber ve program desteği<br />
veriyor. Anadolu’nun<br />
gözü kulağı olmayı hedefleyen<br />
<strong>Cihan</strong> TV Network,<br />
bu anlayışla dünya çapında<br />
TV Network ağlarını inceleyerek<br />
yeni ekran yüzlerini<br />
oluşturdu. Sade ve anlaşılabilir<br />
bir ekran formatını<br />
benimseyen <strong>Cihan</strong> TV Network kreatif<br />
departmanı uzun ve titiz uğraşlar sonucunda<br />
dünya standartlarında bir çalışmaya<br />
imza attı. Dünyaca ünlü medya tasarımcısı<br />
Mario Garsia'dan tasarım seminerleri<br />
alan ekip, programlara yeni bir kimlik<br />
kazandırdı. Cinama4d gibi dünya çapında<br />
TV görsellerinin hazırlandığı ve Türkiye'de<br />
yeni yeni uygulanmaya başlanan tasarım<br />
programları ile gerçekleştirilen görsellerde<br />
ekran bütünlüğü ön plana çıkartıldı. 1<br />
Mart 2012 tarihi itibarıyla<br />
yeni görsellerin kullanıldığı<br />
<strong>Cihan</strong> TV Network, aynı<br />
tarih itibarıyla da kesintisiz<br />
yayın testlerini yapmaya<br />
başladı. Yeni eklenen<br />
haber programları ile yerel<br />
T'lerin vazgeçilmezi olan<br />
<strong>Cihan</strong> TV Network'ün bu<br />
ekran değişim süreci hakkında<br />
bilgi veren <strong>Cihan</strong> Tv Network, Kreatif<br />
Yönetmeni Murat Işık, yerel TV'lerin bu<br />
çalışmalarla Türkiye çapında yayın yapan<br />
kanallar kalitesine yükseleceğini belirterek,<br />
amaçlarının alışılmışın dışında sade ve temiz<br />
bir ekran olduğunu vurguladı.
72<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Yurtdışı Türkler ve<br />
Akraba Topluluklar<br />
Başkanlığı Basın<br />
Müşaviri ve Artı90 Genel<br />
Yayın Yönetmeni<br />
Mehtap Altınok, kurum<br />
çalışanları tarafından<br />
çıkarılan derginin üç<br />
ayda bir yayımlanacağını<br />
söyledi.<br />
Artı90,<br />
yurtdışındaki<br />
Türklerin sesi<br />
olacak<br />
T<br />
HASAN ÖNAL/SÜREYYA KUTLUĞ<br />
ürkiye’nin en genç kurumlarından<br />
birisi Yurtdışı Türkler ve<br />
Akraba Topluluklar Başkanlığı.<br />
Yurtdışında bulunan 6 milyon vatandaş<br />
ve Türkiye’deki misafir öğrencilere<br />
yönelik hizmet vermesi için 2010 yılında<br />
kurulan Başkanlık, kısa süre içerisinde<br />
hayata geçirdiği projeler ve yaptığı<br />
organizasyonlarla dikkatleri üzerine<br />
çekmeyi başardı. Başkanlık, yurtdışından<br />
Türkiye'nin aranma kodu olan Artı90<br />
adıyla çıkardığı dergi ile yurtdışında<br />
yaşayanların sesi soluğu olmayı hedefliyor.<br />
DERGİNİN ADI, TÜRKİYE’NİN YURTDIŞINDAN<br />
ARANMA KODU<br />
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar<br />
Başkanı Kemal Yurtnaç, dünyanın 155<br />
ülkesinde 6 milyon Türkiye vatandaşı<br />
bulunduğuna dikkat çekerek, yurtdışındaki<br />
vatandaşlar ve Türkiye’deki misafir<br />
öğrencilere yönelik hizmet sunduklarını<br />
belirtti. Yurtdışındaki vatandaşlarla<br />
iletişimlerini artırmak için Türkiye’nin<br />
yurtdışından aranma kodu olan Artı90<br />
adıyla bir dergi çıkardıklarını ifade eden<br />
Yurtnaç, “Dergimizde herkes yer alıyor.<br />
Hedef kitlemizi oluşturan vatandaşlarımızı<br />
ilgilendiren tüm konulara<br />
dergimizde yer vererek onları bilgilendiriyoruz.”<br />
dedi. Ayrıca yurtdışındaki<br />
vatandaşların yaşadığı sorunları giderecek<br />
teklifler hazırlayıp bulundukları<br />
ülkelerin ilgili kurumlarına ilettiklerini<br />
vurgulayan Yurtnaç, “Son olarak<br />
Avustralya’da yeniden hazırlanan ulusal<br />
müfredata Türkçenin de eklenmesini<br />
sağladık. Avrupa’da gençlik dairelerinin<br />
vatandaşlarımızın aile bütünlüğünü<br />
bozmayacak şekilde düzenlenmesi<br />
için teklif hazırlıyoruz. Ayrıca çocukların<br />
yaşadıkları ülkelerin anadillerini<br />
iyi öğrenebilmeleri için çift dilli anaokulu<br />
projesini bu ülkelere sunacağız.”<br />
diye konuştu.<br />
DERGİYİ KURUM ÇALIŞANLARI HAZIRLIYOR<br />
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar<br />
Başkanlığı Basın Müşaviri ve Artı90 Genel<br />
Yayın Yönetmeni Mehtap Altınok<br />
ise kurum çalışanları tarafından çıkarılan<br />
derginin şu an üç ayda bir yayımlanacağını<br />
söyledi. 5 bin adet bastırdıkları<br />
dergiyi yurtdışındaki sivil toplum örgütleri,<br />
konsolosluklar, büyükelçilikler,<br />
eğitim müşavirlikleri ile Türkiye’deki ilgili<br />
kamu kurumları, milletvekilleri, bürokratlar<br />
ve üniversitelere gönderdiklerini<br />
ifade eden Altınok, derginin internet<br />
sitesi www.arti90dergi.com adresinden<br />
de dünyanın dört bir yanındaki Türkle-
MART-NİSAN 2012<br />
73<br />
re hitap ettiklerini söyledi. Yurtdışındaki vatandaşların<br />
sorunlarını dile getirmek ve kurumun<br />
faaliyetlerini onlara duyurmak için dergi<br />
çıkardıklarını söyleyen Altınok, “Dergi siyasi<br />
konuları da içeren ama soft konuların da<br />
yer aldığı bir dergi. Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın<br />
başarı hikâyesinin anlatıldığı<br />
dergimizde Sancak, Prizren gibi Müslümanların<br />
yoğun olarak yaşadığı bölgelerden<br />
insan hikâyeleri de yer alıyor. Eline alan herkes<br />
dergimizde ilgisini çekecek bir şey bulacak.”<br />
dedi.<br />
Artı90’ın ağır bir dille yazılmış bir dergi<br />
olmadığını belirten Altınok, Artı90’nın içeriğinden<br />
şöyle bahsetti: "Artı90 akademik<br />
bir dergi değil. Dergi siyasi konuları da içeren<br />
ama bunun peşine soft konuların da yer<br />
aldığı bir dergi. Örneğin yurtdışında yaşayan<br />
bir vatandaşımızın<br />
burada Başarı<br />
hikâyesi de<br />
anlatılıyor. Aynı<br />
zamanda balkanlardaki<br />
Sancak<br />
bölgesi ya<br />
da prizrien gibi<br />
Müslümanların<br />
yaşadığı bölgelerdeki<br />
insanların<br />
hikâyeleri<br />
de anlatılıyor.<br />
Afrika’da var,<br />
Orta Asya da<br />
var içinde yani<br />
herhangi biri bu<br />
dergiyi eline aldığında<br />
kendisi<br />
ile ilgili, kendisini<br />
çekecek bir şey mutlaka bulacaktır. Herkese<br />
yönelik bir konu var içinde. Sanata var,<br />
spor da var, edebiyat da var. Herkes her şeyi<br />
bu dergide bulabilir diye düşünüyorum."<br />
Altınok, nisan ayında çıkacak ikinci sayı<br />
için de çalışmalara başladıklarını kaydetti. Altınok<br />
şöyle konuştu: "Dergideki en büyük konulardan<br />
bir tanesi Fransa’da Ermeni yasa tasarısı<br />
ile ilgili geniş bir dosya haber hazırlamayı<br />
planlıyoruz, yine Almanya ile ilgili eğitim konusunda<br />
ya da oradaki vatandaşların sorunları<br />
ile ilgili mavi kart emeklilik gibi konular ile ilgili<br />
detaylı bilgilere yer vereceğiz. Bunun dışında<br />
tabii insan hikâyeleri var yine. Dünyanın çeşitli<br />
bölgelerinden bu sayıda yine İngiltere’den,<br />
Kanada’dan olacak, Amerika’daki bir Türk<br />
bayanın hikâyesi olacak bunların hepsinin<br />
çok ilgi duyacağına inanıyorum.
74<br />
MART-NİSAN 2012<br />
Karaosmanoğlu, Türk Dünyası<br />
Belediyeler Birliği başkanı oldu<br />
5<br />
ayrı ülkede temsilciliği ve 18 ülkeden<br />
bin 17 üyesi bulunan Türk<br />
Dünyası Belediyeler Birliği’nin<br />
(TDBB) 3. Olağan Genel Kurulu’nda<br />
yapılan seçimde Kocaeli Büyükşehir<br />
Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu,<br />
TDBB’nin yeni başkanı oldu.<br />
Türk dili ve lehçelerini konuşan<br />
ülkelerin devlet başkanları, 2000 yılı<br />
Azerbaycan zirvesinde ülkelerarası karşılıklı<br />
işbirliğinin geliştirilmesi ile ilgili<br />
alınan kararların 6. maddesinde “yerel<br />
yönetimler arasında işbirliğinin geliştirilmesi"<br />
kararını almıştır. Türk Dünyası<br />
Belediyeler Birliği (TDBB), Türk dili<br />
ve lehçelerinin konuşulduğu ülkeler,<br />
bölgeler ve buralarla coğrafi, tarihi,<br />
kültürel ortaklıkları bulunan yerlerdeki<br />
kent ve kent yönetimi ile ilgili çalışmalar<br />
yapmak amacıyla 12 Kasım 2003 tarih<br />
ve 6464 sayılı Bakanlar Kurulu kararı<br />
ile kurulmuş, 3335 sayılı Uluslararası<br />
Nitelikteki Teşekküllerin Kurulması<br />
hakkındaki yasa hükümleri çerçevesinde<br />
faaliyetlerini sürdüren uluslararası<br />
bir teşekküldür.<br />
Türk Dünyası Belediyeler Birliği<br />
(TDBB), Türkiye’nin yakın kıta havzasını<br />
oluşturan, kültür coğrafyamız olarak<br />
adlandırdığımız Avrasya bölgesini temel<br />
faaliyet alanı olarak tespit etmiş, Balkanlar'dan<br />
Orta Asya’ya, Ortadoğu’nun<br />
da dahil olduğu geniş bir bölgede, Türk<br />
dili ve lehçelerini konuşan toplulukların<br />
yaşadığı ülkelerdeki yerel yönetimlerle<br />
işbirliği ve dayanışmayı temine yönelik<br />
çalışmalar yürüten, TC Başbakanlık<br />
Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı<br />
Başkanlığı (TİKA), Avrupa Belediyeler<br />
ve Bölgeler Konseyi Birliği (CEMR),<br />
Avrupa Akdeniz Yerel ve Bölgesel Yönetimler<br />
İşbirliği Komitesi (COPPEM),<br />
Birleşmiş Kentler ve Yerel Yönetimler<br />
Ortadoğu ve Batı Asya Bölge Teşkilatı<br />
(UCLG MEWA), Arap Şehirler Birliği<br />
(ATO), Avrupa Türk Demokratlar Birliği<br />
Hollanda Şubesi (UETD), İslam, Tarih,<br />
Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi<br />
(IRCICA), Türkiye Radyo ve Televizyon<br />
Genel Müdürlüğü, TRT, Türkiye Belediyeler<br />
Birliği (TBB), Ege Belediyeler Birliği<br />
(EBB), Kıbrıs Türk Belediyeler Birliği<br />
(KTBB), Tataristan Belediyeler Birliği,<br />
Moğolistan Belediyeler Birliği, İstanbul<br />
Uygulamalı Gaz ve Enerji Teknolojileri<br />
Araştırma Mühendislik Sanayi ve Ticaret<br />
AŞ (UGETAM), Türk Kızılayı (KI-<br />
ZILAY), Türkiye Yeşilay Cemiyeti (YEŞİ-<br />
LAY), Kırgızistan Yerel Yönetimler Birliği,<br />
Marmara Belediyeler Birliği, Azerbaycan<br />
Cumhuriyeti Adalet Bakanlığı Belediyeler<br />
İş Merkezi, TC Mahalli İdareler<br />
Genel Müdürlüğü, Kırgız Cumhuriyeti<br />
Yerel Yönetimler ve Bölgesel Kalkınma<br />
Bakanlığı gibi ulusal ve uluslararası kuruluşlarla<br />
da işbirliği halinde faaliyetlerini<br />
sürdüren birliğimiz, bayındırlık, insan<br />
ve çevre sağlığı, kültür, spor, eğitim,<br />
turizm, ekonomi, ticaret gibi yerel yöne-
MART-NİSAN 2012<br />
75<br />
timleri ilgilendiren genel konular yanında,<br />
altyapı, afet, konut, şehirleşme, etkin<br />
yerel yönetim gibi yerel yönetimleri yakından<br />
ilgilendiren özel konularda eğitim,<br />
danışmanlık, yayın, teknik inceleme<br />
ve araştırma gezisi, diplomasi gibi hizmetleri<br />
ifa etmektedir.<br />
Birliğimiz bugüne kadar Avrasya<br />
Yerel Yönetimler Kongresi başlığı altında<br />
iki geniş katılımlı kongre, Uluslararası<br />
Eğitim ve Araştırma Merkezimiz bünyesinde<br />
üye belediyelerimize yönelik<br />
kırkın üzerinde eğitim, yirmi iki ülkede<br />
kardeş ülke günlerini gerçekleştirmiş ve<br />
birçok yurtiçi ve yurtdışı faaliyet ve etkinliğe<br />
destekleyici kuruluş ya da proje<br />
ortağı olarak iştirak etmiş ve etmeye devam<br />
etmektedir.<br />
Başta Türkiye olmak üzere Azerbaycan,<br />
Kırgız Cumhuriyeti, Bosna-Hersek,<br />
Rusya Federasyonu Dağıstan Cumhuriyeti,<br />
Rusya Federasyonu Başkurdistan<br />
Cumhuriyeti, KKTC, Moldova, Moğolistan,<br />
Makedonya, Irak, Lübnan, Kosova,<br />
Pakistan, Macaristan, Kazakistan gibi<br />
Avrasya coğrafyasındaki birçok ülkedeki<br />
yerel yönetimlerle işbirliği ve dayanışmayı,<br />
karşılıklı deneyim ve tecrübe<br />
paylaşımını esas alan birliğimiz, uluslararası<br />
kongre, kardeş belediye çalışmaları,<br />
kardeş ülke günleri, sempozyum,<br />
panel, eğitim semineri, karşılıklı ziyaret,<br />
teknik ve insani yardım gibi birçok başlıkta<br />
çalışmalar yürütmektedir. 18 ülkeden<br />
1.017 üyesi bulunan Türk Dünyası<br />
Belediyeler Birliği’nin 5 ayrı ülkede<br />
temsilciliği bulunmaktadır. Bu ülkeler:<br />
Azerbaycan Cumhuriyeti, Moldova<br />
Cumhuriyeti, Kazakistan Cumhuriyeti,<br />
Kırgız Cumhuriyeti, Kuzey Kıbrıs Türk<br />
Cumhuriyeti. Bu ülkelerdeki temsilciler<br />
aynı zamanda birliğimizde başkan yardımcılığı<br />
görevi yürütmektedir.<br />
İBRAHİM KARAOSMANOĞLU’NUN ÖZGEÇMİŞİ<br />
1952 yılında İzmit Yuvacık´ta doğdu.<br />
1977 yılında Marmara Üniversitesi´nden<br />
mezun oldu. 1978-1989 yılları arasında<br />
Kırıkkale Lisesi, İzmit Endüstri Meslek<br />
Lisesi ve İzmit Ortaokulu´nda öğretmen<br />
ve yönetici olarak görev aldı.<br />
1989-99 yılları arasında İzmit´te 10 yıl<br />
Yuvacık Belediye başkanlığı yaptı. Ak<br />
Parti´nin kuruluşunda Genel Başkan<br />
Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte aktif<br />
olarak görev aldı. AK Parti Kocaeli Teşkilatında<br />
kurucu İl Başkan Yardımcılığı<br />
ve il başkanlığı görevlerinde bulundu.<br />
Daha sonra başbakan danışmanı olarak<br />
Ankara´da görev yaptı. Kırgızistan<br />
Cumhuriyeti'nin köklü üniversitelerinden<br />
Mahmud Kaşgarî Barskanî Doğu<br />
Üniversitesi tarafından “fahri profesörlük”<br />
ünvanı ile Kazakistan Cumhuriyeti<br />
Kainar Üniversitesi’nden “fahri doktora”<br />
unvanına layık görülen Karaosmanoğlu,<br />
COPPEM-Avrupa-Akdeniz<br />
İşbirliği Komitesi asli üyesidir. UCLG-<br />
MEWA Dünya Konseyi üyesi ve aynı<br />
organizasyonda üç farklı komitede başkan<br />
ve yönetim kurulu üyelikleri görevleri<br />
de yürütmektedir. Kent ihtiyaçları<br />
paralelinde yaptığı insan odaklı hızlı ve<br />
agresif yatırım hamlesiyle, model proje<br />
uygulamalarıyla Kocaeli'nin çehresinin<br />
değişmesinde ve dünya kenti olmasında<br />
önemli bir görev icra eden Karaosmanoğlu;<br />
birçok sivil toplum kuruluşu,<br />
ulusal ve uluslararası yayın organı<br />
tarafından çeşitli defalar “Yılın Büyükşehir<br />
Belediye Başkanı” seçilmiş ve<br />
bir çok “kent ödülüne” layık görülmüştür.<br />
“Türk-Macar” dostluğunun geliştirilmesi<br />
ve Macar tarihinin önemli ismi<br />
“Kral Thököly İmre” anısının Kocaeli’<br />
nde yaşatılması maksadıyla, göstermiş<br />
olduğu üstün katkılarından ötürü Macaristan<br />
Devleti tarafından Devlet Liyakat<br />
Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Evli ve<br />
5 çocuk babasıdır.<br />
Karaosmanoğlu, 10 Mart 2012<br />
tarihinde yapılan Türk Dünyası Belediyeler<br />
Birliği 3. Olağan Genel<br />
Kurulu'ndan bu yana Türk Dünyası<br />
Belediyeler Birliği başkanlığı görevini<br />
yürütmektedir.
76<br />
MART-NİSAN 2012<br />
İŞ DÜNYASI<br />
ZİYA YILDIRIM z.yildirim@cihan.com.tr<br />
Yeni BMW 3 serisi vitrine çıktı<br />
Otomotiv devi BMW’nin yeni 3 serisi tüketicilerin<br />
beğenisine sunuldu. Seri, Sport Line, Luxury<br />
Line, Modern Line seçenekleri ile kullanıcıların<br />
otomobillerini tercihlerine uygun hale getirmelerine<br />
imkân tanıyor.<br />
Yeni BMW 3, kamuoyuna tanıtıldı. Bu çerçevede<br />
verilen davette serinin tasarımına, kullanımına<br />
değinildi, yararları ve getirileri anlatıldı.<br />
Popçu Murat Boz’un da katıldığı davette söz<br />
alan BMW Group Satış ve Pazarlama Direktörü<br />
Ayhan Ölçer, “Seri, 1975’ten bu yana hepimizin<br />
ve belki çocukluğumuzun rüya otomobili.<br />
Segmentinde sportif karakteri ve ayrı tasarımı<br />
ile her zaman bir adım önde oldu. Tahmin<br />
ediyorum, 1975’ten beri otomobil kullanıcılarına<br />
büyük sürüş keyfi verdi. Zamanla büyüdü,<br />
performansı arttı, çevreci bir otomobil oldu.”<br />
ifadelerini kullandı.<br />
Yeni BMW 3, selefinden 93 milimetre daha<br />
uzun. Bu otomobillerde iç alan geniş olup, bundan<br />
arkada oturan yolcular yararlanıyor. Yine<br />
arkada ek diz aralığı bulunuyor ve tavan 8 milimetreyi<br />
buluyor. Seri; BMW’nin iç tasarımına<br />
uygun. Kokpit otomobillerde tipik olarak görüldüğü<br />
gibi kullanıcının etrafını örüyor, tüm<br />
önemli işlevleri erişilebilir kılıyor. BMW 3 Sedan;<br />
Sport Line, Luxury Line ve Modern Line seçenekleri<br />
ile kullanıcıların otomobillerini tercihlerine<br />
uygun hale getirmelerine olanak veriyor.<br />
Özgün, iç ve dış tasarımı bulunan M Spor paketi,<br />
2012 yazında satışa sunulacak.<br />
Karaca, Türk kahvesine sahip çıktı<br />
‘Türk kahvesi içiyorum, kahveme sahip çıkıyorum'<br />
projesi Karaca Porselen’in katkıları ile<br />
hayat buldu.<br />
Geleneksel kahve kültürümüze, değerlerimize<br />
sahip çıkmak, Türk halkı nezdinde sağduyu<br />
oluşturmak için düzenlenen ‘Türk kahvesı<br />
içiyorum, kahveme sahip çıkıyorum’ projesi<br />
başladı. Türkiye’nin kendi dalında başarılı<br />
11 ünlü ismi Sertab Erener, Haldun Dormen,<br />
Kerem Görsev, Ali Sunal, Kadir Doğulu, Ayşegül<br />
Aldinç, Ali Kırca, Saba Tümer, Nevra Serezli,<br />
Fuat Güner, Ebru Akel, Zeynel Abidin Ağgül’ün<br />
kamerasının önüne geçerek, ‘Türk kahvesi içiyorum,<br />
kahveme sahip çıkıyorum’ dedi.<br />
Atıl Kutoğlu tarafından Türk Kahve<br />
Derneği yararına tasarlanan Türk kahvesi fıncanları,<br />
Karaca Porselen tarafından üretildi.<br />
Selçuklu motiflerinden esinlenerek hazırlanan<br />
fincanlar turkuvaz ve mor olarak, iki<br />
farklı renkte konukların beğenisine sunuldu.<br />
Proje için özel üretilen, Atıl Kutoğlu<br />
tarafından tasarlanan fincanlara tüm KRC<br />
Shop’lardan ulaşmak mümkün.
MART-NİSAN 2012<br />
77<br />
Caillou markalı çocuk odalarına büyük ilgi<br />
TARSİM yetkilileri, Devlet<br />
Destekli Tarım Sigortaları<br />
Sistemi’nin başlangıcı olan<br />
2006 yılından bu yana çok<br />
ciddi mesafeler alındığını ve<br />
üreticinin 2011 yılında tarım<br />
sigortasına ilgisinin inanılmaz<br />
ölçüde arttığını açıkladı.<br />
Çiftçi ile buluşulan 2006<br />
yılından bu yana son derece<br />
iyi sonuçlar elde ettiklerini<br />
belirten yetkililer, 2011’de de<br />
daha önceki yıllarda olduğu<br />
gibi başarı grafiklerini artırdıklarını,<br />
poliçe sayısının bir<br />
önceki yıla göre % 58 artışla,<br />
371 bin 116 adetten 587 bin<br />
Dünyanın 50 ülkesinde yayınlanan<br />
Caillou çizgi film karakteri,<br />
mobilya markası ile çocukların<br />
yatak odalarına girdi.<br />
İnegöl'de üretim yapan<br />
Dilay Mobilya, Caillou'nun<br />
mobilya lisansını alarak çocuklara<br />
özel üretim yapmaya<br />
başladı. Caillou’nun senaryosunun<br />
Türk örf, adet,<br />
gelenek ve göreneklerine uygun<br />
ve çocukların çok sevdiği<br />
bir karakter olduğunu belirten<br />
Dilay Mobilya Yönetim<br />
Kurulu Başkanı Azmettin<br />
Gündüz, “Caillou çocuk odası<br />
İMOB Fuarı’nın gözdesiydi.<br />
Çocuklarımız Caillou mobilyasını<br />
çok beğendi. Hem<br />
yurtiçinden hem de yurtdışından<br />
tahminimizin çok üstünde<br />
ciddi talepler aldık.<br />
Ürünün üretim aşaması,<br />
Ar-Ge’si bizi oldukça zorladı.<br />
Ürün hem kaliteli hem de<br />
muadillerinden pahalı olmamalıydı.<br />
Çok şükür başardık.”<br />
diye konuştu.<br />
Caillou’nun mıknatıs gibi<br />
çocukları kendisine çektiğini<br />
ifade eden Azmettin Gündüz,<br />
“Caillou Türkiye’de babasının<br />
elinden tutup da götürüp bir<br />
şey aldıracak güçte bir karakter.<br />
Onun için de gelenlere keyifle,<br />
zevkle bebeğimizi tanıtıyoruz."<br />
dedi.<br />
TARSİM’de poliçe sayısı arttı<br />
716’ya ulaştığını bildirdi.<br />
TARSİM, geçen yılın aralık<br />
sonu itibarıyla yaklaşık 7<br />
milyar lira değerinde tarımsal<br />
ürünün sigortalandığını, 9<br />
milyon dekarlık alanın sigorta<br />
kapsamına alındığının altını<br />
çizdi.<br />
2011 yılında 175 bin hasar<br />
dosyasını sonuçlandıran<br />
ve 260 milyon TL’ye yakın hasar<br />
ödemesi gerçekleştiren<br />
TARSİM, Sistem’in başlangıcından<br />
2011 yılı sonuna kadar<br />
ise 550 milyon TL’ye yakın<br />
hasar ödemesi yaparak, çiftçinin<br />
yüzünü güldürdü.<br />
U.S. Polo yeni sezonu baharın<br />
renkleriyle açıyor<br />
Dünyanın en prestijli saat markalarını<br />
Türkiye’deki saat tutkunları<br />
ile buluşturan Rotap,<br />
bu ayrıcalığı Ankaralı lüks severlere<br />
yaşatmak için Arjantin<br />
Caddesi’nde açtığı mağazasında<br />
özel bir açılış daveti düzenledi.<br />
Rotap Yönetim Kurulu Başkanı<br />
Mehmet Ali Bal, Rotap Genel<br />
Müdürü Hafise Bozer ve Rotap<br />
Kurumsal İletişim Müdürü Bihter<br />
Koray Ayyıldız’ın ev sahipliğinde<br />
gerçekleşen açılışta davetliler,<br />
Omega, Mont Blanc, Tiffany&Co.,<br />
Jaquet Droz, Montegrappa,<br />
Davidoff, Pequignet, Maranello<br />
markalarının ürünlerini dünya<br />
ile aynı anda yakından tanıma<br />
fırsatına sahip oldular.<br />
Ankara’nın üst düzey iş, cemiyet,<br />
siyaset ve yabancı misyonun<br />
katılımıyla gerçekleşendavette<br />
Azerbaycan Büyükelçisi<br />
Aile boyu rahatlık ve şıklığın<br />
simgesi U.S. Polo Assn.’in<br />
2012 ilkbahar-yaz koleksiyonuna<br />
taze çiçeklerin ve baharın<br />
canlı renkleri damgasını vuruyor.<br />
Kadın grubunda keten yıkamalı<br />
gömlekler, patch-work<br />
trikolar ve slim fit jean’ler; erkek<br />
grubunda ise ekoseli gömlekler,<br />
beyaz jean’ler ve çizgili<br />
pike Polo yaka tişörtler koleksiyonun<br />
öne çıkan parçaları.<br />
U.S. Polo Assn.’in 2012<br />
ilkbahar-yaz koleksiyonunda<br />
Polo sporunun temaları, armalar,<br />
baharın renkleriyle buluşuyor.<br />
Markanın ana renkleri<br />
olan kırmızı-beyaz-lacivertin<br />
yanı sıra koyu yeşil-sarıpembe-bej-haki-kırmızı-camel<br />
ürünler de kendi renk gruplarındaki<br />
kombinasyonlarla modaseverlerin<br />
beğenisine sunuluyor.<br />
Kadın grubunda keten yıkamalı<br />
gömlekler, ilkbaharın<br />
camel ve kırmızı tonlamalarındaki<br />
patch-work trikolar ve<br />
slim-fit kırmızı jeanler’le kombinlenebiliyor.<br />
İşe giderken ise<br />
aynı kombin dizde bir etek ve<br />
lacivert blazer ile sunuluyor.<br />
Rotap, Ankaralılar ile buluştu<br />
Faik Bağırov, Peru Büyükelçisi<br />
Jorge Abarca del Caprio, Çelikler<br />
Holding Yön. Kur. Baş. Yard. Tahir<br />
Çelik, Timed Yön. Kurulu Üyesi<br />
Gökmen Özdoğan, ünlü iç mimar<br />
Neşet Güne, Akpınar Şirketler<br />
Grubu Yönetim Kurulu Başkanı<br />
Birol Akpınar’ın eşi Melek Güney<br />
Akpınar da hazır bulundu.
78<br />
MART-NİSAN 2012<br />
TEK NO LO JÝ<br />
MURAT IŞIK m.isik@cihan.com.tr<br />
O!Play ile hayat daha kolay<br />
ASUS’un ürettiği O!Play Mini Plus hem dünyanın ilk HD medya<br />
oynatıcısı hem de TV üzerinden sosyal ağlara girmenizi sağlayan,<br />
çevrimiçi eğlenceyi sorunsuz olarak sunan bir cihaz. İnternet<br />
tabanlı eğlence sistemi O!Play Mini Plus, hem video siteleri<br />
ve sosyal medya kanallarına hem de sonsuz eğlence için<br />
çevrimiçi eğlence sunan ağlara hızlı ve sorunsuz erişim için<br />
Gigabit Lan ve kablosuz bağlantı imkanı sunuyor.<br />
LG'den yüksek hız<br />
LG’nin True HD ekranından oldukça etkileyici özelliklere<br />
sahip. 8MP BSI sensörlü arka, 1.3MP ön kamera,<br />
daha iyi görüntü elde edilmesini sağlayan yeni grafik<br />
çipi, 16GB dahili hafıza, microSD kart slotu, Android<br />
4.0 Ice Cream Sandwich ve bazı zenginleştirmeler<br />
sunan LG arayüzünün eşlik ettiği akıllı telefonun hızı,<br />
performansı, ekran kalitesi gerçekten etkileyici.<br />
ASUS Padfone geliyor<br />
Bir tablet ile bir telefondan oluşan Padfone, klavye aksesuarıyla<br />
dizüstü bilgisayar da olabiliyor. Yani tek konseptte üç aygıt<br />
deneyimi yaşatıyor. Padfone’un tablet bilgisayar bölümü;<br />
10.1 inçlik 1280 x 800 piksel WXGA çözünürlüklü ekran, 1.3MP<br />
ön kamera, microUSB, microHDMI, LED göstergelerini yapısında<br />
ihtiva edecek. 13.5 mm kalınlığındaki tablet bölümünün<br />
akıllı telefon ile birlikte ağırlığı 724 grama ulaşacak.<br />
Nikon'dan pixel canavarı<br />
Nikon D800 adlı model 36.3 milyon piksel seviyesinde fotoğraf<br />
çekimine aracılık ediyor. Sahip olduğu teknik özelliklerle full<br />
HD çekim yapan, CMOS sensör kullanan ürün FX ve DX formatlarında<br />
film çekimi yapıyor. 3.2 inch boyutunda LCD ekranı ve<br />
oldukça kullanışlı menüsü bulunan Nikon D800 Compact flash<br />
ve SD olarak çift bellekle de uyumlu çalışıyor.
MART-NİSAN 2012<br />
79<br />
Profesyonel<br />
sunumlar için<br />
Çok fonksiyonlu ve pratik sunum<br />
cihazı Media Pointer 1000, sunum<br />
yaparken konferans salonunda rahatça<br />
dolaşabilmeniz için 10 metreye kadar<br />
çalışma alanı sağlayan 2,4 GHz kablosuz iletim teknolojisine<br />
sahip. Dâhili titreşim özelliği ve benzersiz LCD ekranı sayesinde<br />
sunumlarınız sırasında saat ayarı yaparak zamanınızı<br />
daha etkin biçimde kontrol etmeniz mümkün. Dahası,<br />
iki adet AAA pil ile çalışan bu pratik sunum cihazını dünyanın<br />
en küçük boyutlu Pico alıcısı sayesinde kolayca bilgisayarınıza<br />
bağlayabilirsiniz.<br />
Cep telefonunda<br />
projektörlü dönem<br />
Samsung, duvara görüntü yansıtmaya izin veren projeksiyon<br />
özellikli yeni akıllı cebini bir basın duyurusu ile tanıttı. Galaxy<br />
Beam adındaki cep, 12.5mm kalınlığında ve Samsung'a göre<br />
"en ince projeksiyonlu cep". Galaxy Beam, aslında 2010'da tanıtılan<br />
Samsung i8520'nin yeni bir sürümü. 15 lümen projektöre<br />
sahip telefon, fotoğraf, video ve slayt gösterilerini duvarlara<br />
ve tabanlara yansıtabiliyor (15 metre uzaklığa kadar). Android<br />
2.3 ile çalışan cihaz, 1 GHz çift çekirdekli işlemciye sahip ve<br />
4 inç ekranla (800x480) geliyor. Cihazın depolama alanını microSD<br />
slotu sayesinde genişletmek de mümkün oluyor.<br />
Gözünüz arkada kalmasın<br />
Internet tabanlı bir IP kamera olarak geliştirilen Aztech<br />
WIP302, size daha güvenli bir yaşamın kapılarını açıyor. Ev<br />
ve işyerinde neler olup bittiğini merak ediyorsanız Aztech<br />
WIP302’den daha iyisiyle karşılaşmanız biraz zor. Ürün kablosuz<br />
ağ desteğine sahip olup kullanabilmek için sadece güç<br />
bağlantısının yapılması yeterli. Web tabanlı kullanıcı arabirimi<br />
sayesinde internet üzerindeki herhangi bir bilgisayardan, tabletten<br />
veya akıllı telefonunuzdan dünyanın neresinde olursanız<br />
olun kameraya sürekli olarak erişim sağlayabilirsiniz.<br />
Huawei'nin tablet açılımı<br />
Çin merkezli Huawei, yeni Android tablet bilgisayarı Media-<br />
Pad 10'un resmi basın açıklamasını yayınladı! Dünyanın ilk 10<br />
inçlik tableti olarak betimlenen cihaz, yine Huawei’nin geliştirdiği<br />
1.5 GHz hızında dört çekirdekli K3V2 çipseti, Google’ın<br />
Android 4.0 Ice Cream Sandwich versiyonu, yüksek çözünürlüklü<br />
IPS ekranı ile eşsiz bir ses ve görsel performans sergiliyor.<br />
Huawei’nin kendi markasını taşıyan, sektörün en küçük<br />
ve en hızlı yongası olan 1.5GHz hızındaki dört çekirdekli<br />
K3V2’ye yüksek 3D grafik performansı vaat ediyor.
80<br />
MART-NİSAN 2012<br />
KÝ TAP<br />
FAHRİ SÖKE f.soke@cihan.com.tr<br />
NÂR-I AŞK<br />
MİNE SULTAN ÜNVER<br />
Nar-ı Aşk, Mine Sultan Ünver’in Timaş Yayınları'ndan yeni çıkan<br />
kitabı. 18. yüzyılın son çeyreğinde yaşayan Şeyh Galip ve<br />
Beyhan Sultan’ın aşkları anlatılıyor kitapta. Bu aşkı anlatırken<br />
dönemini de anlatıp tasvir etmesi, tarihî kitapları aratmayacak<br />
türden.<br />
Roman bir mendilin dilinden anlatılarak başlıyor ve mendilin<br />
bir şeyleri silmenin ötesinde yaradığı işler de paylaşılıyor.<br />
Nâr-ı Aşk’a hâkim olunan dil akıcı ve edebî üslubu oldukça<br />
başarılı. Okuyucunun gönlünde iz bırakacak cümleler kuruyor<br />
kitap. Eser roman türünde kaleme alınmasına rağmen,<br />
Şeyh Galip’in hayatının tarihsel gerçeklikle birebir uyuştuğunu<br />
hatırlatmakta fayda var. Satır araları dikkatli okunduğu<br />
takdirde kitap, sadece roman değil tarihi bir eser niteliğinde.<br />
Minyatür sanatıyla ilgilenen Mine Sultan Ünver, bu kitabını da<br />
minyatür sanatçısı titizliğiyle kaleme almış. Kitapta kullanılan<br />
ve okuyucuyu adeta sarıp sarmalayan edebi dil, okumaya ayrı<br />
bir haz kazandırıyor.<br />
Kitap ayrıca Osmanlı’da yaşanan aşkı anlatma adına da<br />
önemli. Kitapta Şeyh Galip ve Osmanlı hanedanı mensubu,<br />
padişah kızı ve padişah kardeşi arasında yaşanan aşk, Batılı<br />
oryantalist söylemler ışığında kaleme alınan diğer kitapların<br />
aksine tüm zerafeti, naifliği ve saflığı ile anlatılıyor.<br />
HAYAT BİLGİSİ<br />
ALPER GÖRMÜŞ<br />
‘Portre’, en beğeniyle okunan yazı türlerinden biri. Usta gazeteci<br />
Alper Görmüş, Türkiye'de gazetecilerin unuttuğu bir âdeti, portre<br />
yazarlığını kendi üslubunca son kitabı Hayat Bilgisi’nde yeniden<br />
yorumluyor. Alper Görmüş, elliye yakın kişinin ‘portre’sini çıkardığı<br />
bu kitapta, ele aldığı kişilerin hayatlarına bir bütün olarak<br />
odaklanmak, detaylı bilgiler aktarmak yahut polemik cümlelerine<br />
başvurmak yerine, bu hayatların her birinde hepimizin hayatı<br />
için elzem bir ‘hayat dersi’ çıkarmayı hedefliyor. Böyle olunca,<br />
spordan siyasete, edebiyat dünyasından medyaya ve akademyaya<br />
elliye yakın ismin ‘portre’si üzerinden bir ‘hayat bilgisi’ devşiriyor.<br />
Meselâ, Boğdan Tanyeviç portresinden, ‘sonuca’ değil ‘çabaya’<br />
odaklanma ve asıl onu ödüllendirme dersi çıkarıyoruz Hayat<br />
Bilgisi’nde Tanyeviç portresini okurken. Ertuğrul Sağlam’ın portresi<br />
ise bize ‘yeni Anadolu’nun kimliğini ele veriyor: ‘ne ezik, ne<br />
hırçın’. Buna karşılık, Mustafa Denizli portresi bizi ‘kurgulanmış<br />
erdem’in hem sahiciliği, hem sürdürülebilirliği konusunda düşündürüyor.<br />
Özhan Canaydın’dan, ‘ortam böyle’ mazeretine sığınmadan,<br />
nezaketini ve efendiliğini korumanın dersini alıyoruz.<br />
Hayat Bilgisi, Aykut Kocaman’dan Hrant Dink’e, Nilüfer Göle’den<br />
Ruhat Mengi’ye, Selim İleri’den Kenan Evren’e, birçok şöhretli<br />
isme dair çok çarpıcı ‘portre’ler içeriyor kısacası… Her bir portre<br />
de içerdiği hayat dersleriyle de, insana bu kitabı okumayanın,<br />
‘hayat bilgisi’ eksik kalır diye düşündürüyor.
MART-NİSAN 2012<br />
81<br />
90’lar Kitabı<br />
Çocuk mu Genç mi<br />
Yitik Ülke Yayınları<br />
Aralarında sanatçılar ve<br />
gazetecilerin de bulunduğu<br />
111 yazar 90’larda<br />
yaşadıklarını kaleme aldı.<br />
90’lar kitabında o dönemki,<br />
sinemadan TV<br />
kültürüne, sokaktaki<br />
hayattan toplumsal<br />
mücadeleye, dershane<br />
yıllarından üniversiteye<br />
giriş macerasına,<br />
imam-hatipte okumaktan<br />
dinlenilen müziklere,<br />
giyim kuşamdan<br />
90’ların ev yaşamına kadar<br />
daha birçok konu<br />
yer alıyor. Gazeteci Kadir<br />
Aydemir’in editörlüğünde<br />
hazırlanan kitapta 111<br />
yazar yüzlerce konuya<br />
farklı bir gözle bakıyor.<br />
Son Darbe: 28 Şubat<br />
Doğan Kitap<br />
Mehmet Ali Birand<br />
Usta gazeteci Mehmet<br />
Ali Birand, bir dönemin<br />
üzerindeki sır perdesini<br />
kaldıracak bir çalışmaya<br />
imza attı. Türkiye’nin<br />
girdiği demokrasi<br />
sınavından sınıfta kaldığı<br />
28 Şubat'ın çalkantılı<br />
günlerine ışık tutan Son<br />
Darbe: 28 Şubat adlı<br />
kitapta, kimilerine göre<br />
demokrasiye yapılmış balans<br />
ayarı, kimilerine göre<br />
postmodern darbe olan 28<br />
Şubat, öncesi ve sonrasıyla<br />
masaya yatırılıyor. Kitapta<br />
Türk siyasi tarihinde<br />
onarılamaz yaralan açan<br />
28 Şubat sürecini yaşayan<br />
tanıkları ve mağdurları, o<br />
günleri anlatıyor.<br />
Işık Pervaneleri<br />
Kaynak Yayınları<br />
Niyazi Sanlı<br />
Adanmışlık ruhunu hayatlarıyla<br />
bize öğreten, örnekleri<br />
kendinden bir hareketin içinde<br />
yetişmiş fertlerden, yurtdışındaki<br />
Türk okullarından<br />
hizmet ederken şehit olan<br />
öğretmen, belletmen ve esnaflardan<br />
bir kısmının hayat<br />
hikâyeleri Işık Pervaneleri kitabında<br />
anlatılıyor. Hicret ve<br />
gurbet diyarında veya o yollarda<br />
Allah’a yürüyen ve son<br />
nefeslerinde dahi hizmet soluklayan,<br />
vefatlarıyla bile hizmete<br />
vesile olan bu arkadaşlarımızın<br />
çile, sıkıntı, ızıdırapla<br />
yoğrulan gönül dünyalarındaki;<br />
aşk, şevk, heyecan<br />
ve hülyalardan ufak bir<br />
gül demeti bulacaksınız bu<br />
kitapta.<br />
Osmanlı'da Devlet Başkanlığı<br />
Hazine Yayınları<br />
Prof. Dr. Osman Kaşıkçı<br />
Osmanlı Devlet Başkanlığı,<br />
asırların birikim ve tecrübeleriyle<br />
büyüyen bir sistemin<br />
adıdır. Her sistemin ya da o<br />
sistem üzerine bina edilen<br />
devletlerin bir ömrü vardır.<br />
Bu süreci kuruluş, yükseliş<br />
ve çöküş dönemleri ile<br />
yaşayan Osmanlı, 1299<br />
tarihinde başladığı tarih<br />
yolculuğunu 1923 yılında<br />
tamamlamıştır.<br />
Osmanlı, yaşadığı dönemde<br />
bir korku ve baskı imparatorluğu<br />
kurmamıştır. Adil,<br />
mantıki, doğal, tebâsının<br />
huzur ve sükununu gözeten,<br />
bu uğurda kendi<br />
evlâdından bile fedakârlık<br />
edebilen idarî bir sistem<br />
inşa etmiştir.
82<br />
MART-NİSAN 2012<br />
SİNEMA<br />
KÖKSAL AKPINAR k.akpinar@cihan.com.tr<br />
J. Edgar<br />
İhtiyar delikanlıdan muhteşem sürpriz<br />
J. Edgar Hoover, yaşadığı dönemde Amerika’nın en güçlü adamıydı.<br />
Federal Soruşturma Bürosu’nun başı olarak geçirdiği neredeyse 50 yıl<br />
boyunca ülkesini korumak için hiçbir şeyin önüne çıkmasına izin vermedi.<br />
Sekiz başkan ve üç savaş gören Hoover, somut ve sezilen tehlikelere<br />
karşı savaş açarken, vatandaşlarının güvenliği için kuralları esnetmekten<br />
çekinmedi. Yöntemleri hem acımasız hem de kahramanca olan bu<br />
adamın en çok istediği ama bir türlü elde edemediği ödül ise dünyaca<br />
takdir görmekti. Hoover, sırlara -özellikle de başkalarının sırlarına- büyük<br />
değer atfeden ve bu bilgiyi ulusun önde gelen liderleri üzerinde<br />
otorite sağlamak için kullanmaktan korkmayan biriydi. Bilginin güç olduğunu<br />
ve korkunun fırsat yarattığını anladığından, ikisini de kullanarak<br />
daha önce benzeri görülmemiş bir nüfuza sahip oldu ve hem güçlü<br />
hem de dokunulmaz bir itibar elde etti. Hoover’ı terk eden tek kişi,<br />
ona bir esin ve vicdan kaynağı olan, sevgisini ve takdirini kazanmak isteyen<br />
oğlunu ölümüyle gerçek anlamda yıkan annesi oldu. Olaylara bizzat<br />
Hoover’ın gözünden bakan “J. Edgar”, ömrünü adadığı kendine has<br />
adalet anlayışı uğruna doğruyu sonuna kadar savunan ve gerçeği kolayca<br />
çarpıtabilen, gücün karanlık tarafının cazibesine kapılan bir adamın<br />
yaşamını ve ilişkilerini anlatıyor. Western filmlerinin aranılan yüzü<br />
Clint Eastwood, ilerlemiş yaşına rağmen dur durak dinlemiyor.<br />
Gösterim tarihi: 2 Mart<br />
Son Vurgun<br />
Bir Kormakur klasiği<br />
Mark Wahlberg, ardında bırakmak için çok uğraştığı<br />
dünyadan uzak durmaya çalışan ve ailesini<br />
korumak için her şeyi yapan bir adamı anlatan<br />
hızlı tempolu “Son Vurgun” filmindeki<br />
oyuncu kadrosunun başında yer alıyor. New<br />
Orleans’ta geçen film, uluslararası kaçakçılığın,<br />
sadakatin nadiren var olduğu ve ölümün köşe<br />
başında beklediği acımasız dünyasını keşfediyor.<br />
Tiyatrodan sinemaya geçen İzlandalı usta yönetmen<br />
Baltasar Kormakur’un imzasını taşıyan “Son<br />
Vurgun”da, suç ve ceza konusu işleniyor. Chris,<br />
suç dolu yaşamını uzun süre önce terk etmiş<br />
ama kayınbiraderi Andy, bir uyuşturucu anlaşmasını<br />
berbat edince, Andy’nin borcunu ödemek<br />
için yaptığı en iyi iş olan kaçakçılığa geri dönmek<br />
zorunda kalıyor. Panama’daki son iş için ekip toplayan<br />
Chris, karısı Kate ve oğulları hedef olmadan<br />
önce, polislerden ve tetikçilerden kurtulmak<br />
için artık tek çaresi vardır; tüm zekâsını iyi kullanmak.<br />
Gösterim tarihi: 16 Mart
MART-NİSAN 2012<br />
83<br />
Ateşin Düştüğü Yer<br />
Cinayetin adı: Töre<br />
Ülkemizin bitmeyen yaralarından biridir töre cinayeti. Her ne kadar bu cinayetlerin<br />
önüne geçilebilmesi için çalışmalar yapılsa da yara kanamaya devam ediyor. Belki<br />
de topluma bu olayı en iyi anlatmanın yolu beyazperdeden geçiyordu ve bu işe yönetmen<br />
İsmail Güneş soyundu. Gerçek bir hayat hikâyesinden esinlenilerek çekilen<br />
“Ateşin Düştüğü Yer”in kadrosunda Hakan Karahan, Elifcan Ongurlar ve Yeşim Ceren<br />
Bozoğlu yer alıyor. Osman ve eşi Hatice, 17 yaşındaki kızları Ayşe’yi hastaneye kaldırıyor<br />
ve hamile olduğunu öğreniyorlar. Töre gereği, Ayşe’nin öldürülmesi gerekiyor.<br />
Bir gün önce kızlarını yaşatmak için mücadele eden aile, şimdi öldürmek için plân<br />
yapmaya başlıyor. Töre cinayetlerine zuum yapan film, ayın öne çıkan Türk filmlerinden.<br />
Gösterim tarihi: 9 Mart<br />
Büyük Mucize<br />
Soğuk Savaş’a biraz ara<br />
Dünyanın dört bir yanındaki insanların yüreğini ısıtan gerçek bir hikâyeye dayanıyor<br />
‘Büyük Mucize’. Türü tehlikede olan bir gri balina ailesinin Kuzey Kutup<br />
Dairesi’nde hızla oluşan buzullardan kurtarılmayı bekliyor. Küçük bir kasabanın<br />
yerel televizyon haber kanalı muhabiri Adam Carlson ile onun eski sevgilisi, bir<br />
Greenpeace gönüllüsü olan Rachel Kramer, kendilerine engel olmak isteyen süper<br />
güçlere karşı bir araya gelerek mücadeleye başlıyor. Balinanın kurtarılması için<br />
gösterilen çabalar dünyanın gündemindeki soğuk savaşa kısa bir süreliğine ara<br />
veriyor. Drew Barrymore, John Krasinski, Kristen Bell ile Dermont Mulroney’in oynadığı<br />
‘Büyük Mucize’yi Ken Kwapis yönetti.<br />
Gösterim tarihi: 30 Mart<br />
Toprağın Çocukları<br />
Köylü milletin efendisi olacaktı<br />
İlkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli<br />
yasa ile faaliyete başlayan 'Köy Enstitülerinin kapatılma süreci<br />
“Toprağın Çocukları” adıyla beyazperdeye taşındı. Kampı<br />
saldırıya uğrayan Çingene kızı Karika, Köy Enstitüsü öğrencisi<br />
Cevher tarafından kurtarılmasıyla başlayan film, köy halkının<br />
Çingenelerin enstitüden çıkartılmasını istemesiyle ortaya çıkan<br />
çatışmayı yansıtıyor. Ali Adnan Özgür’ün yönettiği ve Erkan Can,<br />
Şebnem Sönmez, Bahtiyar Engin ile Suzan Kardeş’in oynadığı<br />
“Toprağın Çocukları”, yakın tarihimizde tartışma konusu olan<br />
Köy Enstitülerine farklı bir açıdan bakmamızı sağlıyor.<br />
Gösterim tarihi: 30 Mart
MART-NİSAN 2012<br />
84<br />
OCAK 1993<br />
MART 1986<br />
5 ŞUBAT 1962<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
1962<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
5 ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞUBA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BAT 1<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OC<br />
OCAK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK<br />
AK 199<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
99<br />
993<br />
KÜNYELERLE BABIÂLİ<br />
AKİF ELBİSTAN a.elbistan@cihan.com.tr
85<br />
MART-NİSAN 2012<br />
12 NİSAN 1950<br />
5 ŞUBAT 1962<br />
11 ARALIK 1981<br />
AT 19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
1962<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
62<br />
6<br />
5 ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
Ş BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA
88<br />
MARCH-APRIL 2012<br />
American journalist Barrett explained<br />
increasing violence in his book block<br />
H<br />
is name is Paul Barrett. He is the<br />
Deputy Chief Editor of the Business<br />
Week Magazine since the year<br />
2005. He is an investigative journalist.<br />
He is one of the most competent names<br />
of the American press media on the<br />
energy sector and weapons industry field.<br />
Before, he was the editor of the Wall Street<br />
Journal newspaper for the news relating<br />
to law. And before that, he was the<br />
correspondent to the Supreme Court of<br />
the United States as the highest court of<br />
the USA. He was graduated from Law Faculty<br />
of the Harvard University and he is<br />
also giving lectures in the law department<br />
of the New York University.<br />
Barrett is an author of 3 important books.<br />
He is the author of the two books which<br />
took their places in the best books list of the<br />
year 2007 namely; the ‘American Islam: The<br />
Struggle for the Soul of a Religion’ and ‘The<br />
Good Black: A True Story of Race in America’.<br />
Recently, a new book of Barrett was published:<br />
Glock: The Rise of America's Gun.<br />
We had a conversation with Barrett<br />
about his new book.
MARCH-APRIL 2012<br />
89<br />
Syria: A country in which the journalists<br />
sacrificed as victims of the Arab Spring at most<br />
I<br />
t is obvious that media has the<br />
biggest and vital importance<br />
along with the internet and social<br />
communication networks, during<br />
the process of “spring” arisen from the<br />
civil commotions in the Arab world<br />
to transform into a revolution. Both<br />
during the blowing winds in Tunisia<br />
and during the time when those dictators<br />
were leaving their chairs who were<br />
thought that they would never be<br />
overthrown in Egypt and Libya; the<br />
media and the journalists always took<br />
the front seat. The dictators who were<br />
aware of this great impact of the media<br />
had tried to silence it by ways of banning<br />
or manipulating it. But, Bashar<br />
al-Assad had done something in Syria<br />
which none of them had done and he<br />
had silenced the journalists in Humus<br />
by heavily bombarding them.<br />
Yet, there is no revolution happened<br />
but Syria had already now won<br />
the title of being the Arab Spring country<br />
wherein the journalists had lost<br />
their lives at most. American journalist<br />
Marie Colvin and French photographer<br />
Remi Ochlik were the 20th and<br />
21st journalists who had lost their lives<br />
during the Arab Spring as a result<br />
of the mortar shells fallen over them in<br />
Humus and they are the 8th and 9th<br />
journalists who were killed in Syria.<br />
A few hours before the attack, Colvin<br />
had connected to the BBC, the British<br />
TV channel and he had conveyed what<br />
he was experienced as: “Just a moment<br />
ago, I have watched the death of<br />
a two years old baby as a result of the<br />
shrapnel pieces hit to him. It was definitely<br />
very horrible!” He had told how<br />
the baby was started to breath slowly<br />
and how the widow women were gathering<br />
together and tried to feed their<br />
babies only with some sugar and water<br />
in a basement of an apartment.
90 MARCH-APRIL 2012<br />
It was me who had<br />
told to Demirel<br />
that he would go<br />
to Zincirbozan<br />
D<br />
onat had started his profession as a photojournalist<br />
and then he became one of<br />
the doyens of the journalism profession<br />
with his journalist and columnist carrier. As being<br />
known by his close relations with all political<br />
leaders in all eras, Donat was identified mostly<br />
with the 9th President of Turkey, Süleyman Demirel<br />
who “had always left the chair by taking his<br />
hat together with him and who had always turned<br />
back to there”. In so much that, he was the journalist<br />
who had given the news about Demirel that he<br />
would be sent to prison in Zincirbozan, after the<br />
coup d’état of September 12th, 1980. As the news<br />
regarding the postmodern coup d’état of February<br />
28th, 1997 this time the Commander of the Turkish<br />
Naval Forces Güven Erkaya was the person who<br />
had told the coup d’état to Yavuz Donat during the<br />
football match of Gençlerbirliği-Altay teams.<br />
As being active in this profession for nearly<br />
half a century, he still defines himself as a “Journalist”,<br />
Yavuz Donat , the journalist author<br />
who is saying that “the things that<br />
I have written are only the 20 percent<br />
of what I have lived” had told about<br />
his memories to CİHAN Magazine.<br />
We are leaving Donat alone with<br />
his readers who says; “There is no<br />
need to proceed, if you lose your<br />
excitement in journalism!”
92 MARCH-APRIL 2012<br />
Derya Sazak: Media had efforts to black<br />
out and to blur the Ergenekon Case<br />
D<br />
erya Sazak is a name<br />
who is coming from<br />
the source of the news.<br />
He had graduated from Communication<br />
Faculty of the Gazi<br />
University and he had started<br />
his journalism life in 1975 in<br />
the Yeni Ulus newspaper and<br />
Sazak had performed many<br />
duties such as editor in chief,<br />
columnist and editorial director<br />
duties. Since 1983, Sazak<br />
has been working in Milliyet<br />
and he had made a tremendous<br />
impression with his interviews<br />
done with Saddam Hussein.<br />
Famous journalist has been<br />
making his comments on<br />
the current issues for 13 years<br />
in his column named Siyaset<br />
Günlüğü (Politics Diary)<br />
and he also acts as an interpreter<br />
for the feelings of<br />
his audience in his column<br />
named Ombudsman.<br />
As a journalist following<br />
the Ergenekon process<br />
closely, Derya Sazak<br />
can not give any meaning<br />
to the attitude of<br />
the media towards the<br />
operations and the cases.<br />
He complains about<br />
the media who had<br />
once approached the<br />
Susurluk Case with a<br />
sensitive attitude and<br />
now approaching the<br />
Ergenekon Case with<br />
hesitation and he<br />
says that: “There were<br />
the black outs, avoiding<br />
to see and blurring<br />
the case by the media,<br />
here in this case.”<br />
Sazak mentioned that during<br />
the coup d’état periods,<br />
the newspapers were blockaded<br />
and during the February<br />
28th process they have met<br />
with the anger of the soldiers<br />
due to one news.<br />
”The newspaper had made<br />
the warning of the USA Secretary<br />
of State for that period Madeleine<br />
Allbright as the headline<br />
as “Do not step out the lines<br />
of Constitution” which was said<br />
for the soldiers and during that<br />
period Sazak was in the management<br />
and he told the following<br />
events after this headline<br />
as: “The generals of February<br />
28th process were overreacted<br />
to that headline. They claimed<br />
that we have misjudged that<br />
news and that message was given<br />
for the government. They<br />
also claimed that the warning<br />
“Do not step out the lines of<br />
Constitution” was given for Erbakan<br />
and the soldiers have the<br />
oath for resistance against this<br />
and their attempts to intervene<br />
was also supported by the USA.<br />
Thus, they claimed that green<br />
light was lighted for them and<br />
they were oriented to kick the<br />
government of Erbakan. I was<br />
thinking just the opposite way.<br />
We have made researches with<br />
Yasemin Çongar and later we<br />
have written that this warning<br />
was not for the government but<br />
for the soldiers. Of course, in<br />
the mean time there were the<br />
rumors spreading like “Shall<br />
we send 2 generals there” and<br />
unfortunately there were pressure<br />
on us.”
94 MARCH-APRIL 2012<br />
Taki Doğan: “The ground was<br />
readided for the Feb. 28 procces.”<br />
T<br />
he former Ankara Representative<br />
of the Habertürk television, Taki<br />
Doğan who had destroyed the<br />
taboo of “peevish questions cannot be<br />
posed to the soldiers”, with his agenda<br />
generating question that he asked<br />
to the former Chief of Turkish General<br />
Staff Yaşar Büyükanıt now is saying<br />
that he can also ask to İlker Başbuğ the<br />
question of: “Why are you so nervous<br />
and tense What do you want to draw<br />
attention onto by permanently emphasizing<br />
“I am underlying it; I am underlying<br />
it” in all of your statements”<br />
Master journalist Taki Doğan who<br />
had formerly exist in the team of Ufuk<br />
Güldemir- founder of the Habertürk<br />
Television- and who was the Ankara<br />
Representative of Habertürk, had chosen<br />
to take a back seat especially after<br />
the television is transferred to Cİ-<br />
NER Group and after his heart surgery.<br />
Doğan who has been living a retired<br />
life nearly for five years and who<br />
had chosen to stay away from the screens,<br />
had answered the questions of <strong>Cihan</strong><br />
News Agency (CİHAN). As being<br />
quite content to be remembered by Cİ-<br />
HAN after a long time, we have met<br />
with Doğan in a cute Tatar restaurant<br />
nearby his house in Ankara. Our interview<br />
was started under the heavy snow<br />
fall of Ankara, in ice-cold weather and<br />
continued with a sincere and friendly<br />
chat accompanied by the hot teas sipped.<br />
We have asked many questions to<br />
Doğan from his career of 35 years the<br />
unforgotten memories and about current<br />
issues on the agenda. We have<br />
started our conversation by mentioning<br />
him that we cannot see him on the TVs<br />
since the year 2007 and how his retirement<br />
days are passing. Doğan reminded<br />
us that he had left an incredibly<br />
busy life behind and talked to us as follows:<br />
“I have started to journalism in<br />
Milliyet as a sports reporter. The legendary<br />
personnel of that time in Milliyet<br />
were the students of Namık Sevik. On<br />
the front page; Mr. Abdi, on the last page<br />
Namık Sevik. That place was a school;<br />
I have started my profession in this<br />
school. Later, I have worked as a sports<br />
reporter with Orhan Tokatlı. And I also<br />
worked as a photojournalist for a while.<br />
As I was curious for social and political<br />
news, this curiosity brought me to<br />
the radio. I was unemployed at that time.<br />
The deceased Ufuk Güldemir had<br />
discovered me. Later he gave me special<br />
interviewing jobs. We were all together<br />
and turned back to journalism and<br />
came to Sabah.”
96 MARCH-APRIL 2012<br />
Don’t get cheated<br />
over the social<br />
networking sites<br />
T<br />
he fraud on internet and internet-based<br />
social networking sites had reached serious<br />
levels in our country and throughout<br />
the world. The virtual fraud which turns many<br />
peoples’ lives into a nightmare pushes Turkey<br />
along with other countries of world to take additional<br />
precautions on this subject.<br />
In the statements shared by the provincial<br />
police departments in our country, plenty of<br />
complaints are received by the citizens regarding<br />
that their passwords of their accounts on<br />
social networking sites and on e-mails are captured<br />
by the hackers.<br />
Hackers are causing serious victimhood by<br />
cheating large numbers of user groups by sending<br />
e-mails and texting to their cell phones of<br />
the persons who are in the friend list of the internet<br />
users that they have captured their passwords.<br />
The passwords you are using should not<br />
consist of your name, surname, subsequent<br />
numbers, birth date like ordinary data but they<br />
should consist of the characters such as, (- $_@ !<br />
& ) { \ ~ w | / * -^) and from the capital and small<br />
letters or there should be different numbers between<br />
the letters.<br />
Do not attach the persons to your MSN lists<br />
if you don’t know them well and do not accept<br />
the files they have sent. Do not give any credit<br />
to invitations such as (This picture is wonderful,<br />
Just click and see, Is this your picture You<br />
have won the draw of ……. ) If you mistakenly<br />
click on the sites such like these; do not approve<br />
or accept the texts such as contracts and agreements<br />
submitted to you in the tabs.