25.12.2014 Views

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA ÜNIVERSITESI<br />

ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARINDAN<br />

•<br />

XLVII<br />

DIN SOSYOLOJ İ S İ<br />

Dr. Mehmet TAPLAMACIOĞLU<br />

İlâhiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Profesörü<br />

ANKARA UN İ VERSITESI BASIMEVI-1963 Tel:105404


ANKARA VN İVERS İTES İ<br />

ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARINDAN<br />

XLVII<br />

DIN SOSYOLOJ İ S İ<br />

Dr. Mehmet TAPLAMACIOLU<br />

ilâhiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Profesörü<br />

\t .<br />

•<br />

tsb'<br />

•<br />

fiş)<br />

ANKARA ÜNIVERSITESI BAS T MEV I-1963 Tel: 105404


ÖNSÖZ<br />

Bu eseri, yakan, y ıkan ve ölüm saçan bir Dünya Sava şının acı ve sanc<br />

ıları devam ederken kaleme ald ım. Hergün yeni bir olay, yeni bir bulu ş<br />

ve yeni bir devlet ve milletin ortaya ç ıkmas ına karşılık kat ı gerçek iki Dev<br />

Blokun kurulmu ş olmas ıdır. Ba şka başka inanç, düşünce ve görüşte olan<br />

kimseler ayrı ayrı kamplarda ve kar şı karşıyadırlar. Bu bloklar aras ındaki<br />

dengeyi çok karma şık bir strateji sa ğlamaktad ır. Korku saçan bir sava ş tekniği,<br />

hayret uyand ıran uzay yolculuklar ı, ürpertici sonuçlar ıyla atom denemeleri,<br />

körlere göz ve ölülere can verecek derecede ilerlemi ş bir bilim hayat ı<br />

insanoğlunu dehşete dü şürmü ş va bir bak ıma onu tevekküle ve dini inançlara<br />

götürmü ştür.<br />

Avrupa gezisinden dönen her yurtta şın ve genel olarak, Bat ı Dünyas ından<br />

gelen herkesin kulaklar ında, ister istemez, çan sesleri, org gürültüleri' ve<br />

kilise ilâhileri çınlamakta ve din törenlerinin canl ı hat ıras ı yaşamaktadır.<br />

Gerçek ve geleneksel dindarlardan ba şka, bir yanda sava ş, yoksulluk<br />

ve zorunlu göçlerle yerinden oynam ış, yurdundan olmu ş ve her türlü maddi<br />

destek ve dayanaklar ını yitirmi ş milyonlarca insan, öte yanda kolayca servete<br />

konmanın tela§ ve heyecan ı içinde günahtan ar ınmaya çalışan günün<br />

adamları, mirasyediler ve yeni tip zenginler çoğunluğu son. teselliyi tinsel<br />

varlıklarda aramakta ve böylece dinin toplumdaki önemini bir kat daha<br />

artt ırmaktad ırlar: Son günlerde raslanan çok say ıda tap ınak inşaat ı, hızla<br />

ilerleyen din eğitimi ve olagan üstü artan hac seferleri bu gidi şin belirgin<br />

örnekleridir.<br />

Savaş Sonras ı, yurdumuzda da olumlu bir din hayat ı başlamış ve gün<br />

geçtikçe softahk, bilgisizlik ve koyu taassup yerlerini ho şgörürlük, bilim<br />

ve insanlık ilkelerine b ırakmıştır. O kadar ki insan olmadan islam olmaya<br />

imkân olmadığı art ık anla şılmış ve minarelerden yükselen ezan ve tevhit<br />

sesleri din özgürlü ğü ve gerçek dindarh ğın bir sembolu olmu ştur.<br />

Tarih boyunca bir çok de ğerler din kurumu içinde kalm ışt. Zamanla bir<br />

ayrımlaşma olmuş ve s ırası gelince ahlak, hukuk, iktisat siyaset ve e ğitim<br />

bağımsızlığa kavu şarak dinden ayr ılmışlard ır. Kendi öz alan ına çekilen din<br />

III


ise, insanlığın iç âlemini i şlemek, süslemek ve zenginle ştirmek yolunu tutmu<br />

ştur.<br />

Rönesanla bilim ve sanat, Reformla siyaset, Amerikan Ba ğıms ızlık Sava<br />

şı ve Frans ız Devrimi ile hukuk, e ğitim ve devlet dinden ayr ılarak lâyiklik<br />

ilkeleri yerle şmiş ve kökle şmiştir.<br />

En ilkel toplumlardan en ileri uygarl ıklara kadar, dinin tabii gruplarla<br />

olan münasebetleri, büyük bir ilgi ile ele al ınmış ve dinle toplum aras ındaki<br />

etki ve tepkilerin etüt ve çözümü bir uzmanl ık işi olmuştur. Günümüzde bu<br />

uzmanlık görevi Din Sosyolojisine dü şmektedir. Din Sosyolojisinin henüz<br />

çok körpe ve yeni, üstelik yurdumuzda bu türlü bilimsel geleneklerin çok k ıt<br />

olmas ı bu konudaki ba şarı şanslarını azaltmışt ır. Fakat samimiyet, iyi niyet<br />

ve hizmet etmek duygusu çabam ız ı artt ırmakta ve bu çetrefil problemlerin<br />

çözümünde bize k ılavuzluk etmektedir.<br />

Bizim için oldu ğu kadar dünya bilim çevreleri için de yeni olan bu alanda<br />

eksiklerim olabilir. Okuyucular büyük bir bilimseverlik ve ho şgörürliikle küçük<br />

kusurlar ı bağışlar ve önemli yanl ışları düzeltme yoluna giderlerse<br />

yalnız bana de ğil, dolayısiyle yurt kültürüne ve insanl ık ülküsüne de, hizmet<br />

etmi ş olurlar. Çünkü yazar ın içten dileği tanınmak, fayda sa ğlamak veya<br />

bilim çevrelerinde ün salmak de ğil, yalnızca yararl ı olmaktır.<br />

<strong>Ankara</strong> 1-12-1963<br />

Prof. Dr. Mehmet TAPLAMACIOCLU<br />

IV


B İR KAÇ SÖZ<br />

Profesör Dr. Mehmet Taplamac ıoğlu'nurı Din Sosyolojisine dair yay ınladığı<br />

ikinci ve daha büyük kitab ını okuyorum. K ısa zamanda ilim çevresine<br />

bu konuda üst üste birçok makaleler ve eserler veren yazar ın çah şkanlığı<br />

ve verimliliğini takdirle kar şıladığımı her şeyden önce belirtmeliyim. 33 y ıl<br />

evvelki de ğerli talebem Taplamac ıoğlu burada geni ş tutulmu ş bir plana göre<br />

din sosyolojisinin pek çok bölüm ve alt-bölümlerini dolduran zengin bilgiler<br />

vermektedir. Kitaba bu yeni sosyoloji dal ının doğuşu, bu konudaki esash<br />

kavramlar ve tarifler, tan ınmış din sosyologlar ımn kısa portreleriyle giriyoruz.<br />

Yazar kendi ihtisas alan ının ilimler aras ındaki yerini belirtmeye çalışıyor:<br />

sosyoloji nedir Bu sorunun sarih bir cevab ını bulmadan önce, verilmiş<br />

bütün cevaplar ın geçit resmini yap ıyoruz. Sosyoloji normatif olmayan,<br />

ampirik olan bir olaylar ilmidir. Ba şlıca konusu toplumsal yap ıdır. Fakat<br />

hemen burada Tönnies'in pek iyi bilinen cemiyet ve cemaat s ınıflamas ına<br />

kat ılmış egemenlik, zümre ve s ınıf cemiyetleri diye yeni tiplerle kar şılaşıyoruz.<br />

Yazar ın bu toplumsal yap ı sınıflamas ında s ıks ık zikrettiği Hans Freyer<br />

gibi eklektik olmay ı tercih etti ği anla şılıyor. Bir çok alt-bölümlere ayr ılan bu<br />

sınıflamalardan sonra toplumsal hareketlili ğe dair bir fas ıl geliyor. Bu, bizim<br />

eskiden sosyal fizyoloji dedi ğimiz şeye benzer yeni bir Amerikan görü şüne<br />

Avrupa sosyolojisinin ıs ınmaya ba şladığının alametlerinden biridir.<br />

Kitap bu uzun Giri ş'ten sonra dinler ilmi ve din sosyolojisinin münasebetlerini<br />

inceleyerek hedefine yakla şıyor. Yazar burada da terimlere ait tarif<br />

serileri ve detayl ı s ınıflamalarına devam ediyor. Yorum nazariyesi, dini tecrübe,<br />

din sosyolojisi görü şlerine ait özetler veriyor. Din sosyolojisinin öncüleri,<br />

kurucular ı, son geli şmeleri, bugünkü durum ba şlıklarını ta şıyan bölümler bir<br />

hayli yüklüdür. Konunun özüne ancak bundan sonra din sosyolijisinin Ana<br />

Problemleri ile giriyoruz. Şüphesiz, her şeyden önce metod meselesi ele al ınmalıdır.<br />

Burada da yazar büyük bir itina ile bu konuda her ne söylenmi şse<br />

kitap d ışında b ırakmamaya çal ışıyor. Din sosyolojisinin, onca, as ıl alanı din<br />

ve toplum münasebetidir. Art ık doğrudan do ğruya meselemizin içindeyiz.<br />

Seçilmi ş metodumuz Max Weber'den ba şhyarak Troeltsch, J. Wach, Mensching'de<br />

geli şen anlay ıcı metod, ideal tipler metodudur Dinin toplum ve dünya


kar şısındaki tutumu, iman, doktrin, ibadet kavramlar ı birer birer inceleniyor.<br />

Din ve toplum münasebetlerinde a ğırhk merekezini, kitab ın plânına göre<br />

ba şka kısımların aleyhine olarak biraz fazla•geni şlemiş bir halde, din ve devlet<br />

münasebeti te şkil ediyor. Burada eski hukukçu (Madrid üniversitesinden hukuk<br />

doktoru) al ışkanlıklarına hâkim olamam ış ve belki de problemin aktüel<br />

öneminden dolayı ba şka bahislerden fazla onun üzerinde durmay ı tercih<br />

etmi ştir. Din ve devlet münasebetlerinde birer ayr ı alt-bölüm halinde devlet,<br />

devletin tan ımı, başlangıc ı, kurucu unsurlar ı, siyasi ve tarihi görünü şü, dinle<br />

münasebetleri bakımından devlet ve lâiklik meseleleri birbirini takip ediyor.<br />

Ondan sora islâmda devlet, hilâfet•ve buna dair ba şlıca islami yayınlar üzerinde<br />

duruluyor. Din ve devlet münasebetleri dolay ısile yazar yeniden tipolojilere<br />

dönüyor. Burada tamamen Joachim Wach'tan mülhemdir ve onu<br />

Mensching'in din sosyolojisi ile tamandamaktad ır. Bu bahsin tabii geli şmesi<br />

halinde son ve en uzun k ıs ım lâikliğe ayrılmıştır. Bu konu etrafındaki Türkçe<br />

yayınlar gazete makelelerine var ıncaya kadar zikredilmi ştir<br />

Taplamac ıoğlu konusu ile uzaktan yak ından ilgili malzemeyi toplama bak ı-<br />

mından an gibi çal ışan bir yazard ır. Bu malzemenin önceden haz ırlanmış<br />

petek (kaneva) içine nas ıl yerle ştirildi ğini görüyoruz. Din sosyolojisi bizim<br />

sosyoloji tarihinmizde de, kendisinin söyledi ği gibi, yeni ve az i şlenmiş<br />

bir bahistir. Bundan dolay ı yazar ın daha önce ve burada getirdikleri<br />

bu ili ııile uğra ş anlar için her bak ımdan faydal ı olacakt ır. Din sosyolojisine<br />

dair Türkiye için teferrüatl ı, hattâ bas ılmamış kitap ve ders notlar ım zikredecek<br />

kadar titiz bir tarihçe verirken baz ı<br />

şeyleri unutmu ş görünüyor:<br />

Mehmet Karasa ııııı İlâhiyat Fakültesi dergisinde ç ıkan Din Sosyolojisi maka<br />

lesi, benim Anadolu tarihinde dini ruhiyat mü şahedeleri (Anadolu dergisi<br />

1922), Din Sosyolojisi (Felsefe ve içtimaiyat dergisi 1927) adlı makale serilerim,<br />

aynı dergide Potlaça dair bir yaz ı ile din sosyolojisi ile ilgili Heyecan ve Te<br />

heyyüciyet adl ı yaz ılarım, son yıllarda ç ıkan Din ve içtimai Yap ı hakkındaki<br />

makalem (Sosyoloji dergisi, 1960) ve 1958-60 aras ında İstanbul Edebiyat<br />

Fakültesinde okutmu ş olduğum ve talebe taraf ından Teksir Makinesile bas<br />

ılan ders notlar ım bunlardand ır.<br />

Din sosyolojisine, sosyolojinin ba şka bahislerinde oldu ğu gibi iki tarzda<br />

girilebilir: birisi onu tabiat ilinden aras ında ele almak ve bütün bu ilimlerdeki<br />

gibi gözlem, tecrübe, monografi, istatistik tarihi vesika usullerini kullanmak<br />

üzere toplum olaylar ını kendi sui generis mahiyetleri içinde incelemektir.<br />

Burada din sosyologu art ık sübjektif bir yorundayıcı gibi değil, bir tabiat<br />

alimi gibi hareket edecektir İkincisi toplum olgularına birer ideal tip gözüyle<br />

bakarak onlar ı kavramlar halinde tan ımlamak, bu kavramların ince sımflamalarını<br />

yapmak yoludur. Burada eski içe bak ış metodunun yeni bir şekli<br />

olan anlayıcı metodu kullanmak ve sübjektif tecrübeden hareket ederek yaşanmış<br />

olaylara nüfuz etmek istemektedir. Yazar bütün eserde bu ikinci yolu<br />

VI


seçmiş görünüyor. Hattâ bir yerde Marx, Comte ve Freud'un adlar ını bir<br />

arada zikr ederek "bu büyük ve iddial ı görüşleri bir yana b ırakıp biz daha<br />

mütevaz ı hareket edece ğiz" derken bu seçmesini, kar şı tarafa ait tart ışma<br />

ve tenkitlere girmeksizin, yapmay ı tercih etti ği anla şılıyor.<br />

Anlayıc ı sosyolojiniıı, garip ve çeli şik bir tarihi macera sonunda, Bat ı<br />

sosyoloji çığırlarma kar şı Dilthey'da ba şlayan sava şma hareketinden do ğ-<br />

duğunu hat ırlamamak kabil de ğil: tabiat' ilimlerile manevi ilimleri kesin<br />

sınırlarla ay ıran bu filozof frans ız, ingiliz pozitivistlerini "natüralist" olmakla<br />

itham ederek, hakiki pozitivizmin kant'a dayanan kendi görü şünde oldu ğunu,<br />

Comte ve Spencer'den beri ad ı geçen sosyoloji hareketlerini imkans ız davranışlar<br />

gibi gördüğünü ilan ediyor; bu arada yaln ız eserinin sonundaki Ek'de<br />

Simmel'in rölativist sosyolijisini bu hükmün d ışında b ırakıyordu. Vakıa<br />

bu sonuncu da yine sübjektif rölativizme dayanarak, orijinal toplumsal muhteva<br />

yerine, sosyolojinin konusu olarak fertleraras ı münasebet şekillerini<br />

gördüğü için, Kant felsefesinin ba şka bir yorumlama tarz ına dayanıyordu. Bir<br />

üçüncü çığır Hegel'in mutlak idealizminden, "objektif Ruh" görü şünden<br />

doğmak üzere Cemaat ruhu nazariyesi içinde geli şen "sosyal ilimler" anlay ışı<br />

idi. Has ılı, Almanyada felsefi davran ış ya ba şka memleketlerde do ğan sosyoloji<br />

eğilimlerine tamamen dirsek çeviriyor, yahut bu ilmi onlardan büsbütün ayr ı<br />

felsefi bir temele dayand ırarak yeniden kurmaya çal ışıyordu. Bu davran ışı,<br />

alman sosyolojilerinin, esas ında felsefi, kavramc ı, soyut, sınıflayıcı olma vas ıflarını<br />

ta şımalarının başlıca sebebi olarak görünüyor. Ancak, İkinci Dünya<br />

Sava şından sonra Amerikan ve k ısmen kıt'a sosyolojilerinin tesirlerile onlarda<br />

da değişmeler görülmeye ba şlamıştır 2 .<br />

Taplamacıoğlu'nun seçti ği işte bu tarzda anla şılan sosyoloji istikametidir.<br />

Onun kar şısında henüz kendisile hesapla şmas ım yapmamış olduğu natüralist<br />

sosyoloji görü şü içinde sayısız ara şt ırmalar devam etmektedir. Nitekim<br />

yazarın zaman zaman zikretti ği ve kısmen dayand ığı kaynaklardan bir k ısmı<br />

da bunlar aras ındadır. Yazar ın bu noktada esash bir tart ışmaya girişmesi<br />

gerekir. Bu konuya ileriki yay ınlarında mutlaka girmesi beklenir. Almanlar ın<br />

natüralist dedikleri bütün bu ç ığırlar aras ında her ne kadar dar baz ı farklar<br />

varsa, da, hepsinin ya ayn ı kuvvette ve paralel olarak, ya da bunlardan<br />

birine üstün rol vermek üzere statistik, monografik, tarihi ve genetik görü ş,<br />

etnoloji ve kültür antropolojisi metodlar ını kullandıkları, ve bunlardan bir<br />

kaçım birbirile tamamlayabildikleri nisbette daha tam ve derin tetkikler<br />

yapabildikleri görülmektedir. Geçen yüzy ılin•bütün toplumsal problemlerini<br />

bir hamlede çözmek isteyen geni ş sistemci sosyolpjilerine kar şı, yakın zamanlarda<br />

problemleri ayr ı ayrı ele alan ve her birinde ona elveri şli metodu kul<br />

Dilthey, Introduction â Ntude des Sciences Morales, trad. franç p. L. Sauzin, p. 515-517.<br />

2 K. Martin Bolte, Peter Heintz, Rene Kö ııig, RainCr M. Lepsius, Rüschemeyer,<br />

Erwin Scheuch, A. Silberraann, Emilio Willems, K. Müller, hatta Mannheim bunlardand ır.<br />

VII


lanarak hemen senteze ula şma sab ırs ızliğım göstermeyen tahlilci çalışmalara<br />

geçtiği bütün dünyada göze çarpmaktad ır. Yukarda zikretti ğimiz metodları<br />

yerine göre kullanmak ve onlar ı birbirlerile tamamlamak üzere, memleketimizin<br />

bilhassa muhtac oldu ğu bu tahlilci ara şt ırma yolunun tutulmas ı zamam<br />

çoktan gelmi ştir. Taplarnac ıuğlu din sosyolojisine ait bir monografi denemesile<br />

bu yola hazırlandığım gösterdi 3 . Olayların karakteristik tetkikine girmek<br />

için bu yolda ilerlemesi, doktrin tart ışmalar ından önce, daha önemle beklediğimiz<br />

bir nokta olacakt ır.<br />

Yazarın türkçe bak ınundan gösterdi ği titizliğe hepimiz kat ıhrız. Yalmz<br />

sosyal ilimler ve felsefe dilinin tabiat ilimleri dili kadar i şlek ve tam bir hale<br />

gelmediğini, bir çok terimlerin iyice yerle şmediğini, unutmamalid ır. Bunun<br />

için, kitab ın sonunda ki ek k ısmını hafifleterek bir has isimler ve türkçe terim<br />

ler İndeks'inin kat ılmas ı iyi olurdu. Çalışkan ve yorulmaz yazar ın kendisinden<br />

beklediğimiz daima yeni ve daha ilerlemi ş eserlere kıyasla bu küçük i şaretlerimi<br />

ba ğışlayacağını umarım. *<br />

28,X.I963<br />

Hilmi Ziya ULKEN<br />

3 Ilâhiyat Fakültesi Dergisi (Cilt X 1963)'nde ç ıkan M. Taplamacıoğlu'nun "Ya şlara<br />

göre Dini Tecriibenin şiddet ve kesafeti üzerine bir anket denemesi" adl ı yazısı,<br />

* Bu ba şlığın yazarı Ord. Prof. Hilmi Ziya I.J1ken lisede bana ders vermi ş, yetişırıeme<br />

emek harcamış ve bilimsel öğütleriyle bana ışık tutmuştur. Dil, bibliyografya ve anlay ış<br />

metodunun Din Sosyolojisindeki önemi konusunda benimkilerden farkl ı olan görüşlerine<br />

te şekkür ederim. — Yazar<br />

VIII


IÇINDEKILER<br />

BIRINCI BÖLÜM<br />

GIRIŞ<br />

SAH İFE<br />

I. GENEL BILGILER 1<br />

II. SOSYOLOJ İ 7<br />

1. Sosyoloji Nedir<br />

a) Sosyoloji özel konusu olan bir bilünidir. 7<br />

b) Sosyoloji bir yap ı ve olgu bilimdir, 9<br />

c) Sosyoloji normatif olmayan bir ı olaylar bilimidir 11<br />

d) Sosyoloji ampirik bir bilimdir. 13<br />

2. Toplumsal Yap ı ( 15-27)<br />

Cemaat 15<br />

Menfaat Cemiyeti 17<br />

Egemenlik Cemiyeti 19<br />

Zümre Cemiyeti 24<br />

S ın ıf Cemiyeti 26<br />

3. Toplumsal Hareketlilik (27-31)<br />

Yatay Hareketlilik 27<br />

Dikey Hareketlilik 29<br />

III. DINLER BILIMI (31-43)<br />

A. Yorum Teorisi 34<br />

B. Dini Tecrübe 36<br />

C. Din Sosyolojisi 38<br />

IX


IV. D İN SOSYOLOJ İ S İNİN TAR İHÇES İ (43-58)<br />

A. Din Sosyolojisinin Öncüleri 43<br />

B. Din Sosyolojisinin Kurucular ı 47<br />

C. Din Sosyolojisinde Son Geli şmeler 52<br />

D. Bugünkü Durum 55<br />

İKINCI BÖLÜM<br />

(Din Sosyolojisinin Ana problemleri)<br />

I. GENEL BILGILER (58-68)<br />

A. Din Sosyolojisinde Metot 59<br />

B. Din Sosyolojisinde Ara ştırma Alanı 64<br />

C. Din ve Toplum 65<br />

II. DINI TECRÜBEN İN ANLATIMLARI (68-78)<br />

A. Dinin Teorik Anlat ımı 69<br />

B. Dinin Pratik Anlat ımı 72<br />

C. Dinin Sosyolojik Anlatımı 74<br />

III. DININ TOPLUM VE DÜNYA KAR ŞISINDAK İ TUTUMU (78-94)<br />

A. Dinin Sosyolojik Rolu 78<br />

B. İman ve Ö ğretinin Birle ştirme Gücü 81<br />

C. Ibadetin Birle ştirme Gücü 82<br />

D. Dini Tecrübe ve Dinin Dünyaya kar şı tutumu 86<br />

E. Toplum ve Evrensel Düzen 91<br />

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />

(D İN VE TOPLUM MÜNASEI3ETLERİ)<br />

I. DEVLET (94-104)<br />

A. Devlet Sözü 95<br />

B. Devletin Ba şlangıc ı 97<br />

C. Devletin Tan ımı 98<br />

D. Devletin Kurucu Unsurlar ı 99<br />

E. Devletin Siyasi ve Tarihi Görünü şü 99<br />

F. Dinle münasebetleri bak ımından Devlet şekilleri 103<br />

II. İSLAMDA DEVLET (105-115)<br />

A. Genel Bilgiler 105<br />

B. Hilafet Müessesesi 108


) Hilâfet makam ına gelme tarz ı 109<br />

c) Halifenin Görevleri 113<br />

III. D İN VE DEVLET MÜNASEBETLER İ VE TİPOLOJ İLER(11-130)<br />

Birinci Tipoloji (Dinle Devletin ayn ı olmas ı) (115-126)<br />

a) İlk Safha 115<br />

b) İkinci Safha 115<br />

c) Geçici Safhaya ait örnekler 118<br />

1) Zerdü ştlük 118<br />

2) Shinto Dini 119<br />

3) İslâmiyet 120<br />

İkinci Tipoloji (Yeni Din) 126<br />

Üçüncü Tipoloji (Evrensel Dinler) 128<br />

IV. LAY İKL İK VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ (130-169)<br />

A. GENEL BILGILER (130-135)<br />

1) Lâyiklik Sözü<br />

2) Lâyikliğin Tanımı<br />

3) Lâyikliğin Batıda ve Türkiyedeki uygulanmas ı<br />

B. BATIDA LAY İKL İK<br />

130<br />

131<br />

133<br />

(135-147)<br />

1) Aydınlanma Devrine kadar olan Devre 138<br />

2) Frans ız Devrimine kadar olan Devre 138<br />

3) Bugünkü anlamda lâyikli ği doğuran olaylar (140-147)<br />

a) Amerika Birle şik Devletleri 140<br />

b) Frans ız devrimi 141<br />

c) 1905 kanunu 144<br />

C . DOĞUDA LAY İKLIK VE VİCDAN ÖZGÜRLÜGÜ . (148-159)<br />

1) İslâmda din ve devlet ay ırımı 148<br />

2) Türk ve İslam dünyas ında lâyiklik örnekleri 151<br />

3) Osmanhlarda din ve vicdan özgürlü ğü 152<br />

4) Türkiyede lâyikli ğin kurulu şu 154<br />

a) Tanzimat 154<br />

b) Türkiye Cumhuriyeti 155<br />

D . VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ 159<br />

1) Medeni halin lâyikle şnıesi 160<br />

a) Nüfus kayıtları 160<br />

b) Evlenme ve miras i şleri 160<br />

2) Dini törenlere kat ılma yükümlüğünün olmamas ı 160<br />

3) Dini törenlerin kamu hizmeti say ılmamas ı 160<br />

XI


4) Kamu hizmetlerinin lâyikle şmesi 161<br />

5) Genel Bütçeden din için bir yard ım yap ılmamas ı 161<br />

E. IBADET, Â.YİN VE TÖREN YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜ 162<br />

F. TÜRK İYEDE LA YIKLIK KONUSUNDA BAZI<br />

GÖRÜŞ FARKLARI 164<br />

G . BIZDEKI VE BATIDAK İ LAY İKL İĞIN BENZERLIK<br />

VE AYRILIKLARI 166<br />

SÖZLÜK KESIMI 169<br />

IIX


DIN SOSYOLOJ İ S İ<br />

Birinci Bölüm<br />

GIRIŞ<br />

I — GENEL BILGILER<br />

Din Sosyolojisi çok genç bir bilimdir. Alan, amaç ve metodu üzerindeki<br />

tartışmaların henüz sonu almmam ışt ır. ı Bu konuda sadece deneme özelliginde<br />

bir tak ım eserler yaz ılmıştır Tümü ve bütünüyle büyük problemleri<br />

ele alan sistematik eserler çok azd ır. Açıklanması başta gelen Din Sosyolojisi<br />

sözü bile açık değildir. Bu terimle iki şey anlat ılmak istenir :<br />

A) 19. yüzyıl sonunda toplumsal şartları hareket noktas ı sayarak<br />

dini açıklamak ve anlamak cihetine gidilmi ştir. Bilindiği gibi bu, Auguste<br />

Comte'un pozitivizmine giden bir yoldu. Comte'a göre din toplumun bir<br />

fonksiyonu idi. Son zamanlarda Durkheim etrafında toplanan Frans ız Sosyoloji<br />

Okulu bu doğrultuda ilerlemi ş ve büyük bir canlılık göstermi ştir 2 .<br />

Burada<br />

dinin başlangıç ve temelini rasyonel olarak aç ıklamak amacı güdülmüş<br />

ve ilk toplum ba ğlarma gidilerek Totemcilik ele ahnm ıştır Insanla<br />

toplum (klân, frateri, kabile ve benzerleri) aras ındaki bir bağhlaşma münasebeti<br />

gözlemlenmi ş ve bu münasebet dinin ba şlangıcı sayılmıştır Klân ad ını<br />

ta şıyan toplulukta, totem, cemaatin yerini tutan kutsal varl ık olarak alınmış!<br />

tı. Bu yolda gerek din ve gerekse totem hakk ında yanlış düşüncelere sap ıldığında<br />

şüphe yoktur. Frazer, 1910 y ılında yay ınladığı Totemcilik ve D ış Ev.<br />

lenme 3 adli eserinde Totemle olan münasebetin her vakit dini olmayaca ğ-<br />

ını ispat etmi ştir. Yazara göre Tanr ıdan söz eder gibi totemden söz açmak<br />

ve bunun klân tarafından yüceltildiğini doğrulamak büyük bir hatad ır.<br />

Bu türlü anla şılan sosyolojik görü ş yirminci yüzyılın ba şlangıcında büyük<br />

ölçüde tarihi ara ştırmalara yol açm ıştır. Ara ştırmalarda tarihle toplum durum-<br />

I Bk. J. Wach, Einführung in die Religionssoziologie 1931<br />

2 Les formes Mmentaires de la vie religieuse 1912<br />

3 James Georges Frazer, Totemism and Exogamy, 1910<br />

Din Sosyolojisi F. 1 İ .


ları arasındaki bağıntı ve bağlant ılar ele almıyor ve toplumsal tutum, ekonomik<br />

şartlar ın bir sonucu sayılıyordu. Bütün bu söylenenler, Dinler Tarihine<br />

uygulanacak olursa, dini olaylar ın kendisi bile tarihi belirti ve de ğişiklikleriyle<br />

toplum şartlarına, ihtiyaçlara ve ekonomik zaruretlere indirilmi ş<br />

ve onların ışığı altında anla şılmış olur. Bu yolda yap ılmış toptan bir te şebbüs<br />

yoksa da parça parça denemeler vard ır. Hırıst ıyanhğın yorumu, bunun çok<br />

aç ık bir örne ğidir. Kautsky sosyalist teorinin en çok tan ınmış bir temsilcisidir.<br />

Sosyalist teori dini, ekonomik şartların ortaya çıkardığı s ınıf farklarma<br />

bağlı görür. Kautsky, 1908 yılında yayınladığı Hırıst ıyanhğın Men şei<br />

adlı eserinde Tarihi Maddecilik metotlar ını izliyerek H ıristiyanhğın, bir<br />

proletarya hareketinden ba şka bir şey olmadığını ispata yeltenmi ştir.<br />

Yazara göre daha sonra varhkh s ınıflar kendi ç ıkarlarını dü şünerek bu ilkeleri<br />

karşılayan imân ve ahlak yönünden bir tak ım değişiklikler yapm ışlardır.<br />

Mauren Brecher de buna benzer fikirler ortaya atm ıştır. Bu yazar da t ıpkı<br />

Kautsky gibi Hırıstiyanhğı, yığınların proleter psikolojisinden ç ıkmış gibi<br />

göstermektedir. Tarihi bak ımdan tamamiyle yanlış olmakla beraber her<br />

iki görüşteki ana fikir, dinin toplumsal şart ve etkenlerin bir anlat ımı ve<br />

fonksiyonu oldu ğu yolundad ır.<br />

B) Ba şka bir açıdan din sosyolojisi din içindeki sosyolojik olaylar ı ve<br />

dinin sosyolojik münasebetlerini inceler. Bu tan ım, genel olarak bir çok elemanları<br />

içine al ır :<br />

1) Din sosyolojisi, çok aç ık ve kolayca belirtilebilen münasebetlerle<br />

sosyolojiye bağlı olduğu kadar Dinler Bilimin de ba ğlıdır. Eğer sosyolojinin<br />

göı evi insam toplum içinde incelemek ve onun toplumla olan ba ğlarını ve topluluk<br />

türlerinin temel yap ısını açıklamak ise bu durumda Din Sosyolojisi Özel<br />

bir Sosyoloji olarak kendini gösterir. Gerçekte Sosyolojiyi iki ana gruba ay ırmak<br />

bir adet haline gelmi ştir. Genel Sosyoloji, Özel Sosyoloji.... Genel<br />

Sosyoloji, ana fikirlerin, toplum türlerinin ve toplumda ya şayan ana kuvvetlerin<br />

bir teorisi oldu ğu halde, Özel Sosyoloji, ilgili bulundu ğu çe şitli sosyolojik<br />

kurum ve konular ı inceler. Bu yönden bugün bir Sanat Sosyolojisi, bir<br />

hukuk Sosyolojisi, bir iktisat sosyolojisi, ve son olarak bir de Din sosyolojisi<br />

vardır. Bu durumda Din Sosyolojisi, sosyolojinin Özel bir dal ıdır.<br />

Başka yönden, Din Sosyolojisi kar şılaştırmalı ve sistemli olarak Dinler<br />

Biliminin pratik verilerini inceler. Bu durumu ile de bu disiplin Kar şıla ştırmalı<br />

Dinler Biliminin bir koludur. Karşılaştırmalı Dinler Bilimi, Genel Dinler<br />

Tarihinin temelleri üzerinde yükselir. O halde Din Sosyolojisinin konusu,<br />

Toplumun ana şekilleri ve dinin d ış gösterileri ile (tezahürlerile) ilgili sosyolojik<br />

süreçler ve bunlar ın yap ı ve kanunlarıdır 5 .<br />

4 Karl Kautsky, Der Ursprung des Christianismus, 1908<br />

5 Dinin dışarıya akseden belirti ve gösterileri fenomenolojinin konusudur. Bunun için<br />

Bk. Gerardus Van Der Leeuw, Phaenomenologie der Religion, 1933<br />

2


2) Genel ve Sistematik Din Sosyolojisi (Sociologie Religieuse G& İ,ftale et<br />

SysMmatique)<br />

Burada belli ba şlı niteliklerini aç ıklamak amac ım güttüğümüz bu bilim<br />

bir çok proplem ve kategorileri inceler. Buradan aç ıkca anla şılır ki yalnız<br />

başına ele ahnan her hangi bir dine öz sosyolojik problemleri ve nitelikleri<br />

söz konusu eden bir de Özel Din sosyolojisi (Sociologie Religieuse Particuliere)<br />

vard ır. Ernst Troelsch 1912 y ılında yay ınladığı Hıristiyan Kilise ve<br />

Gruplarının Toplumsal Doktrini 6 adlı eserinde bir H ıristiyan Din Sosyolojisi<br />

yapmışt ır. Max Weber 1920 y ılında yayınladığı Din Sosyolojisi Dergisinde 7<br />

Konfuçyus, Hindu ve Yahudi dinlerinin Özel Din Sosyolojilerini ortaya koymuştur.<br />

Bunun gibi Reuben Levy'nin 1957 yıl ında yay ınladığı islâmın Toplumsal<br />

Yapsa 7 ve Joseph Chelhod'un 1958 y ılında yay ınladığı İslam Sosyolojisine<br />

giri ş 9 adli eserler de islam dinini inceleyen birer Özel Din Sosyolojileridir.<br />

Çoğu zaman Özel Din Sosyolojisi sosyolojik primblendere ba ğlı teorilerden<br />

söz açmaz. Çünkü kimi dinlerin özünde toplumsal bir teori yoktur. Buna<br />

karşılık bu dinlerde Sosyolojiye konu olan ana şekillere rastlan ır. Din Sosyolojisiııin<br />

konusu, tarih boyunca, özel ve ampirik bir şefilde olagelen din ve<br />

toplum ara ştırmaları temeline dayan ır. Bu görüşün zorunlu sonuçları olarak<br />

din sosyolojisinin ilgi alan ı<br />

şöyle özetlenebilir<br />

a) Dinin aile, kabile, millet, devlet ve benzeri tabii topluluklar kar şısında<br />

zorunlu olarak aldığı bir durum ve tak ındığı bir tutum ♦ardir. Dinle tabii<br />

topluluklar aras ındaki münasebetlerin s çözümlenmesi, Sistematik Din<br />

Sosyolojisinin ba şta gelen bir görevidir.<br />

b) Din, varlığına bağlı olan sosyolojik tezahürleri kendili ğinden meydana<br />

getirir. S ırf Dini Cemaatlar (Communaute Specifiquemer ıt Religieuse) ancak,<br />

Evrensel Dinlerin ortaya att ığı topluluklardır. Temel yapılarının incelenmesi<br />

gerekli olan konular<br />

şunlard ır : Din Doktoru ve ö ğrencisi, ustad<br />

ve tilmiz münasebetlerini düzenleyen ilkeler cemaatlar, müminler cemaati,<br />

mezhep, tarikat ve benzerleri.<br />

c) Bir yandan tabii toplulukla dini grup aras ında, öte yandan toplumla,<br />

ya şayan din aras ında, incelenmesi gerekli özel münasebetler.<br />

d) Birbirine tamamen yabanc ı olan dini topluluklar (cemaatlar) aras ındaki<br />

münasebetler kadar bir dini toplulu ğun içindeki mezhep ve tarikatlar ıyla<br />

olan münasebetleri de Din Sosyolojisinin inceleme alan ına girer. Bilincinin<br />

yakın örneği Kıbrıstaki Hıristiyan ve isl'am cemaatlar ının münasebetleri,<br />

6 Ernst Troeltsch Die Soziallehren der Christlichen Kirchen und Gruppen, 91<br />

7 Max weber, Gesammelte Aufsatze zur Religionssoziologie, 1920<br />

8 Reuben Levy, Social Structure of Islam, (Cambridge, University Press 1957).<br />

8 Joseph Chelhod, Introduction 'a la Sociologie de l'Islam. (Editions Besson-Chant- emerle<br />

1958.)


ikinci şıkkın örneği ise Islam dininin kendi bünyesinde yer alan mevlevi veya<br />

kacliri tarikat ına karşı aldığı tutumdur.<br />

Yukarıda belirtildi ği üzere bu konuda bugüne kadar çok az say ıda eser<br />

yaz ılmıştır Ortaya at ılan mes'eleleri tümüyle aksettirecek önemde sistemli<br />

bir çalışmanın hemen hemen yap ılmadığı da bir gerçektir. Ileride türlü sebeplerle<br />

ele alaca ğımız bir kaç ünlü Kurucuya ve onlar ın yaz ılarına burada<br />

kısaca dokunmakta faide vard ır.<br />

Max Weber :<br />

1864 yılında doğmuş, 1920 yılında ölmüştür. Din Sosyolojisi<br />

dergisi 10 üç cilttir. İkinci baskıs ı 1922-23 y ılında yap ılmıştır. Yazar,<br />

bu eserinde kar şılaştırmah olarak dinin ekonomi üzerindeki etkilerini ve yine<br />

ekonomik hayat ın toplum ve toplum tabakalar ı üzerindeki tepkilerini ara ş -<br />

tırmıştır. Ne yaz ık ki bu büyük yazar ın din sosyolojisine yapt ığı ölçüsüz<br />

hizmetleri bir' yana b ırakılarak Kapita]izm zihniyeti ve bunun Protestan<br />

ahlaki üzerindeki e%kisi ve özellikle Kalvinizm ahlak ına ilişkin yaz ıları<br />

büyük çevrelerde daha çok ilgi çekmi ştir.<br />

Ernst Troeltsch :<br />

Max Weber'in yan ı başında Ernst Troeltsch' ı buluyoruz. 1865 y ılında<br />

doğmuş ve 1923' yılında ölmüştür. Konu ile ilgili olarak, H ıristiyan Kilise<br />

ve Gruplarının Sosyal Doktrini 11 adlı eseri yazm ıştır. Yazar burada<br />

hıristiyanli ğın toplumsal elemanlar ım incelemekle beraber öyle derin çözümlemeler<br />

yapmıştır ki görünürde ele alman konu yaln ızca h ıristiyanl ık olduğu<br />

halde gerçekte bütün dinleri kapsayan genel ve sistemli bir Din sosyolojisinin<br />

temelleri at ılmıştır.<br />

Joachim Wach :<br />

1898 yılında do ğmuş ve 1955 yılında ölmü ştür. Kendisi asl ında karşılaştırmah<br />

dinler bilimi profesörüdür. Son görevi Chicago <strong>Üniversitesi</strong>ndedir.<br />

Din sosyolojisi ba şlangıcı 12 adlı eserinde ilk olarak kar şılaştırmalı<br />

ve sistematik bir Din sosyolojisinin alan, amaç ve s ınırlarını çizmiştir<br />

Bu eser konu ve tammlanyla özlü bir Din Sosyolojisi tasla ğı niteliğindedir.<br />

Yazar ın, Amerikaya göç ettikten sonra Ingilizce olarak yay ınladığı Din Sosyolojisi<br />

13 bütün bilim çevrelerinde yank ılar yapm ış ve çe şitli dillere çevrilmi ş<br />

önemli bir eserdir. Burada Dini tecrübenin anlat ımları, dinin toplumdaki<br />

10 Gesammelte Aufs&tze Zur Religionssoziologie, 3 cilt, 1920-21<br />

11 Soziallehren der Christlichen Kirchen Und Gruppen, 2 cilt, 1912.<br />

12 Einleitung in die Religionssoziologie, 1931.<br />

13 J. Wch, Sociology of Religion, (The University of Chicago Press, Chicago) 1957<br />

4


irle ştirici görevi, dinle toplum münasebetleri özlü bir şekilde ele alınmıştır.<br />

Yazar ın Dini Tecrübe Tipleri 14 ve. Dinlerin Kar şılaşt ırmalı Etüdü 15 adlı<br />

eserleri de dolay ısıyla Din Sosyolojisi konular ını inceler.<br />

Giistav Mensching :<br />

Günümüzün ya şayan Din Sosyolojisi bilginlerindendir İlkin halk Dini<br />

ve Dünya 16 dini adı alt ında yayınladığı eser az zamanda kap ışılmış<br />

ve tükenmi ştir. Büyük sava ştan sonra Bonn <strong>Üniversitesi</strong>nde' ö ğretime<br />

ba şlayan yazar daha sonra Frans ızcaya da çevrilmi ş olan Dini sosyolojiyi<br />

17 yayınlamışt ır Eser, sistemli din sosyolojisinin bir çok konular ını<br />

ele al ır. Milli Din ve Tabii topluluk, Evrensel Din ve Tabii topluluk,<br />

Din ve Dini cemaat, Dini cemaat ve Din, bu eserin belli ba şlı konuları aras ındadır.<br />

Glenn M. Vernon :<br />

Brigham Young <strong>Üniversitesi</strong> ö ğretim üyelerindendir. 1962 y ılında yayınladığı<br />

Din sosyolojisi günün konular ıyla ilgilenir 18 .<br />

Buraya kadar sistematik Din sosyolojisine hizmet edenlerden ve eserlerinden<br />

bahsettik. Bu yazarlar çal ışma metodu olarak anlay ış sosyolojisi<br />

(Verstehen Soziologie) ni almış ve hiçbir suretle din mensuplar ın ı gücendirecek<br />

ve küstürecek bir yol tutmam ışlardır : Eserlerinde pozitivistlerin dinsizliğe<br />

götüren yorumlar ına rastlanmaz. Bunlar Sistematik din sosyolojisinin<br />

kurucular ı olmakla beraber din ve din sosyolojisi konusunda ba şka yazarlar<br />

da vard ır : Karl Marx, Auguste Comte, Freud ve Durkheim gibi ünlü bilginler<br />

de bu konularda fikir yürütmü ş ve eserler vermi şlerdir. Fakat bu bilginler<br />

pozitivist ve tek görü şlü kalmış ve dinin içinde saklad ığı bazı yücelikleri<br />

en basit maddi olaylara indirmi şlerdir. Gerçi Auguste Comte Pozitivist<br />

ilmihali, Durkheim Din Hayat ının iptidâi şekilleri, Freud Totem ve Tabu<br />

gibi şaheserleri kaleme alm ışlardır. Fakat bunlar ı, bir çoklar ı, Din sosyolojisinin<br />

kurucular ı değil, yıkıcıları gibi görmektedirler. Zira Karl Marx dini iktisadi<br />

hayat ın bir fonksiyonu saymış, Aguste Comte tap ılanla tapan' birbirine<br />

karıştırmış, Durkheim dinin ba şlangıcını iç güdülerde bulmu ş, Freud ise dini<br />

14 J. Wach, Types of Relgious Experience (The University of Chicago Press, Chicago)<br />

1951<br />

15 J. Wach, The Comparative Study of Religions (Columbia University press, Newyork<br />

1958<br />

16 G. Mensching, Volksreligion und Weltreligion 1935<br />

17 G. Mensching, Sociologie Religieuse (Payot Paris 1951)<br />

18 Glenn M. Vernon, Sociology of Religion (Mc Graw Hili Book Company, inc. Newyork<br />

1962


nevroz ve cinsel güdülerle aç ıklamaya kalkm ıştır. Bütün bunlar muhtelif<br />

dindeki dü şünürleri küstiirmü ş ve sürekli takışmalara yol açmıştır. "<br />

Din sosyolojisinin bilimler arasındaki yeri<br />

Çağımızın bilim alanında yad ırganmayan bir sm ıflamas ına göre bilimler<br />

üçe bölünür:<br />

A Tabiat Bilimleri (Sciences Naturelles)<br />

B İnsan Bilimleri (Sciences 'Humaines)<br />

C Din Bilimleri (Sciences Religieuses) 20<br />

Bu sımflamada alt bölümlere dokunmak amaç d ışıdır. Ancak<br />

daha önce belirtilen ilkelere göre Din Sosyolojisinin bölümlemedeki yerini<br />

bulmak bizim için özel bir önem ta şır. Din Sosyolojisinin yerini, ad ımn da<br />

gösterdiği üzere, İnsan Bilimleriyle Din Bilimlerini birbirine bağlayan köprüde<br />

aramak gerekir. Ba şka bir deyi şle Din Sosyolojisine iki yoldan yarılır:<br />

Toplum bilimleri, Din bilimleri.... Din sosyolojisi bu iki disiplinin birleştiği<br />

yerdedir. Din Sosyolojisinin bu iki kanath durumu kar şısında as ıl<br />

konuya girmeden önce Genel olarak İnsan Bilimleri ve Din bilimleri üzerinde<br />

durmak ayd ınlat ıcı bir önem ve niteliktedir.<br />

A. İnsan Bilimleri<br />

Bu bilimlere, ünlü Alman bilgini Dilthey'a uyularak, Manevi bilimler<br />

(Geistestwissenschaften) de denir. Bu ise genel olarak, Antropolji ile özde ş<br />

bir anlam ta şır. İnsan bilimleri, Fizik, psikolojik ve toplumsal insan ı inceler.<br />

Burada konu ile ilgili yön toplumsal insandır. Toplumsal insan ı inceleyen<br />

disiplinin adı Toplum Bilimleridir. Toplum Bilimleri deyince ekonomi, hukuk,<br />

ahlâk ve tarih gibi Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales Particulieres)<br />

ve bunları özel baz ı nitelikleriyle tek bir bayrak alt ında toplayan<br />

Sosyoloji kar şımıza ç ıkar. Konumuzla daha yakın ilgisi dolayısiyle bu arada<br />

yalnızca genel sosyolojiden söz açmak güdülen amac ı sağlamaya yeter.<br />

19 Burada verilen bilgiler s ırf sistematik din sosyolojisi eserleri ve yazarlarma ili şkindir.<br />

Tarihçe kısmında başka yönden bu konuda tamandapc ı bilgiler verilecektir.<br />

20 Almancada yine ayn ı anlamda olmak üzere Naturwissenschaften, Geisteswissenschaften,<br />

Religionswissenschaften terimleri kullan ılır. Islamdaki ilimler tasnifi büsbütün ba şkadır:<br />

Ilimler ilkönce AKL İ ve NAKLI olmak üzere ikiye ayrılır. AKLİ ilimler NAZAR/ ve AMEL İ<br />

olarak iki kesimdir :<br />

NAZARİ kesim, Ilâhl, riyazi, tabii ilimleri, Ameli kesim Ahlük, Tedbiri Mezil (ev idaresi<br />

veya ev iktisadı), tedbiri Müdün (medineler veya belediyeler bilimi) bilimlerini ihtiva eder.<br />

Nakli ilimler de Aliye ve Aliye (aletle ilgili) Aliye (yüksek) kesimlerine ayr ılır:<br />

Ali ilimler : Lugat, Sarf, Nahive, Maani, Bedi ve Beyan, Şiir ve İnşat, Aruz, Tarih ve mu-<br />

hadarat gibi bilimleri ihtiva eder<br />

Aşli ilimler : Tefsir, hadis, keliim ve akait ilimlerini kapsar.<br />

6


SOSYOLOJ İ<br />

Sosyoloji toplum olaylar ını inceleyen vas ıflayıel (descriptif) bir bilimdir.<br />

Toplum olay ı saptanmış olsun veya olmas ın fert üzerinde bir d ış baskı<br />

yapmaya elveri şli her türlü yapma ve dü şünme tarz ıdır 21 . Bu bakımdan<br />

olumlu bir bilim niteli ği ta şıyan sosyolojisinin konumuzu ilgilendiren yönlerini<br />

özetlemek ayd ınlat ıcı ve yararl ıdır..<br />

I. SOSYOLOJ İ NEDIR<br />

a) Sosyoloii evrensel de ğil, özel konusu olan bir bilimdir.<br />

Sosyoloji toplumun şekil ve gelişmelerini inceleyen bir bilimdir. Bu tanım<br />

açık bir anlam ta şır. Bütün güçlük, toplum kavram ının özelliğinden<br />

ileri gelir. Toplum bitki, hayvan veya dil gibi konu bak ımından smırlandırılabilen<br />

tekil belirtiler tümü de ğildir. O t ıpkı tabiat ve tarih bilimleri gibi<br />

bir disiplindir. Tabiat Kanunlarma ba ğlı olaylar tabiattan ve zaman içinde<br />

akıp giden olaylar ise tarihten ç ıktığı gibi insano ğlunun yaptığı, yaratt ığı<br />

ve yaratmay ı tasarlad ığı olaylar da toplum içinde ak ıp gitmektedir.<br />

Sosyoloji toplum bilimi yahut toplum şartlarından do ğan ve toplumsal<br />

etki yaratan olaylar bilimi olarak tammlamrsa bu tan ım bütün kültür bi.<br />

limlerini içine almış olur. Bu durumda sosyoloji insanlar ın geli şme, çalışma<br />

ve yaratma alanlar ını çevreleyen evrensel bir bilim say ılır. Adam Ferguson<br />

ve Aug. Conte'a göre sosyoloji, insanl ığın kültür geli şmesinin tümünü içine<br />

ahr. Bunun gibi Tarihi Maddecilik te sosyolojiyi bütün manevi bilimlerin<br />

biricik bilimsel metodu ve dünya tarihini aç ıklayan ve her kap ıyı açabilen<br />

evrensel bil maymuncuk sayar.<br />

Sosyolojinin bu a şırı iddialardan yaz geçmesi, onu kendine öz konu ve<br />

metodu olan bir bilim derecesine yükseltmi ştir. Bugün sosyoloji, konusu<br />

olan toplum kavram ını özel bir aç ıdan tan ımlamaya ba şlamıştır. Bütün manevi<br />

bilimleri sosyoloji bayra ğı altında toplamaya çal ışan ve yaln ızca sos<br />

yoloji metotlar ını kullanma gere ğini savunan dü şünü ş tarz ına sosyolojizm<br />

adı verilir. Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales Particulieres) bu görüşe<br />

kar şı gelmektedir. Dil, Din, Ahlâk, hukuk ve ekonominin kendilerine<br />

öz kural ve kanunlar ı vard ır. Bu bilimler dikkatlar ını öz konular ı üzerinde<br />

toplayarak özerkliklerini (muhtariyetlerini) korumu ş ve sosyolojizm akımma<br />

kar şı koymu şlard ır. Böyle yapmakla dil, din, ekonomi, hukuk ve ahlâk ile<br />

ilgili sosyoloji mes'elelerinin önemi inkâr edilmi ş olmuyor. Sosyoloji kültür<br />

yap ılarının muhtevas ım ve şekil kanunların ara ştıracak yerde bu yap ıların<br />

21 Durkheim Sosyoloji Metodunun kaideleri adl ı eserinin 14. sayfas ında Toplum olaylarını<br />

şöyle tan ımlar : Est Fait social, toute maniere de faire, fix& ou non, susceptible d'exercer une<br />

contrainte sur l'individu.<br />

7


hangi sosyal şartlar alt ında ortaya ç ıkt ıklarım ve ne gibi etkiler yapt ıklarım<br />

tesbitle yetinir.<br />

Konunun sınırlanma ve daralmas ı sosyolojinin yarar ına olmu ştur. Yalnızca<br />

özel toplum ve kültür bilimlerinin dayanma ve diremesi de ğil; sosyoloji<br />

metodundaki evrim ve devrimler de bu bilimin ve özellikle toplum kavra<br />

İmran, daralmas ına yol açmıştır. Bugün toplum kavram ıyla toplumsal ya-"<br />

şayış ve ba ğınt ıları ilgilendiren her şey kastedilmeyip türsel bir konuya öz<br />

meseleler ele alınmaktadır.<br />

Kültür belirtilerinin toplumsal bir yönü oldu ğundan sosyolojik bir görü<br />

şlü incelenebilir. Ba şka bir deyi şle, ekonomi bilimi dışında bir ekonomi<br />

sosyolojisi, hukuk bilimi dışında bir hukuk sosyolojisi, sanat dışında bir sanat<br />

sosyolojisi vard ır. Sosyoloji kendi s ınırlarını devamlı olarak tutarsa manevi<br />

bilimlerle bir çat ışma olmaz ve aralar ında sıkı bir i şbirliği sağlanır Böylece<br />

sosyoloji kendine öz bir konu ve görü ş açısma kavu şur.<br />

Bu amaca varmay ı güçle ştiren ba şlıca engel toplumun belirli bir alan ı<br />

tutmayıp bütün kültür alamn ı kaplamas ıdır. Sanat, bilim, ekonomi, hukuk<br />

siyaset ve din gibi kültür alanlar ı koyu çizgilerle birbirlerinden ayr ılmaktadırlar.<br />

Bu ayr ılmalar her alan ın mahiyetinden ve ba ğlı bulunduğu şekil<br />

kanunlarından ileri gelir. Bunları bir bağçenin a ğaçlarına veya bir tara ğm<br />

dişlerine benzetebiliriz. Toplum bunlardan biri olmay ıp onları ta şıyan, onlara<br />

kaynak ve temel vazifesi gören ve onlar ı birle ştiren bir dayanakt ır Tara<br />

ğın dişlerini birle ştiren sırt ve a ğaçların kök saldıkları topraklar topluma<br />

benzetilebilir. Görülüyor ki Toplum bu kültür dallar= eklenecek bir ba şka<br />

dal değil, onlar ı ta şıyan ve onlar ın filizlenip içinde kök salmasına yarayan bir<br />

dayanakt ır. Toplumun sosyolojik yönünü yalnız toplumsal ba ğınt ılara hasrederek<br />

onu ötekilerinden ay ırmak mümkündür.<br />

Son yıllarda bu dü şüncelerden hareket ederek sosyolojiye özel bir konu<br />

sağlamağa ve onun manevi bilimlerle münasebetlerini aç ıklama ğa uğraşan<br />

kuvvetli bir fikir pkinu ba şlamıştır. Bu arada şekli (formel) sosyolojinin kurucusu<br />

olan Georg, Simmel ve sosyoloji saltanatma kar şı cephe alm ış olan<br />

W. Dilthey'in fikirleri çok ilgi çekicidir.<br />

Georg Simmel'e göre Toplumsal olaylar ın bir şekli birde muhtevas ı vardır:<br />

Şeklini sosyoloji; muhtevas ım ise özel toplum bilimleri inceler. Toplumsal<br />

olaylar ötedenberi muhtevalar ı olan ekonomi, hukuk, sanat, dil, din olarak<br />

sistematk bir şekilde çözümlenmektedir. Bu durumda sosyolojinin bu muhtevaları<br />

birer birer ele almas ı, has ıh tahsil kabilinden, bo ş bir tekrarlama veya<br />

ansiklopedik bir ara ştırma olabilir; fakat hiçbir vakit sosyoloji ııin ba ğımsız<br />

varlığını haklı gösteremez. Sosyoloji, tamamen farkl ı bir görüşten hareketle<br />

kültür kurumlar ına doğru uzamay ıp ortakla şa ya şayışa, te şkilat


ve grupla şma şekillerine doğru yönelir. Georg Simmel böylece toplumsal<br />

olayların niuhtevalar ı olan kurumlarla onlar ın bir şekli olan toplumu birbirinden<br />

ayrı ve ba ğımsız görmektedir. 0 kadar ki toplumsal ba ğlant ılardan<br />

doğan e ş şekiller, türlü kültür kurumlar ını ara ştırırken de önümüze ç ıkarlar.<br />

Mesela hukuk ara şt ırmalarında klân, kabile ve site şekilleri kar şımıza ç ıkar.<br />

Ekonomi sistemini ara ştırırken yine bu ana şekiller kar şımıza ç ıkarlar. O<br />

halde hukuk kurumu klan, kabile veya siteye göre çe şitlendiği gibi din kurumu<br />

da klânda, kabilede ve sitede ba şka ba şkadır. Dürbünün öte tarafından<br />

bakacak olursak bu şekillerin de ğişik muhtevalar ı ta şıdığı açıkça görülür.<br />

G. Simmel'e göre bu durumuyla sosyoloji, SOSYAL ŞEK İLLERİN<br />

SISTEMATIK TEORISI OLARAK BAĞIMSIZ B İR B İLİMD İR. O halde<br />

sosyoloji, grup münasebetlerini, toplumsal ayrımlaşma (Diffirenciation) ve<br />

tabakalaşma (stratification) yı ve toplumlar ın şekil kanunların", muhtevalar ına<br />

dokunmaks ız ın inceler.<br />

Yazar ın söyledi ği gibi sosyoloji tarihi bir geli şmenin<br />

geometrisidir.<br />

Georg Simmel'in bu görü şüne taktşılmıştir. Toplumsal şekiller her vakit<br />

kültürel muhtevalardan ay ırdedilemezler. Bu yönden şekil ve muhteva<br />

ayrılığı ancak zihinde tasarlanabilen ve gerçe ğe uymayan bir bulu ştur. Bu<br />

takışma sosyoloji, manevi bilimlerin bir geometrisidir, yolundaki tan ım için<br />

doğrudur. Fakat toplum hayat ının şekli kanunlar ın saptamak ve nazari bak ımdan<br />

sosyolojiye yol göstermek konusunda bilim alemi Simmel'e borçludur. Manevi<br />

bilimlerde çok de ğerli hizmetlerde bulunan W. Dilthey ba şka yollardan<br />

hareket ederek Simmel'in Şekli Sosyoloji görü şüne kat ılmıştır. Bu yazar,<br />

bütün be şeri kültürün bir duygu ve şekil halinde gerçekle ştiğini ileri<br />

sürer.<br />

b) Sosyoloji toplumu bir yap ı ve olgu olarak inceleyen bir bilimdir.<br />

Bir bilim dalın ı ötekilerinden ay ıran ölçüt kendine öz konusu ve meto- ,<br />

dudur. Toplum çe şitli tabakalardan meydana gelmi ş bir gerçektir. Sosyolojide<br />

öteki bilim dallar ından daha çok okul ve do ğrultular ın yer almas ı toplum<br />

olayının zaman zaman şu veya bu özelliğini"' ön plana alınmasından<br />

ileri gelir. Toplum olayları insanlar ın yapt ıkları eylemler olarak ele al ı-<br />

nırsa Sosyolojiye Be şeri Hareketler Bilimi denebilir. Max Weber bu dü şüncededir.<br />

Toplum hayat ını her zaman objektif düzen ve yap ılar etrafında<br />

toplayarak i şe başlanırsa Sosyoloji Toplumsal Yap ılar Bilimi diye tan ımlanabilir.<br />

Bu son görü şü O thmar Spann ve Emile Durkheim savunmu şlardır.<br />

Bu türlü yormulamalar ın en tehlikeli taraf ı toplumun bir özelli ğine gereğinden<br />

fazla bir de ğer vermek, ötekilerini küçüksemektir. Eski bir Yunan<br />

düşünürünün ben tek kitaph insandan korkar ım demesi bu tehlikeye i şarettir.<br />

Yine bir Yunan filozofuna göre gerçe ğin bir yönü de ğil bir çok yönleri<br />

vard ır. Toplumsal gerçe ği bütünüyle göz önünde bulundurmak laz ımdır.<br />

9


Toplum incelemelerinde, toplumu somut bir gerçek olarak ele almak<br />

gerekir. Onu diledi ğimiz şekilde değiştirmeye yetkili de ğiliz. Toplum her<br />

,vakit objektif bir olay, de ğişmez bir gerçek ve zorlay ıcı bir düzen olarak<br />

kar şımıza çıkar. Bu durumu ile toplum bizi ba ğlıyor, hareketlerimizi s ınırlıyor,<br />

bizi zorluyor, belirli yer ve do ğrultulara yöneltiyor ve bütün bunlardan<br />

kaçınmak istedi ğimizde ba şımız sert kayalara çarp ıyor. Toplumsal gerçek<br />

bir dinin kurulmas ı, bir siyasi sistemin alınmas ı ve bir iktisadi faaliyetin<br />

yürütülmesinde de Demokles'in k ılıcı gibi ba şımızın üstünde durmaktadır.<br />

Bu gerçe ği tanımak istemeyen bir din kurucusu, bir siyaset pehlivam,<br />

bir ekonomi uzmanı ve bir ahlak havarisi ancak ve ancak hüstanla karşılaşır.<br />

Ba şarı ise yalnızca bu gerçeklere uymakla sa ğlamr. Unutmamak gerekir<br />

ki toplumsal gerçek ferdi arzulardan çok daha kuvvetlidir.<br />

İnsan vücudu a şağı yukar ı yedi yıl içinde bütün yuvarlar ını deği ştirdiği<br />

halde bünyede belirli bir de ğişme olmaz. Tıpkı bunun gibi toplumlarda da<br />

fertler ve ku şaklar değiştiği halde bünye de ğişmez, daha do ğrusu toplum<br />

bünyesi fert ve ku şakların de ğişme temposuyla orant ılı olarak de ğişmez.<br />

Değişme temposu bünyede çok a ğırdır. Bir toplumun maddi dayanaklar ı<br />

nisbeten kolayca görülebilir. Fakat bünye somut olarak de ğil, daha çok idrak,<br />

duyu ve yorumla kavranabilir. Bu sebeple toplumsal yap ıların bünyesinden<br />

ve bunları kavramaya imkan veren sosyolojik görü şten bahsedilebilir.<br />

Uzak mesafeden bir topluma bakacak olursak fertleri de ğil bütünü<br />

kavramış oluruz. Bu durumda bütüne hakim olan düzeni, onu besleyen kuvvetleri<br />

ve onun içindeki gerginlik, ayk ırılık ve uygunsuzluklar ı tek bir bakışla<br />

anlayabiliriz.<br />

Sosyolojik görüş sürekli ö ğrenmelelerle elde edilir. Ancak • bu ö ğrenmelerde<br />

ara ştırıcı toplumsal şekillerin dış görünü şleriyle yetinmiyerek sosyolojik<br />

olaylar ın kayna ğım ve onların psikolojik temellerini de ele almand ır.<br />

Aksi halde toplumsal gerçek yerine bo ş kahplar elde edilmiş ve anla şılmış<br />

olur. Bu duruma göre gözlemci insanlar ı bağlayan ve ay ıran • kuvvetleri ve<br />

toplumsal yap ıların temellendikleri ruhi tabakalar ı açıklamalıd ır. Bunlar<br />

psikolojik eklemeler de ğil, toplum olaylar ınınosyolojik yönden kavran ılmasının<br />

temel şartla-rıdır. Sosyolojik görü ş, iki eşit temele dayan ır. Bunlardan<br />

biri çeşitli olgu ve yap ıları bir bütün halinde birle ştiren Süreç, ötekisi çok<br />

taraflı bir psikolojik gerçek.... Gözlemci toplumsal yap ının dıştan göze çaxpan<br />

stati ğinden ba şlayarak, onu meydana getiren dinami ği anlamak zorundad<br />

ır. Toplumsal olgu ve gerçe ği kavrama ğa çalışan her sosyoloji bu çifte<br />

görevi benimsemelidir. Toplum olaylar ını bu aç ıdan ele alman ın önemi san ıldığından<br />

daha büyüktür. Bu yap ılmazsa bo ş kahplar insanı yandtabilir. O<br />

zaman Monar şi yap ıları içine Asur ve kaldelilerin zulme dayanan yönetimleriyle<br />

ingilizlerin demokrasi, e şitlik Ve özgürlüğe dayanan yönetim şek-<br />

10


lini aynı saymak veya sadece demokrasi ad ını ta şıyan popüler demokrasilerle<br />

İsviçre demokrasisisini bir saymak gibi hatal ı görü şlere vard ır.<br />

e) Sosyoloji normatif olmayan bir olaylar bilimidir.<br />

Genel Sosyolojinin çözmek zorunda kald ığı en önemli mesele sosyolojinin<br />

konu ve metodudur. Bu bizi bilgi nazariyesi ve metodolojiye götürür.<br />

Burada cevapland ırılacak soru şudur: SOSYOLOJ İ HANGİ MANTIGA<br />

DAYANMALI VE HANG İ YOLLARDAN YARARLANMALIDIR Bu<br />

soru üç türlü cevapland ırılabilir:<br />

Manevi bilimler aras ında değer yarg ılarıyla normatif görü şleri sistemlerinin<br />

bel kemi ği yapan bir sürü disiplin vard ır. Hukuk, Pedagoji, Ahlak,<br />

Estetik ve benzerleri bu gibilerdendir. Şüphesiz, bu bilimlerde her türlü değer<br />

yarg ılarından uzak, yaln ızca olay ve olgulara dayanan tespitler de vardır.<br />

Pedagojide çocu ğun bedeni ve ruhi geli şmesini, hukukta bir fiilin suç<br />

sayılıp sayılmamasım tesbit eden maddi olaylar bu türlü tesbitlerdendir.<br />

Fakat dikkat edilirse bu disiplinlerin özü de ğer yarg ılarına dayan ır ve her<br />

vakit üstün bir de ğere göre ayarlan ırlar. Bu gibi bilimlerin ortaya ç ıkmaları<br />

bile böyle bir de ğerin geçerli ği sayesinde mümkün olmu ştur. Hukukun<br />

problematiği (Çözüm ölçüsü) adalet, Estetiğin proplamatiği güzellik, AhLakm<br />

proplemati ği iyilik, dinin proplemati ği ise kutsall ıkur. Bu bilimlerin ödevi,<br />

benimsedikleri üstün de ğerleri normal sübjektif görü ş ve tutumlar ın üstüne<br />

çıkararak gerçekle ştirmektir. Bu bilimlerin önsel (apriori) olarak kabul<br />

ettikleri şey, adalet, güzellik, iyilik ve kutsall ığın objektif bir de ğer olarak<br />

alınmas ıdır. Bu türlü disiplinler yaln ızca olay ve olgulara dayand ıkları müddetce<br />

kendilerine öz çal ışma alanlar ı dışına ç ıkmış olurlar. Bu anlamda<br />

bu bilimlere normatif disiplinler ad ı verilir. Sosyolojinin mant ık ve mahiyeti<br />

ile ilgili ilk tesbit, bu bilimin normatif bir bilim olmad ığıdır.<br />

Bir toplum düzeninin adil, faziletli, fertlerin istek ve zihniyetine uygun<br />

olup olmaması sosyoloji bak ım ından önemli de ğildir Sosyologun incelemekte<br />

olduğu toplumsal yap ıların de ğer yarg ılarırıa uyup uymad ığını veya<br />

toplumun adalet, fazilet ve ahlak törelerine göre yönetilip yöneltilmedi ğini<br />

sormağa hiçbir yetkisi yoktur. Sosyoloji normatif bir bilim olsayd ı, bu<br />

konuları çözümlemekle görevli olurdu. Sosyoloji normatif bilim, olmad ığından<br />

bütün bu meseleler onun çözüm alan ı dışında kalırlar. O halde bu meseleleri<br />

ortaya atan veya bunlar ı karara ba ğlayan kimse hukuk, ahlak, pedagoji<br />

gibi normatif bilimler alan ına geçmi ştir. Bu kimsenin de ğer yarg ı-<br />

ları pratik eylemler haline gelince siyaset alanına girilmiş olur.<br />

Bu ana kadar sosyolojiyi normatif bir bilim de ğildir şeklinde ele ald ık.<br />

Şimdi müspet olarak sosyolojinin yaln ızca olay ve olgularla ilgili mes'ele-


lerle uğra şmağa yetkili olduğunu söyleyebiliriz. Burada sadece falan top:<br />

hım düzeni acaba hangi yap ı kanununa göre kuruhnu ştur Böyle bir toplumda<br />

aile, din ve devlet nasıl bir röl oynar Te şkilat şekillerinden hangisi ön plana<br />

alınmıştır (Baba şahlık, ana şahlık v. s.) Gruplardan hangisi egemenli ği elde<br />

tutmaktad ır gibi mevcut 'durumu tesbit eden sorular yan ında falan toplumun<br />

geli şmesi hangi doğrultudad ır Hangi toplumsal yap ı, kurum ve kurulu<br />

şlar yıkılmağa, çözülme ğe veya şekil değiştirme ğe yüz tutmu ştur Hangileri<br />

yeniden kurulma ğa, geli şmeğe ve yayılmağa elveri şlidir gibi sorular<br />

sosyologa sorulabilir Fazla olarak bir biri üzerine tesir eden toplum düzenlerinden<br />

hangisi hangisinin üzerinde daha çok etki yaparak bir bünye de ğişikliğine<br />

yol açar Şeklinde sorular da sorulabilir. Çek kere görünürde kazananların<br />

yendikleri toplum bünyesinde eridikleri ve gerçekte yenildikleri<br />

çok rastlanan örneklerdendir. Selden Demokrasi ad ı ta şıyan bir yönetimin gerçekte<br />

koyu bir zorlama rejimi oldu ğu çok görülmüştür. Bu sebepten e şyanın gerçe<br />

ğini aramak gerekir.<br />

Geçmişteki toplumsal olayları bugünkü durumla kar şılaştırmak çok<br />

kolay bir yoldur. Çünkü tarih, kaynaklar ı bakımından kavranabilecek bir<br />

durumdad ır. Bu gerçek kar şısında irademizin büyük bir rolü yoktur. Ancak<br />

tarihi olaylara de ğer verme söz konusu oldu ğunda i ş değişir. Sosyoloji yalnız<br />

geçmi şin ve günün olaylariyle de ğil, bugünkü durumun gelecekte göstereceği<br />

yönelişleriyle de ilgilenir. Aç ıkça belirtmek gerekir ki günün toplumsal<br />

gerçekleriyle s ıkı bağlantılarımız vard ır. Bu bağlant ılar varh ğımızla s ı-<br />

kulan s ıkıYa ilgilidir. Bir memleketteki siyasi hareketler bilginin, tarafs ız<br />

gözlem ve tesbitine konu olabilirler. Fakat bu siyasi cereyanlardan biri bu<br />

gözlemi yapan ın varlığına son vermeyi veya mensup oldu ğu zümrenin yok<br />

edilmesini hedef tutmu şsa bu incelemede ara ştırıcımn durumunu ve ne dereceye<br />

kadar tarafs ız kalaca ğım düşünmek gerekir. Nazi Almanyas ında yahudi<br />

soyundan bir bilginin çalışması veya istibdat devrinde hürriyet ve demokrasiye<br />

dayanan bir bilginin verece ği eserleri dü şünmek kafidir. Görülüyor ki<br />

toplumsal gerçekler, içinde ya şadığımız ilemin kendisi veya önemli bir parçasıdır.<br />

Bu toplum düzeninin devam ı, deği şmesi veya ortadan kalkmas ı ka -<br />

derimizi tayin eder. Fazla olarak bu düzenin devam etmesi de ğişmesi veya<br />

ortadan kalkmas ı bir dereceye kadar irademize ba ğlidır. Zira bu düzene şekil<br />

veren canh madde bizleriz. Bu yönden bu gerçe ğin bir parças ı veya etki<br />

gücü bizleriz. Toplumsal olaylar bizlerden geçerek yoluna devam eder. Burada<br />

bir soru hat ıra gelebilir: Bizi en yak ından ilgilendiren bu olaylar ı olduğu<br />

gibi kabul ederek şuurlu bir feragatla herhangi bir durum almaktan ve de ğer<br />

hükmüne varmaktan sakmacak ınlyız Sosyoloji bir olaylar bilimi olduğundan<br />

her türlü de ğer hükmünden uzak kalmak zorundad ır. Aksi takdirde<br />

bilimsel anlamda bir sosyolojiden bahsedilemez. Sosyoloji kurumlar ını her<br />

an kendi çıkarına uygun ve insanhk gereklerine ayk ırı şekilde yöneten sert<br />

12


ir otorite sistemi kadar fertlere özgürlük, e şitlik ve kardeşlik tamyan bir<br />

toplumsal sistemi de e şit ve objektif ölçülerle incelemelidir. Her iki düzenin<br />

yap ı kanunların ve geli şme e ğilimlerini objektif bir gözlem süzgecinden geçirerek<br />

birini kötüleyip, ötekini alk ışlamadan olduğu gibi aksettirmelidir.<br />

Bu sonuca varmak için uzun y ıllar geçmi ştir. Kurucular bu cihete i şaret etmişlerdir.<br />

Buna rağmen aradan bir çok yıllar geçmiş, fakat bir türlü sosyoloji<br />

değer yarg ılarından yakasını kurtaramam ıştı. E. Durkheim, V. Pareto<br />

ve M. Weber gibi devrin üstün ve ünlü bilginleri toplumda olup bitenleri<br />

bilimsel bir süzgeçten geçirerek sosyolojiye bilim de ğerini kazand ırmışlardır.<br />

Durkheim toplumsal olayların e şya gibi incelenmesi, Pareto sosyolojiye<br />

neopozitivizmin uygulanmas ı ve Weber ise değer yarg ılarından uzak kal ınmas<br />

ı tezlerini savunmu şlardır.<br />

Fizik biliminin yardımıyla bazı uygulama ve yenilikler<br />

Son uzay yolculuklar ı veya atomik ke şiflerini bir fizik ve astronomi bilginini<br />

gelecekle ilgili aç ıklama ve bildirilerde bulunma ğa yetkili k ılabilir. Fizyolojideki<br />

ilerlemeler, doktorlukta var ılacak a şamaları işaret edebilir. Bunun<br />

gibi Sosyolojide de baz ı mutlu sonuçlardan bahsedilerek siyasi do ğrultu<br />

belirtilebilir. Burada dikkat edilecek şey, de ğer yargılarma saplamnamakt ır.<br />

d) Sosyoloji ampirik bir bilimdir :<br />

Sosyoloji, tecrübelerden toplad ığı bilgi ve verilesi kar şdaştıran, bölümleyen<br />

ve yorumlayan bir bilim dand ır. Matematik gibi irsi bir bilim de ğildir.<br />

Daha önceleri bu bilimi teorik kadrolar içinde ele alanlar ve felsefe içinde<br />

inceleyenler olmu ştu. Fakat 19. yüzy ılın sonunda hiç bir şüpheye yer vermeyecek<br />

şekilde sosyolojinin tecrübi niteli ği ortaya ç ıkmıştır.<br />

Tabii hukuk anlayışı, sosyolojinin tecrübi anlamda geli şmesini sağlamıştır.<br />

Zira tabii hukukun amac ı tabii toplum düzeninden baz ı kurallar elde<br />

etmektir. Bunun yap ılmas ı için bu kurallar ı verecek olan tabii toplum<br />

düzenini incelemek gerekmi ş ve bu da zorunlu olarak tecrübi verilere dayanan<br />

bir sosyolojinin kurulmas ına yard ım etmi ştir.<br />

Emile Durkheim, toplum olayları ancak ba şka bir topum olaylar ıyla<br />

açıklanır ve bunlar hiçbir suretle fizik, biyolojik ve psikolojik olaylara indirilemez<br />

ve bu olaylarla aç ıklanamaz, der. Bu görü şün gerçek anlam ı sosyolojinin<br />

yalnızca toplum olaylar ıyla uğraşaca ğı ve tek ba şına coğrafi, tabii ve fizik<br />

şartlar ın doğrudan do ğruya toplum olaylar ını tayin edemiyece ği yolundadır.<br />

13


Herhangi bir yap ıp inşai bir tarzda kurmaya kalk ışmak, bu toplum yap ı-<br />

sını yalnızca tek yönden görmektir. Bu ise o yap ıda sakh olan büyük de ğişme<br />

yetene ğini hiçe saymak olur. Toplumsal gerçe ği bütün zenginliği ve değişme<br />

ihtimalleriyle birlikte kavramak ise ampirik bir yoldan gitmekle mümkündür.<br />

Bundan dolayı gerçek ve olumlu bir bilim haline gelen sosyoloji aynı zamanda<br />

bir deney bilimi olmak zorundadır.<br />

Almancada tecrübenin kar şılığı Erfahrung'dur. Terim, bir yolculukta<br />

edinilen pratik bilgileri anlat ır. Bu sebepten dolay ı sosyolog bir inceleme<br />

gezisine ç ıkmalı; hemde otomobile de ğil, yaya olarak. Yolu üzerinde rastlad ığı<br />

insanlar, kar şılaştığı olaylar ve konu ştuğu kimseler ona öyle tecrübeler kazandırır<br />

ki bunları kitaplar aras ında ve .masa üzerinde elde etmek çok güçtür.<br />

Bunun gibi Yüksek öğrenimi yapan bir ö ğrencinin sıras ıyla ilk, orta,<br />

lise ve üniversiteye devam etti ği sıralarda edindiği bazı tecrübeler vard ır.<br />

Bu a şama ve basamaklar ı izlemeden yeti şmi ş kimselerin kitaptan ö ğrendikleri<br />

bilgiler temelsiz kalan bo ş kalıplar gibidir. Bu sebepten Üniversiteyi<br />

bütün a şamalardan geçerek bitiren bir kimse kültür da ğıtan kurumlardan<br />

aldığı tecrübelerle toplum , denilen bilmeceyi çözmeye ve meslekte ba şarı<br />

elde etmeğe daha yetkili ve yeterlidir.<br />

Şunu da belirtmek gerekir ki bugün sosyoloji, fizik ve biyoloji kadar<br />

deneysel de ğildir. Bir kere toplum bilimlerinde, biyoloji ve fizikte oldu ğu<br />

gibi bir deneyim yoktur. Yani plânh bir tecrübe metot bak ımından çok ileri<br />

durumda bulunan İşletme sosyolojisinde bile çok zayıft ır. Tecrübenin<br />

tam olarak uygulanmas ı ve sonuç vermesi için giri şilen deneyin icabederse<br />

durdurulmas ı ve tekrar ba şlaması mümkün olmalıdır. Çok küçük birliklerde<br />

baz ı deneyim (experimentation) lere giri şmek mümkün ise de büyük toplum<br />

olaylarını durdurmak ve tekrar ba şlatmak kabil de ğildir 22 .<br />

Bundan<br />

dolayı sosyoloji tecrübelerden ilhâm ve kayna ğını alan bir bilim olmakla<br />

beraber fizik bilimler ölçüsünde bir deney bilimi say ılmaz. Ancak konusunun<br />

özelliklerine uygun dü şen, de ğişik bir ampirik metodu geli ştirmek zorundadır.<br />

Sosyolojide bir de istatistik usulleri yer al ır. Istatistik yerlerin sosyolojide<br />

bir değer kazanmas ı için elde edilen rakkamlar ın iyice denetlenmesi gerekir.<br />

K ısacası, istatistik yolu ile kavran ılan her toplum olay ının sosyolojik<br />

bir gerçe ği ifade etmesi için nicel ve nitel bir çözümleme süzgecinden geçmesi<br />

gerekir 23.<br />

22Deneyim terimi Tecrip (Exp&imentation) kar şılığı kullan ılmıştır. Planl ı bir tecrübe<br />

demektir. Burada ayn ı şartlar altında olayları tekrarlanabilmesi esast ır.<br />

23 Bu dilim için Dr. Hana Freyer'in Sosyolojiye Giri ş Adli (N. Abadan çevrisi) eserine<br />

bak. Yine aynı yazar ın İspanyolca ( İntroduccion a la Sociologia) eserinde sayafa -1-31 bak ılmalıdır.<br />

14


2. TOPLUMSAL YAPI (Structure sociale)<br />

Yapi incelemelerine geçmeden önce metodla ilgili ayd ınlat ıc ı nitelikte•<br />

bir kaç noktaya dokunmak gerekir:<br />

a) Sosyoloji, tarihi değil, sistematik bir disiplindir. Bundan dolayı sosyolojideki<br />

ana kavramlar toplum hayat ında yalnızca bir defa geçen tekil<br />

belirtiler de ğil, tekerrür eden tipik yap ılarıdır. Burada her sosyolojik olay ın<br />

aynı zamanda tarihi bir olay oldu ğu inkâr edilemez. Fakat bu olaylardan ancak<br />

tekerrür edenleri ve bir sisteme ba ğlanabilenleri, sosyolojiye konu olur.<br />

b) Yap ı incelemelerinde bir toplumda ço ğu zaman bir çok yap ı şekilleri<br />

birbirine girmi ş daireler halinde görünürler. Cemiyet cemaat menfaat<br />

birlikleri yan yana ve iç içe girerler. Bu türlü incelemelerde, bu çapra şık durumları<br />

göz önünde tutmak gerekir.<br />

c) Yap ı ara şt ırmalar ında ülküsel tiplerin ara ştırılmas ı baz ı çapra şıkhk<br />

gösterir: M. Webere göre, toplum münasebetlerinin olu şunda etki yapan<br />

çeşitli saik, amaç, çıkar ve sebeplerden her zaman bir tanesi daha a ğır basar.<br />

Bu ağır basan yön toplum yap ısımn tipini tayin eder. Gerek fizik ve<br />

biyolojik gere,kse psikolojik ve sosyolojik yap ılarda gerçekten ülküsel<br />

tipe varmak çok güçtür. Nas ıl (H20) formülü ülküsel bir su tipi olup<br />

tabiatta rastlananlar ın bundan az çok farkh oldu ğu tesbit edilmi şse bunun<br />

gibi toplumdaki yap ı tiplerinde de bölünılemeyi güçle ştiren yönler vard ır.<br />

Ancak a ğır basan nitelik, sebep ve saik bunlar ın s ınıflanmas ını kolaylaştırır.<br />

E ğer bu yollarla ülküsel tipler saptanmasayd ı sınırlı bir kaç yap ı<br />

tipi yerine sayılamıyacak de ıecede tipler elde edilecek ve bilimsel çah ş-<br />

malara fırsat bulunamıyacaktı . Şüphesiz bu türlü ülküsel (ideal) tiplerin<br />

kurulmasında sakh olan fayda toplumsal belirtilerin sonsuz çe şitlerini bir,<br />

düzen içinde kavramay ı sağlamakt ır. Bunlara Ekonomide model tip te<br />

derler. Prof. Hans Freyer ülküsel (ideal) tiplerin en genel olanlar ına sosyal<br />

hayat ın ana şekilleri demektedir. Zoolojide, Botanikte, fizikte bu ana<br />

tipler pek çoktur. Bunlar bilimsel bölü ınlemeyi mümkün kılarlar. Zoolojide<br />

omurgah, omurgas ız tasnifi ve bunlardan da sürünge ıder, ku şlar ve<br />

balıklar şeklinde bölümlemelere var ılmas ı birer ülküsel tip saptanmas ından<br />

ba şka bir şey değildir. Bu türlü tesbitlere sosyolojide de s ık sık rastlanır.<br />

Cemaat (Communaute") :<br />

Bu tip topluluk ilkel toplumlarda yer alm ıştır. Konu ile en çok Ferdinand<br />

Tönnies u ğra şmıştrr. Yazar Cemaat ve Cemiyet (Gemeinschaft und<br />

Gesellschaft) adl ı eserinde cemaat yap ıs ını iyiden iyiye incelemi ştir. Bu tip<br />

15


topluluk ilk zamanlara öz bir gruplanma olmakla beraber bugün de bu<br />

türlüsüne bir çok yerlerde rastlan ır.<br />

Bu kurulu şun en önemli özellikleri şunlardır:<br />

a) Bunlar küçük topluluklard ır. Üye say ısı az ve ço ğu zaman dünyan ın<br />

ba şka kesimleriyle ilgisini kesmi ş olan küçük gruplardır. O halde bu tipin<br />

ba şta gelen özelliği küçük ve dar bir topluluk olmas ındadır.<br />

b) Bu tip toplulukta ya şayan insanlar aras ında birlik ve beraberlik yan ında<br />

düşmanhk ve kin dalgalar' da görülür. Fakat bunlar ın temel ba ğları, kader<br />

birliği, kültür birliği ve gelenek birliğinde toplanabilir. Bundan dolay ı bu topluluk<br />

üyeleri kendilerini birbirine ba ğlı görürler, üyelerden birine kar şı beliren<br />

bir tehlikenin, bütün cemaat üyelerine etki ve tepkileri görülür. Bunun<br />

en güzel örne ği Okyanus içinde bir adada ya şayan ve sonralar ı bir yanardağın<br />

tehlikeli olmas ı üzerine Ingiltereye getirilen Tristan Dakona halk ın ın<br />

durumudur. Etrafla münasebeti kesilmi ş olup yüksek da ğlar aras ında kalmış<br />

bir köy, büyük denizler ortas ında tek başına yaşayan bir ada halkı, Afrika<br />

veya Avusturalyada dünya ile münasebeti kesilmi ş bir a şiret cemaat<br />

tipinin belirgin örnekleridir.<br />

c) Cemaat üyeleri, kader birli ği, ortakla şa kültür ve birbirine çok girmiş<br />

olmaktan ileri gelen bir bütünlük gösterirler. Fakat bu, hiçbir vakit bir<br />

cemaat .üyeleri içinde farkl ı yetenek ve marifette insanlar ın bulunmayaca ğı<br />

anlamında değildir. Müşterek bir tehlike kar şısında pek nsln daha tecrübelilerden<br />

akıl sorulur. Bir i şte en yetenekli olanlar görevlendirilir vesaire<br />

Bütün bunlara ra ğmen cemaat içinde egemenlik kavram ı yoktur Kişisel nitelikleri<br />

dolayısiyle grup içinde i ş görenler, bütün cemat ı temsil ederler. Böyle<br />

bir farkl ıla şma cemaatin ya şamas ını sağlayan bir temeldir. Fakat böyle<br />

küçük bir azg ınlığın, cemaat bünyesi üzerinde egemenlik kurmas ı anlamında<br />

değildir. Egemenlik ileride aç ıklanaca ğı üzere toplum içinde hele ilk safhalarda<br />

parçalay ıcı bir rol oynar. Egemenlikte yöneticiler yönettikleri y ığın<br />

larla aynı kaderi payla şmazlar. Onlar ın yaşadığı Mem yönettikleri yığından<br />

farklıdır. 0 halde cemaat egemenlik unsuru ta şımayan bir toplum yap ısıdır<br />

Cemaatin bu özellikleri yan ında birde yap ısını geliştiren şartlar ı vardır:<br />

Cemaat yap ısı üç etkenin tesiri alt ında geli şir: Birinci etken Kom şuluk<br />

münasebetidir. toprak birli ği, cemaat üyelerini birle ştirir ve kayna ştırır İkinci<br />

etken kan birliğidir. Kan birliğinin en küçük şekli ailedir. Ailede çe şitli<br />

yeteneklere ra ğmen bir birlik vard ır. Bu bakımdan aile küçük, devaml ı ve<br />

gerçek bir cemaat tipidir. Cemaatin kurulmas ında üçüncü etken, ortaklaşa<br />

düşünüş, davranış ve iş "güç birliğidir. Ancak bu halin bir cemaatin kurulmasını<br />

sağlamas ı için ortakla şa görü ş ve anlayışın insanlar ın derinliklerine i ş -<br />

16


lem.esi ve cemaatin belli ba şlı tabakalarma girmesi gerekir. Böylece bir insan<br />

yığını, bir cemaat haline gelebilir. Bunun en güzel Örne ği dini bir grupta mü ş-<br />

terek kutsallıklara inananların kurdukları topluluklard ır. Bunların üyeleri<br />

ortakla şa inanış, ortakla şa tap ınnıa ve ortakla şa bir dini ya şayış sonucu<br />

o kadar s ıkıca birbirlerine ba ğlanır ve birle şirler ki, bu birlik karşısında servet,<br />

meslek, toplumsal durum gibi farklar tamamen önemlerini kaybederler.<br />

Mekkeden Medineye göç eden müslümanlarla medineliler o kadar birbirlerine<br />

yakla şmışlardı ki • bu hal ancak bütün müminler karde ştir<br />

( ) sözüyle anlat ılabilir<br />

Bunun gibi ortakla şa bir ara ştırma yapan, birlikte senelerce yan yana<br />

kalarak derslerini haz ırlayanlar aras ında da böyle içten gelen grupla şmalar<br />

olabilir. Mülkiyeliler derne ği, İstanbul liseliler derne ği böyledir. Bu' birlikte<br />

farklı yetenekteki üyelerin birlikte yer alm ış olmas ı, birliği bozucu de ğil,<br />

kuvvetlendirici bir etki yapar<br />

Aynı dili konuşan bir millet büyümü ş bir cemaatt ır. Dış tehlike,<br />

kader birliği, dil ve amaç birliği yoluyla gerçekle şen kültür birliği bu millet<br />

üyelerini birbirine perçinler 24.<br />

Menfaat Cemiyeti (Societe" bas& sur les int' ğr&s)<br />

Cemaat, küçük bir grup olup genel olarak, ilkel ve erken ça ğlarda<br />

bulunan bir topluluktur. Kolay ya şama şartlar ının bulunduğu yerlerde<br />

içten bağlanan bir insanlar toplulu ğu cemaati meydana getirin. Bunlar ın<br />

üyeleri aras ında bir yandan mihaniki olarak beraberli ği sağlayan bir dayanışma<br />

öte yandan birlik ve beraberli ği içten koruyan tinsel veya kültürel<br />

bir ba ğ vardır. Menfaat birliklerinde ise aç ıkça tanımlanan belirli bir amac söz<br />

konusudur. Bu amac ın her vakit ekonomik olmas ı şart de ğildir. Bir ihracatç ılar<br />

birliği, bir gıda maddele ıi parakendeciler birli ği kadar bir cami yapanlar<br />

derneği, bir pul mübadele derne ği, bir anıt yapt ıranlar derne ği de bu türlü<br />

birlikler aras ında yer alabilir. Bunlar ın li€psi menfaat birlikleridir. Yaln ız<br />

bu sonuçlarla gözetilen amaç ekonomik türden bir menfaat de ğil, spor, kültür,<br />

hayır ve yardım ile ilgilidir. Bu yönden Yard ım Sevenler Derne ği, Atlı<br />

Spor kulübü ve benzerlerini Menfaat Birlikleri aras ına katmak gerekir.<br />

Menfaat birliklerini cemaattan ay ıran birinci fark üyeler aras ında ekonomik<br />

veya benzeri bir amac ın bulunmas ıdır. İkinci fark cemaatta<br />

üyeler her yönden birbirlerine ba ğlandıkları halde menfaat birli ğinde<br />

24 Bk. Mehmet Taplamaelo ğlu, Genel Sosyoloji, Be şeri Gruplar, sayfa 24 ve devam ı (<strong>Ankara</strong><br />

üniversitesi Basm ıevi, <strong>Ankara</strong>, 1961)<br />

Bk. Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, sayfa 73 ve devam ı (Ajans türk Matbaas ı, <strong>Ankara</strong>,<br />

1957.<br />

Din Sosyolojisi F. 2 17


yalmzca tek bir münasebette birlik vard ır ve fert m ı tek amaç di ş„.-<br />

da tamamen serbesttir. Kader birli ği, kültür birli ği ve tinsel bir birlik Kuran<br />

insanlar bütün varhklar ıyla birle şirler. Mesela cemaat şeklinde birleşen bir<br />

ıssız adada üyelerden biri ç ıkıp ben yalnız balık avlarım, fakat yang ın 'felaketine<br />

veya su bask ımna karşı kolumu kıp ırdatmam diyemez. felaketleri<br />

ortakla şa payla şmak zorunlu ğu vard ır. Halbuki menfaat birliklerinde<br />

mesela madenciler birli ği sadece madenleri ç ıkarıp, satmak ve kar ı payla ş -<br />

mak için; Tar ım Kooperatifinde ise ürünleri' elde edip satmak ve bundan<br />

bir menfaat sa ğlamak için birle şme vardır. Bunun d ışında Madenciler Birliği<br />

üyesi tamamen serbest ve Tari ş ortakları ise bütün i şlerinde özgür insanlardır.<br />

O halde Menfaat Birli ğinin Cemaattan ikinci fark ı sınırlı bir birleşme<br />

olmas ıdır.<br />

Cemaatla menfaat Birli ği aras ındaki üçüncü fark şudur: menfaat birliklerinde<br />

bir ki şi bir çok birliklere ayn ı zamanda üye olabilir. Buna kar şılık<br />

cemaatta birden fazla grubun üyeli ği düşünülemez. Fakat bir ki şi iç içe giren<br />

ayn ı merkezli daireler halinde bir kaç cemaata mensup olabilir. Mesela<br />

bir kimse hem bir ailenin üyesi; hem ailenin içinde bulundu ğu kabilenin üyesi;<br />

hemde Türk milletinin bir ferdi olabilir.<br />

Bunun benzeri çapra şık bir durum. Menfaat Birliklerinde görülür. Bir<br />

kimse Hem Madenciler şirketinin müdürü, hem Jokey kulübünün üyesi hemde<br />

Gıda sat ış kooperatifinin yöneticisi olabilir. Burada fert bunlar ın kesi ş -<br />

me noktas ında bulunmaktad ır.<br />

Menfaat birliklerinde ayn ı ihtiyaç, ayn ı amaç ve ayn ı menfaat sahipleri<br />

birle şirler. Bunlar belirli menfaat sa ğlamak pahas ına bazı feragatlara katlanırlar.<br />

S ınırlı menfaatlar d ışında birbirlerine ba ğlılık ve yükümlülükleri<br />

yoktur.<br />

Cemaatla Menfaat Birliklerini birbirinden ay ıran dördüncü bir fark şudur:<br />

Menfaat birliklerini kurmak arzu ve iste ğe ba ğlıdır; buraya girip ç ıkmak<br />

bir istek i şidir. Buna kar şılık Cemaati kurmak, onu de ğiştirmek ve ondan<br />

çıkmağa imkân yoktur. Cemaatlar d ış ve iç alemin bask ısı alt ında kendiliklerinden<br />

kurulmu şlardır.<br />

Cemaatla Menfaat Birli ği arasındaki beşinci fark Cemaatin eski zamanlara<br />

ve menfaat birliklerinin son zamanlara öz bir te şkilâtlanma olmas ı olayından<br />

ç ıkar. Ferdinand Tönnies bu konuda daha ileri giderek geni ş anlamdaki<br />

cemiyeti ana çizgileriyle menfaat birli ği modeline uyan bir kurulu ş olarak<br />

tan ımlar.<br />

Normal gelişme Cemaattan menfaat birli ğine do ğru olmakla beraber<br />

ters bir geli şme sonucu Menfaat Birliklerinin cemaata inkilâp ettikleri de<br />

görülmüştür. Böyle bir durum genel bir yöneli ş değil, tekil ve ayrık bir olay-<br />

18


dır. Bir lonca bir sendika, bir müte şebbisler birli ği Menfaat Birliklerine örnektir.<br />

Bunlar bir geli şme sürecinden geçerek bir cemaata dönebilirler. Lonca<br />

kuruluşunda buraya girecek ustalar ın menfaatlar ım korumak, çırakhk ve<br />

ustaliklar ı bir düzene koymak için kurulmu ş bir menfaat birli ği olduğu halde<br />

zamanla bu lonca üyeleri aras ındaki dini, kültürel, aileyi ve psikolojik baz ı<br />

yakınlıklar daha ileri bir kayna şma meydana getirir. Loncadaki ç ıraklar<br />

ustalar ının kızlariyle evlenir veya dini bir tak ım ilgiler, üyeleri daha s ıkıca<br />

birbirine kenetleyerek bunlar ı bir bütünün kopmaz parçalar ı haline getirir. O<br />

kadar ki art ık bu yeni şeklin Rd ı cemaat olmak gerektir. Sendikalarda daha s ıkı<br />

iç münasebetler, e ğitim ve kültürel yak ınlıklar daha ileri bir kayna şmaya<br />

yol vererek onu cemaata çevirir. Büyük bir fabrika, i şçileri için baz ı -tesisler<br />

yapar; çocuklar ım okutur, kurdu ğu sinema ve tiyatrolarla kendilerini<br />

eğlendirir; üyeler aras ında kooperatifler kurarak onlar ın kültürel yak ınlığım<br />

sa ğlar ve bütün bunlar fabrikada bir cemaat şuuru yarat ır.<br />

Bu misallere ra ğmen Menfaat Birliklerinin cemaata dönmesi süreci ge-<br />

.,<br />

nel de ğil, tekil ve ayrık bir olaydır.<br />

Egemenlik Cemiyeti (Sociffi bas& sur la souverainete .)<br />

Alman Sosyoloji edebiyatında Cemaata Gemeinschaft, Menfaat Birliğine<br />

Gesellschaft ve Egemenliğe ise Herschaft derler. Bu bölümlemede en çok üzerine<br />

durulan konu Egemenliktir.<br />

Cemaat ı tanımlarken bunun egemenlik unsuru ta şımayan bir topluluk<br />

olduğunu belirtmi ştik. Gerçi. Cemaatta da ° fertler aras ında ayr ımlaşmalar<br />

olduğu, baz ı kimselerin ötekilerden daha güçlü ve yetenekli olduklar ı görülür.<br />

Fakat bunlar cemaat ın Biz şuuruna ba ğh kalırlar. Egemenlikte ise egemen<br />

grubun ana gruptan ayr ılmas ı ve ona cephe alması sistemin gereklerindendir.<br />

Yöneticiler kendilerini yönettikleri y ığından değil, ondan farkl ı<br />

ve üstün görmektedirler. Buna kar şıhk yönetilenler de kendilerinin bir avuç<br />

insan tarafından yönetildilderinin fark ındadırlar. K ısacası Egemen grup<br />

cemaat ın biz şuurunu parçalamakta ve parçalanan iki grup aras ında sert<br />

bir gerginlik yer almaktad ır. Egemenlik olayı, gerçekte bir grubun yönetici<br />

olarak buyruklarda bulunmas ı ve öteki grubun da 'bu buyruklara boyun<br />

eğmesi şeklinde kendini gösterir. Bu boyun e ğdirme zenginlikten, sihirli bir<br />

güçten, fizik ve fikir üstürılüğünden, bağlılık, saygı, korku veya mant ıktan<br />

ileri gelebilir. Bu s ıfatlar ın tümü veya' bir k ısmı yahut bir tanesinin grupta<br />

itaat ı sağlaması, egemenlik olayının ortaya ç ıkmas ı için yeter bir niteliktir.<br />

Devrin ünlü bir hukukçusu olan Leon Duguit, egemenli ği, yönetenlerle<br />

yönetilenler aras ındaki bir ayr ımlaşma olarak tan ımladıktan sonra<br />

bunu yöneten grubun yönetilenler üzerinde sözünü geçirmesi olay ına bağ-<br />

19


lamaktad ır. Bu yazara göre egemenlik fiili bir durum olup ancak uygulama<br />

tarz ına göre me şru veya gayri me şru olabilir.<br />

İslamiyet Tanrıya, Tanr ı resilluna ve buyurma yetkisi olanlara itaat ı<br />

emreder 22. Bu görü ş Egemenliğin islamiyeti korumadaki öneminden ileri<br />

gelir. islamdaki bu itaat smarlid ır. İyi şeylerde itaat şart olduğu halde kötü<br />

şeylerin yap ılmas ında bir yükümlülük yoktur 28. Burada Duguit görü şü ile<br />

islamın görüşü birleşiyor; biricik fark islam ın maruf dedi ğine Duguit me şru<br />

demektedir.<br />

M. Weber egemenlikteki buyurma ve boyun e ğme olayını, uygulamadaki<br />

meşruluğa bağlamaktadır. Bu sebeple egemenli ği uygulayanlar ın seçimle<br />

işbaşına gelmeleri bir me şrula ştırma hamlesidir. islâmiyette hilafet icma'a dayanır<br />

ve me şruluğunu iki kaynaktan alır: biri islamın ileri gelenleri<br />

tarafından adayın seçilmesi; tötekisi bu seçimden sonra yönetilen grubun<br />

bu seçimi onaylamas ı (biat) dır. Kitap ve hadis hükümlerine göre uygulamaların<br />

da göz• öriiinde tutulmas ı gerekir. Zira Tanr ıya ve Tanrısal kurallara<br />

uymayan yöneticilere itaat vecibesi yoktur 29 .<br />

Max Weber, Egemenliğin üç ülküsel tipinden söz açar: Geleneksel, karizmatik<br />

ve me şru egemenlik<br />

Geleneksel Egemenlik (Souverainete Hereditaire), ötedenberi uygulana<br />

gelen ve yönetenlerle yönetilenler aras ında eskiden beri gerçekle şen bir ayrımlaşmadan<br />

ileri gelir. Böyle bir yap ıda yer alan hükümdar, yaz ılı hukuk<br />

ve şekli kurallara göre de ğil, gelenek, örf ve adetlere göre görevini yerine getirir.<br />

Yönetilenler yöneticilerin gelenek ve örflere uygun olarak verdikleri<br />

karar ve buyruklar ı yerine getirirler. Bu türlü yönetimde ayaklanmalar,<br />

egemenlik sistemine de ğil, doğrudan doğruya gizli veya kapal ı olarak anla<br />

şmayı bozmuş olan hükümdara kar şıdır. Bu tip egemenlikte ki şisel unsurlar<br />

vard ır. Eski bir çiftlik a ğasının rençber ve köylüler üzerinde söz geçirmesi,<br />

bir a şiret şeyhinin kendine ba ğlı olanlara kar şı takındığı durum geleneksel<br />

egemenlik sisteminin tipik örnekleridir. Burada egemenli ği kullanan<br />

kişi veya zümrenin yard ımcısı olan kurmay heyet hükümdar ın iste ğine<br />

göre seçilir.<br />

Karizmatik Egemenlik (Souverainete Charismatique), bamba şka bir<br />

tiptir. Karizma (Charisme veya Charisma) hit«, inayet ve kerem anlam ındadır.<br />

Max Weber bu terimi yönetilenlerin baz ı yöneticilerde var sand ığı<br />

olağanüstü veya tabiat üstü nitelik ve özellikler için kullan ır Halk bu üs-<br />

27 Bk. Nisâ Suresi 59. âyet<br />

28 İtaat Marufad ır. l£1) Bak. Binbir Hadis<br />

29 ( aplb ) B Binbir Hadiste No 978<br />

20


tün varlıklara ve ba şarılarına inanarak onlar ın yönetimini tan ır ve kabul<br />

eder. Bunun en güzel örne ği bir din önderinin veya peygamberin inananları<br />

ve bazan bütün bir toplum veya milleti arkas ında toplaması 've şürüklemesidir.<br />

Burada hükümdar, önder, halife veya peygamberin gerçekten<br />

bu özelliklere sahip olmas ı şart de ğildir; ona ba ğlı olan grup üyelerinin bu<br />

olağanüstü özelliklere inanmas ı ve onlara itaat göstermesi Idifidir. Hz. Muhammedin<br />

müminler üzerindeki etkisi, Napolyonun zaferden zafere ko şturduğu<br />

Frans ız ulusu üzerindeki nüfuzu; Fatih, Yavuz ve Kanun ırnin milletleri<br />

üzerindeki geleneksel karizmatik etkileri; Atatürk'ün Kurtulu ş Sava şı ve<br />

onu takip eden zamanlardaki ola ğanüstü prestiji böyle bir egemenli ğin güzel<br />

örnekleridir.<br />

Me şru Egemenlik (Souverainete legitime) te egemenli ği elinde tutanlar<br />

kadar bunlar ın buyruklarma boyun e ğenler de kanunlara ve şekli kurallara<br />

uymaktadırlar. Bu yönden bu gibi yönetimlere hukuk devleti ve uygulanan<br />

egemenliğe de hukuk egemenli ği (Soverainete du Droit) ad ı verilir.<br />

Burada yard ımcı 'Kurmay Heyeti hükümdarm veya ba ştakilerin keyfine<br />

göre değil, objektif hukuk kurallar ına göre seçilmiştir. Kurmaylar mertebeler<br />

düzenine göre görevlendirilirler. Bu tip egemenli ğe Eski Kültür toplumlar ında,<br />

modern Devletlerde, Belediye ve büyük i şletmelerde ve büyük kamusal kurumlarda<br />

rastlanmaktad ır. Bu ülküsel egemenlik tipleri yan ında bir sürü<br />

karma şık tipler de vard ır.<br />

Şimdi s ıra egemenliğin toplum tarihinde tuttu ğu yeri belirtmeye gelmiştir.<br />

Gözlemi, insanl ık tarihinin derinliklerinde oldu ğu kadar Amerika,<br />

Avusturalya, Afrika ve benzeri yerlerde ya şamakta olan ilkel toplumlarda<br />

da yapmak mümkiin ve yararl ıdır. Bu türlü bir ara ştırma<br />

egemenliği olmayan bir toplumun nas ıl bir egemenlik yap ıs ına geçtiğini gösterir.<br />

Bu konuda. Franz Oppenheimer'm teorisini aç ıklamakla yetinece ğiz.<br />

Bu teoriye göre ba şlangıçta ayrı ya şayan iki topluluk gerçek alanda kar şılaşıyor,<br />

sava şıyor ve sonunda bunlardan biri ötekine ba ğlanıyor. Ortaya<br />

çıkan yap ıda bir grup ötekisi üzerinde üstün bir tabaka meydana getiriyor.<br />

Bunun tipik örneği şudur: Bir .yanda henüz sapan medeniyetine varmam ış<br />

olan ve topra ğı çapa ile i şleyen yerle şik bir topluluk; öte yanda avc ılık veya<br />

hayvancıhkla uğraşan yar ı veya tam göçebe çobanlar vard ır. Meselâ verimli<br />

ırmak kıyılarında ya şayan rençberlerle bu k ıyıp çevreleyen da ğlarda barınan<br />

gezegen çobanlar veya vahalarda yerle şmiş ekincilerle buray ı çevreleyen<br />

çöl ve bozk ırlarda hayvan besleyen göçebeler bulunabilir. I şte bu ikilik,<br />

tipik dört a şama gösteren egemenlik geli şmesinin çıkış noktasıdır. Bu<br />

işin önemli yönü egemenlik a şamalar ının teorik tarafı değil, canlı örneklere<br />

dayanan geli şmeleridir. Egemenlik sürecinde -her yer ve her zamanda dört<br />

ayrı aşama göze çarpar:<br />

21


Birinci A şamada topra ğı işleyen kimseler ürünlerini toplamak üzere<br />

bir kara parças ına yerle şirler. Burada da ğınık ve savunma güç ve yeten -eğinden<br />

yoksun bir toplum hayat ı yaşarlar. Bu ürünler onlar ı ele geçirmek<br />

için pusuda yatan göçebeleri harekete getirir. Asl ında bu göçebe çobanlar<br />

birincilerden çok daha çevik ve sava şç ıdırlar. Tam ürünlerin ahnaca ğı<br />

bir s ırada göçebeler verimli topraklara sald ırırlar. Bu olay bir egemenlik<br />

değil, birçok kez tekrarlanan bir ya ğmad ır. Bununla beraber bu durum, egemenliğin<br />

çekirdeği sayılır. Oppenheimer'e göre bu ğday ve yiyecek tedariki<br />

için iki yol vard ır: Bunlardan biri ekonomik yol yani•emek sarfiyle bunu elde<br />

etmek; ikincisi siyasi yol yani düzenli olarak bu ürünleri sahiplerinden zorla<br />

almak ve ya ğma etmektir. Bu ise siyasi ve askeri üstünlük sayesinde ba ş -<br />

kalarının ekonomik i ş ve eme ğini sömürmek demektir.<br />

İkinci A şama, hemen birinciye biti şiktir. Göçebelerin her y ıl gelip ürünleri<br />

ya ğma etmeleri elveri şsiz oldu ğu kadar, ya ğma ve sava şlar halka ve her<br />

iki tarafa a ğır kay ıplar verdirmektedir. Askeri üstünlük ve kom şuluk kaç ı-<br />

nılmaz bir gerçek oldu ğuna göre bu i şleri baz ı kurallara ba ğlamak yararl ı-<br />

dır.<br />

Bir anla şma ile birinciler her yıl ürünlerinin belirli bir k ısmını ikincilere<br />

verecek; buna kar şılık ikinciler zor kullanmaktan vaz geçeceklerdir. Bu türlü bir<br />

anla şma her iki taraf için yararl ı olacak ve yaratt ığı karşılıklı ba ğıntılardan<br />

dolayı devamh bir düzen kurulacakt ır. Oppenheimer bu a şamaya Bal Toplama<br />

Safhas ı diyor. Bilindiği gibi arıcı, petekler dolunca bahn belirli bir<br />

kısmını alır; buna kar şılık kovana dikkat edip onu korur. Bunun gibi egemen<br />

grup ald ığı cizye kar şılığı cizye veren grubu ba şkalarına karşı korur. Öte<br />

yandan göçebeler alacaklar ını sağlama ba ğlamak için yerli halk ın ekonomik<br />

geli şmesine yard ım eder ve onlara göz koyan yabanc ı ya ğmacs ılara kar şı onları<br />

korurlar.<br />

Üçüncü aşamada, cizye verenleri d ış düşmanlara kar şı koruma, cizyeleri<br />

toplama ve bütün bunlar ı denetleme gere ği, göçebeleri gezicilikten<br />

yerle şikliğe götürmü ş ve bunlar kendilerine ba ğlı olanların yakınında ve aralarında<br />

oturmak zorunda kalm ışlardir. Böylece ba şlangıçta ayr ı ya şayan<br />

iki grup üçüncü a şamada bir araya gelmi ş bulunmaktad ır. Egemen<br />

grup yönettikleri grubun kolayca kontrelünü sa ğlayacak çad ır veya<br />

şatolarını tepelere kurar veya yaparlar. Bu iki grup bir egemen birliğe<br />

çok yakla şmış olmakla beraber toplum yap ısı cemaatta oldu ğu kadar<br />

tek düzen ve tek parça de ğildir. Tersine, bu yap ı aralarında keskin ve etkin<br />

gerginlik olan iki ayr ı gruptan kurulmu ştur. Bunlardan biri topra ğı i şlemekte<br />

ötekisi ise gerek cizye ald ığı grup yarar ına ve gerekse kendi ç ıkarlar ı için,<br />

sald ırganlara kar şı sava ş açmakta ve buna kar şılık savundu ğu grubun<br />

emeğiyle geçinmektedir.<br />

22


Dördüncü A şamada iki grup kesin olarak kayna şmıştır Bu kayna şma<br />

sonunda, hoinojen bir birlik yerine, buyuranlarla bu buyruklara boyun e ğenlerden<br />

ibaret iki tabakal ı bir egemenlik birliği meydana gelmi ştir. Bu suretle<br />

iki grup üyeleri aras ındaki evlenmeler, önemli baz ı ara tabakalar ı ortaya<br />

çıkarmış ve her iki tabaka aras ında arac ılık yapacak aileler do ğmu ştur. Bu<br />

yap ı antropolojik yönden de geli şerek millet ad ı verilen bir toplum türünün<br />

doğmas ına yol açmıştır. Böylece dört a şamadan meydana gelen süreç<br />

sona ermiş bulunmaktad ır. K ısacas ı dört a şamanın sonucu egemen bir<br />

birliğin ortaya ç ıkrnasıdır. Bu sürec yaln ız ilkel toplumlarda de ğil, aynı<br />

zamanda ileri medeniyetlerin ba şlangıç ve temelinde görülmektedir.<br />

Her rastlanan egemen birli ğin yukar ıda aç ıkladığımız yollardan geçerek<br />

meydana geldiğini savunmak bilimsel gerçeklere uymaz. Egemen birlik,<br />

egzojen yan ı dış bir baskı altında ayrı ayrı iki grubun birle şmesinden doğduğu<br />

gibi, endojen yani içten gelen etkenlerle de gerçekle şebilir. Aslında<br />

homojen olan bir grup iç ayrımlaşma (Differenciation interne ou endogne)<br />

yoluyla egemen bir birlik meydana getirebilir. Genel olarak böyle bir farklıla<br />

şma özel mülkiyetten ileri gelir. Özel mülkiyetin do ğmasiyle bir zenginlik<br />

ayrımlaşması (farkl ılaşmas ı) ba şlar. Daha zengin kimseler toplumda daha<br />

fazla yetkili ve güçlü bir hale gelirler. Zenginler grubun savunma görevini<br />

bunların s ırtına yükler. Geçim s ıkıntısı bilmeyen bu kimselerin var-Ulan<br />

ve bo ş zamanlar ı onların büyük, para ve zamana muhtaç olan, silâhlanmalarm<br />

ı mümkün kılıyordu. Bir yandan kendilerini öte yandan muhaf ızların'<br />

silühlandıran bu kimseler egzojen egemenlikteki süreci aynen taklit<br />

ederek bütün grubun korunmas ını üzerlerine al ıyor ve buna kar şılık egemenlik<br />

hakkını gruptan istiyorlard ı . İşte Derebeylik denilen şeklin kök ve ba ş-<br />

langıcını burada aramak gerekir.<br />

Egemenlik Cemaat ın homojenliğini yıkarak toplum tabakalar ı aras ında<br />

bir e şitsizlik yaratmakta ve bazan zorlamalara ba şvurulmaktad ır. Bununla<br />

beraber egemenlik geni ş insan topluluklar ın yaratan ve bir arada tutan<br />

biricik yoldur. Egemenlik olmasayd ı bir İskender imparatorlu ğu, bir Roma<br />

Imparatorlu ğu ve bir Osmanl ı imparatorluğu olmayacaktı. Yine egemenlik<br />

olmasaydı tarihte örneğini gördüğümüz geniş ülkelere yayılan bir islânt topluluğu,<br />

bir İsrail , toplumu, bir Yunan medeniyeti olmayacakt ı Cemaatlar<br />

her vakit küçük gruplardir ve öyle kalmaya mahkümdurlar. Bunlar bir<br />

kabile büyüklüğüne gelince kendiliklerinden bölünür ve çözülürler` Cemaat<br />

en ar ı şekliyle herkesin birbirini tan ıdığı ve toplumsal çevrenin kolayca kav<br />

randığı bir zamanda gerçekle şir. Bunun anlam ı ise cemaat ın küçük birlikler<br />

olmas ı demektir.<br />

Ilkel kültürler küçük gruplarla yetinebilir, Fakat yüksek kültürlerin<br />

daha geni ş yüzeyli ta şırcılara ihtiyac ı vardır. Eski Çin, Hitit, Yunan medeniyetleri<br />

bunun göze çarpan örnekleridir.<br />

23


Zümre Cemiyeti (Societe des etats)<br />

Toplum hayat ının ana şekillerinden olan Cemaat, cemiyet ve egemenliği<br />

inceledik 30.<br />

Şimdi bunlardan daha karma şık olan s ınıf cemiyetlerini ele<br />

alaca ğız. Bu şekillere geçi ş egemenlik yoluyla gerçekle şmektedir. İster iki<br />

kar şıt grubun birle şerek tabakala şmas ından isterse ayn ı grubun iç sebeplerle<br />

ayr ımlaşmas ından meydana gelsin egemenlik sürecinden yeni bir sosyal<br />

yap ı doğar. Bu türlü bir birlik sa ğlayan insanlar tek bir kader ve ya şayışı<br />

paylaşacak yerde ayr ı ayrı âlemlerde ya şamaktad ırlar. Bu duruma göre toplum<br />

yap ısı, tek katli de ğil bir kaç kathd ır. Fertler ayr ı ayrı katlarda ya şayan<br />

gruplardan birine mensuptur. Fert bu gruplardan birine kat ıldıktan sonra<br />

toplumsal bir tüzüğe (statüye) kavu şabilir. Böyle bir modeli kavramak için<br />

iki noktamn açıklanması gerekir: Birinci nokta katlar, ikinci nokta bu katları<br />

bütün binaya ba ğlayan iç kanunlar Birinci nokta, ferdi zümresine<br />

ve toplumsal tabakas ına bağlayan ölçütü (kıstas ı) bulmayı gerekli kılar;<br />

ikincisi ise heterojen parçalar ı daha yüksek bir birli ğe çevirecek olan birleştirici<br />

ve ayırıcı ilkelerin ayd ınlatılmasım gerektirir 31 .<br />

Zümre Cemiyetinde, zümreler aym ana yap ı içinde tıpkı çe şitli katlarda<br />

ya şayanlar gibi farkl ı hukuk durumlar ı dolayısiyle öteki tabaka veya katlardan<br />

ayrılan kısmi gruplard ır. Böyle bir cemiyet üyesinin, binan ın bütün katlarında<br />

yaşayan insanlarla payla ştığı bazı hakları vard ır. Fakat onun asil<br />

davranış ve ya şayış şartların ı belli eden hukuki durumu mensup oldu ğu zümrenin<br />

yani aym katta ya şayanlar ın aymdır. Zümreler aras ındaki hukuki durumlar<br />

birbirinden çok farkl ı olursa daha iyi durumdaki zümrenin haklar ına<br />

imtiyaz adı verilir. Bu takdirde her zümre için bir alt veya üst tabakaveya<br />

kattan söz aç ılabilir.<br />

Zümre Cemiyeti hukuk Devleti (Rule of Law) ilkelerinden büsbütün<br />

ba şkadır. Çünkü Hukuk Devletinde toplum binas ında ya şayan bütün üyeler<br />

e şit haklardan faydalan ır. Bu türlü yönetim hiç olmazsa hukuk alan ında<br />

imtiyaz tan ımaz. Bunun gibi bu türlü yap ılar, ana şart olarak hukuk devleti<br />

kavram ına dayanan ça ğdaş Demokrasi anlayışına aykırıdır.<br />

Frans ız devriminden önce çe şitli zümre (Asilzâde Rühnan ve Burjuvazi)<br />

lerden kurulmu ş Eski Rejimi (Ancien Regime), patriçi ve pleb ay ırınuna<br />

dayanan Roman ın Devlet yap ısı ve Hindistanda Brahmanlara imtiyaz<br />

tan ıyan te şkilât bu türlü Ziimre Cemiyetinin tipik örnekleridir.<br />

Askerlik, rahiplik, siyasal önderlik ve büyük toprak mülkiyeti son zamanlara<br />

kadar bir imtiyaz say ılmakta idi. Bu akımın tersine birde yukar ı<br />

1957)<br />

30 Bak. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, N. Abadan çevrisi, (Ajanstürk Matbaas ı, <strong>Ankara</strong><br />

31 Daha geni ş bilgi için aynı eserin sayfa 73 ve devanuna Bak.<br />

24


s ınıf imtiyaz' yerine a şa ğı s ınıf ve zümrenin imtiyaz ı vard ır: Baz ı toplum<br />

faaliyetleri ve bir tak ım işler yüksek zümrenin yapmay ı bir a şağılık saydığı<br />

şeylerdi. Mesela ticareti ve para i şleriyle uğra şrnayı soylu, asker veya rahipler<br />

a şa ğılatıcı görmekte ve bunlar ı aşa ğı s ınıflara b ırakmakta idi. Öyle ki, bir<br />

bakıma, bu gibi iş ve görevler bu a şağı zümrenin imtiyazlan aras ında idi.<br />

Ziimre Cemiyetinde her zümrenin bir görevi ve bu görevi kar şılamak<br />

üzere baz ı ahlâk ve davran ış yasaları vardır. Bunlar zümreden zümreye de<br />

ğişir. Bir amele ile bir kondurac ımn, bir asilzade ile burjuvanan görü şleri arasında<br />

derin farklar vard ır.<br />

Zümre Cemiyetinin iyice ania şabilmesi için yap ı kanunlarma ba ğlı olan<br />

üç sürecin aç ıkça bilinmesi gereklidir.<br />

Birinci Süreç: Zümrelerin tekelci olmas ıdır. Bunun böyle olmas ı pek<br />

tablidir. Çünkü ötekilerden daha çok imtiyaz' olan zümre bu durumu devam<br />

ettirmek için ötekilerin bu imtiyazlan ö ğrenmesini istemez. Zümreler aras<br />

ındaki s ınırların keskin çizgilerle kapal ı tutulmas ına çalışılır. Bölümler su<br />

s ızmayacak derecede kapal ı olduğu yerlerde bir KAST (Caste) sistemi meydana<br />

gelir. Hindistandaki durum bu sistemin tipik bir örne ğidir. Bir<br />

kasttan ötekine geçmek tamamen imkâns ızchr.<br />

Zümreler aras ında yer alt ı faaliyetleri vard ır. Yani a şılmaz gibi görünen<br />

s ınırlara ra ğmen zümreler aras ında baz ı kaymalar vard ır.<br />

Öte yandan yukar ı zümreler kay ıplar ı telâfi veya egemenli ği elde tutmak<br />

için devaml ı olarak a şa ğı zümrelerden takviye görmek ve a şdarnalarla<br />

dip diri kalmak zorundad ır. Yaln ız bu a şılama veya takviye edilme olay ı<br />

bir taktik ve metot i şidir. Burada bir yandan yukar ı zümrenin kapal ılık ve<br />

imtiyazlanna halel getirmemek, öte yandan yararli olan her şeyi içine al<br />

mak gibi ikili bir amaç güdülür. Bunun örne ğini Eski Romada Patriçilerin<br />

Pleblerden ald ıklar ı takviye ve a şilamalarcla görmek mümkündür. Burada<br />

gözetilen nokta bu a şdamalann zümreyi sarsmamas ı ve gev şetme ınesi, tersine<br />

perçinlemesidir.<br />

İkinci Süreç, a şa ğı zünırelerin yukar ı zümreler imtiyazlanna kar şı<br />

cephe almış olmalar ı olaylandir. Bu hareketin önceki a şılama veya takviye<br />

görmeden olan fark ı meydandad ır. Zira birinci hareket yukar ı zümrenin<br />

isteği ile gerçekle şir. Halbuki bu son hareket onlar ın arzusu d ışında zorlayıcı<br />

bir faaliyettir. Bu haks ız imtiyazlarm kald ırılması için giri şilen teşebbüs<br />

cemiyet diizenini bozar gibi görünürsede gerçekte haks ız bir durumu iptal<br />

etmek ve gasbedilmi ş initiyazlan geri almak amac ını güder 32 . Bu türlü<br />

32 islâmda adalet, hakk ı yerine getirmek ve bat ılı gidermek J11,1 9 - ,31:¢>J<br />

şeklinde tan ımlanır.<br />

25


faaliyet, zümre bütünlü ğünü korumak şartiyle yukar ı zümrenin imtiyazların'<br />

suurlamak çabas ıdır. Üst zümrelerin direnmeleri ço ğu zaman kanl ı<br />

savaşlara yol , açar.<br />

Üçüncü Bir Süreç, zümre düzenini ortadan kald ırma amac ıyla giri şilen<br />

çabalard ır. Yöneten zümre elde tuttu ğu imtiyazlar kar şılığı baz ı yararlı hiz-<br />

metleri üzerine almak zorundad ır. Bu hizmetlere s ırt çevirmek ve imtiyaz-<br />

.<br />

lazım son kertesine kadar kullanmak sevdas ında olan yüksek zümre er. geç<br />

bir devrim ve direnmenin zafer teranelerini beklemek durumundad ır.<br />

Fansız Devrimi zümre cemiyetine kar şı düzenlenen ayaklan ıxıamn<br />

tipik bir örneğidir. Voltaire gibi ansiklöpediciler, Montesquieu, Rousseau<br />

gibi düşünürlerin geli ştirdiği 18. yüzyılın Aydınlanma Devri böyle bir Devrim<br />

ideolojisini içten haz ırlamıştır. Kamu şuurunda yerle ştirilmek istenen<br />

ülkü, eski de ğer yargılarım içten parçalamak amac ını güden özgürlük,<br />

e şitlik, karde şlik, hukuk devleti , ve ulusal egemenlik gibi ilkeler hep bu ideolojiden<br />

kaynak almışlard ır.<br />

S ınıf Cemiyeti (Sociötö classiste)<br />

Sımf Cemiyetiyle Zümre Cemiyetini birle ştiren nokta her ikisinin de<br />

dikey olarak üst üste tabakalardan kurulmu ş olmalarıdır. Fakat bu iki ana<br />

şekil arasında gerek yap ı ve gerekse içlerinde cereyan eden olaylar yönünden<br />

önemli farklar vard ır.<br />

Zümreler, öncede söyledi ğimiz gibi, kamu hukuku ve örfü adetle kendilerine<br />

tan ınmış olan farklı hukuki durumlar ı, kendilerine öz devinim kuralları,<br />

kapalı bir ahlült anlayışı, yaşayış tarzı ve dünya görüşleri (Weltanschauung)<br />

ile s ımflardan ayrılırlar. S ımf Cemiyeti, hiç olmazsa şeklen, hukuk<br />

e şitliği ilkesine dayan ır. Sınıflar bu türlü toplumlarda e şit veya benzeri eko--<br />

nomik durumları olan tabakalard ır. Zümre Cemiyeti hukuk ayr ılığına, S ınıf<br />

Cemiyeti, hukuk e şitliği ve ekonomik ayr ımlaşmaya dayan ır. Burada ekonomik<br />

eşitlik tabakalar ı te şkil eden s ınıflardad ır. Bununla beraber bir tabakadan<br />

ötekine atlamak her vakit mümküdür. Tabakalar birbirine geçmi ş durumdadır.<br />

Buna ra ğmen her ekonomik sistemde baz ı özellikler vard ır.<br />

Sınıf çatışmas ını çok kötü sonuçlarla yorumlayanlar, bir yandan Devletin<br />

sertliği yumuşatmak üzere araya girmesi, öte yandan a şağı sınıflar ın<br />

yardımlaşma ve te şkilatlanma süreçleri kar şısinda bugün dayanaks ız kalmıştır.<br />

O kadar ki Bat ı âleminde patron-i şci problemi hemen hemen çözülmüştür.<br />

Aradaki büyük farklar giderilmi ş ve birçok yerde devamh, dengeli ve<br />

kıvamh bir ekonomik sistem meydana gelmi ştir. İşci ve patron sendika-<br />

26


E<br />

larının sürekli temaslar ı sonucu fiat yükselmeleri kar şısında işci bir takım<br />

özel hesaplamalarla kendi pay ını almaktad ır. Hayat endeksleriyle Devlet<br />

te i şci gündeliklerini, dengeli ve geçim şartlar ına uygun bir seviyeye<br />

getirmi ştir. Ayr ıca gelir miktarlar ı, çe şitli yollarla, birbirine yakla şmaktad ır.<br />

Bir öğretmenle kalifiye bir i şçinin gündeliği a şağı yukarı aynıdır. Böylece<br />

üst üste gelen s ınıf tabakalar ından a şa ğı s ınıftan orta s ınıfa do ğru kuvvetli<br />

bir akın ba şlamış ve buda genel olarak s ınıfları bir piramide benzeten ekonomi<br />

bilginlerini şaşırtarak bir y ıldız şeması meydana getirmi ştir.<br />

Yukarı S ın ıf<br />

Orta S ınıf<br />

A şa ğı Sınıf -3-<br />

Eski durum<br />

Son durum<br />

Baz ı bilginler düzenli 'bir Orta S ınıf Cemiyetinden bahsederken<br />

başkaları ekonomik farklar ı tamamen silinmiş bir SINIFSIZ toplumdan<br />

söz açmaktad ırlar. Bu sonuncular ı s ın ıflar aras ındaki ,büyük farklar ın yukarıda<br />

açıkladığımız yollarla giderilmi ş olmas ı şeklinde yorumlamak uygundur.<br />

Zira üst tabaka ile alt tabakan ın sivrilmesine ve zay ıflamas ına kar şılık<br />

orta tabaka kal ınlaşmaktadır. Bu ise bar ışc ı yollarla sa ğlanmıştır.<br />

Yukarıda incelediğimiz ana şekiller ülküsel tiplerdir. Gerçekte bunlar ı<br />

bu kadar soyut olarak yakalamak güçtür. 33 .<br />

3. TOPLUMSAL HAREKETL İL İK (Mobilite Sociale)<br />

İki türlü hareketlilik vard ır : Yatay hareketlilik, dikey hareketlilik<br />

Yatay hareketlilik t ıpkı tek katl ı binan ın kompart ımanlar ı aras ında oldu ğu<br />

gibi mekânda cerayan eder. Dikey Hareketlilik ise çok katl ı bir binan ın<br />

katları aras ında oldu ğu gibi toplum tabakalar ı aras ında gerçekle şir. O halde<br />

birincinin bir yüzeydeki düz ayak bir devinim olmas ına kar şılık ikinci iniş<br />

ve çıkışı olan bir hareketliliktir.<br />

Yatay Hareketlilik<br />

(Mobilit e Horizontale)<br />

Bundan bir iki yüzy ıl önce insanlar ın hareket alan ı çok dard ı. Bütün<br />

hareketlilik şehir surlari içinde yahut surlar d ışında atla yap ılan bir gezintiye<br />

inhisar ediyordu. Şehirler aras ı geziler pek seyrek, yabanc ı ülkelere gitmek<br />

33 Bu kesim Prof. Dr. Hans Freyer'in eserlerinden yaralan ılarak yaz ılmıştır •<br />

Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş (N. Abadan çevrisi) sayfa 73-109<br />

Dr. Hans Freyer, Introduccion a la sociologia ( İspanyolca) sayfa 146-160<br />

27


ise olağan üstü bir hâldi. Bu devirlerde E şyamn hareket alam da suurhyd ı .<br />

Gerek ham madde gerekse i şlenmiş e şya şehir surlar ı içinde veya surlar ın<br />

en çok 25-30 kilometrelik çevresi içinde bir hareketlilik gösteriyordu. Şehirler<br />

aras ı ve bugünkü anlamda uluslar aras ı bir de ğişim sistemi akla gelmezdi.<br />

Bu dar çevreli hareketlilik devirlerinin ula şt ırma araçlar ı da ona göre idi.<br />

Karada at, araba, ka ğnı, deve ve benzeri; denizde kürekli gemi ve sandallar<br />

kullanılmakta idi. Bugün bu alanlarda artan bir hareketlilik göze çarpmakta-.<br />

dır.<br />

1819 y ıhnda Robert Fulton'un buldu ğu buharlı gemi, Okyanusa aç ılmış<br />

ve ba şarılı bir yolculuk yapmıştır. 1823 y ılında George Stephenson bulu şunu<br />

değerlendirmek amac ıyla ilk lokomotif fabrikas ını kurmu ş ve Samuel Morse<br />

aynı yıllarda telgrafı bulmuştu. Bütün bu yenilikler bir süre sonra uygulanmışt<br />

ır. Bir yandan Avrupa demiryolu a ğlarıyla örülürken öte yandan .<br />

bir çok , deniz yolları işletmeye açıhyordu. Buna birde telgraf haberle şmesini<br />

kat ınca hareketliliğin aldığı manzaran ın eskisiyle ölçülmiyecek bir dereceye<br />

geldiği anlaşılır. Ula şt ırma tekni ğinde ikinci bir hamle 1900 yıllarında yapılmıştır.<br />

Bu hamlenin özelli ği, benzin motorlu araç, uçak ve tramvay ın ulaş -<br />

t ırmayı olagan üstü kolayla ştırmasıdır. Bunun bir sonucu olarak insanlar<br />

hayatlar ında daha fazla yol yapm ış ve çok büyük hacimdeki e şya eskisinden<br />

daha uzun mesafelere götiiriilmü ştür. Bütün mes'ele hareket eden insan ve<br />

e şya türlerinin hangi do ğrultulara yöneldiklerini ve bunlar ın güttükleri amac ı<br />

belirtmektedir.<br />

Bu devrede çevreden şehirlere bir akın ba şlamıştır. Sanayile şme hareketinin<br />

hızlanmas ıyla bu göç daha da artnu ştır. Bir yandan terkedilen yerlerin kayıplarını<br />

doğum telâfi ederken öte yandan büyük kentler alabildi ğine büyüyordu.<br />

Buna şehirle şme hareketi denilir Büyük şehirlerin bu türlü büyümesi do ğu<br />

mun değil, dışarıdan geleli güçlerin bir sonucudur. Bir ba şka gerçek te göç eden- :<br />

ğu gibi yakın köy ve kasabalardan de ğil, çok uzaklardan ,<br />

lerin eskiden oldu<br />

gelmi ş olmalarıdır. O halde büyük şehirlerin büyüme sürecinde do ğum olay ı<br />

yerine bu şehirlerin daha çok ta şradan nufus çekme yetene ğini temel saymak<br />

gerekir. İstanbul, Londra, Newyork, Paris ve Roma'n ın geli şmesini bu yolla<br />

açıklamak yerinde olur. Büyük bir kentteki nüfusun üçte birinin do ğum ve<br />

ve yerlilerden, üçte ikisinin nzaklardan gelme oldu ğunu istatistikler gösterir.<br />

Geri kalan yerli çekirde ğin de büyük bir kısmı göçmen neslinden gelmektedir.<br />

Bu konuda yap ılacak bir hesaplama, milyonlarca insan ın eski devirlerde<br />

rastlanmayan büyük bir hareketlilik gösterdiklerini ortaya koyar.<br />

11.::,tJketlilik sürecinde birinci yeri büyük şehirlere yap ılan ak ınlar tutar.<br />

İkinci süreç sanayile şme ve fabrikalar ın nüfus çekeaesidir.<br />

28


Bu konuda özet olarak yatay hareketlilik probleminde büyük şehirlerin<br />

geli şmesi ve endüstri bölgelerinin , kurulmas ı çok büyük önem ta şır. Trafik<br />

ve ikamet ve i ş yerleri aras ındaki mekik hareketleri ise ikinci derecede belirtilerdir.<br />

Dikey Hareketlilik (Mobilite verticale)<br />

Toplum tabakalar ı aras ındaki hareketlili ğin ad ına Dikey Hareketlilik<br />

derler. Burada incelenecek önemli iki konu vard ır : Statu de ğiştirme, tabaka<br />

değiştirme, toplumsal yükselme ve inme Yatay Hareketlilik rr ıekânla<br />

ilgili olduğu halde Dikey Hareketlilik makam ve kadarla ilgilidir.<br />

a) Statü deği ştirme : Mekan de ğiştiren insanlar ayn ı zamanda makam<br />

de ği ştirirler. Köyden bir endüstri bölgesine gelen bir köylüyü dü şünelim:<br />

Köyde ekincilik ve hayvan besleme yerine şehirde bir fabrikada makine ba şındad<br />

ır ; köyde kulübede iken burada kiralan ıth ş muntazam bir kattad ır ;<br />

Köyde tar ım ve hayvanc ılıktan gelen ayni gelirlerle geçinirken burada<br />

sadece bir gündelik almaktad ır. Bütün bunlar göçmen üzerinde çok derin<br />

etkiler yapar. Öyle ki az sonra köylülük hat ıralar ı adeta silinir gider. Bu<br />

kimsenin çocuklar ı ise büsbütiin ba şka şartlar içinde yeti şirler.<br />

Köylerden kalifiye olmayan i şçi tedarik edilir. Kalifiye i şçi daha önce<br />

mevcut olup endüstrile şme sonunda ortadan kalkan el sanatkarlar ıd ır. Böylece<br />

bir endüstri s ınıfı tabakas ı ortaya ç ıkar. Yeni s ınıf bir erime sonunda<br />

ortaya ç ıkmıştır. Bir yanda köyde tar ımsal yetenekleriyle bar ınma yolunu<br />

bulamayan i şçiler; öte yanda endüstri yar ışmas ında dayanaklar ını kaybetmi ş<br />

kalifiye i şçi bir erime sonucu yeni bir s ınıfın do ğmas ına yol açm ıştır. Bu<br />

iki kayna ğı üçüncü bir kaynak olan do ğumlar izler.<br />

El ;'anatkarlar ı büyük endüstri tarafından çökertildikten sonra yine<br />

baz ı sektörlerde bunlara ihtiyaç vard ır. Kundura Fabrikas ı kar şısında Kundura<br />

tamircisi, anahtar ve çilingir e şyas ı fabrikas ı yanında çilingir, ve benzerleri<br />

varl ıklarını devam e ttirmi şlerdir. Dikkat edilirse bunlar ın ço ğu ba ğıms ızlığını<br />

kaybederek mesela bir otomobil Fabrikas ının dö şenı.ecilik kesiminde çal ış -<br />

makta ve ba ğıms ız kalmak isteyenler de s ınırlı çalışma alanı içinde s ıkışıp<br />

kalmaktadır. Bunlardan bir k ısmı üretim alan ıyla ilgisini kesmi ştir. Fakat<br />

as ıl tipik olan yön bunların fabrikalarda kalifiye i şçi olarak görevlendirilmeleridir.<br />

Bu durum kar şıs ında bunlar için bir tabakada!' ötekine geçi ş de ğil,<br />

statü de ğerinde bir de ğişiklik söz konusudur.<br />

b) Tabaka değiştirme : Tabaka değiştirme, statü de ğiştirmeden ayr ıdır.<br />

Eski Türk Askeri Azap askeri idi. Yeniçeri düzeninin kurulmas ıyla bunlar<br />

29


ulundukları tabakadan dü şmüş, soluğu Denizcilikte almışlardır. Zira harp teknigittin<br />

de ğişmesiyle gere ğinde ağır silahlarla donanm ış bir yeniçeri nizam ı bunları<br />

lüzumsuz Unu ş ve çoğu yerde yeniçeri askerinin hücuma kalkmadan azaplar ı<br />

ileri sürerek harcad ığı ve Onların cesetleri üzerinden hücuma geçti ği görülmüş -<br />

tü/. Bu durumu anlayan padi şahlar onlar ı Deniz kuvvetlerine vermek suretiyle<br />

Yeniçeri;azap çat ışmas ım önlemişlerdir. Ekonomi alanında da s ık s ık böyle<br />

değişiklikler olur. Köleliğin yasak edilmesi üzerine Amerika Birle şik Devletlerinde<br />

zenciler tabaka de ği ştirmişlerdir.<br />

c) Yükselme ve inme : Dikey hareketlilikte birde çe şitli toplum tabakaları<br />

aras ında fertlerin bazan yukar ı bir tabakaya atlad ıkları bazan<br />

da daha a şağı tabakaya indikleri s ık s ık rastlanan bir olayd ır. Bu konuyu gözlerde<br />

canland ırmak için birbirine z ıt iki örnekten biri kast sisteminin geçerlikte<br />

olduğu toplumlard ır. Burada bir tabakadan ötekine geçmek imkâns ızd ır.<br />

Bunun karşı kutbunu liberal bir sistemde buluruz. Burada bir tabakadan<br />

ötekine geçmek çok kolayd ır. Zamanımız toplumlarında veraset yolu ile<br />

intikal eden mesleki çenberler k ırılmış ve fert için geni ş yükselir e imkârıları<br />

açılmıştır. Bu konuda iki noktayı aydınlatmaya lüzum vard ır : Birinci nokta<br />

ferdin yükselme arzusunun içinde bulundu ğumuz toplumda son derece kuvvetli<br />

bir yükselme saiki olmas ı; ikinci nokta ise, toplumun bu imkâm haz ırlamas ıdır.<br />

Toplum adetâ bir asansör haz ırlar; kullanmasım bilenler bu asansörle<br />

yukarı tabakalara yükselirler. Katolik kilisesi bu yolda çok ayd ınlatıcı bir<br />

örnektir. . Bu kilise demokrat ve üyelerine yükselme imkâm veren çok<br />

elverişli bir sistemdir. Bir çoban ın günün birinde bir kardinal olmas ı ve bir<br />

kardinalin da s ıras ı gelincede papa olmas ı hiç te yad ırgandcak bir şey değildir.<br />

Demokratik bir sistemde yükselmeyi mümkün k ılan ve yükselme şanslarmı<br />

eşit duruma getiren kurumlar yarat ılmışt ır. Yarışmalar, yükselmeye götüren<br />

yolları e şit olarak bütün yurtta şlara aç ık tutar.<br />

Birde çe şitli ülkelerdeki hareketliliğin ölçüsü veya denge üzeridlle durulmaktad<br />

ıır. Burada babamn mesle ği ile oğul ve torunlar ın mesleği aras ında<br />

bir orant ı kurulur. Colin Clark'a göre A-Ziraatç ılar B- İşçiler C-Ötekiler diye<br />

bir şema çizilebilir. Çözümü gereken problem A grubundan ahnan kimselerden<br />

kaç ki şinin A grubunda kaldığı ve kaç ki şinin B ve C mesleklerine geçtiğidir.<br />

Bu konuda Amerikada al ınan sayılar şöyle olsa :<br />

A B C<br />

A grubu 38 39 23<br />

B<br />

C<br />

,,<br />

,,<br />

4 61 25<br />

4 25 71<br />

30


Bu takdirde A grubunda 38 ki şi babas ının meslekinde kalmış, 39 tanesi<br />

B grubuna 23 tanesi de C grubuna geçmi ştir. O halde burada % 62 bir hareketlilik<br />

vardır. Bu rakkam yaln ız A grubundaki hareketlilik olup di ğer gruplar ın<br />

da hareketlilik ölçüsü al ınabilir. 34<br />

III DINLER BILIMI (Sciences Religieuses)<br />

Joachim. Wach'a göre Dinler bilimi felsefi de ğil, ampirik bir bilimdir.<br />

Wach, C. P. Tiele'nin din bilimleriyle Din felsefesi aras ındaki s ınırları ortadan<br />

kald ırmış Olmas ına takışmıştir. Tielenin eserinde, Din Felsefesi, dar anlam ıyla,<br />

Dinler biliminden ba şka bir şey de ğildir. Yazara göre bilim derlenmiş ,<br />

düzenlenmi ş ve bölümlenmi ş bilgiler üzerindeki felsefi bir görü ştür. Wach,<br />

Chantepie de la Soussaye'nin de Dinler bilimi ile din felsefe ve tarihini ayn ı<br />

seviyede gördüğü kanıs ındadır.<br />

Wach' ın üstad ı Ernst Troeltsch yaln ız Din Felsefesi ile Dinler bilimi<br />

arasındaki s ınırları silmekle kalmam ış, aynı zamanda Dinler biliminin mahiyeti<br />

ve görevi üzerinde de hiç bir vakit aç ık konnşma ınıştır. Ona göre Dinler bilimi<br />

normatif bir bilimdir.<br />

Wach, Troelsch' ın durumunu bu şekilde aç ıkladıktan sonra bu konuda<br />

iki eğilme işaret etmektedir: Bunlardan biri, bilim olarak geli şmek üzere<br />

Felsefeden hareket eder ; ötekisi, Felsefeye yönelmek üzere biliniden hareket<br />

eder. Wach'a göre Dinler biliminin ba ğımsız görevi bu iki uç aras ında kalmahdır.<br />

34 Genel Sosyoloji ile- ilgili örnek şdkil ve fikirleri yazarken sayın Hocam Ord. Prof Hans<br />

Freyer'in eserleri esas tutulmu ştur. Genel olarak bu kesimde a şağıdaki eserler ayd ınlatıcı ve<br />

görülmesi yararl ıdır :<br />

1957 .<br />

Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, Dr. N. Abadan çevrisi (Ajans Türk Matbaas ı, <strong>Ankara</strong><br />

Dr. Hans Freyer, Einführung in die Soziologie 1931<br />

Dr. Hans Freyer, Soziologie als Wirklichkeitlehre 1930<br />

Dr. Hans Freyer, Introduccion a la sociologia F. G. V. mn Ispanyolca çevrisi, Madrid 1951<br />

Ord. Prof H. Z. -Diken, Sosyolojinin problemleri, İstanbul, 1955.<br />

Ren6 Maunier; Introduction a la Sociologie, Paris, Lib. Felix Alacan, 1929<br />

Armand Cuviller, Manuel de Sociologie, 2 tomes, Paris, P. U. F. 1958.<br />

Mehmet Taplamac ıo ğlu, Genel Sosyoloji, <strong>Ankara</strong> 1961<br />

Macıver, Encyclopedia of Social Sciences'deki Sociology maddesi.<br />

Paul Fauconnet ve Marcel Mauss, Grande Ancyclope'clie'deki Sociologie maddesi.<br />

Max Bonafus ve Necmettin Sad ık, İçtimaiyat, İstanbul 1927<br />

31


Son zamanlarda Din filozoflan aras ında Felsefe ile Dinler b;limini aç ıkca<br />

birbirinden ay ıran tek yazar, Max Scheler'dir. Bu yazar, pozitif Din<br />

bilimi ve Dinin asli Fenomenolojisi aras ına, birle ştirici bir tema olarak, dini<br />

e şya ve eylemlerin somut fenomenolojisini koyar. Max Scheler'in kendi deyimiyle,<br />

bu ara şt ırma bir veya bir çok dini tasavvurlar ın muhtevas ın ı mümkün<br />

olduğu kadar tam olarak anlamaya çal ışır.<br />

Böylece Max Scheler, aç ıkça dini ve ilmi olan bir görü şün yine dini ve<br />

ilmi görevini zihninde tasarlar.<br />

Wach böylesine bir Dinler biliminde ç ıkış noktas ının tarihi dinlerde<br />

mevcut oldu ğunu do ğrulamaktad ır. Din Felsefesi tümden gelim metoduna<br />

göre önsel (a priori) olarak ortaya ç ıktığı halde dinler bilimi hiçbir spekülatif<br />

amaç gütmez, ve sonsal (a posteriori) d ır. Vasıflama (description) Dinler<br />

Bilimi için hayati bir önem ta şımakla beraber yine bu bilim tam olarak vas ıflayıcı<br />

değildir. Wach'a göre din alan ında, ara ştırıcı, gayretini olaylara anlam<br />

vermeye yöneltmeliclir.<br />

Ba şka disiplinlerle kar şılaştırınca, konusunun özelli ği dolayısıyla, Dinler<br />

Biliminde böyle bir anlam verme (Bedeutung) nin özel bir tak ım güçlüklerle<br />

kar şılaşacsa ı ortaya ç ıkar. Meselâ bir estetikçiye göre, sanat yap ısı, dini tezahürler<br />

yap ı sından daha objektiftir. Sanat incelemelerinde yorumun a şağı seviyesi<br />

ile anlay ışın (Verstehen) yukar ı seviyesi aras ında büyük ölçüde bir uzla şma<br />

imkânı vardır .: Yorumun a şa ğı seviyesinde bir ifadenin anlam ı belirtilir.<br />

Anlayışın yukarı seviyesinde ise, tüm ve bütüne götürmek suretiyle<br />

bir olayın anla şılmas ı sağlan ır. Dinler Biliminin ç ıkış noktas ı din olayının<br />

anlamı üzerinde bir ara ştırmadır. Felsefi ve metafizik problemler bundan<br />

sonra gelir.<br />

•<br />

Mes'ele, dinin mahiyetini, de ğerler tablosundaki s ıras ını ve psikojenez<br />

(Psychogense) safhas ındaki yerini belli etme konusu etrafında döner. Böylece<br />

felsefe için her vakit bir güçlük ba ş gösteriyor demektir. Bu da ampirik ye<br />

tarihi yerlerin felsefi-dini görevdeki s ıras ını veya hacmini tayinden ileri gelir.<br />

Dinler Biliminin görevi tarihi yerlerin anla şılmas ırıdan ibaret olup metot<br />

ve usulleri bu sonucu sa ğlamak üzere ayarlanm ıştır. Böyle bir bütün içinde<br />

dinler biliminin sistematik görevi ampirik veriler aras ında münasebetler<br />

kurma ğa inhisar eder. O halde dinler biliminde dinlerin iyice anla şılması<br />

için Tarihi konular (Objets Historiques) sistematik tasanlar (Projets- Systematiques)'<br />

ın her ikisi de kesin olarak gereklidir.<br />

Wach'm kanaat ına göre ilahiyatç ılarla felsefeciler belirli din veya doktrinleri<br />

savunduklar ı halde din bilgini veya dinler bilimi uzman ı değer yarg ılarına<br />

32


dayanan beyanlarda bulunmak zorunda de ğildir. Prensip bak ımından ölü<br />

dinler dahi, hiç olmazsa tarihi yönden, ayn ı işleme tabi tutulmal ıdır. Bununla<br />

beraber amprik ara ştırıc ılar subjektif olarak bir tak ım pe şin felsefi fikirlerden<br />

uzak kalamazlar. Bu sebepten bu kimselerin subjektiflik ve nazarilik<br />

tehlikesine kar şı dikkatli bulunmalar ı gerekir.<br />

Din konusunda felsefenin bilime üçüzlü bir yard ımı vard ır:<br />

a) Disiplinin metotlar ını denetler ve do ğrular. (Buna dinler biliminin<br />

mantığı denir.)<br />

b) Bir ara şt ırmausulünü ötekine ba ğlamak suretiyle konusunu felsefi<br />

olarak tayin eder'.<br />

c) Bilgiler bütünü içinde olaylar ı bir düzen ve s ıraya koyar. (Dinin tarih,<br />

Felsefe ve metafizi ği)<br />

Bununla beraber bu tip münasebette ampirik ara şt ırma ile Feisefi ara ş -<br />

t ırma aras ında ki fark hiç bir şekilde kapanamaz. 'Bundan dolay ı J. Wach<br />

ampirik ara ştırmalardan evrensel geçerlikte normlar ç ıkaran tarihçile ıle<br />

ihtilaf halindedir. Wach' ın takındığı bu durum, kendisinin Din konusunda,<br />

genel ve evrensel tarihten ç ıkardığı metot ve ilkelere engel olmam ıştır<br />

Dinler biliminin sistematik k ısmında Wach t ıpkı Simmel gibi anlamak<br />

isteyen suje ile anla şılmas ı gerekli konu aras ında ortalama bir çözüm yolu<br />

olarak yorumlama teorisini ileri sürmü ştür. Waeh' ın hipotezi insan tabiat<br />

ının evrenselli ğine dayan ır. Bundan ezeli insanl ık (Eternel H ınnain-Ewig<br />

Menschingliche) ile tarihi ayr ımla şma aras ında ortalama bir çozüm yolu<br />

olmak bak ımından tipolojik metodun önemi meydana ç ıkar. Bütün bunlar<br />

özetlenirse, Wach' ın din etüdünde iki yönü birbirinden ay ırdığı görülür.<br />

Bir yanda normatif olan teoloji ve din felsefesi, öte yanda ampirik olan Dinler<br />

Bilimi vard ır. Dinler Bilimi tarihi ve sistematik k ıs ımlara ayrılır. Tarihi<br />

ba şlık alt ında genel ve Özel dinler tarihi s ıralanır. Sistematik ba şlık tipolojik<br />

etütleri, yani tarihi ve psikolojik tipleri ele al ır.<br />

Joachim Wach' ın geli ştirdi ği önemli konulardan biri de Klasik kavramıdır.<br />

Yazar klasik kavram ımn bir din etüdünde normatif ve deskriptif<br />

yönler aras ında bir köprü kuraca ğını tahmin etmektedir. Kendi deyi şiyle<br />

klasik kavramı bir ön yargı (Prenotion) ad ına olayların heterogenliğini zorlamak<br />

durumunda olan yani onlar ı aynı cins ve türden olmaya zorlayan<br />

izafi bir normdur 35 .<br />

35 Une norme relative qui 'a pas â violenter l'heterogenetie des phenomenes au nom d'une<br />

preconeeption)<br />

Din Sosyolojisi F. 3 33


Klasik sözünden menfi olarak ah şıbıuş olaylar da anla şılır. Gerçekte<br />

klasik adı verilen olaylar bir tak ım tipik şeyleri gösterir. Dini hayat ve dini<br />

tecrübe kar şısında bu olaylar bireysel olarak ta şıdıkları anlamdan çok daha<br />

üstün anlamlar ta şırlar. Maitre Eckhart 36 , Gazali ve Shankara 37 klasik mistiklerdendir.<br />

Çünkü onlar ın ateşli heyecan ve ö ğretilerinde tipik bir tak ım<br />

mistik yönler vardır. Bununla beraber, klasik Kavram ı bir olaydaki temsili<br />

ayırmacayı (farikayı) göstermez, ayn ı zamanda bir normu da gerektirir.<br />

Şahsiyet, hareket ve tarihi olaylar ın çokluğu içinde bile bunlardan baz ıları hatırda<br />

kalmıştır. Çünkü bunlara ayd ınlatıcı bir nitelik tan ımak ve onlar ı örnek<br />

olarak göstermek mümkündür. Bu yolla onla ıın dini yaşayışımız üzerindeki<br />

etkisi tan ınmış olur.<br />

Klasik kavram ı Wach'a göre mutlak relativizmle her türlü infra-kritik<br />

görü ş aras ında mevcut olan bir yöneli şin denenmesidir 38 . Bu ise yazar ın<br />

düşüncesile Van Der Leeuw'ün fenomenolojisi ve Mircea Eliade' ın din morfolojisi<br />

arasında baz ı yakmliklar Sa ğlar. Her türlü bilimsel çalışmayı imkans ız kılan<br />

anarşi dolu sübjektivizmden kurtulmak isteniyorsa klasik kavram ında özellikle<br />

gerçekle şmi ş olan İZAFf OBJEKT İFL İK ilkesine inanmış olmak gerekir.<br />

Wach'ın tasarlad ığı türdeki bir Dinler Biliminin göze çarpan üst yap ı-<br />

sı, belli ba şlı üç bölümde toplan ır- Yorum teorisi, Dini Tecrübe ve Din sosyolojisi<br />

A. YORUM TEORISI (Hermeneutique) •<br />

Wach Dilthey'in görü şlerini benimseyerek yorumu felsefe ile insan bilimleri<br />

(Geisteswissenshaften) aras ında bir ba ğlantı noktası sayar. Yazd ığı<br />

anlayış (Das Verstehen) adl ı eserin 39 birinci cildini yorum teorisine ay ırmıştır.<br />

Burada s ırasiyle Wolf, Ast ve Boeckh gibi klasik filologlar, Schliermacher<br />

gibi teologlar ve W. Von Humboldt gibi bilginlerin sistemleri yer al ır.<br />

Wach verdiği her örnekte, keskin bir görü şle yorum teorisi ve felsefi<br />

temayül aras ındaki münasebeti belirtmekten geri kalmaz. Kitab ın ikinci<br />

cildi ünlü ilahiyatçıların verdikleri 14 örnek içinde teolojik yorumu inceler.<br />

36 Maitre Eekhart (1260-1307) alman filozofudur. .Papa onun mistik teorilerini mahkum<br />

etmiştir.<br />

37 Shankara, bir hint filozofudur.<br />

38 Infra-kritik bir kimsenin özel felsefe ve teolojideki seçme yetene ğine bağlı takdiri bir<br />

haldir.<br />

39 Das Verstehen, Grundzüge Einergeschichte der Hermeneutiscben Theorie im 19. Jahrhundert.<br />

1933. Tübingen. J. C. B. Mohr.<br />

34


Schliermacher ve bir kaç ba şka yazardan sonra Giri ş kısmında Wach Din<br />

kadar Sanat ve Edebiyat ın da tam uygun bir yorumu olup olmayaca ğını<br />

ara ştır ır. Kutsal <strong>Kitaplar</strong> (criture Sainte) ın türünde tek (Suigeneris) olmaları<br />

özel bir yorumu gerektirince yazar, böyle bir eseri inceleyen bir disiplinin<br />

hangi anlamda bir bilim say ılabilece ğini a ı a ştırır. Üçüncü Cilt, tarihçilerin<br />

yorum teorilerine ayr ılmışt ır. Bunların belli ba şhları Ranke ile Droysen'in<br />

teorileridir.<br />

Wabh' ın yorum teorisine kar şı gösterdiği bu ilgi yorumun dış ilke ve<br />

kurallar ı ile s ınırlı değildir. Dinin tam ve tüm olarak anlayışına kadar gider.<br />

Üstad bu konuda şu dört temel ilkeye i şaret etmektedir:<br />

1) Olay ve olguların anlayışlı bir deskripsiyonu<br />

2) Tarihi ve sosyolojik bir aç ıklama<br />

3) Sınıfland ırma tekniği<br />

4) Psikolojik bir anlay ışın zorunlu ğu<br />

Wach bilimsel çalışmalara koyuldu ğu günden ba şlayarak dinler bilimi<br />

kadrosu içinde yorum mes'eleleri ile u ğra şmıştı. Dini iyice anlamak için d ış<br />

bir görünü şten hareket etmenin mümkün olup olmad ığı sorusunu kendi kendine<br />

soruyordu. Acaba bir dinin esas ı o dine mensup olmayan bir kimse<br />

için 'bilinemiyecek kadar güç bir şeymidir Acaba bir müslüman din uzman ı<br />

Hıristiyan dinini bilimsel bir ara ştırma konusu yapabilir mi Yapabilirse<br />

bu müslüman ın kendisine yabanc ı kalan olaylar üzerinde ne dereceye kadar<br />

hüküm yürütebilir <br />

Wach Anlay ış (Das Verstehen) adli eserinde anlay ışı insan kesafeti<br />

ile mümkün oldu ğunu ve anlama eyleminin insanlar ın birbirlerile görü ş -<br />

melerinden sonra gerçekle şebildiğini ileri sürüyordu.<br />

Bu bak ımdan anlayış, toplumsal bir olgudur. Hiç bir deskripsiyon, tek<br />

ba şına bu i şi ba şaramaz. Bu konu Felsefe, Mant ık ve bilgi teorisi (Epistemologie)<br />

ile ilgilidir. Anlay ışın ve metafizik temelinin şartları kadar, sonuçlarını<br />

da gözönünde tutmak gerekir. Psikoloji ruhi hayat ın tümü içinde anlayışın<br />

yerini arar ve anlay ışı hayat tecrübelerine ba ğlamak amac ıyla insandaki<br />

gelişmeyi ara ştırır.<br />

Fakat burada en önemli yeri Dilbilgisi tutar. Çünkü dil insanlar aras ındaki<br />

fikir ahş veri şinde en kesin araç ve mekan ve zaman içindeki fikir ak ımının<br />

en do ğru yoludur. Biraz daha ileri giderek denilebilir ki bir kimseyi anlamak<br />

onun dilini bilmekle mümkündür. Dil zihnin yarat ıcı bir eylemidir.<br />

35


Bunun gibi beyan tarz ı (Elocution) dü şünceyi yapan organ olarak tan ımlanabilir.<br />

Dil, onu yaratan milletin zeka ve zihniyetinin bir d ış görünüşüdür.<br />

Filoloji'nin Dinler Bilimindeki önemi bundan ileri gelir. Öte yandan Wach<br />

her vakit Humbolt ve Dilthey ile birlikte ferdi anlay ış üzerinde durur.<br />

En manalı yön, anlayış problemlerinin bir s ınır ve derece meselesi<br />

olmas ıdır. Bu konuda Wach şöyle yazar: (... her anlay ış ta iki faktör birle şir.<br />

Bu faktörlerden biri subjektif yorumdur ki bu yolla bir deyimin Psikolojik<br />

anlanu bulunur. Bu da onu ilk defa söyleyene kadar götürmek suretiyle<br />

yap ılır. Öteki faktör, objektif yorum olup yorumu gereken ifade, oldu ğu gibi<br />

alınarak ondan manâ ç ıkarıhr.<br />

Objektif yorumun üç şekli vardır.<br />

a- Teknik Yorum: Burada yorumu gereken deyim veya anlat ımın malzeme<br />

ve unsurlar ı çözümlenir.<br />

b- Türsel Yok ım: (İnterpretation G enerique) Burada incelenen şeyin<br />

tertip ve şekli üzerinde durulur:<br />

c- Tarihi ve Sosyolojik Yorum: Burada Tarihi ve Sosyolojik olaylar ın geliş -<br />

mesi söz konusu olur.Bu yorum olaylar ın gelişmesini aydınlatmağa çalışır. San-<br />

'at ın yorumunda, bir yandan yorum, öte yandan de ğer verme eylemleri birbirine<br />

s ımsıkı bağlanmıştır. Mesela, Hukukun yorumunda ve daha bir çok<br />

hallerde durum böyledir. Dinin yorumunda, bir dini demeçteki anlam ın tarihi<br />

karakteri bilinmeden o demecin anla şılıp anla şılamayaca ğı sorusu akla<br />

gelebilir.<br />

Kendi dinimiz dışındaki bir dinin anla şılmas ı 4 şarta ba ğlıdır.<br />

a) O din hakkında mümkün olduğu kadar fazla bilgi edinmek.<br />

b) Konu üzerinde tam uygun bir duyarhk ve titizlik göstermek.<br />

c) Tasarı hazırlamada do ğruluk.<br />

d) Kutsala ili şkin kişisel tecrübe.<br />

Mutlak olarak objektif bir anlay ışa varmak imkans ızlığı karşısında Dinler<br />

Biliminin amacı, hiç olmazsa etrafl ıca dinin anla şılması olmalıdır.<br />

B) DİNİ TECRÜBE (ExOrienee religieuse)<br />

Rudolf Otto, Dini tecrübenin türsel (specifique) bir nitelik ta şıdığı kanısındadır.<br />

Otto bu işe görülmemiş bir çözümleme inceli ği, o zamana kadar<br />

36


alışılmamış bir derinlik ve üstün de ğerde bir dini duyarl ık kavramı getirmi ş -<br />

tir. J. Wach üstad ının bu çıkış noktas ını benimsemiştir. Ahlak, estetik ve<br />

benzeri tecrübelerle olan ba ğıntısına ra ğmen yine dini tecrübe, di ğer tecrübe<br />

türlerinden ayrılır. Rodolf Otto bunun için latince Tanr ı gücü, tanr ısal anlamına<br />

gelen Numen ve numineux terimlerini kullanmıştır. Din alanı kutsal<br />

aland ır; ba şka bir deyi şle din alan ı kutsahn ta kendisidir. Bu bildiri ve aç ıklama,<br />

san ıldığı gibi, gereksiz bir tekrar (tautologie) olmad ığı gibi söylenmesi<br />

gereken son söz de de ğildir. E ğer Otto dini tecrübe olay ında mevcut objektiflik<br />

vasfınm ispat ını çıkış noktası yapsayd ı bu konuda pek çok yan ılmalar<br />

önlenmiş olurdu.<br />

Yaratığın üstün bir varlığa karşı duyduğu bağlılık ve tanr ısal güç (Numen)<br />

hakk ında R. Ottonun yapt ığı çözümleme bazı takışmalara yol açm ış -<br />

t ır. Çünkü yazar ın kutsal anlay ışı aşırı derecede Psikolojiktir. Bununla beraber<br />

Wach, üstadının kutsal fikri, ( İdee du sacre) üzerindeki ilk teklifinin,<br />

sır (Mysterium) ın objektif niteli ğine dayand ığını düşünür. P. Tillich'in de<br />

aynı fikirde olduğu biliniyordu 40. Otto hayat ının son 20 yılında iki türlü<br />

mes'ele ile u ğra şmışt ır: Bunlardan biri felsefe, ötekisi teolojidir.<br />

Birinci mes'ele dinin ahlâkla miinasebetine ili şkin tipi incelenmesidir.<br />

Wach bunu şöyle ifade ediyor:<br />

Eleştiriciler R. Otto'da en zay ıf tarafın şekilcilik oldu ğunda oy birliği<br />

ederler. Yazar Şemacılık (Schematisme) terimini Kant'tan 'alm ış fakat anlamını<br />

değiştirmiştir. Dini tecrübe, ba şka türlü tecrübe ve yarg ılarla şematize<br />

edilir. Yazara göre günah, kurtulu ş, hatta kutsahn temel kavramlar ı, ahlaki<br />

arılamlar ta şır. Ahlaki , ve manevi de ğerlerin fenomenolojik- bir ispat ı R.<br />

Ottonun önemle varmak istedi ği bir amaçt ı.<br />

• Otto'nun 'tart ışmas ın ı yaptığı ikinci mes'ele İsa hakk ında ne dü şünüyoksunuz<br />

sorusu ile ortaya at ılmıştır. Bu ikinci mes'elenin tart ışmasına Wach'-<br />

ın ikinci üstad ı olan Ernst Troeltsch'ta kat ılmıştır. Wach, Otto'nun fikrine<br />

uyarak İsa Bininin bir dü şünce ve zihni bir haz ırhktan sonra gelmi ş olmadığı<br />

kanısındadır. Yeni din Hıristo'nun ferdiyet ve derinli ğinden fışkırmışt ır.<br />

İsa, Tanr ım!' gönderdi ği gerçek H ıristomudur sorusunu, Otto ancak dinin<br />

cevaplandırabileceğini ve böyle bir cevab ın Dinler Tarihinin görevi d ışıda<br />

kaldığı sonucuna var ır.<br />

40 P. Tillich, Systematik Theology, (tome I, Chicago, Uni. Of Chicago press, 1951) adli<br />

eserinin 215-216 sayfalar ında şöyle deniliyordu: Rudolf Ottonun klasik olan The Idea of Iloly<br />

(kutsal fikri) adl ı eseri, kutsahn fenomenolojik deskripsiyonu, kutsal, anlam ıyla tanrısal anlamı<br />

aras ında kar şılıklı bir bagımlasmas ım(interdependance) ve bunlar ın da sonsuz bir varh ğa bağlı<br />

kaldığım göstermektedir.<br />

37


Wach' ın en büyük hizmetini dini tecrübenin anlat ımlarını teorik, pratik<br />

ve sosyolojik diye üç alanda toplamış olmas ında aramak gerekir.<br />

/ Dini tecrübenin teorik anlatt ım- konusunda şunlar söylenebilir: Teorik<br />

ifade ilk tecrübenin sezi ş, duyu ş ve inanışında aranmal ıd ır. Bunlar ise ço ğu<br />

zaman sembol şeklinde gösterilir ki buda inanç ve ö ğreti unsurlar ını<br />

ihtiva eder. Bu ilk alg ılar az çok , belirli ve tutarli bildirilerde anlat ılmışlardır.<br />

Dini tecrübenin teorik anlat ımı özel bir önem ta şıyan üç konu etrafında<br />

döner: Tanr ı, Dünya ve insan. Ba şka deyi şle teolojik, kozmolojik ve antropolojik<br />

görü ş ve anlayışlard ır ki bunlar devamhca Efsane, Doktrin ve do ğma<br />

yolu ile gelişmiş ve beslenmi şlerdir.<br />

Temel tecrübede veya onun ilk anlat ımında teori ile pratik, teoloji ile<br />

ahlâk aras ında bir ay ırım yapmak güçtür.<br />

Wach, dinin, teorik anlat ımında bildirilen şeylerin dini uygulamalara<br />

yol açtığını söyler. Bunlar, geni ş anlam ıyla kayna ğını dini tecrübede bulan<br />

her türlü tap ınma eylemeleri (Cultus) dir. O halde dini tecrübenin pratik<br />

ifadesini ibadet (Culte) s ınırları içinde dü şünmek gerekir.<br />

Din ço ğu zaman ibâdet olarak tan ımlanmışt ır. Bütün dinlerde kutsal ın<br />

tecrübeleri efsane, doktrin ve do ğmaya dayan ıp Tanrı (Numen) ya kar şı<br />

tap ınma eylemleri olarak ifade olunurlar. İbadeti aç ıklama konusunda hizmeti<br />

çok büyük olan Underhill bu eylemleri dörde ay ırır: 1) Mensek ve Litürjiler<br />

2) Semboller, 3) Kutsallama törenleri ve 4) Kurbanlar.<br />

Efsanelerin men şei üzerindeki anla şmazlıklarla Wach hiçbir suretle<br />

ilgilenmez. Buna kar şılık yazar bir yandan toplumsal bask ı; öte yandan ferdi<br />

özgürlük ve dinin tarihi geli şmesinde ferdin oynadığı rol hakkında yap ılan<br />

münazara ile candan ilgilenir.<br />

Dini tecrübenin sosyolojik a ıılatımı çok önemlidir. Bundan dolay ı Wach<br />

Sosciology of Religion, Religionssoziologie, Sociologie de la Religion gibi<br />

çe şitli dillerde yaz ılmış eserlerinde kendine öz bir din sosyolojisi görü şünü<br />

geli ştirmiştir.<br />

C) DİN SOSYOLOJİSİ (Sociologie Religieuse)<br />

Din Sosyolojisi Dinler Biliminin önemli bir dalıdır. Öte yandan bu<br />

disiplin din ve toplum bilimlerinin birle şmesinden do ğmu ştur.<br />

Din Sosyolojisinin, iki disiplinden tevarüs etti ği mes'eleler yan ında bir<br />

takım güçlükleri ve kendine öz görevleri vard ır. Ba şka deyi şle, din sosyo-<br />

38


lojisi, insanın diğer faaliyetlerine ili şkin olarak sosyoloji ile baz ı problemleri<br />

payla şır. Bu arada dini tecrübe ve anlat ımlarının özel mahiyetine ba ğlı kendine<br />

öz problemleri de vard ır 41 .<br />

K ısacas ı, Din Sosyolojisi dinin toplum, toplumun din üzerindeki karşılıklı<br />

etki ve tepkileriyle dini gruplar ı inceler.<br />

Din Sosyolojisi, ba ğıms ız bir disiplin olarak daha dünyaya gözlerini<br />

açmadan önce onun hesab ına ba şka disiplinler pek çok malzeme toplam ış -<br />

t ı. Bu malzemenin ço ğu, 20. yüzy ılda elde edilmi ş olup zaman zaman teolojik,<br />

filozofik ve psikolojik yönlerden bölümlenmi ş ve incelenmi ştir.<br />

Bununla beraber, 20. yüzy ıl ba şlangıc ına kadar toplanm ş olan malzemeyi<br />

tarafs ız ve özel bir metotla ele almış olan hiç bir diri sosyolojisi mevcut<br />

de ğildir.<br />

Wach, Amerikan, İngiliz, Felemenk, Frans ız ve Iskandinav sosyolologlarına,<br />

pek çok şeyler borçlu oldu ğunu kabul etmekle beraber, gerek mizacı<br />

ve gerekse yeti şme tarz ı bakımından anlayış sosyolojisi ve bu okulun<br />

kurucularından olan Max Weber, Ernst Troeltsch, Werner Sombart ve Ge-<br />

_<br />

orge Simmelin yaratt ıkları gelene ğin içinde kalmıştır. Ki şisel olarak da Dilthey-'in<br />

etkisi alt ındad ır. Bilindiği gibi Diltlı ba ğıms ız bir sosyolojinin kurulmas<br />

ına muhaliftir. Bununla beraber yazar ın felsefi ve tarihi eserleri sistematik<br />

ve metodolojik yönlerden önemlidir.<br />

Wach' ın Rickert'le payla ştığı fikir şudur: toplum olaylar ının kavranmas ı<br />

özel bir de ğerler tablosuna kat ılmay ı gerektirmez.... Fakat insanlar ın toplum<br />

içindeki davranışları, ancak e şyanın manasma (Sinn) nüfuz etmekle<br />

anla şılır. Bunu do ğrulayan Max Weber be şeri hareket ve davran ışların diğer<br />

olaylardan farkl ı olduğunu; fakat anlaşabilirliğin, ampirik bilimler için çok<br />

akışkan s ınırlar ı olduğunu söyler.<br />

Wach, Max Weber'den ilk olarak din sosyolojisini ortaya atm ış bir bilgin<br />

olarak bahseder. Max Weber, eserinde kalvinizme büyük bir yer ay ırmkakla<br />

sistematik din sosyolojisine• yapt ığı büyük hizmetleri gölgede b ırakmışt<br />

ır. Fazla olarak Max Weber bir çok konular ı eksik b ırakmıştır. Mesela,<br />

ilkel dinleri, islam dinini ve bir çok önemli dinleri Dinler Şemas ına sokmamışt<br />

ır. Bunun gibi din olaylar ının temel anlam ına kar şı gösterdi ği dikkatin<br />

yetersizli ği yüzünden s ımflamaları tam ve memnunluk verici de ğildir.<br />

Max Weberin eseri, bir çok yönlerden dostu Ernst Troeltsch' ın üstün<br />

değerdeki etütleriyle tamamland ı. Troeltsch' ın eseri H ıristiyanlık s ınırları<br />

41 1961 yılında yaynnladi ğım Din Sosyolojisine giri ş adlı eserinin üçüncü bölümüne bak.<br />

39


içinde kald ı. Bu iki bilginin durumları kar şdaşt ırdırsa Max Weberin daha<br />

çok toplumsal bilimlerde; Ernst Troeltsch' ın teoloji ve felsefede uzman<br />

oldukları görülür. Her ikisi de bo ş teorilere, ki şisel dü şünce ve metafizik<br />

görü şlere saplanmayarak dini anlamdaki toplumsal olaylar ı çö,<br />

zümlerne ve vas ıfla:mada tarafs ız kalmas ını bilmi şlerdir. Bu tutum, gelece ğin<br />

din sosyologlarına ö ğütlenmeye de ğer bir örnektir. Bu büyük bilginlerin<br />

tuttu ğu tarafs ızlık yolunu halefleri kendileri kadar titizlikle izleyememi ş -<br />

lerdir.<br />

Wach din sosyolojisi metodunun tarafs ız ve objektif olmas ı gereğini<br />

ileri sürer. Bununla beraber baz ı ilkelere uyulmak gereklidir. Birinci İlke,<br />

Dini tecrübenin geni ş ve çe şitli oldu ğunun anla şılmış olmas ıd ır. Bunun tabii<br />

bir sonucu olarak dinin her türlü sosyolojik etüdünün ilk a şamada fenomenolojik<br />

ve psikolojik tipler üzerinde yap ılması gerekir İkinci aşamada<br />

dini tecrübenin çok say ıda tarihi tiplerini incelemede aranmal ıd ır. Ba şka<br />

bir deyi şle ara ştırma alanını yalnız bir dini inceleyecek kadar daraltan her<br />

te şebbüs zorunlu olarak yetersizdir. İkinci İlke, din olaylarının manâ<br />

ve mahiyetine de ğer verme ve anlamad ır. Ara ştırıcı inceleme konusu ile<br />

bir yakınlık sa ğlamal ı ve elindeki malzemeyi sempatik bir anlay ışla yorumlamal<br />

ıdır.<br />

Objektif olmak ald ırış s ız olmak anlam ında de ğildir. Bu durumda acaba<br />

bir tek din sosyolojisi mi yoksa her dine göre ayr ı bir sosyoloji mi bahis konusu<br />

olacakt ır. Wach'a göre bir tek din sosyolojisi olmak gerektir. Toplumun,<br />

bir katolik, bir marksist ve bir islam felsefesi olmas ına kar şılık objektif ölçütlere<br />

dayanan ve bütün dinler için geçerli ği olan tek bir din sosyolojisi<br />

vardır. Bu din sosyolojisine çe şitli aç ılardan yana şrnak ve onlar ı farklı derecelerde<br />

gerçekle ştirmek mümkündür. Fakat biraz öncede söyledi ğimiz gibi<br />

bu sosyoloji aynı şekilde objektif ölçütlerden yararlanmak zorundad ır. Ara ş -<br />

tırma amac ı, dini nitelikteki kavram, tören ve te şkilatı bütünü ile içine almak<br />

ve her kesimini bütünün bir parças ı olarak yorumlamak olmal ıdır. K ısacas<br />

ı din sosyologu, yorum ilkelerini izlemek, dini fikir, mensek ve te şkilat<br />

şekillerinin mana ve maksad ım bütünü ve tümü içinde anlamak zorundad ır.<br />

Her dini grubun din olaylar ını kendine öz bir anlay ışı ve kendine öz<br />

bir yorum tarz ı vard ır. Bu durumda sosyologun çe şitli anlayış ve yorumlar ı<br />

ne şekilde ele almas ı sorusu hat ıra gelebilir. Wach, bilgi sosyolojisi uzman ı<br />

Scheler'in izafiyecili ği (Relationisme) ile din sosyolojisinin tipolojik metodundan<br />

yararlanarak bu soruyu cevapland ırıyor. Din bilgininin, sosyolojik<br />

ara ştırma usullerine ah şmas ı laz ımdır. Buna kar şılık sosyologun da din<br />

hayat ı ve onun dış belirtilerine ili şkin teori ve ipotezi din bilgininden almas ı<br />

ve öğrenmesi gereklidir. Böylece din bilginleriyle tophimu inceleyen kimseler<br />

40


aras ında işbirliği yap ılarak din sosyolojisinin özel kategorileri olumlu bir<br />

şekilde meydana ç ıkarılır. Wach bu konuda şu yönleri belirterek yorum ilkelerinin<br />

önemine i şaret eder :<br />

a) Söz ve kavramlar ın bugünkü anlamlar ı.<br />

b) Günah, af, nedamet ve kurtulu ş gibi terimlerin dini anlamlar ı<br />

c) Dini bir çevrede bu terimler için yap ılan somut, bireysel ve teolojik<br />

yorumlar. n 42,wc eR, e, e ,4e4o-n. P e :ÇıAL4 1 "4",e,(4‹,_ ri Q<br />

Kavram, mensek ve adet gibi ayr ı ayr ı gözlemlenen olaylarla bunlar ı<br />

doğuran ana tecrübeyi ba ğlıla şt ırmak (correlation) için çok ciddi te şebbüslere<br />

giri şilmedikçe, dini gruplar ın zihniyetine nüfuz etmek ve dini ya şayış,<br />

sembol ve davran ışları anlamak mümkün de ğildir.<br />

Wach'a göre böyle bir sosyolojinin iki türlü inceleme alan ı vard ır :<br />

Birinci alan, dinle toplum münasebetlerine ili şkin olup şu kesimleri<br />

ihtiva eder.<br />

a) İman, ibadet ve cemaatin sosyolojik kök ve görevleri.<br />

b) dinin toplum içinde ve üzerinde yapt ığı sosyolojik etki ve görevleri.<br />

İkinci alan dini gruplard ır. Bu alan bir çok yönlerden ele al ınabilir;<br />

fakat en önemli yönü şudur :<br />

"Ara ştırmaları, dini tecrübenin teorik, pratik ve sosyolojik anlat ımları<br />

üzerine çekmek genel sosyolojinin görevleri aras ındadır. Efsane, doktrin ve<br />

doğma dini tecrübenin teorik 'anlatt ım; dua, kurban, mensek, pratik anlat ılır];<br />

te şkilat, kurulu ş ve otorite ise onun sosyolojik anlat ımıdır. Somut ve tarihi<br />

misalleri, sosyolojik görü şlerle ku şatmak özel sosyolojinin görevidir. Bir<br />

Ergenekon efsanesi, bir G ılgamış destanı böyle bir etüde muhtaçt ır. Bu türlü<br />

ara şt ırmalar tasavvuru mümkün olan en küçük birliklerden ba şlayarak yürütülmelidir.<br />

Mesela bir aile, bir klân, belli zaman ve mekandaki yersel bir<br />

grubun incelenmesi böyledir. Bu i şin en büyük tehlikesi daha önce ayn ı<br />

konuda teolojik, psikolojik veya antropolojik bir incelenmenin yap ılmış olmasından<br />

ileri gelir. Fakat bu tehlike de önlenmi ş bulunmaktad ır; zira bu<br />

incelemeye hâkim olan sosyolojik görü ş tek ba şına kesin bir rol oynar."<br />

Sistematik bir din sosyolojisi, ideal olarak, günün veya geçmi şin bütün<br />

din gruplar ını, soysal (etnik), kültürel ve siyasal nitelikleri olan tabii<br />

grupla münasebetleri bak ımından ele almak zorundad ır.<br />

41


Wach Din sosyolojisi (Sociology of Religion) adl ı kitab ının önsözünde<br />

Din ve toplum bilimlerinini birbirinden ay ıran çukurun üzerine bir köprü<br />

kurulmas ını çok uygun buldu ğunu aç ıklamaktad ır. Yazar bu konudaki hizmet<br />

ve yard ımını eksiksiz bir envanterden daha ziyade mütevazi bir sentez<br />

denemesi saymaktad ır.<br />

yor :<br />

Aynı yazar kitab ın ın son k ısmında şunları söyliyecek derecede ileri gidi-<br />

Bu etüdün gruplar ın sosyolojik deskripsiyonu ile s ınırlanmış olmas ı"<br />

toplum üzerinde yap ılan teolojik, felsefi ve metafizik ara şt ırmalar ın ortaya<br />

att ığı mes'eleleriji ask ıda kalrnas ıum Osii.ee.-kelftıl--edi.l ıslei anlamında asla yorumlanmamal<br />

ıdır Yazar ın amac ı dinle toplumun kar şıl ıklı münasebetlerini<br />

ilgilendiren çe şitli dini ve felsefi malzemeyi okuyuculara sunmaktn.<br />

B İBL İ YOGRAFYA:<br />

Buraya kadar dip notlar ında ve metinlerde i şaret edilenlerle birlikte<br />

a şağıdaki eserler konu ile ilgilidir.<br />

Gustav Mensching, Sociologie religieuse, Tr. Par P, Jundt, Paris, 1951.<br />

" " Welt Religion und Volk Religion, 1933.<br />

J. Wach, La sociologie de la religion, Sociologie au XX eme siecle P. U. F.<br />

Paris, 1947<br />

Religionsoziologie, Die Religion in Geschichte und Gegenwart 1932<br />

Comparative Study of Religions, colombia universty press, 1958<br />

H. Z. Ülken, Dini Sosyoloji, İstanbul 1943<br />

Mehmet Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisine giri ş, <strong>Ankara</strong> 1961<br />

Archives de la Sociologie des religions No 1. Paris, 1960.<br />

TraiM de sociologie, publie sous la direction de G. Gürvitsch, 1958<br />

Nurettin Şazi Kösemihal, Sosyoloji tarihi. İstanbul, 1955.<br />

Abdülkerimül Yafi, Temhit fih ilmül içtima' , Şam 1.957.<br />

Dr. G. Kesseler, İçtimaiyata başlangıç, İstanbul 1938<br />

Roger Mehl, Histoire et Socilogie religieuse, Strasbourg, 1962.<br />

42


IV. D SOSYOLOJİSİNİN TARİHÇESİ<br />

A. Din Sosyolojisinin öncüleri<br />

Sosyoloji, 20. Yüzy ıl ba şında felsefi görü şlerden kurtularak belirli olayları<br />

kendi metotlanyla inceleyen bir bilim dal ı olmaya ba şlamıştır. Çe şitli<br />

toplum olaylar ı aras ında din olaylar ı önemli bir yer tutar. Deneysel bir sosyoloji<br />

ortaya çıktığı zaman, din sosyolojisi, sosyolojinin önemli bir bölümü<br />

olarak kurulmu ştur.<br />

Din sosyolojisi, bu anlamıyla pek yenidir. Fakat din üzerindeki ara ştırmalar<br />

çok eskidir. Toplum ve din olaylar ı iizerinde dü şünme ve ara şt ırma<br />

en az 'tabiat olaylar ı kadar eskidir. Bunun kaynaklar ı ilk ça ğ Yunan felsefesine<br />

kadar ç ıkar. Manevi bilimlerin ba şlang ıcı ilk yunan sofistlerinde görülür.<br />

Fakat onlardan önce tabiat bilimlerinin kurulma ğa ba şladığı s ıralarda<br />

din hakk ında bugünkülerine çok yak ın düşüncelere rastlan ır. Bunlar aras ında<br />

Kolophan (Colophan) lx Ksenophanes, (Xenophanes) ile Efesli Herakleitus<br />

tan bahsedilebilir. Birincisi çok tanr ılı (Polytheiste) dinlerdeki iman konusu,<br />

ötekisi ibâdet ve din törenlerini bilimsel yönden incelemi ş ve ele ştirmi ştir.<br />

Dinler kadar tanr ı ve tanr ı kullarımn çe şit ve kar şı tlığı üzerinde durmu ş ,<br />

zaman ındaki inanışların gerçek din ve tanr ı anlayışına aykırı olduğunu göstererek,<br />

felsefi bir sezi şle tek tanr ıcılığı savunmu ştur. Şüphesiz onlar ın tanr ılar/<br />

ve tanrı görüşü daha çok bir teoloji ( ılâhiyat-kelâm) meselesidir." Bu fikirleri<br />

savunmak için zaman ın dinlerini ve,bu dinlerin toplum üzerindeki etkilerini<br />

inceleme, genel olarak dinler bilimi, özel olarakta din sosyolojisi bak ımından,<br />

yararlı olmuştur.<br />

Bunlardan sonra gelen sofistler dü şüncelerini fizik ve fizik-ötesi konulai't<br />

dan daha çok, insan ve topluma çevirmi şlerdir. Fikir tarihinde pek tan ınmış<br />

olan « İnsan her şeyin ölçüsüdür. » düsturuna dayanarak bilim, ahIk<br />

ve dinin insani kaynakların ı - aram ışlar, böylece dinlerin çe şitliliğini<br />

insan ve toplumların çe şitliliğinde görmü şlerdir. Dinin teorik anlat ımı olan<br />

mitolojiyi kendi görü şlerine göre yorumlam ış ve aç ıklamışlard ır. Sofistlerin<br />

görü şleri o zamanki dinlere dayan ıyordu. Toplumun din, dinin de toplum<br />

üzerinde ki kar şılıklı etkilerini incelemeleri kendilerine dinler bilimi ve diri<br />

sosyolojisi tarihinde önemli bir yer verdirmi ştir.<br />

Din sosyolojisi bak ımından en orjinal görü şlere Eflâtunda rastlan ır.<br />

Eflâtun bir çok bilim ve felsefe konular ında oldu ğu gibi bu alanda da öncülük<br />

yapmaktad ır. Bu bak ımdan onu bir din sosyolo ğu saymakta bir sak ınca<br />

yoktur. O din ve toplum olaylar ını çe şitli yollardan incelemi ş ve birbiriyle<br />

43


s ıkı münasebetlerini en ufak ve ince noktalar ına kadar göstermi ştir. Eflâtunda<br />

'felsefenin hareket noktas ı sofistlerin dayand ıkları ilkenin tam kar şıt ıdır.<br />

Sofistler her şeyin ölçüsü insand ır (Homo-Mensura) diyordu. Eflatun<br />

"Her şeyin ölçüsü Tanrıdır" diyor. Aristo felsefe, ahlak ve siyaset sistemlerini<br />

kurduktan sonra bütün bunlar ı din üzerinde temellendirmek istiyordu. Çünkü<br />

tasarladığı toplum düzeninin dinsiz , yaşayamaca ğma inan ıyordu. İlk büyük<br />

eseri olan Devlet (Politeia) gençlerin e ğitirninde dinin yerini belirttikten<br />

sonra, zaman ın eğitim sistemlerinde uygulanan din ö ğretimine tak ışmakta ve<br />

yeni bir e ğitim ve öğretimin hangi ilkelere dayanmas ı gerektiğini göstermekte-<br />

dir'. Fakat yazar ın din sosyolojisi bakımından .en önemli eseri şüphesizki kanun-<br />

.<br />

larıdır. (Nomoi). Eflatun bu kitapta günün toplumsal_ şartlarına uygun bir<br />

devlet anayasas ının planını çizdikten sonra koydu ğu kanunlar ın yalnız maddi<br />

yaptırımlarla (müeyyide) tutunam ıyaca ğını, asıl manevi yat ırımların gerek<br />

tiğini, bunuda ancak dinin verebilece ğini ileri sürüyordu. Toplumda rastlanan<br />

her türlü bozuklu ğun, dinsizlikten, tanr ılara inanmaktan ileri geldi ğini,<br />

dolayısıyla iyi bir toplum düzeninin kurulabilmesi için, ilkin dinsizli ğe karşı<br />

sava şmak gerektiğini ileri sürüyordu. Bu sava şta yap ılacak ilk i ş bir çok devletlerin<br />

yapt ığı gibi dinsizliğe karşı kanunlar ç ıkarmakt ır. Eflâtunun eserinde<br />

(kanunlar) dine kar şı işlenen suçlar ve bunlar ın yaptırım listesi Oldukça kabarıktır.<br />

Yazd ığı ceza kanununun hükümleri ilk ça ğ devletlerinin toplum hayat ında<br />

dinin oynadığı rolü belirtmek bak ımından çok çekicidir. Fakat Eflatun<br />

yalnız bu maddi yard ımların yani devletin dini korumas ın ın, dinsizliği önlemek<br />

için yeterli olmad ığım da görüyordu. Çünkü dinsizli ğin asıl sebebi maddi<br />

değil, mânevidir. Buda halktan de ğil, filozoflardan gelmekte idi. Böylece<br />

dinsizliğe götüren Materyalist felsefeye karg ı Spiritüalist bir felsefe kurmak<br />

gerekti ğini belirterek, fikir tarihinde ilk olarak sa ğlam bir ilahiyat (Theologie)<br />

sistemi kurdu. ilahiyat ın birinci işi Tanrının varlığını ispat .etmektir.' ,Bunun<br />

için klasik bir tak ım kamtlar veriyordu. İkinci i şi Tanrımn insanlarla ilgilendiğini,<br />

hiçbir kimsenin yapt ıklarının yanına kalmayaca ğın ı -ispat etmekti.<br />

Üçüncüsü, bir takım yalvarma veya ba ğışlarla Tamılarm kazan ılamıyaca ğını<br />

ve herkesin kendi hareketinden sorumlu tutulaca ğını ispat etmekti. Eflatun<br />

dinde eylem kadar inanc ın da önemini, bu , eylem ve inancın bir toplumun,<br />

varolma ve ya şama şartlar ından biri oldu ğunu belirtiyordu. Bu bak ımdan,<br />

Eflatan ilk din sosyologu olarak gösterilebilir.<br />

Aristo sosyolojinin ilk öncülleri aras ında say ılabilir. Fakat din hakk ındaki<br />

görüşleri daha çok psikolojik ve metafizik temellere dayan ır. Aristodaki<br />

Tanrı anlayışının gerek Yunan gerekse Hristiyan ve islam dinlerindeki tesirleri<br />

bilinmektedir. Ortaça ğın Müslüman, Yahudi ve H ıristiyan Teologları<br />

Aristo'dan büyük ölçüde yararlanm ışlardır. Fakat din sosyolojisi alan ında<br />

yazar ın genel görü şlerden ileri gitti ğini sanmak yersizdir.<br />

44


Eflatun ve Aristodan sonra bir yandan İskender saldırısı yüzünden<br />

Eski Yunan Sitelerinin y ıkıldığı, öte yandan yunanl ılarla doğu milletlerinin<br />

karışmas ından yeni bir âlemin belirdi ği görülüyor. Romalılarındoğu ülkelerine<br />

sald ırmas ından Hıristiyanlığın yayılmas ına kadar süren zamana tarihte<br />

Helenistik ça ğ denir. Bu devir dinler tarihi kadar dinler bilimi yönünden<br />

de çok ilgi çekicidir. Zira bu devirde klasik yunan dini, bir yandan kendi<br />

içinde beliren felsefi okul ve ak ımların .dinin yerini almak için harcad ıklar ı<br />

çabalarla, öte yandan İran, İsrail ve Mıs ır gibi do ğulu dinlerin etkileriyle<br />

özelliklerini kaybederek tarihi bir din olmaya ba şlamışt ır. Ayd ınların felsef9yi<br />

kendilerine bir din edinmeleri, tarihi yunan dininin efsaneleri ve toplumun<br />

tuttu ğu din ve tan ıdıkları tanrılara kar şı uyanan ilgiler çe şitli ve geni ş bir<br />

din edebiyatının doğmasına sebep olmu ştur. Kutsal efsane, takvim, dini tören,<br />

din hukuku, ibadet, s ır, bayram, kurban, kâhin, tap ınak, tanr ı şeceresi ve<br />

benzeri konular üzerinde zengin bir din edebiyat ı bu devrin öezellikleri arac ındad<br />

ır42 .<br />

Dine ve dinin tamm ına kar şı gösterilen ilgi yunan dininden ba şka do ğu<br />

dinlerine de yöneliyor : Fenike, İsrail, Iran ve M ıs ır dinleri üzerine bir çok<br />

eserler yaz ılıyör ve bu arada kutsal kitaplar yunancaya çevriliyordu 43. Böylece<br />

ilk ça ğ dinleri ile onlar ı takip eden H ıristiyanlığın doğma ve yayılma şartlar ı<br />

hakkında en iyi tarihi bilgiler bu kaynaklarda yer al ıyordu. Bu bilgiler başhca<br />

üç kaynaktan gelir: Birinci kaynak Aristonun ö ğrencisi ve ondan sonra<br />

Aristo okulunun ba şkanı Theophrastos, İkincisi ünlü Co ğrafyac ı Strabon,<br />

Üçüncüsü Tarihçi Plutarkhos'tur.<br />

Hıristiyanh ğın ortaya ç ıkmas ıyla ruhlar kuvvetli bir iman ışığı etrafında<br />

toplanıyor. Bu iman kendini anlamak ve anlatmak istedi ği zaman Helenistik<br />

devrin Felsefe ak ımlarından olan Stoac ılık ile yeni Eflâtunculu ğun yardımına<br />

baş vuruyor. Dini inan ışı felsefi bir şekilde açıklama ihtiyacından bir Hıristiyan<br />

teolojisi (Kelâm) do ğuyordu. Daha sonra gelen islâmiyet de ayn ı Yunan<br />

kaynaklar ından faydalan ıyor; Böylece bütün orta ça ğ boyunca, din bilgisi,<br />

aşağı yukarı kelâmdan (teolojiden) ibaret kal ıyordu.<br />

Dinler biliminin, bütün bilimler gibi yeni ça ğın akliyeciliği ile ba şladığmda<br />

şüphe yoktur. Almanlar ın Aufklârung, Frans ızların Siecle de Lumieres ad ını<br />

verdikleri bu rasyonalizm veya Ayd ınlanma hareketi İngiltere, Fransa ve<br />

Almanyada 17 - 18. yüzy ıllarda kuvvetleniyordu. İlk çağda olduğu gibi<br />

42 Le 0.6ıie Grec dans la Religlion. 1. Bölüm, II. bahis sh. 842 Louis Gernet et Andre. Boulanger.<br />

43 Elimizde bulunan en eski Tevrat metinlerinden biri, Isa'dan önce 3. yüzy ılda yetişmi<br />

ş Ibrani alimi tarafından Iskenderiyede yaz ılan Yunanca bir metindir.<br />

45


ir yandan dü şünce lâyilde şiyor, öte yandan din bilgileri, zenginle şiyordu.<br />

Bu hareketin bir çok sebepleri vard ır . Fakat ba şlıca sebep ça ğda ş bilmin<br />

doğmas ı ve gelişmesidir. Genel olarak bilim ve bilimsel dü şünce ba ğıms ızlık<br />

kazanınca her alana uzan ır. Din de zorunlu olarak onun ara ştırma alan ından<br />

uzak kalamazd ı. Fakat henüz ça ğda ş bilim doğmadan önce haçl ı sava şlar<br />

hıristiyanhkla islâmh ğı kar şı karşıya getirdi ği gibi yeni kara parçalar ının<br />

keşfi de mevcut dinlerden ba şka dinlerin varlığını öğretinişti. Amerika yerlilerinin<br />

dinleri kadar, çe şitli Asya dinleri de inceleme ve kar şılaşt ırma konüsu<br />

olmuştur. Bu çe şitli dinleri birbirleriyle ve H ıristiyanlıkla kar şıla şt ırma,<br />

din bilimi denilen genel bir disiplinin ba şlangıcı olmuştur. Fakat bu bilim<br />

çalışmalarr zaman ın toplumsal gereklerine cevap veren bir felsefe hareketini<br />

doğurmuştur ki buna tabii din (Religio Naturalis) anlayışı denir.<br />

Aydınlık devri filozoflan, baz ı ilk ça ğ filozoflar ımn ve özellikle helenistik<br />

çağ filozoflarmın görüşüne dayanarak, bütün dinlerde tabii ve mü şterek noktalar<br />

bulundu ğunu, insanda din duygusunun ve Tanrı fikrinin tabii olarak mevcut<br />

olduğunu ileri sürmüş ve yalnız bu tabii duygu veya fikrin tA ılili üzerine<br />

bir din kurmak istemi şlerdir. Büyük ölçüde Protestanhktan ilham alan<br />

bu görüş, tarihi dinlerden yaln ız bu tabü, duyguya uygun olan ı alıyor.<br />

Dinin akla uygun olmayan yerlerini sadece bir gelenek olarak kabul ediyordu.<br />

Bunlara göre üstün bir Tanr ı vard ır. Ona inanmak ve ibadet etmek lâz ımdır.<br />

Bu ibâdetin esas ı da fazilet ve tanr ı sevgisidir. Her günah ın bir nedameti<br />

vard ır. Nedamet ise vicdan azab ına götürür. Bu azap günah]. öder. Ölümden<br />

sonra iyiliğin ve kötülüğün bir mükâfat ve mücazat ı olur. Böylece ak ılla<br />

bulabildiğimiz bir takım genel ve iiimel gerçekler varekr. Bunlar tabii dinin<br />

temelidir. Böylece kendilerine tanr ıcı (Deiste) adını veren bu Filozoflar, İlk<br />

ça ğda olduğu gibi, bir türlü felsefi dine gidiyorlard ı. Bunun da vard ığı sonuç<br />

Aug. •Comte' ıin dediği gibi, dinin inkârı oluyordu. Çünkü din gibi tabiat<br />

üstü bir Kurumu, tabii bir kurum olarak göstermek, onun mahiyetini inkâr<br />

etmek demekti. Nitekim 18. Yüzyılın aşırı fertçiliği, ilkin kiliseye kar şı yap ılan<br />

tenkidleri sonra dine çevirmi ş ve dinin artık tarihi rolünü oynad ığı fikrini<br />

ileri süren bir türlü dinsizli ğin doğmas ına yol açmıştı. Frans ız devrimi böyle<br />

bir hava içinde geli şmiş ve sadece hakikat denilen hayali bir Tanr ıya tapacak<br />

kadar ileri gitmi ştir 44.<br />

44 Bu felsefenin din meselesi ile ilgili alan ında ba şlıca mümessillleri ingilterede. John Locke,<br />

Herbert of Cherbury, Barkly ve David Hume, Almanyada Leibnitz ve Wolff, Fransada Voltaire<br />

ve Rousseau'dur. Bunlar hakk ında şüphesiz felsefe tarihi eserlerinde geni ş bilgi vardır. Türkiye<br />

de bu konu .üzerinde oldukça geni ş bir bilgi veren ve aydınlık felsefesi hakkında türkçede ilk<br />

yazılmış eser olarak İstanbul -üniversitesi Profesörlerinden Macit Gökberk'in Kant ve Herder'in<br />

Tarih Felsefesi üzerine denemesini gösterebiliriz.<br />

46


B. Din Sosyolojisinin kurumlar ı<br />

19. Yüzyıl ve onu temsil eden pozitivist felsefe 18. yüzy ıl akliyeciliğinin<br />

bir tepkisi olarak ortaya ç ıkıyor. Toplum meselelerini, olaylar ın objektifinden<br />

görmek isteyen 'bu felsefenin ba şlıca mümessiii Aug. Comte, ba şka alanlarda<br />

olduğu gibi,, toplum konusundada tecrübe metodunu gaye ediniyor : Bu<br />

maksatla sosyoloji kadar, Din sosyolojisinin de kurucusu olarak görünmek<br />

istiyor. Aug. Comte sosyolojiyi iki temelli bölüme ay ınyor : Statik Sosyal,<br />

Dinamik Sosyal. Statik Sosyal bir toplumu yapan ve ya şatan temel unsurlar ı<br />

inceliyor ve. birbirleriyle münasebetlerini tesbit ediyordu, yani bu statik<br />

bir toplum düzeninin bilimi idi.<br />

Dinamik sosyal ise temel unsurlar ın tarih boyunca geli şmesini inceliyordu;<br />

dolayısıyla bu da toplumsal ilerlemenin bilmi idi. Gerek Statik sosyal<br />

gerekse Dinamik sosyalin temel unsuru dindi. Ona göre toplumu meydana<br />

getiren üç temel vard ır : Aile, Devlet ve Din. Bunlar olmadan bir toplum<br />

kurulamaz. Toplum düzeninin tam veya eksik, iyi veya kötü olmas ı bunlar<br />

aras ındaki dengeye ba ğlıdır. Böylece Din, Aile ve Devlet gibi, insan ın tabiatından<br />

ç ıkan ve toplu halde ya şayan insan için gerekli bir kurumdur. Nerede<br />

insan toplumu varsa orada bir din vard ır. Böylece Aug. Comte, kurmay ı<br />

tasarladığı pozitif toplumun pozitivist bir dini olaca ğım ileri sürerek bir<br />

"Pozitivist<br />

45 bile yazmıştı. Bu ilmihal bugünkü anlamda bir din<br />

kitabı sayılabilir. Çünkü, onda, toplum ve din münasebetleri, dinin tarifi,<br />

toplum hayat ındaki rolü inceden inceye ele al ınmıştır<br />

Dinamik sosyal bak ımından, üç hal kanunu, insanl ığın ilk dünya ve<br />

hayat anlay ışının din olduğunu gösteriyor. Bu kanuna göre insan dü şünce-<br />

sinin hareket noktas ı dindi. İlk düşünce şekli teolojik idi: Metafizik dü şünce,<br />

•<br />

teolojik düşünce ile pozitif dü şünce aras ında geçici bir ya şayış tarz ı olduğuna,<br />

ve pozitif ça ğın da ondan sonra kurulaca ğına göre, tarih boyunca insanh ğa<br />

hakim olan dü şünce kayna ğını dinden almış oluyordu. Ona göre, metafizik<br />

ça ğ aşağı yukar ı klasik Yunanla ba şlıyor. Halbuki Yunanhlarda büyük ve<br />

kuvvetli bir mistiklik do ğduğu ve Felsefe sistemlerinin zamanla dini şekil<br />

alarak H ıristiyanhkta sona erdi ği bilinmektedir. Orta ça ğ ise, tarihin tan ıdığı<br />

en büyük dinlerin 'do ğduğu ve yay ıldığı bir çağelır. Dolayısiyle pozitif ça ğa<br />

kadar geçen zaman boyunca, insanl ığın alın yazısında din en önemli bir rol<br />

oynar. O halde, Dinamik sosyal, bir Felsefe ve din tarihi olarak ortaya ç ıkıyor.<br />

Belli dünya görü şüne, belli din görü şleri tekabül eder. Böylece, Aug, Comte<br />

ilk olarak dinlerin evrim ve geli şmesi kanununu ortaya koymu ş oluyor. Orada<br />

45 Cathechisme Positiviste, TürlsCeye Peyami Erman taraf ından çevrilmi ştir.<br />

47


Feti şizm'den politeizm'e ve oradan Monoteizm'e geçi şin genel bir kanununu<br />

buluyor. Aug. Comte'un Frans ız sosyolojisi üzerinde b ırakt ığı etki bu güne ka-<br />

dar devam edegelmi ştir..1)ç hal kanunu insan bilgisinin geli şme,si kanunudur.<br />

Aug. Comte'den sonra, Frans ız sosyolojisini en iyi temsil'eden Durkheimda<br />

da bu tesir pek iyi görülüyor. Durkheim sosyolojisinin temelini kollektif<br />

şuur (Conseience colletive) anlay ışı te şkil eder. Kollektif şuur ortakla şa tasavvurlar<br />

tümüdür. Ortakla şa tasavvurlar ın temeli ba şlangıçta Dini tasavvurlardı.<br />

Böylece Durkheim sosyolojisini en geni ş anlamıyla, bir din sosyolojisi<br />

olarak görmekte bir sak ınca yoktur. Durkheimin ilk ve en önemli eseri,olan<br />

toplumsal i şbölümü 46 , işbölümünü yani medeniyetin ilerlemesiyle geli şen<br />

çeşitli toplumsal kurumlar ı ve bu arada dini inceler.<br />

Meşhur mihaniki ve uzvi dayan ışma sistemlerine göre yazar ilkel ve ileri<br />

dinleri birbirinden ay ırır. Yazar uzvi dayan ışmada ortakla şa bilincin (kollektif<br />

Şuurun) şiddetini kaybetmesini, dini hukuktan layik hukuka geçi şle ispat<br />

etmeye kalkıyor. Ilk'hukukun dini niteliği üzerinde duruyor. Hukuk sisteminin<br />

zamanla nas ıl dini şekilden layik şekle geçti ğini inceliyor. Durkheim'in bu<br />

eserinden sonra kurdu ğu Ann& Sociologique dergisinde yazd ığı ilk yaz ı din<br />

olaylarının tan ımı 47 üzerindedir. Burada yazar Aug. Comte'a ba ğlı kalarak dinin<br />

toplumsallığı üzerinde duruyor. Din olaylar ım objektif bir gözle inceleyen<br />

bir dinler biliminin nasıl kurulabilece ğini anlatıyor. Annee Sociologique<br />

dergisinin her say ısında, çe şitli sosyoloji alanlarında yap ılan yayınları bildiren<br />

bölümlerin birincisini Din Sosyolojisi te şkil eder. Bir din sosyolojisi terimine<br />

ilk defa bu dergide rastlan ır Din Hayat ımn iptidai şekilleri adlı eseri 48 ,<br />

din sosyolojisinin en klasiklerinden biridir. Bu eserin önsözü yaln ız sosyolojide<br />

değil, felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Çünkü yazar orada, klasik felsefe<br />

nin en önemli konusu olan Bilgi Nazariyesini, sosyolojik bir gözle çözümlemeyi<br />

deniyor. Dü şüncemizin muhtevas ı gibi şeklinin de, toplumsal ve dolay ı-<br />

s ıyla dini olduğunu savunuyor. E şyayı anlamak için zihnin kulland ığı ba şlıca<br />

kategorilerin (zaman, mekan, illiyet ve benzeri) kurulu şunda dinin oynad ığı<br />

rolü belirtiyor. Insan ın kendisylie dünya hakk ında edindi ği ilk tasavvurların<br />

kayna ğı dindir diyor. İnsan, Dünya ve Tanr ı ile ilgili görüşleri ihtiva<br />

etmiyen bir din yoktur. Felsefe ve Bilim Binden do ğmuştur. Din yalmz insan<br />

düşüncesini zenginle ştirmekle. kalmamış, insan düşünceslnin olu ş ve kuruluşuna<br />

da yard ım etmiştir". 49 Fekat Durkheim'e göre dinin as ıl görevi,<br />

yalnız insanın dü şüncesini geliştirmek değil, onu belli ideallere ba ğlıyarak<br />

46 De la Division du Travail Social, 1893.<br />

47 De la Definition des Phenomenes socianx, 1899.<br />

48 Les Formes Elementaires de la vie Religiense.<br />

49 Les Formes Elementaires de la Vie Religiense, Introduction, sh, 12.<br />

48


manen ve ahlâkan yükseltmektir Dinin gerçek görevi yaln ızca bizi diişündürmek,<br />

bilgimizi zenginle ştirmek değil, bizi harekete getirmek ve ya şamamıza<br />

yard ım etmektir. Hayat ın güçlükleri artt ıkça mümin kendini daha güçlü<br />

hisseder. İmanın birinci şartı kurtulu şa inanmakt ır. Bu duruma göre dini<br />

kuvvetler insani, ve ahlaki kuvvetlerdir 5°.<br />

Durkheim dinin bu ahlaki ve manevi kuvvetini INTIHAR adlı eserinde<br />

göstermi ştir. Böylece Durkheim, dinin çe şitli olaylar üzerindeki etkilerini<br />

belirtmek suretiyle ilk olarak bilimsel bir din sosyolojisi kurmu ştur. Aynı<br />

eserin sonunda yazar şöyle diyor : Dü şüncenin temel kategorileri ve dolay ı-<br />

sıyla bilim, ahlak ve hukuk kurallar ı dinden ç ıkmıştır. Daha geniş anlamda"<br />

bütün toplumsal kurumlar ın ana kayna ğı dindir 51 .<br />

Durkheim bugün dahi sosyolojinin belliba şlı klasilderi aras ında kalmaktadır.<br />

Fakat o memleketimizde ad ıyla çok fikir ve doktrini ile az tan ınmış bir<br />

bilgindir.<br />

Durkheim'in kurdu ğu Anne Sociologique" dergisi etrafında toplanan<br />

kimselerin sosyolojik ara ştırmalarımn a ğırlık merkezini gene din sosyolojisi<br />

te şkil eder. Mauss ile Hubert'in gerek birlikte gerekse ayr ı ayrı yayınladıkları<br />

etütler hep aym konu ile ilgilidir. Kurbamn mahiyeti ve toplumsal görevi<br />

üzerine deneme 52 bunların en önemli eserlerindendir. Tam olarak Durkheim'-<br />

in görüşünde olmakla beraber Frans ız sosyolojisine büyük hizmeti dokunan<br />

bir yazar da Lucien Lb. ıy Bruhl'dür. İptidailer 53 üzerinde yapt ığı çe şitli incele<br />

meleri aras ında İlkel zihniyet, İlkel ruh 54, ilkel toplumlarda zihni görevler.<br />

gib; klasik olanlar vard ır 55 .<br />

Durkheim okulundan olmad ığı gibi meslekten bir sosyolog da olmayan fakat<br />

ça ğımızın en büyük filozofu sayılan Henri Bergson'un Ahlak ile dinin iki<br />

kaynağı 56 adlı eserinde, din meselesi şüphesiz yeni ufuklar açm ıştır<br />

Aug. Comte'tan beri dinin toplumsal kökü ve görevi hakk ında ileri sürülen<br />

fikirler en büyük ve en kuvvetli tenkidi Bergson'dan görmü ştür. O, Dinin<br />

50 Aynı eser, Conclusion, sh, 595.<br />

51 Aynı eser, Conclusions, sh. 568.<br />

52 Essai sur la Nature et la Fonetion Sociale du Sacrifice.<br />

53 La Mentalite Primitive.<br />

54 L'Ame Primitive.<br />

55 Les Fonctions Mentales dans les Societes Primitives.<br />

56 Le Deux Sources de la Morale et de la Religion.<br />

Din Sosyolojisi F. 4 49


yalmz toplumsal sebeplerle açiklanamayaca ğım, daha derin sebeplerin ara ştırılması<br />

gerektiğini ileri sürüyor. Durkheim'in kollektif şuuru ve Levy-Bruhl'un<br />

ilkel zihniyeti ile dini aç ıklamağa imkân olmadığını söylüyor. Dinin psiko- -<br />

biyolojik bir izahını verdikten sonra, ilkel dinlerden ileri dinlere do ğru din<br />

anlayışlı= nas ıl geliştiğini gösteriyor. Statik ve dinamik diye dinleri ikiye<br />

ayırdıktan sonra, ilkel dinleri birinci kategoriye, yüksek dinleri de ikinci<br />

kategoriye koyuyor. Sonra bu iki türlü dini kar şıhyan iki türlü ahlak, iki<br />

türlü hukuk görü şünün varlığını belirtiyor. Bu görü şün orjinal tarafı ilkel<br />

dinlerle ileri dinler yahut eski ça ğ dinleriyle yeni dinler aras ında, sosyologlarm<br />

bir türlü gösteremedikleri fark ı belirtmiş olmasıdır. Insanh ğın bütün<br />

üstün kavram ve duyguları insan haklar ı, demokrasi, e şitllik, karde şlik,<br />

insana sayg ı hep dinden geliyor. Hatta bugünkü tekni ğin, bat ı medeniyetindeki<br />

bütün nimetlerinin dinden geldi ğini, en inandırıcı bir dille aç ıklıyor.<br />

Fransada din konusuyla u ğra şanlar yaln ız bunlar değildir. Fakat belirli<br />

bir konu üzerinde kalmak amac ı din sosyolojisine do ğrudan doğruya veya<br />

dolayısıyla yard ımı dokunan din ara ştırmaları= hepsinden bahsetmeyi<br />

imkansız kılmaktad ır Yalnız bir noktay ı belirtmek gerekirki bu konu üzerinde<br />

aşağı yukarı yüzyıldan fazla bir zamandan beri u ğra şılmakla beraber bütün meseleleri<br />

bir arada gözden geçiren sistematik bir eser yoktur Şimdilik elimizde<br />

Roger Rastider'in Din sosyolojisinin unsurlar ı 57 adli ufak bir eseri vard ır.<br />

Buna birde 1950 de Almancadan çevrilen güstave Mensching'in din sosyolojisi<br />

58 adlı eserini eklemek gerekir.<br />

Doğrudan doğruya din sosyolojisi ile uğraşmamakla beraber genel dinler<br />

bilimine yaptıkları hizmet dolayısıyla din sosyolojisi için önemli say ılan baz ı<br />

yazarlardan bahsetmek gerekir. Pinar De La Boullaye'nin dinlerin kar şılaştırmah<br />

etüdü 59 adli eseri genel olarak din, özel olarak din sosyolojisi incelemelerinde<br />

izlenecek yolu göstermek bak ımından çok ilginçtir. Buna Raoul<br />

De la Grasserie'nin Dinlerin sosyolojik bak ımdan mukayesesi 69 adli eserini<br />

de eklemek gerektir. Bunlardan ba şka din konusunda Milletler aras ı şöhreti<br />

olan Hollandalı Van Der Leeuw'un Frans ızcaya çevrilen Özü ve belirtileri<br />

içinde din" 61 adlı eseri de bunlara kat ılabilir.<br />

Nasıl aydınlık felsefesi ilkin İngilterede do ğmuş ve oradan bat ı ülkelerine<br />

yayılmış ise, Pozitivizm hareketi de Aug. Comte'tan sonra Fransan ın<br />

dışına yayılmıştır. Comte'u izleyen ilk dü şünür İngilterede Stuart Mil<br />

57 Elements de Sociologic Religieuse..<br />

58 Sociologie Religieuse.<br />

59 Etude Comparte des Religions.<br />

60 Des. Religions Compares au point de vue Sociologique.<br />

61 La Religion dans son Essence et ses Manifestations.<br />

50


olmuştur. İngiltere, Fransa gibi, bir devrim memleketi olmasada, orada da<br />

bir takım toplumsal meseleler, sosyalizmin ve onunla birlikte sosyololojinin<br />

doğmasına sebep olmu ştur. Fakat İngiliz muhafazakörlığı şosyolojiyi daima<br />

şüphe ile kar şılamıştır. Bunun için Ingilterede Fransada oldu ğu gibi bağıms ız<br />

sosyoloji akımından ziyade toplumsal meseleleri inceleyen özel toplum bilimlerinin<br />

geli ştiği görülür. Bir bakıma genel sosyolojinin bir kolu olan din sosyolojisi<br />

içinde hal böyle olmuştur. Din sosyolojisinin görece ği işler, inceleyeceği<br />

konular ve uygulayaca ğı metodlar Almanya ve Fransada oldu ğu kadar aç ık<br />

ve sistematik bir şekilde tayin edilememi ştir. Onun için sosyolojide ün salanlar<br />

saf sosyolojiden daha çok sosyolojinin yard ımcı kollarında çalışanlar<br />

olmuştur. Bunların da ba şmda etnolog ve etnograflar gelir. Ba şhcalan Frazer<br />

ile Taylor'd ır. Birincisi Totemizm üzerindeki çal ışmalarıyla tanınmıştır<br />

Totemizm ve d ış evlenme 62 , Altın Dal 63 en mühim eserleridir. İkincisi iptidai<br />

kültür 64 adlı eseri ile ün salmışur. Fakat din Bilimi gibi din sosyolojisinde<br />

de en önemli rolü oynayan yazar Max Müller'dir. Bu dü şünürün dinler<br />

üzerinde kar şılaştırmalı etüdünün genel din biliminin kurulmas ında büyük<br />

yarar ı olmuştur 65 .<br />

Sistematik din sosyolojisi çalışmalarına Almanya ve Amerikada<br />

rastlanıyor. Bunların başmda Max Weber'in çalışmaları gelir. Weber toplum,<br />

iktisat ve din üzerindeki incelemeleriyle tan ınmıştır. En önemli eserleri olan<br />

Ekonomi ve Toplum 66 ve Din sosyolojisi dergisi 67 sistematik din sosyolojisinin<br />

ana hatlarıni çizmi ştir. Eserlerinin mihrak noktas ını Hıristiyanlık,<br />

ve Kalvianizm te şkil eder. Burada yazar din ve iktisat münasebetlerini inceler.<br />

Bundan başka Weber hıristiyanlık dışında kalan birçok dinleri, bu arada<br />

ilkel dinleri, islâmh ğı ihmal etmi ştir. 68 Max Weber'in eksiklerini Ernst<br />

Troeltsch tamamlam ıştır Fakat bu yazar da incelemelerini yaln ızca Hıris<br />

tiyanhğa hasretmek gafletini göstermi ştir.<br />

Asıl tarihi ve sistematik din sosyolojisini, birinci Dünya Sava şım takip<br />

eden yıllarda, Max Weber'in öğrencileri kurmu ştur. Bunların en önemlisi<br />

Joachim Wach'd ır. Wach, bugün çok tan ınmış bir din sosyologudur. 1931<br />

de din sosyolojisine giri ş 69 adlı eseri ile ilk olarak sistematik bir Din Sosyolojisi<br />

yazmıştır. Bu ufak eserde tamam ıyla tecrübi, kendi deyimiyle Ampirik bir<br />

din sosyolojisinin, metot, konu, alan ve s ınırı ana çizgileriyle görülür. 1935<br />

62 Totemism and Exogamy.<br />

63 Golden Bough..<br />

64 Primitive Culture.<br />

65 H. Ziya Ulken, Dini Sasyoloji<br />

66 Wirtschaft und Geselsohaft. 1925.<br />

67 Gesammelte Aufsiltze zur Religions Siziologie. 1927.<br />

68 Joachim Wach, Sociology of Rengim", sh. 3. Chicago, 1944.<br />

69 Einführung in die Religionssoziologie.<br />

51


yılında Almanyada geli şen siyasi olaylar dolay ıs ıyla Amerika Birle şik Devletlerine<br />

gitmiş ve 1944 yılında en önemli eseri olan Din Sosyolojisini ingilizce<br />

olarak yazm ıştır 7° . Max Weber ile Joachim Wach'tan sonra ikinci derecede<br />

önemli alman din sosyologu Güstav Mensching'dir. Dinler Biliminin de ğişik<br />

konuları üzerinde çe şitli eserler yazan Mensching Bat ı Almanya ve belki<br />

de bütün Avrupada bugün bu konuda söz sahibi büyük bir bilgindir. Yazar<br />

Daha önce 1938 y ılında ulusal ve Evrensel din (Volksreligion und Weltreligion)<br />

adlı çok ilginç bir eser yaymlam ış, 1947 yılında yazdığı Din Sosyolojisi<br />

adlı eseri 1951 y ılında frans ızcaya çevrilmi ştir 71 - 72 .<br />

Alanının geni şliğ; ve konusunun önemi dolay ısıyla sosyolojinin pek<br />

zengin bir edebiyat ı vardır. Buna kar şılık Din Sosyolojisi üzerinde sistematik<br />

yaz ıların sayısı pek azdır. Bugün Bat ı Almanyada Gabriel le Bras, Wach<br />

ve Mensching'den ba şka önemli yazarlara rastlanmaz. Türkçede yay ınlanmış<br />

ilk eser Prof. H. Z. Ülkenin Dini Sosyolojisidir. İkincisi yazar ın 1961 yılında<br />

yayınladığı Din Sosyolojisine Giri ş adli eserdir. 1960 y ılında kısa bir süre<br />

için Ilahiyat Fakültesinde ders veren Hans Freyer almanca olarak 90 sayfalık<br />

bir Din Sosyolojisi Özetini sözü geçen Fakültenin Dekamna teslim etmi şsede<br />

bu eser bugüne kadar dilimize çevrilmemi ş*. Sözü geçen eserin Türkçeye<br />

çevrilmesiyle Prof. Bedi Ziya Egemen görevlendirilmi ştir. Ziya Gökalp'm<br />

Din Sosyolojisine ili şkin ders notlar ımn bulunduğu söylenmekte isede bugüe<br />

kadar bunlar ı elde etmek mümkün olamam ıştır 73 .<br />

C. DIN SOSYOLOJİSİNDE SON GELIŞMELER<br />

Dinle Toplum münasebetlerinin esash bir şekilde ele ahnmas ı, ancak<br />

19. yüzyıldan başlar. Bu durumu daha önce belirtmi ştik. Şu kadar k; bu<br />

ilgilenme, başlangıçta ancak ilkel dinlere kar şı olup bunda akliyecievrimcilik<br />

(evolutionisme rationaliste) din ve sihiri, günlük hayat ın teorik<br />

ve pratik problemlerini çözmek için ilk araç olarak tan ır. Bunlar Spencer<br />

ve Taylor da oldu ğu gibi rasyonalist bilim ve tekniğin geli şmesi kar şı s ın<br />

da kendiliklerinden kaybolup giderler. Tarihi maddecilik hemen ayn ı<br />

iyimser bir görü şle bu münasebetleri temellendirme ğe çahşır. Mesela Karl<br />

Marx dini, üretim münasebetlerinden ve buna ba ğlı s ınıf çat ışmalar ından<br />

hareket ederek aç ıklamaya çah şır. Marx'a göre din egemen s ınıfın imtiyazlar<br />

ını koruyan bir araç olup toplumun alt yap ısı üzerinde muhafazakâr<br />

bir etki yapar.<br />

70 Sociology of Religion•Chicago-. 1944 son bask ısı 1957<br />

71 Sociologie der Religion-Bonn. 1947<br />

72 Sociologie Religieuse Paris. Payot. 1951<br />

73 Tarafımdan yayınlanan Din Sosyolojisine giri ş'te Türkiyede Din sosyolojisi çah şmalarr<br />

(Sayfa 93-97) Bak. Bu eser'in genel Bilgiler k ısmı.<br />

52


Emile Durkheim, Bronislav Malinowski, Max weber, ve Ernst Troeltsch<br />

ile Din Sosyolojisinin Alt ın Devri ba şlamıştır. Durkheim hem rasyonalizmi<br />

hemde Max Müller natüralizmini a şarak bünyesinde dinin ilkel<br />

şeklini, mü şahede etti ği totemcilikten hareket ederek toplumu yaln ız ba şına<br />

hem dinin kökü hemde konusu olarak inceledi. Buna kar şıhk Tanrı ve Kutsal<br />

ı, toplumun sembolleri ve grup dayan ışmalarının kişile ştirilmesi olarak<br />

ele aldı. Toplum, dini sembolları ve daha önce toplumsal olarak yap ılmakta<br />

olan törenleri dinin mihrak ı olarak kullan ır. Bütün bunlar Durkheim'a göre<br />

kollektif tasavvurlar (Representations Collectives) in çekirde ği olan kollektif<br />

ve kültürel devinim kurallar ını anlatmak için yap ılır. Bu duruma göre dinin<br />

esası toplumsal birle şme ve kayna şma (integration) dar.<br />

Bronislav Malinowski toplumdan söz açmakla yetinmiyerek dinin men şeinde<br />

bir ferdilik görmektedir. Yazar dinin rasyonalist yorumuna ve özellikle,<br />

Levy Bruhl'ün ilkel toplumlar ın mantık öncesi zihniyeti (mentalite prelogique)<br />

tezine kar şı cephe almaktad ır. Bu toplumlarda rasyonel tekni ğin bilindiği,<br />

din ve sihirin sadece ilk şekiller oimad ıkları, bunların ba ğıms ız sistemler<br />

oldukları, bu vas ıtalarla rasyonel yönden kontrolu mümkün olmayan zararl ı<br />

tesirlerin yok edilemedi ği ve insanlar ın güvensizlik ve korku hallerinde<br />

yeni heyecanlara uymaya sevkedildi ği söylenmektedir. Dini törenlerde<br />

sa ğlanan iç bo şaltmalar, fertlerin gruplardan ayr ılmas ı tehlikesini önler.<br />

Ernst Troeltsch, H ıristiyan kilise ve gruplar ın ın toplumsal doktrinlerini<br />

inceleyen ara şt ırmalar ında kilise ile mezhepleri (sectes) birbirinden ay ırt<br />

etmektedir. Bunlar özellikle toplum içindeki farkl ı durumlar ıyla bir birinden<br />

ayrılırlar ki böylece sosyal teorileri farkl ı olan tipik gruplar bir topluma kat ılma<br />

yolunu bulmu ş olurlar. Bunun bir sonucu olarak dinin kendine öz dinamizmi<br />

hiç bir şekilde inkâr edilmi ş olmaz. Troeltsch, ilk h ıristiyanhkta bayatlam ış<br />

bir kal ıptan daha çok fikri bir devrim görmektedir. Eski ça ğda toplum buhranlar<br />

ı halkın alt tabakalar ına ancak endirekt olarak sokulmu ş ve H ıristiyan<br />

Ilkin kurulmas ın ı sa ğlam ışt ır. Zira önemli dini yenilikler ve türü kendine<br />

öz birçok din birliklerinin kurulmas ı bu tabakada daima müsait kar şılanmıştır.<br />

Din Sosyolojisinde klasik devrin en önemli temsilcisi olan Max Weber<br />

her şeyden önce Bat ı Kültürünün geli şimi ile ilgilenmektedir. Bu yazar toplum<br />

ve din münasebetlerinin Hint, Çin ve Yahudilikteki tarihi kar şıla şt ırmalarım<br />

yaparak şu sonuçlara varmaktad ır : Bilgine göre iktisadi ve genel farklar<br />

dini ve ahlâki alandaki farklara uymaktad ır. Toplum dokularnam de ğişmesiyle<br />

dinlerin kar şısına yeni problemler ç ıkmakta ve bu problemleri<br />

her din kendi doktrinine göre çözmektedir. Toplum, iktisat .4ve din<br />

aras ında kar şılıklı etki ve tepkiler vard ır. Max Weber'in bu tezi marksizimin<br />

din olaylarını tek sebebe ba ğlama (Monocausal) yolundaki aç ıklamalarını<br />

53


yetersiz bularak reddetmektedir. Merkezi inanç doktrinlerinin etkisi alt ında<br />

Kalvinizm bir gruba has iktisadi özelliklerin geli şmesine vesile olmu ştur. Bu<br />

da ça ğda ş kapitalizme esash etkiler yaparak onu geli ştirmiştir.<br />

Harp aras ı devirde din sosyolojisi önemli bir ilerleme yapamam ıştır.<br />

Bu süre içinde en çok sözü edilmeye de ğer tart ışmalar Weber'in tezi üzerinde<br />

olmu ştur. Bu arada Erha Tawny'den söz aç ılabilir. Bu yazara göre Weber,<br />

kalvinist protestanl ığın ve kapitalist iktisat zihniyetinin do ğmas ında dinin<br />

rolunu olurundan daha büyük göstermi ştir. Gerek J. Wach' ın gerekse<br />

G. Mensching'in Din sosyolojisi eserleri sistematik din sosyolojisinin ilk ve<br />

esaslı denemeleridir. Şu kadar ki bu denemelerin kar şıla ştırmalı Dinler<br />

Bilimiyle olan yakın ilgileri su götürmez bir gerçektir.<br />

Avrupadaki Din Sosyolojisi frans ız kilise çevrelerinin çaba ve çal ışmalarıyla<br />

önemli ilerleme ve geli şmeler yapmışt ır. Gabriel le Bras, frans ız katolik<br />

lerinin dini pratikleri hakk ında geni ş denemelerde bulundu. Sonralar ı bu<br />

çahşmalara F. Boulard, Y. Daniel, J. Labbens, L-J Lebert ve E. Pin gibi<br />

bilginler de kat ıld ı .<br />

İkinci ve oldukça etkin bir ara şt ırma merkezi Hollanda da kuruldu.<br />

Burada W. Banning, J. P. Kruijt, ve G. H. L. Zeegers'in çah ştıkları görülür.<br />

Bugün bir çok mezhep ara ştırma enstitüleri, kiliselerin toplumsal ara ş-<br />

t ırmalar için yapt ığı çalışmalara kat ılmak iste ğindedir. Burada Steinmetz'in<br />

planoloji tesirleri görülür. Fransada ba şlayan bu hareket Belçika, İtalya,<br />

İspanya, Kanada ve Güney Amerikaya yay ıldığı gibi Hollanda da ba şlayan<br />

hareket te oradan Avusturya ve Almanyaya yay ılmıştır. J. Freytag, N. Greinacher,<br />

R. Köster ve W. Menges bu etkiler alt ında çalışmışlardır. Bunlar<br />

aras ında E. Pin istisna edilirse bütün bu ara ştırmaların büyük bir kısmı<br />

kilise adamlar ı tarafından yap ılmakta ve bu akım kuvvetle tarihi, istatistik<br />

ve sosyografik do ğrultulara yönelmi ş bulunmaktad ır<br />

Fransada türeyen bir tak ım yeni bilginler pastoral bir do ğrultuya saparak<br />

din sosyolojisi görü şünden ayr ılmışlar ve Gabriel le Bras' ın etrafında toplanarak<br />

Din Sosyolojisi Grubu içindeki yerlerini alm ışlardır. Bunların fikirlerini<br />

Dinler Sosyolojisi Arsivlervi (Archives de la Sociologie des religions) adl ı<br />

dergi yayar. Amaçlar ı daha çok teorik yönden kilise elemanlar ı üzerinde<br />

ara ştırmalar yapmakt ır. Kulland ıkları metotlar Genel Sosyolojinin<br />

metotları olmakla beraber münferit dinlerin sosyolojisi ve nihayet<br />

çe şitli dinlerin genel bir din sosyolojisini kurmaya çal ışmaktad ırlar. Bu yeni<br />

doğrultunun belirgin özelli ğini 1948,<br />

yılında toplanan uluslar aras ı Dinler<br />

Sosyolojisi konferans ının 6. inci Kongresinde bulmakta-pz 74. Bu konferans<br />

1959 yılında polonyada toplanm ıştır. Bunun yan ında 1958 plındanberi Din<br />

74 Conferance internationale de Sociologie Relgieuse<br />

54


Sosyolojisi enstitülerinin Milletler aras ı federasyonu yer almaktad ır. Bu<br />

kurulu şun fikirlerini yayan Social Compass yani toplumsal pusula adl ı dergidir.<br />

Amerika Birle şik Devletlerinde 1920-25 y ılları aras ında Protestan çevrelerde<br />

protestan kilisesinin intibak' ile ilgili problemler inceleme ve ara ştırma<br />

konusu olmu ştur. H. P. Douglass ve R. W. Sonderson bu do ğrultuda çalış -<br />

mışlardır. Fakat bu çal ışmalar yar ıda kalmış ve ancak büyük sava ş sonu<br />

olan 1945 yılından sonra bu ara şt ırmalara devam olunmu ştur. Bugün kilise<br />

pratiği üzerinde dikkate' de ğer ara ştırmalar vard ır. Buna kar şılık protestan<br />

papazlar ımn bölgelerinde beliren ve bunun d ışına çıkan konular da yer almaktadır.<br />

Dinin evlenme ve aile üzerindeki etkileri, din ve toplumsal de ğiş -<br />

meler, reform ve lâyikle şme bu aradad ır. N. Bellah' ın ara ştırmalar ı daha<br />

eski klasik din sosyolojisinde oldu ğu gibi toplum olaylar ının tiimüne yönelmiş<br />

bulunmaktad ır. Japonyada oldu ğu gibi din ile eğem.enlik ve sanayileşme<br />

aras ındaki münasebetler böyledir. Ancak 1950 y ılından sonra ça ğdaş<br />

nazariyelere yönelmi ş baz ı eserler ç ıkmıştır E K. Nothingham, J. M. Yinger<br />

ve T. F. Hoult'ün eserleri bu niteliktedir. Amerika Birle şik Devletlerinde<br />

Din Sosyolojisine kar şı gösterilen ilgi gün geçtikçe artmaktad ır. Amerikan<br />

Sosyolojisinin tan ınmış bilginlerinden T. Parson bu çal ışmaları beğenmekte<br />

ve sosyolojinin bugüne kadar ihmal edilen bu alanlar ında kendisi de emek<br />

harcamaktad ır.<br />

D. Bugünkü durum :<br />

Günümüzün Din Sosyolojisi, dini art ık Aug. Comte örne ğine göre bir kültür<br />

gecikmesi (Retard de Civilisation) tipi olarak almamaktad ır Dinin doğuşunu<br />

tek bir sebebe ba ğlamak isteyen (Monocausal) her te şebbüs art ık bir çıkmaz<br />

yol olarak kabul edilmektedir. Din bugün için daha çok toplumun fonksiyonel<br />

bir ön şart ı olarak dü şünülmekte ve dinle toplum aras ındaki kar şılıklı<br />

etkiler üzerinde önemle durulmaktad ır. Bu münasebetle belirtelim ki, gerek<br />

dini tam olarak tan ımlamak ve gerekse onun toplumun fonksiyonel ön<br />

şartı olduğunu ispat etmek oldukça güçtür.<br />

Din. Sosyolojisine kar şı din çevrelerinde beslenen güvensizlik hemen<br />

hemen ortadan kalkm ıştır. Öte yandan a şırı derecede idealist olan ve ferdiyeti<br />

ortadan kald ıran görü şler de hemen hemen silinmi ş<br />

Din Sosyolojisinin temel konular ından biri, dinin bide ştirici görevidir.<br />

Toplumsal düzen problemleri yaln ız ba şına iktidarla çözülecek türden değildir.<br />

Ortakla şa bir de ğer sistemi bunun ikinci bir ipotezidir. Din, gerek<br />

değer ve normlara anlam vermek ve böylelikle fert üzerinde bask ı yepreı<br />

4,tf "I Ol Ske erf ~it" 1 0`,1 ON C. da '101 g• 4<br />

55


-ve heyeeardara<br />

hitabeden adet ve Virerdepi-dErakinondan,-~ gtuplarn ı-nıey.dana-gelıneleri-<br />

ne yardım eden başka ..faluöslor bak ımından ee gerekse yer yüzünde kar şı-<br />

laşılan hayal lur ıkhklarınfkırgınlıkları ve hayati kendisine dünya ötesi bir<br />

ı ,S<br />

düzenle manalancl ırmalk~ dengeye—getir-3~5i bak ımından şüphe yok<br />

ki, bir toplumun birle şmesine esasl ı bir şekilde hizmet etmektedir. Fakat<br />

dinin bu birle ştirme görevini ne dereceye kadar yerine getirdi ği sorusu<br />

bugünkü durumda kesin olarak cevapland ırılamaz.<br />

Din, bilinçli olarak, din mensuplar ı aras ında bütünleyici ve birle ştirici<br />

bir rol oynar. Buna kar şıl ık dine ba ğlı orta tipte insanlar do ğrudan do ğruya<br />

dini değerlerin etkisi alt ında değildirler. Bugün genel geçerlikte kutsal<br />

tören ve de ğerlerden söz edilemez. Birbirleriyle ba ğda şamayan yeni<br />

değer ve normlar meydana gelmi ştir. Bu yeni ölçülerde H ıristiyanh ğın<br />

ve diğer evrensel dinlerin çok eski fikri de ğerleri kutsal d ışı mana değişikliklerine<br />

uğramıştır Amerika Birle şik Devletlerinde nicelik bak ımından kilise<br />

bağlarımn art ışı bu durumda hiçbir de ğişiklik yapmamıştır Kilise bağlarının<br />

bu art ışı demokratik ya şayışın e şdeğer sembolleri olarak ortaya ç ıkmışt<br />

ır. Bunlar a şırı bir lâyikle ştirme sonucu olarak belirrni ş ve muhtevas ız<br />

bir inanışa inanış (Belief in Belief) olarak ço ğu zaman ortaya ç ıkmışlardır.<br />

Bütün bunlar pragmatik olarak yer yüzü bar ışına hizmet etmekte ve ünlü din<br />

adamları da onlar ın propagandas ını yapmaktad ırlar.<br />

Bir zamanlar yeni ekonomi sistemlerinin esas itibariyle din etkisi altında<br />

bulunmalar ına kar şılık bugün bu sistemler geni ş ölçüde dini ba ğlardan<br />

kurtulmu ş ve din de kendi kabu ğuna çekilmi ş veya özel alemine itilmi ştir.<br />

Böylece tersine dönen bu türlü süreci bir çok alanlarda izlemek mümkün<br />

olmuştur. Burada dinler genel niteliklerdeki görevlerini kaybetme kar şılığı<br />

özel (specifique) bir alana çekilmi ştir. Bu arada din ba ğları= gittikçe gevşemekte<br />

olduğu söylenebilir. Bunun bir çok sebepleri vard ır: önendileri şunlardır:<br />

bir defa Devletin din üzerindeki deneti kalkm ış ve bu suretle Devletin<br />

bu konudaki ald ırışsızlığı kar şısında yurtta şlar dinle ilgilenmez olmu şlardır.<br />

İkinci sebep, toplu göçlerdir. Güçler, gruplar ın toplumsal köklerinden koparak<br />

şehirlere yerle şmesine, sosyalizmin yay ılmasına ve dolay ısıyla din<br />

bağlarınııı gevşemesine yol açm ıştır. Bununla beraber geri kald ığı iddia olunan<br />

dini te şkilat (Avrupa kilise te şkilat ı) bu toplumsal de ğişmeler içinde<br />

ulusal niteliğini korumağa çalışmıştır.<br />

Öte yandan dinin de toplumu parçalad ığı ileri sürülmektedir. Fakat bu<br />

konu sosyolojik yönden pek az de şilmiştir. Günümüzde aç ık çatışma ve çarpışmalar<br />

yerine yer alt ı faaliyetleri ve gizli gerginlikler hüküm sürmektedir.<br />

Çok kuvvetli topluluk şuuruna sahip olan dini, mezhebi ve menseki az ınlık<br />

56


gruplar ının merkezin basklar ından kurtulmas ı, çatışmaları bir kat daha<br />

artt ırmıştır. Bu durum kar şısında büyük dini kitleye mensup bir çokları<br />

imtiyazlar ım kaybetmek endi şesine düşerlerse büyük anla şmazlıklar ortaya<br />

ç ıkar ve bu da çat ışmaları alevlendirir.<br />

57


İ kinci Bölüm<br />

D İN SOSYOLOJ İ S İ N İ N<br />

ANA PROBLEMLERI<br />

I. GENEL B İLG İLER<br />

Özellikle genç bilimlerde, konular ı tek tek ele almadan önce metot, alan,<br />

ve amaç üzerinde durmak gerekir. Son yüzy ılın insan bilimleri ve din bilimlerinde<br />

meydana getirdi ği mutlu sonuçlardan biri de Din Sosyolojisi denilen<br />

yeni bir disiplinin müsbet bilimler aras ında yer alm ış olmas ıdır. Fransız devriminden<br />

önce toplum konusundaki sorular ı klasik disiplinlerden teoloji ve<br />

din felsefesi cevapland ırıyor ve o zaman ın bilim alemi bu cevap ve aç ıklalamalarla<br />

pekala yetiniyordu. Devrimle beraber bu iki klasik bilim dal ı hayatın<br />

binbir çeşit olaylar ını ve onların de ği şik görünüs,lerini aç ıklayamaz oldu.<br />

Bu Eski Bilimlerin olaylara verdi ği anlam ve aç ıklamalar, yetersiz say ılmakla<br />

kalmamış, birçok kimselerin alay ve e ğlenmesine bile yol açm ıştı. Klasik bilimlerin<br />

dünya olaylar ını açıklanı adaki yetersizlikleri ve yeni durum ve kurumların<br />

gerekleri, yeni bir bilimin do ğmas ına sebep oldu. Bu yeni bilimin<br />

ad ı Sosyolojidir. Ancak yeni disiplinin bir dinsizlik tohumu saçaca ğından<br />

korkan kimi bilginler dini korumak ve sosyolojinin ta şkınlıklarm ı önlemek<br />

için bir denge ar ıyorlard ı. Denge fikri, şüphesiz, eskiye dönmek veya sözü<br />

geçen klasik bilimlerden yard ım beklemek şeklinde ortaya ç ıkmad ı.Bir<br />

dan, sosyolojinin dine kar şı takındığı sert durum yumu şarken öte yandan<br />

teoloji ve din felsefesi, müsbet bir nitelik ta şıyan dinler tarihi, din psikolojisi<br />

ve din fenemonolojisini içine alan Dinler bilimine yakla şmaya ba şlad ı .<br />

Birbirine kar şıt sayılan bu iki sistemin uzla ştığı ve birle ştiği noktada Din<br />

Sosyolojisi adı verilen ba ğımsız bir bilim do ğdu. B ıı bakımdan yeni bilim,<br />

toplum ve din bilimlerinin gönüllü ve tatl ı bir birle şiminin mutlu bir sonucu<br />

sayılabilir.<br />

Din sosyolojisinin aç ıklanan bu durumu çe şitli yorumlara yol açm ışt ır:<br />

Baz ıları bu bilimin bağıms ızlığı yerine kom şu bilimler çerçevesi içinde kalmas<br />

ın ı öğütler; ba şkaları ise yeni disiplinin ba ğıms ızlığa hak kazand ığı fikrindedirler.<br />

Bir bilimin ba ğıms ızlık kazanmas ı kendine has metodu, alan ı,<br />

amac ı ve konusu olmas ına bağlıdır. Son elli yılın olagan üstü geli şmeleri so-<br />

58


nunda Din Sosyolojisi, sözün tam anlam ıyla, bu ba ğımsızlığa hak kazanmıştır.<br />

Bu bak ımdan bu bilimin metot, alan ve amac ına bir göz atmada büyük<br />

bir önem ve fayda vard ır.<br />

A. DİN SOSYOLOJİSİNDE METOT:<br />

1, qa 1 k rfN e 4<br />

TOı e'k k`:<br />

- Tc kal<br />

Ana çizgileriyle bile olsa, burada dinler bilimi metotlar ının tümünü<br />

incelemek amaç d ışıdır. Yap ılacak şey, dinler biliminin çe şitli dalları aras ındaki<br />

bağlant ıları gözden geçirmektir. Normatif bir bilim dal ı olan teoloji<br />

(kelam), belirli bir dini çözümleme, yorumlama ve aç ıklama amac ını güder.<br />

Din fenomenolojisi, Din psikolojisi, dinler tarihi ve din sosyolojisini içine<br />

alan Genel Dinler Bilimi (Religionswissenschaft) asl ında deskriptif olup bütün<br />

dinlerin niteliklerini anlamaya çah şır. Bu yönden iki disiplinin ba şlangıç,<br />

yol, amaç ve araçlar ı aras ında bir nitelik ve nicelik fark ı vard ır Teolojinin<br />

inceleme konusu, özel bir din ve onun savunmas ıdır. Dinler Biliminin konusu<br />

ise çe şitli dinlerdir. Metot bak ımından Teoloji normatif; Dinler bilimi deskriptif<br />

(vas ıflayıcı) t ır. Din felsefesi, normatif oldu ğundan teoloji ile ayn ı familyadandır;<br />

fakat konusunu dinler bilimi ile payla şır.<br />

Dinler tarihi ve din Psikolojisi üzerine çok güzel eserler yaz ılmışt ır. Fakat<br />

dini tecrübenin anlat ımlarmı inceliyen sistematik ve kar şılaştırmalı etütler<br />

çok azd ır. Ara ştırıcıların pek ço ğu efsane, ö ğreti (doktrin) ve inak (dogma<br />

-nas) gibi dini tecrübenin teorik anlatı nı z, üzerinde önemle durmaktad ır. Şüphesiz,<br />

Dini Tecrübenin bu türlü anlat ımları önemlidir; fakat bir tap ınma<br />

ve tören şeklinde beliren Dini Tecrübenin pratik anlat ımı da bir o kadar<br />

önemlidir. Dini tecrübenin ö ğreti (doctrine) ve törenleri yani teorik ve pratik<br />

anlat ımları dışında toplumsal bir alan ı daha vard ır ki, bu ancak son zamanlarda<br />

gereken önemi kazanm ıştır. Dini tecrübenin bu son anlat ımı, dini<br />

grupla şma, din karde şliği, din birli ği, din derne ği ve benzeri şekillerde göze<br />

çarpar. İşte dini tecrübenin toplumsal veya sosyolojik anlat ımı olan bu toplulukların<br />

tipolojik ve kar şıla ştırmalı etüdüdür ki Din Sosyolojisinin ba şlıca<br />

konularından birini te şkil eder. Ba şka bir deyi şle Din Sosyolojisi böyle bir<br />

etüdün ana çizgilerini belirtmek amac ındad ır.<br />

Burada sosyolojik yönden inceleyece ğimiz çe şitli dinlerle, ilgili tarihi geli ş-<br />

melerin önceden bilindiği farzedilerek işe ba şlamaktad ır. Dinler tarihçisinin<br />

yardımı olmadan din sosyologu ba şarılı bir çalışma yapamaz. Fakat<br />

bunlardan hiçbiri ötekinin yerini tutamaz. Dinler tarihi geli şmenin yatay<br />

çizgileriyle ilgilendiği halde Din sosyolojisi bu geli şimin dikey kesiti ile uğraşır.<br />

Sosyologun ümit ve iste ği, kategorileri oldukça verimli k ılarak tarihçinin<br />

belgeleri düzenlemesine yol açmakt ır<br />

44Vv);.59<br />

■A ; 1),s, A k Lal 4„„de,„/2„; ri4 "14 iAce fo '; 4 • :ı<br />

01:1 ■`a,


İlk olarak sistematik bir din sosyolojisi kurmak şerefi, Max Weber'e<br />

nasip olmu ştur 1. Nedense bütün gözler ünlü yazar ın Kalvinizm üzerindeki<br />

çalışmalarına çevrilmiş ve onun sistematik din Sosyolojisine yapt ığı hizmetlerin<br />

büyük bir kısmı gölgede kalm ıştır. Biz burada yazar ın sistematik görüşleri<br />

ve h ıristiyanl ık dışındaki dinlerde yapt ığı incelemeler üzerinde duraca<br />

ğız. Weberle arkada şları, ve özellikle Werner Sombart toplumda dinle<br />

ekonomiyi ba ğlayan zayıf bağlar üzerindeki ara ştırmalarda öncülük yapmışlardır.<br />

Bununla beraber dinle ekonomi münasebederinin tetkiki çok sayıdaki<br />

toplum çal ışmalarının yalnızca bir yönü olup din sosyolojisinin ancak<br />

bir bölümünü ayd ınlatabilir. Din ve sanat veya din ve hukuk 1~ ınl...,..un<br />

as ındaki ba ğitmtda ıi.<br />

ot-ii-tierirrele oldu ğu gibi ekonomi ve dinin karma şık olan kar şıhklı münase-<br />

„<br />

betleri ı , dinle bütün toplum taaityetier - ı aras ındaki bağlant ılarm genel<br />

ye, -1<br />

etüdünde büyük anlam1~~61,ır. Fakat dinle ekonomi münasebetlerini in-<br />

cLQ--<br />

Le•/k;,<br />

celemek hiçbir suretle din sosyolojisi demek de ğildir 2 .<br />

Weber, geride kendisinden sonra yap ılmas ı gerekli pek çok şey b ıraktı.<br />

Eserlerinde ilkel dinlerin tümünü, islamiyeti ve daha birçok önemli dinleri<br />

ihmal etmi şti. Fazla olarak bu ünlü bilginin yüksek din anlay ışı dine<br />

karşı takındığı ele ştirici durum yüzünden, bir dereceye kadar körlenmi şti.<br />

Din olaylarını s ımflamak için Weber'in kurdu ğu kategoriler tamam ıyla tatminkâr<br />

değildi. Çünkü bunlar ın orijinal anlamlarma yeteri kadar dikkat<br />

edilmemi şti.<br />

Weberin eseri, bir çok yönlerden, arkada şı Ernst Troeltsch'ün üstün<br />

de ğerdeki çalışmalarıyla tamamlanmışt ır 3 . Fakat bu sonuncu da, ne<br />

yaz ık ki, yalnızca H ıristiyan dinine ba ğlı kalmıştı. Troeltsch'ün çalışmaları<br />

Amerikan mezhepleri (american denominationalism) üzerinde inceleme yapma<br />

isteklerini artt ırmış ve H. Richard Niebuhr bu konuda yazd ığı değerli<br />

bir eserle din sosyolojisinin geli şmesinde olağan üstü bir hizmet sa ğlamış -<br />

tır 4.<br />

Tıpkı bunun gibi, Max Weber'in tesiri, Leopold Von Wiese'nin sosyoloji<br />

ile birle şerek Howard Becker'in ilgisini dinin sosyolojik yönlerine çek-<br />

1 Din sosyolojisi ve tarihçesi almanca yay ınlanmış olan Die Religion in Geschichte und<br />

Gegenwart adlı ansiklopedide Joachim Wach taraf ından özetlenmi ştir.<br />

2 Yazar ın başlıca eserleri, Ekonomi ve Toplum (Wirtschaft und Gesellchaft) ve Din sosyolojisi<br />

dergisi (Gesammelte aufsötze zur Religionssoziologie) dir.<br />

3 Ernst Troeltsch'ün en önemli eseri, H ıristiyan kilise ve gruplar ının sosyal teorisi (Die<br />

Soizallehren der Christlichen Kirchen und Gruppen) dir.<br />

4 H. Richard Niebuhr, mezheplerin toplumsal kaynaklar ı (The social Sources of Denominationalism)<br />

New York, Henry Holt and Co. 1929.<br />

60


miştir 5. Sosyolog olan Max Weber ile teolog ve filozof olan Ernest Troeltsch<br />

dini nitelikteki toplumsal olaylar ı incelerken şahsi görüş, anlayış ve<br />

teorilerini bir yana b ırakarak objektif bir yol tutmu şlardı. Daha sonra gelen<br />

bilginler ünlü kurucular ın açhklar ı bu mutlu yolu her vakit izleyememi şlerdir.<br />

Bu türlü ara ştırmalarda, yeni din psikolojisi kurueülarımn bir süre önce<br />

dü ştükleri hatalardan sak ınmak gerekir. Yeni ışıklarla gözleri kama şmış<br />

olan baz ı ara ştırıcılar, din olayların ı anlamak konusunda her kap ıyı açabibilen<br />

bir sihirli maymuncu ğun ellerinde oldu ğunu sanmışlard ı. Dinin sosyolojik<br />

anlamla= ara ştıranlar tek tarafl ı bir görüşle dinin mahiyet ve esas ım açıklayacaklarını<br />

düşündükleri müddetçe, t ıpkı din psikolojisi kurucular ı gibi,<br />

yanılacaklard ır. Bu uyarma, özellikle, Karl Marx ve Aug. Comte felsefesini<br />

veya Freud görü şünü din ve toplum etütlerine uygulamak hevesinde olanları<br />

hedef tutar. Mesela bunlardan Durkheim, kamts ız olarak (delil göster<br />

maden) tap ılanla, tapan ayn ı şey saymış ve ilkel din kurumlar ı üzerindeki<br />

değerli incelemelerinin geçerli ğini pek çok zayıflatmıştır. Öte yandan Durkheim<br />

dini heyecanları ilkel iç güdülere indirmekle dinin yüceli ğini ve<br />

üstün değerini kötülemi ştir 6 .<br />

Karl Marx, dini ekonomik hayat ın bir<br />

fonksiyonu olarak ele alm ış; Freud ise din hayat ını bir nevroz olarak inceka.4«t<br />


Din Sosyolojisi, gerçekte, din fenomenolojisi, din psikolojisi ve dinler<br />

tarihini tamamlar. Fakat hiçbir suretle onlarm yerini tutamaz; hele teolojinin<br />

yerini ise asla tutamaz. Ya şayış ve davram şlarmuza kılavuzluk eden<br />

dini kural ve değerlerin anlat ımım teolojiye (İlmi Kelâm'a) b ırakıyoruz.<br />

Sosyolojide metot vas ıflayıcı (deskriptif), oldu ğundan varılacak sonuçlar<br />

hiçbir vakit akademik ve teorik olamaz. Tarafs ız bir gözlemci din ve toplum<br />

münasebetlerindeki karma şıkhk ve çe şitliliğin farkına varır. Dinin haiz olduğu<br />

olagan üstü bir birle ştirme ve isteklendirme gücü bu gözlemcinin gözlerinden<br />

asla kaçmıyacak ve onu uzun uzun dü şündürecektir.<br />

İsviçrenin büyük kültür tarihçisi Jacob Burckhardt konumuza ışık<br />

saçan dünya tarihinin tema şas ı (Weltgeschichtliche Betrachtungen) adl ı konferanslar<br />

ında Bacon'ün Din insanlığtn en önemli bağtchr (La religion<br />

est le principal lien de l'humanite) 8 şeklindeki özlü sözünü hat ırlatmaktadır.<br />

Devrimizde medeniyeti ku şatan felaketin e şiğinde dinin toplumda<br />

oynadığı rolü tam olarak anlamak büyük önem ta şır. Bilginlerin, karşıla ş -<br />

tım:kah din konular ını umursamıyacakları devir çoktan geçmi ştir. 19. yüzyılın<br />

sonunda düşünürlerin kaleminden ç ıkan inaksal (do ğmatik) yargıları<br />

toplamak çok aydudat ıcıdır. Bunlar do ğrudan doğruya veya dolay ısiyle<br />

Aydmlanma Devri ile ilgili dü şünüş ve davranışları kamtlar ıyla birlikte aksettirirler.<br />

Ayd ınlanma Devri tek tarafh bir zihniyetcilik ( İntelectualisme)<br />

ve şüphecilik (scepticisme) Devri idi. Bir çok pozitivist yorumcular ı, cahil<br />

zihniyetin garip ve çi ğ ifadeleriyle alay etmeye sevkeden üstünlük duygusu,<br />

hemen hemen ortadan kalkm ıştı Nasıl bizimkinden ayr ı bir sanat anlay ışım,<br />

Sanat Tarihi ö ğretirse, t ıpkı bunun gibi çe şitli dinlerde kullanılan efsane<br />

ve sembolleri kavramak ve onlar ın gerçek anlam ını ortaya koymak görevini<br />

dinler tarihi üzerine al ır. Metot bölümünde bir ba şka konu da toplumun<br />

normatif teorisi olan toplum Felsefesi (Philosophie Sociale) ile sosyoloji<br />

arasında yap ılması ve gözetilmesi gereken ay ırımdır. Gerçekte H ıristiyan,<br />

Müslüman ve Yahudi sosyolojisi diye bir şey yoktur. Bununla beraber, aç ık<br />

veya kap ah olarak H ıristiyan, Müslüman yahut Yahudi toplum felsefeleri<br />

vardır. Fakat tamamiyle yersiz olarak Toplum Felsefesiyle Sosyolojinin<br />

birbirine karıştırıldıgı ve aynı sayıldığı da olmu ştur. Dinin normatif anlayışı<br />

içinde Hıristiyan Sosyolojisi veya İslam Sosyolojisi şeklinde görülen disiplinler,<br />

ba ğh bulundukları dinin toplumsal anlamdaki etütlerini bir araya getirir.<br />

Bunlar de ğerli olabilir, Fakat bu eserlerde di ğer dinler hakk ında pek<br />

az bilgi bulunduğu gibi bunlarla uğra şan yazarlar ın sayısı da pek azd ır.<br />

Sık s ık yap ılageldiği üzere, Din Sosyolojisini toplumsal reformun kesin<br />

programlarıyla aynı şey saymak ta büyük bir hatad ır. Sosyolojiyi bu şekilde<br />

8 Religio praecipuum humanae societatis vinculum.<br />

62


anlamak, onun vas ıflarc ı (deskriptif) olan gerçek de ğerine kar şı büyük<br />

bir sayg ısızlık olur.<br />

Dinin sosyolojik anlam ın ın saptanmas ı, ön yargılardan uzak olarak gerçekle<br />

ştirilen tarafs ız ve objektif bir çal ışmayı gerektirir. Bunun için baz ı<br />

ilkelere uyulmak zaruridir. İlk şart dini tecrübenin geni şlik ve çes,itliliğini<br />

tam olarak ölçebilmektir. Bu ise din sosyolojisini, fenomenolojik ve psikolojik<br />

tipler kadar dini tecrübenin çe şitli tarihi tipleri üzerinde temellendirmek<br />

demektir. Ba şka bir deyi şle, incelemeyi bizim dine veya bizce bilinen tek<br />

bir dine hasretmek üzere giri şilen her te şebbüs, bizi yanlış sonuçlara götürür.<br />

Ara şt ırıcımn, dini tecrübenin çe şitli anlat ımları üzerindeki bilgisi ne kadar<br />

geniş ve derin olursa temel konuyu anlamas ı da o kadar kolay olur. Dinler<br />

tarihi, antropoloji ve sosyoloji üzerindeki ça ğda ş ara şt ırmalar bundan 30,<br />

40 yıl önceki malzeme ve belgeleme fakirli ğini gidermiştir. Bu türlü ara şt ırmalarda<br />

kullan ılan tipolojik metot, seçme yetkisini ortadan kald ıran ve olaylar<br />

aras ında bir fark gözetmeyen tarihçi metotla, ara ştırmayı tek bir dine<br />

hasreden inhisarc ı metot aras ında bulunmaktadır. Söz konusu tek din genel<br />

olarak ara ştırıemın kendi dinidir. Burada hâkim olan dü şünce Harnack' ın<br />

iddia etti ği üzere bir dini bilen bütün dinleri de bilir önermesidir.<br />

Din Sosyolojisi metotlarm ı ba şka disiplinlerde izlenen metotlardan al ır. Vinogradoff'un<br />

hukuk ve kurumlar ı üzerindeki etütleri bu konuda çok ayd ınlatıc<br />

ıd ır. Yazar metodunu şöyle karakterize etmektedir: İdeoloji alanında olay<br />

ve doktrinleri incelerken olaylar ın bugünkü gerçek ak ım ı nı tayin eden coğrafi,<br />

etnolojik, politik ve kültürel şartları bir an bile gözden kaç ırmamak ve kabul etmek<br />

gerekir. Din ve toplum olaylar ının sistematik ve fenomenolojik tetkikinde<br />

kesin olarak bu görü ş uygulan ır Bunun en güzel örneklerini islâm dininin<br />

de ğişik şartlara malik ülkelerde de ği şik şekiller almas ı verir. Gerçekten İrandaki<br />

co ğrafi, etnolojik, politik ve kültürel şartlar Anadoludan farkh olduğundan<br />

tranda Şia denilen bir fırkamn yer almas ına kar şılık Anadolu müslümanlar<br />

ı sünni kalmışlard ır.<br />

Tip teorisini kurarken ara ştırıcının zorunlu olarak statik bir görü şü<br />

dinamik bir görü şle tamamlamas ı gerekir. Olaylar ın statik ve dinamik yönlerini<br />

e şit olarak de ğerlendirmek kolay bir i ş de ğildir. Ara ştırıcılar, genel<br />

olarak olaylar ın bu iki yönünden birine daha çok önem vermektedirler. Vinogradoff'a<br />

göre hukuk teorisine temel olarak tarihi tiplerin de ğerini kabul etmek<br />

esash bir noktad ır. T ıpkı bunun gibi dini gruplarla ilgili tiple iri<br />

ba şarı ile incelemek için dinler tarihinin verilerinden yararlanmak zorunludur.<br />

Din konusunda ba şarılı bir ara ştırmanın ba şka bir şart ı da din olayları=<br />

anlam ve özelli ğinin tam olarak anla şılmas ı ve de ğerlendirilmesidir.<br />

63


Ara ştırıcı konusunu sevmeli ve ele ald ığı belgeleri,bir yakınhk duyarak yorumlamaya<br />

alışık olmalıdır.<br />

Din olayları, dini tutum ve davranışlar ve dini grup ve ki şilikler üzerin-<br />

-<br />

de ara ştırma yapan bir kimse için izlenecek iki yol vard ır. Biri gerçe ği olayın<br />

içinde sayan ve arayan içkin metot (Methode immanente) tur. Bu kaynaktan<br />

ilham alan sosyolog t ıpkı dinler tarihçisi gibi söz konusu olay ın en az yarısını<br />

yorumlayabilir. Ötekisi birinciyi inkâr etmemekle beraber, bir belge veya<br />

malzemeyi ele alarak onu ele ştirici bir gözle toplumsal, tarihi, kültürel ve<br />

psikolojik çevre ve ba ğınt ılar içinde nazara alarak ilkin o olay ın tabiat ve<br />

mahiyetini belirttikten sonra o olay ı, bağlandığı amaca dayanarak yorumlayan<br />

metottur.<br />

Metot konusunda son olarak şu soru hat ıra gelebilir: Acaba felsefeci<br />

ve din bilginleri, toplum bilginleriyle zaman zaman bir araya gelerek kendi<br />

çaplar ında kar şılıklı bir çah şma ve anla şma ile Din Sosyolojisinin geli şmesine<br />

yardım edebilirler mi Bu soru şöyle cevapland ırılabilir: Kendilerini toplum,<br />

siyaset teorisi ve devlet yönetimi incelemelerine vermi ş olan sosyologlar<br />

konunun bir yönünü; filoloji, arkeoloji ve çe şitli teolojilerle takviye gören<br />

kar şılaştırmalı din bilginleri de konunun ba şka bir yönünü ayd ınlatabilirler.<br />

Böylece her iki ara şt ırıc ı zümre el ele vererek ba şarılı bir Din Sosyolojisinin<br />

kurulmas ına yardım edebilirler.<br />

B. DIN SOSYOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA ALAVI<br />

Amacımız dinle toplum münasebetlerini ve bunlar aras ında yer alan<br />

kar şılıklı etki ve tepkileri incelemektir. Prensip olarak bu konuda yap ılacak<br />

s ırf teorik bir ara ştırma isteği karşılar. Fakat konunun iyice anla şılmas ı için<br />

deneysel belirtilerin somut etüdüne de ihtiyaç vard ır. Teorik çalışmalar,<br />

eldeki belgeleri düzenlemeyi sa ğlayan kategorileri verir; deney, belirti ve d ış<br />

gösteriler de, prensipleri do ğrulamaya yarayan çok say ıda verileri toplamaya<br />

yarar.<br />

Dinin sosyoloji ile münasebeti bak ımından ta şıdığı anlamlara değer<br />

ve önem verilmesi felsefi ve psikolojik etütleri derinle ştirmiştir. Böylece<br />

bilginler dikkatlerini, tarihi dinlerin saklad ıkları gizli maksatlar, demeçlerinin<br />

toplumsal anlamı ve etkilerinin meydana getirdi ği değişmeler üzerinde<br />

toplamağa ba şlamışlardır. Gerçekte, bu do ğrultuda gere ğinden fazla ileri<br />

gidilmiştir Dinin siyasal, toplumsal ve kültürel etlçilerine olagan üstü bir<br />

önem vermek suretiyle gidilen a şırdığa (ifrata) kar şı geçen yüz y ıl içinde sosyolojik<br />

ara şt ırmalarda gerçekle ştirilen hızlı gelişmeler sonunda bu görü ş -<br />

64


lerde. bir de ğişiklik olmuş ve dini, yaln ızca toplumsal ve kültürel kuvvet<br />

ve eğitimlerin bir mahsülü gibi yorumlama temayülü ba ş göstermi şti. Konuyu<br />

bu türlü ele alman ın anlamları üzerinde söylenecek çok şeyler vard ır. Şüphesiz<br />

bu alanda ilgi çeken sonuçlara var ılmıştır. Bu sonuçlar dini dü şünüş<br />

ve davranışın toplumsal ve ekonomik varsay ışları (faraziyeleri) üzerindeki<br />

bilgi alammızın genişlemesine yardım etmişlerdir. Ama, öte yandan, tek<br />

yönlü bir ara ştırma ile avunmak ta yersizdir. Daha önce görüldü ğü üzere,<br />

Din Sosyolojisinin Kurulu şuna herkesten çok hizmet etmi ş olan Max Weber,<br />

sosyolojik ve ekonomik materyalizmin tek yönlü görü şünü protesto edenlerin<br />

ilki olmuştur. Ünlü bilgin dini bir 'davran ışta ayırdedici niteliği sadece<br />

bir tabakan ın toplumsal şartlarının bir fonksiyonu sayan materyalist yorumu<br />

kesin olarak, reddetmi ştir. Söz konusu görüş Karl Marx' ın Komünist Beyannamesinde<br />

(Le Manifeste Communiste) yer alm ış olup Sosyolojik incelemeler<br />

üzerinde çok büyük etki ve tepki yaratm ışt ır.<br />

İbrani dini üzerinde, devrimizin birinci s ınıf uzmanı olan Lduis Finkelstein<br />

İsrail geleneklerinin, yoksullarla bunlara i şkence eden büyük toprak sahipleri<br />

aras ındaki sürekli kültür sava şının bir sonucu olarak incelenmesi gereğini<br />

ortaya atm ıştır. Yazar yan göçebe çobanla yerle şik çiftçi aras ındaki<br />

ilkel karşınlık (muhalefet) ve da ğlık bölgelerin küçük köyliisü ile düz ovalarm<br />

varhkh ve mutlu ekincisi aras ındaki çat ışma üzerinde durmaktad ır. Şehirlerdeki<br />

tüccar ve küçük sanat erbab ıyla asilzâde ve saray mensuplar ı: arasında<br />

beliren kar şınhğm da Romadaki patriçilerle plebler aras ındaki temelli<br />

farklara benzetilebilece ği ve , bu iki olayın özde ş (ayn ı) olduğu üzerinde direnmektedir.<br />

Reform devrinde ve protestan mezhepleri ııiıı türemesi s ıras ında<br />

bu yoldaki ara ştırmalarda benzeri dü şünce ve aç ıklamalar üstün rol oynamakta<br />

idi. Ernst Troeltsch bu tip tek yönlü ara ştırmalara kar şı kafa tutanlar<br />

aras ındadır. Toplumsal şartlar ın din üzerindeki büyük etkileri oldu ğu<br />

kabul edilmekle beraber, bir tak ım bilginler dinden kayna ğını alan ve toplum<br />

yap ısı üzerinde tepki yapan etkenlerin de bir o kadar önemli oldu ğunu unutuyorlar.<br />

Dinin toplum hayat ı üzerinde etkileri, gruplar ın birle şme ve bağlanmaları,<br />

tophımsal tutum ve kadrolar ın evrim ve ayrınılaşmaları ve yine<br />

toplumsal kuruinlarm yükseli ş ve çökü şleri üzerinde yap ılacak esash bir<br />

inceleme, çok de ğerli sonuçlar ı ortaya ç ıkarır.<br />

C. DIN VE TOPLUM<br />

Dinle toplumun karşıhkh münasebetlerini incelemeye ba şlamadan önce<br />

bazı ön sorular üzerinde k ısaca durma= gerekir. a) Din bireyselmi yoksa<br />

toplumsalm ıdır b) Dinin tabii gruba kar şı tutumu nedir (olumlu, olumsuz<br />

veya ilgisizmidir); ba şka bir deyi şle toplumla dinin temas noktalar ı nerededir<br />

<br />

Din Sosyolojisi F. 5 65


Dini tanımlamak amac ımız dışındadır o. Bununla beraber en iyi tanem,<br />

kısa ve sade olmak niteli ğini ta şır: Rudolf Otto, Din Kuts4 ı n Tecritbesidir<br />

(La religion est l'experience du sacre) diyor Dinin bu 'anlay ışı, din üzerindeki<br />

ara ştırmaların objektif mahiyetini aç ıktan açığa ortaya koyar. Bu ise antropologlar<br />

arasmda öteden beri moda oldu ğu üzere psikolojik teorilerde söz<br />

konusu olan dinin s ırf subjektif anlay ışına zıt bir görü ştür. As ıl bu objektif<br />

anlayışt ır ki din etüdüne olanca zenginli ğini verir. 18. ve 19. yüzy ıllarda<br />

sübjektivizm akımına kap ılan ve ço ğu protestan olan teolog ve kilozoflar<br />

dinin bu zengin anlamını reddetmi şlerdir. 19. yüzy ıldan 20. yüzyıla geçince<br />

takınılan tutumda bir de ğişiklik olmuştur. Robert Ranulph, Marett, Nathansoederblom,<br />

Wilhelm Schmitt ve Rudolf Otto gibi din uzmanlar ının eserleri<br />

objektivizm hakkında çağdaş felsefi temayüllerle, her vakit şuurlp olmasa<br />

bile, gerçekten uzla şm ı halindedir. France Brentano, Alexis Meinong,<br />

Edmund Husserl gibi yazarlar ın temsil etmekte olduklar ı Alman ve Avusturya<br />

Fenomenolojik okulunun Psikoloji aleyhtar ı tutumu, Romano Guardini,<br />

Max Scheler, Jacques Maritain ve ba şkalarının ortaya att ıkları Din felsefesince<br />

payla şıhmştır. Otto'nun dini tecrübeyi, büyük bir incelikle, KOR-<br />

KUTUCU VE BUYIYLEYICI SIR (Mysterium tremendum et fascinosum)<br />

şeklinde nitelendirmesi, onu vas ıflama, çözümleme ve anlam ını bilimsel olarak<br />

kavrama yolunda yap‘lacak her türlü te şebbüse meydan okumaktad ır.<br />

Her gün yeni ve daha iyi gerçekle şme amac ı güttüğünden dinin yarat ıcı enerjisi<br />

sonsuzdur. Dini tecrübe ilk bak ışta açıkça ve dola şıks ız olarak ifade edileniez.<br />

Fakat bu tecrübenin anlat ımları sayesinde karSkterini tam olarak<br />

çizmek ve anlamak mümkündür. Dini sübjektif yönden incelemeye çal ışanların<br />

hepsi de şu FASIT DAİREYE düşmüşlerdir İç tecrübenin anla şılmas ı,<br />

objektif anlat ınun yorumu ile mümkündür; Fakat bizzat bu yorumun anlaşılabilmesi<br />

de her şeyden önce dini tecrübenin iç anlam ını kavramaya ba ğ-<br />

lıdır.<br />

Temel dini tecrübe (L'experience religieuse fondamentale) çi şitli şekillerde<br />

anlat ılır ve objektifle şir. Dini tecrübenin çe şitli anlatımlarının tanım<br />

ve açıklanmasına ihtiyaç vard ır. Filozoflar uzun zamandan beri bu gere ği<br />

anlamışlardı. Fenomenolojide Hegel, objektifleşmenin birbiri ard ından gelen<br />

aşamalarını çözümlemi ştir. Hegel, İnsanın düşünülebilen bütün faaliyetlerini<br />

bu a şamalar içerisine sokmu ştur. Yazar büyük bir titizlikle objektif<br />

tin (Esprit Objectif) le mutlak tin (Esprit Absolu) aras ındaki ayırımı göz<br />

önünde tutmu ş olup mutlak ti ıı ,seviyesindel7lini tecrübe ,i—fakwu anlat ımi ak., I<br />

arasındaki uyarlığın,objektif tin<br />

;ta jazanka, cın ,,4144,-<br />

çdaha tam olduğunaIşaret<br />

etmiştir. Hegel'e göre din mutlak tinin yönlerinden biridir. Ve yine Hegel<br />

9 Dinin çe şitli yönlerden tanımı için, tarafımdan yayınlanan. Din sosyolojisine giri ş adlı<br />

kitabm 36-52 sayfalar ına bakımz. (Resimli posta matbaas ı, <strong>Ankara</strong>, 1961)<br />

66


akımından, çağdaş adaptasyon ve yorumlar ı izleyerek, teknik ba şarı, ekonomik<br />

sistem, sanat çah şmaları, hukuk ve düşünüş sistemleri gibi insan ın<br />

kültürel ürünlerini objektif kültür sistemleri olarak ele almak mümkündür.<br />

Şüphesiz bu objektif kültür sistemleri aile, arkada şhk ve akrabahk gruplar ı,<br />

dernek ve devlet gibi toplumun her türlü organizasyonundan farld ıdır.• Teknik<br />

ba şarı, ekonomik sistem, sanat çah şması, hukuk ve düşünüş sistemleri<br />

kültürün objektif sistemleri olarak sosyolojiyi ancak dolay ıs ıyla ilgilendirebihr.<br />

Dini tecrübenin anlat ımma gelince bunu birinci kategoriye bir hayli<br />

tereddütle sokabiliriz. Çünkü bu tecrübenin öz ve esas ı tam bir objektifle ş-<br />

meye yer vermez. Bu ise ço ğu zaman dini tecrübenin yorumunu ayd ınlatacak<br />

yerde güçle ştirir. Bir dini ö ğreti, bir tap ınma veya bir dini tören, bir kanun<br />

veya endüstri ürünürıden daha az objektifle şmiştir. Belirli bir grubun eko<br />

nomik, artistik ve hukuki kurumlar ıyla dini kurumlar ı aras ındaki, münasebetlerin<br />

etüdü kadar toplumsal grupla dini geli şmeler aras ındaki bağhla ş -<br />

ma (Correlation) üzerindeki incelemeler de bir tak ım güçlüklerle doludur.<br />

Hegelin ard ından Dilthey hukuk, sanat, bilim ve din gibi objektif kültür<br />

sistemleriyle toplumun kabile, Devlet, millet ümmet şeklinde görülen organizasyonlar<br />

ı arasında bir münasebet oldu ğunu aç ıkça ispat etmi şti. Böylece<br />

Dilthey, Hegel ve Lazarus'un metafizik in şaları (Constructions m&taphysiques)<br />

ile Steirıtharm Halk Psikolojisi (Volker-Psychologie) ne cephe almış<br />

oluyordu. Amma Dilthey bile çekinmeden dini, objektif kültür sistemlerinden<br />

biri gibi görmeye olurundan fazla meyletmi şti. Dilthey'in manevi „<br />

bilimler felsefesi (Philosophie der Geisteswissenschaften) nin parlak bir be-<br />

~kid) sini yapmış olan Baillie, t ıpkı Dilthey gibi, dini, sadece kültür<br />

anlatımlarmın bir çe şidi saymakla yandmiştır<br />

Din Filozofu D. M. Edward ile mutab ık olarak, kutsal ın, iyi, gerçek<br />

ve ğüzel gibi değerlere eklenen dördüncü bir de ğer olmadığı savunulabilir.<br />

Mecazi olarak denebilir ki Din A ğacın Bir Dalı Degil, Gövdesidir. Bundan<br />

dolayı, belirli bir Kültür sisteminin çözümlenmesi yaln ızca dini davranış -<br />

ların anahtarı olan teoloji, efsane ve törenleri ara ştırmalda yap ılmaz, ayın<br />

zamanda kültür ya şayışım tümü ile aç ığa vuran gerçek havay ı keşfetmek,<br />

genel davran ışları dikkatlice incelemek gerekir. Ç ıeğsleş--~1.444-1,..ültiirel<br />

1,..2.11,1 e etki-~a ııı.-ereiüi-et-lienlePi§1--fen,lcsi~1.-~ii~elibedewi--<br />

tl mle durmalet.efehr.<br />

Bu konuda dikkati çeken bir ba şka yön gelenek ve kendili ğindenlik<br />

(Tradition et spontan&t) problemidir. İlkel insanm toplumsal ya şayışa<br />

katılması, bağışlar alıp vermekle olurdu. İnsan, tevarüs etti ği her türlü kanun,<br />

kural, gelenek, kurum ve kavramlar ı hemen hemen aynen al ıp uyguladığı<br />

gibi bunlara kendili ğinden yenilerini eklediği de olur. İlkel toplumların<br />

dinleri üzerinde son zamanlarda yap ılan ara ştırmalar, tek bir etnik ve co ğ-<br />

67


afi birlikte bile uygulama bak ımından büyük farklar bulundu ğunu gösteriyor.<br />

Bu türlü ara ştırmaların en ba şarılıs ı Ruth Benedict'in Kuzey Amerikada<br />

koruyucu ruh kavram ı adli parlak bir monografisidir 10. Bu kavramın<br />

çeşitli amerikan kültür çevrelerinde ald ığı şeklileri gözden geçiren Benedict,<br />

geleneklerin pasif bir şekilde halk tarafından olduğu gibi uygulanmas ından<br />

tutun da onda yarat ıcı değişiklikler yap ılmas ına kadar giden çe şitlenmeleri<br />

açıkça göstermiştir. Böylece eserde, dinler tarihi boyunca ferdi tecrübenin<br />

çok karma şık bir yorumu ile gleneksel ifadesinin çe şitli şekillerini buluyoruz.<br />

Bütün bunlar dinde pasif elemanlar ın yanında dinamik elemanlar ın<br />

da yer ald ığını gösterir.<br />

II. DINI TECRUBENIN ANL kTILMALARI<br />

Din olayları gözden, geçirilecek olursa, Dini Tecrübeyi tam olarak aç ıklamak<br />

üzere sürekli ve az çok ba şarılı bir çabanın harcandığı göze çarpar.<br />

Gelenek ve görenek, evrim ve devrim, reform ve rönesans gibi sözler bu<br />

alanda verilen bitmez tükenmez sava şın çeşitli evrelerini gösterir. Bu arada,<br />

dini şekillerle sanat, hukuk ve ekonomi faaliyetleri aras ında görülen benzerlik<br />

te ilgi çekicidir. Şimdilik sınır ve amac d ışına ta şmadan yaln ızca şu<br />

soruları cevapland ırmakla yetinilebilir:<br />

Dinin' niteliği nedir Heyecan, düşünce ve iradenin din olay ındaki yeri<br />

ve payı neden ibarettir<br />

Bu konularda tek yönlü görü şler eksik de ğildir. Heyecan, dü şünce ve<br />

irade zaman zaman dini tecrübenin özü gibi ahnm ıştı. Dinin psikolojik niteliğini<br />

ayrıntılı olarak belirtmeden öince herhangi bir tanımın, olaylardaki<br />

karma şıklığı göz önünde tutmas ı lüzumuna işaret etmek gerekir. Dü şüncenin<br />

dine büsbütün yabanc ı olduğunu ileri süren Schliermacher iddias ında<br />

haks ızdır. Bununla beraber, dinin aslmda dü şünceye dayandığını, düşünceden<br />

çıktığını ve yalnızca dü şünceden ibaret oldu ğunu savunmak pek güç oldu ğu<br />

gibi onu iç güdü ve gicli şlerimizle aynı saymak ta mümkün de ğildir. Şüphesiz<br />

tek yönlü de olsa dinin niteli ği üzerindeki görü şlerin herbirinde bir parça<br />

geçerlik ve gerçeklik pay ı vardır. Herbiri gerçe ğin bir yönünü ayd ınlatır Fakat<br />

hiç birini din olaylarm ıntümünü kaplayan bir ilke gibi ele almak do ğru olmaz.<br />

Genel olarak bunlar, din konusundaki ba şka görü şleri küçümsemek<br />

10 Ruth Benedict (The Concept of the Guardian Spirit in North America) american Anthropological<br />

Asssociation. Memoirs yol. XXIX. 1923.<br />

68


hevesinden ileri gelir. Dinde duyu ve güdüye önem verilmesi zihniyeteiliğin<br />

(intellectualism e) eseridir. Oysa ki dinin dü şünce ile ayn ı şey sayılması<br />

onda akla sığmayan ve ak ıl dışı kalan (irrationalisme) unsurlar ı hiçe saymak<br />

olur. Kutsalin tecrübesi diye tan ımlanan dini tecrübe çe şitli anlatım şekillerine<br />

bürünmii ştür.<br />

İman ve ibadet konular ında çok , şeyler yaz ılmıştır Bunları incelerken<br />

akla şu sorular gelir:<br />

"Dini tecrübenin teorik anlat ım ı olan imanla, pratik anlat ımı olan ibadet<br />

(tap ınma) ten acaba hangisi daha önemli ve önceldir "<br />

Ve yine<br />

"Efsane ve tören, iman ve âmel, itikat ve ibadet aras ındaki kar şılıklı<br />

miinasebetler nelerdir "<br />

Bilimsel alanda bu konularda bir çözüm yolu bulmak çok güçtür. İslam<br />

dünyas ı ameller niyetlere göre de ğerlendirilir ilkesiyle niyete ve dolay ı-<br />

s ıyla iman konusuna önem vermektedir. H ıristiyanl ığın protestan kollar ında<br />

da dini tecrübenin bu sübjektif yönü geçerliktedir. Fakat bilimsel alanda<br />

kaldığımız sürece en akla yatan görü ş imanla ibadeti s ıkıca birbirine ba ğlı<br />

sayan ve bunlardan hiçbirine öncelik ve üstünlük tan ımayan görü ştür. Hiç<br />

bir tap ınma (ibadet) yoktur ki onda bir parça tanr ısal dü şünüş ve inanış<br />

olmas ın; ve yine hiçbir dini inan ış ve görev yoktur ki orada biraz tap ınma<br />

eylemi bulunmas ın. Scheler'le birlikte denebilir ki : İman, tap ınmadan öncel<br />

değil, yalnız geli şmesi için tap ınma arac ından yararlan ır. Bununla beraber<br />

din olayı temelinde, zihni ve ruhi bir olayd ır ; fakat tek yönlü ruhi bir olay<br />

değil, ruhi-fiziki (psycho-physique) nitelikte bir olayd ır.<br />

A) DININ TEORİK ANLATIMI : İman ve öğreti (Croyance et doctrine)<br />

Teorik anlat ım Temel tecrübede daha önceden vard ır. Temel tecrübe,<br />

çok kez duyu, dü şünce veya ö ğreti (doktrin) yi içinde gizleyen sembollerje<br />

gösterilir. İlk algı ve sezi şten olan Temel Tecrübe belirli ve tutarl ı teorik<br />

bildirilerde söz konusu olur.<br />

Bu türlü sembollerin niteli ğini iki büyük alman şairi güzelce anlatm ış -<br />

lard ır. Schiller'e göre ; akl ın olgunla şmas ı sürecinde ancak yüzy ıllar geçtikten<br />

sonra anla şılan şeyler, çocukluk ça ğındaki insan ın kafasında çok daha önceden<br />

ilham ve vahiy olarak yer almıştır. Goethe (Göte) ise, gerçek sembolle ştirme<br />

öyle bir haldir ki orada hülya ve hayalet de ğil, fakat henüz ke şfedilmemiş<br />

önemli ve canl ı bir vahiy ve ilham olarak özel, geneli temsil eder, der.<br />

69


Dini tecrübenin teorik anlat ımın iyice anlıyabilmek için din kavram ı=<br />

gelişime sürecini incelemek gerekir. Bu geli şme şekil ve muhteva bak ımından<br />

ele al ınabilir :<br />

I) Imanin şekil balamindan gelişmesi :<br />

İlkel zihniyetlerdeki efsane (mythes), daha ileri medeniyetlerde ö ğreti<br />

(Doktrin) olarak kendini gösterir. Efsanenin kendine öz mant ık ve kurallar ı<br />

vardır. İlkel zihniyetle ilgili zaman, mekân ve sebeplik kategorileri ve efsanelerde<br />

adı geçen ki şilikleri incelemek bu konuda çok ayd ınlatıcıdır. Çok kez<br />

birbirini, tutmayan mitolojik olay ve geleneklerin çe şitli olmasıyla nitelenen<br />

polimorfizm a şaması, belirli medeniyetlerde bütün tarih boyunca ya şamış<br />

ve devam etmi ştir. Bu arada efsanelerin bir ço ğunda birbirini tutmayan<br />

çelişiklik baş göstermi ş ve da ğınık ve çelişik efsaneler zamanla ba ğdaşıp<br />

örgütlenerek merkezi ki şilikkr tarafından açıklığa kavu şmuşlardır. , Efsanelerin<br />

baz ı yönleri zamanla daha aç ık ve belirli bir hal almış ; buna kar şılık<br />

başka yönleri silinip gitmiştir. Soy kütükleri ( şecere tablolar ı) nin anahatlar ı<br />

çizilir ve geli şme süreci devam ederse masal ve efsaneler ba ğda şır, düzenlenir<br />

ve birle şirler. Şüphesiz burada ak ıl ve düşüncenin oynad ığı rol büyük bir<br />

anlam ta şır ve bu yoldaki geli şmenin devamhhğım sağlar. Bu alanda göze<br />

çarpan bir ba şkn etken de dini ki şiliklerin kendilerine öz dini tecrübeleri<br />

başkalarına geçirmek ve yaymak arzular ıdır.<br />

Durum ve toplum şartları elveri şli olursa, iman ilkeleri (doktrin) ni bir<br />

araya getirmek, tan ımlamak ve düzenlemek üzere üstün bir din otoritesi<br />

kurulur. Böylelikle rasgele bir araya gelen çe şitli mitolojik gelenekler yerlerini<br />

normatif bir sistem olan ö ğretiye (doktrine) b ırakır. Bu ise düpe düz ilâhiyat<br />

(teoloji) ın ba şlangıcıdır. Bu arada efsaneleri derleme, toplama, düzenleme<br />

ve kanunla ştırma i şleri aralıks ız devam eder. Sözlü gelenekler yerlerini zamanla<br />

yazılı geleneklere b ırakır. Bunun sonunda kutsal kitaplar ortaya ç ıkar.<br />

ilâhiyatç ılar temel kavramlar ı rasyonalize etmeye, ve normatif karakterdeki<br />

iman ilkelerini geli ştirmeye çal ışırlar. Bir yandan ilâhiyatç ılar imamn<br />

mıuhtevasma ili şkin çok ince fikirleri haz ırlarken; öteyandan imanla ilgili<br />

kısa özetler akait kadrolar ı içine alınır ilâhiyat ın bu şekildeki geli şmesi ise<br />

felsefenin do ğmasına yol açar.<br />

Dini tecrübenin zihni anlat ımının sistemle şmesi sürecinde birinci basamak<br />

Afrika ve Polinezya mitolojileridir. Babil, M ıs ır, Meksika, Çin ve Yunan<br />

dinleri ikinci basamakt ır. Bu ikinciler ba ğımsız iman ilkelerinde görülen<br />

birle şme ve kanunla şma temayülü ile birincilerden ayr ılırlar. Yahudilik,<br />

Hıristiyanlık, islândık, Zerdü ştlük, Maniçeizm, Budizm, Jainizim, Hinduizm,<br />

Konfuçyanizm ve taoizm gibi kitaph dinler çok iyi geli şmiş inaklarıyla (nass)<br />

70


-üçüncü basama ğı teşkil ederler. Bütün bu dinlerin temel ilkeleri üzerinde<br />

yap ılan tart ışmalar ise felsefenin do ğmasma ve geli şmesine yard ım etmiştir.<br />

2) İman ın muhteva bak ım ından gelişmesi<br />

Dini tecrübenin teorik anlat ımı özel bir önem taşıyan üç konu etrafında<br />

döner : Tanrı, Dünya ve İnsan... Bunlar ı kar şılayan bilim dallar ı s ıras ıyle<br />

Teoloji, Kozmoloji ve Antropoloji (ilahiyat, Kevniyat ve be şeriyat) veya<br />

Tanrı bilimi, evren bilimi ve insan bilimidir. Bu kavramlar süreklice efsane,<br />

öğreti ve inak, ba şka deyişle mitos, doktrin ve do ğma şekilleri altında evrim<br />

geçirmi şlerdir. Tanr ı, Tanr ıların doğuşu, yetişek veya ba şlangıcı "Teogoni" 11<br />

ıların nitelikleri, dünya ile olan münasebetleri ve bunlar ın isbat ı Tanr<br />

"Teodise" 12 gibi konular ın tümü teoloji içinde anlat ılmış ve gösterilmiştir.<br />

Kozmoloji, dünyanın ba şlangıcı, gelişimi, çeşitli evreleri ve sonucu ile ilgilidir.<br />

Teolojik anlamdaki antropoloji ise kurtulu ş teorisi (Soteriologie) 13 , ve<br />

öbür dünya bilgi§i (Eschatologie) i ıi 14 , içine alarak insanlığın başlangıç, tabiat<br />

ve al ın yaz ısını inceler.<br />

Dünya düzeninde ilkel anlamda el de ğmemiş baz ı mitolojik kavramlar ı<br />

çok ayrımlaşmış ve son derece geli şmiş felsefe ve teoloji sistemleriyle kar şılaştırmak<br />

çok ilgi çekicidir. Bat ı Afrika, Polinezya, güney bat ı Amerika ve<br />

Meksikanın tek düzenli sistemleri hakk ında bilgiler elde edildikçe ilkel<br />

toplumlarla Çin, Hint, Babil, Yunan ve Roma gibi eski ça ğın büyük uygarhlçları<br />

arasındaki geçici bo şluklar dolmakta ve kapanmaktad ır. Bu sistemlerin<br />

pek ço ğu dünya ve Tanrı kavramlar ı çevresinde döner. Toplum-<br />

' ların mitolojisinde pek çok felsefi elemanlar varsada orjinal evrelerde<br />

teori üzerinde o/kadar durulmaz. Mesela totemcilik k ısmen nazari bir sistemdir;<br />

fakat ameli ahlâka önem verir. Ameli ahlaka önem verilmesi ileri<br />

dinlerin büyük teolojilerine öz bir niteliktir.<br />

Yahudilik, Parsilik (Hindistan zerdü ştlüğü) Hinduizm ve Konfuçyanizmde<br />

olduğu gibi dinin çabuk' geli şme ve ayr ımla şmas ı sonunda Hikmet<br />

Edebiyat ı (Literature Sapientiale) denilen çok yeni bir evreye vard ır. 15<br />

11 Teogoni (Thöogonie) : Tanr ılarm dogu şlarniı ve soy kütüklerini inceler.<br />

12 Teodise (Thöo ılieöe) : Tanr ının varlığından ve niteliklerinden bahseden bilim kolu<br />

13 Soteriyoloji (SOtöriologie): İsa doktirinindeki kurtulu ş teorisi ve İsanın bu kurtulu ştaki<br />

rolünü aç ıklayan bilgi kolu.<br />

14 Eskatoloji (Eschatologie) : Teolojinin bir kolu olup ölümden, ceza giinünden, cennet<br />

ve cehennemden, dünyan ın sonundan ve genel olarak öbür dünya olaylar ından söz açar.<br />

15 Hikmet edebiyat ı (Littörature Sapientiale) Tevrat ın ahlak ve hikmet ilkelerini içine<br />

alan kesimleri, meseller, rahipler v. s.<br />

71


Dinin teorik anlat ımı ile pratik anlat ımı s ıms ıkı birbirine ba ğhdır. Fakat<br />

zamanla teori prati ğe bağlı kalır. Böylece insan din konusunda daha çok<br />

ilgi toplar ve yava ş yava ş ahlak ve teoloji köleliğinden kurtulmu ş olur. Ba ş -<br />

langıçtan din felsefesinin kurulu şuna kadar giden bu geli şme yunan dininin<br />

tarihi dönemlerinde izlenebilir. Yunanistan Theoria'yı 16 buldu. Aristo da<br />

bilgi örgütünün bir tablosunu yapt ı. Bu yalnzca bilimsel veriler üzerine<br />

kurulmu ş teori ara ştırmalar ı= ba şlang ıcını aydınlatır. Şüphesiz, Kahramanl ık<br />

ça ğı ve onun mitolojik görünü şünden ilâhiyatç ılarm hikmet ça ğına ve oradan<br />

stoacıların rasyonel ve metodik ansiklopedisine varmak için oldukça uzun<br />

bir yol vardır 17 .<br />

Din kurucular ı denilen büyük dini önderlerin ortaya koyduklar ı eserleri<br />

de bu evrim ışığı altında yorumlamak gerekir. Her sezgi, ilham veya vahiyde<br />

bir teorinin tohumlar ı yatar. Bu tohumlar ı, kurucu veya izleyicileri bir ö ğreti<br />

(Doktrin) haline koyar ve zamanla bunlar inak (Do ğma) olarak yerle şirler<br />

Bununla beraber, temel tecrübe (Experience originelle) ve onun ilk anlat ımında<br />

teori ile pratik, teoloji ile ahlak aras ında bir ay ırım yapmak çok güçtür. Hz.<br />

Muhammede gelen ilk ilhâm ve vahiy, Musaya inen buyruklar, Budan ın<br />

ayd ınlanma tecrübeleri incelenirse teori ile pratik aras ında bir s ınırlamaya<br />

imkân olmadığı kams ına var ılır.<br />

B) DİNİN PRATIK ANLATIMI: Tap ınma (Culte) 18<br />

Ba şlangıçtan beri yap ılan aç ıklamalardan, dini tecrübenin pratik anlatımı<br />

olan dini eylem veya ibadetin s ıkıca inanç ve imana ba ğlı oldu ğu anla şılıyor.<br />

Dinin teorik bildirisinde aç ıklanan iman konular ı burada pratik olarak<br />

anlat ılmakta, uygulanmakta ve gerçekle şmektedir. Geniş anlamda, dini tecrübeden<br />

kayna ğını alan her eylem dinin pratik anlat ımı olarak al ınmak gerekir.<br />

Dar anlamda ise dinsel kişi (Homo Religiosus) nin yapt ığı eylem ve<br />

işlemlere tap ınma (ibadet) denir. Bu tan ımda din tap ınma olarak ele al ınmıştır<br />

19 . Kutsalm tecrübesi olan din, Efsane, ö ğreti (doktrin) ve Inak (do ğma)<br />

larda tap ınma konusu olan Tanr ıya veya Tanr ısal güce kar şı saygı eylemleriyle<br />

anlat ıhr. Gerardus Van der leeuw bütün din anlat ımlarmın geniş<br />

bir etüdüne dayanan tap ınma eyleminin fenomenolojik bir yorumunu yap-<br />

16 Theoria : Tanr ısal sırları görme, bilme ve ö ğrenmedir. Vahiy unsurlar ı ta şır. Sonralar ı<br />

bilimsel bir anlam kazanm ıştır.<br />

17 Stoik felsefe akıldan ba şka hiçbir d ış belirtiye önem vermeyen bir sistemdir.<br />

18 Öz türkçe ile iman veya akideye inanç; ibadet ve amele ise tap ınma denmektedir. İnançta<br />

efsane, ö ğreti (doktirin) ve inak (do ğma ve nass) dahildir. Tap ınma dil, fiil ve baz ı çekimserliklerle<br />

gerçekle şir.<br />

19 Bk. Evelyn Underhill, ibadet (Worship) (N. y and London, Harper and Bros. 1937<br />

72


nuştır 2° . Underhill tap ınma eylemlerini dörde ay ırır : Dini törenler (Les<br />

Rituels), Semboller (Les symboles), kutsallama törenleri (Les Sacrements)<br />

ve kurban (Le sacrifice)... Tap ınma eylemlerinin anlam, münasebet ve<br />

mahiyeti üzerinde sistematik bir ara ştırma söz konusu oldu ğu zaman bu<br />

türlü s ınıflamalar çok yararl ı olur 21 . Eski sözleşme (Tevrat) üzerinde de ğerli<br />

çalışmalar yapmış olan Walter Eicrodt ile birlikte tap ınmanın geçici bir olay<br />

değil, ,dinin temelli ve gerçek bir anlat ımı olduğu ve insan hayat ının tümünü<br />

kapladığı söylenebilir. Dinin zihni anlat ımı ile onun temel, tabiat ve görevini<br />

birbirine kar ışt ırmaktan ileri gelen yan ılma, __teorinin dinde en anlaml ı<br />

veya en esasl ı bir ilke olmadığım kabul etmek suretiyle önlenmi ş olur. Gerçekte<br />

tap ınma olay ı o kadar önemlidir ki, bir dinin onsuz devam edebilece ği<br />

bile şüphelidir. Çe şitli dinlerde tap ınmanın inançla kar şılıkh münasebeti çok<br />

kez tart ışma konusu olmu ş ve birbirinden çok farkh çözüm yollar ına bağlanmıştır.<br />

Kuzey Avrupa folklor ve din sistemlerine k ısaca bir göz atmak konuya<br />

ışık verecek özellikleri ortaya koyar. 19. yüzy ılın ba şlarında Kuzey Avrupa<br />

Tetkikleri kürsüsünü kurmu ş olan Jacob Grimm, dinin teorik (mitolojik)<br />

anlatımına kar şı duyulan bir ilgiyi ibadet, hukuk ve kurumsal elemanlarla<br />

karıştırmıştır. Grimm'den 'sonra gelen Schwartz, efsanevi geleneklerin (traditions<br />

ınythologiques) yorumuna önem vermi ş ; fakat 19 yüzy ılın ikinci yarısında<br />

Wilhelm Mannhardt çal ışmalar ını halk törenlerini geni şce incelemeye<br />

hasretmi ştir. Dini tecrübenin iman ve ibadet yahut Maç ve tap ınma yönlerin-<br />

20 Gerardus Van der Leeuw Din fenomenolojisi (Phenomenologie der Religin) adl ı eseriyle<br />

fenomenolojiyi dine uygulamıştır Aslında fenomoloji bir kimsenin doğrudan do ğruya edindiği<br />

tecrübenin deskriptif bir etüdüdür. 1933 y ıhnda yayınlanan bu eser kar şılaştırmalı dinler etüdün<br />

de önemli bir yer tutar. Özel olarak din fenomolojisi din olaylar ı olarak dini yap ı ve onun dayandığı<br />

temel tecrübe ve belirtilerini ke şfetmeye çal ışır. Bunu yaparken de tarihi ve yersel elemanlardan<br />

soyutlamr.<br />

21 Din törenleri eski dilde Mensek ve Bat ı dillerinde ise Rite diye geçer. Ve Din törenlerindeki<br />

sıra, şekil ve yalvarma (dua) lar ı gösterir. Bu tören s ıralarını açıklamak üzere yaz ılan<br />

kitaplara Rituel denir.<br />

Litürji (Liturgie) : Dini otorite tarafından saptanmış olup dua ve töreulerin s ırasını bildirir.<br />

Semboller (les symboles) soyut bir kavram ı somut şekillerle anlatmak için kullan ılan i şaretlerdir.<br />

Bu i şaretler müminlerce bilindi ği halade yabanc ıların anlayam ıyacağı şekilde düzenlenmiştir.<br />

Hırıstıyanhk ilk devirlerinde (i şkence çektikleri sırada) bu sembolle1rden yararlanm ıştır.<br />

Meselâ Hırıstiyanlıkta haç, Hz. İsayı ve bütün hırıstıyanligı gösterir. Üç kenarh e şit bir üçken<br />

içine çizilen daire e şit üç kutsal' yani teslisi (Trinite") gösterir. Güvercin kutsal ruhu (Saint-Esprit)<br />

temsil eder. İslamiyette şehadet parma ğını kaldırma tanrı birliğine Hz. Muhammedin hak resul<br />

olduğuna işarettir.<br />

Kutsallama törenleri (Les sacrements) Hr ıstiyanlıkta kutsal bir ruh veya kavram ın kutsal<br />

bir eylem olarak d ışarı aksetmesidir. H ırıstiyanlıkta yedi kutsallama töreni vard ır: yaftiz, konfirmasyon<br />

(belirli bir ya şa gelen çocukları papazın duasiyle a şai rebbaniye kat ılması), A şai<br />

rebbani âyini (eucharistie) bunlar aras ındaır.<br />

lıar<br />

73


den birine ötekinden daha çok önem ve öncelik tan ınmas ıyla ortaya ç ıkan<br />

anla şmazlıklar sami dinlerin tetkikinde de önümüze ç ıkar. Robertson Smith<br />

tap ınma konusuna gereken ilginin gösterilmeme3ine öfkelenerek sami dinler<br />

(Religion of Semites) adl ı eserini kaleme alm ıştı Mazmurların yorumu üzerindeki<br />

çat ışmalar, Mowinckl'in teorisinde son kertesine varm ış ve, dinin ihadetle<br />

ba şladığı sonucunua var ılmışt ır. Ilkel tap ınmalar konusunda değerli bir uzman<br />

olan Daniel Brinton, Dini eylemlerin bütün dinlerin kayna ğı olduğunu ileri<br />

süren Otto Gruppe'nin teorisine kar şı koymuştur. Brinton ayn ı şekilde efsanelerin<br />

din törenlerinden ç ıkmış olduğunu söyleyen Robertson Smith'in görü ş -<br />

lerine de tak ışarak dinde eylemin efsaneye dayand ığını savunmuştu.<br />

Tanrılara saygı göstermek üzere giri şilen en basit eylemlerden, yahudilik,<br />

parsilik, brahmanlik, Do ğu ve Bat ı katolikliği gibi, dinleri karakterize<br />

eden kimi menseki örnekler ç ıkmıştır. Ortalama bir görü şle tap ınma olarak,<br />

kutsal zaman ve mekânlara sayg ı gösterilerini, dünya düzeni ve tanr ı iradesinin<br />

geni ş bir yörumu sonucunda giri şilen kimi eylemleri ya da belli bir amaca<br />

varmak için yap ılan basit törenleri (taharet, dua, kurban gibi) bulmaktay ız.<br />

Tapınmamn tarihçesi bir yandan zorlama ile gelenel aras ındaki sürekli münasebetin,<br />

öte yandan, ferdi hürriyet için giri şilen devamlı savaşın bir hikâyesidir<br />

C) DİNİN SOSYOLOJ İK ANLATIMI : Din Birli ği (Communion) •<br />

— Kollektif ve ferdi din —<br />

Dini teerübenin teorik ve pratik anlat ımlan onun üçüncü bir görünü şü<br />

olan sosyolojik anlat ımı ile tamamlan ır. Ya şayan bir din tabiat ı icab ı toplumsal<br />

münasebetleri kurmak ve devam ettirmek zorundad ır. John Mac Murray<br />

Dini Tecrübenin Yap ısı<br />

üzerindeki ilgi çekici derslerinde din alan ınm<br />

kişisel münasebetler alan ı olduğunua bizleri inand ırmaya çalışlynr. Bu teori<br />

dinde ferdi ve kollektif elemanlara yer vermekle pozitivistlerin toplumu<br />

tap ınma konusu saymakla dü ştükleri yanl ış yoruma yakla şmak tehlikesi<br />

gösterir. Bütün münasebetlerin din alan ında cereyan etti ği ve dinin, kar şılıklı<br />

bir bağımla şmamn bilinçli bir idrakinden ibaret oldu ğu düşüncesi do ğru<br />

değildir. Bu anlayış kutsala bağlılığı açıklayan temel tecrübenin toplumsal<br />

sonucundan başka bir şey değildir; ve önemi ne olursa olsun ikinci derecede<br />

kalmaya mahldımdur. Mac Murray, dinin toplumsal yön ve görünü şü<br />

üzerinde durdu ğu müddetçe hakl ıdır; Fakat toplumsal olay ın bir töre .Vini<br />

onun gerçek çekirde ği saymakla yanlış bir yola sapmıştır. Tabiatiyle Mac<br />

Murray dini birliğin (cemaatin) sembolik çah şmalan üzerinde yüksek dü şünceleri<br />

01..:n bir bilgindir. Yorumlar ı gerçekten derin ve anlaml ıdır. Bu bilgin<br />

göre, dini tören birli ğin basit bir anlat ımı değil, fakat birliği ya şatan bir araçt ır.<br />

74


Beşeri münasebetler niyyet ve iradeye dayand ıkları nisbette yükselir ve asille<br />

şirler. Her şeye ra ğmen, yüksek bir din de „toplumsal münasebetlerin dini<br />

yönden muhafazas ı tabii ba ğları kuvvetlendirdiği kadar onları kolaylıkla<br />

yokedebilir. Çünkü manevi birlik, tabii birli ğin sadece bir devam ı değildir.<br />

Bir dindeki sosyolojik sonuçlar ı incelemek için Dinler Tarihinin ma4eme<br />

ve verileri ele ahnmal ıdır. İlk iş dindeki birlik, i şbirliği ve ortakla şa çalış -<br />

maların dini tecrübenin bütünleyici ve temeli parçalar ından= yoksa<br />

geçici olayların bir belirtisimi olup olmad ığım kestirmektedir. Ve yine dinde<br />

acaba fertlerin kendiliklerinden dinin toplumsal çal ışmalarına kat ılma ve toplum<br />

fertleriyle birle şme ihtirnalini ortadan kald ıracak kadar köklü baz ı ferdi<br />

durum ve tutumlar varm ıdır Bu türlü sorulara verilecek kar şıhklarm din<br />

hakkındaki özel görü şleri aksettirece ği kolayca anla şıhr. Ortakla şa tap ınma<br />

ilkeleri (Principle of . Corporate Worship) adl ı eserinde Evelyn Underhill çok<br />

anlamlı olan şu yorumu yap ıyor : tek ve toplu tap ınma aras ındaki öncelik<br />

ve üstünlük problemi bir kenara b ırakıhrsa pratik hayatta her ikisi de birbirini<br />

tamamladığı, kuvvetlendirdiği ve denetledi ği görülür. Scheler dinde her<br />

işlemin aynı zamanda bireysel ve toplumsal i şlem olduğunu ve tek bir h ıristiyan<br />

asla h ıristiyan de ğildir (Unus Christianus nullus Christianus) sözünün<br />

geniş anlamda bütün dinlere uygulanaca ğım söylediği zaman şüphe yok ki<br />

tümü ve bütünüyle katolik felsefesini yans ıt ıyordu. Yazar kiliseyi müminler<br />

birliği olarak ald ığı ve bu birlik hakk ında derin bir görü şü olmadığı halde<br />

tümüyle dinin bireyselliği ve ferdin do ğrudan doğruya tanr ıya kar şı sorumlu<br />

olduğu konusunda önemle durmu ştur. Bununla beraber protestanl ıkta bile<br />

ferdin din konusundaki rol ve önemi üzerinde görü ş ayrılıkları vardır. Burada<br />

çeşitli mezhebi gruplar ın görüş ve anlayışlarına göre ferdin dindeki rol ve<br />

ve önemi birbirinden farkl ıdır. Bu görü şler bir dini toplulu ğun gelişme safhalarma<br />

göre değişebildiği gibi aynı alanda da değişik görü şler olabilir. Mesela'<br />

protestanl ık Doğu katoliklikten daha çok fert üzerinde durur. Bunun gibi<br />

her ikisi de protestan oldu ğu halde Metodizm (Methodisme) anglikanizmden<br />

daha çok bireye ve bireysel de ğerlere önem verir 22 . Öte yandan Luther mezhebinde<br />

19. yüzyılda ortaya ç ıkan dindarhk ve uyan ış hareketleri küçük ve<br />

samimi grupların kurulmas ına yol açmışt ır. Bu hareketlerde Ortodoks ve<br />

konfessiyonalizmden daha aç ık olarak ferdi dindarl ığa önem verilmi şti. Mez-.<br />

hebi gruplar da ayn ı eğilimleri gösterirler. Gerek ferdiyetci durum ve tutumlar<br />

ve gerekse reform hareketleri, karizmatik ve komünist gruplar ın çok koyu<br />

kollektivist duyu şlarma z ıt bir do ğrultuda geli şmişlerdir.<br />

22 Metodizm : 1729 da Ingilterede Weseley karde şler tarafından kurulmu ş bir protestan<br />

mezheptir. -1:1-yelerinin ahlak kurallar ına olurundan çok önem vermeleriyle ötekilerden ayr ı-<br />

hr.<br />

75


19. yüzyılın sonuna do ğru, bir çok bilginler dini geli şmenin yava ş yava ş<br />

fakat, de ğişmez ve dönmez bir şekilde kollektivistlikten fertçili ğe doğru iler<br />

lediği sonucuna varm ışlard ır. Bu evrensel gidi şte H ıristiyanl ık putperestli ğe,<br />

protestanhk katolikli ğe, liberal protestanhk klasik protestanl ığa kar şı üstünlük<br />

ve öncelik sağlamak suretiyle örnekler vermi ştir. Geçen 50 yıl içinde<br />

ayrın,tıh ve kar şıla ştırmalı tarih biliminin geli şmesi ve hırisyanl ık çeşitleriıin<br />

tümüne kar şı büyük bir ilginin uyanmas ı bu türlü erken genellemelere şüphe<br />

ile bakmayı öğretmiştir. Mistisizm, rasyonalizm ve spritüalizm gibi baz ı<br />

dini tutumlar birbirinden oldukça ayr ı ve aral ıklı dönem ve devrelerde şu<br />

veya bu şekilde tekrar ortaya ç ıkmış ve tek ki şinin toplumla olan münasebetini<br />

tayin etmiştir. Çe şitli hıristiyan gruplar ında görülen bu tutumlar Ernst<br />

Troeltsch tarafından sosyolojik ortanUar ı içinde incelenmi ştir. Bilginler ça ğda ş<br />

dünyaya öz olan bu geli şmelerin daha öncede Eski Yunan ve Orta ça ğ toplum-<br />

larında örnek vermi ş olduğunu ispat etmi şlerdir.<br />

İster fert isterse bir grup olsun, dinin temel süjesi üzerindeki görü şlerin<br />

pek çok değiştiği görülür. Eski ça ğın Site dinlerinde ifadesini bulan dini birlik<br />

kavramı ça ğdaş dinlerdekinden çok farkl ı idi. Onlar toplu tap ınmalarma<br />

önem vermi ş ve bireysel tap ınmayı geçerliği olmayan bir soyutlama<br />

olarak alm ışlardı. İlkel dinler bu konuda daha da ileri gitmi şlerdi. Yunan<br />

,dini ferdi olmadan önce aile, kabile ve devlet dini gibi toplumsal bir nitelik<br />

ta şımakta idi. Roma topraklar ında bireysellik (ferdiyat) kavram ın-in geli şmeEi,<br />

toplumsal dü şünüşün olağanüstü ilerlemesi yüzünden geç kalm ıştı Fert<br />

sadece aile, klan ve Devletin yüzü suyu hörmetine var say ılıyordu. Japon<br />

toplumu aile kavram ına kutsal bir anlam verir. Fert, ailenin ortakla şa ya şayışı<br />

içinde geçici de ğil, fakat sürekli olarak erimi ş ve yutulmu ştur.<br />

Güven verir gibi görünen bu cür'etli genellemeler pek çok istisnalar ı<br />

ihmal eder. Yukar ıda sözü geçen medeniyetlerde kollektif dinin önemi çok<br />

büyük olmakla beraber dini önderlerin toplumlarda ola ğan üstü rolü ve<br />

üstün derecede yard ımları olduğunu unutmamak yçrinde olur. İlkel toplumlarda<br />

bile çok ki şisel bir dini tecrübenin varl ığını kabul etmek zarureti<br />

vardır. Bütün bunlar dinin yalnızca bireysel oldu ğunu ispat etmese de dini<br />

düpedüz toplumsal nitelikte anlamay ı güçle ştirir. MaSnowskinin oralama<br />

formillüne uyarak kollektif ile dininiri hiçbir suretle ayn ı geniş -<br />

likte olmad ıklar ı söylenebilir. Yahut Ruth Bendiet'in söyledi ği gibi gerçekte<br />

toplumla tekin birbirine kar şıt olmadıkları doğrulanabilir 23 .<br />

Daha üstün nitelikteki ferdiyetçi dinin geli şmesinde iki önemli etken<br />

göze çarpar: Biri kültürel ve toplumsal ortam ın etkisi. altında ferdin yava ş<br />

1934)<br />

23 Ruth Benedict, kültür örnekleri (Patterns of culture) (Boston Houghton Mafflin co<br />

76


yava ş özgürlüğüne kavu şmas ı, ötekisi toplum ve uygarl ıkta devaml ı bir<br />

ayrımlaşma (Differenciation) sürecinin gerçekle şmesidir 24.<br />

Bu çifte sürece<br />

ilkel toplumlarda bile rastlan ır. Lowie, Amerika yerlilerinden Crow (Karga),<br />

Yeni Gine yerlilerinden Kai ve. Eskimo gibi bir çok ilkel toplumlardaki mülkiyet<br />

kavram ını gözden geçirdiklen sonra ba şka yerde rastlanmayan bu komünist<br />

toplumlarda bile ferdi motiflerin büsbütün ortadan kalk ınadığı sonucuna<br />

varmıştır. Bu temayül Do ğuda daha açık olarak kendini gösterir. Fakat<br />

Batı medeniyetleri ferdiyetçili ğin zirvesine varm ış bulunmaktad ır. Tek ba şı -<br />

na klasik medeniyetin gelenekleriyle haz ırlanan bu ferdiyetçilik yöneli şin<br />

yahudilik, H ıristiyanl ık ve İslamlık gibi evrensel dinler derinle ştirmiştir.<br />

Helenistik devir bir yandan ayn ı geleneksel nitelikteki örgütleri (te şkilat ı)<br />

eritmek; öte yandan yeni tipte bir dindarl ık yaratmak ve bu yeni tiplerle<br />

birlikte din derneklerinin kurulmas ına yard ım etmekle dinde ölçüsüz etkiler<br />

yapmıştır. Dini ferdiyetçili ğin gelişmesinde sosyolojik bak ımdan çok önemli<br />

bir yön, dini cemaatlarla tabii gruplar ın gün geçtikçe birbirinden ayr ılması<br />

yani Lâyiklik ilkesinin uygar ve ça ğdaş toplumlarda revaç bulmas ıdır. Konumuza<br />

ili şkin olmas ı bakımından yukar ıda yap ılan açıklamalara h ıristiyanhktaki<br />

ferdiyet kavraniiyle ilgili bir söz daha eklenebilir. Ba şlangıcında kutsal<br />

kitaplara dayanan ve büyük din ıslahatç ılarınca (Reformateurs) yorumlanan<br />

ferdiyet kavram ı, paskal, Kant ve Kierkegaard felsefelerinde üstün<br />

bir rol oynarlar. Bir din sosyologu olumlu bir ilgi ta şımamakla beraber,<br />

Soeren Kierkegaard teolojisi, ferdin (der einzekne) sosyolojik ve dini yönden<br />

temel kategori olduğu konusunda var ılan en son mant ıki sonuçları gösterir.<br />

Çağdaş felsefe ve protestan teolojisinde benzeri fikirlere rastlan ır Mesela<br />

Alfred Nortlı Whitehead dini, insanın iç hayat ının sanat ve teorisi olarak<br />

tanımlar ve bu do ğrulamayn dinin her şeyden önce bir toplum olay ı olduğu<br />

görüşünün aç ıktan açığa bir reddiyesi sayar. Bu yazar Din olay ım ferdin<br />

yalnızlığı ve yalmzlığlyla yetinnıesi olarak özetler. Öte yandan dindeki kollektif<br />

eylemleri ise dinin süslü püslü bu d ış yönü olarak al ır. Çağda ş psikolog<br />

Floyd Allport'a göle Ki şisel din, ferdi, dinden ayırmakla kalmaz, ayn ı -zamanda<br />

ba şkaları ile her türlü muhabere ve temas ı engeller. H ıristiyan wezhepçili<br />

ği (Sectarianisme Chretien) ve budist teolojisine hiçte yabanc ı olmayan<br />

bu görüşten dolayı dini .tecrübenin imkan, me şruiyet ve din birli ği sınırları<br />

problemi olağan üstü bir ciddiyet gösterir. Dini tecrübeyi yaln ızca ki şisel<br />

bir iş sayanlar kilisenin örgüt, disiplin ve yasas ını ret ve inkâr edenlerdir.<br />

Dinleti tarihi boyunca ferdin geli şme ve özgürlüğünü tehlikeye koyan sistemleıe<br />

karşı ferdi tecrübe ve te şebbüs ad ına sürekli bir itiraz ın yükseldiği görülür.<br />

•Önceden mevcut olan geleneksel bir toplum içinde gerçekle şınek zorunda<br />

kalan din kavram ı, ya bağımsız olarak dini olgunluğa götüren etkenleri bir-<br />

1937)<br />

24 Robert M. Mac iver Society : İts stucture and ehances (N. Y : Farer and Ihn ıhart<br />

77


le ştirir; ya da mevcut herhangi bir topluluktan ba ğımsız bir cemaatin doğacak<br />

olan iman birliğine yönelmesini sa ğlar.<br />

Burada din sosyolo ğunun işi, dini topluluk (cemaat) konusunda birbirinden<br />

ayrı kavramlardan ç ıkan ve tipolojik yönden farkl ı olan dini yap ı-<br />

ları dikkatlice incelemek ve s ınıflamakt ır. Yine bu bilgin yap ıların tarihi<br />

gelişmelerini çizmek ve her yer ve zamanda rastlanan çe şitli din karde şliği<br />

kavramını aramak zorundad ır.<br />

III. DİNİN TOPLUM VE DÜNYA KARŞISINDAKİ TUTUMU<br />

A. Dinin sosyolojik rolü<br />

Tipolojik bakımdan dinin toplum kar şısında üç farkh tutumu vard ır:<br />

1) Olumlu tutum (Attitude affirmative)<br />

Bu durum ve tutum, din ve dünya te şkilatlar ı aynı olan gruplar ın ayırdedici<br />

bir niteli ğidir. Ulusal dinlerle, islâmiyet, lamaizm ve Vatikan Katolikliği<br />

bu tutumun ayd ınlat ıc ı örnekleridir. Burada din topluma kar şı olumlu<br />

bir durum tak ınmıştır.<br />

2) Olumsuz tutum (Attitude negative):<br />

Koyu sofuluk (Ascetisme radical) bu tutumun tipik bir örne ğidir. Budizm<br />

ve baz ı islam tarikatlar ı, bozguncu yobazhk, ke şişlik (monachisme),<br />

çilecilik ve benzerleri bu s ıradad ır. Burada din topluma kar şı menfi<br />

bir durum tak ınmıştır.<br />

3) Seçmeli tutum (Attitude d'un realisme selectif).<br />

Bu tutum dini gruplar ı nitelik ve nitelik bak ımından s ınırlandırır. islâmdaki<br />

Emrü Dünya (dünya i şleri), Emrü Ahiret (ahiret veya din i şleri),<br />

hıristiyanh ğın ilk demeçlerinde ifadesini bulan din ve dünya (devlet) i şlerinin<br />

ayırımı buna ili şkin örneklerdir.<br />

Dini cemaat tiplerinin kar şıla ştırmalı bir etüdü, zorunlu olarak onlar ın<br />

kurulu ş sebeplerini, özel anlamlar ını ve üyleri üzerinde yapt ığı etkileri inceler.<br />

Ba şka bir deyi şle, yalnızca sosyolojik olan bir ara ştırmayı grubun ken-<br />

78


dini yorumlamas ı olan ideoloji ve yap ısı üzerindeki incelemelerle tamamlamak<br />

gerekir. Burada ideoloji sözü, sübektif ve s ınırlı olarak dar anlamda<br />

de ğil, teorik bir aç ıklama ve grubun kendini vas ıflama ve aç ıklamas ı olarak<br />

geniiş anlamda al ınmalıdır. Yalnızca psikolojik veya yaln ızca sosyolojik olan<br />

bir yorum tek yönlü ve eksiktir. Bu türlü yorum, bir şekil veya grubun çat ı<br />

ve yap ısını anlamaya yol yerse bile tek ba şına onu bütün yönleriyle aç ıklayamaz<br />

ve muhtevas ım ortaya koyamaz. Bir grubun ileri sü ıdüğü dini değerlerin<br />

psikolojik veya sosyolojik çözümlemesi, grup üzerinde etki yapan<br />

değerlerin ancak bir ba şlangıcı olarak al ınabileceğini gösterir. Grup içindeki<br />

ortakla şa tecrübe ye onun anlat ımlan çok etkin bir birle ştirme ve kayna ş -<br />

firma gücü olarak etki yapar. Grubun korunma ve kurulma ihtiyaçlar ı, üyelerin<br />

birbirlerine kar şı dayamşma duygular ının oluşma ve gelişmesinde önemli<br />

bir rol oynar. Bu, bir gruptaki resmi inancm zorunlu olarak, ba şlangıçtaki<br />

toplumsal ve psikolojik şartlar ın tam i dadesi gibi ele al ınmas ı gere ğini göstermez.<br />

Din kurucusu, din önderi veya haleflerinin yan ılma paylar ını ve karşıla<br />

şt ıkları hayal kınklıklannı hesaba katmak gerekir. Mezhepçilik zihniyeti<br />

(Sectarianisme) nin tarihi, bu konuyu ayd ınlatan baz ı örnekler verir.<br />

Kavram ve. şekillerin gerçek yönünü, bilinç alt ı anlamını ve nedenlerini yorumlama<br />

i şinde psikoloji, psiko—sosyoloji ∎ve psikopatolojinin çok de ğerli<br />

yardımları olabilir<br />

Bununla beraber as ıl sosyolojiyi ilgilendiren cihet, dini kavramlar, kut<br />

sal törenler ve toplumsal yap ılardır. Bunlar sosyolojik bir birlik sa ğlamak<br />

üzere toplum üyelerini hem birle ştiren hemde onlar ı dış âlemden ay ıran aç ık<br />

ve belirli bir dini tecrübeyi aksettirir. Cemaat ve tarikatlar gibi s ırf dini olan<br />

guruplar (Groupements Specifiquement Religieux) n ı durum ve idoolojilerini<br />

aile ve kabile gibi hem dini hem tabii olan guruplar ınki ile kar şılaştırmak<br />

çok ilgi çekicidir. Her iki halde de yabanc ılara kar şı teorinin emretti ği ve<br />

pratiğin izlediği farklı bir durum ve tutum göze çarpar. Birinci şıkta yabanc ı<br />

yalnız iman bakımından guruptan ayr ı kaldığı halde ikinci şıkta yabanc ı<br />

guruptan hem inıân hemde kan bak ımından ayr ılır.<br />

O halde sosyolojik yönden dinin iki türlü etkisi vard ır: Her yeni din,<br />

yeni bir âlem ve yeni bir dünya görü şü (Weltansehaung) yarat ır. Bu yeni<br />

âlemde, eski görü şler, bayatla ınış ve günü geçmiş kurumlar varl ık sebeple<br />

rini kaybederler. Burada tabii guruplardan gelen görü şler ortadan kalkar, eskiler<br />

silinir ve yeni bir e şya düzeni kendini gösterir. Şüphesiz bu de ğişmeler<br />

devfimei de olabilirler. Bütün mesele, geleneksel elemanlar ın bu yeni görü ş -<br />

le yapılan yorumlarm ın geni şliğine ba ğlıdır. Yeni bir dinin demeçleri, vaaz<br />

ve kitaplar ı, bu din evrensel nitelikte olsa bile, ilk olarak az çok düzenli bir<br />

gruba yönelir. Kültürü yüksek ve sosyal yap ısı ayrımlı toplumlarda ihtidalarm<br />

içinde cereyan etti ği ortam ço ğu zaman tecanüsten yoksundur.<br />

79


o<br />

Huy ve soy, dü şünce ve kültür bak ımından bu kadar tutars ız olan elemanların<br />

din etkisi alt ında nas ıl tek düzen ve tek parça bir gurup meydana<br />

getirdiklerini incelemek, Din Sosyolojisinin ilginç bir konusudur.<br />

İlk hıristiyan (Ekklesia), Buda ve Jaina (Samgha) İslam ve zerdü şt<br />

cemaatle ı-i bu konuda gerekli, bilgi ve malzemeyi verirler. Bu seviyede daha<br />

kesif bir dini tecrübenin sonucu olarak özel bir tak ım problemler ortaya ç ı-<br />

kar. Burada önemle dini tecrübenin özü olan tanr ı ve tanrıya yakla şma ve<br />

onunla birle şme konusu üzerinde durulur. Bu münasebet tasarlanabilen<br />

bütün diğer insanlar aras ı münasebetler kar şısında bir üstünlük ve öncelik<br />

gösterir. Fakat yeni gurupta din hayat ının kesifle şme ve geli şmesiyle bu tecrübenin<br />

yayılmas ı (sirayeti) çok güç olur. İlk safhalarda dini tecrübe anlatımlarının<br />

ortakla şa araç ve anlamlar ı olan seMboller bir dereceye kadar<br />

yumuşakhk ve kolaylık gösterirken, daha rasyonel görü şlerin ve daha evrimli<br />

törenlerin gelişmesi bu sembollerin anla şılmas ım güçleştirir; ba şka bir<br />

deyişle, eğer geleneksel sembollerin dini cemaatin temeli say ılması zaruri<br />

ise bunlar ın daha açık olarak tan ımlanmas ı gerekir. Yukar ıda belirtildiği<br />

üzere yüksek seviyedeki dinde, grubu bütünleme ve perçinle ıneye götüren<br />

etkenler vard ır.<br />

Bu durumda, daha küçük, daha kesif bir din hayat ı yaşayan seçkin<br />

bir dini grup (elite religieux) kurulmu ş olur. Dinler Biliminde buna cemaat<br />

içinde cemaatcik (Ecelesiola in Ecclesia) denir. Bu küçük topluluk üyeleri<br />

herkese aç ık bulunan dini cemaattakinden daha derin tecrübeler, daha s ıkı<br />

kurallar veya daha s ıkı örgütlerle birbirlerine ba ğhdırlar. Yeni grubun üyelerini<br />

daha s ıkıca birle ştiren dış alemin tepkileri de bir kenara b ırakılmayacak<br />

derecede önemlidir.<br />

Din karde şliği (Fraternite religieu şe) incelenirken kar şılıklı bir süreç<br />

veya münasebeti unutmamak gerekir. Bu süreçle bir dini cemaatin zihniyet<br />

ve tutumunu, o cemaatin üyeleri yarat ır. Blına karşılık gurup üyelerinin<br />

tutumlar ı ferdi kavramlar üzerinde geni ş ölçüde etli yapar. Cemaat içinde.<br />

özel terimlerin yerle şmesi, ahlâk ve âdetlerin geli şmesi böylece gurubun etkisi<br />

altında gerçekle şir. Bu kar şıhkh uyarma ve isteklendirme dil ve di ğer<br />

yarat ıcı faaliyetlerin etüdünde de kendini gösterir. Dil felsefesinin bugün<br />

bile en büyük temsilcilerinden biri olan büyük Wilhelm Von Humboldt çok<br />

önemli olan şu ilkeyi savunür. Gurup konu şarak dili, dil de s ıras ı gelince<br />

gurubu yat ır. Yazara göre kutsal dil ile din münasebetlerinin, dil sosyolojisi<br />

ile din sosyolojisi arasında olduğu gibi, ilgi çeken bir çok benzerlikleri vard ır.<br />

80


B. İman ve öğretinin birle ştirme gücü (Le Pouvoir integrant de foi<br />

et doctrine)<br />

Konu dinin cemaat üyelerini birle ştirip kayna şt ırarak tek parça bir<br />

bütün yapmas ını ve bunu kolayla ştıran ve güçle ştiren şart ve araçlar ı inceleme<br />

olduğuna göre, dini tecrübenin çe şitli anlat ımlarmm (iman, ibadet ve cemaat)<br />

ne dereceye kadar bu birle şme ve kayna şmaya yard ım ettikleri sorulabilir.<br />

Kesin anlamdaki dini tecrübe, kutsal terimlerle buyrulmu ş ve bildirilmi ş,<br />

tap ınma törenleriyle anlat ılmış ve son olarak pratik alanlarda uygulanm ıştır.<br />

Ba şka deyi şle dinin özü, buyruk, kulluk ve topluluktur.<br />

Benzeri sosyolojik etkiler kutsal geleneklerin geçerlikte oldu ğu her yer<br />

ve zamanda gözlemlenebilir. Ilkel toplumlarda masal ve efsanelerin dile gelmesiyle<br />

grup kayna şır ve birle şir. Kutsal bilim ya kehânet ve vecize olarak<br />

bireysel bildirilerle yahut vahiy ve ilham de ğerini ta şıyan hitap ve kitaplarla<br />

açıklanır. Böylece kutsal demeçleri i şitmek için kulaklar= ve gerçek<br />

imanı (la vraie foi) duymak ve anlamak için kalp gözlerini açanlar birle şir<br />

ve kayna şırlar. Bu kutsal ça ğrılara cevap vermeyenler ise din kadrosu d ı-<br />

şmda kahrlar.<br />

Doktrin, daha önce birle şmiş olan grubu, te şkilâtlanmaya götüren ilk<br />

te şebbüstür. Ö ğreti (doktrin) ya sistematik efsane ve masal şeklinde ya da<br />

inak (doğma) olarak kat ıla şmış kanunlar halinde tart ışmalı olarak ortaya<br />

çıkar. Din konusunda gerekli tan ımlar yap ılsa ve inaklar kat ıla şarak kanunlaşsa<br />

bile yine bu tart ışmaların sonu gelmez. Çünkü temel tecrübenin<br />

gizli kalan muhtevas ını anlamak ve bunu içten gelen şüphelere, d ıştan gelen<br />

saldırılara kar şı korumak ve savunmak iste ği tarih boyunca devam edegelmiştir.<br />

Bu tart ışmalar sonunda bir yandan yer ve yarad ıhştan, huy ve soydan,<br />

gelenek ve görenekten ileri gelen fikir ayr ılıklar', öte yandan temel tecrübenin<br />

yorumunda ortaya ç ıkan de ği şik görüş ve anlayışlar üstün değerdeki<br />

valz ve tefsirci, yorumcu ve İlahiyatç ılar etrafında bazı mezhep, mektep<br />

ve tarikatlar ın do ğmasına yol açar. Dini grubun daha çok kayna şmas ı ve<br />

birliğin daha çok kuvvet bulmas ı, günah ç ıkarmalar ve sembollerin formül<br />

haline getirilmesi sayesinde gerçekle şir. Dini cemaat aynı tecrübeye ba ğlı<br />

kimselerin dayan ışmasuu ifade ve isteklendirme amac ını güden İman sembollerini<br />

formülle ştirmek yoluyla kendi birli ğini kuvvetlendirir. Yeni dilde<br />

inak denilen do ğma veya doğmatik sözü baz ı çevrelerde bir kötüleme formülü<br />

olarak menfi bir de ğer ve anlamda kullan ılır. Bu doğmatiktir, deyince değişmez<br />

dini kanıları dolayısiyle kendisinden uzakla şılmak istenen bir muar ız<br />

kastolunur. Hıristiyanlığın Kamş ilkesi (Credo en Chretien), Budistli ğin üçlü<br />

Din Sosyoiojisi F. 6 81


cevheri (Triratna bouddhiste) 25 , Islamın şehadet ve amentüsü, Yahudili ğin<br />

İman duası (Shema Juif) 26 ve tran ın itiraflar ı inak, nas veya do ğmamn uygulanma<br />

alanlar ıdır.<br />

Mahalli . şöhreti olan Ilahiyat okulla ırımn iman ve öğreti konusunda<br />

korkunç denecek derecede büyük etkileri vard ır. Mısırda Heliopolis,<br />

distanda Dakshineshvara, Japonyada Mou ııt Hiei böyledir. Bu okullar gerek<br />

doktrinin geli şmesi ve gerekse, geni ş anlamıyla dini birlik üzerinde büyük<br />

etkiler yapm ışlardır<br />

Bu türlü sosyolojik bütünleme ve kayna şmalarm politik anlamları olacağım<br />

söylemek hiçte mübala ğah sayılmaz. Eski Çağdaki Yakın Doğu, Japonya<br />

ve Meksika gibi imparatorluklar ın tarihi bunu ispat eden misallerle doludur.<br />

Bir dini cemaatte sözünü geçiren önder ve ö ğreticiler çevresinde toplanan<br />

muhtelif gruplar ın tartıştıkları öğreti ve olaylar ın çe şitli olması yalnızca<br />

fikir, teoloji ve felsefenin geli şmesine yol açmakla kalmaz, ayni zamanda<br />

toplum hayat ı için büyük bir önem ta şır. Dinler Tarihinde bu konuyu aydanlatan<br />

pek çok belge ve kamtlar vard ır. Pythagore, Empedocle, Eflâtun ve<br />

Plotinus , gibi büyük gnostik üstatlar 27 ve HinduizmdekiShankara, Ramanuja<br />

ve Râma krishna; Japon BudiZminde Honen Shinran ve Nichiren gibi<br />

ilahiyatç ı filozoflar kendilerinden sonra gelenler ve genel olarak din karde ş -<br />

leri üzerinde çok büyük etkiler yapm ışlardır. 007 4.


aynı merkezi tecrübeye dayanan kimseleri birbirine ba ğlar ve birle ştirir 29 .<br />

Bu olay ilkel dinlerde daha aç ık olarak görülür. Profesör Bronislav Kaspar<br />

Malinowski, ibadet, âyin ve tören olarak görülen eylemlerde yarat ıcı<br />

elemanlar görmekte ve bu amaçla yap ılan toplant ılardan en kutsal eylem<br />

ve i şlemlerin cereyan etmekte oldu ğunu savunmaktad ır. Şüphesiz, namaz<br />

kılmak, kurban kesmek, Tanr ıya şükretmek ve yalvarmak için bir araya<br />

gelen müminler ibadet, âyin ve törenlerin en güzel örneklerini verirler. Malinowski,<br />

ilkel toplumlardaki ibadetin, genellik ve dini inançla toplum te şkilat<br />

ının kar şılıklı münasebetleri bak ımından en az ileri dinlerdeki kadar belirgin<br />

oldu ğunu söyler. Soy, sop, uruk ve ulustan hangisi söz konusu olursa<br />

olsun en ilkel ibadet, âyin ve törenler bile grubu birle ştirmeye yard ım eder.<br />

Hiçbir teolojik doktrin, dini tören ve menseklerin yapt ığı tesiri yapamaz.<br />

Dr. Pratt Hinduizmin tan ınmış bir kolu olan Arya Samaj gibi büyük ölçüde<br />

rasyonalist olan bir grupta bile ibâdetin kuvvetli etkilerini görmü ştür. Çağımızın<br />

en önde gelen bir sosyolog ve filozofu olan G. H. Mead'e göre ibadetin<br />

tam olarak aklile ştirilmesi imkans ız olup içinde sakladığı sırlı değerler vardır<br />

30. Bununla beraber o her vakit içinde bulundu ğu şekil ve toplumsal ortamda<br />

muhafaza edilegelmektedir.<br />

Ibadet, kurban ve dini tören, yaln ızca ona kat ılanlar ın tecrübelerini<br />

açıkça anlatmakla kalmaz, ayn ı zamanda grubun te şkilat ve zihniyetini<br />

tayin etmeye ve ona şekil vermeye de yard ım eder. Underhill H ıristiyan<br />

kilisesinde toplu tap ınma konusunda üç tip tespit eder: Ortakla şa bir<br />

sükat, Önder, imam, papaz, haham ve yard ımcılarının grup ad ına yaptıkları<br />

tap ınma eylemleri ve hei müminin kat ıldığı âyin, tören ve litürji eylemleridir.<br />

Ilkel bir toplumda teorik bilgilerin say ısı pek azd ır. Amerika<br />

Yerlilerinden Kara ayakhlar (Pieds—Noirs) veya karga (Corbeau) ve benzeri<br />

uruklar çok az bir dünya görü şüne sahiptirler. Her türlü panteon fikrinden<br />

yoksundurlar 31 . Kutsal bilgiler çok kez büyücü, hoca, papaz ve haham gibi<br />

din işlerini yürütmekten birinci derecede sorumlu kimselerin biricik i ş ve<br />

imtiyazlar ıd ır. Grup bir bütün olarak çok az din töreni yapar. Fakat grubun<br />

29 W. E. Hocking, The Meaning of God in Humen experience (New Havan: Yale Üniversity<br />

press, 1912.<br />

30 George Herbert Mead, Self and Society, 1934<br />

31 Panteon (Panthe'on) sözünün üç ayr ı anlamı vard ır :<br />

a) Yunanl ı ve romahlann bütün tanr ılan için ayırd ıklan tapınak anlammad ır Roma panteonu<br />

isâdan 27 yıl önce yapılmış olup ilkin bütün Roma Tanr ılarına Sonra Meryem Anne ve<br />

azizlere tahsis edilmi şti.<br />

b) Bir memlekette tap ılan tannlann tümü anlammad ır.<br />

c) Memleket büyükleri için ayr ılan mezarlık anlam ınadır Paris panteonu ve Londradaki<br />

Westminister Abbey böyle birer panteondur.<br />

83


devamhl ığı bu popüler törenlere ba ğlıdır. Tar ımla u ğra şan toplumlarda ve<br />

genel olarak, köylüler aras ında teorik din bilgisinin az ve k ıt olmas ına kar-<br />

şılık ibadet konusundaki ilgi ve eylemleri göze çarpacak kadar belirgindir.<br />

Tap ıııma eylemleri zamanla daha ince ve karma şık bir hal ahnca büyük<br />

ölçüde bir uzman ihtiyac ı ba ş gösterir. Böylece ilke ve uygulamada bir<br />

takım tap ınma eylemlerini ba şkalar ından ay ırmak ve baz ı menseki ve litür-<br />

jik görevleri yerine getirmek üzere din adamlar ından kurulmu ş bir heyet<br />

meydana gelir. Bu kimseler gün geçtikçe Diyanet i şlerini fiili inhisarlar ı<br />

alt ına aldılar. Bu suretle yava ş yava ş Ruhban (Sacerdoce) denilen bir s ınıf<br />

teşekkül eder.. Bunlar İsrail, Mıs ır, Yunan, Meksika, Çin ve Japonya'da oldu ğu<br />

gibi başlangıçta aile babas ı (Paterfamilias), önder, ba şkan, memur ve k ıral-<br />

ların yapmakta olduklar ı dini işlem ve görevleri üzerlerine al ırlar. Ibade Ile<br />

ilgili önemli görüşler ve fe ı di doğrudan do ğruya grupla münasebete getiren<br />

an ve zamanlar üzerinde durulur. Bunlar aile için do ğum, erginlik, ev-<br />

lenme, sava ş, av ve benzeri, tek ve toplu çal ışma için bülug ça ğı ve gruptan ay-<br />

__<br />

rılmak için de ölüm olaylar ıdır. Ilkel insanın hayat ında hiçbir iş ve eylem<br />

yoktur ki din damgas ını ta şımasm. Şüphesiz din bütün toplumlarda en<br />

önemli bir etkendir. Din her türlü toplum ve aile münasebetlerine, en basit<br />

çalışmalara ve günlük i şlere kadar girer. K ısacas ı ilkel insan ın yaşayışında<br />

her işlem ve eylem dini mensek ve yasaklarla az çok s ıradanmış<br />

ve denetlenmi ştir. Tap ınma ilkel toplumlarda birinci derecede bir birleştirme<br />

etkeni ve birli ği anlatma konusunda ba şta gelen bir faktördür. Bu<br />

görü ş kültür gelişmelerinin daha yüksek seviyelerinde bile do ğrudur. İsrail,<br />

Yunan, Roma, Hint, Çin, Meksika ve Eski Do ğunun şehir devletlerinde<br />

özel ve genel tap ınmalar iman ve doktrinden daha çok ya şayış ve davran ış<br />

birliği sağliyordu. Bugün e ğer Doğu Roma, İngiliz Katolikliği, Budizmin<br />

Mahayana kolu 32, Hinduizm, Parsizm, Yahudilik ve İslamhğın baz ı dallarında<br />

dinin ibadet yönlerine önem veriliyorsa bunu k ısmen tap ınma yahut din<br />

törenlerinde sald ı birle ştirme gücünün anla şılmış olmas ına yormak<br />

gerekir. Bu kan ı ve anlayış bütün din kurucular ında layık olduğu ifadeyi<br />

bulmuştur. Bunun en tipik örne ği, Konfuçyus'ta ve onun konu şmaların<br />

saptayan seçme eserler (Analectes)inde bulunur 33 .<br />

32 Budizmin iki kolu vardır : Mahayana, Hinayana Mahayana sanskritçede büyük<br />

araç demektir. Bu kol daha çok Çin, Kore, Japonya ve Tibette yerle şmiştir. Bu arada Tibet<br />

budizmini bazı yazarlar Lamaizm ad ı altmda tamamen ayr ı bir kol sayarlar Hinayana ise<br />

yine Sanskritçede küçük araç anlam ındadır. Bu kol daha çok Seylan, Birmanya, Siyam ve Çinde<br />

yerle şmiştir.<br />

33 Analectes, Seçme parçalar demektir. Konfuçyus'un ölümünden sonra Ö ğrencileri ve<br />

ümmetinin uluları tarafından derlenmi ş seçme eserler dergisidir. As ıl anlamı özetlenmi ş konuşmalardır.<br />

84


ibadetin birle ştirme gücü, geçici veya sürekli bir te şkilâtın kurulması<br />

ile gerçekle şir : ilkel toplumlar aras ında ve Yunanistanda yer alan s ır cemiyet-<br />

Teri (şocietes â Mystres) ve gizli dernekler, Romamn karde şlik dernekleri<br />

bütün dünya dinlerinde özel ve genel tap ınma görevlerini yerine "getirmek<br />

üzere kurulmu ş olan Lonca, Tarikat, Ahilik, Fütüvvet gibi ad ta şıyan dernekler<br />

ve bir merkeze b .ağlanmış olan grup, kabile ve siteler konfederasyonu bu<br />

türlü te şkilatın örnekleridir. Bu Konuda Bayram şenlikleri (Festivals) ve haç<br />

tavafları olağanüstü firsatlard ır. Çünkü buralarda yıkanma, temizlenme<br />

(taharet), yalvarma, adama (Voeu), sunma (Ofrande), kurban kesme, dini<br />

tören, törensel yürüyü ş (Processions) gibi çe şitli tap ınma eylemleri arasında<br />

sıkı bir bağhla şma görülür. Bütün bunlar din tarihçisi kadar Din sosyolo-<br />

.<br />

ğunun da özellikle ilgilendi ği konulardır. Bu türlü te şkilatın özel bir maksatla<br />

toplanmış olan mensuplarının zihniyet ve tutumu üzerindeki etkiler ve<br />

genel olarak din üzerinde yaratt ığı birleştirici ve bütünleyici sonuçlar kolayca<br />

tasavvur edilebilir.<br />

Bununla beraber kültür anlat ımlarında olduğu kadar dini şekillerin<br />

yorumlarında da bir ipham bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu belirsizlik<br />

ve müphemiyet dinin pratik anlatmu olan tap ınmada da vardır. Doktrinler<br />

ancak onlar ın anlam ve önemini aç ıklayan kesin tan ımlarla korunurlar.<br />

Öte yandan tap ınma eylemleri çe şitli yorumlara yol açabilir. Bu sebepten<br />

rastgele ve maksath olarak ba şka başka amaçlara hizmet ederler. Bu türlü<br />

karma şık sebeplilik örneklerini Pueblo Medeniyetinde bulmaktay ız 34.<br />

Amerika<br />

Yedilerinden Zuni uru ğunda ev yapma eylemi Hasat dolay ısıyla yapıl-<br />

makta , olan din törenlerinin bir parças ıdır. Bu vesile ile yap ılan tören zengin-<br />

, lerin toplumsal ödevlerini yerine getirme ve toplumu birle ştirme ve kayna<br />

ştırma mekanizması olan mal ve mülk da ğıtımı için bir fırsattır 35 . Bu gibi<br />

örnekler her din tarihinden al ınacak misallerle sonsuz olarak ço ğaltılabilir.<br />

Tapınma eylemleri bu kadar kolayl ıkla geni ş, yeni ve belki de birbirine karşıt<br />

anlamlara bürünse bile büyük bir ayr ıhğa yol açmaz. Buna karşılık yorum<br />

farkları çatışma ve uyu şmazhklar yaratabilir.<br />

Bilindiği üzere sanat dini ilham sayesinde beslenir ve geli şir. Tezyin<br />

sanatları gibi görünürde dini san ılmayan bulu şların bile kök ve ba şlangıcının<br />

dini ilhamda olmad ığım ispat etmek çok güçtür. Güzellik ve dansta hiçbir<br />

şeye irca edilemeyen bir zevkin varl ığı inkar edilemez; ancak SANAT<br />

SANAT İÇ İNDİR (l'Art pour Part) önermesi çok geç var ılan bir sonuçtur.<br />

34 Pueblo Medeniyeti (Civilisation de Pueblo) ; pueblo sözü ispanyolcada köy köylü<br />

demektir. Halk anlam ına da gelir. Burada Amerika. yerlilerinin küçük kulübelerden yap ılmış<br />

köylerinde içlerine k ıvrılarak sürdükleri geri kalmış bir medeni yaşayışı anlatır.<br />

35 Bk. Ruth Benedict, ayn ı eser, Güney Bat ı Amerikadaki Potlaç kurumu.<br />

Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Matbaa' Amire, 1341, S 55 ve devamı.<br />

85


Ilkel 36 ve doğulu dinlerin epik, dramatik ve lirik edebiyat ında resim,<br />

mimari, müzik ve dans ın tap ınma ile ilgili bir ba şlangıç ve anlam taşıdığı<br />

açıkça farkedilir. Burada "sanat sanat içindir" anlat ımı nisbeten küçük<br />

bir rol oynar. Bat ı Aleminde sanat ın ba şlangıç şartlar ından, yani din etki-<br />

sinden kurtulması Rönesansla ba şlar. Sanat ın yarat ıcılık niteliği başlangıç-<br />

,<br />

taki amaçlar ını muhafaza etti ği müddetçe bunun dini gruplar üzerindeki<br />

birle ştirici ve kayna ştırıcı etkisi ölçüsüz denecek derecede büyüktür. Bunu<br />

anlamak için Dionizos s ırlarının yorumunda Yunan Dram ının oynadığı rolü,<br />

islâmda Alevilerin elem ve ac ılarını dile getiren Şia dramının rolünü, Hint<br />

ve Yunamn büyük kahramanlık destanlarım, Çin, Tamil 37 ve Iran lirizmini<br />

düşünmek kâfi gelir. Bu konuda birde sanat yap ılarıyla pratik olarak<br />

bütün ileri dinlerdeki tap ınma yerlerinin (Havra, kilise ve camiler gibi tap ı-<br />

pınaklar) artistik yap ı ve dekorasyonunun yaratt ığı etkiye ve klasik kilise<br />

müziğinin Hıristiyanhkta oynad ığı birleştirici rol ve ta şıdığı anlam ve öneme<br />

işaret edilebilir. Böylece bu türlü faaliyetlere yard ım etmek ve onlar ı geli ş-<br />

tirmek amacını güden te şkilâtın çok çe şitli olduğu meydana çıkar. Bunlar ın<br />

din ve kültür hayat ı üzerinde büyük etkileri vard ır.<br />

D. Dini Tecrübe ve Dinin Dünyaya Karşı Tutumu<br />

Buraya kadar dini tecrübenin, teorik ve pratik anlat ımları olarak öğreti<br />

(doktrin) ve tap ınma (ibadet) y ı inceledik. Şimdi dini grubun genel olarak<br />

dünyaya ve özel olarak topluma kar şı durum ve tutumunu ele alaca ğız. Din''it ı ca,i,E,<br />

bir iç hal ve sübjektif bir tecrübe olarak belirli bir temayül, bir atmosfer, v. 1,0<br />

bir tutum veya şekil olarak objektifle şmedikçe olaylar üzerinde etki yapmaz.<br />

Kat ıksızca kişisel olan bir din sübjektif bir teori olarak kalmaya mahldim4<br />

dur (Sokrat misali)<br />

Anla şılmas ı ve toplumsal bir sonuç vermesi için duygu, dü şünce ve heyecanın<br />

anlatılmas ı ve açığa vurulması gerekir. Aynı dine bağlı iki kişinin<br />

ya şadıkları dini tecrübe, hareket, söz ve eylem olarak kendini göstermezse<br />

bu iki kişi arasında din ve iman birliği meydana gelmez. Bu hareket, söz<br />

ve eylem sayesinde birbirinin benzeri say ılan duyu, düşünce ve eylemler,<br />

kat ılaşma, yerle şme ve gerçekle şme şans ına kavu şur. Bir ba şkasının ruhunda<br />

ya şadığı dini tecrübenin anla şılması nadir ve olagan üstü bir haldir. Do ğ-<br />

rudan do ğruya ve kar şılıklı anlayış olsa, olsa iki veya birbirlerini yak ından<br />

tan ıyan birkaç ki şi arasında dü şünülebilir. Fakat bu halin, dini tecrü-<br />

36 P. Radin, Social Anthropology (Newyork and London, Mc. Grow-Hill Book Co 1932)<br />

37 Tamil' veya Tamil Hindistamn Güney k ısmmda ve Seylan adasında oturan etkin<br />

bir gruptur Madras ve Seylan beyli ği adını taşır.<br />

86


enin oldukça geni ş bir birlik ve mübadelesine temel te şkil etmesi çok güçtür.<br />

Dini tecrübe kendili ğinden karakteristik durum ve tutumlar ın gelişmesini<br />

isteklendirir. Daha önce aç ıklandığı gibi sıras ı gelince bu durum ve tutumlar<br />

duygu, düşünce ve eylem olarak belirli ve billurlu bir şekil alırlar. Kurucular<br />

ının ya şadığı kutsalın gerçek tecrübesinden kayna ğını alan hıristiyan,<br />

İslam, Budist ve Hindu, durum ve tutumunu tan ımlamak imkansız değil-<br />

8e bile çok güçtür. Her dinin ruh ve özü bu durum ve tutumda sakl ı bulunmaktadır.<br />

Bu durum ve tutumlar bir dindeki fikir, norm ve kurallar ın bugünkü<br />

davram şlara uygulanmas ını düzenlemi ş ve gerektirmi ştir. Spekülatif<br />

metot bugünkü ku şaklar ;çin çok ilgi çekici de ğildir. Fakat Hegel'in Tarih<br />

ve Din Felsefesinde büyük dinler hakk ında yapt ığı tavsifler bugün bile faydalı<br />

bir şekilde okunabilir niteliktedirler.<br />

Büyük yazar Çin dinini ölçü, Suriye dinini ıztırap, yahudi dinini yücelik,<br />

Yunan dinini Güzellik, ve Roma dinini menfaat dinleri olarak vas ıfladığı<br />

zaman hemen herkes kendisiyle beraberdi 38 . İbrani milletinin Babil Esaretinde<br />

ve bundan k ısa bir süre sonra geçirdi ği dini tecrübenin bir sonucu<br />

olan durumun incelenmesi yahudilerin, hayat, toplum ve dünyaya kar şı<br />

davranışlar ını anlamak için elimize bir anahtar verir. Japon Şintoizmi üzerinde<br />

yap ılacak benzeri bir ara ştırma, bu dinin hayat, tabiat, devlet ve dünya<br />

kar şısındaki tutum ve davran ışını anlamayı mümkün kılar. Bu misallerin<br />

faydası, dini tecrübedeki, çe şitli faktörlerinin anla şılmas ı ve bağda şmaz gibi<br />

görünen fikir ve fiilleri tek bir merkezi sebeplik ilkesine ba ğlamas ıdır.<br />

Kardeşlik, din birliği ve din derneklerinin önemini anlama, de ğerlendirme<br />

ve yorumlama tarzlar ında dinler birbirlerinden farkhd ırlar. Üstün derecede<br />

geli şmiş dinlerde normlar saptanm ıştır.<br />

Bu normlar her dine öz bir dünya ve toplum fikrini tan ımlar. Tarihçi<br />

ve sosyolog bu dinlerin gelişmesini, bu dinlerin özel iddialar ı ışığında incelemek<br />

zorundad ır.<br />

Çok parlak bir etüdünde, Max Weber baz ı dünya dinlerinde rastlanan<br />

çeşitli dini tutumları tipolojik yönden vasıflamaya çalışmıştır. Toplum, dünya<br />

düzeninin bir parças ı olduğundan, muhtelif dinlerin topluma kar şı tutumu,<br />

merkezi görü şlerinden aynlmaz. Aslında tekçi olan bir din çe şitli derecelerde<br />

ikiciliğe (Dualizme) yönelebilir. Mesela, ilkel dinde grubun dini tecrübesi,<br />

alemi kutsal (tabu) ve kutsal d ışı (noa) 39 diye ikili bir bölümlemeye götür-<br />

__<br />

38 Georg W ilhelm Friedrich Hegel, Lectures on the Philosophy of religion trans. E. B.<br />

Spriel (London K, Paul, Fronch, Trubner And Co, 1893) yazarın islam dini için de bir (Hikmet irt tw'" 1 410 4 tak ı<br />

dini) şeklinde bir vasilamada bulunmam ış olması çok üziicüdür.<br />

39 Noa. Polinezya dilinde kutsal-d ışı, baya ğı anlamındadır. Tabunun z ıddıdır.<br />

87


müştür. Bu ayr ımın temeli dinidir; fakat bunun ahlaki ve manevi anlamlar ı-<br />

da vard ır. Esasen dünya iyi ve e ğleneelidir. Fakat efsane ve teolojide aç ıklanan<br />

baz ı sebepler bu iyiliği belirli bir alana lıasretmi ş, onu =dam ı§ ve<br />

bozmuştur. Daha geli şmiş dinlerde de mes'ele böyledir, de ğişmez.<br />

Kötü kuvvetlerin dünya düzenini süreklice bozma temayüllerine ra ğmen<br />

Homer ve Veda kahramanl ık destanlar ımn içinde ceryan etti ği alem tenaelli<br />

olarak iyi idi. Tevrat ın Tekvin kitab ı (Livre de la Genese) yarat ıliş sonucunu<br />

çok iyi diye vasıflar. Fakat İbrani dininin gelişmesi sıras ında Leviler kitab ında<br />

(Livre Levitique) yer alan bir tak ım farklar belirmi ştir.<br />

Dünyay ı iyi ve e ğlenceli olarak de ğerlendirmek baz ı dinlerde hâkim<br />

bir ilkedir. Buna kar şılık daha ayr ımlı ve daha geli şmiş ba şka dinler dünyaya<br />

karşı kararlı olarak menfi bir durum takınırlar. Gnostsizm 40, Mandeizm 41<br />

Maniçeizm ve Budizm bunun göze çarpan örnekleridir. Bu dinlere göre<br />

dünya en karanl ık renkteolup orada ıstırap ve şer, kötülük ve üzüntü en<br />

yüksek derecede hüküm sürer. Böyle bir dünya kar şısında dinin tak ınaca ğı<br />

biricik rasyonel durum ve tutum, kat ıksız bir kötümserliktir.<br />

Budizm teoloji ve felsefesi, tipik bir hint görü şü olan samsaran ın özel<br />

bir yorumuna dayan ır 42.<br />

Üçüncü bir dünya görü şü be şeri tecrübeden aksetti ği üzere dünyan ın<br />

metafizik ve ahlaki bir nitelik ta şıyan menfi yorumudur. Burada çe şitli değişiklik<br />

ve şartlara yer verecek menfi bir tutum söz konusu olup tamamen<br />

veya kısmen kutsal kalma imkanlar ı üzerinde durulmu ştur. Genel olarak<br />

yahudi ve islam teolojileri bu görüşü temsil ederler. İranın zerdüşt dini bu<br />

konuda çok ayd ınlat ıc ı örnekler verir Hikmet Tanr ısı olan Ahura—Mazdan ın<br />

her şeyi yapmaya yeten gücü nisbeten ba ğımsız bir varlığa sahip olan kötülük<br />

kuvvetleriyle tadile u ğramış ve sınırlı kalmıştır. Yani burada dinin<br />

teolojisine dinamiklik a şılayan bir ikili sistem vard ır. Böylece iyilik ve kötülük<br />

kar şıla şmas ına dayanan ikili bir sistem dinin teolojisine henüz benzeri<br />

olmayan bir dinamiklik vermiştir. Bu dinamik kuvvet iranl ıların tarih felsefesi<br />

(Kozmoloji, eskatoloji) ve ahlak ında canlı bir şekilde ifade edilmi ştir<br />

Buna göre, dünya çok geni ş bir sava ş alam gibi ahnmaktad ır. Çarp ışan or-<br />

40 Gnostisiz ınKatma bir dini felsefi sistemidir. Hinstlyanl ıktan önce birçok farkl ı elemenlan<br />

tek bir sistemde toplanm ıştır. Bu elemenlar Babilonyamn mitolojisi, Kabalist yahudilik,<br />

hanın ikili sistemi ve Yunan felsefesiydi. H ıristiyanlık doğduktan sonra karma şık bir hale gelmiştir.<br />

Bu dini saf bir halde bulmak güçtür, ba şka dinlere kar ışmıştır.<br />

41 Mancleizm. hanın batısında ve Babilonyamn güneyinde yürürlükte olan bir dindir.<br />

Samsara. Hindu dininde durmadan dönen hayat çark ı anlamınadır Devir, doğum<br />

ve tekrar do ğumdan başlayarak sonuna kadar gider. Buna ruhlarm göçü veya tenahsuhu denir.<br />

88


dular e şit şartlar alt ında kar şılaşırlar. Burada kötülük kuvvetleri inatç ı, hilekâr<br />

ve güçlüdür. Bir çok defa dü şmamnın kalesini ele geçirecek gibi olur.<br />

Fakat bütün sava şlar iyiliğin zaferiyle sonuçlan ır<br />

İran Tanrı bilimi (Theodicee İranienne) nin yahudi h ıristiyan ve islamların<br />

tarih ve dünyayı yorumlama tarzlar ına tesir ettiği genel olarak kabul<br />

edilmektedir 43 . Nitekim islâmdaki melek ve şeytan, cennet ve cehennem<br />

fikri bunu gösterir. Herder, Kant Schelling ve Hegel gibi ça ğda ş felsefe tarihçilerinde<br />

ve çe şitli hıristiyan Rus yazarlar ında bu tesiri görmek mümkündür.<br />

Büyük tarihçi Von Ranke tarih felsefesinde Eski İran görüşünü şöyle<br />

aksettirir :<br />

"Hümüzle Ehriman sonsuz sava ş halindedirler. Ehriman durmadan<br />

dünyayı karışt ırmaya ve i şleri alt üst etmeye çal ışır. Fakat ba şarı sağlaya-<br />

maz 44 ."<br />

Karakteristik bir tecrübenin tayin etti ği ve sebep olduğu bir dünyaya<br />

kar şı takınılan tutum be şeri varl ık ve be şeri faaliyet şekillerinin temel görü ş-<br />

leri insamn dünya olaylar ım değerlendirmesine etki yapar. Weber bir<br />

kere daha bunun tipolojik tasla ğını gözlerimiz önüne serer. Böylece yazar<br />

klasik Yunan, Buda ve Hint dinlerinin tabiat olaylar ına verdikleri de ğerleri<br />

kar şılaştırarak, bunlarda mevcut karakteristik ve farkl ı tepkileri ortaya<br />

çıkarır 45 .<br />

Tabiat olaylar ının yorumunda rastlanan bu türlü görü ş farkları<br />

Doğu katolikliği, Roma katolikliği ve protestanl ık tiplerinin incelenmesiyle güzelce<br />

belirtilmi ş ve açıklanmış olur. Duruma göre ya tabiat olaylar ı olduğu<br />

gibi kabul edilmi ş ya kesin olarak reddedilmi ş yahut ortalama bir yorum ve<br />

işleme ba ğlanmışt ır. O halde tabiat olaylar ına karşı, herbiri kendi bünyesinde<br />

yeni bir farkl ılaşmaya elveri şli olmak üzere üç farkl ı tutum vard ır:<br />

Be şeri Tecrübede bir temel olay say ılan sava ş, genel olarak, a şağı kültür<br />

seviyesindeki bir çok dinlerin memnunlukla kabul edip uygulad ığı bir eylemdir.<br />

Buna kar şılık baz ı ünlü be şeri ve evrensel din önderleri sava şı tanımaz<br />

ve bu yolu do ğru bulmazlar Yahudi, H ıristiyan ve islam teolojileri,<br />

bir takım şartlar alt ında sava şı uygun görürler 46.<br />

43 Theodicöe sözü yunancada Tanr ı Adaleti anlam ınadır. Metafizi ğin bir kolu olarak<br />

Tanrı, Tanrısal varhk ve tannsal niteliklerden bahseden kesimdir. Biz bu Terimi Tanr ısal Bilim<br />

diye dilimize çevirebiliriz.<br />

44 Löopold Von Ranke , Gesammelte Werke<br />

45 Hınstıyanhğın dünyaya kar şı takındığı temel durumu en iyi aksettiren eser Ernst<br />

Troeltsch' ın Hıristiyan kiliselerinin toplumsal ö ğretisi (Soziallehren der christlichen kirchen<br />

und gruppen) adl ı eseridir. Bu eser Olive Wyon tarafından (The Social Teaching of the christian<br />

churches) olarak ingilizceye çevrilmi ştir. (New york Mac Millan Co. 1931)<br />

46 İslamda Cihad, s ınırlı hallere hasredilmiştir. Kuranda Bakara suresinin 190. ayetinde<br />

89


Dinlerin sanat karşısındaki tutumlar ı, bu dinlerin temel ilkelerine göre<br />

deği şir. Hıristiyanlıkta bu konuda türlü kanaatlar ın bulunmas ı bu deği şik<br />

tutumun bir delilidir. Genel olarak Do ğu, Roma ve İngiliz katolikliğinin<br />

her üçü de sanat ı korur ve savunurlar. Lütl ıer kilisesi baz ı<br />

şartlar alt ında<br />

sanat ı kabul eder. __ Kalvinizm ise hiç olmazsa ba şlang ıçta bunlara iyi bir göz-<br />

le bakmaz. Müzik, Dans, tiyatro ve heykeltra şlık konusunda bütün dinlerde<br />

değişik tutum ve yorumlara rastlan ır. Islam ın ana kayna ğı olan Kur'anda<br />

sırf putperestliği önleme amac ıyla baz ı hükümler 47 bulunduğu gibi ikinci<br />

ti<br />

derecede bir kaynak olan hadislerde de bu amac ı güden yasaklar vard ır 48 .<br />

Islamın doğuş şartları göz önünde tutulursa yasaklar ın yalnızca putpresliği<br />

önleme ve yüce ilkeleri koruma dü şüncesinden ileri geldi ği anla şılır. Bilimi,<br />

güzelliği, insanhğı ve beşeri değerleri bu kadar üstün tutan bir dinin<br />

dünyayı başka türlü görmesi beklenemez. Güzel sanatlar ın bir çoğu islam<br />

devletlerinde ho ş görüldüğü ve iyi karşılandığı tarihçe sabittir. Mimari, tezyini<br />

sanatlar, müzik ve minyatür konusunda hiç bir tereddüt olmamakla<br />

beraber heykeltra şhk, resim ve raks için baz ı tereddütler vard ır. Bütün<br />

bunları islamın çok engin olan dünya görü şü ile yorumlamak gerekir. Kurtube<br />

yakınlarındaki Medinetüzzehra'da Zehra heykelinin, Mevlevi rak ıslamum,<br />

baz ı kabartma resim ve benzerlerinin İslam âleminde yad ırgannıad ı-<br />

ğı ileri sürülmektedir, 49<br />

(Size sava ş açanlarla Tanrı yolunda dövü şün, aşırı gitmeyin ; Gerçekten Tanr ı aşırı giden saldırganları<br />

sevmez. 41h:A I Li bm;<br />

47 Kuranda Maide suresinin 90. ayeti şöyledir<br />

Ey inananlar' içki, kumar, putlar ve fal oklar ı, hiç şüphe yokki, şeytan işi pisliklerdir;<br />

esenliğe kavu şmak için onlardan kaç ınmız : j j.-$<br />

,<br />

Lel I Lt<br />

48 Sahihi Buhari, Babüttasvir (Cilt 7 /4 sahife 64, 65, 67) de rastlanan hadislerin bir k ısmı<br />

aşağıdadır :<br />

a) Kim bu dünyada suret yaparsa k ıyamet gününde ona ruh ver diye kendine bir teklif<br />

yapılacak; Fakat o ruh verecek durumda de ğildir.<br />

_,./11 ili ;ji,<br />

b) Kıyamet gününde Tanr ı katında nastan en şiddetli azaba çarp ılacak olanlar suret yapanlar<br />

(musavvirler) d ır :<br />

r„,<br />

49 Bu konuda şu eserlere bak :<br />

Ord. Prof Suut kemal Yetkin, Islam Mimarisi, islâml ıkta resim ve heykelin durumu, sayfa<br />

75-79<br />

Osman Keskioğlu, islâmda Tasvir ve Minyatürler, Bâhiyat Fakültesi Dergisi, 961<br />

Dr. Neda Armaner, hadislere göre kad ının siyasal durumuna umurni bir bak ış, illihiyat<br />

Fakültesi Dergisi 1961.<br />

Halil Arslan O ğlu, İslamda Resim, ilâhiyat F. Dergisi 1963.<br />

Musaya inen 10 emirde put yapma yasak edilmi ştir (Tevrat, Çıkış XX)<br />

90


Yenileyin dini görü şlerin ekonomi gibi alanlardaki etkileri üzerinde<br />

bir çok parlak eserler yaz ılnuştır. Max Weber yahudi, H ıristiyan, Hindu,<br />

Parsi, Buda Konfuçyus ve Toa dinlerinin i ş, ticaret, mülk, para ve tefecilik<br />

kar şısındaki tutumunu çözümlemi ştir. Weberin eseri Werner Sombart, Ernst<br />

Troeltsch, Kraus, Tawney, Niebuhr, Hyma ve h ıristiyan mezhepleriyle u ğ-<br />

ra şanlar tarafından maharetle ele ştirilmiş ve tamamlanm ıştır. Temel be şefi<br />

tutumlarm dini sebepleri için pek çok misaller verilebilir. Muhtelif kültür<br />

ve medeniyetlerin çok soyut kavramlar ı bile dini ilke ve temellere göre değişik<br />

görünüştedirler.<br />

Bütün bu etütlerin sosyolojiye çok şeyler kazand ırdığı aşikârdır. Bütün<br />

bu şekilleriyle ferdin topluma kar şı tutumu ve dinin toplumsal münasebetler<br />

ve kurumlar üzerindeki etkisi geni ş ölçüde dini grubun ö ğreti, tap ınma<br />

ve te şkilatına nüfuz eden ruh ve zihniyete ba ğhdır. Belirli bir toplumda insanlar<br />

aras ı münasebetleri de tayin eden yine bu ruh ve tutumlard ır. Aile,<br />

hısımlık ve devlet gibi kurumlar merkezi tecrübenin ışığı altında düzenlenebilir.<br />

Bu merkezi tecrübeye göre bir toplumun ülküsü dile getirilip kaleme<br />

alınır; yani formülle ştirilir. Bununla beraber bu konu dinle toplumun<br />

karşılıklı etkisinin yalnızca bir yönünü gösterir. Çünkü dini tecrübenin an.<br />

latımları bile dışarıdan gelen toplumsal etkilerin sonuçlar ına göre değişikliklere<br />

sahne olmaktad ır.<br />

E. Toplum ve Evrensel Düzen : (Ahlak, ideal ve Gerçek)<br />

Dinin dünya ile ilgili görüşleri dinin toplum olaylar ı karşısındaki tutumuna<br />

hasredildi ğinden şimdi sıra bu farkl ı tutum ve olaylar ı birle ştiren ana<br />

fikirleri inceleme ğe gelmi ştir. ilkel toplumlar ın bir çoğunda rastlanan zengin<br />

ve te şkilâth mitolojik sistemler genel olarak, normatif elemanlar ı ihtiva<br />

ederler. Evrensel, dünyevi, ahlâki ve dini düzene ili şkin ilkeler bu düzeni<br />

umm§ olanlara bir tak ım külfetler yükler. Devinim kurallar ı (hatt ı hareket<br />

kaideleri) ve ahlâk ilkeleri sistemli bir zihniyet için bazen çeli şik gibi görünür.<br />

Fakat bunlar tanr ısal düzeni anlamak, gerçe ği bir düzene göre ayarlamak<br />

ve böylece varhk ve mutlulu ğun ba ğli bulunduğu sistemin işlemesini sağlamak<br />

çâbas ından ba şka şeyler de ğildir.<br />

Herhangi bir toplumun ahlâk yasas ı (Code ethiquelo toplumdaki normatif<br />

sistemin bir parças ıdır. Normatif sistemle hukuk, Ahlak, pratik ve benzeri<br />

kuralların tümü anlat ılır. Bu kurallar, tek (fert) in toplum içindeki hareketini<br />

düzenler ve tek bir sistemde birle ştirir. Kurallar ın hiçbir yönü, normlarm<br />

hiçbir grubu, sistemin tümünden ayr ı ve ba ğıms ız sayılmaz ve ayrı<br />

bir inceleme konusu olamaz 5°<br />

50 Bk. Jane E. Harrison, A study of Social Origins of Greek Religion (Gambridge University<br />

press, 1912)<br />

91


Eski çağın toplum sistemi, teamül ve kanunlarla snurhd ır. Kanun (lex),<br />

teamül (Mos) ve hukuk (Jus)'a dayanarak anlat ılmış ve düsturla şmıştır.<br />

Eski Yunanda Themis 51 adaleti ve dünya düzenini temsil ederdi. Bu düzen<br />

toplumda zorlay ıcı bir nitelik ta şırdı. Öte yandan Themis, ba şlangıçta yaygın,<br />

kapak ve basitti; daha sonra kollektif şuuru, toplumsal müeyyideyi ve<br />

toplumsal buyru ğu kişileştirirdi. Bu ilkeler, kanun ve adalet olarak belirli<br />

sözleşme ve örflerde billurlu bir şekil almıştır Medeni hukukla ceza hukuku<br />

veya kanunla teamül ve örf aras ında kesin farklar ancak son zamanlarda<br />

kendini göstermiştir. Medeniyetin ilerledi ği nisbette hayat ve hareket ülküsü<br />

formül halinde ifade edilmi ştir Bu da pek az bir istisna ile dindeki temel<br />

görü şlerin (mitoloji veya teolojinin) ay ırdedici niteliklerini muhafaza etmesine<br />

imkan vermi ştir. Hindin Manu kanunları, Tevrat ve Kur'an ın ortaya<br />

koyduğu hukuk sistemleri, zerdü şt ve konfucius yasalar ı bu temayülün göze<br />

çarpan örnekleridir. Belgeler aras ında dinle hukuku birbirinden ay ırmak çok<br />

güçtür. Gerçekte hukuk dinin bir parças ıdır.<br />

Ilkel toplumlarda ve Do ğu ülkelerinde çok eski bir tarihte atasözleri<br />

olarak beliren bir hikmet edebiyat ına rastlan ır.<br />

Bu hikmet edebiyat ında dü şünce ile gerçek davran ış birbirine kar şıttır.<br />

Son zamanlarda İbrani Hikmet Edebiyat ı üzerinde yap ılan bir çözüm-<br />

lemede bu Edebiyat ın iki ana bölüme ayr ıldığı görülür. Birinci bölüm, pra-<br />

tik felsefe ve Ahlaki içine al ır. Tecrübeden ç ıkar ve popüler hikmeti aç ıklayan<br />

vecizelerden ibarettir. İkincisi teorik felsefe yolu ile ahlak ve din hayatının<br />

problenderini inceler. Bu grubun en iyi örnekleri Hz. Eyyubun kitaplarmda<br />

ve kökü Hz. Süleymana ba ğlanan atasözleri (Emsal]. Süleyman) nde<br />

yer alır. Halk bilgisi, de ğişik medeniyetlerde çe şitli şekillerde meydana ç ıkar.<br />

Bilmece (Enigme), Atasözü (Proverbe), Özlü Söz (Aphorisme), Menkibe (A-<br />

necdote) ve benzerleri bu aradad ır. Bu bilgi ço ğu zaman hayat ın pratik tecrübesinden<br />

çıkmış olduğundan yalnızca teorik kalan dü şünceyi tamamlamaya<br />

yarar. Her ikisi yani pratik ile teori el ele vererek teoloji ve felsefenin geli ş -<br />

mesini sağlar ve topluma kılavuzluk ederler.<br />

Doktrin ilerledikçe ahlak, kanun ve örften ayr ılır. Fakat bir ahlak sisteminin<br />

do ğduğu yerde bile bu ahlaki fikirlerin men şe'i, sebep ve olu şu kesin<br />

bir dini tecrübeye dayan ır. Pratt bütün tarihi _ dinlerde din önderlerine<br />

karşı takından tutumla hayat ın gidişi üzerinde etki yapan ö ğretim sistemini<br />

ayırdetmektedir. Yazar bunlar ın birbirine bağlı olduğunu ve pratik<br />

51 Themis, Eski Yunanda adaleti temsil eden bir Tanr ıça idi. Adalet mensuplarının kullandıkları<br />

terazi sembolu ondan kalmad ır.<br />

92


olarak aralar ında bir ayırım yapmanın imkansız olduğunu söyler 52 . Felsefi<br />

ahlak sistemleri ancak üstün seviyelerde ve özel şartlar içinde geli şebilir.<br />

Yunan felsefesi bu konuda belki de en çok dikkati çeken örne ği verir.<br />

Üzüntü ile söylenebilir ki bilginlerin ahlak tarihi üzerindeki ilgileri hemen<br />

hemen yaln ızca Eski Sözle şme (Ahtü Atik) ile Yunan, H ıristiyan 53 ve<br />

çağdoaLaBatı Ahlaki üzerinde toplanmakta ve teorik yöne önem verilmektedir.<br />

Ilkel medeniyetler konusunda yeni baz ı malzeme ve belgeler elde edilmekle<br />

beraber ahlak kavramlar ının tip ve geli şmeleri hakk ında daha geni ş<br />

etütlere ihtiyaç vard ır. Dini tecrübenin Ahlak üzerindeki yank ıları ahlak ın<br />

toplumsal anlamları ve bunlar ın karakteristik mahiyetteki toplum görü ş<br />

ve te şkilatı üzerindeki etkilerini ve son olarak dini buyruklar ın gerçek olaylar<br />

üzerindeki tesirleri hakk ında daha pek çok şeyler öğrenmemiz gerekmektedir<br />

54.<br />

Eke,<br />

SosyoLog tarihçiden geri kalmamak şartiyle ülkü ile gerçek aras ındaki<br />

karma şık münasebetlerle ilgilenir. Bu nokta göz önünde tutularak dini grubun<br />

niteliğini ve geli şmesini yorumlamak gerekir. Görünürde do ğru, gerçekte<br />

yanlış ve aldat ıcı olan iki doktrin, gerçek münasebetlerin anla' şılmasım güçieştirir.<br />

Bunlardan birincisi Tarihe olurundan çok ruhani bir nitelik ve anlam<br />

veren tarihçi mektebin görü şüdür. Bu doktrin kat ı gerçeğin fikir ve düşüncelerde<br />

sebep oldu ğu etki ve sonuçlar ı ihmal eder. Yine bu doktrin tarihi<br />

verilerin önemini o kadar büyültür ki gerçek yerine kar şımıza parlak sentezler<br />

ç ıkar. Ikinci Doktrirı sathi bir maddecilikten ibarettir. Bu da teoriyi maddi ,<br />

şartların basit bir sonucu gibi alarak onu gerçek de ğerinden ayırır ve işe yaramaz<br />

duruma getirir. Marksizimde ideoloji kavram ımn düştüğü utanç verici<br />

durum bunun aç ık bir örne ğidir. Din Sosyologu her iki görü şün aldat ıcı etkisinden<br />

uzak kalmas ını bilmelidir.<br />

rıs,.. %le İ #1., /!.55'<br />

52 Harry Ranston, The old testament Wisdom book and their Teaching (London 1930.)<br />

53 H. E. Barnes and H. Becker, Social Thought from Lore to Science (Boston, 1938.)<br />

54 Pratt, Religious Consciousness<br />

93


Üçüncü Bölüm<br />

DİN VE TOPLUM MÜNASEBETLERI<br />

Daha önce belirtildi ği üzere, devrin ve konunun en büyük uzman ı olan<br />

Joachim Wach'a göre Din Sosyolojisi, D İNLE TOPLUM münasebetlerin' ve<br />

bunlar aras ında yer alan kar şılıklı etki ve tepkileri inceler 1 .<br />

Burada dinin üç türlü münasebeti dü şünülebilir.<br />

1 — Dinin toplumla ve toplumun daha etkin bir te şkilatı olan Devletle<br />

münasebetleri.<br />

2 — Dinin toplum içinde ve d ışındaki ba şka dinlerle olan münasebetleri.<br />

3 — Dinin kendi bölümleri ile veya mezhep, tarikat ve benzeri alt gruplarla<br />

olan münasebetleri.<br />

Genel olarak birinci kesim, toplumun ve onun egemenlik bask ısı altında<br />

birle şmiş ve kayna şmış bir örgütü olan DEVLETIN D İNLE MÜNASE-<br />

BETLER İNİ ve son olarak dinle devlet ay ırımı olan L 'AY İKLIK ILKELE-<br />

RINI söz konusu eder.<br />

İkinci Kesim ; D İN ve Vicdan imtiyaz ve özgürlü ğünü inceler.<br />

Üçüncü kesim ; Mezhep, tarikat ve benzeri alt gruplar ı ara ştırır.<br />

Birinci Kesim<br />

DİN VE DEVLET MÜNASEBETLER İ<br />

Din Sosyolojisi üzerine yaz ılan eserlerin birço ğunda Din ve Devlet münasebetlerinden<br />

önce dinin çe şitli toplum şekilleriyle olan münasebetleri çözümlenir.<br />

Fakat henüz konusu oturmam ış, ilkeleri yerle şmemi ş ve özel terimleri<br />

1 . To study the interrelation of religion and society and the forms of interaction Which<br />

take place between them (J. Wach, Sociology of Religion, sayfa II)<br />

94


saptanmam ış olan bu alanda, al ışılmış ve bilinmiş terim ve olaylardan uzakla<br />

şmak tehlikelidir. Çok şey bilip engin alanlarda kaybolmaktansa, az ve<br />

öz bilmeyi ve aç ık olmay ı üstün tutmak gerekir. Bu sak ıncalar ı gözönünde<br />

tutarak bu kesimde yaln ızca şu konular ele al ınacakt ır.<br />

I. DEVLET (Etat)<br />

II.<br />

İSLAMDA DEVLET (Califat)<br />

III .D İN VE DEVLET MÜNASEBETLERI (Relation de l'Etat et<br />

de la Religion)<br />

1V.LAYIKLIK VE DIN ÖZGÜRLÜ ĞÜ (Laicite et la liberte religieuse)<br />

I — DEVLET<br />

Sosyolojide toplumsal örgütün en basitinden ba şlayarak en karma şık<br />

ve karışıklar ına kadar bütün toplum şekilleri, inceleme konusu olur. Bunlar<br />

aras ında çe şitli sebeplerden dolay ı devlet, özel bir ara şt ırma konusu olmaktad ır.<br />

Ba şta, Devlet nitelik ve nitelik bak ınundan Kamusal kurumların en önemlisidir.<br />

İkinci olarak devlette ba şka kurumlarda bulunmayan bir özellik (Egemenlik)<br />

vardır. Son olarak dini cemaatlar ın tetkiki mant ıkan bunların kar şılığı<br />

olan siyasi ve tabii topluluklar ın incelenmesini gerektirir. Ba şka bir deyimle<br />

devlet makanizmas ı bilinmedikçe din ve toplum münesebetlerinin sosyolojik<br />

yönleri eksik kal ır.<br />

A — DEVLET SÖZÜ<br />

Devlet sözü dilimize arapçadan gelmi ştir. Bu söz, ba şlangıçta bir hakan,<br />

veya bakan' soyuna öz e ğemenlik ve sultanl ığı anlat ırdı. Sonralar ı geni ş -<br />

leyerek bütün ülkeyi kapsayan soyut bir e ğemenlik ve sultanhk anlam ına<br />

gelmi ştir 2 .<br />

Eski Türklerde ilhanhk ve bakanl ık, islâmda hilafet sözleri bu<br />

anlamda kullan ılmıştır. Arapçada mülk sözü de devlet anlam ında kullanılır:<br />

J.L..11 (Adalet mülkün temelidir) cümlesinde mülk sözü Devlet<br />

yerine kullanılmışt ır<br />

2 Bk. H. Naili Kvbah, Devlet Anayasa Hukuku, İst S. 128<br />

95


Yunanlılar buna Polis ( no\.tg ) Romahlar ise Res publicum veya<br />

Civitas 3 . derler. Dikkat edilirse ayni terimler hem devleti hemde şehri<br />

gösterir. Zira o devirlerde devletin ülkesi sitenin geni şlemiş bir şekli<br />

sayılıyordu. Bodin buna Republique, demi şti.<br />

Siyasal bir kurul anlam ında bat ı dillerindeki Etat terimi ilk olarak İtalya'da<br />

Stato diye kullan ılmışt ır. Machiavelli ister Cumhuriyet, isterse Mutlakiyet<br />

olsun devlete ilk olarak bu ad ı vermi ştir 4. Ingilterede ayni kökten<br />

ve ayni siyasi anlamda State kelimesine 1538 tarihinde Thomas Starkey'in<br />

eserinde rastlan ır Bu kitap İtalyan makamlar ın incelemekte idi. Fakat<br />

Ingilterede resmi dile devlet sekretesi (Secretary of State) deyimiyle girmi ştir.<br />

Bu deyim Elizabeth zaman ında Robert Cecil'in i şgal ettiği bakanl ık görevine<br />

alem olarak kullan ılıyordu. 17. yüzyılda Almanyada Staatkunst deyimi<br />

İtalyan köklü Ragione di Stato (Devlet yönetimi) kar şılığı olarak kullan ıl<br />

mışt ır.<br />

Almanya'da Staatsrecht sözü kamu hukuku anlam ına gelen Jus publicum<br />

kar şılığı kullanılırdı Teknik olarak bu terimle ülkeye, halka ve egemen<br />

otoriteye at ıf yap ılmaktad ır. Bugünkü anlamda devlet sözü bir dereceye<br />

kadar siyasi ba ğıms ızlık ifade eden ve hatta büyük ölçüde bir egemenlik<br />

iddias ında bulunmayan yönetimleri de içine alacak derecede geni şletilmiştir<br />

O kadarki tarihi gidi şinde Avrupadaki siyasi ve felsefi geli şmelerle hiç bir<br />

ilgisi olmayan Avrupa dışı devletlere de bu ad verilmi ştir. Ingilizcede devlet<br />

sözünün tesadüfi olarak toplum anlam ında kullamldığı da olmuştur. 5 .<br />

Millet sözünün çok kere devlet anlam ında kullanıldığı olmuştur. Şüphesiz<br />

kültür bakımından farkl ı olan bir milletin bir devlet içinde az ınlık olarak<br />

kalması olayı ile ayni ülkeye yerle şmiş bir devletin çe şitli milletlerden kurulmu ş<br />

olmas ı hali vard ır. Bu da gösteriyorki devletle millet ayni şey olmaktan uzaktır.<br />

Bu iki terim sosyolojik yönden birbirinden ayr ı anlamlardad ır. Millet,<br />

kültür, toprak, Din, tarih, kader ve amaç birli ği, gelenek, görenek, ulusal<br />

ülke ve kahramanl ıklara sayg ı gibi ortakla şa temellere dayan ır. Bütün bu<br />

temellerin belki de en önemlisi, milletlerin S İYAS İ KADERLER İN İ KENDI-<br />

LERININ TAYIN ETMESI isteğidir. Devlet ise siyasi ve hukuki makam.<br />

3 Yunancada Polis şehir ve devlet anlam ına geldiği gibi politis kelimesi de ayni kökle<br />

ilgili olarak yurtta ş anlammadır. (Bk. Prof. Sinano ğlu Yunanca-Türkçe sözlük.) Latincede civitas<br />

kelimesi vatanda şlar birliği devlet ve milletler toplulu ğu (Civitates aut nationes) anlam ında<br />

kullamlmaktadır. (BK. Cassell'a Latin Dictionnary)<br />

4 Machiavelli, prince, kesim 1.<br />

5 George H, Sabine E. S. S. Cilt 14 S, 328 State maddesi State is an History regarded<br />

at as the halt)<br />

96


ların birliğine işaret sayılmaktad ır. Devletle milletin ayni . şey olmamas ına<br />

rağmen ısrarla ileri sürülen bir inan ışa göre milli birlik, siyasi birliğin bir<br />

temelidir. Bundan dolay ı hiç olmazsa siyasi ideal bak ımdan milli devletlere<br />

modern tip ,tevletler denebilir. Bununla beraber milliyetçili ğin devletin fiili<br />

yap ısı üzerindeki yankılannı çok geniş tutmak ve bunu sihirli bir maymuncuk<br />

saymak yersizdir.<br />

B — DEVLETIN BA ŞLANGICI<br />

Devletin ba şlangıcını ararken Devletle devlete benzeyen çok ilkel, bulan ık,<br />

ve geçici bir devrenin hesaba kat ılmas ı gerekir 6.<br />

ilkel devlet sisteminden yüksek kültür hayat ına geçi şin ayıncı niteliğinin<br />

iktisadi bir üretim arac ı olan sapamn kullanılması olduğu iddia olunabilir.<br />

Bu konuda bütün bilginlerce henüz bir görü ş birliğine vanlmanu ştır. Bundan<br />

dolayı biz de devletin kurulmas ı için genel olarak temelli say ılan unsurlar ı<br />

saymakla yetinece ğiz. Bir devletin var olmas ı için, yukar ıda belirttiğimiz<br />

üzere ülke yeter say ıda bir insan toplulu ğu ve eğemen bir yönetim<br />

temelli şartlardand ır. Bu duruma göre devlet belli bir ülkede ya şayan, üstün ve<br />

eğemen bir' otoriteye bağlı bir insan topluluğunun meydana getirdiği devaml ı,<br />

siyasi ve hukuki bir bütündür. Egemenlik unsuru eski bir anlay ışa göre râkip,<br />

nâzir, mâdun, mâfevk tan ımayan bir irade iktidar ıdır. Şimdi bu ilke Devlet<br />

bünyesinde vukua gelen de ğişme sonucu sadece içerde özerklik (Dahili muhtariyet)<br />

ve d ışarıda bağımsızlık şeklinde kendini gösterir. Egemenlik, ilkel toplumlarda<br />

bile Ru şeyn (Embryon) halinde vard ı. Toplumların ve dini cemaatların<br />

siyasal ve toplumsal geli şmesi ele ahnacak olursa, baz ı grupların yalnız<br />

akrabalık bağına, baz ılarının tarihi bitişikliğe (Contiguite Historique), baz ı-<br />

larının ortakla şa bir tarih ve gelene ğe ve hatta baz ılarının da tek bir yönetim<br />

(Gouvernement unifie) alt ında ya şama olayına dayandığı görülür. Göçler, sava<br />

şlar ve zorumlu boyunduruklar (Subjugation) ve buna benzer birçok geli ş-<br />

meler devletlerin do ğuşuna ve siyasal yap ının kurulmasına hizmet etmi ş-<br />

lerdir. Kuzey Amerikada ki birçok kabileler ahenkli olarak birbirlerine ba ğ-<br />

lannu şlar ve fakat hiçbir suretle te şkilath bir bütün (Organised Whale) içinde<br />

erimemişlerdir. O kadar ki bunlar için devlet deyimi ııi kullanmak çok güçtür 7.<br />

MacLeod, devletten önce gelen iki te şkilat tipini incelemektedir Bunlar-<br />

.._<br />

dan birisi Kuzey Amerika yerlilerinden Yurok kabilesinde uygulanmakta<br />

6 R. H. Lowie, The Origine of the state, New York, 1927<br />

7 Birbirleriyle koordine olan kabileler şunlardır : Cherokec Pawnee, Dakota, pueblo,<br />

Joachim Wach, Sociology of Religion. S. 289<br />

Din Sosyolojisi F. 7 97


olan anar şi (Anarchie), Ötekisi do ğu Afrika Kabilelerinden Bantular aras ında<br />

rastlanan ihtiyarlar idaresi (Gerontocratie) d ır. Bunlara benzeyen Kuzey<br />

Amerika'nın tanınmış İrokva ( İrouquois) lar birli ğine veyahut Natschez<br />

teşkilatına devlet s ıfat ını vermeyi hakl ı gösterecek bir sebep yoktur. Fakat<br />

gerek Aztek ve gerekse Peru hükümdarl ıklarına pekâla devlet ad ı verilebilir.<br />

C — DEVLETIN TANIMI<br />

Nazariyecilere göre devlet, ortakla şa amaç ve ülkünün gerçekle şmesi<br />

için birlikte hareket eden insanlar ın meydana getirdikleri grup ve te şkilattır.<br />

Bu tanım devleti toplumdan küçük, fakat amac ının kesinliği bak ımından<br />

ortakla şa ya şayışlardan ayr ı sayar. Ba şka bir görü şle devlet, toplumda yaşayan<br />

insanların olaganüstü dış münasebetlerinin düzenlenmesi amac ın ı güden toplumsal<br />

bir yönetim kuruludur. Böyle bir görü ş tabiatıyla menfaatçı devlet<br />

teorisi (Th63rie utilitaire de L'Etat)tipiyle ayni ardamdad ır. Metafizik, âhlak<br />

veya adalet bak ımından kuvvetle desteklenen baz ı yazarlar, devletle toplumu,<br />

grup meselesi olmaktan daha çok„ bir görü ş fark ı olarak ay ırdederler. Bun<br />

lara göre devlet, toplumun bir bölümü de ğil bir ba şka yönden görünü şüdür.<br />

Böylece Hegel hükümetin hergün yapmakta oldu ğu bu türlü görevleri devlete<br />

kar şı değil, sivil topluma (Burgerliche gesellschaft) kar şı yap ılan polis görevlerine<br />

yormaktachr. İngiliz siyaset nazariyesine bugünkü kimli ğini veren İngiliz<br />

Hegelcileri, devleti toplumsal bir kurumdan daha çok toplumsal de ğişmeleri<br />

(Chanğement) yöneten, her yerde ve her şeyde gizli bir uzla ştırma etkeni<br />

(İntelligence) olarak dü şünürler. Hukukçulardan, özellikle Kant görü şüne<br />

taraftar olanlar bu türlü ay ırımı, daha iyi açıklamışlardır. Böylece Kelsen<br />

devletin bu sosyolojik görü şünü yani onun toplumla aç ıklanmasını toptan<br />

redetmi ştir. Kelsen Almancadaki Sein (olan) ve Sollen (olmas ı gereken veya<br />

arzu edilen) aras ındaki esash farktan faydalanarak Devleti Hukuki normlar ın<br />

düzen ve sistemi olarak hüviyetlendirmi ştir.<br />

Devlet sözünün siyasi te şkilatı gösteren bir terim olmas ı, Devletle hükümet<br />

aras ında kesin bir s ımrlamayı güçle ştirir. Mutlak .hükümdarhklardan<br />

daha do ğrusu Mutlakiyet devrinde, Devletin e ğemenliği hükümdarm şahs ında<br />

toplandığından devletle hükümet ay ırımı o kadar önemli değildir. O devirde<br />

ülke ve ülke üzerinde ya şayan halk hükümdarın mameleki (Patromoine) say ı-<br />

lır& 8 . Bununla beraber böyle bir ay ırım yap ılmas ı, Devletin, hukuki anlayışı<br />

bakımından çok önemlidir. Seydle den Jellinek'e kadar birçok Alman<br />

nazariyecileri mâmelek görü şünü yıkarak devleti, hukuki bir varl ık olarak<br />

kurmuşlardır. Hükümdar ve hükümet sadece devletin organlar ıdır. Kelsen<br />

devletin hukuki şahsiyetini müphem görmektedir.<br />

8. Marrielek. Bir kimsenin yarı yoğu, mal mülkünün tümü.<br />

98


D — DEVLETİN KURUCU UNSURLARI VE<br />

DEVLET GÜCÜNÜN NE OLDUĞU<br />

Yukarda devletin üç unsurdan meydana geldi ğini belirtmi ştik : (Ülke,<br />

insan topluluğu ve Egemenlik) Bunlardan insan toplulu ğu ile ülke devletin<br />

Maddi unsurlar ıdır. Bunun yan ında çok önemli bir unsur daha vard ırki bu<br />

da manevi nitelikte olan devlet otoritesi, veya egemenliktir. Maddi unsurlar<br />

olmadan bir deiletin kurulmas ı mümkün değildir Fakat sadece maddi unsur<br />

ların bulunmas ı bir devletin kurulmas ı için yeter sayılamaz. Maddi unsurlarla<br />

ve bunlara ili şkin teorilerle u ğra şmak konumuzla ilgili de ğildir. Fakat<br />

ilerdeki ara ştırmalarda aydınlatıcı bir önem ta şıyaca ğı için devlet otoritesi<br />

(Eğemenlik) üzerinde durmak yararl ıdır.<br />

Bir insan topluluğunun bir ülke üzerinde yerle şmesi devletin bir ba şlangıcı<br />

sayılabilir. Fakat devletin kurulmas ı için toplumun hücreleri say ılan<br />

birliklerin bir amac ı gerçekle ştirme u ğrunda kayna şmaları ve mertebeler<br />

düzenine ba ğlanmaları gerekir. Bu ise ancak devlet gücü denilen e ğemen<br />

bir erkin (iktidarm) varlığı ve bask ısı ile olur. O halde devletin en önemli<br />

unsuru, bu kayna şmayı sağlayan ve mertebeler düzenini kuran e ğemen bir<br />

devlet gücüdür. Bu temel unsur yan ında ikinci dereCede bir tak ım unsurlar<br />

daha vard ır. Bunlara VAHDET ve DEVAMLILIK denir. Bir ülkede yerle şen<br />

insanlar aras ında bu unsurlar yani devlet kudreti, VAHDET ve DEVAMLILIK<br />

varsa orada zorunlu olarak devlet vard ır.<br />

Devlet gücünün ne oldu ğu konusunda biri. Frans ız bulu şu olan, sözleşme<br />

teorisi, ötekisi Alman görü şünü aksettiren pozitivist teori vard ır. Zamanımızda<br />

bu dikenli mesele üzerine yaz ı yazanlar bunlardan birini veya ötekini<br />

esas tutarak i şe başlamaktad ırlar. Biz devlet gücünün ayd ınlanmas ı konusunda<br />

ünlü üç yazarın adlar ını açıklamakla yetinece ğiz. Alman Pozitivist okuluna<br />

katılmakla beraber Normativizm gibi orijinal bir fikir ortaya atm ış olan<br />

Kelsen, gerçekci bir doktrin sahibi olan Leon Duguit, ve nihayet realizmle<br />

idealimizi bağdaşt ırmaya çal ışarak sosyolojik verilerden i şe ba şlayan Hau-<br />

•<br />

riou'dur 10 .<br />

E — DEVLETİN SİYASİ VE TARIHI GÖRÜNÜŞÜ<br />

Siyasi kurumlar ın gelişme ve ilerlemesi belirli bir düzen ve yol izlemedi ği<br />

için bir s ıraya göre, devletin evrimini söz konusu etmek gerçe ğe uymayan<br />

bir iddia olabilir. Bununla beraber birçok devlet tipleri inceleme konusu<br />

olabilir. Bunlar, ilişkin olduklar ı devirlerin ay ırıcı özeliklerini ta şırlar.<br />

1 — Şehir Devleti (Esat-Citö) Devlet örneklerinin ilkidir.<br />

9 ve 10 Bak. Akbay, Muaffak, Umumi Amme Hukuku, <strong>Ankara</strong> 1952.<br />

99


Denilebilirki as ıl bu şehir devleti içinde siyasi devlet nazariyesi ba şlamıştır.<br />

Bu tip devletin özelliği küçüklüğü ve siyasi ya şayışının içtenliğidir. Ba şka<br />

bir deyişle içten (Samimi) ve etkin bir yönetimin kurulabilmesi ülke s ınırlarımn<br />

çok dar olmas ı ve Yunanistanda oldu ğu gibi dışarı ile ticari ve siyasi<br />

münasebetleri sağlayacak derecede halk ın sava şcı olmasına bağhdır. Özgür<br />

yurtta ş anlayışı kuvvetten daha çok i ş birliğine dayanan özgür yönetim anlayışnun<br />

kaçınılmaz bir gere ği idi. Bu bak ımdan Yunanistan' ın Yurtta şhk<br />

görüşü hukuki olmaktan daha çok ahlâki ve e ğitimsel idi. Zira Yunan dü şünürleri<br />

devleti, içinde yüksek medeni ya şayışın sağlanabileceği, bir olay gibi<br />

görmekte idiler. Fakat idealim son derece zengin olu şu bu alanı seçkin ve<br />

küçük bir s ınıfa öz k ılmışt ır.<br />

Şehir devletinin, ilk önce Makedonya, daha sonra Roma imparatorlu ğu<br />

tarafından yutulmuş olması bu sistemin siyasi anlam ını yok etmiş ve onu<br />

ideallerinden uzakla ştırarak yalnızlığa götiirmiiştür. Roma devletinde yurtta şlık<br />

evrensel bir nitelik ta şıyordu. Yurtta şlar aras ındaki bağ, şehir devletinin kültür,<br />

içtenlik (samimiyet) ve i ş birliğine dayanan ba ğlarından büsbütün ba şka idi.<br />

Romada bu ba ğ hukuki idi. Bugün bile hukuk anlayışı Roma düşüncesinin<br />

bir miras ı sayılabilir. Yargıç otoritesinin ve yarg ıçlık hakkının inancası kanundu.<br />

Kanun ve daha geniş anlamıyla hukuk, tatbikatta hak ve hukuku<br />

içine alır bir şekilde tasarlamyordu. Bir Romal ı her tarafa bir hukukçu gözüyle<br />

bakmakta idi. Hayvanlar ın bile çok zaman yarg ılanarak cezaya çarptırılmas<br />

ı, Romanın Hukuka verdiği önemi belirtme ğe yeter. Bir dünya devleti<br />

içinde bu hukuk idealinin devam edebilmesi, imparatorluk otoritesinin kaynağını<br />

askeri bir güçten alm ış olmasından ve bu gücün hukuk sistemiyle desteklenmiş<br />

olmasından ileri gelir.<br />

2) Orta çağda siyasi kurum ve dü şüncelere büyük ölçüde feodalite<br />

bağları hâkim bulunuyordu. ' Bu devirde hükümdar ile uyru ğu arasındaki<br />

münasebet nizami (tüzüksel) bir münasebet oldu ğu halde Senyör ile toprak<br />

kulu arasındaki münasebet daha çok sözle şmeli bir münasebete benziyordu.<br />

3) Avrupa siyasi tarihinin modern ça ğı açıktan açığa siyasi ve hukuki<br />

otoritelerin merkezle şmeye doğru bir yol ald ığını gösterir. Bu hareket ticari<br />

işlerin art ışı, mahalli bağımsahldann ortadan kalkmas ı, esnaf loncalar ının,<br />

din ve rühban derneklerinin kald ırılmasıyla yakından ilgilidir. Bu türlü merkezile<br />

şme hareketi biribirine dü şman din ve mezheplerin do ğurdu ğu ayrıhkları<br />

ahenkli kılma ihtiyac ı ve milli birlik duygusunun artmas ı ile teşvik<br />

görmü ştür. Milli Birlik duygusunun amac ı, siyasi iktidara dünyevi ve lây ık<br />

bir temel vermektir.<br />

Bu türlü devlet anlayışına egemenlik anlay ışı çok uygun gelmektedir,<br />

ilk a şamada milli birlik duygusunun artmas ı, iktidardakilerin siyasi nüfuzunun<br />

100


artmas ını gerektirmi ş ve bundan da en çok kira! faydalanm ıştır. İngilterede<br />

bu hal parlamenter geli şme ile ba ğda şmıştır. Bu memlekette s ınıfları temsil<br />

eden bir meclisten (Assembly of Estates)ulusal nitelikte bir yasaman meclis<br />

(Natoinel Legislative) do ğmu ştur. Bu meclis ise genel oyla seçilen yasaman<br />

meclisin asli örne ğini (Prototype) vermektedir. Bu örnek say ılan yasaman<br />

meclisin de dahil bulundu ğu İngiliz sistemi, geçirdi ği sayısız deği şikliklerle<br />

bugünkü demokrat ve liberal devletin tipik bir örne ği olmuştur ı l.<br />

4) Modern Devlet olarak son zamanlarda yeni tipte baz ı devlet şekillerinin<br />

gelişme halinde olduğunu söylemek do ğru olsa bile bu ana kadar İngilterede<br />

gelişen demokrat tipin yerine geçecek daha üstün bir devlet şeklinin bulunmu ş<br />

olduğu iddia edilemez. Mesela bugün mutlakiyete dayanan bir sistemin İngiltere<br />

için uygun bir yönetim oldu ğu ileri sürülemez. Britanya Milletleri Topluluğu<br />

(British Commonwealth of Nations) nun varl ığı ve parlamento egemenli ği<br />

hükümdarlığı hukuki bir faraziyeye irca etmi ş tir. Yani Ingilizler, mutlakiyet<br />

şeklinin bütün kılık ve k ıyafetini muhafaza etmi ş, ancak onun içinden sanki<br />

bir şırınga ile bütün eskilikleri atarak yerine çok yeni fikirleri zerk etmi ş<br />

gibidirler. Bu konuda şekil ve görünüşe aldanmamak gerekir. Zira bugün<br />

İngiliz meclisinin farazi olarak yapamayaca ğı bir şey varsa oda kad ını e ıkek,<br />

erkeği kad ın yapmakt ır ki baz ı düşünürlere göre meclis hukuk bak ımından<br />

bunu da yapabilir. S ıkı bir uluslar aras ı sisteminin kurulmas ı ulusal egemenlik<br />

ve ba ğıms ızhkları daha farazi bir hale getirebilir. Yahut toplumsal ve<br />

ekonomik münasebetler ba ğımsızlık nazariyesine ayak uydurmak için k ıl ık<br />

kiyafet de ği ştirmek zorunda kalabilir. Devlet yönetiminde mülk sahiplerinin,<br />

işçilerin ve tüketicilerin ç ıkarlar ı bakımından ticari, iktisadi, mali ve hatta<br />

siyasi baz ı düzen ve tedbirlere ba ş vurulmas ı önüne geçilmez bir zaruret<br />

haline gelmi ştir. Di ğer taraftan, yasaman meclislerin meseleleri çözmede<br />

gösterdikleri yetersizlik kimsenin gözünden kaçmamaktafbr. Bu alanda<br />

genel düzenleme ve denetleme görü şü, seçim ile kurulan meclislere birakılmak<br />

suretiyle hükümet ve idare düzeni için gerekli organlar ı kurmak gibi<br />

temsili bir mahiyet arz eden hükümet şekli kald ırılarak s ıkı .snurlamalarla<br />

otoritenin daha çok merkezile ştirilmesi de dü şünülebilir. İkinci şıkta yani<br />

temsili hükümetin kald ırılarak s ıkı s ınırlamalar ı gerektiren merkezile şme<br />

sistemine İtalya ve Almanya'da kurulmu ş olan fa şist idareler misal te şkil<br />

ederler 12 . Devletin totaliter anlay ışı olan bu doktrine göre, devlet yaln ız<br />

hukuki anlamda egemen olmakla kalmaz. Toplumsal ya şayışın bütün bö-<br />

11 Bk. Georges H. Sbine State, E. S. S. Cilt 14 S. 329 ve devam ı<br />

12 Bak. Schumen Fredericke, political theory of german Facism, American political<br />

scienes Review, cilt, 28, 1934. Sh. 210-232)<br />

101


lümlefini düzenlemek görevini de üzerine al ır. Eğitim, din ve sanat kadar,<br />

sermaye, i ş ve ulusal ekonominin tümü devletin düzenleme, yönetme,<br />

denetleme ve müdahele alan ına girer. Rusyada 20. yüzyılda yerle şmiş olan<br />

Komünist devlet anlay ışı, sonuçlar ı bakımından bu görü şten çok farkl ı değildir.<br />

Rusya'daki sistem i şçi sınıfının çıkarlarını korumak üzere kurulmu ş<br />

bir diktatörlük oldu ğu halde Fa şizm ve Nazizm aç ıkça itiraf edilmedi ği halde<br />

kapitalist diktatörlükten ba şka bir şey değildir. Yani İspanyollar ın dediği<br />

gibi birisi k ızıl, di ğeri beyaz birer diktatörlüktür. Fakat her ikisi de bir diktatorya<br />

idaresidir. Her iki sistemde de (Yani Fa şizm ve Komünizmde) muhalefet<br />

partileri kald ırılmış ve parlamento asli cevherinden yoksun kalm ıştır<br />

Bununla beraber her ikisi de ba şhcas ı üreciler konfederasyonu olmak üzere<br />

baz ı organlar vas ıtasıyla TEMSIL ESASINI, muhafaza ettiklerini ısrarla<br />

iddia ederler. Muhalefet, Demokrasi ve Parlamento rejiminin bir temel<br />

unsuru olduğu halde Fa şizm ve Komünizmin kurdu ğu bu organlaıın sistem<br />

ve temel unsurlardan say ılamıy\-aca ğı art ık anla şılnuştır. Bu tecrübelerin<br />

yeni bir devlet tipine i şaret say ıldığını söylemek güç ve hatta imkâns ızdır.<br />

Yalnız Rusya meselesinde Komünizmin memleketin içinde bulundu ğu özel<br />

şartlara uygun dü şmesi mümkündür. Ba şka memleketlerde ayn ı şartlar ın<br />

bulunmayışı, diğer devletlerin Komünizm sistemini ayn ı doğrultuda geliştirebilmeleri<br />

ihtimalini bertaraf eder. Bunun gibi. İtalya ile Almanya meselesinde<br />

Fa şizmin yeni bir devlet tipimi yoksa modern bir k ıhğa bürünmüş<br />

eski bir diktatörlükmü oldu ğunu kestirmek bir hayli güçtür. Fa şist devletlerin<br />

kurulması ve bu şekildeki bir devlet anlay ışmunn geçici de olsa revaç<br />

bulmuş olmas ı kısmen toplumsal çöküntü ve sefaletten do ğan psikolojik<br />

telâfiye, kısmen de bu sistemin milliyetçilik, Hegelcilik (Hegelianisme ve Makyavelcilik<br />

(Machiavelisme) ile kar ışık bulunmas ına atfetmek gerekir 13 .<br />

Herhengi bir devlet nazariyesinin en güç taraf ı, olaya ve de ğerlere verilmesi<br />

gereken önemde sakh bulunmaktad ır. Herhangi bir de ğeri pe şin olarak<br />

var farz ederek i şe ba şlamak bizi yanlış yollara götürür. Siyasi olaylar,<br />

değerlendirmeler ışığı altında bir de ğerler dokusu niteli ğindedir. Gerçek siyaset<br />

felsefesi, halk ın zihninde müphem olarak mevcut olan de ğerleri aç ıklığa<br />

kavu şturan ve de ğerlendirmeyi yeni olay şartlarına uygulamış olanıdır.<br />

13 Bk. Prof. E.Z: Karalm devrim ve laiklik yaz ısı S. 67 Laiklik adli anonim eseri, (Birinci<br />

cihan harbinden sonra Laik idealini inkar eden, İnsan şahsiyetini ham madde gibi kullanmak<br />

ve israf etmek isteyen Fa şizm ve Komünizm rejimleri ortaya ç ıktı. Lâyik de ğerleri ihtiva eden<br />

Demokrasi nizam ına, ayrı cephelerden, taarruz ederek bu nizam ı büsbütün kald ırmak istediler.<br />

Fakat ikinci cihan harbi ile tasfiye edilen zihniyet Fa şizm zihniyeti oldu. Bugün ayakta tutunmaya<br />

çalışan Komilnizme gelince : Korkuya, zulme dayand ığı için ve yalmz maddeye k ıymet<br />

verdiğinden insanlık için bir iddia de ğildir ve olamaz. Fa şizm'in uğradığı akibetten kurtulmas ı<br />

da, bu sebeple ne mümkündür, nede muhtemeldir. Bu k ısa aç ıklamada gösteriyorki medeni<br />

dünyanın ideali ve istikameti Lâik devlet nizanud ır.<br />

102


Geleneksel Devlet Felsefesi, her devletin gerek kendi uyru ğuna kar şı,<br />

gerekse ba şkalar ına kar şı uygulamakta oldu ğu zorlama gücünü (Contrainte)<br />

ahlâki yönden hakl ı göstermek yolunu tutmu ştur. Eski toplumsal sözle<br />

şme (Contrat social) veya Tanr ısal hukuk (Jus divinum) nazariyeleri bugün<br />

modadan dü ş mü ştür. Fakat bu iki nazariye aras ında mevcut olan esasl ı fark<br />

devam etmektedir. Her iki nazariyenin de devletin haiz oldu ğu zorlamay ı<br />

haklı göstermek üzere ortaya at ılmış olduklar ı izahtan varested ır.<br />

Devletin Hukuki nazariyesi, de ğerlendirme s ın ırları içinde dü şünülen<br />

nazariye tipinin özel bir halidir. Bundan dolay ı ahlaki de ğerlerle ilgilenme ğe<br />

bir ihtiyac ı yoktur. Mesele kollektif iradenin geçerli ği ve gerçekli ğini ilgilendirdiği<br />

orant ıda olumludur. Şunu da söze katmak ki hukuki yetki, kendiliğinden<br />

bir de ğerdir. Bunun fiili bir iktidarla zorunlu bir münasebeti yoktur.<br />

Siyasi e ğilimdeki nazariyeler, Hukukla devlet aras ında tek bir münasebet<br />

kabul etseler bile, genel olarak devlette yaln ızca hukuki olmayan siyaset<br />

ve hükümet tasarruflar ı (Actes gouvernementaux) n ın bulundu ğunu kabul<br />

ederler. Kanun yapma yetkisini devletten farkl ı bir görev sayan nazariyeler<br />

ço ğu zaman hukuku bir norm, devleti ise kendisinden hukuk normu ç ıkan<br />

bir tüzel ki şilik sayarlar. Bu tip nazariyeler hukukun var olmas ını bir devletin<br />

var olmas ına; bir devletin var olmas ını da hukukun var olmas ına ba ğlar<br />

ve bu iki önerme aras ında bir fark gözetrnez. Bu yolda tamlan en aç ık durum<br />

Kelsen'in durumudur. Kamu otoritesinin me şruiyeti ile ilgilenen nazariyeler<br />

bile kaideten bu meseleleri, fiili ve illî mahiyetleri dolay ıs ıyle birbirinden<br />

ay ırdedememi şlerdir. Makyavelden beri siyasi ve hukuki münasebetlerin<br />

mekanizmaslyla ilgilenen bilginler olmu ştur. Fakat Aristonun siyasetname<br />

veya politika diye an ılan 14 eseri bu sahada yap ılan etüdlerin tümüne bir<br />

misal te şkil eder. Bu türlü eserler, toplumsal ve siyasal psikoloji ve kültür antropolojisinde<br />

yap ılan en son ara ştırmalarda oldukça önem kazanm ışlard ır.<br />

Son devrin siyasi münaka şalar ında söz s ınıf mücadelesine getirilmekte ve<br />

devlet iktidarda bulunan s ınıfın vekâletini haiz bir heyet (Agence), say ılmaktad<br />

ır. Böyle bir anlay ışa göre devlet mensup oldu ğu s ınıfın menfaatlerini<br />

korur; Fakat di ğer s ınıflar ı sömürür. Bu nazariyenin kaç ınılmaz bir<br />

sonucu• s ınıfa dayan mayan bir cemiyette devlet kavram ın!'" ortadan kalkmas ı -<br />

d ır. Bu fikir gayet ütopik bir fikir oldu ğu halde halen sosyalistlerce ra ğbet<br />

görmektedir 15 .<br />

F) DINLE MÜNASEBETLERI BAKIMINDAN DEVLET ŞEKILLERI.<br />

Bu konuda bir çok s ımflamalara raslamr. Genel olarak Dinle münasebeti<br />

bakımından Devletin dört şekli dü şünülebilir:<br />

14 Bak. Aristo, Politika, IV, VI kitaplar.<br />

15 Bak. E. S.S. State Maddesi.<br />

103


1. Teokrasi (Theocratie)<br />

Din kurallar ı= devleti yönetmesi sistemidir. Tarihte pek çok örneklerine<br />

raslamr. Günümüzde say ısı çok azalmış olan bu sistemde devlet bir<br />

dini resmen tan ır. Bu din dışında kalan dinlerle mensuplar ımn Devletçe hiç<br />

bir değeri yoktur. Devletin temeli din ilkelerine dayan ır. Bu sistemin daha<br />

ileri şekillerinde bir dini ho şgörürlük yer ahr. Hattâ anayasalar ba şka dinlerin<br />

de varlığını kabul ederek bunlara bir hak tan ır. Günümüzde Suudi Arabistan,<br />

Tibette uygulanmakta olan Lamaizm ve bir bak ıma İspanya bu sistemin<br />

belli ba şh örnekleridir. İslamda Devlet (Hilafet) saf şeklile en aydınlatıcı<br />

bir teokrasi örne ğidir.<br />

2. Bizantinizm (Byzantinisme)<br />

Devletin dini himayesine almas ı demektir. Buna İngiliz yazarlar ı kayser<br />

papaliğı anlamında (Caesaro—Papism) derler. Iznik Konsilinde dini himayesine<br />

almış olan Konstantinin durumu böyledir. Osmanlı Imparatorluğu Yavuzun<br />

Hilafeti ele geçirmesinden sonra bu sisteme çok yak ın bir yönetim<br />

şekli olmu ştu. Yazarlar aras ında Osmanlı idaresini Teokrasi sayanlar da<br />

vardır.<br />

3. Konkordato Sistemi (Regime Concordataire)<br />

Bir Devlet Ba şkanı, ülkesinde ya şayan kimselerin ilgili bulunduğu dinin<br />

önderiyle bir anla şmaya var ırsa bu anla şma hükümlerine göre bir yönetim<br />

kurulur ki buna konkorda veya konkordato rejimi denir. Bu rejim iki tarafh<br />

bir uluslar aras ı anlaşma niteliğinde olduğundan bunun tek tarafl ı bozulması<br />

Devletler hukukuna ayk ırıdır. Fransada Birinci François ile papa arasında<br />

ve Napolyonla papal ık arasında böyle bir anla şmaya varılmıştı<br />

4. Lâyiklik (Laicite)<br />

Dinle Devletin ayr ılmas ı ilkesidir. Demokrasi e şitlik ve özgürlük temeline<br />

dayanır. Lâyiklik ise e şitlik ve özgürlü ğün bir sonucudur.- Bu dört sistemden<br />

en önemlisi birinci ile sonuncudur. Birincinin en tipik örne ği İslamda Devlet<br />

bahsinde, Lâyiklik ise daha ileride söz konusu edilecektir.<br />

.: Demir perde gerisinde gruplanan halk demokrasilerinde Sosyalist sis-<br />

temler klasik demokrasilerden farkla olarak din ve vicdan özgürlü ğü yanında<br />

dinsizlik (atheisme) özgürlüğünü anahaklar aras ında savunur.<br />

104


II. İSLAMDA DEVLET — (HILAFET)<br />

A. Genel Bilgiler<br />

Devletin Maddi Unsurları ve Kamu gücü<br />

a — Devletin maddi unsurlar ı (Ülke ve halk)<br />

Islâmiyet dünyayı üçe ay ırır; bunlar ın herbirine dâr denir. Müslümanların<br />

elinde olan k ısma Darülislam, müslümanlar ın elinde olnuyana Darülharp;<br />

müslümanlarla bar ış halinde olana Darülsulh derler. Bütün müslümanlar<br />

bir tek millet (milleti vâhide) say ıldığı halde gayrimüslimler üç zümreye<br />

ayrıhrlardı. 1— islam egemenli ği alt ında bulunmayanlara kafir—i harp denirdi.<br />

2— islam egemenliğini tan ıyan gayrimüslimlere ise 1(Ctfir—i zim ıni denir<br />

Bu Kâfir—i z ımmilere reaya da denirdi. 3— islam egemenli ğini tanımamış<br />

olmakla beraber islam ülkesine s ığınmış olan ve islam himayesi alt ında ya şayan<br />

gayri müslimlere de kafir—i müst'emen derlerdi. Müste'menler ancak<br />

bir sene islam ülkesinde kalabilirlerdi 3 .<br />

b — Devletin manevi unsuru (Kamu gücü veya egemenlik).<br />

Terimler ve anlamları<br />

Hak ve hukuk. Bugünkü anlamda hukuk zorunlu toplum kurallar ıdır<br />

biarada iki türlü hak vard ır Biri hakkullah denilen Tanr ısal Hak; ötekisi<br />

Hakkul'ibad denilen kul hakkıdır. Genel olarak bunlar ın birincisi bugün<br />

kamu hukuku bölümünde incelenir. Ikinci grup ise bugün Özel hukuk ba şlığı<br />

altında toplan ır.<br />

Kamu hukuku, kamuyu yani toplulu ğun ortakla şa işlerini ilgilendiren<br />

hukuk kollarını içine alır. Bu zümrede taraflardan biri devlettir. Bugün Hukuk<br />

Fakültelerinde okunmakta olan Anayasa hukuku, İdare hukuku, Ceza<br />

hukuku, Devletler Umumi Hukuku, Mali Hukuk ve benzerleri Kamu Hukuku<br />

ailesindendir.<br />

Yukarıda da belirtti ğimiz gibi, İslamda bu haklar ın çoğuna Tanr ısal haklar<br />

(Hakkullah) denirdi. Bugün Kamu haklar ı aras ında gördüğümüz özgürlük<br />

hakkı (hakkı hürriyet), nefsin ve ırz ın dokunulmazlığı hakkı (hakkı<br />

ismet), mülkedinme hakk ı (hakkı mülkiyet) ve şahsın dokunulmazlığı İslamda<br />

Tanrısal haklardand ı.<br />

13 Osmanli imparatorlu ğunun son zamanlarında Zimmilere tebai gayri-müslime ve müste'<br />

menlerede tebaa ecnebiye denmi ştir.<br />

105


Halife ve Hilafet sözü Arapça • 13 alefe (<br />

) kökünden gelir.<br />

Birinden sonra gelmek anlam ındad ır. Halife sözü Bat ı dillerine Calife,<br />

Khalife, caliph şeklinde geçmi ştir. Kelime, Tü ıkçede üç anlamda kullan ılır:<br />

1— Türkçele şmiş olan şekli ile "Kalfa" in şaatta müteahhitle usta aras ında<br />

yap ı işlerini idare eden kimseye denir. 2— Eski Bab ıâli memurlarına verilen<br />

bir unvand ır; 3— Mahalle mekteplerinde hocadan bir derece a şağı olup öğrencilere<br />

yard ım eden kimsedir. Halifenin konumuzu ilgilendiren anlam ı<br />

ise Peygamberin ölümünden sonra islâm ın siyasi ve dini- önderli ğini yapan<br />

kimsedir. Buna göre Halife Peygamberin vekilidir. Ebubekir Tanr ı Peygamberinin<br />

Halifesi (Halifei Resulullah) unvan ı ile yetinmiştir. Tanr ın ın Halifesi<br />

(Halifetullah) deyiminin de kullan ıldığı olmuşsa da bunun do ğruluğu<br />

sabit olmamıştır 14 .<br />

Kur'anda islâmi anlamda hilafeti ilgilendiren bir hüküm yoktur. Sadece<br />

kamu hukukukunu ilgilendiren iki âyet vardır: Bunların birincisi, "Müslümanlar<br />

i şlerini kendi aralar ında me şveretle yürütürler" 15 , ötekisi "Tan:<br />

rı'ya, Tanr ı Resulline ve buyurma yetkisi olanlara itaat ı 16 öğütler" 17 .<br />

Görülüyor ki birinci âyet devlet i şlerinde kar şilıkl danışmayı hedef<br />

tutmakta, ikincisi ise anar şi, ba şsızhk ve hükümetsizli ği önlemek ve disiplini<br />

sağlamak için itaat ı emretmektedir 18 .<br />

Kur'anda Halife hakk ında, islâmi anlamda bir hüküm yoktur. Bu, böyle<br />

olmakla beraber Kur'an ın muhtelif yerlerinde Halife sözüne rastlanmaktadır.<br />

Arap dilinde ta şıdığı tarihi anlamlan ve hilafet sözü içinde gizlenmi ş<br />

özellikleri belirtmesi bak ımından bunları incelemek yerinde olur.<br />

14 Abbasi Halifelerinden Mansur mekke'de irad etti ği bir hutbede kendisinin Allah' ın<br />

yeryüzünde tayin etti ği bir Sultan oldu ğunu söylemi ştir. Bundan Tanr ı'nın yeryüzündeki gölgesi<br />

il j; manas ı ç ıkarılmaktad ır. Bu görü ş yanhştır.<br />

der.<br />

15 Kur'an, Sûra Suresi, 37 j.„1<br />

16 Kur'an, Nisa Suresi, 59 jil J y JJI 1_,"1. .11 13..,1,1<br />

17 Tartu şi eski bir bilgine atfen „kırk yıllık istibdat bir saatlik anar şiye müreccahtır"<br />

18 İncil'de I. Petrus'un birinci mektillıu (Premiöre clpître de Pierre, II) 13-14 ayetinda<br />

buna benzer bir hüküm vard ır : "Gerek egemen Kral olsun gerekse bu Kral ın kötüleri cezalandırmak<br />

ve iyileri korumak üzere gönderdi ği valiler olsun insanlar aras ında kurulmu ş her otoriteye"Tann<br />

uğrunda itaat . ediniz (Kitab ı Mukaddesteki ifade bozuk oldu ğundan Frans ızca<br />

ashndan tarafımdan çevrilmiştir.) Luter'e göre fena ve haks ız da olsa cismâni otoriteye isyan<br />

ve ayaklanma tecviz edilemez. Çünki kötülü ğü cezaland ırmak herkese ait bir i ş değil, ancak<br />

elinde dünya otoritesini bulunduran makam buna yetkilidir. (Bk Edit de Weimar, Cilt XVIII,<br />

Sayfa 302 ve devam ı) Buna kar şılık Ralven (Calvin) kötü idareye kar şı direnmeye uygun görür.<br />

(Bk. G. Mensching, Sociologie Religieuse, Paris, 1951, sayfa 132)<br />

106


Tanrı, Hazreti Davud'a: "Ey Davut seni yer yüzünde halife k ıldık<br />

Yeter ki insanlar aras ında hak ve adaletle hükmedesin." 19 Burada Hazreti<br />

Dâvut, Tanr ı'nın halifesidir. Fakat bu halifelik hak ve adaletle hükmetmek<br />

şartma ba ğlıdır. Adaletin yerine getirilmesi eski bir deyimle Hakk ın ihkak ı<br />

ve batılın iptali demektir.<br />

İmam ve İmamet: Bir çok islam müçtehitleri taraf ından İmametle hilafet<br />

aynı anlamda kullamlmıştır Fakat dikkat edilirse bu iki deyim aras ında<br />

bir fark vard ır. Her İmam Halife de ğildir; buna kar şılık her Halife ayn ı za•<br />

manda islamlann İmann (İmamül Müslimin) dir. Eski hukukçular bu iki<br />

kavram aras ında Umumu Mutlak ve Hususu Mutlak münasebeti vard ır derlerdi.<br />

Mesela mahalle imamlar ı, tabur imandan, İmamı Azara, İmam Şafii<br />

İmam Gazali gibi bir meslek veya mezhebin önderleri Halife say ılmazlar.<br />

İmam sözü kur'anda Hz. İbrahimin Tanr ı ile yaptığı bir konuşmas ında<br />

geçer: Burada Tanr ı Hazreti İbrahime "Ben seni nasa imam yapaca ğım"<br />

buyuruyor 29<br />

İslam Hukukunda birinci derecede önemli kaynak Kur'and ır İkinci<br />

olarak hadis gelir. Hadis Peygamberin söyledi ği, yaptığı, yapılmasını emrettiği<br />

ve yapılırken mani olmadığı işler ve eylemlerdir. Bu anlamda sünnet<br />

kelimesi de kullanılır Buraya kadar Kur'anda konumuzla ilgili hükümler<br />

görüldü. İkinci derecede bir kaynak olan hadiste konu ile ilgili önemli hükümlere<br />

raslanmaz. Gerçi İmam Kurey ş Kabilesinden olacakt ır 21 , diye bir<br />

hadis varsa da bu hilafet müessesesinin mahiyetiyle ilgili de ğildir. Kur'an<br />

ve Hadiste hilâfetle ilgili bir aç ıklamaya rastlanmamas ı meseleyi icma'a<br />

bırakmıştır<br />

Hildfeti Hakikiye ve Hilafeti Suriye: Sünnet etli bilginler hilafeti, Hilafeti<br />

Suriye ve Hilafeti Hakikiye diye ikiye ay ırırlar. Bu bölümleme Bat ılı<br />

bilginlerce de benimsenerek Hilafeti Hakikiyeye Frans ızca (Califat parfait<br />

ou legitime) ingilizce (Orthodoxe Caliphate) denilmektedir. Hilafeti Suriyeye<br />

sadece Califat veya (Caliphate) denilmi ştir Ileride uzun uzad ıya görece ğimiz<br />

Hilafeti Hakikiye (gerçek halifelik) gerekli nitelikteki bir kimsenin ümmetin<br />

seçkinleri tarafından geçilmesi ve biat denilen halk ın onayı ile iktidara gelmesi<br />

halidir 22 .<br />

islamiyetin ilk devirlerinde gelen ilk dört halifenin durumu<br />

19 Kur'an Sad Su ıesi (XXVII) 17. Ayet.<br />

20 Kur'an I, 124<br />

21 ( ot. e° •1) )Z<br />

22 Sadrü şşeria, Tadil-ül Ulum adl ı eserinde hakiki hilâfete hilâfeti nübüvvet ad ım vermek.<br />

tedir. (Bk Seyyit bey, Hilâfetin mahiyeti şer'iyesi, sayfa 16 ve devam ı.<br />

107


öyledir. Suri hilafet ise yukar ıda temel ilke diye sayd ığımız esastan birinin<br />

(seçimin) eksik olmas ı dolayısiyle ancak şeklen hilafet say ılır. Emevilerin,<br />

Osmanlıların hilafeti bu türlüdür.<br />

Örfü adet: Bu terim asl ında iki kelime olduğu halde tek bir anlam ı vard ır.<br />

O da, halkın yaptığı hukuktur. Kelime Bat ı dillerinde kullanılan usage, Coutume<br />

gibi tabirlerin kar şıhğı olmakla beraber Frans ızcada Les us et coutumes<br />

terimi nas ıl iki kelimeden yap ıldığı halde bir tek anlam ta şıyorsa, hukukçuları=<br />

da halen bu iki kelimeyi yukar ıda belirttiğimiz anlamda kullanmaktadırlar.<br />

Halbuki gerçekte iki kelime söz konusudur. Bunlardan biri<br />

örf, ötekisi âdettir. örf, irfana dayanan bir kurald ır. Bilginlerin, arif olanların<br />

koyduğu bir esast ır. Fakat adet sözünde bu yüksek anlam belirtilmi ş<br />

değildir. Zira batıl ve kötü şeyler de adet olabilir. Mü şterek olan yön, her<br />

ikisinin de toplumda ya şıyan ve yaz ılı olmıyan kurallardan olmas ıdır. İkisi<br />

arasında umum ve hususu mutlak münasebeti vard ır. Yani her örf bir adettir;<br />

fakat her adet örf de ğildir. Islami tabiriyle örf ( ) âdet ( ) d ır.<br />

Kuran' ın Araf suresinin 199. ayetinde örf ile emreyle denmektedir 23<br />

O halde örf üzere idare Tanr ı buyruğu icaplarındandır. 24<br />

Bugünkü hukuk görüşü örfü, adetin daha şuurla şmış bir şekli sayar. Bu<br />

bakımdan örf, adet ile Kanun aras ında, daha do ğrusu yaz ıs ız hukuk ile yaz ılı<br />

hukuk aras ında bir köprüdür 25 .<br />

B. H İLASET MÜESSESESI<br />

Gerçek hilafet, ülküsel biçim ve niteli ğini ancak ilk dört Halife devrinde<br />

koruyabilmi ş daha sonra görünürde hilâfete (sûri hilâfete) dönmü ştür.<br />

Gerçek hilafet özellik ta şıyan önemli bir inceleme konusudur. Buna kar şılık<br />

hilafeti siiri'ye diye an ılan bozuk şekil e şine her yerde rastlanan bir anayasa<br />

konusu olmaktan ileri gidemez. Terim k ısmında sözü geçen Sadru şşeriamn<br />

Tadilül Ulihn adli eserinde gerçek hilâfete Hilafet—i Nübiivvet deniliyordu.<br />

Bu konuda Peygamberin bir hadisi oldu ğu söylenir. Peygamber, bu hadisiııde,<br />

gerçek hilafetin ancak 30 y ıl devam edece ğini ve bundan sonra bu<br />

yönetimin ıs ırıcı bir saltanata dönece ğini bildirmiştir 26 .<br />

23 ( 1 Bağışla, örfle i şi yürüt ve bilgisiz- '<br />

lere yüz çevir.<br />

24 Terim incelemelerinde daha uzun bilgi edinmek için şu eserlere müracaat edilmelidir.<br />

İslam Ansiklopedisinin konuyu ilgilendiren k ısımları, İbn Haldun tercümesi Cilt : 2, Seyyit<br />

Bey, Hilafetin mahiyeti şer'iyyesi ; Ortis, derecho musulman ( İspanyolca) Califato, Enciclopedia<br />

de Espasa (İspanyolca); Nasuhi Bilmen, Istilahat ı fıkhiye kamusu Cilt: I<br />

23 Ek. Yavuz Abadaü, Hukuk Tarihi, ta şbasması S. 63.<br />

26 ( ı<br />

âs I)<br />

108


Gerçek hilâfetin iyice anla şılmas ı, şu iki cihetin incelenmesiyle mümkürıdür<br />

:<br />

a. Adayın hilafet makam ına getirilmesi<br />

b. Halifenin din ve dünya görevleri<br />

a. Aday ın Hiltifet makam ına getirilmesi:<br />

Buradh üç evrenin incelenmesi gerekir. 1) Adayda aran ılan nitelik ve<br />

özellikler 2) Seçim; 3) Biat. Şimdi bunları ayrı ayrı ara şt ırahm•<br />

1. Sünni olan islam bilginlerine göre adayda aranan ki şisel şartlara<br />

başhcaları şunlardır 27 :<br />

4<br />

1— Müslüman olmak<br />

2— Bağıms ız olmak<br />

3— Akıl ve, baliğ (Reşit) olmak<br />

4— Erkek olmak<br />

5—Beden ve ak ıl eksikliği olmamak<br />

6— Ülke ve Ulusu yönetmede tedbirli bir siyaset\ adam ı olmak<br />

7— Halk arasmda ünlü ve güçlü tan ınmak<br />

8— Yiğit olmak<br />

9— Adalet erbab ından olmak<br />

10— Kurey ş Kabilesindcn olmak<br />

11— Bilgin olmak<br />

12— İyi ahlakh olmak<br />

13- Doğru olmak<br />

Yukarıda say ılan niteliklerin ço ğu bir aç ıklamayı gerektirmez. Fakat<br />

Kurey ş kabilesinden olmas ı ile bilgin olmas ı açıklamaya muhtaçtir.<br />

Halifenin Kurey ş kabilesinden yani Peygamberin ba ğlı bulunduğu kabileden<br />

olması bir hadise dayamr. Bu hadis Ebubekir taraf ından söylenmi ştir.<br />

Bundan dolay ı İslam bilginleri Osmanl ı Saltanat ına gerçek hilafet gözü ile<br />

bakmamışlardır. Osmanlı Hilafeti, seçim ve biat gibi temel şartlardan da yoksun<br />

27 Maverdi, Ahkânu Sultaniye, „bu eserde ilk on şart vard ır".<br />

109


ulunduğundan hiç bir zaman gerçek Hilafet sarlmam ıştır Yine bu şart<br />

son zamanlarda, M ıs ır Kırallarma, hilafetin verilmesine engel olmu ştur.<br />

Halife olacak aday ın bilgin olmas ı şart ına gelince, sünnet ehlinin bir<br />

çoğu Halifenin sadece, bilgin olmas ını yeter sayarlar. Sünnet ehli bilginlerinin<br />

bir kısmı da adayın sadece bilgin olmas ını yeter görmezler; ayr ıca aday ın<br />

hukuk biliminde doktrin sahibi yani müçtehit olmas ını da gerekli sayarlar.<br />

Hanefiler sadece adayın bilgin olmas ını yeter bir şart sayarlar.<br />

Dokuzuncu şart olarak görünen "Adalet erbab ından olmak" islâmdaki<br />

devlet anlayışının açık bir niteliğidir. İslam bilginlerine göre zalim bir kimseyi<br />

Halife yapmak, kurdu koyuna çoban yapmak demektir. Kur'anda Hazreti<br />

İbrahim'in Tanr ı ile konuşması, adaletin büyük önemini belirtmektedir.<br />

Hazreti İbrahim kendine verilen İmamet'in soyuna da verilmesini Tanr ı'dan<br />

e<br />

diledi 28 . Bunun üzerine Tanr ı "benim andı emanetim zalimlere vas ıl olııkaz"<br />

29 . cevab ını verdi. Buna göre Halife ve İmam tayini zalimin zulmuilnü def'<br />

etmek içindir. Ebubekir ilk hutbesinde "Ey nas... Ben sizin üzerinize veliyyülemir<br />

oldum. Halbuki ben hepinizin en hay ırlıs ı değilim. Eğer iyilik edersem<br />

bana zahir olunuz, e ğer fenahk edersem beni do ğru, yola sevk ediniz. Do ğruluk<br />

emanettir ; yalanc ıhk hiyanettir. Kaviniz indimde zay ıftır ki andan mağdurun<br />

hakkım istihsal ederim" 19<br />

İlk dört Halife bu şartları yerine<br />

getirmi şlerdi. Bundan sonra Hilafet kurumu Peygamberin sözüyle ısırıcı<br />

bir saltanata dönmü ştür. Bu saltanat ı dini anlamda Hilafet saymak yanl ış<br />

olur. Verilen ad ne olursa olsun bundan sonra gelen Devlet şekillerini sırf<br />

öğrenme merak ımız ı giderme ve İslamdaki yönetim şekillerini tesbit etmek bakımından<br />

söz konusu yapmak gerekir Sünnet ehlinden olan islam bilginlerinin<br />

hepsi bu kamdadırlar. Şia mezhebi ne mensup bilginler Hilafetin, Peygamberin<br />

damad ı olan Ali'nin nesline ait olmas ı gerekti ğinde israr ederler. Hariciler<br />

bu görüşün kar şı kutbunu te şkil ederler. İslam mezhepleri içinde çok demokrat<br />

olan bu mezhep, ehliyet şartlarından tamamiyle vazgeçerek herhangi<br />

bir müslümanın Halife seçilebilece ğini ileri sürer 31 .<br />

Şia mezhebi muhtelif fırkalara arılmışıtr 12 . Bunlardan biri olan Zeydiye<br />

fırkası Peygamberin kız ı Fatime evladıııdan olmak üzere Hilafetin verilmesi<br />

konusunda bir kaç şart ileri sürer ; İlm-ü Fazilet, züht-ü taat, cud-u<br />

semahat, şecaat- ı celadet ve halk- ı icabet ve itaate davet gibi 33 .<br />

28 Bak imamet (bu dilimin terim lusnn)<br />

29 Bakara 124. ,..„Lut Jl; j11.31.;<br />

30 Seyyit Beyin Mecliste irad etti ği Hilğfet nutkundan.<br />

31 P. Jose Lepaz Ortiz, Derecho Musulman, sahife 45<br />

32 İmamiye, Zeydiye ve .Gulat fırkalan<br />

33 Bk. İbni Haldun terciimesi 2. cilt 5. sahife<br />

110


— Hilafet Makam ına Gelme Tarz ı (seçim)<br />

Bütün iktidar halktad ır 34. Halk bu iktidara dayanarak gerekli şartları<br />

üzerinde toplayan aday ı Halife seçer. Bu seçim yap ıldıktan sonra bir de halk ın<br />

bu seçimi onaylamas ı gerekir. Halk ın onayına B İAT derler. Bu da Halifenin<br />

eli sıkılmak suretiyle yap ılırdı. Gerçekte seçimi yapan el üstünde olan seçkin<br />

bir zümredir. Bugünkü anlamda tam demokratik bir seçim de ğildir. Mes'ele<br />

bu safhada kalsayd ı İslam Hilâfetine bir zümre yönetimi demek gerekecekti.<br />

Fakat bu seçimden sonraki biat olay ı işleri de ğiştirmektedir. Bu son haliyle<br />

halife seçimi bugünkü demokrasi seçimlerinden farkl ıdır. Zira Seçim Ba şkentteki<br />

halkın oyuna dayan ıyordu. Taşramn açık bir biat ı söz konusu de ğildir.<br />

Ebubekir, sakife-i Beni Saide'de yap ılan bir toplant ı s ıras ında ümmetin<br />

ileri gelenleri tarafından seçilmi ş ; daha sonra halk ona Mat etmi şti. Halife<br />

Ömer, Halife Ebubekir tarafından aday gösterilmek suretiyle i ş ba şına gelmiş<br />

olmas ına rağmen halk kendisine biat etmi ş olduğundan durumu meşra bir hal<br />

almışt ı . İşte bu şekle veltiyeti ah ıt ve gösterilen adaya da veliaht derler. Halife<br />

Osman ile Ali de yine seçimle iktidara gelmi şlerdir. Yaln ız Hazreti Ali Mekke<br />

gurubunun oylar ıyla iktidara gelmi ş olup bütün müslümanlar bunu onaylamamışlardır.<br />

Bu yüzden İslam alemi kanl ı çarp ışmalara sahne olmu ştur.<br />

Fakat gerek E ınevi, gerek Abbasi, gerekse Osmanl ı Hilâfetinde bu iki temelden<br />

hiç biri nazar ı itibara al ınmamıştır Bu yönden, bilginler bunlar ı Suri<br />

Hilafet diye vas ıflandırırlar. Esasta Hilafet bir Vekalet olduğuna göre bu<br />

Vekalet ya mutlak olur, yahut s ınırh olur. Birinci halde Halife mutlak yetkilere<br />

maliktir İkinci halde ise Halife me şruti bir hükümdard ır. Bu sonuncuya<br />

en aç ık örneği son zamanlardaki Osmanl ı meşruti idaresi vermektedir.<br />

Batı hukukunda Devletin haiz oldu ğu üstün hakk ın kayna ğını bir sözle ş -<br />

meye bağlayanlar bulunduğu gibi 35 bunda Tanrısal özellik görenler veya<br />

Duguit'de oldu ğu gibi Devlet olay ım yönetenlerle yönetilenler aras ındaki<br />

bir ayr ımla şma (Differenciation) gibi görenler de vard ır 36.<br />

İslamda egemenliğin kayna ğı halktır 37 .<br />

Halk lıtı yetkisini yukarıda<br />

belirttiğimiz şekilde, Vekalet yolu ile Halifeye devreder. Bunun tabii bir<br />

34 Hıristiyanl ık iktidarın men şeini Tann'ya atfetmektedir. Bk. Incil Romahlar k ısmı<br />

35 J. J. Rousseau'mn toplumsal sözle şme (Contrat •social) adl ı eseri<br />

36 Duguit'mn Devlet Nazariyesi için D. Ethem Menemencio ğlu'nun Duguit tercümesine<br />

ve Prof. Muvaffak Akbay'm Amme Hukukuna bk.<br />

37 Sanhoury, tek ba şına Tanrı'nın egemen olduğunu, egemenliğin Tanrı tarafından Hükümdara<br />

de ğil millete verildiğini, binaenaleyh Halifenin Tanr ı'mn mümessili değil, milletin temsilcisi<br />

olduğunu ve milletin bizzat Tanny ı temsil etti ğiıi söylemektedir. (Bk. Sanhoury le Califat s.<br />

17, 18


sonucu olarak kamu .erkinin fizyonomisi de ğişir. Halifeye mutlak bir yetki<br />

verildiğinde mutlak bir yönetimin, sınırlı yetki verilirse Me şruti yönetimin<br />

meydana. gelece ğini biraz önce söyledik. Bu iki şekilden ba şka olarak halk<br />

hiç kimseye Vekalet vermeksizin kendi haklar ını kendisi kullamrsa Cumhuri<br />

idare olur. İslam tarihinde bu üç şeklin örnekleri vard ır. İlk dört Halife devrinde<br />

Hilafet mutlak bir Vekâlete dayan ıyordu. 1897 tarihli Osmanlı Anayassas<br />

ına göre bu yetki s ınırlıydı. Halkın bu yetkiyi temsilcileri arac ılığıyala<br />

doğrudan do ğruya kullanmas ı bugünkü anlamda demokrasi sistemini do ğurur.<br />

İslamda Hükümet kelimesi tahakküm anlam ını ta şıdığı için kullamlmaz;<br />

bunun yerine ilk devirlerde mütemadiyen Hilafet kelimesi kullan ılmıştır.<br />

Müsayere yazar ı<br />

İbni Hümam, Hilafeti "Müslümanlar üzerine Kamu<br />

tasarrufu yapmaya hak kazanmakttr" diye tan ımlar 38 .<br />

Bunun anlamı şudur:<br />

Halifenin bütün Müslümanlar ın kamu i şlerine karışmak hakkı vard ır. İşte<br />

bu tasarrufa Islam Hukukunda kamu velayeti anlamında Verayet-i amme<br />

denir. Bu ise egemenlik demektir, İslam bilginleri, yel:ayeti ister uygun görülsün<br />

ister görülmesin ba şkas ı üzerine söz geçirmek diye tammlarlar 39.<br />

kimsenin ba şkası üzerine söz geçirmesi gayri me şru olursa buna tahakküm,<br />

cebir yahutta tagallüp denir. Fakat bu söz geçirme me şrii bir temele dayamrsa<br />

o zaman böyle bir tasarruf velayet ad ını ahr. islâmiyette hiç bir kimse kendi<br />

imtiyaz ından dolayı ba şkası üzerine cebren söz geçirmek ona emir ve yasaklarda<br />

bulunmak hakk ına 'mâlik de ğildir. Yalnız babanın çocu ğu üzerine<br />

cebren söz geçirme yetkisi vard ır ki bunun ad ı velayettir; bunun da me şı i)<br />

olmas ı gerekir. Bu babal ık hakkına ba ğlı bir tasarruftur. Büyük Baba da<br />

bu durumdad ır. Bu velayete daha aç ık bir ifade ile veletyeti Zatiye denir 49 .<br />

Bir<br />

Babanın çocuk üzerindeki velayetinin bir velayeti zatiye oldu ğunu söyledik.<br />

Birde ba şkasının bir kişiye yetki vermesi hali vard ır. Bu türlü velayete<br />

de Velâyeti tafviz derler. Vekil, vasi, mütevelli, Vali, Hakim; Kumandan ve<br />

B. M. Meclisi ve hakemlerin haiz olduklar ı velayet böyle bir velayeti tafviz'dir.<br />

İşte Halifenin de haiz oldu ğu velayet, böyle bir Velayet-i Tafvizdir. Zira<br />

hiç bir kimse kendi iradesiyle veya irsen Halife olamaz. İbnühüman Halife<br />

olmak tasarrufu amme (kamu yetkisine) istihkak demektir diyordu. Bu istihkak<br />

millet tarafından bir kimseye tasarruf-u am vermekle meydana_ gelen<br />

bir Vekalettir. Kamu i şleri halkın müşterek i şleridir. Bir memleketin idaresi<br />

bir kamu i şi olup, o memleket, ahalisinin Kendi i şi ve hakkıdır. Halk, bu hakk ı<br />

kimseye vermedikçe, hiç kimse o hakka malik olamaz. Bil sebepten dolay ı<br />

38 I Ja<br />

39 L31 J J;111<br />

L<br />

40 Bak, Seyyit bey, HiLafetin mahiyeti Şer'iyesi sh. 30 ve devam ı,<br />

112


İslam Hukukçular ı, hilCıfet, milletle Halife aras ında yapılm ış bir Veldilettir<br />

derler. Siyasi cepheden hilafet, Hükümet demek olup, amac ı, memleket ve<br />

milleti adilâne ve güzelce yönetmektir. Şimdi hatıra bir soru gelebilir. Acaba<br />

Halife veya İmamın tasaruflar ı nas ıl oluyor da nafiz 41 .<br />

oluyor ve kayna ğı<br />

nedir Bu otoritenin kayna ğını, seçim ve bundan sonraki biatta aramak<br />

gerekir. Tasarrufun me şru olmas ı için bu tasarrufu yapan kimsenin behemehal<br />

seçilmiş olmas ı ve kendisine biat edilmi ş olmas ı<br />

şarttır. Ancak bu iki<br />

esasa tamamen uyulduktan sonrad ır ki Halifenin emir ve tasarruflar ı muteber<br />

ve me şra olur.<br />

Bu görü şü sünni olan bilginler genel olarak kabul ederler. İslam âleminde<br />

Şia mezhebi birçok fırkalara (Zeydiye, İmamiye, Gulat) ayr ılmış olmakla<br />

beraber hepsi Hazreti Ali ve soyunun İmam ye Halife olmas ında oy birliği<br />

ederler. Bunlar, iddialar ım Peygamberin hadislerine istinat ettirirler. Bu<br />

hadislerden birisi "Ben kimin Mevlas ve Velisi isem Ali de onun Velisidir"<br />

42 . Burada Mevlâ kelimesini Şiiler Veliyyül Emir manas ına almaktad ırlar.<br />

İkinci hadis : "Ali yarg ı konusunda hepinizden yetkilidir" 43 .<br />

Peygamber<br />

bu hadisinde kitap (Kur'an), sünnet ve yarg ı konularında Hz. Alinin<br />

ashabın en yetkilisi olduğunu söyleyerek onu övmü ştür. " İmamet ve hilâfener'<br />

matlup ve maksut dahi tenfizi ahlrâm ı şer'i mübin ile tanzimü ümurü<br />

müslimine maksur olup ve Kur'an ı Kerimde mezkar oldu ğu üzere Ulil emre<br />

itaat nehçi kavimi şer'i mübin üzere eimme ve hidafamn hüküm ve kazalar ı<br />

ına kaffei müsliminin teslim ve rizalar ından ibaret olmakla Aliyyül Murtaza'<br />

nın mesaili hükmü kazada âgem ve Afdal olmas ı nass'ı şari ile İmamet ve<br />

Hilâfete cümle ashaptan ziyade ehliyet ve istihkak ını müfit olur dediler ( İbn<br />

Haldun tercümesi, ikinci cilt, sahife 3). Fakat bu ve buna benzer dü şünceleri<br />

islam aleminin ço ğunluğu payla şmamıştır. Zira Hazreti Peygamber Ali kadar<br />

diğer Milefayi ra şidini de övmü ştür.<br />

b — Halifenin Görevleri<br />

Bütün dini ve siyasi erkler Halifede toplanm ış bulunmaktad ır. Politik<br />

bakımdan bugünkü Devlette klasik olarak üç erk vard ır 44.<br />

41 Bu yaz ının muhtelif yerlerinde münasebet dü ştükce temas edece ğimiz hilafet, terim<br />

bahsinde izah etti ğimiz gibi, dini otorite olan İmamet ve siyasi otorite olarak Devlet Ba şkanlığı<br />

gibi çift yetkiyi ifade eder.<br />

42 ( „ c„:„5" )<br />

43<br />

44 Erklerin bu üçlü bölümlemesine son zamanlarda birçok yazarlar tak ışmıştır. Bu konuda<br />

Jose Ma Cordero Torres'in Consejo de Estado en Espana adli eserinde yeteri kadar aç ıklama<br />

vardır. (Madrid 1944).<br />

Din Sosyolojisi F. 8 1 13


a — Yasama Erki<br />

b — Yarg ılama erki<br />

e — Yürütme (Icra) erki<br />

İslamda ise Halifenin, yetkileri şöyle sıralanabilir :<br />

1 — Dinin savunmas ı ve korunmaal<br />

2 — Hukuki anla şmazlıkların çözümü<br />

3 — Suçların cezaland ırılmas ı<br />

4 — Sınırların korunmas ı için asker donatma ve toplama<br />

5 — Islâmiyeti kabul etmeyen veya İslam Devletine ba ğlı kalmak<br />

istemeyenlere kar şı savunma ve sava ş. (Cihat) 45.<br />

6 — Vergi koymak ve toplamak<br />

7 — Ayhklar ı vermek ve devlet mallar ını idare etmek.<br />

8 — Devletin ikinci de'recedeki i şleriyle u ğra şmak .<br />

Başka bir görü şle Halife bir yandan Peygamberin halefi, öte yandan<br />

milletin (daha do ğrusu ümmetin) bir vekili oldu ğundan eğer (bu vekâlet mutlak<br />

ise) yerine geçti ği Peygamberin yetkilerine sahip olmas ı gerekir. Meseleyi<br />

gerçek yönden al ırsak görülür ki İslam devleti tanrısal bir devlet (C İVİ-<br />

TAS DE İ) tir. Binaenaleyh Halifenin, Peygamberin haiz oldu ğu bütün yetkilere<br />

sahip olmas ı gerekir. Bilindi ği üzere Peygamberdeki yetkiler dini<br />

ve siyasi idi. Zira Hazreti Peygamber o zaman Arabistan'da ge ılerlikte olan<br />

Şeyhlik otoritesini tek Tanr ı'nın sözcüsü s ıfatiyle birle ştirerek teokratik<br />

bir devletin temelini atm ıştı. Bu anlayışa göre Peygamber, hem mü'minlerin<br />

İmam., hem kanun koyucusu, hem ba şyargıcı, hem yöneticisi, hem de hamledarı<br />

idi. Peygamberin bu durumunu İspanyol bilginleri şöyle anlat ırlar ;<br />

İslam peygamberi, en üstün dini ve dünyevi erki (Suprema Potestad Religiosa<br />

y Civil) elinde tutard ı 46 .<br />

45 İslâm dininin bir gönül dini olmas ı, dinde zor kullanmanın kabul edilmemi ş olması<br />

ve Kur'anda herkesin dini kendine denmesi (Kur'an Kafirun suresi 6. ayet) cihadm yalmzca bir<br />

me şru savunma arac ı olduğunu gösterir. Bu konuda ikinci bölümdeki aç ıklamalara<br />

bakılmalıdır.<br />

46 Margouliouth, İslamismo, sayfa 65-94 (El Estado Islamico)<br />

114


In — DIN VE DEVLET MİSASEBETLERi VE TİPOLOJİLER<br />

Dinlerde tipoloji denemeleri güç bir i ştir. Ulusal ve evrensel diye ayr ılan<br />

dinlerden birini örnek tip sayarak di ğer dinleri bu kadro içinde incelemek<br />

hemen hemen imkansızdır. Mesela her ikiside ilkel din oldu ğu halde animizmle<br />

totemizm asla bir tipeirca edilemez. Bunun gibi evrensel dinlerden örnek alarak<br />

bir din tipolojisi yapmak bo ş bir hevestir. Fakat, mutlak olmamakla beraber,<br />

din ve devlet münasebetleri konusunda, baz ı tipolojiler yapmak mümkündür.<br />

Biz burada üç tipoloji tesbit etmekle yetinece ğiz. Birinci tipoloji dinle<br />

devletin bir olmas ı halidir. İkincisi yeni din, üçünciisü evrensel dinlerdir.<br />

Birinci Tipoloji<br />

culte)<br />

DINLE DEVLETIN AYNI OLMASI HALI (Identit de l'Etat et du<br />

a) İlk safha<br />

Din ve dünya gruplar= aym olmas ı belirgin bir niteliktir. Burada<br />

devlet ibadet şeklini tekelci bir zihniyetle tayin etmi ştir. Hükümdar hem<br />

uyruklarım yönetir, hemde onlar ın tanrılar' ile münasebetlerinde arac ı-<br />

lık ederdi. Burada uzmanla şma ve iş bölümü „gerekleri bir ruhban s ımfının<br />

kurulmas ı şeklinde kendini gösterir. Mesela klanlarda kahinler, sihirbazlar<br />

ve falc ılar ilk ruhban zümrelerini te şkil etmişlerdir. Frazer, hükümdarhk<br />

inıtiyazlarmın rahiplere geçi şini belirtmek üzere ilkel toplumlardan örnekler<br />

alır. Bu konuda en tipik örnek Japonyada bugünkü imparatorluk rejiminin<br />

devirdiği Shogunate rejimidir 45 . Yunanistanda da siyasi sebepler ayn ı sonuçları<br />

doğurmuştu. Bu intikalin ba şka bir niteliği de ayr ıca bir dini te şkilat ın<br />

kurulamad ığı yerlerde gerek ba şkan ve gerekse buyruk alt ı küçük memurların<br />

dini i şlerin yönetimini ele alabilmeleridir. Buna bir bak ıma bizantinizm<br />

denir.<br />

b) İkinci Safha<br />

Devlet ve din te şkilat ının ba ğımsızlığı ve hatta dinin muhtar olmas ı<br />

halidir. Ruhban esas ına göre kurulmu ş örgütlerde ba şkamn etki, erk ve otoritesi<br />

yaln ız dinde değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel çevrelerde de kendini<br />

duyurur. Dinin esas ında anla şmazlık söz konusu de ğildir. Burada ola ğanüstü<br />

yarad ıhştaki devlet ba şkanlarıyla dini heyet aras ında iktidarı ele geçirmek<br />

45 Shogun veya Shoganat Japonyada muhtelif zamanlarda hüküm sürmü ş bir yönetimdir.<br />

Burada çifte görev ayn ı kimse üzerinde, toplanmaktad ır.<br />

115


yolunda kişisel kavgalara s ık sık rastlan ır. Bu merhalade devlet ve din asl ında<br />

evrensel (universel) bir nitelikte de ğildir. Bu devrede standardizasyon<br />

ve birliğe do ğru bir temayül görülür. Efsanevi gelenekler toplan ır ve bundan<br />

sistematik bir teoloji do ğar. Din törenleri zorunlu bir devinim kural ı<br />

olarak yerle şir; Ibadet çe şitli şekiller al ır. Mahalli idareler bir araya gelerek<br />

merkezile şirler. Bu durum toplumsal geli şme sonucunda oldu ğu kadar imparator<br />

veya fatihlerin ani bir hareketile de gerçekle şebilir. Dini kurumlar deği şen<br />

şartlara uymak zorundad ırlar. Dini kurumlar ın yeni duruma göre ayarlanmas ı<br />

çok kez ba ştaki hükümdarm prestijini artt ırmak amac ıyla yap ılmış olabilir.<br />

Askeri ve siyasi geli şmelere ba ğlı olarak imparatorluk dini (Reichsreligion)<br />

kurulur. Bu yolla meydana gelen din, devletlerin veya imparatorluklar ın<br />

muhtelif k ısımlarım birbirine benzetmiye ve kenetlemeye hizmet eder. İsrail,<br />

Hitit, Roma, Meksika, Peru, Çin, Eski M ısır imparatorluklar ında durum<br />

böyledir.<br />

Şurası var ki dini merkez mutlaka siyasi merkez de ğildir. Bundan do ğan<br />

ikiliğin önemi çok büyüktür. Bat ı Afrikada Yoruba devleti buna iyi bir örnektir.<br />

Burada (Shango) ad ındaki tanr ın ın insan k ılığına girmi ş bir temsilcisi<br />

sayılan imparator (Alafin) memleketin siyasi ba şkenti olan OJO'da otururdu;<br />

buna kar şılık Yoruban ın ba ş rahibi olan papa (Oni) eskiden beri kutsal<br />

bir şehir olan İfe'de kalırdı 46 . Delfinin Yunanistanda, Menfisin M ısırda, Allahabad'<br />

ın Hindistanda, Kyoto'nun Japonyada haiz olduklar ı perestij siyasi<br />

etkiler yok olduktan sonra da devam etmi ştir.<br />

Bu devre içinde gerek siyasi ve gerekse dini te şkilat kuvvetlenmi ştir<br />

Hükümdarın kutsal say ılmasında baz ı değişmeler olmuştur. Rahip k ıral (Roi-<br />

Pretre) anlay ışı Mıs ır, Peru ve Japonya gibi daha ileri medeniyetlerde de<br />

görülmüştür. Tanrılarm do ğrudan do ğruya hükümdar olduklar ı ve hükümdarların<br />

ise insan kılığına girmi ş tanr ılar oldukları veya hükümdarlar ın yer<br />

yüzünde tanr ılarm temsilcileri veya çocu ğu oldukları görü şü bazı yerlerde<br />

pek çok geli şmiş ve koyu bir teokrasi sistemine yol açmıştır. Burada devlet,<br />

tanrıların tam yetkili elçileri ve din memurlar ından kurulmu ş te şkilat tarafından<br />

yönetilir. Ba şka hallerde layik makamlar ın yava ş yava ş dinden ayrıldığı<br />

veya aniden özgürlü ğe kavu ştuğu görülmü ştür. Nazari olarak<br />

hükümdar ın din bak ımından görevli olmas ı fikrine ba ğlı kalmas ına ve devletin<br />

evrensel bir geçerli ği olan manevi temele dayanmas ına ra ğmen dinle<br />

devlet aras ında yava ş yava ş bir ayrılma ba şlamıştır. Din ve devlet ayr ımı=<br />

yani bugünkü ad ıyla lâyiklik anlam ının çekirde ğini bu gelişmede bulmak<br />

mümkündür. Gruplar ın, fertlerin ve hattâ yönetenlerin ki şisel durumlar ı<br />

ve izledikleri politika birbirinden farkl ı olabilir.<br />

1) Hükümdar din adamlar ının yetki, etki ve prestijini s ınırlandırmaya<br />

46 J. Wach, Sociology of Religion, Chicago s. 300.<br />

116


çalışır ve onlar ın kendilerini yaln ızca dini çalışmalara vermelerini isteyebilir.<br />

Bu te şebbüs ileride dinle devlet ayr ımına giden yolu açar.<br />

2) Hükümdar, din üzerinde devletin denet (kontrol) ve egemenli ğini<br />

kurma yoluna gider; bu da Bizantinizme varan yolu haz ırlar.<br />

3) Hükümdar, din kurallar ını dünya münasebetlerine uygulamaya yel-<br />

Imir. Ve kendisi de bu kurallara uyarak i şlem yapar. Bu da teokrasi veya<br />

teokratik sistemdir.<br />

Tatbikatta ırk, siyaset ve tarih bak ımından ayarlanm ış çe şitli durumlara<br />

rastlanmaktad ır. Öyle site devletleri vard ır ki bütün tarih boyunca site devleti<br />

kalm ıştır. Eski Yunanistan ve Fenike bunun aç ık örnekleridir. Bunlarda<br />

dini değerlerin ayr ımlaşma ve geli şmesine bak ılmıyarak devletin dini, site<br />

dini olarak kalm ışt ır. Yani bunlar ulusal dinlerin ileri bir safhas ı olan medenilerin<br />

dinleri (Religions Civilisees) kesimine ba ğlı kalmışlard ır 47 . Buna karşılık<br />

bir de site devleti olarak do ğupta engin ülkelere yay ılmış devlet tipleri<br />

vard ır. Bu hale Roma ve Asur devletleri iyi birer örnektir. Bu türlü devletlerde<br />

ayr ımla şma için daha büyük bir alan var demektir. Bunlar din ve kültür<br />

bakımından hazan çok ve hazan az mütecanistirler. Bu ise devletin dine<br />

kar şı takındığı durumun tabii bir sonucu say ılabilir.<br />

Bir devletin s ınırları içinde iki ve daha ziyade dinin bulunmas ı yeni<br />

bir durum yarat ır ki burada üç ihtimal vard ır: 1) Eski ibadet ve din törenleri,<br />

eski gelenekler uyar ınca devam eder. 2) Yeni ibadet ve törenler meydana<br />

çıkar; 3) ibadet ve tören şekilleri dışarıdan gelmi ş olabilir. Bunun gibi bu<br />

çe şitli dinler, ya eski dinle ba ğda şacak türden olur yahut her biri di ğerine<br />

kar şı mutlak ve tekelci bir durum tak ınır. Bu son şekilde yani dinlerin yarışmas<br />

ı halinde, devlet ya böyle bir yar ışma (rekabet) ya kar şı ilgisiz kalır,<br />

yahut bunlardan birini tutar. Bu cihet devletin din konusundaki genel politikas<br />

ına ba ğlı bir meseledir. Bazan ve hattâ çok defa tesadüf edilen hal, devletin<br />

bir dine inhisarl ı ve imtiyazl ı bir hak vermi ş olmas ı halidir. Bu takdirde<br />

devlet, genel politikas ı gereklerine göre bir dine inhisar vermi ş ve diğer dinleri<br />

kald ırmaya karar vermi ş demektir. İspanyada hırıstiyanlığa tekelci bir<br />

nitelik vererek engizisyonlarm yok etti ği müslümanlık ve yahudilik bunun<br />

en yakın bir örne ğidir. Devlet yerli ve mensup oldu ğu ırkla ilgili bir dini benimseyebilir.<br />

Burada yap ılan yorum politika gereklerine göre bir elestikiyet<br />

kazanır İnanç ve törenler her hangi bir yerden al ınabilir. Romal ıların yabancı<br />

tanrıları daveti (EVOCAT İO)ve şehir yak ınında din için ayr ılan yerleri (Po-<br />

47 Dk. Mehmet Taplamac ıoğlu Din Sosyolojisine giri ş, ulusal dinlerin belirli nitelikleri.<br />

Sayfa 77 ve devam ı, <strong>Ankara</strong> 1961.<br />

117


meriunı) nin genişletilmesi ve buralara yabanc ı tanrıların getirilmesi bu amaca<br />

hizmet etmi ştir.<br />

c) Geçici safhaya ait birkaç örnek 48<br />

1) Zerdüştlük (Zoroastrisme) (Lig. Zoroastrianism)<br />

Geçici safha ııııı ilk örneğine İranda 3. ve 4. yüzyıllar aras ında ve<br />

Sasaniyan imparatorlu ğu zaman ında uygulanmış olan Zerdü ştlükte rastlanır.<br />

Burada bizi ilgilendiren cihet yukar ıda kaydetti ğimiz devre içinde<br />

bu dinin devletle olan münasebetleridir. Fakat s ıras ı gelmi şken bu dinin<br />

esash say ılan kısımlarım belirtmek, din ve devlet münasebetlerini aç ıklamak<br />

-bakımından, önemlidir.<br />

Klâsik zerdü şt kelâmı ikili sisteme (Dualisme) ba ğlı bulunmaktad ır.<br />

Orta farsçada ahura—mazda yahut Hürmüz, ışık ve iyilik tanr ısı olup kötülük<br />

ve karanlık tarım' olan angra mainyu yahut Ehriman'a muhalif bulunmaktadır.<br />

Bunlar aras ındaki sava ş sonunda iyiliğin kötülüğe, aydınlığın karanlığa<br />

ve hay= şerre galebesile sona erer, bu dinin kutsal kitab ı Avestadır. A-<br />

vesta pehlevi dilinde hukuk demektir. Buna baz ı İran ilâhiyatçdar ı yüzyıllar<br />

boyunca Zend denilen yorumlar yapm ışlardır. Zerdii ştliiğe göre iyilik kötülüğe<br />

galebe çalacakt ır; ama, doğuşta irade—i cüz'iyesi olan insan bu galebeye<br />

yardım etmelidir. Zerdü ştlüğün üç buyruğu vardır: iyi düşünce, iyi konu şma<br />

ve iyi davranma.... Ahirette ruh bir köprüden geçecektir. İyi ruhlara geçit<br />

kolaydır. Kötü ruhlar için bu köprü kıldan ince olup, neticede bu ruh oradan<br />

cehennem çukuruna yuvarlanacakt ır. Insanın yard ımı ile her şey muzaffer<br />

olunca tanrı yönetimi (Royaume de Dieu) yer yüzünde kurulmu ş olacakt ır.<br />

Din, Zerdü şt tarafından milattan önce kurulmu ştur. Büyük İskenderin<br />

saldırısından sonra Zerdü ştlük yediği büyük darbenin etkisi ile çok sarsdm ış -<br />

t ır. 641 yılında İrana giren İslâmiyet hem İran devletini hemde bu devletin<br />

resmi dini olan Zerdü ştlüğü yok etmi ştir. Bir k ısım Zerdü ştler ihtidadan<br />

(Abjuration) kurtulmak için Hindistana göç etmi şlerdir. Burada Zerdü ştlük<br />

serbest bir dini cemaat olarak Parsi ad ını almıştır İranda kalanlar az ,<br />

sayıda olup bunlara Gebr derler. Yeni İslam hükümdarlar ı başlangıçta biraz<br />

hoşgörürlük göstermişlerse de Al—Mütevekkil (847-51) ve halefleri bu dine<br />

kar şı tassup ve şiddet göstermi şlerdir 49.<br />

48 Geçici safhada verilen misallerde dinin esas ım özetlemeyi konumuzu ayd ınlatması<br />

bakımından gerekli say ıyoruz. Bu sebepten dolay ı dinler tarihi ile ilgili olarak ilkönce bu misalleri<br />

ineeleyecek ; daha sonra din ve devlet münasebetleri bak ımından<br />

ve devlet münasibetleri bak ımından konuyu ele alaca ğız.<br />

49 E. Royston Pike, Dictionnaire des Religions, P.U.F. Paris, 1954 (Zoroastrisme maddesi)<br />

118


Zerdü ştlüğün devletle olan münasebetlerine gelince Ardaşir tarafından<br />

Sasanyan sülalesi kurulduktan sonra Zerdü ştlük İranın ulusal devlet dini<br />

olarak yeniden canland ırılmışt ı 50 . İran tarihinin bu ikinci büyük dev-<br />

,<br />

rinde yüksek örgütlü bir yönetime rastlan ır. Hükümdar tanr ısal nitelikte<br />

sayılmakta ve cihan şumul bir din ve ahlak kitab ı olan Asha (Tanr ı= ezeli<br />

kanunu—La Loi Etenrnelle de Dieu) ya göre tek parça say ılan bir ülkeyi yönetmektedir.<br />

Bu s ırada İranda Zerdü şt dini hiyerar şiye dayanan üstün te ş -<br />

kilatı bir ruhban heyeti meydana getirmi şti. Rahiplerine mecus (Mage), tap ı-<br />

naklar ına ate şgede (Temple du Feu) ad ı verilirdi. Gerçekte Sasanyan devrinde<br />

zerdü ştlük bir devlet dini olmu ş, bu sıfatla her türlü imtiyaz ve muafiyetten<br />

yararlamm şt ı. Din Bugünkü deyimiyle devlet dini statüsüne ba ğlı idi. Memleket<br />

içinde din bak ımından baz ı azınlıklar vard ı. Nesturi h ıristiyanlar, Maniç4isler<br />

(Manicheistes) bu arada idi. Bu az ınlıklar devlet zerdü ştlüğü (Zoroastrisme<br />

d'Etat) nün tekelci zihniyeti ile yok edilmi şlerdi. Zerdü ştlüğün<br />

İranda ulusal devlet dini olarak devletle s ıkı münasebetleri vard ı. 641 yılında<br />

müslüman araplar ın istilası üzerine İran imparatorlu ğu tamamen çök<br />

müş tü. Bundan sonra zerdü ştlük devletle ilgisi olmayan bir dini cemaat halinde<br />

yabanc ı ülkelere göç etmeye ba şladı.<br />

2) Shinto Dini (Shintoisme)<br />

Shinto, 1945 y ılında, Amerikan i şgali -üzerine Mac Arthur'un emrile devletten<br />

ayr ılıncaya kadar Japonyan ın resmi devlet dini say ılmakta idisl.<br />

Shinto kelimesi Çince Kami no michi tabirinden gelme olup buda tanr ılar<br />

yolu (Voie des dieux) demektir. Shinto dininde üstün bir varl ık fikri yoktur;<br />

sadece tanr ılar, yarı tanr ılar ve kahramanlar vard ır. Shinto panteonuncla<br />

tanrılaştırılmış imparatorlar, ulusal kahramanlar, dag, akar su, a ğaç v. s.<br />

tanrılar' yer ahrlai. Burada ne kutsal kitaplara ne günah ç ıkarma nede ortodoks<br />

(gerçek din) sistemlerine rastlan ır. Misyonerlik diye bir şey bilinmez.<br />

Çünkü ancak anadan do ğma Japon olanlar bu dine kat ılabilirler. İlk imparator<br />

milli destanlara göre güne ş tanrıças ının torunudur. Tenno veya mikado sülalesinin<br />

ceddidir. Bu soydan gelmi ş olan imparatorlar tanr ısal sayılırdı. Dini<br />

inançları ne olursa olsun bütün Japonlar devlet' shintosuna kat ılmak zorunda<br />

idiler. Zira bu türlü shinto, tanr ı evleri (Jijas) denilen tap ınakların etrafında<br />

Japon milletinin toplanmasını sembolize etmekte idi. Bunlar ın giderlerini<br />

•<br />

devlet verirdi. Ziyaret ve tavaf yeri Ise idi.<br />

Mezhep Shinto'suna gelince: bu Japonlarm fert olarak tuttuklar ı bir<br />

50 J. Wach, Sociology of Religion, Chicago 1957, Sayfa 302.<br />

51 1868 tarihinde Imparator dünyevi otoritesine ba şlamıştı. O zaman Shinte devletin<br />

resmi dini idi. 1889 tarihinde din hürriyeti ikin edilmi şti. Bununla befaber fiili bak ımdan Shintonun<br />

tesiri büyüktü.<br />

119


vicdan dini idi. Bu din evelkisi gibi yurtta şların imparatora ba ğlanması ve<br />

tapınmas ı değil, doğrudan doğruya kişisel bir din ve ibadetti. Bununla ilgili<br />

giderler din mensuplar ı tarafından ödenirdi. O halde Japonyada s ırf yurtta ş<br />

olmak dolayısıyla bütün Japonların katılmak zorunda olduklar ı resmi bir<br />

ibadet veya din şekli yanında kişisel bir vicdan dini olup giderleri mensuplaı'ı<br />

tarafından ödenen bir mezhep Shintosu vard ı . İşte as ıl kelâm (Theologie)<br />

bu mezheplerde geli şmiştir. Resmi tap ınakta yap ılan ibadete kar şılık<br />

bu mezheplere ait tap ınak ve ınihrapta yap ılan ibadet ve tap ınma şekli daha<br />

içten ve daha ki şiseldi. Mezhep Shintosunda geli ştirilen kelam, Peygamberi<br />

olan tek tanr ıcı dinlere çok yakla şır 52 Shinto dininin devletle olan münasebetleri<br />

geçici safhamn tipik bir örne ğidir. Aslında bir kabile dini (Religion tribale)<br />

olan Shinto imparatorlu ğun kurucusu olan hanedan ın siyasi başarıları<br />

dolayısıyla ulusal bir, geçerlik kazanm ıştır. Buddizm, Konfuçyaniztn<br />

gibi yabancı inanç ve ö ğretilerin Shinto dinine girmesi, bu dinin ufuklarını<br />

geni şletmi ş ve onu çe şitli dinlerin bir bütünü (Ryobu Shinto) haline getirmiştir<br />

53.<br />

Hükümdarlar ın muhtelif dinlere kar şı takındıkları durum ba şka başka<br />

olmuş ve zamanla Budizm duruma hâkim olmuştur. Bütün bunlara ra ğmen<br />

Japon tarihinde, bat ıda olduğu gibi, imparatorluk makamı ile papahk makamı<br />

aras ında bir ihtilaf söz konusu olmam ıştır. Zira Budist rahiplerinin,<br />

en kuvvetli bulunduklar ı zamanda bile, resmi makamlara meydan okudukları<br />

görülmemi ştir. Meiji hanedan ının kurulmas ından sonra Shinto törenleri<br />

adalardaki bütün din adamlar ınca uyulmas ı zorunlu bir nitelik kazanmıştı.<br />

Japonyada din ve devlet ınünesebetlerinin aç ıklanmas ı Japon dininin en<br />

önemli ve ilgi çeken yönlerinden biridir. K ısacası, resmi kisvesiyle Shinto<br />

dini öğreti ve örgüt bak ımından kilise ve ruhbam olan bir dinin temel<br />

niteliklerinden yoksundur. Fakat bu eksiklik devlete ba ğlı olmıyan mezhep<br />

Shinto'su ile giderilmektedir. Ki şisel bir vicdan dini olarak mezhep Shintosu<br />

bir dinin gerektirdi ği vas ıfları kendinde toplam ış sayıhr.<br />

3) İslâmiyet ( İslamisme)<br />

İslam kelimesi arapça asl ında tanr ı iradesine boyun e ğme anlam ınadır.<br />

Bu anlamı ile İslam. sözü Kur'anın bir çok yerlerinde geçer. Mesela Ali imran<br />

suresinin 17. ayetinde "Tanr ı katında gerçek dinin islam ( Pyl..yl Z, I .A11 JI )<br />

olduğu belirtilmektedir. Burada islam sözü islam dini anlam ındadır. Bunun<br />

52 E. Royston Pike, Dic Des Religions P. Eni 954 ; S. 287 Shintoisme maddesi -Grande<br />

Encylop6die Shinto- G. W. Kux, the Development of religions in Japon , 1905. •<br />

53 Bk. J. Wach, ayn ı eser, sh. 302-303<br />

120


gibi, kur'anda sekiz yerde islam kelimesi geçmektedi ı 54 . Kelimenin ifade<br />

ettiği gerçek anlam "Allaha mutlak itaatt ır". Bu insan ın kendi iradesinden<br />

vazgeçmiye mecbur oldu ğu sonsuz ve tümü kapsayan Tanr ı gücü<br />

önünde duydu ğu bağlılık (Dependance) duygusudur. Schleier-macher'in<br />

dini, bağlılık şeklinde ifade etmesi 55 ve Lactantius'un dini ba ğlanmak anlamında<br />

yorumlamas ı 56 islâm esaslar ına uygun dü şmektedir. Bu dine mensup<br />

olanlara arapça muslim denildi ği gibi genel olarak din mensuplar ı kendilerine<br />

müslüman derler. Yabanc ı yazarlar ın s ık s ık kullandıkları Muhammedi<br />

deyimi islâmlar aras ında revaç bulmam ışt ır.<br />

Islam dini, bugün göksel (semavi) dinlerden biri (Di ğer ikisi H ırıstiyanlıkla<br />

Museviliktir) olup evrensel dinlerin önemlisidir. Halen üç yüz milyondan<br />

fazla bir müslüman toplulu ğu vardır. Islâmiyet arap yar ımadas ında do ğduğu<br />

halde hemen ilk yüzy ılda eski dünyan ın üç kıtasına yayılmışt ı Bir ucu<br />

Atlas okyanusuna di ğer ucu Hint ve Çine dayanmıştı. Güney Fransa ve IE. -<br />

panyadan islâmiyetin gerilemesi s ıras ında Türkler Avrupan ın göbeğine doğru<br />

saldırmağa ba şlamış ve ispanyada islâm ın u ğradığı yenilgiyi kısmen telafi<br />

etmişlerdi. Bugünkü durumu ile islâmiyet, dünyada büyük insan kütlelerinin<br />

dini say ılmaktadır. Hele 20. yüzy ılda uyanan islâm alemi bugün<br />

eski dünyanın bir çok yerlerinde ba ğımsız veya yar ı ba ğıms ız devletler halinde<br />

ve bir k ısmı da az ınlık olarak muhtelif Avrupa ülkelerinde bulunmaktadırlar.<br />

Islâmm Sosyolojik görünü şü üzerinde bat ılı ve do ğulu bir çok yazarlar<br />

kalem oynatmışlardır. Bunları incelemeye bu etüdümüzün müsaadesi yoktur.<br />

Ancak bu konuda tarafs ız bilginlerin mutab ık kaldıkları cihet islâmiyetin<br />

antropomorfizm (Anthropomorphisme) yani tanr ıcı insan şeklinde tasavvur<br />

etmeye muhalif, tek tanr ıcı, be şeri, evrensel ve orjinal bir din oldu ğu yolundadır.<br />

(Bk. H. Z. ülken, Islam Dü şüncesine giri ş. sh. 40-43, "Islâmda Allah<br />

telâkkisi)<br />

Islâm.a göre Tanr ı birdir; ba şlangıcı ve sonu yoktur; do ğmamış ve doğurmamışt<br />

ır; dengi ve benzeri yoktur (Kur'an ihlâs suresi). Bu ise Islâm ın<br />

hiç bir suretle insana loenzetilemiyen, soyut, bir tek tanr ı anlayışım gösterir.<br />

Aynı zamanda Tanr ı bir uruk ve ulusun de ğildir. "O alemlerin yarat ıcısı,<br />

inanan ve inanmayan herkesin ve her yarat ığın esirgeyicisidir" insanlar yalnız<br />

ona tapar ve ondan yard ım beklerler. (Kur'an Fatiha süresi)<br />

54 Bk. İslâm Ansiklopedisi, Islam maddesi.<br />

55 H. Z. Dlken, Dini Sosyoloji, İstanbul 1943, Sayfa 11-112<br />

56 M. Taplamac ıoğlu, Ayn ı eser, s. 36<br />

121


İslamda imal= temeli şehadettir: yaln ız bir Allah vard ır ve Muhammed<br />

onun resulüdür 57 Tek tanr ıya ve Muhammedin onun resulü oldu ğuna iman<br />

Islam akaidinin temelidir. Fakat iman bu kadarla bitmez. Daha ba şka<br />

iman konuları da vardır.<br />

İslam, Kur'an ı en son Tanr ı Buyruğu olarak kabul eder. Kurandan<br />

önce inmiş olan üç kitaba da inamr. Bunlar şunlard ır: Musevilerin Tevrat ı<br />

(Torah ou Pentateuque des Juifs), Davudun Zeburu (Psaumes de David),<br />

İsamn İncili (Evangile de Jesus). Ayr ıca islâmiyet 28 peygambere inamr.<br />

En önemlileri Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsad ır.<br />

İsa dininde yani Hırıstiyanlıkta islamın reddetti ği nokta han ın asılmas ı<br />

ve Tanrı sayılmas ı (4P , dır. Meryem Ana'nın kız oğlan kız olduğu<br />

halde Hz. İsayı doğurduğuna inaralmaktad ır. İslam dininin iyice anla şılması<br />

için bu dinin diğer semavi dinlerle olan benzeyi ş ve ayrıl!~<br />

sosyolojik yönden tesbit etmek gerekir. Islam ın içinde do ğduğu şartlar<br />

İsa ve Musa dininin do ğuş şartlarından farkl ıdır. Bir çok bat ılı yazarlar<br />

islamiyetin Musa dinine yak ınhğına şaşarlar. Gerçekte İslam dini ile Musa<br />

dini arasında baz ı esash farklar vard ır. En önemlilerinden biri islamhkta<br />

bir ruhban s ınıfı= olmayışıdır. Yani İslam dini, Tanrı ile kul aras ına bir<br />

arac ı koymamıştır. Önemli farklardan bir ba şkas ı 'da, Musa dinin ba şlangıçta<br />

ulusal bir din oldu ğu halde islam dini soy ve sop, ırk ve cins, milliyet ve<br />

medeniyet farkı gözetmeksizin kollar ını bütün insanlığa açmış olmas ı dır. Tanrı=<br />

birliğine ve Muhammedin peygamberli ğine inanan herkes islâmd ır. Halbuki<br />

Musa dinini kabul eden bir kimse hele ba şlangıçta musevi say ılmazdı. Bu<br />

ilk zamanlarda musevi olmak için anadan do ğma yahudi olmak gerekiyordu.<br />

Yahve kıskanç bir tanr ıdır ve yalmz yahudilerin Tanr ısıdır. Yahudilerin<br />

diğer milletlere zarar vermesini bile hakh görürdü 58 .<br />

İslam dininin h ıristiyanhkla olan farklar ı, bu iki dinin kur -Ulusları s ı-<br />

rasında içinde bulundukları özel şartlardan ileri gelir. islaınlık ilk günden<br />

başlayarak bir hukuk düzeni ve bir devlet yönetimi kurmak zorunda kald ığı<br />

halde Hıristiyanlık kuvvetli bir Roma imparatorlu ğu ve onun geli şmiş bir<br />

hukuk düzeni içinde dünyaya gözlerini açm ışt ır. Bundan dolayı Hıristiyanl ık<br />

ba şlangıçta dünya düzenile u ğra şmadı veya uğra şamad ı. İsa, dünya otoritesinin<br />

kötü yank ılarından kendini koruyabilmek için "Tanr ı= hakkını<br />

Tanrıya, Sezar ın (Hükümdarın) hakkım Sezara verin" düsturu ile dinle dünya<br />

işlerini ayırdı. Zamanla Tanrı ile insanlar aras ında arac ıhk yapmak üzere<br />

57 Frans ızlar bunu şöyle ifade ederler : İl n'ya qu'un Dieu et Mahomet est son Prophete;<br />

İngilizler ise yine ayn ı anlamda There is no God but God and Mahommed His Prophet.<br />

58 Bk. Kitabı mukaddes, Ç ıkış (exode) XI, 1, 2, 3.<br />

122


irde Ruhban S ımfı ortaya ç ıkt ı. Buna kar şılık islâmiyette dünya i şleri (Em-<br />

rü Dünya) ile öbür dünya i şleri (Emrü ahiret) birbirinden ayr ılmamıştır.<br />

İman konusunda bir de tanr ı meleklerine inanmak vard ır. Büyük melekler<br />

(Archanges) s ıras ıyla şunlard ır: Cebrail (Gabriel), Mikâil (Michel), Azrâil<br />

(Azrael) ve İsrafil. Bunlardan ba şka tanr ı melekilturm çevreleyen daha<br />

bir çok melekeler vard ır. Bunlar cinlerle sava şır, güçsüzleri korur ve gilnahkârlar<br />

ı tanrının ba ğışlamasını dilerler.<br />

Yine insanla ilgili olarak Ahiret (La vie future) inanc ı vardır. İnsan öldükten<br />

sonra hemen ilk anlarda sorguya çekilir E ğer gerçekten tanr ının<br />

iyi bir kulu ise K ıyamete kadar tedirgin edilmez. kötü bir insan ise Zebâniler<br />

tarafından dö ğülür. Ruhların bekledikleri yerlere berzah derler. ( İnsanlar<br />

tekrar hayata kavu şunca savap ve günahlar ına göre yarg ılan ır ve<br />

sonra S ırat ı Müstakimden geçerler. Bu, iyi ruhlu kullar için basit bir geçit<br />

olduğu halde kötü ruhlu kullar için k ıldan ince kılıçtan keskindir. Neticede<br />

bu köprüyü a şamayan kötü insanlar cehennemin ate şlerinde yanacaklard<br />

ır. Gerçek müslümanlara peygamber klavuzluk ederek bu köprüyü geçirecektir.<br />

Cennetin ırmaklar ı, ye şillikleri, sa ğladığı rahatl ıklar ve hurileri her<br />

müslüman dine ba ğlayan ola ğan üstü bir inanç kayna ğıdır. Buna kar şılık<br />

cehennem zebânileri, k ızg ın ate şleri ve ya ğdırdığı felâketler kötüleri<br />

ürküten bir deh şet konusudur.<br />

Ahiretle ilgili inançlar İslâmda eski bir deyimle Mebde've Mead anlay ışı<br />

(Eschatologie) ad ı altında toplan ır. İnsanın, ba şlangıcı ve sonu yahut geldi ği<br />

yer ve gidece ği yol İslâmiyetin metafizik temelidir. İslâmiyette bu konu<br />

üzerindeki literatür çok zengindir.<br />

Yevmiddin, yevmilkıyame, ruzumah şer, ruzuceza, Ahret, Cennet, Cehennem,<br />

kevser, s ırat, zebâni ve benzeri kavramlar kaynaklar ını eski sâmi<br />

kavimlerden almaktad ırlar. Bu milletlerde kötü insanlar cehennem ate ş<br />

ve azab ı ile korkutulurlard ı. islânon be ş şartı (Cinq Piliers de la Foi)n ın enönemlisi<br />

Tanrı Birliğine ve Muhammedin onun gerçek peygamberi oldu ğuna<br />

ilişkin olanıdır. Di ğer şartlar s ıras ı ile oruç, namaz, haç ve zekâttir. Burada<br />

özellikle iman konusu önemlidir. Bu, İslam inanç ve ö ğretisinin ana ilkesidir.<br />

Geri kalan dört şart ise âmele ili şkindir. Yani her müslürnana dü şen dini ödevlerdir.<br />

Ek sadaka ve ibadet, önceleri birde cihat (Guerre Sainte) ödevi vard ı .<br />

Bu kutsal sava ş " " son olarak 1914 y ılında müttefiklere kar şı Osmanlı<br />

padi şah ı tarafından ilân edilmi ş isede hiç bir sonuç vermemi ş aksine<br />

123


Osmanlı imparatorlu ğuna en öldürücü darbeyi yine müslümanlar vurmu ş -<br />

lardır.<br />

Bu konuda yap ılan bilimsel' bir ara ştırma cihad ın bir savunma arac ı<br />

olduğu ve islâmda ikna yetene ğinin kılıca kat kat üstün oldu ğu yolundadır<br />

59 . Hırıstiyanhktaki haçh seferler gibi cihat kavram ının saldırgan emellere<br />

vasıta edildiği çok görülmü ştür.<br />

Islamın kutsal kitab ı kurand ır. Kuran müslümanlara göre tanr ı kelâmıdır.<br />

Ahlaki, kelâm ı ve şer'i hükümleri ihtiva eder. Hadis ikinci kaynakt ır.<br />

Hadis sözü yerine bazen sünnet sözü kulland ır. Kuran ayetleri Peygamber<br />

zamanında tesbit edilerek halife Osman zamamnda bir kitap halinde getirildiği<br />

halde hadis daha sonra muhaddisin denilen bilginlerin gayreti ile toplanmıştır.<br />

Bunların en önemlisi Buhari (870) ve Müslim (875) olup Abu Davut<br />

(888), Ennesai (915), Al—Tirmizi (892) ve , İbn Maca (896) n ın hadis çalışmaları<br />

( S) alt ı kitap halinde derlenmi ştir. Kur'an ve hadis islam hukukunun<br />

şaşmaz kaynaklar ındandır. Sonra buna icmai ümmet eklenmi ş<br />

ve daha sonra da hukuk bilginlerinin ki şisel çahşmalanyla bu kaynaklar<br />

dörde ç ıkmıştır. Yorumu yapan hukukçulara müçtehit, yap ılan yoruma<br />

içtihat derler. Bir müddet sonra bu yorumlar ı yasak eden bir karara<br />

varıldı . İçtihat kap ısı kapanmışt ır denildi. Hukuk bakımından dört gerçekçi<br />

mezhep vard ır: Hanefi, maliki, hambeli, şafili. Bunlar sünni mezheplerdir<br />

(4 Ecoles orthodoxes de droit) İslamda mezhep sözü dar anlam ıyla sünnilerdeki<br />

dört okulu gösterir. Geni ş anlamda mezhep islâmdaki birbirinden<br />

oldukça farkl ı grupları gösterir. Baz ıları bu sonunculara siyasi mezhep veya<br />

fırka demektedir. İslamda bu son anlayışı ile üç mezhep vard ır. Bunlardan<br />

biri biraz önce söz konusu olan dört sünni mezhebi içine al ır ki mensuplarına<br />

ehli sünnet denir İkinci gurup haricilerin te şkil ettikleri guruptur. Bu<br />

gurup üyeleri çok mutaass ıp olup Hazreti Alinin hilafetine muhalefet etmi ş -<br />

ler ve isla ında bir çok karga şalıklar çıkarmışlardır. Bugün say ıları çok azd ır 60 .<br />

Üçüncü zümre Şiilerdir. Bunlar özellikle imamet konusunda sünnilerle çatışma<br />

halindedirler. Hazreti Aliyi tanr ının vekili sayarlar.<br />

K ısaca anahatlar ını çizdiğimiz islâmın konumuzla ilgili olan tarafı<br />

bu dinin devletle olan münasebetleridir. Eviensel bir din olmak bak ımından -<br />

islânıiyet buraya kadar münaka şas ını yaptığımız dinlerden farkl ı bir guruba<br />

mensup bulunmaktad ır. Özellik gösteren siyasi nazariyesi onu türü kendine<br />

öz bir kategoriye sokmaktad ır. islâmiyetin kurucusu olan Peygamberin<br />

59 Bk. H. Ziya Ülkem isllun Dü şüncesi, cihad bahsi. Bak ikinci bölüm cihad.<br />

60 Bk. E. R. Pike, Dic. Des. Religions Paris, 1954 islöm maddesi s. 165-168. Grande<br />

Encyclopödie, İslöm maddesi.<br />

124


arap olmasına ve arap halkına demeçte bulunmas ına ra ğmen mümin, gayri<br />

mümin, din ve dinin yayılması hakkındaki görü şü kurulu şunu hedef tuttuğu<br />

cemaatin s ınırlarını soy ve toprak, ırk ve mülk guruplarmdan daha<br />

geni ş ve daha büyük tuttu ğunu göstermektedir 61 . Bir çok bilginler Hazreti<br />

Muhammedin son yıllarındaki islam cemaati ile ilk dört halife devrindeki<br />

cemaata teokrasi yani din egemenli ğine dayanan yönetim demektedirler.<br />

Başlangıçta bu cemaat kur'anda beyan olunan şer'i şerife ve ilk yüz y ıllarda<br />

büyük imamlarca geli ştirilen hadise dayanmakta idi. Daha sonra islâmiyetten<br />

muhtelif cemaat ve guruplar peyda olmu ştu. Bunlar ilk kaynaklar ın<br />

kençlilerince üstün say ılan kurallar ına uyarak cemaat ın kurulu ş ve yap ılarında<br />

bir takım değişiklikler yapt ılar. Ebu Bekir'in gösterdi ği titizliğe rağmen<br />

hükümdarlar kendilerini yer yüzünde tanr ının halifesi (Halifet—ul—Allah)<br />

sayarak dinin koruyuculu ğu iddiasında bulundular 62 . Kadılarda kendilerini<br />

peygamberin halifeleri saymakta idi ki bu görü ş tamamen yanl ıştır 63 . Nerede<br />

olursa olsun Şer'i Şerif geçerlikte idi. Sünni müslüman teolojisine göre<br />

doğru yol ı tutan ve bir müslüman devletin yönetiminde ya şayan halk, gerçek<br />

müslümand ır. Sünni müslümanlar hilafet kurumunu, siyaset nazariyesinin<br />

mihrakı sayarlar. Hilafet meselesi son zamanlarda çok târt ışılmış ve bu uğurda<br />

pek çok mürekkep harcanm ışt ır. İlk ayrılma hareketi (Sehisme) hilafet<br />

meselesinden do ğmuştur. "Hariciler, Alinin hilafethn kabul etmemi şlerdir."<br />

İslamda, devrim ve kargaşalık taraftarlar ı bütün tarih boyunca, devlet<br />

ve dinin düşmanlar ı sayilmışlardır 64. Yetkili bilginler iktidar ın Emeviler,den<br />

Abbasilere geçmesini, bir arap imparatorlu ğu yerine bir müslüman imparatorluğunun<br />

kurulmas ı şeklinde yorumlarlar. Emevi hilafetinde bile hükümet<br />

görevleri aras ında bulunan siyasi yönetim (emirül müminin) dini önderlik<br />

(İmamet) ve vergi alma görevlerini, üç muhtelif kimse yönetirdi. Sünnilik<br />

üzerinde durmas ı ve saraylar ında din bilginlerinin nufuzlu bulunmas ı dolayısıyla<br />

Abbasi Hilafetinde de teokrasi şekli apaç ık kendini gösteriyordu. 929<br />

yılında İspanyada III. Abdurrahmanm resmed ba ğımsızlığını ilan ederek<br />

bir hilafet kurmas ı ve biraz sonra Kuzey Afrikada bir ba şka hilafeti"' kurulmas ı .<br />

İslamda birden fazla hilafetin ayn ı zamanda mevcut olabilece ğini göstermişti.<br />

Şu var ki orta ça ğ Hıristiyanh ğında kilise ile devlet aras ında ç ıkan<br />

anla şmazlıklar hiç bir vakit islâmiyette görülmemi ştir.<br />

İslam devletlerinin dini az ınlıklara kar şı tak ınd ıkları duruma gelince<br />

burada doktrinle pratik hiçbir vakit ba ğda şamamışt ır. Nazari olarak bu<br />

61 Devlet bölümündeki hilafet bahsi, Philip K. Hitti, History of the Arabs (London, 1937)<br />

62 Ebu Bekir Halifetullah tabiri ııi kabul etmemi ş ve sadece halife'i Resullullah s ıfatıyla<br />

yetinmi ştir Burada fark, yoruma ihtiyaç göstermiyecek derecede, aç ıktır.<br />

63 Sir Thomas Walker Arnoid the Caliphate, Oxford 1924, s. 123•<br />

64 Louis Massignon, Hüseyin ibn Mansur Al halladj<br />

125


azınlıkların yok edilmesi gerekirken Osmanl ı, Moğol ve İslâm Türk devletlerindeki<br />

uygulamalar çok yumu şak ve müsamahal ı olmuştur 65.<br />

Çağdaş islâmiyet biri birinden farkl ı iki yol tutmu ştur: Mıs ır, Suudi<br />

Arabistan, Türkiye, Suriye ve Yemen ayr ı ayrı ele alınırsa bu ikilik kendini<br />

gösterir. Müslümanlar ın devlete kar şı tutumu, devletin müslim veya gayri<br />

müslim olmas ına bağlıdır. Bunun gibi din ile devlet aras ındaki münasebetleıde<br />

idare eden hanedan ın veya hükümdarm sünni veya şii olup olmamas<br />

ı her iki tarafın karşılıklı durumlarında büyük bir rol oynar. S ırf bu<br />

yönden islâmiyet, devletle dini ayn ı sayan tipolojinin geçici bir safhas ı olarak<br />

incelenmiştir 66.<br />

İkinci Tipoloji<br />

YENİ DİN (Nouvelle foi)<br />

Dinlerin ulusal ve evrensel yahut geleneksel ve Kurucusu olan din ay ırımı<br />

biraz saymacad ır. Bu ciheti daha önce belirtmi ştik. Zira kendili ğinden yap ılmakta<br />

olan dini faaliyet geleneksel veya ulusal dedi ğimiz dinlerin gelişmesinde<br />

ço ğu zaman önemli bir rol oynar. Bunun gibi din kurucular ı, gerçek<br />

anlamda kurucu olmaktan ziyade çok kez ıslahatç ı (Reformteur) olarak<br />

hareket etmi şlerdir. Bu sebepten iki alan ı yani ulusal dinle evrensel dini<br />

kesin olarak biri birinden ay ırmıya imkan yoktur. Şuras ı var ki ne de olsa<br />

bu iki alanın ayırımı din ve devlet münasebetlerinin saptanmas ında aydınlatıcı<br />

bir rol oynar. Buraya kadar tipolojimiz din ve devlet te şkilâtında değerlerin<br />

ayrımlaşması (Differenciaton des valeurs) sonunda dinin devletten<br />

ayrılmas ı ve bağımsızlık kazanmas ı şeklinde bir yol izlemi ştir. Şimdi dikkatimizi<br />

dinde çok büyük bir anlamı olan ba şka bir olay üzerinde toplayahm.<br />

Bu olay yeni bir dinin ortaya ç ıkmasıdır. Bu hal geleneksel veya ulusal dine<br />

kar şı bir protesto, bir bayrak kald ırma ve bir ayaklanma olarak meydana<br />

gelmi ştir De ğişiklik dini tecrübenin büt İin alanlar ında yani kelam (Theologie),<br />

ibadet (Culte) ve te şkilat (Organisation) ta gerçekle şmiştir. İslâmiyet<br />

müstesna olmak üzere, dinlerde kollektif din statüsündeki de ğişmeler, fetih,<br />

hanedan de ğişmesi gibi siyasi bir sebepten yahut teolojik dü şünce ve dini<br />

tercihlerden ileri gelmi ş olabilir. Ilkel Toplumların bağlı bulundukları tabii<br />

dinler (Religions Naturelles) i bir yana b ırakırsak, kollektif de ğişmelere ve bu<br />

65 Adolph Louis Wismar'A Study in tolerance, as practiced by Muhammed and his immidiate<br />

successors (Contribution to oriental History and Philology cilt XIII (New york ; Columbia<br />

university Press, 1927)<br />

66 Bk. J. Wach, aym eser. sh. 303-306<br />

126


deği şmelerle ilgili örneklere Romada imparatorluktan önceki devrin tarihinde,<br />

Mısır, Babilonya, Cermen, Kelt ve Slav dinlerinde raslanabilir. Geleneksel<br />

ve kollektif bir konu olan din uruk (kabile), bölge ve ulusla ilgili bir kurum<br />

olarak birle ştirici bir rol oynar. Böyle bir dinin te şkilatı bağlı bulunduğu<br />

dünyevi cemaatin ya tamamen ayn ıdır yahut onun çok benzeridir.<br />

Bu a şamada bir devlet içinde din say ısının artmas ı kadar dinlerin bir tek<br />

din olarak birle şmesi de fetih, göç, siyasi de ğişiklik ve buna benzer d ış etkilerden<br />

ileri gelir. Bütün bunlar kuvvet ve ilham ım yarat ıcı önderlerden alan<br />

yeni grubun kurulmas ı ile tamamen de ğişebilir. Büyük bir dinin do ğ-<br />

mas ı, açıklanmas ı güç s ırlardan biridir. Bu durum insanlığın kültür bak ımından<br />

yükselmesi ile birlikte gerçekle şmiştir. Dini te şkilat incelenirken ilkel<br />

ve ileri toplumlarda baz ı derneklere rastlan ır Bu bize şahsi tercih ve karar ın<br />

dini hayatta oynad ığı rolü gösterir. Bu dernekler, yeni bir dini te şkilat olarak,<br />

gizliden gizliye veya' aç ıkça geleneksel ve resmi kurumlara meydan okurlar.<br />

Bunlara gizli dernekler denir. Bu guruplar genel olarak varhklar ını büyük evrensel<br />

dinlerin do ğmas ına yol açan te şebbüslere borçludurlar. Bu dinlerin<br />

meneine ait bilgiler bazan çok az ve da ğınık olduğu halde bazanda yeni dinin<br />

doğuşunu çevreleyen olaylar bu dinlerin ili şkin-bulunduklar ı toplumun müşterek<br />

hat ırasında yer- almış bulunur. Böyle bir gruplanmamn gerçekle şmesi<br />

ve büyümesi din ve devlet münasebetlerinin geli şmesinde yeni bir safhaya<br />

işaret say ıhr ki bu tam anlam ıyla evrensel dinler safhas ıdır. Gizli ve s ırh<br />

ifadelerinin de pekala gösterdi ği üzere bu gruplar kerldilerini ana gruptan<br />

ayırmak e ğilimindedirler. Devletle olan münasebetlerine gelince burada ayr ılma<br />

ve inzivadan tutun da fiili muhalefet ve hasmâne te şebbüslere kadar varan<br />

çeşitli münasebet tarzlar ı göze çarpar. Fiili muhalefet hükümete veya hükümdarın<br />

şahsına karşı olduğu gibi bir prensip meselesi de olabilir. Bu son<br />

şık yani ayaklanman ın prensip yönünden olmas ı arızidir. Pek az hallerde<br />

dini sebeplere dayanan bir çat ışma ve anar şi ortaya ç ıkar. Bunlara ili şkin<br />

örneklere Roma imparatorlu ğunda (Collegia illicita), islâmiyette ( Şii, batını<br />

hurafiler v. s.) ve Çindeki gizli cemiyetlerde prastlamr. Devlete fiilen kar şı<br />

koymanın sebep ve saikleri muhteliftir. Bu sebep ve saikler devletin güttü ğü<br />

zulüm ve i şkence politikas ına karşı bir tepki halinde kendini gösterir ve önemi<br />

ikinci derecede kal ır Yahut dini grubun teolojik, ideolojik ve politik nazariyesinde<br />

ifadesini bulan ilkelere dayan ır. Son şeklinde yani grubun dini,<br />

fikri ve siyasi teorisindeki ilkelere dayand ığı takdirde zorlama, şiddet kullanma<br />

ve harp gibi devlet mekanizmas ının tabii zorlama alet ve araçlar ıyla<br />

karşılaşır. Yahut bir devletin kimli ğini gösteren teori ve pratik engeller<br />

öne çıkar. Bu türden olmak üzere, Roma devleti, Yunanistan, Küçük<br />

Asya, M ıs ır, Suriye ve İrandan gelen dini gruplar ın hücumuna u ğramışt<br />

ı. Sünni müslüman devletleri de şii, harici, ihvanı safa, bat ıni ve karmati<br />

gibi çe şitli grupların muhalefetine u ğramışlardı. Hindistanda da ayn ı<br />

127


şekilde dini gruplar vardır. Hindistan yalnız bu dini gruplar ın yurdu olmakla<br />

kalmamış aynı zamanda evrensel dinlerin de be şiği olmuştur 67.<br />

Nüncü Tipoloji<br />

EVRENSEL D İNLER<br />

Din ve devlet münasebetlerinde üçüncü a şama evrensel dinlerdir. Bu<br />

a0manın ayırdedici niteliği, yüksek bir siyasi geli şme ve dini cemaatin evrensellik<br />

iddias ıdır. Bir dini evrensel diye vas ıflamada o dini tutanlarm<br />

sayısı o kadar önemli de ğildir. Çünkü burada sorumluluk yüklenen topluluk<br />

değil, ferttir. O halde bu geli şme devresindeki dini te şkilât ın sayı ve siyasete<br />

dayanan kuvveti tek ba şına kesin sonuçlu bir etken olamaz. Ba şka bir<br />

deyişle yeni dini cemaatlarda devlete kar şı takınılan durumu tayin eden<br />

tecrübenin şiddeti (İntensite de l'experience religieuse) dir. Büyük dinler küçük<br />

grup ve az ınlık inançları olarak ba şlar. Bu inançlara gün geçtikçe say ısı artan<br />

katılmalar olur. Ulusal dinde, dinle sarma ş dolaş olmaya ah şmış olan<br />

devlet, yeni dininin do ğması ve gün geçtikçe büyümesi sonunda tabii olarak<br />

dini grubun meydan okumalar ına karşı koymak zorunda kalir. Bu durumda<br />

Devletin yeni dine kar şı takınacağı tütumlar hakk ında çeşitli ihtimaller akla<br />

gelebilir.<br />

a) Devlet yeni dine kar şı ilgisiz kalir.<br />

b) Devlet yeni dini tanır.<br />

c) Devlet yeni dini reddederek mensuplar ına kar şı kovu şturma ve i şkence<br />

yapar.<br />

Roma devleti H ıristiyanlığa karşı ba şlangıçta birinci durumu tak ınmış<br />

yani ilgisiz kalmıştı. Az sonra üçüncü şıka dönerek H ıristiyanlara kar şı işkence<br />

politikas ı gütmüş ve hele Neron zaman ında bunları vahşi hayvanlara<br />

parçalatt ırmıştı. Sonunda ikinci şıkta karar k ılmış ve Hıristiyan* kabul etmişti.<br />

Buda dini Çinde so ğuk ve sert kar şılanmış, Hindistan devletlerinde ho ş<br />

görülmü ş ; Japonyada ise değişik işlemlere tabi olmuştur. Zerdüşt dini,<br />

başlangıçta hoş görülmüş 3-7. yüzyıllar' aras ında İranın resmi devlet dini<br />

olmuş ve ancak islâmın İram ele geçirmesi üzerine takibata u ğramışt ır Mani<br />

dini (Manicheisme) 68 başlangıçta ana yurdunda bile işkence çekmiş, daha sonra<br />

67 J. Wach. Suciology of Religion s. 306 ve devam ı<br />

G. Menshing, Sociologie religieuse s. 81 ve devamı<br />

68 Bu din zerdü şt dini gibi ikili bir dindir. Daha fazla ferdin kurtulu şuna önem veren<br />

ve bu suretle mistik gnostik zümreye dahildir Mani taraf ından kurulmuş olup Asyamn bir<br />

ucundan öte ucuna kadar yay ılınıştır.<br />

128


Orta Asyada devlet dini olmu ştur. Uygur devletinde °Idu ğ-U gibi Çinde de<br />

güvenli bir durum sa ğlamış ve en son Çinde u ğradığı işkence ve kovu şturma<br />

yüzünden da ğılnuştı. Konfuçyüs dini (Confucianisme) devrinde i şkence görmüş<br />

daha sonra olgun bir devlet dini olmak s ırrma ermi ştir. Halbuki Çinin<br />

halk dini olan Tao dini (Taoisme) hiç bir vakit üzerindeki şüpheyi gideremediği<br />

gibi bazı hükümdarlarm bu dini korumalar ı bile işkence ve kovuşturma<br />

siyasetini önliyememi şti.<br />

Bu kısa açıklama, devletin yeni evrensel dinlere kar şı takındığı ilk durumu<br />

zamanın akışına uyarak s ık sık deği ştirdiğini, bazan da büsbütün tersine bir<br />

durum tak ındığını gösterir. H ıristiyanl ık, islâmiyet, Maniçeizm, Budizm,<br />

Konfüçyanizmde oldu ğu gibi en önemli merhale Dinlerin do ğdukları yerden<br />

başka yerlere göç etmeleri, hanedan ın düşmesi, yöneten sınıf veya<br />

hükümetin de ğişmesi, devletin çökmesi ve yeni bir devletin kurulmas ı<br />

ve benzeri olaylar din ve devlet münasebetlerinde dönüm noktas ı sayılırlar.<br />

Bütün bu değişmeler dini guruplar ın geli şmesine etki yapar. Tarih alan ında<br />

girişilen bu kısa geziden sonra s ıra temel konu olan tipoloji ara ştırmalarına<br />

gelir.<br />

Evrensel dinlerin do ğmas ım ve gelişmesini gerektiren s ıkı bir dini tecrübe,<br />

bütün yönleriyle, de ğişik bir durum yaratm ıştır. Bu de ğişiklik, genel<br />

olarak, kötü kar şılanmakta, tak ışılmakta ve dini önderlerle mensuplar ının<br />

halk içinde de ğerden dü şmeleri sonucunu do ğurmakta idi. Dinin temeli sayılan<br />

baz ı bilgiler bu dinlerin genel do ğrultularım gösterir. Bu temel bilgiler<br />

aras ında dinin dünya görü şü, iman ve akideleri, dua ve ilahileri yer ahr. K ı-<br />

sacası bu kutsal kitaplarda yeni cemaatin ideali çizilmi ş, iman, amel ve cemaat<br />

ana çizgileriyle aç ıklanm ıştır. Bu kitaplarda din ve Devlet münasebetleri<br />

de anla şılır bir şekilde belirtilmi ştir Kur'an ve İncilde Tanrıya, Tanrı<br />

Resulüne ve yönetenlere kar şı itaat ın emredilmesi, yine İncilde Tanr ının hakk ı-<br />

nı Tanrıya, Kayserin hakk ını kaysere ver denilmesi dinin Tabii topluluk veya<br />

devlet kar şısındaki tutumunu aç ıklamaktadır. Yeni Dinin kurdu ğu düzene<br />

karşı durumun değişmesinde önemli sayılan bir nokta daha vard ır. Uruk,<br />

Kent ve Ulus gibi geleneksel gruplarca yüklenilen ortakla şa sorumluluk, vahiyden<br />

yararlanan büyük dini önderlerin getirdi ği dini tecrübelerin şiddeti<br />

bir ferdi imana ve ferdi dayan ışmaya inkılap etmi ştir. Böylece dindarl ığın bir<br />

ölçütü olan din törenleri yerini niyyet ve imana b ırakmıştır. İslam, amellerin<br />

niyetlere göre olacağın ı ilan etmekle bu yolda aç ık bir durum takmmıştır. Bu<br />

yönden Eski Sözle şmede adı geçen peygamberlerin dini ve ahlaki ö ğretileri, Yeni<br />

Sözle şmedeki dinin çalışma ve iman yoluyla gerçekle şen kişisel hakları kollektif<br />

hukuk yerine koymak üzere yap ılan gayretler bu alanda bir haz ırlık gibi<br />

yorumlanabilir. Hz. Muhammed eski putlara tap ınmanın ve bu türlü törenlerin<br />

hükümsüzlüğünü ilan etmekle ki şisel dine giden yolları açmış bulunu-<br />

Din Sosyolojisi F. 9 129


yordu. Gerçe ğin bütün çıplaklığı ile anla şılmas ı için kişisel bir arınma ve<br />

ara ştırmayı öğütleyen Buddarun demeti, her türlü ortakla şa törenleriyle birlikte<br />

Brahmana devrindeki dininin ilgas ından ba şka bir şey değildir 69 .<br />

IV. LAYIKLIK VE VICDAN ÖZGURLtal<br />

(Laicite et la Liberte religieuse)<br />

A. GENEL BILGILER<br />

Evrensel dinlerin cemaata de ğil, ferde ve ferdin vicdamna hitabetmesini<br />

ve demeçlerinin s ınır tan ımayan bir geni şlikte olmas ını bunların din ve Devlet<br />

ayrunım kabul ettiklerine yormak gerekir. Ba şlangıçta, i ş bölümünün<br />

henüz gelişmemiş olduğu zamanlarda sanat, ahlak, felsefe, bilim ve siyaset<br />

din kadrosu içinde toplanmakta idi. De ğerlerin ayrımlaşmas ı (Differenciation<br />

des valeurs) ve i ş bölümünün ilerlemesi sonunda sanat, felsefe, ahlak<br />

ve bilim ve son olarakta Devlet, hukuk ve e ğitim dinden ayr ılmıştır. Dinin<br />

Devletten veya Devletin Binden ayr ılmas ı siyaset edebiyat ında lâyiklik ad ını<br />

alır. Din ve Devlet kurumlar ının ba ğımsız durumlar ını, vicdan, din ve kanaat<br />

özgürlüğünü, hatta Do ğuda rastlanan modernizm hareketlerini bu ba şlık<br />

altında toplamak mümkündür.<br />

1) LAYİK SÖZÜ<br />

Türkçedeki layik sözünün kökü frans ızcadır. Bu dile yunancadan gelmiştir.<br />

Layiklik arapçada İLMANİYE ve yeni türkçede Din Ayr ısı, Din<br />

Özgenli ği olarak gösterilmekte ise de bunlar ın hiçbiri tutunamamıştır. Anlamı<br />

halka, kalabalığa veya y ığına ilişkin olan layik sözünün Eski Yunancadan<br />

geldiği su götürmez bir gerçek ise de bu dile nereden geldi ği bilinmemektedir.<br />

Yetmişler, Tevrat ı ibrani dilinden yunancaya çevirirken, LAY İK sözü ile<br />

rahip ve özellikle kendilerini Tanr ıya verenler d ışında kalan halk ya ğınmm<br />

kasdedildi ği görülmü ştür. Bu çevirmede LEV İLERE KLEROS<br />

o5) denilmekte idi. Laos veya Lik. İKOS (itdixö) deyimi imtiyazl ı<br />

bir sınıf sayılan ruhban (Kleros) d ışındaki kimseler için kullan ıhyordu.<br />

Homeros'un eserinde bu sözün seçkin insanlar ın emrinde şekilsiz ve örgütsüz<br />

bir yığım anlatmakta oldu ğu sanılmaktadır.<br />

69 Bk. J. Wach, ayn ı eser s. 309 ve devann<br />

130


H ıristiyanlığın ilk zamanlar ında kilise adamlar ına yunanca Klerikoi<br />

ve latince Clerice, müminler topluluğuna ise yunanca Laikoi ve latince LA-<br />

İCİ denirdi 1 . Frans ızcadaki Laicit, Laic ve Laicisme sözleri bu kökten gelir.<br />

Bu anlamda Bat ı dillerirıde ve özellikle İngilizcede SECULAR İSM ve<br />

Secular terimleri vardır. Bu terimlerin ingiliz dilinde bugünkü anlam ıyla<br />

kullaruhşı 1848 yılında ba şlar ve bu konu ile u ğraşmış olan Holyoak'a mal<br />

edilir 2.<br />

Gençle ştirmek ve ça ğdaş kılmak anlanuna gelen to secularise bu kökten<br />

gelir 3 . Yine İngilizcede Layman ve Profane kelimeleri de layik anlam ında<br />

kullanılır.<br />

2 — LAIKLIĞIN TANIMI<br />

Laik aslinda rahip s ınıfından olmayan demektir. H ıristiyanlikta bir<br />

ruhban s ınıfı (Clege) vard ır; islâmiyette ise böyle bir şey yoktur 4. İçinde<br />

bir ruhban sınıfı olan dinlerde bu zünıre dışında kalan kimselere Lâyik denir.<br />

İnsanlık tarihine göz atacak olursak ba şlangıçta, sanat, bilim, felsefe,<br />

hukuk, eğitim ve hattâ devlet teorisinin din içinde ve dini köklerden geldilderi<br />

görülür. Bu yönden baz ı tarihçiler ve bunlardan Prof. Enver Ziya Karal Layikligi<br />

bir tarih terimi olarak, din ile felsefenin, din ile bilimin, din ile hukukun,<br />

din ile sanatın ayrılmas ıdır, diye tanımlar. Bu tammda dinle devlet ayırımına<br />

işaret yoktur. Lâyiklik, din ile felsefe, sanat, bilim, e ğitim, hukuk ve Devlet<br />

ayrımı diye tammlamrsa, hem yukardaki tan ımı hem de devlet ve din ayr ı-<br />

mını kapsayan bir anlama var ılmış olur 5 .<br />

ları.<br />

1 Bak. Dr. Suat Sinano ğlu, Laiklik adlı anonim eserde „Laik kelimesini etymonu ve anlam-<br />

2 E. R. E. (Din ve ahlâk ansiklopedisi) Seucularism maddesi.<br />

3 Cassel's Latin dictionnary Secularis kelimesi<br />

4 E. Z. Karal osmanlı Tarihi 5. cilt, <strong>Ankara</strong>, 1954 sh. 146-149 (Cevdet Paşa, Fransız elçisi<br />

Marqui de Montier ile bir mülakatmda, elçinin şu sözlerine muhatap olur. Napolyon Bonapart.<br />

Eğer ben bir din ile mütedeyyin olsam müslüman olurdum. Zira din-i İslam da ruhbanhk yoktur.<br />

Dermiş. Halbuki bir müddet İstanbulda eğlendim. Ulema s ınıfının clerg6 tarz ında olan meratibini<br />

öğrendim. İşte siz de bu tarikatın en ileri mertebesinde bulunuyorsunuz. Napolyon,<br />

buralara gelmediği cihetle hakikati hale muttali olmamıştı; der. Bunun üzerine<br />

Cevdet Pa şa da Napolyon Bonapart bu meseleyi tahkik eylemi ş ve güzel söylemi ş, filhakika<br />

Islâmda clerge yoktur ve 1.31,11<br />

.))1 diye bir hadis-i Şerif vardır. Gördü ğünüz<br />

sarıklılar clerg6 değillerdir. Zira onlarda bir s ıfat-ı resmiye-i ruhaniye yoktur.<br />

Clergenin tevaif-i İseviye haklarında icra ettikleri hükümet-i rubaniye gibi s ıkı muamelelere<br />

İslamiye tahammül edemez.<br />

5 Prof. E. Z. Karal; Lâyiklik adli anonim kitapta Devrim ve Lâyiklik adli yazı.<br />

131


Nahit Tendar, Prof. Hilmi Ziya Ülken'den mülhem yazısında Layikliği,<br />

din ve dünya i şlerinin ayrılmas ı, iç ve d ış aleme ayr ı değer ve görev verilmesi<br />

şeklinde tan ımlar 6. Lâyiklik dini inanış ile dü şünüş ayrımı diye<br />

taııımlansa daha felsefi olur; o zaman ak ıl ve vicdan özgürlükleri ayr ımı şeklinde<br />

bir sonuca var ılmış olur ki bu da düşünüş ile inanışın aynı zamanda<br />

var olabilece ği (coexistence) fikrini ilham eder. Bu durumda akl ın ula şamadığı<br />

yerde vicdan hükmünü verecektir. Böylece hem deneysel hem de deney<br />

üstü metotlar, insanlığın hizmetinde olacakt ır.<br />

Devrimizin ünlü bir hukukçusu olan Leon Duguit layikli ği şöyle tan ımlar:<br />

"Layik devlet, din konusunda tamamen tarafs ız olup ba şkan ı ve memurları<br />

istedikleri dini ta şımakla beraber, kendisi devlet olmak haysiyeti ile<br />

hiç bir din tutmayan ve hiç bir din töreni yapmayan ve kendi ad ına da yaptırmayan<br />

devlettir 7 .<br />

Görülüyor ki burada konu, hukuk ve devlet teorisi yönünden ele al ınmıştır.<br />

Layikliğin tan ımını belirtmeden önce ünlü tarihçi ve bilgin Ernest Lavisse'in<br />

"Anales de la Jeunesse Laique" adli dergide yayınladığı bir aç ıklamayı<br />

aynen buraya geçirmeyi uygun buluyoruz. "Lâyik olmak insan fikrini görülen<br />

ufuk ile çevrelemek hattâ insana rüyay ı yasak ve mütemadiyen Allah ı<br />

aramak arzusunu bertaraf eylemek de ğildir. Lâyik olmak bugünkü hayat<br />

için vazife hissini edinmektir. Lâyiklik şiddet göstermek, hala eski itikatlarm<br />

ta thlıkları içinde kapal ı kalan vicdanları tahrik etmek de de ğildir.<br />

Geçici dinlere, devam edici olan insanl ığı idare etmek hakk ını vermemektir.<br />

Lâyiklik bir mabetten yahut muhtelif mabetlerden hep birden nefret etmek<br />

de değildir; belki dinlerin ilham ettikleri garaz ve ayr ılık ruhunu —O ruh ki,<br />

birçok şiddetlerin, ölümlerin ve harabilerin sebebi olmu ştur— ortadan<br />

kaldırmaktır. Lâyik olmak insan fikrinin hareketsiz olan bir din kaidesine<br />

katlanmamas ı ve anla şılmaz bir şey önünde hakkından vaz geçmemesi ve hiç<br />

bir bilgisizliğe raz ı olmamas ıdır. Lâyik olmak hayat ın ya şanmaya de ğdiğine<br />

inanmak, bu hayatı sevmek, dünya hakk ındaki (Göz ya şları vadisi) tabirini<br />

ortadan kald ırmak, göz ya şlarımn lüzumlu ve iyilik yap ıcı olduğunu<br />

kabul etmemek, azab ın bir Allah emri oldu ğuna inanmamakt ır. Lâyiklik<br />

hiç bir sefalete, ıztıraba taraftar olmamakt ır. Lâyik olmak üç fazilete sahip<br />

olmak demektir. Şefkat, yani insanlar ı sevmek; Ümit, yani uzakta da olsa,<br />

adalet, sulh ve saadet rüyalar ının hakikat olaca ğına, eskiden atalar ımızın<br />

6 Nahit Tendar, Sosyoloji dergisi, No 1. Laiklik yaz ısı .<br />

7 Laiklik adli anonim eser. Sahife, 44.<br />

132


göğe bakarak bekledi ği şeylerin gelece ğine inanmak; İman, yani mütemadi<br />

sa'y ve gayretin nihayet galebesine kaani olmakt ır 8."<br />

Görülüyor ki Lâyiklikte temel ilke, din ve dünya i şlerinin ayrımı olmakla<br />

beraber, bilginlerce ayr ı ayrı tammlar yap ılmıştır Bu durum kar şısında<br />

doğrudan do ğruya konunun aç ıklanmasına geçmek ve tan ımların dar çemberi<br />

içinde kalmamak tutulacak en do ğru yoldur. Unutmamak gerekir ki lâyiklik<br />

ilkesi siyasi bir toplumda ya şayan insana, insanh ğa yakışır bir önem veren<br />

kutsal bir ilkedir. Zira bu ilkenin kabul edilmesiyle fert dü şünmek için bir<br />

dimağa, manevi âlemini korumak için bir vicdana kavu şmuştur 9 .<br />

Batıda din ile bilim, din ile sanat, din ile devlet ay ırımı rönesansla ba ş -<br />

layan ve i ş bölümünden ilham alan bir kavramd ır. Gerçekten matbaan ın<br />

ke şfiyle bilim, sanat ve Devlet teorisinde o kaadar büyük ilerlemeler olmu ş -<br />

tur ki bu olaylar ı, bütün gücünü inak (Do ğma) lardan alan din kal ıpları içinde<br />

çözmeye maddeten imkan kalmam ıştır. Bu durum, sözü geçen konular ın<br />

birer birer dinden ayr ılmasını gerektirmi ştir. Zira din ile Devletin ba ğlı bulundukları<br />

disiplinler ba şka ba şkadır. Ke şif ve bulu şlar ve bilimsel veriler karşıs<br />

ında art ık Galilee'yi susturmak, sanat ı de ğişmez dini kalıplarda hapsetmek,<br />

Devlete ve devlet hizmetlerine dini bir nitelik tan ımak savunulması güç bir<br />

hal almıştı. Ne yaz ık ki bu yolda harcanan çabalar a şırılık yüzünden bo şa<br />

çıkmış ve lâyikle şme bazan dinsizlik veya tanr ısızlıkla birle şerek sonunda bir<br />

çok bozuk şekiller ortaya ç ıkmıştır Akılla nakıl arasında verilmiş olan kanl ı<br />

sava şlar, devrilen saltanatlar ve yap ılan işkenceler bir yana b ırakıhrsa layiklik<br />

ilkesi hiç te mantığın inkâr edece ği bir şey de ğildir. Lâyiklik bugünkü<br />

anlamıyla dinsizlik de ğildir. Aksine insanl ık ülküsüne kar şı bir saygının ifadesidir.<br />

3. LÂYIKLIGIN BATIDA VE TÜRKIYEDE UYGULANMA ŞANSLARI<br />

Layikliğin Do ğu ve Bat ıda gösterdi ği özellikleri ele alamadan önce<br />

bu iki âlemin içinde bulunduklar ı şartlar ı kar şdaştırmada büyük bir<br />

fayda vard ır: Bat ıda dini koruyan bir ruhban s ınıfı vardır. Bu s ınıfın<br />

kendine öz okulları, üniversiteleri ve fikirlerini yayan organlar ı vard ır.<br />

Yine bu s ınıfı mali yönden ayakta tutan gelir kaynaklar ı vard ır.<br />

Yüzyıllardan beri devam eden gelenekleri ve yeti şmiş din adamları<br />

8 Bu tanım laiklik adındaki anonim kitapta Naz ım Poroy'un anales de la jeunesse laique<br />

den yapt ığı çevirmeden olduğu gibi, alınmıştır (Bak. s. 37-38)<br />

9 Prof. Enver Ziya Karal, Laiklik anonim kitab ı, Devrim ve Lâiklik makalesi, Sayfa<br />

67 (Lâiklik)<br />

133


vardır. Bütün bu şartlar layiklik ilkesinin kurulmas ına ve Devletle din kurumlarının<br />

bağımsızlıklarını sağlamaya hizmet etmiştir. Doğuda bu şartların<br />

bir kısmı yoktur:<br />

Bir takım şartlar da toplumsal ve siyasal sebepler yüzünden kald ırılmış<br />

veya yasak edilmi ştir Bugünkü Türkiyede Dinin özünden gelme bir ilke<br />

Batıda dinin koruyuousu olan ruhbanh ğı saf dışı etmiştir. Yukar ıda da birazcık<br />

belirttiğimiz üzere İslamda ruhban yoktur. Din okullar ı ve din öğretimi<br />

yapan Medreseler kapanm ış yerine ancak uzun y ıllardan sonra Imam—<br />

Hatip Okulları, Ilahiyat Fakültesi ve İslam Enstitüleri aç ılmıştır. Bu bilim<br />

yuvalar ı gerek yeterli eleman bulma güçlü ğü, gerek genel kültür seviyesinin<br />

bugünkü durumu ve gerekse geçmi şteki kötü örneklerin bask ısı altında ülküsel<br />

verimlilikle çalişamamaktadnlar. Din propagandas ı yapmak ve konusu<br />

din olan dernekleri kurmak nisbeten güç oldu ğundan din için genişleme ve<br />

yayılma imkanları yalnızca camilerdeki vaizlere, Dini ve ahlaki konu şmalara<br />

hasredilmiştir.<br />

Yap ılmakta olan dini yay ınlar ise ya yeteneksiz ellerde bir yobazhk<br />

propagandas ı yahut din hayat ında uzun y ıllar bo ş kalan alanda din damgas<br />

ım taşıdığından dolayı rağbet gören ve gerçekte toplum ve birli ğimiz için<br />

zararlı olan yayınlardır. Burada Ilahiyat Fakültesinin a ğır ba şlı yayınları<br />

bir istisna te şkil eder.<br />

Devlet kar ışmamak ve incitmemek titizli ği içinde bu gibi seviyesiz yayınları<br />

hoş görmektedir. Halbuki özgür ve yeterli bir yay ın ve ir şat kurulu,<br />

Devletten daha yetkili olarak bu gibi yanh şhkları önleyebilir. Yine bu kurul<br />

toplumda ayırıcı, dinde karıştırıcı ve medeniyette utandmc ı olan bu yayınları<br />

kolayca denetleyebilir.<br />

Batıda Uyikliğin üçüncü bir şartı ve temelli dayana ğı olan mali kaynak<br />

bizde yalnızca Devlet bütcesinden sa ğlanmaktadır. Bu hem din ve devlet<br />

ayırımına hem de dinin ba ğımsızhğına aykırıdır. Zira nasıl ba şkas ının parasıyla<br />

geçinen bir kimsenin ba ğımsızlığı söz konusu olmazsa devletin yard ı-<br />

mıyla geçinen bir kurumun da ba ğımsızlığı kağıt iizerinde kal ır.<br />

Bat ıda kilisenin yararland ığı mali kaynaklar memleketimizde önceleri<br />

vardı ve bugün de vard ır. Evkaf idaresi din adamlar ının bağışlarıyla kurulmuştur.<br />

Devlet bütçe gerekleri dolay ısiyle bunları yönetimine almıştı. Bu<br />

o zaman için do ğru bir yoldu. Fakat bugün bunu pekala kurulacak olan<br />

din kurumuna geçirerek yaln ızca mali yönden bir devlet deneti ile yetinilebilir.<br />

Bu arada ihtiyaç fazlalar ımn tekrar kamusal kurumlara iadesi ve ba-<br />

134


ğışlanmas ı da mümkündür. Böyle yap ıhrsa din kurumu kendi mali kaynaklarına<br />

dayanarak daha verimli çal ışmak yolunu bulur. Sosyolojik bakımdan<br />

dinin en önde gelen görevi, toplum fertlerini birbirine yakla ştırmak,<br />

ve birle ştirmek oldu ğuna göre bu kurum memleketteki az ınlıklara kar şı<br />

ve hattâ ba şka dinlere kar şı daha tatl ı davranabilir. Böylece toplumumuzda<br />

ayine', kırıcı ve inkarc ı bir dini tutum yerine birle ştirici, ho şgörücü ve insanhk<br />

ülkülerine ba ğlı bir din hayat ı başlar. K ısacası, memleketimizde layikligin<br />

iyice yerle şmesi iyi ve yeterli din adamlar ı yeti ştirmeye ve bunlar yetişinceye<br />

kadar hafif bir devlet denetinin devam ına, dini ö ğretim, yay ım ve<br />

irşatlar ı güzelee ayarlamaya ve din kurumunu ve kutsall ığı ve yüceliğiyle<br />

orant ıh mali imkanlara kavu şturmaya bağlıdır.<br />

B— BATIDA IİYIKLIK<br />

Ayd ınlanma devrine kadar olan devre<br />

Hıristiyanhk güçlü bir devlet te şkilatı ve geli şmiş bir hukuk düzeni<br />

olan Roma imparatorlu ğu içinde gözlerini dünyaya açt ı. İsa'nın dünya düzeni<br />

ile u ğra şmas ını gerektiren bir sebep yoktu. Bundan dolay ı İsa kendi<br />

adamlarına, Kayserin hakk ım Kaysere, Tanrnun hakk ım Tanrıya veriniz<br />

(Rendez done a Cesar ce qui est â Cesar, et â Dieu ce qui est â Dieu) (Kitab— ı ,<br />

mukaddes, Matta incili XXII. bap, 21. ayet.) n halde H ıristiyanl ıkta ba ş -<br />

langıçtan beri din ve devlet ayr ımı var demektir. İsa dini, havarilerin çalışmas<br />

ı sayesinde küçük cemaatler halinde bir din oluverdi. Aziz Pavlus (St.<br />

Paul) Roma imparatorlu ğunu yeni dini yaymak için en uygun bir zemin<br />

bulmuş ve verdiği vaizlerle pek çok taraftar toplam ıştı<br />

Neron devrinden Diocletien'lere kadar gelen imparatorlar ın çoğu bu din<br />

mensuplarına kar şı kovuşturma ve i şkence yapt ırmıştı. Ba şlangıçta küçük<br />

cemaatler halinde bulunansH ıristiyanlar zamanla kendilerine birer kilise edinmişlerdi.<br />

Bu kiliseler yöresel (mahalli) gereklere göre kurulmu ş, daha sonra<br />

ulusal bir nitelik kazanm ışlard ır Bu arada Fransada, Frans ız kilisesi (Eglise<br />

Gallicane), İstanbulda Bizans Rum Ortodoks kilisesi, Ingilterede Anglikan<br />

kilisesi (Eglise Anglicane), Luther ve Kalven'in etkisi alt ında Protestan<br />

kilisesileri (Eglises Protestantes) kurulmu ştu. Romada ilk Piskopos St.<br />

Pierre (Aziz Petrus) olmu ştu.<br />

Büyük Konstantin 313 y ılında yay ınladığı Milano Fermaniyle (Edit<br />

de Milan) İsa dinini resmi devlet dini olarak tan ımış ve St. Pierre'i ilk papa<br />

olarak tamm ışt ı Fakat Hıristiyanl ıkta ilk hareket, Bizansta ba şlamış sayılabilir.<br />

Konstantin 325 y ılında İznikte bir genel ruhani meclis (Concile 0ecumenique<br />

de Nicee) toplad ı. Buradan Arianizm (Arianisme) in reddine<br />

135


karar ald ı 10. Ayrıca bütün mezhepler birle şerek Hıristiyanlık devlet dini<br />

haline geldi. /inan ın temel şartları Iznik sembolü (Symbole de Foi de Nicee)<br />

ad ı alt ında topland ı ". Bu konu şmalar sonunda imparator hem dinin<br />

hem de devletin ba şkam oldu. Bu şekle Anglosaksonlar CAESARO-PAP İSM,<br />

Frans ızlar ise BYZANT İNİSME derler. Bizantinizm deyimi dinin devlet<br />

hizmetinde olmas ı anlam ındadır. Fikrin zorbahk etkisi alt ında kararmas ı<br />

da bu terimle anlat ılır. Dikkat edilirse burada bir otokrasi ile teokrasi Kayserin<br />

şahsında birle şerek Bizantinizm denilen sistemi meydana getirmi ştir.<br />

Fikir ve din konusunda yap ılmış olan bu bask ı bazı tepkiler uyand ırdı.<br />

Genel din meclisleri (Concile oecumeniques) kar şısında bazı muhalif guruplar<br />

belirdi. Mesela, Suriye ve Mezapotamyada 6. yüzy ılda Monofizit (Monophysite)<br />

olan Jakobit (Jacobites) mezhebi kurulmu ştu 12. Yine 4. yüzyılda<br />

Mezopotamya ve İranda kurulmu ş olan Nesturi kilisesi (Eglise Nestorienne)<br />

bu aradad ır 13 . Batı dilinde Heterodoxe denilen bu mezheplerin<br />

amac ı H ıristiyanlığı saf şekle sokmak ve Incil hükümlerine ba ğlı kalmakt ır.<br />

Roma imparatorlu ğunun do ğu kanad ında din ve devlet münasebetleri<br />

bu manzarada iken bu alemin bat ı kanadında da Katolik kilisesi devletle<br />

birle şiyordu. St. Pierre yerine geçen papa dini ba şkan olarak vazife gördü.<br />

Dinde bir mertebeler düzeni (Hierarchie) kuruldu. Bu tutumu ile katolik<br />

kilisesi, vicdana daha ba ğımsız bir yer b ırakmış oluyordu. Din adam ı ile<br />

din adam ı olmıyanlar, birbirinden ay ırt edilerek, din adam ı, a şırı istekleri<br />

olmayan ve kendisini din i şlerine bağlayan bir kimse olarak kald ı. Din adam ı<br />

olmayan kimseler a şırı istek, tutkunluk ve tinsel güçsüzlükleriyle dünya<br />

adamları olarak kalmışlardı.<br />

10 Arianisme, Iskenderiye rahiplerinden Arius'un doktirinidir. Bu zata göre, Tanr ı birdir.<br />

Akanami selase aynı cevherden gelmedir. İsa yani oğul yoktan var olmu ştur. Esas ında mükemmel<br />

olmakla beraber, Allah de ğildir.<br />

11 Iznik sembolü (Symbole de Foi de Nicee) bizdeki amentü benzerinde dinin esaslar ım<br />

gösteren bir formüldür. 325 tarihinde iznik konsilinde kabul edilen şekli şöyledir. Görülen ve<br />

görülmeyen her şeyin yarat ıcısı olan Isa'ya inamyorum Tanr ının tamzsı, ışıklann ışığı,<br />

gerçek tanr ımn gerçek talim' baba cevherinden meydana gelmi ştir. Baba cevherinden<br />

doğan ve kendisiyle yer ve gök yarat ılmış olan efendimize inamyorum. 380 y ılında Ruh-ül<br />

Kudüs hakkında yap ılan değişikliği Yunanlılar kabul etmemi şlerdir. Bk. Larrousse du XX'eme<br />

siecle, Symbole de Nic ı,;e maddesi)<br />

12 Monofizit (Monophysite) veya Monophysitime diye adland ırılan doktrin Hıristiyanhkta<br />

tek varlığı kabul eder. Bunlar İsadaki iki kişiliği (Ili)hi ve İnsani) tammazlar. Ve yine<br />

bu mezhebin iddiasma göre, tanr ısal kişilik insani kişiliği yutar Bunlar s ıkı bir şekilde teşkilatlanmışlardır.<br />

Üç kiliseleri vard ır. Bu kiliseler bağımsızdır. Bunlardan biri Ermeni kilisesi<br />

(Eglise Arm6ıienne), ötekisi Yakubi kilisesi (Eglise Jacobite) olup Suruyededir. Üçüncüsü<br />

ise Mısırdaki Kıpti kilisesidir. (Eglise Copte)<br />

13 Nestorius taraf ından kurulmu ştur. Bu mezhep Isada birle şmiş iki kişilikten insani<br />

yönü över. Mezhebin ad ı, Nestorianisme'dir. Efes konsilince doktrini reddedilmi ştir<br />

136


Kilise insanlar ın iç hayatını temizlemek üzere zaman zaman onlar ı günah<br />

çıkarmıya ça ğırıyordu. Bu günah ç ıkarma veya itiraflar (Confessions) küçük<br />

odacıklarından başlıyarak 5. yüzyılda ya şamış olan St. Augustin ve 18. yüzyılda<br />

ya şamış olan Rousseau da en yüksek şeklini almıştır Günah ç ıkarmanın<br />

esası İsa'nın havarilerine verdi ği demeçten ç ıkarılmaktad ır. Gerçekten İsa<br />

havarilerine: "Günahlar ınızı kime verirseniz onda kalacakt ır" demi şti. Bu<br />

durum ile katolik kilisesi iç alemi işlemek yolunda çalışmalar ını, devlet otoritesinden<br />

uzak olarak gerçekle ştirmiştir 14.<br />

Az sonra Roma imparatorlu ğunda bir barbar sald ırısı ba şlamıştı. Bu<br />

durum kar şısında papalar, ruhani otoriteleri yan ında aynı zamanda cismani<br />

bir otorite kurmaya kalkt ılar. Papal ık makamı bugünkü anlamda bir üstün<br />

devlet (Super —Etat) durumuna geldi. Bu s ıralarda, her ne kadar Do ğu da<br />

barbar sald ırısına u ğramışsa da büyük ölçüde olmamış ve yine Do ğu kilisesinde<br />

Bizans İmparatorlar ı, İstanbulun Türkler taraf ından alınmas ı tarihi<br />

olan 1453 yılına kadar hem devlet ba şkanı hem de din önderi olarak saltanat<br />

sürmü şlerdir. Bu duruma göre, Do ğuda bir Ortodoks kilisesi, Bat ıda da papahk<br />

makamına ba ğlı bir katolik kilisesi kurulmu ş oldu. Imparatorlu ğun her iki<br />

ucunda kilise ve devlet birle şmiş bir durumdadır. Fakat bu birle şme Do ğuda<br />

imparatorun cismani ve maddi nüfuzunu dine te şmil etmesi daha do ğrusu<br />

imparatorluk ( İMPER İUM) ve Rahiplik (SACERDOT İUM) sıfatlarını şahs ında<br />

birle ştirmesi, Bat ıda ise, esas ında dini bir karakter ta şıyan papamn cismani<br />

bir otorite olmak iddiasiyle, dünya i şlerine kar ışmas ı<br />

çıkmıştı 15 .<br />

şeklinde ortaya<br />

Büyük devrime kadar Fransada Bourbon soyu devam etmi ştir. Bu devirde<br />

mülki bölüntüler kilise bölüntüleri ııin aynı olduğu gibi, her yerde yarg ılama<br />

yetkisi din mahkemelerinin elinde idi. Kilise evrensel nitelikte olan dini kanunların<br />

dünya münasebetlerinde uygulanmas ını istemekte idi. Roma imparatorlu<br />

ğunda katolik dininin resmi din olarak tan ınmas ını ve St. Pierre'in<br />

papa olarak tan ınmas ında/1 sonra kilise imparatorluk kanunlar ı yerine<br />

kendi kanunlar ın' uygulamaya kalkmış ve dünya i şlerine karışmak için<br />

fırsat ı kaçırmamış idi. Kilisenin bu büyük hayalini gerçekle ştirmeye yardım<br />

eden bir sebep te Avrupada feodalite sisteminin yay ılmış olmas ıdır. Senyörler<br />

kar şısında kendilerini zay ıf bulan k ırallar, nüfuzlar ını artt ırmak için<br />

kiliseden yard ım beklediler. Böyle bir durumda vicdan özgürlü ğü aramak,<br />

rasyonel olan bilgiyi do ğmatik olan kilise hukukundan ay ırmak ve dinle<br />

devlet ay ırımından bahsetmek yersiz olurdu. Bereket versinki bir süre sonra<br />

bu karanlığı yaran ve insanl ık tarihine şan veren iki büyük hareket olmu ştur.<br />

14 Sosyoloji Dünyas ı Cilt, 1. No 1. S. 32-33.<br />

15 G. Mensehing, sociologie religiouse, R. Jundt çevirmesi. 1951, Sahife 137.<br />

137


Bunlardan biri reform öteki ise rönesanst ır. Rönesans daha çok sanat ve bilim<br />

hayat ında bir uyanmad ır. Yani bununla fikre vurulan s ıkı pranga ve<br />

bağlar sökülmü ş ve kültür ya şayışı karanl ıktan nurlu ufuklara yönelmi ştir.<br />

Reform'un amac ı siyasi ve dinidir. Refarm'un amac ı siyasidir; çünkü katolik<br />

kilisesinin fikir, vicdan ve dünya i şlerinde insanlığın boynuna geçirmek<br />

istediği boyunduru ğa atmak hedefini güder. Dinidir; çünkü dinde yerle şen<br />

yanlış görü şleri gidererek dini normal s ınırlarına getirmek amac ını gütmüştür.<br />

Bu iki hareket de çok çabuk yay ılmışt ır.<br />

Zamanla k ırallar ülkelerini feodalitenin etkisinden kurtararak güçlü<br />

ve etkili bir duruma gelince ilk i şleri, kilisenin ve dolayısiyle papalar ın siyasi<br />

nüfuzunu yok etmek veya onlarla bu yetkileri payla şmak oldu. Ingilizler,<br />

birinci yolu tuttular ve 1547 y ılında protestanlığı kabul ederek papal ıktan<br />

ayrıldılar. Kendini güven içinde gören Fransa k ırah I. Fransuva (François<br />

I.) ise papa ile 1516 yılında bir anla şma (konkordat) yapm ışt ı 16 . Fakat her<br />

iki şekilde de din ve devlet ay ırımı yoktur.<br />

Roma Imparatorlu ğunun bat ı ucundaki barbar sald ırısı durumu allak<br />

bullak etmi ş ve bundan da en büyük fayday ı papahk makam ı sağlamıştı .<br />

Bu hal uzun zaman devam etmi ştir. Avrupa k ıt'as ında 1547 tarihinden<br />

başlayarak papalarla bütün ba ğlarını koparan İngiltere bir yana b ırak ıhrsa<br />

din ve devlet münasebetlerinde Fransan ın arzetti ği durum konumuz için çok<br />

aydınlat ıcıdır. Zaten Jul Seza= "Geldim, gördüm, yendim" (Yeni, vidi, vici)<br />

rumuzu ile alındığını bildirdiği Galya bugünkü Fransa, Belçika ve İsviçreyi içine<br />

alan büyük bir ülke idi. Bu sebeple Reform ve Rönesans hareketlerini de<br />

içine alan ve böylece ayd ınlanma devrine kadar gelen zamandaki din ve<br />

devlet münasebetlerini Fransa tarihi sinesinde inceleyecek olursak hiç de<br />

yanlış bir yola sapm ış olmayız. Şu kadar ki k ıt'a gerekimlerinden uzak ve<br />

geçimini ba şka yerlerde aramak zorunda kalan Ingilterenin özel durumunu<br />

bunun dışında tutmak şartt ır. Aksi takdirde İngiliz lâyikli ğinin gerçek manas<br />

ı anla şılmamış olur.<br />

2. Fransız devrimine kadar olan devre<br />

Barbar sald ırısından sonra ilk şef Clovis idi. Bundan sonra Pepin le B ı ef<br />

gelmiş, bunu da o ğlu Şarlman (Charlemagne) takibetmi şti.<br />

Birinci François'nin yapt ığı anla şmanın amac ı Papal ık makam ının<br />

kendi uyru ğu üzerinde elde etmi ş olduğu siyasi nüfusu payla şmak yani dün-<br />

16 Bir din önderi ile bir devlet ba şkanının anla şmasına devletler hukukunda "Konkordato"<br />

(CONCORDAT) derler.<br />

138


ya işlerinde Krallığın da söz sahibi olmas ın ı sağlamakt ı. Fakat kırallarm<br />

bile bu devirde çok H ıristiyan (Roi tres chretien) ad ve s ıfat ım ta şıdıkları<br />

dü şünülürse Konkordatonun vicdan özgürlü ğünü sa ğladığı yolundaki kanaat<br />

ın yanh şlığı anla şılır.<br />

Papahk mertebeler düzenine ba ğh geniş te şkilat ı ile kırallardan daha<br />

üstün bir rol oynamakta idi. Papa katoliklere sadece din konusunda Manacaklarnu<br />

de ğil, aynı zamanda yapacaklar ı ba şka i şlerde de emir vermekte<br />

idi. Papanm gösterdi ği şeylerden ba şkasına inanmak do ğru yoldan sapma<br />

(Heresie) emretti ği şeylerden ba şkas ını yapmak itizal ve ayr ılma (Schisme)<br />

say ıhrdı. Bunlar ın her ikiside a ğır cezalar ı gerektirirdi. K ıral şöyle diyordu.<br />

(Katoliklik uyruklarımız ın zorunlu dini olacakt ır. Biz do ğru yoldan sapmay ı<br />

(Heresie) cezaland ıraca ğız. Ve bunu yapmakla Krallığın niyetlerine ayk ırı hareket<br />

etmi ş olamıyaca ğız. Din kanunlarma devlet kanunu kuvvetini verece ğiz.<br />

Papazlara imtiyaz verece ğiz. Fakat buna kar şılık iman konusu dışında<br />

kendi topra ğımızda hâkim olaca ğız. Ba ş Papazlar ı ben seçece ğim. Papazları<br />

da bu ba ş Papaz seçecektir. Papa da bunlar ı tastik edecektir. Disiplin ve<br />

Yönetim bak ımından bunların hepsi benim emrin alt ında olacakt ır) 17 .<br />

Papa X. Leon bu şart ı kabul edince Fransada oldukça özgürlü ğü olan<br />

bir Kilise kuruldu. Bu Konkordtoyu layiklik yolunda büyük bir a şama saymak<br />

doğru olmaz. Zira Pretostanlar ı<br />

şirin uyruklar ında kana boyayan<br />

Saint—Barthelemy k ılıçtan geçirme buyru ğunu 24 a ğustos 1572 gecesi bu<br />

Konkordatoyu imzalayan devlet ba şkanı vermi şti. En de ğerli bir hak olan<br />

vicdan özgürlüğü henüz yoktu. Hukukun ana ilkesi din birli ğine dayan ı -<br />

yordu. Katoliklik devlet dinidir. Dinden sapanlar suçludurlar. 1598 y ılinda<br />

IV. Henrinin çıkardığı Nantes ferman ını on dördüncü Lui (Louis 14) 1685<br />

yıl ında kald ırarak Protestanlar ın ki şilik durumlar ı (ahvali şahsiye) na ili ş -<br />

kin sicillerini bat ıl saymıştır.<br />

Onbe şinci Lui (Louis 15) nüfus kayd ına müsaade eden 1787 tarihli fermanında<br />

hiç bir yolla vicdan özgürlü ğünü aklına getirmemi ş ti. Şimdi durumu<br />

aydınlatmak üzere bu fermandan biraz okuyahm•<br />

"Yalnız katolik dini genel dinin şeref, hak ve imtiyaz ına maliktir. Katolik<br />

olmıyan diğer teb'anuz devletimizde kurulmu ş düzen içinde her türlü<br />

tesirden yoksun olacakt ır. Bunların krallığımızla beraber olmak kudretinden<br />

her zaman için uzak olduklar ı önceden bildirilmi ş olup kendileri<br />

alelade inzibat kaidelerine ba ğlı tutulacaklard ır. Kanun onlara di ğer<br />

17 Lâiklik 1. Istanbul, 1954 s. 28<br />

139


tebeam ız gibi, medeni haklardan istifade için tabiatla reddedemedi ği haklardan<br />

ba şka bir hak tamm ıyacak, yani onlar ın yalmz doğumlarma, evlenmelerine,<br />

ölümlerine ba ğlı haklardan ba şka haklar ı olmıyacaktır 18... Görülüyor<br />

ki burada vicdan özgürlü ğünden, lâyiklikten, din ve devlet ay ırımından<br />

söz etmek yersizdir. Buna kar şıl ık Ingilterede din özgürlüğü Fransadakinden<br />

ba şka bir yol tutmu ştur. Elizabeth'in devletin Kilise i şlerinde üstün<br />

bir rol oynamas ı esasına dayanan politikas ı, resmi Kiliseye gelmek istemeyenlerin<br />

özel ibadetlerine müsaade eden ve onlar ı medeni haklardan yoksun<br />

b ırakmayan geçici bir anla şma ile sonuçlandı. 17. yüzyılda din düşmanlarımn<br />

artmasiyle Roma Katolik Kilisesi ile Anglikan Kilisesine ba ğli olmayanlara<br />

(Noncorfomist) büyük bir şüpe ile bak ıhyordu. Bunlar yaln ız<br />

Anglikan Kilisesi için de ğil, aynı zamanda devlet düzeni için de tehlikeli sayıhyorlardı.<br />

Katolikler Papa taraftan, Nonkorformistler ise mutlak doktrinler<br />

aleyhtar ıdır. Cromwell'in 1647 y ılında yapt ığı anayasa bu konuda bir<br />

dönüm noktas ı sayılır. Bu anayasa, kanun çerçevesinde Protestanlara tam<br />

bir özgürlük verdi ği halde Katoliklere kar şı en ufak bir musamahada bulunmuyordu.<br />

Fakat zulüm ve i şkence politikas ının art ık bayatlam ış olduğunu<br />

ve bundan böyle sökmiyece ğini İkinci Charles'in 1672 y ılında yayınladığı<br />

suçları ba ğışlama bildirisi ( İndulgence) daha aç ık olarak belirtmekteydi.<br />

Bu bildiri Katoliklerle Anglikan Kilisesinden ayr ılan protestanlar ın menfaatlanna<br />

uygundu. Böylece dini zulüm ve i şkencenin ortadan kalkmas ı<br />

gerek iç güvenlik ve gerekse ticari gereklere uygun görülüyordu. Zira tüccarların<br />

büyük çoğunluğu Non Korformistler aras ında olup bu alandaki etkileri<br />

çok önemli idi. II. Willam' ın 1689 yılında yayınladığı ho şgörme yasas ı<br />

(act of toleration) bu dü şüncenin mant ıki bir sonucuydu. Bu yasa kanun<br />

çerçevesi içinde ve katolikler müstesna olmak üzere herkes için gerçekten<br />

ho ş görürlüğü temellendirmi ş bulunuyordu 19 .<br />

3. Bugünkü anlamda layikliği doğuran olaylar<br />

Yukarıdaki aç ıklamalardan 18. yüzy ıla gelinceye kadar Devletin dini<br />

bir temele ba ğlanmış olduğu anla şılıyor. Hükümdar nazari olarak yetkisini<br />

doğrudan do ğruya Tanrıdan aldığı için ancak ona kar şı sorumlu idi. Zira<br />

Bütün Güç Tanndad ır (Omnis Potestas a Dei). Devletin resmi dininde olmayanlar<br />

için siyasi bir hak tan ınmazdı . İngiltere ve Prusya bir dereceye<br />

kadar özgür ülkelerdi. Fakat bunlara ra ğmen genel manzara yukar ıdaki<br />

18 L'diklik 1. aynı eser Nazım Poroy'un makalesi s. 29.-Bk. Bartelmi, hukuku idare (M.<br />

Atıf tercilmesi) s. 477.<br />

19 Bk. E. S. S. cilt 13 S. 243<br />

- 140


şemada oldu ğu gibiydi. Layikliğin gelişmesi bakımından 18. yüzy ılın ikinci<br />

yarıs ı çok ilgi çekicidir. Burada lâyiklik konusunda biri Amerika, ötekisi<br />

Fransada patlak veren iki büyük devrimden söz açmak gerekir. Rönesans ın<br />

sanat ve bilimde, Reformun ise din ve siyasette yapm ış olduğu değişmeleri<br />

bu iki devrim siyaset ve Devlet anlar şuıda yapmış ve ça ğımız ın kutsal bir<br />

ilkesi say ılan Lâyiklik en kuvvetli destek ve kayna ğını bu iki olaydan almıştır.<br />

Şimdi bunlara k ısaca bir göz atal ım:<br />

a) Amerika Birleşik Devletleri ııdeki Devrim Anlayışı<br />

Bu memlekette Devrim ba ğımsızlık sava şı ve anayasa çal ışmaları olarak<br />

gözükmektedir. Burada Devrimlerin bütün yönlerini aç ıklamak söz konusu<br />

de ğildir. Sadece lâyiklik ve din özgürlü ğü ile ilgili değişmeler ele al ınacaktır.<br />

Bunlar 1776 y ıhnda yayınlanmış olan İnsan Hakları Beyannamesinden<br />

ilham al ırlar. Frans ızlar buna (D&laration des droits de l'homme), anglosaksonlar<br />

(Human Rights) derler. Amerikan Anayasas ının dinle ilgili maddeleri<br />

şunlardır:<br />

1) Parlamento bir din kurmak veya din özgürlü ğünü kald ırmak için<br />

kanun yapamaz. (Anayasa Ek. Madde I.) Bu hüküm Federal İdare kadar<br />

sayısı 49 u bulan Federe devletleri de ba ğlar.<br />

2) Din veya Tanrıya borçlu olduğumuz ödev ve bunun yerine getirilmesi<br />

kuvvet veya şiddetle de ğil, akıl ve kanaatla idare edilebilir. Herkes e şit bir<br />

tarzda vicdan ının emrettiği gibi dininin gereklerini yapmak özgürlü ğüne<br />

mâliktir.<br />

3) Amerikan kongresi hiçbir zaman bir dini hakim din olarak ilan<br />

edemez ve herhangi bir din mensuplar ının ibâdet ve dini törenlerini serbestçe<br />

yapmalarını yasak eden bir kanun yay ınlayamaz. (Bu son madde Jefferson'un<br />

tesiriyle konmu ştur.)<br />

Burada İnsan Haklar ı Beyannamesi ile Anayasa maddeleri o kadar<br />

açıktır ki hiçbir yorumu gerektirmez.<br />

b) 1789 Frans ız Devrimi<br />

Frans ız Devrimi bir çok yönlerden konuyu ilgilendirir. Bu bak ımdan<br />

üzerinde durulmaya de ğer. Zira bu Devrimden layik bir din anlay ışı ve Anayasaya<br />

ba ğli bir Devlet tipi do ğmuştur. Gerçi Amerika bu i şlere Fransadan<br />

daha önce ba şlamış hattâ İngiltere bu konuda çok tipik uygulamalar yapm ış<br />

141


ise de Toplum ve siyaset alan ında dünya ölçüsündeki de ğişmeleri frans ız<br />

Devrimine borçluyuz. Devrimden önce devlet k ıralcı, hükümet dinci ve memle<br />

ket anayasas ızdı. Kiral yetkilerini Tanr ıdan aldığını savunur ve ruhbana<br />

dayanırdı. Baz ı kırallar devlet benim (L'Etat c'est moi) diyecek kadar a şırı<br />

iddialara giri şmişlerdi. Devlet otoritesinin kar şısında en güçlü örgüt papaz-<br />

,<br />

ların kurdu ğu din dernekleriydi. Bu derneklere bat ı dilinde Congregation<br />

(Kongregasyon) derler. Bunlar medeni hukukta rastlanan cemiyet ve derneklerden<br />

farkl ı idi. Bu derneklere giren üyeler ba şka der ııeklerden farkl ı<br />

olarak bir adak (Voeu) adarlard ı. Üye derne ğe girmekle ya iffet, ya fakirlik<br />

yahut ba ğlılık nezrederdi. Zengin derne ğe girmekle yar ını yoğunu ona b ırakır;<br />

yoksul ise bütün varlığıyla derne ğe bağlan ır ve kilisenin bir kölesi olurdu.<br />

Bu yol derne ği hem zenginle ştirir, hem de onua güçlü k ılard ı. Böylece<br />

devrim öncesi Fransada kar şıt kuvvetler olarak K ıralhk ve Din Dernekleri<br />

bulunmakta idi.<br />

Fransada bir de s ınıfları temsil eden meclis vard ı ki bunun adı S ınıflar<br />

Meclisi (Etats Generaux) idi. Bu meclis ola ğan üstü veya vergi almak<br />

için kırahn ça ğrısıyla toplan ırd ı. XVI. Louis 1789 y ılında bu meclisi<br />

topladı. Meclis, papaz, avukat, ö ğretmen, asilzade gibi renk renk üyelerden<br />

kurulmakla beraber iki konuda üyeler birle şmişti. Bir kere, hepsi k ı-<br />

rahn keyfi davran ış ve yolsuzluklar ından şikayet ediyorlard ı. Bu yönden<br />

üyelerin hemen hepsi k ıral ve yönetim aleyhtar ı idiler. İkinci olarak 18.<br />

yüzyılın, yüzünü a ğartan büyük filozoflar ın hak, özgürlük ve e şitlik konusundaki<br />

fikirlerini benimsemi şlerdi. K ıral durumu anlay ınca meclisi da ğıtmak<br />

istedi isede Mirabeau ate şli hitabesiyle haberi getirene, millet iradesiyle<br />

topland ıklarından kendilerini ancak süngü kuvvetinin ç ıkarabilece ğini hatırlatarak<br />

kafa tuttu ve bunun üzerine Meclis i şi ele aldı 20 .<br />

Meclis her şeyden önce memlekete bir ana yasa vermek amac ında idi.<br />

Bu sebeple kurucular meclisi (Assemblee Constituante) ad ını aldı. Meclis<br />

anayasadan önce 3 kas ım 1789 tarihli insan ve yurtta ş hakları beyannamesini<br />

(D eclaration des droits de Phomme et du citoyen) yay ınladı. Bu beyannamenin<br />

bir çok yönleri vard ır. Bunlardan biri de bizi ilgilendiren din konusudur<br />

21 .<br />

Hiç kimse, dini de olsa, kanaatlar ından dolay ı tedirgin edilememelidir.<br />

Yeter ki bu kanaatlar ın aç ıklanması kamu düzenini bozmas ın.<br />

20 Mirabeau haberciye şöyle söylemişti : Allez dire â votre maitre que nous sommes<br />

ici par la volonte du peuple et nous n'en sortirons que par la force des baionnettes.<br />

21 Bk. Petit dictionnaire de droit Dalloz, "De'claration des droits de l'homme et du citoyen"<br />

maddesi.<br />

142


(Nul ne doit etre inquiete pour ses opinions, meme religieuses, pour vu que<br />

leur ınanifestation ne trouble pas l'ordre puplic etabli par la loi).<br />

Fransadaki bu hareket iki cepheli idi. Bir yandan k ırallığa kar şı bir ayaklanma,<br />

öte yandan ruhbana ve dolay ısıyla papaya ve onun nüfuzuna kar şı<br />

bir rest çekmekti. K ıral bu durumu hiç bir yolla önliyemedi ği gibi kaçarken<br />

de yakaland ı. Devrim sıras ında bir çok suçsuz kimselerin kanlar ı akt ı .<br />

Devrimciler bu s ırada baya ğı kana susam ışlardı, 0 kadar ki bunlardan birisi<br />

mezar ta şına şu sözleri yazd ırmıştı : "Yolcu benim ölümüme a ğlama; çünkü<br />

ben sa ğ olsayd ım sen ölecektin." (Passant ne pleure pas ma mort, si j'etais<br />

vivant tu serais mort.)<br />

Kurucular meclisinin ilk i şi ruhban bir sivil te şekkül (Constitution civile<br />

du clerge) haline sokmak oldu. Bunun için 88 maddelik bir kararname ç ıkarıldı.<br />

Bu kararnameye göre papazlar memurla ştırılmakta idi. Papazlar di ğer<br />

memurlar gibi seçime ba ğlanıyorlard ı. Bu seçimleri iki metropolit kontrol<br />

edecekti. Metropolitin karar ı sivil mahkemelerde son olarak hükme ba ğlanacakt<br />

ı. Seçimi yapacaklar aras ında protestanlar bulundu ğu gibi yahudiler<br />

bile vard ı. Ruhbanın ayl ıkları da bir kararnameye ba ğlanmışt ı. Fakat papaz<br />

seçiminin onanmas ı gibi işlerde papan ın sözü bile geçmiyordu. Kurucular<br />

meclisinin aldığı bu kararlar tarafs ız bir gözle incelenecek olursa bunla ı a<br />

toplumsal ve hukuki yönlerden tak ışılabilir. Toplumsal yönden, meclisin<br />

gösterdi ği bu tepki normal, s ınırları a şmış ve devrimcileri sald ırgan bir duruma<br />

getirmi şti. Hukuki bakımdan da i şte ayk ırılık vard ı, zira meclisin ald ığı karar<br />

kilise hukukuna (Droit canonique) ayk ırıydi. Bundan ba şka Birinci François<br />

ile papa aras ında yap ılan konkordato iki tarafh oldu ğundan hükümleri devletler<br />

hukuku gerekimlerine göre, ancak iki taraf ın istekleriyle de ğiştirilebilirdi.<br />

Halbuki kurucular meclisi bunu tek tarafl ı olarak bozmu ştu. Ruhbanın büyük<br />

ço ğunluğu meclisin bu karar ını tanımak istemedi. Meclis ruhban muhalefetini<br />

yenmek için devlete ba ğlılık yeminini mecburi k ıldı 22 . Bunun üzerine,<br />

papazlar ın bir kısmı, işleri b ırakt ığından bir çok kiliseler papazs ız kaldı .<br />

Bu hareket Fransaya özgü sald ırgan lây ıkhk diye vas ıflandıraca ğımız hareketin<br />

önemli bir a şamas ıdır. Kurucular meclisi bir anayasa yapt ıktan sonra<br />

da ğılmıştı. Yerine kanun koyucular meclisi (Assemblee Legislative) topland ı .<br />

Bu da yerini daha gen ş bir anayasa yapmak üzere konvansiyon meclisine<br />

(Convention nationale) b ırakt ı Konvansiyon geni ş bir anayasa yapt ı ise<br />

de bu uygulanmad ı. Bu s ırada devrim alm ış yürümüştü. Kan gövdeyi götü-<br />

22 Bağlılık veya Sadakat yemini söyle idi : Je reconnais que Funiversalite des citoyens<br />

français est le souverain, et je promets obeissanee et soumission aux lois de la Repoublique.<br />

(Frans ız yurtta şları bütünlü ğünün egemen oldu ğunu kabul eder ve Cümhuriye kanunlarına<br />

itaat etme ğe ve ba ğlı kalmaya söz veririm.<br />

143


üyordu. Ünlü bir general bu durumdan yararland ı. Napolyon ilk önce<br />

papalık makamıyla anla şarak 1802 tarihinde bir konkordato imzalad ı. Böylece<br />

Napolyon ilk meclisin att ığı adımı geri almış ve nüfuzunu artt ırmak<br />

amacım gütmü ştü İkinci a şamada Napolyon kendine uygun bir anayasa<br />

yapt ırdı. Fakat art ık durumun de ğiştiğini kendisi de anlamış olacak ki yap ılan<br />

anayasada Fransan ın resmi dini katoliktir" cümllesi yerine "Fransada ço ğunluğun<br />

dini katoliktir" maddesini koydurdu. Napolyonun bu davran ışı<br />

gerici ve geriletici bir hareket olarak vas ıflandırılabilir.Konkordato rejimi Fransada<br />

din ve kilisenin ayr ılmas ı hakkındaki 1905 tarihli kanuna kadar devam<br />

etmi ştir. Napolyondan sonra yine tahta Burbon hanedan ından XVIII. Louis<br />

gelmişti Fakat durum o kadar de ğişmişti ki eskiye dönmeyi ne memleket<br />

hazmedecek durumda idi ne de böyle bir şey meclisten geçebilirdi. Nitekim<br />

Napolyon anayasas ı yerine yap ılan anayasada dinin katolik olaca ğı açıklanmakla<br />

beraber ayni anayasan ın be şinci maddesinde herkesin dinini e şit bir<br />

özgürlükle ta şıyaca ğı ve tören yapmak için ayni himayeyi görece ği belirtiliyordu.<br />

O kadar ki X. Charles'dan sonra gelen Orlean soyundan Louis<br />

philipe yeni anayasadan devlet dini ile ilgili sözleri bile ç ıkarmıştı.<br />

Böylece lâyiklik anlay ışı ve vicdan özgürlüğü art ık ka ğıttan kalplere dökülmü ş<br />

ve benimsenmi şti.<br />

1848 de kurulan II. Cumhuriyet ve 1871 de kurulan III. Cumhuriyette<br />

lâyiklik ilkesinde sürekli ilerlemeler görülmü ştür. Yalnız meclisler de ğil,<br />

bilginler de bu alanda baz ı düşünceler ortaya atm ış ve ilkeyi savunmu şlardı.<br />

III Cumhuriyette en fazla bu konu üzerinde duran devlet adam ı ünlü hatip<br />

Gambetta'd ır. Jules Simon, Jules Ferry, Clemenceau, Emile Zola da bu<br />

arada söylenebilir.<br />

4) 1905 Kanunu<br />

Bugün uygulanmakta olan lâyiklik ilkesi kayna ğını kilise ve devletin<br />

ayırınu hakk ındaki kanun (La loi sur la separation des Eglises et de l'Etat)'<br />

dan almaktad ır. Bu kanun o zamana kadar uygulana gelen Napolyon konkordatosunu<br />

tek tarafl ı olarak feshediyordu. Bu kanunu ç ıkarmada iki türlü<br />

sebep vard ı : Uzak ve yak ın sebepler. Katolik kilisesinin merkezile şmesi<br />

ve lâyiklikliğin gelişmesi uzak sebepler aras ındadır. Katolik kilisesi, Vatikan<br />

konsilinin denet ve yönetimi alt ında gün geçtikçe merkezile şen bir yol<br />

tutmu ştu. Buna kar şılık Fransada kamu hizmetleri gün geçtikçe lâyikle ş -<br />

mekte idi. Birbirine z ıt olarak geli şen bu iki ak ıllı, Fransada din ve devlet<br />

ayırımı/la yol açmıştır. Fakat bu ay ırımın asil sebebini daha çok yak ın olaylarda<br />

aramak gerekir. Yak ın sebeplerin ba şında papan ın cumhurba şkani<br />

144


M. Loubet'nin Romaya yapaca ğı geziyi protesto etmesi, ikinci sebep,<br />

papalığın iki Fransız papaz ını istifaya zorlamas ıdır 23 .<br />

Projenin raportörlii ğiinü yapan me şhur Aristide Briand bu yakın sebeplerin<br />

nazara alınmadığını o zaman şu sözlerle ifede etmi şti: "Kilisenin devlet<br />

ten ayrılmasmı, siyasi kinlerimizi veya katolik dü şmanhğımızı gidermek<br />

için de ğil, fakat muhtelif din mesuplan aras ında barışı sağlayacak olan yegane<br />

rejimi kurmak için uygun bulmaktay ız."<br />

Bir çok tart ışmalardan sonra bu tasar ımn bel kemiği olan iki ilke kabul<br />

edildi. Birinci ilke, kamu düzenine ayk ırı olmamak şartıyla cumhuriyetin<br />

din, vicdan ve tören özgürlü ğünü garanti etmesidir. İkinci ilke, Cumhuriyetin<br />

hiç bir dini tanımamas ı, hiç bir dine yard ım etmemesi ve hiç bir dine bütçesinden<br />

ödenek ayırmamas ıdır.<br />

Kanun çıkt ıktan sonra papa, 11 şubat 1905 tarihli şiddetli bir bildiri<br />

yayınladı. Bu bildiride şu esaslar vard ı : Din ve devlet ay ırımı en büyük<br />

hatad ır. Bu ayırım tanrıya hakaret say ılır. Bu ayırım tanr ının kurmu ş<br />

olduğu düzeni altüst eder. Ve son olarak bu ay ırım dünyevi cemaata büyük<br />

zararlar verdirir 24 . Kanunun getirdiği yenilikler şöyle sıralanabilir:<br />

I — Devlet hiç bir din tan ımaz. (La republique ne reconnait aucun culte)<br />

2 — Din ile ilgili her türlü kamu te şkilatı kaidırdmıştır. (Toute organisation<br />

publique des cultes est supprimee)<br />

3 — Kanun kar şısında herkes gibi birer fert olan din adamlar ı (hademe-i<br />

hayrat) genel hükünrdere ba ğlıdırlar. (Les ministres du culte, simples parti<br />

culiers au regard de la ki, sont soumis au droi t commun)<br />

4 — Devlet, bütçesindeki yard ım bölümünden hiç bir dine para vermez.<br />

(La republique ne salaire ni un subventionne aucun culte)<br />

5 — Din törenlerini yapma ve ibadet yerlerinin bak ım giderlerini<br />

sağlamak üzere din dernekleri kurulmu ştur. (Les associations cultuelles sont<br />

formees pour subvenir aux frais a l'entretien et a l'exercice public du culte)<br />

6 — Kanun ruhbana yaln ızca ibadet yerlerini (Edifices des cultes) kullanma<br />

yetkisini verir.<br />

7 — Ruhbana ait mallar kurulacak din derncklerine devredilir.<br />

23 Bk. A. Autin Laicit et Libert de Conscience, Paris, 1930 sh. 176-178.<br />

24 Bk. A. Autin ayn ı eser, sh. 178-181.<br />

Din Sosyolojisi F. 10 145


8 — Din zab ıtas ı (POL İCE DES CULTES) Kamu düzenine ayk ırı olmamak<br />

üzere her dinin gereklerini serbestçe yerine getirmeyi ve törenlere katılmayı<br />

sağlayacak hükümleri ihtiva eder.<br />

Bir kısmını yukarıya aldığımız bu ilkeleri biraz de şince görülürki Fransada<br />

kamu düzeni (ordre public) ne ili şkin smırlamalar d ışında dini törenlerin<br />

yap ılmas ı serbesttir. Devletin kendine has bir dini yoktur. Hiç bir dine<br />

genel bütçeden yard ım edilmez. Din bir kamu hizmeti olmad ığı gibi din<br />

adamları da devlet memuru de ğildir. Devlet dinlerin hepsine kar şı eşit davramr.<br />

Kanun kar şısında yalnız eşit yurtta şlar vard ır. Yard ımın tek istisnas ı<br />

yatılı okul, hastahane ve hapishanelerdir. Belediye bütçesi genel bütçeden<br />

sayılmadığından bu yolda yap ılan harcamalar kanuna ayk ırı değildir.<br />

(Frans ız dam ştayı bu yolda ictihatta bulunmu ştur).<br />

131_1 kanunda önemli say ılan bir mesele de din derneklerinin kurulabilmesi<br />

dir. Her kilise bir dernek kurabilecektir. Bunlara din dernekleri (Associations<br />

cultuelles) denir. Dernekler birle şerek bir birlik meydana getirirler.<br />

Devlet kesin olarak di ıı adamlar ından elini çekmi ş ve papaya tam bir serbestlik<br />

vermiştir. Bu kanunun ba şka önemli bir noktas ı da tören zab ıtasıdır. Eskiden<br />

katoliklik protestanhk ve yahudilik kamu hizmetleri aras ında idiler ve bütçeden<br />

para alırlardı. Bunun dışında kalan dinler yasak edilmi şti Bunlar için<br />

hükümetten ayr ıca izin almak icabediyordu. Bu türlü dinlerin mensuplar ı,<br />

ancak devlet şurasmdan geçen bir kararla tap ınak yapt ırabilirlerdi. 1905<br />

tarihli kanun bu s ınırlama ve yasaklar ı kaldırmıştır. Bugün Fransada tap ınak<br />

yapma serbesttir. 1907 tarihli kanun beyanname vermek külfetini de kald ırmıştır.<br />

Kanuna göre rühban genel hükündere ba ğlı idi. Çok yerinde olan<br />

bu esaslar papalar ın ho şlarma gitmedi ve bunlar ı konkordato hükümlerinin<br />

bir taraflı feshi sayddar Ancak 1924 tarihinde papa XI. Pie bir anla şma teklif<br />

etti. Durum, hükümetçe incelenerek bir din statüsü kaleme al ındı. Statünün<br />

beşinci maddesinde din derneklerinin görevi aç ıklanarak bu konuda papamn<br />

temsilcisine yetki tan ındı. Derne ğin adı da Association diocesaine diye de ğiştirildi.<br />

Frans ız hükümeti bunu kabul etti. Bu dernek katolik kilisesinin anayasas<br />

ıııa göre papanm bir temsilcisi olan ba ş papazm idaresi alt ında katolik<br />

dini törenlerini devam ettirmek ve giderlerini sa ğlamakla u ğra şacaktı. 1960<br />

yılında yayınlanan Dördüncü Cumhuriyet Anayasas ı Lâyiklik ilkesini bir hareket<br />

noktası olarak almıştır. Vicdan ve din özgürlüğünün bir memlekette var<br />

olabilmesi için o memlekette herkesin istedi ği şeye inanmas ı ve bunu istedi ği<br />

şekilde açığa vurmas ı yani vicdan ve tören yapma özgürlü ğünün var olması,<br />

Tap ınak ve teferruat ının serbestçe kurulabilmesi gereklidir. Fransa 1905<br />

1907 kanunları ve 1924 tarihli din statüsü ile bu yola girmi ş bulunmaktadır.<br />

146


Bütün bunlar ı özetlemek gerekirse 1905 kanunu ile Fransa ;<br />

I — Vicdan ve din özgürlü ğü (Liberte de conscience et des cultes)<br />

2 — Devletin din konusunda tarafs ızlık ve lâyikliği, (Neutralite religieuse<br />

et laicite de l'Etat)<br />

3 — Din bütçesinin kald ırılması, (Supression du budget des cultes)<br />

4 — Dinle ilgili olan kamusal kurumlar ın yürürlükten kald ırılmas ı,<br />

(Supression des etablissements publics du culte) Ilkeleri Fransada kanunla ş -<br />

nuş bulunuyordu 25 .<br />

C — DOĞU ALEMİNDE LikYIKLİK ve VICDAN ÖZGÜRLÜĞÜ.<br />

Lâyikliğin bat ıda değerlerin ayr ımla şma ve evrimi (Differenciation<br />

des valeurs et ses evolutions) sonunda do ğduğunu gördük. Toplumsal evrim<br />

ve ilerlemede rastlanan en önemli olay bütün de ğerlerin derece derece<br />

dini değerlerden ayr ılmalarıdır. Ilkel toplumlarda her türlü toplumsal<br />

değer, dini de ğerler içinde yer almakta idi. Toplum geli şerek karma şık<br />

bir manzara ald ıkça bu de ğerler birer birer dini de ğerlerden ayr ılmışlardır.<br />

Böylece siyasi, hukuki, iktisadi, bedii, ve ahlaki de ğerler dinden ayr ılmış -<br />

lardır. 26 .<br />

Doğuda sosyolojinin ortaya koydu ğu bu genel evrimden ba şka• bir şey<br />

olmanu ştır. Alaca ğımız örnekler sadece bu genel görü şün bir ispat ı olacak<br />

ve lâyiklik ilkesinin san ıldığı gibi içi bo ş bir teori değil, misallere dayanan<br />

bir evrim a şamas ı olduğunu aç ıkça gösterecektir.<br />

Doğudan kast, din bak ımından bağlı bulunduğumuz islâm ülkeleri, Türk<br />

ulus ve ülkeleriyle memleketin ıizdir. Bu sebeple misaller islâmiyetten, Türk<br />

dünyas ından, Osmanlı İmparatorlu ğundan ve Türkiye Cumhuriyetnden<br />

alınacakt ır. Bugün Türkiyede uygulanmakta olan lâyiklik ise, kanun<br />

hükümlerine dayanılarak incelenecek ve bu konudaki fikir ak ımları gözden<br />

geçirilecektir. Son olarak, Do ğu ve Bat ıdaki uygulamalar ın birle ştikleri<br />

ve ayrıldıkl'ar ı noktalar aç ıklanacakt ır.<br />

25 Bak. J. Eymand-Duvesnay, commentaire pratique sur la s.eparation des Eglises et<br />

de L'Etat, Paris. 1906 Sh. 1-20.<br />

26 Bu konu ile ilgili olarak şu eserlere bakınız. E. Durkheim, Division du Travail. C.<br />

BougM, Evolution des Valeurs.<br />

Siyasi değerlerin olu şumu ve dini de ğerlerden ba ğımsız olarak geli şmesi için, Moret<br />

et Davy' ın Des Clans aux Empires adh eserin bak ılmandır.<br />

G. Davy, Sociologie politique, 1924<br />

147


I — İSIAMDA DİN ve DEVLET MUNASEBETLERİ ve LÂYİKLİK ILKESI<br />

İslamiyet, daha ba şlangıçta, din ile devleti birle ştirmek suretiyle do ğ-<br />

muştur. Kur'an ve hadis incelenirse görülürki onlarda hem dinle hem de dünya<br />

ile ilgili hükümler vard ır. Bu da teokrasi yani dini egemenli ğe dayanan devlet<br />

sistemi demektir. Bizantinizm ile teokrasi aras ında bir fark vard ır; Bizantinizm,<br />

otokrat bir devlet ba şkanının dini kendi yönetimine almas ı demektir;<br />

buna olsa olsa Do ğuda ancak Osmanl ı hilafeti zaman ında rastlanabilir.<br />

Teokrasi ise din kurallarnun devlet ve dünya i şlerini yönetmesi demektir.<br />

Bu ince fark baz ı yazarlar ın gözlerinden kaçm ıştır.<br />

Bizantinizmde devlet dine hâkim olur ve onu istedi ği gibi yönetir. Teokraside<br />

ise din kuralları dünya işlerini yönetir. K ısacas ı, teokraside din kurallar ı<br />

ve dini makamlar dünya i şlerini ve devleti yönetmektedir. Dini makamlar<br />

sadece terimleri de ğiştirerek dünya i şlerine uygulanan kurallar ına dini renk<br />

verirler. Mesela yasak olan şeye haram, suç olan şeye günah deniyordu.<br />

Kur'amn ilk hükümleri Mekkede inmi şti. Bunlar ın çoğu iman, vicdan, fazilet<br />

ve ahlâkla ilgili hükümlerdir. Kur'a= Medinede inen hükümleri ise daha<br />

çok dünya i şleri ve kurulu ş halinde bulunan islam devletinin i şleyişine, hukuka<br />

ve pratik bir nitelik ta şıyan ahlaka ili şkindi. Ana çizgileriyle birinciler dini<br />

ve ahlaki hükümler, ikinciler toplumsal ve siyasal hükümlerdir. Bu cihet<br />

Hz. Muhammed'in hayat ı incelendikte daha iyi anla şılır. Gerçekten Hz.<br />

Muhammet ilk önce tam manas ıyla gönüllere hitap eden bir din kurucusu<br />

idi. Fakat Medineye göçten sonraki y ıllarda bir devlet ba şkan ı oldu. Ordulara<br />

komuta ediyor, hukuki anla şmazlıklar' çözüyor, uluslar aras ı sözle şmeler<br />

yap ıyor, kısacas ı cemaatin dünya i şleriyle uğra şıyordu. Bu hükümler de ğerlerin<br />

farkhla şması bakımından ele ahmrsa, Peygamberin arap yar ımadas ında<br />

gerçekle ştirmeye koyulduğu toplumsal ilkeler, zamana göre çok ileri ad ımlar<br />

sayılabilir. Zira Arap Yar ımadas ı, o zamanki medeniyet dünyas ında bir veba,<br />

bir kıtlık ve bir gericilik yuvas ı idi Cihan ın en büyük komutanlar ı buralara<br />

girememi ş ve sürekli bir egemenlik kuramam ıştı Medeniyetin, kültürün<br />

ve cihangir ordular ın giremedi ği bir yerde Muhammedilik bütün ışınlarıyla<br />

parlamış ve Peygamber'in ölümünden henüz 25, 30 y ıl geçmeden bütün kuzey<br />

Afrika, Orta Do ğu, Hint ve Sind'e kadar olan yerler Muhammedin do ğmayan,<br />

doğurmayan ve her şeyden üstün olan tek Tanrısmın bayra ği altına geçmişti.<br />

Alemlerin efendisi ve yarat ıcısı olan tek ve ulu Tanr ı kar şıs ında bütün<br />

yerli inançlar çökmü ş ve İslamiyet yeni bir medeniyet me ş'alesi ile<br />

Doğudan Bat ıya kol salmıştı.<br />

Bu aç ıklamada gösteriyor ki İslamiyet daha do ğuşta iki manzara göstermiştir.<br />

Vicdana dayanan hükümler mutasavv ıfkr elinde büyük insan y ığınlarının<br />

iç alemini i şlemiş ve yükseltmi ştir. Dünyaya hitap eden k ısımlar<br />

148


da çok büyük imparatorluklar ın kurulmasına yol açmıştı. Daha doğrusu islam<br />

dini mutasavvıflar elinde bir vicdan dini olmu ştu. Mutasavvıfların doktrini<br />

vicdan özgürlüğüne yer vermekte, ince bir sezi ş ve derin bir dünya görü şüne<br />

dayanmakta idi. Bunlar kendilerine göre bir ahlak sistemi kurmu ş, cüz'i<br />

irade (Libre Arbitre) ile tanr ı iradesi aras ındaki münasebeti tesbit ederek<br />

üstün de ğerde olan ahlak ilkelerini ortaya at ım şlardı. Başka yönden<br />

giden İmam- ı Azara ilk kelânu yazarak buna F ıkıh-ı Ekber ad ım vermişti.<br />

Değerlerin farkhla şmas ı yolu ile Fıkıhı Ekberden kelâm, felsefe ve tasavvuf<br />

ayrılarak yaln ız şer'i hükümler kalmıştı ki bu geri kalan kısma islam hukuku<br />

anlamında fıkıh denir. Bilindiği üzere islâmda şer'i kaynakların başında<br />

Kur'an vard ır. İkinci kaynak hadistir. Üçüncü kaynak icma'd ır. Bu üç kaynak<br />

yan ında içtihat sahibi hukukcular ın (fakihlerin) geli ştirdikleri bir dördüncü<br />

kaynak ortaya ç ıktı. Buna bilginlerin içtihad ı (İçtihad- ı ulemâ) veya kıyası<br />

fukaha deni,. Fakihlerin ço ğu devlet memuru olmadığı gibi hiç bir vakit hilafet<br />

makamının buyruklar ına bağlı de ğillerdi. Zaten islamiyet ba şlangıçta hanedana<br />

bağli bir sistem değildi. Bugünkü demokrasi tekni ğine göre baz ı eksiklerine<br />

rağmen bir cumhuriyet idi. Halife bir ;cma sonuncu iktidara getirdi. Bu ise<br />

bugünkü anlamiyle bir referandum veya kamu onam ı (Consensus) gibi bir<br />

şeydi. İcma, bir konu üzerinde islam ulular ının vardığı bir görüş birliği idi.<br />

"Ümmetim yanlış yolda icma etmez ( Abk,..11JI (9%1 C, s y) demek suretiyle<br />

Peygamber icmaa önem vermi şti. İslam aleminde en önemli i şler icma'la<br />

yap ılırdı. Yalnız bunu olurundan fazla büyütmek do ğru olmaz. Zira icma s ı-<br />

nırlı ve belirli insanlar ın vardıkları bir görü ş birliğidir. Yoksa bugün halkın sesi<br />

hakkm sesidir." (Vox populi vox dei) anlam ında bir demokrasi kayna ğı sayılmaz.<br />

Hilafet kesiminde söylendi ği gibi iktidar için sadece bu seçim•yetmezdi.<br />

Bu seçimi bir nevi sadakat yemini (Sermenst d'Allegence) olan biatla tamamlamak<br />

gerekirdi. Dikkat edilecek olursa biat bile yine küçük bir zümrenin<br />

onamı demekti. Büyük bir imparatorlukta bu i şlere karar verenler bir<br />

avuç insandan ibaretti. İlk dört halifeden sonra hilafet bir saltanata dönmü ş<br />

ve tam olarak bir bizantinizm ba şlamıştı. Hele osmanh devrinde serbest<br />

kadıhk yerine devlet emrinde Şeyhul islaınhk kurumu do ğmuş ve böylece<br />

padişah sadaret makam ı yolu ile otoriteyi ve şeyh'ul islamhk yolu ile de dini<br />

önderliği şahsında tophyarak eşsiz bir otokrasi kurmu ştu. Bu ise Teokrasiden<br />

daha ziyade bir bizantinizm say ılır. Esasen bu devirde saltanat ın manevi<br />

cephesini skolastik zihniyet körletmi ş bulunuyordu. İçtihat kap ısı ise çoktan<br />

kapanmışt ı 27 .<br />

Bu bahsi kapatmadan önce, üç soruyu cevapland ırmak gerekir:<br />

Birincisi : islamın başlangıcında acaba dinle devlet, veya daha genel<br />

olarak, dinle dünya i şlerinin ayırımım gösteren belirtiler varm ıdır<br />

27 Bk. Nahit Tendar, Layiklik, sosyoloji dünyas ı, sayı 1.<br />

149


İkinci soru: Lâyiklik ilkesinin temeli olan din ve vicdan özgürlü ğü İslamda<br />

ne şekilde anla şılmıştı <br />

Üçüncü soru: Lâyiklik ilkesi bir bak ıma akılla vicdan ayr ımı sayıldığma<br />

göre, İslanun akla verdi ği değer ne idi <br />

Şimdi bunları cevapland ırmaya çallışahm•<br />

1) Peygamber "Dünyaya ait i şleri sizler daha iyi bilirsiniz" (r kl I)<br />

dediği gibi. "Ben de ancak sizin gibi bir insamm de" diyen (<br />

1;1 le'l<br />

ayet ve hadisler, dinle dünyan ın ayfildığına i şaret say ılabilir. Hz. Peygamber<br />

Mekkeyi aldıktan sonra Hüneyn sava şına giderken devlet i şlerini Ataba'ya<br />

ve din işlerini Maaz'a b ırakmıştı. Bu davranış islamın ba şlangıcında bile<br />

böyle bir ayırımın, rü şeym halinde de olsa, var olduğunu gösterir 28 .<br />

2) Dinde zor yoktur, ( d .1,5 I y ) sizin dininiz size, benim dinim<br />

bana ( j ) gibi hükümlerden ba şka islam dini dışında kalanlara<br />

halife Ömer zaman ında gösterilen ho şgörürlük bu yolda ışık verecek<br />

niteliktedir. Gerçekten Hz. Ömer zaman ında islam ordular ı Kudüsü ku şattığı<br />

sırada patrik Sofranius, islam ın din konusundaki ho şgörürlüğüne ve adaletine<br />

hayran kalarak kan dökmeden şehri teslim etmi şti. Mısırı alan müslümanlar<br />

hıristiyanlar' dinlerinde serbest b ırakmışlardı 29 .<br />

3) Lâyiklik bir bak ıma bilimle vicdamn, akılla naklin, pozitif bilgi ile<br />

nâssm, bilişle inanışın ayr ımı olduğuna göre islamda akıl (Ratio) ile iman<br />

(Credo) in birbirinden ayr ıldığı ve hattâ akla her vakit üstünlük tarand ığı<br />

görülmüştür 3° .<br />

Bilmediğin şeyin ardına düşme ( 4.; ,!-U 1. jıli y 9 ) (Kur'an İsra<br />

süresi - 36). Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ( j jıh<br />

) Ya Rabbi bize e şya= gerçe ğini olduğu gibi göster. ( 1.3 ) 1 r.4.11<br />

), Hikmet mü'minin yitik mandır; onu nerede bulursa almaya<br />

herkesten çok hakhd ır.<br />

c:,.._;11 Jl e Zç....4-1) gibi<br />

ayet ve hadisler ve buna benzer daha pek çok dini hükümler akl ın ve<br />

müsbet dü şüncenin üstünlük ve faziletlerini saymaktad ır. islamiyet bu durumu<br />

ile ta ba şlangıçta değerlerin ayrımlaşmas ında ileri adımlar atmış ve<br />

müsbet bir dünya görü şü ile yüksek uygarlık ve kültürler için olumlu örnekler<br />

vermi ştir.<br />

28 Lâyiklik ad ındaki anonim eserde Hilafet ve lâyiklik makalesi Sh. 174.<br />

29 Bk. M. E. Elöve, Türkiyede din imtiyazlar ı, Hukuk Fakültesi dergisi Sh. 105-368.<br />

1953 sayı 1-4.<br />

30 Akılla nakll bağdaşmazsa akla öncelik tamyın : ,pul , j 1..3 1:>I)<br />

150


2. TÜRK ve 'SLIM DÜNYASINDA RASLANAN LÂYIKLIK<br />

ÖRNEKLELER İ<br />

islamdan önceki Türk devletleri, şamani, budist, h ıristiyan, yahudi ve<br />

mani dinlerini muhtelif °zamanlarda veya ayn ı zamanda kabul etmi şlerdi.<br />

Bunun misallerine özellikle Uygur ve Hazer Türklerinde rastlan ır. Uygurlarda<br />

Bugrahanlar islamiyetten önce ayn ı zamanda birkaç dini himaye ediyorlard<br />

ı. Hazer Türkleri de yönettikleri kimselerin din özgürlü ğünü sa ğlamak<br />

amac ıyla bir kaç vezir kullamyorlard ı. Vezirlerin biri Yahudi, biri H ıristiyan,<br />

biri de Müslümand ı. Bu vezirlerden her biri ba ğlı bulunduklar ı din<br />

mensupların ın i şlerini yürütürlerdi. Kanunlar ve hükümdarlar bütün dinlere<br />

kar şı e şit davran ır ve e şit uygulamalar yaparlard ı. Devlet gücü e şitlik ve<br />

tarafs ızl ık ilkesine dayan ıyordu. Herkes ayn ı külfet ve ni ınetlerden e şit<br />

olarak yararlan ırd ı. Bu durum din bak ımından devlet yönetimnde dini<br />

e şitliği ve büyük bir ho şgörüılüğün yürürlükte oldu ğunu gösteriyordu.<br />

Bütün bunlar genel anlam ıyla layiklikten ba şka bir şey de ğildi.<br />

Buna benzeyen ba şka bir örne ğe de Türk—Mo ğol İmparatorlu ğunda<br />

raslan ır. Hindistan 5 yüzy ıl kadar yöneten Babür'ün torunlar ı zaman ında yani<br />

Türk—Mo ğol imparatorlu ğunda büyük bir ho şgörürlü ğün yer aldığı görülür.<br />

Bunlardan Ekber Şah, veziri Fazl—ul-Allah Alkami'ye Âyini Ekberi ad ıyla<br />

üç ciltlik bir eser yazd ırd ı. Ayini—Ekberi, Ekberin devlet te şkilat ı, kanunlar ı,<br />

te şrifat ı ile beraber zaman ındaki dinlere kar şı davran ışını göstermekte idi.<br />

Buna göre Hinduizm, Brahmanizm, Buddizm ve islâmiyet, Hindistar ıda<br />

e şit bir i şleme ba ğlan ıyordu. Hepsi tek bir tap ınakta toplanacak ve burada her<br />

din ve mezhep mensuplar ı kendi ibadetlerini serbestçe yapacaklard ı. Ekber<br />

Şah bu kanunu uygulamak üzere bir tap ınak yapt ırd ı. Fakat dinleri birle ş -<br />

tirmek amac ı kendisinden sonra gerçekle şemedi. Yine din mensuplar ı aras ında<br />

gerginlik devam etti. Ancak Ekber Şahin büyük ülküsü ve kanunlar ın ın<br />

lay ık ve müsamahal ı niteliği değerini daima muhafaza etmi ştir. Ekber,<br />

Cihangir ve Hümayun zamanlar ında dinleri uzla şt ırma yolundaki çabalar<br />

devam ediyordu. Bu çabalarda, dinleri birle ştirmekten daha çok kar şılıkl ı<br />

müsamaha ve sayg ıyı geli ştirmek fikri hakimdi. O s ırada Hindistanda ç ıkan<br />

Sikh mezhebi islamiyetle Hinduizm'i ba ğda ştırmak için at ılmış en önemli<br />

bir te şebbüstü 31 . Fakat sonralar ı bu mezhep mensuplar ı her iki tarafla da<br />

çarp ışmak zorunda kald ılar.<br />

İslam Türk tarihinde tam teokrasinin do ğuşu, Abbasiler zaman ında<br />

E ş'ariligin zaferinden sonra felsefe ak ımlar ının takibata u ğramas ı 32 Şii<br />

31 CarrC. de Vaux, les penseurs de l' İslam. Columbia Ensyclopedia. S ıkk maddesi.<br />

32 E ş'arilik Şafii mezhebini, maturidilik ise Hanefei mezhebini temsil eder. Gerek E ş'<br />

arilik ve gerekse Matüridilik sünnet ehlinin (ortodoxie musulmane) görü şlerini Kelâm yönünden<br />

sistemle ştirmi ş ve Mu'tezile ve sap ık mezheplere kar şı bu görüşleri savunmu ştur.<br />

151


ligin şiddetle reddi ve baz ı yerlerde kitaplar ımn yakt ırılması şeklinde görülür.<br />

Aynı hal Endülüs ve Kuzey Afrikada Murab ıtin ve Muvahidin devletleri<br />

zamanlarında görülür. Bu devirde Yusuf bin Ta şfin gibi kimseler filozofları<br />

koruyorlard ı. Onun zamanında İbn-Rüşd gibi ünlü bir bilgin ve filozof<br />

yeti şmiştir. Fakat ondan sonra taassup dalgas ı kuvvetlenmi ş , İbn—Rüşd<br />

takibata u ğramış ve Kuzey Afrikada mutaass ıp tarikatlar ve en dar teokrasi<br />

zihniyeti hüküm sürmü ştür. Islam âleminde teokrasi daha do ğrusu Bizantinizmin<br />

kuvvetlenmesi din sava şları ile ilgilidir. Haçl ılara kar şı uyanan<br />

tepki, bir türlü varl ığı savunma iç güdüsü ile, islam devletlerini kuvvetle<br />

dine bağlamıştı. Hintte Kuzey Afrikada ve Kanuniden itibaren Osmanl ı-<br />

larda Tanrı sözünü yüce klima (4ul Z.IS" ) her şeyin ba şında ve üstünde<br />

geliyordu. Bu ise ho şgörürlüğü yok ediyor ve taassubu artt ırıyordu.<br />

3. OSMANLILARDA DİN ve VICDAN ÖZGÜRLÜĞÜ ve L kYIKLİK.<br />

Türk yönetiminde dinlere kar şı müsamaha ve kanun e şitliğinin üstün<br />

bir de ğer kazanmas ı Fatih Sultan Mehmet devrine rastlar. Fatihin İstanbulu<br />

aldıktan sonra yapt ığı kongre, Yahudi ve Ortodokslara kar şı gösterdi ği<br />

kanuni e şitlik ve dini ho şgörürlük bu konuda güzel örneklerdir. Şehre yeniden<br />

rum ve ermenileri getirterek yeni mahalleler kurmu ş ve cemaat te şkilatı<br />

ile okullar ı (Fener mektebi) oldu ğu gibi b ırakarak büyük bir müsamaha<br />

gösterilmi şti İslam Türk devletlerinin as ıl ayine' niteliğini burada aramak<br />

gerekir 33 .<br />

Fatihin patrik Pennadios'un şahsi= her türlü saldırıya kar şı kişisel<br />

dokunulmazhğını bildiren berat ında şöyle deniliyordu: "Kimse patrike tahakküm<br />

etmesin, kim olursa olsun hiç bir kimse kendisine ili şmesin, kendisi<br />

ve maiyetinde bulunan büyük papazlar her türlü umumi hizmetlerden müebbeden<br />

muaf olsun.... Kiliseleri cami'e tahvil edilmesin. Izdivaç ve defin<br />

işleri sair adetleri Rum kilise ve adetlerine göre eskisi gibi yap ılsın" 34 .<br />

Bu örnekler ço ğaltılabilir. Fakat dikkat edilirse bunlar lâyiklikten daha<br />

ziyade onun temeli olan tesamüh ve yeni bir deyimle ho şgörürlüktür. 35<br />

Bu konuda daha belirgin örnekleri islam hükümdarlar ından Salahattini Eyyubide<br />

görmek mümkündür. Fakat önce de belirtti ğimiz gibi Osmanlı tarihinde<br />

özellikle Kanuniden sonra Tanr ı sözünü yüce klima Kelimetul-<br />

33 Bk. Ahmet Rasim, Osmanlı tarihi. Cilt 1, Sh. 178 ve devam ı - İsmail Hakkı Uzunçar şıho<br />

ğlu, Osmanlı Tarihi, C. 2, Sh, 6 ve devam ı.<br />

34 Engin Osman Türk tarihinde evkaf, belediye ve patrikhaneler. İstanbul, Sh. 70.<br />

35 Konu din ve devlet münasibetleri olduğuna göre dini az ınlıklara kar şı yapılan muamelelerin<br />

tesbitinde faide vard ır.<br />

152


lah) her şeyin ba şında geliyor, tesamüh fikrini yok ediyor, ve kuru<br />

taassubu alabildi ğine ate şliyordu. Kabiz ( ) Mülhit diye tanınan<br />

ve Şeyh—ul İslam Ebussuut efendi fetvasile öldürülerek derisi yüzülen Muris<br />

Es'ad efendi bilgin bir kimse idi. Bu zat ın Hıristiyan ve İslam ahlâklanm karşılaştırırken<br />

İsa da ahlâk ki şiliğinin üstünlüğünden söz açmas ı, kâfir sayılmasına<br />

ve idam edilmesine yol açm ıştır. Halbuki Avrupada Luther yeti ş -<br />

miş ve Rönesans ta bundan yüzy ıl önce ba şlamıştı. Gerçi bu devirde Avrupada<br />

engizisyonla St—Barthdemy'ler görülmü ş ve Kalven ve Zwingli elinde protestanhk<br />

korkunç bir silah haline gelmi şti. Fakat Bat ıda bir çok fikir ak ımları,<br />

aynı zamanda geli şmiş ve birbirini kovalayan etki ve tepkiler fikir ve<br />

din özgürlüğüne ve bunun temel dayana ğı olan vicdan özgürlü ğüne giden yolu<br />

haz ırlamıştı. Doğuda ise yap ılan tek tük itiraz ın derhal bo ğulmas ı ve bu<br />

türlü fikir hareketlerinin hiç bir dayanak noktas ı bulamamas ı Kanuniden<br />

sonra devletin bir fikir ve vicdan köleli ği kurmas ı ile sonuçlanmıştı.<br />

Bu ise dinler tarihinde bütün özellikleriyle bilinen bir bizantinizn ıden<br />

başka bir şey de ğildir. Bu duruma kar şı Osmanlı saltanat ında iki türlü tepki<br />

görülmü ştür.<br />

a) Devlet mekanizmas ı ve kamusal kurumlar Bat ının daha ileri tekni ği<br />

kar şısında erimeye ba şlamıştı. Bunu önlemek üzere tepeden gelme baz ı ıslahat<br />

te şebbüsleri olmu ştur. III. Ahmet ve III. Selim zamanlar ında askeri<br />

ıslahatla beraber Bat ıldaşma akımları ba şladı. Matbaan ın kurulmas ı memleketi<br />

batı düşünce ve uygarlığına götürdü. Bunlar ın tabii bir sonucu olmak<br />

üzere lâyiklik yava ş yava ş memlekete girmeye ba şladı. Süreçte belirtilmesi<br />

gereken yön lâyikli ğin doğrudan do ğruya de ğil, dolayısıyla gelmiş olmas<br />

ıdır.<br />

b) Devletin teokratik, ö ğretimin skolastik ve tekni ğin orta ça ğ oluşuna<br />

karşı ilk tepkiler tepeden, yani Devlet Ba şkanı ve devlet adamlar ından gelmişti.<br />

İkinci tepki do ğrudan do ğruya dinin içinden gelmekte idi. Bu ikinci<br />

hareketin ba şında İlmi Teymiye'yi görüyoruz. Bu bilgine göre skolastik düşünceden<br />

kurtulu ş Hz. Muhammed devrine döımekle mümkündür. Nas ıl<br />

Peygamber ve ondan sonra gelen ilk dört halife devrinde devlet mekanizmas<br />

ı İcma—ı ümmete dayanan bir cumhuriyetle yürütüliiyordu ise şimdi<br />

de bu ilkelere dönmekle i şler düzene girecekti. Bu gerekim yerine getirilince<br />

bir yandan skolastik dü şünüş öte yandan tahakküm önlenecekti. Skolastiğe<br />

ve tahakküme kar şı açılan bu sava şlar ne yaz ık ki Türkiyede son zamanlara<br />

kadar hiç bir tepki uyand ırmad ı 36 .<br />

Sadece İzmirli İsmail Hakkı ve Ziya<br />

Gökalp gibi aydın bilginler memleketi ve dini ça ğda ş bir seviyeye getir-<br />

36 Bk. Nahit Tendar ayn ı eser aynı yer.<br />

153


meye çal ışt ılar. Buna kar şılık Mısırda Muhammed Abdo (1849-1905), Panislamizme<br />

ilham vermi ş olan Cemaleddin—i Afgani (1839-1891), Pakistanda<br />

Muhammed İkbal (1873-1938) ve tatarlar aras ında Musa Carullah İslâmiyeti<br />

modern bir görü şle yorumlamışlard ı 37 .<br />

Bat ılı yazarlar ın modernist ad ını verdikleri bu kimselere islam Rönesans ı-<br />

nın öncüleri gözüyle bak ılabilir. Bunlar ın çoğu tasavvufu Bergson ve Nietzsche<br />

fikirlerile birle ştirmi şlerdir.<br />

4. TÜRKIYEDE LkIKLIĞIN KURULUŞU<br />

Türkiyede lâikli ğin kurulu şu bahsinde Bat ıya yönelme, lâyikle şme, din<br />

ve vicdan özgürlü ğü konular ı hep bir arada ele al ınabilir. İki yüzyılda din,<br />

hukuk siyaset ve toplum alanlar ında gerçekle ştirilen evrim ve devrimler<br />

bugün içinde bulundu ğumuz sistemi yaratm ıştır. Bu olgu ve olaylar ın ışığı<br />

altında a şa ğıdaki nirengi noktaları tesbit edilebilir:<br />

a) Tanzimat.<br />

Tanzimat devrinde hemen her alanda bir ikilik göze çarpar: Mektep<br />

yanında Medrese, Bilim kar şısında skolastik ve onun de ğişmez kalıpları,<br />

Nizami Mahkemeler yan ında Şeriat Mahkemeleri, Yenilik kar şısında Gerilik,<br />

Sadaret kar şısında Şeyh—ül islâmlık vard ı; kısacas ı her sektörde eski ve yenilerden,<br />

ilerici ve gericilerden kurulmu ş bir çeli şiklik göze çarpmakta idi.<br />

Toplumsal durum t ıpkı Zerdü şt dininin Hürmüzle Ehriman çarp ışmas ı gibi<br />

bir hal almışt ı .<br />

Neticede Mektep Medreseye, Bilim Skolasti ğe, Yenilik Eskiliğe, Sadaret<br />

Şeyh—ül islamlığa galebe çalm ış ve nurlu ışıklar do ğmaya ba şlamışt ır. Daha<br />

sosyolojik olan Hauriou'nun deyi şiyle, ak ınc ı kuvvetler tutucu kuvvetlere<br />

üstün gelmişti 38 .<br />

Bilim ve teknikte Avrupa görü şü memlekette filizlenmi ş ve kök salmaya<br />

ba şlamışt ı. Bu de ğişmelerin zorunlu bir sonucu olarak lâyiklik ilkesi yava ş<br />

yava ş yurtta yerle şmişti. Zira ya şasin hürriyet seslerini yaln ız müslümanlardan<br />

de ğil, aynı heyecanla gayr ı müslim tebaadan da i şitmek nasip olmu ştu.<br />

Bazı düşünürler Hilafet yerine Cumhuriyeti, Osmanl ıca yerine Türkçeyi<br />

ve İslam fıkhı yerine Mecelleyi savunurken Suavi bey usulü fıkhı reddediyor<br />

ve devlet yönetiminde dinle dünyan ın birbirinden ayr ılmasını istiyordu<br />

39 .<br />

37 Bk. E. R. Pike, Dic. Des Religions, islâm maddesi. Sh. 168.<br />

38 Bk. M. Taplamac ıoğlu, Genel Sosyoloji, <strong>Ankara</strong> 1961 (sh. 20, dip hotu 22)<br />

39 Bk. Sosyoloji dergisi 4-5 say ı Sh. 179.<br />

154


Durkheim yolunda yürüyen Ziya Gökalp doktrin alan ında konu ile<br />

ilgili baz ı yayınlara ba şlamıştı. Gökalp bu arada Şer'iye Mahkemelerinin<br />

kalkmas ını, kanunlar ın lâyikle şmesini istiyor ve halifenin dini i şlere kar ış -<br />

masına uygun bulmuyordu. Bu ise aç ıkça dünya i şlerine dinin karışmamas ı<br />

tezini savunmakt ı. Görülüyor ki Ziya Gökalp' ın bu yayınları yeni Türkiyede<br />

lâyiklik hareketinin öncülük ve bayraktarh ğından ba şka bir şey de ğildi.<br />

b) Türkiye Cumhuriyeti ile kurulan sistem:<br />

Türkler kendi dinlerinden ba şka dinlerde olanlara kar şı ho şgörürlüğü<br />

olan uluslardan biridir. Tuna boylar ında at oynatan Fatihlerin k ılıcı<br />

bugün bütün Balkan yar ımadas ında Türkiye yarar ına daha olumlu ve verimli<br />

bir durum ve gelecek haz ırlayabilirdi. Fakat onlar büyük tesamüh ilkesi<br />

uğruna geleceklerini bile feda etmekten çekinmediler. Bu fatihler kendi<br />

yararlar ına bir sonuç sa ğlamak için İspanyada oldu ğu gibi engizisyon mekanizmas<br />

ını işletmeye muhtaç de ğillerdi. Rusya steplerinde yahudi katliam ı<br />

(Pogrom) na benzer tertiplere de lüzum yoktu. Sadece hakan ın müslüman<br />

olmayı teklif etmesi kâfi gelebilirdi. Fakat Türkler zararlarma da olsa ho ş -<br />

görürlüğü üstün bir ilke bildiler. Bu bak ımdan Türkler dini özgürlüğünü ilk<br />

kuralı milletlerden biri say ılabilir. Voltaire bile Türkleri bu konuda örnek<br />

olarak göstermi şti. Fakat nedense Türklerin din müsahamalar ı müsliiınanhk<br />

çerçevesi içinde tarihi yönden ve özellikle hukuk alan ında olumlu sonuçlar<br />

vermemi şti. Bu verimsizlik, hilafet kurumuna yiikletiliyordu. Hilafet resmi<br />

dininin islam olmas ını gerektirmekle kalmam ış aynı zamanda kamu hizmetlerini<br />

dini kurallara uydurmak te şebbüsünde bulunmu ştu. islâmiyet, her<br />

dinin temeli olan ahlak, itikat ve ibadetle yetinmeyerek, ayn ı zamanda gerek<br />

özel ve gerekse kamu hukuku hükümlerini de içine alm ışt ı . İslamda Emri<br />

Ahiret, s ırf dini olan hususlar ı ihtiva ederdi. Bu, ahlak, itikat ve ibadet olarak<br />

özetlenebilir. İslamda bir de Emri Dünya (Affaires Monclaines) vard ır<br />

ki bu da üç k ısma ayr ılır: Münakahat ve müfarekat, Muamelat, Ukubat. Birincisi<br />

evlenme, ayr ılma ve aile kurmay ı düzenler; muamelat kesimi hukuki<br />

i şlemlerden bahseder; ukubat ise, ceza hukuku ile ilgilidir.<br />

Emri Dünya dahi islamiyet gereklerinden oldu ğu için devlet i şlerinde<br />

uygulanan kurallar dini temellere ba ğlanarak devlet tam anlam ıyla teokratik<br />

bir şekil almıştı 40 .<br />

40 Daha önce Osmanlı Türklerinde din ve devlet münasebetlerinin ad ına bizantiniinz<br />

denmesini öğütlemi ştik. Gerçekten devlet ba şkanının dini yönetimi altına almasının adı bizantinizimdir.<br />

Din buyruklarm ın devlet i şlerine uygulanmas ına teokrasi demek gerekir. Bizantinizm<br />

ile teokrasi ayn ı ilkenin iki muhtelif yönden görünü şüdür.<br />

155


Tanzimat, Birinci ve İkinci Me şrutiyet devirleri devleti, dini niteliklerden<br />

ay ıramamıştı. Bu arada din ve dünya i şlerini ayrı ayr ı düzenliyen<br />

bir takım kanunlar ç ıkarılmış ve baz ı yenilikler yap ılmış ise de yarg ı -<br />

lama ve ö ğretim gibi kamu hizmetleri din bilga ve din kal ıplar ı içinde bulunuyordu.<br />

Bundan ba şka hâlifenin seçti ği Şeyh—ül İslâm bakanlar kuruluna<br />

girerek yer yüzünün hâlife ad ına kamu hizmetlerini din bak ımından denetliyordu.<br />

Yarg ı ve ulusal e ğitim i şleri bu makama bağlı idi. Gerçi bu arada<br />

baz ı nizarni mahkemeler de aç ılmış ve okullar ın bir kısmı da yeni kurulan<br />

Maarif Vekâletine ba ğlanmışt ı. Fakat mahkeme ve medreselerin büyük çoğunluğu<br />

hep Şeyh—ül İslâmbğa ba ğlı kalm ışlard ı .<br />

Cumhuriyet idaresinin i şleri ele ald ığı günlerde din ve devlet münasebetleri<br />

bakımından manzaray ı tam olarak aksettirmek üzere bir an için gözlerimizi<br />

Osmanlı İmparatorlu ğundan Cumhuriyete geçen Anayasaya çevirelim.<br />

23 Nisan 1920 tarihinde B. M. Meclisi kurulduğunda şu anayasa<br />

hükümleri yürürlükte idi:<br />

Madde 4— Zat ı hazret—i padi şahi, dini islâmın hâmisi ve bilcümle tebaai<br />

Osmaniyenin hükümdar ve padi şahıdır.<br />

Madde 5— Zati hazreti padi şahinin nefsi hümayumlar ı mukaddes ve gayri<br />

mesuldür.<br />

Madde 8— Devleti Osmaniye tabiiyetinde bulunan efradm cümlesine,<br />

hangi din ve mezhepten olursa olsun bilâ istisna Osmanl ı tabir olunur.<br />

Madde 10— Devleti Osmaniyenin dini, din—i islâmd ır.<br />

Bu hükümlerin tetkikinden Osmanl ı imparatorlu ğunun dine ba ğlı bir<br />

devlet oldu ğu anla şılır. Gerçi d ış baskılarla tebaamn hangi din ve mezhepten<br />

olursa olsun ayn ı şekilde sald ırılara kar şı korunaca ğı anayasaya konulmu<br />

ştur. Fakat imparatorluk bu hükme ra ğmen lâyiklik devresine girernemiştir.<br />

Bu konuda güçlü ve kesin hamleyi Cumhuriyet devri yapm ışt ır. İlk<br />

ad ımlar biraz şüphe uyand ırmışsa da, son şekliyle egemenli ğin kayıts ız,<br />

şarts ız ulusta olduğu belirtilmi ş ve 1928 yılındaki değişiklik sonunda<br />

devletin resmi dini tabiri anayasadan ç ıkarılmış ve nihayet 1937 tarihinde<br />

lâyikliğin pozitif bir devlet ilkesi oldu ğu aç ıklanmıştır.<br />

Cumhuriyet devrinin en ba şta gelen nitelikleri şunlard ır:<br />

1) Biri şer'i öteki örfi iki hukuk ve yönetim yerine Myik temele dayanan<br />

tek bir hukuk ve yönetimin yerle şmesi.<br />

156


2) Kuvvetler ayr ılığına dayanan ve hükümdarl ık şeklinde görünen bir<br />

devlet sistemi yerine kuvvetler birli ği ve görev ayrdığına dayanan cumhuriyet<br />

şeklinin devlet sisteminde yer almas ı<br />

3) iktisadi liberalizmin yerini devletçili ğin tutmas ıdır 41 .<br />

Burada devletin temel ni' elikleri yan ında demokrasinin temeli olan<br />

lâyiklik ilkesine, yeni idarede gereken önem verilmi ştir.<br />

Cumhuriyetin layik bir şekil almas ına engel olan kanuni mevzuat 3 mart<br />

1924 tarihinde kabul edilen üç kanunla tamamen ortadan kalkmi ştır. Bu<br />

kanunlara göre:<br />

1) Türkiye Cumhuriyetinde muamelat ı ncıasa dair olan ahkümln teşri ve<br />

infaz ı B. M. Meclisin aittir.<br />

2) Şer'iye ve Evkaf Vekâletleri mülgad ır.<br />

3) Türkiye dahilindeki bütün müessesat— ı ilmiye ve tedrisiye bilcümle medreseler<br />

Maarif Vektiletine devir ve raptedilmi ştir. Halife hali ve hilâfet makam ı<br />

lağvolmu ştur 42 .<br />

Görülüyor ki dini bir nitelik ta şıyan ve teokrasinin temel direklerinden<br />

biri olan hilafet la ğvedilmiş, e ğitim birleştirilmi ş , şer'iye ve Evkaf vekaletleri<br />

kaldırılnuşt ır K ısacas ı bir çırpıda devlet dini kılıktan kurtularak layikleşmiştir.<br />

Bu arada Ba şbakanlığa ba ğlı Diyanet İşleri Umum Müdürlü ğü<br />

gibi bir te şkilat kurulmu ştur. Fakat bu kurulun e ğitim ve yarg ı işlerinde<br />

bir yetkisi yoktur. Sadece din i şleriyle görevlendirilmi ştir. Meclisteki yemin<br />

şekli lâyikle şmiş ve Meclis, Alıkann şer'iyenin tenfizi görevinden kurtar ılmıştır.<br />

Nihayet 1937 yılında lâyiklik pozitif bir anayasa hükmü ve yeni<br />

Cumhuriyetin temelli bir ilkesi olmu ştur.<br />

Layikliğin siyasi ve hukuki olmak üzere iki yönü vard ır. Layiklik denilince<br />

hat ıra gelen ilk anlam Devletin din etki ve sald ırısından korunmas ıdır.<br />

Bu; ilkenin diş görünü şüdür. Dini, vicdan özgürlü ğünü ve kutsal törenleri<br />

siyasi etki ve sald ırılardan koruyan kurallar ise ilkenin iç görünü şüdür.<br />

27.5.1961 tarihli Yeni Anayasan ın 2. inci maddesi, genel olarak Türkiye<br />

Cumhuriyetinin insan haklar ına ve temel ilkelere dayanan milli, demokratik<br />

laik ve sosyal bir Hukuk Devleti oldu ğunu belirtir. 19. maddenin birinci<br />

fıkras ına göre "Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir."<br />

Aslında dini inanç, vicdan içinde bulundu ğundan tekrarı fazlad ır. Öte yandan<br />

41 Bk. S. S. Onar, İdare hukuku, İstanbul 1953 Lâyiklik prensibi<br />

42 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, eski bask ı Sh. 514-515.<br />

157


dini kanaat inanma veya hiçbir şeye inanmama özgürlü ğünü de ifade gittiğinden<br />

şemayı tamamlar.<br />

Vicdan özgürlü ğü içsel bir durumla ilgilidir. Bunun d ış belirtisi ibadet,<br />

dini ayin ve törenlerdir. 19. maddenin ikinci f ıkras ı kamu düzenine veya<br />

genel ahlâka veya bu amaçla ç ıkarılan kanunlara ayk ırı olmayan ibadet,<br />

dini ayin ve törenleri serbest b ırakm ıştır<br />

19. maddenin son fıkras ı din ve vicdan özgürlüğünü kötüye kullananların<br />

cezaland ırılmas ından söz açar. Bu f ıkraya göre, "Kimse, Devletin<br />

sosyal, iktisadi, siyasi veya hukuki temel düzenini, k ısmen de olsa, din<br />

kurallarına dayand ırma veya siyasi veya şahsi çıkar veya nüfuz sa ğlama<br />

amac ıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygular ını yahut<br />

dince kutsal say ılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu•<br />

yasak dışına ç ıkan ve ba şkas ını kışkırtanlar kanuna göre cezaland ırılırlar;<br />

dernekler, yetkili mahkemece ve siyasi partiler, Anayasa Mahkemesince<br />

temelli olarak kapat ılır" Aynı Anayasan ın 153. cü maddesi devrimleri<br />

ve layikli ği korumak, gericili ği kesin olarak önlemek iizere aç ıklamalarda<br />

bulunmu ştur. Buna göre anayasan ın hiçbir hükmü, Türk toplumunun ça ğ-<br />

daş uygarhk seviyesine eri şmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Lclyiklik Niteliğini<br />

koruma amac ını güden ve a şağıda gösterilen Devrim kanunlar ının,<br />

bu anayasan ın halkoyu ile kabul edildi ği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin<br />

Anayasaya ayk ırı olduğunu ileri süremez.<br />

Layiklik ve Devrimcili ği koruyan kanunlar şunlardır:<br />

1) 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 430 say ılı ö ğretimi birle ştirme (Tevhidi<br />

Tedrisat) kanunu<br />

2) 25 Kas ım 1341 (1925) tarihli ve 671 say ıh Şapka giyilmesi (iktisas ı)<br />

hakkında kanun;<br />

3) 30 Kas ım 1341 (1925) tarihli ve 677 say ılı Tekke ve Zaviyelerle<br />

Türbelerin kapat ılmasına ve Türbedarl ıklar ile bir tak ım ünvanların yasak<br />

edilmesi ve kald ırılmasına dair kanun;<br />

4) 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 say ılı Türk Kanunu Madenisiyle kabul<br />

edilen evlenme akdinin evlendirme memuru taraf ından yap ılacağına dair<br />

medeni nikah esas ıyla aym kanunun 110. maddesi hükmü;<br />

5) 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 say ılı milletler aras ı rakkamlar ın kabulü<br />

hakkındaki kanun;<br />

158


6) 1 Kas ım 1928 tarih ve 1353 say ılı Türk harflerinin kabul ve tatbiki<br />

hakkında kanun;<br />

7) 26 Kas ım 1934 tarihli ve 2595 say ılı efendi, bey, pa şa gibi lâkap ve<br />

ıınvanlar ın kaldırıldığına dair kanun;<br />

8) 3 Arahk 1934 tarihli ve 2596 say ılı bazı kisvelerin giyilmeyece ğine<br />

dair kanun.<br />

Böylece Anayasa Devrimleri koruma, lâyikli ği yerle ştirme, gerilik ve<br />

gericiliği önlemeyi ana ilke saym ıştır.<br />

Buraya kadar Devleti dinin etkisinden koruyan anayasa hükümlerini<br />

gördük. Şimdi sıra Din, vicdan ve tören yapma özgürlü ğünü koruyan ana<br />

hükümleri incelemeye gelmi ştir. Dini siyasetin etki ve sald ırıs ından koruyan<br />

lıükümlerin bir k ısmı Uluslar aras ı anlaşmalarda Türkiyenin ülkesinde uygulamayı<br />

yüklendiği taahhütlerdir. (Lozan antla şmasının 38, 39, 40, 41, 42 ve 43.<br />

maddeleri). Diğer bir k ısmı uluslar aras ı antla şmalara Türkiyenin kat ılmas ı dolayısiyle<br />

Kanun kuvvetinde olan anla şma hükümleridir. İnsan Hakları Evrensel<br />

Beyannamesinin 18. maddesi vicdan özgürlü ğünü insanlığın temel haklar ından<br />

biri olarak ele al ır. Madde aynen şöyledir: Her ki şinin düşünce vicdan ve<br />

din özgürlüğüne hakkı vard ır. Bu hak din ve inanç de ğiştirme özgürlü ğünü,<br />

dinini ve inanc ını tek ba şına veya topluca aç ık veya özel bir surette ö ğretme<br />

uygulama ve törenle aç ıklama özgürlü ğünü gerektirir. Bu antla şmayı Türkiye<br />

10 aral ık 1948 tarihinde 48 Devletle birlikte imza etmi ş tir.<br />

1961 anayasas ının yukarıda sözü geçen 19. maddesinin 1, 2, 3 ve 4<br />

fıkralar ı ile 20. maddesi bu konuda bir tak ım hükümler koymuştur.<br />

Bu hükümlere göre "hiç bir kimse ibadete, dini âyin ve törenlere kat ılmaya,<br />

dini inanç ve kanaatlar ını açıklamaya zorlanamaz ve yine hiç bir kimse dini<br />

inanç ve kanaatlar ından dolay ı kınanamaz"<br />

Dini eğitim ve ö ğrenim ancak ki şilerin kendi isteğine ve küçüklerin de<br />

kanuni temsilcilerinin iste ğine ba ğlıd ır. Anayasa, uluslar aras ı taahhütler<br />

ve anla şmalar yönünden durumu böylece özetledikten sonra bir de kanuni<br />

uygulamalar bak ım ından konuyu ayd ınlatmak gerekir.<br />

Din özgürlüğü genel olarak iki ba şlık altında incelenir:<br />

Vicdan özgürlü ğü, Tören yapma özgürlü ğü.<br />

D. Vicdan özgürlüğü (Liberte de Conscience)<br />

Anayasan ın 2 maddesi, lâyikli ği temel ilke olarak almakla gizlice vicdan<br />

özgürlü ğünü de tan ımış sayılır. Vicdan özgürlü ğü, bir kimsenin istedi ği şeye<br />

159


veya dine inanmak veya hiç bir dine inanmamak özgürlü ğüdür. Özgürlüğün<br />

bu yönü manevi varhğımıza bağlı bulunduğundan kanunlar bu iç hayat ı-<br />

mıza giremez. Nitekim anayasan ın 19. maddesinin birinci bendi herkesin<br />

vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip oldu ğunu ve üçüncü bendi<br />

ise kimsenin dini inanç ve kanaatlar ından dolay ı kınanamayaca ğını belirtir.<br />

Bu iç âleme kar ışma yolunda yap ılan en inatç ı sava şların bile sonuçsuz kaldığını<br />

tarih bize göstermi ştir. Gerçekte içsel ve ruhi konular kanun ve hukuk<br />

dışında kalırlar. Vicdan özgürlüğünde kanunların tan ımak zorunda kald ıkları<br />

baz ı ilkeleri kısaca incelemekte fayda vard ır:<br />

1) Medeni halin layikle şmesi.<br />

a) Nüfus sicillerinden din kayd ımn ç ıkarılmasını lâyiklik gereklerinden sayarlar.<br />

Halen yürürlükte olan 14 A ğustos 1330 (1914) tarihli nüfus kanununun<br />

3. maddesi sicile vatanda şların dininin yaz ılmasını emreder. Bu lâyiklik<br />

ilkesine aykırı görülmekte ve kald ırılmas ı istenmektedir. Kanaatimizce<br />

bazı törenlerin yap ılması ve özellikle cenaze törenleri için ölünün hangi dine<br />

mensup oldu ğunun bilinmesi laz ımd ır.<br />

b) Evlenme ve miras meselesi medeni kanunumuzdan önce dini hükümlere<br />

ba ğli idi. Nikâh meselesi fıkhın, Kitab ınıaikah, miras meselesi de Kitabül<br />

Feraiz hükümlerine göre çözülürdü. Gayr ı müslim tebaa ise kendi dini gerek<br />

lerine göre i şlem görürdü. Medeni kanunun uygulanmasiyle bu i şler düzene<br />

girmi ş ve lâyikleşmiştir. Fakat medeni nikah yap ıldıktan sonra dileyen dini<br />

nikah yaptırabilir. Bat ıda eskiden papazlar gerek nikah gerekse sicil kay ıtlanyla<br />

uğra şırlard ı. Bu gün Fransada nikâhtan önce dini nikah yapmak yasaktır.<br />

2) Dini törene katılmak yükümlülüğünün olmaması. Yurtta şların kutsal<br />

tören yapma veya yap ılan törenlere kat ılmas ı mecburi de ğildir. Müslümanların<br />

namaz klima ve oruç tutmalar ı bir kanuni kayıt alt ına almmamışt ır<br />

Bugün Türkiyede dini tören yapmakla görevli kimseler Diyanet i şlerine<br />

ba ğhdırlar.<br />

3) Dini törenlerin kamu hizmeti sayılmaınası .<br />

Dini törenlerin kamu hizmeti say ılmas ı ve giderlerinin Devlet bütçesinden<br />

verilmesi lâyiklik ilkesine ayk ırıdır.<br />

Zira vergi yolu ile paray ı verenler din mensuplar ı kadar muhalif dinde<br />

bulunanlar veya hiç bir dine mensup olmayan kimselerden de olabilirler.<br />

Yurtta şların bir kısmını kendi vicdani kanaatlar ına aykırı bir yolda yükümlü<br />

kılmak demokrasi, e şitlik ve lâyiklikle bağda şamaz.<br />

160


4) Kamu hizmetlerinin lâyiklesmesi<br />

Din farkı gözetilmeden bütün yurtta şların devlet hizmetine girmek<br />

konusunda e şit şanslara mâlik olmalar ı gerekir. Bunun gibi e ğitim ve yarg ı<br />

işlerinde din adamlarının yer almaları lâyiklik ilkesine aykırıdır. Mec139;<br />

öğretimde din derslerinin yer almas ı bu ilkeye ayk ırı gibi görünür. Çocuğuna<br />

istediği dini eğitimi vermek baban ın tabii bir hakkıdır. Fakat devam mecburiyeti<br />

olan okullarda mecburi olarak din dersi vermek, e şitliği ve dolayısile<br />

layikliği bozar. Bu sak ınca sözü geçen dersleri ihtiyari k ılmakla önlenir.<br />

nitekim 1961 anayasas ı, dini eğitimi, isteğe bağlı kılmış ve çocuklar için ana<br />

babanın rızasuu şart ko şmu ştur.<br />

5) . Genel bütçeden din için bir yard ım yapılmaması<br />

Bütçe çe şitli din ve mezheplere mensup bütün yurtta şların vergi yolu<br />

ile verdikleri paralardan meydana gelir. Bu türlü bir para, ancak e şit<br />

olarak, genel hizmetler için harcan ır. Bunun, bir dine yard ım akçesi olarak<br />

kullanılmas ı lâyiklik ilkesine ayk ırı düşer. Genel olarak yat ılı okullarla,<br />

hastahane ve hapishanelere yap ılan yardımlar bunun dışında kahr". Memleketimizin<br />

özel durumu bu konuda baz ı tedbirleri gerektirmi ştir. Müslüman<br />

yurtta şların ileride dinda şların ın faydalanmas ı için b ırakt ıkları vakıflar<br />

vard ı. Evkafa ait mal ve mülk bugün devletin genel bütçesi içinde görünüyor.<br />

Bundan başka yine İslam dininin bir özelliği olmak üzere ruhban s ınıfı yoktur:<br />

( ). Layikli ğin siyasal ve toplumsal anlam ı din ve devlet<br />

ayırımı olduğuna göre devletin dinden elini çekmesi ve fazla olarak,<br />

din derneklerine ait olmas ı gerekli giderlerin genel bütçede yer almas ı,<br />

dinin memleketteki durumunu zây ıflatmıştı. Dini koruyan bir kurumun<br />

bulunmayışı ve dinin maddi imkanlardan da yoksun b ırakılması üstelik<br />

konusu din olan cemiyetlerin kurulmas ının yasak olmas ı din ve devlet<br />

ayrımında dengeyi bozar. Bozulmu ş olan bu dengeyi yeniden kurmak<br />

için genel ve özel olarak bir çok yollara ba ş vurulmu ştur. Diyanet<br />

İşleri bütçesinin kuvvetlendirilmesi, radyoda dini ve ahlaki konu ş -<br />

malar, Ilahiyat Fakültesi ve İmam-Hatip okullarımn yeniden aç ılmas ı, isteğe<br />

bağli olarak ilk okullara din. derslerinin konmas ı gibi tedbirler s ırf bu dengeyi<br />

yeniden kurmak içindir. Bu çal ışmalar baz ılarının ileri sürdüğü gibi lâyiklik<br />

ilkesine aykırı ve gerici tedbirlerdir 43 . Fakat layikliğin ahenkli olarak<br />

uygulanmasını sağlayacak daha temeli ilkelere var ıncaya kadar bu yolda<br />

yürümekten ba şka çare yoktur. Kurallar ı kuvvetlendiren bu istinalar bir<br />

kenara b ırakıhrsa lâyiklik, dinin devlet i şleri dışında kalmasını gerektirir.<br />

43 S. S. Onar, İdare Hukuku, Uyiklik prensibi.<br />

Din Sosyolojisi F. 11 161


Bunu sağlamak için mahkemelerdeki dini yemin kald ırılmış, anayasada baz ı<br />

değişiklikler yap ılmış ve bu arada Vallahi şeklindeki dini yemin "Namusum<br />

üzerine söz veririm" olarak düzeltilmi ştir 44.<br />

E. Ibadet, ayin ve tören yapma özgürlü ğü (Liberte de Culte)<br />

Din hürriyetinin subjektif yönü vicdan özgürlü ğü başh ğı altında gösteril-:<br />

diği halde objektif yönü ibadet, ayin ve tören yapma özgürlü ğü diye vas ıflandırıhr.<br />

Töreni olmayan baz ı dinler vard ır. Fakat bunlar birer istisnad ır.<br />

Genel olarak çe şitli yerlerde belirtti ğimiz gibi dinde birbirinden ayr ı<br />

iki aşama vardır. Bunlardan biri, bir tak ım kutsal ilke ve varlıklara inanış ;<br />

ötekisi o kutsal varlildar ın yardımını sağlamak ve öfkesini gidermek için yap ılan<br />

eylemlerdir. Tek ba şına inanış bir felsefe olabilir. Fakat bunun bir din haline<br />

gelmesi tekrarlanan eylemlerle mümkündür. Yeni anayasan ın 19. maddesinin<br />

birinci bendinde "Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir"<br />

dernekle vicdan özgürlü ğünü; ikinci bendinde "Kamu düzenin veya genel<br />

ahlaka veya bu amaçlarla ç ıkarılan kanunlara ayk ırı olmayan ibadetler,<br />

dini âyin ve törenler serbesttir" demekle Kanun ibadet, âyin ve tören özgürlüğünü<br />

korumu ştur. Ayin, ibadet veya dini tören dedi ğimiz şey bu günkü evrensel<br />

din çerçevesi içinde dünyay ı yaratan ve yöneten kutsal vafl ıkla teması sağlamak<br />

için yap ılır. Böylece kul tanesi ile temasa gelir ve ondan yard ım ve<br />

dilekte bulunur. Vicdan özgürlü ğü ile tören yapma özgürlü ğü aras ında bir fark<br />

vardır. Vicdan özgürlüğü dıştan anla şılmas ı güç bir durum veya bir mazruf<br />

olduğu halde tören, âyin ve ibadet onun zarf ı veya dış görünü şüdür. Bu fark<br />

tören yapma özgürlü ğünde kamu düzeni, genel ahlak ve kanun yasa ğı gibi<br />

kayıtları gerektirmi ştir.<br />

Bir an için anayasada âyin, ibadet ve tören yapma özgürlü ğü için böyle<br />

bir hüküm olmadığı düşünülse bu dini törenlere ya cemiyetler kanunu veya<br />

eski deyimle içtimaat- ı umumiye (toplantı ve gösteri yürüyüşü) kanununu<br />

uygulamak gerekecekti. İki halde de birtak ım güçlüklerin ortaya ç ıkması beklen<br />

ebilir. Cemiyetler kanununa göre bu törenlere Cemiyet üyesi olmayanlar ın<br />

katılması mümkün olmayaca ğı gibi din, mezhep, tarikat esas ına dayanan<br />

ce ıniyetin kurulmas ı da kanunen yasak edildi ğinden ibadet, ayin ve dini<br />

tören denilen kurum i şlemez bir hale gelecekti. Bu törenlerin eski içtimaat ı<br />

umumiye, yeni ad ıyla toplant ı ve gösteri yürüyü şü hürriyeti hakk ındaki<br />

162<br />

44 S. Derbil, ayni eser ve ayn ı yer.<br />


kanununa göre yap ılmas ı da güçtür 45 . Zira bir tören say ılan toplant ı, kamu<br />

düzenini korumak için kanunla sm ırl ıdır. Her iki şekilde de güçlük oldu ğu<br />

a şikardır. Bu sebepten anayasan ın yukar ıda' sözü geçen hükmü koyaması<br />

çok yerinde olmu ştur.<br />

Bu konuda tekkelerin kapat ılması ile ilgili 20 kas ım 1341 tarihli kanuna<br />

ilişmek gerekir. S ırf memleketin güvenli ği göz önünde tutularak 1925 y ılında<br />

tekkelerde tören yap ılmas ı yasak edilmi ştir<br />

Tekke ve tarikatta müridin kul gibi mür şidine bağlanmas ı esast ır. Bu ise<br />

devri ınizin insan haysiyeti ve şerefine yakışmaz. Birleşmiş Milletler andla ş -<br />

mas ının ba şlangıcı (Madde I.), İnsan Haklar ı demetinin ba şlangıcı (Madde<br />

4.) ve Avrupa İnsan Hakları Sözle şmesi (Madde 4/1) nde hiç bir kimsenin<br />

kul ve köle edilemiyece ği açıklanmıştır. Memleketimiz törelerine göre de bir<br />

kimse kendi rızas ı ile bile kendisini bir pire ba ğlayamaz. Bundan ba şka Medeni<br />

kanun hükümlerine göre "Kimse medeni haklar ından ve onlar ı kullanmaktan,<br />

k ısmen olsun, feragat edemez. Kimse hürriyetini ferag edemediği<br />

gibi kanuna veya genel ahlaka ayk ırı olarak onu s ımrlayamaz<br />

(M. K. Madde 23). Bütün bunlar, kanaat ımızca tekke ve zaviyelerin kapat ılmas<br />

ını gerekli kılmıştır Bunun dışında, yukarıda da söyledi ğimiz üzere, güven<br />

lige, ahlak törelerine ve kanun yasaklar ına aykırı olmayan dini törenler serbesttir.<br />

Kanun hükümlerine uyulup uyulmad ığını denetlemeye hükümetin<br />

hakkı vard ır. Islamlarm dini törenlerini denetleme i şini, ba şbakanlığa ba ğlı<br />

Diyanet İşleri Ba şkanlığı ve onun emrindeki te şkilat yapar 46.<br />

Kısacası bir memlekette din ve vicdan özgürlü ğünün bulunmas ı için<br />

herkesin :<br />

I — Istedi ği şeye inanmas ı ve bu inancını istediği gibi aç ıklaması,<br />

2 — Tap ınakları ve buna ba ğlı kısımları serbestçe kurabilmesi.<br />

3 — İman ve inanç sahiplerinin maksatlar ına varmak için maddi ve<br />

manevi imkanlara sahip olmas ı yani menkul ve gayri menkul mallara mâlik<br />

olmas ı ve serbestçe bu u ğurda dernekler kurabilmesi laz ımdır. 47<br />

45 171 numaralı Toplantı ve Gösteri Yürüyü şü Hürriyeti hakk ındaki kanun, 10. 2. 1963<br />

tarihinde kanunla şmıştır.<br />

46 Süheyp Derbil, İdare Hukuku 1949, Cilt 11 Sh. 462 ve devam ı.<br />

47 13k. ve kar şıla ştır. Naz ım Poroy, Lâyiklik, anonim eser, 1954 İstanbul. Sh. 53.<br />

163


F — TÜRK İYEDE LkY/KLIK KONUSUNDAKI BAZI GÖRÜ Ş AYRI-<br />

LIKLARI.<br />

Yukarıda verdiğimiz uzun aç ıklamalar lâyikli ğin, özgürlük ve e şitlik<br />

ilkelerine dayanan, demok ı:asinin kopmaz bir parças ı olduğunu ve önemli<br />

devrimlerin amac ı olduğunu gösterir. Devrim olan yerde birtak ım etki ve<br />

tepkiler olur. Bundan daha hafif olmak üzere herkesin devrime ayni anlam ı<br />

vermesi ve onu tam olarak sind►rmiş olması beklenemez. Bu sebeple genel ve<br />

özel olarak lâyiklik konusunda memlekette baz ı görüş ayrıhkları vardır. Kısaca<br />

bunlara dokunmak uygundur. Genel olarak tak ışma ve ele ştirmeler üç do ğ-<br />

rultuya yönelmektedir 48 :<br />

I — Dinle devlet aras ındaki ba ğlar kuvvetlendirilmemi ştir.<br />

Bu itiraz ı yapanlar memleket nüfusunun % 95 inden fazlas ınm müslüman<br />

olduğunu, devletin bu gerçe ği tanımas ı gerekti ğini ve halkın arzusuna uyarak<br />

dini teşkilatı kuvvetlendirmesi ve yönetmesi_ tezini savumular. Bu kimselerin<br />

dü ştükleri mant ık hatas ı şöyledir : İlk olarak devletin dinle birleşme<br />

veya ayrılması bir yüzde i şi değil, kutsal bir ilkedir ki bunun da ad ı<br />

lâyikliktir. Bir ilkenin do ğruluğunu yüzdeye vurmak ve ölçmek do ğru değildir.<br />

İkinci olarak lâyiklik bir bakıma akıl ile vicdan alanlarını ayırma olduğuna<br />

göre devletin dine kar ışmas ı aklın vicdana kar ışmas ı sayıhrki bunu hiç bir<br />

doktrin ho ş görmez. Bir an için devletin dine kar ıştığım kabul edelim; bu<br />

karışma= s ınırı ne olacakt ır Yani devlet nereye kadar gidecektir Bunun<br />

tayini, de oldukça güç bir meseledir. Üçüncü olarak, demokrasinin dini denetlemeye<br />

kalkmas ı, bir kimsenin bindiği dalı kesmesi kadar gariptir. Zira deıiıokrasinin<br />

temel direklerinden biri de e şitlik ve özgürlüktür. Devletin<br />

dine karışmas ı bu eşitlik ve özgürlü ğe saldırma sayıhrki bu da demokrasinin<br />

kendisini ayakta tutan ilkeleri y ıkmas ı demektir.<br />

Din ile devlet ba ğının kuvvetlenmesini isteyenler bir de şu tezi ileri sürerler:<br />

Halk yönetiminin ad ı demokrasi oldu ğuna göre devletin halktaki<br />

bu temayülleri göz önünde tutmas ı gerekir. Bu tez akla yak ın görünür. Fakat<br />

dikkat edilirse bu da tenkitten vareste de ğildir. Gerçekten demokraside halk ın<br />

arzularını göz önünde tutmak gerekir. Fakat sistemin dayanmakta oldu ğu<br />

temeli yıkmak sonuncuna varacak olan halk arzusu yerine getirilmez. Hürriyet<br />

namına hürriyetin bağlanması aklın alacağı bir şey değildir. Zira halkın<br />

böyle bir arzusunu yerine getirmek demek hürriyeti ve dolay ısile demok<br />

rasiyi yok etmek demektir. Esasen medeni kanunumuz, kimse hürriyetini<br />

48 Bk. Prof. Enver Ziya Karal, Ulyiklik cilt 1. Sh. 72 ve devam ı.<br />

164


feda edemediği gibi kanuna veya adab- ı umumiyyeye mugayir surette tak -<br />

yit dahi edemez demektir. (M. K. madde 23)<br />

Yalnız burada bir noktay ı aydınlatmak gerekir. Layikli ği uygulamakta<br />

olan bat ılı memleketlerde bu ilkenin uygulanmas ını dengeli ve ölçülü bir<br />

şekilde ruhban ve devlet sağlamaktad ır. Böy(ece din devletin ve devlet de<br />

dinin saldırı ve sata şmas ına karşı korunmaktad ır. Bu ilkenin uygulanmas ından<br />

önce toplum olaylar ının zoru alt ında bazen din devlete ve bazen de devlet<br />

dine karşı saldırgan bir durum tak ınmıştır. Layikliğin kabulü ile bu iki makam<br />

arasında barış ve denge yeniden kurulmu ştur. Bat ıda işlerin dengeli olması,<br />

devletin otoritesi kar şısında dini koruyan ve onun devand ılığım sağlayan<br />

bir ruhban s ınıfımn varlığından ileri gelir. Mesela, Fransada devlet dini korumayınca<br />

papaliğa bağlı bulunan bir ruhban hiyerar şisi pekala dini koruma<br />

işini üzerine alarak onu devaml ı kılmıştır. Daha önce belirtti ğimiz gibi İslamiyette<br />

ruhban yoktur. Bu bo şluk yukarıda ileri sürülen tezin zihinleri kar ış<br />

tırmasma yol açm ıştır. Bu eksikliği anlayan yöneticiler Diyanet İşleri bütçesini<br />

arttırmak, dinin bilimsel yönlerini incelemek üzere ilahiyat Fakültesi<br />

gibi bir bilim oca ğını açmak, çe şitli yerlerde Yüksek İslam Enstitüleri kurmak,<br />

din adamlarının yetişmesi için burslar vermek, radyoda dini ve ahlaki konu ş -<br />

malar tertiplemek ve Evkaf'ta hayli amac ı ğüden hizmetleri artt ırmak suretile<br />

bu boşluğu doldurmaya çah şmaktadırlar. Din derneklerinin serbestçe kurulmas<br />

ına Cemiyetler kanunumuzda ve di ğer kanunlarda mevcut yasaklay ı-<br />

cı hükümler 49 yürürlükte kaldıkça ve dini te şekküllerin maddi imkanlar ı<br />

kendilerine verilmedikçe bu yard ımların devam edece ği sanılmaktadır. Bu<br />

durum karşısında devlet bir çözüm yolu bulmak ve kendi dışında dini<br />

te şkilatuı kurulmas ına yarayacak zemin ve zaman ı haz ırlamak zorundad ır.<br />

Aksi taktirde layiklik ilkesinin herkesçe bilinen nimetlerinden milletimizin<br />

faydalanması güçleştiği gibi insan hakları demecinin 20. maddesi<br />

ve Avrupa İnsan Haklar ı sözleşmesinin II. maddesi ile yeni anayasanın dernek<br />

kurma ye toplanma konusundaki hükümlerine uyulmam ış olur.<br />

2 — Devrim tinsel (mânevij de ğerleri yıkt ı ve yerine yeni bir şey getirmedi.<br />

Bu tez do ğru say ılamaz. Bir kere y ıkıldığı sanılan tinsel değerlerin neler<br />

olduğunu saptamak (Tesbit etmek) gerektir. E ğer bununla hilafetin.kald ırdması<br />

anlat ılmak isteniyorsa son günlerde millete ve milletin şuuruna meydan<br />

okıiyan, bir taasup silah ı haline gelen, yabanc ılar için Türkleri bir kefaret<br />

tekkesi yapan, üstelik Osman O ğulları/un Kurey şe, mensup olmamalar ı yüzünden<br />

gerçek hilafet (hilâfet-i hakikiye) say ılmayan bir kurumuna varl ığına<br />

49 Cemiyetler Kanunu madde 9-E f ıkrası. (Din, mezhep ve tarikat esaslar ına dayanan<br />

cemiyetler kurula ınaz.)<br />

165


son verilmesi dine sald ırma de ğil, kalkındırma sayılmaktad ır 5° . Bununla<br />

şer'iye mahkemeleri kastediliyor veya medreseler dü şünülüyorsa bu bo ş-<br />

lukların pekala doldurulmu ş olduğunu söylemek mümkündür. Yok bununla<br />

din ilkelerine uymayan baz ı safsataların devrildiği, akla s ığmayan durumların<br />

giderildiği, skolastik düşünüşün yıkıldığı veya din adına yapılan rezaletlerin<br />

durduruldu ğu, hurafele % re son verildiği anlatılmak isteniyorsa bütün<br />

bunlar bir cevaba de ğmiyecek kadar çürük iddialard ır 51 .<br />

Görülüyorki y ık ılan şeyler dinin özü sayılan şeyler değildir. Bunlar dine<br />

nereden geldiği belli olmayan bazı eklentilerdir. Hatta bunlar içinde kökleri<br />

ta şamanlığa, mecusluğa ve putperestli ğe giden baz ı hurafeler de vard ır.<br />

3 — Devrim ve klyiklik bize ne getirdi<br />

Devrim ve lâyiklik bize erkin bir irade ile iki kanaat getirmi ştir. Bu<br />

kanaatlardan biri, dü şünce özgürlü ğü; - öbürü vicdan özgürlü ğüdür. Erkin.<br />

irade düşünce özgürlüğüne dayanır ve vicdan özgürlü ğü ile yükselir ve havalamr<br />

Gerçek anlamda bilim ve din gerçeklerine ancak ve ancak hür ve özgür<br />

bir iradenin bu kanatlar ı ile ula şıhr 52 .<br />

G — BIZDEKI VE BATIDAKİ lAYIKLİĞİN BENZERLIK<br />

VE AYRILIKLARI<br />

Lâyiklik konusundaki etüdümüzün tamamlanmas ı için bizde gelişen<br />

layiklikle Bat ıdaki' lâyikliği karşılaşt ırarak aralarındaki benzerlik ve ayr ı-<br />

lıklan belirtmek laz ımdır.<br />

Avrupada evrensel kilise (fglise universelle) ilk önce ulusal kiliselere<br />

yer vermişti. Sonra bunlar kendi içlerinde layikle ştil&. Mesela Katolik Kilisesi<br />

devlete ba ğlı olmadığı gibi devlet otoritesini de haiz de ğildi. Bununla<br />

beraber katolik memleketlerde sözünü geçilirdi. Yukar ıda da dokunduğumuz<br />

üzere kilise nüfuzunun artmas ı derebeylik kar şısında kendilerini zay ıf bulan<br />

kıralların gösterdikleri çabalar ın bir sonuncu idi. K ırallar derebeyler kar şısında<br />

dılrumlarım kuvvetlendirmek için dine ve kiliseye s ıms ıkı sarıldılar.<br />

Bu sayede papal ık makamı derebeylere hâkim olmaya balad ı. Öyle bir an<br />

geldiki kilise ve papalik makam ı Layuhti (yamlmaz) say ılarak din ve dünya<br />

işlerinde son sözü söylemeye yetkili bir makam oldu. Tam bu s ıralarda Do ğu<br />

50 Bk. Hilafet bahsi.<br />

51 Bk. Hilafet kesimi.<br />

52 Enver Ziya Karal, Devrim ve Laiklik, Laiklik 1. Sh. 75.<br />

166


ve Bat ı kiliseleri aras ında bir ayr ılma (Schisme) hareketi ba ş gösterdi 53 .<br />

İngilterede 1547 y ıhnda Anglikan Kilisesi kurulmu ş ve 16. yüzyılda<br />

Lüther reform bayra ğını çekerek kutsal kitaplardan ba şka bir şey tan ımayaca<br />

ğını ilan etmi şti. Bu şekilde ulusal kiliselerin kurulmas ının iyi ve kötü<br />

taraflar ı vard ır. İyi taraflar ı milliyetçiliğe bir kaynak olmas ı ve bunun geli ş -<br />

mesine yard ım etmesidir. Kötü taraflar ı ise Bat ıda din ile devleti birle ştirerek<br />

Bizantinizm veya Teokrasi denilen bozuk sistemlere yer vermi ş olmalarıdır.<br />

Lâyiklik, bu ulusal kilisenin zihinleri karartmak yolundaki davranışlarının<br />

bir tepkisi gibidir. Bu bak ıma, lâyiklik şu iki hareketten do ğmuştur<br />

denebilir:<br />

1 — Bir yandan ayd ınlanma (Aufklârung) ad ı verilen 18. yüzy ıl düşünürlerinden<br />

Spinoza, Hobbes, Locke, Voltaire gibi filozof ve dü şünürlerin<br />

fikir ve vicdan özgürlü ğünü savunmalar ı layikliğe giden yollar ı açmıştır.<br />

2 — Öte yandan devletle ilgili olmayan tarikat ve dini kurumlar teokrasi<br />

ve bizantinizme giden durum kar şısında tepki göstermi ş ve onların<br />

yıkılmasına çalışmışlard ır.<br />

Görülüyorki Avrupada layiklik ilkesi, bir yandan devrin hür dü şünceli<br />

bilginleri öte yandan, Jansenistler gibi bir tak ım mistiklerce ileri sürülmü ş<br />

ve savunulmu ştur. İngilterede Holyoake da ayn ı yolda çal ışmıştır. Fakat<br />

bu devirde eski Yunan ın RATİO esas ına ba ğlanabilen a şırı bir akla tap ınma<br />

sistemi (Culte de la Raison)nin kurulmas ı yüzünden bu hay ırlı ve verimli<br />

çalışma ve çabaların zaferi biraz gecikmi ştir 54 .<br />

Şimdi gelelim kendi memeleketimize; bizde layikli ğin ilk me şalesi hilafet<br />

kurumuna kar şı parlamıştır. Gerçekten 3 mart 1924 y ılında Şeyh Saffet efendi<br />

ile elli arkada şının kanun teklifi yeni bir ç ığırın ba şladığına işaret say ılıyordu.<br />

Bu layikleşme, millile şme (yani ümmet anlay ışına ba ğlı olan kurumların<br />

ulusal bir renk almas ı) ve Avrupalıla şma sembolü olarak nazara'ahnd ı. Genel<br />

olarak ulusal olmayan kanun ve kurumlara ve teokrasiye yap ılan saldırışlar<br />

biraz a şırı gidince din aleyhtarl ığına kayabilir. Nitekim İngiltere ve Avruda<br />

da böyle a şırı durumlar, çok defa tanr ısızhk (Atheisme) ve din aleyhtarlığına.<br />

dönmüştür. Bundan dolay ı baz ıları layikliğin din aleyhtarlığı ile ikiz<br />

53 Bu ayrılma hareketi Lâtin kilisesi ile Rum Ortodoks kilisesini bir birinden<br />

apr ınıştır. Bu harekete Fotyiis şizması (Schisme de Photius) derler. Lâtin kilisesi orta ça ğ boyunca<br />

Arianizm, put k ıranlar (lconoelastes), Mutezile mezhebinden olan Vodvalar (les Vaudois)<br />

la uğraşmıştır. Bu hareket H ıristiyanlık için bir zaaf olmu ştur.<br />

54 Bk. Nahit Tendar, aym eser,<br />

167


gitmedikçe besinsiz, kaynaks ız ve c ılız kalaca ğı yolunda baz ı iddialar<br />

ortaya atm ışlardır 55 .<br />

Islamiyeṫte kul ile tanr ı aras ına ruhban denilen bir arac ı zümrenin bulunmaması<br />

teokrasi ile yap ılan sava şın hiç de dinsizlik şeklinde olmayacağım<br />

gösterir. Layikliğe engel olan teokrasi ve onun temsilcisi olan hilafetinkul-tann<br />

münasebetine karışmaktan vazgeçmesidir ki gerçek dindarl ığı meydana getirmiştir.<br />

sizin dininiz size, benim dinim bana (,:e J j (Kur'an,<br />

Kâfirun -6. ) - Ameller ancak niyetlere göredir (<br />

) , dinde<br />

zor olmaz ( Li 0 I j5-1 y) ( Bakara 255 ) gibi ilkeler islamiyeti bir gönül<br />

dini olarak ebedile ştiı miştir. 56 . Böyle bir gönül dininin (Religion du coeur)<br />

devlet karşısındaki ba ğımsızlığını sağlayan veya , aşırı derecede, dinin dünya<br />

işlerine karışmasını önleyen lâyiklik dini inkâr etmek veya onun aleyhinde<br />

bulunmak de ğil, aksine onun kıitsallığım doğrulamak' ve ona kendi alan ında<br />

ba ğımsızlık vermek demektir. Yaln ızca kendi ç ıkarın düşünecek kadar<br />

küçülmeyen bir dindarın layik olmas ı gerektiği basit bir mant ık işidir.<br />

Bizde böyle olduğu gibi Batıda da böyle, hatta Uzak Do ğuda da Şinto dini<br />

müstesna yine böyledir. K ısacas ı Avrupada lâyiklik Rönesansla ba şlayan<br />

ve demokrasi ile sonuçlanan hiirriyet . sava şlarının bir safhas ı olup toplumun<br />

içinden çıkmıştır. Daha ileri giderek layikli ğin demokrasi sisteminin<br />

kopmaz bir parças ı ve hatta bu sistemin dayanaklar ından biri olduğu<br />

burada tekrarlanabilir. Bizde ise lâyiklik Avrupahla şına, bilimsel düşünüşün<br />

yerle şmesi, millile şme ve Peygamber ve gerçek hâlifeler devrine dönme<br />

akımlarıyla beslenmiştir<br />

Bizdeki lâyikliğin bir 'ba şka niteliği de , çok yeni olmasıdır. Avrupada<br />

asırlardan beri yap ılan sava şlar ve dökülen kanlar pahas ına güçlükle bu<br />

sonuçlara varılmıştır. Lâyikle şme süreci bizdekine nazaran çok yava ş olmuş<br />

fakat sindirilmi ştir. Halbuki bizim lâyiklik bir devrim ve yenilik sembolü<br />

olarak yenidir. Son olaylar bu ilkeyi tehlikeye dü şürecek yerde kuvvetlendirmiş<br />

ve daha rasyonel ve müsbet bir yola girmesini sa ğlamıştır 57 .<br />

55 E. R. E. (Din ve ahlölt ansiklopedisi) , secularisme maddesi.<br />

56 isium devletlerinin ele geçirdikleri ülkelerde kurduklar ı egemenlik ile diğer dinlere<br />

karşı gösterdikleri müsamahay ı biri birinden ayırt etmek laz ımdır. Egemenlik kurmak hususunda<br />

gayet sert davranan bu devletler din hususunda çok müsamahal ı olmuşlardır.<br />

57 Bk. Nahit Tendar, Löiklik, sosyoloji dünyas ı Sh. 35-36.<br />

168


SÖZLÜK<br />

Adaptasyon (Adaptation)<br />

A<br />

Buna türkçede intibak ve yenileyin uyarlama denilmektedir. Bir yarat ığın fiziki bir çevreye<br />

uygun bir duruma getirilmesidir. Asl ında biyolojik olan bu terim ço ğu zaman psikolojik<br />

ve sosyolojik anlamlarda kullan ılır Bunun yerine toplumsal anlamda özündeme, ayarlama<br />

veya toplumsal k ılma terimleri kullan ılır.<br />

Bir eserin ba şka ortamlara uygulanmas ı da bu terimle anlat ıl.r.<br />

'Adem (Adam)<br />

Yahudilik, H ıristiyanlık ve isiamda ilk insamn ad ıdır. Hikayesi Tekvinde anlat ılmaktadır.<br />

Hıristiyan görü şüne göre Ademin suçu bütün insanlara yay ılmaktadır. Kur'anda (Bakara<br />

34 ve başka yerlerde) -Iblis müstesna- bütün melekler Tanr ının buyruğuyla ona sayg ı göstermişlerdir.<br />

G, dünya yarat ıklarnurı yöneticisi ve ilk peygamberidir.,<br />

Agni<br />

Vedalarda sözü geçen Ate ş Tannsıdır. İlkin ocak ate şine, sonra kurban ate şine bağlı kalmış<br />

ve böylece insanlarla Tanr ılar arasında kâhinlik yapan, Iannlara insanlar ın kurbanlann ı<br />

sunan çok önemli bir tannsal varhk olmu ştur.<br />

Afrodit (Aphrodite)<br />

Yunanhlarda deniz köpü ğünden çıkan güzellik ve a şk tannças ıd-r. Eros'un annesidir. Romablardaki<br />

ad ı Venüs'tiir<br />

Agnasyon ve Kognasyon (Agnation et Cognaton)<br />

Aganasyon yalnızca baba tarafından olan akrabal ığa denir. Eski Romada ailenin bir erkek<br />

atas ı vardı ki buna Agnati adı verilirdi.<br />

Cognasyon ise, kad ın tarafından olan akrabahkt ır. Bu deyimler agnat ve Cognat şeklinde<br />

ve sadece baba veya ana taraf ından kan akrabal ığı olarak kullamlular.<br />

qı.<br />

Agnostisizm (Agnosticisme)<br />

Buna eski 'Türkçede Laedriyo, yeni Türkçede bilinemezcilik denir. Agnostik, bilmeyen<br />

kimsedir. Bunun kar şılığı Gnostik, bilen kimse anlam ındadır Bu kimse ne dinsiz, nede mümindir.<br />

Yaln ı zca şunları doğrular: 1) Insan zekas ının aşamayaca ğı baz ı sın..rlar vard ır. İnsan mutlak<br />

ve sonsuza ancak gerçek bir bilgi ile varabilir. 2) Böyle bir bilgiyi getirece ğini iddia eden<br />

teoloji hiç bir güvenilir temele dayanmaz. Agnostisizm çok say ıda doktrinin müşterek adıdır.<br />

Mesela Kantin izafiyecili ği (i.eletiYisme), Auguste Comte' ın pozitivizmi, Herber Spence'r'in<br />

tanınmamazlık (ineonnaissuble) doktrini ve benzeri böyledir. Kelime 1869 y ılında T.<br />

H. Htudey tarafından bulunmuştur. Bu yazar ın kendi anlatışına göre (Agnostisizm sadece olayların<br />

gerisinde olanı bilmiyoruz deye ıı bir sistemdir). Bu ad ı Huxley'e ilham eden aulus'un Atina<br />

sunağı (kurban kesilen yer-Autel) üzerinde gördü ğü Agnosto Theo (meçhul bir tanr ıya)<br />

yaz ılı bir yaz ıt olmu ştur. Terim genel olarak, Tannn ın var olduğunun, niteliğinin ne olduğunun<br />

ve evrenin nereden geldi ğinin bilinmediğini ileri süren bir öğreti anlaınındadu.<br />

Ahimsa (öldürme ınek)<br />

Eski Hindistanda bir zahitlik buyru ğudur. Her varl ığın tenasüh lonucu özel bir ruhu<br />

ve değeri mevcut olduğundan onu öldürmek yasakt ır. Ahimsa buyru ğu Jainizmde budizmden<br />

daha fazla sayg ı ile kar şılanmaktadır. Hinduizmde- de bunun önemi büyüktür.<br />

169


Ahura-Mazda<br />

Zerdü şt dininde iyiliği ve hayra temsil eder. Esât ıre göre Zervan'm o ğlu, Ehrimamn kardeşidir.<br />

Ahura Mazda bütün unsurlar ı içine alan dünyayı kapsayan bir varlikt ır. Öte yandan Dünyayı<br />

yaratan bir tanr ıdır<br />

Akademi (Acadamie)<br />

Belli bir bilim dal ıma geli şme ve ilerlemesini sa ğlamak üzere mü şterek çalışmalarda veya<br />

serbest ö ğretimde bulunan yetkili kimseler toplulu ğudur.<br />

idi.<br />

Eski Yunanda Eflâtunun kurdu ğu okulun adıd ır. Aristonun kurduğu okul ise lise (Lyc ıfr)<br />

Animatizm (Animatisme)<br />

Bütün tabiat olaylar ına tannsal güç ve nitelik tamyan ilkel bir din sistemidir ki buna<br />

natürizm dahi denir. Burada tabii kuvvetler ve tabiat olaylar ı tannla ştınlm ıştır.<br />

Animizm (Animisme)<br />

Animizm ilkel bir dindir. Özü insan bedeninden ayr ılan ruhlann göklere ç ıktıktan sonra<br />

ervah (Esprits) haline gelerek Tanr'sal bir nitelik kazanmas„ ve böylece insanlar ı yönetmesidir.<br />

Antropomorfizm (Anthropomorphisme)<br />

Insanlarda mevcut olan şekil, ihtiras ve bölümlerin Tannya atfedilmesidir. Tekvinde "Tanrı<br />

insanı imgesine göre yaratt ı" denilmektedir. İbrani Edebiyat ı Jehovanın antromorfik tasvir<br />

ve tavsifleriyle doludur. Yunan Tanr ı ve tanrıçalar' idealize edilmi ş insani varhklard ı. Xanophane,<br />

6. yüzyılda şöyle yaz ıyordu: Fâniler, tannlar ımn kendileri gibi do ğduklanna, ses ve<br />

viicutlarımn insanlara benzedi ğine; mesela habe ş İannlarmın rengi kara ve burunlar ı/1m bas ık,<br />

Trakya Tanrılarımn ise kızıl saçl ı ve mavi gözlü olduklarına inamrlar" Kısacas ı bu sisteme<br />

göre insanlara öz bütün fizik, psikolojik ve toplumsal nitelikler Tannlarda da var san ık':<br />

Antropojeografi (Anthropogaographie)<br />

Kuşatıldığı coğrafi şartlarla olan miinasebetleri bak ım ından insan, tarih ve kültürünün<br />

bilimsel bir etüdiidür.<br />

Apollon<br />

Anadoludan Yunanistana gelen daha sonra özellikle Delfi'de yerle şen temizlik, ışık ve<br />

sanat tanns ıdır. Müzik ve sanatı sevmek bu tanruun özlü niteliklerindendir.<br />

Arius ve Arianiz '<br />

hanın kişiliği üzerinde yap ılan tart ışmalarda Arius Isamn Tannsal babas ına benzediğini<br />

ileri sürmü ştür. (Baban ın başlangıcı yoktur; o ğlunun ba şlangıcı vardır. Logos Tannınn bir yaratığıdır).<br />

Iznik Konsili tarafından 325 yılında reddedilen bu görü ş, Arius taraftarlar ı sayesinde<br />

Cermen a şiretlerine kadar yay ılmış ve orada yüzy ıllarca hüküm sürmü ştür. Arius bir kaç<br />

yıl sürgün kaldıktan sonra tekrar piskoposluk görevine ça ğınlmıştır. Kendisi ilkönce Antakya<br />

piskoposu idi.<br />

Aristo (Aristotales)<br />

M. Ö. 384-322 yılları arasında ya şamış bir yunan filozofudur. Atinada yerle şerek Eflatundan<br />

ders almıştır. Bir süre Atinadan uzakla şmış fakat ö ğrencisi olan Büyük iskender'in i şleri<br />

ele almas ı üzerine tekrar Ati ımya dönmü ştü. Orada Lise (Lyceum) denilen okulda ö ğretime<br />

başlamıştır. Ayakta dola şarak dersleri anlatt ığı için felsefesine yürilyiicü anlamında Me şaiyun<br />

170


(136ripateticien) felsefesi denir. Bu s ıralarda Aristo en önemli eserlerini yazm ıştı.<br />

İskenderin<br />

ölümü üzerine Sokratm u ğradığı acı sonuçtan kendisini kurtarmak dü şüncesiyle Atinadan<br />

uzaklaştı. Bu uzakla şmamn sebebini soranlara "Atinahlan felsefeye kar şı ikinci bir suikast<br />

zahmetinden kurtarmak için bu uzakla şmayı kararla ştırdığını" söylüyordu. Ar&mage mahkemesi<br />

kendisini ölüme mahküm etti ve ayn ı yılın ağustos ayında öldü.<br />

Aristo bilim ve felsefe tarihine s ığmayacak kadar üstün ve ünlii bir filozoftur. Çe şitli alan--<br />

ş olan fikirlerinin bir k ısmı kendisinin öz mal ı ve buluşudur. Bir kısım bilgisi ken-<br />

lara serpilmi<br />

dinden önce gelenlerin b ıraktıkları mirastır. Bununla beraber gerek kendi bulu şu ve gerekse<br />

aksettirdiği fikirler yüzyıllar boyunca gittikçe artan par ıltılarla insanliğa ışık tutmu ş ve kendisinin<br />

gerçek bilgin ve filozof oldu ğunu göstermi ştir.<br />

Bugün bile bilimsel alanda anatomi, fizyoloji, mant ık, tarih, felsefe, din bilimleri bir çok<br />

ana ilkelerini Aristoya borçludurlar. Aristo'nun toplum konusundaki fikirleri üstad ı olan<br />

Eflatundan çok daha • olgun ve aç ıktır." Tannyı "DÜŞÜNCELERIN DÜŞÜNCESİ" (La<br />

pense de la Pense) diye tan ımlar Eserleri üç grupta toplan ır:<br />

•<br />

1) Metafizik, fizik, zooloji<br />

2) Siyaset, iktisat ve ahlük<br />

3) Şiir (Poetique), Belagat (Rhaorique), Münazara (Dialectique).<br />

Aıistonun eserleri, araplar ııı Tuleytulede kurdukları MÜTERCİMLER OKULU tarafından<br />

latinceye çevrilmi ştir. Ortaça ğın hıristiyan bilginleri ve bu arada Saint—Thomas bunlar ı<br />

skolastik sistemine temel yapm ıştır<br />

Aristokrasi (Aristocratie)<br />

Seçkinlerin ve en iyilerin egemenli ği ardamındadır. Devlet yönetiminde üçü iyi ve üçü<br />

kötü olmak üzere alt ı şekil vardır: iyiler Monar şi, aristokrasi ve demokrasidir. Kötü ve bozuklar<br />

ise s ırasıyla tiranhk, poligar şı Ve demagojidir.<br />

Hukuk yönünden, arisrokrasi sözü herhangi bir sebeple imtiyazl ı duruma geçmi ş dini,<br />

mesleki, toplumsal ve fikri bir grup, zümre veya s ınıfın egemenliğine dayanan devlet ve yönetim<br />

şeklidir. •<br />

Aşere—i — Mübeşşere:<br />

islâmın kurulu ş günlerinde hayatta iken kendilerine cennete gidecekleri bildirilen<br />

on kişidir. Bunlar s ırasiyle şunlard ır: Abubekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman<br />

b. Avf, Saad .b. Ebi Vakkas, Saad b. Zeyd, Abu Ubeyde b. Cerrah, Talha b. Ubeydullah<br />

Atman<br />

Hindistanda ki şisel ve evrensel hayat ilkesi olarak ahnmaktad ır. Ölümden sonra ya şamaya<br />

devam ederek tenasuhta ki şisel niteliğini muhafaza eder. Upanishad felsefesine göre her varlığın<br />

ruhu Brahma ııııı ruhunun aynıdır. Bu birliği gerçekle ştiren ârif, ölümünden sonra ezdi<br />

ve ebedi Brahmanda kaybolarak tenasuhta kurtulur.<br />

Augustinus (Saint -Angustin)<br />

Katolik kilisesinin en ünlü rahiplerinden biridir. Tagaste'de 354 y ıhnda doğmuş ve Hipona'da<br />

(bugün Cezayirde Konstantin vilâyetinde bir yerdir) 430 y ılında ölmüştür. Gençliğinde<br />

Maniçeizm dininde idi. Romada belagat (Rhütorique) ve Milanoda ,Talakat (Eloquence) hocalı<br />

•gı yaptı. MilEmoda Saint Abrosio adındaki rahibin vaizlerini dinleyerek 386 tarihinde H ıristiyan<br />

dinini kabul etti. Daha sonra servetini taksim ederek bir manast ır kurmu ş ve orada dini<br />

bir tarikat meydana getirmi ştir. Bundan sonra bütün gayretini dinin savunmas ına hasretmi ş-<br />

tir. Bütün bilim kollar ını öğrenerek metafizikçi, tarihçi, ilâhiyatç ı, müzikçi ve ahlükçı<br />

171


olarak kendini tamtnu ştı. Yazdığı eserlerin sayısı 1.030 kadar olup bunlar 252 cilt tutmu ştur.<br />

En önemlileri Tanr ı Devleti (Civitas Dei), Nükül (Retractaciones) ve Itiraflar (Cofessions) d ır.<br />

Ayata'.<br />

Sanskritçede dü şüş ve geliş (descente) anlam ındadır. Vişnunun enkarnasyonlanndan her<br />

birine verilen addır. Vişnu insanlara iyilik etmek için çe şitli ,kılıklara girer. Bal ık, kaplumbağa<br />

ve benzerleri birer avatarad ır.<br />

Avesta<br />

Çeşitli 21 eserden toplanmış olan Zerdüştün ve cemaatlarm ın tannsal ö ğretilerini kapsayan<br />

bir dergidir. Genel olarak bunun yorumu olan Zend ile birlikte Zendavesta şeklini alır ki<br />

bu Avestanm yorumu aniam ındachr.<br />

Aydınlanma Devri (Aufklürun ğ)<br />

17 ve 18. yüzyıllarda Bat ı Avrupada yer alan bir felsefi alkund ı •. Özellikle akla dayanan<br />

bu felıteri sistem, insan ı eski doğmatizmden kurtarmaya çal ışmış, teolojide Deizm<br />

fikirlerini benimsemi ş ve Antropolojide ise insanın esas itibariyle iyi olduğunu iddia etmi ştir.<br />

Ingilterede geli şen bu. cereyan Fransada devrim haz ırlığı olarak büyük bir rol oynamıştır. Almanyada<br />

felsefe alan ında bu devrin en önemli yazar ı Leibnizdir. Ayd ınlanma devrinin bir<br />

başka özelliği de Avrupada yeni tam ıımaya ba şlayan yabanc ı dinlere karşı gösterilen ilgi ve<br />

teoloji alan ında rastlanan büyük bir ho şgörürlüktü.<br />

Bağhlaşnıa Kanunu (La loi de Corr4lation)<br />

Sosyolojik kanunların en önemlisi olmak bakımından Bağhla şma kanunlanm biraz aç ıklamak<br />

yerinde olur. Ba ğhlaşmayı, batı dillerindeki Correlation karşılığı almaktayız. Islâm âleminde<br />

Correlation'a tezayüf ve Correlatire de mutezayif denmi ştir.<br />

İbn Sina'nın, Necatında tezayüf bir babm ad ıdır. Bürhanı Gelenbevi tercümesinde (cilt I, salı.<br />

101) de —übüvvet Bünüvvet gibi Herbirinin Taakkulüne Nisbetle Olan'Illeveudeyn Beyninde Tezayüf<br />

Vard ır deniliyordu. Bu görü ş bugünkünün aynıdır. Belot'un sözlüğünde Yan Yana Bulunmak,<br />

Iki Şeyin Yekdi ğerine İzafeti, Nisbeti Denilmi ştir. Bu da, Zayf sözünün<br />

yan anlamına gelmesinden ileri gelir. Tabii Kanun, Iki Hadise Aras ında Nisbeti Sabite Demek<br />

olduğuna göre bugünkü manay ı anlamak bakımından bu aç ıklamalar yararl ıdır. Biyoloji ve fizikte<br />

de bu kanunlarclan faydaland ır. Boyla a ğırlığın, iş bölümü ile nüfus kesafetinin nislıetleri<br />

de bu kanunla ilgilidir. Bu ka vramm en öz'ü tar ım= Frans ızca'da bulmaktay ız•<br />

Petit Larousse'da Corrfflation için mant ıkan biri diğerini çağıran (gerektiren) iki önermenin<br />

bağmtısı, Correlatif için kar şılıklı bir nisbeti gösterir: Baba ile o ğul, hükümdarla tebaa<br />

korelatif önermelerdir diyor. Bizim kulland ığunız bağhla şma terimi kısahk ve yorumlama<br />

amac ını güder.<br />

Baptistler (Baptistes)<br />

Ingilterede 17. yüzyılda ortaya ç ıkan, çocuk vaftizini kabul etmeyen ve yaltnz büyükleri<br />

en eski hıristiyan geleneklerine göre vaftiz yapan bir cemaatt ır. Büyük bir k ısmı Amerikaya<br />

göçmüştür. Almanyade Baptist mezhebi 1834 yılında yerle şmiştir. Baptistler, kilise kanun ve<br />

yönetimini tan ımaz yaln ız .Ca Eski ve Yeni Sözleşmelerin otoritesine inamrlar.<br />

Babil siirgiinü (Captivit de Babel)<br />

İsrail ogullarmın milâttan önce 597-586 y ıllarından sonra Babil bölgesinde geçirdikleri<br />

172


tecrübedir. Bu, Yalandili ğin gelişmesinde çok önemli bir rol oynam ıştır. Eski ibrani dilinin yerine<br />

ârâmi dili yerle şmiştir, Sürgün s ırasında peygamberlerin yerini kâhinler alm ıştır.<br />

Beğnaz ve Beğnazhk (Fanatique et Fanatique)<br />

Bu kavram ın alışılmış terimleri taassup ve mutaass ıptır. Bir fikre veya bir inam şa körü<br />

körün bağlanip ondan, başkasmı düşünmemek anlam ında taassup ve bu davran ıştaki kimseye<br />

mutaass ıp derler.<br />

Benediktin tarikat ı (Ordre Wneclictin)<br />

529 yılında Saint Benoit ad ında Nursiali bir papaz tarafından kurulan bir tarikattır.<br />

Litürjide çok mahirdir Üyeleri ''seçtilderi manast ıra ba ğlılık nezrederek nefislerini ıslah etme<br />

ve temiz kalma yolunu tutarlar. Ferdi mülkiyetten feragat, dünya i şlerinden el çekme,<br />

günlük âyinlere kat ılma, tarla, atelye ve bilim yolunda çal ışma ve manastır başında bulunanlara<br />

jtaat Benediktinlerin aslî görevlerindendir.<br />

Beşeri Davranışlar (Comportements humains)<br />

Toplumun organları beşeri gruplardır. Bunlar, be şeri düşünüş ve davram şlarm içinde cereyan<br />

etti ği kapalı vazolara benzerler. Topluca ya şayan insanların duyma, düşünme ve davran-<br />

, ma tarzlar ı gruplanma tarzlar ı gibi yapt ırım gücünü ta şıyan ortakla şa âdetlerdir. Bunun Amerikadaki<br />

adı Behaviour'dir<br />

Her, canl ı yaratığın davranışında iki a şama vard ır: kavramlar (notions) ve bu kavramlar ı<br />

açığa vuran,eylemler (actions).. Bir yanda duyu ve dü şünceler, öte yanda olgu, yarg ı ve davran<br />

ışlar göze çarpar. Topluca ya şayan insanların inandıkları ve duyduklar ı şeyler kadar yaptıkları<br />

• ve denedikleri şeyler de vard ır. Hareket olarak gerçekle şen eylem, duyulan, dü şünülen,<br />

tasarlanan, istenen ve umulan şeyleri açığa vurur. Eğer bu fikir ve hareketlerin s ımflanması<br />

isteniyorsa güdülen amaçlar göz önünde halundurulmand ır Gerçek olmasa bile hiç olmazsa<br />

görünürdeki amaçlara göre bir sm ıflama ve düzenleme yapmak gerekir İnsanlar baz ı amaçlara<br />

varmak üzere hareket eder görünürler. Yapt ıkları eylem ve giri ştikleri işlemlerle baz ı ihtiyaçlar<br />

ı gidermeye çalışırlar.<br />

Düşünüş ve davranışlar ihtiyaç derecelerine göre s ıralanırlar. Üç türlü ihtiyaç vard ır:<br />

Maddi, siyasi ve mistik ihtiyaçlar.<br />

Maddi ihtiyaçlar: (besoins mat&iels) İnsanlann eşyaya kar şı duydukları ilgi ve isteği gösterir.<br />

Bu ihtiyac ı gideren endüstri (büyük sanayi) ve sanat (art) t ır. Geniş anlamda buna ekonomi'<br />

veya üretim hayat ı da denir<br />

Siyasi ihtiyaçlar: (Besoins politiques) kollektif ihtiyaçlard ır: İnsanların insanlara :karşı duydukları<br />

istek ve özlemden ileri gelir. Dil ve hukuk bu ihtiyac ı giderme araçlarıdır. Bu Mua şeret<br />

veya münasebet hayat ı (La vie de relation) diye adland ınlır.<br />

Mistik ihtiyaçlar: (Besoins mystiques) dini ihtiyaçlard ır. Insanların tanrı veya tanr ılarma<br />

karşı duydukları özlemi gösterir. Din veya sihir, insan o ğlunun bilinmeyen şeyleri ö ğrenmek<br />

isteğini yerine getirme araçlar ıdır. Her toplumda bir tak ım fikir ve ameller vardır ki bunlar<br />

görülmeyen kişilere ilişkin olmak bakımından metafizik kuvvetlerdir. Meselâ, bir dinin öteki<br />

dünya varlıklar üzerindeki demeti böyledir..."0 halde bu, tapmma hayat ı (la vie d'adoration)<br />

denilen şeyin ta kendisidir. Üretim, münasebet ve tap ınma sözleri ile insan o ğlunun toplum<br />

içinde tasarlay ıp gerçekle ştirdiği kavram ve eylemlerin tümü olan be şer' davram şlar kasdolunur.<br />

Beşeri Gruplar,<br />

Barbar dahi olsa, hiç bir toplum yoktur ki bir çok gruplar ı içine almış olmasın. Durkheim<br />

173


toplumun bu organlanna alt gruplar (Groupes secondaires) ad ım veriyordu. Hiç bir toplum<br />

yalinç değildir. 'Ilkel toplumlar bile çe şitli gruplardan meydana gelmi ştir. En küçük bir<br />

topluluk bile karmakar ışık bir âlemdir. Cezayirliler a şiretleri harnup a ğacımn yemişlerine benzetirler.<br />

Keçi boynuzu da dedi ğimiz yemişlerde çok say ıda tanecikler bulunur. Onlara göre<br />

bu tanecikler toplumdaki aileleri gösterir. Ilkel toplumlarda durum böyle olunca ileri toplumlarda<br />

da böyledir. Bu sonuncularda çok say ıda grup ve alt gruplara rastlan ır. Aileler, köyler,<br />

bölgeler, şehirler, iller, loncalar, tarikat ve dernekler sarma ş dolaş olarak iç içe daireler<br />

yaparlar. Böylece bir insan ayn ı zamanda, bir ailenin üyesi, bir tarikat ın mensubu ve bir derneğin<br />

yöneticisi olabilir.<br />

İnsan toplulukları türlü şekillerde olur. Bunu Halep şehrinde 10. yüzyılda eserlerini yazmış<br />

olan Türk filozofil Farabi daha o zaman sezmi ş bulunuyordu. Ünlü filozof topluluk türlerini<br />

sebep ve kaynaklar ı bakımından snuflamıştı. Yazar, istek veya zor, do ğum veya kom şuluk,<br />

birlikte barınma ve birlikte gezmenin gruplımmadaki rolünü belirtmektedir. Sosyolojide<br />

Be şeri Gruplar ba şlığı altında incelenen kesindere baz ı yazarlar yap ı ara ştırmalar ı derler. Bu<br />

ara ştırmalar Rene Maunier'e göre üç örnek kategoride toplan ır: Biyolojik veya kan gruplar ı,<br />

Coğrafi veya toprak gruplar ı, Sosyolojik veya i şgiiç grupları.<br />

Birleşiklik veya iştirak kanunu (La Loi de ,participation)<br />

Bir papa ğanla bir buğdayın aynı şey sandmas ı demektir. Bunlar ayrı ayrı şeyler olduklar ı<br />

halde aynı cevherden gelmeleri itibarile ilkel insanlarca ayn ı şey sayılmışlardm<br />

Bodin (Jean)<br />

1530-1596 yılları aras ında yaşamış bir Frans ız yazarıdır. Kendisi hakim, filozof ve iktisatcıdır.<br />

En önemli eseri Cumhuriyet (Republique) olup gerçek bir ansiklopedi niteligi ta şır.<br />

Burada Etats G6eraux'nun yürütmekte oldu ğu mutedil bir kıraliyetin ilkelerini aç ıklairmktadır.<br />

Yedi kişinin konuşması (Heptaplomere) n ı tasvir etmektedir. İktisada ve diğer konulara<br />

ait eserleri bunlar kadar önemli de ğildir.<br />

Bralmıa<br />

Hindlilere göre dünyayı yaratan kuvvettir. Ayr ıca mistik bir Teslisin ilk kişiliğidir. Ötekileri<br />

ise Vi şnu s' ve Sivadır. Brahma, dünyan ın yaratıcısı, tanrılarm ve bütün, varl ıklarm<br />

Tanrım olduğu halde Vi şnu, koruyucu. Siva (Çiva) ise y ıkıcıdır.<br />

Brahman<br />

Mana gibi kendiliğinden etkin olan ve dünyay ı yaratan bir güç olarak tanmmaktadır.<br />

Bu sözle ayn ı zamanda hint kâhinleri anlat ılmak istenir.<br />

Brosses (Charles de)<br />

1709-1777 yılları aras ında ya şamış bir frans ız sosyolo ğudur. Feti ş Tanrilara Tap ınma<br />

(Le culte des dieux fetiches) adli ünlü bir eser yaymlam ıştır.<br />

Buda (Bouddha)<br />

Buda' ınn sanskritçedeki anlam ı hikmettif. Kendisine Sakyamuni de denir. Budizmin<br />

kurucusudur.<br />

Burjuvazi (Bourgeoisie)<br />

Bu terim ba şlangıçta aristokrat ve işçi snufları aras ında kalan orta sınıfı 'gösteriyordu. Kapitalist<br />

rejimin geli şmesi ve Aristokrat s ınıfın ortadan kalkmas ı üzerine bu terimin anlam ı genişledi.<br />

Bugün terim, ç ıkarları üretim araçlar ına sahip olanlarla özde ş olan bütün grup ve fert-<br />

174


leri kapsar. Yalnız büyük toprak sahipleri, sanayici, bankac ı ve tüccarlar de ğil serbest meslek<br />

tutarlar, memurlar, küçük sanat erbab ı ve genel olarak bütün mülk sahipleri burjuvazi terimi<br />

içinde yer alırlar. Doğrudan do ğruya veya dolayısiyla kapitalizm hizmetinde bulunan bu grupmensupları<br />

bilerek veya bilmeyerek bugiingii ekonomik rejimi tutma ve korumaya çal ışmaktadırlar.<br />

Ekonomik, eğitimsel ve mesleki seviyeye göre saymaca olarak Burjuvazi, küçük burjuvazi,<br />

orta burjuvazi ve yüksek burjuvazi, bölümlerine ayr ılmaktadır.<br />

Buhar! (al Bokhari)<br />

810-870 yılları arasında yaşamış bir islam ilabiyatç ısıdır. Sahip ad ım taşıyan derleme eseri<br />

7275 sözden ibaret olup Sahibi Buhari ad ıyla bilinir. Peygamberin sözlerini ihtiva eden bu<br />

eser Islam aleminde kur'andan sonra en önemli bir beigedir.<br />

C<br />

dergisi<br />

Corpus Juris Canonici<br />

1917 yılından bu yana Roma kilisesinin bütün hukuk maddelerini içine alan resmi şeriat<br />

Cemalettin Efgani<br />

1838-1897 yılları aras ında yaşamış ileri görüşlü bir bilgin ve din yeniletioisidir. Kaldin<br />

ve dilini islam davalar ına vakfetmi ştir. İki büyük amaç giitmekte idi: biri islam alemini uya ııd<br />

ırmak, iyileştirmek ve, ona uygarl ık ve özgürlük yolunu göstermekti; ötekisi müslüman ülkelerini,<br />

Avrupahlann siyasi ve iktisadi etkisinden kurtararak onlar ı liağınısız kılmaktı.,<br />

yetçilik akımlanna kar şı değildi. Milliyeti ve doğum yeri de kesin olarak belli de ğildi.<br />

Türkçe, Farsça ve arapçadan ba şka Bat ı dillerinden bir kaçuu bilirdi. Afganistanda ö ğrenim<br />

yapmış, Hindistan, Mısır N, e Istanbul'da bulunmu ştur. Istanbul Darülfümmunda edebiyat, ahlak,<br />

hukuk iktisat, sanayi, tar ım, 'co ğrafya, arkeoloji, jeoloji, t ıp, psikoloji, astronomi, tabiat ve<br />

toplum bilimlerine değinen konferanslar vermi ştir. Cemaleddin Efgani ileri fikirleri yüzünden<br />

şiddetli tenkitlere u ğramış, tekfir edilecek derecelere dü şmü ştür. Aslında kendisi islamın<br />

en ileri gelen yenileticisi, ayd ın ve ilerici bir bilgini idi. Bütün varlığını bu uğurda harcamış<br />

ve bu ıııırlu sonuçlar ı göremeden İstanbul surları aras ında gözlerüd hayata kapam ıştır.<br />

Ç<br />

Çevre ve Çevrecilik (Environment, environmentalism)<br />

Çevre şartları anlamındadır. Insam ku şatan be ş türlü çevre vard ır: Fizik Çevre (iklim,<br />

toprak ve benzeri), Biyolojik Çevre (yabani bitki, bakteri ve tohumlar ı da içine alan hayvanlar),<br />

Fizikososyal Çevre (Bina, yol ve her türlü i şlenmiş maddeler), Biyososyal Çevre (evcil bitki<br />

le' hayvanlar) Psikososyal Çevre (davranış, adet, kanun, dil ve benzer*. Ingilizcede environment<br />

ve bununla ilgili teoriye Erivironmentalism ad ı verilir.<br />

Çifte Balta:<br />

Özellikle Girit--Miken uygarh ğında kutsal bir araç ve koruyucu bir sembol olarak kullanılan<br />

baltadır.<br />

D<br />

fht ııte Alghieri<br />

1265-1321 yillar aras ında yaşamıştır. italyanın ve belki de bütün Bat ı Dünyas ının orta<br />

175


çağda yetişen en ünlü, en derin şairidir. Tannsal komedisi (Divina Lomedia) oldukça güzel bir<br />

şiir olmaktan ba şka zamanın ın hemen hemen bütün teolojik bilgilerini de içine almaktad ır.<br />

Darül eman — Darül harp — Darül sulh<br />

islamiyet ülkeyi üçe apr ır:<br />

Darüleman, müslümanlarla bar ış halinde bulunan veya müslümanlar ın zimmetini kabul<br />

eden fakat müslüman olmayan bir milletin ülkesidir. Buna darül sulh dahi denir.<br />

Darülharp, müslümanlarla aralar ında -barış hali olmayan ve müslüman olmayanların<br />

ülkesidir. Bu ülkede ya şayan ve islam olmayan herkese harbi ad ı verilir.<br />

Darül<br />

islam egemenliği altında bulunan Yerlerdir.<br />

Deccal (Antöchrist)<br />

İncile göre Dünyamn sonundan az önce gelerek yer yüzünü cinayet ye dinsizliklerle doldurduktan<br />

sonra Hz. İsaya yenilece ği söylenen kimsedir, Hz. İsa bunu yenerek dünyaya düzen<br />

verecektir. Luther'e göre Papa Deccal ın bir örneğidir.<br />

Islâmiyete göre Deccal dünyan ın sonundan önce hüküm sürecek ve insanlar ı baştan çıkarıp<br />

felakete atacak olan bir kimsedir. Yine Islam inanc ına göre . Mehdi bunu öldürerek dünya<br />

düzenini yeniden kuracakt ır. Türkçede buna teccal denir.<br />

Deizm (Döisme)<br />

Bütünüyle vahyi inkar ederek yaln ızca Tanrı varlığına ve tabii dine inanan kimselerin<br />

kurdukları sistemdir. Jean Jacques Rousseau deizmi savunmu ştur. Deizm, teizmden farkl ıdır.<br />

Çünkü Teizm vahye dayanır ve ilıadeti kabul eder.<br />

Demeter (Dömöter)<br />

Yunan tanr ıçasıdır. Toprak ve tarlalar ın verimliliğini ve insanların doğurma gücünü<br />

temsil eder. Bu ğday anas ı sayıhrdı. Romahlardaki Çöl-es tannçasuun ayn ıdır.<br />

Demokrasi (Dömocratie)<br />

Asıl anlamı halk yönetim ve egemenli ğidir. Son zamanlarda uygulanmakta olan siyasal<br />

bir rejimdir. Bu rejimin anahatlar ı serbest seçim, gizli oy, muhtar üniversite, özgür bas ın,<br />

teminath muhalefet, yasa ve anayasa hakimiyeti, ba ğımsız mahkeme ve insan haklar ına olağanüstü<br />

saygı ile özetlenir.<br />

Derebeylik (Föodalitö)<br />

Orta ça ğda 9. yüzyıl ortalar ında 13. yüzy ılın ilk yarısına kadar özellikle -Bat ı ve Orta Avrupa<br />

siyasal ve toplumsal düzeninin dayand ığı yönetim sistemi ve buna ili şkin;kanun, örf 'ye<br />

adet gibi hukuk kurallar ının tümünü anlatan bir terimdir.<br />

Despotizm (Despotisme)<br />

Tek kişinin istek ve çıkarlarına uygun olarak kurdu ğu bir yönetim şeklidir.<br />

Devrim (Rövolution) -<br />

Memleketin toplunıs'al ya şayışmın ve geleneksel kurumlar ının ölçülü metotlarla köklü olarak<br />

'de ğiştirilmesi ve ye ıaikştirilmesidir. Bu son yıllara kadar Inkilap şeklinde kullanthyordu.<br />

Yanlış olarak ihtilal ile ink ılap aynı sandmıştı. Gerçekte ink ıhip, eskiyi, kötüyü, yakışıksız<br />

ve düzensizi at ıp onun yerine yeniyi, iyiyi, güzeli ve düze ıillyi koymak demektir.<br />

Fransız Devrimi, Türk Devrimi gibi... Ihtilal -daha çok yıkıcı bir faaliyet anlanundadır. Yine<br />

176


unlara yakın bir anlam ta şıyan Islahat ise Devlet eliyle toplumda ve devlet mekanizmas ında<br />

yapılan bazı yenilik ve de ğişiklik demektir.<br />

Dharma<br />

Sanskritçedeki anlam ı inanç, akide ve doktrindir. Budizmin akide ve ö ğretilerini içine<br />

alan din kitab ıdır. Budizmdeki üç kutsal varh ğuı (Triratna) birincisidir. Ötekileri Budda<br />

ve Buda cemat ı anlamındaki Samgha'd ır.<br />

Dış Evlenme (Exogamie)<br />

Ilkel toplumlarda bir ki şinin Klan ve kabilesi içinden evlenememesidir. Bu âdet özellikle<br />

totemcilikte vard ır. Bunun kar şıtı iç evlenme (endogamie) dir.<br />

Diaspora<br />

Yunanca anlamı dağılmadır. M. Ü. cereyan eden Babil esareti sonunda yahudilerin<br />

bütün dünyaya yay ıhnalarmı göstermek için kuliamlan bir sözdür. Bu terim ayr ıca milödın<br />

70 yıhnda Kudüsün düşmesinden sonra yurtsuz kalan yahudili ğin tümünü göstermek üzere<br />

kullanılmıştır.<br />

Divina Comedia (Tanr ım]. komedi)<br />

Dante'nin 13. yüzy ılın teolojik, mistik ve bilimsel verilerini içinde toplad ığı bir eserdir.<br />

Bu eser herbiri 33 bölüm olmak üzere Tamu (cehennem-Penfer), Arafat (Purgatoire), Cernet<br />

(Paradis) bölümlerine ayr ılır. Bu eser, Orta Ça ğın en derin, en etkin bir teoloji ve şiir dergisidir.<br />

Dört Kutsal Gerçek: (Quatre Nobles Verites)<br />

Budizmin kabul etti ği dört necip ilkedir. S ırasiyle: 1) Hayat ve e şyamn devaml ı akışına<br />

bağh olarak acı duyma, 2) Acı duymamn sebebi olan arzu; 3) Arzunun yok edilmesi için ge•<br />

çilmesi gereken üç a şama: do ğruluk, nefsini mürakabe ve hikmet; 4) bu üç a şamadan sonra<br />

kurtuluş ve esenlik a şaması olan Nirvanaya vard ır. Genel olarak bu ilkeler ıstırap, ıstırabm<br />

sebebi olan arzu, arzunun yokedilmesi ve nirvanaya kavu şma şeklinde özetlenir.<br />

Dans Seouts (Duns Scot, Jean)<br />

1270-1308 yılları aras ında yaşamış İskoçyah bir Fransiskan rahiptir. Akinali Tomas<br />

(Saint Thomas D'aquin) fikirlerine muhalif olan bir sistemi savunmu ştur. Buna göre irade<br />

(Volonte), ak ıl (Intellect) dan üstündür. Bu sebepten yarad ılış sadece Tanrısal Iradenin bir<br />

eylemidir. Tanrı ünsüz ve sonsuz gerçeklerin üstündedir. Çok ince fikirleri dolay ısiyle kendisine<br />

ince düşünen bilgin anlamında Doctor Subtilis derlerdi. Onun yolunda gidenlere Skotist<br />

(Scotistes) derlerki bunlar Thomas taraftarlar ı olan Tomist (Thomistes) lere kar şı. ttırlar.<br />

ölümünden sonra, b ıraktığı eserler toplanm ış ve 12 cilt olarak yay ınlanmıştır<br />

Dibezii (Druse)<br />

Suriye halkından olup Şamın güneyindeki Cebeli Drüz; Horan, Lübnan ve Anti<br />

Lübnanın muhtelif yerlerinde ya şayan bir dini gruptur. Islâmın sapık bir hizbi sayd.r. Aslında,<br />

müslüman, yahudi ve heterodoks h ıristiyanl ık fikirlerile Sufi mistisizmin kuvvetli bir kar ı-<br />

şamıdır. Şarap ve tütün içmezler; çok kadınla evlenme âdetleri yoktur. Kad ının cemiyetteki<br />

önemi büyüktür. Dürzüler korkunç sava şçıdırlar.<br />

E<br />

Eflâtun (Platon)<br />

Atina yakınlarında M. Ü. 429 yılında doğmuş ve 347 yılında ölmüş bir Yunan filozofudur.<br />

Din Sosyolojisi F. 12 177


Zamanın bütün sanatlar ını erkenden ö ğrenmiş ve hattâ olimpiyatlarda ba şarı sağlamıştır. Müzik<br />

ile matemati ği çok iyi ö ğrenmişti. Felsefeye ba şladıktan sonra Sokrat ın arkada şı ve ö ğrencisi<br />

oldu. -Usta& bald ıran otunu içtikten sonra Wgare'ye giderek Euclide'den ders ald ı. Mısır<br />

ve güney İtalyada bir çok geziler yapt ıktan sonra yurda dönerek Acade ınus bahçesinde ders<br />

verdi. Daha sonra Sicilyaya gitti. Maksad ı oranın tiran ı olan Denis'e siyasi teorilerini a şılayarak<br />

onların uygulanmasını sağlamakt ı. Bunu başaramay ınca Atinaya döndü ve orada öldü.<br />

Eserlerinin bir k ısmı diyalog olarak zaman ımıza kadar gelmi ştir Bunlarda muhatap Sokratt ır.<br />

En önemli ve bizim konu ile ilgili siyasi diyalogu, Devlet ve kanunlar (La Republique et Les<br />

Lois) dır. Kurduğu sisteme Platonizm ve ders verdi ği okula akademi derler.<br />

Ehriman (Ahriman)<br />

Zerdü şt dininde kötü ve karanl ık ilkesini anlatır. Söylentilere göre Zervan' ın oğlu ve<br />

Ahura—Mazda'n ın ikiz karde şidir. Ikili görü şü esas tutan Zerdü ştlükte bozucu bir görevi<br />

vardır. Bunun kar şıtı Hürmüz olup iyiliği ve doğruluğu temsil eder.<br />

Ekber Şah<br />

1452-1605 yılları aras ında yaşamıştır. Hindistanda bütün dinlere kar şı büyük bir ho şgörürlük<br />

göstermi ştir. Bu hükümdara göre bütün dinlerin birle şerek senkretist ve müsamahal ı<br />

bir dinin kurulmas ı gereklidir.<br />

Ekldesia: (Ümmet)<br />

Hıristiyan dünyası ümmet anlamında Ekklesia'yı ve bugünkü şekli ile Eglise sözünü aynı<br />

dine bağlı kimseler topluluğu olarak kullanır. Kilisenin bu anlamdaki kar şılığı Hıristiyan<br />

tapına ğı değildir. Kilise ancak maddi anlamda tap ınakt ır.<br />

Ekoloji (E col ogie)<br />

İnsanların toprak üzerindeki da ğılışmın ve bu dağıh şı tayin eden kar şılıklı etkilerin bilimsel<br />

bir etüdüdür. Toplumsal ekoloji, toplumun biyolojik ve sembiyotik (symbiose) görünü şlerinin<br />

etüdüyle snurl ıdır. Yani yarışma ve hayat sava şı ile nev'in devamıııa inhisar eder. Toplumsal<br />

ekolojinin ba şlıca konulan aras ına Demografik olaylar ı, iş bölümünü, üstünlüğü (dominance),<br />

ekolojik istila ve irsiyeti de koymak gerekir.<br />

Eksarhhk (Exarchat)<br />

Osmanlı egemenli ği altında yaşayan Bulgarlarm Rum Patrikhanesi ile aralar ında çıkan<br />

anlaşmazlıklar üzerine ondan ayr ılarak kurduklar ı dini - ruhani kurumdur.<br />

Ekiimenik (Oecumenique)<br />

Eski anlamda insanlar ın oturdukları bölgelere kadar uzanan kilise temsilcilerinin yapt ıkları<br />

ilk konsiller, yer yüzündeki bütün katoliklerin ça ğrısı ile yapıldığı için genel anlam ında<br />

ekümenik konsil ad ını almışlardır. Iznik, Efes ve Halkedonya konsilleri böyledir. Günümüzde<br />

ekümenik hareket bütün kiliseler aras ındaki münasebetleri kuvvetlendirip i şbirliğini isteklendiren<br />

ve büyük sava şla ba şlayan etkin bir ak ımı anlatmaktad ır.<br />

Emanasyon (Emanation)<br />

Teogoni ve kozmogonide (Tannlann ve kâinat ın yaratul ışmda) raslanan şey tanr ısal<br />

bir feyzdir. Çe şitli dinlerde ezelde tannsal bir varl ığın dünyayı kendinen çıkartt ığını söyleyen<br />

efsane ve tasavvurlar vard ır. Bu yarat ılış kavram ımn tam kar şıtıdır. Çünkü Tann ile<br />

dünya aras ında cevher bak ımından bir benzerlik yahut bir özde şlik olması gerekir. Emanasyona<br />

inanan dinlerde ço ğu zaman Talandan çıkan varlıklann muhtelif a şamalardan geçerken asil<br />

kemalini kaybettikleri söylenmi ştir. Bu maddi dünya onlar ın son aşamasıdır. İnsan geldiği yoldan<br />

ters do ğrultuya geçmek suretiyle tannsal asl ına dönebilir.<br />

178


Emirül müminin (Commandeur des croyants)<br />

İslam hilâfetinin iki deste ği vardır. Bunlardan biri dini nitelikte olan imamettir ki bu yönden<br />

halife imamül müslümindir. Öteki destek siyasi bir nitelik ta şır. Buna da Emirülmüminin derler.<br />

Empedokles (Empedocle)<br />

Aşağı yukarı M Ö 490-430 yılları arasmda ya şamış Sicilyalı Pitagor doktrinlerini yayan<br />

bir filozoftur. Kendisini tannsal bir sayg ıya değer görmü ştür. Azizlerin biyografi tarihçesine<br />

(Legende) göre kendini Etna yanar da ğa atmak suretiyle intihar etmi ştir. Felsefi sisteminde orfizm<br />

fikirleri, tenasuh inan ış" ve benzerlerine rasta ıur.<br />

Engizisyon ( İnquisition)<br />

Eskiden katoliklerin din inançlar ına kar şı gelenleri ara ştırm cezaland ırmak üzere kurdukları<br />

kilise mahkemelerine verilen add ır. Orta ça ğda hıristiyanlığın dü şmanların ı yok etmek<br />

üzere meydana gelmi ştir. Eski kilisede bu türlü ki şisel çeki şmeler ruhani silahlarla<br />

yapılıyordu. Augustin'in tehlikeli ve kilise d ışında kalmak istiyenleri kiliseye zorla sokmak<br />

(Cogite İntrare) üzere kilise taraf ından merhametsizce uygulanan i şkence sistemiclir. 12. yüzy ılda<br />

Atinah Thomas gibi bilgin teologlar bile Z ıald ık ve kafirlerin ate şte yakılmasım (Autos da<br />

fe.) do ğrulanuştır. İspanyada tarihin kaydennediği i şkence ve zorlamalar bu kurumun bir eseridir.<br />

Burada Devlet mahkemelerle el birli ği yaparak büyük cinayetler i şlenmiştir. Genel olarak<br />

Müslümanlar, yahudiler ve reformatörlere kar şı bu gibi uygulamalar çe şitli zaman ve mekanlarda<br />

yap ılmıştır. Torquemada ve Ximenes bu uygulanlarda çok merhametsiz davranm ışlardır<br />

Enkarnasyon (Incarnation)<br />

Esas itibariyle Tannsal gücün görünüm dünyas ına girmesi, sonra Tanrının insan şeklinde<br />

ortaya çıkması ve insan şekline girmesi (hulid) dir. Hinduizmde Avatara kavram ı Vişnunun<br />

böyle bir enkanrasyonunu iddia etmektedir; Enkanasyona inan ış Hıristiyanlığın temelidir. Bu<br />

ö ğretiye göre insan o kadar suçludur ki yaln ız Tann tarafından kıırtarılabilir. Bu kurtulu ş yalnız<br />

bir insan tarafından yap ılabilir. Bunun için İsa da hem tannsal hemde insani tabiatın var olmas ı<br />

insanların kurtulu şu için şartt ır.<br />

Epikür (Epicure)<br />

M. O. 341-270 yılları arasında ya şamıştır. Felsefi bir akımın kurucusudur. Eski yunan<br />

dinini tenkid eden ve ondan kurtulmak isteyen Epikür, Tanr ı ruhlarının atomlardan yamldıklannı,<br />

keder ve sıkıntılardan uzak, özgür olduklar ını ve dünya yönetimine bakmaks ızın<br />

yaşadıklarını söylemi ştir. Insanda iyilik yapmak ve manevi zevkleri aramakla tannlannkine<br />

benzer bir hayat sürer.<br />

Erös (A şk)<br />

Eski Yunanl ı" aşk tanrısı ve Afroditin o ğludur. Genç bir çocuk veya kanatl ı ve gözleri<br />

bağl ı bir kimse olarak tasarlamr. Erös Eflâtuna göre dünya ilkesidir. İyi, güzel ve do ğru olana<br />

erişmeyi hedef tutan ezdi bir özlem ve a şktır. Dinlerde Erös anlamı ile ilgili birçok inanç<br />

ve eylemler vard ır.<br />

Eskatoloji (Eschatologie)<br />

Buna İslam Men:Mide Mebde ve mead fikri denildi ği gibi öbür dünya ile ilgili bilgiler de<br />

denir. Bunlar Alemin gelece ği ile ilgili tasardar. Bu gibi fikir ve tasar ılara en ilkelinden başlayarak<br />

hemen bütün toplumlarda rastlan ır. Dünyanın sonu, çoğu zaman bir tabii felaketle<br />

gelecek gibi tasarlamr. (Bazan böyle bir felaket dünyay ı yok etmekle beraber biraz sonra<br />

yeni bir dünya aynı şartlarla tekrar kurulur. Böylelikle hayat ın sonsuz tekerle ği bütün bu olay-<br />

179


lara rağmen dönmeye devam eder.) Bir çok milletler eskatolojik tasavvurlan yaln ız kendi ülkeleri<br />

için kabul etmi şlerdir. Eski İsrail peygamberlerinin eskatolojik vaizler vermelerine ra ğmen<br />

yalnız israilin sonunu dü şünmüşlerdir. Sonra bu fikirler ba şka milletlere bakarak geni şletilmiştir.<br />

Hemen her eskatolojik eserde dünya ıim sonu, k ıyameti bildiren olaylardan<br />

sayılmaktad ır: Yer sars ıntısı (Bk. Zelzele suresi), Tufan, göklerin, y ıldızların yok olmas ı bazan<br />

da yer yüzünde olagelen çetin sava şlar (eski Iran eskatolojisinde ve semavi dinlerde teccal<br />

ile yapılacak sava ş) bu dünyanın sonunu takip eden durum ezelde mevcut olup cennete<br />

benziyecektir. Bu Fikir özellikle yahudilikte geli şmiştir. H ıristiyanlıkta ise isânın gelmesi<br />

eskatolojik bir olay olarak al ınmıştır. Gösterdiği mucize tanr ısal egemenliğin insanlar<br />

arasmda mevcut olmas ına bir işaret sayılmıştır. Böylece H ıristiyan teolojisine göre Isa'n ın<br />

gelmesiyle eskaton (ahir zaman) şimdiden gerçekle şmiştir. Isaya inanan insan şimdiden bu yeni<br />

dünyada ya şamaktadır. Ishim dininin İsa hakkındaki düşüncesi de bu arada söylenebilir.<br />

Ethos<br />

Bazı yazarlar bu terimi, belli bir gruba ay ıncı bir fizyonomi veren kültür niteliklerinin<br />

tümünü göstermek üzere kullamrla'.<br />

Etnoloji ve Etnografya (Ethnologie et Ethnographie)<br />

1 — Etnoloji, sosyoloji gibi bir bilimdir, Sosyoloji bugünkü toplumun kar şılaştırmalı bir etüdüdür.<br />

Etnoloji ise bugünkü kültür derecesine varmanu ş olan ilkel toplumların tetkikidir. Burada<br />

yaşayan veya sönmüş olan ilkel toplumların medeniyet ve kültür seviyeleri kar şıla ştırmalı bir<br />

inceleme konusu olur. Etnografya ise kültür antropolojisinin bir kolu olarak ilkel veya sönmü ş<br />

bir toplulu ğun tasviri bir etüdüdür.<br />

Evamri-i-Aşara (Deealogue ou dix Commendements)<br />

Türkçesi ON BUYRUK'tur. Tevratın Çıkış kitabı XX. kesiminde bildirilen 10 Ahlak<br />

kurahmn kısa bir listesidir. Bu buyruklar İsrail oğullann ı yönetmek üzere Jehova (Tann) tarafından<br />

Hz. Musaya gönderilmi ştir. Bunlar şunlardır : I — Tanrıdan ba şkasına tapmayacaksm;<br />

2 — Hiçbir put yapmayacaks ın; 3 — Tann adım boşuna annuyacaksm; 4 — Sept (Sabbat)<br />

gününe dini bir sayg ı göstermeyi unutmayacaks ın; 5 — Ana ve babana sayg ı göstereceksin;<br />

6 — Adam öldürmeyeceksin; 7 — Zina etmeyeceksin; 8 — Çalmayacaks ın; 9 — Yakınına<br />

karşı yalancı tanıklık etmeyeceksin; 10 — Kom şunun evine, karısına, hizmetçisine, öküzüne,<br />

eşek ve benzerine göz koym ıyacaksın.<br />

Bu on buyruk Tevrat ın V. inci kitab ı olan Tesniye (Deut6ronyme) de baz ı değişikliklerle<br />

tekrarlanmıştır.<br />

F<br />

Fakirizm ( Fakirisıne)<br />

Hindistanda fakir denilen ve kendine türlü i şkenceler yapmaya al ışık kimselerin gösterdikleri<br />

ve doğa üstü bir göçe yorduklar ı haller.<br />

7 — Farabi (Alfarabi)<br />

Batı âleminde Alfarabius (Alpharabius) diye tan ınmıştır 870 yılında Türkistanda Farab<br />

şehrinde bir Türk aileden do ğmuş ve 950 yılında Şamda vefat etmi ştir. Ba ğdatta, arapça, tıp,<br />

felsefe matematik tahsil etmi ştir. Bir aralık Harran'a gelerek orada me şhur Yuhanna'dan ders<br />

gördüğü de söylenmektedir.<br />

Farabinin fikirleri Yeni Eflâtunculuk (N6oplatonisme) dan mülhem olup İbn Sina (Avicenne)<br />

ve İbn Rüşd (Averro6s) felsefelerine büyük etkiler yapm ış ve Aristoyu araplara tamt-<br />

180


mıştır. Kendisinin Batı ve Do ğu âleminde haiz oldu ğu şöhreti dolayısıyla kendisine Muallimi<br />

Sanl denildiğini hatırlatmak bu ünlü Türk bilgininin bilim ve felsefe alan ındaki kuvvetini<br />

göstermeye kafidir. Bilhassa Eflatun ve Aristonun toplumla ilgili fikirlerini islâmi esaslarla<br />

uzlaşt ırma ve ba ğda ştırma yolundaki gayretleri sosyolojiyi yak ından ilgilendirir.<br />

Fenomenoloji (Phe'nome'nologie)<br />

Her türlü yorum, aç ıklama ve evrim kan ıtlanyla birlikte gerçekten var olan olaylar ın bilim<br />

sel vasıflamas ıdır. Bu vasıflama. bu olaylar ın soyut ve de ğişmez kanunlanna veya belirtisi<br />

olduğu deney üstü gerçeklere kar şıt olarak zaman ve mekön içinde ortaya ç ıkan olaylarla ilgili<br />

bulunmaktad ır. Fenomenoloji bir çok yerlerde kullanılır Metot olarak, bir şeyin özünü yani ülküsel<br />

anlam ını çıkarmak veya bulmak üzere harcanan bir çabad ır.<br />

Ferguson (Adam)<br />

Adam Ferguson (1723-1816) İskoçyal ı bir tarihçi ve filozoftur. Sivil Cemiyet tarihi üzerinde<br />

deneme (Essay on the History of Civil Society) ve benzeri eserler yazd ı. Bazı yazarlar kendisini<br />

sosyolojinin kurucusu sayarlar.<br />

Not : Ferguson (1723-1816) yıllarında ya şamıştır. Halbuki bundan daha derli toplu bir<br />

sosyolojisi olan nın Haldun 1332-1416 tarihlerinde ya şamıştır. Taraf t ııtmayarak denebilirki<br />

sosyoloji veya tarih felsefesinin kurucusu bu islam bilginidir.<br />

Fetiş (Faiches)<br />

Insanlarn yapt ıkları mana gücüyle dolu etkin bir âlet yahut bir çok şeyden meydana<br />

gelmiş bir nesnedir. Çifte balta, şamanlann kudüm veya sepetleri böyledir. Feti ş sözü frans ız<br />

bilgini Brosses'm 176 y ılında yayınlanan bir eserinde (Dieux faiches) ilk olara kullan ılmıştır.<br />

Fides<br />

Roma dininde vefa tanr ıçasıdır.<br />

Fidye-i-necat (Rançon)<br />

Bir kimsenin esirlikten veya ba şına gelen bir belklan kurtulmak için kendisi veya kendi<br />

adına başkası tarafından verilen para ve benzeridir.<br />

Filon (Philon le Juif)<br />

İskenderiyede do ğmuş yahudi soyundan bir yunan filozofudur. Felsefesi Eflâtun ile Tevrâtm<br />

bir karışmud ır. Bu da sıras ıyla neoplatonizm ve H ıristiyan edebiyat ına etki yapm ıştır.<br />

Frazer (James Georges)<br />

1854-1940 yılları aras ında ya şamış bir ingiliz atropologudur. Glaskow'da do ğmuştur. Toplumsal<br />

antropoloji üzerine kesin bir etki yapm ıştır. Totemism and Exogamy (totemeilik ve<br />

Dış evlenme), The Golden Bough (altın dal), Man, God and immortality ( İnsan, Tanrı ve ölümsüzlük)<br />

belli başlı eserlerindendir.<br />

Freyer (Hans)<br />

1887 yılında Leibzig'de do ğmuş bir alman sosyolog ve filozofudur. Kiel -üniversitesinde<br />

Felsefe profesörü idi. 1925 y ılında Leibniz üniversitesine geçti. Güney Amerika, İspanya ve<br />

Türkiyede çe şitli üniversitelerde konferanslar verdi ve ders okuttu.<br />

Theorie des objektiven Geistes (Objektif Ruh Teorisi), Der Staat (Devlet), Soziologie als<br />

Wirlichkeitswissenschaft (Gerçeklik Bilimi olarak Sosyoloji) Einleitung in die Soziologie (Sosyolojiye<br />

Giriş), Herschaft und planung (Egemenlik ve planlama), Sosyolojiye Giri ş (Nermin<br />

181


Abadan çevirisi) önemli eserleri aras ındandır. Türkiyede Dil Tarih ve Co ğrafya, Siyasal bilgiler<br />

ve ilülliyat fakültelerinde misafir profesör olarak ders vermi ştir.<br />

Fotios (Photios)<br />

Roma ve Bizans kiliseleri aras ında ilk ayrılmayı (schisme) gerçekle ştiren ilühiyatç ıdır. Kendisi<br />

İstanbul patriki idi. Aym zamanda yazar ve politikaelyd ı. 867 yılında kilise ayrılığın' gerçekle<br />

ştirmi ştir.<br />

G<br />

Gandhi<br />

1869-1948 yılları aras ında ya şamıştır. Hintli bir hukukçuclur. Güney Afrikada Hintlilerin<br />

kurtulu şu için uğra şnuş ve Hindistana siyasal özgürlü ğü kazandırmış bir önderdir. Fikirlerinin<br />

temeli eski Hint zahitli ği olan Ahimsa (yani öldürmemek) ilkesi idi. Kendisini Buda, İsa ve<br />

Muhammedin ö ğrencisi olarak tan ıtan Gandi tipik bir Hindu kalm ıştır Çe şitli sımflar aras ındaki<br />

suurı kaldırmaya çah şmıştır. Fakat Hinduizmde büyük bir rol oynayan bir anlay ışa göre<br />

İneğe gösterilen saygıyı muhafaza etmi şti. Çünkü inekte insanlık dışı tabiat kutsall ığnun güzel<br />

bir sembolünü görmü ştü. Avataralara inan ış" Gandiye her dinin temsilcilerine sayg ı göstermeye<br />

imkân vermi ştir.<br />

Gangster (Gang)<br />

Aınerikada haydutlara verilen add ır. Asıl anlamı (Gang) denilen bir çete grubuna mensup<br />

kimsedir<br />

(Gang) üyeleri birbirine s ıkı bir dayanışma ile ba ğlı ilkel bir gruptur. Kelime daha çok<br />

kötü anlamda kullanılır.<br />

Gebr (Mecusi)<br />

Islümlık İran'a girince, Zerdü ştlük parçaland ı. Iran'da kalanlara Gebr<br />

Mecusi; Hindistan'a göç edenlere de Parsi denir.<br />

veya<br />

Gelenek ve görenek (La tradition et la mode)<br />

Toplum ve medeniyetten devral ınan adetlerdir. Gelenek geçmi şle ilgili olduğu halde görenek<br />

moda anlam ında günün adetleridir. Bu iki türlü bask ı insanların toplum içinde birbirine<br />

benzemesi sonucunu do ğurur.<br />

Gdgames (Gilgamesh)<br />

Eski Asur ve Babilonya destanlarmda ad ı geçen bir kahramand ır Üçte ikisi tanr ı üçte biri<br />

insand ı. Assurbanipalin kitapl ığmda rastlanmıştır. Hikayesi M. O. 2500 yıllarına kadar çıkar.<br />

En önemli nokta gılganuşın hayat suyunu aramas ı ve dünyayı kaplayan Tufandan bilgi edinmesidir.<br />

Eski Doğu Edebiyat ında baz ı yankılar' ve dünya edebiyat ında etkileri görülmü ştür.<br />

Gizli Dernek (Soci ete Seerete)<br />

S ınırl ı sayıda üyelerin kat ıldığı kapalı bir gruptur. Bu gruplar ço ğu zaman bilinmeyen<br />

kişiler tarafından kurulmu ştur. Genel olarak, gizli derneklerde sihir veya din dü şünceleri<br />

hâkimdir Fakat bu dernekler kendilerini gizli tutarlar; çünkü bunlar ı kuşatan toplum onlar ı<br />

suçlu görür ve ulusal birli ğe zararlı sayarak faaliyetlerini önleme ğe çalışır.<br />

Gnos ve Gnostisizm (Gnose et Gnostieisme)<br />

İnsanın Tannyı tanımak yoluyla kurtulu şa varaca ğını ileri süren fikir akunland ır. Eti-<br />

182


molojik olarak bilgi demektir. Gerçekte ibadetin özel bir tipini gösterir. Öyle mutlak ve bütünü<br />

kaplayan bir bilgidir ki bu sayede Tanr ı, dünya ve insana ili şkin felsefi ve dini proplemle.<br />

rin çözümü mümkün olur.<br />

Gonosticisme kelimesinin çe şitli anlamlar ı vardır. Genel olarak, kabul edilen anlam ı, Hıristiyanh<br />

ğm ilk devirlerine ait felsefi ve dini bir sistemdir. Temel ilkesi, ferdi kurtulu şun iman<br />

ve amelden ziyade Gnosis marifet denilen üstün bilgi yolu ile geldi ği fikrine dayamr.<br />

Gökalp (Ziya)<br />

1875 yılında Diyarbakırda doğmuştur. İlk ö ğrenimini iptidaide, orta ö ğrenimini askeri<br />

rüştiyede yaptı. 1890 yıhnda idadiye geçti. Burada Frans ızcasnu ilerletmi şti. İdadide müsbet<br />

ilimler yanında ilahiyat konular ı ve ezcümle İlmi Kelâm da okunuyordu. Ziya Gökalp bir taraftan<br />

İstanbuldaki yayınları izliyor, diğer taraftan amcas ı Hasip Efendiden arapça ve Farsça<br />

ö ğreniyordu. Fazla olarak Hasip efendi yolu ile islâm filozoflann ı tetkik ediyordu. Kısacası,<br />

tek başına ara ştırmalar yapabilmek için gerekli her türlü fikri malzemeyi do ğduğu yerde ve çevrede<br />

elde etmi şti. Bu esnada sebebi kesin olarak bilinmeyen bir intihar te şebbüsü oluyor. Bir<br />

müddet sonra biraderi Nihad kendisini, çok arzuladığı İstanbula getirdi. İstanbulda Veteriner<br />

Fakültesine yazıldı. O zaman İstanbul Hamit İstibdadma kar şı çok dolgundu. Ittihat ve terakki<br />

cemiyeti gizli faaliyetini Selanikteki merkezin yard ımı ile devam ettiriyordu. Bunlara kat ılan<br />

Ziya Diyarbak ıra döndü ğünde evi aranm ış, Avrupadaki Türk mültecilerinin yay ınları elde<br />

edilmişti. İstanbula tekrar geldi ğinde hem fakülteden ç ıkarılmış ve hemde Task ışla ve Mehtarhana<br />

hapishanelerinde bir sene hapsedilmi şti. Hapisten sonra memleketine gönderilen Gökalp<br />

orada evlendi ve istibdatla mücadeleye ba şladı. Abdülhamidin sükutu üzerine Selanikte parti<br />

kongresine davet edilmi şti. Selanik yazar ın gelişmesi için çok müsait bir zemindi. Orada Genç<br />

Kalemler dergisinde 1910-11 tarihine kadar yaz ılar yazdı. Gökalpın sosyoloji merakı siyasete<br />

üstiin geldi. S ırasile Gustave Le Bon, Fouillee, Tarde ve Durkheim ile u ğra ştı. Gökalpın artık iki<br />

kişiliği vard ı; hem siyaset hemde bilimle u ğra şıyordu. Ittihat ve terakki cemiyetinin merkezi<br />

İstanbula nakledilince İstanbulda yerle şti. Partinin kendisine teklif etti ği rütbe ve makamlar ı<br />

kabul etmeyerek büroda sadece memleketin kültür i şleriyle uğra ştı. 1915 yılında İstanbul<br />

Vniversitesinde yeni kurulan içtimaiyat dersine profesör oldu. 1919 y ılına kadar orada ders<br />

verdi. Türk Yurdu, Yeni Mecmua, İçtimaiyat Mecmuas ı, Milli tetetbüler Mecmuas ı ve Edebiyat<br />

Fakültesi mecmuas ında yaz ıları çıktı. 1919 da i şgal kuvvetleri Ziya Gökalp' ı Maltaya sürgün<br />

etti. Orada kendisiyle birlikte gidenlerle bilimsel konu şmalar yap ıyordu. Kurtulu ş Savaşından<br />

sonra <strong>Ankara</strong>ya gelen Gökalp 1923 tarihinde Diyarbak ır mebusu oldu. Maarif<br />

encümeninde çalıştı. Bu sırada Türk Töresi, Alt ın Işık, Türkçülügün Esaslarınt yazdı. 1924<br />

yılında sağlık durumu kötüle şti. İstanbulda Frans ız hastahanesine kald ırıldı. Ölümünden<br />

dört gün önce Mustafa Kemalin bir telgraf ı geliyor. Gazi bu telgrafta, bir şeye ihtiyacı olup<br />

olmadığım soruyordu. Hastan ın isteği şu oldu: çocuklar ına bak ılması ve kitaplarımn basılması<br />

Türk Medeniyeti Tarihi, Türkle şmek, İslamla şmak ve Muasırlaşmak, gibi eserler yanında<br />

sayılamıyacak kadar makale ve risaleleri vard ır. Sosyoloji derslerine ait yazmalar ı ve din sosyolojisine<br />

ait notlar ı vardır. Türk Töresi, Alt ın Işık ve Türkçülüğün Esasları en son eserlerindendir.<br />

Gölge olay (epipheno ınne)<br />

Bir temel olayın üzerine eklenen ve olay ın olu ş ve sonucu üzerine hiç bir etki ve tepkisi<br />

olmayan ikinci bir olayd ır.<br />

183


Gregor İlliiminator<br />

250-320 yılları aras ında ya şamış Kayserili bir papazd ır. Ermeni kilisesinin kurucusudur.<br />

Onun yardımıyla Ermeni kilisesi a şağı yukarı 280 yılında milli bir kilise haline gelmiştir.<br />

Groçyus (Hugo grotius)<br />

Hollandal• bir diplomat ve hukukçudur. 1583-1645 y ılları aras ında ya şamıştır. Denizlerin<br />

serbestli ğini savunmak üzere Serbest Deniz (Marc Liberum) adl ı eseri yazmıştır. Devletler hukukunun<br />

babas ı sayılır. 1625 yılında yayınladığı Barış ve Sava ş Hukuku (De jure Pacis et Belli)<br />

adh eseri uluslar aras ı bir hukuk yasas ıdır.<br />

Din ve hukuk adamlar ının fikirlerine dayanarak hukuku, Tabii Hukuk (Droit naturel)<br />

ve Sözle şme hukuku (Droit Contractuel) diye ikiye ay ırdı. Yazar ayrıca anla şma hukukunu<br />

da iki kısma ay ırmıştır: Bunlar ya Tanr ısal hukuk (Ilakkullah ) yahut kul hukuku<br />

(hakkul ibad<br />

) dur. Bu bak ımdan sözle şme insanlarla oldu ğu kadar Tanr ı ile de<br />

olur. Dini sözle şme kadar ahlöki ve siyasi sözle şme de söz konusu olabilir.<br />

Gülhane hatt ı Hümayunu<br />

Sultan Mecidin Gülhane park ında 3 Ekim 1839 yılında D ış işleri bakan ı Mustafa Re şit<br />

pa şa tarafından okunup Osmanl ı Tarihinin TANZIMAT devrini açan fermamn ad ıdır.<br />

Gülhane hatt ımn esaslar ı : Yurtta şın mal, can ve namusunun güven alt ına alınması, vergilerin<br />

düzenli bir sisteme ba ğlanmas ı ve toplanmas ı, askeri i şlerin ve askerlik süresinin belirli<br />

kurallarla yönetilmesidir.<br />

H<br />

Hahamlık (Rabbinat)<br />

Osmanlı Saltanat ında memlekette bulunan Musevi cemâat ının i şlerini yönetmek üzere<br />

İstanbulda te şkil edilen bir makam DER SAADET HAHAMHANES İ adını ta şırdı. Hahamhanenin<br />

ba şındaki kimseye Haham Ba şı derlerdi.<br />

Hahamhanelerin ruhani ve cismani birer meclisi ile bir de genel meclisi vard ı. Hahamlik<br />

cemiyetler kanunun 39. maddesiyle, ba şka dini kurumlar gibi bir cemiyet haline getirilmi ştir.<br />

Halife ve Hilafet (Calif et califat)<br />

Terim olarak halife Peygamberin ölümünden sonra müslümanlar ın dini ve dünyevi önderliğini<br />

elinde tutan kimsedir. Hilâfet ise İslâmın yönetim şeklidir. Burada iki yönü birbirinden<br />

ayırmak gerekir: Birinci yön islam ın egemenliğini temsil eden emirülmümininlik; ikincisi imamülmüslüminlik<br />

O halde Hilafet kurumu İslam devletinde din ve dünya i şlerinin önderliğini<br />

gösteririr.<br />

Hamail ve muska (Amulette et Phylactöre)<br />

Hamail büyülerden, hastal ık ve cinlerin kötülüklerinden korunmak amac ıyla yazd ırıhp<br />

omuzdan çaprazlama bele inen bagd ır. Muska ise üçken şeklinde yaz ılı ve bir bezle kapl ı<br />

ka ğıt olup çoğu zaman ba şa veya omuz altına iliştirilir.<br />

Hamurabi (Hammourabi)<br />

M. Ö. 1955-1913 yılları aras ında yaşamış bir Babil hükümdarıdır. Kanun yapmıştır. Bu<br />

184


kanunu halkın görebilece ği yerlere koydurmu ştur. Aslında bu kanunlar ı kendisine güneş tanrım<br />

Şamas ilham etmiştir<br />

Hamurabi Kanunu (Code d' Hammourabi)<br />

Babil Hükümdar ı Hamurabinin M. Il 1910 yılında yürürlü ğe koydu ğu bir kanundur. Sümerler<br />

bu tarihlerde Babillilerin yönetimi alt ında oldukları halde bu kanunun kayna ğı Sümerlerin<br />

aralarında geçerlikte olan hukuk hükümleriydi. Bu kanunname kaz ılar sonunda bulunmu ştur.<br />

2,5 metre yüksekli ğinde bir bazalt üzerine kaz ılmış olup usul, ceza ve medeni hukuka ili şkin<br />

hükümleri ihtiva eder.<br />

Havra (Synagogue)<br />

Yahudi Tapınağı anlamındadır. (Sinagok sözüne hak.) Bugün Yahudiler buna (beythaknesset)<br />

derler.<br />

Hayat Tekerleği.<br />

Budizmde hayat ın çe şitli a şamalarını gösterir.<br />

Haymatloz (Heimatlos)<br />

Hiçbir Devletin uyrukluğunda bulunmamak halidir. Ço ğu zaman Devletlerin yurtta şlık<br />

kanunları arasında birlik ve ahenk bulunmamasından doğar. Türk vatandaşliğım terk etmiş veya<br />

bu sıfattan iskat edilmi ş olan kimse ba şka bir Devletin uyruklu ğunu almamış ise bu kimse tabiyetsiz<br />

ve vatans ız kalarak haymatloz ad ını al ır.<br />

Hayvan Cemiyetleri (Socktes Animales)<br />

İnsan ve Hayvan toplumlar ında toplu yaşama ve iş bölühlü gibi benzerlikler, tıpkı insan<br />

toplumu gibi bir hayvan toplumunun varlığına inandırmıştır. Gerçekten bu gibi kar şıla ştırmalar<br />

bugün için do ğru de ğildir. İnsan ve Hayvan aras ında olduğu kadar bunlar ın meydana<br />

getirdikleri toplumlar aras ında da kapat ılması güç farklar vard ır.<br />

Fizik bakımından insan dik durur, sesle konu şur, baş parma ğını ötekileriyle kar şıla ştım,<br />

ve dimağının ağırlığı hayvanlardan fazlad ır. Toplumsal yönden, farklar büsbütün büyüktür,<br />

şöyle ki:<br />

a - İnsan alet yapar ve onu geli ştirir.<br />

b - İnsan toplumu, kültür, medeniyet ve ideal yarat ır. Millet, memeleket sanat, din ve<br />

bilim idealleri hayvan toplumlarında yoktur.<br />

e - İnsan toplumlarında din, dil, ahlak, iktisat, devlet kurumlar ı vardır.<br />

d - İnsan toplumu yalrnz insanların eseridir; oradaki gelenek ve görenekler, hayvanlardaki<br />

varlığı ve türü koruma iç güdüsü ile kıyaslanamaz.<br />

Helal ve Haram<br />

İslamdaki haram ve helal kavramlar ı bilim alanında kaymt ılara elveri şlidir. Helal, kutsal<br />

dışı sözünün kar şılığı olabilirki Frenkler buna profane derler. Profane, tap ınak anlamın daki<br />

Fanum kökünden gelir. Tap ınak dışında kalan kısma profanum denilmektedir. Haram sözü<br />

iki şeyi gösterir, ba şta kirli veya pis olan şeyleri, sonra dokunulmas ı yapılması, söylenmesi ve<br />

yenmesi yasak edilen şeyleri gösterir.<br />

Helenizm ve Hellenistik (HelMnisme et Hellenistique)<br />

Yunan kültürünün Do ğu Akmiyle temas ı sonuncu ortaya ç ıkan fikir, sanat ve felsefe akl ı/ima<br />

verilen add ır.<br />

Henoteizm (1-UnotUisme)<br />

Max Müllerin ilkel dinleri göstermek üzere kulland ığı bir te ırimdir. Buna göre ayn ı zamanda<br />

185


irçok tanr ıların varlığı tan ınmakla beraber bunlardan birisi üstün tanr ı veya ulu Tanrı diye<br />

kabul edilir.<br />

Heros<br />

Yunanhlarda kahramanlar ve insanlar ın ataları anlamına gelir; mitolojide baz ı kahramanlarm<br />

tanr ılaştınldığı ve baz ı Tannlar ın da Heros mertebesine dü ştü ğü görülür. Kahramanlara<br />

tap ınma (culte des heros), eski imparatorlara tap ınma ve bir bak ımdan azizlere<br />

gösterilen sayg ıda yasaya gelmi ştir.<br />

Hiyerarşi (Hierarchie)<br />

Batıda dini te şkilattaki mertebeler düzeni anlam ındad ır. Burada tabii ve dünyevi cemaat<br />

anlamındadır. Karizmatik te şkilat ı keramete dayanan te şkilat ve Hiyerar şik te şkilat ise mertebeler<br />

düzenine veya gelene ğe ba ğlı te şkilat şeklinde dilimize çevrilebilir.<br />

Bu terimle rahiplerin mertebeler düzeni anlat ılmak istenir. Eski Do ğunun büyük dinlerinde<br />

pek güzel düzenlenmi ş ve zincirlenmi ş hiyerar şıler mevcuttur. Katolik kilisesinde sekiz<br />

mertebeli bir hiyerar şi vardır ki yüksek mertebeleri Diyakon, Papaz ve Piskopostur.<br />

Hiyerar şı sözü ayn ı zamanda sivil hayatta da kullan ıhr. Bundan ba şka melekler konusunda<br />

da böyle bir hiyerar şı vard ır. Bu anlamda Türkçe kar şılığı mertebeler düzenidir.<br />

Hobbes (Thomas)<br />

Leviathan adl ı eserile toplum incelemelerine girmi ştir. Leviathan gerçekte mukaddes kitab ın<br />

şeytanı ve mecazi manas ıyla zâlim bir kimse olduğu halde Hobbes bunu hükümdar manasma<br />

almıştır. İnsan insanın kurdudur. (Homo homini lupus) deyen fikir adam ı insanların diğer<br />

kurtla= kötülü ğünden korunmak için büyük kurda yani hükümdara s ığındığını kayıt etmektedir.<br />

Böylece insanlar bir tarafh bir sözle şme ile kendilerine ait imtiyazlann bir k ısmını<br />

hiikümdara bırakırlar. Hükümdar buna kar şılık kendilerini koruma ödevini üzerine al ır.<br />

Homer (Homere)<br />

M. O. 9. yüzyılda ya şamış ünlü bir şairdir. Yunan kahramanbk destan ımn yazarıdır.<br />

Hayat ı hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Buna kar şıhk Homerik din kavramı, dinler<br />

tarihinde kendisine atfedilen büyük şiirlerde görülür. Burada sava şanların insanlara yak ın<br />

Tanrılar arasında yap ıldığı ve antropomorfik inan ışların kabul edildiği gözden kaçmaz.<br />

Hostia<br />

Ökaristi (Eucharistie) de kullan ılan mayas ız hamurdan yap ılmış yuvarlak ekmek parçasıdır<br />

ki kutsallamadan sonra han ın vücudu haline gelmektedir. Rahibeler taraf ından yap ılan<br />

Hostia kutsal bir sembol ile süslüdür. Orta ça ğ lejandlarına göre kutsallanan Hostialarda bir<br />

çok mucizeler görülmü ştür.<br />

Hoşgöriirlük (La tolerance)<br />

Farklı fikir, siyasi dü şünce, din ve milliyeti ve bunlardan do ğan ayrılıkların tatlı ve tarafsız<br />

karşılanmasıdır. Ho şgörürlük fikri bak ımdan izafiyecili ğin ve siyasi bak ımdan demokrasinin<br />

temel şartıdır.<br />

Hukuk Devleti (Etat de Droit)<br />

Kamu yönetimini elinde tutanlarm kamu i şlerini kendi istek ve ölçülerine göre de ğil,<br />

önceden kurulmuş hukuk kurallarına bağlı kalarak yürütmek üzere izledikleri yönetim<br />

sistemidir.<br />

186


I - 1<br />

Irkçılık (Racisme)<br />

Başka topluluk ve milletlerle münasebetlerinde bir hareket kural ı olmak üzere belirli bir<br />

topluluk veya ulusun var say ılan fizik ve ruhi baz ı özelliklerini ortaya atan bir doktrindir.<br />

Irkçıliğuı her şekli bir önermeye dayanır: Bunlardan biri, bir ırkı karakterize eden şey, genetik<br />

olarak intikal eden ve yok edilemeyen baz ı ruhi özelliklerin var sayılmasıdır. Otekisi, bir<br />

ırkın ruhi nitelikleri kopmaz baglarla fizik niteliklerine ba ğl ıdır. Bu doktrin biyolojik etkenlerle<br />

kültürel etkenleri birbirine kar ıştırma ve ayn ı sayma esas ına dayamr. Ar ı bir mitolojik kuruntu<br />

ve buluş olan ırkçılığın bilimsel görüşle hiçbir ilgisi yoktur.<br />

Islahat Fermam<br />

Osmanlı imparatorlu ğu te şkilat ının yenile ştirilmesi, keyfi davranışların yasak edilmesi,<br />

can, mal, ırz dokunulmazlığının sa ğlanması ve memleketin kalkındırılması gibi problemlerin<br />

çözülmesi hakkında Birinci Abdülmecidin çıkardığı 1839 tarihli G -OLHANE HATTI HUMAYU-<br />

NU ve 1856 ISLAHAT FERMANI ile Abdülazizin çıkardığı 1860 tarihli Fermanlard ır Bunlar<br />

Tanzimat ve Osmanlı imparatorluğunun Bat ı ilkeleri içinde düzenlenme ve örgütlenmesi hareketlerinin<br />

hukuki temellerini te şkil eder.<br />

Ibadet (Culte)<br />

Anlamı Tanrıya kulluk etmektir. Dini anlam ı, niyeti; olarak tanr ıya saygı göstermektir.<br />

Sosyolojik anlamı ise dini tecrübenin eylem olarak akseden anlat ımıdır.<br />

Istılah (Nomenclature ou terme)<br />

Asıl anlamı ittifaktır. Bilginlerin bir söziin asil anlam ından başka bir anlamda kullan ılması/Ida<br />

söz birliği etmeleridir. Belirtilmesi gereken cihet bir kelimenin iki anlam ı olduğudur. İlk<br />

anlam kelimenin lagat manas ım ikinci anlam ise bilimsel manas ını gösterir ki bu sonuncuya<br />

Istılah manası denir.<br />

İbn Haldun:<br />

1332 yılında Tunusta do ğmuş ünlü bir sosyolog ve tarihçidir. 20 ya şına kadar Tunusta<br />

tahsille u ğraştıktan sonra çok sergüze ştli bir hayat geçirmiştir. Bir çok hükümdarm ra ğbet<br />

veya nefretini kazannu ş, hapse atılmış, veya taltif edilmi ştir. Son olarak Oranda Tiaret'in<br />

güney - batısında Karta İbn Salama denilen bir kö şge çekilerek kendini 4 seneye yak ın<br />

bir zaman mütaalaya vermi ş ve buradan yepyeni bir Bilim definesi ile ç ıkmıştır. Bu yeni<br />

Bilim, tarih felsefesi ve bugün daha modern bir deyimle sosyoloji idi. Sonra M ısıra gelmiş orada<br />

bazan müderrislik bazan kad ıhk ve hazan da diplomathk yapm ıştır. Çok de ğişik bir hayat<br />

süren İbn Haldunda değişmeyen vasıf bilim a şkıdır. Şeyhülislam Piri-zade Mehmet Sahip<br />

efendi ve geri kalan kısmı da Cevdet pa şa tarafından Türkçeye çevrilen mukaddime, İbn Haldunu<br />

ebedile ştirmi ştir. Mukaddime Kitap-ül iber adli eserin ba şlangıç kısmını te şkil eder.<br />

İbn Haldun bu eserinde toplumsal, felsefi ve hatta teknik konular ele al ınmıştır Devletlerin<br />

hayatım, Yükselme, duraklama ve dü şme safhalarum ayırmış, hilafet ve imamet bahislerini<br />

incelemiştir. İbn Haldun dinin toplumsal rolünü kabul etmi ş olup liberal politika ve hürriyetin<br />

yan ında nizam ın da mürervici olmu ştur. Devletin makul nisbetlerde bir vergi almasını<br />

münasip görmekte ise de ba şkaca halkın tedirgin edilmesini ve hürriyet haklar ının çiğnenmesini<br />

asla uygun bulmaz. Mukaddimesi bir ansiklopedi say ılabilir. Yazar burada bütün meseleleri<br />

akli esaslara göre çözmü ş bulunmaktadır.<br />

İbn Rüşt (Averroes)<br />

1126-1198 yılları arasında Arap İspanyada ya şamış ünlü bir islam düşünürüdür. Aristo<br />

187


hakkında yaptığı yorumlar İskolastiklerce o kadar be ğenilmi ştir ki, bu kendisini en büyük yo<br />

rumcıı olarak göstermeye vesile olmu ştur. Kurtubada do ğmuş ve Fasta Halifenin saray ında<br />

önemli bir görev almıştır.<br />

İnsan ruhunun s ıkıca beyne bağlı bulunduğunu ve bu organla birlikte öldü ğünü ve fakat<br />

insanda ölümsüz bir ilke sayılan akl ın bulundu ğunu iddia etmi ştir.<br />

Batı Âlemi Aristoyu ve H ıristiyan olmayan felsefeyi ancak İbn Rüşt arac ılığıyla ardayabilmiştir.<br />

İbn Sina (Avicenne)<br />

980-1037 yılları aras ında ya şamış bir islöm bilginidir. İranda ünlü bir doktor ve memur<br />

olmuştu. Farabinin ve dolay ısiyle Aristo ve Neoplatonizmin etkisi alt ında bir çok yorum kitapları<br />

yazmıştır. Eserleri Orta ça ğ hıristiyan Avrupas ında büyük yankılar yapmıştır.<br />

'bn Tufayl<br />

12. yüzyılda Endülüs araplar ı arasında yeti şmiş bir filozof ve hekimdir. G ırnata yakınlarında<br />

doğmu ştur. En önemli eseri felsefi bir roman olan Hayy Bin Yakzand ır. Yazar burada<br />

tabii çevresinden uzakla şmış bir çocu ğun zihni geli şimini ele almaktadır. Bu eser 1923 y ılında<br />

Mihrap Mecmuasında Babanzâde Re şit bey tarafından dilimize çevrilmi ştir (Bk. islöm Ansiklopedisi<br />

İbn Tufeyl Maddesi)<br />

İcma veya licma -1-ümmet (Consensus de l'opinion)<br />

Lögat olarak iki anlam ı vardır: Biri azim ötekisi oy birli ğidir. Usul terimi olarak İ) metten<br />

bir yüzy ılda gelen müctehitlerin şer'i bir hüküm üzerinde birbirinden haberleri olmaks ızın<br />

oy birli ğine varmaland ı •. Buna İcmai Ümmet denir. islöm hukukunda üçüncü derecede bir<br />

kanıt ( şer'i delil) t ır. İslâmda dört şer'i delil vardır. Bunlar s ırasiyle Kur'ân, Sünnet, icma'i<br />

ümmet, k ıyası fukahadır.<br />

İdeologlar (Les idöologues)<br />

Siyasi ve felsefi bir gruptaki bilginleri gösterir. Condorcet, Laplace, Lamarck, Amper bunlardanchr.<br />

Bunlar Fransada Konvansiyon devrindeki fikir hareketini temsil ederler. Bunlar ın<br />

hepsi insan ruh ve zihniyetinin tahliline koyulmu ş değildirler. Fakat hepsi de gözlem (müşahade)<br />

metodunu uygularlar. Bu ise her türlü metafizik dü şiincelerden uzak bulunmaktad ır.<br />

İdeologlar ( İdöologues) Condillac'tan ba şlayarak fikirlerin kaynak ve kurallar ını ara ştıran<br />

ve İdeoloji ile uğra şanlara denir. Cabanis, J. Baptiste—say, ve Volney bunlar aras ındadır.<br />

Napolyon, küçük göstermek için, bütün filozoflara bu ad ı takardı .<br />

İdeoloji (Idöologie)<br />

İdeoloji, millet, s ınıf, kast, meslek, mezhep, siyasi parti ve benzeri bir grubun karakteristik<br />

fikir, inanış ve dü şünü ş tarzlarının tümüdür. Bu ideolojileri, ait olduklar ı gruplar ın coğrafya<br />

ve iklim durumlar ı, alışılmış faaliyetleri ve kültürel ortamlar ı şartlandırır ve tayin eder.<br />

Bunlar tekelci olmad ıkları gibi a şkın da değildirler. Bu yönden aynı ulusa mensup fakat ayr ı<br />

i ş güç sahibi iki ki şi ayııı ulusal ideolojiyi payla şır ve kendi melekelerine ili şkin ideolojilerde<br />

birbirinden ayr ılabilirler.<br />

İkonoklast (İconoclastes)<br />

Bunlara İslöm âleminde putluranlar denir. Anlam ı putlann ( İcones) kırllmasıdır. 8. yüz<br />

yılda meydana gelen bir h ıristiyan mezhebi mensuplar ı azizlerin putlar ıııı kırarlard ı. Maksat<br />

ları azizlere tap ınmayı önlemekti. Zira bu gidi şin eski paganlığın puta tapma sistemini yeniden<br />

canlandırmaya yol açaca ğı samhyordu. Bu hareket bir çok h ıristiyan sanat eserlerini yok etmiş<br />

ve 2. yüzyılda sona ermi ştir.<br />

188


İmam-1 Azam<br />

Ebu Hanife Numan ibnü Sabit-ül Kûfidir. İslâmdaki dört mezhep kurucular ından birisidir.<br />

Kalede do ğmuş ve Bağdat'ta vefat etmi ştir. Kurduğu mezhebe hanefi mezhebi derler.<br />

Islâm hukukunun ilk kurucusu da yine kendisidir. Bu mezhep, Irak, Iran, Hindistan, Sind,<br />

Çin Herat, Kâbil, Mavera- ı nehir, Mısır, Türkiye ve Balkanlarda yay ılmış tır. Bugünkü müslümanların<br />

yarısından çoğu hanefidir.<br />

Incil (Evangile)<br />

Yunancada iyi haber anlammdad ır. Isâmn getirdi ği haber daha sonra H ıristiyanlarea u-<br />

yulmakta olan Kitab ın adı oldu. Esası Havarilerin a ğızdan ağıza anlatt ıkları söz, hikâye<br />

ve hükümlerdir. Ilk yaz ıldığı dil ârâmi dilidir. Incil dört kitab ı ihtiva eder. Hem Isibun<br />

söylediği hikmetler, meseller, apokaliptik sözler ve H ıristiyan inancı üzerindeki bildiriler<br />

hemde hanın mucize ve va ızleri burada yer al ır. Isâ dininin inanç ve ö ğretilerini kapsayan<br />

bu kitap Isânm ölümünden sonra derlenmi ştir.<br />

infalibilitas (Lâyuhtilik - yan ılmazhk)<br />

Papanın makamında verdiği hükümlerde yandmayaca ğı inane ıdır. Papalar Veya karar<br />

verecek durumdakiler makamlar ında (Ex-Cathedra) verdikleri kararlarda yandmazIar. Islâmiyette<br />

"ümmetim delalette ima etmez" 4.1),1,•,J1 " I hükmü bu konu ile ilgili oldu-<br />

isiu„,<br />

ğu gibi Farabi Medinei faz ılada "hükümdar hırkai saadet giymi ş Eflâtunu cihandır" demekle<br />

bu yanılmazhğı açıklamıştır. Fakat Islâmdaki bu yamlmazl ık Hıristiyanl ığın katolik kilisesino<br />

öz ve papah ğın bildirilerine ola ğanüstü bir de ğer vermede oldu ğu gibi bir amaç gütmez.<br />

İnka (İntas)<br />

Peru'da Güne ş Tanrısının oğlu sayılan hükümdardır.<br />

Amerikanın ke şfi sırasında Peruda ki şua (Quichua) imparatorlu ğunun hükümdarlarma<br />

verilen addır.<br />

İrtidat ve Riddet ji , İ ..1; l)<br />

islöm dininden ba şka dine dönmektir. Di ğer dinlerden Islâmiyete dönmenin ad ı ihtida<br />

) dır.<br />

İskoçya Okulu (Ecole ‘cossaise)<br />

Ço ğu Edimburg Universitesinden ç ıkmış olup toplumsal olguları incelemede ön ayak olan<br />

ve eserleri sosyolojik ara ştırmalarda kaynak say ılan bir bilginler zümresine verilen add ır. Bunlar<br />

arasında Adam Smith, Ferguson ve Robetson'u görmekteyiz. Bu okul sosyolojiyi bilimsel<br />

anlamda incelemi ştir. Fransada bunlar ı ideolog denilen bir zümre takip etmi ştir.<br />

iskoltıstik (Scholastique)<br />

Orta ça ğın 12-14 cü yüzy ılları arasında H ıristiyan Avrupada hâkim olan bir dü şünce tarzıdır.<br />

Bu akım Hıristiyan Ortodokslu ğu ile Eflâtun ve daha çok Aristo sistemini ba ğda ştırma<br />

amacım güder. Ba şka bir deyişle, Eflâtun ve Aristodan al ınan ilkeler kilise anlayışma uygulanmış<br />

ve bundan da Iskolastik ad ını ta şıyan felsefe, mant ık ve teoloji do ğmuştur.<br />

İspirthuna (Spiritisme)<br />

Ölülerin ölümden sonrada var olmakta devam etti ğine inanılan ruhlarıyla, bazı şartlar<br />

altında haberle şmenin mümkün olduğuna inanan görü ş ve bu maksatla yap ılan denemelerdir.<br />

Ispirtima dönen masa, otomatik yaz ı gibi vücutlanm ış ervahtan ileri gelen baz ı olaylarla uğraşır.<br />

Burada ruhlar, insanlarla ilgilenerek onlarla temasa gelmek isterler. Bu temaslar ya do ğ-<br />

189


udan do ğruya yahut gaypten haber almaya elveri şli Medium denilen kimselerin arac ı-<br />

lığı ile sağlamr.<br />

İstanbul Efendisi<br />

16. yüzyıldan sonra İstanbul kad ıs ına verilen add ır. Sonraları bunun yerine İstanbul<br />

kadısı ünvan' konmu ştur.<br />

İstefan<br />

Helenistik yahudilikte kurulan ilk H ıristiyan cemaat ının başkamd ır. Yahudi ibadetinin<br />

İsa= dönmesiyle sona erece ğini söylediği için yahudiler taraf ından ta şlanarak öldürülmü ştür.<br />

İstihare )<br />

Özel bir amaçla riiyaya yatmakt ır. Girişilecek bir i şin hayırh olup olmayacağını rüyadan<br />

anlamak için abdest alıp dua okuyarak uykuya yatmaktan ibaret eski bir adettir. Kelime hayırdan<br />

gelir.<br />

J<br />

Jaina (Jainizm)<br />

Yenen anlam ındadır. Hindistandaki Jaina, dinin felsefesine göre her devirde ortaya ç ıkan<br />

kurtar ıcı ve düzeltici gücün ad ıdır. Bu din Tanns ız dinlerdendir. Abimsa yani canl ı yarat ıklara<br />

k ıymamak ülküsüne hakl ıd ırlar. Jainizm Budizme çok yak ındır.<br />

Jansenizm (Jansönisme)<br />

Cornölius Jansen tarafından 17. yüzyılın ba şından itibaren kurulmu ş bir mezheptir. Tann<br />

iradesine teslimi şart ko şan koyu bir katolikliktir. Bunlar ço ğu zaman Jezvitlerle u ğra şmışlardır.<br />

Papahlı makamı kendilerini tasvip etmemi ştir.<br />

Jezvit (Jesuites)<br />

İslamiyetle fikri bir sava ş açmak ve ınutezileyi yola getirmek üzere İgnace De Loyola ( İgna<br />

tius) tarafından 16. yüzyılda kurulmu ş bir tarikatt ır. Hıristiyan tarikatlar aras ında en canl ı<br />

ve misyoner olan ıdır.<br />

Justinyen (Justinien)<br />

Aşağı yukarı 482-565 y ılları arasında ya şamış bir Bizans imparatorudur. Kilisenin kurulmas<br />

ına hukilk" imkanlar haz ırlamıştır. Monofizitlere kar şı şiddetli hareket etmi ştir<br />

Komutanları Bölisaire ve Narses'in yard ımıyla Vandallar ı ve İranl ılar ı yenmi ş, kanun<br />

ları toplatm ış ve Ayasofya camii ııi yaptırmıştır.<br />

K<br />

Ka<br />

Mısırda ölümden sonra insan gövdesinde kalan bir ruh prensibidir. Bunun için mezarlara<br />

Imzan ka'n ın evi denilir.<br />

Kabotaj (Cabotage)<br />

Bir devletin k ıyılanndaki deniz ticaretinin, limanlar ı arasındaki ula ştırmanın ve Bal ık<br />

avının kendi yurtt.ışlarma ve özellikle kendi bayra ğın ı ta şıyan gemilere sakl ı tuttu ğu bir<br />

imtiyazd ı r.<br />

190


Kahin ve Kehânet (Oracle)<br />

Gaybe ait haber verme iddias ında olan kimseye kahin ve bunun gösterdi ği maharete de<br />

kehânet (oracle) derler. Eski Yunan ve ilk ça ğ milletleriııde gelece ğe ilişkin dikenli mes'eleler<br />

Tanrılara sorulur ve al ınan cevaplar ilgililere bildirilirdi. Eski Yunanda en ünlü kehânet<br />

yeri Delf (Delphes) şehrindeki Apollon tap ınağı idi. Romahlar imparatorluk devrinde s ık<br />

sık kehanette bulunurlard ı. Apollon tapınağı altındaki Cumes kâhinesi (Sibylle de Cumes)<br />

ve Preneste'nin Fortune tap ınağında olan kehânet yerleri çok tan ınmış merkezlerdi.<br />

Kalven (Jean Calvin)<br />

Hıristiyan din yenileticilerinden (reformatörlerinden) biridir. Fransada do ğup büyümü ş,<br />

protestan fikirlerine meyil gösterip H ıristiyan Dininde Dersler ( İnstitutio Christianae Religionis)<br />

adli bir eserde fikirlerinin anahtarlann ı göstermi ştir. Hayatının büyük kısmını Cenevrede<br />

geçirmi ştir. Lüther'den bir kaç noktadan farkl ı olan doktrinin özü insan ın Mesihte ya şamasını<br />

mukadder görmesidir. Bu teolog özet olarak dini otoritenin demokratla şmasım, din törenlerinin<br />

ortadan kalk ınasım, alınyaz ısına inanılmasını ve Kutsallama ayinlerinin (sacrements)<br />

yalnızca vaftiz ve a şayı rebbani (müşterek yeme ğe) ye hasredilmesini savunur.<br />

Kanon (Canon)<br />

Genel olarak bir dinin kutsal kitaplar ının tümüdür. Budizmde pali—kanon, H ıristiyanlıkta<br />

eski ve yeni sözle şme böyledir. Çoğu zaman belirli bir dini kişilikle ilgili söz, hikâye<br />

ve buyruklar kitap halinde toplamr. Bazan da bu kanunlarda tabiat üstü bir nitelik görülür.<br />

Vedalar tanr ıların eserleri veya onlarla birlikte yarat ılmış kutsal kitaplard ır. Tevrat<br />

Tannsal bir vahiydir. Kanon bir dini yabanc ı etkilere kar şı koruyan bir duvarda. İslamda<br />

ise kur'ânda mevcut dünya ile ilgili hükümler bunun bir örne ği say ılabilir.<br />

Kapitiihisyon (Capitulation)<br />

Doğu ve Yakın Doğu memleketlerinin tek tarafl ı olarak Avrupa ve Amerika devletlerine<br />

karşı tanıdıkları bir takım imtiyazlardır. Bu imtiyazlar bir devletin ba ğımsızlığını anlatan<br />

yasama, yargı ve yürütme erkelerini ba ğladığ'ından kapitülasyonu kabul eden Devletler hukuk<br />

anlamında tam ba ğımsız bir devlet say ılmazlar. Kapitülasyonlar adli, idari ve mali k ısımlara<br />

ayrılırlar.<br />

Bunların kaldırılması için memleketimizde çok u ğra şılmış ve nihayet Lozan Bar ış Anda ş-<br />

manıun 25 inci maddesiyle ortadan kald ırılmıştır. Bunlara uhudu Atika da denir.<br />

Katolik (Catholique)<br />

Gerçek anlam ı evrensel ve geneldir. Roma kilisesi kendisine bu pâyeyi vermi ştir. Bununla<br />

güdülen amaç, bütün dünyada var olmas ı, bütün gelenekleri korumas ı ve bütün dini olaylar ı<br />

kapsamas ıdı •.<br />

Kantsky (Karl)<br />

1875-1938 yılları arasmda ya şamış Avusturyal ı toplum felsefecisi ve devlet adam ıdır. Pragda<br />

doğmuştur. Kendisi sosyalist olup Fr. Engels'in sekreteri olarak 1883-1917 y ılları arasında<br />

Neue Zeit adlı marksist dergiyi yönetmi ş ve kendisini Karl Marx' ın yorumcusu olarak tamtmıştır.<br />

Marksın Ekonomik Teorisi (Karl Marx ökonomische Lehren), Toplumsal Devrim (Die<br />

Soziale Revolution), H ıristiyanh ğın Kayna ğı (Ursprung des Christientums) belli ba şlı eserlerindendir<br />

191


Kavram ve Eylem (Notion et action)<br />

Beşen davrara şlarda bir iç safha vard ır ki buna fikir, dü şünce, kavram, inanç denir; iç safhanın<br />

dış görünü şüne yerine göre fili, hareket eylem veya âmel denir.<br />

Kaat (Caste)<br />

Irs ve iç evlenme niteli ği taşıyan bir toplum şeklidir. Burada üyeler ayn ı ırk, aynı soy,<br />

aynı meslek ve ayn ı bir dine mensupturlar. Ancak tabakala şmış toplumlarda kast sistemine<br />

rastlanır. Bir çok toplumlarda çe şitli tabakala şma şekilleri kastlann kurulmas ına yol açar.<br />

Üyelik vasıfları irsidir ve ba şka kastlarm üyeleriyle evlenme yasak edilmi ştir. Ço ğu zaman<br />

bir kasti te şkil eden fertler ancak tek bir meslek veya bu mesle ğe yakın baz ı meslekleri tutabilirler.<br />

Bazı davran ış, mensek ve dini törenlerin yap ılması kastlardaki birlik ve beraberli ği saklar.<br />

Katip Çelebi (Hac ı Kalfa)<br />

Türklerde Do ğu ve Bat ı bilimlerine vakıf büyük bir bilgindir. Abdullah efendi ad ında bir<br />

askerin Mustafa adl ı çocuğudur. Bir taraftan ilim tahsil etmi ş bir taraftan da muhtelif memuriyetlerle<br />

Osmanl ı ülkesinde bir çok yerleri gezmi ştir. Son olarak İstanbulda yerle şerek<br />

eserlerini tamamlam ıştır. Hicri 1067 y ıl ında ölmü ştür. Eserleri içinde Ke şfüzzünun<br />

I sL I ;J..4.11 Cihannüma, gibi de ğerlileri vard ır.<br />

Karizma (Charisme)<br />

Yunanca serbestçe ba ğışlama anlamındadır. Terim ilk önce Petrus taraf ından incilde<br />

kullanılmıştır. Peygamber ve dini önderlerde var say ılan olağan üstü yetenek ve ki şisel özelliklerdir.<br />

Kelâm (TUologie)<br />

Tannsal ö ğreti anlam ındadır Tanrı ve onun Kainatla olan münasebetlerinden bahseder.<br />

Teoloji hazan ilahiyat kar şılığı olarak bütün din alanını kapsayacak derecede geni ş tutulur.<br />

Bu terim bilimsel alanda bir dinin savunmas ını sağlayan bir bilim dalını gösterir<br />

Kerâmet (Thaumaturgie)<br />

Kerâmet vermek anlam ında olan kerem sözünden gelir. Baz ı ermiş (veli) insanlann gösterdikleri<br />

ve yapt ıkları olağan üstü olaylar ve yeteneklerdir.<br />

Kıpti kilisesi (Eglise Copte)<br />

Monofizit kiliselerden biridir. Patriyark ı İskenderiyede oturur. Burada en eski rahip geleneklerine<br />

hala rastlan ır. Diğer Monofizit kiliseler s ırasiyle Ermeni ve yakubi kiliseleridir.<br />

Kısas (Loi de Talion)<br />

Işlenen bir suçun cezas ını e şit ve e şdeğer bir zararla gidermek ve öcünü almakt ır Burada<br />

iki zararın eş de ğerde olması ve saldırgana verdirilen zarar suçuyla orant ılı olması esastır. Parolası,<br />

göze göz; di şe diş (oeil pour oeil, dent pour dent) dir.<br />

Kızılay Derneği (Societe de Croissant - Rouge)<br />

Her türlü araç ve gereçleriyle sava şta ulusal ve yabanc ı orduların hasta ve yaral ılanna<br />

bakmak, bunları tedavi etmek; bar ışta yangın, sel ve yer sars ıntısı gibi musibetlere u ğrayan<br />

Türk ve yabanc ılara yard ım etmek üzere kurulan ve devletçe kendisine bir tak ım imtiyazlar<br />

tanınan bir demektir. Çe şitli uluslar aras ı andlaşmalar sonunda Kızılay derneği uluslararas ı bir<br />

nitelik almıştır. Buna eskiler Hilal—i Ahmer Cemiyeti derlerdi. K ızılay-1n i şareti ak zemin<br />

üzerinde kırmızı aydır.<br />

1.92


Kızıl haç (Croix - Rouge)<br />

Sava şta yaralanan ve hastalananlar için koruma ve iyi etmekle ilgili bir tak ım hükümler<br />

koyan 22 A ğustos 1864 tarihli Cenevre sözle şmesinden sonra bir çok Bat ı memleketlerde<br />

kurulmuş olan hay ır derneklerine verilen add ır.<br />

Kilise (Eglise - Ekklesia)<br />

Ortakla şa inanış ve törenleri olan ruhani bir önderin ki şiliğinde geleneksel birli ğin sembolüdür.<br />

Bu anlamda kilise sözü, muhtelif toplumlarda kullan ılır Hıristiyanl ıkta Hz. han ın kurmu<br />

ş olduğu bir kurumdur. Ba şkanı Petrus'un halifesi sayılan papad ır. Daha genel ve ruhani<br />

bir anlayışa göre müminlerin meydana getirdikleri ruhani topluluktur. Buna Islâmdo cemaat<br />

veya islam cemaat ı derler.<br />

Klan (Clan)<br />

En küçük toplum türüdür. Bu söz , genel olarak dış evlenme, mant ık öncesi zihniyet, parazit<br />

iktisat sistemi ve ortakla şa mülkiyet esas ına bağh bir toplumu gösterir. Akrabahk baba veya<br />

ana tarafından gelebilir: Baba taraf ından akrabal ık (clan patrilinaire) ta k ız ve erkek bütün<br />

çocukların mü şterek bir babadan geldi ği inancma dayan ır. Ana akrabali ğına dayanan klanda<br />

(Clan matriline'aire) da ise bütün çocuklar mü şterek bir anadan gelmi ş sayılır. Eski toplumlarda<br />

akrabahk her vakit ayn ı kandan gelmeyi gerektirmez. Bazan ayn ı kandan olmayanlar birbir<br />

inip akrabas ı sayılır ki buna saymaca akrabal ık derler. Türkçede klana sop denir, Osmanl ıcada<br />

karşılığı "Semiye" dir.<br />

Klik (Clique)<br />

Amerikan Sosyologlanmn geni ş bir toplum içinde beliren küçük bir gruba verdikleri add ır.<br />

Bu küçük grubun üyeleri kendilerini öteki üyelere e şit sayar ve kar şılıklı yardımlarla yükümlü<br />

olduklarına inamrlar.<br />

Kolektivizm (Collectivisme)<br />

Oratakla şacıhk anlamındadır. Bireyciliğin kar şıtıdır. Genel anlam ı ekonomi alanında ferdi<br />

mülk ve özel te şebbüsün s ıkıca sımrlandığı, kontrol edildiği veya yok edildiği bir te şkilatlanmadır.<br />

Burada Devlet te şebbüsleri özel te şebbüslerin yerini alm ıştır Terim aynı zamanda<br />

bir doktrini gösterir. Sendikalizm, Sosyalizm, marksizim ve Komünizm adlar ı altında çe şitli<br />

kolletivist fikirler devam edip gider.<br />

Komünist Beyannamesi (Le Manifeste Communiste)<br />

1848 de Karl Marx tarafından yayınlanan ve mensuplann ı birle şmeye çağıran bir beyann<br />

amedir.<br />

Komünyon (Communion)<br />

H ıristiyanlıkta Azizlerin komünyonu, insanlar ın bu dünya, arefat ve öteki dünyadaki<br />

müminlerle meydana getirdikleri birliktir. As ıl anlamı insan ın Tannsına ve o yolla din karde ş -<br />

lerin ba ğlılığıdır. Türkçeye (Müminler Birli ği) olarak çe,yrilebilir. Fraternite sözü de Din<br />

Karde şliği anlamındad ır.<br />

Konfuçyus (Confucius ou Confucianisme)<br />

M. O. 551-479 yılları aras ında Çinde ya şamış bir din kurucusudur. Çe şitli görevlerden sonra<br />

ö ğretmenliği seçmiş olup özellikle Eski Çin adetleriyle ilgili eserlere, şiir ve müzi ğe önem vermi ş-<br />

tir. Daha sonra bakan olmu ş, siyasi buhranlar yüzünden yurdunu terketmi ştir. Amac ı, geleneğin<br />

Din Sosyolojisi F. 13 193


ozulması dolayısıyle her bakımdan tehlikeli bir duruma dü şmüş olan yurduna yard ım edip<br />

yurtta şlanm eski geleneklere göre e ğitmekti. Bunu yapmak için klasik Edebiyat örneklerini<br />

toplayarak yasa şekline sokmuştur. Dini problemlerle çok az ilgilenmi ş, buna kar şılık ahlak<br />

konulan üzerinde durmu ştur. M. O. 204 yılında mezarmda ruhuna ilk defa kurbanlar kesilmi ş<br />

ve M. S. 1912 yılında gök ve yeryüzü tannlan yüceli ğine çıkarılmıştır. Kurdu ğu sisteme K onfuçyus<br />

dini (Confucianisme) denir.<br />

Konkordato (Concordat)<br />

Konkordato bir din öndri ile Devlet önderi arasmda yap ılan anlaşmadır. Birinci Fransuya<br />

ile papa aras ındaki anlaşma böyle bir konkrdatod ır.<br />

Konstantin (Constantin dit le grand)<br />

274-337 puan s ırasında yaşayan Roma imparatorudur. 312 y ılında Hıristiyanlığı imparatorluğun<br />

resmi dini olarak tammıştır. Ölümünden bir süre önce Kiffienin de başkanı olduğunu<br />

ileri sürmü ş ve bu şekilde bizantinizmin kurulmasma yol açm ıştır.<br />

Koruyucu Ruh (Esprit Gardien)<br />

Belli bir ferdi korudu ğu söylenen tabiat üstü bir varl ıkt ır. Özellikle kuzey Amerikada bir<br />

çok yerli, kabilelerde koruyucu ruh, korunan ferdin dü şleri veya kalp gözleri arac ıhğıyl varlık<br />

ve faaliyetlerini belli ederler.<br />

Kozmololi (Cos ınologie)<br />

Dünyayı yöneten kanunlar bilimidir.<br />

Kozmogoni (Cosmogonie)<br />

Dünyanın oluşu ile ilgili mitololik ve felsefi tasavvurlard ır.<br />

Ksennfanes (Xönophanes)<br />

M. O. 570-480 yılları arasmda ya şamış olup yunan felsefesinde geli şen din eleştirmesini<br />

anlatan bir filozoftur. Özellikle Homer ve Heziod'un mitololisinde göze çarpan antropomorfist<br />

görü şleri sert bir şekilde ele ştirmi ştir.<br />

Kuvay-kır (Quakers ou sociötö des amis)<br />

Buna dostlar derne ğide derler. 1648 yılından beri Ingilterede ortaya ç ıkan bir mistik cereyan<br />

olup bugün Amerikada önemli bir rol oynar.<br />

Bu mezhebe göre her insan ın içinde tannsal bir nur parlamaktad ır. Her insan Tannıun<br />

oğludur. İsamn mistik varlığı bütün insanlığı kapsamaktad ır. İbadette Tannya sükfıtle tevesccüh<br />

edilmektedir. Ban şseverlikleri dolayı sıyla kuveykirler askere gitmezler. Sava şta acı duyanlara<br />

her türlü maddi ve manevi yard ımda bulunurlar.<br />

Ku Kulx-klan<br />

Amerikada Zencilerle u ğra şmak üzere kurulmu ş olan dini ve siyasi nitelikte gizli bir dernektir.<br />

Kulturkreis<br />

•<br />

Bir kültürün yay ıldığı yer anlamındadır.<br />

Kurtuluş Dinleri<br />

Her dinde kurtulu ş anlamı vardır. Çünkü her din insan ı bu dünyadan ayınp Tannsal bir<br />

gerçeğe yöneltmek ister. Kurtulu ş anlamı çeşitli şekillerde görülür. hısam bu dünyamn acılanndan<br />

tanı bir sükûnete götürmek istiyen Upani şat mistiği, Hinduizm, Janizm bu çeşit-<br />

194


lerdendir. iranda Zerdü şt dininin başka unsurlarla kar ışmasından sonra ortaya ç ıkan din sistemleri<br />

özellikle Maniçeizm, bütün gnostik ak ımlar, hellenistik s ır dinleri bu kavramdad ırlar.<br />

Ihristiyanhkta ısan ın ölümüne inanış bu kurtuluş kavrairnyla ilgilidir.<br />

Kut ve Alt ın ışık<br />

Sosyologlann Mana dediği şeye eski Türkler Kut derlerdi. Kut yayg ın bir kutsalhkt ır.<br />

Hangi şeyin üzerine konarsa onu kutsal kilar : Kutlu da ğ gibi.<br />

Eski"Türkler kutu, gökten inen bir nur sütfmu, bir alt ın ışık olarak tasarlarlard ı. Bu alt ın<br />

ışık hangi insana, hangi 'hayvant ı, hangi şeye dokunursa onu kutlu kflard ı. Türklerin bir tabii<br />

aşk gecesi vard ı ki o gece bu nur sütunu neye dokunursa onu gebe b ırakırdı (Z. Gökalp)<br />

Kutsal ve Kutsal d ışı (Saere et profane)<br />

Bilinen bütün dini inan ışlar e şya ve eylemeleri ikiye aynarlar. Bu bölümler kutsal ve kutsal<br />

dışı olarak anlat ılır. Kutsal şeyler sözüyle yaln ızca Tanrı veya ruh denilen ki şisel varliklar<br />

değil, bir kaya, bir a ğaç, bir kaynak, bir çak ıl ta şı, bir tahta parças ı, bir ev veya herhangi bir<br />

şey —U—Ulaşılabilir. Bir din- töreni niteliğini ta şıyan eylemler, sözler ve dua formülleri de kutsal<br />

olabilir.<br />

Külliye ;Lis"<br />

Cami, medrese, türbe, hamam ve imaret (a ş evi) ten kurulmu ş bir bütündür. Genel olarak<br />

arap memleketlerja ıde fakültenin ad ıdır. 441 2,15 (Edebiyat Fakültesi) 4 z.1.5"<br />

(Hukuk Fakültesi) (.1 0lJ.5" (Ilahiyat Fakültesi) Üniversite kar şılığı Ise camia'clır.<br />

(Cami'ül-Ezhar gibi).<br />

Kültür ve Medeniyet (Culture et civilisation)<br />

(Z. Gökalp)a.‘ göre Medeniyet bir çok milletlern ortakla şa malıdır. Çünkü medemiyeti<br />

sahipleri olan mlletler ortakla şa bir hayat ya şayarak vücuda getirmi şlerdr. Bu yönden her<br />

Medeniyet zorunlu olarak uluslar aras ıdır. Fakat bir medeniyetin her hangi bir millette ald ığı<br />

özel şekli vardır ki buna kültür adı verilir.<br />

Amerikan ve Ispanyol edebiyat ıncla medeniyet kar şhğı olan Civilisation ile kültür aras<br />

daki sınır iyice belirtilmemIştir. ,<br />

Kültür ve Medeniyet Gecikmesi (Iietard de Civilisation)<br />

Terim, Ingilizcede Cultural lag ve Ispanyolcada Demora Cultural deyimleri kar şıhğıdır.<br />

Türkçeye kültür gerilemesi, kültürün gecikme veya geri kalmas ı diye çevrilebilir.<br />

Maddi ve teknik uygarhkla maddi olmayan, manevi ve ruhi uygarl ık aras ında gelişme<br />

ritminde ortaya ç ıkan bir farkur. Medeniyet veya kültürün geri kalmas ı hızlı bir şekilde endüstrile<br />

şen toplumlarda s ık sık rastlanan bir durumdur. Burada sanayile şme o kadar büyük bir<br />

hızla gelişir ki aile, okul, devlet, din gibi, kurumlar ekonomik te şkilatın yeni tipine ayak uydur:<br />

a<br />

az bir duruma dü şer. Bu kurumların yapmaya gayret ettikleri görevler art ık yeni ihtiyaç-ları<br />

karşılayamazlar.<br />

Kültürleşme veya kültür geçmesi (Acculturation)<br />

Bu terim iki veya daha çok grubun devambea ve do ğrudan doğruya temasa geldikleri zaman<br />

medeniyetlerinde ortaya ç ıkan değişikliği gösterir. Bu türlü temaslar, genel olarak, maddi ve<br />

gayn Maddi elemanların bir toplumdan ötekine aktard ı:hanım yol açar. Bu aktarmadan önce<br />

bazı elemanların kabulü ve bazIanmn da reddini gerektiren bir seçim yap ılır. Çoğu zaman da kabul<br />

edilen elemanlar tadile u ğramış olurlar. Temsilcilerinin s ık sık temasları sonunda bir veya bir<br />

kaç medeniyetin çöziildü ğü görülür. Bu çözülme ve erime toplumsal örgütün y ıkılmasıyla<br />

195


irlikte olur. Yeni bir birle şme ve kaynaşma meydana ç ıkarki buda daha önceki kurum ve kuruluşların<br />

tamamen veya k ısmen silinmesini gerektirebilir. Eskilerde mevcut baz ı elemanlar yenilere<br />

geçer. Kültürle şme süreçlerinin temas halindeki medeniyetlerede insan dayana ğını te şkil<br />

eden fertler üzerine de etki yapaca ğı aşikârdır Bu de ğişmelere hedef olan fertlerin ki şiliklerin<br />

deki değişmelere ilişkin olan kısmı için temsil (öziimseme-asimilation) terimi tercihe de ğer.<br />

Kütüb-i Sitte L g)<br />

En tanınmış hadis kitapları kütiib-i Sitte adı verilen alt ı kitaptır. Bu altı kitab ın da içerisinde<br />

en önemlisi veya giivenileni Muhammed Ibn İsmail El Buhârinin yazdığı Sahihi Buhari'<br />

dir. Diğer kitaplar s ırasıyla Müslüm, Ebu-Davud, Nesel, Tirmiii ve Ibn Maceninkilerdir.<br />

Lamaizm (Lamaisme)<br />

L<br />

Budizmin Tibette geli şen bir koludur. Aslında koyu bir teokrasi örne ğidir. Burada din kuralları<br />

dünya işlerine uygulanmakta ve onlar ı yönetmektedir. Tabii bir aymnla şma sonunda<br />

lamaizmin din i şlerini, bütün sistemin önderi olan Dalay Lama (Dalai Lama), dünya i şlerinide<br />

Pançen Lama yürütmektedir.<br />

Litürji (Liturgie)<br />

Tapınmada izlenen s ıra ve düzene hıristiyanlarca verilen add ır. Litürjide dinin efsane ve<br />

inançlar ı temsil edilir. Eski şark dinlerinde de litürjiler vard ı. Bugün özellikle bu terim kilisenin<br />

tapınma düzeni için kullamhr Bu düzen üçüncü yüzy ıldan beri bugünkü şeklini almaya<br />

başlamıştır.<br />

Locke (John)<br />

Hobbes'da iptidai bir sözle şme toplumun temeli say ılmakta ve Leviathan diye adland ırılan<br />

hükümdarda zorbahk vasfı kabul edilmektedir. Halbuki Locke'da sözle şme daha makul<br />

seviyeye getirilmi ştir. Insanlar anla şamadıklarmdan aralarından birini seçip onunla sözle şme yapnuş<br />

ve ona baz ı işlerin yönetimini b ırakmışlarchr. Seçilen bu kimse Hobbes'un Leviathan' ı gibi<br />

kudreti temsil eden bir hükümdar de ğil, onları güzelce yöneten ve temsil eden bir önderdir.<br />

Burada hükümdar güç sahibi olmaktan ziyade uyru ğrım iyiliğini düşünen bir yöneticidir.<br />

o yalnız sözle şme ko şul ve gereklerine göre devleti yönetir.<br />

Logos<br />

Kelâm, tanrısal ak ıl anlammdadır. Heraklite göre tanr ısal logos dünyanın yaratık§ ve<br />

düzenlenmesinde en önemli yeri alm ıştır. Gnostik sistemlerde ba ğımsız bir kişilik (hypostase)<br />

haline gelir. Tanrı ile dünya aras ında aracılık yapan kuvvet odur. Hıristiyanhkta Isa ezeli logos<br />

ile birle ştirilmiştir.<br />

Lozan Barış Antlaşması (Traitâ de paixde Lausanne)<br />

Kurtuluş sava şlarının başarı ile sonuçlanmas ı üzerine 1914-1918 Birinci Dünya<br />

Sava şına kat ılan Devletlerle Türkiye aras ında İsviçrenin Lozan şehrinde imzalanan anla şmadır.<br />

Bu andla şma ile Türkiyenin tam ba ğımsızlığı tanınmış, ulusal sınırları belli olmuş, kapitülasyonlar<br />

kalkmış ve Barışı imzalayan Devletlerin Türkiyedeki kuvvetleri geri çekilmi ştir.<br />

Lucien<br />

Bugünkü Urfa ilinin Fırat suyu üzerinde bulunan Samsat kasabas ında doğmuştur. 125-<br />

192 yıllan aras ında ya şadığı sanılmaktad ır. Birçok gezilerden sonra bir aral ık Antakyada avukatlık<br />

yapmış ve sonra Atinaya yerle şmiştir. 82 kadar eseri vard ır. Bunlar arasında ölüler diyaloğu,<br />

Tarihin yaz ılması usulü gibi eserleri büyük zekâ ve zeyreklik örnekleridir. Lucien Yunan<br />

yazarlarının en önemlilerinden say ıhr.<br />

196


Lutber (Martm)<br />

1483-1548 yıllarnda yaşamış bir Alman din adamıdır. Sistemine Luth6ranisme derler.<br />

Papa ile yaptığı çarpışma ve çatışma sonunda gerek dini ve gerekse toplumsal bir renk ta şıyan<br />

bir takım yenilikleri gerçekle ştirmi ştir. Dini mahiyette olmak üzere papazlarm bekir kalmas ı<br />

fikrini red etmiş, Panama nüfuzunu tammam ış, arefata inanmay ı ve azizlere ibadeti reddetmiş,<br />

manast ırlarda yapılan nezirlere (les veeux monastiques) muhalefet etmi ştir. Bu dini<br />

göriişlerinden dolayı papa kendisini agoroz etmi ştir. toplumsal yönden de baz ı yeni görüşleri<br />

vard ır. Ezcümle bir kimsenin mensup bulundu ğu rütbede kalmas ını, ailenin devlet düzeninin<br />

den esash bir riiklin olduğunu, devletin bile büyük çapta bir aile say ılacağını, Devlet içinde Hıris<br />

tiyan hükümdarlarm t ıpkı bir aile babas ının çocuklar ım kollaması gibi uyrugunu kollamas ı geregini<br />

ileri sürmüştür. Ba şlıca eserleri şunlardır: Kitab ı Mukaddesin tercüme ve yorumu, Babil<br />

Esareti, Alman ilm ıhali Kendisi esas itibarile Skolastik, ve Mistiklik üzerindeki ara; t ırmalarından<br />

başka Saint Agustin'i derinden derine etüd etmi şti.<br />

Makyavel (Niccolo Machiavelli)<br />

1469-1527 tarihleri aras ında ya şamış bir Italyan yazand ır. Genç denecek bir<br />

yaşta Floransada devlet hizmetine geçmi ş, gerek içeride de gerek d ışarıda devlet hizmeti görmüştür.<br />

Yabanc ı ülkelerde hizmet görmesi onun tecrübelerini artt ırmıştır. Bir müddet sonra<br />

gözden dü şerek şüpheli kişilerden sayılarak, hapse de atılmış olan yazar bu hareketsizli ği<br />

sırasında kendisini dünyada ünlü kılan Hükümdar adlı kitabını yazmıştır. Devletin kurulu ş<br />

ve çökü şü ile hükümet şekilleri ba şlıca konusu oldu. Bir aral ık Mediçilere yakla şarak hareketsizlikten<br />

kurtuldu isede bu çok sürmedi ve yine şüpheli sayılarak siyasi hayattan uzakla ştır<br />

ıldı az sonra da öldü. Fikirleri yanlış yorumlanan yazar gerçekte büyük bir yurtsever, realist<br />

bir dü şünür ve dürüst bir devlet memurudur. Zira devlet i şlerine fakir girmi ş ve oradan parasız<br />

ayrdmıştır.<br />

Mabayana<br />

Büyük araç anlam ındadır. Budizmin özellikle kuzey bölgelerde aldığı şeklidir.<br />

Malinowaki (Bronislav Kaspar)<br />

1884-1942 yılları arasında ya şamış polonyadan gelme bir ingiliz atropoloji bilginidir. Londra<br />

<strong>Üniversitesi</strong>nde profesörlük etmi ş; geçici olarak Amerikan üniversitelerinde bulunmu ştur.<br />

Yeni-gine, Melanezya, Afrika, Amerika Birle şik Devletleri ve Meksikada bilimsel geziler<br />

yapmıştır. Trobriand adalar ında yerliler üzerndeki incelemeleri kendisine antropolojide<br />

Morgan, Boas, ve Radelife-Brown'a yak ın bir durum sağlamıştır. Antropoloji, sosyoloji, dinler<br />

tarihi ve psikolojiyi ilgilendiren eserler yazm ıştır.<br />

Ilkel Din ve toplumsal ayrunla şma (Religion Primitive et Diff6renciation Sociale), Sihir,<br />

Bilim ve Din (Magic, Sciences . and Religion), İman ve Ahlâkm temelleri (Foundation of Faith<br />

and Morals) yazar ın dinle ilgili eserleri aras ındad ır.<br />

Maltnı0 (Thomas Robert Malthus)<br />

Malthus Insanların geometrik dizi, besin ve az ıkklann ise aritmetik izi ile ço ğalmakta<br />

olduğunu ve bu yönden zamanla azığm insanları geçindiremeyece ğini ileri sürmüştür. Buna<br />

benzer kötümser bir fikri çok daha önce islâm dü şünürü Maarri ortaya atm ıştır: Maarri<br />

(Babamın beni dünyada getirmekle i şlediği cinayeti ben i şlemedim) diyordu.<br />

197


. ,<br />

Mâmelek (Patrimoine)<br />

Bir ki şinin hukuki bir bütünlük meydana getirmek üzere sahip olabilece ği para ile ölçülebilen<br />

mal, hak ve borçlar ının tamamıdır. Bu deyim bazen özel bir niteli ği olan bir takım<br />

malları göstermek için de kullan ılır O vakit bir türlü özel mâmelek kasdolunur.<br />

Konuşulan dilde bir kimsenin var yo ğu anlammdadır.<br />

Mana (Mana)<br />

Mana polinezya dilinden al ınmıştır Eski Türkler buna kut derlerdi. Gökten inen bir nur<br />

sütunu, bir alt ın-ışık şeklinde tasarlanm ıştı. Kut herhangi bir insan veya hayvana dokunursa<br />

onu gebe b ırakırdı. (Bk. Z. Gökalp, T. M. Tarihi).<br />

Mani ve Maniçeizm (Mani et Manich'aisme)<br />

216-275 yılları aras ında ya şamış soylu bir part. oğludur. Babilde doğmuş, Zerdüşt<br />

ve gnostik unsurları birle ştirmek suretiyle yeni bir din sistemi kurma ğa çahşmıştır. Sisteminde<br />

hem Zerdü şt hemde Buda ve İsa rol oynamaktad ır. Mani çal ışkan misyonerleri arac ılığıyla<br />

sistemini Türkistana kadar yaym ıştır. Mani, Zerdü şt moganlarmın (rahiplerininin) ihbar ı üzerine<br />

tevkif edilmi ş ve Behram tarafından derisi yüzdüriilerek öldürülmü ştür. Kurduğu sisteme<br />

Maniçeizm veya Manikeizm derlerki anlam ı mani dinidir.<br />

Manu<br />

Manu Vedalara ve Ilinduizme göre dünyan ın yarad ılışından sonra ilk olarak kurban sunan<br />

insandır. Bir Tufan s ırasında balık şeklinde dünyaya gelmi ş olan Vişnu tarafından kurtanlmıştır.<br />

Manu' ımn olduğu sanılan eser, Brahmanlann görev, hukuk ve ahliik ından bilgi veren ve<br />

M. Ö. İkinci yüzyıl ile M S. İkinci yüzyıl arasında yaz ılmış olan bir hukuk kitabdır. Buna Mann<br />

kanunlan derler.<br />

Marko polo (Marco Polo)<br />

Bir Italyan co ğrafyac ısıdır. Moğolistan ve Orta Asyay ı dola şmış, Sumatradan geri dönmü ş-<br />

tür. Gezi notları (Le Livre de Marco polo) de ğerli bir belgedir.<br />

Maruni (Maronites)<br />

Suriye ve Lübnanda ya şayan katolik süryani toplulu ğudur. Romaya ba ğlı oldukları<br />

halde ortodoks teırenlerini kutlarlar. Maruni sözü, bu kilisenin kurucusu olup Lübnan da ğlarında<br />

yaşamış olan Maro adındaki papazdan gelir. Bu kilisenin Roma ile birle şmesi 1736 , yılında,<br />

gerçekle şmiştir. Maruniler eski Suriye litürjilrerini uygular ve kutsal kitaplar ı arapça okurlar.<br />

Bir çok papazl ım bekar olduklar ı halde rahip olmak için evlenme yasa ğı yoktur. Patrik eskiden<br />

Antakyada otururdu; Rahipleri Roma Maruni kolejinde yer al ır.<br />

Marx ve Marksizm (Karl Marx et Marxisme)<br />

1818-1883 yılları arasında yaşamış bir alman sosyologudur, Özellikle Hegel'in etkisi alt ında<br />

kalan Karl Marx, tarihin meteryalist anlay ışı adı verilen teorisini geli ştirmiştir. Bu anlayışa<br />

göre iktisadi şartlar toplumun üst yap ısını yani medeniyet şeklini tayin etmektedir. Marx mevcut<br />

iktisadi te şkilat kar şısında radikal ve devrimci bir tutum tak ınınış ve proleterya ihtila İım övmüştür.<br />

D<br />

Marx tarafından kurulan doktirine marksizm ad ı verilir. Günümüzde bu terim ço ğu zaman,<br />

yersiz olarak Sovyet ve peyklerindeki komünizmin toplum sistemini ve ideolojisini göstermek<br />

üzere kullanılır.<br />

198


Maunier (Rene)<br />

1887-1946 yılları aras ında yaşamış bir fransız sosyologudur. Önce Lille Hukuk Fakültesi<br />

sonra Kahire Hukuk Mektebi ve Cezayir hukuk Fakültesi ve en sonrada Paris Hukuk Fakültesi<br />

ve Sömürge okulunda profesörlük etmi ştir. Hukuk Sosyoloji ve Etnoloji etütleri koleksiyonunu<br />

kurmuş ve Etnografya ve popüler gelenekler dergisini yönetmi ştir. Gabriel Tarde ve Emile<br />

Durkheim'ın etkisi altında kalmıştır. Sosyolojiye giri ş (İntroduction â la Sociologie, 1929), Top<br />

lumsal Gruplar üzerinde Deneme (Essai sur les groupements sociaux, 1929), Sömürge Sosyolojisi<br />

(Sociologie Coloniale, 3v., 1932-36)., Sosyoloji kitab ının özeti (Precis d'un traite de Sociologie<br />

L943) belli başlı eserleri aras ındadır.<br />

Mecelle (Code civil turc)<br />

Ahmet Cevdet Pa şanın başkanlığında toplanan bir kurul tarafından yap ılan Türk Medeni<br />

kanunnuna verilen addır. Bu kanun Tanzimattan sonra ç ıkarılan en önemli bir yasama bel<br />

gesidir. Aslında 1851 maddeyi ihtiva edip 99 maddelik bir ba şlangıç ve çe şitli kitapları içine<br />

alır. İsviçre Medeni kanunundan al ınan şirridiki Medeni Kanunumuzdan önce bu kanun<br />

hükümleri uygulanmakta idi.<br />

Mehterhane (Orchestre de L'Empire Ottomane)<br />

Yeniçeri devrinde çal ınan müzik takımı olup davul, nekkare, zil, zurna ve borulardan<br />

meydana gelir. Bu çalgı, sayısına göre bunlara yedi katlı, sekiz katlı denirdi<br />

Cumhuriyet devrinde Eski gelenekkri anmak ve törenlere kat ılmak üzere yeniden canlandırılan<br />

bu takım, bugün bir çok törenlerde yer almaktad ır.<br />

Melektıtı Fazla ve Melekâtı Rediye (Facultee apprcies et F. Dpeciantes)<br />

Melekat; Meleke'mn ço ğuludur. Anlamı ahşıklık, yordam, yetidir. Eskilere göre iki .<br />

türlü meleklit vard ır. 1) Melekatı Faz ıl (Erdemli alışıkliklar), sehavet (cömertlik), şecaat<br />

(yiğitlik), iffet (namusluluk) ve adalettir. 2) Melektit ı Reddiye (kötü al ışıklıklar) sekizdir ve<br />

şunlardır: Haset (kıskançlık), Buğz (kin), Buhl (cimrilik), H ırs (sonsuz istek), kizb (yalanc ıhk),<br />

Gazap (öfke), kibir (kendini herkesten üstün tutma), ve hayas ızlıktır.<br />

Melekilt (Monde /nvisible)<br />

Tanrı ülkesi olan ruhani fıleme denir. Bütün varlıkları içine alır melekfıt âlemi ile<br />

Tanrısal ülke olan cennet kasdolunur. Bunun kar şıtı âlem mülk âlemidir. Maliki mülk ve<br />

melek'ût deyimiyle dünya ve öbür dünyan ın maliki olan Ulu Tanrı anlatılır.<br />

Meryem Ana (Sainte Marie ou Sainte Vierge)<br />

hanın anas ı ve söylentilere göre marangoz yusufun e şi ve başka çocukların da annesi di.<br />

Memleketimizde Meryem ana kilisesi bugün selçuk ilçesi yak ınlarında ve Efesten bir kaç kilometre<br />

ötededir. Buras ı son zamanlarda Papal ıkça hıristiyanlarm haç yeri olarak kararla ştırdmıştır.<br />

Kilisede şifah bir su bulunmaktad ır. Söylendiğine göre bir çok h ıristiyanlar burada<br />

Şifa bulup me ınleketlerine dönmektedirler.<br />

islörni görü şlere göre Meryem ana sayg ı değer bir kişiliktir. Kuranda bir su re buna tahsis<br />

edilmi ştir.<br />

Mesih (Messie)<br />

Hıristonun yunanca ad ıdır. Ya ğ sürerek kutsanm ış kişi demektir. Dünyan ın sonunda kıral<br />

olacaktır. Yal ıudilikte Davudun neslinden gelen bir Mesih beklenmekte idi. Bugün bile yahudi<br />

felsefesinde Mesihin gelmesi üzerinde durulur. Tannsal egemenli ği getiren ve orada mucize gösteren<br />

bir k ıral olarak almmaktad ır.<br />

199


Mesiyanizm (Messianisme)<br />

Bir yahudi inancı dır. Bu inanca göre Tanr ımn tesbit ettiği bir zamanda Davudun neslinden<br />

gelen bir Mesih, İsrafii yabanc ı boyunduruğundan kurtararak yahudileri Filistine götürecek<br />

ve orada ba şkenti Kudüs olmak üzere ülküsel bir k ırallık kuracakt ır. Bu kıralhk din arıklığımn<br />

ve toplumsal adaletin modeli olacakt ır. Çe şitli arahklarda bir çok kismeler beklenen Mesih olduklarını<br />

ileri sürmü şlerdi. Bunlardan ikisi çok ünlüdür: Biri 135 y ılında Romahlara kar şı ümitsiz<br />

olarak ayaklanm ış olan Bar- Cocheba; ötekisi, Sabatay Zevi (17. yüzyıl) dır. David Alroy da<br />

önemlidir. Mesiyanizmin ümidi nihayet ilk Siyonistlerin arzu ve faaliyetlerine ba ğlandı. Fakat<br />

çağdaş Siyonistlikte sosyalistler ve bazan özgür-dü şünürler gün geçtikçe daha büyük bir rol<br />

oynar gibidir. Bunlar ki şisel bir Mesihin gelmesine pek ümit ba ğlamaksızın dikkatlerini<br />

bütün yahudilerin sığınabilece ği bir Modern Devlet Kurmaya harcamaktad ırlar. Reform<br />

yapmış veya liberal Kalm ış olan yahudiler dahi Mesiyanizm ö ğretisini reddederler.<br />

Metodistler (Methodistes)<br />

173 yıl ında Oxford'da ya şayan John Wesley'in önderli ğinde ilk önce kilise sınırları içinde<br />

kalan sonra bu s ınırları aşan bir akımdır. 1760 yılında Amerikaya giden metodistler özellikle<br />

insanın gerçek iç tecrübesine de ğer veriyorlar. Bu sübjektif tecrübe olmaks ızısn resmi kilisenin<br />

önemi kalmaz. Iyimser bir dünya görü şü ta şıyan metodist ak ımı hem Avrupa ve hem de Amerikada<br />

oldukça kuvvetlidir<br />

Mezmurlar (Psaumes)<br />

Eski sözle şmenin tanınmış bir kitab ıdır. 150 kadar İlahi ve dini şiirleri kapsayan Mezmur<br />

be ş bölümdür. Buna Zebur da denir.<br />

Misakı Milli (Pacte National)<br />

Türk ba ğımsızlığının temeli olan ve Atatürkün ba şkanlığı altında toplanan Erzurum<br />

ve Sivas Kongrelerinde tesbit edilip Osmanl ı mebusan meclisince 28 Ocak 1920 tarihinde kabul<br />

ve bütün milletçe son kertesine kadar uygulanmas ına karar verilen alt ı maddelik milli<br />

antlaşmadır.<br />

Mistisizm (Mysticisme)<br />

Ruhun a şkla tanr ıya bağlanması halidirki, bazan vecit ve vahilerle kendinibelli eder. İslamda<br />

Tasavvuf ve tanr ı bilgisi (;u! .«.ıi.)..) bu anlamda kullan ılmaktadır.<br />

Mitos ( Mythos)<br />

Tanrılarm tarihçesini, dünyanın yaratılışım, tanrılarm münasebetlerini ve tabiat üstü varhklarm<br />

ba şından geçenleri anlatan en eski zamanlara ili şkin masallard ır.<br />

Modernizan<br />

Katolik dininde geçen yüzy ılın ortas ından beri geli şen ve onu ça ğdaş kültürle bağda ştırmaya<br />

çal ışan bir fikir akımıdır<br />

İslam âleminde buna benzer bir hareket yer almaktad ır. Son zamanlarda Cemalettin-i-<br />

Efgani, Muhammed Abdo, Muhammed Ikbal ve Ziya Gökalp ın çalışmaları islam dinini modernleştirme<br />

yönünde büyük ad ım sayılabilir.<br />

Monofizit (Monophysite)<br />

Anlamı tek tabiatt ı •. 5. ve 6. yüzyıllarda Hz. bar ım aynı zamanda hem insan hem tann<br />

olan tek bir tabiat ı olduğunu ileri süren h ıristiyanlard ır Bunların muhalifi olan Ortodokslar<br />

200


ise Hıristonun birbirinden ayr ı ve her ikiside mükemmel olan IKI AYRI TAB İATI olduğunu<br />

savunurlar. Ortodoksları doktrini Halkedonya konsilinde kabul edilmi ştir Yakın doğuda üç<br />

Monofizit kilisesi vard ır: I — Yakubi kilisesi (Eglise Jacobite), 2 — K ıbti kilisesi (Eglise<br />

copte) 3 — Ermeni kilisesi (Eglise Arm&nenne).<br />

Montesquieu (Charles de Secondat, Baron de)<br />

Rousseau toplumu, sözle şmeden doğmu ş, yapma bir kurulu ş diye vasıflanuştı. Buna<br />

karşılık Montesquieu toplumun gerçek bir varl ık olduğunu ve e şyenın tabiatından çıkan zaruri<br />

münasebetlerin bir ifadesi olan kanunlar ın bunu yönetti ğini ileri sürmüştür.<br />

Montesquieu Kanunların ruhu (Esprit des Lois) adl ı kitab ında kanunlar tabiat ı eşyadan<br />

çıkan zaruri münasebetler diye tan ımlar Montesquieu milletlerin çe şitli kurumlanyla hayat<br />

şartları ve iklimleri aras ındaki müstakar münasebetler kurmak niyetindedir. Böylece bir çok<br />

karşılaştırmalar yapmıştır. Siyasi iktidar hakkında çok enteresan fikirleri vard ır. Meselâ yazar<br />

Monarşinin yüksek sınıflarda mevcut olan şeref hislerine, Cumhuriyetin fâzilete, istibdad ın<br />

ise korkuya dayand ığın ı ifade etmi ş ve bugün bile bir çok yerlerde uygulanan erklerin ayırım ı<br />

(SCparation des pouvoirs) pensibi diye adland ırılan siyasi formülü ileri sürlmü ştür. Bu formüle<br />

göre bir devlette mevcut yürütme, yasama ve yarg ılama erkeleri biri birinden ayr ı<br />

olmandırki denge kurulabilsin Bu fikirleri ile Montesquieu bir tarih felsefecisi durumundad ır.<br />

Mukayeselerinde çok kez canl ı tablolarla kar şımıza çıkar Meselâ müslümanh ğı bir sıcak memleketler<br />

dini olarak vas ıflandınr ve içki yasağını bunun tabii bir neticesi sayar. H ıristiyanlığm<br />

ise soğuk memleketler dini olarak bu yasaklar ı yapmadığı yolunda fikirler ortaya<br />

atar. Montesquieu'nun konumuzu ilgilendiren yönü toplumu yapma de ğil, tabii ve zaruri<br />

bir varlık saymas ı ve kanunları tabiatı e şyadan ç ıkan zaruri münasebetler diye tammlamas ıdır.<br />

Mormonlar (Mormons)<br />

1830 yılında Joseph Smith tarafından Birle şik Amerikada kurulmu ş bir mezheptir. Brigham<br />

Young kurucunun halifesi olmu ştur. 1847 yılında Mormonlar Utah tuzlu gölü k ıyısında bir<br />

devlet kurdular 1887 y ılında çıkan bir kanun bunlardaki çok kad ınla evlenme adetini yasak<br />

etmiştir.<br />

Muhtariyet (Autonomie)<br />

Yeni Türkçede buna özerklik denir. Bir toplumun veya tüzel ki şilerin kendilerini yöneten<br />

kuralların tamamını veya bir kısmını doğrudan do ğruya tesbit edebilmek veya Devletçe konulan<br />

tüzük ve hukuk kurallar ımn çizdiği s ımrlar içinde hareket etmek özgürlü ğüdür. Muhtariyet<br />

mutlak olduğu zaman ba ğımsızlığın olumlu bir tezahürü say ılır. Mutlak Muhtariyet, aşağı yukarı<br />

egemenlik demektir. Muhtariyet çe şitli yönetim, yasama ve mali ve iktisadi konularda yer al ır.<br />

Türk Üniversite ve fakülteleri bilim ve yönetim özerkli ğin sahiptir .<br />

Muhammed Abdo:<br />

1849-1905 yıllarında ya şamıştır. Mısırda yeni Islâm cereyammn kurucusudur. Ezhere<br />

girmiş ve burada bir zahit hayat ı ya şarken zamanının büyük yenileticilerinden biri olan Cemalettini<br />

Efgani ile temas etmi ştir. Cemalettin, Abdonun ilgisini Avrupa eserlerine çekmi ş ve kensini<br />

Mısır ve İslam dünyası problemleriyle uğraşmaya te şvik etmi ştir. 'Usta& derhal islâmda<br />

bir takım değişiklik yapmaya tarafl ı oldu ğu halde Abdo daha çok iç yeniliklerin gere ğine inanıyordu.<br />

Fikirleri dolay ısıyla çe şitli işlemlere tabi tutulmu ş ve bir aral ık üstad ı Cemalettin gibi<br />

memleket d ışına koğulmuştu. Tekrar, M ısıra geldiğinde muhtelif görevlere atand ı ve son olara<br />

Müftülük makam ına getirildi. Fetvalan aras ında faize ve yahudi ve h ıristiyanlarca kesilen<br />

hayvanlar ın yenmesine cevaz veren k ısımlar vardır. Islâmiyetin yenilele şmesi ve olumlu bilimlerin<br />

islâm aleminde yerle şmesi konusunda bir çok yaz ılar yayınlamıştır kendisini islâm<br />

yenileticilerinin ba şına çıkaran ba şlıca fikirleri şöyle özetlenebilir:I) Eski haline getirmek sure-<br />

201


tiyle islâmiyetin ıslahı 2) Halkın haklarını tanımak 3) İslamda olumlu bilimleri yerle ştirmek 4)<br />

Islamın esas umdelerini feda etmeden bat ı medeniyetini içten benimsemek ve bu iki alemi<br />

birle ştirmek 5) Mezhepçilik ve taklitçili ğin kaldırılması 6) tçtihat kapısının serbest bırakılması<br />

7) Kur'ân ve sünnete dayanan bir icma' ın uygulanması 8) Fakihkrin şeytani kurnazhklanyla Evliyanlı'<br />

kerametlerinin ve di ğer bid'atlann reddi. 9) Fikhin eskimi ş usullerinin yeni ve geli şmeye<br />

elverişli bir şekilde değiştirilmesi 10) Zaman ve zaruret gerektirdi ğinde genel menfaatm naslara<br />

tercihi 11) Do ğru anlaşıldığı taktirde ilimle dinin ihtilafa dü şmiyece ği 12) Vahyin peygamberlere<br />

öz bir sezgi olduğu 13) Din, ahlak ilkelerini yerle ştirmek amacını güder; Bu yönden dinin aydınlardan<br />

daha çok yığuılara hitap etti ği 14) Kur'ânın mahluk olduğu<br />

Abdo islamın kaplama Bat ıya açmak çabas ım göstermiştir. Bu yönden islam yenileticilerinin<br />

en önemlilerinden biri sayılır. Bilim ve uygarlık yoluyla tslamiyet ve h ıristiyanlık<br />

ve kitabülvesair şerlıi başlıca .eserleri arasmdad ır.<br />

Musa Carullah:<br />

1875-1949 yılları aras ında ya şamış bir islam aydımd ır. Azak kalesinde do ğmuştur. Tahsil.<br />

ini kısmen Rusyada yapmakla beraber İslami bilimleri Buharada ö ğrenmi ştir. S ırasıyla İstanbul,<br />

Mısır, Hindistan ve Hicaz ı dola şmış; daha sonra Rusyaya dönmü ş isede Bolşevikliğin patlak<br />

vermesi üzerine takibata u ğramıştır. Ayrıca Ka şgar, Afganistan, Hindistan Japonya'da<br />

çeşitli sebeplerle bulunmu ş Son olarak Türk uyrukluğuna girerek İstanbula ve oradan da<br />

Mısıra gidip Kahirede ölmü ştür.<br />

Görüşleri arasmda din ve bilimin ba ğda şabileceği ve birinin bulunmadığı yerde ötekinin<br />

kısır kalacağı ve bilimde at ba şı gitmeyen dinin hurafe ve dar çenberler içinde bo ğulup kalacağı<br />

yolundaki düşünceleri önettılidir. içtihat kap ısının kapanmasım do ğru bulmaz; çünkü içtihat<br />

kapısının kapanmas ı, akla ve bilime dayanan derin dü şünmeyi yasak etmek anlammdad ır ki<br />

bu da islamın ruhuna aykırıdır.<br />

Ona göre geriliğin sebepleri, tefsirci, kelâmn, fakih ve tasavvufculann belli ve s ınırlı zaman<br />

için geçerliği olması gereken yarg ıları bütün zamanlar için geçer saymak istemeleridir. Bunun<br />

tabii bir sonuncu olarak, hayat ileride fakilder ise geride kalm ışlardır. Böylece din, sava ş<br />

alanı olmuş ve adeta ak ıl ve çağda ş yaşayışın düşmanı, gerçeklerin kar şıtı ,dervişlerin klavuzu,<br />

tembellik ve uyuşukluğun dostu; mutluluk ve ilerleme yolunun en güçlü bir önleyicisi gibi<br />

alınmıştır. İslamda kolayla ştırınız, güçle ştirmeyiniz; müjdeleyiniz, so ğutmayuuz yolundaki<br />

peygamberin buyru ğu Musa carullahta esas tutulmu ştu. İslam Milletlerine arzolunan dini<br />

edebi, içtimai ve siyasi meseleler. ailede kad ın, islâmda banka ry,„,v L.; j.;y1 gibi daha bir.<br />

çok ilgi çekici eserleri vard ır.<br />

Mutezile (Mo'tazilites)<br />

8. inci yüzyılda Vasil İbni Ata tarafından Basrada kurulmu ş bir islam mezhebidir. Mute<br />

zile Tanrımn sonsuz adaletine inan ın kur'anın gayn. mahluk (incree) ve ezeli nitelikte olduğunu<br />

tanımaz. Mutezile insan ın iyilik veya fenalık etmekte tam özgürlü ğünü ve bunun<br />

sonunda mük(ifat veya mücazat göreceklerini savunur. Mensuplar ı kendilerine islam ın özgür<br />

düşünürleri (Libre-penseurs de ]' İslam) adı verilirler. Fakat bunlar mari derecede ilkelerine ba ğlı<br />

kimselerdir. Sonunda İran' şilleriyie birle şmişlerdir.<br />

Kaderi inkar eden Mutezile «kul ettiklerinin yarat ıcısıdır» der. Tann= s ıfatlan konusunda<br />

sünnet ehlinden ayr ılır. Kaderiye bunun kollanndan biridir.<br />

Miiller: (Max)<br />

1823-1900 yılları aras ında yaşamış alman soylu bir ingiliz oriyantalistidir. Doğunun kutsal<br />

kitapları (Sacred Books of East) adl ı bir dergi yay ınlamıştır. Din tarihi konusundaki eserlerinde<br />

geni ş bir ho şgörürlük göze çarpar. ilkel dinlerden Naturizm sstemini en yetkili bir kalemle<br />

açıklamıştır.<br />

202


Müt'a veya nikahı müt'a:<br />

Bazı islam memleketlerinde geçici nikahlar için uygulanmakta olan bir sistemdir. Asil<br />

anlamı yararlanmak üzere evlenmedir.<br />

Mysterium Tremendum: (Korkutucu s ır)<br />

Anlamı korkutucu sırdır. Rudolf Otto'nun kulland ığı terimler aras ında tanrı= celill tarafıdır.<br />

Nestur ve Nesturilik (Nestorius et Nestorianisme)<br />

/ Nestur, 428-431 yılları arasında Istanbul ba ş papazliğı yapmış bir rahiptir. Iskenderiye<br />

ilahiyatçıları Hz. - Ismim Tanrıhğuu iddia ederken Nestorius onun insanl ık niteli ği üzerinde<br />

durmuştur. NesturiBğe göre İsadaki insani ve tannsal nitelikler kar ı ve kocanın evlenmede<br />

birle şmesiyle açıklanmış olabilir: Birbirinden ayr ı olan iki 'tabiat veya iki ki şilik tek bir vücut<br />

meydana getirmek üzere birle şmiştir. Nestur, 450 yıhnda Romada toplanmış olan bir konsil<br />

tarafından mahkum edilmi ş ve bu karar Efez ve Halkedonya konsillerince onaylannu ştır.<br />

Bir süre bir manastırda hapsedildikten sonra buradan kaçarak Arabistana ve M ısıra gitmi ş<br />

ve orada ölmüştür. Nesturi mezhebi Ko ğulmu ş olduğu Roma Imparatorluğu dışında devam<br />

etmiştir. Nesturiler Islam Halifelerinin müsamahal ı egemenliği altında gelişerek Arabistan,<br />

Suriye ve Filistinde h ızlı ilerlemeler yapm ıştır. 16. yüzyılda bu ınezhepte bir ayr ılma hareketi<br />

olmuştur. Bir kısmı katolik bayra ğını çekerek Kaldeler ad ıyla devam etmiş; öteki grup ise<br />

Kürdistanda yerle şerek eski geleneklerine sad ık kalmışlardır. Bu son grubun Patrikine Simon<br />

denir. Rahiplerin bir k ısım evlenebilir (Pretres) bir kısmı (Evacques) bekar kalmaya mecburdur.<br />

Neo-platonizm<br />

Eflatun felsefesiyle Huistiyanh ğm bağdaştırılması İskendirye mektebince ileri sürülen<br />

ve plotin ve Porphyre'e dayanan mistik bir felsefi sistemdir. Neo platonizm, Islam mutasavvıflan<br />

kadar Hıristiyan mistikleri üzerinde de büyük etkiler yapm ıştır.<br />

Neşidelerin Neşidesi (Les cantiques des cantiques)<br />

Eski sözle şmeye ilişkin şiirle dolu bir a şk . macerasıdır. A şık ile ma şuk arasındaki a şk yahudilikte<br />

İsrail ile Allah arasmdaki milhasebetin bir sembolü olarak yorumlanmaktadur H ıristiyanlık<br />

bu aşkı İsa ile kilisesi arasındaki sıkı münasebetin bir sembolü saynu ştı. Sonrada bu<br />

hikaye tek kalbin Tanrıya kar şı duyduğu a şk ve özlemin bir sembolü saynnu ştır.<br />

Nirvana.<br />

Budiz ınde en yüksek rütbedir. Sonsuz ve acisiz bir huzuru ifade eder. Kozmoloji yönünden<br />

insanın artık doğum zincirlemesinden kurtulmu ş olmasıdır. Metafizik bakımdan en yüksek<br />

değer ve anlatılmaz bir mutluluktur. Budist kollar ı bu kavram üzerinde çe şitli yorumlar yapmışlardır.<br />

Bir kısmı bunu soyut olarak aldığı halde ötekiler somut olarak bununla cennetin<br />

kasdedildiğini ileri sürerler.<br />

Non-Konformist (Non-Confor ıniste)<br />

İngiltere de Anglikan kilisesi dışında kalan ve ona uymayan protestanlara denir.<br />

Numinos (Numen)<br />

Rudolf Otto'nun Tannl ık anlamında numen diye ortaya att ığı bir kavramdır. Kutsal ve<br />

mutlak olanı vasıflandırır<br />

203


O<br />

Oppenheimer (Franz)<br />

1863-1943 yılları arasında yaşamış bir alman iktisatç ısı ve sosyoloğudur. Berlinde do ğmuştur.<br />

İlkin Doktor olduğu halde sonralar ı toplum mes'eleleri ile ilgilenmi ştir. Tezini 1909, yılında<br />

savunarak Berlin <strong>Üniversitesi</strong>nde Sosyoloji Profesörü olmu ştur. Yazara göre Sosyoloji,<br />

insan toplumunun evrensel bilimidir<br />

Devlet (Der Staat), Toplumsal Soru ve Sosyalizm (Soziale Frage und der •Sozialismus), Kapi<br />

talizm, komünizm ve bilimsel sosyalizm (Kapitalismus, Komunismus und Wissenschaftlicher<br />

Sozialismus), Sosyoloji sistemi (System der Soziologie),Günün Sosyolojisi (Soziologie von Heute,<br />

1932) yazar ın belli başlı eserleridir.<br />

Orfizm (Orphisme)<br />

Eski yunanistanda tsadan önce 6. yüzy ılda ortaya ç ıkan bir sır dinidir. Kurucusu "Orfe<br />

(Orphâe) dir. Adi suça benzer bir doktrini vard ır. Bu dine göre insan yarachli şta suçlu ve kötüdür.<br />

Dünyada i şlediği eylemlere göre bir çok tecrübelerden geçtikten sonra göksel yurduna<br />

(semavi vatan ına) dönebilir. Orfizmle ilgili efsane şöyle özetlenebilir:<br />

Orfe glizelce Lyr çalmasuu bilir. Okadar ki Vah şi hayvanlar, hatta a ğaçlar ve ırmaklar<br />

onun müziğini dinlemekten kendilerini alamazlarm ış. Kendisi Argonot (Argo gemisiyle Hele'den<br />

Altun yönü almaya giden kahramanlar) idi. E şi Eurydice bir y ılan ısırması sonunda ölmü ştü.<br />

Cehennemkr Tanr ım Hades'e giderek sanat ı sayesinde oradakilerin kalbini yumu şatmış ve<br />

dönü şte geriye bakmamak şartiyle sevgilisi Eurydice'in arkas ına takılarak cehennemden ç ıkmasına<br />

müsaade edilmi şti. Fakat Orfe e şinin kendisini izlediğinden emin olmak için arkas ına<br />

bir göz atmca Euryce ânide bir gölge oluverdi. Bunun üzerine Orfe üzüntü içinde tek ba şına<br />

dünyaya döndü; Içki ve kadınlarla ilgilenmeme ğe karar vermi ş olduğundan Baküs rahipleri<br />

(Bacchantes) tarafından parçalandı Son efsanelere göre Orfe, bilgi edinmek isteyen bir seyyah,<br />

bir hakim, bir büyücü, bir ınüneccim veya bir uygarl ık misyoneri gibi tasarlanmaktad ır.<br />

Fakat dindar yunanlılar onun en yüce rolunu öbür dünya yolculuğunda ve cehennemden<br />

sağ salim dönüşünde görmektedirler. Orfe efsanesi, Trakya Tanr ım Dionysos Zagreus efsane<br />

siyle kanştınlmaktadır. Bu son Tanrı Zeus'ün o ğlu idi. Devler (Titanlar) onu parçalay ıp<br />

yuttuklanndan Zeus öfkelenmi ş ve devleri ridınmlarla yakmıştır. Devlerin küllerinden insan<br />

ırkı meydana gelmi ştir. Böylece insan ırkı Zeus'ten gelen tannsal bir unsura millik bulunmaktad ır.<br />

Orfistler bu efaaneden yaralanarak insan ın yan-tanrı yarı-insan olan mahiyetini aç ıklarlar.<br />

Bir dindarm veya kurtulu şa varmak isteyen bir kimsenin amac ı dünya ile ilgili unsurlarından<br />

uzakla şmak ve ruhani unsuru geliştirmektir. O kadarki hayat çark ı duracak ve insan Tann ile<br />

birle şecektir. Çok arzu edilen bu amaca varmak için orfistler, bir zühtü takva hayat ı sürer, etli<br />

besin yemezler; şarab ı yalmzca kutsallama arac ı olarak kullan ırlar, vücutlar ını her türlü kirlilikten<br />

uzak tutarlar ve yaln ızca beyaz elbise giyerler.<br />

Orfistler dinin gereklerini uygun bir şekilde öğrenmiş olan kadın ve erkeklere aç ık olan bir<br />

takım cemaatlar kurmu şlardır. Orfik edebiyatm büyük kısmı zamanla kaybolmu ştur. Orfik<br />

cemaatlann ilkönce Attik'te do ğmuş olduğu sanılmaktadır. Fakat dikkata de ğer bir hızla bütün<br />

Yunanistana, Güney Italya ve Sicilyaya yay ıldıklan görülmü ştür. Bu cemaatlann baz ıları<br />

Hıristiyiullığın zühuru sırasmda da varl ığını devam ettirmekte idi, Bunlar H ıristiyan teoloji<br />

ve keşişliği üzerine baz ı etkiler yapmıştır.<br />

Otto (Rudolf)<br />

1869-1937 yılları arasında yaşamış bir teoloji profesörüdür. Dinin ba şka bilim ve tecrübelerden<br />

farklı olarak yalnızca kendi mahiyetinden anla şılacağım ileri sürmü ş ve böylece bütün<br />

yönlerini nitelendirmek için büyüleyici s ır (Mysterium Fascinaum) ve korkutucu s ır (Mysterium<br />

204


Tremendum) terinderini kullanm ıştır. Çe şitli dinleri kar şılaştırmalı olarak inceleyen Otto, dinlerin<br />

birleşmesine yard ım etmek amacıyla dini bir birlik (Religiöser Menschheitsbund) kurmu ştur.<br />

Dinler bilimi, Ottoya kutsahn ve tannsal güç (Numen) ün çözümlemesini borçludur.<br />

Bir çok eserleri aras ında kutsal (Das Heilige) adli eseri frans ızcaya "Le Sacre' olarak çevrilmi ş-<br />

tir. Batı-Doğu mistiği (West-östliche Mystik) Devlet Tanr ılar ve insano ğlu (Reich Gottes und<br />

Menschensohn) belli ba şlı eserlerindendir.<br />

Ortodoks (Ortodoxe)<br />

Doğru inancı ve do ğru amel i olan cemaata denir. Bugün Do ğu kilisesi için kullamlan bir<br />

deyimdir. Öte yandan Ortodoks her dinde inanc ı sağlam olan zümre için kullanılır<br />

Formülün islami şekli "imam Kamil, ameli salih"tir.<br />

Ortodoks Kilisesi (Eglise Ortodoxe)<br />

Üç büyük Hıristiyan kilisesinden biridir. Buna Do ğu kilisesi derler; çünkü H ıristiyanlig ın<br />

Doğu kesiminin tarihi dinin' dir; Ortodoks kilisesi denmesi Havariler zamanmdaki doktrin ve törenleri<br />

muhafaza etmesi dolayisiyledir. Ço ğu zaman buna Ortodoks Rum kilisesi denir, çünkü Roma<br />

ini,aratorlugunun rumca konu şulan kesiminde doğmuş bir kilisedir. Fakat günümüzde yalmzca<br />

rumlar de ğil, genel olarak bütün Balkan Milletleri, Ruslar, H ıristiyan Mısırhlar, Gürcüler,<br />

Suriye ve Filistinin Hıristiyan Araplar ı, Ermeniler, Habe şliler hep ortodoks kilisesine baglid ırlar.<br />

330 yılında Imparatorlu ğun merkezi, Romadan İstanbula nakledildiğinde İstanbul, Iskenderiye,<br />

Antakya ve Kudüs patrikleriyle e şit payede olan Roma kilisesi ba ş papazı bütün Hıristiyanlık<br />

üzerinde dini ve manevi' yönlerden üstünlük iddias ında bulundu. Bu iddia Do ğu bıristiyaıdarınca<br />

hiç bir şekilde kabul edilmedi ği gibi papazların evlenme yasa ğı ve ruhulkudüsün<br />

baba ve o ğuldan ne ş'et ettiği inancı (Filioque) da reddedildi.<br />

Doğu Ortodoks kilisesinin doktrini H ıristiyan Gelenekleri ışığı altında yorumlanan Kutsal<br />

Kitaba dayanmaktad ır. Burada arefat inanc ı (Dogme du Purgatoire) ö ğretilmez. Tek ba şına<br />

Iznik-Istanbul iman rükünlerine göre amel edilir Yedi kutsallama töreni (Sacrements) kabul<br />

edilmiştir. Oruçlar çoktur. Müzik aletleri d ışında kantolar kilise müzi ğinde büyük bir rol oynar.<br />

Heykeltra şhk tamamen yasakt ır. Buna kar şılık kiliseler kutsal tablolar (icönes) la süslü ve<br />

kilise duvarları da duver resimleri (Fresques) ve mozaikletle kapl ıd ır. Papaya benzer üstün<br />

bir otorite mevcut de ğildir. Bugünkü şekilde Ortodoks kiliseleri bir ba ğımsız kiliseler (Eglises<br />

autocphales) federasyonu halindedir. Yani her kilise kendi dilile, kendi gelenek ve adetleriyle<br />

kendi kendini yönetirler. Bu böyle olmakla beraber bu kiliseler birbirine uygun şekide törenler<br />

yapar ve İstanbul Rum patri ğini genel patrik sayarlar. Bu patrik Türkiye, Avrupa ve Amerikaya<br />

yayılmış bütün mensuplarım idare eder. Diğer Patriklikler Antakya, Iskenderiye, Kudüs Pat<br />

rikleri olup Kıbrıs, Rumanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Rusya, Yunamstan, Gürcistan, Arnavutluk,<br />

Finlandiya, Çekoslovakya, Birle şik Amerika, Japonya ve Kanada Ortodoks kiliseleri,<br />

federasyona dahildir. 16. ve 17. yüzy ıllarda muhtelif Crtodoks kiliseleri Roma ile birle şmiştir.<br />

bunlara Uniates derler.<br />

Ortodoks kiliselerinin anglikan kilisesi ile birle şmesi konusunda gayretler harcanmaktad ır.<br />

Fakat Roma kilisesinin yamlmazhk (Layuhtilik) doktrini dolay ısıyla onunla birle şme ihtimalleri<br />

ortadan kalkm ıştır.<br />

İstanbul Rum patrildiginin kaza yetkisi alt ında Batı ve Orta Avrupada 25 kadar kilise<br />

vardır. 1922 yılında merkezi Londrada olmak üzere bir (diocse) te şkil edilmiştir. Bunun kaza<br />

yetkisi, Fransa, Belçika, İtalya, Almanya, Avusturya ve Macaristana şamildir. Bu te şkilat<br />

Canterbury nezdinde İstanbul rum patri ğin temsil eder.<br />

Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales ParticuliCres)<br />

Hukuk, iktisat, Ahlak gibi bilimleridir. Buna Eski dilde Hususî içtimai ilimler denirdi.<br />

Dilciler bu bilimlere Özel Toplum Bilimleri derler.<br />

205


P<br />

Panteon (Panthöon)<br />

Panteon sözünün üç ayr ı anlamı vardır:<br />

a — Yunan ve Roman ın bütün tannları için ayırdıklan tapınaklardır. Roma Panteouu M.<br />

O. 27 yılında yap ılmış olup ilkin bütün Roma Tannlarma, sonra Meryem Anne ve Azizlere tahsis<br />

edilmiştir.<br />

b — Bir memlekette tap ılan tannların tümünü gösterir.<br />

e — Memleket büyükleri için ayr ılan mezarlık anlamındadı •. Paris Panteonu ve Londran ın<br />

Westminister Abbey'i böyle birer mezarl ıktır.<br />

Papa (Le Pape)<br />

t.1-çiineü yüzyddan sonra bütün piskoposlara verilen ünvand ı •. 5. inci yüzyildan bu yana<br />

yahuzca Roma Piskoposuna bu ad verilmektedir. Ortaça ğda papalıkBatının en etkin bir silah ı<br />

olmuştu. Frans ız knallarınca Avignon şehrine götürülen papalar dünyevi otoritelşin bir<br />

oyuncağı haline geldiler. Daha sonra Vatikanda merkezle şen papalık gittikçe gücünü arrtnn ıştı •.<br />

1870 yılında kendisinde var sayılan yamlmazhk (Layuhtilik-ifallibilitas) inanc ı sayesinde<br />

Papa Roma kilisesinin mutlak ba şkam ve Petrusun halifesi mertebesine yükselmi ştir.<br />

Paulus (Saint-Paul)<br />

Tarsusta do ğmuş bir yahudidir. Hıristiyanliğnı geli şmesini haz ırlamıştır. Hıristiyanlar<br />

şiddetle takip ettikten sonra bir rüya sonucu h ıristiyanhğı kabul etmiş ve gezileri sırasında<br />

bu dini yaymıştır. Son zamanlarında Romaya gitmi ş ve orada öldürülmü ştiir.<br />

Patriklik (Patriarchat)<br />

Osmanlı Saltanatında memlekette muhtelif gayr ı müslim cemaatlann dini ve medeni baz ı<br />

işlerini yöneten makamlara •verilen add ır. , Bunların önemlileri İstanbul Rum patrikli ği, Mısır<br />

ve Tevabii Rum patrikli ği, Antakya Rum patrikli ği, İstanbul Ermeni Patrikli ği, Kudüsü Şerif<br />

Ermeni Patrikliğidir.<br />

Petrus (Saint-Pierre)<br />

Isamn havarilerinden biridir. Kudüste kurulan h ıristiyan cemaat ıııııı ba şkam idi. Kendisi<br />

yahudi geleneklerine Paulus'tan daha çok ba ğlı olduğundan aralarında anla şmazlık vardı. Petrus<br />

te tıpkı Paulus gibi Romada ve belki de ayn ı günde öldürülmüştür.<br />

Peygamber (Prophete)<br />

Tanrı iradesini yorumlayan ve ilan eden kimsedir. İbranilerde bir seri din adamma bu ad<br />

verilmiştir Bunlar, mistik, ahlakçı, ate şli vaiz, din yenileticisi, siyasi önder, Tanrımn mükâfat<br />

ve mücazatım haber veren kimselerdir. M. G. Bilhassa 8. ve 7. yüzy ıllarda birçok peygamber<br />

gelmiştir.•Bunlar aras ında büyük ve küçük diye ay ırım yapılmaktadır. Eski sözle şmede bunların<br />

adları vardır. Islâmda bu ad Hz. Muhammede ve kitabi dinlerdeki nebilere verilir. Türkçe kar şılığı<br />

yalvaçtır.<br />

Piyetiznı (Piötisme)<br />

1675 yılında Almanyada kilisenin koyu ve kat ılaşmış şekilciliği aleyhine ortaya ç ıkan bir<br />

celeyandı •. Dinin iç tecrübelerini ön plana koyan eski günah halini İsamn ölümü sayesinde<br />

yeni kazanılan bir inayetin mutluluğu ile karşdaştıran ve geni ş bir yankı yaMtan bu piyetist<br />

çevre, özellikle toplumsal alanda büyük i şler yapmıştır. Denebilir ki bu ak ım kilise hayatına<br />

bir sübjetiflik eldemiştir.<br />

206


Pigmeler (Pygmees)<br />

Pyg ırı e'ler Afrikada ya şayan ciice ve medeniyette geri kalm ış bir kavimdir. Prete-Jean<br />

veya Pretre-Jean, orta ça ğın masallanna geçmi ş bir şahsiyettir. Prete-Jean tatarlarm Rakam<br />

veya Habe şistamn Negus'ü sanılmakta idi.<br />

Plotin (Plotinus)<br />

•<br />

Aşaği yukarı 205-270 yılları aras ında Mısırda ya şamıştır. Ö ğrenimini Romada yapm ış olup<br />

hem. Eflâtun hemde Stoa felsefesiyle u ğra şmış büyük bir mistik filozoftur. Plotine göre insan,<br />

iki âleme mensuptur: Ak ıldan çıkmıştır; fakat gövdesi bak ımından dünyaya mensuptur. Arınma,<br />

fazilet, derin dü şünce ve veçit yoluyla insan ruhani meleküte girebilir ve tek olan 4stün var-<br />

Ula birle şebilir.<br />

Potlaç (Potlatch)<br />

hkel milletlerde rastlanan bir ba ğış yarışı veya Servetin yokedilmesine yol açan bir toy ve<br />

törendir. 1,<br />

"Eski Tarklerde potlaça benzeyen gayet müsrifane muhte şem bir ziyafet vard ı ki adı toy<br />

idi"Dirse han di şi ehlinin sözü ile ulu toy eyledi, hacet diledi; attan ayg ır, deveden buğra, koyundan<br />

koç kırdırdı: Iç oğuz, dış Oğuz, beylerini üstüne yığınak etti: Aç görse doyurdu; ç ıplak görse<br />

donatt ı, borçluyu borcundan kurtard ı : Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı (bk. kitab ı<br />

dede korkut şa. 9). Resmi toylara şölen adı verilir. (Bk. Ziya Gökalp Türk medeniyeti tarihi.<br />

sh. 58)<br />

Protestanhk (Protestantisme)<br />

Adım, 1529 yıhnda Lüther taraftarlar ının eski kilise zihniyetine kar şı yayınladığı bir protestodan<br />

almıştır İçinde çeşitli mezhepler bulunan protesta ıll ık, Roma kilisesine göre layik elemanlara<br />

daha geni ş bir alışma imkân ı verir. Rahipli ği kadro dışı yapmıştır. Buna göre insan ın<br />

yalnızca Incil hükümlerine ve vicdanma göre amelde bulunmas ı esastır Bu yöndea resmi<br />

bir kilisenin s ınırları içinde kalmaya lüzum yoktur.<br />

Psikanaliz ve freudizm (Psycanalyse et freudisme)<br />

Freudizm' ın psikoloji, sosyoloji ve din sosyolojisini ilgilendiren yönleri vard ır.Psikanaliz<br />

adı altında toplanan k ısmı ruh hastalığı ile ilgilidir. Nevrozlerin bir tedavi usulüdür. Ba şka<br />

türlü yorumlanamayan ruh haletlerini inceler. Öte yanda, bilimsel psikolojinin esasl ı bir bölümü<br />

olarak görülür. Burada bilinç alt ı âlemin ruhi hallerimizde ne türlü etki yapt ığı incelenir. Freudizmin<br />

din sosyolojisini ilgilendiren yönü, totem ve tabu adlı eserde toplanmıştır. Burada bilinç<br />

altı hayatımızla din ve toplum hayatımız arasında kar şılaştırmalar yap ılmaktadır. Doktrinin<br />

özü, cinsi' hayat ın toplumsal hayat ı düzenlediği noktasında toplanır. Psikolojik okulun bir kolu<br />

olan pisikanaliz okulu, toplumsal olaylar ı ruhi olaylara indirme suretiyle aç ıklama yoluna gitmiştir.<br />

Bk. Prof. Faruk Erem, Adalet psikolojisi, S. 35-46, <strong>Ankara</strong>, 1950-Freud, Totem ve Tabii<br />

Türkçeye çeviren, Niyazi Berkas M. E. Bas ımevi, <strong>Ankara</strong>, 1947<br />

Psikolojizm (Psychologisme)<br />

Psikolojinin kendine öz alanı dışında psikolojiyi kullanmaya hevesli olan doktrindir.<br />

Purgatorium:<br />

Katolik inançlar ına göre Tanr ı inayetinde ölmekle beraber yeteri kadar temizlenmeyen<br />

ruhlarm kaldıkları yerdir. Protestan kilisesi bu görü şü kabul etmez.<br />

Genel olarak cennetle cehennem aras ındaki yerdir. Buna dilimizde arefat derler.<br />

Reform (Reforme)<br />

R<br />

16. yüzyılın ortalarına doğru katolik kilisesinde vukua gelen ayr ılma hareketidir. Böylece<br />

207


katolik kilisesi Roma katolik kilisesi olarak eski şeklinde kalmış ve bunun karşısında bir çok<br />

protestan kiliseleri kurulmu ştur. Protestan kiliseleri aras ında doğma, litürji ve te şkilat konularında<br />

pek çok farklar olduğu halde hepsi de Papamn üstünlüğiinü tammamakta birle şirler.<br />

Bin yıldan daha uzun bir zamandanberi papahk Bat ı Avrupa halk ınm zihniyet ve varlığı<br />

üzerinde etki yapmakta idi. 1202 y ılına rastlayan Joachim de Flore zamamndan<br />

ba şlayarak katolik kilisesi doktrinine ve baz ı mensuplarımn sürmekte olduklar ı hayata<br />

karşı itirazlann yükseldi ği görülüyordu. Mensuplar ının vahşice yok edilmesine ra ğ-<br />

men itiraz ve protestolar devam etti. Bilimin ilerlemesi memnun olmayanlar ın<br />

ekmeğine yağ sürdü Halk tabakalar ı çoğu zaman aylak, imtiyazh ve zengin bir züm.re te şkil<br />

eden yüksek ruhban k ıskanmaya ba şladı. Üstelik gün geçtikçe önemi artan Papa Saray ımn<br />

giderlerini karşılamak üzere sahnan a ğır vergiler kar şısında millette büyük bir kırgınhk vardı.<br />

Bunlardan ba şka 1305-79 yılları içinde Papalann Avignon'da çektikleri Babil Eserati, 1378-<br />

1414 yılları arasında cereyan eden büyük ayr ılma hareketi (Grand Schisme) ve bu s ırada bir<br />

kaç papan ın aym zamanda isamn vekili olduklanm iddia etmeleri ve nihayet şimşekli ve yıldınmh<br />

devirden önceki yüzy ılda insanlığı karanlıktan ay ıl ınlığa kavuşturan ve Rönesans denilen<br />

geni ş bir fikir akımı yer almış bulunuyordu.<br />

Erasme ile Luther reformun babalar ı sayılabilirler Her ikisi de Alplerin kuzeyinde ya şadılar;<br />

fakat bunlar ın aras ıııda büyük bir tezat ve benzersizlik vard ı: Erasme, her şeye rağmen<br />

katolikliğe bağlı, kitaplara, bilime ve konfora dü şkün idi.Lüther ise Kutsal kitaplar ı çok okumuş<br />

olduğu halde ba şka eserlere pek az vukufu olan bir papazd ı. Erasme kilisenin kendi kendini yenilemesine<br />

ve içten reform yapmas ına taraftard ı.Fakat Luther'in fikri galebe çald ı Wurttenburg kilisesinin<br />

kapısı üzerine afi şleri çakan çekicin gürültüsü her türlü anla şma yollarını kapamış bulunuyordu.<br />

Luther 1517 y ıında endüljanslar (Indulgences)' a hücum etti. 1520 y ılında papamn kendisini<br />

suçlandıran bildirisini yaktı. Protestanl ık 1529 yılında başladı. Böylece protestanlar 1530<br />

yılında Augusburg da varılan inanç sistemini yay ınladılar Bundan sonra Almanya kin ve din<br />

harpleri içine yuvarland ı. Bunu izleyen yıllarda İngiltere Roma ile olan ba ğlarını kopardı. Hügnotlar<br />

(Huguenots), Frnsada büyük bir nüfuz kazand ılar. Az zamanda Hollanda, isviçrenin<br />

büyük bir kısmı ve İskandinavya kırallıklan protestan oldular. Fakat bu hareketler Ispanya<br />

ve italyada vah şice yok edildi. Çok erkenden protestanlar, aralar ında fikir ayr ılığına dü ştüler.<br />

Luther taraftarlar ı Calvinist (Kalvinist) lere muhalif olduklar ı gibi Zwingli taraftarları da bunların<br />

her ikisine kar şıt fikir ve davranışta idiler. İngiltere de Püritenler (Puritains) piskoposluk sistemine<br />

hücum ediyorlard ı. Bundan bir müddet sonra dini mülteciler grubu daha geni ş bir özgürlüğe<br />

kavu şmak üzere Atlanti ği geçmeye başladılar. Bununla beraber protestanh ğın gürültülü<br />

olarak Katolikli ği terk etmesinden-bir çeyrek as ır sonra Tranto Ruhani Meclisi (Concile de Trente)<br />

reform aleyhtar ı harekete ba şladı. Jezvitlerin gayretleri sayesinde protestanlarm ilerlemesi durduruldu<br />

ve Avrupa bugüne kadar s ınırlarını muhafaza etti ği Protestan ve Katolik diye<br />

iki kampa ayrıldı.<br />

Reforma Kilise (Eglise raformae)<br />

İsviçre, Fransa, Hollanda ve Bat ı Almanyada yayılmış olup tek bir te şkilâta bağlanmamış<br />

olan protestan kiliselerine verilen add ır. Kalven ve Zwinglinin fikirlerini geli ştiren, özellikle<br />

Kutsallama törenlerinde (Sacraments) Lüther görü şünden ayrılan ve görünürdeki litürjilere<br />

de ğer vermeyen önemli bir cemaatte.<br />

Restorasyon (Restauration)<br />

Bu terim üç anlamda kullan ılır<br />

1 - Siyasi tarihte y ıkılmış, ortadan kalkmış olan bir anayasa düzeninin geri verilmesi<br />

anlamındadır. Bu bakımdan 1815-1848 yılları arasında Avrupada eski hanedan ın egemenliklerine<br />

kavu şmasma Restorasyon denir.<br />

208


2 — Dinde, Hıristiyanlığı öz ve aslına kavu şturan dini reformlard ır. Liither ile Kalven<br />

gibi din yenileticileri dini asil' şekline götürmek anlam ında Restorasyon sözünü kullanmışlardır<br />

3 — Bir sanat eserinin sadece harap olan k ısınılannı, eserin daha fazla harap olmas ını önlemek<br />

amacıyla onarmad ır.<br />

Rönesans (Renaissance)<br />

Sanat, bilim ve edebiya ıtn yenilenmesi ve yenile ştirilmesidir. Buna Osmanl ıcada<br />

intibak Devri, yeni dilde uyan ış denmektedir. Bu hareket 15. ve 16. yüzy ıllarda Eski<br />

Yunan ve Roma kültürünün ra ğbet görmesi üzerine aç ılmış bir uyamş devridir. Matbaan ın<br />

keşfiyle eski ça ğın ünlü eserlerini herkesin ö ğrenmesi mümkün olmu ş ve resmin bulunması<br />

ilede sanat eserleri halk ın bilgi ve görgüsüne sunulmu ştur. İtalyada ikinci Jules ve onuncu Uon<br />

yazar ve sanatç ıların koruyuculan olarak bu hareketi te şvik ettiler. Bunlar Ariost, Makyavel,<br />

Bembo Tasse, Trissino, Brunelleschi, Donatello, Luca Della Robbia, Fra Angelico Leonard<br />

de Vinci, Raphael, Michel-Ange (Mikelanj), ve baz ılarının açtığı devirlerdi. İtalyada Edebi<br />

ve ilmi Rönesans, sanat Rönesans ı ile paralel olarak geli şmiştir.<br />

Fransa, İtalya seferleri s ırasında gözleri ile gördükleri Italyan Rönesans ı karşısında heyecan<br />

duymuş ve ondan teşvik görmüştür. Bu tesir alt ında birinci Fransuva kolej dö frans (College<br />

de France) ı kurmuş, Rabelais ölümsüz hicviyelerini yay ınlamış, Ronasar ve arkkda şlan fransızcayı<br />

zenginle ştirmiş ve Italyanca, yunanca ve Latince eserlerin taklidini ö ğütlemişlerdir. Sanat<br />

yönünden fransamn rolü çok şerefli olmu ştur. Yeni Türkçede buna kutsal ruh denir.<br />

Ruhulkudüs (Saint-Esprit)<br />

Hıristiyan teslisindeki üçüncü ki şiliktir. İncile göre Meryem Ana İsayı Ruhulkudüsten<br />

gebe kalarak do ğurmu ştur. Yeni türkçede buna Kutsal ruh denir.<br />

S<br />

Sakrement (Sacrements)<br />

Kutsallama törenleri anlam ınadır. Hıristiyanlikta kutsal bir ruh kavram ı= kutsal bir<br />

eylem olarak d ışa çıkması ve kutlanmas ıdır. Hıristiyanhkta yedi kutsallama töreni vard ır. Vaftiz<br />

konfirmasyon, Okaristi (Eucharistie) bunlar aras ındadır.<br />

Samgha<br />

Budizmde rahipler cemaati ve tap ınak anlammdadır Triratnamn üçüncü k ısımda. Öteki<br />

kısımlar Buda ve Dharma'd ır.<br />

Şampolyon (F. Champollion)<br />

1790-1832 yılları aras ında yaşamışt ır, 1822 yılında eski Mısır yaz ısı olan Hiernglifleri ba şar ı -<br />

li bir şekilde çözmü ştiir.<br />

Samsara<br />

Hinduizmde durmadan dönen hayat çark ı anlamını:I-ada. Çartn devri, do ğum, tekrar<br />

doğumdan başlayarak sona kadar gider. Buna ruhlarm göçü veya tenasuh denir.<br />

Satrap:<br />

Eski İrandaki vilâyet valilerine verilen add ır.<br />

Saül:<br />

İsrailin ilk kırand ır.<br />

Din Sosyolojisi F. 14 209


Sembol (Symbole)<br />

Bir şeyi tanıtan ve temsil eden şekil ve i şarettir. Soyut bir kavram ı somut şekillerle anlatmak<br />

için kullamlan işaretlerdir<br />

Senkretizm (Sineraisme)<br />

Antik devrin son yüzy ıllannda karşıt dinler arasıııda birbirine benzeMeyen fikir ve kavramları<br />

kanştınp yeni dini olayların ortaya c ıkmasuu sağlayan cerayana denir. Aslında terim<br />

iki ve daha çok fikir ve inanan karışımı anlamındadır.<br />

Sfenks (Sphinx)<br />

Eski Mıs ırhlann mezarları bekleyece ğine inandıkllan insan ba şlı Arslan vücutlu karışık<br />

bir varlıktır. Bu türlü heykellere de ayn ı ad verilir. Buna araplar Ebülhevl-i M ısri derler. Eski<br />

yanan mitolojisinde sfenks gelen giden yolculara bir tak ım bilmeceler sorarak bilmeyenleri<br />

yatan bir masal canavarı idi.<br />

Shinto ve Shintoizm:<br />

Tanrılar yolu anlamında Japonların ulusal dinidir.<br />

•<br />

Sihir ve Sihirbaz (Magic et Magicien)<br />

Tabiat üstü baz ı aracılarla tabiat üzerinde yap ıldığı iddia olunan gizli etki eylemlerin tümüne<br />

verilen add ır. Frazer'e göre sihir dine kar şıttır. Çünkü sihir gizli kuvvetleri zorlamak amac ım<br />

güttüğü halde din yalnızca gizli kudretleri kendine çekmek, ve onlar ı elde etmek yolunu<br />

tutar. Sihir varlıklar arasında muntazam münasebetlerin mevcut oldu ğuna inandığından<br />

dolayı denebilirki bilmin ilk basama ğıdır. Renk' Hubert ve Marcel Mauss'a göre sihir daha çok<br />

dinin değerini dü şürmek amacını güder, bir çok yönlerden dinden ayr ılır: Dinde bir müminler<br />

cemaati sihirde ise sadece mü şteriler vard ır. Dindeki törenler resmen tan ınmış menseklerdir;<br />

sihirde gizli ve gayn me şru eylemler de yer al ır.<br />

Sikh:<br />

Hindistanda a şağı yukarı 1500 yılları sırasında Guru Nanak tarafından kurulan bir tarikattı<br />

•. Islamdan alınan tek Tanncılığa rağmen Hint felsefesinden gelen Mâyâ ve Nirvana tasavvudarım<br />

benimsemiştir. Ruhlann göçü ilkesi kabul edilmi ştir: Kutsal yeri Amaritsa'daki alt ılı<br />

mabet olan sikh tarikat ımn tanr ısal ve dini edebiyatını ihtiva eden eserin ad ı Granth'dır.<br />

Simmel Georg:<br />

1858-1918 yılları arasında yaşamış bir sosyolog ve filozofudur. Berlinde do ğmuş ve oarada<br />

profesör olmu ştur. 1914 den ölümüne kadar Strasburgda ders vermi ştir. Toplumsal şekiller<br />

sosyolojisini kurmu ştur. Burada şekil ve toplumsal muhteva ııııı nispi ba ğımsızlığını göstermiştir.<br />

Durkheim ile birlikte toplum şekillerinin ba ğımsız bir etüdü olan sosyolojinin kurucusudur.<br />

Felsefi eserlerinden ba şka Das Problem der Soziologie (Sosyoloji problemi), Comment les<br />

formes siciales se maintiennent (toplumsal şekiller nas ıl tutunurlar), Die Religion (Din), Grand ,<br />

ır.<br />

fragen der Soziologie (Sogtolojinin temel mes'elesi) gibi eserleri vard<br />

Sinagog (Synagogue)<br />

Yunancadaki anlam ı toplanma yeridir. Yahudilerin tapma ğıdır. Bu anlamda türkçede<br />

Havra sözü kullanılır. Babil sürgününde ve Kudüsten uzak kalan yahudi cemaatlerinde kurban<br />

sunmak amacıyla yap ılan tapınak yerine halka Tevrat' ö ğretmek üzere kurulan sinagoklar<br />

bir dini merkez olmu şlardır. Bu kelime ayn ı zamanda Yahudi cemaati anlamına da gelir.<br />

Yahudiler buna (beyt ha knesset) derler.<br />

210


Sinoptik (Synoptiques ou Evangiles Synoptiques)<br />

İncilin ilk üçü olan Mata, Markos ve Luka ya verilen add ır. Bunların her üçüde konu ve<br />

şekil bakım ından birbirine benzerler.<br />

Siyaset ve siyasi (Politique)<br />

Siyasi sözü devlet i şlerine ilişkin demektir. Siyaset ise devlet i şi demektir. Batı dillerinde<br />

buna (Politique) denmektedir. Yunanca kökte polis devlet anlarrundad ır. Eski devlet bir şehre<br />

inhisar etti ğinden politika, toplum ve mua şeretle ilgisi olan bir sözdür. Bu sebepten dolay ı siyasal<br />

sözü bazan toplumsal yerine al ınmıştır.<br />

Siyonizm (Sionisme)<br />

Filistinde bir Yahudi Devleti kurmak amac ıyla 1886 yıhnda Bimbaur,ı tarafından bulunmuş<br />

bir formüldür. Bu ülkü dini yönden Hz. Ibrahim, İshak ve Yakuba verilmi ş bir vaattan<br />

kayna ğını almaktad ır. Buna göre İsrail büyüklerinin tohumlar ı Ken'an ili (Filistin)' ne varis olacaklard<br />

ır Bu hareket macar Theodore Hertzel'in te şebbüsüyle 1897 yılında toplanan EVrensel<br />

Siyonist kongresiyle kuvveden fiile ç ıkmıştır İsrail Devletinin kurulmas ıyla Siyonizm ülküsü<br />

bir gerçek olmu ştur.<br />

Siyon, Kudüste (Jerusalem) Davud'un türbesinin bulundu ğu kutsal tamlan da ğın adıd ır<br />

Sion sözü, yahudilik ve H ıristiyanl ıkta Kudüse de i şaret eder.<br />

Socius:<br />

Terim Amerikan sosyologlarından Gidding tarafından, sosyoloji ara ştırmalarında en küçük<br />

birliği göstermek üzere bulunmu ştur.<br />

Softa (Etudiant de PEcole The'ologique, ou Religieux pretendant)<br />

Eski Medrese Ö ğrencisi, İlmiyeden olanlar ı a şağılatmak için kullanılan takma add ır.<br />

Yanlış yorumlara dayanan iddial ı beğnaz (mutaass ıp) kimseye denir.<br />

Sofu (Pieux)<br />

Dinin buyruk ve yasaklama eksiksizce uyan kimseye denir.<br />

Sokrat (Socrates)<br />

al. O. 469-399 yılları aras ında ya şamış bir yunan filozofudur. Eserleri ancak ö ğrencisi olan<br />

Eflatun arac ılığıyla bize aksetmiştir. Sokrat konu şma yoluyla yurtta şlarnda ahlak duygusunu<br />

ve bilim yetene ğini isteklendirmiş ve büyük problemleri onlara çözdürmü ştür. Usulüne doğurtucu<br />

anlamında Maieutique denir.<br />

Sosyoloji (Sociologie) ogie)<br />

İnsan Toplumlar ı örgütünün bilimsel etüdüdür. Biyolojik yönden birbirinden ayr ılmış<br />

olan fertler aras ındaki karşılikh etki, değişik kıvamda toplumsal kümelerin olu şmasına götüriir:<br />

Kastlar, s ınıflar, toplum türleri, çe şitli dernekler, cemaatlar ve uluslar bu gibi insan y ığınlarıdır.<br />

Bu yığın veya kümelere kat ılma veya onlardan ayr ılma süreçleri sosyolojinin öz konularıdır.<br />

Sosyolojizm (Sociologisme)<br />

Her türlü medeniyet ve kültür olaylar ını yalnızca toplum,sal örgüt ve yap ı şekilleriyle açıklamak<br />

eğilimidir.<br />

Sosyolojide Öngörü (Previson en Sociologie)<br />

Toplumsal hayatta tekrarlamalar oldu ğundan ileride tekrarlanacak olay ı bir dereceye<br />

211


kadar önceden kestirmek mümkündür. Sosyolojide Kar şılıklı etki ve tepkilerin çoklu ğu yüzünden,<br />

yetkin ölçüde bir öngörü söz konusu olmaz; yeni bir olay ın hangi anda ve hangi şekilde ortaya<br />

çıkaca ğı kesin olarak söylenemez. Fakat baz ı sınırlar arasında toplumsal bir şeklin evrimin<br />

yahut, bir kurumun yap ısındaki değişikliği ve belirli hareket evreleri ard ından gelecek olan<br />

olayları önceden görmek hiç te imkans ız değildir. Durkheim, bir kurumun de ğişmesiyle ilgili<br />

kanun bilindiği takdirde henüz olu ş halinde 'bulunan belirli bir kurumun ileride ne şekil alacağını<br />

önceden görüp haber vermenin mümkün olaca ğım açıklamıştı. Bugün Konjonktür<br />

servis ve enstitüleri yard ımıyla, tabir caizse, iktisadi kehânetin çok kesin metotlar ı elde edilmiştir,<br />

Bunun gibi demografik olaylarda, ve daha az kesin olmakla beraber, kanaat olaylarında<br />

önceden görme imkanlan vard ır. Bu usulün suçlara da uygulanmas ına başlannuştır.<br />

Amerikalılar evlenme konusunda bile bu usule ba ş vururlar. Böylece ileride kurulacak yuva.<br />

nin ahenkli olup olmayaca ğı öngörü metotlanyla ayd ınlatıhr. Prof H. Z. Ülken'in belirtti ği<br />

üzere toplumsal olaylarda üstten alta, yüzden derine, yahnçtan karma şığa gidildikçe öngörö<br />

zayıflar; buna kar şılık insan bilimlerine has olan sezgi ve ön sezgi artar.<br />

Sosyoloji<br />

Sosyoloji sözü yeni bulu şlardand ır. Aug. Comte onu bir lâtin kökle bir yunan ekinden yapmıştır.<br />

Latince kök socius, Yunanca ek logos'tur. Tümü toplum bilimi demektir. Sosyoloji terimi,<br />

ilkin ilm-i içtima olarak dilimize çevrildi. Ziya Gökalp, ilm-i içti ına'ı toplum bilimi (science<br />

sociale)ne kar şılık tutarak içtimaiyat terimini kulland ı. Dil devrimi sonunda toplumbilim gibi<br />

bir karşılık bulunmuş ise de milletler aras ı bir ra ğbet ta şıyan sosyoloji terimi Türkçede yerle şmiş<br />

bulunmaktadır<br />

•Spann Othınar<br />

1878-1950 yılları aras ında yaşamış Avusturyalı iktisatçı ve toplum felsefecisidir. Viyana<br />

da doğmuştur. 1908 yılında Privat-Doçent olarak Brno politeknik okulunda i şe başlamıştır<br />

1919 yılında Viyana <strong>Üniversitesi</strong>ne iktisat ve sosyoloji profesörü oldu Korporativist bir kadro<br />

içinde bir toplumsal reform hareketini desteklemi ştir. Totaliterli ğe çok yak ın üniversalist bir<br />

toplumsal metafiziği geliştirmiştir.<br />

Die Haupttheorien der Volkswirtschaftslehre (Halk ekonomisinin ba şlıca teorileri), Gesel<br />

lschaftlehre (Toplum teorisi),Gesellschaftsphilosophie (Toplum Felsefesi), Geschichstphilosophie<br />

(Tarih felsefesi), Religionsphilosophie (Din felsefesi) belli ba şlı eserleri arasmdad ır<br />

Stoa (Revakiye - Stoicisme)<br />

Yunanistanda M. O. 4. yüzy ılın sonunda K ıbrıslı Zenon'un kurdu ğu bir felsefe sistemidir.<br />

Zenon Dünyayı Logos'un iyi bir eseri say ıyordu. inan için gerekli olan fazilet iyi ile<br />

kötü arasındaki farkı bilmektir. Ferdin evrimin yard ım eden bu felsefe ulusal s ınırlar<br />

dışına ta şmış ve en iyi temsficilerini Romada bulmu ştur<br />

Sübjektivam (Subjectivisme)<br />

Düşünen varhktan ba şka hiç bir gerçek tan ımayan bir felsefe sistemidir. Bu sisteme göre<br />

her şey bu varlığın daha doğrusu süjenin müteakip ve. mütevali hallerine indirilebilir.<br />

Süleyman (Salomo; Şaloma)<br />

Hz. Davudun o ğludur. M. O. 973-935 y ılları aras ında yaşamıştır. Bütün gücünü kültür<br />

ve ticaret yolunda harcam ış ve kudüste yapt ırdığı tapınak sayesinde ün salm ıştır. Onun Saltanatı<br />

sıras ında İsrail oğulları en mutlu günlerini ya şamıştır<br />

Kültürel çabas ı göz önünde tutulursa Hikmet ve Ata Sözleri, Şiir, Ne şidelerin Ne şidesi,<br />

Mezmur ve daha baz ı değerli eserleri halk ın kendine atfetmesini yad ırgatmaz.<br />

212


Sünnet (Tradition sacrâe en İslam)<br />

İslam peygamberinin yaptığı, yapılmasını emrettiği veya yapılırken ho ş gördüğü şeylerdir.<br />

İki türlü olur: Sünneti müekkede, Sünneti gayr ı müekkede.... Sünneti nı , ilekkede peygamberin<br />

devam edip pek az b ıraktığı sünnettir. Sünneti gayri müekkede ise peygamberin ibadet amacıyla<br />

ara s ıra yaptığı şeydir.<br />

ş<br />

Şaman ve Şamanizm (Chaman et Chamanisme)<br />

Şaman, büyücü, tabip veya tabiat üstü güçlerle temasta olan kâhin anlam ında d ır.<br />

Terim genel olarak Kuzey Asyada, Mo ğollar ve Türkler aras ında çalışan kahinler için kullanılır.<br />

Şaman büyü i şleriye uğra ştığı kadar hastal ıkları tedavi ettiği ve bazanda rahiplik etti ği<br />

olurdu. Şamanizm daha çok kuzey Asyada yay ılmış olan bir büyü ve sihir siistemidir.<br />

Din olarak Şamanizm, bir çok Türk ulus ve uyruklarnun kat ıldıkları bir inançtır. Bu sisteme<br />

göre biri yerin, ötekisi gö ğün yöneticisi olmak üzere iki tanr ı vardır. Gök 17 kat cenneti<br />

(uçmağı) yer ise 7 veya 9 kat cehennemi (Tamuyu) ihtiva eder; ortada kalan yeryüzü de insanların<br />

yurdu ve banna ğıdır. Bütün bunları yaratan ve yöneten Gök Tanr ı göğün en yüce<br />

katında oturur. Ölen iyi kimselerin ruhlar ı bir ku ş gibi cennete kötü ruhlar ise yer alt ına<br />

cehenneme giderlerdi. Yeryüzünde yersu perileri, vard ı . Bunlar topra ğın muhtelif yerlerinde<br />

su ve pınarlarda bulunur ve adlar ına kurbanlar kesilirdi.<br />

Şehit (Martyre):<br />

İslamda din veya görevi uğrunda ölmü ş olan ve öbür dünyada cennete gideek olan ölülere<br />

verilen addır. Hıristiyanlıkta bunun kar şılığı martirdir. Burada da dini inanç ve eylen ıinden<br />

dolayı öldürülen kimsedir. '<br />

Şeyhiil<br />

İlkönce halk aras ında ortaya ç ıkan anla şmazlikları bilim yolu ile çözmeye yetkili bilim<br />

ve fazileti ile tan ınmış en yüksek kimseye verilen bir ad iken, sonradan daha çok resmiyet kazanarak<br />

Padi şah tarafından fetva makam ına tayin olunan kimsenin ad ı olmuştur.<br />

Tabu (Tabou)<br />

Tabu deyimi Polinezyada kullan ılan bir sözdür. As ıl anlamı yan tarafa konulmu ş demektir.<br />

Kullanma, yeme, dokunma, görme ve cinsi münasebet yasaklar ı şeklinde görülür Yasaklar<br />

hiçbir suretle rasyonel de ğildir. Buna eski türkler koruk derler.<br />

Tabu (Tabou) nun Türkçe kar şılığı tekinsizdir. Buna halk dilinde tekin de ğil derler. Tekin,<br />

bo ş ve içinde bir şey yok demektir. Tekinsiz ise içinde cin ve peri gibi çarp ıcı kuvvetler bulunandır.<br />

Eski türklerde tabu kar şılığı koruk sözü kullan ılırdı (Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti<br />

tarihi, sh. 67-68.<br />

Ziya Gökalp koruk'u şöyle anlatmaktad ır: Koruk tabu demektir. Mana ile Totemin do ğurduk<br />

ları bir hasseden baz ı eşyamn koruk olmas ıdır. Bir şey koruk olduğu zaman ona (tekin de ğil,<br />

çarpar) deriz. Eski Türklerde (Ak) tekindi, hiç kimseyi çarpmazd ı. Yalnız (kara) tekin de ğildi;<br />

dokunduğu insan ve hayvanları çarpard ı. Böyle olan şeylere (Tabu) anlam ına (koruk)<br />

derlerdi. Mesela hakan vefat edince ad ı koruk olurdu. Bundan dolay ı, senelerce hiç kimse<br />

onu ağzına alamazd ı. Aynı adı taşıyanlar adlarını değiştirmeğe mecburdular. Haka ııı<br />

anlatmak için ona bir ölüm adı verilirdi. Eski Türklerde (su) da koruktu. Bu sebeple-<br />

213


kaplar ve elbiseler su ile temizlenmezdi. Baz ı hayvanların, hizmetlerine mükafat olarak<br />

serbest b ırakırlard ı. Bunlara da (izuk) derlerdi. Anla şılıyorki (izuk) sözü de hem mübarek<br />

hemde tabii anlammdad ır. Eski oğuzlarda Totem kar şılığı olan (Ongun) sözü de mübarek<br />

anlamında olan (onuk, oynuk) sözünden gelmi ştir.<br />

Taoizm (Taoisme)<br />

Çinde Laotsenin beyanlar ına dayanan tabiat felsefesine ba ğlı bir mistik sistemdir. Sonra<br />

Çinde din olarak yerle şmştir.<br />

Tasavvuf (gizemcilik - mysticisme)<br />

Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanr ı kavramında insanoğlunun, gerçe ğe kalp yolu<br />

veya irade gücü ile ula şabilece ğini kabul eden felsefe ve din ö ğretisidir. İslam gizemciliğine<br />

Tasavvuf denirki bu sözün yün anlamındaki suf kökünden veya hikmet anlanundaki<br />

kökünden geldiği konusunda bilginler uyuşamamışlard ır. Bat ı dillerinde gizemciliğin adı Mistisizm<br />

(Mysticisme) d ır.<br />

Tefecilik (Usure)<br />

Faizle parayı ödünç vermektir. Musâ kanunu yahudilerin Din karde şlerine faizle ödünçpara<br />

vermelerini yasak ediyordu. H ıristiyan kilise hukuku, yere ekilen tohum gibi verimli olmad ı-<br />

ğından, parayı kısır sayarak faizle para vermeyi yasak etmi ştir. Orta Ça ğ Avrupasmda yahudiler<br />

bu görüşten yararlanarak para ödüncü tekelini kazand ılar. Son olarak teologlar ( İlahiyatçılar),<br />

makul bir faiz kar şılığı ödünç vermeyi kabul etm şlerdir. Bu suretle ödünç verenin verdi ği<br />

para ile ba şkaca elde edece ği kâr kayb ı giderilmiş oluyordu. Luther faizle ödünç vermeyi haram<br />

Klaven (Calvin) ise helal sayar. Neticede katolik ve protestanlar yaln ızca a şırı ve haksız nisbette<br />

alınan faizi günah saymakta ve bu yola giderleri suçland ı •makta görü ş birliğine varnuşlardır.<br />

İslam dini faizle para vermeyi müslümanlara yasak etmi ştir. İslâmın modernist bilginleri ve<br />

yenileticerine göre tüketim için verilmeyen ödünç paralardan makul bir faiz al ınması, ancak<br />

a şırı bir tefeciik say ılan para faizlerinin yasak edilmesi gerekmektedir. Faizle ödünç para<br />

vermenin bu a şırı şekline türkçede tefecilik ve eski dilde mürabaha denilmektedir. Tefecilik<br />

veya mürabaha Türkyede ötedenberi kanun ve tüzük konusu olmu ştur.<br />

Teizm (Theisme)<br />

Dünya kuvvetlerini a şan bir kişisel Tannya inanmad ır. Bu Tanr ı etkin olarak dünya i şleriyle<br />

ilgili olup insanlığı özel bir vahiyden yararland ınr. Halbuki Deizm. Tann= kâinat ı yarattıktan<br />

sonra dünya i şlerine herhangi bir şekilde kan şmadığma inamr. Teizm Panteizme ayk ırı olarak<br />

dünyaya göre a şkın ve üstün bir Tanr ı kabul eder.<br />

Tekke:<br />

Sufiye tarikatlarnun dini tören yapmalar ına ayrılan yerdir.<br />

Temsili Sistem (Systeme representatif)<br />

Halk tarafından seçilen organiarla devlette egemenlik gücünün kullandmas ıdır.<br />

Teogoni (Theogonie)<br />

Etimolojik anlamının da gösterdi ği gibi tannlann do ğuşu ve bunlara ili şkin efsanelerdir.<br />

Teokrasi (Theocratie)<br />

Tanrı yönetimi anlamındachr Devletin tannsal ki şiler, onların oğulları, peygamberler<br />

214


veya halifeleri tarafından yönetilmesidir. Burada iktidarı kaynağı Tanrı ve Tanrı buyruklandır.<br />

Teokrasinin tan ınmış örnekleri Eski Mıs ırın Firavunlar idaresi, Musa devrindeki İbrani<br />

idaresi. Tibet Lamaizmi ve İslam Hilüfetidir.<br />

Teoria (Theoria)<br />

Tannsal sinan görme ve ö ğrenme olup vahiy unsurlar ı ta şır. Terim sonralar ı bilimsel<br />

bir anlam kazanmıştır İlkin Eski Yunan orfistlerince tannsal sular ın sevgi ve sempati<br />

ile tema şası anlamında kullamlmıştır Pythagore buna zihniyeti bir anlam vermi ştir. Fakat<br />

yine Theoria sözü vecitli vahiy unsurlar ın kapsar.<br />

Teozofi (Theosophie)<br />

Bu tarımla bat ıni veya gizli tipte bir din sistemi anlat ılmaki stenir. Sistem, süjenin a şkın<br />

bir ilhamına dayanır. Bir bak ıma özel bir mistisizm demektir. Teozof metafizik bir ilham veya<br />

aydmlanmadan yararlan ır. Bu ise onun dünya ve insanla ilgili sorular ı cevaplandırmaya<br />

yeterli k ılar. Bütün büyük dinlerde Teozofi sistemleri vard ır. Gnose, teozofinin özel bir şeklidir.<br />

Burada bilgi ile kurtulu ş aynıdır.<br />

Teslis (TrinitC)<br />

Tannmn birle şmiş üç ki şi halinde dü şiinülmesidir.Hıristiyan inancına göre Tannda üç ki şi<br />

lik vardır. Bu üç kişilik Tek bir Tannda birle şmiş olup e şit güç ve şeref payı ta şırlar Ezeli olan<br />

Tannsal cevher parçalanmaz bir niteliktedir. H ıristiyanl ıkta bu üç ki şi Baba, O ğul ve Kutsal<br />

ruhtur.<br />

Tevrat (Torah)<br />

Yahudiliğin toplumsa ve dini kurallar ını ihtiva eder. As ıl anlamı kanundur. Türkçe Töreden<br />

geldiği söylenmektedir. Daha aç ık olarak Musanın be ş kitabına verilen add ır. Genel olarak Eski<br />

Sözle şme (ancien testament) bu anlamda kullan ılır<br />

Thomas (Saint-Thomas d'Aquin)<br />

Saint Thomas Katolik kilisesininin en büyük ilahiyatç ılarından biridir. 1225-1274 yılları<br />

arasında ya şamıştır. Kendisi Akinah kontlar ailesindendir. Yazd ığı eserlerin bir ço ğu Tranto<br />

Ruhani Meclisince kutsal kitaplar yan ında te şhir edilecek derecede şöhret kazanmıştı. Bunların<br />

ba şhcalan şunlardır. Dinsizlere kar şı Katolik Dini Dergileri (Suma de la Fe Catolica contra los<br />

Gentiles), ilahiyat Dergileri (Suma Teologica), Ruha dâir (Del Alma), Aristo hakk ında yorumlar<br />

(Commentarios sobre Aristoffles) ve Meteorlara dair (de los Meteores). Din Sosyolojisi bak ımından<br />

en önemli eseri Summa Theologica'd ır.<br />

Tımar, Zeamet, Has, Yurtluk ve ocakl ık:<br />

Osmanlı imparatorlu ğunun eski te şkilatında Devlete ait topraklar ının ö şür, haraç, ferag<br />

ve intikal borçlar ı gibi miri menfaatlar denilen gelirinin dü şmanla sava şmak ve buna haz ırhkh<br />

bulunmak kar şılığında yeterli say ılanlara verilmesi dolays ıyla ortaya ç ıkan kurumlardır. Bu<br />

gelirlerin miktanna ve verildikleri kimselerin rütbelerine göre bunlar aras ında bir ayırım yapılırdı :<br />

HAS, Vergide yaz ılı geliri 100 bin akçadan yukar ı olanlardır Bunlar padi şaha, hanedana<br />

ve büyük devlet adamlar ına verilirdi,<br />

ZEAMET. Yazılı geliri 20 bin akçadan 100 bin akçaya kadar olanlard ır<br />

T IMAR. Yaz ılı geliri 3 bin akçadan 20 bin akçaya kadar oland ır.<br />

YURTLUK VE OCAKLI<br />

ĞA GELINCE, Yavuzun Çald ıran'dan sonra kürt beylerine gelir-<br />

215


ini verdiği topraklarda. Bunlar ın öncekilerden fark ı burada ki devlet gelirinin bu beylere b ırakılmış<br />

olması ve azledihnemeleri ve öldülderi zaman yurtluk ve ocakl ıklann oğullarma verilmesiydi.<br />

Hepside gelirleriyle orant ılı olarak asker ç ıkarır ve savaşlarda orduya yard ımcı olurlardı.<br />

Titan<br />

Yunan mitolojisine göre Zeus'ten önce dünyaya hâkim olan Ta ıansal varhklard ır. Bunlar<br />

Zeus tarafından yokedilmişlerdir<br />

Toplumsal Düzen (Ordre Social)<br />

Hauriou, Pr&is de droit constitutionnel (Sh. 69) de toplumsal düzeni şöyle anlatıyor: Toplumsal<br />

düzen bir harekettir. Burada ak ıncı kuvvetler yamnda koruyucu kuvvetler vard ır. Akıncı<br />

kuvvetler şunardır:<br />

a) Hayat ve onun yaratt ığı yenilikler, b) insanların aşırı istekleri. c) adalet duygusu. Bu<br />

üç kuvvete kar şı koruyucu kuvvetler de şunlardır: a) atalet kuvveti (force d'inertie). b) iktisadi<br />

yatırımlar. c) e ğitim ve ö ğretim. d) hükümet kuvvetleri. Ancak, bu iki türlü kuvvetin kar şılıklı<br />

etki tepkileri sonunda toplumsal ilerleme ve geli şme olur. Kar şı l ıkl ı etki ve tepkiler yüzünden<br />

çoğu zaman ilerleme ve geli şme geç kalabilir.<br />

Toplumsal fizyoloji (Physiologie - Sociale)<br />

Bu bölümde tıpkı fizyolojide oldu ğu gibi toplumsal görevler incelenir. Toplumsal görevler,<br />

din, ahlâk, hukuk, ekonomi, dil ve estetik gibi kurumlarla ilgili ortakla şa dü şünüş, duyu ş ve<br />

davranışlardan O halde toplumsal fizyolojinin konusu bu görevler veya bu görevlerin daha<br />

kıvamli bir anlatımı olan kurumlardan<br />

Toplumsal kurumlar, bir toplumda tekrarlanan ortakla şa düşünüş, duyuş 've davranış<br />

tarzlarnun kat ılaşmış<br />

şekilleridir. Din kurumunda inan ış düşünüş ve duyuş tap ınmalar<br />

ise davram ş tarzland ır. Ahlâkta, ahlâk hakkındaki fikirler dü şünüş, bu düşünüşe<br />

göre hareketi ayarlama ise davram ş tarz ıdır. Görülüyorki her toplumsal kurum tekrarlanan<br />

ortakla şa dü şünüş, duyuş ve davram ştan meydana gelen bile şik bir fonksiyondur. Bu duruma<br />

göre toplumsal fizyoloji, özel toplum bilimleriyle ilgili bir ara ştırma koludur. Din sosyolojisi<br />

hukuk sosyolojisi, iktisat sosyolojisi ilgili bulunduklar ı kurumları inceleyen birer özel sosyolojidir.<br />

Din sosyolojisi dinle toplumun kar şılıklı bağıntılanm inceler. Toplum münasebetlerini,<br />

Hukuk sosyolojisi yaptırım (müeyyide) ve adalet; iktisat sosyolojisi, üretim, de ğişim, dağıtım<br />

ve tüketim; Ahlâk sosyolojisi ise ahlâk. idealleri aç ısından ele alır.<br />

Toplumsal kurumlar iki türlü incelenir• Birincisi bunları durmu ş ve donmuş sayarak incelemektir.<br />

Bu türlüsüne statik veya anatomik inceleme denir. Belli bir topluinda ekonomi, din<br />

ve hukuk sistemlerinini incelemek böyledir. Bu çe şit ara ştırmaya statik sosyoloji ad ı verilir.<br />

İkincisi, toplumsal kurumlar ı, evrim a şamalarma göre hareket halinde incelemektir. Buna da<br />

dinamik veya fizyolojik inceleme denilir. Aile kurumunun ilkelinden evrimli şekillerine<br />

kadar geçirdi ği aşamaları ara ştırma böylesine bir dinamik incelemedir. Bunun ba şka bir adı<br />

jenetik sosyoloji (Sociologie GC•ntique) dir.<br />

Toplumsal morfoloji (Morphologie sociale)<br />

Toplumsal olgunlann maddi dayanaklanm inceler. Burada bir yandan toplumdaki hac ım<br />

ve kesifliğin, toplumsal görevler (fonctions sociales) ve kurumlar (institutions) üzerindeki etkileri,<br />

öte yandan toplumu ve toplumla çevre şartları aras ındaki karşılıklı bağhhkları ara şt,r. hr.<br />

Bir toplumda ortakla şa düşünüş, duyu ş ve davram ş tarzlanyla bunların maddi dayanağı<br />

216


olan toprak ve insanlar vard ır. Düşünü ş, duyuş ve davranışın tekrarı olan kurumlar toplumun<br />

mânevi; insan gruplanyla toprak, alet ve teknik araçlar ise maddi dayanakland ır.<br />

Morfolojide ara ştırmalar üç doğrultuya yönelir:<br />

Birinci kesim, hacim ve kesifli ğin \ toplumsal görev ve kurumlar üzerindeki etkisini inceler.<br />

İkinci kesim, toplumla çevre şartları aras ındaki kar şılıklı münasebetleri ara ştınr. Üçüncü kesim<br />

toplumsal grupları ele alır.<br />

a) Hacim: Kısaca toplum teklerinin azl ığı veya çokluğu demektir. Kesiflik ise belirli alandaki<br />

insan sayısıdır. Birde dinamik kesiflik vard ır. Dinamik veya manevi kesiflik toplumsal<br />

birliklerde iktisat, ticaret ve fikir ba ğıntılannın çoğalmasından dolayı karşılaşma ve buluşma<br />

sayısının artmas ı demektir. Bu görü şme ve bulu şmalar belirli bir toprak parças ında yaşayan<br />

insan sayısını arttınyor gibidir. Bağh olduğu iktisadi, ticari ve fikri ilgiler dolay ısıyla fert toplumsal<br />

görev ve kurumlar üzerine etki yapar.<br />

Bir toplumdaki hacim ve kesiflik dini, ekonomik, hukuki ve siyasi kurum ve durumlara<br />

etki yapar. Hacim ve kesifli ğin artmas ıyla dini düşünüş ve inamşlar değişir. Meselâ, islâmiyet<br />

hacım ve kesiflik bakımından genişleyince çe şitli mezhep, fırka ve ö ğretiler (doktrinler) otraya<br />

çıktı; hıristiyanh ğın hacim, ve kesifli ği art ınca çe şitli ulusal kiliseler kuruldu. Buna kar şılık<br />

totemcilik hacim ve kesifli ği çok az bir din olduğundan onda farkl ı inam şlar yoktur. Bir<br />

üye neye inamyorsa ötekileride aym şeye inanırlar. Hacim ve kesifliğin artması toplumlarda<br />

iş bölümünü artt ınr. Van, Urfa, İstanbul ve Nevyork ta hacim ve kesiflik farkl ı olduğu için<br />

bu şehirlerdeki i ş bölümü de farkl ıdır Hacim ve kesiflik, hukuk kurum ve durumlar ı üzerine<br />

de etki yapar. Hacim ve kesifli ği dar olan ilkel toplumlarda ortakla şa mülkiyet vard ır. Çağdaş<br />

hukuk, ferdi mülkiyete yönelmektedir. Bunun gibi ferdin iradesini nazara almayarak düzenlenen<br />

statüler yani mülki (statuts reels) ve şahsi hükümler (statuts persoaels) yerine taraflar aras ında<br />

kişisel bir hukuk yaratan sözle şmeler (contrats) yer al ır.<br />

Hacim ve kesifliğin artmas ı, toplumlarda demokrasi ve e şitlik ilkelerinin yerle şmesini sağlar.<br />

b) Morfolojik ara ştırmaların ikinci türü, toplumla çevre şartları aras ındaki bağhlıkları<br />

aramaktır. Bu konu çe şitli yönlerden ele ahrur-<br />

Fransızlar böyle bir incelemeye be şeri coğrafya (Geographie humaine), Ratzel İnsan<br />

Coğrafyası (Anthropogeographie), amerikahlar ise Be şeri Ekoloji (Humen Ecology) ad ım verirler.<br />

c) Morfoloji konusunda son olarak toplumsal gruplar ele al ınır. Bunlar s ırasıyla kan ı ,<br />

toprak, ve i şgiiç gruplandır.<br />

Toplumsal Olgu (Fait social)<br />

'Durkheim toplumsal olguyu, saptanmış olsun veya olmasın fert üzerinde d ış bir baskı yapmaya<br />

elverişli her türlü yapma tarzı, 'Est fait social, toute maniere de faire, fixee ou non, susceptible<br />

d'exerecr une contrainte exterieure sur l'individu" diye tan ımlar. (Bk. E. Durkheim, Regles<br />

de la Methode Sociologique, sh. 14, Paris 1950).<br />

Toplumsal olgular ın yaptırım' (Sanction des faits sociaux)<br />

Yaptırım toplumsal bir âdet veya kural ı koruyan ve ya şatan bir tepkidir. En geni ş anlamıyla<br />

toplumsal olgular ın bir özelliği sayılan kanunun değer ve geçerli ği nedir Gönülle veya zorla<br />

kişinin boyun e ğdiği bu baskı, acaba kar şı koyulamıyacak derecede kuvvetli bir zorlama gücümüdür<br />

Burada otorite nas ıl sağlann Tek kelime ile otoritenin yaptırım gücü varmıdır Hemen<br />

söyliyelimki toplumsal olgular ın çe şitli yapt ırımları vard ır. Şimdi bu yaptırım çe şitlerini birer<br />

birer ele alalım: ıdetlerin bir k ısmı azçok zorla yürütülmektedir Kimisi dinin buyru ğa, kimisi<br />

halk oyunun baskısı altında yerle şmiştir. Bir tak ımı da hemen hemen serbest b ırakılmıştır.<br />

Bu sonuncular ö ğüt verme veya yol gösterme türündendir. O halde toplumsal olgular ın uygunlaşım<br />

ve yaptınmuunda üç a şama göze çarpar. Zorlananlar, gelenek ve görenek olarak uyg<br />

217


nanlar, ho ş görülenler. Mübahla memnu, buyrukla yasak arasmda büyük bir mesafe vard ır.<br />

Fransız sosyologu Rene Maunier'e göre toplumsal olaylar ın dört türlü yapt ırım' vardır. Mistik<br />

hukuki, Ahlaki ve hicvi yapt ırım.<br />

Toprak ve kan esas ı (Jus soli et Jus sanguini)<br />

Asil uyrukluk (yurtta şlik)'un tayini için iki sistem vard ır: Toprak ve kan. Toprak esas ına<br />

göre bir toprakta do ğan çocuklar o topra ğın bağlı bulunduğu devletin uyru ğu olurlar.<br />

Kan esasma göre fert nerede do ğarsa so ğsun uyrukluğu, kanından geldiği insanların bağlı<br />

oldukları devlettir.<br />

Totemjzm (Totemisme)<br />

ilkel toplumlarda atalar ı bir hayvan, bitki veya e şya sanmaktır. Gurup üyeleri ba ğh<br />

bulundukları hayvan bitki veya şeyin ad ını taşır: Onlar ı yemez; kendi grubunun üyeleriyle<br />

evlenmez; Mantık öncesi bir zihniyete maliktir. Bu sistemde totem, totemin timsali olan<br />

Şuringa ve grup üyeleri kutsald ır<br />

Eski oğuzcada toteme ongun derlerdi. Her özün bir ongunu vard ı. Öz üyeleri kendi ongunlannı<br />

kutsal tutar ve ona ok atamaz ve onu öldüremezlerdi.<br />

Triratna:<br />

Sanskrit dilinde üç kesimli cevher anlanundad ır. Budizmde Buda, Dharma ve samgha'dan<br />

ibaret üçlü cevherin ad ıdır. Jainizmde Triratnatun kesimleri do ğru inanış, doğru bilgi ve doğru<br />

davram ştır.<br />

Troeltsch (Ernst)<br />

1865-1923 yılları arasında yaşamış bir alman tarihçi ve Rahiyatç ısıdır. Tarihi eserleri, ça ğ-<br />

daş hıristiyanl ık tarihin gerçekten sosyolojik bir etüdü say ılır. Max Weber'le beraber, Prostestanhğm<br />

kapitalizmin geli şmesine yard ım ettiğini kabul eder. Fakat Kapitalizmin ba şka faktörlerden<br />

doğduğunu ve Protestanh ğm ilk Hıristiyanlık gibi, her şeyden önce, ruhani bir hareket<br />

olduğunu savunur<br />

Die Soziallehren der christliehen Kirchen und Gruppen' (H ıristiyan kilisesi ve gruplar ının<br />

toplumsal doktrini), Die Bedeutung des Protestantismus für die Entstehung der modern Welt<br />

(Çağdaş dünya için Protestanh ğm önemi), belli başlı eserleri aras ındadır.<br />

Tröst ve kartel (Trust et Cartel)<br />

Son ekonomik gelişme sonucu bir çok ekonomik kurumlar ın birle şmesi söz konusu olmuştur.<br />

Bu birle şmeler iki türlü olur- Bunlardan birinde, merkez, Kendi bayra ğı altında birle ştirdiği<br />

kurumları yahuzca anla şma hükümleriyle ba ğlar başka yönlerde kendilerine hareket serbestli ği<br />

verir; Alman sistemi olan bu kurumun ad ı Karteldir. Ötekisi ise daha çok Birle şik Amerika<br />

Devletlerinde yer alm ış olan Trösttür. Tröstte kartelden farkl ı olarak birliğe giren ortaklıklar<br />

bağımsızlıklannı tamamen kaybederek bir tek bayrak alt ında birle şir ve kaynaşırlar.<br />

Bunların Devlet hayat ında gösterdikleri önem dolay ısıyla bazı tedbirlere baş vurulmuştur ki<br />

bunlara anti trust tedbirler denir.<br />

Türbe (Mausolee)<br />

Latince kar şılığı olan Mausoleum sözü Karya Satrap ı Mausolos'un mezanndan alınarak<br />

ünlü kişiliklerin mezarlarma alem olmu ştur. İslamdaki karşılığı Türbedir. Bunlar büyük<br />

hükümdar ve sayg ı değer kimseler için özel bir mimari tipinde yap ılan anıt türünden mezarlarda.<br />

218


Türk Takvimi: (Cycle turc)<br />

On iki yılı karşılayan on iki hayvanı gösterir bunlar s ırasiyle sıçan, öküz, kaplan, tav şan,<br />

timsah, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, it, domuzdur. Burada ayn ı yıl içinde doğanlar aras ında<br />

mahremiyet olup evlenmeleri yasaktı. Bu on iki yıla türkler bir ça ğ (cycle) derlerdi.<br />

Tylor (Edward Burnett)<br />

1832-1917 yılları arasıııda yaşamış bir ingiliz etnolog ve antropologudur. Dinler tarihinde<br />

animizm teorisini savunmu ştur.<br />

Tabii Hukuk (Droit N«.turel)<br />

Devlet tarafından konulan mevzu hukuka kar şılık devletten önce ve devletten üstün, Tanr ı<br />

veya ak ıldan kayna ğını alan bir ülküsel hukuk kavranud ır.<br />

Ü<br />

Üpanishadlar (Upanishads)<br />

Hintteki kutsal kitapları üçüncüsü ve en ruhani olanıdır. Upanishads'larm büyük bir<br />

kısmı nesir olarak yaz ılmıştır. Yaz ılmaları (kompozisyonları) Brahmanas'lardan sonrad ır.<br />

Büyük Upanishad'lar M. Ö. 6. ve 5. yüzy ıllara kadar ç ıkar Bunlar Çruti veya vahyin bir<br />

kısmını te şkil ederler. Konuları vedalarda gizlenmi ş olan ruh ve anlamı ke şfetmektir. Upani ş-<br />

atlar, dünyan ın başlangıcını, Tanrımn ve insan ruhunun mahiyetini ruhla, maddenin<br />

karşılıklı münasebetlerini bahis konusu eder. Mistik nitelik ta şıyan bu eserlerin en tan ınmıış<br />

İça Upanishad olup Yajur-Veda'y ı te şkil eden ilahiler grubuna ba ğlanır.<br />

Ütopya (Utopie)<br />

Bir ideal toplum şeklinin hayali ifadesidir. Eflâtun, Kampanella ve benzerleri bu yolda<br />

uğraşmışlardır.<br />

Genel anlam ı ile bir yazarın kabul ettiği felsefi ilkelere göre ideal ve eksiksiz bir toplumun<br />

hayalen kurulu şudur. Dar anlamda, belirli bir.s ınıf veya grubun ç ıkarlanyla dengeli olarak mevcut<br />

toplum düzenini de ğiştirmek amacım güden toplumsal doktrindir.<br />

Ünitarizm (Unitarisme)<br />

Protestan geleneklerine ba ğlı bir mezheptir. Anlamı BIRLIKOL İK'tir. Adı, mensuplarının<br />

kişisel birliğe inanmasından ileri gelir. Tek bir Tanrıda üç ki şilik olduğunu kabul eden teslis<br />

doktrinine karşılık burada Tanr ımn tek bir kişiliği inanç konusudur. Ünitarizm mensuplar ı<br />

doktrinlerini özgürlük, akıl ve dini ho şgörürlük olarak üç büyük ilkeye dayanan bir zihni durum<br />

sayarlar. Bu mezhepte her kilise kendi papaz ını seçer. Bu mezhepte iman beyanma (profession<br />

de foi) veya empoze edilen bir doktrine raslanmay ıp kısa bir ilmıhal vardır. Buna göre İsa'nın<br />

kendisi için beyan etti ği üzere iki büyük dini buyruk akaidin temeli sayılmaktad ır ki bu da<br />

Tanrıyı ve insanları sevmekten ibarettir. H ıristiyanliğın adi doktrini Tanrımn babalığı insanların<br />

kardeşliği, iyiliğin zaferi, Tanr ı melekûtu ve sonsuz hayat ilkelerine dayan ır.<br />

Üniversıdizm (Universalisme)<br />

Birle şik Amerika ve Kanada'da yay ılmış bir hıristyan mezhebidir Tanr ımn ölçüsüz iyilik<br />

ve aşkı dolayısıyla sonunda bütün insanlar korunacak ve Tanr ı ile içten münasebetler kuracaklardır.<br />

O halde ezdi bir i şkence oca ğı olan cehennemin bu sistemde yeri yoktur. Bu mezhebin<br />

doktrini şöyle özetlenebilir: Tanr ı Evrensel bir koruyucudur; Kutsal kitap Tanr ımn vahyini<br />

ihtiva eder. Mükâfat ve Mücazat adalet dairesinde da ğıtıhr. Bu doktrinin kar şıtı infirat%lik<br />

(Particularisme) olup Tanının yalnızca seçkin bir zümreyi koruyup kurtaraca ğma inan ılır.<br />

219


V<br />

Vaftiz (Bapteme)<br />

Hıristiyan inancına göre sakramenlerden yani kutsallama törenlerinden biridir. Ilkönceleri<br />

çocuğu suya bat ırmak suretiyle yap ılıyordu. Bu yolla adi suçtan dolay ı günahkar olan<br />

insan vaftizle ar ınmış bir hale gelir. H ıristiyan dinini kabul eden ya şlılarla yeni doğan çocuklar<br />

vaftiz edilirler. Vaftiz esas ı aynı olduğu halde çe şitli mezheplerin pratikleri birbirinden ayr ılır.<br />

Vaftiz H ıristiyan olmayan dinlerde ve özellikle lamaizm, ve eski orfik ve Elözis (Eleusis)<br />

gibi sır dinlerinde uygulanan bir usuldu.<br />

Vahabiler (Wahhabites):<br />

Muhammed bin Abd-iil-vehab tarafından Necitte kurulmu ş bir islam mezhebidir. Islâmm<br />

Kur'an esaslar ına göre ilkel şeklini canlandırmak amac ını gütmektedir. Burada Kur'an lafzi<br />

olarak yorumlanmakta, peygamberin a şırı derecede yüce tutulmas ına itiraz edilmekte, ibadet<br />

yerleri ile dini törenlerin şatafatlı olması hoş görülmemekte ve lüks sayılan sigara, alkol, kumar<br />

ve tefecilik yasak edilmektedir. 20. yüzy ılda bir takım başarı ve yenilgilerden sonra vahabi önderi<br />

üçüncü Abdülaziz ibn Suud Riad' ı ele geçirdi. Böylece Necid'in ba şkendini aldıktan sonra kurulan<br />

kırallık çabucak büyüdü. 1924 y ılında Dın Suud Kıral Hüseyini Mekkeden atarak kendisini<br />

Hicaz kırah ilan etti. Az sonra Arap Yar ım Adasının büyük bir kısmı tbn Suudun eline geçti.<br />

Van Der Leeuw (Gerardus)<br />

1890-1950 yıllan arasında ya şamış hollandal ı Dinler Fenomenolojisi ve tarihi bilginidir.<br />

Groningue'de Dinler tarihi profesörülü ğii ve 1945-46 yıllarmda bilim ve sanat bakanl ığı yapmıştır.<br />

Einführung in die PlAnomenologie (Fenomenolojiye giri ş), Phanomenologie der Religion<br />

(Din Fenomenolojisi,). Der Mensch und die Religion (Insan ve Din) yazar ın değerli eserleri<br />

arasındadır.<br />

Vedalar (Les vedas)<br />

Sanskritçede Tanr ı bilgisi anlammdadır. En *eski Hint Dininin dört kutsal kitab ı olup 1028<br />

ilahiyi ihtiva eder. Rig- Veda, kurbanda dua okuyan; Yajur-veda, kurban ı sunan; Sama-Veda<br />

ilahi okuyan kahinler tarafından kullanılmıştır. Atharva-veda hemen hemen ayn ı tanrısal<br />

buyrukları göstermektedir. Vedalar Hindin en kutsal kitapland ır. Vedalara son zamanlarda<br />

büyük bir dini edebiyat eklenmi ştir. Bu ekler şunlardır: Brahmanas'lar Aranyaka ve Upanishad'lar<br />

ve Sutralar.<br />

Veniis (Venus)<br />

Romada güzellik ve a şk tanrıçasıdır.<br />

Vico (Jean - Baptiste)<br />

1688-1744. Scienza Nuova (1735) adli eserinde Bat ıda ilk defa olarak bir tarih felsefesi<br />

taslağı çizdi. Vico bu kitapta tarihi olgulara dayan ıyor, dini inançlrı işe karıştırmıyordu tesadüf<br />

ve kader fikirlerini atıyor ve Beşeri yine beşerle izaha çalışıyordu. Tümden gelim yerine tümevarım<br />

metoduna ba şv-uruyordu. Vico izahlarmda yalnız aklın değil, akıl dışı olan şuursuz hükümlerin<br />

de hakkın ı veriyordu.<br />

Vico'ya göre zaman ve mekan ayr ıliklarma ra ğmen toplumlar aras ında temeli benzerlikler<br />

vardır. Din, evlenme, ölüyü gömme adetleri bu aradad ır. Bu üç adet üç metafizik gerçe ğin<br />

karşılığıdır. Bilimin görevi gerçek olaylardan hareketle kanunlar ı bulmaktır. Vico'ya göre milletlerin<br />

evrimi şuüç çağdan geçer: a) Tanr ılar çağı b) Kahramanlar ça ğı c) İnsanlar çağı. Yazara<br />

göre tarihte ilerleme yok, tekrarlanma vard ır. Evrim düz bir çizgi üzerinde olmaz, Sosyal bir daire<br />

•<br />

220


üzerinde döner durur. Böylece medeniyet dönüp dola şıp eski yerine gelir. Eski ça ğda<br />

görülen karekterler orta ça ğda da görülür. Vico'nun meşhur corsi ricorsi teorisi i şte budur. Vico<br />

pratikte tarihin finalist bir anlay ışına inamr<br />

Weber (Max)<br />

1864-1920 yılları aras ında ya şamış bir alman iktisatc ısı ve sosyologudur. Erfurt'ta do ğmuş<br />

Berlinde 1892 y ılında Privat Dozent olarak görevlenmi ştir. 1894 yılında Frieburg'a 1897 yılında<br />

ıda Heidelberg Universitelersine profesör olmu ştur. 1903 yıhnda sağlık durumu çekilmeyi gerektirmiştir.<br />

1919 da Münich -üniversitesine ça ğrıbmştır. ınküsel Tipler teorisiyle tan ınmıştır.<br />

Anlayış Metodu üzerinde Tipolojik ve tarihi metodlar ı temellendirmeye çah şmıştır. Protestanlığa<br />

bağlanan kapitalizmin men şei hakkındaki teorisi çok büyük yank ılar yapmıştır. Sombart<br />

ve E. Jaffe ile 1903 yılında kurmuş oldukları ARCH İV YOR SOZİALWİSSENSCHAFT UND<br />

SOZİALPOLİTİK adl ı dergiyi yönetmi ştir.<br />

Die Protestantische Ethik und der Geist des Kapiatalismus (Protestan Ablâk ı ve sermayenin<br />

esas ı), Gesammelte Aufsâtze Zur Religionssoziologie (Din Sosyolojisi dergisi), Wirtschaft<br />

und Geselschaft (Iktisat ve toplum) önemli eserlerindendir.<br />

Y<br />

Yahudi Şeması<br />

(Shema Juiif)<br />

Yahudilerin günlük törenleri s ırasında söyledikleri be ş kutsal kitaptan al ınmış seçmeler<br />

olup, iman konularını gösteren bir dua ve şehadettir.<br />

Yahve<br />

Yehova denilen İsrail tannsıdır.<br />

Yakubil (Jacobites)<br />

Suriyede yerle şmiş Monofizit kiliselerden biridir. Kurucusu Yakup Baradaidir.<br />

Yanıyaınlık<br />

(Cannibalisme ou anthropophagie)<br />

Besin ve yiyecek maddesi olarak insan eti yemek adeti anlam ındadır Fakat ço ğu zaman<br />

düşmandan öç almak için veya öldürülen kimsenin ruhani ve kutsal niteliklerini kendi vücutlarma<br />

geçirmek üzere ya da din veya tören gereklerini yerine getirmek için yap ılır.<br />

Yeniçeri (Janissaire)<br />

Osmanlı Imparatorlu ğunun ba şlangıcında Orhan Gazi taraf ından kurulan ve II. ci Mahmud<br />

zamanında Nizamı Cedidin kurulması üzerine ortadan kald ırılan, imparatorluğun piyade<br />

askeridir. Kurulu şunun ilk çağlarmda çok yararl ı hizmetler gördü ğü halde sonralar ı soysuzlaşarak<br />

devletin ba şına ard ı arkas ı gemeyen birçok güçlüker ç ıkartmıştır.<br />

Yersu<br />

Yerin ve suyun koruyucusu anlam ında eski türklerdeki tanr ılarch•.<br />

Yobaz (Bigot)<br />

Dini taassubu, ba şkalarını rahatsız edecek derecede ileri götüren, sata şkan ve kaba qofu<br />

•<br />

Yusuf<br />

Yakubun oğludur. Hildyeleri eski sözle şmenin en güzel parçala ndan biridir. Kur'âncla<br />

da mevcut hikayelerin en güzelidir.<br />

221


z<br />

Zadruga<br />

Bazı Balkan memleketlerinde rastlanan büyük aile tipidir. Zadruga ashnda bir aile topluluğudur.<br />

Aile içindeki en ya şh erkek veya kad ın zadrugan ın şefidir. Zadrugalar ço ğu zaman<br />

dört ku şağa kadar olan üyeleri içine alan 40-80 ki şilik topluluklardır. Bunlar her vakit ayn ı<br />

çatı altında ya şamadıkları halde aynı ekonomik sisteme ba ğhdırlar.<br />

Zahitlik (Asc6tisme)<br />

Dinin yasak etti ğ şeylerden sakınma ve buyruklar ım titizlikle yerine getirmeyi hedef tutan<br />

r uhi bir tutumdur. tslâmda buna ittika derler<br />

Zaviye<br />

Küçük tekkedir.<br />

Zelot (Z6lotes)<br />

İsâ devrinde Fariziyenlerin sol 4canadm ı te şkil eden devrimci bir ziiıınre 'olup Mesih melekötunun<br />

(yönetiminin) kuvvet ve zor kullanmak suretiyle kurulmas ı . gereğine inamrlar.<br />

Zemzem<br />

Mekkenin büyük •canıiinde bulunan bir kuyunun ad ıdır. Agar ve İsmailin çölde susuzluktan<br />

ölmesini önlemek üzere mucize olarak yerden f ışkırdığı söylenmektedir.<br />

Zend<br />

Zerdüşt dininhı kutsal kitab ı olan Avestamn pehleviceye çevrilerek yap ılan bir yorumudur.<br />

Zend-Avesta, avestanm yorumu demektir. Genel olarak Zend-Avesta ile bunun yorumu olan<br />

Zend'e verilen ortakla şa addır. Parsilerin k ısaca Avesta dedikleri bu eser onlar ın kutsal kitap ve<br />

dinî törenlerinden söz eder. Parsi geleneklerine göre bugünkü Avesta Iran zerdü ştlerinin sahip<br />

bulundukları dini edebiyatm ancak bir parças ıdır. Bir rivayet, zerdü şt'ün herbiri 100000 m ısradan<br />

ibaret 20 kitap tutan eserini 1200 veya 12000 inek derisi üzerine yazd ığım doğrulamaktadır.<br />

Büyük İskender Persepolis k ıral ar şivlerini yakt ırırken bunları yok etmi ştir Millattan<br />

330 yıl önce Yunanl ı:ların İranı terketmeleri üzerine zerdü şt rakipleri dikkatl'ca bu büyük<br />

eserin parçalarını bir araya getirerek bugün kullan ılmakta olan Avestay ı meydana getirmişlerdir.<br />

Zerdüşt (Zoroastre)<br />

M. O. 6. yüzyılda tek Tanrım bir dini İranda yerle ştiren bir din kurucusudur. Kendisinin<br />

özel hayat ına ilişkin hiç bir bilgi yoktur. Kurduğu dine Mazdeki, Zerdü şt veya Saratustra<br />

dini denildiği gibi Batı dillerinde Zoroastrizm denilir Sistemi iyilik ve kötülük inanc ına dayanır.<br />

(Zerdü ştlüğe bak),<br />

Zerdüştlük (Zoroastrisme)<br />

Zerdüşt tarafından kurularak uzun bir süre İranda Devlet dini niteli ği ta şımış bir dindir.<br />

Kutsal kitab ı Zend-Avestad ır. Hürmüz iyilik, Ehriman kötülük Tanr ısıdır. Zend-Avesta sonsuz<br />

olarak sava ş halinde olan iki ilke üzerinde durur. Zerdü şt'ün üç buyruğu vardır: iyi dü şünce,<br />

iyi söz ve iyi hareket. Bu dine ilk darbeyi Büyük İskender vurmu şturAskenderden sonra zerdü şt<br />

dini ancak vilâyetlerde tutunmu ştur. Bir süre sonra İramn Devlet dini haline gelen zerdü ştlük<br />

ba şka dinlere ve özellikle ayr ılma ve bölünmelere kar şı sıkı bir sava ş 'açmış, fakat 639 yılında<br />

Islâmdan yediği büyük darbenin etkisinden sonuna kadar kendini kurtaramam ıştır. İslâm<br />

yönetimi ba şlangıçta bu dine kar şı hoşgörürlük göstermi ş isede Mütevekkil ve onun halefleri<br />

zamanında müslüman olmayan din mensuplar ına kar şı işkenceye, ba şlanmıştır. Bunun üzerine<br />

222


ir kısım zerdü ştler Hindistana göç etmi ş, direnenler ise İranda kalarak Gebr veya Mecus denilen<br />

zümreyi te şkil etmi şlerdir.<br />

Zoolatri (Zoolâtrie)<br />

Hayvanı' tapmmadır.<br />

Zümre ve ziimre cemiyeti (Societö des 6tats)<br />

Zümre aynı toplum içinde farkl ı hukuki durumları ile birbirinden ayrılan toplumsal tabakaların<br />

meydana getirdiği gruptur.<br />

Zümre cemiyeti ise Hukuki yönden çe şitli haklara sahip gruplar ın kurdukları bir birlik ve<br />

toplum yapısıdır. Hindistandaki kast sistemi bu cemiyet tipinin en ayd ınlatıcı örneğidir.<br />

Zwingli (Ulric)<br />

1484-1551 yılları arasında yaşamış isviçreli bir din yenileticisidir. Kendisi hümanist, geni ş<br />

görüşlü bir insanda. Luther'den daha çok akla dayanan ve insan tabiatnam iyi noktalar ı bulunduğunu<br />

da itiraf eden bir din adam ıdır.ökaristi (Eucharistie) yani, a şa'i rabbani giyini konusunda<br />

Luther'le anla şamamıştır. Luther'den daha çok ruhani bir görü şe sahipti. Zwingli'ye göre<br />

kilise yönetimi cumhuriyetçi olmal ı ve kilise yönetimi ile devletin sivil yönetimi aras ında bir<br />

ayrılık olmamalıdır. Papazlarm behöl kalmalar ı üsulünü ve din trönlerini kald ırmıştı .<br />

Wach (Joachim)<br />

Kemniç (Chemnitz) de do ğmuş ve 1898-1955 yılları arasında.yaşamış bir Alman filozof<br />

ve sosyologudur. 1924 y ılında doçent ve 1927-1935 y ılları arasında Leibnitz'de profesör olarak<br />

çalıştıktan sonra Amerika Birle şik Devletlerine göçmü ş ve 1935-45 aras ı çe şitli Amerikan üniversitelerinde<br />

ders vermi ştir. Şikago üniversitesinde de 1945-55 ;inan arasmda ö ğretim<br />

yapmıştır. Kendisi felsefe ve Din sosyolojisinde uzmand ı. Dinler bilimi (Religionswissenschaft,<br />

1924), Anlayış ve yorum teorisi (Das Verstelaen, 1926-32), din sosyolojisi (Sociology of Religion,<br />

Chicago, 1944) Yirminci Yüzy ıl sosyolojisinde Din sosyolojisi kesimi, Die Religion in Geschichte<br />

Und Gegenward'da Din sosyolojisi maddesi ve Dinin Mukayeseli Etüdü (Comparative Studv<br />

of Religion, Columbia, 1958) adl ı eserleri Din sosyolojisini ilgilendirir.<br />

223


Sts y l ı<br />

— 1 o 4. \ ,ı ov<br />

Jok ı 3c. < ok<br />

1 9o<br />

Va-y-


Fiyatı : 16 Lira

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!