PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ANKARA -ÜNIVERSITESI<br />
İ IAIIIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO. 147<br />
İ BN M İ SKEVEYH<br />
VE<br />
YUNAN'DA ve İ SLAM'DA<br />
AHLAK GÖRÜ Ş LERI<br />
Prof. Dr. CAVİT SUNAR<br />
AHLAK: insanl ığın Alâmet-i Fârikas ı .<br />
Cavit SUNAR
ANKARA ÜNIVERSITESI<br />
İ L İ H İ YAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO. 147<br />
İ BN M İ SKEVEYH<br />
VE<br />
YUNAN'DA ve İ SLAM'DA<br />
AHLAK GÖRÜ Ş LER İ<br />
Prof. Dr. CAVİT SUNAR<br />
AHLÂK; Insanl ığın Alâmet-i Fdrikas ı<br />
Cavit SUNAR.
ANKARA 'ÜNIVERSITESI BASIMEV İ - . ANKARA - 1980
ÖNSÖZ<br />
Bu kitab ımız, aslında, kırk y ıl önce İstanbul<br />
<strong>Üniversitesi</strong> Edebiyat Fakültesinde haz ırlamış olduğumuz<br />
Me'dmiyet Tezi'mizdir.<br />
Ahlak ilminin ana kuralları ile Yunan'da ve İslam'da<br />
ba şlıca ahlak görü şlerini inceleyip aç ıklayan<br />
bu kitab ımız bilgili ve faziletli bir hayat ı amaçlayan<br />
herkese armağan olsun!<br />
Cavit SUNAR
IÇINDEKILER<br />
Ön Söz 3<br />
Giriş 9-36<br />
İbn Miskeveyh'in hayat ı- İhvanussafa Cemiyyetinin<br />
zuhuru, gayesi, Risâlelerin mahiyeti-Farabi"-<br />
nin İslamda etkisi-Farabi Ekolü: Yahya b. Adiyy,<br />
İbrahim b. Adiyy, Ebû Süleyman Sicistâni, Ebû<br />
Hayyân Tevhidi, İbn Miskeveyh, Ebu'l-Farac b.<br />
al-Tayyib, İbn Heysem- İbn Miskeveyh'in Felsefesi<br />
ve Eserleri-Tahzib al-Ahlak Kitab ının on rnaksad ı-<br />
Tahzib al-Ahlak Kitab ın ın alt ı Makalesinin konular ı .<br />
Konu: I<br />
(Ruh ve Kuvvetleri) • 37-51<br />
İbn Miskeveyh'in Psikolojisi-Aristo Psikolojisi-<br />
Farabi Psikolojosi-Ihvanussafa Psikolojisi- İşraki ( Şahabedin<br />
Siihrevercli, İbn Tufeyl) Psikolojisi-Kar şılaşt<br />
ırma<br />
Konu: II<br />
(Çocuk Terbiyesi ve Ahlak) 52-70<br />
İbn Miskeveyh'in Ahlaki dü şüncelerine giri ş :<br />
Çocuk terbiyesi ve ahlak- İnsanlar ın varabilece ği<br />
yüksek mertebeler- İnsan, bütün varl ıklardan şereflidir-<br />
Cans ızlar, Nebatlar, Hayvanlar ve İnsanlar<br />
arasında kar şılaştırma- Aristo'da çocuk terbiyesi ve<br />
ahlak- Farabi'de çocuk terbiyesi ve ahlak-ihvanussafâ'da<br />
çocuk terbiyesi ve ahlak.<br />
5
Konu: III<br />
(Hayr ile Mutluluğun Fark ı ve<br />
Hayrın K ısımları) 71-86<br />
İbn Miskeveyh'te Hayr ile Mutlulu ğun fark ı<br />
ve Hayr' ın Kısımları- İbn Miskeveyh'e göre Aristo'-<br />
da Hayr ve K ıs ımlar ı ve Mutluluk- İbn Miskeveyh'e<br />
göre Fisagor'da, Sokrat'ta, Eflâtun'da, RevakIlerde<br />
ve Muhakkik Filozoflarda Mutluluk- -Aristo'da Hayr<br />
ve Mutluluk- Farabi'de Hayr ve Mutluluk- İhvanusafâ'da<br />
Hayr ve Mutluluk<br />
Konu: IV<br />
(Faziletler ve Reziletler) .... 87-139<br />
İbn Miskeveyh'e göre dört büyük Fazilet: Hikmet<br />
(Akıl), İffet (Namus) şecaat (Cesaret), Adalet<br />
ve bunlar ın kar şıtlar ı olan dört büyük Rezilet: Cehalet,<br />
H ırs ve Tama' veya Namussuzluk, Korkakl ık,<br />
Zulüm- İbn Miskeveyh'e göre Aristo'da Fazilet<br />
ve Rezilet görü şü- Aristo'da Birinci ve İkinci dereceden<br />
Faziletler ve Reziletler-Aristo Psikolojisinin<br />
ve Ahlakının özeti-Farabi'de Fazilet ve Rezilet görü<br />
şü-Ihvanussafâ'da Fazilet ve Rezilet görü şü.<br />
Konu: V<br />
(Cemiyyetin Esas ı Yard ımlaşma ve<br />
Muhabbettir) 140-157<br />
İbn Miskeveyh'te Sosyoloji: Cemiyyet ve Yardımlaşma<br />
ve Muhabbet Meselesi -Aristo'da Sosyoloji:<br />
Cemiyyet ve Yard ımlaşma ve Muhabbet Meselesi (Aristo'da<br />
sevginin önemi: Anaya, Babaya sevgi; Çocuklara<br />
sevgi; Akrabalara ve Dostlara sevgi; Bütün insanlara<br />
sevgi ; Sevginin Hayyatta ve Terbiyede büyük<br />
6
yeri)- Farabi'de Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />
ve Muhabbet Meselesi- ihvanussafâ'da Sosyoloji: Cemiyyet<br />
ve Yard ımlaşma ve Muhabbet Meselesi.<br />
Konu: VI<br />
(Nefsin Hastal ıklar ı ve Tedavisi) 158-171<br />
İbn Miskeveyh'te Nefsin hastal ıklar ı ve bunlar<br />
ın giderilmesi çareleri : Faziletler ve Reziletler ve<br />
Gazab ve Şehvet kuvvetlerinin terbiyesi -Ölüm ve<br />
çe şitleri -Aristo'da Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi:<br />
(Ruhun mahiyeti meselesi; İnsanlar nelerden korkarlar<br />
-Korkular ın en korkuncu Ölüm korkusudur;<br />
Ölümden korkulmal ımıdır ; Alicenabl ık nedir ve<br />
Alicenab bir kimsenin belliba şlı vas ıfları nelerdir )-<br />
Farabi'de Nefs'in Hastal ıklar ı ve TedavIsi: (Farabrnin<br />
ruh ve mâhiyeti hakk ındaki fikirleri ; Ölümden sonra<br />
ruhun ne olaca ğı hakkındaki çe şitli düşünceleri; Nefs<br />
hastal ıklar ı, ancak, (Ak ıl) ile tedavi edilebilir) -ihvanussafa'da<br />
Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi: ( İhvanussafa'ya<br />
göre ruhun mahiyeti; Ölüm ve çe şitleri;<br />
Nefs hastal ıklar ı, özellikle, (Nefs Tasfiyesi) ile tedavi<br />
edilebilir).<br />
Konu: VII<br />
(Hüzn "Üzüntü" ve ilac ı) .. 172-196<br />
İbn Miskeveyh'te Üzüntü ve ilac ı -El-Kindi"-<br />
de Üzüntü ve ilac ı -Sokrat'ta Üzüntü ve ilac ı -Aristo'-<br />
da Üzüntü, ve ilac ı- Epiktet'te Üzüntü ve ilac ı .<br />
Sonuç 197-200<br />
Bir Mülâhaza 201-204<br />
Ek Notlar 205-223<br />
Bibliyografya 224-226<br />
7
GIRI Ş<br />
İbn Miskeveyh'in hayat ı - İhvânussafa Cemiyyetinin<br />
zuhuru, gayesi, Risâlelerin mahiyeti<br />
İslamda etkisi- -Farabi Ekolü: Yahya b.<br />
Adiyy, İbrahim b. Adiyy, Ebû Süleyman Sicistâni,<br />
Ebti Hayyân Tevaidi, İbn Miskeveyh, Ebu'l-Farac<br />
b. al-Tayyib, İbn Heysem- İbn Miskeveyh'in<br />
Felsefesi ve Eserleri -Tahzib al-Ahlak kitab ın ın on<br />
maksad ı- Talızib al-Ahlak Kitab ının alt ı Makalesinin<br />
konular ı .<br />
Ebtsı Ali Muhammed b. Muhammed b. Ya'kûb<br />
b. Miskeveyh al-Hazin (340-421 H.)<br />
İbn Miskeveyh İran' ın pek eski bir şehri olan<br />
ve bir çok İslam dü şünürleri yeti ştiren (Rey)de<br />
doğmu ştur. Onun, 421 hicri yılında öldüğü kesinlikle<br />
bilinmekte ise de do ğumunun 340 hicri y ıl ı olduğu<br />
pek kesin de ğildir.<br />
Kaynaklara göre İbn Miskeveyh'in babas ının<br />
ad ı (Muhammed), dedesinin ad ı (Ya'kûb), kendisinin<br />
adı da (Ahmed)tir; (Miskeveyh) lakab ın ı sonradan<br />
alm ıştır. İbn Miskeveyh'in dedesi olan Ya'-<br />
kûb, önce Mecûsi imi ş, sonradan Mecûsilikten dönerek<br />
Müslüman olmu ş . İbn Miskeveyh'i baz ı kaynaklar,<br />
sadece, (Miskeveyh) diye, baz ı kaynaklar da<br />
( İbn Miskeveyh) diye yazmaktad ırlar.<br />
9
Ebû Hayyan Tevhic11 ve ondan naklen Yâkût<br />
Hamevrnin bildirildi ğine göre Miskeveyh, tahsilini<br />
doğduğ u Rey şehrinde yapm ış ve önce Kimya, sonra<br />
Mantık, daha sonra da Felsefe ve T ıb dersleri alm ış<br />
ve ayr ıca Tarih ve Edebiyatla da u ğraşmıştır. Ebu'-<br />
1-Kas ım al-Kâtibrnin İsagoci ve Kategorya'ya yazdığı<br />
(Savf el- Şerh)in ortakla şa tashihi dolay ısiyle<br />
Ebû. Hayyân Tevhidi Miskeveyh'in ilk Felsefe hocas ı<br />
sayılabilir. Fakat, o, Felsefeyi ve T ıb'b ı Ebu'l-Hayr<br />
b. al-Hammâr'dan alm ıştır. Nitekim (El-Fevz el-<br />
Asgar) adl ı kitab ında (Nefs) konusunda Ebu'l-Hayr'-<br />
ın tefsirini nakl etmektedir. Ebu'l-Hayr, Yahyâ b.<br />
Adiyy'nin öğrencisi ve Yahya b. Adiyy de büyük<br />
Türk Filozofu Fârâbrnin ö ğrencisi olmakla, Miskeveyh,<br />
Felsefe'de Fârâbl kolundan gelmi ş olmaktad<br />
ır. Fakat, o, bir taraftan da Ebu'l-Hasan al-Amiri<br />
ve onun hocab ı EVI Zeyd el-Belhi vas ıtasiyle<br />
Ebû Zeyd Belhrnin hocas ı El-Kindrden de faydalanmışt<br />
ır. Naml ı Vezir ve Filozof İbn al-Amid te,<br />
Miskeveyh'in Tarih ve Edebiyatta. üstad ı sayılır.<br />
M. Şemseddin'in i şaret etti ğine göre de Miskeveyh.<br />
hayat ının ilk zamanlar ında Muzizzüddevle-i<br />
Deylemrnin veziri Ebû Muhammed Muhallebi (veya<br />
MühelkbOnin hizmetine girmi ş ve bu sâyede ilim ve<br />
irfân ını geli ştirme imkân ına kavu şmuştur; o derece<br />
ki İbn Sinâ'dan sonra bütün ça ğdaşlarının başı<br />
olmuştur. Miskeveyh, Muhammed Muhallebf'den<br />
sonra ilim ve irfan yolundaki yükseli şini de Adududdevle'nin<br />
babas ı Rükneddin'in Sadr'- ı A'zamı İbn el-<br />
A mid al-Kami ve bunun oğlu Ebu'l-Feth Zülkifâteyn'e<br />
ve ondan sonra da bizzat Adududdevle'ye ve onun<br />
oğluna borçludur. Adududdevle, Miskeveyh'i kendisine<br />
Hazinedâr yapt ı ve bu münâsebetle Miskeveyh,<br />
(El- Hâz ın) diye de an ıldı .<br />
Adududdevle'nin ölümünden sonra Miskeveyh,.<br />
Irak'ı b ırakarak Mâverânunnehr ve Harzem taraf-<br />
10
larına geçmi ş ve Harzem Prensinin saray ındaki<br />
İbn Sina, Ebü Sehl Mesihi, EU. Reyhan Biyrüni,<br />
Ebü Nasr Iraki gibi yüksek bilginlerin meclislerinde<br />
bulunmu ş ve Prensin nedimeleri s ıras ına girmi ş-<br />
tir. Fakat. özellikle, İbn Sina'n ın Ilim ve Felsefe<br />
alanındaki şöhretinden ötürü de, onunla aralar ı<br />
daima aç ık aklmışt ır. Nitekim bu yolda şöyle bir<br />
fıkra anlat ılmaktad ır: İbn Miskeveyh, bir gün,<br />
sarayda pek seçkin bir ö ğrencisine ders verirken<br />
içeriye İbn Sina girmi ş ve İbn Miskeveyh'in Matematikteki<br />
bilgisizli ğine i şaret kasd ı ile önüne bir<br />
ceviz atarak: "Bu cevizin alan ın ı arpalar ile ölç!"<br />
demi ş. Bunun üzerine İbn Miskeveyh te İbn Sina"-<br />
nın ahlakça olan zay ıflığına i şaret kasd ı ile onun<br />
önüne hemen Ahlak kitab ından bir parça atarak:<br />
"Sen ahlakım düzelt ki ben de sana cevizin alan ını<br />
ölçeyim" diye cevap vermi ş .<br />
Yine Yakeıt H amevi, Miskeveyh'in Büveyh<br />
Devleti Meliki Adududdevle zaman ında yeti<br />
şip olgunla ştığına ve özellikle Bahauddevle zamanında<br />
pek büyük bir şan ve şöhrete ula ştığına i şaret<br />
eder.<br />
Kifti'nin bildirdi ğine göre de Miskeyeyh, Adu<br />
duddevle'nin özel kitapl ığı müdürlüğünü yapmış,<br />
Iran bilgnileri s ıras ına girmi ş ve ilim meclislerinin<br />
en ileri gelenlerinden biri olmu ştur ve (Tıbta Melikler)<br />
ve (Tecarib'ül-Vmem) adl ı kitaplarını da Adududdevle'ye<br />
ithaf etmi ştir.<br />
İbn Ebi Usaybia'ya göre de M ıskeveyh, Abbasi<br />
Halifeleri zaman ında Bağdat'ta yeti şmi ş olan<br />
namlı İslam Doktorlar ındandır.<br />
Şemseddin Sami de Kamüs- ı Alâm' ında Miskeveyh'in<br />
Bağdat'ta yeti şen naml ı bir Müslüman<br />
11
doktor olduğu kadar Felsefi ilimlerde de pek bilgili<br />
olduğuna işaret etmektedir.<br />
İslam Ansiklopedisi de Miskeveyh'i, Filozof ve<br />
Tarihçi olarak karakterize etmekte ve özellikle ahlâki<br />
fikirleriyle ün aldığını bildirmektedir.<br />
Pintiliği ve siyasal mevki ihtirâs ı, Miskeveyh'in<br />
başl ıca kusurlar ı olarak say ılmaktad ır.<br />
Şimdi, İbn Miskeveyh, felsefi fikirleri ags ından,<br />
özellikle, iki büyük etkinin alt ındadır: bunlardan<br />
biri, zaman ında büyük bir 'şöhrete sahib olan<br />
İhvânussafâ Cemiyetinin Felsefi-Ahlâki görü şleri.•<br />
dir, diğeri de Fârâbi Felsefesidi<br />
İhvânussafâ Cemiyyeti, Abbâsi Devletinin bozulmağa<br />
ba şladığı sıralarda ve Fârâbl'yi İbn Sinâ'ya<br />
bağlayan devrede Şark'ta, büyük Dini, Felsefi ve Siyasi<br />
gizli bir Cemiyyet olarak onuncu yüz y ılda (360<br />
Hicri), Basra'da kuruldu ve sonra Ba ğdat'ta da bir<br />
şu'besi aç ıldı. Bu Cemiyetin maksad ı, Müslümanlar<br />
ı taassubtan kurtarmak, Tabiat ilimlerini ve zihniyetini<br />
hâkim kılmak ve bir Ayd ınlar Ahlâkı meydana<br />
getirmek idi. Bunun için de İslam Şeriâat' ım<br />
Felsefe ve Ilim yolu ile hurâfelerden temizlemek<br />
gâyesini güdüyorlard ı. Bunlar hiç bir din ve hiç bir<br />
mezhebe kar şı olmay ıp her çe şit dinsel kaynaklardan<br />
faydalanma yolunu tuttular, fakat, Hind ve Yunan<br />
ilimini ve felsefesini de elden b ırakmad ılar.<br />
Matematikte Fisagör'a, Mant ık'ta Aristo'ya, Metafizik'te<br />
Yeni-Eflâtuncu'lara, Ahlâk'ta Sokrat'a,<br />
Din Felsefesinde de Fârâbi'ye ba ğland ılar.<br />
Kısaca, tabii ilimler üzerine kurulan Eklektik<br />
bir Gnostisizm, bunlar ın felsefelerinin özelli ğini teşkil<br />
eder. Felsefelerinin temelinde Matematik görü şe<br />
12
dayal ı harflar ve say ılar yer al ır. Bundan sonra da<br />
Manttlea ve Tabii ilimlere geçilir. Fakat, bu felsefede<br />
her şey, nefs'e ve onun kuvvetlerine ba ğlanmak<br />
suretiyle en sonunda mistik ve sihri bir yoldan Ilahi<br />
bilgiye ula şır ki bu felsefenin as ıl karakteri de i şte<br />
bu ruhsal durumudur. Bu felsefenin gayesi de insanın<br />
ruhunu Allah'a yükseltmesi ve O'nunla bir<br />
kılmasıdır. Bu da her şeyden önce (Nefs Tasfiyesi)<br />
ile mümkündür'.<br />
İşte, Ihvanussafa, Fisagor'cu bir zihniyet ile varlığı<br />
sayılarla ve kaniat düzenini de say ıların ili şkileri<br />
ile aç ıklamağa giri ştiler ve Felsefey'yi Fisagor'-<br />
culuk yolu ile halka yayma ğa çal ıştılar. Bu maksatla<br />
da Yunan Felsefesi ile Islam Şeriat' ım uyuşturma<br />
yolunda felsefenin teorik ve pratik bütün<br />
kısımlarına ait olmak üzere ve basitten mürekkebe<br />
doğru giden bir ilimler s ınıflamas ı esasına göre 2<br />
3 yazd ılar. thvânussafa cemiyyetinin ku- (52) risale<br />
rucular ının ve taraftarlar ının kimler olduklar ı ve<br />
bu risaleleri kimlerin yazd ıklar ı kesinlikle bilinmemekle<br />
beraber, özellikle, (Zeyd b. R ifaa) ismi bu<br />
cemiyyete alem olmu ştur.<br />
Ihvanussafâ'ya göre insan ın zihinsel faaliyeti<br />
ilim ve san'at olmak üzere ikiye ayr ılır: Ilim, alimin<br />
nefsindeki ma'lu ırlun şekli veya d ışta bulunan<br />
varlığın daha Latif veya daha ma'kul bir varl ık şeklidir;<br />
san'at ta san'atkar ın nefsinde husule gelip<br />
maddeye ink ılab ettirdi ği bir şeklidir 4 .<br />
Ihvânussafâ, ilimleri, her şeyden önce üç gruba<br />
ay ırm ışlard ır.<br />
A- Matema:tik'e ait ilimler.<br />
B- Şeriat'a ait ilinden<br />
C- Hakiki Felsefeye ait ilimler'.<br />
13
Matematik'e ait ilimler dokuz tanedir:<br />
1— Okuma yazma.<br />
2— Lugat ve Nahv.<br />
3— Hesap ve muamelât.<br />
4— Şiir ve Artiz.<br />
5— Ku ş falc ılığı .<br />
6—Sihir ve Azâim ve Kimya ve Efsun.<br />
7— San'atlar.<br />
8— Alışveri ş, Ticaret.<br />
9— Siyer ve Ahbâr.<br />
Şeriat'a ait ilimler de Ahireti isteme ğe ve Nefs<br />
t ıbb ına ait olmak üzere alt ı tanedir.<br />
1—Tenzil ilmi (Ayetlerin d ışına ait ilim)<br />
2— Te'vil ilmi (Ayetlerin içine ait ilim).<br />
3— Rivâyet ilimleri.<br />
4— Fıkh, Sünnet, Hükümler.<br />
5— Nasihat, Zühd ve Tasavvuf.<br />
6— Rü'ya ta'biri.<br />
Hakiki Felsefi ilimler de dörttür.<br />
1— Matemati ğe ait ilimler.<br />
2— Mant ık'a ait ilimler.<br />
3— Tabiiyata ait ilimler.<br />
4— ilâhiyat'a ait ilimler.<br />
Matematik'e ait ilimler de dörde ayr ılır.:<br />
1—Hesap (Cebir de dahil).<br />
2— Hendese (Mihanik, a ğırlık ta'yini, mesaha<br />
dahil).<br />
3— Astronomi.<br />
4— Müsiki.<br />
14<br />
Mant ık'a ait ilimler de be şe. ayrılır:<br />
1— Şiir (Poetika).<br />
2—H itabet (Retorika).
3— Cedel (Topika).<br />
4— Burhan (Analitika)<br />
5— Safsata (Sofistika).<br />
Tabiiyata ait ilimler de yediye ayr ılır:<br />
1— Cismani mebde'ler.<br />
2— Sema ve âlem.<br />
3— Kevn ve Fesad.<br />
4— Hava olaylar ı .<br />
5— Ma'denler.<br />
6— Nebatlar.<br />
7— Hayvanlar.<br />
ilahiyat'a ait ilimler de be şe ayr ılır:<br />
1— Allah Bilgisi.<br />
2— Aklın basit cevherleri.<br />
3— Nefsler ilmi.<br />
4— Siyaset (Nebilik te dahil).<br />
5— Maâd.<br />
K ısaca; ihvanussafa'n ın Felsefi ilimleri yedi<br />
s ıra göstermektedir:<br />
1—Hesap.<br />
2— Hendese.<br />
3—. Musiki.<br />
4— Astronomi.<br />
5- Mant ık.<br />
6— Tabiiyyat.<br />
7— ilahiyyat 6 .<br />
ihvanussafa'n ın Felsefi ilimlere ait (52) risalesi<br />
(4) grupta toplan ır:<br />
1— Matematik ve Felsefe ilimlerine ait risaleler.<br />
2— Tabii ve cismani ilimlere ait risaleler.<br />
15
3— Psikoloji ve akli ilimlere ait risaleler.<br />
4— İlâhiyata ve Serlata ait risaleler.<br />
Matematik'e ve Felsefi ilimlere ait risaleler<br />
(14) tanedir:<br />
1— Adet (say ı).<br />
2— Hendese.<br />
3— Astronomi.<br />
4— Coğrafya.<br />
5— Musiki.<br />
6— Hesaba ve hendeseye ait nisbetler<br />
7— İlmi san'atlar.<br />
8— Amell san'atlar.<br />
9— Ahlâk ve ahlâkm çe şitli olmas ı sebepleri.<br />
10— İsagoci.<br />
11— Kategoryas (makülât- ı aşere).<br />
12— Hermenyas (ibâre, kaziyye).<br />
13— Birinci Analitik (K ıyas).<br />
14— İkinci Analitik (Burhan) 7<br />
Tabii' ve cismâni ilimlere ait risaleler (17) tanedir.<br />
Bu gurup tabiiyat hallerini ihtiva eder ve<br />
tecrübl ruhiyat ta bu guruba dahildir.<br />
16<br />
ı — Heyûlâ ve Sûret.<br />
2— Sema' ve Alem.<br />
3— Kevn ve Fesad.<br />
4— Asâr- ı Ukiyye.<br />
5— Ma'denlerin meydana geli şi.<br />
6— Tabiat ın mahiyeti.<br />
7— Nebat cinsleri.<br />
8— Hayvanlar ın ve s ınıflar ının meydana ge-<br />
9— Bedenin terkibi.<br />
ı o— Duyular ve duygulanma.
Nutfeden çocu ğun meydana geli şi.<br />
12— Filozoflarm: « İnsan küçük âlemdir» sözünün<br />
anlam ı .<br />
13—Cüz'l nefslerin tabii cisimlere ve insan bedenlerine<br />
sirâyeti hakk ında.<br />
14— ilim elde etmede insan ın gücü.<br />
15—-Ölüm ve hayat ın mâhiyeti.<br />
16—Cismâni ve rülıâni lezzet ve elemlerin mâhiyeti<br />
hakk ında.<br />
17—Lugatlar ın deği şik olmasının sebepleri hakkında'.<br />
Psikoloji ve aldi ilimlere ait risaleler de ( o)<br />
tanedir. :<br />
Fisagor mezhebine göre akli mebde'ler.<br />
2- İhvânussafâ'n ın görü şüne göre aldi mebde'-<br />
ler.<br />
3—Filiozofların: "Mem büyük insand ır" sözünün<br />
anlam ı .<br />
4— Akıl ve ma'kül.<br />
5— Edvâr ve ekvâr.<br />
6— Aşkın mahiyeti.<br />
7— Tekrar dirilme ve K ıymaet hakk ında.<br />
8— Hareket cinslerinin niceli ği hakkında<br />
9— İlletler ve illetlenmi şler hakk ında.<br />
ıo— Hudüd ve rüsüm9<br />
İlâhl keyfiyetlere ve Şeriatlara ait risaleler de<br />
(ii) tanedir:<br />
ı— Düşünceler ve dini hükümler.<br />
2- Allah'a götüren yol.<br />
3— İhvanussafâ'n ın i'tikadları ve Rabbânrlerin<br />
mezhebi.<br />
17
4— Ihvanussafâ mua şeretlerinin keyfiyetleri<br />
ve birbirlerine yard ımları .<br />
5— İyman ın mahiyeti.<br />
6—İlahi nâmus (kanun) ve Nebilik'in şartlar ı .<br />
7— Allah'a da'vet keyfiyeti.<br />
8— Ruhanilerin halleri.<br />
9— Siyasetin çe şitleri.<br />
ı o— Alemin tertibi.<br />
Sihr ve efsunculu ğun mahiyetil°.<br />
İşte, İslam Dini ile Ilim ve Felsefeyi uzla ştırma<br />
gâyesini güden Ihvanussara, yukar ıda bildirdiğimiz<br />
bu risalelerini bir çok yerlere yayd ılar, hatta, tabib<br />
al—Kermâni al-Kurtubi vas ıtasiyle Endülüs'e bile<br />
soktular. Fakat, bu risa ıeler, ihvânussafa'n ın en sonda<br />
bir tak ım harflar ve sayılar sofizmine saplan ıp<br />
kalmas ından ötürü, gerek Din alan ında ve gerek<br />
İlim ve Felsefe alanlar ında büyük hücumlara uğradı .<br />
Bununla beraber bu risalele ı , ayd ınlar ve özellikle<br />
yarı ayd ınlar üzerinde büyük etkiler yapt ı ve daha<br />
sonralar ı da Bât ımyye, Haşhâşiyye, Ismâiliyye,<br />
Dürzi .. gibi birçok fırkalara Safa. Karde şlerinin<br />
i'tikadlar ını aşıladı. Aristo Felsefesi yaln ız yüksek<br />
tabakan ın mal ı olmu şken Safâ Karde şlerinin Felsefesi<br />
halk tabakalar ının Felsefesi oldu ve hatta<br />
Gazali bile bu felsefeden baz ı fikirler ald ı .<br />
İbn Miskeveyh'in felsefi fikirlerinin gerçek kaynağı<br />
olmas ından ötürü de Farâbl'nin İslâmda etkisinden<br />
ve Ekolünden k ısaca söz edelim:<br />
Fârâb i'nin Etkisi"<br />
Fârabi'nin Avrupadaki büyük etkisi yan ında<br />
İslâmdaki etkisi daha büyük ve daha çe şitli olmu ş-<br />
18
tur. O, yaln ız, ba şı bulunduğu Meşşâi Felsefesine<br />
değil, Kelâmc ılara, Ahlakç ılara, Mutasavvıflara ve<br />
İşraki'lere de etkide bulunmu ştur. Mesela: İbn<br />
Sina, Ebu Bekr Razi'nin amprizmi ile Farabi'nin<br />
rasyonalizmini birle ştirmek suretiyle kendi sistemini<br />
kurmuştur. Endülüs'lü İbn Bacce "al-Tadbir al-<br />
Mütevahhid" adl ı eserinde Farabi'nin fa'al ak ıl<br />
nazariyesi ile Eflâtun'un " İde"ler telakk ısini benimsemiş<br />
ve Farabi'nin "Tek ba şına yaşayan bir insanda<br />
da bir hayal, bir hedef vard ır" sözünü ele alarak<br />
bu fikri geli ştirmi ştir. Buna göre insan ın daima bir<br />
ideal hayal etmesi insan ı geli ştiren biricik âmildir.<br />
Bu durum, ruhun yükseli şini ve ak ıllar mertebesini<br />
de açıklamaktad ır.<br />
Kelâmc ı Fahreddin Razi, Farabi'nin kaderciliğini<br />
veya determinist irâda nazariyesini kabul<br />
etmi ştir. Yine Kelâmc ı Gazali, psikolojisinde ve<br />
İlahiyat ında Farabi'den çok etkilenmi ş ve Psikolojisindeki<br />
s ın ıflamayı hemen hemen ondan alm ıştır.<br />
Ahlâçı Nasir-i Tüsi'nin "Ahlak- ı Nas ıri"si de<br />
Farabl'nin ahlak görü şlerinden ilhamlanm ıştir. Celâleddin<br />
Devvâni ve K ınalı Zade Ali de ahlak görü ş-<br />
lerinde Farabi doktrinini ayniyle pe şlediler ve bu<br />
doktrini kendilerinden sonraki ahlakç ılara da devir<br />
ettiler.<br />
Tüsi, ilim ve felsefede de Farabi'den faydalanm<br />
ışsa da Orta Ça ğın en büyük Fizikçisi olan İbn<br />
Heysem, bu fayday ı daha çok sağlamıştır. Önceleri<br />
septik olan bu zât, Farabi'nin etkisi ile, sonraları<br />
amprizm ile rasyonlaizmi birle ştirme yoluna<br />
girmi ştir.<br />
İşraki filozoflar ı olan Şahabeddin Sühreverdl,<br />
Kutbeddin Şirazi, Celâleddin Devvâni ve İbn Tu-<br />
19
feyl de onun psikolojisinden ve metafizi ğinden çok<br />
yararland ılar.<br />
Başta İbn Arabi olmak üzre Mutasavv ıflar da<br />
Farâbrnin metafizi ğinden ve psikolojisinden çok<br />
faydalananlar aras ındad ırlar. İbn Arabi "Vandet-i<br />
Vücud" telâkkisinde Fârâbrnin Emr ve Halk Alemi,<br />
Büyük Alem Küçük İnsan ve Büyük İnsan Küçüm<br />
Alem telâkkilerini geli ştirmi ştir. Fârâbrnin<br />
(Fusüs)u İbn Arabrnin Vandet-i Vücû d felsefesini<br />
deyimleyen (Fusüs)unun temelidir ve Mutasavv ıfların<br />
ilk Felsefi örneğidir. Simavnal ı Bedreddin'in<br />
de Fârâbrnin madde ve ruh telâkkisinden ve Din<br />
senbolizminden etkilendiği (Varidat) adl ı kitab ında<br />
aç ıkça görülmektedir.<br />
Fârâbl'nin Din ve Peygamberlik nazariyesi<br />
kendinden sonraki filozoflar ın birçoklar ı tarafindan<br />
ele ştirilmi ş ise de İbn Arabi ve Mübe şşir b. Fâtik<br />
gibiler tarafından da i'tibâr görmü ştür.<br />
Fârâbi Ekolü":<br />
Fârâbl İslâmda Me şşei okulunu kurmu ş ve peşinden<br />
gidenler de bu okulu Endülüslü İbn Rü şd'e<br />
kadar sürdürmü şlerdir.<br />
Farâbrnin do ğrudan doğruya öğrencileri Bağdat'ta<br />
Yahya b. Adiyy, Haleb'te İbrahim b. Adiyydir.<br />
İbrahim b. Adiyye, psikoloji ve di ğer ilimlere<br />
dair bir çok eserleri ile tan ınmıştır.<br />
Frâbi ba şta olmak üzre Ebu Bi şr Metta' b.<br />
Yûnus'a ve daha ba şkalar ına da öğrencilik yapm ış<br />
olan Yahya b. Adiyy ise Aristo'dan yapt ığı tercü-<br />
20
melerle nam alm ıştır. Bu zât, zaman ı filozoflar ının<br />
başı idi.<br />
Farabi'nin do ğrudan doğruya olmayan, fakat,<br />
onun okulunu sürdüren ö ğrencileri aras ında da Ebu<br />
Süleyman Mant ıki al-Sicistâni: (veya Siczi), Ebu<br />
Hayyân Tevhidi, İbn Miskeveyh, Ebu'l-Farac b.<br />
Tayyib ve İbn Heysem büyük önem ta şırlar.<br />
Ancak, hemen ekleyelim ki Farabi Okulu ilerleyeceğine<br />
gerilemi ştir. Zira, Tabiat Felsefesi, mahiyeti<br />
bilinmez esrarl ı bir ilim haline getrilimi ş, Fârâbî'nin<br />
mant ıki görüşleri de lafazanl ık felsefesi haline<br />
sokulmuştu. Bu devirde, yaln ız, insan nefsi ve<br />
dolays ıyle de Din problemi birinci planda yer almıştı.<br />
Gerçi insan nefsi meselesine Safa Karde şleri<br />
de birinci planda yer vermi şlerdi ama onlar daha<br />
ziyade nefsin garip fiillerini ele alm ışlardı. Bunlara<br />
karşılık ise bu devride nefsin aldi cevheri ve onun<br />
en yüksek akli âleme ula şmas ı meselesi ön planda idi.<br />
Farabi okulundan İbn Heysem, Francis Bacon' ı<br />
da etkilemiş büyük bir İ slam Fizikçisi ve Matematikçisidir.<br />
Ebu'l-Farac b. Tayyib te Aristo'ya yapt ığı<br />
çe şitli şerhlerle naml ıdır.<br />
Ebu Süleyman al-Sicistâni de, özellile, zaman ı-<br />
nın önemli mant ıkçılarındand ır. Aslı kaybolan (S ı-<br />
yan al-Hikma) adl ı eseri ile naml ıdır.<br />
Sicistâni'nin hâkim fikri, vücudun bir oldu ğu<br />
ve Din ile ilim aras ında ayrılık olamayacağıdır. Ona<br />
göre bütün şeyler aras ında vücud bak ımından i ş-<br />
tirak vard ır ve bütün ilimler bir tek ilim formu karşıs<br />
ında iştirak hâtindedirler. Şu halde, Din ile Felsefe<br />
aras ında ayr ılık olamaz. Felsefe, Din hüküm-<br />
21
lerinin desteklenmesine; Din de Felsefenin vard ığı<br />
sonuçlar ı mükemmelle ştirmeğe yarar. Felseff bilgi,<br />
insan nefsinin esas ve gâyesi; Dinsel akide de o gâyeye<br />
götüren yoldur. Allah' ın yeryüzünde vekili<br />
sayılan Akıl ile Vahy aras ında z ıtl ık yoktur.<br />
Fakat, Sicistâni taraftarlar ı da, en sonda, Safâ<br />
Karda şlar ının harflar ve say ılar sofizmine dald ıkları<br />
gibi, bir takım lafızlar ve anlamlarda kalarak sofizmde<br />
karar k ıld ılar. Bu, din ile felsefeyi uzla ştırma ceryan<br />
ı, daha sonra, Kelâmc ılar ve Mutasavv ıflar aras<br />
ında da kâh uyu şmalara ve kâh çat ışmalara sebep<br />
olmu ştur.<br />
Dördüncü hicri yüz y ılda yaşayan Ebu Hayyân<br />
Tevhîdî , Sicistâni'nin en ünlü ö ğrencisidir. Ebu<br />
Hayyân' ın esas vasfi süfiliktir. Çe şitli felsefe konularına<br />
dair mütalaalar ın sonuçlar ın ı bildiren "al-<br />
Mukaabasât veya Mukaayasât" adl ı eseri me şhurdur.<br />
Bu kitap İslam medeniyetinde geli şen ilimler<br />
ve fenlerle bunlar ın geli şme derecelerini ve Ebu<br />
Hayyân ın • kendi felsefi fikirlerini ve özellikle Eflâtun<br />
felsefeyi üzerindeki geli şmeleri gösterdi ğinden<br />
Şark Felsefesi bak ımından pek önemlidir. Ebu Hayyân'<br />
ın "al-Emta' va'l-Müânese" adl ı kitab ı da onun<br />
felsefi fikirlerini gösterir. "El-Hevâmil va'l- Şevâmil"<br />
adlı kitab ı da İbn Miskeveyh ile kar şıtlaşmalar ın ı<br />
ihtiva eder.<br />
Ebu Hayyân'a göre nazari felsefe tek ba şına<br />
yeterli de ğildir; onu, pratik felsefe ile tamamlamalıdır.<br />
Bilgi de hisse de ğil, akla dayanmal ıdır. Ruh<br />
baakidir ve yaln ız ruhsal bir Maad vard ır.<br />
Felsefenin bir tek yolu vard ır, o da, insan ı Tevhid'e<br />
götürmesidir. Bu sebeple felsefeye ba ğlanan-<br />
22
lar Din'e ve Din'e ba ğlananlar da Felsefeye yönetmek<br />
zorundad ırlar.<br />
Ebu Hayyân da hocas ı gibi, kehaneti, farkl ı<br />
derecelerle herkesin sahip olabilece ği ilahi bir kuvve<br />
olarak kabul eder. Peygamberlerin de bazan yan ılabileceklerini<br />
söyler. İnsandaki bütün kuvveler arasında,<br />
akla, en yüksek mevkii verir. Varl ığı derecelere<br />
ayir ır. Ve en nihayet o da, hocas ı gibi, Din ile<br />
Felsefenin birliğini iddia eder.<br />
İbn Miskeveyh'e gelince: İbn Miskeveyh te<br />
Sicistâni ve Tevhidi gibi Eflatun ve Aristo'nun fikirleriyle<br />
İslam Dinini birbirine yakla şt ırmağa çal ışır<br />
ve bu maksatla Farabrnin ak ılc ı yolundan gider<br />
ve onun sistemini Tasavvufa ve İhvanussafa görüşüne<br />
bağlar. Fakat, o, Farabrden esasl ı bir noktada<br />
ayrılır: Farabi'ye göre nazariye birinci planda<br />
ameliye ikinci plândad ır ve ameliye nazariyeye ba ğ-<br />
lıd ır. Miskeveyh'e göre ise ameliye birinci planda,<br />
nazariye ikinci plandad ır. Ba şka bir deyi şle, Ahlak<br />
önce, Ilim ondan sonrad ır. Bu sebeple İbn Miskeveyh<br />
Mant ık'a önem vermeyip özellikle Ahlak felsefesi<br />
üzerinde durur.<br />
İbn Miskeveyh, İhvanussafa gibi, ilimlerin başına<br />
Matemati ği, sonuna da Metafiziği koyar. Bu<br />
ikisi aras ında da Mant ık ve Tabiiyat yer al ır. Fiziğinin<br />
temelinde, Me şşarler, gibi. Madde (Heyülâ)<br />
ile Süret bulunur ve kâinatta bir tertip ve düzen ve<br />
Yeni-Eflâtuncular gibi Allah, İlk Akıl, Nefs, Felek,<br />
Tabiat gibi mertebeler kabul eder. O, önemle, bir<br />
(Tekâmül)den de söz eder ve hayvanlar ın son mei--<br />
tebeleriyle insan ın ilk mertebesi aras ına (Maymun)u<br />
koyar ve böylece bu iki mertebeyi birle ştirir. Farabl."-<br />
nin küçük âlerrı ve büyük âlem görü şü üzerinde<br />
23
durur ve onu geli ştirir ki bu telakk ıyi sonradan Tasavvuf<br />
da aynen alm ışt ır.<br />
Miskeveyh, bilgi meselesinde duyularla akla<br />
birlikte yer vermekle beraber akl ı duyulara üstün<br />
tutar ve duyular alan ından ak ıl alan ına geçmede de<br />
riyazeti, yani duyulardan ve duyulara ait suretlerden<br />
uzaklaşmağı şart ko şar; ihvanussafa gibi his<br />
alan ında kalmayarak ak ıl alanına geçer. Şeriatla<br />
felsefeyi birbirinden ay ırmaz.<br />
İbn Miskeveyh, Metafiziğini üçe böler:<br />
ı — Allah.<br />
2- Nefs.<br />
3— Peygamberlik.<br />
I— Allah:<br />
Allah, nurdur; dolay ısiyle de hem anla şılabilir<br />
hem de anla şılamaz. İbn Miskeveyh burada Farabi"-<br />
ye uyarak, Allah' ın zuhurunun şiddetinden ötürü<br />
gizli kaldığı esas ın ı kabul eder. Allah, zat ı ile var<br />
olduğundan O, vücudu Zorunlu oland ır, Ezell oland<br />
ır, Tek oland ır, Eşsiz oland ır, Cisim olmayand ır,<br />
hareket etmeyen İlk Harket ettiricidir. Miskeveyh<br />
te Aristo'nun Allah hakk ında ileri sürdü ğü cild,<br />
kudret ve hikmet s ıfatlar ını kabul eder ve bu hususta<br />
İbn Heysem'e ve Leibnitz'e önderlik eder. Ona<br />
göre bir insan ilahi gerçe ğe, ancak, bu s ıfatlar ı kabul<br />
etmek, sonra da riyazatta bulunmak ve daha<br />
sonra da akla s ıms ıkı sarılmakla ulaşabilir. ilahi<br />
gerçek te Filozoflar ın gösterdikleri, Peygamberlerin<br />
de da'vet ettikleri ayni bir tek gerçektir.<br />
Miskeveyh'e göre Allah' ı ilmen kavramak mümkün<br />
değildir. Zira, o, insan ın tan ıdığı varl ıklardan<br />
24
hiç birine benzemez. Tersine, o, bütün e şyayı bir<br />
şeyden olmaks ız ın yaratand ır, yarat ış s ıras ı da şöyledir<br />
:<br />
ı — Allah:<br />
Allah, zat ı ile var olan tam ve kamil varl ıktır.<br />
Varl ık, Allah'ta zati, e şyada ise arazidir. Bundan<br />
ötürü de Allah tam ve kâmil, e şya ise noksand ır.<br />
2- İlk Akıl:<br />
İlk Akıl N,eya Fa'al Ak ıl, Allah'tan vas ıtas ız<br />
olarak ilk ç ıkan şeydir. Allah'ın zki feyzi ile sürekli<br />
olarak ili şkide olmakla de ği şmeyip tek hal üzre<br />
ebediyyen baaki kalan varl ık i şte bu İlk A.kıld ır.<br />
3— Nefs:<br />
Nefs, ilk ak ıl arac ı ile Allah'tan var olan ve<br />
akla nazaran harekete muhtac olan ikinci varl ıktır.<br />
4— Felek:<br />
Felek, nefs arac ı ile Allah'tan var olan ve nefse<br />
nazaran harekete muhtac olan ve çenbersel hareketle<br />
hareket eden varl ıktır.<br />
5— Tabiat:<br />
Tabiat, yani tabii cisimler alemi de felek ve<br />
yıldızlar ı arac ı ile hareket eden ve zaman içinde<br />
meydana gelen ve dolay ısiyle baaki olmay ıp daima<br />
deği şip yok olucu olan varl ıkt ır.<br />
Kısaca bütün Mem, bütün varl ıklar, varl ıklarını<br />
Allah'ın feyzinden al ırlar. Bundan ötürü de bütün<br />
alemde bir tertip ve düzen vard ır.<br />
6— İnsan:<br />
Alem, büyük insan; insan da küçük âlemdir.<br />
İnsan, kaniat ın bir özetidir. İnsanlar ın en üstünü<br />
de en bilgili insan olan Filozof'tur.<br />
25
Bu telekki İbn Miskeveyh'in Peygamberlik<br />
nazariyesinin temelini te şkil eder.<br />
Nefs:<br />
Nefs, basit bir cevherdir. Bu cevher, duyular<br />
âlemini duyu organlar ım ız arac ı ile ma'kulleri de<br />
zati kuvveti ile ve zat ında alg ılar.<br />
Basit bir cevher olan nefs, canl ıd ır, baakidir ve<br />
kendinden hareketlidir. Asl ında tek bir hareket<br />
olan bu hareket, yönü bak ımından ikiye ayr ıl ır:<br />
a- Akıl tarafina do ğru hareketi ki bu suretle<br />
ak ıldan nur al ır. Bu hal, mutluluk halidir.<br />
b- Madde tarafına doğru hareketi ki bu suretle<br />
de maddeye ve maddi âleme nur verir. Bu hal de<br />
mutsuzluk halidir.<br />
K ısaca, bizim hareketimiz Felek'in hareketine,<br />
onun hareketi de Nefs'in hareketine dayan ır. Nefsin<br />
hareketi ise zaticlir, nefsten asla ayr ılmaz. Bu<br />
hareket, nefsin hayat ıdır ki buna Kelime, İde, Tohum<br />
denir.<br />
İbn Miskeveyh te âhireti, filozoflar gibi, ruhani,<br />
olarak kabul eder ve ancak nefsin mutlulu ğa<br />
eri şebilece ğini ileri sürer.<br />
111. Peygamberlik:<br />
Miskeveyh, Peygamberlik nazariyesine tekâmül<br />
nazariyesinden ba şlar. Ona göre Peygamberlik,<br />
insanl ığın tâc ıdır ve sonradan kazan ılan bir hâldir.<br />
Bunun yolu da nefsin derece derece yükselerek ak ılla<br />
birleşmesidir ki bu da (Vahy)e ula şmak demektir.<br />
Miskeveylı, vahy ile ilham ı birbirine kar ıştırır<br />
ve hayvanlardaki içgüdüyü vahy olarak kabul eder.<br />
26
Ona göre yaln ız üç çe şit hayvanda vahy söz konusu<br />
olamaz:<br />
a- Sedef.<br />
b- Salyangoz.<br />
c- Küçük kurtlar.<br />
Peygamberlerin görevi cahil halk ı, anlayışlarına<br />
göre, konu şarak uyarmakt ır. Bu sebeple onlar<br />
çoğu kere remzlere, mesellere ba ş vururlar.<br />
Miskeveyh, ahlaki ilimden üstün tutmakla Peygamberleri<br />
de Filozoflardan üstün tutar ve bu noktada<br />
da Filozoflardan ayr ılarak ihvanussafa'n ın tarafını<br />
tutar.<br />
Miskeveyh, Peygamberleri de gönderilen ve<br />
gönderilmeyen diye de ikiye ay ırır ve bu suretle de<br />
İmamlığı kabullenir. O, Peygamberlerle kâhinleri<br />
de birbirinden ay ır ır ve kâhinlerde muhakkak yalanc<br />
ıl ık, Peygamberlerde ise muhakkak dürüslük görür.<br />
Ahlak :<br />
İbn Miskeveyh'n ahlaki görü şlerine gelince:<br />
Miskeveyh zaman ında iki ahlak sistemi vard ı :<br />
bunlardan biri Yunan'dan gelen ve prensipleri (Ptidal<br />
ve Tam Orta) olan Rasyonel Ahlak Sistemi,<br />
diğeri de İblâm'da meydana gelen ve prensipleri<br />
(Tevekkül Sabr ve Rizâ) olan Twavvufi Ahlak<br />
sistemidir.<br />
İbn Miskeveyh, ba şlıca dayana ğı olan ve Aristo'nun<br />
nazari felsefesine dayanm ış olan hocas ı H.-<br />
rabi'yi Pratik Felsefe bak ımından tamamlama ğa<br />
çalıştı ve dolay ısıyle Ahlak alan ında Yunan görüşünü<br />
de tamamlam ış olmakla, Üçüncü Muallim<br />
(Muallim-i Salis) ad ını ald ı .<br />
27
İbn Miskeveyh'in ikinci dayanağı olan ihvanussafa<br />
Cemiyyeti, gerçi, asl ında ahlakç ı bir cemiyyet<br />
idi ise de bunlarda Ahlak Tasavvuf'a ba ğlı idi<br />
ve Felsefeden Tasavvuf'a geçiliyordu.<br />
İbn Miskeveyh'in Ahlak görü şü ise hem içe<br />
ait bir (Ke şf)e hem de (Tecrid ve Mü şahede) ye<br />
dayanmaktad ır ve bundan ötürü de Miskeveyh, bu<br />
her iki görü şü birle ştirmektedir.<br />
Miskeveyh'e göre de insan Sosyal bir varl ıkt ır<br />
ve Ahlak ta ancak bu dünya arzular ı içinde ve bu<br />
Sosyal hayatta gerçekle şir. Sosyal hayat ta, Yunanlıların<br />
kabullendikleri gibi, (Hikmet, İffet, Secaat,<br />
Adalet) ile kaimdir; yaln ız ya şayan bir insanda ise<br />
bu faziletler meydana gelemez.<br />
Miskeveyh'e göre Ahlale ın gayesi üstün Mutluluk'tur.<br />
'Üstün Mutluluk, bütün zaman ve mekanlar<br />
ın üstünde, bütün insan ili şkilerine ait en<br />
yüksek Kemâl'dir, sürekli ve Mutlak İyilik'tir. İnsan,<br />
ilk önce, mizac ın ın gerektirdi ği mutluluğa u-<br />
laşır, fakat, bu, bedene ait d ış mutluluktur. Bu<br />
dış mutluluktan sonra, insan, Akli Mutluluk'a<br />
yükselir, fakat, bu da, sonunda, ferdi bir mutluluktan<br />
ibarettir. Bunun da üstünde bir Üstün Mutluluk<br />
vard ır ki insan bu mutlulu ğu her hangi bir maksat<br />
için değil, fakat, s ırf mutluluk oldu ğu için arzular.<br />
Bunu sağlamak için de nefse ait hazlardan sıyrılmak,<br />
akla sar ılmak ve felsefi ilimlerde tam bir bilgi<br />
edinmek zorunludur.<br />
Mutluluk, her varl ığın kendisinden ç ıkan fiillerin<br />
tam ve mükemmel olarak yap ılmas ından ibarettir.<br />
İnsani ve Üstün Mutluluk ta Akla uygun<br />
olarak ya şamaktan ibarettir ve bu da insan ın Ke-
mâlidir. Akla uygun olarak ya şayan kimse, bütün<br />
Felsefi bilgileri elde eder ve dolay ısiyle varlığın bütün<br />
sırlar ına nufuz ederek irfan sahibi olur; İlahi nurla<br />
nurlan ır; Allah' ın Ebedi inayetine ula şır.<br />
V.stün Mutlulu ğa ulaşman ın şartlar ı şunlardır:<br />
Kuvvetli, s ıhhatl ı, mu'tedil mizaçli olmak ve<br />
ameli fazilete sahip bulunmak, Yukar ıda görmü ş-<br />
tük ki Miskeveyh'e göre, Farabi'nin z ıdd ına, ameliye<br />
nazariyeyi ta'yin eder; ahlak, ilmi do ğrurur;<br />
insan, önce faaliyet içinde ya şar ve derece derece<br />
yükselerek akli faaliyete ula şır.<br />
İbn Miskeveyh, Psikolojik T ıb'ba da önem<br />
verir. Bu da beden ve ruhun birlikte terbiyesi demektir.<br />
İnsan ın terbiye edilecek melekeleri de üçtür:<br />
1— Al ışkanlık :<br />
Bu, iyi kullanıl ırsa bütün faziletlerin kazan ılmas<br />
ını ve insanlar ın yükselmelerini Sa ğlar.<br />
2- Taklit :<br />
Bu da iyi kullan ıl ırsa insanlar bununla birbirlerinin<br />
tecrübelerinden ve ak ıllar ından faydalamrlar.<br />
3— İntibah ( Ruhen Uyanmak) :<br />
Bu da iyiyi ve kötüyü ay ıracak hale gelmektir<br />
ki bu sayede de tam bilgi te şekkül eder.<br />
Kısaca, Miskeveyh, Nazan ve Amell Ahlak' ı<br />
pek büyük bir maharetle birbirine ba ğlamıştır.<br />
yor:<br />
Miskeveyh, (Vasiyyetnâme)sinde de şöyle di-<br />
29
Kalbi, ancak, Hikmet için temizle; kafay ı,<br />
ancak, Hikmet için bo şalt; himmeti, ancak, Hikmet'e<br />
sarf et; Şeriat' ı da elden b ırakma!<br />
İbn Miskeveyh'in belliba şlı eserlerini dört gurupta<br />
toplayabiliriz :<br />
A-Ablalıa ait ba şlıca eserleri:<br />
ı — Al-Tahâra (Pek Ziyade Temizlik).<br />
Miskeveyh, bu kitab ında baz ı tercümeler vas ı-<br />
tasiyle Calinus'un (Ahlâku'n-Nefs)inden ve Yunan'-<br />
ın Megâra okulunun ahlak felsefesinden nakillerde<br />
bulunmakta ve burada Porphyrius vas ıtasiyle de<br />
Aristo'ya dayanarak Hayr ile Mutlulu ğu ayırmaktad<br />
ır. O, bu kitapta, ayr ıca, tekâmül nazaniyesinden<br />
de söz eder.<br />
2- Tahzib al-Ahlak (ve Tathir'al-A'râk.)<br />
Bu kitap hemen hemen al-Tahâra malnyetindedir.<br />
Miskeveyh, bu kitab ında da tekâmül nazariyesinden,<br />
nefs faziletlerinden, sosyal terbiyeden söz<br />
eder. Fisagor, Eflatun ve Sokrat' ı mutluluğu nefste<br />
görenlerden, Revakiler'i de mutlulu ğu nefse ve bedene<br />
te şmil edenlerden sayar. Aristo'ya göre mutluluğun<br />
beden sağlığında, varl ıklı olmada, nam ve<br />
şöhrette, do ğru i'tikadta topland ığını bildirir.<br />
Tahzib al-Ahlak, özellikle, terbiye bak ımından<br />
da büyük bir önem ta şır.<br />
30<br />
3— Tertib al-Sa ğda.<br />
Buda diğer iki ahlak kitab ı gibidir.<br />
Miskeveyh, bu kitab ında da felsefenin bütün
kısımlar ı doğru olarok bilinmedikçe insan ın tam bir<br />
mutluluğa eri şemeyece ğini bildirir.<br />
4— al-Siyer.<br />
Miskeveyh, bu kitab ında da nefs tezkiyesinden<br />
söz eder.<br />
5— Edeb al-Arab va'l-Furs.<br />
O, bu kitab ında da Hind, Iran ve Arab filozoflarının<br />
mesellerinden ve hikmete ait sözlerinden<br />
dem vurmaktad ır. O, bu kitab ında insan ı mutluluğa<br />
götürecek dört asil fazilet tavsiye etmektedir: Ilim,<br />
Tedbir, İffet, Adâlet.<br />
6— Lugaz- ı Kabes (Kebes Bilmecesi)<br />
Bu kitab ın asl ı Fisagor'culardan Filolaos'un ö ğ-<br />
rencisi (Teb)li Cebes'e aittir. Bu kitapta as ıl da'va<br />
Hay ır ve Şer meselesi olup insanlar ı şerden koruyup<br />
mutluluğa eri ştirir ümidi ile Miskeveyh tarafindan<br />
tercüme edilmi ştir.<br />
7— Mecmûa.<br />
Bu mecmûa, Edeb al-Arab va'l-Furs, Câvidan- ı<br />
Hıred, Lugaz-t Kabes in birle şmesinden meydana<br />
gelmiştir.<br />
B-Tıbba ait eserleri:<br />
Kitab al-Ed'iyye. Bu, basit bir t ıb kitab ıd ır.<br />
2—Kitab al-E şribe. Bu, me şrûbat hakk ında bir<br />
kitapt ır.<br />
3— Kitab al-Tabh. Bu, pi şirme usulunu gösteren<br />
bir kitabt ır.<br />
31
İbn Miskeveyh'in T ıb kitapları Ahlâki eserleri<br />
kadar önemli değildir.<br />
C- Edebiyata ait eserleri:<br />
Uns'ül-Ferld. Bu, küçük ho ş hikâyelerden<br />
meydana gelmi ş bir kitapt ır.<br />
2- al-Müstevfâ. Bu, İbn Miskeveyh'in şiirlerinin<br />
en iyilerini ihtiva eder.<br />
3- Kasideler. Bu, Miskeveyh'in pek güzel kasidelerini<br />
ihtiva eder. İbn Miskeveyh'in Edebiyatta<br />
da üstün bir mevkii vard ır.<br />
D- Tarihe ait eserleri:<br />
Tecârib al-Ümem.<br />
Bu kitab ona büyük tarihçi ad ın ı verdiren önemli<br />
bir eserdir. Nuh tüfân ından Adududdevle'nin ölüm<br />
tarihi olan 372 hicri y ıl ına kadar geçen vak'alar ı<br />
toplamaktad ır. Hicretin dördüncü yüz y ılı için pek<br />
ayd ınlat ıc ı bir eserdir.<br />
Miskeveyh rasyonalist bir tarih görü şüne sahiptir.<br />
O, tarihe kar ıştırılan ustürelerden nefret eder.<br />
O, tarihi, kitaptan ziyade hayata uygulam ıştır. O-<br />
nun siyasal meseleler Yan ında ekonomik meselelerde<br />
de pek bilgili oldu ğu görülmektedir.<br />
İbn Miskeveyh, tarihçiler aras ında da pek naml<br />
ıdır. Fakat, hiç şüphe yoktur ki İbn Miskeveyh'in<br />
en üstün eserleri ahlâka ait eserleridir ve bunlardanda,<br />
özellikle, (Tahzib al-Ahlâk) adl ı eseridir.<br />
Burada hemen i şaret edelim ki Miskeveyh,<br />
Psikoldjik ve Ahlâki fikirlerinde, tercümeler yolu ile,<br />
başta Aristo olmak üzre çe şitli Yunan dü şünürlerinin<br />
32
çe şitli eserlerine dayanm ış ve kendisinin çe şitli Ahlak<br />
kitabları da, başta Nasirüddin Tûsi olmak üzre,<br />
kendisinden sonra gelen bir çok İslam Ahlakçı Filozoflar<br />
ına dayanak olmu ştur.<br />
İbn Miskeveyh'in ahlaki fikirlerine girmeden<br />
önce şu önemli noktaya da k ısaca i şaret edelim ki:<br />
İslamda ba şlıca üç Ahlak ceryan ı vard ır:<br />
ı— Kur'an Ahlaki.<br />
2— Tasavvuf Ahlaki.<br />
3— Felsefl Ahlak.<br />
Kur'an Ahlaki, Kitab ve Sünnet ile belirlenen<br />
ahlakt ır. Bu yolda ilk ünlü eser de Abdullah b. al-<br />
Mubârek (öl. ı8o H.) in (Kitâb al-Zühd)üdür.<br />
Tasavvufi Ahlak ta mutasavv ıflar ahlak ıd ır ki<br />
seyr ve sülûke, nefs mücahedesine ve amelleri murakabaya<br />
ait ahlakt ır ve buna Muamele İlmi de denir.<br />
Bu yolda ilk yaz ılan Ahlak Kitab ı da Haris al-Muhasibi<br />
(öl. 243 H.) nin (Al- Reaya)s ıdır.<br />
Tasavvuf Ahlak, özellikle, Psikoloji ve Psikoloji<br />
Tarihi ile yakından ilgilidir.<br />
Felsefi Ahlak ta Yunan ahlak kitaplar ından<br />
tercüme olunmu ş veya o yolda yaz ılmış ahlakt ır<br />
ki bu da tamamiyle Felsefe Tarihi ile ilgilidir.<br />
Ve yine, İslam âleminde ahlak alan ında eser<br />
veren dü şünürlerden özellikle üçü kendilerine has<br />
birer ayrıcal ık göstermi şler ve hakl ı olarak bu yolda<br />
diğerlerinden üstün birer nam alm ışlardır.<br />
Bu naml ı ahlakçılardan biri İmam Gazali ( ı o-<br />
58-1 I I I) dir ki bunun ahlak görü şü bir taraftan<br />
33
Zühd ve Takva'ya diğer taraftan da Tasavvuf'a<br />
dayanan ruhsal bir ahlak görü şü idi.<br />
Bu naml ı ahlakç ılardan biri de yukar ıda sözünü<br />
ettiğimiz Nasiruddin al-Tfısi ( zo ı —1274) dir ki bunun<br />
ahlak görüşü de Ibn Miskeveyh'in (Kitab al-<br />
Tahâra)sine yapt ığı şerh ile kendisine ait olan Ekonomi<br />
ve Siyaset kitaplar ını ekleyerek meydana getirdiği<br />
ahlaki görü şten ibarettir. O, Melik Nasir'a ithaf<br />
ettiği ve Ahlak- ı »iri ad ını verdiği bu kitab ında<br />
ahlak ismini s ırf Felsefi aç ıdan ele al ıp incelemi ştir.<br />
Bu naml ı ahlakç ılardan üçüncüsü ve bizce<br />
en üstünü de İbn Miskeveyh (949-1o3o) tir ki, yukar ı-<br />
da işaret etti ğimiz gibi, bunun ahlaki görü şü. hem<br />
Islam ın Tasavvufundan gelen bât ıni bir ke şf'e, hem<br />
de Farabi vas ıtasiyle Aristo'dan gelen tecride ve<br />
müşahedeye dayanmakta ve onun Ahlaki Ilimden<br />
üstün tutu ş şekli kendisinin büyük özelli ğini te şkil<br />
etmektedir.<br />
Şimdi:<br />
Ibn Miskeveyh'in inceleme konumuz olan (Tahzib<br />
al- -Ahlak) adl ı kitab ı, Kitab ın on maksadına<br />
işaret eden bir Mukaddeme ile (baz ı yazma ve dolayısıyle<br />
basmalarda yediye de ç ıkarılan) alt ı Makaleden<br />
ibarettir.<br />
Maksatlar şunlardır:<br />
1,2- İlk ve as ıl maksat, kendimize, yapt ığım ız bütün<br />
işlerin hep iyi ve güzel i şler olabilmesini ve bu<br />
i şlerin de ayn ı zamanda zorlukla ve s ıkıntı ile değil de<br />
kolayl ıkla ve rahatl ıkla yap ılabilmesini sağlayacak<br />
bir huy kazand ırmakt ır.<br />
3— Ve bu maksadı da bir san'ata göre ve ö ğretim<br />
ve eğitim metodlar ına göre tahukkuk ettirmektir.<br />
34
Yukarıda açıklanan şeyleri yapabilmek içinde, her<br />
şeyden önce;<br />
4- Bizde (Maddeden ayr ı) Ruh diye bir şey olduğunu<br />
bilmeliyiz.<br />
5- Ruh denen bu şeyin nas ıl bir şey olduğunu<br />
bilmeliyiz.<br />
6- Ve Ruhumuzun hangi maksat ve gaye için<br />
bizim bedenlerimiz içinde ve birlikte bulundu ğunubilmeliyiz.<br />
7- Yani, ruhumuzun kemâlinin ve gâyesinin ne<br />
olduğunu bilmeliyiz.<br />
8- Ruhumuzun, tarafımızdan gerekti ği şekilde<br />
kullanıldığı takdirde, bizi Kemal ve Gâyeye ula ştıracak<br />
olan kuvvetlerinin ve melekelerinin neler olduğunu<br />
bilmeliyiz.<br />
9- Bizi bu kemâl ve gâyey ula şmaktan önleyecek<br />
sebeblerin de neler olduğunu bilmeliyiz.<br />
ı o- Ve en nihayet, ruhumuzu paklay ıp saflayarak<br />
onu Kurtulu şa ve Mutluluğa ula ştıracak şey ile ruhumuzu<br />
bozup kötüleyerek onu ümitsizli ğe ve Perişanlığa<br />
uğratacak şeyin ne olduğunu iyice bilmeliyiz.<br />
Makaleler de şunlard ır :<br />
r- Ahlak İlminin Prensipleri: Nefs ve kuvvetleri-<br />
Hayr ve Mutluluk-Faziletler ve Reziletler.<br />
2- İnsan Tabiat' (Huy) ve Terbiyesi; insan ın<br />
kemâle ula şması ve bunun yollar ı .<br />
3- Hayr ve hayr ın kısımlar ı ; Mutluluk ve merttebeleri.<br />
4- Adalet.<br />
5- Muhabbet ve Sadakat.<br />
35
6- Ruh sağlığı : bu sağlığın korunmas ı ve tedâvisi.<br />
Biz bu kitab ım ızda bu alt ı makalenin içerdiği<br />
konular aras ında ayni mâhiyette olanlar ı birlikte<br />
ele alarak konular aras ında baz ı takdim te'hirler<br />
yapt ık; konuların sayıs ını da, yerinde açıkladığımız<br />
sebepten, yediye ç ıkarıp her birine kendine uygun düşen<br />
başlığın! verdik; bütün konular ı meâlen gerekli<br />
gördüğümüz şekilde özetleyip deyimledik ve bu<br />
konulardaki ana fikirleri, dolayısiyle ili şkili bulundukları<br />
diğer baz ı Ahlâkf ana fikirlerle de yine k ısaca ve<br />
topluca kar şılaştırd ık.<br />
Kitab ın birinci makalesinin ilk sayfalar ı Miskeveyh'in<br />
Psikolojik fikirlerini, sonraki sayfalarla diğer<br />
makaleler de onun Terbiyeye ve Ahlâka ait fikirlerini<br />
içermektedir.<br />
36
Konu: I<br />
(RUH VE KUVVETLERI)<br />
İbn Miskeveyh'in Psikolojisi -Aristo Psikolojisi-<br />
-Fârâbl Psikolojisi- -İhvânussafâ Psikolojisi- - İşrâki<br />
( Şahabeddin Sühreverdi, İbn Tufeyl) Psikolojisi-<br />
Karşılaştırma.<br />
İbn Miskeveyh'in birinci makalesinin ilk k ısmını<br />
te şkil eden Ruh hakkındaki fikirleri pek dikkat<br />
çekicidir. O, T ıb alan ındaki büyük bilgisine<br />
dayanarak ruh hakk ında özetle şöyle diyor:<br />
Bizde cisim olmayan ve cisimden parça olmayan<br />
ve araz olmayan ve varl ığı cisme ait bir kuvvete<br />
muhtaç bulunmayan basit bir cevher vard ır<br />
ki i şte biz ona (Ruh) deriz. Ruh, duyu organlar ı-<br />
mızın hiç biri ile his edilmeyen bir cevherdir. Bu<br />
cevherin taiatlar ı ve gâyeleri de cismin tabiatlar ına<br />
ve gâyelerine z ıd ve ayk ırıd ır'. Ruhta de ği şip başkalaşma<br />
yoktur. O, bozulmaz, y ıpranmaz ve cisim<br />
gibi yok olup gitmez. Her şeyi ve her olay ı algılayan<br />
odur.<br />
Eşyanın şekillerini, suretlerini alan ve muhafaza<br />
eden ruhtur; yoksa dima ğ, yani cisim değildir.<br />
Zira, e şyanın şekillerini alan ve zapt eden e ğer cisim<br />
olsa, birbiri üzerine binlerce şeklin intibâı şöyle dursun,<br />
iki şeklin bile birbiri üzerine tamamiyle intiba'-<br />
37
etmesi söz konusu olamaz. Bir şekil cisimde intiba'-<br />
ettiği noktadan tamamiyle silinip yok olmad ıkça,<br />
cismin, diğer bir şekli tam ve mükemmel olarak zapt<br />
etmesine imkân yoktur. Meselâ, bir üçgen şekli<br />
üzerine bir kare veya bir e ğri veya her hangi bir<br />
şeklin tam intibâ ı mümkün değildir. Zira, üçgen<br />
şekli üzerine bir kare şekil intiba' ettirmek istenirse<br />
ikisi de birbirine kar ışır. Hatta, üçgen şeklinden pek<br />
küçük bir parça bile silinmeyip kalsa, o parça, onun<br />
üzerine intiba' ettirilmek istenen kare şeklinin tamamlığını<br />
ve mükemmelliğini bozar. Ve yine, dimağ<br />
yani cisim, sonsuz bir şerit değildir ki şekilleri<br />
sıras ıyla al ıp saklamış olsun. Fakat, ruh, öyle de ğildir.<br />
Dimağ için, yani cisim için mümkün olmayan<br />
şeyler ruh için mümkündür.<br />
Şu hâlde, uzun zamanlar saklad ığımız şekiller<br />
ve fikirler dima ğımızda değil, fakat, ruhumuzda,<br />
ruhumuzun idrakinde sakl ıdır ve baakidir. Zira,<br />
ruh, deği şip ba şkala şmaz. Unutulan şeyler, ruhumuzun<br />
önem vermedi ği ve bundan ötürü de saklamağa<br />
luzum görmedi ği şeylerdir ki bunlar bir müddet<br />
için mevcut kal ırlar ve sonra da silinip giderler.<br />
Kısaca, gerek duyu organlar ımızla his etti ğimiz<br />
ve gerek akl ımızla tasavvur ve tefekkür etti ğimiz<br />
şeylerin hepsinin tam ve mükemmel olarak alg ılanmalar<br />
ı ve yıllarca hafızada saklanmalar ı için değişip<br />
ba şkalaşmayan bir cevherin, yani ruhun varlığına<br />
muhtac ız.<br />
Ve yine, cismin kuvvetleri vard ır, aldığı bilgiler<br />
duyular vas ıtasiyledir. Almak, tutmak ve di ğer<br />
bedene ait şehvetlere ve intikam, ihtiras, galebe,<br />
zafer gibi hislere cisim, duyular ile ula şır ve cisim<br />
yemek içmek suretiyle varl ığını korur ve artt ırır ki<br />
38
cismin kemali de bundan ibarettir. Halbuki, ruhun<br />
kemâli, algı ve düşünce ile ma'kullere, yani alg ılanacak<br />
şeylere, basitlere, hatta mücerred, yani soyut<br />
şeylere eri şip onlar ı kavramak gibi yüksek hususlardır.<br />
Ruh, basit olanlar ı doğrudan doğruya, bire şik<br />
olanları da duyular (hasseler) vas ıtasiyle algılar.<br />
His edilenleri alg ılamak için ruh zat ından d ışarı<br />
çıkar; akla ait olanlar ı algılamak için de his edilenleri<br />
kendinden uzakla şt ır ır, bütün hasseleri hareketsiz<br />
kılarak kendine döner ve akılda bütün e şya hazır<br />
olmakla ruh, his edilenleri kendinden at ınca, ak ıl<br />
ile birleşmeğe doğru harekete geçer.<br />
Cisim gibi nefsin de bir takım kuvvetleri vardır<br />
ki onlar da şunlardır:<br />
ı— Fikir ve nazar (veya Nat ıka) kuvveti.<br />
Bu kuvvet düsünücü, iyiyi kötüyü ay ıtd edici<br />
vu e şyanın gerçeklerini mülahaza edici kuvvettir.<br />
Bu kuvvetin bedende kulland ığı organ yaln ız<br />
dimağdır.<br />
2- Gazab Kuvveti:<br />
Hiddet, cesaret, tehlükelere kar şıkoyma, hükm<br />
etme, kendini beğenme ve yüksek rütbe ve makamlara<br />
ula şma arzusu gibi şeyler de bu kuvvete ba ğlıdır.<br />
Bu kuvvetin bedende kulland ığı organ da kalb'tir.<br />
3— Şehvet kuvveti.<br />
Bu, bütün i ştihalara ait kuvvettir ki buna hayvanî<br />
kuvvet te denir. Bu kuvvetin bedende kullandığı<br />
organ da Karaci ğer'dir.<br />
39
Bu kuvvetin görevi hayat ımız ın gereği olan<br />
yiyecek vt. içeceklerden vücudu faydaland ırmak,<br />
çiftle şme ve her türlü hissi lezzetleri elde etmek için<br />
çp lışm aktır .<br />
Bu üç kuvvet, birbirine ayk ırı olmakla beraber,<br />
mizaçlar ı hasebiyle, birbirlerini kuvvetlendirirler veya<br />
zay ıflat ırlar. Bunda adet ve terbiyenin de büyük<br />
rolü vard ır.<br />
Bu kuvvetlerin şiddetli halleriyle zay ıf ve hükümsüz<br />
bulunduklar ı haller ahlak bak ımından makbul<br />
değildirler. Ahlak ın kabul etti ği derece, bunlar ın,<br />
yaln ız i'tidal derecesidir. Ak ıl kuvveti i'tidalde olduğu<br />
ve kendi zat ından ayr ılmadığı ve zanlara ait bilgiyi<br />
değil de gerçek bilgiyi arad ığı zaman o, Ilim faziletini<br />
has ıl eder ki bunun sonucu da Hikmet'tir. Şehvet kuvveti<br />
i'tidali halinde, akla uymakla, iffei faziletini<br />
gösterir ki bunu da Cömertlik pe şl er. Gazab kuvveti<br />
i'tidali halinde, akla boyun e ğmekle, Hilm (yumu şaklık)<br />
faziletini verir ki bunu da Şecaat pe şler.<br />
Şimdi, fikir ve nazar kuvveti, yani Hikmet, İffet-<br />
ve Şecaat faziletlerinin birbirlerine nispetle olan<br />
kemallerinden ve i'tidallerinden de Adalet fazileti<br />
meydana gelir. Bu esasa göre de bütün Filozoflar<br />
şu dört çe şit faziletten söz etmi şlerdir:<br />
ı — Hikmet,<br />
2- İffet.<br />
3— Şecâat.<br />
4— Adalet.<br />
Bu dört Fazilet kar şılğında da şu dört Rezilet<br />
vara ır :<br />
40
ı — Cahiliik<br />
2- H ırs ve Tama'<br />
3— Korkakl ık.<br />
4— Zulüm.<br />
Kısaca, nefs, canl ıu ır, baakidir, yokluğu kabul<br />
etmez. Vücudun ölümü ile yoklu ğa mahldım olan<br />
insani nefs olmay ıp, ancak, şehvet, gazab ve tahayyül<br />
gibi şeylere ili şkisi olan nefsin cüzleri veya yönleridir.<br />
Nefsin bu hali de iki iddiaya sebeb olmu ştur.<br />
A—Nefs birdir, fakat, çe şitli kuvvetlere sahiptir.<br />
B—Nefs zat ında birdir, fakat, araz ve mevzu'<br />
bakımından çoktur.<br />
Nefsin kemâli hali, En yüksek Mutluluk; noksanl ık<br />
hali de Mutsuzluktur. Nefs, ak ıl yönüne dönüp akla<br />
göre hareket ederse ebedi olan Allah taraf ına dönmüş<br />
ve tam mutlu olmu ş olur. Fakat, gelip geçici olan<br />
madde tarafına dönerse mutsuz olur. Bu yüzden,<br />
bizi En Yüksek Mutluluk'a ula şt ıraca,k şey de, ancak<br />
ve ancak, Felsefedir.<br />
Bu varl ıkta bir Allah' ın vücuduna inand ıktan<br />
sonra Allah için amel etmek mutluluk yoludur. Bu<br />
mutluluk ise ilim ve hikmet ile ele geçer. Peygamberlerin<br />
görevi de insanlar ı bu ebedi mutluluğa<br />
ulaştırmakt ır. Insan, hem nazari hem ameli hikmeti<br />
elde edip kemâle ermi şse hem Filozof olur ve<br />
hem de Ebedi Mutluluğa kavu şur.<br />
Aristo Psikolojisi<br />
Aristo'ya göre hayat, harekettir. Hareket için<br />
de iki şey gereklidir: hareket ettiren ve hareket eden;<br />
yani, Form ve Madde. Canl ılarda form, ruh; madde<br />
de bedendir. Ruh, ancak, beden ile, beden de ancak,<br />
41
uh ile bulunabilir'. Organik âlemle organik olmayan<br />
alemi ay ırd eden ruh bütün hayat olaylar ını<br />
idare eder. Ancak, Aristo'da ruh, psikolojik anlamdan<br />
ziyade fiziyolojik anlamda olup, o, ayni zamanda<br />
bedene şekil veren suret ve bedenin gayesidir 3 .<br />
Beden, ruhun, sadece, âletidir 4. Çünkü, ruh, organik<br />
bedenin Entelechie'dir, dolay ısiyle de hayat<br />
prensibidir. Ruhla beden aras ında formel ve maddi<br />
sebep ili şkisi vard ır.<br />
Aristo'ya göre ruh, üç kademelidir :<br />
ı- Nebat kademesi (Beslenme ve cinsi sürdürüp<br />
çoğalma).<br />
2- Hayvan kademesi (Nebat kademesine ek<br />
olarak his etme).<br />
3- İnsan kademesi (Nebat ve hayvan kademelerine<br />
ek olarak insan ın dü şünmesi ve hareketlerini<br />
bir gâyeye doğru düzenlemesi).<br />
Ruhun bu üç kademesi, a şağıdan yukar ıya, yani<br />
nebattan insan do ğru sürekli bir yükselme gösteren<br />
canl ı varl ıklar mertebeleridir 5 ve her bir üst mertebe<br />
bir alttaki mertebeye hükm eder; dolay ısiyle<br />
de insan bütün kâinata hükm eder.<br />
Nebati ve hayvâni ruhun temeli, dört elemandan<br />
daha üstün ve daha İlahi olan Pneuma'd ır6.<br />
Nebâti ve hayvâni ruhlar bedene ba ğlı olup bedenle<br />
doğarlar ve bedenle ölürler. Fakat, insan akl ının<br />
madde ile ili şkisi yoktur. Ruh, canl ı bir şeyin aktüalitesidir,<br />
fakat, ak ıl hiç bir bedenin aktüalitesi<br />
değildir'. Akıl, ilahidir ve insana d ışar ıdan gelire<br />
ve bedenin ölümünden sonra da vard ır'. Akıl, ruhun<br />
diğer fakültelerinden farkl ıd ır".<br />
42
Aristo'ya göre ruh, ak ıl mertebesinde ikiye .<br />
ayrılır:<br />
t— Aktif Ak ıl.<br />
2- Pasif Akıl.<br />
Aktif akıl ilâhidir, fiilidir, bedene ba ğlı değildir.<br />
O, bedenden oldu ğu kadar ruhtan da önce<br />
vard ır. O, ruhla mekanik bir şekilde birle şen Mutlak<br />
Prensiptir. Aktif ak ıl olmaksızın pasif akıl bir<br />
şey düşünemez".<br />
Pasif akıl ise bedene bağlıdır 12. Dü şünce, aktif<br />
ve pasif aklın her ikisi ile iş görür". İnsan, sadece,<br />
algılarda kalmay ıp dü şünce ile kavramlar te şkil<br />
eder. Kavramlar, deney ve alg ıdan gelirler. Ancak,<br />
kavramlar ın meydana gelmeleri için duyumlar ın,<br />
algıların fa'al olarak i şlenmesi gerekir. İşte, bu bakımdan<br />
akıl, algıya nazaran aktiftir. İnsan ın ölümsüzlüğe<br />
ula şmas ı da, ancak, en aktif olan ak ıl iledir".<br />
Aktif ak ıl, aktif olarak bilir. Onun bilgisi aktüel<br />
bilgidir, yani o, kendi objesi ile aynidir; dolay ı-<br />
siyle bu akıl bütün insanlarda ortakt ır, aynidir.<br />
Aktif akıl ve Allah maddi olmayan formlard ır<br />
ve aktif ak ıl Allah'tır's. Bilginin sadece potansiyalitesine<br />
sahip olan pasif akl ı aktüel olarak bilme ğe<br />
yeterli k ılan Allah't ır. Aktif ak ıl, her şeyi yapabilen<br />
fâil ve hareket ettirici sebep; pasif ak ıl ise her şey<br />
olabilen madde gibidir. Yaln ız Allah, yaln ız Ezdi<br />
ve Ebedi olan Zekâ ölümsüzdür. İnsan, duyumlar',<br />
algılar ı ve hâfızası ile hayvan ın aynidir, fakat, akl ı<br />
ile Allah'a benzer.<br />
Insanda iradeye gelince: arzu, insanda, hem<br />
duyum hem de ak ıl vasıtasiyle doğan Arzu, duyum<br />
43
vasıtasiyle do ğduğunda, o, i ştiha olur. Fakat, ak ıl<br />
vasıtasiyle do ğduğunda, o, irade olur. İştiha ile irade<br />
aras ında da ihtiyar, yani kendi kendine karar verme<br />
gücü yer al ır.<br />
Ihtiyar gerçektir. Bunun böyle oldu ğunu ahıâki<br />
yüklemler ispatlamaktad ır. İlıtiyâr ın özü de<br />
seçmekten ibaret olan kendili ğindenliktir. Fakat, seçme<br />
işinde gerçekten hür olan, yaln ız, olgun insandır.<br />
Hayvanlarda da çocuklarda da gerçek seçme<br />
i şinden söz edilemez.<br />
İrademiz, i şlemlerimizin maksat ve gâyelerini<br />
karar alt ına al ır. Bu maksat ve gâyelerin do ğruluğunun<br />
dayand ığı şeye de Fazilet denir".<br />
Fârâbi Psikolojisi<br />
Fârâbi'nin psikolojisi, fiziki gibi, metafizi ğine<br />
bağlıdır. Dolayısiyle o, psikolojisinde her ne kadar<br />
mistik bir aç ıdan hareket ederse de en sonda deLerminizme<br />
ula şır'.<br />
Farabi'ye göre de insani nefs veya ruh cismani<br />
olmayan, dolay ısiyle mekanua yer kaplamayan basi t.<br />
bir cevherdir. Bu cevher vehme de dahil de ğildir.<br />
Zira, o, Emr Alemindendir". İnsan, hakikatta, bu<br />
cevherden ibarettir. Beden te şekkül edince bu cevheri<br />
kabul edebilecek duruma geldi ğinde bu cevher<br />
de zul ıura gelir, fakat, bedenle birlikte yok olmayıp<br />
bedenden sonra da devam eder; ama bedenden<br />
bedene de geçmez".<br />
Bedenin varl ığının kemâlini ruh, ruhun varlığın<br />
ın kemâlini de akıl sağlar20. Bu kutsal ruh öyle<br />
bir ruhtur ki bât ına meyl edince kendisinden zâhir<br />
kaybolmaz, zâhire meyl edince de kendisinden bâ-<br />
44
tın kaybolmaz. Onda hiç bir hâl ve şân diğer bir<br />
hâl ve şân ı engellemez. Bu kutsal ruhun etkisi bütün<br />
âleme ve âlemdeki cisimlere geçicidir.<br />
Basit bir cevher olan ruh, yer kaplamas ı ve<br />
bölünmesi söz konusu olmayan ma'kulleri alg ılar<br />
ve fa'al ak ıl vas ıtasiyle kuvve derecesinden fiil derecesine<br />
ç ıkıp tam ak ıl olur. Fakat, insan, gerçek bilgiyi<br />
kendi kafas ının gayreti ile elde edemez. Çünkü,<br />
insan bilgisinin ba şlangıcın ı duyular te şkil etmektedir.<br />
Onun için gerçek bilgi, insana, üstten, yukar ı-<br />
dan bir yerden gelir.<br />
Başka bir deyi şle, Fârâbl'ye göre insan ruhu<br />
bir aynad ır ve nazari ak ıl da onun cilas ıdır. Ma'kul<br />
suretler, Tanr ının feyzi, ile, onda in'ikâs eder. Fakat,<br />
bu durumu sa ğlayabilmek için ruhu temizlemelidir.<br />
Ruhu temizlemek te hissi lezzetlerden zihni<br />
lezzetlere yükselmek demektir ki bu da Şehvet, Gazab<br />
ve Tahayyül derecesinden Ak ıl derecesine ç ıkmakla<br />
mümkündür.<br />
ihvânussafâ Psikolojisi<br />
ihvânussafa'ya göre nefs cevheri veya lâtif<br />
ruh denen şey, semâvi, ruhani, nurani, şeffaf, nurlu,<br />
hafif, basit, Allah kelimelerinden bir kelime, Allah'-<br />
in kendi ruhunda Adem'in cesedine nefh etti ği ve<br />
onu canl ı kıldığı bizâtihi canl ı, yemeyen ve içmeyen<br />
ve varl ığı ve bakaas ı için cesede muhtaç olmayan,<br />
cismi hareket ettirici, cisimleri tedbir edici, e şya=<br />
suretlerini alg ılayıc ı, cisimle zâhir olucu ve her canlının<br />
ve özellikle insan ın kendisine muhtaç oldu ğu<br />
bir ruhtur, bir cevherdir.<br />
Bu cevher, his edilen ve dü şünülen şeylerin<br />
(mahsûsât ve ma'kûlât ın) suretlerini alg ılamada<br />
45
âdeta bir ayna gibidir. Nas ıl ki ayna tozsuz ve cinlanm<br />
ış olduğu zaman cisimlerin suretleri onda olduklar<br />
ı gibi görünürler, fakat, ayna tozsuz ve cilâh<br />
olmayıp paslandığı zamanda da cisimlerin suretleri<br />
o aynaya hakikatlari üzre aks etmenler ve olduklar<br />
ı gibi görünmezler. İşte, nefs te ayni böyle<br />
olup fena huylarla paslanmad ığı, kötü amellerle<br />
kirlenmedi ği, bozuk i'tikadlarla kar ışmayıp her şeye<br />
hakikatlar ı üzre alim olduğu ve sâf ve pâk ve bir<br />
cevher olduğu zaman kendi âlemindeki ruhani e ş-<br />
yanın suretleri kendisine hakikatlari üzre aks edip<br />
görünürler ve nefs te onlar ı hakikatlar ı üzre alg ılar<br />
ve hasselerine gizli kalan şeyleri ak ıl ile mü şahede<br />
eder. Nas ıl ki hasseler, ancak, bozuk olmay ıp sağlam<br />
ve s ıhhatl ı olduklar ı takdirde cismani şeyleri<br />
mü şahede edebilirler. Fakat, nefs, e ğer huyunaa,<br />
i'tikad ında, ilminde bozuk ve kirli olursa ve bu halinde<br />
devam ederse ruhani şeylerin hakikatlar ını algılamaktan<br />
yoksun kal ır ve Allah'a kavu şamaz.<br />
Nefs, böyle kirli halinde zat ın' göremez; zat ın" göremediği<br />
için de zat ındaki güzel, Şerif, leziz, arzuya<br />
lay ık olan şeyleri de görüp bilemez; ve dolay ısiyle<br />
Ahireti ve A.hiret ni'metlerini de bilemez.<br />
Kısaca, insan ın, hakikata, Allah'a ula şabilmesi<br />
için nefs tasfiyesi ve terbiyesi, dolay ısiyle, ahlak<br />
temizli ği ve güzelliği şartt ır. Nefs tasfiyesi insan cevherinin<br />
özüdür 21 .<br />
Ve yine nefs, bir nurdur, bir i şraktır ve külli<br />
nefsin feyezan ından ve cüz'ünden ibarettir". KWh:<br />
nefsin cüz'i nefse feyezan derecesi, cüz'i nefsin madde<br />
deryas ına, yani cismani lezzetlere meyli derecesiyle<br />
düz orant ılı ise de cüz'I nefs bu madde dünyas<br />
ından, gerçek ilim ve maarif ile, uzakla şıp safla ştığı<br />
46
mertebede külll nefs te cüz'i nefse bir anda şiddetli<br />
bir feyz verir, onu kendine çeker ve onu ebedi sevince<br />
kavuşturur<br />
Enbiyâlarm, hakiki Filozoflar ın ve Kâhinlerin<br />
nefsleri küllî nefsten ziyadesiyle feyze kavu şmu ş<br />
olan nefslerdir 23. Peygamberimiz: "Nefsini bilen<br />
Rabb ını bilir" buyurmu ştur.<br />
Ve yine Filozoflar ın nefsleri fiilerinde, bilgilerinde<br />
ve ahlâklar ında Feleklerin nefslerine benzemeğe<br />
çal ışır. Külli nefs te y ıldızlar ı harekete getirmede,<br />
Felekleri döndürmede, kâinat ı teşkilde Allah'a<br />
benzer ve bütün bunlar Allah'a tâat, kulluk ve i ş-<br />
tiyak izhar eder. Bu sebeptendir ki Filozoflar: "Allah<br />
ilk ma'şuktur" demi şlerdir24 .<br />
İnsan doğar, büyür, terbiye görür ve sonra<br />
âlim, Filozof, Hakim olur. Filozoflar ın en üstünü de<br />
insan ı insâni hayra ve gerçek ilahi ilme te şvik edendir25<br />
.<br />
işraki Psikolojisi<br />
İşrâkiler konusunda Şahabeddin Sühreverdi ile<br />
İbn Tufeyl'den söz edece ğiz.<br />
( Şahabeddin Siihrevercli)<br />
(M. 1153-1191)<br />
Azerbeycan'da do ğan Şahabeddin Sühreverdi<br />
gerek doğrudan doğruya gerekse İbn Sina. vasıtasiyle<br />
Yeni-Eflâtunculuktan gelen Felsefi Tasavvufu<br />
sistemle ştirerek ( İşrâki) okulunu kurmu ş, iran'-<br />
da Kutbeddin Şirâzi, Endülüs'te de İbn Tufeyl onu<br />
peşlemişlerdir.<br />
47
i şraki doktrninin Şark'ta resmi kurucusu Şahabeddin<br />
olmakla beraber, daha önce, ihvanussafa,<br />
Yeni-Eflâtuncular ın felsefi tasavvufundan ziyadesiyle<br />
etkilenmi şler ve yukar ıda i şaret etti ğimiz gibi:<br />
"Ruh bir nurdur, bir i şrakt ır" demi şler ve İşrakilere<br />
pek bir yak ınlık göstermi şlerdir. İbn Miskeveyh<br />
te ihvanussafa'n ın etkisi ile ruhu bu s ıfatlarla da<br />
s ıfatlam ış26, dolay ısiyle o da İşrakilerle bu noktada<br />
bir benzerlik göstermi ştir.<br />
Şahabeddin Sühreverdi şöyle diyor:<br />
Biz kendimizde maddeden tamamen ba ğıms<br />
ız ve ona üstün bir nefsin varl ığını algılıyoruz.<br />
Allah ve Nat ık Nefs cismani de ğildir; ancak, ikincisi<br />
mevcut olmak için bir bedene muhtaçt ır, fakat,<br />
birincisi bedene muhtaç de ğildir. İnsan nefsi ebedidir,<br />
dolayısiyle, ferdi ruhlar ebedidir".<br />
Adem, derece derece zulmetten nura yükselen<br />
bir geli şme seyri pe şler. Bu seyr, maddeden hayata,<br />
hayattan ruha, ruhtan da Allah'a do ğru olup bu<br />
derece derece yükseli şte her kademe zulmetten biraz<br />
daha ayr ıl ıp nurlan ır ve bütün varl ık, en sonda,<br />
(Nurlar ın Nuru)na kavu şur ki bu da (Allah)t ır.<br />
Şahabeddin, Nur, insandan Allah'a yönelmek<br />
bak ımından mefhum nurdur", fakat, bütün alemi<br />
aydınlatmak bak ımından hakiki nurdur" telakkilerini<br />
birle ştiriyor. Nur, ne Memin içinde ne de<br />
dışındad ır; ne Meme biti şik ne de alemden ayr ıdır.<br />
Her nurun ba şlangıcı zulmetten ibaret olan bir cisimdir.<br />
Ancak, her nurun yöneldi ği istikamet sonsuz<br />
olup nurlar ın nuruna kadar gider. Alem, Nurların<br />
Nurunun her an tahakkukundan ibarettir».<br />
48
(İbn Tufeyl)<br />
(M. 1106-1185)<br />
i şraki Felsefede Şahabeddin'i Endülüs'te İbn<br />
Tufeyl pe şlemi ş ve (Hayy b. Yakzan) adl ı Felsefi<br />
Roman ı ile büyük bir nam yapm ıştır.<br />
İbn Tufeyl, ruh hakk ında şöyle diyor:<br />
Biz varl ığı her türlü buud ve keyfiyetten s ıyr ılmış<br />
olarak alg ıllyoruz. İşte, insan ın hakiki cevheri<br />
buradad ır. Bu, ne hasseler, ne de muhayyile ile algmabilir.<br />
Bu cevherin mutluluğu, Allah ile birle ş-<br />
mesinde; felaketi de Allah'tan uzakla şmas ındadır.<br />
Allah'a ula şmak için s ırf tefekkürden ibaret kalmak<br />
gerektir'.<br />
İbn Tufeyl, (Hayy b. Yakzan) ında şöyle demektedir<br />
:<br />
Madem ki her olayda bir sebep ve sonuç vardır,<br />
o halde, bütün cisimler aleminin de bir sebebi<br />
olmas ı gerekir. Alem, bir vandettir ve ezelidir. Alemin<br />
varl ığını sürdüren ve onu harekete getiren bir<br />
âmil vard ır ve o âmil de cisim de ğildir ve olamaz.<br />
Mem, ancak, nuru her tarafa yay ılan ve safl ık<br />
derecesine göre az çok bütün varl ıkta tezahür eden<br />
Allah'tan ibaret görünür (Panteizm). Çokluk, yalnız,<br />
cisim ve hasse ıer için mevcuttur. Dü şüncelerimiz<br />
bu tema şas ına doyarnadığım ız varlığı meydana<br />
getirenin iyili ğine ve kemaline yönelmelidir. Zira,<br />
Ondan başka varl ık yoktur. İnsan, Allah'', hem<br />
nefsinde hem alemde tema şa eder. Nefsinde, vecd<br />
halinde, derece derece bütün ruhlar ı görür. Duyular<br />
âleminde ise insan yaln ız kendini bulur ve bu takdirde<br />
de İlahi Alemi kaybeder.<br />
49
Kısaca, İbn Tufeyl'e göre felsefenin buldu ğu<br />
hakikatlar acizdir. Gerçek varl ığa, hakikata ula şabilmek<br />
için ruhumuzu maddi âlemden temizleyeceğiz<br />
ve s ırf tefekkürden ibaret kalaca ğız 32.<br />
Karşılaştırma<br />
t— İbn Miskeveyh, Aristo, Farabi ve ihvanussafa<br />
ve İşrakiler ruhun ma'kulleri alg ılayan ve cismani<br />
olmayan bir cevher oldu ğunda birle şmektedirler.<br />
2—İbn Miskeveyh ve ihvanussafa ruhun hem<br />
ezeliliğine hem ebedili ğine inanmaktad ırlar. Fakat,<br />
Aristo ve Farabi'ye göre ruh, bir bedenle ba şlar;<br />
bedenden önce ruhtan söz edilemez. Aristo ve Fal-abi,<br />
ruhun ezelili ğine değil, yalnız, ebediliğine inan ırlar.<br />
Ancak, Farabi bu fikrende de pek aç ık değildir.<br />
Farabi, ruhun bedenden ayr ıldıktan sonraki<br />
hali hakk ında, yani âhiret hakk ında da çe şitli fikirler<br />
ileri sürmektedir. O, bazan, âhiret yoktur; hazan,<br />
âhiret vard ır; bazan da âhiret yaln ız âlem<br />
nefsine mahsustur der. Farabi, ahlaki görü şlerini<br />
ruhun ebedili ğine dayand ırmakla ruhun ebediliğine<br />
meyl etmiş görünürse de, yukar ıda da dedi ğimiz<br />
gibi, bu nokta da onda aç ık değildir. Onun bu birbirine<br />
z ıt fikirleri kar şıs ında Farabi, ferdi ruhun<br />
ezeliliğine de ebedili ğine de inanmaz demek te mümkündür.<br />
3—"Ruh bir nurdur, bir i şrakt ır" sözünde İbn<br />
Miskeveyh, Farabi, thvanussafa ve i şrakiler birle ş-<br />
mektedirler ve bu noktada hepsi özellikle, Kur'-<br />
andaki (Allah, göklerin ve yerin nurudur) ayetinden<br />
etkilenmi şlerdir.<br />
50
4— Hakikata, yani Allah'a ula şmak için Aristo,<br />
FarabI ve İhvanussafa ve İbn Miskeveyh, baz ı farklarla<br />
da olsa, nefs tasfiyesinin lüzumu üzerinde birleşmektedirler.<br />
Bunlar ın hepsi de hakikata ula şmada<br />
ruhun his aleminden ak ıl alemine, yani ruhun<br />
şehvet, gazab ve tahayyük derecesinden ak ıl derecesine<br />
yükselmesini zorunlu görmektedirler.<br />
51
Konu: II<br />
(ÇOCUK TERBİYESİ VE AHLAK )<br />
İbn Miskeveyh'in Ahlaki dü şüncelerine giri ş :<br />
Çocuk terbiyesi ve ahlak - İnsan ın varabileceği yüksek<br />
mertebeler- İnsan bütün varl ıklardan şereflidir<br />
-Cans ızlar, Nebatlar, Haybanlar ve İnsanlar<br />
arasında kar şılaştırma- -Aristo'da çocuk terbiyesi<br />
ve ahlak- -Farabi'de çocuk terbiyesi ve ahlak- -ihvanussafa'da<br />
çocuk terbiyesi ve ahlak-.<br />
Ibn Miskeveyh, Terbiye ve Ahlaki fikirlerinde,<br />
yukar ıda i şaret etti ğimiz gibi, tercümeler arac ı ile<br />
ve ba şta Aristo olmak üzre, özellikle Yunan dü şünürlerine<br />
dayanmaktad ır.<br />
Miskeveyh Ahlaki meselelerden önce Çocuk Terbiyesini<br />
ele al ıyor ve bu konuda, özellikle, Şam'l ı Ebü<br />
Osman' ın terümeleri vas ıtasiyle, Yunan'da Megâra<br />
Okuluna bağlı Brossen'e dayanarak şöyle diyor:<br />
Ahlaki faziletlerin kayna ğı çocuklar ın iyi şekilde<br />
terbiye edilmelerindedir. Çünkü, insani cevherin,<br />
yani ruhun varl ığı Allah'ın yarat ıcı ve fail kudreti<br />
ile ilişkili ise de bu ruh cevherini terbiye edip güzelle ş-<br />
tirmek insan ın kendi iradesine b ırakılmışıtr. Çocukta<br />
her şeyden önce (Utanma) duygusunu geli ştirmeli,<br />
yani çocuk iyiyi kötüyü ay ırd etmeli ve kötü şeyler<br />
yapmamal ı. Utanma duygusu, terbiyenin ve terbiyeye<br />
müsâid olman ın temelidir. Sonra, çocu ğa<br />
52
ne yeyip ne içmesi gerekti ği ve ne biçim yeyip içeçeği<br />
; ne giyinip ku şanması gerektiği ve nasıl giyinip<br />
ku şanacağı ; nerelerde oturup kalkmas ı gerektiği ve nasıl<br />
oturup kalkaca ğı öğretilmelidir. Sonra da çocuklara<br />
çocuk gözü ile bakmamalt onlar ı da adeta saygıya<br />
layık bulduğumuz büyükler derecesinde bulundurmal<br />
ılıdır. Yani, onlara saygı ile bakmal ı, onları sayarak<br />
ve büyülterek konu şmal ı, yanlar ında kötü kimselerin<br />
kimler olduğunu belirtmeli ve onlar ı yermeli<br />
; iyi kimselerin de kimler oldu ğunu belirtmeli<br />
ve onlar ı da övmelidir. K ısaca, çocuklar ın kendileri<br />
ba şta olmak üzere iyi insanlar ı överek ve<br />
büyülterek kötü insanlar ı da kötüleyip küçülterek<br />
onları şehvete ait ve faydas ız çirkin zevklerden soğutup<br />
onlar ın zihinlerini ve fikirlerini, fikrin, ruhun<br />
zevk aldığı ilimlere, güzel san'atlara ve faziletlere<br />
yöneltmelidir. İşte, ancak böyle bir terbiye iledir<br />
ki çocuklar ımız ı, büyüdükçe, yüksek ahlâka ve yüksek<br />
fikirlere yakla ştırabilecek ve onlar ın ruhlar ını<br />
Gerçek Ftlsefenin tesbit etti ği yüksek mertebeye yükseltip<br />
ulaştırabileceğiz. Bunun için de her şeyden<br />
önce çocuklar ımızı daima kendileri gibi çocuklarla<br />
bir arada bulundurmamal ıyız; tersine, onlar ı, çoğunlukla<br />
ahlaki temiz ve bilgili büyük kimselerin<br />
meclislerinde bulundurma ğa çalışmal ıyız. İşte, bu<br />
gibi meclislerde terbiye gören çocuklard ır ki dünyada<br />
iyi ilişkiler içinde ve sayg ı içinde yaşarlar ve<br />
geçimliklerini kolayl ıkla kazanırlar. Onlar ın rağbet<br />
ve i'tibar ettikleri kimseler de daima bilgili ve<br />
ahlaklı kimseler olurlar.<br />
Kısaca, Aristo'nun da Ahlak ve Makülât kitaplarında<br />
i şaret etti ği gibi kötü bir insan, genellikle,<br />
terbiye ile, iyi bir insan olabilir.<br />
53
insanların varabileceği yüksek mertebeler<br />
İnsan ın maddi kısm ı, ayni nebatlar ve hayvanlar<br />
gibi, yemek ve içmekle ve tabiat ın terbiyesi ile a-<br />
d ım ad ım, kemâle ula ştığı gibi, insanın ma'nevi varl ığı<br />
da iyi bir ahlak ile yükselir ve kemâle ula şır. İnsan ın<br />
ma'nen kemâle ula şmas ı, iyi ahlaki ve fikir düzeni<br />
sebebi ile, yüksek bilgilere haris olmas ı ve ad ım ad ım,<br />
daima onlar ın pe şinden ko şmas ı ile mümkündür. Çünkü,<br />
yüksek bilgiler, onun kemâlini destekler ve ortaya<br />
çıkarır. Bu söylediklerimiz tabii bir kanundur.<br />
İnsan, eğer, bütün varl ıklar ı bütünlüğü ve parçaları,<br />
as ıllar ı ve özellikleriyle gerekti ği gibi bilir ve dolayısiyle<br />
bütün ilmi kuvvet ve melekelerini ilmi bir tertip<br />
ve düzen üzre bulundurursa o zaman o insanda bütün<br />
varl ıkların süretleri hani olur; o insan, bir bak ıma,<br />
o sûretlerin ayn ı olur. Ve böyle bir insan da, art ık,<br />
(Küçük Adem) sözüne lay ık olur.<br />
Miskeveyh, insan ın, maddi ilimlerden başlayıp<br />
yavaş yavaş daha şerefli olan ma'nevi ilimlere yükselebileceğini,<br />
oradan da daha da şerefli olan ilahi ve<br />
gizli ilimlere ulaşabilece ğini söylüyor ve ilimlerin başına<br />
da (Mant ık) ı koyuyor. Zira, Mant ık, ona göre,<br />
doğru anlamanın ve içgüdüsel akl ın aletidir.<br />
Ahlak meselesi, adeta, san'at hükümündedir ve<br />
bütün güzel san'atlar ın en üstünüdür ; yeni, insan ın,<br />
insan olmas ı bakımından, bütün i şlediklerini ve hareketlerini<br />
parlak bir surette bulundurmak san'at ı...<br />
Bu ahlak san'at ı, faydal ı olan diğer san'atlardan<br />
çok yüksektir. Zira, mesela Tabakl ık, bir temizleme<br />
san'at ıdır. Bunda ölü hayvanlar ın derileri<br />
temizlenir ve bu deriler bir çok i şlerde temiz temiz<br />
kullan ılır. Bu husus, tabakl ığın gâyesidir. Ve yine,<br />
54
Doktorluk san'at ı insanlar ı kederlerden, vehimlerden,<br />
hastal ıklardan ve buna benzer şeylerden temizler<br />
ki bu gibi temizlikler, sadece, maddi, bedene ait<br />
temizliklerdir. Fakat, ilimlere ait fikir hareketleri<br />
de dahil oldu ğu halde, Ahlak san'at ı, insan ı, maddi<br />
ve ma'nevi pisliklerden temizler.<br />
Bu konunun gayesi, insanlar aras ındaki ahlaki<br />
farkı görmektir. Herkes insan ismini alabilir, fakat,<br />
ahlakl ı ve ahlaks ız insanlar ayr ıdırlar ve birbirlerine<br />
z ıtt ırlar, ayk ırıdırlar ve birbirlerinden çok uzakt<br />
ırlar. Her şey, kendi misline uygundur; yaln ız insan!..<br />
(Bu noktada Tahzib al-Ahlak kitab ın ın baz ı yazmalarında<br />
baz ı hadis ve rivâyetler ele al ınarak şöyle<br />
denmektedir : İnsanlar, ya güdücüsü olmayan bir<br />
sürü deveye benzetilmi ştir ki onlar ın her biri ba şka bir<br />
yöne gider; ya da bir tara ğın di şlerine benzetilmi ş-<br />
Ierdir ki bu benzeti şten de onlar ın e şit oldukları<br />
anlat ılmak istenmi ştir. Fakat, insanlar ın yarat ı-<br />
lışlarm ın kendilerine bah ş etti ği hüriyyet, yani<br />
cüz'i irade, fazilet ve iyi ahlak veya rezilet ve kötü<br />
ahlak yollar ından birine gitme ği mümkün kıldığından<br />
yollar ının t ıpkı ba şıboş deve sürülerinde oldu ğu<br />
gibi ayrılması tarak di şlerindeki istikamet<br />
bozar. Bu e şitlik, yalnız, fazilet ve iyi ahlak<br />
sayesinde söz konusu olabilir.)<br />
Ve madem ki insani cevher, yani ruh, alemde<br />
mevcut olan şeylerden hiç bir şey ile ortakl ık kabul<br />
etmiyecek surette pek şereflidir, varl ıklar ın en şereflisidir,<br />
o cevherden zuhur eden her türlü hareketler<br />
ve i şler de cevherine uygun olmak gerektir ve<br />
bu da onun kemalidir.<br />
İnsana mahsus iki kemal, yani son tekemmül<br />
vard ır. Bunlardan biri ( İlmi Kemal), di ğeri de (A-<br />
55
meli Kemâl)d ır. İnsan, birincisi ile ilimleri elde<br />
eder; ikincisi ile de i şlerini ve hareketlerini tertipler<br />
ve düzenler. Filozoflar ın insan hakk ında tesbit<br />
ettikleri kemâl, i şte bu iki kemald ınt Onlar, Felsefe'yi<br />
de ikiye ay ırırlar: Nazan ve Ameli. Ve insan ın<br />
tam mutluluğunun da, ancak, felsefenin bu her iki<br />
kısmında da tam kemâle eri şmesi ile mümkün ola<br />
bilece ğini söylerler.<br />
Birinci kemâl, yani ilmi kemâl, suret mesabesindedir;<br />
ikinci kemâl, yani ameli kemâl da madde<br />
mesâbesindedir ve bunlar, ancak, birbirleriyle tamamlanabilirler.<br />
Zira, ilim, ba şlangıç; amel de<br />
sonuçtur. Sonuçlanmayan bir ba şlangıç kaybolmu ş<br />
demektir ve ba şlangıçs ız bir sonuç ise imkans ızd ır.<br />
İnsan, bütün varl ıklardan şereflidir<br />
İnsan ın hayatta haiz oldu ğu mertebe ve şerefini<br />
anlamak için onu bütün varl ıklar ın durumu<br />
ile kıyaslamak gerekir. İnsan, insandan ba şka hiç<br />
bir şey olmak istemez. Çünkü, di ğer hayatlar ın hepsi<br />
bir çerçeve içinde s ın ırlan ıp kalmıştır. Halbuki,<br />
insan, ama ilim ile ayd ınlanm ış ve ahlak ile geli ş-<br />
mi ş olan insan, bu hayati durumlar ın en üstününe<br />
ve şereflisine mâliktir. İnsani hayat, her bir hayattan<br />
üstündür. Çünkü, cans ız (cemâd), nebat, hayvan<br />
ve insan ın kar şılaşt ır ılmalar ı bize bunu göstermektedir.<br />
Cansız (Ceınâd )lar, Nebatlar, Hayvanlar ve<br />
İnsanlar arasında kar şılaştırma<br />
Cansız (Ceınâd )lar:<br />
Dünyada mevcut bütün tabii cisimler cisimlik<br />
noktas ında ortakt ırlar. Bu ortakl ıktan, sonra, her<br />
56
iri tabiatlar ının gere ğine ve kabiliyetlerinin derecelerine<br />
göre ald ıklar ı şekiller ve hasseler ile birbirlerini<br />
geçerler ve birbirlerine üstün olurlar. Bu,<br />
zorunlu bir kanundur. Bundan ötürü bir cans ız iyi<br />
bir suret ald ığı zaman, herkes tarafından t ıynet<br />
bak ım ından iyi şekilde kabul olunur. Ve e ğer bu<br />
cans ız, nebat suretine geçerse o zaman di ğer cansızlardan<br />
bir fazlal ık, bir üstünlük kazanm ış olur<br />
Nebatlar :<br />
Nebatta beslenme, büyüyüp geli şme ve uzay ıp<br />
gitme vas ıflar ı vard ır ve bu vas ıflariyle o, cans ızlara<br />
üstündür. Nebat, yerden, kendi büyümesine ve geli<br />
şmesine uygun olan kimyasal ma'deni zerreleri ve<br />
suyu al ır ve kendine gerekmeyen şeyleri de b ırak ır.<br />
Nebât ın cans ız üzerine üstün olu şu, işte bu vas ıflariyledir.<br />
Nebât ın cansızlara üstünlü ğü çe şitli derecelerdedir.<br />
Mesela Mercan ve benzerleri cans ız cisimlerden<br />
pek küçük bir fark ile ayr ılır. Fakat, gitgide, nebât<br />
içerisinde de, insan hayat ına da faydal ı olacak baz ı<br />
hassalara mâlik olmak bak ımından, kendi aralar ındaki<br />
üstünlük ve şey ef dereceleri de artar.<br />
Hayvanlar :<br />
Nebat ın beslenme, büyüyüp geli şme ve uzay ıp<br />
gitme güçleriyle birlikte his, içgüdü, kendini koruyacak<br />
gazap gibi güçlere sahip olan varl ığa da \Hayvan) ad ı<br />
veririz ki bu son üç vas ıf ile hayvan nebatlara üstündür.<br />
O halde, hayvan ın cans ızlar ve nebatlar üzerine<br />
üstünlü ğü inkâr edilemez.<br />
Çiftl şeme ve evlad edinme iste ği ve kendini ve<br />
evlatlar ını koruma duygusu, evlatlar ı terbiye et-<br />
57
mek, onlara şefkatla bakmak, onlar ı idare etmek ve<br />
yiyip içmek gibi haller hayvana ait mertebeler ve<br />
görevlerdir ki hayvan ın bu görevleri yapma aç ısından<br />
insanl ık ufuklarına yaklaştığı görülür. Bunlar,<br />
hayvanda bulunan faziletlerdir. Bir k ısım hayvanların<br />
fazi ıetleri bunlardan da daha çoktur. Mesela,<br />
At, Şahin, Güvercin, Maymun gibi hayvanlar, insana<br />
mahsus birçok halleri de terbiye ile elde edebilirler.<br />
Bu aç ıdan hayvanlar ın da birbirleri üzerine<br />
üstünlükleri ve şereflilikleri vard ır. Bunlar, hayvanl<br />
ık ufkunun son noktalar ıdır.<br />
İnsanlar:<br />
İnsana gelince, insanl ık ufku, ak ıl, tefekkür ve<br />
muhakeme, nutk ve dolay ısiyle ilimlere i ştirak ve kabiliyet<br />
gibi ulvi melekeler ile hayvanl ık mertebesinin<br />
çok üstündedir. İşte bu mertebeler, hayvanlar ın da<br />
yetişemeyece .6i insan ın yüksek mertebeleridir.<br />
İnsanlar, çok eski zamanlarda dünyan ın Şimal<br />
ve Cenub kıs ımların ın en uzaklar ında, hareketleri<br />
ve halleri bak ımından Maymun'lardan o kadar<br />
fark göstermezken e şyayı birbirinden ay ırma<br />
ve anlama kuvvetleri gittikçe artarak insan tabiat ı-<br />
na lay ık olan dereceye gelmi şler ve gitgide şimdiki<br />
hali bulmuşlard ır. İnsanlar aras ında da mâlik oldukları<br />
hasseleri ve kuvvetleri ilim ve ahlaki fazIletler<br />
elde etme yoluna sarf edenler ve onlar ın içinde<br />
de ayni konularda birbirlerine üstün gelenler olmakla<br />
beraber, genellikle, insanl ık mertebesinin gittikçe<br />
yükselmek kabiliyetini gösterdi ği meydandadır.<br />
Bundan ötürü insan şerefi ve faziletinin kendisinde<br />
bulunan hasselerin, kabiliyetlerin, m -lekelerin<br />
iyi terbiyesi ve takviyesi sayesinde ilerledi ği ,<br />
58
ve insan ın bu suretle tam b ır İnsan, tam bir Hakim<br />
olduğu da insanl ık büyüklerinin vücudu ile sâbittir.<br />
Daha ileri giderek Veliler, Peygamberler gibi büyükler<br />
insanlığın son kemâl derecesini gösterirler.<br />
K ısaca, insan, Allah'tan ba şka her şeyden üstündür<br />
ve her şeyden şerefli bir durumda bulunmaktadır.<br />
Ancak, bu büyük insanl ık yolunda iyi terbiye<br />
ve edeb görmek şartt ır.<br />
Fıtri ve tabii hassalariyle yarat ıkların en şereflisi<br />
olan insan, şerefliliğini, ancak, kendine mahsus<br />
olan i şlere, yani insani i şlere, gerçek insanl ığının<br />
gerektirdi ği şekilde sar ılarak artt ır ır. Bu takdirde<br />
insan, hiç şüphesiz, gerçek görevi olan hay ırlara,<br />
yani iyi ve makbul hareketlere haris olmal ı ve onlara<br />
yönelmelidir.<br />
Kendine has olan i şi görmek için yap ılan bir<br />
Kılınç, ancak, o i şi tam ma'nasiyle yapt ığı takdirde<br />
Kılınçlar ın en iyisi olduğu gibi İnsan da yarat ılştan<br />
görevli olduğu iyi ve güzel i şleri ve hareketleri<br />
yaptığı takdirde İnsanlar ın en iyisidir. Bu suretle<br />
bizim kemâl gayemiz olan ve özellikle, yap ılmas ı<br />
yaratılışımızın sebebi bulunan iyiliklere haris olmak,<br />
onları yapmağı ba şarmak için nefsimizi zorlamak<br />
ve fakat, bizi insani durumumuzdan ay ıracak,<br />
insanl ıktan olan nasibimizden ve inasni kemallerimizden<br />
yoksun b ırakacak kötülüklerden de sak ınıp<br />
kaçınmak zorunludur.<br />
Soy cinsten bir At, kendisinden beklenilen kendine<br />
has i şleri ortaya ç ıkaramazsa kendi haysiyetini<br />
ve i'tibar ını alçaltm ış olur ve bundan ötürü de bir<br />
Eşek gibi kullanılmağa müstahak olur. K ılınçlar, Kalemler<br />
ve bütün alet ve edevât ta hep böyledir; yani<br />
kendilerinden beklenilen i şleri ve etkileri gerekti ği<br />
59
gibi yapamazlarsa k ıymetlerinden ve gerekliliklerinden<br />
düşerler.<br />
İşte, insan da ayni böyle olup insanl ığı= gerektiraiği<br />
i şleri yapmadığı veya yapamad ığı takdirde<br />
insanl ık mertebesinden hayvanl ık mertebesine<br />
dü şer; yani, kendisinden iyi ve güzel hareketler<br />
yerine şehvete ait hareketler, makbul olmayan hareketler<br />
ve dünyaya zararl ı hareketler ç ıkan insan,<br />
insanl ık mertebesinden hayvanl ık mertebesine kendiliğinden<br />
inmi ş olur. Bundan ötürü gerçek insan,<br />
kendisinin en yüksek kemâl mertebesine ve gerçek<br />
sürur ve mutlulu ğa, ancak, ruhunu temizlemek ve<br />
saf hâle getirmekle ula şabilir. Bu da hasselere ait<br />
lezzetlere ve zevklere aldanmamak ve hayvanlar<br />
gibi şehvetlere boyun e ğmemekle hâs ıl olur. Bu<br />
konuda şu gerçe ğe -ulaşım ki:<br />
Her mevcudun mutluluğu, ne için yarad ılmış<br />
veya yap ılmış ise, onu tam ve mükemmel olarak<br />
yapmas ındad ır.<br />
Aristo'da Çocuk Terbiyesi ve Ahlfik<br />
Birinci konuda Aristo'nun psikolojisinden söz<br />
ederken, onun, ruhu bir hayat prensibi olarak tan<br />
ımladığını; ruhu, Nebat, Hayvan ve İnsan kademesi<br />
olarak üç kademeye ay ırdığın ı; ruhu, ak ıl mertebesinde:<br />
Aktif ve Pasif diye ikiye böldü ğünü görmüştük.<br />
Şimdi, Aristo'nun Terbiye ve Ahlâk görü ş-<br />
lerine de kısaca dokunal ım.<br />
Aristo, ahlâkhl ığı üstün bir prensipten de ğil,<br />
fakat, insan ın kendi mahiyetinden ç ıkarır; insan ın<br />
kendi mahiyeti de onun ruhundan ibarettir.<br />
Aristo'ya göre her bir varl ık bir gâyeyi hedef<br />
tutar ve gâyenin meydana ç ıkmas ında o varlığın<br />
60
mahiyeti anla şılır. Bu sebepten, her varl ığın görevi<br />
kendi mahiyetini kemâle erdirmektir, yani mâhiyetindeki<br />
sakl ı isti'dad ve kabiliyetleri ortaya koymakt<br />
ır ki buna da (Hayr) 2 denir. İnsan da mademki<br />
bir akıl mahlukudur onun görevi de en yüksek aklî<br />
faaliyette bulunmak, yani dü şünmek ve bilmektir<br />
ve ona göre faaliyette bulunmakt ır; yani, hayat,<br />
akıl tarafindan idare edilmelidir'. Zira insan, daima,<br />
tezatlar ın, a şır ıl ıklar ın ( İfrat) ve noksanl ıklar ın<br />
(Tefrit) içindedir ve iyi bir şekilde ya şayabilmek<br />
için bu a şır ıl ıklar ve noksanl ıklar aras ında daima<br />
Doğru olan Orta'y ı bulma, i'tidal de bulunmak<br />
zorundad ır.<br />
İşte, akl ın peşlemek zorunda oldu ğu bu orta<br />
yol, bu i'tidal da (Fazilet)tir 4. Ahlaki bir fazilet te,<br />
ancak, irâdeli bir seçmede tecelli edebilir. Seçme<br />
de, e şyan ın kudretimiz içinde muhakemeli bir düşünce<br />
ile arzulan ışından ibarettir'.<br />
Ahlak, genellikle, şöyle veya böyle olabilmeğe<br />
yetkili olan şeylerle uğra şır6; insan ın faaliyetlerinde<br />
ve bütün olaylarda bir imkan, bir ihtimal vard ır'.<br />
Faaliyetlerimiz, inançlar ım ıza ba ğlıdırlar. Hiç<br />
kimse bilerek kötü olmaz ve kötülük yapmaz. Bütün<br />
iyilikler tek bir iyi'ye i şarettir ve ondan ç ıkar ı-<br />
lırlar ki o da Akl' ın veya Allah'ın iyiliğidir8 .<br />
Aristo'ya göre ahlak, ancak, içinde ya şadığımız<br />
Mem için söz konusudur; dolay ısiyle, ahlak,<br />
tam kemalini Devlet'te bulur. Zira, insan, sosyal<br />
bir yarat ıkt ır9 ve cemiyyet içinde ya şamak zorundad<br />
ır. Cemiyyet te Devlet'e dayan ır. Devlet te realiteye<br />
dayan ır ve büyük çapta bir organizmad ır.<br />
Her bir cemiyyet bir hayr için kurulur ve bütün<br />
cemiyyetleri içine alan Devlet te en yüksek hayr' ı<br />
61
gaye edinmek zorundad ır'. Dolayısiyle, DeNılet'in<br />
ba şlıca görevi de vatanda şların mutluluğunu sağlamaktır.<br />
Bu da faziletli kanunlar alt ında yapılacak<br />
bir öğretim ve e ğitim ile mümkündür.<br />
K ısaca, ahlak ın gayesi faziletin ilmi değil, fakat,<br />
faziletin hayata uygulanmas ıd ır. Sâdece toori,<br />
insanı, iyi bir insan yapamaz; teoriyi pratik ile<br />
tamamlamak gerektir.<br />
Insanda karakterin te şekkülü için zorunlu olan<br />
öğretim ve e ğitimde şahsi metodlar, genel metodlardan<br />
üstündür. Zira, şahsi' metodlar şahsi karakterin<br />
gayretini isterler. Fakat, bu şahsi gayret, prensiplerin<br />
anla şılmas ına bağlıdır. Zira, insan, bir cemiyyette<br />
ya şar; dolay ısiyle de ahlak ilmi, insan ı,<br />
siyasete götürür.<br />
Aristo'ya göre insanlar ın iyi olmalar ında<br />
yol vardır:<br />
ı — Tabiat çYarat ılış, Mizaç).<br />
2- Adet.<br />
3— Öğretim ve E ğitim.<br />
Şimdi, baz ı kimseler insanlar ın doğuştan iyi<br />
olarak doğduklar ını, baz ılar ı da insanlar ın âdetler<br />
kazanmak suretiyle iyile ştiklerini, baz ıları da insanlarda<br />
biri tabii di ğeri de nefse ait fiiller bulunduğunu<br />
ve tabii fiillerin istenildi ği gibi deği ştirilmesi<br />
mümkün olmamakla beraber nefse ait fiillerin e ğitim<br />
ve öğretim usulleri ile değiştirilip düzeltilmesi<br />
mümkün oldu ğunu, dolayısiyle, insanı insan yapan<br />
şeyin öğretim ve eğitim olduğunu öne sürerler".<br />
Tabiat vergisi olan bir şey, insan ın kendi elinde<br />
olmayan, insan ın kendi gücü d ışında olan bir<br />
şeydir. Fakat, gerçekten talihli kimselere ilahi lutf<br />
62
ve inâyet olarak bah şedilmiştir. Bu yolda akl ın, öğretim<br />
ve eğitimin de do ğrudan doğruya etkili olduğu<br />
da söylenemez. Çocuklar ın ruhlar ının, her şeyden<br />
önce, Doğru olandan bir haz elde etme ve Do ğru<br />
olmayandan da nefret etme yolunda, topra ğın çekirdeği<br />
yeti ştirdiği gibi, bir tak ım güzel adetlerle<br />
terbiye edilip geli ştirilmesi zorunludur. Zira, hayat<br />
ını heyecanlar ın idare etti ği bir kimse aklın uyarıc<br />
ı esesini dinlemeyecektir; hatta, onun uyar ısını<br />
anlamayacakt ır bile. O halde, böyle bir kimse bu<br />
kötü gidi şinden nas ıl döndürülecektir Heyecan, asla<br />
akla boyun e ğmez, ancak kuvvete boyun e ğer.<br />
Şu halde, asili ve şerefliyi sevecek ve asil olmayan ı<br />
ve şerefsizi sevmeyecek faziletli bir karakter tasavvur<br />
etmek zorunludur. Fakat, faziletli kanunlar<br />
alt ında büyüyüp geli şinceye kadar bir kimsenin<br />
daha çocukluk ya şlarında fazilete gerçek bir temayül<br />
göstermesi dü şünülemez. Zira, i'itclal üzre ve<br />
sebatl ı bir hayat çok kimseler için pek ho ş bir şey<br />
değildirler; hiç de ğilse gençler için de ğildir. Bu sebeple<br />
çocuğun beslenmesi ve faaliyetleri kanunlar<br />
tarafından düzenlenmeli ve çocuk bu kanunlara<br />
alışmalı ve bu kanunlar çocu ğa ızt ırap kaynağı olmamal<br />
ı .<br />
Fakat, çocuklar ı, gerektiği gibi, bir beslenme<br />
ve kontrol alt ında bulundurmak her şeyi çözümlemez.<br />
Çocuklar ı tam bir insan mertebesine ula ş-<br />
tırabilmek için onlara Doğru'nun ne oldu ğunu öğretmen<br />
ve daima Do ğru'yu yapma ğı adet edindirmelidir.<br />
Bundan ötürü, bize Do ğru'nun ve hayat ın bütün<br />
görevlerinin ne oldu ğunu öğretecek kanunlara<br />
ihtiyac ımız vard ır. Zira, bir çok kimseler, ak ıllar ından<br />
ziyade zorunluluk yüzünden; sevgi ve asâletten<br />
ziyade ceza korkusu yüzünden hareket ederler.<br />
63
Şeref ve haysiyet kanununa göre ya şayan bir<br />
insan daima akl ına uyacakt ır; gayesi, sadece haz<br />
olan kötü insan ın ise, bir yük hayvan ı gibi, belâlar<br />
ve ıst ıraplarla terbiye ve tasfiye edilmesi gerekecektir.<br />
Bundan ötürüdür ki belalarm ve ıst ıraplar ın<br />
bir insan ın gözde hazlar ının en son haddinde kar şıtları<br />
olmalar ı gerekti ği söylenmi ştir.<br />
Bir Devlette hâkim olan şey, kanunlar ve adetlerdir.<br />
Nitekim bir ailede hâkim olan şey de baba<br />
otoritesine dayanan kaideler de adetlerdir. Zira, bir<br />
ailede aile fertlerinin babaya ba ğ lılığı ve babanın<br />
onlara sağladığı büyük ni'metler ve faydalar söz<br />
konusudur. Devletin kontrolü de kanunlar ç ıkarmak<br />
ve onlar ı uygulamak suretiyle olacakt ır. Bu<br />
kanunlar, fâzilete dayand ıklar ı derecede de bu kontrol<br />
da iyi olacakt ır.<br />
K ısaca, güzel ve iyi bir karakterin meydana<br />
gelmesi için faziletli kanunlar alt ında çocuklar ın<br />
öğretilmeleri ve e ğitilmeleri zorunludur. Ö ğretim<br />
ve eğitimin de şahsi kabiliyyet ve isti'datlar ın geli ş-<br />
tirilmesi yolunda olmalar ı, dolaysiyle, genel metodlar<br />
yerine şahsi metodlar ın kullan ılmalar ı gereklidir.<br />
Ancak bu suretledir ki herkes kendi karakterine<br />
en uygun şekilde yeti ştirilme şans ına sahib olacakt<br />
ır. Fakat, böyle bir yeti ştirilme de, her şeyden önce,<br />
prensiplerin anla şılmas ına bağlıdır. Zira, insan, bir<br />
cemiyyet içinde ya şamaktad ır. Bundan ötürü de<br />
ahlak ilmi insan ı siyaset ilmine götürecektir° 2 .<br />
Çocuklara, önce, Matematik gibi soyut ilimler<br />
öğretilir ve ancak bundan sonra Felsefe ö ğretilir.<br />
Zira, ilk prensipler tecrübeden ç ıkar ve zaman<br />
ister".<br />
64
Farabrele Çocuk Terbiyesi ve Ahlak<br />
Farabi de Aristo gibi ahlak nazariyesini zihin<br />
ve akıl kuvvetlerine dayand ırır. Ona göre de: ilim<br />
evvel, ahlak sonrad ır; pratik teoriye ba ğlıdır". Farabi<br />
bu hususta şöyle diyor:<br />
Zira, bilgi, iyi amelden üstündür. E ğer böyle<br />
olmasa bilgi iyi amel ile kötü ameli birbirlerinden<br />
ayırd edemez. Bu ay ırd etme kuvveti de bilginin<br />
üstünlüğünü ıspatlar. Bundan ötürü iyi ve kötünün<br />
mahiyetini bilmemekle beraber ruhsal durumunu<br />
bunlara uyduran bir kimseden, iyi ve kötünün mahiyetini<br />
bilip te ruhsal durumunu bunlara uyduran<br />
bir kimse şüphesiz daha üstündür.<br />
Ve yine, nefs, tabiat ı gereği, bir çok şehvetlere<br />
sahiptir. Tasavvur ve idrâki nisbetinde de irâdesi<br />
vard ır. Bu hususta hayvanlar derekesinde bulunan<br />
insan ın ak ıl sayesinde ay ırd etme ğe gücü yetmesidir<br />
ki ona Seçme hüriyyetini bah şetmi ştir. Bu da<br />
nefsin zat ı gere ği isted ği mutlak hay ırd ır. İşte, insan,<br />
bu ak ıl ile meyl etti ği i şi yapmakta ve ancak bu<br />
ay ırd etme ile sorumluluk kabul etmektedir. Bu takdirde<br />
akıl, peşlemekli ğimiz gereken en iyi yolu bize<br />
göstermeğe yeterlidir ve çünkü ilim, faziletlerin<br />
en büyüğtidürm.<br />
Ve yine Farabi şöyle demektedir: Her mevcut,<br />
ancak, vücuttaki mertebesine göre kendisine has<br />
olan kemâlin zirvesine eri şmek için yarat ılmıştır.<br />
Bunun insana has olan ı ise, özellikle, en yüksek<br />
mutluluk diye adlanm ıştır 1 5.<br />
Insanda ilk ma'kullerin husulü onda ilk mükemmeleşme<br />
isteğine i şarettir ve bu ma'kuller insan<br />
için kendisini son mükemmelliğe eri ştirmede biri-<br />
65
cik araçt ırlar ki bu son mükemmelli ğe de Mutluluk<br />
denir° 6.<br />
İnsan mutluluğa ulaşmak için yap ılmas ı zorunlu<br />
olan şeyleri de bilmeğe muhtaçt ır. Ancak,<br />
her insan ın yarat ılışı buna elveri şli değildir. Bu<br />
taktirde de bir ö ğretmene ve öndere muhtaç olur.<br />
Lâkin, her insan ba şkas ına önderlik etme gücüne<br />
sahip de ğildir'''.<br />
Her nefs, müstahak oldu ğu hâle kavuşur".<br />
Güzel olsun çirkin olsun, ahlâk, bütünlü ğü ile<br />
sonradan kazan ılmad ır. Insan ın iyi veya kötü bir<br />
huy kazanmas ı ve kazand ığı huyu da iradesi ile<br />
deği ştirebilmesi mümkündür'''.<br />
İnsan zihni hayvani ve insani nefslerin tekâmülüne<br />
dayan ır ve derece derece Ilahi âleme yükselir<br />
ki bu da bir terbiye i şidir.<br />
Felsefe ö ğretiminin gâyesi de Allah' ın Bir ve<br />
Kendi Ba şına Var olduğuna, Hareket Etmeyen İlk<br />
Hareket Ettirici bulundu ğuna, bütün e şyan ın Fâil<br />
İlleti olduğuna, bu Alemi Ziynetleriyle, Hikmeti ile,<br />
Adâleti ile tertipleyip süsledi ğine bilgi edinmektir.<br />
Dolayısiyle, Filozof, hareketleriyle ve yapt ığı i şlerle,<br />
insan takat ı derecesinde, Yarat ıcıya benzemi ş olur20.<br />
ihvânussafâ'da Çocuk Terbiyesi ve Ahlak<br />
ihvânussafâ, yukar ıda da içret etti ğimiz gibi,<br />
Şark'ta ilk ahlâkç ı filozoflar olup felsefi ahlâklar ında<br />
her şeyden önce Sokrat'a uymakla beraber, Şark<br />
Literatüründe adland ığı üzere, Fisagor'un (Risale-i<br />
Zehebiye)sinden, Eflâtun'un (al-Nevâmis)inden, Aristo'nun<br />
(al-Tuffâha)s ından ve Hind'li filozof Bey-<br />
66
daba'n ın (Kelile ve Dimne)sinden de pek çok faydalanm<br />
ışlard ır.<br />
Yazd ıkları (52) risalenin hemen hepsinde felsefi<br />
ahlaklar ını açıklamakla beraber bu husus, özellikle,<br />
aşağıdaki risalelerde çok daha aç ıkça görülür.<br />
Matematik ve Felsefe Gurubunun : (Coğrafya, Ahlakl<br />
ı' çe şitli olmasının sebepleri, Bir k ıs ım isagoci)<br />
risaleleri.<br />
Tabiiyat Gurubun ıın : (" İnsan küçük âlemdir"<br />
sözünün anlam ı, Cüz'i nefslerin insan bedenlerinde<br />
meydana geli şi hakkında, Ilim elde etmede insan ın<br />
gücü, Ölüm ve hayat ın mahiyeti hakk ında, Cismani<br />
ve ruhani lezzet ve elomlerin mahiyeti hakk<br />
ında, Lugatlar ın değişik olmalar ının sebepleri hakk<br />
ında) risaleleri.<br />
AKL İ Ruhiyat Gurubunun : (Akıl ve ma'kul, A şkın<br />
mahiyeti, Tekrar dirilme ve K ıyametin mahiyeti,<br />
İlletler ve illetlenmi şler hakk ında) risaleleri.<br />
illihiyat Gurubunun : (Düşünceler ve Dini hükümler,<br />
thvanussafâ'mn i'tikadlar ı, Ihvanussafa'n ın<br />
muaşeretlerinin keyfiyerleri, İyman ın mahiyeti, Namus-I<br />
IlahVnin mahiyeti, Allah'a da'vet) risaleleri.<br />
İşte, özellikle, yukar ıya aldığımız bu risalelerde<br />
gaye ruhlar ı süslemek ve ahlaki düzeltmektir. Ihvanussafa'n<br />
ın da'valar ınca, insan, iyi ahlak sayesinde<br />
insan mertebesinden ç ıkıp melek mertebesine<br />
yükselecek, yarat ılma ve bozulma alemi olan bu<br />
dünyadan kurtulup ebediyet mertebesi olan Allah'a<br />
ulaşabilecektir.<br />
ihvanussafa'da (Nefs Tasfiyesi) ahlak ın biricik<br />
mi'yarıdır. Bu mi'yar ile ayarlanan insanlar<br />
aras ında ahlak ayk ır ılığı söz konusu olamaz.<br />
67
Ahlak konusunda, lhvanussara da, her şeyden<br />
önce, çocuklar ın terbiyesi üzerinde duruyor ve Allah'<br />
ın Peygamberleri ve Filozoflar ı, ancak, insanların<br />
kötü kuylar ını iyiye çevirmek için gönc ıeridiği<br />
ni söylüyor 21.<br />
ihvanussafa'ya göre, ana ve baba, çocu ğun,<br />
ancak, maddi varl ığın sebebidir; çocu ğa ilim öğreten<br />
ve onu terbiye eden hocas ı da çocuğun ma'nevi<br />
varlığının sebebidir ve birinci sebepten üstündür".<br />
thvanussafâ'ya göre insanlar ın ahlaklarm ın ba ş-<br />
ka ba şka olu şu dört sebebe ba ğlıdır:<br />
ı — Bedenlerin ve mizac ın (yani, dört ahlat ın:<br />
safra, balgam, kan ve sevda) ba şkalığı .<br />
2- İçinde ya şan ılan çevrenin maddi etkisi.<br />
3— İçinde ya şan ılan çevrenin ma'nevi etkisi.<br />
4— Doğum esnas ında y ıld ızlar ın etkisi".<br />
Ahlaklı' çe şitli olmas ının bu dördüncü sebebi<br />
Ihvanussafâ'ya göre en hâkim sebeptir.<br />
ihvanussafa, Eflatun ve Aristo'da da çeki şmeyi<br />
gerektirir gibi görünen, huylar ın tabii veya k ısbi,<br />
yani sonradan kazan ılm ış olup olmad ıkları konusunda<br />
bağda şt ırma yoluna giderek: "Dünya o ğullar ı-<br />
n ın huylar ı tabiidir, cibilidir, de ği şmez; âhiret<br />
oğullarının huylar ı ise sonradan kazan ılmıştır. deği<br />
şir. Ve birinciler cesed, ikinciler ruh gibidir ve<br />
birinciler mutsuz, ikinciler de mutlu ki şilerdir"<br />
diye hükm etmi şlerdir".<br />
ihvanussafa, zalimlere kar şı afv ı, kötülük edenlere<br />
kar şı iyiliği, riyakârlara kar şı dürüstüğü, yoksul<br />
b ırakana kar şı ihsanda bulunmağı iyi ahlâktan;<br />
68
İblis'in kibrini, Adem'in h ırs ını, Kaabil'in hasedini<br />
de en büyük musibetten saym ışlard ır"<br />
İhvânussafâ, nefsin tasfiyesi ve iyile ştirilip güzelle<br />
ştirilmesi yolunda Felsefe'nin ve felsefe kadar<br />
da Dinin büyük rolüne i şaretle şöyle diyorlar:<br />
Hayvanlığı a şan insanlığın en a şağı mertebesi<br />
yaln ız duyu organlar ı ile his edilen şeyleri bilen,<br />
yaln ız cismâni hay ırlar ı tan ıyan, yaln ız bedenin<br />
geliştirilmesini arzulayan.... insanlard ır. Bunlar,<br />
surette insan, fakat, fiilde hayvand ırlar. Melek<br />
mertebesini a şan insanl ık mertebesine ula şmış kimseler<br />
ise gaflet uykusundan uyanm ış, câhillik ağırlıklarından<br />
kurtulmu ş, yüksek bilgilerle hayat bulmu ş,<br />
basiret gözleri aç ılm ış, hasselere gizli olan ruhsal i şleri<br />
ve akil mevcutlar ı kalb gözleriyle görmü ş, nefs cevherlerinin<br />
safâs ı ile ruhlar âlemini mü şahede etmi ş<br />
kimselerdir26 .<br />
Ve yine onlar şöyle demektedirler: insanlar ın<br />
üstünü, ak ıllılar; ak ıılılar ın hayırl ısı, âlimler; âlimlerin<br />
en yükseği de evvelâ. (Peygamber) ler ve sonra<br />
da (Filozof)lard ır.<br />
Peygamberler, akla ait ilimlerde, ulühiyete ait<br />
bilgilerde ve nefse ait hikmetlerde en yüksek tabaka;<br />
Filozoflar da tabii san'atlarda ve cisimlere<br />
ait bilgilerde en yüksek tabakad ır. Peygamberlere<br />
ait ilimler ile yani, İlâhiyat ile ruhlar diyar ı için,<br />
K ıyamet için nefsin düzeltilip geli ştirilmesi gâyesine<br />
; Filozoflarni ilimleri ile de bu cisimler âleminde,<br />
bu dünyada cisimlerin ve bedenlerin geli ştirilip iyileştirilmesi<br />
gâyesine var ılır. Melek mertebesine ula şan<br />
insan ın en üstün, en yüksek derecesi ise (Peygamberlik)<br />
mertebesidir 27 .<br />
69
Öyle ise, bu dünyada hür suretinde zorunlu,<br />
efendi suretinde köle, zevkli suretinde azapl ı, gıptaya<br />
şayan suretinde kibirli olan ve:<br />
ı — İçinde ya şad ığımız maddi 'Mem,<br />
2- Insan ın kendi tabiat ı ve ihtiraslar ı,<br />
3— Şeriat ve teklifler,<br />
Zalim Padi şah,<br />
5— İnsani ihtiyaçlar,<br />
gibi be ş hakim kuvvetin sald ırıs ı kar şısında<br />
bulunan insanın cisminin ve nefsinin geli ştirilip güzelleştirilmesi<br />
gâyelerine var ıp ilahi i şleri de bilmesi<br />
ve Rabbani bilgiyi de tan ımas ı gerekir. Nefslerin<br />
en iyi hali de i şte bu haldir".<br />
Kısaca, Ihvanussafa, ahlaki., ruh tasfiyesine<br />
dayand ırmakta ve Ahlaki, İlimden; aksiyonu, Teori'den<br />
üstün saymaktad ır.<br />
70
Konu: III<br />
(HAYR İLE MUTLULUĞUN FARKI VE<br />
HAYRIN KISIMLARI)<br />
İbn Miskeveyh'te Hayr ile, Mutlulu ğun Farkı<br />
ve Hayr ın Kısımları - İbn Miskevelh'e göre Aristo'-<br />
da Hayır ve Kısımları ve Mutluluk- - İbn Miskeveyh'e<br />
Göre Fisagor'da, Sokrat'ta, Eflâtun'da, Revakilerde,<br />
Muhakkik Filozoflarda<br />
Aristo'da Hayr ve Mutluluk -Farabi'de Hayr<br />
ve Mutluluk- İhvanussafâ'da Hay ve Murluluk.<br />
Hayr ile Mutluluğun Farkı ve Hayran<br />
Kısımları :<br />
İbn Miskeveyh, bu konuda özetle şöyle demektedir<br />
:<br />
İnsan nisbet edilen iradi şeyler, Hay ırlar ve<br />
Şerler diye ikiye ayr ılır ve insan hayr ı ve mutlulu ğu,<br />
yapmas ı için yaratilm ış olduğu şeyi tam ve mükemmel<br />
olarak yapmas ında ve gâyesine ula şmasmdadx.<br />
Gerçeği kavramış Eski Filozoflar ın pek beğendikleri<br />
tanimâ göre (Hayr), "Her şeyden, her i şten<br />
kasd olunan şey'dir. Hayr, her hareketin ve her<br />
şeyin son gayesi"dir. Bu tan ıma nazaran faydal ı olan<br />
şeye de Hayr denebilir. Mutluluk ise, (Mutluluk<br />
Sahibine) nisbet ve izafetle hay ırd ır.<br />
71
Mutluluk, sahibi için bir kemâld ır. Bu takdirde<br />
de mutluluk bir nevi hayr demektir. İnsan ın mutluluğu,<br />
hayvan ın mutluluğundan ba şkad ır ve her<br />
şeyin mutlulu ğu, ona has olan onun tamaml ılık ve<br />
kemâli demektir.<br />
Herkesin arzulad ığı ve özledi ği hayr ise bütün<br />
insanlara ait olan Hayr'd ır ki onlar bu hayr ı istemekte<br />
ortakt ırlar.<br />
Yukarıda da denildi ği gibi mutluluk, herkesin<br />
kendine mahsus olan hay ırd ır ki mutluluğun hay ır<br />
olması sahibine izâfetlerdir ve bundan ötürü, onu<br />
isteyenlere nisbetle de ği şir.<br />
K ısaca, hayr, her şeyden son maksat ve son<br />
gâye ve bütün insanlar aras ında ortak olan şeydir.<br />
Mutluluk ise herkesin zât ına mahsus kemâl ve<br />
refah hâlidir. Bunda bütün insanlar ortak de ğildir.<br />
Fakat, "Mutlak Hayr" şahsa nisbetle çe şitli değildir.<br />
İlimlere ve san'atlara dayal ı her faydal ı şeyin ve<br />
bizim için iyi görünen arzular ın gâyesi olan hay ırlar<br />
acaba Mutlak Hayr'm ıd ır Bu hay ırların birini veya<br />
birkaç ını ele geçirmekle "Mutlak Hayr"a ula şılabilirmi<br />
Elimize geçirmek istedi ğimiz hayırlar ı Mutlak<br />
Hayr zann ı ile bütün ömrümüzü onlar ı istemekle<br />
geçiririz; fakat, acaba "Mutlak Hayr" nedir<br />
Bu noktada İbn Miskeveyh, özellikle Porphyrius'tan<br />
faydalanarak, ilk önce Aristo'nun fikirlerine<br />
geçiyor ve şöyle bir aç ıklama yap ıyor:<br />
72<br />
Aristo'ya göre Hayr üç k ısımdır:<br />
ı — Şerif ve Mübârek Hayr.<br />
2- Övülmeğe ve Takdire de ğer Hayr.<br />
3— Kuvve Hâlinde olan Hayr.
Yukarıda say ılan bu hayırlardan birincisi, sahibine<br />
şeref veren hay ırlard ır ki bu "Felsefe" ve<br />
"Kamil Akıl"dan ibarettir.<br />
İkincisi de bütün Faziletler ve bütün Güzel<br />
hadi i şlerdir.<br />
Üçüncüsü de Felsefeyi, Güzel İşleri ve Fâziletleri<br />
ele geçirme ğe haz ırlanmakt ır.<br />
Başka bir aç ıdan da hay ırların bir kısmı gâyedir,<br />
bir k ısm ı da gâye<br />
Gâye olan hay ırlar da ya tamd ır ya da tam<br />
değildir. Tam olanlar, Mutluluk gibidir ki biz onu<br />
elde etti ğimiz zaman onu ba şka bir şeyle fazlala ş-<br />
tırmağa muhtaç de ğiliz. Tam olmayan hay ırlar da<br />
sıhhat ve servet gibi olan hay ırlard ır ki biz onlar ı<br />
elde etti ğimiz zaman onlar ın daha ziya artmalar ına<br />
ihtiyaç gösteririz.<br />
Gâye olmayan hay ırlar ise, arzulanan hayra<br />
vas ıta olan hal ve hareketler ve di ğer baz ı şeylerdir.<br />
Yine bir bak ıma baz ı hay ırlar da vard ır ki yaln<br />
ız nefs aç ısından söz konusudurlar; baz ı hayırlar da<br />
vard ırki yalnız beden aç ısından söz konusudu ı lar.<br />
Yine bir bak ıma baz ı hay ırlar da vard ır kl s ırf<br />
kendi zatlar ı için istenirler; baz ı hayırlar da vardır<br />
ki diğer hay ırlara arac ı olmalar ı bak ımından<br />
istenirler.<br />
Baz ı hay ırlar da vard ır ki hem kendileri için<br />
hem de diğer baz ı hay ırlara arac ı olmalar ı bakımından<br />
istenirler.'<br />
Baz ı hay ırlar da vard ır ki ne kandileri için ne<br />
de başkalar ına arac ı olmalar ı bakımından istenirler.<br />
73
Bu yolda, her zaman ve her hususta ve herkes<br />
için hayr olan veya herkes için ve her zaman ve<br />
her hususta hayr olmayan iki çe şit hay ırdan da söz<br />
edilebilir.<br />
Yine başka bir görü şe göre hayr şöyle taksim<br />
edilir :<br />
— Cevherde Hayr.<br />
2- Nicelikte Hayr.<br />
3— Nitelikte Hayr.<br />
Ve tabii, bunlardan ba şka diğer katigorilere ait bir<br />
çok hayırlardan da söz edilebilir.<br />
Şimdi, Cevherde hayr, mâlik oldu ğumuz kuvvetlerin<br />
ve melekelerin bize sa ğlad ıklar ı hayırd ır.<br />
Nicelikte hay ır, orta say ıda iyi i şler ve iyi<br />
hallerdir.<br />
Nitelikte hay ır da ruhun ho şlandığı şeylerden<br />
duyulan ma'nevi haz gibi şeylerdir.<br />
Nitelikte hay ır' ın başlıcalar ı da şunlardır:<br />
Hayr : Bunlar, sadakalar ve yap ılan<br />
iyilikler gibi şeylerden duyulan hisse ait hay ırlard ır.<br />
2—.aman ve Mekâna Ait Hayr : Bunlar, s ıhhate<br />
ve zevke uygun k şökler, bağlar, bahçeler gibi şeylerden<br />
duyulan zevka ait hay ırlard ır.<br />
3—İşe Ait (Fiili) olan Hay : Bu da bir hükmün<br />
geçerli olmas ı ve bir te şebbüsün her tarafa yay ı l-<br />
ması i şidir. (Mesela, tüccarlar ın memleketlerine; ve<br />
milletlerine kazand ırd ıklar ı refahtan do ğan zevk; ve<br />
özellikle, memleketlerini iyi idare ederek vatanda ş-<br />
ların ı rahata ve huzura kavu şturan İdareci S ınıfın<br />
duyduğu kalb geni şliği ve sevinci gibi.)<br />
74
Bunlardan ba şka s ırf akla ve s ırf hisse ait hususlarla<br />
ilgili hay ırlar da vard ır ki bunlar, "Ma'kfıl hareketlerden<br />
ve her şeyden iyi ve temiz hisler alma"<br />
açısından husule gelen hay ırlard ır.<br />
Kısaca, zâti, yani arazi olmay ıp cevherde olan<br />
hayr, (Mutlak Hayr)d ır. Ve (Mutlak Hayr), İlk<br />
Hayr'd ır ve o da (Allah)t ır. Bütün varl ık O'nun<br />
yönünü gözleyip özlemekte ve O'na do ğru hareket<br />
etmektedir. Zira, Ilâhi olan hayat ın dönüp bağlandığı<br />
nokta O'dur.'<br />
Miskeveyh, Mutluluk konusunda da ba şta Aristo<br />
olmak üzere baz ı Yunan filozoflar ının görü şlerine<br />
i şaret ediyor ve şöyle diyor:<br />
Aristo'ya göre Mutluluk ta be ş çe şitttir :<br />
ı — Bedenin sağlamlığı ve hasselerin kuvvet ve<br />
tamaml ılığı .<br />
2— Servete ve sâd ık adamlara mâlik olmak.<br />
3—İnsanlar aras ında i'tibâr ve sevgi kazanmak<br />
ve övülmek.<br />
4—Her hususta, her i şte ve özellikle giri şilen<br />
te şebbüslerde ba şar ıl ı olmak.<br />
5—Tam ve yerinde görü şe, doğru fikre, sâlim<br />
i'tikada mâlik olup kendisinden ak ıl istenildiğinde<br />
insanlara do ğru fikir verebilmek.<br />
İşte bu be ş şeye mâlik olan bir kimse tam ve<br />
kâmil bir mutlulu ğa mâlik demektir; bu be ş şeyden<br />
baz ılar ına mâlik olanlar da derecelerine göre<br />
Mutludurlar.<br />
Fisagor, Sokrat, ve Eflâtun'a göre Mutluluk:<br />
Arito'dan önce gelen Fisagor, Sokrat, Eflâtun ve<br />
bunlar gibi baz ı filozoflara göre de faziletler ve<br />
75
(Mutluluk) ruhtad ır. Bunlar, bunun için mutluluğu,<br />
yaln ız, Hikmet, İffet, Şecaat ve Adalet ğibi ahlaki<br />
faziletlerden ibaret saym ışlard ır. Bunlarca, ruhta<br />
ahlaki faziletler bulundukça o ruh mutludur ve<br />
ba şka bir şeye muhtaç olmaz. Zira, ruh, bu faziletlere<br />
mâlik olunca, mesela, bedence, servetçe ve<br />
diğer baz ı hususlardaki marazlar ve noksanlar bu<br />
kimselerin ruhsal mutluluğunu bozamaz. Yaln ız,<br />
ak ıl bozukluğu, insan ın cisimce faziletli hareket<br />
etmesini engeller, Fakirlik, dü şkünlük gibi maddi<br />
hayata ait gelip geçici şeyler bu Filozoflara göre insan<br />
ın mutluluğunu bozamaz.<br />
Revâkilere Göre Mutluluk:<br />
Revakiler ile Natüralist (Tabiiyyün)ler nazar<br />
ında ise beden, insan ın maddi parças ı olduğu<br />
için duyu organlar ına ve organlara ait noksanl ıklar<br />
gibi bedene ait noksanl ıklar ruhsal mutlulu ğu<br />
da engeller ve onu kemâlde bulundurmaz. Bu sebeple<br />
(Bedene Ait Mutluluk) ta ruhsal mutluluk<br />
için önemlidir.<br />
Eski Tahkikçi Filozoflara Göre Mutluluk:<br />
Bu filozoflara göre insan, be şeri hayat ının ak ı-<br />
şına ve ona bağlı ve onunla ilgili olan bütün şeylere<br />
önem vermemelidir. Ruh ve cesede nisbet edilen<br />
hallerin hiç birisi Mutluluk de ğildir, Zira, Mutluluk,<br />
başkalasmayan, kaybolmayan, sâbit ve baaki bir<br />
şeydir ki o bütün şeylerin ve hususlar ın en yükseidir.<br />
De ğişip başkala şan ve sâbit olmayan güzel bir şey<br />
bile (Mutluluk) değildir.<br />
İşte bu fikre göre eski Filozoflar, (En Büyük<br />
Mutluluk) hususunda anla şmazl ığa düşmüşlerdir.<br />
76
Bunlardan baz ı lar ı, insan ruhu bedenden ve tabii<br />
şeylerden ayr ılmadıkça, yani insan ölmedikçe ve s ırf<br />
ruh kalmad ıkça (En Büyük Mutluluk)a eri şemeyece<br />
ğini sanmışlard ır. Bu filozoflar, insan nam ın ı,<br />
yaln ız bu s ırf ruha vermi şler ve ruh bedende bulundukça<br />
cisme ve onun kederlerine ve bedenin<br />
pisliklerine ve zorunluluklar ına katlanmak gerekeceğine<br />
ve daha bir çok şeylere de ihtiyac ı olacağına<br />
bin'aen: " İnsan hayatta iken hiç bir zaman Mutlu<br />
sayılamaz" iddias ında bulunmu şlard ır.<br />
Halbuki, Aristo'ya ve taraftarlar ına göre mutluluk,<br />
insan için dünyada has ıl olur. Çünkü, insan, nefs<br />
ve bedenden mürekkeptir. Mutlulu ğun belirli bir şekli<br />
de yoktur. Mesela (En Büyük Mutluluk)u, fakirler,<br />
mal ve para çoklu ğunda; hastalar, s ıhhat ve selâmette<br />
; zeliller, makam ve saltanatta; reziller, çe şitli<br />
şevhetlerde; a şıklar, ma' şuklarına kavu şmada; a-<br />
limler ve fad ıllar, ilim ve fazileti miistahak olanlara<br />
yaymada görürler. Filozoflar ise bunlar ın hepsini<br />
deği şik mutluluk şekilleri olarak kabullenirler; yeter<br />
ki bunlar akl ın gerekliliklerine göre tertiplenip<br />
düzenlenmi ş olsunlar; yani en do ğru bir zamanda<br />
ve en doğru yol (i'ticlal) ile ele al ıns ınlar. Bu hallerin<br />
hepsi de, onlara i ştiyak gösterenler için birer<br />
çe şit Mutluluk say ılır.<br />
Bu konuda biz de Aristo, Farabi ve ihvanussafa'n<br />
ın görü şlerini k ısaca aç ıklayal ım :<br />
Aristo'da Hayr ve Mutluluk<br />
Aristo şöyle diyor: Her san'attan, her ilimden<br />
ve bütün i şlerimiz ve maksatlar ımızdan görülüyor<br />
ki gâye, bir (Hayr)a, bir (Iyilik)e ul şamakt ır. Gerçekten,<br />
insanlar ın hareketlerindeki gâye çe şitlidir,<br />
77
hiçbiri öbürüne benzemez. Bununla beraber bunlar<br />
ın hepsine birden (Hayr) veya (Mutluluk) diyebiliriz'.<br />
Bir de (En Yüksek Hayr) ad ını alan bir<br />
gâye vard ır ki o da bütün san'atlar ın, ilimlerin ve<br />
bilgilerin gâyesi olan ( İnsani Hayat ın Hayri veya,<br />
Mutluluğu)dur. Şu Mide, hayr ve mutluluk gerçekten<br />
nedir ve bize bunu hangi san'at, hangi ilim ö ğ-<br />
retir <br />
İlk bakışta bütün ilimler ve san'atlardan üstün<br />
görünen bu ilim, Siyaset İlmi'dir. Zira, o, bir<br />
memleketin hayat ın ı ve mutluluğunu sağlar; Ekonomi<br />
ilmi, Harb ilmi gibi diğer baz ı ilimler hep ona<br />
bağlıdır. Siyasetin esas ı da hayır ve adâlet oldu ğuna<br />
göre demek ki ahlâk ilmi de siyaset ilminin bir<br />
kısmıd ır, siyasette tamamkanmaktad ır4 .<br />
İstisnas ız, herkes için mutluluk, iyi ya şamakt ır;<br />
ve mutluluk insani olan bütün şeylerin gâyesidir.<br />
Ancak, bunu, kimi parada ve malda, kimi s ıhhatta,<br />
kimi şerefte, kimi şunda, kimi de bunda bulmu ş-<br />
lard ır'.<br />
Hayır, bizzat kendisini arzulad ığımız şeydir6 .<br />
İnsan hayat ının gâyesi de baz ı ruhsal hay ırlar i ş-<br />
lemektir. Şu hâlde, gerçek mutluluk, hayr için ya şamak<br />
ve hayr i şlemektir' ve gerçekten mutlu bir<br />
adam da hayr için ya şayan ve hayr i şleyen bir adamd<br />
ır. Şu hâlde, mutluluk, dünyada en iyi, en yüksek<br />
ve en bo şa giden ve en asil olan bir şeydir. Lâkin,<br />
o, d ışa ait maddi hay ırlar ın yard ımına muhtaçt<br />
ır; d ışa ait maddi yard ımlar olmaks ız ın insan ın<br />
i şlerinde âlicenabl ık aramak bo ştur s. O, en son ve<br />
en yüksek hayrd ır 9 .<br />
Şimdi, Mutluluk, Allah'ın bir lutfumudur yoksa<br />
öğretilebilir bir şeymidir<br />
78
İnsanın, varl ıklar ın en üstünü olmas ı bak ımından,<br />
mutluluğun Allah'ın insana bir lutfu olduğu<br />
düşünülebilir. Lâkin, her şeyin bu en iyisi nas ıl<br />
olur da tesadüfe b ırakılır<br />
Eğer, o bir ilim veya usril ile ö ğretilebilir bir<br />
şey ise, kendi varl ığında o, her zaman İlahld ır.<br />
Şu halde, ahlakça bozuk olanlar bir tarafa,<br />
mutluluk, bütün insanlarca elde edilebilir bir şeydin'<br />
Ve yine, mutlulu ğun bu suretle tan ım ı her zaman<br />
aç ıklanan siyaset ilminin gâyesi ile de uygunluk<br />
gösterir. Zira, siyaset ilminin gayesi de Şehirler<br />
aras ında bir hay ırl ılık karakteri meydana getirmektir.<br />
Ilkel hayvanlar, faziletli i şlemlerde bulunmağa<br />
muktedir olmad ıklar ı için mutluluğa ermeğe de<br />
muktedir değildirler. Çocuklar da ö ğretim ve e ğitim<br />
görmeden mutlulu ğu elde edmezler. Zira, mutluluk,<br />
tam bir fazilet ve kemâl üzre bir hayat ister.<br />
Ve yine, mutlulu ğu devran ın gidişine, tâlie<br />
b ırakmak onun tamaml ılığın ı kemâl ve kararl ılığını<br />
yok etmek demektir. Fakat, hiç bir insani bir<br />
i ş faziletin gerektirdi ği bir i şlem kadar de ği şmez ve<br />
sürekli değildir. Kısaca, mutluluk, bakaa cevherine<br />
mâliktir. Mutluluk, bir çok bela ve ıstıraplarla engellenebilir<br />
ise de o hiç bir zaman arizi ve ct ız'i iyi<br />
veya kötü tali'den etkilenmez ve yok olmaz.<br />
Mutluluğu faziletli i şlemlerle ta'yin ve s ınırlamakla<br />
mutlu bir insan ın hiç bir zaman kederli ve<br />
sefil olmayaca ğını söylemi ş oluyoruz. Çünkü, o,<br />
hiç bir zaman ancak bir vas ıta olan adi i şler ve hareketlerle<br />
u ğra şmayacakt ır.<br />
Şu halde, mutlu insan, zaman ın, sebebe dayanan<br />
bir vakfesinde de ğil, fakat, bütün hayat ı bo-<br />
79
yunca faaliyeti tam bir faziletle tanzim edilmi ş ve<br />
ebedi hay ırlarla yeterli derecede desteklenmi ş olan<br />
insand ır.<br />
Acaba bir adama ya şadığı müddetçe mutludur<br />
diyebilirmiyiz<br />
Bu hususta Solon'un güzel bir Atasözü vard ır,<br />
o, der ki: "Her şeyin sonuna bakmam ız zorunludur.<br />
Bir kimseye ölmeden önce şudur, budur veya<br />
mutludur demek doğru değildir", Fakat, mutluluk,<br />
eğer bir çe şit aktivite ise nas ıl olur da bir insan hayatta<br />
değil de öldükten sonra mutlu olabilir Hayat<br />
ın bütün safhalanndan ve firsatlar ından muaf<br />
kıl ınan yani, ölen bir insan ın öldükten sonra mutlu<br />
olduğunu kabul etmek te do ğru de ğildir. Bir insan ı<br />
öldükten sonra mutludur diye anmak o insan ın,<br />
yalnız, mutluluğun mevcut oldu ğu zaman de ğil,<br />
fakat, mevcut olmad ığı zamanda da mutlu olduğuna<br />
hükm etmektir ki bu mutlulu ğun mevcut olmadığı<br />
bir zamanda mutlu olmak gibi bir çeli şme<br />
gösterir".<br />
Kısaca, hayr, bir aktivitedir, ahlaki bir hald ır<br />
ve Mutlak ve hafi diye de ba şlıca ikiye ayr ılır.<br />
Ve yine, Mutluluk ta ahlaki bir hal de ğil bir<br />
aktivitedir ve bizzat istenen bir aktivitedir; ruhun<br />
tanı ve mükemmel bir faziletle uygunluk halinde<br />
olduğu bir aktivitedir; en üstün fazilet aktivitesidir;<br />
yani, mahiyetimizin en üstün taraf ının aktivitesidir.<br />
Bu sebepten de o, bir çe şit, spekülâsyon olmak<br />
zorundad ır.<br />
Akl ın iyi, güzel ve ilahi şeyleri kavramas ı ve<br />
kendisinin de ilahi oldu ğunu kavramas ı : tam ve<br />
mükemmel mutluluk i şte bunlard ır° 2. Mutluluk,<br />
80
engellenmemi ş bir aktivite ve mutlak bir haz" olduğuna<br />
göre demek ki en yüksek mutlulu ğu veren<br />
ak ıl fazileti ve Felsefi mülâhazalar, en yüksek<br />
hazz ı da verecektir.<br />
Yaln ız Akl'a göre ayarlanm ış bir hayatt ır ki<br />
ilâhi Bir Hayatt ır. Zira, insan ın gerçek benli ği, tlâhi<br />
kısmı, yaln ız Akl' ıd ır".<br />
Fârâbi'de Hayr ve Mutluluk<br />
Fârâbl'ye göre insan ın yarad ılmas ındaki gâyenin<br />
husulüne yarayan kuvvetler, melekeler veya<br />
irâdi fiiller ( İnsani Hayırlar)d ır; insan ın yarad ılmas<br />
ındaki gâyenin husulünü engelleyen kuvvetler,<br />
melekeler veya irâdi fiiller ise ( İnsani Şerler)dir.<br />
Hayr ve Şer, hep ezeli bir irâdeden gelmektedir.<br />
İnsana en has hayr, insani ak ıldır. Zira, insan,<br />
ancak, akl ı ile insand ır. İşte, Mant ık san'at ı da insana<br />
bu en has hayr' ı kazand ırmakt ır15 .<br />
Mutluluğa gelince: Mutluluk, zâti için istenen<br />
hayr'd ır ve her hangi bir şeye ula şmak için<br />
vas ıta olarak kullan ılamaz. Zira, insan ın eri şebileceği<br />
en son mertebe, mutluluk mertebesidir.<br />
İnsan ın her hangi bir surette alg ıladığı bir şeye<br />
meyl etmesi irâdeden ibaret olup irâd ı dediğimiz<br />
şey de ihsas veya tahayyülden do ğan meyildir ki, bu,<br />
hayvanlarda da bulunur. Fakat, bu meyl, dü şünüp<br />
anlamadan geliyorsa ona (Ihtiyar) denir ve ihtiyar<br />
da insanlara hast ır. Bu yüksek ma'kullerin insanda<br />
husul bulmu ş olmas ı onun birinci kemâlidir ve en<br />
son kemâle eri şmek yolunda kullanmas ı için insana<br />
âdetâ bah şedilmiştir. Bu son kemâl ise (Mutluluk)<br />
tur.<br />
81
Mutlu14a ancak güzel şeyleri elde etmekle<br />
erebiliyorsak; güzel şeyleri de, ancak, Felsefe san'at ı<br />
ile elde edebiliyorsak; bizi mutlulu ğa erdirebilecek<br />
olan ın, sâdece, Felsefe olmas ı zorunludur. Felsefe<br />
de, bizde, sadece, iyi ay ırd etme ile has ıl olur. İyi<br />
ayırd etme de, ancak, do ğru algılayan zihin gücü<br />
ile elde ediliyorsa, bütün bunlardan önce bizde zihin<br />
gücünün bulunmas ı gerekir. Zihnin doğru düşünme<br />
gücü ise, ancak, bizde do ğruyu yakinen bilip<br />
ona inanma ve e ğriyi de yakinen bilip ondan<br />
uzakla şma gücü bulunduğunda, yani aldanmayan<br />
bir güç bulunduğu zaman has ıl olur. İşte, bize bu<br />
gücü kazand ıran san'ata (Mant ık) deriz ve bütün<br />
san'atlardan önce bu san'at ı geli ştirmek mutlak<br />
zorunludur'.<br />
Mutluluk, insan nefsinin vücutta geli şip açılması<br />
yolunda maddeye ihtiyaç duymayacak bir<br />
kemal mertebesine ula şması demektir ve bu da nefsin<br />
cisimden ar ınm ış şeyler ve madde ile kar ışmamış<br />
cevherlcr gibi bir hal almas ı ve ebediyyen bu<br />
hal üzre kalmas ı ile olabilir. Ancak, mutlulu ğun<br />
mertebesi Fa'al Ak ıl mertebesinin a şağısındad ır.<br />
Nefs, mutluluğa, irâcleye dayanan fiillerle ula şabilir<br />
ki bu fiillerin baz ılar ı fikre ait fiillerdir ve baz ı-<br />
ları da bedene ait fiillerdir. Lâkin, bu fiiller, rastgele<br />
fiiller de ğil, baz ı belirli ve s ın ırl ı davran ış şekilleri<br />
olan ve melekelerle elde edilen s ınırlı ve belirli<br />
fiillerdir. Çünkü, iradeye dayanan fiiller aras ında<br />
mutluluğu engeleyici olanlar da vard ır.<br />
Topluca diyecek olursa, mutluluk, her hangi<br />
bir zamanda kendisi ile ba şka bir şey elde etmek<br />
için değil, fakat, zati için ibtenen hay ırd ır; yoksa,<br />
hiç bir zaman istenmez. Mutlulu ğun öteSinde in-<br />
82
san ın daha büyük bir şeye ula şabilmesi mümkün<br />
değildir.<br />
İnsan ın mutluluğa ulaşmas ına yarayan fiiller,<br />
ancak, güzel ,fiillerdir. Bu fiillerin kendilerinden<br />
sâdir olduklar ı davran ış şekilleri ve melekeler de<br />
faziletlerden ba şka değildir'".<br />
Mutluluk mertebesine şu iki şey ile var ıl ır: insanları<br />
birbirine ba ğlayan birlik ve beraberlik ve<br />
insan ı ait olduğu sın ıf ve düzene ba ğlayan birlik ve<br />
beraberlik. Fad ıl şehir insanlar ın ın her biri bu maksatla<br />
hareket ederse onun i şleri güzel ve üstün ruhsal<br />
bir form kazan ır ve bu yolda devam edildiği süre oran<br />
ında da bu ruhsal form da kuvvetlenip üstün olur,<br />
kuvveti ve fazileti gittikçe artar's.<br />
Mutluluklar üç yönden birbirinden üstündürler:<br />
Nevi, Nicelik, Nitelik.<br />
Ayni mertebeden olan insanlar, öldükten sonra,<br />
ayni mutluluk mertebesine ula şırlar ve bunlardan<br />
her bir birlik, nevi, nitelik ve nitelik bak ımından<br />
kendi benzerine kavu şur. Onlar ın birle şmeleri ve<br />
birbirlerine kavu şmalar ı da cisimlerde oldu ğu gibi<br />
değildir. Birbirine benzeyen maddeden ayr ılmış<br />
nefslerin ço ğal ıp birbirlerine kavu şmalar ı, bir ma'<br />
kulun diğer bir ma'kule kavu şması gibi olup bunların<br />
her birinin duydu ğu lezzet te çok şiddetli olur.<br />
Her birlik, bir çok kereler hem kendini hem de kendine<br />
benzeyeni dü şünmü ş olduğundan dü şünülen<br />
şeyin biteliği artm ış olur. Her göçüp giden birlik<br />
için hal aynidir.<br />
Bu, yukar ıda aç ıklanan hal de Fa'al Akl'a dayanan<br />
en yüksek gerçek mutluluktur". En üstün<br />
Mutluluğun en üstün derecesi de, Farabi'ye göre,<br />
ancak, Gerçek Filozoflara mahsustur".<br />
83
Şuna da hemen i şaret edelim ki Fârâbi, ebedi<br />
mutluluğun ancak bu dünyada oldu ğunu, Fâd ıl<br />
Medine adl ı kitab ında kötü ruhlar ın ölümden sonra<br />
azapta kalacaklar ını, Siyâset'ül-Medine'sinde de kötü<br />
ruhlar ın yokluğa gideceklerini ve yanl ız kâmil<br />
ruhların bâki kalacaklar ın ı ileri sürerse de Fârâbl'-<br />
nin, esasta, ruhun ölümden sonra şahsi bir varl ık<br />
olarak bâki kalmayaca ğı fikrinde oldu ğu kuvvetle<br />
söylenebilir.<br />
ilıvânussan'da Hayr ve Mutluluk<br />
ihvânussafâ da filozoflar gibi her şeyin bir<br />
hayr için istendi ğini, fakat, hayr ın, bizzat kendisi<br />
için istendi ğini ve Mutlak Hayr' ın da Mutluluk<br />
olduğunu ve Mutlulu ğun da s ırf kendisi için istenip<br />
başka bir şey için istenmedi ğini söylemektedirler.<br />
Mutluluk, insan ın en yüksek derecede arzuladığı<br />
ve insan ı ma'nen olu şturup geli ştiren şeydir21 .<br />
ihvânussafâ'ya göre Hay ır ve Şer'de y ıldızların<br />
etkisi büyüktür. Tasfiyeye u ğram ış ruhlar her zaman<br />
hayr ı kabul edebilirler ve hay ırlı i şler de ancak<br />
bunlardan ç ıkabilir. Madde, her zaman hayri kabul<br />
edemez. Çünkü, madde, noksand ır ve şer de<br />
madde âleminde ve orada da ancak nebat ve hayyanda<br />
görülür; fakat, bu da her zaman de ğildir.<br />
Şer, bizzat kasd olunmu ş olmayıp belki gelip<br />
geçici bir sebepten ötürüdür. Allah' ın fiilinden<br />
maksad ise bütünün iyili ği, bütünün faydas ıdır ve<br />
bu yoldaki zarar ancak, etiz'i ve özel olabilir ki bunun<br />
da varlığı ile yokluğu eşittir 22 .<br />
Mutluluğa gelince, mutluluk elde etmek isteyenlerin<br />
nefslerini terbiye ve ahlâklar ını düzeltme-<br />
84
leri gerekir. Mutluluk, genellikle, nefsin kemâl hali;<br />
şakavet, yani mutsuzluk ta nefsin noksan halidir.<br />
Mutluluk, her şeyden önce ikiye ayr ılır: İ çe<br />
ait mutluluk ve d ışa ait mutluluk. İçe ait mutluluk<br />
ta ikiye ayr ıl ır: Bedene ait mutluluk; Nefse ait mutluluk.<br />
Bedene ait mutluluk, s ıhhat ve güzellik gibi<br />
şeylerdir. Nefse ait mutluluk ta zekâ ve iyi huy gibi<br />
şeylerdir. Dışa ait mutluluk ta ikiye ayr ılır: Biri<br />
mal ve mülk zenginliği gibi dünyaya ait şeyler, diğeri<br />
de iyi zevce, iyi evlat, iyi arkada ş, iyi hoca...<br />
gibi şeylerdir ki bunlar aras ında alim ve facl ıl bir<br />
hoca insan ın nefsinin babas ıd ır ve nefs hayat ının<br />
sebebidir. Nas ıl ki insanın anas ı ve babas ı da onun<br />
maddi cesedinin varl ığı sebebidir 23 .<br />
Ve yine, Mutluluk, Dünyaya ait Mutluluk ve<br />
Ahirete ait Mutluluk diye de ikiye ayr ılır: Dünyaya<br />
ait Mutluluk, her maddi mevcudun en üstün<br />
halleri ve en tam gâyeleri üzre varl ığını sürdürmesidir;<br />
Ahirete ait Mutluluk ta, her nefsin, dünyada<br />
da âhirette de en üstün halleri ve en tam gâyeleri<br />
üzre varl ığını sürdürmesidir 24 .<br />
Mutluluk aç ısından insanlar da dörde ayr ıl ır:<br />
t— Dünyada ve âhirette mutlu olanlar.<br />
2—Dünyada da âhirette de mutlu olmayanlar.<br />
3— Dünyada mutlu olmay ıp âhirette mutlu<br />
olanlar.<br />
4.— Dünyada mutlu olup ahirette mutlu olmayanlar.<br />
Her bir ilim şereflidir. Fakat, en şerefli ilim insan<br />
ın kendi gerçek cevherinin ne oldu ğunu ve<br />
ona her bir halinde nas ıl tasarruf edece ğini bilmesi-
dir. İşte, bu nokta, filmin özüdür. İnsan ın gerçek<br />
cevheri ise (Nefs)idir ve bütün ilimleri ve (Vahy)i<br />
kabul eden bu cevherdir. Onun içindir ki Peygamrimiz:<br />
"Nefsini bilen Rabbini bilir" buyurmu ştur.<br />
Kısaca, insanlar, ebedi mutlulu ğa ve bakaaya,<br />
ancak, nefslerini terbiye ve ahlâklarm ı da düzeltip<br />
temizleme suretiyle ula şabilirler 25 .<br />
86
Konu: IV<br />
(FAZİLETLER VE REZİLETLER)<br />
İbn Miskeveyh'e göre dört büyük fazilet: Hikmet<br />
(Ak ıl), İffet (Namus) Şecaat (Cesaret), Adalet<br />
ve bunlar ın kar şıtları olan dört bütük Rezilet: Cehalet,<br />
H ırs ve Tama' veya Namussuzluk, Korkakl ık<br />
ve Zulüm- İbn Miskeveyh'e göre, Aristo'da Fazilet<br />
ve Rezilet görü şü.<br />
Aristo'da Birinci ve İkinci dereceden Failetler<br />
ve Reziletler- -Aristo Psikolojisinin ve Ahlak ının<br />
özeti- -Farabi'de Fazilet ve Rezilet görü şü- ih.vanussafâ'da<br />
Fazilet ve Rezilet görü şü.<br />
İbn Miskeveyh, Faziletler hakk ında bundan<br />
önceki konular ımızda şöyle diyordu:<br />
Filozoflar, insan nefsindeki Yat ık Nefs, Şehvet<br />
Kuvveti ve Gazab kuvveti esas ına dayanarak, Fazilet'i<br />
dörde ay ırmışlard ır:<br />
ı— Hikmet (veya Ak ıl) Fazileti.<br />
2- İffet (Veya Namus) Fazileti.<br />
3— Secâat (Veya Cesaret) Fazileti.<br />
4— Adalet Fazileti.<br />
İbn Miskeveyh'e göre insana hiç bir şeyle öğünmek<br />
yakışmaz, ancak, şu dört faziletle öğünmek<br />
yakışır. Soyunda bu faziletlerle feziletlenmi ş baz ı<br />
kimseler var diye böbürlenmek budalal ıktır.<br />
87
Bu dört faziletin (Rezilet) ad ı altında da dört<br />
karşılığı vard ır ki onlar da şunlard ır:<br />
Câhillik (Akıls ızl ık, budalal ık).<br />
2- H ırs ve Tema' (veya Aç Gözlülük, Namussuzluk).<br />
3— Korkakl ık.<br />
4— Adâletsizlik (veya Zulüm).<br />
Her fazilete ba ğlı hesaps ız dereceler bulundu ğu<br />
gibi her bir rezalete ba ğlı da bir çok dereceler vardır.<br />
Rezâletler, hangi derecelerde olurlarsa olsunlar,<br />
hepsi Nefs hastal ıklar ındand ır.<br />
Şimdi, faziletlerden yine k ısaca söz edelim:<br />
— Hikmet (veya Akıl).<br />
Hikmet, Nat ık Nefs'in faziletidir ki varl ığı<br />
varl ık olduğu haysiyeti ile bilir; yarad ılışı, ilahi<br />
i şleri, insani i şleri bilir. I şlerin ve hareketlerin iyilerini<br />
ve kötülerini ay ırd eder ve hangisini b ırakmak<br />
ve hangisini istemek ve yapmak gerekti ğini bilir.<br />
İşte, (Hikmet), bu demektir.<br />
2- İffet (veya Namus).<br />
İffet, şehvet nefsinin faziletidir. İnsan ın bu<br />
fazilete mâlik olmas ı , şehvetlerini ve arzular ın ı orta<br />
bir tutumda (mu'tedil) ve kabisıl edilebilir (me şru)<br />
bir surette idare edip gerçe ğe uygun olmayan ve<br />
İffet'e ayk ırı olan hallerde nefsinin boyunduru ğu<br />
alt ına girmemesidir.<br />
3— Şecaat (veya Cesaret).<br />
Şecaat veya Cesaret, gazab (veya hiddet) nefsinin<br />
faziletidir ki daima korkunç hallerde ve i şler-<br />
88
de Nat ık Kuvvetin yerinde ve güzel muhakemesi<br />
üzerine insanda hakl ı savunma i şinin meydana gelmesidir.<br />
4— Adâlet.<br />
Adalet, yukarıda sayılan ilk üç faziletin insanda<br />
hep birlikte ve uygunluk ve hormoni içinde<br />
bulunmasından ibarettir. Hikmet'e, İffet'e, Şecaat'a<br />
mâlik olan Adâlet'e de sahib olur. Zulüm de, şu<br />
halde, Hikmetsizlik, İffetsizlik ve Şecaats ızl ık, yani<br />
Adaletsizliktir.<br />
Yukar ıda sayılan bu dört esas faziletin her<br />
birine bağlı olaraktan da daha bir çok faziletler<br />
vard ır. Mesela: Hikmet faz ıletinin alt ında (zeka,<br />
hatırlama, düşünme, çabuk anlama, zihin safas ı,<br />
kolay öğrenme...) gibi şeyler vard ır.<br />
İffet faziletine ba ğl ı olarak ta (kendi kendini<br />
kontrol, hayâ, sabr, çömertlik, hüriyyet, kanaat,<br />
vekaar...) gibi şeyler vard ır.<br />
Şeçaat veya Cesaret faz ılatine bağlı olarak ta<br />
(nefsin şerefini koruma, azm, sebât, cesaret, yumuşakl<br />
ık, tahammül...) gibi şeyler vard ır.<br />
Adalet faziletine ba ğl ı olarak ta (sadakat, insanlarla<br />
iyi anla şıp iyi geçinme, iyi dayan ışma,<br />
muhabbet, haset etmeme, kötülü ğe iyilik etme,<br />
düşmanlık etmeme, büyüklere sayg ı ve küçüklere<br />
sevgi gösterme...)) gibi seyler vard ır.<br />
Adalet, iyiliğe ve güzelliğe dayanan bütün insani<br />
hareketlerin ve hususlar ın hepsini kaplamaktad<br />
ır.<br />
Bu dört faziletin kar şıtı olan dört rezilet te ba şlı<br />
başlar ına şeyler olmayıp, yukarıda işaret edilen<br />
89
insani nefs kuvvetlerinin azl ığının veya çokluğunun,<br />
aşır ılığın ın veya noksanl ığının, sonucudurlar ki bu<br />
ba şlıca reziletler de: Câhillik, Aç gözlülük veya<br />
Namussuzluk, Korkakl ık ve Zulüm'den ibarettirler.<br />
İbn Miskeveyh, bu noktada, yukar ıda da i şaret<br />
etti ğimiz, Ebû Osman al-D ımışki adında bir<br />
bilginin Yunancadan Arapçaya, yapt ığı tercümelerden,<br />
Aristo ile ilgili, (Nefsin Faziletleri) ad ın ı verdiği<br />
Kitaba dayanarak ta bu konuda Aristo hakk ında<br />
şöyle diyor:<br />
Aristo'ya göre : mutluluk diye de adlanan faziletlerin<br />
ilk mertebesi, insan ın, iradesini, içinde yaşadığım<br />
ız bu duyular aleminin ruh ve bedene ait<br />
olan gerekliliklerine göre kullanmaktan ibarettir'<br />
ve tabiatiyle de tam orta derecede (Ptidal Üzre)<br />
kullanmaktan ibarettir 2. Bu da, insanın, arzular ına<br />
ve şehvetlerine orta (mu'tedil) bir derecede uymasından<br />
ibarettir.<br />
Faziletin ikinci derecesi ise, insan ın, iradesini,<br />
ruh ve bedene ait olup fakat, heva, heves ve şehvetlerle<br />
ili şkisi olmayan faziletleri yerine getirmede<br />
kullanmasıd ır ki i şte bu ikinci fazilet mertebesinde,<br />
insanda, insanl ık mertebesinin yükseldi ği görülür.<br />
Bu sebepten ötürüdür ki baz ı insanlar baz ılar ından<br />
daha faziletli bulunurlar.<br />
Bu ikinci fazilet mertebesini elde etmi ş olan<br />
insanlar, gitgide, s ırf İlahi Fazilete kavu şurlar. İlahi<br />
fazilet demekten maksat ta insanlar ın, iradelerini<br />
kullanma hususunda geçmi ş ve gelecek hallere de ğil<br />
de, tersine, içinde bulunduklar ı zaman ın gerekliliklerine<br />
bağlanarak her türlü güçlüklere ve ac ılara göğüs<br />
Bermek ve hiç bir zahmetten kaç ınmamakt ır. Bu<br />
gibi insanlar, nefslerinin hiç bir hazz ına bağlanmazlar<br />
90
ve cisme ait olup ta zorunlu olarak muhtaç olmad ıklar<br />
ı şeyleri aramazlar. Onlar, daima akla ait hayr ı<br />
isterler, yani akla ve Ül'ühiyete ait güzel şeylerin<br />
pe şinden ko şarlar 3. Ve yine, hiç te kar şılık beklemeksizin<br />
insanlara yard ım ederler ve güçleri yeten<br />
her şeyi yapma ğa çal ışırlar.<br />
Bu ikinci fazilet mertebesinde insanlar, kendi gayretlerine,<br />
isteklerine, çal ışıp didişme hususundaki<br />
faziletlerine, tabii güçlerine ve ilim yolunda dayand<br />
ıkları kaynaklar ın doğruluk derecelerine göre yükselirler<br />
ve en sonda da Mutlak Hayr'a, yani Allah'a<br />
yaklaşmış ve O'nun yüksek s ıfatlariyle s ıfatlan ıp<br />
kendilerini süslemi ş ve Ilahi i şleri yapmağa yol<br />
bulmuş olurlar.<br />
Fazilet mertebelerinin en son ve en yüksek<br />
gayesi de insana ait i şlerin, ilahi i şlere benzemesinden<br />
başka de ğildir. Insanda bu mertebenin elde<br />
edilmesi onun, Mutlak Hayr'a ula şmas ı demektir.<br />
Mutlak Hayr'dan maksat ta insanda ham' olan<br />
bütün hay ırlı işlerin, ilahi i şler gibi hiç bir maksada<br />
ve kar şılığa dayanm ış olmamas ından ibarettir. Faziletlerden<br />
insani nefsin alabilece ği bir kar şıl ık, olsa<br />
olsa, sadece, vicdana ait bir zevkin elde ediimesidir<br />
ki o da faziletli hareketlerin, hiç şüphesiz, Allah'<br />
ın rizas ına uygun ve yakin olmas ından ibarettir.<br />
İşte, bu yüksek derecede bulunan faziletlerin<br />
hepsi de Ilahi birer Hayr'd ır. İnsan, bu noktada,<br />
o derece ilerler ki kendisinden sudur eden ilahi i ş-<br />
ler, art ık, kendi irade ve arzusuna ba ğlı olmayıp<br />
ruhunda bir adet, cilalanm ış bir meleke haline gelirler<br />
ve her an o Yüksek Ruhtan, o İlk Mebde'den,<br />
bir başka arzu ve emele bağl ı olmaksızın, s ırf hayr<br />
ve s ırf hikmet olarak, zuhur ve sudur ederler. Bu<br />
91
hale eri şmek için de tam bir Felsefi Bilgiye ve tam<br />
bir Nefs Terbiyesine sahib olmak şartt ır.<br />
İbn Miskeveyh bu noktada Aristo'nun (Ahlak)<br />
kitab ına da i şaretle şöyle diyor:<br />
Aristo'nun Ahlak kitab ında bildirdiğine göre<br />
de: ahlak ve iyi tabiat ın insanda daim olmas ı şarttır.<br />
Arada s ırada yap ılan her türlü iyilikler, insanda<br />
fazilet olarak bir şey ıspatlamaz. Zira, bir tek K ırlangıcın<br />
görünmesi ile havan ın i'ticlale girdi ğin<br />
ve havan ın bir kaç gün iyi gitmesi ile Bahar ın geldiğine<br />
hükm olunmaz. Bundan ötürü gerçek mutluluğu<br />
arzulayanlar iyi ahlak ın kendilerinde tabiat<br />
halini alm ış olmasına çal ışmalıdırlar. Bu gibi insanların,<br />
faziletleri, tabii bir şevk ile yapmalar ı ve<br />
onda sabit ve daim olmalar ı gerekir.<br />
İnsanlar genellikle yöneldikleri üç çe şit gâyeye<br />
göre üç çe şit hayat pe şinde koşarlar: Zevk, Şeref,<br />
Hikmet hayat ı ki işte bu üçüncüsü diğer ikisinden<br />
çok daha mükemmel ve şereflidir.<br />
S ırf ma'nevi âlemimize ait olan iyi ve yüksek<br />
i şler ve hareketler şüphesiz ki hesaps ızd ır ve insan<br />
şüphesiz ki faziletleri ile yükselip kemâle erer. İşte<br />
ma'nevi zevkler yolunda Hikmet derecesine mâlik<br />
olan üstün insan, bütün insanlar içinde en mutlu<br />
olan, İlahi Mutluluğa kavu şan insandır.' Çünkü ak ıl<br />
zevki, zati bir zevktir. Hisse ait Lezzetler ise geçicidir.<br />
Eski Filozoflar aras ında bir temsil vard ır ki<br />
onlar o temsili daima herkese söyler ve Tap ınaklarma<br />
yazarlard ı ; o temsil, şu idi: "Dünyay ı idare<br />
edici bir Melek varm ış ve o, insanlara daima şöyle<br />
dermi ş : "Ey insanlar ! Dünyada iyi i şler, hay ırlar<br />
92
ve iyi hareketler oldu ğu gibi şeyler, kötü i şler ve kötü<br />
hareketler de vard ır. Bunlar ın aras ında da bir tak ım<br />
adi hareketler vard ır ki onlara hay ır da denemez,<br />
şer de denemez. İşte sizler, bu üç şeyi arayınız ve<br />
bilniz. Bunlar ı güzelce anlay ıp iyi işler i şleiyenler<br />
benim lutfuma kavu şup gazab ımdan kurtulur; tersine,<br />
bunlar ı anlamay ıp ta kötü hareketlerle ve<br />
şerlerle u ğra şanlar ı ben de en şiddetli ölümle öldürürüm.<br />
Fakat, bu ölüm, sizin bildi ğinizi ölüm<br />
şekillerinden bir ölüm şekli değildir; ben, sizi, kısa<br />
veya uzun hayat ın ız süresinde sizi ölü gibi her mutluluktan<br />
yoksun olarak ya şat ır ım ki bu en fena bir<br />
ölümdür".<br />
'bn Miskeveyh, burada şöyle diyor: Bu misali,<br />
gören, dü şünen, bizim yukar ıda dokundu ğumuz<br />
şeylerin gerçeklerini anlar. Bunun için bilmek gerektir<br />
ki halini tasvir etti ğimiz mutluluk sahibi olan<br />
ki şi, burçlariyle durucu ve gezici y ıld ızlariyle dönüp<br />
duran ve bütün felaketleri onun üzerine<br />
yağdıran ve ba şkalar ı üzerine bunlar ın tersi olan<br />
şeyleri, yani melekleri ve iyilikleri veren Fele ğin<br />
altında bütün hayat ı süresince kendi ba şına gelip<br />
te ba şkas ın ın başına gelmeyen eziyyetleri ve me şakkatlar<br />
ı, kavu ştuğu mutluluğu kaybetmemek için,<br />
tahammül ve sabr ile çeker ve bunlardan ötürü<br />
asla üzülmez ve kederlenmez. Hatta, Hz. Eyynb'un<br />
çektiği belan ın kat kat fazlas ına bile tahammül<br />
eder ve o bel:alar, onu, sahip oldu ğu mutluluktan<br />
uzakla ştıramaz ve yoksun b ırakamaz. Bu gibi yüksek<br />
zevk sahiplerinin gösterdikleri tahammüller,<br />
sab ırlar onlar ın ruhlar ındaki yüzsek şecantlar ı sonucundan<br />
ba şka değildir. Ahlak'm övdü ğü ve önerdiği<br />
Şecaat, i şte, budur. As ıl kahramanl ık ta insanlar<br />
ı yenmek değil, kendi nefsini yenmektir.<br />
93
İbn Miskeveyh, bu konuda Aristo'dan daha bir<br />
takım açıklamalar yapt ıktan sonra sözü insan ın Allah'a<br />
karşı olan görevlerine getirerek şöyle devam ediyor:<br />
Filozoflarca insan ın Allah'a kulluğu üç türlüdür<br />
:<br />
ı— Beden ile yap ılan ibâdetler ki bunlar da<br />
(namaz, oruç, kutsal yerleri ziyaret ve dua) gibi<br />
şeylerdir.<br />
2- Ruha ait olan ibâdetler ki bunlar da (Allah' ı<br />
bilmek, Allah' ı birlemek, Allah hakk ında doğru<br />
inançta bulunmak ve O'na şükr etmek, ve O'nu<br />
medh ve sena etmek ve bütün Kâinatta O'nun<br />
kutsal feyzinin sirayetini görmek) gibi şeylerdir.<br />
3— İnsanlar ın birbirleriyle ortakla şma halinde<br />
bulunmalar ı, yani her türlü faziletlerle faziletlenmek<br />
ve her türlü hayati meselelerde birbirleriyle<br />
yard ımlaşmak ve birbirlerini korumak gibi Medenilik<br />
hali.<br />
İşte, bu üç türlü ibadet, her ne kadar burada<br />
sın ırl ı bir surette gösterilmi ş ise de bu her üç k ısm ın<br />
altında da daha bir çok çe şitler ve k ısımlar vard ır<br />
ki bunları saymak mümkün değildir. Bu bakımdan<br />
her bir insan ın da kendi ahlaki hareketlerine göre<br />
Allah indinde, yüksek veya a şağı, dereceleri ve makamlar<br />
ı vardır ve en yüksek makam da Yakin Erbab<br />
ı Makam ıd ır ki bu Makam Filosoflar ve Gerçek<br />
Alimler mertebesidir.<br />
İkinci Makam da Muhsinler Makam ıdır. Bu<br />
da, her hususta, birinci makamdakilere uygun hareket<br />
eden ve şimdiye kadar sayd ığımız faziletleri<br />
yerine getirenlerin mertebesidir ki bunlar ın dereceleri<br />
de pek yüksektir.<br />
94
Vçüncü Makam, Ebrâr Makam ıdır ki bu makam,<br />
Sâlihler mertebesidir. Bu makamda olanlar,<br />
Allah'ın Gerçek Halifeleri olup bunlar, Ülkeleri ,<br />
ve insanlar ı iyile ştirmeğe çal ışan fazilet erbâb ıdır.<br />
Dördüncü Makam da Fâizler makam ıdır ki bu<br />
da Muhabbette Muhlisler mertebesidir ve bu mertebe<br />
İttihad mertebesi ile tamamlan ır ki bundan sonra<br />
insan için Menzil ve Makam yoktur.<br />
İnsanlar ın bu makam ve mertenelere ula şabilmeleri<br />
için de kendilerinde dört çe şit haslat ın bulunması<br />
zorunludur :<br />
ı— Faziletlere haris olmak ve onlar ı yerine<br />
getirmekten lezzet duymak.<br />
2- İlahi ve Yakini bilgilere mâlik olmak.<br />
3— Câhillikten, insanl ığa aykır ı hallerden çekinmek.<br />
4— Yukar ıda say ılan bu üç hâlde mümkün<br />
olabildiği kadar yükselmek.<br />
İşte, bu faziletler ve bu haslatlar yüzünden<br />
elde edilecek yüksek makam ve dereceler, insan ı,<br />
doğrudan do ğruya Allah'a kavu şturur. Ancak, bu<br />
haslatlar kar şıs ında, bunlara tamamiyle ters dü şen<br />
ve dolay ısiyle insan ı Allah'ın ilâhi feyzinden yoksun<br />
b ırakan bir tak ım haller de vard ır ki onlar da<br />
özellikle şunlard ır:<br />
ilıânet.<br />
2— Hayâsızl ık.<br />
3— İnsanlar aras ında koğulmu ş olmak.<br />
4— insanlara kin ve dü şmanl ık beslemek.<br />
İşte, yukar ıda sayılan bu kötü huy da kimlerde<br />
varsa onlar da hem insanlar hem de Allah<br />
nazar ında ahlâks ızd ırlar ve mutsuzdurlar.<br />
95
Bunlardan ba şka, insanda hayatta mutsuzlu ğa<br />
sebep olan dört kötü huy daha vard ır ki onlar da<br />
şunlardır:<br />
ı — Tenbellik ve usanç ve vaktini faydas ız yere<br />
geçirmek.<br />
2- Kal ın kafal ılık ve câhillik.<br />
3— Şehvete boyun e ğmek.<br />
4— Fena i şlere durmadan devam etmek.<br />
İşte bunlar da dalâletten say ıl ırlar.<br />
Burada, biz de Aristo'nun, Fârâbl'nin ve Ihvânussafâ'n<br />
ın Fazilet ve Rezilet görü şlerine de yine<br />
kısaca dokunal ım.<br />
Aristo'da Birinci ve İkinci dereceden Faalletler<br />
ve Reziletler<br />
Aristo, faziletleri aç ıklamadan önce ruhun hassalar<br />
ın ı ele alarak diyor ki: Ruhun üç hassas ı vard<br />
ır:<br />
Heyecanlar.<br />
2- Fakülteler.<br />
3— Ahlâki Haller.<br />
İşte, Fazilet, bu üçten biri olmak zorundad ır.<br />
Fakat, Faziletler, Heyecanlar olamazlar, zira:<br />
Mükafât veya Mücâzât heyecanlarla<br />
Faziletlerle veya Reziletlerle ilgilidirler.<br />
2- Fazilet, muhakemeye dayanan bir maksat<br />
içerir, fakat, heyecan bunu içermez.<br />
3— Bir kimsenin, heyecanlar ı açısından hareket<br />
ettiği söylenebilir, fakat, o, faziletleri veya reziletleri<br />
aç ısından belirli bir tavr tak ınmak zorundad ır.<br />
Ve yine, Faziletler, Fakülteler de de ğildirler;<br />
çünkü:<br />
96
ı— Fazilet, övme ve yerme konusu olan heyecan<br />
için soyut bir isti'dat de ğildir.<br />
2- Fakülteler, Tabiat' ın insana bir lutfudur,<br />
fakat, Faziletler, böyle de ğildirler.<br />
Şu halde, Faziletler ne heyecanlard ır ne de<br />
Fakültelerdir. Onlar, ancak, Ahlaki Hallerdirs. Ve<br />
Faziletler, sadece, ahlaki haller de de ğildirler; onlar,<br />
Özel Ahlaki Hallerdirdler 6.<br />
Ahlaki Fazilet, do ğru, ak ıll ı, âhenklidir ve<br />
böyle bir Fazilet te İlahldir.<br />
Ve yine, doğru aklın idaresi alt ında bulunan<br />
ahlaki hal de Fazilettir 7.<br />
Kısaca, faziletler, hay ırlar ve kemaller demektir.<br />
Zira, fazilet, hem ahlaki bir maksad ı hem de<br />
ahlaki bir uygulama ğı içerir'. Bu dünyada ya şayan<br />
insanlara laz ım olan, yalnız, evet yaln ız, faziletlerdir.<br />
Dünyan ın sonu ne olacak, onu kimse bilemez. Bize<br />
laz ım olan, içinde ya şadığımız hayatt ır. Bu hayatta,<br />
ne kendine ne de ba şkalar ına zararl ı olmamak; ve<br />
belki faydal ı olmak; veya, hiç de ğilse, faydal ı olmağa<br />
çal ışmak; i şte, faziletlerin ba şı P...<br />
Aristo, ruhun hassalar ını açıkladıktan, sonra,<br />
faziletleri, insan ruhundaki ana kuvvetlerin meydana<br />
ç ıkıp görünüşü esas ına dayandırır ve her şeyden<br />
önce (Ruh)u, ikiye böler :<br />
ı — İrrasyonel.<br />
2- Rasyonel.<br />
Şu kadar ki ruhun bu iki k ısm ı da gerçekten<br />
birbirinden ayr ı değildir.<br />
Şimdi, ruhun, irrasyonel k ısmı da ikiye ayr ılır:<br />
a- İnsanın, Hayvan ın ve Nebât ın ortak olduk-<br />
97
lar ı kısm (beslenme ve ço ğalma gibi) ki bu kısmın<br />
ahlaki faziletlerle ilgisi yoktur.<br />
b- Akıl ile de ortakl ık halinde bulunan irrasyonel<br />
kıs ım ki Heyecanlar, Istek ve Arzular bu k ı-<br />
sımdandırlar.<br />
Ve yine, ruhun rasyonel k ısmı da ikiye ayrılır:<br />
a- Ruhun ilm ile ilgili kısmı ki biz ruhun bu<br />
kısm ı ile deği şmez prensipleri ihtiva eden şeyleri<br />
müşahede ederiz.<br />
b- Ruhun dü şünce ve muhakemeye dayanan<br />
akli kısmı ki biz ruhun bu k ısmı ile deği şip ba şkalaşan<br />
şeyleri mü şahede ederiz.<br />
Ruhun, irrasyonel k ısm ı, akl ın etkisi alt ındad ır<br />
ve Heyecanlar ve arzular, ak ıl ile i ştirak halindedirler.<br />
Fakat, heyecanlar ın ve arzular ın akıl ile bu i ş-<br />
tiraki, algılayıcı ve tasarruf edici olan akla bir sahip<br />
olma, bir hâkim olma demek olmay ıp, tersine, heyecanlar<br />
ın ve arzular ın aklın hükmünde ve boyunduruğunda<br />
bulunmalar ından ibarettir.<br />
Ruhun bu, irrasyonel ve rasyonel diye ikiye<br />
ayırım ından ötürü de insanda, biri ruhun irrasyonel<br />
kısmına ait olan ahlaki ve di ğeri ruhun rasyonel<br />
kısm ına ait olan akli, iki çe şit faziletten söz edilir'.<br />
Aristo, bu konuda, yine şöyle diyor.<br />
Bir fiili ve gerçeği belirlemek hususunda ruhta<br />
üç fakülte vard ır:<br />
a- Duyumlar ( İhsaslar).<br />
b— İştihalar.<br />
c- Akıl,<br />
Duyumlar, herhangi ahlaki bir fiil meydana<br />
getiremezler.<br />
98
İştihalar da bir şeyi peşlemek veya onu ortadan<br />
kald ırmak, akılca bir şeyi tasdik veya inkâr<br />
kar şılığıdır. Bundan ötürü, ahlaki bir fazilet, muhakemeye<br />
dayanan bir ahlaki maksat halidir ve ahlaki<br />
maksat, muhakemeli bir arzu ve i ştihad ır. Bu<br />
durum da, eğer ahlaki maksat iyi ve güzelse, akl ın<br />
da ve arzu ve i ştihan ın da do ğru ve akl ın, arzu ve<br />
i ştihan ın pe şlemesi gerekti ğini tasdik etti ği şeyin de<br />
doğru olmas ı zorunluluğunu gösterir.<br />
Akl ın, genellikle görevi, geçe ği kavramakt ır.<br />
Fakat, ameli akl ın görevi, gerçe ği doğru bir arzu<br />
ile ve ona uygunluk içinde kavramakt ır. Bundan<br />
ötürü ahlaki maksat, bir fiilin meydana gi şine<br />
sebeptir ve ahlaki maksad ın temeli de belirli bir<br />
gayeye yöneltilmi ş bir istek veya ak ıldır; yahut ta<br />
akl ın, arzu tarafından vas ıfland ırılmas ı ; veyahut ta<br />
arzunun ak ıl tarafindan vas ıfland ırılmas ıdır.<br />
Gerçeğin kavranmas ı, ruhun ahlaki ve spekülatif<br />
ak ıl kıs ımlar ının birlikte kavranmas ı demektir.<br />
İşte, bu asil Fakültedir ki insan ı, gerçek insan yapar".<br />
Kısaca, Aristo'ya göre, her çe şit ahlaki fiilin<br />
kaynağı, insan ruhundaki rasyonel, yani idrak; ve<br />
irrasyonel, yani Şehvet ve Gazab kuvvetleridir.<br />
İşte, bu üç kuvvet bütün ahlakm kayna ğıd ır. Zira,<br />
bunlar, üçer halde bulunurlar :<br />
(İfrat).<br />
A şırılık, yani luzûmundan fazla ziyadelik<br />
2- Tam Orta Hal, yani ne luzûmundan fazla<br />
aşır ılık ne de luzûmundan fazla noksanl ık ( İ'tidal).<br />
3— Noksanlık, yani luzûmundan fazla eksiklik<br />
(Tefrit).<br />
99
Aşırılık ve noksanl ık hem Tam Orta Hale hem<br />
de birbirlerine kar şı z ıt durumdad ırlar. Tam Orta<br />
Hpali de, ancak, Tam Akıllılar belirliyebilirler' 2 .<br />
Bu suretle bu üç kuvve, dokuz ahlaki hal meydana<br />
getirir ki bu noktadan, insan ahlaki durumunu<br />
daima kontröla ve dengede tutma ğa,muvaffak olur.<br />
Bu dokuz ahlaki hâlden Hikmet, İffet, Cesaret<br />
halleri makbuldur. Fakat, bunlar ın a şırı yönleri<br />
olan Cerbeze, Delice Cesâret ve Kabasofuluk ile<br />
eksiklik yönleri olan Budakl ılık, Korkakl ık ve Utanmazl<br />
ık halleri ve kötüdür.<br />
Ruhunmuzun esas faziletleri dörttür: Hikmet<br />
13 , iffet% ş ecâatis, Adalee 6.<br />
Hikmet veya Ak ıl, ruhumuzun rasyonel k ısmının<br />
faziletidir. İffet ve Şecaat ta ruhumuzun<br />
irrasyonel k ısmının, Şehvet ve Gazab kuvvetlerinin<br />
faziletleridir' 7. Adalet te bu üç faziletin bir arada<br />
bulunmas ından ibarettir. Hikmet, İffet ve Şecaat<br />
faziletlerine sahip olan insan Adalet faziletine de<br />
sahiptir demektir. Adalet, tam ve bütün bir fazilettir,<br />
bütün faziletlerin özetidirls. (Adâlet'in kanuni<br />
anlam ı da büsbütün ayr ı bir özellik ta şır). Bu dört ana<br />
fazilet te bir tak ım daha küçük faziletlere ayr ılır.<br />
Bu dört büyük ana faziletin kar ıştı da dört büyük<br />
rezilettir ki onlar da şunlardır:<br />
ı-<br />
2— H ırs ve Tama' Açgözlülük veya Namussuzluk.<br />
3— Korkakl ık.<br />
4-- Zulüm.<br />
Bu dört ana rezilet te bir tak ım daha küçük<br />
reziletlere ayr ılır' 9 .<br />
' 100
Şimdi bu faziletleri ve reziletleri s ıras ıyle<br />
Başlıca dört fazilet, yukar ıda da belirtti ğimiz<br />
gibi, şunlardır:<br />
Akıl veya Hikmet, İffet, Cesâret ve Adalet.<br />
(Akıl veya Hikmet)<br />
Akıl veya Hikmet, ruhun rasyonel k ısmına<br />
aittir. Nat ık Nefsin faziletidir. Ak ıl, insani şüphe<br />
ve muhakemenin tabii kuvvetleriyle u ğraşır.<br />
Akıl, eleştirir; iyiyi ve kötüyü ay ırd eder; tedbir<br />
eder ve emirler verir. Bu sebeple ak ıl ile hikmet<br />
aras ında veya hikmet e ait ak ıl aras ında yahut ta<br />
akıllı kimselerle hakimler aras ında fark yoktur.<br />
Hikmet, bastret, hadsi ak ıl, hep aklın fakülteleri<br />
olup hepsi ayni temayüle sahiptirler ve ruhun<br />
faziletleri olan bu fakülteler hem sonu gelmeyen<br />
(Nihai) hakikatlarla hem de cüz'i hakikatlarla ve<br />
hem de aksiyonlarla me şguldurlar.<br />
Akl ın basiret fakültesi, özellikle, idare eder ve<br />
emirler verir, hikmetin meydana geli şini" sağla ,- ve<br />
mutluluğa hizmet ede.. Ancak, basiretin mutlulu ğa<br />
hizmet edebilmesi için insan ın daima Adil, Şerefli<br />
ve İyi I şlerle uğra şmas ı laz ımdır ki zâten, iyi bir insan,<br />
bu şeyleri tabii olaraktan yapar. Basiretli bir<br />
adam demek, sadece, faziletli i şler yapan bir adam<br />
demek, de ğil, fakat, ayni zamanda, faziletli olabilen<br />
bir adam demektir de.<br />
Hikmet te mutluluğa, doğrudan doğruya ollmamaka<br />
beraber, dolay ısiyle hizmet etmektedir.<br />
Fakat, zekâ fakültesi olmaks ız ın basiret mevcut<br />
olamaz. Zeka, verilmi ş bir objeye yard ımc ı ola-<br />
loı
cak vas ıtalar ı o obje ile uygun dü şürme ve etkili<br />
klima fakültesidir. E ğer obje şerefli ise böyle bir<br />
zekâ övülmeğe lây ıkt ır. Fakat, e ğer obje âdi ve süfli<br />
ise böyle bir zekâ da hayâs ızdır, şerefsizdir. İşte bu<br />
sebeptendir ki biz, basiretli insanlardan da hayâs ız<br />
insanlardan da Zeki insanlar diye söz edebiliriz.<br />
Basiret, fazilet halini almadan, kemâlini elde edemez.<br />
Bir insan, iyi olmad ıkça, basiretli de olamaz.<br />
Bir çok ahlâk ı vas ıflar, faziletler, bir anlamda,<br />
herkeste daha do ğu ştan mevcuttur. Biz daha do ğuştan<br />
adaletli, mu'tedil, cesur...uzdur. Fakat, biz,<br />
faziletten, iyi'den söz etti ğimiz zaman bu terimin<br />
özel anlam ını kasd ederiz. Zira, tabii, ahlaki haller,<br />
çocuklarda da ve a şağı derekeden hayvanlarda<br />
da vard ır. Ancak, onlardaki bu ahlâki haller, şüphesiz<br />
ki, akıl süzgecinden geçmemi ş hallerdir. Tabii<br />
fazilet, gözsüz insana benzer ki onun do ğru olabilmesi<br />
ve do ğruyu görebilmesi için göze, yani akla<br />
ihtiyaç vard ır. Tabii faziletin aksiyonlar ı, ancak,<br />
akıl ile mükemmel olur, hayr olur. Bir ahlaki hâlin<br />
fazilet say ılması için, onun, doğru akl ın idaresi alt<br />
ında olmas ı gerekir ve bu konuda do ğru ak ıldan<br />
maksat ta Baireee ait ak ıldır ve böyle bir fazilet te<br />
İlâhidir.<br />
Sokrat, bütün faziletleri akl ın formlar ı kabul<br />
etmekle, bütün ilimleri de akl ın kontrolü alt ına sokmuştur.<br />
Kısaca, İlk Hayr, gerçek anlamda, Basiret<br />
olmaks ız ın mümkün değildir ve Basiret te ahlaki<br />
fazilet olmadan mümkün de ğildir".<br />
Basiret, esasta, pratik bir fazilettir, bundan<br />
ötürü de sonu gelmeyen hakikatlarla ilgili olmakla<br />
102
eraber, o, genellikle ve gerçek anlamda bir kimsenin<br />
şahsi faydalar ı aç ıs ından ele al ınır.<br />
Basiret'in üstün şekline (Kiyâset veya Fetânet)<br />
denir ki basiretin bu şekli, özellikle, Devlet adamlarında<br />
görülür. Fetânet veya Kiyâset, bir çe şit,<br />
yerinde, yani do ğru denebilecek bir Zan veya Tahmin'dir.<br />
Fakat, Hikmete dayanan bir muhakeme<br />
fetânet ve kiyâsetten çok üstündür. Zira, Hikmete<br />
dayanan bir muhakeme, akl ın gerekti ği gibi işletilmesini<br />
ve böyle bir muhakemenin de do ğru dü şünceyi<br />
sağlamas ını zorunlu k ılar. Hikmete dayanan<br />
bir muhakeme, konuda, usulde, zamanda uygunluk<br />
gösterme hususlar ında do ğru olan bir muhakemedir.<br />
Böyle bir muhakeme ise, insan ı doğru olarak<br />
Mutlak bir sonuca götüren Mutlak bir Histir.<br />
İyi bir muhakeme, insani hay ırlar ve şeyler alan ında<br />
zihnin do ğru rasyonel ve pratik bir halidir.<br />
Hulâsa, basiretli bir kimsenin karakteristi ği<br />
akla ve hikmete dayanan bir muhakemede bulunmaktır<br />
21. Basirette, onunla ilgili olan bütün fazileder,<br />
hep birlikte mevcutturlar.<br />
Biz, san'atta, o san'at ın Efendilik pâyesini gerçekten<br />
kazanana, (Hakim veya Dahi) sözünü izafe<br />
ederiz. San'atta Deha'n ın anlam ı, art ık onun üstünde<br />
bir üstünlük ve mükemmellik olamayaca ğıdır.<br />
Fakat, baz ı kimseler vard ır ki biz onlar ı özel<br />
bir anlamda de ğil de genel bir anlamda Dahi kabul<br />
ederiz. Bu genel Hikmet veya Deha, alimlerin, en<br />
tam mükemmeliyetlerini elde ettikleri ve ona en<br />
yakin oldukları şeydir. Şu halde, Hakim bir adam,<br />
hem İlk Prensiplerden istidlallerde bulunma ğı bilecek<br />
hem de İlk Prensiplerin hakikatlar ını bilecektir.<br />
Bundan ötürü, Hikmet, Ilim ile Sezgisel Akl ın bireşiminden<br />
ibarettir.<br />
103
Hikmet veya Dehâ, en şerefli hususlar ın konuları,<br />
onların Ana İlmi diye tan ımlanabilir. Zira,<br />
Kiyâset veya Basiret, bu dünyada insan ı en mükemmel<br />
varl ık olarak kabul etmedikçe, en mükemmel<br />
bir ilim say ılamaz.<br />
Hikmet veya Dehâ kelimesi, her zaman ayni<br />
anlamdad ır. Ancak, (Kiyasetli) veya (Basiretli)<br />
kelimesi deği şik anlamlar alabilir. Zira, bir insan,<br />
yaln ız, kendi ç ıkarlar ının kölesi ise ona: "Basiretli<br />
veya Kiyasetli" denecek, dolay ısiyle, onun çıkarların<br />
ın kontrolü de ona havele edilecektir. Şu halde,<br />
biz, baz ı hayvanlar hakk ında da: "Basiretli veya<br />
Kiyasetli" sözünü kullanabiliriz. Zira, bu hayvanların<br />
da bizzat kendi hayati ç ıkarlar ı aç ısından bir<br />
ön sezi fakültesine sahib olduklar ı görülmektedir.<br />
Açıkça görülüyor ki (Kiyâset) ile (Dehâ) ayni<br />
şey değildir. Zira, e ğer, biz, (Deha) kelimesinden,<br />
yaln ızca bizim şahsi faydalar ımız ı sağlayan bir<br />
(Deha) anlarsak, o takdirde de bir çok (Dehâ) çe şitlerinden<br />
söz etmek gerekecektir.<br />
Kısaca, Deha veya Hikmet, pek şerefli mahiyetleri<br />
haiz şeyler alan ında ilim ile sezgisel akl ın<br />
bir bire şimidir. İşte, bu sebeple, insanlar, Anaxagoras'a,<br />
Tales'e —onlar ın kendi şahsi faydalariyle<br />
nr kadar ilgisiz olduklar ını gördüler de— "Hakim",<br />
"Dahi" ad ın ı verdiler de "Basiretli, Kiyasetli"<br />
adını vermediler 22 .<br />
Hulâsa, Tam ve Do ğru Orta, her hususta ve<br />
konuda doğru dü şünmeği emreder; veya Tam ve<br />
Doğru düşünen bir Akl ın karar ı, Tam ve Doğru<br />
Orta'd ır ve ancak bu anlamdad ır ki (Akıl) bir faallettir.<br />
104
Fakat, e ğer ak ıl, yalnız şahsi fayda pe şinde<br />
ko şar ve hatta bu u ğur da herkesi hayretler içinde<br />
b ırakacak tertipler ve düzenler iycad ederse, ak ıl,<br />
bu aşır ı kötü hâli ile kötüye yönelik bir Basiret veya<br />
Kiyâset veya kötüye yönelik bir Dehâ olur ki buna,<br />
genel dilde (Cerbeze) denir ki bu da bir rezilettir. Ve<br />
yine, akıl, eğer Tam Do ğru Orta kudretinden yoksunsa,<br />
yani doğru düşüncede bulunamazsa, ona da<br />
Ahmaklık veya Câhillik denir ki bu da bir rezilettir.<br />
Şu hâlde, Tam ve Doğru düşünen bir akl ın,<br />
aşırı derecede kötü şeyleri dü şünebilmesi veya Tam<br />
Doğruyu dü şün ınekten yoksun bulunmas ı akl ın iki<br />
reziletidir". Ahmakl ık, câhillik, ihtiyari olmayan<br />
fiillere sebeptir 24 ve bir ihmâle veya kötülü ğe sebep<br />
olduğunda da bizâtihi mücâzât konusudur".<br />
İhtiraslar ın sebebi cehâlettir 26.<br />
(iffet )<br />
İkinci büyük fazilet İffet ise, ruhun irrasyonel<br />
kısmına ait olup bedene ait şehvetlere, arzulara ve<br />
heyecanlara mâlik olmada ve onlar ı idare etmede<br />
aklın hükmünde ve boyunduru ğunda bulunmakla<br />
Tam ve Doğru bir Orta Hal'dir; muhakemeli bir<br />
arzu ve i ştihadır ve bu da bir fazilettir.<br />
İffet'in a şır ı derecesi, luzumsuz fazla utangaçlık;<br />
İffet'in noksan derecesi ise (Utanmazl ık)tır ki<br />
bu her iki hâl de rezilettir".<br />
İffet, şehvet kuvvetinin, akl ın hâkimiyyeti altındaki<br />
Tam Orta Hâlidir. İffet'in a şırı derecesi,<br />
yukar ıda belirtti ğimiz gibi, luzumsuz fazla utangançlık<br />
ve noksan derecesi de utanmazl ık olduğu gibi,<br />
şehvet kuvvetinin a şır ı derecesi de, insan ın, bedeni<br />
105
arzulara ve Şehvetlere kendisini tamamiyle kapt ırmas<br />
ı ve ahlâka ayk ır ı her türlü sefâhatta ve cinsi<br />
ili şkilerde bulunmas ı ; ve bu kuvvetin noksan derecesi<br />
de, insan ın, bedeni arzular ve i ştihalar kar şısında<br />
tamamiyle hareketsiz ve ölü kalmas ıdır ki bu<br />
hâl bedeni arzu ve i ştihalar ın, en sonunda, büsbütün<br />
sönüp gitmesine ve bu şehvet kuvvetinin vücutta<br />
kuruyup vücudun yok olmas ına sebep olur ki bu<br />
her iki hâl de birer rezilettir.<br />
( Şeeâat veya Cesâret)<br />
Şecâat veya Cesaret te ruhun irrasyonel k ısmına<br />
ait olup (Nefs)e güvenme ile korkakl ık hislerinin<br />
Tam Ortas ıdır ve bir fazilettir.<br />
Cesur bir insan, gerçekten korkulacak şeylerden,<br />
gerçekten korkulacak surette, gerçketen korlacak<br />
zamanda korkan \,e daima rasyonel bir ruh<br />
taşıyan ve kendinden emin, daima so ğukkanl ı, daima<br />
nikbin olan basit-etli bir insand ır. Gerçekten<br />
cesur bir insan için, cesaret, asâlettir, şereftir. Şeref<br />
ve Asâlet, cesaret faz ıletinin gâyesidir.<br />
Vukuu zorunlu ve giderilmesi mümkün olmayan<br />
hallerde, korku, do ğru değildir. Vukuu ve sakınılmas<br />
ı mümkün olan tehlikelerden de korkulmaz.<br />
Zira, mümkün, vuku'dan önce, evhamdan<br />
ibarettir; evhamdan ise ak ıllı korkmaz".<br />
Aşırı korkusuzluğun ad ı yoktur. Fakat, korkulu<br />
şeylerle yüzyüze gelmekte nefse güvenmenin fazlalalığına<br />
da budalaca cesaret, delice cesaret denir.<br />
Delice cesaret, gerçek olmayan cesaret olmakla,<br />
bir çe şit sahte cesarettir. Bir çok delice cesaret gösteren<br />
adamlar, gerçekten ve yürekten, korkak kimselerdir.<br />
106
Nefse güvenmenin noksanl ıgı veya korkakl ı-<br />
ğın fazlas ı da yüreksizliktir, alçakl ıkt ır ki bu da korkulmayacak<br />
şeylerden, korkulmayacak şekilde ve<br />
korkulmayacak bir zamanda korkmak demektir".<br />
Her şeyden korkan adamlar, daima kederli ve ümitsizdirler,<br />
bedbindirler, hareketsizdirler 30 . İşte, böyle<br />
pek korkak ve alçak insanlard ır ki fıkaral ık gibi,<br />
aşk gibi veya her hangi ızt ıraplı haller kar şısında<br />
intihar ederler ve bu hallerden ancak bu suretle kurtulmak<br />
isterler".<br />
Bir de bir fenâ hali, bir kötü olay ı, hakikatta<br />
mevcut değil iken, sâdece, zihnen tasavvurdan<br />
ötürü, (ve mesela, aceba bir zelzele olurmu bir<br />
fırtına çıkarm ı gibi dü şüncelerden ötürü) bir korku<br />
vard ır ki böyle hayali korkulara kap ılanlara da<br />
Deli denir".<br />
Korkulacak şeylerden pek fazla veya pek az<br />
korkmak yahut ta asl ında korkulmayacak şeylerden<br />
korkmakliğın sebebi de neden korkulaca ğını, nas ıl<br />
korkulacağını ve ne zaman korkulaca ğını akıl ile<br />
doğru olarak belirleyememektir. Bütün bunlar ı,<br />
akıl ile belirlemek te insan ın nefsine güven verir".<br />
Fakat, asil ve şerefli bir insan ın daima korkmas<br />
ı gereken bir şey vard ır ki o da: Zillet ve Alçaklık'tır.<br />
Kısaca, Cesaret, Tam orta bir haldir ve bir<br />
fazilettir. Cesaretin a şırıs ı delice cesaret; noksan-<br />
1141 da korkakl ık ve alçakl ıkt ır ki bu iki hal de birer<br />
rezilettir.<br />
Şüphesiz, korkular ın en büyü ğü de Ölüm korkusudur.<br />
Aristo, Cesaret'i be şe ay ırır:<br />
107
ı — Siyasal cesaret.<br />
2— Özel şeyleri deneme cesareti.<br />
3— ihtirash ruhun cesareti.<br />
4—Kanl ı mizaçl ı kimselerin mizaçlar ından ötürü<br />
olan cesaretleri<br />
5— Câhillikten ötürü olan cesaret.<br />
Aristo, bu cesaret, şekillerinden Tam ve Do ğru<br />
Cesareee en yak ın olarak ta Siyasal Cesaret'i gösterir".<br />
(Adalet )<br />
Adalet, pek genel ve yayg ın anlam ı ile, insanlar<br />
ı, adil olanı yapmağa güclü k ılan ve insanlar ı<br />
niyyette ve aksiyonda adil k ılan ahlaki bir hâldir.<br />
Adâletsizlik te bu dedi ğimiz halin tersidir".<br />
Adalet ve adâletsizlik kelimleri bir çok anlamlarda<br />
kullan ılmakla beraber bu çe şit anlamiar birbirleriyle<br />
s ıkıca ilişkidedirler ve bu yüzden de kar ı-<br />
şıklığa da elveri şlidirler".<br />
Adalet, a şırı ve ızt ırab verici adâletsizlik ile az<br />
adâletsizlik aras ında Tam Orta bir hâldir; i'ticlaldır<br />
37 .<br />
Adalet, Tam Orta bir hâldir, fakat, di ğer faziletlerdeki<br />
anlamda bir Tam Orta de ğildir. Adalet,<br />
daha ziyade, Orta olma ğı gâye edinir. Nas ıl ki adâletsizlik<br />
te, eksiklik olmaktan ziyade, A şır ı olmağı<br />
gaye edinir.<br />
Adalet ile Fazilet te aynidir. Fakat, aralar ında,<br />
yine de fark vard ır ki o fark ta şudur: Eğer ahlaki<br />
bir hal ba şkalarına izafi olarak bakarsa, o, (Adalet)tir;<br />
e ğer, ahlaki bir hal ba şkalarına Mutlak<br />
olarak bakarsa, o, (Fazilet)tir".<br />
108
Adalet, tam ve bütün bir Fazilettir, en üstün<br />
Fazilettir.<br />
Faziletlerden yaln ız Adalet'tir ki ba şkalar ına<br />
da hay ırlıdır. Zira, ba şkalar ı ile ilişkiyi içerir. Insanların<br />
en iyisi hem kendi öz hayat ında hem de<br />
komşular ı ve dostlar ı ile olan ilişkilerinde faziletli<br />
davranan insand ır. Insanlar ın en kötüsü de hem<br />
kendi öz hayat ında hem de Cemiyyet hayat ında<br />
reziletli davranan insand ır.<br />
Bu anlamda Adalet, tam ve bütün bir fazilet<br />
olduğu gibi Adalet'in z ıddı olan Adâletsizlik te tam<br />
ve bütün bir kötülüktür".<br />
Adalet, hem bütün bir fazilettir hem de parça<br />
fazilettir. Adâletsizlik te hem bütün bir rezilettir hem<br />
de parça rezilettir. Geni ş anlamda Adalet, bütün<br />
faziletli fiillerle ilgilidir; geni ş anlamda Adâletsizlik te<br />
bütün reziletli fiillerle ilgilidir. Dar anlamda Adalet<br />
ve Adâletsizlik te s ıhhat, şeref, zenginlik gibi tâlie<br />
ait hay ırlarla ilgilidir.<br />
İki çeşit parça adâlettsizlik vard ır: bunlardan<br />
biri sadece bütün adâletsizlik alan ı içinde söz konusu<br />
olan parça adaletsizliktir; di ğeri ise s ırf kötü<br />
niyyet ve maksada dayanan parça adaletsizliktir<br />
ki bu bir Gazab't ır, Gadir'dir. Gazab, Gadir ise<br />
adalet dışı bütün aksiyonlar ın veya cürümlerin en<br />
kötüsüdür; hiç bir haks ız iş onunla kıyaslanamaz".<br />
Bütün olarak Adalet ve Adâletsizlik, kanun<br />
tarafından belirlenirler; onlar, kanuni tasdikler alanı<br />
ile beraberce mevcutturlar.<br />
Parça adalet te iki şekilde bulunur:<br />
Tevzii adalet.<br />
2- Özel i şlemlerde hatan ın doğrultulmas ı adâleti.<br />
109
Tevzil adalet, cemiyyet fertleri aras ında s ıhhat,<br />
şeref, zenginlik gibi şeylerin da ğıtımı hususundaki<br />
adâlettir ki bunda, vatanda şlardan her biri,<br />
diğer bir vatanda şa nazaran e şit veya e şit olmayan<br />
bir hisseye sahiptir. Bu çe şit adalet, insanlar aras ında<br />
liyakat ve Tabiat tarafindan bah ş edilen hayırlar<br />
aç ısından hükm edilmi ş bir nisbettir ve insanlarla<br />
nicelikler aras ında söz konusudur.<br />
Özel i şlemlere ait Do ğrultucu Adalet te tekrar<br />
ikiye ayrıl ır:<br />
ı — thtiyari i şlemler.<br />
2— ihiyari olmayan i şlemler.<br />
ihtiyaris olmayan i şlemler: h ırs ızlık, sinan açığa<br />
vurmak, her çe şit rezillikte bulunmak, yalan yere<br />
şahitlik etmek veya insan öldürmek, insana sald ırmak<br />
ve ırz ına geçmek, insana iftira etmek yahut ta<br />
bir şeyi bozup yok etmek veya sakatlamak gibi i ş-<br />
lemlerdir.<br />
ihtiyari i şlemler de: Al ışveri ş yapmak, faiz<br />
ile veya faizsiz ödünç para vermek, güvencede bulunmak,<br />
para biriktirmek, bir şeyi kiraya vermek<br />
gibi şeylerdir ki insanlar bu gibi i şlerde hür iradeleri<br />
ile hareket ederler.<br />
Hatayı Doğrultucu Adalet, genellikle, kazanç<br />
ile kayb aras ındaki Orta Durumdur. Bu do ğrultmada<br />
bir tarafın kazanc ı diğer tarafin kayb ına<br />
eşittir ve bizzat şah ıslar eşit olarak muamele görürler.<br />
Kazanç ve kayb terimleri de ihtiyari olarak<br />
yapılan mübadeleye aittirler 4l.<br />
Baz ı insanlarda, misli ile kar şılıkta bulunman<br />
ın Mutlak, Adalet olduğunu iddia ederler ki bu<br />
iddia Fisogor'cular ın doktrinidir. Fisagor, adaleti,<br />
110
ir kimsenin kom şusuna misli ile kar şılık vermesidir,<br />
diye tan ımlamıştır. Ancak, misli ile kar şılık<br />
vermek ne Tevzil Adalete ne de Do ğrultucu Adalete<br />
uygundur.<br />
Cemiyyette mübadelenin dayand ığı adâlettir<br />
ki misli ile karşılık verme çe şidinden bir adâlettir ve<br />
bir vandet ba ğıd ır. Fakat, bu bağ, nisbi bir bağdır<br />
ve e şit bir misli ile kar şılık vermeden uzakt ır. Zira,<br />
Devlet'i vandet halinde tutan şey nisbi mükafattır".<br />
Burada yine parça adâletsizli ğe kısaca dokunarak<br />
diyelim ki parça adâletsizlik, kötü olana, ho ş<br />
olmayana e şittir. Bu takdirde Orta Durum da iyi<br />
ve ho ş veya e şitlik olaçakt ır ki bu da en a şağı iki<br />
insanı ve iki şeyi içerir.<br />
Şu halde, adalet, Tam ve Do ğru Orta'd ır, güzel<br />
oland ır veya e şitliktir ve izafidir. Bu anlamda<br />
da adalet, bir çe şit müvazenedir, bir nisbet e şitli ğidir43.<br />
Cemiyyet aç ıs ından bu nisbet şöyledir: Cemiyyet,<br />
mübâdeleyi içerir; mübadele de e şya aras<br />
ında e şitliği içerir; e şitlik te tenasübü içerir; tenasüb<br />
te Para'y ı içerir".<br />
Bir kimsenin adaletsizlik yapmas ı o kimsenin<br />
zorunlu olarak adaletsiz olmas ını gerektirmez. Adaletsiz<br />
olmak, adaletsiz bir i ş yapmak demek de ğil,<br />
fakat, adâletsizli ğin ahlaki hâletine malik olmak<br />
demektir.<br />
Adaletsiz bir i şlem de adaletli bir i şlem de,<br />
genellikle, iradeye dayan ır45 Fakat, baz ı insanlar<br />
da vard ır ki ihtiyarlar ı dışında da adil hareket ederler".<br />
Uşakların, Efendilerin, babalar ın ve çocukların,<br />
kar ı ve kocan ın adâleti hep ba şka ba şkad ır.<br />
111
Siyasi adalet te büsbütün ba şkadır. Siyasi adalet,<br />
k ısmen tabii, kısmen de i'tibari dir; Dini ibadetler<br />
de bunda dahildir.<br />
Siyasi Adalet, insanlar ın ilişkilerinin kanuni<br />
olarak eksik olduğu yerde söz konusudur'.<br />
Her bir adalet kaidesi veya kanun tümel veya<br />
özel ili şki içinde şahsi faaliyetlere dayan ır.<br />
Bütün adâletler de ği şebilir olmakla beraber,<br />
bu dünyada, Tabii bir Adâletten de söz edilebilir.<br />
İnsanlar, cemiyyet halindeki hayatlar ında birbirlerini,<br />
özellikle, üç yol ile incitirler:<br />
ı — Bilgisizlikten ötürü yap ılan bir fiil ile ki buna<br />
(Hata) denir. Hata'n ın sebebi, insan ın kendindedir.<br />
2- Kaza eseri olarak yap ılan bir incitme ki<br />
bunun sebei insan ın dışındad ır.<br />
3— Adaletsiz bir incitme ki bu, insan ın, bilerek<br />
yaptığı, fakat, düü şünrneden yaptığı bir fiildir ki böyle<br />
bir fiil, özellikle hiddet eseridir.<br />
Eğer kötü bir fiil muhakemeli bir maksad ın<br />
eseri ise o takdirde o i şi yapan adâletsizdir ve fasittir.<br />
Bilinmeden yap ılan fiillerde insan ın ihyitar ı söz<br />
konusu değildir ki bu fiiller de ya afv olunur çe şittendir<br />
veya değildir. Tabii ve insani olmayan fiiller,<br />
afv olunmazlar".<br />
Fiillerde ahlaki bir maksat ta şımak insaft ır,<br />
hakkaniyettir. Hakkaniyet te insanlarla nicelikler<br />
aras ında değil, fakat, nisbi ili şkiler hususunda söz<br />
konusudur. insaf veya hakkaniyet ile adalet, ne<br />
mutlak olarak birbirinin ayni ne de genel olarak<br />
birbirinin gayrıdırlar. Adalet ile insaf veya hakka-<br />
112
niyetin her ikisi de iyi ise de insaf veya hakkaniyet<br />
adâletten daha iyidir.<br />
insafl ı veya hakka saygılı bir kimse, adâletli<br />
bir kimsedir. Fakat, o, kanun önünde adâletli bir<br />
kimse değil, vicdanı huzurunda adâletli bir kimsedir.<br />
İnsaf, me şru' adâletten do ğan hatay ı bir nevi'<br />
döğrultmakt ır; insaf veya hakkaniyet, genel olarak,<br />
kanunun düzeltilmesidir. Zira, her şey, kanun ile<br />
tan ımlanamaz ve tesbit edilemez. İşte, hakkaniyet<br />
te bu gibi hususlara uygulan ır.<br />
İnsaf veya hakkaniyet te, özellikle, bizim komşular<br />
ım ızla ve dostlar ımızla olan ili şkilerimizde iyi<br />
ve hayr olan her şeyin karakteristi ğidir".<br />
Adil bir kimse memleketin kanunlar ına boyun<br />
eğen ve her hangi bir şeyde kendi hissesinden fazlasını<br />
almayan, daima hakl ı olan, daima Mil olan<br />
kimsedir. Adâletsiz kimse de her hangi bir şeyde<br />
kendi hissesinden pek fazlas ını alan, yani haks ız<br />
olan, memleketin kanunlar ına boyun eğmeyen ve<br />
daima haks ızlık eden kimsedir. Adil olmayan kimse,<br />
mutlak anlamda, iyi olan şeylerden daima hissesinden<br />
fazlas ını alan, fakat, mutlak anlamda, kötü<br />
olan şeylerden de hissesinden çok daha az ını alan<br />
kimsedir".<br />
Adil bir insan insana haz veren bütün iyi ve<br />
güzel şeyleri kendisi ile kom şuları ve dostlar ı arasında<br />
eşit surette payla şan ve adâleti tam bir muhakeme<br />
ile ortaya koyan insand ır5'.<br />
İnsan ruhunun rasyonel ve irrasyonel olarak<br />
ikiye ayr ılmas ı bak ımından bir insan ın kendi kendisine<br />
adâletsizce hareket edebilece ği de iddia edilebilir.<br />
Zira, ruhun bu iki k ısmı, kendi meyillerine<br />
zıt olan baz ı şeylere zarar verebilirler 52.<br />
113
Kısaca, Adalet, cemiyyette zorunludur. Çünkü,<br />
Adalet, asil olarak insanldir; ve çünkü Adalet,<br />
insanlar ın insan olarak kar şılıklı ilişkilerini etkiler<br />
ve düzenler".<br />
Tekrar edelim ki ak ıllılık veya Hikmet, İffet,<br />
Cesaret ve bunlar ın hepsinin toplam ı ve bütünü<br />
mahiyetinde olan Adalet be ğenilen ve övülüp<br />
istenen başlıca iyi faziletler ve ahlaklard ır. Akıllılık<br />
veya Hikmetin fazlas ı olan Cerbeze veya Kaç ıklık<br />
ile noksan ı olan Câhillik; İffetin fazlas ı olan Fazla<br />
Utangaçllk, yani Kabasofuluk ile noksan ı olan<br />
Utanmazl ık ve Namussuzluk; Cesaretin fazlas ı olan<br />
Delice Cesâret ile noksan ı olan Korkakl ık ve bunların<br />
da hepsinin toplam ı olan Adâletsizlik yani<br />
Zulüm de beğenilmeyen ve daima yerilen rezIletler<br />
ve ahlaks ızliklard ır.<br />
Yukarıda aç ıkladığımız dört büyük birinci dereceden<br />
faziletten ayr ıca ikinci dereceden üç büyük<br />
fazilet daha vard ır ki onlarda: (Dostluk "veya Sadakat"),<br />
(Do ğruluk "veya Gerçekçilik"), ve (Nüktedanl<br />
ık ve Zariflik)tir.<br />
Şimdi bunları kısaca görelim.<br />
(Dostluk veya Saclikat)<br />
Güvence ile hat ırsayarl ık aras ında bir orta durum<br />
vardır ki bunun ad ı yoktur; fakat, bu durum,<br />
genellikle (Dostluk)a benzer. Ancak, bu şekil dostluk,<br />
sırf bir karakter i şi olup heyecan ve etkiden<br />
yoksundur ve bunlardan ötürü de gerçek dostluktan<br />
ayr ılır. Bu orta durumda bulunan bir kimse hem<br />
tanıdıklarına hem de tan ımad ıklar ına ayni muameleyi<br />
yapar; herkese samimi davran ır; daima<br />
114
tatl ı bulunur; herkesi ac ıdan kurtarmak ve herkese<br />
haz vermek ister ve bütün bunlar ı daima asil bir<br />
şekilde yapar. Bu çe şit dostluk, genellikle, hayat<br />
açısından önemlidir ve bir çe şit letâfettir.<br />
Bir kimse, bir ard maksat olmaks ızın insanlara<br />
sâdece haz vermek dilerse, o kimse Hat ırsayar bir<br />
kimsedir. Fakat, bir kimse bu haz vermede çok<br />
ileri gider, bizim her yapt ığımızı över, bize hiç bir<br />
zaman kar şı gelmez ve bu suretle her zaman gönlümüzü<br />
alma yoluna giderse o kimse Zelil bir kimsedir.<br />
Bir kimse de daima bize kar şı koyar ve daima<br />
letâfet ve tatl ıl ıktan uzakla şırsa o kimse de Kavgac ı<br />
ve Aksi bir kimsedir. Şu var ki bu Aksi insanlar ın<br />
çoğu, insanda bir ac ıya sebeb olacaklar ı fikrini uyandırmazIar<br />
ve bu, yüzden de bu gibi insanlar Emin<br />
İnsanlar say ılırlar.<br />
Şuna önemle i şaret edilmelidir ki yüksek ruhlu<br />
ve kültürlü insanlarla âdi ruhlu ve kültürsüz insanlar<br />
ve birbirlerini iyi tan ıyan insanlarla birbirlerini iyi<br />
tan ımayan insanlar ayni ruh hâleti içinde birbirleriyle<br />
dost olamazlar".<br />
(Doğruluk veya Gerçekçilik)<br />
Kibirlilik ve Böbürlenme ile Alay, Istihzâ veya<br />
Nefsi Alçaltma aras ındaki tam orta hâlinin de ad ı<br />
yoktur. Fakat, bu orta durum bir çe şit Doğruluk<br />
veya Gerçekçilik'tir. Gerçekçilikten uzakla şıp mübalağaya<br />
kaç ılırsa bundan doğacak hâl (Ikiyüzlülük)<br />
veya (Kibirlilik, Böbürlenme) olur. Gerçekçilikten<br />
nefs alçalmas ına doğru inilirse o zaman da<br />
o (Alay) olur ve bu alçalma e ğer ufak şeylere uygulan<br />
ırsa o na da ( Şarlatanl ık) denir.<br />
115
Kibirlilik ve Böbürlenme, Alaydan çok daha<br />
fazla, Gerçekçili ğin z ıddıdır.<br />
Şimdi, gerçek konusunda orta yol Gerçekçiliktir<br />
ve bu orta yolu tutan adama da Gerçekçi Adam<br />
denir.<br />
Bir insan sözünde ve ya şayışında doğru ahlaki<br />
bir hale sahip ise o insan Gerçekçi bir insand ır ve<br />
böyle bir insan faziletli bir insand ır. Böyle bir insan<br />
da her şeyden önce yalan söylemekten, birzat yalanc<br />
ılığın kötü olmas ından ötürü, kaç ınacakt ır.<br />
Bir kimse de bir ard dü şünce olmaks ız ın herkesin<br />
mu'teber say ıp i ştiyak duyduğu şeylere sahip<br />
olduğunu iddia etmekten ve gururlanmaktan ho ş-<br />
lanan ve fakat, asl ında, bu şeylere sahip olmayan<br />
veya pek az sahip olan bir kimse ise ona ( İkiyüzlü)<br />
denir. Bu gibi kimseler yalanc ı ve adi kimselerdir<br />
ve bunlar sadece nâm yapmak isteyen kimselerdir.<br />
Bunlar, hilekar insanlardan ziyade budala insanlard<br />
ır.<br />
İkiyüzlü insan ın bu iddias ı ve gururu e ğer<br />
kendisinin bir Şan ve Şeref objesine sahib oldu ğu<br />
düşüncesinden ileri gelirse, o, gururlu ve kibirli<br />
insan gibi, pek fazla ay ıplanmağa layık değildir.<br />
Fakat, onun böyle bir tav ır takınmas ının sebebi,<br />
fazla paraya veya para kazanma vas ıtalar ına sahib<br />
olmas ı ise onun bu davran ışı, gerçekten, ay ıplanmağa<br />
layıkt ır.<br />
(Gururlanma ve Kibirlenme) denen bir hal<br />
daha vard ır ki bu, özel bir fakültenin de ğil, fakat,<br />
özel ahlaki bir maksad ın sonucudur ve ma ğrur bir<br />
adam, böyle bir ahlaki maksad güden bir adamdır.<br />
116
Eğer, gururlu ve kibirli kimselerin objesi Şan<br />
ve Şöhret ise o takdirde onlar, övülme ğe layık hususlara<br />
sahip olduklar ını iddia edecekler; fakat, e ğer<br />
onların objesi kazanç ise o takdirde de onlar kom şularına<br />
faydal ı olacak hususlara sahip olduklar ını<br />
iddia edeceklerdir ki onlar ın bu gibi şeylere mâlik<br />
oldukları hiç bir zaman ıspat edilemeyecek şeylerdendir;<br />
mesela, Peygamberlikte Kehanet, doktorlukta<br />
Mehâret iddias ı gibi.<br />
Alay ve İstihza'ya gelince, bu da bir insan ın<br />
sahib olduğu şeylerin herkesten gizlenmesini amaçlar.<br />
Alayc ı kimseler, özellikle, kibirli ve gururlu<br />
kimselerin veya ikiyüzlülerin iddia ettikleri gibi<br />
herkesin dünyan ın i ştiyak duyduklar ı hususlar ına<br />
mâlik oldukların ı iddiadan çekinirler, pek alçak<br />
gönüllü davran ırlar ve pek zarif bir karakter gösterirler.<br />
Zira, onlar ın objesi kazanç olmad ığı gibi<br />
alay ı§ ve debdebeden de kaç ınmaktır.<br />
Alay, bir gerçe ğin ortaya konmas ına vasıta kılın<br />
ıp, Sokrat tarafından bir Metod olarak kullan ılmıştır.<br />
Bazan alay, gurur gibi görünür. Zira, mübalağal<br />
ı bir eksiklik, fazlal ık gibi, gururun bir şeklidir.<br />
Fakat, Alay' ı tam orta halde kullananlar ve çok<br />
aşikar ve aç ık olmayan vesileler üzerine kullananlar,<br />
zarif bir görünü ş gösterirler.<br />
Bir ard dü şünce olmaks ızın da olmakla da hem<br />
Gururl ıı hem Alayc ı olmak mümkündür. Fakat,<br />
bir ard dü şünce olmaks ız ın, herkes kendi karakterine<br />
göre konu şur, hareket eder ve ya şar.<br />
Önemsiz ve adi şeylere malik olmalariyle ögünen<br />
baz ı kimseler de vard ır ki bunlara da ( Şarla-<br />
117
tan) denir ki bunlar ın kazançlar ı halktan hakaret<br />
görmekten ba şka bir şey değildir.<br />
Şimdi, ikiyüzlülük veya Gurur ve Kibir ile<br />
Alay aras ında orta durumda bulunan bir kimse<br />
sözlerinde ve hareketlerinde aç ık ve dürüst olan<br />
kimsedir, Gerçekçi kimsedir. Böyle bir kimse,<br />
ancak, sahib oldu ğu şeylerden ve meziyyetlerden<br />
'söz eder ve ne mübala ğaya kaçar ne de hakikati<br />
gizler.<br />
Gerçekçilik, övülme ğe değer ve şereflidir. Yalanc<br />
ılık, samimiyetsizlik ise Miliktir ve yerilme ğe<br />
lâyıkt ır. Sahtekâr ve yalanc ı insanlar, ve özellikle,<br />
kibirli ve gururlu olanlar, yerilme ğe pek müstehakt<br />
ırlar".<br />
(Nüktedanlık ve Zariflik)<br />
Nüktedanl ık ve Zariflik, pek s ıkı bir ahbapl ık<br />
esnas ında veya bir e ğlencede, letâfet aç ısından,<br />
Tam bir Ortad ır. Bu orta yolu görebilen ve tutabilen<br />
adam da (Nüktedan ve Zarif) bir adamd ır. Bu<br />
hâlin fazlas ı (Maskaral ık, Komiklik)tir ve bu hâle<br />
düşen adama da Maskara veya Komik adam denir.<br />
Zarifliğin ve Nüktenin azl ığı da (Kabal ık ve Hoyratlık)tır<br />
ve Zariflik ve Nükteden yoksun bir adam<br />
da Kaba ve Hoyrat bir adamd ır.<br />
Zariflik ve Nüktedanl ığın karakteristi ği de Fetâneetir,<br />
Mehâreetir. Fad ıl ve Mâhir bir insan<br />
şerefli bir centilmene yak ışacak şekilde bir dil kullan<br />
ır ve ancak bu şekildeki bir konu şmayı dinler.<br />
Ancak, bir centilmenin şakas ı, bir u şağın, bir âdi<br />
adamın şakasından tamamiyle ba şkad ır. Ve yine,<br />
kültürlü bir adam ın şakas ı da câhil bir adam ın şa-<br />
118
kasından büsbütün başkad ır. Ve bütün bu hallerde<br />
centilmen bir adam ın jestleri de kaba ve adi adamlar<br />
ın jestlerinden tamamiyle ayr ıdır.<br />
Maskara ve Komik insanlara gelince, bunlar,<br />
kendi mizaçlar ına ait hissin kölesidirler. Bunlar,<br />
maskaral ık uğrunda ne kendilerinin ne de ba şkalarının<br />
haysiyetlerini korurlar. Bunlar, ancak, adi<br />
ve müstehcen bir dil kullanmakla kahkaha yaratabilirler,<br />
ba şka türlü de ğil!<br />
Kaba ve Hoyrat bir insan da bu gibi sosyal<br />
ili şkiler aç ısından, faydas ız bir insand ır. Zira, böyle<br />
bir insan hiç bir şeye yard ımcı olamaz ve her şeyden<br />
gücenir.<br />
Zariflik ve Nüktedanl ık, Fetânet ve Meharet,<br />
Maskaral ık ile Kabal ık aras ında Tam Orta bir<br />
karakterdir ve bu karakter de halis bir Centilmene<br />
yakışan bir karakterdir. Halis bir Centilmen, hareketlerinde<br />
ve konu şmalar ında daima nezaket ve<br />
zarâfet üzredir ve özellikle b ır çe şit hakaret mailiyetinde<br />
olan Alay ve İstihza, Centilmen bir insandan<br />
tamamiyle uzakt ır.<br />
Kısaca, lâtiflik ve şaka, yani nükte ve zariflik,<br />
hayat ın birbirinden ayr ılmaz iki eleman ıdır ve yukarıda<br />
açıkladığımız gibi, zaten, hayyatta esasl ı<br />
üç orta hal vard ır.<br />
ı— Dostluk (Sadâkat).<br />
2- Doğruluk (Gerçekçilik).<br />
3— Zariflik ve Nüktedanl ık.<br />
Bu üç esas orta halin, insanlar ın sosyal hayatlarında,<br />
onların söyledikleri ve yapt ıkları ile pek<br />
sıkı ilişkisi vardır. Zira, bunlardan Do ğruluk, (Ha-<br />
119
kikat) ile ilgilidir; Dostluk ve Zariflik te (Flaz) ile<br />
ilgilidir. Şu kadar ki Zarifli ğin alan ı, eğlence; Dostluğun<br />
alan ı da, genellikle, hayat ili şkileridir".<br />
Şimdi, bu ikinci dereceden büyük faziletlere<br />
bağlı baz ı küçük faziletler de vard ır ki onlar ın bellibaşlılar<br />
ı da şunlardır:<br />
(Cömertlik)<br />
Cömertlik, bir mikdar para vermek demektir.<br />
Daha doğrusu, bir mikdar para vermekten ziyade,<br />
para verme ahlaki halinden ibarettir".<br />
Cömertli ğin fazlas ı israf, az ı da tama'karl ıkt ırs8 .<br />
Cömert bir adam, paray ı, faydal ı yerlere sarf<br />
etmek için sever; yoksa, paray ı, sâdece, paran ın<br />
hatırı için sevmez".<br />
Servet kaynaklar ı me şru olmayan kimselere<br />
cömert denemez'.<br />
Müsrif bir insan, daima, kendini dü şünür ve<br />
sonunda, sefih bir. insan olur. Tama'karl ık, insan<br />
için, israftan çok .daha tabii bir şeydir ve pek çok<br />
çe şitleri vard ır.<br />
Müsriflik, yani bo ş yere para harcamak, tedavi<br />
edilebilir, fakat, tama'karl ık, tedavi kabul etmez.<br />
Bundan ötürü tama'karhk, müsriflikten çok daha<br />
kötüdür ve tema'kar bir insan müsrif bir insandan<br />
çok daha beterdir 6'.<br />
Gerçek cömert bir insan, gerekti ği anda, gereken<br />
kimseye, gerekti ği kadar, kendi helal kazanc ından<br />
ve gönülden isteyerek veren insand ır; fakat,<br />
asla, alan insan de ğildir. Zira62 :<br />
120<br />
ı— Fazilet, almaktan ziyade vermektedir.
2- Şükran, almamaktan ziyade vermenin bir<br />
mükafat ıdır.<br />
3— Vermek, cömertli ğin; almamak, daha ziyade,<br />
adaletin alâmetidir.<br />
Kısaca, Fazilet'in her çe şidinden ve şeklinden,<br />
Cömertlik, en sevgili olan ıdır'.<br />
(İhtiOim ve Azamet)<br />
ihti şam ve Azamet (veya Şehâmet, Kerem),<br />
büyük çapta para bah ş etmektir. Bunun da fazlas ı,<br />
adilik ve baya ğılık; az ı da Hasislik ve Cimriliktir 64.<br />
İhti şam ve Azamet, büyük çapta ve yerinde<br />
bir i ş yapman ın Şeref ve Asâletidir. Şeref ve Asâlet<br />
ise bütün faziletlerin karakteristi ğidir. Asil bir adam<br />
da paras ın ı güler yüzle ve cömert bir ruhla harcayacakt<br />
ır.<br />
Boş yere fazla para harcamak ta baya ğılık ve<br />
adiliktir. Zira, bunun hareket noktas ı Şeref ve Asalet<br />
değil, s ırf gösteri ştir. Cimrilik te ço ğu kere küçük<br />
bir fayda için büyük bir i şi yok eder".<br />
ihti şam ve Azamet, her bir şeklinde, zenginliği<br />
şart ko şar. Bundan ötürü, fakir insanlar ıhti şam ve<br />
Azamet gösteremezler.<br />
İhtişam ve Azamet alan ı, özellikle, Dini, Resmi<br />
ve önemli Sosyal Törenlerdir".<br />
(Alicenablik)<br />
Alicenabl ık, insanın kendini yüksek şeylere<br />
layık görmesi ve gerçekten de yüksek şeylere lay ık<br />
olmas ıdır.<br />
121
Baz ı kimseler küçük şeylere lây ıkt ırlar ve kendilerini<br />
de küçük şeylere lay ık görürler; Mi ve bayağı<br />
adamlar böyledir.<br />
Baz ı kimseler kendilerini büyük şeylere lay ık<br />
görürler, fakat, onlara lay ık değildirler; bo ş gururlu<br />
adamlar böyledir.<br />
Baz ı kimseler de kendilerinin liyakatlar ı hakkında<br />
pek alçak gönüllü davran ırlar.<br />
Alicenab bir kimse ise kendi liyakat ı hakkında<br />
ne gerçek d ışı ve üstü ve ne de gerçek alt ı ve aşağı<br />
bir durum tak ınmay ıp Tam Ortayı koruyan insand<br />
ır.<br />
Alicenab bir kimse, zenginlik, siyasal iktidar<br />
gibi şeylere de ğerinden fazla k ıymet vermez, iyi<br />
tâlie sevinmez, kötü tâli'den de yak ınmaz.<br />
Alicenab bir kimse, yüksek şeylere lay ık oldoğundan,<br />
kendisinin de en iyi bir insan olmas ı zorunludur.<br />
Şu hâlde, Alicenabl ık, faziletlerin tâc ıdır67.<br />
Alicenablığın fazlas ı, Bo ş Gurur, az ı da Bayağılık<br />
ve Adiliktir. Adi ve Baya ğı insan, Bo ş Gurur sahibi<br />
insandan daha ziyade, Alicenab insan ın zıddıdır.<br />
Alicenab bir insan ın en ziyade önem verdi ği<br />
şey, Şerefitir".<br />
Alicenab insan şereflidir, her şeyi şeref ve asaletle<br />
yapar. Alicenab insana mahsus olan bir fazilet<br />
te Cömertliktir ve bu fazilet, yerinde de i şaret<br />
edildiği gibi, Ihti şâm ve Azamet ile de ilgilidir.<br />
Şeref hususunda fazla i ştiyak göstermek, İhtirast<br />
ır. Fakat, her ihtiras kötü de ğildir. Ancak,<br />
ihtiras, iki yönlü bir terimdir: o, bazan rezilettir,<br />
122
fakat, bazan da fazilettir. İhtiras ın z ıdd ı da ihtirassızlıkt<br />
ır.<br />
Doğuştan Asil olmayanlar Alicenab olamazlar".<br />
(Centilmenlik)<br />
Kibarlık, Nâziklik, Yumu şak Huyluluk<br />
Centilmenlik, K ızgınlık hissine nazaran bir<br />
Tam Ortadır. Bunun fazlas ı, genellikle, H ırs ve özellikle,<br />
Asabiyet veya Titizlik, Çabuk K ızmak, Kin,<br />
Sertlik ve Hu şünet gibi hallerdir; bunun az ı da<br />
Umursamazl ık, Vurdumduymazl ıktır.<br />
Asabiyet veya Titizlik: bunun alâmeti fazla<br />
kızgınlıkt ır. Asabi insanlar, haks ız vesilelerle ve<br />
müstahak olmayan bir insana haks ız yere ba ğır ıp<br />
çağıran, fakat, k ızgınlıkları çabuk geçen insanlardır.<br />
Bu gibi insanlara Çabuk K ızan (Hadidülmizâc)<br />
insanlar denir. Bunlar ın bütün kusurlar ı, kızgmlıklarm<br />
ı kontrol edememeleridir.<br />
Çabuk K ızmak: bu da özellikle, mizâc ı safral ı<br />
olan insanlarda ziyade görülür. Bunlar, her bir vesilede,<br />
her bir tahrikte birden k ızıp parlayan insanlard<br />
ır.<br />
KM: de k ızgınlığın uzun sürmesinden ibarettir.<br />
Bu uzun süren k ızgınlık insana ac ı verir ve k ı-<br />
zan insan, ancak, kızdığı insandan intikam ald ığı<br />
zaman ferahlar ve k ızgınlığı azal ır. İntikam alevi,<br />
hem kinci insan için hem de onun kin duydu ğu kimse<br />
için uzun süreli bir tehlükedir.<br />
Sertlik ve Ha şinlik: te yanl ış vesilelerden ötürü<br />
yanlış yere k ızmaktan ibarettir. Sert ve Ha şin kimselerin<br />
k ızmaları uzun sürer ve k ızd ıkları kimselere<br />
.123
ir. ceza vermedikçe veya onlardan intikam almad ıkça<br />
rahatlayamlazar. Sertlik ve Ha şinliğin fazlas ı da<br />
lenfavi mizaçtan, yani kans ız ve zay ıf kimselerden<br />
ziyade asahi mizacl ı kimselerde görülür.<br />
Kısaca, Centilmen bir insan, her zaman ve her<br />
şeye k ızan insan de ğil, ancak, gerekti ğinde, gereken<br />
kimseye ve gerekti ği kadar k ızan insand ır".<br />
(Utanma)<br />
Utanma, ahlaki bir hal olmaktan ziyade bir<br />
heyecan belirtisidir ve ihtiyarlardan ziyade, özellikle,<br />
gençlere mahsus bir hâlettir. Utanmak, ancak, farazi<br />
olarak fazilete ait bir hal olabilir; asl ında utan ılacak<br />
şeylerden kaç ınmak ve böyle şeyleri yapmamak<br />
bununla ilgilidir.<br />
Utanmak, en a şağıdan bir alçakl ık korkusudur<br />
ve etkileri aç ıs ından da çe şitli tehlükelerden, korku,<br />
denen şeyle k ıyaslanabilir. Zira, insanlar utand ıkları<br />
zaman k ızar ırlar ve özellikle en büyük korku olan<br />
ölümden korktuklar ı zaman da sapsar ı kesilirler.<br />
Utanmağa as ıl sebeb, sadece, ihtiyari i şlerdir.<br />
Faziletli insanlar bilerek kötü ve adi i şler yapmazlar;<br />
dolayısiyle, onlar ın utan ılacak halleri yoktur'".<br />
Aristo, faziletler konusundan sonra ruhun rasyonel<br />
ve irrasyonel k ısımlarına ait üç büyük kötü<br />
ahlaki karaktere de i şaret eder ve bunlardan şiddetle<br />
kaçınılmas ını ister. Bu üç büyük kötü ahlaki kararakter<br />
şunlard ır.<br />
— Noksanl ık veya faziletin kar şıtı olan Rezillik.<br />
2— Bir şeye haddinden fazla dü şkünlük ( İbtila)<br />
veya Sefahat.<br />
124
3— Gaddarl ık veya Vah şet".<br />
Noksanl ık veya Rezilliğin z ıddı, genellikle, Fazileetir.<br />
Bir şeye şiddetle dü şkünlük veya Ibtilan ın<br />
yahut ta Sefahat'm z ıddı da hidaldır. Gaddarl ık<br />
veya Vahşet'in z ıddı da Kahramanca Fazilet veya<br />
Ilahi Fazilettir ki bu, faziletin üstünde pek şerefli<br />
bir şeydir.<br />
Şimdi bu kötü ahlaki karakterleri de s ırasiyle<br />
kısaca görelim:<br />
(Noksanl ık veya Rezillik)<br />
Fazilet'in z ıdd ı olan hoksanl ık veya rezilli ğin<br />
başlıcası, rasyonel alanda Câhillik; irrasyonel alanda<br />
da. I'tidalsizliktir ki bu husus di ğer iki konuda da<br />
açıkça görülecektir".<br />
(Bir şeye Ziyade Dü şkünlük "İbtilâ"<br />
veya Sefâhat)<br />
ibtila veya Sefâhat'a gelince bu, bir şeye a şırı<br />
derecede dü şkünlüktür, i'tidalden, yani Tam Ortadan<br />
uzakla şmaktır ve i'tidalin z ıddına, adi ve<br />
kuvvetli arzular ın varlığın ı gerektirir". Bir şeye a şırı<br />
derecede dü şkün adam, akla ait bilgiye de ğil de,<br />
sadece, duyum (ihsas)lara ait bilgilye dayanan<br />
adamdır. Kötülük, şuursuz olabilir, fakat, a şırı<br />
dü şkünlük, şuursuz olamaz".<br />
Bir şeye a şırı dü şkün bir adam ahlaki faziletleri<br />
bir tarafa b ırak ıp her dakikas ını zevk pe şinde<br />
geçirmek isteyen bir adamd ır; fakat, şu var ki o<br />
adam bu fikrinin zorunlulu ğu altında değildir. Eğer<br />
125
ir kimse, bütün ömrünü zevkle geçirmek zorunda<br />
olduğu fikrine de kap ılm ışsa, işte o adama (Sefih)<br />
denir'. Ve yine, eğer bir kimse, bedeni ac ılardan,<br />
onlara tahammül edemedi ğinden ötürü de ğil de,<br />
sırf ahlaki maksat aç ısından, kaçınırsa, o adama<br />
da (Sefih) adam denir.<br />
Bir şeye ziyadesiyle dü şkün bir insan bir gün<br />
nedâmet edebilir ve gitti ği yoldan geri dönebilir,<br />
fakat, Sefih bir insan hiç bir zaman nedâmet edemez<br />
ve gitti ği yoldan geri dönemez. Dolay ısiyle, bir<br />
şeye a şırı derecede dü şkün bir insan Terbiye kabul<br />
edeiilir, fakat, Sefih bir insan asla Terbiye kabul<br />
etmez. Bundan ötürü de Sefih insan, bir şeye aşırı<br />
düşkün insandan çok daha kötüdür".<br />
Bir kimse herkesin kar şı koymağa gücü yetti ği<br />
ve karşı koyduğu şeye kar şı karşı koyamazsa ve o<br />
şeye boyun eğerse o kimseye (Zay ıf ve Sefil) kimse<br />
denir. Zira, sefâhat, bir çe şit zaaft ır da. Zaaf hali,<br />
irsi de olabilir, hastal ık yüzünden de olabilir ve tabii<br />
de olabilir. Mesela, kad ınlar, erkeklerden tabii olarak<br />
zay ıftırlar.<br />
Zayıf karakterin z ıddı Sebat ve Metânet'tir;<br />
a şırı dü şkünlük karakterinin z ıdd ı da Kanaat ve<br />
Imsak'tir. Sebat ve Metânet, ac ıya kar şı koymaktan<br />
ibarettir; Kanaat ve Imsak ise hem ac ıya dayanmak<br />
hem de hazza üstün gelmekten ibarettir.<br />
Bu bak ımdan, Kanaat ve imsak, Sebat ve Metânetten<br />
üstündür".<br />
Bir çok çe şit ahlaki dü şkünlük vard ır: mesela,<br />
tabiat ve mizaçtan, adel ten ve hastal ıktan ötürü<br />
aşırı düşkünlerden söz edilebilir. Bunlar aras ında<br />
126
da Tabiat ve Mizaçtan ötürü olan a şırı dü şkünlüğün<br />
tedavisi pek güçtür"'<br />
Aşırı düşkünlük, çoğu zaman, kuvvetlilik ve<br />
kuvvetsizlik şeklinde, fakat, bazan da Hiddetlenme<br />
(Tehevvür) şeklinde kendini gösterir. Mesela, Çabuk<br />
Kızan (Hadidülmizaç) insanlar ın acelecilik,<br />
şiddet ve hiddet hisleri, onlar ı, aklın rehberliğinden<br />
yoksun b ırakır".<br />
Aşırı düşkünlükte ( İhtiras)lar ın da rolü büyüktür.<br />
Fakat, şiddetli ihtiraslardan ötürü olan a şırı<br />
düşkünlük, sansüel arzu aç ısından olan a şırı dü şkünlükten<br />
daha az kötüdür. Zira, her şeyden önce, ihtiraslar<br />
ın sebebi câhilliktir ve ihtiraslar, bir anlamda<br />
akla da uyarlar. Fakat, arzular, hiç bir suretle<br />
akla uymazlar ve ona k ıymet vermezler. Ve yine,<br />
ihtiraslar, Şiddetli Arzulardan çok daha zay ıft ırlar<br />
ve Ac ı'yı ihtiva ederler. Fakat, Arzular, ihtiraslardan<br />
çok daha kuvvetlidirler ve daima bir Haz ile birliktedirler.<br />
Şu halde, Kanaat ve Imsak ile A şırı Düşkünlük,<br />
bedeni Arzular alan ında rol oynarlar; ve bunlardan<br />
maksat ta insani arzular ve hazlard ır. İşte bundan<br />
ötürü de Gaddarlara ve Vah şilere Kanaat ve imsak<br />
sahibi veya A şır ı Düşkün denemez"'.<br />
Kanaat ve imsak, bedene ait tatminde, hazz<br />
ın fazlalığı ile noksanlığı aras ında Orta Hardir.<br />
Hazz ın fazlas ı da eksiği de Rezilet olmakla beraber<br />
bunda eksiklik, yani bedeni hazlara kar şı hissizlik<br />
az görülür".<br />
Kanaat ve Imsak ile A şırı Dü şkünlük, Ptidal<br />
ile Sefahet gibidir.<br />
127
Basiret ile bir şeye A şırı Düşkünlük birbirine<br />
tamamiyle ayk ırıdırlar. Zira, Basiret faziletin bir<br />
karakterini içerir ki bir şeye dü şkün insan böyle bir<br />
karaktere sahib olamaz. Fakat, bazan, zeki insanlar<br />
ve dolay ısiyle basiret sahibi insanlar da bir şeye<br />
aşırı düşkün olabilirler; zira, zeka, usulde, basiretten<br />
farkl ıdır.<br />
Eğer bir kimse, i şaret eildi ği gibi, doğru ahlaki<br />
bir maksat veya do ğru akıl tarafindan önlenmemi<br />
ş ise o kimse A şır ı Düşkün bir kimsedir. Her<br />
alanda kendi akl ı tarafından önlenen bir kimseye<br />
de ( İnadc ı İnsan) denir.<br />
İnadc ı İnsan, akl ın, onu kand ırmas ına daima<br />
karşı gelir. Zira, böyle bir insan bir tak ım arzular<br />
tahayyül eder ve hemen hemen de hazlar tarafindan<br />
idare edilir. Bundan ötürü bu gibi kimseler de<br />
Aşırı Dü şkün insanlara benzerler. Ancak, ak ıllar ına<br />
uyan kimseler asla a şır ı dü şkün olamazlar.<br />
İnadç ı insanlar, dik kafal ı, bilgisiz ve kaba olurlar".<br />
Haz aç ısından hareket eden herkes, A şırı Dü ş-<br />
kün veya Sefih yahut ta Zay ıf İnsan değildir;<br />
meğer ki o haz, makbul olmayan bir haz ola".<br />
Ahlaks ız kimselere, bir çok i şler, onlar ı şehvetlerinden<br />
sevk ve idare ile yapt ırılır 85 .<br />
A şırı Dü şkünlüğün şekli, ister haz verici ister<br />
azab verici olsun, o, tam bir ak ıl ve muhakeme sayesinde<br />
tedavi edilebilir"<br />
128
Sokrat, şunu iddia ediyordu: Kimse bilerek<br />
kötülük yapmaz; yani kimse, A şırı Düşkün ve Adi<br />
olmaz".<br />
(Gaddarhk ve Honharlık)<br />
Gaddarl ık ve Honharl ık (Vahşet), özellikle,<br />
Barbar insanlar aras ında görülürse de bu, sâdece,<br />
bir tabiat sonucu olmayıp bir hastal ık veya bir organ<br />
sakatl ığı veya noksanl ığı yahut ta adet sonucu<br />
da olabilir. Mesela, çiğ insan eti yiyen vah şilerden,<br />
çocuklar ını öldüren ve hatta yiyen annelerden, dü ş-<br />
man ının diri diri ciğerini söküp yiyen honharlardan,<br />
âdet edinmeden ötürü t ırnaklar ını yiyenlerden, toprak<br />
yiyenlerden, k ısaca, bir çok çiğ ve canlı şey<br />
yiyenlerden söz edilebilir".<br />
Gaddarlar ve honharlar külli kavramlara, yani<br />
akla mâlik de ğildirler; onlar, sadece, cüz'i şeylerin<br />
imajlarına veya hât ıralarma sahiptirler. i şte, bu<br />
yüzden de onlar A şır ı Dü şkün kimselerden ayr ılırlar".<br />
Gaddarl ık ve H onharl ık, kötülük kadar kötü<br />
değildir, fakat, kötülükten çok daha korkunçtur'.<br />
Aristo, yukar ıda i şaret etti ğimiz üç büyük kötü<br />
ahlaki karaktere i şaret ettikten sonra daha küçük<br />
bir tak ım kötü ahlaki karakterlere de dokunmakta<br />
ve bunlardan, özellikle, (K ıskançl ık) üzerinde önemle<br />
durmaktad ır. Bu konuyu biz de burada k ısaca<br />
özetleyelim.<br />
(Kıskançlık)<br />
İnsanlar ın en kötü huylar ından biri ve belki<br />
en tehlükelisi k ıskançlıktır. K ıskançl ık, özellikle, ya-<br />
129
kınlar ımız ın ve kom şular ımız ın iyi bahtlar ı kar şısında<br />
tâ içimizden his etti ğimiz ac ı bir kin veya kötü<br />
bahtlar ı kar şısında, özellikle baz ılar ımız ın, hissettiği<br />
tatl ı bir sevinç hissi ile ilgilidir.<br />
Kıskançl ık, insan ın yarat ılışında vard ır. Bu<br />
yüzden, normal ve yerinde bir k ıskançl ık, normâli<br />
aşan ve tabilden fazla olan bir k ıskançlık ile normali<br />
büsbütün a şıp pek a şır ı dereceye varan pek<br />
fazla bir k ıskançlık aras ında Tam bir Ortad ır. Normal<br />
ve yerinde k ıskançlığı biraz a şan kıskançlığa<br />
(Gıbta), fakat, büsbütün a şan sınırs ız kıskançlığa<br />
da (Hased) denir.<br />
Normal ve yerinde k ıskanç insanlar, bir insan<br />
ın lay ık olmadığı halde, herhangi bir sebeple, kavu<br />
ştuğu mutluluğu k ıskan ırlar ve üzülürler.<br />
Gıbta eden insanlar ise, daha ileri giderek,<br />
sâdece haks ız yere mutlu olanlar ın mutluluklar ını<br />
değil, fakat, hiç istisnas ız, herkesin mutlulu ğu kıskan<br />
ırlar ve üzülürler.<br />
Hasetci insanlar ın kıskançlığına gelince, onların<br />
bu yoldaki durumlar ı ve tutumlar ı bir felakettir.<br />
Zira, hasetçi insanlar herkesin mutlulu ğunu kıskanmaktan<br />
ve üzülmekten de büsbütün ileri giderek<br />
hiç bir insan ı mutlu görmemek veya mutlu klimamak<br />
için ellerinden gelebilen her türlü mel'unlu ğu<br />
ve nâmussuzlu ğu yapmaktan bir an bile çekinmezler<br />
ve insanlar ın mutlu olmamalar ından veya olamamalar<br />
ından ötürü de son derecede sevinç duyarlar.<br />
Onlarca mutluluk, yaln ız ve yaln ız, kendi öz<br />
canlar ına mahsus ve lay ıktır91 .<br />
Kısaca, dünyada hislerimzile de ğil, akl ımızla<br />
yaşamal ıyız ve dolayısiyle zevklerimizin de Tam<br />
Ortas ında durmas ını bilmeliyiz 92 .<br />
130
İnsan, kendi ahlaks ız hareketlerinden sorumludur;<br />
insan, kötü huy edinmemek zorundad ır. Bedene<br />
ait kötülükler bile, e ğer Tam Ortada bulunmamaktan<br />
ötürü iseler, ruha ait kötülükler kadar<br />
ayıplanmağa değerdirler.<br />
Fazilet ve Rezilet, ihtiyaridir ve bizim kudretimiz<br />
dahilindedir. Bu sebeplerdir ki iyi i şlerimiz için<br />
Mükâfat ve kötü i şlerimiz için Mücâzat söz konusudur.<br />
Millik, bir .ihmâle veya kötülü ğe sebep olduğundand<br />
ır ki bizatihi mücâzat konusudur".<br />
Biz de şöyle diyelim: Hayat ım ızda, hiç değilse,<br />
Aristo'nun önemle i şaret etti ği büyük ve küçük faziletlere<br />
yönelmeli ve fakat, yine onun i şaret etti ği büyük<br />
ve küçük kötülüklerden kaç ınmal ıyız. Bu kötülüklerden,<br />
özellikle (Yalan) ve (Hased) bunlar ın en tehlükeli<br />
olanlar ıdır. Çünkü bu iki küçük kötülük, di ğer<br />
büyük ve küçük her türlü kötülü ğün başl ıca kaynağıd<br />
ırlar.<br />
Şimdi, yukarıda çe şitli konulariyle gerektiği<br />
şekilde aç ıkladığım ız Aristo'nun Psikolojisinini ve<br />
Etik'ini kısaca özetleyecek olursak şöyle diyeceğiz:<br />
Aristo'da ruh, bizzat bir şey, bir mevcudiyet<br />
olmaktan ziyade canl ı varl ıkların bir faaliyet seviyyesidir.<br />
Mesela, nebatlar, besleyici bir faaliyete veya<br />
nebâti ruha mâliktirler; a şağı dereceden hayvanlar,<br />
nebâti ruha ek olarak hisse ait, i ştihaya ait veya<br />
arzulara ait bir ruha mâliktirler. İnsan ruhu ise en<br />
yüksek seviyyeye ait bir ruhtur; zira, (AKL)a sahiptir,<br />
rasyoneldir.<br />
İnsan ruhu da ikiye ayr ılır: İrrasyonel ve Rasyonel.<br />
İrrasyonel ruh, hem nebâti ruhu ihtiva eder<br />
(ki aklın bu kısım ruh üzerinde do ğrudan do ğruya<br />
131
hiç bir kontrolü yoktur) hem de i ştihalara ve arzulara<br />
ait ruhu ihtiva eder (ki bu k ısım ruh, kısmen,<br />
akl ın sevk ve idaresine tabidir).<br />
Ruhun rasyonel k ısmı da ilme, ölçüye, tahmine<br />
ait fiilleri ihtiva eder.<br />
Ruhun bu her iki k ısmına ait bir çok çe şit kemaller<br />
ve faziletler de vard ır ki bütün bunlar ba şlıca<br />
iki grupta toplan ırlar: Ahlaki Faziletler ve Akil<br />
Faziletler.<br />
Ahlaki faziletler, iki a şırılık ( İfrat) aras ındaki<br />
Tam Orta ( İ'ticlal)n ın sağlanmas ına dayanır. Fakat,<br />
buradaki Tam Ortadan maksat, Aritmetik bir<br />
Tam Orta olmayıp, insanların beden yap ılarına göre<br />
az çok değişebilecek olan, bir Tam Ortad ır, Mesela<br />
bir Pehlivan için normal olan yiyecek ve içecekler,<br />
masa ba şında çal ışan bir insan için normalin çok<br />
üstündedir. Aristo, i şte bu kavram ı, hareketlere,<br />
davran ışlara, heyecanlara ve sevk ve idareye uygulayarak<br />
Rasyonel bir Ahlak geli ştirmi ştir. Aristo<br />
Ahlakının temel dire ği olan Tam Orta'y ı da ancak,<br />
akli prensipler belirlerler.<br />
Orta Durum de ği şebilir de; zira, o, bazan<br />
aşır ılığa ( İfrata) yak ınd ır bazan da noksanl ığa<br />
(Tefrit) yak ınd ır.<br />
Kıskançlık, cinsi hareketlere dü şkünlük, kaatillik...gibi<br />
soyçekim ile gelen baz ı kötü haller de vardır<br />
ki bunlar ın Tam Orta's ı olamaz.<br />
Akil. Faziletlere gelince, bu faziletler de ikinci<br />
büyük grub faziletlerdir ve iyi ahlakl ı bir insan ın<br />
bu faziletlere de ihtiyac ı vardır. Zira, ahlak, bir<br />
(Seçme)yi gerektirir ve sçeme i şi: "Hem arzu edici<br />
bir akıl hem de dü şündürücü ve muhakeme ettirici<br />
132
ir arzu" olarak tan ımlanm ıştır. Şu halde, iyi bir<br />
seçme i şi, doğru bir arzu ile do ğru bir ak ıl ve muhakemeyi<br />
gerektirir. Bu da, s ırf veya kontamplâtif<br />
entellekten ziyade pratik entellekte ait bir i ştir. Pratik<br />
Zeka (ki Irfan ve Hikmet kelimelerinden ço ğu<br />
kere kasd edilen de budur), ahlaki faziletle pek s ıkı<br />
ili şkisi olan entellekte ait bir fazilettir. Zira, o, insan<br />
için iyi veya fena görünen şeylere kar şı hareket kabiliyetinin<br />
doğru ve ma'kul halidir. O, mümkünler<br />
alemine ait bir muhakemedir; yoksa, ezdi Meme<br />
ait bir muhakeme de ğildir. Çünkü, o, iyi bir hayat<br />
için, en iyi Tam Orta'lar ın seçilmesi ile ilgilidir.<br />
Bundan ötürü de o, irrasyonel ruha emir veren,<br />
yani hislere ve hazlara emir veren ve onlar ı bir dereceye<br />
kadar da kontrol da edebilen entellektin faa<br />
liyetidir. Şu halde, pratik zeka, ruhun iki rasyonel<br />
kısmından alt k ısm ına ait olan ve ölçü ve tahmin seviyyesinde<br />
olan bir fazilettir. Şu kadar ki, yaln ız<br />
Tam Ortalar ı tahmin de ğil, fakat, gâyeleri de tan ı-<br />
mak zorunluluğu olduğundan, pratik zeka olmaks ı-<br />
z ın ve pratik zeka ahlaki faziletleri tamamlamaks ız ın,<br />
gerçek anlamda iyi olmak mümkün de ğildir. Ba şka<br />
bir deyi şle, entellekte ait fazilet, sadece, ak ıllılıktan<br />
ibaret değildir.<br />
Pratik zekâ, ayni zamanda, ilk prensipleri,<br />
küllileri, nihai hakikatlar ı veya özel vak'alar ı, pratik<br />
zekan ın kendileri vas ıt ı siyle i şini gördüğü ham<br />
materyelleri birden kavrayan, Hads1 Akl' ı da gerektirir.<br />
Hads ı Akl, ayni zamanda, ilk prensipleri, ilmi<br />
bilginin Mantıki veya Matematiksel ispat ameliyeleri<br />
ile de destekler ki bu fazilet, sadece, Ebedi Memle,<br />
Mant ıki zorunlulukla ilgilidir. Ancak, zekan ın<br />
en üstün formu, sadece, ilk prensiblerin mant ıki<br />
uygulanmas ının bilgisini de ğil, fakat, ayni zaman-<br />
133
da, bizzat ilk prensiplerin kavranmas ın ı da gerektirir.<br />
Bu sebeple, Aristo, ilmi bilgi ve hadsi akl kombinezonuna<br />
Felsefi Zekâ ad ını veriyor ve bu Felsefi<br />
Zeka'y ı da yüksek objelere yönelmek N,e<br />
tam ve mükemmel olmakla karakterize ediyor. Ancak,<br />
Felsefi Zeka, en yüksek insani hayra yönelmi ş<br />
değildir. Zira, insan, dünyada, en üstün şey de ğildir,<br />
yani Semavi Cisimler gibi ilahi de ğildir. Fakat,<br />
Felsefi Zekâ, her ne kadar insani Hayr'a yönelmi ş<br />
değilse de, o, yine de (Hayr)d ır,<br />
Felsefi Zeka'n ın, esasta, kontemplâtif bir zeka<br />
olmas ı dolayısıyle faydas ız olduğu yolunda bir ele ş-<br />
tirme de yap ılabilirse de, Aristo, bu zekan ın, insan ı,<br />
bir alet gibi de ğil de tehakkuk etmi ş bir gâye, en<br />
yüksek insan aktivitesi olarak mutlu k ılacağı üzerinde<br />
önemle duruyor. Zira, Aristo için pratik zeka=<br />
bedeni idare etmesi kontamplâsyona bir üstünlük<br />
alâmeti değildir. Pratik zeka= bu durumu, daha<br />
ziyade, kendi gelece ği için emin bir yol haz ırlamaktan<br />
ibarettir. Nas ıl ki ilaç, tedavide, s ıhhat için bir<br />
alet gibidir.<br />
Başka bir deyi şle:<br />
Aristo'ya göre her şeyden, her i şten kasd olunan<br />
bir şey; bizzat kendisini arzulad ığımız bir şey; her<br />
i şin her hareketin son gayesi olan bir şey vard ır ki<br />
i şte biz ona (Hayr) deriz. Bundan ötürü, insan ın<br />
hayat ının gayesi de bir tak ım ruhani hay ırlar i şlemektir<br />
ki bu da Mutluluk'tur. Mutluluk, insan ın<br />
asil mahiyetinin tahakkukundan ba şka değildir.<br />
Mutluluk, sahibi için bir kemâldir.<br />
Bir şeyin kemali, yani mükemmeliyyeti, onun,<br />
esas mahiyetinin potansiyelitlerini tam ve mükem-<br />
134
mel bir surette geli ştirip meydana ç ıkarmakt ır. Şu<br />
halde, Mutluluk bir aktivitedir ve bizzat istenen bir<br />
aktivitedir. İnsan, bir ak ıl hayvan ı olduğundan,<br />
insan için hayr ve kemâl ve dolay ısiyle Mutluluk ta<br />
ruhun akl ile tam ve , mükemmel bir uygunluk halindeki<br />
aktivitesinden ibarettir.<br />
Ruhun, akl ile uygunluk halinde bulunmas ı,<br />
yani akla uygun hareket etmesi de en üstün bir fazilet<br />
aktivitesidir ki bu da her i şimizde ve hareketimizde<br />
iki a şırı uç (ifrat ve tefrit; fazlal ık ve noksanlık)<br />
aras ındaki Tam Orta'y ı seçme i şidir.<br />
Ruhun akla uygun hareket etmesi hali, yani<br />
en üstün fazilet aktivitesi de mahiyetimizin en üstün<br />
tarafın ın aktivitesidir ve bu sebepten ötürü de<br />
o, bir nevi Spekülâsyon olmak zorundad ır. Ba şka bir<br />
deyi şle, insan için En üstün Hayr (Hayr- ı A'la) ve<br />
Ebedi Mutluluk, aklın tam bir kontamplâtif hayatından<br />
ibarettir.<br />
İyi, Güzel ve Mutlu bir hayat ya şamak istiyorsak,<br />
daima, bilgili ve faziletli insanlarla dü şüp kalkacağız<br />
ve ancak bu suretle akla ve ahlâka ait faziletlerimizi<br />
kemâle erdirece ğiz.<br />
Förâbi'de Fazilet ve Rezilet Görü şü<br />
Farabrnin Fazilet ve dolay ısiyle Hayr ve Mutluluk<br />
ile bunlar ın kar şıtı hakkındaki fikirlerine<br />
(Tahsil al-Saade) adl ı kitab ında ve özellikle (Medinet<br />
al-Fad ıla) adl ı kitab ın ın Fadıl Medine Reisinin<br />
haslatlar ı konusunda rastlamaktay ız. O, "Nefs Kuvvetleri"<br />
konusunda da bu hususlara, genellikle, i şaret<br />
etmi ştir.<br />
135
Farabi şöyle diyor:<br />
İnsanlar ın birinci ve ikinci hayatlar ında yani<br />
Dünya ve Ahirette onlara Mutluluk sa ğlayan faziletler<br />
dört çe şittir: Nazan Faziletler, Fikri Faziletler,<br />
Ahlaki Faziletler ve Ameli Faziletler (S ınaatlar).<br />
Nazan faziletlerin bir k ısmı, insanda, daha<br />
onun başlangıcından beri bulunan ve nas ıl meydana<br />
geldi ği bilinmeyen ilk ilimlerdir. Di ğer k ısm ı<br />
da öğrenmek ve ö ğretmekle elde edilen ilimlerdir.<br />
İlk ilimlerle bilinen şeyler İlk Mukaddemlerdir<br />
ki öğrenmek ve öğretmekle elde edilen ilimler bunlarla<br />
sağlan ır 94 .<br />
Fikir kuvveti, k ıs ımlara ayr ılır. Fikir fazileti,<br />
faziletli bir gaye için en faydal ı olan ı bulup çıkaran<br />
fikir kuvvetidir. Fakat, şer olan bir gâye için en faydalı<br />
olan ı bulup ç ıkaran fikir kuvveti fikir fazileti<br />
de6ıldir; dolay ısiy le, onun ba şka adlarla adlanmas ı<br />
gerekir'.<br />
En yüksek derecedeki fikir fazileti .ile en yüksek<br />
derecedeki ahlaki fazilet hiç bir suretle birbirlerinden<br />
ayr ılmazlar, Aç ıkt ır ki en büyük fikri fazilet,<br />
nazari fazilete ba ğlı olmaks ız ın gerçekten var olamaz....ve<br />
nazari faz ılet ve en büyük fikri fazilet ve<br />
en büyük ahlaki fazilet ve en büyük smai fazilet<br />
birbirlerinden ayr ı değildirler. Eğer, ayr ı olsalar,<br />
bu sonuncu kemal üzre kalmay ıp bozulur, dolay ısiyle,<br />
en büyük olmadaki gayeye de ula şılamaz.<br />
Eğer, fikir fazileti, ahlaki faziletten ayr ılırsa,<br />
hayırlardan ibaret olan faziletleri istinbâta kudreti<br />
olan insan hiç bir hayra ve fazilete sahip say ılmaz.<br />
Tabiata dayanan ve Irade'ye dayanan faziletler<br />
vard ır. Irade ile has ıl olan fazilet, insan için,<br />
136
insanda iradi şeylerin husûlünü sağlayacak sûrette<br />
has ıl olan fazilettir ve ancak o zaman insani fikir<br />
fazileti hâs ıl olur. Bir Padi şah, (Melik), yaln ız irade ile<br />
Padi şah de ğil, belki tab'an da Padi şaht ır. Eğer, i ş böyle<br />
ise, yine nazari fazilet ve büyük fikri fazilet ve<br />
büyük ahlaki fazilet ve büyük ilmi smaat, ancak,<br />
tab'an bunlar için haz ırlanm ış olan kimselerde has ıl<br />
olur ve bu kimseler, gerçekten, son derece büyük,<br />
son derece kuvvetli, son derece üstün tabiata sahiptirler".<br />
Farabi, faziletler, dolay ısiyle hayırlar ve mutluluklar<br />
hakk ındaki fikirlerinde, üçüncü konudaki<br />
Farabi'ye ait sat ırlarda da görülece ği üzre,<br />
Aristo ile ayni fikirleri payla şmakla beraber Hikmet,<br />
İffet ve Secaat faziletlerinin üçünü birden kendisin<br />
de toplayan Adalet Fazileti hakk ında onun özel<br />
bir görü şü vard ır. Farabi bu konuda, Eflatun görü<br />
şü ile de uygunluk halinde olarak (Adâlet)i iki<br />
yönden ele al ır:<br />
ı— Fadıl Medine yönü.<br />
2— Cahil ve Sap ık Medine yönü.<br />
Fadıl Medine Yönü:<br />
Fadıl Medine sahiblerine göre (Adalet), herkese<br />
hakk ını vermek, yani hak hukuk tan ımakt ır.<br />
Adalet ve adil kimseler her zaman için sevilmeli,<br />
halka eziyyet ve zulüm etmekten kaç ınılmalı, zâlimleri<br />
asla sevmemeli, herkesi adaletli olma ğa te şvik<br />
etmeli, haks ızlığa uğrayanlara elden gelen iyili ği<br />
yapmal ı, herkes adil olup adalet pe şinde koşm alı<br />
ve özellikle, zulümden kesinlikle kaç ınmal ıdır.<br />
137
Cahil ve Sap ık Medine Yönü:<br />
Cahil ve Sap ık Medine sahiblerine göre de (Adalet),<br />
herkese kahr ve galebe etmekten ibarettir ve bu<br />
da Tabiat Kanunundur. Üstün gelenin alt olan ı<br />
kendine esir etmesi ve alt olan ın da üst olan için<br />
faydal ı işler yapmas ı adalettir. Bunlar ın hepsi, Tabii<br />
adalet olup faziletin ta kendisidir ve yap ılan bu<br />
i şler de faziletli i şlerdir.<br />
Üstün gelenlerin, elde ettikleri maddi ve ma'-<br />
nevi hay ırlardan bu hay ırları kendilerine sa ğlayan<br />
onlara alt olanlar ı da bu yoldaki gayret ve çal ışma<br />
derecelerine göre hisselendirmek gerekir ve bu da<br />
onlara göre Tabii adalettir.<br />
Cahil ve Sap ık Medine halk ına göre istenilen<br />
hayırlar ahlak d ışı ve yaln ız bedene ait olan hay ırlard<br />
ır. Fadıl Medine erbab ına göre ise istenilen hayırlar<br />
ilmi ve ahlaki hay ırlard ır ve gerçek (Mutluluk)<br />
a da ancak bu suretle var ılabilir".<br />
ilıvânussafâ'da Fazilet ve Rezalet Görü şü<br />
Bu konuda Farabi hakk ında söyledi ğimiz sözleri<br />
ihvanussafa için de söyleyebiliriz.<br />
thvanussafa'mn bu konudaki fikirleri, özellikle<br />
(Ahlak ın Çe şitli Olmasının Sebepleri), ( İnsan Küçük<br />
Alemdir), (Allah'a Da'vet Keyfiyeti) Risalelerindeki<br />
nefs ve nefs kuvvetleri, faziletler ve rezileder,<br />
hay ırlar ve şeyler gibi konular hakk ındaki<br />
sözlerinden ç ıkar ılabilir.<br />
Yaln ız, Nefs Tasfiyesi'ni, ahlakâ, esas tutmalar ı<br />
keyfiyeti, thvanussafa'y ı diğerlerinden ay ıran asil<br />
bir da'vad ır.<br />
138
Onlarca Nefs Tasfiyesi, gerçek faziletleri elde<br />
etme ği, dolayısiyle de, Gerçek Mutlulu ğa ulaşmağı<br />
sağlar. İlıvânussafâ'mn kurucular ından olan Ebû<br />
Süleyman Muhammed b. Ma' şar al- Busti veya<br />
kısa adı ile (Makdes1), şöyle hayk ırıyor:<br />
Sıhhat (yani mevcudât ın hakikatlar ını bilmek,<br />
doğru görü şe iyman etmek, güzel huylarla huylanmak,<br />
i şinde ve gücünde pürüzsüz olmak) muhafaza<br />
edilincedir ki insana faziletler elde etmek faydal ı<br />
olur. Ve s ıhhatt ır ki insanı fazIletler (k; bu. faziletler<br />
burhanid;r, yakin ;le vücuda gelmi ş -1'r,<br />
dehridir)le kar şı kar şıya kor ve kemâllar 'elde<br />
etme ğe yöneltir. Ancak böyle olanlard ır ki (En Büyük<br />
Mutluluk) ile kurtulu şa ula şmış ve gerçekten<br />
İlâhî Hayat'a müstahak olmu ş olurlar. İlahi Hayat<br />
ise (Ebedilik ve Sermedilik)tir".<br />
139
Konu: V<br />
(CEMİYYETİN ESAS' YARDIMLAŞMA<br />
VE MUHABBETTİR)<br />
İbn Miskeveyh'te Sosyoloji: Cemiyyet ve Yardımla<br />
şma ve Muhabbet Meselesi.<br />
Aristo'da Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />
ve Muhabbet Meselesi (Aristo'da sevginin önemi:<br />
Anaya ve Babaya sevgi; Çocuklara sevgi; Akrabalara<br />
ve Dostlara sevgi; Bütün insanlara sevgi; Sevginin<br />
Hayatta ve Terbiyede büyük yeri)— Fârâbi'de<br />
sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma ve Muhabbet<br />
Meselesi— ihvânussafâ'da Sosyoloji; Cemiyyet ve<br />
Yard ımlaşma ve Muhabbet Meselesi.<br />
İbn Miskeveyh, kitab ında, cemiyyet meselesine,<br />
dolayısiyle insanlar ın birbirleriyle sevi şip yard ımlaşma<br />
zorunluğunda olduklar ına da önemle i şaret<br />
etmiştir.<br />
İbn Miskeveyh, (Hayr ve Mutluluk) konusunda<br />
Aristo'dan mülhem olarak: "Her mevcudun<br />
hayr ve mutlulu ğu, ne için yarat ılmış ise onu tam ve<br />
mükemmel olarak yapmakt ır" diyordu. İşte, o, bu<br />
noktadan Sosyolojiye geçer ve bu hususta da topluca<br />
şöyle der:<br />
İnsan ın yapmak için yarat ıldığı iyi i şler, tek<br />
bir kimsenin kudretinin yetmeyece ği kadar çoktur.<br />
140
Bunun için topluluğa, yani bir arada ya şamağa liizum<br />
zorunludur. Bundan ötürü bütün bu i şler,<br />
insanlar ın birbirlerine yard ımı ile mümkün olabilir.<br />
O derecede ki bir cemiyyet, ayniyle bir şahs hükmünde<br />
olup insanlar da birbirlerinin organlar ı<br />
gibidirle ı .<br />
Pek aç ıktır ki insanlar, daima birbirine muhtaçt<br />
ırlar. Çünkü, insanlarda birbirlerine yard ım<br />
etmek ihtiyac ı zorunludur. İnsani hayat ın bir çok<br />
noksanlar ı vard ır ki onlar ın sağlanmas ı ve tamamlanmas<br />
ı ferd halinde mümkün de ğildir. İnsanların<br />
bu ihtiyac ı onlar ı, bir araya gelme ğe, birbirleriyle<br />
sevi şip ve anla şıp uyu şmağa zorlar; onlar ı<br />
tek bir şahs halinde toplar ve hepsini faydal ı bir<br />
maksat üzerine görevlendirir. Zaten, insan, tab'an<br />
da bir cemiyyet mahlükudurl.<br />
İbn Miskeveyh, Aristo'dan ald ığı bu insan tanımından<br />
sonra, insan cemiyyetini aç ıklayabilmek<br />
için (Muhabbet)ten ve onun çe şitlerinden ve sebeplerinden<br />
söz etmek gerekti ğini söylüyor ve şöyle<br />
devam ediyor:<br />
Muhabbetin dört çe şidi vard ır:<br />
Muhabbetin bir çe şidi çabuk meydana gelir<br />
ve çabuk bozulur.<br />
2—Muhabbetin bir çe şidi de çabuk meydana<br />
gelir, fakat, yava ş yava ş boluzlur.<br />
3—Muhabbetin bir çe şidi de yava ş yava ş meydana<br />
gelir fakat, çabuk boluzlur.<br />
4—Muhabbetin bir çe şidi de yavaş yavaş meydana<br />
gelir ve yine yava ş yava ş bozulur.<br />
İşte, muhabbet bu kısımlara ayrılm ışt ır. Zira,<br />
insanlar ın istek ve hareketlerinde üç maksat vard ır:<br />
141
ı- Lezzet.<br />
2- Hayr.<br />
3- Fayda.<br />
Bu üç maksattan sonra, dördüncü bir maksat<br />
daha vard ır ki o da bu üç maksad ın bir arada bulunmas<br />
ı hâlidir.<br />
İşte, insanlar ın bu dört iste ği, insani hayat ın<br />
gâyesidir. İnsanlar aras ındaki muhabbetin esas ı da<br />
bunlardır. Kim bunların hâs ıl olmas ına yard ım<br />
ederse ve bunlara ula şmağa kim sebep olursa ona<br />
muhabbet etmek tabildir. Muhabbet şekilleri, sebepleriy<br />
le şöyledir:<br />
Sebebi Lezzet Olan Muhabbet:<br />
Bu, hemen hâs ıl olan ve hemen bozulan muhabbettir.<br />
Zira, lezzet denen şey çabuk de ği şir2 .<br />
Sebebi Hayr Olan Muhabbet:<br />
Bu, hemen hâs ıl olan, fakat, yava ş yava ş bozulan<br />
muhabbettir 3 .<br />
Sebebi Fayda Olan Muhabbet:<br />
Bu, yava ş yavaş hâsıl olan, fakat, çabuk bozulan<br />
muhabbettir 4 .<br />
Bu üçünün birle şmesinden meydana gelen muhabbetin<br />
içinde hayr bulundu ğu takdirde de o muhabbet<br />
yava ş yavaş hâs ıl olur ve yava ş yavaş bozulurs.<br />
İşte, bu muhabbetlerin hepsi, özellikle, insanlar<br />
aras ında mevcuttur. Çünkü, bunlar, irâdeye ve<br />
muhakemeye dayan ırlar ve bunlar üzerine mükâfat<br />
ve mücâzat vard ır. Aklı olmayan hayvanlar aras ın-<br />
142
da da muhabbete benzeyen i ştirâklar varsa da, bunlar,<br />
ancak, ükfetten ibarettir. Hayvani nefse sahib<br />
olmayan ma'denler, ta şlar aras ındaki benzerlikler,<br />
i ştiraklar de, ancak, tabii meyilden ve ili şkilden<br />
ibarettir.<br />
Bu muhabbet şekillerinin kar şılığında nefret<br />
şekilleri de vard ır.<br />
İşte, insanlar ı bu muhabbetlere, ili şkilere ve bir<br />
araya gelmelere da'vet eden biricik sebep, noksanlarımız<br />
ın, ihtiyaçlar ım ız ın, tek tek ki şiler tarafından<br />
sağlanamamas ından, giderilememesinden ba şka değildir.<br />
Yine bu sebeplerden ötürü, özellikle, şu iki<br />
muhabbet şeklinden de söz edilebilir:<br />
Saddkat : Sadâkat denilen hal de muhabbetin<br />
bir çe şididir. Şu kadar ki muhabbet, Sadâkat'tan<br />
daha şumulludur. Bir topluluk aras ında muhabbet,<br />
hep birbirine vaki' oldu ğu halde, sadakat, hepsine<br />
birden olmaz, baz ı ki şilere mahsus kal ır'.<br />
A şk : Muhabbetin yüksek ve a şır ı derecede bir<br />
nev'i daha vard ır ki ona (A şk) denir. A şk denen<br />
muhabbet çe şidi, sadâkattan da daha hast ır, yani,<br />
sadâkat kadar da şumullu değildir. Çünkü bu, bir<br />
topluluk aras ında ve topluluğun baz ısı aras ında olmayıp,<br />
yaln ız, iki şahs aras ında bulunabilir. Aşk,<br />
lezzette ve hayrda da söz konusu olabilir.' Mesela,<br />
lezzet için a şırı derecede muhabbet, bir a şkt ır. Ve<br />
yine, hayr için a şırı derecede muhabbet te bir a şktır.<br />
Ancak, bunlar ın birincisi kötü, ikincisi iyidir.<br />
Gençler aras ındaki sadâkat, daima lezzet için<br />
olduğundan, çabuk has ıl olur ve çabuk yok olur.<br />
Onların birbirlerinden elde ettikleri lezzet yok olun-<br />
143
ca aralar ındaki muhabbet ve sadakat ta yok olur<br />
gider'.<br />
İhtiyarlar aras ındaki sadâkat ise, aralar ındaki<br />
ortak faydaya dayand ığından, çoğunlukla uzun sürer.<br />
Fakat, fayda ili şkisi ortadan kalk ınca onlar ın aralarındaki<br />
sadâkat ta ortadan kalkar'.<br />
Bir de Hakikat Erbab ı arasında bir sadâkat şekli<br />
vard ır ki bu, hayr üzerine kurulan bir sadakatt ır<br />
ve bu hayr, (Sâbit bir Hayr)d ır. Bu sâbit hayr,<br />
zat ında deği şmez olduğu için, hakikat eri:Pah' aras<br />
ındaki muhabbet ve sadakat ta hiç bir suretle deği<br />
şip yok olmaz, ebede kadar sürer gideri'.<br />
Bu muhabbet ve sadakat şekillerinin lezzetleri,<br />
hep ba şka başkadır. Esasen, insanlar ın tabiatlar ı<br />
da başka, başkad ır ve her insan kendi tabiat ına uygun<br />
dü şen lezzete meyl eder. Fakat, insanda, kendi<br />
tabiat ından ba şka hiç bir tabiatla kar ışmam ış olan<br />
ilahi, basit bir cevher vard ır ki ona ait lezzet te hiç<br />
bir lezzetle k ıyaslanamaz. Zira, bu lezzet, sâf ve<br />
basit bir lezzettir. İşte, bu ilahi cevher lezzeti üzerine<br />
kurulan muhabbet te İlahi bir Muhabbettir ve bu<br />
muhabbet, pek a şırı dereceye vard ırılırsa, insanı<br />
Allah'a ait olan Tam ve Halis A şk'a ulaşt ırır.<br />
insanda olan bu ilahi cevher, kirlerinden, paslarından<br />
temizlenip saf haline döndürüldükçe kendi<br />
aslına yakla şır ve en sonra Ak ıl gözü ile (S ırf İlk<br />
Hayr) ı görür. Ve bu halde de bu İlk Hayr, o kimsenin<br />
akl ını nuru ile bol bol nurland ırır ve onu hiç<br />
bir lezzete benzemeyen İlahi Lezzete kavu şturur ki<br />
bu, insandaki cüz'i ilahi cevherin, kendi asl ı ile<br />
birleşip bir olmas ı demektir. Şu kadar ki bu Birlik<br />
( İttihad), ancak, insan ın dünya hayat ından ayrıl-<br />
144
mas ından sonra tam olarak gerçekle şebilir. Zira,<br />
ruhun tam safl ığını kazanmas ı, ancak, o zaman<br />
mümkündür.<br />
İbn Miskeveyh, bu noktada Aristo'nun Sosyolojik<br />
fikirlerine de kısaca dokunarak, Aristo'ya göre<br />
de insanın tabiat ı bakımından medeni oldu ğunu,<br />
yani bir cemiyyet mahltıku olarak yarat ıldığını,"<br />
dolayısiyle, insanlar ın gerek iyi hallerinde ve gerek<br />
kötü hallerinde daima birbirlerine muhtaç olduklarını<br />
; hatta, bir fakirin karn ını doyurabilmek için<br />
bir zengin veya bir Kral'a muhtaç oldu ğu kadar bir<br />
zenginin veya bir Kral' ın da ihsanda bulunabilmek<br />
için bir fakire muhtaç oldu ğunu; ve insanlar<br />
aras ında sevginin ve arkada şlığın bu yüzden zorunlu<br />
bulunduğunu söylüyor ve Aristo'ya göre de en<br />
büyük muhabbet ve lezzetin İlahi Muhabbet ve ona<br />
kavu şmaktaki lezzet oldu ğunu belirtiyor.<br />
İbn Miskeveyh, bu arada Sokrat'a da dokunarak<br />
Sokrat'a göre de sevgi ve muhabbetin dünyadaki<br />
bütün hazinelerden ve her türlü dünya servetlerinden<br />
üstün say ıldığını ve her şeyden evvel, çocuklara,<br />
bu muhabbetin a şılanmas ı gerektiğini ve çünkü hiç<br />
bir insan ın, dünyalara da sahip olsa, muhabbetsiz<br />
yaşayamayaca ğın ı, yine Sokrat' ın sözleri olarak bildiriyor.<br />
Aristo'da Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />
ve Muhabbet Meselesi<br />
İbn Miskeveyh'in Aristo'nun Sosyolojik fikirleri<br />
hakk ında söylediklerine, biz de şu bir iki sat ırı<br />
eklemek siyoruz:<br />
Aristo'nun insan ı, yaln ız Bilen değil, fakat, ayni<br />
zamanda Isteyen, bir yarat ıkt ır da. Çünkü, insanda<br />
145
hem akıl hem de istekler, insiyaklar vard ır. Bu bakımdan<br />
da insanda Faziletin iki anlam ı olmas ı gerekir:<br />
ı — Bilen anlam ı, yani teorik fazilet (Ak ıl, Bilgi,<br />
Hikmet).<br />
2- Aklın pratik faaliyette hâkimiyyeti anlam ı ,<br />
yani (Karakter) fazileti.<br />
Aristo'da bilgi meselesi birinci planda, pratik<br />
hayat, ikinci planda yer al ır. Bu sebepten ötürü,<br />
onca, akl ın karakter üzerine hakimiyyeti şartt ır.<br />
Akl ın ihtiraslar üzerine hakimiyyeti de, onun, (Her<br />
şeyin Doğru Orta)s ını ara şt ırmas ındadır. Zira, her<br />
fazilet, fazlal ık ve eksiklik şekli ile, iki aştı-Alg ın ortas<br />
ında yerini al ır. Fakat, bu (Her şeyi Doğru Ortalama)ya,<br />
yani (Âhenk)e dayanan ahlak ta Arito'ya<br />
göre ferdi hayatta de ğil, ancak, Sosyal hayatta,<br />
Devlet'te gerçekle şiru. Her cemiyyet, hayr için<br />
kurulur; bütün Cemiyyetleri içine alan Devlet te<br />
En Yüksek Hayr' ı gaye edinmek zorundad ıri 3 .<br />
İşte, Aristo, bu noktada Devlet meselesine geçip<br />
Devletin ne oldu ğunu; ne gibi şekiller alabileceğini;<br />
ve şekiller ne olursa olsun, esas meselenin<br />
iyi idare ve iyi niyet olduğuunu aç ıkladıktan sonra,<br />
Devletin bir unsuru s ıfatiyle tekrar ferde dönerek<br />
şöyle der:<br />
İnsan, yarat ıl ıştan bir Cemiyyet mahlûkudur.<br />
Bu sözden maksat ta insanlar ın ihtiyaçlar ın ı sağlama<br />
hususunda birbirleriyle yard ımla şma zorunluluğunda<br />
yarat ılmış olduklar ın ı belirtmektir. K ısaca,<br />
insan, bir topluluk içinde ya şayabilir ki i şte bu,<br />
(Cemiyyet)tir ve insanlar ın sir Cemiyyet halinde<br />
yaşamaları da üç ana sebebe dayan ır:<br />
146
ı— Zarardan korunmak.<br />
2— Fayda sağlamak.<br />
3— Bir takım lezzetlere kavu şmak.<br />
İşte, bütün bunlar ın hepsinde de (Sevgi), esast<br />
ır".<br />
Yukar ıdaki sat ırlarda açıkça görülmektedir ki<br />
Aristo'ya göre de Cemiyyet'in esas ı Yardımlaşma<br />
ve Muhabettir's.<br />
Aristo, sevgiye, muhabbete, dostlu ğa pek ziyade<br />
önem vermi ştir. Zira, ona göre:<br />
ı — Dostluk veya sevgi hayat ın bütün hallerinde<br />
ve her ya şta zorunludur.<br />
2- Sevgi, tabiidir ve tabii olan bu sevgi bütün<br />
hayvanlar alemi için de do ğrudur.<br />
3— Sevgi veya dostluk, ayni zamanda sosyal<br />
bir olayd ır da. Sevgi, bütün bir Devlet'i birle ştirip<br />
bir tutan bir ba ğdır da.<br />
4—Sevgi, asil bir şeydir, dolay ısiyle, övülmeğe<br />
layıktır".<br />
Dostluk veya sevginin ahlaki temelleri ahlaki<br />
bir hal veya bir aktivitedir' 7 .<br />
Dostluk veya sevgi, bir çe şit hoşlanmad ır; birbirlerine<br />
benzeyenlerin birbirlerini arzulamas ıdır.<br />
Sevilebilen bir şey, ya iyi ve güzeldir, ya haz<br />
vericidir, ya da faydal ıdır; ve faydal ı bir şeyden maksat<br />
ta bir hazza veya bir hayra vesile ve vas ıta olan<br />
şeydir. Dostluk ve sevgiyi hayr'dan ay ıran şey de<br />
onun kar şılık görmesi ve her iki tarafça da bilinmi ş<br />
olmas ı luzümudur".<br />
Çe şitli sevgilerden ve dostluklardan söz edilebilir.<br />
Fakat, bunlar ın en önemlisi ve bütün dostluk-<br />
147
ların temeli ana baba ile çocuklar ı arasındaki sevgi<br />
ve dostluktur.<br />
Baba, çocu ğunun varl ığının sebebidir ki bu,<br />
diğer bütün hay ırlardan üstündür; çocu ğun beslenip<br />
büyütülmesi, ö ğretimi ve e ğitimi hususunda<br />
pek üstün bir hayrd ır. Baba, o ğullarını ve onlardan<br />
gelen torunlar ını da idare eder ki bu da bir tabiat<br />
kanunudur.<br />
Bu gibi dostluklar bir üstünlük içerir. Zira,<br />
ana baba, sâdece, sevilen kimseler de ğil, fakat,<br />
ayni zamanda, üstün ki şiler olmalar ı bak ımından,<br />
şerefli kimselerdir de. Dolaysiyle, bu durumda adalet,<br />
bir e şitlik değil, ancak, bir nisbet gösterebilir.<br />
Bundan ötürü de ana baba ile çocuklar aras ındaki<br />
dostluk, e şitliğe göre değil, bir nisbete göredir 19 .<br />
Ana, baba, çocuklar ına, kendilerinden birer<br />
parça olduklar ı için sevgi beslerler; çocuklar da<br />
ana babalar ına kendi varl ıkların ın sebebi olduklar ı<br />
için sevgi beslerler. Fakat, ana baban ın çocuklar ına<br />
sevgisi ve ilgisi çocuklar ın ana babalar ına sevgilerinden<br />
ve ilgilerinden çok daha kuvvetlidir. Zira, varlığa<br />
gelen bir şey, varl ığa getirene ba ğlıd ır ve onun<br />
tarafından tasarruf edilebilir.<br />
Ana baba, çocuklar ını, onlar daha do ğar doğmaz<br />
sevme ğe ba şlarlar. Fakat, çocuklar, ana babalar<br />
ın ı, zaman geçip ya şlanmadıkça ve hisleri ve<br />
akıllar ı geli şmedikçe sevemezler. Annelerin, çocuklarım,<br />
babalardan fazla sevmelerinin sebebi de<br />
onların, çocuklar ını bizzat do ğurmuş olmalarındand<br />
ır.<br />
Ana, baba, çocuklar ın ı, kendilerinin ikinci mümessilleri<br />
olduklar ı için de severler. Çocuklar da<br />
148
ana babalar ın ı, onlardan do ğduklar ı için severler.<br />
Karde şler de, ayni ana babadan olduklar ı için,<br />
birbirlerini severler.<br />
Di ğer akrabalar aras ında sevgi unsuru, akrabal<br />
ık nisbetine göredir. Fakat, bunlar ın hepsi, babanın<br />
çocuğu üzerine olan sevgisine dayan ır.<br />
Kar ı koca aras ındaki sevgiye gelince, bu, tabii'<br />
bir sevgidir. Bu sevgi kuvvetini, faydadan ve hazdan<br />
almakla beraber, ayni zamanda, fazIletten de<br />
alır. Çocuklar, kar ı koca aras ında sevgi ve birlik<br />
ba ğıdırlar ve soyçekim yolu ile, onlar ın faziletlerine<br />
de reziletlerine de sahiptirler. Çocu ğu olmayan<br />
ev, çabuk y ıkılır.<br />
Ana, baba, karde ş ve arkada şlar aras ındaki<br />
dostluklar, yabanc ılar aras ındaki dostluklardan daha<br />
hazl ı ve faydal ıdırlar. Do ğu şlar ından i'tibâren bir<br />
arada ya şamış, bir arada büyümü ş ve bir arada ö ğ-<br />
retim ve eğitim görmü ş çocuklar ın karakterleri de<br />
birbirlerine çok benzer.<br />
Arkada şlık için de ayni ya şlarda olmak ve bir<br />
arada büyümek ayr ı bir avantajd ır. Zira, bu gibilerde<br />
arkada şlık daha kolay kurulur ve daha sürekli<br />
olur.<br />
Çocuklar ın ana babalar ına dostluklar ı ve sevgileri<br />
ve bütün insanlar ın Allah'lara sevgileri (Daha<br />
Üstün'e ve Hayr)a olan sevgidir,; ° .<br />
Ve yine, karakterde ve di ğer durumlarda e şit<br />
sizlik te dostluklarda pek büyük bir önem ta şır. Üstün<br />
insanlar, daha ziyade, Şeref kazanmak; A şağı<br />
insanlar da, daha ziyade, Fayda kazanmak isterler.<br />
Bu prensipten ötürüdür ki Devlet Büyükleri Şerefli<br />
tutulur ve dolay ısiyle, En Büyük Şeref te Allah'a<br />
149
verilir. Bu sebepten ötürü de çocu ğun babas ına<br />
kar şı olan görevi baban ın çocu ğuna kar şı olan görevinden<br />
daha büyüktür. Bir baban ın çocuğunu red<br />
etmeğe hakk ı olmamakla beraber bir çocu ğun da<br />
babas ın ı red etme ğe hakkı yoktur. Çünkü, çocuk,<br />
babas ına borçludur ve borcunu ödemek zorundadır.<br />
Ancak, bir çocuk bütün hayat ı boyunca, ne<br />
yaparsa yaps ın, babas ına olan borcunu ödeyemez;<br />
gücü buna yetmez. Zira, o, babas ına kar şı ebedi<br />
olarak borçludur. Fakat, e ğer baba isterse, o ğlunun<br />
bu borcunu ba ğışlayabilir.<br />
Bir çocuk, a şırı derecede ahlaks ız olmad ıkça<br />
bir baba o ğlunu terk etmez. Zira, babada o ğluna<br />
olan tabii muhabbet, ona, ele geçmi ş olan oğul gibi<br />
büyük bir deste ği, ne olursa olsun, ihtiyarl ık cağında<br />
red ettirmez 21 .<br />
Kısaca, dostluk veya sevgi, hayat ın hem As ıl<br />
hem de Asil temelidir". Zira, o, s ırf insanl ık hat ır ı<br />
için insanlar ın iyiliğini istemek ve iyilikte bulunmak<br />
gibi ahlaki bir maksat içerir ve dolay ısiyle insanda<br />
fazileti gerektirir. Bundan ötürü de gerçek dostluklar<br />
Hayr'a ve Fazilete dayal ı dostluklard ır. İyi niyet,<br />
dostluk' un tohumudur 23 .<br />
Dostluk veya sevgi, sevilmi ş olmaktan ziyade<br />
sevmiş olmakta kendini gösterir; sevmek sevilmi ş<br />
olmaktan daha esasl ıdır. İnsanlar aras ında şefkat<br />
ve merhamet bu esasa dayan ır.<br />
Ihtiras, ba şkalar ın ı sevmekten ziyade ba şkalar ı<br />
tarafından sevilmeği hedef tutar ve bu da bir şeref<br />
sayılır. Fakat, sevgi, bizzat sevgi için istendi ğinde,<br />
sevilmi ş olmak, i'tibarl ı ve şerefli olmaktan üstündür".<br />
150
Bir dostu sevmek, insan ın kendi kendisini sevmesinin<br />
daha geni ş bir şeklidir26 .<br />
Bir insanın, her şeyden önce, kendini sevmesi<br />
gerekir. İnsanın kendisini sevmesi demek, insan ın<br />
kendi asil ve gerçek k ısmına, yani akl ına önem vermesi<br />
demektir. Ve her şeyden önce, kendi akl ına<br />
önem veren insan da faziletli insand ır".<br />
Bir insan ne kadar varl ıklı ve ne kadar mutlu<br />
olursa olsun, bir cemiyyet mahlüku olmas ı bakımından<br />
yine de, di ğer insanlarla, ve özellikle, dostlarla<br />
birlikte ya şamak zorundad ır. Zira, varl ıklı ve<br />
mutlu bir insan ın ihsanda bulunmak, iyilikte bulunmak<br />
ve bu suretle mutlulu ğunu payla şmak için de<br />
arkada şlara ihtiyac ı vard ır. Şu kadar ki bu arkada ş-<br />
lar, faziletli ki şiler olmal ıdırlar. Çünkü, aksi halde,<br />
o varl ıklı ve mutlu insan ın varlığını tüketirler, mutluluğunu<br />
da bozarlar".<br />
Aslında, gerçek dostluk pek azd ır. Zira, gerçek<br />
dostluk, bilgili, faziletli ve hay ırlı ki şilerin dostlu-<br />
&dur".<br />
Dostluk, iyi zamanlar için de kötü zamanlar<br />
için de pek k ıymetlidir. Fakat, özellikle, kötü zamanlarda<br />
dosta ve dostlu ğa daha çok ihtiyaç vardır.<br />
İnsan, mutlu halinde iken arkada şlar edinmeli<br />
ve onlar ı her bak ımdan faydaland ırmal ı ; fakat,<br />
düşkün halinde, kendine, bir yard ımc ı çağırmama-<br />
11; çünkü, bulamaz 3°!..<br />
Hayatta i ştirak, dostluğun ve sevginin esas ı-<br />
dır. Bu sebepten, Sosyal hayat, fazilete dayal ı iyi<br />
arkada şlıklar ı yükseltir ve rezilete dayal ı kötü arkada<br />
şlıklar ı da alçakt ır ve yok eder'.<br />
151
Dostluk bir çe şit i ştirâktir. Çe şitli dostluklar,<br />
çe şitli i ştirâklerdir ve her i ştirak, bir çe şit adâleti de<br />
ihtiva eder. Ve yine, adalet te, dostluk gibi, çe şitlidir.<br />
Her çe şit i ştirakin de Siyasal i ştirâkin birer parças ı<br />
olduğu söyleneb;lir. Şu halde, dostluk, ayni zamanda,<br />
siyasal bir fazilettir 32. Bundan ötürü de Devlet'in<br />
en iyi şekilde sevk ve idaresi husunda gerek İdareci<br />
s ınıfın ve gerek İdare edilen s ın ıfın, ayni fikirler ve<br />
prensipler üzerinde fikirce bir araya gelip birle şmeteri<br />
de Siyasal dostlu ğun ba şlıca alâmetidir".<br />
Yine tekrar edelim ki dostluklar ne çe şit gösterirlerse<br />
göstersinler, hepsinin kökü ve asl ı aile dostluğudur,<br />
yani ana baba ile çocuklar aras ındaki dostluktur.<br />
Ana ve babam ıza, evvela bizi var etmeleri, sonra<br />
da büyütüp ve okutup terbiye etmelerinden ötürü,<br />
kendimizden çok daha üstün bir sayg ı ve sevgi göstermeliyiz;<br />
onlar ı pek şerefli kimseler saymal ıyız;<br />
onları Allah'lar gibi say ıp sevmeliyiz. Fakat, yine de<br />
anaya babaya, bir Filozof'a veya şuna buna kar şı<br />
gösterilecek sevgi ve sayg ı, hep ba şka ba şka olmal ı-<br />
d ır. Tek tek insanlara oldu ğu gibi insan s ın ıflar ı-<br />
na da ancak kendilerine lay ık olan sayg ıyı ve sevgiyi<br />
göstermeliyiz. Büyüklere, anaya babata, ya ş-<br />
lar ından ötürü de sayg ı göstermeli, onlara daima<br />
yer vermeli ve onlar ı daima ba ş köşelere oturtmal ı-<br />
yız. Karda şlarım ıza da mal ımızdan, param ızdan bir<br />
pay ay ırmal ıyız; ve bu i şi, sırasiyle, akrabalar ımıza,<br />
dostlar ım ıza ve bütün insanlara da, derecelerine göre<br />
yapmal ıyız".<br />
Faziletli bir insan için yaln ız ahlakça iyi olan<br />
birşey de ğil, fakat, ayni zamanda, tabii olarak iyi<br />
olan şey de iyidir ve istenip yap ılması gerektir. Esâ-<br />
152
sen, hayat ın kendisi iyi bir şeydir; Var olmak, iyi<br />
bir şeydir".<br />
Fârfilıi'de Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />
ve Muhabbet Meselesi<br />
Farabi, cemiyyet konusunda k ısaca şöyle diyor:<br />
İnsanlar kemâle ermek hususnda pek noksan<br />
yarat ılm ışlard ır. İnsanlar pek çok şeylere muhtaçtırlar<br />
ve bunun için de yard ımla şmak zorundad ırlar.<br />
Zira, hiç bir insan muhtaç oldu ğu şeyleri tek başına<br />
elde edemez; elde etmek zorunlulu ğu alt ında<br />
da diğer insanlar ın yard ımına ve sevgisine muhtaçt<br />
ır.<br />
İnsanlar ın her biri, insan ın muhtaç olduğu<br />
şeylerden birini haz ırlar. Çünkü, her bir insanda F ıtri<br />
bir tabiat vard ır ve bir çok topluluklar da bir araya<br />
toplan ıp her biri diğerinin muhtaç oldu ğu şeylerden<br />
bir k ısm ını haz ırlamak suretiyle birbirlerine<br />
yardım etmi ş olurlar ve bu suretle de insanlar kemâle<br />
eri şmi ş olurlar.<br />
Bütün bir topluluğun haz ırladığı şeyler aras ında<br />
herkesin yeti şmesi ve kemâle ermesi için muhtaç<br />
olduğu baz ı şeyler daha vard ır ki insanlar bundan<br />
ötürü çoğalıp dünyan ın iyi ve güzel yerlerini tutmu<br />
şlardır. Bunlardan bir çok insan cemiyyetleri<br />
meydana gelmi ştir. Ancak, bu cemiyetlerden baz ısı,<br />
kâmil, baz ısı da kâmil de ğildir, noksandır.<br />
İnsanlar ı gerçek mutlulu ğa erdirecek şeyler<br />
hususunda yardımlaşmak için te şekkül eden Medine<br />
( Şehr) ye (Fad ıl Medine); ve yine bu gaye ile<br />
yard ımlaşan cemiyyete, (Fad ıl Cemiyyet); yine bu<br />
gâye ile yard ımla şan Millete de (Fad ıl Millet) denir.<br />
Kamil olmayan cemiyyet ise Köy, Mahalle,<br />
153
Sokak ve nihayet Ev halk ının cemiyettidir ki bunlar<br />
da derece derece birbirlerine ba ğlıdirlıgx ve biri<br />
di ğerinin parças ıd ır.<br />
En yüksek Hay ır, En Son Kemal, ancak ( Şehir<br />
Cemiyyeti) ile elde edilir ve Mutlulu ğun s ınırına da<br />
herkes için ortak ve her bir mertebeye has olan (Ilim)<br />
ve (Amel) ile iri şilir" 6 .<br />
Farabi, Cemiyyetin ihtiyaçlardan do ğduğunu<br />
bu suretle belirttikten sonra Medine ( Şehir) leri<br />
daha bir tak ım k ısımlara ay ır ıyor ve (Medine)yi insan<br />
bedenine benzeterek Kral ından Dilencisine kadar<br />
bütün Medine kururlu şlarun beden organlar ı ile kiyaslamağ<br />
a giri şiyor.<br />
Yukar ıda da bir vesile ile i şaret etti ğimiz gibi<br />
burada hemen i şaret edelim ki Farabi, Siyaset alan<br />
ında Eflâtun'un Devlet görü şünü Aristo'nunkinden<br />
üstün tutar ve ona dayan ır. Zira, Eflâtun'un Devlet<br />
telâkkisi, insanlar ı üstün bir Hayr'a götürdü-<br />
'günden, islam Doktrinine yakla şmaktad ır.<br />
Farabl'ye göre de Devlet'i ayd ınlar idare etmeli.<br />
Zira, böyle bir devlet şeklinde idare eden aydınlar,<br />
idare edilenleri bilgi bak ımından yükseltirler.<br />
Insanlar ın ahirette alacaklar ı mevki'ler ve erişecekleri<br />
mutluluklar da bilgi dereceleriyle düz orant<br />
ılı olacakt ır". Insan bu dünya hayat ında bilgi ile<br />
ulvi âleme yükselirse bu dünya hayat ı ile âhiret hayat<br />
ın ın ayn ı olduğunu görür. Zira, Allah, her şeydedir,<br />
her yerdedir ; O, vandeti ile bir Bütün'dür.<br />
Ilıvânussafa'da Sosyoloji: Cemiyyet ve<br />
Yardımlaşma ve Muhabbet Meselesi<br />
ihvaussafa, Sosyoloji konusunda ba şlı ba şına<br />
bir Risale yazm ış de ğildir. Bununla beraber, on-<br />
154
lar ın çe şitli Risale'lerinde bu konu ile de ilgili, fikirlerine<br />
rastlanmaktad ır.<br />
Derhal söyliyebiliriz ki thvanussafa'ya göre<br />
de (Cemiyyet) in esas ını, insan ın bir çok şeylere muhtaç<br />
bulunmas ı ve bu ihtiyaçlar ı sağlay ıp kemâl ve<br />
mutluluğa erebilmek için di ğer insanlarla her hususta<br />
sevi şip yard ımlaşmak zorunlulu ğunda olmas ı<br />
te şkil eder.<br />
Mesela, Ihvanussafa'n ın as ıl adı olan ( İhvan<br />
al-Safa ve Hullan al, Vefa) terkibi, (Safa Karde ş-<br />
leri, Vefâ Arkada şları) demek olmakla, bu cemiyyet<br />
kurulu şunun da yard ım ve muhabbet esas ına dayandığını<br />
bu iki kelimeden de ç ıkarabiliriz. Kald ı<br />
ki bu terkib, onlar ın kurduklar ı Cemiyyetin de bir<br />
ünvân ıdır.<br />
thvanussafa Risale'lerinde : "Yaa Eyyüh'el-Ah!",<br />
yani (Ey Karde şim !) ; veya: "Yaa Eyyyüh'el Baar<br />
al-Rahim !", yani (Ey Iyilik ve Ihsan eden, Ba ğışlayan<br />
Kardaş !) gibi hitablara da s ık sık rastlanmaktadır.<br />
( İnsan Küçük Alemdir) Risalesinde şöyle denmektedir<br />
:<br />
İnsan bedeni bir memleket gibidir. Bu memlekette<br />
cismani ve ruhani kuvvetler, askerleri ve yardımc<br />
ıları olarak; filleri ve hareketleri de rey ve<br />
hademe olarak; hasseleri de mümeyyizleri olarak<br />
insan bünyesinin Hükümdar ı olan (Nat ıl Nefs) e<br />
hizmet ederler ve bunlar, payla ştıklar ı görevleri,<br />
gâyeleri doğrultusunda gerçekten yapmakla, Hükümdar'ı<br />
istediğine kavu ştururler 38 .<br />
Görülüyor ki bu benzetme, Fârâbi'nin Medinet<br />
el-Facl ıla'sma pek uygun dü şmü ştür.<br />
155
Yerinde de aç ıkladığım ız gibi (Tekrar Dirilme<br />
ve K ıyamet Risalesi)nde de şöyle deniyordu:<br />
İnsan, bu dünyada hür süretinde zorunlu; Sultan<br />
sûretinde köle; sevinçli süretinde azapta; g ıpta<br />
edilen süretinde kibirlidir. Çünkü, onun ba şına tam<br />
beş hâkim musallat olmu ştur:<br />
ı — Bağlı bulunduğu Felek (Gök).<br />
2—İçinde ya şadığı Tabiat.<br />
3—Şeriat, yani teklifler.<br />
Zâlim Padi şah<br />
5— Ihtiyaçlar.<br />
İşte, görülüyor ki burada da insanlara hakim<br />
olan be ş musallattan birinin ve belki de en önemlisinin<br />
(Ihtiyaçlar) oldu ğu bildirilmekte, dolay ısiyle,<br />
Ihvanusafa'ca da (Cemiyyet) kurulu şunun bu ihtiyaçlara<br />
dayand ığı fikri kabül edilmektedir.<br />
Ve yine (ihvanussafain ın Muaşeretleri Risalesi)nde<br />
de sadâkattan, arkada ş edinmenin zorunluluğundan<br />
ve arkada şlğıın çe şitlerinden uzun uzun<br />
söz edilmektedir» .<br />
Şimdi, altıncı konuya ba şlamadan önce şunu belirtmek<br />
isteriz ki, yukar ıda da dokundu ğumuz gibi<br />
Tahzib-al-Ahlâk kitab ın ın baz ı yazma ve basmalar ında<br />
Makale say ısı alt ı değil yedidir. Şu kadar ki İbn<br />
Miskeveyh bu nüshalardaki alt ınc ı ve yedinci Makalelerin<br />
her ikisinde de, ortakla şa, nefs ve bedenin<br />
sıhhat ının nelerle bozulabilece ğine ve bu bozukluklar<br />
ın ne gibi tedbirlerle giderilebilece ğine i şaret<br />
ediyor ve maddi ve ma'nevi kötü şeylerden, kötü<br />
huylardan kurtulup, bedeni ve özellikle nefsi, önce<br />
gazab ve şehvet kuvvetlerini terbiye, sonra da ilim<br />
156
ve tasfiye ile temizleyip geli ştirme gerektiği ve çünkü<br />
esas Zenginli ğin ve Sultanlığın ahlâk zenginli ği ve<br />
Sultanl ığı olduğu üzerinde şiddetle duruyor ve kitabıdı<br />
pek önem verdi ği (Hüzün ve Ilki) konusu ile<br />
bitiriyor. Bizim ele ald ığı mız basma Tahzib al-Ahlâk'ta<br />
ise, yerinde aç ıkladığımız gibi, Makale say ıs ı<br />
altıd ır.<br />
157
Konu: VI<br />
(NEFS' İN HASTALIKLARI VE TEDÂVİSI )<br />
İbn Miskeveyh'te Nefs'in hastal ıkları ve bunlar ın<br />
giderilmesi çareleri: Faziletler ve Reziletler ve Gazab<br />
ve Şehvet kuvvetlerinin terbiyesi- Ölüm ve çeşitleri—<br />
Aristo'da Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi:<br />
(Ruhun mâhiyeti meselesi; İnsanlar nelerden korkarlar;<br />
Korkular ın en korkuncu Ölüm korkusudur;<br />
Ölümden korkulmal ımıdır ; Alicenabl ık nedir ve Alicenab<br />
bir kimsenin belliba şlı vas ıflar ı nelerdir)- Farabi'de<br />
Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi: (Farabl'nin<br />
ruhun mahiyyeti hakk ındaki fikirleri; Ölümden sonra<br />
ruhun ne olaca ğı hakkındaki çe şitli düşünceleri;<br />
Nefs hastal ıklar ı, ancak, "Ak ıl" ile tedavi edilebilir)—<br />
Ihvanussafâ'da Nefs'in Hastal ıkları ve Tedavisi: (Ihvanussafa'ya<br />
göre ruhun mahiyeti; Ölüm ve çe şitleri;<br />
Nefs hastal ıkları, özellikle, "Nefs Tasfiyesi"<br />
ile tedavi edilebilir).<br />
İbn Miskeveyh, Nefs'in hastal ıkları ve tedavisi<br />
konusunda Faziletleri ve Reziletleri tekrar ele alarak<br />
şöyle demektedir :<br />
Faziletleri, Hikmet, İffet, Şecaat, Adalet diye<br />
dört ahlaki Fazilet olarak göstermi ştik. Her fazilete<br />
kar şı iki rezilet bulunur ki bunlar da en çirkin bir<br />
surette belliba şlı sekiz rezileti te şkil ederler ve bütün<br />
158
unlar da dört faziletin a şır ılığından veya eksikliğinden<br />
ibarettirler ki bunlar da bilinen şeylerdir. Mesela,<br />
akıl kuvveti şiddetlendirilirse, yani a şır ı dereceye vardırıl<br />
ırsa (Cerbeze veya bir çe şit Seytâni Deha) derecesine<br />
ulaşırl ı r ki bu, akl ın en a şır ı derecesidir. (Mesela,<br />
buna mâlik olan kimse insanlar üzerinde büyük ve kötü<br />
etkiler yapabilir. Böyle bir kimse mâlik oldu ğu Cerbeze<br />
veya Şeytanı'. Deha kuvveti ile herkesin muhakeme<br />
gücüne üstün gelebilir, herkesi aldat ıp yan ıltabilir,<br />
şaşırtabilir.) Bunun için bu hal, Tam Orta Ak ıl faziletinin<br />
a şır ılığı ( İfrat)d ır ve bir çe şit rezilettir. Akl ın<br />
azlığı (Tefriti), yani büsbütün de ğilse bile pek ziyade<br />
noksanlığı da (Ahmakl ık) ve (Budalal ık)t ır ki bu<br />
da en fena bir rezilettir. (Zira, hayatta bir çok zararlara<br />
sebep olur). İşte, bu iki halin ikisi de rezilettir.<br />
Bu iki halin Tam Orta hali de Hikmet'tir ki fazilettir.<br />
İffet faziletini do ğuran şehvet kuvveti de, ak ıl<br />
kuvveti gibi, a şırı yani çok etkili, veya noksan, yani<br />
etkisiz bir halde bulunursa birinci hali (Açgözlülük,<br />
veya H ırs ve Tama), ikinci hali da (Ziyade Utangaçl<br />
ık ve Çekingenlik)tir ve birinci halde durmadan<br />
yeyip içmek ve- her türlü fuh şiyyatta bulunmak,<br />
ikinci halde de ma'kul zevklerden bile kaç ınmak<br />
veya onlara bile pek az meyl etmek söz konusudur.<br />
İşte, bu her iki a şır ılık ta rezilettir. Bu iki a şır ılılık halinin<br />
ma'kul ve Tam Orta hali de İffet'tir ve fazilettir.<br />
Secaat faziletini do ğuran gazab kuvveti de<br />
a şır ı şiddetli halinde (Dü şünmeden Sald ırma) halini<br />
meydana getirir. A şırı etkisiz halinde de (Korkakl<br />
ık) halini meydana getirir ki bunlar ın her ikisi<br />
de rezilettir. Bu iki halin Tam Orta hali de Secaat't ır<br />
ve fazilettir.<br />
159
Hikmet, Iffet, Secâat faziletlerinin üçünün toplamından<br />
meydana gelen veya üçünü ihtiva eden<br />
Adalet fazileti de ba şta sayd ığım ız üç fazileti meydana<br />
getiren ak ıl, Şehvet ve Gazab kuvvetlerinin birbinleri<br />
ile tam dengeli hali olup bu kuvvetler aras<br />
ında denge bozuklu ğundan bu kuvvetlerin ziyade<br />
a şırılığı da (Zulüm) halini meydana getirir ki bu<br />
da tam anlam ı ile bir hayvanl ık hali, bir yırt ıc ıl ık<br />
hali, hak ve hukuka sald ırma ve yok etme halidir.<br />
Saydığımız üç kuvvetin zay ıf ve etkisiz olmalar ı hali<br />
de (Miskinlik) denen hali meydana getirir ki bu da<br />
insan ın kendi hakk ını ve şerefini koruyamama ve pek<br />
çekingen durup her türlü hakarete tahammül etme<br />
halidir. I şte bu Zulüm ve Miskinlik halleri de rezilettir<br />
ve bu iki halin Tam Ortas ı olan hal de Adalet'tir ve herkesin<br />
haklar ına sayg ı göstermek ve korumak faziletidir.<br />
Şimdi, ( Şecaat) ın şiddetli ve siddetsiz şekilleri<br />
olan (Dü şünmeden Sald ırma) veya (Korkakl ık) ı<br />
ele alal ım: Bunlar ın ikisinin de dayanaklar ı insan<br />
nefsindeki (Gazab) kuvvetidir, dolay ısiyle, Dü şünmeden<br />
Sald ırma, Korkakl ık \, e Şecaat üçlüsü, gazab kuvvetine<br />
mensubtur. Gerçekte, Gazab ise, kalb'te kanın<br />
galeyan ından insanda has ıl olan galebe ve intikam<br />
arzusudur. E ğer, kan ın galeyan ı gittikçe artar<br />
ve şiddetlenirse, kan, büyük damarlar ı haddinden<br />
fazla doldurur ve dim ab, rahats ız edici karanl<br />
ık bir duman kaplar. Bu halde de, tabii, akl ın durumu<br />
deği şir, yani ak ıl dü şünemez olur. Bu halde,<br />
insan, içinde ate ş yakılan alevli ve dumanla dolu<br />
bir mağaraya benzer ki bu alevli duman ın söndürülmesi<br />
mümkün olmaz. Tersine, söndürülmek için<br />
yap ılan her bir hareket, alevli duman ın artmas ına<br />
sebeb olur. I şte, tıpkı bunun gibi, insan, gazab hâ-<br />
160
linde iken iyi hareketleri dü şünemez; kendisine<br />
edilen nasihatlar ı duyamaz; ve belki de o anda edilen<br />
nasihat lar, gazab ın daha da artmas ına sebeb<br />
olur. Bu böyle olmakla beraber şu da var ki insanlar,<br />
gazab hallerinde de, mizaçlar ı gereği olarak,<br />
bu haller aç ısından birbirlerinden fazla veya noksandırlar.<br />
Mizaçlar ı ate şli ve kuru olanlar t ıpkı<br />
kibrit gibi olup küçük bir k ıvılcım ile hemen alevlenirler.<br />
Bundan ötürü de: "Gazab, bir saatlik cinnettir"<br />
denmi ştir ve şiddetli gazab, co ğunlukla,<br />
kalbin hararetini boğarak ölüme sebeb olur. Bu<br />
noktada önemle i şaret edilmesi gereken, şey, baz ı<br />
insanların baz ı zamanlar, bu gibi şiddetli sıkıntılara<br />
ve hatta ölümlere sebeb olduklar ıdır. Mesela, dürüst<br />
bilinen kimselerin sadakats ızl ıkları, bir musibet<br />
kar şısında dü şmanlar ın işkenceleri ve sevinç<br />
gösterileri, hasetçi ve rezil kimslerin Mke alaylar ı,<br />
arzulara ve gâyelere ayk ırı düşen olaylar, ço ğu kere,<br />
ölümlere bile yol açar.<br />
İşte, bütün bunlar, İbn Miskeveyh'e göre Nefs<br />
Kuvvetlerini terbiye etmek stiretiyle tedavi edilebilirler.<br />
Şecaat' ın rezilet halini alan şekillerini gördümketn<br />
sonra Tam Orta bir MI olan ( Şeca' at) faziletine<br />
gelince bu da Nefsi Yüksek Tutma ( İzzet-i Nefs)<br />
diye tanımlanabilir ki bu halde insan, yumu şakl ıkla<br />
gazab ını yener, fikri ve nazar ı gerçeği görüp dü şünebilir,<br />
gazab ı uyand ıran halleri muhakeme ederek<br />
yatıştırır ve dü şman ına karşı ne suretle üstün geleceğini,<br />
onu nas ıl alt edeceğini kararlaştırır ve sonra<br />
da ona göre hareket eder.<br />
Hikaye ederler ki bir adam Büyük İskender'e<br />
kar şı hakaret şeklinde fena bir muamelede bulun-<br />
161 .
muş ; fakat İskender, gazab ın ı alt ederek o kimseyi<br />
bağışlam ış. Bu olaya, şahit olan Kumandanlar ından<br />
biri İskender'e: "Bu hareket afv edilmez. E ğer<br />
ben İskender olsayd ım bu adam ı öldürürdüm"<br />
deyince, İskender de: "E ğer, ben de sen olsayd ım<br />
öldürürdüm, fakat, ben, sen de ğilim" diyerek kendine<br />
yakışan cevab ı vermi ş ve büyüklüğünü göstermi<br />
ş .<br />
İşte, İskender, bu durumda gösterdi ği yüksek<br />
huy fazileti ve yumu şakl ıklad ır ki gazab ının çirkin<br />
sonuçlar ından sakınabilmi ş ve :4.1icenabl ığım göstermi<br />
ştir.<br />
Şecaat' ın fazla etkisiz yönü olan (Korku) ise,<br />
nefsin, gazab halinde iken bulundu ğu sıfatlar ın tamamiyle<br />
tersi olan s ıfatlara bürünmesi, yani nefsin<br />
tam sükûn halinde bulunmas ıd ır ki bu hal de (Meskenet)<br />
denen şeydir.<br />
Bu ahlaki hastal ığa tutulan kimsede ise Nefsi<br />
Üstün Tutma çabas ı ve Haysiyet dü şüncesi görülmez.<br />
Böyle bir kimse, hakk ına, hukukuna, nâmusuna<br />
ve mukaddesât ına yapılan sald ırılara kar şı koymaz;<br />
tersine, bütün bu sald ır ılara ve ac ılara tamamiyle<br />
katlan ır. Böyle bir insan, ailesinin ve çocuklar ının<br />
rızkın ı sağlamağa ve onlar ı yeti ştirme ğe gayret etmez.<br />
Böyle bir insan hiç bir şeyde sebât etmez; en<br />
küçük kederlere kar şı bile aciz gösterir, sabr ı ve<br />
metinliği yok olur. Böyle bir insan, daima, kendi<br />
miskince selâmeti ve rahat ı pe şinde ko şar ve bu<br />
miskince hayat ı sürdürebilmek için de dalkavukluk,<br />
ikiyüzlülük, alçakça yalvar ıp yakarmalar gibi en<br />
kötü hareketleri yapmaktan bile çekinmez ve bütün<br />
hakaretlere isteye isteye boyun e ğer.<br />
162
Bu hastalığın giderilmesi ise, böyle bir kimseyi<br />
korktuğu, çekindiği şeyler üzerine atarak onu korkmamağa<br />
al ıştırmak ve ona aziz ve kutsal şeyleri<br />
öğerek, fikrini ve ahlâk ını bu gibi yüksek ve iyi şeylere<br />
yönelmekle mümkündür.<br />
Kısaca, insan, hayat ında Alicenab, yani Şerefli<br />
ve Onurlu bir insan olarak ya şamal ıdır.<br />
Ibn Miskeveyh, Nefs hastal ıklarının en büyüğü<br />
olan ölüm korkusu ve ölümün çe şitleri hakkında<br />
da pek güzel aç ıklamalarda bulunuyor.<br />
Ibn Miskeveyh, önce, s ıradan korkulardan söz<br />
ediyor ve sonra lafı ölüm ve çe şitlerine getirerek<br />
şöyle devam ediyor:<br />
Insanın korktuğu bir çok korkular vard ır. Fakat,<br />
bu korkular ın insanı en çok korkutan ı ve en<br />
büyüğü ve en önemlisi, şüphesiz ki, ölüm korkusudur.<br />
Ölüm korkusu, Mutlak korkudur.<br />
Ölüm, genel bir korkudur ve bütün korkular ın<br />
en şiddetlisidir. Fakat, ölüm korkusu, yaln ız, ölümün<br />
gerçeğini bilmiyenlerin yakas ına yap ışır, yahut,<br />
ölümden sonra ruhunun nereye gidece ğini bilmeyenlerin<br />
veyahut ta bedenin bozulup yok olmas ı ile<br />
ruhunun da bozulup yok olaca ğını sananlar ın yakalama<br />
yap ışır. Kısaca, ruhun ölümsüz oldu ğunu<br />
ve beden yok olduktan sonra da ölümsüz kalaca ğını<br />
ve âhiret'in ne oldu ğunu bilmiyenlerdir ki ölümden<br />
korkarlar.<br />
Baz ı kimseler de ölümde şiddetli bir acı olduğunu<br />
sanarak ölümden korkarlar.<br />
Bazı kimseler de ölüm ile dünyada b ırakacakları<br />
malları, paraları ve yoksun kalacakları dünya<br />
zevklerini dü şünerek ölümden korkarlar.<br />
163
Halbuki, bütün bu dü şünceler bo ştur; ölüm,<br />
hiç bir şey değildir. Ölüm, cismin toprağa girip<br />
orada, tekrar, ondan ald ığı unsurlara ayr ılması,<br />
ruhun da cismi b ırakıp gitmesinden ibarettir.<br />
Ölen cisimdir, ruh de ğildir. Zira, ruh, cismani<br />
olmayan bir cevherdir; bundan ötürü de ölümü,<br />
yani yokluğu kabul etmez.<br />
Filozoflara göre ölüm, genellikle, iki k ısımdır:<br />
ı— Iradi ölüm.<br />
2— Tabii ölüm.<br />
Buna kar şılık hayat ta iki lus ımdır:<br />
ı — hadi hayat.<br />
2- Tabii hayat.<br />
Filozoflar, iradi ölüm sözü ile şehvetleri b ırakmağı<br />
; tabii ölüm sözü ile de nefsin bedenden ayr ılmas<br />
ını kasd ederler. Ve yine, onlara göre iradi hayattan<br />
maksat, insan ın dünyada yemek içmek gibi<br />
bir tak ım şehvetlere çal ışması ; tabii hayattan maksat<br />
ta ruhun kendi tabiat ına has olan hayati ya şamasıdır<br />
ki o da ruhun ebediyyen baaki kalaca ğına<br />
i şaret eder. Bu hayat, ruhun, mutlak cehaletten kurtulması<br />
ile gerçek bilgilerden faydalanmas ından<br />
ibarettir. Bundan ötürüdür ki Eflatun, felsefe ö ğ-<br />
renmek isteyen bir ö ğrencisine: "Iradi ölüm ile öl<br />
ve tabii hayat ile ya şa!" tavsiyesinde bulunmu ş-<br />
tur. Bunun için tabii ölümden korkulmaz.<br />
Insan ı tanımlamak istersek, insan, hem canl ı<br />
olan, hem dü şünen, hem de ölümlü oland ır, diyeceğiz.<br />
İşte, gerçek insan, budur ve bu ölüm, insan ın<br />
tamamlanmas ı ve kemâlidir ve ulaşacağı en yüksek<br />
ufkudur.<br />
164
Herkes bilir ki her şey, bir haddan, yani ta'riften<br />
ve ta'rif te Cins ile Fas ıl'dan mütrekkeptir.<br />
Bundan ötürü insan ın ta'rifini, (canl ı, düşünen<br />
ve ölümlü) diye yapt ık. Bu ta'rifin cinsi, (Canl ı)d ır;<br />
iki yakın fasl ı da (Dü şünen) ile (Ölümlü)dür. Şu<br />
halde, insan, cins ve fas ıllara ayr ılır. Zira, her bire şik<br />
(Mürekkeb) olan şey, onu birle ştiren maddelere<br />
ayrılır.<br />
Şimdi, şu gerçek kar şıs ında, kendi zat ının tamamlığından,<br />
yani ölümünden korkan kimseden daha<br />
cahil kim olabilir Ve kendi cismani hayat ının yok<br />
olması ile zat ımn da yok olacağını sanandan daha<br />
zavallı kimdir Demek ki ölümden korkan, tamamhlğından<br />
korkan noksana benzer ve bu da câhilli ğin<br />
son mertebesidir; bundan daha büyük dhillik olamaz.<br />
Akıllı olan kimse, tamaml ılıktan ürkmez, fakat,<br />
noksan kalmaktan ürker. Ve ak ıllı kimse, kendini<br />
tamamlayan ve kendine mükemmellik veren ve<br />
kendine insanlığa yükselmek şerefini bah ş eden<br />
kimsedir.<br />
İlahi, kutsal bir cevher olan ruh, cismani ve<br />
kesif olan cevherinden kurtuldu ğu zaman tabii mizac<br />
ın ın kederlerinden, kesafetlerinden de kurtulmu ş<br />
ve (Meleküt)una geri dönmü ş ve (Hal ık) ına yaklaşm<br />
ış olur.<br />
Ölümde, ölümden önceki hastal ıkların verdiği<br />
ac ıdan fazla bir ac ı var sananlar, i şin böyle<br />
olmadığını bilmelidirler. Zira, ac ı, hayatta bulunanlar<br />
içindir. Çünkü, ancak, canl ı olan şey, ruhun<br />
etkisinden etkilenebilir. Kendisinde ruh kalmayan<br />
bir cisim ise ac ı duyamaz. Şu halde, ölüm, ruhun<br />
bedenden ayr ılışı ve bedenin hissiz kal ışıdır. Zira,<br />
beden, ancak, kendisinde ruh varsa ac ı duyabilir.<br />
165
Ruhun bulunmadığı bir bedende ise his ve ac ı mümkün<br />
değildir. Bundan anla şıl ır ki ölüm, bedenin<br />
his etmediği ve acı duymad ığı bir haldir.<br />
Kısaca, ölüm, his edenin ve ac ı duyan ın his<br />
etmeyen ve ac ı duymayandan ayr ılmasıdır.<br />
Kendisine vaad edilen âhiretle ilgili azablardan<br />
ve ukü' betlerden ötürü ölümden korkan kimseye<br />
bildirmelidir ki kendisi, ölümden korkmuyor,<br />
fakat, yaln ız bildirlen azablardan korkuyor ve o<br />
azablar ise bedenden sonra baaki kalacak şeye<br />
aittir. Eğer, bedenden ba şka bir şeyin varl ığını<br />
i'tiraf edersek, o takdirde mutlaka günahlar ımızı<br />
da i'tiraf etmi ş oluruz. Bununla beraber bu i'tiraf,<br />
adil bir Hâkim'in varl ığını da i'tiraft ır. Bu halde<br />
de böyle insanlar ölümden de ğil, fakat, günahlar ı-<br />
nın sebeb olaca ğı azabtan korkuyorlar demektir.<br />
Öyle ise, bu kimseler kötü i ş yapmaktan ve günahtan<br />
sakıns ınlar ki bütün bunlar câhilliğin eseridir. İnsani<br />
câhillik denen en büyük hastal ıktan kurtaracak<br />
ilaç ta ancak ve ancak ilim ve Felsefedir.<br />
Aristo'da Nefsin Hastalıkları ve Tedavisi<br />
Aristo da nefs hastal ıklar ı ve özellikle ölüm<br />
hakkında şöyle demektedir.<br />
Dünyada bir çok şeyler ruhun ölümsüzlüğünü<br />
deyimlemektedirl. Fakat, ruh, ancak, bir beden ile<br />
ve beden de, ancak, ruh ile bilinebilir 2 ; yani, bedenden<br />
önce ruh yoktur.<br />
Bedenden sonraya, yani ölüme gelince: ölüm,<br />
bir çok insanlar ın sandığı gibi ya Mutlak yokluk,<br />
yani duygular ımızı ve meyillerimizi yok edici bir<br />
166
sonuçtur veyahut ta Sokrat' ın dediği gibi, ruhun<br />
bir yerden ba şka bir yere bütün varl ığı ile göçmesidir.<br />
İnsanlar, genellikle, bir çok şeylerden korkarlar<br />
ama, birinci derece (Ölüm)den, ikinci derece de<br />
(Ölüm Tehlükeleri)nden, dolay ısiyle, özellikle (Harb)<br />
tan korkarlar. Bu iki esas korkudan sonra da derece<br />
derece bir çok kötü şeylerden korkarlar; ve mesela:<br />
fıkaralıktan, hastal ıktan, dostsuz kalmadan ve hele<br />
hele Zillet'ten korkarlar.<br />
Korkular ın en korkuncu, şüphesiz ki, ölüm<br />
korkusudur. Zira, ölüm, bir s ınırd ır, bir son'dur.<br />
Ve bir kimsenin ölmesi demek, o kimsenin, art ık,<br />
ne iyi ne de kötü hiç bir şey yapmağa gücü yetmemesi<br />
demektir. Fakat, bir insan ın her hangi çe şit bir ölümle<br />
yüz yüze gelmesi, onun cesur oldu ğunu. göstermez.<br />
Biz, ancak, Şerefli ve Asil bir ölümle yüz yüze<br />
geldiğinde böyle bir ölümden asla korkmayan, onu<br />
hiçe sayan bir insana cesur bir insan diyebiliriz ki<br />
bu durum da, özellikle, harblarda söz konusu olabilir.<br />
Çünkü, harblar, hayati tehlükelerin en büyük<br />
ve en asilidir 3<br />
H azlardan tamamiyle elçekmek ve sürekli olarak<br />
ıztıraplara dayanmak ta pek güçtür. Bundan<br />
ötürü, ölüm veya öldürücü yaralar, gerçi, cesur<br />
bir adama pek ac ı gelecektir, fakat, o, bunlara katlanacakt<br />
ır. Zira, bu gibi ac ılara katlanma şerefli<br />
bir şeydir ve bu gibi şerefli şeylerden kaç ınmak ta<br />
yüz karas ıdır. Böyle bir kimse cesaret faziletini tam<br />
olarak kulland ığı nisbette mutlu olacakt ır. Onun<br />
ac ısı, ölümle kar şılaşmas ında olacakt ır. Çünkü, böyle<br />
bir kimse için hayat, pek k ıymetlidir ve bu kimse<br />
ölüm halinde en büyük inâyet ve mutluluklardan<br />
167
tamamiyle yoksun kalaca ğı şuürundad ır. Ancak,<br />
bu gibi bir yoksunluk, pek ac ı olsa da, bu kimse cesâretinden<br />
hiç bir şey kaybetmeyecektir. Şu var ki bu<br />
kimse, bu ni'met ve mutlulu ğu feda edecek kadar<br />
da körü körüne cesur olmayacakt ır.<br />
Bir kimsenin gâyeye son derece yakla şmış olmas<br />
ı müstesna, bütün faziletlerin haz verici aktiviteyi<br />
içermesi de imkans ızd ır. Şu halde, gerçekten<br />
cesur ve mutlu bir hayat ya şayan bir insan, büyük<br />
tehlükelerle her an kar şda şmağa haz ır olan, fakat,<br />
o teklükelere körü körüne de at ılmayacak olan bir<br />
insandır'.<br />
Kısaca, ölümden korkmamak, onu cesaretle<br />
karşılamak gerekir. Dünya hayat ında insana laz ım<br />
olan şey, faziletli ve Alicenabanes bir hayatt ır; sonun<br />
ne olaca ğını kimse bilemez.<br />
Fâxâbi'de Nefsin Hastal ıkları ve Tedâvisi<br />
Farabi de, ölüm ve dolay ısiyle ruh hakk ında<br />
ve nefs hastal ıklarının nas ıl ve ne ile tedavi edileceği<br />
hususunda pek güzel fikirler ileriiürmü ştür:<br />
"Cismani bir cevher olmayan ruh bedenden<br />
önce mevcut de ğildir" diyen Aristo'nun, ölüm<br />
konusunda, ruhun bedenden sonra, yani ölümden<br />
sonra baaki oldu ğunu ve bu fikrini sağlamlaştırma<br />
yolunda, Sokrat'ın i'dam ı sıras ında: "Ruh'a Mutlak<br />
yokluk yoktur" sözü ile de dokundu ğuna yukarıda<br />
i şaret etmi ştik.<br />
İşte Yunan'da (Birinci Muallim) Aristo'nun<br />
Şark'ta ve Islam'da halefi ve (ikinci Muallim) olan<br />
Fal-abi de bu hususta ma'nevi üstad ı ile ayni fikirdedir.<br />
168
Fârâbi'ye göre de ruh, bedenden önce mevcut<br />
de ğildir, yani ruhun ezelili ğinden söz edilemez.<br />
Fakat, Fârâbi, ruhun ebedili ği hakkında da şüpheli<br />
görünmektedir. Çünkü, o, çe şitli eselrerinde,<br />
ruhun maâdi hakk ında, "Maad yoktur", "Maad<br />
vardır", "Maad, yaln ız, âlem nefsine mahsustur"<br />
gibi birbirine z ıd fikirler ortaya atm ıştır. Fakat,<br />
bütün bunlara ra ğmen, Fârâbi'de, ruhun maad ı<br />
hakkında kesin bir fikir yoktur demek do ğru olmaz.<br />
Son zamanlarda M ısır'da bulunan eserlerinin'<br />
ve (Risale fi Isbat al-Mufarakaat 7) risalesinin delâleti<br />
ile Fârâbl'nin, hocas ı Aristo gibi, ruhun ezelîliğini<br />
ama, ebedili ğini kabul etti ği hususu aç ıkt<br />
ır. Esasen, Fârâbl'nin Doktrini (Eclectique Spiritualiste)tir.<br />
Onca, âlemin esas ı ma'nevidir; o, bütün<br />
maddi olaylar ı ma'nevt ve ruhi esaslara dayand<br />
ırmağa çal ışır.<br />
FârâbVnin eklektisizminin temelini, Aristo ve<br />
Eflâtun te şkil eder. O, önce, Aristo'yu Eflâtun ile<br />
birle ştirir ve bu birle ştirmede de Yeni Eflâtunculuktan<br />
ilham al ır. Sonra, (Harran) okulu vâs ıtasiyle<br />
bir (Felek) nazariyesini ve Islâml ık vas ıtasiyle de<br />
(Peygamberlik) nazariyesini bunlara ekler ki i şte<br />
bunlar ın topu Spiriltüalizm etrafında toplan ır.<br />
Fârâbi'ye göre de Nefse ait esasl ı hastalıklar,<br />
yani reziletler, (Hikmet, İffet, Şeşâat ve Adâlet) fazi-<br />
'etlerinin a şırılıklarından veya noksanlıklarından hâs<br />
ıl olurlar. Ona göre bu reziletlerden kaç ınmak ve<br />
onlara sebebiyet vermemek için de yaln ız (Akl)a<br />
sarılmalıdır. Zira, ak ıl yalnız ba şına, iyiyi ve kötüyü<br />
ay ırd etme ğe güclüdür ve gidece ğimiz en doğru<br />
ve en iyi yolu bize gösterecek olan da odur; ve (Ilim)<br />
en büyük fâzilettir s .<br />
169
Kısaca, Farabi, bu konuda da Aristo ile ayni<br />
fikirdedir.<br />
ilıvânussafi'da Nefsin Hastal ıkları ve Tedâvlisi<br />
ihvanussafa da Nefs hastal ıklar ı ve tedavisi<br />
konusu dolay ısiyle ölüm meselesine ve yine dolay ı<br />
siyle ruh meselesine önem vermi şler ve bu hususları<br />
da iyiden iyiye i şlemi şlerdir.<br />
ihvanussafa da, İbn Miskeveyh gibi, ruhun<br />
ezeliliğine ve ebedili ğine inanmakta ve ölüm korkusunun<br />
pek bo ş bir şey olup s ırf cahillik eseri olduğunu<br />
ve çünkü ruhun yok olmas ının hiç bir suretle<br />
mümkün olmadığını iddia etmektedirler. (Ölüm<br />
ve Hayat ın Mahiyeti Hakk ında) adl ı risale ile (Câmait-al-Camia<br />
" İhvanussafa Risalelerinin Özeti")<br />
adlı risalede 9 bu hususla beraber ölüm ç şeitlerini de<br />
İbn Miskeveyh'in hemen ayni fikirleriyle aç ıklamakta<br />
ve bu yolda da filozofumuz üzerindeki etkilerini<br />
bir kere daha ıspatlamaktadırlar.<br />
Nefs hastal ıklar ı ve tedavisi meselesini, ihavanussafa<br />
da, özellikle, (Ahlak ın Çe şitli Olması Sebepleri<br />
Risalesi)nin " İnsanlar mutluluk konusunda<br />
dört k ısımdır", "Kazan ılmış ahlak fasl ı", "H ırs ve<br />
zühd ve halk ın dereceleri", "Evliyalarm ve salih<br />
kullar ın alâmetleri", Şeytan ın hiylelerine kar şı koyma<br />
hususu hakkında hikayeler", Teybe, i3ti ğfar ve<br />
dua= fazileti" adl ı konulariyle ( İymanın Mahiyeti<br />
ve Mü'minlerim Haslatlar ı Risalesi)nin "Tevekkül",<br />
" İhlas", "Sabr", "Kaza ve kader ve kazaya<br />
riza göstermek", "Dünyadan kaç ınmak ve ona yaklaşmak";<br />
ve (Hâs ve Muhsûs Risalesi)nin "Lezzet<br />
ve elemin mahiyeti" konular ında ve (Cüz'i Nefs-<br />
170
lerin İnsan Bedenlerinde Meydana Geli şi Risalesi)<br />
nin "Nefsin hastal ıklar ı ve il4lar ı" fasl ında ele al ıp<br />
incelemi şler ve her türlü Nefs Hastal ıklar ının tedâisi<br />
hususunda, özellikle, (Nefs Tasfiyesi)ni şart<br />
koşmuşlard ır.<br />
171
Konu : VII<br />
(HÜZÜN "ÜZÜNTÜ" VE İIACI)<br />
İbn Miskkeveyh'te Hüzn (yani Üzüntü) ve<br />
ilâcı-El-Kindi'de Üzüntü ve Sokrat'ta Üzüntü<br />
ve ilâc ı- Anisto'da Üzüntü ve ilâc ı : (Hazlar ve ac ılar;<br />
Akla uygun olarak ya şamal ı ; Faziiletli iyi bir insan<br />
olarak ya şaman ın ba şlıca kurallar ı) -Epiktet'te Üzüntü<br />
ve ilac ı ,<br />
İbn Miskeveyh, Nefs hastal ıklarında Hüzün,<br />
yani Üzüntü dedi ğimiz hastal ığa çok önem vermi ş ,<br />
dolayısiyle, kitab ında buna özel bir bölüm ay ırm ış<br />
ve (Tahzib al-Ahlük) kitab ının son makalesini bu<br />
konu ile bitirmi ştir. Bundan ötürü bizde bu bölümü<br />
ayr ı bir konu gibi ele al ıp i şledik.<br />
İbn Miskeveyh, Üzüntü konusunda şöyle diyor:<br />
Üzüntü, sevilen ve arzu duyulan bir şeyin kaybolmas<br />
ından veya ele geçmemesinden, yahut ta<br />
yok olup gitmesinden ötürü insan ı huzursuz eden<br />
ruhsal bir ac ıdır. Bu ac ın ın ruhta husülüne sebeb<br />
te cismâni arzular ı ele geçirme ğe haris olmak ve<br />
kaybolan veya yok olan şeylerden ötürü üzülmektir.<br />
Bedene ait i ştihâlara şiddetle meyl etmek te<br />
üzüntüye sebeb olur. İşte, üzüntünün gerçek sebepleri<br />
bu gibi şeylerdir. Zira, insan, sevdi ği şeyleri kaybetmesini<br />
ve istekli oldu ğu şeylerin elinden ç ıkmas ın ı<br />
172
istemez. Bu hususun da herkes için üzüntü ve ac ı<br />
doğuraca ğı şüphesizdir. Insan, daima, arzulad ığı<br />
şeylerin kendi elinde ve de ği şmeden oldu ğu gibi kalmasını<br />
ister. Bu isteğin tersi olan zarar ve ziyanlar<br />
ve kaybeti şler de insan ı üzeri<br />
Ancak, esas mesele, yaln ız, üzüntünün meydana<br />
gelmesi değil, belki, üzüntüyü yok etmek çaresidir<br />
; üzülmerrıeği sağlamakt ır. Üzülmemenin çaresi<br />
de, insan ın, bu âlemdeki her şeyin, her olay ın<br />
durucu ve kal ıcı olmadığını ve bütün âlemin, ezelden<br />
ebede kadar, bozulup düzelmek, yok olup tekrar<br />
ba şka şekillerde var olmak kanununa ba ğlı bulunduğunu<br />
ve duruculuk ve kal ıcılığın, ancak, ak ıl<br />
âlemindeki yüksek fikirlere mahsus oldu ğunu kesinlikle<br />
bilmesi ve bundan ötürü de bu dünyadaki yok<br />
olup gidici şeylere gönülden ve gerçekten ba ğlanmamas<br />
ıdır. Bu gerçe ği böylece bilen insan, bütün<br />
gücü ile, yalnız akıl âlemindeki yüksek fikirlere ve<br />
temiz ve baaki emellere yönelir ve daima geçip<br />
giden veya ele geçmeyen maddi şeylere hiç te önem<br />
vermez ve onlar ın ele geçmemelerinden veya yok<br />
olup gitmelerinden ötürü hiç te üzülmez; kayb olup<br />
ele geçmeyenlerin yerine di ğerlerini almak N, eya<br />
koymak ve hayat ı onlarla idare etmek yollar ını<br />
ara ştırır ve bulur; ihtiyac ını mevcutla idare eder<br />
ve mevcuda kanaat eder.<br />
Üzüntüyü yok etmenin başlıca ilac ı, mal ve<br />
mülk edinmek, para biriktirip çoc ğaltmak, dünyaya<br />
ait zenginliklerin fazlal ığı ile öğünmek gibi şeylerle<br />
uğraşmamak, dolayısiyle, bu gibi şeylerle ruhu<br />
üzmemektir. İnsan, böyle yaparsa, o zaman, bu<br />
gibi dünyaya ait geçici şeylerden ayr ılması da kendisi<br />
için bir üzüntü kayna ğı olmaz. Böyle hareket<br />
173
eden kimse, daima, ruhunda ferah bulur, üzülmez,<br />
mutlu olur, mutsuz olmaz. Böyle yapmay ıp ta mala<br />
mülke, paraya veya di ğer öğünmeye vesile olan<br />
şeylere haris olanlar ve bu gibi şeylere kaplanlar<br />
bu gibi şeylere mâlik olmad ıklarından veya olamaıklar<br />
ından veyahut ta baz ılarını kaybettiklerinden<br />
ötürü daima üzüntü içinde, ac ı içinde yaşarlar.<br />
Çünkü, bu dünyaya ait arzulanan her ne olursa<br />
olsun, sevilen her ne olursa olsun, elden ç ıkmağa<br />
ve en nihayet yok olma ğa mahkûmdur.<br />
Bu haller, içinde ya şadığımız dünyan ın luzinluluklar<br />
ından ve gerekliliklerindendir. Çünkü, içinde<br />
ya şadığım ız âlem, (Kevn ve Fesâd) âlemidir,<br />
yani var olup yok olma âlemidir. Var olup yok olmadan<br />
kesilmek ve bozulmay ıp olduğu gibi kalmak<br />
ümidinde bulunmak, olmayacak şeyi istemektir.<br />
Olmayacak şeyi isteyen ise daima yoksundur, daima<br />
üzüntülüdür ve daima mutsuzdur.<br />
İşte, dünyaya ait şeyler ve emeller hakk ında<br />
böyle gerçek bir dü şünceye ve kanaata sahib olanlar,<br />
bulduklar ına raz ı olurlar ve hiç bir şeyin kaybolmas<br />
ından ötürü de üzülmezler. Bilirler ki bu<br />
dünyada hiç bir şeyden duruculuk yoktur. İşte, bu<br />
gibiler daima şen, şad ve daima mutludurlar. Dolay ı-<br />
siyle, bu gibi insanlarda k ıskançl ıktan da eser bulunmaz,<br />
çünkü yakinen bilirler ki Nefs Hastal ıklarının<br />
en kötüsü k ıskançl ıkt ır.<br />
Kıskançl ık, her türlü ni'meti ve zenginli ği,<br />
yanl ız ve yanl ız, kendine yak ışt ırma, fakat, ba şka<br />
lar ında bunlar ın bir zerresine bile görme ğe asla<br />
dayanmama hastal ığıd ır.<br />
Kısaca, bu yukar ıda aç ıkladığımız kimseler,<br />
nefsleri ve fikirleri terbiyesinde en yüksek dereceye<br />
174
ula şanlar, yani kendilerinin Allah'tan ve Allah' ın da<br />
kendilerinden raz ı olduğu Veli mertebesindeki kimselerdir<br />
ve Allah, Kur'ân ında: "Allah' ın velilerine<br />
korku ve üzüntü yoktur" buyurmu ştur.<br />
İbn Miskeveyh bu noktada El-Kindrnin (Hüzünlerin<br />
Giderilmesi';) adl ı kitab ından söz ediyor<br />
ve onun da bu yoldaki fikirlerini şöylece özetliyor :<br />
Üzüntü, tabii şeylerden olmay ıp insan onu<br />
kendine yarat ır. Bir mal veya mülkü kaybetti ğinden<br />
veya bir şeyi arzulay ıp ta bulamad ığından ötürü<br />
kendine üzüntü gelen insan kendi haline filozofça bir<br />
nazarla bakarsa, üzüntüsüne sebeb olan hallerin<br />
zorunlu hallerden olmad ıklar ını hemen anlar. Kendi<br />
gibi bir çok insanlar ın o mala veya mülke veya<br />
o şeye sahib olmad ıklar ı halde üzüntülü de ğil, tersine,<br />
ferahl ı bulunduklar ını görmekte zorluk çekmez.<br />
Şu halde üzüntü, ne tabii' bir şeydir, ne de zorunludur.<br />
Yaln ız, arzu ve g ıpta edilecek ve insan ın kendinde<br />
bulamadığından ötürü üzülünecek tek bir<br />
şey varsa, o da, hiç bir kimsenin bizimle ortakla şamıyacağı<br />
kendimize mahsus ruh, ak ıl ve faziletlerdir<br />
ki bunlar hiç bir süretle bizden geri al ınmıyacak<br />
ve bozulmayacak pek faydal ı ve şerefli Ilahi Bağışlard<br />
ır ve bunlar mezar ın ötesinde bile etkilidir.<br />
tbn Miskeveyh, Üzüntü hakk ında El-Kindi'-<br />
nin fikirlerini böylece özetledikten sonra, Sokrat'a<br />
ait te şöyle bir hikaye anlat ıyor:<br />
Sokrat'a, kendisinin niçin ço ğunlukla sevinçli<br />
ve ne şeli bulunduğunu ve pek az zaman üzüntülü<br />
görüldüğünü sormu şlar, o da şöyle cevap vermi ş :<br />
175
"Çünkü, ben, nas ıl olsa elimden ç ıkacak olan şeyleri<br />
kaybetti ğin için üzülürsem hiç bir şey kazanm ış<br />
olmam !"2<br />
Aristo'da Üzlh ıütü ve 'Mei<br />
Nefs hastal ıklar ın ın adeta temeli olan Uzüntü<br />
ve onun z ıddı olan Haz konular ı hakk ında Aristo<br />
şöyle diyor:<br />
Üzüntü veya Elem'in sebebi ya haz veren bir<br />
şeyin ortadan kalkmas ı, yok olup gitmesi ya da tabii<br />
bir halin eksikliği ve noksanlığıd ır. Haz'z ın sebebi<br />
de yaz haz veren şeyin veya tabii bir halin sürüp<br />
gitmesi ve insan ı tatmin etmesidir. Fakat, bu noksanl<br />
ık veya yokluk veyahut ta bu tatmin, özellikle,<br />
bedene ait hazlara ve heyecanlara aittir. Ama bütün<br />
hazlar bedene ait hazlardan ibaret de ğildir ve<br />
bedene ait hazlar, gerçek hazlar de ğildir. Bedene<br />
ait hazlar ın, yani maddi hazlar ın üstünde ma'nevi<br />
hazlar vard ır.<br />
Gerçi, haz, hay ır de ğildir ve her b ır haz da<br />
arzulan ır değildir, fakat, s ırf, kendileri için arzulanan<br />
hazlar da vard ır ki i şte onlar yüksek hazlardır<br />
3 .<br />
Gerçek ve yüksek hazlar faziletli adamlar ın<br />
hazlar ıdır. Mükemmel insanlar ın fiillerine bağlı<br />
olan hazlar, mükemmel hazlard ır. Fazilet ve faziletli<br />
insan, hayatta her şeyin ölçüsü olmal ıdır'.<br />
Maddi zenginlikler ve yüksek refah hali ne<br />
faziletin ne de entellektin garantisidir. Fazilet ve<br />
entellekt, ancak, faziletli aktivitelerin dayand ığı<br />
iki esas kaynakt ır 5 .<br />
176
Maddi refah ve ho ş bir hayat için cidden ac ı-<br />
lara dü şmek son derece çocukça ve budalaca bir<br />
şeydir.<br />
Gerçek mutluluk ta maddi refah halinden veya<br />
bu şekilde ya şanm ış zamanlar ın hatıralarını anlatmaktan<br />
ibaret de ğildir. Gerçek mutluluk, faziletli<br />
aktivitelerden ibarettir; o, bir gâyedir veya mükemmel<br />
bir hâldir 6 .<br />
Gerçek mutluluk, insan mâhiyetinin en üstün<br />
kısm ının aktivitesidir ve pratik olmaktan ziyade<br />
spekülâtiftir, yani kontamplâsyon halini alan aktivitedir;<br />
zira :<br />
hadsi akl ın aktivitesidir ve bu ak ıl en üstün<br />
beşeri fakültedir.<br />
2-o, aktivitenin en sürekli şeklidir.<br />
3-o, aktivitenin en hazl ı şeklidir.<br />
4-o, insan ın kendini tatminde ebedi bir karak<br />
ter ta şır.<br />
Spekülatif aktivitenin en üstün karakteristi ği<br />
de, onun, kendi kendine yeterli ğidir. Zira, mesela,<br />
adil bir kimse, adâletini veya cesur bir kimse cesaretini<br />
uygulamak için di ğer insanlara muhtaç olduğu<br />
halde bilgi ve hikmet sahibi bir kimse spekülâsyon<br />
yapmak için kendisinden ba şkas ına muhtaç<br />
değildir. Hatta, bir kimse ne kadar ak ıllı ise kendi<br />
kendine spekülâsyonlarda bulunmağa da o kadar<br />
yetkilidir. İşte bu sebeple, ancak Filozoflard ır ki<br />
tam anlam ı ile kendi kendilerine yeterlilik içindedirler.<br />
Hadsi akla gelince, hadsi akl ın aktivitesi, en<br />
üstün aktivitedir. Zira, o, sadece, kendi kendisi ıiin<br />
177
gayesidir. Hadsi ak ıl, kendisine has hazz ı tasarruf<br />
eder ve bu haz da aktiviteyi artt ırır. Öyle ise, hadsi<br />
akıl, insanın en müekemmel mutluluğudur. Haz,<br />
mutluluğun easasl ı eleman ı olduğuna göre, Hikmet<br />
veya Felsefi Mülâhazalar kadar haz verici hiç<br />
bir faziletli aktivite yoktur ve olamaz. Felsefe, pek<br />
aç ıkt ır ki, saf ve en müsbet hazlara tasarruf etmektedir.<br />
Hadsi akıl hayat ı iyi bir hayatt ır da. Zira,<br />
hadsi ak ıl sahibi böyle bir hayata, kendi be şeri<br />
fazileti içinde de ğil, fakat, kendi içinde bulunan<br />
İlahi bir eleman ın fazileti içinde sahib olacakt ır<br />
ve bu aktivitenin di ğer her hangi bir fazilet aktivitesine<br />
üstünlü ğü insandaki bu İlahi eleman ın,<br />
onun maddi veya kar ışık mâhiyetine üstünlü ğü ile<br />
mütenasibtir.<br />
Şu halde, insanlar ın dü şünçelerinin be şer seviyyesinin<br />
çok üstünde olmamas ı veya ölümlülerin<br />
düşüncelerinin ölümlülüğün çok üstünde olmamas ı<br />
gerekti ğini söylemek budalal ıktır. Zira, bir kimse<br />
kendi içine, yani özüne yerle ştiği derecede ölümsüzlüğü<br />
arayacak ve bütün kudreti ile kendi maş hiyetinin<br />
kudret ve şerefçe en üstün k ısmı ile uygunluk<br />
içinde ya şamağa çal ışacakt ır.<br />
Bir kimsenin, özellikle, kendine mahsus olan<br />
asil' hayat ını arzulamayıp ta, özellikle, ba şka varlıklara<br />
bağlı bir hayat arzulamas ı pek ayıplanacak<br />
bir şeydir. İnsanlar ın her birine mahsus olan şey<br />
de, onun için, mahiyetinde en iyi ve en hazl ı olan<br />
şeydir.<br />
Öyle ise, insan ın en iyi ve en hazl ı hayat ı, ancak,<br />
ak ıl ile ayarlanm ış ve akla uygun k ılınm ış bir<br />
178
hayatt ır. Zira, insan ın aklı, en yüksek anlamda,<br />
insan ın ta kendisidir. İnsanın mâhiyeti akıldır ve<br />
akıl da ilahldir. O halde akla dayanan bir hayat<br />
İlahi bir hayatt ır ve dolayısiyle de en mutlu bir<br />
hayatt ır. 7<br />
Spekülatif olmayan faziletlere göre ayarlanmış<br />
bir hayat ta, ancak, ikinci derecede mutlu bir<br />
hayatt ır. Zira, spekülatif olmayan bir faziletin<br />
aktivitesi be şeridir ve İlahi bir eleman ihtiva etmez.<br />
Basiret, kopmayacak bir şekildde ahlaki fazilete,<br />
ahlaki fazilet te basiret'e ba ğlı ise de ahlaki<br />
faziletler, yine ayr ılmaz bir şekilde, heyecanlarla<br />
da birle şmi ş olduklar ından bizim mâhiyetimizin,<br />
tabiat ım ızın, kar ışık veya maddi k ısmı ile ilgilidirler.<br />
Bizim mahiyetimizin kar şık veya maddi k ısmının<br />
faziletleri de be şeri faziletlerdir, İlahi fazi-<br />
'etler değildir. Bundan ötürü, faziletlerle ayarlanm<br />
ış bir hayat, ancak, bu faziletlerle ayarlanm ış<br />
bir mutluluk verebilir'.<br />
Fakat, akl ı kullanmaktan ibaret olan mutluluk,<br />
bu heyecanlardan ba ğımsızd ır, O, dış kaynaklara<br />
muhtaç ise de, ahlaki faziletlerin muhtaç olduklar ı<br />
derecede de ğildir. Fazilet, hem ahlaki bir maksad ı<br />
hem de ahlaki uygulama ğı içerir. Tam ve mükemmel<br />
bir mutluluk ise spekülatif aktivitenin bir çe şididir.<br />
Mesela, Allah'lar, farazi olarak pek üstün<br />
derecede mutlu ve bahtl ı sayılan ve mutluluklar ını<br />
aktivite içine yerle ştiren ve düzenleyen şahıslar<br />
sayılarlar. Fakat, Allah'lar ın ahlaki aksyionda bulunmayışı<br />
düşünülemez.<br />
Eğer, Allah'lar ın bütün hayatlar ı Bahtl ı ve Kutsal<br />
ise insanlar ın hayat ı da, Allah'lar ın sepkülâtif<br />
179
aktivite hayatlar ına kesin bir benzerli ğe sahib olduğu<br />
derecede Kutsald ır, Bahtl ıdır. Zira, Allah'lar,<br />
canl ı varl ıklar olarak ve dolay ısiyle aktiviteler izhar<br />
edici varl ıklar olarak kabül edilmi şlerdir. Şu<br />
halde, Allah' ın aktivitesi de, pek üstün derecde<br />
Kutsal olmakla, spekülatif bir aktivitedir. E ğer<br />
böyle ise, Ilahi aktiviteye son derece yakla şabilecek<br />
olan be şer aktivitesi de mutlulu ğun en son derecesi<br />
olacakt ır'.<br />
Faaliyetleri ak ıl tarafından sevk ve idare edilen<br />
ve akl ını bilgi ile terbiye eden ve dü şüncenin<br />
en rasyonel bir halinde bulunan bir kimse Allah'-<br />
ların da sevgili kuludur. Allah'lar, akl ı seven ve<br />
onu her şeyden üstün ve daha şerefli sayan insanları,<br />
bu hareketlerinden ötürü, Lutf ve Şefkatla mükafatland<br />
ırırlar.<br />
I şte, bütün bu şartlar, pek tam ve mükemmel<br />
olarak, ancak, Hakim veya Filozoflar'da bulunabilir.<br />
Öyle ise Hakimler veya Filozoflar, Allah'lar ın<br />
en sevgili kullar ıdırlar ve mutlu kimseler de ancak<br />
onlardırlar°°.<br />
İnsanlar ın çoğu, sâdece, d ışa ait şeylerle hüküm<br />
verirler; bir çok insanlar ın, d ışa ait olmayan bir<br />
şeyden, yani gerçek mutluluktan haberleri bile<br />
yoktur".<br />
Ba şka bir deyi şle, Aristo'ya göre, hayvanlar ın<br />
ve insanlar ın her ikisi için de Haz, bir gayedir ve<br />
Mutluluk ta bizim bütün aktivitelerimizin hazza<br />
sahib olmas ından ibarettir.<br />
Aktiviteler çe şitli olduğu gibi, hazlar da çe şitlidir<br />
ve her bir aktiviteye mahsus bir haz vard ır ve<br />
bunlar ın kıymetleri de onlara münâsibtir.<br />
180
Kısaca, Haz, Hayr' ın, dolay ısiyle, Mutluluk'-<br />
un bir parças ıdır.<br />
Fakat, Gerçek Mutluluk, bir mennuniyyet hissi<br />
değil, bir Var Olma hâlidir. O, bir aktivitedir ve<br />
faziletli bir aktivitedir. Zira, o, s ırf kendi hat ırı için<br />
arzulan ır. Bu mutluluk, ba şlıca ha yırd ır ve bu yüzden<br />
de en yüksek fazileti ihtiva eder ki o da Kontamplâsyon<br />
hâlidir. Kontamplasyona ait hazlar saft ır<br />
ve süreklidir. En yüksek be şeri aktivite olarak o,<br />
Allah'ların aktivitesine benzer ve gerçekten o, bizim<br />
içimizde bulunan pek Otoriter bir Elemana,<br />
yani Akl'a bağlıd ır. İnsan için hayat, akla uygun<br />
olduğu takdirde, en iyi ve en hazl ıdır. Zira, ak ıl,<br />
yukar ıda da dendiği gibi, insan ın ta kendisidir. Akıl,<br />
ilâhidir, dolayısiyle, akla dayanan bir hayat ta İlahi<br />
bir hayattır. Ve böyle İlahi bir hayat ta En Mutlu<br />
bir hayatt ır. Ve böyle En Mutln bir hayat ta pek az<br />
ki şilere nasibtir.<br />
Böyle bir Mutluluk ta tam ve bütün bir hayata<br />
ihtiyaç gösterir ki bunda bedeni ihtiyaçlar ın memnuniyetleri<br />
de dahildir. Bundan ötürü Mutluluk,<br />
ikinci mertebede de, ahlâki faziletlere dayanan bir<br />
hayatt ır. Zira, ahlaki faziletler, en sonda, bizim<br />
mâhiyetimizde ve mâhiyetimizin görünü şleriyle do ğ-<br />
rudan doğruya ilgilidir. Zira, o, akl ın ve irrasyonel ,<br />
i ştihalar ın bir kar ışımıdır.<br />
Gerçekte, bir çok insan ın, sadece, akıl ve zât ıi<br />
bir disiplin yolu ile iyi insan olmas ına imkân yoktur<br />
ve bu gibiler daima kanunun yard ımına muhtaçtırlar.<br />
İşte bu fikir de, Aristo'nun, Politika konusuna<br />
girişi fikiridir.<br />
181
Faziletli bir adam, kendi kendisi ile vandet<br />
halindedir ve bütün kalbi ile hep ayni şeyleri, yani<br />
iyi olan ı, yahut kendisine iyi görünen şeyleri ister<br />
ve daima onları yapar. Ve o, bunlar ı, daima kendi<br />
mahiyetinin entellektüel k ısmının hat ırı için yapar<br />
ki bu entellektüel kısım, her insan ın gerçek benli ğidir.<br />
Böyle bir kimse ne hazdan pek zevk al ır ne de<br />
elemden yüksünür. Onun deneyine göre, bu şeyler<br />
bir iki teessüf ile geçi ştirilecek şeylerdir 12 .<br />
Yukarıda da dokunulduğu gibi, insan ın bizzat<br />
kendisi veya gerçek insan, onun, ak ıl kısmıdır ve<br />
aklına pek önem veren insan da faziletli bir insandır.<br />
Şu halde, faziletli insan, kendini seven insandır.<br />
Fakat, bu kendini sevme, onun, mal ve mülkünden,<br />
paras ından, şeref ve i'tibar ından ötürü bir kendini<br />
sevme ve dolay ısiyle ayıplanan bir kendirii sevme<br />
değil, tersine, övülme ğe değer bir kendini sevmedir.<br />
Zira, ay ıplanan kendini sevmede hayat ı<br />
idare eden Heyecanlard ır. Fakat, övülme ğe değer<br />
kendini sevmede hayat ı idare eden Ak ıldır; ve asil<br />
olan bir arzu bir kimsenin, sadece, şahsi faydas ına<br />
dayanan arzusundan çok ba şkad ır ve çok daha üstündür.<br />
Biz, kalblerini bütünlü ğü ile asil işlere bağlayan<br />
kimseleri do ğrular ız ve alkışlar ız. Eğer, herkes,<br />
asil ve şerefli i şler yapmağa şevkli olursa ve bu gibi<br />
i şlere son derece gayret ederse bu takdirde Devlet<br />
te bütün ihtiyaçlar ını tamamlam ış olacak ve her<br />
bir vatanda ş ta, faziletin en büyük hayr oldu ğunu<br />
daima göz önünde tutarak, bütün hayrlar ın en<br />
büyük kısmına kavu şacaktır.<br />
Sonuç şudur ki iyi ' bir insan kendini sevmek<br />
zorundad ır. Zira, onun asil i şleri, yine kendisine<br />
182
faydalı olacaktır; fakat, bu kadarla da kalmayarak,<br />
ayni zamanda ba şkalar ına da hizmet etmi ş olacak<br />
tır.<br />
Fakat, kötü bir kimsenin kendini seven bir<br />
kimse olmas ı gerekmez. Zira, o, kötü ihtiraslar<br />
peşlemesi yüzünden, hem kendini incitip üzüntüye<br />
sokacak hem de ba şkalar ını .<br />
Kötü bir insanda, onun yapmas ı gereken şey<br />
ile yapt ığı şey aras ında, daima bir çeli şme vard ır.<br />
Fakat, faziletli bir adam ) daima, yap ılması gerekeni<br />
yapar. Zira, ak ıl daima ona en uygun ve münâsib<br />
olan ı seçer; ve bundan ötürü de iyi bir insan, daima,<br />
kendi akl ın ı pe şler.<br />
Şüphe yoktur ki faziletli bir insan, her zaman,<br />
Dostlarının ve Vatan' ının faydas ına uygun hareket<br />
eder ve hatta, gerekirse, Dostlar ı ve Vatan' ı için<br />
ölür de. Faziletli insan, bütün dünyan ın kendileri<br />
için uğraşıp didi ştiği para, şeref ve i'tibardan ve<br />
diğer bütün hayrlardan yüz çevirmeli ve kendisine,<br />
sâdece, Asâlet ve Necâbet'i münâsib görüp bunu<br />
korumal ıdır. Faziletli insan, uzun bir zaman sürecek<br />
hafif hazlardan ziyade, k ısa bir zaman alan<br />
şiddetli ve hararetli hazlardan ho şlanmalı; ve bir<br />
çok yıllar önemsiz bir ki şi olarak ya şamaktansa, bir<br />
yıl kadar k ısa da olsa, Asil ve Necib bir ki şi olarak<br />
yaşamalı ; ve bir çok önemsiz i şler yapmaktan ziyade<br />
Asâlet ve Gurur verici tek bir i ş yapmal ıdır. Kendi<br />
hayat ını başkalar ı için harcayan bir kimse, kendi<br />
adına, pek büyük bir Asâlet'i seçmi ş olur. Böyle bir<br />
insan kendi dostlar ını zengin ve varl ıkl ı klima yolunda,<br />
bütün yar ını yoğunu memnuniyetle fedâ edecektir.<br />
Zira, dostlar ı ondan şu bu veya para ald ıklar ın-<br />
183
da o da Asâlet kazanacak, dolay ısiyle, kendisine<br />
şundan bundan veya paradan daha büyük bir hayr<br />
sağlamış olacakt ır.<br />
Yüksek Devlet Makamlar ı ve Siyasal şeref ve<br />
Ikbal aç ı s ından da durum aynidir. Faziletli bir<br />
insan, bütün bunlardan dostlar ı uğruna vaz geçen,<br />
fakat, bu vaz geçi şi Asâlet ve övgüye şayan görüp<br />
sayan insand ır.<br />
İşte, böyle bir insana faziletli insan demek kadar<br />
doğru ve ak ıllıca bir söz olamaz. Çünkü, o,<br />
Asâlet'i her şeye üstün tutacakt ır.<br />
Kısaca, bir insan yaln ız kendine ait para, mal,<br />
mülk ve şeref ve hazlar gibi şeyleri sever ve mümkün<br />
olduğu kadar yaln ız bunlar ı artt ırmağa çal ışırsa<br />
böyle bir insan kendisini seven bir insand ır ama,<br />
bu insan, kendini bu şekilde sevmesinden ötürü de<br />
ay ıplanmağa müstahak bir insand ır. Fakat, bir insan,<br />
kendini, kendisinin üstün k ısmı ile, yani akl ından<br />
ötürü ve akl ını da onu en üstün derecede bilgili<br />
kıldığından ötürü sevecek olursa ve bununla ö ğünürse<br />
böyle bir insan da ve bu türlü sevgi de övülme ğe<br />
değer bir insan ve sevgidir. İşte, iyi bir insan ın kendini,<br />
ancak, bu anlamda sevmesi gerekir ve onun bu<br />
şekildeki Nefs Sevgisi de daima Asil i şlere vesile olmal<br />
ıdır".<br />
Hayat, a şağı hayvanlarda, sadece, sansasyondan;<br />
fakat, insanlarda sansasyon ve ak ıldan ibarettir.<br />
Ancak, hayat, pek çok insanlarda da, ne yaz ık,<br />
ki, sadece Sansasyondan, ve pek az insanlarda Ak ıldan<br />
ibarettir.<br />
Hayat, kendili ğinde, iyidir ve hazl ıdır. Zira,<br />
hayat, iyinin mâhiyeti olan belirli ve ölçülü olan ı<br />
184
tasarruf eder. Fakat, tabii olarak iyi olan bir şey<br />
faziletli kimse için de iyidir. Tabii bir hayr olarak,<br />
hayat, herkes için haz vericidir, ho ştur. Ancak,<br />
hayattan haz verici olarak söz etmemizle biz kötü<br />
bir insan ın hayat ını, yahut kopuk bir hayat ı veyabut<br />
ac ı bir hayat ı kasd etmiyoruz. Zira, böyle bir<br />
hayat belirsiz bir hayatt ır ve böyle bir hayat ın şartları<br />
da böyledir.<br />
K ısaca, hayat, kendili ğinden (bizâtihi) iyidir<br />
ve haz vericidir ve bundan ötürü de insanlar tarafından<br />
ve özellikle faziletli ve bahtl ı kimseler tarafından<br />
arzulanmaktad ır.<br />
Varl ık, bizim idrâkimizden ve anlay ışımızdan<br />
ibarettir ve hayat ın idrâki veya anla şılmas ı kendi<br />
kendiliğinde bir hazd ır. Zira, hayat, yukar ıda da<br />
dokunulduğu gibi, tabii olarak iyidir ,ve bir kimsenin<br />
iyi bir şeyi alg ılamas ı haz verici bir şeydir.<br />
Varl ık, kendi ba şına iyi bir şey olduğundan,<br />
herkes, her şeyden önce, kendi varl ığını ister. Fakat,<br />
kendi varl ığını isteyen bir insan, kendi varl ığını<br />
tamamlayacak olan di ğer insanlar ın ve özellikle<br />
arkada şların ın da varl ığını ister. Bundan ötürü, insan<br />
ne kadar mutlu olursa olsun, yine de gerçek<br />
dostlara muhtaçt ır' 4 .<br />
Elernler, ac ılar, dostlar ın sevgisi ile hafifler.<br />
Bundan ötürü, bizim, özellikle, felâketli ve ac ı günlerimizde<br />
dostlara ihtiyac ımız vard ır. Ancak, dostlar<br />
ım ız, ferah ın olduğu kadar ac ının da kaynağı<br />
olabilirler ıs<br />
Kısaca, me şhur sözdür:<br />
" İyi hayat ı, iyi insanlardan öğren!"".<br />
İnsan, faziletli ve iyi bir insan olabilmek ve iyi<br />
185
ir hayat ya şayabilmek için, özellikle, üç şeyi arzulamal<br />
ı ve üç şeyden de kaç ınmal ıdır.<br />
Arzulanacak şeyler şunlard ır:<br />
ı — Şeref ve Asâlet.<br />
2- Güzel huylar ve i şler.<br />
3— Haz veren güzel şeyler.<br />
Kaçınılacak şeyler de şunlard ır:<br />
Ay ıplanacak şeyler.<br />
2- İncitecek şeyler.<br />
3— Ac ı verecek şeyler.<br />
İyi bir insan bu alt ı şey hususunda Tam Orta'-<br />
da, doğru yolda olan insand ır, fakat, özellikle, Haz<br />
hususunda Tam Orta'da ve do ğru yolda olan insand<br />
ır. Zira, Haz, Şeref ve Güzel I şler eleman ıd ır.<br />
Hazlar, bizi Adi i şler yapmağa sürükler ; Aci<br />
da bizi Şerefli ve Asil i şler yapmaktan al ıkor.<br />
Haz, yaln ız insanlarda de ğil, aşağı hayvanlarda<br />
da vard ır ve arzu konusu olan her şeyde Haz vardır.<br />
Hazlarla Elem ve Ac ılar ı iyi idare etmek, iyi<br />
insan olmakt ır; kötü idare etmek te kötü insan olmaktır'''.<br />
Şimdi, Üzüntü ve Giderilmesi konusunda Fârabi<br />
ve Ihvânussafâ'n ın pek te özel görü şleri bulunmamakla,<br />
biz, burada, özellikle, üzüntünün, insan ı ne<br />
derece mutsuz k ıldığı ve gerçekte ise ne kadar yersiz<br />
ve boş oldu ğu hakk ındaki fikirleriyle dünyaya nam<br />
salmış olan Eski Yunan' ın büyük bir Ahlâkç ı Filozofundan,<br />
Epiktet'ten k ısaca söz etmek ve Kitab ımız ı ,<br />
onun, bu yoldaki belli ba şlı fikirleriyle bitirmek<br />
istiyoruz.<br />
186
Epiktet'te Üzüntü ve ilfıcı<br />
Aslında âzad edilmi ş bir köle olan ve Milad ın<br />
birinci yüz y ılında (6o— ı ı o) yaşamış bulunan Epiktet<br />
(Epictetus), Eski Yunan' ın Stoik Felsefesinin<br />
en karakteristik bir simas ı olup (Suhbetler)ini ve<br />
(Nasihatlar) ını ihtiva eden iki ahlak kitab ı ile ün<br />
salm ışt ır.<br />
Epiktet'in, ö ğrencisi Flavius Arrianus taraf ından<br />
kaleme al ınan, bu iki ahlak kitab ındaki en belli<br />
ba şlı fikirlerini, ya oldu ğu gibi, ya da k ısmen, yahut<br />
ta özetleyip k ısaltarak a şağıya ald ık ve onlar ı kendi<br />
tensibimize göre s ıraladık :<br />
Epiktet, Suhbetler'inin birinde şöyle diyor:<br />
Allah, insanlar ı akıllar ına uygun olarak ya şamak<br />
ve mutlu olmak için yaratm ıştır. Bu gaye için<br />
de insanlara bir çok güder ve kaynaklar bah şetmi<br />
ştir. Şu kadar ki bu kaynaklar ın baz ıları (ve mesela:<br />
hüriyyet, itmi'nan casaret, sebât ve hatta adalet<br />
ve kanun, nefs muhasebesi gibi şeyler") insanlar ın<br />
iradeleri ve fiilleri dahilindedir. Fakat, baz ıları da<br />
insanların iradelerinin ve fiillerinin d ışında ve üstündedir<br />
(Bu sebepten, biz, Allah' ın iradesine- boyun<br />
eğmeli; irâdemiz ve kudretimiz dahilinde olan şeylere<br />
s ıkı sıkı sarılmal ı, fakat, irâdemizin dışında olan<br />
şeylere de hükm etme ğe kalkışmamalry ız ; dünya<br />
düzenini deği ştirme hevesine kap ılmamallyız").<br />
Eğer, insanlar, bu mutlu olma oğayesini ele geçiremiyorlarsa,<br />
bu, ancak, onlar ın kendi hatalar ından<br />
ötürüdür.<br />
Mesela, insan, daima beraber ya şayıp sevi ş-<br />
tiği kimselerin ölüp giderek birer birer yan ından<br />
187
ayr ıld ıklar ını gördüğünde döğünmeye ve a ğlayıp<br />
sızlamağa ba şlar ki böyle bir hareket ak ıl karı değildir.<br />
Zira, var olan bir şeyin yok olmamas ını istemek<br />
insan ın irâdesinin d ışındad ır. Şu halde, insan ın<br />
sevdi ği şeylerin yok olup gitmesine veya ölüp gitmesine<br />
üzülmek kadar bo ş bir şey olamaz" 20 .<br />
Epiktet, (Nasihatlar) ına da a şağıdaki şekilde<br />
ba şlamakta ve dü şüncelerini pek veciz bir surette<br />
ifâde etmektedir:<br />
ı — Kâinatta mevcut şeylerin baz ılar ı bizim<br />
irâde ve kudretimiz dahilindedir, fakat, baz ıları da<br />
değildir. Kudretimiz dahilinde olan şeyler, fikirlerimiz,<br />
tem ayülle ıimiz, arzular ımız, nefretlerimiz, yani<br />
kısaca, bütün bizzat yapt ıklarım ızdır. Kudretimiz<br />
ve irâclemiz d ışında olan şeyler de vücud, servet,<br />
şöhret, makam gibi şeyler, yani k ısaca bizim kudretimizin<br />
ve fiillerimizin d ışında olan şeylerdir.<br />
Eğer sen, sana ba ğlı olmayan şeylerin sana<br />
bağl ı olduklar ını san ırsan ve onlar ı ele geçirmek<br />
istersen bir tak ım engellerle elin kolun bağlanacak,<br />
akl ın karmakar ışık olacak, kederlere ve üzüntülere<br />
boğulacak ve bütün bunlardan da Allah'lar ı ve insanları<br />
suçlu tutacaks ın, Fakat, sen, her şeyin sana<br />
bağlı ve senin elinde olmad ığını bilir de bu şeyleri<br />
ele geçirme pe şinde koşmaz ve yaln ız sana bağl ı<br />
olan şeylerle yetinirsen o zaman da sen, sana ba ğlı<br />
olmayan şeyler hakk ında hiç kimseyi sorumlu tutmayacak<br />
ve kendi irâdenin ve kudretinin d ışına<br />
ç ıkmayacaks ın..Ve o zaman da hiç bir şey, hiç bir<br />
kimse seni üzmeyecek, sen de hiç bir şeye ve hiç<br />
bir kimseye dü şman olmayacaks ın. Çünkü, art ık,<br />
sen, üzüntü denen şeyden tamamiyle kurtulmu ş<br />
olacaks ın.<br />
188
2- isteğini ele geçirmeyen ki şi bahtsız bir kişidir<br />
ve arzular ından ve isteklerinden kaç ıp kurtulamayan<br />
ki şi tamamiyle muztarib, üzüntüye bo ğulmu<br />
ş bir kişidir.<br />
Eğer sen, hastal ıktan, fıkaral ıktan veya ölümden<br />
kaçıp kurtulmak istersen, ac ı çekecek, pek perişan<br />
olacaksın.<br />
Emellerinin gerçekle şmesinin engellenmemesini<br />
istiyorsan-ki bu pek mümkündür-ancak, irâden<br />
alt ında bulunan şeylere emel bakla!<br />
3- Alelâde şeylerin üstünde olup seni e ğlendiren,<br />
sana haz veren şeylerin, gerçekte ne oldukların<br />
ı daima dü şün! Eğer bir toprak desti seviyorsan,<br />
kendi kendine de ki: "Benim sevdi ğim, topraktan<br />
yap ılmış bir destiden başka değildir"; ancak bu<br />
sebepledir ki o kr ıldığı vakit huzursuz olup üzülmezsin.<br />
Çocu ğunu veya kar ını muhabbetle öpüb<br />
sevdiğinde, kendi kendine de ki: "Benim öpüb sevdiklerim<br />
fâni insanlardan ba şka birer şey değillerdir";<br />
çünkü bu fikir zihnine yerle şirse, ölüm onlar ı yok<br />
etti ği zaman ma'nevi ac ılara boğulup kahr olmaz<br />
sın!<br />
21- Her günden her güne, her şeyden önce,<br />
gözlerini ölümden ve Vatan'dan sürülmekten ve<br />
bütün kötü görünen şeylerden ay ırma! Fakat, bunların<br />
en kötüsü ölümdür. Bundan ötürü, sen, dü şüncelerini<br />
a şağı ve bayağı olan şey üzerine asla kuramazs<br />
ın ve asla, ölçünün üstünde, her hangi bir şey<br />
isteyemezsin!<br />
ı 4- Çocuklar ının, kar ının, dostlar ının daima<br />
yaşamalar ın ı ve ölwmelerini istmek delilikten ba şka<br />
bir şey değildir. Çünkü, bu, senin kudretinde ol-<br />
189
mayan bir şeyi kudretinin içine almak, sana ait olmayan<br />
ı kendine bağlamak, arzusunda bulunmak<br />
demektir.<br />
ı- Hiç bir şey hakk ında, asla: "Ben onu kaybettim"<br />
demeyin; ancak: "Ben onu geri verdim"<br />
deyin. Çocu ğunmu öldü, o, geri verilmi ştir. Kar ın<br />
mı öldü, o, geri verilmi ştir. Servet ve devletin mi<br />
elinden al ınm ışt ır, bu da bir geri verilme de ğilmidir<br />
<br />
Bunlar ı kim mi geri almıştır Onlar ı sana veren!<br />
Bundan ötürü, onun sana bir şey verdi ği müddetçe,<br />
o şeye iyi bak, iyi davran; fakat, o şeyin bizzat<br />
senin oldu ğunu sanma! O, şeyi, çocuklar ını,<br />
karını ve dostlar ın ı, gelip geçici otel yolcular ı olarak<br />
telâkki et ve onlara öylece muamele et!<br />
14- Hür olmak isteyen, hiç bir şeye istek beslememeli;<br />
yahut, ba şkalar ına bağlı şeylerden sakınıp<br />
kaçınmal ıd ır. Eğer böyle yapmazsa, bir esir<br />
olarak tutuklan ır.<br />
28- Eğer birisi senin vücudunu rastgele birine<br />
teslim etseydi, derhâl, nefretle isyan ederdin!.. Hâlbuki,<br />
sen, ruhunu rastgele şuna buna teslim ediyorsun;<br />
o, daima huzurda olmak gerekirken d ıştaki<br />
maddi e şyanın en ufak bir etkisi ile ac ı duyuyorun.<br />
Bu hâlinden utanmazm ısın<br />
44- Ben senden daha zenginim, bundan ötürü,<br />
ben senden üstünüm veya ben senden daha iyi konu<br />
şuyorum, bundan ötürü, ben senden üstünüm,<br />
demek, ak ıl için mant ıks ızlıkt ır. Akıl için mant ıld<br />
olan: Ben senden daha zenginim bundan, ötürü,<br />
benim varl ığım seninkinden üstündür veya ben<br />
senden daha iyi konu şuyorum, bundan ötürü de<br />
190
enim sözlerim seninkinden daha üstündür, demektir.<br />
5—İnsanlar ın kafalar ını ve ruhlar ını mahv ve<br />
peri şan eden maddi vak ıalar değil, fakat, insanlar ın<br />
o valualar hakk ındaki dü şünce ve kararlar ıdır. Mesela,<br />
Sokrat'a göre, ölüm, korkulacak bir şey de ğildir.<br />
Hayır, öyle değil! Gerçi, ölüm, korkulacak bir<br />
şey değildir ama, insan ın, ölümü, korkulacak bir<br />
şey olarak dü şünmesi ve böyle hükm etmesi gerçekten<br />
korkulacak şeydir. Bundan ötürü, her hangi<br />
bir hususta engellendi ğimiz veya altüst edildi ğimiz<br />
yahut ta ac ılara bo ğulduğumuz zaman suçu ba şkalarına<br />
yüklemeyelim; onu, sadece, kendimizde, kendi<br />
düşüncelerimizde ve hükümlerimizde görelim.<br />
Bir kimsenin kendi tali'sizli ği yüzünden ba şkalar ını<br />
suclamas ı, onun, öğretim ve e ğitimden yoksun olduğunun<br />
ba şlıca alâmetidir; suçu kendinde görmesi,<br />
o kimsenin öğretim ve eğitim görmekte oldu ğunun<br />
alâmetidir; bu kimsenin kendini de ba şkalar ını da<br />
suçlu görmemesi de onun ö ğretim ve e ğitimini tamamlayarak<br />
kemâle geldi ğini gösterir.<br />
3o— Sen rizâ göstermedikçe kimse seni incitemez.<br />
Sen, ancak, incitilmi ş olduğunu dü şündü ğüri<br />
zaman incitilmi ş oıabi ıirsin.<br />
34— Arzuladığınız hazlar kar şıs ında daima şu<br />
iki noktayı düşünün:<br />
ı— O haz, sizi ne kadar müddet avutabilecektir<br />
2— Daha sonra siz, ne kadar müddet pi şmanl ık<br />
duyacaks ınız ve kendinizi sövüp sayacaks ınız<br />
6— Sahib olduğunuz iyi hayvanlarla veya e ş-<br />
yalarla gururlan ıp böbürlenmeyiniz. Zira, bu gibi<br />
191
şeyler, bizzat size ait şeyler değildirler. İnsanlar,<br />
ancak, bizzat kendilerinin olan iyilikler ve güzelliklerle<br />
öğünmelidirler.<br />
24— İyi olmayan baz ı şeyleri belki kazan ırım<br />
diye, eğer, sen beni bizzat benim olan iyi şeyleri<br />
elimden ç ıkarmağa çağırıyorsan, bak, sen, ne kadar<br />
kötü ve budala bir insans ın! Sen, gerçekten,<br />
hangi şeyi üstün tutuyorsun Paray ımı yoksa vefâkâr<br />
ve nâmuslu arkada şımı O halde, bana, daha<br />
ziyade bu iyi nitelikleri korumak için yard ım et ve<br />
benden bu iyi şeyleri elden ç ıkartacak i şlerde bulunaca<br />
ğım' asla umm al..<br />
19— Eğer, iyi'nin realitesi bizzat bizim kendi<br />
kudretimiz dahilinde bulunuyorsa, k ıskançl ık ve<br />
hased, pek anlams ız bir şey olur. Ve siz ne bir Vâl'i<br />
veya ne bir Senatör, fakat, hür olmak isteyebilirsiniz;<br />
ve hüriyyete de ancak bir tek yol vard ır; o da,<br />
kudretimiz dahilinde olmayan şeye özenmemek.<br />
42— Bir kimse için iyi ve kötü, senin için iyi ve<br />
kötü olan değil, ancak, kendisi için iyi ve kötü görünendir.<br />
Ve herkes, kendi görü şüne göre hareket<br />
eder.<br />
31— Sen, iyilik ve kötülük kavram ını, ancak,<br />
senin kudretinin dahilinde olan şeylere uygulayabilirsin,<br />
fakat, kudretinin d ışında ve üstünde olan<br />
şeylere değil! Bundan ötürü, çocu ğunu veya kar ını<br />
kaybetti ğinde Allah'lara söküp saymal...Zira, bizim<br />
kontrolümüz dahilinde olmayan vak'alar, ne iyi ve<br />
ne de kötü olabilirler.<br />
53— Kim doğru ve haklı olarak zorunlulukla<br />
uygıınluk içinde olursa il'al ıt şeyler hususunda, biz<br />
o kimseyi Ak ıll ı ve Bilgili bir kimse sayar ız.<br />
192
Pek a'lâ! Crito, e ğer bu, Allah' ın irâdesi ise,<br />
öyle olsun!<br />
— Anytus ve Meletus beni öldürme gücüne sahiptirler;<br />
fakat, bana asla, zarar vermezler!<br />
17– Unutmayın ki sizler, bir oyundaki Aktörler<br />
gibisiniz ve bu oyunun nas ıl oynanaca ğını oyunu<br />
yazan seçer: e ğer o, oyunu k ısa sürdürmek isterse,<br />
oyun k ısa olur; e ğer, uzun sürdürmek isterse, oyun<br />
uzun olur. Eğer, o, sizi fakir bir adam karakterinde<br />
ve rolünde oynatmak isterse, siz, bu rolünüzü bütün<br />
gücünüzle oynamak zorundas ınızdır. Size verilecek<br />
diğer her hangi ba şka bir rolü de, yine, bütün gücünüzle<br />
oynamak zorundas ın ızd ır. Zira, sizin göreviniz<br />
size verilmi ş olan karakteri ve-rolü oynamak,<br />
ve iyi şekilde oynamakt ır; oyunun tertib ve düzeni<br />
ise Ba şkalar ına aittir.<br />
Epiktet, yine şöyle demektedir:<br />
2 9- Bir i şe başlamadan önce o i şte ilk olarak<br />
yap ılmas ı gereken şeylerle onlardan sonra s ıra ile<br />
yap ılmas ı gereken şeylerin neler olduğunu iyice<br />
düşün ve o i şe ondan sonra ba şla ki sonunda pi ş-<br />
man olmayas ın!<br />
Ancak, yapabilece ğin bir işe giri ş ve ona bütün<br />
ruhunla bağlan ki ba şaras ın !...<br />
37– Gücünün üstünde bir şey yapmağa kalkışırsan,<br />
sen, kendini, sâdece bundan ötürü rezil etmekle<br />
kalmaz, fakat, tam bir ba şarı ile yapabileceğin<br />
şeyden de haberin olmaz!...<br />
35– Bir şeyin muhakkak yap ılmas ı gerektiğine<br />
kesin karar verdi ğiniz şeyi yap ın. Eğer, yapt ığınız<br />
yanlış ise, onu bir daha hiç yapmay ın. Fakat, e ğer,<br />
yaptığınız i ş doğru ise, yanl ış yere ele ştirenlerden<br />
ne diye korkacaks ınız....<br />
193
39— Herkesin bedeni, kendisinin özellikleri ve<br />
niteliklerinin bir ölçüsüdür; nas ıl ki herkesin aya ğı ,<br />
pabucunun ölçüsüdür. Bir kere ölçüyü a ştın ızm ı ,<br />
artık, bir daha kendinizi kurtaramazs ınız!.<br />
33— Bedenin bir çok haz verici şeye ihtiyac ı<br />
vard ır ama, özellikle, ayya şlıktan, ve d ışınıza ait<br />
gösteri şten sak ımmz !...<br />
Sen kendini nefs hazlarma pek kapt ır ına ve<br />
ahlaki ve kanuni yoldan şa şma! Fakat, kendilerini<br />
nefs hazlar ına kapt ıranlar ı da ay ıplamağa ve horlamağa<br />
kalkma;' ve hep kendi iffetinden ve ismetinden<br />
dem vurmal.. Birisi, senin de baz ı kötülüklerinden<br />
söz ederse, yalanlay ıp hemen kendini savunmağa<br />
kalkışmal...<br />
41— Özellikle maddi bedene önem vermek,<br />
budala bir kafaya i şarettir. Yemek, içmek... gibi<br />
bedene ait i şlemler âdet gere ği yap ılagelmekte olan<br />
i şlemlerdir; siz, bütün dikkat ve öneminizi ruhunuza<br />
vermelisiniz!...<br />
48— Cahil kimselerin pozisyonlar ı ve kerakterleri<br />
şudur: onlar, fayda ve zarar aç ıs ından asla kendilerine<br />
de ğil, kendilerinin d ışındaki Meme önem<br />
verirler. Filozoflar ın pozisyonlar ı ve karakterleri ise,<br />
fayda ve zarar aç ısından, daima bizzat kendilerine<br />
dikkat etmeleri ve önem vermeleridir.<br />
51— Ruhunu, akl ını, bilgi ve kel-nal sahibi bir<br />
kimse olarak ya şamak zaman ı geçmeden geli ştir<br />
ve sana en güzel görünen bütün di ğer şeyleri, s ınır ını<br />
aşmağa gücün yetmeyecek bir kanun olarak gör!..<br />
Sokrat, kemali, görüp tan ıdığı bütün şeyler<br />
aras ında, sadece, akl ını dinlenmekle elde etti.<br />
194
33— Yüksek sesle konu şmalardan, gülü şmelerden<br />
veya herhangi bir şekilde gürültü ç ıkarmaktan<br />
sak ının ız ki kom şular ınızın saygı ve sevgilerini kaybetmiyesiniz<br />
!...<br />
26— Kom şuna da kendin gibi davranmal ısın...<br />
Kendi ailemizden olmayan birinin çocu ğu veya<br />
karısı öldüğünde "Bu insan ın kaderidir, herkesin<br />
başına gelecektir" der geçeriz. Ama bizim kendi<br />
ailemizden biri öldüğünde: "Allah' ım bu ne ızt ırab !.<br />
Yandım!. Mahv oldum !.." diye feryad ederiz. Fakat,<br />
ba şkalar ının bu gibi feryadlar ı kar şısındaki<br />
duygular ım ız ı ve tavr ımız ı asla unutmamal ıyız !.<br />
33— Yabanc ılar ın ve halkın ziyafetlerine gitmekten<br />
çekinin!. Gitmek zorunda kal ırsan ız, sinirlerinize<br />
hâkim olup bir hata etmekten sak ın ın l.<br />
33— Ho şunuza gitmeyen olaylar ve sözler karşısında<br />
ağ z ınızı bozup söğüp saymağa başlamay ın!<br />
K ızgınlığın ız ı ve k ırgınlığınızı süküt ederek, utanç<br />
göstererek yahut ta ka ş çatarak belli edin !.<br />
33— Olur olmaz yere yemin etmekten ve her<br />
zaman yemin etmekten sak ın!.<br />
33— Konuşmalar ında, hep, kendi yapt ıklar ından<br />
ve mâceralar ından söz etme ! Zira, senin zevk<br />
duyduğun hat ıralar ını dinlemek, ba şkalar ının hiç<br />
te ho şuna gitmeyebilir.<br />
33— Çok gülme; ve çok şeye gülme; ve luzüm<br />
etmedikçe gülme !.<br />
33— Çoğu zaman sus, ve özellikle, yabanc ılar<br />
aras ında sus; e ğer konu şursan, sâdece, önemli olan<br />
şeyi söyle ve sâdece bir iki kelime ile söyle. Ko-<br />
195
nuş, fakat, az konu ş, öz konu ş ; özellikle, insanlar ı<br />
kötülemekten veya övmekten ya da onlar aras ında<br />
karşılaştırmalar yapmaktan çekin!.<br />
48— Bir kimsenin kendini yeti ştirdiğinin i şaretleri<br />
şunlard ır: kimseyi kötülememek; kimseyi övmemek;<br />
kimseden şikayet etmemek; kimseyi suçlamamak;<br />
bir ba şkas ından söz ediyormu ş gibi veya<br />
bilgiçlik taslamak için, kendinden asla söz etmemek<br />
ve bu gibi şeyler kendisine yap ıldığında da bütün<br />
bunlara gülüp geçmektir.<br />
52— Yalan söyleme!<br />
Yalan söylemenin büyük bir hata, büyük bir<br />
yanlış olduğunu bir çok mant ıld delillerle ıspatlayabiliriz.<br />
Doğru'yu veya Yanl ış' ı da bize, ancak, Felsefe<br />
öğretin<br />
Ve yine Epiktet, özellikle şöyle diyor:<br />
8— Olaylar ın, senin arzuna uygun olarak meydana<br />
gelmesini bekleme; olaylar ı olduklar ı gibi<br />
kabül et ve huz'ûra kavu ş !<br />
ı o— Güzel şeylerden ve güzel insanlardan memnun<br />
ol ve haz duy; ac ılara dayan; rezilliklere sabr<br />
et!<br />
4o— İyi bilmeliyiz ki bütün ac ılarım ız, Namuslu<br />
ve Şerefli bir hayat aç ıs ından ba şka, hiç bir suretle<br />
söze de ğmezler!'"'<br />
196
SONUÇ<br />
İbn Miskeveyh'in Ahlak Sistemi, bütün faziletleri<br />
kendinde toplam ış ve bütün rezilliklerden s ıyr<br />
ılmış, yani duyular dünyas ından tamamiyle tasfiye<br />
edilmi ş bir ruha dayand ırılmış bir Ahlak Sistemidir.<br />
Ahlakm, ancak dünyadan ve dünyaya ait şeylerden<br />
tamamiyle tasfiye edilmi ş bir ruhta bizzat mevcut olacağı<br />
dü şüncesiyledirki o, ruha büyük bir k ıymet vermi ş<br />
ve onu Ezdi ve Edebi Faziletler Hazinesi saym ıştır.<br />
İbn Miskeveyh'in ruh hakk ındaki fikirleri kendisinin<br />
ma'nevi hocalar ı olan Sokrat'ta, Eflatun'da<br />
ve Aristo'da da aynen görülmektedir. Çünkü, Yunan<br />
Felsefesinin ana prensipleri islam Rasyonel Felsefesinin<br />
tercüme köprüsü arac ı ile Şark'a geçmi ştir.<br />
İbn Miskeveyh'e göre, ancak Tasfiye ile geli şip<br />
güzelle şen insan ruhudur ki Allah'a yakla şabilir,<br />
onu anlayabilir. Böyle bir ruhtan meydana ç ıkacak<br />
fiiller de bütün kötülüklerden s ıyrılmış ve bütün çirkinliklerden<br />
arr ınmışt ır ve bu fiiller, art ık, Allah'ın<br />
fiilleri gibidir.<br />
İbn Miskevehy, ahlâk ı, ezdi ve edebi ruhun<br />
kendinden ayr ılmaz bir s ıfatı saymakta ve bundan<br />
ötürü de ahlaki bütün ilimlerin ba şına geçirmektedir.<br />
Ona göre, gerçe ğe ulaşmak için, yukar ıda da<br />
i şaret etti ğimiz gibi, önce ruhumuzu tasfiye etmeli<br />
ve ancak ondan sonra akla sar ılıp gerçek yolunda<br />
197
yürümeliyiz. Ruh tasfiyesi, ilim ve gerçek için şart<br />
olduğu gibi fiillerimiz ve hareketlerimiz için de şartt<br />
ır. Zira, kutsal, pâk, bütün çirkinlikerden ar ınmış<br />
bir cevher olan ruhtan meydana ç ıkacak fillerin ve<br />
hareketlerin de bu çevherin mâhiyetine uygun olmas<br />
ı gereklidir. İşte, bunun için de yine ruhu tasfiye<br />
edece ğiz ve bütn rezilliklerden s ıyrılıp bütün faziletleri<br />
elde edece ğiz. O derecede ki iyi ve güzel ahlak,<br />
bütün kudreti ile, bizde bir tabiat hükmünü alacak ve<br />
bu suretle de fiillerimiz ve hareketlerimiz kutsal ve<br />
pâk olan ruh cevherimize uygun olacakt ır.<br />
Biz böyle iyi ve güzel bir ahlâka maik oldu ğumuz<br />
derecede de gerçe ğe, Allah'a varm ış ve (Tam Mutluluk)<br />
a ermi ş olacağız. Çünkü, Allah ta böyledir.<br />
Allah' ın ahlakı da bütün çirkinliklerden ar ınmış ve<br />
bütün faziletleri kendinde toplam ış bir ahlakt ır.<br />
Bu görü şü ile İbn Miskeveyh, hocas ı Faribi'nin:<br />
"Ilim önce, Ahlak sonrad ır; Ahlak, İlme bağlıd ır".<br />
sözünü kabül etmedi ği aç ıkt ır. Fakat, ruhu tasfiye<br />
meselesinde, onun, Tsavvufi Ablak'a meyl etti ği de<br />
görülmektedir. Yine bu noktada, Nefs Tasfiyesi esasına<br />
dayanan ve i şrakilerin (Mükâ şefe) dedikleri ve<br />
Allah'a, yani (Nurlar ın Nuru)na varmak için buldukları<br />
bir yol ile de İbn Miskeveyh aras ında bir<br />
beraberlik bulundu ğunu söyliyebiliriz. Ancak, İbn<br />
Miskeveyh, etkisi alt ında kald ığı bu görü şlerden de<br />
tamamiyle ayr ı bir ahlak görü şüne sahibtir.<br />
İbn Miskeveyh'in ahlak görü şü, bir çok Garb<br />
Ahlakçılar ından da ayr ıd ır. Onun ahlak görü şü,<br />
mesela, Kant' ın (Vazife Ahlaki.) görü şünden; Descartes'<br />
ın (Teolojik Ahlak) görü şünden; Leibnitz'in,<br />
Spinoza'n ın, Malbranche' ın akla dayal ı (Metafizik<br />
Ahlak) görü şlerinden; Stuart Mill'in (Faydac ı Ah-<br />
198
lâk) görü şünden; Durkheim' ın ve Okulunun (Sosyolojik<br />
Ahlak) görü şünden de ayr ıdır.<br />
Tekrar edelim ki İbn Miskeveyh'e göre insani<br />
ruh, Allah'tan bir par ıltıdır ve ahlak ta kutsal, pâk<br />
ve bütün çirkinliklerden ar ınm ış olan bu ruh cevherinin<br />
tabii bir haslat ıdır. Şu kadar ki ruh, vücud<br />
dediğimiz maddi ve s ın ırl ı bir beden içerisinde bulunmak<br />
ve o bedenin hisleriyle hislenmi ş olmak bakımından,<br />
insandan, iyi ve güzel ahlâka kar şıt olan<br />
bir çok fiiller ve harketler de meydana gelmektedir.<br />
Bu durumda asli karakterinden ayr ılan (Nefs) imizi<br />
aslına, yani iyi ve güzel ahlaka yöneltmek yolunda<br />
(Nefs Tasfiyesi)ni bir vas ıta olarak kullanacak ve<br />
bedene ait fiillerimizden en yüksek dü şüncelerimize<br />
kadar bütün varl ığım ız ı o kutsal ve pâk cevherin<br />
gerektirdi ğine göre haz ırlamış olacağız; yani, her<br />
şeyimizde ahlakl ı olaca ğız.<br />
İşte, bunun içindir ki ahlak pasaportunu hâiz<br />
olmayan hiç bir fikir ve fiil, İbn Miskeveyh'in ilim<br />
ve cemiyet s ınırları içine asla giremez. Bir cümle ile<br />
deyimlemek gerekirse, İbn Miskeveyn, tam bir<br />
Moralist'tir diyece ğiz.<br />
Kısaca :<br />
Aristo'ya, göre, bilgi, birinci planda; pratik hayat,<br />
ikinci planda yer al ır; yani, İlim önce Ahlak sonra<br />
ge dr. Ancak, faziletleri elde etmek hususunda, gerekirse,<br />
Nefs Tasfiyesine de ba ş vurulabilir.<br />
Farabi'ye göre de İlim önce Ahlak sonrad ır;<br />
pratik, teoriye ba ğlıd ır. Akıl, tek ba şına iyiyi ve<br />
kötüyü ay ırd edebilme gücündedir. Fakat, bununla<br />
beraber, ak ıl, gerçe ği, Allah' ı hiç bir zaman kavra-<br />
199
yamaz. Allah' ı kavramak, ancak, A şk ve İsti ğrak<br />
ile mümkündür ve bunun için de (Nefs Tasfiyesi)<br />
şartt ır. Şu var ki Farabi'deki bu Tasavvufi görü ş,<br />
sistematik de ğildir, ancak, ruhsal bir hâlettir.<br />
ihvanussafa'ya göre ise Ahlak önce, İlim sonra<br />
gelir; ilim, ahlaka bağl ıdır. İhvanussafa'n ın ahlaki=<br />
esas ı (Nefs Tasfiyesi)dir. Fakat, onlar: "Ahlak ın<br />
esas ı (Nefs Tasfiyesi)dir" derken, metod olarak,<br />
(Tasavvuf)a dayan ıyorlar; ve, "Ahlak, ma'kül ola- .<br />
rak tabii düzene göre ya şam akt ır" derken de (Rasyonel<br />
Sistem)i kabül etmi ş oluyorlar.<br />
İbn Miskeveyh'e gelince, o da, ihvanussafa<br />
gibi Ahlaki. İlimden üstün tutar ve birinci plana alar;<br />
ve yine ihvanussafa gibi, ayni suretle, (Nefs Tasfiyesi)ni<br />
ahlak için şart ko şar. Fakat, İbn Miskeveyh'-<br />
te (Nefs Tasfiyesi), Ahlak ın esası değildir; o, Ahlak<br />
için, sadace, bir vas ıtad ır.<br />
Şu halde, İbn Miskeveyh:<br />
ı— Ahlak önce, İlim sonrad ır, demekle Aristo<br />
ve Farabi'den,<br />
2- (Nefs Tasfiyesi), Abi:ak ın esas ı değil, ahlak<br />
için, ancak, bir vas ıtadir demekle; ve, Ahlak, ma'kül<br />
olarak tabii düzene göre ya şamaktan ibarettir dememekle<br />
de ihvanussafa'dan da ayr ılmaktadır.<br />
200
BIR MÜLAHAZA<br />
İlmi, Ahlâktan üstün görenlerle Ahlaki İlimden<br />
üstün görenler aras ındaki çeki şmede, birer aç ıdan,<br />
her iki görü şe de hak vermenin yerinde olaca ğı kanaat<br />
ınday ız. Çünkü :<br />
Ilim, Ahlaktan öncedir hükmü, şu noktadan<br />
doğrudur: insan, her şeyden önce, ruhunun ne olduğunu<br />
ilim yolu ile anlamak ve ondan sonra ruha<br />
ve mizaca ait ahlak ın neler olduğunu bilmek zorundad<br />
ır. Böyle bir bilgi de elbette, ahlaktan ve ahlak<br />
üzerine hareketten öncedir.<br />
Ahlak, ilimden öncedir hükmü de şu noktadan<br />
doğrudur: ahlak, bir bak ıma, mizacl ve rulddir ;<br />
buna ilimimiz ili şkin olsun veya olmas ın o, bizim<br />
mizac ımızda ve ruhumuzda do ğuştan, yani fıtri<br />
olarak mevcuttur ve bir bilgili ki şide nas ılsa bir câhilde<br />
de öylece mevcuttur.<br />
Şöyle de diyelim :<br />
Ahlaki., biri cibill ve fıtri, diğeri de sonradan<br />
kazan ılm ış olmak üzre ikiye ay ırmak mümkündür.<br />
İnsanlar, doğuşlariyle birlikte, tabiatlan gere ği,<br />
baz ı huylara sahiptirler. Mesela, baz ı insanlar şu<br />
mizaçta, baz ı insanlar da ba şka mizaçtad ırlar ve<br />
her mizâca mahsus bir l ıuy vardır. İşte, bu do ğuş<br />
açısından olan ahlak, ilimden öncedir. Sonradan elde<br />
201
edilen ahlâka gelince, bu da, cemiyyet içindeki fiillerimizi<br />
ve hareketierimizi beSrleyen ahlakt ır ve bu<br />
ahlak bir ilme göre meydana gelir. İşte, bu aç ıdan<br />
da bu sonradan kazan ılmış olan ahlak, ilimden sonrad<br />
ır. Çünkü, bir çocuk ahlaki ilimden tamamiyle<br />
yoksundur. Onun, iyi veya kötü harekette bulunabilmesi<br />
için, her şeyden önce, iyinin ve kötünün ne<br />
olduğunu bilmesi zorunludur ve bu da böyle olmaktadır.<br />
Biz, şimdi, esas meseleye gelerek diyelim ki:<br />
Ahlakl ı olmak, yani bilerek ahlakl ı olmak, pek<br />
kolay bir i ş de ğildir ve herkesin ba şarabileçe ği bir is<br />
değildir. Çünkü- bu i ş, insan ın, imani ahlakl ı yapacak<br />
olan Akl' ı ile insan ı daima ahlaks ızlığa götürücü<br />
olan Emmare Nefs'i, yani Hayvâni Nefsi, yani hep<br />
Şehvetlere Yönelik Nefsi; Dini bir deyi şle, Şeytan' ı,<br />
aras ında amans ız bir sava ş i şidir. Bu sava ş alan ı da,<br />
her şeyden önce, insan ın bizzat kendi bedeni ve<br />
ruhu olan ıdır.<br />
Güzel ve Mutlu bir hayat geçirebilmek için, insanın,<br />
Akl ını, Emmâre N efsine hakim k ılmas ı , ve hiç değilse,<br />
Akl' ı ile Emmare Nefs'ini uyu şturmas ı, yani bunlar<br />
ı daima dengede bulundurmas ı ; bu denge dolay ı-<br />
siyle de bir takım faziletlerle fazilenenmesi; ak ılca bir<br />
tak ım yüksek bilgilere de sahib olmas ı ; ve daha ileri<br />
giderek, bu yüksek bilgileri de a şarak kendisinin<br />
yeryüzünde her bak ımdan Halifesi bulundu ğu Tanrı<br />
bilgisi ile bilgilenmesi ve dolay ısiyle, ruhsal faziletleri<br />
de a şarak İlahi s ıfatlarla da s ıfatlanmas ı zorunludur.<br />
Artık, bu durum,Tasavvufi dil ile, Allah' ın Ahlaki ile<br />
Ahlâklanmak durumudur. İnsan için biricik kurtulu ş<br />
yolu, i şte, bu duruma gelmektir. Dünyas ında kurtuluşa<br />
eren âhiretini de kazanm ış demektir. Nitekim<br />
202
Peygamberimiz de: "Dünya, Ahiretin Tarlas ıdıt"<br />
buyurmu ştur.<br />
Allah' ın ahlâk ı, varl ıktaki hiç bir şeyin kendine<br />
has ahlâk ına benzemez. Zira, O'nda kendine has<br />
ayr ıcal ık yoktur; çünkü, bütün varl ıkta yaln ız O<br />
vard ır; varl ık, yaln ız O'dur. O, her mevki ve mevzi'-<br />
deki mevcuda ve o mevcudun isti'dat ve kabiliyetine<br />
göre tezahür eder. Binbir şekle girer, fakat, hiç bir<br />
şekil ile şekillenmez. Binbir renge girer, fakat, hiç<br />
bir renk ile renklenmez. Zira, O'nun ahlâk ı, bütünlüğü<br />
ile bütün bir hayat ın ahlak ıdır. Her şey, kendi<br />
mevcudiyetinin, fakat, O, her mevcudun hükmünü<br />
icra eder. Bunun hikmetle dolu tecellheri de, özellikle,<br />
insanda aç ıkça görülür.<br />
Bu gerçe ği kavrayan insan ın akl ı, art ık, nurlar<br />
saçan bir güne ş gibidir. Böyle bir insan, art ık, sadece,<br />
görülenlerin ne oldu ğunu bilmekle kalmaz, görünmeyenleri<br />
de ke şf eder; bütün bilinmeyenler bilinir o-<br />
lur. Bu mertebeye varan insan ın Emtnüre N efs'i de,<br />
Dini ve Tasavvuff bir deyiyle, art ık, Levvâme,<br />
Mülheme, Mutmainne, Râdiye, Mardiye derecelerinden<br />
geçerek Kâmile mertebesine, yani kendi Zât' ı-<br />
na kavu şmu ştur. Nitekim Kur'anda da (Emmare<br />
Nefs; İnsan Bedeni; Beden ile Ruh; İnsan Ruhu;<br />
Canl ı ve Cansız her şeyin Zât ı Kalb; Cins) gibi çe şitli<br />
anlamlara gelen Nefs'in bir ve Ba şlıca Anlam ı da<br />
(Allah' ın Zat ı)d ır ki bu mertebeye varan Nefs te tekrar<br />
Halk' ı irşâd görevi ile görevlendirilir. Bu mertebeye<br />
varan insan ın Bilgisi de Ahlaki da Mutlak olmu<br />
ş, dolay ısiyle, birbiri içine girmi ştir. Bu durumda<br />
Akıl ve Nefs, Ruh ve Beden ikili ği ortadan kalkmış,<br />
insan da, art ık, İlahi olan Asl ın ı bulmuştur.<br />
203
İşte, gerçek insan için . Huzür ve Mutluluk, bu<br />
Mutlak hari elde etmede ve birlikte ya şadığı diğer<br />
insanlar ı da, onlar ı bedeni ve ruhsal kemallerine yükselterek,<br />
derecelerine göre, bu Ebedi Mutlulu ğa<br />
kavu şturmadad ır.<br />
Biz de, Hakikat Eh ıi için dünya hayat ından gaye:<br />
Kainat ı ve onun Efendisi olan insan ı gerçek İlahi<br />
mâhiyeti ile bilmek; hayat ı her şeyi ile olduğu gibi<br />
kabullenmek; ve fakat, durmadan da onu iyiye götürmek<br />
için elden gelen çabay ı göstermek ve bu suretle<br />
Mutlu olmakt ır;<br />
204
Giriş, Ek Notları<br />
ı Resâil-i Ihvânussafâ; cilt: ı ; Ahlâk ın çeşitli olmas ı sebepleri<br />
risalesi.<br />
2 Ihvânussafâ bu şekildeki ilimler s ınıflamas ı ile Aristo'dan<br />
ayr ılmışlar Auguste Comte ve Herbert Spencer gibi Garb Filozoflar<br />
ına da önderlik etmi şlerdir.<br />
3 Bas ılan Risaleler her ne kadar (52) ise de Risalelerin dördüncü<br />
bölümünün son risalesinde (51) risaleden söz edilmektedir.<br />
4 Resâil ; Cilt ı ; Ilimlere ait san'atlar risalesi ve Amell<br />
san'atlar risalesi.<br />
5 Bu sınıflama (Ameli San'atlar) risalesinde gösterilmi ştir.<br />
Bk. Resâil ; cilt: t.<br />
6 ihvânussafâ felsefi ilimleri tansifte basitten mürekkebe do ğru<br />
gitmekle Orta Ça ğ ilim s ınıflamas ını geride b ırakmışlard ır ki bu, ilim<br />
alanında büyük bir yeniliktir.<br />
7 Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt: ı .<br />
8 Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt. 2,3.<br />
9 Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt: 3.<br />
ı o Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt: 3,4.<br />
İhvânussafân ın (5 ı ) risalesi ilk defa dört cilt olarak Hindistan'da<br />
ve sonra M ısır'da ve sonra da Beyrut'ta bas ıldı. Bunlardan (Risalet<br />
al-Câmia), Cemil Salibâ'n ın incelemesinden geçti ve Şam'da bas ıld<br />
ı. Arif Tamir de (Câmiat'ul-Câmia) ad ı ile Beyrut'ta 1959 y ılında<br />
bir risale yay ınladı. Bu risale bütün risalelerin fihristi ve özeti<br />
olup bunların toplam ı da (52) ye varmaktad ır.<br />
Ihvânussafâ için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; ıslâm Felsefesi Dersleri; say: 44-45; <strong>Ankara</strong>,<br />
1967.<br />
ı i Bk. Cavit Sunar; Islam Felsefesi Dersleri; say: 73-75; <strong>Ankara</strong>,<br />
1967.<br />
205
Ayr ıca bk. Cavit Sunar; Islâmda Felsefe ve Fârâbl; Cilt: I;<br />
say: 72; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />
12 Bk. Cavit Sunar; Islân ı Felsefesi Dersleri; say: 75-83; <strong>Ankara</strong>,<br />
1967.<br />
Ayrıca bk. Cavit Sunar; Islâmda Felsefe ve Fârâbi; cilt: I,<br />
say: 73-76; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />
Konu: I Ek Notlar ı<br />
I. Bu fikir Miskeveyh'in hocas ı Fârâbi'den ve onun vas ıtasiyle<br />
de Aristo'dan, Eflâtun'dan ve Sokrat'tan gelmektedir. Onlar da ruhu<br />
kendine mahsus taibatlar ı ve gâyeleri ile bütün varl ıklardan ayr ı<br />
pek yüksek bir cevher olarak kabul etmi şlerdir.<br />
2 Aristo; De Anima; 4o3a 5 413a4 .<br />
3 Aristo; De Anima; 412a 19--2 `.<br />
4 Aristo; De Anima; 41513 1'.<br />
5 Aristo; De Anima; 4 ı 3b"-".<br />
6 Aristo; De Generatione Animalium; ı 1.5.<br />
7 Aristo; Nicomachean Ethics; Book I; chap. x ı<br />
8 Aristo; De Anima; 43o a ° 5-".<br />
g Aristq: De Anima; 43oa 24 .<br />
ı o Aristo; Nicomac... ; Book VI; chap. II , x .<br />
ı Aristo; De Anima; III; 4,5,6.<br />
12 Aristo; De Anima; 4,9.<br />
13 Aristo; Nicomac ; Book VI; chap. I1. Book X; chap.<br />
ı , IX.<br />
14 Aristo; Nicomac ; Book VI; chap. ı ı -x.<br />
15 Aristo; Nicomac ; Book I; chap. I u. Book VI; chap. 11.<br />
Aristo; Nicomac<br />
; Book II; chap. ı v. Book III; chap. Iv.<br />
Aristo psikolojiyi için ayr ıca bk. Cavit Sunar; islâm Felsefesinin<br />
Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite Meselesi; say; 63-65; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />
17 Farâbrnin psikolojik fikirleri için özellikle bk. Fârâbi;<br />
Fusûs; Fas: 29, 30, 33, 34, 39, 4 0, 45, 48 , 49, 51, 52, 53, 54. Fârâbi;<br />
tiyün al-Mesâil; Mesele: 20, 21, 22.<br />
206<br />
Fârâbl; Fusûs; Fas: 3o; ayr ıca bk. Fas: 2g, 53.<br />
ı 9 Farabi; al-Ta'likaat; sayfa: ı o.
Bu konuda Eflâtun'u eleştirimi için bk. Fârâbi; Uyûn al-Mesâil;<br />
Mesele: 22.<br />
20 Farabi'de ak ıl konusu için özellikle onun şu eserlerine bakınız:<br />
Şerh Risale Zeynon; Risale al-Daaviyy al-Kalbiyye; Risale fi<br />
ispat al-Müfârakaat; Makale fi Maaniyy al-al-akl; Mesâil al-Müteferrika;<br />
soru: 27, 28, 30, 31, 32.<br />
Psikolojisi için ayr ıca bk. Cavit Sunar; Islâmda<br />
Felsefe ve Fârâbi; cilt; I, say; 64-67; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />
2 1 Bk. Resâil ; Cilt: 4; Allah'a götüren yol risalesi.<br />
Resâli<br />
Resâil<br />
Resâil<br />
Resâil<br />
Resâil<br />
Resâil<br />
gelişi risalesi.<br />
; cilt: i ; Ahlak ın çe şitli olmas ı sebepleri risalesi.<br />
; cilt: 3, Ölüm ve hayat ın mahiyeti risalesi<br />
; Cilt; ı ; time ait s ın ıflar risalesi.<br />
; cilt: 2; İnsan küçük âlemdir risalesi.<br />
; cilt: 2; CÜZ' İ nefslerin insan bedenlerinde meydana<br />
; cilt: 2; Cüz'i nefslerin insan bedenlerinde meydana<br />
Nefs ve kuvvetleri ve mertebeleri hakk ında ayr ıca bk. Resâil.<br />
....; cilt: 2; Sema ve Mem risalesi.<br />
Nefsin bakaas ı hakkında ayr ıca bk. Resâil<br />
safa'n ın i'tikadlar ı risalesi.<br />
; cilt: 4; thvanus-<br />
22 Şahabeddin SühreverdPnin (Hikmet-i i şrakiye)sine yakın<br />
bir görüşün daha önce Ihvanussafaca da bilindi ği bu sözlerde<br />
aç ıkça görülmektedir.<br />
23 Bk. Resâil...; cilt: 4; Nâmûs- ı İlâhî risalesi. Ayr ıca bk.<br />
Resâil...; cilt: 3; Mahiyet'ul-A şk risalesi.<br />
24 Bk. Resâil...; cilt; 3; A şkın mahiyeti risalesi.<br />
25 Bk. Resâil...; cilt: 3; Dü şünceler ve dini hükümler risalesi.<br />
Ihvanussafa psikolojisi için ayr ıca bk. Cavit Sunar; islam Fehsefesi<br />
Dersleri; say: 49-5o; <strong>Ankara</strong>, 1967.<br />
26 ibn Miskeveyh, Allah' ı ıspat konusunda: "Allah, zât bak<br />
ımından nurdur"; Psikolojisinde de: "Nefs, akla do ğru hareket ederse<br />
ondan nur al ır, faylan ır" diyor.<br />
27 Şahabeddin, ruhun ebedili ğine inanıyorsa da Fârâbi gibi<br />
ezeliliğine inanmamaktad ır.<br />
28 İbn Sina.<br />
29 St. Augustine.<br />
207
3o Bu görü ş, (Ph6tomnologie) ceryannun şuur telâkkisine<br />
çok yak ınd ır.<br />
Sahabeddin. Sühreverdi'nin psikolojisi için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islam Felsefesi Dersleri; say: 163-169; <strong>Ankara</strong>,<br />
1967.<br />
31 1bn. Tufeyl'in bu felsefi roman ında ortaya att ığı (Fıtri Fikirler)<br />
meselesi daha sonra Descartes'e büyük etki yapm ış ve Frans ız<br />
Rasyonalizminin temeli olmuştur.<br />
32 İbn Tufeyl psikolojisi için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islam Felsefesi Dersleri; say: 71- t 75; <strong>Ankara</strong>,<br />
I 96 7 .<br />
Konu: II Ek Notlar ı<br />
ı Bu noktada Ihvanussafa Risalelerinde de şöyle deniyor:<br />
nefslerin en iyi hali, ilahi i şleri bilmek, Rabbani bilgileri tan ımakt ır.<br />
Farabi de bu iki kemâle önemle i şaret etmektedir.<br />
2 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I.; chap., I.<br />
3 Bk. Aristo; Nicomac... ; Book. I.; chap., v .<br />
4 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. III; chap., ı II , v, v, v ı .<br />
özellikle bk. Aristo; Nicomac...; Book. II; chap., ııı , Iv, v, v ı .<br />
5 Bk. Aristo; Nicomac... ; Book. II; chap., ı ı I ; Book, III;<br />
chap., I , Iv, v; Book, VI; chap., x.<br />
x ııı .<br />
V 1 ;<br />
6 Bk. Aristo; Nicomac... ; Book, I, chap., I,<br />
7 Bk. Aristo; Topics; ı oob"-".<br />
8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I.; chap., v; Book, VI.; chap.,<br />
9 Bk. Aristo; De Partibus Animalium; 586' 27'.<br />
to Bk. Aristo; Nico ınac...; Book, X.; Chap., x.<br />
ı t Bk. Aristo; Nicomac...; Book. II; chap., t; Book., I; chap.,<br />
Book. I; chap., It.<br />
12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X, chap., x.<br />
13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap., ı x.<br />
Bütün bu hususlar için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />
Meselesi; say: 65-66, 188-19o; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />
208
14 Fal-abi; Kitab say: 5-7-<br />
Bu hususta Eflatun da şöyle der: "Bilgi, faziletlerin ba şıdır".<br />
Farabi; ahlâkta, bazan Aristo'ya bazan da Eflâtun'a uygun<br />
hareket eder ve bazan da Tasavvuf'tan kazand ığı (Nefs Tasfiyesi)<br />
ile her ikisinin de üstüne ç ıkar. Farabl'ye göre nefs tasfiyesi, aklin en<br />
yüksek yoludur ve nefsin safas ı da Felsefe sonucudur. Farabi bu fikri<br />
ile Islam Aleminde Ahlak)n ın kurucusu ve İbn (Akil<br />
Tasavvuf)unun ve Kant' ın da (Akil Ahlak)nun öncüsüdür.<br />
15 Bk. Fârâbâ; Kitab al-Tahsil al-Saacle; say: 32.<br />
16 Bk. Farabi; Medlnet al-Facl ıla..; say: 32.<br />
Bk. Farabl; Kitab al-Siyasat Al-Medeniyye; say: 47 -49.<br />
18 Bk. Farabi; Kitab Uyün al-Mesâil; say: 27.<br />
ıg Bk. Farabi; Kitab al, Tanbih; say: 7-8.<br />
20 Bk. Fârabi; Kitab fima Yanbagi en Yukaddime Kable Taallüm<br />
al-Felsefe; say: 4; ayr ıca bk. say: 5,7.<br />
21 Bk. Ihvanussafa Risaleleri cilt: ı ; Düşünceler ve Dini Hükümler<br />
Risalesi.<br />
22 Bk. Ihvanussata Risaleleri; cilt; 4; Ihvanussafa'n ın Muaşeretleri<br />
Keyfiyeti Risalesi. Ayr ıca bk. cilt: 3; A şkın Mahiyeti Risalesi.<br />
23 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; ; Ahkak ın çeşitli olmas ı-<br />
nın Sebepleri Risalesi.<br />
24 Bk. Ihvânussafâ; Resâil...; cilt: ı ; Ahlak ın Çeşitli Olmas<br />
ının Sebepleri Risaelesi.<br />
25 Bk. Ihvanussafa: Resâil...; cilt: 4; ihvanussafâ'mn. Mua şeretlerinin<br />
Keyfiyeti Risalesi.<br />
26 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: ı ; Ahlak ın Çe şitli Olmas ı-<br />
nın Sebepleri Risalesi.<br />
27 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: 4; Namus-1 Ilahrnin Mahiyeti<br />
Risalesi. Ihvanussafâ'ya göre Peygamberler cahil de ğildirler.<br />
Farabi'ye göre ise Filozoflar ın derecesi Peygamberlerden üstündür.<br />
Bu konuda İbn Sina ve İbn Rüşd Ihvanussafü'ya uymu şlard ır.<br />
28 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: 3; Tekrar Dirilme ve K ıyamet<br />
Risalesi.<br />
Konu: III EK Notlar ı<br />
ı Sahib kelimesinin iki anlam ını birbirinden ay ırmak gerekir.<br />
Bir anlama göre sahib kelimesi (kendinde var) anlam ınad ır; mesela,<br />
209
(Iline sahib) dedi ğimizde, bu (kendinde ilim var) anlam ınadır. Fakat,<br />
bir anlama göre de sahib kelimesi (kendi hükmü alt ına almış)<br />
demektir. O takdirde de (ilme sahib) demek, (filmin sahibi, ilmi<br />
kendi hükmü alt ına, kabzas ına almış) demektir.<br />
2 ilâht Hayat, tamaml ıl ık, kemâl, mutlak güzellik ve mutlak<br />
iyiliktir. Bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. 5; Book, VI; chap. xiii.<br />
3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. i i i, v, vs.<br />
4 Bk. Aristo; Nicomacb...; Book, I; chap. ı .<br />
5 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. ii, tii, vi. x ı .<br />
6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. vi , vi<br />
7 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. y ı, Non, ıx, x, x ı .<br />
8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. ıx, x ıı .<br />
9 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. v,<br />
io Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. x.<br />
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. x ı .<br />
12 Bk. Aristo; Nikomac...; Book, X; chap. v ı. vın.<br />
13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. VII; chap. x ııı, x ıv.<br />
Bk Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. v ıı,<br />
Hayır ve Mutluluk meselesinde Fârâbl ile Aristo'yu kar şılaştırmak<br />
için ayr ıca bk. Aristo; Nicomac...; Book, I, II. Aktif ve Pasif<br />
akıl konusunda Fârabi ile Aristo'yu kar şılaştırmak için bk. Aristo; De<br />
Anima; III., 4. Akl ın iyiyi ve kötüyü ayırmas ı konusunda da ayr ıca<br />
bk. Aristo; De Anima; III., 3. Ve bütün bunlar için şu esere bak ınız:<br />
Richard McKeon; The Basic Works of Aristotle; p. 308-347; p. 217-<br />
221; p. 213-217; New York, 1 94 1 .<br />
Bk. Fârâbl; Kitab al-Tanbil ı...; say: 21-22.<br />
16 Bk. Fârâbl; Kitan al-Tanbih...; say: 21-22.<br />
17 Bk. Fârâbi Medinet'ül-Füd ıla...; say: 66.<br />
18 Bk. Fârâbi; Medineeül-Fâd ıla...; say: 93.<br />
ig Bk. Fârübi; Medinet'ül-Fâd ıla; say: 95-96. Ve ayr ıca bk.<br />
Fârâbl: Siyaset'ül-Medeniyye: say: 52.<br />
20 Bk. Fârâbl; Risale al-Daaviyy al-Kalbiyye' say: 132.<br />
Bu konularda Fârâbl'nin fikirleri için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; İslamda Felsefe ve Fârâbl; say: ı ı 7-129 ; 13o--<br />
195; <strong>Ankara</strong>, 1972<br />
210
21 Bk. Ihvânussafâ; Resâil...; cilt: I; Ahlak ın çeşitli olmas ının<br />
sebepleri risales:<br />
22 Bk. Ihvanussafa: Resâil...; cilt: 3; İlel ve Ma'161at Risalesi.<br />
23 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: 4; Ihvanussafâ'run muaşeretleri<br />
Pisalesi.<br />
24 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: I; Ahlakl ı), çeşitli olmasının<br />
sebepleri<br />
25 Bk. Ihvanussafa; Resâill; cilt: 4; Iyman ın mahiyeti risalesi.<br />
Konu: IV Ek Notlar ı<br />
ı Bu konu için ayr ıca bk. Aristo; Rhetoric, 1357-"'"<br />
2 Bu konu için ayrıca bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap.<br />
xııı; Book, VI; chap. I.<br />
3 Bu konu için ayrıca bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap.<br />
xııı ; Book. VI; chap. . ı-x ı ; Book, X; chap. v ııı.<br />
4 Arisro'da Ahlaki Fazilet için bk.<br />
Aristo; Nicomac...; ı lo51P-1 lo7a8<br />
Aristo'da ba şl ıca Ahlaki Formlar hakk ında bk.<br />
Aristo; Nicomac... ; ı o7" 8- ı ı o81:16<br />
Aristo'da Aklî ve Ahlaki Faziletler için bk.<br />
Aristo; Nicomac... ; I 02"— I ı o8".<br />
Aristo'da (Cesaret) için bk.<br />
Aristo;<br />
Arsito'da (Adalet) için bk.<br />
Aristo; Nicomac...; ii29b ı ı_ , 32 a7 .<br />
Arsito'da başl ıca Akil Faziletler için bk.<br />
Aristo; Nicomac...; ı ı 38"- ı 129".<br />
5 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. ıv.<br />
6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. v.<br />
7 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. x ııı.<br />
8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. v ııı.<br />
9 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. v ıı ; ayrıca bk. Book<br />
III; chap. v ıı.<br />
io Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. xm.<br />
211
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. 11.<br />
12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; 11, v, v ı, vıı, vııı .<br />
13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ı, vıı, xı, xıı.<br />
14 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap vii; Book-III; chap.<br />
xııı, x ıv.<br />
15 Bk. Aristo; Nicornac...; Book, III; chap. ıx—xı .<br />
ı 6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. 1-111.<br />
17 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ııı .<br />
18 Bk. Aristo; Nicornac...; Book, V; chap v ın.<br />
ig Arsito'da küçük faziletler ve rezileder hakk ında ayr ıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii; Book, IV; chap. ı—xv;<br />
Book, VII; chap. 1—x ı.<br />
20 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. x ı—xııı .<br />
21 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ııı, ıx.<br />
22 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ıı .<br />
23 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ı, vii, x ı, xıı .<br />
24 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. 11.<br />
25 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. vii.<br />
26 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. n ı .<br />
27 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii.<br />
28 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. ıx.<br />
29 Bk. Aristo; Nicomac; Book. II; chap. vii.<br />
3o Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x.<br />
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ı .<br />
32 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x.<br />
33 Bk. Aristo. Nicomac...; Book. III, cahp. x.<br />
34 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ı.<br />
35 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. 1.<br />
36 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V, chap. ıı .<br />
37 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap; ıx; ayr ıca bk. Book,<br />
V; chap, 1, v ı .<br />
212<br />
38 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap.<br />
39 Bk. Aristo; Book, V; chap. n ı.<br />
4o Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. ıv.<br />
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap, v. v ıı .
42 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. vn ı.<br />
43 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, V; chap.<br />
44 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. v ıu.<br />
45 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x.<br />
46 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, V; chap. x ı.<br />
47 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x.<br />
48 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, V; chap. x.<br />
49 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x ıv.<br />
50 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. ıı.<br />
51 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. ıx.<br />
52 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. xv.<br />
53 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x ııı .<br />
54 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii; Book, IV;<br />
chap. x ıı.<br />
X111.<br />
55 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii; Book, IV; chap.<br />
56 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii; Book, IV;<br />
chap. x ıv.<br />
57 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii; Book, IV;<br />
chap. ıı .<br />
58 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. n ı.<br />
59 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. ıı.<br />
6o Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. ın.<br />
61 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap.<br />
62 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. ıı.<br />
63 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book; IV; chap. ı .<br />
64 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii.<br />
65 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. v ı.<br />
66 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. v.<br />
67 Bk. Aristo; Nicomac... Book, IV; chap. vii.<br />
68 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV. chap. ıx.<br />
6g Bk. Aristo; Nicomac... Book, IV; chap. v ıı .<br />
7o Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. v ıı; Book, IV;<br />
chap. x ı .<br />
71 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, IV; chap. xv.<br />
213
72 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. I.<br />
73 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. 1.<br />
74 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap.<br />
75 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. ıx.<br />
76 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap.<br />
77 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ııı .<br />
78 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ııı.<br />
79 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. x ı .<br />
80 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ın.<br />
81 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ıı.<br />
82 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. x ı .<br />
83 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. x.<br />
84 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. VII; chap. x.<br />
85 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ı .<br />
86 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ııı .<br />
87 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; cahp. n ı .<br />
88 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ı .<br />
8g Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v.<br />
go Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. vii.<br />
91 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii.<br />
92 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ıv.<br />
g3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; 'chap. v ıı .<br />
Aristo'daki bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; İslam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />
Meselesi; say: 65-66; 188-190; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />
94 Bk. Frabi; Tahsil al-Saada:, say: 2.<br />
95 Bk. Farabi; Tahsil al-Sâad; say: 21.<br />
g6 Bk. Farabi; Tahsil al-Saada; say: 26-29.<br />
97 Bk. Farabi; Fad ıl Medine kitab ının Fad ıl ve Cahil, yani<br />
bilgili ve bilgisiz Şehirler Halk ı konular ı.<br />
Farabi'deki bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; İslamda Felsefe ve Farabi; say: 68; 117-12g;<br />
130-135; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />
98 Bk. İhvanussafa; Resail...; cilt: ı ; Mukaddime, say: 6.<br />
214
Konu: V Ek Notlar ı<br />
ı Bu konuda Aristo'nun fikirleri için ayr ıca bk. 4risto-Nicomac...;<br />
Book, VIII; chap. 1.<br />
2 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. iii, ıv.<br />
3 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />
Aristö; Nicomac...; Book, VIII; chap. ıv.<br />
4 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. iii, v, x, xv.<br />
5 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap, ıv, vıı .<br />
6 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. v ııı, ıx; Book, IX; chap.<br />
v, vı, vıı.<br />
7 Bu hususta Aristo görüşü için ayrıca bk.<br />
1X.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. x.<br />
8 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII, chap. n ı .<br />
g Bu hususta Aristo'nun görü şüb için ayr ıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap.<br />
ı o Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII'; chap. ıv.<br />
ı ı Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />
Aristo; De Partibus Ardmalium; 686a" -28.<br />
12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. x.<br />
13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. x.<br />
14 Aristo'nun bu husustaki fikirleri için ayr ıca bk.<br />
Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap, ı-xı.; Book, IX; chap.<br />
15 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. ı .<br />
16 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. ı .<br />
17 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. v ı .<br />
18 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; Book, VIII; chap. ıı .<br />
ig Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; x ıı, xııı.<br />
20 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. x ıv.<br />
215
21 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. xv ı .<br />
22 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. 1.<br />
23 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. v ıı, xv, Book,<br />
IX; chap. v.<br />
24 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap, x.<br />
25 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. ıx.<br />
26 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıv.<br />
27 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. v ııı .<br />
28 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıx.<br />
29 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x.<br />
3o Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ı .<br />
31 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ıı .<br />
32 Bk, Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. x ı.<br />
33 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap.<br />
34 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. 11.<br />
35 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıx.<br />
Aristo'da bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />
Meselesi, say: 65-66 ; 188-190 ; ı 8o- ı 9 ı ; <strong>Ankara</strong>, ı 973.<br />
36 Bk. Fârâbl; Medinet al-Fâd ıla.<br />
37 Bk. Fârğbi; Tahsil al-Sa ğda.<br />
Fârabl'nin bu hususdaki fikirleri için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islâmda Felsefe ve Fârâbi; say: 68-69; 135-137;<br />
<strong>Ankara</strong>, 1972.<br />
38 Bk. Ihvânussafâ,; Resâil...; Cilt: 2; say: 468.<br />
39 Bk. Ihvânussafğ; Resâil...; Cilt: 3; say: 307-3o9.<br />
Konu: VI Ek Notları<br />
Bk. Aristo; De Anima; 43oa"<br />
2 Bk. Aristo; De Anima; 403a 5-6, 413a4.<br />
Aristo'ya göre har canl ı varl ık ruh ve bedenden bire şiktir ve<br />
tabii olarak, bunlardan biri, idare eden; di ğeri de idare edilendir.<br />
Bk. Aristo; Politics; 1254a" -"<br />
216<br />
3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. ıx.
4 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ıı .<br />
5 Aristo'ya göre Micenabl ık, insan ın kendisini yüksek şeylere<br />
layık görmesi ve gerçekten de yüksek şeylere lay ık olmas ıdır.<br />
Alicenab bir kimse için asil bir do ğuş, büyük siyasi mevkiler<br />
veya büyük servetler hep birer şeref vesilesidir. Fakat gerçek Şeref,<br />
ancak, Fazilettir. Fazilet olmadan ne asil bir do ğşun, ne siyasal kuvvet<br />
ve kudretin ve ne de servetin bir k ıymeti olabilir.<br />
Aristo, MIcenab bir kimsenin belliba şlı vas ıflannı şöylece s ırzlamaktad<br />
ır.<br />
ı Küçük tehlükelerle ve genellikle tehlükelerle kar şıla şmaktan<br />
çekinmek, fakat, büyük tehlükelere haz ır olmak.<br />
2 Başkalar ına lutf ve keremde bulunma ğı sevmek, fakat, ba ş-<br />
klalrından lutf ve kerem bekleme ği ve kabul etmeği ayıp saymak.<br />
3 Lutf ve keremde bulunmaktan ve yaln ız bu iyi haslattan<br />
ötürü dillerde dola şmaktan ho şlanmak.<br />
4 Nâm ve Şan'a önem vermemek.<br />
5 Yüksek tabakadaki insanlara kar şı, yüksek; orta tabaka<br />
insanlarına karşı da orta ve ölçülü bir benlik ta şımak.<br />
6 Benlik iddias ında bulunmaktan ve ba şkalar ının üstünlüğüne<br />
dil uzatmaktan kaç ınmak.<br />
7 Hiç bir zaman ve hiç bir suretle tela ş ve acele etmemek.<br />
8 Her zaman de ğil; aras ıra icratta bulunmak; fakat, kendine<br />
büyük bir nâm kazand ıracak icraatta bulunmak.<br />
9 Her hangi bir kimseye kar şı dostluğunda da dü şmanlığında<br />
da hiyleye kaçmay ıp dürüst olmak.<br />
nı Şan ve Şöhretten ziyade i şin gerçeğine önem vermek, dolayısiyle,<br />
gerçekçi olmak; ve işinde daima doğru olmak ve daima do ğ-<br />
ruyu söylemek.<br />
ı Başkalarına yüz suyu dökmekten ve kulluk göstermekten<br />
kaç ınmak.<br />
12 Az da olsa, Ihsan'da bulunmak.<br />
13 Kin gütmemek.<br />
14 Dedikodudan çekinmek ve ne kendi hakk ında ne de ba şkaları<br />
hakkında fazla konu şmamak. Ba şkalar ının kendini övmesinden<br />
hoşlanmamak ve ba şkalarını da kötülememek. Ama, gerekti ğinde,<br />
tahkir'den bile çekinmemek.<br />
15 Çaresiz ve ma'nas ız şeyler için göz ya şı dökmemek.<br />
217
16 Asaleti, fayda'dan daima üstün tutmak.<br />
Ve yine Alicenab bir kimse, kendini diğer insanlardan üstün<br />
görüp onlarla zevklenip alay etmemeli ve herkese, derecelerine göre,<br />
insan muaamelesi yapmal ı.<br />
Ve yine Alicenab bir kimse hareketlerinde sakin olmal ı, konuşurken<br />
sesi derinden gelmeli, vakûrâne ve ilahi bir tonla konu şmalı.<br />
Alicenab bir kimsenin hayatta en ziyade önem verdi ği şey<br />
Şeref'tir. Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IV; chap. v ııı .<br />
Doğuştan asil olmayanlar Alicenab olamazlar.<br />
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IV; chap. ını.<br />
Aristo'nun bu fikirleri için dolay ısiyle ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />
Meselesi; say: 65-66 ; 188-190 ; <strong>Ankara</strong>, 1973<br />
6 Mısır'da Müeyyed Matbaas ında bas ılan (Mebacli-i Felsefe-i<br />
Kadime) adl ı kitapta Farabl'nin yüz yirmi dokuz eserinden söz edilmektedir.<br />
ry Farabi bu risalesinde şöyle diyor: insani nefsler için bedenden<br />
ayrıldıktan yani ölümden sonra Mufar ıkların mutluluğu cinsinden<br />
(yani Soyut) bir mutluluk vard ır ve bu çe şit mutluluğun en<br />
mükemmeli de Kamil ve Fad ıl nefslere mahsustur.<br />
Bk. Farabi; Risale fi Ispat al-Mufarakaat; say: 8<br />
Farabl, yine şöyle demektedir.<br />
Beden, nefsin vücudu için mutlaka şartt ır. Fakat, nefs bakas ı<br />
bakımından bedene muhtaç de ğildir. Nefs, kamil olmadığı halde<br />
bedenden ayr ıldığı takdirde de bedensiz kemâle gelebilir.<br />
Bk. Farabl; al-Ta'likaat; say: 13. Fal-abi; Medinet al-Fâcl ıla;<br />
say: 94-95. Farabi, yine şöyle demektedir.<br />
Nefs, bedenden ayr ıld ıktan sonra da hiç bir cismani kuvvete<br />
muhtaç olmaks ız ın, küçük çocuklarda görüldü ğü gibi, onda kasitsiz<br />
ve fark ına var ılmadan ma'kulleri alg ılama yetisi has ıl olur.<br />
218<br />
Bk. Farabi; al-Ta'likaat; say: 3-4-<br />
Ve yine Farabi. şöyle demektedir:<br />
Senin ruhun, Emr Alemi cevherindendir.<br />
Bk. Farabi; Fusûs; fas: 29.<br />
8 Farabi bu hususta da şöyle diyor.<br />
İnsana en ziyade has olan Hayr, ak ıldır. Çünkü, insan ı insan ya-
pan akıld ır... Ona, eskiler (Nutk) ve bu yüzden, insana da (Nat ık)<br />
demişlerdir... Nutk'u kemâle ula ştıran san'ata da (Mant ık) derler.<br />
Bk. Farabi; Kitab al-Tanbih; say: 22-23.<br />
Ve yine Farabi bu konuda şöyle demektedir:<br />
Akıl, hayır ve şerri ay ırd etme yetisine sahiptir. Bu sebeple de<br />
bilgi, Faziletlerin en büyü ğüdür ve Amel'den de üstündür.<br />
Bk. Farabi; Kitab al-Tanbih; say: 5-7.<br />
Farabrnin bu yoldaki fikirleri için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; İslamda Felsefe ve Fark:ıl; say: 68, 117-12g;<br />
13o-135; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />
g İbn Miskeveyh'in Konu: VI daki bu husustaki fikirlerine<br />
bakınız.<br />
ı Bu husuita ayr ıca bk.<br />
Konu: VII Ek Notları<br />
Ismail Hakk ı Izmirli; Felsefe-i İslâmiyye Tarihi (Birinci Kitab:<br />
Ya'küb b. İshak El-Kindi; Sayfa: ı g; Istanbul, 1338 (H).<br />
Izmirli, El-Kindrnin Ruhi T ıbba ait eserleri aras ında, Yukarıda<br />
işaret ettiğimiz sayfada (Risale fî al-H ıyla li Defil-Ahzan) adl ı<br />
bir risaleden söz etmektedir.<br />
El-Kindi de Eflatun gibi ruhun bedenden önce varl ığını kabul<br />
eder. Ona göre nefs, basit bir cevherdir, ölümsözdür ve cisimler<br />
üzerine etkilidir. El Kindrnin nefs hakk ındaki görüşü Fa'al Akıl<br />
nazariyesine ba ğl ıd ır.<br />
El-Kindrye göre nefsin mutlulu ğu ilim nedir ve nefs safla ştıkça<br />
da gizli ilimler ve âlemler kendisine aç ıl ır. Bilgi bak ımından da akl ın<br />
dereceleri vard ır. Nefsin Allah'a nisbeti, Güne ş ışığının Güneşe nisbeti<br />
gibidir.<br />
El-Kindrnin Nefs ve ilim hakk ındaki şu sözleri meşhurdur:<br />
Ilim baaki, cehalet ise yok olucudur.<br />
Cahil kimse rezildir.<br />
Nefsine mâlik olan pek büyük memlekete mâlik olmu ş olur.<br />
Akıllı insan sanır ki ilminin üstünde daha bir ilim vard ır ve<br />
bundan ötürü daima tevazil içinde olur; cahil kimse ise ilminin sona<br />
erdiğini sanır. Onun için beşeri nefsler ona bu'z eder.<br />
Insan bedenini ve özellikle nefsini, büyük çapta etkileyip kuvvet<br />
verici ve harekete getirici olmas ı bakımından El-Kind, musiki<br />
219
ile de uğraşmış ve musikinin insanın ruhunu ilahi ve nürâni âleme<br />
yükseltip Allah' ın vas ıflariyle vas ıflanmas ına yard ım ettiğini ileri<br />
sürmüş ve bu yolda yedi kadar da eser yazm ıştır. Musikinin bu büyük<br />
etkisinden dolayı, çoğu filozoflar ın da musiki ile uğraştıkları,<br />
hatta, musiki aletleri icad ettikleri hep bilinmektedir. Mesela, Aristo,<br />
bu maksatla, Erganon'u ıycad etmi ştir. El-kindrnin de Ud çalmakta<br />
pek usta oldu ğu ve ud çalma takti ği ile de bir felçliy ı iyi ettiği söylentisi<br />
yayg ındır Fakat, bu alanda da estadl ık pâyesi yine Farabrnindir.<br />
Musikinin nefse büyük etkisini hakkiyle alg ılayan ve musiki<br />
ilmini gerçekten ortaya koyan me şhur Filozof Fisagor'udr. Bu hususta,<br />
İzmirli, özellikle şöyle dçmektedir:<br />
"Musikinin kurucusu Fisagordur. Fisagor, güzel ve kadieli ses<br />
ilmini, ahenk ve makmalar ın uygunluğunu ortaya koymu ş ve onlar ı bir<br />
takım adedi nisbetlerle aç ıklamışt ır. Fisagor, bunu Nübüvvet mişkatından<br />
elde etti ğini bildirmiştir. Nitekim, onun, M ıs ır'da Hz. Süleyman'<br />
ın ashab ından bir çok şeyler iktibas etti ği söylenmektedir. İnsan<br />
nefsleri seslerden etkilenir ; âhenk ve makamlar ın yani nağmelerin<br />
bedenleri etkileyerek ruhu harekete getirmede büyük rolü vard ır.<br />
Musikiden maksat, ruhlar ı Kutsal âleme al ışt ırmakt ır. Tabiat<br />
denen âlemin üstünde, akl ın, güzelliğini ve kiymetini kavrayamayacağı,<br />
saf ve halis nefslerin muhtaç olduğu, ancak hayvani şehvetlerden<br />
uzakla şmak ile ele geçeceği ruhani ve nurani bir âlemin varl ığına<br />
inanan Fisagor, ifadesi gere ği, musikiyi Nübüvvet mi şkat ından almaktad<br />
ır ve musikiden as ıl maksat ta ruhu Kutsal âleme al ıştırmaktan<br />
başka değildir. Çünkü, o, vezinli olan na ğmeler duyma hassesine şu<br />
sözleri söyletmektedir: Ey tab' ın fuhşiyyat ve sefâhetinde sersemle şip<br />
kalmış olan, cisimlerde bo ğulan Nefs! Haydi, kuvvet ve kudret sahibi<br />
pek büyük bir Padi şah olan Allah' ın huzurunda s ıdk makam ındaki<br />
ruhani ak ıllara, nûrâni g ıdalara, ve Kutsal mekânlara dön!<br />
Nağmelerin, insan ın ruhunu ilahi ve nurâni âleme yükseltmesinden<br />
ve dolay ısıyle Allah' ın vasıflar ı ile vas ıflanmas ına ve bundan<br />
ötürü de O'na benzemesine şevk verdiğinden dolay ıd ır ki Aristo,<br />
Erganon'u iycad etmi şti.<br />
Ilk önce Mizmar çalma san'at ını ortaya koyabilenler, nefse<br />
ait elemleri, bu gözel ve kaideli ses (Elhan)lerle ve musiki aletleri<br />
kullanarak tedavi ederlermi ş. Çünkü bedene şifa veren şey Nefse ait<br />
elemlere de şifa verir. Hz. Davud'un Mezâmir (Naylar, Kavallar,<br />
Düdükler)i me şhurdur. Biliyoruz ki Hz. Davud, pek güzel sesli idi<br />
ve pek güzel Nay çalard ı. Bu yüzden de onun okuduğu (Zebür), Nay'a<br />
220
enzetilmi ştir. Allah'a karşı yap ılan yalvar ış ve yakar ış, yani dua<br />
çeşitlerine de (Mezamir) denir.<br />
Nağmelerin bu yüksek vas ıflar ına karşı baz ı aşağı vasıfları da<br />
vard ır. Mesela, baz ı nağmeleri dinlemek, baz ı nefslerde hayvani<br />
şehveti harekete getirir, onu cismani heva ve heves derekesine indirir.<br />
Bundan ötürüdür ki musiki, insanlar ın haslarmın hass ına faydal ı,<br />
fakat, halka zararl ıdır. Ve yine bundan ötürüdür ki, s ırf halk ı zarardan<br />
korumak maksadiyle, Fakih'ler ve hususiyle Irak Fakihleri Şarkı<br />
ve Türkü söylemeği şiddetle yasaklamışlard ı. Fakat, Büyük Mutasavvıflar,<br />
Ilahi Hakimler mesle ğine uyarak Nefs Tasfiyesi hususunda<br />
musikinin büyük etkisini gözden uzak tutamam ışlar ve Şark ı ve Türkü<br />
söylemekte Nay çalma ğı tavsiye etmi şlerdir (Zikr ve tehlil ve Kur'-<br />
anın okunu şuna muhsus güzel ve kaideli sese yani (Elhan)a (Tagbir)<br />
derler. Tagbir demek, âhiret hallerini hat ırlatmak demektir. A şk<br />
ve şevk gibi hallere ait olan şiirler ile birlikte yap ılan güzel ve yava ş<br />
sesle şarkı söyleme de G ına ad ını alır). Mesela, Mevlana, şöyle diyor:<br />
Bu Nay' ı dinle ki neler anlat ıyor- Ayr ılıklardan nas ıl şikayet<br />
ediyor.<br />
Güzel ve kaideli ses dinlemek herkese ba şka başka birer zevk<br />
verir. Mesela, güzel ses, baz ı insanlara Allah' ın Izzet ve Huzurundan<br />
haber verir ve âlemin ruhunu koklat ır, cana s ıhhat verir; baz ı<br />
insanları da hayvanî şehvetler ve e ğlencelere sür-Uler. Güzel yüz,<br />
nefse haz verir, fakat, güzel ses, ruha kuvvet verir, ruhun g ıdas ı olur.<br />
Musiki, başlıca iki kısma ayr ılır:<br />
ı Nağmelerin hallerinden bahs eden k ısım (Te'lif)<br />
2 Vezn aç ısından nakarât aras ına giren zamanlar ın hallerinden<br />
bahs eden k ıs ım ( İ'ka') ki bu şark ı bendlerinin sonunda tekrarlanan<br />
beyit veya m ısra'lar ı (Nakarat) ve güzel ve kaidelei sesleri<br />
(Elhan) ı yerli yerine koymakt ır.<br />
Musiki, Matematik ilimlerinden bir koldur. Musikiden tam<br />
anlayabilmek için tam be ş ilim kolunu iyice bilmek gerektir ki onlar<br />
da: Fizik, Tıb, Hendese, Semaya ait haller ve hareketler ilmi,<br />
(İlm-i Hey'et), Y ıld ızlara ait haller ve hareketler ilmi ( İlm-i Nücûm)<br />
nen ibarettir. İşte, El Kindi, bu be ş ilim kolunu hakkiyle biliyordu,<br />
dolayıs ıiyle, Musiki san'at ında da pek usta idi.<br />
Islam ın zuhurundan önce Iran ve Yunan memleketlerinde<br />
Musiki, pek üstün tutuluyordu ve Islâmdan sonra da Islam'a ilk giren<br />
ilim ve san'at Musiki olmu ştur. Çünkü, Musiki ilmi, nakle ve<br />
tercümeye ihtiyaç gösteren bir ilim de ğildi, Bu sebeple Iran ve Rum<br />
221
şarkıc ılar ı derhal Hicaz'a götürüldüler ve Islân ıiyetin daha ilk yüz y ı-<br />
l ında Mekke'de gür sesli, Muskii merakl ısı Mekkeli (Sait b. Müseccah)<br />
ad ındaki bir köle bunlardan musiki ö ğrendi. O vakte kadar Arapların<br />
şark ıları ve türküleri sade ve basit na ğmelerden ibaretti. Tercüme<br />
ve nakil devrinde ise Musiki eserleri de Arapçaya tercüme olundu.<br />
Mesela, Musikinin kurucusu Fisagor'un, Fisagor mezhebinde<br />
olan Nikomahos'un, Oklides'in, Aristo'nun kitaplar ı ile Hind'den<br />
. Beyâfer (Hikmet Meyvalar ı) adl ı kitap tercüme edildi ve bu tercümelerle<br />
İslamda gerçekten, bir musiki ilim ve sar'at ı meydana geldi.<br />
Nağmeler ve güzel sesler, perde perde, seyr ve devr ederek kemalini<br />
buldu. Şarkı söyliyenlerin şiirler ve edebi nâdir şeyler ezberlemesi,<br />
ve Arapça bir ibarenin. Nahiv kaidelerine göre hal edilip uygulanmas<br />
ı şart koşuldu; yani, şarkıcılar, cahillikten kurtar ıld ı . Şarkıc ılar<br />
içinde Edebiyat ve Lugatta büyük üstadlar bulundu ğu gibi, Zeryâb<br />
gibi, Gök cisimlerine ait ilimde de üstad olanlar vard ı .<br />
İşte böyle bir yüz y ılda yaşayan El-Kindi de Musiki san'at ı-<br />
nın gerek nazari ve gerekse prati ği hakkında; musiki san'at ı hakkında;<br />
musiki san'at ı ile ilişkisi aç ık olan Şiir san'at ı hakkında ve ne zaman<br />
ihtira olundu ğu bilinmeyen Ud çalma san'at ı hakkında çeşitli<br />
risaleler yazm ıştır.<br />
Musikinin., halkın mizac ına, dönen y ıldızlara bir suretle tam<br />
bir nisbeti bulunmakla etkilerinin de vakitleri ve günleri vard ır. Baz ı<br />
makamlar, insana kuvvet ve casaret verir ve insan ı tam bir surette<br />
ferahlat ır. Bu gibi makamlar ın özellikle, biz Türklerde pek büyük<br />
etkisi olduğu söz götürmez.<br />
Musikinin, insan vücuduna &iz olan illetler ve hastal ıklar ile<br />
de bir nisbeti vard ır ve dolay ısiyle, yukar ıda i şaret edildiği gibi bu<br />
hastal ıklar ın özellikle ruha ait k ısımlarmın tedavisinde de bir nisbeti<br />
ve rolü vard ır.<br />
El-Kindi'ye göre, musikini ıı, her s ınıf insana ve hatta her insanın<br />
tabiat ı ve mizac ına göre etkileri hep ayr ı ayrıd ır. Bk. Izmirli;<br />
ayni kitap; say: 44-47.<br />
El-Kindi, Ahlak konusunda da Eflâtun'a ve dolay ısiyle Sokrat'a<br />
uymuş ve Islam alemine Felsefi bir ahlak getirmi ştir.<br />
El-Kincli'ye göre de Ahlak, ba şlıca, Hikmet, İffet, Şecaat ve<br />
Adalet gibi dört büyük fazilete dayanmaktad ır ki bunlar ın karşıtları<br />
olarak ta Câhillik, Namussuzluk, Korkakl ık ve Zulüm gibi dört<br />
büyük rezilet Vard ır.<br />
Sokrat, dört büyük faziletten, Hikmet, Iffet ve Şecaat' ı şahsi<br />
222
faziletlerden; Adalet'i ve siyaseti sosyal faziletlerden; Ibâclet'i, dini<br />
faziletlerden sayard ı.<br />
El-Kindi'nin (Teshil al-Sübül al-Fezâil) adl ı Faziletleri aç ıklayan<br />
kitab ı da pek önemlidir.<br />
El-Kindi, oğlu Ebu el-Abbas'a şu vasiyyette bulunmaktad ır:<br />
"Oğulcağız ım! Baba, sahibtir; karde ş, tuzakt ır; amca, gamd ır;<br />
dayı, vebald ır ; çocuk, gussad ır; akraba, akreblerdir. L'a sözü belay ı giderir<br />
; çvet sözü ni' metleri yok eder. Şarkı dinlemek keskin bir birsam<br />
illetidir. Çünkü, insan Sema' eder de co şarak tepinme ğe ba şlar, yedirir<br />
içirir de israf eder, fukaral ığa uğrar, gama dü şer, hastalan ır ve ölür<br />
gider. Alt ın, hummaya tutulmu ştur, sarf edersen, ölür; gümü ş, mahbustur,<br />
ç ıkarırsan kaçar gider...Yalan yere yemin'i kabül etme, çünkü,<br />
yalan yemin ülkeyi harab eder"<br />
Bk. İzmirli; ayni eser; say:<br />
El-Kindi öğrencisi Ahmed b. al-Tayyib al-Sarahsi'n n rivayetine<br />
göre kendi için de şu mealde bir şiir söylemiştir:<br />
"Esfeller ba şlara ç ıktı, art ık, sen de gözlerini kapa, yahut başını<br />
eğ ! Şahs ın gizle, ellerini topla, odan ın derin bir yerinde oturmana<br />
bak! Senin Melik'in olan zat ın indinde yükselme iste! O zaman<br />
Vandet ile sarma ş dola ş ol! Çünkü, zenginlik insanlar ın kalblerindedir;<br />
İzzet ve Şeref sahibi olmak ta enfüstedir.! Nice zengin<br />
züğürtler, nice iflas etmi ş servet sahipleri, nice bedenen ayakta olan,<br />
henüz gömülmediği halde ölüler görürsün! Nefse, onun i ştihalandığı<br />
şeyi yedirirsen, seni içece ğin şeylerden korur".<br />
Ve yine, şöyle bir şiir de stiylenmi ştir:<br />
Zamanda bütün acaiplikler gördük: Kuyruklar, zülüflerin<br />
üstüne geçti".<br />
Bk. İzmirli; ayni kitab say: 12.<br />
El-kindi'ye ait bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islam Me şşai Felsefesinde İlk Ad ım (El-Kindi);<br />
ilahiyat Fakültesi Dergisi; cilt: XVII; say: 29-49; <strong>Ankara</strong>, 10g.<br />
2 Sokrat, şöyle dua ederdi:<br />
"Ey sevgili Pan! Ey, bu yerin Tanr ıları ! Bana iç güzelli ği verin<br />
ve dış hayat ımı içimle âhenkli k ılın! Bilgenin zenginliğini en büyük<br />
zenginlik bileyim! Servetim, bana gerekti ği kadar, ölçülü adam ın<br />
beraberinde götüreçe ği kadar olsun yeter! (Eflatun, Phaidros, 279c)<br />
Ayr ıca bk.<br />
223
Cavit Sunar; Islâm Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />
Meselesi; say: io7; <strong>Ankara</strong>, 1 973.<br />
3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X: chap. 11.<br />
4 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X, chap v.<br />
5 Bk. Arsito; Nicomac...; Book, X; chap. vs.<br />
6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap.<br />
7 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. vn.<br />
8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. vn ı.<br />
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. vm.<br />
Io Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. ıx.<br />
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. ıx.<br />
12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. v ı.<br />
13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. v ın.<br />
14 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıx.<br />
15 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ı .<br />
16 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ıı.<br />
Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. 11.<br />
Aristo'daki bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />
Cavit Sunar; Islâm Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />
Meselesi; say; 65-66 ; 88— 90 ; <strong>Ankara</strong>, 1 973.<br />
18 Bk. Epictetus; ( İng. Çev.), P.E. Matheson; The Discourses<br />
And Manual (Together With Fragments Of His Writings); Vol. 2;<br />
fragment, 4; P. 202; London, 1938.<br />
19 Bk. P.E. Matheson.; Epiktet'ten ayni çeviri; fragment, 4;<br />
p. 203.<br />
20 Bk. P.E. Matheson; Epiktet'ten ayni çeviri; yol, II; Discourses,<br />
Book, III; chap. xx ıv; p. 84-85.<br />
21 Bu Nasihatlan biz Kitapta pe şlendiği şekilde değil de kendi<br />
düşüncemize göre düzenleyip ald ık, dolayısiyle de say ılar ın yerleri<br />
değişmiş oldu.<br />
Bütün bu nasihatlar için bk.<br />
P.E. Matheson.; Epiktet'ten ayni çeviri; Vol, II; Manual of<br />
Epictetus; p. 213-238.<br />
224
Bakılan Eserlerden Baz ıları<br />
Abdülaziz İzzet; Ibn Miskawayh, Falsafatuhu'l-Ahlâkwya ve<br />
Masâdıruhâ; M ıs ır, 1 945.<br />
Ahmet Ibn Muhammed Miskowayh, (inceleyen) Constantine<br />
K. Zurayk; Tahzib Al-Ahlak; Beyrut, 1966,<br />
Ahmet Efendi Ta şköprü Zâde; (Türk. çev.) Kemâleddin Mehmed<br />
Efendi; Mevzuat al-Ulûm; Istanbul, 1313 (H).<br />
Aristotle; ( İng. çev.), H.Rackham; The Eudemian Ethics;<br />
London, 196 i .<br />
Beyhaki; (Yay ın; Muhammed Sâfi); Tetimme S ıvân al-Hikme;<br />
Lahor, 1351 (H).<br />
Cavit Sunar; Islâm Felsefesi Dersleri; <strong>Ankara</strong>, 1967.<br />
Cavit Sunar; Islânıda Felsefe ve Fârâbl; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />
Cavit Sunar; İslam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />
Meselesi; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />
Celâleddin Devvâni; Ahlâk- ı Celâll; Luknov, 1889.<br />
Cemaleddin al-K ıfti; Ihbar al-Ulemâ bi-Ahbâr al-Hukemâ;<br />
MIS1T, I 326 (H).<br />
Dairet al-Maarif al-Islâmiyye, Tahran, 1966.<br />
Ebû Hayyân al-Tevhicli; (Yay ın, Ahmed Emin ve Ahmed al-<br />
Zeyn); Kitâb al-Imta' val-Muânese; M ısır, 1939.<br />
Ebû Hayyân al-Tevhidi ve Miskeveyh; (Yay ın, Ahmed Emin<br />
ve Ahmed Sakar); Al-Hevâmil va'l- Şevâmil; Mıs ır. 1951.<br />
EVI Hayyân al-Tevhidi (Yay ın, Hasan Sendûbi); Al-Mukaabesât;<br />
M ısır, 1929.<br />
225
Ebû Mansûr al-Saâlebi al-Nisâbûri; Yetimet al-Dahr 1'1 Mahâsin<br />
Ehl al-Asr; M ısır, 1 934.<br />
Ebü Tayyib Muhammed S ıddik Hân al-Kanûci al-Buhâri;<br />
Ebced al-Ulûm; HopaL 1296. (H).<br />
Epictetus; ( İng. çev.), P.E. Matheson; The Discourses And<br />
Manual (Together With Fragments) Vol, I-II; London, 1938.<br />
(11).<br />
Fârâbl; Fusûs al-Hikerfi; M ısır, 19o7.<br />
Fârâbi; Kitab al-Medinet al-Fâd ıla; Mıs ır, 1323 (H).<br />
Fârâbl; Kitab al-Siyasat al-Medeniyye; Haydarâbâd, 1346<br />
Fârâbi; Kitab al-Tahsil al-Sa ğda; Haydarâbâd; 1345 (H)•<br />
Fârâbl; Kitab al-Tanbih alâ Sebil al-Sa ğda; Haydarâbâd;<br />
ı 346 (H).<br />
(H).<br />
Fârâbl; Makala fi Maaniyy al-Akl; M ısır, 1937.<br />
Fârâbi; Mesâil al-Müteferrika; M ısır, 19°7.<br />
Fârâbl; Risale al-Daâviyy al-Kalbiyye; Haydarâbâd, 1349<br />
Fârâbi; Risale fi Isbat al-Mufârekaat; Haydarâbâd, 1345 (H)•<br />
Farâbi; Risale fimâ Yanbagi an Yukaddima kable Taallum<br />
al-Falsafa ; M ısır, 19o7.<br />
Fârâbl, Şarh Risale Ziynon al-Kebir al-Yunâni; Haydarâbâd,<br />
1 349 (H).<br />
Fârâbl; Al-Ta'likaat; Haydarâbâd, 1346 (H).<br />
Fârâbl, Uyûn al-Mesâil; M ısır, 19°7.<br />
İbn Ebî Usaybia; Uyûr ı al-Enba' fi Tabakaat al-At ıbba'; Kahire,<br />
1882 (H).<br />
İbn Hallekân; Vefeyât al-A'yân ve Enba'u Ebna' al-Zaman;<br />
Mıs ır, 1 948-1 949.<br />
İhvân al-Safâ; Resâil al- İhvân al-Safi, (Yay ın. Dâr Sader<br />
Kütüphanesi); Beyrut, 1957.<br />
İslâm Ansiklopedisi.<br />
İsmi! Hakk ı İzmirli; Felsefe-i İslâmiyye Tarihi (cil: I, Ya'kûb<br />
b. İshak El Kindi); Istanbul, 1338 (H).<br />
İsmi! Hakk ı İzmirli; İbn Miskeveyh; Duruülfünûn İlâhiyat<br />
Fakültesi Mecmuas ı ; sayı : ı o— ı ; Istanbul, 1928.<br />
J.E.G. Welldon; The Nicomachean Ethics of Aristotle; London,<br />
1 934.<br />
226
M.M. Şharif; A History of Muslim Philosophy; Wiesbaden,<br />
1963.<br />
M. Şemseddin Günaltay; Islâmda Tarih ve Müverrihler; Istabul,<br />
1 339-1342 (H)•<br />
Muinuddin Muhammed Zamçi Esfezâri; Ravazât al-Cennat<br />
fî Evsâf Madina Herât; Tahran, 1338 (H).<br />
Nasir al-Din al-Tüsi; Ahlâk-al- Nasiri; Lahor, 1265 (H)<br />
Richard McKeon (Edit.); The Basic Works of Aristotle; New<br />
York, 1941.<br />
Şemseddin Sâmi; Kaamus al-Agam; Istanbul, 1306-1316 (H).<br />
W.D. Rose; Aristotle Selections; New York, 1938.<br />
Xâkût al-Hamevi (Edit.) Margoliouth; İrşad al-Arib ilâ Ma'<br />
rifat al-Adib London, 1923-26.<br />
(Bu kitab "Mu'cem al-Udebâ veya Tabakaat al-Udeba" diye<br />
de bilinmekte ve Ke şfezzunûn ve İbn Hallekân da da "Ir şâd al-Elibba'<br />
ila Ma'rifat al-Udebâ" diye geçmektedir.)<br />
227
Fiyatı : 100 TL.