PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ANKARA ÜNIVERSITESI<br />
ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARINDAN<br />
•<br />
XLVII<br />
DIN SOSYOLOJ İ S İ<br />
Dr. Mehmet TAPLAMACIOĞLU<br />
İlâhiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Profesörü<br />
ANKARA UN İ VERSITESI BASIMEVI-1963 Tel:105404
ANKARA VN İVERS İTES İ<br />
ILAHIYAT FAKÜLTESI YAYINLARINDAN<br />
XLVII<br />
DIN SOSYOLOJ İ S İ<br />
Dr. Mehmet TAPLAMACIOLU<br />
ilâhiyat Fakültesi Din Sosyolojisi Profesörü<br />
\t .<br />
•<br />
tsb'<br />
•<br />
fiş)<br />
ANKARA ÜNIVERSITESI BAS T MEV I-1963 Tel: 105404
ÖNSÖZ<br />
Bu eseri, yakan, y ıkan ve ölüm saçan bir Dünya Sava şının acı ve sanc<br />
ıları devam ederken kaleme ald ım. Hergün yeni bir olay, yeni bir bulu ş<br />
ve yeni bir devlet ve milletin ortaya ç ıkmas ına karşılık kat ı gerçek iki Dev<br />
Blokun kurulmu ş olmas ıdır. Ba şka başka inanç, düşünce ve görüşte olan<br />
kimseler ayrı ayrı kamplarda ve kar şı karşıyadırlar. Bu bloklar aras ındaki<br />
dengeyi çok karma şık bir strateji sa ğlamaktad ır. Korku saçan bir sava ş tekniği,<br />
hayret uyand ıran uzay yolculuklar ı, ürpertici sonuçlar ıyla atom denemeleri,<br />
körlere göz ve ölülere can verecek derecede ilerlemi ş bir bilim hayat ı<br />
insanoğlunu dehşete dü şürmü ş va bir bak ıma onu tevekküle ve dini inançlara<br />
götürmü ştür.<br />
Avrupa gezisinden dönen her yurtta şın ve genel olarak, Bat ı Dünyas ından<br />
gelen herkesin kulaklar ında, ister istemez, çan sesleri, org gürültüleri' ve<br />
kilise ilâhileri çınlamakta ve din törenlerinin canl ı hat ıras ı yaşamaktadır.<br />
Gerçek ve geleneksel dindarlardan ba şka, bir yanda sava ş, yoksulluk<br />
ve zorunlu göçlerle yerinden oynam ış, yurdundan olmu ş ve her türlü maddi<br />
destek ve dayanaklar ını yitirmi ş milyonlarca insan, öte yanda kolayca servete<br />
konmanın tela§ ve heyecan ı içinde günahtan ar ınmaya çalışan günün<br />
adamları, mirasyediler ve yeni tip zenginler çoğunluğu son. teselliyi tinsel<br />
varlıklarda aramakta ve böylece dinin toplumdaki önemini bir kat daha<br />
artt ırmaktad ırlar: Son günlerde raslanan çok say ıda tap ınak inşaat ı, hızla<br />
ilerleyen din eğitimi ve olagan üstü artan hac seferleri bu gidi şin belirgin<br />
örnekleridir.<br />
Savaş Sonras ı, yurdumuzda da olumlu bir din hayat ı başlamış ve gün<br />
geçtikçe softahk, bilgisizlik ve koyu taassup yerlerini ho şgörürlük, bilim<br />
ve insanlık ilkelerine b ırakmıştır. O kadar ki insan olmadan islam olmaya<br />
imkân olmadığı art ık anla şılmış ve minarelerden yükselen ezan ve tevhit<br />
sesleri din özgürlü ğü ve gerçek dindarh ğın bir sembolu olmu ştur.<br />
Tarih boyunca bir çok de ğerler din kurumu içinde kalm ışt. Zamanla bir<br />
ayrımlaşma olmuş ve s ırası gelince ahlak, hukuk, iktisat siyaset ve e ğitim<br />
bağımsızlığa kavu şarak dinden ayr ılmışlard ır. Kendi öz alan ına çekilen din<br />
III
ise, insanlığın iç âlemini i şlemek, süslemek ve zenginle ştirmek yolunu tutmu<br />
ştur.<br />
Rönesanla bilim ve sanat, Reformla siyaset, Amerikan Ba ğıms ızlık Sava<br />
şı ve Frans ız Devrimi ile hukuk, e ğitim ve devlet dinden ayr ılarak lâyiklik<br />
ilkeleri yerle şmiş ve kökle şmiştir.<br />
En ilkel toplumlardan en ileri uygarl ıklara kadar, dinin tabii gruplarla<br />
olan münasebetleri, büyük bir ilgi ile ele al ınmış ve dinle toplum aras ındaki<br />
etki ve tepkilerin etüt ve çözümü bir uzmanl ık işi olmuştur. Günümüzde bu<br />
uzmanlık görevi Din Sosyolojisine dü şmektedir. Din Sosyolojisinin henüz<br />
çok körpe ve yeni, üstelik yurdumuzda bu türlü bilimsel geleneklerin çok k ıt<br />
olmas ı bu konudaki ba şarı şanslarını azaltmışt ır. Fakat samimiyet, iyi niyet<br />
ve hizmet etmek duygusu çabam ız ı artt ırmakta ve bu çetrefil problemlerin<br />
çözümünde bize k ılavuzluk etmektedir.<br />
Bizim için oldu ğu kadar dünya bilim çevreleri için de yeni olan bu alanda<br />
eksiklerim olabilir. Okuyucular büyük bir bilimseverlik ve ho şgörürliikle küçük<br />
kusurlar ı bağışlar ve önemli yanl ışları düzeltme yoluna giderlerse<br />
yalnız bana de ğil, dolayısiyle yurt kültürüne ve insanl ık ülküsüne de, hizmet<br />
etmi ş olurlar. Çünkü yazar ın içten dileği tanınmak, fayda sa ğlamak veya<br />
bilim çevrelerinde ün salmak de ğil, yalnızca yararl ı olmaktır.<br />
<strong>Ankara</strong> 1-12-1963<br />
Prof. Dr. Mehmet TAPLAMACIOCLU<br />
IV
B İR KAÇ SÖZ<br />
Profesör Dr. Mehmet Taplamac ıoğlu'nurı Din Sosyolojisine dair yay ınladığı<br />
ikinci ve daha büyük kitab ını okuyorum. K ısa zamanda ilim çevresine<br />
bu konuda üst üste birçok makaleler ve eserler veren yazar ın çah şkanlığı<br />
ve verimliliğini takdirle kar şıladığımı her şeyden önce belirtmeliyim. 33 y ıl<br />
evvelki de ğerli talebem Taplamac ıoğlu burada geni ş tutulmu ş bir plana göre<br />
din sosyolojisinin pek çok bölüm ve alt-bölümlerini dolduran zengin bilgiler<br />
vermektedir. Kitaba bu yeni sosyoloji dal ının doğuşu, bu konudaki esash<br />
kavramlar ve tarifler, tan ınmış din sosyologlar ımn kısa portreleriyle giriyoruz.<br />
Yazar kendi ihtisas alan ının ilimler aras ındaki yerini belirtmeye çalışıyor:<br />
sosyoloji nedir Bu sorunun sarih bir cevab ını bulmadan önce, verilmiş<br />
bütün cevaplar ın geçit resmini yap ıyoruz. Sosyoloji normatif olmayan,<br />
ampirik olan bir olaylar ilmidir. Ba şlıca konusu toplumsal yap ıdır. Fakat<br />
hemen burada Tönnies'in pek iyi bilinen cemiyet ve cemaat s ınıflamas ına<br />
kat ılmış egemenlik, zümre ve s ınıf cemiyetleri diye yeni tiplerle kar şılaşıyoruz.<br />
Yazar ın bu toplumsal yap ı sınıflamas ında s ıks ık zikrettiği Hans Freyer<br />
gibi eklektik olmay ı tercih etti ği anla şılıyor. Bir çok alt-bölümlere ayr ılan bu<br />
sınıflamalardan sonra toplumsal hareketlili ğe dair bir fas ıl geliyor. Bu, bizim<br />
eskiden sosyal fizyoloji dedi ğimiz şeye benzer yeni bir Amerikan görü şüne<br />
Avrupa sosyolojisinin ıs ınmaya ba şladığının alametlerinden biridir.<br />
Kitap bu uzun Giri ş'ten sonra dinler ilmi ve din sosyolojisinin münasebetlerini<br />
inceleyerek hedefine yakla şıyor. Yazar burada da terimlere ait tarif<br />
serileri ve detayl ı s ınıflamalarına devam ediyor. Yorum nazariyesi, dini tecrübe,<br />
din sosyolojisi görü şlerine ait özetler veriyor. Din sosyolojisinin öncüleri,<br />
kurucular ı, son geli şmeleri, bugünkü durum ba şlıklarını ta şıyan bölümler bir<br />
hayli yüklüdür. Konunun özüne ancak bundan sonra din sosyolijisinin Ana<br />
Problemleri ile giriyoruz. Şüphesiz, her şeyden önce metod meselesi ele al ınmalıdır.<br />
Burada da yazar büyük bir itina ile bu konuda her ne söylenmi şse<br />
kitap d ışında b ırakmamaya çal ışıyor. Din sosyolojisinin, onca, as ıl alanı din<br />
ve toplum münasebetidir. Art ık doğrudan do ğruya meselemizin içindeyiz.<br />
Seçilmi ş metodumuz Max Weber'den ba şhyarak Troeltsch, J. Wach, Mensching'de<br />
geli şen anlay ıcı metod, ideal tipler metodudur Dinin toplum ve dünya
kar şısındaki tutumu, iman, doktrin, ibadet kavramlar ı birer birer inceleniyor.<br />
Din ve toplum münasebetlerinde a ğırhk merekezini, kitab ın plânına göre<br />
ba şka kısımların aleyhine olarak biraz fazla•geni şlemiş bir halde, din ve devlet<br />
münasebeti te şkil ediyor. Burada eski hukukçu (Madrid üniversitesinden hukuk<br />
doktoru) al ışkanlıklarına hâkim olamam ış ve belki de problemin aktüel<br />
öneminden dolayı ba şka bahislerden fazla onun üzerinde durmay ı tercih<br />
etmi ştir. Din ve devlet münasebetlerinde birer ayr ı alt-bölüm halinde devlet,<br />
devletin tan ımı, başlangıc ı, kurucu unsurlar ı, siyasi ve tarihi görünü şü, dinle<br />
münasebetleri bakımından devlet ve lâiklik meseleleri birbirini takip ediyor.<br />
Ondan sora islâmda devlet, hilâfet•ve buna dair ba şlıca islami yayınlar üzerinde<br />
duruluyor. Din ve devlet münasebetleri dolay ısile yazar yeniden tipolojilere<br />
dönüyor. Burada tamamen Joachim Wach'tan mülhemdir ve onu<br />
Mensching'in din sosyolojisi ile tamandamaktad ır. Bu bahsin tabii geli şmesi<br />
halinde son ve en uzun k ıs ım lâikliğe ayrılmıştır. Bu konu etrafındaki Türkçe<br />
yayınlar gazete makelelerine var ıncaya kadar zikredilmi ştir<br />
Taplamac ıoğlu konusu ile uzaktan yak ından ilgili malzemeyi toplama bak ı-<br />
mından an gibi çal ışan bir yazard ır. Bu malzemenin önceden haz ırlanmış<br />
petek (kaneva) içine nas ıl yerle ştirildi ğini görüyoruz. Din sosyolojisi bizim<br />
sosyoloji tarihinmizde de, kendisinin söyledi ği gibi, yeni ve az i şlenmiş<br />
bir bahistir. Bundan dolay ı yazar ın daha önce ve burada getirdikleri<br />
bu ili ııile uğra ş anlar için her bak ımdan faydal ı olacakt ır. Din sosyolojisine<br />
dair Türkiye için teferrüatl ı, hattâ bas ılmamış kitap ve ders notlar ım zikredecek<br />
kadar titiz bir tarihçe verirken baz ı<br />
şeyleri unutmu ş görünüyor:<br />
Mehmet Karasa ııııı İlâhiyat Fakültesi dergisinde ç ıkan Din Sosyolojisi maka<br />
lesi, benim Anadolu tarihinde dini ruhiyat mü şahedeleri (Anadolu dergisi<br />
1922), Din Sosyolojisi (Felsefe ve içtimaiyat dergisi 1927) adlı makale serilerim,<br />
aynı dergide Potlaça dair bir yaz ı ile din sosyolojisi ile ilgili Heyecan ve Te<br />
heyyüciyet adl ı yaz ılarım, son yıllarda ç ıkan Din ve içtimai Yap ı hakkındaki<br />
makalem (Sosyoloji dergisi, 1960) ve 1958-60 aras ında İstanbul Edebiyat<br />
Fakültesinde okutmu ş olduğum ve talebe taraf ından Teksir Makinesile bas<br />
ılan ders notlar ım bunlardand ır.<br />
Din sosyolojisine, sosyolojinin ba şka bahislerinde oldu ğu gibi iki tarzda<br />
girilebilir: birisi onu tabiat ilinden aras ında ele almak ve bütün bu ilimlerdeki<br />
gibi gözlem, tecrübe, monografi, istatistik tarihi vesika usullerini kullanmak<br />
üzere toplum olaylar ını kendi sui generis mahiyetleri içinde incelemektir.<br />
Burada din sosyologu art ık sübjektif bir yorundayıcı gibi değil, bir tabiat<br />
alimi gibi hareket edecektir İkincisi toplum olgularına birer ideal tip gözüyle<br />
bakarak onlar ı kavramlar halinde tan ımlamak, bu kavramların ince sımflamalarını<br />
yapmak yoludur. Burada eski içe bak ış metodunun yeni bir şekli<br />
olan anlayıcı metodu kullanmak ve sübjektif tecrübeden hareket ederek yaşanmış<br />
olaylara nüfuz etmek istemektedir. Yazar bütün eserde bu ikinci yolu<br />
VI
seçmiş görünüyor. Hattâ bir yerde Marx, Comte ve Freud'un adlar ını bir<br />
arada zikr ederek "bu büyük ve iddial ı görüşleri bir yana b ırakıp biz daha<br />
mütevaz ı hareket edece ğiz" derken bu seçmesini, kar şı tarafa ait tart ışma<br />
ve tenkitlere girmeksizin, yapmay ı tercih etti ği anla şılıyor.<br />
Anlayıc ı sosyolojiniıı, garip ve çeli şik bir tarihi macera sonunda, Bat ı<br />
sosyoloji çığırlarma kar şı Dilthey'da ba şlayan sava şma hareketinden do ğ-<br />
duğunu hat ırlamamak kabil de ğil: tabiat' ilimlerile manevi ilimleri kesin<br />
sınırlarla ay ıran bu filozof frans ız, ingiliz pozitivistlerini "natüralist" olmakla<br />
itham ederek, hakiki pozitivizmin kant'a dayanan kendi görü şünde oldu ğunu,<br />
Comte ve Spencer'den beri ad ı geçen sosyoloji hareketlerini imkans ız davranışlar<br />
gibi gördüğünü ilan ediyor; bu arada yaln ız eserinin sonundaki Ek'de<br />
Simmel'in rölativist sosyolijisini bu hükmün d ışında b ırakıyordu. Vakıa<br />
bu sonuncu da yine sübjektif rölativizme dayanarak, orijinal toplumsal muhteva<br />
yerine, sosyolojinin konusu olarak fertleraras ı münasebet şekillerini<br />
gördüğü için, Kant felsefesinin ba şka bir yorumlama tarz ına dayanıyordu. Bir<br />
üçüncü çığır Hegel'in mutlak idealizminden, "objektif Ruh" görü şünden<br />
doğmak üzere Cemaat ruhu nazariyesi içinde geli şen "sosyal ilimler" anlay ışı<br />
idi. Has ılı, Almanyada felsefi davran ış ya ba şka memleketlerde do ğan sosyoloji<br />
eğilimlerine tamamen dirsek çeviriyor, yahut bu ilmi onlardan büsbütün ayr ı<br />
felsefi bir temele dayand ırarak yeniden kurmaya çal ışıyordu. Bu davran ışı,<br />
alman sosyolojilerinin, esas ında felsefi, kavramc ı, soyut, sınıflayıcı olma vas ıflarını<br />
ta şımalarının başlıca sebebi olarak görünüyor. Ancak, İkinci Dünya<br />
Sava şından sonra Amerikan ve k ısmen kıt'a sosyolojilerinin tesirlerile onlarda<br />
da değişmeler görülmeye ba şlamıştır 2 .<br />
Taplamacıoğlu'nun seçti ği işte bu tarzda anla şılan sosyoloji istikametidir.<br />
Onun kar şısında henüz kendisile hesapla şmas ım yapmamış olduğu natüralist<br />
sosyoloji görü şü içinde sayısız ara şt ırmalar devam etmektedir. Nitekim<br />
yazarın zaman zaman zikretti ği ve kısmen dayand ığı kaynaklardan bir k ısmı<br />
da bunlar aras ındadır. Yazar ın bu noktada esash bir tart ışmaya girişmesi<br />
gerekir. Bu konuya ileriki yay ınlarında mutlaka girmesi beklenir. Almanlar ın<br />
natüralist dedikleri bütün bu ç ığırlar aras ında her ne kadar dar baz ı farklar<br />
varsa, da, hepsinin ya ayn ı kuvvette ve paralel olarak, ya da bunlardan<br />
birine üstün rol vermek üzere statistik, monografik, tarihi ve genetik görü ş,<br />
etnoloji ve kültür antropolojisi metodlar ını kullandıkları, ve bunlardan bir<br />
kaçım birbirile tamamlayabildikleri nisbette daha tam ve derin tetkikler<br />
yapabildikleri görülmektedir. Geçen yüzy ılin•bütün toplumsal problemlerini<br />
bir hamlede çözmek isteyen geni ş sistemci sosyolpjilerine kar şı, yakın zamanlarda<br />
problemleri ayr ı ayrı ele alan ve her birinde ona elveri şli metodu kul<br />
Dilthey, Introduction â Ntude des Sciences Morales, trad. franç p. L. Sauzin, p. 515-517.<br />
2 K. Martin Bolte, Peter Heintz, Rene Kö ııig, RainCr M. Lepsius, Rüschemeyer,<br />
Erwin Scheuch, A. Silberraann, Emilio Willems, K. Müller, hatta Mannheim bunlardand ır.<br />
VII
lanarak hemen senteze ula şma sab ırs ızliğım göstermeyen tahlilci çalışmalara<br />
geçtiği bütün dünyada göze çarpmaktad ır. Yukarda zikretti ğimiz metodları<br />
yerine göre kullanmak ve onlar ı birbirlerile tamamlamak üzere, memleketimizin<br />
bilhassa muhtac oldu ğu bu tahlilci ara şt ırma yolunun tutulmas ı zamam<br />
çoktan gelmi ştir. Taplarnac ıuğlu din sosyolojisine ait bir monografi denemesile<br />
bu yola hazırlandığım gösterdi 3 . Olayların karakteristik tetkikine girmek<br />
için bu yolda ilerlemesi, doktrin tart ışmalar ından önce, daha önemle beklediğimiz<br />
bir nokta olacakt ır.<br />
Yazarın türkçe bak ınundan gösterdi ği titizliğe hepimiz kat ıhrız. Yalmz<br />
sosyal ilimler ve felsefe dilinin tabiat ilimleri dili kadar i şlek ve tam bir hale<br />
gelmediğini, bir çok terimlerin iyice yerle şmediğini, unutmamalid ır. Bunun<br />
için, kitab ın sonunda ki ek k ısmını hafifleterek bir has isimler ve türkçe terim<br />
ler İndeks'inin kat ılmas ı iyi olurdu. Çalışkan ve yorulmaz yazar ın kendisinden<br />
beklediğimiz daima yeni ve daha ilerlemi ş eserlere kıyasla bu küçük i şaretlerimi<br />
ba ğışlayacağını umarım. *<br />
28,X.I963<br />
Hilmi Ziya ULKEN<br />
3 Ilâhiyat Fakültesi Dergisi (Cilt X 1963)'nde ç ıkan M. Taplamacıoğlu'nun "Ya şlara<br />
göre Dini Tecriibenin şiddet ve kesafeti üzerine bir anket denemesi" adl ı yazısı,<br />
* Bu ba şlığın yazarı Ord. Prof. Hilmi Ziya I.J1ken lisede bana ders vermi ş, yetişırıeme<br />
emek harcamış ve bilimsel öğütleriyle bana ışık tutmuştur. Dil, bibliyografya ve anlay ış<br />
metodunun Din Sosyolojisindeki önemi konusunda benimkilerden farkl ı olan görüşlerine<br />
te şekkür ederim. — Yazar<br />
VIII
IÇINDEKILER<br />
BIRINCI BÖLÜM<br />
GIRIŞ<br />
SAH İFE<br />
I. GENEL BILGILER 1<br />
II. SOSYOLOJ İ 7<br />
1. Sosyoloji Nedir<br />
a) Sosyoloji özel konusu olan bir bilünidir. 7<br />
b) Sosyoloji bir yap ı ve olgu bilimdir, 9<br />
c) Sosyoloji normatif olmayan bir ı olaylar bilimidir 11<br />
d) Sosyoloji ampirik bir bilimdir. 13<br />
2. Toplumsal Yap ı ( 15-27)<br />
Cemaat 15<br />
Menfaat Cemiyeti 17<br />
Egemenlik Cemiyeti 19<br />
Zümre Cemiyeti 24<br />
S ın ıf Cemiyeti 26<br />
3. Toplumsal Hareketlilik (27-31)<br />
Yatay Hareketlilik 27<br />
Dikey Hareketlilik 29<br />
III. DINLER BILIMI (31-43)<br />
A. Yorum Teorisi 34<br />
B. Dini Tecrübe 36<br />
C. Din Sosyolojisi 38<br />
IX
IV. D İN SOSYOLOJ İ S İNİN TAR İHÇES İ (43-58)<br />
A. Din Sosyolojisinin Öncüleri 43<br />
B. Din Sosyolojisinin Kurucular ı 47<br />
C. Din Sosyolojisinde Son Geli şmeler 52<br />
D. Bugünkü Durum 55<br />
İKINCI BÖLÜM<br />
(Din Sosyolojisinin Ana problemleri)<br />
I. GENEL BILGILER (58-68)<br />
A. Din Sosyolojisinde Metot 59<br />
B. Din Sosyolojisinde Ara ştırma Alanı 64<br />
C. Din ve Toplum 65<br />
II. DINI TECRÜBEN İN ANLATIMLARI (68-78)<br />
A. Dinin Teorik Anlat ımı 69<br />
B. Dinin Pratik Anlat ımı 72<br />
C. Dinin Sosyolojik Anlatımı 74<br />
III. DININ TOPLUM VE DÜNYA KAR ŞISINDAK İ TUTUMU (78-94)<br />
A. Dinin Sosyolojik Rolu 78<br />
B. İman ve Ö ğretinin Birle ştirme Gücü 81<br />
C. Ibadetin Birle ştirme Gücü 82<br />
D. Dini Tecrübe ve Dinin Dünyaya kar şı tutumu 86<br />
E. Toplum ve Evrensel Düzen 91<br />
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />
(D İN VE TOPLUM MÜNASEI3ETLERİ)<br />
I. DEVLET (94-104)<br />
A. Devlet Sözü 95<br />
B. Devletin Ba şlangıc ı 97<br />
C. Devletin Tan ımı 98<br />
D. Devletin Kurucu Unsurlar ı 99<br />
E. Devletin Siyasi ve Tarihi Görünü şü 99<br />
F. Dinle münasebetleri bak ımından Devlet şekilleri 103<br />
II. İSLAMDA DEVLET (105-115)<br />
A. Genel Bilgiler 105<br />
B. Hilafet Müessesesi 108
) Hilâfet makam ına gelme tarz ı 109<br />
c) Halifenin Görevleri 113<br />
III. D İN VE DEVLET MÜNASEBETLER İ VE TİPOLOJ İLER(11-130)<br />
Birinci Tipoloji (Dinle Devletin ayn ı olmas ı) (115-126)<br />
a) İlk Safha 115<br />
b) İkinci Safha 115<br />
c) Geçici Safhaya ait örnekler 118<br />
1) Zerdü ştlük 118<br />
2) Shinto Dini 119<br />
3) İslâmiyet 120<br />
İkinci Tipoloji (Yeni Din) 126<br />
Üçüncü Tipoloji (Evrensel Dinler) 128<br />
IV. LAY İKL İK VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ (130-169)<br />
A. GENEL BILGILER (130-135)<br />
1) Lâyiklik Sözü<br />
2) Lâyikliğin Tanımı<br />
3) Lâyikliğin Batıda ve Türkiyedeki uygulanmas ı<br />
B. BATIDA LAY İKL İK<br />
130<br />
131<br />
133<br />
(135-147)<br />
1) Aydınlanma Devrine kadar olan Devre 138<br />
2) Frans ız Devrimine kadar olan Devre 138<br />
3) Bugünkü anlamda lâyikli ği doğuran olaylar (140-147)<br />
a) Amerika Birle şik Devletleri 140<br />
b) Frans ız devrimi 141<br />
c) 1905 kanunu 144<br />
C . DOĞUDA LAY İKLIK VE VİCDAN ÖZGÜRLÜGÜ . (148-159)<br />
1) İslâmda din ve devlet ay ırımı 148<br />
2) Türk ve İslam dünyas ında lâyiklik örnekleri 151<br />
3) Osmanhlarda din ve vicdan özgürlü ğü 152<br />
4) Türkiyede lâyikli ğin kurulu şu 154<br />
a) Tanzimat 154<br />
b) Türkiye Cumhuriyeti 155<br />
D . VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ 159<br />
1) Medeni halin lâyikle şnıesi 160<br />
a) Nüfus kayıtları 160<br />
b) Evlenme ve miras i şleri 160<br />
2) Dini törenlere kat ılma yükümlüğünün olmamas ı 160<br />
3) Dini törenlerin kamu hizmeti say ılmamas ı 160<br />
XI
4) Kamu hizmetlerinin lâyikle şmesi 161<br />
5) Genel Bütçeden din için bir yard ım yap ılmamas ı 161<br />
E. IBADET, Â.YİN VE TÖREN YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜ 162<br />
F. TÜRK İYEDE LA YIKLIK KONUSUNDA BAZI<br />
GÖRÜŞ FARKLARI 164<br />
G . BIZDEKI VE BATIDAK İ LAY İKL İĞIN BENZERLIK<br />
VE AYRILIKLARI 166<br />
SÖZLÜK KESIMI 169<br />
IIX
DIN SOSYOLOJ İ S İ<br />
Birinci Bölüm<br />
GIRIŞ<br />
I — GENEL BILGILER<br />
Din Sosyolojisi çok genç bir bilimdir. Alan, amaç ve metodu üzerindeki<br />
tartışmaların henüz sonu almmam ışt ır. ı Bu konuda sadece deneme özelliginde<br />
bir tak ım eserler yaz ılmıştır Tümü ve bütünüyle büyük problemleri<br />
ele alan sistematik eserler çok azd ır. Açıklanması başta gelen Din Sosyolojisi<br />
sözü bile açık değildir. Bu terimle iki şey anlat ılmak istenir :<br />
A) 19. yüzyıl sonunda toplumsal şartları hareket noktas ı sayarak<br />
dini açıklamak ve anlamak cihetine gidilmi ştir. Bilindiği gibi bu, Auguste<br />
Comte'un pozitivizmine giden bir yoldu. Comte'a göre din toplumun bir<br />
fonksiyonu idi. Son zamanlarda Durkheim etrafında toplanan Frans ız Sosyoloji<br />
Okulu bu doğrultuda ilerlemi ş ve büyük bir canlılık göstermi ştir 2 .<br />
Burada<br />
dinin başlangıç ve temelini rasyonel olarak aç ıklamak amacı güdülmüş<br />
ve ilk toplum ba ğlarma gidilerek Totemcilik ele ahnm ıştır Insanla<br />
toplum (klân, frateri, kabile ve benzerleri) aras ındaki bir bağhlaşma münasebeti<br />
gözlemlenmi ş ve bu münasebet dinin ba şlangıcı sayılmıştır Klân ad ını<br />
ta şıyan toplulukta, totem, cemaatin yerini tutan kutsal varl ık olarak alınmış!<br />
tı. Bu yolda gerek din ve gerekse totem hakk ında yanlış düşüncelere sap ıldığında<br />
şüphe yoktur. Frazer, 1910 y ılında yay ınladığı Totemcilik ve D ış Ev.<br />
lenme 3 adli eserinde Totemle olan münasebetin her vakit dini olmayaca ğ-<br />
ını ispat etmi ştir. Yazara göre Tanr ıdan söz eder gibi totemden söz açmak<br />
ve bunun klân tarafından yüceltildiğini doğrulamak büyük bir hatad ır.<br />
Bu türlü anla şılan sosyolojik görü ş yirminci yüzyılın ba şlangıcında büyük<br />
ölçüde tarihi ara ştırmalara yol açm ıştır. Ara ştırmalarda tarihle toplum durum-<br />
I Bk. J. Wach, Einführung in die Religionssoziologie 1931<br />
2 Les formes Mmentaires de la vie religieuse 1912<br />
3 James Georges Frazer, Totemism and Exogamy, 1910<br />
Din Sosyolojisi F. 1 İ .
ları arasındaki bağıntı ve bağlant ılar ele almıyor ve toplumsal tutum, ekonomik<br />
şartlar ın bir sonucu sayılıyordu. Bütün bu söylenenler, Dinler Tarihine<br />
uygulanacak olursa, dini olaylar ın kendisi bile tarihi belirti ve de ğişiklikleriyle<br />
toplum şartlarına, ihtiyaçlara ve ekonomik zaruretlere indirilmi ş<br />
ve onların ışığı altında anla şılmış olur. Bu yolda yap ılmış toptan bir te şebbüs<br />
yoksa da parça parça denemeler vard ır. Hırıst ıyanhğın yorumu, bunun çok<br />
aç ık bir örne ğidir. Kautsky sosyalist teorinin en çok tan ınmış bir temsilcisidir.<br />
Sosyalist teori dini, ekonomik şartların ortaya çıkardığı s ınıf farklarma<br />
bağlı görür. Kautsky, 1908 yılında yayınladığı Hırıst ıyanhğın Men şei<br />
adlı eserinde Tarihi Maddecilik metotlar ını izliyerek H ıristiyanhğın, bir<br />
proletarya hareketinden ba şka bir şey olmadığını ispata yeltenmi ştir.<br />
Yazara göre daha sonra varhkh s ınıflar kendi ç ıkarlarını dü şünerek bu ilkeleri<br />
karşılayan imân ve ahlak yönünden bir tak ım değişiklikler yapm ışlardır.<br />
Mauren Brecher de buna benzer fikirler ortaya atm ıştır. Bu yazar da t ıpkı<br />
Kautsky gibi Hırıstiyanhğı, yığınların proleter psikolojisinden ç ıkmış gibi<br />
göstermektedir. Tarihi bak ımdan tamamiyle yanlış olmakla beraber her<br />
iki görüşteki ana fikir, dinin toplumsal şart ve etkenlerin bir anlat ımı ve<br />
fonksiyonu oldu ğu yolundad ır.<br />
B) Ba şka bir açıdan din sosyolojisi din içindeki sosyolojik olaylar ı ve<br />
dinin sosyolojik münasebetlerini inceler. Bu tan ım, genel olarak bir çok elemanları<br />
içine al ır :<br />
1) Din sosyolojisi, çok aç ık ve kolayca belirtilebilen münasebetlerle<br />
sosyolojiye bağlı olduğu kadar Dinler Bilimin de ba ğlıdır. Eğer sosyolojinin<br />
göı evi insam toplum içinde incelemek ve onun toplumla olan ba ğlarını ve topluluk<br />
türlerinin temel yap ısını açıklamak ise bu durumda Din Sosyolojisi Özel<br />
bir Sosyoloji olarak kendini gösterir. Gerçekte Sosyolojiyi iki ana gruba ay ırmak<br />
bir adet haline gelmi ştir. Genel Sosyoloji, Özel Sosyoloji.... Genel<br />
Sosyoloji, ana fikirlerin, toplum türlerinin ve toplumda ya şayan ana kuvvetlerin<br />
bir teorisi oldu ğu halde, Özel Sosyoloji, ilgili bulundu ğu çe şitli sosyolojik<br />
kurum ve konular ı inceler. Bu yönden bugün bir Sanat Sosyolojisi, bir<br />
hukuk Sosyolojisi, bir iktisat sosyolojisi, ve son olarak bir de Din sosyolojisi<br />
vardır. Bu durumda Din Sosyolojisi, sosyolojinin Özel bir dal ıdır.<br />
Başka yönden, Din Sosyolojisi kar şılaştırmalı ve sistemli olarak Dinler<br />
Biliminin pratik verilerini inceler. Bu durumu ile de bu disiplin Kar şıla ştırmalı<br />
Dinler Biliminin bir koludur. Karşılaştırmalı Dinler Bilimi, Genel Dinler<br />
Tarihinin temelleri üzerinde yükselir. O halde Din Sosyolojisinin konusu,<br />
Toplumun ana şekilleri ve dinin d ış gösterileri ile (tezahürlerile) ilgili sosyolojik<br />
süreçler ve bunlar ın yap ı ve kanunlarıdır 5 .<br />
4 Karl Kautsky, Der Ursprung des Christianismus, 1908<br />
5 Dinin dışarıya akseden belirti ve gösterileri fenomenolojinin konusudur. Bunun için<br />
Bk. Gerardus Van Der Leeuw, Phaenomenologie der Religion, 1933<br />
2
2) Genel ve Sistematik Din Sosyolojisi (Sociologie Religieuse G& İ,ftale et<br />
SysMmatique)<br />
Burada belli ba şlı niteliklerini aç ıklamak amac ım güttüğümüz bu bilim<br />
bir çok proplem ve kategorileri inceler. Buradan aç ıkca anla şılır ki yalnız<br />
başına ele ahnan her hangi bir dine öz sosyolojik problemleri ve nitelikleri<br />
söz konusu eden bir de Özel Din sosyolojisi (Sociologie Religieuse Particuliere)<br />
vard ır. Ernst Troelsch 1912 y ılında yay ınladığı Hıristiyan Kilise ve<br />
Gruplarının Toplumsal Doktrini 6 adlı eserinde bir H ıristiyan Din Sosyolojisi<br />
yapmışt ır. Max Weber 1920 y ılında yayınladığı Din Sosyolojisi Dergisinde 7<br />
Konfuçyus, Hindu ve Yahudi dinlerinin Özel Din Sosyolojilerini ortaya koymuştur.<br />
Bunun gibi Reuben Levy'nin 1957 yıl ında yay ınladığı islâmın Toplumsal<br />
Yapsa 7 ve Joseph Chelhod'un 1958 y ılında yay ınladığı İslam Sosyolojisine<br />
giri ş 9 adli eserler de islam dinini inceleyen birer Özel Din Sosyolojileridir.<br />
Çoğu zaman Özel Din Sosyolojisi sosyolojik primblendere ba ğlı teorilerden<br />
söz açmaz. Çünkü kimi dinlerin özünde toplumsal bir teori yoktur. Buna<br />
karşılık bu dinlerde Sosyolojiye konu olan ana şekillere rastlan ır. Din Sosyolojisiııin<br />
konusu, tarih boyunca, özel ve ampirik bir şefilde olagelen din ve<br />
toplum ara ştırmaları temeline dayan ır. Bu görüşün zorunlu sonuçları olarak<br />
din sosyolojisinin ilgi alan ı<br />
şöyle özetlenebilir<br />
a) Dinin aile, kabile, millet, devlet ve benzeri tabii topluluklar kar şısında<br />
zorunlu olarak aldığı bir durum ve tak ındığı bir tutum ♦ardir. Dinle tabii<br />
topluluklar aras ındaki münasebetlerin s çözümlenmesi, Sistematik Din<br />
Sosyolojisinin ba şta gelen bir görevidir.<br />
b) Din, varlığına bağlı olan sosyolojik tezahürleri kendili ğinden meydana<br />
getirir. S ırf Dini Cemaatlar (Communaute Specifiquemer ıt Religieuse) ancak,<br />
Evrensel Dinlerin ortaya att ığı topluluklardır. Temel yapılarının incelenmesi<br />
gerekli olan konular<br />
şunlard ır : Din Doktoru ve ö ğrencisi, ustad<br />
ve tilmiz münasebetlerini düzenleyen ilkeler cemaatlar, müminler cemaati,<br />
mezhep, tarikat ve benzerleri.<br />
c) Bir yandan tabii toplulukla dini grup aras ında, öte yandan toplumla,<br />
ya şayan din aras ında, incelenmesi gerekli özel münasebetler.<br />
d) Birbirine tamamen yabanc ı olan dini topluluklar (cemaatlar) aras ındaki<br />
münasebetler kadar bir dini toplulu ğun içindeki mezhep ve tarikatlar ıyla<br />
olan münasebetleri de Din Sosyolojisinin inceleme alan ına girer. Bilincinin<br />
yakın örneği Kıbrıstaki Hıristiyan ve isl'am cemaatlar ının münasebetleri,<br />
6 Ernst Troeltsch Die Soziallehren der Christlichen Kirchen und Gruppen, 91<br />
7 Max weber, Gesammelte Aufsatze zur Religionssoziologie, 1920<br />
8 Reuben Levy, Social Structure of Islam, (Cambridge, University Press 1957).<br />
8 Joseph Chelhod, Introduction 'a la Sociologie de l'Islam. (Editions Besson-Chant- emerle<br />
1958.)
ikinci şıkkın örneği ise Islam dininin kendi bünyesinde yer alan mevlevi veya<br />
kacliri tarikat ına karşı aldığı tutumdur.<br />
Yukarıda belirtildi ği üzere bu konuda bugüne kadar çok az say ıda eser<br />
yaz ılmıştır Ortaya at ılan mes'eleleri tümüyle aksettirecek önemde sistemli<br />
bir çalışmanın hemen hemen yap ılmadığı da bir gerçektir. Ileride türlü sebeplerle<br />
ele alaca ğımız bir kaç ünlü Kurucuya ve onlar ın yaz ılarına burada<br />
kısaca dokunmakta faide vard ır.<br />
Max Weber :<br />
1864 yılında doğmuş, 1920 yılında ölmüştür. Din Sosyolojisi<br />
dergisi 10 üç cilttir. İkinci baskıs ı 1922-23 y ılında yap ılmıştır. Yazar,<br />
bu eserinde kar şılaştırmah olarak dinin ekonomi üzerindeki etkilerini ve yine<br />
ekonomik hayat ın toplum ve toplum tabakalar ı üzerindeki tepkilerini ara ş -<br />
tırmıştır. Ne yaz ık ki bu büyük yazar ın din sosyolojisine yapt ığı ölçüsüz<br />
hizmetleri bir' yana b ırakılarak Kapita]izm zihniyeti ve bunun Protestan<br />
ahlaki üzerindeki e%kisi ve özellikle Kalvinizm ahlak ına ilişkin yaz ıları<br />
büyük çevrelerde daha çok ilgi çekmi ştir.<br />
Ernst Troeltsch :<br />
Max Weber'in yan ı başında Ernst Troeltsch' ı buluyoruz. 1865 y ılında<br />
doğmuş ve 1923' yılında ölmüştür. Konu ile ilgili olarak, H ıristiyan Kilise<br />
ve Gruplarının Sosyal Doktrini 11 adlı eseri yazm ıştır. Yazar burada<br />
hıristiyanli ğın toplumsal elemanlar ım incelemekle beraber öyle derin çözümlemeler<br />
yapmıştır ki görünürde ele alman konu yaln ızca h ıristiyanl ık olduğu<br />
halde gerçekte bütün dinleri kapsayan genel ve sistemli bir Din sosyolojisinin<br />
temelleri at ılmıştır.<br />
Joachim Wach :<br />
1898 yılında do ğmuş ve 1955 yılında ölmü ştür. Kendisi asl ında karşılaştırmah<br />
dinler bilimi profesörüdür. Son görevi Chicago <strong>Üniversitesi</strong>ndedir.<br />
Din sosyolojisi ba şlangıcı 12 adlı eserinde ilk olarak kar şılaştırmalı<br />
ve sistematik bir Din sosyolojisinin alan, amaç ve s ınırlarını çizmiştir<br />
Bu eser konu ve tammlanyla özlü bir Din Sosyolojisi tasla ğı niteliğindedir.<br />
Yazar ın, Amerikaya göç ettikten sonra Ingilizce olarak yay ınladığı Din Sosyolojisi<br />
13 bütün bilim çevrelerinde yank ılar yapm ış ve çe şitli dillere çevrilmi ş<br />
önemli bir eserdir. Burada Dini tecrübenin anlat ımları, dinin toplumdaki<br />
10 Gesammelte Aufs&tze Zur Religionssoziologie, 3 cilt, 1920-21<br />
11 Soziallehren der Christlichen Kirchen Und Gruppen, 2 cilt, 1912.<br />
12 Einleitung in die Religionssoziologie, 1931.<br />
13 J. Wch, Sociology of Religion, (The University of Chicago Press, Chicago) 1957<br />
4
irle ştirici görevi, dinle toplum münasebetleri özlü bir şekilde ele alınmıştır.<br />
Yazar ın Dini Tecrübe Tipleri 14 ve. Dinlerin Kar şılaşt ırmalı Etüdü 15 adlı<br />
eserleri de dolay ısıyla Din Sosyolojisi konular ını inceler.<br />
Giistav Mensching :<br />
Günümüzün ya şayan Din Sosyolojisi bilginlerindendir İlkin halk Dini<br />
ve Dünya 16 dini adı alt ında yayınladığı eser az zamanda kap ışılmış<br />
ve tükenmi ştir. Büyük sava ştan sonra Bonn <strong>Üniversitesi</strong>nde' ö ğretime<br />
ba şlayan yazar daha sonra Frans ızcaya da çevrilmi ş olan Dini sosyolojiyi<br />
17 yayınlamışt ır Eser, sistemli din sosyolojisinin bir çok konular ını<br />
ele al ır. Milli Din ve Tabii topluluk, Evrensel Din ve Tabii topluluk,<br />
Din ve Dini cemaat, Dini cemaat ve Din, bu eserin belli ba şlı konuları aras ındadır.<br />
Glenn M. Vernon :<br />
Brigham Young <strong>Üniversitesi</strong> ö ğretim üyelerindendir. 1962 y ılında yayınladığı<br />
Din sosyolojisi günün konular ıyla ilgilenir 18 .<br />
Buraya kadar sistematik Din sosyolojisine hizmet edenlerden ve eserlerinden<br />
bahsettik. Bu yazarlar çal ışma metodu olarak anlay ış sosyolojisi<br />
(Verstehen Soziologie) ni almış ve hiçbir suretle din mensuplar ın ı gücendirecek<br />
ve küstürecek bir yol tutmam ışlardır : Eserlerinde pozitivistlerin dinsizliğe<br />
götüren yorumlar ına rastlanmaz. Bunlar Sistematik din sosyolojisinin<br />
kurucular ı olmakla beraber din ve din sosyolojisi konusunda ba şka yazarlar<br />
da vard ır : Karl Marx, Auguste Comte, Freud ve Durkheim gibi ünlü bilginler<br />
de bu konularda fikir yürütmü ş ve eserler vermi şlerdir. Fakat bu bilginler<br />
pozitivist ve tek görü şlü kalmış ve dinin içinde saklad ığı bazı yücelikleri<br />
en basit maddi olaylara indirmi şlerdir. Gerçi Auguste Comte Pozitivist<br />
ilmihali, Durkheim Din Hayat ının iptidâi şekilleri, Freud Totem ve Tabu<br />
gibi şaheserleri kaleme alm ışlardır. Fakat bunlar ı, bir çoklar ı, Din sosyolojisinin<br />
kurucular ı değil, yıkıcıları gibi görmektedirler. Zira Karl Marx dini iktisadi<br />
hayat ın bir fonksiyonu saymış, Aguste Comte tap ılanla tapan' birbirine<br />
karıştırmış, Durkheim dinin ba şlangıcını iç güdülerde bulmu ş, Freud ise dini<br />
14 J. Wach, Types of Relgious Experience (The University of Chicago Press, Chicago)<br />
1951<br />
15 J. Wach, The Comparative Study of Religions (Columbia University press, Newyork<br />
1958<br />
16 G. Mensching, Volksreligion und Weltreligion 1935<br />
17 G. Mensching, Sociologie Religieuse (Payot Paris 1951)<br />
18 Glenn M. Vernon, Sociology of Religion (Mc Graw Hili Book Company, inc. Newyork<br />
1962
nevroz ve cinsel güdülerle aç ıklamaya kalkm ıştır. Bütün bunlar muhtelif<br />
dindeki dü şünürleri küstiirmü ş ve sürekli takışmalara yol açmıştır. "<br />
Din sosyolojisinin bilimler arasındaki yeri<br />
Çağımızın bilim alanında yad ırganmayan bir sm ıflamas ına göre bilimler<br />
üçe bölünür:<br />
A Tabiat Bilimleri (Sciences Naturelles)<br />
B İnsan Bilimleri (Sciences 'Humaines)<br />
C Din Bilimleri (Sciences Religieuses) 20<br />
Bu sımflamada alt bölümlere dokunmak amaç d ışıdır. Ancak<br />
daha önce belirtilen ilkelere göre Din Sosyolojisinin bölümlemedeki yerini<br />
bulmak bizim için özel bir önem ta şır. Din Sosyolojisinin yerini, ad ımn da<br />
gösterdiği üzere, İnsan Bilimleriyle Din Bilimlerini birbirine bağlayan köprüde<br />
aramak gerekir. Ba şka bir deyi şle Din Sosyolojisine iki yoldan yarılır:<br />
Toplum bilimleri, Din bilimleri.... Din sosyolojisi bu iki disiplinin birleştiği<br />
yerdedir. Din Sosyolojisinin bu iki kanath durumu kar şısında as ıl<br />
konuya girmeden önce Genel olarak İnsan Bilimleri ve Din bilimleri üzerinde<br />
durmak ayd ınlat ıcı bir önem ve niteliktedir.<br />
A. İnsan Bilimleri<br />
Bu bilimlere, ünlü Alman bilgini Dilthey'a uyularak, Manevi bilimler<br />
(Geistestwissenschaften) de denir. Bu ise genel olarak, Antropolji ile özde ş<br />
bir anlam ta şır. İnsan bilimleri, Fizik, psikolojik ve toplumsal insan ı inceler.<br />
Burada konu ile ilgili yön toplumsal insandır. Toplumsal insan ı inceleyen<br />
disiplinin adı Toplum Bilimleridir. Toplum Bilimleri deyince ekonomi, hukuk,<br />
ahlâk ve tarih gibi Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales Particulieres)<br />
ve bunları özel baz ı nitelikleriyle tek bir bayrak alt ında toplayan<br />
Sosyoloji kar şımıza ç ıkar. Konumuzla daha yakın ilgisi dolayısiyle bu arada<br />
yalnızca genel sosyolojiden söz açmak güdülen amac ı sağlamaya yeter.<br />
19 Burada verilen bilgiler s ırf sistematik din sosyolojisi eserleri ve yazarlarma ili şkindir.<br />
Tarihçe kısmında başka yönden bu konuda tamandapc ı bilgiler verilecektir.<br />
20 Almancada yine ayn ı anlamda olmak üzere Naturwissenschaften, Geisteswissenschaften,<br />
Religionswissenschaften terimleri kullan ılır. Islamdaki ilimler tasnifi büsbütün ba şkadır:<br />
Ilimler ilkönce AKL İ ve NAKLI olmak üzere ikiye ayrılır. AKLİ ilimler NAZAR/ ve AMEL İ<br />
olarak iki kesimdir :<br />
NAZARİ kesim, Ilâhl, riyazi, tabii ilimleri, Ameli kesim Ahlük, Tedbiri Mezil (ev idaresi<br />
veya ev iktisadı), tedbiri Müdün (medineler veya belediyeler bilimi) bilimlerini ihtiva eder.<br />
Nakli ilimler de Aliye ve Aliye (aletle ilgili) Aliye (yüksek) kesimlerine ayr ılır:<br />
Ali ilimler : Lugat, Sarf, Nahive, Maani, Bedi ve Beyan, Şiir ve İnşat, Aruz, Tarih ve mu-<br />
hadarat gibi bilimleri ihtiva eder<br />
Aşli ilimler : Tefsir, hadis, keliim ve akait ilimlerini kapsar.<br />
6
SOSYOLOJ İ<br />
Sosyoloji toplum olaylar ını inceleyen vas ıflayıel (descriptif) bir bilimdir.<br />
Toplum olay ı saptanmış olsun veya olmas ın fert üzerinde bir d ış baskı<br />
yapmaya elveri şli her türlü yapma ve dü şünme tarz ıdır 21 . Bu bakımdan<br />
olumlu bir bilim niteli ği ta şıyan sosyolojisinin konumuzu ilgilendiren yönlerini<br />
özetlemek ayd ınlat ıcı ve yararl ıdır..<br />
I. SOSYOLOJ İ NEDIR<br />
a) Sosyoloii evrensel de ğil, özel konusu olan bir bilimdir.<br />
Sosyoloji toplumun şekil ve gelişmelerini inceleyen bir bilimdir. Bu tanım<br />
açık bir anlam ta şır. Bütün güçlük, toplum kavram ının özelliğinden<br />
ileri gelir. Toplum bitki, hayvan veya dil gibi konu bak ımından smırlandırılabilen<br />
tekil belirtiler tümü de ğildir. O t ıpkı tabiat ve tarih bilimleri gibi<br />
bir disiplindir. Tabiat Kanunlarma ba ğlı olaylar tabiattan ve zaman içinde<br />
akıp giden olaylar ise tarihten ç ıktığı gibi insano ğlunun yaptığı, yaratt ığı<br />
ve yaratmay ı tasarlad ığı olaylar da toplum içinde ak ıp gitmektedir.<br />
Sosyoloji toplum bilimi yahut toplum şartlarından do ğan ve toplumsal<br />
etki yaratan olaylar bilimi olarak tammlamrsa bu tan ım bütün kültür bi.<br />
limlerini içine almış olur. Bu durumda sosyoloji insanlar ın geli şme, çalışma<br />
ve yaratma alanlar ını çevreleyen evrensel bir bilim say ılır. Adam Ferguson<br />
ve Aug. Conte'a göre sosyoloji, insanl ığın kültür geli şmesinin tümünü içine<br />
ahr. Bunun gibi Tarihi Maddecilik te sosyolojiyi bütün manevi bilimlerin<br />
biricik bilimsel metodu ve dünya tarihini aç ıklayan ve her kap ıyı açabilen<br />
evrensel bil maymuncuk sayar.<br />
Sosyolojinin bu a şırı iddialardan yaz geçmesi, onu kendine öz konu ve<br />
metodu olan bir bilim derecesine yükseltmi ştir. Bugün sosyoloji, konusu<br />
olan toplum kavram ını özel bir aç ıdan tan ımlamaya ba şlamıştır. Bütün manevi<br />
bilimleri sosyoloji bayra ğı altında toplamaya çal ışan ve yaln ızca sos<br />
yoloji metotlar ını kullanma gere ğini savunan dü şünü ş tarz ına sosyolojizm<br />
adı verilir. Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales Particulieres) bu görüşe<br />
kar şı gelmektedir. Dil, Din, Ahlâk, hukuk ve ekonominin kendilerine<br />
öz kural ve kanunlar ı vard ır. Bu bilimler dikkatlar ını öz konular ı üzerinde<br />
toplayarak özerkliklerini (muhtariyetlerini) korumu ş ve sosyolojizm akımma<br />
kar şı koymu şlard ır. Böyle yapmakla dil, din, ekonomi, hukuk ve ahlâk ile<br />
ilgili sosyoloji mes'elelerinin önemi inkâr edilmi ş olmuyor. Sosyoloji kültür<br />
yap ılarının muhtevas ım ve şekil kanunların ara ştıracak yerde bu yap ıların<br />
21 Durkheim Sosyoloji Metodunun kaideleri adl ı eserinin 14. sayfas ında Toplum olaylarını<br />
şöyle tan ımlar : Est Fait social, toute maniere de faire, fix& ou non, susceptible d'exercer une<br />
contrainte sur l'individu.<br />
7
hangi sosyal şartlar alt ında ortaya ç ıkt ıklarım ve ne gibi etkiler yapt ıklarım<br />
tesbitle yetinir.<br />
Konunun sınırlanma ve daralmas ı sosyolojinin yarar ına olmu ştur. Yalnızca<br />
özel toplum ve kültür bilimlerinin dayanma ve diremesi de ğil; sosyoloji<br />
metodundaki evrim ve devrimler de bu bilimin ve özellikle toplum kavra<br />
İmran, daralmas ına yol açmıştır. Bugün toplum kavram ıyla toplumsal ya-"<br />
şayış ve ba ğınt ıları ilgilendiren her şey kastedilmeyip türsel bir konuya öz<br />
meseleler ele alınmaktadır.<br />
Kültür belirtilerinin toplumsal bir yönü oldu ğundan sosyolojik bir görü<br />
şlü incelenebilir. Ba şka bir deyi şle, ekonomi bilimi dışında bir ekonomi<br />
sosyolojisi, hukuk bilimi dışında bir hukuk sosyolojisi, sanat dışında bir sanat<br />
sosyolojisi vard ır. Sosyoloji kendi s ınırlarını devamlı olarak tutarsa manevi<br />
bilimlerle bir çat ışma olmaz ve aralar ında sıkı bir i şbirliği sağlanır Böylece<br />
sosyoloji kendine öz bir konu ve görü ş açısma kavu şur.<br />
Bu amaca varmay ı güçle ştiren ba şlıca engel toplumun belirli bir alan ı<br />
tutmayıp bütün kültür alamn ı kaplamas ıdır. Sanat, bilim, ekonomi, hukuk<br />
siyaset ve din gibi kültür alanlar ı koyu çizgilerle birbirlerinden ayr ılmaktadırlar.<br />
Bu ayr ılmalar her alan ın mahiyetinden ve ba ğlı bulunduğu şekil<br />
kanunlarından ileri gelir. Bunları bir bağçenin a ğaçlarına veya bir tara ğm<br />
dişlerine benzetebiliriz. Toplum bunlardan biri olmay ıp onları ta şıyan, onlara<br />
kaynak ve temel vazifesi gören ve onlar ı birle ştiren bir dayanakt ır Tara<br />
ğın dişlerini birle ştiren sırt ve a ğaçların kök saldıkları topraklar topluma<br />
benzetilebilir. Görülüyor ki Toplum bu kültür dallar= eklenecek bir ba şka<br />
dal değil, onlar ı ta şıyan ve onlar ın filizlenip içinde kök salmasına yarayan bir<br />
dayanakt ır. Toplumun sosyolojik yönünü yalnız toplumsal ba ğınt ılara hasrederek<br />
onu ötekilerinden ay ırmak mümkündür.<br />
Son yıllarda bu dü şüncelerden hareket ederek sosyolojiye özel bir konu<br />
sağlamağa ve onun manevi bilimlerle münasebetlerini aç ıklama ğa uğraşan<br />
kuvvetli bir fikir pkinu ba şlamıştır. Bu arada şekli (formel) sosyolojinin kurucusu<br />
olan Georg, Simmel ve sosyoloji saltanatma kar şı cephe alm ış olan<br />
W. Dilthey'in fikirleri çok ilgi çekicidir.<br />
Georg Simmel'e göre Toplumsal olaylar ın bir şekli birde muhtevas ı vardır:<br />
Şeklini sosyoloji; muhtevas ım ise özel toplum bilimleri inceler. Toplumsal<br />
olaylar ötedenberi muhtevalar ı olan ekonomi, hukuk, sanat, dil, din olarak<br />
sistematk bir şekilde çözümlenmektedir. Bu durumda sosyolojinin bu muhtevaları<br />
birer birer ele almas ı, has ıh tahsil kabilinden, bo ş bir tekrarlama veya<br />
ansiklopedik bir ara ştırma olabilir; fakat hiçbir vakit sosyoloji ııin ba ğımsız<br />
varlığını haklı gösteremez. Sosyoloji, tamamen farkl ı bir görüşten hareketle<br />
kültür kurumlar ına doğru uzamay ıp ortakla şa ya şayışa, te şkilat
ve grupla şma şekillerine doğru yönelir. Georg Simmel böylece toplumsal<br />
olayların niuhtevalar ı olan kurumlarla onlar ın bir şekli olan toplumu birbirinden<br />
ayrı ve ba ğımsız görmektedir. 0 kadar ki toplumsal ba ğlant ılardan<br />
doğan e ş şekiller, türlü kültür kurumlar ını ara ştırırken de önümüze ç ıkarlar.<br />
Mesela hukuk ara şt ırmalarında klân, kabile ve site şekilleri kar şımıza ç ıkar.<br />
Ekonomi sistemini ara ştırırken yine bu ana şekiller kar şımıza ç ıkarlar. O<br />
halde hukuk kurumu klan, kabile veya siteye göre çe şitlendiği gibi din kurumu<br />
da klânda, kabilede ve sitede ba şka ba şkadır. Dürbünün öte tarafından<br />
bakacak olursak bu şekillerin de ğişik muhtevalar ı ta şıdığı açıkça görülür.<br />
G. Simmel'e göre bu durumuyla sosyoloji, SOSYAL ŞEK İLLERİN<br />
SISTEMATIK TEORISI OLARAK BAĞIMSIZ B İR B İLİMD İR. O halde<br />
sosyoloji, grup münasebetlerini, toplumsal ayrımlaşma (Diffirenciation) ve<br />
tabakalaşma (stratification) yı ve toplumlar ın şekil kanunların", muhtevalar ına<br />
dokunmaks ız ın inceler.<br />
Yazar ın söyledi ği gibi sosyoloji tarihi bir geli şmenin<br />
geometrisidir.<br />
Georg Simmel'in bu görü şüne taktşılmıştir. Toplumsal şekiller her vakit<br />
kültürel muhtevalardan ay ırdedilemezler. Bu yönden şekil ve muhteva<br />
ayrılığı ancak zihinde tasarlanabilen ve gerçe ğe uymayan bir bulu ştur. Bu<br />
takışma sosyoloji, manevi bilimlerin bir geometrisidir, yolundaki tan ım için<br />
doğrudur. Fakat toplum hayat ının şekli kanunlar ın saptamak ve nazari bak ımdan<br />
sosyolojiye yol göstermek konusunda bilim alemi Simmel'e borçludur. Manevi<br />
bilimlerde çok de ğerli hizmetlerde bulunan W. Dilthey ba şka yollardan<br />
hareket ederek Simmel'in Şekli Sosyoloji görü şüne kat ılmıştır. Bu yazar,<br />
bütün be şeri kültürün bir duygu ve şekil halinde gerçekle ştiğini ileri<br />
sürer.<br />
b) Sosyoloji toplumu bir yap ı ve olgu olarak inceleyen bir bilimdir.<br />
Bir bilim dalın ı ötekilerinden ay ıran ölçüt kendine öz konusu ve meto- ,<br />
dudur. Toplum çe şitli tabakalardan meydana gelmi ş bir gerçektir. Sosyolojide<br />
öteki bilim dallar ından daha çok okul ve do ğrultular ın yer almas ı toplum<br />
olayının zaman zaman şu veya bu özelliğini"' ön plana alınmasından<br />
ileri gelir. Toplum olayları insanlar ın yapt ıkları eylemler olarak ele al ı-<br />
nırsa Sosyolojiye Be şeri Hareketler Bilimi denebilir. Max Weber bu dü şüncededir.<br />
Toplum hayat ını her zaman objektif düzen ve yap ılar etrafında<br />
toplayarak i şe başlanırsa Sosyoloji Toplumsal Yap ılar Bilimi diye tan ımlanabilir.<br />
Bu son görü şü O thmar Spann ve Emile Durkheim savunmu şlardır.<br />
Bu türlü yormulamalar ın en tehlikeli taraf ı toplumun bir özelli ğine gereğinden<br />
fazla bir de ğer vermek, ötekilerini küçüksemektir. Eski bir Yunan<br />
düşünürünün ben tek kitaph insandan korkar ım demesi bu tehlikeye i şarettir.<br />
Yine bir Yunan filozofuna göre gerçe ğin bir yönü de ğil bir çok yönleri<br />
vard ır. Toplumsal gerçe ği bütünüyle göz önünde bulundurmak laz ımdır.<br />
9
Toplum incelemelerinde, toplumu somut bir gerçek olarak ele almak<br />
gerekir. Onu diledi ğimiz şekilde değiştirmeye yetkili de ğiliz. Toplum her<br />
,vakit objektif bir olay, de ğişmez bir gerçek ve zorlay ıcı bir düzen olarak<br />
kar şımıza çıkar. Bu durumu ile toplum bizi ba ğlıyor, hareketlerimizi s ınırlıyor,<br />
bizi zorluyor, belirli yer ve do ğrultulara yöneltiyor ve bütün bunlardan<br />
kaçınmak istedi ğimizde ba şımız sert kayalara çarp ıyor. Toplumsal gerçek<br />
bir dinin kurulmas ı, bir siyasi sistemin alınmas ı ve bir iktisadi faaliyetin<br />
yürütülmesinde de Demokles'in k ılıcı gibi ba şımızın üstünde durmaktadır.<br />
Bu gerçe ği tanımak istemeyen bir din kurucusu, bir siyaset pehlivam,<br />
bir ekonomi uzmanı ve bir ahlak havarisi ancak ve ancak hüstanla karşılaşır.<br />
Ba şarı ise yalnızca bu gerçeklere uymakla sa ğlamr. Unutmamak gerekir<br />
ki toplumsal gerçek ferdi arzulardan çok daha kuvvetlidir.<br />
İnsan vücudu a şağı yukar ı yedi yıl içinde bütün yuvarlar ını deği ştirdiği<br />
halde bünyede belirli bir de ğişme olmaz. Tıpkı bunun gibi toplumlarda da<br />
fertler ve ku şaklar değiştiği halde bünye de ğişmez, daha do ğrusu toplum<br />
bünyesi fert ve ku şakların de ğişme temposuyla orant ılı olarak de ğişmez.<br />
Değişme temposu bünyede çok a ğırdır. Bir toplumun maddi dayanaklar ı<br />
nisbeten kolayca görülebilir. Fakat bünye somut olarak de ğil, daha çok idrak,<br />
duyu ve yorumla kavranabilir. Bu sebeple toplumsal yap ıların bünyesinden<br />
ve bunları kavramaya imkan veren sosyolojik görü şten bahsedilebilir.<br />
Uzak mesafeden bir topluma bakacak olursak fertleri de ğil bütünü<br />
kavramış oluruz. Bu durumda bütüne hakim olan düzeni, onu besleyen kuvvetleri<br />
ve onun içindeki gerginlik, ayk ırılık ve uygunsuzluklar ı tek bir bakışla<br />
anlayabiliriz.<br />
Sosyolojik görüş sürekli ö ğrenmelelerle elde edilir. Ancak • bu ö ğrenmelerde<br />
ara ştırıcı toplumsal şekillerin dış görünü şleriyle yetinmiyerek sosyolojik<br />
olaylar ın kayna ğım ve onların psikolojik temellerini de ele almand ır.<br />
Aksi halde toplumsal gerçek yerine bo ş kahplar elde edilmiş ve anla şılmış<br />
olur. Bu duruma göre gözlemci insanlar ı bağlayan ve ay ıran • kuvvetleri ve<br />
toplumsal yap ıların temellendikleri ruhi tabakalar ı açıklamalıd ır. Bunlar<br />
psikolojik eklemeler de ğil, toplum olaylar ınınosyolojik yönden kavran ılmasının<br />
temel şartla-rıdır. Sosyolojik görü ş, iki eşit temele dayan ır. Bunlardan<br />
biri çeşitli olgu ve yap ıları bir bütün halinde birle ştiren Süreç, ötekisi çok<br />
taraflı bir psikolojik gerçek.... Gözlemci toplumsal yap ının dıştan göze çaxpan<br />
stati ğinden ba şlayarak, onu meydana getiren dinami ği anlamak zorundad<br />
ır. Toplumsal olgu ve gerçe ği kavrama ğa çalışan her sosyoloji bu çifte<br />
görevi benimsemelidir. Toplum olaylar ını bu aç ıdan ele alman ın önemi san ıldığından<br />
daha büyüktür. Bu yap ılmazsa bo ş kahplar insanı yandtabilir. O<br />
zaman Monar şi yap ıları içine Asur ve kaldelilerin zulme dayanan yönetimleriyle<br />
ingilizlerin demokrasi, e şitlik Ve özgürlüğe dayanan yönetim şek-<br />
10
lini aynı saymak veya sadece demokrasi ad ını ta şıyan popüler demokrasilerle<br />
İsviçre demokrasisisini bir saymak gibi hatal ı görü şlere vard ır.<br />
e) Sosyoloji normatif olmayan bir olaylar bilimidir.<br />
Genel Sosyolojinin çözmek zorunda kald ığı en önemli mesele sosyolojinin<br />
konu ve metodudur. Bu bizi bilgi nazariyesi ve metodolojiye götürür.<br />
Burada cevapland ırılacak soru şudur: SOSYOLOJ İ HANGİ MANTIGA<br />
DAYANMALI VE HANG İ YOLLARDAN YARARLANMALIDIR Bu<br />
soru üç türlü cevapland ırılabilir:<br />
Manevi bilimler aras ında değer yarg ılarıyla normatif görü şleri sistemlerinin<br />
bel kemi ği yapan bir sürü disiplin vard ır. Hukuk, Pedagoji, Ahlak,<br />
Estetik ve benzerleri bu gibilerdendir. Şüphesiz, bu bilimlerde her türlü değer<br />
yarg ılarından uzak, yaln ızca olay ve olgulara dayanan tespitler de vardır.<br />
Pedagojide çocu ğun bedeni ve ruhi geli şmesini, hukukta bir fiilin suç<br />
sayılıp sayılmamasım tesbit eden maddi olaylar bu türlü tesbitlerdendir.<br />
Fakat dikkat edilirse bu disiplinlerin özü de ğer yarg ılarına dayan ır ve her<br />
vakit üstün bir de ğere göre ayarlan ırlar. Bu gibi bilimlerin ortaya ç ıkmaları<br />
bile böyle bir de ğerin geçerli ği sayesinde mümkün olmu ştur. Hukukun<br />
problematiği (Çözüm ölçüsü) adalet, Estetiğin proplamatiği güzellik, AhLakm<br />
proplemati ği iyilik, dinin proplemati ği ise kutsall ıkur. Bu bilimlerin ödevi,<br />
benimsedikleri üstün de ğerleri normal sübjektif görü ş ve tutumlar ın üstüne<br />
çıkararak gerçekle ştirmektir. Bu bilimlerin önsel (apriori) olarak kabul<br />
ettikleri şey, adalet, güzellik, iyilik ve kutsall ığın objektif bir de ğer olarak<br />
alınmas ıdır. Bu türlü disiplinler yaln ızca olay ve olgulara dayand ıkları müddetce<br />
kendilerine öz çal ışma alanlar ı dışına ç ıkmış olurlar. Bu anlamda<br />
bu bilimlere normatif disiplinler ad ı verilir. Sosyolojinin mant ık ve mahiyeti<br />
ile ilgili ilk tesbit, bu bilimin normatif bir bilim olmad ığıdır.<br />
Bir toplum düzeninin adil, faziletli, fertlerin istek ve zihniyetine uygun<br />
olup olmaması sosyoloji bak ım ından önemli de ğildir Sosyologun incelemekte<br />
olduğu toplumsal yap ıların de ğer yarg ılarırıa uyup uymad ığını veya<br />
toplumun adalet, fazilet ve ahlak törelerine göre yönetilip yöneltilmedi ğini<br />
sormağa hiçbir yetkisi yoktur. Sosyoloji normatif bir bilim olsayd ı, bu<br />
konuları çözümlemekle görevli olurdu. Sosyoloji normatif bilim, olmad ığından<br />
bütün bu meseleler onun çözüm alan ı dışında kalırlar. O halde bu meseleleri<br />
ortaya atan veya bunlar ı karara ba ğlayan kimse hukuk, ahlak, pedagoji<br />
gibi normatif bilimler alan ına geçmi ştir. Bu kimsenin de ğer yarg ı-<br />
ları pratik eylemler haline gelince siyaset alanına girilmiş olur.<br />
Bu ana kadar sosyolojiyi normatif bir bilim de ğildir şeklinde ele ald ık.<br />
Şimdi müspet olarak sosyolojinin yaln ızca olay ve olgularla ilgili mes'ele-
lerle uğra şmağa yetkili olduğunu söyleyebiliriz. Burada sadece falan top:<br />
hım düzeni acaba hangi yap ı kanununa göre kuruhnu ştur Böyle bir toplumda<br />
aile, din ve devlet nasıl bir röl oynar Te şkilat şekillerinden hangisi ön plana<br />
alınmıştır (Baba şahlık, ana şahlık v. s.) Gruplardan hangisi egemenli ği elde<br />
tutmaktad ır gibi mevcut 'durumu tesbit eden sorular yan ında falan toplumun<br />
geli şmesi hangi doğrultudad ır Hangi toplumsal yap ı, kurum ve kurulu<br />
şlar yıkılmağa, çözülme ğe veya şekil değiştirme ğe yüz tutmu ştur Hangileri<br />
yeniden kurulma ğa, geli şmeğe ve yayılmağa elveri şlidir gibi sorular<br />
sosyologa sorulabilir Fazla olarak bir biri üzerine tesir eden toplum düzenlerinden<br />
hangisi hangisinin üzerinde daha çok etki yaparak bir bünye de ğişikliğine<br />
yol açar Şeklinde sorular da sorulabilir. Çek kere görünürde kazananların<br />
yendikleri toplum bünyesinde eridikleri ve gerçekte yenildikleri<br />
çok rastlanan örneklerdendir. Selden Demokrasi ad ı ta şıyan bir yönetimin gerçekte<br />
koyu bir zorlama rejimi oldu ğu çok görülmüştür. Bu sebepten e şyanın gerçe<br />
ğini aramak gerekir.<br />
Geçmişteki toplumsal olayları bugünkü durumla kar şılaştırmak çok<br />
kolay bir yoldur. Çünkü tarih, kaynaklar ı bakımından kavranabilecek bir<br />
durumdad ır. Bu gerçek kar şısında irademizin büyük bir rolü yoktur. Ancak<br />
tarihi olaylara de ğer verme söz konusu oldu ğunda i ş değişir. Sosyoloji yalnız<br />
geçmi şin ve günün olaylariyle de ğil, bugünkü durumun gelecekte göstereceği<br />
yönelişleriyle de ilgilenir. Aç ıkça belirtmek gerekir ki günün toplumsal<br />
gerçekleriyle s ıkı bağlantılarımız vard ır. Bu bağlant ılar varh ğımızla s ı-<br />
kulan s ıkıYa ilgilidir. Bir memleketteki siyasi hareketler bilginin, tarafs ız<br />
gözlem ve tesbitine konu olabilirler. Fakat bu siyasi cereyanlardan biri bu<br />
gözlemi yapan ın varlığına son vermeyi veya mensup oldu ğu zümrenin yok<br />
edilmesini hedef tutmu şsa bu incelemede ara ştırıcımn durumunu ve ne dereceye<br />
kadar tarafs ız kalaca ğım düşünmek gerekir. Nazi Almanyas ında yahudi<br />
soyundan bir bilginin çalışması veya istibdat devrinde hürriyet ve demokrasiye<br />
dayanan bir bilginin verece ği eserleri dü şünmek kafidir. Görülüyor ki<br />
toplumsal gerçekler, içinde ya şadığımız ilemin kendisi veya önemli bir parçasıdır.<br />
Bu toplum düzeninin devam ı, deği şmesi veya ortadan kalkmas ı ka -<br />
derimizi tayin eder. Fazla olarak bu düzenin devam etmesi de ğişmesi veya<br />
ortadan kalkmas ı bir dereceye kadar irademize ba ğlidır. Zira bu düzene şekil<br />
veren canh madde bizleriz. Bu yönden bu gerçe ğin bir parças ı veya etki<br />
gücü bizleriz. Toplumsal olaylar bizlerden geçerek yoluna devam eder. Burada<br />
bir soru hat ıra gelebilir: Bizi en yak ından ilgilendiren bu olaylar ı olduğu<br />
gibi kabul ederek şuurlu bir feragatla herhangi bir durum almaktan ve de ğer<br />
hükmüne varmaktan sakmacak ınlyız Sosyoloji bir olaylar bilimi olduğundan<br />
her türlü de ğer hükmünden uzak kalmak zorundad ır. Aksi takdirde<br />
bilimsel anlamda bir sosyolojiden bahsedilemez. Sosyoloji kurumlar ını her<br />
an kendi çıkarına uygun ve insanhk gereklerine ayk ırı şekilde yöneten sert<br />
12
ir otorite sistemi kadar fertlere özgürlük, e şitlik ve kardeşlik tamyan bir<br />
toplumsal sistemi de e şit ve objektif ölçülerle incelemelidir. Her iki düzenin<br />
yap ı kanunların ve geli şme e ğilimlerini objektif bir gözlem süzgecinden geçirerek<br />
birini kötüleyip, ötekini alk ışlamadan olduğu gibi aksettirmelidir.<br />
Bu sonuca varmak için uzun y ıllar geçmi ştir. Kurucular bu cihete i şaret etmişlerdir.<br />
Buna rağmen aradan bir çok yıllar geçmiş, fakat bir türlü sosyoloji<br />
değer yarg ılarından yakasını kurtaramam ıştı. E. Durkheim, V. Pareto<br />
ve M. Weber gibi devrin üstün ve ünlü bilginleri toplumda olup bitenleri<br />
bilimsel bir süzgeçten geçirerek sosyolojiye bilim de ğerini kazand ırmışlardır.<br />
Durkheim toplumsal olayların e şya gibi incelenmesi, Pareto sosyolojiye<br />
neopozitivizmin uygulanmas ı ve Weber ise değer yarg ılarından uzak kal ınmas<br />
ı tezlerini savunmu şlardır.<br />
Fizik biliminin yardımıyla bazı uygulama ve yenilikler<br />
Son uzay yolculuklar ı veya atomik ke şiflerini bir fizik ve astronomi bilginini<br />
gelecekle ilgili aç ıklama ve bildirilerde bulunma ğa yetkili k ılabilir. Fizyolojideki<br />
ilerlemeler, doktorlukta var ılacak a şamaları işaret edebilir. Bunun<br />
gibi Sosyolojide de baz ı mutlu sonuçlardan bahsedilerek siyasi do ğrultu<br />
belirtilebilir. Burada dikkat edilecek şey, de ğer yargılarma saplamnamakt ır.<br />
d) Sosyoloji ampirik bir bilimdir :<br />
Sosyoloji, tecrübelerden toplad ığı bilgi ve verilesi kar şdaştıran, bölümleyen<br />
ve yorumlayan bir bilim dand ır. Matematik gibi irsi bir bilim de ğildir.<br />
Daha önceleri bu bilimi teorik kadrolar içinde ele alanlar ve felsefe içinde<br />
inceleyenler olmu ştu. Fakat 19. yüzy ılın sonunda hiç bir şüpheye yer vermeyecek<br />
şekilde sosyolojinin tecrübi niteli ği ortaya ç ıkmıştır.<br />
Tabii hukuk anlayışı, sosyolojinin tecrübi anlamda geli şmesini sağlamıştır.<br />
Zira tabii hukukun amac ı tabii toplum düzeninden baz ı kurallar elde<br />
etmektir. Bunun yap ılmas ı için bu kurallar ı verecek olan tabii toplum<br />
düzenini incelemek gerekmi ş ve bu da zorunlu olarak tecrübi verilere dayanan<br />
bir sosyolojinin kurulmas ına yard ım etmi ştir.<br />
Emile Durkheim, toplum olayları ancak ba şka bir topum olaylar ıyla<br />
açıklanır ve bunlar hiçbir suretle fizik, biyolojik ve psikolojik olaylara indirilemez<br />
ve bu olaylarla aç ıklanamaz, der. Bu görü şün gerçek anlam ı sosyolojinin<br />
yalnızca toplum olaylar ıyla uğraşaca ğı ve tek ba şına coğrafi, tabii ve fizik<br />
şartlar ın doğrudan do ğruya toplum olaylar ını tayin edemiyece ği yolundadır.<br />
13
Herhangi bir yap ıp inşai bir tarzda kurmaya kalk ışmak, bu toplum yap ı-<br />
sını yalnızca tek yönden görmektir. Bu ise o yap ıda sakh olan büyük de ğişme<br />
yetene ğini hiçe saymak olur. Toplumsal gerçe ği bütün zenginliği ve değişme<br />
ihtimalleriyle birlikte kavramak ise ampirik bir yoldan gitmekle mümkündür.<br />
Bundan dolayı gerçek ve olumlu bir bilim haline gelen sosyoloji aynı zamanda<br />
bir deney bilimi olmak zorundadır.<br />
Almancada tecrübenin kar şılığı Erfahrung'dur. Terim, bir yolculukta<br />
edinilen pratik bilgileri anlat ır. Bu sebepten dolay ı sosyolog bir inceleme<br />
gezisine ç ıkmalı; hemde otomobile de ğil, yaya olarak. Yolu üzerinde rastlad ığı<br />
insanlar, kar şılaştığı olaylar ve konu ştuğu kimseler ona öyle tecrübeler kazandırır<br />
ki bunları kitaplar aras ında ve .masa üzerinde elde etmek çok güçtür.<br />
Bunun gibi Yüksek öğrenimi yapan bir ö ğrencinin sıras ıyla ilk, orta,<br />
lise ve üniversiteye devam etti ği sıralarda edindiği bazı tecrübeler vard ır.<br />
Bu a şama ve basamaklar ı izlemeden yeti şmi ş kimselerin kitaptan ö ğrendikleri<br />
bilgiler temelsiz kalan bo ş kalıplar gibidir. Bu sebepten Üniversiteyi<br />
bütün a şamalardan geçerek bitiren bir kimse kültür da ğıtan kurumlardan<br />
aldığı tecrübelerle toplum , denilen bilmeceyi çözmeye ve meslekte ba şarı<br />
elde etmeğe daha yetkili ve yeterlidir.<br />
Şunu da belirtmek gerekir ki bugün sosyoloji, fizik ve biyoloji kadar<br />
deneysel de ğildir. Bir kere toplum bilimlerinde, biyoloji ve fizikte oldu ğu<br />
gibi bir deneyim yoktur. Yani plânh bir tecrübe metot bak ımından çok ileri<br />
durumda bulunan İşletme sosyolojisinde bile çok zayıft ır. Tecrübenin<br />
tam olarak uygulanmas ı ve sonuç vermesi için giri şilen deneyin icabederse<br />
durdurulmas ı ve tekrar ba şlaması mümkün olmalıdır. Çok küçük birliklerde<br />
baz ı deneyim (experimentation) lere giri şmek mümkün ise de büyük toplum<br />
olaylarını durdurmak ve tekrar ba şlatmak kabil de ğildir 22 .<br />
Bundan<br />
dolayı sosyoloji tecrübelerden ilhâm ve kayna ğını alan bir bilim olmakla<br />
beraber fizik bilimler ölçüsünde bir deney bilimi say ılmaz. Ancak konusunun<br />
özelliklerine uygun dü şen, de ğişik bir ampirik metodu geli ştirmek zorundadır.<br />
Sosyolojide bir de istatistik usulleri yer al ır. Istatistik yerlerin sosyolojide<br />
bir değer kazanmas ı için elde edilen rakkamlar ın iyice denetlenmesi gerekir.<br />
K ısacası, istatistik yolu ile kavran ılan her toplum olay ının sosyolojik<br />
bir gerçe ği ifade etmesi için nicel ve nitel bir çözümleme süzgecinden geçmesi<br />
gerekir 23.<br />
22Deneyim terimi Tecrip (Exp&imentation) kar şılığı kullan ılmıştır. Planl ı bir tecrübe<br />
demektir. Burada ayn ı şartlar altında olayları tekrarlanabilmesi esast ır.<br />
23 Bu dilim için Dr. Hana Freyer'in Sosyolojiye Giri ş Adli (N. Abadan çevrisi) eserine<br />
bak. Yine aynı yazar ın İspanyolca ( İntroduccion a la Sociologia) eserinde sayafa -1-31 bak ılmalıdır.<br />
14
2. TOPLUMSAL YAPI (Structure sociale)<br />
Yapi incelemelerine geçmeden önce metodla ilgili ayd ınlat ıc ı nitelikte•<br />
bir kaç noktaya dokunmak gerekir:<br />
a) Sosyoloji, tarihi değil, sistematik bir disiplindir. Bundan dolayı sosyolojideki<br />
ana kavramlar toplum hayat ında yalnızca bir defa geçen tekil<br />
belirtiler de ğil, tekerrür eden tipik yap ılarıdır. Burada her sosyolojik olay ın<br />
aynı zamanda tarihi bir olay oldu ğu inkâr edilemez. Fakat bu olaylardan ancak<br />
tekerrür edenleri ve bir sisteme ba ğlanabilenleri, sosyolojiye konu olur.<br />
b) Yap ı incelemelerinde bir toplumda ço ğu zaman bir çok yap ı şekilleri<br />
birbirine girmi ş daireler halinde görünürler. Cemiyet cemaat menfaat<br />
birlikleri yan yana ve iç içe girerler. Bu türlü incelemelerde, bu çapra şık durumları<br />
göz önünde tutmak gerekir.<br />
c) Yap ı ara şt ırmalar ında ülküsel tiplerin ara ştırılmas ı baz ı çapra şıkhk<br />
gösterir: M. Webere göre, toplum münasebetlerinin olu şunda etki yapan<br />
çeşitli saik, amaç, çıkar ve sebeplerden her zaman bir tanesi daha a ğır basar.<br />
Bu ağır basan yön toplum yap ısımn tipini tayin eder. Gerek fizik ve<br />
biyolojik gere,kse psikolojik ve sosyolojik yap ılarda gerçekten ülküsel<br />
tipe varmak çok güçtür. Nas ıl (H20) formülü ülküsel bir su tipi olup<br />
tabiatta rastlananlar ın bundan az çok farkh oldu ğu tesbit edilmi şse bunun<br />
gibi toplumdaki yap ı tiplerinde de bölünılemeyi güçle ştiren yönler vard ır.<br />
Ancak a ğır basan nitelik, sebep ve saik bunlar ın s ınıflanmas ını kolaylaştırır.<br />
E ğer bu yollarla ülküsel tipler saptanmasayd ı sınırlı bir kaç yap ı<br />
tipi yerine sayılamıyacak de ıecede tipler elde edilecek ve bilimsel çah ş-<br />
malara fırsat bulunamıyacaktı . Şüphesiz bu türlü ülküsel (ideal) tiplerin<br />
kurulmasında sakh olan fayda toplumsal belirtilerin sonsuz çe şitlerini bir,<br />
düzen içinde kavramay ı sağlamakt ır. Bunlara Ekonomide model tip te<br />
derler. Prof. Hans Freyer ülküsel (ideal) tiplerin en genel olanlar ına sosyal<br />
hayat ın ana şekilleri demektedir. Zoolojide, Botanikte, fizikte bu ana<br />
tipler pek çoktur. Bunlar bilimsel bölü ınlemeyi mümkün kılarlar. Zoolojide<br />
omurgah, omurgas ız tasnifi ve bunlardan da sürünge ıder, ku şlar ve<br />
balıklar şeklinde bölümlemelere var ılmas ı birer ülküsel tip saptanmas ından<br />
ba şka bir şey değildir. Bu türlü tesbitlere sosyolojide de s ık sık rastlanır.<br />
Cemaat (Communaute") :<br />
Bu tip topluluk ilkel toplumlarda yer alm ıştır. Konu ile en çok Ferdinand<br />
Tönnies u ğra şmıştrr. Yazar Cemaat ve Cemiyet (Gemeinschaft und<br />
Gesellschaft) adl ı eserinde cemaat yap ıs ını iyiden iyiye incelemi ştir. Bu tip<br />
15
topluluk ilk zamanlara öz bir gruplanma olmakla beraber bugün de bu<br />
türlüsüne bir çok yerlerde rastlan ır.<br />
Bu kurulu şun en önemli özellikleri şunlardır:<br />
a) Bunlar küçük topluluklard ır. Üye say ısı az ve ço ğu zaman dünyan ın<br />
ba şka kesimleriyle ilgisini kesmi ş olan küçük gruplardır. O halde bu tipin<br />
ba şta gelen özelliği küçük ve dar bir topluluk olmas ındadır.<br />
b) Bu tip toplulukta ya şayan insanlar aras ında birlik ve beraberlik yan ında<br />
düşmanhk ve kin dalgalar' da görülür. Fakat bunlar ın temel ba ğları, kader<br />
birliği, kültür birliği ve gelenek birliğinde toplanabilir. Bundan dolay ı bu topluluk<br />
üyeleri kendilerini birbirine ba ğlı görürler, üyelerden birine kar şı beliren<br />
bir tehlikenin, bütün cemaat üyelerine etki ve tepkileri görülür. Bunun<br />
en güzel örne ği Okyanus içinde bir adada ya şayan ve sonralar ı bir yanardağın<br />
tehlikeli olmas ı üzerine Ingiltereye getirilen Tristan Dakona halk ın ın<br />
durumudur. Etrafla münasebeti kesilmi ş olup yüksek da ğlar aras ında kalmış<br />
bir köy, büyük denizler ortas ında tek başına yaşayan bir ada halkı, Afrika<br />
veya Avusturalyada dünya ile münasebeti kesilmi ş bir a şiret cemaat<br />
tipinin belirgin örnekleridir.<br />
c) Cemaat üyeleri, kader birli ği, ortakla şa kültür ve birbirine çok girmiş<br />
olmaktan ileri gelen bir bütünlük gösterirler. Fakat bu, hiçbir vakit bir<br />
cemaat .üyeleri içinde farkl ı yetenek ve marifette insanlar ın bulunmayaca ğı<br />
anlamında değildir. Müşterek bir tehlike kar şısında pek nsln daha tecrübelilerden<br />
akıl sorulur. Bir i şte en yetenekli olanlar görevlendirilir vesaire<br />
Bütün bunlara ra ğmen cemaat içinde egemenlik kavram ı yoktur Kişisel nitelikleri<br />
dolayısiyle grup içinde i ş görenler, bütün cemat ı temsil ederler. Böyle<br />
bir farkl ıla şma cemaatin ya şamas ını sağlayan bir temeldir. Fakat böyle<br />
küçük bir azg ınlığın, cemaat bünyesi üzerinde egemenlik kurmas ı anlamında<br />
değildir. Egemenlik ileride aç ıklanaca ğı üzere toplum içinde hele ilk safhalarda<br />
parçalay ıcı bir rol oynar. Egemenlikte yöneticiler yönettikleri y ığın<br />
larla aynı kaderi payla şmazlar. Onlar ın yaşadığı Mem yönettikleri yığından<br />
farklıdır. 0 halde cemaat egemenlik unsuru ta şımayan bir toplum yap ısıdır<br />
Cemaatin bu özellikleri yan ında birde yap ısını geliştiren şartlar ı vardır:<br />
Cemaat yap ısı üç etkenin tesiri alt ında geli şir: Birinci etken Kom şuluk<br />
münasebetidir. toprak birli ği, cemaat üyelerini birle ştirir ve kayna ştırır İkinci<br />
etken kan birliğidir. Kan birliğinin en küçük şekli ailedir. Ailede çe şitli<br />
yeteneklere ra ğmen bir birlik vard ır. Bu bakımdan aile küçük, devaml ı ve<br />
gerçek bir cemaat tipidir. Cemaatin kurulmas ında üçüncü etken, ortaklaşa<br />
düşünüş, davranış ve iş "güç birliğidir. Ancak bu halin bir cemaatin kurulmasını<br />
sağlamas ı için ortakla şa görü ş ve anlayışın insanlar ın derinliklerine i ş -<br />
16
lem.esi ve cemaatin belli ba şlı tabakalarma girmesi gerekir. Böylece bir insan<br />
yığını, bir cemaat haline gelebilir. Bunun en güzel Örne ği dini bir grupta mü ş-<br />
terek kutsallıklara inananların kurdukları topluluklard ır. Bunların üyeleri<br />
ortakla şa inanış, ortakla şa tap ınnıa ve ortakla şa bir dini ya şayış sonucu<br />
o kadar s ıkıca birbirlerine ba ğlanır ve birle şirler ki, bu birlik karşısında servet,<br />
meslek, toplumsal durum gibi farklar tamamen önemlerini kaybederler.<br />
Mekkeden Medineye göç eden müslümanlarla medineliler o kadar birbirlerine<br />
yakla şmışlardı ki • bu hal ancak bütün müminler karde ştir<br />
( ) sözüyle anlat ılabilir<br />
Bunun gibi ortakla şa bir ara ştırma yapan, birlikte senelerce yan yana<br />
kalarak derslerini haz ırlayanlar aras ında da böyle içten gelen grupla şmalar<br />
olabilir. Mülkiyeliler derne ği, İstanbul liseliler derne ği böyledir. Bu' birlikte<br />
farklı yetenekteki üyelerin birlikte yer alm ış olmas ı, birliği bozucu de ğil,<br />
kuvvetlendirici bir etki yapar<br />
Aynı dili konuşan bir millet büyümü ş bir cemaatt ır. Dış tehlike,<br />
kader birliği, dil ve amaç birliği yoluyla gerçekle şen kültür birliği bu millet<br />
üyelerini birbirine perçinler 24.<br />
Menfaat Cemiyeti (Societe" bas& sur les int' ğr&s)<br />
Cemaat, küçük bir grup olup genel olarak, ilkel ve erken ça ğlarda<br />
bulunan bir topluluktur. Kolay ya şama şartlar ının bulunduğu yerlerde<br />
içten bağlanan bir insanlar toplulu ğu cemaati meydana getirin. Bunlar ın<br />
üyeleri aras ında bir yandan mihaniki olarak beraberli ği sağlayan bir dayanışma<br />
öte yandan birlik ve beraberli ği içten koruyan tinsel veya kültürel<br />
bir ba ğ vardır. Menfaat birliklerinde ise aç ıkça tanımlanan belirli bir amac söz<br />
konusudur. Bu amac ın her vakit ekonomik olmas ı şart de ğildir. Bir ihracatç ılar<br />
birliği, bir gıda maddele ıi parakendeciler birli ği kadar bir cami yapanlar<br />
derneği, bir pul mübadele derne ği, bir anıt yapt ıranlar derne ği de bu türlü<br />
birlikler aras ında yer alabilir. Bunlar ın li€psi menfaat birlikleridir. Yaln ız<br />
bu sonuçlarla gözetilen amaç ekonomik türden bir menfaat de ğil, spor, kültür,<br />
hayır ve yardım ile ilgilidir. Bu yönden Yard ım Sevenler Derne ği, Atlı<br />
Spor kulübü ve benzerlerini Menfaat Birlikleri aras ına katmak gerekir.<br />
Menfaat birliklerini cemaattan ay ıran birinci fark üyeler aras ında ekonomik<br />
veya benzeri bir amac ın bulunmas ıdır. İkinci fark cemaatta<br />
üyeler her yönden birbirlerine ba ğlandıkları halde menfaat birli ğinde<br />
24 Bk. Mehmet Taplamaelo ğlu, Genel Sosyoloji, Be şeri Gruplar, sayfa 24 ve devam ı (<strong>Ankara</strong><br />
üniversitesi Basm ıevi, <strong>Ankara</strong>, 1961)<br />
Bk. Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, sayfa 73 ve devam ı (Ajans türk Matbaas ı, <strong>Ankara</strong>,<br />
1957.<br />
Din Sosyolojisi F. 2 17
yalmzca tek bir münasebette birlik vard ır ve fert m ı tek amaç di ş„.-<br />
da tamamen serbesttir. Kader birli ği, kültür birli ği ve tinsel bir birlik Kuran<br />
insanlar bütün varhklar ıyla birle şirler. Mesela cemaat şeklinde birleşen bir<br />
ıssız adada üyelerden biri ç ıkıp ben yalnız balık avlarım, fakat yang ın 'felaketine<br />
veya su bask ımna karşı kolumu kıp ırdatmam diyemez. felaketleri<br />
ortakla şa payla şmak zorunlu ğu vard ır. Halbuki menfaat birliklerinde<br />
mesela madenciler birli ği sadece madenleri ç ıkarıp, satmak ve kar ı payla ş -<br />
mak için; Tar ım Kooperatifinde ise ürünleri' elde edip satmak ve bundan<br />
bir menfaat sa ğlamak için birle şme vardır. Bunun d ışında Madenciler Birliği<br />
üyesi tamamen serbest ve Tari ş ortakları ise bütün i şlerinde özgür insanlardır.<br />
O halde Menfaat Birli ğinin Cemaattan ikinci fark ı sınırlı bir birleşme<br />
olmas ıdır.<br />
Cemaatla menfaat Birli ği aras ındaki üçüncü fark şudur: menfaat birliklerinde<br />
bir ki şi bir çok birliklere ayn ı zamanda üye olabilir. Buna kar şılık<br />
cemaatta birden fazla grubun üyeli ği düşünülemez. Fakat bir ki şi iç içe giren<br />
ayn ı merkezli daireler halinde bir kaç cemaata mensup olabilir. Mesela<br />
bir kimse hem bir ailenin üyesi; hem ailenin içinde bulundu ğu kabilenin üyesi;<br />
hemde Türk milletinin bir ferdi olabilir.<br />
Bunun benzeri çapra şık bir durum. Menfaat Birliklerinde görülür. Bir<br />
kimse Hem Madenciler şirketinin müdürü, hem Jokey kulübünün üyesi hemde<br />
Gıda sat ış kooperatifinin yöneticisi olabilir. Burada fert bunlar ın kesi ş -<br />
me noktas ında bulunmaktad ır.<br />
Menfaat birliklerinde ayn ı ihtiyaç, ayn ı amaç ve ayn ı menfaat sahipleri<br />
birle şirler. Bunlar belirli menfaat sa ğlamak pahas ına bazı feragatlara katlanırlar.<br />
S ınırlı menfaatlar d ışında birbirlerine ba ğlılık ve yükümlülükleri<br />
yoktur.<br />
Cemaatla Menfaat Birliklerini birbirinden ay ıran dördüncü bir fark şudur:<br />
Menfaat birliklerini kurmak arzu ve iste ğe ba ğlıdır; buraya girip ç ıkmak<br />
bir istek i şidir. Buna kar şılık Cemaati kurmak, onu de ğiştirmek ve ondan<br />
çıkmağa imkân yoktur. Cemaatlar d ış ve iç alemin bask ısı alt ında kendiliklerinden<br />
kurulmu şlardır.<br />
Cemaatla Menfaat Birli ği arasındaki beşinci fark Cemaatin eski zamanlara<br />
ve menfaat birliklerinin son zamanlara öz bir te şkilâtlanma olmas ı olayından<br />
ç ıkar. Ferdinand Tönnies bu konuda daha ileri giderek geni ş anlamdaki<br />
cemiyeti ana çizgileriyle menfaat birli ği modeline uyan bir kurulu ş olarak<br />
tan ımlar.<br />
Normal gelişme Cemaattan menfaat birli ğine do ğru olmakla beraber<br />
ters bir geli şme sonucu Menfaat Birliklerinin cemaata inkilâp ettikleri de<br />
görülmüştür. Böyle bir durum genel bir yöneli ş değil, tekil ve ayrık bir olay-<br />
18
dır. Bir lonca bir sendika, bir müte şebbisler birli ği Menfaat Birliklerine örnektir.<br />
Bunlar bir geli şme sürecinden geçerek bir cemaata dönebilirler. Lonca<br />
kuruluşunda buraya girecek ustalar ın menfaatlar ım korumak, çırakhk ve<br />
ustaliklar ı bir düzene koymak için kurulmu ş bir menfaat birli ği olduğu halde<br />
zamanla bu lonca üyeleri aras ındaki dini, kültürel, aileyi ve psikolojik baz ı<br />
yakınlıklar daha ileri bir kayna şma meydana getirir. Loncadaki ç ıraklar<br />
ustalar ının kızlariyle evlenir veya dini bir tak ım ilgiler, üyeleri daha s ıkıca<br />
birbirine kenetleyerek bunlar ı bir bütünün kopmaz parçalar ı haline getirir. O<br />
kadar ki art ık bu yeni şeklin Rd ı cemaat olmak gerektir. Sendikalarda daha s ıkı<br />
iç münasebetler, e ğitim ve kültürel yak ınlıklar daha ileri bir kayna şmaya<br />
yol vererek onu cemaata çevirir. Büyük bir fabrika, i şçileri için baz ı -tesisler<br />
yapar; çocuklar ım okutur, kurdu ğu sinema ve tiyatrolarla kendilerini<br />
eğlendirir; üyeler aras ında kooperatifler kurarak onlar ın kültürel yak ınlığım<br />
sa ğlar ve bütün bunlar fabrikada bir cemaat şuuru yarat ır.<br />
Bu misallere ra ğmen Menfaat Birliklerinin cemaata dönmesi süreci ge-<br />
.,<br />
nel de ğil, tekil ve ayrık bir olaydır.<br />
Egemenlik Cemiyeti (Sociffi bas& sur la souverainete .)<br />
Alman Sosyoloji edebiyatında Cemaata Gemeinschaft, Menfaat Birliğine<br />
Gesellschaft ve Egemenliğe ise Herschaft derler. Bu bölümlemede en çok üzerine<br />
durulan konu Egemenliktir.<br />
Cemaat ı tanımlarken bunun egemenlik unsuru ta şımayan bir topluluk<br />
olduğunu belirtmi ştik. Gerçi. Cemaatta da ° fertler aras ında ayr ımlaşmalar<br />
olduğu, baz ı kimselerin ötekilerden daha güçlü ve yetenekli olduklar ı görülür.<br />
Fakat bunlar cemaat ın Biz şuuruna ba ğh kalırlar. Egemenlikte ise egemen<br />
grubun ana gruptan ayr ılmas ı ve ona cephe alması sistemin gereklerindendir.<br />
Yöneticiler kendilerini yönettikleri y ığından değil, ondan farkl ı<br />
ve üstün görmektedirler. Buna kar şıhk yönetilenler de kendilerinin bir avuç<br />
insan tarafından yönetildilderinin fark ındadırlar. K ısacası Egemen grup<br />
cemaat ın biz şuurunu parçalamakta ve parçalanan iki grup aras ında sert<br />
bir gerginlik yer almaktad ır. Egemenlik olayı, gerçekte bir grubun yönetici<br />
olarak buyruklarda bulunmas ı ve öteki grubun da 'bu buyruklara boyun<br />
eğmesi şeklinde kendini gösterir. Bu boyun e ğdirme zenginlikten, sihirli bir<br />
güçten, fizik ve fikir üstürılüğünden, bağlılık, saygı, korku veya mant ıktan<br />
ileri gelebilir. Bu s ıfatlar ın tümü veya' bir k ısmı yahut bir tanesinin grupta<br />
itaat ı sağlaması, egemenlik olayının ortaya ç ıkmas ı için yeter bir niteliktir.<br />
Devrin ünlü bir hukukçusu olan Leon Duguit, egemenli ği, yönetenlerle<br />
yönetilenler aras ındaki bir ayr ımlaşma olarak tan ımladıktan sonra<br />
bunu yöneten grubun yönetilenler üzerinde sözünü geçirmesi olay ına bağ-<br />
19
lamaktad ır. Bu yazara göre egemenlik fiili bir durum olup ancak uygulama<br />
tarz ına göre me şru veya gayri me şru olabilir.<br />
İslamiyet Tanrıya, Tanr ı resilluna ve buyurma yetkisi olanlara itaat ı<br />
emreder 22. Bu görü ş Egemenliğin islamiyeti korumadaki öneminden ileri<br />
gelir. islamdaki bu itaat smarlid ır. İyi şeylerde itaat şart olduğu halde kötü<br />
şeylerin yap ılmas ında bir yükümlülük yoktur 28. Burada Duguit görü şü ile<br />
islamın görüşü birleşiyor; biricik fark islam ın maruf dedi ğine Duguit me şru<br />
demektedir.<br />
M. Weber egemenlikteki buyurma ve boyun e ğme olayını, uygulamadaki<br />
meşruluğa bağlamaktadır. Bu sebeple egemenli ği uygulayanlar ın seçimle<br />
işbaşına gelmeleri bir me şrula ştırma hamlesidir. islâmiyette hilafet icma'a dayanır<br />
ve me şruluğunu iki kaynaktan alır: biri islamın ileri gelenleri<br />
tarafından adayın seçilmesi; tötekisi bu seçimden sonra yönetilen grubun<br />
bu seçimi onaylamas ı (biat) dır. Kitap ve hadis hükümlerine göre uygulamaların<br />
da göz• öriiinde tutulmas ı gerekir. Zira Tanr ıya ve Tanrısal kurallara<br />
uymayan yöneticilere itaat vecibesi yoktur 29 .<br />
Max Weber, Egemenliğin üç ülküsel tipinden söz açar: Geleneksel, karizmatik<br />
ve me şru egemenlik<br />
Geleneksel Egemenlik (Souverainete Hereditaire), ötedenberi uygulana<br />
gelen ve yönetenlerle yönetilenler aras ında eskiden beri gerçekle şen bir ayrımlaşmadan<br />
ileri gelir. Böyle bir yap ıda yer alan hükümdar, yaz ılı hukuk<br />
ve şekli kurallara göre de ğil, gelenek, örf ve adetlere göre görevini yerine getirir.<br />
Yönetilenler yöneticilerin gelenek ve örflere uygun olarak verdikleri<br />
karar ve buyruklar ı yerine getirirler. Bu türlü yönetimde ayaklanmalar,<br />
egemenlik sistemine de ğil, doğrudan doğruya gizli veya kapal ı olarak anla<br />
şmayı bozmuş olan hükümdara kar şıdır. Bu tip egemenlikte ki şisel unsurlar<br />
vard ır. Eski bir çiftlik a ğasının rençber ve köylüler üzerinde söz geçirmesi,<br />
bir a şiret şeyhinin kendine ba ğlı olanlara kar şı takındığı durum geleneksel<br />
egemenlik sisteminin tipik örnekleridir. Burada egemenli ği kullanan<br />
kişi veya zümrenin yard ımcısı olan kurmay heyet hükümdar ın iste ğine<br />
göre seçilir.<br />
Karizmatik Egemenlik (Souverainete Charismatique), bamba şka bir<br />
tiptir. Karizma (Charisme veya Charisma) hit«, inayet ve kerem anlam ındadır.<br />
Max Weber bu terimi yönetilenlerin baz ı yöneticilerde var sand ığı<br />
olağanüstü veya tabiat üstü nitelik ve özellikler için kullan ır Halk bu üs-<br />
27 Bk. Nisâ Suresi 59. âyet<br />
28 İtaat Marufad ır. l£1) Bak. Binbir Hadis<br />
29 ( aplb ) B Binbir Hadiste No 978<br />
20
tün varlıklara ve ba şarılarına inanarak onlar ın yönetimini tan ır ve kabul<br />
eder. Bunun en güzel örne ği bir din önderinin veya peygamberin inananları<br />
ve bazan bütün bir toplum veya milleti arkas ında toplaması 've şürüklemesidir.<br />
Burada hükümdar, önder, halife veya peygamberin gerçekten<br />
bu özelliklere sahip olmas ı şart de ğildir; ona ba ğlı olan grup üyelerinin bu<br />
olağanüstü özelliklere inanmas ı ve onlara itaat göstermesi Idifidir. Hz. Muhammedin<br />
müminler üzerindeki etkisi, Napolyonun zaferden zafere ko şturduğu<br />
Frans ız ulusu üzerindeki nüfuzu; Fatih, Yavuz ve Kanun ırnin milletleri<br />
üzerindeki geleneksel karizmatik etkileri; Atatürk'ün Kurtulu ş Sava şı ve<br />
onu takip eden zamanlardaki ola ğanüstü prestiji böyle bir egemenli ğin güzel<br />
örnekleridir.<br />
Me şru Egemenlik (Souverainete legitime) te egemenli ği elinde tutanlar<br />
kadar bunlar ın buyruklarma boyun e ğenler de kanunlara ve şekli kurallara<br />
uymaktadırlar. Bu yönden bu gibi yönetimlere hukuk devleti ve uygulanan<br />
egemenliğe de hukuk egemenli ği (Soverainete du Droit) ad ı verilir.<br />
Burada yard ımcı 'Kurmay Heyeti hükümdarm veya ba ştakilerin keyfine<br />
göre değil, objektif hukuk kurallar ına göre seçilmiştir. Kurmaylar mertebeler<br />
düzenine göre görevlendirilirler. Bu tip egemenli ğe Eski Kültür toplumlar ında,<br />
modern Devletlerde, Belediye ve büyük i şletmelerde ve büyük kamusal kurumlarda<br />
rastlanmaktad ır. Bu ülküsel egemenlik tipleri yan ında bir sürü<br />
karma şık tipler de vard ır.<br />
Şimdi s ıra egemenliğin toplum tarihinde tuttu ğu yeri belirtmeye gelmiştir.<br />
Gözlemi, insanl ık tarihinin derinliklerinde oldu ğu kadar Amerika,<br />
Avusturalya, Afrika ve benzeri yerlerde ya şamakta olan ilkel toplumlarda<br />
da yapmak mümkiin ve yararl ıdır. Bu türlü bir ara ştırma<br />
egemenliği olmayan bir toplumun nas ıl bir egemenlik yap ıs ına geçtiğini gösterir.<br />
Bu konuda. Franz Oppenheimer'm teorisini aç ıklamakla yetinece ğiz.<br />
Bu teoriye göre ba şlangıçta ayrı ya şayan iki topluluk gerçek alanda kar şılaşıyor,<br />
sava şıyor ve sonunda bunlardan biri ötekine ba ğlanıyor. Ortaya<br />
çıkan yap ıda bir grup ötekisi üzerinde üstün bir tabaka meydana getiriyor.<br />
Bunun tipik örneği şudur: Bir .yanda henüz sapan medeniyetine varmam ış<br />
olan ve topra ğı çapa ile i şleyen yerle şik bir topluluk; öte yanda avc ılık veya<br />
hayvancıhkla uğraşan yar ı veya tam göçebe çobanlar vard ır. Meselâ verimli<br />
ırmak kıyılarında ya şayan rençberlerle bu k ıyıp çevreleyen da ğlarda barınan<br />
gezegen çobanlar veya vahalarda yerle şmiş ekincilerle buray ı çevreleyen<br />
çöl ve bozk ırlarda hayvan besleyen göçebeler bulunabilir. I şte bu ikilik,<br />
tipik dört a şama gösteren egemenlik geli şmesinin çıkış noktasıdır. Bu<br />
işin önemli yönü egemenlik a şamalar ının teorik tarafı değil, canlı örneklere<br />
dayanan geli şmeleridir. Egemenlik sürecinde -her yer ve her zamanda dört<br />
ayrı aşama göze çarpar:<br />
21
Birinci A şamada topra ğı işleyen kimseler ürünlerini toplamak üzere<br />
bir kara parças ına yerle şirler. Burada da ğınık ve savunma güç ve yeten -eğinden<br />
yoksun bir toplum hayat ı yaşarlar. Bu ürünler onlar ı ele geçirmek<br />
için pusuda yatan göçebeleri harekete getirir. Asl ında bu göçebe çobanlar<br />
birincilerden çok daha çevik ve sava şç ıdırlar. Tam ürünlerin ahnaca ğı<br />
bir s ırada göçebeler verimli topraklara sald ırırlar. Bu olay bir egemenlik<br />
değil, birçok kez tekrarlanan bir ya ğmad ır. Bununla beraber bu durum, egemenliğin<br />
çekirdeği sayılır. Oppenheimer'e göre bu ğday ve yiyecek tedariki<br />
için iki yol vard ır: Bunlardan biri ekonomik yol yani•emek sarfiyle bunu elde<br />
etmek; ikincisi siyasi yol yani düzenli olarak bu ürünleri sahiplerinden zorla<br />
almak ve ya ğma etmektir. Bu ise siyasi ve askeri üstünlük sayesinde ba ş -<br />
kalarının ekonomik i ş ve eme ğini sömürmek demektir.<br />
İkinci A şama, hemen birinciye biti şiktir. Göçebelerin her y ıl gelip ürünleri<br />
ya ğma etmeleri elveri şsiz oldu ğu kadar, ya ğma ve sava şlar halka ve her<br />
iki tarafa a ğır kay ıplar verdirmektedir. Askeri üstünlük ve kom şuluk kaç ı-<br />
nılmaz bir gerçek oldu ğuna göre bu i şleri baz ı kurallara ba ğlamak yararl ı-<br />
dır.<br />
Bir anla şma ile birinciler her yıl ürünlerinin belirli bir k ısmını ikincilere<br />
verecek; buna kar şılık ikinciler zor kullanmaktan vaz geçeceklerdir. Bu türlü bir<br />
anla şma her iki taraf için yararl ı olacak ve yaratt ığı karşılıklı ba ğıntılardan<br />
dolayı devamh bir düzen kurulacakt ır. Oppenheimer bu a şamaya Bal Toplama<br />
Safhas ı diyor. Bilindiği gibi arıcı, petekler dolunca bahn belirli bir<br />
kısmını alır; buna kar şılık kovana dikkat edip onu korur. Bunun gibi egemen<br />
grup ald ığı cizye kar şılığı cizye veren grubu ba şkalarına karşı korur. Öte<br />
yandan göçebeler alacaklar ını sağlama ba ğlamak için yerli halk ın ekonomik<br />
geli şmesine yard ım eder ve onlara göz koyan yabanc ı ya ğmacs ılara kar şı onları<br />
korurlar.<br />
Üçüncü aşamada, cizye verenleri d ış düşmanlara kar şı koruma, cizyeleri<br />
toplama ve bütün bunlar ı denetleme gere ği, göçebeleri gezicilikten<br />
yerle şikliğe götürmü ş ve bunlar kendilerine ba ğlı olanların yakınında ve aralarında<br />
oturmak zorunda kalm ışlardir. Böylece ba şlangıçta ayr ı ya şayan<br />
iki grup üçüncü a şamada bir araya gelmi ş bulunmaktad ır. Egemen<br />
grup yönettikleri grubun kolayca kontrelünü sa ğlayacak çad ır veya<br />
şatolarını tepelere kurar veya yaparlar. Bu iki grup bir egemen birliğe<br />
çok yakla şmış olmakla beraber toplum yap ısı cemaatta oldu ğu kadar<br />
tek düzen ve tek parça de ğildir. Tersine, bu yap ı aralarında keskin ve etkin<br />
gerginlik olan iki ayr ı gruptan kurulmu ştur. Bunlardan biri topra ğı i şlemekte<br />
ötekisi ise gerek cizye ald ığı grup yarar ına ve gerekse kendi ç ıkarlar ı için,<br />
sald ırganlara kar şı sava ş açmakta ve buna kar şılık savundu ğu grubun<br />
emeğiyle geçinmektedir.<br />
22
Dördüncü A şamada iki grup kesin olarak kayna şmıştır Bu kayna şma<br />
sonunda, hoinojen bir birlik yerine, buyuranlarla bu buyruklara boyun e ğenlerden<br />
ibaret iki tabakal ı bir egemenlik birliği meydana gelmi ştir. Bu suretle<br />
iki grup üyeleri aras ındaki evlenmeler, önemli baz ı ara tabakalar ı ortaya<br />
çıkarmış ve her iki tabaka aras ında arac ılık yapacak aileler do ğmu ştur. Bu<br />
yap ı antropolojik yönden de geli şerek millet ad ı verilen bir toplum türünün<br />
doğmas ına yol açmıştır. Böylece dört a şamadan meydana gelen süreç<br />
sona ermiş bulunmaktad ır. K ısacas ı dört a şamanın sonucu egemen bir<br />
birliğin ortaya ç ıkrnasıdır. Bu sürec yaln ız ilkel toplumlarda de ğil, aynı<br />
zamanda ileri medeniyetlerin ba şlangıç ve temelinde görülmektedir.<br />
Her rastlanan egemen birli ğin yukar ıda aç ıkladığımız yollardan geçerek<br />
meydana geldiğini savunmak bilimsel gerçeklere uymaz. Egemen birlik,<br />
egzojen yan ı dış bir baskı altında ayrı ayrı iki grubun birle şmesinden doğduğu<br />
gibi, endojen yani içten gelen etkenlerle de gerçekle şebilir. Aslında<br />
homojen olan bir grup iç ayrımlaşma (Differenciation interne ou endogne)<br />
yoluyla egemen bir birlik meydana getirebilir. Genel olarak böyle bir farklıla<br />
şma özel mülkiyetten ileri gelir. Özel mülkiyetin do ğmasiyle bir zenginlik<br />
ayrımlaşması (farkl ılaşmas ı) ba şlar. Daha zengin kimseler toplumda daha<br />
fazla yetkili ve güçlü bir hale gelirler. Zenginler grubun savunma görevini<br />
bunların s ırtına yükler. Geçim s ıkıntısı bilmeyen bu kimselerin var-Ulan<br />
ve bo ş zamanlar ı onların büyük, para ve zamana muhtaç olan, silâhlanmalarm<br />
ı mümkün kılıyordu. Bir yandan kendilerini öte yandan muhaf ızların'<br />
silühlandıran bu kimseler egzojen egemenlikteki süreci aynen taklit<br />
ederek bütün grubun korunmas ını üzerlerine al ıyor ve buna kar şılık egemenlik<br />
hakkını gruptan istiyorlard ı . İşte Derebeylik denilen şeklin kök ve ba ş-<br />
langıcını burada aramak gerekir.<br />
Egemenlik Cemaat ın homojenliğini yıkarak toplum tabakalar ı aras ında<br />
bir e şitsizlik yaratmakta ve bazan zorlamalara ba şvurulmaktad ır. Bununla<br />
beraber egemenlik geni ş insan topluluklar ın yaratan ve bir arada tutan<br />
biricik yoldur. Egemenlik olmasayd ı bir İskender imparatorlu ğu, bir Roma<br />
Imparatorlu ğu ve bir Osmanl ı imparatorluğu olmayacaktı. Yine egemenlik<br />
olmasaydı tarihte örneğini gördüğümüz geniş ülkelere yayılan bir islânt topluluğu,<br />
bir İsrail , toplumu, bir Yunan medeniyeti olmayacakt ı Cemaatlar<br />
her vakit küçük gruplardir ve öyle kalmaya mahkümdurlar. Bunlar bir<br />
kabile büyüklüğüne gelince kendiliklerinden bölünür ve çözülürler` Cemaat<br />
en ar ı şekliyle herkesin birbirini tan ıdığı ve toplumsal çevrenin kolayca kav<br />
randığı bir zamanda gerçekle şir. Bunun anlam ı ise cemaat ın küçük birlikler<br />
olmas ı demektir.<br />
Ilkel kültürler küçük gruplarla yetinebilir, Fakat yüksek kültürlerin<br />
daha geni ş yüzeyli ta şırcılara ihtiyac ı vardır. Eski Çin, Hitit, Yunan medeniyetleri<br />
bunun göze çarpan örnekleridir.<br />
23
Zümre Cemiyeti (Societe des etats)<br />
Toplum hayat ının ana şekillerinden olan Cemaat, cemiyet ve egemenliği<br />
inceledik 30.<br />
Şimdi bunlardan daha karma şık olan s ınıf cemiyetlerini ele<br />
alaca ğız. Bu şekillere geçi ş egemenlik yoluyla gerçekle şmektedir. İster iki<br />
kar şıt grubun birle şerek tabakala şmas ından isterse ayn ı grubun iç sebeplerle<br />
ayr ımlaşmas ından meydana gelsin egemenlik sürecinden yeni bir sosyal<br />
yap ı doğar. Bu türlü bir birlik sa ğlayan insanlar tek bir kader ve ya şayışı<br />
paylaşacak yerde ayr ı ayrı âlemlerde ya şamaktad ırlar. Bu duruma göre toplum<br />
yap ısı, tek katli de ğil bir kaç kathd ır. Fertler ayr ı ayrı katlarda ya şayan<br />
gruplardan birine mensuptur. Fert bu gruplardan birine kat ıldıktan sonra<br />
toplumsal bir tüzüğe (statüye) kavu şabilir. Böyle bir modeli kavramak için<br />
iki noktamn açıklanması gerekir: Birinci nokta katlar, ikinci nokta bu katları<br />
bütün binaya ba ğlayan iç kanunlar Birinci nokta, ferdi zümresine<br />
ve toplumsal tabakas ına bağlayan ölçütü (kıstas ı) bulmayı gerekli kılar;<br />
ikincisi ise heterojen parçalar ı daha yüksek bir birli ğe çevirecek olan birleştirici<br />
ve ayırıcı ilkelerin ayd ınlatılmasım gerektirir 31 .<br />
Zümre Cemiyetinde, zümreler aym ana yap ı içinde tıpkı çe şitli katlarda<br />
ya şayanlar gibi farkl ı hukuk durumlar ı dolayısiyle öteki tabaka veya katlardan<br />
ayrılan kısmi gruplard ır. Böyle bir cemiyet üyesinin, binan ın bütün katlarında<br />
yaşayan insanlarla payla ştığı bazı hakları vard ır. Fakat onun asil<br />
davranış ve ya şayış şartların ı belli eden hukuki durumu mensup oldu ğu zümrenin<br />
yani aym katta ya şayanlar ın aymdır. Zümreler aras ındaki hukuki durumlar<br />
birbirinden çok farkl ı olursa daha iyi durumdaki zümrenin haklar ına<br />
imtiyaz adı verilir. Bu takdirde her zümre için bir alt veya üst tabakaveya<br />
kattan söz aç ılabilir.<br />
Zümre Cemiyeti hukuk Devleti (Rule of Law) ilkelerinden büsbütün<br />
ba şkadır. Çünkü Hukuk Devletinde toplum binas ında ya şayan bütün üyeler<br />
e şit haklardan faydalan ır. Bu türlü yönetim hiç olmazsa hukuk alan ında<br />
imtiyaz tan ımaz. Bunun gibi bu türlü yap ılar, ana şart olarak hukuk devleti<br />
kavram ına dayanan ça ğdaş Demokrasi anlayışına aykırıdır.<br />
Frans ız devriminden önce çe şitli zümre (Asilzâde Rühnan ve Burjuvazi)<br />
lerden kurulmu ş Eski Rejimi (Ancien Regime), patriçi ve pleb ay ırınuna<br />
dayanan Roman ın Devlet yap ısı ve Hindistanda Brahmanlara imtiyaz<br />
tan ıyan te şkilât bu türlü Ziimre Cemiyetinin tipik örnekleridir.<br />
Askerlik, rahiplik, siyasal önderlik ve büyük toprak mülkiyeti son zamanlara<br />
kadar bir imtiyaz say ılmakta idi. Bu akımın tersine birde yukar ı<br />
1957)<br />
30 Bak. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, N. Abadan çevrisi, (Ajanstürk Matbaas ı, <strong>Ankara</strong><br />
31 Daha geni ş bilgi için aynı eserin sayfa 73 ve devanuna Bak.<br />
24
s ınıf imtiyaz' yerine a şa ğı s ınıf ve zümrenin imtiyaz ı vard ır: Baz ı toplum<br />
faaliyetleri ve bir tak ım işler yüksek zümrenin yapmay ı bir a şağılık saydığı<br />
şeylerdi. Mesela ticareti ve para i şleriyle uğra şrnayı soylu, asker veya rahipler<br />
a şa ğılatıcı görmekte ve bunlar ı aşa ğı s ınıflara b ırakmakta idi. Öyle ki, bir<br />
bakıma, bu gibi iş ve görevler bu a şağı zümrenin imtiyazlan aras ında idi.<br />
Ziimre Cemiyetinde her zümrenin bir görevi ve bu görevi kar şılamak<br />
üzere baz ı ahlâk ve davran ış yasaları vardır. Bunlar zümreden zümreye de<br />
ğişir. Bir amele ile bir kondurac ımn, bir asilzade ile burjuvanan görü şleri arasında<br />
derin farklar vard ır.<br />
Zümre Cemiyetinin iyice ania şabilmesi için yap ı kanunlarma ba ğlı olan<br />
üç sürecin aç ıkça bilinmesi gereklidir.<br />
Birinci Süreç: Zümrelerin tekelci olmas ıdır. Bunun böyle olmas ı pek<br />
tablidir. Çünkü ötekilerden daha çok imtiyaz' olan zümre bu durumu devam<br />
ettirmek için ötekilerin bu imtiyazlan ö ğrenmesini istemez. Zümreler aras<br />
ındaki s ınırların keskin çizgilerle kapal ı tutulmas ına çalışılır. Bölümler su<br />
s ızmayacak derecede kapal ı olduğu yerlerde bir KAST (Caste) sistemi meydana<br />
gelir. Hindistandaki durum bu sistemin tipik bir örne ğidir. Bir<br />
kasttan ötekine geçmek tamamen imkâns ızchr.<br />
Zümreler aras ında yer alt ı faaliyetleri vard ır. Yani a şılmaz gibi görünen<br />
s ınırlara ra ğmen zümreler aras ında baz ı kaymalar vard ır.<br />
Öte yandan yukar ı zümreler kay ıplar ı telâfi veya egemenli ği elde tutmak<br />
için devaml ı olarak a şa ğı zümrelerden takviye görmek ve a şdarnalarla<br />
dip diri kalmak zorundad ır. Yaln ız bu a şılama veya takviye edilme olay ı<br />
bir taktik ve metot i şidir. Burada bir yandan yukar ı zümrenin kapal ılık ve<br />
imtiyazlanna halel getirmemek, öte yandan yararli olan her şeyi içine al<br />
mak gibi ikili bir amaç güdülür. Bunun örne ğini Eski Romada Patriçilerin<br />
Pleblerden ald ıklar ı takviye ve a şilamalarcla görmek mümkündür. Burada<br />
gözetilen nokta bu a şdamalann zümreyi sarsmamas ı ve gev şetme ınesi, tersine<br />
perçinlemesidir.<br />
İkinci Süreç, a şa ğı zünırelerin yukar ı zümreler imtiyazlanna kar şı<br />
cephe almış olmalar ı olaylandir. Bu hareketin önceki a şılama veya takviye<br />
görmeden olan fark ı meydandad ır. Zira birinci hareket yukar ı zümrenin<br />
isteği ile gerçekle şir. Halbuki bu son hareket onlar ın arzusu d ışında zorlayıcı<br />
bir faaliyettir. Bu haks ız imtiyazlarm kald ırılması için giri şilen teşebbüs<br />
cemiyet diizenini bozar gibi görünürsede gerçekte haks ız bir durumu iptal<br />
etmek ve gasbedilmi ş initiyazlan geri almak amac ını güder 32 . Bu türlü<br />
32 islâmda adalet, hakk ı yerine getirmek ve bat ılı gidermek J11,1 9 - ,31:¢>J<br />
şeklinde tan ımlanır.<br />
25
faaliyet, zümre bütünlü ğünü korumak şartiyle yukar ı zümrenin imtiyazların'<br />
suurlamak çabas ıdır. Üst zümrelerin direnmeleri ço ğu zaman kanl ı<br />
savaşlara yol , açar.<br />
Üçüncü Bir Süreç, zümre düzenini ortadan kald ırma amac ıyla giri şilen<br />
çabalard ır. Yöneten zümre elde tuttu ğu imtiyazlar kar şılığı baz ı yararlı hiz-<br />
metleri üzerine almak zorundad ır. Bu hizmetlere s ırt çevirmek ve imtiyaz-<br />
.<br />
lazım son kertesine kadar kullanmak sevdas ında olan yüksek zümre er. geç<br />
bir devrim ve direnmenin zafer teranelerini beklemek durumundad ır.<br />
Fansız Devrimi zümre cemiyetine kar şı düzenlenen ayaklan ıxıamn<br />
tipik bir örneğidir. Voltaire gibi ansiklöpediciler, Montesquieu, Rousseau<br />
gibi düşünürlerin geli ştirdiği 18. yüzyılın Aydınlanma Devri böyle bir Devrim<br />
ideolojisini içten haz ırlamıştır. Kamu şuurunda yerle ştirilmek istenen<br />
ülkü, eski de ğer yargılarım içten parçalamak amac ını güden özgürlük,<br />
e şitlik, karde şlik, hukuk devleti , ve ulusal egemenlik gibi ilkeler hep bu ideolojiden<br />
kaynak almışlard ır.<br />
S ınıf Cemiyeti (Sociötö classiste)<br />
Sımf Cemiyetiyle Zümre Cemiyetini birle ştiren nokta her ikisinin de<br />
dikey olarak üst üste tabakalardan kurulmu ş olmalarıdır. Fakat bu iki ana<br />
şekil arasında gerek yap ı ve gerekse içlerinde cereyan eden olaylar yönünden<br />
önemli farklar vard ır.<br />
Zümreler, öncede söyledi ğimiz gibi, kamu hukuku ve örfü adetle kendilerine<br />
tan ınmış olan farklı hukuki durumlar ı, kendilerine öz devinim kuralları,<br />
kapalı bir ahlült anlayışı, yaşayış tarzı ve dünya görüşleri (Weltanschauung)<br />
ile s ımflardan ayrılırlar. S ımf Cemiyeti, hiç olmazsa şeklen, hukuk<br />
e şitliği ilkesine dayan ır. Sınıflar bu türlü toplumlarda e şit veya benzeri eko--<br />
nomik durumları olan tabakalard ır. Zümre Cemiyeti hukuk ayr ılığına, S ınıf<br />
Cemiyeti, hukuk e şitliği ve ekonomik ayr ımlaşmaya dayan ır. Burada ekonomik<br />
eşitlik tabakalar ı te şkil eden s ınıflardad ır. Bununla beraber bir tabakadan<br />
ötekine atlamak her vakit mümküdür. Tabakalar birbirine geçmi ş durumdadır.<br />
Buna ra ğmen her ekonomik sistemde baz ı özellikler vard ır.<br />
Sınıf çatışmas ını çok kötü sonuçlarla yorumlayanlar, bir yandan Devletin<br />
sertliği yumuşatmak üzere araya girmesi, öte yandan a şağı sınıflar ın<br />
yardımlaşma ve te şkilatlanma süreçleri kar şısinda bugün dayanaks ız kalmıştır.<br />
O kadar ki Bat ı âleminde patron-i şci problemi hemen hemen çözülmüştür.<br />
Aradaki büyük farklar giderilmi ş ve birçok yerde devamh, dengeli ve<br />
kıvamh bir ekonomik sistem meydana gelmi ştir. İşci ve patron sendika-<br />
26
E<br />
larının sürekli temaslar ı sonucu fiat yükselmeleri kar şısında işci bir takım<br />
özel hesaplamalarla kendi pay ını almaktad ır. Hayat endeksleriyle Devlet<br />
te i şci gündeliklerini, dengeli ve geçim şartlar ına uygun bir seviyeye<br />
getirmi ştir. Ayr ıca gelir miktarlar ı, çe şitli yollarla, birbirine yakla şmaktad ır.<br />
Bir öğretmenle kalifiye bir i şçinin gündeliği a şağı yukarı aynıdır. Böylece<br />
üst üste gelen s ınıf tabakalar ından a şa ğı s ınıftan orta s ınıfa do ğru kuvvetli<br />
bir akın ba şlamış ve buda genel olarak s ınıfları bir piramide benzeten ekonomi<br />
bilginlerini şaşırtarak bir y ıldız şeması meydana getirmi ştir.<br />
Yukarı S ın ıf<br />
Orta S ınıf<br />
A şa ğı Sınıf -3-<br />
Eski durum<br />
Son durum<br />
Baz ı bilginler düzenli 'bir Orta S ınıf Cemiyetinden bahsederken<br />
başkaları ekonomik farklar ı tamamen silinmiş bir SINIFSIZ toplumdan<br />
söz açmaktad ırlar. Bu sonuncular ı s ın ıflar aras ındaki ,büyük farklar ın yukarıda<br />
açıkladığımız yollarla giderilmi ş olmas ı şeklinde yorumlamak uygundur.<br />
Zira üst tabaka ile alt tabakan ın sivrilmesine ve zay ıflamas ına kar şılık<br />
orta tabaka kal ınlaşmaktadır. Bu ise bar ışc ı yollarla sa ğlanmıştır.<br />
Yukarıda incelediğimiz ana şekiller ülküsel tiplerdir. Gerçekte bunlar ı<br />
bu kadar soyut olarak yakalamak güçtür. 33 .<br />
3. TOPLUMSAL HAREKETL İL İK (Mobilite Sociale)<br />
İki türlü hareketlilik vard ır : Yatay hareketlilik, dikey hareketlilik<br />
Yatay hareketlilik t ıpkı tek katl ı binan ın kompart ımanlar ı aras ında oldu ğu<br />
gibi mekânda cerayan eder. Dikey Hareketlilik ise çok katl ı bir binan ın<br />
katları aras ında oldu ğu gibi toplum tabakalar ı aras ında gerçekle şir. O halde<br />
birincinin bir yüzeydeki düz ayak bir devinim olmas ına kar şılık ikinci iniş<br />
ve çıkışı olan bir hareketliliktir.<br />
Yatay Hareketlilik<br />
(Mobilit e Horizontale)<br />
Bundan bir iki yüzy ıl önce insanlar ın hareket alan ı çok dard ı. Bütün<br />
hareketlilik şehir surlari içinde yahut surlar d ışında atla yap ılan bir gezintiye<br />
inhisar ediyordu. Şehirler aras ı geziler pek seyrek, yabanc ı ülkelere gitmek<br />
33 Bu kesim Prof. Dr. Hans Freyer'in eserlerinden yaralan ılarak yaz ılmıştır •<br />
Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş (N. Abadan çevrisi) sayfa 73-109<br />
Dr. Hans Freyer, Introduccion a la sociologia ( İspanyolca) sayfa 146-160<br />
27
ise olağan üstü bir hâldi. Bu devirlerde E şyamn hareket alam da suurhyd ı .<br />
Gerek ham madde gerekse i şlenmiş e şya şehir surlar ı içinde veya surlar ın<br />
en çok 25-30 kilometrelik çevresi içinde bir hareketlilik gösteriyordu. Şehirler<br />
aras ı ve bugünkü anlamda uluslar aras ı bir de ğişim sistemi akla gelmezdi.<br />
Bu dar çevreli hareketlilik devirlerinin ula şt ırma araçlar ı da ona göre idi.<br />
Karada at, araba, ka ğnı, deve ve benzeri; denizde kürekli gemi ve sandallar<br />
kullanılmakta idi. Bugün bu alanlarda artan bir hareketlilik göze çarpmakta-.<br />
dır.<br />
1819 y ıhnda Robert Fulton'un buldu ğu buharlı gemi, Okyanusa aç ılmış<br />
ve ba şarılı bir yolculuk yapmıştır. 1823 y ılında George Stephenson bulu şunu<br />
değerlendirmek amac ıyla ilk lokomotif fabrikas ını kurmu ş ve Samuel Morse<br />
aynı yıllarda telgrafı bulmuştu. Bütün bu yenilikler bir süre sonra uygulanmışt<br />
ır. Bir yandan Avrupa demiryolu a ğlarıyla örülürken öte yandan .<br />
bir çok , deniz yolları işletmeye açıhyordu. Buna birde telgraf haberle şmesini<br />
kat ınca hareketliliğin aldığı manzaran ın eskisiyle ölçülmiyecek bir dereceye<br />
geldiği anlaşılır. Ula şt ırma tekni ğinde ikinci bir hamle 1900 yıllarında yapılmıştır.<br />
Bu hamlenin özelli ği, benzin motorlu araç, uçak ve tramvay ın ulaş -<br />
t ırmayı olagan üstü kolayla ştırmasıdır. Bunun bir sonucu olarak insanlar<br />
hayatlar ında daha fazla yol yapm ış ve çok büyük hacimdeki e şya eskisinden<br />
daha uzun mesafelere götiiriilmü ştür. Bütün mes'ele hareket eden insan ve<br />
e şya türlerinin hangi do ğrultulara yöneldiklerini ve bunlar ın güttükleri amac ı<br />
belirtmektedir.<br />
Bu devrede çevreden şehirlere bir akın ba şlamıştır. Sanayile şme hareketinin<br />
hızlanmas ıyla bu göç daha da artnu ştır. Bir yandan terkedilen yerlerin kayıplarını<br />
doğum telâfi ederken öte yandan büyük kentler alabildi ğine büyüyordu.<br />
Buna şehirle şme hareketi denilir Büyük şehirlerin bu türlü büyümesi do ğu<br />
mun değil, dışarıdan geleli güçlerin bir sonucudur. Bir ba şka gerçek te göç eden- :<br />
ğu gibi yakın köy ve kasabalardan de ğil, çok uzaklardan ,<br />
lerin eskiden oldu<br />
gelmi ş olmalarıdır. O halde büyük şehirlerin büyüme sürecinde do ğum olay ı<br />
yerine bu şehirlerin daha çok ta şradan nufus çekme yetene ğini temel saymak<br />
gerekir. İstanbul, Londra, Newyork, Paris ve Roma'n ın geli şmesini bu yolla<br />
açıklamak yerinde olur. Büyük bir kentteki nüfusun üçte birinin do ğum ve<br />
ve yerlilerden, üçte ikisinin nzaklardan gelme oldu ğunu istatistikler gösterir.<br />
Geri kalan yerli çekirde ğin de büyük bir kısmı göçmen neslinden gelmektedir.<br />
Bu konuda yap ılacak bir hesaplama, milyonlarca insan ın eski devirlerde<br />
rastlanmayan büyük bir hareketlilik gösterdiklerini ortaya koyar.<br />
11.::,tJketlilik sürecinde birinci yeri büyük şehirlere yap ılan ak ınlar tutar.<br />
İkinci süreç sanayile şme ve fabrikalar ın nüfus çekeaesidir.<br />
28
Bu konuda özet olarak yatay hareketlilik probleminde büyük şehirlerin<br />
geli şmesi ve endüstri bölgelerinin , kurulmas ı çok büyük önem ta şır. Trafik<br />
ve ikamet ve i ş yerleri aras ındaki mekik hareketleri ise ikinci derecede belirtilerdir.<br />
Dikey Hareketlilik (Mobilite verticale)<br />
Toplum tabakalar ı aras ındaki hareketlili ğin ad ına Dikey Hareketlilik<br />
derler. Burada incelenecek önemli iki konu vard ır : Statu de ğiştirme, tabaka<br />
değiştirme, toplumsal yükselme ve inme Yatay Hareketlilik rr ıekânla<br />
ilgili olduğu halde Dikey Hareketlilik makam ve kadarla ilgilidir.<br />
a) Statü deği ştirme : Mekan de ğiştiren insanlar ayn ı zamanda makam<br />
de ği ştirirler. Köyden bir endüstri bölgesine gelen bir köylüyü dü şünelim:<br />
Köyde ekincilik ve hayvan besleme yerine şehirde bir fabrikada makine ba şındad<br />
ır ; köyde kulübede iken burada kiralan ıth ş muntazam bir kattad ır ;<br />
Köyde tar ım ve hayvanc ılıktan gelen ayni gelirlerle geçinirken burada<br />
sadece bir gündelik almaktad ır. Bütün bunlar göçmen üzerinde çok derin<br />
etkiler yapar. Öyle ki az sonra köylülük hat ıralar ı adeta silinir gider. Bu<br />
kimsenin çocuklar ı ise büsbütiin ba şka şartlar içinde yeti şirler.<br />
Köylerden kalifiye olmayan i şçi tedarik edilir. Kalifiye i şçi daha önce<br />
mevcut olup endüstrile şme sonunda ortadan kalkan el sanatkarlar ıd ır. Böylece<br />
bir endüstri s ınıfı tabakas ı ortaya ç ıkar. Yeni s ınıf bir erime sonunda<br />
ortaya ç ıkmıştır. Bir yanda köyde tar ımsal yetenekleriyle bar ınma yolunu<br />
bulamayan i şçiler; öte yanda endüstri yar ışmas ında dayanaklar ını kaybetmi ş<br />
kalifiye i şçi bir erime sonucu yeni bir s ınıfın do ğmas ına yol açm ıştır. Bu<br />
iki kayna ğı üçüncü bir kaynak olan do ğumlar izler.<br />
El ;'anatkarlar ı büyük endüstri tarafından çökertildikten sonra yine<br />
baz ı sektörlerde bunlara ihtiyaç vard ır. Kundura Fabrikas ı kar şısında Kundura<br />
tamircisi, anahtar ve çilingir e şyas ı fabrikas ı yanında çilingir, ve benzerleri<br />
varl ıklarını devam e ttirmi şlerdir. Dikkat edilirse bunlar ın ço ğu ba ğıms ızlığını<br />
kaybederek mesela bir otomobil Fabrikas ının dö şenı.ecilik kesiminde çal ış -<br />
makta ve ba ğıms ız kalmak isteyenler de s ınırlı çalışma alanı içinde s ıkışıp<br />
kalmaktadır. Bunlardan bir k ısmı üretim alan ıyla ilgisini kesmi ştir. Fakat<br />
as ıl tipik olan yön bunların fabrikalarda kalifiye i şçi olarak görevlendirilmeleridir.<br />
Bu durum kar şıs ında bunlar için bir tabakada!' ötekine geçi ş de ğil,<br />
statü de ğerinde bir de ğişiklik söz konusudur.<br />
b) Tabaka değiştirme : Tabaka değiştirme, statü de ğiştirmeden ayr ıdır.<br />
Eski Türk Askeri Azap askeri idi. Yeniçeri düzeninin kurulmas ıyla bunlar<br />
29
ulundukları tabakadan dü şmüş, soluğu Denizcilikte almışlardır. Zira harp teknigittin<br />
de ğişmesiyle gere ğinde ağır silahlarla donanm ış bir yeniçeri nizam ı bunları<br />
lüzumsuz Unu ş ve çoğu yerde yeniçeri askerinin hücuma kalkmadan azaplar ı<br />
ileri sürerek harcad ığı ve Onların cesetleri üzerinden hücuma geçti ği görülmüş -<br />
tü/. Bu durumu anlayan padi şahlar onlar ı Deniz kuvvetlerine vermek suretiyle<br />
Yeniçeri;azap çat ışmas ım önlemişlerdir. Ekonomi alanında da s ık s ık böyle<br />
değişiklikler olur. Köleliğin yasak edilmesi üzerine Amerika Birle şik Devletlerinde<br />
zenciler tabaka de ği ştirmişlerdir.<br />
c) Yükselme ve inme : Dikey hareketlilikte birde çe şitli toplum tabakaları<br />
aras ında fertlerin bazan yukar ı bir tabakaya atlad ıkları bazan<br />
da daha a şağı tabakaya indikleri s ık s ık rastlanan bir olayd ır. Bu konuyu gözlerde<br />
canland ırmak için birbirine z ıt iki örnekten biri kast sisteminin geçerlikte<br />
olduğu toplumlard ır. Burada bir tabakadan ötekine geçmek imkâns ızd ır.<br />
Bunun karşı kutbunu liberal bir sistemde buluruz. Burada bir tabakadan<br />
ötekine geçmek çok kolayd ır. Zamanımız toplumlarında veraset yolu ile<br />
intikal eden mesleki çenberler k ırılmış ve fert için geni ş yükselir e imkârıları<br />
açılmıştır. Bu konuda iki noktayı aydınlatmaya lüzum vard ır : Birinci nokta<br />
ferdin yükselme arzusunun içinde bulundu ğumuz toplumda son derece kuvvetli<br />
bir yükselme saiki olmas ı; ikinci nokta ise, toplumun bu imkâm haz ırlamas ıdır.<br />
Toplum adetâ bir asansör haz ırlar; kullanmasım bilenler bu asansörle<br />
yukarı tabakalara yükselirler. Katolik kilisesi bu yolda çok ayd ınlatıcı bir<br />
örnektir. . Bu kilise demokrat ve üyelerine yükselme imkâm veren çok<br />
elverişli bir sistemdir. Bir çoban ın günün birinde bir kardinal olmas ı ve bir<br />
kardinalin da s ıras ı gelincede papa olmas ı hiç te yad ırgandcak bir şey değildir.<br />
Demokratik bir sistemde yükselmeyi mümkün k ılan ve yükselme şanslarmı<br />
eşit duruma getiren kurumlar yarat ılmışt ır. Yarışmalar, yükselmeye götüren<br />
yolları e şit olarak bütün yurtta şlara aç ık tutar.<br />
Birde çe şitli ülkelerdeki hareketliliğin ölçüsü veya denge üzeridlle durulmaktad<br />
ıır. Burada babamn mesle ği ile oğul ve torunlar ın mesleği aras ında<br />
bir orant ı kurulur. Colin Clark'a göre A-Ziraatç ılar B- İşçiler C-Ötekiler diye<br />
bir şema çizilebilir. Çözümü gereken problem A grubundan ahnan kimselerden<br />
kaç ki şinin A grubunda kaldığı ve kaç ki şinin B ve C mesleklerine geçtiğidir.<br />
Bu konuda Amerikada al ınan sayılar şöyle olsa :<br />
A B C<br />
A grubu 38 39 23<br />
B<br />
C<br />
,,<br />
,,<br />
4 61 25<br />
4 25 71<br />
30
Bu takdirde A grubunda 38 ki şi babas ının meslekinde kalmış, 39 tanesi<br />
B grubuna 23 tanesi de C grubuna geçmi ştir. O halde burada % 62 bir hareketlilik<br />
vardır. Bu rakkam yaln ız A grubundaki hareketlilik olup di ğer gruplar ın<br />
da hareketlilik ölçüsü al ınabilir. 34<br />
III DINLER BILIMI (Sciences Religieuses)<br />
Joachim. Wach'a göre Dinler bilimi felsefi de ğil, ampirik bir bilimdir.<br />
Wach, C. P. Tiele'nin din bilimleriyle Din felsefesi aras ındaki s ınırları ortadan<br />
kald ırmış Olmas ına takışmıştir. Tielenin eserinde, Din Felsefesi, dar anlam ıyla,<br />
Dinler biliminden ba şka bir şey de ğildir. Yazara göre bilim derlenmiş ,<br />
düzenlenmi ş ve bölümlenmi ş bilgiler üzerindeki felsefi bir görü ştür. Wach,<br />
Chantepie de la Soussaye'nin de Dinler bilimi ile din felsefe ve tarihini ayn ı<br />
seviyede gördüğü kanıs ındadır.<br />
Wach' ın üstad ı Ernst Troeltsch yaln ız Din Felsefesi ile Dinler bilimi<br />
arasındaki s ınırları silmekle kalmam ış, aynı zamanda Dinler biliminin mahiyeti<br />
ve görevi üzerinde de hiç bir vakit aç ık konnşma ınıştır. Ona göre Dinler bilimi<br />
normatif bir bilimdir.<br />
Wach, Troelsch' ın durumunu bu şekilde aç ıkladıktan sonra bu konuda<br />
iki eğilme işaret etmektedir: Bunlardan biri, bilim olarak geli şmek üzere<br />
Felsefeden hareket eder ; ötekisi, Felsefeye yönelmek üzere biliniden hareket<br />
eder. Wach'a göre Dinler biliminin ba ğımsız görevi bu iki uç aras ında kalmahdır.<br />
34 Genel Sosyoloji ile- ilgili örnek şdkil ve fikirleri yazarken sayın Hocam Ord. Prof Hans<br />
Freyer'in eserleri esas tutulmu ştur. Genel olarak bu kesimde a şağıdaki eserler ayd ınlatıcı ve<br />
görülmesi yararl ıdır :<br />
1957 .<br />
Dr. Hans Freyer, Sosyolojiye Giri ş, Dr. N. Abadan çevrisi (Ajans Türk Matbaas ı, <strong>Ankara</strong><br />
Dr. Hans Freyer, Einführung in die Soziologie 1931<br />
Dr. Hans Freyer, Soziologie als Wirklichkeitlehre 1930<br />
Dr. Hans Freyer, Introduccion a la sociologia F. G. V. mn Ispanyolca çevrisi, Madrid 1951<br />
Ord. Prof H. Z. -Diken, Sosyolojinin problemleri, İstanbul, 1955.<br />
Ren6 Maunier; Introduction a la Sociologie, Paris, Lib. Felix Alacan, 1929<br />
Armand Cuviller, Manuel de Sociologie, 2 tomes, Paris, P. U. F. 1958.<br />
Mehmet Taplamac ıo ğlu, Genel Sosyoloji, <strong>Ankara</strong> 1961<br />
Macıver, Encyclopedia of Social Sciences'deki Sociology maddesi.<br />
Paul Fauconnet ve Marcel Mauss, Grande Ancyclope'clie'deki Sociologie maddesi.<br />
Max Bonafus ve Necmettin Sad ık, İçtimaiyat, İstanbul 1927<br />
31
Son zamanlarda Din filozoflan aras ında Felsefe ile Dinler b;limini aç ıkca<br />
birbirinden ay ıran tek yazar, Max Scheler'dir. Bu yazar, pozitif Din<br />
bilimi ve Dinin asli Fenomenolojisi aras ına, birle ştirici bir tema olarak, dini<br />
e şya ve eylemlerin somut fenomenolojisini koyar. Max Scheler'in kendi deyimiyle,<br />
bu ara şt ırma bir veya bir çok dini tasavvurlar ın muhtevas ın ı mümkün<br />
olduğu kadar tam olarak anlamaya çal ışır.<br />
Böylece Max Scheler, aç ıkça dini ve ilmi olan bir görü şün yine dini ve<br />
ilmi görevini zihninde tasarlar.<br />
Wach böylesine bir Dinler biliminde ç ıkış noktas ının tarihi dinlerde<br />
mevcut oldu ğunu do ğrulamaktad ır. Din Felsefesi tümden gelim metoduna<br />
göre önsel (a priori) olarak ortaya ç ıktığı halde dinler bilimi hiçbir spekülatif<br />
amaç gütmez, ve sonsal (a posteriori) d ır. Vasıflama (description) Dinler<br />
Bilimi için hayati bir önem ta şımakla beraber yine bu bilim tam olarak vas ıflayıcı<br />
değildir. Wach'a göre din alan ında, ara ştırıcı, gayretini olaylara anlam<br />
vermeye yöneltmeliclir.<br />
Ba şka disiplinlerle kar şılaştırınca, konusunun özelli ği dolayısıyla, Dinler<br />
Biliminde böyle bir anlam verme (Bedeutung) nin özel bir tak ım güçlüklerle<br />
kar şılaşacsa ı ortaya ç ıkar. Meselâ bir estetikçiye göre, sanat yap ısı, dini tezahürler<br />
yap ı sından daha objektiftir. Sanat incelemelerinde yorumun a şağı seviyesi<br />
ile anlay ışın (Verstehen) yukar ı seviyesi aras ında büyük ölçüde bir uzla şma<br />
imkânı vardır .: Yorumun a şa ğı seviyesinde bir ifadenin anlam ı belirtilir.<br />
Anlayışın yukarı seviyesinde ise, tüm ve bütüne götürmek suretiyle<br />
bir olayın anla şılmas ı sağlan ır. Dinler Biliminin ç ıkış noktas ı din olayının<br />
anlamı üzerinde bir ara ştırmadır. Felsefi ve metafizik problemler bundan<br />
sonra gelir.<br />
•<br />
Mes'ele, dinin mahiyetini, de ğerler tablosundaki s ıras ını ve psikojenez<br />
(Psychogense) safhas ındaki yerini belli etme konusu etrafında döner. Böylece<br />
felsefe için her vakit bir güçlük ba ş gösteriyor demektir. Bu da ampirik ye<br />
tarihi yerlerin felsefi-dini görevdeki s ıras ını veya hacmini tayinden ileri gelir.<br />
Dinler Biliminin görevi tarihi yerlerin anla şılmas ırıdan ibaret olup metot<br />
ve usulleri bu sonucu sa ğlamak üzere ayarlanm ıştır. Böyle bir bütün içinde<br />
dinler biliminin sistematik görevi ampirik veriler aras ında münasebetler<br />
kurma ğa inhisar eder. O halde dinler biliminde dinlerin iyice anla şılması<br />
için Tarihi konular (Objets Historiques) sistematik tasanlar (Projets- Systematiques)'<br />
ın her ikisi de kesin olarak gereklidir.<br />
Wach'm kanaat ına göre ilahiyatç ılarla felsefeciler belirli din veya doktrinleri<br />
savunduklar ı halde din bilgini veya dinler bilimi uzman ı değer yarg ılarına<br />
32
dayanan beyanlarda bulunmak zorunda de ğildir. Prensip bak ımından ölü<br />
dinler dahi, hiç olmazsa tarihi yönden, ayn ı işleme tabi tutulmal ıdır. Bununla<br />
beraber amprik ara ştırıc ılar subjektif olarak bir tak ım pe şin felsefi fikirlerden<br />
uzak kalamazlar. Bu sebepten bu kimselerin subjektiflik ve nazarilik<br />
tehlikesine kar şı dikkatli bulunmalar ı gerekir.<br />
Din konusunda felsefenin bilime üçüzlü bir yard ımı vard ır:<br />
a) Disiplinin metotlar ını denetler ve do ğrular. (Buna dinler biliminin<br />
mantığı denir.)<br />
b) Bir ara şt ırmausulünü ötekine ba ğlamak suretiyle konusunu felsefi<br />
olarak tayin eder'.<br />
c) Bilgiler bütünü içinde olaylar ı bir düzen ve s ıraya koyar. (Dinin tarih,<br />
Felsefe ve metafizi ği)<br />
Bununla beraber bu tip münasebette ampirik ara şt ırma ile Feisefi ara ş -<br />
t ırma aras ında ki fark hiç bir şekilde kapanamaz. 'Bundan dolay ı J. Wach<br />
ampirik ara ştırmalardan evrensel geçerlikte normlar ç ıkaran tarihçile ıle<br />
ihtilaf halindedir. Wach' ın takındığı bu durum, kendisinin Din konusunda,<br />
genel ve evrensel tarihten ç ıkardığı metot ve ilkelere engel olmam ıştır<br />
Dinler biliminin sistematik k ısmında Wach t ıpkı Simmel gibi anlamak<br />
isteyen suje ile anla şılmas ı gerekli konu aras ında ortalama bir çözüm yolu<br />
olarak yorumlama teorisini ileri sürmü ştür. Waeh' ın hipotezi insan tabiat<br />
ının evrenselli ğine dayan ır. Bundan ezeli insanl ık (Eternel H ınnain-Ewig<br />
Menschingliche) ile tarihi ayr ımla şma aras ında ortalama bir çozüm yolu<br />
olmak bak ımından tipolojik metodun önemi meydana ç ıkar. Bütün bunlar<br />
özetlenirse, Wach' ın din etüdünde iki yönü birbirinden ay ırdığı görülür.<br />
Bir yanda normatif olan teoloji ve din felsefesi, öte yanda ampirik olan Dinler<br />
Bilimi vard ır. Dinler Bilimi tarihi ve sistematik k ıs ımlara ayrılır. Tarihi<br />
ba şlık alt ında genel ve Özel dinler tarihi s ıralanır. Sistematik ba şlık tipolojik<br />
etütleri, yani tarihi ve psikolojik tipleri ele al ır.<br />
Joachim Wach' ın geli ştirdi ği önemli konulardan biri de Klasik kavramıdır.<br />
Yazar klasik kavram ımn bir din etüdünde normatif ve deskriptif<br />
yönler aras ında bir köprü kuraca ğını tahmin etmektedir. Kendi deyi şiyle<br />
klasik kavramı bir ön yargı (Prenotion) ad ına olayların heterogenliğini zorlamak<br />
durumunda olan yani onlar ı aynı cins ve türden olmaya zorlayan<br />
izafi bir normdur 35 .<br />
35 Une norme relative qui 'a pas â violenter l'heterogenetie des phenomenes au nom d'une<br />
preconeeption)<br />
Din Sosyolojisi F. 3 33
Klasik sözünden menfi olarak ah şıbıuş olaylar da anla şılır. Gerçekte<br />
klasik adı verilen olaylar bir tak ım tipik şeyleri gösterir. Dini hayat ve dini<br />
tecrübe kar şısında bu olaylar bireysel olarak ta şıdıkları anlamdan çok daha<br />
üstün anlamlar ta şırlar. Maitre Eckhart 36 , Gazali ve Shankara 37 klasik mistiklerdendir.<br />
Çünkü onlar ın ateşli heyecan ve ö ğretilerinde tipik bir tak ım<br />
mistik yönler vardır. Bununla beraber, klasik Kavram ı bir olaydaki temsili<br />
ayırmacayı (farikayı) göstermez, ayn ı zamanda bir normu da gerektirir.<br />
Şahsiyet, hareket ve tarihi olaylar ın çokluğu içinde bile bunlardan baz ıları hatırda<br />
kalmıştır. Çünkü bunlara ayd ınlatıcı bir nitelik tan ımak ve onlar ı örnek<br />
olarak göstermek mümkündür. Bu yolla onla ıın dini yaşayışımız üzerindeki<br />
etkisi tan ınmış olur.<br />
Klasik kavram ı Wach'a göre mutlak relativizmle her türlü infra-kritik<br />
görü ş aras ında mevcut olan bir yöneli şin denenmesidir 38 . Bu ise yazar ın<br />
düşüncesile Van Der Leeuw'ün fenomenolojisi ve Mircea Eliade' ın din morfolojisi<br />
arasında baz ı yakmliklar Sa ğlar. Her türlü bilimsel çalışmayı imkans ız kılan<br />
anarşi dolu sübjektivizmden kurtulmak isteniyorsa klasik kavram ında özellikle<br />
gerçekle şmi ş olan İZAFf OBJEKT İFL İK ilkesine inanmış olmak gerekir.<br />
Wach'ın tasarlad ığı türdeki bir Dinler Biliminin göze çarpan üst yap ı-<br />
sı, belli ba şlı üç bölümde toplan ır- Yorum teorisi, Dini Tecrübe ve Din sosyolojisi<br />
A. YORUM TEORISI (Hermeneutique) •<br />
Wach Dilthey'in görü şlerini benimseyerek yorumu felsefe ile insan bilimleri<br />
(Geisteswissenshaften) aras ında bir ba ğlantı noktası sayar. Yazd ığı<br />
anlayış (Das Verstehen) adl ı eserin 39 birinci cildini yorum teorisine ay ırmıştır.<br />
Burada s ırasiyle Wolf, Ast ve Boeckh gibi klasik filologlar, Schliermacher<br />
gibi teologlar ve W. Von Humboldt gibi bilginlerin sistemleri yer al ır.<br />
Wach verdiği her örnekte, keskin bir görü şle yorum teorisi ve felsefi<br />
temayül aras ındaki münasebeti belirtmekten geri kalmaz. Kitab ın ikinci<br />
cildi ünlü ilahiyatçıların verdikleri 14 örnek içinde teolojik yorumu inceler.<br />
36 Maitre Eekhart (1260-1307) alman filozofudur. .Papa onun mistik teorilerini mahkum<br />
etmiştir.<br />
37 Shankara, bir hint filozofudur.<br />
38 Infra-kritik bir kimsenin özel felsefe ve teolojideki seçme yetene ğine bağlı takdiri bir<br />
haldir.<br />
39 Das Verstehen, Grundzüge Einergeschichte der Hermeneutiscben Theorie im 19. Jahrhundert.<br />
1933. Tübingen. J. C. B. Mohr.<br />
34
Schliermacher ve bir kaç ba şka yazardan sonra Giri ş kısmında Wach Din<br />
kadar Sanat ve Edebiyat ın da tam uygun bir yorumu olup olmayaca ğını<br />
ara ştır ır. Kutsal <strong>Kitaplar</strong> (criture Sainte) ın türünde tek (Suigeneris) olmaları<br />
özel bir yorumu gerektirince yazar, böyle bir eseri inceleyen bir disiplinin<br />
hangi anlamda bir bilim say ılabilece ğini a ı a ştırır. Üçüncü Cilt, tarihçilerin<br />
yorum teorilerine ayr ılmışt ır. Bunların belli ba şhları Ranke ile Droysen'in<br />
teorileridir.<br />
Wabh' ın yorum teorisine kar şı gösterdiği bu ilgi yorumun dış ilke ve<br />
kurallar ı ile s ınırlı değildir. Dinin tam ve tüm olarak anlayışına kadar gider.<br />
Üstad bu konuda şu dört temel ilkeye i şaret etmektedir:<br />
1) Olay ve olguların anlayışlı bir deskripsiyonu<br />
2) Tarihi ve sosyolojik bir aç ıklama<br />
3) Sınıfland ırma tekniği<br />
4) Psikolojik bir anlay ışın zorunlu ğu<br />
Wach bilimsel çalışmalara koyuldu ğu günden ba şlayarak dinler bilimi<br />
kadrosu içinde yorum mes'eleleri ile u ğra şmıştı. Dini iyice anlamak için d ış<br />
bir görünü şten hareket etmenin mümkün olup olmad ığı sorusunu kendi kendine<br />
soruyordu. Acaba bir dinin esas ı o dine mensup olmayan bir kimse<br />
için 'bilinemiyecek kadar güç bir şeymidir Acaba bir müslüman din uzman ı<br />
Hıristiyan dinini bilimsel bir ara ştırma konusu yapabilir mi Yapabilirse<br />
bu müslüman ın kendisine yabanc ı kalan olaylar üzerinde ne dereceye kadar<br />
hüküm yürütebilir <br />
Wach Anlay ış (Das Verstehen) adli eserinde anlay ışı insan kesafeti<br />
ile mümkün oldu ğunu ve anlama eyleminin insanlar ın birbirlerile görü ş -<br />
melerinden sonra gerçekle şebildiğini ileri sürüyordu.<br />
Bu bak ımdan anlayış, toplumsal bir olgudur. Hiç bir deskripsiyon, tek<br />
ba şına bu i şi ba şaramaz. Bu konu Felsefe, Mant ık ve bilgi teorisi (Epistemologie)<br />
ile ilgilidir. Anlay ışın ve metafizik temelinin şartları kadar, sonuçlarını<br />
da gözönünde tutmak gerekir. Psikoloji ruhi hayat ın tümü içinde anlayışın<br />
yerini arar ve anlay ışı hayat tecrübelerine ba ğlamak amac ıyla insandaki<br />
gelişmeyi ara ştırır.<br />
Fakat burada en önemli yeri Dilbilgisi tutar. Çünkü dil insanlar aras ındaki<br />
fikir ahş veri şinde en kesin araç ve mekan ve zaman içindeki fikir ak ımının<br />
en do ğru yoludur. Biraz daha ileri giderek denilebilir ki bir kimseyi anlamak<br />
onun dilini bilmekle mümkündür. Dil zihnin yarat ıcı bir eylemidir.<br />
35
Bunun gibi beyan tarz ı (Elocution) dü şünceyi yapan organ olarak tan ımlanabilir.<br />
Dil, onu yaratan milletin zeka ve zihniyetinin bir d ış görünüşüdür.<br />
Filoloji'nin Dinler Bilimindeki önemi bundan ileri gelir. Öte yandan Wach<br />
her vakit Humbolt ve Dilthey ile birlikte ferdi anlay ış üzerinde durur.<br />
En manalı yön, anlayış problemlerinin bir s ınır ve derece meselesi<br />
olmas ıdır. Bu konuda Wach şöyle yazar: (... her anlay ış ta iki faktör birle şir.<br />
Bu faktörlerden biri subjektif yorumdur ki bu yolla bir deyimin Psikolojik<br />
anlanu bulunur. Bu da onu ilk defa söyleyene kadar götürmek suretiyle<br />
yap ılır. Öteki faktör, objektif yorum olup yorumu gereken ifade, oldu ğu gibi<br />
alınarak ondan manâ ç ıkarıhr.<br />
Objektif yorumun üç şekli vardır.<br />
a- Teknik Yorum: Burada yorumu gereken deyim veya anlat ımın malzeme<br />
ve unsurlar ı çözümlenir.<br />
b- Türsel Yok ım: (İnterpretation G enerique) Burada incelenen şeyin<br />
tertip ve şekli üzerinde durulur:<br />
c- Tarihi ve Sosyolojik Yorum: Burada Tarihi ve Sosyolojik olaylar ın geliş -<br />
mesi söz konusu olur.Bu yorum olaylar ın gelişmesini aydınlatmağa çalışır. San-<br />
'at ın yorumunda, bir yandan yorum, öte yandan de ğer verme eylemleri birbirine<br />
s ımsıkı bağlanmıştır. Mesela, Hukukun yorumunda ve daha bir çok<br />
hallerde durum böyledir. Dinin yorumunda, bir dini demeçteki anlam ın tarihi<br />
karakteri bilinmeden o demecin anla şılıp anla şılamayaca ğı sorusu akla<br />
gelebilir.<br />
Kendi dinimiz dışındaki bir dinin anla şılmas ı 4 şarta ba ğlıdır.<br />
a) O din hakkında mümkün olduğu kadar fazla bilgi edinmek.<br />
b) Konu üzerinde tam uygun bir duyarhk ve titizlik göstermek.<br />
c) Tasarı hazırlamada do ğruluk.<br />
d) Kutsala ili şkin kişisel tecrübe.<br />
Mutlak olarak objektif bir anlay ışa varmak imkans ızlığı karşısında Dinler<br />
Biliminin amacı, hiç olmazsa etrafl ıca dinin anla şılması olmalıdır.<br />
B) DİNİ TECRÜBE (ExOrienee religieuse)<br />
Rudolf Otto, Dini tecrübenin türsel (specifique) bir nitelik ta şıdığı kanısındadır.<br />
Otto bu işe görülmemiş bir çözümleme inceli ği, o zamana kadar<br />
36
alışılmamış bir derinlik ve üstün de ğerde bir dini duyarl ık kavramı getirmi ş -<br />
tir. J. Wach üstad ının bu çıkış noktas ını benimsemiştir. Ahlak, estetik ve<br />
benzeri tecrübelerle olan ba ğıntısına ra ğmen yine dini tecrübe, di ğer tecrübe<br />
türlerinden ayrılır. Rodolf Otto bunun için latince Tanr ı gücü, tanr ısal anlamına<br />
gelen Numen ve numineux terimlerini kullanmıştır. Din alanı kutsal<br />
aland ır; ba şka bir deyi şle din alan ı kutsahn ta kendisidir. Bu bildiri ve aç ıklama,<br />
san ıldığı gibi, gereksiz bir tekrar (tautologie) olmad ığı gibi söylenmesi<br />
gereken son söz de de ğildir. E ğer Otto dini tecrübe olay ında mevcut objektiflik<br />
vasfınm ispat ını çıkış noktası yapsayd ı bu konuda pek çok yan ılmalar<br />
önlenmiş olurdu.<br />
Yaratığın üstün bir varlığa karşı duyduğu bağlılık ve tanr ısal güç (Numen)<br />
hakk ında R. Ottonun yapt ığı çözümleme bazı takışmalara yol açm ış -<br />
t ır. Çünkü yazar ın kutsal anlay ışı aşırı derecede Psikolojiktir. Bununla beraber<br />
Wach, üstadının kutsal fikri, ( İdee du sacre) üzerindeki ilk teklifinin,<br />
sır (Mysterium) ın objektif niteli ğine dayand ığını düşünür. P. Tillich'in de<br />
aynı fikirde olduğu biliniyordu 40. Otto hayat ının son 20 yılında iki türlü<br />
mes'ele ile u ğra şmışt ır: Bunlardan biri felsefe, ötekisi teolojidir.<br />
Birinci mes'ele dinin ahlâkla miinasebetine ili şkin tipi incelenmesidir.<br />
Wach bunu şöyle ifade ediyor:<br />
Eleştiriciler R. Otto'da en zay ıf tarafın şekilcilik oldu ğunda oy birliği<br />
ederler. Yazar Şemacılık (Schematisme) terimini Kant'tan 'alm ış fakat anlamını<br />
değiştirmiştir. Dini tecrübe, ba şka türlü tecrübe ve yarg ılarla şematize<br />
edilir. Yazara göre günah, kurtulu ş, hatta kutsahn temel kavramlar ı, ahlaki<br />
arılamlar ta şır. Ahlaki , ve manevi de ğerlerin fenomenolojik- bir ispat ı R.<br />
Ottonun önemle varmak istedi ği bir amaçt ı.<br />
• Otto'nun 'tart ışmas ın ı yaptığı ikinci mes'ele İsa hakk ında ne dü şünüyoksunuz<br />
sorusu ile ortaya at ılmıştır. Bu ikinci mes'elenin tart ışmasına Wach'-<br />
ın ikinci üstad ı olan Ernst Troeltsch'ta kat ılmıştır. Wach, Otto'nun fikrine<br />
uyarak İsa Bininin bir dü şünce ve zihni bir haz ırhktan sonra gelmi ş olmadığı<br />
kanısındadır. Yeni din Hıristo'nun ferdiyet ve derinli ğinden fışkırmışt ır.<br />
İsa, Tanr ım!' gönderdi ği gerçek H ıristomudur sorusunu, Otto ancak dinin<br />
cevaplandırabileceğini ve böyle bir cevab ın Dinler Tarihinin görevi d ışıda<br />
kaldığı sonucuna var ır.<br />
40 P. Tillich, Systematik Theology, (tome I, Chicago, Uni. Of Chicago press, 1951) adli<br />
eserinin 215-216 sayfalar ında şöyle deniliyordu: Rudolf Ottonun klasik olan The Idea of Iloly<br />
(kutsal fikri) adl ı eseri, kutsahn fenomenolojik deskripsiyonu, kutsal, anlam ıyla tanrısal anlamı<br />
aras ında kar şılıklı bir bagımlasmas ım(interdependance) ve bunlar ın da sonsuz bir varh ğa bağlı<br />
kaldığım göstermektedir.<br />
37
Wach' ın en büyük hizmetini dini tecrübenin anlat ımlarını teorik, pratik<br />
ve sosyolojik diye üç alanda toplamış olmas ında aramak gerekir.<br />
/ Dini tecrübenin teorik anlatt ım- konusunda şunlar söylenebilir: Teorik<br />
ifade ilk tecrübenin sezi ş, duyu ş ve inanışında aranmal ıd ır. Bunlar ise ço ğu<br />
zaman sembol şeklinde gösterilir ki buda inanç ve ö ğreti unsurlar ını<br />
ihtiva eder. Bu ilk alg ılar az çok , belirli ve tutarli bildirilerde anlat ılmışlardır.<br />
Dini tecrübenin teorik anlat ımı özel bir önem ta şıyan üç konu etrafında<br />
döner: Tanr ı, Dünya ve insan. Ba şka deyi şle teolojik, kozmolojik ve antropolojik<br />
görü ş ve anlayışlard ır ki bunlar devamhca Efsane, Doktrin ve do ğma<br />
yolu ile gelişmiş ve beslenmi şlerdir.<br />
Temel tecrübede veya onun ilk anlat ımında teori ile pratik, teoloji ile<br />
ahlâk aras ında bir ay ırım yapmak güçtür.<br />
Wach, dinin, teorik anlat ımında bildirilen şeylerin dini uygulamalara<br />
yol açtığını söyler. Bunlar, geni ş anlam ıyla kayna ğını dini tecrübede bulan<br />
her türlü tap ınma eylemeleri (Cultus) dir. O halde dini tecrübenin pratik<br />
ifadesini ibadet (Culte) s ınırları içinde dü şünmek gerekir.<br />
Din ço ğu zaman ibâdet olarak tan ımlanmışt ır. Bütün dinlerde kutsal ın<br />
tecrübeleri efsane, doktrin ve do ğmaya dayan ıp Tanrı (Numen) ya kar şı<br />
tap ınma eylemleri olarak ifade olunurlar. İbadeti aç ıklama konusunda hizmeti<br />
çok büyük olan Underhill bu eylemleri dörde ay ırır: 1) Mensek ve Litürjiler<br />
2) Semboller, 3) Kutsallama törenleri ve 4) Kurbanlar.<br />
Efsanelerin men şei üzerindeki anla şmazlıklarla Wach hiçbir suretle<br />
ilgilenmez. Buna kar şılık yazar bir yandan toplumsal bask ı; öte yandan ferdi<br />
özgürlük ve dinin tarihi geli şmesinde ferdin oynadığı rol hakkında yap ılan<br />
münazara ile candan ilgilenir.<br />
Dini tecrübenin sosyolojik a ıılatımı çok önemlidir. Bundan dolay ı Wach<br />
Sosciology of Religion, Religionssoziologie, Sociologie de la Religion gibi<br />
çe şitli dillerde yaz ılmış eserlerinde kendine öz bir din sosyolojisi görü şünü<br />
geli ştirmiştir.<br />
C) DİN SOSYOLOJİSİ (Sociologie Religieuse)<br />
Din Sosyolojisi Dinler Biliminin önemli bir dalıdır. Öte yandan bu<br />
disiplin din ve toplum bilimlerinin birle şmesinden do ğmu ştur.<br />
Din Sosyolojisinin, iki disiplinden tevarüs etti ği mes'eleler yan ında bir<br />
takım güçlükleri ve kendine öz görevleri vard ır. Ba şka deyi şle, din sosyo-<br />
38
lojisi, insanın diğer faaliyetlerine ili şkin olarak sosyoloji ile baz ı problemleri<br />
payla şır. Bu arada dini tecrübe ve anlat ımlarının özel mahiyetine ba ğlı kendine<br />
öz problemleri de vard ır 41 .<br />
K ısacas ı, Din Sosyolojisi dinin toplum, toplumun din üzerindeki karşılıklı<br />
etki ve tepkileriyle dini gruplar ı inceler.<br />
Din Sosyolojisi, ba ğıms ız bir disiplin olarak daha dünyaya gözlerini<br />
açmadan önce onun hesab ına ba şka disiplinler pek çok malzeme toplam ış -<br />
t ı. Bu malzemenin ço ğu, 20. yüzy ılda elde edilmi ş olup zaman zaman teolojik,<br />
filozofik ve psikolojik yönlerden bölümlenmi ş ve incelenmi ştir.<br />
Bununla beraber, 20. yüzy ıl ba şlangıc ına kadar toplanm ş olan malzemeyi<br />
tarafs ız ve özel bir metotla ele almış olan hiç bir diri sosyolojisi mevcut<br />
de ğildir.<br />
Wach, Amerikan, İngiliz, Felemenk, Frans ız ve Iskandinav sosyolologlarına,<br />
pek çok şeyler borçlu oldu ğunu kabul etmekle beraber, gerek mizacı<br />
ve gerekse yeti şme tarz ı bakımından anlayış sosyolojisi ve bu okulun<br />
kurucularından olan Max Weber, Ernst Troeltsch, Werner Sombart ve Ge-<br />
_<br />
orge Simmelin yaratt ıkları gelene ğin içinde kalmıştır. Ki şisel olarak da Dilthey-'in<br />
etkisi alt ındad ır. Bilindiği gibi Diltlı ba ğıms ız bir sosyolojinin kurulmas<br />
ına muhaliftir. Bununla beraber yazar ın felsefi ve tarihi eserleri sistematik<br />
ve metodolojik yönlerden önemlidir.<br />
Wach' ın Rickert'le payla ştığı fikir şudur: toplum olaylar ının kavranmas ı<br />
özel bir de ğerler tablosuna kat ılmay ı gerektirmez.... Fakat insanlar ın toplum<br />
içindeki davranışları, ancak e şyanın manasma (Sinn) nüfuz etmekle<br />
anla şılır. Bunu do ğrulayan Max Weber be şeri hareket ve davran ışların diğer<br />
olaylardan farkl ı olduğunu; fakat anlaşabilirliğin, ampirik bilimler için çok<br />
akışkan s ınırlar ı olduğunu söyler.<br />
Wach, Max Weber'den ilk olarak din sosyolojisini ortaya atm ış bir bilgin<br />
olarak bahseder. Max Weber, eserinde kalvinizme büyük bir yer ay ırmkakla<br />
sistematik din sosyolojisine• yapt ığı büyük hizmetleri gölgede b ırakmışt<br />
ır. Fazla olarak Max Weber bir çok konular ı eksik b ırakmıştır. Mesela,<br />
ilkel dinleri, islam dinini ve bir çok önemli dinleri Dinler Şemas ına sokmamışt<br />
ır. Bunun gibi din olaylar ının temel anlam ına kar şı gösterdi ği dikkatin<br />
yetersizli ği yüzünden s ımflamaları tam ve memnunluk verici de ğildir.<br />
Max Weberin eseri, bir çok yönlerden dostu Ernst Troeltsch' ın üstün<br />
değerdeki etütleriyle tamamland ı. Troeltsch' ın eseri H ıristiyanlık s ınırları<br />
41 1961 yılında yaynnladi ğım Din Sosyolojisine giri ş adlı eserinin üçüncü bölümüne bak.<br />
39
içinde kald ı. Bu iki bilginin durumları kar şdaşt ırdırsa Max Weberin daha<br />
çok toplumsal bilimlerde; Ernst Troeltsch' ın teoloji ve felsefede uzman<br />
oldukları görülür. Her ikisi de bo ş teorilere, ki şisel dü şünce ve metafizik<br />
görü şlere saplanmayarak dini anlamdaki toplumsal olaylar ı çö,<br />
zümlerne ve vas ıfla:mada tarafs ız kalmas ını bilmi şlerdir. Bu tutum, gelece ğin<br />
din sosyologlarına ö ğütlenmeye de ğer bir örnektir. Bu büyük bilginlerin<br />
tuttu ğu tarafs ızlık yolunu halefleri kendileri kadar titizlikle izleyememi ş -<br />
lerdir.<br />
Wach din sosyolojisi metodunun tarafs ız ve objektif olmas ı gereğini<br />
ileri sürer. Bununla beraber baz ı ilkelere uyulmak gereklidir. Birinci İlke,<br />
Dini tecrübenin geni ş ve çe şitli oldu ğunun anla şılmış olmas ıd ır. Bunun tabii<br />
bir sonucu olarak dinin her türlü sosyolojik etüdünün ilk a şamada fenomenolojik<br />
ve psikolojik tipler üzerinde yap ılması gerekir İkinci aşamada<br />
dini tecrübenin çok say ıda tarihi tiplerini incelemede aranmal ıd ır. Ba şka<br />
bir deyi şle ara ştırma alanını yalnız bir dini inceleyecek kadar daraltan her<br />
te şebbüs zorunlu olarak yetersizdir. İkinci İlke, din olaylarının manâ<br />
ve mahiyetine de ğer verme ve anlamad ır. Ara ştırıcı inceleme konusu ile<br />
bir yakınlık sa ğlamal ı ve elindeki malzemeyi sempatik bir anlay ışla yorumlamal<br />
ıdır.<br />
Objektif olmak ald ırış s ız olmak anlam ında de ğildir. Bu durumda acaba<br />
bir tek din sosyolojisi mi yoksa her dine göre ayr ı bir sosyoloji mi bahis konusu<br />
olacakt ır. Wach'a göre bir tek din sosyolojisi olmak gerektir. Toplumun,<br />
bir katolik, bir marksist ve bir islam felsefesi olmas ına kar şılık objektif ölçütlere<br />
dayanan ve bütün dinler için geçerli ği olan tek bir din sosyolojisi<br />
vardır. Bu din sosyolojisine çe şitli aç ılardan yana şrnak ve onlar ı farklı derecelerde<br />
gerçekle ştirmek mümkündür. Fakat biraz öncede söyledi ğimiz gibi<br />
bu sosyoloji aynı şekilde objektif ölçütlerden yararlanmak zorundad ır. Ara ş -<br />
tırma amac ı, dini nitelikteki kavram, tören ve te şkilatı bütünü ile içine almak<br />
ve her kesimini bütünün bir parças ı olarak yorumlamak olmal ıdır. K ısacas<br />
ı din sosyologu, yorum ilkelerini izlemek, dini fikir, mensek ve te şkilat<br />
şekillerinin mana ve maksad ım bütünü ve tümü içinde anlamak zorundad ır.<br />
Her dini grubun din olaylar ını kendine öz bir anlay ışı ve kendine öz<br />
bir yorum tarz ı vard ır. Bu durumda sosyologun çe şitli anlayış ve yorumlar ı<br />
ne şekilde ele almas ı sorusu hat ıra gelebilir. Wach, bilgi sosyolojisi uzman ı<br />
Scheler'in izafiyecili ği (Relationisme) ile din sosyolojisinin tipolojik metodundan<br />
yararlanarak bu soruyu cevapland ırıyor. Din bilgininin, sosyolojik<br />
ara ştırma usullerine ah şmas ı laz ımdır. Buna kar şılık sosyologun da din<br />
hayat ı ve onun dış belirtilerine ili şkin teori ve ipotezi din bilgininden almas ı<br />
ve öğrenmesi gereklidir. Böylece din bilginleriyle tophimu inceleyen kimseler<br />
40
aras ında işbirliği yap ılarak din sosyolojisinin özel kategorileri olumlu bir<br />
şekilde meydana ç ıkarılır. Wach bu konuda şu yönleri belirterek yorum ilkelerinin<br />
önemine i şaret eder :<br />
a) Söz ve kavramlar ın bugünkü anlamlar ı.<br />
b) Günah, af, nedamet ve kurtulu ş gibi terimlerin dini anlamlar ı<br />
c) Dini bir çevrede bu terimler için yap ılan somut, bireysel ve teolojik<br />
yorumlar. n 42,wc eR, e, e ,4e4o-n. P e :ÇıAL4 1 "4",e,(4‹,_ ri Q<br />
Kavram, mensek ve adet gibi ayr ı ayr ı gözlemlenen olaylarla bunlar ı<br />
doğuran ana tecrübeyi ba ğlıla şt ırmak (correlation) için çok ciddi te şebbüslere<br />
giri şilmedikçe, dini gruplar ın zihniyetine nüfuz etmek ve dini ya şayış,<br />
sembol ve davran ışları anlamak mümkün de ğildir.<br />
Wach'a göre böyle bir sosyolojinin iki türlü inceleme alan ı vard ır :<br />
Birinci alan, dinle toplum münasebetlerine ili şkin olup şu kesimleri<br />
ihtiva eder.<br />
a) İman, ibadet ve cemaatin sosyolojik kök ve görevleri.<br />
b) dinin toplum içinde ve üzerinde yapt ığı sosyolojik etki ve görevleri.<br />
İkinci alan dini gruplard ır. Bu alan bir çok yönlerden ele al ınabilir;<br />
fakat en önemli yönü şudur :<br />
"Ara ştırmaları, dini tecrübenin teorik, pratik ve sosyolojik anlat ımları<br />
üzerine çekmek genel sosyolojinin görevleri aras ındadır. Efsane, doktrin ve<br />
doğma dini tecrübenin teorik 'anlatt ım; dua, kurban, mensek, pratik anlat ılır];<br />
te şkilat, kurulu ş ve otorite ise onun sosyolojik anlat ımıdır. Somut ve tarihi<br />
misalleri, sosyolojik görü şlerle ku şatmak özel sosyolojinin görevidir. Bir<br />
Ergenekon efsanesi, bir G ılgamış destanı böyle bir etüde muhtaçt ır. Bu türlü<br />
ara şt ırmalar tasavvuru mümkün olan en küçük birliklerden ba şlayarak yürütülmelidir.<br />
Mesela bir aile, bir klân, belli zaman ve mekandaki yersel bir<br />
grubun incelenmesi böyledir. Bu i şin en büyük tehlikesi daha önce ayn ı<br />
konuda teolojik, psikolojik veya antropolojik bir incelenmenin yap ılmış olmasından<br />
ileri gelir. Fakat bu tehlike de önlenmi ş bulunmaktad ır; zira bu<br />
incelemeye hâkim olan sosyolojik görü ş tek ba şına kesin bir rol oynar."<br />
Sistematik bir din sosyolojisi, ideal olarak, günün veya geçmi şin bütün<br />
din gruplar ını, soysal (etnik), kültürel ve siyasal nitelikleri olan tabii<br />
grupla münasebetleri bak ımından ele almak zorundad ır.<br />
41
Wach Din sosyolojisi (Sociology of Religion) adl ı kitab ının önsözünde<br />
Din ve toplum bilimlerinini birbirinden ay ıran çukurun üzerine bir köprü<br />
kurulmas ını çok uygun buldu ğunu aç ıklamaktad ır. Yazar bu konudaki hizmet<br />
ve yard ımını eksiksiz bir envanterden daha ziyade mütevazi bir sentez<br />
denemesi saymaktad ır.<br />
yor :<br />
Aynı yazar kitab ın ın son k ısmında şunları söyliyecek derecede ileri gidi-<br />
Bu etüdün gruplar ın sosyolojik deskripsiyonu ile s ınırlanmış olmas ı"<br />
toplum üzerinde yap ılan teolojik, felsefi ve metafizik ara şt ırmalar ın ortaya<br />
att ığı mes'eleleriji ask ıda kalrnas ıum Osii.ee.-kelftıl--edi.l ıslei anlamında asla yorumlanmamal<br />
ıdır Yazar ın amac ı dinle toplumun kar şıl ıklı münasebetlerini<br />
ilgilendiren çe şitli dini ve felsefi malzemeyi okuyuculara sunmaktn.<br />
B İBL İ YOGRAFYA:<br />
Buraya kadar dip notlar ında ve metinlerde i şaret edilenlerle birlikte<br />
a şağıdaki eserler konu ile ilgilidir.<br />
Gustav Mensching, Sociologie religieuse, Tr. Par P, Jundt, Paris, 1951.<br />
" " Welt Religion und Volk Religion, 1933.<br />
J. Wach, La sociologie de la religion, Sociologie au XX eme siecle P. U. F.<br />
Paris, 1947<br />
Religionsoziologie, Die Religion in Geschichte und Gegenwart 1932<br />
Comparative Study of Religions, colombia universty press, 1958<br />
H. Z. Ülken, Dini Sosyoloji, İstanbul 1943<br />
Mehmet Taplamacıoğlu, Din Sosyolojisine giri ş, <strong>Ankara</strong> 1961<br />
Archives de la Sociologie des religions No 1. Paris, 1960.<br />
TraiM de sociologie, publie sous la direction de G. Gürvitsch, 1958<br />
Nurettin Şazi Kösemihal, Sosyoloji tarihi. İstanbul, 1955.<br />
Abdülkerimül Yafi, Temhit fih ilmül içtima' , Şam 1.957.<br />
Dr. G. Kesseler, İçtimaiyata başlangıç, İstanbul 1938<br />
Roger Mehl, Histoire et Socilogie religieuse, Strasbourg, 1962.<br />
42
IV. D SOSYOLOJİSİNİN TARİHÇESİ<br />
A. Din Sosyolojisinin öncüleri<br />
Sosyoloji, 20. Yüzy ıl ba şında felsefi görü şlerden kurtularak belirli olayları<br />
kendi metotlanyla inceleyen bir bilim dal ı olmaya ba şlamıştır. Çe şitli<br />
toplum olaylar ı aras ında din olaylar ı önemli bir yer tutar. Deneysel bir sosyoloji<br />
ortaya çıktığı zaman, din sosyolojisi, sosyolojinin önemli bir bölümü<br />
olarak kurulmu ştur.<br />
Din sosyolojisi, bu anlamıyla pek yenidir. Fakat din üzerindeki ara ştırmalar<br />
çok eskidir. Toplum ve din olaylar ı iizerinde dü şünme ve ara şt ırma<br />
en az 'tabiat olaylar ı kadar eskidir. Bunun kaynaklar ı ilk ça ğ Yunan felsefesine<br />
kadar ç ıkar. Manevi bilimlerin ba şlang ıcı ilk yunan sofistlerinde görülür.<br />
Fakat onlardan önce tabiat bilimlerinin kurulma ğa ba şladığı s ıralarda<br />
din hakk ında bugünkülerine çok yak ın düşüncelere rastlan ır. Bunlar aras ında<br />
Kolophan (Colophan) lx Ksenophanes, (Xenophanes) ile Efesli Herakleitus<br />
tan bahsedilebilir. Birincisi çok tanr ılı (Polytheiste) dinlerdeki iman konusu,<br />
ötekisi ibâdet ve din törenlerini bilimsel yönden incelemi ş ve ele ştirmi ştir.<br />
Dinler kadar tanr ı ve tanr ı kullarımn çe şit ve kar şı tlığı üzerinde durmu ş ,<br />
zaman ındaki inanışların gerçek din ve tanr ı anlayışına aykırı olduğunu göstererek,<br />
felsefi bir sezi şle tek tanr ıcılığı savunmu ştur. Şüphesiz onlar ın tanr ılar/<br />
ve tanrı görüşü daha çok bir teoloji ( ılâhiyat-kelâm) meselesidir." Bu fikirleri<br />
savunmak için zaman ın dinlerini ve,bu dinlerin toplum üzerindeki etkilerini<br />
inceleme, genel olarak dinler bilimi, özel olarakta din sosyolojisi bak ımından,<br />
yararlı olmuştur.<br />
Bunlardan sonra gelen sofistler dü şüncelerini fizik ve fizik-ötesi konulai't<br />
dan daha çok, insan ve topluma çevirmi şlerdir. Fikir tarihinde pek tan ınmış<br />
olan « İnsan her şeyin ölçüsüdür. » düsturuna dayanarak bilim, ahIk<br />
ve dinin insani kaynakların ı - aram ışlar, böylece dinlerin çe şitliliğini<br />
insan ve toplumların çe şitliliğinde görmü şlerdir. Dinin teorik anlat ımı olan<br />
mitolojiyi kendi görü şlerine göre yorumlam ış ve aç ıklamışlard ır. Sofistlerin<br />
görü şleri o zamanki dinlere dayan ıyordu. Toplumun din, dinin de toplum<br />
üzerinde ki kar şılıklı etkilerini incelemeleri kendilerine dinler bilimi ve diri<br />
sosyolojisi tarihinde önemli bir yer verdirmi ştir.<br />
Din sosyolojisi bak ımından en orjinal görü şlere Eflâtunda rastlan ır.<br />
Eflâtun bir çok bilim ve felsefe konular ında oldu ğu gibi bu alanda da öncülük<br />
yapmaktad ır. Bu bak ımdan onu bir din sosyolo ğu saymakta bir sak ınca<br />
yoktur. O din ve toplum olaylar ını çe şitli yollardan incelemi ş ve birbiriyle<br />
43
s ıkı münasebetlerini en ufak ve ince noktalar ına kadar göstermi ştir. Eflâtunda<br />
'felsefenin hareket noktas ı sofistlerin dayand ıkları ilkenin tam kar şıt ıdır.<br />
Sofistler her şeyin ölçüsü insand ır (Homo-Mensura) diyordu. Eflatun<br />
"Her şeyin ölçüsü Tanrıdır" diyor. Aristo felsefe, ahlak ve siyaset sistemlerini<br />
kurduktan sonra bütün bunlar ı din üzerinde temellendirmek istiyordu. Çünkü<br />
tasarladığı toplum düzeninin dinsiz , yaşayamaca ğma inan ıyordu. İlk büyük<br />
eseri olan Devlet (Politeia) gençlerin e ğitirninde dinin yerini belirttikten<br />
sonra, zaman ın eğitim sistemlerinde uygulanan din ö ğretimine tak ışmakta ve<br />
yeni bir e ğitim ve öğretimin hangi ilkelere dayanmas ı gerektiğini göstermekte-<br />
dir'. Fakat yazar ın din sosyolojisi bakımından .en önemli eseri şüphesizki kanun-<br />
.<br />
larıdır. (Nomoi). Eflatun bu kitapta günün toplumsal_ şartlarına uygun bir<br />
devlet anayasas ının planını çizdikten sonra koydu ğu kanunlar ın yalnız maddi<br />
yaptırımlarla (müeyyide) tutunam ıyaca ğını, asıl manevi yat ırımların gerek<br />
tiğini, bunuda ancak dinin verebilece ğini ileri sürüyordu. Toplumda rastlanan<br />
her türlü bozuklu ğun, dinsizlikten, tanr ılara inanmaktan ileri geldi ğini,<br />
dolayısıyla iyi bir toplum düzeninin kurulabilmesi için, ilkin dinsizli ğe karşı<br />
sava şmak gerektiğini ileri sürüyordu. Bu sava şta yap ılacak ilk i ş bir çok devletlerin<br />
yapt ığı gibi dinsizliğe karşı kanunlar ç ıkarmakt ır. Eflâtunun eserinde<br />
(kanunlar) dine kar şı işlenen suçlar ve bunlar ın yaptırım listesi Oldukça kabarıktır.<br />
Yazd ığı ceza kanununun hükümleri ilk ça ğ devletlerinin toplum hayat ında<br />
dinin oynadığı rolü belirtmek bak ımından çok çekicidir. Fakat Eflatun<br />
yalnız bu maddi yard ımların yani devletin dini korumas ın ın, dinsizliği önlemek<br />
için yeterli olmad ığım da görüyordu. Çünkü dinsizli ğin asıl sebebi maddi<br />
değil, mânevidir. Buda halktan de ğil, filozoflardan gelmekte idi. Böylece<br />
dinsizliğe götüren Materyalist felsefeye karg ı Spiritüalist bir felsefe kurmak<br />
gerekti ğini belirterek, fikir tarihinde ilk olarak sa ğlam bir ilahiyat (Theologie)<br />
sistemi kurdu. ilahiyat ın birinci işi Tanrının varlığını ispat .etmektir.' ,Bunun<br />
için klasik bir tak ım kamtlar veriyordu. İkinci i şi Tanrımn insanlarla ilgilendiğini,<br />
hiçbir kimsenin yapt ıklarının yanına kalmayaca ğın ı -ispat etmekti.<br />
Üçüncüsü, bir takım yalvarma veya ba ğışlarla Tamılarm kazan ılamıyaca ğını<br />
ve herkesin kendi hareketinden sorumlu tutulaca ğını ispat etmekti. Eflatun<br />
dinde eylem kadar inanc ın da önemini, bu , eylem ve inancın bir toplumun,<br />
varolma ve ya şama şartlar ından biri oldu ğunu belirtiyordu. Bu bak ımdan,<br />
Eflatan ilk din sosyologu olarak gösterilebilir.<br />
Aristo sosyolojinin ilk öncülleri aras ında say ılabilir. Fakat din hakk ındaki<br />
görüşleri daha çok psikolojik ve metafizik temellere dayan ır. Aristodaki<br />
Tanrı anlayışının gerek Yunan gerekse Hristiyan ve islam dinlerindeki tesirleri<br />
bilinmektedir. Ortaça ğın Müslüman, Yahudi ve H ıristiyan Teologları<br />
Aristo'dan büyük ölçüde yararlanm ışlardır. Fakat din sosyolojisi alan ında<br />
yazar ın genel görü şlerden ileri gitti ğini sanmak yersizdir.<br />
44
Eflatun ve Aristodan sonra bir yandan İskender saldırısı yüzünden<br />
Eski Yunan Sitelerinin y ıkıldığı, öte yandan yunanl ılarla doğu milletlerinin<br />
karışmas ından yeni bir âlemin belirdi ği görülüyor. Romalılarındoğu ülkelerine<br />
sald ırmas ından Hıristiyanlığın yayılmas ına kadar süren zamana tarihte<br />
Helenistik ça ğ denir. Bu devir dinler tarihi kadar dinler bilimi yönünden<br />
de çok ilgi çekicidir. Zira bu devirde klasik yunan dini, bir yandan kendi<br />
içinde beliren felsefi okul ve ak ımların .dinin yerini almak için harcad ıklar ı<br />
çabalarla, öte yandan İran, İsrail ve Mıs ır gibi do ğulu dinlerin etkileriyle<br />
özelliklerini kaybederek tarihi bir din olmaya ba şlamışt ır. Ayd ınların felsef9yi<br />
kendilerine bir din edinmeleri, tarihi yunan dininin efsaneleri ve toplumun<br />
tuttu ğu din ve tan ıdıkları tanrılara kar şı uyanan ilgiler çe şitli ve geni ş bir<br />
din edebiyatının doğmasına sebep olmu ştur. Kutsal efsane, takvim, dini tören,<br />
din hukuku, ibadet, s ır, bayram, kurban, kâhin, tap ınak, tanr ı şeceresi ve<br />
benzeri konular üzerinde zengin bir din edebiyat ı bu devrin öezellikleri arac ındad<br />
ır42 .<br />
Dine ve dinin tamm ına kar şı gösterilen ilgi yunan dininden ba şka do ğu<br />
dinlerine de yöneliyor : Fenike, İsrail, Iran ve M ıs ır dinleri üzerine bir çok<br />
eserler yaz ılıyör ve bu arada kutsal kitaplar yunancaya çevriliyordu 43. Böylece<br />
ilk ça ğ dinleri ile onlar ı takip eden H ıristiyanlığın doğma ve yayılma şartlar ı<br />
hakkında en iyi tarihi bilgiler bu kaynaklarda yer al ıyordu. Bu bilgiler başhca<br />
üç kaynaktan gelir: Birinci kaynak Aristonun ö ğrencisi ve ondan sonra<br />
Aristo okulunun ba şkanı Theophrastos, İkincisi ünlü Co ğrafyac ı Strabon,<br />
Üçüncüsü Tarihçi Plutarkhos'tur.<br />
Hıristiyanh ğın ortaya ç ıkmas ıyla ruhlar kuvvetli bir iman ışığı etrafında<br />
toplanıyor. Bu iman kendini anlamak ve anlatmak istedi ği zaman Helenistik<br />
devrin Felsefe ak ımlarından olan Stoac ılık ile yeni Eflâtunculu ğun yardımına<br />
baş vuruyor. Dini inan ışı felsefi bir şekilde açıklama ihtiyacından bir Hıristiyan<br />
teolojisi (Kelâm) do ğuyordu. Daha sonra gelen islâmiyet de ayn ı Yunan<br />
kaynaklar ından faydalan ıyor; Böylece bütün orta ça ğ boyunca, din bilgisi,<br />
aşağı yukarı kelâmdan (teolojiden) ibaret kal ıyordu.<br />
Dinler biliminin, bütün bilimler gibi yeni ça ğın akliyeciliği ile ba şladığmda<br />
şüphe yoktur. Almanlar ın Aufklârung, Frans ızların Siecle de Lumieres ad ını<br />
verdikleri bu rasyonalizm veya Ayd ınlanma hareketi İngiltere, Fransa ve<br />
Almanyada 17 - 18. yüzy ıllarda kuvvetleniyordu. İlk çağda olduğu gibi<br />
42 Le 0.6ıie Grec dans la Religlion. 1. Bölüm, II. bahis sh. 842 Louis Gernet et Andre. Boulanger.<br />
43 Elimizde bulunan en eski Tevrat metinlerinden biri, Isa'dan önce 3. yüzy ılda yetişmi<br />
ş Ibrani alimi tarafından Iskenderiyede yaz ılan Yunanca bir metindir.<br />
45
ir yandan dü şünce lâyilde şiyor, öte yandan din bilgileri, zenginle şiyordu.<br />
Bu hareketin bir çok sebepleri vard ır . Fakat ba şlıca sebep ça ğda ş bilmin<br />
doğmas ı ve gelişmesidir. Genel olarak bilim ve bilimsel dü şünce ba ğıms ızlık<br />
kazanınca her alana uzan ır. Din de zorunlu olarak onun ara ştırma alan ından<br />
uzak kalamazd ı. Fakat henüz ça ğda ş bilim doğmadan önce haçl ı sava şlar<br />
hıristiyanhkla islâmh ğı kar şı karşıya getirdi ği gibi yeni kara parçalar ının<br />
keşfi de mevcut dinlerden ba şka dinlerin varlığını öğretinişti. Amerika yerlilerinin<br />
dinleri kadar, çe şitli Asya dinleri de inceleme ve kar şılaşt ırma konüsu<br />
olmuştur. Bu çe şitli dinleri birbirleriyle ve H ıristiyanlıkla kar şıla şt ırma,<br />
din bilimi denilen genel bir disiplinin ba şlangıcı olmuştur. Fakat bu bilim<br />
çalışmalarr zaman ın toplumsal gereklerine cevap veren bir felsefe hareketini<br />
doğurmuştur ki buna tabii din (Religio Naturalis) anlayışı denir.<br />
Aydınlık devri filozoflan, baz ı ilk ça ğ filozoflar ımn ve özellikle helenistik<br />
çağ filozoflarmın görüşüne dayanarak, bütün dinlerde tabii ve mü şterek noktalar<br />
bulundu ğunu, insanda din duygusunun ve Tanrı fikrinin tabii olarak mevcut<br />
olduğunu ileri sürmüş ve yalnız bu tabii duygu veya fikrin tA ılili üzerine<br />
bir din kurmak istemi şlerdir. Büyük ölçüde Protestanhktan ilham alan<br />
bu görüş, tarihi dinlerden yaln ız bu tabü, duyguya uygun olan ı alıyor.<br />
Dinin akla uygun olmayan yerlerini sadece bir gelenek olarak kabul ediyordu.<br />
Bunlara göre üstün bir Tanr ı vard ır. Ona inanmak ve ibadet etmek lâz ımdır.<br />
Bu ibâdetin esas ı da fazilet ve tanr ı sevgisidir. Her günah ın bir nedameti<br />
vard ır. Nedamet ise vicdan azab ına götürür. Bu azap günah]. öder. Ölümden<br />
sonra iyiliğin ve kötülüğün bir mükâfat ve mücazat ı olur. Böylece ak ılla<br />
bulabildiğimiz bir takım genel ve iiimel gerçekler varekr. Bunlar tabii dinin<br />
temelidir. Böylece kendilerine tanr ıcı (Deiste) adını veren bu Filozoflar, İlk<br />
ça ğda olduğu gibi, bir türlü felsefi dine gidiyorlard ı. Bunun da vard ığı sonuç<br />
Aug. •Comte' ıin dediği gibi, dinin inkârı oluyordu. Çünkü din gibi tabiat<br />
üstü bir Kurumu, tabii bir kurum olarak göstermek, onun mahiyetini inkâr<br />
etmek demekti. Nitekim 18. Yüzyılın aşırı fertçiliği, ilkin kiliseye kar şı yap ılan<br />
tenkidleri sonra dine çevirmi ş ve dinin artık tarihi rolünü oynad ığı fikrini<br />
ileri süren bir türlü dinsizli ğin doğmas ına yol açmıştı. Frans ız devrimi böyle<br />
bir hava içinde geli şmiş ve sadece hakikat denilen hayali bir Tanr ıya tapacak<br />
kadar ileri gitmi ştir 44.<br />
44 Bu felsefenin din meselesi ile ilgili alan ında ba şlıca mümessillleri ingilterede. John Locke,<br />
Herbert of Cherbury, Barkly ve David Hume, Almanyada Leibnitz ve Wolff, Fransada Voltaire<br />
ve Rousseau'dur. Bunlar hakk ında şüphesiz felsefe tarihi eserlerinde geni ş bilgi vardır. Türkiye<br />
de bu konu .üzerinde oldukça geni ş bir bilgi veren ve aydınlık felsefesi hakkında türkçede ilk<br />
yazılmış eser olarak İstanbul -üniversitesi Profesörlerinden Macit Gökberk'in Kant ve Herder'in<br />
Tarih Felsefesi üzerine denemesini gösterebiliriz.<br />
46
B. Din Sosyolojisinin kurumlar ı<br />
19. Yüzyıl ve onu temsil eden pozitivist felsefe 18. yüzy ıl akliyeciliğinin<br />
bir tepkisi olarak ortaya ç ıkıyor. Toplum meselelerini, olaylar ın objektifinden<br />
görmek isteyen 'bu felsefenin ba şlıca mümessiii Aug. Comte, ba şka alanlarda<br />
olduğu gibi,, toplum konusundada tecrübe metodunu gaye ediniyor : Bu<br />
maksatla sosyoloji kadar, Din sosyolojisinin de kurucusu olarak görünmek<br />
istiyor. Aug. Comte sosyolojiyi iki temelli bölüme ay ınyor : Statik Sosyal,<br />
Dinamik Sosyal. Statik Sosyal bir toplumu yapan ve ya şatan temel unsurlar ı<br />
inceliyor ve. birbirleriyle münasebetlerini tesbit ediyordu, yani bu statik<br />
bir toplum düzeninin bilimi idi.<br />
Dinamik sosyal ise temel unsurlar ın tarih boyunca geli şmesini inceliyordu;<br />
dolayısıyla bu da toplumsal ilerlemenin bilmi idi. Gerek Statik sosyal<br />
gerekse Dinamik sosyalin temel unsuru dindi. Ona göre toplumu meydana<br />
getiren üç temel vard ır : Aile, Devlet ve Din. Bunlar olmadan bir toplum<br />
kurulamaz. Toplum düzeninin tam veya eksik, iyi veya kötü olmas ı bunlar<br />
aras ındaki dengeye ba ğlıdır. Böylece Din, Aile ve Devlet gibi, insan ın tabiatından<br />
ç ıkan ve toplu halde ya şayan insan için gerekli bir kurumdur. Nerede<br />
insan toplumu varsa orada bir din vard ır. Böylece Aug. Comte, kurmay ı<br />
tasarladığı pozitif toplumun pozitivist bir dini olaca ğım ileri sürerek bir<br />
"Pozitivist<br />
45 bile yazmıştı. Bu ilmihal bugünkü anlamda bir din<br />
kitabı sayılabilir. Çünkü, onda, toplum ve din münasebetleri, dinin tarifi,<br />
toplum hayat ındaki rolü inceden inceye ele al ınmıştır<br />
Dinamik sosyal bak ımından, üç hal kanunu, insanl ığın ilk dünya ve<br />
hayat anlay ışının din olduğunu gösteriyor. Bu kanuna göre insan dü şünce-<br />
sinin hareket noktas ı dindi. İlk düşünce şekli teolojik idi: Metafizik dü şünce,<br />
•<br />
teolojik düşünce ile pozitif dü şünce aras ında geçici bir ya şayış tarz ı olduğuna,<br />
ve pozitif ça ğın da ondan sonra kurulaca ğına göre, tarih boyunca insanh ğa<br />
hakim olan dü şünce kayna ğını dinden almış oluyordu. Ona göre, metafizik<br />
ça ğ aşağı yukar ı klasik Yunanla ba şlıyor. Halbuki Yunanhlarda büyük ve<br />
kuvvetli bir mistiklik do ğduğu ve Felsefe sistemlerinin zamanla dini şekil<br />
alarak H ıristiyanhkta sona erdi ği bilinmektedir. Orta ça ğ ise, tarihin tan ıdığı<br />
en büyük dinlerin 'do ğduğu ve yay ıldığı bir çağelır. Dolayısiyle pozitif ça ğa<br />
kadar geçen zaman boyunca, insanl ığın alın yazısında din en önemli bir rol<br />
oynar. O halde, Dinamik sosyal, bir Felsefe ve din tarihi olarak ortaya ç ıkıyor.<br />
Belli dünya görü şüne, belli din görü şleri tekabül eder. Böylece, Aug, Comte<br />
ilk olarak dinlerin evrim ve geli şmesi kanununu ortaya koymu ş oluyor. Orada<br />
45 Cathechisme Positiviste, TürlsCeye Peyami Erman taraf ından çevrilmi ştir.<br />
47
Feti şizm'den politeizm'e ve oradan Monoteizm'e geçi şin genel bir kanununu<br />
buluyor. Aug. Comte'un Frans ız sosyolojisi üzerinde b ırakt ığı etki bu güne ka-<br />
dar devam edegelmi ştir..1)ç hal kanunu insan bilgisinin geli şme,si kanunudur.<br />
Aug. Comte'den sonra, Frans ız sosyolojisini en iyi temsil'eden Durkheimda<br />
da bu tesir pek iyi görülüyor. Durkheim sosyolojisinin temelini kollektif<br />
şuur (Conseience colletive) anlay ışı te şkil eder. Kollektif şuur ortakla şa tasavvurlar<br />
tümüdür. Ortakla şa tasavvurlar ın temeli ba şlangıçta Dini tasavvurlardı.<br />
Böylece Durkheim sosyolojisini en geni ş anlamıyla, bir din sosyolojisi<br />
olarak görmekte bir sak ınca yoktur. Durkheimin ilk ve en önemli eseri,olan<br />
toplumsal i şbölümü 46 , işbölümünü yani medeniyetin ilerlemesiyle geli şen<br />
çeşitli toplumsal kurumlar ı ve bu arada dini inceler.<br />
Meşhur mihaniki ve uzvi dayan ışma sistemlerine göre yazar ilkel ve ileri<br />
dinleri birbirinden ay ırır. Yazar uzvi dayan ışmada ortakla şa bilincin (kollektif<br />
Şuurun) şiddetini kaybetmesini, dini hukuktan layik hukuka geçi şle ispat<br />
etmeye kalkıyor. Ilk'hukukun dini niteliği üzerinde duruyor. Hukuk sisteminin<br />
zamanla nas ıl dini şekilden layik şekle geçti ğini inceliyor. Durkheim'in bu<br />
eserinden sonra kurdu ğu Ann& Sociologique dergisinde yazd ığı ilk yaz ı din<br />
olaylarının tan ımı 47 üzerindedir. Burada yazar Aug. Comte'a ba ğlı kalarak dinin<br />
toplumsallığı üzerinde duruyor. Din olaylar ım objektif bir gözle inceleyen<br />
bir dinler biliminin nasıl kurulabilece ğini anlatıyor. Annee Sociologique<br />
dergisinin her say ısında, çe şitli sosyoloji alanlarında yap ılan yayınları bildiren<br />
bölümlerin birincisini Din Sosyolojisi te şkil eder. Bir din sosyolojisi terimine<br />
ilk defa bu dergide rastlan ır Din Hayat ımn iptidai şekilleri adlı eseri 48 ,<br />
din sosyolojisinin en klasiklerinden biridir. Bu eserin önsözü yaln ız sosyolojide<br />
değil, felsefe tarihinde önemli bir yer tutar. Çünkü yazar orada, klasik felsefe<br />
nin en önemli konusu olan Bilgi Nazariyesini, sosyolojik bir gözle çözümlemeyi<br />
deniyor. Dü şüncemizin muhtevas ı gibi şeklinin de, toplumsal ve dolay ı-<br />
s ıyla dini olduğunu savunuyor. E şyayı anlamak için zihnin kulland ığı ba şlıca<br />
kategorilerin (zaman, mekan, illiyet ve benzeri) kurulu şunda dinin oynad ığı<br />
rolü belirtiyor. Insan ın kendisylie dünya hakk ında edindi ği ilk tasavvurların<br />
kayna ğı dindir diyor. İnsan, Dünya ve Tanr ı ile ilgili görüşleri ihtiva<br />
etmiyen bir din yoktur. Felsefe ve Bilim Binden do ğmuştur. Din yalmz insan<br />
düşüncesini zenginle ştirmekle. kalmamış, insan düşünceslnin olu ş ve kuruluşuna<br />
da yard ım etmiştir". 49 Fekat Durkheim'e göre dinin as ıl görevi,<br />
yalnız insanın dü şüncesini geliştirmek değil, onu belli ideallere ba ğlıyarak<br />
46 De la Division du Travail Social, 1893.<br />
47 De la Definition des Phenomenes socianx, 1899.<br />
48 Les Formes Elementaires de la vie Religiense.<br />
49 Les Formes Elementaires de la Vie Religiense, Introduction, sh, 12.<br />
48
manen ve ahlâkan yükseltmektir Dinin gerçek görevi yaln ızca bizi diişündürmek,<br />
bilgimizi zenginle ştirmek değil, bizi harekete getirmek ve ya şamamıza<br />
yard ım etmektir. Hayat ın güçlükleri artt ıkça mümin kendini daha güçlü<br />
hisseder. İmanın birinci şartı kurtulu şa inanmakt ır. Bu duruma göre dini<br />
kuvvetler insani, ve ahlaki kuvvetlerdir 5°.<br />
Durkheim dinin bu ahlaki ve manevi kuvvetini INTIHAR adlı eserinde<br />
göstermi ştir. Böylece Durkheim, dinin çe şitli olaylar üzerindeki etkilerini<br />
belirtmek suretiyle ilk olarak bilimsel bir din sosyolojisi kurmu ştur. Aynı<br />
eserin sonunda yazar şöyle diyor : Dü şüncenin temel kategorileri ve dolay ı-<br />
sıyla bilim, ahlak ve hukuk kurallar ı dinden ç ıkmıştır. Daha geniş anlamda"<br />
bütün toplumsal kurumlar ın ana kayna ğı dindir 51 .<br />
Durkheim bugün dahi sosyolojinin belliba şlı klasilderi aras ında kalmaktadır.<br />
Fakat o memleketimizde ad ıyla çok fikir ve doktrini ile az tan ınmış bir<br />
bilgindir.<br />
Durkheim'in kurdu ğu Anne Sociologique" dergisi etrafında toplanan<br />
kimselerin sosyolojik ara ştırmalarımn a ğırlık merkezini gene din sosyolojisi<br />
te şkil eder. Mauss ile Hubert'in gerek birlikte gerekse ayr ı ayrı yayınladıkları<br />
etütler hep aym konu ile ilgilidir. Kurbamn mahiyeti ve toplumsal görevi<br />
üzerine deneme 52 bunların en önemli eserlerindendir. Tam olarak Durkheim'-<br />
in görüşünde olmakla beraber Frans ız sosyolojisine büyük hizmeti dokunan<br />
bir yazar da Lucien Lb. ıy Bruhl'dür. İptidailer 53 üzerinde yapt ığı çe şitli incele<br />
meleri aras ında İlkel zihniyet, İlkel ruh 54, ilkel toplumlarda zihni görevler.<br />
gib; klasik olanlar vard ır 55 .<br />
Durkheim okulundan olmad ığı gibi meslekten bir sosyolog da olmayan fakat<br />
ça ğımızın en büyük filozofu sayılan Henri Bergson'un Ahlak ile dinin iki<br />
kaynağı 56 adlı eserinde, din meselesi şüphesiz yeni ufuklar açm ıştır<br />
Aug. Comte'tan beri dinin toplumsal kökü ve görevi hakk ında ileri sürülen<br />
fikirler en büyük ve en kuvvetli tenkidi Bergson'dan görmü ştür. O, Dinin<br />
50 Aynı eser, Conclusion, sh, 595.<br />
51 Aynı eser, Conclusions, sh. 568.<br />
52 Essai sur la Nature et la Fonetion Sociale du Sacrifice.<br />
53 La Mentalite Primitive.<br />
54 L'Ame Primitive.<br />
55 Les Fonctions Mentales dans les Societes Primitives.<br />
56 Le Deux Sources de la Morale et de la Religion.<br />
Din Sosyolojisi F. 4 49
yalmz toplumsal sebeplerle açiklanamayaca ğım, daha derin sebeplerin ara ştırılması<br />
gerektiğini ileri sürüyor. Durkheim'in kollektif şuuru ve Levy-Bruhl'un<br />
ilkel zihniyeti ile dini aç ıklamağa imkân olmadığını söylüyor. Dinin psiko- -<br />
biyolojik bir izahını verdikten sonra, ilkel dinlerden ileri dinlere do ğru din<br />
anlayışlı= nas ıl geliştiğini gösteriyor. Statik ve dinamik diye dinleri ikiye<br />
ayırdıktan sonra, ilkel dinleri birinci kategoriye, yüksek dinleri de ikinci<br />
kategoriye koyuyor. Sonra bu iki türlü dini kar şıhyan iki türlü ahlak, iki<br />
türlü hukuk görü şünün varlığını belirtiyor. Bu görü şün orjinal tarafı ilkel<br />
dinlerle ileri dinler yahut eski ça ğ dinleriyle yeni dinler aras ında, sosyologlarm<br />
bir türlü gösteremedikleri fark ı belirtmiş olmasıdır. Insanh ğın bütün<br />
üstün kavram ve duyguları insan haklar ı, demokrasi, e şitllik, karde şlik,<br />
insana sayg ı hep dinden geliyor. Hatta bugünkü tekni ğin, bat ı medeniyetindeki<br />
bütün nimetlerinin dinden geldi ğini, en inandırıcı bir dille aç ıklıyor.<br />
Fransada din konusuyla u ğra şanlar yaln ız bunlar değildir. Fakat belirli<br />
bir konu üzerinde kalmak amac ı din sosyolojisine do ğrudan doğruya veya<br />
dolayısıyla yard ımı dokunan din ara ştırmaları= hepsinden bahsetmeyi<br />
imkansız kılmaktad ır Yalnız bir noktay ı belirtmek gerekirki bu konu üzerinde<br />
aşağı yukarı yüzyıldan fazla bir zamandan beri u ğra şılmakla beraber bütün meseleleri<br />
bir arada gözden geçiren sistematik bir eser yoktur Şimdilik elimizde<br />
Roger Rastider'in Din sosyolojisinin unsurlar ı 57 adli ufak bir eseri vard ır.<br />
Buna birde 1950 de Almancadan çevrilen güstave Mensching'in din sosyolojisi<br />
58 adlı eserini eklemek gerekir.<br />
Doğrudan doğruya din sosyolojisi ile uğraşmamakla beraber genel dinler<br />
bilimine yaptıkları hizmet dolayısıyla din sosyolojisi için önemli say ılan baz ı<br />
yazarlardan bahsetmek gerekir. Pinar De La Boullaye'nin dinlerin kar şılaştırmah<br />
etüdü 59 adli eseri genel olarak din, özel olarak din sosyolojisi incelemelerinde<br />
izlenecek yolu göstermek bak ımından çok ilginçtir. Buna Raoul<br />
De la Grasserie'nin Dinlerin sosyolojik bak ımdan mukayesesi 69 adli eserini<br />
de eklemek gerektir. Bunlardan ba şka din konusunda Milletler aras ı şöhreti<br />
olan Hollandalı Van Der Leeuw'un Frans ızcaya çevrilen Özü ve belirtileri<br />
içinde din" 61 adlı eseri de bunlara kat ılabilir.<br />
Nasıl aydınlık felsefesi ilkin İngilterede do ğmuş ve oradan bat ı ülkelerine<br />
yayılmış ise, Pozitivizm hareketi de Aug. Comte'tan sonra Fransan ın<br />
dışına yayılmıştır. Comte'u izleyen ilk dü şünür İngilterede Stuart Mil<br />
57 Elements de Sociologic Religieuse..<br />
58 Sociologie Religieuse.<br />
59 Etude Comparte des Religions.<br />
60 Des. Religions Compares au point de vue Sociologique.<br />
61 La Religion dans son Essence et ses Manifestations.<br />
50
olmuştur. İngiltere, Fransa gibi, bir devrim memleketi olmasada, orada da<br />
bir takım toplumsal meseleler, sosyalizmin ve onunla birlikte sosyololojinin<br />
doğmasına sebep olmu ştur. Fakat İngiliz muhafazakörlığı şosyolojiyi daima<br />
şüphe ile kar şılamıştır. Bunun için Ingilterede Fransada oldu ğu gibi bağıms ız<br />
sosyoloji akımından ziyade toplumsal meseleleri inceleyen özel toplum bilimlerinin<br />
geli ştiği görülür. Bir bakıma genel sosyolojinin bir kolu olan din sosyolojisi<br />
içinde hal böyle olmuştur. Din sosyolojisinin görece ği işler, inceleyeceği<br />
konular ve uygulayaca ğı metodlar Almanya ve Fransada oldu ğu kadar aç ık<br />
ve sistematik bir şekilde tayin edilememi ştir. Onun için sosyolojide ün salanlar<br />
saf sosyolojiden daha çok sosyolojinin yard ımcı kollarında çalışanlar<br />
olmuştur. Bunların da ba şmda etnolog ve etnograflar gelir. Ba şhcalan Frazer<br />
ile Taylor'd ır. Birincisi Totemizm üzerindeki çal ışmalarıyla tanınmıştır<br />
Totemizm ve d ış evlenme 62 , Altın Dal 63 en mühim eserleridir. İkincisi iptidai<br />
kültür 64 adlı eseri ile ün salmışur. Fakat din Bilimi gibi din sosyolojisinde<br />
de en önemli rolü oynayan yazar Max Müller'dir. Bu dü şünürün dinler<br />
üzerinde kar şılaştırmalı etüdünün genel din biliminin kurulmas ında büyük<br />
yarar ı olmuştur 65 .<br />
Sistematik din sosyolojisi çalışmalarına Almanya ve Amerikada<br />
rastlanıyor. Bunların başmda Max Weber'in çalışmaları gelir. Weber toplum,<br />
iktisat ve din üzerindeki incelemeleriyle tan ınmıştır. En önemli eserleri olan<br />
Ekonomi ve Toplum 66 ve Din sosyolojisi dergisi 67 sistematik din sosyolojisinin<br />
ana hatlarıni çizmi ştir. Eserlerinin mihrak noktas ını Hıristiyanlık,<br />
ve Kalvianizm te şkil eder. Burada yazar din ve iktisat münasebetlerini inceler.<br />
Bundan başka Weber hıristiyanlık dışında kalan birçok dinleri, bu arada<br />
ilkel dinleri, islâmh ğı ihmal etmi ştir. 68 Max Weber'in eksiklerini Ernst<br />
Troeltsch tamamlam ıştır Fakat bu yazar da incelemelerini yaln ızca Hıris<br />
tiyanhğa hasretmek gafletini göstermi ştir.<br />
Asıl tarihi ve sistematik din sosyolojisini, birinci Dünya Sava şım takip<br />
eden yıllarda, Max Weber'in öğrencileri kurmu ştur. Bunların en önemlisi<br />
Joachim Wach'd ır. Wach, bugün çok tan ınmış bir din sosyologudur. 1931<br />
de din sosyolojisine giri ş 69 adlı eseri ile ilk olarak sistematik bir Din Sosyolojisi<br />
yazmıştır. Bu ufak eserde tamam ıyla tecrübi, kendi deyimiyle Ampirik bir<br />
din sosyolojisinin, metot, konu, alan ve s ınırı ana çizgileriyle görülür. 1935<br />
62 Totemism and Exogamy.<br />
63 Golden Bough..<br />
64 Primitive Culture.<br />
65 H. Ziya Ulken, Dini Sasyoloji<br />
66 Wirtschaft und Geselsohaft. 1925.<br />
67 Gesammelte Aufsiltze zur Religions Siziologie. 1927.<br />
68 Joachim Wach, Sociology of Rengim", sh. 3. Chicago, 1944.<br />
69 Einführung in die Religionssoziologie.<br />
51
yılında Almanyada geli şen siyasi olaylar dolay ıs ıyla Amerika Birle şik Devletlerine<br />
gitmiş ve 1944 yılında en önemli eseri olan Din Sosyolojisini ingilizce<br />
olarak yazm ıştır 7° . Max Weber ile Joachim Wach'tan sonra ikinci derecede<br />
önemli alman din sosyologu Güstav Mensching'dir. Dinler Biliminin de ğişik<br />
konuları üzerinde çe şitli eserler yazan Mensching Bat ı Almanya ve belki<br />
de bütün Avrupada bugün bu konuda söz sahibi büyük bir bilgindir. Yazar<br />
Daha önce 1938 y ılında ulusal ve Evrensel din (Volksreligion und Weltreligion)<br />
adlı çok ilginç bir eser yaymlam ış, 1947 yılında yazdığı Din Sosyolojisi<br />
adlı eseri 1951 y ılında frans ızcaya çevrilmi ştir 71 - 72 .<br />
Alanının geni şliğ; ve konusunun önemi dolay ısıyla sosyolojinin pek<br />
zengin bir edebiyat ı vardır. Buna kar şılık Din Sosyolojisi üzerinde sistematik<br />
yaz ıların sayısı pek azdır. Bugün Bat ı Almanyada Gabriel le Bras, Wach<br />
ve Mensching'den ba şka önemli yazarlara rastlanmaz. Türkçede yay ınlanmış<br />
ilk eser Prof. H. Z. Ülkenin Dini Sosyolojisidir. İkincisi yazar ın 1961 yılında<br />
yayınladığı Din Sosyolojisine Giri ş adli eserdir. 1960 y ılında kısa bir süre<br />
için Ilahiyat Fakültesinde ders veren Hans Freyer almanca olarak 90 sayfalık<br />
bir Din Sosyolojisi Özetini sözü geçen Fakültenin Dekamna teslim etmi şsede<br />
bu eser bugüne kadar dilimize çevrilmemi ş*. Sözü geçen eserin Türkçeye<br />
çevrilmesiyle Prof. Bedi Ziya Egemen görevlendirilmi ştir. Ziya Gökalp'm<br />
Din Sosyolojisine ili şkin ders notlar ımn bulunduğu söylenmekte isede bugüe<br />
kadar bunlar ı elde etmek mümkün olamam ıştır 73 .<br />
C. DIN SOSYOLOJİSİNDE SON GELIŞMELER<br />
Dinle Toplum münasebetlerinin esash bir şekilde ele ahnmas ı, ancak<br />
19. yüzyıldan başlar. Bu durumu daha önce belirtmi ştik. Şu kadar k; bu<br />
ilgilenme, başlangıçta ancak ilkel dinlere kar şı olup bunda akliyecievrimcilik<br />
(evolutionisme rationaliste) din ve sihiri, günlük hayat ın teorik<br />
ve pratik problemlerini çözmek için ilk araç olarak tan ır. Bunlar Spencer<br />
ve Taylor da oldu ğu gibi rasyonalist bilim ve tekniğin geli şmesi kar şı s ın<br />
da kendiliklerinden kaybolup giderler. Tarihi maddecilik hemen ayn ı<br />
iyimser bir görü şle bu münasebetleri temellendirme ğe çahşır. Mesela Karl<br />
Marx dini, üretim münasebetlerinden ve buna ba ğlı s ınıf çat ışmalar ından<br />
hareket ederek aç ıklamaya çah şır. Marx'a göre din egemen s ınıfın imtiyazlar<br />
ını koruyan bir araç olup toplumun alt yap ısı üzerinde muhafazakâr<br />
bir etki yapar.<br />
70 Sociology of Religion•Chicago-. 1944 son bask ısı 1957<br />
71 Sociologie der Religion-Bonn. 1947<br />
72 Sociologie Religieuse Paris. Payot. 1951<br />
73 Tarafımdan yayınlanan Din Sosyolojisine giri ş'te Türkiyede Din sosyolojisi çah şmalarr<br />
(Sayfa 93-97) Bak. Bu eser'in genel Bilgiler k ısmı.<br />
52
Emile Durkheim, Bronislav Malinowski, Max weber, ve Ernst Troeltsch<br />
ile Din Sosyolojisinin Alt ın Devri ba şlamıştır. Durkheim hem rasyonalizmi<br />
hemde Max Müller natüralizmini a şarak bünyesinde dinin ilkel<br />
şeklini, mü şahede etti ği totemcilikten hareket ederek toplumu yaln ız ba şına<br />
hem dinin kökü hemde konusu olarak inceledi. Buna kar şıhk Tanrı ve Kutsal<br />
ı, toplumun sembolleri ve grup dayan ışmalarının kişile ştirilmesi olarak<br />
ele aldı. Toplum, dini sembolları ve daha önce toplumsal olarak yap ılmakta<br />
olan törenleri dinin mihrak ı olarak kullan ır. Bütün bunlar Durkheim'a göre<br />
kollektif tasavvurlar (Representations Collectives) in çekirde ği olan kollektif<br />
ve kültürel devinim kurallar ını anlatmak için yap ılır. Bu duruma göre dinin<br />
esası toplumsal birle şme ve kayna şma (integration) dar.<br />
Bronislav Malinowski toplumdan söz açmakla yetinmiyerek dinin men şeinde<br />
bir ferdilik görmektedir. Yazar dinin rasyonalist yorumuna ve özellikle,<br />
Levy Bruhl'ün ilkel toplumlar ın mantık öncesi zihniyeti (mentalite prelogique)<br />
tezine kar şı cephe almaktad ır. Bu toplumlarda rasyonel tekni ğin bilindiği,<br />
din ve sihirin sadece ilk şekiller oimad ıkları, bunların ba ğıms ız sistemler<br />
oldukları, bu vas ıtalarla rasyonel yönden kontrolu mümkün olmayan zararl ı<br />
tesirlerin yok edilemedi ği ve insanlar ın güvensizlik ve korku hallerinde<br />
yeni heyecanlara uymaya sevkedildi ği söylenmektedir. Dini törenlerde<br />
sa ğlanan iç bo şaltmalar, fertlerin gruplardan ayr ılmas ı tehlikesini önler.<br />
Ernst Troeltsch, H ıristiyan kilise ve gruplar ın ın toplumsal doktrinlerini<br />
inceleyen ara şt ırmalar ında kilise ile mezhepleri (sectes) birbirinden ay ırt<br />
etmektedir. Bunlar özellikle toplum içindeki farkl ı durumlar ıyla bir birinden<br />
ayrılırlar ki böylece sosyal teorileri farkl ı olan tipik gruplar bir topluma kat ılma<br />
yolunu bulmu ş olurlar. Bunun bir sonucu olarak dinin kendine öz dinamizmi<br />
hiç bir şekilde inkâr edilmi ş olmaz. Troeltsch, ilk h ıristiyanhkta bayatlam ış<br />
bir kal ıptan daha çok fikri bir devrim görmektedir. Eski ça ğda toplum buhranlar<br />
ı halkın alt tabakalar ına ancak endirekt olarak sokulmu ş ve H ıristiyan<br />
Ilkin kurulmas ın ı sa ğlam ışt ır. Zira önemli dini yenilikler ve türü kendine<br />
öz birçok din birliklerinin kurulmas ı bu tabakada daima müsait kar şılanmıştır.<br />
Din Sosyolojisinde klasik devrin en önemli temsilcisi olan Max Weber<br />
her şeyden önce Bat ı Kültürünün geli şimi ile ilgilenmektedir. Bu yazar toplum<br />
ve din münasebetlerinin Hint, Çin ve Yahudilikteki tarihi kar şıla şt ırmalarım<br />
yaparak şu sonuçlara varmaktad ır : Bilgine göre iktisadi ve genel farklar<br />
dini ve ahlâki alandaki farklara uymaktad ır. Toplum dokularnam de ğişmesiyle<br />
dinlerin kar şısına yeni problemler ç ıkmakta ve bu problemleri<br />
her din kendi doktrinine göre çözmektedir. Toplum, iktisat .4ve din<br />
aras ında kar şılıklı etki ve tepkiler vard ır. Max Weber'in bu tezi marksizimin<br />
din olaylarını tek sebebe ba ğlama (Monocausal) yolundaki aç ıklamalarını<br />
53
yetersiz bularak reddetmektedir. Merkezi inanç doktrinlerinin etkisi alt ında<br />
Kalvinizm bir gruba has iktisadi özelliklerin geli şmesine vesile olmu ştur. Bu<br />
da ça ğda ş kapitalizme esash etkiler yaparak onu geli ştirmiştir.<br />
Harp aras ı devirde din sosyolojisi önemli bir ilerleme yapamam ıştır.<br />
Bu süre içinde en çok sözü edilmeye de ğer tart ışmalar Weber'in tezi üzerinde<br />
olmu ştur. Bu arada Erha Tawny'den söz aç ılabilir. Bu yazara göre Weber,<br />
kalvinist protestanl ığın ve kapitalist iktisat zihniyetinin do ğmas ında dinin<br />
rolunu olurundan daha büyük göstermi ştir. Gerek J. Wach' ın gerekse<br />
G. Mensching'in Din sosyolojisi eserleri sistematik din sosyolojisinin ilk ve<br />
esaslı denemeleridir. Şu kadar ki bu denemelerin kar şıla ştırmalı Dinler<br />
Bilimiyle olan yakın ilgileri su götürmez bir gerçektir.<br />
Avrupadaki Din Sosyolojisi frans ız kilise çevrelerinin çaba ve çal ışmalarıyla<br />
önemli ilerleme ve geli şmeler yapmışt ır. Gabriel le Bras, frans ız katolik<br />
lerinin dini pratikleri hakk ında geni ş denemelerde bulundu. Sonralar ı bu<br />
çahşmalara F. Boulard, Y. Daniel, J. Labbens, L-J Lebert ve E. Pin gibi<br />
bilginler de kat ıld ı .<br />
İkinci ve oldukça etkin bir ara şt ırma merkezi Hollanda da kuruldu.<br />
Burada W. Banning, J. P. Kruijt, ve G. H. L. Zeegers'in çah ştıkları görülür.<br />
Bugün bir çok mezhep ara ştırma enstitüleri, kiliselerin toplumsal ara ş-<br />
t ırmalar için yapt ığı çalışmalara kat ılmak iste ğindedir. Burada Steinmetz'in<br />
planoloji tesirleri görülür. Fransada ba şlayan bu hareket Belçika, İtalya,<br />
İspanya, Kanada ve Güney Amerikaya yay ıldığı gibi Hollanda da ba şlayan<br />
hareket te oradan Avusturya ve Almanyaya yay ılmıştır. J. Freytag, N. Greinacher,<br />
R. Köster ve W. Menges bu etkiler alt ında çalışmışlardır. Bunlar<br />
aras ında E. Pin istisna edilirse bütün bu ara ştırmaların büyük bir kısmı<br />
kilise adamlar ı tarafından yap ılmakta ve bu akım kuvvetle tarihi, istatistik<br />
ve sosyografik do ğrultulara yönelmi ş bulunmaktad ır<br />
Fransada türeyen bir tak ım yeni bilginler pastoral bir do ğrultuya saparak<br />
din sosyolojisi görü şünden ayr ılmışlar ve Gabriel le Bras' ın etrafında toplanarak<br />
Din Sosyolojisi Grubu içindeki yerlerini alm ışlardır. Bunların fikirlerini<br />
Dinler Sosyolojisi Arsivlervi (Archives de la Sociologie des religions) adl ı<br />
dergi yayar. Amaçlar ı daha çok teorik yönden kilise elemanlar ı üzerinde<br />
ara ştırmalar yapmakt ır. Kulland ıkları metotlar Genel Sosyolojinin<br />
metotları olmakla beraber münferit dinlerin sosyolojisi ve nihayet<br />
çe şitli dinlerin genel bir din sosyolojisini kurmaya çal ışmaktad ırlar. Bu yeni<br />
doğrultunun belirgin özelli ğini 1948,<br />
yılında toplanan uluslar aras ı Dinler<br />
Sosyolojisi konferans ının 6. inci Kongresinde bulmakta-pz 74. Bu konferans<br />
1959 yılında polonyada toplanm ıştır. Bunun yan ında 1958 plındanberi Din<br />
74 Conferance internationale de Sociologie Relgieuse<br />
54
Sosyolojisi enstitülerinin Milletler aras ı federasyonu yer almaktad ır. Bu<br />
kurulu şun fikirlerini yayan Social Compass yani toplumsal pusula adl ı dergidir.<br />
Amerika Birle şik Devletlerinde 1920-25 y ılları aras ında Protestan çevrelerde<br />
protestan kilisesinin intibak' ile ilgili problemler inceleme ve ara ştırma<br />
konusu olmu ştur. H. P. Douglass ve R. W. Sonderson bu do ğrultuda çalış -<br />
mışlardır. Fakat bu çal ışmalar yar ıda kalmış ve ancak büyük sava ş sonu<br />
olan 1945 yılından sonra bu ara şt ırmalara devam olunmu ştur. Bugün kilise<br />
pratiği üzerinde dikkate' de ğer ara ştırmalar vard ır. Buna kar şılık protestan<br />
papazlar ımn bölgelerinde beliren ve bunun d ışına çıkan konular da yer almaktadır.<br />
Dinin evlenme ve aile üzerindeki etkileri, din ve toplumsal de ğiş -<br />
meler, reform ve lâyikle şme bu aradad ır. N. Bellah' ın ara ştırmalar ı daha<br />
eski klasik din sosyolojisinde oldu ğu gibi toplum olaylar ının tiimüne yönelmiş<br />
bulunmaktad ır. Japonyada oldu ğu gibi din ile eğem.enlik ve sanayileşme<br />
aras ındaki münasebetler böyledir. Ancak 1950 y ılından sonra ça ğdaş<br />
nazariyelere yönelmi ş baz ı eserler ç ıkmıştır E K. Nothingham, J. M. Yinger<br />
ve T. F. Hoult'ün eserleri bu niteliktedir. Amerika Birle şik Devletlerinde<br />
Din Sosyolojisine kar şı gösterilen ilgi gün geçtikçe artmaktad ır. Amerikan<br />
Sosyolojisinin tan ınmış bilginlerinden T. Parson bu çal ışmaları beğenmekte<br />
ve sosyolojinin bugüne kadar ihmal edilen bu alanlar ında kendisi de emek<br />
harcamaktad ır.<br />
D. Bugünkü durum :<br />
Günümüzün Din Sosyolojisi, dini art ık Aug. Comte örne ğine göre bir kültür<br />
gecikmesi (Retard de Civilisation) tipi olarak almamaktad ır Dinin doğuşunu<br />
tek bir sebebe ba ğlamak isteyen (Monocausal) her te şebbüs art ık bir çıkmaz<br />
yol olarak kabul edilmektedir. Din bugün için daha çok toplumun fonksiyonel<br />
bir ön şart ı olarak dü şünülmekte ve dinle toplum aras ındaki kar şılıklı<br />
etkiler üzerinde önemle durulmaktad ır. Bu münasebetle belirtelim ki, gerek<br />
dini tam olarak tan ımlamak ve gerekse onun toplumun fonksiyonel ön<br />
şartı olduğunu ispat etmek oldukça güçtür.<br />
Din. Sosyolojisine kar şı din çevrelerinde beslenen güvensizlik hemen<br />
hemen ortadan kalkm ıştır. Öte yandan a şırı derecede idealist olan ve ferdiyeti<br />
ortadan kald ıran görü şler de hemen hemen silinmi ş<br />
Din Sosyolojisinin temel konular ından biri, dinin bide ştirici görevidir.<br />
Toplumsal düzen problemleri yaln ız ba şına iktidarla çözülecek türden değildir.<br />
Ortakla şa bir de ğer sistemi bunun ikinci bir ipotezidir. Din, gerek<br />
değer ve normlara anlam vermek ve böylelikle fert üzerinde bask ı yepreı<br />
4,tf "I Ol Ske erf ~it" 1 0`,1 ON C. da '101 g• 4<br />
55
-ve heyeeardara<br />
hitabeden adet ve Virerdepi-dErakinondan,-~ gtuplarn ı-nıey.dana-gelıneleri-<br />
ne yardım eden başka ..faluöslor bak ımından ee gerekse yer yüzünde kar şı-<br />
laşılan hayal lur ıkhklarınfkırgınlıkları ve hayati kendisine dünya ötesi bir<br />
ı ,S<br />
düzenle manalancl ırmalk~ dengeye—getir-3~5i bak ımından şüphe yok<br />
ki, bir toplumun birle şmesine esasl ı bir şekilde hizmet etmektedir. Fakat<br />
dinin bu birle ştirme görevini ne dereceye kadar yerine getirdi ği sorusu<br />
bugünkü durumda kesin olarak cevapland ırılamaz.<br />
Din, bilinçli olarak, din mensuplar ı aras ında bütünleyici ve birle ştirici<br />
bir rol oynar. Buna kar şıl ık dine ba ğlı orta tipte insanlar do ğrudan do ğruya<br />
dini değerlerin etkisi alt ında değildirler. Bugün genel geçerlikte kutsal<br />
tören ve de ğerlerden söz edilemez. Birbirleriyle ba ğda şamayan yeni<br />
değer ve normlar meydana gelmi ştir. Bu yeni ölçülerde H ıristiyanh ğın<br />
ve diğer evrensel dinlerin çok eski fikri de ğerleri kutsal d ışı mana değişikliklerine<br />
uğramıştır Amerika Birle şik Devletlerinde nicelik bak ımından kilise<br />
bağlarımn art ışı bu durumda hiçbir de ğişiklik yapmamıştır Kilise bağlarının<br />
bu art ışı demokratik ya şayışın e şdeğer sembolleri olarak ortaya ç ıkmışt<br />
ır. Bunlar a şırı bir lâyikle ştirme sonucu olarak belirrni ş ve muhtevas ız<br />
bir inanışa inanış (Belief in Belief) olarak ço ğu zaman ortaya ç ıkmışlardır.<br />
Bütün bunlar pragmatik olarak yer yüzü bar ışına hizmet etmekte ve ünlü din<br />
adamları da onlar ın propagandas ını yapmaktad ırlar.<br />
Bir zamanlar yeni ekonomi sistemlerinin esas itibariyle din etkisi altında<br />
bulunmalar ına kar şılık bugün bu sistemler geni ş ölçüde dini ba ğlardan<br />
kurtulmu ş ve din de kendi kabu ğuna çekilmi ş veya özel alemine itilmi ştir.<br />
Böylece tersine dönen bu türlü süreci bir çok alanlarda izlemek mümkün<br />
olmuştur. Burada dinler genel niteliklerdeki görevlerini kaybetme kar şılığı<br />
özel (specifique) bir alana çekilmi ştir. Bu arada din ba ğları= gittikçe gevşemekte<br />
olduğu söylenebilir. Bunun bir çok sebepleri vard ır: önendileri şunlardır:<br />
bir defa Devletin din üzerindeki deneti kalkm ış ve bu suretle Devletin<br />
bu konudaki ald ırışsızlığı kar şısında yurtta şlar dinle ilgilenmez olmu şlardır.<br />
İkinci sebep, toplu göçlerdir. Güçler, gruplar ın toplumsal köklerinden koparak<br />
şehirlere yerle şmesine, sosyalizmin yay ılmasına ve dolay ısıyla din<br />
bağlarınııı gevşemesine yol açm ıştır. Bununla beraber geri kald ığı iddia olunan<br />
dini te şkilat (Avrupa kilise te şkilat ı) bu toplumsal de ğişmeler içinde<br />
ulusal niteliğini korumağa çalışmıştır.<br />
Öte yandan dinin de toplumu parçalad ığı ileri sürülmektedir. Fakat bu<br />
konu sosyolojik yönden pek az de şilmiştir. Günümüzde aç ık çatışma ve çarpışmalar<br />
yerine yer alt ı faaliyetleri ve gizli gerginlikler hüküm sürmektedir.<br />
Çok kuvvetli topluluk şuuruna sahip olan dini, mezhebi ve menseki az ınlık<br />
56
gruplar ının merkezin basklar ından kurtulmas ı, çatışmaları bir kat daha<br />
artt ırmıştır. Bu durum kar şısında büyük dini kitleye mensup bir çokları<br />
imtiyazlar ım kaybetmek endi şesine düşerlerse büyük anla şmazlıklar ortaya<br />
ç ıkar ve bu da çat ışmaları alevlendirir.<br />
57
İ kinci Bölüm<br />
D İN SOSYOLOJ İ S İ N İ N<br />
ANA PROBLEMLERI<br />
I. GENEL B İLG İLER<br />
Özellikle genç bilimlerde, konular ı tek tek ele almadan önce metot, alan,<br />
ve amaç üzerinde durmak gerekir. Son yüzy ılın insan bilimleri ve din bilimlerinde<br />
meydana getirdi ği mutlu sonuçlardan biri de Din Sosyolojisi denilen<br />
yeni bir disiplinin müsbet bilimler aras ında yer alm ış olmas ıdır. Fransız devriminden<br />
önce toplum konusundaki sorular ı klasik disiplinlerden teoloji ve<br />
din felsefesi cevapland ırıyor ve o zaman ın bilim alemi bu cevap ve aç ıklalamalarla<br />
pekala yetiniyordu. Devrimle beraber bu iki klasik bilim dal ı hayatın<br />
binbir çeşit olaylar ını ve onların de ği şik görünüs,lerini aç ıklayamaz oldu.<br />
Bu Eski Bilimlerin olaylara verdi ği anlam ve aç ıklamalar, yetersiz say ılmakla<br />
kalmamış, birçok kimselerin alay ve e ğlenmesine bile yol açm ıştı. Klasik bilimlerin<br />
dünya olaylar ını açıklanı adaki yetersizlikleri ve yeni durum ve kurumların<br />
gerekleri, yeni bir bilimin do ğmas ına sebep oldu. Bu yeni bilimin<br />
ad ı Sosyolojidir. Ancak yeni disiplinin bir dinsizlik tohumu saçaca ğından<br />
korkan kimi bilginler dini korumak ve sosyolojinin ta şkınlıklarm ı önlemek<br />
için bir denge ar ıyorlard ı. Denge fikri, şüphesiz, eskiye dönmek veya sözü<br />
geçen klasik bilimlerden yard ım beklemek şeklinde ortaya ç ıkmad ı.Bir<br />
dan, sosyolojinin dine kar şı takındığı sert durum yumu şarken öte yandan<br />
teoloji ve din felsefesi, müsbet bir nitelik ta şıyan dinler tarihi, din psikolojisi<br />
ve din fenemonolojisini içine alan Dinler bilimine yakla şmaya ba şlad ı .<br />
Birbirine kar şıt sayılan bu iki sistemin uzla ştığı ve birle ştiği noktada Din<br />
Sosyolojisi adı verilen ba ğımsız bir bilim do ğdu. B ıı bakımdan yeni bilim,<br />
toplum ve din bilimlerinin gönüllü ve tatl ı bir birle şiminin mutlu bir sonucu<br />
sayılabilir.<br />
Din sosyolojisinin aç ıklanan bu durumu çe şitli yorumlara yol açm ışt ır:<br />
Baz ıları bu bilimin bağıms ızlığı yerine kom şu bilimler çerçevesi içinde kalmas<br />
ın ı öğütler; ba şkaları ise yeni disiplinin ba ğıms ızlığa hak kazand ığı fikrindedirler.<br />
Bir bilimin ba ğıms ızlık kazanmas ı kendine has metodu, alan ı,<br />
amac ı ve konusu olmas ına bağlıdır. Son elli yılın olagan üstü geli şmeleri so-<br />
58
nunda Din Sosyolojisi, sözün tam anlam ıyla, bu ba ğımsızlığa hak kazanmıştır.<br />
Bu bak ımdan bu bilimin metot, alan ve amac ına bir göz atmada büyük<br />
bir önem ve fayda vard ır.<br />
A. DİN SOSYOLOJİSİNDE METOT:<br />
1, qa 1 k rfN e 4<br />
TOı e'k k`:<br />
- Tc kal<br />
Ana çizgileriyle bile olsa, burada dinler bilimi metotlar ının tümünü<br />
incelemek amaç d ışıdır. Yap ılacak şey, dinler biliminin çe şitli dalları aras ındaki<br />
bağlant ıları gözden geçirmektir. Normatif bir bilim dal ı olan teoloji<br />
(kelam), belirli bir dini çözümleme, yorumlama ve aç ıklama amac ını güder.<br />
Din fenomenolojisi, Din psikolojisi, dinler tarihi ve din sosyolojisini içine<br />
alan Genel Dinler Bilimi (Religionswissenschaft) asl ında deskriptif olup bütün<br />
dinlerin niteliklerini anlamaya çah şır. Bu yönden iki disiplinin ba şlangıç,<br />
yol, amaç ve araçlar ı aras ında bir nitelik ve nicelik fark ı vard ır Teolojinin<br />
inceleme konusu, özel bir din ve onun savunmas ıdır. Dinler Biliminin konusu<br />
ise çe şitli dinlerdir. Metot bak ımından Teoloji normatif; Dinler bilimi deskriptif<br />
(vas ıflayıcı) t ır. Din felsefesi, normatif oldu ğundan teoloji ile ayn ı familyadandır;<br />
fakat konusunu dinler bilimi ile payla şır.<br />
Dinler tarihi ve din Psikolojisi üzerine çok güzel eserler yaz ılmışt ır. Fakat<br />
dini tecrübenin anlat ımlarmı inceliyen sistematik ve kar şılaştırmalı etütler<br />
çok azd ır. Ara ştırıcıların pek ço ğu efsane, ö ğreti (doktrin) ve inak (dogma<br />
-nas) gibi dini tecrübenin teorik anlatı nı z, üzerinde önemle durmaktad ır. Şüphesiz,<br />
Dini Tecrübenin bu türlü anlat ımları önemlidir; fakat bir tap ınma<br />
ve tören şeklinde beliren Dini Tecrübenin pratik anlat ımı da bir o kadar<br />
önemlidir. Dini tecrübenin ö ğreti (doctrine) ve törenleri yani teorik ve pratik<br />
anlat ımları dışında toplumsal bir alan ı daha vard ır ki, bu ancak son zamanlarda<br />
gereken önemi kazanm ıştır. Dini tecrübenin bu son anlat ımı, dini<br />
grupla şma, din karde şliği, din birli ği, din derne ği ve benzeri şekillerde göze<br />
çarpar. İşte dini tecrübenin toplumsal veya sosyolojik anlat ımı olan bu toplulukların<br />
tipolojik ve kar şıla ştırmalı etüdüdür ki Din Sosyolojisinin ba şlıca<br />
konularından birini te şkil eder. Ba şka bir deyi şle Din Sosyolojisi böyle bir<br />
etüdün ana çizgilerini belirtmek amac ındad ır.<br />
Burada sosyolojik yönden inceleyece ğimiz çe şitli dinlerle, ilgili tarihi geli ş-<br />
melerin önceden bilindiği farzedilerek işe ba şlamaktad ır. Dinler tarihçisinin<br />
yardımı olmadan din sosyologu ba şarılı bir çalışma yapamaz. Fakat<br />
bunlardan hiçbiri ötekinin yerini tutamaz. Dinler tarihi geli şmenin yatay<br />
çizgileriyle ilgilendiği halde Din sosyolojisi bu geli şimin dikey kesiti ile uğraşır.<br />
Sosyologun ümit ve iste ği, kategorileri oldukça verimli k ılarak tarihçinin<br />
belgeleri düzenlemesine yol açmakt ır<br />
44Vv);.59<br />
■A ; 1),s, A k Lal 4„„de,„/2„; ri4 "14 iAce fo '; 4 • :ı<br />
01:1 ■`a,
İlk olarak sistematik bir din sosyolojisi kurmak şerefi, Max Weber'e<br />
nasip olmu ştur 1. Nedense bütün gözler ünlü yazar ın Kalvinizm üzerindeki<br />
çalışmalarına çevrilmiş ve onun sistematik din Sosyolojisine yapt ığı hizmetlerin<br />
büyük bir kısmı gölgede kalm ıştır. Biz burada yazar ın sistematik görüşleri<br />
ve h ıristiyanl ık dışındaki dinlerde yapt ığı incelemeler üzerinde duraca<br />
ğız. Weberle arkada şları, ve özellikle Werner Sombart toplumda dinle<br />
ekonomiyi ba ğlayan zayıf bağlar üzerindeki ara ştırmalarda öncülük yapmışlardır.<br />
Bununla beraber dinle ekonomi münasebederinin tetkiki çok sayıdaki<br />
toplum çal ışmalarının yalnızca bir yönü olup din sosyolojisinin ancak<br />
bir bölümünü ayd ınlatabilir. Din ve sanat veya din ve hukuk 1~ ınl...,..un<br />
as ındaki ba ğitmtda ıi.<br />
ot-ii-tierirrele oldu ğu gibi ekonomi ve dinin karma şık olan kar şıhklı münase-<br />
„<br />
betleri ı , dinle bütün toplum taaityetier - ı aras ındaki bağlant ılarm genel<br />
ye, -1<br />
etüdünde büyük anlam1~~61,ır. Fakat dinle ekonomi münasebetlerini in-<br />
cLQ--<br />
Le•/k;,<br />
celemek hiçbir suretle din sosyolojisi demek de ğildir 2 .<br />
Weber, geride kendisinden sonra yap ılmas ı gerekli pek çok şey b ıraktı.<br />
Eserlerinde ilkel dinlerin tümünü, islamiyeti ve daha birçok önemli dinleri<br />
ihmal etmi şti. Fazla olarak bu ünlü bilginin yüksek din anlay ışı dine<br />
karşı takındığı ele ştirici durum yüzünden, bir dereceye kadar körlenmi şti.<br />
Din olaylarını s ımflamak için Weber'in kurdu ğu kategoriler tamam ıyla tatminkâr<br />
değildi. Çünkü bunlar ın orijinal anlamlarma yeteri kadar dikkat<br />
edilmemi şti.<br />
Weberin eseri, bir çok yönlerden, arkada şı Ernst Troeltsch'ün üstün<br />
de ğerdeki çalışmalarıyla tamamlanmışt ır 3 . Fakat bu sonuncu da, ne<br />
yaz ık ki, yalnızca H ıristiyan dinine ba ğlı kalmıştı. Troeltsch'ün çalışmaları<br />
Amerikan mezhepleri (american denominationalism) üzerinde inceleme yapma<br />
isteklerini artt ırmış ve H. Richard Niebuhr bu konuda yazd ığı değerli<br />
bir eserle din sosyolojisinin geli şmesinde olağan üstü bir hizmet sa ğlamış -<br />
tır 4.<br />
Tıpkı bunun gibi, Max Weber'in tesiri, Leopold Von Wiese'nin sosyoloji<br />
ile birle şerek Howard Becker'in ilgisini dinin sosyolojik yönlerine çek-<br />
1 Din sosyolojisi ve tarihçesi almanca yay ınlanmış olan Die Religion in Geschichte und<br />
Gegenwart adlı ansiklopedide Joachim Wach taraf ından özetlenmi ştir.<br />
2 Yazar ın başlıca eserleri, Ekonomi ve Toplum (Wirtschaft und Gesellchaft) ve Din sosyolojisi<br />
dergisi (Gesammelte aufsötze zur Religionssoziologie) dir.<br />
3 Ernst Troeltsch'ün en önemli eseri, H ıristiyan kilise ve gruplar ının sosyal teorisi (Die<br />
Soizallehren der Christlichen Kirchen und Gruppen) dir.<br />
4 H. Richard Niebuhr, mezheplerin toplumsal kaynaklar ı (The social Sources of Denominationalism)<br />
New York, Henry Holt and Co. 1929.<br />
60
miştir 5. Sosyolog olan Max Weber ile teolog ve filozof olan Ernest Troeltsch<br />
dini nitelikteki toplumsal olaylar ı incelerken şahsi görüş, anlayış ve<br />
teorilerini bir yana b ırakarak objektif bir yol tutmu şlardı. Daha sonra gelen<br />
bilginler ünlü kurucular ın açhklar ı bu mutlu yolu her vakit izleyememi şlerdir.<br />
Bu türlü ara ştırmalarda, yeni din psikolojisi kurueülarımn bir süre önce<br />
dü ştükleri hatalardan sak ınmak gerekir. Yeni ışıklarla gözleri kama şmış<br />
olan baz ı ara ştırıcılar, din olayların ı anlamak konusunda her kap ıyı açabibilen<br />
bir sihirli maymuncu ğun ellerinde oldu ğunu sanmışlard ı. Dinin sosyolojik<br />
anlamla= ara ştıranlar tek tarafl ı bir görüşle dinin mahiyet ve esas ım açıklayacaklarını<br />
düşündükleri müddetçe, t ıpkı din psikolojisi kurucular ı gibi,<br />
yanılacaklard ır. Bu uyarma, özellikle, Karl Marx ve Aug. Comte felsefesini<br />
veya Freud görü şünü din ve toplum etütlerine uygulamak hevesinde olanları<br />
hedef tutar. Mesela bunlardan Durkheim, kamts ız olarak (delil göster<br />
maden) tap ılanla, tapan ayn ı şey saymış ve ilkel din kurumlar ı üzerindeki<br />
değerli incelemelerinin geçerli ğini pek çok zayıflatmıştır. Öte yandan Durkheim<br />
dini heyecanları ilkel iç güdülere indirmekle dinin yüceli ğini ve<br />
üstün değerini kötülemi ştir 6 .<br />
Karl Marx, dini ekonomik hayat ın bir<br />
fonksiyonu olarak ele alm ış; Freud ise din hayat ını bir nevroz olarak inceka.4«t<br />
Din Sosyolojisi, gerçekte, din fenomenolojisi, din psikolojisi ve dinler<br />
tarihini tamamlar. Fakat hiçbir suretle onlarm yerini tutamaz; hele teolojinin<br />
yerini ise asla tutamaz. Ya şayış ve davram şlarmuza kılavuzluk eden<br />
dini kural ve değerlerin anlat ımım teolojiye (İlmi Kelâm'a) b ırakıyoruz.<br />
Sosyolojide metot vas ıflayıcı (deskriptif), oldu ğundan varılacak sonuçlar<br />
hiçbir vakit akademik ve teorik olamaz. Tarafs ız bir gözlemci din ve toplum<br />
münasebetlerindeki karma şıkhk ve çe şitliliğin farkına varır. Dinin haiz olduğu<br />
olagan üstü bir birle ştirme ve isteklendirme gücü bu gözlemcinin gözlerinden<br />
asla kaçmıyacak ve onu uzun uzun dü şündürecektir.<br />
İsviçrenin büyük kültür tarihçisi Jacob Burckhardt konumuza ışık<br />
saçan dünya tarihinin tema şas ı (Weltgeschichtliche Betrachtungen) adl ı konferanslar<br />
ında Bacon'ün Din insanlığtn en önemli bağtchr (La religion<br />
est le principal lien de l'humanite) 8 şeklindeki özlü sözünü hat ırlatmaktadır.<br />
Devrimizde medeniyeti ku şatan felaketin e şiğinde dinin toplumda<br />
oynadığı rolü tam olarak anlamak büyük önem ta şır. Bilginlerin, karşıla ş -<br />
tım:kah din konular ını umursamıyacakları devir çoktan geçmi ştir. 19. yüzyılın<br />
sonunda düşünürlerin kaleminden ç ıkan inaksal (do ğmatik) yargıları<br />
toplamak çok aydudat ıcıdır. Bunlar do ğrudan doğruya veya dolay ısiyle<br />
Aydmlanma Devri ile ilgili dü şünüş ve davranışları kamtlar ıyla birlikte aksettirirler.<br />
Ayd ınlanma Devri tek tarafh bir zihniyetcilik ( İntelectualisme)<br />
ve şüphecilik (scepticisme) Devri idi. Bir çok pozitivist yorumcular ı, cahil<br />
zihniyetin garip ve çi ğ ifadeleriyle alay etmeye sevkeden üstünlük duygusu,<br />
hemen hemen ortadan kalkm ıştı Nasıl bizimkinden ayr ı bir sanat anlay ışım,<br />
Sanat Tarihi ö ğretirse, t ıpkı bunun gibi çe şitli dinlerde kullanılan efsane<br />
ve sembolleri kavramak ve onlar ın gerçek anlam ını ortaya koymak görevini<br />
dinler tarihi üzerine al ır. Metot bölümünde bir ba şka konu da toplumun<br />
normatif teorisi olan toplum Felsefesi (Philosophie Sociale) ile sosyoloji<br />
arasında yap ılması ve gözetilmesi gereken ay ırımdır. Gerçekte H ıristiyan,<br />
Müslüman ve Yahudi sosyolojisi diye bir şey yoktur. Bununla beraber, aç ık<br />
veya kap ah olarak H ıristiyan, Müslüman yahut Yahudi toplum felsefeleri<br />
vardır. Fakat tamamiyle yersiz olarak Toplum Felsefesiyle Sosyolojinin<br />
birbirine karıştırıldıgı ve aynı sayıldığı da olmu ştur. Dinin normatif anlayışı<br />
içinde Hıristiyan Sosyolojisi veya İslam Sosyolojisi şeklinde görülen disiplinler,<br />
ba ğh bulundukları dinin toplumsal anlamdaki etütlerini bir araya getirir.<br />
Bunlar de ğerli olabilir, Fakat bu eserlerde di ğer dinler hakk ında pek<br />
az bilgi bulunduğu gibi bunlarla uğra şan yazarlar ın sayısı da pek azd ır.<br />
Sık s ık yap ılageldiği üzere, Din Sosyolojisini toplumsal reformun kesin<br />
programlarıyla aynı şey saymak ta büyük bir hatad ır. Sosyolojiyi bu şekilde<br />
8 Religio praecipuum humanae societatis vinculum.<br />
62
anlamak, onun vas ıflarc ı (deskriptif) olan gerçek de ğerine kar şı büyük<br />
bir sayg ısızlık olur.<br />
Dinin sosyolojik anlam ın ın saptanmas ı, ön yargılardan uzak olarak gerçekle<br />
ştirilen tarafs ız ve objektif bir çal ışmayı gerektirir. Bunun için baz ı<br />
ilkelere uyulmak zaruridir. İlk şart dini tecrübenin geni şlik ve çes,itliliğini<br />
tam olarak ölçebilmektir. Bu ise din sosyolojisini, fenomenolojik ve psikolojik<br />
tipler kadar dini tecrübenin çe şitli tarihi tipleri üzerinde temellendirmek<br />
demektir. Ba şka bir deyi şle, incelemeyi bizim dine veya bizce bilinen tek<br />
bir dine hasretmek üzere giri şilen her te şebbüs, bizi yanlış sonuçlara götürür.<br />
Ara şt ırıcımn, dini tecrübenin çe şitli anlat ımları üzerindeki bilgisi ne kadar<br />
geniş ve derin olursa temel konuyu anlamas ı da o kadar kolay olur. Dinler<br />
tarihi, antropoloji ve sosyoloji üzerindeki ça ğda ş ara şt ırmalar bundan 30,<br />
40 yıl önceki malzeme ve belgeleme fakirli ğini gidermiştir. Bu türlü ara şt ırmalarda<br />
kullan ılan tipolojik metot, seçme yetkisini ortadan kald ıran ve olaylar<br />
aras ında bir fark gözetmeyen tarihçi metotla, ara ştırmayı tek bir dine<br />
hasreden inhisarc ı metot aras ında bulunmaktadır. Söz konusu tek din genel<br />
olarak ara ştırıemın kendi dinidir. Burada hâkim olan dü şünce Harnack' ın<br />
iddia etti ği üzere bir dini bilen bütün dinleri de bilir önermesidir.<br />
Din Sosyolojisi metotlarm ı ba şka disiplinlerde izlenen metotlardan al ır. Vinogradoff'un<br />
hukuk ve kurumlar ı üzerindeki etütleri bu konuda çok ayd ınlatıc<br />
ıd ır. Yazar metodunu şöyle karakterize etmektedir: İdeoloji alanında olay<br />
ve doktrinleri incelerken olaylar ın bugünkü gerçek ak ım ı nı tayin eden coğrafi,<br />
etnolojik, politik ve kültürel şartları bir an bile gözden kaç ırmamak ve kabul etmek<br />
gerekir. Din ve toplum olaylar ının sistematik ve fenomenolojik tetkikinde<br />
kesin olarak bu görü ş uygulan ır Bunun en güzel örneklerini islâm dininin<br />
de ğişik şartlara malik ülkelerde de ği şik şekiller almas ı verir. Gerçekten İrandaki<br />
co ğrafi, etnolojik, politik ve kültürel şartlar Anadoludan farkh olduğundan<br />
tranda Şia denilen bir fırkamn yer almas ına kar şılık Anadolu müslümanlar<br />
ı sünni kalmışlard ır.<br />
Tip teorisini kurarken ara ştırıcının zorunlu olarak statik bir görü şü<br />
dinamik bir görü şle tamamlamas ı gerekir. Olaylar ın statik ve dinamik yönlerini<br />
e şit olarak de ğerlendirmek kolay bir i ş de ğildir. Ara ştırıcılar, genel<br />
olarak olaylar ın bu iki yönünden birine daha çok önem vermektedirler. Vinogradoff'a<br />
göre hukuk teorisine temel olarak tarihi tiplerin de ğerini kabul etmek<br />
esash bir noktad ır. T ıpkı bunun gibi dini gruplarla ilgili tiple iri<br />
ba şarı ile incelemek için dinler tarihinin verilerinden yararlanmak zorunludur.<br />
Din konusunda ba şarılı bir ara ştırmanın ba şka bir şart ı da din olayları=<br />
anlam ve özelli ğinin tam olarak anla şılmas ı ve de ğerlendirilmesidir.<br />
63
Ara ştırıcı konusunu sevmeli ve ele ald ığı belgeleri,bir yakınhk duyarak yorumlamaya<br />
alışık olmalıdır.<br />
Din olayları, dini tutum ve davranışlar ve dini grup ve ki şilikler üzerin-<br />
-<br />
de ara ştırma yapan bir kimse için izlenecek iki yol vard ır. Biri gerçe ği olayın<br />
içinde sayan ve arayan içkin metot (Methode immanente) tur. Bu kaynaktan<br />
ilham alan sosyolog t ıpkı dinler tarihçisi gibi söz konusu olay ın en az yarısını<br />
yorumlayabilir. Ötekisi birinciyi inkâr etmemekle beraber, bir belge veya<br />
malzemeyi ele alarak onu ele ştirici bir gözle toplumsal, tarihi, kültürel ve<br />
psikolojik çevre ve ba ğınt ılar içinde nazara alarak ilkin o olay ın tabiat ve<br />
mahiyetini belirttikten sonra o olay ı, bağlandığı amaca dayanarak yorumlayan<br />
metottur.<br />
Metot konusunda son olarak şu soru hat ıra gelebilir: Acaba felsefeci<br />
ve din bilginleri, toplum bilginleriyle zaman zaman bir araya gelerek kendi<br />
çaplar ında kar şılıklı bir çah şma ve anla şma ile Din Sosyolojisinin geli şmesine<br />
yardım edebilirler mi Bu soru şöyle cevapland ırılabilir: Kendilerini toplum,<br />
siyaset teorisi ve devlet yönetimi incelemelerine vermi ş olan sosyologlar<br />
konunun bir yönünü; filoloji, arkeoloji ve çe şitli teolojilerle takviye gören<br />
kar şılaştırmalı din bilginleri de konunun ba şka bir yönünü ayd ınlatabilirler.<br />
Böylece her iki ara şt ırıc ı zümre el ele vererek ba şarılı bir Din Sosyolojisinin<br />
kurulmas ına yardım edebilirler.<br />
B. DIN SOSYOLOJİSİNDE ARAŞTIRMA ALAVI<br />
Amacımız dinle toplum münasebetlerini ve bunlar aras ında yer alan<br />
kar şılıklı etki ve tepkileri incelemektir. Prensip olarak bu konuda yap ılacak<br />
s ırf teorik bir ara ştırma isteği karşılar. Fakat konunun iyice anla şılmas ı için<br />
deneysel belirtilerin somut etüdüne de ihtiyaç vard ır. Teorik çalışmalar,<br />
eldeki belgeleri düzenlemeyi sa ğlayan kategorileri verir; deney, belirti ve d ış<br />
gösteriler de, prensipleri do ğrulamaya yarayan çok say ıda verileri toplamaya<br />
yarar.<br />
Dinin sosyoloji ile münasebeti bak ımından ta şıdığı anlamlara değer<br />
ve önem verilmesi felsefi ve psikolojik etütleri derinle ştirmiştir. Böylece<br />
bilginler dikkatlerini, tarihi dinlerin saklad ıkları gizli maksatlar, demeçlerinin<br />
toplumsal anlamı ve etkilerinin meydana getirdi ği değişmeler üzerinde<br />
toplamağa ba şlamışlardır. Gerçekte, bu do ğrultuda gere ğinden fazla ileri<br />
gidilmiştir Dinin siyasal, toplumsal ve kültürel etlçilerine olagan üstü bir<br />
önem vermek suretiyle gidilen a şırdığa (ifrata) kar şı geçen yüz y ıl içinde sosyolojik<br />
ara şt ırmalarda gerçekle ştirilen hızlı gelişmeler sonunda bu görü ş -<br />
64
lerde. bir de ğişiklik olmuş ve dini, yaln ızca toplumsal ve kültürel kuvvet<br />
ve eğitimlerin bir mahsülü gibi yorumlama temayülü ba ş göstermi şti. Konuyu<br />
bu türlü ele alman ın anlamları üzerinde söylenecek çok şeyler vard ır. Şüphesiz<br />
bu alanda ilgi çeken sonuçlara var ılmıştır. Bu sonuçlar dini dü şünüş<br />
ve davranışın toplumsal ve ekonomik varsay ışları (faraziyeleri) üzerindeki<br />
bilgi alammızın genişlemesine yardım etmişlerdir. Ama, öte yandan, tek<br />
yönlü bir ara ştırma ile avunmak ta yersizdir. Daha önce görüldü ğü üzere,<br />
Din Sosyolojisinin Kurulu şuna herkesten çok hizmet etmi ş olan Max Weber,<br />
sosyolojik ve ekonomik materyalizmin tek yönlü görü şünü protesto edenlerin<br />
ilki olmuştur. Ünlü bilgin dini bir 'davran ışta ayırdedici niteliği sadece<br />
bir tabakan ın toplumsal şartlarının bir fonksiyonu sayan materyalist yorumu<br />
kesin olarak, reddetmi ştir. Söz konusu görüş Karl Marx' ın Komünist Beyannamesinde<br />
(Le Manifeste Communiste) yer alm ış olup Sosyolojik incelemeler<br />
üzerinde çok büyük etki ve tepki yaratm ışt ır.<br />
İbrani dini üzerinde, devrimizin birinci s ınıf uzmanı olan Lduis Finkelstein<br />
İsrail geleneklerinin, yoksullarla bunlara i şkence eden büyük toprak sahipleri<br />
aras ındaki sürekli kültür sava şının bir sonucu olarak incelenmesi gereğini<br />
ortaya atm ıştır. Yazar yan göçebe çobanla yerle şik çiftçi aras ındaki<br />
ilkel karşınlık (muhalefet) ve da ğlık bölgelerin küçük köyliisü ile düz ovalarm<br />
varhkh ve mutlu ekincisi aras ındaki çat ışma üzerinde durmaktad ır. Şehirlerdeki<br />
tüccar ve küçük sanat erbab ıyla asilzâde ve saray mensuplar ı: arasında<br />
beliren kar şınhğm da Romadaki patriçilerle plebler aras ındaki temelli<br />
farklara benzetilebilece ği ve , bu iki olayın özde ş (ayn ı) olduğu üzerinde direnmektedir.<br />
Reform devrinde ve protestan mezhepleri ııiıı türemesi s ıras ında<br />
bu yoldaki ara ştırmalarda benzeri dü şünce ve aç ıklamalar üstün rol oynamakta<br />
idi. Ernst Troeltsch bu tip tek yönlü ara ştırmalara kar şı kafa tutanlar<br />
aras ındadır. Toplumsal şartlar ın din üzerindeki büyük etkileri oldu ğu<br />
kabul edilmekle beraber, bir tak ım bilginler dinden kayna ğını alan ve toplum<br />
yap ısı üzerinde tepki yapan etkenlerin de bir o kadar önemli oldu ğunu unutuyorlar.<br />
Dinin toplum hayat ı üzerinde etkileri, gruplar ın birle şme ve bağlanmaları,<br />
tophımsal tutum ve kadrolar ın evrim ve ayrınılaşmaları ve yine<br />
toplumsal kuruinlarm yükseli ş ve çökü şleri üzerinde yap ılacak esash bir<br />
inceleme, çok de ğerli sonuçlar ı ortaya ç ıkarır.<br />
C. DIN VE TOPLUM<br />
Dinle toplumun karşıhkh münasebetlerini incelemeye ba şlamadan önce<br />
bazı ön sorular üzerinde k ısaca durma= gerekir. a) Din bireyselmi yoksa<br />
toplumsalm ıdır b) Dinin tabii gruba kar şı tutumu nedir (olumlu, olumsuz<br />
veya ilgisizmidir); ba şka bir deyi şle toplumla dinin temas noktalar ı nerededir<br />
<br />
Din Sosyolojisi F. 5 65
Dini tanımlamak amac ımız dışındadır o. Bununla beraber en iyi tanem,<br />
kısa ve sade olmak niteli ğini ta şır: Rudolf Otto, Din Kuts4 ı n Tecritbesidir<br />
(La religion est l'experience du sacre) diyor Dinin bu 'anlay ışı, din üzerindeki<br />
ara ştırmaların objektif mahiyetini aç ıktan açığa ortaya koyar. Bu ise antropologlar<br />
arasmda öteden beri moda oldu ğu üzere psikolojik teorilerde söz<br />
konusu olan dinin s ırf subjektif anlay ışına zıt bir görü ştür. As ıl bu objektif<br />
anlayışt ır ki din etüdüne olanca zenginli ğini verir. 18. ve 19. yüzy ıllarda<br />
sübjektivizm akımına kap ılan ve ço ğu protestan olan teolog ve kilozoflar<br />
dinin bu zengin anlamını reddetmi şlerdir. 19. yüzy ıldan 20. yüzyıla geçince<br />
takınılan tutumda bir de ğişiklik olmuştur. Robert Ranulph, Marett, Nathansoederblom,<br />
Wilhelm Schmitt ve Rudolf Otto gibi din uzmanlar ının eserleri<br />
objektivizm hakkında çağdaş felsefi temayüllerle, her vakit şuurlp olmasa<br />
bile, gerçekten uzla şm ı halindedir. France Brentano, Alexis Meinong,<br />
Edmund Husserl gibi yazarlar ın temsil etmekte olduklar ı Alman ve Avusturya<br />
Fenomenolojik okulunun Psikoloji aleyhtar ı tutumu, Romano Guardini,<br />
Max Scheler, Jacques Maritain ve ba şkalarının ortaya att ıkları Din felsefesince<br />
payla şıhmştır. Otto'nun dini tecrübeyi, büyük bir incelikle, KOR-<br />
KUTUCU VE BUYIYLEYICI SIR (Mysterium tremendum et fascinosum)<br />
şeklinde nitelendirmesi, onu vas ıflama, çözümleme ve anlam ını bilimsel olarak<br />
kavrama yolunda yap‘lacak her türlü te şebbüse meydan okumaktad ır.<br />
Her gün yeni ve daha iyi gerçekle şme amac ı güttüğünden dinin yarat ıcı enerjisi<br />
sonsuzdur. Dini tecrübe ilk bak ışta açıkça ve dola şıks ız olarak ifade edileniez.<br />
Fakat bu tecrübenin anlat ımları sayesinde karSkterini tam olarak<br />
çizmek ve anlamak mümkündür. Dini sübjektif yönden incelemeye çal ışanların<br />
hepsi de şu FASIT DAİREYE düşmüşlerdir İç tecrübenin anla şılmas ı,<br />
objektif anlat ınun yorumu ile mümkündür; Fakat bizzat bu yorumun anlaşılabilmesi<br />
de her şeyden önce dini tecrübenin iç anlam ını kavramaya ba ğ-<br />
lıdır.<br />
Temel dini tecrübe (L'experience religieuse fondamentale) çi şitli şekillerde<br />
anlat ılır ve objektifle şir. Dini tecrübenin çe şitli anlatımlarının tanım<br />
ve açıklanmasına ihtiyaç vard ır. Filozoflar uzun zamandan beri bu gere ği<br />
anlamışlardı. Fenomenolojide Hegel, objektifleşmenin birbiri ard ından gelen<br />
aşamalarını çözümlemi ştir. Hegel, İnsanın düşünülebilen bütün faaliyetlerini<br />
bu a şamalar içerisine sokmu ştur. Yazar büyük bir titizlikle objektif<br />
tin (Esprit Objectif) le mutlak tin (Esprit Absolu) aras ındaki ayırımı göz<br />
önünde tutmu ş olup mutlak ti ıı ,seviyesindel7lini tecrübe ,i—fakwu anlat ımi ak., I<br />
arasındaki uyarlığın,objektif tin<br />
;ta jazanka, cın ,,4144,-<br />
çdaha tam olduğunaIşaret<br />
etmiştir. Hegel'e göre din mutlak tinin yönlerinden biridir. Ve yine Hegel<br />
9 Dinin çe şitli yönlerden tanımı için, tarafımdan yayınlanan. Din sosyolojisine giri ş adlı<br />
kitabm 36-52 sayfalar ına bakımz. (Resimli posta matbaas ı, <strong>Ankara</strong>, 1961)<br />
66
akımından, çağdaş adaptasyon ve yorumlar ı izleyerek, teknik ba şarı, ekonomik<br />
sistem, sanat çah şmaları, hukuk ve düşünüş sistemleri gibi insan ın<br />
kültürel ürünlerini objektif kültür sistemleri olarak ele almak mümkündür.<br />
Şüphesiz bu objektif kültür sistemleri aile, arkada şhk ve akrabahk gruplar ı,<br />
dernek ve devlet gibi toplumun her türlü organizasyonundan farld ıdır.• Teknik<br />
ba şarı, ekonomik sistem, sanat çah şması, hukuk ve düşünüş sistemleri<br />
kültürün objektif sistemleri olarak sosyolojiyi ancak dolay ıs ıyla ilgilendirebihr.<br />
Dini tecrübenin anlat ımma gelince bunu birinci kategoriye bir hayli<br />
tereddütle sokabiliriz. Çünkü bu tecrübenin öz ve esas ı tam bir objektifle ş-<br />
meye yer vermez. Bu ise ço ğu zaman dini tecrübenin yorumunu ayd ınlatacak<br />
yerde güçle ştirir. Bir dini ö ğreti, bir tap ınma veya bir dini tören, bir kanun<br />
veya endüstri ürünürıden daha az objektifle şmiştir. Belirli bir grubun eko<br />
nomik, artistik ve hukuki kurumlar ıyla dini kurumlar ı aras ındaki, münasebetlerin<br />
etüdü kadar toplumsal grupla dini geli şmeler aras ındaki bağhla ş -<br />
ma (Correlation) üzerindeki incelemeler de bir tak ım güçlüklerle doludur.<br />
Hegelin ard ından Dilthey hukuk, sanat, bilim ve din gibi objektif kültür<br />
sistemleriyle toplumun kabile, Devlet, millet ümmet şeklinde görülen organizasyonlar<br />
ı arasında bir münasebet oldu ğunu aç ıkça ispat etmi şti. Böylece<br />
Dilthey, Hegel ve Lazarus'un metafizik in şaları (Constructions m&taphysiques)<br />
ile Steirıtharm Halk Psikolojisi (Volker-Psychologie) ne cephe almış<br />
oluyordu. Amma Dilthey bile çekinmeden dini, objektif kültür sistemlerinden<br />
biri gibi görmeye olurundan fazla meyletmi şti. Dilthey'in manevi „<br />
bilimler felsefesi (Philosophie der Geisteswissenschaften) nin parlak bir be-<br />
~kid) sini yapmış olan Baillie, t ıpkı Dilthey gibi, dini, sadece kültür<br />
anlatımlarmın bir çe şidi saymakla yandmiştır<br />
Din Filozofu D. M. Edward ile mutab ık olarak, kutsal ın, iyi, gerçek<br />
ve ğüzel gibi değerlere eklenen dördüncü bir de ğer olmadığı savunulabilir.<br />
Mecazi olarak denebilir ki Din A ğacın Bir Dalı Degil, Gövdesidir. Bundan<br />
dolayı, belirli bir Kültür sisteminin çözümlenmesi yaln ızca dini davranış -<br />
ların anahtarı olan teoloji, efsane ve törenleri ara ştırmalda yap ılmaz, ayın<br />
zamanda kültür ya şayışım tümü ile aç ığa vuran gerçek havay ı keşfetmek,<br />
genel davran ışları dikkatlice incelemek gerekir. Ç ıeğsleş--~1.444-1,..ültiirel<br />
1,..2.11,1 e etki-~a ııı.-ereiüi-et-lienlePi§1--fen,lcsi~1.-~ii~elibedewi--<br />
tl mle durmalet.efehr.<br />
Bu konuda dikkati çeken bir ba şka yön gelenek ve kendili ğindenlik<br />
(Tradition et spontan&t) problemidir. İlkel insanm toplumsal ya şayışa<br />
katılması, bağışlar alıp vermekle olurdu. İnsan, tevarüs etti ği her türlü kanun,<br />
kural, gelenek, kurum ve kavramlar ı hemen hemen aynen al ıp uyguladığı<br />
gibi bunlara kendili ğinden yenilerini eklediği de olur. İlkel toplumların<br />
dinleri üzerinde son zamanlarda yap ılan ara ştırmalar, tek bir etnik ve co ğ-<br />
67
afi birlikte bile uygulama bak ımından büyük farklar bulundu ğunu gösteriyor.<br />
Bu türlü ara ştırmaların en ba şarılıs ı Ruth Benedict'in Kuzey Amerikada<br />
koruyucu ruh kavram ı adli parlak bir monografisidir 10. Bu kavramın<br />
çeşitli amerikan kültür çevrelerinde ald ığı şeklileri gözden geçiren Benedict,<br />
geleneklerin pasif bir şekilde halk tarafından olduğu gibi uygulanmas ından<br />
tutun da onda yarat ıcı değişiklikler yap ılmas ına kadar giden çe şitlenmeleri<br />
açıkça göstermiştir. Böylece eserde, dinler tarihi boyunca ferdi tecrübenin<br />
çok karma şık bir yorumu ile gleneksel ifadesinin çe şitli şekillerini buluyoruz.<br />
Bütün bunlar dinde pasif elemanlar ın yanında dinamik elemanlar ın<br />
da yer ald ığını gösterir.<br />
II. DINI TECRUBENIN ANL kTILMALARI<br />
Din olayları gözden, geçirilecek olursa, Dini Tecrübeyi tam olarak aç ıklamak<br />
üzere sürekli ve az çok ba şarılı bir çabanın harcandığı göze çarpar.<br />
Gelenek ve görenek, evrim ve devrim, reform ve rönesans gibi sözler bu<br />
alanda verilen bitmez tükenmez sava şın çeşitli evrelerini gösterir. Bu arada,<br />
dini şekillerle sanat, hukuk ve ekonomi faaliyetleri aras ında görülen benzerlik<br />
te ilgi çekicidir. Şimdilik sınır ve amac d ışına ta şmadan yaln ızca şu<br />
soruları cevapland ırmakla yetinilebilir:<br />
Dinin' niteliği nedir Heyecan, düşünce ve iradenin din olay ındaki yeri<br />
ve payı neden ibarettir<br />
Bu konularda tek yönlü görü şler eksik de ğildir. Heyecan, dü şünce ve<br />
irade zaman zaman dini tecrübenin özü gibi ahnm ıştı. Dinin psikolojik niteliğini<br />
ayrıntılı olarak belirtmeden öince herhangi bir tanımın, olaylardaki<br />
karma şıklığı göz önünde tutmas ı lüzumuna işaret etmek gerekir. Dü şüncenin<br />
dine büsbütün yabanc ı olduğunu ileri süren Schliermacher iddias ında<br />
haks ızdır. Bununla beraber, dinin aslmda dü şünceye dayandığını, düşünceden<br />
çıktığını ve yalnızca dü şünceden ibaret oldu ğunu savunmak pek güç oldu ğu<br />
gibi onu iç güdü ve gicli şlerimizle aynı saymak ta mümkün de ğildir. Şüphesiz<br />
tek yönlü de olsa dinin niteli ği üzerindeki görü şlerin herbirinde bir parça<br />
geçerlik ve gerçeklik pay ı vardır. Herbiri gerçe ğin bir yönünü ayd ınlatır Fakat<br />
hiç birini din olaylarm ıntümünü kaplayan bir ilke gibi ele almak do ğru olmaz.<br />
Genel olarak bunlar, din konusundaki ba şka görü şleri küçümsemek<br />
10 Ruth Benedict (The Concept of the Guardian Spirit in North America) american Anthropological<br />
Asssociation. Memoirs yol. XXIX. 1923.<br />
68
hevesinden ileri gelir. Dinde duyu ve güdüye önem verilmesi zihniyeteiliğin<br />
(intellectualism e) eseridir. Oysa ki dinin dü şünce ile ayn ı şey sayılması<br />
onda akla sığmayan ve ak ıl dışı kalan (irrationalisme) unsurlar ı hiçe saymak<br />
olur. Kutsalin tecrübesi diye tan ımlanan dini tecrübe çe şitli anlatım şekillerine<br />
bürünmii ştür.<br />
İman ve ibadet konular ında çok , şeyler yaz ılmıştır Bunları incelerken<br />
akla şu sorular gelir:<br />
"Dini tecrübenin teorik anlat ım ı olan imanla, pratik anlat ımı olan ibadet<br />
(tap ınma) ten acaba hangisi daha önemli ve önceldir "<br />
Ve yine<br />
"Efsane ve tören, iman ve âmel, itikat ve ibadet aras ındaki kar şılıklı<br />
miinasebetler nelerdir "<br />
Bilimsel alanda bu konularda bir çözüm yolu bulmak çok güçtür. İslam<br />
dünyas ı ameller niyetlere göre de ğerlendirilir ilkesiyle niyete ve dolay ı-<br />
s ıyla iman konusuna önem vermektedir. H ıristiyanl ığın protestan kollar ında<br />
da dini tecrübenin bu sübjektif yönü geçerliktedir. Fakat bilimsel alanda<br />
kaldığımız sürece en akla yatan görü ş imanla ibadeti s ıkıca birbirine ba ğlı<br />
sayan ve bunlardan hiçbirine öncelik ve üstünlük tan ımayan görü ştür. Hiç<br />
bir tap ınma (ibadet) yoktur ki onda bir parça tanr ısal dü şünüş ve inanış<br />
olmas ın; ve yine hiçbir dini inan ış ve görev yoktur ki orada biraz tap ınma<br />
eylemi bulunmas ın. Scheler'le birlikte denebilir ki : İman, tap ınmadan öncel<br />
değil, yalnız geli şmesi için tap ınma arac ından yararlan ır. Bununla beraber<br />
din olayı temelinde, zihni ve ruhi bir olayd ır ; fakat tek yönlü ruhi bir olay<br />
değil, ruhi-fiziki (psycho-physique) nitelikte bir olayd ır.<br />
A) DININ TEORİK ANLATIMI : İman ve öğreti (Croyance et doctrine)<br />
Teorik anlat ım Temel tecrübede daha önceden vard ır. Temel tecrübe,<br />
çok kez duyu, dü şünce veya ö ğreti (doktrin) yi içinde gizleyen sembollerje<br />
gösterilir. İlk algı ve sezi şten olan Temel Tecrübe belirli ve tutarl ı teorik<br />
bildirilerde söz konusu olur.<br />
Bu türlü sembollerin niteli ğini iki büyük alman şairi güzelce anlatm ış -<br />
lard ır. Schiller'e göre ; akl ın olgunla şmas ı sürecinde ancak yüzy ıllar geçtikten<br />
sonra anla şılan şeyler, çocukluk ça ğındaki insan ın kafasında çok daha önceden<br />
ilham ve vahiy olarak yer almıştır. Goethe (Göte) ise, gerçek sembolle ştirme<br />
öyle bir haldir ki orada hülya ve hayalet de ğil, fakat henüz ke şfedilmemiş<br />
önemli ve canl ı bir vahiy ve ilham olarak özel, geneli temsil eder, der.<br />
69
Dini tecrübenin teorik anlat ımın iyice anlıyabilmek için din kavram ı=<br />
gelişime sürecini incelemek gerekir. Bu geli şme şekil ve muhteva bak ımından<br />
ele al ınabilir :<br />
I) Imanin şekil balamindan gelişmesi :<br />
İlkel zihniyetlerdeki efsane (mythes), daha ileri medeniyetlerde ö ğreti<br />
(Doktrin) olarak kendini gösterir. Efsanenin kendine öz mant ık ve kurallar ı<br />
vardır. İlkel zihniyetle ilgili zaman, mekân ve sebeplik kategorileri ve efsanelerde<br />
adı geçen ki şilikleri incelemek bu konuda çok ayd ınlatıcıdır. Çok kez<br />
birbirini, tutmayan mitolojik olay ve geleneklerin çe şitli olmasıyla nitelenen<br />
polimorfizm a şaması, belirli medeniyetlerde bütün tarih boyunca ya şamış<br />
ve devam etmi ştir. Bu arada efsanelerin bir ço ğunda birbirini tutmayan<br />
çelişiklik baş göstermi ş ve da ğınık ve çelişik efsaneler zamanla ba ğdaşıp<br />
örgütlenerek merkezi ki şilikkr tarafından açıklığa kavu şmuşlardır. , Efsanelerin<br />
baz ı yönleri zamanla daha aç ık ve belirli bir hal almış ; buna kar şılık<br />
başka yönleri silinip gitmiştir. Soy kütükleri ( şecere tablolar ı) nin anahatlar ı<br />
çizilir ve geli şme süreci devam ederse masal ve efsaneler ba ğda şır, düzenlenir<br />
ve birle şirler. Şüphesiz burada ak ıl ve düşüncenin oynad ığı rol büyük bir<br />
anlam ta şır ve bu yoldaki geli şmenin devamhhğım sağlar. Bu alanda göze<br />
çarpan bir ba şkn etken de dini ki şiliklerin kendilerine öz dini tecrübeleri<br />
başkalarına geçirmek ve yaymak arzular ıdır.<br />
Durum ve toplum şartları elveri şli olursa, iman ilkeleri (doktrin) ni bir<br />
araya getirmek, tan ımlamak ve düzenlemek üzere üstün bir din otoritesi<br />
kurulur. Böylelikle rasgele bir araya gelen çe şitli mitolojik gelenekler yerlerini<br />
normatif bir sistem olan ö ğretiye (doktrine) b ırakır. Bu ise düpe düz ilâhiyat<br />
(teoloji) ın ba şlangıcıdır. Bu arada efsaneleri derleme, toplama, düzenleme<br />
ve kanunla ştırma i şleri aralıks ız devam eder. Sözlü gelenekler yerlerini zamanla<br />
yazılı geleneklere b ırakır. Bunun sonunda kutsal kitaplar ortaya ç ıkar.<br />
ilâhiyatç ılar temel kavramlar ı rasyonalize etmeye, ve normatif karakterdeki<br />
iman ilkelerini geli ştirmeye çal ışırlar. Bir yandan ilâhiyatç ılar imamn<br />
mıuhtevasma ili şkin çok ince fikirleri haz ırlarken; öteyandan imanla ilgili<br />
kısa özetler akait kadrolar ı içine alınır ilâhiyat ın bu şekildeki geli şmesi ise<br />
felsefenin do ğmasına yol açar.<br />
Dini tecrübenin zihni anlat ımının sistemle şmesi sürecinde birinci basamak<br />
Afrika ve Polinezya mitolojileridir. Babil, M ıs ır, Meksika, Çin ve Yunan<br />
dinleri ikinci basamakt ır. Bu ikinciler ba ğımsız iman ilkelerinde görülen<br />
birle şme ve kanunla şma temayülü ile birincilerden ayr ılırlar. Yahudilik,<br />
Hıristiyanlık, islândık, Zerdü ştlük, Maniçeizm, Budizm, Jainizim, Hinduizm,<br />
Konfuçyanizm ve taoizm gibi kitaph dinler çok iyi geli şmiş inaklarıyla (nass)<br />
70
-üçüncü basama ğı teşkil ederler. Bütün bu dinlerin temel ilkeleri üzerinde<br />
yap ılan tart ışmalar ise felsefenin do ğmasma ve geli şmesine yard ım etmiştir.<br />
2) İman ın muhteva bak ım ından gelişmesi<br />
Dini tecrübenin teorik anlat ımı özel bir önem taşıyan üç konu etrafında<br />
döner : Tanrı, Dünya ve İnsan... Bunlar ı kar şılayan bilim dallar ı s ıras ıyle<br />
Teoloji, Kozmoloji ve Antropoloji (ilahiyat, Kevniyat ve be şeriyat) veya<br />
Tanrı bilimi, evren bilimi ve insan bilimidir. Bu kavramlar süreklice efsane,<br />
öğreti ve inak, ba şka deyişle mitos, doktrin ve do ğma şekilleri altında evrim<br />
geçirmi şlerdir. Tanr ı, Tanr ıların doğuşu, yetişek veya ba şlangıcı "Teogoni" 11<br />
ıların nitelikleri, dünya ile olan münasebetleri ve bunlar ın isbat ı Tanr<br />
"Teodise" 12 gibi konular ın tümü teoloji içinde anlat ılmış ve gösterilmiştir.<br />
Kozmoloji, dünyanın ba şlangıcı, gelişimi, çeşitli evreleri ve sonucu ile ilgilidir.<br />
Teolojik anlamdaki antropoloji ise kurtulu ş teorisi (Soteriologie) 13 , ve<br />
öbür dünya bilgi§i (Eschatologie) i ıi 14 , içine alarak insanlığın başlangıç, tabiat<br />
ve al ın yaz ısını inceler.<br />
Dünya düzeninde ilkel anlamda el de ğmemiş baz ı mitolojik kavramlar ı<br />
çok ayrımlaşmış ve son derece geli şmiş felsefe ve teoloji sistemleriyle kar şılaştırmak<br />
çok ilgi çekicidir. Bat ı Afrika, Polinezya, güney bat ı Amerika ve<br />
Meksikanın tek düzenli sistemleri hakk ında bilgiler elde edildikçe ilkel<br />
toplumlarla Çin, Hint, Babil, Yunan ve Roma gibi eski ça ğın büyük uygarhlçları<br />
arasındaki geçici bo şluklar dolmakta ve kapanmaktad ır. Bu sistemlerin<br />
pek ço ğu dünya ve Tanrı kavramlar ı çevresinde döner. Toplum-<br />
' ların mitolojisinde pek çok felsefi elemanlar varsada orjinal evrelerde<br />
teori üzerinde o/kadar durulmaz. Mesela totemcilik k ısmen nazari bir sistemdir;<br />
fakat ameli ahlâka önem verir. Ameli ahlaka önem verilmesi ileri<br />
dinlerin büyük teolojilerine öz bir niteliktir.<br />
Yahudilik, Parsilik (Hindistan zerdü ştlüğü) Hinduizm ve Konfuçyanizmde<br />
olduğu gibi dinin çabuk' geli şme ve ayr ımla şmas ı sonunda Hikmet<br />
Edebiyat ı (Literature Sapientiale) denilen çok yeni bir evreye vard ır. 15<br />
11 Teogoni (Thöogonie) : Tanr ılarm dogu şlarniı ve soy kütüklerini inceler.<br />
12 Teodise (Thöo ılieöe) : Tanr ının varlığından ve niteliklerinden bahseden bilim kolu<br />
13 Soteriyoloji (SOtöriologie): İsa doktirinindeki kurtulu ş teorisi ve İsanın bu kurtulu ştaki<br />
rolünü aç ıklayan bilgi kolu.<br />
14 Eskatoloji (Eschatologie) : Teolojinin bir kolu olup ölümden, ceza giinünden, cennet<br />
ve cehennemden, dünyan ın sonundan ve genel olarak öbür dünya olaylar ından söz açar.<br />
15 Hikmet edebiyat ı (Littörature Sapientiale) Tevrat ın ahlak ve hikmet ilkelerini içine<br />
alan kesimleri, meseller, rahipler v. s.<br />
71
Dinin teorik anlat ımı ile pratik anlat ımı s ıms ıkı birbirine ba ğhdır. Fakat<br />
zamanla teori prati ğe bağlı kalır. Böylece insan din konusunda daha çok<br />
ilgi toplar ve yava ş yava ş ahlak ve teoloji köleliğinden kurtulmu ş olur. Ba ş -<br />
langıçtan din felsefesinin kurulu şuna kadar giden bu geli şme yunan dininin<br />
tarihi dönemlerinde izlenebilir. Yunanistan Theoria'yı 16 buldu. Aristo da<br />
bilgi örgütünün bir tablosunu yapt ı. Bu yalnzca bilimsel veriler üzerine<br />
kurulmu ş teori ara ştırmalar ı= ba şlang ıcını aydınlatır. Şüphesiz, Kahramanl ık<br />
ça ğı ve onun mitolojik görünü şünden ilâhiyatç ılarm hikmet ça ğına ve oradan<br />
stoacıların rasyonel ve metodik ansiklopedisine varmak için oldukça uzun<br />
bir yol vardır 17 .<br />
Din kurucular ı denilen büyük dini önderlerin ortaya koyduklar ı eserleri<br />
de bu evrim ışığı altında yorumlamak gerekir. Her sezgi, ilham veya vahiyde<br />
bir teorinin tohumlar ı yatar. Bu tohumlar ı, kurucu veya izleyicileri bir ö ğreti<br />
(Doktrin) haline koyar ve zamanla bunlar inak (Do ğma) olarak yerle şirler<br />
Bununla beraber, temel tecrübe (Experience originelle) ve onun ilk anlat ımında<br />
teori ile pratik, teoloji ile ahlak aras ında bir ay ırım yapmak çok güçtür. Hz.<br />
Muhammede gelen ilk ilhâm ve vahiy, Musaya inen buyruklar, Budan ın<br />
ayd ınlanma tecrübeleri incelenirse teori ile pratik aras ında bir s ınırlamaya<br />
imkân olmadığı kams ına var ılır.<br />
B) DİNİN PRATIK ANLATIMI: Tap ınma (Culte) 18<br />
Ba şlangıçtan beri yap ılan aç ıklamalardan, dini tecrübenin pratik anlatımı<br />
olan dini eylem veya ibadetin s ıkıca inanç ve imana ba ğlı oldu ğu anla şılıyor.<br />
Dinin teorik bildirisinde aç ıklanan iman konular ı burada pratik olarak<br />
anlat ılmakta, uygulanmakta ve gerçekle şmektedir. Geniş anlamda, dini tecrübeden<br />
kayna ğını alan her eylem dinin pratik anlat ımı olarak al ınmak gerekir.<br />
Dar anlamda ise dinsel kişi (Homo Religiosus) nin yapt ığı eylem ve<br />
işlemlere tap ınma (ibadet) denir. Bu tan ımda din tap ınma olarak ele al ınmıştır<br />
19 . Kutsalm tecrübesi olan din, Efsane, ö ğreti (doktrin) ve Inak (do ğma)<br />
larda tap ınma konusu olan Tanr ıya veya Tanr ısal güce kar şı saygı eylemleriyle<br />
anlat ıhr. Gerardus Van der leeuw bütün din anlat ımlarmın geniş<br />
bir etüdüne dayanan tap ınma eyleminin fenomenolojik bir yorumunu yap-<br />
16 Theoria : Tanr ısal sırları görme, bilme ve ö ğrenmedir. Vahiy unsurlar ı ta şır. Sonralar ı<br />
bilimsel bir anlam kazanm ıştır.<br />
17 Stoik felsefe akıldan ba şka hiçbir d ış belirtiye önem vermeyen bir sistemdir.<br />
18 Öz türkçe ile iman veya akideye inanç; ibadet ve amele ise tap ınma denmektedir. İnançta<br />
efsane, ö ğreti (doktirin) ve inak (do ğma ve nass) dahildir. Tap ınma dil, fiil ve baz ı çekimserliklerle<br />
gerçekle şir.<br />
19 Bk. Evelyn Underhill, ibadet (Worship) (N. y and London, Harper and Bros. 1937<br />
72
nuştır 2° . Underhill tap ınma eylemlerini dörde ay ırır : Dini törenler (Les<br />
Rituels), Semboller (Les symboles), kutsallama törenleri (Les Sacrements)<br />
ve kurban (Le sacrifice)... Tap ınma eylemlerinin anlam, münasebet ve<br />
mahiyeti üzerinde sistematik bir ara ştırma söz konusu oldu ğu zaman bu<br />
türlü s ınıflamalar çok yararl ı olur 21 . Eski sözleşme (Tevrat) üzerinde de ğerli<br />
çalışmalar yapmış olan Walter Eicrodt ile birlikte tap ınmanın geçici bir olay<br />
değil, ,dinin temelli ve gerçek bir anlat ımı olduğu ve insan hayat ının tümünü<br />
kapladığı söylenebilir. Dinin zihni anlat ımı ile onun temel, tabiat ve görevini<br />
birbirine kar ışt ırmaktan ileri gelen yan ılma, __teorinin dinde en anlaml ı<br />
veya en esasl ı bir ilke olmadığım kabul etmek suretiyle önlenmi ş olur. Gerçekte<br />
tap ınma olay ı o kadar önemlidir ki, bir dinin onsuz devam edebilece ği<br />
bile şüphelidir. Çe şitli dinlerde tap ınmanın inançla kar şılıkh münasebeti çok<br />
kez tart ışma konusu olmu ş ve birbirinden çok farkh çözüm yollar ına bağlanmıştır.<br />
Kuzey Avrupa folklor ve din sistemlerine k ısaca bir göz atmak konuya<br />
ışık verecek özellikleri ortaya koyar. 19. yüzy ılın ba şlarında Kuzey Avrupa<br />
Tetkikleri kürsüsünü kurmu ş olan Jacob Grimm, dinin teorik (mitolojik)<br />
anlatımına kar şı duyulan bir ilgiyi ibadet, hukuk ve kurumsal elemanlarla<br />
karıştırmıştır. Grimm'den 'sonra gelen Schwartz, efsanevi geleneklerin (traditions<br />
ınythologiques) yorumuna önem vermi ş ; fakat 19 yüzy ılın ikinci yarısında<br />
Wilhelm Mannhardt çal ışmalar ını halk törenlerini geni şce incelemeye<br />
hasretmi ştir. Dini tecrübenin iman ve ibadet yahut Maç ve tap ınma yönlerin-<br />
20 Gerardus Van der Leeuw Din fenomenolojisi (Phenomenologie der Religin) adl ı eseriyle<br />
fenomenolojiyi dine uygulamıştır Aslında fenomoloji bir kimsenin doğrudan do ğruya edindiği<br />
tecrübenin deskriptif bir etüdüdür. 1933 y ıhnda yayınlanan bu eser kar şılaştırmalı dinler etüdün<br />
de önemli bir yer tutar. Özel olarak din fenomolojisi din olaylar ı olarak dini yap ı ve onun dayandığı<br />
temel tecrübe ve belirtilerini ke şfetmeye çal ışır. Bunu yaparken de tarihi ve yersel elemanlardan<br />
soyutlamr.<br />
21 Din törenleri eski dilde Mensek ve Bat ı dillerinde ise Rite diye geçer. Ve Din törenlerindeki<br />
sıra, şekil ve yalvarma (dua) lar ı gösterir. Bu tören s ıralarını açıklamak üzere yaz ılan<br />
kitaplara Rituel denir.<br />
Litürji (Liturgie) : Dini otorite tarafından saptanmış olup dua ve töreulerin s ırasını bildirir.<br />
Semboller (les symboles) soyut bir kavram ı somut şekillerle anlatmak için kullan ılan i şaretlerdir.<br />
Bu i şaretler müminlerce bilindi ği halade yabanc ıların anlayam ıyacağı şekilde düzenlenmiştir.<br />
Hırıstıyanhk ilk devirlerinde (i şkence çektikleri sırada) bu sembolle1rden yararlanm ıştır.<br />
Meselâ Hırıstiyanlıkta haç, Hz. İsayı ve bütün hırıstıyanligı gösterir. Üç kenarh e şit bir üçken<br />
içine çizilen daire e şit üç kutsal' yani teslisi (Trinite") gösterir. Güvercin kutsal ruhu (Saint-Esprit)<br />
temsil eder. İslamiyette şehadet parma ğını kaldırma tanrı birliğine Hz. Muhammedin hak resul<br />
olduğuna işarettir.<br />
Kutsallama törenleri (Les sacrements) Hr ıstiyanlıkta kutsal bir ruh veya kavram ın kutsal<br />
bir eylem olarak d ışarı aksetmesidir. H ırıstiyanlıkta yedi kutsallama töreni vard ır: yaftiz, konfirmasyon<br />
(belirli bir ya şa gelen çocukları papazın duasiyle a şai rebbaniye kat ılması), A şai<br />
rebbani âyini (eucharistie) bunlar aras ındaır.<br />
lıar<br />
73
den birine ötekinden daha çok önem ve öncelik tan ınmas ıyla ortaya ç ıkan<br />
anla şmazlıklar sami dinlerin tetkikinde de önümüze ç ıkar. Robertson Smith<br />
tap ınma konusuna gereken ilginin gösterilmeme3ine öfkelenerek sami dinler<br />
(Religion of Semites) adl ı eserini kaleme alm ıştı Mazmurların yorumu üzerindeki<br />
çat ışmalar, Mowinckl'in teorisinde son kertesine varm ış ve, dinin ihadetle<br />
ba şladığı sonucunua var ılmışt ır. Ilkel tap ınmalar konusunda değerli bir uzman<br />
olan Daniel Brinton, Dini eylemlerin bütün dinlerin kayna ğı olduğunu ileri<br />
süren Otto Gruppe'nin teorisine kar şı koymuştur. Brinton ayn ı şekilde efsanelerin<br />
din törenlerinden ç ıkmış olduğunu söyleyen Robertson Smith'in görü ş -<br />
lerine de tak ışarak dinde eylemin efsaneye dayand ığını savunmuştu.<br />
Tanrılara saygı göstermek üzere giri şilen en basit eylemlerden, yahudilik,<br />
parsilik, brahmanlik, Do ğu ve Bat ı katolikliği gibi, dinleri karakterize<br />
eden kimi menseki örnekler ç ıkmıştır. Ortalama bir görü şle tap ınma olarak,<br />
kutsal zaman ve mekânlara sayg ı gösterilerini, dünya düzeni ve tanr ı iradesinin<br />
geni ş bir yörumu sonucunda giri şilen kimi eylemleri ya da belli bir amaca<br />
varmak için yap ılan basit törenleri (taharet, dua, kurban gibi) bulmaktay ız.<br />
Tapınmamn tarihçesi bir yandan zorlama ile gelenel aras ındaki sürekli münasebetin,<br />
öte yandan, ferdi hürriyet için giri şilen devamlı savaşın bir hikâyesidir<br />
C) DİNİN SOSYOLOJ İK ANLATIMI : Din Birli ği (Communion) •<br />
— Kollektif ve ferdi din —<br />
Dini teerübenin teorik ve pratik anlat ımlan onun üçüncü bir görünü şü<br />
olan sosyolojik anlat ımı ile tamamlan ır. Ya şayan bir din tabiat ı icab ı toplumsal<br />
münasebetleri kurmak ve devam ettirmek zorundad ır. John Mac Murray<br />
Dini Tecrübenin Yap ısı<br />
üzerindeki ilgi çekici derslerinde din alan ınm<br />
kişisel münasebetler alan ı olduğunua bizleri inand ırmaya çalışlynr. Bu teori<br />
dinde ferdi ve kollektif elemanlara yer vermekle pozitivistlerin toplumu<br />
tap ınma konusu saymakla dü ştükleri yanl ış yoruma yakla şmak tehlikesi<br />
gösterir. Bütün münasebetlerin din alan ında cereyan etti ği ve dinin, kar şılıklı<br />
bir bağımla şmamn bilinçli bir idrakinden ibaret oldu ğu düşüncesi do ğru<br />
değildir. Bu anlayış kutsala bağlılığı açıklayan temel tecrübenin toplumsal<br />
sonucundan başka bir şey değildir; ve önemi ne olursa olsun ikinci derecede<br />
kalmaya mahldımdur. Mac Murray, dinin toplumsal yön ve görünü şü<br />
üzerinde durdu ğu müddetçe hakl ıdır; Fakat toplumsal olay ın bir töre .Vini<br />
onun gerçek çekirde ği saymakla yanlış bir yola sapmıştır. Tabiatiyle Mac<br />
Murray dini birliğin (cemaatin) sembolik çah şmalan üzerinde yüksek dü şünceleri<br />
01..:n bir bilgindir. Yorumlar ı gerçekten derin ve anlaml ıdır. Bu bilgin<br />
göre, dini tören birli ğin basit bir anlat ımı değil, fakat birliği ya şatan bir araçt ır.<br />
74
Beşeri münasebetler niyyet ve iradeye dayand ıkları nisbette yükselir ve asille<br />
şirler. Her şeye ra ğmen, yüksek bir din de „toplumsal münasebetlerin dini<br />
yönden muhafazas ı tabii ba ğları kuvvetlendirdiği kadar onları kolaylıkla<br />
yokedebilir. Çünkü manevi birlik, tabii birli ğin sadece bir devam ı değildir.<br />
Bir dindeki sosyolojik sonuçlar ı incelemek için Dinler Tarihinin ma4eme<br />
ve verileri ele ahnmal ıdır. İlk iş dindeki birlik, i şbirliği ve ortakla şa çalış -<br />
maların dini tecrübenin bütünleyici ve temeli parçalar ından= yoksa<br />
geçici olayların bir belirtisimi olup olmad ığım kestirmektedir. Ve yine dinde<br />
acaba fertlerin kendiliklerinden dinin toplumsal çal ışmalarına kat ılma ve toplum<br />
fertleriyle birle şme ihtirnalini ortadan kald ıracak kadar köklü baz ı ferdi<br />
durum ve tutumlar varm ıdır Bu türlü sorulara verilecek kar şıhklarm din<br />
hakkındaki özel görü şleri aksettirece ği kolayca anla şıhr. Ortakla şa tap ınma<br />
ilkeleri (Principle of . Corporate Worship) adl ı eserinde Evelyn Underhill çok<br />
anlamlı olan şu yorumu yap ıyor : tek ve toplu tap ınma aras ındaki öncelik<br />
ve üstünlük problemi bir kenara b ırakıhrsa pratik hayatta her ikisi de birbirini<br />
tamamladığı, kuvvetlendirdiği ve denetledi ği görülür. Scheler dinde her<br />
işlemin aynı zamanda bireysel ve toplumsal i şlem olduğunu ve tek bir h ıristiyan<br />
asla h ıristiyan de ğildir (Unus Christianus nullus Christianus) sözünün<br />
geniş anlamda bütün dinlere uygulanaca ğım söylediği zaman şüphe yok ki<br />
tümü ve bütünüyle katolik felsefesini yans ıt ıyordu. Yazar kiliseyi müminler<br />
birliği olarak ald ığı ve bu birlik hakk ında derin bir görü şü olmadığı halde<br />
tümüyle dinin bireyselliği ve ferdin do ğrudan doğruya tanr ıya kar şı sorumlu<br />
olduğu konusunda önemle durmu ştur. Bununla beraber protestanl ıkta bile<br />
ferdin din konusundaki rol ve önemi üzerinde görü ş ayrılıkları vardır. Burada<br />
çeşitli mezhebi gruplar ın görüş ve anlayışlarına göre ferdin dindeki rol ve<br />
ve önemi birbirinden farkl ıdır. Bu görü şler bir dini toplulu ğun gelişme safhalarma<br />
göre değişebildiği gibi aynı alanda da değişik görü şler olabilir. Mesela'<br />
protestanl ık Doğu katoliklikten daha çok fert üzerinde durur. Bunun gibi<br />
her ikisi de protestan oldu ğu halde Metodizm (Methodisme) anglikanizmden<br />
daha çok bireye ve bireysel de ğerlere önem verir 22 . Öte yandan Luther mezhebinde<br />
19. yüzyılda ortaya ç ıkan dindarhk ve uyan ış hareketleri küçük ve<br />
samimi grupların kurulmas ına yol açmışt ır. Bu hareketlerde Ortodoks ve<br />
konfessiyonalizmden daha aç ık olarak ferdi dindarl ığa önem verilmi şti. Mez-.<br />
hebi gruplar da ayn ı eğilimleri gösterirler. Gerek ferdiyetci durum ve tutumlar<br />
ve gerekse reform hareketleri, karizmatik ve komünist gruplar ın çok koyu<br />
kollektivist duyu şlarma z ıt bir do ğrultuda geli şmişlerdir.<br />
22 Metodizm : 1729 da Ingilterede Weseley karde şler tarafından kurulmu ş bir protestan<br />
mezheptir. -1:1-yelerinin ahlak kurallar ına olurundan çok önem vermeleriyle ötekilerden ayr ı-<br />
hr.<br />
75
19. yüzyılın sonuna do ğru, bir çok bilginler dini geli şmenin yava ş yava ş<br />
fakat, de ğişmez ve dönmez bir şekilde kollektivistlikten fertçili ğe doğru iler<br />
lediği sonucuna varm ışlard ır. Bu evrensel gidi şte H ıristiyanl ık putperestli ğe,<br />
protestanhk katolikli ğe, liberal protestanhk klasik protestanl ığa kar şı üstünlük<br />
ve öncelik sağlamak suretiyle örnekler vermi ştir. Geçen 50 yıl içinde<br />
ayrın,tıh ve kar şıla ştırmalı tarih biliminin geli şmesi ve hırisyanl ık çeşitleriıin<br />
tümüne kar şı büyük bir ilginin uyanmas ı bu türlü erken genellemelere şüphe<br />
ile bakmayı öğretmiştir. Mistisizm, rasyonalizm ve spritüalizm gibi baz ı<br />
dini tutumlar birbirinden oldukça ayr ı ve aral ıklı dönem ve devrelerde şu<br />
veya bu şekilde tekrar ortaya ç ıkmış ve tek ki şinin toplumla olan münasebetini<br />
tayin etmiştir. Çe şitli hıristiyan gruplar ında görülen bu tutumlar Ernst<br />
Troeltsch tarafından sosyolojik ortanUar ı içinde incelenmi ştir. Bilginler ça ğda ş<br />
dünyaya öz olan bu geli şmelerin daha öncede Eski Yunan ve Orta ça ğ toplum-<br />
larında örnek vermi ş olduğunu ispat etmi şlerdir.<br />
İster fert isterse bir grup olsun, dinin temel süjesi üzerindeki görü şlerin<br />
pek çok değiştiği görülür. Eski ça ğın Site dinlerinde ifadesini bulan dini birlik<br />
kavramı ça ğdaş dinlerdekinden çok farkl ı idi. Onlar toplu tap ınmalarma<br />
önem vermi ş ve bireysel tap ınmayı geçerliği olmayan bir soyutlama<br />
olarak alm ışlardı. İlkel dinler bu konuda daha da ileri gitmi şlerdi. Yunan<br />
,dini ferdi olmadan önce aile, kabile ve devlet dini gibi toplumsal bir nitelik<br />
ta şımakta idi. Roma topraklar ında bireysellik (ferdiyat) kavram ın-in geli şmeEi,<br />
toplumsal dü şünüşün olağanüstü ilerlemesi yüzünden geç kalm ıştı Fert<br />
sadece aile, klan ve Devletin yüzü suyu hörmetine var say ılıyordu. Japon<br />
toplumu aile kavram ına kutsal bir anlam verir. Fert, ailenin ortakla şa ya şayışı<br />
içinde geçici de ğil, fakat sürekli olarak erimi ş ve yutulmu ştur.<br />
Güven verir gibi görünen bu cür'etli genellemeler pek çok istisnalar ı<br />
ihmal eder. Yukar ıda sözü geçen medeniyetlerde kollektif dinin önemi çok<br />
büyük olmakla beraber dini önderlerin toplumlarda ola ğan üstü rolü ve<br />
üstün derecede yard ımları olduğunu unutmamak yçrinde olur. İlkel toplumlarda<br />
bile çok ki şisel bir dini tecrübenin varl ığını kabul etmek zarureti<br />
vardır. Bütün bunlar dinin yalnızca bireysel oldu ğunu ispat etmese de dini<br />
düpedüz toplumsal nitelikte anlamay ı güçle ştirir. MaSnowskinin oralama<br />
formillüne uyarak kollektif ile dininiri hiçbir suretle ayn ı geniş -<br />
likte olmad ıklar ı söylenebilir. Yahut Ruth Bendiet'in söyledi ği gibi gerçekte<br />
toplumla tekin birbirine kar şıt olmadıkları doğrulanabilir 23 .<br />
Daha üstün nitelikteki ferdiyetçi dinin geli şmesinde iki önemli etken<br />
göze çarpar: Biri kültürel ve toplumsal ortam ın etkisi. altında ferdin yava ş<br />
1934)<br />
23 Ruth Benedict, kültür örnekleri (Patterns of culture) (Boston Houghton Mafflin co<br />
76
yava ş özgürlüğüne kavu şmas ı, ötekisi toplum ve uygarl ıkta devaml ı bir<br />
ayrımlaşma (Differenciation) sürecinin gerçekle şmesidir 24.<br />
Bu çifte sürece<br />
ilkel toplumlarda bile rastlan ır. Lowie, Amerika yerlilerinden Crow (Karga),<br />
Yeni Gine yerlilerinden Kai ve. Eskimo gibi bir çok ilkel toplumlardaki mülkiyet<br />
kavram ını gözden geçirdiklen sonra ba şka yerde rastlanmayan bu komünist<br />
toplumlarda bile ferdi motiflerin büsbütün ortadan kalk ınadığı sonucuna<br />
varmıştır. Bu temayül Do ğuda daha açık olarak kendini gösterir. Fakat<br />
Batı medeniyetleri ferdiyetçili ğin zirvesine varm ış bulunmaktad ır. Tek ba şı -<br />
na klasik medeniyetin gelenekleriyle haz ırlanan bu ferdiyetçilik yöneli şin<br />
yahudilik, H ıristiyanl ık ve İslamlık gibi evrensel dinler derinle ştirmiştir.<br />
Helenistik devir bir yandan ayn ı geleneksel nitelikteki örgütleri (te şkilat ı)<br />
eritmek; öte yandan yeni tipte bir dindarl ık yaratmak ve bu yeni tiplerle<br />
birlikte din derneklerinin kurulmas ına yard ım etmekle dinde ölçüsüz etkiler<br />
yapmıştır. Dini ferdiyetçili ğin gelişmesinde sosyolojik bak ımdan çok önemli<br />
bir yön, dini cemaatlarla tabii gruplar ın gün geçtikçe birbirinden ayr ılması<br />
yani Lâyiklik ilkesinin uygar ve ça ğdaş toplumlarda revaç bulmas ıdır. Konumuza<br />
ili şkin olmas ı bakımından yukar ıda yap ılan açıklamalara h ıristiyanhktaki<br />
ferdiyet kavraniiyle ilgili bir söz daha eklenebilir. Ba şlangıcında kutsal<br />
kitaplara dayanan ve büyük din ıslahatç ılarınca (Reformateurs) yorumlanan<br />
ferdiyet kavram ı, paskal, Kant ve Kierkegaard felsefelerinde üstün<br />
bir rol oynarlar. Bir din sosyologu olumlu bir ilgi ta şımamakla beraber,<br />
Soeren Kierkegaard teolojisi, ferdin (der einzekne) sosyolojik ve dini yönden<br />
temel kategori olduğu konusunda var ılan en son mant ıki sonuçları gösterir.<br />
Çağdaş felsefe ve protestan teolojisinde benzeri fikirlere rastlan ır Mesela<br />
Alfred Nortlı Whitehead dini, insanın iç hayat ının sanat ve teorisi olarak<br />
tanımlar ve bu do ğrulamayn dinin her şeyden önce bir toplum olay ı olduğu<br />
görüşünün aç ıktan açığa bir reddiyesi sayar. Bu yazar Din olay ım ferdin<br />
yalnızlığı ve yalmzlığlyla yetinnıesi olarak özetler. Öte yandan dindeki kollektif<br />
eylemleri ise dinin süslü püslü bu d ış yönü olarak al ır. Çağda ş psikolog<br />
Floyd Allport'a göle Ki şisel din, ferdi, dinden ayırmakla kalmaz, ayn ı -zamanda<br />
ba şkaları ile her türlü muhabere ve temas ı engeller. H ıristiyan wezhepçili<br />
ği (Sectarianisme Chretien) ve budist teolojisine hiçte yabanc ı olmayan<br />
bu görüşten dolayı dini .tecrübenin imkan, me şruiyet ve din birli ği sınırları<br />
problemi olağan üstü bir ciddiyet gösterir. Dini tecrübeyi yaln ızca ki şisel<br />
bir iş sayanlar kilisenin örgüt, disiplin ve yasas ını ret ve inkâr edenlerdir.<br />
Dinleti tarihi boyunca ferdin geli şme ve özgürlüğünü tehlikeye koyan sistemleıe<br />
karşı ferdi tecrübe ve te şebbüs ad ına sürekli bir itiraz ın yükseldiği görülür.<br />
•Önceden mevcut olan geleneksel bir toplum içinde gerçekle şınek zorunda<br />
kalan din kavram ı, ya bağımsız olarak dini olgunluğa götüren etkenleri bir-<br />
1937)<br />
24 Robert M. Mac iver Society : İts stucture and ehances (N. Y : Farer and Ihn ıhart<br />
77
le ştirir; ya da mevcut herhangi bir topluluktan ba ğımsız bir cemaatin doğacak<br />
olan iman birliğine yönelmesini sa ğlar.<br />
Burada din sosyolo ğunun işi, dini topluluk (cemaat) konusunda birbirinden<br />
ayrı kavramlardan ç ıkan ve tipolojik yönden farkl ı olan dini yap ı-<br />
ları dikkatlice incelemek ve s ınıflamakt ır. Yine bu bilgin yap ıların tarihi<br />
gelişmelerini çizmek ve her yer ve zamanda rastlanan çe şitli din karde şliği<br />
kavramını aramak zorundad ır.<br />
III. DİNİN TOPLUM VE DÜNYA KARŞISINDAKİ TUTUMU<br />
A. Dinin sosyolojik rolü<br />
Tipolojik bakımdan dinin toplum kar şısında üç farkh tutumu vard ır:<br />
1) Olumlu tutum (Attitude affirmative)<br />
Bu durum ve tutum, din ve dünya te şkilatlar ı aynı olan gruplar ın ayırdedici<br />
bir niteli ğidir. Ulusal dinlerle, islâmiyet, lamaizm ve Vatikan Katolikliği<br />
bu tutumun ayd ınlat ıc ı örnekleridir. Burada din topluma kar şı olumlu<br />
bir durum tak ınmıştır.<br />
2) Olumsuz tutum (Attitude negative):<br />
Koyu sofuluk (Ascetisme radical) bu tutumun tipik bir örne ğidir. Budizm<br />
ve baz ı islam tarikatlar ı, bozguncu yobazhk, ke şişlik (monachisme),<br />
çilecilik ve benzerleri bu s ıradad ır. Burada din topluma kar şı menfi<br />
bir durum tak ınmıştır.<br />
3) Seçmeli tutum (Attitude d'un realisme selectif).<br />
Bu tutum dini gruplar ı nitelik ve nitelik bak ımından s ınırlandırır. islâmdaki<br />
Emrü Dünya (dünya i şleri), Emrü Ahiret (ahiret veya din i şleri),<br />
hıristiyanh ğın ilk demeçlerinde ifadesini bulan din ve dünya (devlet) i şlerinin<br />
ayırımı buna ili şkin örneklerdir.<br />
Dini cemaat tiplerinin kar şıla ştırmalı bir etüdü, zorunlu olarak onlar ın<br />
kurulu ş sebeplerini, özel anlamlar ını ve üyleri üzerinde yapt ığı etkileri inceler.<br />
Ba şka bir deyi şle, yalnızca sosyolojik olan bir ara ştırmayı grubun ken-<br />
78
dini yorumlamas ı olan ideoloji ve yap ısı üzerindeki incelemelerle tamamlamak<br />
gerekir. Burada ideoloji sözü, sübektif ve s ınırlı olarak dar anlamda<br />
de ğil, teorik bir aç ıklama ve grubun kendini vas ıflama ve aç ıklamas ı olarak<br />
geniiş anlamda al ınmalıdır. Yalnızca psikolojik veya yaln ızca sosyolojik olan<br />
bir yorum tek yönlü ve eksiktir. Bu türlü yorum, bir şekil veya grubun çat ı<br />
ve yap ısını anlamaya yol yerse bile tek ba şına onu bütün yönleriyle aç ıklayamaz<br />
ve muhtevas ım ortaya koyamaz. Bir grubun ileri sü ıdüğü dini değerlerin<br />
psikolojik veya sosyolojik çözümlemesi, grup üzerinde etki yapan<br />
değerlerin ancak bir ba şlangıcı olarak al ınabileceğini gösterir. Grup içindeki<br />
ortakla şa tecrübe ye onun anlat ımlan çok etkin bir birle ştirme ve kayna ş -<br />
firma gücü olarak etki yapar. Grubun korunma ve kurulma ihtiyaçlar ı, üyelerin<br />
birbirlerine kar şı dayamşma duygular ının oluşma ve gelişmesinde önemli<br />
bir rol oynar. Bu, bir gruptaki resmi inancm zorunlu olarak, ba şlangıçtaki<br />
toplumsal ve psikolojik şartlar ın tam i dadesi gibi ele al ınmas ı gere ğini göstermez.<br />
Din kurucusu, din önderi veya haleflerinin yan ılma paylar ını ve karşıla<br />
şt ıkları hayal kınklıklannı hesaba katmak gerekir. Mezhepçilik zihniyeti<br />
(Sectarianisme) nin tarihi, bu konuyu ayd ınlatan baz ı örnekler verir.<br />
Kavram ve. şekillerin gerçek yönünü, bilinç alt ı anlamını ve nedenlerini yorumlama<br />
i şinde psikoloji, psiko—sosyoloji ∎ve psikopatolojinin çok de ğerli<br />
yardımları olabilir<br />
Bununla beraber as ıl sosyolojiyi ilgilendiren cihet, dini kavramlar, kut<br />
sal törenler ve toplumsal yap ılardır. Bunlar sosyolojik bir birlik sa ğlamak<br />
üzere toplum üyelerini hem birle ştiren hemde onlar ı dış âlemden ay ıran aç ık<br />
ve belirli bir dini tecrübeyi aksettirir. Cemaat ve tarikatlar gibi s ırf dini olan<br />
guruplar (Groupements Specifiquement Religieux) n ı durum ve idoolojilerini<br />
aile ve kabile gibi hem dini hem tabii olan guruplar ınki ile kar şılaştırmak<br />
çok ilgi çekicidir. Her iki halde de yabanc ılara kar şı teorinin emretti ği ve<br />
pratiğin izlediği farklı bir durum ve tutum göze çarpar. Birinci şıkta yabanc ı<br />
yalnız iman bakımından guruptan ayr ı kaldığı halde ikinci şıkta yabanc ı<br />
guruptan hem inıân hemde kan bak ımından ayr ılır.<br />
O halde sosyolojik yönden dinin iki türlü etkisi vard ır: Her yeni din,<br />
yeni bir âlem ve yeni bir dünya görü şü (Weltansehaung) yarat ır. Bu yeni<br />
âlemde, eski görü şler, bayatla ınış ve günü geçmiş kurumlar varl ık sebeple<br />
rini kaybederler. Burada tabii guruplardan gelen görü şler ortadan kalkar, eskiler<br />
silinir ve yeni bir e şya düzeni kendini gösterir. Şüphesiz bu de ğişmeler<br />
devfimei de olabilirler. Bütün mesele, geleneksel elemanlar ın bu yeni görü ş -<br />
le yapılan yorumlarm ın geni şliğine ba ğlıdır. Yeni bir dinin demeçleri, vaaz<br />
ve kitaplar ı, bu din evrensel nitelikte olsa bile, ilk olarak az çok düzenli bir<br />
gruba yönelir. Kültürü yüksek ve sosyal yap ısı ayrımlı toplumlarda ihtidalarm<br />
içinde cereyan etti ği ortam ço ğu zaman tecanüsten yoksundur.<br />
79
o<br />
Huy ve soy, dü şünce ve kültür bak ımından bu kadar tutars ız olan elemanların<br />
din etkisi alt ında nas ıl tek düzen ve tek parça bir gurup meydana<br />
getirdiklerini incelemek, Din Sosyolojisinin ilginç bir konusudur.<br />
İlk hıristiyan (Ekklesia), Buda ve Jaina (Samgha) İslam ve zerdü şt<br />
cemaatle ı-i bu konuda gerekli, bilgi ve malzemeyi verirler. Bu seviyede daha<br />
kesif bir dini tecrübenin sonucu olarak özel bir tak ım problemler ortaya ç ı-<br />
kar. Burada önemle dini tecrübenin özü olan tanr ı ve tanrıya yakla şma ve<br />
onunla birle şme konusu üzerinde durulur. Bu münasebet tasarlanabilen<br />
bütün diğer insanlar aras ı münasebetler kar şısında bir üstünlük ve öncelik<br />
gösterir. Fakat yeni gurupta din hayat ının kesifle şme ve geli şmesiyle bu tecrübenin<br />
yayılmas ı (sirayeti) çok güç olur. İlk safhalarda dini tecrübe anlatımlarının<br />
ortakla şa araç ve anlamlar ı olan seMboller bir dereceye kadar<br />
yumuşakhk ve kolaylık gösterirken, daha rasyonel görü şlerin ve daha evrimli<br />
törenlerin gelişmesi bu sembollerin anla şılmas ım güçleştirir; ba şka bir<br />
deyişle, eğer geleneksel sembollerin dini cemaatin temeli say ılması zaruri<br />
ise bunlar ın daha açık olarak tan ımlanmas ı gerekir. Yukar ıda belirtildiği<br />
üzere yüksek seviyedeki dinde, grubu bütünleme ve perçinle ıneye götüren<br />
etkenler vard ır.<br />
Bu durumda, daha küçük, daha kesif bir din hayat ı yaşayan seçkin<br />
bir dini grup (elite religieux) kurulmu ş olur. Dinler Biliminde buna cemaat<br />
içinde cemaatcik (Ecelesiola in Ecclesia) denir. Bu küçük topluluk üyeleri<br />
herkese aç ık bulunan dini cemaattakinden daha derin tecrübeler, daha s ıkı<br />
kurallar veya daha s ıkı örgütlerle birbirlerine ba ğhdırlar. Yeni grubun üyelerini<br />
daha s ıkıca birle ştiren dış alemin tepkileri de bir kenara b ırakılmayacak<br />
derecede önemlidir.<br />
Din karde şliği (Fraternite religieu şe) incelenirken kar şılıklı bir süreç<br />
veya münasebeti unutmamak gerekir. Bu süreçle bir dini cemaatin zihniyet<br />
ve tutumunu, o cemaatin üyeleri yarat ır. Blına karşılık gurup üyelerinin<br />
tutumlar ı ferdi kavramlar üzerinde geni ş ölçüde etli yapar. Cemaat içinde.<br />
özel terimlerin yerle şmesi, ahlâk ve âdetlerin geli şmesi böylece gurubun etkisi<br />
altında gerçekle şir. Bu kar şıhkh uyarma ve isteklendirme dil ve di ğer<br />
yarat ıcı faaliyetlerin etüdünde de kendini gösterir. Dil felsefesinin bugün<br />
bile en büyük temsilcilerinden biri olan büyük Wilhelm Von Humboldt çok<br />
önemli olan şu ilkeyi savunür. Gurup konu şarak dili, dil de s ıras ı gelince<br />
gurubu yat ır. Yazara göre kutsal dil ile din münasebetlerinin, dil sosyolojisi<br />
ile din sosyolojisi arasında olduğu gibi, ilgi çeken bir çok benzerlikleri vard ır.<br />
80
B. İman ve öğretinin birle ştirme gücü (Le Pouvoir integrant de foi<br />
et doctrine)<br />
Konu dinin cemaat üyelerini birle ştirip kayna şt ırarak tek parça bir<br />
bütün yapmas ını ve bunu kolayla ştıran ve güçle ştiren şart ve araçlar ı inceleme<br />
olduğuna göre, dini tecrübenin çe şitli anlat ımlarmm (iman, ibadet ve cemaat)<br />
ne dereceye kadar bu birle şme ve kayna şmaya yard ım ettikleri sorulabilir.<br />
Kesin anlamdaki dini tecrübe, kutsal terimlerle buyrulmu ş ve bildirilmi ş,<br />
tap ınma törenleriyle anlat ılmış ve son olarak pratik alanlarda uygulanm ıştır.<br />
Ba şka deyi şle dinin özü, buyruk, kulluk ve topluluktur.<br />
Benzeri sosyolojik etkiler kutsal geleneklerin geçerlikte oldu ğu her yer<br />
ve zamanda gözlemlenebilir. Ilkel toplumlarda masal ve efsanelerin dile gelmesiyle<br />
grup kayna şır ve birle şir. Kutsal bilim ya kehânet ve vecize olarak<br />
bireysel bildirilerle yahut vahiy ve ilham de ğerini ta şıyan hitap ve kitaplarla<br />
açıklanır. Böylece kutsal demeçleri i şitmek için kulaklar= ve gerçek<br />
imanı (la vraie foi) duymak ve anlamak için kalp gözlerini açanlar birle şir<br />
ve kayna şırlar. Bu kutsal ça ğrılara cevap vermeyenler ise din kadrosu d ı-<br />
şmda kahrlar.<br />
Doktrin, daha önce birle şmiş olan grubu, te şkilâtlanmaya götüren ilk<br />
te şebbüstür. Ö ğreti (doktrin) ya sistematik efsane ve masal şeklinde ya da<br />
inak (doğma) olarak kat ıla şmış kanunlar halinde tart ışmalı olarak ortaya<br />
çıkar. Din konusunda gerekli tan ımlar yap ılsa ve inaklar kat ıla şarak kanunlaşsa<br />
bile yine bu tart ışmaların sonu gelmez. Çünkü temel tecrübenin<br />
gizli kalan muhtevas ını anlamak ve bunu içten gelen şüphelere, d ıştan gelen<br />
saldırılara kar şı korumak ve savunmak iste ği tarih boyunca devam edegelmiştir.<br />
Bu tart ışmalar sonunda bir yandan yer ve yarad ıhştan, huy ve soydan,<br />
gelenek ve görenekten ileri gelen fikir ayr ılıklar', öte yandan temel tecrübenin<br />
yorumunda ortaya ç ıkan de ği şik görüş ve anlayışlar üstün değerdeki<br />
valz ve tefsirci, yorumcu ve İlahiyatç ılar etrafında bazı mezhep, mektep<br />
ve tarikatlar ın do ğmasına yol açar. Dini grubun daha çok kayna şmas ı ve<br />
birliğin daha çok kuvvet bulmas ı, günah ç ıkarmalar ve sembollerin formül<br />
haline getirilmesi sayesinde gerçekle şir. Dini cemaat aynı tecrübeye ba ğlı<br />
kimselerin dayan ışmasuu ifade ve isteklendirme amac ını güden İman sembollerini<br />
formülle ştirmek yoluyla kendi birli ğini kuvvetlendirir. Yeni dilde<br />
inak denilen do ğma veya doğmatik sözü baz ı çevrelerde bir kötüleme formülü<br />
olarak menfi bir de ğer ve anlamda kullan ılır. Bu doğmatiktir, deyince değişmez<br />
dini kanıları dolayısiyle kendisinden uzakla şılmak istenen bir muar ız<br />
kastolunur. Hıristiyanlığın Kamş ilkesi (Credo en Chretien), Budistli ğin üçlü<br />
Din Sosyoiojisi F. 6 81
cevheri (Triratna bouddhiste) 25 , Islamın şehadet ve amentüsü, Yahudili ğin<br />
İman duası (Shema Juif) 26 ve tran ın itiraflar ı inak, nas veya do ğmamn uygulanma<br />
alanlar ıdır.<br />
Mahalli . şöhreti olan Ilahiyat okulla ırımn iman ve öğreti konusunda<br />
korkunç denecek derecede büyük etkileri vard ır. Mısırda Heliopolis,<br />
distanda Dakshineshvara, Japonyada Mou ııt Hiei böyledir. Bu okullar gerek<br />
doktrinin geli şmesi ve gerekse, geni ş anlamıyla dini birlik üzerinde büyük<br />
etkiler yapm ışlardır<br />
Bu türlü sosyolojik bütünleme ve kayna şmalarm politik anlamları olacağım<br />
söylemek hiçte mübala ğah sayılmaz. Eski Çağdaki Yakın Doğu, Japonya<br />
ve Meksika gibi imparatorluklar ın tarihi bunu ispat eden misallerle doludur.<br />
Bir dini cemaatte sözünü geçiren önder ve ö ğreticiler çevresinde toplanan<br />
muhtelif gruplar ın tartıştıkları öğreti ve olaylar ın çe şitli olması yalnızca<br />
fikir, teoloji ve felsefenin geli şmesine yol açmakla kalmaz, ayni zamanda<br />
toplum hayat ı için büyük bir önem ta şır. Dinler Tarihinde bu konuyu aydanlatan<br />
pek çok belge ve kamtlar vard ır. Pythagore, Empedocle, Eflâtun ve<br />
Plotinus , gibi büyük gnostik üstatlar 27 ve HinduizmdekiShankara, Ramanuja<br />
ve Râma krishna; Japon BudiZminde Honen Shinran ve Nichiren gibi<br />
ilahiyatç ı filozoflar kendilerinden sonra gelenler ve genel olarak din karde ş -<br />
leri üzerinde çok büyük etkiler yapm ışlardır. 007 4.
aynı merkezi tecrübeye dayanan kimseleri birbirine ba ğlar ve birle ştirir 29 .<br />
Bu olay ilkel dinlerde daha aç ık olarak görülür. Profesör Bronislav Kaspar<br />
Malinowski, ibadet, âyin ve tören olarak görülen eylemlerde yarat ıcı<br />
elemanlar görmekte ve bu amaçla yap ılan toplant ılardan en kutsal eylem<br />
ve i şlemlerin cereyan etmekte oldu ğunu savunmaktad ır. Şüphesiz, namaz<br />
kılmak, kurban kesmek, Tanr ıya şükretmek ve yalvarmak için bir araya<br />
gelen müminler ibadet, âyin ve törenlerin en güzel örneklerini verirler. Malinowski,<br />
ilkel toplumlardaki ibadetin, genellik ve dini inançla toplum te şkilat<br />
ının kar şılıklı münasebetleri bak ımından en az ileri dinlerdeki kadar belirgin<br />
oldu ğunu söyler. Soy, sop, uruk ve ulustan hangisi söz konusu olursa<br />
olsun en ilkel ibadet, âyin ve törenler bile grubu birle ştirmeye yard ım eder.<br />
Hiçbir teolojik doktrin, dini tören ve menseklerin yapt ığı tesiri yapamaz.<br />
Dr. Pratt Hinduizmin tan ınmış bir kolu olan Arya Samaj gibi büyük ölçüde<br />
rasyonalist olan bir grupta bile ibâdetin kuvvetli etkilerini görmü ştür. Çağımızın<br />
en önde gelen bir sosyolog ve filozofu olan G. H. Mead'e göre ibadetin<br />
tam olarak aklile ştirilmesi imkans ız olup içinde sakladığı sırlı değerler vardır<br />
30. Bununla beraber o her vakit içinde bulundu ğu şekil ve toplumsal ortamda<br />
muhafaza edilegelmektedir.<br />
Ibadet, kurban ve dini tören, yaln ızca ona kat ılanlar ın tecrübelerini<br />
açıkça anlatmakla kalmaz, ayn ı zamanda grubun te şkilat ve zihniyetini<br />
tayin etmeye ve ona şekil vermeye de yard ım eder. Underhill H ıristiyan<br />
kilisesinde toplu tap ınma konusunda üç tip tespit eder: Ortakla şa bir<br />
sükat, Önder, imam, papaz, haham ve yard ımcılarının grup ad ına yaptıkları<br />
tap ınma eylemleri ve hei müminin kat ıldığı âyin, tören ve litürji eylemleridir.<br />
Ilkel bir toplumda teorik bilgilerin say ısı pek azd ır. Amerika<br />
Yerlilerinden Kara ayakhlar (Pieds—Noirs) veya karga (Corbeau) ve benzeri<br />
uruklar çok az bir dünya görü şüne sahiptirler. Her türlü panteon fikrinden<br />
yoksundurlar 31 . Kutsal bilgiler çok kez büyücü, hoca, papaz ve haham gibi<br />
din işlerini yürütmekten birinci derecede sorumlu kimselerin biricik i ş ve<br />
imtiyazlar ıd ır. Grup bir bütün olarak çok az din töreni yapar. Fakat grubun<br />
29 W. E. Hocking, The Meaning of God in Humen experience (New Havan: Yale Üniversity<br />
press, 1912.<br />
30 George Herbert Mead, Self and Society, 1934<br />
31 Panteon (Panthe'on) sözünün üç ayr ı anlamı vard ır :<br />
a) Yunanl ı ve romahlann bütün tanr ılan için ayırd ıklan tapınak anlammad ır Roma panteonu<br />
isâdan 27 yıl önce yapılmış olup ilkin bütün Roma Tanr ılarına Sonra Meryem Anne ve<br />
azizlere tahsis edilmi şti.<br />
b) Bir memlekette tap ılan tannlann tümü anlammad ır.<br />
c) Memleket büyükleri için ayr ılan mezarlık anlam ınadır Paris panteonu ve Londradaki<br />
Westminister Abbey böyle birer panteondur.<br />
83
devamhl ığı bu popüler törenlere ba ğlıdır. Tar ımla u ğra şan toplumlarda ve<br />
genel olarak, köylüler aras ında teorik din bilgisinin az ve k ıt olmas ına kar-<br />
şılık ibadet konusundaki ilgi ve eylemleri göze çarpacak kadar belirgindir.<br />
Tap ıııma eylemleri zamanla daha ince ve karma şık bir hal ahnca büyük<br />
ölçüde bir uzman ihtiyac ı ba ş gösterir. Böylece ilke ve uygulamada bir<br />
takım tap ınma eylemlerini ba şkalar ından ay ırmak ve baz ı menseki ve litür-<br />
jik görevleri yerine getirmek üzere din adamlar ından kurulmu ş bir heyet<br />
meydana gelir. Bu kimseler gün geçtikçe Diyanet i şlerini fiili inhisarlar ı<br />
alt ına aldılar. Bu suretle yava ş yava ş Ruhban (Sacerdoce) denilen bir s ınıf<br />
teşekkül eder.. Bunlar İsrail, Mıs ır, Yunan, Meksika, Çin ve Japonya'da oldu ğu<br />
gibi başlangıçta aile babas ı (Paterfamilias), önder, ba şkan, memur ve k ıral-<br />
ların yapmakta olduklar ı dini işlem ve görevleri üzerlerine al ırlar. Ibade Ile<br />
ilgili önemli görüşler ve fe ı di doğrudan do ğruya grupla münasebete getiren<br />
an ve zamanlar üzerinde durulur. Bunlar aile için do ğum, erginlik, ev-<br />
lenme, sava ş, av ve benzeri, tek ve toplu çal ışma için bülug ça ğı ve gruptan ay-<br />
__<br />
rılmak için de ölüm olaylar ıdır. Ilkel insanın hayat ında hiçbir iş ve eylem<br />
yoktur ki din damgas ını ta şımasm. Şüphesiz din bütün toplumlarda en<br />
önemli bir etkendir. Din her türlü toplum ve aile münasebetlerine, en basit<br />
çalışmalara ve günlük i şlere kadar girer. K ısacas ı ilkel insan ın yaşayışında<br />
her işlem ve eylem dini mensek ve yasaklarla az çok s ıradanmış<br />
ve denetlenmi ştir. Tap ınma ilkel toplumlarda birinci derecede bir birleştirme<br />
etkeni ve birli ği anlatma konusunda ba şta gelen bir faktördür. Bu<br />
görü ş kültür gelişmelerinin daha yüksek seviyelerinde bile do ğrudur. İsrail,<br />
Yunan, Roma, Hint, Çin, Meksika ve Eski Do ğunun şehir devletlerinde<br />
özel ve genel tap ınmalar iman ve doktrinden daha çok ya şayış ve davran ış<br />
birliği sağliyordu. Bugün e ğer Doğu Roma, İngiliz Katolikliği, Budizmin<br />
Mahayana kolu 32, Hinduizm, Parsizm, Yahudilik ve İslamhğın baz ı dallarında<br />
dinin ibadet yönlerine önem veriliyorsa bunu k ısmen tap ınma yahut din<br />
törenlerinde sald ı birle ştirme gücünün anla şılmış olmas ına yormak<br />
gerekir. Bu kan ı ve anlayış bütün din kurucular ında layık olduğu ifadeyi<br />
bulmuştur. Bunun en tipik örne ği, Konfuçyus'ta ve onun konu şmaların<br />
saptayan seçme eserler (Analectes)inde bulunur 33 .<br />
32 Budizmin iki kolu vardır : Mahayana, Hinayana Mahayana sanskritçede büyük<br />
araç demektir. Bu kol daha çok Çin, Kore, Japonya ve Tibette yerle şmiştir. Bu arada Tibet<br />
budizmini bazı yazarlar Lamaizm ad ı altmda tamamen ayr ı bir kol sayarlar Hinayana ise<br />
yine Sanskritçede küçük araç anlam ındadır. Bu kol daha çok Seylan, Birmanya, Siyam ve Çinde<br />
yerle şmiştir.<br />
33 Analectes, Seçme parçalar demektir. Konfuçyus'un ölümünden sonra Ö ğrencileri ve<br />
ümmetinin uluları tarafından derlenmi ş seçme eserler dergisidir. As ıl anlamı özetlenmi ş konuşmalardır.<br />
84
ibadetin birle ştirme gücü, geçici veya sürekli bir te şkilâtın kurulması<br />
ile gerçekle şir : ilkel toplumlar aras ında ve Yunanistanda yer alan s ır cemiyet-<br />
Teri (şocietes â Mystres) ve gizli dernekler, Romamn karde şlik dernekleri<br />
bütün dünya dinlerinde özel ve genel tap ınma görevlerini yerine "getirmek<br />
üzere kurulmu ş olan Lonca, Tarikat, Ahilik, Fütüvvet gibi ad ta şıyan dernekler<br />
ve bir merkeze b .ağlanmış olan grup, kabile ve siteler konfederasyonu bu<br />
türlü te şkilatın örnekleridir. Bu Konuda Bayram şenlikleri (Festivals) ve haç<br />
tavafları olağanüstü firsatlard ır. Çünkü buralarda yıkanma, temizlenme<br />
(taharet), yalvarma, adama (Voeu), sunma (Ofrande), kurban kesme, dini<br />
tören, törensel yürüyü ş (Processions) gibi çe şitli tap ınma eylemleri arasında<br />
sıkı bir bağhla şma görülür. Bütün bunlar din tarihçisi kadar Din sosyolo-<br />
.<br />
ğunun da özellikle ilgilendi ği konulardır. Bu türlü te şkilatın özel bir maksatla<br />
toplanmış olan mensuplarının zihniyet ve tutumu üzerindeki etkiler ve<br />
genel olarak din üzerinde yaratt ığı birleştirici ve bütünleyici sonuçlar kolayca<br />
tasavvur edilebilir.<br />
Bununla beraber kültür anlat ımlarında olduğu kadar dini şekillerin<br />
yorumlarında da bir ipham bulunduğunu kabul etmek gerekir. Bu belirsizlik<br />
ve müphemiyet dinin pratik anlatmu olan tap ınmada da vardır. Doktrinler<br />
ancak onlar ın anlam ve önemini aç ıklayan kesin tan ımlarla korunurlar.<br />
Öte yandan tap ınma eylemleri çe şitli yorumlara yol açabilir. Bu sebepten<br />
rastgele ve maksath olarak ba şka başka amaçlara hizmet ederler. Bu türlü<br />
karma şık sebeplilik örneklerini Pueblo Medeniyetinde bulmaktay ız 34.<br />
Amerika<br />
Yedilerinden Zuni uru ğunda ev yapma eylemi Hasat dolay ısıyla yapıl-<br />
makta , olan din törenlerinin bir parças ıdır. Bu vesile ile yap ılan tören zengin-<br />
, lerin toplumsal ödevlerini yerine getirme ve toplumu birle ştirme ve kayna<br />
ştırma mekanizması olan mal ve mülk da ğıtımı için bir fırsattır 35 . Bu gibi<br />
örnekler her din tarihinden al ınacak misallerle sonsuz olarak ço ğaltılabilir.<br />
Tapınma eylemleri bu kadar kolayl ıkla geni ş, yeni ve belki de birbirine karşıt<br />
anlamlara bürünse bile büyük bir ayr ıhğa yol açmaz. Buna karşılık yorum<br />
farkları çatışma ve uyu şmazhklar yaratabilir.<br />
Bilindiği üzere sanat dini ilham sayesinde beslenir ve geli şir. Tezyin<br />
sanatları gibi görünürde dini san ılmayan bulu şların bile kök ve ba şlangıcının<br />
dini ilhamda olmad ığım ispat etmek çok güçtür. Güzellik ve dansta hiçbir<br />
şeye irca edilemeyen bir zevkin varl ığı inkar edilemez; ancak SANAT<br />
SANAT İÇ İNDİR (l'Art pour Part) önermesi çok geç var ılan bir sonuçtur.<br />
34 Pueblo Medeniyeti (Civilisation de Pueblo) ; pueblo sözü ispanyolcada köy köylü<br />
demektir. Halk anlam ına da gelir. Burada Amerika. yerlilerinin küçük kulübelerden yap ılmış<br />
köylerinde içlerine k ıvrılarak sürdükleri geri kalmış bir medeni yaşayışı anlatır.<br />
35 Bk. Ruth Benedict, ayn ı eser, Güney Bat ı Amerikadaki Potlaç kurumu.<br />
Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, Matbaa' Amire, 1341, S 55 ve devamı.<br />
85
Ilkel 36 ve doğulu dinlerin epik, dramatik ve lirik edebiyat ında resim,<br />
mimari, müzik ve dans ın tap ınma ile ilgili bir ba şlangıç ve anlam taşıdığı<br />
açıkça farkedilir. Burada "sanat sanat içindir" anlat ımı nisbeten küçük<br />
bir rol oynar. Bat ı Aleminde sanat ın ba şlangıç şartlar ından, yani din etki-<br />
sinden kurtulması Rönesansla ba şlar. Sanat ın yarat ıcılık niteliği başlangıç-<br />
,<br />
taki amaçlar ını muhafaza etti ği müddetçe bunun dini gruplar üzerindeki<br />
birle ştirici ve kayna ştırıcı etkisi ölçüsüz denecek derecede büyüktür. Bunu<br />
anlamak için Dionizos s ırlarının yorumunda Yunan Dram ının oynadığı rolü,<br />
islâmda Alevilerin elem ve ac ılarını dile getiren Şia dramının rolünü, Hint<br />
ve Yunamn büyük kahramanlık destanlarım, Çin, Tamil 37 ve Iran lirizmini<br />
düşünmek kâfi gelir. Bu konuda birde sanat yap ılarıyla pratik olarak<br />
bütün ileri dinlerdeki tap ınma yerlerinin (Havra, kilise ve camiler gibi tap ı-<br />
pınaklar) artistik yap ı ve dekorasyonunun yaratt ığı etkiye ve klasik kilise<br />
müziğinin Hıristiyanhkta oynad ığı birleştirici rol ve ta şıdığı anlam ve öneme<br />
işaret edilebilir. Böylece bu türlü faaliyetlere yard ım etmek ve onlar ı geli ş-<br />
tirmek amacını güden te şkilâtın çok çe şitli olduğu meydana çıkar. Bunlar ın<br />
din ve kültür hayat ı üzerinde büyük etkileri vard ır.<br />
D. Dini Tecrübe ve Dinin Dünyaya Karşı Tutumu<br />
Buraya kadar dini tecrübenin, teorik ve pratik anlat ımları olarak öğreti<br />
(doktrin) ve tap ınma (ibadet) y ı inceledik. Şimdi dini grubun genel olarak<br />
dünyaya ve özel olarak topluma kar şı durum ve tutumunu ele alaca ğız. Din''it ı ca,i,E,<br />
bir iç hal ve sübjektif bir tecrübe olarak belirli bir temayül, bir atmosfer, v. 1,0<br />
bir tutum veya şekil olarak objektifle şmedikçe olaylar üzerinde etki yapmaz.<br />
Kat ıksızca kişisel olan bir din sübjektif bir teori olarak kalmaya mahldim4<br />
dur (Sokrat misali)<br />
Anla şılmas ı ve toplumsal bir sonuç vermesi için duygu, dü şünce ve heyecanın<br />
anlatılmas ı ve açığa vurulması gerekir. Aynı dine bağlı iki kişinin<br />
ya şadıkları dini tecrübe, hareket, söz ve eylem olarak kendini göstermezse<br />
bu iki kişi arasında din ve iman birliği meydana gelmez. Bu hareket, söz<br />
ve eylem sayesinde birbirinin benzeri say ılan duyu, düşünce ve eylemler,<br />
kat ılaşma, yerle şme ve gerçekle şme şans ına kavu şur. Bir ba şkasının ruhunda<br />
ya şadığı dini tecrübenin anla şılması nadir ve olagan üstü bir haldir. Do ğ-<br />
rudan do ğruya ve kar şılıklı anlayış olsa, olsa iki veya birbirlerini yak ından<br />
tan ıyan birkaç ki şi arasında dü şünülebilir. Fakat bu halin, dini tecrü-<br />
36 P. Radin, Social Anthropology (Newyork and London, Mc. Grow-Hill Book Co 1932)<br />
37 Tamil' veya Tamil Hindistamn Güney k ısmmda ve Seylan adasında oturan etkin<br />
bir gruptur Madras ve Seylan beyli ği adını taşır.<br />
86
enin oldukça geni ş bir birlik ve mübadelesine temel te şkil etmesi çok güçtür.<br />
Dini tecrübe kendili ğinden karakteristik durum ve tutumlar ın gelişmesini<br />
isteklendirir. Daha önce aç ıklandığı gibi sıras ı gelince bu durum ve tutumlar<br />
duygu, düşünce ve eylem olarak belirli ve billurlu bir şekil alırlar. Kurucular<br />
ının ya şadığı kutsalın gerçek tecrübesinden kayna ğını alan hıristiyan,<br />
İslam, Budist ve Hindu, durum ve tutumunu tan ımlamak imkansız değil-<br />
8e bile çok güçtür. Her dinin ruh ve özü bu durum ve tutumda sakl ı bulunmaktadır.<br />
Bu durum ve tutumlar bir dindeki fikir, norm ve kurallar ın bugünkü<br />
davram şlara uygulanmas ını düzenlemi ş ve gerektirmi ştir. Spekülatif<br />
metot bugünkü ku şaklar ;çin çok ilgi çekici de ğildir. Fakat Hegel'in Tarih<br />
ve Din Felsefesinde büyük dinler hakk ında yapt ığı tavsifler bugün bile faydalı<br />
bir şekilde okunabilir niteliktedirler.<br />
Büyük yazar Çin dinini ölçü, Suriye dinini ıztırap, yahudi dinini yücelik,<br />
Yunan dinini Güzellik, ve Roma dinini menfaat dinleri olarak vas ıfladığı<br />
zaman hemen herkes kendisiyle beraberdi 38 . İbrani milletinin Babil Esaretinde<br />
ve bundan k ısa bir süre sonra geçirdi ği dini tecrübenin bir sonucu<br />
olan durumun incelenmesi yahudilerin, hayat, toplum ve dünyaya kar şı<br />
davranışlar ını anlamak için elimize bir anahtar verir. Japon Şintoizmi üzerinde<br />
yap ılacak benzeri bir ara ştırma, bu dinin hayat, tabiat, devlet ve dünya<br />
kar şısındaki tutum ve davran ışını anlamayı mümkün kılar. Bu misallerin<br />
faydası, dini tecrübedeki, çe şitli faktörlerinin anla şılmas ı ve bağda şmaz gibi<br />
görünen fikir ve fiilleri tek bir merkezi sebeplik ilkesine ba ğlamas ıdır.<br />
Kardeşlik, din birliği ve din derneklerinin önemini anlama, de ğerlendirme<br />
ve yorumlama tarzlar ında dinler birbirlerinden farkhd ırlar. Üstün derecede<br />
geli şmiş dinlerde normlar saptanm ıştır.<br />
Bu normlar her dine öz bir dünya ve toplum fikrini tan ımlar. Tarihçi<br />
ve sosyolog bu dinlerin gelişmesini, bu dinlerin özel iddialar ı ışığında incelemek<br />
zorundad ır.<br />
Çok parlak bir etüdünde, Max Weber baz ı dünya dinlerinde rastlanan<br />
çeşitli dini tutumları tipolojik yönden vasıflamaya çalışmıştır. Toplum, dünya<br />
düzeninin bir parças ı olduğundan, muhtelif dinlerin topluma kar şı tutumu,<br />
merkezi görü şlerinden aynlmaz. Aslında tekçi olan bir din çe şitli derecelerde<br />
ikiciliğe (Dualizme) yönelebilir. Mesela, ilkel dinde grubun dini tecrübesi,<br />
alemi kutsal (tabu) ve kutsal d ışı (noa) 39 diye ikili bir bölümlemeye götür-<br />
__<br />
38 Georg W ilhelm Friedrich Hegel, Lectures on the Philosophy of religion trans. E. B.<br />
Spriel (London K, Paul, Fronch, Trubner And Co, 1893) yazarın islam dini için de bir (Hikmet irt tw'" 1 410 4 tak ı<br />
dini) şeklinde bir vasilamada bulunmam ış olması çok üziicüdür.<br />
39 Noa. Polinezya dilinde kutsal-d ışı, baya ğı anlamındadır. Tabunun z ıddıdır.<br />
87
müştür. Bu ayr ımın temeli dinidir; fakat bunun ahlaki ve manevi anlamlar ı-<br />
da vard ır. Esasen dünya iyi ve e ğleneelidir. Fakat efsane ve teolojide aç ıklanan<br />
baz ı sebepler bu iyiliği belirli bir alana lıasretmi ş, onu =dam ı§ ve<br />
bozmuştur. Daha geli şmiş dinlerde de mes'ele böyledir, de ğişmez.<br />
Kötü kuvvetlerin dünya düzenini süreklice bozma temayüllerine ra ğmen<br />
Homer ve Veda kahramanl ık destanlar ımn içinde ceryan etti ği alem tenaelli<br />
olarak iyi idi. Tevrat ın Tekvin kitab ı (Livre de la Genese) yarat ıliş sonucunu<br />
çok iyi diye vasıflar. Fakat İbrani dininin gelişmesi sıras ında Leviler kitab ında<br />
(Livre Levitique) yer alan bir tak ım farklar belirmi ştir.<br />
Dünyay ı iyi ve e ğlenceli olarak de ğerlendirmek baz ı dinlerde hâkim<br />
bir ilkedir. Buna kar şılık daha ayr ımlı ve daha geli şmiş ba şka dinler dünyaya<br />
karşı kararlı olarak menfi bir durum takınırlar. Gnostsizm 40, Mandeizm 41<br />
Maniçeizm ve Budizm bunun göze çarpan örnekleridir. Bu dinlere göre<br />
dünya en karanl ık renkteolup orada ıstırap ve şer, kötülük ve üzüntü en<br />
yüksek derecede hüküm sürer. Böyle bir dünya kar şısında dinin tak ınaca ğı<br />
biricik rasyonel durum ve tutum, kat ıksız bir kötümserliktir.<br />
Budizm teoloji ve felsefesi, tipik bir hint görü şü olan samsaran ın özel<br />
bir yorumuna dayan ır 42.<br />
Üçüncü bir dünya görü şü be şeri tecrübeden aksetti ği üzere dünyan ın<br />
metafizik ve ahlaki bir nitelik ta şıyan menfi yorumudur. Burada çe şitli değişiklik<br />
ve şartlara yer verecek menfi bir tutum söz konusu olup tamamen<br />
veya kısmen kutsal kalma imkanlar ı üzerinde durulmu ştur. Genel olarak<br />
yahudi ve islam teolojileri bu görüşü temsil ederler. İranın zerdüşt dini bu<br />
konuda çok ayd ınlat ıc ı örnekler verir Hikmet Tanr ısı olan Ahura—Mazdan ın<br />
her şeyi yapmaya yeten gücü nisbeten ba ğımsız bir varlığa sahip olan kötülük<br />
kuvvetleriyle tadile u ğramış ve sınırlı kalmıştır. Yani burada dinin<br />
teolojisine dinamiklik a şılayan bir ikili sistem vard ır. Böylece iyilik ve kötülük<br />
kar şıla şmas ına dayanan ikili bir sistem dinin teolojisine henüz benzeri<br />
olmayan bir dinamiklik vermiştir. Bu dinamik kuvvet iranl ıların tarih felsefesi<br />
(Kozmoloji, eskatoloji) ve ahlak ında canlı bir şekilde ifade edilmi ştir<br />
Buna göre, dünya çok geni ş bir sava ş alam gibi ahnmaktad ır. Çarp ışan or-<br />
40 Gnostisiz ınKatma bir dini felsefi sistemidir. Hinstlyanl ıktan önce birçok farkl ı elemenlan<br />
tek bir sistemde toplanm ıştır. Bu elemenlar Babilonyamn mitolojisi, Kabalist yahudilik,<br />
hanın ikili sistemi ve Yunan felsefesiydi. H ıristiyanlık doğduktan sonra karma şık bir hale gelmiştir.<br />
Bu dini saf bir halde bulmak güçtür, ba şka dinlere kar ışmıştır.<br />
41 Mancleizm. hanın batısında ve Babilonyamn güneyinde yürürlükte olan bir dindir.<br />
Samsara. Hindu dininde durmadan dönen hayat çark ı anlamınadır Devir, doğum<br />
ve tekrar do ğumdan başlayarak sonuna kadar gider. Buna ruhlarm göçü veya tenahsuhu denir.<br />
88
dular e şit şartlar alt ında kar şılaşırlar. Burada kötülük kuvvetleri inatç ı, hilekâr<br />
ve güçlüdür. Bir çok defa dü şmamnın kalesini ele geçirecek gibi olur.<br />
Fakat bütün sava şlar iyiliğin zaferiyle sonuçlan ır<br />
İran Tanrı bilimi (Theodicee İranienne) nin yahudi h ıristiyan ve islamların<br />
tarih ve dünyayı yorumlama tarzlar ına tesir ettiği genel olarak kabul<br />
edilmektedir 43 . Nitekim islâmdaki melek ve şeytan, cennet ve cehennem<br />
fikri bunu gösterir. Herder, Kant Schelling ve Hegel gibi ça ğda ş felsefe tarihçilerinde<br />
ve çe şitli hıristiyan Rus yazarlar ında bu tesiri görmek mümkündür.<br />
Büyük tarihçi Von Ranke tarih felsefesinde Eski İran görüşünü şöyle<br />
aksettirir :<br />
"Hümüzle Ehriman sonsuz sava ş halindedirler. Ehriman durmadan<br />
dünyayı karışt ırmaya ve i şleri alt üst etmeye çal ışır. Fakat ba şarı sağlaya-<br />
maz 44 ."<br />
Karakteristik bir tecrübenin tayin etti ği ve sebep olduğu bir dünyaya<br />
kar şı takınılan tutum be şeri varl ık ve be şeri faaliyet şekillerinin temel görü ş-<br />
leri insamn dünya olaylar ım değerlendirmesine etki yapar. Weber bir<br />
kere daha bunun tipolojik tasla ğını gözlerimiz önüne serer. Böylece yazar<br />
klasik Yunan, Buda ve Hint dinlerinin tabiat olaylar ına verdikleri de ğerleri<br />
kar şılaştırarak, bunlarda mevcut karakteristik ve farkl ı tepkileri ortaya<br />
çıkarır 45 .<br />
Tabiat olaylar ının yorumunda rastlanan bu türlü görü ş farkları<br />
Doğu katolikliği, Roma katolikliği ve protestanl ık tiplerinin incelenmesiyle güzelce<br />
belirtilmi ş ve açıklanmış olur. Duruma göre ya tabiat olaylar ı olduğu<br />
gibi kabul edilmi ş ya kesin olarak reddedilmi ş yahut ortalama bir yorum ve<br />
işleme ba ğlanmışt ır. O halde tabiat olaylar ına karşı, herbiri kendi bünyesinde<br />
yeni bir farkl ılaşmaya elveri şli olmak üzere üç farkl ı tutum vard ır:<br />
Be şeri Tecrübede bir temel olay say ılan sava ş, genel olarak, a şağı kültür<br />
seviyesindeki bir çok dinlerin memnunlukla kabul edip uygulad ığı bir eylemdir.<br />
Buna kar şılık baz ı ünlü be şeri ve evrensel din önderleri sava şı tanımaz<br />
ve bu yolu do ğru bulmazlar Yahudi, H ıristiyan ve islam teolojileri,<br />
bir takım şartlar alt ında sava şı uygun görürler 46.<br />
43 Theodicöe sözü yunancada Tanr ı Adaleti anlam ınadır. Metafizi ğin bir kolu olarak<br />
Tanrı, Tanrısal varhk ve tannsal niteliklerden bahseden kesimdir. Biz bu Terimi Tanr ısal Bilim<br />
diye dilimize çevirebiliriz.<br />
44 Löopold Von Ranke , Gesammelte Werke<br />
45 Hınstıyanhğın dünyaya kar şı takındığı temel durumu en iyi aksettiren eser Ernst<br />
Troeltsch' ın Hıristiyan kiliselerinin toplumsal ö ğretisi (Soziallehren der christlichen kirchen<br />
und gruppen) adl ı eseridir. Bu eser Olive Wyon tarafından (The Social Teaching of the christian<br />
churches) olarak ingilizceye çevrilmi ştir. (New york Mac Millan Co. 1931)<br />
46 İslamda Cihad, s ınırlı hallere hasredilmiştir. Kuranda Bakara suresinin 190. ayetinde<br />
89
Dinlerin sanat karşısındaki tutumlar ı, bu dinlerin temel ilkelerine göre<br />
deği şir. Hıristiyanlıkta bu konuda türlü kanaatlar ın bulunmas ı bu deği şik<br />
tutumun bir delilidir. Genel olarak Do ğu, Roma ve İngiliz katolikliğinin<br />
her üçü de sanat ı korur ve savunurlar. Lütl ıer kilisesi baz ı<br />
şartlar alt ında<br />
sanat ı kabul eder. __ Kalvinizm ise hiç olmazsa ba şlang ıçta bunlara iyi bir göz-<br />
le bakmaz. Müzik, Dans, tiyatro ve heykeltra şlık konusunda bütün dinlerde<br />
değişik tutum ve yorumlara rastlan ır. Islam ın ana kayna ğı olan Kur'anda<br />
sırf putperestliği önleme amac ıyla baz ı hükümler 47 bulunduğu gibi ikinci<br />
ti<br />
derecede bir kaynak olan hadislerde de bu amac ı güden yasaklar vard ır 48 .<br />
Islamın doğuş şartları göz önünde tutulursa yasaklar ın yalnızca putpresliği<br />
önleme ve yüce ilkeleri koruma dü şüncesinden ileri geldi ği anla şılır. Bilimi,<br />
güzelliği, insanhğı ve beşeri değerleri bu kadar üstün tutan bir dinin<br />
dünyayı başka türlü görmesi beklenemez. Güzel sanatlar ın bir çoğu islam<br />
devletlerinde ho ş görüldüğü ve iyi karşılandığı tarihçe sabittir. Mimari, tezyini<br />
sanatlar, müzik ve minyatür konusunda hiç bir tereddüt olmamakla<br />
beraber heykeltra şhk, resim ve raks için baz ı tereddütler vard ır. Bütün<br />
bunları islamın çok engin olan dünya görü şü ile yorumlamak gerekir. Kurtube<br />
yakınlarındaki Medinetüzzehra'da Zehra heykelinin, Mevlevi rak ıslamum,<br />
baz ı kabartma resim ve benzerlerinin İslam âleminde yad ırgannıad ı-<br />
ğı ileri sürülmektedir, 49<br />
(Size sava ş açanlarla Tanrı yolunda dövü şün, aşırı gitmeyin ; Gerçekten Tanr ı aşırı giden saldırganları<br />
sevmez. 41h:A I Li bm;<br />
47 Kuranda Maide suresinin 90. ayeti şöyledir<br />
Ey inananlar' içki, kumar, putlar ve fal oklar ı, hiç şüphe yokki, şeytan işi pisliklerdir;<br />
esenliğe kavu şmak için onlardan kaç ınmız : j j.-$<br />
,<br />
Lel I Lt<br />
48 Sahihi Buhari, Babüttasvir (Cilt 7 /4 sahife 64, 65, 67) de rastlanan hadislerin bir k ısmı<br />
aşağıdadır :<br />
a) Kim bu dünyada suret yaparsa k ıyamet gününde ona ruh ver diye kendine bir teklif<br />
yapılacak; Fakat o ruh verecek durumda de ğildir.<br />
_,./11 ili ;ji,<br />
b) Kıyamet gününde Tanr ı katında nastan en şiddetli azaba çarp ılacak olanlar suret yapanlar<br />
(musavvirler) d ır :<br />
r„,<br />
49 Bu konuda şu eserlere bak :<br />
Ord. Prof Suut kemal Yetkin, Islam Mimarisi, islâml ıkta resim ve heykelin durumu, sayfa<br />
75-79<br />
Osman Keskioğlu, islâmda Tasvir ve Minyatürler, Bâhiyat Fakültesi Dergisi, 961<br />
Dr. Neda Armaner, hadislere göre kad ının siyasal durumuna umurni bir bak ış, illihiyat<br />
Fakültesi Dergisi 1961.<br />
Halil Arslan O ğlu, İslamda Resim, ilâhiyat F. Dergisi 1963.<br />
Musaya inen 10 emirde put yapma yasak edilmi ştir (Tevrat, Çıkış XX)<br />
90
Yenileyin dini görü şlerin ekonomi gibi alanlardaki etkileri üzerinde<br />
bir çok parlak eserler yaz ılnuştır. Max Weber yahudi, H ıristiyan, Hindu,<br />
Parsi, Buda Konfuçyus ve Toa dinlerinin i ş, ticaret, mülk, para ve tefecilik<br />
kar şısındaki tutumunu çözümlemi ştir. Weberin eseri Werner Sombart, Ernst<br />
Troeltsch, Kraus, Tawney, Niebuhr, Hyma ve h ıristiyan mezhepleriyle u ğ-<br />
ra şanlar tarafından maharetle ele ştirilmiş ve tamamlanm ıştır. Temel be şefi<br />
tutumlarm dini sebepleri için pek çok misaller verilebilir. Muhtelif kültür<br />
ve medeniyetlerin çok soyut kavramlar ı bile dini ilke ve temellere göre değişik<br />
görünüştedirler.<br />
Bütün bu etütlerin sosyolojiye çok şeyler kazand ırdığı aşikârdır. Bütün<br />
bu şekilleriyle ferdin topluma kar şı tutumu ve dinin toplumsal münasebetler<br />
ve kurumlar üzerindeki etkisi geni ş ölçüde dini grubun ö ğreti, tap ınma<br />
ve te şkilatına nüfuz eden ruh ve zihniyete ba ğhdır. Belirli bir toplumda insanlar<br />
aras ı münasebetleri de tayin eden yine bu ruh ve tutumlard ır. Aile,<br />
hısımlık ve devlet gibi kurumlar merkezi tecrübenin ışığı altında düzenlenebilir.<br />
Bu merkezi tecrübeye göre bir toplumun ülküsü dile getirilip kaleme<br />
alınır; yani formülle ştirilir. Bununla beraber bu konu dinle toplumun<br />
karşılıklı etkisinin yalnızca bir yönünü gösterir. Çünkü dini tecrübenin an.<br />
latımları bile dışarıdan gelen toplumsal etkilerin sonuçlar ına göre değişikliklere<br />
sahne olmaktad ır.<br />
E. Toplum ve Evrensel Düzen : (Ahlak, ideal ve Gerçek)<br />
Dinin dünya ile ilgili görüşleri dinin toplum olaylar ı karşısındaki tutumuna<br />
hasredildi ğinden şimdi sıra bu farkl ı tutum ve olaylar ı birle ştiren ana<br />
fikirleri inceleme ğe gelmi ştir. ilkel toplumlar ın bir çoğunda rastlanan zengin<br />
ve te şkilâth mitolojik sistemler genel olarak, normatif elemanlar ı ihtiva<br />
ederler. Evrensel, dünyevi, ahlâki ve dini düzene ili şkin ilkeler bu düzeni<br />
umm§ olanlara bir tak ım külfetler yükler. Devinim kurallar ı (hatt ı hareket<br />
kaideleri) ve ahlâk ilkeleri sistemli bir zihniyet için bazen çeli şik gibi görünür.<br />
Fakat bunlar tanr ısal düzeni anlamak, gerçe ği bir düzene göre ayarlamak<br />
ve böylece varhk ve mutlulu ğun ba ğli bulunduğu sistemin işlemesini sağlamak<br />
çâbas ından ba şka şeyler de ğildir.<br />
Herhangi bir toplumun ahlâk yasas ı (Code ethiquelo toplumdaki normatif<br />
sistemin bir parças ıdır. Normatif sistemle hukuk, Ahlak, pratik ve benzeri<br />
kuralların tümü anlat ılır. Bu kurallar, tek (fert) in toplum içindeki hareketini<br />
düzenler ve tek bir sistemde birle ştirir. Kurallar ın hiçbir yönü, normlarm<br />
hiçbir grubu, sistemin tümünden ayr ı ve ba ğıms ız sayılmaz ve ayrı<br />
bir inceleme konusu olamaz 5°<br />
50 Bk. Jane E. Harrison, A study of Social Origins of Greek Religion (Gambridge University<br />
press, 1912)<br />
91
Eski çağın toplum sistemi, teamül ve kanunlarla snurhd ır. Kanun (lex),<br />
teamül (Mos) ve hukuk (Jus)'a dayanarak anlat ılmış ve düsturla şmıştır.<br />
Eski Yunanda Themis 51 adaleti ve dünya düzenini temsil ederdi. Bu düzen<br />
toplumda zorlay ıcı bir nitelik ta şırdı. Öte yandan Themis, ba şlangıçta yaygın,<br />
kapak ve basitti; daha sonra kollektif şuuru, toplumsal müeyyideyi ve<br />
toplumsal buyru ğu kişileştirirdi. Bu ilkeler, kanun ve adalet olarak belirli<br />
sözleşme ve örflerde billurlu bir şekil almıştır Medeni hukukla ceza hukuku<br />
veya kanunla teamül ve örf aras ında kesin farklar ancak son zamanlarda<br />
kendini göstermiştir. Medeniyetin ilerledi ği nisbette hayat ve hareket ülküsü<br />
formül halinde ifade edilmi ştir Bu da pek az bir istisna ile dindeki temel<br />
görü şlerin (mitoloji veya teolojinin) ay ırdedici niteliklerini muhafaza etmesine<br />
imkan vermi ştir. Hindin Manu kanunları, Tevrat ve Kur'an ın ortaya<br />
koyduğu hukuk sistemleri, zerdü şt ve konfucius yasalar ı bu temayülün göze<br />
çarpan örnekleridir. Belgeler aras ında dinle hukuku birbirinden ay ırmak çok<br />
güçtür. Gerçekte hukuk dinin bir parças ıdır.<br />
Ilkel toplumlarda ve Do ğu ülkelerinde çok eski bir tarihte atasözleri<br />
olarak beliren bir hikmet edebiyat ına rastlan ır.<br />
Bu hikmet edebiyat ında dü şünce ile gerçek davran ış birbirine kar şıttır.<br />
Son zamanlarda İbrani Hikmet Edebiyat ı üzerinde yap ılan bir çözüm-<br />
lemede bu Edebiyat ın iki ana bölüme ayr ıldığı görülür. Birinci bölüm, pra-<br />
tik felsefe ve Ahlaki içine al ır. Tecrübeden ç ıkar ve popüler hikmeti aç ıklayan<br />
vecizelerden ibarettir. İkincisi teorik felsefe yolu ile ahlak ve din hayatının<br />
problenderini inceler. Bu grubun en iyi örnekleri Hz. Eyyubun kitaplarmda<br />
ve kökü Hz. Süleymana ba ğlanan atasözleri (Emsal]. Süleyman) nde<br />
yer alır. Halk bilgisi, de ğişik medeniyetlerde çe şitli şekillerde meydana ç ıkar.<br />
Bilmece (Enigme), Atasözü (Proverbe), Özlü Söz (Aphorisme), Menkibe (A-<br />
necdote) ve benzerleri bu aradad ır. Bu bilgi ço ğu zaman hayat ın pratik tecrübesinden<br />
çıkmış olduğundan yalnızca teorik kalan dü şünceyi tamamlamaya<br />
yarar. Her ikisi yani pratik ile teori el ele vererek teoloji ve felsefenin geli ş -<br />
mesini sağlar ve topluma kılavuzluk ederler.<br />
Doktrin ilerledikçe ahlak, kanun ve örften ayr ılır. Fakat bir ahlak sisteminin<br />
do ğduğu yerde bile bu ahlaki fikirlerin men şe'i, sebep ve olu şu kesin<br />
bir dini tecrübeye dayan ır. Pratt bütün tarihi _ dinlerde din önderlerine<br />
karşı takından tutumla hayat ın gidişi üzerinde etki yapan ö ğretim sistemini<br />
ayırdetmektedir. Yazar bunlar ın birbirine bağlı olduğunu ve pratik<br />
51 Themis, Eski Yunanda adaleti temsil eden bir Tanr ıça idi. Adalet mensuplarının kullandıkları<br />
terazi sembolu ondan kalmad ır.<br />
92
olarak aralar ında bir ayırım yapmanın imkansız olduğunu söyler 52 . Felsefi<br />
ahlak sistemleri ancak üstün seviyelerde ve özel şartlar içinde geli şebilir.<br />
Yunan felsefesi bu konuda belki de en çok dikkati çeken örne ği verir.<br />
Üzüntü ile söylenebilir ki bilginlerin ahlak tarihi üzerindeki ilgileri hemen<br />
hemen yaln ızca Eski Sözle şme (Ahtü Atik) ile Yunan, H ıristiyan 53 ve<br />
çağdoaLaBatı Ahlaki üzerinde toplanmakta ve teorik yöne önem verilmektedir.<br />
Ilkel medeniyetler konusunda yeni baz ı malzeme ve belgeler elde edilmekle<br />
beraber ahlak kavramlar ının tip ve geli şmeleri hakk ında daha geni ş<br />
etütlere ihtiyaç vard ır. Dini tecrübenin Ahlak üzerindeki yank ıları ahlak ın<br />
toplumsal anlamları ve bunlar ın karakteristik mahiyetteki toplum görü ş<br />
ve te şkilatı üzerindeki etkilerini ve son olarak dini buyruklar ın gerçek olaylar<br />
üzerindeki tesirleri hakk ında daha pek çok şeyler öğrenmemiz gerekmektedir<br />
54.<br />
Eke,<br />
SosyoLog tarihçiden geri kalmamak şartiyle ülkü ile gerçek aras ındaki<br />
karma şık münasebetlerle ilgilenir. Bu nokta göz önünde tutularak dini grubun<br />
niteliğini ve geli şmesini yorumlamak gerekir. Görünürde do ğru, gerçekte<br />
yanlış ve aldat ıcı olan iki doktrin, gerçek münasebetlerin anla' şılmasım güçieştirir.<br />
Bunlardan birincisi Tarihe olurundan çok ruhani bir nitelik ve anlam<br />
veren tarihçi mektebin görü şüdür. Bu doktrin kat ı gerçeğin fikir ve düşüncelerde<br />
sebep oldu ğu etki ve sonuçlar ı ihmal eder. Yine bu doktrin tarihi<br />
verilerin önemini o kadar büyültür ki gerçek yerine kar şımıza parlak sentezler<br />
ç ıkar. Ikinci Doktrirı sathi bir maddecilikten ibarettir. Bu da teoriyi maddi ,<br />
şartların basit bir sonucu gibi alarak onu gerçek de ğerinden ayırır ve işe yaramaz<br />
duruma getirir. Marksizimde ideoloji kavram ımn düştüğü utanç verici<br />
durum bunun aç ık bir örne ğidir. Din Sosyologu her iki görü şün aldat ıcı etkisinden<br />
uzak kalmas ını bilmelidir.<br />
rıs,.. %le İ #1., /!.55'<br />
52 Harry Ranston, The old testament Wisdom book and their Teaching (London 1930.)<br />
53 H. E. Barnes and H. Becker, Social Thought from Lore to Science (Boston, 1938.)<br />
54 Pratt, Religious Consciousness<br />
93
Üçüncü Bölüm<br />
DİN VE TOPLUM MÜNASEBETLERI<br />
Daha önce belirtildi ği üzere, devrin ve konunun en büyük uzman ı olan<br />
Joachim Wach'a göre Din Sosyolojisi, D İNLE TOPLUM münasebetlerin' ve<br />
bunlar aras ında yer alan kar şılıklı etki ve tepkileri inceler 1 .<br />
Burada dinin üç türlü münasebeti dü şünülebilir.<br />
1 — Dinin toplumla ve toplumun daha etkin bir te şkilatı olan Devletle<br />
münasebetleri.<br />
2 — Dinin toplum içinde ve d ışındaki ba şka dinlerle olan münasebetleri.<br />
3 — Dinin kendi bölümleri ile veya mezhep, tarikat ve benzeri alt gruplarla<br />
olan münasebetleri.<br />
Genel olarak birinci kesim, toplumun ve onun egemenlik bask ısı altında<br />
birle şmiş ve kayna şmış bir örgütü olan DEVLETIN D İNLE MÜNASE-<br />
BETLER İNİ ve son olarak dinle devlet ay ırımı olan L 'AY İKLIK ILKELE-<br />
RINI söz konusu eder.<br />
İkinci Kesim ; D İN ve Vicdan imtiyaz ve özgürlü ğünü inceler.<br />
Üçüncü kesim ; Mezhep, tarikat ve benzeri alt gruplar ı ara ştırır.<br />
Birinci Kesim<br />
DİN VE DEVLET MÜNASEBETLER İ<br />
Din Sosyolojisi üzerine yaz ılan eserlerin birço ğunda Din ve Devlet münasebetlerinden<br />
önce dinin çe şitli toplum şekilleriyle olan münasebetleri çözümlenir.<br />
Fakat henüz konusu oturmam ış, ilkeleri yerle şmemi ş ve özel terimleri<br />
1 . To study the interrelation of religion and society and the forms of interaction Which<br />
take place between them (J. Wach, Sociology of Religion, sayfa II)<br />
94
saptanmam ış olan bu alanda, al ışılmış ve bilinmiş terim ve olaylardan uzakla<br />
şmak tehlikelidir. Çok şey bilip engin alanlarda kaybolmaktansa, az ve<br />
öz bilmeyi ve aç ık olmay ı üstün tutmak gerekir. Bu sak ıncalar ı gözönünde<br />
tutarak bu kesimde yaln ızca şu konular ele al ınacakt ır.<br />
I. DEVLET (Etat)<br />
II.<br />
İSLAMDA DEVLET (Califat)<br />
III .D İN VE DEVLET MÜNASEBETLERI (Relation de l'Etat et<br />
de la Religion)<br />
1V.LAYIKLIK VE DIN ÖZGÜRLÜ ĞÜ (Laicite et la liberte religieuse)<br />
I — DEVLET<br />
Sosyolojide toplumsal örgütün en basitinden ba şlayarak en karma şık<br />
ve karışıklar ına kadar bütün toplum şekilleri, inceleme konusu olur. Bunlar<br />
aras ında çe şitli sebeplerden dolay ı devlet, özel bir ara şt ırma konusu olmaktad ır.<br />
Ba şta, Devlet nitelik ve nitelik bak ınundan Kamusal kurumların en önemlisidir.<br />
İkinci olarak devlette ba şka kurumlarda bulunmayan bir özellik (Egemenlik)<br />
vardır. Son olarak dini cemaatlar ın tetkiki mant ıkan bunların kar şılığı<br />
olan siyasi ve tabii topluluklar ın incelenmesini gerektirir. Ba şka bir deyimle<br />
devlet makanizmas ı bilinmedikçe din ve toplum münesebetlerinin sosyolojik<br />
yönleri eksik kal ır.<br />
A — DEVLET SÖZÜ<br />
Devlet sözü dilimize arapçadan gelmi ştir. Bu söz, ba şlangıçta bir hakan,<br />
veya bakan' soyuna öz e ğemenlik ve sultanl ığı anlat ırdı. Sonralar ı geni ş -<br />
leyerek bütün ülkeyi kapsayan soyut bir e ğemenlik ve sultanhk anlam ına<br />
gelmi ştir 2 .<br />
Eski Türklerde ilhanhk ve bakanl ık, islâmda hilafet sözleri bu<br />
anlamda kullan ılmıştır. Arapçada mülk sözü de devlet anlam ında kullanılır:<br />
J.L..11 (Adalet mülkün temelidir) cümlesinde mülk sözü Devlet<br />
yerine kullanılmışt ır<br />
2 Bk. H. Naili Kvbah, Devlet Anayasa Hukuku, İst S. 128<br />
95
Yunanlılar buna Polis ( no\.tg ) Romahlar ise Res publicum veya<br />
Civitas 3 . derler. Dikkat edilirse ayni terimler hem devleti hemde şehri<br />
gösterir. Zira o devirlerde devletin ülkesi sitenin geni şlemiş bir şekli<br />
sayılıyordu. Bodin buna Republique, demi şti.<br />
Siyasal bir kurul anlam ında bat ı dillerindeki Etat terimi ilk olarak İtalya'da<br />
Stato diye kullan ılmışt ır. Machiavelli ister Cumhuriyet, isterse Mutlakiyet<br />
olsun devlete ilk olarak bu ad ı vermi ştir 4. Ingilterede ayni kökten<br />
ve ayni siyasi anlamda State kelimesine 1538 tarihinde Thomas Starkey'in<br />
eserinde rastlan ır Bu kitap İtalyan makamlar ın incelemekte idi. Fakat<br />
Ingilterede resmi dile devlet sekretesi (Secretary of State) deyimiyle girmi ştir.<br />
Bu deyim Elizabeth zaman ında Robert Cecil'in i şgal ettiği bakanl ık görevine<br />
alem olarak kullan ılıyordu. 17. yüzyılda Almanyada Staatkunst deyimi<br />
İtalyan köklü Ragione di Stato (Devlet yönetimi) kar şılığı olarak kullan ıl<br />
mışt ır.<br />
Almanya'da Staatsrecht sözü kamu hukuku anlam ına gelen Jus publicum<br />
kar şılığı kullanılırdı Teknik olarak bu terimle ülkeye, halka ve egemen<br />
otoriteye at ıf yap ılmaktad ır. Bugünkü anlamda devlet sözü bir dereceye<br />
kadar siyasi ba ğıms ızlık ifade eden ve hatta büyük ölçüde bir egemenlik<br />
iddias ında bulunmayan yönetimleri de içine alacak derecede geni şletilmiştir<br />
O kadarki tarihi gidi şinde Avrupadaki siyasi ve felsefi geli şmelerle hiç bir<br />
ilgisi olmayan Avrupa dışı devletlere de bu ad verilmi ştir. Ingilizcede devlet<br />
sözünün tesadüfi olarak toplum anlam ında kullamldığı da olmuştur. 5 .<br />
Millet sözünün çok kere devlet anlam ında kullanıldığı olmuştur. Şüphesiz<br />
kültür bakımından farkl ı olan bir milletin bir devlet içinde az ınlık olarak<br />
kalması olayı ile ayni ülkeye yerle şmiş bir devletin çe şitli milletlerden kurulmu ş<br />
olmas ı hali vard ır. Bu da gösteriyorki devletle millet ayni şey olmaktan uzaktır.<br />
Bu iki terim sosyolojik yönden birbirinden ayr ı anlamlardad ır. Millet,<br />
kültür, toprak, Din, tarih, kader ve amaç birli ği, gelenek, görenek, ulusal<br />
ülke ve kahramanl ıklara sayg ı gibi ortakla şa temellere dayan ır. Bütün bu<br />
temellerin belki de en önemlisi, milletlerin S İYAS İ KADERLER İN İ KENDI-<br />
LERININ TAYIN ETMESI isteğidir. Devlet ise siyasi ve hukuki makam.<br />
3 Yunancada Polis şehir ve devlet anlam ına geldiği gibi politis kelimesi de ayni kökle<br />
ilgili olarak yurtta ş anlammadır. (Bk. Prof. Sinano ğlu Yunanca-Türkçe sözlük.) Latincede civitas<br />
kelimesi vatanda şlar birliği devlet ve milletler toplulu ğu (Civitates aut nationes) anlam ında<br />
kullamlmaktadır. (BK. Cassell'a Latin Dictionnary)<br />
4 Machiavelli, prince, kesim 1.<br />
5 George H, Sabine E. S. S. Cilt 14 S, 328 State maddesi State is an History regarded<br />
at as the halt)<br />
96
ların birliğine işaret sayılmaktad ır. Devletle milletin ayni . şey olmamas ına<br />
rağmen ısrarla ileri sürülen bir inan ışa göre milli birlik, siyasi birliğin bir<br />
temelidir. Bundan dolay ı hiç olmazsa siyasi ideal bak ımdan milli devletlere<br />
modern tip ,tevletler denebilir. Bununla beraber milliyetçili ğin devletin fiili<br />
yap ısı üzerindeki yankılannı çok geniş tutmak ve bunu sihirli bir maymuncuk<br />
saymak yersizdir.<br />
B — DEVLETIN BA ŞLANGICI<br />
Devletin ba şlangıcını ararken Devletle devlete benzeyen çok ilkel, bulan ık,<br />
ve geçici bir devrenin hesaba kat ılmas ı gerekir 6.<br />
ilkel devlet sisteminden yüksek kültür hayat ına geçi şin ayıncı niteliğinin<br />
iktisadi bir üretim arac ı olan sapamn kullanılması olduğu iddia olunabilir.<br />
Bu konuda bütün bilginlerce henüz bir görü ş birliğine vanlmanu ştır. Bundan<br />
dolayı biz de devletin kurulmas ı için genel olarak temelli say ılan unsurlar ı<br />
saymakla yetinece ğiz. Bir devletin var olmas ı için, yukar ıda belirttiğimiz<br />
üzere ülke yeter say ıda bir insan toplulu ğu ve eğemen bir yönetim<br />
temelli şartlardand ır. Bu duruma göre devlet belli bir ülkede ya şayan, üstün ve<br />
eğemen bir' otoriteye bağlı bir insan topluluğunun meydana getirdiği devaml ı,<br />
siyasi ve hukuki bir bütündür. Egemenlik unsuru eski bir anlay ışa göre râkip,<br />
nâzir, mâdun, mâfevk tan ımayan bir irade iktidar ıdır. Şimdi bu ilke Devlet<br />
bünyesinde vukua gelen de ğişme sonucu sadece içerde özerklik (Dahili muhtariyet)<br />
ve d ışarıda bağımsızlık şeklinde kendini gösterir. Egemenlik, ilkel toplumlarda<br />
bile Ru şeyn (Embryon) halinde vard ı. Toplumların ve dini cemaatların<br />
siyasal ve toplumsal geli şmesi ele ahnacak olursa, baz ı grupların yalnız<br />
akrabalık bağına, baz ılarının tarihi bitişikliğe (Contiguite Historique), baz ı-<br />
larının ortakla şa bir tarih ve gelene ğe ve hatta baz ılarının da tek bir yönetim<br />
(Gouvernement unifie) alt ında ya şama olayına dayandığı görülür. Göçler, sava<br />
şlar ve zorumlu boyunduruklar (Subjugation) ve buna benzer birçok geli ş-<br />
meler devletlerin do ğuşuna ve siyasal yap ının kurulmasına hizmet etmi ş-<br />
lerdir. Kuzey Amerikada ki birçok kabileler ahenkli olarak birbirlerine ba ğ-<br />
lannu şlar ve fakat hiçbir suretle te şkilath bir bütün (Organised Whale) içinde<br />
erimemişlerdir. O kadar ki bunlar için devlet deyimi ııi kullanmak çok güçtür 7.<br />
MacLeod, devletten önce gelen iki te şkilat tipini incelemektedir Bunlar-<br />
.._<br />
dan birisi Kuzey Amerika yerlilerinden Yurok kabilesinde uygulanmakta<br />
6 R. H. Lowie, The Origine of the state, New York, 1927<br />
7 Birbirleriyle koordine olan kabileler şunlardır : Cherokec Pawnee, Dakota, pueblo,<br />
Joachim Wach, Sociology of Religion. S. 289<br />
Din Sosyolojisi F. 7 97
olan anar şi (Anarchie), Ötekisi do ğu Afrika Kabilelerinden Bantular aras ında<br />
rastlanan ihtiyarlar idaresi (Gerontocratie) d ır. Bunlara benzeyen Kuzey<br />
Amerika'nın tanınmış İrokva ( İrouquois) lar birli ğine veyahut Natschez<br />
teşkilatına devlet s ıfat ını vermeyi hakl ı gösterecek bir sebep yoktur. Fakat<br />
gerek Aztek ve gerekse Peru hükümdarl ıklarına pekâla devlet ad ı verilebilir.<br />
C — DEVLETIN TANIMI<br />
Nazariyecilere göre devlet, ortakla şa amaç ve ülkünün gerçekle şmesi<br />
için birlikte hareket eden insanlar ın meydana getirdikleri grup ve te şkilattır.<br />
Bu tanım devleti toplumdan küçük, fakat amac ının kesinliği bak ımından<br />
ortakla şa ya şayışlardan ayr ı sayar. Ba şka bir görü şle devlet, toplumda yaşayan<br />
insanların olaganüstü dış münasebetlerinin düzenlenmesi amac ın ı güden toplumsal<br />
bir yönetim kuruludur. Böyle bir görü ş tabiatıyla menfaatçı devlet<br />
teorisi (Th63rie utilitaire de L'Etat)tipiyle ayni ardamdad ır. Metafizik, âhlak<br />
veya adalet bak ımından kuvvetle desteklenen baz ı yazarlar, devletle toplumu,<br />
grup meselesi olmaktan daha çok„ bir görü ş fark ı olarak ay ırdederler. Bun<br />
lara göre devlet, toplumun bir bölümü de ğil bir ba şka yönden görünü şüdür.<br />
Böylece Hegel hükümetin hergün yapmakta oldu ğu bu türlü görevleri devlete<br />
kar şı değil, sivil topluma (Burgerliche gesellschaft) kar şı yap ılan polis görevlerine<br />
yormaktachr. İngiliz siyaset nazariyesine bugünkü kimli ğini veren İngiliz<br />
Hegelcileri, devleti toplumsal bir kurumdan daha çok toplumsal de ğişmeleri<br />
(Chanğement) yöneten, her yerde ve her şeyde gizli bir uzla ştırma etkeni<br />
(İntelligence) olarak dü şünürler. Hukukçulardan, özellikle Kant görü şüne<br />
taraftar olanlar bu türlü ay ırımı, daha iyi açıklamışlardır. Böylece Kelsen<br />
devletin bu sosyolojik görü şünü yani onun toplumla aç ıklanmasını toptan<br />
redetmi ştir. Kelsen Almancadaki Sein (olan) ve Sollen (olmas ı gereken veya<br />
arzu edilen) aras ındaki esash farktan faydalanarak Devleti Hukuki normlar ın<br />
düzen ve sistemi olarak hüviyetlendirmi ştir.<br />
Devlet sözünün siyasi te şkilatı gösteren bir terim olmas ı, Devletle hükümet<br />
aras ında kesin bir s ımrlamayı güçle ştirir. Mutlak .hükümdarhklardan<br />
daha do ğrusu Mutlakiyet devrinde, Devletin e ğemenliği hükümdarm şahs ında<br />
toplandığından devletle hükümet ay ırımı o kadar önemli değildir. O devirde<br />
ülke ve ülke üzerinde ya şayan halk hükümdarın mameleki (Patromoine) say ı-<br />
lır& 8 . Bununla beraber böyle bir ay ırım yap ılmas ı, Devletin, hukuki anlayışı<br />
bakımından çok önemlidir. Seydle den Jellinek'e kadar birçok Alman<br />
nazariyecileri mâmelek görü şünü yıkarak devleti, hukuki bir varl ık olarak<br />
kurmuşlardır. Hükümdar ve hükümet sadece devletin organlar ıdır. Kelsen<br />
devletin hukuki şahsiyetini müphem görmektedir.<br />
8. Marrielek. Bir kimsenin yarı yoğu, mal mülkünün tümü.<br />
98
D — DEVLETİN KURUCU UNSURLARI VE<br />
DEVLET GÜCÜNÜN NE OLDUĞU<br />
Yukarda devletin üç unsurdan meydana geldi ğini belirtmi ştik : (Ülke,<br />
insan topluluğu ve Egemenlik) Bunlardan insan toplulu ğu ile ülke devletin<br />
Maddi unsurlar ıdır. Bunun yan ında çok önemli bir unsur daha vard ırki bu<br />
da manevi nitelikte olan devlet otoritesi, veya egemenliktir. Maddi unsurlar<br />
olmadan bir deiletin kurulmas ı mümkün değildir Fakat sadece maddi unsur<br />
ların bulunmas ı bir devletin kurulmas ı için yeter sayılamaz. Maddi unsurlarla<br />
ve bunlara ili şkin teorilerle u ğra şmak konumuzla ilgili de ğildir. Fakat<br />
ilerdeki ara ştırmalarda aydınlatıcı bir önem ta şıyaca ğı için devlet otoritesi<br />
(Eğemenlik) üzerinde durmak yararl ıdır.<br />
Bir insan topluluğunun bir ülke üzerinde yerle şmesi devletin bir ba şlangıcı<br />
sayılabilir. Fakat devletin kurulmas ı için toplumun hücreleri say ılan<br />
birliklerin bir amac ı gerçekle ştirme u ğrunda kayna şmaları ve mertebeler<br />
düzenine ba ğlanmaları gerekir. Bu ise ancak devlet gücü denilen e ğemen<br />
bir erkin (iktidarm) varlığı ve bask ısı ile olur. O halde devletin en önemli<br />
unsuru, bu kayna şmayı sağlayan ve mertebeler düzenini kuran e ğemen bir<br />
devlet gücüdür. Bu temel unsur yan ında ikinci dereCede bir tak ım unsurlar<br />
daha vard ır. Bunlara VAHDET ve DEVAMLILIK denir. Bir ülkede yerle şen<br />
insanlar aras ında bu unsurlar yani devlet kudreti, VAHDET ve DEVAMLILIK<br />
varsa orada zorunlu olarak devlet vard ır.<br />
Devlet gücünün ne oldu ğu konusunda biri. Frans ız bulu şu olan, sözleşme<br />
teorisi, ötekisi Alman görü şünü aksettiren pozitivist teori vard ır. Zamanımızda<br />
bu dikenli mesele üzerine yaz ı yazanlar bunlardan birini veya ötekini<br />
esas tutarak i şe başlamaktad ırlar. Biz devlet gücünün ayd ınlanmas ı konusunda<br />
ünlü üç yazarın adlar ını açıklamakla yetinece ğiz. Alman Pozitivist okuluna<br />
katılmakla beraber Normativizm gibi orijinal bir fikir ortaya atm ış olan<br />
Kelsen, gerçekci bir doktrin sahibi olan Leon Duguit, ve nihayet realizmle<br />
idealimizi bağdaşt ırmaya çal ışarak sosyolojik verilerden i şe ba şlayan Hau-<br />
•<br />
riou'dur 10 .<br />
E — DEVLETİN SİYASİ VE TARIHI GÖRÜNÜŞÜ<br />
Siyasi kurumlar ın gelişme ve ilerlemesi belirli bir düzen ve yol izlemedi ği<br />
için bir s ıraya göre, devletin evrimini söz konusu etmek gerçe ğe uymayan<br />
bir iddia olabilir. Bununla beraber birçok devlet tipleri inceleme konusu<br />
olabilir. Bunlar, ilişkin olduklar ı devirlerin ay ırıcı özeliklerini ta şırlar.<br />
1 — Şehir Devleti (Esat-Citö) Devlet örneklerinin ilkidir.<br />
9 ve 10 Bak. Akbay, Muaffak, Umumi Amme Hukuku, <strong>Ankara</strong> 1952.<br />
99
Denilebilirki as ıl bu şehir devleti içinde siyasi devlet nazariyesi ba şlamıştır.<br />
Bu tip devletin özelliği küçüklüğü ve siyasi ya şayışının içtenliğidir. Ba şka<br />
bir deyişle içten (Samimi) ve etkin bir yönetimin kurulabilmesi ülke s ınırlarımn<br />
çok dar olmas ı ve Yunanistanda oldu ğu gibi dışarı ile ticari ve siyasi<br />
münasebetleri sağlayacak derecede halk ın sava şcı olmasına bağhdır. Özgür<br />
yurtta ş anlayışı kuvvetten daha çok i ş birliğine dayanan özgür yönetim anlayışnun<br />
kaçınılmaz bir gere ği idi. Bu bak ımdan Yunanistan' ın Yurtta şhk<br />
görüşü hukuki olmaktan daha çok ahlâki ve e ğitimsel idi. Zira Yunan dü şünürleri<br />
devleti, içinde yüksek medeni ya şayışın sağlanabileceği, bir olay gibi<br />
görmekte idiler. Fakat idealim son derece zengin olu şu bu alanı seçkin ve<br />
küçük bir s ınıfa öz k ılmışt ır.<br />
Şehir devletinin, ilk önce Makedonya, daha sonra Roma imparatorlu ğu<br />
tarafından yutulmuş olması bu sistemin siyasi anlam ını yok etmiş ve onu<br />
ideallerinden uzakla ştırarak yalnızlığa götiirmiiştür. Roma devletinde yurtta şlık<br />
evrensel bir nitelik ta şıyordu. Yurtta şlar aras ındaki bağ, şehir devletinin kültür,<br />
içtenlik (samimiyet) ve i ş birliğine dayanan ba ğlarından büsbütün ba şka idi.<br />
Romada bu ba ğ hukuki idi. Bugün bile hukuk anlayışı Roma düşüncesinin<br />
bir miras ı sayılabilir. Yargıç otoritesinin ve yarg ıçlık hakkının inancası kanundu.<br />
Kanun ve daha geniş anlamıyla hukuk, tatbikatta hak ve hukuku<br />
içine alır bir şekilde tasarlamyordu. Bir Romal ı her tarafa bir hukukçu gözüyle<br />
bakmakta idi. Hayvanlar ın bile çok zaman yarg ılanarak cezaya çarptırılmas<br />
ı, Romanın Hukuka verdiği önemi belirtme ğe yeter. Bir dünya devleti<br />
içinde bu hukuk idealinin devam edebilmesi, imparatorluk otoritesinin kaynağını<br />
askeri bir güçten alm ış olmasından ve bu gücün hukuk sistemiyle desteklenmiş<br />
olmasından ileri gelir.<br />
2) Orta çağda siyasi kurum ve dü şüncelere büyük ölçüde feodalite<br />
bağları hâkim bulunuyordu. ' Bu devirde hükümdar ile uyru ğu arasındaki<br />
münasebet nizami (tüzüksel) bir münasebet oldu ğu halde Senyör ile toprak<br />
kulu arasındaki münasebet daha çok sözle şmeli bir münasebete benziyordu.<br />
3) Avrupa siyasi tarihinin modern ça ğı açıktan açığa siyasi ve hukuki<br />
otoritelerin merkezle şmeye doğru bir yol ald ığını gösterir. Bu hareket ticari<br />
işlerin art ışı, mahalli bağımsahldann ortadan kalkmas ı, esnaf loncalar ının,<br />
din ve rühban derneklerinin kald ırılmasıyla yakından ilgilidir. Bu türlü merkezile<br />
şme hareketi biribirine dü şman din ve mezheplerin do ğurdu ğu ayrıhkları<br />
ahenkli kılma ihtiyac ı ve milli birlik duygusunun artmas ı ile teşvik<br />
görmü ştür. Milli Birlik duygusunun amac ı, siyasi iktidara dünyevi ve lây ık<br />
bir temel vermektir.<br />
Bu türlü devlet anlayışına egemenlik anlay ışı çok uygun gelmektedir,<br />
ilk a şamada milli birlik duygusunun artmas ı, iktidardakilerin siyasi nüfuzunun<br />
100
artmas ını gerektirmi ş ve bundan da en çok kira! faydalanm ıştır. İngilterede<br />
bu hal parlamenter geli şme ile ba ğda şmıştır. Bu memlekette s ınıfları temsil<br />
eden bir meclisten (Assembly of Estates)ulusal nitelikte bir yasaman meclis<br />
(Natoinel Legislative) do ğmu ştur. Bu meclis ise genel oyla seçilen yasaman<br />
meclisin asli örne ğini (Prototype) vermektedir. Bu örnek say ılan yasaman<br />
meclisin de dahil bulundu ğu İngiliz sistemi, geçirdi ği sayısız deği şikliklerle<br />
bugünkü demokrat ve liberal devletin tipik bir örne ği olmuştur ı l.<br />
4) Modern Devlet olarak son zamanlarda yeni tipte baz ı devlet şekillerinin<br />
gelişme halinde olduğunu söylemek do ğru olsa bile bu ana kadar İngilterede<br />
gelişen demokrat tipin yerine geçecek daha üstün bir devlet şeklinin bulunmu ş<br />
olduğu iddia edilemez. Mesela bugün mutlakiyete dayanan bir sistemin İngiltere<br />
için uygun bir yönetim oldu ğu ileri sürülemez. Britanya Milletleri Topluluğu<br />
(British Commonwealth of Nations) nun varl ığı ve parlamento egemenli ği<br />
hükümdarlığı hukuki bir faraziyeye irca etmi ş tir. Yani Ingilizler, mutlakiyet<br />
şeklinin bütün kılık ve k ıyafetini muhafaza etmi ş, ancak onun içinden sanki<br />
bir şırınga ile bütün eskilikleri atarak yerine çok yeni fikirleri zerk etmi ş<br />
gibidirler. Bu konuda şekil ve görünüşe aldanmamak gerekir. Zira bugün<br />
İngiliz meclisinin farazi olarak yapamayaca ğı bir şey varsa oda kad ını e ıkek,<br />
erkeği kad ın yapmakt ır ki baz ı düşünürlere göre meclis hukuk bak ımından<br />
bunu da yapabilir. S ıkı bir uluslar aras ı sisteminin kurulmas ı ulusal egemenlik<br />
ve ba ğıms ızhkları daha farazi bir hale getirebilir. Yahut toplumsal ve<br />
ekonomik münasebetler ba ğımsızlık nazariyesine ayak uydurmak için k ıl ık<br />
kiyafet de ği ştirmek zorunda kalabilir. Devlet yönetiminde mülk sahiplerinin,<br />
işçilerin ve tüketicilerin ç ıkarlar ı bakımından ticari, iktisadi, mali ve hatta<br />
siyasi baz ı düzen ve tedbirlere ba ş vurulmas ı önüne geçilmez bir zaruret<br />
haline gelmi ştir. Di ğer taraftan, yasaman meclislerin meseleleri çözmede<br />
gösterdikleri yetersizlik kimsenin gözünden kaçmamaktafbr. Bu alanda<br />
genel düzenleme ve denetleme görü şü, seçim ile kurulan meclislere birakılmak<br />
suretiyle hükümet ve idare düzeni için gerekli organlar ı kurmak gibi<br />
temsili bir mahiyet arz eden hükümet şekli kald ırılarak s ıkı .snurlamalarla<br />
otoritenin daha çok merkezile ştirilmesi de dü şünülebilir. İkinci şıkta yani<br />
temsili hükümetin kald ırılarak s ıkı s ınırlamalar ı gerektiren merkezile şme<br />
sistemine İtalya ve Almanya'da kurulmu ş olan fa şist idareler misal te şkil<br />
ederler 12 . Devletin totaliter anlay ışı olan bu doktrine göre, devlet yaln ız<br />
hukuki anlamda egemen olmakla kalmaz. Toplumsal ya şayışın bütün bö-<br />
11 Bk. Georges H. Sbine State, E. S. S. Cilt 14 S. 329 ve devam ı<br />
12 Bak. Schumen Fredericke, political theory of german Facism, American political<br />
scienes Review, cilt, 28, 1934. Sh. 210-232)<br />
101
lümlefini düzenlemek görevini de üzerine al ır. Eğitim, din ve sanat kadar,<br />
sermaye, i ş ve ulusal ekonominin tümü devletin düzenleme, yönetme,<br />
denetleme ve müdahele alan ına girer. Rusyada 20. yüzyılda yerle şmiş olan<br />
Komünist devlet anlay ışı, sonuçlar ı bakımından bu görü şten çok farkl ı değildir.<br />
Rusya'daki sistem i şçi sınıfının çıkarlarını korumak üzere kurulmu ş<br />
bir diktatörlük oldu ğu halde Fa şizm ve Nazizm aç ıkça itiraf edilmedi ği halde<br />
kapitalist diktatörlükten ba şka bir şey değildir. Yani İspanyollar ın dediği<br />
gibi birisi k ızıl, di ğeri beyaz birer diktatörlüktür. Fakat her ikisi de bir diktatorya<br />
idaresidir. Her iki sistemde de (Yani Fa şizm ve Komünizmde) muhalefet<br />
partileri kald ırılmış ve parlamento asli cevherinden yoksun kalm ıştır<br />
Bununla beraber her ikisi de ba şhcas ı üreciler konfederasyonu olmak üzere<br />
baz ı organlar vas ıtasıyla TEMSIL ESASINI, muhafaza ettiklerini ısrarla<br />
iddia ederler. Muhalefet, Demokrasi ve Parlamento rejiminin bir temel<br />
unsuru olduğu halde Fa şizm ve Komünizmin kurdu ğu bu organlaıın sistem<br />
ve temel unsurlardan say ılamıy\-aca ğı art ık anla şılnuştır. Bu tecrübelerin<br />
yeni bir devlet tipine i şaret say ıldığını söylemek güç ve hatta imkâns ızdır.<br />
Yalnız Rusya meselesinde Komünizmin memleketin içinde bulundu ğu özel<br />
şartlara uygun dü şmesi mümkündür. Ba şka memleketlerde ayn ı şartlar ın<br />
bulunmayışı, diğer devletlerin Komünizm sistemini ayn ı doğrultuda geliştirebilmeleri<br />
ihtimalini bertaraf eder. Bunun gibi. İtalya ile Almanya meselesinde<br />
Fa şizmin yeni bir devlet tipimi yoksa modern bir k ıhğa bürünmüş<br />
eski bir diktatörlükmü oldu ğunu kestirmek bir hayli güçtür. Fa şist devletlerin<br />
kurulması ve bu şekildeki bir devlet anlay ışmunn geçici de olsa revaç<br />
bulmuş olmas ı kısmen toplumsal çöküntü ve sefaletten do ğan psikolojik<br />
telâfiye, kısmen de bu sistemin milliyetçilik, Hegelcilik (Hegelianisme ve Makyavelcilik<br />
(Machiavelisme) ile kar ışık bulunmas ına atfetmek gerekir 13 .<br />
Herhengi bir devlet nazariyesinin en güç taraf ı, olaya ve de ğerlere verilmesi<br />
gereken önemde sakh bulunmaktad ır. Herhangi bir de ğeri pe şin olarak<br />
var farz ederek i şe ba şlamak bizi yanlış yollara götürür. Siyasi olaylar,<br />
değerlendirmeler ışığı altında bir de ğerler dokusu niteli ğindedir. Gerçek siyaset<br />
felsefesi, halk ın zihninde müphem olarak mevcut olan de ğerleri aç ıklığa<br />
kavu şturan ve de ğerlendirmeyi yeni olay şartlarına uygulamış olanıdır.<br />
13 Bk. Prof. E.Z: Karalm devrim ve laiklik yaz ısı S. 67 Laiklik adli anonim eseri, (Birinci<br />
cihan harbinden sonra Laik idealini inkar eden, İnsan şahsiyetini ham madde gibi kullanmak<br />
ve israf etmek isteyen Fa şizm ve Komünizm rejimleri ortaya ç ıktı. Lâyik de ğerleri ihtiva eden<br />
Demokrasi nizam ına, ayrı cephelerden, taarruz ederek bu nizam ı büsbütün kald ırmak istediler.<br />
Fakat ikinci cihan harbi ile tasfiye edilen zihniyet Fa şizm zihniyeti oldu. Bugün ayakta tutunmaya<br />
çalışan Komilnizme gelince : Korkuya, zulme dayand ığı için ve yalmz maddeye k ıymet<br />
verdiğinden insanlık için bir iddia de ğildir ve olamaz. Fa şizm'in uğradığı akibetten kurtulmas ı<br />
da, bu sebeple ne mümkündür, nede muhtemeldir. Bu k ısa aç ıklamada gösteriyorki medeni<br />
dünyanın ideali ve istikameti Lâik devlet nizanud ır.<br />
102
Geleneksel Devlet Felsefesi, her devletin gerek kendi uyru ğuna kar şı,<br />
gerekse ba şkalar ına kar şı uygulamakta oldu ğu zorlama gücünü (Contrainte)<br />
ahlâki yönden hakl ı göstermek yolunu tutmu ştur. Eski toplumsal sözle<br />
şme (Contrat social) veya Tanr ısal hukuk (Jus divinum) nazariyeleri bugün<br />
modadan dü ş mü ştür. Fakat bu iki nazariye aras ında mevcut olan esasl ı fark<br />
devam etmektedir. Her iki nazariyenin de devletin haiz oldu ğu zorlamay ı<br />
haklı göstermek üzere ortaya at ılmış olduklar ı izahtan varested ır.<br />
Devletin Hukuki nazariyesi, de ğerlendirme s ın ırları içinde dü şünülen<br />
nazariye tipinin özel bir halidir. Bundan dolay ı ahlaki de ğerlerle ilgilenme ğe<br />
bir ihtiyac ı yoktur. Mesele kollektif iradenin geçerli ği ve gerçekli ğini ilgilendirdiği<br />
orant ıda olumludur. Şunu da söze katmak ki hukuki yetki, kendiliğinden<br />
bir de ğerdir. Bunun fiili bir iktidarla zorunlu bir münasebeti yoktur.<br />
Siyasi e ğilimdeki nazariyeler, Hukukla devlet aras ında tek bir münasebet<br />
kabul etseler bile, genel olarak devlette yaln ızca hukuki olmayan siyaset<br />
ve hükümet tasarruflar ı (Actes gouvernementaux) n ın bulundu ğunu kabul<br />
ederler. Kanun yapma yetkisini devletten farkl ı bir görev sayan nazariyeler<br />
ço ğu zaman hukuku bir norm, devleti ise kendisinden hukuk normu ç ıkan<br />
bir tüzel ki şilik sayarlar. Bu tip nazariyeler hukukun var olmas ını bir devletin<br />
var olmas ına; bir devletin var olmas ını da hukukun var olmas ına ba ğlar<br />
ve bu iki önerme aras ında bir fark gözetrnez. Bu yolda tamlan en aç ık durum<br />
Kelsen'in durumudur. Kamu otoritesinin me şruiyeti ile ilgilenen nazariyeler<br />
bile kaideten bu meseleleri, fiili ve illî mahiyetleri dolay ıs ıyle birbirinden<br />
ay ırdedememi şlerdir. Makyavelden beri siyasi ve hukuki münasebetlerin<br />
mekanizmaslyla ilgilenen bilginler olmu ştur. Fakat Aristonun siyasetname<br />
veya politika diye an ılan 14 eseri bu sahada yap ılan etüdlerin tümüne bir<br />
misal te şkil eder. Bu türlü eserler, toplumsal ve siyasal psikoloji ve kültür antropolojisinde<br />
yap ılan en son ara ştırmalarda oldukça önem kazanm ışlard ır.<br />
Son devrin siyasi münaka şalar ında söz s ınıf mücadelesine getirilmekte ve<br />
devlet iktidarda bulunan s ınıfın vekâletini haiz bir heyet (Agence), say ılmaktad<br />
ır. Böyle bir anlay ışa göre devlet mensup oldu ğu s ınıfın menfaatlerini<br />
korur; Fakat di ğer s ınıflar ı sömürür. Bu nazariyenin kaç ınılmaz bir<br />
sonucu• s ınıfa dayan mayan bir cemiyette devlet kavram ın!'" ortadan kalkmas ı -<br />
d ır. Bu fikir gayet ütopik bir fikir oldu ğu halde halen sosyalistlerce ra ğbet<br />
görmektedir 15 .<br />
F) DINLE MÜNASEBETLERI BAKIMINDAN DEVLET ŞEKILLERI.<br />
Bu konuda bir çok s ımflamalara raslamr. Genel olarak Dinle münasebeti<br />
bakımından Devletin dört şekli dü şünülebilir:<br />
14 Bak. Aristo, Politika, IV, VI kitaplar.<br />
15 Bak. E. S.S. State Maddesi.<br />
103
1. Teokrasi (Theocratie)<br />
Din kurallar ı= devleti yönetmesi sistemidir. Tarihte pek çok örneklerine<br />
raslamr. Günümüzde say ısı çok azalmış olan bu sistemde devlet bir<br />
dini resmen tan ır. Bu din dışında kalan dinlerle mensuplar ımn Devletçe hiç<br />
bir değeri yoktur. Devletin temeli din ilkelerine dayan ır. Bu sistemin daha<br />
ileri şekillerinde bir dini ho şgörürlük yer ahr. Hattâ anayasalar ba şka dinlerin<br />
de varlığını kabul ederek bunlara bir hak tan ır. Günümüzde Suudi Arabistan,<br />
Tibette uygulanmakta olan Lamaizm ve bir bak ıma İspanya bu sistemin<br />
belli ba şh örnekleridir. İslamda Devlet (Hilafet) saf şeklile en aydınlatıcı<br />
bir teokrasi örne ğidir.<br />
2. Bizantinizm (Byzantinisme)<br />
Devletin dini himayesine almas ı demektir. Buna İngiliz yazarlar ı kayser<br />
papaliğı anlamında (Caesaro—Papism) derler. Iznik Konsilinde dini himayesine<br />
almış olan Konstantinin durumu böyledir. Osmanlı Imparatorluğu Yavuzun<br />
Hilafeti ele geçirmesinden sonra bu sisteme çok yak ın bir yönetim<br />
şekli olmu ştu. Yazarlar aras ında Osmanlı idaresini Teokrasi sayanlar da<br />
vardır.<br />
3. Konkordato Sistemi (Regime Concordataire)<br />
Bir Devlet Ba şkanı, ülkesinde ya şayan kimselerin ilgili bulunduğu dinin<br />
önderiyle bir anla şmaya var ırsa bu anla şma hükümlerine göre bir yönetim<br />
kurulur ki buna konkorda veya konkordato rejimi denir. Bu rejim iki tarafh<br />
bir uluslar aras ı anlaşma niteliğinde olduğundan bunun tek tarafl ı bozulması<br />
Devletler hukukuna ayk ırıdır. Fransada Birinci François ile papa arasında<br />
ve Napolyonla papal ık arasında böyle bir anla şmaya varılmıştı<br />
4. Lâyiklik (Laicite)<br />
Dinle Devletin ayr ılmas ı ilkesidir. Demokrasi e şitlik ve özgürlük temeline<br />
dayanır. Lâyiklik ise e şitlik ve özgürlü ğün bir sonucudur.- Bu dört sistemden<br />
en önemlisi birinci ile sonuncudur. Birincinin en tipik örne ği İslamda Devlet<br />
bahsinde, Lâyiklik ise daha ileride söz konusu edilecektir.<br />
.: Demir perde gerisinde gruplanan halk demokrasilerinde Sosyalist sis-<br />
temler klasik demokrasilerden farkla olarak din ve vicdan özgürlü ğü yanında<br />
dinsizlik (atheisme) özgürlüğünü anahaklar aras ında savunur.<br />
104
II. İSLAMDA DEVLET — (HILAFET)<br />
A. Genel Bilgiler<br />
Devletin Maddi Unsurları ve Kamu gücü<br />
a — Devletin maddi unsurlar ı (Ülke ve halk)<br />
Islâmiyet dünyayı üçe ay ırır; bunlar ın herbirine dâr denir. Müslümanların<br />
elinde olan k ısma Darülislam, müslümanlar ın elinde olnuyana Darülharp;<br />
müslümanlarla bar ış halinde olana Darülsulh derler. Bütün müslümanlar<br />
bir tek millet (milleti vâhide) say ıldığı halde gayrimüslimler üç zümreye<br />
ayrıhrlardı. 1— islam egemenli ği alt ında bulunmayanlara kafir—i harp denirdi.<br />
2— islam egemenliğini tan ıyan gayrimüslimlere ise 1(Ctfir—i zim ıni denir<br />
Bu Kâfir—i z ımmilere reaya da denirdi. 3— islam egemenli ğini tanımamış<br />
olmakla beraber islam ülkesine s ığınmış olan ve islam himayesi alt ında ya şayan<br />
gayri müslimlere de kafir—i müst'emen derlerdi. Müste'menler ancak<br />
bir sene islam ülkesinde kalabilirlerdi 3 .<br />
b — Devletin manevi unsuru (Kamu gücü veya egemenlik).<br />
Terimler ve anlamları<br />
Hak ve hukuk. Bugünkü anlamda hukuk zorunlu toplum kurallar ıdır<br />
biarada iki türlü hak vard ır Biri hakkullah denilen Tanr ısal Hak; ötekisi<br />
Hakkul'ibad denilen kul hakkıdır. Genel olarak bunlar ın birincisi bugün<br />
kamu hukuku bölümünde incelenir. Ikinci grup ise bugün Özel hukuk ba şlığı<br />
altında toplan ır.<br />
Kamu hukuku, kamuyu yani toplulu ğun ortakla şa işlerini ilgilendiren<br />
hukuk kollarını içine alır. Bu zümrede taraflardan biri devlettir. Bugün Hukuk<br />
Fakültelerinde okunmakta olan Anayasa hukuku, İdare hukuku, Ceza<br />
hukuku, Devletler Umumi Hukuku, Mali Hukuk ve benzerleri Kamu Hukuku<br />
ailesindendir.<br />
Yukarıda da belirtti ğimiz gibi, İslamda bu haklar ın çoğuna Tanr ısal haklar<br />
(Hakkullah) denirdi. Bugün Kamu haklar ı aras ında gördüğümüz özgürlük<br />
hakkı (hakkı hürriyet), nefsin ve ırz ın dokunulmazlığı hakkı (hakkı<br />
ismet), mülkedinme hakk ı (hakkı mülkiyet) ve şahsın dokunulmazlığı İslamda<br />
Tanrısal haklardand ı.<br />
13 Osmanli imparatorlu ğunun son zamanlarında Zimmilere tebai gayri-müslime ve müste'<br />
menlerede tebaa ecnebiye denmi ştir.<br />
105
Halife ve Hilafet sözü Arapça • 13 alefe (<br />
) kökünden gelir.<br />
Birinden sonra gelmek anlam ındad ır. Halife sözü Bat ı dillerine Calife,<br />
Khalife, caliph şeklinde geçmi ştir. Kelime, Tü ıkçede üç anlamda kullan ılır:<br />
1— Türkçele şmiş olan şekli ile "Kalfa" in şaatta müteahhitle usta aras ında<br />
yap ı işlerini idare eden kimseye denir. 2— Eski Bab ıâli memurlarına verilen<br />
bir unvand ır; 3— Mahalle mekteplerinde hocadan bir derece a şağı olup öğrencilere<br />
yard ım eden kimsedir. Halifenin konumuzu ilgilendiren anlam ı<br />
ise Peygamberin ölümünden sonra islâm ın siyasi ve dini- önderli ğini yapan<br />
kimsedir. Buna göre Halife Peygamberin vekilidir. Ebubekir Tanr ı Peygamberinin<br />
Halifesi (Halifei Resulullah) unvan ı ile yetinmiştir. Tanr ın ın Halifesi<br />
(Halifetullah) deyiminin de kullan ıldığı olmuşsa da bunun do ğruluğu<br />
sabit olmamıştır 14 .<br />
Kur'anda islâmi anlamda hilafeti ilgilendiren bir hüküm yoktur. Sadece<br />
kamu hukukukunu ilgilendiren iki âyet vardır: Bunların birincisi, "Müslümanlar<br />
i şlerini kendi aralar ında me şveretle yürütürler" 15 , ötekisi "Tan:<br />
rı'ya, Tanr ı Resulline ve buyurma yetkisi olanlara itaat ı 16 öğütler" 17 .<br />
Görülüyor ki birinci âyet devlet i şlerinde kar şilıkl danışmayı hedef<br />
tutmakta, ikincisi ise anar şi, ba şsızhk ve hükümetsizli ği önlemek ve disiplini<br />
sağlamak için itaat ı emretmektedir 18 .<br />
Kur'anda Halife hakk ında, islâmi anlamda bir hüküm yoktur. Bu, böyle<br />
olmakla beraber Kur'an ın muhtelif yerlerinde Halife sözüne rastlanmaktadır.<br />
Arap dilinde ta şıdığı tarihi anlamlan ve hilafet sözü içinde gizlenmi ş<br />
özellikleri belirtmesi bak ımından bunları incelemek yerinde olur.<br />
14 Abbasi Halifelerinden Mansur mekke'de irad etti ği bir hutbede kendisinin Allah' ın<br />
yeryüzünde tayin etti ği bir Sultan oldu ğunu söylemi ştir. Bundan Tanr ı'nın yeryüzündeki gölgesi<br />
il j; manas ı ç ıkarılmaktad ır. Bu görü ş yanhştır.<br />
der.<br />
15 Kur'an, Sûra Suresi, 37 j.„1<br />
16 Kur'an, Nisa Suresi, 59 jil J y JJI 1_,"1. .11 13..,1,1<br />
17 Tartu şi eski bir bilgine atfen „kırk yıllık istibdat bir saatlik anar şiye müreccahtır"<br />
18 İncil'de I. Petrus'un birinci mektillıu (Premiöre clpître de Pierre, II) 13-14 ayetinda<br />
buna benzer bir hüküm vard ır : "Gerek egemen Kral olsun gerekse bu Kral ın kötüleri cezalandırmak<br />
ve iyileri korumak üzere gönderdi ği valiler olsun insanlar aras ında kurulmu ş her otoriteye"Tann<br />
uğrunda itaat . ediniz (Kitab ı Mukaddesteki ifade bozuk oldu ğundan Frans ızca<br />
ashndan tarafımdan çevrilmiştir.) Luter'e göre fena ve haks ız da olsa cismâni otoriteye isyan<br />
ve ayaklanma tecviz edilemez. Çünki kötülü ğü cezaland ırmak herkese ait bir i ş değil, ancak<br />
elinde dünya otoritesini bulunduran makam buna yetkilidir. (Bk Edit de Weimar, Cilt XVIII,<br />
Sayfa 302 ve devam ı) Buna kar şılık Ralven (Calvin) kötü idareye kar şı direnmeye uygun görür.<br />
(Bk. G. Mensching, Sociologie Religieuse, Paris, 1951, sayfa 132)<br />
106
Tanrı, Hazreti Davud'a: "Ey Davut seni yer yüzünde halife k ıldık<br />
Yeter ki insanlar aras ında hak ve adaletle hükmedesin." 19 Burada Hazreti<br />
Dâvut, Tanr ı'nın halifesidir. Fakat bu halifelik hak ve adaletle hükmetmek<br />
şartma ba ğlıdır. Adaletin yerine getirilmesi eski bir deyimle Hakk ın ihkak ı<br />
ve batılın iptali demektir.<br />
İmam ve İmamet: Bir çok islam müçtehitleri taraf ından İmametle hilafet<br />
aynı anlamda kullamlmıştır Fakat dikkat edilirse bu iki deyim aras ında<br />
bir fark vard ır. Her İmam Halife de ğildir; buna kar şılık her Halife ayn ı za•<br />
manda islamlann İmann (İmamül Müslimin) dir. Eski hukukçular bu iki<br />
kavram aras ında Umumu Mutlak ve Hususu Mutlak münasebeti vard ır derlerdi.<br />
Mesela mahalle imamlar ı, tabur imandan, İmamı Azara, İmam Şafii<br />
İmam Gazali gibi bir meslek veya mezhebin önderleri Halife say ılmazlar.<br />
İmam sözü kur'anda Hz. İbrahimin Tanr ı ile yaptığı bir konuşmas ında<br />
geçer: Burada Tanr ı Hazreti İbrahime "Ben seni nasa imam yapaca ğım"<br />
buyuruyor 29<br />
İslam Hukukunda birinci derecede önemli kaynak Kur'and ır İkinci<br />
olarak hadis gelir. Hadis Peygamberin söyledi ği, yaptığı, yapılmasını emrettiği<br />
ve yapılırken mani olmadığı işler ve eylemlerdir. Bu anlamda sünnet<br />
kelimesi de kullanılır Buraya kadar Kur'anda konumuzla ilgili hükümler<br />
görüldü. İkinci derecede bir kaynak olan hadiste konu ile ilgili önemli hükümlere<br />
raslanmaz. Gerçi İmam Kurey ş Kabilesinden olacakt ır 21 , diye bir<br />
hadis varsa da bu hilafet müessesesinin mahiyetiyle ilgili de ğildir. Kur'an<br />
ve Hadiste hilâfetle ilgili bir aç ıklamaya rastlanmamas ı meseleyi icma'a<br />
bırakmıştır<br />
Hildfeti Hakikiye ve Hilafeti Suriye: Sünnet etli bilginler hilafeti, Hilafeti<br />
Suriye ve Hilafeti Hakikiye diye ikiye ay ırırlar. Bu bölümleme Bat ılı<br />
bilginlerce de benimsenerek Hilafeti Hakikiyeye Frans ızca (Califat parfait<br />
ou legitime) ingilizce (Orthodoxe Caliphate) denilmektedir. Hilafeti Suriyeye<br />
sadece Califat veya (Caliphate) denilmi ştir Ileride uzun uzad ıya görece ğimiz<br />
Hilafeti Hakikiye (gerçek halifelik) gerekli nitelikteki bir kimsenin ümmetin<br />
seçkinleri tarafından geçilmesi ve biat denilen halk ın onayı ile iktidara gelmesi<br />
halidir 22 .<br />
islamiyetin ilk devirlerinde gelen ilk dört halifenin durumu<br />
19 Kur'an Sad Su ıesi (XXVII) 17. Ayet.<br />
20 Kur'an I, 124<br />
21 ( ot. e° •1) )Z<br />
22 Sadrü şşeria, Tadil-ül Ulum adl ı eserinde hakiki hilâfete hilâfeti nübüvvet ad ım vermek.<br />
tedir. (Bk Seyyit bey, Hilâfetin mahiyeti şer'iyesi, sayfa 16 ve devam ı.<br />
107
öyledir. Suri hilafet ise yukar ıda temel ilke diye sayd ığımız esastan birinin<br />
(seçimin) eksik olmas ı dolayısiyle ancak şeklen hilafet say ılır. Emevilerin,<br />
Osmanlıların hilafeti bu türlüdür.<br />
Örfü adet: Bu terim asl ında iki kelime olduğu halde tek bir anlam ı vard ır.<br />
O da, halkın yaptığı hukuktur. Kelime Bat ı dillerinde kullanılan usage, Coutume<br />
gibi tabirlerin kar şıhğı olmakla beraber Frans ızcada Les us et coutumes<br />
terimi nas ıl iki kelimeden yap ıldığı halde bir tek anlam ta şıyorsa, hukukçuları=<br />
da halen bu iki kelimeyi yukar ıda belirttiğimiz anlamda kullanmaktadırlar.<br />
Halbuki gerçekte iki kelime söz konusudur. Bunlardan biri<br />
örf, ötekisi âdettir. örf, irfana dayanan bir kurald ır. Bilginlerin, arif olanların<br />
koyduğu bir esast ır. Fakat adet sözünde bu yüksek anlam belirtilmi ş<br />
değildir. Zira batıl ve kötü şeyler de adet olabilir. Mü şterek olan yön, her<br />
ikisinin de toplumda ya şıyan ve yaz ılı olmıyan kurallardan olmas ıdır. İkisi<br />
arasında umum ve hususu mutlak münasebeti vard ır. Yani her örf bir adettir;<br />
fakat her adet örf de ğildir. Islami tabiriyle örf ( ) âdet ( ) d ır.<br />
Kuran' ın Araf suresinin 199. ayetinde örf ile emreyle denmektedir 23<br />
O halde örf üzere idare Tanr ı buyruğu icaplarındandır. 24<br />
Bugünkü hukuk görüşü örfü, adetin daha şuurla şmış bir şekli sayar. Bu<br />
bakımdan örf, adet ile Kanun aras ında, daha do ğrusu yaz ıs ız hukuk ile yaz ılı<br />
hukuk aras ında bir köprüdür 25 .<br />
B. H İLASET MÜESSESESI<br />
Gerçek hilafet, ülküsel biçim ve niteli ğini ancak ilk dört Halife devrinde<br />
koruyabilmi ş daha sonra görünürde hilâfete (sûri hilâfete) dönmü ştür.<br />
Gerçek hilafet özellik ta şıyan önemli bir inceleme konusudur. Buna kar şılık<br />
hilafeti siiri'ye diye an ılan bozuk şekil e şine her yerde rastlanan bir anayasa<br />
konusu olmaktan ileri gidemez. Terim k ısmında sözü geçen Sadru şşeriamn<br />
Tadilül Ulihn adli eserinde gerçek hilâfete Hilafet—i Nübiivvet deniliyordu.<br />
Bu konuda Peygamberin bir hadisi oldu ğu söylenir. Peygamber, bu hadisiııde,<br />
gerçek hilafetin ancak 30 y ıl devam edece ğini ve bundan sonra bu<br />
yönetimin ıs ırıcı bir saltanata dönece ğini bildirmiştir 26 .<br />
23 ( 1 Bağışla, örfle i şi yürüt ve bilgisiz- '<br />
lere yüz çevir.<br />
24 Terim incelemelerinde daha uzun bilgi edinmek için şu eserlere müracaat edilmelidir.<br />
İslam Ansiklopedisinin konuyu ilgilendiren k ısımları, İbn Haldun tercümesi Cilt : 2, Seyyit<br />
Bey, Hilafetin mahiyeti şer'iyyesi ; Ortis, derecho musulman ( İspanyolca) Califato, Enciclopedia<br />
de Espasa (İspanyolca); Nasuhi Bilmen, Istilahat ı fıkhiye kamusu Cilt: I<br />
23 Ek. Yavuz Abadaü, Hukuk Tarihi, ta şbasması S. 63.<br />
26 ( ı<br />
âs I)<br />
108
Gerçek hilâfetin iyice anla şılmas ı, şu iki cihetin incelenmesiyle mümkürıdür<br />
:<br />
a. Adayın hilafet makam ına getirilmesi<br />
b. Halifenin din ve dünya görevleri<br />
a. Aday ın Hiltifet makam ına getirilmesi:<br />
Buradh üç evrenin incelenmesi gerekir. 1) Adayda aran ılan nitelik ve<br />
özellikler 2) Seçim; 3) Biat. Şimdi bunları ayrı ayrı ara şt ırahm•<br />
1. Sünni olan islam bilginlerine göre adayda aranan ki şisel şartlara<br />
başhcaları şunlardır 27 :<br />
4<br />
1— Müslüman olmak<br />
2— Bağıms ız olmak<br />
3— Akıl ve, baliğ (Reşit) olmak<br />
4— Erkek olmak<br />
5—Beden ve ak ıl eksikliği olmamak<br />
6— Ülke ve Ulusu yönetmede tedbirli bir siyaset\ adam ı olmak<br />
7— Halk arasmda ünlü ve güçlü tan ınmak<br />
8— Yiğit olmak<br />
9— Adalet erbab ından olmak<br />
10— Kurey ş Kabilesindcn olmak<br />
11— Bilgin olmak<br />
12— İyi ahlakh olmak<br />
13- Doğru olmak<br />
Yukarıda say ılan niteliklerin ço ğu bir aç ıklamayı gerektirmez. Fakat<br />
Kurey ş kabilesinden olmas ı ile bilgin olmas ı açıklamaya muhtaçtir.<br />
Halifenin Kurey ş kabilesinden yani Peygamberin ba ğlı bulunduğu kabileden<br />
olması bir hadise dayamr. Bu hadis Ebubekir taraf ından söylenmi ştir.<br />
Bundan dolay ı İslam bilginleri Osmanl ı Saltanat ına gerçek hilafet gözü ile<br />
bakmamışlardır. Osmanlı Hilafeti, seçim ve biat gibi temel şartlardan da yoksun<br />
27 Maverdi, Ahkânu Sultaniye, „bu eserde ilk on şart vard ır".<br />
109
ulunduğundan hiç bir zaman gerçek Hilafet sarlmam ıştır Yine bu şart<br />
son zamanlarda, M ıs ır Kırallarma, hilafetin verilmesine engel olmu ştur.<br />
Halife olacak aday ın bilgin olmas ı şart ına gelince, sünnet ehlinin bir<br />
çoğu Halifenin sadece, bilgin olmas ını yeter sayarlar. Sünnet ehli bilginlerinin<br />
bir kısmı da adayın sadece bilgin olmas ını yeter görmezler; ayr ıca aday ın<br />
hukuk biliminde doktrin sahibi yani müçtehit olmas ını da gerekli sayarlar.<br />
Hanefiler sadece adayın bilgin olmas ını yeter bir şart sayarlar.<br />
Dokuzuncu şart olarak görünen "Adalet erbab ından olmak" islâmdaki<br />
devlet anlayışının açık bir niteliğidir. İslam bilginlerine göre zalim bir kimseyi<br />
Halife yapmak, kurdu koyuna çoban yapmak demektir. Kur'anda Hazreti<br />
İbrahim'in Tanr ı ile konuşması, adaletin büyük önemini belirtmektedir.<br />
Hazreti İbrahim kendine verilen İmamet'in soyuna da verilmesini Tanr ı'dan<br />
e<br />
diledi 28 . Bunun üzerine Tanr ı "benim andı emanetim zalimlere vas ıl olııkaz"<br />
29 . cevab ını verdi. Buna göre Halife ve İmam tayini zalimin zulmuilnü def'<br />
etmek içindir. Ebubekir ilk hutbesinde "Ey nas... Ben sizin üzerinize veliyyülemir<br />
oldum. Halbuki ben hepinizin en hay ırlıs ı değilim. Eğer iyilik edersem<br />
bana zahir olunuz, e ğer fenahk edersem beni do ğru, yola sevk ediniz. Do ğruluk<br />
emanettir ; yalanc ıhk hiyanettir. Kaviniz indimde zay ıftır ki andan mağdurun<br />
hakkım istihsal ederim" 19<br />
İlk dört Halife bu şartları yerine<br />
getirmi şlerdi. Bundan sonra Hilafet kurumu Peygamberin sözüyle ısırıcı<br />
bir saltanata dönmü ştür. Bu saltanat ı dini anlamda Hilafet saymak yanl ış<br />
olur. Verilen ad ne olursa olsun bundan sonra gelen Devlet şekillerini sırf<br />
öğrenme merak ımız ı giderme ve İslamdaki yönetim şekillerini tesbit etmek bakımından<br />
söz konusu yapmak gerekir Sünnet ehlinden olan islam bilginlerinin<br />
hepsi bu kamdadırlar. Şia mezhebi ne mensup bilginler Hilafetin, Peygamberin<br />
damad ı olan Ali'nin nesline ait olmas ı gerekti ğinde israr ederler. Hariciler<br />
bu görüşün kar şı kutbunu te şkil ederler. İslam mezhepleri içinde çok demokrat<br />
olan bu mezhep, ehliyet şartlarından tamamiyle vazgeçerek herhangi<br />
bir müslümanın Halife seçilebilece ğini ileri sürer 31 .<br />
Şia mezhebi muhtelif fırkalara arılmışıtr 12 . Bunlardan biri olan Zeydiye<br />
fırkası Peygamberin kız ı Fatime evladıııdan olmak üzere Hilafetin verilmesi<br />
konusunda bir kaç şart ileri sürer ; İlm-ü Fazilet, züht-ü taat, cud-u<br />
semahat, şecaat- ı celadet ve halk- ı icabet ve itaate davet gibi 33 .<br />
28 Bak imamet (bu dilimin terim lusnn)<br />
29 Bakara 124. ,..„Lut Jl; j11.31.;<br />
30 Seyyit Beyin Mecliste irad etti ği Hilğfet nutkundan.<br />
31 P. Jose Lepaz Ortiz, Derecho Musulman, sahife 45<br />
32 İmamiye, Zeydiye ve .Gulat fırkalan<br />
33 Bk. İbni Haldun terciimesi 2. cilt 5. sahife<br />
110
— Hilafet Makam ına Gelme Tarz ı (seçim)<br />
Bütün iktidar halktad ır 34. Halk bu iktidara dayanarak gerekli şartları<br />
üzerinde toplayan aday ı Halife seçer. Bu seçim yap ıldıktan sonra bir de halk ın<br />
bu seçimi onaylamas ı gerekir. Halk ın onayına B İAT derler. Bu da Halifenin<br />
eli sıkılmak suretiyle yap ılırdı. Gerçekte seçimi yapan el üstünde olan seçkin<br />
bir zümredir. Bugünkü anlamda tam demokratik bir seçim de ğildir. Mes'ele<br />
bu safhada kalsayd ı İslam Hilâfetine bir zümre yönetimi demek gerekecekti.<br />
Fakat bu seçimden sonraki biat olay ı işleri de ğiştirmektedir. Bu son haliyle<br />
halife seçimi bugünkü demokrasi seçimlerinden farkl ıdır. Zira Seçim Ba şkentteki<br />
halkın oyuna dayan ıyordu. Taşramn açık bir biat ı söz konusu de ğildir.<br />
Ebubekir, sakife-i Beni Saide'de yap ılan bir toplant ı s ıras ında ümmetin<br />
ileri gelenleri tarafından seçilmi ş ; daha sonra halk ona Mat etmi şti. Halife<br />
Ömer, Halife Ebubekir tarafından aday gösterilmek suretiyle i ş ba şına gelmiş<br />
olmas ına rağmen halk kendisine biat etmi ş olduğundan durumu meşra bir hal<br />
almışt ı . İşte bu şekle veltiyeti ah ıt ve gösterilen adaya da veliaht derler. Halife<br />
Osman ile Ali de yine seçimle iktidara gelmi şlerdir. Yaln ız Hazreti Ali Mekke<br />
gurubunun oylar ıyla iktidara gelmi ş olup bütün müslümanlar bunu onaylamamışlardır.<br />
Bu yüzden İslam alemi kanl ı çarp ışmalara sahne olmu ştur.<br />
Fakat gerek E ınevi, gerek Abbasi, gerekse Osmanl ı Hilâfetinde bu iki temelden<br />
hiç biri nazar ı itibara al ınmamıştır Bu yönden, bilginler bunlar ı Suri<br />
Hilafet diye vas ıflandırırlar. Esasta Hilafet bir Vekalet olduğuna göre bu<br />
Vekalet ya mutlak olur, yahut s ınırh olur. Birinci halde Halife mutlak yetkilere<br />
maliktir İkinci halde ise Halife me şruti bir hükümdard ır. Bu sonuncuya<br />
en aç ık örneği son zamanlardaki Osmanl ı meşruti idaresi vermektedir.<br />
Batı hukukunda Devletin haiz oldu ğu üstün hakk ın kayna ğını bir sözle ş -<br />
meye bağlayanlar bulunduğu gibi 35 bunda Tanrısal özellik görenler veya<br />
Duguit'de oldu ğu gibi Devlet olay ım yönetenlerle yönetilenler aras ındaki<br />
bir ayr ımla şma (Differenciation) gibi görenler de vard ır 36.<br />
İslamda egemenliğin kayna ğı halktır 37 .<br />
Halk lıtı yetkisini yukarıda<br />
belirttiğimiz şekilde, Vekalet yolu ile Halifeye devreder. Bunun tabii bir<br />
34 Hıristiyanl ık iktidarın men şeini Tann'ya atfetmektedir. Bk. Incil Romahlar k ısmı<br />
35 J. J. Rousseau'mn toplumsal sözle şme (Contrat •social) adl ı eseri<br />
36 Duguit'mn Devlet Nazariyesi için D. Ethem Menemencio ğlu'nun Duguit tercümesine<br />
ve Prof. Muvaffak Akbay'm Amme Hukukuna bk.<br />
37 Sanhoury, tek ba şına Tanrı'nın egemen olduğunu, egemenliğin Tanrı tarafından Hükümdara<br />
de ğil millete verildiğini, binaenaleyh Halifenin Tanr ı'mn mümessili değil, milletin temsilcisi<br />
olduğunu ve milletin bizzat Tanny ı temsil etti ğiıi söylemektedir. (Bk. Sanhoury le Califat s.<br />
17, 18
sonucu olarak kamu .erkinin fizyonomisi de ğişir. Halifeye mutlak bir yetki<br />
verildiğinde mutlak bir yönetimin, sınırlı yetki verilirse Me şruti yönetimin<br />
meydana. gelece ğini biraz önce söyledik. Bu iki şekilden ba şka olarak halk<br />
hiç kimseye Vekalet vermeksizin kendi haklar ını kendisi kullamrsa Cumhuri<br />
idare olur. İslam tarihinde bu üç şeklin örnekleri vard ır. İlk dört Halife devrinde<br />
Hilafet mutlak bir Vekâlete dayan ıyordu. 1897 tarihli Osmanlı Anayassas<br />
ına göre bu yetki s ınırlıydı. Halkın bu yetkiyi temsilcileri arac ılığıyala<br />
doğrudan do ğruya kullanmas ı bugünkü anlamda demokrasi sistemini do ğurur.<br />
İslamda Hükümet kelimesi tahakküm anlam ını ta şıdığı için kullamlmaz;<br />
bunun yerine ilk devirlerde mütemadiyen Hilafet kelimesi kullan ılmıştır.<br />
Müsayere yazar ı<br />
İbni Hümam, Hilafeti "Müslümanlar üzerine Kamu<br />
tasarrufu yapmaya hak kazanmakttr" diye tan ımlar 38 .<br />
Bunun anlamı şudur:<br />
Halifenin bütün Müslümanlar ın kamu i şlerine karışmak hakkı vard ır. İşte<br />
bu tasarrufa Islam Hukukunda kamu velayeti anlamında Verayet-i amme<br />
denir. Bu ise egemenlik demektir, İslam bilginleri, yel:ayeti ister uygun görülsün<br />
ister görülmesin ba şkas ı üzerine söz geçirmek diye tammlarlar 39.<br />
kimsenin ba şkası üzerine söz geçirmesi gayri me şru olursa buna tahakküm,<br />
cebir yahutta tagallüp denir. Fakat bu söz geçirme me şrii bir temele dayamrsa<br />
o zaman böyle bir tasarruf velayet ad ını ahr. islâmiyette hiç bir kimse kendi<br />
imtiyaz ından dolayı ba şkası üzerine cebren söz geçirmek ona emir ve yasaklarda<br />
bulunmak hakk ına 'mâlik de ğildir. Yalnız babanın çocu ğu üzerine<br />
cebren söz geçirme yetkisi vard ır ki bunun ad ı velayettir; bunun da me şı i)<br />
olmas ı gerekir. Bu babal ık hakkına ba ğlı bir tasarruftur. Büyük Baba da<br />
bu durumdad ır. Bu velayete daha aç ık bir ifade ile veletyeti Zatiye denir 49 .<br />
Bir<br />
Babanın çocuk üzerindeki velayetinin bir velayeti zatiye oldu ğunu söyledik.<br />
Birde ba şkasının bir kişiye yetki vermesi hali vard ır. Bu türlü velayete<br />
de Velâyeti tafviz derler. Vekil, vasi, mütevelli, Vali, Hakim; Kumandan ve<br />
B. M. Meclisi ve hakemlerin haiz olduklar ı velayet böyle bir velayeti tafviz'dir.<br />
İşte Halifenin de haiz oldu ğu velayet, böyle bir Velayet-i Tafvizdir. Zira<br />
hiç bir kimse kendi iradesiyle veya irsen Halife olamaz. İbnühüman Halife<br />
olmak tasarrufu amme (kamu yetkisine) istihkak demektir diyordu. Bu istihkak<br />
millet tarafından bir kimseye tasarruf-u am vermekle meydana_ gelen<br />
bir Vekalettir. Kamu i şleri halkın müşterek i şleridir. Bir memleketin idaresi<br />
bir kamu i şi olup, o memleket, ahalisinin Kendi i şi ve hakkıdır. Halk, bu hakk ı<br />
kimseye vermedikçe, hiç kimse o hakka malik olamaz. Bil sebepten dolay ı<br />
38 I Ja<br />
39 L31 J J;111<br />
L<br />
40 Bak, Seyyit bey, HiLafetin mahiyeti Şer'iyesi sh. 30 ve devam ı,<br />
112
İslam Hukukçular ı, hilCıfet, milletle Halife aras ında yapılm ış bir Veldilettir<br />
derler. Siyasi cepheden hilafet, Hükümet demek olup, amac ı, memleket ve<br />
milleti adilâne ve güzelce yönetmektir. Şimdi hatıra bir soru gelebilir. Acaba<br />
Halife veya İmamın tasaruflar ı nas ıl oluyor da nafiz 41 .<br />
oluyor ve kayna ğı<br />
nedir Bu otoritenin kayna ğını, seçim ve bundan sonraki biatta aramak<br />
gerekir. Tasarrufun me şru olmas ı için bu tasarrufu yapan kimsenin behemehal<br />
seçilmiş olmas ı ve kendisine biat edilmi ş olmas ı<br />
şarttır. Ancak bu iki<br />
esasa tamamen uyulduktan sonrad ır ki Halifenin emir ve tasarruflar ı muteber<br />
ve me şra olur.<br />
Bu görü şü sünni olan bilginler genel olarak kabul ederler. İslam âleminde<br />
Şia mezhebi birçok fırkalara (Zeydiye, İmamiye, Gulat) ayr ılmış olmakla<br />
beraber hepsi Hazreti Ali ve soyunun İmam ye Halife olmas ında oy birliği<br />
ederler. Bunlar, iddialar ım Peygamberin hadislerine istinat ettirirler. Bu<br />
hadislerden birisi "Ben kimin Mevlas ve Velisi isem Ali de onun Velisidir"<br />
42 . Burada Mevlâ kelimesini Şiiler Veliyyül Emir manas ına almaktad ırlar.<br />
İkinci hadis : "Ali yarg ı konusunda hepinizden yetkilidir" 43 .<br />
Peygamber<br />
bu hadisinde kitap (Kur'an), sünnet ve yarg ı konularında Hz. Alinin<br />
ashabın en yetkilisi olduğunu söyleyerek onu övmü ştür. " İmamet ve hilâfener'<br />
matlup ve maksut dahi tenfizi ahlrâm ı şer'i mübin ile tanzimü ümurü<br />
müslimine maksur olup ve Kur'an ı Kerimde mezkar oldu ğu üzere Ulil emre<br />
itaat nehçi kavimi şer'i mübin üzere eimme ve hidafamn hüküm ve kazalar ı<br />
ına kaffei müsliminin teslim ve rizalar ından ibaret olmakla Aliyyül Murtaza'<br />
nın mesaili hükmü kazada âgem ve Afdal olmas ı nass'ı şari ile İmamet ve<br />
Hilâfete cümle ashaptan ziyade ehliyet ve istihkak ını müfit olur dediler ( İbn<br />
Haldun tercümesi, ikinci cilt, sahife 3). Fakat bu ve buna benzer dü şünceleri<br />
islam aleminin ço ğunluğu payla şmamıştır. Zira Hazreti Peygamber Ali kadar<br />
diğer Milefayi ra şidini de övmü ştür.<br />
b — Halifenin Görevleri<br />
Bütün dini ve siyasi erkler Halifede toplanm ış bulunmaktad ır. Politik<br />
bakımdan bugünkü Devlette klasik olarak üç erk vard ır 44.<br />
41 Bu yaz ının muhtelif yerlerinde münasebet dü ştükce temas edece ğimiz hilafet, terim<br />
bahsinde izah etti ğimiz gibi, dini otorite olan İmamet ve siyasi otorite olarak Devlet Ba şkanlığı<br />
gibi çift yetkiyi ifade eder.<br />
42 ( „ c„:„5" )<br />
43<br />
44 Erklerin bu üçlü bölümlemesine son zamanlarda birçok yazarlar tak ışmıştır. Bu konuda<br />
Jose Ma Cordero Torres'in Consejo de Estado en Espana adli eserinde yeteri kadar aç ıklama<br />
vardır. (Madrid 1944).<br />
Din Sosyolojisi F. 8 1 13
a — Yasama Erki<br />
b — Yarg ılama erki<br />
e — Yürütme (Icra) erki<br />
İslamda ise Halifenin, yetkileri şöyle sıralanabilir :<br />
1 — Dinin savunmas ı ve korunmaal<br />
2 — Hukuki anla şmazlıkların çözümü<br />
3 — Suçların cezaland ırılmas ı<br />
4 — Sınırların korunmas ı için asker donatma ve toplama<br />
5 — Islâmiyeti kabul etmeyen veya İslam Devletine ba ğlı kalmak<br />
istemeyenlere kar şı savunma ve sava ş. (Cihat) 45.<br />
6 — Vergi koymak ve toplamak<br />
7 — Ayhklar ı vermek ve devlet mallar ını idare etmek.<br />
8 — Devletin ikinci de'recedeki i şleriyle u ğra şmak .<br />
Başka bir görü şle Halife bir yandan Peygamberin halefi, öte yandan<br />
milletin (daha do ğrusu ümmetin) bir vekili oldu ğundan eğer (bu vekâlet mutlak<br />
ise) yerine geçti ği Peygamberin yetkilerine sahip olmas ı gerekir. Meseleyi<br />
gerçek yönden al ırsak görülür ki İslam devleti tanrısal bir devlet (C İVİ-<br />
TAS DE İ) tir. Binaenaleyh Halifenin, Peygamberin haiz oldu ğu bütün yetkilere<br />
sahip olmas ı gerekir. Bilindi ği üzere Peygamberdeki yetkiler dini<br />
ve siyasi idi. Zira Hazreti Peygamber o zaman Arabistan'da ge ılerlikte olan<br />
Şeyhlik otoritesini tek Tanr ı'nın sözcüsü s ıfatiyle birle ştirerek teokratik<br />
bir devletin temelini atm ıştı. Bu anlayışa göre Peygamber, hem mü'minlerin<br />
İmam., hem kanun koyucusu, hem ba şyargıcı, hem yöneticisi, hem de hamledarı<br />
idi. Peygamberin bu durumunu İspanyol bilginleri şöyle anlat ırlar ;<br />
İslam peygamberi, en üstün dini ve dünyevi erki (Suprema Potestad Religiosa<br />
y Civil) elinde tutard ı 46 .<br />
45 İslâm dininin bir gönül dini olmas ı, dinde zor kullanmanın kabul edilmemi ş olması<br />
ve Kur'anda herkesin dini kendine denmesi (Kur'an Kafirun suresi 6. ayet) cihadm yalmzca bir<br />
me şru savunma arac ı olduğunu gösterir. Bu konuda ikinci bölümdeki aç ıklamalara<br />
bakılmalıdır.<br />
46 Margouliouth, İslamismo, sayfa 65-94 (El Estado Islamico)<br />
114
In — DIN VE DEVLET MİSASEBETLERi VE TİPOLOJİLER<br />
Dinlerde tipoloji denemeleri güç bir i ştir. Ulusal ve evrensel diye ayr ılan<br />
dinlerden birini örnek tip sayarak di ğer dinleri bu kadro içinde incelemek<br />
hemen hemen imkansızdır. Mesela her ikiside ilkel din oldu ğu halde animizmle<br />
totemizm asla bir tipeirca edilemez. Bunun gibi evrensel dinlerden örnek alarak<br />
bir din tipolojisi yapmak bo ş bir hevestir. Fakat, mutlak olmamakla beraber,<br />
din ve devlet münasebetleri konusunda, baz ı tipolojiler yapmak mümkündür.<br />
Biz burada üç tipoloji tesbit etmekle yetinece ğiz. Birinci tipoloji dinle<br />
devletin bir olmas ı halidir. İkincisi yeni din, üçünciisü evrensel dinlerdir.<br />
Birinci Tipoloji<br />
culte)<br />
DINLE DEVLETIN AYNI OLMASI HALI (Identit de l'Etat et du<br />
a) İlk safha<br />
Din ve dünya gruplar= aym olmas ı belirgin bir niteliktir. Burada<br />
devlet ibadet şeklini tekelci bir zihniyetle tayin etmi ştir. Hükümdar hem<br />
uyruklarım yönetir, hemde onlar ın tanrılar' ile münasebetlerinde arac ı-<br />
lık ederdi. Burada uzmanla şma ve iş bölümü „gerekleri bir ruhban s ımfının<br />
kurulmas ı şeklinde kendini gösterir. Mesela klanlarda kahinler, sihirbazlar<br />
ve falc ılar ilk ruhban zümrelerini te şkil etmişlerdir. Frazer, hükümdarhk<br />
inıtiyazlarmın rahiplere geçi şini belirtmek üzere ilkel toplumlardan örnekler<br />
alır. Bu konuda en tipik örnek Japonyada bugünkü imparatorluk rejiminin<br />
devirdiği Shogunate rejimidir 45 . Yunanistanda da siyasi sebepler ayn ı sonuçları<br />
doğurmuştu. Bu intikalin ba şka bir niteliği de ayr ıca bir dini te şkilat ın<br />
kurulamad ığı yerlerde gerek ba şkan ve gerekse buyruk alt ı küçük memurların<br />
dini i şlerin yönetimini ele alabilmeleridir. Buna bir bak ıma bizantinizm<br />
denir.<br />
b) İkinci Safha<br />
Devlet ve din te şkilat ının ba ğımsızlığı ve hatta dinin muhtar olmas ı<br />
halidir. Ruhban esas ına göre kurulmu ş örgütlerde ba şkamn etki, erk ve otoritesi<br />
yaln ız dinde değil, aynı zamanda siyasi ve kültürel çevrelerde de kendini<br />
duyurur. Dinin esas ında anla şmazlık söz konusu de ğildir. Burada ola ğanüstü<br />
yarad ıhştaki devlet ba şkanlarıyla dini heyet aras ında iktidarı ele geçirmek<br />
45 Shogun veya Shoganat Japonyada muhtelif zamanlarda hüküm sürmü ş bir yönetimdir.<br />
Burada çifte görev ayn ı kimse üzerinde, toplanmaktad ır.<br />
115
yolunda kişisel kavgalara s ık sık rastlan ır. Bu merhalade devlet ve din asl ında<br />
evrensel (universel) bir nitelikte de ğildir. Bu devrede standardizasyon<br />
ve birliğe do ğru bir temayül görülür. Efsanevi gelenekler toplan ır ve bundan<br />
sistematik bir teoloji do ğar. Din törenleri zorunlu bir devinim kural ı<br />
olarak yerle şir; Ibadet çe şitli şekiller al ır. Mahalli idareler bir araya gelerek<br />
merkezile şirler. Bu durum toplumsal geli şme sonucunda oldu ğu kadar imparator<br />
veya fatihlerin ani bir hareketile de gerçekle şebilir. Dini kurumlar deği şen<br />
şartlara uymak zorundad ırlar. Dini kurumlar ın yeni duruma göre ayarlanmas ı<br />
çok kez ba ştaki hükümdarm prestijini artt ırmak amac ıyla yap ılmış olabilir.<br />
Askeri ve siyasi geli şmelere ba ğlı olarak imparatorluk dini (Reichsreligion)<br />
kurulur. Bu yolla meydana gelen din, devletlerin veya imparatorluklar ın<br />
muhtelif k ısımlarım birbirine benzetmiye ve kenetlemeye hizmet eder. İsrail,<br />
Hitit, Roma, Meksika, Peru, Çin, Eski M ısır imparatorluklar ında durum<br />
böyledir.<br />
Şurası var ki dini merkez mutlaka siyasi merkez de ğildir. Bundan do ğan<br />
ikiliğin önemi çok büyüktür. Bat ı Afrikada Yoruba devleti buna iyi bir örnektir.<br />
Burada (Shango) ad ındaki tanr ın ın insan k ılığına girmi ş bir temsilcisi<br />
sayılan imparator (Alafin) memleketin siyasi ba şkenti olan OJO'da otururdu;<br />
buna kar şılık Yoruban ın ba ş rahibi olan papa (Oni) eskiden beri kutsal<br />
bir şehir olan İfe'de kalırdı 46 . Delfinin Yunanistanda, Menfisin M ısırda, Allahabad'<br />
ın Hindistanda, Kyoto'nun Japonyada haiz olduklar ı perestij siyasi<br />
etkiler yok olduktan sonra da devam etmi ştir.<br />
Bu devre içinde gerek siyasi ve gerekse dini te şkilat kuvvetlenmi ştir<br />
Hükümdarın kutsal say ılmasında baz ı değişmeler olmuştur. Rahip k ıral (Roi-<br />
Pretre) anlay ışı Mıs ır, Peru ve Japonya gibi daha ileri medeniyetlerde de<br />
görülmüştür. Tanrılarm do ğrudan do ğruya hükümdar olduklar ı ve hükümdarların<br />
ise insan kılığına girmi ş tanr ılar oldukları veya hükümdarlar ın yer<br />
yüzünde tanr ılarm temsilcileri veya çocu ğu oldukları görü şü bazı yerlerde<br />
pek çok geli şmiş ve koyu bir teokrasi sistemine yol açmıştır. Burada devlet,<br />
tanrıların tam yetkili elçileri ve din memurlar ından kurulmu ş te şkilat tarafından<br />
yönetilir. Ba şka hallerde layik makamlar ın yava ş yava ş dinden ayrıldığı<br />
veya aniden özgürlü ğe kavu ştuğu görülmü ştür. Nazari olarak<br />
hükümdar ın din bak ımından görevli olmas ı fikrine ba ğlı kalmas ına ve devletin<br />
evrensel bir geçerli ği olan manevi temele dayanmas ına ra ğmen dinle<br />
devlet aras ında yava ş yava ş bir ayrılma ba şlamıştır. Din ve devlet ayr ımı=<br />
yani bugünkü ad ıyla lâyiklik anlam ının çekirde ğini bu gelişmede bulmak<br />
mümkündür. Gruplar ın, fertlerin ve hattâ yönetenlerin ki şisel durumlar ı<br />
ve izledikleri politika birbirinden farkl ı olabilir.<br />
1) Hükümdar din adamlar ının yetki, etki ve prestijini s ınırlandırmaya<br />
46 J. Wach, Sociology of Religion, Chicago s. 300.<br />
116
çalışır ve onlar ın kendilerini yaln ızca dini çalışmalara vermelerini isteyebilir.<br />
Bu te şebbüs ileride dinle devlet ayr ımına giden yolu açar.<br />
2) Hükümdar, din üzerinde devletin denet (kontrol) ve egemenli ğini<br />
kurma yoluna gider; bu da Bizantinizme varan yolu haz ırlar.<br />
3) Hükümdar, din kurallar ını dünya münasebetlerine uygulamaya yel-<br />
Imir. Ve kendisi de bu kurallara uyarak i şlem yapar. Bu da teokrasi veya<br />
teokratik sistemdir.<br />
Tatbikatta ırk, siyaset ve tarih bak ımından ayarlanm ış çe şitli durumlara<br />
rastlanmaktad ır. Öyle site devletleri vard ır ki bütün tarih boyunca site devleti<br />
kalm ıştır. Eski Yunanistan ve Fenike bunun aç ık örnekleridir. Bunlarda<br />
dini değerlerin ayr ımlaşma ve geli şmesine bak ılmıyarak devletin dini, site<br />
dini olarak kalm ışt ır. Yani bunlar ulusal dinlerin ileri bir safhas ı olan medenilerin<br />
dinleri (Religions Civilisees) kesimine ba ğlı kalmışlard ır 47 . Buna karşılık<br />
bir de site devleti olarak do ğupta engin ülkelere yay ılmış devlet tipleri<br />
vard ır. Bu hale Roma ve Asur devletleri iyi birer örnektir. Bu türlü devletlerde<br />
ayr ımla şma için daha büyük bir alan var demektir. Bunlar din ve kültür<br />
bakımından hazan çok ve hazan az mütecanistirler. Bu ise devletin dine<br />
kar şı takındığı durumun tabii bir sonucu say ılabilir.<br />
Bir devletin s ınırları içinde iki ve daha ziyade dinin bulunmas ı yeni<br />
bir durum yarat ır ki burada üç ihtimal vard ır: 1) Eski ibadet ve din törenleri,<br />
eski gelenekler uyar ınca devam eder. 2) Yeni ibadet ve törenler meydana<br />
çıkar; 3) ibadet ve tören şekilleri dışarıdan gelmi ş olabilir. Bunun gibi bu<br />
çe şitli dinler, ya eski dinle ba ğda şacak türden olur yahut her biri di ğerine<br />
kar şı mutlak ve tekelci bir durum tak ınır. Bu son şekilde yani dinlerin yarışmas<br />
ı halinde, devlet ya böyle bir yar ışma (rekabet) ya kar şı ilgisiz kalır,<br />
yahut bunlardan birini tutar. Bu cihet devletin din konusundaki genel politikas<br />
ına ba ğlı bir meseledir. Bazan ve hattâ çok defa tesadüf edilen hal, devletin<br />
bir dine inhisarl ı ve imtiyazl ı bir hak vermi ş olmas ı halidir. Bu takdirde<br />
devlet, genel politikas ı gereklerine göre bir dine inhisar vermi ş ve diğer dinleri<br />
kald ırmaya karar vermi ş demektir. İspanyada hırıstiyanlığa tekelci bir<br />
nitelik vererek engizisyonlarm yok etti ği müslümanlık ve yahudilik bunun<br />
en yakın bir örne ğidir. Devlet yerli ve mensup oldu ğu ırkla ilgili bir dini benimseyebilir.<br />
Burada yap ılan yorum politika gereklerine göre bir elestikiyet<br />
kazanır İnanç ve törenler her hangi bir yerden al ınabilir. Romal ıların yabancı<br />
tanrıları daveti (EVOCAT İO)ve şehir yak ınında din için ayr ılan yerleri (Po-<br />
47 Dk. Mehmet Taplamac ıoğlu Din Sosyolojisine giri ş, ulusal dinlerin belirli nitelikleri.<br />
Sayfa 77 ve devam ı, <strong>Ankara</strong> 1961.<br />
117
meriunı) nin genişletilmesi ve buralara yabanc ı tanrıların getirilmesi bu amaca<br />
hizmet etmi ştir.<br />
c) Geçici safhaya ait birkaç örnek 48<br />
1) Zerdüştlük (Zoroastrisme) (Lig. Zoroastrianism)<br />
Geçici safha ııııı ilk örneğine İranda 3. ve 4. yüzyıllar aras ında ve<br />
Sasaniyan imparatorlu ğu zaman ında uygulanmış olan Zerdü ştlükte rastlanır.<br />
Burada bizi ilgilendiren cihet yukar ıda kaydetti ğimiz devre içinde<br />
bu dinin devletle olan münasebetleridir. Fakat s ıras ı gelmi şken bu dinin<br />
esash say ılan kısımlarım belirtmek, din ve devlet münasebetlerini aç ıklamak<br />
-bakımından, önemlidir.<br />
Klâsik zerdü şt kelâmı ikili sisteme (Dualisme) ba ğlı bulunmaktad ır.<br />
Orta farsçada ahura—mazda yahut Hürmüz, ışık ve iyilik tanr ısı olup kötülük<br />
ve karanlık tarım' olan angra mainyu yahut Ehriman'a muhalif bulunmaktadır.<br />
Bunlar aras ındaki sava ş sonunda iyiliğin kötülüğe, aydınlığın karanlığa<br />
ve hay= şerre galebesile sona erer, bu dinin kutsal kitab ı Avestadır. A-<br />
vesta pehlevi dilinde hukuk demektir. Buna baz ı İran ilâhiyatçdar ı yüzyıllar<br />
boyunca Zend denilen yorumlar yapm ışlardır. Zerdii ştliiğe göre iyilik kötülüğe<br />
galebe çalacakt ır; ama, doğuşta irade—i cüz'iyesi olan insan bu galebeye<br />
yardım etmelidir. Zerdü ştlüğün üç buyruğu vardır: iyi düşünce, iyi konu şma<br />
ve iyi davranma.... Ahirette ruh bir köprüden geçecektir. İyi ruhlara geçit<br />
kolaydır. Kötü ruhlar için bu köprü kıldan ince olup, neticede bu ruh oradan<br />
cehennem çukuruna yuvarlanacakt ır. Insanın yard ımı ile her şey muzaffer<br />
olunca tanrı yönetimi (Royaume de Dieu) yer yüzünde kurulmu ş olacakt ır.<br />
Din, Zerdü şt tarafından milattan önce kurulmu ştur. Büyük İskenderin<br />
saldırısından sonra Zerdü ştlük yediği büyük darbenin etkisi ile çok sarsdm ış -<br />
t ır. 641 yılında İrana giren İslâmiyet hem İran devletini hemde bu devletin<br />
resmi dini olan Zerdü ştlüğü yok etmi ştir. Bir k ısım Zerdü ştler ihtidadan<br />
(Abjuration) kurtulmak için Hindistana göç etmi şlerdir. Burada Zerdü ştlük<br />
serbest bir dini cemaat olarak Parsi ad ını almıştır İranda kalanlar az ,<br />
sayıda olup bunlara Gebr derler. Yeni İslam hükümdarlar ı başlangıçta biraz<br />
hoşgörürlük göstermişlerse de Al—Mütevekkil (847-51) ve halefleri bu dine<br />
kar şı tassup ve şiddet göstermi şlerdir 49.<br />
48 Geçici safhada verilen misallerde dinin esas ım özetlemeyi konumuzu ayd ınlatması<br />
bakımından gerekli say ıyoruz. Bu sebepten dolay ı dinler tarihi ile ilgili olarak ilkönce bu misalleri<br />
ineeleyecek ; daha sonra din ve devlet münasebetleri bak ımından<br />
ve devlet münasibetleri bak ımından konuyu ele alaca ğız.<br />
49 E. Royston Pike, Dictionnaire des Religions, P.U.F. Paris, 1954 (Zoroastrisme maddesi)<br />
118
Zerdü ştlüğün devletle olan münasebetlerine gelince Ardaşir tarafından<br />
Sasanyan sülalesi kurulduktan sonra Zerdü ştlük İranın ulusal devlet dini<br />
olarak yeniden canland ırılmışt ı 50 . İran tarihinin bu ikinci büyük dev-<br />
,<br />
rinde yüksek örgütlü bir yönetime rastlan ır. Hükümdar tanr ısal nitelikte<br />
sayılmakta ve cihan şumul bir din ve ahlak kitab ı olan Asha (Tanr ı= ezeli<br />
kanunu—La Loi Etenrnelle de Dieu) ya göre tek parça say ılan bir ülkeyi yönetmektedir.<br />
Bu s ırada İranda Zerdü şt dini hiyerar şiye dayanan üstün te ş -<br />
kilatı bir ruhban heyeti meydana getirmi şti. Rahiplerine mecus (Mage), tap ı-<br />
naklar ına ate şgede (Temple du Feu) ad ı verilirdi. Gerçekte Sasanyan devrinde<br />
zerdü ştlük bir devlet dini olmu ş, bu sıfatla her türlü imtiyaz ve muafiyetten<br />
yararlamm şt ı. Din Bugünkü deyimiyle devlet dini statüsüne ba ğlı idi. Memleket<br />
içinde din bak ımından baz ı azınlıklar vard ı. Nesturi h ıristiyanlar, Maniç4isler<br />
(Manicheistes) bu arada idi. Bu az ınlıklar devlet zerdü ştlüğü (Zoroastrisme<br />
d'Etat) nün tekelci zihniyeti ile yok edilmi şlerdi. Zerdü ştlüğün<br />
İranda ulusal devlet dini olarak devletle s ıkı münasebetleri vard ı. 641 yılında<br />
müslüman araplar ın istilası üzerine İran imparatorlu ğu tamamen çök<br />
müş tü. Bundan sonra zerdü ştlük devletle ilgisi olmayan bir dini cemaat halinde<br />
yabanc ı ülkelere göç etmeye ba şladı.<br />
2) Shinto Dini (Shintoisme)<br />
Shinto, 1945 y ılında, Amerikan i şgali -üzerine Mac Arthur'un emrile devletten<br />
ayr ılıncaya kadar Japonyan ın resmi devlet dini say ılmakta idisl.<br />
Shinto kelimesi Çince Kami no michi tabirinden gelme olup buda tanr ılar<br />
yolu (Voie des dieux) demektir. Shinto dininde üstün bir varl ık fikri yoktur;<br />
sadece tanr ılar, yarı tanr ılar ve kahramanlar vard ır. Shinto panteonuncla<br />
tanrılaştırılmış imparatorlar, ulusal kahramanlar, dag, akar su, a ğaç v. s.<br />
tanrılar' yer ahrlai. Burada ne kutsal kitaplara ne günah ç ıkarma nede ortodoks<br />
(gerçek din) sistemlerine rastlan ır. Misyonerlik diye bir şey bilinmez.<br />
Çünkü ancak anadan do ğma Japon olanlar bu dine kat ılabilirler. İlk imparator<br />
milli destanlara göre güne ş tanrıças ının torunudur. Tenno veya mikado sülalesinin<br />
ceddidir. Bu soydan gelmi ş olan imparatorlar tanr ısal sayılırdı. Dini<br />
inançları ne olursa olsun bütün Japonlar devlet' shintosuna kat ılmak zorunda<br />
idiler. Zira bu türlü shinto, tanr ı evleri (Jijas) denilen tap ınakların etrafında<br />
Japon milletinin toplanmasını sembolize etmekte idi. Bunlar ın giderlerini<br />
•<br />
devlet verirdi. Ziyaret ve tavaf yeri Ise idi.<br />
Mezhep Shinto'suna gelince: bu Japonlarm fert olarak tuttuklar ı bir<br />
50 J. Wach, Sociology of Religion, Chicago 1957, Sayfa 302.<br />
51 1868 tarihinde Imparator dünyevi otoritesine ba şlamıştı. O zaman Shinte devletin<br />
resmi dini idi. 1889 tarihinde din hürriyeti ikin edilmi şti. Bununla befaber fiili bak ımdan Shintonun<br />
tesiri büyüktü.<br />
119
vicdan dini idi. Bu din evelkisi gibi yurtta şların imparatora ba ğlanması ve<br />
tapınmas ı değil, doğrudan doğruya kişisel bir din ve ibadetti. Bununla ilgili<br />
giderler din mensuplar ı tarafından ödenirdi. O halde Japonyada s ırf yurtta ş<br />
olmak dolayısıyla bütün Japonların katılmak zorunda olduklar ı resmi bir<br />
ibadet veya din şekli yanında kişisel bir vicdan dini olup giderleri mensuplaı'ı<br />
tarafından ödenen bir mezhep Shintosu vard ı . İşte as ıl kelâm (Theologie)<br />
bu mezheplerde geli şmiştir. Resmi tap ınakta yap ılan ibadete kar şılık<br />
bu mezheplere ait tap ınak ve ınihrapta yap ılan ibadet ve tap ınma şekli daha<br />
içten ve daha ki şiseldi. Mezhep Shintosunda geli ştirilen kelam, Peygamberi<br />
olan tek tanr ıcı dinlere çok yakla şır 52 Shinto dininin devletle olan münasebetleri<br />
geçici safhamn tipik bir örne ğidir. Aslında bir kabile dini (Religion tribale)<br />
olan Shinto imparatorlu ğun kurucusu olan hanedan ın siyasi başarıları<br />
dolayısıyla ulusal bir, geçerlik kazanm ıştır. Buddizm, Konfuçyaniztn<br />
gibi yabancı inanç ve ö ğretilerin Shinto dinine girmesi, bu dinin ufuklarını<br />
geni şletmi ş ve onu çe şitli dinlerin bir bütünü (Ryobu Shinto) haline getirmiştir<br />
53.<br />
Hükümdarlar ın muhtelif dinlere kar şı takındıkları durum ba şka başka<br />
olmuş ve zamanla Budizm duruma hâkim olmuştur. Bütün bunlara ra ğmen<br />
Japon tarihinde, bat ıda olduğu gibi, imparatorluk makamı ile papahk makamı<br />
aras ında bir ihtilaf söz konusu olmam ıştır. Zira Budist rahiplerinin,<br />
en kuvvetli bulunduklar ı zamanda bile, resmi makamlara meydan okudukları<br />
görülmemi ştir. Meiji hanedan ının kurulmas ından sonra Shinto törenleri<br />
adalardaki bütün din adamlar ınca uyulmas ı zorunlu bir nitelik kazanmıştı.<br />
Japonyada din ve devlet ınünesebetlerinin aç ıklanmas ı Japon dininin en<br />
önemli ve ilgi çeken yönlerinden biridir. K ısacası, resmi kisvesiyle Shinto<br />
dini öğreti ve örgüt bak ımından kilise ve ruhbam olan bir dinin temel<br />
niteliklerinden yoksundur. Fakat bu eksiklik devlete ba ğlı olmıyan mezhep<br />
Shinto'su ile giderilmektedir. Ki şisel bir vicdan dini olarak mezhep Shintosu<br />
bir dinin gerektirdi ği vas ıfları kendinde toplam ış sayıhr.<br />
3) İslâmiyet ( İslamisme)<br />
İslam kelimesi arapça asl ında tanr ı iradesine boyun e ğme anlam ınadır.<br />
Bu anlamı ile İslam. sözü Kur'anın bir çok yerlerinde geçer. Mesela Ali imran<br />
suresinin 17. ayetinde "Tanr ı katında gerçek dinin islam ( Pyl..yl Z, I .A11 JI )<br />
olduğu belirtilmektedir. Burada islam sözü islam dini anlam ındadır. Bunun<br />
52 E. Royston Pike, Dic Des Religions P. Eni 954 ; S. 287 Shintoisme maddesi -Grande<br />
Encylop6die Shinto- G. W. Kux, the Development of religions in Japon , 1905. •<br />
53 Bk. J. Wach, ayn ı eser, sh. 302-303<br />
120
gibi, kur'anda sekiz yerde islam kelimesi geçmektedi ı 54 . Kelimenin ifade<br />
ettiği gerçek anlam "Allaha mutlak itaatt ır". Bu insan ın kendi iradesinden<br />
vazgeçmiye mecbur oldu ğu sonsuz ve tümü kapsayan Tanr ı gücü<br />
önünde duydu ğu bağlılık (Dependance) duygusudur. Schleier-macher'in<br />
dini, bağlılık şeklinde ifade etmesi 55 ve Lactantius'un dini ba ğlanmak anlamında<br />
yorumlamas ı 56 islâm esaslar ına uygun dü şmektedir. Bu dine mensup<br />
olanlara arapça muslim denildi ği gibi genel olarak din mensuplar ı kendilerine<br />
müslüman derler. Yabanc ı yazarlar ın s ık s ık kullandıkları Muhammedi<br />
deyimi islâmlar aras ında revaç bulmam ışt ır.<br />
Islam dini, bugün göksel (semavi) dinlerden biri (Di ğer ikisi H ırıstiyanlıkla<br />
Museviliktir) olup evrensel dinlerin önemlisidir. Halen üç yüz milyondan<br />
fazla bir müslüman toplulu ğu vardır. Islâmiyet arap yar ımadas ında do ğduğu<br />
halde hemen ilk yüzy ılda eski dünyan ın üç kıtasına yayılmışt ı Bir ucu<br />
Atlas okyanusuna di ğer ucu Hint ve Çine dayanmıştı. Güney Fransa ve IE. -<br />
panyadan islâmiyetin gerilemesi s ıras ında Türkler Avrupan ın göbeğine doğru<br />
saldırmağa ba şlamış ve ispanyada islâm ın u ğradığı yenilgiyi kısmen telafi<br />
etmişlerdi. Bugünkü durumu ile islâmiyet, dünyada büyük insan kütlelerinin<br />
dini say ılmaktadır. Hele 20. yüzy ılda uyanan islâm alemi bugün<br />
eski dünyanın bir çok yerlerinde ba ğımsız veya yar ı ba ğıms ız devletler halinde<br />
ve bir k ısmı da az ınlık olarak muhtelif Avrupa ülkelerinde bulunmaktadırlar.<br />
Islâmm Sosyolojik görünü şü üzerinde bat ılı ve do ğulu bir çok yazarlar<br />
kalem oynatmışlardır. Bunları incelemeye bu etüdümüzün müsaadesi yoktur.<br />
Ancak bu konuda tarafs ız bilginlerin mutab ık kaldıkları cihet islâmiyetin<br />
antropomorfizm (Anthropomorphisme) yani tanr ıcı insan şeklinde tasavvur<br />
etmeye muhalif, tek tanr ıcı, be şeri, evrensel ve orjinal bir din oldu ğu yolundadır.<br />
(Bk. H. Z. ülken, Islam Dü şüncesine giri ş. sh. 40-43, "Islâmda Allah<br />
telâkkisi)<br />
Islâm.a göre Tanr ı birdir; ba şlangıcı ve sonu yoktur; do ğmamış ve doğurmamışt<br />
ır; dengi ve benzeri yoktur (Kur'an ihlâs suresi). Bu ise Islâm ın<br />
hiç bir suretle insana loenzetilemiyen, soyut, bir tek tanr ı anlayışım gösterir.<br />
Aynı zamanda Tanr ı bir uruk ve ulusun de ğildir. "O alemlerin yarat ıcısı,<br />
inanan ve inanmayan herkesin ve her yarat ığın esirgeyicisidir" insanlar yalnız<br />
ona tapar ve ondan yard ım beklerler. (Kur'an Fatiha süresi)<br />
54 Bk. İslâm Ansiklopedisi, Islam maddesi.<br />
55 H. Z. Dlken, Dini Sosyoloji, İstanbul 1943, Sayfa 11-112<br />
56 M. Taplamac ıoğlu, Ayn ı eser, s. 36<br />
121
İslamda imal= temeli şehadettir: yaln ız bir Allah vard ır ve Muhammed<br />
onun resulüdür 57 Tek tanr ıya ve Muhammedin onun resulü oldu ğuna iman<br />
Islam akaidinin temelidir. Fakat iman bu kadarla bitmez. Daha ba şka<br />
iman konuları da vardır.<br />
İslam, Kur'an ı en son Tanr ı Buyruğu olarak kabul eder. Kurandan<br />
önce inmiş olan üç kitaba da inamr. Bunlar şunlard ır: Musevilerin Tevrat ı<br />
(Torah ou Pentateuque des Juifs), Davudun Zeburu (Psaumes de David),<br />
İsamn İncili (Evangile de Jesus). Ayr ıca islâmiyet 28 peygambere inamr.<br />
En önemlileri Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsad ır.<br />
İsa dininde yani Hırıstiyanlıkta islamın reddetti ği nokta han ın asılmas ı<br />
ve Tanrı sayılmas ı (4P , dır. Meryem Ana'nın kız oğlan kız olduğu<br />
halde Hz. İsayı doğurduğuna inaralmaktad ır. İslam dininin iyice anla şılması<br />
için bu dinin diğer semavi dinlerle olan benzeyi ş ve ayrıl!~<br />
sosyolojik yönden tesbit etmek gerekir. Islam ın içinde do ğduğu şartlar<br />
İsa ve Musa dininin do ğuş şartlarından farkl ıdır. Bir çok bat ılı yazarlar<br />
islamiyetin Musa dinine yak ınhğına şaşarlar. Gerçekte İslam dini ile Musa<br />
dini arasında baz ı esash farklar vard ır. En önemlilerinden biri islamhkta<br />
bir ruhban s ınıfı= olmayışıdır. Yani İslam dini, Tanrı ile kul aras ına bir<br />
arac ı koymamıştır. Önemli farklardan bir ba şkas ı 'da, Musa dinin ba şlangıçta<br />
ulusal bir din oldu ğu halde islam dini soy ve sop, ırk ve cins, milliyet ve<br />
medeniyet farkı gözetmeksizin kollar ını bütün insanlığa açmış olmas ı dır. Tanrı=<br />
birliğine ve Muhammedin peygamberli ğine inanan herkes islâmd ır. Halbuki<br />
Musa dinini kabul eden bir kimse hele ba şlangıçta musevi say ılmazdı. Bu<br />
ilk zamanlarda musevi olmak için anadan do ğma yahudi olmak gerekiyordu.<br />
Yahve kıskanç bir tanr ıdır ve yalmz yahudilerin Tanr ısıdır. Yahudilerin<br />
diğer milletlere zarar vermesini bile hakh görürdü 58 .<br />
İslam dininin h ıristiyanhkla olan farklar ı, bu iki dinin kur -Ulusları s ı-<br />
rasında içinde bulundukları özel şartlardan ileri gelir. islaınlık ilk günden<br />
başlayarak bir hukuk düzeni ve bir devlet yönetimi kurmak zorunda kald ığı<br />
halde Hıristiyanlık kuvvetli bir Roma imparatorlu ğu ve onun geli şmiş bir<br />
hukuk düzeni içinde dünyaya gözlerini açm ışt ır. Bundan dolayı Hıristiyanl ık<br />
ba şlangıçta dünya düzenile u ğra şmadı veya uğra şamad ı. İsa, dünya otoritesinin<br />
kötü yank ılarından kendini koruyabilmek için "Tanr ı= hakkını<br />
Tanrıya, Sezar ın (Hükümdarın) hakkım Sezara verin" düsturu ile dinle dünya<br />
işlerini ayırdı. Zamanla Tanrı ile insanlar aras ında arac ıhk yapmak üzere<br />
57 Frans ızlar bunu şöyle ifade ederler : İl n'ya qu'un Dieu et Mahomet est son Prophete;<br />
İngilizler ise yine ayn ı anlamda There is no God but God and Mahommed His Prophet.<br />
58 Bk. Kitabı mukaddes, Ç ıkış (exode) XI, 1, 2, 3.<br />
122
irde Ruhban S ımfı ortaya ç ıkt ı. Buna kar şılık islâmiyette dünya i şleri (Em-<br />
rü Dünya) ile öbür dünya i şleri (Emrü ahiret) birbirinden ayr ılmamıştır.<br />
İman konusunda bir de tanr ı meleklerine inanmak vard ır. Büyük melekler<br />
(Archanges) s ıras ıyla şunlard ır: Cebrail (Gabriel), Mikâil (Michel), Azrâil<br />
(Azrael) ve İsrafil. Bunlardan ba şka tanr ı melekilturm çevreleyen daha<br />
bir çok melekeler vard ır. Bunlar cinlerle sava şır, güçsüzleri korur ve gilnahkârlar<br />
ı tanrının ba ğışlamasını dilerler.<br />
Yine insanla ilgili olarak Ahiret (La vie future) inanc ı vardır. İnsan öldükten<br />
sonra hemen ilk anlarda sorguya çekilir E ğer gerçekten tanr ının<br />
iyi bir kulu ise K ıyamete kadar tedirgin edilmez. kötü bir insan ise Zebâniler<br />
tarafından dö ğülür. Ruhların bekledikleri yerlere berzah derler. ( İnsanlar<br />
tekrar hayata kavu şunca savap ve günahlar ına göre yarg ılan ır ve<br />
sonra S ırat ı Müstakimden geçerler. Bu, iyi ruhlu kullar için basit bir geçit<br />
olduğu halde kötü ruhlu kullar için k ıldan ince kılıçtan keskindir. Neticede<br />
bu köprüyü a şamayan kötü insanlar cehennemin ate şlerinde yanacaklard<br />
ır. Gerçek müslümanlara peygamber klavuzluk ederek bu köprüyü geçirecektir.<br />
Cennetin ırmaklar ı, ye şillikleri, sa ğladığı rahatl ıklar ve hurileri her<br />
müslüman dine ba ğlayan ola ğan üstü bir inanç kayna ğıdır. Buna kar şılık<br />
cehennem zebânileri, k ızg ın ate şleri ve ya ğdırdığı felâketler kötüleri<br />
ürküten bir deh şet konusudur.<br />
Ahiretle ilgili inançlar İslâmda eski bir deyimle Mebde've Mead anlay ışı<br />
(Eschatologie) ad ı altında toplan ır. İnsanın, ba şlangıcı ve sonu yahut geldi ği<br />
yer ve gidece ği yol İslâmiyetin metafizik temelidir. İslâmiyette bu konu<br />
üzerindeki literatür çok zengindir.<br />
Yevmiddin, yevmilkıyame, ruzumah şer, ruzuceza, Ahret, Cennet, Cehennem,<br />
kevser, s ırat, zebâni ve benzeri kavramlar kaynaklar ını eski sâmi<br />
kavimlerden almaktad ırlar. Bu milletlerde kötü insanlar cehennem ate ş<br />
ve azab ı ile korkutulurlard ı. islânon be ş şartı (Cinq Piliers de la Foi)n ın enönemlisi<br />
Tanrı Birliğine ve Muhammedin onun gerçek peygamberi oldu ğuna<br />
ilişkin olanıdır. Di ğer şartlar s ıras ı ile oruç, namaz, haç ve zekâttir. Burada<br />
özellikle iman konusu önemlidir. Bu, İslam inanç ve ö ğretisinin ana ilkesidir.<br />
Geri kalan dört şart ise âmele ili şkindir. Yani her müslürnana dü şen dini ödevlerdir.<br />
Ek sadaka ve ibadet, önceleri birde cihat (Guerre Sainte) ödevi vard ı .<br />
Bu kutsal sava ş " " son olarak 1914 y ılında müttefiklere kar şı Osmanlı<br />
padi şah ı tarafından ilân edilmi ş isede hiç bir sonuç vermemi ş aksine<br />
123
Osmanlı imparatorlu ğuna en öldürücü darbeyi yine müslümanlar vurmu ş -<br />
lardır.<br />
Bu konuda yap ılan bilimsel' bir ara ştırma cihad ın bir savunma arac ı<br />
olduğu ve islâmda ikna yetene ğinin kılıca kat kat üstün oldu ğu yolundadır<br />
59 . Hırıstiyanhktaki haçh seferler gibi cihat kavram ının saldırgan emellere<br />
vasıta edildiği çok görülmü ştür.<br />
Islamın kutsal kitab ı kurand ır. Kuran müslümanlara göre tanr ı kelâmıdır.<br />
Ahlaki, kelâm ı ve şer'i hükümleri ihtiva eder. Hadis ikinci kaynakt ır.<br />
Hadis sözü yerine bazen sünnet sözü kulland ır. Kuran ayetleri Peygamber<br />
zamanında tesbit edilerek halife Osman zamamnda bir kitap halinde getirildiği<br />
halde hadis daha sonra muhaddisin denilen bilginlerin gayreti ile toplanmıştır.<br />
Bunların en önemlisi Buhari (870) ve Müslim (875) olup Abu Davut<br />
(888), Ennesai (915), Al—Tirmizi (892) ve , İbn Maca (896) n ın hadis çalışmaları<br />
( S) alt ı kitap halinde derlenmi ştir. Kur'an ve hadis islam hukukunun<br />
şaşmaz kaynaklar ındandır. Sonra buna icmai ümmet eklenmi ş<br />
ve daha sonra da hukuk bilginlerinin ki şisel çahşmalanyla bu kaynaklar<br />
dörde ç ıkmıştır. Yorumu yapan hukukçulara müçtehit, yap ılan yoruma<br />
içtihat derler. Bir müddet sonra bu yorumlar ı yasak eden bir karara<br />
varıldı . İçtihat kap ısı kapanmışt ır denildi. Hukuk bakımından dört gerçekçi<br />
mezhep vard ır: Hanefi, maliki, hambeli, şafili. Bunlar sünni mezheplerdir<br />
(4 Ecoles orthodoxes de droit) İslamda mezhep sözü dar anlam ıyla sünnilerdeki<br />
dört okulu gösterir. Geni ş anlamda mezhep islâmdaki birbirinden<br />
oldukça farkl ı grupları gösterir. Baz ıları bu sonunculara siyasi mezhep veya<br />
fırka demektedir. İslamda bu son anlayışı ile üç mezhep vard ır. Bunlardan<br />
biri biraz önce söz konusu olan dört sünni mezhebi içine al ır ki mensuplarına<br />
ehli sünnet denir İkinci gurup haricilerin te şkil ettikleri guruptur. Bu<br />
gurup üyeleri çok mutaass ıp olup Hazreti Alinin hilafetine muhalefet etmi ş -<br />
ler ve isla ında bir çok karga şalıklar çıkarmışlardır. Bugün say ıları çok azd ır 60 .<br />
Üçüncü zümre Şiilerdir. Bunlar özellikle imamet konusunda sünnilerle çatışma<br />
halindedirler. Hazreti Aliyi tanr ının vekili sayarlar.<br />
K ısaca anahatlar ını çizdiğimiz islâmın konumuzla ilgili olan tarafı<br />
bu dinin devletle olan münasebetleridir. Eviensel bir din olmak bak ımından -<br />
islânıiyet buraya kadar münaka şas ını yaptığımız dinlerden farkl ı bir guruba<br />
mensup bulunmaktad ır. Özellik gösteren siyasi nazariyesi onu türü kendine<br />
öz bir kategoriye sokmaktad ır. islâmiyetin kurucusu olan Peygamberin<br />
59 Bk. H. Ziya Ülkem isllun Dü şüncesi, cihad bahsi. Bak ikinci bölüm cihad.<br />
60 Bk. E. R. Pike, Dic. Des. Religions Paris, 1954 islöm maddesi s. 165-168. Grande<br />
Encyclopödie, İslöm maddesi.<br />
124
arap olmasına ve arap halkına demeçte bulunmas ına ra ğmen mümin, gayri<br />
mümin, din ve dinin yayılması hakkındaki görü şü kurulu şunu hedef tuttuğu<br />
cemaatin s ınırlarını soy ve toprak, ırk ve mülk guruplarmdan daha<br />
geni ş ve daha büyük tuttu ğunu göstermektedir 61 . Bir çok bilginler Hazreti<br />
Muhammedin son yıllarındaki islam cemaati ile ilk dört halife devrindeki<br />
cemaata teokrasi yani din egemenli ğine dayanan yönetim demektedirler.<br />
Başlangıçta bu cemaat kur'anda beyan olunan şer'i şerife ve ilk yüz y ıllarda<br />
büyük imamlarca geli ştirilen hadise dayanmakta idi. Daha sonra islâmiyetten<br />
muhtelif cemaat ve guruplar peyda olmu ştu. Bunlar ilk kaynaklar ın<br />
kençlilerince üstün say ılan kurallar ına uyarak cemaat ın kurulu ş ve yap ılarında<br />
bir takım değişiklikler yapt ılar. Ebu Bekir'in gösterdi ği titizliğe rağmen<br />
hükümdarlar kendilerini yer yüzünde tanr ının halifesi (Halifet—ul—Allah)<br />
sayarak dinin koruyuculu ğu iddiasında bulundular 62 . Kadılarda kendilerini<br />
peygamberin halifeleri saymakta idi ki bu görü ş tamamen yanl ıştır 63 . Nerede<br />
olursa olsun Şer'i Şerif geçerlikte idi. Sünni müslüman teolojisine göre<br />
doğru yol ı tutan ve bir müslüman devletin yönetiminde ya şayan halk, gerçek<br />
müslümand ır. Sünni müslümanlar hilafet kurumunu, siyaset nazariyesinin<br />
mihrakı sayarlar. Hilafet meselesi son zamanlarda çok târt ışılmış ve bu uğurda<br />
pek çok mürekkep harcanm ışt ır. İlk ayrılma hareketi (Sehisme) hilafet<br />
meselesinden do ğmuştur. "Hariciler, Alinin hilafethn kabul etmemi şlerdir."<br />
İslamda, devrim ve kargaşalık taraftarlar ı bütün tarih boyunca, devlet<br />
ve dinin düşmanlar ı sayilmışlardır 64. Yetkili bilginler iktidar ın Emeviler,den<br />
Abbasilere geçmesini, bir arap imparatorlu ğu yerine bir müslüman imparatorluğunun<br />
kurulmas ı şeklinde yorumlarlar. Emevi hilafetinde bile hükümet<br />
görevleri aras ında bulunan siyasi yönetim (emirül müminin) dini önderlik<br />
(İmamet) ve vergi alma görevlerini, üç muhtelif kimse yönetirdi. Sünnilik<br />
üzerinde durmas ı ve saraylar ında din bilginlerinin nufuzlu bulunmas ı dolayısıyla<br />
Abbasi Hilafetinde de teokrasi şekli apaç ık kendini gösteriyordu. 929<br />
yılında İspanyada III. Abdurrahmanm resmed ba ğımsızlığını ilan ederek<br />
bir hilafet kurmas ı ve biraz sonra Kuzey Afrikada bir ba şka hilafeti"' kurulmas ı .<br />
İslamda birden fazla hilafetin ayn ı zamanda mevcut olabilece ğini göstermişti.<br />
Şu var ki orta ça ğ Hıristiyanh ğında kilise ile devlet aras ında ç ıkan<br />
anla şmazlıklar hiç bir vakit islâmiyette görülmemi ştir.<br />
İslam devletlerinin dini az ınlıklara kar şı tak ınd ıkları duruma gelince<br />
burada doktrinle pratik hiçbir vakit ba ğda şamamışt ır. Nazari olarak bu<br />
61 Devlet bölümündeki hilafet bahsi, Philip K. Hitti, History of the Arabs (London, 1937)<br />
62 Ebu Bekir Halifetullah tabiri ııi kabul etmemi ş ve sadece halife'i Resullullah s ıfatıyla<br />
yetinmi ştir Burada fark, yoruma ihtiyaç göstermiyecek derecede, aç ıktır.<br />
63 Sir Thomas Walker Arnoid the Caliphate, Oxford 1924, s. 123•<br />
64 Louis Massignon, Hüseyin ibn Mansur Al halladj<br />
125
azınlıkların yok edilmesi gerekirken Osmanl ı, Moğol ve İslâm Türk devletlerindeki<br />
uygulamalar çok yumu şak ve müsamahal ı olmuştur 65.<br />
Çağdaş islâmiyet biri birinden farkl ı iki yol tutmu ştur: Mıs ır, Suudi<br />
Arabistan, Türkiye, Suriye ve Yemen ayr ı ayrı ele alınırsa bu ikilik kendini<br />
gösterir. Müslümanlar ın devlete kar şı tutumu, devletin müslim veya gayri<br />
müslim olmas ına bağlıdır. Bunun gibi din ile devlet aras ındaki münasebetleıde<br />
idare eden hanedan ın veya hükümdarm sünni veya şii olup olmamas<br />
ı her iki tarafın karşılıklı durumlarında büyük bir rol oynar. S ırf bu<br />
yönden islâmiyet, devletle dini ayn ı sayan tipolojinin geçici bir safhas ı olarak<br />
incelenmiştir 66.<br />
İkinci Tipoloji<br />
YENİ DİN (Nouvelle foi)<br />
Dinlerin ulusal ve evrensel yahut geleneksel ve Kurucusu olan din ay ırımı<br />
biraz saymacad ır. Bu ciheti daha önce belirtmi ştik. Zira kendili ğinden yap ılmakta<br />
olan dini faaliyet geleneksel veya ulusal dedi ğimiz dinlerin gelişmesinde<br />
ço ğu zaman önemli bir rol oynar. Bunun gibi din kurucular ı, gerçek<br />
anlamda kurucu olmaktan ziyade çok kez ıslahatç ı (Reformteur) olarak<br />
hareket etmi şlerdir. Bu sebepten iki alan ı yani ulusal dinle evrensel dini<br />
kesin olarak biri birinden ay ırmıya imkan yoktur. Şuras ı var ki ne de olsa<br />
bu iki alanın ayırımı din ve devlet münasebetlerinin saptanmas ında aydınlatıcı<br />
bir rol oynar. Buraya kadar tipolojimiz din ve devlet te şkilâtında değerlerin<br />
ayrımlaşması (Differenciaton des valeurs) sonunda dinin devletten<br />
ayrılmas ı ve bağımsızlık kazanmas ı şeklinde bir yol izlemi ştir. Şimdi dikkatimizi<br />
dinde çok büyük bir anlamı olan ba şka bir olay üzerinde toplayahm.<br />
Bu olay yeni bir dinin ortaya ç ıkmasıdır. Bu hal geleneksel veya ulusal dine<br />
kar şı bir protesto, bir bayrak kald ırma ve bir ayaklanma olarak meydana<br />
gelmi ştir De ğişiklik dini tecrübenin büt İin alanlar ında yani kelam (Theologie),<br />
ibadet (Culte) ve te şkilat (Organisation) ta gerçekle şmiştir. İslâmiyet<br />
müstesna olmak üzere, dinlerde kollektif din statüsündeki de ğişmeler, fetih,<br />
hanedan de ğişmesi gibi siyasi bir sebepten yahut teolojik dü şünce ve dini<br />
tercihlerden ileri gelmi ş olabilir. Ilkel Toplumların bağlı bulundukları tabii<br />
dinler (Religions Naturelles) i bir yana b ırakırsak, kollektif de ğişmelere ve bu<br />
65 Adolph Louis Wismar'A Study in tolerance, as practiced by Muhammed and his immidiate<br />
successors (Contribution to oriental History and Philology cilt XIII (New york ; Columbia<br />
university Press, 1927)<br />
66 Bk. J. Wach, aym eser. sh. 303-306<br />
126
deği şmelerle ilgili örneklere Romada imparatorluktan önceki devrin tarihinde,<br />
Mısır, Babilonya, Cermen, Kelt ve Slav dinlerinde raslanabilir. Geleneksel<br />
ve kollektif bir konu olan din uruk (kabile), bölge ve ulusla ilgili bir kurum<br />
olarak birle ştirici bir rol oynar. Böyle bir dinin te şkilatı bağlı bulunduğu<br />
dünyevi cemaatin ya tamamen ayn ıdır yahut onun çok benzeridir.<br />
Bu a şamada bir devlet içinde din say ısının artmas ı kadar dinlerin bir tek<br />
din olarak birle şmesi de fetih, göç, siyasi de ğişiklik ve buna benzer d ış etkilerden<br />
ileri gelir. Bütün bunlar kuvvet ve ilham ım yarat ıcı önderlerden alan<br />
yeni grubun kurulmas ı ile tamamen de ğişebilir. Büyük bir dinin do ğ-<br />
mas ı, açıklanmas ı güç s ırlardan biridir. Bu durum insanlığın kültür bak ımından<br />
yükselmesi ile birlikte gerçekle şmiştir. Dini te şkilat incelenirken ilkel<br />
ve ileri toplumlarda baz ı derneklere rastlan ır Bu bize şahsi tercih ve karar ın<br />
dini hayatta oynad ığı rolü gösterir. Bu dernekler, yeni bir dini te şkilat olarak,<br />
gizliden gizliye veya' aç ıkça geleneksel ve resmi kurumlara meydan okurlar.<br />
Bunlara gizli dernekler denir. Bu guruplar genel olarak varhklar ını büyük evrensel<br />
dinlerin do ğmas ına yol açan te şebbüslere borçludurlar. Bu dinlerin<br />
meneine ait bilgiler bazan çok az ve da ğınık olduğu halde bazanda yeni dinin<br />
doğuşunu çevreleyen olaylar bu dinlerin ili şkin-bulunduklar ı toplumun müşterek<br />
hat ırasında yer- almış bulunur. Böyle bir gruplanmamn gerçekle şmesi<br />
ve büyümesi din ve devlet münasebetlerinin geli şmesinde yeni bir safhaya<br />
işaret say ıhr ki bu tam anlam ıyla evrensel dinler safhas ıdır. Gizli ve s ırh<br />
ifadelerinin de pekala gösterdi ği üzere bu gruplar kerldilerini ana gruptan<br />
ayırmak e ğilimindedirler. Devletle olan münasebetlerine gelince burada ayr ılma<br />
ve inzivadan tutun da fiili muhalefet ve hasmâne te şebbüslere kadar varan<br />
çeşitli münasebet tarzlar ı göze çarpar. Fiili muhalefet hükümete veya hükümdarın<br />
şahsına karşı olduğu gibi bir prensip meselesi de olabilir. Bu son<br />
şık yani ayaklanman ın prensip yönünden olmas ı arızidir. Pek az hallerde<br />
dini sebeplere dayanan bir çat ışma ve anar şi ortaya ç ıkar. Bunlara ili şkin<br />
örneklere Roma imparatorlu ğunda (Collegia illicita), islâmiyette ( Şii, batını<br />
hurafiler v. s.) ve Çindeki gizli cemiyetlerde prastlamr. Devlete fiilen kar şı<br />
koymanın sebep ve saikleri muhteliftir. Bu sebep ve saikler devletin güttü ğü<br />
zulüm ve i şkence politikas ına karşı bir tepki halinde kendini gösterir ve önemi<br />
ikinci derecede kal ır Yahut dini grubun teolojik, ideolojik ve politik nazariyesinde<br />
ifadesini bulan ilkelere dayan ır. Son şeklinde yani grubun dini,<br />
fikri ve siyasi teorisindeki ilkelere dayand ığı takdirde zorlama, şiddet kullanma<br />
ve harp gibi devlet mekanizmas ının tabii zorlama alet ve araçlar ıyla<br />
karşılaşır. Yahut bir devletin kimli ğini gösteren teori ve pratik engeller<br />
öne çıkar. Bu türden olmak üzere, Roma devleti, Yunanistan, Küçük<br />
Asya, M ıs ır, Suriye ve İrandan gelen dini gruplar ın hücumuna u ğramışt<br />
ı. Sünni müslüman devletleri de şii, harici, ihvanı safa, bat ıni ve karmati<br />
gibi çe şitli grupların muhalefetine u ğramışlardı. Hindistanda da ayn ı<br />
127
şekilde dini gruplar vardır. Hindistan yalnız bu dini gruplar ın yurdu olmakla<br />
kalmamış aynı zamanda evrensel dinlerin de be şiği olmuştur 67.<br />
Nüncü Tipoloji<br />
EVRENSEL D İNLER<br />
Din ve devlet münasebetlerinde üçüncü a şama evrensel dinlerdir. Bu<br />
a0manın ayırdedici niteliği, yüksek bir siyasi geli şme ve dini cemaatin evrensellik<br />
iddias ıdır. Bir dini evrensel diye vas ıflamada o dini tutanlarm<br />
sayısı o kadar önemli de ğildir. Çünkü burada sorumluluk yüklenen topluluk<br />
değil, ferttir. O halde bu geli şme devresindeki dini te şkilât ın sayı ve siyasete<br />
dayanan kuvveti tek ba şına kesin sonuçlu bir etken olamaz. Ba şka bir<br />
deyişle yeni dini cemaatlarda devlete kar şı takınılan durumu tayin eden<br />
tecrübenin şiddeti (İntensite de l'experience religieuse) dir. Büyük dinler küçük<br />
grup ve az ınlık inançları olarak ba şlar. Bu inançlara gün geçtikçe say ısı artan<br />
katılmalar olur. Ulusal dinde, dinle sarma ş dolaş olmaya ah şmış olan<br />
devlet, yeni dininin do ğması ve gün geçtikçe büyümesi sonunda tabii olarak<br />
dini grubun meydan okumalar ına karşı koymak zorunda kalir. Bu durumda<br />
Devletin yeni dine kar şı takınacağı tütumlar hakk ında çeşitli ihtimaller akla<br />
gelebilir.<br />
a) Devlet yeni dine kar şı ilgisiz kalir.<br />
b) Devlet yeni dini tanır.<br />
c) Devlet yeni dini reddederek mensuplar ına kar şı kovu şturma ve i şkence<br />
yapar.<br />
Roma devleti H ıristiyanlığa karşı ba şlangıçta birinci durumu tak ınmış<br />
yani ilgisiz kalmıştı. Az sonra üçüncü şıka dönerek H ıristiyanlara kar şı işkence<br />
politikas ı gütmüş ve hele Neron zaman ında bunları vahşi hayvanlara<br />
parçalatt ırmıştı. Sonunda ikinci şıkta karar k ılmış ve Hıristiyan* kabul etmişti.<br />
Buda dini Çinde so ğuk ve sert kar şılanmış, Hindistan devletlerinde ho ş<br />
görülmü ş ; Japonyada ise değişik işlemlere tabi olmuştur. Zerdüşt dini,<br />
başlangıçta hoş görülmüş 3-7. yüzyıllar' aras ında İranın resmi devlet dini<br />
olmuş ve ancak islâmın İram ele geçirmesi üzerine takibata u ğramışt ır Mani<br />
dini (Manicheisme) 68 başlangıçta ana yurdunda bile işkence çekmiş, daha sonra<br />
67 J. Wach. Suciology of Religion s. 306 ve devam ı<br />
G. Menshing, Sociologie religieuse s. 81 ve devamı<br />
68 Bu din zerdü şt dini gibi ikili bir dindir. Daha fazla ferdin kurtulu şuna önem veren<br />
ve bu suretle mistik gnostik zümreye dahildir Mani taraf ından kurulmuş olup Asyamn bir<br />
ucundan öte ucuna kadar yay ılınıştır.<br />
128
Orta Asyada devlet dini olmu ştur. Uygur devletinde °Idu ğ-U gibi Çinde de<br />
güvenli bir durum sa ğlamış ve en son Çinde u ğradığı işkence ve kovu şturma<br />
yüzünden da ğılnuştı. Konfuçyüs dini (Confucianisme) devrinde i şkence görmüş<br />
daha sonra olgun bir devlet dini olmak s ırrma ermi ştir. Halbuki Çinin<br />
halk dini olan Tao dini (Taoisme) hiç bir vakit üzerindeki şüpheyi gideremediği<br />
gibi bazı hükümdarlarm bu dini korumalar ı bile işkence ve kovuşturma<br />
siyasetini önliyememi şti.<br />
Bu kısa açıklama, devletin yeni evrensel dinlere kar şı takındığı ilk durumu<br />
zamanın akışına uyarak s ık sık deği ştirdiğini, bazan da büsbütün tersine bir<br />
durum tak ındığını gösterir. H ıristiyanl ık, islâmiyet, Maniçeizm, Budizm,<br />
Konfüçyanizmde oldu ğu gibi en önemli merhale Dinlerin do ğdukları yerden<br />
başka yerlere göç etmeleri, hanedan ın düşmesi, yöneten sınıf veya<br />
hükümetin de ğişmesi, devletin çökmesi ve yeni bir devletin kurulmas ı<br />
ve benzeri olaylar din ve devlet münasebetlerinde dönüm noktas ı sayılırlar.<br />
Bütün bu değişmeler dini guruplar ın geli şmesine etki yapar. Tarih alan ında<br />
girişilen bu kısa geziden sonra s ıra temel konu olan tipoloji ara ştırmalarına<br />
gelir.<br />
Evrensel dinlerin do ğmas ım ve gelişmesini gerektiren s ıkı bir dini tecrübe,<br />
bütün yönleriyle, de ğişik bir durum yaratm ıştır. Bu de ğişiklik, genel<br />
olarak, kötü kar şılanmakta, tak ışılmakta ve dini önderlerle mensuplar ının<br />
halk içinde de ğerden dü şmeleri sonucunu do ğurmakta idi. Dinin temeli sayılan<br />
baz ı bilgiler bu dinlerin genel do ğrultularım gösterir. Bu temel bilgiler<br />
aras ında dinin dünya görü şü, iman ve akideleri, dua ve ilahileri yer ahr. K ı-<br />
sacası bu kutsal kitaplarda yeni cemaatin ideali çizilmi ş, iman, amel ve cemaat<br />
ana çizgileriyle aç ıklanm ıştır. Bu kitaplarda din ve Devlet münasebetleri<br />
de anla şılır bir şekilde belirtilmi ştir Kur'an ve İncilde Tanrıya, Tanrı<br />
Resulüne ve yönetenlere kar şı itaat ın emredilmesi, yine İncilde Tanr ının hakk ı-<br />
nı Tanrıya, Kayserin hakk ını kaysere ver denilmesi dinin Tabii topluluk veya<br />
devlet kar şısındaki tutumunu aç ıklamaktadır. Yeni Dinin kurdu ğu düzene<br />
karşı durumun değişmesinde önemli sayılan bir nokta daha vard ır. Uruk,<br />
Kent ve Ulus gibi geleneksel gruplarca yüklenilen ortakla şa sorumluluk, vahiyden<br />
yararlanan büyük dini önderlerin getirdi ği dini tecrübelerin şiddeti<br />
bir ferdi imana ve ferdi dayan ışmaya inkılap etmi ştir. Böylece dindarl ığın bir<br />
ölçütü olan din törenleri yerini niyyet ve imana b ırakmıştır. İslam, amellerin<br />
niyetlere göre olacağın ı ilan etmekle bu yolda aç ık bir durum takmmıştır. Bu<br />
yönden Eski Sözle şmede adı geçen peygamberlerin dini ve ahlaki ö ğretileri, Yeni<br />
Sözle şmedeki dinin çalışma ve iman yoluyla gerçekle şen kişisel hakları kollektif<br />
hukuk yerine koymak üzere yap ılan gayretler bu alanda bir haz ırlık gibi<br />
yorumlanabilir. Hz. Muhammed eski putlara tap ınmanın ve bu türlü törenlerin<br />
hükümsüzlüğünü ilan etmekle ki şisel dine giden yolları açmış bulunu-<br />
Din Sosyolojisi F. 9 129
yordu. Gerçe ğin bütün çıplaklığı ile anla şılmas ı için kişisel bir arınma ve<br />
ara ştırmayı öğütleyen Buddarun demeti, her türlü ortakla şa törenleriyle birlikte<br />
Brahmana devrindeki dininin ilgas ından ba şka bir şey değildir 69 .<br />
IV. LAYIKLIK VE VICDAN ÖZGURLtal<br />
(Laicite et la Liberte religieuse)<br />
A. GENEL BILGILER<br />
Evrensel dinlerin cemaata de ğil, ferde ve ferdin vicdamna hitabetmesini<br />
ve demeçlerinin s ınır tan ımayan bir geni şlikte olmas ını bunların din ve Devlet<br />
ayrunım kabul ettiklerine yormak gerekir. Ba şlangıçta, i ş bölümünün<br />
henüz gelişmemiş olduğu zamanlarda sanat, ahlak, felsefe, bilim ve siyaset<br />
din kadrosu içinde toplanmakta idi. De ğerlerin ayrımlaşmas ı (Differenciation<br />
des valeurs) ve i ş bölümünün ilerlemesi sonunda sanat, felsefe, ahlak<br />
ve bilim ve son olarakta Devlet, hukuk ve e ğitim dinden ayr ılmıştır. Dinin<br />
Devletten veya Devletin Binden ayr ılmas ı siyaset edebiyat ında lâyiklik ad ını<br />
alır. Din ve Devlet kurumlar ının ba ğımsız durumlar ını, vicdan, din ve kanaat<br />
özgürlüğünü, hatta Do ğuda rastlanan modernizm hareketlerini bu ba şlık<br />
altında toplamak mümkündür.<br />
1) LAYİK SÖZÜ<br />
Türkçedeki layik sözünün kökü frans ızcadır. Bu dile yunancadan gelmiştir.<br />
Layiklik arapçada İLMANİYE ve yeni türkçede Din Ayr ısı, Din<br />
Özgenli ği olarak gösterilmekte ise de bunlar ın hiçbiri tutunamamıştır. Anlamı<br />
halka, kalabalığa veya y ığına ilişkin olan layik sözünün Eski Yunancadan<br />
geldiği su götürmez bir gerçek ise de bu dile nereden geldi ği bilinmemektedir.<br />
Yetmişler, Tevrat ı ibrani dilinden yunancaya çevirirken, LAY İK sözü ile<br />
rahip ve özellikle kendilerini Tanr ıya verenler d ışında kalan halk ya ğınmm<br />
kasdedildi ği görülmü ştür. Bu çevirmede LEV İLERE KLEROS<br />
o5) denilmekte idi. Laos veya Lik. İKOS (itdixö) deyimi imtiyazl ı<br />
bir sınıf sayılan ruhban (Kleros) d ışındaki kimseler için kullan ıhyordu.<br />
Homeros'un eserinde bu sözün seçkin insanlar ın emrinde şekilsiz ve örgütsüz<br />
bir yığım anlatmakta oldu ğu sanılmaktadır.<br />
69 Bk. J. Wach, ayn ı eser s. 309 ve devann<br />
130
H ıristiyanlığın ilk zamanlar ında kilise adamlar ına yunanca Klerikoi<br />
ve latince Clerice, müminler topluluğuna ise yunanca Laikoi ve latince LA-<br />
İCİ denirdi 1 . Frans ızcadaki Laicit, Laic ve Laicisme sözleri bu kökten gelir.<br />
Bu anlamda Bat ı dillerirıde ve özellikle İngilizcede SECULAR İSM ve<br />
Secular terimleri vardır. Bu terimlerin ingiliz dilinde bugünkü anlam ıyla<br />
kullaruhşı 1848 yılında ba şlar ve bu konu ile u ğraşmış olan Holyoak'a mal<br />
edilir 2.<br />
Gençle ştirmek ve ça ğdaş kılmak anlanuna gelen to secularise bu kökten<br />
gelir 3 . Yine İngilizcede Layman ve Profane kelimeleri de layik anlam ında<br />
kullanılır.<br />
2 — LAIKLIĞIN TANIMI<br />
Laik aslinda rahip s ınıfından olmayan demektir. H ıristiyanlikta bir<br />
ruhban s ınıfı (Clege) vard ır; islâmiyette ise böyle bir şey yoktur 4. İçinde<br />
bir ruhban sınıfı olan dinlerde bu zünıre dışında kalan kimselere Lâyik denir.<br />
İnsanlık tarihine göz atacak olursak ba şlangıçta, sanat, bilim, felsefe,<br />
hukuk, eğitim ve hattâ devlet teorisinin din içinde ve dini köklerden geldilderi<br />
görülür. Bu yönden baz ı tarihçiler ve bunlardan Prof. Enver Ziya Karal Layikligi<br />
bir tarih terimi olarak, din ile felsefenin, din ile bilimin, din ile hukukun,<br />
din ile sanatın ayrılmas ıdır, diye tanımlar. Bu tammda dinle devlet ayırımına<br />
işaret yoktur. Lâyiklik, din ile felsefe, sanat, bilim, e ğitim, hukuk ve Devlet<br />
ayrımı diye tammlamrsa, hem yukardaki tan ımı hem de devlet ve din ayr ı-<br />
mını kapsayan bir anlama var ılmış olur 5 .<br />
ları.<br />
1 Bak. Dr. Suat Sinano ğlu, Laiklik adlı anonim eserde „Laik kelimesini etymonu ve anlam-<br />
2 E. R. E. (Din ve ahlâk ansiklopedisi) Seucularism maddesi.<br />
3 Cassel's Latin dictionnary Secularis kelimesi<br />
4 E. Z. Karal osmanlı Tarihi 5. cilt, <strong>Ankara</strong>, 1954 sh. 146-149 (Cevdet Paşa, Fransız elçisi<br />
Marqui de Montier ile bir mülakatmda, elçinin şu sözlerine muhatap olur. Napolyon Bonapart.<br />
Eğer ben bir din ile mütedeyyin olsam müslüman olurdum. Zira din-i İslam da ruhbanhk yoktur.<br />
Dermiş. Halbuki bir müddet İstanbulda eğlendim. Ulema s ınıfının clerg6 tarz ında olan meratibini<br />
öğrendim. İşte siz de bu tarikatın en ileri mertebesinde bulunuyorsunuz. Napolyon,<br />
buralara gelmediği cihetle hakikati hale muttali olmamıştı; der. Bunun üzerine<br />
Cevdet Pa şa da Napolyon Bonapart bu meseleyi tahkik eylemi ş ve güzel söylemi ş, filhakika<br />
Islâmda clerge yoktur ve 1.31,11<br />
.))1 diye bir hadis-i Şerif vardır. Gördü ğünüz<br />
sarıklılar clerg6 değillerdir. Zira onlarda bir s ıfat-ı resmiye-i ruhaniye yoktur.<br />
Clergenin tevaif-i İseviye haklarında icra ettikleri hükümet-i rubaniye gibi s ıkı muamelelere<br />
İslamiye tahammül edemez.<br />
5 Prof. E. Z. Karal; Lâyiklik adli anonim kitapta Devrim ve Lâyiklik adli yazı.<br />
131
Nahit Tendar, Prof. Hilmi Ziya Ülken'den mülhem yazısında Layikliği,<br />
din ve dünya i şlerinin ayrılmas ı, iç ve d ış aleme ayr ı değer ve görev verilmesi<br />
şeklinde tan ımlar 6. Lâyiklik dini inanış ile dü şünüş ayrımı diye<br />
taııımlansa daha felsefi olur; o zaman ak ıl ve vicdan özgürlükleri ayr ımı şeklinde<br />
bir sonuca var ılmış olur ki bu da düşünüş ile inanışın aynı zamanda<br />
var olabilece ği (coexistence) fikrini ilham eder. Bu durumda akl ın ula şamadığı<br />
yerde vicdan hükmünü verecektir. Böylece hem deneysel hem de deney<br />
üstü metotlar, insanlığın hizmetinde olacakt ır.<br />
Devrimizin ünlü bir hukukçusu olan Leon Duguit layikli ği şöyle tan ımlar:<br />
"Layik devlet, din konusunda tamamen tarafs ız olup ba şkan ı ve memurları<br />
istedikleri dini ta şımakla beraber, kendisi devlet olmak haysiyeti ile<br />
hiç bir din tutmayan ve hiç bir din töreni yapmayan ve kendi ad ına da yaptırmayan<br />
devlettir 7 .<br />
Görülüyor ki burada konu, hukuk ve devlet teorisi yönünden ele al ınmıştır.<br />
Layikliğin tan ımını belirtmeden önce ünlü tarihçi ve bilgin Ernest Lavisse'in<br />
"Anales de la Jeunesse Laique" adli dergide yayınladığı bir aç ıklamayı<br />
aynen buraya geçirmeyi uygun buluyoruz. "Lâyik olmak insan fikrini görülen<br />
ufuk ile çevrelemek hattâ insana rüyay ı yasak ve mütemadiyen Allah ı<br />
aramak arzusunu bertaraf eylemek de ğildir. Lâyik olmak bugünkü hayat<br />
için vazife hissini edinmektir. Lâyiklik şiddet göstermek, hala eski itikatlarm<br />
ta thlıkları içinde kapal ı kalan vicdanları tahrik etmek de de ğildir.<br />
Geçici dinlere, devam edici olan insanl ığı idare etmek hakk ını vermemektir.<br />
Lâyiklik bir mabetten yahut muhtelif mabetlerden hep birden nefret etmek<br />
de değildir; belki dinlerin ilham ettikleri garaz ve ayr ılık ruhunu —O ruh ki,<br />
birçok şiddetlerin, ölümlerin ve harabilerin sebebi olmu ştur— ortadan<br />
kaldırmaktır. Lâyik olmak insan fikrinin hareketsiz olan bir din kaidesine<br />
katlanmamas ı ve anla şılmaz bir şey önünde hakkından vaz geçmemesi ve hiç<br />
bir bilgisizliğe raz ı olmamas ıdır. Lâyik olmak hayat ın ya şanmaya de ğdiğine<br />
inanmak, bu hayatı sevmek, dünya hakk ındaki (Göz ya şları vadisi) tabirini<br />
ortadan kald ırmak, göz ya şlarımn lüzumlu ve iyilik yap ıcı olduğunu<br />
kabul etmemek, azab ın bir Allah emri oldu ğuna inanmamakt ır. Lâyiklik<br />
hiç bir sefalete, ıztıraba taraftar olmamakt ır. Lâyik olmak üç fazilete sahip<br />
olmak demektir. Şefkat, yani insanlar ı sevmek; Ümit, yani uzakta da olsa,<br />
adalet, sulh ve saadet rüyalar ının hakikat olaca ğına, eskiden atalar ımızın<br />
6 Nahit Tendar, Sosyoloji dergisi, No 1. Laiklik yaz ısı .<br />
7 Laiklik adli anonim eser. Sahife, 44.<br />
132
göğe bakarak bekledi ği şeylerin gelece ğine inanmak; İman, yani mütemadi<br />
sa'y ve gayretin nihayet galebesine kaani olmakt ır 8."<br />
Görülüyor ki Lâyiklikte temel ilke, din ve dünya i şlerinin ayrımı olmakla<br />
beraber, bilginlerce ayr ı ayrı tammlar yap ılmıştır Bu durum kar şısında<br />
doğrudan do ğruya konunun aç ıklanmasına geçmek ve tan ımların dar çemberi<br />
içinde kalmamak tutulacak en do ğru yoldur. Unutmamak gerekir ki lâyiklik<br />
ilkesi siyasi bir toplumda ya şayan insana, insanh ğa yakışır bir önem veren<br />
kutsal bir ilkedir. Zira bu ilkenin kabul edilmesiyle fert dü şünmek için bir<br />
dimağa, manevi âlemini korumak için bir vicdana kavu şmuştur 9 .<br />
Batıda din ile bilim, din ile sanat, din ile devlet ay ırımı rönesansla ba ş -<br />
layan ve i ş bölümünden ilham alan bir kavramd ır. Gerçekten matbaan ın<br />
ke şfiyle bilim, sanat ve Devlet teorisinde o kaadar büyük ilerlemeler olmu ş -<br />
tur ki bu olaylar ı, bütün gücünü inak (Do ğma) lardan alan din kal ıpları içinde<br />
çözmeye maddeten imkan kalmam ıştır. Bu durum, sözü geçen konular ın<br />
birer birer dinden ayr ılmasını gerektirmi ştir. Zira din ile Devletin ba ğlı bulundukları<br />
disiplinler ba şka ba şkadır. Ke şif ve bulu şlar ve bilimsel veriler karşıs<br />
ında art ık Galilee'yi susturmak, sanat ı de ğişmez dini kalıplarda hapsetmek,<br />
Devlete ve devlet hizmetlerine dini bir nitelik tan ımak savunulması güç bir<br />
hal almıştı. Ne yaz ık ki bu yolda harcanan çabalar a şırılık yüzünden bo şa<br />
çıkmış ve lâyikle şme bazan dinsizlik veya tanr ısızlıkla birle şerek sonunda bir<br />
çok bozuk şekiller ortaya ç ıkmıştır Akılla nakıl arasında verilmiş olan kanl ı<br />
sava şlar, devrilen saltanatlar ve yap ılan işkenceler bir yana b ırakıhrsa layiklik<br />
ilkesi hiç te mantığın inkâr edece ği bir şey de ğildir. Lâyiklik bugünkü<br />
anlamıyla dinsizlik de ğildir. Aksine insanl ık ülküsüne kar şı bir saygının ifadesidir.<br />
3. LÂYIKLIGIN BATIDA VE TÜRKIYEDE UYGULANMA ŞANSLARI<br />
Layikliğin Do ğu ve Bat ıda gösterdi ği özellikleri ele alamadan önce<br />
bu iki âlemin içinde bulunduklar ı şartlar ı kar şdaştırmada büyük bir<br />
fayda vard ır: Bat ıda dini koruyan bir ruhban s ınıfı vardır. Bu s ınıfın<br />
kendine öz okulları, üniversiteleri ve fikirlerini yayan organlar ı vard ır.<br />
Yine bu s ınıfı mali yönden ayakta tutan gelir kaynaklar ı vard ır.<br />
Yüzyıllardan beri devam eden gelenekleri ve yeti şmiş din adamları<br />
8 Bu tanım laiklik adındaki anonim kitapta Naz ım Poroy'un anales de la jeunesse laique<br />
den yapt ığı çevirmeden olduğu gibi, alınmıştır (Bak. s. 37-38)<br />
9 Prof. Enver Ziya Karal, Laiklik anonim kitab ı, Devrim ve Lâiklik makalesi, Sayfa<br />
67 (Lâiklik)<br />
133
vardır. Bütün bu şartlar layiklik ilkesinin kurulmas ına ve Devletle din kurumlarının<br />
bağımsızlıklarını sağlamaya hizmet etmiştir. Doğuda bu şartların<br />
bir kısmı yoktur:<br />
Bir takım şartlar da toplumsal ve siyasal sebepler yüzünden kald ırılmış<br />
veya yasak edilmi ştir Bugünkü Türkiyede Dinin özünden gelme bir ilke<br />
Batıda dinin koruyuousu olan ruhbanh ğı saf dışı etmiştir. Yukar ıda da birazcık<br />
belirttiğimiz üzere İslamda ruhban yoktur. Din okullar ı ve din öğretimi<br />
yapan Medreseler kapanm ış yerine ancak uzun y ıllardan sonra Imam—<br />
Hatip Okulları, Ilahiyat Fakültesi ve İslam Enstitüleri aç ılmıştır. Bu bilim<br />
yuvalar ı gerek yeterli eleman bulma güçlü ğü, gerek genel kültür seviyesinin<br />
bugünkü durumu ve gerekse geçmi şteki kötü örneklerin bask ısı altında ülküsel<br />
verimlilikle çalişamamaktadnlar. Din propagandas ı yapmak ve konusu<br />
din olan dernekleri kurmak nisbeten güç oldu ğundan din için genişleme ve<br />
yayılma imkanları yalnızca camilerdeki vaizlere, Dini ve ahlaki konu şmalara<br />
hasredilmiştir.<br />
Yap ılmakta olan dini yay ınlar ise ya yeteneksiz ellerde bir yobazhk<br />
propagandas ı yahut din hayat ında uzun y ıllar bo ş kalan alanda din damgas<br />
ım taşıdığından dolayı rağbet gören ve gerçekte toplum ve birli ğimiz için<br />
zararlı olan yayınlardır. Burada Ilahiyat Fakültesinin a ğır ba şlı yayınları<br />
bir istisna te şkil eder.<br />
Devlet kar ışmamak ve incitmemek titizli ği içinde bu gibi seviyesiz yayınları<br />
hoş görmektedir. Halbuki özgür ve yeterli bir yay ın ve ir şat kurulu,<br />
Devletten daha yetkili olarak bu gibi yanh şhkları önleyebilir. Yine bu kurul<br />
toplumda ayırıcı, dinde karıştırıcı ve medeniyette utandmc ı olan bu yayınları<br />
kolayca denetleyebilir.<br />
Batıda Uyikliğin üçüncü bir şartı ve temelli dayana ğı olan mali kaynak<br />
bizde yalnızca Devlet bütcesinden sa ğlanmaktadır. Bu hem din ve devlet<br />
ayırımına hem de dinin ba ğımsızhğına aykırıdır. Zira nasıl ba şkas ının parasıyla<br />
geçinen bir kimsenin ba ğımsızlığı söz konusu olmazsa devletin yard ı-<br />
mıyla geçinen bir kurumun da ba ğımsızlığı kağıt iizerinde kal ır.<br />
Bat ıda kilisenin yararland ığı mali kaynaklar memleketimizde önceleri<br />
vardı ve bugün de vard ır. Evkaf idaresi din adamlar ının bağışlarıyla kurulmuştur.<br />
Devlet bütçe gerekleri dolay ısiyle bunları yönetimine almıştı. Bu<br />
o zaman için do ğru bir yoldu. Fakat bugün bunu pekala kurulacak olan<br />
din kurumuna geçirerek yaln ızca mali yönden bir devlet deneti ile yetinilebilir.<br />
Bu arada ihtiyaç fazlalar ımn tekrar kamusal kurumlara iadesi ve ba-<br />
134
ğışlanmas ı da mümkündür. Böyle yap ıhrsa din kurumu kendi mali kaynaklarına<br />
dayanarak daha verimli çal ışmak yolunu bulur. Sosyolojik bakımdan<br />
dinin en önde gelen görevi, toplum fertlerini birbirine yakla ştırmak,<br />
ve birle ştirmek oldu ğuna göre bu kurum memleketteki az ınlıklara kar şı<br />
ve hattâ ba şka dinlere kar şı daha tatl ı davranabilir. Böylece toplumumuzda<br />
ayine', kırıcı ve inkarc ı bir dini tutum yerine birle ştirici, ho şgörücü ve insanhk<br />
ülkülerine ba ğlı bir din hayat ı başlar. K ısacası, memleketimizde layikligin<br />
iyice yerle şmesi iyi ve yeterli din adamlar ı yeti ştirmeye ve bunlar yetişinceye<br />
kadar hafif bir devlet denetinin devam ına, dini ö ğretim, yay ım ve<br />
irşatlar ı güzelee ayarlamaya ve din kurumunu ve kutsall ığı ve yüceliğiyle<br />
orant ıh mali imkanlara kavu şturmaya bağlıdır.<br />
B— BATIDA IİYIKLIK<br />
Ayd ınlanma devrine kadar olan devre<br />
Hıristiyanhk güçlü bir devlet te şkilatı ve geli şmiş bir hukuk düzeni<br />
olan Roma imparatorlu ğu içinde gözlerini dünyaya açt ı. İsa'nın dünya düzeni<br />
ile u ğra şmas ını gerektiren bir sebep yoktu. Bundan dolay ı İsa kendi<br />
adamlarına, Kayserin hakk ım Kaysere, Tanrnun hakk ım Tanrıya veriniz<br />
(Rendez done a Cesar ce qui est â Cesar, et â Dieu ce qui est â Dieu) (Kitab— ı ,<br />
mukaddes, Matta incili XXII. bap, 21. ayet.) n halde H ıristiyanl ıkta ba ş -<br />
langıçtan beri din ve devlet ayr ımı var demektir. İsa dini, havarilerin çalışmas<br />
ı sayesinde küçük cemaatler halinde bir din oluverdi. Aziz Pavlus (St.<br />
Paul) Roma imparatorlu ğunu yeni dini yaymak için en uygun bir zemin<br />
bulmuş ve verdiği vaizlerle pek çok taraftar toplam ıştı<br />
Neron devrinden Diocletien'lere kadar gelen imparatorlar ın çoğu bu din<br />
mensuplarına kar şı kovuşturma ve i şkence yapt ırmıştı. Ba şlangıçta küçük<br />
cemaatler halinde bulunansH ıristiyanlar zamanla kendilerine birer kilise edinmişlerdi.<br />
Bu kiliseler yöresel (mahalli) gereklere göre kurulmu ş, daha sonra<br />
ulusal bir nitelik kazanm ışlard ır Bu arada Fransada, Frans ız kilisesi (Eglise<br />
Gallicane), İstanbulda Bizans Rum Ortodoks kilisesi, Ingilterede Anglikan<br />
kilisesi (Eglise Anglicane), Luther ve Kalven'in etkisi alt ında Protestan<br />
kilisesileri (Eglises Protestantes) kurulmu ştu. Romada ilk Piskopos St.<br />
Pierre (Aziz Petrus) olmu ştu.<br />
Büyük Konstantin 313 y ılında yay ınladığı Milano Fermaniyle (Edit<br />
de Milan) İsa dinini resmi devlet dini olarak tan ımış ve St. Pierre'i ilk papa<br />
olarak tamm ışt ı Fakat Hıristiyanl ıkta ilk hareket, Bizansta ba şlamış sayılabilir.<br />
Konstantin 325 y ılında İznikte bir genel ruhani meclis (Concile 0ecumenique<br />
de Nicee) toplad ı. Buradan Arianizm (Arianisme) in reddine<br />
135
karar ald ı 10. Ayrıca bütün mezhepler birle şerek Hıristiyanlık devlet dini<br />
haline geldi. /inan ın temel şartları Iznik sembolü (Symbole de Foi de Nicee)<br />
ad ı alt ında topland ı ". Bu konu şmalar sonunda imparator hem dinin<br />
hem de devletin ba şkam oldu. Bu şekle Anglosaksonlar CAESARO-PAP İSM,<br />
Frans ızlar ise BYZANT İNİSME derler. Bizantinizm deyimi dinin devlet<br />
hizmetinde olmas ı anlam ındadır. Fikrin zorbahk etkisi alt ında kararmas ı<br />
da bu terimle anlat ılır. Dikkat edilirse burada bir otokrasi ile teokrasi Kayserin<br />
şahsında birle şerek Bizantinizm denilen sistemi meydana getirmi ştir.<br />
Fikir ve din konusunda yap ılmış olan bu bask ı bazı tepkiler uyand ırdı.<br />
Genel din meclisleri (Concile oecumeniques) kar şısında bazı muhalif guruplar<br />
belirdi. Mesela, Suriye ve Mezapotamyada 6. yüzy ılda Monofizit (Monophysite)<br />
olan Jakobit (Jacobites) mezhebi kurulmu ştu 12. Yine 4. yüzyılda<br />
Mezopotamya ve İranda kurulmu ş olan Nesturi kilisesi (Eglise Nestorienne)<br />
bu aradad ır 13 . Batı dilinde Heterodoxe denilen bu mezheplerin<br />
amac ı H ıristiyanlığı saf şekle sokmak ve Incil hükümlerine ba ğlı kalmakt ır.<br />
Roma imparatorlu ğunun do ğu kanad ında din ve devlet münasebetleri<br />
bu manzarada iken bu alemin bat ı kanadında da Katolik kilisesi devletle<br />
birle şiyordu. St. Pierre yerine geçen papa dini ba şkan olarak vazife gördü.<br />
Dinde bir mertebeler düzeni (Hierarchie) kuruldu. Bu tutumu ile katolik<br />
kilisesi, vicdana daha ba ğımsız bir yer b ırakmış oluyordu. Din adam ı ile<br />
din adam ı olmıyanlar, birbirinden ay ırt edilerek, din adam ı, a şırı istekleri<br />
olmayan ve kendisini din i şlerine bağlayan bir kimse olarak kald ı. Din adam ı<br />
olmayan kimseler a şırı istek, tutkunluk ve tinsel güçsüzlükleriyle dünya<br />
adamları olarak kalmışlardı.<br />
10 Arianisme, Iskenderiye rahiplerinden Arius'un doktirinidir. Bu zata göre, Tanr ı birdir.<br />
Akanami selase aynı cevherden gelmedir. İsa yani oğul yoktan var olmu ştur. Esas ında mükemmel<br />
olmakla beraber, Allah de ğildir.<br />
11 Iznik sembolü (Symbole de Foi de Nicee) bizdeki amentü benzerinde dinin esaslar ım<br />
gösteren bir formüldür. 325 tarihinde iznik konsilinde kabul edilen şekli şöyledir. Görülen ve<br />
görülmeyen her şeyin yarat ıcısı olan Isa'ya inamyorum Tanr ının tamzsı, ışıklann ışığı,<br />
gerçek tanr ımn gerçek talim' baba cevherinden meydana gelmi ştir. Baba cevherinden<br />
doğan ve kendisiyle yer ve gök yarat ılmış olan efendimize inamyorum. 380 y ılında Ruh-ül<br />
Kudüs hakkında yap ılan değişikliği Yunanlılar kabul etmemi şlerdir. Bk. Larrousse du XX'eme<br />
siecle, Symbole de Nic ı,;e maddesi)<br />
12 Monofizit (Monophysite) veya Monophysitime diye adland ırılan doktrin Hıristiyanhkta<br />
tek varlığı kabul eder. Bunlar İsadaki iki kişiliği (Ili)hi ve İnsani) tammazlar. Ve yine<br />
bu mezhebin iddiasma göre, tanr ısal kişilik insani kişiliği yutar Bunlar s ıkı bir şekilde teşkilatlanmışlardır.<br />
Üç kiliseleri vard ır. Bu kiliseler bağımsızdır. Bunlardan biri Ermeni kilisesi<br />
(Eglise Arm6ıienne), ötekisi Yakubi kilisesi (Eglise Jacobite) olup Suruyededir. Üçüncüsü<br />
ise Mısırdaki Kıpti kilisesidir. (Eglise Copte)<br />
13 Nestorius taraf ından kurulmu ştur. Bu mezhep Isada birle şmiş iki kişilikten insani<br />
yönü över. Mezhebin ad ı, Nestorianisme'dir. Efes konsilince doktrini reddedilmi ştir<br />
136
Kilise insanlar ın iç hayatını temizlemek üzere zaman zaman onlar ı günah<br />
çıkarmıya ça ğırıyordu. Bu günah ç ıkarma veya itiraflar (Confessions) küçük<br />
odacıklarından başlıyarak 5. yüzyılda ya şamış olan St. Augustin ve 18. yüzyılda<br />
ya şamış olan Rousseau da en yüksek şeklini almıştır Günah ç ıkarmanın<br />
esası İsa'nın havarilerine verdi ği demeçten ç ıkarılmaktad ır. Gerçekten İsa<br />
havarilerine: "Günahlar ınızı kime verirseniz onda kalacakt ır" demi şti. Bu<br />
durum ile katolik kilisesi iç alemi işlemek yolunda çalışmalar ını, devlet otoritesinden<br />
uzak olarak gerçekle ştirmiştir 14.<br />
Az sonra Roma imparatorlu ğunda bir barbar sald ırısı ba şlamıştı. Bu<br />
durum kar şısında papalar, ruhani otoriteleri yan ında aynı zamanda cismani<br />
bir otorite kurmaya kalkt ılar. Papal ık makamı bugünkü anlamda bir üstün<br />
devlet (Super —Etat) durumuna geldi. Bu s ıralarda, her ne kadar Do ğu da<br />
barbar sald ırısına u ğramışsa da büyük ölçüde olmamış ve yine Do ğu kilisesinde<br />
Bizans İmparatorlar ı, İstanbulun Türkler taraf ından alınmas ı tarihi<br />
olan 1453 yılına kadar hem devlet ba şkanı hem de din önderi olarak saltanat<br />
sürmü şlerdir. Bu duruma göre, Do ğuda bir Ortodoks kilisesi, Bat ıda da papahk<br />
makamına ba ğlı bir katolik kilisesi kurulmu ş oldu. Imparatorlu ğun her iki<br />
ucunda kilise ve devlet birle şmiş bir durumdadır. Fakat bu birle şme Do ğuda<br />
imparatorun cismani ve maddi nüfuzunu dine te şmil etmesi daha do ğrusu<br />
imparatorluk ( İMPER İUM) ve Rahiplik (SACERDOT İUM) sıfatlarını şahs ında<br />
birle ştirmesi, Bat ıda ise, esas ında dini bir karakter ta şıyan papamn cismani<br />
bir otorite olmak iddiasiyle, dünya i şlerine kar ışmas ı<br />
çıkmıştı 15 .<br />
şeklinde ortaya<br />
Büyük devrime kadar Fransada Bourbon soyu devam etmi ştir. Bu devirde<br />
mülki bölüntüler kilise bölüntüleri ııin aynı olduğu gibi, her yerde yarg ılama<br />
yetkisi din mahkemelerinin elinde idi. Kilise evrensel nitelikte olan dini kanunların<br />
dünya münasebetlerinde uygulanmas ını istemekte idi. Roma imparatorlu<br />
ğunda katolik dininin resmi din olarak tan ınmas ını ve St. Pierre'in<br />
papa olarak tan ınmas ında/1 sonra kilise imparatorluk kanunlar ı yerine<br />
kendi kanunlar ın' uygulamaya kalkmış ve dünya i şlerine karışmak için<br />
fırsat ı kaçırmamış idi. Kilisenin bu büyük hayalini gerçekle ştirmeye yardım<br />
eden bir sebep te Avrupada feodalite sisteminin yay ılmış olmas ıdır. Senyörler<br />
kar şısında kendilerini zay ıf bulan k ırallar, nüfuzlar ını artt ırmak için<br />
kiliseden yard ım beklediler. Böyle bir durumda vicdan özgürlü ğü aramak,<br />
rasyonel olan bilgiyi do ğmatik olan kilise hukukundan ay ırmak ve dinle<br />
devlet ay ırımından bahsetmek yersiz olurdu. Bereket versinki bir süre sonra<br />
bu karanlığı yaran ve insanl ık tarihine şan veren iki büyük hareket olmu ştur.<br />
14 Sosyoloji Dünyas ı Cilt, 1. No 1. S. 32-33.<br />
15 G. Mensehing, sociologie religiouse, R. Jundt çevirmesi. 1951, Sahife 137.<br />
137
Bunlardan biri reform öteki ise rönesanst ır. Rönesans daha çok sanat ve bilim<br />
hayat ında bir uyanmad ır. Yani bununla fikre vurulan s ıkı pranga ve<br />
bağlar sökülmü ş ve kültür ya şayışı karanl ıktan nurlu ufuklara yönelmi ştir.<br />
Reform'un amac ı siyasi ve dinidir. Refarm'un amac ı siyasidir; çünkü katolik<br />
kilisesinin fikir, vicdan ve dünya i şlerinde insanlığın boynuna geçirmek<br />
istediği boyunduru ğa atmak hedefini güder. Dinidir; çünkü dinde yerle şen<br />
yanlış görü şleri gidererek dini normal s ınırlarına getirmek amac ını gütmüştür.<br />
Bu iki hareket de çok çabuk yay ılmışt ır.<br />
Zamanla k ırallar ülkelerini feodalitenin etkisinden kurtararak güçlü<br />
ve etkili bir duruma gelince ilk i şleri, kilisenin ve dolayısiyle papalar ın siyasi<br />
nüfuzunu yok etmek veya onlarla bu yetkileri payla şmak oldu. Ingilizler,<br />
birinci yolu tuttular ve 1547 y ılında protestanlığı kabul ederek papal ıktan<br />
ayrıldılar. Kendini güven içinde gören Fransa k ırah I. Fransuva (François<br />
I.) ise papa ile 1516 yılında bir anla şma (konkordat) yapm ışt ı 16 . Fakat her<br />
iki şekilde de din ve devlet ay ırımı yoktur.<br />
Roma Imparatorlu ğunun bat ı ucundaki barbar sald ırısı durumu allak<br />
bullak etmi ş ve bundan da en büyük fayday ı papahk makam ı sağlamıştı .<br />
Bu hal uzun zaman devam etmi ştir. Avrupa k ıt'as ında 1547 tarihinden<br />
başlayarak papalarla bütün ba ğlarını koparan İngiltere bir yana b ırak ıhrsa<br />
din ve devlet münasebetlerinde Fransan ın arzetti ği durum konumuz için çok<br />
aydınlat ıcıdır. Zaten Jul Seza= "Geldim, gördüm, yendim" (Yeni, vidi, vici)<br />
rumuzu ile alındığını bildirdiği Galya bugünkü Fransa, Belçika ve İsviçreyi içine<br />
alan büyük bir ülke idi. Bu sebeple Reform ve Rönesans hareketlerini de<br />
içine alan ve böylece ayd ınlanma devrine kadar gelen zamandaki din ve<br />
devlet münasebetlerini Fransa tarihi sinesinde inceleyecek olursak hiç de<br />
yanlış bir yola sapm ış olmayız. Şu kadar ki k ıt'a gerekimlerinden uzak ve<br />
geçimini ba şka yerlerde aramak zorunda kalan Ingilterenin özel durumunu<br />
bunun dışında tutmak şartt ır. Aksi takdirde İngiliz lâyikli ğinin gerçek manas<br />
ı anla şılmamış olur.<br />
2. Fransız devrimine kadar olan devre<br />
Barbar sald ırısından sonra ilk şef Clovis idi. Bundan sonra Pepin le B ı ef<br />
gelmiş, bunu da o ğlu Şarlman (Charlemagne) takibetmi şti.<br />
Birinci François'nin yapt ığı anla şmanın amac ı Papal ık makam ının<br />
kendi uyru ğu üzerinde elde etmi ş olduğu siyasi nüfusu payla şmak yani dün-<br />
16 Bir din önderi ile bir devlet ba şkanının anla şmasına devletler hukukunda "Konkordato"<br />
(CONCORDAT) derler.<br />
138
ya işlerinde Krallığın da söz sahibi olmas ın ı sağlamakt ı. Fakat kırallarm<br />
bile bu devirde çok H ıristiyan (Roi tres chretien) ad ve s ıfat ım ta şıdıkları<br />
dü şünülürse Konkordatonun vicdan özgürlü ğünü sa ğladığı yolundaki kanaat<br />
ın yanh şlığı anla şılır.<br />
Papahk mertebeler düzenine ba ğh geniş te şkilat ı ile kırallardan daha<br />
üstün bir rol oynamakta idi. Papa katoliklere sadece din konusunda Manacaklarnu<br />
de ğil, aynı zamanda yapacaklar ı ba şka i şlerde de emir vermekte<br />
idi. Papanm gösterdi ği şeylerden ba şkasına inanmak do ğru yoldan sapma<br />
(Heresie) emretti ği şeylerden ba şkas ını yapmak itizal ve ayr ılma (Schisme)<br />
say ıhrdı. Bunlar ın her ikiside a ğır cezalar ı gerektirirdi. K ıral şöyle diyordu.<br />
(Katoliklik uyruklarımız ın zorunlu dini olacakt ır. Biz do ğru yoldan sapmay ı<br />
(Heresie) cezaland ıraca ğız. Ve bunu yapmakla Krallığın niyetlerine ayk ırı hareket<br />
etmi ş olamıyaca ğız. Din kanunlarma devlet kanunu kuvvetini verece ğiz.<br />
Papazlara imtiyaz verece ğiz. Fakat buna kar şılık iman konusu dışında<br />
kendi topra ğımızda hâkim olaca ğız. Ba ş Papazlar ı ben seçece ğim. Papazları<br />
da bu ba ş Papaz seçecektir. Papa da bunlar ı tastik edecektir. Disiplin ve<br />
Yönetim bak ımından bunların hepsi benim emrin alt ında olacakt ır) 17 .<br />
Papa X. Leon bu şart ı kabul edince Fransada oldukça özgürlü ğü olan<br />
bir Kilise kuruldu. Bu Konkordtoyu layiklik yolunda büyük bir a şama saymak<br />
doğru olmaz. Zira Pretostanlar ı<br />
şirin uyruklar ında kana boyayan<br />
Saint—Barthelemy k ılıçtan geçirme buyru ğunu 24 a ğustos 1572 gecesi bu<br />
Konkordatoyu imzalayan devlet ba şkanı vermi şti. En de ğerli bir hak olan<br />
vicdan özgürlüğü henüz yoktu. Hukukun ana ilkesi din birli ğine dayan ı -<br />
yordu. Katoliklik devlet dinidir. Dinden sapanlar suçludurlar. 1598 y ılinda<br />
IV. Henrinin çıkardığı Nantes ferman ını on dördüncü Lui (Louis 14) 1685<br />
yıl ında kald ırarak Protestanlar ın ki şilik durumlar ı (ahvali şahsiye) na ili ş -<br />
kin sicillerini bat ıl saymıştır.<br />
Onbe şinci Lui (Louis 15) nüfus kayd ına müsaade eden 1787 tarihli fermanında<br />
hiç bir yolla vicdan özgürlü ğünü aklına getirmemi ş ti. Şimdi durumu<br />
aydınlatmak üzere bu fermandan biraz okuyahm•<br />
"Yalnız katolik dini genel dinin şeref, hak ve imtiyaz ına maliktir. Katolik<br />
olmıyan diğer teb'anuz devletimizde kurulmu ş düzen içinde her türlü<br />
tesirden yoksun olacakt ır. Bunların krallığımızla beraber olmak kudretinden<br />
her zaman için uzak olduklar ı önceden bildirilmi ş olup kendileri<br />
alelade inzibat kaidelerine ba ğlı tutulacaklard ır. Kanun onlara di ğer<br />
17 Lâiklik 1. Istanbul, 1954 s. 28<br />
139
tebeam ız gibi, medeni haklardan istifade için tabiatla reddedemedi ği haklardan<br />
ba şka bir hak tamm ıyacak, yani onlar ın yalmz doğumlarma, evlenmelerine,<br />
ölümlerine ba ğlı haklardan ba şka haklar ı olmıyacaktır 18... Görülüyor<br />
ki burada vicdan özgürlü ğünden, lâyiklikten, din ve devlet ay ırımından<br />
söz etmek yersizdir. Buna kar şıl ık Ingilterede din özgürlüğü Fransadakinden<br />
ba şka bir yol tutmu ştur. Elizabeth'in devletin Kilise i şlerinde üstün<br />
bir rol oynamas ı esasına dayanan politikas ı, resmi Kiliseye gelmek istemeyenlerin<br />
özel ibadetlerine müsaade eden ve onlar ı medeni haklardan yoksun<br />
b ırakmayan geçici bir anla şma ile sonuçlandı. 17. yüzyılda din düşmanlarımn<br />
artmasiyle Roma Katolik Kilisesi ile Anglikan Kilisesine ba ğli olmayanlara<br />
(Noncorfomist) büyük bir şüpe ile bak ıhyordu. Bunlar yaln ız<br />
Anglikan Kilisesi için de ğil, aynı zamanda devlet düzeni için de tehlikeli sayıhyorlardı.<br />
Katolikler Papa taraftan, Nonkorformistler ise mutlak doktrinler<br />
aleyhtar ıdır. Cromwell'in 1647 y ılında yapt ığı anayasa bu konuda bir<br />
dönüm noktas ı sayılır. Bu anayasa, kanun çerçevesinde Protestanlara tam<br />
bir özgürlük verdi ği halde Katoliklere kar şı en ufak bir musamahada bulunmuyordu.<br />
Fakat zulüm ve i şkence politikas ının art ık bayatlam ış olduğunu<br />
ve bundan böyle sökmiyece ğini İkinci Charles'in 1672 y ılında yayınladığı<br />
suçları ba ğışlama bildirisi ( İndulgence) daha aç ık olarak belirtmekteydi.<br />
Bu bildiri Katoliklerle Anglikan Kilisesinden ayr ılan protestanlar ın menfaatlanna<br />
uygundu. Böylece dini zulüm ve i şkencenin ortadan kalkmas ı<br />
gerek iç güvenlik ve gerekse ticari gereklere uygun görülüyordu. Zira tüccarların<br />
büyük çoğunluğu Non Korformistler aras ında olup bu alandaki etkileri<br />
çok önemli idi. II. Willam' ın 1689 yılında yayınladığı ho şgörme yasas ı<br />
(act of toleration) bu dü şüncenin mant ıki bir sonucuydu. Bu yasa kanun<br />
çerçevesi içinde ve katolikler müstesna olmak üzere herkes için gerçekten<br />
ho ş görürlüğü temellendirmi ş bulunuyordu 19 .<br />
3. Bugünkü anlamda layikliği doğuran olaylar<br />
Yukarıdaki aç ıklamalardan 18. yüzy ıla gelinceye kadar Devletin dini<br />
bir temele ba ğlanmış olduğu anla şılıyor. Hükümdar nazari olarak yetkisini<br />
doğrudan do ğruya Tanrıdan aldığı için ancak ona kar şı sorumlu idi. Zira<br />
Bütün Güç Tanndad ır (Omnis Potestas a Dei). Devletin resmi dininde olmayanlar<br />
için siyasi bir hak tan ınmazdı . İngiltere ve Prusya bir dereceye<br />
kadar özgür ülkelerdi. Fakat bunlara ra ğmen genel manzara yukar ıdaki<br />
18 L'diklik 1. aynı eser Nazım Poroy'un makalesi s. 29.-Bk. Bartelmi, hukuku idare (M.<br />
Atıf tercilmesi) s. 477.<br />
19 Bk. E. S. S. cilt 13 S. 243<br />
- 140
şemada oldu ğu gibiydi. Layikliğin gelişmesi bakımından 18. yüzy ılın ikinci<br />
yarıs ı çok ilgi çekicidir. Burada lâyiklik konusunda biri Amerika, ötekisi<br />
Fransada patlak veren iki büyük devrimden söz açmak gerekir. Rönesans ın<br />
sanat ve bilimde, Reformun ise din ve siyasette yapm ış olduğu değişmeleri<br />
bu iki devrim siyaset ve Devlet anlar şuıda yapmış ve ça ğımız ın kutsal bir<br />
ilkesi say ılan Lâyiklik en kuvvetli destek ve kayna ğını bu iki olaydan almıştır.<br />
Şimdi bunlara k ısaca bir göz atal ım:<br />
a) Amerika Birleşik Devletleri ııdeki Devrim Anlayışı<br />
Bu memlekette Devrim ba ğımsızlık sava şı ve anayasa çal ışmaları olarak<br />
gözükmektedir. Burada Devrimlerin bütün yönlerini aç ıklamak söz konusu<br />
de ğildir. Sadece lâyiklik ve din özgürlü ğü ile ilgili değişmeler ele al ınacaktır.<br />
Bunlar 1776 y ıhnda yayınlanmış olan İnsan Hakları Beyannamesinden<br />
ilham al ırlar. Frans ızlar buna (D&laration des droits de l'homme), anglosaksonlar<br />
(Human Rights) derler. Amerikan Anayasas ının dinle ilgili maddeleri<br />
şunlardır:<br />
1) Parlamento bir din kurmak veya din özgürlü ğünü kald ırmak için<br />
kanun yapamaz. (Anayasa Ek. Madde I.) Bu hüküm Federal İdare kadar<br />
sayısı 49 u bulan Federe devletleri de ba ğlar.<br />
2) Din veya Tanrıya borçlu olduğumuz ödev ve bunun yerine getirilmesi<br />
kuvvet veya şiddetle de ğil, akıl ve kanaatla idare edilebilir. Herkes e şit bir<br />
tarzda vicdan ının emrettiği gibi dininin gereklerini yapmak özgürlü ğüne<br />
mâliktir.<br />
3) Amerikan kongresi hiçbir zaman bir dini hakim din olarak ilan<br />
edemez ve herhangi bir din mensuplar ının ibâdet ve dini törenlerini serbestçe<br />
yapmalarını yasak eden bir kanun yay ınlayamaz. (Bu son madde Jefferson'un<br />
tesiriyle konmu ştur.)<br />
Burada İnsan Haklar ı Beyannamesi ile Anayasa maddeleri o kadar<br />
açıktır ki hiçbir yorumu gerektirmez.<br />
b) 1789 Frans ız Devrimi<br />
Frans ız Devrimi bir çok yönlerden konuyu ilgilendirir. Bu bak ımdan<br />
üzerinde durulmaya de ğer. Zira bu Devrimden layik bir din anlay ışı ve Anayasaya<br />
ba ğli bir Devlet tipi do ğmuştur. Gerçi Amerika bu i şlere Fransadan<br />
daha önce ba şlamış hattâ İngiltere bu konuda çok tipik uygulamalar yapm ış<br />
141
ise de Toplum ve siyaset alan ında dünya ölçüsündeki de ğişmeleri frans ız<br />
Devrimine borçluyuz. Devrimden önce devlet k ıralcı, hükümet dinci ve memle<br />
ket anayasas ızdı. Kiral yetkilerini Tanr ıdan aldığını savunur ve ruhbana<br />
dayanırdı. Baz ı kırallar devlet benim (L'Etat c'est moi) diyecek kadar a şırı<br />
iddialara giri şmişlerdi. Devlet otoritesinin kar şısında en güçlü örgüt papaz-<br />
,<br />
ların kurdu ğu din dernekleriydi. Bu derneklere bat ı dilinde Congregation<br />
(Kongregasyon) derler. Bunlar medeni hukukta rastlanan cemiyet ve derneklerden<br />
farkl ı idi. Bu derneklere giren üyeler ba şka der ııeklerden farkl ı<br />
olarak bir adak (Voeu) adarlard ı. Üye derne ğe girmekle ya iffet, ya fakirlik<br />
yahut ba ğlılık nezrederdi. Zengin derne ğe girmekle yar ını yoğunu ona b ırakır;<br />
yoksul ise bütün varlığıyla derne ğe bağlan ır ve kilisenin bir kölesi olurdu.<br />
Bu yol derne ği hem zenginle ştirir, hem de onua güçlü k ılard ı. Böylece<br />
devrim öncesi Fransada kar şıt kuvvetler olarak K ıralhk ve Din Dernekleri<br />
bulunmakta idi.<br />
Fransada bir de s ınıfları temsil eden meclis vard ı ki bunun adı S ınıflar<br />
Meclisi (Etats Generaux) idi. Bu meclis ola ğan üstü veya vergi almak<br />
için kırahn ça ğrısıyla toplan ırd ı. XVI. Louis 1789 y ılında bu meclisi<br />
topladı. Meclis, papaz, avukat, ö ğretmen, asilzade gibi renk renk üyelerden<br />
kurulmakla beraber iki konuda üyeler birle şmişti. Bir kere, hepsi k ı-<br />
rahn keyfi davran ış ve yolsuzluklar ından şikayet ediyorlard ı. Bu yönden<br />
üyelerin hemen hepsi k ıral ve yönetim aleyhtar ı idiler. İkinci olarak 18.<br />
yüzyılın, yüzünü a ğartan büyük filozoflar ın hak, özgürlük ve e şitlik konusundaki<br />
fikirlerini benimsemi şlerdi. K ıral durumu anlay ınca meclisi da ğıtmak<br />
istedi isede Mirabeau ate şli hitabesiyle haberi getirene, millet iradesiyle<br />
topland ıklarından kendilerini ancak süngü kuvvetinin ç ıkarabilece ğini hatırlatarak<br />
kafa tuttu ve bunun üzerine Meclis i şi ele aldı 20 .<br />
Meclis her şeyden önce memlekete bir ana yasa vermek amac ında idi.<br />
Bu sebeple kurucular meclisi (Assemblee Constituante) ad ını aldı. Meclis<br />
anayasadan önce 3 kas ım 1789 tarihli insan ve yurtta ş hakları beyannamesini<br />
(D eclaration des droits de Phomme et du citoyen) yay ınladı. Bu beyannamenin<br />
bir çok yönleri vard ır. Bunlardan biri de bizi ilgilendiren din konusudur<br />
21 .<br />
Hiç kimse, dini de olsa, kanaatlar ından dolay ı tedirgin edilememelidir.<br />
Yeter ki bu kanaatlar ın aç ıklanması kamu düzenini bozmas ın.<br />
20 Mirabeau haberciye şöyle söylemişti : Allez dire â votre maitre que nous sommes<br />
ici par la volonte du peuple et nous n'en sortirons que par la force des baionnettes.<br />
21 Bk. Petit dictionnaire de droit Dalloz, "De'claration des droits de l'homme et du citoyen"<br />
maddesi.<br />
142
(Nul ne doit etre inquiete pour ses opinions, meme religieuses, pour vu que<br />
leur ınanifestation ne trouble pas l'ordre puplic etabli par la loi).<br />
Fransadaki bu hareket iki cepheli idi. Bir yandan k ırallığa kar şı bir ayaklanma,<br />
öte yandan ruhbana ve dolay ısıyla papaya ve onun nüfuzuna kar şı<br />
bir rest çekmekti. K ıral bu durumu hiç bir yolla önliyemedi ği gibi kaçarken<br />
de yakaland ı. Devrim sıras ında bir çok suçsuz kimselerin kanlar ı akt ı .<br />
Devrimciler bu s ırada baya ğı kana susam ışlardı, 0 kadar ki bunlardan birisi<br />
mezar ta şına şu sözleri yazd ırmıştı : "Yolcu benim ölümüme a ğlama; çünkü<br />
ben sa ğ olsayd ım sen ölecektin." (Passant ne pleure pas ma mort, si j'etais<br />
vivant tu serais mort.)<br />
Kurucular meclisinin ilk i şi ruhban bir sivil te şekkül (Constitution civile<br />
du clerge) haline sokmak oldu. Bunun için 88 maddelik bir kararname ç ıkarıldı.<br />
Bu kararnameye göre papazlar memurla ştırılmakta idi. Papazlar di ğer<br />
memurlar gibi seçime ba ğlanıyorlard ı. Bu seçimleri iki metropolit kontrol<br />
edecekti. Metropolitin karar ı sivil mahkemelerde son olarak hükme ba ğlanacakt<br />
ı. Seçimi yapacaklar aras ında protestanlar bulundu ğu gibi yahudiler<br />
bile vard ı. Ruhbanın ayl ıkları da bir kararnameye ba ğlanmışt ı. Fakat papaz<br />
seçiminin onanmas ı gibi işlerde papan ın sözü bile geçmiyordu. Kurucular<br />
meclisinin aldığı bu kararlar tarafs ız bir gözle incelenecek olursa bunla ı a<br />
toplumsal ve hukuki yönlerden tak ışılabilir. Toplumsal yönden, meclisin<br />
gösterdi ği bu tepki normal, s ınırları a şmış ve devrimcileri sald ırgan bir duruma<br />
getirmi şti. Hukuki bakımdan da i şte ayk ırılık vard ı, zira meclisin ald ığı karar<br />
kilise hukukuna (Droit canonique) ayk ırıydi. Bundan ba şka Birinci François<br />
ile papa aras ında yap ılan konkordato iki tarafh oldu ğundan hükümleri devletler<br />
hukuku gerekimlerine göre, ancak iki taraf ın istekleriyle de ğiştirilebilirdi.<br />
Halbuki kurucular meclisi bunu tek tarafl ı olarak bozmu ştu. Ruhbanın büyük<br />
ço ğunluğu meclisin bu karar ını tanımak istemedi. Meclis ruhban muhalefetini<br />
yenmek için devlete ba ğlılık yeminini mecburi k ıldı 22 . Bunun üzerine,<br />
papazlar ın bir kısmı, işleri b ırakt ığından bir çok kiliseler papazs ız kaldı .<br />
Bu hareket Fransaya özgü sald ırgan lây ıkhk diye vas ıflandıraca ğımız hareketin<br />
önemli bir a şamas ıdır. Kurucular meclisi bir anayasa yapt ıktan sonra<br />
da ğılmıştı. Yerine kanun koyucular meclisi (Assemblee Legislative) topland ı .<br />
Bu da yerini daha gen ş bir anayasa yapmak üzere konvansiyon meclisine<br />
(Convention nationale) b ırakt ı Konvansiyon geni ş bir anayasa yapt ı ise<br />
de bu uygulanmad ı. Bu s ırada devrim alm ış yürümüştü. Kan gövdeyi götü-<br />
22 Bağlılık veya Sadakat yemini söyle idi : Je reconnais que Funiversalite des citoyens<br />
français est le souverain, et je promets obeissanee et soumission aux lois de la Repoublique.<br />
(Frans ız yurtta şları bütünlü ğünün egemen oldu ğunu kabul eder ve Cümhuriye kanunlarına<br />
itaat etme ğe ve ba ğlı kalmaya söz veririm.<br />
143
üyordu. Ünlü bir general bu durumdan yararland ı. Napolyon ilk önce<br />
papalık makamıyla anla şarak 1802 tarihinde bir konkordato imzalad ı. Böylece<br />
Napolyon ilk meclisin att ığı adımı geri almış ve nüfuzunu artt ırmak<br />
amacım gütmü ştü İkinci a şamada Napolyon kendine uygun bir anayasa<br />
yapt ırdı. Fakat art ık durumun de ğiştiğini kendisi de anlamış olacak ki yap ılan<br />
anayasada Fransan ın resmi dini katoliktir" cümllesi yerine "Fransada ço ğunluğun<br />
dini katoliktir" maddesini koydurdu. Napolyonun bu davran ışı<br />
gerici ve geriletici bir hareket olarak vas ıflandırılabilir.Konkordato rejimi Fransada<br />
din ve kilisenin ayr ılmas ı hakkındaki 1905 tarihli kanuna kadar devam<br />
etmi ştir. Napolyondan sonra yine tahta Burbon hanedan ından XVIII. Louis<br />
gelmişti Fakat durum o kadar de ğişmişti ki eskiye dönmeyi ne memleket<br />
hazmedecek durumda idi ne de böyle bir şey meclisten geçebilirdi. Nitekim<br />
Napolyon anayasas ı yerine yap ılan anayasada dinin katolik olaca ğı açıklanmakla<br />
beraber ayni anayasan ın be şinci maddesinde herkesin dinini e şit bir<br />
özgürlükle ta şıyaca ğı ve tören yapmak için ayni himayeyi görece ği belirtiliyordu.<br />
O kadar ki X. Charles'dan sonra gelen Orlean soyundan Louis<br />
philipe yeni anayasadan devlet dini ile ilgili sözleri bile ç ıkarmıştı.<br />
Böylece lâyiklik anlay ışı ve vicdan özgürlüğü art ık ka ğıttan kalplere dökülmü ş<br />
ve benimsenmi şti.<br />
1848 de kurulan II. Cumhuriyet ve 1871 de kurulan III. Cumhuriyette<br />
lâyiklik ilkesinde sürekli ilerlemeler görülmü ştür. Yalnız meclisler de ğil,<br />
bilginler de bu alanda baz ı düşünceler ortaya atm ış ve ilkeyi savunmu şlardı.<br />
III Cumhuriyette en fazla bu konu üzerinde duran devlet adam ı ünlü hatip<br />
Gambetta'd ır. Jules Simon, Jules Ferry, Clemenceau, Emile Zola da bu<br />
arada söylenebilir.<br />
4) 1905 Kanunu<br />
Bugün uygulanmakta olan lâyiklik ilkesi kayna ğını kilise ve devletin<br />
ayırınu hakk ındaki kanun (La loi sur la separation des Eglises et de l'Etat)'<br />
dan almaktad ır. Bu kanun o zamana kadar uygulana gelen Napolyon konkordatosunu<br />
tek tarafl ı olarak feshediyordu. Bu kanunu ç ıkarmada iki türlü<br />
sebep vard ı : Uzak ve yak ın sebepler. Katolik kilisesinin merkezile şmesi<br />
ve lâyiklikliğin gelişmesi uzak sebepler aras ındadır. Katolik kilisesi, Vatikan<br />
konsilinin denet ve yönetimi alt ında gün geçtikçe merkezile şen bir yol<br />
tutmu ştu. Buna kar şılık Fransada kamu hizmetleri gün geçtikçe lâyikle ş -<br />
mekte idi. Birbirine z ıt olarak geli şen bu iki ak ıllı, Fransada din ve devlet<br />
ayırımı/la yol açmıştır. Fakat bu ay ırımın asil sebebini daha çok yak ın olaylarda<br />
aramak gerekir. Yak ın sebeplerin ba şında papan ın cumhurba şkani<br />
144
M. Loubet'nin Romaya yapaca ğı geziyi protesto etmesi, ikinci sebep,<br />
papalığın iki Fransız papaz ını istifaya zorlamas ıdır 23 .<br />
Projenin raportörlii ğiinü yapan me şhur Aristide Briand bu yakın sebeplerin<br />
nazara alınmadığını o zaman şu sözlerle ifede etmi şti: "Kilisenin devlet<br />
ten ayrılmasmı, siyasi kinlerimizi veya katolik dü şmanhğımızı gidermek<br />
için de ğil, fakat muhtelif din mesuplan aras ında barışı sağlayacak olan yegane<br />
rejimi kurmak için uygun bulmaktay ız."<br />
Bir çok tart ışmalardan sonra bu tasar ımn bel kemiği olan iki ilke kabul<br />
edildi. Birinci ilke, kamu düzenine ayk ırı olmamak şartıyla cumhuriyetin<br />
din, vicdan ve tören özgürlü ğünü garanti etmesidir. İkinci ilke, Cumhuriyetin<br />
hiç bir dini tanımamas ı, hiç bir dine yard ım etmemesi ve hiç bir dine bütçesinden<br />
ödenek ayırmamas ıdır.<br />
Kanun çıkt ıktan sonra papa, 11 şubat 1905 tarihli şiddetli bir bildiri<br />
yayınladı. Bu bildiride şu esaslar vard ı : Din ve devlet ay ırımı en büyük<br />
hatad ır. Bu ayırım tanrıya hakaret say ılır. Bu ayırım tanr ının kurmu ş<br />
olduğu düzeni altüst eder. Ve son olarak bu ay ırım dünyevi cemaata büyük<br />
zararlar verdirir 24 . Kanunun getirdiği yenilikler şöyle sıralanabilir:<br />
I — Devlet hiç bir din tan ımaz. (La republique ne reconnait aucun culte)<br />
2 — Din ile ilgili her türlü kamu te şkilatı kaidırdmıştır. (Toute organisation<br />
publique des cultes est supprimee)<br />
3 — Kanun kar şısında herkes gibi birer fert olan din adamlar ı (hademe-i<br />
hayrat) genel hükünrdere ba ğlıdırlar. (Les ministres du culte, simples parti<br />
culiers au regard de la ki, sont soumis au droi t commun)<br />
4 — Devlet, bütçesindeki yard ım bölümünden hiç bir dine para vermez.<br />
(La republique ne salaire ni un subventionne aucun culte)<br />
5 — Din törenlerini yapma ve ibadet yerlerinin bak ım giderlerini<br />
sağlamak üzere din dernekleri kurulmu ştur. (Les associations cultuelles sont<br />
formees pour subvenir aux frais a l'entretien et a l'exercice public du culte)<br />
6 — Kanun ruhbana yaln ızca ibadet yerlerini (Edifices des cultes) kullanma<br />
yetkisini verir.<br />
7 — Ruhbana ait mallar kurulacak din derncklerine devredilir.<br />
23 Bk. A. Autin Laicit et Libert de Conscience, Paris, 1930 sh. 176-178.<br />
24 Bk. A. Autin ayn ı eser, sh. 178-181.<br />
Din Sosyolojisi F. 10 145
8 — Din zab ıtas ı (POL İCE DES CULTES) Kamu düzenine ayk ırı olmamak<br />
üzere her dinin gereklerini serbestçe yerine getirmeyi ve törenlere katılmayı<br />
sağlayacak hükümleri ihtiva eder.<br />
Bir kısmını yukarıya aldığımız bu ilkeleri biraz de şince görülürki Fransada<br />
kamu düzeni (ordre public) ne ili şkin smırlamalar d ışında dini törenlerin<br />
yap ılmas ı serbesttir. Devletin kendine has bir dini yoktur. Hiç bir dine<br />
genel bütçeden yard ım edilmez. Din bir kamu hizmeti olmad ığı gibi din<br />
adamları da devlet memuru de ğildir. Devlet dinlerin hepsine kar şı eşit davramr.<br />
Kanun kar şısında yalnız eşit yurtta şlar vard ır. Yard ımın tek istisnas ı<br />
yatılı okul, hastahane ve hapishanelerdir. Belediye bütçesi genel bütçeden<br />
sayılmadığından bu yolda yap ılan harcamalar kanuna ayk ırı değildir.<br />
(Frans ız dam ştayı bu yolda ictihatta bulunmu ştur).<br />
131_1 kanunda önemli say ılan bir mesele de din derneklerinin kurulabilmesi<br />
dir. Her kilise bir dernek kurabilecektir. Bunlara din dernekleri (Associations<br />
cultuelles) denir. Dernekler birle şerek bir birlik meydana getirirler.<br />
Devlet kesin olarak di ıı adamlar ından elini çekmi ş ve papaya tam bir serbestlik<br />
vermiştir. Bu kanunun ba şka önemli bir noktas ı da tören zab ıtasıdır. Eskiden<br />
katoliklik protestanhk ve yahudilik kamu hizmetleri aras ında idiler ve bütçeden<br />
para alırlardı. Bunun dışında kalan dinler yasak edilmi şti Bunlar için<br />
hükümetten ayr ıca izin almak icabediyordu. Bu türlü dinlerin mensuplar ı,<br />
ancak devlet şurasmdan geçen bir kararla tap ınak yapt ırabilirlerdi. 1905<br />
tarihli kanun bu s ınırlama ve yasaklar ı kaldırmıştır. Bugün Fransada tap ınak<br />
yapma serbesttir. 1907 tarihli kanun beyanname vermek külfetini de kald ırmıştır.<br />
Kanuna göre rühban genel hükündere ba ğlı idi. Çok yerinde olan<br />
bu esaslar papalar ın ho şlarma gitmedi ve bunlar ı konkordato hükümlerinin<br />
bir taraflı feshi sayddar Ancak 1924 tarihinde papa XI. Pie bir anla şma teklif<br />
etti. Durum, hükümetçe incelenerek bir din statüsü kaleme al ındı. Statünün<br />
beşinci maddesinde din derneklerinin görevi aç ıklanarak bu konuda papamn<br />
temsilcisine yetki tan ındı. Derne ğin adı da Association diocesaine diye de ğiştirildi.<br />
Frans ız hükümeti bunu kabul etti. Bu dernek katolik kilisesinin anayasas<br />
ıııa göre papanm bir temsilcisi olan ba ş papazm idaresi alt ında katolik<br />
dini törenlerini devam ettirmek ve giderlerini sa ğlamakla u ğra şacaktı. 1960<br />
yılında yayınlanan Dördüncü Cumhuriyet Anayasas ı Lâyiklik ilkesini bir hareket<br />
noktası olarak almıştır. Vicdan ve din özgürlüğünün bir memlekette var<br />
olabilmesi için o memlekette herkesin istedi ği şeye inanmas ı ve bunu istedi ği<br />
şekilde açığa vurmas ı yani vicdan ve tören yapma özgürlü ğünün var olması,<br />
Tap ınak ve teferruat ının serbestçe kurulabilmesi gereklidir. Fransa 1905<br />
1907 kanunları ve 1924 tarihli din statüsü ile bu yola girmi ş bulunmaktadır.<br />
146
Bütün bunlar ı özetlemek gerekirse 1905 kanunu ile Fransa ;<br />
I — Vicdan ve din özgürlü ğü (Liberte de conscience et des cultes)<br />
2 — Devletin din konusunda tarafs ızlık ve lâyikliği, (Neutralite religieuse<br />
et laicite de l'Etat)<br />
3 — Din bütçesinin kald ırılması, (Supression du budget des cultes)<br />
4 — Dinle ilgili olan kamusal kurumlar ın yürürlükten kald ırılmas ı,<br />
(Supression des etablissements publics du culte) Ilkeleri Fransada kanunla ş -<br />
nuş bulunuyordu 25 .<br />
C — DOĞU ALEMİNDE LikYIKLİK ve VICDAN ÖZGÜRLÜĞÜ.<br />
Lâyikliğin bat ıda değerlerin ayr ımla şma ve evrimi (Differenciation<br />
des valeurs et ses evolutions) sonunda do ğduğunu gördük. Toplumsal evrim<br />
ve ilerlemede rastlanan en önemli olay bütün de ğerlerin derece derece<br />
dini değerlerden ayr ılmalarıdır. Ilkel toplumlarda her türlü toplumsal<br />
değer, dini de ğerler içinde yer almakta idi. Toplum geli şerek karma şık<br />
bir manzara ald ıkça bu de ğerler birer birer dini de ğerlerden ayr ılmışlardır.<br />
Böylece siyasi, hukuki, iktisadi, bedii, ve ahlaki de ğerler dinden ayr ılmış -<br />
lardır. 26 .<br />
Doğuda sosyolojinin ortaya koydu ğu bu genel evrimden ba şka• bir şey<br />
olmanu ştır. Alaca ğımız örnekler sadece bu genel görü şün bir ispat ı olacak<br />
ve lâyiklik ilkesinin san ıldığı gibi içi bo ş bir teori değil, misallere dayanan<br />
bir evrim a şamas ı olduğunu aç ıkça gösterecektir.<br />
Doğudan kast, din bak ımından bağlı bulunduğumuz islâm ülkeleri, Türk<br />
ulus ve ülkeleriyle memleketin ıizdir. Bu sebeple misaller islâmiyetten, Türk<br />
dünyas ından, Osmanlı İmparatorlu ğundan ve Türkiye Cumhuriyetnden<br />
alınacakt ır. Bugün Türkiyede uygulanmakta olan lâyiklik ise, kanun<br />
hükümlerine dayanılarak incelenecek ve bu konudaki fikir ak ımları gözden<br />
geçirilecektir. Son olarak, Do ğu ve Bat ıdaki uygulamalar ın birle ştikleri<br />
ve ayrıldıkl'ar ı noktalar aç ıklanacakt ır.<br />
25 Bak. J. Eymand-Duvesnay, commentaire pratique sur la s.eparation des Eglises et<br />
de L'Etat, Paris. 1906 Sh. 1-20.<br />
26 Bu konu ile ilgili olarak şu eserlere bakınız. E. Durkheim, Division du Travail. C.<br />
BougM, Evolution des Valeurs.<br />
Siyasi değerlerin olu şumu ve dini de ğerlerden ba ğımsız olarak geli şmesi için, Moret<br />
et Davy' ın Des Clans aux Empires adh eserin bak ılmandır.<br />
G. Davy, Sociologie politique, 1924<br />
147
I — İSIAMDA DİN ve DEVLET MUNASEBETLERİ ve LÂYİKLİK ILKESI<br />
İslamiyet, daha ba şlangıçta, din ile devleti birle ştirmek suretiyle do ğ-<br />
muştur. Kur'an ve hadis incelenirse görülürki onlarda hem dinle hem de dünya<br />
ile ilgili hükümler vard ır. Bu da teokrasi yani dini egemenli ğe dayanan devlet<br />
sistemi demektir. Bizantinizm ile teokrasi aras ında bir fark vard ır; Bizantinizm,<br />
otokrat bir devlet ba şkanının dini kendi yönetimine almas ı demektir;<br />
buna olsa olsa Do ğuda ancak Osmanl ı hilafeti zaman ında rastlanabilir.<br />
Teokrasi ise din kurallarnun devlet ve dünya i şlerini yönetmesi demektir.<br />
Bu ince fark baz ı yazarlar ın gözlerinden kaçm ıştır.<br />
Bizantinizmde devlet dine hâkim olur ve onu istedi ği gibi yönetir. Teokraside<br />
ise din kuralları dünya işlerini yönetir. K ısacas ı, teokraside din kurallar ı<br />
ve dini makamlar dünya i şlerini ve devleti yönetmektedir. Dini makamlar<br />
sadece terimleri de ğiştirerek dünya i şlerine uygulanan kurallar ına dini renk<br />
verirler. Mesela yasak olan şeye haram, suç olan şeye günah deniyordu.<br />
Kur'amn ilk hükümleri Mekkede inmi şti. Bunlar ın çoğu iman, vicdan, fazilet<br />
ve ahlâkla ilgili hükümlerdir. Kur'a= Medinede inen hükümleri ise daha<br />
çok dünya i şleri ve kurulu ş halinde bulunan islam devletinin i şleyişine, hukuka<br />
ve pratik bir nitelik ta şıyan ahlaka ili şkindi. Ana çizgileriyle birinciler dini<br />
ve ahlaki hükümler, ikinciler toplumsal ve siyasal hükümlerdir. Bu cihet<br />
Hz. Muhammed'in hayat ı incelendikte daha iyi anla şılır. Gerçekten Hz.<br />
Muhammet ilk önce tam manas ıyla gönüllere hitap eden bir din kurucusu<br />
idi. Fakat Medineye göçten sonraki y ıllarda bir devlet ba şkan ı oldu. Ordulara<br />
komuta ediyor, hukuki anla şmazlıklar' çözüyor, uluslar aras ı sözle şmeler<br />
yap ıyor, kısacas ı cemaatin dünya i şleriyle uğra şıyordu. Bu hükümler de ğerlerin<br />
farkhla şması bakımından ele ahmrsa, Peygamberin arap yar ımadas ında<br />
gerçekle ştirmeye koyulduğu toplumsal ilkeler, zamana göre çok ileri ad ımlar<br />
sayılabilir. Zira Arap Yar ımadas ı, o zamanki medeniyet dünyas ında bir veba,<br />
bir kıtlık ve bir gericilik yuvas ı idi Cihan ın en büyük komutanlar ı buralara<br />
girememi ş ve sürekli bir egemenlik kuramam ıştı Medeniyetin, kültürün<br />
ve cihangir ordular ın giremedi ği bir yerde Muhammedilik bütün ışınlarıyla<br />
parlamış ve Peygamber'in ölümünden henüz 25, 30 y ıl geçmeden bütün kuzey<br />
Afrika, Orta Do ğu, Hint ve Sind'e kadar olan yerler Muhammedin do ğmayan,<br />
doğurmayan ve her şeyden üstün olan tek Tanrısmın bayra ği altına geçmişti.<br />
Alemlerin efendisi ve yarat ıcısı olan tek ve ulu Tanr ı kar şıs ında bütün<br />
yerli inançlar çökmü ş ve İslamiyet yeni bir medeniyet me ş'alesi ile<br />
Doğudan Bat ıya kol salmıştı.<br />
Bu aç ıklamada gösteriyor ki İslamiyet daha do ğuşta iki manzara göstermiştir.<br />
Vicdana dayanan hükümler mutasavv ıfkr elinde büyük insan y ığınlarının<br />
iç alemini i şlemiş ve yükseltmi ştir. Dünyaya hitap eden k ısımlar<br />
148
da çok büyük imparatorluklar ın kurulmasına yol açmıştı. Daha doğrusu islam<br />
dini mutasavvıflar elinde bir vicdan dini olmu ştu. Mutasavvıfların doktrini<br />
vicdan özgürlüğüne yer vermekte, ince bir sezi ş ve derin bir dünya görü şüne<br />
dayanmakta idi. Bunlar kendilerine göre bir ahlak sistemi kurmu ş, cüz'i<br />
irade (Libre Arbitre) ile tanr ı iradesi aras ındaki münasebeti tesbit ederek<br />
üstün de ğerde olan ahlak ilkelerini ortaya at ım şlardı. Başka yönden<br />
giden İmam- ı Azara ilk kelânu yazarak buna F ıkıh-ı Ekber ad ım vermişti.<br />
Değerlerin farkhla şmas ı yolu ile Fıkıhı Ekberden kelâm, felsefe ve tasavvuf<br />
ayrılarak yaln ız şer'i hükümler kalmıştı ki bu geri kalan kısma islam hukuku<br />
anlamında fıkıh denir. Bilindiği üzere islâmda şer'i kaynakların başında<br />
Kur'an vard ır. İkinci kaynak hadistir. Üçüncü kaynak icma'd ır. Bu üç kaynak<br />
yan ında içtihat sahibi hukukcular ın (fakihlerin) geli ştirdikleri bir dördüncü<br />
kaynak ortaya ç ıktı. Buna bilginlerin içtihad ı (İçtihad- ı ulemâ) veya kıyası<br />
fukaha deni,. Fakihlerin ço ğu devlet memuru olmadığı gibi hiç bir vakit hilafet<br />
makamının buyruklar ına bağlı de ğillerdi. Zaten islamiyet ba şlangıçta hanedana<br />
bağli bir sistem değildi. Bugünkü demokrasi tekni ğine göre baz ı eksiklerine<br />
rağmen bir cumhuriyet idi. Halife bir ;cma sonuncu iktidara getirdi. Bu ise<br />
bugünkü anlamiyle bir referandum veya kamu onam ı (Consensus) gibi bir<br />
şeydi. İcma, bir konu üzerinde islam ulular ının vardığı bir görüş birliği idi.<br />
"Ümmetim yanlış yolda icma etmez ( Abk,..11JI (9%1 C, s y) demek suretiyle<br />
Peygamber icmaa önem vermi şti. İslam aleminde en önemli i şler icma'la<br />
yap ılırdı. Yalnız bunu olurundan fazla büyütmek do ğru olmaz. Zira icma s ı-<br />
nırlı ve belirli insanlar ın vardıkları bir görü ş birliğidir. Yoksa bugün halkın sesi<br />
hakkm sesidir." (Vox populi vox dei) anlam ında bir demokrasi kayna ğı sayılmaz.<br />
Hilafet kesiminde söylendi ği gibi iktidar için sadece bu seçim•yetmezdi.<br />
Bu seçimi bir nevi sadakat yemini (Sermenst d'Allegence) olan biatla tamamlamak<br />
gerekirdi. Dikkat edilecek olursa biat bile yine küçük bir zümrenin<br />
onamı demekti. Büyük bir imparatorlukta bu i şlere karar verenler bir<br />
avuç insandan ibaretti. İlk dört halifeden sonra hilafet bir saltanata dönmü ş<br />
ve tam olarak bir bizantinizm ba şlamıştı. Hele osmanh devrinde serbest<br />
kadıhk yerine devlet emrinde Şeyhul islaınhk kurumu do ğmuş ve böylece<br />
padişah sadaret makam ı yolu ile otoriteyi ve şeyh'ul islamhk yolu ile de dini<br />
önderliği şahsında tophyarak eşsiz bir otokrasi kurmu ştu. Bu ise Teokrasiden<br />
daha ziyade bir bizantinizm say ılır. Esasen bu devirde saltanat ın manevi<br />
cephesini skolastik zihniyet körletmi ş bulunuyordu. İçtihat kap ısı ise çoktan<br />
kapanmışt ı 27 .<br />
Bu bahsi kapatmadan önce, üç soruyu cevapland ırmak gerekir:<br />
Birincisi : islamın başlangıcında acaba dinle devlet, veya daha genel<br />
olarak, dinle dünya i şlerinin ayırımım gösteren belirtiler varm ıdır<br />
27 Bk. Nahit Tendar, Layiklik, sosyoloji dünyas ı, sayı 1.<br />
149
İkinci soru: Lâyiklik ilkesinin temeli olan din ve vicdan özgürlü ğü İslamda<br />
ne şekilde anla şılmıştı <br />
Üçüncü soru: Lâyiklik ilkesi bir bak ıma akılla vicdan ayr ımı sayıldığma<br />
göre, İslanun akla verdi ği değer ne idi <br />
Şimdi bunları cevapland ırmaya çallışahm•<br />
1) Peygamber "Dünyaya ait i şleri sizler daha iyi bilirsiniz" (r kl I)<br />
dediği gibi. "Ben de ancak sizin gibi bir insamm de" diyen (<br />
1;1 le'l<br />
ayet ve hadisler, dinle dünyan ın ayfildığına i şaret say ılabilir. Hz. Peygamber<br />
Mekkeyi aldıktan sonra Hüneyn sava şına giderken devlet i şlerini Ataba'ya<br />
ve din işlerini Maaz'a b ırakmıştı. Bu davranış islamın ba şlangıcında bile<br />
böyle bir ayırımın, rü şeym halinde de olsa, var olduğunu gösterir 28 .<br />
2) Dinde zor yoktur, ( d .1,5 I y ) sizin dininiz size, benim dinim<br />
bana ( j ) gibi hükümlerden ba şka islam dini dışında kalanlara<br />
halife Ömer zaman ında gösterilen ho şgörürlük bu yolda ışık verecek<br />
niteliktedir. Gerçekten Hz. Ömer zaman ında islam ordular ı Kudüsü ku şattığı<br />
sırada patrik Sofranius, islam ın din konusundaki ho şgörürlüğüne ve adaletine<br />
hayran kalarak kan dökmeden şehri teslim etmi şti. Mısırı alan müslümanlar<br />
hıristiyanlar' dinlerinde serbest b ırakmışlardı 29 .<br />
3) Lâyiklik bir bak ıma bilimle vicdamn, akılla naklin, pozitif bilgi ile<br />
nâssm, bilişle inanışın ayr ımı olduğuna göre islamda akıl (Ratio) ile iman<br />
(Credo) in birbirinden ayr ıldığı ve hattâ akla her vakit üstünlük tarand ığı<br />
görülmüştür 3° .<br />
Bilmediğin şeyin ardına düşme ( 4.; ,!-U 1. jıli y 9 ) (Kur'an İsra<br />
süresi - 36). Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ( j jıh<br />
) Ya Rabbi bize e şya= gerçe ğini olduğu gibi göster. ( 1.3 ) 1 r.4.11<br />
), Hikmet mü'minin yitik mandır; onu nerede bulursa almaya<br />
herkesten çok hakhd ır.<br />
c:,.._;11 Jl e Zç....4-1) gibi<br />
ayet ve hadisler ve buna benzer daha pek çok dini hükümler akl ın ve<br />
müsbet dü şüncenin üstünlük ve faziletlerini saymaktad ır. islamiyet bu durumu<br />
ile ta ba şlangıçta değerlerin ayrımlaşmas ında ileri adımlar atmış ve<br />
müsbet bir dünya görü şü ile yüksek uygarlık ve kültürler için olumlu örnekler<br />
vermi ştir.<br />
28 Lâyiklik ad ındaki anonim eserde Hilafet ve lâyiklik makalesi Sh. 174.<br />
29 Bk. M. E. Elöve, Türkiyede din imtiyazlar ı, Hukuk Fakültesi dergisi Sh. 105-368.<br />
1953 sayı 1-4.<br />
30 Akılla nakll bağdaşmazsa akla öncelik tamyın : ,pul , j 1..3 1:>I)<br />
150
2. TÜRK ve 'SLIM DÜNYASINDA RASLANAN LÂYIKLIK<br />
ÖRNEKLELER İ<br />
islamdan önceki Türk devletleri, şamani, budist, h ıristiyan, yahudi ve<br />
mani dinlerini muhtelif °zamanlarda veya ayn ı zamanda kabul etmi şlerdi.<br />
Bunun misallerine özellikle Uygur ve Hazer Türklerinde rastlan ır. Uygurlarda<br />
Bugrahanlar islamiyetten önce ayn ı zamanda birkaç dini himaye ediyorlard<br />
ı. Hazer Türkleri de yönettikleri kimselerin din özgürlü ğünü sa ğlamak<br />
amac ıyla bir kaç vezir kullamyorlard ı. Vezirlerin biri Yahudi, biri H ıristiyan,<br />
biri de Müslümand ı. Bu vezirlerden her biri ba ğlı bulunduklar ı din<br />
mensupların ın i şlerini yürütürlerdi. Kanunlar ve hükümdarlar bütün dinlere<br />
kar şı e şit davran ır ve e şit uygulamalar yaparlard ı. Devlet gücü e şitlik ve<br />
tarafs ızl ık ilkesine dayan ıyordu. Herkes ayn ı külfet ve ni ınetlerden e şit<br />
olarak yararlan ırd ı. Bu durum din bak ımından devlet yönetimnde dini<br />
e şitliği ve büyük bir ho şgörüılüğün yürürlükte oldu ğunu gösteriyordu.<br />
Bütün bunlar genel anlam ıyla layiklikten ba şka bir şey de ğildi.<br />
Buna benzeyen ba şka bir örne ğe de Türk—Mo ğol İmparatorlu ğunda<br />
raslan ır. Hindistan 5 yüzy ıl kadar yöneten Babür'ün torunlar ı zaman ında yani<br />
Türk—Mo ğol imparatorlu ğunda büyük bir ho şgörürlü ğün yer aldığı görülür.<br />
Bunlardan Ekber Şah, veziri Fazl—ul-Allah Alkami'ye Âyini Ekberi ad ıyla<br />
üç ciltlik bir eser yazd ırd ı. Ayini—Ekberi, Ekberin devlet te şkilat ı, kanunlar ı,<br />
te şrifat ı ile beraber zaman ındaki dinlere kar şı davran ışını göstermekte idi.<br />
Buna göre Hinduizm, Brahmanizm, Buddizm ve islâmiyet, Hindistar ıda<br />
e şit bir i şleme ba ğlan ıyordu. Hepsi tek bir tap ınakta toplanacak ve burada her<br />
din ve mezhep mensuplar ı kendi ibadetlerini serbestçe yapacaklard ı. Ekber<br />
Şah bu kanunu uygulamak üzere bir tap ınak yapt ırd ı. Fakat dinleri birle ş -<br />
tirmek amac ı kendisinden sonra gerçekle şemedi. Yine din mensuplar ı aras ında<br />
gerginlik devam etti. Ancak Ekber Şahin büyük ülküsü ve kanunlar ın ın<br />
lay ık ve müsamahal ı niteliği değerini daima muhafaza etmi ştir. Ekber,<br />
Cihangir ve Hümayun zamanlar ında dinleri uzla şt ırma yolundaki çabalar<br />
devam ediyordu. Bu çabalarda, dinleri birle ştirmekten daha çok kar şılıkl ı<br />
müsamaha ve sayg ıyı geli ştirmek fikri hakimdi. O s ırada Hindistanda ç ıkan<br />
Sikh mezhebi islamiyetle Hinduizm'i ba ğda ştırmak için at ılmış en önemli<br />
bir te şebbüstü 31 . Fakat sonralar ı bu mezhep mensuplar ı her iki tarafla da<br />
çarp ışmak zorunda kald ılar.<br />
İslam Türk tarihinde tam teokrasinin do ğuşu, Abbasiler zaman ında<br />
E ş'ariligin zaferinden sonra felsefe ak ımlar ının takibata u ğramas ı 32 Şii<br />
31 CarrC. de Vaux, les penseurs de l' İslam. Columbia Ensyclopedia. S ıkk maddesi.<br />
32 E ş'arilik Şafii mezhebini, maturidilik ise Hanefei mezhebini temsil eder. Gerek E ş'<br />
arilik ve gerekse Matüridilik sünnet ehlinin (ortodoxie musulmane) görü şlerini Kelâm yönünden<br />
sistemle ştirmi ş ve Mu'tezile ve sap ık mezheplere kar şı bu görüşleri savunmu ştur.<br />
151
ligin şiddetle reddi ve baz ı yerlerde kitaplar ımn yakt ırılması şeklinde görülür.<br />
Aynı hal Endülüs ve Kuzey Afrikada Murab ıtin ve Muvahidin devletleri<br />
zamanlarında görülür. Bu devirde Yusuf bin Ta şfin gibi kimseler filozofları<br />
koruyorlard ı. Onun zamanında İbn-Rüşd gibi ünlü bir bilgin ve filozof<br />
yeti şmiştir. Fakat ondan sonra taassup dalgas ı kuvvetlenmi ş , İbn—Rüşd<br />
takibata u ğramış ve Kuzey Afrikada mutaass ıp tarikatlar ve en dar teokrasi<br />
zihniyeti hüküm sürmü ştür. Islam âleminde teokrasi daha do ğrusu Bizantinizmin<br />
kuvvetlenmesi din sava şları ile ilgilidir. Haçl ılara kar şı uyanan<br />
tepki, bir türlü varl ığı savunma iç güdüsü ile, islam devletlerini kuvvetle<br />
dine bağlamıştı. Hintte Kuzey Afrikada ve Kanuniden itibaren Osmanl ı-<br />
larda Tanrı sözünü yüce klima (4ul Z.IS" ) her şeyin ba şında ve üstünde<br />
geliyordu. Bu ise ho şgörürlüğü yok ediyor ve taassubu artt ırıyordu.<br />
3. OSMANLILARDA DİN ve VICDAN ÖZGÜRLÜĞÜ ve L kYIKLİK.<br />
Türk yönetiminde dinlere kar şı müsamaha ve kanun e şitliğinin üstün<br />
bir de ğer kazanmas ı Fatih Sultan Mehmet devrine rastlar. Fatihin İstanbulu<br />
aldıktan sonra yapt ığı kongre, Yahudi ve Ortodokslara kar şı gösterdi ği<br />
kanuni e şitlik ve dini ho şgörürlük bu konuda güzel örneklerdir. Şehre yeniden<br />
rum ve ermenileri getirterek yeni mahalleler kurmu ş ve cemaat te şkilatı<br />
ile okullar ı (Fener mektebi) oldu ğu gibi b ırakarak büyük bir müsamaha<br />
gösterilmi şti İslam Türk devletlerinin as ıl ayine' niteliğini burada aramak<br />
gerekir 33 .<br />
Fatihin patrik Pennadios'un şahsi= her türlü saldırıya kar şı kişisel<br />
dokunulmazhğını bildiren berat ında şöyle deniliyordu: "Kimse patrike tahakküm<br />
etmesin, kim olursa olsun hiç bir kimse kendisine ili şmesin, kendisi<br />
ve maiyetinde bulunan büyük papazlar her türlü umumi hizmetlerden müebbeden<br />
muaf olsun.... Kiliseleri cami'e tahvil edilmesin. Izdivaç ve defin<br />
işleri sair adetleri Rum kilise ve adetlerine göre eskisi gibi yap ılsın" 34 .<br />
Bu örnekler ço ğaltılabilir. Fakat dikkat edilirse bunlar lâyiklikten daha<br />
ziyade onun temeli olan tesamüh ve yeni bir deyimle ho şgörürlüktür. 35<br />
Bu konuda daha belirgin örnekleri islam hükümdarlar ından Salahattini Eyyubide<br />
görmek mümkündür. Fakat önce de belirtti ğimiz gibi Osmanlı tarihinde<br />
özellikle Kanuniden sonra Tanr ı sözünü yüce klima Kelimetul-<br />
33 Bk. Ahmet Rasim, Osmanlı tarihi. Cilt 1, Sh. 178 ve devam ı - İsmail Hakkı Uzunçar şıho<br />
ğlu, Osmanlı Tarihi, C. 2, Sh, 6 ve devam ı.<br />
34 Engin Osman Türk tarihinde evkaf, belediye ve patrikhaneler. İstanbul, Sh. 70.<br />
35 Konu din ve devlet münasibetleri olduğuna göre dini az ınlıklara kar şı yapılan muamelelerin<br />
tesbitinde faide vard ır.<br />
152
lah) her şeyin ba şında geliyor, tesamüh fikrini yok ediyor, ve kuru<br />
taassubu alabildi ğine ate şliyordu. Kabiz ( ) Mülhit diye tanınan<br />
ve Şeyh—ul İslam Ebussuut efendi fetvasile öldürülerek derisi yüzülen Muris<br />
Es'ad efendi bilgin bir kimse idi. Bu zat ın Hıristiyan ve İslam ahlâklanm karşılaştırırken<br />
İsa da ahlâk ki şiliğinin üstünlüğünden söz açmas ı, kâfir sayılmasına<br />
ve idam edilmesine yol açm ıştır. Halbuki Avrupada Luther yeti ş -<br />
miş ve Rönesans ta bundan yüzy ıl önce ba şlamıştı. Gerçi bu devirde Avrupada<br />
engizisyonla St—Barthdemy'ler görülmü ş ve Kalven ve Zwingli elinde protestanhk<br />
korkunç bir silah haline gelmi şti. Fakat Bat ıda bir çok fikir ak ımları,<br />
aynı zamanda geli şmiş ve birbirini kovalayan etki ve tepkiler fikir ve<br />
din özgürlüğüne ve bunun temel dayana ğı olan vicdan özgürlü ğüne giden yolu<br />
haz ırlamıştı. Doğuda ise yap ılan tek tük itiraz ın derhal bo ğulmas ı ve bu<br />
türlü fikir hareketlerinin hiç bir dayanak noktas ı bulamamas ı Kanuniden<br />
sonra devletin bir fikir ve vicdan köleli ği kurmas ı ile sonuçlanmıştı.<br />
Bu ise dinler tarihinde bütün özellikleriyle bilinen bir bizantinizn ıden<br />
başka bir şey de ğildir. Bu duruma kar şı Osmanlı saltanat ında iki türlü tepki<br />
görülmü ştür.<br />
a) Devlet mekanizmas ı ve kamusal kurumlar Bat ının daha ileri tekni ği<br />
kar şısında erimeye ba şlamıştı. Bunu önlemek üzere tepeden gelme baz ı ıslahat<br />
te şebbüsleri olmu ştur. III. Ahmet ve III. Selim zamanlar ında askeri<br />
ıslahatla beraber Bat ıldaşma akımları ba şladı. Matbaan ın kurulmas ı memleketi<br />
batı düşünce ve uygarlığına götürdü. Bunlar ın tabii bir sonucu olmak<br />
üzere lâyiklik yava ş yava ş memlekete girmeye ba şladı. Süreçte belirtilmesi<br />
gereken yön lâyikli ğin doğrudan do ğruya de ğil, dolayısıyla gelmiş olmas<br />
ıdır.<br />
b) Devletin teokratik, ö ğretimin skolastik ve tekni ğin orta ça ğ oluşuna<br />
karşı ilk tepkiler tepeden, yani Devlet Ba şkanı ve devlet adamlar ından gelmişti.<br />
İkinci tepki do ğrudan do ğruya dinin içinden gelmekte idi. Bu ikinci<br />
hareketin ba şında İlmi Teymiye'yi görüyoruz. Bu bilgine göre skolastik düşünceden<br />
kurtulu ş Hz. Muhammed devrine döımekle mümkündür. Nas ıl<br />
Peygamber ve ondan sonra gelen ilk dört halife devrinde devlet mekanizmas<br />
ı İcma—ı ümmete dayanan bir cumhuriyetle yürütüliiyordu ise şimdi<br />
de bu ilkelere dönmekle i şler düzene girecekti. Bu gerekim yerine getirilince<br />
bir yandan skolastik dü şünüş öte yandan tahakküm önlenecekti. Skolastiğe<br />
ve tahakküme kar şı açılan bu sava şlar ne yaz ık ki Türkiyede son zamanlara<br />
kadar hiç bir tepki uyand ırmad ı 36 .<br />
Sadece İzmirli İsmail Hakkı ve Ziya<br />
Gökalp gibi aydın bilginler memleketi ve dini ça ğda ş bir seviyeye getir-<br />
36 Bk. Nahit Tendar ayn ı eser aynı yer.<br />
153
meye çal ışt ılar. Buna kar şılık Mısırda Muhammed Abdo (1849-1905), Panislamizme<br />
ilham vermi ş olan Cemaleddin—i Afgani (1839-1891), Pakistanda<br />
Muhammed İkbal (1873-1938) ve tatarlar aras ında Musa Carullah İslâmiyeti<br />
modern bir görü şle yorumlamışlard ı 37 .<br />
Bat ılı yazarlar ın modernist ad ını verdikleri bu kimselere islam Rönesans ı-<br />
nın öncüleri gözüyle bak ılabilir. Bunlar ın çoğu tasavvufu Bergson ve Nietzsche<br />
fikirlerile birle ştirmi şlerdir.<br />
4. TÜRKIYEDE LkIKLIĞIN KURULUŞU<br />
Türkiyede lâikli ğin kurulu şu bahsinde Bat ıya yönelme, lâyikle şme, din<br />
ve vicdan özgürlü ğü konular ı hep bir arada ele al ınabilir. İki yüzyılda din,<br />
hukuk siyaset ve toplum alanlar ında gerçekle ştirilen evrim ve devrimler<br />
bugün içinde bulundu ğumuz sistemi yaratm ıştır. Bu olgu ve olaylar ın ışığı<br />
altında a şa ğıdaki nirengi noktaları tesbit edilebilir:<br />
a) Tanzimat.<br />
Tanzimat devrinde hemen her alanda bir ikilik göze çarpar: Mektep<br />
yanında Medrese, Bilim kar şısında skolastik ve onun de ğişmez kalıpları,<br />
Nizami Mahkemeler yan ında Şeriat Mahkemeleri, Yenilik kar şısında Gerilik,<br />
Sadaret kar şısında Şeyh—ül islâmlık vard ı; kısacas ı her sektörde eski ve yenilerden,<br />
ilerici ve gericilerden kurulmu ş bir çeli şiklik göze çarpmakta idi.<br />
Toplumsal durum t ıpkı Zerdü şt dininin Hürmüzle Ehriman çarp ışmas ı gibi<br />
bir hal almışt ı .<br />
Neticede Mektep Medreseye, Bilim Skolasti ğe, Yenilik Eskiliğe, Sadaret<br />
Şeyh—ül islamlığa galebe çalm ış ve nurlu ışıklar do ğmaya ba şlamışt ır. Daha<br />
sosyolojik olan Hauriou'nun deyi şiyle, ak ınc ı kuvvetler tutucu kuvvetlere<br />
üstün gelmişti 38 .<br />
Bilim ve teknikte Avrupa görü şü memlekette filizlenmi ş ve kök salmaya<br />
ba şlamışt ı. Bu de ğişmelerin zorunlu bir sonucu olarak lâyiklik ilkesi yava ş<br />
yava ş yurtta yerle şmişti. Zira ya şasin hürriyet seslerini yaln ız müslümanlardan<br />
de ğil, aynı heyecanla gayr ı müslim tebaadan da i şitmek nasip olmu ştu.<br />
Bazı düşünürler Hilafet yerine Cumhuriyeti, Osmanl ıca yerine Türkçeyi<br />
ve İslam fıkhı yerine Mecelleyi savunurken Suavi bey usulü fıkhı reddediyor<br />
ve devlet yönetiminde dinle dünyan ın birbirinden ayr ılmasını istiyordu<br />
39 .<br />
37 Bk. E. R. Pike, Dic. Des Religions, islâm maddesi. Sh. 168.<br />
38 Bk. M. Taplamac ıoğlu, Genel Sosyoloji, <strong>Ankara</strong> 1961 (sh. 20, dip hotu 22)<br />
39 Bk. Sosyoloji dergisi 4-5 say ı Sh. 179.<br />
154
Durkheim yolunda yürüyen Ziya Gökalp doktrin alan ında konu ile<br />
ilgili baz ı yayınlara ba şlamıştı. Gökalp bu arada Şer'iye Mahkemelerinin<br />
kalkmas ını, kanunlar ın lâyikle şmesini istiyor ve halifenin dini i şlere kar ış -<br />
masına uygun bulmuyordu. Bu ise aç ıkça dünya i şlerine dinin karışmamas ı<br />
tezini savunmakt ı. Görülüyor ki Ziya Gökalp' ın bu yayınları yeni Türkiyede<br />
lâyiklik hareketinin öncülük ve bayraktarh ğından ba şka bir şey de ğildi.<br />
b) Türkiye Cumhuriyeti ile kurulan sistem:<br />
Türkler kendi dinlerinden ba şka dinlerde olanlara kar şı ho şgörürlüğü<br />
olan uluslardan biridir. Tuna boylar ında at oynatan Fatihlerin k ılıcı<br />
bugün bütün Balkan yar ımadas ında Türkiye yarar ına daha olumlu ve verimli<br />
bir durum ve gelecek haz ırlayabilirdi. Fakat onlar büyük tesamüh ilkesi<br />
uğruna geleceklerini bile feda etmekten çekinmediler. Bu fatihler kendi<br />
yararlar ına bir sonuç sa ğlamak için İspanyada oldu ğu gibi engizisyon mekanizmas<br />
ını işletmeye muhtaç de ğillerdi. Rusya steplerinde yahudi katliam ı<br />
(Pogrom) na benzer tertiplere de lüzum yoktu. Sadece hakan ın müslüman<br />
olmayı teklif etmesi kâfi gelebilirdi. Fakat Türkler zararlarma da olsa ho ş -<br />
görürlüğü üstün bir ilke bildiler. Bu bak ımdan Türkler dini özgürlüğünü ilk<br />
kuralı milletlerden biri say ılabilir. Voltaire bile Türkleri bu konuda örnek<br />
olarak göstermi şti. Fakat nedense Türklerin din müsahamalar ı müsliiınanhk<br />
çerçevesi içinde tarihi yönden ve özellikle hukuk alan ında olumlu sonuçlar<br />
vermemi şti. Bu verimsizlik, hilafet kurumuna yiikletiliyordu. Hilafet resmi<br />
dininin islam olmas ını gerektirmekle kalmam ış aynı zamanda kamu hizmetlerini<br />
dini kurallara uydurmak te şebbüsünde bulunmu ştu. islâmiyet, her<br />
dinin temeli olan ahlak, itikat ve ibadetle yetinmeyerek, ayn ı zamanda gerek<br />
özel ve gerekse kamu hukuku hükümlerini de içine alm ışt ı . İslamda Emri<br />
Ahiret, s ırf dini olan hususlar ı ihtiva ederdi. Bu, ahlak, itikat ve ibadet olarak<br />
özetlenebilir. İslamda bir de Emri Dünya (Affaires Monclaines) vard ır<br />
ki bu da üç k ısma ayr ılır: Münakahat ve müfarekat, Muamelat, Ukubat. Birincisi<br />
evlenme, ayr ılma ve aile kurmay ı düzenler; muamelat kesimi hukuki<br />
i şlemlerden bahseder; ukubat ise, ceza hukuku ile ilgilidir.<br />
Emri Dünya dahi islamiyet gereklerinden oldu ğu için devlet i şlerinde<br />
uygulanan kurallar dini temellere ba ğlanarak devlet tam anlam ıyla teokratik<br />
bir şekil almıştı 40 .<br />
40 Daha önce Osmanlı Türklerinde din ve devlet münasebetlerinin ad ına bizantiniinz<br />
denmesini öğütlemi ştik. Gerçekten devlet ba şkanının dini yönetimi altına almasının adı bizantinizimdir.<br />
Din buyruklarm ın devlet i şlerine uygulanmas ına teokrasi demek gerekir. Bizantinizm<br />
ile teokrasi ayn ı ilkenin iki muhtelif yönden görünü şüdür.<br />
155
Tanzimat, Birinci ve İkinci Me şrutiyet devirleri devleti, dini niteliklerden<br />
ay ıramamıştı. Bu arada din ve dünya i şlerini ayrı ayr ı düzenliyen<br />
bir takım kanunlar ç ıkarılmış ve baz ı yenilikler yap ılmış ise de yarg ı -<br />
lama ve ö ğretim gibi kamu hizmetleri din bilga ve din kal ıplar ı içinde bulunuyordu.<br />
Bundan ba şka hâlifenin seçti ği Şeyh—ül İslâm bakanlar kuruluna<br />
girerek yer yüzünün hâlife ad ına kamu hizmetlerini din bak ımından denetliyordu.<br />
Yarg ı ve ulusal e ğitim i şleri bu makama bağlı idi. Gerçi bu arada<br />
baz ı nizarni mahkemeler de aç ılmış ve okullar ın bir kısmı da yeni kurulan<br />
Maarif Vekâletine ba ğlanmışt ı. Fakat mahkeme ve medreselerin büyük çoğunluğu<br />
hep Şeyh—ül İslâmbğa ba ğlı kalm ışlard ı .<br />
Cumhuriyet idaresinin i şleri ele ald ığı günlerde din ve devlet münasebetleri<br />
bakımından manzaray ı tam olarak aksettirmek üzere bir an için gözlerimizi<br />
Osmanlı İmparatorlu ğundan Cumhuriyete geçen Anayasaya çevirelim.<br />
23 Nisan 1920 tarihinde B. M. Meclisi kurulduğunda şu anayasa<br />
hükümleri yürürlükte idi:<br />
Madde 4— Zat ı hazret—i padi şahi, dini islâmın hâmisi ve bilcümle tebaai<br />
Osmaniyenin hükümdar ve padi şahıdır.<br />
Madde 5— Zati hazreti padi şahinin nefsi hümayumlar ı mukaddes ve gayri<br />
mesuldür.<br />
Madde 8— Devleti Osmaniye tabiiyetinde bulunan efradm cümlesine,<br />
hangi din ve mezhepten olursa olsun bilâ istisna Osmanl ı tabir olunur.<br />
Madde 10— Devleti Osmaniyenin dini, din—i islâmd ır.<br />
Bu hükümlerin tetkikinden Osmanl ı imparatorlu ğunun dine ba ğlı bir<br />
devlet oldu ğu anla şılır. Gerçi d ış baskılarla tebaamn hangi din ve mezhepten<br />
olursa olsun ayn ı şekilde sald ırılara kar şı korunaca ğı anayasaya konulmu<br />
ştur. Fakat imparatorluk bu hükme ra ğmen lâyiklik devresine girernemiştir.<br />
Bu konuda güçlü ve kesin hamleyi Cumhuriyet devri yapm ışt ır. İlk<br />
ad ımlar biraz şüphe uyand ırmışsa da, son şekliyle egemenli ğin kayıts ız,<br />
şarts ız ulusta olduğu belirtilmi ş ve 1928 yılındaki değişiklik sonunda<br />
devletin resmi dini tabiri anayasadan ç ıkarılmış ve nihayet 1937 tarihinde<br />
lâyikliğin pozitif bir devlet ilkesi oldu ğu aç ıklanmıştır.<br />
Cumhuriyet devrinin en ba şta gelen nitelikleri şunlard ır:<br />
1) Biri şer'i öteki örfi iki hukuk ve yönetim yerine Myik temele dayanan<br />
tek bir hukuk ve yönetimin yerle şmesi.<br />
156
2) Kuvvetler ayr ılığına dayanan ve hükümdarl ık şeklinde görünen bir<br />
devlet sistemi yerine kuvvetler birli ği ve görev ayrdığına dayanan cumhuriyet<br />
şeklinin devlet sisteminde yer almas ı<br />
3) iktisadi liberalizmin yerini devletçili ğin tutmas ıdır 41 .<br />
Burada devletin temel ni' elikleri yan ında demokrasinin temeli olan<br />
lâyiklik ilkesine, yeni idarede gereken önem verilmi ştir.<br />
Cumhuriyetin layik bir şekil almas ına engel olan kanuni mevzuat 3 mart<br />
1924 tarihinde kabul edilen üç kanunla tamamen ortadan kalkmi ştır. Bu<br />
kanunlara göre:<br />
1) Türkiye Cumhuriyetinde muamelat ı ncıasa dair olan ahkümln teşri ve<br />
infaz ı B. M. Meclisin aittir.<br />
2) Şer'iye ve Evkaf Vekâletleri mülgad ır.<br />
3) Türkiye dahilindeki bütün müessesat— ı ilmiye ve tedrisiye bilcümle medreseler<br />
Maarif Vektiletine devir ve raptedilmi ştir. Halife hali ve hilâfet makam ı<br />
lağvolmu ştur 42 .<br />
Görülüyor ki dini bir nitelik ta şıyan ve teokrasinin temel direklerinden<br />
biri olan hilafet la ğvedilmiş, e ğitim birleştirilmi ş , şer'iye ve Evkaf vekaletleri<br />
kaldırılnuşt ır K ısacas ı bir çırpıda devlet dini kılıktan kurtularak layikleşmiştir.<br />
Bu arada Ba şbakanlığa ba ğlı Diyanet İşleri Umum Müdürlü ğü<br />
gibi bir te şkilat kurulmu ştur. Fakat bu kurulun e ğitim ve yarg ı işlerinde<br />
bir yetkisi yoktur. Sadece din i şleriyle görevlendirilmi ştir. Meclisteki yemin<br />
şekli lâyikle şmiş ve Meclis, Alıkann şer'iyenin tenfizi görevinden kurtar ılmıştır.<br />
Nihayet 1937 yılında lâyiklik pozitif bir anayasa hükmü ve yeni<br />
Cumhuriyetin temelli bir ilkesi olmu ştur.<br />
Layikliğin siyasi ve hukuki olmak üzere iki yönü vard ır. Layiklik denilince<br />
hat ıra gelen ilk anlam Devletin din etki ve sald ırısından korunmas ıdır.<br />
Bu; ilkenin diş görünü şüdür. Dini, vicdan özgürlü ğünü ve kutsal törenleri<br />
siyasi etki ve sald ırılardan koruyan kurallar ise ilkenin iç görünü şüdür.<br />
27.5.1961 tarihli Yeni Anayasan ın 2. inci maddesi, genel olarak Türkiye<br />
Cumhuriyetinin insan haklar ına ve temel ilkelere dayanan milli, demokratik<br />
laik ve sosyal bir Hukuk Devleti oldu ğunu belirtir. 19. maddenin birinci<br />
fıkras ına göre "Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir."<br />
Aslında dini inanç, vicdan içinde bulundu ğundan tekrarı fazlad ır. Öte yandan<br />
41 Bk. S. S. Onar, İdare hukuku, İstanbul 1953 Lâyiklik prensibi<br />
42 Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, eski bask ı Sh. 514-515.<br />
157
dini kanaat inanma veya hiçbir şeye inanmama özgürlü ğünü de ifade gittiğinden<br />
şemayı tamamlar.<br />
Vicdan özgürlü ğü içsel bir durumla ilgilidir. Bunun d ış belirtisi ibadet,<br />
dini ayin ve törenlerdir. 19. maddenin ikinci f ıkras ı kamu düzenine veya<br />
genel ahlâka veya bu amaçla ç ıkarılan kanunlara ayk ırı olmayan ibadet,<br />
dini ayin ve törenleri serbest b ırakm ıştır<br />
19. maddenin son fıkras ı din ve vicdan özgürlüğünü kötüye kullananların<br />
cezaland ırılmas ından söz açar. Bu f ıkraya göre, "Kimse, Devletin<br />
sosyal, iktisadi, siyasi veya hukuki temel düzenini, k ısmen de olsa, din<br />
kurallarına dayand ırma veya siyasi veya şahsi çıkar veya nüfuz sa ğlama<br />
amac ıyla, her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygular ını yahut<br />
dince kutsal say ılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. Bu•<br />
yasak dışına ç ıkan ve ba şkas ını kışkırtanlar kanuna göre cezaland ırılırlar;<br />
dernekler, yetkili mahkemece ve siyasi partiler, Anayasa Mahkemesince<br />
temelli olarak kapat ılır" Aynı Anayasan ın 153. cü maddesi devrimleri<br />
ve layikli ği korumak, gericili ği kesin olarak önlemek iizere aç ıklamalarda<br />
bulunmu ştur. Buna göre anayasan ın hiçbir hükmü, Türk toplumunun ça ğ-<br />
daş uygarhk seviyesine eri şmesi ve Türkiye Cumhuriyetinin Lclyiklik Niteliğini<br />
koruma amac ını güden ve a şağıda gösterilen Devrim kanunlar ının,<br />
bu anayasan ın halkoyu ile kabul edildi ği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin<br />
Anayasaya ayk ırı olduğunu ileri süremez.<br />
Layiklik ve Devrimcili ği koruyan kanunlar şunlardır:<br />
1) 3 Mart 1340 (1924) tarihli ve 430 say ılı ö ğretimi birle ştirme (Tevhidi<br />
Tedrisat) kanunu<br />
2) 25 Kas ım 1341 (1925) tarihli ve 671 say ıh Şapka giyilmesi (iktisas ı)<br />
hakkında kanun;<br />
3) 30 Kas ım 1341 (1925) tarihli ve 677 say ılı Tekke ve Zaviyelerle<br />
Türbelerin kapat ılmasına ve Türbedarl ıklar ile bir tak ım ünvanların yasak<br />
edilmesi ve kald ırılmasına dair kanun;<br />
4) 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 say ılı Türk Kanunu Madenisiyle kabul<br />
edilen evlenme akdinin evlendirme memuru taraf ından yap ılacağına dair<br />
medeni nikah esas ıyla aym kanunun 110. maddesi hükmü;<br />
5) 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 say ılı milletler aras ı rakkamlar ın kabulü<br />
hakkındaki kanun;<br />
158
6) 1 Kas ım 1928 tarih ve 1353 say ılı Türk harflerinin kabul ve tatbiki<br />
hakkında kanun;<br />
7) 26 Kas ım 1934 tarihli ve 2595 say ılı efendi, bey, pa şa gibi lâkap ve<br />
ıınvanlar ın kaldırıldığına dair kanun;<br />
8) 3 Arahk 1934 tarihli ve 2596 say ılı bazı kisvelerin giyilmeyece ğine<br />
dair kanun.<br />
Böylece Anayasa Devrimleri koruma, lâyikli ği yerle ştirme, gerilik ve<br />
gericiliği önlemeyi ana ilke saym ıştır.<br />
Buraya kadar Devleti dinin etkisinden koruyan anayasa hükümlerini<br />
gördük. Şimdi sıra Din, vicdan ve tören yapma özgürlü ğünü koruyan ana<br />
hükümleri incelemeye gelmi ştir. Dini siyasetin etki ve sald ırıs ından koruyan<br />
lıükümlerin bir k ısmı Uluslar aras ı anlaşmalarda Türkiyenin ülkesinde uygulamayı<br />
yüklendiği taahhütlerdir. (Lozan antla şmasının 38, 39, 40, 41, 42 ve 43.<br />
maddeleri). Diğer bir k ısmı uluslar aras ı antla şmalara Türkiyenin kat ılmas ı dolayısiyle<br />
Kanun kuvvetinde olan anla şma hükümleridir. İnsan Hakları Evrensel<br />
Beyannamesinin 18. maddesi vicdan özgürlü ğünü insanlığın temel haklar ından<br />
biri olarak ele al ır. Madde aynen şöyledir: Her ki şinin düşünce vicdan ve<br />
din özgürlüğüne hakkı vard ır. Bu hak din ve inanç de ğiştirme özgürlü ğünü,<br />
dinini ve inanc ını tek ba şına veya topluca aç ık veya özel bir surette ö ğretme<br />
uygulama ve törenle aç ıklama özgürlü ğünü gerektirir. Bu antla şmayı Türkiye<br />
10 aral ık 1948 tarihinde 48 Devletle birlikte imza etmi ş tir.<br />
1961 anayasas ının yukarıda sözü geçen 19. maddesinin 1, 2, 3 ve 4<br />
fıkralar ı ile 20. maddesi bu konuda bir tak ım hükümler koymuştur.<br />
Bu hükümlere göre "hiç bir kimse ibadete, dini âyin ve törenlere kat ılmaya,<br />
dini inanç ve kanaatlar ını açıklamaya zorlanamaz ve yine hiç bir kimse dini<br />
inanç ve kanaatlar ından dolay ı kınanamaz"<br />
Dini eğitim ve ö ğrenim ancak ki şilerin kendi isteğine ve küçüklerin de<br />
kanuni temsilcilerinin iste ğine ba ğlıd ır. Anayasa, uluslar aras ı taahhütler<br />
ve anla şmalar yönünden durumu böylece özetledikten sonra bir de kanuni<br />
uygulamalar bak ım ından konuyu ayd ınlatmak gerekir.<br />
Din özgürlüğü genel olarak iki ba şlık altında incelenir:<br />
Vicdan özgürlü ğü, Tören yapma özgürlü ğü.<br />
D. Vicdan özgürlüğü (Liberte de Conscience)<br />
Anayasan ın 2 maddesi, lâyikli ği temel ilke olarak almakla gizlice vicdan<br />
özgürlü ğünü de tan ımış sayılır. Vicdan özgürlü ğü, bir kimsenin istedi ği şeye<br />
159
veya dine inanmak veya hiç bir dine inanmamak özgürlü ğüdür. Özgürlüğün<br />
bu yönü manevi varhğımıza bağlı bulunduğundan kanunlar bu iç hayat ı-<br />
mıza giremez. Nitekim anayasan ın 19. maddesinin birinci bendi herkesin<br />
vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip oldu ğunu ve üçüncü bendi<br />
ise kimsenin dini inanç ve kanaatlar ından dolay ı kınanamayaca ğını belirtir.<br />
Bu iç âleme kar ışma yolunda yap ılan en inatç ı sava şların bile sonuçsuz kaldığını<br />
tarih bize göstermi ştir. Gerçekte içsel ve ruhi konular kanun ve hukuk<br />
dışında kalırlar. Vicdan özgürlüğünde kanunların tan ımak zorunda kald ıkları<br />
baz ı ilkeleri kısaca incelemekte fayda vard ır:<br />
1) Medeni halin layikle şmesi.<br />
a) Nüfus sicillerinden din kayd ımn ç ıkarılmasını lâyiklik gereklerinden sayarlar.<br />
Halen yürürlükte olan 14 A ğustos 1330 (1914) tarihli nüfus kanununun<br />
3. maddesi sicile vatanda şların dininin yaz ılmasını emreder. Bu lâyiklik<br />
ilkesine aykırı görülmekte ve kald ırılmas ı istenmektedir. Kanaatimizce<br />
bazı törenlerin yap ılması ve özellikle cenaze törenleri için ölünün hangi dine<br />
mensup oldu ğunun bilinmesi laz ımd ır.<br />
b) Evlenme ve miras meselesi medeni kanunumuzdan önce dini hükümlere<br />
ba ğli idi. Nikâh meselesi fıkhın, Kitab ınıaikah, miras meselesi de Kitabül<br />
Feraiz hükümlerine göre çözülürdü. Gayr ı müslim tebaa ise kendi dini gerek<br />
lerine göre i şlem görürdü. Medeni kanunun uygulanmasiyle bu i şler düzene<br />
girmi ş ve lâyikleşmiştir. Fakat medeni nikah yap ıldıktan sonra dileyen dini<br />
nikah yaptırabilir. Bat ıda eskiden papazlar gerek nikah gerekse sicil kay ıtlanyla<br />
uğra şırlard ı. Bu gün Fransada nikâhtan önce dini nikah yapmak yasaktır.<br />
2) Dini törene katılmak yükümlülüğünün olmaması. Yurtta şların kutsal<br />
tören yapma veya yap ılan törenlere kat ılmas ı mecburi de ğildir. Müslümanların<br />
namaz klima ve oruç tutmalar ı bir kanuni kayıt alt ına almmamışt ır<br />
Bugün Türkiyede dini tören yapmakla görevli kimseler Diyanet i şlerine<br />
ba ğhdırlar.<br />
3) Dini törenlerin kamu hizmeti sayılmaınası .<br />
Dini törenlerin kamu hizmeti say ılmas ı ve giderlerinin Devlet bütçesinden<br />
verilmesi lâyiklik ilkesine ayk ırıdır.<br />
Zira vergi yolu ile paray ı verenler din mensuplar ı kadar muhalif dinde<br />
bulunanlar veya hiç bir dine mensup olmayan kimselerden de olabilirler.<br />
Yurtta şların bir kısmını kendi vicdani kanaatlar ına aykırı bir yolda yükümlü<br />
kılmak demokrasi, e şitlik ve lâyiklikle bağda şamaz.<br />
160
4) Kamu hizmetlerinin lâyiklesmesi<br />
Din farkı gözetilmeden bütün yurtta şların devlet hizmetine girmek<br />
konusunda e şit şanslara mâlik olmalar ı gerekir. Bunun gibi e ğitim ve yarg ı<br />
işlerinde din adamlarının yer almaları lâyiklik ilkesine aykırıdır. Mec139;<br />
öğretimde din derslerinin yer almas ı bu ilkeye ayk ırı gibi görünür. Çocuğuna<br />
istediği dini eğitimi vermek baban ın tabii bir hakkıdır. Fakat devam mecburiyeti<br />
olan okullarda mecburi olarak din dersi vermek, e şitliği ve dolayısile<br />
layikliği bozar. Bu sak ınca sözü geçen dersleri ihtiyari k ılmakla önlenir.<br />
nitekim 1961 anayasas ı, dini eğitimi, isteğe bağlı kılmış ve çocuklar için ana<br />
babanın rızasuu şart ko şmu ştur.<br />
5) . Genel bütçeden din için bir yard ım yapılmaması<br />
Bütçe çe şitli din ve mezheplere mensup bütün yurtta şların vergi yolu<br />
ile verdikleri paralardan meydana gelir. Bu türlü bir para, ancak e şit<br />
olarak, genel hizmetler için harcan ır. Bunun, bir dine yard ım akçesi olarak<br />
kullanılmas ı lâyiklik ilkesine ayk ırı düşer. Genel olarak yat ılı okullarla,<br />
hastahane ve hapishanelere yap ılan yardımlar bunun dışında kahr". Memleketimizin<br />
özel durumu bu konuda baz ı tedbirleri gerektirmi ştir. Müslüman<br />
yurtta şların ileride dinda şların ın faydalanmas ı için b ırakt ıkları vakıflar<br />
vard ı. Evkafa ait mal ve mülk bugün devletin genel bütçesi içinde görünüyor.<br />
Bundan başka yine İslam dininin bir özelliği olmak üzere ruhban s ınıfı yoktur:<br />
( ). Layikli ğin siyasal ve toplumsal anlam ı din ve devlet<br />
ayırımı olduğuna göre devletin dinden elini çekmesi ve fazla olarak,<br />
din derneklerine ait olmas ı gerekli giderlerin genel bütçede yer almas ı,<br />
dinin memleketteki durumunu zây ıflatmıştı. Dini koruyan bir kurumun<br />
bulunmayışı ve dinin maddi imkanlardan da yoksun b ırakılması üstelik<br />
konusu din olan cemiyetlerin kurulmas ının yasak olmas ı din ve devlet<br />
ayrımında dengeyi bozar. Bozulmu ş olan bu dengeyi yeniden kurmak<br />
için genel ve özel olarak bir çok yollara ba ş vurulmu ştur. Diyanet<br />
İşleri bütçesinin kuvvetlendirilmesi, radyoda dini ve ahlaki konu ş -<br />
malar, Ilahiyat Fakültesi ve İmam-Hatip okullarımn yeniden aç ılmas ı, isteğe<br />
bağli olarak ilk okullara din. derslerinin konmas ı gibi tedbirler s ırf bu dengeyi<br />
yeniden kurmak içindir. Bu çal ışmalar baz ılarının ileri sürdüğü gibi lâyiklik<br />
ilkesine aykırı ve gerici tedbirlerdir 43 . Fakat layikliğin ahenkli olarak<br />
uygulanmasını sağlayacak daha temeli ilkelere var ıncaya kadar bu yolda<br />
yürümekten ba şka çare yoktur. Kurallar ı kuvvetlendiren bu istinalar bir<br />
kenara b ırakıhrsa lâyiklik, dinin devlet i şleri dışında kalmasını gerektirir.<br />
43 S. S. Onar, İdare Hukuku, Uyiklik prensibi.<br />
Din Sosyolojisi F. 11 161
Bunu sağlamak için mahkemelerdeki dini yemin kald ırılmış, anayasada baz ı<br />
değişiklikler yap ılmış ve bu arada Vallahi şeklindeki dini yemin "Namusum<br />
üzerine söz veririm" olarak düzeltilmi ştir 44.<br />
E. Ibadet, ayin ve tören yapma özgürlü ğü (Liberte de Culte)<br />
Din hürriyetinin subjektif yönü vicdan özgürlü ğü başh ğı altında gösteril-:<br />
diği halde objektif yönü ibadet, ayin ve tören yapma özgürlü ğü diye vas ıflandırıhr.<br />
Töreni olmayan baz ı dinler vard ır. Fakat bunlar birer istisnad ır.<br />
Genel olarak çe şitli yerlerde belirtti ğimiz gibi dinde birbirinden ayr ı<br />
iki aşama vardır. Bunlardan biri, bir tak ım kutsal ilke ve varlıklara inanış ;<br />
ötekisi o kutsal varlildar ın yardımını sağlamak ve öfkesini gidermek için yap ılan<br />
eylemlerdir. Tek ba şına inanış bir felsefe olabilir. Fakat bunun bir din haline<br />
gelmesi tekrarlanan eylemlerle mümkündür. Yeni anayasan ın 19. maddesinin<br />
birinci bendinde "Herkes vicdan ve dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir"<br />
dernekle vicdan özgürlü ğünü; ikinci bendinde "Kamu düzenin veya genel<br />
ahlaka veya bu amaçlarla ç ıkarılan kanunlara ayk ırı olmayan ibadetler,<br />
dini âyin ve törenler serbesttir" demekle Kanun ibadet, âyin ve tören özgürlüğünü<br />
korumu ştur. Ayin, ibadet veya dini tören dedi ğimiz şey bu günkü evrensel<br />
din çerçevesi içinde dünyay ı yaratan ve yöneten kutsal vafl ıkla teması sağlamak<br />
için yap ılır. Böylece kul tanesi ile temasa gelir ve ondan yard ım ve<br />
dilekte bulunur. Vicdan özgürlü ğü ile tören yapma özgürlü ğü aras ında bir fark<br />
vardır. Vicdan özgürlüğü dıştan anla şılmas ı güç bir durum veya bir mazruf<br />
olduğu halde tören, âyin ve ibadet onun zarf ı veya dış görünü şüdür. Bu fark<br />
tören yapma özgürlü ğünde kamu düzeni, genel ahlak ve kanun yasa ğı gibi<br />
kayıtları gerektirmi ştir.<br />
Bir an için anayasada âyin, ibadet ve tören yapma özgürlü ğü için böyle<br />
bir hüküm olmadığı düşünülse bu dini törenlere ya cemiyetler kanunu veya<br />
eski deyimle içtimaat- ı umumiye (toplantı ve gösteri yürüyüşü) kanununu<br />
uygulamak gerekecekti. İki halde de birtak ım güçlüklerin ortaya ç ıkması beklen<br />
ebilir. Cemiyetler kanununa göre bu törenlere Cemiyet üyesi olmayanlar ın<br />
katılması mümkün olmayaca ğı gibi din, mezhep, tarikat esas ına dayanan<br />
ce ıniyetin kurulmas ı da kanunen yasak edildi ğinden ibadet, ayin ve dini<br />
tören denilen kurum i şlemez bir hale gelecekti. Bu törenlerin eski içtimaat ı<br />
umumiye, yeni ad ıyla toplant ı ve gösteri yürüyü şü hürriyeti hakk ındaki<br />
162<br />
44 S. Derbil, ayni eser ve ayn ı yer.<br />
•
kanununa göre yap ılmas ı da güçtür 45 . Zira bir tören say ılan toplant ı, kamu<br />
düzenini korumak için kanunla sm ırl ıdır. Her iki şekilde de güçlük oldu ğu<br />
a şikardır. Bu sebepten anayasan ın yukar ıda' sözü geçen hükmü koyaması<br />
çok yerinde olmu ştur.<br />
Bu konuda tekkelerin kapat ılması ile ilgili 20 kas ım 1341 tarihli kanuna<br />
ilişmek gerekir. S ırf memleketin güvenli ği göz önünde tutularak 1925 y ılında<br />
tekkelerde tören yap ılmas ı yasak edilmi ştir<br />
Tekke ve tarikatta müridin kul gibi mür şidine bağlanmas ı esast ır. Bu ise<br />
devri ınizin insan haysiyeti ve şerefine yakışmaz. Birleşmiş Milletler andla ş -<br />
mas ının ba şlangıcı (Madde I.), İnsan Haklar ı demetinin ba şlangıcı (Madde<br />
4.) ve Avrupa İnsan Hakları Sözle şmesi (Madde 4/1) nde hiç bir kimsenin<br />
kul ve köle edilemiyece ği açıklanmıştır. Memleketimiz törelerine göre de bir<br />
kimse kendi rızas ı ile bile kendisini bir pire ba ğlayamaz. Bundan ba şka Medeni<br />
kanun hükümlerine göre "Kimse medeni haklar ından ve onlar ı kullanmaktan,<br />
k ısmen olsun, feragat edemez. Kimse hürriyetini ferag edemediği<br />
gibi kanuna veya genel ahlaka ayk ırı olarak onu s ımrlayamaz<br />
(M. K. Madde 23). Bütün bunlar, kanaat ımızca tekke ve zaviyelerin kapat ılmas<br />
ını gerekli kılmıştır Bunun dışında, yukarıda da söyledi ğimiz üzere, güven<br />
lige, ahlak törelerine ve kanun yasaklar ına aykırı olmayan dini törenler serbesttir.<br />
Kanun hükümlerine uyulup uyulmad ığını denetlemeye hükümetin<br />
hakkı vard ır. Islamlarm dini törenlerini denetleme i şini, ba şbakanlığa ba ğlı<br />
Diyanet İşleri Ba şkanlığı ve onun emrindeki te şkilat yapar 46.<br />
Kısacası bir memlekette din ve vicdan özgürlü ğünün bulunmas ı için<br />
herkesin :<br />
I — Istedi ği şeye inanmas ı ve bu inancını istediği gibi aç ıklaması,<br />
2 — Tap ınakları ve buna ba ğlı kısımları serbestçe kurabilmesi.<br />
3 — İman ve inanç sahiplerinin maksatlar ına varmak için maddi ve<br />
manevi imkanlara sahip olmas ı yani menkul ve gayri menkul mallara mâlik<br />
olmas ı ve serbestçe bu u ğurda dernekler kurabilmesi laz ımdır. 47<br />
45 171 numaralı Toplantı ve Gösteri Yürüyü şü Hürriyeti hakk ındaki kanun, 10. 2. 1963<br />
tarihinde kanunla şmıştır.<br />
46 Süheyp Derbil, İdare Hukuku 1949, Cilt 11 Sh. 462 ve devam ı.<br />
47 13k. ve kar şıla ştır. Naz ım Poroy, Lâyiklik, anonim eser, 1954 İstanbul. Sh. 53.<br />
163
F — TÜRK İYEDE LkY/KLIK KONUSUNDAKI BAZI GÖRÜ Ş AYRI-<br />
LIKLARI.<br />
Yukarıda verdiğimiz uzun aç ıklamalar lâyikli ğin, özgürlük ve e şitlik<br />
ilkelerine dayanan, demok ı:asinin kopmaz bir parças ı olduğunu ve önemli<br />
devrimlerin amac ı olduğunu gösterir. Devrim olan yerde birtak ım etki ve<br />
tepkiler olur. Bundan daha hafif olmak üzere herkesin devrime ayni anlam ı<br />
vermesi ve onu tam olarak sind►rmiş olması beklenemez. Bu sebeple genel ve<br />
özel olarak lâyiklik konusunda memlekette baz ı görüş ayrıhkları vardır. Kısaca<br />
bunlara dokunmak uygundur. Genel olarak tak ışma ve ele ştirmeler üç do ğ-<br />
rultuya yönelmektedir 48 :<br />
I — Dinle devlet aras ındaki ba ğlar kuvvetlendirilmemi ştir.<br />
Bu itiraz ı yapanlar memleket nüfusunun % 95 inden fazlas ınm müslüman<br />
olduğunu, devletin bu gerçe ği tanımas ı gerekti ğini ve halkın arzusuna uyarak<br />
dini teşkilatı kuvvetlendirmesi ve yönetmesi_ tezini savumular. Bu kimselerin<br />
dü ştükleri mant ık hatas ı şöyledir : İlk olarak devletin dinle birleşme<br />
veya ayrılması bir yüzde i şi değil, kutsal bir ilkedir ki bunun da ad ı<br />
lâyikliktir. Bir ilkenin do ğruluğunu yüzdeye vurmak ve ölçmek do ğru değildir.<br />
İkinci olarak lâyiklik bir bakıma akıl ile vicdan alanlarını ayırma olduğuna<br />
göre devletin dine kar ışmas ı aklın vicdana kar ışmas ı sayıhrki bunu hiç bir<br />
doktrin ho ş görmez. Bir an için devletin dine kar ıştığım kabul edelim; bu<br />
karışma= s ınırı ne olacakt ır Yani devlet nereye kadar gidecektir Bunun<br />
tayini, de oldukça güç bir meseledir. Üçüncü olarak, demokrasinin dini denetlemeye<br />
kalkmas ı, bir kimsenin bindiği dalı kesmesi kadar gariptir. Zira deıiıokrasinin<br />
temel direklerinden biri de e şitlik ve özgürlüktür. Devletin<br />
dine karışmas ı bu eşitlik ve özgürlü ğe saldırma sayıhrki bu da demokrasinin<br />
kendisini ayakta tutan ilkeleri y ıkmas ı demektir.<br />
Din ile devlet ba ğının kuvvetlenmesini isteyenler bir de şu tezi ileri sürerler:<br />
Halk yönetiminin ad ı demokrasi oldu ğuna göre devletin halktaki<br />
bu temayülleri göz önünde tutmas ı gerekir. Bu tez akla yak ın görünür. Fakat<br />
dikkat edilirse bu da tenkitten vareste de ğildir. Gerçekten demokraside halk ın<br />
arzularını göz önünde tutmak gerekir. Fakat sistemin dayanmakta oldu ğu<br />
temeli yıkmak sonuncuna varacak olan halk arzusu yerine getirilmez. Hürriyet<br />
namına hürriyetin bağlanması aklın alacağı bir şey değildir. Zira halkın<br />
böyle bir arzusunu yerine getirmek demek hürriyeti ve dolay ısile demok<br />
rasiyi yok etmek demektir. Esasen medeni kanunumuz, kimse hürriyetini<br />
48 Bk. Prof. Enver Ziya Karal, Ulyiklik cilt 1. Sh. 72 ve devam ı.<br />
164
feda edemediği gibi kanuna veya adab- ı umumiyyeye mugayir surette tak -<br />
yit dahi edemez demektir. (M. K. madde 23)<br />
Yalnız burada bir noktay ı aydınlatmak gerekir. Layikli ği uygulamakta<br />
olan bat ılı memleketlerde bu ilkenin uygulanmas ını dengeli ve ölçülü bir<br />
şekilde ruhban ve devlet sağlamaktad ır. Böy(ece din devletin ve devlet de<br />
dinin saldırı ve sata şmas ına karşı korunmaktad ır. Bu ilkenin uygulanmas ından<br />
önce toplum olaylar ının zoru alt ında bazen din devlete ve bazen de devlet<br />
dine karşı saldırgan bir durum tak ınmıştır. Layikliğin kabulü ile bu iki makam<br />
arasında barış ve denge yeniden kurulmu ştur. Bat ıda işlerin dengeli olması,<br />
devletin otoritesi kar şısında dini koruyan ve onun devand ılığım sağlayan<br />
bir ruhban s ınıfımn varlığından ileri gelir. Mesela, Fransada devlet dini korumayınca<br />
papaliğa bağlı bulunan bir ruhban hiyerar şisi pekala dini koruma<br />
işini üzerine alarak onu devaml ı kılmıştır. Daha önce belirtti ğimiz gibi İslamiyette<br />
ruhban yoktur. Bu bo şluk yukarıda ileri sürülen tezin zihinleri kar ış<br />
tırmasma yol açm ıştır. Bu eksikliği anlayan yöneticiler Diyanet İşleri bütçesini<br />
arttırmak, dinin bilimsel yönlerini incelemek üzere ilahiyat Fakültesi<br />
gibi bir bilim oca ğını açmak, çe şitli yerlerde Yüksek İslam Enstitüleri kurmak,<br />
din adamlarının yetişmesi için burslar vermek, radyoda dini ve ahlaki konu ş -<br />
malar tertiplemek ve Evkaf'ta hayli amac ı ğüden hizmetleri artt ırmak suretile<br />
bu boşluğu doldurmaya çah şmaktadırlar. Din derneklerinin serbestçe kurulmas<br />
ına Cemiyetler kanunumuzda ve di ğer kanunlarda mevcut yasaklay ı-<br />
cı hükümler 49 yürürlükte kaldıkça ve dini te şekküllerin maddi imkanlar ı<br />
kendilerine verilmedikçe bu yard ımların devam edece ği sanılmaktadır. Bu<br />
durum karşısında devlet bir çözüm yolu bulmak ve kendi dışında dini<br />
te şkilatuı kurulmas ına yarayacak zemin ve zaman ı haz ırlamak zorundad ır.<br />
Aksi taktirde layiklik ilkesinin herkesçe bilinen nimetlerinden milletimizin<br />
faydalanması güçleştiği gibi insan hakları demecinin 20. maddesi<br />
ve Avrupa İnsan Haklar ı sözleşmesinin II. maddesi ile yeni anayasanın dernek<br />
kurma ye toplanma konusundaki hükümlerine uyulmam ış olur.<br />
2 — Devrim tinsel (mânevij de ğerleri yıkt ı ve yerine yeni bir şey getirmedi.<br />
Bu tez do ğru say ılamaz. Bir kere y ıkıldığı sanılan tinsel değerlerin neler<br />
olduğunu saptamak (Tesbit etmek) gerektir. E ğer bununla hilafetin.kald ırdması<br />
anlat ılmak isteniyorsa son günlerde millete ve milletin şuuruna meydan<br />
okıiyan, bir taasup silah ı haline gelen, yabanc ılar için Türkleri bir kefaret<br />
tekkesi yapan, üstelik Osman O ğulları/un Kurey şe, mensup olmamalar ı yüzünden<br />
gerçek hilafet (hilâfet-i hakikiye) say ılmayan bir kurumuna varl ığına<br />
49 Cemiyetler Kanunu madde 9-E f ıkrası. (Din, mezhep ve tarikat esaslar ına dayanan<br />
cemiyetler kurula ınaz.)<br />
165
son verilmesi dine sald ırma de ğil, kalkındırma sayılmaktad ır 5° . Bununla<br />
şer'iye mahkemeleri kastediliyor veya medreseler dü şünülüyorsa bu bo ş-<br />
lukların pekala doldurulmu ş olduğunu söylemek mümkündür. Yok bununla<br />
din ilkelerine uymayan baz ı safsataların devrildiği, akla s ığmayan durumların<br />
giderildiği, skolastik düşünüşün yıkıldığı veya din adına yapılan rezaletlerin<br />
durduruldu ğu, hurafele % re son verildiği anlatılmak isteniyorsa bütün<br />
bunlar bir cevaba de ğmiyecek kadar çürük iddialard ır 51 .<br />
Görülüyorki y ık ılan şeyler dinin özü sayılan şeyler değildir. Bunlar dine<br />
nereden geldiği belli olmayan bazı eklentilerdir. Hatta bunlar içinde kökleri<br />
ta şamanlığa, mecusluğa ve putperestli ğe giden baz ı hurafeler de vard ır.<br />
3 — Devrim ve klyiklik bize ne getirdi<br />
Devrim ve lâyiklik bize erkin bir irade ile iki kanaat getirmi ştir. Bu<br />
kanaatlardan biri, dü şünce özgürlü ğü; - öbürü vicdan özgürlü ğüdür. Erkin.<br />
irade düşünce özgürlüğüne dayanır ve vicdan özgürlü ğü ile yükselir ve havalamr<br />
Gerçek anlamda bilim ve din gerçeklerine ancak ve ancak hür ve özgür<br />
bir iradenin bu kanatlar ı ile ula şıhr 52 .<br />
G — BIZDEKI VE BATIDAKİ lAYIKLİĞİN BENZERLIK<br />
VE AYRILIKLARI<br />
Lâyiklik konusundaki etüdümüzün tamamlanmas ı için bizde gelişen<br />
layiklikle Bat ıdaki' lâyikliği karşılaşt ırarak aralarındaki benzerlik ve ayr ı-<br />
lıklan belirtmek laz ımdır.<br />
Avrupada evrensel kilise (fglise universelle) ilk önce ulusal kiliselere<br />
yer vermişti. Sonra bunlar kendi içlerinde layikle ştil&. Mesela Katolik Kilisesi<br />
devlete ba ğlı olmadığı gibi devlet otoritesini de haiz de ğildi. Bununla<br />
beraber katolik memleketlerde sözünü geçilirdi. Yukar ıda da dokunduğumuz<br />
üzere kilise nüfuzunun artmas ı derebeylik kar şısında kendilerini zay ıf bulan<br />
kıralların gösterdikleri çabalar ın bir sonuncu idi. K ırallar derebeyler kar şısında<br />
dılrumlarım kuvvetlendirmek için dine ve kiliseye s ıms ıkı sarıldılar.<br />
Bu sayede papal ık makamı derebeylere hâkim olmaya balad ı. Öyle bir an<br />
geldiki kilise ve papalik makam ı Layuhti (yamlmaz) say ılarak din ve dünya<br />
işlerinde son sözü söylemeye yetkili bir makam oldu. Tam bu s ıralarda Do ğu<br />
50 Bk. Hilafet bahsi.<br />
51 Bk. Hilafet kesimi.<br />
52 Enver Ziya Karal, Devrim ve Laiklik, Laiklik 1. Sh. 75.<br />
166
ve Bat ı kiliseleri aras ında bir ayr ılma (Schisme) hareketi ba ş gösterdi 53 .<br />
İngilterede 1547 y ıhnda Anglikan Kilisesi kurulmu ş ve 16. yüzyılda<br />
Lüther reform bayra ğını çekerek kutsal kitaplardan ba şka bir şey tan ımayaca<br />
ğını ilan etmi şti. Bu şekilde ulusal kiliselerin kurulmas ının iyi ve kötü<br />
taraflar ı vard ır. İyi taraflar ı milliyetçiliğe bir kaynak olmas ı ve bunun geli ş -<br />
mesine yard ım etmesidir. Kötü taraflar ı ise Bat ıda din ile devleti birle ştirerek<br />
Bizantinizm veya Teokrasi denilen bozuk sistemlere yer vermi ş olmalarıdır.<br />
Lâyiklik, bu ulusal kilisenin zihinleri karartmak yolundaki davranışlarının<br />
bir tepkisi gibidir. Bu bak ıma, lâyiklik şu iki hareketten do ğmuştur<br />
denebilir:<br />
1 — Bir yandan ayd ınlanma (Aufklârung) ad ı verilen 18. yüzy ıl düşünürlerinden<br />
Spinoza, Hobbes, Locke, Voltaire gibi filozof ve dü şünürlerin<br />
fikir ve vicdan özgürlü ğünü savunmalar ı layikliğe giden yollar ı açmıştır.<br />
2 — Öte yandan devletle ilgili olmayan tarikat ve dini kurumlar teokrasi<br />
ve bizantinizme giden durum kar şısında tepki göstermi ş ve onların<br />
yıkılmasına çalışmışlard ır.<br />
Görülüyorki Avrupada layiklik ilkesi, bir yandan devrin hür dü şünceli<br />
bilginleri öte yandan, Jansenistler gibi bir tak ım mistiklerce ileri sürülmü ş<br />
ve savunulmu ştur. İngilterede Holyoake da ayn ı yolda çal ışmıştır. Fakat<br />
bu devirde eski Yunan ın RATİO esas ına ba ğlanabilen a şırı bir akla tap ınma<br />
sistemi (Culte de la Raison)nin kurulmas ı yüzünden bu hay ırlı ve verimli<br />
çalışma ve çabaların zaferi biraz gecikmi ştir 54 .<br />
Şimdi gelelim kendi memeleketimize; bizde layikli ğin ilk me şalesi hilafet<br />
kurumuna kar şı parlamıştır. Gerçekten 3 mart 1924 y ılında Şeyh Saffet efendi<br />
ile elli arkada şının kanun teklifi yeni bir ç ığırın ba şladığına işaret say ılıyordu.<br />
Bu layikleşme, millile şme (yani ümmet anlay ışına ba ğlı olan kurumların<br />
ulusal bir renk almas ı) ve Avrupalıla şma sembolü olarak nazara'ahnd ı. Genel<br />
olarak ulusal olmayan kanun ve kurumlara ve teokrasiye yap ılan saldırışlar<br />
biraz a şırı gidince din aleyhtarl ığına kayabilir. Nitekim İngiltere ve Avruda<br />
da böyle a şırı durumlar, çok defa tanr ısızhk (Atheisme) ve din aleyhtarlığına.<br />
dönmüştür. Bundan dolay ı baz ıları layikliğin din aleyhtarlığı ile ikiz<br />
53 Bu ayrılma hareketi Lâtin kilisesi ile Rum Ortodoks kilisesini bir birinden<br />
apr ınıştır. Bu harekete Fotyiis şizması (Schisme de Photius) derler. Lâtin kilisesi orta ça ğ boyunca<br />
Arianizm, put k ıranlar (lconoelastes), Mutezile mezhebinden olan Vodvalar (les Vaudois)<br />
la uğraşmıştır. Bu hareket H ıristiyanlık için bir zaaf olmu ştur.<br />
54 Bk. Nahit Tendar, aym eser,<br />
167
gitmedikçe besinsiz, kaynaks ız ve c ılız kalaca ğı yolunda baz ı iddialar<br />
ortaya atm ışlardır 55 .<br />
Islamiyeṫte kul ile tanr ı aras ına ruhban denilen bir arac ı zümrenin bulunmaması<br />
teokrasi ile yap ılan sava şın hiç de dinsizlik şeklinde olmayacağım<br />
gösterir. Layikliğe engel olan teokrasi ve onun temsilcisi olan hilafetinkul-tann<br />
münasebetine karışmaktan vazgeçmesidir ki gerçek dindarl ığı meydana getirmiştir.<br />
sizin dininiz size, benim dinim bana (,:e J j (Kur'an,<br />
Kâfirun -6. ) - Ameller ancak niyetlere göredir (<br />
) , dinde<br />
zor olmaz ( Li 0 I j5-1 y) ( Bakara 255 ) gibi ilkeler islamiyeti bir gönül<br />
dini olarak ebedile ştiı miştir. 56 . Böyle bir gönül dininin (Religion du coeur)<br />
devlet karşısındaki ba ğımsızlığını sağlayan veya , aşırı derecede, dinin dünya<br />
işlerine karışmasını önleyen lâyiklik dini inkâr etmek veya onun aleyhinde<br />
bulunmak de ğil, aksine onun kıitsallığım doğrulamak' ve ona kendi alan ında<br />
ba ğımsızlık vermek demektir. Yaln ızca kendi ç ıkarın düşünecek kadar<br />
küçülmeyen bir dindarın layik olmas ı gerektiği basit bir mant ık işidir.<br />
Bizde böyle olduğu gibi Batıda da böyle, hatta Uzak Do ğuda da Şinto dini<br />
müstesna yine böyledir. K ısacas ı Avrupada lâyiklik Rönesansla ba şlayan<br />
ve demokrasi ile sonuçlanan hiirriyet . sava şlarının bir safhas ı olup toplumun<br />
içinden çıkmıştır. Daha ileri giderek layikli ğin demokrasi sisteminin<br />
kopmaz bir parças ı ve hatta bu sistemin dayanaklar ından biri olduğu<br />
burada tekrarlanabilir. Bizde ise lâyiklik Avrupahla şına, bilimsel düşünüşün<br />
yerle şmesi, millile şme ve Peygamber ve gerçek hâlifeler devrine dönme<br />
akımlarıyla beslenmiştir<br />
Bizdeki lâyikliğin bir 'ba şka niteliği de , çok yeni olmasıdır. Avrupada<br />
asırlardan beri yap ılan sava şlar ve dökülen kanlar pahas ına güçlükle bu<br />
sonuçlara varılmıştır. Lâyikle şme süreci bizdekine nazaran çok yava ş olmuş<br />
fakat sindirilmi ştir. Halbuki bizim lâyiklik bir devrim ve yenilik sembolü<br />
olarak yenidir. Son olaylar bu ilkeyi tehlikeye dü şürecek yerde kuvvetlendirmiş<br />
ve daha rasyonel ve müsbet bir yola girmesini sa ğlamıştır 57 .<br />
55 E. R. E. (Din ve ahlölt ansiklopedisi) , secularisme maddesi.<br />
56 isium devletlerinin ele geçirdikleri ülkelerde kurduklar ı egemenlik ile diğer dinlere<br />
karşı gösterdikleri müsamahay ı biri birinden ayırt etmek laz ımdır. Egemenlik kurmak hususunda<br />
gayet sert davranan bu devletler din hususunda çok müsamahal ı olmuşlardır.<br />
57 Bk. Nahit Tendar, Löiklik, sosyoloji dünyas ı Sh. 35-36.<br />
168
SÖZLÜK<br />
Adaptasyon (Adaptation)<br />
A<br />
Buna türkçede intibak ve yenileyin uyarlama denilmektedir. Bir yarat ığın fiziki bir çevreye<br />
uygun bir duruma getirilmesidir. Asl ında biyolojik olan bu terim ço ğu zaman psikolojik<br />
ve sosyolojik anlamlarda kullan ılır Bunun yerine toplumsal anlamda özündeme, ayarlama<br />
veya toplumsal k ılma terimleri kullan ılır.<br />
Bir eserin ba şka ortamlara uygulanmas ı da bu terimle anlat ıl.r.<br />
'Adem (Adam)<br />
Yahudilik, H ıristiyanlık ve isiamda ilk insamn ad ıdır. Hikayesi Tekvinde anlat ılmaktadır.<br />
Hıristiyan görü şüne göre Ademin suçu bütün insanlara yay ılmaktadır. Kur'anda (Bakara<br />
34 ve başka yerlerde) -Iblis müstesna- bütün melekler Tanr ının buyruğuyla ona sayg ı göstermişlerdir.<br />
G, dünya yarat ıklarnurı yöneticisi ve ilk peygamberidir.,<br />
Agni<br />
Vedalarda sözü geçen Ate ş Tannsıdır. İlkin ocak ate şine, sonra kurban ate şine bağlı kalmış<br />
ve böylece insanlarla Tanr ılar arasında kâhinlik yapan, Iannlara insanlar ın kurbanlann ı<br />
sunan çok önemli bir tannsal varhk olmu ştur.<br />
Afrodit (Aphrodite)<br />
Yunanhlarda deniz köpü ğünden çıkan güzellik ve a şk tannças ıd-r. Eros'un annesidir. Romablardaki<br />
ad ı Venüs'tiir<br />
Agnasyon ve Kognasyon (Agnation et Cognaton)<br />
Aganasyon yalnızca baba tarafından olan akrabal ığa denir. Eski Romada ailenin bir erkek<br />
atas ı vardı ki buna Agnati adı verilirdi.<br />
Cognasyon ise, kad ın tarafından olan akrabahkt ır. Bu deyimler agnat ve Cognat şeklinde<br />
ve sadece baba veya ana taraf ından kan akrabal ığı olarak kullamlular.<br />
qı.<br />
Agnostisizm (Agnosticisme)<br />
Buna eski 'Türkçede Laedriyo, yeni Türkçede bilinemezcilik denir. Agnostik, bilmeyen<br />
kimsedir. Bunun kar şılığı Gnostik, bilen kimse anlam ındadır Bu kimse ne dinsiz, nede mümindir.<br />
Yaln ı zca şunları doğrular: 1) Insan zekas ının aşamayaca ğı baz ı sın..rlar vard ır. İnsan mutlak<br />
ve sonsuza ancak gerçek bir bilgi ile varabilir. 2) Böyle bir bilgiyi getirece ğini iddia eden<br />
teoloji hiç bir güvenilir temele dayanmaz. Agnostisizm çok say ıda doktrinin müşterek adıdır.<br />
Mesela Kantin izafiyecili ği (i.eletiYisme), Auguste Comte' ın pozitivizmi, Herber Spence'r'in<br />
tanınmamazlık (ineonnaissuble) doktrini ve benzeri böyledir. Kelime 1869 y ılında T.<br />
H. Htudey tarafından bulunmuştur. Bu yazar ın kendi anlatışına göre (Agnostisizm sadece olayların<br />
gerisinde olanı bilmiyoruz deye ıı bir sistemdir). Bu ad ı Huxley'e ilham eden aulus'un Atina<br />
sunağı (kurban kesilen yer-Autel) üzerinde gördü ğü Agnosto Theo (meçhul bir tanr ıya)<br />
yaz ılı bir yaz ıt olmu ştur. Terim genel olarak, Tannn ın var olduğunun, niteliğinin ne olduğunun<br />
ve evrenin nereden geldi ğinin bilinmediğini ileri süren bir öğreti anlaınındadu.<br />
Ahimsa (öldürme ınek)<br />
Eski Hindistanda bir zahitlik buyru ğudur. Her varl ığın tenasüh lonucu özel bir ruhu<br />
ve değeri mevcut olduğundan onu öldürmek yasakt ır. Ahimsa buyru ğu Jainizmde budizmden<br />
daha fazla sayg ı ile kar şılanmaktadır. Hinduizmde- de bunun önemi büyüktür.<br />
169
Ahura-Mazda<br />
Zerdü şt dininde iyiliği ve hayra temsil eder. Esât ıre göre Zervan'm o ğlu, Ehrimamn kardeşidir.<br />
Ahura Mazda bütün unsurlar ı içine alan dünyayı kapsayan bir varlikt ır. Öte yandan Dünyayı<br />
yaratan bir tanr ıdır<br />
Akademi (Acadamie)<br />
Belli bir bilim dal ıma geli şme ve ilerlemesini sa ğlamak üzere mü şterek çalışmalarda veya<br />
serbest ö ğretimde bulunan yetkili kimseler toplulu ğudur.<br />
idi.<br />
Eski Yunanda Eflâtunun kurdu ğu okulun adıd ır. Aristonun kurduğu okul ise lise (Lyc ıfr)<br />
Animatizm (Animatisme)<br />
Bütün tabiat olaylar ına tannsal güç ve nitelik tamyan ilkel bir din sistemidir ki buna<br />
natürizm dahi denir. Burada tabii kuvvetler ve tabiat olaylar ı tannla ştınlm ıştır.<br />
Animizm (Animisme)<br />
Animizm ilkel bir dindir. Özü insan bedeninden ayr ılan ruhlann göklere ç ıktıktan sonra<br />
ervah (Esprits) haline gelerek Tanr'sal bir nitelik kazanmas„ ve böylece insanlar ı yönetmesidir.<br />
Antropomorfizm (Anthropomorphisme)<br />
Insanlarda mevcut olan şekil, ihtiras ve bölümlerin Tannya atfedilmesidir. Tekvinde "Tanrı<br />
insanı imgesine göre yaratt ı" denilmektedir. İbrani Edebiyat ı Jehovanın antromorfik tasvir<br />
ve tavsifleriyle doludur. Yunan Tanr ı ve tanrıçalar' idealize edilmi ş insani varhklard ı. Xanophane,<br />
6. yüzyılda şöyle yaz ıyordu: Fâniler, tannlar ımn kendileri gibi do ğduklanna, ses ve<br />
viicutlarımn insanlara benzedi ğine; mesela habe ş İannlarmın rengi kara ve burunlar ı/1m bas ık,<br />
Trakya Tanrılarımn ise kızıl saçl ı ve mavi gözlü olduklarına inamrlar" Kısacas ı bu sisteme<br />
göre insanlara öz bütün fizik, psikolojik ve toplumsal nitelikler Tannlarda da var san ık':<br />
Antropojeografi (Anthropogaographie)<br />
Kuşatıldığı coğrafi şartlarla olan miinasebetleri bak ım ından insan, tarih ve kültürünün<br />
bilimsel bir etüdiidür.<br />
Apollon<br />
Anadoludan Yunanistana gelen daha sonra özellikle Delfi'de yerle şen temizlik, ışık ve<br />
sanat tanns ıdır. Müzik ve sanatı sevmek bu tanruun özlü niteliklerindendir.<br />
Arius ve Arianiz '<br />
hanın kişiliği üzerinde yap ılan tart ışmalarda Arius Isamn Tannsal babas ına benzediğini<br />
ileri sürmü ştür. (Baban ın başlangıcı yoktur; o ğlunun ba şlangıcı vardır. Logos Tannınn bir yaratığıdır).<br />
Iznik Konsili tarafından 325 yılında reddedilen bu görü ş, Arius taraftarlar ı sayesinde<br />
Cermen a şiretlerine kadar yay ılmış ve orada yüzy ıllarca hüküm sürmü ştür. Arius bir kaç<br />
yıl sürgün kaldıktan sonra tekrar piskoposluk görevine ça ğınlmıştır. Kendisi ilkönce Antakya<br />
piskoposu idi.<br />
Aristo (Aristotales)<br />
M. Ö. 384-322 yılları arasında ya şamış bir yunan filozofudur. Atinada yerle şerek Eflatundan<br />
ders almıştır. Bir süre Atinadan uzakla şmış fakat ö ğrencisi olan Büyük iskender'in i şleri<br />
ele almas ı üzerine tekrar Ati ımya dönmü ştü. Orada Lise (Lyceum) denilen okulda ö ğretime<br />
başlamıştır. Ayakta dola şarak dersleri anlatt ığı için felsefesine yürilyiicü anlamında Me şaiyun<br />
170
(136ripateticien) felsefesi denir. Bu s ıralarda Aristo en önemli eserlerini yazm ıştı.<br />
İskenderin<br />
ölümü üzerine Sokratm u ğradığı acı sonuçtan kendisini kurtarmak dü şüncesiyle Atinadan<br />
uzaklaştı. Bu uzakla şmamn sebebini soranlara "Atinahlan felsefeye kar şı ikinci bir suikast<br />
zahmetinden kurtarmak için bu uzakla şmayı kararla ştırdığını" söylüyordu. Ar&mage mahkemesi<br />
kendisini ölüme mahküm etti ve ayn ı yılın ağustos ayında öldü.<br />
Aristo bilim ve felsefe tarihine s ığmayacak kadar üstün ve ünlii bir filozoftur. Çe şitli alan--<br />
ş olan fikirlerinin bir k ısmı kendisinin öz mal ı ve buluşudur. Bir kısım bilgisi ken-<br />
lara serpilmi<br />
dinden önce gelenlerin b ıraktıkları mirastır. Bununla beraber gerek kendi bulu şu ve gerekse<br />
aksettirdiği fikirler yüzyıllar boyunca gittikçe artan par ıltılarla insanliğa ışık tutmu ş ve kendisinin<br />
gerçek bilgin ve filozof oldu ğunu göstermi ştir.<br />
Bugün bile bilimsel alanda anatomi, fizyoloji, mant ık, tarih, felsefe, din bilimleri bir çok<br />
ana ilkelerini Aristoya borçludurlar. Aristo'nun toplum konusundaki fikirleri üstad ı olan<br />
Eflatundan çok daha • olgun ve aç ıktır." Tannyı "DÜŞÜNCELERIN DÜŞÜNCESİ" (La<br />
pense de la Pense) diye tan ımlar Eserleri üç grupta toplan ır:<br />
•<br />
1) Metafizik, fizik, zooloji<br />
2) Siyaset, iktisat ve ahlük<br />
3) Şiir (Poetique), Belagat (Rhaorique), Münazara (Dialectique).<br />
Aıistonun eserleri, araplar ııı Tuleytulede kurdukları MÜTERCİMLER OKULU tarafından<br />
latinceye çevrilmi ştir. Ortaça ğın hıristiyan bilginleri ve bu arada Saint—Thomas bunlar ı<br />
skolastik sistemine temel yapm ıştır<br />
Aristokrasi (Aristocratie)<br />
Seçkinlerin ve en iyilerin egemenli ği ardamındadır. Devlet yönetiminde üçü iyi ve üçü<br />
kötü olmak üzere alt ı şekil vardır: iyiler Monar şi, aristokrasi ve demokrasidir. Kötü ve bozuklar<br />
ise s ırasıyla tiranhk, poligar şı Ve demagojidir.<br />
Hukuk yönünden, arisrokrasi sözü herhangi bir sebeple imtiyazl ı duruma geçmi ş dini,<br />
mesleki, toplumsal ve fikri bir grup, zümre veya s ınıfın egemenliğine dayanan devlet ve yönetim<br />
şeklidir. •<br />
Aşere—i — Mübeşşere:<br />
islâmın kurulu ş günlerinde hayatta iken kendilerine cennete gidecekleri bildirilen<br />
on kişidir. Bunlar s ırasiyle şunlard ır: Abubekir, Ömer, Osman, Ali, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman<br />
b. Avf, Saad .b. Ebi Vakkas, Saad b. Zeyd, Abu Ubeyde b. Cerrah, Talha b. Ubeydullah<br />
Atman<br />
Hindistanda ki şisel ve evrensel hayat ilkesi olarak ahnmaktad ır. Ölümden sonra ya şamaya<br />
devam ederek tenasuhta ki şisel niteliğini muhafaza eder. Upanishad felsefesine göre her varlığın<br />
ruhu Brahma ııııı ruhunun aynıdır. Bu birliği gerçekle ştiren ârif, ölümünden sonra ezdi<br />
ve ebedi Brahmanda kaybolarak tenasuhta kurtulur.<br />
Augustinus (Saint -Angustin)<br />
Katolik kilisesinin en ünlü rahiplerinden biridir. Tagaste'de 354 y ıhnda doğmuş ve Hipona'da<br />
(bugün Cezayirde Konstantin vilâyetinde bir yerdir) 430 y ılında ölmüştür. Gençliğinde<br />
Maniçeizm dininde idi. Romada belagat (Rhütorique) ve Milanoda ,Talakat (Eloquence) hocalı<br />
•gı yaptı. MilEmoda Saint Abrosio adındaki rahibin vaizlerini dinleyerek 386 tarihinde H ıristiyan<br />
dinini kabul etti. Daha sonra servetini taksim ederek bir manast ır kurmu ş ve orada dini<br />
bir tarikat meydana getirmi ştir. Bundan sonra bütün gayretini dinin savunmas ına hasretmi ş-<br />
tir. Bütün bilim kollar ını öğrenerek metafizikçi, tarihçi, ilâhiyatç ı, müzikçi ve ahlükçı<br />
171
olarak kendini tamtnu ştı. Yazdığı eserlerin sayısı 1.030 kadar olup bunlar 252 cilt tutmu ştur.<br />
En önemlileri Tanr ı Devleti (Civitas Dei), Nükül (Retractaciones) ve Itiraflar (Cofessions) d ır.<br />
Ayata'.<br />
Sanskritçede dü şüş ve geliş (descente) anlam ındadır. Vişnunun enkarnasyonlanndan her<br />
birine verilen addır. Vişnu insanlara iyilik etmek için çe şitli ,kılıklara girer. Bal ık, kaplumbağa<br />
ve benzerleri birer avatarad ır.<br />
Avesta<br />
Çeşitli 21 eserden toplanmış olan Zerdüştün ve cemaatlarm ın tannsal ö ğretilerini kapsayan<br />
bir dergidir. Genel olarak bunun yorumu olan Zend ile birlikte Zendavesta şeklini alır ki<br />
bu Avestanm yorumu aniam ındachr.<br />
Aydınlanma Devri (Aufklürun ğ)<br />
17 ve 18. yüzyıllarda Bat ı Avrupada yer alan bir felsefi alkund ı •. Özellikle akla dayanan<br />
bu felıteri sistem, insan ı eski doğmatizmden kurtarmaya çal ışmış, teolojide Deizm<br />
fikirlerini benimsemi ş ve Antropolojide ise insanın esas itibariyle iyi olduğunu iddia etmi ştir.<br />
Ingilterede geli şen bu. cereyan Fransada devrim haz ırlığı olarak büyük bir rol oynamıştır. Almanyada<br />
felsefe alan ında bu devrin en önemli yazar ı Leibnizdir. Ayd ınlanma devrinin bir<br />
başka özelliği de Avrupada yeni tam ıımaya ba şlayan yabanc ı dinlere karşı gösterilen ilgi ve<br />
teoloji alan ında rastlanan büyük bir ho şgörürlüktü.<br />
Bağhlaşnıa Kanunu (La loi de Corr4lation)<br />
Sosyolojik kanunların en önemlisi olmak bakımından Bağhla şma kanunlanm biraz aç ıklamak<br />
yerinde olur. Ba ğhlaşmayı, batı dillerindeki Correlation karşılığı almaktayız. Islâm âleminde<br />
Correlation'a tezayüf ve Correlatire de mutezayif denmi ştir.<br />
İbn Sina'nın, Necatında tezayüf bir babm ad ıdır. Bürhanı Gelenbevi tercümesinde (cilt I, salı.<br />
101) de —übüvvet Bünüvvet gibi Herbirinin Taakkulüne Nisbetle Olan'Illeveudeyn Beyninde Tezayüf<br />
Vard ır deniliyordu. Bu görü ş bugünkünün aynıdır. Belot'un sözlüğünde Yan Yana Bulunmak,<br />
Iki Şeyin Yekdi ğerine İzafeti, Nisbeti Denilmi ştir. Bu da, Zayf sözünün<br />
yan anlamına gelmesinden ileri gelir. Tabii Kanun, Iki Hadise Aras ında Nisbeti Sabite Demek<br />
olduğuna göre bugünkü manay ı anlamak bakımından bu aç ıklamalar yararl ıdır. Biyoloji ve fizikte<br />
de bu kanunlarclan faydaland ır. Boyla a ğırlığın, iş bölümü ile nüfus kesafetinin nislıetleri<br />
de bu kanunla ilgilidir. Bu ka vramm en öz'ü tar ım= Frans ızca'da bulmaktay ız•<br />
Petit Larousse'da Corrfflation için mant ıkan biri diğerini çağıran (gerektiren) iki önermenin<br />
bağmtısı, Correlatif için kar şılıklı bir nisbeti gösterir: Baba ile o ğul, hükümdarla tebaa<br />
korelatif önermelerdir diyor. Bizim kulland ığunız bağhla şma terimi kısahk ve yorumlama<br />
amac ını güder.<br />
Baptistler (Baptistes)<br />
Ingilterede 17. yüzyılda ortaya ç ıkan, çocuk vaftizini kabul etmeyen ve yaltnz büyükleri<br />
en eski hıristiyan geleneklerine göre vaftiz yapan bir cemaatt ır. Büyük bir k ısmı Amerikaya<br />
göçmüştür. Almanyade Baptist mezhebi 1834 yılında yerle şmiştir. Baptistler, kilise kanun ve<br />
yönetimini tan ımaz yaln ız .Ca Eski ve Yeni Sözleşmelerin otoritesine inamrlar.<br />
Babil siirgiinü (Captivit de Babel)<br />
İsrail ogullarmın milâttan önce 597-586 y ıllarından sonra Babil bölgesinde geçirdikleri<br />
172
tecrübedir. Bu, Yalandili ğin gelişmesinde çok önemli bir rol oynam ıştır. Eski ibrani dilinin yerine<br />
ârâmi dili yerle şmiştir, Sürgün s ırasında peygamberlerin yerini kâhinler alm ıştır.<br />
Beğnaz ve Beğnazhk (Fanatique et Fanatique)<br />
Bu kavram ın alışılmış terimleri taassup ve mutaass ıptır. Bir fikre veya bir inam şa körü<br />
körün bağlanip ondan, başkasmı düşünmemek anlam ında taassup ve bu davran ıştaki kimseye<br />
mutaass ıp derler.<br />
Benediktin tarikat ı (Ordre Wneclictin)<br />
529 yılında Saint Benoit ad ında Nursiali bir papaz tarafından kurulan bir tarikattır.<br />
Litürjide çok mahirdir Üyeleri ''seçtilderi manast ıra ba ğlılık nezrederek nefislerini ıslah etme<br />
ve temiz kalma yolunu tutarlar. Ferdi mülkiyetten feragat, dünya i şlerinden el çekme,<br />
günlük âyinlere kat ılma, tarla, atelye ve bilim yolunda çal ışma ve manastır başında bulunanlara<br />
jtaat Benediktinlerin aslî görevlerindendir.<br />
Beşeri Davranışlar (Comportements humains)<br />
Toplumun organları beşeri gruplardır. Bunlar, be şeri düşünüş ve davram şlarm içinde cereyan<br />
etti ği kapalı vazolara benzerler. Topluca ya şayan insanların duyma, düşünme ve davran-<br />
, ma tarzlar ı gruplanma tarzlar ı gibi yapt ırım gücünü ta şıyan ortakla şa âdetlerdir. Bunun Amerikadaki<br />
adı Behaviour'dir<br />
Her, canl ı yaratığın davranışında iki a şama vard ır: kavramlar (notions) ve bu kavramlar ı<br />
açığa vuran,eylemler (actions).. Bir yanda duyu ve dü şünceler, öte yanda olgu, yarg ı ve davran<br />
ışlar göze çarpar. Topluca ya şayan insanların inandıkları ve duyduklar ı şeyler kadar yaptıkları<br />
• ve denedikleri şeyler de vard ır. Hareket olarak gerçekle şen eylem, duyulan, dü şünülen,<br />
tasarlanan, istenen ve umulan şeyleri açığa vurur. Eğer bu fikir ve hareketlerin s ımflanması<br />
isteniyorsa güdülen amaçlar göz önünde halundurulmand ır Gerçek olmasa bile hiç olmazsa<br />
görünürdeki amaçlara göre bir sm ıflama ve düzenleme yapmak gerekir İnsanlar baz ı amaçlara<br />
varmak üzere hareket eder görünürler. Yapt ıkları eylem ve giri ştikleri işlemlerle baz ı ihtiyaçlar<br />
ı gidermeye çalışırlar.<br />
Düşünüş ve davranışlar ihtiyaç derecelerine göre s ıralanırlar. Üç türlü ihtiyaç vard ır:<br />
Maddi, siyasi ve mistik ihtiyaçlar.<br />
Maddi ihtiyaçlar: (besoins mat&iels) İnsanlann eşyaya kar şı duydukları ilgi ve isteği gösterir.<br />
Bu ihtiyac ı gideren endüstri (büyük sanayi) ve sanat (art) t ır. Geniş anlamda buna ekonomi'<br />
veya üretim hayat ı da denir<br />
Siyasi ihtiyaçlar: (Besoins politiques) kollektif ihtiyaçlard ır: İnsanların insanlara :karşı duydukları<br />
istek ve özlemden ileri gelir. Dil ve hukuk bu ihtiyac ı giderme araçlarıdır. Bu Mua şeret<br />
veya münasebet hayat ı (La vie de relation) diye adland ınlır.<br />
Mistik ihtiyaçlar: (Besoins mystiques) dini ihtiyaçlard ır. Insanların tanrı veya tanr ılarma<br />
karşı duydukları özlemi gösterir. Din veya sihir, insan o ğlunun bilinmeyen şeyleri ö ğrenmek<br />
isteğini yerine getirme araçlar ıdır. Her toplumda bir tak ım fikir ve ameller vardır ki bunlar<br />
görülmeyen kişilere ilişkin olmak bakımından metafizik kuvvetlerdir. Meselâ, bir dinin öteki<br />
dünya varlıklar üzerindeki demeti böyledir..."0 halde bu, tapmma hayat ı (la vie d'adoration)<br />
denilen şeyin ta kendisidir. Üretim, münasebet ve tap ınma sözleri ile insan o ğlunun toplum<br />
içinde tasarlay ıp gerçekle ştirdiği kavram ve eylemlerin tümü olan be şer' davram şlar kasdolunur.<br />
Beşeri Gruplar,<br />
Barbar dahi olsa, hiç bir toplum yoktur ki bir çok gruplar ı içine almış olmasın. Durkheim<br />
173
toplumun bu organlanna alt gruplar (Groupes secondaires) ad ım veriyordu. Hiç bir toplum<br />
yalinç değildir. 'Ilkel toplumlar bile çe şitli gruplardan meydana gelmi ştir. En küçük bir<br />
topluluk bile karmakar ışık bir âlemdir. Cezayirliler a şiretleri harnup a ğacımn yemişlerine benzetirler.<br />
Keçi boynuzu da dedi ğimiz yemişlerde çok say ıda tanecikler bulunur. Onlara göre<br />
bu tanecikler toplumdaki aileleri gösterir. Ilkel toplumlarda durum böyle olunca ileri toplumlarda<br />
da böyledir. Bu sonuncularda çok say ıda grup ve alt gruplara rastlan ır. Aileler, köyler,<br />
bölgeler, şehirler, iller, loncalar, tarikat ve dernekler sarma ş dolaş olarak iç içe daireler<br />
yaparlar. Böylece bir insan ayn ı zamanda, bir ailenin üyesi, bir tarikat ın mensubu ve bir derneğin<br />
yöneticisi olabilir.<br />
İnsan toplulukları türlü şekillerde olur. Bunu Halep şehrinde 10. yüzyılda eserlerini yazmış<br />
olan Türk filozofil Farabi daha o zaman sezmi ş bulunuyordu. Ünlü filozof topluluk türlerini<br />
sebep ve kaynaklar ı bakımından snuflamıştı. Yazar, istek veya zor, do ğum veya kom şuluk,<br />
birlikte barınma ve birlikte gezmenin gruplımmadaki rolünü belirtmektedir. Sosyolojide<br />
Be şeri Gruplar ba şlığı altında incelenen kesindere baz ı yazarlar yap ı ara ştırmalar ı derler. Bu<br />
ara ştırmalar Rene Maunier'e göre üç örnek kategoride toplan ır: Biyolojik veya kan gruplar ı,<br />
Coğrafi veya toprak gruplar ı, Sosyolojik veya i şgiiç grupları.<br />
Birleşiklik veya iştirak kanunu (La Loi de ,participation)<br />
Bir papa ğanla bir buğdayın aynı şey sandmas ı demektir. Bunlar ayrı ayrı şeyler olduklar ı<br />
halde aynı cevherden gelmeleri itibarile ilkel insanlarca ayn ı şey sayılmışlardm<br />
Bodin (Jean)<br />
1530-1596 yılları aras ında yaşamış bir Frans ız yazarıdır. Kendisi hakim, filozof ve iktisatcıdır.<br />
En önemli eseri Cumhuriyet (Republique) olup gerçek bir ansiklopedi niteligi ta şır.<br />
Burada Etats G6eraux'nun yürütmekte oldu ğu mutedil bir kıraliyetin ilkelerini aç ıklairmktadır.<br />
Yedi kişinin konuşması (Heptaplomere) n ı tasvir etmektedir. İktisada ve diğer konulara<br />
ait eserleri bunlar kadar önemli de ğildir.<br />
Bralmıa<br />
Hindlilere göre dünyayı yaratan kuvvettir. Ayr ıca mistik bir Teslisin ilk kişiliğidir. Ötekileri<br />
ise Vi şnu s' ve Sivadır. Brahma, dünyan ın yaratıcısı, tanrılarm ve bütün, varl ıklarm<br />
Tanrım olduğu halde Vi şnu, koruyucu. Siva (Çiva) ise y ıkıcıdır.<br />
Brahman<br />
Mana gibi kendiliğinden etkin olan ve dünyay ı yaratan bir güç olarak tanmmaktadır.<br />
Bu sözle ayn ı zamanda hint kâhinleri anlat ılmak istenir.<br />
Brosses (Charles de)<br />
1709-1777 yılları aras ında ya şamış bir frans ız sosyolo ğudur. Feti ş Tanrilara Tap ınma<br />
(Le culte des dieux fetiches) adli ünlü bir eser yaymlam ıştır.<br />
Buda (Bouddha)<br />
Buda' ınn sanskritçedeki anlam ı hikmettif. Kendisine Sakyamuni de denir. Budizmin<br />
kurucusudur.<br />
Burjuvazi (Bourgeoisie)<br />
Bu terim ba şlangıçta aristokrat ve işçi snufları aras ında kalan orta sınıfı 'gösteriyordu. Kapitalist<br />
rejimin geli şmesi ve Aristokrat s ınıfın ortadan kalkmas ı üzerine bu terimin anlam ı genişledi.<br />
Bugün terim, ç ıkarları üretim araçlar ına sahip olanlarla özde ş olan bütün grup ve fert-<br />
174
leri kapsar. Yalnız büyük toprak sahipleri, sanayici, bankac ı ve tüccarlar de ğil serbest meslek<br />
tutarlar, memurlar, küçük sanat erbab ı ve genel olarak bütün mülk sahipleri burjuvazi terimi<br />
içinde yer alırlar. Doğrudan do ğruya veya dolayısiyla kapitalizm hizmetinde bulunan bu grupmensupları<br />
bilerek veya bilmeyerek bugiingii ekonomik rejimi tutma ve korumaya çal ışmaktadırlar.<br />
Ekonomik, eğitimsel ve mesleki seviyeye göre saymaca olarak Burjuvazi, küçük burjuvazi,<br />
orta burjuvazi ve yüksek burjuvazi, bölümlerine ayr ılmaktadır.<br />
Buhar! (al Bokhari)<br />
810-870 yılları arasında yaşamış bir islam ilabiyatç ısıdır. Sahip ad ım taşıyan derleme eseri<br />
7275 sözden ibaret olup Sahibi Buhari ad ıyla bilinir. Peygamberin sözlerini ihtiva eden bu<br />
eser Islam aleminde kur'andan sonra en önemli bir beigedir.<br />
C<br />
dergisi<br />
Corpus Juris Canonici<br />
1917 yılından bu yana Roma kilisesinin bütün hukuk maddelerini içine alan resmi şeriat<br />
Cemalettin Efgani<br />
1838-1897 yılları aras ında yaşamış ileri görüşlü bir bilgin ve din yeniletioisidir. Kaldin<br />
ve dilini islam davalar ına vakfetmi ştir. İki büyük amaç giitmekte idi: biri islam alemini uya ııd<br />
ırmak, iyileştirmek ve, ona uygarl ık ve özgürlük yolunu göstermekti; ötekisi müslüman ülkelerini,<br />
Avrupahlann siyasi ve iktisadi etkisinden kurtararak onlar ı liağınısız kılmaktı.,<br />
yetçilik akımlanna kar şı değildi. Milliyeti ve doğum yeri de kesin olarak belli de ğildi.<br />
Türkçe, Farsça ve arapçadan ba şka Bat ı dillerinden bir kaçuu bilirdi. Afganistanda ö ğrenim<br />
yapmış, Hindistan, Mısır N, e Istanbul'da bulunmu ştur. Istanbul Darülfümmunda edebiyat, ahlak,<br />
hukuk iktisat, sanayi, tar ım, 'co ğrafya, arkeoloji, jeoloji, t ıp, psikoloji, astronomi, tabiat ve<br />
toplum bilimlerine değinen konferanslar vermi ştir. Cemaleddin Efgani ileri fikirleri yüzünden<br />
şiddetli tenkitlere u ğramış, tekfir edilecek derecelere dü şmü ştür. Aslında kendisi islamın<br />
en ileri gelen yenileticisi, ayd ın ve ilerici bir bilgini idi. Bütün varlığını bu uğurda harcamış<br />
ve bu ıııırlu sonuçlar ı göremeden İstanbul surları aras ında gözlerüd hayata kapam ıştır.<br />
Ç<br />
Çevre ve Çevrecilik (Environment, environmentalism)<br />
Çevre şartları anlamındadır. Insam ku şatan be ş türlü çevre vard ır: Fizik Çevre (iklim,<br />
toprak ve benzeri), Biyolojik Çevre (yabani bitki, bakteri ve tohumlar ı da içine alan hayvanlar),<br />
Fizikososyal Çevre (Bina, yol ve her türlü i şlenmiş maddeler), Biyososyal Çevre (evcil bitki<br />
le' hayvanlar) Psikososyal Çevre (davranış, adet, kanun, dil ve benzer*. Ingilizcede environment<br />
ve bununla ilgili teoriye Erivironmentalism ad ı verilir.<br />
Çifte Balta:<br />
Özellikle Girit--Miken uygarh ğında kutsal bir araç ve koruyucu bir sembol olarak kullanılan<br />
baltadır.<br />
D<br />
fht ııte Alghieri<br />
1265-1321 yillar aras ında yaşamıştır. italyanın ve belki de bütün Bat ı Dünyas ının orta<br />
175
çağda yetişen en ünlü, en derin şairidir. Tannsal komedisi (Divina Lomedia) oldukça güzel bir<br />
şiir olmaktan ba şka zamanın ın hemen hemen bütün teolojik bilgilerini de içine almaktad ır.<br />
Darül eman — Darül harp — Darül sulh<br />
islamiyet ülkeyi üçe apr ır:<br />
Darüleman, müslümanlarla bar ış halinde bulunan veya müslümanlar ın zimmetini kabul<br />
eden fakat müslüman olmayan bir milletin ülkesidir. Buna darül sulh dahi denir.<br />
Darülharp, müslümanlarla aralar ında -barış hali olmayan ve müslüman olmayanların<br />
ülkesidir. Bu ülkede ya şayan ve islam olmayan herkese harbi ad ı verilir.<br />
Darül<br />
islam egemenliği altında bulunan Yerlerdir.<br />
Deccal (Antöchrist)<br />
İncile göre Dünyamn sonundan az önce gelerek yer yüzünü cinayet ye dinsizliklerle doldurduktan<br />
sonra Hz. İsaya yenilece ği söylenen kimsedir, Hz. İsa bunu yenerek dünyaya düzen<br />
verecektir. Luther'e göre Papa Deccal ın bir örneğidir.<br />
Islâmiyete göre Deccal dünyan ın sonundan önce hüküm sürecek ve insanlar ı baştan çıkarıp<br />
felakete atacak olan bir kimsedir. Yine Islam inanc ına göre . Mehdi bunu öldürerek dünya<br />
düzenini yeniden kuracakt ır. Türkçede buna teccal denir.<br />
Deizm (Döisme)<br />
Bütünüyle vahyi inkar ederek yaln ızca Tanrı varlığına ve tabii dine inanan kimselerin<br />
kurdukları sistemdir. Jean Jacques Rousseau deizmi savunmu ştur. Deizm, teizmden farkl ıdır.<br />
Çünkü Teizm vahye dayanır ve ilıadeti kabul eder.<br />
Demeter (Dömöter)<br />
Yunan tanr ıçasıdır. Toprak ve tarlalar ın verimliliğini ve insanların doğurma gücünü<br />
temsil eder. Bu ğday anas ı sayıhrdı. Romahlardaki Çöl-es tannçasuun ayn ıdır.<br />
Demokrasi (Dömocratie)<br />
Asıl anlamı halk yönetim ve egemenli ğidir. Son zamanlarda uygulanmakta olan siyasal<br />
bir rejimdir. Bu rejimin anahatlar ı serbest seçim, gizli oy, muhtar üniversite, özgür bas ın,<br />
teminath muhalefet, yasa ve anayasa hakimiyeti, ba ğımsız mahkeme ve insan haklar ına olağanüstü<br />
saygı ile özetlenir.<br />
Derebeylik (Föodalitö)<br />
Orta ça ğda 9. yüzyıl ortalar ında 13. yüzy ılın ilk yarısına kadar özellikle -Bat ı ve Orta Avrupa<br />
siyasal ve toplumsal düzeninin dayand ığı yönetim sistemi ve buna ili şkin;kanun, örf 'ye<br />
adet gibi hukuk kurallar ının tümünü anlatan bir terimdir.<br />
Despotizm (Despotisme)<br />
Tek kişinin istek ve çıkarlarına uygun olarak kurdu ğu bir yönetim şeklidir.<br />
Devrim (Rövolution) -<br />
Memleketin toplunıs'al ya şayışmın ve geleneksel kurumlar ının ölçülü metotlarla köklü olarak<br />
'de ğiştirilmesi ve ye ıaikştirilmesidir. Bu son yıllara kadar Inkilap şeklinde kullanthyordu.<br />
Yanlış olarak ihtilal ile ink ılap aynı sandmıştı. Gerçekte ink ıhip, eskiyi, kötüyü, yakışıksız<br />
ve düzensizi at ıp onun yerine yeniyi, iyiyi, güzeli ve düze ıillyi koymak demektir.<br />
Fransız Devrimi, Türk Devrimi gibi... Ihtilal -daha çok yıkıcı bir faaliyet anlanundadır. Yine<br />
176
unlara yakın bir anlam ta şıyan Islahat ise Devlet eliyle toplumda ve devlet mekanizmas ında<br />
yapılan bazı yenilik ve de ğişiklik demektir.<br />
Dharma<br />
Sanskritçedeki anlam ı inanç, akide ve doktrindir. Budizmin akide ve ö ğretilerini içine<br />
alan din kitab ıdır. Budizmdeki üç kutsal varh ğuı (Triratna) birincisidir. Ötekileri Budda<br />
ve Buda cemat ı anlamındaki Samgha'd ır.<br />
Dış Evlenme (Exogamie)<br />
Ilkel toplumlarda bir ki şinin Klan ve kabilesi içinden evlenememesidir. Bu âdet özellikle<br />
totemcilikte vard ır. Bunun kar şıtı iç evlenme (endogamie) dir.<br />
Diaspora<br />
Yunanca anlamı dağılmadır. M. Ü. cereyan eden Babil esareti sonunda yahudilerin<br />
bütün dünyaya yay ıhnalarmı göstermek için kuliamlan bir sözdür. Bu terim ayr ıca milödın<br />
70 yıhnda Kudüsün düşmesinden sonra yurtsuz kalan yahudili ğin tümünü göstermek üzere<br />
kullanılmıştır.<br />
Divina Comedia (Tanr ım]. komedi)<br />
Dante'nin 13. yüzy ılın teolojik, mistik ve bilimsel verilerini içinde toplad ığı bir eserdir.<br />
Bu eser herbiri 33 bölüm olmak üzere Tamu (cehennem-Penfer), Arafat (Purgatoire), Cernet<br />
(Paradis) bölümlerine ayr ılır. Bu eser, Orta Ça ğın en derin, en etkin bir teoloji ve şiir dergisidir.<br />
Dört Kutsal Gerçek: (Quatre Nobles Verites)<br />
Budizmin kabul etti ği dört necip ilkedir. S ırasiyle: 1) Hayat ve e şyamn devaml ı akışına<br />
bağh olarak acı duyma, 2) Acı duymamn sebebi olan arzu; 3) Arzunun yok edilmesi için ge•<br />
çilmesi gereken üç a şama: do ğruluk, nefsini mürakabe ve hikmet; 4) bu üç a şamadan sonra<br />
kurtuluş ve esenlik a şaması olan Nirvanaya vard ır. Genel olarak bu ilkeler ıstırap, ıstırabm<br />
sebebi olan arzu, arzunun yokedilmesi ve nirvanaya kavu şma şeklinde özetlenir.<br />
Dans Seouts (Duns Scot, Jean)<br />
1270-1308 yılları aras ında yaşamış İskoçyah bir Fransiskan rahiptir. Akinali Tomas<br />
(Saint Thomas D'aquin) fikirlerine muhalif olan bir sistemi savunmu ştur. Buna göre irade<br />
(Volonte), ak ıl (Intellect) dan üstündür. Bu sebepten yarad ılış sadece Tanrısal Iradenin bir<br />
eylemidir. Tanrı ünsüz ve sonsuz gerçeklerin üstündedir. Çok ince fikirleri dolay ısiyle kendisine<br />
ince düşünen bilgin anlamında Doctor Subtilis derlerdi. Onun yolunda gidenlere Skotist<br />
(Scotistes) derlerki bunlar Thomas taraftarlar ı olan Tomist (Thomistes) lere kar şı. ttırlar.<br />
ölümünden sonra, b ıraktığı eserler toplanm ış ve 12 cilt olarak yay ınlanmıştır<br />
Dibezii (Druse)<br />
Suriye halkından olup Şamın güneyindeki Cebeli Drüz; Horan, Lübnan ve Anti<br />
Lübnanın muhtelif yerlerinde ya şayan bir dini gruptur. Islâmın sapık bir hizbi sayd.r. Aslında,<br />
müslüman, yahudi ve heterodoks h ıristiyanl ık fikirlerile Sufi mistisizmin kuvvetli bir kar ı-<br />
şamıdır. Şarap ve tütün içmezler; çok kadınla evlenme âdetleri yoktur. Kad ının cemiyetteki<br />
önemi büyüktür. Dürzüler korkunç sava şçıdırlar.<br />
E<br />
Eflâtun (Platon)<br />
Atina yakınlarında M. Ü. 429 yılında doğmuş ve 347 yılında ölmüş bir Yunan filozofudur.<br />
Din Sosyolojisi F. 12 177
Zamanın bütün sanatlar ını erkenden ö ğrenmiş ve hattâ olimpiyatlarda ba şarı sağlamıştır. Müzik<br />
ile matemati ği çok iyi ö ğrenmişti. Felsefeye ba şladıktan sonra Sokrat ın arkada şı ve ö ğrencisi<br />
oldu. -Usta& bald ıran otunu içtikten sonra Wgare'ye giderek Euclide'den ders ald ı. Mısır<br />
ve güney İtalyada bir çok geziler yapt ıktan sonra yurda dönerek Acade ınus bahçesinde ders<br />
verdi. Daha sonra Sicilyaya gitti. Maksad ı oranın tiran ı olan Denis'e siyasi teorilerini a şılayarak<br />
onların uygulanmasını sağlamakt ı. Bunu başaramay ınca Atinaya döndü ve orada öldü.<br />
Eserlerinin bir k ısmı diyalog olarak zaman ımıza kadar gelmi ştir Bunlarda muhatap Sokratt ır.<br />
En önemli ve bizim konu ile ilgili siyasi diyalogu, Devlet ve kanunlar (La Republique et Les<br />
Lois) dır. Kurduğu sisteme Platonizm ve ders verdi ği okula akademi derler.<br />
Ehriman (Ahriman)<br />
Zerdü şt dininde kötü ve karanl ık ilkesini anlatır. Söylentilere göre Zervan' ın oğlu ve<br />
Ahura—Mazda'n ın ikiz karde şidir. Ikili görü şü esas tutan Zerdü ştlükte bozucu bir görevi<br />
vardır. Bunun kar şıtı Hürmüz olup iyiliği ve doğruluğu temsil eder.<br />
Ekber Şah<br />
1452-1605 yılları aras ında yaşamıştır. Hindistanda bütün dinlere kar şı büyük bir ho şgörürlük<br />
göstermi ştir. Bu hükümdara göre bütün dinlerin birle şerek senkretist ve müsamahal ı<br />
bir dinin kurulmas ı gereklidir.<br />
Ekldesia: (Ümmet)<br />
Hıristiyan dünyası ümmet anlamında Ekklesia'yı ve bugünkü şekli ile Eglise sözünü aynı<br />
dine bağlı kimseler topluluğu olarak kullanır. Kilisenin bu anlamdaki kar şılığı Hıristiyan<br />
tapına ğı değildir. Kilise ancak maddi anlamda tap ınakt ır.<br />
Ekoloji (E col ogie)<br />
İnsanların toprak üzerindeki da ğılışmın ve bu dağıh şı tayin eden kar şılıklı etkilerin bilimsel<br />
bir etüdüdür. Toplumsal ekoloji, toplumun biyolojik ve sembiyotik (symbiose) görünü şlerinin<br />
etüdüyle snurl ıdır. Yani yarışma ve hayat sava şı ile nev'in devamıııa inhisar eder. Toplumsal<br />
ekolojinin ba şlıca konulan aras ına Demografik olaylar ı, iş bölümünü, üstünlüğü (dominance),<br />
ekolojik istila ve irsiyeti de koymak gerekir.<br />
Eksarhhk (Exarchat)<br />
Osmanlı egemenli ği altında yaşayan Bulgarlarm Rum Patrikhanesi ile aralar ında çıkan<br />
anlaşmazlıklar üzerine ondan ayr ılarak kurduklar ı dini - ruhani kurumdur.<br />
Ekiimenik (Oecumenique)<br />
Eski anlamda insanlar ın oturdukları bölgelere kadar uzanan kilise temsilcilerinin yapt ıkları<br />
ilk konsiller, yer yüzündeki bütün katoliklerin ça ğrısı ile yapıldığı için genel anlam ında<br />
ekümenik konsil ad ını almışlardır. Iznik, Efes ve Halkedonya konsilleri böyledir. Günümüzde<br />
ekümenik hareket bütün kiliseler aras ındaki münasebetleri kuvvetlendirip i şbirliğini isteklendiren<br />
ve büyük sava şla ba şlayan etkin bir ak ımı anlatmaktad ır.<br />
Emanasyon (Emanation)<br />
Teogoni ve kozmogonide (Tannlann ve kâinat ın yaratul ışmda) raslanan şey tanr ısal<br />
bir feyzdir. Çe şitli dinlerde ezelde tannsal bir varl ığın dünyayı kendinen çıkartt ığını söyleyen<br />
efsane ve tasavvurlar vard ır. Bu yarat ılış kavram ımn tam kar şıtıdır. Çünkü Tann ile<br />
dünya aras ında cevher bak ımından bir benzerlik yahut bir özde şlik olması gerekir. Emanasyona<br />
inanan dinlerde ço ğu zaman Talandan çıkan varlıklann muhtelif a şamalardan geçerken asil<br />
kemalini kaybettikleri söylenmi ştir. Bu maddi dünya onlar ın son aşamasıdır. İnsan geldiği yoldan<br />
ters do ğrultuya geçmek suretiyle tannsal asl ına dönebilir.<br />
178
Emirül müminin (Commandeur des croyants)<br />
İslam hilâfetinin iki deste ği vardır. Bunlardan biri dini nitelikte olan imamettir ki bu yönden<br />
halife imamül müslümindir. Öteki destek siyasi bir nitelik ta şır. Buna da Emirülmüminin derler.<br />
Empedokles (Empedocle)<br />
Aşağı yukarı M Ö 490-430 yılları arasmda ya şamış Sicilyalı Pitagor doktrinlerini yayan<br />
bir filozoftur. Kendisini tannsal bir sayg ıya değer görmü ştür. Azizlerin biyografi tarihçesine<br />
(Legende) göre kendini Etna yanar da ğa atmak suretiyle intihar etmi ştir. Felsefi sisteminde orfizm<br />
fikirleri, tenasuh inan ış" ve benzerlerine rasta ıur.<br />
Engizisyon ( İnquisition)<br />
Eskiden katoliklerin din inançlar ına kar şı gelenleri ara ştırm cezaland ırmak üzere kurdukları<br />
kilise mahkemelerine verilen add ır. Orta ça ğda hıristiyanlığın dü şmanların ı yok etmek<br />
üzere meydana gelmi ştir. Eski kilisede bu türlü ki şisel çeki şmeler ruhani silahlarla<br />
yapılıyordu. Augustin'in tehlikeli ve kilise d ışında kalmak istiyenleri kiliseye zorla sokmak<br />
(Cogite İntrare) üzere kilise taraf ından merhametsizce uygulanan i şkence sistemiclir. 12. yüzy ılda<br />
Atinah Thomas gibi bilgin teologlar bile Z ıald ık ve kafirlerin ate şte yakılmasım (Autos da<br />
fe.) do ğrulanuştır. İspanyada tarihin kaydennediği i şkence ve zorlamalar bu kurumun bir eseridir.<br />
Burada Devlet mahkemelerle el birli ği yaparak büyük cinayetler i şlenmiştir. Genel olarak<br />
Müslümanlar, yahudiler ve reformatörlere kar şı bu gibi uygulamalar çe şitli zaman ve mekanlarda<br />
yap ılmıştır. Torquemada ve Ximenes bu uygulanlarda çok merhametsiz davranm ışlardır<br />
Enkarnasyon (Incarnation)<br />
Esas itibariyle Tannsal gücün görünüm dünyas ına girmesi, sonra Tanrının insan şeklinde<br />
ortaya çıkması ve insan şekline girmesi (hulid) dir. Hinduizmde Avatara kavram ı Vişnunun<br />
böyle bir enkanrasyonunu iddia etmektedir; Enkanasyona inan ış Hıristiyanlığın temelidir. Bu<br />
ö ğretiye göre insan o kadar suçludur ki yaln ız Tann tarafından kıırtarılabilir. Bu kurtulu ş yalnız<br />
bir insan tarafından yap ılabilir. Bunun için İsa da hem tannsal hemde insani tabiatın var olmas ı<br />
insanların kurtulu şu için şartt ır.<br />
Epikür (Epicure)<br />
M. O. 341-270 yılları arasında ya şamıştır. Felsefi bir akımın kurucusudur. Eski yunan<br />
dinini tenkid eden ve ondan kurtulmak isteyen Epikür, Tanr ı ruhlarının atomlardan yamldıklannı,<br />
keder ve sıkıntılardan uzak, özgür olduklar ını ve dünya yönetimine bakmaks ızın<br />
yaşadıklarını söylemi ştir. Insanda iyilik yapmak ve manevi zevkleri aramakla tannlannkine<br />
benzer bir hayat sürer.<br />
Erös (A şk)<br />
Eski Yunanl ı" aşk tanrısı ve Afroditin o ğludur. Genç bir çocuk veya kanatl ı ve gözleri<br />
bağl ı bir kimse olarak tasarlamr. Erös Eflâtuna göre dünya ilkesidir. İyi, güzel ve do ğru olana<br />
erişmeyi hedef tutan ezdi bir özlem ve a şktır. Dinlerde Erös anlamı ile ilgili birçok inanç<br />
ve eylemler vard ır.<br />
Eskatoloji (Eschatologie)<br />
Buna İslam Men:Mide Mebde ve mead fikri denildi ği gibi öbür dünya ile ilgili bilgiler de<br />
denir. Bunlar Alemin gelece ği ile ilgili tasardar. Bu gibi fikir ve tasar ılara en ilkelinden başlayarak<br />
hemen bütün toplumlarda rastlan ır. Dünyanın sonu, çoğu zaman bir tabii felaketle<br />
gelecek gibi tasarlamr. (Bazan böyle bir felaket dünyay ı yok etmekle beraber biraz sonra<br />
yeni bir dünya aynı şartlarla tekrar kurulur. Böylelikle hayat ın sonsuz tekerle ği bütün bu olay-<br />
179
lara rağmen dönmeye devam eder.) Bir çok milletler eskatolojik tasavvurlan yaln ız kendi ülkeleri<br />
için kabul etmi şlerdir. Eski İsrail peygamberlerinin eskatolojik vaizler vermelerine ra ğmen<br />
yalnız israilin sonunu dü şünmüşlerdir. Sonra bu fikirler ba şka milletlere bakarak geni şletilmiştir.<br />
Hemen her eskatolojik eserde dünya ıim sonu, k ıyameti bildiren olaylardan<br />
sayılmaktad ır: Yer sars ıntısı (Bk. Zelzele suresi), Tufan, göklerin, y ıldızların yok olmas ı bazan<br />
da yer yüzünde olagelen çetin sava şlar (eski Iran eskatolojisinde ve semavi dinlerde teccal<br />
ile yapılacak sava ş) bu dünyanın sonunu takip eden durum ezelde mevcut olup cennete<br />
benziyecektir. Bu Fikir özellikle yahudilikte geli şmiştir. H ıristiyanlıkta ise isânın gelmesi<br />
eskatolojik bir olay olarak al ınmıştır. Gösterdiği mucize tanr ısal egemenliğin insanlar<br />
arasmda mevcut olmas ına bir işaret sayılmıştır. Böylece H ıristiyan teolojisine göre Isa'n ın<br />
gelmesiyle eskaton (ahir zaman) şimdiden gerçekle şmiştir. Isaya inanan insan şimdiden bu yeni<br />
dünyada ya şamaktadır. Ishim dininin İsa hakkındaki düşüncesi de bu arada söylenebilir.<br />
Ethos<br />
Bazı yazarlar bu terimi, belli bir gruba ay ıncı bir fizyonomi veren kültür niteliklerinin<br />
tümünü göstermek üzere kullamrla'.<br />
Etnoloji ve Etnografya (Ethnologie et Ethnographie)<br />
1 — Etnoloji, sosyoloji gibi bir bilimdir, Sosyoloji bugünkü toplumun kar şılaştırmalı bir etüdüdür.<br />
Etnoloji ise bugünkü kültür derecesine varmanu ş olan ilkel toplumların tetkikidir. Burada<br />
yaşayan veya sönmüş olan ilkel toplumların medeniyet ve kültür seviyeleri kar şıla ştırmalı bir<br />
inceleme konusu olur. Etnografya ise kültür antropolojisinin bir kolu olarak ilkel veya sönmü ş<br />
bir toplulu ğun tasviri bir etüdüdür.<br />
Evamri-i-Aşara (Deealogue ou dix Commendements)<br />
Türkçesi ON BUYRUK'tur. Tevratın Çıkış kitabı XX. kesiminde bildirilen 10 Ahlak<br />
kurahmn kısa bir listesidir. Bu buyruklar İsrail oğullann ı yönetmek üzere Jehova (Tann) tarafından<br />
Hz. Musaya gönderilmi ştir. Bunlar şunlardır : I — Tanrıdan ba şkasına tapmayacaksm;<br />
2 — Hiçbir put yapmayacaks ın; 3 — Tann adım boşuna annuyacaksm; 4 — Sept (Sabbat)<br />
gününe dini bir sayg ı göstermeyi unutmayacaks ın; 5 — Ana ve babana sayg ı göstereceksin;<br />
6 — Adam öldürmeyeceksin; 7 — Zina etmeyeceksin; 8 — Çalmayacaks ın; 9 — Yakınına<br />
karşı yalancı tanıklık etmeyeceksin; 10 — Kom şunun evine, karısına, hizmetçisine, öküzüne,<br />
eşek ve benzerine göz koym ıyacaksın.<br />
Bu on buyruk Tevrat ın V. inci kitab ı olan Tesniye (Deut6ronyme) de baz ı değişikliklerle<br />
tekrarlanmıştır.<br />
F<br />
Fakirizm ( Fakirisıne)<br />
Hindistanda fakir denilen ve kendine türlü i şkenceler yapmaya al ışık kimselerin gösterdikleri<br />
ve doğa üstü bir göçe yorduklar ı haller.<br />
7 — Farabi (Alfarabi)<br />
Batı âleminde Alfarabius (Alpharabius) diye tan ınmıştır 870 yılında Türkistanda Farab<br />
şehrinde bir Türk aileden do ğmuş ve 950 yılında Şamda vefat etmi ştir. Ba ğdatta, arapça, tıp,<br />
felsefe matematik tahsil etmi ştir. Bir aralık Harran'a gelerek orada me şhur Yuhanna'dan ders<br />
gördüğü de söylenmektedir.<br />
Farabinin fikirleri Yeni Eflâtunculuk (N6oplatonisme) dan mülhem olup İbn Sina (Avicenne)<br />
ve İbn Rüşd (Averro6s) felsefelerine büyük etkiler yapm ış ve Aristoyu araplara tamt-<br />
180
mıştır. Kendisinin Batı ve Do ğu âleminde haiz oldu ğu şöhreti dolayısıyla kendisine Muallimi<br />
Sanl denildiğini hatırlatmak bu ünlü Türk bilgininin bilim ve felsefe alan ındaki kuvvetini<br />
göstermeye kafidir. Bilhassa Eflatun ve Aristonun toplumla ilgili fikirlerini islâmi esaslarla<br />
uzlaşt ırma ve ba ğda ştırma yolundaki gayretleri sosyolojiyi yak ından ilgilendirir.<br />
Fenomenoloji (Phe'nome'nologie)<br />
Her türlü yorum, aç ıklama ve evrim kan ıtlanyla birlikte gerçekten var olan olaylar ın bilim<br />
sel vasıflamas ıdır. Bu vasıflama. bu olaylar ın soyut ve de ğişmez kanunlanna veya belirtisi<br />
olduğu deney üstü gerçeklere kar şıt olarak zaman ve mekön içinde ortaya ç ıkan olaylarla ilgili<br />
bulunmaktad ır. Fenomenoloji bir çok yerlerde kullanılır Metot olarak, bir şeyin özünü yani ülküsel<br />
anlam ını çıkarmak veya bulmak üzere harcanan bir çabad ır.<br />
Ferguson (Adam)<br />
Adam Ferguson (1723-1816) İskoçyal ı bir tarihçi ve filozoftur. Sivil Cemiyet tarihi üzerinde<br />
deneme (Essay on the History of Civil Society) ve benzeri eserler yazd ı. Bazı yazarlar kendisini<br />
sosyolojinin kurucusu sayarlar.<br />
Not : Ferguson (1723-1816) yıllarında ya şamıştır. Halbuki bundan daha derli toplu bir<br />
sosyolojisi olan nın Haldun 1332-1416 tarihlerinde ya şamıştır. Taraf t ııtmayarak denebilirki<br />
sosyoloji veya tarih felsefesinin kurucusu bu islam bilginidir.<br />
Fetiş (Faiches)<br />
Insanlarn yapt ıkları mana gücüyle dolu etkin bir âlet yahut bir çok şeyden meydana<br />
gelmiş bir nesnedir. Çifte balta, şamanlann kudüm veya sepetleri böyledir. Feti ş sözü frans ız<br />
bilgini Brosses'm 176 y ılında yayınlanan bir eserinde (Dieux faiches) ilk olara kullan ılmıştır.<br />
Fides<br />
Roma dininde vefa tanr ıçasıdır.<br />
Fidye-i-necat (Rançon)<br />
Bir kimsenin esirlikten veya ba şına gelen bir belklan kurtulmak için kendisi veya kendi<br />
adına başkası tarafından verilen para ve benzeridir.<br />
Filon (Philon le Juif)<br />
İskenderiyede do ğmuş yahudi soyundan bir yunan filozofudur. Felsefesi Eflâtun ile Tevrâtm<br />
bir karışmud ır. Bu da sıras ıyla neoplatonizm ve H ıristiyan edebiyat ına etki yapm ıştır.<br />
Frazer (James Georges)<br />
1854-1940 yılları aras ında ya şamış bir ingiliz atropologudur. Glaskow'da do ğmuştur. Toplumsal<br />
antropoloji üzerine kesin bir etki yapm ıştır. Totemism and Exogamy (totemeilik ve<br />
Dış evlenme), The Golden Bough (altın dal), Man, God and immortality ( İnsan, Tanrı ve ölümsüzlük)<br />
belli başlı eserlerindendir.<br />
Freyer (Hans)<br />
1887 yılında Leibzig'de do ğmuş bir alman sosyolog ve filozofudur. Kiel -üniversitesinde<br />
Felsefe profesörü idi. 1925 y ılında Leibniz üniversitesine geçti. Güney Amerika, İspanya ve<br />
Türkiyede çe şitli üniversitelerde konferanslar verdi ve ders okuttu.<br />
Theorie des objektiven Geistes (Objektif Ruh Teorisi), Der Staat (Devlet), Soziologie als<br />
Wirlichkeitswissenschaft (Gerçeklik Bilimi olarak Sosyoloji) Einleitung in die Soziologie (Sosyolojiye<br />
Giriş), Herschaft und planung (Egemenlik ve planlama), Sosyolojiye Giri ş (Nermin<br />
181
Abadan çevirisi) önemli eserleri aras ındandır. Türkiyede Dil Tarih ve Co ğrafya, Siyasal bilgiler<br />
ve ilülliyat fakültelerinde misafir profesör olarak ders vermi ştir.<br />
Fotios (Photios)<br />
Roma ve Bizans kiliseleri aras ında ilk ayrılmayı (schisme) gerçekle ştiren ilühiyatç ıdır. Kendisi<br />
İstanbul patriki idi. Aym zamanda yazar ve politikaelyd ı. 867 yılında kilise ayrılığın' gerçekle<br />
ştirmi ştir.<br />
G<br />
Gandhi<br />
1869-1948 yılları aras ında ya şamıştır. Hintli bir hukukçuclur. Güney Afrikada Hintlilerin<br />
kurtulu şu için uğra şnuş ve Hindistana siyasal özgürlü ğü kazandırmış bir önderdir. Fikirlerinin<br />
temeli eski Hint zahitli ği olan Ahimsa (yani öldürmemek) ilkesi idi. Kendisini Buda, İsa ve<br />
Muhammedin ö ğrencisi olarak tan ıtan Gandi tipik bir Hindu kalm ıştır Çe şitli sımflar aras ındaki<br />
suurı kaldırmaya çah şmıştır. Fakat Hinduizmde büyük bir rol oynayan bir anlay ışa göre<br />
İneğe gösterilen saygıyı muhafaza etmi şti. Çünkü inekte insanlık dışı tabiat kutsall ığnun güzel<br />
bir sembolünü görmü ştü. Avataralara inan ış" Gandiye her dinin temsilcilerine sayg ı göstermeye<br />
imkân vermi ştir.<br />
Gangster (Gang)<br />
Aınerikada haydutlara verilen add ır. Asıl anlamı (Gang) denilen bir çete grubuna mensup<br />
kimsedir<br />
(Gang) üyeleri birbirine s ıkı bir dayanışma ile ba ğlı ilkel bir gruptur. Kelime daha çok<br />
kötü anlamda kullanılır.<br />
Gebr (Mecusi)<br />
Islümlık İran'a girince, Zerdü ştlük parçaland ı. Iran'da kalanlara Gebr<br />
Mecusi; Hindistan'a göç edenlere de Parsi denir.<br />
veya<br />
Gelenek ve görenek (La tradition et la mode)<br />
Toplum ve medeniyetten devral ınan adetlerdir. Gelenek geçmi şle ilgili olduğu halde görenek<br />
moda anlam ında günün adetleridir. Bu iki türlü bask ı insanların toplum içinde birbirine<br />
benzemesi sonucunu do ğurur.<br />
Gdgames (Gilgamesh)<br />
Eski Asur ve Babilonya destanlarmda ad ı geçen bir kahramand ır Üçte ikisi tanr ı üçte biri<br />
insand ı. Assurbanipalin kitapl ığmda rastlanmıştır. Hikayesi M. O. 2500 yıllarına kadar çıkar.<br />
En önemli nokta gılganuşın hayat suyunu aramas ı ve dünyayı kaplayan Tufandan bilgi edinmesidir.<br />
Eski Doğu Edebiyat ında baz ı yankılar' ve dünya edebiyat ında etkileri görülmü ştür.<br />
Gizli Dernek (Soci ete Seerete)<br />
S ınırl ı sayıda üyelerin kat ıldığı kapalı bir gruptur. Bu gruplar ço ğu zaman bilinmeyen<br />
kişiler tarafından kurulmu ştur. Genel olarak, gizli derneklerde sihir veya din dü şünceleri<br />
hâkimdir Fakat bu dernekler kendilerini gizli tutarlar; çünkü bunlar ı kuşatan toplum onlar ı<br />
suçlu görür ve ulusal birli ğe zararlı sayarak faaliyetlerini önleme ğe çalışır.<br />
Gnos ve Gnostisizm (Gnose et Gnostieisme)<br />
İnsanın Tannyı tanımak yoluyla kurtulu şa varaca ğını ileri süren fikir akunland ır. Eti-<br />
182
molojik olarak bilgi demektir. Gerçekte ibadetin özel bir tipini gösterir. Öyle mutlak ve bütünü<br />
kaplayan bir bilgidir ki bu sayede Tanr ı, dünya ve insana ili şkin felsefi ve dini proplemle.<br />
rin çözümü mümkün olur.<br />
Gonosticisme kelimesinin çe şitli anlamlar ı vardır. Genel olarak, kabul edilen anlam ı, Hıristiyanh<br />
ğm ilk devirlerine ait felsefi ve dini bir sistemdir. Temel ilkesi, ferdi kurtulu şun iman<br />
ve amelden ziyade Gnosis marifet denilen üstün bilgi yolu ile geldi ği fikrine dayamr.<br />
Gökalp (Ziya)<br />
1875 yılında Diyarbakırda doğmuştur. İlk ö ğrenimini iptidaide, orta ö ğrenimini askeri<br />
rüştiyede yaptı. 1890 yıhnda idadiye geçti. Burada Frans ızcasnu ilerletmi şti. İdadide müsbet<br />
ilimler yanında ilahiyat konular ı ve ezcümle İlmi Kelâm da okunuyordu. Ziya Gökalp bir taraftan<br />
İstanbuldaki yayınları izliyor, diğer taraftan amcas ı Hasip Efendiden arapça ve Farsça<br />
ö ğreniyordu. Fazla olarak Hasip efendi yolu ile islâm filozoflann ı tetkik ediyordu. Kısacası,<br />
tek başına ara ştırmalar yapabilmek için gerekli her türlü fikri malzemeyi do ğduğu yerde ve çevrede<br />
elde etmi şti. Bu esnada sebebi kesin olarak bilinmeyen bir intihar te şebbüsü oluyor. Bir<br />
müddet sonra biraderi Nihad kendisini, çok arzuladığı İstanbula getirdi. İstanbulda Veteriner<br />
Fakültesine yazıldı. O zaman İstanbul Hamit İstibdadma kar şı çok dolgundu. Ittihat ve terakki<br />
cemiyeti gizli faaliyetini Selanikteki merkezin yard ımı ile devam ettiriyordu. Bunlara kat ılan<br />
Ziya Diyarbak ıra döndü ğünde evi aranm ış, Avrupadaki Türk mültecilerinin yay ınları elde<br />
edilmişti. İstanbula tekrar geldi ğinde hem fakülteden ç ıkarılmış ve hemde Task ışla ve Mehtarhana<br />
hapishanelerinde bir sene hapsedilmi şti. Hapisten sonra memleketine gönderilen Gökalp<br />
orada evlendi ve istibdatla mücadeleye ba şladı. Abdülhamidin sükutu üzerine Selanikte parti<br />
kongresine davet edilmi şti. Selanik yazar ın gelişmesi için çok müsait bir zemindi. Orada Genç<br />
Kalemler dergisinde 1910-11 tarihine kadar yaz ılar yazdı. Gökalpın sosyoloji merakı siyasete<br />
üstiin geldi. S ırasile Gustave Le Bon, Fouillee, Tarde ve Durkheim ile u ğra ştı. Gökalpın artık iki<br />
kişiliği vard ı; hem siyaset hemde bilimle u ğra şıyordu. Ittihat ve terakki cemiyetinin merkezi<br />
İstanbula nakledilince İstanbulda yerle şti. Partinin kendisine teklif etti ği rütbe ve makamlar ı<br />
kabul etmeyerek büroda sadece memleketin kültür i şleriyle uğra ştı. 1915 yılında İstanbul<br />
Vniversitesinde yeni kurulan içtimaiyat dersine profesör oldu. 1919 y ılına kadar orada ders<br />
verdi. Türk Yurdu, Yeni Mecmua, İçtimaiyat Mecmuas ı, Milli tetetbüler Mecmuas ı ve Edebiyat<br />
Fakültesi mecmuas ında yaz ıları çıktı. 1919 da i şgal kuvvetleri Ziya Gökalp' ı Maltaya sürgün<br />
etti. Orada kendisiyle birlikte gidenlerle bilimsel konu şmalar yap ıyordu. Kurtulu ş Savaşından<br />
sonra <strong>Ankara</strong>ya gelen Gökalp 1923 tarihinde Diyarbak ır mebusu oldu. Maarif<br />
encümeninde çalıştı. Bu sırada Türk Töresi, Alt ın Işık, Türkçülügün Esaslarınt yazdı. 1924<br />
yılında sağlık durumu kötüle şti. İstanbulda Frans ız hastahanesine kald ırıldı. Ölümünden<br />
dört gün önce Mustafa Kemalin bir telgraf ı geliyor. Gazi bu telgrafta, bir şeye ihtiyacı olup<br />
olmadığım soruyordu. Hastan ın isteği şu oldu: çocuklar ına bak ılması ve kitaplarımn basılması<br />
Türk Medeniyeti Tarihi, Türkle şmek, İslamla şmak ve Muasırlaşmak, gibi eserler yanında<br />
sayılamıyacak kadar makale ve risaleleri vard ır. Sosyoloji derslerine ait yazmalar ı ve din sosyolojisine<br />
ait notlar ı vardır. Türk Töresi, Alt ın Işık ve Türkçülüğün Esasları en son eserlerindendir.<br />
Gölge olay (epipheno ınne)<br />
Bir temel olayın üzerine eklenen ve olay ın olu ş ve sonucu üzerine hiç bir etki ve tepkisi<br />
olmayan ikinci bir olayd ır.<br />
183
Gregor İlliiminator<br />
250-320 yılları aras ında ya şamış Kayserili bir papazd ır. Ermeni kilisesinin kurucusudur.<br />
Onun yardımıyla Ermeni kilisesi a şağı yukarı 280 yılında milli bir kilise haline gelmiştir.<br />
Groçyus (Hugo grotius)<br />
Hollandal• bir diplomat ve hukukçudur. 1583-1645 y ılları aras ında ya şamıştır. Denizlerin<br />
serbestli ğini savunmak üzere Serbest Deniz (Marc Liberum) adl ı eseri yazmıştır. Devletler hukukunun<br />
babas ı sayılır. 1625 yılında yayınladığı Barış ve Sava ş Hukuku (De jure Pacis et Belli)<br />
adh eseri uluslar aras ı bir hukuk yasas ıdır.<br />
Din ve hukuk adamlar ının fikirlerine dayanarak hukuku, Tabii Hukuk (Droit naturel)<br />
ve Sözle şme hukuku (Droit Contractuel) diye ikiye ay ırdı. Yazar ayrıca anla şma hukukunu<br />
da iki kısma ay ırmıştır: Bunlar ya Tanr ısal hukuk (Ilakkullah ) yahut kul hukuku<br />
(hakkul ibad<br />
) dur. Bu bak ımdan sözle şme insanlarla oldu ğu kadar Tanr ı ile de<br />
olur. Dini sözle şme kadar ahlöki ve siyasi sözle şme de söz konusu olabilir.<br />
Gülhane hatt ı Hümayunu<br />
Sultan Mecidin Gülhane park ında 3 Ekim 1839 yılında D ış işleri bakan ı Mustafa Re şit<br />
pa şa tarafından okunup Osmanl ı Tarihinin TANZIMAT devrini açan fermamn ad ıdır.<br />
Gülhane hatt ımn esaslar ı : Yurtta şın mal, can ve namusunun güven alt ına alınması, vergilerin<br />
düzenli bir sisteme ba ğlanmas ı ve toplanmas ı, askeri i şlerin ve askerlik süresinin belirli<br />
kurallarla yönetilmesidir.<br />
H<br />
Hahamlık (Rabbinat)<br />
Osmanlı Saltanat ında memlekette bulunan Musevi cemâat ının i şlerini yönetmek üzere<br />
İstanbulda te şkil edilen bir makam DER SAADET HAHAMHANES İ adını ta şırdı. Hahamhanenin<br />
ba şındaki kimseye Haham Ba şı derlerdi.<br />
Hahamhanelerin ruhani ve cismani birer meclisi ile bir de genel meclisi vard ı. Hahamlik<br />
cemiyetler kanunun 39. maddesiyle, ba şka dini kurumlar gibi bir cemiyet haline getirilmi ştir.<br />
Halife ve Hilafet (Calif et califat)<br />
Terim olarak halife Peygamberin ölümünden sonra müslümanlar ın dini ve dünyevi önderliğini<br />
elinde tutan kimsedir. Hilâfet ise İslâmın yönetim şeklidir. Burada iki yönü birbirinden<br />
ayırmak gerekir: Birinci yön islam ın egemenliğini temsil eden emirülmümininlik; ikincisi imamülmüslüminlik<br />
O halde Hilafet kurumu İslam devletinde din ve dünya i şlerinin önderliğini<br />
gösteririr.<br />
Hamail ve muska (Amulette et Phylactöre)<br />
Hamail büyülerden, hastal ık ve cinlerin kötülüklerinden korunmak amac ıyla yazd ırıhp<br />
omuzdan çaprazlama bele inen bagd ır. Muska ise üçken şeklinde yaz ılı ve bir bezle kapl ı<br />
ka ğıt olup çoğu zaman ba şa veya omuz altına iliştirilir.<br />
Hamurabi (Hammourabi)<br />
M. Ö. 1955-1913 yılları aras ında yaşamış bir Babil hükümdarıdır. Kanun yapmıştır. Bu<br />
184
kanunu halkın görebilece ği yerlere koydurmu ştur. Aslında bu kanunlar ı kendisine güneş tanrım<br />
Şamas ilham etmiştir<br />
Hamurabi Kanunu (Code d' Hammourabi)<br />
Babil Hükümdar ı Hamurabinin M. Il 1910 yılında yürürlü ğe koydu ğu bir kanundur. Sümerler<br />
bu tarihlerde Babillilerin yönetimi alt ında oldukları halde bu kanunun kayna ğı Sümerlerin<br />
aralarında geçerlikte olan hukuk hükümleriydi. Bu kanunname kaz ılar sonunda bulunmu ştur.<br />
2,5 metre yüksekli ğinde bir bazalt üzerine kaz ılmış olup usul, ceza ve medeni hukuka ili şkin<br />
hükümleri ihtiva eder.<br />
Havra (Synagogue)<br />
Yahudi Tapınağı anlamındadır. (Sinagok sözüne hak.) Bugün Yahudiler buna (beythaknesset)<br />
derler.<br />
Hayat Tekerleği.<br />
Budizmde hayat ın çe şitli a şamalarını gösterir.<br />
Haymatloz (Heimatlos)<br />
Hiçbir Devletin uyrukluğunda bulunmamak halidir. Ço ğu zaman Devletlerin yurtta şlık<br />
kanunları arasında birlik ve ahenk bulunmamasından doğar. Türk vatandaşliğım terk etmiş veya<br />
bu sıfattan iskat edilmi ş olan kimse ba şka bir Devletin uyruklu ğunu almamış ise bu kimse tabiyetsiz<br />
ve vatans ız kalarak haymatloz ad ını al ır.<br />
Hayvan Cemiyetleri (Socktes Animales)<br />
İnsan ve Hayvan toplumlar ında toplu yaşama ve iş bölühlü gibi benzerlikler, tıpkı insan<br />
toplumu gibi bir hayvan toplumunun varlığına inandırmıştır. Gerçekten bu gibi kar şıla ştırmalar<br />
bugün için do ğru de ğildir. İnsan ve Hayvan aras ında olduğu kadar bunlar ın meydana<br />
getirdikleri toplumlar aras ında da kapat ılması güç farklar vard ır.<br />
Fizik bakımından insan dik durur, sesle konu şur, baş parma ğını ötekileriyle kar şıla ştım,<br />
ve dimağının ağırlığı hayvanlardan fazlad ır. Toplumsal yönden, farklar büsbütün büyüktür,<br />
şöyle ki:<br />
a - İnsan alet yapar ve onu geli ştirir.<br />
b - İnsan toplumu, kültür, medeniyet ve ideal yarat ır. Millet, memeleket sanat, din ve<br />
bilim idealleri hayvan toplumlarında yoktur.<br />
e - İnsan toplumlarında din, dil, ahlak, iktisat, devlet kurumlar ı vardır.<br />
d - İnsan toplumu yalrnz insanların eseridir; oradaki gelenek ve görenekler, hayvanlardaki<br />
varlığı ve türü koruma iç güdüsü ile kıyaslanamaz.<br />
Helal ve Haram<br />
İslamdaki haram ve helal kavramlar ı bilim alanında kaymt ılara elveri şlidir. Helal, kutsal<br />
dışı sözünün kar şılığı olabilirki Frenkler buna profane derler. Profane, tap ınak anlamın daki<br />
Fanum kökünden gelir. Tap ınak dışında kalan kısma profanum denilmektedir. Haram sözü<br />
iki şeyi gösterir, ba şta kirli veya pis olan şeyleri, sonra dokunulmas ı yapılması, söylenmesi ve<br />
yenmesi yasak edilen şeyleri gösterir.<br />
Helenizm ve Hellenistik (HelMnisme et Hellenistique)<br />
Yunan kültürünün Do ğu Akmiyle temas ı sonuncu ortaya ç ıkan fikir, sanat ve felsefe akl ı/ima<br />
verilen add ır.<br />
Henoteizm (1-UnotUisme)<br />
Max Müllerin ilkel dinleri göstermek üzere kulland ığı bir te ırimdir. Buna göre ayn ı zamanda<br />
185
irçok tanr ıların varlığı tan ınmakla beraber bunlardan birisi üstün tanr ı veya ulu Tanrı diye<br />
kabul edilir.<br />
Heros<br />
Yunanhlarda kahramanlar ve insanlar ın ataları anlamına gelir; mitolojide baz ı kahramanlarm<br />
tanr ılaştınldığı ve baz ı Tannlar ın da Heros mertebesine dü ştü ğü görülür. Kahramanlara<br />
tap ınma (culte des heros), eski imparatorlara tap ınma ve bir bak ımdan azizlere<br />
gösterilen sayg ıda yasaya gelmi ştir.<br />
Hiyerarşi (Hierarchie)<br />
Batıda dini te şkilattaki mertebeler düzeni anlam ındad ır. Burada tabii ve dünyevi cemaat<br />
anlamındadır. Karizmatik te şkilat ı keramete dayanan te şkilat ve Hiyerar şik te şkilat ise mertebeler<br />
düzenine veya gelene ğe ba ğlı te şkilat şeklinde dilimize çevrilebilir.<br />
Bu terimle rahiplerin mertebeler düzeni anlat ılmak istenir. Eski Do ğunun büyük dinlerinde<br />
pek güzel düzenlenmi ş ve zincirlenmi ş hiyerar şıler mevcuttur. Katolik kilisesinde sekiz<br />
mertebeli bir hiyerar şi vardır ki yüksek mertebeleri Diyakon, Papaz ve Piskopostur.<br />
Hiyerar şı sözü ayn ı zamanda sivil hayatta da kullan ıhr. Bundan ba şka melekler konusunda<br />
da böyle bir hiyerar şı vard ır. Bu anlamda Türkçe kar şılığı mertebeler düzenidir.<br />
Hobbes (Thomas)<br />
Leviathan adl ı eserile toplum incelemelerine girmi ştir. Leviathan gerçekte mukaddes kitab ın<br />
şeytanı ve mecazi manas ıyla zâlim bir kimse olduğu halde Hobbes bunu hükümdar manasma<br />
almıştır. İnsan insanın kurdudur. (Homo homini lupus) deyen fikir adam ı insanların diğer<br />
kurtla= kötülü ğünden korunmak için büyük kurda yani hükümdara s ığındığını kayıt etmektedir.<br />
Böylece insanlar bir tarafh bir sözle şme ile kendilerine ait imtiyazlann bir k ısmını<br />
hiikümdara bırakırlar. Hükümdar buna kar şılık kendilerini koruma ödevini üzerine al ır.<br />
Homer (Homere)<br />
M. O. 9. yüzyılda ya şamış ünlü bir şairdir. Yunan kahramanbk destan ımn yazarıdır.<br />
Hayat ı hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Buna kar şıhk Homerik din kavramı, dinler<br />
tarihinde kendisine atfedilen büyük şiirlerde görülür. Burada sava şanların insanlara yak ın<br />
Tanrılar arasında yap ıldığı ve antropomorfik inan ışların kabul edildiği gözden kaçmaz.<br />
Hostia<br />
Ökaristi (Eucharistie) de kullan ılan mayas ız hamurdan yap ılmış yuvarlak ekmek parçasıdır<br />
ki kutsallamadan sonra han ın vücudu haline gelmektedir. Rahibeler taraf ından yap ılan<br />
Hostia kutsal bir sembol ile süslüdür. Orta ça ğ lejandlarına göre kutsallanan Hostialarda bir<br />
çok mucizeler görülmü ştür.<br />
Hoşgöriirlük (La tolerance)<br />
Farklı fikir, siyasi dü şünce, din ve milliyeti ve bunlardan do ğan ayrılıkların tatlı ve tarafsız<br />
karşılanmasıdır. Ho şgörürlük fikri bak ımdan izafiyecili ğin ve siyasi bak ımdan demokrasinin<br />
temel şartıdır.<br />
Hukuk Devleti (Etat de Droit)<br />
Kamu yönetimini elinde tutanlarm kamu i şlerini kendi istek ve ölçülerine göre de ğil,<br />
önceden kurulmuş hukuk kurallarına bağlı kalarak yürütmek üzere izledikleri yönetim<br />
sistemidir.<br />
186
I - 1<br />
Irkçılık (Racisme)<br />
Başka topluluk ve milletlerle münasebetlerinde bir hareket kural ı olmak üzere belirli bir<br />
topluluk veya ulusun var say ılan fizik ve ruhi baz ı özelliklerini ortaya atan bir doktrindir.<br />
Irkçıliğuı her şekli bir önermeye dayanır: Bunlardan biri, bir ırkı karakterize eden şey, genetik<br />
olarak intikal eden ve yok edilemeyen baz ı ruhi özelliklerin var sayılmasıdır. Otekisi, bir<br />
ırkın ruhi nitelikleri kopmaz baglarla fizik niteliklerine ba ğl ıdır. Bu doktrin biyolojik etkenlerle<br />
kültürel etkenleri birbirine kar ıştırma ve ayn ı sayma esas ına dayamr. Ar ı bir mitolojik kuruntu<br />
ve buluş olan ırkçılığın bilimsel görüşle hiçbir ilgisi yoktur.<br />
Islahat Fermam<br />
Osmanlı imparatorlu ğu te şkilat ının yenile ştirilmesi, keyfi davranışların yasak edilmesi,<br />
can, mal, ırz dokunulmazlığının sa ğlanması ve memleketin kalkındırılması gibi problemlerin<br />
çözülmesi hakkında Birinci Abdülmecidin çıkardığı 1839 tarihli G -OLHANE HATTI HUMAYU-<br />
NU ve 1856 ISLAHAT FERMANI ile Abdülazizin çıkardığı 1860 tarihli Fermanlard ır Bunlar<br />
Tanzimat ve Osmanlı imparatorluğunun Bat ı ilkeleri içinde düzenlenme ve örgütlenmesi hareketlerinin<br />
hukuki temellerini te şkil eder.<br />
Ibadet (Culte)<br />
Anlamı Tanrıya kulluk etmektir. Dini anlam ı, niyeti; olarak tanr ıya saygı göstermektir.<br />
Sosyolojik anlamı ise dini tecrübenin eylem olarak akseden anlat ımıdır.<br />
Istılah (Nomenclature ou terme)<br />
Asıl anlamı ittifaktır. Bilginlerin bir söziin asil anlam ından başka bir anlamda kullan ılması/Ida<br />
söz birliği etmeleridir. Belirtilmesi gereken cihet bir kelimenin iki anlam ı olduğudur. İlk<br />
anlam kelimenin lagat manas ım ikinci anlam ise bilimsel manas ını gösterir ki bu sonuncuya<br />
Istılah manası denir.<br />
İbn Haldun:<br />
1332 yılında Tunusta do ğmuş ünlü bir sosyolog ve tarihçidir. 20 ya şına kadar Tunusta<br />
tahsille u ğraştıktan sonra çok sergüze ştli bir hayat geçirmiştir. Bir çok hükümdarm ra ğbet<br />
veya nefretini kazannu ş, hapse atılmış, veya taltif edilmi ştir. Son olarak Oranda Tiaret'in<br />
güney - batısında Karta İbn Salama denilen bir kö şge çekilerek kendini 4 seneye yak ın<br />
bir zaman mütaalaya vermi ş ve buradan yepyeni bir Bilim definesi ile ç ıkmıştır. Bu yeni<br />
Bilim, tarih felsefesi ve bugün daha modern bir deyimle sosyoloji idi. Sonra M ısıra gelmiş orada<br />
bazan müderrislik bazan kad ıhk ve hazan da diplomathk yapm ıştır. Çok de ğişik bir hayat<br />
süren İbn Haldunda değişmeyen vasıf bilim a şkıdır. Şeyhülislam Piri-zade Mehmet Sahip<br />
efendi ve geri kalan kısmı da Cevdet pa şa tarafından Türkçeye çevrilen mukaddime, İbn Haldunu<br />
ebedile ştirmi ştir. Mukaddime Kitap-ül iber adli eserin ba şlangıç kısmını te şkil eder.<br />
İbn Haldun bu eserinde toplumsal, felsefi ve hatta teknik konular ele al ınmıştır Devletlerin<br />
hayatım, Yükselme, duraklama ve dü şme safhalarum ayırmış, hilafet ve imamet bahislerini<br />
incelemiştir. İbn Haldun dinin toplumsal rolünü kabul etmi ş olup liberal politika ve hürriyetin<br />
yan ında nizam ın da mürervici olmu ştur. Devletin makul nisbetlerde bir vergi almasını<br />
münasip görmekte ise de ba şkaca halkın tedirgin edilmesini ve hürriyet haklar ının çiğnenmesini<br />
asla uygun bulmaz. Mukaddimesi bir ansiklopedi say ılabilir. Yazar burada bütün meseleleri<br />
akli esaslara göre çözmü ş bulunmaktadır.<br />
İbn Rüşt (Averroes)<br />
1126-1198 yılları arasında Arap İspanyada ya şamış ünlü bir islam düşünürüdür. Aristo<br />
187
hakkında yaptığı yorumlar İskolastiklerce o kadar be ğenilmi ştir ki, bu kendisini en büyük yo<br />
rumcıı olarak göstermeye vesile olmu ştur. Kurtubada do ğmuş ve Fasta Halifenin saray ında<br />
önemli bir görev almıştır.<br />
İnsan ruhunun s ıkıca beyne bağlı bulunduğunu ve bu organla birlikte öldü ğünü ve fakat<br />
insanda ölümsüz bir ilke sayılan akl ın bulundu ğunu iddia etmi ştir.<br />
Batı Âlemi Aristoyu ve H ıristiyan olmayan felsefeyi ancak İbn Rüşt arac ılığıyla ardayabilmiştir.<br />
İbn Sina (Avicenne)<br />
980-1037 yılları aras ında ya şamış bir islöm bilginidir. İranda ünlü bir doktor ve memur<br />
olmuştu. Farabinin ve dolay ısiyle Aristo ve Neoplatonizmin etkisi alt ında bir çok yorum kitapları<br />
yazmıştır. Eserleri Orta ça ğ hıristiyan Avrupas ında büyük yankılar yapmıştır.<br />
'bn Tufayl<br />
12. yüzyılda Endülüs araplar ı arasında yeti şmiş bir filozof ve hekimdir. G ırnata yakınlarında<br />
doğmu ştur. En önemli eseri felsefi bir roman olan Hayy Bin Yakzand ır. Yazar burada<br />
tabii çevresinden uzakla şmış bir çocu ğun zihni geli şimini ele almaktadır. Bu eser 1923 y ılında<br />
Mihrap Mecmuasında Babanzâde Re şit bey tarafından dilimize çevrilmi ştir (Bk. islöm Ansiklopedisi<br />
İbn Tufeyl Maddesi)<br />
İcma veya licma -1-ümmet (Consensus de l'opinion)<br />
Lögat olarak iki anlam ı vardır: Biri azim ötekisi oy birli ğidir. Usul terimi olarak İ) metten<br />
bir yüzy ılda gelen müctehitlerin şer'i bir hüküm üzerinde birbirinden haberleri olmaks ızın<br />
oy birli ğine varmaland ı •. Buna İcmai Ümmet denir. islöm hukukunda üçüncü derecede bir<br />
kanıt ( şer'i delil) t ır. İslâmda dört şer'i delil vardır. Bunlar s ırasiyle Kur'ân, Sünnet, icma'i<br />
ümmet, k ıyası fukahadır.<br />
İdeologlar (Les idöologues)<br />
Siyasi ve felsefi bir gruptaki bilginleri gösterir. Condorcet, Laplace, Lamarck, Amper bunlardanchr.<br />
Bunlar Fransada Konvansiyon devrindeki fikir hareketini temsil ederler. Bunlar ın<br />
hepsi insan ruh ve zihniyetinin tahliline koyulmu ş değildirler. Fakat hepsi de gözlem (müşahade)<br />
metodunu uygularlar. Bu ise her türlü metafizik dü şiincelerden uzak bulunmaktad ır.<br />
İdeologlar ( İdöologues) Condillac'tan ba şlayarak fikirlerin kaynak ve kurallar ını ara ştıran<br />
ve İdeoloji ile uğra şanlara denir. Cabanis, J. Baptiste—say, ve Volney bunlar aras ındadır.<br />
Napolyon, küçük göstermek için, bütün filozoflara bu ad ı takardı .<br />
İdeoloji (Idöologie)<br />
İdeoloji, millet, s ınıf, kast, meslek, mezhep, siyasi parti ve benzeri bir grubun karakteristik<br />
fikir, inanış ve dü şünü ş tarzlarının tümüdür. Bu ideolojileri, ait olduklar ı gruplar ın coğrafya<br />
ve iklim durumlar ı, alışılmış faaliyetleri ve kültürel ortamlar ı şartlandırır ve tayin eder.<br />
Bunlar tekelci olmad ıkları gibi a şkın da değildirler. Bu yönden aynı ulusa mensup fakat ayr ı<br />
i ş güç sahibi iki ki şi ayııı ulusal ideolojiyi payla şır ve kendi melekelerine ili şkin ideolojilerde<br />
birbirinden ayr ılabilirler.<br />
İkonoklast (İconoclastes)<br />
Bunlara İslöm âleminde putluranlar denir. Anlam ı putlann ( İcones) kırllmasıdır. 8. yüz<br />
yılda meydana gelen bir h ıristiyan mezhebi mensuplar ı azizlerin putlar ıııı kırarlard ı. Maksat<br />
ları azizlere tap ınmayı önlemekti. Zira bu gidi şin eski paganlığın puta tapma sistemini yeniden<br />
canlandırmaya yol açaca ğı samhyordu. Bu hareket bir çok h ıristiyan sanat eserlerini yok etmiş<br />
ve 2. yüzyılda sona ermi ştir.<br />
188
İmam-1 Azam<br />
Ebu Hanife Numan ibnü Sabit-ül Kûfidir. İslâmdaki dört mezhep kurucular ından birisidir.<br />
Kalede do ğmuş ve Bağdat'ta vefat etmi ştir. Kurduğu mezhebe hanefi mezhebi derler.<br />
Islâm hukukunun ilk kurucusu da yine kendisidir. Bu mezhep, Irak, Iran, Hindistan, Sind,<br />
Çin Herat, Kâbil, Mavera- ı nehir, Mısır, Türkiye ve Balkanlarda yay ılmış tır. Bugünkü müslümanların<br />
yarısından çoğu hanefidir.<br />
Incil (Evangile)<br />
Yunancada iyi haber anlammdad ır. Isâmn getirdi ği haber daha sonra H ıristiyanlarea u-<br />
yulmakta olan Kitab ın adı oldu. Esası Havarilerin a ğızdan ağıza anlatt ıkları söz, hikâye<br />
ve hükümlerdir. Ilk yaz ıldığı dil ârâmi dilidir. Incil dört kitab ı ihtiva eder. Hem Isibun<br />
söylediği hikmetler, meseller, apokaliptik sözler ve H ıristiyan inancı üzerindeki bildiriler<br />
hemde hanın mucize ve va ızleri burada yer al ır. Isâ dininin inanç ve ö ğretilerini kapsayan<br />
bu kitap Isânm ölümünden sonra derlenmi ştir.<br />
infalibilitas (Lâyuhtilik - yan ılmazhk)<br />
Papanın makamında verdiği hükümlerde yandmayaca ğı inane ıdır. Papalar Veya karar<br />
verecek durumdakiler makamlar ında (Ex-Cathedra) verdikleri kararlarda yandmazIar. Islâmiyette<br />
"ümmetim delalette ima etmez" 4.1),1,•,J1 " I hükmü bu konu ile ilgili oldu-<br />
isiu„,<br />
ğu gibi Farabi Medinei faz ılada "hükümdar hırkai saadet giymi ş Eflâtunu cihandır" demekle<br />
bu yanılmazhğı açıklamıştır. Fakat Islâmdaki bu yamlmazl ık Hıristiyanl ığın katolik kilisesino<br />
öz ve papah ğın bildirilerine ola ğanüstü bir de ğer vermede oldu ğu gibi bir amaç gütmez.<br />
İnka (İntas)<br />
Peru'da Güne ş Tanrısının oğlu sayılan hükümdardır.<br />
Amerikanın ke şfi sırasında Peruda ki şua (Quichua) imparatorlu ğunun hükümdarlarma<br />
verilen addır.<br />
İrtidat ve Riddet ji , İ ..1; l)<br />
islöm dininden ba şka dine dönmektir. Di ğer dinlerden Islâmiyete dönmenin ad ı ihtida<br />
) dır.<br />
İskoçya Okulu (Ecole ‘cossaise)<br />
Ço ğu Edimburg Universitesinden ç ıkmış olup toplumsal olguları incelemede ön ayak olan<br />
ve eserleri sosyolojik ara ştırmalarda kaynak say ılan bir bilginler zümresine verilen add ır. Bunlar<br />
arasında Adam Smith, Ferguson ve Robetson'u görmekteyiz. Bu okul sosyolojiyi bilimsel<br />
anlamda incelemi ştir. Fransada bunlar ı ideolog denilen bir zümre takip etmi ştir.<br />
iskoltıstik (Scholastique)<br />
Orta ça ğın 12-14 cü yüzy ılları arasında H ıristiyan Avrupada hâkim olan bir dü şünce tarzıdır.<br />
Bu akım Hıristiyan Ortodokslu ğu ile Eflâtun ve daha çok Aristo sistemini ba ğda ştırma<br />
amacım güder. Ba şka bir deyişle, Eflâtun ve Aristodan al ınan ilkeler kilise anlayışma uygulanmış<br />
ve bundan da Iskolastik ad ını ta şıyan felsefe, mant ık ve teoloji do ğmuştur.<br />
İspirthuna (Spiritisme)<br />
Ölülerin ölümden sonrada var olmakta devam etti ğine inanılan ruhlarıyla, bazı şartlar<br />
altında haberle şmenin mümkün olduğuna inanan görü ş ve bu maksatla yap ılan denemelerdir.<br />
Ispirtima dönen masa, otomatik yaz ı gibi vücutlanm ış ervahtan ileri gelen baz ı olaylarla uğraşır.<br />
Burada ruhlar, insanlarla ilgilenerek onlarla temasa gelmek isterler. Bu temaslar ya do ğ-<br />
189
udan do ğruya yahut gaypten haber almaya elveri şli Medium denilen kimselerin arac ı-<br />
lığı ile sağlamr.<br />
İstanbul Efendisi<br />
16. yüzyıldan sonra İstanbul kad ıs ına verilen add ır. Sonraları bunun yerine İstanbul<br />
kadısı ünvan' konmu ştur.<br />
İstefan<br />
Helenistik yahudilikte kurulan ilk H ıristiyan cemaat ının başkamd ır. Yahudi ibadetinin<br />
İsa= dönmesiyle sona erece ğini söylediği için yahudiler taraf ından ta şlanarak öldürülmü ştür.<br />
İstihare )<br />
Özel bir amaçla riiyaya yatmakt ır. Girişilecek bir i şin hayırh olup olmayacağını rüyadan<br />
anlamak için abdest alıp dua okuyarak uykuya yatmaktan ibaret eski bir adettir. Kelime hayırdan<br />
gelir.<br />
J<br />
Jaina (Jainizm)<br />
Yenen anlam ındadır. Hindistandaki Jaina, dinin felsefesine göre her devirde ortaya ç ıkan<br />
kurtar ıcı ve düzeltici gücün ad ıdır. Bu din Tanns ız dinlerdendir. Abimsa yani canl ı yarat ıklara<br />
k ıymamak ülküsüne hakl ıd ırlar. Jainizm Budizme çok yak ındır.<br />
Jansenizm (Jansönisme)<br />
Cornölius Jansen tarafından 17. yüzyılın ba şından itibaren kurulmu ş bir mezheptir. Tann<br />
iradesine teslimi şart ko şan koyu bir katolikliktir. Bunlar ço ğu zaman Jezvitlerle u ğra şmışlardır.<br />
Papahlı makamı kendilerini tasvip etmemi ştir.<br />
Jezvit (Jesuites)<br />
İslamiyetle fikri bir sava ş açmak ve ınutezileyi yola getirmek üzere İgnace De Loyola ( İgna<br />
tius) tarafından 16. yüzyılda kurulmu ş bir tarikatt ır. Hıristiyan tarikatlar aras ında en canl ı<br />
ve misyoner olan ıdır.<br />
Justinyen (Justinien)<br />
Aşağı yukarı 482-565 y ılları arasında ya şamış bir Bizans imparatorudur. Kilisenin kurulmas<br />
ına hukilk" imkanlar haz ırlamıştır. Monofizitlere kar şı şiddetli hareket etmi ştir<br />
Komutanları Bölisaire ve Narses'in yard ımıyla Vandallar ı ve İranl ılar ı yenmi ş, kanun<br />
ları toplatm ış ve Ayasofya camii ııi yaptırmıştır.<br />
K<br />
Ka<br />
Mısırda ölümden sonra insan gövdesinde kalan bir ruh prensibidir. Bunun için mezarlara<br />
Imzan ka'n ın evi denilir.<br />
Kabotaj (Cabotage)<br />
Bir devletin k ıyılanndaki deniz ticaretinin, limanlar ı arasındaki ula ştırmanın ve Bal ık<br />
avının kendi yurtt.ışlarma ve özellikle kendi bayra ğın ı ta şıyan gemilere sakl ı tuttu ğu bir<br />
imtiyazd ı r.<br />
190
Kahin ve Kehânet (Oracle)<br />
Gaybe ait haber verme iddias ında olan kimseye kahin ve bunun gösterdi ği maharete de<br />
kehânet (oracle) derler. Eski Yunan ve ilk ça ğ milletleriııde gelece ğe ilişkin dikenli mes'eleler<br />
Tanrılara sorulur ve al ınan cevaplar ilgililere bildirilirdi. Eski Yunanda en ünlü kehânet<br />
yeri Delf (Delphes) şehrindeki Apollon tap ınağı idi. Romahlar imparatorluk devrinde s ık<br />
sık kehanette bulunurlard ı. Apollon tapınağı altındaki Cumes kâhinesi (Sibylle de Cumes)<br />
ve Preneste'nin Fortune tap ınağında olan kehânet yerleri çok tan ınmış merkezlerdi.<br />
Kalven (Jean Calvin)<br />
Hıristiyan din yenileticilerinden (reformatörlerinden) biridir. Fransada do ğup büyümü ş,<br />
protestan fikirlerine meyil gösterip H ıristiyan Dininde Dersler ( İnstitutio Christianae Religionis)<br />
adli bir eserde fikirlerinin anahtarlann ı göstermi ştir. Hayatının büyük kısmını Cenevrede<br />
geçirmi ştir. Lüther'den bir kaç noktadan farkl ı olan doktrinin özü insan ın Mesihte ya şamasını<br />
mukadder görmesidir. Bu teolog özet olarak dini otoritenin demokratla şmasım, din törenlerinin<br />
ortadan kalk ınasım, alınyaz ısına inanılmasını ve Kutsallama ayinlerinin (sacrements)<br />
yalnızca vaftiz ve a şayı rebbani (müşterek yeme ğe) ye hasredilmesini savunur.<br />
Kanon (Canon)<br />
Genel olarak bir dinin kutsal kitaplar ının tümüdür. Budizmde pali—kanon, H ıristiyanlıkta<br />
eski ve yeni sözle şme böyledir. Çoğu zaman belirli bir dini kişilikle ilgili söz, hikâye<br />
ve buyruklar kitap halinde toplamr. Bazan da bu kanunlarda tabiat üstü bir nitelik görülür.<br />
Vedalar tanr ıların eserleri veya onlarla birlikte yarat ılmış kutsal kitaplard ır. Tevrat<br />
Tannsal bir vahiydir. Kanon bir dini yabanc ı etkilere kar şı koruyan bir duvarda. İslamda<br />
ise kur'ânda mevcut dünya ile ilgili hükümler bunun bir örne ği say ılabilir.<br />
Kapitiihisyon (Capitulation)<br />
Doğu ve Yakın Doğu memleketlerinin tek tarafl ı olarak Avrupa ve Amerika devletlerine<br />
karşı tanıdıkları bir takım imtiyazlardır. Bu imtiyazlar bir devletin ba ğımsızlığını anlatan<br />
yasama, yargı ve yürütme erkelerini ba ğladığ'ından kapitülasyonu kabul eden Devletler hukuk<br />
anlamında tam ba ğımsız bir devlet say ılmazlar. Kapitülasyonlar adli, idari ve mali k ısımlara<br />
ayrılırlar.<br />
Bunların kaldırılması için memleketimizde çok u ğra şılmış ve nihayet Lozan Bar ış Anda ş-<br />
manıun 25 inci maddesiyle ortadan kald ırılmıştır. Bunlara uhudu Atika da denir.<br />
Katolik (Catholique)<br />
Gerçek anlam ı evrensel ve geneldir. Roma kilisesi kendisine bu pâyeyi vermi ştir. Bununla<br />
güdülen amaç, bütün dünyada var olmas ı, bütün gelenekleri korumas ı ve bütün dini olaylar ı<br />
kapsamas ıdı •.<br />
Kantsky (Karl)<br />
1875-1938 yılları arasmda ya şamış Avusturyal ı toplum felsefecisi ve devlet adam ıdır. Pragda<br />
doğmuştur. Kendisi sosyalist olup Fr. Engels'in sekreteri olarak 1883-1917 y ılları arasında<br />
Neue Zeit adlı marksist dergiyi yönetmi ş ve kendisini Karl Marx' ın yorumcusu olarak tamtmıştır.<br />
Marksın Ekonomik Teorisi (Karl Marx ökonomische Lehren), Toplumsal Devrim (Die<br />
Soziale Revolution), H ıristiyanh ğın Kayna ğı (Ursprung des Christientums) belli ba şlı eserlerindendir<br />
191
Kavram ve Eylem (Notion et action)<br />
Beşen davrara şlarda bir iç safha vard ır ki buna fikir, dü şünce, kavram, inanç denir; iç safhanın<br />
dış görünü şüne yerine göre fili, hareket eylem veya âmel denir.<br />
Kaat (Caste)<br />
Irs ve iç evlenme niteli ği taşıyan bir toplum şeklidir. Burada üyeler ayn ı ırk, aynı soy,<br />
aynı meslek ve ayn ı bir dine mensupturlar. Ancak tabakala şmış toplumlarda kast sistemine<br />
rastlanır. Bir çok toplumlarda çe şitli tabakala şma şekilleri kastlann kurulmas ına yol açar.<br />
Üyelik vasıfları irsidir ve ba şka kastlarm üyeleriyle evlenme yasak edilmi ştir. Ço ğu zaman<br />
bir kasti te şkil eden fertler ancak tek bir meslek veya bu mesle ğe yakın baz ı meslekleri tutabilirler.<br />
Bazı davran ış, mensek ve dini törenlerin yap ılması kastlardaki birlik ve beraberli ği saklar.<br />
Katip Çelebi (Hac ı Kalfa)<br />
Türklerde Do ğu ve Bat ı bilimlerine vakıf büyük bir bilgindir. Abdullah efendi ad ında bir<br />
askerin Mustafa adl ı çocuğudur. Bir taraftan ilim tahsil etmi ş bir taraftan da muhtelif memuriyetlerle<br />
Osmanl ı ülkesinde bir çok yerleri gezmi ştir. Son olarak İstanbulda yerle şerek<br />
eserlerini tamamlam ıştır. Hicri 1067 y ıl ında ölmü ştür. Eserleri içinde Ke şfüzzünun<br />
I sL I ;J..4.11 Cihannüma, gibi de ğerlileri vard ır.<br />
Karizma (Charisme)<br />
Yunanca serbestçe ba ğışlama anlamındadır. Terim ilk önce Petrus taraf ından incilde<br />
kullanılmıştır. Peygamber ve dini önderlerde var say ılan olağan üstü yetenek ve ki şisel özelliklerdir.<br />
Kelâm (TUologie)<br />
Tannsal ö ğreti anlam ındadır Tanrı ve onun Kainatla olan münasebetlerinden bahseder.<br />
Teoloji hazan ilahiyat kar şılığı olarak bütün din alanını kapsayacak derecede geni ş tutulur.<br />
Bu terim bilimsel alanda bir dinin savunmas ını sağlayan bir bilim dalını gösterir<br />
Kerâmet (Thaumaturgie)<br />
Kerâmet vermek anlam ında olan kerem sözünden gelir. Baz ı ermiş (veli) insanlann gösterdikleri<br />
ve yapt ıkları olağan üstü olaylar ve yeteneklerdir.<br />
Kıpti kilisesi (Eglise Copte)<br />
Monofizit kiliselerden biridir. Patriyark ı İskenderiyede oturur. Burada en eski rahip geleneklerine<br />
hala rastlan ır. Diğer Monofizit kiliseler s ırasiyle Ermeni ve yakubi kiliseleridir.<br />
Kısas (Loi de Talion)<br />
Işlenen bir suçun cezas ını e şit ve e şdeğer bir zararla gidermek ve öcünü almakt ır Burada<br />
iki zararın eş de ğerde olması ve saldırgana verdirilen zarar suçuyla orant ılı olması esastır. Parolası,<br />
göze göz; di şe diş (oeil pour oeil, dent pour dent) dir.<br />
Kızılay Derneği (Societe de Croissant - Rouge)<br />
Her türlü araç ve gereçleriyle sava şta ulusal ve yabanc ı orduların hasta ve yaral ılanna<br />
bakmak, bunları tedavi etmek; bar ışta yangın, sel ve yer sars ıntısı gibi musibetlere u ğrayan<br />
Türk ve yabanc ılara yard ım etmek üzere kurulan ve devletçe kendisine bir tak ım imtiyazlar<br />
tanınan bir demektir. Çe şitli uluslar aras ı andlaşmalar sonunda Kızılay derneği uluslararas ı bir<br />
nitelik almıştır. Buna eskiler Hilal—i Ahmer Cemiyeti derlerdi. K ızılay-1n i şareti ak zemin<br />
üzerinde kırmızı aydır.<br />
1.92
Kızıl haç (Croix - Rouge)<br />
Sava şta yaralanan ve hastalananlar için koruma ve iyi etmekle ilgili bir tak ım hükümler<br />
koyan 22 A ğustos 1864 tarihli Cenevre sözle şmesinden sonra bir çok Bat ı memleketlerde<br />
kurulmuş olan hay ır derneklerine verilen add ır.<br />
Kilise (Eglise - Ekklesia)<br />
Ortakla şa inanış ve törenleri olan ruhani bir önderin ki şiliğinde geleneksel birli ğin sembolüdür.<br />
Bu anlamda kilise sözü, muhtelif toplumlarda kullan ılır Hıristiyanl ıkta Hz. han ın kurmu<br />
ş olduğu bir kurumdur. Ba şkanı Petrus'un halifesi sayılan papad ır. Daha genel ve ruhani<br />
bir anlayışa göre müminlerin meydana getirdikleri ruhani topluluktur. Buna Islâmdo cemaat<br />
veya islam cemaat ı derler.<br />
Klan (Clan)<br />
En küçük toplum türüdür. Bu söz , genel olarak dış evlenme, mant ık öncesi zihniyet, parazit<br />
iktisat sistemi ve ortakla şa mülkiyet esas ına bağh bir toplumu gösterir. Akrabahk baba veya<br />
ana tarafından gelebilir: Baba taraf ından akrabal ık (clan patrilinaire) ta k ız ve erkek bütün<br />
çocukların mü şterek bir babadan geldi ği inancma dayan ır. Ana akrabali ğına dayanan klanda<br />
(Clan matriline'aire) da ise bütün çocuklar mü şterek bir anadan gelmi ş sayılır. Eski toplumlarda<br />
akrabahk her vakit ayn ı kandan gelmeyi gerektirmez. Bazan ayn ı kandan olmayanlar birbir<br />
inip akrabas ı sayılır ki buna saymaca akrabal ık derler. Türkçede klana sop denir, Osmanl ıcada<br />
karşılığı "Semiye" dir.<br />
Klik (Clique)<br />
Amerikan Sosyologlanmn geni ş bir toplum içinde beliren küçük bir gruba verdikleri add ır.<br />
Bu küçük grubun üyeleri kendilerini öteki üyelere e şit sayar ve kar şılıklı yardımlarla yükümlü<br />
olduklarına inamrlar.<br />
Kolektivizm (Collectivisme)<br />
Oratakla şacıhk anlamındadır. Bireyciliğin kar şıtıdır. Genel anlam ı ekonomi alanında ferdi<br />
mülk ve özel te şebbüsün s ıkıca sımrlandığı, kontrol edildiği veya yok edildiği bir te şkilatlanmadır.<br />
Burada Devlet te şebbüsleri özel te şebbüslerin yerini alm ıştır Terim aynı zamanda<br />
bir doktrini gösterir. Sendikalizm, Sosyalizm, marksizim ve Komünizm adlar ı altında çe şitli<br />
kolletivist fikirler devam edip gider.<br />
Komünist Beyannamesi (Le Manifeste Communiste)<br />
1848 de Karl Marx tarafından yayınlanan ve mensuplann ı birle şmeye çağıran bir beyann<br />
amedir.<br />
Komünyon (Communion)<br />
H ıristiyanlıkta Azizlerin komünyonu, insanlar ın bu dünya, arefat ve öteki dünyadaki<br />
müminlerle meydana getirdikleri birliktir. As ıl anlamı insan ın Tannsına ve o yolla din karde ş -<br />
lerin ba ğlılığıdır. Türkçeye (Müminler Birli ği) olarak çe,yrilebilir. Fraternite sözü de Din<br />
Karde şliği anlamındad ır.<br />
Konfuçyus (Confucius ou Confucianisme)<br />
M. O. 551-479 yılları aras ında Çinde ya şamış bir din kurucusudur. Çe şitli görevlerden sonra<br />
ö ğretmenliği seçmiş olup özellikle Eski Çin adetleriyle ilgili eserlere, şiir ve müzi ğe önem vermi ş-<br />
tir. Daha sonra bakan olmu ş, siyasi buhranlar yüzünden yurdunu terketmi ştir. Amac ı, geleneğin<br />
Din Sosyolojisi F. 13 193
ozulması dolayısıyle her bakımdan tehlikeli bir duruma dü şmüş olan yurduna yard ım edip<br />
yurtta şlanm eski geleneklere göre e ğitmekti. Bunu yapmak için klasik Edebiyat örneklerini<br />
toplayarak yasa şekline sokmuştur. Dini problemlerle çok az ilgilenmi ş, buna kar şılık ahlak<br />
konulan üzerinde durmu ştur. M. O. 204 yılında mezarmda ruhuna ilk defa kurbanlar kesilmi ş<br />
ve M. S. 1912 yılında gök ve yeryüzü tannlan yüceli ğine çıkarılmıştır. Kurdu ğu sisteme K onfuçyus<br />
dini (Confucianisme) denir.<br />
Konkordato (Concordat)<br />
Konkordato bir din öndri ile Devlet önderi arasmda yap ılan anlaşmadır. Birinci Fransuya<br />
ile papa aras ındaki anlaşma böyle bir konkrdatod ır.<br />
Konstantin (Constantin dit le grand)<br />
274-337 puan s ırasında yaşayan Roma imparatorudur. 312 y ılında Hıristiyanlığı imparatorluğun<br />
resmi dini olarak tammıştır. Ölümünden bir süre önce Kiffienin de başkanı olduğunu<br />
ileri sürmü ş ve bu şekilde bizantinizmin kurulmasma yol açm ıştır.<br />
Koruyucu Ruh (Esprit Gardien)<br />
Belli bir ferdi korudu ğu söylenen tabiat üstü bir varl ıkt ır. Özellikle kuzey Amerikada bir<br />
çok yerli, kabilelerde koruyucu ruh, korunan ferdin dü şleri veya kalp gözleri arac ıhğıyl varlık<br />
ve faaliyetlerini belli ederler.<br />
Kozmololi (Cos ınologie)<br />
Dünyayı yöneten kanunlar bilimidir.<br />
Kozmogoni (Cosmogonie)<br />
Dünyanın oluşu ile ilgili mitololik ve felsefi tasavvurlard ır.<br />
Ksennfanes (Xönophanes)<br />
M. O. 570-480 yılları arasmda ya şamış olup yunan felsefesinde geli şen din eleştirmesini<br />
anlatan bir filozoftur. Özellikle Homer ve Heziod'un mitololisinde göze çarpan antropomorfist<br />
görü şleri sert bir şekilde ele ştirmi ştir.<br />
Kuvay-kır (Quakers ou sociötö des amis)<br />
Buna dostlar derne ğide derler. 1648 yılından beri Ingilterede ortaya ç ıkan bir mistik cereyan<br />
olup bugün Amerikada önemli bir rol oynar.<br />
Bu mezhebe göre her insan ın içinde tannsal bir nur parlamaktad ır. Her insan Tannıun<br />
oğludur. İsamn mistik varlığı bütün insanlığı kapsamaktad ır. İbadette Tannya sükfıtle tevesccüh<br />
edilmektedir. Ban şseverlikleri dolayı sıyla kuveykirler askere gitmezler. Sava şta acı duyanlara<br />
her türlü maddi ve manevi yard ımda bulunurlar.<br />
Ku Kulx-klan<br />
Amerikada Zencilerle u ğra şmak üzere kurulmu ş olan dini ve siyasi nitelikte gizli bir dernektir.<br />
Kulturkreis<br />
•<br />
Bir kültürün yay ıldığı yer anlamındadır.<br />
Kurtuluş Dinleri<br />
Her dinde kurtulu ş anlamı vardır. Çünkü her din insan ı bu dünyadan ayınp Tannsal bir<br />
gerçeğe yöneltmek ister. Kurtulu ş anlamı çeşitli şekillerde görülür. hısam bu dünyamn acılanndan<br />
tanı bir sükûnete götürmek istiyen Upani şat mistiği, Hinduizm, Janizm bu çeşit-<br />
194
lerdendir. iranda Zerdü şt dininin başka unsurlarla kar ışmasından sonra ortaya ç ıkan din sistemleri<br />
özellikle Maniçeizm, bütün gnostik ak ımlar, hellenistik s ır dinleri bu kavramdad ırlar.<br />
Ihristiyanhkta ısan ın ölümüne inanış bu kurtuluş kavrairnyla ilgilidir.<br />
Kut ve Alt ın ışık<br />
Sosyologlann Mana dediği şeye eski Türkler Kut derlerdi. Kut yayg ın bir kutsalhkt ır.<br />
Hangi şeyin üzerine konarsa onu kutsal kilar : Kutlu da ğ gibi.<br />
Eski"Türkler kutu, gökten inen bir nur sütfmu, bir alt ın ışık olarak tasarlarlard ı. Bu alt ın<br />
ışık hangi insana, hangi 'hayvant ı, hangi şeye dokunursa onu kutlu kflard ı. Türklerin bir tabii<br />
aşk gecesi vard ı ki o gece bu nur sütunu neye dokunursa onu gebe b ırakırdı (Z. Gökalp)<br />
Kutsal ve Kutsal d ışı (Saere et profane)<br />
Bilinen bütün dini inan ışlar e şya ve eylemeleri ikiye aynarlar. Bu bölümler kutsal ve kutsal<br />
dışı olarak anlat ılır. Kutsal şeyler sözüyle yaln ızca Tanrı veya ruh denilen ki şisel varliklar<br />
değil, bir kaya, bir a ğaç, bir kaynak, bir çak ıl ta şı, bir tahta parças ı, bir ev veya herhangi bir<br />
şey —U—Ulaşılabilir. Bir din- töreni niteliğini ta şıyan eylemler, sözler ve dua formülleri de kutsal<br />
olabilir.<br />
Külliye ;Lis"<br />
Cami, medrese, türbe, hamam ve imaret (a ş evi) ten kurulmu ş bir bütündür. Genel olarak<br />
arap memleketlerja ıde fakültenin ad ıdır. 441 2,15 (Edebiyat Fakültesi) 4 z.1.5"<br />
(Hukuk Fakültesi) (.1 0lJ.5" (Ilahiyat Fakültesi) Üniversite kar şılığı Ise camia'clır.<br />
(Cami'ül-Ezhar gibi).<br />
Kültür ve Medeniyet (Culture et civilisation)<br />
(Z. Gökalp)a.‘ göre Medeniyet bir çok milletlern ortakla şa malıdır. Çünkü medemiyeti<br />
sahipleri olan mlletler ortakla şa bir hayat ya şayarak vücuda getirmi şlerdr. Bu yönden her<br />
Medeniyet zorunlu olarak uluslar aras ıdır. Fakat bir medeniyetin her hangi bir millette ald ığı<br />
özel şekli vardır ki buna kültür adı verilir.<br />
Amerikan ve Ispanyol edebiyat ıncla medeniyet kar şhğı olan Civilisation ile kültür aras<br />
daki sınır iyice belirtilmemIştir. ,<br />
Kültür ve Medeniyet Gecikmesi (Iietard de Civilisation)<br />
Terim, Ingilizcede Cultural lag ve Ispanyolcada Demora Cultural deyimleri kar şıhğıdır.<br />
Türkçeye kültür gerilemesi, kültürün gecikme veya geri kalmas ı diye çevrilebilir.<br />
Maddi ve teknik uygarhkla maddi olmayan, manevi ve ruhi uygarl ık aras ında gelişme<br />
ritminde ortaya ç ıkan bir farkur. Medeniyet veya kültürün geri kalmas ı hızlı bir şekilde endüstrile<br />
şen toplumlarda s ık sık rastlanan bir durumdur. Burada sanayile şme o kadar büyük bir<br />
hızla gelişir ki aile, okul, devlet, din gibi, kurumlar ekonomik te şkilatın yeni tipine ayak uydur:<br />
a<br />
az bir duruma dü şer. Bu kurumların yapmaya gayret ettikleri görevler art ık yeni ihtiyaç-ları<br />
karşılayamazlar.<br />
Kültürleşme veya kültür geçmesi (Acculturation)<br />
Bu terim iki veya daha çok grubun devambea ve do ğrudan doğruya temasa geldikleri zaman<br />
medeniyetlerinde ortaya ç ıkan değişikliği gösterir. Bu türlü temaslar, genel olarak, maddi ve<br />
gayn Maddi elemanların bir toplumdan ötekine aktard ı:hanım yol açar. Bu aktarmadan önce<br />
bazı elemanların kabulü ve bazIanmn da reddini gerektiren bir seçim yap ılır. Çoğu zaman da kabul<br />
edilen elemanlar tadile u ğramış olurlar. Temsilcilerinin s ık sık temasları sonunda bir veya bir<br />
kaç medeniyetin çöziildü ğü görülür. Bu çözülme ve erime toplumsal örgütün y ıkılmasıyla<br />
195
irlikte olur. Yeni bir birle şme ve kaynaşma meydana ç ıkarki buda daha önceki kurum ve kuruluşların<br />
tamamen veya k ısmen silinmesini gerektirebilir. Eskilerde mevcut baz ı elemanlar yenilere<br />
geçer. Kültürle şme süreçlerinin temas halindeki medeniyetlerede insan dayana ğını te şkil<br />
eden fertler üzerine de etki yapaca ğı aşikârdır Bu de ğişmelere hedef olan fertlerin ki şiliklerin<br />
deki değişmelere ilişkin olan kısmı için temsil (öziimseme-asimilation) terimi tercihe de ğer.<br />
Kütüb-i Sitte L g)<br />
En tanınmış hadis kitapları kütiib-i Sitte adı verilen alt ı kitaptır. Bu altı kitab ın da içerisinde<br />
en önemlisi veya giivenileni Muhammed Ibn İsmail El Buhârinin yazdığı Sahihi Buhari'<br />
dir. Diğer kitaplar s ırasıyla Müslüm, Ebu-Davud, Nesel, Tirmiii ve Ibn Maceninkilerdir.<br />
Lamaizm (Lamaisme)<br />
L<br />
Budizmin Tibette geli şen bir koludur. Aslında koyu bir teokrasi örne ğidir. Burada din kuralları<br />
dünya işlerine uygulanmakta ve onlar ı yönetmektedir. Tabii bir aymnla şma sonunda<br />
lamaizmin din i şlerini, bütün sistemin önderi olan Dalay Lama (Dalai Lama), dünya i şlerinide<br />
Pançen Lama yürütmektedir.<br />
Litürji (Liturgie)<br />
Tapınmada izlenen s ıra ve düzene hıristiyanlarca verilen add ır. Litürjide dinin efsane ve<br />
inançlar ı temsil edilir. Eski şark dinlerinde de litürjiler vard ı. Bugün özellikle bu terim kilisenin<br />
tapınma düzeni için kullamhr Bu düzen üçüncü yüzy ıldan beri bugünkü şeklini almaya<br />
başlamıştır.<br />
Locke (John)<br />
Hobbes'da iptidai bir sözle şme toplumun temeli say ılmakta ve Leviathan diye adland ırılan<br />
hükümdarda zorbahk vasfı kabul edilmektedir. Halbuki Locke'da sözle şme daha makul<br />
seviyeye getirilmi ştir. Insanlar anla şamadıklarmdan aralarından birini seçip onunla sözle şme yapnuş<br />
ve ona baz ı işlerin yönetimini b ırakmışlarchr. Seçilen bu kimse Hobbes'un Leviathan' ı gibi<br />
kudreti temsil eden bir hükümdar de ğil, onları güzelce yöneten ve temsil eden bir önderdir.<br />
Burada hükümdar güç sahibi olmaktan ziyade uyru ğrım iyiliğini düşünen bir yöneticidir.<br />
o yalnız sözle şme ko şul ve gereklerine göre devleti yönetir.<br />
Logos<br />
Kelâm, tanrısal ak ıl anlammdadır. Heraklite göre tanr ısal logos dünyanın yaratık§ ve<br />
düzenlenmesinde en önemli yeri alm ıştır. Gnostik sistemlerde ba ğımsız bir kişilik (hypostase)<br />
haline gelir. Tanrı ile dünya aras ında aracılık yapan kuvvet odur. Hıristiyanhkta Isa ezeli logos<br />
ile birle ştirilmiştir.<br />
Lozan Barış Antlaşması (Traitâ de paixde Lausanne)<br />
Kurtuluş sava şlarının başarı ile sonuçlanmas ı üzerine 1914-1918 Birinci Dünya<br />
Sava şına kat ılan Devletlerle Türkiye aras ında İsviçrenin Lozan şehrinde imzalanan anla şmadır.<br />
Bu andla şma ile Türkiyenin tam ba ğımsızlığı tanınmış, ulusal sınırları belli olmuş, kapitülasyonlar<br />
kalkmış ve Barışı imzalayan Devletlerin Türkiyedeki kuvvetleri geri çekilmi ştir.<br />
Lucien<br />
Bugünkü Urfa ilinin Fırat suyu üzerinde bulunan Samsat kasabas ında doğmuştur. 125-<br />
192 yıllan aras ında ya şadığı sanılmaktad ır. Birçok gezilerden sonra bir aral ık Antakyada avukatlık<br />
yapmış ve sonra Atinaya yerle şmiştir. 82 kadar eseri vard ır. Bunlar arasında ölüler diyaloğu,<br />
Tarihin yaz ılması usulü gibi eserleri büyük zekâ ve zeyreklik örnekleridir. Lucien Yunan<br />
yazarlarının en önemlilerinden say ıhr.<br />
196
Lutber (Martm)<br />
1483-1548 yıllarnda yaşamış bir Alman din adamıdır. Sistemine Luth6ranisme derler.<br />
Papa ile yaptığı çarpışma ve çatışma sonunda gerek dini ve gerekse toplumsal bir renk ta şıyan<br />
bir takım yenilikleri gerçekle ştirmi ştir. Dini mahiyette olmak üzere papazlarm bekir kalmas ı<br />
fikrini red etmiş, Panama nüfuzunu tammam ış, arefata inanmay ı ve azizlere ibadeti reddetmiş,<br />
manast ırlarda yapılan nezirlere (les veeux monastiques) muhalefet etmi ştir. Bu dini<br />
göriişlerinden dolayı papa kendisini agoroz etmi ştir. toplumsal yönden de baz ı yeni görüşleri<br />
vard ır. Ezcümle bir kimsenin mensup bulundu ğu rütbede kalmas ını, ailenin devlet düzeninin<br />
den esash bir riiklin olduğunu, devletin bile büyük çapta bir aile say ılacağını, Devlet içinde Hıris<br />
tiyan hükümdarlarm t ıpkı bir aile babas ının çocuklar ım kollaması gibi uyrugunu kollamas ı geregini<br />
ileri sürmüştür. Ba şlıca eserleri şunlardır: Kitab ı Mukaddesin tercüme ve yorumu, Babil<br />
Esareti, Alman ilm ıhali Kendisi esas itibarile Skolastik, ve Mistiklik üzerindeki ara; t ırmalarından<br />
başka Saint Agustin'i derinden derine etüd etmi şti.<br />
Makyavel (Niccolo Machiavelli)<br />
1469-1527 tarihleri aras ında ya şamış bir Italyan yazand ır. Genç denecek bir<br />
yaşta Floransada devlet hizmetine geçmi ş, gerek içeride de gerek d ışarıda devlet hizmeti görmüştür.<br />
Yabanc ı ülkelerde hizmet görmesi onun tecrübelerini artt ırmıştır. Bir müddet sonra<br />
gözden dü şerek şüpheli kişilerden sayılarak, hapse de atılmış olan yazar bu hareketsizli ği<br />
sırasında kendisini dünyada ünlü kılan Hükümdar adlı kitabını yazmıştır. Devletin kurulu ş<br />
ve çökü şü ile hükümet şekilleri ba şlıca konusu oldu. Bir aral ık Mediçilere yakla şarak hareketsizlikten<br />
kurtuldu isede bu çok sürmedi ve yine şüpheli sayılarak siyasi hayattan uzakla ştır<br />
ıldı az sonra da öldü. Fikirleri yanlış yorumlanan yazar gerçekte büyük bir yurtsever, realist<br />
bir dü şünür ve dürüst bir devlet memurudur. Zira devlet i şlerine fakir girmi ş ve oradan parasız<br />
ayrdmıştır.<br />
Mabayana<br />
Büyük araç anlam ındadır. Budizmin özellikle kuzey bölgelerde aldığı şeklidir.<br />
Malinowaki (Bronislav Kaspar)<br />
1884-1942 yılları arasında ya şamış polonyadan gelme bir ingiliz atropoloji bilginidir. Londra<br />
<strong>Üniversitesi</strong>nde profesörlük etmi ş; geçici olarak Amerikan üniversitelerinde bulunmu ştur.<br />
Yeni-gine, Melanezya, Afrika, Amerika Birle şik Devletleri ve Meksikada bilimsel geziler<br />
yapmıştır. Trobriand adalar ında yerliler üzerndeki incelemeleri kendisine antropolojide<br />
Morgan, Boas, ve Radelife-Brown'a yak ın bir durum sağlamıştır. Antropoloji, sosyoloji, dinler<br />
tarihi ve psikolojiyi ilgilendiren eserler yazm ıştır.<br />
Ilkel Din ve toplumsal ayrunla şma (Religion Primitive et Diff6renciation Sociale), Sihir,<br />
Bilim ve Din (Magic, Sciences . and Religion), İman ve Ahlâkm temelleri (Foundation of Faith<br />
and Morals) yazar ın dinle ilgili eserleri aras ındad ır.<br />
Maltnı0 (Thomas Robert Malthus)<br />
Malthus Insanların geometrik dizi, besin ve az ıkklann ise aritmetik izi ile ço ğalmakta<br />
olduğunu ve bu yönden zamanla azığm insanları geçindiremeyece ğini ileri sürmüştür. Buna<br />
benzer kötümser bir fikri çok daha önce islâm dü şünürü Maarri ortaya atm ıştır: Maarri<br />
(Babamın beni dünyada getirmekle i şlediği cinayeti ben i şlemedim) diyordu.<br />
197
. ,<br />
Mâmelek (Patrimoine)<br />
Bir ki şinin hukuki bir bütünlük meydana getirmek üzere sahip olabilece ği para ile ölçülebilen<br />
mal, hak ve borçlar ının tamamıdır. Bu deyim bazen özel bir niteli ği olan bir takım<br />
malları göstermek için de kullan ılır O vakit bir türlü özel mâmelek kasdolunur.<br />
Konuşulan dilde bir kimsenin var yo ğu anlammdadır.<br />
Mana (Mana)<br />
Mana polinezya dilinden al ınmıştır Eski Türkler buna kut derlerdi. Gökten inen bir nur<br />
sütunu, bir alt ın-ışık şeklinde tasarlanm ıştı. Kut herhangi bir insan veya hayvana dokunursa<br />
onu gebe b ırakırdı. (Bk. Z. Gökalp, T. M. Tarihi).<br />
Mani ve Maniçeizm (Mani et Manich'aisme)<br />
216-275 yılları aras ında ya şamış soylu bir part. oğludur. Babilde doğmuş, Zerdüşt<br />
ve gnostik unsurları birle ştirmek suretiyle yeni bir din sistemi kurma ğa çahşmıştır. Sisteminde<br />
hem Zerdü şt hemde Buda ve İsa rol oynamaktad ır. Mani çal ışkan misyonerleri arac ılığıyla<br />
sistemini Türkistana kadar yaym ıştır. Mani, Zerdü şt moganlarmın (rahiplerininin) ihbar ı üzerine<br />
tevkif edilmi ş ve Behram tarafından derisi yüzdüriilerek öldürülmü ştür. Kurduğu sisteme<br />
Maniçeizm veya Manikeizm derlerki anlam ı mani dinidir.<br />
Manu<br />
Manu Vedalara ve Ilinduizme göre dünyan ın yarad ılışından sonra ilk olarak kurban sunan<br />
insandır. Bir Tufan s ırasında balık şeklinde dünyaya gelmi ş olan Vişnu tarafından kurtanlmıştır.<br />
Manu' ımn olduğu sanılan eser, Brahmanlann görev, hukuk ve ahliik ından bilgi veren ve<br />
M. Ö. İkinci yüzyıl ile M S. İkinci yüzyıl arasında yaz ılmış olan bir hukuk kitabdır. Buna Mann<br />
kanunlan derler.<br />
Marko polo (Marco Polo)<br />
Bir Italyan co ğrafyac ısıdır. Moğolistan ve Orta Asyay ı dola şmış, Sumatradan geri dönmü ş-<br />
tür. Gezi notları (Le Livre de Marco polo) de ğerli bir belgedir.<br />
Maruni (Maronites)<br />
Suriye ve Lübnanda ya şayan katolik süryani toplulu ğudur. Romaya ba ğlı oldukları<br />
halde ortodoks teırenlerini kutlarlar. Maruni sözü, bu kilisenin kurucusu olup Lübnan da ğlarında<br />
yaşamış olan Maro adındaki papazdan gelir. Bu kilisenin Roma ile birle şmesi 1736 , yılında,<br />
gerçekle şmiştir. Maruniler eski Suriye litürjilrerini uygular ve kutsal kitaplar ı arapça okurlar.<br />
Bir çok papazl ım bekar olduklar ı halde rahip olmak için evlenme yasa ğı yoktur. Patrik eskiden<br />
Antakyada otururdu; Rahipleri Roma Maruni kolejinde yer al ır.<br />
Marx ve Marksizm (Karl Marx et Marxisme)<br />
1818-1883 yılları arasında yaşamış bir alman sosyologudur, Özellikle Hegel'in etkisi alt ında<br />
kalan Karl Marx, tarihin meteryalist anlay ışı adı verilen teorisini geli ştirmiştir. Bu anlayışa<br />
göre iktisadi şartlar toplumun üst yap ısını yani medeniyet şeklini tayin etmektedir. Marx mevcut<br />
iktisadi te şkilat kar şısında radikal ve devrimci bir tutum tak ınınış ve proleterya ihtila İım övmüştür.<br />
D<br />
Marx tarafından kurulan doktirine marksizm ad ı verilir. Günümüzde bu terim ço ğu zaman,<br />
yersiz olarak Sovyet ve peyklerindeki komünizmin toplum sistemini ve ideolojisini göstermek<br />
üzere kullanılır.<br />
198
Maunier (Rene)<br />
1887-1946 yılları aras ında yaşamış bir fransız sosyologudur. Önce Lille Hukuk Fakültesi<br />
sonra Kahire Hukuk Mektebi ve Cezayir hukuk Fakültesi ve en sonrada Paris Hukuk Fakültesi<br />
ve Sömürge okulunda profesörlük etmi ştir. Hukuk Sosyoloji ve Etnoloji etütleri koleksiyonunu<br />
kurmuş ve Etnografya ve popüler gelenekler dergisini yönetmi ştir. Gabriel Tarde ve Emile<br />
Durkheim'ın etkisi altında kalmıştır. Sosyolojiye giri ş (İntroduction â la Sociologie, 1929), Top<br />
lumsal Gruplar üzerinde Deneme (Essai sur les groupements sociaux, 1929), Sömürge Sosyolojisi<br />
(Sociologie Coloniale, 3v., 1932-36)., Sosyoloji kitab ının özeti (Precis d'un traite de Sociologie<br />
L943) belli başlı eserleri aras ındadır.<br />
Mecelle (Code civil turc)<br />
Ahmet Cevdet Pa şanın başkanlığında toplanan bir kurul tarafından yap ılan Türk Medeni<br />
kanunnuna verilen addır. Bu kanun Tanzimattan sonra ç ıkarılan en önemli bir yasama bel<br />
gesidir. Aslında 1851 maddeyi ihtiva edip 99 maddelik bir ba şlangıç ve çe şitli kitapları içine<br />
alır. İsviçre Medeni kanunundan al ınan şirridiki Medeni Kanunumuzdan önce bu kanun<br />
hükümleri uygulanmakta idi.<br />
Mehterhane (Orchestre de L'Empire Ottomane)<br />
Yeniçeri devrinde çal ınan müzik takımı olup davul, nekkare, zil, zurna ve borulardan<br />
meydana gelir. Bu çalgı, sayısına göre bunlara yedi katlı, sekiz katlı denirdi<br />
Cumhuriyet devrinde Eski gelenekkri anmak ve törenlere kat ılmak üzere yeniden canlandırılan<br />
bu takım, bugün bir çok törenlerde yer almaktad ır.<br />
Melektıtı Fazla ve Melekâtı Rediye (Facultee apprcies et F. Dpeciantes)<br />
Melekat; Meleke'mn ço ğuludur. Anlamı ahşıklık, yordam, yetidir. Eskilere göre iki .<br />
türlü meleklit vard ır. 1) Melekatı Faz ıl (Erdemli alışıkliklar), sehavet (cömertlik), şecaat<br />
(yiğitlik), iffet (namusluluk) ve adalettir. 2) Melektit ı Reddiye (kötü al ışıklıklar) sekizdir ve<br />
şunlardır: Haset (kıskançlık), Buğz (kin), Buhl (cimrilik), H ırs (sonsuz istek), kizb (yalanc ıhk),<br />
Gazap (öfke), kibir (kendini herkesten üstün tutma), ve hayas ızlıktır.<br />
Melekilt (Monde /nvisible)<br />
Tanrı ülkesi olan ruhani fıleme denir. Bütün varlıkları içine alır melekfıt âlemi ile<br />
Tanrısal ülke olan cennet kasdolunur. Bunun kar şıtı âlem mülk âlemidir. Maliki mülk ve<br />
melek'ût deyimiyle dünya ve öbür dünyan ın maliki olan Ulu Tanrı anlatılır.<br />
Meryem Ana (Sainte Marie ou Sainte Vierge)<br />
hanın anas ı ve söylentilere göre marangoz yusufun e şi ve başka çocukların da annesi di.<br />
Memleketimizde Meryem ana kilisesi bugün selçuk ilçesi yak ınlarında ve Efesten bir kaç kilometre<br />
ötededir. Buras ı son zamanlarda Papal ıkça hıristiyanlarm haç yeri olarak kararla ştırdmıştır.<br />
Kilisede şifah bir su bulunmaktad ır. Söylendiğine göre bir çok h ıristiyanlar burada<br />
Şifa bulup me ınleketlerine dönmektedirler.<br />
islörni görü şlere göre Meryem ana sayg ı değer bir kişiliktir. Kuranda bir su re buna tahsis<br />
edilmi ştir.<br />
Mesih (Messie)<br />
Hıristonun yunanca ad ıdır. Ya ğ sürerek kutsanm ış kişi demektir. Dünyan ın sonunda kıral<br />
olacaktır. Yal ıudilikte Davudun neslinden gelen bir Mesih beklenmekte idi. Bugün bile yahudi<br />
felsefesinde Mesihin gelmesi üzerinde durulur. Tannsal egemenli ği getiren ve orada mucize gösteren<br />
bir k ıral olarak almmaktad ır.<br />
199
Mesiyanizm (Messianisme)<br />
Bir yahudi inancı dır. Bu inanca göre Tanr ımn tesbit ettiği bir zamanda Davudun neslinden<br />
gelen bir Mesih, İsrafii yabanc ı boyunduruğundan kurtararak yahudileri Filistine götürecek<br />
ve orada ba şkenti Kudüs olmak üzere ülküsel bir k ırallık kuracakt ır. Bu kıralhk din arıklığımn<br />
ve toplumsal adaletin modeli olacakt ır. Çe şitli arahklarda bir çok kismeler beklenen Mesih olduklarını<br />
ileri sürmü şlerdi. Bunlardan ikisi çok ünlüdür: Biri 135 y ılında Romahlara kar şı ümitsiz<br />
olarak ayaklanm ış olan Bar- Cocheba; ötekisi, Sabatay Zevi (17. yüzyıl) dır. David Alroy da<br />
önemlidir. Mesiyanizmin ümidi nihayet ilk Siyonistlerin arzu ve faaliyetlerine ba ğlandı. Fakat<br />
çağdaş Siyonistlikte sosyalistler ve bazan özgür-dü şünürler gün geçtikçe daha büyük bir rol<br />
oynar gibidir. Bunlar ki şisel bir Mesihin gelmesine pek ümit ba ğlamaksızın dikkatlerini<br />
bütün yahudilerin sığınabilece ği bir Modern Devlet Kurmaya harcamaktad ırlar. Reform<br />
yapmış veya liberal Kalm ış olan yahudiler dahi Mesiyanizm ö ğretisini reddederler.<br />
Metodistler (Methodistes)<br />
173 yıl ında Oxford'da ya şayan John Wesley'in önderli ğinde ilk önce kilise sınırları içinde<br />
kalan sonra bu s ınırları aşan bir akımdır. 1760 yılında Amerikaya giden metodistler özellikle<br />
insanın gerçek iç tecrübesine de ğer veriyorlar. Bu sübjektif tecrübe olmaks ızısn resmi kilisenin<br />
önemi kalmaz. Iyimser bir dünya görü şü ta şıyan metodist ak ımı hem Avrupa ve hem de Amerikada<br />
oldukça kuvvetlidir<br />
Mezmurlar (Psaumes)<br />
Eski sözle şmenin tanınmış bir kitab ıdır. 150 kadar İlahi ve dini şiirleri kapsayan Mezmur<br />
be ş bölümdür. Buna Zebur da denir.<br />
Misakı Milli (Pacte National)<br />
Türk ba ğımsızlığının temeli olan ve Atatürkün ba şkanlığı altında toplanan Erzurum<br />
ve Sivas Kongrelerinde tesbit edilip Osmanl ı mebusan meclisince 28 Ocak 1920 tarihinde kabul<br />
ve bütün milletçe son kertesine kadar uygulanmas ına karar verilen alt ı maddelik milli<br />
antlaşmadır.<br />
Mistisizm (Mysticisme)<br />
Ruhun a şkla tanr ıya bağlanması halidirki, bazan vecit ve vahilerle kendinibelli eder. İslamda<br />
Tasavvuf ve tanr ı bilgisi (;u! .«.ıi.)..) bu anlamda kullan ılmaktadır.<br />
Mitos ( Mythos)<br />
Tanrılarm tarihçesini, dünyanın yaratılışım, tanrılarm münasebetlerini ve tabiat üstü varhklarm<br />
ba şından geçenleri anlatan en eski zamanlara ili şkin masallard ır.<br />
Modernizan<br />
Katolik dininde geçen yüzy ılın ortas ından beri geli şen ve onu ça ğdaş kültürle bağda ştırmaya<br />
çal ışan bir fikir akımıdır<br />
İslam âleminde buna benzer bir hareket yer almaktad ır. Son zamanlarda Cemalettin-i-<br />
Efgani, Muhammed Abdo, Muhammed Ikbal ve Ziya Gökalp ın çalışmaları islam dinini modernleştirme<br />
yönünde büyük ad ım sayılabilir.<br />
Monofizit (Monophysite)<br />
Anlamı tek tabiatt ı •. 5. ve 6. yüzyıllarda Hz. bar ım aynı zamanda hem insan hem tann<br />
olan tek bir tabiat ı olduğunu ileri süren h ıristiyanlard ır Bunların muhalifi olan Ortodokslar<br />
200
ise Hıristonun birbirinden ayr ı ve her ikiside mükemmel olan IKI AYRI TAB İATI olduğunu<br />
savunurlar. Ortodoksları doktrini Halkedonya konsilinde kabul edilmi ştir Yakın doğuda üç<br />
Monofizit kilisesi vard ır: I — Yakubi kilisesi (Eglise Jacobite), 2 — K ıbti kilisesi (Eglise<br />
copte) 3 — Ermeni kilisesi (Eglise Arm&nenne).<br />
Montesquieu (Charles de Secondat, Baron de)<br />
Rousseau toplumu, sözle şmeden doğmu ş, yapma bir kurulu ş diye vasıflanuştı. Buna<br />
karşılık Montesquieu toplumun gerçek bir varl ık olduğunu ve e şyenın tabiatından çıkan zaruri<br />
münasebetlerin bir ifadesi olan kanunlar ın bunu yönetti ğini ileri sürmüştür.<br />
Montesquieu Kanunların ruhu (Esprit des Lois) adl ı kitab ında kanunlar tabiat ı eşyadan<br />
çıkan zaruri münasebetler diye tan ımlar Montesquieu milletlerin çe şitli kurumlanyla hayat<br />
şartları ve iklimleri aras ındaki müstakar münasebetler kurmak niyetindedir. Böylece bir çok<br />
karşılaştırmalar yapmıştır. Siyasi iktidar hakkında çok enteresan fikirleri vard ır. Meselâ yazar<br />
Monarşinin yüksek sınıflarda mevcut olan şeref hislerine, Cumhuriyetin fâzilete, istibdad ın<br />
ise korkuya dayand ığın ı ifade etmi ş ve bugün bile bir çok yerlerde uygulanan erklerin ayırım ı<br />
(SCparation des pouvoirs) pensibi diye adland ırılan siyasi formülü ileri sürlmü ştür. Bu formüle<br />
göre bir devlette mevcut yürütme, yasama ve yarg ılama erkeleri biri birinden ayr ı<br />
olmandırki denge kurulabilsin Bu fikirleri ile Montesquieu bir tarih felsefecisi durumundad ır.<br />
Mukayeselerinde çok kez canl ı tablolarla kar şımıza çıkar Meselâ müslümanh ğı bir sıcak memleketler<br />
dini olarak vas ıflandınr ve içki yasağını bunun tabii bir neticesi sayar. H ıristiyanlığm<br />
ise soğuk memleketler dini olarak bu yasaklar ı yapmadığı yolunda fikirler ortaya<br />
atar. Montesquieu'nun konumuzu ilgilendiren yönü toplumu yapma de ğil, tabii ve zaruri<br />
bir varlık saymas ı ve kanunları tabiatı e şyadan ç ıkan zaruri münasebetler diye tammlamas ıdır.<br />
Mormonlar (Mormons)<br />
1830 yılında Joseph Smith tarafından Birle şik Amerikada kurulmu ş bir mezheptir. Brigham<br />
Young kurucunun halifesi olmu ştur. 1847 yılında Mormonlar Utah tuzlu gölü k ıyısında bir<br />
devlet kurdular 1887 y ılında çıkan bir kanun bunlardaki çok kad ınla evlenme adetini yasak<br />
etmiştir.<br />
Muhtariyet (Autonomie)<br />
Yeni Türkçede buna özerklik denir. Bir toplumun veya tüzel ki şilerin kendilerini yöneten<br />
kuralların tamamını veya bir kısmını doğrudan do ğruya tesbit edebilmek veya Devletçe konulan<br />
tüzük ve hukuk kurallar ımn çizdiği s ımrlar içinde hareket etmek özgürlü ğüdür. Muhtariyet<br />
mutlak olduğu zaman ba ğımsızlığın olumlu bir tezahürü say ılır. Mutlak Muhtariyet, aşağı yukarı<br />
egemenlik demektir. Muhtariyet çe şitli yönetim, yasama ve mali ve iktisadi konularda yer al ır.<br />
Türk Üniversite ve fakülteleri bilim ve yönetim özerkli ğin sahiptir .<br />
Muhammed Abdo:<br />
1849-1905 yıllarında ya şamıştır. Mısırda yeni Islâm cereyammn kurucusudur. Ezhere<br />
girmiş ve burada bir zahit hayat ı ya şarken zamanının büyük yenileticilerinden biri olan Cemalettini<br />
Efgani ile temas etmi ştir. Cemalettin, Abdonun ilgisini Avrupa eserlerine çekmi ş ve kensini<br />
Mısır ve İslam dünyası problemleriyle uğraşmaya te şvik etmi ştir. 'Usta& derhal islâmda<br />
bir takım değişiklik yapmaya tarafl ı oldu ğu halde Abdo daha çok iç yeniliklerin gere ğine inanıyordu.<br />
Fikirleri dolay ısıyla çe şitli işlemlere tabi tutulmu ş ve bir aral ık üstad ı Cemalettin gibi<br />
memleket d ışına koğulmuştu. Tekrar, M ısıra geldiğinde muhtelif görevlere atand ı ve son olara<br />
Müftülük makam ına getirildi. Fetvalan aras ında faize ve yahudi ve h ıristiyanlarca kesilen<br />
hayvanlar ın yenmesine cevaz veren k ısımlar vardır. Islâmiyetin yenilele şmesi ve olumlu bilimlerin<br />
islâm aleminde yerle şmesi konusunda bir çok yaz ılar yayınlamıştır kendisini islâm<br />
yenileticilerinin ba şına çıkaran ba şlıca fikirleri şöyle özetlenebilir:I) Eski haline getirmek sure-<br />
201
tiyle islâmiyetin ıslahı 2) Halkın haklarını tanımak 3) İslamda olumlu bilimleri yerle ştirmek 4)<br />
Islamın esas umdelerini feda etmeden bat ı medeniyetini içten benimsemek ve bu iki alemi<br />
birle ştirmek 5) Mezhepçilik ve taklitçili ğin kaldırılması 6) tçtihat kapısının serbest bırakılması<br />
7) Kur'ân ve sünnete dayanan bir icma' ın uygulanması 8) Fakihkrin şeytani kurnazhklanyla Evliyanlı'<br />
kerametlerinin ve di ğer bid'atlann reddi. 9) Fikhin eskimi ş usullerinin yeni ve geli şmeye<br />
elverişli bir şekilde değiştirilmesi 10) Zaman ve zaruret gerektirdi ğinde genel menfaatm naslara<br />
tercihi 11) Do ğru anlaşıldığı taktirde ilimle dinin ihtilafa dü şmiyece ği 12) Vahyin peygamberlere<br />
öz bir sezgi olduğu 13) Din, ahlak ilkelerini yerle ştirmek amacını güder; Bu yönden dinin aydınlardan<br />
daha çok yığuılara hitap etti ği 14) Kur'ânın mahluk olduğu<br />
Abdo islamın kaplama Bat ıya açmak çabas ım göstermiştir. Bu yönden islam yenileticilerinin<br />
en önemlilerinden biri sayılır. Bilim ve uygarlık yoluyla tslamiyet ve h ıristiyanlık<br />
ve kitabülvesair şerlıi başlıca .eserleri arasmdad ır.<br />
Musa Carullah:<br />
1875-1949 yılları aras ında ya şamış bir islam aydımd ır. Azak kalesinde do ğmuştur. Tahsil.<br />
ini kısmen Rusyada yapmakla beraber İslami bilimleri Buharada ö ğrenmi ştir. S ırasıyla İstanbul,<br />
Mısır, Hindistan ve Hicaz ı dola şmış; daha sonra Rusyaya dönmü ş isede Bolşevikliğin patlak<br />
vermesi üzerine takibata u ğramıştır. Ayrıca Ka şgar, Afganistan, Hindistan Japonya'da<br />
çeşitli sebeplerle bulunmu ş Son olarak Türk uyrukluğuna girerek İstanbula ve oradan da<br />
Mısıra gidip Kahirede ölmü ştür.<br />
Görüşleri arasmda din ve bilimin ba ğda şabileceği ve birinin bulunmadığı yerde ötekinin<br />
kısır kalacağı ve bilimde at ba şı gitmeyen dinin hurafe ve dar çenberler içinde bo ğulup kalacağı<br />
yolundaki düşünceleri önettılidir. içtihat kap ısının kapanmasım do ğru bulmaz; çünkü içtihat<br />
kapısının kapanmas ı, akla ve bilime dayanan derin dü şünmeyi yasak etmek anlammdad ır ki<br />
bu da islamın ruhuna aykırıdır.<br />
Ona göre geriliğin sebepleri, tefsirci, kelâmn, fakih ve tasavvufculann belli ve s ınırlı zaman<br />
için geçerliği olması gereken yarg ıları bütün zamanlar için geçer saymak istemeleridir. Bunun<br />
tabii bir sonuncu olarak, hayat ileride fakilder ise geride kalm ışlardır. Böylece din, sava ş<br />
alanı olmuş ve adeta ak ıl ve çağda ş yaşayışın düşmanı, gerçeklerin kar şıtı ,dervişlerin klavuzu,<br />
tembellik ve uyuşukluğun dostu; mutluluk ve ilerleme yolunun en güçlü bir önleyicisi gibi<br />
alınmıştır. İslamda kolayla ştırınız, güçle ştirmeyiniz; müjdeleyiniz, so ğutmayuuz yolundaki<br />
peygamberin buyru ğu Musa carullahta esas tutulmu ştu. İslam Milletlerine arzolunan dini<br />
edebi, içtimai ve siyasi meseleler. ailede kad ın, islâmda banka ry,„,v L.; j.;y1 gibi daha bir.<br />
çok ilgi çekici eserleri vard ır.<br />
Mutezile (Mo'tazilites)<br />
8. inci yüzyılda Vasil İbni Ata tarafından Basrada kurulmu ş bir islam mezhebidir. Mute<br />
zile Tanrımn sonsuz adaletine inan ın kur'anın gayn. mahluk (incree) ve ezeli nitelikte olduğunu<br />
tanımaz. Mutezile insan ın iyilik veya fenalık etmekte tam özgürlü ğünü ve bunun<br />
sonunda mük(ifat veya mücazat göreceklerini savunur. Mensuplar ı kendilerine islam ın özgür<br />
düşünürleri (Libre-penseurs de ]' İslam) adı verilirler. Fakat bunlar mari derecede ilkelerine ba ğlı<br />
kimselerdir. Sonunda İran' şilleriyie birle şmişlerdir.<br />
Kaderi inkar eden Mutezile «kul ettiklerinin yarat ıcısıdır» der. Tann= s ıfatlan konusunda<br />
sünnet ehlinden ayr ılır. Kaderiye bunun kollanndan biridir.<br />
Miiller: (Max)<br />
1823-1900 yılları aras ında yaşamış alman soylu bir ingiliz oriyantalistidir. Doğunun kutsal<br />
kitapları (Sacred Books of East) adl ı bir dergi yay ınlamıştır. Din tarihi konusundaki eserlerinde<br />
geni ş bir ho şgörürlük göze çarpar. ilkel dinlerden Naturizm sstemini en yetkili bir kalemle<br />
açıklamıştır.<br />
202
Müt'a veya nikahı müt'a:<br />
Bazı islam memleketlerinde geçici nikahlar için uygulanmakta olan bir sistemdir. Asil<br />
anlamı yararlanmak üzere evlenmedir.<br />
Mysterium Tremendum: (Korkutucu s ır)<br />
Anlamı korkutucu sırdır. Rudolf Otto'nun kulland ığı terimler aras ında tanrı= celill tarafıdır.<br />
Nestur ve Nesturilik (Nestorius et Nestorianisme)<br />
/ Nestur, 428-431 yılları arasında Istanbul ba ş papazliğı yapmış bir rahiptir. Iskenderiye<br />
ilahiyatçıları Hz. - Ismim Tanrıhğuu iddia ederken Nestorius onun insanl ık niteli ği üzerinde<br />
durmuştur. NesturiBğe göre İsadaki insani ve tannsal nitelikler kar ı ve kocanın evlenmede<br />
birle şmesiyle açıklanmış olabilir: Birbirinden ayr ı olan iki 'tabiat veya iki ki şilik tek bir vücut<br />
meydana getirmek üzere birle şmiştir. Nestur, 450 yıhnda Romada toplanmış olan bir konsil<br />
tarafından mahkum edilmi ş ve bu karar Efez ve Halkedonya konsillerince onaylannu ştır.<br />
Bir süre bir manastırda hapsedildikten sonra buradan kaçarak Arabistana ve M ısıra gitmi ş<br />
ve orada ölmüştür. Nesturi mezhebi Ko ğulmu ş olduğu Roma Imparatorluğu dışında devam<br />
etmiştir. Nesturiler Islam Halifelerinin müsamahal ı egemenliği altında gelişerek Arabistan,<br />
Suriye ve Filistinde h ızlı ilerlemeler yapm ıştır. 16. yüzyılda bu ınezhepte bir ayr ılma hareketi<br />
olmuştur. Bir kısmı katolik bayra ğını çekerek Kaldeler ad ıyla devam etmiş; öteki grup ise<br />
Kürdistanda yerle şerek eski geleneklerine sad ık kalmışlardır. Bu son grubun Patrikine Simon<br />
denir. Rahiplerin bir k ısım evlenebilir (Pretres) bir kısmı (Evacques) bekar kalmaya mecburdur.<br />
Neo-platonizm<br />
Eflatun felsefesiyle Huistiyanh ğm bağdaştırılması İskendirye mektebince ileri sürülen<br />
ve plotin ve Porphyre'e dayanan mistik bir felsefi sistemdir. Neo platonizm, Islam mutasavvıflan<br />
kadar Hıristiyan mistikleri üzerinde de büyük etkiler yapm ıştır.<br />
Neşidelerin Neşidesi (Les cantiques des cantiques)<br />
Eski sözle şmeye ilişkin şiirle dolu bir a şk . macerasıdır. A şık ile ma şuk arasındaki a şk yahudilikte<br />
İsrail ile Allah arasmdaki milhasebetin bir sembolü olarak yorumlanmaktadur H ıristiyanlık<br />
bu aşkı İsa ile kilisesi arasındaki sıkı münasebetin bir sembolü saynu ştı. Sonrada bu<br />
hikaye tek kalbin Tanrıya kar şı duyduğu a şk ve özlemin bir sembolü saynnu ştır.<br />
Nirvana.<br />
Budiz ınde en yüksek rütbedir. Sonsuz ve acisiz bir huzuru ifade eder. Kozmoloji yönünden<br />
insanın artık doğum zincirlemesinden kurtulmu ş olmasıdır. Metafizik bakımdan en yüksek<br />
değer ve anlatılmaz bir mutluluktur. Budist kollar ı bu kavram üzerinde çe şitli yorumlar yapmışlardır.<br />
Bir kısmı bunu soyut olarak aldığı halde ötekiler somut olarak bununla cennetin<br />
kasdedildiğini ileri sürerler.<br />
Non-Konformist (Non-Confor ıniste)<br />
İngiltere de Anglikan kilisesi dışında kalan ve ona uymayan protestanlara denir.<br />
Numinos (Numen)<br />
Rudolf Otto'nun Tannl ık anlamında numen diye ortaya att ığı bir kavramdır. Kutsal ve<br />
mutlak olanı vasıflandırır<br />
203
O<br />
Oppenheimer (Franz)<br />
1863-1943 yılları arasında yaşamış bir alman iktisatç ısı ve sosyoloğudur. Berlinde do ğmuştur.<br />
İlkin Doktor olduğu halde sonralar ı toplum mes'eleleri ile ilgilenmi ştir. Tezini 1909, yılında<br />
savunarak Berlin <strong>Üniversitesi</strong>nde Sosyoloji Profesörü olmu ştur. Yazara göre Sosyoloji,<br />
insan toplumunun evrensel bilimidir<br />
Devlet (Der Staat), Toplumsal Soru ve Sosyalizm (Soziale Frage und der •Sozialismus), Kapi<br />
talizm, komünizm ve bilimsel sosyalizm (Kapitalismus, Komunismus und Wissenschaftlicher<br />
Sozialismus), Sosyoloji sistemi (System der Soziologie),Günün Sosyolojisi (Soziologie von Heute,<br />
1932) yazar ın belli başlı eserleridir.<br />
Orfizm (Orphisme)<br />
Eski yunanistanda tsadan önce 6. yüzy ılda ortaya ç ıkan bir sır dinidir. Kurucusu "Orfe<br />
(Orphâe) dir. Adi suça benzer bir doktrini vard ır. Bu dine göre insan yarachli şta suçlu ve kötüdür.<br />
Dünyada i şlediği eylemlere göre bir çok tecrübelerden geçtikten sonra göksel yurduna<br />
(semavi vatan ına) dönebilir. Orfizmle ilgili efsane şöyle özetlenebilir:<br />
Orfe glizelce Lyr çalmasuu bilir. Okadar ki Vah şi hayvanlar, hatta a ğaçlar ve ırmaklar<br />
onun müziğini dinlemekten kendilerini alamazlarm ış. Kendisi Argonot (Argo gemisiyle Hele'den<br />
Altun yönü almaya giden kahramanlar) idi. E şi Eurydice bir y ılan ısırması sonunda ölmü ştü.<br />
Cehennemkr Tanr ım Hades'e giderek sanat ı sayesinde oradakilerin kalbini yumu şatmış ve<br />
dönü şte geriye bakmamak şartiyle sevgilisi Eurydice'in arkas ına takılarak cehennemden ç ıkmasına<br />
müsaade edilmi şti. Fakat Orfe e şinin kendisini izlediğinden emin olmak için arkas ına<br />
bir göz atmca Euryce ânide bir gölge oluverdi. Bunun üzerine Orfe üzüntü içinde tek ba şına<br />
dünyaya döndü; Içki ve kadınlarla ilgilenmeme ğe karar vermi ş olduğundan Baküs rahipleri<br />
(Bacchantes) tarafından parçalandı Son efsanelere göre Orfe, bilgi edinmek isteyen bir seyyah,<br />
bir hakim, bir büyücü, bir ınüneccim veya bir uygarl ık misyoneri gibi tasarlanmaktad ır.<br />
Fakat dindar yunanlılar onun en yüce rolunu öbür dünya yolculuğunda ve cehennemden<br />
sağ salim dönüşünde görmektedirler. Orfe efsanesi, Trakya Tanr ım Dionysos Zagreus efsane<br />
siyle kanştınlmaktadır. Bu son Tanrı Zeus'ün o ğlu idi. Devler (Titanlar) onu parçalay ıp<br />
yuttuklanndan Zeus öfkelenmi ş ve devleri ridınmlarla yakmıştır. Devlerin küllerinden insan<br />
ırkı meydana gelmi ştir. Böylece insan ırkı Zeus'ten gelen tannsal bir unsura millik bulunmaktad ır.<br />
Orfistler bu efaaneden yaralanarak insan ın yan-tanrı yarı-insan olan mahiyetini aç ıklarlar.<br />
Bir dindarm veya kurtulu şa varmak isteyen bir kimsenin amac ı dünya ile ilgili unsurlarından<br />
uzakla şmak ve ruhani unsuru geliştirmektir. O kadarki hayat çark ı duracak ve insan Tann ile<br />
birle şecektir. Çok arzu edilen bu amaca varmak için orfistler, bir zühtü takva hayat ı sürer, etli<br />
besin yemezler; şarab ı yalmzca kutsallama arac ı olarak kullan ırlar, vücutlar ını her türlü kirlilikten<br />
uzak tutarlar ve yaln ızca beyaz elbise giyerler.<br />
Orfistler dinin gereklerini uygun bir şekilde öğrenmiş olan kadın ve erkeklere aç ık olan bir<br />
takım cemaatlar kurmu şlardır. Orfik edebiyatm büyük kısmı zamanla kaybolmu ştur. Orfik<br />
cemaatlann ilkönce Attik'te do ğmuş olduğu sanılmaktadır. Fakat dikkata de ğer bir hızla bütün<br />
Yunanistana, Güney Italya ve Sicilyaya yay ıldıklan görülmü ştür. Bu cemaatlann baz ıları<br />
Hıristiyiullığın zühuru sırasmda da varl ığını devam ettirmekte idi, Bunlar H ıristiyan teoloji<br />
ve keşişliği üzerine baz ı etkiler yapmıştır.<br />
Otto (Rudolf)<br />
1869-1937 yılları arasında yaşamış bir teoloji profesörüdür. Dinin ba şka bilim ve tecrübelerden<br />
farklı olarak yalnızca kendi mahiyetinden anla şılacağım ileri sürmü ş ve böylece bütün<br />
yönlerini nitelendirmek için büyüleyici s ır (Mysterium Fascinaum) ve korkutucu s ır (Mysterium<br />
204
Tremendum) terinderini kullanm ıştır. Çe şitli dinleri kar şılaştırmalı olarak inceleyen Otto, dinlerin<br />
birleşmesine yard ım etmek amacıyla dini bir birlik (Religiöser Menschheitsbund) kurmu ştur.<br />
Dinler bilimi, Ottoya kutsahn ve tannsal güç (Numen) ün çözümlemesini borçludur.<br />
Bir çok eserleri aras ında kutsal (Das Heilige) adli eseri frans ızcaya "Le Sacre' olarak çevrilmi ş-<br />
tir. Batı-Doğu mistiği (West-östliche Mystik) Devlet Tanr ılar ve insano ğlu (Reich Gottes und<br />
Menschensohn) belli ba şlı eserlerindendir.<br />
Ortodoks (Ortodoxe)<br />
Doğru inancı ve do ğru amel i olan cemaata denir. Bugün Do ğu kilisesi için kullamlan bir<br />
deyimdir. Öte yandan Ortodoks her dinde inanc ı sağlam olan zümre için kullanılır<br />
Formülün islami şekli "imam Kamil, ameli salih"tir.<br />
Ortodoks Kilisesi (Eglise Ortodoxe)<br />
Üç büyük Hıristiyan kilisesinden biridir. Buna Do ğu kilisesi derler; çünkü H ıristiyanlig ın<br />
Doğu kesiminin tarihi dinin' dir; Ortodoks kilisesi denmesi Havariler zamanmdaki doktrin ve törenleri<br />
muhafaza etmesi dolayisiyledir. Ço ğu zaman buna Ortodoks Rum kilisesi denir, çünkü Roma<br />
ini,aratorlugunun rumca konu şulan kesiminde doğmuş bir kilisedir. Fakat günümüzde yalmzca<br />
rumlar de ğil, genel olarak bütün Balkan Milletleri, Ruslar, H ıristiyan Mısırhlar, Gürcüler,<br />
Suriye ve Filistinin Hıristiyan Araplar ı, Ermeniler, Habe şliler hep ortodoks kilisesine baglid ırlar.<br />
330 yılında Imparatorlu ğun merkezi, Romadan İstanbula nakledildiğinde İstanbul, Iskenderiye,<br />
Antakya ve Kudüs patrikleriyle e şit payede olan Roma kilisesi ba ş papazı bütün Hıristiyanlık<br />
üzerinde dini ve manevi' yönlerden üstünlük iddias ında bulundu. Bu iddia Do ğu bıristiyaıdarınca<br />
hiç bir şekilde kabul edilmedi ği gibi papazların evlenme yasa ğı ve ruhulkudüsün<br />
baba ve o ğuldan ne ş'et ettiği inancı (Filioque) da reddedildi.<br />
Doğu Ortodoks kilisesinin doktrini H ıristiyan Gelenekleri ışığı altında yorumlanan Kutsal<br />
Kitaba dayanmaktad ır. Burada arefat inanc ı (Dogme du Purgatoire) ö ğretilmez. Tek ba şına<br />
Iznik-Istanbul iman rükünlerine göre amel edilir Yedi kutsallama töreni (Sacrements) kabul<br />
edilmiştir. Oruçlar çoktur. Müzik aletleri d ışında kantolar kilise müzi ğinde büyük bir rol oynar.<br />
Heykeltra şhk tamamen yasakt ır. Buna kar şılık kiliseler kutsal tablolar (icönes) la süslü ve<br />
kilise duvarları da duver resimleri (Fresques) ve mozaikletle kapl ıd ır. Papaya benzer üstün<br />
bir otorite mevcut de ğildir. Bugünkü şekilde Ortodoks kiliseleri bir ba ğımsız kiliseler (Eglises<br />
autocphales) federasyonu halindedir. Yani her kilise kendi dilile, kendi gelenek ve adetleriyle<br />
kendi kendini yönetirler. Bu böyle olmakla beraber bu kiliseler birbirine uygun şekide törenler<br />
yapar ve İstanbul Rum patri ğini genel patrik sayarlar. Bu patrik Türkiye, Avrupa ve Amerikaya<br />
yayılmış bütün mensuplarım idare eder. Diğer Patriklikler Antakya, Iskenderiye, Kudüs Pat<br />
rikleri olup Kıbrıs, Rumanya, Bulgaristan, Yugoslavya, Rusya, Yunamstan, Gürcistan, Arnavutluk,<br />
Finlandiya, Çekoslovakya, Birle şik Amerika, Japonya ve Kanada Ortodoks kiliseleri,<br />
federasyona dahildir. 16. ve 17. yüzy ıllarda muhtelif Crtodoks kiliseleri Roma ile birle şmiştir.<br />
bunlara Uniates derler.<br />
Ortodoks kiliselerinin anglikan kilisesi ile birle şmesi konusunda gayretler harcanmaktad ır.<br />
Fakat Roma kilisesinin yamlmazhk (Layuhtilik) doktrini dolay ısıyla onunla birle şme ihtimalleri<br />
ortadan kalkm ıştır.<br />
İstanbul Rum patrildiginin kaza yetkisi alt ında Batı ve Orta Avrupada 25 kadar kilise<br />
vardır. 1922 yılında merkezi Londrada olmak üzere bir (diocse) te şkil edilmiştir. Bunun kaza<br />
yetkisi, Fransa, Belçika, İtalya, Almanya, Avusturya ve Macaristana şamildir. Bu te şkilat<br />
Canterbury nezdinde İstanbul rum patri ğin temsil eder.<br />
Özel Toplum Bilimleri (Sciences Sociales ParticuliCres)<br />
Hukuk, iktisat, Ahlak gibi bilimleridir. Buna Eski dilde Hususî içtimai ilimler denirdi.<br />
Dilciler bu bilimlere Özel Toplum Bilimleri derler.<br />
205
P<br />
Panteon (Panthöon)<br />
Panteon sözünün üç ayr ı anlamı vardır:<br />
a — Yunan ve Roman ın bütün tannları için ayırdıklan tapınaklardır. Roma Panteouu M.<br />
O. 27 yılında yap ılmış olup ilkin bütün Roma Tannlarma, sonra Meryem Anne ve Azizlere tahsis<br />
edilmiştir.<br />
b — Bir memlekette tap ılan tannların tümünü gösterir.<br />
e — Memleket büyükleri için ayr ılan mezarlık anlamındadı •. Paris Panteonu ve Londran ın<br />
Westminister Abbey'i böyle birer mezarl ıktır.<br />
Papa (Le Pape)<br />
t.1-çiineü yüzyddan sonra bütün piskoposlara verilen ünvand ı •. 5. inci yüzyildan bu yana<br />
yahuzca Roma Piskoposuna bu ad verilmektedir. Ortaça ğda papalıkBatının en etkin bir silah ı<br />
olmuştu. Frans ız knallarınca Avignon şehrine götürülen papalar dünyevi otoritelşin bir<br />
oyuncağı haline geldiler. Daha sonra Vatikanda merkezle şen papalık gittikçe gücünü arrtnn ıştı •.<br />
1870 yılında kendisinde var sayılan yamlmazhk (Layuhtilik-ifallibilitas) inanc ı sayesinde<br />
Papa Roma kilisesinin mutlak ba şkam ve Petrusun halifesi mertebesine yükselmi ştir.<br />
Paulus (Saint-Paul)<br />
Tarsusta do ğmuş bir yahudidir. Hıristiyanliğnı geli şmesini haz ırlamıştır. Hıristiyanlar<br />
şiddetle takip ettikten sonra bir rüya sonucu h ıristiyanhğı kabul etmiş ve gezileri sırasında<br />
bu dini yaymıştır. Son zamanlarında Romaya gitmi ş ve orada öldürülmü ştiir.<br />
Patriklik (Patriarchat)<br />
Osmanlı Saltanatında memlekette muhtelif gayr ı müslim cemaatlann dini ve medeni baz ı<br />
işlerini yöneten makamlara •verilen add ır. , Bunların önemlileri İstanbul Rum patrikli ği, Mısır<br />
ve Tevabii Rum patrikli ği, Antakya Rum patrikli ği, İstanbul Ermeni Patrikli ği, Kudüsü Şerif<br />
Ermeni Patrikliğidir.<br />
Petrus (Saint-Pierre)<br />
Isamn havarilerinden biridir. Kudüste kurulan h ıristiyan cemaat ıııııı ba şkam idi. Kendisi<br />
yahudi geleneklerine Paulus'tan daha çok ba ğlı olduğundan aralarında anla şmazlık vardı. Petrus<br />
te tıpkı Paulus gibi Romada ve belki de ayn ı günde öldürülmüştür.<br />
Peygamber (Prophete)<br />
Tanrı iradesini yorumlayan ve ilan eden kimsedir. İbranilerde bir seri din adamma bu ad<br />
verilmiştir Bunlar, mistik, ahlakçı, ate şli vaiz, din yenileticisi, siyasi önder, Tanrımn mükâfat<br />
ve mücazatım haber veren kimselerdir. M. G. Bilhassa 8. ve 7. yüzy ıllarda birçok peygamber<br />
gelmiştir.•Bunlar aras ında büyük ve küçük diye ay ırım yapılmaktadır. Eski sözle şmede bunların<br />
adları vardır. Islâmda bu ad Hz. Muhammede ve kitabi dinlerdeki nebilere verilir. Türkçe kar şılığı<br />
yalvaçtır.<br />
Piyetiznı (Piötisme)<br />
1675 yılında Almanyada kilisenin koyu ve kat ılaşmış şekilciliği aleyhine ortaya ç ıkan bir<br />
celeyandı •. Dinin iç tecrübelerini ön plana koyan eski günah halini İsamn ölümü sayesinde<br />
yeni kazanılan bir inayetin mutluluğu ile karşdaştıran ve geni ş bir yankı yaMtan bu piyetist<br />
çevre, özellikle toplumsal alanda büyük i şler yapmıştır. Denebilir ki bu ak ım kilise hayatına<br />
bir sübjetiflik eldemiştir.<br />
206
Pigmeler (Pygmees)<br />
Pyg ırı e'ler Afrikada ya şayan ciice ve medeniyette geri kalm ış bir kavimdir. Prete-Jean<br />
veya Pretre-Jean, orta ça ğın masallanna geçmi ş bir şahsiyettir. Prete-Jean tatarlarm Rakam<br />
veya Habe şistamn Negus'ü sanılmakta idi.<br />
Plotin (Plotinus)<br />
•<br />
Aşaği yukarı 205-270 yılları aras ında Mısırda ya şamıştır. Ö ğrenimini Romada yapm ış olup<br />
hem. Eflâtun hemde Stoa felsefesiyle u ğra şmış büyük bir mistik filozoftur. Plotine göre insan,<br />
iki âleme mensuptur: Ak ıldan çıkmıştır; fakat gövdesi bak ımından dünyaya mensuptur. Arınma,<br />
fazilet, derin dü şünce ve veçit yoluyla insan ruhani meleküte girebilir ve tek olan 4stün var-<br />
Ula birle şebilir.<br />
Potlaç (Potlatch)<br />
hkel milletlerde rastlanan bir ba ğış yarışı veya Servetin yokedilmesine yol açan bir toy ve<br />
törendir. 1,<br />
"Eski Tarklerde potlaça benzeyen gayet müsrifane muhte şem bir ziyafet vard ı ki adı toy<br />
idi"Dirse han di şi ehlinin sözü ile ulu toy eyledi, hacet diledi; attan ayg ır, deveden buğra, koyundan<br />
koç kırdırdı: Iç oğuz, dış Oğuz, beylerini üstüne yığınak etti: Aç görse doyurdu; ç ıplak görse<br />
donatt ı, borçluyu borcundan kurtard ı : Tepe gibi et yığdı, göl gibi kımız sağdırdı (bk. kitab ı<br />
dede korkut şa. 9). Resmi toylara şölen adı verilir. (Bk. Ziya Gökalp Türk medeniyeti tarihi.<br />
sh. 58)<br />
Protestanhk (Protestantisme)<br />
Adım, 1529 yıhnda Lüther taraftarlar ının eski kilise zihniyetine kar şı yayınladığı bir protestodan<br />
almıştır İçinde çeşitli mezhepler bulunan protesta ıll ık, Roma kilisesine göre layik elemanlara<br />
daha geni ş bir alışma imkân ı verir. Rahipli ği kadro dışı yapmıştır. Buna göre insan ın<br />
yalnızca Incil hükümlerine ve vicdanma göre amelde bulunmas ı esastır Bu yöndea resmi<br />
bir kilisenin s ınırları içinde kalmaya lüzum yoktur.<br />
Psikanaliz ve freudizm (Psycanalyse et freudisme)<br />
Freudizm' ın psikoloji, sosyoloji ve din sosyolojisini ilgilendiren yönleri vard ır.Psikanaliz<br />
adı altında toplanan k ısmı ruh hastalığı ile ilgilidir. Nevrozlerin bir tedavi usulüdür. Ba şka<br />
türlü yorumlanamayan ruh haletlerini inceler. Öte yanda, bilimsel psikolojinin esasl ı bir bölümü<br />
olarak görülür. Burada bilinç alt ı âlemin ruhi hallerimizde ne türlü etki yapt ığı incelenir. Freudizmin<br />
din sosyolojisini ilgilendiren yönü, totem ve tabu adlı eserde toplanmıştır. Burada bilinç<br />
altı hayatımızla din ve toplum hayatımız arasında kar şılaştırmalar yap ılmaktadır. Doktrinin<br />
özü, cinsi' hayat ın toplumsal hayat ı düzenlediği noktasında toplanır. Psikolojik okulun bir kolu<br />
olan pisikanaliz okulu, toplumsal olaylar ı ruhi olaylara indirme suretiyle aç ıklama yoluna gitmiştir.<br />
Bk. Prof. Faruk Erem, Adalet psikolojisi, S. 35-46, <strong>Ankara</strong>, 1950-Freud, Totem ve Tabii<br />
Türkçeye çeviren, Niyazi Berkas M. E. Bas ımevi, <strong>Ankara</strong>, 1947<br />
Psikolojizm (Psychologisme)<br />
Psikolojinin kendine öz alanı dışında psikolojiyi kullanmaya hevesli olan doktrindir.<br />
Purgatorium:<br />
Katolik inançlar ına göre Tanr ı inayetinde ölmekle beraber yeteri kadar temizlenmeyen<br />
ruhlarm kaldıkları yerdir. Protestan kilisesi bu görü şü kabul etmez.<br />
Genel olarak cennetle cehennem aras ındaki yerdir. Buna dilimizde arefat derler.<br />
Reform (Reforme)<br />
R<br />
16. yüzyılın ortalarına doğru katolik kilisesinde vukua gelen ayr ılma hareketidir. Böylece<br />
207
katolik kilisesi Roma katolik kilisesi olarak eski şeklinde kalmış ve bunun karşısında bir çok<br />
protestan kiliseleri kurulmu ştur. Protestan kiliseleri aras ında doğma, litürji ve te şkilat konularında<br />
pek çok farklar olduğu halde hepsi de Papamn üstünlüğiinü tammamakta birle şirler.<br />
Bin yıldan daha uzun bir zamandanberi papahk Bat ı Avrupa halk ınm zihniyet ve varlığı<br />
üzerinde etki yapmakta idi. 1202 y ılına rastlayan Joachim de Flore zamamndan<br />
ba şlayarak katolik kilisesi doktrinine ve baz ı mensuplarımn sürmekte olduklar ı hayata<br />
karşı itirazlann yükseldi ği görülüyordu. Mensuplar ının vahşice yok edilmesine ra ğ-<br />
men itiraz ve protestolar devam etti. Bilimin ilerlemesi memnun olmayanlar ın<br />
ekmeğine yağ sürdü Halk tabakalar ı çoğu zaman aylak, imtiyazh ve zengin bir züm.re te şkil<br />
eden yüksek ruhban k ıskanmaya ba şladı. Üstelik gün geçtikçe önemi artan Papa Saray ımn<br />
giderlerini karşılamak üzere sahnan a ğır vergiler kar şısında millette büyük bir kırgınhk vardı.<br />
Bunlardan ba şka 1305-79 yılları içinde Papalann Avignon'da çektikleri Babil Eserati, 1378-<br />
1414 yılları arasında cereyan eden büyük ayr ılma hareketi (Grand Schisme) ve bu s ırada bir<br />
kaç papan ın aym zamanda isamn vekili olduklanm iddia etmeleri ve nihayet şimşekli ve yıldınmh<br />
devirden önceki yüzy ılda insanlığı karanlıktan ay ıl ınlığa kavuşturan ve Rönesans denilen<br />
geni ş bir fikir akımı yer almış bulunuyordu.<br />
Erasme ile Luther reformun babalar ı sayılabilirler Her ikisi de Alplerin kuzeyinde ya şadılar;<br />
fakat bunlar ın aras ıııda büyük bir tezat ve benzersizlik vard ı: Erasme, her şeye rağmen<br />
katolikliğe bağlı, kitaplara, bilime ve konfora dü şkün idi.Lüther ise Kutsal kitaplar ı çok okumuş<br />
olduğu halde ba şka eserlere pek az vukufu olan bir papazd ı. Erasme kilisenin kendi kendini yenilemesine<br />
ve içten reform yapmas ına taraftard ı.Fakat Luther'in fikri galebe çald ı Wurttenburg kilisesinin<br />
kapısı üzerine afi şleri çakan çekicin gürültüsü her türlü anla şma yollarını kapamış bulunuyordu.<br />
Luther 1517 y ıında endüljanslar (Indulgences)' a hücum etti. 1520 y ılında papamn kendisini<br />
suçlandıran bildirisini yaktı. Protestanl ık 1529 yılında başladı. Böylece protestanlar 1530<br />
yılında Augusburg da varılan inanç sistemini yay ınladılar Bundan sonra Almanya kin ve din<br />
harpleri içine yuvarland ı. Bunu izleyen yıllarda İngiltere Roma ile olan ba ğlarını kopardı. Hügnotlar<br />
(Huguenots), Frnsada büyük bir nüfuz kazand ılar. Az zamanda Hollanda, isviçrenin<br />
büyük bir kısmı ve İskandinavya kırallıklan protestan oldular. Fakat bu hareketler Ispanya<br />
ve italyada vah şice yok edildi. Çok erkenden protestanlar, aralar ında fikir ayr ılığına dü ştüler.<br />
Luther taraftarlar ı Calvinist (Kalvinist) lere muhalif olduklar ı gibi Zwingli taraftarları da bunların<br />
her ikisine kar şıt fikir ve davranışta idiler. İngiltere de Püritenler (Puritains) piskoposluk sistemine<br />
hücum ediyorlard ı. Bundan bir müddet sonra dini mülteciler grubu daha geni ş bir özgürlüğe<br />
kavu şmak üzere Atlanti ği geçmeye başladılar. Bununla beraber protestanh ğın gürültülü<br />
olarak Katolikli ği terk etmesinden-bir çeyrek as ır sonra Tranto Ruhani Meclisi (Concile de Trente)<br />
reform aleyhtar ı harekete ba şladı. Jezvitlerin gayretleri sayesinde protestanlarm ilerlemesi durduruldu<br />
ve Avrupa bugüne kadar s ınırlarını muhafaza etti ği Protestan ve Katolik diye<br />
iki kampa ayrıldı.<br />
Reforma Kilise (Eglise raformae)<br />
İsviçre, Fransa, Hollanda ve Bat ı Almanyada yayılmış olup tek bir te şkilâta bağlanmamış<br />
olan protestan kiliselerine verilen add ır. Kalven ve Zwinglinin fikirlerini geli ştiren, özellikle<br />
Kutsallama törenlerinde (Sacraments) Lüther görü şünden ayrılan ve görünürdeki litürjilere<br />
de ğer vermeyen önemli bir cemaatte.<br />
Restorasyon (Restauration)<br />
Bu terim üç anlamda kullan ılır<br />
1 - Siyasi tarihte y ıkılmış, ortadan kalkmış olan bir anayasa düzeninin geri verilmesi<br />
anlamındadır. Bu bakımdan 1815-1848 yılları arasında Avrupada eski hanedan ın egemenliklerine<br />
kavu şmasma Restorasyon denir.<br />
208
2 — Dinde, Hıristiyanlığı öz ve aslına kavu şturan dini reformlard ır. Liither ile Kalven<br />
gibi din yenileticileri dini asil' şekline götürmek anlam ında Restorasyon sözünü kullanmışlardır<br />
3 — Bir sanat eserinin sadece harap olan k ısınılannı, eserin daha fazla harap olmas ını önlemek<br />
amacıyla onarmad ır.<br />
Rönesans (Renaissance)<br />
Sanat, bilim ve edebiya ıtn yenilenmesi ve yenile ştirilmesidir. Buna Osmanl ıcada<br />
intibak Devri, yeni dilde uyan ış denmektedir. Bu hareket 15. ve 16. yüzy ıllarda Eski<br />
Yunan ve Roma kültürünün ra ğbet görmesi üzerine aç ılmış bir uyamş devridir. Matbaan ın<br />
keşfiyle eski ça ğın ünlü eserlerini herkesin ö ğrenmesi mümkün olmu ş ve resmin bulunması<br />
ilede sanat eserleri halk ın bilgi ve görgüsüne sunulmu ştur. İtalyada ikinci Jules ve onuncu Uon<br />
yazar ve sanatç ıların koruyuculan olarak bu hareketi te şvik ettiler. Bunlar Ariost, Makyavel,<br />
Bembo Tasse, Trissino, Brunelleschi, Donatello, Luca Della Robbia, Fra Angelico Leonard<br />
de Vinci, Raphael, Michel-Ange (Mikelanj), ve baz ılarının açtığı devirlerdi. İtalyada Edebi<br />
ve ilmi Rönesans, sanat Rönesans ı ile paralel olarak geli şmiştir.<br />
Fransa, İtalya seferleri s ırasında gözleri ile gördükleri Italyan Rönesans ı karşısında heyecan<br />
duymuş ve ondan teşvik görmüştür. Bu tesir alt ında birinci Fransuva kolej dö frans (College<br />
de France) ı kurmuş, Rabelais ölümsüz hicviyelerini yay ınlamış, Ronasar ve arkkda şlan fransızcayı<br />
zenginle ştirmiş ve Italyanca, yunanca ve Latince eserlerin taklidini ö ğütlemişlerdir. Sanat<br />
yönünden fransamn rolü çok şerefli olmu ştur. Yeni Türkçede buna kutsal ruh denir.<br />
Ruhulkudüs (Saint-Esprit)<br />
Hıristiyan teslisindeki üçüncü ki şiliktir. İncile göre Meryem Ana İsayı Ruhulkudüsten<br />
gebe kalarak do ğurmu ştur. Yeni türkçede buna Kutsal ruh denir.<br />
S<br />
Sakrement (Sacrements)<br />
Kutsallama törenleri anlam ınadır. Hıristiyanlikta kutsal bir ruh kavram ı= kutsal bir<br />
eylem olarak d ışa çıkması ve kutlanmas ıdır. Hıristiyanhkta yedi kutsallama töreni vard ır. Vaftiz<br />
konfirmasyon, Okaristi (Eucharistie) bunlar aras ındadır.<br />
Samgha<br />
Budizmde rahipler cemaati ve tap ınak anlammdadır Triratnamn üçüncü k ısımda. Öteki<br />
kısımlar Buda ve Dharma'd ır.<br />
Şampolyon (F. Champollion)<br />
1790-1832 yılları aras ında yaşamışt ır, 1822 yılında eski Mısır yaz ısı olan Hiernglifleri ba şar ı -<br />
li bir şekilde çözmü ştiir.<br />
Samsara<br />
Hinduizmde durmadan dönen hayat çark ı anlamını:I-ada. Çartn devri, do ğum, tekrar<br />
doğumdan başlayarak sona kadar gider. Buna ruhlarm göçü veya tenasuh denir.<br />
Satrap:<br />
Eski İrandaki vilâyet valilerine verilen add ır.<br />
Saül:<br />
İsrailin ilk kırand ır.<br />
Din Sosyolojisi F. 14 209
Sembol (Symbole)<br />
Bir şeyi tanıtan ve temsil eden şekil ve i şarettir. Soyut bir kavram ı somut şekillerle anlatmak<br />
için kullamlan işaretlerdir<br />
Senkretizm (Sineraisme)<br />
Antik devrin son yüzy ıllannda karşıt dinler arasıııda birbirine benzeMeyen fikir ve kavramları<br />
kanştınp yeni dini olayların ortaya c ıkmasuu sağlayan cerayana denir. Aslında terim<br />
iki ve daha çok fikir ve inanan karışımı anlamındadır.<br />
Sfenks (Sphinx)<br />
Eski Mıs ırhlann mezarları bekleyece ğine inandıkllan insan ba şlı Arslan vücutlu karışık<br />
bir varlıktır. Bu türlü heykellere de ayn ı ad verilir. Buna araplar Ebülhevl-i M ısri derler. Eski<br />
yanan mitolojisinde sfenks gelen giden yolculara bir tak ım bilmeceler sorarak bilmeyenleri<br />
yatan bir masal canavarı idi.<br />
Shinto ve Shintoizm:<br />
Tanrılar yolu anlamında Japonların ulusal dinidir.<br />
•<br />
Sihir ve Sihirbaz (Magic et Magicien)<br />
Tabiat üstü baz ı aracılarla tabiat üzerinde yap ıldığı iddia olunan gizli etki eylemlerin tümüne<br />
verilen add ır. Frazer'e göre sihir dine kar şıttır. Çünkü sihir gizli kuvvetleri zorlamak amac ım<br />
güttüğü halde din yalnızca gizli kudretleri kendine çekmek, ve onlar ı elde etmek yolunu<br />
tutar. Sihir varlıklar arasında muntazam münasebetlerin mevcut oldu ğuna inandığından<br />
dolayı denebilirki bilmin ilk basama ğıdır. Renk' Hubert ve Marcel Mauss'a göre sihir daha çok<br />
dinin değerini dü şürmek amacını güder, bir çok yönlerden dinden ayr ılır: Dinde bir müminler<br />
cemaati sihirde ise sadece mü şteriler vard ır. Dindeki törenler resmen tan ınmış menseklerdir;<br />
sihirde gizli ve gayn me şru eylemler de yer al ır.<br />
Sikh:<br />
Hindistanda a şağı yukarı 1500 yılları sırasında Guru Nanak tarafından kurulan bir tarikattı<br />
•. Islamdan alınan tek Tanncılığa rağmen Hint felsefesinden gelen Mâyâ ve Nirvana tasavvudarım<br />
benimsemiştir. Ruhlann göçü ilkesi kabul edilmi ştir: Kutsal yeri Amaritsa'daki alt ılı<br />
mabet olan sikh tarikat ımn tanr ısal ve dini edebiyatını ihtiva eden eserin ad ı Granth'dır.<br />
Simmel Georg:<br />
1858-1918 yılları arasında yaşamış bir sosyolog ve filozofudur. Berlinde do ğmuş ve oarada<br />
profesör olmu ştur. 1914 den ölümüne kadar Strasburgda ders vermi ştir. Toplumsal şekiller<br />
sosyolojisini kurmu ştur. Burada şekil ve toplumsal muhteva ııııı nispi ba ğımsızlığını göstermiştir.<br />
Durkheim ile birlikte toplum şekillerinin ba ğımsız bir etüdü olan sosyolojinin kurucusudur.<br />
Felsefi eserlerinden ba şka Das Problem der Soziologie (Sosyoloji problemi), Comment les<br />
formes siciales se maintiennent (toplumsal şekiller nas ıl tutunurlar), Die Religion (Din), Grand ,<br />
ır.<br />
fragen der Soziologie (Sogtolojinin temel mes'elesi) gibi eserleri vard<br />
Sinagog (Synagogue)<br />
Yunancadaki anlam ı toplanma yeridir. Yahudilerin tapma ğıdır. Bu anlamda türkçede<br />
Havra sözü kullanılır. Babil sürgününde ve Kudüsten uzak kalan yahudi cemaatlerinde kurban<br />
sunmak amacıyla yap ılan tapınak yerine halka Tevrat' ö ğretmek üzere kurulan sinagoklar<br />
bir dini merkez olmu şlardır. Bu kelime ayn ı zamanda Yahudi cemaati anlamına da gelir.<br />
Yahudiler buna (beyt ha knesset) derler.<br />
210
Sinoptik (Synoptiques ou Evangiles Synoptiques)<br />
İncilin ilk üçü olan Mata, Markos ve Luka ya verilen add ır. Bunların her üçüde konu ve<br />
şekil bakım ından birbirine benzerler.<br />
Siyaset ve siyasi (Politique)<br />
Siyasi sözü devlet i şlerine ilişkin demektir. Siyaset ise devlet i şi demektir. Batı dillerinde<br />
buna (Politique) denmektedir. Yunanca kökte polis devlet anlarrundad ır. Eski devlet bir şehre<br />
inhisar etti ğinden politika, toplum ve mua şeretle ilgisi olan bir sözdür. Bu sebepten dolay ı siyasal<br />
sözü bazan toplumsal yerine al ınmıştır.<br />
Siyonizm (Sionisme)<br />
Filistinde bir Yahudi Devleti kurmak amac ıyla 1886 yıhnda Bimbaur,ı tarafından bulunmuş<br />
bir formüldür. Bu ülkü dini yönden Hz. Ibrahim, İshak ve Yakuba verilmi ş bir vaattan<br />
kayna ğını almaktad ır. Buna göre İsrail büyüklerinin tohumlar ı Ken'an ili (Filistin)' ne varis olacaklard<br />
ır Bu hareket macar Theodore Hertzel'in te şebbüsüyle 1897 yılında toplanan EVrensel<br />
Siyonist kongresiyle kuvveden fiile ç ıkmıştır İsrail Devletinin kurulmas ıyla Siyonizm ülküsü<br />
bir gerçek olmu ştur.<br />
Siyon, Kudüste (Jerusalem) Davud'un türbesinin bulundu ğu kutsal tamlan da ğın adıd ır<br />
Sion sözü, yahudilik ve H ıristiyanl ıkta Kudüse de i şaret eder.<br />
Socius:<br />
Terim Amerikan sosyologlarından Gidding tarafından, sosyoloji ara ştırmalarında en küçük<br />
birliği göstermek üzere bulunmu ştur.<br />
Softa (Etudiant de PEcole The'ologique, ou Religieux pretendant)<br />
Eski Medrese Ö ğrencisi, İlmiyeden olanlar ı a şağılatmak için kullanılan takma add ır.<br />
Yanlış yorumlara dayanan iddial ı beğnaz (mutaass ıp) kimseye denir.<br />
Sofu (Pieux)<br />
Dinin buyruk ve yasaklama eksiksizce uyan kimseye denir.<br />
Sokrat (Socrates)<br />
al. O. 469-399 yılları aras ında ya şamış bir yunan filozofudur. Eserleri ancak ö ğrencisi olan<br />
Eflatun arac ılığıyla bize aksetmiştir. Sokrat konu şma yoluyla yurtta şlarnda ahlak duygusunu<br />
ve bilim yetene ğini isteklendirmiş ve büyük problemleri onlara çözdürmü ştür. Usulüne doğurtucu<br />
anlamında Maieutique denir.<br />
Sosyoloji (Sociologie) ogie)<br />
İnsan Toplumlar ı örgütünün bilimsel etüdüdür. Biyolojik yönden birbirinden ayr ılmış<br />
olan fertler aras ındaki karşılikh etki, değişik kıvamda toplumsal kümelerin olu şmasına götüriir:<br />
Kastlar, s ınıflar, toplum türleri, çe şitli dernekler, cemaatlar ve uluslar bu gibi insan y ığınlarıdır.<br />
Bu yığın veya kümelere kat ılma veya onlardan ayr ılma süreçleri sosyolojinin öz konularıdır.<br />
Sosyolojizm (Sociologisme)<br />
Her türlü medeniyet ve kültür olaylar ını yalnızca toplum,sal örgüt ve yap ı şekilleriyle açıklamak<br />
eğilimidir.<br />
Sosyolojide Öngörü (Previson en Sociologie)<br />
Toplumsal hayatta tekrarlamalar oldu ğundan ileride tekrarlanacak olay ı bir dereceye<br />
211
kadar önceden kestirmek mümkündür. Sosyolojide Kar şılıklı etki ve tepkilerin çoklu ğu yüzünden,<br />
yetkin ölçüde bir öngörü söz konusu olmaz; yeni bir olay ın hangi anda ve hangi şekilde ortaya<br />
çıkaca ğı kesin olarak söylenemez. Fakat baz ı sınırlar arasında toplumsal bir şeklin evrimin<br />
yahut, bir kurumun yap ısındaki değişikliği ve belirli hareket evreleri ard ından gelecek olan<br />
olayları önceden görmek hiç te imkans ız değildir. Durkheim, bir kurumun de ğişmesiyle ilgili<br />
kanun bilindiği takdirde henüz olu ş halinde 'bulunan belirli bir kurumun ileride ne şekil alacağını<br />
önceden görüp haber vermenin mümkün olaca ğım açıklamıştı. Bugün Konjonktür<br />
servis ve enstitüleri yard ımıyla, tabir caizse, iktisadi kehânetin çok kesin metotlar ı elde edilmiştir,<br />
Bunun gibi demografik olaylarda, ve daha az kesin olmakla beraber, kanaat olaylarında<br />
önceden görme imkanlan vard ır. Bu usulün suçlara da uygulanmas ına başlannuştır.<br />
Amerikalılar evlenme konusunda bile bu usule ba ş vururlar. Böylece ileride kurulacak yuva.<br />
nin ahenkli olup olmayaca ğı öngörü metotlanyla ayd ınlatıhr. Prof H. Z. Ülken'in belirtti ği<br />
üzere toplumsal olaylarda üstten alta, yüzden derine, yahnçtan karma şığa gidildikçe öngörö<br />
zayıflar; buna kar şılık insan bilimlerine has olan sezgi ve ön sezgi artar.<br />
Sosyoloji<br />
Sosyoloji sözü yeni bulu şlardand ır. Aug. Comte onu bir lâtin kökle bir yunan ekinden yapmıştır.<br />
Latince kök socius, Yunanca ek logos'tur. Tümü toplum bilimi demektir. Sosyoloji terimi,<br />
ilkin ilm-i içtima olarak dilimize çevrildi. Ziya Gökalp, ilm-i içti ına'ı toplum bilimi (science<br />
sociale)ne kar şılık tutarak içtimaiyat terimini kulland ı. Dil devrimi sonunda toplumbilim gibi<br />
bir karşılık bulunmuş ise de milletler aras ı bir ra ğbet ta şıyan sosyoloji terimi Türkçede yerle şmiş<br />
bulunmaktadır<br />
•Spann Othınar<br />
1878-1950 yılları aras ında yaşamış Avusturyalı iktisatçı ve toplum felsefecisidir. Viyana<br />
da doğmuştur. 1908 yılında Privat-Doçent olarak Brno politeknik okulunda i şe başlamıştır<br />
1919 yılında Viyana <strong>Üniversitesi</strong>ne iktisat ve sosyoloji profesörü oldu Korporativist bir kadro<br />
içinde bir toplumsal reform hareketini desteklemi ştir. Totaliterli ğe çok yak ın üniversalist bir<br />
toplumsal metafiziği geliştirmiştir.<br />
Die Haupttheorien der Volkswirtschaftslehre (Halk ekonomisinin ba şlıca teorileri), Gesel<br />
lschaftlehre (Toplum teorisi),Gesellschaftsphilosophie (Toplum Felsefesi), Geschichstphilosophie<br />
(Tarih felsefesi), Religionsphilosophie (Din felsefesi) belli ba şlı eserleri arasmdad ır<br />
Stoa (Revakiye - Stoicisme)<br />
Yunanistanda M. O. 4. yüzy ılın sonunda K ıbrıslı Zenon'un kurdu ğu bir felsefe sistemidir.<br />
Zenon Dünyayı Logos'un iyi bir eseri say ıyordu. inan için gerekli olan fazilet iyi ile<br />
kötü arasındaki farkı bilmektir. Ferdin evrimin yard ım eden bu felsefe ulusal s ınırlar<br />
dışına ta şmış ve en iyi temsficilerini Romada bulmu ştur<br />
Sübjektivam (Subjectivisme)<br />
Düşünen varhktan ba şka hiç bir gerçek tan ımayan bir felsefe sistemidir. Bu sisteme göre<br />
her şey bu varlığın daha doğrusu süjenin müteakip ve. mütevali hallerine indirilebilir.<br />
Süleyman (Salomo; Şaloma)<br />
Hz. Davudun o ğludur. M. O. 973-935 y ılları aras ında yaşamıştır. Bütün gücünü kültür<br />
ve ticaret yolunda harcam ış ve kudüste yapt ırdığı tapınak sayesinde ün salm ıştır. Onun Saltanatı<br />
sıras ında İsrail oğulları en mutlu günlerini ya şamıştır<br />
Kültürel çabas ı göz önünde tutulursa Hikmet ve Ata Sözleri, Şiir, Ne şidelerin Ne şidesi,<br />
Mezmur ve daha baz ı değerli eserleri halk ın kendine atfetmesini yad ırgatmaz.<br />
212
Sünnet (Tradition sacrâe en İslam)<br />
İslam peygamberinin yaptığı, yapılmasını emrettiği veya yapılırken ho ş gördüğü şeylerdir.<br />
İki türlü olur: Sünneti müekkede, Sünneti gayr ı müekkede.... Sünneti nı , ilekkede peygamberin<br />
devam edip pek az b ıraktığı sünnettir. Sünneti gayri müekkede ise peygamberin ibadet amacıyla<br />
ara s ıra yaptığı şeydir.<br />
ş<br />
Şaman ve Şamanizm (Chaman et Chamanisme)<br />
Şaman, büyücü, tabip veya tabiat üstü güçlerle temasta olan kâhin anlam ında d ır.<br />
Terim genel olarak Kuzey Asyada, Mo ğollar ve Türkler aras ında çalışan kahinler için kullanılır.<br />
Şaman büyü i şleriye uğra ştığı kadar hastal ıkları tedavi ettiği ve bazanda rahiplik etti ği<br />
olurdu. Şamanizm daha çok kuzey Asyada yay ılmış olan bir büyü ve sihir siistemidir.<br />
Din olarak Şamanizm, bir çok Türk ulus ve uyruklarnun kat ıldıkları bir inançtır. Bu sisteme<br />
göre biri yerin, ötekisi gö ğün yöneticisi olmak üzere iki tanr ı vardır. Gök 17 kat cenneti<br />
(uçmağı) yer ise 7 veya 9 kat cehennemi (Tamuyu) ihtiva eder; ortada kalan yeryüzü de insanların<br />
yurdu ve banna ğıdır. Bütün bunları yaratan ve yöneten Gök Tanr ı göğün en yüce<br />
katında oturur. Ölen iyi kimselerin ruhlar ı bir ku ş gibi cennete kötü ruhlar ise yer alt ına<br />
cehenneme giderlerdi. Yeryüzünde yersu perileri, vard ı . Bunlar topra ğın muhtelif yerlerinde<br />
su ve pınarlarda bulunur ve adlar ına kurbanlar kesilirdi.<br />
Şehit (Martyre):<br />
İslamda din veya görevi uğrunda ölmü ş olan ve öbür dünyada cennete gideek olan ölülere<br />
verilen addır. Hıristiyanlıkta bunun kar şılığı martirdir. Burada da dini inanç ve eylen ıinden<br />
dolayı öldürülen kimsedir. '<br />
Şeyhiil<br />
İlkönce halk aras ında ortaya ç ıkan anla şmazlikları bilim yolu ile çözmeye yetkili bilim<br />
ve fazileti ile tan ınmış en yüksek kimseye verilen bir ad iken, sonradan daha çok resmiyet kazanarak<br />
Padi şah tarafından fetva makam ına tayin olunan kimsenin ad ı olmuştur.<br />
Tabu (Tabou)<br />
Tabu deyimi Polinezyada kullan ılan bir sözdür. As ıl anlamı yan tarafa konulmu ş demektir.<br />
Kullanma, yeme, dokunma, görme ve cinsi münasebet yasaklar ı şeklinde görülür Yasaklar<br />
hiçbir suretle rasyonel de ğildir. Buna eski türkler koruk derler.<br />
Tabu (Tabou) nun Türkçe kar şılığı tekinsizdir. Buna halk dilinde tekin de ğil derler. Tekin,<br />
bo ş ve içinde bir şey yok demektir. Tekinsiz ise içinde cin ve peri gibi çarp ıcı kuvvetler bulunandır.<br />
Eski türklerde tabu kar şılığı koruk sözü kullan ılırdı (Bk. Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti<br />
tarihi, sh. 67-68.<br />
Ziya Gökalp koruk'u şöyle anlatmaktad ır: Koruk tabu demektir. Mana ile Totemin do ğurduk<br />
ları bir hasseden baz ı eşyamn koruk olmas ıdır. Bir şey koruk olduğu zaman ona (tekin de ğil,<br />
çarpar) deriz. Eski Türklerde (Ak) tekindi, hiç kimseyi çarpmazd ı. Yalnız (kara) tekin de ğildi;<br />
dokunduğu insan ve hayvanları çarpard ı. Böyle olan şeylere (Tabu) anlam ına (koruk)<br />
derlerdi. Mesela hakan vefat edince ad ı koruk olurdu. Bundan dolay ı, senelerce hiç kimse<br />
onu ağzına alamazd ı. Aynı adı taşıyanlar adlarını değiştirmeğe mecburdular. Haka ııı<br />
anlatmak için ona bir ölüm adı verilirdi. Eski Türklerde (su) da koruktu. Bu sebeple-<br />
213
kaplar ve elbiseler su ile temizlenmezdi. Baz ı hayvanların, hizmetlerine mükafat olarak<br />
serbest b ırakırlard ı. Bunlara da (izuk) derlerdi. Anla şılıyorki (izuk) sözü de hem mübarek<br />
hemde tabii anlammdad ır. Eski oğuzlarda Totem kar şılığı olan (Ongun) sözü de mübarek<br />
anlamında olan (onuk, oynuk) sözünden gelmi ştir.<br />
Taoizm (Taoisme)<br />
Çinde Laotsenin beyanlar ına dayanan tabiat felsefesine ba ğlı bir mistik sistemdir. Sonra<br />
Çinde din olarak yerle şmştir.<br />
Tasavvuf (gizemcilik - mysticisme)<br />
Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanr ı kavramında insanoğlunun, gerçe ğe kalp yolu<br />
veya irade gücü ile ula şabilece ğini kabul eden felsefe ve din ö ğretisidir. İslam gizemciliğine<br />
Tasavvuf denirki bu sözün yün anlamındaki suf kökünden veya hikmet anlanundaki<br />
kökünden geldiği konusunda bilginler uyuşamamışlard ır. Bat ı dillerinde gizemciliğin adı Mistisizm<br />
(Mysticisme) d ır.<br />
Tefecilik (Usure)<br />
Faizle parayı ödünç vermektir. Musâ kanunu yahudilerin Din karde şlerine faizle ödünçpara<br />
vermelerini yasak ediyordu. H ıristiyan kilise hukuku, yere ekilen tohum gibi verimli olmad ı-<br />
ğından, parayı kısır sayarak faizle para vermeyi yasak etmi ştir. Orta Ça ğ Avrupasmda yahudiler<br />
bu görüşten yararlanarak para ödüncü tekelini kazand ılar. Son olarak teologlar ( İlahiyatçılar),<br />
makul bir faiz kar şılığı ödünç vermeyi kabul etm şlerdir. Bu suretle ödünç verenin verdi ği<br />
para ile ba şkaca elde edece ği kâr kayb ı giderilmiş oluyordu. Luther faizle ödünç vermeyi haram<br />
Klaven (Calvin) ise helal sayar. Neticede katolik ve protestanlar yaln ızca a şırı ve haksız nisbette<br />
alınan faizi günah saymakta ve bu yola giderleri suçland ı •makta görü ş birliğine varnuşlardır.<br />
İslam dini faizle para vermeyi müslümanlara yasak etmi ştir. İslâmın modernist bilginleri ve<br />
yenileticerine göre tüketim için verilmeyen ödünç paralardan makul bir faiz al ınması, ancak<br />
a şırı bir tefeciik say ılan para faizlerinin yasak edilmesi gerekmektedir. Faizle ödünç para<br />
vermenin bu a şırı şekline türkçede tefecilik ve eski dilde mürabaha denilmektedir. Tefecilik<br />
veya mürabaha Türkyede ötedenberi kanun ve tüzük konusu olmu ştur.<br />
Teizm (Theisme)<br />
Dünya kuvvetlerini a şan bir kişisel Tannya inanmad ır. Bu Tanr ı etkin olarak dünya i şleriyle<br />
ilgili olup insanlığı özel bir vahiyden yararland ınr. Halbuki Deizm. Tann= kâinat ı yarattıktan<br />
sonra dünya i şlerine herhangi bir şekilde kan şmadığma inamr. Teizm Panteizme ayk ırı olarak<br />
dünyaya göre a şkın ve üstün bir Tanr ı kabul eder.<br />
Tekke:<br />
Sufiye tarikatlarnun dini tören yapmalar ına ayrılan yerdir.<br />
Temsili Sistem (Systeme representatif)<br />
Halk tarafından seçilen organiarla devlette egemenlik gücünün kullandmas ıdır.<br />
Teogoni (Theogonie)<br />
Etimolojik anlamının da gösterdi ği gibi tannlann do ğuşu ve bunlara ili şkin efsanelerdir.<br />
Teokrasi (Theocratie)<br />
Tanrı yönetimi anlamındachr Devletin tannsal ki şiler, onların oğulları, peygamberler<br />
214
veya halifeleri tarafından yönetilmesidir. Burada iktidarı kaynağı Tanrı ve Tanrı buyruklandır.<br />
Teokrasinin tan ınmış örnekleri Eski Mıs ırın Firavunlar idaresi, Musa devrindeki İbrani<br />
idaresi. Tibet Lamaizmi ve İslam Hilüfetidir.<br />
Teoria (Theoria)<br />
Tannsal sinan görme ve ö ğrenme olup vahiy unsurlar ı ta şır. Terim sonralar ı bilimsel<br />
bir anlam kazanmıştır İlkin Eski Yunan orfistlerince tannsal sular ın sevgi ve sempati<br />
ile tema şası anlamında kullamlmıştır Pythagore buna zihniyeti bir anlam vermi ştir. Fakat<br />
yine Theoria sözü vecitli vahiy unsurlar ın kapsar.<br />
Teozofi (Theosophie)<br />
Bu tarımla bat ıni veya gizli tipte bir din sistemi anlat ılmaki stenir. Sistem, süjenin a şkın<br />
bir ilhamına dayanır. Bir bak ıma özel bir mistisizm demektir. Teozof metafizik bir ilham veya<br />
aydmlanmadan yararlan ır. Bu ise onun dünya ve insanla ilgili sorular ı cevaplandırmaya<br />
yeterli k ılar. Bütün büyük dinlerde Teozofi sistemleri vard ır. Gnose, teozofinin özel bir şeklidir.<br />
Burada bilgi ile kurtulu ş aynıdır.<br />
Teslis (TrinitC)<br />
Tannmn birle şmiş üç ki şi halinde dü şiinülmesidir.Hıristiyan inancına göre Tannda üç ki şi<br />
lik vardır. Bu üç kişilik Tek bir Tannda birle şmiş olup e şit güç ve şeref payı ta şırlar Ezeli olan<br />
Tannsal cevher parçalanmaz bir niteliktedir. H ıristiyanl ıkta bu üç ki şi Baba, O ğul ve Kutsal<br />
ruhtur.<br />
Tevrat (Torah)<br />
Yahudiliğin toplumsa ve dini kurallar ını ihtiva eder. As ıl anlamı kanundur. Türkçe Töreden<br />
geldiği söylenmektedir. Daha aç ık olarak Musanın be ş kitabına verilen add ır. Genel olarak Eski<br />
Sözle şme (ancien testament) bu anlamda kullan ılır<br />
Thomas (Saint-Thomas d'Aquin)<br />
Saint Thomas Katolik kilisesininin en büyük ilahiyatç ılarından biridir. 1225-1274 yılları<br />
arasında ya şamıştır. Kendisi Akinah kontlar ailesindendir. Yazd ığı eserlerin bir ço ğu Tranto<br />
Ruhani Meclisince kutsal kitaplar yan ında te şhir edilecek derecede şöhret kazanmıştı. Bunların<br />
ba şhcalan şunlardır. Dinsizlere kar şı Katolik Dini Dergileri (Suma de la Fe Catolica contra los<br />
Gentiles), ilahiyat Dergileri (Suma Teologica), Ruha dâir (Del Alma), Aristo hakk ında yorumlar<br />
(Commentarios sobre Aristoffles) ve Meteorlara dair (de los Meteores). Din Sosyolojisi bak ımından<br />
en önemli eseri Summa Theologica'd ır.<br />
Tımar, Zeamet, Has, Yurtluk ve ocakl ık:<br />
Osmanlı imparatorlu ğunun eski te şkilatında Devlete ait topraklar ının ö şür, haraç, ferag<br />
ve intikal borçlar ı gibi miri menfaatlar denilen gelirinin dü şmanla sava şmak ve buna haz ırhkh<br />
bulunmak kar şılığında yeterli say ılanlara verilmesi dolays ıyla ortaya ç ıkan kurumlardır. Bu<br />
gelirlerin miktanna ve verildikleri kimselerin rütbelerine göre bunlar aras ında bir ayırım yapılırdı :<br />
HAS, Vergide yaz ılı geliri 100 bin akçadan yukar ı olanlardır Bunlar padi şaha, hanedana<br />
ve büyük devlet adamlar ına verilirdi,<br />
ZEAMET. Yazılı geliri 20 bin akçadan 100 bin akçaya kadar olanlard ır<br />
T IMAR. Yaz ılı geliri 3 bin akçadan 20 bin akçaya kadar oland ır.<br />
YURTLUK VE OCAKLI<br />
ĞA GELINCE, Yavuzun Çald ıran'dan sonra kürt beylerine gelir-<br />
215
ini verdiği topraklarda. Bunlar ın öncekilerden fark ı burada ki devlet gelirinin bu beylere b ırakılmış<br />
olması ve azledihnemeleri ve öldülderi zaman yurtluk ve ocakl ıklann oğullarma verilmesiydi.<br />
Hepside gelirleriyle orant ılı olarak asker ç ıkarır ve savaşlarda orduya yard ımcı olurlardı.<br />
Titan<br />
Yunan mitolojisine göre Zeus'ten önce dünyaya hâkim olan Ta ıansal varhklard ır. Bunlar<br />
Zeus tarafından yokedilmişlerdir<br />
Toplumsal Düzen (Ordre Social)<br />
Hauriou, Pr&is de droit constitutionnel (Sh. 69) de toplumsal düzeni şöyle anlatıyor: Toplumsal<br />
düzen bir harekettir. Burada ak ıncı kuvvetler yamnda koruyucu kuvvetler vard ır. Akıncı<br />
kuvvetler şunardır:<br />
a) Hayat ve onun yaratt ığı yenilikler, b) insanların aşırı istekleri. c) adalet duygusu. Bu<br />
üç kuvvete kar şı koruyucu kuvvetler de şunlardır: a) atalet kuvveti (force d'inertie). b) iktisadi<br />
yatırımlar. c) e ğitim ve ö ğretim. d) hükümet kuvvetleri. Ancak, bu iki türlü kuvvetin kar şılıklı<br />
etki tepkileri sonunda toplumsal ilerleme ve geli şme olur. Kar şı l ıkl ı etki ve tepkiler yüzünden<br />
çoğu zaman ilerleme ve geli şme geç kalabilir.<br />
Toplumsal fizyoloji (Physiologie - Sociale)<br />
Bu bölümde tıpkı fizyolojide oldu ğu gibi toplumsal görevler incelenir. Toplumsal görevler,<br />
din, ahlâk, hukuk, ekonomi, dil ve estetik gibi kurumlarla ilgili ortakla şa dü şünüş, duyu ş ve<br />
davranışlardan O halde toplumsal fizyolojinin konusu bu görevler veya bu görevlerin daha<br />
kıvamli bir anlatımı olan kurumlardan<br />
Toplumsal kurumlar, bir toplumda tekrarlanan ortakla şa düşünüş, duyuş 've davranış<br />
tarzlarnun kat ılaşmış<br />
şekilleridir. Din kurumunda inan ış düşünüş ve duyuş tap ınmalar<br />
ise davram ş tarzland ır. Ahlâkta, ahlâk hakkındaki fikirler dü şünüş, bu düşünüşe<br />
göre hareketi ayarlama ise davram ş tarz ıdır. Görülüyorki her toplumsal kurum tekrarlanan<br />
ortakla şa dü şünüş, duyuş ve davram ştan meydana gelen bile şik bir fonksiyondur. Bu duruma<br />
göre toplumsal fizyoloji, özel toplum bilimleriyle ilgili bir ara ştırma koludur. Din sosyolojisi<br />
hukuk sosyolojisi, iktisat sosyolojisi ilgili bulunduklar ı kurumları inceleyen birer özel sosyolojidir.<br />
Din sosyolojisi dinle toplumun kar şılıklı bağıntılanm inceler. Toplum münasebetlerini,<br />
Hukuk sosyolojisi yaptırım (müeyyide) ve adalet; iktisat sosyolojisi, üretim, de ğişim, dağıtım<br />
ve tüketim; Ahlâk sosyolojisi ise ahlâk. idealleri aç ısından ele alır.<br />
Toplumsal kurumlar iki türlü incelenir• Birincisi bunları durmu ş ve donmuş sayarak incelemektir.<br />
Bu türlüsüne statik veya anatomik inceleme denir. Belli bir topluinda ekonomi, din<br />
ve hukuk sistemlerinini incelemek böyledir. Bu çe şit ara ştırmaya statik sosyoloji ad ı verilir.<br />
İkincisi, toplumsal kurumlar ı, evrim a şamalarma göre hareket halinde incelemektir. Buna da<br />
dinamik veya fizyolojik inceleme denilir. Aile kurumunun ilkelinden evrimli şekillerine<br />
kadar geçirdi ği aşamaları ara ştırma böylesine bir dinamik incelemedir. Bunun ba şka bir adı<br />
jenetik sosyoloji (Sociologie GC•ntique) dir.<br />
Toplumsal morfoloji (Morphologie sociale)<br />
Toplumsal olgunlann maddi dayanaklanm inceler. Burada bir yandan toplumdaki hac ım<br />
ve kesifliğin, toplumsal görevler (fonctions sociales) ve kurumlar (institutions) üzerindeki etkileri,<br />
öte yandan toplumu ve toplumla çevre şartları aras ındaki karşılıklı bağhhkları ara şt,r. hr.<br />
Bir toplumda ortakla şa düşünüş, duyu ş ve davram ş tarzlanyla bunların maddi dayanağı<br />
216
olan toprak ve insanlar vard ır. Düşünü ş, duyuş ve davranışın tekrarı olan kurumlar toplumun<br />
mânevi; insan gruplanyla toprak, alet ve teknik araçlar ise maddi dayanakland ır.<br />
Morfolojide ara ştırmalar üç doğrultuya yönelir:<br />
Birinci kesim, hacim ve kesifli ğin \ toplumsal görev ve kurumlar üzerindeki etkisini inceler.<br />
İkinci kesim, toplumla çevre şartları aras ındaki kar şılıklı münasebetleri ara ştınr. Üçüncü kesim<br />
toplumsal grupları ele alır.<br />
a) Hacim: Kısaca toplum teklerinin azl ığı veya çokluğu demektir. Kesiflik ise belirli alandaki<br />
insan sayısıdır. Birde dinamik kesiflik vard ır. Dinamik veya manevi kesiflik toplumsal<br />
birliklerde iktisat, ticaret ve fikir ba ğıntılannın çoğalmasından dolayı karşılaşma ve buluşma<br />
sayısının artmas ı demektir. Bu görü şme ve bulu şmalar belirli bir toprak parças ında yaşayan<br />
insan sayısını arttınyor gibidir. Bağh olduğu iktisadi, ticari ve fikri ilgiler dolay ısıyla fert toplumsal<br />
görev ve kurumlar üzerine etki yapar.<br />
Bir toplumdaki hacim ve kesiflik dini, ekonomik, hukuki ve siyasi kurum ve durumlara<br />
etki yapar. Hacim ve kesifli ğin artmas ıyla dini düşünüş ve inamşlar değişir. Meselâ, islâmiyet<br />
hacım ve kesiflik bakımından genişleyince çe şitli mezhep, fırka ve ö ğretiler (doktrinler) otraya<br />
çıktı; hıristiyanh ğın hacim, ve kesifli ği art ınca çe şitli ulusal kiliseler kuruldu. Buna kar şılık<br />
totemcilik hacim ve kesifli ği çok az bir din olduğundan onda farkl ı inam şlar yoktur. Bir<br />
üye neye inamyorsa ötekileride aym şeye inanırlar. Hacim ve kesifliğin artması toplumlarda<br />
iş bölümünü artt ınr. Van, Urfa, İstanbul ve Nevyork ta hacim ve kesiflik farkl ı olduğu için<br />
bu şehirlerdeki i ş bölümü de farkl ıdır Hacim ve kesiflik, hukuk kurum ve durumlar ı üzerine<br />
de etki yapar. Hacim ve kesifli ği dar olan ilkel toplumlarda ortakla şa mülkiyet vard ır. Çağdaş<br />
hukuk, ferdi mülkiyete yönelmektedir. Bunun gibi ferdin iradesini nazara almayarak düzenlenen<br />
statüler yani mülki (statuts reels) ve şahsi hükümler (statuts persoaels) yerine taraflar aras ında<br />
kişisel bir hukuk yaratan sözle şmeler (contrats) yer al ır.<br />
Hacim ve kesifliğin artmas ı, toplumlarda demokrasi ve e şitlik ilkelerinin yerle şmesini sağlar.<br />
b) Morfolojik ara ştırmaların ikinci türü, toplumla çevre şartları aras ındaki bağhlıkları<br />
aramaktır. Bu konu çe şitli yönlerden ele ahrur-<br />
Fransızlar böyle bir incelemeye be şeri coğrafya (Geographie humaine), Ratzel İnsan<br />
Coğrafyası (Anthropogeographie), amerikahlar ise Be şeri Ekoloji (Humen Ecology) ad ım verirler.<br />
c) Morfoloji konusunda son olarak toplumsal gruplar ele al ınır. Bunlar s ırasıyla kan ı ,<br />
toprak, ve i şgiiç gruplandır.<br />
Toplumsal Olgu (Fait social)<br />
'Durkheim toplumsal olguyu, saptanmış olsun veya olmasın fert üzerinde d ış bir baskı yapmaya<br />
elverişli her türlü yapma tarzı, 'Est fait social, toute maniere de faire, fixee ou non, susceptible<br />
d'exerecr une contrainte exterieure sur l'individu" diye tan ımlar. (Bk. E. Durkheim, Regles<br />
de la Methode Sociologique, sh. 14, Paris 1950).<br />
Toplumsal olgular ın yaptırım' (Sanction des faits sociaux)<br />
Yaptırım toplumsal bir âdet veya kural ı koruyan ve ya şatan bir tepkidir. En geni ş anlamıyla<br />
toplumsal olgular ın bir özelliği sayılan kanunun değer ve geçerli ği nedir Gönülle veya zorla<br />
kişinin boyun e ğdiği bu baskı, acaba kar şı koyulamıyacak derecede kuvvetli bir zorlama gücümüdür<br />
Burada otorite nas ıl sağlann Tek kelime ile otoritenin yaptırım gücü varmıdır Hemen<br />
söyliyelimki toplumsal olgular ın çe şitli yapt ırımları vard ır. Şimdi bu yaptırım çe şitlerini birer<br />
birer ele alalım: ıdetlerin bir k ısmı azçok zorla yürütülmektedir Kimisi dinin buyru ğa, kimisi<br />
halk oyunun baskısı altında yerle şmiştir. Bir tak ımı da hemen hemen serbest b ırakılmıştır.<br />
Bu sonuncular ö ğüt verme veya yol gösterme türündendir. O halde toplumsal olgular ın uygunlaşım<br />
ve yaptınmuunda üç a şama göze çarpar. Zorlananlar, gelenek ve görenek olarak uyg<br />
217
nanlar, ho ş görülenler. Mübahla memnu, buyrukla yasak arasmda büyük bir mesafe vard ır.<br />
Fransız sosyologu Rene Maunier'e göre toplumsal olaylar ın dört türlü yapt ırım' vardır. Mistik<br />
hukuki, Ahlaki ve hicvi yapt ırım.<br />
Toprak ve kan esas ı (Jus soli et Jus sanguini)<br />
Asil uyrukluk (yurtta şlik)'un tayini için iki sistem vard ır: Toprak ve kan. Toprak esas ına<br />
göre bir toprakta do ğan çocuklar o topra ğın bağlı bulunduğu devletin uyru ğu olurlar.<br />
Kan esasma göre fert nerede do ğarsa so ğsun uyrukluğu, kanından geldiği insanların bağlı<br />
oldukları devlettir.<br />
Totemjzm (Totemisme)<br />
ilkel toplumlarda atalar ı bir hayvan, bitki veya e şya sanmaktır. Gurup üyeleri ba ğh<br />
bulundukları hayvan bitki veya şeyin ad ını taşır: Onlar ı yemez; kendi grubunun üyeleriyle<br />
evlenmez; Mantık öncesi bir zihniyete maliktir. Bu sistemde totem, totemin timsali olan<br />
Şuringa ve grup üyeleri kutsald ır<br />
Eski oğuzcada toteme ongun derlerdi. Her özün bir ongunu vard ı. Öz üyeleri kendi ongunlannı<br />
kutsal tutar ve ona ok atamaz ve onu öldüremezlerdi.<br />
Triratna:<br />
Sanskrit dilinde üç kesimli cevher anlanundad ır. Budizmde Buda, Dharma ve samgha'dan<br />
ibaret üçlü cevherin ad ıdır. Jainizmde Triratnatun kesimleri do ğru inanış, doğru bilgi ve doğru<br />
davram ştır.<br />
Troeltsch (Ernst)<br />
1865-1923 yılları arasında yaşamış bir alman tarihçi ve Rahiyatç ısıdır. Tarihi eserleri, ça ğ-<br />
daş hıristiyanl ık tarihin gerçekten sosyolojik bir etüdü say ılır. Max Weber'le beraber, Prostestanhğm<br />
kapitalizmin geli şmesine yard ım ettiğini kabul eder. Fakat Kapitalizmin ba şka faktörlerden<br />
doğduğunu ve Protestanh ğm ilk Hıristiyanlık gibi, her şeyden önce, ruhani bir hareket<br />
olduğunu savunur<br />
Die Soziallehren der christliehen Kirchen und Gruppen' (H ıristiyan kilisesi ve gruplar ının<br />
toplumsal doktrini), Die Bedeutung des Protestantismus für die Entstehung der modern Welt<br />
(Çağdaş dünya için Protestanh ğm önemi), belli başlı eserleri aras ındadır.<br />
Tröst ve kartel (Trust et Cartel)<br />
Son ekonomik gelişme sonucu bir çok ekonomik kurumlar ın birle şmesi söz konusu olmuştur.<br />
Bu birle şmeler iki türlü olur- Bunlardan birinde, merkez, Kendi bayra ğı altında birle ştirdiği<br />
kurumları yahuzca anla şma hükümleriyle ba ğlar başka yönlerde kendilerine hareket serbestli ği<br />
verir; Alman sistemi olan bu kurumun ad ı Karteldir. Ötekisi ise daha çok Birle şik Amerika<br />
Devletlerinde yer alm ış olan Trösttür. Tröstte kartelden farkl ı olarak birliğe giren ortaklıklar<br />
bağımsızlıklannı tamamen kaybederek bir tek bayrak alt ında birle şir ve kaynaşırlar.<br />
Bunların Devlet hayat ında gösterdikleri önem dolay ısıyla bazı tedbirlere baş vurulmuştur ki<br />
bunlara anti trust tedbirler denir.<br />
Türbe (Mausolee)<br />
Latince kar şılığı olan Mausoleum sözü Karya Satrap ı Mausolos'un mezanndan alınarak<br />
ünlü kişiliklerin mezarlarma alem olmu ştur. İslamdaki karşılığı Türbedir. Bunlar büyük<br />
hükümdar ve sayg ı değer kimseler için özel bir mimari tipinde yap ılan anıt türünden mezarlarda.<br />
218
Türk Takvimi: (Cycle turc)<br />
On iki yılı karşılayan on iki hayvanı gösterir bunlar s ırasiyle sıçan, öküz, kaplan, tav şan,<br />
timsah, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, it, domuzdur. Burada ayn ı yıl içinde doğanlar aras ında<br />
mahremiyet olup evlenmeleri yasaktı. Bu on iki yıla türkler bir ça ğ (cycle) derlerdi.<br />
Tylor (Edward Burnett)<br />
1832-1917 yılları arasıııda yaşamış bir ingiliz etnolog ve antropologudur. Dinler tarihinde<br />
animizm teorisini savunmu ştur.<br />
Tabii Hukuk (Droit N«.turel)<br />
Devlet tarafından konulan mevzu hukuka kar şılık devletten önce ve devletten üstün, Tanr ı<br />
veya ak ıldan kayna ğını alan bir ülküsel hukuk kavranud ır.<br />
Ü<br />
Üpanishadlar (Upanishads)<br />
Hintteki kutsal kitapları üçüncüsü ve en ruhani olanıdır. Upanishads'larm büyük bir<br />
kısmı nesir olarak yaz ılmıştır. Yaz ılmaları (kompozisyonları) Brahmanas'lardan sonrad ır.<br />
Büyük Upanishad'lar M. Ö. 6. ve 5. yüzy ıllara kadar ç ıkar Bunlar Çruti veya vahyin bir<br />
kısmını te şkil ederler. Konuları vedalarda gizlenmi ş olan ruh ve anlamı ke şfetmektir. Upani ş-<br />
atlar, dünyan ın başlangıcını, Tanrımn ve insan ruhunun mahiyetini ruhla, maddenin<br />
karşılıklı münasebetlerini bahis konusu eder. Mistik nitelik ta şıyan bu eserlerin en tan ınmıış<br />
İça Upanishad olup Yajur-Veda'y ı te şkil eden ilahiler grubuna ba ğlanır.<br />
Ütopya (Utopie)<br />
Bir ideal toplum şeklinin hayali ifadesidir. Eflâtun, Kampanella ve benzerleri bu yolda<br />
uğraşmışlardır.<br />
Genel anlam ı ile bir yazarın kabul ettiği felsefi ilkelere göre ideal ve eksiksiz bir toplumun<br />
hayalen kurulu şudur. Dar anlamda, belirli bir.s ınıf veya grubun ç ıkarlanyla dengeli olarak mevcut<br />
toplum düzenini de ğiştirmek amacım güden toplumsal doktrindir.<br />
Ünitarizm (Unitarisme)<br />
Protestan geleneklerine ba ğlı bir mezheptir. Anlamı BIRLIKOL İK'tir. Adı, mensuplarının<br />
kişisel birliğe inanmasından ileri gelir. Tek bir Tanrıda üç ki şilik olduğunu kabul eden teslis<br />
doktrinine karşılık burada Tanr ımn tek bir kişiliği inanç konusudur. Ünitarizm mensuplar ı<br />
doktrinlerini özgürlük, akıl ve dini ho şgörürlük olarak üç büyük ilkeye dayanan bir zihni durum<br />
sayarlar. Bu mezhepte her kilise kendi papaz ını seçer. Bu mezhepte iman beyanma (profession<br />
de foi) veya empoze edilen bir doktrine raslanmay ıp kısa bir ilmıhal vardır. Buna göre İsa'nın<br />
kendisi için beyan etti ği üzere iki büyük dini buyruk akaidin temeli sayılmaktad ır ki bu da<br />
Tanrıyı ve insanları sevmekten ibarettir. H ıristiyanliğın adi doktrini Tanrımn babalığı insanların<br />
kardeşliği, iyiliğin zaferi, Tanr ı melekûtu ve sonsuz hayat ilkelerine dayan ır.<br />
Üniversıdizm (Universalisme)<br />
Birle şik Amerika ve Kanada'da yay ılmış bir hıristyan mezhebidir Tanr ımn ölçüsüz iyilik<br />
ve aşkı dolayısıyla sonunda bütün insanlar korunacak ve Tanr ı ile içten münasebetler kuracaklardır.<br />
O halde ezdi bir i şkence oca ğı olan cehennemin bu sistemde yeri yoktur. Bu mezhebin<br />
doktrini şöyle özetlenebilir: Tanr ı Evrensel bir koruyucudur; Kutsal kitap Tanr ımn vahyini<br />
ihtiva eder. Mükâfat ve Mücazat adalet dairesinde da ğıtıhr. Bu doktrinin kar şıtı infirat%lik<br />
(Particularisme) olup Tanının yalnızca seçkin bir zümreyi koruyup kurtaraca ğma inan ılır.<br />
219
V<br />
Vaftiz (Bapteme)<br />
Hıristiyan inancına göre sakramenlerden yani kutsallama törenlerinden biridir. Ilkönceleri<br />
çocuğu suya bat ırmak suretiyle yap ılıyordu. Bu yolla adi suçtan dolay ı günahkar olan<br />
insan vaftizle ar ınmış bir hale gelir. H ıristiyan dinini kabul eden ya şlılarla yeni doğan çocuklar<br />
vaftiz edilirler. Vaftiz esas ı aynı olduğu halde çe şitli mezheplerin pratikleri birbirinden ayr ılır.<br />
Vaftiz H ıristiyan olmayan dinlerde ve özellikle lamaizm, ve eski orfik ve Elözis (Eleusis)<br />
gibi sır dinlerinde uygulanan bir usuldu.<br />
Vahabiler (Wahhabites):<br />
Muhammed bin Abd-iil-vehab tarafından Necitte kurulmu ş bir islam mezhebidir. Islâmm<br />
Kur'an esaslar ına göre ilkel şeklini canlandırmak amac ını gütmektedir. Burada Kur'an lafzi<br />
olarak yorumlanmakta, peygamberin a şırı derecede yüce tutulmas ına itiraz edilmekte, ibadet<br />
yerleri ile dini törenlerin şatafatlı olması hoş görülmemekte ve lüks sayılan sigara, alkol, kumar<br />
ve tefecilik yasak edilmektedir. 20. yüzy ılda bir takım başarı ve yenilgilerden sonra vahabi önderi<br />
üçüncü Abdülaziz ibn Suud Riad' ı ele geçirdi. Böylece Necid'in ba şkendini aldıktan sonra kurulan<br />
kırallık çabucak büyüdü. 1924 y ılında Dın Suud Kıral Hüseyini Mekkeden atarak kendisini<br />
Hicaz kırah ilan etti. Az sonra Arap Yar ım Adasının büyük bir kısmı tbn Suudun eline geçti.<br />
Van Der Leeuw (Gerardus)<br />
1890-1950 yıllan arasında ya şamış hollandal ı Dinler Fenomenolojisi ve tarihi bilginidir.<br />
Groningue'de Dinler tarihi profesörülü ğii ve 1945-46 yıllarmda bilim ve sanat bakanl ığı yapmıştır.<br />
Einführung in die PlAnomenologie (Fenomenolojiye giri ş), Phanomenologie der Religion<br />
(Din Fenomenolojisi,). Der Mensch und die Religion (Insan ve Din) yazar ın değerli eserleri<br />
arasındadır.<br />
Vedalar (Les vedas)<br />
Sanskritçede Tanr ı bilgisi anlammdadır. En *eski Hint Dininin dört kutsal kitab ı olup 1028<br />
ilahiyi ihtiva eder. Rig- Veda, kurbanda dua okuyan; Yajur-veda, kurban ı sunan; Sama-Veda<br />
ilahi okuyan kahinler tarafından kullanılmıştır. Atharva-veda hemen hemen ayn ı tanrısal<br />
buyrukları göstermektedir. Vedalar Hindin en kutsal kitapland ır. Vedalara son zamanlarda<br />
büyük bir dini edebiyat eklenmi ştir. Bu ekler şunlardır: Brahmanas'lar Aranyaka ve Upanishad'lar<br />
ve Sutralar.<br />
Veniis (Venus)<br />
Romada güzellik ve a şk tanrıçasıdır.<br />
Vico (Jean - Baptiste)<br />
1688-1744. Scienza Nuova (1735) adli eserinde Bat ıda ilk defa olarak bir tarih felsefesi<br />
taslağı çizdi. Vico bu kitapta tarihi olgulara dayan ıyor, dini inançlrı işe karıştırmıyordu tesadüf<br />
ve kader fikirlerini atıyor ve Beşeri yine beşerle izaha çalışıyordu. Tümden gelim yerine tümevarım<br />
metoduna ba şv-uruyordu. Vico izahlarmda yalnız aklın değil, akıl dışı olan şuursuz hükümlerin<br />
de hakkın ı veriyordu.<br />
Vico'ya göre zaman ve mekan ayr ıliklarma ra ğmen toplumlar aras ında temeli benzerlikler<br />
vardır. Din, evlenme, ölüyü gömme adetleri bu aradad ır. Bu üç adet üç metafizik gerçe ğin<br />
karşılığıdır. Bilimin görevi gerçek olaylardan hareketle kanunlar ı bulmaktır. Vico'ya göre milletlerin<br />
evrimi şuüç çağdan geçer: a) Tanr ılar çağı b) Kahramanlar ça ğı c) İnsanlar çağı. Yazara<br />
göre tarihte ilerleme yok, tekrarlanma vard ır. Evrim düz bir çizgi üzerinde olmaz, Sosyal bir daire<br />
•<br />
220
üzerinde döner durur. Böylece medeniyet dönüp dola şıp eski yerine gelir. Eski ça ğda<br />
görülen karekterler orta ça ğda da görülür. Vico'nun meşhur corsi ricorsi teorisi i şte budur. Vico<br />
pratikte tarihin finalist bir anlay ışına inamr<br />
Weber (Max)<br />
1864-1920 yılları aras ında ya şamış bir alman iktisatc ısı ve sosyologudur. Erfurt'ta do ğmuş<br />
Berlinde 1892 y ılında Privat Dozent olarak görevlenmi ştir. 1894 yılında Frieburg'a 1897 yılında<br />
ıda Heidelberg Universitelersine profesör olmu ştur. 1903 yıhnda sağlık durumu çekilmeyi gerektirmiştir.<br />
1919 da Münich -üniversitesine ça ğrıbmştır. ınküsel Tipler teorisiyle tan ınmıştır.<br />
Anlayış Metodu üzerinde Tipolojik ve tarihi metodlar ı temellendirmeye çah şmıştır. Protestanlığa<br />
bağlanan kapitalizmin men şei hakkındaki teorisi çok büyük yank ılar yapmıştır. Sombart<br />
ve E. Jaffe ile 1903 yılında kurmuş oldukları ARCH İV YOR SOZİALWİSSENSCHAFT UND<br />
SOZİALPOLİTİK adl ı dergiyi yönetmi ştir.<br />
Die Protestantische Ethik und der Geist des Kapiatalismus (Protestan Ablâk ı ve sermayenin<br />
esas ı), Gesammelte Aufsâtze Zur Religionssoziologie (Din Sosyolojisi dergisi), Wirtschaft<br />
und Geselschaft (Iktisat ve toplum) önemli eserlerindendir.<br />
Y<br />
Yahudi Şeması<br />
(Shema Juiif)<br />
Yahudilerin günlük törenleri s ırasında söyledikleri be ş kutsal kitaptan al ınmış seçmeler<br />
olup, iman konularını gösteren bir dua ve şehadettir.<br />
Yahve<br />
Yehova denilen İsrail tannsıdır.<br />
Yakubil (Jacobites)<br />
Suriyede yerle şmiş Monofizit kiliselerden biridir. Kurucusu Yakup Baradaidir.<br />
Yanıyaınlık<br />
(Cannibalisme ou anthropophagie)<br />
Besin ve yiyecek maddesi olarak insan eti yemek adeti anlam ındadır Fakat ço ğu zaman<br />
düşmandan öç almak için veya öldürülen kimsenin ruhani ve kutsal niteliklerini kendi vücutlarma<br />
geçirmek üzere ya da din veya tören gereklerini yerine getirmek için yap ılır.<br />
Yeniçeri (Janissaire)<br />
Osmanlı Imparatorlu ğunun ba şlangıcında Orhan Gazi taraf ından kurulan ve II. ci Mahmud<br />
zamanında Nizamı Cedidin kurulması üzerine ortadan kald ırılan, imparatorluğun piyade<br />
askeridir. Kurulu şunun ilk çağlarmda çok yararl ı hizmetler gördü ğü halde sonralar ı soysuzlaşarak<br />
devletin ba şına ard ı arkas ı gemeyen birçok güçlüker ç ıkartmıştır.<br />
Yersu<br />
Yerin ve suyun koruyucusu anlam ında eski türklerdeki tanr ılarch•.<br />
Yobaz (Bigot)<br />
Dini taassubu, ba şkalarını rahatsız edecek derecede ileri götüren, sata şkan ve kaba qofu<br />
•<br />
Yusuf<br />
Yakubun oğludur. Hildyeleri eski sözle şmenin en güzel parçala ndan biridir. Kur'âncla<br />
da mevcut hikayelerin en güzelidir.<br />
221
z<br />
Zadruga<br />
Bazı Balkan memleketlerinde rastlanan büyük aile tipidir. Zadruga ashnda bir aile topluluğudur.<br />
Aile içindeki en ya şh erkek veya kad ın zadrugan ın şefidir. Zadrugalar ço ğu zaman<br />
dört ku şağa kadar olan üyeleri içine alan 40-80 ki şilik topluluklardır. Bunlar her vakit ayn ı<br />
çatı altında ya şamadıkları halde aynı ekonomik sisteme ba ğhdırlar.<br />
Zahitlik (Asc6tisme)<br />
Dinin yasak etti ğ şeylerden sakınma ve buyruklar ım titizlikle yerine getirmeyi hedef tutan<br />
r uhi bir tutumdur. tslâmda buna ittika derler<br />
Zaviye<br />
Küçük tekkedir.<br />
Zelot (Z6lotes)<br />
İsâ devrinde Fariziyenlerin sol 4canadm ı te şkil eden devrimci bir ziiıınre 'olup Mesih melekötunun<br />
(yönetiminin) kuvvet ve zor kullanmak suretiyle kurulmas ı . gereğine inamrlar.<br />
Zemzem<br />
Mekkenin büyük •canıiinde bulunan bir kuyunun ad ıdır. Agar ve İsmailin çölde susuzluktan<br />
ölmesini önlemek üzere mucize olarak yerden f ışkırdığı söylenmektedir.<br />
Zend<br />
Zerdüşt dininhı kutsal kitab ı olan Avestamn pehleviceye çevrilerek yap ılan bir yorumudur.<br />
Zend-Avesta, avestanm yorumu demektir. Genel olarak Zend-Avesta ile bunun yorumu olan<br />
Zend'e verilen ortakla şa addır. Parsilerin k ısaca Avesta dedikleri bu eser onlar ın kutsal kitap ve<br />
dinî törenlerinden söz eder. Parsi geleneklerine göre bugünkü Avesta Iran zerdü ştlerinin sahip<br />
bulundukları dini edebiyatm ancak bir parças ıdır. Bir rivayet, zerdü şt'ün herbiri 100000 m ısradan<br />
ibaret 20 kitap tutan eserini 1200 veya 12000 inek derisi üzerine yazd ığım doğrulamaktadır.<br />
Büyük İskender Persepolis k ıral ar şivlerini yakt ırırken bunları yok etmi ştir Millattan<br />
330 yıl önce Yunanl ı:ların İranı terketmeleri üzerine zerdü şt rakipleri dikkatl'ca bu büyük<br />
eserin parçalarını bir araya getirerek bugün kullan ılmakta olan Avestay ı meydana getirmişlerdir.<br />
Zerdüşt (Zoroastre)<br />
M. O. 6. yüzyılda tek Tanrım bir dini İranda yerle ştiren bir din kurucusudur. Kendisinin<br />
özel hayat ına ilişkin hiç bir bilgi yoktur. Kurduğu dine Mazdeki, Zerdü şt veya Saratustra<br />
dini denildiği gibi Batı dillerinde Zoroastrizm denilir Sistemi iyilik ve kötülük inanc ına dayanır.<br />
(Zerdü ştlüğe bak),<br />
Zerdüştlük (Zoroastrisme)<br />
Zerdüşt tarafından kurularak uzun bir süre İranda Devlet dini niteli ği ta şımış bir dindir.<br />
Kutsal kitab ı Zend-Avestad ır. Hürmüz iyilik, Ehriman kötülük Tanr ısıdır. Zend-Avesta sonsuz<br />
olarak sava ş halinde olan iki ilke üzerinde durur. Zerdü şt'ün üç buyruğu vardır: iyi dü şünce,<br />
iyi söz ve iyi hareket. Bu dine ilk darbeyi Büyük İskender vurmu şturAskenderden sonra zerdü şt<br />
dini ancak vilâyetlerde tutunmu ştur. Bir süre sonra İramn Devlet dini haline gelen zerdü ştlük<br />
ba şka dinlere ve özellikle ayr ılma ve bölünmelere kar şı sıkı bir sava ş 'açmış, fakat 639 yılında<br />
Islâmdan yediği büyük darbenin etkisinden sonuna kadar kendini kurtaramam ıştır. İslâm<br />
yönetimi ba şlangıçta bu dine kar şı hoşgörürlük göstermi ş isede Mütevekkil ve onun halefleri<br />
zamanında müslüman olmayan din mensuplar ına kar şı işkenceye, ba şlanmıştır. Bunun üzerine<br />
222
ir kısım zerdü ştler Hindistana göç etmi ş, direnenler ise İranda kalarak Gebr veya Mecus denilen<br />
zümreyi te şkil etmi şlerdir.<br />
Zoolatri (Zoolâtrie)<br />
Hayvanı' tapmmadır.<br />
Zümre ve ziimre cemiyeti (Societö des 6tats)<br />
Zümre aynı toplum içinde farkl ı hukuki durumları ile birbirinden ayrılan toplumsal tabakaların<br />
meydana getirdiği gruptur.<br />
Zümre cemiyeti ise Hukuki yönden çe şitli haklara sahip gruplar ın kurdukları bir birlik ve<br />
toplum yapısıdır. Hindistandaki kast sistemi bu cemiyet tipinin en ayd ınlatıcı örneğidir.<br />
Zwingli (Ulric)<br />
1484-1551 yılları arasında yaşamış isviçreli bir din yenileticisidir. Kendisi hümanist, geni ş<br />
görüşlü bir insanda. Luther'den daha çok akla dayanan ve insan tabiatnam iyi noktalar ı bulunduğunu<br />
da itiraf eden bir din adam ıdır.ökaristi (Eucharistie) yani, a şa'i rabbani giyini konusunda<br />
Luther'le anla şamamıştır. Luther'den daha çok ruhani bir görü şe sahipti. Zwingli'ye göre<br />
kilise yönetimi cumhuriyetçi olmal ı ve kilise yönetimi ile devletin sivil yönetimi aras ında bir<br />
ayrılık olmamalıdır. Papazlarm behöl kalmalar ı üsulünü ve din trönlerini kald ırmıştı .<br />
Wach (Joachim)<br />
Kemniç (Chemnitz) de do ğmuş ve 1898-1955 yılları arasında.yaşamış bir Alman filozof<br />
ve sosyologudur. 1924 y ılında doçent ve 1927-1935 y ılları arasında Leibnitz'de profesör olarak<br />
çalıştıktan sonra Amerika Birle şik Devletlerine göçmü ş ve 1935-45 aras ı çe şitli Amerikan üniversitelerinde<br />
ders vermi ştir. Şikago üniversitesinde de 1945-55 ;inan arasmda ö ğretim<br />
yapmıştır. Kendisi felsefe ve Din sosyolojisinde uzmand ı. Dinler bilimi (Religionswissenschaft,<br />
1924), Anlayış ve yorum teorisi (Das Verstelaen, 1926-32), din sosyolojisi (Sociology of Religion,<br />
Chicago, 1944) Yirminci Yüzy ıl sosyolojisinde Din sosyolojisi kesimi, Die Religion in Geschichte<br />
Und Gegenward'da Din sosyolojisi maddesi ve Dinin Mukayeseli Etüdü (Comparative Studv<br />
of Religion, Columbia, 1958) adl ı eserleri Din sosyolojisini ilgilendirir.<br />
223
Sts y l ı<br />
— 1 o 4. \ ,ı ov<br />
Jok ı 3c. < ok<br />
1 9o<br />
Va-y-
Fiyatı : 16 Lira