24.12.2014 Views

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA -ÜNIVERSITESI<br />

İ IAIIIYAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO. 147<br />

İ BN M İ SKEVEYH<br />

VE<br />

YUNAN'DA ve İ SLAM'DA<br />

AHLAK GÖRÜ Ş LERI<br />

Prof. Dr. CAVİT SUNAR<br />

AHLAK: insanl ığın Alâmet-i Fârikas ı .<br />

Cavit SUNAR


ANKARA ÜNIVERSITESI<br />

İ L İ H İ YAT FAKÜLTESI YAYINLARI NO. 147<br />

İ BN M İ SKEVEYH<br />

VE<br />

YUNAN'DA ve İ SLAM'DA<br />

AHLAK GÖRÜ Ş LER İ<br />

Prof. Dr. CAVİT SUNAR<br />

AHLÂK; Insanl ığın Alâmet-i Fdrikas ı<br />

Cavit SUNAR.


ANKARA 'ÜNIVERSITESI BASIMEV İ - . ANKARA - 1980


ÖNSÖZ<br />

Bu kitab ımız, aslında, kırk y ıl önce İstanbul<br />

<strong>Üniversitesi</strong> Edebiyat Fakültesinde haz ırlamış olduğumuz<br />

Me'dmiyet Tezi'mizdir.<br />

Ahlak ilminin ana kuralları ile Yunan'da ve İslam'da<br />

ba şlıca ahlak görü şlerini inceleyip aç ıklayan<br />

bu kitab ımız bilgili ve faziletli bir hayat ı amaçlayan<br />

herkese armağan olsun!<br />

Cavit SUNAR


IÇINDEKILER<br />

Ön Söz 3<br />

Giriş 9-36<br />

İbn Miskeveyh'in hayat ı- İhvanussafa Cemiyyetinin<br />

zuhuru, gayesi, Risâlelerin mahiyeti-Farabi"-<br />

nin İslamda etkisi-Farabi Ekolü: Yahya b. Adiyy,<br />

İbrahim b. Adiyy, Ebû Süleyman Sicistâni, Ebû<br />

Hayyân Tevhidi, İbn Miskeveyh, Ebu'l-Farac b.<br />

al-Tayyib, İbn Heysem- İbn Miskeveyh'in Felsefesi<br />

ve Eserleri-Tahzib al-Ahlak Kitab ının on rnaksad ı-<br />

Tahzib al-Ahlak Kitab ın ın alt ı Makalesinin konular ı .<br />

Konu: I<br />

(Ruh ve Kuvvetleri) • 37-51<br />

İbn Miskeveyh'in Psikolojisi-Aristo Psikolojisi-<br />

Farabi Psikolojosi-Ihvanussafa Psikolojisi- İşraki ( Şahabedin<br />

Siihrevercli, İbn Tufeyl) Psikolojisi-Kar şılaşt<br />

ırma<br />

Konu: II<br />

(Çocuk Terbiyesi ve Ahlak) 52-70<br />

İbn Miskeveyh'in Ahlaki dü şüncelerine giri ş :<br />

Çocuk terbiyesi ve ahlak- İnsanlar ın varabilece ği<br />

yüksek mertebeler- İnsan, bütün varl ıklardan şereflidir-<br />

Cans ızlar, Nebatlar, Hayvanlar ve İnsanlar<br />

arasında kar şılaştırma- Aristo'da çocuk terbiyesi ve<br />

ahlak- Farabi'de çocuk terbiyesi ve ahlak-ihvanussafâ'da<br />

çocuk terbiyesi ve ahlak.<br />

5


Konu: III<br />

(Hayr ile Mutluluğun Fark ı ve<br />

Hayrın K ısımları) 71-86<br />

İbn Miskeveyh'te Hayr ile Mutlulu ğun fark ı<br />

ve Hayr' ın Kısımları- İbn Miskeveyh'e göre Aristo'-<br />

da Hayr ve K ıs ımlar ı ve Mutluluk- İbn Miskeveyh'e<br />

göre Fisagor'da, Sokrat'ta, Eflâtun'da, RevakIlerde<br />

ve Muhakkik Filozoflarda Mutluluk- -Aristo'da Hayr<br />

ve Mutluluk- Farabi'de Hayr ve Mutluluk- İhvanusafâ'da<br />

Hayr ve Mutluluk<br />

Konu: IV<br />

(Faziletler ve Reziletler) .... 87-139<br />

İbn Miskeveyh'e göre dört büyük Fazilet: Hikmet<br />

(Akıl), İffet (Namus) şecaat (Cesaret), Adalet<br />

ve bunlar ın kar şıtlar ı olan dört büyük Rezilet: Cehalet,<br />

H ırs ve Tama' veya Namussuzluk, Korkakl ık,<br />

Zulüm- İbn Miskeveyh'e göre Aristo'da Fazilet<br />

ve Rezilet görü şü- Aristo'da Birinci ve İkinci dereceden<br />

Faziletler ve Reziletler-Aristo Psikolojisinin<br />

ve Ahlakının özeti-Farabi'de Fazilet ve Rezilet görü<br />

şü-Ihvanussafâ'da Fazilet ve Rezilet görü şü.<br />

Konu: V<br />

(Cemiyyetin Esas ı Yard ımlaşma ve<br />

Muhabbettir) 140-157<br />

İbn Miskeveyh'te Sosyoloji: Cemiyyet ve Yardımlaşma<br />

ve Muhabbet Meselesi -Aristo'da Sosyoloji:<br />

Cemiyyet ve Yard ımlaşma ve Muhabbet Meselesi (Aristo'da<br />

sevginin önemi: Anaya, Babaya sevgi; Çocuklara<br />

sevgi; Akrabalara ve Dostlara sevgi; Bütün insanlara<br />

sevgi ; Sevginin Hayyatta ve Terbiyede büyük<br />

6


yeri)- Farabi'de Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />

ve Muhabbet Meselesi- ihvanussafâ'da Sosyoloji: Cemiyyet<br />

ve Yard ımlaşma ve Muhabbet Meselesi.<br />

Konu: VI<br />

(Nefsin Hastal ıklar ı ve Tedavisi) 158-171<br />

İbn Miskeveyh'te Nefsin hastal ıklar ı ve bunlar<br />

ın giderilmesi çareleri : Faziletler ve Reziletler ve<br />

Gazab ve Şehvet kuvvetlerinin terbiyesi -Ölüm ve<br />

çe şitleri -Aristo'da Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi:<br />

(Ruhun mahiyeti meselesi; İnsanlar nelerden korkarlar<br />

-Korkular ın en korkuncu Ölüm korkusudur;<br />

Ölümden korkulmal ımıdır ; Alicenabl ık nedir ve<br />

Alicenab bir kimsenin belliba şlı vas ıfları nelerdir )-<br />

Farabi'de Nefs'in Hastal ıklar ı ve TedavIsi: (Farabrnin<br />

ruh ve mâhiyeti hakk ındaki fikirleri ; Ölümden sonra<br />

ruhun ne olaca ğı hakkındaki çe şitli düşünceleri; Nefs<br />

hastal ıklar ı, ancak, (Ak ıl) ile tedavi edilebilir) -ihvanussafa'da<br />

Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi: ( İhvanussafa'ya<br />

göre ruhun mahiyeti; Ölüm ve çe şitleri;<br />

Nefs hastal ıklar ı, özellikle, (Nefs Tasfiyesi) ile tedavi<br />

edilebilir).<br />

Konu: VII<br />

(Hüzn "Üzüntü" ve ilac ı) .. 172-196<br />

İbn Miskeveyh'te Üzüntü ve ilac ı -El-Kindi"-<br />

de Üzüntü ve ilac ı -Sokrat'ta Üzüntü ve ilac ı -Aristo'-<br />

da Üzüntü, ve ilac ı- Epiktet'te Üzüntü ve ilac ı .<br />

Sonuç 197-200<br />

Bir Mülâhaza 201-204<br />

Ek Notlar 205-223<br />

Bibliyografya 224-226<br />

7


GIRI Ş<br />

İbn Miskeveyh'in hayat ı - İhvânussafa Cemiyyetinin<br />

zuhuru, gayesi, Risâlelerin mahiyeti<br />

İslamda etkisi- -Farabi Ekolü: Yahya b.<br />

Adiyy, İbrahim b. Adiyy, Ebû Süleyman Sicistâni,<br />

Ebti Hayyân Tevaidi, İbn Miskeveyh, Ebu'l-Farac<br />

b. al-Tayyib, İbn Heysem- İbn Miskeveyh'in<br />

Felsefesi ve Eserleri -Tahzib al-Ahlak kitab ın ın on<br />

maksad ı- Talızib al-Ahlak Kitab ının alt ı Makalesinin<br />

konular ı .<br />

Ebtsı Ali Muhammed b. Muhammed b. Ya'kûb<br />

b. Miskeveyh al-Hazin (340-421 H.)<br />

İbn Miskeveyh İran' ın pek eski bir şehri olan<br />

ve bir çok İslam dü şünürleri yeti ştiren (Rey)de<br />

doğmu ştur. Onun, 421 hicri yılında öldüğü kesinlikle<br />

bilinmekte ise de do ğumunun 340 hicri y ıl ı olduğu<br />

pek kesin de ğildir.<br />

Kaynaklara göre İbn Miskeveyh'in babas ının<br />

ad ı (Muhammed), dedesinin ad ı (Ya'kûb), kendisinin<br />

adı da (Ahmed)tir; (Miskeveyh) lakab ın ı sonradan<br />

alm ıştır. İbn Miskeveyh'in dedesi olan Ya'-<br />

kûb, önce Mecûsi imi ş, sonradan Mecûsilikten dönerek<br />

Müslüman olmu ş . İbn Miskeveyh'i baz ı kaynaklar,<br />

sadece, (Miskeveyh) diye, baz ı kaynaklar da<br />

( İbn Miskeveyh) diye yazmaktad ırlar.<br />

9


Ebû Hayyan Tevhic11 ve ondan naklen Yâkût<br />

Hamevrnin bildirildi ğine göre Miskeveyh, tahsilini<br />

doğduğ u Rey şehrinde yapm ış ve önce Kimya, sonra<br />

Mantık, daha sonra da Felsefe ve T ıb dersleri alm ış<br />

ve ayr ıca Tarih ve Edebiyatla da u ğraşmıştır. Ebu'-<br />

1-Kas ım al-Kâtibrnin İsagoci ve Kategorya'ya yazdığı<br />

(Savf el- Şerh)in ortakla şa tashihi dolay ısiyle<br />

Ebû. Hayyân Tevhidi Miskeveyh'in ilk Felsefe hocas ı<br />

sayılabilir. Fakat, o, Felsefeyi ve T ıb'b ı Ebu'l-Hayr<br />

b. al-Hammâr'dan alm ıştır. Nitekim (El-Fevz el-<br />

Asgar) adl ı kitab ında (Nefs) konusunda Ebu'l-Hayr'-<br />

ın tefsirini nakl etmektedir. Ebu'l-Hayr, Yahyâ b.<br />

Adiyy'nin öğrencisi ve Yahya b. Adiyy de büyük<br />

Türk Filozofu Fârâbrnin ö ğrencisi olmakla, Miskeveyh,<br />

Felsefe'de Fârâbl kolundan gelmi ş olmaktad<br />

ır. Fakat, o, bir taraftan da Ebu'l-Hasan al-Amiri<br />

ve onun hocab ı EVI Zeyd el-Belhi vas ıtasiyle<br />

Ebû Zeyd Belhrnin hocas ı El-Kindrden de faydalanmışt<br />

ır. Naml ı Vezir ve Filozof İbn al-Amid te,<br />

Miskeveyh'in Tarih ve Edebiyatta. üstad ı sayılır.<br />

M. Şemseddin'in i şaret etti ğine göre de Miskeveyh.<br />

hayat ının ilk zamanlar ında Muzizzüddevle-i<br />

Deylemrnin veziri Ebû Muhammed Muhallebi (veya<br />

MühelkbOnin hizmetine girmi ş ve bu sâyede ilim ve<br />

irfân ını geli ştirme imkân ına kavu şmuştur; o derece<br />

ki İbn Sinâ'dan sonra bütün ça ğdaşlarının başı<br />

olmuştur. Miskeveyh, Muhammed Muhallebf'den<br />

sonra ilim ve irfan yolundaki yükseli şini de Adududdevle'nin<br />

babas ı Rükneddin'in Sadr'- ı A'zamı İbn el-<br />

A mid al-Kami ve bunun oğlu Ebu'l-Feth Zülkifâteyn'e<br />

ve ondan sonra da bizzat Adududdevle'ye ve onun<br />

oğluna borçludur. Adududdevle, Miskeveyh'i kendisine<br />

Hazinedâr yapt ı ve bu münâsebetle Miskeveyh,<br />

(El- Hâz ın) diye de an ıldı .<br />

Adududdevle'nin ölümünden sonra Miskeveyh,.<br />

Irak'ı b ırakarak Mâverânunnehr ve Harzem taraf-<br />

10


larına geçmi ş ve Harzem Prensinin saray ındaki<br />

İbn Sina, Ebü Sehl Mesihi, EU. Reyhan Biyrüni,<br />

Ebü Nasr Iraki gibi yüksek bilginlerin meclislerinde<br />

bulunmu ş ve Prensin nedimeleri s ıras ına girmi ş-<br />

tir. Fakat. özellikle, İbn Sina'n ın Ilim ve Felsefe<br />

alanındaki şöhretinden ötürü de, onunla aralar ı<br />

daima aç ık aklmışt ır. Nitekim bu yolda şöyle bir<br />

fıkra anlat ılmaktad ır: İbn Miskeveyh, bir gün,<br />

sarayda pek seçkin bir ö ğrencisine ders verirken<br />

içeriye İbn Sina girmi ş ve İbn Miskeveyh'in Matematikteki<br />

bilgisizli ğine i şaret kasd ı ile önüne bir<br />

ceviz atarak: "Bu cevizin alan ın ı arpalar ile ölç!"<br />

demi ş. Bunun üzerine İbn Miskeveyh te İbn Sina"-<br />

nın ahlakça olan zay ıflığına i şaret kasd ı ile onun<br />

önüne hemen Ahlak kitab ından bir parça atarak:<br />

"Sen ahlakım düzelt ki ben de sana cevizin alan ını<br />

ölçeyim" diye cevap vermi ş .<br />

Yine Yakeıt H amevi, Miskeveyh'in Büveyh<br />

Devleti Meliki Adududdevle zaman ında yeti<br />

şip olgunla ştığına ve özellikle Bahauddevle zamanında<br />

pek büyük bir şan ve şöhrete ula ştığına i şaret<br />

eder.<br />

Kifti'nin bildirdi ğine göre de Miskeyeyh, Adu<br />

duddevle'nin özel kitapl ığı müdürlüğünü yapmış,<br />

Iran bilgnileri s ıras ına girmi ş ve ilim meclislerinin<br />

en ileri gelenlerinden biri olmu ştur ve (Tıbta Melikler)<br />

ve (Tecarib'ül-Vmem) adl ı kitaplarını da Adududdevle'ye<br />

ithaf etmi ştir.<br />

İbn Ebi Usaybia'ya göre de M ıskeveyh, Abbasi<br />

Halifeleri zaman ında Bağdat'ta yeti şmi ş olan<br />

namlı İslam Doktorlar ındandır.<br />

Şemseddin Sami de Kamüs- ı Alâm' ında Miskeveyh'in<br />

Bağdat'ta yeti şen naml ı bir Müslüman<br />

11


doktor olduğu kadar Felsefi ilimlerde de pek bilgili<br />

olduğuna işaret etmektedir.<br />

İslam Ansiklopedisi de Miskeveyh'i, Filozof ve<br />

Tarihçi olarak karakterize etmekte ve özellikle ahlâki<br />

fikirleriyle ün aldığını bildirmektedir.<br />

Pintiliği ve siyasal mevki ihtirâs ı, Miskeveyh'in<br />

başl ıca kusurlar ı olarak say ılmaktad ır.<br />

Şimdi, İbn Miskeveyh, felsefi fikirleri ags ından,<br />

özellikle, iki büyük etkinin alt ındadır: bunlardan<br />

biri, zaman ında büyük bir 'şöhrete sahib olan<br />

İhvânussafâ Cemiyetinin Felsefi-Ahlâki görü şleri.•<br />

dir, diğeri de Fârâbi Felsefesidi<br />

İhvânussafâ Cemiyyeti, Abbâsi Devletinin bozulmağa<br />

ba şladığı sıralarda ve Fârâbl'yi İbn Sinâ'ya<br />

bağlayan devrede Şark'ta, büyük Dini, Felsefi ve Siyasi<br />

gizli bir Cemiyyet olarak onuncu yüz y ılda (360<br />

Hicri), Basra'da kuruldu ve sonra Ba ğdat'ta da bir<br />

şu'besi aç ıldı. Bu Cemiyetin maksad ı, Müslümanlar<br />

ı taassubtan kurtarmak, Tabiat ilimlerini ve zihniyetini<br />

hâkim kılmak ve bir Ayd ınlar Ahlâkı meydana<br />

getirmek idi. Bunun için de İslam Şeriâat' ım<br />

Felsefe ve Ilim yolu ile hurâfelerden temizlemek<br />

gâyesini güdüyorlard ı. Bunlar hiç bir din ve hiç bir<br />

mezhebe kar şı olmay ıp her çe şit dinsel kaynaklardan<br />

faydalanma yolunu tuttular, fakat, Hind ve Yunan<br />

ilimini ve felsefesini de elden b ırakmad ılar.<br />

Matematikte Fisagör'a, Mant ık'ta Aristo'ya, Metafizik'te<br />

Yeni-Eflâtuncu'lara, Ahlâk'ta Sokrat'a,<br />

Din Felsefesinde de Fârâbi'ye ba ğland ılar.<br />

Kısaca, tabii ilimler üzerine kurulan Eklektik<br />

bir Gnostisizm, bunlar ın felsefelerinin özelli ğini teşkil<br />

eder. Felsefelerinin temelinde Matematik görü şe<br />

12


dayal ı harflar ve say ılar yer al ır. Bundan sonra da<br />

Manttlea ve Tabii ilimlere geçilir. Fakat, bu felsefede<br />

her şey, nefs'e ve onun kuvvetlerine ba ğlanmak<br />

suretiyle en sonunda mistik ve sihri bir yoldan Ilahi<br />

bilgiye ula şır ki bu felsefenin as ıl karakteri de i şte<br />

bu ruhsal durumudur. Bu felsefenin gayesi de insanın<br />

ruhunu Allah'a yükseltmesi ve O'nunla bir<br />

kılmasıdır. Bu da her şeyden önce (Nefs Tasfiyesi)<br />

ile mümkündür'.<br />

İşte, Ihvanussafa, Fisagor'cu bir zihniyet ile varlığı<br />

sayılarla ve kaniat düzenini de say ıların ili şkileri<br />

ile aç ıklamağa giri ştiler ve Felsefey'yi Fisagor'-<br />

culuk yolu ile halka yayma ğa çal ıştılar. Bu maksatla<br />

da Yunan Felsefesi ile Islam Şeriat' ım uyuşturma<br />

yolunda felsefenin teorik ve pratik bütün<br />

kısımlarına ait olmak üzere ve basitten mürekkebe<br />

doğru giden bir ilimler s ınıflamas ı esasına göre 2<br />

3 yazd ılar. thvânussafa cemiyyetinin ku- (52) risale<br />

rucular ının ve taraftarlar ının kimler olduklar ı ve<br />

bu risaleleri kimlerin yazd ıklar ı kesinlikle bilinmemekle<br />

beraber, özellikle, (Zeyd b. R ifaa) ismi bu<br />

cemiyyete alem olmu ştur.<br />

Ihvanussafâ'ya göre insan ın zihinsel faaliyeti<br />

ilim ve san'at olmak üzere ikiye ayr ılır: Ilim, alimin<br />

nefsindeki ma'lu ırlun şekli veya d ışta bulunan<br />

varlığın daha Latif veya daha ma'kul bir varl ık şeklidir;<br />

san'at ta san'atkar ın nefsinde husule gelip<br />

maddeye ink ılab ettirdi ği bir şeklidir 4 .<br />

Ihvânussafâ, ilimleri, her şeyden önce üç gruba<br />

ay ırm ışlard ır.<br />

A- Matema:tik'e ait ilimler.<br />

B- Şeriat'a ait ilinden<br />

C- Hakiki Felsefeye ait ilimler'.<br />

13


Matematik'e ait ilimler dokuz tanedir:<br />

1— Okuma yazma.<br />

2— Lugat ve Nahv.<br />

3— Hesap ve muamelât.<br />

4— Şiir ve Artiz.<br />

5— Ku ş falc ılığı .<br />

6—Sihir ve Azâim ve Kimya ve Efsun.<br />

7— San'atlar.<br />

8— Alışveri ş, Ticaret.<br />

9— Siyer ve Ahbâr.<br />

Şeriat'a ait ilimler de Ahireti isteme ğe ve Nefs<br />

t ıbb ına ait olmak üzere alt ı tanedir.<br />

1—Tenzil ilmi (Ayetlerin d ışına ait ilim)<br />

2— Te'vil ilmi (Ayetlerin içine ait ilim).<br />

3— Rivâyet ilimleri.<br />

4— Fıkh, Sünnet, Hükümler.<br />

5— Nasihat, Zühd ve Tasavvuf.<br />

6— Rü'ya ta'biri.<br />

Hakiki Felsefi ilimler de dörttür.<br />

1— Matemati ğe ait ilimler.<br />

2— Mant ık'a ait ilimler.<br />

3— Tabiiyata ait ilimler.<br />

4— ilâhiyat'a ait ilimler.<br />

Matematik'e ait ilimler de dörde ayr ılır.:<br />

1—Hesap (Cebir de dahil).<br />

2— Hendese (Mihanik, a ğırlık ta'yini, mesaha<br />

dahil).<br />

3— Astronomi.<br />

4— Müsiki.<br />

14<br />

Mant ık'a ait ilimler de be şe. ayrılır:<br />

1— Şiir (Poetika).<br />

2—H itabet (Retorika).


3— Cedel (Topika).<br />

4— Burhan (Analitika)<br />

5— Safsata (Sofistika).<br />

Tabiiyata ait ilimler de yediye ayr ılır:<br />

1— Cismani mebde'ler.<br />

2— Sema ve âlem.<br />

3— Kevn ve Fesad.<br />

4— Hava olaylar ı .<br />

5— Ma'denler.<br />

6— Nebatlar.<br />

7— Hayvanlar.<br />

ilahiyat'a ait ilimler de be şe ayr ılır:<br />

1— Allah Bilgisi.<br />

2— Aklın basit cevherleri.<br />

3— Nefsler ilmi.<br />

4— Siyaset (Nebilik te dahil).<br />

5— Maâd.<br />

K ısaca; ihvanussafa'n ın Felsefi ilimleri yedi<br />

s ıra göstermektedir:<br />

1—Hesap.<br />

2— Hendese.<br />

3—. Musiki.<br />

4— Astronomi.<br />

5- Mant ık.<br />

6— Tabiiyyat.<br />

7— ilahiyyat 6 .<br />

ihvanussafa'n ın Felsefi ilimlere ait (52) risalesi<br />

(4) grupta toplan ır:<br />

1— Matematik ve Felsefe ilimlerine ait risaleler.<br />

2— Tabii ve cismani ilimlere ait risaleler.<br />

15


3— Psikoloji ve akli ilimlere ait risaleler.<br />

4— İlâhiyata ve Serlata ait risaleler.<br />

Matematik'e ve Felsefi ilimlere ait risaleler<br />

(14) tanedir:<br />

1— Adet (say ı).<br />

2— Hendese.<br />

3— Astronomi.<br />

4— Coğrafya.<br />

5— Musiki.<br />

6— Hesaba ve hendeseye ait nisbetler<br />

7— İlmi san'atlar.<br />

8— Amell san'atlar.<br />

9— Ahlâk ve ahlâkm çe şitli olmas ı sebepleri.<br />

10— İsagoci.<br />

11— Kategoryas (makülât- ı aşere).<br />

12— Hermenyas (ibâre, kaziyye).<br />

13— Birinci Analitik (K ıyas).<br />

14— İkinci Analitik (Burhan) 7<br />

Tabii' ve cismâni ilimlere ait risaleler (17) tanedir.<br />

Bu gurup tabiiyat hallerini ihtiva eder ve<br />

tecrübl ruhiyat ta bu guruba dahildir.<br />

16<br />

ı — Heyûlâ ve Sûret.<br />

2— Sema' ve Alem.<br />

3— Kevn ve Fesad.<br />

4— Asâr- ı Ukiyye.<br />

5— Ma'denlerin meydana geli şi.<br />

6— Tabiat ın mahiyeti.<br />

7— Nebat cinsleri.<br />

8— Hayvanlar ın ve s ınıflar ının meydana ge-<br />

9— Bedenin terkibi.<br />

ı o— Duyular ve duygulanma.


Nutfeden çocu ğun meydana geli şi.<br />

12— Filozoflarm: « İnsan küçük âlemdir» sözünün<br />

anlam ı .<br />

13—Cüz'l nefslerin tabii cisimlere ve insan bedenlerine<br />

sirâyeti hakk ında.<br />

14— ilim elde etmede insan ın gücü.<br />

15—-Ölüm ve hayat ın mâhiyeti.<br />

16—Cismâni ve rülıâni lezzet ve elemlerin mâhiyeti<br />

hakk ında.<br />

17—Lugatlar ın deği şik olmasının sebepleri hakkında'.<br />

Psikoloji ve aldi ilimlere ait risaleler de ( o)<br />

tanedir. :<br />

Fisagor mezhebine göre akli mebde'ler.<br />

2- İhvânussafâ'n ın görü şüne göre aldi mebde'-<br />

ler.<br />

3—Filiozofların: "Mem büyük insand ır" sözünün<br />

anlam ı .<br />

4— Akıl ve ma'kül.<br />

5— Edvâr ve ekvâr.<br />

6— Aşkın mahiyeti.<br />

7— Tekrar dirilme ve K ıymaet hakk ında.<br />

8— Hareket cinslerinin niceli ği hakkında<br />

9— İlletler ve illetlenmi şler hakk ında.<br />

ıo— Hudüd ve rüsüm9<br />

İlâhl keyfiyetlere ve Şeriatlara ait risaleler de<br />

(ii) tanedir:<br />

ı— Düşünceler ve dini hükümler.<br />

2- Allah'a götüren yol.<br />

3— İhvanussafâ'n ın i'tikadları ve Rabbânrlerin<br />

mezhebi.<br />

17


4— Ihvanussafâ mua şeretlerinin keyfiyetleri<br />

ve birbirlerine yard ımları .<br />

5— İyman ın mahiyeti.<br />

6—İlahi nâmus (kanun) ve Nebilik'in şartlar ı .<br />

7— Allah'a da'vet keyfiyeti.<br />

8— Ruhanilerin halleri.<br />

9— Siyasetin çe şitleri.<br />

ı o— Alemin tertibi.<br />

Sihr ve efsunculu ğun mahiyetil°.<br />

İşte, İslam Dini ile Ilim ve Felsefeyi uzla ştırma<br />

gâyesini güden Ihvanussara, yukar ıda bildirdiğimiz<br />

bu risalelerini bir çok yerlere yayd ılar, hatta, tabib<br />

al—Kermâni al-Kurtubi vas ıtasiyle Endülüs'e bile<br />

soktular. Fakat, bu risa ıeler, ihvânussafa'n ın en sonda<br />

bir tak ım harflar ve sayılar sofizmine saplan ıp<br />

kalmas ından ötürü, gerek Din alan ında ve gerek<br />

İlim ve Felsefe alanlar ında büyük hücumlara uğradı .<br />

Bununla beraber bu risalele ı , ayd ınlar ve özellikle<br />

yarı ayd ınlar üzerinde büyük etkiler yapt ı ve daha<br />

sonralar ı da Bât ımyye, Haşhâşiyye, Ismâiliyye,<br />

Dürzi .. gibi birçok fırkalara Safa. Karde şlerinin<br />

i'tikadlar ını aşıladı. Aristo Felsefesi yaln ız yüksek<br />

tabakan ın mal ı olmu şken Safâ Karde şlerinin Felsefesi<br />

halk tabakalar ının Felsefesi oldu ve hatta<br />

Gazali bile bu felsefeden baz ı fikirler ald ı .<br />

İbn Miskeveyh'in felsefi fikirlerinin gerçek kaynağı<br />

olmas ından ötürü de Farâbl'nin İslâmda etkisinden<br />

ve Ekolünden k ısaca söz edelim:<br />

Fârâb i'nin Etkisi"<br />

Fârabi'nin Avrupadaki büyük etkisi yan ında<br />

İslâmdaki etkisi daha büyük ve daha çe şitli olmu ş-<br />

18


tur. O, yaln ız, ba şı bulunduğu Meşşâi Felsefesine<br />

değil, Kelâmc ılara, Ahlakç ılara, Mutasavvıflara ve<br />

İşraki'lere de etkide bulunmu ştur. Mesela: İbn<br />

Sina, Ebu Bekr Razi'nin amprizmi ile Farabi'nin<br />

rasyonalizmini birle ştirmek suretiyle kendi sistemini<br />

kurmuştur. Endülüs'lü İbn Bacce "al-Tadbir al-<br />

Mütevahhid" adl ı eserinde Farabi'nin fa'al ak ıl<br />

nazariyesi ile Eflâtun'un " İde"ler telakk ısini benimsemiş<br />

ve Farabi'nin "Tek ba şına yaşayan bir insanda<br />

da bir hayal, bir hedef vard ır" sözünü ele alarak<br />

bu fikri geli ştirmi ştir. Buna göre insan ın daima bir<br />

ideal hayal etmesi insan ı geli ştiren biricik âmildir.<br />

Bu durum, ruhun yükseli şini ve ak ıllar mertebesini<br />

de açıklamaktad ır.<br />

Kelâmc ı Fahreddin Razi, Farabi'nin kaderciliğini<br />

veya determinist irâda nazariyesini kabul<br />

etmi ştir. Yine Kelâmc ı Gazali, psikolojisinde ve<br />

İlahiyat ında Farabi'den çok etkilenmi ş ve Psikolojisindeki<br />

s ın ıflamayı hemen hemen ondan alm ıştır.<br />

Ahlâçı Nasir-i Tüsi'nin "Ahlak- ı Nas ıri"si de<br />

Farabl'nin ahlak görü şlerinden ilhamlanm ıştir. Celâleddin<br />

Devvâni ve K ınalı Zade Ali de ahlak görü ş-<br />

lerinde Farabi doktrinini ayniyle pe şlediler ve bu<br />

doktrini kendilerinden sonraki ahlakç ılara da devir<br />

ettiler.<br />

Tüsi, ilim ve felsefede de Farabi'den faydalanm<br />

ışsa da Orta Ça ğın en büyük Fizikçisi olan İbn<br />

Heysem, bu fayday ı daha çok sağlamıştır. Önceleri<br />

septik olan bu zât, Farabi'nin etkisi ile, sonraları<br />

amprizm ile rasyonlaizmi birle ştirme yoluna<br />

girmi ştir.<br />

İşraki filozoflar ı olan Şahabeddin Sühreverdl,<br />

Kutbeddin Şirazi, Celâleddin Devvâni ve İbn Tu-<br />

19


feyl de onun psikolojisinden ve metafizi ğinden çok<br />

yararland ılar.<br />

Başta İbn Arabi olmak üzre Mutasavv ıflar da<br />

Farâbrnin metafizi ğinden ve psikolojisinden çok<br />

faydalananlar aras ındad ırlar. İbn Arabi "Vandet-i<br />

Vücud" telâkkisinde Fârâbrnin Emr ve Halk Alemi,<br />

Büyük Alem Küçük İnsan ve Büyük İnsan Küçüm<br />

Alem telâkkilerini geli ştirmi ştir. Fârâbrnin<br />

(Fusüs)u İbn Arabrnin Vandet-i Vücû d felsefesini<br />

deyimleyen (Fusüs)unun temelidir ve Mutasavv ıfların<br />

ilk Felsefi örneğidir. Simavnal ı Bedreddin'in<br />

de Fârâbrnin madde ve ruh telâkkisinden ve Din<br />

senbolizminden etkilendiği (Varidat) adl ı kitab ında<br />

aç ıkça görülmektedir.<br />

Fârâbl'nin Din ve Peygamberlik nazariyesi<br />

kendinden sonraki filozoflar ın birçoklar ı tarafindan<br />

ele ştirilmi ş ise de İbn Arabi ve Mübe şşir b. Fâtik<br />

gibiler tarafından da i'tibâr görmü ştür.<br />

Fârâbi Ekolü":<br />

Fârâbl İslâmda Me şşei okulunu kurmu ş ve peşinden<br />

gidenler de bu okulu Endülüslü İbn Rü şd'e<br />

kadar sürdürmü şlerdir.<br />

Farâbrnin do ğrudan doğruya öğrencileri Bağdat'ta<br />

Yahya b. Adiyy, Haleb'te İbrahim b. Adiyydir.<br />

İbrahim b. Adiyye, psikoloji ve di ğer ilimlere<br />

dair bir çok eserleri ile tan ınmıştır.<br />

Frâbi ba şta olmak üzre Ebu Bi şr Metta' b.<br />

Yûnus'a ve daha ba şkalar ına da öğrencilik yapm ış<br />

olan Yahya b. Adiyy ise Aristo'dan yapt ığı tercü-<br />

20


melerle nam alm ıştır. Bu zât, zaman ı filozoflar ının<br />

başı idi.<br />

Farabi'nin do ğrudan doğruya olmayan, fakat,<br />

onun okulunu sürdüren ö ğrencileri aras ında da Ebu<br />

Süleyman Mant ıki al-Sicistâni: (veya Siczi), Ebu<br />

Hayyân Tevhidi, İbn Miskeveyh, Ebu'l-Farac b.<br />

Tayyib ve İbn Heysem büyük önem ta şırlar.<br />

Ancak, hemen ekleyelim ki Farabi Okulu ilerleyeceğine<br />

gerilemi ştir. Zira, Tabiat Felsefesi, mahiyeti<br />

bilinmez esrarl ı bir ilim haline getrilimi ş, Fârâbî'nin<br />

mant ıki görüşleri de lafazanl ık felsefesi haline<br />

sokulmuştu. Bu devirde, yaln ız, insan nefsi ve<br />

dolays ıyle de Din problemi birinci planda yer almıştı.<br />

Gerçi insan nefsi meselesine Safa Karde şleri<br />

de birinci planda yer vermi şlerdi ama onlar daha<br />

ziyade nefsin garip fiillerini ele alm ışlardı. Bunlara<br />

karşılık ise bu devride nefsin aldi cevheri ve onun<br />

en yüksek akli âleme ula şmas ı meselesi ön planda idi.<br />

Farabi okulundan İbn Heysem, Francis Bacon' ı<br />

da etkilemiş büyük bir İ slam Fizikçisi ve Matematikçisidir.<br />

Ebu'l-Farac b. Tayyib te Aristo'ya yapt ığı<br />

çe şitli şerhlerle naml ıdır.<br />

Ebu Süleyman al-Sicistâni de, özellile, zaman ı-<br />

nın önemli mant ıkçılarındand ır. Aslı kaybolan (S ı-<br />

yan al-Hikma) adl ı eseri ile naml ıdır.<br />

Sicistâni'nin hâkim fikri, vücudun bir oldu ğu<br />

ve Din ile ilim aras ında ayrılık olamayacağıdır. Ona<br />

göre bütün şeyler aras ında vücud bak ımından i ş-<br />

tirak vard ır ve bütün ilimler bir tek ilim formu karşıs<br />

ında iştirak hâtindedirler. Şu halde, Din ile Felsefe<br />

aras ında ayr ılık olamaz. Felsefe, Din hüküm-<br />

21


lerinin desteklenmesine; Din de Felsefenin vard ığı<br />

sonuçlar ı mükemmelle ştirmeğe yarar. Felseff bilgi,<br />

insan nefsinin esas ve gâyesi; Dinsel akide de o gâyeye<br />

götüren yoldur. Allah' ın yeryüzünde vekili<br />

sayılan Akıl ile Vahy aras ında z ıtl ık yoktur.<br />

Fakat, Sicistâni taraftarlar ı da, en sonda, Safâ<br />

Karda şlar ının harflar ve say ılar sofizmine dald ıkları<br />

gibi, bir takım lafızlar ve anlamlarda kalarak sofizmde<br />

karar k ıld ılar. Bu, din ile felsefeyi uzla ştırma ceryan<br />

ı, daha sonra, Kelâmc ılar ve Mutasavv ıflar aras<br />

ında da kâh uyu şmalara ve kâh çat ışmalara sebep<br />

olmu ştur.<br />

Dördüncü hicri yüz y ılda yaşayan Ebu Hayyân<br />

Tevhîdî , Sicistâni'nin en ünlü ö ğrencisidir. Ebu<br />

Hayyân' ın esas vasfi süfiliktir. Çe şitli felsefe konularına<br />

dair mütalaalar ın sonuçlar ın ı bildiren "al-<br />

Mukaabasât veya Mukaayasât" adl ı eseri me şhurdur.<br />

Bu kitap İslam medeniyetinde geli şen ilimler<br />

ve fenlerle bunlar ın geli şme derecelerini ve Ebu<br />

Hayyân ın • kendi felsefi fikirlerini ve özellikle Eflâtun<br />

felsefeyi üzerindeki geli şmeleri gösterdi ğinden<br />

Şark Felsefesi bak ımından pek önemlidir. Ebu Hayyân'<br />

ın "al-Emta' va'l-Müânese" adl ı kitab ı da onun<br />

felsefi fikirlerini gösterir. "El-Hevâmil va'l- Şevâmil"<br />

adlı kitab ı da İbn Miskeveyh ile kar şıtlaşmalar ın ı<br />

ihtiva eder.<br />

Ebu Hayyân'a göre nazari felsefe tek ba şına<br />

yeterli de ğildir; onu, pratik felsefe ile tamamlamalıdır.<br />

Bilgi de hisse de ğil, akla dayanmal ıdır. Ruh<br />

baakidir ve yaln ız ruhsal bir Maad vard ır.<br />

Felsefenin bir tek yolu vard ır, o da, insan ı Tevhid'e<br />

götürmesidir. Bu sebeple felsefeye ba ğlanan-<br />

22


lar Din'e ve Din'e ba ğlananlar da Felsefeye yönetmek<br />

zorundad ırlar.<br />

Ebu Hayyân da hocas ı gibi, kehaneti, farkl ı<br />

derecelerle herkesin sahip olabilece ği ilahi bir kuvve<br />

olarak kabul eder. Peygamberlerin de bazan yan ılabileceklerini<br />

söyler. İnsandaki bütün kuvveler arasında,<br />

akla, en yüksek mevkii verir. Varl ığı derecelere<br />

ayir ır. Ve en nihayet o da, hocas ı gibi, Din ile<br />

Felsefenin birliğini iddia eder.<br />

İbn Miskeveyh'e gelince: İbn Miskeveyh te<br />

Sicistâni ve Tevhidi gibi Eflatun ve Aristo'nun fikirleriyle<br />

İslam Dinini birbirine yakla şt ırmağa çal ışır<br />

ve bu maksatla Farabrnin ak ılc ı yolundan gider<br />

ve onun sistemini Tasavvufa ve İhvanussafa görüşüne<br />

bağlar. Fakat, o, Farabrden esasl ı bir noktada<br />

ayrılır: Farabi'ye göre nazariye birinci planda<br />

ameliye ikinci plândad ır ve ameliye nazariyeye ba ğ-<br />

lıd ır. Miskeveyh'e göre ise ameliye birinci planda,<br />

nazariye ikinci plandad ır. Ba şka bir deyi şle, Ahlak<br />

önce, Ilim ondan sonrad ır. Bu sebeple İbn Miskeveyh<br />

Mant ık'a önem vermeyip özellikle Ahlak felsefesi<br />

üzerinde durur.<br />

İbn Miskeveyh, İhvanussafa gibi, ilimlerin başına<br />

Matemati ği, sonuna da Metafiziği koyar. Bu<br />

ikisi aras ında da Mant ık ve Tabiiyat yer al ır. Fiziğinin<br />

temelinde, Me şşarler, gibi. Madde (Heyülâ)<br />

ile Süret bulunur ve kâinatta bir tertip ve düzen ve<br />

Yeni-Eflâtuncular gibi Allah, İlk Akıl, Nefs, Felek,<br />

Tabiat gibi mertebeler kabul eder. O, önemle, bir<br />

(Tekâmül)den de söz eder ve hayvanlar ın son mei--<br />

tebeleriyle insan ın ilk mertebesi aras ına (Maymun)u<br />

koyar ve böylece bu iki mertebeyi birle ştirir. Farabl."-<br />

nin küçük âlerrı ve büyük âlem görü şü üzerinde<br />

23


durur ve onu geli ştirir ki bu telakk ıyi sonradan Tasavvuf<br />

da aynen alm ışt ır.<br />

Miskeveyh, bilgi meselesinde duyularla akla<br />

birlikte yer vermekle beraber akl ı duyulara üstün<br />

tutar ve duyular alan ından ak ıl alan ına geçmede de<br />

riyazeti, yani duyulardan ve duyulara ait suretlerden<br />

uzaklaşmağı şart ko şar; ihvanussafa gibi his<br />

alan ında kalmayarak ak ıl alanına geçer. Şeriatla<br />

felsefeyi birbirinden ay ırmaz.<br />

İbn Miskeveyh, Metafiziğini üçe böler:<br />

ı — Allah.<br />

2- Nefs.<br />

3— Peygamberlik.<br />

I— Allah:<br />

Allah, nurdur; dolay ısiyle de hem anla şılabilir<br />

hem de anla şılamaz. İbn Miskeveyh burada Farabi"-<br />

ye uyarak, Allah' ın zuhurunun şiddetinden ötürü<br />

gizli kaldığı esas ın ı kabul eder. Allah, zat ı ile var<br />

olduğundan O, vücudu Zorunlu oland ır, Ezell oland<br />

ır, Tek oland ır, Eşsiz oland ır, Cisim olmayand ır,<br />

hareket etmeyen İlk Harket ettiricidir. Miskeveyh<br />

te Aristo'nun Allah hakk ında ileri sürdü ğü cild,<br />

kudret ve hikmet s ıfatlar ını kabul eder ve bu hususta<br />

İbn Heysem'e ve Leibnitz'e önderlik eder. Ona<br />

göre bir insan ilahi gerçe ğe, ancak, bu s ıfatlar ı kabul<br />

etmek, sonra da riyazatta bulunmak ve daha<br />

sonra da akla s ıms ıkı sarılmakla ulaşabilir. ilahi<br />

gerçek te Filozoflar ın gösterdikleri, Peygamberlerin<br />

de da'vet ettikleri ayni bir tek gerçektir.<br />

Miskeveyh'e göre Allah' ı ilmen kavramak mümkün<br />

değildir. Zira, o, insan ın tan ıdığı varl ıklardan<br />

24


hiç birine benzemez. Tersine, o, bütün e şyayı bir<br />

şeyden olmaks ız ın yaratand ır, yarat ış s ıras ı da şöyledir<br />

:<br />

ı — Allah:<br />

Allah, zat ı ile var olan tam ve kamil varl ıktır.<br />

Varl ık, Allah'ta zati, e şyada ise arazidir. Bundan<br />

ötürü de Allah tam ve kâmil, e şya ise noksand ır.<br />

2- İlk Akıl:<br />

İlk Akıl N,eya Fa'al Ak ıl, Allah'tan vas ıtas ız<br />

olarak ilk ç ıkan şeydir. Allah'ın zki feyzi ile sürekli<br />

olarak ili şkide olmakla de ği şmeyip tek hal üzre<br />

ebediyyen baaki kalan varl ık i şte bu İlk A.kıld ır.<br />

3— Nefs:<br />

Nefs, ilk ak ıl arac ı ile Allah'tan var olan ve<br />

akla nazaran harekete muhtac olan ikinci varl ıktır.<br />

4— Felek:<br />

Felek, nefs arac ı ile Allah'tan var olan ve nefse<br />

nazaran harekete muhtac olan ve çenbersel hareketle<br />

hareket eden varl ıktır.<br />

5— Tabiat:<br />

Tabiat, yani tabii cisimler alemi de felek ve<br />

yıldızlar ı arac ı ile hareket eden ve zaman içinde<br />

meydana gelen ve dolay ısiyle baaki olmay ıp daima<br />

deği şip yok olucu olan varl ıkt ır.<br />

Kısaca bütün Mem, bütün varl ıklar, varl ıklarını<br />

Allah'ın feyzinden al ırlar. Bundan ötürü de bütün<br />

alemde bir tertip ve düzen vard ır.<br />

6— İnsan:<br />

Alem, büyük insan; insan da küçük âlemdir.<br />

İnsan, kaniat ın bir özetidir. İnsanlar ın en üstünü<br />

de en bilgili insan olan Filozof'tur.<br />

25


Bu telekki İbn Miskeveyh'in Peygamberlik<br />

nazariyesinin temelini te şkil eder.<br />

Nefs:<br />

Nefs, basit bir cevherdir. Bu cevher, duyular<br />

âlemini duyu organlar ım ız arac ı ile ma'kulleri de<br />

zati kuvveti ile ve zat ında alg ılar.<br />

Basit bir cevher olan nefs, canl ıd ır, baakidir ve<br />

kendinden hareketlidir. Asl ında tek bir hareket<br />

olan bu hareket, yönü bak ımından ikiye ayr ıl ır:<br />

a- Akıl tarafina do ğru hareketi ki bu suretle<br />

ak ıldan nur al ır. Bu hal, mutluluk halidir.<br />

b- Madde tarafına doğru hareketi ki bu suretle<br />

de maddeye ve maddi âleme nur verir. Bu hal de<br />

mutsuzluk halidir.<br />

K ısaca, bizim hareketimiz Felek'in hareketine,<br />

onun hareketi de Nefs'in hareketine dayan ır. Nefsin<br />

hareketi ise zaticlir, nefsten asla ayr ılmaz. Bu<br />

hareket, nefsin hayat ıdır ki buna Kelime, İde, Tohum<br />

denir.<br />

İbn Miskeveyh te âhireti, filozoflar gibi, ruhani,<br />

olarak kabul eder ve ancak nefsin mutlulu ğa<br />

eri şebilece ğini ileri sürer.<br />

111. Peygamberlik:<br />

Miskeveyh, Peygamberlik nazariyesine tekâmül<br />

nazariyesinden ba şlar. Ona göre Peygamberlik,<br />

insanl ığın tâc ıdır ve sonradan kazan ılan bir hâldir.<br />

Bunun yolu da nefsin derece derece yükselerek ak ılla<br />

birleşmesidir ki bu da (Vahy)e ula şmak demektir.<br />

Miskeveylı, vahy ile ilham ı birbirine kar ıştırır<br />

ve hayvanlardaki içgüdüyü vahy olarak kabul eder.<br />

26


Ona göre yaln ız üç çe şit hayvanda vahy söz konusu<br />

olamaz:<br />

a- Sedef.<br />

b- Salyangoz.<br />

c- Küçük kurtlar.<br />

Peygamberlerin görevi cahil halk ı, anlayışlarına<br />

göre, konu şarak uyarmakt ır. Bu sebeple onlar<br />

çoğu kere remzlere, mesellere ba ş vururlar.<br />

Miskeveyh, ahlaki ilimden üstün tutmakla Peygamberleri<br />

de Filozoflardan üstün tutar ve bu noktada<br />

da Filozoflardan ayr ılarak ihvanussafa'n ın tarafını<br />

tutar.<br />

Miskeveyh, Peygamberleri de gönderilen ve<br />

gönderilmeyen diye de ikiye ay ırır ve bu suretle de<br />

İmamlığı kabullenir. O, Peygamberlerle kâhinleri<br />

de birbirinden ay ır ır ve kâhinlerde muhakkak yalanc<br />

ıl ık, Peygamberlerde ise muhakkak dürüslük görür.<br />

Ahlak :<br />

İbn Miskeveyh'n ahlaki görü şlerine gelince:<br />

Miskeveyh zaman ında iki ahlak sistemi vard ı :<br />

bunlardan biri Yunan'dan gelen ve prensipleri (Ptidal<br />

ve Tam Orta) olan Rasyonel Ahlak Sistemi,<br />

diğeri de İblâm'da meydana gelen ve prensipleri<br />

(Tevekkül Sabr ve Rizâ) olan Twavvufi Ahlak<br />

sistemidir.<br />

İbn Miskeveyh, ba şlıca dayana ğı olan ve Aristo'nun<br />

nazari felsefesine dayanm ış olan hocas ı H.-<br />

rabi'yi Pratik Felsefe bak ımından tamamlama ğa<br />

çalıştı ve dolay ısıyle Ahlak alan ında Yunan görüşünü<br />

de tamamlam ış olmakla, Üçüncü Muallim<br />

(Muallim-i Salis) ad ını ald ı .<br />

27


İbn Miskeveyh'in ikinci dayanağı olan ihvanussafa<br />

Cemiyyeti, gerçi, asl ında ahlakç ı bir cemiyyet<br />

idi ise de bunlarda Ahlak Tasavvuf'a ba ğlı idi<br />

ve Felsefeden Tasavvuf'a geçiliyordu.<br />

İbn Miskeveyh'in Ahlak görü şü ise hem içe<br />

ait bir (Ke şf)e hem de (Tecrid ve Mü şahede) ye<br />

dayanmaktad ır ve bundan ötürü de Miskeveyh, bu<br />

her iki görü şü birle ştirmektedir.<br />

Miskeveyh'e göre de insan Sosyal bir varl ıkt ır<br />

ve Ahlak ta ancak bu dünya arzular ı içinde ve bu<br />

Sosyal hayatta gerçekle şir. Sosyal hayat ta, Yunanlıların<br />

kabullendikleri gibi, (Hikmet, İffet, Secaat,<br />

Adalet) ile kaimdir; yaln ız ya şayan bir insanda ise<br />

bu faziletler meydana gelemez.<br />

Miskeveyh'e göre Ahlale ın gayesi üstün Mutluluk'tur.<br />

'Üstün Mutluluk, bütün zaman ve mekanlar<br />

ın üstünde, bütün insan ili şkilerine ait en<br />

yüksek Kemâl'dir, sürekli ve Mutlak İyilik'tir. İnsan,<br />

ilk önce, mizac ın ın gerektirdi ği mutluluğa u-<br />

laşır, fakat, bu, bedene ait d ış mutluluktur. Bu<br />

dış mutluluktan sonra, insan, Akli Mutluluk'a<br />

yükselir, fakat, bu da, sonunda, ferdi bir mutluluktan<br />

ibarettir. Bunun da üstünde bir Üstün Mutluluk<br />

vard ır ki insan bu mutlulu ğu her hangi bir maksat<br />

için değil, fakat, s ırf mutluluk oldu ğu için arzular.<br />

Bunu sağlamak için de nefse ait hazlardan sıyrılmak,<br />

akla sar ılmak ve felsefi ilimlerde tam bir bilgi<br />

edinmek zorunludur.<br />

Mutluluk, her varl ığın kendisinden ç ıkan fiillerin<br />

tam ve mükemmel olarak yap ılmas ından ibarettir.<br />

İnsani ve Üstün Mutluluk ta Akla uygun<br />

olarak ya şamaktan ibarettir ve bu da insan ın Ke-


mâlidir. Akla uygun olarak ya şayan kimse, bütün<br />

Felsefi bilgileri elde eder ve dolay ısiyle varlığın bütün<br />

sırlar ına nufuz ederek irfan sahibi olur; İlahi nurla<br />

nurlan ır; Allah' ın Ebedi inayetine ula şır.<br />

V.stün Mutlulu ğa ulaşman ın şartlar ı şunlardır:<br />

Kuvvetli, s ıhhatl ı, mu'tedil mizaçli olmak ve<br />

ameli fazilete sahip bulunmak, Yukar ıda görmü ş-<br />

tük ki Miskeveyh'e göre, Farabi'nin z ıdd ına, ameliye<br />

nazariyeyi ta'yin eder; ahlak, ilmi do ğrurur;<br />

insan, önce faaliyet içinde ya şar ve derece derece<br />

yükselerek akli faaliyete ula şır.<br />

İbn Miskeveyh, Psikolojik T ıb'ba da önem<br />

verir. Bu da beden ve ruhun birlikte terbiyesi demektir.<br />

İnsan ın terbiye edilecek melekeleri de üçtür:<br />

1— Al ışkanlık :<br />

Bu, iyi kullanıl ırsa bütün faziletlerin kazan ılmas<br />

ını ve insanlar ın yükselmelerini Sa ğlar.<br />

2- Taklit :<br />

Bu da iyi kullan ıl ırsa insanlar bununla birbirlerinin<br />

tecrübelerinden ve ak ıllar ından faydalamrlar.<br />

3— İntibah ( Ruhen Uyanmak) :<br />

Bu da iyiyi ve kötüyü ay ıracak hale gelmektir<br />

ki bu sayede de tam bilgi te şekkül eder.<br />

Kısaca, Miskeveyh, Nazan ve Amell Ahlak' ı<br />

pek büyük bir maharetle birbirine ba ğlamıştır.<br />

yor:<br />

Miskeveyh, (Vasiyyetnâme)sinde de şöyle di-<br />

29


Kalbi, ancak, Hikmet için temizle; kafay ı,<br />

ancak, Hikmet için bo şalt; himmeti, ancak, Hikmet'e<br />

sarf et; Şeriat' ı da elden b ırakma!<br />

İbn Miskeveyh'in belliba şlı eserlerini dört gurupta<br />

toplayabiliriz :<br />

A-Ablalıa ait ba şlıca eserleri:<br />

ı — Al-Tahâra (Pek Ziyade Temizlik).<br />

Miskeveyh, bu kitab ında baz ı tercümeler vas ı-<br />

tasiyle Calinus'un (Ahlâku'n-Nefs)inden ve Yunan'-<br />

ın Megâra okulunun ahlak felsefesinden nakillerde<br />

bulunmakta ve burada Porphyrius vas ıtasiyle de<br />

Aristo'ya dayanarak Hayr ile Mutlulu ğu ayırmaktad<br />

ır. O, bu kitapta, ayr ıca, tekâmül nazaniyesinden<br />

de söz eder.<br />

2- Tahzib al-Ahlak (ve Tathir'al-A'râk.)<br />

Bu kitap hemen hemen al-Tahâra malnyetindedir.<br />

Miskeveyh, bu kitab ında da tekâmül nazariyesinden,<br />

nefs faziletlerinden, sosyal terbiyeden söz<br />

eder. Fisagor, Eflatun ve Sokrat' ı mutluluğu nefste<br />

görenlerden, Revakiler'i de mutlulu ğu nefse ve bedene<br />

te şmil edenlerden sayar. Aristo'ya göre mutluluğun<br />

beden sağlığında, varl ıklı olmada, nam ve<br />

şöhrette, do ğru i'tikadta topland ığını bildirir.<br />

Tahzib al-Ahlak, özellikle, terbiye bak ımından<br />

da büyük bir önem ta şır.<br />

30<br />

3— Tertib al-Sa ğda.<br />

Buda diğer iki ahlak kitab ı gibidir.<br />

Miskeveyh, bu kitab ında da felsefenin bütün


kısımlar ı doğru olarok bilinmedikçe insan ın tam bir<br />

mutluluğa eri şemeyece ğini bildirir.<br />

4— al-Siyer.<br />

Miskeveyh, bu kitab ında da nefs tezkiyesinden<br />

söz eder.<br />

5— Edeb al-Arab va'l-Furs.<br />

O, bu kitab ında da Hind, Iran ve Arab filozoflarının<br />

mesellerinden ve hikmete ait sözlerinden<br />

dem vurmaktad ır. O, bu kitab ında insan ı mutluluğa<br />

götürecek dört asil fazilet tavsiye etmektedir: Ilim,<br />

Tedbir, İffet, Adâlet.<br />

6— Lugaz- ı Kabes (Kebes Bilmecesi)<br />

Bu kitab ın asl ı Fisagor'culardan Filolaos'un ö ğ-<br />

rencisi (Teb)li Cebes'e aittir. Bu kitapta as ıl da'va<br />

Hay ır ve Şer meselesi olup insanlar ı şerden koruyup<br />

mutluluğa eri ştirir ümidi ile Miskeveyh tarafindan<br />

tercüme edilmi ştir.<br />

7— Mecmûa.<br />

Bu mecmûa, Edeb al-Arab va'l-Furs, Câvidan- ı<br />

Hıred, Lugaz-t Kabes in birle şmesinden meydana<br />

gelmiştir.<br />

B-Tıbba ait eserleri:<br />

Kitab al-Ed'iyye. Bu, basit bir t ıb kitab ıd ır.<br />

2—Kitab al-E şribe. Bu, me şrûbat hakk ında bir<br />

kitapt ır.<br />

3— Kitab al-Tabh. Bu, pi şirme usulunu gösteren<br />

bir kitabt ır.<br />

31


İbn Miskeveyh'in T ıb kitapları Ahlâki eserleri<br />

kadar önemli değildir.<br />

C- Edebiyata ait eserleri:<br />

Uns'ül-Ferld. Bu, küçük ho ş hikâyelerden<br />

meydana gelmi ş bir kitapt ır.<br />

2- al-Müstevfâ. Bu, İbn Miskeveyh'in şiirlerinin<br />

en iyilerini ihtiva eder.<br />

3- Kasideler. Bu, Miskeveyh'in pek güzel kasidelerini<br />

ihtiva eder. İbn Miskeveyh'in Edebiyatta<br />

da üstün bir mevkii vard ır.<br />

D- Tarihe ait eserleri:<br />

Tecârib al-Ümem.<br />

Bu kitab ona büyük tarihçi ad ın ı verdiren önemli<br />

bir eserdir. Nuh tüfân ından Adududdevle'nin ölüm<br />

tarihi olan 372 hicri y ıl ına kadar geçen vak'alar ı<br />

toplamaktad ır. Hicretin dördüncü yüz y ılı için pek<br />

ayd ınlat ıc ı bir eserdir.<br />

Miskeveyh rasyonalist bir tarih görü şüne sahiptir.<br />

O, tarihe kar ıştırılan ustürelerden nefret eder.<br />

O, tarihi, kitaptan ziyade hayata uygulam ıştır. O-<br />

nun siyasal meseleler Yan ında ekonomik meselelerde<br />

de pek bilgili oldu ğu görülmektedir.<br />

İbn Miskeveyh, tarihçiler aras ında da pek naml<br />

ıdır. Fakat, hiç şüphe yoktur ki İbn Miskeveyh'in<br />

en üstün eserleri ahlâka ait eserleridir ve bunlardanda,<br />

özellikle, (Tahzib al-Ahlâk) adl ı eseridir.<br />

Burada hemen i şaret edelim ki Miskeveyh,<br />

Psikoldjik ve Ahlâki fikirlerinde, tercümeler yolu ile,<br />

başta Aristo olmak üzre çe şitli Yunan dü şünürlerinin<br />

32


çe şitli eserlerine dayanm ış ve kendisinin çe şitli Ahlak<br />

kitabları da, başta Nasirüddin Tûsi olmak üzre,<br />

kendisinden sonra gelen bir çok İslam Ahlakçı Filozoflar<br />

ına dayanak olmu ştur.<br />

İbn Miskeveyh'in ahlaki fikirlerine girmeden<br />

önce şu önemli noktaya da k ısaca i şaret edelim ki:<br />

İslamda ba şlıca üç Ahlak ceryan ı vard ır:<br />

ı— Kur'an Ahlaki.<br />

2— Tasavvuf Ahlaki.<br />

3— Felsefl Ahlak.<br />

Kur'an Ahlaki, Kitab ve Sünnet ile belirlenen<br />

ahlakt ır. Bu yolda ilk ünlü eser de Abdullah b. al-<br />

Mubârek (öl. ı8o H.) in (Kitâb al-Zühd)üdür.<br />

Tasavvufi Ahlak ta mutasavv ıflar ahlak ıd ır ki<br />

seyr ve sülûke, nefs mücahedesine ve amelleri murakabaya<br />

ait ahlakt ır ve buna Muamele İlmi de denir.<br />

Bu yolda ilk yaz ılan Ahlak Kitab ı da Haris al-Muhasibi<br />

(öl. 243 H.) nin (Al- Reaya)s ıdır.<br />

Tasavvuf Ahlak, özellikle, Psikoloji ve Psikoloji<br />

Tarihi ile yakından ilgilidir.<br />

Felsefi Ahlak ta Yunan ahlak kitaplar ından<br />

tercüme olunmu ş veya o yolda yaz ılmış ahlakt ır<br />

ki bu da tamamiyle Felsefe Tarihi ile ilgilidir.<br />

Ve yine, İslam âleminde ahlak alan ında eser<br />

veren dü şünürlerden özellikle üçü kendilerine has<br />

birer ayrıcal ık göstermi şler ve hakl ı olarak bu yolda<br />

diğerlerinden üstün birer nam alm ışlardır.<br />

Bu naml ı ahlakçılardan biri İmam Gazali ( ı o-<br />

58-1 I I I) dir ki bunun ahlak görü şü bir taraftan<br />

33


Zühd ve Takva'ya diğer taraftan da Tasavvuf'a<br />

dayanan ruhsal bir ahlak görü şü idi.<br />

Bu naml ı ahlakç ılardan biri de yukar ıda sözünü<br />

ettiğimiz Nasiruddin al-Tfısi ( zo ı —1274) dir ki bunun<br />

ahlak görüşü de Ibn Miskeveyh'in (Kitab al-<br />

Tahâra)sine yapt ığı şerh ile kendisine ait olan Ekonomi<br />

ve Siyaset kitaplar ını ekleyerek meydana getirdiği<br />

ahlaki görü şten ibarettir. O, Melik Nasir'a ithaf<br />

ettiği ve Ahlak- ı »iri ad ını verdiği bu kitab ında<br />

ahlak ismini s ırf Felsefi aç ıdan ele al ıp incelemi ştir.<br />

Bu naml ı ahlakç ılardan üçüncüsü ve bizce<br />

en üstünü de İbn Miskeveyh (949-1o3o) tir ki, yukar ı-<br />

da işaret etti ğimiz gibi, bunun ahlaki görü şü. hem<br />

Islam ın Tasavvufundan gelen bât ıni bir ke şf'e, hem<br />

de Farabi vas ıtasiyle Aristo'dan gelen tecride ve<br />

müşahedeye dayanmakta ve onun Ahlaki Ilimden<br />

üstün tutu ş şekli kendisinin büyük özelli ğini te şkil<br />

etmektedir.<br />

Şimdi:<br />

Ibn Miskeveyh'in inceleme konumuz olan (Tahzib<br />

al- -Ahlak) adl ı kitab ı, Kitab ın on maksadına<br />

işaret eden bir Mukaddeme ile (baz ı yazma ve dolayısıyle<br />

basmalarda yediye de ç ıkarılan) alt ı Makaleden<br />

ibarettir.<br />

Maksatlar şunlardır:<br />

1,2- İlk ve as ıl maksat, kendimize, yapt ığım ız bütün<br />

işlerin hep iyi ve güzel i şler olabilmesini ve bu<br />

i şlerin de ayn ı zamanda zorlukla ve s ıkıntı ile değil de<br />

kolayl ıkla ve rahatl ıkla yap ılabilmesini sağlayacak<br />

bir huy kazand ırmakt ır.<br />

3— Ve bu maksadı da bir san'ata göre ve ö ğretim<br />

ve eğitim metodlar ına göre tahukkuk ettirmektir.<br />

34


Yukarıda açıklanan şeyleri yapabilmek içinde, her<br />

şeyden önce;<br />

4- Bizde (Maddeden ayr ı) Ruh diye bir şey olduğunu<br />

bilmeliyiz.<br />

5- Ruh denen bu şeyin nas ıl bir şey olduğunu<br />

bilmeliyiz.<br />

6- Ve Ruhumuzun hangi maksat ve gaye için<br />

bizim bedenlerimiz içinde ve birlikte bulundu ğunubilmeliyiz.<br />

7- Yani, ruhumuzun kemâlinin ve gâyesinin ne<br />

olduğunu bilmeliyiz.<br />

8- Ruhumuzun, tarafımızdan gerekti ği şekilde<br />

kullanıldığı takdirde, bizi Kemal ve Gâyeye ula ştıracak<br />

olan kuvvetlerinin ve melekelerinin neler olduğunu<br />

bilmeliyiz.<br />

9- Bizi bu kemâl ve gâyey ula şmaktan önleyecek<br />

sebeblerin de neler olduğunu bilmeliyiz.<br />

ı o- Ve en nihayet, ruhumuzu paklay ıp saflayarak<br />

onu Kurtulu şa ve Mutluluğa ula ştıracak şey ile ruhumuzu<br />

bozup kötüleyerek onu ümitsizli ğe ve Perişanlığa<br />

uğratacak şeyin ne olduğunu iyice bilmeliyiz.<br />

Makaleler de şunlard ır :<br />

r- Ahlak İlminin Prensipleri: Nefs ve kuvvetleri-<br />

Hayr ve Mutluluk-Faziletler ve Reziletler.<br />

2- İnsan Tabiat' (Huy) ve Terbiyesi; insan ın<br />

kemâle ula şması ve bunun yollar ı .<br />

3- Hayr ve hayr ın kısımlar ı ; Mutluluk ve merttebeleri.<br />

4- Adalet.<br />

5- Muhabbet ve Sadakat.<br />

35


6- Ruh sağlığı : bu sağlığın korunmas ı ve tedâvisi.<br />

Biz bu kitab ım ızda bu alt ı makalenin içerdiği<br />

konular aras ında ayni mâhiyette olanlar ı birlikte<br />

ele alarak konular aras ında baz ı takdim te'hirler<br />

yapt ık; konuların sayıs ını da, yerinde açıkladığımız<br />

sebepten, yediye ç ıkarıp her birine kendine uygun düşen<br />

başlığın! verdik; bütün konular ı meâlen gerekli<br />

gördüğümüz şekilde özetleyip deyimledik ve bu<br />

konulardaki ana fikirleri, dolayısiyle ili şkili bulundukları<br />

diğer baz ı Ahlâkf ana fikirlerle de yine k ısaca ve<br />

topluca kar şılaştırd ık.<br />

Kitab ın birinci makalesinin ilk sayfalar ı Miskeveyh'in<br />

Psikolojik fikirlerini, sonraki sayfalarla diğer<br />

makaleler de onun Terbiyeye ve Ahlâka ait fikirlerini<br />

içermektedir.<br />

36


Konu: I<br />

(RUH VE KUVVETLERI)<br />

İbn Miskeveyh'in Psikolojisi -Aristo Psikolojisi-<br />

-Fârâbl Psikolojisi- -İhvânussafâ Psikolojisi- - İşrâki<br />

( Şahabeddin Sühreverdi, İbn Tufeyl) Psikolojisi-<br />

Karşılaştırma.<br />

İbn Miskeveyh'in birinci makalesinin ilk k ısmını<br />

te şkil eden Ruh hakkındaki fikirleri pek dikkat<br />

çekicidir. O, T ıb alan ındaki büyük bilgisine<br />

dayanarak ruh hakk ında özetle şöyle diyor:<br />

Bizde cisim olmayan ve cisimden parça olmayan<br />

ve araz olmayan ve varl ığı cisme ait bir kuvvete<br />

muhtaç bulunmayan basit bir cevher vard ır<br />

ki i şte biz ona (Ruh) deriz. Ruh, duyu organlar ı-<br />

mızın hiç biri ile his edilmeyen bir cevherdir. Bu<br />

cevherin taiatlar ı ve gâyeleri de cismin tabiatlar ına<br />

ve gâyelerine z ıd ve ayk ırıd ır'. Ruhta de ği şip başkalaşma<br />

yoktur. O, bozulmaz, y ıpranmaz ve cisim<br />

gibi yok olup gitmez. Her şeyi ve her olay ı algılayan<br />

odur.<br />

Eşyanın şekillerini, suretlerini alan ve muhafaza<br />

eden ruhtur; yoksa dima ğ, yani cisim değildir.<br />

Zira, e şyanın şekillerini alan ve zapt eden e ğer cisim<br />

olsa, birbiri üzerine binlerce şeklin intibâı şöyle dursun,<br />

iki şeklin bile birbiri üzerine tamamiyle intiba'-<br />

37


etmesi söz konusu olamaz. Bir şekil cisimde intiba'-<br />

ettiği noktadan tamamiyle silinip yok olmad ıkça,<br />

cismin, diğer bir şekli tam ve mükemmel olarak zapt<br />

etmesine imkân yoktur. Meselâ, bir üçgen şekli<br />

üzerine bir kare veya bir e ğri veya her hangi bir<br />

şeklin tam intibâ ı mümkün değildir. Zira, üçgen<br />

şekli üzerine bir kare şekil intiba' ettirmek istenirse<br />

ikisi de birbirine kar ışır. Hatta, üçgen şeklinden pek<br />

küçük bir parça bile silinmeyip kalsa, o parça, onun<br />

üzerine intiba' ettirilmek istenen kare şeklinin tamamlığını<br />

ve mükemmelliğini bozar. Ve yine, dimağ<br />

yani cisim, sonsuz bir şerit değildir ki şekilleri<br />

sıras ıyla al ıp saklamış olsun. Fakat, ruh, öyle de ğildir.<br />

Dimağ için, yani cisim için mümkün olmayan<br />

şeyler ruh için mümkündür.<br />

Şu hâlde, uzun zamanlar saklad ığımız şekiller<br />

ve fikirler dima ğımızda değil, fakat, ruhumuzda,<br />

ruhumuzun idrakinde sakl ıdır ve baakidir. Zira,<br />

ruh, deği şip ba şkala şmaz. Unutulan şeyler, ruhumuzun<br />

önem vermedi ği ve bundan ötürü de saklamağa<br />

luzum görmedi ği şeylerdir ki bunlar bir müddet<br />

için mevcut kal ırlar ve sonra da silinip giderler.<br />

Kısaca, gerek duyu organlar ımızla his etti ğimiz<br />

ve gerek akl ımızla tasavvur ve tefekkür etti ğimiz<br />

şeylerin hepsinin tam ve mükemmel olarak alg ılanmalar<br />

ı ve yıllarca hafızada saklanmalar ı için değişip<br />

ba şkalaşmayan bir cevherin, yani ruhun varlığına<br />

muhtac ız.<br />

Ve yine, cismin kuvvetleri vard ır, aldığı bilgiler<br />

duyular vas ıtasiyledir. Almak, tutmak ve di ğer<br />

bedene ait şehvetlere ve intikam, ihtiras, galebe,<br />

zafer gibi hislere cisim, duyular ile ula şır ve cisim<br />

yemek içmek suretiyle varl ığını korur ve artt ırır ki<br />

38


cismin kemali de bundan ibarettir. Halbuki, ruhun<br />

kemâli, algı ve düşünce ile ma'kullere, yani alg ılanacak<br />

şeylere, basitlere, hatta mücerred, yani soyut<br />

şeylere eri şip onlar ı kavramak gibi yüksek hususlardır.<br />

Ruh, basit olanlar ı doğrudan doğruya, bire şik<br />

olanları da duyular (hasseler) vas ıtasiyle algılar.<br />

His edilenleri alg ılamak için ruh zat ından d ışarı<br />

çıkar; akla ait olanlar ı algılamak için de his edilenleri<br />

kendinden uzakla şt ır ır, bütün hasseleri hareketsiz<br />

kılarak kendine döner ve akılda bütün e şya hazır<br />

olmakla ruh, his edilenleri kendinden at ınca, ak ıl<br />

ile birleşmeğe doğru harekete geçer.<br />

Cisim gibi nefsin de bir takım kuvvetleri vardır<br />

ki onlar da şunlardır:<br />

ı— Fikir ve nazar (veya Nat ıka) kuvveti.<br />

Bu kuvvet düsünücü, iyiyi kötüyü ay ıtd edici<br />

vu e şyanın gerçeklerini mülahaza edici kuvvettir.<br />

Bu kuvvetin bedende kulland ığı organ yaln ız<br />

dimağdır.<br />

2- Gazab Kuvveti:<br />

Hiddet, cesaret, tehlükelere kar şıkoyma, hükm<br />

etme, kendini beğenme ve yüksek rütbe ve makamlara<br />

ula şma arzusu gibi şeyler de bu kuvvete ba ğlıdır.<br />

Bu kuvvetin bedende kulland ığı organ da kalb'tir.<br />

3— Şehvet kuvveti.<br />

Bu, bütün i ştihalara ait kuvvettir ki buna hayvanî<br />

kuvvet te denir. Bu kuvvetin bedende kullandığı<br />

organ da Karaci ğer'dir.<br />

39


Bu kuvvetin görevi hayat ımız ın gereği olan<br />

yiyecek vt. içeceklerden vücudu faydaland ırmak,<br />

çiftle şme ve her türlü hissi lezzetleri elde etmek için<br />

çp lışm aktır .<br />

Bu üç kuvvet, birbirine ayk ırı olmakla beraber,<br />

mizaçlar ı hasebiyle, birbirlerini kuvvetlendirirler veya<br />

zay ıflat ırlar. Bunda adet ve terbiyenin de büyük<br />

rolü vard ır.<br />

Bu kuvvetlerin şiddetli halleriyle zay ıf ve hükümsüz<br />

bulunduklar ı haller ahlak bak ımından makbul<br />

değildirler. Ahlak ın kabul etti ği derece, bunlar ın,<br />

yaln ız i'tidal derecesidir. Ak ıl kuvveti i'tidalde olduğu<br />

ve kendi zat ından ayr ılmadığı ve zanlara ait bilgiyi<br />

değil de gerçek bilgiyi arad ığı zaman o, Ilim faziletini<br />

has ıl eder ki bunun sonucu da Hikmet'tir. Şehvet kuvveti<br />

i'tidali halinde, akla uymakla, iffei faziletini<br />

gösterir ki bunu da Cömertlik pe şl er. Gazab kuvveti<br />

i'tidali halinde, akla boyun e ğmekle, Hilm (yumu şaklık)<br />

faziletini verir ki bunu da Şecaat pe şler.<br />

Şimdi, fikir ve nazar kuvveti, yani Hikmet, İffet-<br />

ve Şecaat faziletlerinin birbirlerine nispetle olan<br />

kemallerinden ve i'tidallerinden de Adalet fazileti<br />

meydana gelir. Bu esasa göre de bütün Filozoflar<br />

şu dört çe şit faziletten söz etmi şlerdir:<br />

ı — Hikmet,<br />

2- İffet.<br />

3— Şecâat.<br />

4— Adalet.<br />

Bu dört Fazilet kar şılğında da şu dört Rezilet<br />

vara ır :<br />

40


ı — Cahiliik<br />

2- H ırs ve Tama'<br />

3— Korkakl ık.<br />

4— Zulüm.<br />

Kısaca, nefs, canl ıu ır, baakidir, yokluğu kabul<br />

etmez. Vücudun ölümü ile yoklu ğa mahldım olan<br />

insani nefs olmay ıp, ancak, şehvet, gazab ve tahayyül<br />

gibi şeylere ili şkisi olan nefsin cüzleri veya yönleridir.<br />

Nefsin bu hali de iki iddiaya sebeb olmu ştur.<br />

A—Nefs birdir, fakat, çe şitli kuvvetlere sahiptir.<br />

B—Nefs zat ında birdir, fakat, araz ve mevzu'<br />

bakımından çoktur.<br />

Nefsin kemâli hali, En yüksek Mutluluk; noksanl ık<br />

hali de Mutsuzluktur. Nefs, ak ıl yönüne dönüp akla<br />

göre hareket ederse ebedi olan Allah taraf ına dönmüş<br />

ve tam mutlu olmu ş olur. Fakat, gelip geçici olan<br />

madde tarafına dönerse mutsuz olur. Bu yüzden,<br />

bizi En Yüksek Mutluluk'a ula şt ıraca,k şey de, ancak<br />

ve ancak, Felsefedir.<br />

Bu varl ıkta bir Allah' ın vücuduna inand ıktan<br />

sonra Allah için amel etmek mutluluk yoludur. Bu<br />

mutluluk ise ilim ve hikmet ile ele geçer. Peygamberlerin<br />

görevi de insanlar ı bu ebedi mutluluğa<br />

ulaştırmakt ır. Insan, hem nazari hem ameli hikmeti<br />

elde edip kemâle ermi şse hem Filozof olur ve<br />

hem de Ebedi Mutluluğa kavu şur.<br />

Aristo Psikolojisi<br />

Aristo'ya göre hayat, harekettir. Hareket için<br />

de iki şey gereklidir: hareket ettiren ve hareket eden;<br />

yani, Form ve Madde. Canl ılarda form, ruh; madde<br />

de bedendir. Ruh, ancak, beden ile, beden de ancak,<br />

41


uh ile bulunabilir'. Organik âlemle organik olmayan<br />

alemi ay ırd eden ruh bütün hayat olaylar ını<br />

idare eder. Ancak, Aristo'da ruh, psikolojik anlamdan<br />

ziyade fiziyolojik anlamda olup, o, ayni zamanda<br />

bedene şekil veren suret ve bedenin gayesidir 3 .<br />

Beden, ruhun, sadece, âletidir 4. Çünkü, ruh, organik<br />

bedenin Entelechie'dir, dolay ısiyle de hayat<br />

prensibidir. Ruhla beden aras ında formel ve maddi<br />

sebep ili şkisi vard ır.<br />

Aristo'ya göre ruh, üç kademelidir :<br />

ı- Nebat kademesi (Beslenme ve cinsi sürdürüp<br />

çoğalma).<br />

2- Hayvan kademesi (Nebat kademesine ek<br />

olarak his etme).<br />

3- İnsan kademesi (Nebat ve hayvan kademelerine<br />

ek olarak insan ın dü şünmesi ve hareketlerini<br />

bir gâyeye doğru düzenlemesi).<br />

Ruhun bu üç kademesi, a şağıdan yukar ıya, yani<br />

nebattan insan do ğru sürekli bir yükselme gösteren<br />

canl ı varl ıklar mertebeleridir 5 ve her bir üst mertebe<br />

bir alttaki mertebeye hükm eder; dolay ısiyle<br />

de insan bütün kâinata hükm eder.<br />

Nebati ve hayvâni ruhun temeli, dört elemandan<br />

daha üstün ve daha İlahi olan Pneuma'd ır6.<br />

Nebâti ve hayvâni ruhlar bedene ba ğlı olup bedenle<br />

doğarlar ve bedenle ölürler. Fakat, insan akl ının<br />

madde ile ili şkisi yoktur. Ruh, canl ı bir şeyin aktüalitesidir,<br />

fakat, ak ıl hiç bir bedenin aktüalitesi<br />

değildir'. Akıl, ilahidir ve insana d ışar ıdan gelire<br />

ve bedenin ölümünden sonra da vard ır'. Akıl, ruhun<br />

diğer fakültelerinden farkl ıd ır".<br />

42


Aristo'ya göre ruh, ak ıl mertebesinde ikiye .<br />

ayrılır:<br />

t— Aktif Ak ıl.<br />

2- Pasif Akıl.<br />

Aktif akıl ilâhidir, fiilidir, bedene ba ğlı değildir.<br />

O, bedenden oldu ğu kadar ruhtan da önce<br />

vard ır. O, ruhla mekanik bir şekilde birle şen Mutlak<br />

Prensiptir. Aktif ak ıl olmaksızın pasif akıl bir<br />

şey düşünemez".<br />

Pasif akıl ise bedene bağlıdır 12. Dü şünce, aktif<br />

ve pasif aklın her ikisi ile iş görür". İnsan, sadece,<br />

algılarda kalmay ıp dü şünce ile kavramlar te şkil<br />

eder. Kavramlar, deney ve alg ıdan gelirler. Ancak,<br />

kavramlar ın meydana gelmeleri için duyumlar ın,<br />

algıların fa'al olarak i şlenmesi gerekir. İşte, bu bakımdan<br />

akıl, algıya nazaran aktiftir. İnsan ın ölümsüzlüğe<br />

ula şmas ı da, ancak, en aktif olan ak ıl iledir".<br />

Aktif ak ıl, aktif olarak bilir. Onun bilgisi aktüel<br />

bilgidir, yani o, kendi objesi ile aynidir; dolay ı-<br />

siyle bu akıl bütün insanlarda ortakt ır, aynidir.<br />

Aktif akıl ve Allah maddi olmayan formlard ır<br />

ve aktif ak ıl Allah'tır's. Bilginin sadece potansiyalitesine<br />

sahip olan pasif akl ı aktüel olarak bilme ğe<br />

yeterli k ılan Allah't ır. Aktif ak ıl, her şeyi yapabilen<br />

fâil ve hareket ettirici sebep; pasif ak ıl ise her şey<br />

olabilen madde gibidir. Yaln ız Allah, yaln ız Ezdi<br />

ve Ebedi olan Zekâ ölümsüzdür. İnsan, duyumlar',<br />

algılar ı ve hâfızası ile hayvan ın aynidir, fakat, akl ı<br />

ile Allah'a benzer.<br />

Insanda iradeye gelince: arzu, insanda, hem<br />

duyum hem de ak ıl vasıtasiyle doğan Arzu, duyum<br />

43


vasıtasiyle do ğduğunda, o, i ştiha olur. Fakat, ak ıl<br />

vasıtasiyle do ğduğunda, o, irade olur. İştiha ile irade<br />

aras ında da ihtiyar, yani kendi kendine karar verme<br />

gücü yer al ır.<br />

Ihtiyar gerçektir. Bunun böyle oldu ğunu ahıâki<br />

yüklemler ispatlamaktad ır. İlıtiyâr ın özü de<br />

seçmekten ibaret olan kendili ğindenliktir. Fakat, seçme<br />

işinde gerçekten hür olan, yaln ız, olgun insandır.<br />

Hayvanlarda da çocuklarda da gerçek seçme<br />

i şinden söz edilemez.<br />

İrademiz, i şlemlerimizin maksat ve gâyelerini<br />

karar alt ına al ır. Bu maksat ve gâyelerin do ğruluğunun<br />

dayand ığı şeye de Fazilet denir".<br />

Fârâbi Psikolojisi<br />

Fârâbi'nin psikolojisi, fiziki gibi, metafizi ğine<br />

bağlıdır. Dolayısiyle o, psikolojisinde her ne kadar<br />

mistik bir aç ıdan hareket ederse de en sonda deLerminizme<br />

ula şır'.<br />

Farabi'ye göre de insani nefs veya ruh cismani<br />

olmayan, dolay ısiyle mekanua yer kaplamayan basi t.<br />

bir cevherdir. Bu cevher vehme de dahil de ğildir.<br />

Zira, o, Emr Alemindendir". İnsan, hakikatta, bu<br />

cevherden ibarettir. Beden te şekkül edince bu cevheri<br />

kabul edebilecek duruma geldi ğinde bu cevher<br />

de zul ıura gelir, fakat, bedenle birlikte yok olmayıp<br />

bedenden sonra da devam eder; ama bedenden<br />

bedene de geçmez".<br />

Bedenin varl ığının kemâlini ruh, ruhun varlığın<br />

ın kemâlini de akıl sağlar20. Bu kutsal ruh öyle<br />

bir ruhtur ki bât ına meyl edince kendisinden zâhir<br />

kaybolmaz, zâhire meyl edince de kendisinden bâ-<br />

44


tın kaybolmaz. Onda hiç bir hâl ve şân diğer bir<br />

hâl ve şân ı engellemez. Bu kutsal ruhun etkisi bütün<br />

âleme ve âlemdeki cisimlere geçicidir.<br />

Basit bir cevher olan ruh, yer kaplamas ı ve<br />

bölünmesi söz konusu olmayan ma'kulleri alg ılar<br />

ve fa'al ak ıl vas ıtasiyle kuvve derecesinden fiil derecesine<br />

ç ıkıp tam ak ıl olur. Fakat, insan, gerçek bilgiyi<br />

kendi kafas ının gayreti ile elde edemez. Çünkü,<br />

insan bilgisinin ba şlangıcın ı duyular te şkil etmektedir.<br />

Onun için gerçek bilgi, insana, üstten, yukar ı-<br />

dan bir yerden gelir.<br />

Başka bir deyi şle, Fârâbl'ye göre insan ruhu<br />

bir aynad ır ve nazari ak ıl da onun cilas ıdır. Ma'kul<br />

suretler, Tanr ının feyzi, ile, onda in'ikâs eder. Fakat,<br />

bu durumu sa ğlayabilmek için ruhu temizlemelidir.<br />

Ruhu temizlemek te hissi lezzetlerden zihni<br />

lezzetlere yükselmek demektir ki bu da Şehvet, Gazab<br />

ve Tahayyül derecesinden Ak ıl derecesine ç ıkmakla<br />

mümkündür.<br />

ihvânussafâ Psikolojisi<br />

ihvânussafa'ya göre nefs cevheri veya lâtif<br />

ruh denen şey, semâvi, ruhani, nurani, şeffaf, nurlu,<br />

hafif, basit, Allah kelimelerinden bir kelime, Allah'-<br />

in kendi ruhunda Adem'in cesedine nefh etti ği ve<br />

onu canl ı kıldığı bizâtihi canl ı, yemeyen ve içmeyen<br />

ve varl ığı ve bakaas ı için cesede muhtaç olmayan,<br />

cismi hareket ettirici, cisimleri tedbir edici, e şya=<br />

suretlerini alg ılayıc ı, cisimle zâhir olucu ve her canlının<br />

ve özellikle insan ın kendisine muhtaç oldu ğu<br />

bir ruhtur, bir cevherdir.<br />

Bu cevher, his edilen ve dü şünülen şeylerin<br />

(mahsûsât ve ma'kûlât ın) suretlerini alg ılamada<br />

45


âdeta bir ayna gibidir. Nas ıl ki ayna tozsuz ve cinlanm<br />

ış olduğu zaman cisimlerin suretleri onda olduklar<br />

ı gibi görünürler, fakat, ayna tozsuz ve cilâh<br />

olmayıp paslandığı zamanda da cisimlerin suretleri<br />

o aynaya hakikatlari üzre aks etmenler ve olduklar<br />

ı gibi görünmezler. İşte, nefs te ayni böyle<br />

olup fena huylarla paslanmad ığı, kötü amellerle<br />

kirlenmedi ği, bozuk i'tikadlarla kar ışmayıp her şeye<br />

hakikatlar ı üzre alim olduğu ve sâf ve pâk ve bir<br />

cevher olduğu zaman kendi âlemindeki ruhani e ş-<br />

yanın suretleri kendisine hakikatlari üzre aks edip<br />

görünürler ve nefs te onlar ı hakikatlar ı üzre alg ılar<br />

ve hasselerine gizli kalan şeyleri ak ıl ile mü şahede<br />

eder. Nas ıl ki hasseler, ancak, bozuk olmay ıp sağlam<br />

ve s ıhhatl ı olduklar ı takdirde cismani şeyleri<br />

mü şahede edebilirler. Fakat, nefs, e ğer huyunaa,<br />

i'tikad ında, ilminde bozuk ve kirli olursa ve bu halinde<br />

devam ederse ruhani şeylerin hakikatlar ını algılamaktan<br />

yoksun kal ır ve Allah'a kavu şamaz.<br />

Nefs, böyle kirli halinde zat ın' göremez; zat ın" göremediği<br />

için de zat ındaki güzel, Şerif, leziz, arzuya<br />

lay ık olan şeyleri de görüp bilemez; ve dolay ısiyle<br />

Ahireti ve A.hiret ni'metlerini de bilemez.<br />

Kısaca, insan ın, hakikata, Allah'a ula şabilmesi<br />

için nefs tasfiyesi ve terbiyesi, dolay ısiyle, ahlak<br />

temizli ği ve güzelliği şartt ır. Nefs tasfiyesi insan cevherinin<br />

özüdür 21 .<br />

Ve yine nefs, bir nurdur, bir i şraktır ve külli<br />

nefsin feyezan ından ve cüz'ünden ibarettir". KWh:<br />

nefsin cüz'i nefse feyezan derecesi, cüz'i nefsin madde<br />

deryas ına, yani cismani lezzetlere meyli derecesiyle<br />

düz orant ılı ise de cüz'I nefs bu madde dünyas<br />

ından, gerçek ilim ve maarif ile, uzakla şıp safla ştığı<br />

46


mertebede külll nefs te cüz'i nefse bir anda şiddetli<br />

bir feyz verir, onu kendine çeker ve onu ebedi sevince<br />

kavuşturur<br />

Enbiyâlarm, hakiki Filozoflar ın ve Kâhinlerin<br />

nefsleri küllî nefsten ziyadesiyle feyze kavu şmu ş<br />

olan nefslerdir 23. Peygamberimiz: "Nefsini bilen<br />

Rabb ını bilir" buyurmu ştur.<br />

Ve yine Filozoflar ın nefsleri fiilerinde, bilgilerinde<br />

ve ahlâklar ında Feleklerin nefslerine benzemeğe<br />

çal ışır. Külli nefs te y ıldızlar ı harekete getirmede,<br />

Felekleri döndürmede, kâinat ı teşkilde Allah'a<br />

benzer ve bütün bunlar Allah'a tâat, kulluk ve i ş-<br />

tiyak izhar eder. Bu sebeptendir ki Filozoflar: "Allah<br />

ilk ma'şuktur" demi şlerdir24 .<br />

İnsan doğar, büyür, terbiye görür ve sonra<br />

âlim, Filozof, Hakim olur. Filozoflar ın en üstünü de<br />

insan ı insâni hayra ve gerçek ilahi ilme te şvik edendir25<br />

.<br />

işraki Psikolojisi<br />

İşrâkiler konusunda Şahabeddin Sühreverdi ile<br />

İbn Tufeyl'den söz edece ğiz.<br />

( Şahabeddin Siihrevercli)<br />

(M. 1153-1191)<br />

Azerbeycan'da do ğan Şahabeddin Sühreverdi<br />

gerek doğrudan doğruya gerekse İbn Sina. vasıtasiyle<br />

Yeni-Eflâtunculuktan gelen Felsefi Tasavvufu<br />

sistemle ştirerek ( İşrâki) okulunu kurmu ş, iran'-<br />

da Kutbeddin Şirâzi, Endülüs'te de İbn Tufeyl onu<br />

peşlemişlerdir.<br />

47


i şraki doktrninin Şark'ta resmi kurucusu Şahabeddin<br />

olmakla beraber, daha önce, ihvanussafa,<br />

Yeni-Eflâtuncular ın felsefi tasavvufundan ziyadesiyle<br />

etkilenmi şler ve yukar ıda i şaret etti ğimiz gibi:<br />

"Ruh bir nurdur, bir i şrakt ır" demi şler ve İşrakilere<br />

pek bir yak ınlık göstermi şlerdir. İbn Miskeveyh<br />

te ihvanussafa'n ın etkisi ile ruhu bu s ıfatlarla da<br />

s ıfatlam ış26, dolay ısiyle o da İşrakilerle bu noktada<br />

bir benzerlik göstermi ştir.<br />

Şahabeddin Sühreverdi şöyle diyor:<br />

Biz kendimizde maddeden tamamen ba ğıms<br />

ız ve ona üstün bir nefsin varl ığını algılıyoruz.<br />

Allah ve Nat ık Nefs cismani de ğildir; ancak, ikincisi<br />

mevcut olmak için bir bedene muhtaçt ır, fakat,<br />

birincisi bedene muhtaç de ğildir. İnsan nefsi ebedidir,<br />

dolayısiyle, ferdi ruhlar ebedidir".<br />

Adem, derece derece zulmetten nura yükselen<br />

bir geli şme seyri pe şler. Bu seyr, maddeden hayata,<br />

hayattan ruha, ruhtan da Allah'a do ğru olup bu<br />

derece derece yükseli şte her kademe zulmetten biraz<br />

daha ayr ıl ıp nurlan ır ve bütün varl ık, en sonda,<br />

(Nurlar ın Nuru)na kavu şur ki bu da (Allah)t ır.<br />

Şahabeddin, Nur, insandan Allah'a yönelmek<br />

bak ımından mefhum nurdur", fakat, bütün alemi<br />

aydınlatmak bak ımından hakiki nurdur" telakkilerini<br />

birle ştiriyor. Nur, ne Memin içinde ne de<br />

dışındad ır; ne Meme biti şik ne de alemden ayr ıdır.<br />

Her nurun ba şlangıcı zulmetten ibaret olan bir cisimdir.<br />

Ancak, her nurun yöneldi ği istikamet sonsuz<br />

olup nurlar ın nuruna kadar gider. Alem, Nurların<br />

Nurunun her an tahakkukundan ibarettir».<br />

48


(İbn Tufeyl)<br />

(M. 1106-1185)<br />

i şraki Felsefede Şahabeddin'i Endülüs'te İbn<br />

Tufeyl pe şlemi ş ve (Hayy b. Yakzan) adl ı Felsefi<br />

Roman ı ile büyük bir nam yapm ıştır.<br />

İbn Tufeyl, ruh hakk ında şöyle diyor:<br />

Biz varl ığı her türlü buud ve keyfiyetten s ıyr ılmış<br />

olarak alg ıllyoruz. İşte, insan ın hakiki cevheri<br />

buradad ır. Bu, ne hasseler, ne de muhayyile ile algmabilir.<br />

Bu cevherin mutluluğu, Allah ile birle ş-<br />

mesinde; felaketi de Allah'tan uzakla şmas ındadır.<br />

Allah'a ula şmak için s ırf tefekkürden ibaret kalmak<br />

gerektir'.<br />

İbn Tufeyl, (Hayy b. Yakzan) ında şöyle demektedir<br />

:<br />

Madem ki her olayda bir sebep ve sonuç vardır,<br />

o halde, bütün cisimler aleminin de bir sebebi<br />

olmas ı gerekir. Alem, bir vandettir ve ezelidir. Alemin<br />

varl ığını sürdüren ve onu harekete getiren bir<br />

âmil vard ır ve o âmil de cisim de ğildir ve olamaz.<br />

Mem, ancak, nuru her tarafa yay ılan ve safl ık<br />

derecesine göre az çok bütün varl ıkta tezahür eden<br />

Allah'tan ibaret görünür (Panteizm). Çokluk, yalnız,<br />

cisim ve hasse ıer için mevcuttur. Dü şüncelerimiz<br />

bu tema şas ına doyarnadığım ız varlığı meydana<br />

getirenin iyili ğine ve kemaline yönelmelidir. Zira,<br />

Ondan başka varl ık yoktur. İnsan, Allah'', hem<br />

nefsinde hem alemde tema şa eder. Nefsinde, vecd<br />

halinde, derece derece bütün ruhlar ı görür. Duyular<br />

âleminde ise insan yaln ız kendini bulur ve bu takdirde<br />

de İlahi Alemi kaybeder.<br />

49


Kısaca, İbn Tufeyl'e göre felsefenin buldu ğu<br />

hakikatlar acizdir. Gerçek varl ığa, hakikata ula şabilmek<br />

için ruhumuzu maddi âlemden temizleyeceğiz<br />

ve s ırf tefekkürden ibaret kalaca ğız 32.<br />

Karşılaştırma<br />

t— İbn Miskeveyh, Aristo, Farabi ve ihvanussafa<br />

ve İşrakiler ruhun ma'kulleri alg ılayan ve cismani<br />

olmayan bir cevher oldu ğunda birle şmektedirler.<br />

2—İbn Miskeveyh ve ihvanussafa ruhun hem<br />

ezeliliğine hem ebedili ğine inanmaktad ırlar. Fakat,<br />

Aristo ve Farabi'ye göre ruh, bir bedenle ba şlar;<br />

bedenden önce ruhtan söz edilemez. Aristo ve Fal-abi,<br />

ruhun ezelili ğine değil, yalnız, ebediliğine inan ırlar.<br />

Ancak, Farabi bu fikrende de pek aç ık değildir.<br />

Farabi, ruhun bedenden ayr ıldıktan sonraki<br />

hali hakk ında, yani âhiret hakk ında da çe şitli fikirler<br />

ileri sürmektedir. O, bazan, âhiret yoktur; hazan,<br />

âhiret vard ır; bazan da âhiret yaln ız âlem<br />

nefsine mahsustur der. Farabi, ahlaki görü şlerini<br />

ruhun ebedili ğine dayand ırmakla ruhun ebediliğine<br />

meyl etmiş görünürse de, yukar ıda da dedi ğimiz<br />

gibi, bu nokta da onda aç ık değildir. Onun bu birbirine<br />

z ıt fikirleri kar şıs ında Farabi, ferdi ruhun<br />

ezeliliğine de ebedili ğine de inanmaz demek te mümkündür.<br />

3—"Ruh bir nurdur, bir i şrakt ır" sözünde İbn<br />

Miskeveyh, Farabi, thvanussafa ve i şrakiler birle ş-<br />

mektedirler ve bu noktada hepsi özellikle, Kur'-<br />

andaki (Allah, göklerin ve yerin nurudur) ayetinden<br />

etkilenmi şlerdir.<br />

50


4— Hakikata, yani Allah'a ula şmak için Aristo,<br />

FarabI ve İhvanussafa ve İbn Miskeveyh, baz ı farklarla<br />

da olsa, nefs tasfiyesinin lüzumu üzerinde birleşmektedirler.<br />

Bunlar ın hepsi de hakikata ula şmada<br />

ruhun his aleminden ak ıl alemine, yani ruhun<br />

şehvet, gazab ve tahayyük derecesinden ak ıl derecesine<br />

yükselmesini zorunlu görmektedirler.<br />

51


Konu: II<br />

(ÇOCUK TERBİYESİ VE AHLAK )<br />

İbn Miskeveyh'in Ahlaki dü şüncelerine giri ş :<br />

Çocuk terbiyesi ve ahlak - İnsan ın varabileceği yüksek<br />

mertebeler- İnsan bütün varl ıklardan şereflidir<br />

-Cans ızlar, Nebatlar, Haybanlar ve İnsanlar<br />

arasında kar şılaştırma- -Aristo'da çocuk terbiyesi<br />

ve ahlak- -Farabi'de çocuk terbiyesi ve ahlak- -ihvanussafa'da<br />

çocuk terbiyesi ve ahlak-.<br />

Ibn Miskeveyh, Terbiye ve Ahlaki fikirlerinde,<br />

yukar ıda i şaret etti ğimiz gibi, tercümeler arac ı ile<br />

ve ba şta Aristo olmak üzre, özellikle Yunan dü şünürlerine<br />

dayanmaktad ır.<br />

Miskeveyh Ahlaki meselelerden önce Çocuk Terbiyesini<br />

ele al ıyor ve bu konuda, özellikle, Şam'l ı Ebü<br />

Osman' ın terümeleri vas ıtasiyle, Yunan'da Megâra<br />

Okuluna bağlı Brossen'e dayanarak şöyle diyor:<br />

Ahlaki faziletlerin kayna ğı çocuklar ın iyi şekilde<br />

terbiye edilmelerindedir. Çünkü, insani cevherin,<br />

yani ruhun varl ığı Allah'ın yarat ıcı ve fail kudreti<br />

ile ilişkili ise de bu ruh cevherini terbiye edip güzelle ş-<br />

tirmek insan ın kendi iradesine b ırakılmışıtr. Çocukta<br />

her şeyden önce (Utanma) duygusunu geli ştirmeli,<br />

yani çocuk iyiyi kötüyü ay ırd etmeli ve kötü şeyler<br />

yapmamal ı. Utanma duygusu, terbiyenin ve terbiyeye<br />

müsâid olman ın temelidir. Sonra, çocu ğa<br />

52


ne yeyip ne içmesi gerekti ği ve ne biçim yeyip içeçeği<br />

; ne giyinip ku şanması gerektiği ve nasıl giyinip<br />

ku şanacağı ; nerelerde oturup kalkmas ı gerektiği ve nasıl<br />

oturup kalkaca ğı öğretilmelidir. Sonra da çocuklara<br />

çocuk gözü ile bakmamalt onlar ı da adeta saygıya<br />

layık bulduğumuz büyükler derecesinde bulundurmal<br />

ılıdır. Yani, onlara saygı ile bakmal ı, onları sayarak<br />

ve büyülterek konu şmal ı, yanlar ında kötü kimselerin<br />

kimler olduğunu belirtmeli ve onlar ı yermeli<br />

; iyi kimselerin de kimler oldu ğunu belirtmeli<br />

ve onlar ı da övmelidir. K ısaca, çocuklar ın kendileri<br />

ba şta olmak üzere iyi insanlar ı överek ve<br />

büyülterek kötü insanlar ı da kötüleyip küçülterek<br />

onları şehvete ait ve faydas ız çirkin zevklerden soğutup<br />

onlar ın zihinlerini ve fikirlerini, fikrin, ruhun<br />

zevk aldığı ilimlere, güzel san'atlara ve faziletlere<br />

yöneltmelidir. İşte, ancak böyle bir terbiye iledir<br />

ki çocuklar ımız ı, büyüdükçe, yüksek ahlâka ve yüksek<br />

fikirlere yakla ştırabilecek ve onlar ın ruhlar ını<br />

Gerçek Ftlsefenin tesbit etti ği yüksek mertebeye yükseltip<br />

ulaştırabileceğiz. Bunun için de her şeyden<br />

önce çocuklar ımızı daima kendileri gibi çocuklarla<br />

bir arada bulundurmamal ıyız; tersine, onlar ı, çoğunlukla<br />

ahlaki temiz ve bilgili büyük kimselerin<br />

meclislerinde bulundurma ğa çalışmal ıyız. İşte, bu<br />

gibi meclislerde terbiye gören çocuklard ır ki dünyada<br />

iyi ilişkiler içinde ve sayg ı içinde yaşarlar ve<br />

geçimliklerini kolayl ıkla kazanırlar. Onlar ın rağbet<br />

ve i'tibar ettikleri kimseler de daima bilgili ve<br />

ahlaklı kimseler olurlar.<br />

Kısaca, Aristo'nun da Ahlak ve Makülât kitaplarında<br />

i şaret etti ği gibi kötü bir insan, genellikle,<br />

terbiye ile, iyi bir insan olabilir.<br />

53


insanların varabileceği yüksek mertebeler<br />

İnsan ın maddi kısm ı, ayni nebatlar ve hayvanlar<br />

gibi, yemek ve içmekle ve tabiat ın terbiyesi ile a-<br />

d ım ad ım, kemâle ula ştığı gibi, insanın ma'nevi varl ığı<br />

da iyi bir ahlak ile yükselir ve kemâle ula şır. İnsan ın<br />

ma'nen kemâle ula şmas ı, iyi ahlaki ve fikir düzeni<br />

sebebi ile, yüksek bilgilere haris olmas ı ve ad ım ad ım,<br />

daima onlar ın pe şinden ko şmas ı ile mümkündür. Çünkü,<br />

yüksek bilgiler, onun kemâlini destekler ve ortaya<br />

çıkarır. Bu söylediklerimiz tabii bir kanundur.<br />

İnsan, eğer, bütün varl ıklar ı bütünlüğü ve parçaları,<br />

as ıllar ı ve özellikleriyle gerekti ği gibi bilir ve dolayısiyle<br />

bütün ilmi kuvvet ve melekelerini ilmi bir tertip<br />

ve düzen üzre bulundurursa o zaman o insanda bütün<br />

varl ıkların süretleri hani olur; o insan, bir bak ıma,<br />

o sûretlerin ayn ı olur. Ve böyle bir insan da, art ık,<br />

(Küçük Adem) sözüne lay ık olur.<br />

Miskeveyh, insan ın, maddi ilimlerden başlayıp<br />

yavaş yavaş daha şerefli olan ma'nevi ilimlere yükselebileceğini,<br />

oradan da daha da şerefli olan ilahi ve<br />

gizli ilimlere ulaşabilece ğini söylüyor ve ilimlerin başına<br />

da (Mant ık) ı koyuyor. Zira, Mant ık, ona göre,<br />

doğru anlamanın ve içgüdüsel akl ın aletidir.<br />

Ahlak meselesi, adeta, san'at hükümündedir ve<br />

bütün güzel san'atlar ın en üstünüdür ; yeni, insan ın,<br />

insan olmas ı bakımından, bütün i şlediklerini ve hareketlerini<br />

parlak bir surette bulundurmak san'at ı...<br />

Bu ahlak san'at ı, faydal ı olan diğer san'atlardan<br />

çok yüksektir. Zira, mesela Tabakl ık, bir temizleme<br />

san'at ıdır. Bunda ölü hayvanlar ın derileri<br />

temizlenir ve bu deriler bir çok i şlerde temiz temiz<br />

kullan ılır. Bu husus, tabakl ığın gâyesidir. Ve yine,<br />

54


Doktorluk san'at ı insanlar ı kederlerden, vehimlerden,<br />

hastal ıklardan ve buna benzer şeylerden temizler<br />

ki bu gibi temizlikler, sadece, maddi, bedene ait<br />

temizliklerdir. Fakat, ilimlere ait fikir hareketleri<br />

de dahil oldu ğu halde, Ahlak san'at ı, insan ı, maddi<br />

ve ma'nevi pisliklerden temizler.<br />

Bu konunun gayesi, insanlar aras ındaki ahlaki<br />

farkı görmektir. Herkes insan ismini alabilir, fakat,<br />

ahlakl ı ve ahlaks ız insanlar ayr ıdırlar ve birbirlerine<br />

z ıtt ırlar, ayk ırıdırlar ve birbirlerinden çok uzakt<br />

ırlar. Her şey, kendi misline uygundur; yaln ız insan!..<br />

(Bu noktada Tahzib al-Ahlak kitab ın ın baz ı yazmalarında<br />

baz ı hadis ve rivâyetler ele al ınarak şöyle<br />

denmektedir : İnsanlar, ya güdücüsü olmayan bir<br />

sürü deveye benzetilmi ştir ki onlar ın her biri ba şka bir<br />

yöne gider; ya da bir tara ğın di şlerine benzetilmi ş-<br />

Ierdir ki bu benzeti şten de onlar ın e şit oldukları<br />

anlat ılmak istenmi ştir. Fakat, insanlar ın yarat ı-<br />

lışlarm ın kendilerine bah ş etti ği hüriyyet, yani<br />

cüz'i irade, fazilet ve iyi ahlak veya rezilet ve kötü<br />

ahlak yollar ından birine gitme ği mümkün kıldığından<br />

yollar ının t ıpkı ba şıboş deve sürülerinde oldu ğu<br />

gibi ayrılması tarak di şlerindeki istikamet<br />

bozar. Bu e şitlik, yalnız, fazilet ve iyi ahlak<br />

sayesinde söz konusu olabilir.)<br />

Ve madem ki insani cevher, yani ruh, alemde<br />

mevcut olan şeylerden hiç bir şey ile ortakl ık kabul<br />

etmiyecek surette pek şereflidir, varl ıklar ın en şereflisidir,<br />

o cevherden zuhur eden her türlü hareketler<br />

ve i şler de cevherine uygun olmak gerektir ve<br />

bu da onun kemalidir.<br />

İnsana mahsus iki kemal, yani son tekemmül<br />

vard ır. Bunlardan biri ( İlmi Kemal), di ğeri de (A-<br />

55


meli Kemâl)d ır. İnsan, birincisi ile ilimleri elde<br />

eder; ikincisi ile de i şlerini ve hareketlerini tertipler<br />

ve düzenler. Filozoflar ın insan hakk ında tesbit<br />

ettikleri kemâl, i şte bu iki kemald ınt Onlar, Felsefe'yi<br />

de ikiye ay ırırlar: Nazan ve Ameli. Ve insan ın<br />

tam mutluluğunun da, ancak, felsefenin bu her iki<br />

kısmında da tam kemâle eri şmesi ile mümkün ola<br />

bilece ğini söylerler.<br />

Birinci kemâl, yani ilmi kemâl, suret mesabesindedir;<br />

ikinci kemâl, yani ameli kemâl da madde<br />

mesâbesindedir ve bunlar, ancak, birbirleriyle tamamlanabilirler.<br />

Zira, ilim, ba şlangıç; amel de<br />

sonuçtur. Sonuçlanmayan bir ba şlangıç kaybolmu ş<br />

demektir ve ba şlangıçs ız bir sonuç ise imkans ızd ır.<br />

İnsan, bütün varl ıklardan şereflidir<br />

İnsan ın hayatta haiz oldu ğu mertebe ve şerefini<br />

anlamak için onu bütün varl ıklar ın durumu<br />

ile kıyaslamak gerekir. İnsan, insandan ba şka hiç<br />

bir şey olmak istemez. Çünkü, di ğer hayatlar ın hepsi<br />

bir çerçeve içinde s ın ırlan ıp kalmıştır. Halbuki,<br />

insan, ama ilim ile ayd ınlanm ış ve ahlak ile geli ş-<br />

mi ş olan insan, bu hayati durumlar ın en üstününe<br />

ve şereflisine mâliktir. İnsani hayat, her bir hayattan<br />

üstündür. Çünkü, cans ız (cemâd), nebat, hayvan<br />

ve insan ın kar şılaşt ır ılmalar ı bize bunu göstermektedir.<br />

Cansız (Ceınâd )lar, Nebatlar, Hayvanlar ve<br />

İnsanlar arasında kar şılaştırma<br />

Cansız (Ceınâd )lar:<br />

Dünyada mevcut bütün tabii cisimler cisimlik<br />

noktas ında ortakt ırlar. Bu ortakl ıktan, sonra, her<br />

56


iri tabiatlar ının gere ğine ve kabiliyetlerinin derecelerine<br />

göre ald ıklar ı şekiller ve hasseler ile birbirlerini<br />

geçerler ve birbirlerine üstün olurlar. Bu,<br />

zorunlu bir kanundur. Bundan ötürü bir cans ız iyi<br />

bir suret ald ığı zaman, herkes tarafından t ıynet<br />

bak ım ından iyi şekilde kabul olunur. Ve e ğer bu<br />

cans ız, nebat suretine geçerse o zaman di ğer cansızlardan<br />

bir fazlal ık, bir üstünlük kazanm ış olur<br />

Nebatlar :<br />

Nebatta beslenme, büyüyüp geli şme ve uzay ıp<br />

gitme vas ıflar ı vard ır ve bu vas ıflariyle o, cans ızlara<br />

üstündür. Nebat, yerden, kendi büyümesine ve geli<br />

şmesine uygun olan kimyasal ma'deni zerreleri ve<br />

suyu al ır ve kendine gerekmeyen şeyleri de b ırak ır.<br />

Nebât ın cans ız üzerine üstün olu şu, işte bu vas ıflariyledir.<br />

Nebât ın cansızlara üstünlü ğü çe şitli derecelerdedir.<br />

Mesela Mercan ve benzerleri cans ız cisimlerden<br />

pek küçük bir fark ile ayr ılır. Fakat, gitgide, nebât<br />

içerisinde de, insan hayat ına da faydal ı olacak baz ı<br />

hassalara mâlik olmak bak ımından, kendi aralar ındaki<br />

üstünlük ve şey ef dereceleri de artar.<br />

Hayvanlar :<br />

Nebat ın beslenme, büyüyüp geli şme ve uzay ıp<br />

gitme güçleriyle birlikte his, içgüdü, kendini koruyacak<br />

gazap gibi güçlere sahip olan varl ığa da \Hayvan) ad ı<br />

veririz ki bu son üç vas ıf ile hayvan nebatlara üstündür.<br />

O halde, hayvan ın cans ızlar ve nebatlar üzerine<br />

üstünlü ğü inkâr edilemez.<br />

Çiftl şeme ve evlad edinme iste ği ve kendini ve<br />

evlatlar ını koruma duygusu, evlatlar ı terbiye et-<br />

57


mek, onlara şefkatla bakmak, onlar ı idare etmek ve<br />

yiyip içmek gibi haller hayvana ait mertebeler ve<br />

görevlerdir ki hayvan ın bu görevleri yapma aç ısından<br />

insanl ık ufuklarına yaklaştığı görülür. Bunlar,<br />

hayvanda bulunan faziletlerdir. Bir k ısım hayvanların<br />

fazi ıetleri bunlardan da daha çoktur. Mesela,<br />

At, Şahin, Güvercin, Maymun gibi hayvanlar, insana<br />

mahsus birçok halleri de terbiye ile elde edebilirler.<br />

Bu aç ıdan hayvanlar ın da birbirleri üzerine<br />

üstünlükleri ve şereflilikleri vard ır. Bunlar, hayvanl<br />

ık ufkunun son noktalar ıdır.<br />

İnsanlar:<br />

İnsana gelince, insanl ık ufku, ak ıl, tefekkür ve<br />

muhakeme, nutk ve dolay ısiyle ilimlere i ştirak ve kabiliyet<br />

gibi ulvi melekeler ile hayvanl ık mertebesinin<br />

çok üstündedir. İşte bu mertebeler, hayvanlar ın da<br />

yetişemeyece .6i insan ın yüksek mertebeleridir.<br />

İnsanlar, çok eski zamanlarda dünyan ın Şimal<br />

ve Cenub kıs ımların ın en uzaklar ında, hareketleri<br />

ve halleri bak ımından Maymun'lardan o kadar<br />

fark göstermezken e şyayı birbirinden ay ırma<br />

ve anlama kuvvetleri gittikçe artarak insan tabiat ı-<br />

na lay ık olan dereceye gelmi şler ve gitgide şimdiki<br />

hali bulmuşlard ır. İnsanlar aras ında da mâlik oldukları<br />

hasseleri ve kuvvetleri ilim ve ahlaki fazIletler<br />

elde etme yoluna sarf edenler ve onlar ın içinde<br />

de ayni konularda birbirlerine üstün gelenler olmakla<br />

beraber, genellikle, insanl ık mertebesinin gittikçe<br />

yükselmek kabiliyetini gösterdi ği meydandadır.<br />

Bundan ötürü insan şerefi ve faziletinin kendisinde<br />

bulunan hasselerin, kabiliyetlerin, m -lekelerin<br />

iyi terbiyesi ve takviyesi sayesinde ilerledi ği ,<br />

58


ve insan ın bu suretle tam b ır İnsan, tam bir Hakim<br />

olduğu da insanl ık büyüklerinin vücudu ile sâbittir.<br />

Daha ileri giderek Veliler, Peygamberler gibi büyükler<br />

insanlığın son kemâl derecesini gösterirler.<br />

K ısaca, insan, Allah'tan ba şka her şeyden üstündür<br />

ve her şeyden şerefli bir durumda bulunmaktadır.<br />

Ancak, bu büyük insanl ık yolunda iyi terbiye<br />

ve edeb görmek şartt ır.<br />

Fıtri ve tabii hassalariyle yarat ıkların en şereflisi<br />

olan insan, şerefliliğini, ancak, kendine mahsus<br />

olan i şlere, yani insani i şlere, gerçek insanl ığının<br />

gerektirdi ği şekilde sar ılarak artt ır ır. Bu takdirde<br />

insan, hiç şüphesiz, gerçek görevi olan hay ırlara,<br />

yani iyi ve makbul hareketlere haris olmal ı ve onlara<br />

yönelmelidir.<br />

Kendine has olan i şi görmek için yap ılan bir<br />

Kılınç, ancak, o i şi tam ma'nasiyle yapt ığı takdirde<br />

Kılınçlar ın en iyisi olduğu gibi İnsan da yarat ılştan<br />

görevli olduğu iyi ve güzel i şleri ve hareketleri<br />

yaptığı takdirde İnsanlar ın en iyisidir. Bu suretle<br />

bizim kemâl gayemiz olan ve özellikle, yap ılmas ı<br />

yaratılışımızın sebebi bulunan iyiliklere haris olmak,<br />

onları yapmağı ba şarmak için nefsimizi zorlamak<br />

ve fakat, bizi insani durumumuzdan ay ıracak,<br />

insanl ıktan olan nasibimizden ve inasni kemallerimizden<br />

yoksun b ırakacak kötülüklerden de sak ınıp<br />

kaçınmak zorunludur.<br />

Soy cinsten bir At, kendisinden beklenilen kendine<br />

has i şleri ortaya ç ıkaramazsa kendi haysiyetini<br />

ve i'tibar ını alçaltm ış olur ve bundan ötürü de bir<br />

Eşek gibi kullanılmağa müstahak olur. K ılınçlar, Kalemler<br />

ve bütün alet ve edevât ta hep böyledir; yani<br />

kendilerinden beklenilen i şleri ve etkileri gerekti ği<br />

59


gibi yapamazlarsa k ıymetlerinden ve gerekliliklerinden<br />

düşerler.<br />

İşte, insan da ayni böyle olup insanl ığı= gerektiraiği<br />

i şleri yapmadığı veya yapamad ığı takdirde<br />

insanl ık mertebesinden hayvanl ık mertebesine<br />

dü şer; yani, kendisinden iyi ve güzel hareketler<br />

yerine şehvete ait hareketler, makbul olmayan hareketler<br />

ve dünyaya zararl ı hareketler ç ıkan insan,<br />

insanl ık mertebesinden hayvanl ık mertebesine kendiliğinden<br />

inmi ş olur. Bundan ötürü gerçek insan,<br />

kendisinin en yüksek kemâl mertebesine ve gerçek<br />

sürur ve mutlulu ğa, ancak, ruhunu temizlemek ve<br />

saf hâle getirmekle ula şabilir. Bu da hasselere ait<br />

lezzetlere ve zevklere aldanmamak ve hayvanlar<br />

gibi şehvetlere boyun e ğmemekle hâs ıl olur. Bu<br />

konuda şu gerçe ğe -ulaşım ki:<br />

Her mevcudun mutluluğu, ne için yarad ılmış<br />

veya yap ılmış ise, onu tam ve mükemmel olarak<br />

yapmas ındad ır.<br />

Aristo'da Çocuk Terbiyesi ve Ahlfik<br />

Birinci konuda Aristo'nun psikolojisinden söz<br />

ederken, onun, ruhu bir hayat prensibi olarak tan<br />

ımladığını; ruhu, Nebat, Hayvan ve İnsan kademesi<br />

olarak üç kademeye ay ırdığın ı; ruhu, ak ıl mertebesinde:<br />

Aktif ve Pasif diye ikiye böldü ğünü görmüştük.<br />

Şimdi, Aristo'nun Terbiye ve Ahlâk görü ş-<br />

lerine de kısaca dokunal ım.<br />

Aristo, ahlâkhl ığı üstün bir prensipten de ğil,<br />

fakat, insan ın kendi mahiyetinden ç ıkarır; insan ın<br />

kendi mahiyeti de onun ruhundan ibarettir.<br />

Aristo'ya göre her bir varl ık bir gâyeyi hedef<br />

tutar ve gâyenin meydana ç ıkmas ında o varlığın<br />

60


mahiyeti anla şılır. Bu sebepten, her varl ığın görevi<br />

kendi mahiyetini kemâle erdirmektir, yani mâhiyetindeki<br />

sakl ı isti'dad ve kabiliyetleri ortaya koymakt<br />

ır ki buna da (Hayr) 2 denir. İnsan da mademki<br />

bir akıl mahlukudur onun görevi de en yüksek aklî<br />

faaliyette bulunmak, yani dü şünmek ve bilmektir<br />

ve ona göre faaliyette bulunmakt ır; yani, hayat,<br />

akıl tarafindan idare edilmelidir'. Zira insan, daima,<br />

tezatlar ın, a şır ıl ıklar ın ( İfrat) ve noksanl ıklar ın<br />

(Tefrit) içindedir ve iyi bir şekilde ya şayabilmek<br />

için bu a şır ıl ıklar ve noksanl ıklar aras ında daima<br />

Doğru olan Orta'y ı bulma, i'tidal de bulunmak<br />

zorundad ır.<br />

İşte, akl ın peşlemek zorunda oldu ğu bu orta<br />

yol, bu i'tidal da (Fazilet)tir 4. Ahlaki bir fazilet te,<br />

ancak, irâdeli bir seçmede tecelli edebilir. Seçme<br />

de, e şyan ın kudretimiz içinde muhakemeli bir düşünce<br />

ile arzulan ışından ibarettir'.<br />

Ahlak, genellikle, şöyle veya böyle olabilmeğe<br />

yetkili olan şeylerle uğra şır6; insan ın faaliyetlerinde<br />

ve bütün olaylarda bir imkan, bir ihtimal vard ır'.<br />

Faaliyetlerimiz, inançlar ım ıza ba ğlıdırlar. Hiç<br />

kimse bilerek kötü olmaz ve kötülük yapmaz. Bütün<br />

iyilikler tek bir iyi'ye i şarettir ve ondan ç ıkar ı-<br />

lırlar ki o da Akl' ın veya Allah'ın iyiliğidir8 .<br />

Aristo'ya göre ahlak, ancak, içinde ya şadığımız<br />

Mem için söz konusudur; dolay ısiyle, ahlak,<br />

tam kemalini Devlet'te bulur. Zira, insan, sosyal<br />

bir yarat ıkt ır9 ve cemiyyet içinde ya şamak zorundad<br />

ır. Cemiyyet te Devlet'e dayan ır. Devlet te realiteye<br />

dayan ır ve büyük çapta bir organizmad ır.<br />

Her bir cemiyyet bir hayr için kurulur ve bütün<br />

cemiyyetleri içine alan Devlet te en yüksek hayr' ı<br />

61


gaye edinmek zorundad ır'. Dolayısiyle, DeNılet'in<br />

ba şlıca görevi de vatanda şların mutluluğunu sağlamaktır.<br />

Bu da faziletli kanunlar alt ında yapılacak<br />

bir öğretim ve e ğitim ile mümkündür.<br />

K ısaca, ahlak ın gayesi faziletin ilmi değil, fakat,<br />

faziletin hayata uygulanmas ıd ır. Sâdece toori,<br />

insanı, iyi bir insan yapamaz; teoriyi pratik ile<br />

tamamlamak gerektir.<br />

Insanda karakterin te şekkülü için zorunlu olan<br />

öğretim ve e ğitimde şahsi metodlar, genel metodlardan<br />

üstündür. Zira, şahsi' metodlar şahsi karakterin<br />

gayretini isterler. Fakat, bu şahsi gayret, prensiplerin<br />

anla şılmas ına bağlıdır. Zira, insan, bir cemiyyette<br />

ya şar; dolay ısiyle de ahlak ilmi, insan ı,<br />

siyasete götürür.<br />

Aristo'ya göre insanlar ın iyi olmalar ında<br />

yol vardır:<br />

ı — Tabiat çYarat ılış, Mizaç).<br />

2- Adet.<br />

3— Öğretim ve E ğitim.<br />

Şimdi, baz ı kimseler insanlar ın doğuştan iyi<br />

olarak doğduklar ını, baz ılar ı da insanlar ın âdetler<br />

kazanmak suretiyle iyile ştiklerini, baz ıları da insanlarda<br />

biri tabii di ğeri de nefse ait fiiller bulunduğunu<br />

ve tabii fiillerin istenildi ği gibi deği ştirilmesi<br />

mümkün olmamakla beraber nefse ait fiillerin e ğitim<br />

ve öğretim usulleri ile değiştirilip düzeltilmesi<br />

mümkün oldu ğunu, dolayısiyle, insanı insan yapan<br />

şeyin öğretim ve eğitim olduğunu öne sürerler".<br />

Tabiat vergisi olan bir şey, insan ın kendi elinde<br />

olmayan, insan ın kendi gücü d ışında olan bir<br />

şeydir. Fakat, gerçekten talihli kimselere ilahi lutf<br />

62


ve inâyet olarak bah şedilmiştir. Bu yolda akl ın, öğretim<br />

ve eğitimin de do ğrudan doğruya etkili olduğu<br />

da söylenemez. Çocuklar ın ruhlar ının, her şeyden<br />

önce, Doğru olandan bir haz elde etme ve Do ğru<br />

olmayandan da nefret etme yolunda, topra ğın çekirdeği<br />

yeti ştirdiği gibi, bir tak ım güzel adetlerle<br />

terbiye edilip geli ştirilmesi zorunludur. Zira, hayat<br />

ını heyecanlar ın idare etti ği bir kimse aklın uyarıc<br />

ı esesini dinlemeyecektir; hatta, onun uyar ısını<br />

anlamayacakt ır bile. O halde, böyle bir kimse bu<br />

kötü gidi şinden nas ıl döndürülecektir Heyecan, asla<br />

akla boyun e ğmez, ancak kuvvete boyun e ğer.<br />

Şu halde, asili ve şerefliyi sevecek ve asil olmayan ı<br />

ve şerefsizi sevmeyecek faziletli bir karakter tasavvur<br />

etmek zorunludur. Fakat, faziletli kanunlar<br />

alt ında büyüyüp geli şinceye kadar bir kimsenin<br />

daha çocukluk ya şlarında fazilete gerçek bir temayül<br />

göstermesi dü şünülemez. Zira, i'itclal üzre ve<br />

sebatl ı bir hayat çok kimseler için pek ho ş bir şey<br />

değildirler; hiç de ğilse gençler için de ğildir. Bu sebeple<br />

çocuğun beslenmesi ve faaliyetleri kanunlar<br />

tarafından düzenlenmeli ve çocuk bu kanunlara<br />

alışmalı ve bu kanunlar çocu ğa ızt ırap kaynağı olmamal<br />

ı .<br />

Fakat, çocuklar ı, gerektiği gibi, bir beslenme<br />

ve kontrol alt ında bulundurmak her şeyi çözümlemez.<br />

Çocuklar ı tam bir insan mertebesine ula ş-<br />

tırabilmek için onlara Doğru'nun ne oldu ğunu öğretmen<br />

ve daima Do ğru'yu yapma ğı adet edindirmelidir.<br />

Bundan ötürü, bize Do ğru'nun ve hayat ın bütün<br />

görevlerinin ne oldu ğunu öğretecek kanunlara<br />

ihtiyac ımız vard ır. Zira, bir çok kimseler, ak ıllar ından<br />

ziyade zorunluluk yüzünden; sevgi ve asâletten<br />

ziyade ceza korkusu yüzünden hareket ederler.<br />

63


Şeref ve haysiyet kanununa göre ya şayan bir<br />

insan daima akl ına uyacakt ır; gayesi, sadece haz<br />

olan kötü insan ın ise, bir yük hayvan ı gibi, belâlar<br />

ve ıst ıraplarla terbiye ve tasfiye edilmesi gerekecektir.<br />

Bundan ötürüdür ki belalarm ve ıst ıraplar ın<br />

bir insan ın gözde hazlar ının en son haddinde kar şıtları<br />

olmalar ı gerekti ği söylenmi ştir.<br />

Bir Devlette hâkim olan şey, kanunlar ve adetlerdir.<br />

Nitekim bir ailede hâkim olan şey de baba<br />

otoritesine dayanan kaideler de adetlerdir. Zira, bir<br />

ailede aile fertlerinin babaya ba ğ lılığı ve babanın<br />

onlara sağladığı büyük ni'metler ve faydalar söz<br />

konusudur. Devletin kontrolü de kanunlar ç ıkarmak<br />

ve onlar ı uygulamak suretiyle olacakt ır. Bu<br />

kanunlar, fâzilete dayand ıklar ı derecede de bu kontrol<br />

da iyi olacakt ır.<br />

K ısaca, güzel ve iyi bir karakterin meydana<br />

gelmesi için faziletli kanunlar alt ında çocuklar ın<br />

öğretilmeleri ve e ğitilmeleri zorunludur. Ö ğretim<br />

ve eğitimin de şahsi kabiliyyet ve isti'datlar ın geli ş-<br />

tirilmesi yolunda olmalar ı, dolaysiyle, genel metodlar<br />

yerine şahsi metodlar ın kullan ılmalar ı gereklidir.<br />

Ancak bu suretledir ki herkes kendi karakterine<br />

en uygun şekilde yeti ştirilme şans ına sahib olacakt<br />

ır. Fakat, böyle bir yeti ştirilme de, her şeyden önce,<br />

prensiplerin anla şılmas ına bağlıdır. Zira, insan, bir<br />

cemiyyet içinde ya şamaktad ır. Bundan ötürü de<br />

ahlak ilmi insan ı siyaset ilmine götürecektir° 2 .<br />

Çocuklara, önce, Matematik gibi soyut ilimler<br />

öğretilir ve ancak bundan sonra Felsefe ö ğretilir.<br />

Zira, ilk prensipler tecrübeden ç ıkar ve zaman<br />

ister".<br />

64


Farabrele Çocuk Terbiyesi ve Ahlak<br />

Farabi de Aristo gibi ahlak nazariyesini zihin<br />

ve akıl kuvvetlerine dayand ırır. Ona göre de: ilim<br />

evvel, ahlak sonrad ır; pratik teoriye ba ğlıdır". Farabi<br />

bu hususta şöyle diyor:<br />

Zira, bilgi, iyi amelden üstündür. E ğer böyle<br />

olmasa bilgi iyi amel ile kötü ameli birbirlerinden<br />

ayırd edemez. Bu ay ırd etme kuvveti de bilginin<br />

üstünlüğünü ıspatlar. Bundan ötürü iyi ve kötünün<br />

mahiyetini bilmemekle beraber ruhsal durumunu<br />

bunlara uyduran bir kimseden, iyi ve kötünün mahiyetini<br />

bilip te ruhsal durumunu bunlara uyduran<br />

bir kimse şüphesiz daha üstündür.<br />

Ve yine, nefs, tabiat ı gereği, bir çok şehvetlere<br />

sahiptir. Tasavvur ve idrâki nisbetinde de irâdesi<br />

vard ır. Bu hususta hayvanlar derekesinde bulunan<br />

insan ın ak ıl sayesinde ay ırd etme ğe gücü yetmesidir<br />

ki ona Seçme hüriyyetini bah şetmi ştir. Bu da<br />

nefsin zat ı gere ği isted ği mutlak hay ırd ır. İşte, insan,<br />

bu ak ıl ile meyl etti ği i şi yapmakta ve ancak bu<br />

ay ırd etme ile sorumluluk kabul etmektedir. Bu takdirde<br />

akıl, peşlemekli ğimiz gereken en iyi yolu bize<br />

göstermeğe yeterlidir ve çünkü ilim, faziletlerin<br />

en büyüğtidürm.<br />

Ve yine Farabi şöyle demektedir: Her mevcut,<br />

ancak, vücuttaki mertebesine göre kendisine has<br />

olan kemâlin zirvesine eri şmek için yarat ılmıştır.<br />

Bunun insana has olan ı ise, özellikle, en yüksek<br />

mutluluk diye adlanm ıştır 1 5.<br />

Insanda ilk ma'kullerin husulü onda ilk mükemmeleşme<br />

isteğine i şarettir ve bu ma'kuller insan<br />

için kendisini son mükemmelliğe eri ştirmede biri-<br />

65


cik araçt ırlar ki bu son mükemmelli ğe de Mutluluk<br />

denir° 6.<br />

İnsan mutluluğa ulaşmak için yap ılmas ı zorunlu<br />

olan şeyleri de bilmeğe muhtaçt ır. Ancak,<br />

her insan ın yarat ılışı buna elveri şli değildir. Bu<br />

taktirde de bir ö ğretmene ve öndere muhtaç olur.<br />

Lâkin, her insan ba şkas ına önderlik etme gücüne<br />

sahip de ğildir'''.<br />

Her nefs, müstahak oldu ğu hâle kavuşur".<br />

Güzel olsun çirkin olsun, ahlâk, bütünlü ğü ile<br />

sonradan kazan ılmad ır. Insan ın iyi veya kötü bir<br />

huy kazanmas ı ve kazand ığı huyu da iradesi ile<br />

deği ştirebilmesi mümkündür'''.<br />

İnsan zihni hayvani ve insani nefslerin tekâmülüne<br />

dayan ır ve derece derece Ilahi âleme yükselir<br />

ki bu da bir terbiye i şidir.<br />

Felsefe ö ğretiminin gâyesi de Allah' ın Bir ve<br />

Kendi Ba şına Var olduğuna, Hareket Etmeyen İlk<br />

Hareket Ettirici bulundu ğuna, bütün e şyan ın Fâil<br />

İlleti olduğuna, bu Alemi Ziynetleriyle, Hikmeti ile,<br />

Adâleti ile tertipleyip süsledi ğine bilgi edinmektir.<br />

Dolayısiyle, Filozof, hareketleriyle ve yapt ığı i şlerle,<br />

insan takat ı derecesinde, Yarat ıcıya benzemi ş olur20.<br />

ihvânussafâ'da Çocuk Terbiyesi ve Ahlak<br />

ihvânussafâ, yukar ıda da içret etti ğimiz gibi,<br />

Şark'ta ilk ahlâkç ı filozoflar olup felsefi ahlâklar ında<br />

her şeyden önce Sokrat'a uymakla beraber, Şark<br />

Literatüründe adland ığı üzere, Fisagor'un (Risale-i<br />

Zehebiye)sinden, Eflâtun'un (al-Nevâmis)inden, Aristo'nun<br />

(al-Tuffâha)s ından ve Hind'li filozof Bey-<br />

66


daba'n ın (Kelile ve Dimne)sinden de pek çok faydalanm<br />

ışlard ır.<br />

Yazd ıkları (52) risalenin hemen hepsinde felsefi<br />

ahlaklar ını açıklamakla beraber bu husus, özellikle,<br />

aşağıdaki risalelerde çok daha aç ıkça görülür.<br />

Matematik ve Felsefe Gurubunun : (Coğrafya, Ahlakl<br />

ı' çe şitli olmasının sebepleri, Bir k ıs ım isagoci)<br />

risaleleri.<br />

Tabiiyat Gurubun ıın : (" İnsan küçük âlemdir"<br />

sözünün anlam ı, Cüz'i nefslerin insan bedenlerinde<br />

meydana geli şi hakkında, Ilim elde etmede insan ın<br />

gücü, Ölüm ve hayat ın mahiyeti hakk ında, Cismani<br />

ve ruhani lezzet ve elomlerin mahiyeti hakk<br />

ında, Lugatlar ın değişik olmalar ının sebepleri hakk<br />

ında) risaleleri.<br />

AKL İ Ruhiyat Gurubunun : (Akıl ve ma'kul, A şkın<br />

mahiyeti, Tekrar dirilme ve K ıyametin mahiyeti,<br />

İlletler ve illetlenmi şler hakk ında) risaleleri.<br />

illihiyat Gurubunun : (Düşünceler ve Dini hükümler,<br />

thvanussafâ'mn i'tikadlar ı, Ihvanussafa'n ın<br />

muaşeretlerinin keyfiyerleri, İyman ın mahiyeti, Namus-I<br />

IlahVnin mahiyeti, Allah'a da'vet) risaleleri.<br />

İşte, özellikle, yukar ıya aldığımız bu risalelerde<br />

gaye ruhlar ı süslemek ve ahlaki düzeltmektir. Ihvanussafa'n<br />

ın da'valar ınca, insan, iyi ahlak sayesinde<br />

insan mertebesinden ç ıkıp melek mertebesine<br />

yükselecek, yarat ılma ve bozulma alemi olan bu<br />

dünyadan kurtulup ebediyet mertebesi olan Allah'a<br />

ulaşabilecektir.<br />

ihvanussafa'da (Nefs Tasfiyesi) ahlak ın biricik<br />

mi'yarıdır. Bu mi'yar ile ayarlanan insanlar<br />

aras ında ahlak ayk ır ılığı söz konusu olamaz.<br />

67


Ahlak konusunda, lhvanussara da, her şeyden<br />

önce, çocuklar ın terbiyesi üzerinde duruyor ve Allah'<br />

ın Peygamberleri ve Filozoflar ı, ancak, insanların<br />

kötü kuylar ını iyiye çevirmek için gönc ıeridiği<br />

ni söylüyor 21.<br />

ihvanussafa'ya göre, ana ve baba, çocu ğun,<br />

ancak, maddi varl ığın sebebidir; çocu ğa ilim öğreten<br />

ve onu terbiye eden hocas ı da çocuğun ma'nevi<br />

varlığının sebebidir ve birinci sebepten üstündür".<br />

thvanussafâ'ya göre insanlar ın ahlaklarm ın ba ş-<br />

ka ba şka olu şu dört sebebe ba ğlıdır:<br />

ı — Bedenlerin ve mizac ın (yani, dört ahlat ın:<br />

safra, balgam, kan ve sevda) ba şkalığı .<br />

2- İçinde ya şan ılan çevrenin maddi etkisi.<br />

3— İçinde ya şan ılan çevrenin ma'nevi etkisi.<br />

4— Doğum esnas ında y ıld ızlar ın etkisi".<br />

Ahlaklı' çe şitli olmas ının bu dördüncü sebebi<br />

Ihvanussafâ'ya göre en hâkim sebeptir.<br />

ihvanussafa, Eflatun ve Aristo'da da çeki şmeyi<br />

gerektirir gibi görünen, huylar ın tabii veya k ısbi,<br />

yani sonradan kazan ılm ış olup olmad ıkları konusunda<br />

bağda şt ırma yoluna giderek: "Dünya o ğullar ı-<br />

n ın huylar ı tabiidir, cibilidir, de ği şmez; âhiret<br />

oğullarının huylar ı ise sonradan kazan ılmıştır. deği<br />

şir. Ve birinciler cesed, ikinciler ruh gibidir ve<br />

birinciler mutsuz, ikinciler de mutlu ki şilerdir"<br />

diye hükm etmi şlerdir".<br />

ihvanussafa, zalimlere kar şı afv ı, kötülük edenlere<br />

kar şı iyiliği, riyakârlara kar şı dürüstüğü, yoksul<br />

b ırakana kar şı ihsanda bulunmağı iyi ahlâktan;<br />

68


İblis'in kibrini, Adem'in h ırs ını, Kaabil'in hasedini<br />

de en büyük musibetten saym ışlard ır"<br />

İhvânussafâ, nefsin tasfiyesi ve iyile ştirilip güzelle<br />

ştirilmesi yolunda Felsefe'nin ve felsefe kadar<br />

da Dinin büyük rolüne i şaretle şöyle diyorlar:<br />

Hayvanlığı a şan insanlığın en a şağı mertebesi<br />

yaln ız duyu organlar ı ile his edilen şeyleri bilen,<br />

yaln ız cismâni hay ırlar ı tan ıyan, yaln ız bedenin<br />

geliştirilmesini arzulayan.... insanlard ır. Bunlar,<br />

surette insan, fakat, fiilde hayvand ırlar. Melek<br />

mertebesini a şan insanl ık mertebesine ula şmış kimseler<br />

ise gaflet uykusundan uyanm ış, câhillik ağırlıklarından<br />

kurtulmu ş, yüksek bilgilerle hayat bulmu ş,<br />

basiret gözleri aç ılm ış, hasselere gizli olan ruhsal i şleri<br />

ve akil mevcutlar ı kalb gözleriyle görmü ş, nefs cevherlerinin<br />

safâs ı ile ruhlar âlemini mü şahede etmi ş<br />

kimselerdir26 .<br />

Ve yine onlar şöyle demektedirler: insanlar ın<br />

üstünü, ak ıllılar; ak ıılılar ın hayırl ısı, âlimler; âlimlerin<br />

en yükseği de evvelâ. (Peygamber) ler ve sonra<br />

da (Filozof)lard ır.<br />

Peygamberler, akla ait ilimlerde, ulühiyete ait<br />

bilgilerde ve nefse ait hikmetlerde en yüksek tabaka;<br />

Filozoflar da tabii san'atlarda ve cisimlere<br />

ait bilgilerde en yüksek tabakad ır. Peygamberlere<br />

ait ilimler ile yani, İlâhiyat ile ruhlar diyar ı için,<br />

K ıyamet için nefsin düzeltilip geli ştirilmesi gâyesine<br />

; Filozoflarni ilimleri ile de bu cisimler âleminde,<br />

bu dünyada cisimlerin ve bedenlerin geli ştirilip iyileştirilmesi<br />

gâyesine var ılır. Melek mertebesine ula şan<br />

insan ın en üstün, en yüksek derecesi ise (Peygamberlik)<br />

mertebesidir 27 .<br />

69


Öyle ise, bu dünyada hür suretinde zorunlu,<br />

efendi suretinde köle, zevkli suretinde azapl ı, gıptaya<br />

şayan suretinde kibirli olan ve:<br />

ı — İçinde ya şad ığımız maddi 'Mem,<br />

2- Insan ın kendi tabiat ı ve ihtiraslar ı,<br />

3— Şeriat ve teklifler,<br />

Zalim Padi şah,<br />

5— İnsani ihtiyaçlar,<br />

gibi be ş hakim kuvvetin sald ırıs ı kar şısında<br />

bulunan insanın cisminin ve nefsinin geli ştirilip güzelleştirilmesi<br />

gâyelerine var ıp ilahi i şleri de bilmesi<br />

ve Rabbani bilgiyi de tan ımas ı gerekir. Nefslerin<br />

en iyi hali de i şte bu haldir".<br />

Kısaca, Ihvanussafa, ahlaki., ruh tasfiyesine<br />

dayand ırmakta ve Ahlaki, İlimden; aksiyonu, Teori'den<br />

üstün saymaktad ır.<br />

70


Konu: III<br />

(HAYR İLE MUTLULUĞUN FARKI VE<br />

HAYRIN KISIMLARI)<br />

İbn Miskeveyh'te Hayr ile, Mutlulu ğun Farkı<br />

ve Hayr ın Kısımları - İbn Miskevelh'e göre Aristo'-<br />

da Hayır ve Kısımları ve Mutluluk- - İbn Miskeveyh'e<br />

Göre Fisagor'da, Sokrat'ta, Eflâtun'da, Revakilerde,<br />

Muhakkik Filozoflarda<br />

Aristo'da Hayr ve Mutluluk -Farabi'de Hayr<br />

ve Mutluluk- İhvanussafâ'da Hay ve Murluluk.<br />

Hayr ile Mutluluğun Farkı ve Hayran<br />

Kısımları :<br />

İbn Miskeveyh, bu konuda özetle şöyle demektedir<br />

:<br />

İnsan nisbet edilen iradi şeyler, Hay ırlar ve<br />

Şerler diye ikiye ayr ılır ve insan hayr ı ve mutlulu ğu,<br />

yapmas ı için yaratilm ış olduğu şeyi tam ve mükemmel<br />

olarak yapmas ında ve gâyesine ula şmasmdadx.<br />

Gerçeği kavramış Eski Filozoflar ın pek beğendikleri<br />

tanimâ göre (Hayr), "Her şeyden, her i şten<br />

kasd olunan şey'dir. Hayr, her hareketin ve her<br />

şeyin son gayesi"dir. Bu tan ıma nazaran faydal ı olan<br />

şeye de Hayr denebilir. Mutluluk ise, (Mutluluk<br />

Sahibine) nisbet ve izafetle hay ırd ır.<br />

71


Mutluluk, sahibi için bir kemâld ır. Bu takdirde<br />

de mutluluk bir nevi hayr demektir. İnsan ın mutluluğu,<br />

hayvan ın mutluluğundan ba şkad ır ve her<br />

şeyin mutlulu ğu, ona has olan onun tamaml ılık ve<br />

kemâli demektir.<br />

Herkesin arzulad ığı ve özledi ği hayr ise bütün<br />

insanlara ait olan Hayr'd ır ki onlar bu hayr ı istemekte<br />

ortakt ırlar.<br />

Yukarıda da denildi ği gibi mutluluk, herkesin<br />

kendine mahsus olan hay ırd ır ki mutluluğun hay ır<br />

olması sahibine izâfetlerdir ve bundan ötürü, onu<br />

isteyenlere nisbetle de ği şir.<br />

K ısaca, hayr, her şeyden son maksat ve son<br />

gâye ve bütün insanlar aras ında ortak olan şeydir.<br />

Mutluluk ise herkesin zât ına mahsus kemâl ve<br />

refah hâlidir. Bunda bütün insanlar ortak de ğildir.<br />

Fakat, "Mutlak Hayr" şahsa nisbetle çe şitli değildir.<br />

İlimlere ve san'atlara dayal ı her faydal ı şeyin ve<br />

bizim için iyi görünen arzular ın gâyesi olan hay ırlar<br />

acaba Mutlak Hayr'm ıd ır Bu hay ırların birini veya<br />

birkaç ını ele geçirmekle "Mutlak Hayr"a ula şılabilirmi<br />

Elimize geçirmek istedi ğimiz hayırlar ı Mutlak<br />

Hayr zann ı ile bütün ömrümüzü onlar ı istemekle<br />

geçiririz; fakat, acaba "Mutlak Hayr" nedir<br />

Bu noktada İbn Miskeveyh, özellikle Porphyrius'tan<br />

faydalanarak, ilk önce Aristo'nun fikirlerine<br />

geçiyor ve şöyle bir aç ıklama yap ıyor:<br />

72<br />

Aristo'ya göre Hayr üç k ısımdır:<br />

ı — Şerif ve Mübârek Hayr.<br />

2- Övülmeğe ve Takdire de ğer Hayr.<br />

3— Kuvve Hâlinde olan Hayr.


Yukarıda say ılan bu hayırlardan birincisi, sahibine<br />

şeref veren hay ırlard ır ki bu "Felsefe" ve<br />

"Kamil Akıl"dan ibarettir.<br />

İkincisi de bütün Faziletler ve bütün Güzel<br />

hadi i şlerdir.<br />

Üçüncüsü de Felsefeyi, Güzel İşleri ve Fâziletleri<br />

ele geçirme ğe haz ırlanmakt ır.<br />

Başka bir aç ıdan da hay ırların bir kısmı gâyedir,<br />

bir k ısm ı da gâye<br />

Gâye olan hay ırlar da ya tamd ır ya da tam<br />

değildir. Tam olanlar, Mutluluk gibidir ki biz onu<br />

elde etti ğimiz zaman onu ba şka bir şeyle fazlala ş-<br />

tırmağa muhtaç de ğiliz. Tam olmayan hay ırlar da<br />

sıhhat ve servet gibi olan hay ırlard ır ki biz onlar ı<br />

elde etti ğimiz zaman onlar ın daha ziya artmalar ına<br />

ihtiyaç gösteririz.<br />

Gâye olmayan hay ırlar ise, arzulanan hayra<br />

vas ıta olan hal ve hareketler ve di ğer baz ı şeylerdir.<br />

Yine bir bak ıma baz ı hay ırlar da vard ır ki yaln<br />

ız nefs aç ısından söz konusudurlar; baz ı hayırlar da<br />

vard ırki yalnız beden aç ısından söz konusudu ı lar.<br />

Yine bir bak ıma baz ı hay ırlar da vard ır kl s ırf<br />

kendi zatlar ı için istenirler; baz ı hayırlar da vardır<br />

ki diğer hay ırlara arac ı olmalar ı bak ımından<br />

istenirler.<br />

Baz ı hay ırlar da vard ır ki hem kendileri için<br />

hem de diğer baz ı hay ırlara arac ı olmalar ı bakımından<br />

istenirler.'<br />

Baz ı hay ırlar da vard ır ki ne kandileri için ne<br />

de başkalar ına arac ı olmalar ı bakımından istenirler.<br />

73


Bu yolda, her zaman ve her hususta ve herkes<br />

için hayr olan veya herkes için ve her zaman ve<br />

her hususta hayr olmayan iki çe şit hay ırdan da söz<br />

edilebilir.<br />

Yine başka bir görü şe göre hayr şöyle taksim<br />

edilir :<br />

— Cevherde Hayr.<br />

2- Nicelikte Hayr.<br />

3— Nitelikte Hayr.<br />

Ve tabii, bunlardan ba şka diğer katigorilere ait bir<br />

çok hayırlardan da söz edilebilir.<br />

Şimdi, Cevherde hayr, mâlik oldu ğumuz kuvvetlerin<br />

ve melekelerin bize sa ğlad ıklar ı hayırd ır.<br />

Nicelikte hay ır, orta say ıda iyi i şler ve iyi<br />

hallerdir.<br />

Nitelikte hay ır da ruhun ho şlandığı şeylerden<br />

duyulan ma'nevi haz gibi şeylerdir.<br />

Nitelikte hay ır' ın başlıcalar ı da şunlardır:<br />

Hayr : Bunlar, sadakalar ve yap ılan<br />

iyilikler gibi şeylerden duyulan hisse ait hay ırlard ır.<br />

2—.aman ve Mekâna Ait Hayr : Bunlar, s ıhhate<br />

ve zevke uygun k şökler, bağlar, bahçeler gibi şeylerden<br />

duyulan zevka ait hay ırlard ır.<br />

3—İşe Ait (Fiili) olan Hay : Bu da bir hükmün<br />

geçerli olmas ı ve bir te şebbüsün her tarafa yay ı l-<br />

ması i şidir. (Mesela, tüccarlar ın memleketlerine; ve<br />

milletlerine kazand ırd ıklar ı refahtan do ğan zevk; ve<br />

özellikle, memleketlerini iyi idare ederek vatanda ş-<br />

ların ı rahata ve huzura kavu şturan İdareci S ınıfın<br />

duyduğu kalb geni şliği ve sevinci gibi.)<br />

74


Bunlardan ba şka s ırf akla ve s ırf hisse ait hususlarla<br />

ilgili hay ırlar da vard ır ki bunlar, "Ma'kfıl hareketlerden<br />

ve her şeyden iyi ve temiz hisler alma"<br />

açısından husule gelen hay ırlard ır.<br />

Kısaca, zâti, yani arazi olmay ıp cevherde olan<br />

hayr, (Mutlak Hayr)d ır. Ve (Mutlak Hayr), İlk<br />

Hayr'd ır ve o da (Allah)t ır. Bütün varl ık O'nun<br />

yönünü gözleyip özlemekte ve O'na do ğru hareket<br />

etmektedir. Zira, Ilâhi olan hayat ın dönüp bağlandığı<br />

nokta O'dur.'<br />

Miskeveyh, Mutluluk konusunda da ba şta Aristo<br />

olmak üzere baz ı Yunan filozoflar ının görü şlerine<br />

i şaret ediyor ve şöyle diyor:<br />

Aristo'ya göre Mutluluk ta be ş çe şitttir :<br />

ı — Bedenin sağlamlığı ve hasselerin kuvvet ve<br />

tamaml ılığı .<br />

2— Servete ve sâd ık adamlara mâlik olmak.<br />

3—İnsanlar aras ında i'tibâr ve sevgi kazanmak<br />

ve övülmek.<br />

4—Her hususta, her i şte ve özellikle giri şilen<br />

te şebbüslerde ba şar ıl ı olmak.<br />

5—Tam ve yerinde görü şe, doğru fikre, sâlim<br />

i'tikada mâlik olup kendisinden ak ıl istenildiğinde<br />

insanlara do ğru fikir verebilmek.<br />

İşte bu be ş şeye mâlik olan bir kimse tam ve<br />

kâmil bir mutlulu ğa mâlik demektir; bu be ş şeyden<br />

baz ılar ına mâlik olanlar da derecelerine göre<br />

Mutludurlar.<br />

Fisagor, Sokrat, ve Eflâtun'a göre Mutluluk:<br />

Arito'dan önce gelen Fisagor, Sokrat, Eflâtun ve<br />

bunlar gibi baz ı filozoflara göre de faziletler ve<br />

75


(Mutluluk) ruhtad ır. Bunlar, bunun için mutluluğu,<br />

yaln ız, Hikmet, İffet, Şecaat ve Adalet ğibi ahlaki<br />

faziletlerden ibaret saym ışlard ır. Bunlarca, ruhta<br />

ahlaki faziletler bulundukça o ruh mutludur ve<br />

ba şka bir şeye muhtaç olmaz. Zira, ruh, bu faziletlere<br />

mâlik olunca, mesela, bedence, servetçe ve<br />

diğer baz ı hususlardaki marazlar ve noksanlar bu<br />

kimselerin ruhsal mutluluğunu bozamaz. Yaln ız,<br />

ak ıl bozukluğu, insan ın cisimce faziletli hareket<br />

etmesini engeller, Fakirlik, dü şkünlük gibi maddi<br />

hayata ait gelip geçici şeyler bu Filozoflara göre insan<br />

ın mutluluğunu bozamaz.<br />

Revâkilere Göre Mutluluk:<br />

Revakiler ile Natüralist (Tabiiyyün)ler nazar<br />

ında ise beden, insan ın maddi parças ı olduğu<br />

için duyu organlar ına ve organlara ait noksanl ıklar<br />

gibi bedene ait noksanl ıklar ruhsal mutlulu ğu<br />

da engeller ve onu kemâlde bulundurmaz. Bu sebeple<br />

(Bedene Ait Mutluluk) ta ruhsal mutluluk<br />

için önemlidir.<br />

Eski Tahkikçi Filozoflara Göre Mutluluk:<br />

Bu filozoflara göre insan, be şeri hayat ının ak ı-<br />

şına ve ona bağlı ve onunla ilgili olan bütün şeylere<br />

önem vermemelidir. Ruh ve cesede nisbet edilen<br />

hallerin hiç birisi Mutluluk de ğildir, Zira, Mutluluk,<br />

başkalasmayan, kaybolmayan, sâbit ve baaki bir<br />

şeydir ki o bütün şeylerin ve hususlar ın en yükseidir.<br />

De ğişip başkala şan ve sâbit olmayan güzel bir şey<br />

bile (Mutluluk) değildir.<br />

İşte bu fikre göre eski Filozoflar, (En Büyük<br />

Mutluluk) hususunda anla şmazl ığa düşmüşlerdir.<br />

76


Bunlardan baz ı lar ı, insan ruhu bedenden ve tabii<br />

şeylerden ayr ılmadıkça, yani insan ölmedikçe ve s ırf<br />

ruh kalmad ıkça (En Büyük Mutluluk)a eri şemeyece<br />

ğini sanmışlard ır. Bu filozoflar, insan nam ın ı,<br />

yaln ız bu s ırf ruha vermi şler ve ruh bedende bulundukça<br />

cisme ve onun kederlerine ve bedenin<br />

pisliklerine ve zorunluluklar ına katlanmak gerekeceğine<br />

ve daha bir çok şeylere de ihtiyac ı olacağına<br />

bin'aen: " İnsan hayatta iken hiç bir zaman Mutlu<br />

sayılamaz" iddias ında bulunmu şlard ır.<br />

Halbuki, Aristo'ya ve taraftarlar ına göre mutluluk,<br />

insan için dünyada has ıl olur. Çünkü, insan, nefs<br />

ve bedenden mürekkeptir. Mutlulu ğun belirli bir şekli<br />

de yoktur. Mesela (En Büyük Mutluluk)u, fakirler,<br />

mal ve para çoklu ğunda; hastalar, s ıhhat ve selâmette<br />

; zeliller, makam ve saltanatta; reziller, çe şitli<br />

şevhetlerde; a şıklar, ma' şuklarına kavu şmada; a-<br />

limler ve fad ıllar, ilim ve fazileti miistahak olanlara<br />

yaymada görürler. Filozoflar ise bunlar ın hepsini<br />

deği şik mutluluk şekilleri olarak kabullenirler; yeter<br />

ki bunlar akl ın gerekliliklerine göre tertiplenip<br />

düzenlenmi ş olsunlar; yani en do ğru bir zamanda<br />

ve en doğru yol (i'ticlal) ile ele al ıns ınlar. Bu hallerin<br />

hepsi de, onlara i ştiyak gösterenler için birer<br />

çe şit Mutluluk say ılır.<br />

Bu konuda biz de Aristo, Farabi ve ihvanussafa'n<br />

ın görü şlerini k ısaca aç ıklayal ım :<br />

Aristo'da Hayr ve Mutluluk<br />

Aristo şöyle diyor: Her san'attan, her ilimden<br />

ve bütün i şlerimiz ve maksatlar ımızdan görülüyor<br />

ki gâye, bir (Hayr)a, bir (Iyilik)e ul şamakt ır. Gerçekten,<br />

insanlar ın hareketlerindeki gâye çe şitlidir,<br />

77


hiçbiri öbürüne benzemez. Bununla beraber bunlar<br />

ın hepsine birden (Hayr) veya (Mutluluk) diyebiliriz'.<br />

Bir de (En Yüksek Hayr) ad ını alan bir<br />

gâye vard ır ki o da bütün san'atlar ın, ilimlerin ve<br />

bilgilerin gâyesi olan ( İnsani Hayat ın Hayri veya,<br />

Mutluluğu)dur. Şu Mide, hayr ve mutluluk gerçekten<br />

nedir ve bize bunu hangi san'at, hangi ilim ö ğ-<br />

retir <br />

İlk bakışta bütün ilimler ve san'atlardan üstün<br />

görünen bu ilim, Siyaset İlmi'dir. Zira, o, bir<br />

memleketin hayat ın ı ve mutluluğunu sağlar; Ekonomi<br />

ilmi, Harb ilmi gibi diğer baz ı ilimler hep ona<br />

bağlıdır. Siyasetin esas ı da hayır ve adâlet oldu ğuna<br />

göre demek ki ahlâk ilmi de siyaset ilminin bir<br />

kısmıd ır, siyasette tamamkanmaktad ır4 .<br />

İstisnas ız, herkes için mutluluk, iyi ya şamakt ır;<br />

ve mutluluk insani olan bütün şeylerin gâyesidir.<br />

Ancak, bunu, kimi parada ve malda, kimi s ıhhatta,<br />

kimi şerefte, kimi şunda, kimi de bunda bulmu ş-<br />

lard ır'.<br />

Hayır, bizzat kendisini arzulad ığımız şeydir6 .<br />

İnsan hayat ının gâyesi de baz ı ruhsal hay ırlar i ş-<br />

lemektir. Şu hâlde, gerçek mutluluk, hayr için ya şamak<br />

ve hayr i şlemektir' ve gerçekten mutlu bir<br />

adam da hayr için ya şayan ve hayr i şleyen bir adamd<br />

ır. Şu hâlde, mutluluk, dünyada en iyi, en yüksek<br />

ve en bo şa giden ve en asil olan bir şeydir. Lâkin,<br />

o, d ışa ait maddi hay ırlar ın yard ımına muhtaçt<br />

ır; d ışa ait maddi yard ımlar olmaks ız ın insan ın<br />

i şlerinde âlicenabl ık aramak bo ştur s. O, en son ve<br />

en yüksek hayrd ır 9 .<br />

Şimdi, Mutluluk, Allah'ın bir lutfumudur yoksa<br />

öğretilebilir bir şeymidir<br />

78


İnsanın, varl ıklar ın en üstünü olmas ı bak ımından,<br />

mutluluğun Allah'ın insana bir lutfu olduğu<br />

düşünülebilir. Lâkin, her şeyin bu en iyisi nas ıl<br />

olur da tesadüfe b ırakılır<br />

Eğer, o bir ilim veya usril ile ö ğretilebilir bir<br />

şey ise, kendi varl ığında o, her zaman İlahld ır.<br />

Şu halde, ahlakça bozuk olanlar bir tarafa,<br />

mutluluk, bütün insanlarca elde edilebilir bir şeydin'<br />

Ve yine, mutlulu ğun bu suretle tan ım ı her zaman<br />

aç ıklanan siyaset ilminin gâyesi ile de uygunluk<br />

gösterir. Zira, siyaset ilminin gayesi de Şehirler<br />

aras ında bir hay ırl ılık karakteri meydana getirmektir.<br />

Ilkel hayvanlar, faziletli i şlemlerde bulunmağa<br />

muktedir olmad ıklar ı için mutluluğa ermeğe de<br />

muktedir değildirler. Çocuklar da ö ğretim ve e ğitim<br />

görmeden mutlulu ğu elde edmezler. Zira, mutluluk,<br />

tam bir fazilet ve kemâl üzre bir hayat ister.<br />

Ve yine, mutlulu ğu devran ın gidişine, tâlie<br />

b ırakmak onun tamaml ılığın ı kemâl ve kararl ılığını<br />

yok etmek demektir. Fakat, hiç bir insani bir<br />

i ş faziletin gerektirdi ği bir i şlem kadar de ği şmez ve<br />

sürekli değildir. Kısaca, mutluluk, bakaa cevherine<br />

mâliktir. Mutluluk, bir çok bela ve ıstıraplarla engellenebilir<br />

ise de o hiç bir zaman arizi ve ct ız'i iyi<br />

veya kötü tali'den etkilenmez ve yok olmaz.<br />

Mutluluğu faziletli i şlemlerle ta'yin ve s ınırlamakla<br />

mutlu bir insan ın hiç bir zaman kederli ve<br />

sefil olmayaca ğını söylemi ş oluyoruz. Çünkü, o,<br />

hiç bir zaman ancak bir vas ıta olan adi i şler ve hareketlerle<br />

u ğra şmayacakt ır.<br />

Şu halde, mutlu insan, zaman ın, sebebe dayanan<br />

bir vakfesinde de ğil, fakat, bütün hayat ı bo-<br />

79


yunca faaliyeti tam bir faziletle tanzim edilmi ş ve<br />

ebedi hay ırlarla yeterli derecede desteklenmi ş olan<br />

insand ır.<br />

Acaba bir adama ya şadığı müddetçe mutludur<br />

diyebilirmiyiz<br />

Bu hususta Solon'un güzel bir Atasözü vard ır,<br />

o, der ki: "Her şeyin sonuna bakmam ız zorunludur.<br />

Bir kimseye ölmeden önce şudur, budur veya<br />

mutludur demek doğru değildir", Fakat, mutluluk,<br />

eğer bir çe şit aktivite ise nas ıl olur da bir insan hayatta<br />

değil de öldükten sonra mutlu olabilir Hayat<br />

ın bütün safhalanndan ve firsatlar ından muaf<br />

kıl ınan yani, ölen bir insan ın öldükten sonra mutlu<br />

olduğunu kabul etmek te do ğru de ğildir. Bir insan ı<br />

öldükten sonra mutludur diye anmak o insan ın,<br />

yalnız, mutluluğun mevcut oldu ğu zaman de ğil,<br />

fakat, mevcut olmad ığı zamanda da mutlu olduğuna<br />

hükm etmektir ki bu mutlulu ğun mevcut olmadığı<br />

bir zamanda mutlu olmak gibi bir çeli şme<br />

gösterir".<br />

Kısaca, hayr, bir aktivitedir, ahlaki bir hald ır<br />

ve Mutlak ve hafi diye de ba şlıca ikiye ayr ılır.<br />

Ve yine, Mutluluk ta ahlaki bir hal de ğil bir<br />

aktivitedir ve bizzat istenen bir aktivitedir; ruhun<br />

tanı ve mükemmel bir faziletle uygunluk halinde<br />

olduğu bir aktivitedir; en üstün fazilet aktivitesidir;<br />

yani, mahiyetimizin en üstün taraf ının aktivitesidir.<br />

Bu sebepten de o, bir çe şit, spekülâsyon olmak<br />

zorundad ır.<br />

Akl ın iyi, güzel ve ilahi şeyleri kavramas ı ve<br />

kendisinin de ilahi oldu ğunu kavramas ı : tam ve<br />

mükemmel mutluluk i şte bunlard ır° 2. Mutluluk,<br />

80


engellenmemi ş bir aktivite ve mutlak bir haz" olduğuna<br />

göre demek ki en yüksek mutlulu ğu veren<br />

ak ıl fazileti ve Felsefi mülâhazalar, en yüksek<br />

hazz ı da verecektir.<br />

Yaln ız Akl'a göre ayarlanm ış bir hayatt ır ki<br />

ilâhi Bir Hayatt ır. Zira, insan ın gerçek benli ği, tlâhi<br />

kısmı, yaln ız Akl' ıd ır".<br />

Fârâbi'de Hayr ve Mutluluk<br />

Fârâbl'ye göre insan ın yarad ılmas ındaki gâyenin<br />

husulüne yarayan kuvvetler, melekeler veya<br />

irâdi fiiller ( İnsani Hayırlar)d ır; insan ın yarad ılmas<br />

ındaki gâyenin husulünü engelleyen kuvvetler,<br />

melekeler veya irâdi fiiller ise ( İnsani Şerler)dir.<br />

Hayr ve Şer, hep ezeli bir irâdeden gelmektedir.<br />

İnsana en has hayr, insani ak ıldır. Zira, insan,<br />

ancak, akl ı ile insand ır. İşte, Mant ık san'at ı da insana<br />

bu en has hayr' ı kazand ırmakt ır15 .<br />

Mutluluğa gelince: Mutluluk, zâti için istenen<br />

hayr'd ır ve her hangi bir şeye ula şmak için<br />

vas ıta olarak kullan ılamaz. Zira, insan ın eri şebileceği<br />

en son mertebe, mutluluk mertebesidir.<br />

İnsan ın her hangi bir surette alg ıladığı bir şeye<br />

meyl etmesi irâdeden ibaret olup irâd ı dediğimiz<br />

şey de ihsas veya tahayyülden do ğan meyildir ki, bu,<br />

hayvanlarda da bulunur. Fakat, bu meyl, dü şünüp<br />

anlamadan geliyorsa ona (Ihtiyar) denir ve ihtiyar<br />

da insanlara hast ır. Bu yüksek ma'kullerin insanda<br />

husul bulmu ş olmas ı onun birinci kemâlidir ve en<br />

son kemâle eri şmek yolunda kullanmas ı için insana<br />

âdetâ bah şedilmiştir. Bu son kemâl ise (Mutluluk)<br />

tur.<br />

81


Mutlu14a ancak güzel şeyleri elde etmekle<br />

erebiliyorsak; güzel şeyleri de, ancak, Felsefe san'at ı<br />

ile elde edebiliyorsak; bizi mutlulu ğa erdirebilecek<br />

olan ın, sâdece, Felsefe olmas ı zorunludur. Felsefe<br />

de, bizde, sadece, iyi ay ırd etme ile has ıl olur. İyi<br />

ayırd etme de, ancak, do ğru algılayan zihin gücü<br />

ile elde ediliyorsa, bütün bunlardan önce bizde zihin<br />

gücünün bulunmas ı gerekir. Zihnin doğru düşünme<br />

gücü ise, ancak, bizde do ğruyu yakinen bilip<br />

ona inanma ve e ğriyi de yakinen bilip ondan<br />

uzakla şma gücü bulunduğunda, yani aldanmayan<br />

bir güç bulunduğu zaman has ıl olur. İşte, bize bu<br />

gücü kazand ıran san'ata (Mant ık) deriz ve bütün<br />

san'atlardan önce bu san'at ı geli ştirmek mutlak<br />

zorunludur'.<br />

Mutluluk, insan nefsinin vücutta geli şip açılması<br />

yolunda maddeye ihtiyaç duymayacak bir<br />

kemal mertebesine ula şması demektir ve bu da nefsin<br />

cisimden ar ınm ış şeyler ve madde ile kar ışmamış<br />

cevherlcr gibi bir hal almas ı ve ebediyyen bu<br />

hal üzre kalmas ı ile olabilir. Ancak, mutlulu ğun<br />

mertebesi Fa'al Ak ıl mertebesinin a şağısındad ır.<br />

Nefs, mutluluğa, irâcleye dayanan fiillerle ula şabilir<br />

ki bu fiillerin baz ılar ı fikre ait fiillerdir ve baz ı-<br />

ları da bedene ait fiillerdir. Lâkin, bu fiiller, rastgele<br />

fiiller de ğil, baz ı belirli ve s ın ırl ı davran ış şekilleri<br />

olan ve melekelerle elde edilen s ınırlı ve belirli<br />

fiillerdir. Çünkü, iradeye dayanan fiiller aras ında<br />

mutluluğu engeleyici olanlar da vard ır.<br />

Topluca diyecek olursa, mutluluk, her hangi<br />

bir zamanda kendisi ile ba şka bir şey elde etmek<br />

için değil, fakat, zati için ibtenen hay ırd ır; yoksa,<br />

hiç bir zaman istenmez. Mutlulu ğun öteSinde in-<br />

82


san ın daha büyük bir şeye ula şabilmesi mümkün<br />

değildir.<br />

İnsan ın mutluluğa ulaşmas ına yarayan fiiller,<br />

ancak, güzel ,fiillerdir. Bu fiillerin kendilerinden<br />

sâdir olduklar ı davran ış şekilleri ve melekeler de<br />

faziletlerden ba şka değildir'".<br />

Mutluluk mertebesine şu iki şey ile var ıl ır: insanları<br />

birbirine ba ğlayan birlik ve beraberlik ve<br />

insan ı ait olduğu sın ıf ve düzene ba ğlayan birlik ve<br />

beraberlik. Fad ıl şehir insanlar ın ın her biri bu maksatla<br />

hareket ederse onun i şleri güzel ve üstün ruhsal<br />

bir form kazan ır ve bu yolda devam edildiği süre oran<br />

ında da bu ruhsal form da kuvvetlenip üstün olur,<br />

kuvveti ve fazileti gittikçe artar's.<br />

Mutluluklar üç yönden birbirinden üstündürler:<br />

Nevi, Nicelik, Nitelik.<br />

Ayni mertebeden olan insanlar, öldükten sonra,<br />

ayni mutluluk mertebesine ula şırlar ve bunlardan<br />

her bir birlik, nevi, nitelik ve nitelik bak ımından<br />

kendi benzerine kavu şur. Onlar ın birle şmeleri ve<br />

birbirlerine kavu şmalar ı da cisimlerde oldu ğu gibi<br />

değildir. Birbirine benzeyen maddeden ayr ılmış<br />

nefslerin ço ğal ıp birbirlerine kavu şmalar ı, bir ma'<br />

kulun diğer bir ma'kule kavu şması gibi olup bunların<br />

her birinin duydu ğu lezzet te çok şiddetli olur.<br />

Her birlik, bir çok kereler hem kendini hem de kendine<br />

benzeyeni dü şünmü ş olduğundan dü şünülen<br />

şeyin biteliği artm ış olur. Her göçüp giden birlik<br />

için hal aynidir.<br />

Bu, yukar ıda aç ıklanan hal de Fa'al Akl'a dayanan<br />

en yüksek gerçek mutluluktur". En üstün<br />

Mutluluğun en üstün derecesi de, Farabi'ye göre,<br />

ancak, Gerçek Filozoflara mahsustur".<br />

83


Şuna da hemen i şaret edelim ki Fârâbi, ebedi<br />

mutluluğun ancak bu dünyada oldu ğunu, Fâd ıl<br />

Medine adl ı kitab ında kötü ruhlar ın ölümden sonra<br />

azapta kalacaklar ını, Siyâset'ül-Medine'sinde de kötü<br />

ruhlar ın yokluğa gideceklerini ve yanl ız kâmil<br />

ruhların bâki kalacaklar ın ı ileri sürerse de Fârâbl'-<br />

nin, esasta, ruhun ölümden sonra şahsi bir varl ık<br />

olarak bâki kalmayaca ğı fikrinde oldu ğu kuvvetle<br />

söylenebilir.<br />

ilıvânussan'da Hayr ve Mutluluk<br />

ihvânussafâ da filozoflar gibi her şeyin bir<br />

hayr için istendi ğini, fakat, hayr ın, bizzat kendisi<br />

için istendi ğini ve Mutlak Hayr' ın da Mutluluk<br />

olduğunu ve Mutlulu ğun da s ırf kendisi için istenip<br />

başka bir şey için istenmedi ğini söylemektedirler.<br />

Mutluluk, insan ın en yüksek derecede arzuladığı<br />

ve insan ı ma'nen olu şturup geli ştiren şeydir21 .<br />

ihvânussafâ'ya göre Hay ır ve Şer'de y ıldızların<br />

etkisi büyüktür. Tasfiyeye u ğram ış ruhlar her zaman<br />

hayr ı kabul edebilirler ve hay ırlı i şler de ancak<br />

bunlardan ç ıkabilir. Madde, her zaman hayri kabul<br />

edemez. Çünkü, madde, noksand ır ve şer de<br />

madde âleminde ve orada da ancak nebat ve hayyanda<br />

görülür; fakat, bu da her zaman de ğildir.<br />

Şer, bizzat kasd olunmu ş olmayıp belki gelip<br />

geçici bir sebepten ötürüdür. Allah' ın fiilinden<br />

maksad ise bütünün iyili ği, bütünün faydas ıdır ve<br />

bu yoldaki zarar ancak, etiz'i ve özel olabilir ki bunun<br />

da varlığı ile yokluğu eşittir 22 .<br />

Mutluluğa gelince, mutluluk elde etmek isteyenlerin<br />

nefslerini terbiye ve ahlâklar ını düzeltme-<br />

84


leri gerekir. Mutluluk, genellikle, nefsin kemâl hali;<br />

şakavet, yani mutsuzluk ta nefsin noksan halidir.<br />

Mutluluk, her şeyden önce ikiye ayr ılır: İ çe<br />

ait mutluluk ve d ışa ait mutluluk. İçe ait mutluluk<br />

ta ikiye ayr ıl ır: Bedene ait mutluluk; Nefse ait mutluluk.<br />

Bedene ait mutluluk, s ıhhat ve güzellik gibi<br />

şeylerdir. Nefse ait mutluluk ta zekâ ve iyi huy gibi<br />

şeylerdir. Dışa ait mutluluk ta ikiye ayr ılır: Biri<br />

mal ve mülk zenginliği gibi dünyaya ait şeyler, diğeri<br />

de iyi zevce, iyi evlat, iyi arkada ş, iyi hoca...<br />

gibi şeylerdir ki bunlar aras ında alim ve facl ıl bir<br />

hoca insan ın nefsinin babas ıd ır ve nefs hayat ının<br />

sebebidir. Nas ıl ki insanın anas ı ve babas ı da onun<br />

maddi cesedinin varl ığı sebebidir 23 .<br />

Ve yine, Mutluluk, Dünyaya ait Mutluluk ve<br />

Ahirete ait Mutluluk diye de ikiye ayr ılır: Dünyaya<br />

ait Mutluluk, her maddi mevcudun en üstün<br />

halleri ve en tam gâyeleri üzre varl ığını sürdürmesidir;<br />

Ahirete ait Mutluluk ta, her nefsin, dünyada<br />

da âhirette de en üstün halleri ve en tam gâyeleri<br />

üzre varl ığını sürdürmesidir 24 .<br />

Mutluluk aç ısından insanlar da dörde ayr ıl ır:<br />

t— Dünyada ve âhirette mutlu olanlar.<br />

2—Dünyada da âhirette de mutlu olmayanlar.<br />

3— Dünyada mutlu olmay ıp âhirette mutlu<br />

olanlar.<br />

4.— Dünyada mutlu olup ahirette mutlu olmayanlar.<br />

Her bir ilim şereflidir. Fakat, en şerefli ilim insan<br />

ın kendi gerçek cevherinin ne oldu ğunu ve<br />

ona her bir halinde nas ıl tasarruf edece ğini bilmesi-


dir. İşte, bu nokta, filmin özüdür. İnsan ın gerçek<br />

cevheri ise (Nefs)idir ve bütün ilimleri ve (Vahy)i<br />

kabul eden bu cevherdir. Onun içindir ki Peygamrimiz:<br />

"Nefsini bilen Rabbini bilir" buyurmu ştur.<br />

Kısaca, insanlar, ebedi mutlulu ğa ve bakaaya,<br />

ancak, nefslerini terbiye ve ahlâklarm ı da düzeltip<br />

temizleme suretiyle ula şabilirler 25 .<br />

86


Konu: IV<br />

(FAZİLETLER VE REZİLETLER)<br />

İbn Miskeveyh'e göre dört büyük fazilet: Hikmet<br />

(Ak ıl), İffet (Namus) Şecaat (Cesaret), Adalet<br />

ve bunlar ın kar şıtları olan dört bütük Rezilet: Cehalet,<br />

H ırs ve Tama' veya Namussuzluk, Korkakl ık<br />

ve Zulüm- İbn Miskeveyh'e göre, Aristo'da Fazilet<br />

ve Rezilet görü şü.<br />

Aristo'da Birinci ve İkinci dereceden Failetler<br />

ve Reziletler- -Aristo Psikolojisinin ve Ahlak ının<br />

özeti- -Farabi'de Fazilet ve Rezilet görü şü- ih.vanussafâ'da<br />

Fazilet ve Rezilet görü şü.<br />

İbn Miskeveyh, Faziletler hakk ında bundan<br />

önceki konular ımızda şöyle diyordu:<br />

Filozoflar, insan nefsindeki Yat ık Nefs, Şehvet<br />

Kuvveti ve Gazab kuvveti esas ına dayanarak, Fazilet'i<br />

dörde ay ırmışlard ır:<br />

ı— Hikmet (veya Ak ıl) Fazileti.<br />

2- İffet (Veya Namus) Fazileti.<br />

3— Secâat (Veya Cesaret) Fazileti.<br />

4— Adalet Fazileti.<br />

İbn Miskeveyh'e göre insana hiç bir şeyle öğünmek<br />

yakışmaz, ancak, şu dört faziletle öğünmek<br />

yakışır. Soyunda bu faziletlerle feziletlenmi ş baz ı<br />

kimseler var diye böbürlenmek budalal ıktır.<br />

87


Bu dört faziletin (Rezilet) ad ı altında da dört<br />

karşılığı vard ır ki onlar da şunlard ır:<br />

Câhillik (Akıls ızl ık, budalal ık).<br />

2- H ırs ve Tema' (veya Aç Gözlülük, Namussuzluk).<br />

3— Korkakl ık.<br />

4— Adâletsizlik (veya Zulüm).<br />

Her fazilete ba ğlı hesaps ız dereceler bulundu ğu<br />

gibi her bir rezalete ba ğlı da bir çok dereceler vardır.<br />

Rezâletler, hangi derecelerde olurlarsa olsunlar,<br />

hepsi Nefs hastal ıklar ındand ır.<br />

Şimdi, faziletlerden yine k ısaca söz edelim:<br />

— Hikmet (veya Akıl).<br />

Hikmet, Nat ık Nefs'in faziletidir ki varl ığı<br />

varl ık olduğu haysiyeti ile bilir; yarad ılışı, ilahi<br />

i şleri, insani i şleri bilir. I şlerin ve hareketlerin iyilerini<br />

ve kötülerini ay ırd eder ve hangisini b ırakmak<br />

ve hangisini istemek ve yapmak gerekti ğini bilir.<br />

İşte, (Hikmet), bu demektir.<br />

2- İffet (veya Namus).<br />

İffet, şehvet nefsinin faziletidir. İnsan ın bu<br />

fazilete mâlik olmas ı , şehvetlerini ve arzular ın ı orta<br />

bir tutumda (mu'tedil) ve kabisıl edilebilir (me şru)<br />

bir surette idare edip gerçe ğe uygun olmayan ve<br />

İffet'e ayk ırı olan hallerde nefsinin boyunduru ğu<br />

alt ına girmemesidir.<br />

3— Şecaat (veya Cesaret).<br />

Şecaat veya Cesaret, gazab (veya hiddet) nefsinin<br />

faziletidir ki daima korkunç hallerde ve i şler-<br />

88


de Nat ık Kuvvetin yerinde ve güzel muhakemesi<br />

üzerine insanda hakl ı savunma i şinin meydana gelmesidir.<br />

4— Adâlet.<br />

Adalet, yukarıda sayılan ilk üç faziletin insanda<br />

hep birlikte ve uygunluk ve hormoni içinde<br />

bulunmasından ibarettir. Hikmet'e, İffet'e, Şecaat'a<br />

mâlik olan Adâlet'e de sahib olur. Zulüm de, şu<br />

halde, Hikmetsizlik, İffetsizlik ve Şecaats ızl ık, yani<br />

Adaletsizliktir.<br />

Yukar ıda sayılan bu dört esas faziletin her<br />

birine bağlı olaraktan da daha bir çok faziletler<br />

vard ır. Mesela: Hikmet faz ıletinin alt ında (zeka,<br />

hatırlama, düşünme, çabuk anlama, zihin safas ı,<br />

kolay öğrenme...) gibi şeyler vard ır.<br />

İffet faziletine ba ğl ı olarak ta (kendi kendini<br />

kontrol, hayâ, sabr, çömertlik, hüriyyet, kanaat,<br />

vekaar...) gibi şeyler vard ır.<br />

Şeçaat veya Cesaret faz ılatine bağlı olarak ta<br />

(nefsin şerefini koruma, azm, sebât, cesaret, yumuşakl<br />

ık, tahammül...) gibi şeyler vard ır.<br />

Adalet faziletine ba ğl ı olarak ta (sadakat, insanlarla<br />

iyi anla şıp iyi geçinme, iyi dayan ışma,<br />

muhabbet, haset etmeme, kötülü ğe iyilik etme,<br />

düşmanlık etmeme, büyüklere sayg ı ve küçüklere<br />

sevgi gösterme...)) gibi seyler vard ır.<br />

Adalet, iyiliğe ve güzelliğe dayanan bütün insani<br />

hareketlerin ve hususlar ın hepsini kaplamaktad<br />

ır.<br />

Bu dört faziletin kar şıtı olan dört rezilet te ba şlı<br />

başlar ına şeyler olmayıp, yukarıda işaret edilen<br />

89


insani nefs kuvvetlerinin azl ığının veya çokluğunun,<br />

aşır ılığın ın veya noksanl ığının, sonucudurlar ki bu<br />

ba şlıca reziletler de: Câhillik, Aç gözlülük veya<br />

Namussuzluk, Korkakl ık ve Zulüm'den ibarettirler.<br />

İbn Miskeveyh, bu noktada, yukar ıda da i şaret<br />

etti ğimiz, Ebû Osman al-D ımışki adında bir<br />

bilginin Yunancadan Arapçaya, yapt ığı tercümelerden,<br />

Aristo ile ilgili, (Nefsin Faziletleri) ad ın ı verdiği<br />

Kitaba dayanarak ta bu konuda Aristo hakk ında<br />

şöyle diyor:<br />

Aristo'ya göre : mutluluk diye de adlanan faziletlerin<br />

ilk mertebesi, insan ın, iradesini, içinde yaşadığım<br />

ız bu duyular aleminin ruh ve bedene ait<br />

olan gerekliliklerine göre kullanmaktan ibarettir'<br />

ve tabiatiyle de tam orta derecede (Ptidal Üzre)<br />

kullanmaktan ibarettir 2. Bu da, insanın, arzular ına<br />

ve şehvetlerine orta (mu'tedil) bir derecede uymasından<br />

ibarettir.<br />

Faziletin ikinci derecesi ise, insan ın, iradesini,<br />

ruh ve bedene ait olup fakat, heva, heves ve şehvetlerle<br />

ili şkisi olmayan faziletleri yerine getirmede<br />

kullanmasıd ır ki i şte bu ikinci fazilet mertebesinde,<br />

insanda, insanl ık mertebesinin yükseldi ği görülür.<br />

Bu sebepten ötürüdür ki baz ı insanlar baz ılar ından<br />

daha faziletli bulunurlar.<br />

Bu ikinci fazilet mertebesini elde etmi ş olan<br />

insanlar, gitgide, s ırf İlahi Fazilete kavu şurlar. İlahi<br />

fazilet demekten maksat ta insanlar ın, iradelerini<br />

kullanma hususunda geçmi ş ve gelecek hallere de ğil<br />

de, tersine, içinde bulunduklar ı zaman ın gerekliliklerine<br />

bağlanarak her türlü güçlüklere ve ac ılara göğüs<br />

Bermek ve hiç bir zahmetten kaç ınmamakt ır. Bu<br />

gibi insanlar, nefslerinin hiç bir hazz ına bağlanmazlar<br />

90


ve cisme ait olup ta zorunlu olarak muhtaç olmad ıklar<br />

ı şeyleri aramazlar. Onlar, daima akla ait hayr ı<br />

isterler, yani akla ve Ül'ühiyete ait güzel şeylerin<br />

pe şinden ko şarlar 3. Ve yine, hiç te kar şılık beklemeksizin<br />

insanlara yard ım ederler ve güçleri yeten<br />

her şeyi yapma ğa çal ışırlar.<br />

Bu ikinci fazilet mertebesinde insanlar, kendi gayretlerine,<br />

isteklerine, çal ışıp didişme hususundaki<br />

faziletlerine, tabii güçlerine ve ilim yolunda dayand<br />

ıkları kaynaklar ın doğruluk derecelerine göre yükselirler<br />

ve en sonda da Mutlak Hayr'a, yani Allah'a<br />

yaklaşmış ve O'nun yüksek s ıfatlariyle s ıfatlan ıp<br />

kendilerini süslemi ş ve Ilahi i şleri yapmağa yol<br />

bulmuş olurlar.<br />

Fazilet mertebelerinin en son ve en yüksek<br />

gayesi de insana ait i şlerin, ilahi i şlere benzemesinden<br />

başka de ğildir. Insanda bu mertebenin elde<br />

edilmesi onun, Mutlak Hayr'a ula şmas ı demektir.<br />

Mutlak Hayr'dan maksat ta insanda ham' olan<br />

bütün hay ırlı işlerin, ilahi i şler gibi hiç bir maksada<br />

ve kar şılığa dayanm ış olmamas ından ibarettir. Faziletlerden<br />

insani nefsin alabilece ği bir kar şıl ık, olsa<br />

olsa, sadece, vicdana ait bir zevkin elde ediimesidir<br />

ki o da faziletli hareketlerin, hiç şüphesiz, Allah'<br />

ın rizas ına uygun ve yakin olmas ından ibarettir.<br />

İşte, bu yüksek derecede bulunan faziletlerin<br />

hepsi de Ilahi birer Hayr'd ır. İnsan, bu noktada,<br />

o derece ilerler ki kendisinden sudur eden ilahi i ş-<br />

ler, art ık, kendi irade ve arzusuna ba ğlı olmayıp<br />

ruhunda bir adet, cilalanm ış bir meleke haline gelirler<br />

ve her an o Yüksek Ruhtan, o İlk Mebde'den,<br />

bir başka arzu ve emele bağl ı olmaksızın, s ırf hayr<br />

ve s ırf hikmet olarak, zuhur ve sudur ederler. Bu<br />

91


hale eri şmek için de tam bir Felsefi Bilgiye ve tam<br />

bir Nefs Terbiyesine sahib olmak şartt ır.<br />

İbn Miskeveyh bu noktada Aristo'nun (Ahlak)<br />

kitab ına da i şaretle şöyle diyor:<br />

Aristo'nun Ahlak kitab ında bildirdiğine göre<br />

de: ahlak ve iyi tabiat ın insanda daim olmas ı şarttır.<br />

Arada s ırada yap ılan her türlü iyilikler, insanda<br />

fazilet olarak bir şey ıspatlamaz. Zira, bir tek K ırlangıcın<br />

görünmesi ile havan ın i'ticlale girdi ğin<br />

ve havan ın bir kaç gün iyi gitmesi ile Bahar ın geldiğine<br />

hükm olunmaz. Bundan ötürü gerçek mutluluğu<br />

arzulayanlar iyi ahlak ın kendilerinde tabiat<br />

halini alm ış olmasına çal ışmalıdırlar. Bu gibi insanların,<br />

faziletleri, tabii bir şevk ile yapmalar ı ve<br />

onda sabit ve daim olmalar ı gerekir.<br />

İnsanlar genellikle yöneldikleri üç çe şit gâyeye<br />

göre üç çe şit hayat pe şinde koşarlar: Zevk, Şeref,<br />

Hikmet hayat ı ki işte bu üçüncüsü diğer ikisinden<br />

çok daha mükemmel ve şereflidir.<br />

S ırf ma'nevi âlemimize ait olan iyi ve yüksek<br />

i şler ve hareketler şüphesiz ki hesaps ızd ır ve insan<br />

şüphesiz ki faziletleri ile yükselip kemâle erer. İşte<br />

ma'nevi zevkler yolunda Hikmet derecesine mâlik<br />

olan üstün insan, bütün insanlar içinde en mutlu<br />

olan, İlahi Mutluluğa kavu şan insandır.' Çünkü ak ıl<br />

zevki, zati bir zevktir. Hisse ait Lezzetler ise geçicidir.<br />

Eski Filozoflar aras ında bir temsil vard ır ki<br />

onlar o temsili daima herkese söyler ve Tap ınaklarma<br />

yazarlard ı ; o temsil, şu idi: "Dünyay ı idare<br />

edici bir Melek varm ış ve o, insanlara daima şöyle<br />

dermi ş : "Ey insanlar ! Dünyada iyi i şler, hay ırlar<br />

92


ve iyi hareketler oldu ğu gibi şeyler, kötü i şler ve kötü<br />

hareketler de vard ır. Bunlar ın aras ında da bir tak ım<br />

adi hareketler vard ır ki onlara hay ır da denemez,<br />

şer de denemez. İşte sizler, bu üç şeyi arayınız ve<br />

bilniz. Bunlar ı güzelce anlay ıp iyi işler i şleiyenler<br />

benim lutfuma kavu şup gazab ımdan kurtulur; tersine,<br />

bunlar ı anlamay ıp ta kötü hareketlerle ve<br />

şerlerle u ğra şanlar ı ben de en şiddetli ölümle öldürürüm.<br />

Fakat, bu ölüm, sizin bildi ğinizi ölüm<br />

şekillerinden bir ölüm şekli değildir; ben, sizi, kısa<br />

veya uzun hayat ın ız süresinde sizi ölü gibi her mutluluktan<br />

yoksun olarak ya şat ır ım ki bu en fena bir<br />

ölümdür".<br />

'bn Miskeveyh, burada şöyle diyor: Bu misali,<br />

gören, dü şünen, bizim yukar ıda dokundu ğumuz<br />

şeylerin gerçeklerini anlar. Bunun için bilmek gerektir<br />

ki halini tasvir etti ğimiz mutluluk sahibi olan<br />

ki şi, burçlariyle durucu ve gezici y ıld ızlariyle dönüp<br />

duran ve bütün felaketleri onun üzerine<br />

yağdıran ve ba şkalar ı üzerine bunlar ın tersi olan<br />

şeyleri, yani melekleri ve iyilikleri veren Fele ğin<br />

altında bütün hayat ı süresince kendi ba şına gelip<br />

te ba şkas ın ın başına gelmeyen eziyyetleri ve me şakkatlar<br />

ı, kavu ştuğu mutluluğu kaybetmemek için,<br />

tahammül ve sabr ile çeker ve bunlardan ötürü<br />

asla üzülmez ve kederlenmez. Hatta, Hz. Eyynb'un<br />

çektiği belan ın kat kat fazlas ına bile tahammül<br />

eder ve o bel:alar, onu, sahip oldu ğu mutluluktan<br />

uzakla ştıramaz ve yoksun b ırakamaz. Bu gibi yüksek<br />

zevk sahiplerinin gösterdikleri tahammüller,<br />

sab ırlar onlar ın ruhlar ındaki yüzsek şecantlar ı sonucundan<br />

ba şka değildir. Ahlak'm övdü ğü ve önerdiği<br />

Şecaat, i şte, budur. As ıl kahramanl ık ta insanlar<br />

ı yenmek değil, kendi nefsini yenmektir.<br />

93


İbn Miskeveyh, bu konuda Aristo'dan daha bir<br />

takım açıklamalar yapt ıktan sonra sözü insan ın Allah'a<br />

karşı olan görevlerine getirerek şöyle devam ediyor:<br />

Filozoflarca insan ın Allah'a kulluğu üç türlüdür<br />

:<br />

ı— Beden ile yap ılan ibâdetler ki bunlar da<br />

(namaz, oruç, kutsal yerleri ziyaret ve dua) gibi<br />

şeylerdir.<br />

2- Ruha ait olan ibâdetler ki bunlar da (Allah' ı<br />

bilmek, Allah' ı birlemek, Allah hakk ında doğru<br />

inançta bulunmak ve O'na şükr etmek, ve O'nu<br />

medh ve sena etmek ve bütün Kâinatta O'nun<br />

kutsal feyzinin sirayetini görmek) gibi şeylerdir.<br />

3— İnsanlar ın birbirleriyle ortakla şma halinde<br />

bulunmalar ı, yani her türlü faziletlerle faziletlenmek<br />

ve her türlü hayati meselelerde birbirleriyle<br />

yard ımlaşmak ve birbirlerini korumak gibi Medenilik<br />

hali.<br />

İşte, bu üç türlü ibadet, her ne kadar burada<br />

sın ırl ı bir surette gösterilmi ş ise de bu her üç k ısm ın<br />

altında da daha bir çok çe şitler ve k ısımlar vard ır<br />

ki bunları saymak mümkün değildir. Bu bakımdan<br />

her bir insan ın da kendi ahlaki hareketlerine göre<br />

Allah indinde, yüksek veya a şağı, dereceleri ve makamlar<br />

ı vardır ve en yüksek makam da Yakin Erbab<br />

ı Makam ıd ır ki bu Makam Filosoflar ve Gerçek<br />

Alimler mertebesidir.<br />

İkinci Makam da Muhsinler Makam ıdır. Bu<br />

da, her hususta, birinci makamdakilere uygun hareket<br />

eden ve şimdiye kadar sayd ığımız faziletleri<br />

yerine getirenlerin mertebesidir ki bunlar ın dereceleri<br />

de pek yüksektir.<br />

94


Vçüncü Makam, Ebrâr Makam ıdır ki bu makam,<br />

Sâlihler mertebesidir. Bu makamda olanlar,<br />

Allah'ın Gerçek Halifeleri olup bunlar, Ülkeleri ,<br />

ve insanlar ı iyile ştirmeğe çal ışan fazilet erbâb ıdır.<br />

Dördüncü Makam da Fâizler makam ıdır ki bu<br />

da Muhabbette Muhlisler mertebesidir ve bu mertebe<br />

İttihad mertebesi ile tamamlan ır ki bundan sonra<br />

insan için Menzil ve Makam yoktur.<br />

İnsanlar ın bu makam ve mertenelere ula şabilmeleri<br />

için de kendilerinde dört çe şit haslat ın bulunması<br />

zorunludur :<br />

ı— Faziletlere haris olmak ve onlar ı yerine<br />

getirmekten lezzet duymak.<br />

2- İlahi ve Yakini bilgilere mâlik olmak.<br />

3— Câhillikten, insanl ığa aykır ı hallerden çekinmek.<br />

4— Yukar ıda say ılan bu üç hâlde mümkün<br />

olabildiği kadar yükselmek.<br />

İşte, bu faziletler ve bu haslatlar yüzünden<br />

elde edilecek yüksek makam ve dereceler, insan ı,<br />

doğrudan do ğruya Allah'a kavu şturur. Ancak, bu<br />

haslatlar kar şıs ında, bunlara tamamiyle ters dü şen<br />

ve dolay ısiyle insan ı Allah'ın ilâhi feyzinden yoksun<br />

b ırakan bir tak ım haller de vard ır ki onlar da<br />

özellikle şunlard ır:<br />

ilıânet.<br />

2— Hayâsızl ık.<br />

3— İnsanlar aras ında koğulmu ş olmak.<br />

4— insanlara kin ve dü şmanl ık beslemek.<br />

İşte, yukar ıda sayılan bu kötü huy da kimlerde<br />

varsa onlar da hem insanlar hem de Allah<br />

nazar ında ahlâks ızd ırlar ve mutsuzdurlar.<br />

95


Bunlardan ba şka, insanda hayatta mutsuzlu ğa<br />

sebep olan dört kötü huy daha vard ır ki onlar da<br />

şunlardır:<br />

ı — Tenbellik ve usanç ve vaktini faydas ız yere<br />

geçirmek.<br />

2- Kal ın kafal ılık ve câhillik.<br />

3— Şehvete boyun e ğmek.<br />

4— Fena i şlere durmadan devam etmek.<br />

İşte bunlar da dalâletten say ıl ırlar.<br />

Burada, biz de Aristo'nun, Fârâbl'nin ve Ihvânussafâ'n<br />

ın Fazilet ve Rezilet görü şlerine de yine<br />

kısaca dokunal ım.<br />

Aristo'da Birinci ve İkinci dereceden Faalletler<br />

ve Reziletler<br />

Aristo, faziletleri aç ıklamadan önce ruhun hassalar<br />

ın ı ele alarak diyor ki: Ruhun üç hassas ı vard<br />

ır:<br />

Heyecanlar.<br />

2- Fakülteler.<br />

3— Ahlâki Haller.<br />

İşte, Fazilet, bu üçten biri olmak zorundad ır.<br />

Fakat, Faziletler, Heyecanlar olamazlar, zira:<br />

Mükafât veya Mücâzât heyecanlarla<br />

Faziletlerle veya Reziletlerle ilgilidirler.<br />

2- Fazilet, muhakemeye dayanan bir maksat<br />

içerir, fakat, heyecan bunu içermez.<br />

3— Bir kimsenin, heyecanlar ı açısından hareket<br />

ettiği söylenebilir, fakat, o, faziletleri veya reziletleri<br />

aç ısından belirli bir tavr tak ınmak zorundad ır.<br />

Ve yine, Faziletler, Fakülteler de de ğildirler;<br />

çünkü:<br />

96


ı— Fazilet, övme ve yerme konusu olan heyecan<br />

için soyut bir isti'dat de ğildir.<br />

2- Fakülteler, Tabiat' ın insana bir lutfudur,<br />

fakat, Faziletler, böyle de ğildirler.<br />

Şu halde, Faziletler ne heyecanlard ır ne de<br />

Fakültelerdir. Onlar, ancak, Ahlaki Hallerdirs. Ve<br />

Faziletler, sadece, ahlaki haller de de ğildirler; onlar,<br />

Özel Ahlaki Hallerdirdler 6.<br />

Ahlaki Fazilet, do ğru, ak ıll ı, âhenklidir ve<br />

böyle bir Fazilet te İlahldir.<br />

Ve yine, doğru aklın idaresi alt ında bulunan<br />

ahlaki hal de Fazilettir 7.<br />

Kısaca, faziletler, hay ırlar ve kemaller demektir.<br />

Zira, fazilet, hem ahlaki bir maksad ı hem de<br />

ahlaki bir uygulama ğı içerir'. Bu dünyada ya şayan<br />

insanlara laz ım olan, yalnız, evet yaln ız, faziletlerdir.<br />

Dünyan ın sonu ne olacak, onu kimse bilemez. Bize<br />

laz ım olan, içinde ya şadığımız hayatt ır. Bu hayatta,<br />

ne kendine ne de ba şkalar ına zararl ı olmamak; ve<br />

belki faydal ı olmak; veya, hiç de ğilse, faydal ı olmağa<br />

çal ışmak; i şte, faziletlerin ba şı P...<br />

Aristo, ruhun hassalar ını açıkladıktan, sonra,<br />

faziletleri, insan ruhundaki ana kuvvetlerin meydana<br />

ç ıkıp görünüşü esas ına dayandırır ve her şeyden<br />

önce (Ruh)u, ikiye böler :<br />

ı — İrrasyonel.<br />

2- Rasyonel.<br />

Şu kadar ki ruhun bu iki k ısm ı da gerçekten<br />

birbirinden ayr ı değildir.<br />

Şimdi, ruhun, irrasyonel k ısmı da ikiye ayr ılır:<br />

a- İnsanın, Hayvan ın ve Nebât ın ortak olduk-<br />

97


lar ı kısm (beslenme ve ço ğalma gibi) ki bu kısmın<br />

ahlaki faziletlerle ilgisi yoktur.<br />

b- Akıl ile de ortakl ık halinde bulunan irrasyonel<br />

kıs ım ki Heyecanlar, Istek ve Arzular bu k ı-<br />

sımdandırlar.<br />

Ve yine, ruhun rasyonel k ısmı da ikiye ayrılır:<br />

a- Ruhun ilm ile ilgili kısmı ki biz ruhun bu<br />

kısm ı ile deği şmez prensipleri ihtiva eden şeyleri<br />

müşahede ederiz.<br />

b- Ruhun dü şünce ve muhakemeye dayanan<br />

akli kısmı ki biz ruhun bu k ısmı ile deği şip ba şkalaşan<br />

şeyleri mü şahede ederiz.<br />

Ruhun, irrasyonel k ısm ı, akl ın etkisi alt ındad ır<br />

ve Heyecanlar ve arzular, ak ıl ile i ştirak halindedirler.<br />

Fakat, heyecanlar ın ve arzular ın akıl ile bu i ş-<br />

tiraki, algılayıcı ve tasarruf edici olan akla bir sahip<br />

olma, bir hâkim olma demek olmay ıp, tersine, heyecanlar<br />

ın ve arzular ın aklın hükmünde ve boyunduruğunda<br />

bulunmalar ından ibarettir.<br />

Ruhun bu, irrasyonel ve rasyonel diye ikiye<br />

ayırım ından ötürü de insanda, biri ruhun irrasyonel<br />

kısmına ait olan ahlaki ve di ğeri ruhun rasyonel<br />

kısm ına ait olan akli, iki çe şit faziletten söz edilir'.<br />

Aristo, bu konuda, yine şöyle diyor.<br />

Bir fiili ve gerçeği belirlemek hususunda ruhta<br />

üç fakülte vard ır:<br />

a- Duyumlar ( İhsaslar).<br />

b— İştihalar.<br />

c- Akıl,<br />

Duyumlar, herhangi ahlaki bir fiil meydana<br />

getiremezler.<br />

98


İştihalar da bir şeyi peşlemek veya onu ortadan<br />

kald ırmak, akılca bir şeyi tasdik veya inkâr<br />

kar şılığıdır. Bundan ötürü, ahlaki bir fazilet, muhakemeye<br />

dayanan bir ahlaki maksat halidir ve ahlaki<br />

maksat, muhakemeli bir arzu ve i ştihad ır. Bu<br />

durum da, eğer ahlaki maksat iyi ve güzelse, akl ın<br />

da ve arzu ve i ştihan ın da do ğru ve akl ın, arzu ve<br />

i ştihan ın pe şlemesi gerekti ğini tasdik etti ği şeyin de<br />

doğru olmas ı zorunluluğunu gösterir.<br />

Akl ın, genellikle görevi, geçe ği kavramakt ır.<br />

Fakat, ameli akl ın görevi, gerçe ği doğru bir arzu<br />

ile ve ona uygunluk içinde kavramakt ır. Bundan<br />

ötürü ahlaki maksat, bir fiilin meydana gi şine<br />

sebeptir ve ahlaki maksad ın temeli de belirli bir<br />

gayeye yöneltilmi ş bir istek veya ak ıldır; yahut ta<br />

akl ın, arzu tarafından vas ıfland ırılmas ı ; veyahut ta<br />

arzunun ak ıl tarafindan vas ıfland ırılmas ıdır.<br />

Gerçeğin kavranmas ı, ruhun ahlaki ve spekülatif<br />

ak ıl kıs ımlar ının birlikte kavranmas ı demektir.<br />

İşte, bu asil Fakültedir ki insan ı, gerçek insan yapar".<br />

Kısaca, Aristo'ya göre, her çe şit ahlaki fiilin<br />

kaynağı, insan ruhundaki rasyonel, yani idrak; ve<br />

irrasyonel, yani Şehvet ve Gazab kuvvetleridir.<br />

İşte, bu üç kuvvet bütün ahlakm kayna ğıd ır. Zira,<br />

bunlar, üçer halde bulunurlar :<br />

(İfrat).<br />

A şırılık, yani luzûmundan fazla ziyadelik<br />

2- Tam Orta Hal, yani ne luzûmundan fazla<br />

aşır ılık ne de luzûmundan fazla noksanl ık ( İ'tidal).<br />

3— Noksanlık, yani luzûmundan fazla eksiklik<br />

(Tefrit).<br />

99


Aşırılık ve noksanl ık hem Tam Orta Hale hem<br />

de birbirlerine kar şı z ıt durumdad ırlar. Tam Orta<br />

Hpali de, ancak, Tam Akıllılar belirliyebilirler' 2 .<br />

Bu suretle bu üç kuvve, dokuz ahlaki hal meydana<br />

getirir ki bu noktadan, insan ahlaki durumunu<br />

daima kontröla ve dengede tutma ğa,muvaffak olur.<br />

Bu dokuz ahlaki hâlden Hikmet, İffet, Cesaret<br />

halleri makbuldur. Fakat, bunlar ın a şırı yönleri<br />

olan Cerbeze, Delice Cesâret ve Kabasofuluk ile<br />

eksiklik yönleri olan Budakl ılık, Korkakl ık ve Utanmazl<br />

ık halleri ve kötüdür.<br />

Ruhunmuzun esas faziletleri dörttür: Hikmet<br />

13 , iffet% ş ecâatis, Adalee 6.<br />

Hikmet veya Ak ıl, ruhumuzun rasyonel k ısmının<br />

faziletidir. İffet ve Şecaat ta ruhumuzun<br />

irrasyonel k ısmının, Şehvet ve Gazab kuvvetlerinin<br />

faziletleridir' 7. Adalet te bu üç faziletin bir arada<br />

bulunmas ından ibarettir. Hikmet, İffet ve Şecaat<br />

faziletlerine sahip olan insan Adalet faziletine de<br />

sahiptir demektir. Adalet, tam ve bütün bir fazilettir,<br />

bütün faziletlerin özetidirls. (Adâlet'in kanuni<br />

anlam ı da büsbütün ayr ı bir özellik ta şır). Bu dört ana<br />

fazilet te bir tak ım daha küçük faziletlere ayr ılır.<br />

Bu dört büyük ana faziletin kar ıştı da dört büyük<br />

rezilettir ki onlar da şunlardır:<br />

ı-<br />

2— H ırs ve Tama' Açgözlülük veya Namussuzluk.<br />

3— Korkakl ık.<br />

4-- Zulüm.<br />

Bu dört ana rezilet te bir tak ım daha küçük<br />

reziletlere ayr ılır' 9 .<br />

' 100


Şimdi bu faziletleri ve reziletleri s ıras ıyle<br />

Başlıca dört fazilet, yukar ıda da belirtti ğimiz<br />

gibi, şunlardır:<br />

Akıl veya Hikmet, İffet, Cesâret ve Adalet.<br />

(Akıl veya Hikmet)<br />

Akıl veya Hikmet, ruhun rasyonel k ısmına<br />

aittir. Nat ık Nefsin faziletidir. Ak ıl, insani şüphe<br />

ve muhakemenin tabii kuvvetleriyle u ğraşır.<br />

Akıl, eleştirir; iyiyi ve kötüyü ay ırd eder; tedbir<br />

eder ve emirler verir. Bu sebeple ak ıl ile hikmet<br />

aras ında veya hikmet e ait ak ıl aras ında yahut ta<br />

akıllı kimselerle hakimler aras ında fark yoktur.<br />

Hikmet, bastret, hadsi ak ıl, hep aklın fakülteleri<br />

olup hepsi ayni temayüle sahiptirler ve ruhun<br />

faziletleri olan bu fakülteler hem sonu gelmeyen<br />

(Nihai) hakikatlarla hem de cüz'i hakikatlarla ve<br />

hem de aksiyonlarla me şguldurlar.<br />

Akl ın basiret fakültesi, özellikle, idare eder ve<br />

emirler verir, hikmetin meydana geli şini" sağla ,- ve<br />

mutluluğa hizmet ede.. Ancak, basiretin mutlulu ğa<br />

hizmet edebilmesi için insan ın daima Adil, Şerefli<br />

ve İyi I şlerle uğra şmas ı laz ımdır ki zâten, iyi bir insan,<br />

bu şeyleri tabii olaraktan yapar. Basiretli bir<br />

adam demek, sadece, faziletli i şler yapan bir adam<br />

demek, de ğil, fakat, ayni zamanda, faziletli olabilen<br />

bir adam demektir de.<br />

Hikmet te mutluluğa, doğrudan doğruya ollmamaka<br />

beraber, dolay ısiyle hizmet etmektedir.<br />

Fakat, zekâ fakültesi olmaks ız ın basiret mevcut<br />

olamaz. Zeka, verilmi ş bir objeye yard ımc ı ola-<br />

loı


cak vas ıtalar ı o obje ile uygun dü şürme ve etkili<br />

klima fakültesidir. E ğer obje şerefli ise böyle bir<br />

zekâ övülmeğe lây ıkt ır. Fakat, e ğer obje âdi ve süfli<br />

ise böyle bir zekâ da hayâs ızdır, şerefsizdir. İşte bu<br />

sebeptendir ki biz, basiretli insanlardan da hayâs ız<br />

insanlardan da Zeki insanlar diye söz edebiliriz.<br />

Basiret, fazilet halini almadan, kemâlini elde edemez.<br />

Bir insan, iyi olmad ıkça, basiretli de olamaz.<br />

Bir çok ahlâk ı vas ıflar, faziletler, bir anlamda,<br />

herkeste daha do ğu ştan mevcuttur. Biz daha do ğuştan<br />

adaletli, mu'tedil, cesur...uzdur. Fakat, biz,<br />

faziletten, iyi'den söz etti ğimiz zaman bu terimin<br />

özel anlam ını kasd ederiz. Zira, tabii, ahlaki haller,<br />

çocuklarda da ve a şağı derekeden hayvanlarda<br />

da vard ır. Ancak, onlardaki bu ahlâki haller, şüphesiz<br />

ki, akıl süzgecinden geçmemi ş hallerdir. Tabii<br />

fazilet, gözsüz insana benzer ki onun do ğru olabilmesi<br />

ve do ğruyu görebilmesi için göze, yani akla<br />

ihtiyaç vard ır. Tabii faziletin aksiyonlar ı, ancak,<br />

akıl ile mükemmel olur, hayr olur. Bir ahlaki hâlin<br />

fazilet say ılması için, onun, doğru akl ın idaresi alt<br />

ında olmas ı gerekir ve bu konuda do ğru ak ıldan<br />

maksat ta Baireee ait ak ıldır ve böyle bir fazilet te<br />

İlâhidir.<br />

Sokrat, bütün faziletleri akl ın formlar ı kabul<br />

etmekle, bütün ilimleri de akl ın kontrolü alt ına sokmuştur.<br />

Kısaca, İlk Hayr, gerçek anlamda, Basiret<br />

olmaks ız ın mümkün değildir ve Basiret te ahlaki<br />

fazilet olmadan mümkün de ğildir".<br />

Basiret, esasta, pratik bir fazilettir, bundan<br />

ötürü de sonu gelmeyen hakikatlarla ilgili olmakla<br />

102


eraber, o, genellikle ve gerçek anlamda bir kimsenin<br />

şahsi faydalar ı aç ıs ından ele al ınır.<br />

Basiret'in üstün şekline (Kiyâset veya Fetânet)<br />

denir ki basiretin bu şekli, özellikle, Devlet adamlarında<br />

görülür. Fetânet veya Kiyâset, bir çe şit,<br />

yerinde, yani do ğru denebilecek bir Zan veya Tahmin'dir.<br />

Fakat, Hikmete dayanan bir muhakeme<br />

fetânet ve kiyâsetten çok üstündür. Zira, Hikmete<br />

dayanan bir muhakeme, akl ın gerekti ği gibi işletilmesini<br />

ve böyle bir muhakemenin de do ğru dü şünceyi<br />

sağlamas ını zorunlu k ılar. Hikmete dayanan<br />

bir muhakeme, konuda, usulde, zamanda uygunluk<br />

gösterme hususlar ında do ğru olan bir muhakemedir.<br />

Böyle bir muhakeme ise, insan ı doğru olarak<br />

Mutlak bir sonuca götüren Mutlak bir Histir.<br />

İyi bir muhakeme, insani hay ırlar ve şeyler alan ında<br />

zihnin do ğru rasyonel ve pratik bir halidir.<br />

Hulâsa, basiretli bir kimsenin karakteristi ği<br />

akla ve hikmete dayanan bir muhakemede bulunmaktır<br />

21. Basirette, onunla ilgili olan bütün fazileder,<br />

hep birlikte mevcutturlar.<br />

Biz, san'atta, o san'at ın Efendilik pâyesini gerçekten<br />

kazanana, (Hakim veya Dahi) sözünü izafe<br />

ederiz. San'atta Deha'n ın anlam ı, art ık onun üstünde<br />

bir üstünlük ve mükemmellik olamayaca ğıdır.<br />

Fakat, baz ı kimseler vard ır ki biz onlar ı özel<br />

bir anlamda de ğil de genel bir anlamda Dahi kabul<br />

ederiz. Bu genel Hikmet veya Deha, alimlerin, en<br />

tam mükemmeliyetlerini elde ettikleri ve ona en<br />

yakin oldukları şeydir. Şu halde, Hakim bir adam,<br />

hem İlk Prensiplerden istidlallerde bulunma ğı bilecek<br />

hem de İlk Prensiplerin hakikatlar ını bilecektir.<br />

Bundan ötürü, Hikmet, Ilim ile Sezgisel Akl ın bireşiminden<br />

ibarettir.<br />

103


Hikmet veya Dehâ, en şerefli hususlar ın konuları,<br />

onların Ana İlmi diye tan ımlanabilir. Zira,<br />

Kiyâset veya Basiret, bu dünyada insan ı en mükemmel<br />

varl ık olarak kabul etmedikçe, en mükemmel<br />

bir ilim say ılamaz.<br />

Hikmet veya Dehâ kelimesi, her zaman ayni<br />

anlamdad ır. Ancak, (Kiyasetli) veya (Basiretli)<br />

kelimesi deği şik anlamlar alabilir. Zira, bir insan,<br />

yaln ız, kendi ç ıkarlar ının kölesi ise ona: "Basiretli<br />

veya Kiyasetli" denecek, dolay ısiyle, onun çıkarların<br />

ın kontrolü de ona havele edilecektir. Şu halde,<br />

biz, baz ı hayvanlar hakk ında da: "Basiretli veya<br />

Kiyasetli" sözünü kullanabiliriz. Zira, bu hayvanların<br />

da bizzat kendi hayati ç ıkarlar ı aç ısından bir<br />

ön sezi fakültesine sahib olduklar ı görülmektedir.<br />

Açıkça görülüyor ki (Kiyâset) ile (Dehâ) ayni<br />

şey değildir. Zira, e ğer, biz, (Deha) kelimesinden,<br />

yaln ızca bizim şahsi faydalar ımız ı sağlayan bir<br />

(Deha) anlarsak, o takdirde de bir çok (Dehâ) çe şitlerinden<br />

söz etmek gerekecektir.<br />

Kısaca, Deha veya Hikmet, pek şerefli mahiyetleri<br />

haiz şeyler alan ında ilim ile sezgisel akl ın<br />

bir bire şimidir. İşte, bu sebeple, insanlar, Anaxagoras'a,<br />

Tales'e —onlar ın kendi şahsi faydalariyle<br />

nr kadar ilgisiz olduklar ını gördüler de— "Hakim",<br />

"Dahi" ad ın ı verdiler de "Basiretli, Kiyasetli"<br />

adını vermediler 22 .<br />

Hulâsa, Tam ve Do ğru Orta, her hususta ve<br />

konuda doğru dü şünmeği emreder; veya Tam ve<br />

Doğru düşünen bir Akl ın karar ı, Tam ve Doğru<br />

Orta'd ır ve ancak bu anlamdad ır ki (Akıl) bir faallettir.<br />

104


Fakat, e ğer ak ıl, yalnız şahsi fayda pe şinde<br />

ko şar ve hatta bu u ğur da herkesi hayretler içinde<br />

b ırakacak tertipler ve düzenler iycad ederse, ak ıl,<br />

bu aşır ı kötü hâli ile kötüye yönelik bir Basiret veya<br />

Kiyâset veya kötüye yönelik bir Dehâ olur ki buna,<br />

genel dilde (Cerbeze) denir ki bu da bir rezilettir. Ve<br />

yine, akıl, eğer Tam Do ğru Orta kudretinden yoksunsa,<br />

yani doğru düşüncede bulunamazsa, ona da<br />

Ahmaklık veya Câhillik denir ki bu da bir rezilettir.<br />

Şu hâlde, Tam ve Doğru düşünen bir akl ın,<br />

aşırı derecede kötü şeyleri dü şünebilmesi veya Tam<br />

Doğruyu dü şün ınekten yoksun bulunmas ı akl ın iki<br />

reziletidir". Ahmakl ık, câhillik, ihtiyari olmayan<br />

fiillere sebeptir 24 ve bir ihmâle veya kötülü ğe sebep<br />

olduğunda da bizâtihi mücâzât konusudur".<br />

İhtiraslar ın sebebi cehâlettir 26.<br />

(iffet )<br />

İkinci büyük fazilet İffet ise, ruhun irrasyonel<br />

kısmına ait olup bedene ait şehvetlere, arzulara ve<br />

heyecanlara mâlik olmada ve onlar ı idare etmede<br />

aklın hükmünde ve boyunduru ğunda bulunmakla<br />

Tam ve Doğru bir Orta Hal'dir; muhakemeli bir<br />

arzu ve i ştihadır ve bu da bir fazilettir.<br />

İffet'in a şır ı derecesi, luzumsuz fazla utangaçlık;<br />

İffet'in noksan derecesi ise (Utanmazl ık)tır ki<br />

bu her iki hâl de rezilettir".<br />

İffet, şehvet kuvvetinin, akl ın hâkimiyyeti altındaki<br />

Tam Orta Hâlidir. İffet'in a şırı derecesi,<br />

yukar ıda belirtti ğimiz gibi, luzumsuz fazla utangançlık<br />

ve noksan derecesi de utanmazl ık olduğu gibi,<br />

şehvet kuvvetinin a şır ı derecesi de, insan ın, bedeni<br />

105


arzulara ve Şehvetlere kendisini tamamiyle kapt ırmas<br />

ı ve ahlâka ayk ır ı her türlü sefâhatta ve cinsi<br />

ili şkilerde bulunmas ı ; ve bu kuvvetin noksan derecesi<br />

de, insan ın, bedeni arzular ve i ştihalar kar şısında<br />

tamamiyle hareketsiz ve ölü kalmas ıdır ki bu<br />

hâl bedeni arzu ve i ştihalar ın, en sonunda, büsbütün<br />

sönüp gitmesine ve bu şehvet kuvvetinin vücutta<br />

kuruyup vücudun yok olmas ına sebep olur ki bu<br />

her iki hâl de birer rezilettir.<br />

( Şeeâat veya Cesâret)<br />

Şecâat veya Cesaret te ruhun irrasyonel k ısmına<br />

ait olup (Nefs)e güvenme ile korkakl ık hislerinin<br />

Tam Ortas ıdır ve bir fazilettir.<br />

Cesur bir insan, gerçekten korkulacak şeylerden,<br />

gerçekten korkulacak surette, gerçketen korlacak<br />

zamanda korkan \,e daima rasyonel bir ruh<br />

taşıyan ve kendinden emin, daima so ğukkanl ı, daima<br />

nikbin olan basit-etli bir insand ır. Gerçekten<br />

cesur bir insan için, cesaret, asâlettir, şereftir. Şeref<br />

ve Asâlet, cesaret faz ıletinin gâyesidir.<br />

Vukuu zorunlu ve giderilmesi mümkün olmayan<br />

hallerde, korku, do ğru değildir. Vukuu ve sakınılmas<br />

ı mümkün olan tehlikelerden de korkulmaz.<br />

Zira, mümkün, vuku'dan önce, evhamdan<br />

ibarettir; evhamdan ise ak ıllı korkmaz".<br />

Aşırı korkusuzluğun ad ı yoktur. Fakat, korkulu<br />

şeylerle yüzyüze gelmekte nefse güvenmenin fazlalalığına<br />

da budalaca cesaret, delice cesaret denir.<br />

Delice cesaret, gerçek olmayan cesaret olmakla,<br />

bir çe şit sahte cesarettir. Bir çok delice cesaret gösteren<br />

adamlar, gerçekten ve yürekten, korkak kimselerdir.<br />

106


Nefse güvenmenin noksanl ıgı veya korkakl ı-<br />

ğın fazlas ı da yüreksizliktir, alçakl ıkt ır ki bu da korkulmayacak<br />

şeylerden, korkulmayacak şekilde ve<br />

korkulmayacak bir zamanda korkmak demektir".<br />

Her şeyden korkan adamlar, daima kederli ve ümitsizdirler,<br />

bedbindirler, hareketsizdirler 30 . İşte, böyle<br />

pek korkak ve alçak insanlard ır ki fıkaral ık gibi,<br />

aşk gibi veya her hangi ızt ıraplı haller kar şısında<br />

intihar ederler ve bu hallerden ancak bu suretle kurtulmak<br />

isterler".<br />

Bir de bir fenâ hali, bir kötü olay ı, hakikatta<br />

mevcut değil iken, sâdece, zihnen tasavvurdan<br />

ötürü, (ve mesela, aceba bir zelzele olurmu bir<br />

fırtına çıkarm ı gibi dü şüncelerden ötürü) bir korku<br />

vard ır ki böyle hayali korkulara kap ılanlara da<br />

Deli denir".<br />

Korkulacak şeylerden pek fazla veya pek az<br />

korkmak yahut ta asl ında korkulmayacak şeylerden<br />

korkmakliğın sebebi de neden korkulaca ğını, nas ıl<br />

korkulacağını ve ne zaman korkulaca ğını akıl ile<br />

doğru olarak belirleyememektir. Bütün bunlar ı,<br />

akıl ile belirlemek te insan ın nefsine güven verir".<br />

Fakat, asil ve şerefli bir insan ın daima korkmas<br />

ı gereken bir şey vard ır ki o da: Zillet ve Alçaklık'tır.<br />

Kısaca, Cesaret, Tam orta bir haldir ve bir<br />

fazilettir. Cesaretin a şırıs ı delice cesaret; noksan-<br />

1141 da korkakl ık ve alçakl ıkt ır ki bu iki hal de birer<br />

rezilettir.<br />

Şüphesiz, korkular ın en büyü ğü de Ölüm korkusudur.<br />

Aristo, Cesaret'i be şe ay ırır:<br />

107


ı — Siyasal cesaret.<br />

2— Özel şeyleri deneme cesareti.<br />

3— ihtirash ruhun cesareti.<br />

4—Kanl ı mizaçl ı kimselerin mizaçlar ından ötürü<br />

olan cesaretleri<br />

5— Câhillikten ötürü olan cesaret.<br />

Aristo, bu cesaret, şekillerinden Tam ve Do ğru<br />

Cesareee en yak ın olarak ta Siyasal Cesaret'i gösterir".<br />

(Adalet )<br />

Adalet, pek genel ve yayg ın anlam ı ile, insanlar<br />

ı, adil olanı yapmağa güclü k ılan ve insanlar ı<br />

niyyette ve aksiyonda adil k ılan ahlaki bir hâldir.<br />

Adâletsizlik te bu dedi ğimiz halin tersidir".<br />

Adalet ve adâletsizlik kelimleri bir çok anlamlarda<br />

kullan ılmakla beraber bu çe şit anlamiar birbirleriyle<br />

s ıkıca ilişkidedirler ve bu yüzden de kar ı-<br />

şıklığa da elveri şlidirler".<br />

Adalet, a şırı ve ızt ırab verici adâletsizlik ile az<br />

adâletsizlik aras ında Tam Orta bir hâldir; i'ticlaldır<br />

37 .<br />

Adalet, Tam Orta bir hâldir, fakat, di ğer faziletlerdeki<br />

anlamda bir Tam Orta de ğildir. Adalet,<br />

daha ziyade, Orta olma ğı gâye edinir. Nas ıl ki adâletsizlik<br />

te, eksiklik olmaktan ziyade, A şır ı olmağı<br />

gaye edinir.<br />

Adalet ile Fazilet te aynidir. Fakat, aralar ında,<br />

yine de fark vard ır ki o fark ta şudur: Eğer ahlaki<br />

bir hal ba şkalarına izafi olarak bakarsa, o, (Adalet)tir;<br />

e ğer, ahlaki bir hal ba şkalarına Mutlak<br />

olarak bakarsa, o, (Fazilet)tir".<br />

108


Adalet, tam ve bütün bir Fazilettir, en üstün<br />

Fazilettir.<br />

Faziletlerden yaln ız Adalet'tir ki ba şkalar ına<br />

da hay ırlıdır. Zira, ba şkalar ı ile ilişkiyi içerir. Insanların<br />

en iyisi hem kendi öz hayat ında hem de<br />

komşular ı ve dostlar ı ile olan ilişkilerinde faziletli<br />

davranan insand ır. Insanlar ın en kötüsü de hem<br />

kendi öz hayat ında hem de Cemiyyet hayat ında<br />

reziletli davranan insand ır.<br />

Bu anlamda Adalet, tam ve bütün bir fazilet<br />

olduğu gibi Adalet'in z ıddı olan Adâletsizlik te tam<br />

ve bütün bir kötülüktür".<br />

Adalet, hem bütün bir fazilettir hem de parça<br />

fazilettir. Adâletsizlik te hem bütün bir rezilettir hem<br />

de parça rezilettir. Geni ş anlamda Adalet, bütün<br />

faziletli fiillerle ilgilidir; geni ş anlamda Adâletsizlik te<br />

bütün reziletli fiillerle ilgilidir. Dar anlamda Adalet<br />

ve Adâletsizlik te s ıhhat, şeref, zenginlik gibi tâlie<br />

ait hay ırlarla ilgilidir.<br />

İki çeşit parça adâlettsizlik vard ır: bunlardan<br />

biri sadece bütün adâletsizlik alan ı içinde söz konusu<br />

olan parça adaletsizliktir; di ğeri ise s ırf kötü<br />

niyyet ve maksada dayanan parça adaletsizliktir<br />

ki bu bir Gazab't ır, Gadir'dir. Gazab, Gadir ise<br />

adalet dışı bütün aksiyonlar ın veya cürümlerin en<br />

kötüsüdür; hiç bir haks ız iş onunla kıyaslanamaz".<br />

Bütün olarak Adalet ve Adâletsizlik, kanun<br />

tarafından belirlenirler; onlar, kanuni tasdikler alanı<br />

ile beraberce mevcutturlar.<br />

Parça adalet te iki şekilde bulunur:<br />

Tevzii adalet.<br />

2- Özel i şlemlerde hatan ın doğrultulmas ı adâleti.<br />

109


Tevzil adalet, cemiyyet fertleri aras ında s ıhhat,<br />

şeref, zenginlik gibi şeylerin da ğıtımı hususundaki<br />

adâlettir ki bunda, vatanda şlardan her biri,<br />

diğer bir vatanda şa nazaran e şit veya e şit olmayan<br />

bir hisseye sahiptir. Bu çe şit adalet, insanlar aras ında<br />

liyakat ve Tabiat tarafindan bah ş edilen hayırlar<br />

aç ısından hükm edilmi ş bir nisbettir ve insanlarla<br />

nicelikler aras ında söz konusudur.<br />

Özel i şlemlere ait Do ğrultucu Adalet te tekrar<br />

ikiye ayrıl ır:<br />

ı — thtiyari i şlemler.<br />

2— ihiyari olmayan i şlemler.<br />

ihtiyaris olmayan i şlemler: h ırs ızlık, sinan açığa<br />

vurmak, her çe şit rezillikte bulunmak, yalan yere<br />

şahitlik etmek veya insan öldürmek, insana sald ırmak<br />

ve ırz ına geçmek, insana iftira etmek yahut ta<br />

bir şeyi bozup yok etmek veya sakatlamak gibi i ş-<br />

lemlerdir.<br />

ihtiyari i şlemler de: Al ışveri ş yapmak, faiz<br />

ile veya faizsiz ödünç para vermek, güvencede bulunmak,<br />

para biriktirmek, bir şeyi kiraya vermek<br />

gibi şeylerdir ki insanlar bu gibi i şlerde hür iradeleri<br />

ile hareket ederler.<br />

Hatayı Doğrultucu Adalet, genellikle, kazanç<br />

ile kayb aras ındaki Orta Durumdur. Bu do ğrultmada<br />

bir tarafın kazanc ı diğer tarafin kayb ına<br />

eşittir ve bizzat şah ıslar eşit olarak muamele görürler.<br />

Kazanç ve kayb terimleri de ihtiyari olarak<br />

yapılan mübadeleye aittirler 4l.<br />

Baz ı insanlarda, misli ile kar şılıkta bulunman<br />

ın Mutlak, Adalet olduğunu iddia ederler ki bu<br />

iddia Fisogor'cular ın doktrinidir. Fisagor, adaleti,<br />

110


ir kimsenin kom şusuna misli ile kar şılık vermesidir,<br />

diye tan ımlamıştır. Ancak, misli ile kar şılık<br />

vermek ne Tevzil Adalete ne de Do ğrultucu Adalete<br />

uygundur.<br />

Cemiyyette mübadelenin dayand ığı adâlettir<br />

ki misli ile karşılık verme çe şidinden bir adâlettir ve<br />

bir vandet ba ğıd ır. Fakat, bu bağ, nisbi bir bağdır<br />

ve e şit bir misli ile kar şılık vermeden uzakt ır. Zira,<br />

Devlet'i vandet halinde tutan şey nisbi mükafattır".<br />

Burada yine parça adâletsizli ğe kısaca dokunarak<br />

diyelim ki parça adâletsizlik, kötü olana, ho ş<br />

olmayana e şittir. Bu takdirde Orta Durum da iyi<br />

ve ho ş veya e şitlik olaçakt ır ki bu da en a şağı iki<br />

insanı ve iki şeyi içerir.<br />

Şu halde, adalet, Tam ve Do ğru Orta'd ır, güzel<br />

oland ır veya e şitliktir ve izafidir. Bu anlamda<br />

da adalet, bir çe şit müvazenedir, bir nisbet e şitli ğidir43.<br />

Cemiyyet aç ıs ından bu nisbet şöyledir: Cemiyyet,<br />

mübâdeleyi içerir; mübadele de e şya aras<br />

ında e şitliği içerir; e şitlik te tenasübü içerir; tenasüb<br />

te Para'y ı içerir".<br />

Bir kimsenin adaletsizlik yapmas ı o kimsenin<br />

zorunlu olarak adaletsiz olmas ını gerektirmez. Adaletsiz<br />

olmak, adaletsiz bir i ş yapmak demek de ğil,<br />

fakat, adâletsizli ğin ahlaki hâletine malik olmak<br />

demektir.<br />

Adaletsiz bir i şlem de adaletli bir i şlem de,<br />

genellikle, iradeye dayan ır45 Fakat, baz ı insanlar<br />

da vard ır ki ihtiyarlar ı dışında da adil hareket ederler".<br />

Uşakların, Efendilerin, babalar ın ve çocukların,<br />

kar ı ve kocan ın adâleti hep ba şka ba şkad ır.<br />

111


Siyasi adalet te büsbütün ba şkadır. Siyasi adalet,<br />

k ısmen tabii, kısmen de i'tibari dir; Dini ibadetler<br />

de bunda dahildir.<br />

Siyasi Adalet, insanlar ın ilişkilerinin kanuni<br />

olarak eksik olduğu yerde söz konusudur'.<br />

Her bir adalet kaidesi veya kanun tümel veya<br />

özel ili şki içinde şahsi faaliyetlere dayan ır.<br />

Bütün adâletler de ği şebilir olmakla beraber,<br />

bu dünyada, Tabii bir Adâletten de söz edilebilir.<br />

İnsanlar, cemiyyet halindeki hayatlar ında birbirlerini,<br />

özellikle, üç yol ile incitirler:<br />

ı — Bilgisizlikten ötürü yap ılan bir fiil ile ki buna<br />

(Hata) denir. Hata'n ın sebebi, insan ın kendindedir.<br />

2- Kaza eseri olarak yap ılan bir incitme ki<br />

bunun sebei insan ın dışındad ır.<br />

3— Adaletsiz bir incitme ki bu, insan ın, bilerek<br />

yaptığı, fakat, düü şünrneden yaptığı bir fiildir ki böyle<br />

bir fiil, özellikle hiddet eseridir.<br />

Eğer kötü bir fiil muhakemeli bir maksad ın<br />

eseri ise o takdirde o i şi yapan adâletsizdir ve fasittir.<br />

Bilinmeden yap ılan fiillerde insan ın ihyitar ı söz<br />

konusu değildir ki bu fiiller de ya afv olunur çe şittendir<br />

veya değildir. Tabii ve insani olmayan fiiller,<br />

afv olunmazlar".<br />

Fiillerde ahlaki bir maksat ta şımak insaft ır,<br />

hakkaniyettir. Hakkaniyet te insanlarla nicelikler<br />

aras ında değil, fakat, nisbi ili şkiler hususunda söz<br />

konusudur. insaf veya hakkaniyet ile adalet, ne<br />

mutlak olarak birbirinin ayni ne de genel olarak<br />

birbirinin gayrıdırlar. Adalet ile insaf veya hakka-<br />

112


niyetin her ikisi de iyi ise de insaf veya hakkaniyet<br />

adâletten daha iyidir.<br />

insafl ı veya hakka saygılı bir kimse, adâletli<br />

bir kimsedir. Fakat, o, kanun önünde adâletli bir<br />

kimse değil, vicdanı huzurunda adâletli bir kimsedir.<br />

İnsaf, me şru' adâletten do ğan hatay ı bir nevi'<br />

döğrultmakt ır; insaf veya hakkaniyet, genel olarak,<br />

kanunun düzeltilmesidir. Zira, her şey, kanun ile<br />

tan ımlanamaz ve tesbit edilemez. İşte, hakkaniyet<br />

te bu gibi hususlara uygulan ır.<br />

İnsaf veya hakkaniyet te, özellikle, bizim komşular<br />

ım ızla ve dostlar ımızla olan ili şkilerimizde iyi<br />

ve hayr olan her şeyin karakteristi ğidir".<br />

Adil bir kimse memleketin kanunlar ına boyun<br />

eğen ve her hangi bir şeyde kendi hissesinden fazlasını<br />

almayan, daima hakl ı olan, daima Mil olan<br />

kimsedir. Adâletsiz kimse de her hangi bir şeyde<br />

kendi hissesinden pek fazlas ını alan, yani haks ız<br />

olan, memleketin kanunlar ına boyun eğmeyen ve<br />

daima haks ızlık eden kimsedir. Adil olmayan kimse,<br />

mutlak anlamda, iyi olan şeylerden daima hissesinden<br />

fazlas ını alan, fakat, mutlak anlamda, kötü<br />

olan şeylerden de hissesinden çok daha az ını alan<br />

kimsedir".<br />

Adil bir insan insana haz veren bütün iyi ve<br />

güzel şeyleri kendisi ile kom şuları ve dostlar ı arasında<br />

eşit surette payla şan ve adâleti tam bir muhakeme<br />

ile ortaya koyan insand ır5'.<br />

İnsan ruhunun rasyonel ve irrasyonel olarak<br />

ikiye ayr ılmas ı bak ımından bir insan ın kendi kendisine<br />

adâletsizce hareket edebilece ği de iddia edilebilir.<br />

Zira, ruhun bu iki k ısmı, kendi meyillerine<br />

zıt olan baz ı şeylere zarar verebilirler 52.<br />

113


Kısaca, Adalet, cemiyyette zorunludur. Çünkü,<br />

Adalet, asil olarak insanldir; ve çünkü Adalet,<br />

insanlar ın insan olarak kar şılıklı ilişkilerini etkiler<br />

ve düzenler".<br />

Tekrar edelim ki ak ıllılık veya Hikmet, İffet,<br />

Cesaret ve bunlar ın hepsinin toplam ı ve bütünü<br />

mahiyetinde olan Adalet be ğenilen ve övülüp<br />

istenen başlıca iyi faziletler ve ahlaklard ır. Akıllılık<br />

veya Hikmetin fazlas ı olan Cerbeze veya Kaç ıklık<br />

ile noksan ı olan Câhillik; İffetin fazlas ı olan Fazla<br />

Utangaçllk, yani Kabasofuluk ile noksan ı olan<br />

Utanmazl ık ve Namussuzluk; Cesaretin fazlas ı olan<br />

Delice Cesâret ile noksan ı olan Korkakl ık ve bunların<br />

da hepsinin toplam ı olan Adâletsizlik yani<br />

Zulüm de beğenilmeyen ve daima yerilen rezIletler<br />

ve ahlaks ızliklard ır.<br />

Yukarıda aç ıkladığımız dört büyük birinci dereceden<br />

faziletten ayr ıca ikinci dereceden üç büyük<br />

fazilet daha vard ır ki onlarda: (Dostluk "veya Sadakat"),<br />

(Do ğruluk "veya Gerçekçilik"), ve (Nüktedanl<br />

ık ve Zariflik)tir.<br />

Şimdi bunları kısaca görelim.<br />

(Dostluk veya Saclikat)<br />

Güvence ile hat ırsayarl ık aras ında bir orta durum<br />

vardır ki bunun ad ı yoktur; fakat, bu durum,<br />

genellikle (Dostluk)a benzer. Ancak, bu şekil dostluk,<br />

sırf bir karakter i şi olup heyecan ve etkiden<br />

yoksundur ve bunlardan ötürü de gerçek dostluktan<br />

ayr ılır. Bu orta durumda bulunan bir kimse hem<br />

tanıdıklarına hem de tan ımad ıklar ına ayni muameleyi<br />

yapar; herkese samimi davran ır; daima<br />

114


tatl ı bulunur; herkesi ac ıdan kurtarmak ve herkese<br />

haz vermek ister ve bütün bunlar ı daima asil bir<br />

şekilde yapar. Bu çe şit dostluk, genellikle, hayat<br />

açısından önemlidir ve bir çe şit letâfettir.<br />

Bir kimse, bir ard maksat olmaks ızın insanlara<br />

sâdece haz vermek dilerse, o kimse Hat ırsayar bir<br />

kimsedir. Fakat, bir kimse bu haz vermede çok<br />

ileri gider, bizim her yapt ığımızı över, bize hiç bir<br />

zaman kar şı gelmez ve bu suretle her zaman gönlümüzü<br />

alma yoluna giderse o kimse Zelil bir kimsedir.<br />

Bir kimse de daima bize kar şı koyar ve daima<br />

letâfet ve tatl ıl ıktan uzakla şırsa o kimse de Kavgac ı<br />

ve Aksi bir kimsedir. Şu var ki bu Aksi insanlar ın<br />

çoğu, insanda bir ac ıya sebeb olacaklar ı fikrini uyandırmazIar<br />

ve bu, yüzden de bu gibi insanlar Emin<br />

İnsanlar say ılırlar.<br />

Şuna önemle i şaret edilmelidir ki yüksek ruhlu<br />

ve kültürlü insanlarla âdi ruhlu ve kültürsüz insanlar<br />

ve birbirlerini iyi tan ıyan insanlarla birbirlerini iyi<br />

tan ımayan insanlar ayni ruh hâleti içinde birbirleriyle<br />

dost olamazlar".<br />

(Doğruluk veya Gerçekçilik)<br />

Kibirlilik ve Böbürlenme ile Alay, Istihzâ veya<br />

Nefsi Alçaltma aras ındaki tam orta hâlinin de ad ı<br />

yoktur. Fakat, bu orta durum bir çe şit Doğruluk<br />

veya Gerçekçilik'tir. Gerçekçilikten uzakla şıp mübalağaya<br />

kaç ılırsa bundan doğacak hâl (Ikiyüzlülük)<br />

veya (Kibirlilik, Böbürlenme) olur. Gerçekçilikten<br />

nefs alçalmas ına doğru inilirse o zaman da<br />

o (Alay) olur ve bu alçalma e ğer ufak şeylere uygulan<br />

ırsa o na da ( Şarlatanl ık) denir.<br />

115


Kibirlilik ve Böbürlenme, Alaydan çok daha<br />

fazla, Gerçekçili ğin z ıddıdır.<br />

Şimdi, gerçek konusunda orta yol Gerçekçiliktir<br />

ve bu orta yolu tutan adama da Gerçekçi Adam<br />

denir.<br />

Bir insan sözünde ve ya şayışında doğru ahlaki<br />

bir hale sahip ise o insan Gerçekçi bir insand ır ve<br />

böyle bir insan faziletli bir insand ır. Böyle bir insan<br />

da her şeyden önce yalan söylemekten, birzat yalanc<br />

ılığın kötü olmas ından ötürü, kaç ınacakt ır.<br />

Bir kimse de bir ard dü şünce olmaks ız ın herkesin<br />

mu'teber say ıp i ştiyak duyduğu şeylere sahip<br />

olduğunu iddia etmekten ve gururlanmaktan ho ş-<br />

lanan ve fakat, asl ında, bu şeylere sahip olmayan<br />

veya pek az sahip olan bir kimse ise ona ( İkiyüzlü)<br />

denir. Bu gibi kimseler yalanc ı ve adi kimselerdir<br />

ve bunlar sadece nâm yapmak isteyen kimselerdir.<br />

Bunlar, hilekar insanlardan ziyade budala insanlard<br />

ır.<br />

İkiyüzlü insan ın bu iddias ı ve gururu e ğer<br />

kendisinin bir Şan ve Şeref objesine sahib oldu ğu<br />

düşüncesinden ileri gelirse, o, gururlu ve kibirli<br />

insan gibi, pek fazla ay ıplanmağa layık değildir.<br />

Fakat, onun böyle bir tav ır takınmas ının sebebi,<br />

fazla paraya veya para kazanma vas ıtalar ına sahib<br />

olmas ı ise onun bu davran ışı, gerçekten, ay ıplanmağa<br />

layıkt ır.<br />

(Gururlanma ve Kibirlenme) denen bir hal<br />

daha vard ır ki bu, özel bir fakültenin de ğil, fakat,<br />

özel ahlaki bir maksad ın sonucudur ve ma ğrur bir<br />

adam, böyle bir ahlaki maksad güden bir adamdır.<br />

116


Eğer, gururlu ve kibirli kimselerin objesi Şan<br />

ve Şöhret ise o takdirde onlar, övülme ğe layık hususlara<br />

sahip olduklar ını iddia edecekler; fakat, e ğer<br />

onların objesi kazanç ise o takdirde de onlar kom şularına<br />

faydal ı olacak hususlara sahip olduklar ını<br />

iddia edeceklerdir ki onlar ın bu gibi şeylere mâlik<br />

oldukları hiç bir zaman ıspat edilemeyecek şeylerdendir;<br />

mesela, Peygamberlikte Kehanet, doktorlukta<br />

Mehâret iddias ı gibi.<br />

Alay ve İstihza'ya gelince, bu da bir insan ın<br />

sahib olduğu şeylerin herkesten gizlenmesini amaçlar.<br />

Alayc ı kimseler, özellikle, kibirli ve gururlu<br />

kimselerin veya ikiyüzlülerin iddia ettikleri gibi<br />

herkesin dünyan ın i ştiyak duyduklar ı hususlar ına<br />

mâlik oldukların ı iddiadan çekinirler, pek alçak<br />

gönüllü davran ırlar ve pek zarif bir karakter gösterirler.<br />

Zira, onlar ın objesi kazanç olmad ığı gibi<br />

alay ı§ ve debdebeden de kaç ınmaktır.<br />

Alay, bir gerçe ğin ortaya konmas ına vasıta kılın<br />

ıp, Sokrat tarafından bir Metod olarak kullan ılmıştır.<br />

Bazan alay, gurur gibi görünür. Zira, mübalağal<br />

ı bir eksiklik, fazlal ık gibi, gururun bir şeklidir.<br />

Fakat, Alay' ı tam orta halde kullananlar ve çok<br />

aşikar ve aç ık olmayan vesileler üzerine kullananlar,<br />

zarif bir görünü ş gösterirler.<br />

Bir ard dü şünce olmaks ızın da olmakla da hem<br />

Gururl ıı hem Alayc ı olmak mümkündür. Fakat,<br />

bir ard dü şünce olmaks ız ın, herkes kendi karakterine<br />

göre konu şur, hareket eder ve ya şar.<br />

Önemsiz ve adi şeylere malik olmalariyle ögünen<br />

baz ı kimseler de vard ır ki bunlara da ( Şarla-<br />

117


tan) denir ki bunlar ın kazançlar ı halktan hakaret<br />

görmekten ba şka bir şey değildir.<br />

Şimdi, ikiyüzlülük veya Gurur ve Kibir ile<br />

Alay aras ında orta durumda bulunan bir kimse<br />

sözlerinde ve hareketlerinde aç ık ve dürüst olan<br />

kimsedir, Gerçekçi kimsedir. Böyle bir kimse,<br />

ancak, sahib oldu ğu şeylerden ve meziyyetlerden<br />

'söz eder ve ne mübala ğaya kaçar ne de hakikati<br />

gizler.<br />

Gerçekçilik, övülme ğe değer ve şereflidir. Yalanc<br />

ılık, samimiyetsizlik ise Miliktir ve yerilme ğe<br />

lâyıkt ır. Sahtekâr ve yalanc ı insanlar, ve özellikle,<br />

kibirli ve gururlu olanlar, yerilme ğe pek müstehakt<br />

ırlar".<br />

(Nüktedanlık ve Zariflik)<br />

Nüktedanl ık ve Zariflik, pek s ıkı bir ahbapl ık<br />

esnas ında veya bir e ğlencede, letâfet aç ısından,<br />

Tam bir Ortad ır. Bu orta yolu görebilen ve tutabilen<br />

adam da (Nüktedan ve Zarif) bir adamd ır. Bu<br />

hâlin fazlas ı (Maskaral ık, Komiklik)tir ve bu hâle<br />

düşen adama da Maskara veya Komik adam denir.<br />

Zarifliğin ve Nüktenin azl ığı da (Kabal ık ve Hoyratlık)tır<br />

ve Zariflik ve Nükteden yoksun bir adam<br />

da Kaba ve Hoyrat bir adamd ır.<br />

Zariflik ve Nüktedanl ığın karakteristi ği de Fetâneetir,<br />

Mehâreetir. Fad ıl ve Mâhir bir insan<br />

şerefli bir centilmene yak ışacak şekilde bir dil kullan<br />

ır ve ancak bu şekildeki bir konu şmayı dinler.<br />

Ancak, bir centilmenin şakas ı, bir u şağın, bir âdi<br />

adamın şakasından tamamiyle ba şkad ır. Ve yine,<br />

kültürlü bir adam ın şakas ı da câhil bir adam ın şa-<br />

118


kasından büsbütün başkad ır. Ve bütün bu hallerde<br />

centilmen bir adam ın jestleri de kaba ve adi adamlar<br />

ın jestlerinden tamamiyle ayr ıdır.<br />

Maskara ve Komik insanlara gelince, bunlar,<br />

kendi mizaçlar ına ait hissin kölesidirler. Bunlar,<br />

maskaral ık uğrunda ne kendilerinin ne de ba şkalarının<br />

haysiyetlerini korurlar. Bunlar, ancak, adi<br />

ve müstehcen bir dil kullanmakla kahkaha yaratabilirler,<br />

ba şka türlü de ğil!<br />

Kaba ve Hoyrat bir insan da bu gibi sosyal<br />

ili şkiler aç ısından, faydas ız bir insand ır. Zira, böyle<br />

bir insan hiç bir şeye yard ımcı olamaz ve her şeyden<br />

gücenir.<br />

Zariflik ve Nüktedanl ık, Fetânet ve Meharet,<br />

Maskaral ık ile Kabal ık aras ında Tam Orta bir<br />

karakterdir ve bu karakter de halis bir Centilmene<br />

yakışan bir karakterdir. Halis bir Centilmen, hareketlerinde<br />

ve konu şmalar ında daima nezaket ve<br />

zarâfet üzredir ve özellikle b ır çe şit hakaret mailiyetinde<br />

olan Alay ve İstihza, Centilmen bir insandan<br />

tamamiyle uzakt ır.<br />

Kısaca, lâtiflik ve şaka, yani nükte ve zariflik,<br />

hayat ın birbirinden ayr ılmaz iki eleman ıdır ve yukarıda<br />

açıkladığımız gibi, zaten, hayyatta esasl ı<br />

üç orta hal vard ır.<br />

ı— Dostluk (Sadâkat).<br />

2- Doğruluk (Gerçekçilik).<br />

3— Zariflik ve Nüktedanl ık.<br />

Bu üç esas orta halin, insanlar ın sosyal hayatlarında,<br />

onların söyledikleri ve yapt ıkları ile pek<br />

sıkı ilişkisi vardır. Zira, bunlardan Do ğruluk, (Ha-<br />

119


kikat) ile ilgilidir; Dostluk ve Zariflik te (Flaz) ile<br />

ilgilidir. Şu kadar ki Zarifli ğin alan ı, eğlence; Dostluğun<br />

alan ı da, genellikle, hayat ili şkileridir".<br />

Şimdi, bu ikinci dereceden büyük faziletlere<br />

bağlı baz ı küçük faziletler de vard ır ki onlar ın bellibaşlılar<br />

ı da şunlardır:<br />

(Cömertlik)<br />

Cömertlik, bir mikdar para vermek demektir.<br />

Daha doğrusu, bir mikdar para vermekten ziyade,<br />

para verme ahlaki halinden ibarettir".<br />

Cömertli ğin fazlas ı israf, az ı da tama'karl ıkt ırs8 .<br />

Cömert bir adam, paray ı, faydal ı yerlere sarf<br />

etmek için sever; yoksa, paray ı, sâdece, paran ın<br />

hatırı için sevmez".<br />

Servet kaynaklar ı me şru olmayan kimselere<br />

cömert denemez'.<br />

Müsrif bir insan, daima, kendini dü şünür ve<br />

sonunda, sefih bir. insan olur. Tama'karl ık, insan<br />

için, israftan çok .daha tabii bir şeydir ve pek çok<br />

çe şitleri vard ır.<br />

Müsriflik, yani bo ş yere para harcamak, tedavi<br />

edilebilir, fakat, tama'karl ık, tedavi kabul etmez.<br />

Bundan ötürü tama'karhk, müsriflikten çok daha<br />

kötüdür ve tema'kar bir insan müsrif bir insandan<br />

çok daha beterdir 6'.<br />

Gerçek cömert bir insan, gerekti ği anda, gereken<br />

kimseye, gerekti ği kadar, kendi helal kazanc ından<br />

ve gönülden isteyerek veren insand ır; fakat,<br />

asla, alan insan de ğildir. Zira62 :<br />

120<br />

ı— Fazilet, almaktan ziyade vermektedir.


2- Şükran, almamaktan ziyade vermenin bir<br />

mükafat ıdır.<br />

3— Vermek, cömertli ğin; almamak, daha ziyade,<br />

adaletin alâmetidir.<br />

Kısaca, Fazilet'in her çe şidinden ve şeklinden,<br />

Cömertlik, en sevgili olan ıdır'.<br />

(İhtiOim ve Azamet)<br />

ihti şam ve Azamet (veya Şehâmet, Kerem),<br />

büyük çapta para bah ş etmektir. Bunun da fazlas ı,<br />

adilik ve baya ğılık; az ı da Hasislik ve Cimriliktir 64.<br />

İhti şam ve Azamet, büyük çapta ve yerinde<br />

bir i ş yapman ın Şeref ve Asâletidir. Şeref ve Asâlet<br />

ise bütün faziletlerin karakteristi ğidir. Asil bir adam<br />

da paras ın ı güler yüzle ve cömert bir ruhla harcayacakt<br />

ır.<br />

Boş yere fazla para harcamak ta baya ğılık ve<br />

adiliktir. Zira, bunun hareket noktas ı Şeref ve Asalet<br />

değil, s ırf gösteri ştir. Cimrilik te ço ğu kere küçük<br />

bir fayda için büyük bir i şi yok eder".<br />

ihti şam ve Azamet, her bir şeklinde, zenginliği<br />

şart ko şar. Bundan ötürü, fakir insanlar ıhti şam ve<br />

Azamet gösteremezler.<br />

İhtişam ve Azamet alan ı, özellikle, Dini, Resmi<br />

ve önemli Sosyal Törenlerdir".<br />

(Alicenablik)<br />

Alicenabl ık, insanın kendini yüksek şeylere<br />

layık görmesi ve gerçekten de yüksek şeylere lay ık<br />

olmas ıdır.<br />

121


Baz ı kimseler küçük şeylere lây ıkt ırlar ve kendilerini<br />

de küçük şeylere lay ık görürler; Mi ve bayağı<br />

adamlar böyledir.<br />

Baz ı kimseler kendilerini büyük şeylere lay ık<br />

görürler, fakat, onlara lay ık değildirler; bo ş gururlu<br />

adamlar böyledir.<br />

Baz ı kimseler de kendilerinin liyakatlar ı hakkında<br />

pek alçak gönüllü davran ırlar.<br />

Alicenab bir kimse ise kendi liyakat ı hakkında<br />

ne gerçek d ışı ve üstü ve ne de gerçek alt ı ve aşağı<br />

bir durum tak ınmay ıp Tam Ortayı koruyan insand<br />

ır.<br />

Alicenab bir kimse, zenginlik, siyasal iktidar<br />

gibi şeylere de ğerinden fazla k ıymet vermez, iyi<br />

tâlie sevinmez, kötü tâli'den de yak ınmaz.<br />

Alicenab bir kimse, yüksek şeylere lay ık oldoğundan,<br />

kendisinin de en iyi bir insan olmas ı zorunludur.<br />

Şu hâlde, Alicenabl ık, faziletlerin tâc ıdır67.<br />

Alicenablığın fazlas ı, Bo ş Gurur, az ı da Bayağılık<br />

ve Adiliktir. Adi ve Baya ğı insan, Bo ş Gurur sahibi<br />

insandan daha ziyade, Alicenab insan ın zıddıdır.<br />

Alicenab bir insan ın en ziyade önem verdi ği<br />

şey, Şerefitir".<br />

Alicenab insan şereflidir, her şeyi şeref ve asaletle<br />

yapar. Alicenab insana mahsus olan bir fazilet<br />

te Cömertliktir ve bu fazilet, yerinde de i şaret<br />

edildiği gibi, Ihti şâm ve Azamet ile de ilgilidir.<br />

Şeref hususunda fazla i ştiyak göstermek, İhtirast<br />

ır. Fakat, her ihtiras kötü de ğildir. Ancak,<br />

ihtiras, iki yönlü bir terimdir: o, bazan rezilettir,<br />

122


fakat, bazan da fazilettir. İhtiras ın z ıdd ı da ihtirassızlıkt<br />

ır.<br />

Doğuştan Asil olmayanlar Alicenab olamazlar".<br />

(Centilmenlik)<br />

Kibarlık, Nâziklik, Yumu şak Huyluluk<br />

Centilmenlik, K ızgınlık hissine nazaran bir<br />

Tam Ortadır. Bunun fazlas ı, genellikle, H ırs ve özellikle,<br />

Asabiyet veya Titizlik, Çabuk K ızmak, Kin,<br />

Sertlik ve Hu şünet gibi hallerdir; bunun az ı da<br />

Umursamazl ık, Vurdumduymazl ıktır.<br />

Asabiyet veya Titizlik: bunun alâmeti fazla<br />

kızgınlıkt ır. Asabi insanlar, haks ız vesilelerle ve<br />

müstahak olmayan bir insana haks ız yere ba ğır ıp<br />

çağıran, fakat, k ızgınlıkları çabuk geçen insanlardır.<br />

Bu gibi insanlara Çabuk K ızan (Hadidülmizâc)<br />

insanlar denir. Bunlar ın bütün kusurlar ı, kızgmlıklarm<br />

ı kontrol edememeleridir.<br />

Çabuk K ızmak: bu da özellikle, mizâc ı safral ı<br />

olan insanlarda ziyade görülür. Bunlar, her bir vesilede,<br />

her bir tahrikte birden k ızıp parlayan insanlard<br />

ır.<br />

KM: de k ızgınlığın uzun sürmesinden ibarettir.<br />

Bu uzun süren k ızgınlık insana ac ı verir ve k ı-<br />

zan insan, ancak, kızdığı insandan intikam ald ığı<br />

zaman ferahlar ve k ızgınlığı azal ır. İntikam alevi,<br />

hem kinci insan için hem de onun kin duydu ğu kimse<br />

için uzun süreli bir tehlükedir.<br />

Sertlik ve Ha şinlik: te yanl ış vesilelerden ötürü<br />

yanlış yere k ızmaktan ibarettir. Sert ve Ha şin kimselerin<br />

k ızmaları uzun sürer ve k ızd ıkları kimselere<br />

.123


ir. ceza vermedikçe veya onlardan intikam almad ıkça<br />

rahatlayamlazar. Sertlik ve Ha şinliğin fazlas ı da<br />

lenfavi mizaçtan, yani kans ız ve zay ıf kimselerden<br />

ziyade asahi mizacl ı kimselerde görülür.<br />

Kısaca, Centilmen bir insan, her zaman ve her<br />

şeye k ızan insan de ğil, ancak, gerekti ğinde, gereken<br />

kimseye ve gerekti ği kadar k ızan insand ır".<br />

(Utanma)<br />

Utanma, ahlaki bir hal olmaktan ziyade bir<br />

heyecan belirtisidir ve ihtiyarlardan ziyade, özellikle,<br />

gençlere mahsus bir hâlettir. Utanmak, ancak, farazi<br />

olarak fazilete ait bir hal olabilir; asl ında utan ılacak<br />

şeylerden kaç ınmak ve böyle şeyleri yapmamak<br />

bununla ilgilidir.<br />

Utanmak, en a şağıdan bir alçakl ık korkusudur<br />

ve etkileri aç ıs ından da çe şitli tehlükelerden, korku,<br />

denen şeyle k ıyaslanabilir. Zira, insanlar utand ıkları<br />

zaman k ızar ırlar ve özellikle en büyük korku olan<br />

ölümden korktuklar ı zaman da sapsar ı kesilirler.<br />

Utanmağa as ıl sebeb, sadece, ihtiyari i şlerdir.<br />

Faziletli insanlar bilerek kötü ve adi i şler yapmazlar;<br />

dolayısiyle, onlar ın utan ılacak halleri yoktur'".<br />

Aristo, faziletler konusundan sonra ruhun rasyonel<br />

ve irrasyonel k ısımlarına ait üç büyük kötü<br />

ahlaki karaktere de i şaret eder ve bunlardan şiddetle<br />

kaçınılmas ını ister. Bu üç büyük kötü ahlaki kararakter<br />

şunlard ır.<br />

— Noksanl ık veya faziletin kar şıtı olan Rezillik.<br />

2— Bir şeye haddinden fazla dü şkünlük ( İbtila)<br />

veya Sefahat.<br />

124


3— Gaddarl ık veya Vah şet".<br />

Noksanl ık veya Rezilliğin z ıddı, genellikle, Fazileetir.<br />

Bir şeye şiddetle dü şkünlük veya Ibtilan ın<br />

yahut ta Sefahat'm z ıddı da hidaldır. Gaddarl ık<br />

veya Vahşet'in z ıddı da Kahramanca Fazilet veya<br />

Ilahi Fazilettir ki bu, faziletin üstünde pek şerefli<br />

bir şeydir.<br />

Şimdi bu kötü ahlaki karakterleri de s ırasiyle<br />

kısaca görelim:<br />

(Noksanl ık veya Rezillik)<br />

Fazilet'in z ıdd ı olan hoksanl ık veya rezilli ğin<br />

başlıcası, rasyonel alanda Câhillik; irrasyonel alanda<br />

da. I'tidalsizliktir ki bu husus di ğer iki konuda da<br />

açıkça görülecektir".<br />

(Bir şeye Ziyade Dü şkünlük "İbtilâ"<br />

veya Sefâhat)<br />

ibtila veya Sefâhat'a gelince bu, bir şeye a şırı<br />

derecede dü şkünlüktür, i'tidalden, yani Tam Ortadan<br />

uzakla şmaktır ve i'tidalin z ıddına, adi ve<br />

kuvvetli arzular ın varlığın ı gerektirir". Bir şeye a şırı<br />

derecede dü şkün adam, akla ait bilgiye de ğil de,<br />

sadece, duyum (ihsas)lara ait bilgilye dayanan<br />

adamdır. Kötülük, şuursuz olabilir, fakat, a şırı<br />

dü şkünlük, şuursuz olamaz".<br />

Bir şeye a şırı dü şkün bir adam ahlaki faziletleri<br />

bir tarafa b ırak ıp her dakikas ını zevk pe şinde<br />

geçirmek isteyen bir adamd ır; fakat, şu var ki o<br />

adam bu fikrinin zorunlulu ğu altında değildir. Eğer<br />

125


ir kimse, bütün ömrünü zevkle geçirmek zorunda<br />

olduğu fikrine de kap ılm ışsa, işte o adama (Sefih)<br />

denir'. Ve yine, eğer bir kimse, bedeni ac ılardan,<br />

onlara tahammül edemedi ğinden ötürü de ğil de,<br />

sırf ahlaki maksat aç ısından, kaçınırsa, o adama<br />

da (Sefih) adam denir.<br />

Bir şeye ziyadesiyle dü şkün bir insan bir gün<br />

nedâmet edebilir ve gitti ği yoldan geri dönebilir,<br />

fakat, Sefih bir insan hiç bir zaman nedâmet edemez<br />

ve gitti ği yoldan geri dönemez. Dolay ısiyle, bir<br />

şeye a şırı derecede dü şkün bir insan Terbiye kabul<br />

edeiilir, fakat, Sefih bir insan asla Terbiye kabul<br />

etmez. Bundan ötürü de Sefih insan, bir şeye aşırı<br />

düşkün insandan çok daha kötüdür".<br />

Bir kimse herkesin kar şı koymağa gücü yetti ği<br />

ve karşı koyduğu şeye kar şı karşı koyamazsa ve o<br />

şeye boyun eğerse o kimseye (Zay ıf ve Sefil) kimse<br />

denir. Zira, sefâhat, bir çe şit zaaft ır da. Zaaf hali,<br />

irsi de olabilir, hastal ık yüzünden de olabilir ve tabii<br />

de olabilir. Mesela, kad ınlar, erkeklerden tabii olarak<br />

zay ıftırlar.<br />

Zayıf karakterin z ıddı Sebat ve Metânet'tir;<br />

a şırı dü şkünlük karakterinin z ıdd ı da Kanaat ve<br />

Imsak'tir. Sebat ve Metânet, ac ıya kar şı koymaktan<br />

ibarettir; Kanaat ve Imsak ise hem ac ıya dayanmak<br />

hem de hazza üstün gelmekten ibarettir.<br />

Bu bak ımdan, Kanaat ve imsak, Sebat ve Metânetten<br />

üstündür".<br />

Bir çok çe şit ahlaki dü şkünlük vard ır: mesela,<br />

tabiat ve mizaçtan, adel ten ve hastal ıktan ötürü<br />

aşırı düşkünlerden söz edilebilir. Bunlar aras ında<br />

126


da Tabiat ve Mizaçtan ötürü olan a şırı dü şkünlüğün<br />

tedavisi pek güçtür"'<br />

Aşırı düşkünlük, çoğu zaman, kuvvetlilik ve<br />

kuvvetsizlik şeklinde, fakat, bazan da Hiddetlenme<br />

(Tehevvür) şeklinde kendini gösterir. Mesela, Çabuk<br />

Kızan (Hadidülmizaç) insanlar ın acelecilik,<br />

şiddet ve hiddet hisleri, onlar ı, aklın rehberliğinden<br />

yoksun b ırakır".<br />

Aşırı düşkünlükte ( İhtiras)lar ın da rolü büyüktür.<br />

Fakat, şiddetli ihtiraslardan ötürü olan a şırı<br />

düşkünlük, sansüel arzu aç ısından olan a şırı dü şkünlükten<br />

daha az kötüdür. Zira, her şeyden önce, ihtiraslar<br />

ın sebebi câhilliktir ve ihtiraslar, bir anlamda<br />

akla da uyarlar. Fakat, arzular, hiç bir suretle<br />

akla uymazlar ve ona k ıymet vermezler. Ve yine,<br />

ihtiraslar, Şiddetli Arzulardan çok daha zay ıft ırlar<br />

ve Ac ı'yı ihtiva ederler. Fakat, Arzular, ihtiraslardan<br />

çok daha kuvvetlidirler ve daima bir Haz ile birliktedirler.<br />

Şu halde, Kanaat ve Imsak ile A şırı Düşkünlük,<br />

bedeni Arzular alan ında rol oynarlar; ve bunlardan<br />

maksat ta insani arzular ve hazlard ır. İşte bundan<br />

ötürü de Gaddarlara ve Vah şilere Kanaat ve imsak<br />

sahibi veya A şır ı Düşkün denemez"'.<br />

Kanaat ve imsak, bedene ait tatminde, hazz<br />

ın fazlalığı ile noksanlığı aras ında Orta Hardir.<br />

Hazz ın fazlas ı da eksiği de Rezilet olmakla beraber<br />

bunda eksiklik, yani bedeni hazlara kar şı hissizlik<br />

az görülür".<br />

Kanaat ve Imsak ile A şırı Dü şkünlük, Ptidal<br />

ile Sefahet gibidir.<br />

127


Basiret ile bir şeye A şırı Düşkünlük birbirine<br />

tamamiyle ayk ırıdırlar. Zira, Basiret faziletin bir<br />

karakterini içerir ki bir şeye dü şkün insan böyle bir<br />

karaktere sahib olamaz. Fakat, bazan, zeki insanlar<br />

ve dolay ısiyle basiret sahibi insanlar da bir şeye<br />

aşırı düşkün olabilirler; zira, zeka, usulde, basiretten<br />

farkl ıdır.<br />

Eğer bir kimse, i şaret eildi ği gibi, doğru ahlaki<br />

bir maksat veya do ğru akıl tarafindan önlenmemi<br />

ş ise o kimse A şır ı Düşkün bir kimsedir. Her<br />

alanda kendi akl ı tarafından önlenen bir kimseye<br />

de ( İnadc ı İnsan) denir.<br />

İnadc ı İnsan, akl ın, onu kand ırmas ına daima<br />

karşı gelir. Zira, böyle bir insan bir tak ım arzular<br />

tahayyül eder ve hemen hemen de hazlar tarafindan<br />

idare edilir. Bundan ötürü bu gibi kimseler de<br />

Aşırı Dü şkün insanlara benzerler. Ancak, ak ıllar ına<br />

uyan kimseler asla a şır ı dü şkün olamazlar.<br />

İnadç ı insanlar, dik kafal ı, bilgisiz ve kaba olurlar".<br />

Haz aç ısından hareket eden herkes, A şırı Dü ş-<br />

kün veya Sefih yahut ta Zay ıf İnsan değildir;<br />

meğer ki o haz, makbul olmayan bir haz ola".<br />

Ahlaks ız kimselere, bir çok i şler, onlar ı şehvetlerinden<br />

sevk ve idare ile yapt ırılır 85 .<br />

A şırı Dü şkünlüğün şekli, ister haz verici ister<br />

azab verici olsun, o, tam bir ak ıl ve muhakeme sayesinde<br />

tedavi edilebilir"<br />

128


Sokrat, şunu iddia ediyordu: Kimse bilerek<br />

kötülük yapmaz; yani kimse, A şırı Düşkün ve Adi<br />

olmaz".<br />

(Gaddarhk ve Honharlık)<br />

Gaddarl ık ve Honharl ık (Vahşet), özellikle,<br />

Barbar insanlar aras ında görülürse de bu, sâdece,<br />

bir tabiat sonucu olmayıp bir hastal ık veya bir organ<br />

sakatl ığı veya noksanl ığı yahut ta adet sonucu<br />

da olabilir. Mesela, çiğ insan eti yiyen vah şilerden,<br />

çocuklar ını öldüren ve hatta yiyen annelerden, dü ş-<br />

man ının diri diri ciğerini söküp yiyen honharlardan,<br />

âdet edinmeden ötürü t ırnaklar ını yiyenlerden, toprak<br />

yiyenlerden, k ısaca, bir çok çiğ ve canlı şey<br />

yiyenlerden söz edilebilir".<br />

Gaddarlar ve honharlar külli kavramlara, yani<br />

akla mâlik de ğildirler; onlar, sadece, cüz'i şeylerin<br />

imajlarına veya hât ıralarma sahiptirler. i şte, bu<br />

yüzden de onlar A şır ı Dü şkün kimselerden ayr ılırlar".<br />

Gaddarl ık ve H onharl ık, kötülük kadar kötü<br />

değildir, fakat, kötülükten çok daha korkunçtur'.<br />

Aristo, yukar ıda i şaret etti ğimiz üç büyük kötü<br />

ahlaki karaktere i şaret ettikten sonra daha küçük<br />

bir tak ım kötü ahlaki karakterlere de dokunmakta<br />

ve bunlardan, özellikle, (K ıskançl ık) üzerinde önemle<br />

durmaktad ır. Bu konuyu biz de burada k ısaca<br />

özetleyelim.<br />

(Kıskançlık)<br />

İnsanlar ın en kötü huylar ından biri ve belki<br />

en tehlükelisi k ıskançlıktır. K ıskançl ık, özellikle, ya-<br />

129


kınlar ımız ın ve kom şular ımız ın iyi bahtlar ı kar şısında<br />

tâ içimizden his etti ğimiz ac ı bir kin veya kötü<br />

bahtlar ı kar şısında, özellikle baz ılar ımız ın, hissettiği<br />

tatl ı bir sevinç hissi ile ilgilidir.<br />

Kıskançl ık, insan ın yarat ılışında vard ır. Bu<br />

yüzden, normal ve yerinde bir k ıskançl ık, normâli<br />

aşan ve tabilden fazla olan bir k ıskançlık ile normali<br />

büsbütün a şıp pek a şır ı dereceye varan pek<br />

fazla bir k ıskançlık aras ında Tam bir Ortad ır. Normal<br />

ve yerinde k ıskançlığı biraz a şan kıskançlığa<br />

(Gıbta), fakat, büsbütün a şan sınırs ız kıskançlığa<br />

da (Hased) denir.<br />

Normal ve yerinde k ıskanç insanlar, bir insan<br />

ın lay ık olmadığı halde, herhangi bir sebeple, kavu<br />

ştuğu mutluluğu k ıskan ırlar ve üzülürler.<br />

Gıbta eden insanlar ise, daha ileri giderek,<br />

sâdece haks ız yere mutlu olanlar ın mutluluklar ını<br />

değil, fakat, hiç istisnas ız, herkesin mutlulu ğu kıskan<br />

ırlar ve üzülürler.<br />

Hasetci insanlar ın kıskançlığına gelince, onların<br />

bu yoldaki durumlar ı ve tutumlar ı bir felakettir.<br />

Zira, hasetçi insanlar herkesin mutlulu ğunu kıskanmaktan<br />

ve üzülmekten de büsbütün ileri giderek<br />

hiç bir insan ı mutlu görmemek veya mutlu klimamak<br />

için ellerinden gelebilen her türlü mel'unlu ğu<br />

ve nâmussuzlu ğu yapmaktan bir an bile çekinmezler<br />

ve insanlar ın mutlu olmamalar ından veya olamamalar<br />

ından ötürü de son derecede sevinç duyarlar.<br />

Onlarca mutluluk, yaln ız ve yaln ız, kendi öz<br />

canlar ına mahsus ve lay ıktır91 .<br />

Kısaca, dünyada hislerimzile de ğil, akl ımızla<br />

yaşamal ıyız ve dolayısiyle zevklerimizin de Tam<br />

Ortas ında durmas ını bilmeliyiz 92 .<br />

130


İnsan, kendi ahlaks ız hareketlerinden sorumludur;<br />

insan, kötü huy edinmemek zorundad ır. Bedene<br />

ait kötülükler bile, e ğer Tam Ortada bulunmamaktan<br />

ötürü iseler, ruha ait kötülükler kadar<br />

ayıplanmağa değerdirler.<br />

Fazilet ve Rezilet, ihtiyaridir ve bizim kudretimiz<br />

dahilindedir. Bu sebeplerdir ki iyi i şlerimiz için<br />

Mükâfat ve kötü i şlerimiz için Mücâzat söz konusudur.<br />

Millik, bir .ihmâle veya kötülü ğe sebep olduğundand<br />

ır ki bizatihi mücâzat konusudur".<br />

Biz de şöyle diyelim: Hayat ım ızda, hiç değilse,<br />

Aristo'nun önemle i şaret etti ği büyük ve küçük faziletlere<br />

yönelmeli ve fakat, yine onun i şaret etti ği büyük<br />

ve küçük kötülüklerden kaç ınmal ıyız. Bu kötülüklerden,<br />

özellikle (Yalan) ve (Hased) bunlar ın en tehlükeli<br />

olanlar ıdır. Çünkü bu iki küçük kötülük, di ğer<br />

büyük ve küçük her türlü kötülü ğün başl ıca kaynağıd<br />

ırlar.<br />

Şimdi, yukarıda çe şitli konulariyle gerektiği<br />

şekilde aç ıkladığım ız Aristo'nun Psikolojisinini ve<br />

Etik'ini kısaca özetleyecek olursak şöyle diyeceğiz:<br />

Aristo'da ruh, bizzat bir şey, bir mevcudiyet<br />

olmaktan ziyade canl ı varl ıkların bir faaliyet seviyyesidir.<br />

Mesela, nebatlar, besleyici bir faaliyete veya<br />

nebâti ruha mâliktirler; a şağı dereceden hayvanlar,<br />

nebâti ruha ek olarak hisse ait, i ştihaya ait veya<br />

arzulara ait bir ruha mâliktirler. İnsan ruhu ise en<br />

yüksek seviyyeye ait bir ruhtur; zira, (AKL)a sahiptir,<br />

rasyoneldir.<br />

İnsan ruhu da ikiye ayr ılır: İrrasyonel ve Rasyonel.<br />

İrrasyonel ruh, hem nebâti ruhu ihtiva eder<br />

(ki aklın bu kısım ruh üzerinde do ğrudan do ğruya<br />

131


hiç bir kontrolü yoktur) hem de i ştihalara ve arzulara<br />

ait ruhu ihtiva eder (ki bu k ısım ruh, kısmen,<br />

akl ın sevk ve idaresine tabidir).<br />

Ruhun rasyonel k ısmı da ilme, ölçüye, tahmine<br />

ait fiilleri ihtiva eder.<br />

Ruhun bu her iki k ısmına ait bir çok çe şit kemaller<br />

ve faziletler de vard ır ki bütün bunlar ba şlıca<br />

iki grupta toplan ırlar: Ahlaki Faziletler ve Akil<br />

Faziletler.<br />

Ahlaki faziletler, iki a şırılık ( İfrat) aras ındaki<br />

Tam Orta ( İ'ticlal)n ın sağlanmas ına dayanır. Fakat,<br />

buradaki Tam Ortadan maksat, Aritmetik bir<br />

Tam Orta olmayıp, insanların beden yap ılarına göre<br />

az çok değişebilecek olan, bir Tam Ortad ır, Mesela<br />

bir Pehlivan için normal olan yiyecek ve içecekler,<br />

masa ba şında çal ışan bir insan için normalin çok<br />

üstündedir. Aristo, i şte bu kavram ı, hareketlere,<br />

davran ışlara, heyecanlara ve sevk ve idareye uygulayarak<br />

Rasyonel bir Ahlak geli ştirmi ştir. Aristo<br />

Ahlakının temel dire ği olan Tam Orta'y ı da ancak,<br />

akli prensipler belirlerler.<br />

Orta Durum de ği şebilir de; zira, o, bazan<br />

aşır ılığa ( İfrata) yak ınd ır bazan da noksanl ığa<br />

(Tefrit) yak ınd ır.<br />

Kıskançlık, cinsi hareketlere dü şkünlük, kaatillik...gibi<br />

soyçekim ile gelen baz ı kötü haller de vardır<br />

ki bunlar ın Tam Orta's ı olamaz.<br />

Akil. Faziletlere gelince, bu faziletler de ikinci<br />

büyük grub faziletlerdir ve iyi ahlakl ı bir insan ın<br />

bu faziletlere de ihtiyac ı vardır. Zira, ahlak, bir<br />

(Seçme)yi gerektirir ve sçeme i şi: "Hem arzu edici<br />

bir akıl hem de dü şündürücü ve muhakeme ettirici<br />

132


ir arzu" olarak tan ımlanm ıştır. Şu halde, iyi bir<br />

seçme i şi, doğru bir arzu ile do ğru bir ak ıl ve muhakemeyi<br />

gerektirir. Bu da, s ırf veya kontamplâtif<br />

entellekten ziyade pratik entellekte ait bir i ştir. Pratik<br />

Zeka (ki Irfan ve Hikmet kelimelerinden ço ğu<br />

kere kasd edilen de budur), ahlaki faziletle pek s ıkı<br />

ili şkisi olan entellekte ait bir fazilettir. Zira, o, insan<br />

için iyi veya fena görünen şeylere kar şı hareket kabiliyetinin<br />

doğru ve ma'kul halidir. O, mümkünler<br />

alemine ait bir muhakemedir; yoksa, ezdi Meme<br />

ait bir muhakeme de ğildir. Çünkü, o, iyi bir hayat<br />

için, en iyi Tam Orta'lar ın seçilmesi ile ilgilidir.<br />

Bundan ötürü de o, irrasyonel ruha emir veren,<br />

yani hislere ve hazlara emir veren ve onlar ı bir dereceye<br />

kadar da kontrol da edebilen entellektin faa<br />

liyetidir. Şu halde, pratik zeka, ruhun iki rasyonel<br />

kısmından alt k ısm ına ait olan ve ölçü ve tahmin seviyyesinde<br />

olan bir fazilettir. Şu kadar ki, yaln ız<br />

Tam Ortalar ı tahmin de ğil, fakat, gâyeleri de tan ı-<br />

mak zorunluluğu olduğundan, pratik zeka olmaks ı-<br />

z ın ve pratik zeka ahlaki faziletleri tamamlamaks ız ın,<br />

gerçek anlamda iyi olmak mümkün de ğildir. Ba şka<br />

bir deyi şle, entellekte ait fazilet, sadece, ak ıllılıktan<br />

ibaret değildir.<br />

Pratik zekâ, ayni zamanda, ilk prensipleri,<br />

küllileri, nihai hakikatlar ı veya özel vak'alar ı, pratik<br />

zekan ın kendileri vas ıt ı siyle i şini gördüğü ham<br />

materyelleri birden kavrayan, Hads1 Akl' ı da gerektirir.<br />

Hads ı Akl, ayni zamanda, ilk prensipleri, ilmi<br />

bilginin Mantıki veya Matematiksel ispat ameliyeleri<br />

ile de destekler ki bu fazilet, sadece, Ebedi Memle,<br />

Mant ıki zorunlulukla ilgilidir. Ancak, zekan ın<br />

en üstün formu, sadece, ilk prensiblerin mant ıki<br />

uygulanmas ının bilgisini de ğil, fakat, ayni zaman-<br />

133


da, bizzat ilk prensiplerin kavranmas ın ı da gerektirir.<br />

Bu sebeple, Aristo, ilmi bilgi ve hadsi akl kombinezonuna<br />

Felsefi Zekâ ad ını veriyor ve bu Felsefi<br />

Zeka'y ı da yüksek objelere yönelmek N,e<br />

tam ve mükemmel olmakla karakterize ediyor. Ancak,<br />

Felsefi Zeka, en yüksek insani hayra yönelmi ş<br />

değildir. Zira, insan, dünyada, en üstün şey de ğildir,<br />

yani Semavi Cisimler gibi ilahi de ğildir. Fakat,<br />

Felsefi Zekâ, her ne kadar insani Hayr'a yönelmi ş<br />

değilse de, o, yine de (Hayr)d ır,<br />

Felsefi Zeka'n ın, esasta, kontemplâtif bir zeka<br />

olmas ı dolayısıyle faydas ız olduğu yolunda bir ele ş-<br />

tirme de yap ılabilirse de, Aristo, bu zekan ın, insan ı,<br />

bir alet gibi de ğil de tehakkuk etmi ş bir gâye, en<br />

yüksek insan aktivitesi olarak mutlu k ılacağı üzerinde<br />

önemle duruyor. Zira, Aristo için pratik zeka=<br />

bedeni idare etmesi kontamplâsyona bir üstünlük<br />

alâmeti değildir. Pratik zeka= bu durumu, daha<br />

ziyade, kendi gelece ği için emin bir yol haz ırlamaktan<br />

ibarettir. Nas ıl ki ilaç, tedavide, s ıhhat için bir<br />

alet gibidir.<br />

Başka bir deyi şle:<br />

Aristo'ya göre her şeyden, her i şten kasd olunan<br />

bir şey; bizzat kendisini arzulad ığımız bir şey; her<br />

i şin her hareketin son gayesi olan bir şey vard ır ki<br />

i şte biz ona (Hayr) deriz. Bundan ötürü, insan ın<br />

hayat ının gayesi de bir tak ım ruhani hay ırlar i şlemektir<br />

ki bu da Mutluluk'tur. Mutluluk, insan ın<br />

asil mahiyetinin tahakkukundan ba şka değildir.<br />

Mutluluk, sahibi için bir kemâldir.<br />

Bir şeyin kemali, yani mükemmeliyyeti, onun,<br />

esas mahiyetinin potansiyelitlerini tam ve mükem-<br />

134


mel bir surette geli ştirip meydana ç ıkarmakt ır. Şu<br />

halde, Mutluluk bir aktivitedir ve bizzat istenen bir<br />

aktivitedir. İnsan, bir ak ıl hayvan ı olduğundan,<br />

insan için hayr ve kemâl ve dolay ısiyle Mutluluk ta<br />

ruhun akl ile tam ve , mükemmel bir uygunluk halindeki<br />

aktivitesinden ibarettir.<br />

Ruhun, akl ile uygunluk halinde bulunmas ı,<br />

yani akla uygun hareket etmesi de en üstün bir fazilet<br />

aktivitesidir ki bu da her i şimizde ve hareketimizde<br />

iki a şırı uç (ifrat ve tefrit; fazlal ık ve noksanlık)<br />

aras ındaki Tam Orta'y ı seçme i şidir.<br />

Ruhun akla uygun hareket etmesi hali, yani<br />

en üstün fazilet aktivitesi de mahiyetimizin en üstün<br />

tarafın ın aktivitesidir ve bu sebepten ötürü de<br />

o, bir nevi Spekülâsyon olmak zorundad ır. Ba şka bir<br />

deyi şle, insan için En üstün Hayr (Hayr- ı A'la) ve<br />

Ebedi Mutluluk, aklın tam bir kontamplâtif hayatından<br />

ibarettir.<br />

İyi, Güzel ve Mutlu bir hayat ya şamak istiyorsak,<br />

daima, bilgili ve faziletli insanlarla dü şüp kalkacağız<br />

ve ancak bu suretle akla ve ahlâka ait faziletlerimizi<br />

kemâle erdirece ğiz.<br />

Förâbi'de Fazilet ve Rezilet Görü şü<br />

Farabrnin Fazilet ve dolay ısiyle Hayr ve Mutluluk<br />

ile bunlar ın kar şıtı hakkındaki fikirlerine<br />

(Tahsil al-Saade) adl ı kitab ında ve özellikle (Medinet<br />

al-Fad ıla) adl ı kitab ın ın Fadıl Medine Reisinin<br />

haslatlar ı konusunda rastlamaktay ız. O, "Nefs Kuvvetleri"<br />

konusunda da bu hususlara, genellikle, i şaret<br />

etmi ştir.<br />

135


Farabi şöyle diyor:<br />

İnsanlar ın birinci ve ikinci hayatlar ında yani<br />

Dünya ve Ahirette onlara Mutluluk sa ğlayan faziletler<br />

dört çe şittir: Nazan Faziletler, Fikri Faziletler,<br />

Ahlaki Faziletler ve Ameli Faziletler (S ınaatlar).<br />

Nazan faziletlerin bir k ısmı, insanda, daha<br />

onun başlangıcından beri bulunan ve nas ıl meydana<br />

geldi ği bilinmeyen ilk ilimlerdir. Di ğer k ısm ı<br />

da öğrenmek ve ö ğretmekle elde edilen ilimlerdir.<br />

İlk ilimlerle bilinen şeyler İlk Mukaddemlerdir<br />

ki öğrenmek ve öğretmekle elde edilen ilimler bunlarla<br />

sağlan ır 94 .<br />

Fikir kuvveti, k ıs ımlara ayr ılır. Fikir fazileti,<br />

faziletli bir gaye için en faydal ı olan ı bulup çıkaran<br />

fikir kuvvetidir. Fakat, şer olan bir gâye için en faydalı<br />

olan ı bulup ç ıkaran fikir kuvveti fikir fazileti<br />

de6ıldir; dolay ısiy le, onun ba şka adlarla adlanmas ı<br />

gerekir'.<br />

En yüksek derecedeki fikir fazileti .ile en yüksek<br />

derecedeki ahlaki fazilet hiç bir suretle birbirlerinden<br />

ayr ılmazlar, Aç ıkt ır ki en büyük fikri fazilet,<br />

nazari fazilete ba ğlı olmaks ız ın gerçekten var olamaz....ve<br />

nazari faz ılet ve en büyük fikri fazilet ve<br />

en büyük ahlaki fazilet ve en büyük smai fazilet<br />

birbirlerinden ayr ı değildirler. Eğer, ayr ı olsalar,<br />

bu sonuncu kemal üzre kalmay ıp bozulur, dolay ısiyle,<br />

en büyük olmadaki gayeye de ula şılamaz.<br />

Eğer, fikir fazileti, ahlaki faziletten ayr ılırsa,<br />

hayırlardan ibaret olan faziletleri istinbâta kudreti<br />

olan insan hiç bir hayra ve fazilete sahip say ılmaz.<br />

Tabiata dayanan ve Irade'ye dayanan faziletler<br />

vard ır. Irade ile has ıl olan fazilet, insan için,<br />

136


insanda iradi şeylerin husûlünü sağlayacak sûrette<br />

has ıl olan fazilettir ve ancak o zaman insani fikir<br />

fazileti hâs ıl olur. Bir Padi şah, (Melik), yaln ız irade ile<br />

Padi şah de ğil, belki tab'an da Padi şaht ır. Eğer, i ş böyle<br />

ise, yine nazari fazilet ve büyük fikri fazilet ve<br />

büyük ahlaki fazilet ve büyük ilmi smaat, ancak,<br />

tab'an bunlar için haz ırlanm ış olan kimselerde has ıl<br />

olur ve bu kimseler, gerçekten, son derece büyük,<br />

son derece kuvvetli, son derece üstün tabiata sahiptirler".<br />

Farabi, faziletler, dolay ısiyle hayırlar ve mutluluklar<br />

hakk ındaki fikirlerinde, üçüncü konudaki<br />

Farabi'ye ait sat ırlarda da görülece ği üzre,<br />

Aristo ile ayni fikirleri payla şmakla beraber Hikmet,<br />

İffet ve Secaat faziletlerinin üçünü birden kendisin<br />

de toplayan Adalet Fazileti hakk ında onun özel<br />

bir görü şü vard ır. Farabi bu konuda, Eflatun görü<br />

şü ile de uygunluk halinde olarak (Adâlet)i iki<br />

yönden ele al ır:<br />

ı— Fadıl Medine yönü.<br />

2— Cahil ve Sap ık Medine yönü.<br />

Fadıl Medine Yönü:<br />

Fadıl Medine sahiblerine göre (Adalet), herkese<br />

hakk ını vermek, yani hak hukuk tan ımakt ır.<br />

Adalet ve adil kimseler her zaman için sevilmeli,<br />

halka eziyyet ve zulüm etmekten kaç ınılmalı, zâlimleri<br />

asla sevmemeli, herkesi adaletli olma ğa te şvik<br />

etmeli, haks ızlığa uğrayanlara elden gelen iyili ği<br />

yapmal ı, herkes adil olup adalet pe şinde koşm alı<br />

ve özellikle, zulümden kesinlikle kaç ınmal ıdır.<br />

137


Cahil ve Sap ık Medine Yönü:<br />

Cahil ve Sap ık Medine sahiblerine göre de (Adalet),<br />

herkese kahr ve galebe etmekten ibarettir ve bu<br />

da Tabiat Kanunundur. Üstün gelenin alt olan ı<br />

kendine esir etmesi ve alt olan ın da üst olan için<br />

faydal ı işler yapmas ı adalettir. Bunlar ın hepsi, Tabii<br />

adalet olup faziletin ta kendisidir ve yap ılan bu<br />

i şler de faziletli i şlerdir.<br />

Üstün gelenlerin, elde ettikleri maddi ve ma'-<br />

nevi hay ırlardan bu hay ırları kendilerine sa ğlayan<br />

onlara alt olanlar ı da bu yoldaki gayret ve çal ışma<br />

derecelerine göre hisselendirmek gerekir ve bu da<br />

onlara göre Tabii adalettir.<br />

Cahil ve Sap ık Medine halk ına göre istenilen<br />

hayırlar ahlak d ışı ve yaln ız bedene ait olan hay ırlard<br />

ır. Fadıl Medine erbab ına göre ise istenilen hayırlar<br />

ilmi ve ahlaki hay ırlard ır ve gerçek (Mutluluk)<br />

a da ancak bu suretle var ılabilir".<br />

ilıvânussafâ'da Fazilet ve Rezalet Görü şü<br />

Bu konuda Farabi hakk ında söyledi ğimiz sözleri<br />

ihvanussafa için de söyleyebiliriz.<br />

thvanussafa'mn bu konudaki fikirleri, özellikle<br />

(Ahlak ın Çe şitli Olmasının Sebepleri), ( İnsan Küçük<br />

Alemdir), (Allah'a Da'vet Keyfiyeti) Risalelerindeki<br />

nefs ve nefs kuvvetleri, faziletler ve rezileder,<br />

hay ırlar ve şeyler gibi konular hakk ındaki<br />

sözlerinden ç ıkar ılabilir.<br />

Yaln ız, Nefs Tasfiyesi'ni, ahlakâ, esas tutmalar ı<br />

keyfiyeti, thvanussafa'y ı diğerlerinden ay ıran asil<br />

bir da'vad ır.<br />

138


Onlarca Nefs Tasfiyesi, gerçek faziletleri elde<br />

etme ği, dolayısiyle de, Gerçek Mutlulu ğa ulaşmağı<br />

sağlar. İlıvânussafâ'mn kurucular ından olan Ebû<br />

Süleyman Muhammed b. Ma' şar al- Busti veya<br />

kısa adı ile (Makdes1), şöyle hayk ırıyor:<br />

Sıhhat (yani mevcudât ın hakikatlar ını bilmek,<br />

doğru görü şe iyman etmek, güzel huylarla huylanmak,<br />

i şinde ve gücünde pürüzsüz olmak) muhafaza<br />

edilincedir ki insana faziletler elde etmek faydal ı<br />

olur. Ve s ıhhatt ır ki insanı fazIletler (k; bu. faziletler<br />

burhanid;r, yakin ;le vücuda gelmi ş -1'r,<br />

dehridir)le kar şı kar şıya kor ve kemâllar 'elde<br />

etme ğe yöneltir. Ancak böyle olanlard ır ki (En Büyük<br />

Mutluluk) ile kurtulu şa ula şmış ve gerçekten<br />

İlâhî Hayat'a müstahak olmu ş olurlar. İlahi Hayat<br />

ise (Ebedilik ve Sermedilik)tir".<br />

139


Konu: V<br />

(CEMİYYETİN ESAS' YARDIMLAŞMA<br />

VE MUHABBETTİR)<br />

İbn Miskeveyh'te Sosyoloji: Cemiyyet ve Yardımla<br />

şma ve Muhabbet Meselesi.<br />

Aristo'da Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />

ve Muhabbet Meselesi (Aristo'da sevginin önemi:<br />

Anaya ve Babaya sevgi; Çocuklara sevgi; Akrabalara<br />

ve Dostlara sevgi; Bütün insanlara sevgi; Sevginin<br />

Hayatta ve Terbiyede büyük yeri)— Fârâbi'de<br />

sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma ve Muhabbet<br />

Meselesi— ihvânussafâ'da Sosyoloji; Cemiyyet ve<br />

Yard ımlaşma ve Muhabbet Meselesi.<br />

İbn Miskeveyh, kitab ında, cemiyyet meselesine,<br />

dolayısiyle insanlar ın birbirleriyle sevi şip yard ımlaşma<br />

zorunluğunda olduklar ına da önemle i şaret<br />

etmiştir.<br />

İbn Miskeveyh, (Hayr ve Mutluluk) konusunda<br />

Aristo'dan mülhem olarak: "Her mevcudun<br />

hayr ve mutlulu ğu, ne için yarat ılmış ise onu tam ve<br />

mükemmel olarak yapmakt ır" diyordu. İşte, o, bu<br />

noktadan Sosyolojiye geçer ve bu hususta da topluca<br />

şöyle der:<br />

İnsan ın yapmak için yarat ıldığı iyi i şler, tek<br />

bir kimsenin kudretinin yetmeyece ği kadar çoktur.<br />

140


Bunun için topluluğa, yani bir arada ya şamağa liizum<br />

zorunludur. Bundan ötürü bütün bu i şler,<br />

insanlar ın birbirlerine yard ımı ile mümkün olabilir.<br />

O derecede ki bir cemiyyet, ayniyle bir şahs hükmünde<br />

olup insanlar da birbirlerinin organlar ı<br />

gibidirle ı .<br />

Pek aç ıktır ki insanlar, daima birbirine muhtaçt<br />

ırlar. Çünkü, insanlarda birbirlerine yard ım<br />

etmek ihtiyac ı zorunludur. İnsani hayat ın bir çok<br />

noksanlar ı vard ır ki onlar ın sağlanmas ı ve tamamlanmas<br />

ı ferd halinde mümkün de ğildir. İnsanların<br />

bu ihtiyac ı onlar ı, bir araya gelme ğe, birbirleriyle<br />

sevi şip ve anla şıp uyu şmağa zorlar; onlar ı<br />

tek bir şahs halinde toplar ve hepsini faydal ı bir<br />

maksat üzerine görevlendirir. Zaten, insan, tab'an<br />

da bir cemiyyet mahlükudurl.<br />

İbn Miskeveyh, Aristo'dan ald ığı bu insan tanımından<br />

sonra, insan cemiyyetini aç ıklayabilmek<br />

için (Muhabbet)ten ve onun çe şitlerinden ve sebeplerinden<br />

söz etmek gerekti ğini söylüyor ve şöyle<br />

devam ediyor:<br />

Muhabbetin dört çe şidi vard ır:<br />

Muhabbetin bir çe şidi çabuk meydana gelir<br />

ve çabuk bozulur.<br />

2—Muhabbetin bir çe şidi de çabuk meydana<br />

gelir, fakat, yava ş yava ş boluzlur.<br />

3—Muhabbetin bir çe şidi de yava ş yava ş meydana<br />

gelir fakat, çabuk boluzlur.<br />

4—Muhabbetin bir çe şidi de yavaş yavaş meydana<br />

gelir ve yine yava ş yava ş bozulur.<br />

İşte, muhabbet bu kısımlara ayrılm ışt ır. Zira,<br />

insanlar ın istek ve hareketlerinde üç maksat vard ır:<br />

141


ı- Lezzet.<br />

2- Hayr.<br />

3- Fayda.<br />

Bu üç maksattan sonra, dördüncü bir maksat<br />

daha vard ır ki o da bu üç maksad ın bir arada bulunmas<br />

ı hâlidir.<br />

İşte, insanlar ın bu dört iste ği, insani hayat ın<br />

gâyesidir. İnsanlar aras ındaki muhabbetin esas ı da<br />

bunlardır. Kim bunların hâs ıl olmas ına yard ım<br />

ederse ve bunlara ula şmağa kim sebep olursa ona<br />

muhabbet etmek tabildir. Muhabbet şekilleri, sebepleriy<br />

le şöyledir:<br />

Sebebi Lezzet Olan Muhabbet:<br />

Bu, hemen hâs ıl olan ve hemen bozulan muhabbettir.<br />

Zira, lezzet denen şey çabuk de ği şir2 .<br />

Sebebi Hayr Olan Muhabbet:<br />

Bu, hemen hâs ıl olan, fakat, yava ş yava ş bozulan<br />

muhabbettir 3 .<br />

Sebebi Fayda Olan Muhabbet:<br />

Bu, yava ş yavaş hâsıl olan, fakat, çabuk bozulan<br />

muhabbettir 4 .<br />

Bu üçünün birle şmesinden meydana gelen muhabbetin<br />

içinde hayr bulundu ğu takdirde de o muhabbet<br />

yava ş yavaş hâs ıl olur ve yava ş yavaş bozulurs.<br />

İşte, bu muhabbetlerin hepsi, özellikle, insanlar<br />

aras ında mevcuttur. Çünkü, bunlar, irâdeye ve<br />

muhakemeye dayan ırlar ve bunlar üzerine mükâfat<br />

ve mücâzat vard ır. Aklı olmayan hayvanlar aras ın-<br />

142


da da muhabbete benzeyen i ştirâklar varsa da, bunlar,<br />

ancak, ükfetten ibarettir. Hayvani nefse sahib<br />

olmayan ma'denler, ta şlar aras ındaki benzerlikler,<br />

i ştiraklar de, ancak, tabii meyilden ve ili şkilden<br />

ibarettir.<br />

Bu muhabbet şekillerinin kar şılığında nefret<br />

şekilleri de vard ır.<br />

İşte, insanlar ı bu muhabbetlere, ili şkilere ve bir<br />

araya gelmelere da'vet eden biricik sebep, noksanlarımız<br />

ın, ihtiyaçlar ım ız ın, tek tek ki şiler tarafından<br />

sağlanamamas ından, giderilememesinden ba şka değildir.<br />

Yine bu sebeplerden ötürü, özellikle, şu iki<br />

muhabbet şeklinden de söz edilebilir:<br />

Saddkat : Sadâkat denilen hal de muhabbetin<br />

bir çe şididir. Şu kadar ki muhabbet, Sadâkat'tan<br />

daha şumulludur. Bir topluluk aras ında muhabbet,<br />

hep birbirine vaki' oldu ğu halde, sadakat, hepsine<br />

birden olmaz, baz ı ki şilere mahsus kal ır'.<br />

A şk : Muhabbetin yüksek ve a şır ı derecede bir<br />

nev'i daha vard ır ki ona (A şk) denir. A şk denen<br />

muhabbet çe şidi, sadâkattan da daha hast ır, yani,<br />

sadâkat kadar da şumullu değildir. Çünkü bu, bir<br />

topluluk aras ında ve topluluğun baz ısı aras ında olmayıp,<br />

yaln ız, iki şahs aras ında bulunabilir. Aşk,<br />

lezzette ve hayrda da söz konusu olabilir.' Mesela,<br />

lezzet için a şırı derecede muhabbet, bir a şkt ır. Ve<br />

yine, hayr için a şırı derecede muhabbet te bir a şktır.<br />

Ancak, bunlar ın birincisi kötü, ikincisi iyidir.<br />

Gençler aras ındaki sadâkat, daima lezzet için<br />

olduğundan, çabuk has ıl olur ve çabuk yok olur.<br />

Onların birbirlerinden elde ettikleri lezzet yok olun-<br />

143


ca aralar ındaki muhabbet ve sadakat ta yok olur<br />

gider'.<br />

İhtiyarlar aras ındaki sadâkat ise, aralar ındaki<br />

ortak faydaya dayand ığından, çoğunlukla uzun sürer.<br />

Fakat, fayda ili şkisi ortadan kalk ınca onlar ın aralarındaki<br />

sadâkat ta ortadan kalkar'.<br />

Bir de Hakikat Erbab ı arasında bir sadâkat şekli<br />

vard ır ki bu, hayr üzerine kurulan bir sadakatt ır<br />

ve bu hayr, (Sâbit bir Hayr)d ır. Bu sâbit hayr,<br />

zat ında deği şmez olduğu için, hakikat eri:Pah' aras<br />

ındaki muhabbet ve sadakat ta hiç bir suretle deği<br />

şip yok olmaz, ebede kadar sürer gideri'.<br />

Bu muhabbet ve sadakat şekillerinin lezzetleri,<br />

hep ba şka başkadır. Esasen, insanlar ın tabiatlar ı<br />

da başka, başkad ır ve her insan kendi tabiat ına uygun<br />

dü şen lezzete meyl eder. Fakat, insanda, kendi<br />

tabiat ından ba şka hiç bir tabiatla kar ışmam ış olan<br />

ilahi, basit bir cevher vard ır ki ona ait lezzet te hiç<br />

bir lezzetle k ıyaslanamaz. Zira, bu lezzet, sâf ve<br />

basit bir lezzettir. İşte, bu ilahi cevher lezzeti üzerine<br />

kurulan muhabbet te İlahi bir Muhabbettir ve bu<br />

muhabbet, pek a şırı dereceye vard ırılırsa, insanı<br />

Allah'a ait olan Tam ve Halis A şk'a ulaşt ırır.<br />

insanda olan bu ilahi cevher, kirlerinden, paslarından<br />

temizlenip saf haline döndürüldükçe kendi<br />

aslına yakla şır ve en sonra Ak ıl gözü ile (S ırf İlk<br />

Hayr) ı görür. Ve bu halde de bu İlk Hayr, o kimsenin<br />

akl ını nuru ile bol bol nurland ırır ve onu hiç<br />

bir lezzete benzemeyen İlahi Lezzete kavu şturur ki<br />

bu, insandaki cüz'i ilahi cevherin, kendi asl ı ile<br />

birleşip bir olmas ı demektir. Şu kadar ki bu Birlik<br />

( İttihad), ancak, insan ın dünya hayat ından ayrıl-<br />

144


mas ından sonra tam olarak gerçekle şebilir. Zira,<br />

ruhun tam safl ığını kazanmas ı, ancak, o zaman<br />

mümkündür.<br />

İbn Miskeveyh, bu noktada Aristo'nun Sosyolojik<br />

fikirlerine de kısaca dokunarak, Aristo'ya göre<br />

de insanın tabiat ı bakımından medeni oldu ğunu,<br />

yani bir cemiyyet mahltıku olarak yarat ıldığını,"<br />

dolayısiyle, insanlar ın gerek iyi hallerinde ve gerek<br />

kötü hallerinde daima birbirlerine muhtaç olduklarını<br />

; hatta, bir fakirin karn ını doyurabilmek için<br />

bir zengin veya bir Kral'a muhtaç oldu ğu kadar bir<br />

zenginin veya bir Kral' ın da ihsanda bulunabilmek<br />

için bir fakire muhtaç oldu ğunu; ve insanlar<br />

aras ında sevginin ve arkada şlığın bu yüzden zorunlu<br />

bulunduğunu söylüyor ve Aristo'ya göre de en<br />

büyük muhabbet ve lezzetin İlahi Muhabbet ve ona<br />

kavu şmaktaki lezzet oldu ğunu belirtiyor.<br />

İbn Miskeveyh, bu arada Sokrat'a da dokunarak<br />

Sokrat'a göre de sevgi ve muhabbetin dünyadaki<br />

bütün hazinelerden ve her türlü dünya servetlerinden<br />

üstün say ıldığını ve her şeyden evvel, çocuklara,<br />

bu muhabbetin a şılanmas ı gerektiğini ve çünkü hiç<br />

bir insan ın, dünyalara da sahip olsa, muhabbetsiz<br />

yaşayamayaca ğın ı, yine Sokrat' ın sözleri olarak bildiriyor.<br />

Aristo'da Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />

ve Muhabbet Meselesi<br />

İbn Miskeveyh'in Aristo'nun Sosyolojik fikirleri<br />

hakk ında söylediklerine, biz de şu bir iki sat ırı<br />

eklemek siyoruz:<br />

Aristo'nun insan ı, yaln ız Bilen değil, fakat, ayni<br />

zamanda Isteyen, bir yarat ıkt ır da. Çünkü, insanda<br />

145


hem akıl hem de istekler, insiyaklar vard ır. Bu bakımdan<br />

da insanda Faziletin iki anlam ı olmas ı gerekir:<br />

ı — Bilen anlam ı, yani teorik fazilet (Ak ıl, Bilgi,<br />

Hikmet).<br />

2- Aklın pratik faaliyette hâkimiyyeti anlam ı ,<br />

yani (Karakter) fazileti.<br />

Aristo'da bilgi meselesi birinci planda, pratik<br />

hayat, ikinci planda yer al ır. Bu sebepten ötürü,<br />

onca, akl ın karakter üzerine hakimiyyeti şartt ır.<br />

Akl ın ihtiraslar üzerine hakimiyyeti de, onun, (Her<br />

şeyin Doğru Orta)s ını ara şt ırmas ındadır. Zira, her<br />

fazilet, fazlal ık ve eksiklik şekli ile, iki aştı-Alg ın ortas<br />

ında yerini al ır. Fakat, bu (Her şeyi Doğru Ortalama)ya,<br />

yani (Âhenk)e dayanan ahlak ta Arito'ya<br />

göre ferdi hayatta de ğil, ancak, Sosyal hayatta,<br />

Devlet'te gerçekle şiru. Her cemiyyet, hayr için<br />

kurulur; bütün Cemiyyetleri içine alan Devlet te<br />

En Yüksek Hayr' ı gaye edinmek zorundad ıri 3 .<br />

İşte, Aristo, bu noktada Devlet meselesine geçip<br />

Devletin ne oldu ğunu; ne gibi şekiller alabileceğini;<br />

ve şekiller ne olursa olsun, esas meselenin<br />

iyi idare ve iyi niyet olduğuunu aç ıkladıktan sonra,<br />

Devletin bir unsuru s ıfatiyle tekrar ferde dönerek<br />

şöyle der:<br />

İnsan, yarat ıl ıştan bir Cemiyyet mahlûkudur.<br />

Bu sözden maksat ta insanlar ın ihtiyaçlar ın ı sağlama<br />

hususunda birbirleriyle yard ımla şma zorunluluğunda<br />

yarat ılmış olduklar ın ı belirtmektir. K ısaca,<br />

insan, bir topluluk içinde ya şayabilir ki i şte bu,<br />

(Cemiyyet)tir ve insanlar ın sir Cemiyyet halinde<br />

yaşamaları da üç ana sebebe dayan ır:<br />

146


ı— Zarardan korunmak.<br />

2— Fayda sağlamak.<br />

3— Bir takım lezzetlere kavu şmak.<br />

İşte, bütün bunlar ın hepsinde de (Sevgi), esast<br />

ır".<br />

Yukar ıdaki sat ırlarda açıkça görülmektedir ki<br />

Aristo'ya göre de Cemiyyet'in esas ı Yardımlaşma<br />

ve Muhabettir's.<br />

Aristo, sevgiye, muhabbete, dostlu ğa pek ziyade<br />

önem vermi ştir. Zira, ona göre:<br />

ı — Dostluk veya sevgi hayat ın bütün hallerinde<br />

ve her ya şta zorunludur.<br />

2- Sevgi, tabiidir ve tabii olan bu sevgi bütün<br />

hayvanlar alemi için de do ğrudur.<br />

3— Sevgi veya dostluk, ayni zamanda sosyal<br />

bir olayd ır da. Sevgi, bütün bir Devlet'i birle ştirip<br />

bir tutan bir ba ğdır da.<br />

4—Sevgi, asil bir şeydir, dolay ısiyle, övülmeğe<br />

layıktır".<br />

Dostluk veya sevginin ahlaki temelleri ahlaki<br />

bir hal veya bir aktivitedir' 7 .<br />

Dostluk veya sevgi, bir çe şit hoşlanmad ır; birbirlerine<br />

benzeyenlerin birbirlerini arzulamas ıdır.<br />

Sevilebilen bir şey, ya iyi ve güzeldir, ya haz<br />

vericidir, ya da faydal ıdır; ve faydal ı bir şeyden maksat<br />

ta bir hazza veya bir hayra vesile ve vas ıta olan<br />

şeydir. Dostluk ve sevgiyi hayr'dan ay ıran şey de<br />

onun kar şılık görmesi ve her iki tarafça da bilinmi ş<br />

olmas ı luzümudur".<br />

Çe şitli sevgilerden ve dostluklardan söz edilebilir.<br />

Fakat, bunlar ın en önemlisi ve bütün dostluk-<br />

147


ların temeli ana baba ile çocuklar ı arasındaki sevgi<br />

ve dostluktur.<br />

Baba, çocu ğunun varl ığının sebebidir ki bu,<br />

diğer bütün hay ırlardan üstündür; çocu ğun beslenip<br />

büyütülmesi, ö ğretimi ve e ğitimi hususunda<br />

pek üstün bir hayrd ır. Baba, o ğullarını ve onlardan<br />

gelen torunlar ını da idare eder ki bu da bir tabiat<br />

kanunudur.<br />

Bu gibi dostluklar bir üstünlük içerir. Zira,<br />

ana baba, sâdece, sevilen kimseler de ğil, fakat,<br />

ayni zamanda, üstün ki şiler olmalar ı bak ımından,<br />

şerefli kimselerdir de. Dolaysiyle, bu durumda adalet,<br />

bir e şitlik değil, ancak, bir nisbet gösterebilir.<br />

Bundan ötürü de ana baba ile çocuklar aras ındaki<br />

dostluk, e şitliğe göre değil, bir nisbete göredir 19 .<br />

Ana, baba, çocuklar ına, kendilerinden birer<br />

parça olduklar ı için sevgi beslerler; çocuklar da<br />

ana babalar ına kendi varl ıkların ın sebebi olduklar ı<br />

için sevgi beslerler. Fakat, ana baban ın çocuklar ına<br />

sevgisi ve ilgisi çocuklar ın ana babalar ına sevgilerinden<br />

ve ilgilerinden çok daha kuvvetlidir. Zira, varlığa<br />

gelen bir şey, varl ığa getirene ba ğlıd ır ve onun<br />

tarafından tasarruf edilebilir.<br />

Ana baba, çocuklar ını, onlar daha do ğar doğmaz<br />

sevme ğe ba şlarlar. Fakat, çocuklar, ana babalar<br />

ın ı, zaman geçip ya şlanmadıkça ve hisleri ve<br />

akıllar ı geli şmedikçe sevemezler. Annelerin, çocuklarım,<br />

babalardan fazla sevmelerinin sebebi de<br />

onların, çocuklar ını bizzat do ğurmuş olmalarındand<br />

ır.<br />

Ana, baba, çocuklar ın ı, kendilerinin ikinci mümessilleri<br />

olduklar ı için de severler. Çocuklar da<br />

148


ana babalar ın ı, onlardan do ğduklar ı için severler.<br />

Karde şler de, ayni ana babadan olduklar ı için,<br />

birbirlerini severler.<br />

Di ğer akrabalar aras ında sevgi unsuru, akrabal<br />

ık nisbetine göredir. Fakat, bunlar ın hepsi, babanın<br />

çocuğu üzerine olan sevgisine dayan ır.<br />

Kar ı koca aras ındaki sevgiye gelince, bu, tabii'<br />

bir sevgidir. Bu sevgi kuvvetini, faydadan ve hazdan<br />

almakla beraber, ayni zamanda, fazIletten de<br />

alır. Çocuklar, kar ı koca aras ında sevgi ve birlik<br />

ba ğıdırlar ve soyçekim yolu ile, onlar ın faziletlerine<br />

de reziletlerine de sahiptirler. Çocu ğu olmayan<br />

ev, çabuk y ıkılır.<br />

Ana, baba, karde ş ve arkada şlar aras ındaki<br />

dostluklar, yabanc ılar aras ındaki dostluklardan daha<br />

hazl ı ve faydal ıdırlar. Do ğu şlar ından i'tibâren bir<br />

arada ya şamış, bir arada büyümü ş ve bir arada ö ğ-<br />

retim ve eğitim görmü ş çocuklar ın karakterleri de<br />

birbirlerine çok benzer.<br />

Arkada şlık için de ayni ya şlarda olmak ve bir<br />

arada büyümek ayr ı bir avantajd ır. Zira, bu gibilerde<br />

arkada şlık daha kolay kurulur ve daha sürekli<br />

olur.<br />

Çocuklar ın ana babalar ına dostluklar ı ve sevgileri<br />

ve bütün insanlar ın Allah'lara sevgileri (Daha<br />

Üstün'e ve Hayr)a olan sevgidir,; ° .<br />

Ve yine, karakterde ve di ğer durumlarda e şit<br />

sizlik te dostluklarda pek büyük bir önem ta şır. Üstün<br />

insanlar, daha ziyade, Şeref kazanmak; A şağı<br />

insanlar da, daha ziyade, Fayda kazanmak isterler.<br />

Bu prensipten ötürüdür ki Devlet Büyükleri Şerefli<br />

tutulur ve dolay ısiyle, En Büyük Şeref te Allah'a<br />

149


verilir. Bu sebepten ötürü de çocu ğun babas ına<br />

kar şı olan görevi baban ın çocu ğuna kar şı olan görevinden<br />

daha büyüktür. Bir baban ın çocuğunu red<br />

etmeğe hakk ı olmamakla beraber bir çocu ğun da<br />

babas ın ı red etme ğe hakkı yoktur. Çünkü, çocuk,<br />

babas ına borçludur ve borcunu ödemek zorundadır.<br />

Ancak, bir çocuk bütün hayat ı boyunca, ne<br />

yaparsa yaps ın, babas ına olan borcunu ödeyemez;<br />

gücü buna yetmez. Zira, o, babas ına kar şı ebedi<br />

olarak borçludur. Fakat, e ğer baba isterse, o ğlunun<br />

bu borcunu ba ğışlayabilir.<br />

Bir çocuk, a şırı derecede ahlaks ız olmad ıkça<br />

bir baba o ğlunu terk etmez. Zira, babada o ğluna<br />

olan tabii muhabbet, ona, ele geçmi ş olan oğul gibi<br />

büyük bir deste ği, ne olursa olsun, ihtiyarl ık cağında<br />

red ettirmez 21 .<br />

Kısaca, dostluk veya sevgi, hayat ın hem As ıl<br />

hem de Asil temelidir". Zira, o, s ırf insanl ık hat ır ı<br />

için insanlar ın iyiliğini istemek ve iyilikte bulunmak<br />

gibi ahlaki bir maksat içerir ve dolay ısiyle insanda<br />

fazileti gerektirir. Bundan ötürü de gerçek dostluklar<br />

Hayr'a ve Fazilete dayal ı dostluklard ır. İyi niyet,<br />

dostluk' un tohumudur 23 .<br />

Dostluk veya sevgi, sevilmi ş olmaktan ziyade<br />

sevmiş olmakta kendini gösterir; sevmek sevilmi ş<br />

olmaktan daha esasl ıdır. İnsanlar aras ında şefkat<br />

ve merhamet bu esasa dayan ır.<br />

Ihtiras, ba şkalar ın ı sevmekten ziyade ba şkalar ı<br />

tarafından sevilmeği hedef tutar ve bu da bir şeref<br />

sayılır. Fakat, sevgi, bizzat sevgi için istendi ğinde,<br />

sevilmi ş olmak, i'tibarl ı ve şerefli olmaktan üstündür".<br />

150


Bir dostu sevmek, insan ın kendi kendisini sevmesinin<br />

daha geni ş bir şeklidir26 .<br />

Bir insanın, her şeyden önce, kendini sevmesi<br />

gerekir. İnsanın kendisini sevmesi demek, insan ın<br />

kendi asil ve gerçek k ısmına, yani akl ına önem vermesi<br />

demektir. Ve her şeyden önce, kendi akl ına<br />

önem veren insan da faziletli insand ır".<br />

Bir insan ne kadar varl ıklı ve ne kadar mutlu<br />

olursa olsun, bir cemiyyet mahlüku olmas ı bakımından<br />

yine de, di ğer insanlarla, ve özellikle, dostlarla<br />

birlikte ya şamak zorundad ır. Zira, varl ıklı ve<br />

mutlu bir insan ın ihsanda bulunmak, iyilikte bulunmak<br />

ve bu suretle mutlulu ğunu payla şmak için de<br />

arkada şlara ihtiyac ı vard ır. Şu kadar ki bu arkada ş-<br />

lar, faziletli ki şiler olmal ıdırlar. Çünkü, aksi halde,<br />

o varl ıklı ve mutlu insan ın varlığını tüketirler, mutluluğunu<br />

da bozarlar".<br />

Aslında, gerçek dostluk pek azd ır. Zira, gerçek<br />

dostluk, bilgili, faziletli ve hay ırlı ki şilerin dostlu-<br />

&dur".<br />

Dostluk, iyi zamanlar için de kötü zamanlar<br />

için de pek k ıymetlidir. Fakat, özellikle, kötü zamanlarda<br />

dosta ve dostlu ğa daha çok ihtiyaç vardır.<br />

İnsan, mutlu halinde iken arkada şlar edinmeli<br />

ve onlar ı her bak ımdan faydaland ırmal ı ; fakat,<br />

düşkün halinde, kendine, bir yard ımc ı çağırmama-<br />

11; çünkü, bulamaz 3°!..<br />

Hayatta i ştirak, dostluğun ve sevginin esas ı-<br />

dır. Bu sebepten, Sosyal hayat, fazilete dayal ı iyi<br />

arkada şlıklar ı yükseltir ve rezilete dayal ı kötü arkada<br />

şlıklar ı da alçakt ır ve yok eder'.<br />

151


Dostluk bir çe şit i ştirâktir. Çe şitli dostluklar,<br />

çe şitli i ştirâklerdir ve her i ştirak, bir çe şit adâleti de<br />

ihtiva eder. Ve yine, adalet te, dostluk gibi, çe şitlidir.<br />

Her çe şit i ştirakin de Siyasal i ştirâkin birer parças ı<br />

olduğu söyleneb;lir. Şu halde, dostluk, ayni zamanda,<br />

siyasal bir fazilettir 32. Bundan ötürü de Devlet'in<br />

en iyi şekilde sevk ve idaresi husunda gerek İdareci<br />

s ınıfın ve gerek İdare edilen s ın ıfın, ayni fikirler ve<br />

prensipler üzerinde fikirce bir araya gelip birle şmeteri<br />

de Siyasal dostlu ğun ba şlıca alâmetidir".<br />

Yine tekrar edelim ki dostluklar ne çe şit gösterirlerse<br />

göstersinler, hepsinin kökü ve asl ı aile dostluğudur,<br />

yani ana baba ile çocuklar aras ındaki dostluktur.<br />

Ana ve babam ıza, evvela bizi var etmeleri, sonra<br />

da büyütüp ve okutup terbiye etmelerinden ötürü,<br />

kendimizden çok daha üstün bir sayg ı ve sevgi göstermeliyiz;<br />

onlar ı pek şerefli kimseler saymal ıyız;<br />

onları Allah'lar gibi say ıp sevmeliyiz. Fakat, yine de<br />

anaya babaya, bir Filozof'a veya şuna buna kar şı<br />

gösterilecek sevgi ve sayg ı, hep ba şka ba şka olmal ı-<br />

d ır. Tek tek insanlara oldu ğu gibi insan s ın ıflar ı-<br />

na da ancak kendilerine lay ık olan sayg ıyı ve sevgiyi<br />

göstermeliyiz. Büyüklere, anaya babata, ya ş-<br />

lar ından ötürü de sayg ı göstermeli, onlara daima<br />

yer vermeli ve onlar ı daima ba ş köşelere oturtmal ı-<br />

yız. Karda şlarım ıza da mal ımızdan, param ızdan bir<br />

pay ay ırmal ıyız; ve bu i şi, sırasiyle, akrabalar ımıza,<br />

dostlar ım ıza ve bütün insanlara da, derecelerine göre<br />

yapmal ıyız".<br />

Faziletli bir insan için yaln ız ahlakça iyi olan<br />

birşey de ğil, fakat, ayni zamanda, tabii olarak iyi<br />

olan şey de iyidir ve istenip yap ılması gerektir. Esâ-<br />

152


sen, hayat ın kendisi iyi bir şeydir; Var olmak, iyi<br />

bir şeydir".<br />

Fârfilıi'de Sosyoloji: Cemiyyet ve Yard ımlaşma<br />

ve Muhabbet Meselesi<br />

Farabi, cemiyyet konusunda k ısaca şöyle diyor:<br />

İnsanlar kemâle ermek hususnda pek noksan<br />

yarat ılm ışlard ır. İnsanlar pek çok şeylere muhtaçtırlar<br />

ve bunun için de yard ımla şmak zorundad ırlar.<br />

Zira, hiç bir insan muhtaç oldu ğu şeyleri tek başına<br />

elde edemez; elde etmek zorunlulu ğu alt ında<br />

da diğer insanlar ın yard ımına ve sevgisine muhtaçt<br />

ır.<br />

İnsanlar ın her biri, insan ın muhtaç olduğu<br />

şeylerden birini haz ırlar. Çünkü, her bir insanda F ıtri<br />

bir tabiat vard ır ve bir çok topluluklar da bir araya<br />

toplan ıp her biri diğerinin muhtaç oldu ğu şeylerden<br />

bir k ısm ını haz ırlamak suretiyle birbirlerine<br />

yardım etmi ş olurlar ve bu suretle de insanlar kemâle<br />

eri şmi ş olurlar.<br />

Bütün bir topluluğun haz ırladığı şeyler aras ında<br />

herkesin yeti şmesi ve kemâle ermesi için muhtaç<br />

olduğu baz ı şeyler daha vard ır ki insanlar bundan<br />

ötürü çoğalıp dünyan ın iyi ve güzel yerlerini tutmu<br />

şlardır. Bunlardan bir çok insan cemiyyetleri<br />

meydana gelmi ştir. Ancak, bu cemiyetlerden baz ısı,<br />

kâmil, baz ısı da kâmil de ğildir, noksandır.<br />

İnsanlar ı gerçek mutlulu ğa erdirecek şeyler<br />

hususunda yardımlaşmak için te şekkül eden Medine<br />

( Şehr) ye (Fad ıl Medine); ve yine bu gaye ile<br />

yard ımlaşan cemiyyete, (Fad ıl Cemiyyet); yine bu<br />

gâye ile yard ımla şan Millete de (Fad ıl Millet) denir.<br />

Kamil olmayan cemiyyet ise Köy, Mahalle,<br />

153


Sokak ve nihayet Ev halk ının cemiyettidir ki bunlar<br />

da derece derece birbirlerine ba ğlıdirlıgx ve biri<br />

di ğerinin parças ıd ır.<br />

En yüksek Hay ır, En Son Kemal, ancak ( Şehir<br />

Cemiyyeti) ile elde edilir ve Mutlulu ğun s ınırına da<br />

herkes için ortak ve her bir mertebeye has olan (Ilim)<br />

ve (Amel) ile iri şilir" 6 .<br />

Farabi, Cemiyyetin ihtiyaçlardan do ğduğunu<br />

bu suretle belirttikten sonra Medine ( Şehir) leri<br />

daha bir tak ım k ısımlara ay ır ıyor ve (Medine)yi insan<br />

bedenine benzeterek Kral ından Dilencisine kadar<br />

bütün Medine kururlu şlarun beden organlar ı ile kiyaslamağ<br />

a giri şiyor.<br />

Yukar ıda da bir vesile ile i şaret etti ğimiz gibi<br />

burada hemen i şaret edelim ki Farabi, Siyaset alan<br />

ında Eflâtun'un Devlet görü şünü Aristo'nunkinden<br />

üstün tutar ve ona dayan ır. Zira, Eflâtun'un Devlet<br />

telâkkisi, insanlar ı üstün bir Hayr'a götürdü-<br />

'günden, islam Doktrinine yakla şmaktad ır.<br />

Farabl'ye göre de Devlet'i ayd ınlar idare etmeli.<br />

Zira, böyle bir devlet şeklinde idare eden aydınlar,<br />

idare edilenleri bilgi bak ımından yükseltirler.<br />

Insanlar ın ahirette alacaklar ı mevki'ler ve erişecekleri<br />

mutluluklar da bilgi dereceleriyle düz orant<br />

ılı olacakt ır". Insan bu dünya hayat ında bilgi ile<br />

ulvi âleme yükselirse bu dünya hayat ı ile âhiret hayat<br />

ın ın ayn ı olduğunu görür. Zira, Allah, her şeydedir,<br />

her yerdedir ; O, vandeti ile bir Bütün'dür.<br />

Ilıvânussafa'da Sosyoloji: Cemiyyet ve<br />

Yardımlaşma ve Muhabbet Meselesi<br />

ihvaussafa, Sosyoloji konusunda ba şlı ba şına<br />

bir Risale yazm ış de ğildir. Bununla beraber, on-<br />

154


lar ın çe şitli Risale'lerinde bu konu ile de ilgili, fikirlerine<br />

rastlanmaktad ır.<br />

Derhal söyliyebiliriz ki thvanussafa'ya göre<br />

de (Cemiyyet) in esas ını, insan ın bir çok şeylere muhtaç<br />

bulunmas ı ve bu ihtiyaçlar ı sağlay ıp kemâl ve<br />

mutluluğa erebilmek için di ğer insanlarla her hususta<br />

sevi şip yard ımlaşmak zorunlulu ğunda olmas ı<br />

te şkil eder.<br />

Mesela, Ihvanussafa'n ın as ıl adı olan ( İhvan<br />

al-Safa ve Hullan al, Vefa) terkibi, (Safa Karde ş-<br />

leri, Vefâ Arkada şları) demek olmakla, bu cemiyyet<br />

kurulu şunun da yard ım ve muhabbet esas ına dayandığını<br />

bu iki kelimeden de ç ıkarabiliriz. Kald ı<br />

ki bu terkib, onlar ın kurduklar ı Cemiyyetin de bir<br />

ünvân ıdır.<br />

thvanussafa Risale'lerinde : "Yaa Eyyüh'el-Ah!",<br />

yani (Ey Karde şim !) ; veya: "Yaa Eyyyüh'el Baar<br />

al-Rahim !", yani (Ey Iyilik ve Ihsan eden, Ba ğışlayan<br />

Kardaş !) gibi hitablara da s ık sık rastlanmaktadır.<br />

( İnsan Küçük Alemdir) Risalesinde şöyle denmektedir<br />

:<br />

İnsan bedeni bir memleket gibidir. Bu memlekette<br />

cismani ve ruhani kuvvetler, askerleri ve yardımc<br />

ıları olarak; filleri ve hareketleri de rey ve<br />

hademe olarak; hasseleri de mümeyyizleri olarak<br />

insan bünyesinin Hükümdar ı olan (Nat ıl Nefs) e<br />

hizmet ederler ve bunlar, payla ştıklar ı görevleri,<br />

gâyeleri doğrultusunda gerçekten yapmakla, Hükümdar'ı<br />

istediğine kavu ştururler 38 .<br />

Görülüyor ki bu benzetme, Fârâbi'nin Medinet<br />

el-Facl ıla'sma pek uygun dü şmü ştür.<br />

155


Yerinde de aç ıkladığım ız gibi (Tekrar Dirilme<br />

ve K ıyamet Risalesi)nde de şöyle deniyordu:<br />

İnsan, bu dünyada hür süretinde zorunlu; Sultan<br />

sûretinde köle; sevinçli süretinde azapta; g ıpta<br />

edilen süretinde kibirlidir. Çünkü, onun ba şına tam<br />

beş hâkim musallat olmu ştur:<br />

ı — Bağlı bulunduğu Felek (Gök).<br />

2—İçinde ya şadığı Tabiat.<br />

3—Şeriat, yani teklifler.<br />

Zâlim Padi şah<br />

5— Ihtiyaçlar.<br />

İşte, görülüyor ki burada da insanlara hakim<br />

olan be ş musallattan birinin ve belki de en önemlisinin<br />

(Ihtiyaçlar) oldu ğu bildirilmekte, dolay ısiyle,<br />

Ihvanusafa'ca da (Cemiyyet) kurulu şunun bu ihtiyaçlara<br />

dayand ığı fikri kabül edilmektedir.<br />

Ve yine (ihvanussafain ın Muaşeretleri Risalesi)nde<br />

de sadâkattan, arkada ş edinmenin zorunluluğundan<br />

ve arkada şlğıın çe şitlerinden uzun uzun<br />

söz edilmektedir» .<br />

Şimdi, altıncı konuya ba şlamadan önce şunu belirtmek<br />

isteriz ki, yukar ıda da dokundu ğumuz gibi<br />

Tahzib-al-Ahlâk kitab ın ın baz ı yazma ve basmalar ında<br />

Makale say ısı alt ı değil yedidir. Şu kadar ki İbn<br />

Miskeveyh bu nüshalardaki alt ınc ı ve yedinci Makalelerin<br />

her ikisinde de, ortakla şa, nefs ve bedenin<br />

sıhhat ının nelerle bozulabilece ğine ve bu bozukluklar<br />

ın ne gibi tedbirlerle giderilebilece ğine i şaret<br />

ediyor ve maddi ve ma'nevi kötü şeylerden, kötü<br />

huylardan kurtulup, bedeni ve özellikle nefsi, önce<br />

gazab ve şehvet kuvvetlerini terbiye, sonra da ilim<br />

156


ve tasfiye ile temizleyip geli ştirme gerektiği ve çünkü<br />

esas Zenginli ğin ve Sultanlığın ahlâk zenginli ği ve<br />

Sultanl ığı olduğu üzerinde şiddetle duruyor ve kitabıdı<br />

pek önem verdi ği (Hüzün ve Ilki) konusu ile<br />

bitiriyor. Bizim ele ald ığı mız basma Tahzib al-Ahlâk'ta<br />

ise, yerinde aç ıkladığımız gibi, Makale say ıs ı<br />

altıd ır.<br />

157


Konu: VI<br />

(NEFS' İN HASTALIKLARI VE TEDÂVİSI )<br />

İbn Miskeveyh'te Nefs'in hastal ıkları ve bunlar ın<br />

giderilmesi çareleri: Faziletler ve Reziletler ve Gazab<br />

ve Şehvet kuvvetlerinin terbiyesi- Ölüm ve çeşitleri—<br />

Aristo'da Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi:<br />

(Ruhun mâhiyeti meselesi; İnsanlar nelerden korkarlar;<br />

Korkular ın en korkuncu Ölüm korkusudur;<br />

Ölümden korkulmal ımıdır ; Alicenabl ık nedir ve Alicenab<br />

bir kimsenin belliba şlı vas ıflar ı nelerdir)- Farabi'de<br />

Nefs'in Hastal ıklar ı ve Tedavisi: (Farabl'nin<br />

ruhun mahiyyeti hakk ındaki fikirleri; Ölümden sonra<br />

ruhun ne olaca ğı hakkındaki çe şitli düşünceleri;<br />

Nefs hastal ıklar ı, ancak, "Ak ıl" ile tedavi edilebilir)—<br />

Ihvanussafâ'da Nefs'in Hastal ıkları ve Tedavisi: (Ihvanussafa'ya<br />

göre ruhun mahiyeti; Ölüm ve çe şitleri;<br />

Nefs hastal ıkları, özellikle, "Nefs Tasfiyesi"<br />

ile tedavi edilebilir).<br />

İbn Miskeveyh, Nefs'in hastal ıkları ve tedavisi<br />

konusunda Faziletleri ve Reziletleri tekrar ele alarak<br />

şöyle demektedir :<br />

Faziletleri, Hikmet, İffet, Şecaat, Adalet diye<br />

dört ahlaki Fazilet olarak göstermi ştik. Her fazilete<br />

kar şı iki rezilet bulunur ki bunlar da en çirkin bir<br />

surette belliba şlı sekiz rezileti te şkil ederler ve bütün<br />

158


unlar da dört faziletin a şır ılığından veya eksikliğinden<br />

ibarettirler ki bunlar da bilinen şeylerdir. Mesela,<br />

akıl kuvveti şiddetlendirilirse, yani a şır ı dereceye vardırıl<br />

ırsa (Cerbeze veya bir çe şit Seytâni Deha) derecesine<br />

ulaşırl ı r ki bu, akl ın en a şır ı derecesidir. (Mesela,<br />

buna mâlik olan kimse insanlar üzerinde büyük ve kötü<br />

etkiler yapabilir. Böyle bir kimse mâlik oldu ğu Cerbeze<br />

veya Şeytanı'. Deha kuvveti ile herkesin muhakeme<br />

gücüne üstün gelebilir, herkesi aldat ıp yan ıltabilir,<br />

şaşırtabilir.) Bunun için bu hal, Tam Orta Ak ıl faziletinin<br />

a şır ılığı ( İfrat)d ır ve bir çe şit rezilettir. Akl ın<br />

azlığı (Tefriti), yani büsbütün de ğilse bile pek ziyade<br />

noksanlığı da (Ahmakl ık) ve (Budalal ık)t ır ki bu<br />

da en fena bir rezilettir. (Zira, hayatta bir çok zararlara<br />

sebep olur). İşte, bu iki halin ikisi de rezilettir.<br />

Bu iki halin Tam Orta hali de Hikmet'tir ki fazilettir.<br />

İffet faziletini do ğuran şehvet kuvveti de, ak ıl<br />

kuvveti gibi, a şırı yani çok etkili, veya noksan, yani<br />

etkisiz bir halde bulunursa birinci hali (Açgözlülük,<br />

veya H ırs ve Tama), ikinci hali da (Ziyade Utangaçl<br />

ık ve Çekingenlik)tir ve birinci halde durmadan<br />

yeyip içmek ve- her türlü fuh şiyyatta bulunmak,<br />

ikinci halde de ma'kul zevklerden bile kaç ınmak<br />

veya onlara bile pek az meyl etmek söz konusudur.<br />

İşte, bu her iki a şır ılık ta rezilettir. Bu iki a şır ılılık halinin<br />

ma'kul ve Tam Orta hali de İffet'tir ve fazilettir.<br />

Secaat faziletini do ğuran gazab kuvveti de<br />

a şır ı şiddetli halinde (Dü şünmeden Sald ırma) halini<br />

meydana getirir. A şırı etkisiz halinde de (Korkakl<br />

ık) halini meydana getirir ki bunlar ın her ikisi<br />

de rezilettir. Bu iki halin Tam Orta hali de Secaat't ır<br />

ve fazilettir.<br />

159


Hikmet, Iffet, Secâat faziletlerinin üçünün toplamından<br />

meydana gelen veya üçünü ihtiva eden<br />

Adalet fazileti de ba şta sayd ığım ız üç fazileti meydana<br />

getiren ak ıl, Şehvet ve Gazab kuvvetlerinin birbinleri<br />

ile tam dengeli hali olup bu kuvvetler aras<br />

ında denge bozuklu ğundan bu kuvvetlerin ziyade<br />

a şırılığı da (Zulüm) halini meydana getirir ki bu<br />

da tam anlam ı ile bir hayvanl ık hali, bir yırt ıc ıl ık<br />

hali, hak ve hukuka sald ırma ve yok etme halidir.<br />

Saydığımız üç kuvvetin zay ıf ve etkisiz olmalar ı hali<br />

de (Miskinlik) denen hali meydana getirir ki bu da<br />

insan ın kendi hakk ını ve şerefini koruyamama ve pek<br />

çekingen durup her türlü hakarete tahammül etme<br />

halidir. I şte bu Zulüm ve Miskinlik halleri de rezilettir<br />

ve bu iki halin Tam Ortas ı olan hal de Adalet'tir ve herkesin<br />

haklar ına sayg ı göstermek ve korumak faziletidir.<br />

Şimdi, ( Şecaat) ın şiddetli ve siddetsiz şekilleri<br />

olan (Dü şünmeden Sald ırma) veya (Korkakl ık) ı<br />

ele alal ım: Bunlar ın ikisinin de dayanaklar ı insan<br />

nefsindeki (Gazab) kuvvetidir, dolay ısiyle, Dü şünmeden<br />

Sald ırma, Korkakl ık \, e Şecaat üçlüsü, gazab kuvvetine<br />

mensubtur. Gerçekte, Gazab ise, kalb'te kanın<br />

galeyan ından insanda has ıl olan galebe ve intikam<br />

arzusudur. E ğer, kan ın galeyan ı gittikçe artar<br />

ve şiddetlenirse, kan, büyük damarlar ı haddinden<br />

fazla doldurur ve dim ab, rahats ız edici karanl<br />

ık bir duman kaplar. Bu halde de, tabii, akl ın durumu<br />

deği şir, yani ak ıl dü şünemez olur. Bu halde,<br />

insan, içinde ate ş yakılan alevli ve dumanla dolu<br />

bir mağaraya benzer ki bu alevli duman ın söndürülmesi<br />

mümkün olmaz. Tersine, söndürülmek için<br />

yap ılan her bir hareket, alevli duman ın artmas ına<br />

sebeb olur. I şte, tıpkı bunun gibi, insan, gazab hâ-<br />

160


linde iken iyi hareketleri dü şünemez; kendisine<br />

edilen nasihatlar ı duyamaz; ve belki de o anda edilen<br />

nasihat lar, gazab ın daha da artmas ına sebeb<br />

olur. Bu böyle olmakla beraber şu da var ki insanlar,<br />

gazab hallerinde de, mizaçlar ı gereği olarak,<br />

bu haller aç ısından birbirlerinden fazla veya noksandırlar.<br />

Mizaçlar ı ate şli ve kuru olanlar t ıpkı<br />

kibrit gibi olup küçük bir k ıvılcım ile hemen alevlenirler.<br />

Bundan ötürü de: "Gazab, bir saatlik cinnettir"<br />

denmi ştir ve şiddetli gazab, co ğunlukla,<br />

kalbin hararetini boğarak ölüme sebeb olur. Bu<br />

noktada önemle i şaret edilmesi gereken, şey, baz ı<br />

insanların baz ı zamanlar, bu gibi şiddetli sıkıntılara<br />

ve hatta ölümlere sebeb olduklar ıdır. Mesela, dürüst<br />

bilinen kimselerin sadakats ızl ıkları, bir musibet<br />

kar şısında dü şmanlar ın işkenceleri ve sevinç<br />

gösterileri, hasetçi ve rezil kimslerin Mke alaylar ı,<br />

arzulara ve gâyelere ayk ırı düşen olaylar, ço ğu kere,<br />

ölümlere bile yol açar.<br />

İşte, bütün bunlar, İbn Miskeveyh'e göre Nefs<br />

Kuvvetlerini terbiye etmek stiretiyle tedavi edilebilirler.<br />

Şecaat' ın rezilet halini alan şekillerini gördümketn<br />

sonra Tam Orta bir MI olan ( Şeca' at) faziletine<br />

gelince bu da Nefsi Yüksek Tutma ( İzzet-i Nefs)<br />

diye tanımlanabilir ki bu halde insan, yumu şakl ıkla<br />

gazab ını yener, fikri ve nazar ı gerçeği görüp dü şünebilir,<br />

gazab ı uyand ıran halleri muhakeme ederek<br />

yatıştırır ve dü şman ına karşı ne suretle üstün geleceğini,<br />

onu nas ıl alt edeceğini kararlaştırır ve sonra<br />

da ona göre hareket eder.<br />

Hikaye ederler ki bir adam Büyük İskender'e<br />

kar şı hakaret şeklinde fena bir muamelede bulun-<br />

161 .


muş ; fakat İskender, gazab ın ı alt ederek o kimseyi<br />

bağışlam ış. Bu olaya, şahit olan Kumandanlar ından<br />

biri İskender'e: "Bu hareket afv edilmez. E ğer<br />

ben İskender olsayd ım bu adam ı öldürürdüm"<br />

deyince, İskender de: "E ğer, ben de sen olsayd ım<br />

öldürürdüm, fakat, ben, sen de ğilim" diyerek kendine<br />

yakışan cevab ı vermi ş ve büyüklüğünü göstermi<br />

ş .<br />

İşte, İskender, bu durumda gösterdi ği yüksek<br />

huy fazileti ve yumu şakl ıklad ır ki gazab ının çirkin<br />

sonuçlar ından sakınabilmi ş ve :4.1icenabl ığım göstermi<br />

ştir.<br />

Şecaat' ın fazla etkisiz yönü olan (Korku) ise,<br />

nefsin, gazab halinde iken bulundu ğu sıfatlar ın tamamiyle<br />

tersi olan s ıfatlara bürünmesi, yani nefsin<br />

tam sükûn halinde bulunmas ıd ır ki bu hal de (Meskenet)<br />

denen şeydir.<br />

Bu ahlaki hastal ığa tutulan kimsede ise Nefsi<br />

Üstün Tutma çabas ı ve Haysiyet dü şüncesi görülmez.<br />

Böyle bir kimse, hakk ına, hukukuna, nâmusuna<br />

ve mukaddesât ına yapılan sald ırılara kar şı koymaz;<br />

tersine, bütün bu sald ır ılara ve ac ılara tamamiyle<br />

katlan ır. Böyle bir insan, ailesinin ve çocuklar ının<br />

rızkın ı sağlamağa ve onlar ı yeti ştirme ğe gayret etmez.<br />

Böyle bir insan hiç bir şeyde sebât etmez; en<br />

küçük kederlere kar şı bile aciz gösterir, sabr ı ve<br />

metinliği yok olur. Böyle bir insan, daima, kendi<br />

miskince selâmeti ve rahat ı pe şinde ko şar ve bu<br />

miskince hayat ı sürdürebilmek için de dalkavukluk,<br />

ikiyüzlülük, alçakça yalvar ıp yakarmalar gibi en<br />

kötü hareketleri yapmaktan bile çekinmez ve bütün<br />

hakaretlere isteye isteye boyun e ğer.<br />

162


Bu hastalığın giderilmesi ise, böyle bir kimseyi<br />

korktuğu, çekindiği şeyler üzerine atarak onu korkmamağa<br />

al ıştırmak ve ona aziz ve kutsal şeyleri<br />

öğerek, fikrini ve ahlâk ını bu gibi yüksek ve iyi şeylere<br />

yönelmekle mümkündür.<br />

Kısaca, insan, hayat ında Alicenab, yani Şerefli<br />

ve Onurlu bir insan olarak ya şamal ıdır.<br />

Ibn Miskeveyh, Nefs hastal ıklarının en büyüğü<br />

olan ölüm korkusu ve ölümün çe şitleri hakkında<br />

da pek güzel aç ıklamalarda bulunuyor.<br />

Ibn Miskeveyh, önce, s ıradan korkulardan söz<br />

ediyor ve sonra lafı ölüm ve çe şitlerine getirerek<br />

şöyle devam ediyor:<br />

Insanın korktuğu bir çok korkular vard ır. Fakat,<br />

bu korkular ın insanı en çok korkutan ı ve en<br />

büyüğü ve en önemlisi, şüphesiz ki, ölüm korkusudur.<br />

Ölüm korkusu, Mutlak korkudur.<br />

Ölüm, genel bir korkudur ve bütün korkular ın<br />

en şiddetlisidir. Fakat, ölüm korkusu, yaln ız, ölümün<br />

gerçeğini bilmiyenlerin yakas ına yap ışır, yahut,<br />

ölümden sonra ruhunun nereye gidece ğini bilmeyenlerin<br />

veyahut ta bedenin bozulup yok olmas ı ile<br />

ruhunun da bozulup yok olaca ğını sananlar ın yakalama<br />

yap ışır. Kısaca, ruhun ölümsüz oldu ğunu<br />

ve beden yok olduktan sonra da ölümsüz kalaca ğını<br />

ve âhiret'in ne oldu ğunu bilmiyenlerdir ki ölümden<br />

korkarlar.<br />

Baz ı kimseler de ölümde şiddetli bir acı olduğunu<br />

sanarak ölümden korkarlar.<br />

Bazı kimseler de ölüm ile dünyada b ırakacakları<br />

malları, paraları ve yoksun kalacakları dünya<br />

zevklerini dü şünerek ölümden korkarlar.<br />

163


Halbuki, bütün bu dü şünceler bo ştur; ölüm,<br />

hiç bir şey değildir. Ölüm, cismin toprağa girip<br />

orada, tekrar, ondan ald ığı unsurlara ayr ılması,<br />

ruhun da cismi b ırakıp gitmesinden ibarettir.<br />

Ölen cisimdir, ruh de ğildir. Zira, ruh, cismani<br />

olmayan bir cevherdir; bundan ötürü de ölümü,<br />

yani yokluğu kabul etmez.<br />

Filozoflara göre ölüm, genellikle, iki k ısımdır:<br />

ı— Iradi ölüm.<br />

2— Tabii ölüm.<br />

Buna kar şılık hayat ta iki lus ımdır:<br />

ı — hadi hayat.<br />

2- Tabii hayat.<br />

Filozoflar, iradi ölüm sözü ile şehvetleri b ırakmağı<br />

; tabii ölüm sözü ile de nefsin bedenden ayr ılmas<br />

ını kasd ederler. Ve yine, onlara göre iradi hayattan<br />

maksat, insan ın dünyada yemek içmek gibi<br />

bir tak ım şehvetlere çal ışması ; tabii hayattan maksat<br />

ta ruhun kendi tabiat ına has olan hayati ya şamasıdır<br />

ki o da ruhun ebediyyen baaki kalaca ğına<br />

i şaret eder. Bu hayat, ruhun, mutlak cehaletten kurtulması<br />

ile gerçek bilgilerden faydalanmas ından<br />

ibarettir. Bundan ötürüdür ki Eflatun, felsefe ö ğ-<br />

renmek isteyen bir ö ğrencisine: "Iradi ölüm ile öl<br />

ve tabii hayat ile ya şa!" tavsiyesinde bulunmu ş-<br />

tur. Bunun için tabii ölümden korkulmaz.<br />

Insan ı tanımlamak istersek, insan, hem canl ı<br />

olan, hem dü şünen, hem de ölümlü oland ır, diyeceğiz.<br />

İşte, gerçek insan, budur ve bu ölüm, insan ın<br />

tamamlanmas ı ve kemâlidir ve ulaşacağı en yüksek<br />

ufkudur.<br />

164


Herkes bilir ki her şey, bir haddan, yani ta'riften<br />

ve ta'rif te Cins ile Fas ıl'dan mütrekkeptir.<br />

Bundan ötürü insan ın ta'rifini, (canl ı, düşünen<br />

ve ölümlü) diye yapt ık. Bu ta'rifin cinsi, (Canl ı)d ır;<br />

iki yakın fasl ı da (Dü şünen) ile (Ölümlü)dür. Şu<br />

halde, insan, cins ve fas ıllara ayr ılır. Zira, her bire şik<br />

(Mürekkeb) olan şey, onu birle ştiren maddelere<br />

ayrılır.<br />

Şimdi, şu gerçek kar şıs ında, kendi zat ının tamamlığından,<br />

yani ölümünden korkan kimseden daha<br />

cahil kim olabilir Ve kendi cismani hayat ının yok<br />

olması ile zat ımn da yok olacağını sanandan daha<br />

zavallı kimdir Demek ki ölümden korkan, tamamhlğından<br />

korkan noksana benzer ve bu da câhilli ğin<br />

son mertebesidir; bundan daha büyük dhillik olamaz.<br />

Akıllı olan kimse, tamaml ılıktan ürkmez, fakat,<br />

noksan kalmaktan ürker. Ve ak ıllı kimse, kendini<br />

tamamlayan ve kendine mükemmellik veren ve<br />

kendine insanlığa yükselmek şerefini bah ş eden<br />

kimsedir.<br />

İlahi, kutsal bir cevher olan ruh, cismani ve<br />

kesif olan cevherinden kurtuldu ğu zaman tabii mizac<br />

ın ın kederlerinden, kesafetlerinden de kurtulmu ş<br />

ve (Meleküt)una geri dönmü ş ve (Hal ık) ına yaklaşm<br />

ış olur.<br />

Ölümde, ölümden önceki hastal ıkların verdiği<br />

ac ıdan fazla bir ac ı var sananlar, i şin böyle<br />

olmadığını bilmelidirler. Zira, ac ı, hayatta bulunanlar<br />

içindir. Çünkü, ancak, canl ı olan şey, ruhun<br />

etkisinden etkilenebilir. Kendisinde ruh kalmayan<br />

bir cisim ise ac ı duyamaz. Şu halde, ölüm, ruhun<br />

bedenden ayr ılışı ve bedenin hissiz kal ışıdır. Zira,<br />

beden, ancak, kendisinde ruh varsa ac ı duyabilir.<br />

165


Ruhun bulunmadığı bir bedende ise his ve ac ı mümkün<br />

değildir. Bundan anla şıl ır ki ölüm, bedenin<br />

his etmediği ve acı duymad ığı bir haldir.<br />

Kısaca, ölüm, his edenin ve ac ı duyan ın his<br />

etmeyen ve ac ı duymayandan ayr ılmasıdır.<br />

Kendisine vaad edilen âhiretle ilgili azablardan<br />

ve ukü' betlerden ötürü ölümden korkan kimseye<br />

bildirmelidir ki kendisi, ölümden korkmuyor,<br />

fakat, yaln ız bildirlen azablardan korkuyor ve o<br />

azablar ise bedenden sonra baaki kalacak şeye<br />

aittir. Eğer, bedenden ba şka bir şeyin varl ığını<br />

i'tiraf edersek, o takdirde mutlaka günahlar ımızı<br />

da i'tiraf etmi ş oluruz. Bununla beraber bu i'tiraf,<br />

adil bir Hâkim'in varl ığını da i'tiraft ır. Bu halde<br />

de böyle insanlar ölümden de ğil, fakat, günahlar ı-<br />

nın sebeb olaca ğı azabtan korkuyorlar demektir.<br />

Öyle ise, bu kimseler kötü i ş yapmaktan ve günahtan<br />

sakıns ınlar ki bütün bunlar câhilliğin eseridir. İnsani<br />

câhillik denen en büyük hastal ıktan kurtaracak<br />

ilaç ta ancak ve ancak ilim ve Felsefedir.<br />

Aristo'da Nefsin Hastalıkları ve Tedavisi<br />

Aristo da nefs hastal ıklar ı ve özellikle ölüm<br />

hakkında şöyle demektedir.<br />

Dünyada bir çok şeyler ruhun ölümsüzlüğünü<br />

deyimlemektedirl. Fakat, ruh, ancak, bir beden ile<br />

ve beden de, ancak, ruh ile bilinebilir 2 ; yani, bedenden<br />

önce ruh yoktur.<br />

Bedenden sonraya, yani ölüme gelince: ölüm,<br />

bir çok insanlar ın sandığı gibi ya Mutlak yokluk,<br />

yani duygular ımızı ve meyillerimizi yok edici bir<br />

166


sonuçtur veyahut ta Sokrat' ın dediği gibi, ruhun<br />

bir yerden ba şka bir yere bütün varl ığı ile göçmesidir.<br />

İnsanlar, genellikle, bir çok şeylerden korkarlar<br />

ama, birinci derece (Ölüm)den, ikinci derece de<br />

(Ölüm Tehlükeleri)nden, dolay ısiyle, özellikle (Harb)<br />

tan korkarlar. Bu iki esas korkudan sonra da derece<br />

derece bir çok kötü şeylerden korkarlar; ve mesela:<br />

fıkaralıktan, hastal ıktan, dostsuz kalmadan ve hele<br />

hele Zillet'ten korkarlar.<br />

Korkular ın en korkuncu, şüphesiz ki, ölüm<br />

korkusudur. Zira, ölüm, bir s ınırd ır, bir son'dur.<br />

Ve bir kimsenin ölmesi demek, o kimsenin, art ık,<br />

ne iyi ne de kötü hiç bir şey yapmağa gücü yetmemesi<br />

demektir. Fakat, bir insan ın her hangi çe şit bir ölümle<br />

yüz yüze gelmesi, onun cesur oldu ğunu. göstermez.<br />

Biz, ancak, Şerefli ve Asil bir ölümle yüz yüze<br />

geldiğinde böyle bir ölümden asla korkmayan, onu<br />

hiçe sayan bir insana cesur bir insan diyebiliriz ki<br />

bu durum da, özellikle, harblarda söz konusu olabilir.<br />

Çünkü, harblar, hayati tehlükelerin en büyük<br />

ve en asilidir 3<br />

H azlardan tamamiyle elçekmek ve sürekli olarak<br />

ıztıraplara dayanmak ta pek güçtür. Bundan<br />

ötürü, ölüm veya öldürücü yaralar, gerçi, cesur<br />

bir adama pek ac ı gelecektir, fakat, o, bunlara katlanacakt<br />

ır. Zira, bu gibi ac ılara katlanma şerefli<br />

bir şeydir ve bu gibi şerefli şeylerden kaç ınmak ta<br />

yüz karas ıdır. Böyle bir kimse cesaret faziletini tam<br />

olarak kulland ığı nisbette mutlu olacakt ır. Onun<br />

ac ısı, ölümle kar şılaşmas ında olacakt ır. Çünkü, böyle<br />

bir kimse için hayat, pek k ıymetlidir ve bu kimse<br />

ölüm halinde en büyük inâyet ve mutluluklardan<br />

167


tamamiyle yoksun kalaca ğı şuürundad ır. Ancak,<br />

bu gibi bir yoksunluk, pek ac ı olsa da, bu kimse cesâretinden<br />

hiç bir şey kaybetmeyecektir. Şu var ki bu<br />

kimse, bu ni'met ve mutlulu ğu feda edecek kadar<br />

da körü körüne cesur olmayacakt ır.<br />

Bir kimsenin gâyeye son derece yakla şmış olmas<br />

ı müstesna, bütün faziletlerin haz verici aktiviteyi<br />

içermesi de imkans ızd ır. Şu halde, gerçekten<br />

cesur ve mutlu bir hayat ya şayan bir insan, büyük<br />

tehlükelerle her an kar şda şmağa haz ır olan, fakat,<br />

o teklükelere körü körüne de at ılmayacak olan bir<br />

insandır'.<br />

Kısaca, ölümden korkmamak, onu cesaretle<br />

karşılamak gerekir. Dünya hayat ında insana laz ım<br />

olan şey, faziletli ve Alicenabanes bir hayatt ır; sonun<br />

ne olaca ğını kimse bilemez.<br />

Fâxâbi'de Nefsin Hastal ıkları ve Tedâvisi<br />

Farabi de, ölüm ve dolay ısiyle ruh hakk ında<br />

ve nefs hastal ıklarının nas ıl ve ne ile tedavi edileceği<br />

hususunda pek güzel fikirler ileriiürmü ştür:<br />

"Cismani bir cevher olmayan ruh bedenden<br />

önce mevcut de ğildir" diyen Aristo'nun, ölüm<br />

konusunda, ruhun bedenden sonra, yani ölümden<br />

sonra baaki oldu ğunu ve bu fikrini sağlamlaştırma<br />

yolunda, Sokrat'ın i'dam ı sıras ında: "Ruh'a Mutlak<br />

yokluk yoktur" sözü ile de dokundu ğuna yukarıda<br />

i şaret etmi ştik.<br />

İşte Yunan'da (Birinci Muallim) Aristo'nun<br />

Şark'ta ve Islam'da halefi ve (ikinci Muallim) olan<br />

Fal-abi de bu hususta ma'nevi üstad ı ile ayni fikirdedir.<br />

168


Fârâbi'ye göre de ruh, bedenden önce mevcut<br />

de ğildir, yani ruhun ezelili ğinden söz edilemez.<br />

Fakat, Fârâbi, ruhun ebedili ği hakkında da şüpheli<br />

görünmektedir. Çünkü, o, çe şitli eselrerinde,<br />

ruhun maâdi hakk ında, "Maad yoktur", "Maad<br />

vardır", "Maad, yaln ız, âlem nefsine mahsustur"<br />

gibi birbirine z ıd fikirler ortaya atm ıştır. Fakat,<br />

bütün bunlara ra ğmen, Fârâbi'de, ruhun maad ı<br />

hakkında kesin bir fikir yoktur demek do ğru olmaz.<br />

Son zamanlarda M ısır'da bulunan eserlerinin'<br />

ve (Risale fi Isbat al-Mufarakaat 7) risalesinin delâleti<br />

ile Fârâbl'nin, hocas ı Aristo gibi, ruhun ezelîliğini<br />

ama, ebedili ğini kabul etti ği hususu aç ıkt<br />

ır. Esasen, Fârâbl'nin Doktrini (Eclectique Spiritualiste)tir.<br />

Onca, âlemin esas ı ma'nevidir; o, bütün<br />

maddi olaylar ı ma'nevt ve ruhi esaslara dayand<br />

ırmağa çal ışır.<br />

FârâbVnin eklektisizminin temelini, Aristo ve<br />

Eflâtun te şkil eder. O, önce, Aristo'yu Eflâtun ile<br />

birle ştirir ve bu birle ştirmede de Yeni Eflâtunculuktan<br />

ilham al ır. Sonra, (Harran) okulu vâs ıtasiyle<br />

bir (Felek) nazariyesini ve Islâml ık vas ıtasiyle de<br />

(Peygamberlik) nazariyesini bunlara ekler ki i şte<br />

bunlar ın topu Spiriltüalizm etrafında toplan ır.<br />

Fârâbi'ye göre de Nefse ait esasl ı hastalıklar,<br />

yani reziletler, (Hikmet, İffet, Şeşâat ve Adâlet) fazi-<br />

'etlerinin a şırılıklarından veya noksanlıklarından hâs<br />

ıl olurlar. Ona göre bu reziletlerden kaç ınmak ve<br />

onlara sebebiyet vermemek için de yaln ız (Akl)a<br />

sarılmalıdır. Zira, ak ıl yalnız ba şına, iyiyi ve kötüyü<br />

ay ırd etme ğe güclüdür ve gidece ğimiz en doğru<br />

ve en iyi yolu bize gösterecek olan da odur; ve (Ilim)<br />

en büyük fâzilettir s .<br />

169


Kısaca, Farabi, bu konuda da Aristo ile ayni<br />

fikirdedir.<br />

ilıvânussafi'da Nefsin Hastal ıkları ve Tedâvlisi<br />

ihvanussafa da Nefs hastal ıklar ı ve tedavisi<br />

konusu dolay ısiyle ölüm meselesine ve yine dolay ı<br />

siyle ruh meselesine önem vermi şler ve bu hususları<br />

da iyiden iyiye i şlemi şlerdir.<br />

ihvanussafa da, İbn Miskeveyh gibi, ruhun<br />

ezeliliğine ve ebedili ğine inanmakta ve ölüm korkusunun<br />

pek bo ş bir şey olup s ırf cahillik eseri olduğunu<br />

ve çünkü ruhun yok olmas ının hiç bir suretle<br />

mümkün olmadığını iddia etmektedirler. (Ölüm<br />

ve Hayat ın Mahiyeti Hakk ında) adl ı risale ile (Câmait-al-Camia<br />

" İhvanussafa Risalelerinin Özeti")<br />

adlı risalede 9 bu hususla beraber ölüm ç şeitlerini de<br />

İbn Miskeveyh'in hemen ayni fikirleriyle aç ıklamakta<br />

ve bu yolda da filozofumuz üzerindeki etkilerini<br />

bir kere daha ıspatlamaktadırlar.<br />

Nefs hastal ıklar ı ve tedavisi meselesini, ihavanussafa<br />

da, özellikle, (Ahlak ın Çe şitli Olması Sebepleri<br />

Risalesi)nin " İnsanlar mutluluk konusunda<br />

dört k ısımdır", "Kazan ılmış ahlak fasl ı", "H ırs ve<br />

zühd ve halk ın dereceleri", "Evliyalarm ve salih<br />

kullar ın alâmetleri", Şeytan ın hiylelerine kar şı koyma<br />

hususu hakkında hikayeler", Teybe, i3ti ğfar ve<br />

dua= fazileti" adl ı konulariyle ( İymanın Mahiyeti<br />

ve Mü'minlerim Haslatlar ı Risalesi)nin "Tevekkül",<br />

" İhlas", "Sabr", "Kaza ve kader ve kazaya<br />

riza göstermek", "Dünyadan kaç ınmak ve ona yaklaşmak";<br />

ve (Hâs ve Muhsûs Risalesi)nin "Lezzet<br />

ve elemin mahiyeti" konular ında ve (Cüz'i Nefs-<br />

170


lerin İnsan Bedenlerinde Meydana Geli şi Risalesi)<br />

nin "Nefsin hastal ıklar ı ve il4lar ı" fasl ında ele al ıp<br />

incelemi şler ve her türlü Nefs Hastal ıklar ının tedâisi<br />

hususunda, özellikle, (Nefs Tasfiyesi)ni şart<br />

koşmuşlard ır.<br />

171


Konu : VII<br />

(HÜZÜN "ÜZÜNTÜ" VE İIACI)<br />

İbn Miskkeveyh'te Hüzn (yani Üzüntü) ve<br />

ilâcı-El-Kindi'de Üzüntü ve Sokrat'ta Üzüntü<br />

ve ilâc ı- Anisto'da Üzüntü ve ilâc ı : (Hazlar ve ac ılar;<br />

Akla uygun olarak ya şamal ı ; Faziiletli iyi bir insan<br />

olarak ya şaman ın ba şlıca kurallar ı) -Epiktet'te Üzüntü<br />

ve ilac ı ,<br />

İbn Miskeveyh, Nefs hastal ıklarında Hüzün,<br />

yani Üzüntü dedi ğimiz hastal ığa çok önem vermi ş ,<br />

dolayısiyle, kitab ında buna özel bir bölüm ay ırm ış<br />

ve (Tahzib al-Ahlük) kitab ının son makalesini bu<br />

konu ile bitirmi ştir. Bundan ötürü bizde bu bölümü<br />

ayr ı bir konu gibi ele al ıp i şledik.<br />

İbn Miskeveyh, Üzüntü konusunda şöyle diyor:<br />

Üzüntü, sevilen ve arzu duyulan bir şeyin kaybolmas<br />

ından veya ele geçmemesinden, yahut ta<br />

yok olup gitmesinden ötürü insan ı huzursuz eden<br />

ruhsal bir ac ıdır. Bu ac ın ın ruhta husülüne sebeb<br />

te cismâni arzular ı ele geçirme ğe haris olmak ve<br />

kaybolan veya yok olan şeylerden ötürü üzülmektir.<br />

Bedene ait i ştihâlara şiddetle meyl etmek te<br />

üzüntüye sebeb olur. İşte, üzüntünün gerçek sebepleri<br />

bu gibi şeylerdir. Zira, insan, sevdi ği şeyleri kaybetmesini<br />

ve istekli oldu ğu şeylerin elinden ç ıkmas ın ı<br />

172


istemez. Bu hususun da herkes için üzüntü ve ac ı<br />

doğuraca ğı şüphesizdir. Insan, daima, arzulad ığı<br />

şeylerin kendi elinde ve de ği şmeden oldu ğu gibi kalmasını<br />

ister. Bu isteğin tersi olan zarar ve ziyanlar<br />

ve kaybeti şler de insan ı üzeri<br />

Ancak, esas mesele, yaln ız, üzüntünün meydana<br />

gelmesi değil, belki, üzüntüyü yok etmek çaresidir<br />

; üzülmerrıeği sağlamakt ır. Üzülmemenin çaresi<br />

de, insan ın, bu âlemdeki her şeyin, her olay ın<br />

durucu ve kal ıcı olmadığını ve bütün âlemin, ezelden<br />

ebede kadar, bozulup düzelmek, yok olup tekrar<br />

ba şka şekillerde var olmak kanununa ba ğlı bulunduğunu<br />

ve duruculuk ve kal ıcılığın, ancak, ak ıl<br />

âlemindeki yüksek fikirlere mahsus oldu ğunu kesinlikle<br />

bilmesi ve bundan ötürü de bu dünyadaki yok<br />

olup gidici şeylere gönülden ve gerçekten ba ğlanmamas<br />

ıdır. Bu gerçe ği böylece bilen insan, bütün<br />

gücü ile, yalnız akıl âlemindeki yüksek fikirlere ve<br />

temiz ve baaki emellere yönelir ve daima geçip<br />

giden veya ele geçmeyen maddi şeylere hiç te önem<br />

vermez ve onlar ın ele geçmemelerinden veya yok<br />

olup gitmelerinden ötürü hiç te üzülmez; kayb olup<br />

ele geçmeyenlerin yerine di ğerlerini almak N, eya<br />

koymak ve hayat ı onlarla idare etmek yollar ını<br />

ara ştırır ve bulur; ihtiyac ını mevcutla idare eder<br />

ve mevcuda kanaat eder.<br />

Üzüntüyü yok etmenin başlıca ilac ı, mal ve<br />

mülk edinmek, para biriktirip çoc ğaltmak, dünyaya<br />

ait zenginliklerin fazlal ığı ile öğünmek gibi şeylerle<br />

uğraşmamak, dolayısiyle, bu gibi şeylerle ruhu<br />

üzmemektir. İnsan, böyle yaparsa, o zaman, bu<br />

gibi dünyaya ait geçici şeylerden ayr ılması da kendisi<br />

için bir üzüntü kayna ğı olmaz. Böyle hareket<br />

173


eden kimse, daima, ruhunda ferah bulur, üzülmez,<br />

mutlu olur, mutsuz olmaz. Böyle yapmay ıp ta mala<br />

mülke, paraya veya di ğer öğünmeye vesile olan<br />

şeylere haris olanlar ve bu gibi şeylere kaplanlar<br />

bu gibi şeylere mâlik olmad ıklarından veya olamaıklar<br />

ından veyahut ta baz ılarını kaybettiklerinden<br />

ötürü daima üzüntü içinde, ac ı içinde yaşarlar.<br />

Çünkü, bu dünyaya ait arzulanan her ne olursa<br />

olsun, sevilen her ne olursa olsun, elden ç ıkmağa<br />

ve en nihayet yok olma ğa mahkûmdur.<br />

Bu haller, içinde ya şadığımız dünyan ın luzinluluklar<br />

ından ve gerekliliklerindendir. Çünkü, içinde<br />

ya şadığım ız âlem, (Kevn ve Fesâd) âlemidir,<br />

yani var olup yok olma âlemidir. Var olup yok olmadan<br />

kesilmek ve bozulmay ıp olduğu gibi kalmak<br />

ümidinde bulunmak, olmayacak şeyi istemektir.<br />

Olmayacak şeyi isteyen ise daima yoksundur, daima<br />

üzüntülüdür ve daima mutsuzdur.<br />

İşte, dünyaya ait şeyler ve emeller hakk ında<br />

böyle gerçek bir dü şünceye ve kanaata sahib olanlar,<br />

bulduklar ına raz ı olurlar ve hiç bir şeyin kaybolmas<br />

ından ötürü de üzülmezler. Bilirler ki bu<br />

dünyada hiç bir şeyden duruculuk yoktur. İşte, bu<br />

gibiler daima şen, şad ve daima mutludurlar. Dolay ı-<br />

siyle, bu gibi insanlarda k ıskançl ıktan da eser bulunmaz,<br />

çünkü yakinen bilirler ki Nefs Hastal ıklarının<br />

en kötüsü k ıskançl ıkt ır.<br />

Kıskançl ık, her türlü ni'meti ve zenginli ği,<br />

yanl ız ve yanl ız, kendine yak ışt ırma, fakat, ba şka<br />

lar ında bunlar ın bir zerresine bile görme ğe asla<br />

dayanmama hastal ığıd ır.<br />

Kısaca, bu yukar ıda aç ıkladığımız kimseler,<br />

nefsleri ve fikirleri terbiyesinde en yüksek dereceye<br />

174


ula şanlar, yani kendilerinin Allah'tan ve Allah' ın da<br />

kendilerinden raz ı olduğu Veli mertebesindeki kimselerdir<br />

ve Allah, Kur'ân ında: "Allah' ın velilerine<br />

korku ve üzüntü yoktur" buyurmu ştur.<br />

İbn Miskeveyh bu noktada El-Kindrnin (Hüzünlerin<br />

Giderilmesi';) adl ı kitab ından söz ediyor<br />

ve onun da bu yoldaki fikirlerini şöylece özetliyor :<br />

Üzüntü, tabii şeylerden olmay ıp insan onu<br />

kendine yarat ır. Bir mal veya mülkü kaybetti ğinden<br />

veya bir şeyi arzulay ıp ta bulamad ığından ötürü<br />

kendine üzüntü gelen insan kendi haline filozofça bir<br />

nazarla bakarsa, üzüntüsüne sebeb olan hallerin<br />

zorunlu hallerden olmad ıklar ını hemen anlar. Kendi<br />

gibi bir çok insanlar ın o mala veya mülke veya<br />

o şeye sahib olmad ıklar ı halde üzüntülü de ğil, tersine,<br />

ferahl ı bulunduklar ını görmekte zorluk çekmez.<br />

Şu halde üzüntü, ne tabii' bir şeydir, ne de zorunludur.<br />

Yaln ız, arzu ve g ıpta edilecek ve insan ın kendinde<br />

bulamadığından ötürü üzülünecek tek bir<br />

şey varsa, o da, hiç bir kimsenin bizimle ortakla şamıyacağı<br />

kendimize mahsus ruh, ak ıl ve faziletlerdir<br />

ki bunlar hiç bir süretle bizden geri al ınmıyacak<br />

ve bozulmayacak pek faydal ı ve şerefli Ilahi Bağışlard<br />

ır ve bunlar mezar ın ötesinde bile etkilidir.<br />

tbn Miskeveyh, Üzüntü hakk ında El-Kindi'-<br />

nin fikirlerini böylece özetledikten sonra, Sokrat'a<br />

ait te şöyle bir hikaye anlat ıyor:<br />

Sokrat'a, kendisinin niçin ço ğunlukla sevinçli<br />

ve ne şeli bulunduğunu ve pek az zaman üzüntülü<br />

görüldüğünü sormu şlar, o da şöyle cevap vermi ş :<br />

175


"Çünkü, ben, nas ıl olsa elimden ç ıkacak olan şeyleri<br />

kaybetti ğin için üzülürsem hiç bir şey kazanm ış<br />

olmam !"2<br />

Aristo'da Üzlh ıütü ve 'Mei<br />

Nefs hastal ıklar ın ın adeta temeli olan Uzüntü<br />

ve onun z ıddı olan Haz konular ı hakk ında Aristo<br />

şöyle diyor:<br />

Üzüntü veya Elem'in sebebi ya haz veren bir<br />

şeyin ortadan kalkmas ı, yok olup gitmesi ya da tabii<br />

bir halin eksikliği ve noksanlığıd ır. Haz'z ın sebebi<br />

de yaz haz veren şeyin veya tabii bir halin sürüp<br />

gitmesi ve insan ı tatmin etmesidir. Fakat, bu noksanl<br />

ık veya yokluk veyahut ta bu tatmin, özellikle,<br />

bedene ait hazlara ve heyecanlara aittir. Ama bütün<br />

hazlar bedene ait hazlardan ibaret de ğildir ve<br />

bedene ait hazlar, gerçek hazlar de ğildir. Bedene<br />

ait hazlar ın, yani maddi hazlar ın üstünde ma'nevi<br />

hazlar vard ır.<br />

Gerçi, haz, hay ır de ğildir ve her b ır haz da<br />

arzulan ır değildir, fakat, s ırf, kendileri için arzulanan<br />

hazlar da vard ır ki i şte onlar yüksek hazlardır<br />

3 .<br />

Gerçek ve yüksek hazlar faziletli adamlar ın<br />

hazlar ıdır. Mükemmel insanlar ın fiillerine bağlı<br />

olan hazlar, mükemmel hazlard ır. Fazilet ve faziletli<br />

insan, hayatta her şeyin ölçüsü olmal ıdır'.<br />

Maddi zenginlikler ve yüksek refah hali ne<br />

faziletin ne de entellektin garantisidir. Fazilet ve<br />

entellekt, ancak, faziletli aktivitelerin dayand ığı<br />

iki esas kaynakt ır 5 .<br />

176


Maddi refah ve ho ş bir hayat için cidden ac ı-<br />

lara dü şmek son derece çocukça ve budalaca bir<br />

şeydir.<br />

Gerçek mutluluk ta maddi refah halinden veya<br />

bu şekilde ya şanm ış zamanlar ın hatıralarını anlatmaktan<br />

ibaret de ğildir. Gerçek mutluluk, faziletli<br />

aktivitelerden ibarettir; o, bir gâyedir veya mükemmel<br />

bir hâldir 6 .<br />

Gerçek mutluluk, insan mâhiyetinin en üstün<br />

kısm ının aktivitesidir ve pratik olmaktan ziyade<br />

spekülâtiftir, yani kontamplâsyon halini alan aktivitedir;<br />

zira :<br />

hadsi akl ın aktivitesidir ve bu ak ıl en üstün<br />

beşeri fakültedir.<br />

2-o, aktivitenin en sürekli şeklidir.<br />

3-o, aktivitenin en hazl ı şeklidir.<br />

4-o, insan ın kendini tatminde ebedi bir karak<br />

ter ta şır.<br />

Spekülatif aktivitenin en üstün karakteristi ği<br />

de, onun, kendi kendine yeterli ğidir. Zira, mesela,<br />

adil bir kimse, adâletini veya cesur bir kimse cesaretini<br />

uygulamak için di ğer insanlara muhtaç olduğu<br />

halde bilgi ve hikmet sahibi bir kimse spekülâsyon<br />

yapmak için kendisinden ba şkas ına muhtaç<br />

değildir. Hatta, bir kimse ne kadar ak ıllı ise kendi<br />

kendine spekülâsyonlarda bulunmağa da o kadar<br />

yetkilidir. İşte bu sebeple, ancak Filozoflard ır ki<br />

tam anlam ı ile kendi kendilerine yeterlilik içindedirler.<br />

Hadsi akla gelince, hadsi akl ın aktivitesi, en<br />

üstün aktivitedir. Zira, o, sadece, kendi kendisi ıiin<br />

177


gayesidir. Hadsi ak ıl, kendisine has hazz ı tasarruf<br />

eder ve bu haz da aktiviteyi artt ırır. Öyle ise, hadsi<br />

akıl, insanın en müekemmel mutluluğudur. Haz,<br />

mutluluğun easasl ı eleman ı olduğuna göre, Hikmet<br />

veya Felsefi Mülâhazalar kadar haz verici hiç<br />

bir faziletli aktivite yoktur ve olamaz. Felsefe, pek<br />

aç ıkt ır ki, saf ve en müsbet hazlara tasarruf etmektedir.<br />

Hadsi akıl hayat ı iyi bir hayatt ır da. Zira,<br />

hadsi ak ıl sahibi böyle bir hayata, kendi be şeri<br />

fazileti içinde de ğil, fakat, kendi içinde bulunan<br />

İlahi bir eleman ın fazileti içinde sahib olacakt ır<br />

ve bu aktivitenin di ğer her hangi bir fazilet aktivitesine<br />

üstünlü ğü insandaki bu İlahi eleman ın,<br />

onun maddi veya kar ışık mâhiyetine üstünlü ğü ile<br />

mütenasibtir.<br />

Şu halde, insanlar ın dü şünçelerinin be şer seviyyesinin<br />

çok üstünde olmamas ı veya ölümlülerin<br />

düşüncelerinin ölümlülüğün çok üstünde olmamas ı<br />

gerekti ğini söylemek budalal ıktır. Zira, bir kimse<br />

kendi içine, yani özüne yerle ştiği derecede ölümsüzlüğü<br />

arayacak ve bütün kudreti ile kendi maş hiyetinin<br />

kudret ve şerefçe en üstün k ısmı ile uygunluk<br />

içinde ya şamağa çal ışacakt ır.<br />

Bir kimsenin, özellikle, kendine mahsus olan<br />

asil' hayat ını arzulamayıp ta, özellikle, ba şka varlıklara<br />

bağlı bir hayat arzulamas ı pek ayıplanacak<br />

bir şeydir. İnsanlar ın her birine mahsus olan şey<br />

de, onun için, mahiyetinde en iyi ve en hazl ı olan<br />

şeydir.<br />

Öyle ise, insan ın en iyi ve en hazl ı hayat ı, ancak,<br />

ak ıl ile ayarlanm ış ve akla uygun k ılınm ış bir<br />

178


hayatt ır. Zira, insan ın aklı, en yüksek anlamda,<br />

insan ın ta kendisidir. İnsanın mâhiyeti akıldır ve<br />

akıl da ilahldir. O halde akla dayanan bir hayat<br />

İlahi bir hayatt ır ve dolayısiyle de en mutlu bir<br />

hayatt ır. 7<br />

Spekülatif olmayan faziletlere göre ayarlanmış<br />

bir hayat ta, ancak, ikinci derecede mutlu bir<br />

hayatt ır. Zira, spekülatif olmayan bir faziletin<br />

aktivitesi be şeridir ve İlahi bir eleman ihtiva etmez.<br />

Basiret, kopmayacak bir şekildde ahlaki fazilete,<br />

ahlaki fazilet te basiret'e ba ğlı ise de ahlaki<br />

faziletler, yine ayr ılmaz bir şekilde, heyecanlarla<br />

da birle şmi ş olduklar ından bizim mâhiyetimizin,<br />

tabiat ım ızın, kar ışık veya maddi k ısmı ile ilgilidirler.<br />

Bizim mahiyetimizin kar şık veya maddi k ısmının<br />

faziletleri de be şeri faziletlerdir, İlahi fazi-<br />

'etler değildir. Bundan ötürü, faziletlerle ayarlanm<br />

ış bir hayat, ancak, bu faziletlerle ayarlanm ış<br />

bir mutluluk verebilir'.<br />

Fakat, akl ı kullanmaktan ibaret olan mutluluk,<br />

bu heyecanlardan ba ğımsızd ır, O, dış kaynaklara<br />

muhtaç ise de, ahlaki faziletlerin muhtaç olduklar ı<br />

derecede de ğildir. Fazilet, hem ahlaki bir maksad ı<br />

hem de ahlaki uygulama ğı içerir. Tam ve mükemmel<br />

bir mutluluk ise spekülatif aktivitenin bir çe şididir.<br />

Mesela, Allah'lar, farazi olarak pek üstün<br />

derecede mutlu ve bahtl ı sayılan ve mutluluklar ını<br />

aktivite içine yerle ştiren ve düzenleyen şahıslar<br />

sayılarlar. Fakat, Allah'lar ın ahlaki aksyionda bulunmayışı<br />

düşünülemez.<br />

Eğer, Allah'lar ın bütün hayatlar ı Bahtl ı ve Kutsal<br />

ise insanlar ın hayat ı da, Allah'lar ın sepkülâtif<br />

179


aktivite hayatlar ına kesin bir benzerli ğe sahib olduğu<br />

derecede Kutsald ır, Bahtl ıdır. Zira, Allah'lar,<br />

canl ı varl ıklar olarak ve dolay ısiyle aktiviteler izhar<br />

edici varl ıklar olarak kabül edilmi şlerdir. Şu<br />

halde, Allah' ın aktivitesi de, pek üstün derecde<br />

Kutsal olmakla, spekülatif bir aktivitedir. E ğer<br />

böyle ise, Ilahi aktiviteye son derece yakla şabilecek<br />

olan be şer aktivitesi de mutlulu ğun en son derecesi<br />

olacakt ır'.<br />

Faaliyetleri ak ıl tarafından sevk ve idare edilen<br />

ve akl ını bilgi ile terbiye eden ve dü şüncenin<br />

en rasyonel bir halinde bulunan bir kimse Allah'-<br />

ların da sevgili kuludur. Allah'lar, akl ı seven ve<br />

onu her şeyden üstün ve daha şerefli sayan insanları,<br />

bu hareketlerinden ötürü, Lutf ve Şefkatla mükafatland<br />

ırırlar.<br />

I şte, bütün bu şartlar, pek tam ve mükemmel<br />

olarak, ancak, Hakim veya Filozoflar'da bulunabilir.<br />

Öyle ise Hakimler veya Filozoflar, Allah'lar ın<br />

en sevgili kullar ıdırlar ve mutlu kimseler de ancak<br />

onlardırlar°°.<br />

İnsanlar ın çoğu, sâdece, d ışa ait şeylerle hüküm<br />

verirler; bir çok insanlar ın, d ışa ait olmayan bir<br />

şeyden, yani gerçek mutluluktan haberleri bile<br />

yoktur".<br />

Ba şka bir deyi şle, Aristo'ya göre, hayvanlar ın<br />

ve insanlar ın her ikisi için de Haz, bir gayedir ve<br />

Mutluluk ta bizim bütün aktivitelerimizin hazza<br />

sahib olmas ından ibarettir.<br />

Aktiviteler çe şitli olduğu gibi, hazlar da çe şitlidir<br />

ve her bir aktiviteye mahsus bir haz vard ır ve<br />

bunlar ın kıymetleri de onlara münâsibtir.<br />

180


Kısaca, Haz, Hayr' ın, dolay ısiyle, Mutluluk'-<br />

un bir parças ıdır.<br />

Fakat, Gerçek Mutluluk, bir mennuniyyet hissi<br />

değil, bir Var Olma hâlidir. O, bir aktivitedir ve<br />

faziletli bir aktivitedir. Zira, o, s ırf kendi hat ırı için<br />

arzulan ır. Bu mutluluk, ba şlıca ha yırd ır ve bu yüzden<br />

de en yüksek fazileti ihtiva eder ki o da Kontamplâsyon<br />

hâlidir. Kontamplasyona ait hazlar saft ır<br />

ve süreklidir. En yüksek be şeri aktivite olarak o,<br />

Allah'ların aktivitesine benzer ve gerçekten o, bizim<br />

içimizde bulunan pek Otoriter bir Elemana,<br />

yani Akl'a bağlıd ır. İnsan için hayat, akla uygun<br />

olduğu takdirde, en iyi ve en hazl ıdır. Zira, ak ıl,<br />

yukar ıda da dendiği gibi, insan ın ta kendisidir. Akıl,<br />

ilâhidir, dolayısiyle, akla dayanan bir hayat ta İlahi<br />

bir hayattır. Ve böyle İlahi bir hayat ta En Mutlu<br />

bir hayatt ır. Ve böyle En Mutln bir hayat ta pek az<br />

ki şilere nasibtir.<br />

Böyle bir Mutluluk ta tam ve bütün bir hayata<br />

ihtiyaç gösterir ki bunda bedeni ihtiyaçlar ın memnuniyetleri<br />

de dahildir. Bundan ötürü Mutluluk,<br />

ikinci mertebede de, ahlâki faziletlere dayanan bir<br />

hayatt ır. Zira, ahlaki faziletler, en sonda, bizim<br />

mâhiyetimizde ve mâhiyetimizin görünü şleriyle do ğ-<br />

rudan doğruya ilgilidir. Zira, o, akl ın ve irrasyonel ,<br />

i ştihalar ın bir kar ışımıdır.<br />

Gerçekte, bir çok insan ın, sadece, akıl ve zât ıi<br />

bir disiplin yolu ile iyi insan olmas ına imkân yoktur<br />

ve bu gibiler daima kanunun yard ımına muhtaçtırlar.<br />

İşte bu fikir de, Aristo'nun, Politika konusuna<br />

girişi fikiridir.<br />

181


Faziletli bir adam, kendi kendisi ile vandet<br />

halindedir ve bütün kalbi ile hep ayni şeyleri, yani<br />

iyi olan ı, yahut kendisine iyi görünen şeyleri ister<br />

ve daima onları yapar. Ve o, bunlar ı, daima kendi<br />

mahiyetinin entellektüel k ısmının hat ırı için yapar<br />

ki bu entellektüel kısım, her insan ın gerçek benli ğidir.<br />

Böyle bir kimse ne hazdan pek zevk al ır ne de<br />

elemden yüksünür. Onun deneyine göre, bu şeyler<br />

bir iki teessüf ile geçi ştirilecek şeylerdir 12 .<br />

Yukarıda da dokunulduğu gibi, insan ın bizzat<br />

kendisi veya gerçek insan, onun, ak ıl kısmıdır ve<br />

aklına pek önem veren insan da faziletli bir insandır.<br />

Şu halde, faziletli insan, kendini seven insandır.<br />

Fakat, bu kendini sevme, onun, mal ve mülkünden,<br />

paras ından, şeref ve i'tibar ından ötürü bir kendini<br />

sevme ve dolay ısiyle ayıplanan bir kendirii sevme<br />

değil, tersine, övülme ğe değer bir kendini sevmedir.<br />

Zira, ay ıplanan kendini sevmede hayat ı<br />

idare eden Heyecanlard ır. Fakat, övülme ğe değer<br />

kendini sevmede hayat ı idare eden Ak ıldır; ve asil<br />

olan bir arzu bir kimsenin, sadece, şahsi faydas ına<br />

dayanan arzusundan çok ba şkad ır ve çok daha üstündür.<br />

Biz, kalblerini bütünlü ğü ile asil işlere bağlayan<br />

kimseleri do ğrular ız ve alkışlar ız. Eğer, herkes,<br />

asil ve şerefli i şler yapmağa şevkli olursa ve bu gibi<br />

i şlere son derece gayret ederse bu takdirde Devlet<br />

te bütün ihtiyaçlar ını tamamlam ış olacak ve her<br />

bir vatanda ş ta, faziletin en büyük hayr oldu ğunu<br />

daima göz önünde tutarak, bütün hayrlar ın en<br />

büyük kısmına kavu şacaktır.<br />

Sonuç şudur ki iyi ' bir insan kendini sevmek<br />

zorundad ır. Zira, onun asil i şleri, yine kendisine<br />

182


faydalı olacaktır; fakat, bu kadarla da kalmayarak,<br />

ayni zamanda ba şkalar ına da hizmet etmi ş olacak<br />

tır.<br />

Fakat, kötü bir kimsenin kendini seven bir<br />

kimse olmas ı gerekmez. Zira, o, kötü ihtiraslar<br />

peşlemesi yüzünden, hem kendini incitip üzüntüye<br />

sokacak hem de ba şkalar ını .<br />

Kötü bir insanda, onun yapmas ı gereken şey<br />

ile yapt ığı şey aras ında, daima bir çeli şme vard ır.<br />

Fakat, faziletli bir adam ) daima, yap ılması gerekeni<br />

yapar. Zira, ak ıl daima ona en uygun ve münâsib<br />

olan ı seçer; ve bundan ötürü de iyi bir insan, daima,<br />

kendi akl ın ı pe şler.<br />

Şüphe yoktur ki faziletli bir insan, her zaman,<br />

Dostlarının ve Vatan' ının faydas ına uygun hareket<br />

eder ve hatta, gerekirse, Dostlar ı ve Vatan' ı için<br />

ölür de. Faziletli insan, bütün dünyan ın kendileri<br />

için uğraşıp didi ştiği para, şeref ve i'tibardan ve<br />

diğer bütün hayrlardan yüz çevirmeli ve kendisine,<br />

sâdece, Asâlet ve Necâbet'i münâsib görüp bunu<br />

korumal ıdır. Faziletli insan, uzun bir zaman sürecek<br />

hafif hazlardan ziyade, k ısa bir zaman alan<br />

şiddetli ve hararetli hazlardan ho şlanmalı; ve bir<br />

çok yıllar önemsiz bir ki şi olarak ya şamaktansa, bir<br />

yıl kadar k ısa da olsa, Asil ve Necib bir ki şi olarak<br />

yaşamalı ; ve bir çok önemsiz i şler yapmaktan ziyade<br />

Asâlet ve Gurur verici tek bir i ş yapmal ıdır. Kendi<br />

hayat ını başkalar ı için harcayan bir kimse, kendi<br />

adına, pek büyük bir Asâlet'i seçmi ş olur. Böyle bir<br />

insan kendi dostlar ını zengin ve varl ıkl ı klima yolunda,<br />

bütün yar ını yoğunu memnuniyetle fedâ edecektir.<br />

Zira, dostlar ı ondan şu bu veya para ald ıklar ın-<br />

183


da o da Asâlet kazanacak, dolay ısiyle, kendisine<br />

şundan bundan veya paradan daha büyük bir hayr<br />

sağlamış olacakt ır.<br />

Yüksek Devlet Makamlar ı ve Siyasal şeref ve<br />

Ikbal aç ı s ından da durum aynidir. Faziletli bir<br />

insan, bütün bunlardan dostlar ı uğruna vaz geçen,<br />

fakat, bu vaz geçi şi Asâlet ve övgüye şayan görüp<br />

sayan insand ır.<br />

İşte, böyle bir insana faziletli insan demek kadar<br />

doğru ve ak ıllıca bir söz olamaz. Çünkü, o,<br />

Asâlet'i her şeye üstün tutacakt ır.<br />

Kısaca, bir insan yaln ız kendine ait para, mal,<br />

mülk ve şeref ve hazlar gibi şeyleri sever ve mümkün<br />

olduğu kadar yaln ız bunlar ı artt ırmağa çal ışırsa<br />

böyle bir insan kendisini seven bir insand ır ama,<br />

bu insan, kendini bu şekilde sevmesinden ötürü de<br />

ay ıplanmağa müstahak bir insand ır. Fakat, bir insan,<br />

kendini, kendisinin üstün k ısmı ile, yani akl ından<br />

ötürü ve akl ını da onu en üstün derecede bilgili<br />

kıldığından ötürü sevecek olursa ve bununla ö ğünürse<br />

böyle bir insan da ve bu türlü sevgi de övülme ğe<br />

değer bir insan ve sevgidir. İşte, iyi bir insan ın kendini,<br />

ancak, bu anlamda sevmesi gerekir ve onun bu<br />

şekildeki Nefs Sevgisi de daima Asil i şlere vesile olmal<br />

ıdır".<br />

Hayat, a şağı hayvanlarda, sadece, sansasyondan;<br />

fakat, insanlarda sansasyon ve ak ıldan ibarettir.<br />

Ancak, hayat, pek çok insanlarda da, ne yaz ık,<br />

ki, sadece Sansasyondan, ve pek az insanlarda Ak ıldan<br />

ibarettir.<br />

Hayat, kendili ğinde, iyidir ve hazl ıdır. Zira,<br />

hayat, iyinin mâhiyeti olan belirli ve ölçülü olan ı<br />

184


tasarruf eder. Fakat, tabii olarak iyi olan bir şey<br />

faziletli kimse için de iyidir. Tabii bir hayr olarak,<br />

hayat, herkes için haz vericidir, ho ştur. Ancak,<br />

hayattan haz verici olarak söz etmemizle biz kötü<br />

bir insan ın hayat ını, yahut kopuk bir hayat ı veyabut<br />

ac ı bir hayat ı kasd etmiyoruz. Zira, böyle bir<br />

hayat belirsiz bir hayatt ır ve böyle bir hayat ın şartları<br />

da böyledir.<br />

K ısaca, hayat, kendili ğinden (bizâtihi) iyidir<br />

ve haz vericidir ve bundan ötürü de insanlar tarafından<br />

ve özellikle faziletli ve bahtl ı kimseler tarafından<br />

arzulanmaktad ır.<br />

Varl ık, bizim idrâkimizden ve anlay ışımızdan<br />

ibarettir ve hayat ın idrâki veya anla şılmas ı kendi<br />

kendiliğinde bir hazd ır. Zira, hayat, yukar ıda da<br />

dokunulduğu gibi, tabii olarak iyidir ,ve bir kimsenin<br />

iyi bir şeyi alg ılamas ı haz verici bir şeydir.<br />

Varl ık, kendi ba şına iyi bir şey olduğundan,<br />

herkes, her şeyden önce, kendi varl ığını ister. Fakat,<br />

kendi varl ığını isteyen bir insan, kendi varl ığını<br />

tamamlayacak olan di ğer insanlar ın ve özellikle<br />

arkada şların ın da varl ığını ister. Bundan ötürü, insan<br />

ne kadar mutlu olursa olsun, yine de gerçek<br />

dostlara muhtaçt ır' 4 .<br />

Elernler, ac ılar, dostlar ın sevgisi ile hafifler.<br />

Bundan ötürü, bizim, özellikle, felâketli ve ac ı günlerimizde<br />

dostlara ihtiyac ımız vard ır. Ancak, dostlar<br />

ım ız, ferah ın olduğu kadar ac ının da kaynağı<br />

olabilirler ıs<br />

Kısaca, me şhur sözdür:<br />

" İyi hayat ı, iyi insanlardan öğren!"".<br />

İnsan, faziletli ve iyi bir insan olabilmek ve iyi<br />

185


ir hayat ya şayabilmek için, özellikle, üç şeyi arzulamal<br />

ı ve üç şeyden de kaç ınmal ıdır.<br />

Arzulanacak şeyler şunlard ır:<br />

ı — Şeref ve Asâlet.<br />

2- Güzel huylar ve i şler.<br />

3— Haz veren güzel şeyler.<br />

Kaçınılacak şeyler de şunlard ır:<br />

Ay ıplanacak şeyler.<br />

2- İncitecek şeyler.<br />

3— Ac ı verecek şeyler.<br />

İyi bir insan bu alt ı şey hususunda Tam Orta'-<br />

da, doğru yolda olan insand ır, fakat, özellikle, Haz<br />

hususunda Tam Orta'da ve do ğru yolda olan insand<br />

ır. Zira, Haz, Şeref ve Güzel I şler eleman ıd ır.<br />

Hazlar, bizi Adi i şler yapmağa sürükler ; Aci<br />

da bizi Şerefli ve Asil i şler yapmaktan al ıkor.<br />

Haz, yaln ız insanlarda de ğil, aşağı hayvanlarda<br />

da vard ır ve arzu konusu olan her şeyde Haz vardır.<br />

Hazlarla Elem ve Ac ılar ı iyi idare etmek, iyi<br />

insan olmakt ır; kötü idare etmek te kötü insan olmaktır'''.<br />

Şimdi, Üzüntü ve Giderilmesi konusunda Fârabi<br />

ve Ihvânussafâ'n ın pek te özel görü şleri bulunmamakla,<br />

biz, burada, özellikle, üzüntünün, insan ı ne<br />

derece mutsuz k ıldığı ve gerçekte ise ne kadar yersiz<br />

ve boş oldu ğu hakk ındaki fikirleriyle dünyaya nam<br />

salmış olan Eski Yunan' ın büyük bir Ahlâkç ı Filozofundan,<br />

Epiktet'ten k ısaca söz etmek ve Kitab ımız ı ,<br />

onun, bu yoldaki belli ba şlı fikirleriyle bitirmek<br />

istiyoruz.<br />

186


Epiktet'te Üzüntü ve ilfıcı<br />

Aslında âzad edilmi ş bir köle olan ve Milad ın<br />

birinci yüz y ılında (6o— ı ı o) yaşamış bulunan Epiktet<br />

(Epictetus), Eski Yunan' ın Stoik Felsefesinin<br />

en karakteristik bir simas ı olup (Suhbetler)ini ve<br />

(Nasihatlar) ını ihtiva eden iki ahlak kitab ı ile ün<br />

salm ışt ır.<br />

Epiktet'in, ö ğrencisi Flavius Arrianus taraf ından<br />

kaleme al ınan, bu iki ahlak kitab ındaki en belli<br />

ba şlı fikirlerini, ya oldu ğu gibi, ya da k ısmen, yahut<br />

ta özetleyip k ısaltarak a şağıya ald ık ve onlar ı kendi<br />

tensibimize göre s ıraladık :<br />

Epiktet, Suhbetler'inin birinde şöyle diyor:<br />

Allah, insanlar ı akıllar ına uygun olarak ya şamak<br />

ve mutlu olmak için yaratm ıştır. Bu gaye için<br />

de insanlara bir çok güder ve kaynaklar bah şetmi<br />

ştir. Şu kadar ki bu kaynaklar ın baz ıları (ve mesela:<br />

hüriyyet, itmi'nan casaret, sebât ve hatta adalet<br />

ve kanun, nefs muhasebesi gibi şeyler") insanlar ın<br />

iradeleri ve fiilleri dahilindedir. Fakat, baz ıları da<br />

insanların iradelerinin ve fiillerinin d ışında ve üstündedir<br />

(Bu sebepten, biz, Allah' ın iradesine- boyun<br />

eğmeli; irâdemiz ve kudretimiz dahilinde olan şeylere<br />

s ıkı sıkı sarılmal ı, fakat, irâdemizin dışında olan<br />

şeylere de hükm etme ğe kalkışmamalry ız ; dünya<br />

düzenini deği ştirme hevesine kap ılmamallyız").<br />

Eğer, insanlar, bu mutlu olma oğayesini ele geçiremiyorlarsa,<br />

bu, ancak, onlar ın kendi hatalar ından<br />

ötürüdür.<br />

Mesela, insan, daima beraber ya şayıp sevi ş-<br />

tiği kimselerin ölüp giderek birer birer yan ından<br />

187


ayr ıld ıklar ını gördüğünde döğünmeye ve a ğlayıp<br />

sızlamağa ba şlar ki böyle bir hareket ak ıl karı değildir.<br />

Zira, var olan bir şeyin yok olmamas ını istemek<br />

insan ın irâdesinin d ışındad ır. Şu halde, insan ın<br />

sevdi ği şeylerin yok olup gitmesine veya ölüp gitmesine<br />

üzülmek kadar bo ş bir şey olamaz" 20 .<br />

Epiktet, (Nasihatlar) ına da a şağıdaki şekilde<br />

ba şlamakta ve dü şüncelerini pek veciz bir surette<br />

ifâde etmektedir:<br />

ı — Kâinatta mevcut şeylerin baz ılar ı bizim<br />

irâde ve kudretimiz dahilindedir, fakat, baz ıları da<br />

değildir. Kudretimiz dahilinde olan şeyler, fikirlerimiz,<br />

tem ayülle ıimiz, arzular ımız, nefretlerimiz, yani<br />

kısaca, bütün bizzat yapt ıklarım ızdır. Kudretimiz<br />

ve irâclemiz d ışında olan şeyler de vücud, servet,<br />

şöhret, makam gibi şeyler, yani k ısaca bizim kudretimizin<br />

ve fiillerimizin d ışında olan şeylerdir.<br />

Eğer sen, sana ba ğlı olmayan şeylerin sana<br />

bağl ı olduklar ını san ırsan ve onlar ı ele geçirmek<br />

istersen bir tak ım engellerle elin kolun bağlanacak,<br />

akl ın karmakar ışık olacak, kederlere ve üzüntülere<br />

boğulacak ve bütün bunlardan da Allah'lar ı ve insanları<br />

suçlu tutacaks ın, Fakat, sen, her şeyin sana<br />

bağlı ve senin elinde olmad ığını bilir de bu şeyleri<br />

ele geçirme pe şinde koşmaz ve yaln ız sana bağl ı<br />

olan şeylerle yetinirsen o zaman da sen, sana ba ğlı<br />

olmayan şeyler hakk ında hiç kimseyi sorumlu tutmayacak<br />

ve kendi irâdenin ve kudretinin d ışına<br />

ç ıkmayacaks ın..Ve o zaman da hiç bir şey, hiç bir<br />

kimse seni üzmeyecek, sen de hiç bir şeye ve hiç<br />

bir kimseye dü şman olmayacaks ın. Çünkü, art ık,<br />

sen, üzüntü denen şeyden tamamiyle kurtulmu ş<br />

olacaks ın.<br />

188


2- isteğini ele geçirmeyen ki şi bahtsız bir kişidir<br />

ve arzular ından ve isteklerinden kaç ıp kurtulamayan<br />

ki şi tamamiyle muztarib, üzüntüye bo ğulmu<br />

ş bir kişidir.<br />

Eğer sen, hastal ıktan, fıkaral ıktan veya ölümden<br />

kaçıp kurtulmak istersen, ac ı çekecek, pek perişan<br />

olacaksın.<br />

Emellerinin gerçekle şmesinin engellenmemesini<br />

istiyorsan-ki bu pek mümkündür-ancak, irâden<br />

alt ında bulunan şeylere emel bakla!<br />

3- Alelâde şeylerin üstünde olup seni e ğlendiren,<br />

sana haz veren şeylerin, gerçekte ne oldukların<br />

ı daima dü şün! Eğer bir toprak desti seviyorsan,<br />

kendi kendine de ki: "Benim sevdi ğim, topraktan<br />

yap ılmış bir destiden başka değildir"; ancak bu<br />

sebepledir ki o kr ıldığı vakit huzursuz olup üzülmezsin.<br />

Çocu ğunu veya kar ını muhabbetle öpüb<br />

sevdiğinde, kendi kendine de ki: "Benim öpüb sevdiklerim<br />

fâni insanlardan ba şka birer şey değillerdir";<br />

çünkü bu fikir zihnine yerle şirse, ölüm onlar ı yok<br />

etti ği zaman ma'nevi ac ılara boğulup kahr olmaz<br />

sın!<br />

21- Her günden her güne, her şeyden önce,<br />

gözlerini ölümden ve Vatan'dan sürülmekten ve<br />

bütün kötü görünen şeylerden ay ırma! Fakat, bunların<br />

en kötüsü ölümdür. Bundan ötürü, sen, dü şüncelerini<br />

a şağı ve bayağı olan şey üzerine asla kuramazs<br />

ın ve asla, ölçünün üstünde, her hangi bir şey<br />

isteyemezsin!<br />

ı 4- Çocuklar ının, kar ının, dostlar ının daima<br />

yaşamalar ın ı ve ölwmelerini istmek delilikten ba şka<br />

bir şey değildir. Çünkü, bu, senin kudretinde ol-<br />

189


mayan bir şeyi kudretinin içine almak, sana ait olmayan<br />

ı kendine bağlamak, arzusunda bulunmak<br />

demektir.<br />

ı- Hiç bir şey hakk ında, asla: "Ben onu kaybettim"<br />

demeyin; ancak: "Ben onu geri verdim"<br />

deyin. Çocu ğunmu öldü, o, geri verilmi ştir. Kar ın<br />

mı öldü, o, geri verilmi ştir. Servet ve devletin mi<br />

elinden al ınm ışt ır, bu da bir geri verilme de ğilmidir<br />

<br />

Bunlar ı kim mi geri almıştır Onlar ı sana veren!<br />

Bundan ötürü, onun sana bir şey verdi ği müddetçe,<br />

o şeye iyi bak, iyi davran; fakat, o şeyin bizzat<br />

senin oldu ğunu sanma! O, şeyi, çocuklar ını,<br />

karını ve dostlar ın ı, gelip geçici otel yolcular ı olarak<br />

telâkki et ve onlara öylece muamele et!<br />

14- Hür olmak isteyen, hiç bir şeye istek beslememeli;<br />

yahut, ba şkalar ına bağlı şeylerden sakınıp<br />

kaçınmal ıd ır. Eğer böyle yapmazsa, bir esir<br />

olarak tutuklan ır.<br />

28- Eğer birisi senin vücudunu rastgele birine<br />

teslim etseydi, derhâl, nefretle isyan ederdin!.. Hâlbuki,<br />

sen, ruhunu rastgele şuna buna teslim ediyorsun;<br />

o, daima huzurda olmak gerekirken d ıştaki<br />

maddi e şyanın en ufak bir etkisi ile ac ı duyuyorun.<br />

Bu hâlinden utanmazm ısın<br />

44- Ben senden daha zenginim, bundan ötürü,<br />

ben senden üstünüm veya ben senden daha iyi konu<br />

şuyorum, bundan ötürü, ben senden üstünüm,<br />

demek, ak ıl için mant ıks ızlıkt ır. Akıl için mant ıld<br />

olan: Ben senden daha zenginim bundan, ötürü,<br />

benim varl ığım seninkinden üstündür veya ben<br />

senden daha iyi konu şuyorum, bundan ötürü de<br />

190


enim sözlerim seninkinden daha üstündür, demektir.<br />

5—İnsanlar ın kafalar ını ve ruhlar ını mahv ve<br />

peri şan eden maddi vak ıalar değil, fakat, insanlar ın<br />

o valualar hakk ındaki dü şünce ve kararlar ıdır. Mesela,<br />

Sokrat'a göre, ölüm, korkulacak bir şey de ğildir.<br />

Hayır, öyle değil! Gerçi, ölüm, korkulacak bir<br />

şey değildir ama, insan ın, ölümü, korkulacak bir<br />

şey olarak dü şünmesi ve böyle hükm etmesi gerçekten<br />

korkulacak şeydir. Bundan ötürü, her hangi<br />

bir hususta engellendi ğimiz veya altüst edildi ğimiz<br />

yahut ta ac ılara bo ğulduğumuz zaman suçu ba şkalarına<br />

yüklemeyelim; onu, sadece, kendimizde, kendi<br />

düşüncelerimizde ve hükümlerimizde görelim.<br />

Bir kimsenin kendi tali'sizli ği yüzünden ba şkalar ını<br />

suclamas ı, onun, öğretim ve e ğitimden yoksun olduğunun<br />

ba şlıca alâmetidir; suçu kendinde görmesi,<br />

o kimsenin öğretim ve eğitim görmekte oldu ğunun<br />

alâmetidir; bu kimsenin kendini de ba şkalar ını da<br />

suçlu görmemesi de onun ö ğretim ve e ğitimini tamamlayarak<br />

kemâle geldi ğini gösterir.<br />

3o— Sen rizâ göstermedikçe kimse seni incitemez.<br />

Sen, ancak, incitilmi ş olduğunu dü şündü ğüri<br />

zaman incitilmi ş oıabi ıirsin.<br />

34— Arzuladığınız hazlar kar şıs ında daima şu<br />

iki noktayı düşünün:<br />

ı— O haz, sizi ne kadar müddet avutabilecektir<br />

2— Daha sonra siz, ne kadar müddet pi şmanl ık<br />

duyacaks ınız ve kendinizi sövüp sayacaks ınız<br />

6— Sahib olduğunuz iyi hayvanlarla veya e ş-<br />

yalarla gururlan ıp böbürlenmeyiniz. Zira, bu gibi<br />

191


şeyler, bizzat size ait şeyler değildirler. İnsanlar,<br />

ancak, bizzat kendilerinin olan iyilikler ve güzelliklerle<br />

öğünmelidirler.<br />

24— İyi olmayan baz ı şeyleri belki kazan ırım<br />

diye, eğer, sen beni bizzat benim olan iyi şeyleri<br />

elimden ç ıkarmağa çağırıyorsan, bak, sen, ne kadar<br />

kötü ve budala bir insans ın! Sen, gerçekten,<br />

hangi şeyi üstün tutuyorsun Paray ımı yoksa vefâkâr<br />

ve nâmuslu arkada şımı O halde, bana, daha<br />

ziyade bu iyi nitelikleri korumak için yard ım et ve<br />

benden bu iyi şeyleri elden ç ıkartacak i şlerde bulunaca<br />

ğım' asla umm al..<br />

19— Eğer, iyi'nin realitesi bizzat bizim kendi<br />

kudretimiz dahilinde bulunuyorsa, k ıskançl ık ve<br />

hased, pek anlams ız bir şey olur. Ve siz ne bir Vâl'i<br />

veya ne bir Senatör, fakat, hür olmak isteyebilirsiniz;<br />

ve hüriyyete de ancak bir tek yol vard ır; o da,<br />

kudretimiz dahilinde olmayan şeye özenmemek.<br />

42— Bir kimse için iyi ve kötü, senin için iyi ve<br />

kötü olan değil, ancak, kendisi için iyi ve kötü görünendir.<br />

Ve herkes, kendi görü şüne göre hareket<br />

eder.<br />

31— Sen, iyilik ve kötülük kavram ını, ancak,<br />

senin kudretinin dahilinde olan şeylere uygulayabilirsin,<br />

fakat, kudretinin d ışında ve üstünde olan<br />

şeylere değil! Bundan ötürü, çocu ğunu veya kar ını<br />

kaybetti ğinde Allah'lara söküp saymal...Zira, bizim<br />

kontrolümüz dahilinde olmayan vak'alar, ne iyi ve<br />

ne de kötü olabilirler.<br />

53— Kim doğru ve haklı olarak zorunlulukla<br />

uygıınluk içinde olursa il'al ıt şeyler hususunda, biz<br />

o kimseyi Ak ıll ı ve Bilgili bir kimse sayar ız.<br />

192


Pek a'lâ! Crito, e ğer bu, Allah' ın irâdesi ise,<br />

öyle olsun!<br />

— Anytus ve Meletus beni öldürme gücüne sahiptirler;<br />

fakat, bana asla, zarar vermezler!<br />

17– Unutmayın ki sizler, bir oyundaki Aktörler<br />

gibisiniz ve bu oyunun nas ıl oynanaca ğını oyunu<br />

yazan seçer: e ğer o, oyunu k ısa sürdürmek isterse,<br />

oyun k ısa olur; e ğer, uzun sürdürmek isterse, oyun<br />

uzun olur. Eğer, o, sizi fakir bir adam karakterinde<br />

ve rolünde oynatmak isterse, siz, bu rolünüzü bütün<br />

gücünüzle oynamak zorundas ınızdır. Size verilecek<br />

diğer her hangi ba şka bir rolü de, yine, bütün gücünüzle<br />

oynamak zorundas ın ızd ır. Zira, sizin göreviniz<br />

size verilmi ş olan karakteri ve-rolü oynamak,<br />

ve iyi şekilde oynamakt ır; oyunun tertib ve düzeni<br />

ise Ba şkalar ına aittir.<br />

Epiktet, yine şöyle demektedir:<br />

2 9- Bir i şe başlamadan önce o i şte ilk olarak<br />

yap ılmas ı gereken şeylerle onlardan sonra s ıra ile<br />

yap ılmas ı gereken şeylerin neler olduğunu iyice<br />

düşün ve o i şe ondan sonra ba şla ki sonunda pi ş-<br />

man olmayas ın!<br />

Ancak, yapabilece ğin bir işe giri ş ve ona bütün<br />

ruhunla bağlan ki ba şaras ın !...<br />

37– Gücünün üstünde bir şey yapmağa kalkışırsan,<br />

sen, kendini, sâdece bundan ötürü rezil etmekle<br />

kalmaz, fakat, tam bir ba şarı ile yapabileceğin<br />

şeyden de haberin olmaz!...<br />

35– Bir şeyin muhakkak yap ılmas ı gerektiğine<br />

kesin karar verdi ğiniz şeyi yap ın. Eğer, yapt ığınız<br />

yanlış ise, onu bir daha hiç yapmay ın. Fakat, e ğer,<br />

yaptığınız i ş doğru ise, yanl ış yere ele ştirenlerden<br />

ne diye korkacaks ınız....<br />

193


39— Herkesin bedeni, kendisinin özellikleri ve<br />

niteliklerinin bir ölçüsüdür; nas ıl ki herkesin aya ğı ,<br />

pabucunun ölçüsüdür. Bir kere ölçüyü a ştın ızm ı ,<br />

artık, bir daha kendinizi kurtaramazs ınız!.<br />

33— Bedenin bir çok haz verici şeye ihtiyac ı<br />

vard ır ama, özellikle, ayya şlıktan, ve d ışınıza ait<br />

gösteri şten sak ımmz !...<br />

Sen kendini nefs hazlarma pek kapt ır ına ve<br />

ahlaki ve kanuni yoldan şa şma! Fakat, kendilerini<br />

nefs hazlar ına kapt ıranlar ı da ay ıplamağa ve horlamağa<br />

kalkma;' ve hep kendi iffetinden ve ismetinden<br />

dem vurmal.. Birisi, senin de baz ı kötülüklerinden<br />

söz ederse, yalanlay ıp hemen kendini savunmağa<br />

kalkışmal...<br />

41— Özellikle maddi bedene önem vermek,<br />

budala bir kafaya i şarettir. Yemek, içmek... gibi<br />

bedene ait i şlemler âdet gere ği yap ılagelmekte olan<br />

i şlemlerdir; siz, bütün dikkat ve öneminizi ruhunuza<br />

vermelisiniz!...<br />

48— Cahil kimselerin pozisyonlar ı ve kerakterleri<br />

şudur: onlar, fayda ve zarar aç ıs ından asla kendilerine<br />

de ğil, kendilerinin d ışındaki Meme önem<br />

verirler. Filozoflar ın pozisyonlar ı ve karakterleri ise,<br />

fayda ve zarar aç ısından, daima bizzat kendilerine<br />

dikkat etmeleri ve önem vermeleridir.<br />

51— Ruhunu, akl ını, bilgi ve kel-nal sahibi bir<br />

kimse olarak ya şamak zaman ı geçmeden geli ştir<br />

ve sana en güzel görünen bütün di ğer şeyleri, s ınır ını<br />

aşmağa gücün yetmeyecek bir kanun olarak gör!..<br />

Sokrat, kemali, görüp tan ıdığı bütün şeyler<br />

aras ında, sadece, akl ını dinlenmekle elde etti.<br />

194


33— Yüksek sesle konu şmalardan, gülü şmelerden<br />

veya herhangi bir şekilde gürültü ç ıkarmaktan<br />

sak ının ız ki kom şular ınızın saygı ve sevgilerini kaybetmiyesiniz<br />

!...<br />

26— Kom şuna da kendin gibi davranmal ısın...<br />

Kendi ailemizden olmayan birinin çocu ğu veya<br />

karısı öldüğünde "Bu insan ın kaderidir, herkesin<br />

başına gelecektir" der geçeriz. Ama bizim kendi<br />

ailemizden biri öldüğünde: "Allah' ım bu ne ızt ırab !.<br />

Yandım!. Mahv oldum !.." diye feryad ederiz. Fakat,<br />

ba şkalar ının bu gibi feryadlar ı kar şısındaki<br />

duygular ım ız ı ve tavr ımız ı asla unutmamal ıyız !.<br />

33— Yabanc ılar ın ve halkın ziyafetlerine gitmekten<br />

çekinin!. Gitmek zorunda kal ırsan ız, sinirlerinize<br />

hâkim olup bir hata etmekten sak ın ın l.<br />

33— Ho şunuza gitmeyen olaylar ve sözler karşısında<br />

ağ z ınızı bozup söğüp saymağa başlamay ın!<br />

K ızgınlığın ız ı ve k ırgınlığınızı süküt ederek, utanç<br />

göstererek yahut ta ka ş çatarak belli edin !.<br />

33— Olur olmaz yere yemin etmekten ve her<br />

zaman yemin etmekten sak ın!.<br />

33— Konuşmalar ında, hep, kendi yapt ıklar ından<br />

ve mâceralar ından söz etme ! Zira, senin zevk<br />

duyduğun hat ıralar ını dinlemek, ba şkalar ının hiç<br />

te ho şuna gitmeyebilir.<br />

33— Çok gülme; ve çok şeye gülme; ve luzüm<br />

etmedikçe gülme !.<br />

33— Çoğu zaman sus, ve özellikle, yabanc ılar<br />

aras ında sus; e ğer konu şursan, sâdece, önemli olan<br />

şeyi söyle ve sâdece bir iki kelime ile söyle. Ko-<br />

195


nuş, fakat, az konu ş, öz konu ş ; özellikle, insanlar ı<br />

kötülemekten veya övmekten ya da onlar aras ında<br />

karşılaştırmalar yapmaktan çekin!.<br />

48— Bir kimsenin kendini yeti ştirdiğinin i şaretleri<br />

şunlard ır: kimseyi kötülememek; kimseyi övmemek;<br />

kimseden şikayet etmemek; kimseyi suçlamamak;<br />

bir ba şkas ından söz ediyormu ş gibi veya<br />

bilgiçlik taslamak için, kendinden asla söz etmemek<br />

ve bu gibi şeyler kendisine yap ıldığında da bütün<br />

bunlara gülüp geçmektir.<br />

52— Yalan söyleme!<br />

Yalan söylemenin büyük bir hata, büyük bir<br />

yanlış olduğunu bir çok mant ıld delillerle ıspatlayabiliriz.<br />

Doğru'yu veya Yanl ış' ı da bize, ancak, Felsefe<br />

öğretin<br />

Ve yine Epiktet, özellikle şöyle diyor:<br />

8— Olaylar ın, senin arzuna uygun olarak meydana<br />

gelmesini bekleme; olaylar ı olduklar ı gibi<br />

kabül et ve huz'ûra kavu ş !<br />

ı o— Güzel şeylerden ve güzel insanlardan memnun<br />

ol ve haz duy; ac ılara dayan; rezilliklere sabr<br />

et!<br />

4o— İyi bilmeliyiz ki bütün ac ılarım ız, Namuslu<br />

ve Şerefli bir hayat aç ıs ından ba şka, hiç bir suretle<br />

söze de ğmezler!'"'<br />

196


SONUÇ<br />

İbn Miskeveyh'in Ahlak Sistemi, bütün faziletleri<br />

kendinde toplam ış ve bütün rezilliklerden s ıyr<br />

ılmış, yani duyular dünyas ından tamamiyle tasfiye<br />

edilmi ş bir ruha dayand ırılmış bir Ahlak Sistemidir.<br />

Ahlakm, ancak dünyadan ve dünyaya ait şeylerden<br />

tamamiyle tasfiye edilmi ş bir ruhta bizzat mevcut olacağı<br />

dü şüncesiyledirki o, ruha büyük bir k ıymet vermi ş<br />

ve onu Ezdi ve Edebi Faziletler Hazinesi saym ıştır.<br />

İbn Miskeveyh'in ruh hakk ındaki fikirleri kendisinin<br />

ma'nevi hocalar ı olan Sokrat'ta, Eflatun'da<br />

ve Aristo'da da aynen görülmektedir. Çünkü, Yunan<br />

Felsefesinin ana prensipleri islam Rasyonel Felsefesinin<br />

tercüme köprüsü arac ı ile Şark'a geçmi ştir.<br />

İbn Miskeveyh'e göre, ancak Tasfiye ile geli şip<br />

güzelle şen insan ruhudur ki Allah'a yakla şabilir,<br />

onu anlayabilir. Böyle bir ruhtan meydana ç ıkacak<br />

fiiller de bütün kötülüklerden s ıyrılmış ve bütün çirkinliklerden<br />

arr ınmışt ır ve bu fiiller, art ık, Allah'ın<br />

fiilleri gibidir.<br />

İbn Miskevehy, ahlâk ı, ezdi ve edebi ruhun<br />

kendinden ayr ılmaz bir s ıfatı saymakta ve bundan<br />

ötürü de ahlaki bütün ilimlerin ba şına geçirmektedir.<br />

Ona göre, gerçe ğe ulaşmak için, yukar ıda da<br />

i şaret etti ğimiz gibi, önce ruhumuzu tasfiye etmeli<br />

ve ancak ondan sonra akla sar ılıp gerçek yolunda<br />

197


yürümeliyiz. Ruh tasfiyesi, ilim ve gerçek için şart<br />

olduğu gibi fiillerimiz ve hareketlerimiz için de şartt<br />

ır. Zira, kutsal, pâk, bütün çirkinlikerden ar ınmış<br />

bir cevher olan ruhtan meydana ç ıkacak fillerin ve<br />

hareketlerin de bu çevherin mâhiyetine uygun olmas<br />

ı gereklidir. İşte, bunun için de yine ruhu tasfiye<br />

edece ğiz ve bütn rezilliklerden s ıyrılıp bütün faziletleri<br />

elde edece ğiz. O derecede ki iyi ve güzel ahlak,<br />

bütün kudreti ile, bizde bir tabiat hükmünü alacak ve<br />

bu suretle de fiillerimiz ve hareketlerimiz kutsal ve<br />

pâk olan ruh cevherimize uygun olacakt ır.<br />

Biz böyle iyi ve güzel bir ahlâka maik oldu ğumuz<br />

derecede de gerçe ğe, Allah'a varm ış ve (Tam Mutluluk)<br />

a ermi ş olacağız. Çünkü, Allah ta böyledir.<br />

Allah' ın ahlakı da bütün çirkinliklerden ar ınmış ve<br />

bütün faziletleri kendinde toplam ış bir ahlakt ır.<br />

Bu görü şü ile İbn Miskeveyh, hocas ı Faribi'nin:<br />

"Ilim önce, Ahlak sonrad ır; Ahlak, İlme bağlıd ır".<br />

sözünü kabül etmedi ği aç ıkt ır. Fakat, ruhu tasfiye<br />

meselesinde, onun, Tsavvufi Ablak'a meyl etti ği de<br />

görülmektedir. Yine bu noktada, Nefs Tasfiyesi esasına<br />

dayanan ve i şrakilerin (Mükâ şefe) dedikleri ve<br />

Allah'a, yani (Nurlar ın Nuru)na varmak için buldukları<br />

bir yol ile de İbn Miskeveyh aras ında bir<br />

beraberlik bulundu ğunu söyliyebiliriz. Ancak, İbn<br />

Miskeveyh, etkisi alt ında kald ığı bu görü şlerden de<br />

tamamiyle ayr ı bir ahlak görü şüne sahibtir.<br />

İbn Miskeveyh'in ahlak görü şü, bir çok Garb<br />

Ahlakçılar ından da ayr ıd ır. Onun ahlak görü şü,<br />

mesela, Kant' ın (Vazife Ahlaki.) görü şünden; Descartes'<br />

ın (Teolojik Ahlak) görü şünden; Leibnitz'in,<br />

Spinoza'n ın, Malbranche' ın akla dayal ı (Metafizik<br />

Ahlak) görü şlerinden; Stuart Mill'in (Faydac ı Ah-<br />

198


lâk) görü şünden; Durkheim' ın ve Okulunun (Sosyolojik<br />

Ahlak) görü şünden de ayr ıdır.<br />

Tekrar edelim ki İbn Miskeveyh'e göre insani<br />

ruh, Allah'tan bir par ıltıdır ve ahlak ta kutsal, pâk<br />

ve bütün çirkinliklerden ar ınm ış olan bu ruh cevherinin<br />

tabii bir haslat ıdır. Şu kadar ki ruh, vücud<br />

dediğimiz maddi ve s ın ırl ı bir beden içerisinde bulunmak<br />

ve o bedenin hisleriyle hislenmi ş olmak bakımından,<br />

insandan, iyi ve güzel ahlâka kar şıt olan<br />

bir çok fiiller ve harketler de meydana gelmektedir.<br />

Bu durumda asli karakterinden ayr ılan (Nefs) imizi<br />

aslına, yani iyi ve güzel ahlaka yöneltmek yolunda<br />

(Nefs Tasfiyesi)ni bir vas ıta olarak kullanacak ve<br />

bedene ait fiillerimizden en yüksek dü şüncelerimize<br />

kadar bütün varl ığım ız ı o kutsal ve pâk cevherin<br />

gerektirdi ğine göre haz ırlamış olacağız; yani, her<br />

şeyimizde ahlakl ı olaca ğız.<br />

İşte, bunun içindir ki ahlak pasaportunu hâiz<br />

olmayan hiç bir fikir ve fiil, İbn Miskeveyh'in ilim<br />

ve cemiyet s ınırları içine asla giremez. Bir cümle ile<br />

deyimlemek gerekirse, İbn Miskeveyn, tam bir<br />

Moralist'tir diyece ğiz.<br />

Kısaca :<br />

Aristo'ya, göre, bilgi, birinci planda; pratik hayat,<br />

ikinci planda yer al ır; yani, İlim önce Ahlak sonra<br />

ge dr. Ancak, faziletleri elde etmek hususunda, gerekirse,<br />

Nefs Tasfiyesine de ba ş vurulabilir.<br />

Farabi'ye göre de İlim önce Ahlak sonrad ır;<br />

pratik, teoriye ba ğlıd ır. Akıl, tek ba şına iyiyi ve<br />

kötüyü ay ırd edebilme gücündedir. Fakat, bununla<br />

beraber, ak ıl, gerçe ği, Allah' ı hiç bir zaman kavra-<br />

199


yamaz. Allah' ı kavramak, ancak, A şk ve İsti ğrak<br />

ile mümkündür ve bunun için de (Nefs Tasfiyesi)<br />

şartt ır. Şu var ki Farabi'deki bu Tasavvufi görü ş,<br />

sistematik de ğildir, ancak, ruhsal bir hâlettir.<br />

ihvanussafa'ya göre ise Ahlak önce, İlim sonra<br />

gelir; ilim, ahlaka bağl ıdır. İhvanussafa'n ın ahlaki=<br />

esas ı (Nefs Tasfiyesi)dir. Fakat, onlar: "Ahlak ın<br />

esas ı (Nefs Tasfiyesi)dir" derken, metod olarak,<br />

(Tasavvuf)a dayan ıyorlar; ve, "Ahlak, ma'kül ola- .<br />

rak tabii düzene göre ya şam akt ır" derken de (Rasyonel<br />

Sistem)i kabül etmi ş oluyorlar.<br />

İbn Miskeveyh'e gelince, o da, ihvanussafa<br />

gibi Ahlaki. İlimden üstün tutar ve birinci plana alar;<br />

ve yine ihvanussafa gibi, ayni suretle, (Nefs Tasfiyesi)ni<br />

ahlak için şart ko şar. Fakat, İbn Miskeveyh'-<br />

te (Nefs Tasfiyesi), Ahlak ın esası değildir; o, Ahlak<br />

için, sadace, bir vas ıtad ır.<br />

Şu halde, İbn Miskeveyh:<br />

ı— Ahlak önce, İlim sonrad ır, demekle Aristo<br />

ve Farabi'den,<br />

2- (Nefs Tasfiyesi), Abi:ak ın esas ı değil, ahlak<br />

için, ancak, bir vas ıtadir demekle; ve, Ahlak, ma'kül<br />

olarak tabii düzene göre ya şamaktan ibarettir dememekle<br />

de ihvanussafa'dan da ayr ılmaktadır.<br />

200


BIR MÜLAHAZA<br />

İlmi, Ahlâktan üstün görenlerle Ahlaki İlimden<br />

üstün görenler aras ındaki çeki şmede, birer aç ıdan,<br />

her iki görü şe de hak vermenin yerinde olaca ğı kanaat<br />

ınday ız. Çünkü :<br />

Ilim, Ahlaktan öncedir hükmü, şu noktadan<br />

doğrudur: insan, her şeyden önce, ruhunun ne olduğunu<br />

ilim yolu ile anlamak ve ondan sonra ruha<br />

ve mizaca ait ahlak ın neler olduğunu bilmek zorundad<br />

ır. Böyle bir bilgi de elbette, ahlaktan ve ahlak<br />

üzerine hareketten öncedir.<br />

Ahlak, ilimden öncedir hükmü de şu noktadan<br />

doğrudur: ahlak, bir bak ıma, mizacl ve rulddir ;<br />

buna ilimimiz ili şkin olsun veya olmas ın o, bizim<br />

mizac ımızda ve ruhumuzda do ğuştan, yani fıtri<br />

olarak mevcuttur ve bir bilgili ki şide nas ılsa bir câhilde<br />

de öylece mevcuttur.<br />

Şöyle de diyelim :<br />

Ahlaki., biri cibill ve fıtri, diğeri de sonradan<br />

kazan ılm ış olmak üzre ikiye ay ırmak mümkündür.<br />

İnsanlar, doğuşlariyle birlikte, tabiatlan gere ği,<br />

baz ı huylara sahiptirler. Mesela, baz ı insanlar şu<br />

mizaçta, baz ı insanlar da ba şka mizaçtad ırlar ve<br />

her mizâca mahsus bir l ıuy vardır. İşte, bu do ğuş<br />

açısından olan ahlak, ilimden öncedir. Sonradan elde<br />

201


edilen ahlâka gelince, bu da, cemiyyet içindeki fiillerimizi<br />

ve hareketierimizi beSrleyen ahlakt ır ve bu<br />

ahlak bir ilme göre meydana gelir. İşte, bu aç ıdan<br />

da bu sonradan kazan ılmış olan ahlak, ilimden sonrad<br />

ır. Çünkü, bir çocuk ahlaki ilimden tamamiyle<br />

yoksundur. Onun, iyi veya kötü harekette bulunabilmesi<br />

için, her şeyden önce, iyinin ve kötünün ne<br />

olduğunu bilmesi zorunludur ve bu da böyle olmaktadır.<br />

Biz, şimdi, esas meseleye gelerek diyelim ki:<br />

Ahlakl ı olmak, yani bilerek ahlakl ı olmak, pek<br />

kolay bir i ş de ğildir ve herkesin ba şarabileçe ği bir is<br />

değildir. Çünkü- bu i ş, insan ın, imani ahlakl ı yapacak<br />

olan Akl' ı ile insan ı daima ahlaks ızlığa götürücü<br />

olan Emmare Nefs'i, yani Hayvâni Nefsi, yani hep<br />

Şehvetlere Yönelik Nefsi; Dini bir deyi şle, Şeytan' ı,<br />

aras ında amans ız bir sava ş i şidir. Bu sava ş alan ı da,<br />

her şeyden önce, insan ın bizzat kendi bedeni ve<br />

ruhu olan ıdır.<br />

Güzel ve Mutlu bir hayat geçirebilmek için, insanın,<br />

Akl ını, Emmâre N efsine hakim k ılmas ı , ve hiç değilse,<br />

Akl' ı ile Emmare Nefs'ini uyu şturmas ı, yani bunlar<br />

ı daima dengede bulundurmas ı ; bu denge dolay ı-<br />

siyle de bir takım faziletlerle fazilenenmesi; ak ılca bir<br />

tak ım yüksek bilgilere de sahib olmas ı ; ve daha ileri<br />

giderek, bu yüksek bilgileri de a şarak kendisinin<br />

yeryüzünde her bak ımdan Halifesi bulundu ğu Tanrı<br />

bilgisi ile bilgilenmesi ve dolay ısiyle, ruhsal faziletleri<br />

de a şarak İlahi s ıfatlarla da s ıfatlanmas ı zorunludur.<br />

Artık, bu durum,Tasavvufi dil ile, Allah' ın Ahlaki ile<br />

Ahlâklanmak durumudur. İnsan için biricik kurtulu ş<br />

yolu, i şte, bu duruma gelmektir. Dünyas ında kurtuluşa<br />

eren âhiretini de kazanm ış demektir. Nitekim<br />

202


Peygamberimiz de: "Dünya, Ahiretin Tarlas ıdıt"<br />

buyurmu ştur.<br />

Allah' ın ahlâk ı, varl ıktaki hiç bir şeyin kendine<br />

has ahlâk ına benzemez. Zira, O'nda kendine has<br />

ayr ıcal ık yoktur; çünkü, bütün varl ıkta yaln ız O<br />

vard ır; varl ık, yaln ız O'dur. O, her mevki ve mevzi'-<br />

deki mevcuda ve o mevcudun isti'dat ve kabiliyetine<br />

göre tezahür eder. Binbir şekle girer, fakat, hiç bir<br />

şekil ile şekillenmez. Binbir renge girer, fakat, hiç<br />

bir renk ile renklenmez. Zira, O'nun ahlâk ı, bütünlüğü<br />

ile bütün bir hayat ın ahlak ıdır. Her şey, kendi<br />

mevcudiyetinin, fakat, O, her mevcudun hükmünü<br />

icra eder. Bunun hikmetle dolu tecellheri de, özellikle,<br />

insanda aç ıkça görülür.<br />

Bu gerçe ği kavrayan insan ın akl ı, art ık, nurlar<br />

saçan bir güne ş gibidir. Böyle bir insan, art ık, sadece,<br />

görülenlerin ne oldu ğunu bilmekle kalmaz, görünmeyenleri<br />

de ke şf eder; bütün bilinmeyenler bilinir o-<br />

lur. Bu mertebeye varan insan ın Emtnüre N efs'i de,<br />

Dini ve Tasavvuff bir deyiyle, art ık, Levvâme,<br />

Mülheme, Mutmainne, Râdiye, Mardiye derecelerinden<br />

geçerek Kâmile mertebesine, yani kendi Zât' ı-<br />

na kavu şmu ştur. Nitekim Kur'anda da (Emmare<br />

Nefs; İnsan Bedeni; Beden ile Ruh; İnsan Ruhu;<br />

Canl ı ve Cansız her şeyin Zât ı Kalb; Cins) gibi çe şitli<br />

anlamlara gelen Nefs'in bir ve Ba şlıca Anlam ı da<br />

(Allah' ın Zat ı)d ır ki bu mertebeye varan Nefs te tekrar<br />

Halk' ı irşâd görevi ile görevlendirilir. Bu mertebeye<br />

varan insan ın Bilgisi de Ahlaki da Mutlak olmu<br />

ş, dolay ısiyle, birbiri içine girmi ştir. Bu durumda<br />

Akıl ve Nefs, Ruh ve Beden ikili ği ortadan kalkmış,<br />

insan da, art ık, İlahi olan Asl ın ı bulmuştur.<br />

203


İşte, gerçek insan için . Huzür ve Mutluluk, bu<br />

Mutlak hari elde etmede ve birlikte ya şadığı diğer<br />

insanlar ı da, onlar ı bedeni ve ruhsal kemallerine yükselterek,<br />

derecelerine göre, bu Ebedi Mutlulu ğa<br />

kavu şturmadad ır.<br />

Biz de, Hakikat Eh ıi için dünya hayat ından gaye:<br />

Kainat ı ve onun Efendisi olan insan ı gerçek İlahi<br />

mâhiyeti ile bilmek; hayat ı her şeyi ile olduğu gibi<br />

kabullenmek; ve fakat, durmadan da onu iyiye götürmek<br />

için elden gelen çabay ı göstermek ve bu suretle<br />

Mutlu olmakt ır;<br />

204


Giriş, Ek Notları<br />

ı Resâil-i Ihvânussafâ; cilt: ı ; Ahlâk ın çeşitli olmas ı sebepleri<br />

risalesi.<br />

2 Ihvânussafâ bu şekildeki ilimler s ınıflamas ı ile Aristo'dan<br />

ayr ılmışlar Auguste Comte ve Herbert Spencer gibi Garb Filozoflar<br />

ına da önderlik etmi şlerdir.<br />

3 Bas ılan Risaleler her ne kadar (52) ise de Risalelerin dördüncü<br />

bölümünün son risalesinde (51) risaleden söz edilmektedir.<br />

4 Resâil ; Cilt ı ; Ilimlere ait san'atlar risalesi ve Amell<br />

san'atlar risalesi.<br />

5 Bu sınıflama (Ameli San'atlar) risalesinde gösterilmi ştir.<br />

Bk. Resâil ; cilt: t.<br />

6 ihvânussafâ felsefi ilimleri tansifte basitten mürekkebe do ğru<br />

gitmekle Orta Ça ğ ilim s ınıflamas ını geride b ırakmışlard ır ki bu, ilim<br />

alanında büyük bir yeniliktir.<br />

7 Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt: ı .<br />

8 Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt. 2,3.<br />

9 Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt: 3.<br />

ı o Bu risaleler için bk. Resâil ; cilt: 3,4.<br />

İhvânussafân ın (5 ı ) risalesi ilk defa dört cilt olarak Hindistan'da<br />

ve sonra M ısır'da ve sonra da Beyrut'ta bas ıldı. Bunlardan (Risalet<br />

al-Câmia), Cemil Salibâ'n ın incelemesinden geçti ve Şam'da bas ıld<br />

ı. Arif Tamir de (Câmiat'ul-Câmia) ad ı ile Beyrut'ta 1959 y ılında<br />

bir risale yay ınladı. Bu risale bütün risalelerin fihristi ve özeti<br />

olup bunların toplam ı da (52) ye varmaktad ır.<br />

Ihvânussafâ için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; ıslâm Felsefesi Dersleri; say: 44-45; <strong>Ankara</strong>,<br />

1967.<br />

ı i Bk. Cavit Sunar; Islam Felsefesi Dersleri; say: 73-75; <strong>Ankara</strong>,<br />

1967.<br />

205


Ayr ıca bk. Cavit Sunar; Islâmda Felsefe ve Fârâbl; Cilt: I;<br />

say: 72; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />

12 Bk. Cavit Sunar; Islân ı Felsefesi Dersleri; say: 75-83; <strong>Ankara</strong>,<br />

1967.<br />

Ayrıca bk. Cavit Sunar; Islâmda Felsefe ve Fârâbi; cilt: I,<br />

say: 73-76; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />

Konu: I Ek Notlar ı<br />

I. Bu fikir Miskeveyh'in hocas ı Fârâbi'den ve onun vas ıtasiyle<br />

de Aristo'dan, Eflâtun'dan ve Sokrat'tan gelmektedir. Onlar da ruhu<br />

kendine mahsus taibatlar ı ve gâyeleri ile bütün varl ıklardan ayr ı<br />

pek yüksek bir cevher olarak kabul etmi şlerdir.<br />

2 Aristo; De Anima; 4o3a 5 413a4 .<br />

3 Aristo; De Anima; 412a 19--2 `.<br />

4 Aristo; De Anima; 41513 1'.<br />

5 Aristo; De Anima; 4 ı 3b"-".<br />

6 Aristo; De Generatione Animalium; ı 1.5.<br />

7 Aristo; Nicomachean Ethics; Book I; chap. x ı<br />

8 Aristo; De Anima; 43o a ° 5-".<br />

g Aristq: De Anima; 43oa 24 .<br />

ı o Aristo; Nicomac... ; Book VI; chap. II , x .<br />

ı Aristo; De Anima; III; 4,5,6.<br />

12 Aristo; De Anima; 4,9.<br />

13 Aristo; Nicomac ; Book VI; chap. I1. Book X; chap.<br />

ı , IX.<br />

14 Aristo; Nicomac ; Book VI; chap. ı ı -x.<br />

15 Aristo; Nicomac ; Book I; chap. I u. Book VI; chap. 11.<br />

Aristo; Nicomac<br />

; Book II; chap. ı v. Book III; chap. Iv.<br />

Aristo psikolojiyi için ayr ıca bk. Cavit Sunar; islâm Felsefesinin<br />

Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite Meselesi; say; 63-65; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />

17 Farâbrnin psikolojik fikirleri için özellikle bk. Fârâbi;<br />

Fusûs; Fas: 29, 30, 33, 34, 39, 4 0, 45, 48 , 49, 51, 52, 53, 54. Fârâbi;<br />

tiyün al-Mesâil; Mesele: 20, 21, 22.<br />

206<br />

Fârâbl; Fusûs; Fas: 3o; ayr ıca bk. Fas: 2g, 53.<br />

ı 9 Farabi; al-Ta'likaat; sayfa: ı o.


Bu konuda Eflâtun'u eleştirimi için bk. Fârâbi; Uyûn al-Mesâil;<br />

Mesele: 22.<br />

20 Farabi'de ak ıl konusu için özellikle onun şu eserlerine bakınız:<br />

Şerh Risale Zeynon; Risale al-Daaviyy al-Kalbiyye; Risale fi<br />

ispat al-Müfârakaat; Makale fi Maaniyy al-al-akl; Mesâil al-Müteferrika;<br />

soru: 27, 28, 30, 31, 32.<br />

Psikolojisi için ayr ıca bk. Cavit Sunar; Islâmda<br />

Felsefe ve Fârâbi; cilt; I, say; 64-67; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />

2 1 Bk. Resâil ; Cilt: 4; Allah'a götüren yol risalesi.<br />

Resâli<br />

Resâil<br />

Resâil<br />

Resâil<br />

Resâil<br />

Resâil<br />

gelişi risalesi.<br />

; cilt: i ; Ahlak ın çe şitli olmas ı sebepleri risalesi.<br />

; cilt: 3, Ölüm ve hayat ın mahiyeti risalesi<br />

; Cilt; ı ; time ait s ın ıflar risalesi.<br />

; cilt: 2; İnsan küçük âlemdir risalesi.<br />

; cilt: 2; CÜZ' İ nefslerin insan bedenlerinde meydana<br />

; cilt: 2; Cüz'i nefslerin insan bedenlerinde meydana<br />

Nefs ve kuvvetleri ve mertebeleri hakk ında ayr ıca bk. Resâil.<br />

....; cilt: 2; Sema ve Mem risalesi.<br />

Nefsin bakaas ı hakkında ayr ıca bk. Resâil<br />

safa'n ın i'tikadlar ı risalesi.<br />

; cilt: 4; thvanus-<br />

22 Şahabeddin SühreverdPnin (Hikmet-i i şrakiye)sine yakın<br />

bir görüşün daha önce Ihvanussafaca da bilindi ği bu sözlerde<br />

aç ıkça görülmektedir.<br />

23 Bk. Resâil...; cilt: 4; Nâmûs- ı İlâhî risalesi. Ayr ıca bk.<br />

Resâil...; cilt: 3; Mahiyet'ul-A şk risalesi.<br />

24 Bk. Resâil...; cilt; 3; A şkın mahiyeti risalesi.<br />

25 Bk. Resâil...; cilt: 3; Dü şünceler ve dini hükümler risalesi.<br />

Ihvanussafa psikolojisi için ayr ıca bk. Cavit Sunar; islam Fehsefesi<br />

Dersleri; say: 49-5o; <strong>Ankara</strong>, 1967.<br />

26 ibn Miskeveyh, Allah' ı ıspat konusunda: "Allah, zât bak<br />

ımından nurdur"; Psikolojisinde de: "Nefs, akla do ğru hareket ederse<br />

ondan nur al ır, faylan ır" diyor.<br />

27 Şahabeddin, ruhun ebedili ğine inanıyorsa da Fârâbi gibi<br />

ezeliliğine inanmamaktad ır.<br />

28 İbn Sina.<br />

29 St. Augustine.<br />

207


3o Bu görü ş, (Ph6tomnologie) ceryannun şuur telâkkisine<br />

çok yak ınd ır.<br />

Sahabeddin. Sühreverdi'nin psikolojisi için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islam Felsefesi Dersleri; say: 163-169; <strong>Ankara</strong>,<br />

1967.<br />

31 1bn. Tufeyl'in bu felsefi roman ında ortaya att ığı (Fıtri Fikirler)<br />

meselesi daha sonra Descartes'e büyük etki yapm ış ve Frans ız<br />

Rasyonalizminin temeli olmuştur.<br />

32 İbn Tufeyl psikolojisi için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islam Felsefesi Dersleri; say: 71- t 75; <strong>Ankara</strong>,<br />

I 96 7 .<br />

Konu: II Ek Notlar ı<br />

ı Bu noktada Ihvanussafa Risalelerinde de şöyle deniyor:<br />

nefslerin en iyi hali, ilahi i şleri bilmek, Rabbani bilgileri tan ımakt ır.<br />

Farabi de bu iki kemâle önemle i şaret etmektedir.<br />

2 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I.; chap., I.<br />

3 Bk. Aristo; Nicomac... ; Book. I.; chap., v .<br />

4 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. III; chap., ı II , v, v, v ı .<br />

özellikle bk. Aristo; Nicomac...; Book. II; chap., ııı , Iv, v, v ı .<br />

5 Bk. Aristo; Nicomac... ; Book. II; chap., ı ı I ; Book, III;<br />

chap., I , Iv, v; Book, VI; chap., x.<br />

x ııı .<br />

V 1 ;<br />

6 Bk. Aristo; Nicomac... ; Book, I, chap., I,<br />

7 Bk. Aristo; Topics; ı oob"-".<br />

8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I.; chap., v; Book, VI.; chap.,<br />

9 Bk. Aristo; De Partibus Animalium; 586' 27'.<br />

to Bk. Aristo; Nico ınac...; Book, X.; Chap., x.<br />

ı t Bk. Aristo; Nicomac...; Book. II; chap., t; Book., I; chap.,<br />

Book. I; chap., It.<br />

12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X, chap., x.<br />

13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap., ı x.<br />

Bütün bu hususlar için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />

Meselesi; say: 65-66, 188-19o; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />

208


14 Fal-abi; Kitab say: 5-7-<br />

Bu hususta Eflatun da şöyle der: "Bilgi, faziletlerin ba şıdır".<br />

Farabi; ahlâkta, bazan Aristo'ya bazan da Eflâtun'a uygun<br />

hareket eder ve bazan da Tasavvuf'tan kazand ığı (Nefs Tasfiyesi)<br />

ile her ikisinin de üstüne ç ıkar. Farabl'ye göre nefs tasfiyesi, aklin en<br />

yüksek yoludur ve nefsin safas ı da Felsefe sonucudur. Farabi bu fikri<br />

ile Islam Aleminde Ahlak)n ın kurucusu ve İbn (Akil<br />

Tasavvuf)unun ve Kant' ın da (Akil Ahlak)nun öncüsüdür.<br />

15 Bk. Fârâbâ; Kitab al-Tahsil al-Saacle; say: 32.<br />

16 Bk. Farabi; Medlnet al-Facl ıla..; say: 32.<br />

Bk. Farabl; Kitab al-Siyasat Al-Medeniyye; say: 47 -49.<br />

18 Bk. Farabi; Kitab Uyün al-Mesâil; say: 27.<br />

ıg Bk. Farabi; Kitab al, Tanbih; say: 7-8.<br />

20 Bk. Fârabi; Kitab fima Yanbagi en Yukaddime Kable Taallüm<br />

al-Felsefe; say: 4; ayr ıca bk. say: 5,7.<br />

21 Bk. Ihvanussafa Risaleleri cilt: ı ; Düşünceler ve Dini Hükümler<br />

Risalesi.<br />

22 Bk. Ihvanussata Risaleleri; cilt; 4; Ihvanussafa'n ın Muaşeretleri<br />

Keyfiyeti Risalesi. Ayr ıca bk. cilt: 3; A şkın Mahiyeti Risalesi.<br />

23 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; ; Ahkak ın çeşitli olmas ı-<br />

nın Sebepleri Risalesi.<br />

24 Bk. Ihvânussafâ; Resâil...; cilt: ı ; Ahlak ın Çeşitli Olmas<br />

ının Sebepleri Risaelesi.<br />

25 Bk. Ihvanussafa: Resâil...; cilt: 4; ihvanussafâ'mn. Mua şeretlerinin<br />

Keyfiyeti Risalesi.<br />

26 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: ı ; Ahlak ın Çe şitli Olmas ı-<br />

nın Sebepleri Risalesi.<br />

27 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: 4; Namus-1 Ilahrnin Mahiyeti<br />

Risalesi. Ihvanussafâ'ya göre Peygamberler cahil de ğildirler.<br />

Farabi'ye göre ise Filozoflar ın derecesi Peygamberlerden üstündür.<br />

Bu konuda İbn Sina ve İbn Rüşd Ihvanussafü'ya uymu şlard ır.<br />

28 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: 3; Tekrar Dirilme ve K ıyamet<br />

Risalesi.<br />

Konu: III EK Notlar ı<br />

ı Sahib kelimesinin iki anlam ını birbirinden ay ırmak gerekir.<br />

Bir anlama göre sahib kelimesi (kendinde var) anlam ınad ır; mesela,<br />

209


(Iline sahib) dedi ğimizde, bu (kendinde ilim var) anlam ınadır. Fakat,<br />

bir anlama göre de sahib kelimesi (kendi hükmü alt ına almış)<br />

demektir. O takdirde de (ilme sahib) demek, (filmin sahibi, ilmi<br />

kendi hükmü alt ına, kabzas ına almış) demektir.<br />

2 ilâht Hayat, tamaml ıl ık, kemâl, mutlak güzellik ve mutlak<br />

iyiliktir. Bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. 5; Book, VI; chap. xiii.<br />

3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. i i i, v, vs.<br />

4 Bk. Aristo; Nicomacb...; Book, I; chap. ı .<br />

5 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. ii, tii, vi. x ı .<br />

6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. vi , vi<br />

7 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. y ı, Non, ıx, x, x ı .<br />

8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap. ıx, x ıı .<br />

9 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. v,<br />

io Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. x.<br />

Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. x ı .<br />

12 Bk. Aristo; Nikomac...; Book, X; chap. v ı. vın.<br />

13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. VII; chap. x ııı, x ıv.<br />

Bk Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. v ıı,<br />

Hayır ve Mutluluk meselesinde Fârâbl ile Aristo'yu kar şılaştırmak<br />

için ayr ıca bk. Aristo; Nicomac...; Book, I, II. Aktif ve Pasif<br />

akıl konusunda Fârabi ile Aristo'yu kar şılaştırmak için bk. Aristo; De<br />

Anima; III., 4. Akl ın iyiyi ve kötüyü ayırmas ı konusunda da ayr ıca<br />

bk. Aristo; De Anima; III., 3. Ve bütün bunlar için şu esere bak ınız:<br />

Richard McKeon; The Basic Works of Aristotle; p. 308-347; p. 217-<br />

221; p. 213-217; New York, 1 94 1 .<br />

Bk. Fârâbl; Kitab al-Tanbil ı...; say: 21-22.<br />

16 Bk. Fârâbl; Kitan al-Tanbih...; say: 21-22.<br />

17 Bk. Fârâbi Medinet'ül-Füd ıla...; say: 66.<br />

18 Bk. Fârâbi; Medineeül-Fâd ıla...; say: 93.<br />

ig Bk. Fârübi; Medinet'ül-Fâd ıla; say: 95-96. Ve ayr ıca bk.<br />

Fârâbl: Siyaset'ül-Medeniyye: say: 52.<br />

20 Bk. Fârâbl; Risale al-Daaviyy al-Kalbiyye' say: 132.<br />

Bu konularda Fârâbl'nin fikirleri için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; İslamda Felsefe ve Fârâbl; say: ı ı 7-129 ; 13o--<br />

195; <strong>Ankara</strong>, 1972<br />

210


21 Bk. Ihvânussafâ; Resâil...; cilt: I; Ahlak ın çeşitli olmas ının<br />

sebepleri risales:<br />

22 Bk. Ihvanussafa: Resâil...; cilt: 3; İlel ve Ma'161at Risalesi.<br />

23 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: 4; Ihvanussafâ'run muaşeretleri<br />

Pisalesi.<br />

24 Bk. Ihvanussafa; Resâil...; cilt: I; Ahlakl ı), çeşitli olmasının<br />

sebepleri<br />

25 Bk. Ihvanussafa; Resâill; cilt: 4; Iyman ın mahiyeti risalesi.<br />

Konu: IV Ek Notlar ı<br />

ı Bu konu için ayr ıca bk. Aristo; Rhetoric, 1357-"'"<br />

2 Bu konu için ayrıca bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap.<br />

xııı; Book, VI; chap. I.<br />

3 Bu konu için ayrıca bk. Aristo; Nicomac...; Book. I; chap.<br />

xııı ; Book. VI; chap. . ı-x ı ; Book, X; chap. v ııı.<br />

4 Arisro'da Ahlaki Fazilet için bk.<br />

Aristo; Nicomac...; ı lo51P-1 lo7a8<br />

Aristo'da ba şl ıca Ahlaki Formlar hakk ında bk.<br />

Aristo; Nicomac... ; ı o7" 8- ı ı o81:16<br />

Aristo'da Aklî ve Ahlaki Faziletler için bk.<br />

Aristo; Nicomac... ; I 02"— I ı o8".<br />

Aristo'da (Cesaret) için bk.<br />

Aristo;<br />

Arsito'da (Adalet) için bk.<br />

Aristo; Nicomac...; ii29b ı ı_ , 32 a7 .<br />

Arsito'da başl ıca Akil Faziletler için bk.<br />

Aristo; Nicomac...; ı ı 38"- ı 129".<br />

5 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. ıv.<br />

6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. v.<br />

7 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. x ııı.<br />

8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. v ııı.<br />

9 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. v ıı ; ayrıca bk. Book<br />

III; chap. v ıı.<br />

io Bk. Aristo; Nicomac...; Book, I; chap. xm.<br />

211


Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. 11.<br />

12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; 11, v, v ı, vıı, vııı .<br />

13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ı, vıı, xı, xıı.<br />

14 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap vii; Book-III; chap.<br />

xııı, x ıv.<br />

15 Bk. Aristo; Nicornac...; Book, III; chap. ıx—xı .<br />

ı 6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. 1-111.<br />

17 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ııı .<br />

18 Bk. Aristo; Nicornac...; Book, V; chap v ın.<br />

ig Arsito'da küçük faziletler ve rezileder hakk ında ayr ıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii; Book, IV; chap. ı—xv;<br />

Book, VII; chap. 1—x ı.<br />

20 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. x ı—xııı .<br />

21 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ııı, ıx.<br />

22 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ıı .<br />

23 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VI; chap. v ı, vii, x ı, xıı .<br />

24 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. 11.<br />

25 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. vii.<br />

26 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. n ı .<br />

27 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii.<br />

28 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. ıx.<br />

29 Bk. Aristo; Nicomac; Book. II; chap. vii.<br />

3o Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x.<br />

Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ı .<br />

32 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x.<br />

33 Bk. Aristo. Nicomac...; Book. III, cahp. x.<br />

34 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ı.<br />

35 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. 1.<br />

36 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V, chap. ıı .<br />

37 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap; ıx; ayr ıca bk. Book,<br />

V; chap, 1, v ı .<br />

212<br />

38 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap.<br />

39 Bk. Aristo; Book, V; chap. n ı.<br />

4o Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. ıv.<br />

Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap, v. v ıı .


42 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. vn ı.<br />

43 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, V; chap.<br />

44 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. v ıu.<br />

45 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x.<br />

46 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, V; chap. x ı.<br />

47 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x.<br />

48 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, V; chap. x.<br />

49 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x ıv.<br />

50 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. ıı.<br />

51 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. ıx.<br />

52 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. xv.<br />

53 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, V; chap. x ııı .<br />

54 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii; Book, IV;<br />

chap. x ıı.<br />

X111.<br />

55 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii; Book, IV; chap.<br />

56 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii; Book, IV;<br />

chap. x ıv.<br />

57 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii; Book, IV;<br />

chap. ıı .<br />

58 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. n ı.<br />

59 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. ıı.<br />

6o Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. ın.<br />

61 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap.<br />

62 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. ıı.<br />

63 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book; IV; chap. ı .<br />

64 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. vii.<br />

65 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. v ı.<br />

66 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV; chap. v.<br />

67 Bk. Aristo; Nicomac... Book, IV; chap. vii.<br />

68 Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, IV. chap. ıx.<br />

6g Bk. Aristo; Nicomac... Book, IV; chap. v ıı .<br />

7o Bk. Aristo; Nicomac.. .; Book, II; chap. v ıı; Book, IV;<br />

chap. x ı .<br />

71 Bk. Aristo; Nicomac. ..; Book, IV; chap. xv.<br />

213


72 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. I.<br />

73 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. 1.<br />

74 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap.<br />

75 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. ıx.<br />

76 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap.<br />

77 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ııı .<br />

78 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ııı.<br />

79 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. x ı .<br />

80 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ın.<br />

81 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ıı.<br />

82 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. x ı .<br />

83 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. x.<br />

84 Bk. Aristo; Nicomac...; Book. VII; chap. x.<br />

85 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ı .<br />

86 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ııı .<br />

87 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; cahp. n ı .<br />

88 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v ı .<br />

8g Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. v.<br />

go Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VII; chap. vii.<br />

91 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. vii.<br />

92 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ıv.<br />

g3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; 'chap. v ıı .<br />

Aristo'daki bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; İslam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />

Meselesi; say: 65-66; 188-190; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />

94 Bk. Frabi; Tahsil al-Saada:, say: 2.<br />

95 Bk. Farabi; Tahsil al-Sâad; say: 21.<br />

g6 Bk. Farabi; Tahsil al-Saada; say: 26-29.<br />

97 Bk. Farabi; Fad ıl Medine kitab ının Fad ıl ve Cahil, yani<br />

bilgili ve bilgisiz Şehirler Halk ı konular ı.<br />

Farabi'deki bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; İslamda Felsefe ve Farabi; say: 68; 117-12g;<br />

130-135; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />

98 Bk. İhvanussafa; Resail...; cilt: ı ; Mukaddime, say: 6.<br />

214


Konu: V Ek Notlar ı<br />

ı Bu konuda Aristo'nun fikirleri için ayr ıca bk. 4risto-Nicomac...;<br />

Book, VIII; chap. 1.<br />

2 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. iii, ıv.<br />

3 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />

Aristö; Nicomac...; Book, VIII; chap. ıv.<br />

4 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. iii, v, x, xv.<br />

5 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap, ıv, vıı .<br />

6 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. v ııı, ıx; Book, IX; chap.<br />

v, vı, vıı.<br />

7 Bu hususta Aristo görüşü için ayrıca bk.<br />

1X.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. x.<br />

8 Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII, chap. n ı .<br />

g Bu hususta Aristo'nun görü şüb için ayr ıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap.<br />

ı o Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayr ıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII'; chap. ıv.<br />

ı ı Bu hususta Aristo'nun görü şü için ayrıca bk.<br />

Aristo; De Partibus Ardmalium; 686a" -28.<br />

12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, V; chap. x.<br />

13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. x.<br />

14 Aristo'nun bu husustaki fikirleri için ayr ıca bk.<br />

Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap, ı-xı.; Book, IX; chap.<br />

15 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. ı .<br />

16 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. ı .<br />

17 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. v ı .<br />

18 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; Book, VIII; chap. ıı .<br />

ig Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; x ıı, xııı.<br />

20 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. x ıv.<br />

215


21 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. xv ı .<br />

22 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. 1.<br />

23 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. v ıı, xv, Book,<br />

IX; chap. v.<br />

24 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap, x.<br />

25 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. ıx.<br />

26 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıv.<br />

27 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. v ııı .<br />

28 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıx.<br />

29 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x.<br />

3o Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ı .<br />

31 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ıı .<br />

32 Bk, Aristo; Nicomac...; Book, VIII; chap. x ı.<br />

33 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap.<br />

34 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. 11.<br />

35 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıx.<br />

Aristo'da bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />

Meselesi, say: 65-66 ; 188-190 ; ı 8o- ı 9 ı ; <strong>Ankara</strong>, ı 973.<br />

36 Bk. Fârâbl; Medinet al-Fâd ıla.<br />

37 Bk. Fârğbi; Tahsil al-Sa ğda.<br />

Fârabl'nin bu hususdaki fikirleri için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islâmda Felsefe ve Fârâbi; say: 68-69; 135-137;<br />

<strong>Ankara</strong>, 1972.<br />

38 Bk. Ihvânussafâ,; Resâil...; Cilt: 2; say: 468.<br />

39 Bk. Ihvânussafğ; Resâil...; Cilt: 3; say: 307-3o9.<br />

Konu: VI Ek Notları<br />

Bk. Aristo; De Anima; 43oa"<br />

2 Bk. Aristo; De Anima; 403a 5-6, 413a4.<br />

Aristo'ya göre har canl ı varl ık ruh ve bedenden bire şiktir ve<br />

tabii olarak, bunlardan biri, idare eden; di ğeri de idare edilendir.<br />

Bk. Aristo; Politics; 1254a" -"<br />

216<br />

3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. ıx.


4 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, III; chap. x ıı .<br />

5 Aristo'ya göre Micenabl ık, insan ın kendisini yüksek şeylere<br />

layık görmesi ve gerçekten de yüksek şeylere lay ık olmas ıdır.<br />

Alicenab bir kimse için asil bir do ğuş, büyük siyasi mevkiler<br />

veya büyük servetler hep birer şeref vesilesidir. Fakat gerçek Şeref,<br />

ancak, Fazilettir. Fazilet olmadan ne asil bir do ğşun, ne siyasal kuvvet<br />

ve kudretin ve ne de servetin bir k ıymeti olabilir.<br />

Aristo, MIcenab bir kimsenin belliba şlı vas ıflannı şöylece s ırzlamaktad<br />

ır.<br />

ı Küçük tehlükelerle ve genellikle tehlükelerle kar şıla şmaktan<br />

çekinmek, fakat, büyük tehlükelere haz ır olmak.<br />

2 Başkalar ına lutf ve keremde bulunma ğı sevmek, fakat, ba ş-<br />

klalrından lutf ve kerem bekleme ği ve kabul etmeği ayıp saymak.<br />

3 Lutf ve keremde bulunmaktan ve yaln ız bu iyi haslattan<br />

ötürü dillerde dola şmaktan ho şlanmak.<br />

4 Nâm ve Şan'a önem vermemek.<br />

5 Yüksek tabakadaki insanlara kar şı, yüksek; orta tabaka<br />

insanlarına karşı da orta ve ölçülü bir benlik ta şımak.<br />

6 Benlik iddias ında bulunmaktan ve ba şkalar ının üstünlüğüne<br />

dil uzatmaktan kaç ınmak.<br />

7 Hiç bir zaman ve hiç bir suretle tela ş ve acele etmemek.<br />

8 Her zaman de ğil; aras ıra icratta bulunmak; fakat, kendine<br />

büyük bir nâm kazand ıracak icraatta bulunmak.<br />

9 Her hangi bir kimseye kar şı dostluğunda da dü şmanlığında<br />

da hiyleye kaçmay ıp dürüst olmak.<br />

nı Şan ve Şöhretten ziyade i şin gerçeğine önem vermek, dolayısiyle,<br />

gerçekçi olmak; ve işinde daima doğru olmak ve daima do ğ-<br />

ruyu söylemek.<br />

ı Başkalarına yüz suyu dökmekten ve kulluk göstermekten<br />

kaç ınmak.<br />

12 Az da olsa, Ihsan'da bulunmak.<br />

13 Kin gütmemek.<br />

14 Dedikodudan çekinmek ve ne kendi hakk ında ne de ba şkaları<br />

hakkında fazla konu şmamak. Ba şkalar ının kendini övmesinden<br />

hoşlanmamak ve ba şkalarını da kötülememek. Ama, gerekti ğinde,<br />

tahkir'den bile çekinmemek.<br />

15 Çaresiz ve ma'nas ız şeyler için göz ya şı dökmemek.<br />

217


16 Asaleti, fayda'dan daima üstün tutmak.<br />

Ve yine Alicenab bir kimse, kendini diğer insanlardan üstün<br />

görüp onlarla zevklenip alay etmemeli ve herkese, derecelerine göre,<br />

insan muaamelesi yapmal ı.<br />

Ve yine Alicenab bir kimse hareketlerinde sakin olmal ı, konuşurken<br />

sesi derinden gelmeli, vakûrâne ve ilahi bir tonla konu şmalı.<br />

Alicenab bir kimsenin hayatta en ziyade önem verdi ği şey<br />

Şeref'tir. Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IV; chap. v ııı .<br />

Doğuştan asil olmayanlar Alicenab olamazlar.<br />

Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IV; chap. ını.<br />

Aristo'nun bu fikirleri için dolay ısiyle ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />

Meselesi; say: 65-66 ; 188-190 ; <strong>Ankara</strong>, 1973<br />

6 Mısır'da Müeyyed Matbaas ında bas ılan (Mebacli-i Felsefe-i<br />

Kadime) adl ı kitapta Farabl'nin yüz yirmi dokuz eserinden söz edilmektedir.<br />

ry Farabi bu risalesinde şöyle diyor: insani nefsler için bedenden<br />

ayrıldıktan yani ölümden sonra Mufar ıkların mutluluğu cinsinden<br />

(yani Soyut) bir mutluluk vard ır ve bu çe şit mutluluğun en<br />

mükemmeli de Kamil ve Fad ıl nefslere mahsustur.<br />

Bk. Farabi; Risale fi Ispat al-Mufarakaat; say: 8<br />

Farabl, yine şöyle demektedir.<br />

Beden, nefsin vücudu için mutlaka şartt ır. Fakat, nefs bakas ı<br />

bakımından bedene muhtaç de ğildir. Nefs, kamil olmadığı halde<br />

bedenden ayr ıldığı takdirde de bedensiz kemâle gelebilir.<br />

Bk. Farabl; al-Ta'likaat; say: 13. Fal-abi; Medinet al-Fâcl ıla;<br />

say: 94-95. Farabi, yine şöyle demektedir.<br />

Nefs, bedenden ayr ıld ıktan sonra da hiç bir cismani kuvvete<br />

muhtaç olmaks ız ın, küçük çocuklarda görüldü ğü gibi, onda kasitsiz<br />

ve fark ına var ılmadan ma'kulleri alg ılama yetisi has ıl olur.<br />

218<br />

Bk. Farabi; al-Ta'likaat; say: 3-4-<br />

Ve yine Farabi. şöyle demektedir:<br />

Senin ruhun, Emr Alemi cevherindendir.<br />

Bk. Farabi; Fusûs; fas: 29.<br />

8 Farabi bu hususta da şöyle diyor.<br />

İnsana en ziyade has olan Hayr, ak ıldır. Çünkü, insan ı insan ya-


pan akıld ır... Ona, eskiler (Nutk) ve bu yüzden, insana da (Nat ık)<br />

demişlerdir... Nutk'u kemâle ula ştıran san'ata da (Mant ık) derler.<br />

Bk. Farabi; Kitab al-Tanbih; say: 22-23.<br />

Ve yine Farabi bu konuda şöyle demektedir:<br />

Akıl, hayır ve şerri ay ırd etme yetisine sahiptir. Bu sebeple de<br />

bilgi, Faziletlerin en büyü ğüdür ve Amel'den de üstündür.<br />

Bk. Farabi; Kitab al-Tanbih; say: 5-7.<br />

Farabrnin bu yoldaki fikirleri için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; İslamda Felsefe ve Fark:ıl; say: 68, 117-12g;<br />

13o-135; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />

g İbn Miskeveyh'in Konu: VI daki bu husustaki fikirlerine<br />

bakınız.<br />

ı Bu husuita ayr ıca bk.<br />

Konu: VII Ek Notları<br />

Ismail Hakk ı Izmirli; Felsefe-i İslâmiyye Tarihi (Birinci Kitab:<br />

Ya'küb b. İshak El-Kindi; Sayfa: ı g; Istanbul, 1338 (H).<br />

Izmirli, El-Kindrnin Ruhi T ıbba ait eserleri aras ında, Yukarıda<br />

işaret ettiğimiz sayfada (Risale fî al-H ıyla li Defil-Ahzan) adl ı<br />

bir risaleden söz etmektedir.<br />

El-Kindi de Eflatun gibi ruhun bedenden önce varl ığını kabul<br />

eder. Ona göre nefs, basit bir cevherdir, ölümsözdür ve cisimler<br />

üzerine etkilidir. El Kindrnin nefs hakk ındaki görüşü Fa'al Akıl<br />

nazariyesine ba ğl ıd ır.<br />

El-Kindrye göre nefsin mutlulu ğu ilim nedir ve nefs safla ştıkça<br />

da gizli ilimler ve âlemler kendisine aç ıl ır. Bilgi bak ımından da akl ın<br />

dereceleri vard ır. Nefsin Allah'a nisbeti, Güne ş ışığının Güneşe nisbeti<br />

gibidir.<br />

El-Kindrnin Nefs ve ilim hakk ındaki şu sözleri meşhurdur:<br />

Ilim baaki, cehalet ise yok olucudur.<br />

Cahil kimse rezildir.<br />

Nefsine mâlik olan pek büyük memlekete mâlik olmu ş olur.<br />

Akıllı insan sanır ki ilminin üstünde daha bir ilim vard ır ve<br />

bundan ötürü daima tevazil içinde olur; cahil kimse ise ilminin sona<br />

erdiğini sanır. Onun için beşeri nefsler ona bu'z eder.<br />

Insan bedenini ve özellikle nefsini, büyük çapta etkileyip kuvvet<br />

verici ve harekete getirici olmas ı bakımından El-Kind, musiki<br />

219


ile de uğraşmış ve musikinin insanın ruhunu ilahi ve nürâni âleme<br />

yükseltip Allah' ın vas ıflariyle vas ıflanmas ına yard ım ettiğini ileri<br />

sürmüş ve bu yolda yedi kadar da eser yazm ıştır. Musikinin bu büyük<br />

etkisinden dolayı, çoğu filozoflar ın da musiki ile uğraştıkları,<br />

hatta, musiki aletleri icad ettikleri hep bilinmektedir. Mesela, Aristo,<br />

bu maksatla, Erganon'u ıycad etmi ştir. El-kindrnin de Ud çalmakta<br />

pek usta oldu ğu ve ud çalma takti ği ile de bir felçliy ı iyi ettiği söylentisi<br />

yayg ındır Fakat, bu alanda da estadl ık pâyesi yine Farabrnindir.<br />

Musikinin nefse büyük etkisini hakkiyle alg ılayan ve musiki<br />

ilmini gerçekten ortaya koyan me şhur Filozof Fisagor'udr. Bu hususta,<br />

İzmirli, özellikle şöyle dçmektedir:<br />

"Musikinin kurucusu Fisagordur. Fisagor, güzel ve kadieli ses<br />

ilmini, ahenk ve makmalar ın uygunluğunu ortaya koymu ş ve onlar ı bir<br />

takım adedi nisbetlerle aç ıklamışt ır. Fisagor, bunu Nübüvvet mişkatından<br />

elde etti ğini bildirmiştir. Nitekim, onun, M ıs ır'da Hz. Süleyman'<br />

ın ashab ından bir çok şeyler iktibas etti ği söylenmektedir. İnsan<br />

nefsleri seslerden etkilenir ; âhenk ve makamlar ın yani nağmelerin<br />

bedenleri etkileyerek ruhu harekete getirmede büyük rolü vard ır.<br />

Musikiden maksat, ruhlar ı Kutsal âleme al ışt ırmakt ır. Tabiat<br />

denen âlemin üstünde, akl ın, güzelliğini ve kiymetini kavrayamayacağı,<br />

saf ve halis nefslerin muhtaç olduğu, ancak hayvani şehvetlerden<br />

uzakla şmak ile ele geçeceği ruhani ve nurani bir âlemin varl ığına<br />

inanan Fisagor, ifadesi gere ği, musikiyi Nübüvvet mi şkat ından almaktad<br />

ır ve musikiden as ıl maksat ta ruhu Kutsal âleme al ıştırmaktan<br />

başka değildir. Çünkü, o, vezinli olan na ğmeler duyma hassesine şu<br />

sözleri söyletmektedir: Ey tab' ın fuhşiyyat ve sefâhetinde sersemle şip<br />

kalmış olan, cisimlerde bo ğulan Nefs! Haydi, kuvvet ve kudret sahibi<br />

pek büyük bir Padi şah olan Allah' ın huzurunda s ıdk makam ındaki<br />

ruhani ak ıllara, nûrâni g ıdalara, ve Kutsal mekânlara dön!<br />

Nağmelerin, insan ın ruhunu ilahi ve nurâni âleme yükseltmesinden<br />

ve dolay ısıyle Allah' ın vasıflar ı ile vas ıflanmas ına ve bundan<br />

ötürü de O'na benzemesine şevk verdiğinden dolay ıd ır ki Aristo,<br />

Erganon'u iycad etmi şti.<br />

Ilk önce Mizmar çalma san'at ını ortaya koyabilenler, nefse<br />

ait elemleri, bu gözel ve kaideli ses (Elhan)lerle ve musiki aletleri<br />

kullanarak tedavi ederlermi ş. Çünkü bedene şifa veren şey Nefse ait<br />

elemlere de şifa verir. Hz. Davud'un Mezâmir (Naylar, Kavallar,<br />

Düdükler)i me şhurdur. Biliyoruz ki Hz. Davud, pek güzel sesli idi<br />

ve pek güzel Nay çalard ı. Bu yüzden de onun okuduğu (Zebür), Nay'a<br />

220


enzetilmi ştir. Allah'a karşı yap ılan yalvar ış ve yakar ış, yani dua<br />

çeşitlerine de (Mezamir) denir.<br />

Nağmelerin bu yüksek vas ıflar ına karşı baz ı aşağı vasıfları da<br />

vard ır. Mesela, baz ı nağmeleri dinlemek, baz ı nefslerde hayvani<br />

şehveti harekete getirir, onu cismani heva ve heves derekesine indirir.<br />

Bundan ötürüdür ki musiki, insanlar ın haslarmın hass ına faydal ı,<br />

fakat, halka zararl ıdır. Ve yine bundan ötürüdür ki, s ırf halk ı zarardan<br />

korumak maksadiyle, Fakih'ler ve hususiyle Irak Fakihleri Şarkı<br />

ve Türkü söylemeği şiddetle yasaklamışlard ı. Fakat, Büyük Mutasavvıflar,<br />

Ilahi Hakimler mesle ğine uyarak Nefs Tasfiyesi hususunda<br />

musikinin büyük etkisini gözden uzak tutamam ışlar ve Şark ı ve Türkü<br />

söylemekte Nay çalma ğı tavsiye etmi şlerdir (Zikr ve tehlil ve Kur'-<br />

anın okunu şuna muhsus güzel ve kaideli sese yani (Elhan)a (Tagbir)<br />

derler. Tagbir demek, âhiret hallerini hat ırlatmak demektir. A şk<br />

ve şevk gibi hallere ait olan şiirler ile birlikte yap ılan güzel ve yava ş<br />

sesle şarkı söyleme de G ına ad ını alır). Mesela, Mevlana, şöyle diyor:<br />

Bu Nay' ı dinle ki neler anlat ıyor- Ayr ılıklardan nas ıl şikayet<br />

ediyor.<br />

Güzel ve kaideli ses dinlemek herkese ba şka başka birer zevk<br />

verir. Mesela, güzel ses, baz ı insanlara Allah' ın Izzet ve Huzurundan<br />

haber verir ve âlemin ruhunu koklat ır, cana s ıhhat verir; baz ı<br />

insanları da hayvanî şehvetler ve e ğlencelere sür-Uler. Güzel yüz,<br />

nefse haz verir, fakat, güzel ses, ruha kuvvet verir, ruhun g ıdas ı olur.<br />

Musiki, başlıca iki kısma ayr ılır:<br />

ı Nağmelerin hallerinden bahs eden k ısım (Te'lif)<br />

2 Vezn aç ısından nakarât aras ına giren zamanlar ın hallerinden<br />

bahs eden k ıs ım ( İ'ka') ki bu şark ı bendlerinin sonunda tekrarlanan<br />

beyit veya m ısra'lar ı (Nakarat) ve güzel ve kaidelei sesleri<br />

(Elhan) ı yerli yerine koymakt ır.<br />

Musiki, Matematik ilimlerinden bir koldur. Musikiden tam<br />

anlayabilmek için tam be ş ilim kolunu iyice bilmek gerektir ki onlar<br />

da: Fizik, Tıb, Hendese, Semaya ait haller ve hareketler ilmi,<br />

(İlm-i Hey'et), Y ıld ızlara ait haller ve hareketler ilmi ( İlm-i Nücûm)<br />

nen ibarettir. İşte, El Kindi, bu be ş ilim kolunu hakkiyle biliyordu,<br />

dolayıs ıiyle, Musiki san'at ında da pek usta idi.<br />

Islam ın zuhurundan önce Iran ve Yunan memleketlerinde<br />

Musiki, pek üstün tutuluyordu ve Islâmdan sonra da Islam'a ilk giren<br />

ilim ve san'at Musiki olmu ştur. Çünkü, Musiki ilmi, nakle ve<br />

tercümeye ihtiyaç gösteren bir ilim de ğildi, Bu sebeple Iran ve Rum<br />

221


şarkıc ılar ı derhal Hicaz'a götürüldüler ve Islân ıiyetin daha ilk yüz y ı-<br />

l ında Mekke'de gür sesli, Muskii merakl ısı Mekkeli (Sait b. Müseccah)<br />

ad ındaki bir köle bunlardan musiki ö ğrendi. O vakte kadar Arapların<br />

şark ıları ve türküleri sade ve basit na ğmelerden ibaretti. Tercüme<br />

ve nakil devrinde ise Musiki eserleri de Arapçaya tercüme olundu.<br />

Mesela, Musikinin kurucusu Fisagor'un, Fisagor mezhebinde<br />

olan Nikomahos'un, Oklides'in, Aristo'nun kitaplar ı ile Hind'den<br />

. Beyâfer (Hikmet Meyvalar ı) adl ı kitap tercüme edildi ve bu tercümelerle<br />

İslamda gerçekten, bir musiki ilim ve sar'at ı meydana geldi.<br />

Nağmeler ve güzel sesler, perde perde, seyr ve devr ederek kemalini<br />

buldu. Şarkı söyliyenlerin şiirler ve edebi nâdir şeyler ezberlemesi,<br />

ve Arapça bir ibarenin. Nahiv kaidelerine göre hal edilip uygulanmas<br />

ı şart koşuldu; yani, şarkıcılar, cahillikten kurtar ıld ı . Şarkıc ılar<br />

içinde Edebiyat ve Lugatta büyük üstadlar bulundu ğu gibi, Zeryâb<br />

gibi, Gök cisimlerine ait ilimde de üstad olanlar vard ı .<br />

İşte böyle bir yüz y ılda yaşayan El-Kindi de Musiki san'at ı-<br />

nın gerek nazari ve gerekse prati ği hakkında; musiki san'at ı hakkında;<br />

musiki san'at ı ile ilişkisi aç ık olan Şiir san'at ı hakkında ve ne zaman<br />

ihtira olundu ğu bilinmeyen Ud çalma san'at ı hakkında çeşitli<br />

risaleler yazm ıştır.<br />

Musikinin., halkın mizac ına, dönen y ıldızlara bir suretle tam<br />

bir nisbeti bulunmakla etkilerinin de vakitleri ve günleri vard ır. Baz ı<br />

makamlar, insana kuvvet ve casaret verir ve insan ı tam bir surette<br />

ferahlat ır. Bu gibi makamlar ın özellikle, biz Türklerde pek büyük<br />

etkisi olduğu söz götürmez.<br />

Musikinin, insan vücuduna &iz olan illetler ve hastal ıklar ile<br />

de bir nisbeti vard ır ve dolay ısiyle, yukar ıda i şaret edildiği gibi bu<br />

hastal ıklar ın özellikle ruha ait k ısımlarmın tedavisinde de bir nisbeti<br />

ve rolü vard ır.<br />

El-Kindi'ye göre, musikini ıı, her s ınıf insana ve hatta her insanın<br />

tabiat ı ve mizac ına göre etkileri hep ayr ı ayrıd ır. Bk. Izmirli;<br />

ayni kitap; say: 44-47.<br />

El-Kindi, Ahlak konusunda da Eflâtun'a ve dolay ısiyle Sokrat'a<br />

uymuş ve Islam alemine Felsefi bir ahlak getirmi ştir.<br />

El-Kincli'ye göre de Ahlak, ba şlıca, Hikmet, İffet, Şecaat ve<br />

Adalet gibi dört büyük fazilete dayanmaktad ır ki bunlar ın karşıtları<br />

olarak ta Câhillik, Namussuzluk, Korkakl ık ve Zulüm gibi dört<br />

büyük rezilet Vard ır.<br />

Sokrat, dört büyük faziletten, Hikmet, Iffet ve Şecaat' ı şahsi<br />

222


faziletlerden; Adalet'i ve siyaseti sosyal faziletlerden; Ibâclet'i, dini<br />

faziletlerden sayard ı.<br />

El-Kindi'nin (Teshil al-Sübül al-Fezâil) adl ı Faziletleri aç ıklayan<br />

kitab ı da pek önemlidir.<br />

El-Kindi, oğlu Ebu el-Abbas'a şu vasiyyette bulunmaktad ır:<br />

"Oğulcağız ım! Baba, sahibtir; karde ş, tuzakt ır; amca, gamd ır;<br />

dayı, vebald ır ; çocuk, gussad ır; akraba, akreblerdir. L'a sözü belay ı giderir<br />

; çvet sözü ni' metleri yok eder. Şarkı dinlemek keskin bir birsam<br />

illetidir. Çünkü, insan Sema' eder de co şarak tepinme ğe ba şlar, yedirir<br />

içirir de israf eder, fukaral ığa uğrar, gama dü şer, hastalan ır ve ölür<br />

gider. Alt ın, hummaya tutulmu ştur, sarf edersen, ölür; gümü ş, mahbustur,<br />

ç ıkarırsan kaçar gider...Yalan yere yemin'i kabül etme, çünkü,<br />

yalan yemin ülkeyi harab eder"<br />

Bk. İzmirli; ayni eser; say:<br />

El-Kindi öğrencisi Ahmed b. al-Tayyib al-Sarahsi'n n rivayetine<br />

göre kendi için de şu mealde bir şiir söylemiştir:<br />

"Esfeller ba şlara ç ıktı, art ık, sen de gözlerini kapa, yahut başını<br />

eğ ! Şahs ın gizle, ellerini topla, odan ın derin bir yerinde oturmana<br />

bak! Senin Melik'in olan zat ın indinde yükselme iste! O zaman<br />

Vandet ile sarma ş dola ş ol! Çünkü, zenginlik insanlar ın kalblerindedir;<br />

İzzet ve Şeref sahibi olmak ta enfüstedir.! Nice zengin<br />

züğürtler, nice iflas etmi ş servet sahipleri, nice bedenen ayakta olan,<br />

henüz gömülmediği halde ölüler görürsün! Nefse, onun i ştihalandığı<br />

şeyi yedirirsen, seni içece ğin şeylerden korur".<br />

Ve yine, şöyle bir şiir de stiylenmi ştir:<br />

Zamanda bütün acaiplikler gördük: Kuyruklar, zülüflerin<br />

üstüne geçti".<br />

Bk. İzmirli; ayni kitab say: 12.<br />

El-kindi'ye ait bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islam Me şşai Felsefesinde İlk Ad ım (El-Kindi);<br />

ilahiyat Fakültesi Dergisi; cilt: XVII; say: 29-49; <strong>Ankara</strong>, 10g.<br />

2 Sokrat, şöyle dua ederdi:<br />

"Ey sevgili Pan! Ey, bu yerin Tanr ıları ! Bana iç güzelli ği verin<br />

ve dış hayat ımı içimle âhenkli k ılın! Bilgenin zenginliğini en büyük<br />

zenginlik bileyim! Servetim, bana gerekti ği kadar, ölçülü adam ın<br />

beraberinde götüreçe ği kadar olsun yeter! (Eflatun, Phaidros, 279c)<br />

Ayr ıca bk.<br />

223


Cavit Sunar; Islâm Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />

Meselesi; say: io7; <strong>Ankara</strong>, 1 973.<br />

3 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X: chap. 11.<br />

4 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X, chap v.<br />

5 Bk. Arsito; Nicomac...; Book, X; chap. vs.<br />

6 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap.<br />

7 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. vn.<br />

8 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. vn ı.<br />

Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. vm.<br />

Io Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. ıx.<br />

Bk. Aristo; Nicomac...; Book, X; chap. ıx.<br />

12 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. v ı.<br />

13 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. v ın.<br />

14 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. ıx.<br />

15 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ı .<br />

16 Bk. Aristo; Nicomac...; Book, IX; chap. x ıı.<br />

Bk. Aristo; Nicomac...; Book, II; chap. 11.<br />

Aristo'daki bütün bu konular için ayr ıca bk.<br />

Cavit Sunar; Islâm Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />

Meselesi; say; 65-66 ; 88— 90 ; <strong>Ankara</strong>, 1 973.<br />

18 Bk. Epictetus; ( İng. Çev.), P.E. Matheson; The Discourses<br />

And Manual (Together With Fragments Of His Writings); Vol. 2;<br />

fragment, 4; P. 202; London, 1938.<br />

19 Bk. P.E. Matheson.; Epiktet'ten ayni çeviri; fragment, 4;<br />

p. 203.<br />

20 Bk. P.E. Matheson; Epiktet'ten ayni çeviri; yol, II; Discourses,<br />

Book, III; chap. xx ıv; p. 84-85.<br />

21 Bu Nasihatlan biz Kitapta pe şlendiği şekilde değil de kendi<br />

düşüncemize göre düzenleyip ald ık, dolayısiyle de say ılar ın yerleri<br />

değişmiş oldu.<br />

Bütün bu nasihatlar için bk.<br />

P.E. Matheson.; Epiktet'ten ayni çeviri; Vol, II; Manual of<br />

Epictetus; p. 213-238.<br />

224


Bakılan Eserlerden Baz ıları<br />

Abdülaziz İzzet; Ibn Miskawayh, Falsafatuhu'l-Ahlâkwya ve<br />

Masâdıruhâ; M ıs ır, 1 945.<br />

Ahmet Ibn Muhammed Miskowayh, (inceleyen) Constantine<br />

K. Zurayk; Tahzib Al-Ahlak; Beyrut, 1966,<br />

Ahmet Efendi Ta şköprü Zâde; (Türk. çev.) Kemâleddin Mehmed<br />

Efendi; Mevzuat al-Ulûm; Istanbul, 1313 (H).<br />

Aristotle; ( İng. çev.), H.Rackham; The Eudemian Ethics;<br />

London, 196 i .<br />

Beyhaki; (Yay ın; Muhammed Sâfi); Tetimme S ıvân al-Hikme;<br />

Lahor, 1351 (H).<br />

Cavit Sunar; Islâm Felsefesi Dersleri; <strong>Ankara</strong>, 1967.<br />

Cavit Sunar; Islânıda Felsefe ve Fârâbl; <strong>Ankara</strong>, 1972.<br />

Cavit Sunar; İslam Felsefesinin Yunan Kaynaklar ı ve Kozalite<br />

Meselesi; <strong>Ankara</strong>, 1973.<br />

Celâleddin Devvâni; Ahlâk- ı Celâll; Luknov, 1889.<br />

Cemaleddin al-K ıfti; Ihbar al-Ulemâ bi-Ahbâr al-Hukemâ;<br />

MIS1T, I 326 (H).<br />

Dairet al-Maarif al-Islâmiyye, Tahran, 1966.<br />

Ebû Hayyân al-Tevhicli; (Yay ın, Ahmed Emin ve Ahmed al-<br />

Zeyn); Kitâb al-Imta' val-Muânese; M ısır, 1939.<br />

Ebû Hayyân al-Tevhidi ve Miskeveyh; (Yay ın, Ahmed Emin<br />

ve Ahmed Sakar); Al-Hevâmil va'l- Şevâmil; Mıs ır. 1951.<br />

EVI Hayyân al-Tevhidi (Yay ın, Hasan Sendûbi); Al-Mukaabesât;<br />

M ısır, 1929.<br />

225


Ebû Mansûr al-Saâlebi al-Nisâbûri; Yetimet al-Dahr 1'1 Mahâsin<br />

Ehl al-Asr; M ısır, 1 934.<br />

Ebü Tayyib Muhammed S ıddik Hân al-Kanûci al-Buhâri;<br />

Ebced al-Ulûm; HopaL 1296. (H).<br />

Epictetus; ( İng. çev.), P.E. Matheson; The Discourses And<br />

Manual (Together With Fragments) Vol, I-II; London, 1938.<br />

(11).<br />

Fârâbl; Fusûs al-Hikerfi; M ısır, 19o7.<br />

Fârâbi; Kitab al-Medinet al-Fâd ıla; Mıs ır, 1323 (H).<br />

Fârâbl; Kitab al-Siyasat al-Medeniyye; Haydarâbâd, 1346<br />

Fârâbi; Kitab al-Tahsil al-Sa ğda; Haydarâbâd; 1345 (H)•<br />

Fârâbl; Kitab al-Tanbih alâ Sebil al-Sa ğda; Haydarâbâd;<br />

ı 346 (H).<br />

(H).<br />

Fârâbl; Makala fi Maaniyy al-Akl; M ısır, 1937.<br />

Fârâbi; Mesâil al-Müteferrika; M ısır, 19°7.<br />

Fârâbl; Risale al-Daâviyy al-Kalbiyye; Haydarâbâd, 1349<br />

Fârâbi; Risale fi Isbat al-Mufârekaat; Haydarâbâd, 1345 (H)•<br />

Farâbi; Risale fimâ Yanbagi an Yukaddima kable Taallum<br />

al-Falsafa ; M ısır, 19o7.<br />

Fârâbl, Şarh Risale Ziynon al-Kebir al-Yunâni; Haydarâbâd,<br />

1 349 (H).<br />

Fârâbl; Al-Ta'likaat; Haydarâbâd, 1346 (H).<br />

Fârâbl, Uyûn al-Mesâil; M ısır, 19°7.<br />

İbn Ebî Usaybia; Uyûr ı al-Enba' fi Tabakaat al-At ıbba'; Kahire,<br />

1882 (H).<br />

İbn Hallekân; Vefeyât al-A'yân ve Enba'u Ebna' al-Zaman;<br />

Mıs ır, 1 948-1 949.<br />

İhvân al-Safâ; Resâil al- İhvân al-Safi, (Yay ın. Dâr Sader<br />

Kütüphanesi); Beyrut, 1957.<br />

İslâm Ansiklopedisi.<br />

İsmi! Hakk ı İzmirli; Felsefe-i İslâmiyye Tarihi (cil: I, Ya'kûb<br />

b. İshak El Kindi); Istanbul, 1338 (H).<br />

İsmi! Hakk ı İzmirli; İbn Miskeveyh; Duruülfünûn İlâhiyat<br />

Fakültesi Mecmuas ı ; sayı : ı o— ı ; Istanbul, 1928.<br />

J.E.G. Welldon; The Nicomachean Ethics of Aristotle; London,<br />

1 934.<br />

226


M.M. Şharif; A History of Muslim Philosophy; Wiesbaden,<br />

1963.<br />

M. Şemseddin Günaltay; Islâmda Tarih ve Müverrihler; Istabul,<br />

1 339-1342 (H)•<br />

Muinuddin Muhammed Zamçi Esfezâri; Ravazât al-Cennat<br />

fî Evsâf Madina Herât; Tahran, 1338 (H).<br />

Nasir al-Din al-Tüsi; Ahlâk-al- Nasiri; Lahor, 1265 (H)<br />

Richard McKeon (Edit.); The Basic Works of Aristotle; New<br />

York, 1941.<br />

Şemseddin Sâmi; Kaamus al-Agam; Istanbul, 1306-1316 (H).<br />

W.D. Rose; Aristotle Selections; New York, 1938.<br />

Xâkût al-Hamevi (Edit.) Margoliouth; İrşad al-Arib ilâ Ma'<br />

rifat al-Adib London, 1923-26.<br />

(Bu kitab "Mu'cem al-Udebâ veya Tabakaat al-Udeba" diye<br />

de bilinmekte ve Ke şfezzunûn ve İbn Hallekân da da "Ir şâd al-Elibba'<br />

ila Ma'rifat al-Udebâ" diye geçmektedir.)<br />

227


Fiyatı : 100 TL.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!