PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ANKARA ÜN İ VERS İ TES İ ILAHIYAT FAKÜLTESI<br />
YAYINLARI<br />
LXXXIII<br />
ISLAMIC SURVEYS<br />
ISLAMIC PHILOSOPHY and THEOLOGY<br />
İSLAMI TETK İKLER<br />
islâm Felsefesi ve Kelâm ı<br />
Yazan: W. MONTGOMERY WATT<br />
Çeviren: Dr. SÜLEYMAN ATE Ş<br />
ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEVI . 1968
ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI<br />
YAYINLARI<br />
LXXXIII<br />
ISLAMIC SURVEYS<br />
ISLAMIC PHILOSOPHY and THEOLOGY<br />
İSLAMI TETK İKLER<br />
islâm Felsefesi ve Kelâm ı<br />
Yazan: W. MONTGOMERY WATT<br />
Çeviren: Dr. SÜLEYMAN ATE Ş<br />
ANKARA ON İ VERSiTES İ BASIMEVI 1968
İ Ç İ NDEKiLER<br />
MÜTERCIMIN ÖNSÖZÜ<br />
VI<br />
ÖNSÖZ<br />
VII<br />
KAYNAKLAR ÜZERINE NOT 1<br />
I Temel Kaynaklar<br />
a) Felsefe 2<br />
b) Teoloji (kelâm) 3<br />
II IKINCI DERECEDE ÖNEMLI OLAN KAYNAKLAR 3<br />
a) F ırkalara Ait Eserler 3<br />
b) Biografi ve Tarih 5<br />
III MODERN ÇALI ŞMALAR 7<br />
a) başlangıçlar 7<br />
b) Teoloji 8<br />
c) Felsefe 9<br />
Fasıl: 1 F ıkrac ılığın Başlang ıcı 15<br />
Fasıl: 2 Hariciler 22<br />
Fasıl: 3 Şiiler 30<br />
Fasıl: 4 Mürci'e ve Di ğer Mu'tediller 35<br />
Bölüm: II<br />
ILK HELENIZM DALGASI (750-950)<br />
TARIHI GELI ŞIM 45<br />
Fasıl: 5 Mütercimler ve Ilk Filozoflar 48<br />
Fasıl: 6 Şiiliğin Yayılmas ı 55<br />
Fas ııl: 7 Mu'tezile 61<br />
Fasıl: 8 Sünniligin Güçlendirilmesi 71<br />
Fasıl: 9 Eş'ari 79<br />
III
Bölüm: III<br />
HELENIZMIN IKINCI DALGASI (950-1258)<br />
TARIHI GELI ŞIM 87<br />
Fasıl: 10 Felsefenin Çiçek açmas ı (Gelişmesi) 89<br />
Fasıl : 11 Şiilikte Igk ılâplar 94<br />
Fasıl: 12 Sünni Teoloj ısinin Ilerlemesi 100<br />
Fasıl: 13 Gazali 106<br />
Fasıl: 14 1100-1250 Aras ında Sünni Kelâm ı 114<br />
Fasıl: 15 Bat ı Islâm Dünyas ında Kelâm ve Felsefe 119<br />
Bölüm: IV<br />
KARANLIK DEVIR<br />
TARIHI GELI ŞIM 131<br />
Fasıl: 16 Felsefi Kelâm ın Kısırlaşmas ı 133<br />
Fasıl: 17 Hanbeli Mezhebinin Canlanmas ı 141<br />
Fasıl: 18 Şiiliğin Şekil Değiştirmesi 147<br />
Bölüm: V<br />
YENI ŞAFAK<br />
Fasıl: 19 Teoloji İçin Beliren Yeni Ümitler 155<br />
INDEX O • • 161<br />
IV
MÜTERCİMiN ÖNSÖZÜ<br />
İslâm felsefesi ve kelâm ı hakk ında yaz ılan bu eseri okuduktan<br />
sonra Türkçeye çevirme merak ı uyand ı bende. Eser, oldukça a ğır<br />
bir İngilizce ile yaz ılmış bulunduğu için tercemede hayli güçlük<br />
çektim. Gerçi yoruldum ama eser de dilimize kazand ırılmış oldu.<br />
Ancak as ıl metinde cümleler uzun oldu ğu için terceme pek ak ıc ı<br />
olmad ı. Çünkü metne sad ık kalmağa çal ıştım.<br />
Tercemeyi bast ırmak için eserin yazar ı Montgomery Watt'a<br />
bir mektup yaz ıp müsaade istedim. Edinburgh <strong>Üniversitesi</strong> Şarkiyat<br />
Profesörü olan say ın yazar, nazik bir mektupla bu müsaadeyi lûtfetti.<br />
Kendisine te şekkür ederim.<br />
Yazar, İslâm felsefe ve kelâm tarihlerini şöyle bir gözden geçirmiş,<br />
bunların bir özetini sunmu ştur. Ayn ı zamanda Avrupa'da bu<br />
sahada yap ılan çal ışmalar ı da özetlemi ştir. İslâm dini gelişmesi<br />
üzerine baz ı tezler ortaya atm ışt ır. Bunlardan kimi isabetli kimi de<br />
hatâl ıdır. Bilhassa Hadis hakk ındaki görü şlerinde Goldziher'in<br />
tesirinde kald ığı anla şılan yazar, hatâlâra dü şmü ştür. Pek tabii bir<br />
h ırıstıyandan yüzde yüz tarafs ızl ık beklemek doğru değidir. Yazarın<br />
yan ıldığı noktalara notlarla i şaret ettim.<br />
Tercemeyi gözden geçirmek lûtfunda bulunan say ın Profesör<br />
Mehmet Taplamac ıoğlu'na şükranlar ımı arz etme ği bir vazife sayar<br />
ım. Her hususta tevfik Allah'tand ır.<br />
Dr. Süleyman ATE Ş<br />
V
ÖNSÖZ<br />
1939 da birçok Asya milletlerini ku şatan bir harp manzaras ı,<br />
İngiltere'de sorumlu mevkilerde bulunanlara, bizde, Asya dilleri ve<br />
kültürü üzerinde çal ışan uzman say ısın ın çok az zay ıf ve olduğunu<br />
anlatt ı. Kurulmu ş olan Scarbrough Comission'un raporu harbden sonra<br />
Britanya'da şark ve Afrika tetkiklerinin büyük ölçüde yay ılmas ına<br />
sebeboldu. 1939 u müteakip üçüncü on y ılda olaylar, geni ş okuyucu<br />
kitlesine Avrupal ı olmıyan kültürler hak ında sathi mal'ümattan daha<br />
çok bir şey öğrenmek ihtiyac ını aç ıkça ortaya koydu. Özellikle istiklâla<br />
kavu şan birçok Afrika devletleri ki bunlar ın birço ğu ekseriyetle<br />
müslümand ır veya müslüman bir devlet ba şkan ına sahiptir, Islam<br />
dünyas ının gelişen siyasi önemini ve netice olarak insanl ığın bu büyük<br />
parças ını derinliğine ve geni şliğine anlaman ın ve takdir etmenin önemini<br />
kuvvetlendirir. Müslümanlar içinde birço ğu için tarihi kay ıtlar<br />
ve 632, yahut 656 da vukubulan olaylar hâlâ canl ı bir mesele oldu ğundan<br />
dolay ı şimdiki şartlara göre gazeteci malümat ı derecesinde bir<br />
bilgi kâfi değildir. Mazinin, hale nas ıl döküldü ğü hakk ında biraz lmalümat<br />
da lâz ımdır.<br />
"Islam Tetkikleri" ba şlığı altında yay ınlanacak olan bu eseriler,<br />
kültürlü okuyucuya umumi popüler kitaplarda bulunanlardan biraz<br />
daha derin bir bilgi vermek içindir. Her eser saban ın özel bir k ısmını<br />
inceliyecek ve bu noktadaki tetkikin şimdiki merhalesini gösterecektir.<br />
Aç ıkça belli olan k ısımlarda bu verilecektir. Fakat eksik, kapal ı<br />
kalan ve çe şitli görü şler olan yerlerde de bu hususlara i şaret edilecektir.<br />
Talebesini daha çok ikna etmek istiyen kimselere gösterilmi ş<br />
bulunan bibliyografyalar k ılavuzluk edecektir. Kayna ğın mahiyet ve<br />
değeri hakk ında da bilgi verilecektir.<br />
Bu eserler, ilk önce kültürlü ki şilere göre yaz ıldığından-konuya<br />
dair öncel bilgi pek az verilmekte veya hiç verilmemektedir. Bu<br />
karakteriyle bu eserleri üniversite ö ğrencileri veya meslek olarak bu<br />
konuya ilgi duyanlar için değerli olabilir.<br />
Genel Na şir W. Montgomery WATT<br />
VII
KAYNAKLAR ÜZERINE NOT<br />
I TEMEL KAYNAKLAR<br />
Bu tetkikte islam felsefesi ve Teolojisi tarihi bir çat ı içerisinde<br />
beraber mütalaa edilmi ştir. Her ikisini de modern noktai nazardan<br />
anlamak bak ımından bu mutalâa laz ımdır. Fakat bunun, geleneksel<br />
İslam metoduna ayk ırı olduğu bilinmelidir. Zira yaln ız disiplinler<br />
ayrı değil, fakat ilk as ırlarda bu disiplinlerin temsilcileri de farkl ı<br />
usulde yeti şmiş, her biri kendi okulunu temsil eden iki ayr ı grup idi.<br />
Filozoflarla ilahiyatç ılar aras ında küçük şahsi temaslar vard ı ve iki<br />
disiplinin biribirine tesiri, daha ziyade felsefenin teolojiye tesiri genellikle<br />
polemik yoliyle oluyordu.<br />
Felsefe ayr ı bir disiplin olarak ortadan kalkt ığı sırada görülece ği<br />
üzere onun birçok k ıs ımlar ı kelâmla birle ştirilmişti. Şayan- ı dikkattir<br />
ki bu birle ştirmenin ba şta gelen sorumlu ilahiyatç ıs ı (mütekellimi)<br />
Gazali ( ı i ı I), kendi felsefesini konferanslara devam etmek suretiyle<br />
değil, fakat özel olarak okumak suretiyle ö ğrendi. Kaynaklar ın mutalaas<br />
ı sıras ında bundan bahsetmekten maksat, iki ayr ı sahilin birbirine<br />
dalgaland ıklar ını hat ırda tutmakt ır.<br />
Arapça yaz ılmış Islami kaynaklar hakk ında ba şlıca eser, Carl<br />
Brockelman' ın, Geschicte der arabischen Literature adl ı eseridir.<br />
İki esas cilttir. tab', Leic ıel ı, 1943, 1949) ve üç cilt de zeyli<br />
vard ır (1937-1942). Bu kitap, matbu' eserieri oldu ğu kadar matbaan<br />
ın icad ına değin bat ı alimlerince tanınmış bütün yazma eserlerin listesini<br />
vermektedir Ayn ı zamanda modern kitap ve makalalere ba ş<br />
vurmak suretiyle müelliflerin k ısa biyografilerini vermektedir.<br />
Birinci bölüm, kronolojiye aittir. Her devrede mevzua göre tali<br />
bölümler vard ır. Fakat her, müellif, yaln ız bir yerde görülmektedir.<br />
Bu demek de ğildir ki ilahiyat sahas ındaki bütün eserler do ğmatik<br />
başlığı altında görülecektir. Zira en çok Kur'an ilimleri sahas ında tan ınnınmış<br />
bir kimse o ba şlık altına konduktan sonra ilahiyat (kelâm)<br />
üzerinde bir eser de yazm ış olabilir.
Bu değerli özlü eser, genellikle Brockelman diye tan ınır ve GAL,<br />
yahut GALS diye gösterilir. Çünkü George GRAF' ın yazdığı Geschichte<br />
der Christlichen arabischen Literature adl ı eser de buna<br />
eklenmi ştir. Bu eser (Roma Vatican ı g44-53) te bas ılmışt ır. Buna<br />
GCAL diye at ıf yap ıl ır. Bu da ayn ı konudan bahseder. Okumağa değer<br />
mukaddimeleri ve müellifleri üzerine yaz ılmış faydal ı makaleleri<br />
ihtiva eder.<br />
a) Felsefe:<br />
Felsefe için ilk kaynaklar, şüphesiz filozoflar ın kendi eserleridir.<br />
Maalesef bu kaynaklar ın çoğu, henüz felsefe tarihçilerinin kullanmas<br />
ına elveri şli durumda değildir. Büyük filozoflar ın başlıca eserlerinin<br />
dikkatli bas ılmış modern metinleri yava ş yava ş elde edilebiliyor.<br />
Bilhassa Maurice Bouyges'in ne şrettiği Bibliotheca Arabica Scholasticorum<br />
(Catholic Press, Beirut) da ç ıkan metinler güzel bas ılmışt ır.<br />
Fakat bunlar ın aktüel hale gelebilmesi için daha birçok çal ışma ister.<br />
Herhangi bir dildeki metin, müstensihler tarafından istinsah edilirken<br />
uğradığı kazalar yan ında, Arapça'ya garip olan kelimelerin mevcudiyetini<br />
de hesaba katmak lâz ımd ır. Normal Arap yaz ısında sesli<br />
harfler olmadığı için, yazdığının delilini aram ıyan kimsenin, kelimeleri<br />
ve cümlecikleri yanl ış yazm ış olmas ı çok mümkündür. Ve Arapçan<br />
ın elâstikiyyeti, bazan metne girmi ş yanlış harfleri ve kelimeleri<br />
keşfetmeyi güçle ştirir. Zira onlar ı, genellikle takribi bir mana ifade<br />
edecek şekilde kabul etme âdeti vard ır.<br />
Materyalin di ğer memnuniyet vermiyen bir çehresi de mevcut<br />
yazmalar ın çok say ıda küçük ve daha küçük eserleri ihtiva etmeleridir.<br />
Bazan hiç ba şlık yoktur. Yahut ba şlık, farkl ı yazmalarda de ğişir,<br />
ya da ayr ı eserler ayn ı başlık alt ında toplan ır. Ekseriya yazmalarda<br />
gösterilen müelliflerin, gerçekten o eserin yazar ı olup olmadıkları<br />
hakk ında şüphe vard ır. Yahut da eserler bir yazar ın ismini taşımazlar.<br />
Hele birçok eserlerin hüviyeti ve müellifi hakk ındaki engin meseleler<br />
büsbütün kar ışıkt ır ve bu, ancak çok geni ş sabrı gerektiren ilmi<br />
bir çal ışma sonucunda çözülebilir.<br />
Materyalin bu çehrelerinin sonucu şudur ki İslâm felsefesi ve filozofları<br />
hakkında genel bir tarzda yaz ı yazan kimse büyük bir tehliyeye<br />
at ılıyor demektir. Onun geni ş çal ışmas ını yanıltabilecek her şey<br />
olabilir. Kesin bir pasaj ın metninin hatal ı olduğu isbat edilebilir,<br />
yazar ın mesele üzerinde yeni bir eseri ke şfedilebilir, yahut o yazara<br />
aid san ılan bir eser, ba şkas ının ç ıkabilir. Böylece İslâm Felsefesi hak-<br />
2
kında şimdi yaz ılan izahlar ın ve tefsirlerin ço ğuna henüz haz ırl ık<br />
safhas ı olarak bak ılmalıdır. Islam Felsefesi üzerinde yaz ı yazmak<br />
istiyen kimse, bir dilemma içerisindedir. E ğer çok dikkatli ise her konuda<br />
herhangibir şey söylemek için tereddüdedecektir. Islâm Felsefesi<br />
hakk ında birazc ık bilgiye sahibolmak dün.yevi bir arzuya kavu şmak<br />
için çal ışmaya ilgi duymu ş ise; o, söyledi ğinin, önemi ikinci derecede<br />
kalan bask ılara dayand ığını ve ilgili bütün parçalar ı ihtiva etmediğini<br />
bilerek kifayetsiz bir malâmat verecektir. Tabiatiyle a şağıda Islâm<br />
Felsefesi hakk ında serdedilen mütalâalar bu çe şit tenkide aç ıkt ır.<br />
b) Theology:<br />
ilâhiyat ın materyali de felsefenin materyali gibi eksikliklerden<br />
uzak olmamakla beraber daha iyi şartlar içindedir. I şaret edilecek,<br />
düzeltilecek metinle ilgili hatalar vard ır ama, ba şlıca ilâhiyatç ılar ın<br />
(mütekellimlerin) eserlerinin ço ğu hakkında daha büyük güven mevcuttur.<br />
Ehl-i Sünnet inanc ına ait mevcut ilk ciddi eserler, E ş'ari (935) nin<br />
eserleridir. Fakat ilk eserlerde kelâmi doktrinler, fıkıh, Hadis ve Mistisizme<br />
dayand ırılmışt ır. Bundan sonra çok say ıda muhtasar teolojik<br />
tipte eserler ve özel konulara ait k ısa makaleler yaz ılmıştır. Avrupa<br />
dillerine tercüme edilenler, ayr ı fas ıllarda zikredilecektir. Normal<br />
olarak Kur'an tefsirlerinin özel bir kelând nokta-i nazar ı vard ır ki<br />
bu görü ş baz ı âyetlerin aç ıklanmas ına tesir eder, ve s ık s ık kelâmi<br />
görü şlerin ifadelerini içine al ır. İlmihaller , yahut sade akaid risaleleri<br />
de çok say ıda mevcuttur ve bunlar ın baz ıları ilk teolojik eserlerden<br />
önce yaz ılmışt ır. Bunlar ın fonksiyonu, h ıristiyan akaid kitapklar ınınkinden<br />
farkl ıdır. Zira bunlar, mü'minlerden ana tabakan ın resmi<br />
doktrinleri de ğildir. Sadece özel mütekellimlerin veya okullar ın fikirleridir.<br />
İlk risaleler k ısadır. Fakat sonrakilerden baz ılar ı o kadar uzundur<br />
ki akaid ile kelâmi risaleler aras ında belirli bir çizgi tesbit etmek<br />
güçtür. Arap edebiyat ın ın diğer bran şlar ı gibi onların da üzerlerine<br />
yaz ılmış geni ş şerhleri vard ır. Bazan bunlar, fıkha dair etrafl ı eserler<br />
içerisine yerle ştirilmiştir. Çünkü sa ğlam doktrinlere inanmak ve onlara<br />
malik olmak, şeri bir mecburiyettir.<br />
II IKINCI DERECEDEKI KAYNAKLAR<br />
a) Fırkalara Ait Eserler:<br />
Islam Teolojisine ait ilk eserler M. goo tarihinden önce yaz ılmamış<br />
oldukları için ilk zamanlar ın durumu hakk ında kaynak bulmak<br />
maksadiyle ba şka bir yere müracaat etmek zorunday ız. Bu kaynaklar-<br />
3
dan önemli bir k ısmı, sap ık fırkalar ve mensuplar ı hakk ında yaz ılmış<br />
eserlerdir ki genellikle buna "Heresiography: al-Firak" denir. F ırkalara<br />
dair ba şlıca genel eserler, E şa'ri (935), nin, Abdu'l-Kahir b. Tahir<br />
al-Bağ&di (1037) nin, a ş- Şahristani i53)nin ve İbnu Hazm o64)in<br />
eserleridir. an-Nawbahti (91 o) ye atfedilen " Şi'a Fırkaları" gibi<br />
özel fırkalar için yaz ılmış kitaplar da vard ır.'<br />
Teoloji ile, hattâ tarihle münasebeti olan birçok eserler, fırkalara<br />
ait bölümleri ihtiva ederler. Ve bunlardan baz ıları, genel mezhep<br />
kitaplarında bulunmıyan değerli malûmat ihtiva etmektedirler. Geleneksel<br />
al-Firak kitaplar ının formasyonu üzerine çok dikkatli bir çalışma,<br />
goo den önceki teolojik geli şme hakk ındaki bilgimizi artt ırmak<br />
bak ımından mühimdir. Uzun zamandan beri mezhep tarihçilerinin<br />
eserlerini, Muhammed Ümmetinin yetmi ş üç fırkaya ayr ılacaklarm ı<br />
ifade eden bir Hadise göre ayarlad ıkları bilinmektedir. 2 Onlar biribirinden<br />
hafif farkl ı olan halk gruplar ını ayrı ayrı sayarak bu gayelerini<br />
tahakkuk ettirmek istemi şlerdir.<br />
Fakat bu, yaln ız eserlerin tanzimine tesir eder. Verilen haberin<br />
mahiyeti de çok yak ından tetkik edilmeğe ihtiyaç gösterir. Yak ın zamanlara<br />
kadar modern bilginler, tarihçilerin eserlerini tabii bir görü ş<br />
noktas ından yazd ıklarını ve verdikleri haberlerin objektif oldu ğunu<br />
kabul etmek temayülünde idiler. Fakat ufak bir tefekkür, bu temayülün<br />
tehlikesini gösterme ğe kâfidir. E şa'ri bazan kaynaklar ın ı zikreder.<br />
Ve onun zikretttiği baz ı kimselerin, k ısa ve özel fırka kitaplar ı ya,zmış<br />
olmaları da mümkündür. Şuras ı muhakkak ki hem E ş'ari ve hem de<br />
onun kaynaklar ı, bilgilerini, çe şitli şah ısların görü şlerini zikredip<br />
sonra da onlar ı çürüten polemik eserlerden alm ışlard ır. Dokuzuncu<br />
as ır sonundan kalma böyle bir eser mevcuttur. al-Hayyat' ın Kitabu'l-<br />
İntisarı. Bu eser H.S. Nyberg tarafından Kahire'de bas ılmıştır. (1925).<br />
A. Nader bunu Frans ızcaya çevirmi ştir (1957). Böyle kitaplarm, insanlar<br />
ın görü şlerini tam tarafs ız bir şekilde aksettirmeleri beklenemez.<br />
Gerçekten kitap tarafgir bir ifade ta şımaktad ır. Çünkü Ha:yyat bir<br />
rnu'tezilidir ve eserinin ço ğu da mü'tezile fırkas ından dönen, bu firkan<br />
ın ilk mümessillerinin görü şlerini kötü gösteren muhalifini ittiham<br />
etmektedir.<br />
Halmut Ritter tarafından derlenen ilk mezheplerin listesine bakacak<br />
olursak, bu noktan ın çok ciddi olduğunu anlarız. (Philologika<br />
III: Muhammedanische Hiiresiographen, Der İslam XVIII, [1929],<br />
4<br />
1 Oriens, VII. 204 e bak.<br />
2 Bak: I. Goldziher, Vorlesungen, 188, 352; ve Ritter, Der Islam, XVIII (1929) 46f.
34-35). Şiiler hakk ında yazan baz ı muharrirler hariç, bu rivayet<br />
kaynaklar ının müelliflerinin ço ğu muhezili yahut E ş'ari'dirler. E şarilik<br />
de aslen muhezili olan A ş'ari tarafindan kurulmu ş bir okuldur.<br />
Diğer tabirle ba şlıca al-Firak telifi gelene ğimiz muhezili ve E ş'ari'dir.<br />
Ve bunlar tek bir gelene ğin iki k ıyısı durumundad ır.<br />
Maamafih Henry Laoust tarafindan ba şlanan Hanbeliler üzerindeki<br />
tetkikler, E ş'ari geleneğinden ayr ı olarak bir de Hanbell al-Firak"<br />
telifi geleneği olduğunu ortaya koymu ştur. Ayn ı zamanda ilkel<br />
bir Harici al-Firak gelene ği de vard ır ki Naples Şarkiyat Enstitüsünde<br />
bunun üzerinde çal ışılmaktad ır. Bu, ba şlıca ilk zamanlar ı gösterir.<br />
Tuhaf bir ayr ıl ık şudur: Hanbeli al-Firak'lerinde Cahmiyye diye<br />
meşhur bir firka mu'tezile ve E ş'ariyye kitaplar ında çok az zikredilir.<br />
Bunun şu şekilde izah]. muhtemeldir: Hanbeliler için bu ismin manas<br />
ı, muhezililerce al ınan manadan daha geni ştir, yani bu isim mu'tezileyi<br />
de içine alm ışt ır. şu da hat ırda tutulacak di ğer bir olayd ır: Baz ı<br />
fırka lakaplar ı, bir grupun muhalifleri tarafindan tak ılmışt ır. Kendisine<br />
tak ılan bu ad ı muhalif grup kabul etmemi ştir. Mesela ana al-Firak<br />
kitaplarında Kaderiyye ismi, insan hürriyetine inanan kimseleri<br />
ifade eder. Fakat ilk zamanlarda bu mesele üzerindeki münaka şalarda<br />
irade hürriyetini kabul eden kaderiyye, KADER İYYE ismini, insan<br />
fiilleri dahil bütün olaylar ın zorunlu olduğunu ifade deden Allah' ın<br />
kaderine inanmış muhaliflerine ba ğlamağa çal ışmışlard ır. Hiç kimsenin<br />
kendine "kaderiyyeci" dedi ği görülmemiştir. Alelade kullanışta<br />
bile bu isim, özel mütekellimler grupunun üyesi olmaktan ziyade<br />
akidevi bir temayülü gösterir. Bu bak ımdan bu kelime bizim "fundadamentalist<br />
(orjodoks)", "Evengelical (protestan)", "high-church<br />
(katolik)", gibi modern terimlerimizle mukayese edilebilir.'<br />
b) Biografi ve Tarih:<br />
Arap Edebiyat ının bir özelliği de hal tercemesine kar şı olan ilgisidir.<br />
Bu, belki de birtak ım sözlerin aynen nakledilmesi şeklindeki<br />
arap gelene ğinden ç ıkmıştır. Bu nakilde ravilerin güvenilir kimseler<br />
olup olmadıklarını bilmek için onlar ın hayatlar ı hakkında biraz malümat<br />
sahibi olmak önemlidir. Biografi üzerinde böyle s ıkı durman ın<br />
canlı örneği, Hadis rivayetinde görülür. Hadis, (Muhammed (A.)'in<br />
söylediği veya yaptığı şeylerin hikayesidir ki bunlar bir ameli me şru' göstermek<br />
için kullan ılır. Bu teknik manada kelime büyük harfle yaz ıl ır.4<br />
3 Bak: Montgomery Watt, Free Will and Predestination, 48f.; "Political attitudes"<br />
4 Biyografiler hakk ında genel bilgi için bak: H.A.R Gibb, "Islamic Biyografical Literature",<br />
Arabic, Persian and Turkish Historiography'de, London, 1962.
Muhaddislerin biografileri yan ında özel teolojik veya şer'i okullara<br />
mensup zatlara temas eden ve genellikle tabakalara göre yaz ılmış<br />
özel biografik lûgatlar de vard ır. Meselâ Safiilerin, Hanefilerin, Hanbelilerin,<br />
E ş'ari'lerin, Mu'tezilenin ve sufiyyenin tabakalar ı gibi.<br />
Biografik haberler daima bekledi ğimiz malürnat ı taşımazlar. Onlar<br />
genellikle rical (raviler)in ö ğretmenlerini ve ö ğrencilerini havi olurlar.<br />
Yukar ıda i şaret edildiği gibi filozoflar ayr ı bir edebi gelene ğe<br />
bağlıdırlar. Onlar hakk ındaki biografik malûmat, daima astronomlar<br />
ın, fizikçilerin ve di ğer Yunan ilmi temailcilerinin haberlerini<br />
ta şıyan lügatlerde bulunur. (Bunlar Aristo, Galen ve di ğer Yunanl ı-<br />
lar ı ve ayn ı listede çok geç olarak Islâm âlimlerini ihtiva ederler.)<br />
Teologların (mütekellimlerin) ve filozoflar ın baz ılar ı başlıca edebi<br />
şahsiyetleriyle İbnu Hallikan (1282) ın biografik lügatinde zikredilir<br />
Bu eser, Baron MacGuckin de Slane taraf ından Ingilizceye çevrilmi ş -<br />
tir.'<br />
Biografik haberler ayn ı zamanda birçok tarihi eserlerde de geçmektedir.<br />
Bunlardan ismi zikredilecek biri, Frans ızcaya çevrilmi ş bulunan<br />
Mes'udi (956) nin The Golden Meadoows (Murucu'z-zeheb) adl ı<br />
eseridir.'<br />
Mütekellimler, politik olaylara kar ışmış olduklar ından tabii olarak<br />
genel tarihlerde zikredilmi şlerdir. Bunun sebebi me şru'iyetleri<br />
hakk ında dini fetvalar ın verildiği ayaklanmalar veya ihtilâllerdir.<br />
Haricllerin ve şiilerin hareketlerinde oldu ğu gibi. İlk filozoflar ve firkac<br />
ılar hakkında faydal ı malümat, fevkalkle bir kitabolan İbnu'n-<br />
Nedim' (988) in fihristi veya ind,eksine dercedilmi ştir. Bu eser, bir kitapç<br />
ı olmas ı muhtemel bulunan yazar ın, tan ıdığı bütün eserlerin geni ş<br />
bir listesidir. Eserlerle birlikte eserlerin yazarlar ı hakk ında k ısa malûmat<br />
da verilmektedir.<br />
B İBL İOGRAFYA<br />
Sehristani için bundan sonraki bölüme bak.<br />
al-Ba ğdadi, al-Fark bayna'l-Firak, ikinci k ısmın İngilizce tercümesi<br />
(Moslem Schisme and Sects), K ısım II, çeviren: Abraham S.<br />
Halkin, Telaviv, 1935. Do ğru bir terceme oldu ğu gibi notlar da çok<br />
5 Paris 1842-7, dört cilt, ba şl ık Wafayatu'l-A'yan yahut The Obituaries of Eminent<br />
Men<br />
6 Murug adh-Dahab ("Les Prairies d'Or"), terceme eden ve yay ınl ıyan: C. Barbier<br />
de Meynard ve Pavet de Courteille, Paris, 1861-77, dokuz cilt.<br />
6
faydalı malûmat ı ihtiva etmektedir. Birinci yar ısının Kate C. Seeley<br />
tarafindan yap ılan tercümesi New York'ta '939 da bas ılmıştır. Fakat<br />
birçok hatalar ından dolay ı geri çekilmi ştir.<br />
a ) Başlangıçlar:<br />
III MODERN ÇALI ŞMALAR<br />
On ikinci As ırda İslam Felsefesi hakk ında bilgi, İspanya yoliyle<br />
Avrupa'ya ula şt ı ve Latin İbni Rü ştçülüğü hareketine ve tepki yahut<br />
Thomisme sebeboldu. Bundan ba şka Avrupa'da İslam Teolojisi yahut<br />
felsefesi hakk ında 19 uncu asra kadar hiçbir dikkat gösterilmedi.<br />
Kur'an' ın George Sale tarafından 1734 de yap ılmış pek kıymetli tercümesi<br />
olan "Preliminary Discours" dan da anla şılabileceği gibi Islâmi<br />
doktrin görü şleri gerçekten baz ı tafsilât ı ile biliniyordu. Fakat<br />
bu bilgi, teolojik bir seviyeden ziyade popüler malûmattan ibaretti<br />
ve teolojik eserlere de ğil, başlıca Kur'an'a istinadettirilmi şti. Üzerinde<br />
durulabilecek ilk teolojik eser Onmanl ı Teologu Birgivi (1573)nin ilmihali<br />
olduğu sanılmaktadır. Bu eser Türkçeden İ.H.Garcin De<br />
Tassynin "Exposition de la foi musulmane (Paris, 1822) adl ı eserinde<br />
terceme edilmi ştir. şehristanrnin al-Milal wa'n-Nihal'inin William<br />
Curreton tarafından bas ılmasiyle (London, '842-46) Avrupa'da İslam<br />
firkalarma dair maltımat büyük ölçüde artm ıştır. Bunun sonradan<br />
T. Haarbrücker tarafından Almancaya çevirisi yap ılmıştır (1850-<br />
51). Felsefe üzerinde ilk dikkatli çal ışma, 1836 ve '842 de metinler<br />
ve bir makale yayınlıyan August SCHMÖLDERS tarafindan yap ılmışt<br />
ı. Biraz sonra Salomon Munk'un M6anges de philosophie juive<br />
et arabe (Paris, 1859)1 ve teolojik alanda Alfred Von KREMER'in<br />
Geschichte der hersschenden Ideen des Islams (Leipzig, 1868)i geldi.<br />
Bunlar ın her ikisi de fotografik metod bak ımından değerli bask ı sayılabilir.<br />
Aynı şekilde Moritz Steinschneider'in, Die arabischen Übersetzungen<br />
aus dem Griechischen (Graz, 196o) adl ı eseri de mevcuttur<br />
ki bu eser, 1889-1896 y ılları aras ında kalan zamana ait haberlerinde<br />
orijinal hususlar ta şır. Ve Islâm Felsefesini anlamak için zaruri olan<br />
materyali ihtiva eder. Bunlar ın ve bunlara benzer âlimlerin, yazmaların<br />
kataloğunu yapmalar ı onlar ın muhteviyat ından genel bir fikir<br />
vermeleri ve çok önemli olanlar ın' ne şretmeleri sayesindedir ki kuruluşlar<br />
ın temelleri at ılmış bulunmaktad ır.<br />
7
) Theology:<br />
ig uncu asr ın sonla-ına doğru Mıs ır'da ve diğer yerlerde müslüman<br />
alimleri de ortaça ğa ait kitaplar ı neşretmeğe başlad ılar. İslam<br />
teolojisi bundan fayda gördü. Bu bask ılar tenkidden geçirilmiyordu<br />
ve umumiyyetle tek bir yazma nüshaya istinadediyordu. Mamafih<br />
yine de Bat ı tetkiklçileri aras ında İslam teolojisine ait bilginin çoğalmas<br />
ını kolayla ştır ıyordu. Şarkiyat alan ında en derin tetkike örnek<br />
Macar as ıllı, Yahudi soyundan Budape şte'de profesör İgnaz Goldziher'dir.<br />
Onun tetkikindeki vüs'at hayret vericidir.* Hassaten insan<br />
onun elinde pek az bas ılmış eserler bulundu ğunu, mikrofilmler olmad ı -<br />
ğın ı, muhtacoldu ğu yazmalar ı tetkik edebilmek için kütüphaneleri<br />
dola şmak zorunda kald ığını dü şünücek olursa! Bu tetkiki sayesinde<br />
sağlam bir hüküm terkibine ula şt ı. Onun teolojik konular üzerindeki<br />
birçok makalesi, hemen hala en yüksek önemini muhafaza etmektedir.<br />
Şüphesiz o kendini s ırf teolojiye hasretmedi. İslam dini, İslam felsefesi<br />
ve İslam hukuku üzerinde de birçok eserler yazd ı. Bu güzel sebepten<br />
dolayıdır ki o, islami çal ışmalara ait modern alimane disiplinin kurucusu<br />
olarak hürmet edilir Onun teoloji ve buna ba ğlı konulardaki<br />
olgun görü şleri İslami sahada yazd ığı şu konferanslar ında mevcuttur:<br />
(Vorlesungen Über den Islam). Aslen 1908 de bas ılmış ve Heidelberg<br />
1925 deki ikinci baskısı için düzeltilmiştir. Kur'an ilimlerine dair<br />
konferanslar ı (Die Richtungen der Islam ıschen Koranauslegung,<br />
Leiden, 192o) de ilgi görmü ştür.<br />
Diğer bir müte şebbis de Duncan Black Macdonald'd ır. Iskoçya'-<br />
nın batı sahilinde doğmu ş, Hartford Seminary, Connecticut'ta profesörlük<br />
yapm ışt ır. Goldziher kadar derin okumas ı olmamas ına rağmen<br />
hükümlerinde isabetli bir alimdi. İslam Ansiklopedisinin birinci tab' ında<br />
(Leiden 913-42) birkaç teolojik makale yazd ı. Kendisi ayn ı zamanda<br />
ansiklopediyi basanlardand ı . Development of Muslim Theology,<br />
Jurisprudence and Constitutional Theory (New York, 19o3) adl ı<br />
kitab ının teoloji bölümü (s. ı 19-287, zeyli ile beraber 291-357) k ısmen<br />
şimdi kıymeti kalmam ış ise de hala Ingilizcede en güzel bir takdim<br />
raporudur.<br />
Louis Massignon'un La Passion d'al-Hallaj, martyr mystiqua<br />
de l'Islam (Paris, 1922) adl ı eserinin 12 inci bölümü (s. 535-771)<br />
* Goldsiher Islâm ilimlerine geni ş vukufu olan bir müste şriktir ama diğer müste şrikler<br />
gibi o da Islâma kar şı kinine hakim olamam ıştır. Vor lesungen Über den Islam' ın ba ş tarafı<br />
küfürle doludur. Bunlar tarafs ız olamam ışlard ır. Binaenalehy eserlerini okurken bu hususu<br />
göz önünde tutmak zaruridir. Mütercim.<br />
8
de Hallac' ı selefleri ve çağdaşlariyle mukayese ederek teolojik konulara<br />
temas eder. Bu eserin ba şlığı, eserin İslam teolojisindeki önemini göstermeğe<br />
kâfi de ğildir. Okuyucunun cesaretini k ırabilecek kadar çok<br />
rivayet ihtiva eder. Maamafih ne bu kitap ve ne de ayn ı müellifin Essai<br />
sur les origines du Lexique technique de la mystique musulmane<br />
(ikinci bask ı. Paris, 1954) adl ı eseri, ciddi bir ara ştırıc ı tarafından,<br />
ihmal edilemez. Genellikle denebilir ki sufilik üzerindeki çal ışmaların<br />
çoğu, teolojinin kenarlar ına temas eder. Fakat bu gibi eserler buraya<br />
al ınnuyacakt ır.'<br />
Zikredilmesi gereken di ğer bir eser de Felemenk âlimi Arent<br />
Jan Wencink'in The Muslim Creed (Cambridge, 1932) adl ı eseridir.<br />
Bu eser, ehl-i sünnet dogmatizminin büyük bir etüdüdüdr. Yazar ın<br />
geniş Hadis bilgisine dayanm ışt ır. Biraz zay ıf olan tarafı, sünnilik<br />
içindeki çe şitli görü şleri bilhassa Hanefiler yahut Maturidilerle E ş'-<br />
ariler aras ındaki farklar ı tefrik etmekteki ba şar ısızlığıdır. Elde mevcut,<br />
bas ılmış teolojik eserlerin geni ş s ıras ını tetkik etmek ve bütün teolojik<br />
gelişmeleri gözden geçirmek için en ciddi bir te şebbüs Louis Gardet<br />
ve M.M. Anawat ı (bu bir Arap Dominic'dir) ın Introduction â la th6-<br />
ologie musulmane (Paris, 1948) adl ı eserleri ileri at ılmış bir adım sayılır<br />
ve doktrinlere mufassalan temas edecek iki cildin telifi daha va'dedilmiştir.<br />
Yaln ız yap ılabilecek bir tenkid şudur: Müelliflerin Thomistic<br />
nokta-i nazarlar ı kendilerini, konular ını bu görü şe aşina olm ıyan<br />
okuyuculara tuhaf gelecek bir tarzda yazma ğa sevketmi ştir.<br />
Yukarıda münaka şas ı yap ılan ve ağağıda bibliyoğrafyada zikredilecek<br />
olan eserlerden ba şka ı g ı 4 den önce İslâm teolojisi üzerine<br />
yaz ılm ış biraz k ıymeti haiz baz ı eserler de vard ır.<br />
c) Felsefe:<br />
İslam Felsefesi üzerindeki çal ışma, teolojidekinden çok daha yavaş<br />
gitmiştir. 19 uncu as ır ortalar ında ba şlam ış olmas ına rağmen hâlâ<br />
Macdonald ve ve Goldziher'in önderliğinde ba şlanan teolojik tetkik<br />
seviyesine eri şmiştir denemez. Bunun en büyük âmili, metinlerin tatmin<br />
edici bir durumda olmay ışıdır. İslâm bilginleri de son ı o-2o yıla<br />
kadar felsefi metinleri basma ğa çok az ilgi göstermi şlerdi. Zira onlarca<br />
filozoflar dinsiz tan ınmışt ır. Bu sahada kaydedilen terakkilerde Bat ı<br />
7 Arberry tarafından yaz ılmış Sufism, (London, 1950) faydal ı bir takdimdir. Ayni<br />
müellifin Introduction to the History of Sufism (London, 1943) inde güzel bir bibliografya<br />
vardır. Diğer önemli bir eser de R.A. Nicholson'un The Idea of Personality in Sufism (Cambridge,<br />
1923) adl ı eseridir.<br />
9
alimleri tarafindan bilhassa Frederich DIETERICI (floruit 1865—<br />
189o) ve Maurice BOUYGES (floruit 192o-1945) Bu bir cizvit ve<br />
Bibliotheca Arabica Scholasticorum'un kurucusudur) taraf ından<br />
çok zahmet çekilmek ve emek verilmek suretiyle bas ılan metinlerdir.<br />
Paul KRAUS, 1945 te erken ölümünden önce metinleri ke şfetmekle<br />
çok şey ba şarılmıştır. Çe şitli Bat ılı bilginler şimdi bu sahada çal ışmaktad<br />
ırlar. M ıs ır'l ı Abdurrahman Badawi tarafından baz ı faydal ı yard<br />
ımlar da yap ılmaktad ır.<br />
Metinlerin kifayetsizli ğinin bir sonucu olarak İslam felsefesi hakk<br />
ında tam memnuniyet verici bir eser yoktur. Bu konuda en ölçülüsü,<br />
Felemenk Tjitje DE BORE'un eseridir. Asl ı ı 9o1 de Almanca olarak<br />
bas ılmışt ır. Müteakiben şu adla ingilizceye çevrilmi ştir: (The History<br />
of Philosophy in Islam, London, i 903) Baz ı aç ıklamalar, son ke şiflerin<br />
ışığı alt ında ufak tefek tadilat isterse de temel olaylar güvenilir<br />
bir şekilde tam olarak kaydedilmi ştir. Gereken tadil çe şidi, Richard<br />
Walzer tarafından yaz ılan "History of Philosophy", Eastern and<br />
Western adl ı eserin "Philosophy" ad ın ı ta şıyan bölümünde görülecektir.<br />
Bu eser, S.Radhakrishnan ma'rifetiyle (London, 1953) te bas ılmışt<br />
ır. II. 12o-48<br />
Daha az tatmin edici bir eser de Max HORTEN ve Goffredo<br />
QUADRI tarafından hem İtalyanca hem de Frans ız'ca olarak yay ınlanan'<br />
İslam felsefesinin genel bir etüdüdür. HORTEN ı 9o5-2o y ıllar<br />
ı aras ında İslam felsefesi ve felsefi teoloji üzerinde çok çal ışmıştır.<br />
Fakat kendisi genellikle şayan ı itimad görülmemektedir. Maamafih<br />
kaynaklar üzerinde çal ışmak için haz ırlanm ış dikkatli bir ara ştırıcının,<br />
okuduğu kaynaklar ile Horten'in yazd ıkları aras ında rab ıta<br />
kurmas ı faydal ıdır. Quadri, ilk İslam felsefesini İbnu Rü şd için haz ırlık<br />
olarak görmek temayülündedir. Böylece bütün geli şmeyi gayri<br />
memnun bir aç ıdan görür.<br />
Avrupal ıların İslam Felsefesi üzerindeki çal ışmalarını gösteren,<br />
Felemenk Pierre Jean DE MENASCE taraf ından kaleme al ınmış<br />
Bibliographische Einführungen in das Studium der Philosophie: 6<br />
Arabische Philosophie (Bern, 1948) tavsiyeye şayan bir eserdir.<br />
B İBL İOGRAFYA<br />
Gustav Pfannmüller, Handbuch der Islam-Literatur (Berlin ve<br />
Leipzig, 1923) ; bu eser, Avrupa'da matbaa zaman ına kadar yap ılan<br />
islami çal ışmaların k ıymetli bir bibliyografyas ı ve tasviridir.<br />
10<br />
8 Munich, 1923; Florence, 1939; Paris, 1947
J.D. Pearson, Index Islamicus, ı 906-55 (Cambridge, 1958); İslâmi<br />
konularla ilgili makalelerin tasnifi ve mufassal bir listesidir.<br />
Zeyllerin bunu günümüze getirmesi va'dedilmi ştir. Bilhassa teoloji<br />
ve felsefe ile alâkah bölümler: II, IV, a,b dir.<br />
A.S. Trıtton, Muslim Theology (London, 1948). İlk devrin bir<br />
tetkikidir. Ba şlıca fırka mensuplar ına tahsis edilmi ştir. Her fırka ayr ı<br />
bir risale halinde yaz ılmıştır. Genel okuyucu için tafsilâta pek girilmemiştir.<br />
Fakat baz ı faydal ı kaynaklar ı vard ır.<br />
W. Montgomery Watt, Free Will and Predestination in Early<br />
Islam (London, 1948); bu konuda 95o tarihine kadar olan yazarlar<br />
hakk ında bilhassa mu'tezile ve E ş'ariyye yazarlar ı hakk ında tetkikler.<br />
W. Montgomery Watt, Islam and the Integration of Society (London,<br />
1961) ; 7 ve 8 inci bölümler konu ile ilgilidir.<br />
J. Wınrow Sweetman, Islam and Christian Theology (London,<br />
1945,1947,1955, devam ediyor); bu eser geni ş bir alan ı kapl ıyan haber<br />
kolleksiyonudur. Fakat bu eksik durumunda herhangibir neticeye<br />
götürmez.<br />
Dwight M. Donaldson, Studies in Islam Etichs (London, 1953);<br />
filozoflarm ve teologlar ın ahlâkı üzerinde bölümler vard ır. H..A.R.<br />
GIBB ve WALZER'in İslâm Ansiklopedisinde yazd ıkları ahlâka dair<br />
makaleleri güzeldir.<br />
Sir Thomas Arnold ve Alfred Guıllaume, The Legacy of<br />
Islam (Oxford, 1931), s. 239-83, "Philosophy and Theology (Gu ıllaume<br />
tarafından); esas olarak İslam ahlâk ının Avrupa üzerindeki<br />
tesirinden ve onun İspanya'dan Avrupa'ya geçisinden bahseder.<br />
De Lacy O'Leary, Arabic Thought and its Place in History, London,<br />
1922; bu kitab ın en iyi k ıs ımları, Yunan felsefi dü şüncesinin Suriye<br />
yoliyle Arapçaya ve sonra da bazan İbranice vas ıtasiyle lâtinceye geçişini<br />
izah edenleridir. Süratle yerini almaktad ır.<br />
Herman Stıeglecker, Die Glaubenslehren des Islam, (Munich,<br />
1959, devam ediyor); islâm inanc ını müslümanların kabul ettiği<br />
şekilde belirtme ğe çal ışan bir te şebbüstür. Fakat baz ı şüpheli pe şin<br />
hükümlere istinadetmekte ve tafsilâtl ı kaynaklar vermemektedir.<br />
The Encyclopedia of Islam : Birinci bask ı dört cilt ve zeyl, Leiden,<br />
1913-42; ikinci bask ı cilt ı , Leiden ve London, 196o, devam ediyor.<br />
Birinci bask ıda dinle ilgili makaleler ekseriya biraz düzeltilmi ş olarak<br />
ayrı bir kitapta bas ılmışt ır: Hanwörterbuch des Islam (1941) ve A<br />
11
Sohrter Encyclopedia of Islam (1953). Tabii makalelerin de ğeri çeşitlidir.<br />
Birinci bask ıdaki makalelerden baz ıları şimdi tatminkâr<br />
Maamafih ço ğu şarki kaynaklara istinadetti ğinden ve Bat ı dillerinde<br />
ba şka türlü elde edilmesine imkân olm ıyan materyalleri ihtiva<br />
ettiğinden dolayı çok önemlidir. K ısaltmalar ı : El', E12, El (S).<br />
A. J. Arberry, Revelation and Reason in Islam, London, 1957;<br />
yak ında ne şredilmi ş metinlere müracaat suretiyle genel bir görü ş<br />
verir.<br />
12
Bölüm I.<br />
EMEVİ DEVRİ
EMEVİ DEVRI<br />
FASIL I<br />
Fırkacılığın Başlangıcı<br />
MUHAMMED (A.S.), 622 tarihinde Medine'ye hicreti ile 632<br />
de ölümü aras ında oldukça kuvvetli bir devlet kurma ğa muvaffak<br />
olmuştur. Bu devletin kuvveti şuradan anla şılır ki 63o y ılı sonlarına<br />
doğru Suriye'ye kar şı tertibedilen seferde Muhammed'(A.)in arkas ında<br />
30,00o adam vard ı. Arabistan'da göçebe kabilelerinin pek ço ğu,<br />
onunla ittifak halinde idiler. Bunun ba şlıca istisnalar ı, az çok Bizans' ın<br />
tesir sahas ında kalanlar idi. Hemen 632 yi müteakip devirden 661 e<br />
kadar olan devir "Hulefa-i Ra şidin" devri diye tan ınmaktad ır. Ebu-<br />
Bekir ((632-34) in zaman ı, Medine'nin siyasi sistemine kar şı ayaklanan<br />
kabilelerin isyan ını bastırmakla geçti. Birinci Ömer (634-644)<br />
devrinde olağanüstü bir yay ılma ve geni şleme görüldü. Suriye ve M ısır<br />
Bizans İmparatorlu ğundan ve Irak ise Iran İmparatorlu ğundan zaptedildi.<br />
Osman (644-56) in devrinde yay ılma, Afrika'n ın kuzeyine,<br />
Iran' ın içine doğru devam etti. Fakat 65o civar ında yava ş yava ş geriledi,.<br />
Çünkü Askerler aras ında huzursuzluk belirmi şti. (Bu askerler<br />
sivil kurumlarla şehir halkı ile ayn ı haklara sahip idiler.) 656 da Osman<br />
asiler tarafından öldürüldü. Peygamberin yegeni ve damad ı olan<br />
Ali'ye Medine'de halife olarak bey'at edildi. Fakat Şam valisi Muaviye<br />
diğerleri aras ında Ali'yi tan ımak.' reddetti. Ali ile Muaviye aras ında<br />
ç ıkan muharebede, Ali'nin ba şka bir gaye için 661 de öldürülmesinden<br />
sonra Muaviye yava ş yava ş harbi kazan ıyordu. Ali'den sonra<br />
Muaviye'nin hilafeti genellikle her tarafta tan ınd ı, ve Umeyye hanedanı<br />
idareye hakim oldu.<br />
Bu kısa tarihi makımat, bizim teolojik konumuzla ilgisiz de ğildir.<br />
Bilgi sosyolojisinin ifadesine göre bütün teolojik ve felsefi mevzuların,<br />
siyasi yahut ictimal dayana ğı mevcuttur. Bu tetkik, böyle bir<br />
15
aç ıdan ele al ınmışt ır. Din ile siyasi olaylar aras ındaki irtibat bilhassa<br />
yakınd ır ve ortado ğuda çok a şikar bir manzara arzeder. The Old<br />
Testament (Eski sözle şme : Ahdi-Atik) bununla doludur. İlk yedinci<br />
as ırda Suriye ve M ısır h ırıstiyanlar ın ın Bizans imparatorlu ğuna karşı<br />
nefreti, Monophisite' ve Nasturi mezheplerinde mihrak ını bulmuştu. Bu<br />
yüzdendir ki 1-3 üncü fas ıllardaki görü şlerden hangisinin siyasi, hangisinin<br />
teoloğik olduğunu söylemenin güç oldu ğu, şaşılacak şey değildir.<br />
Maamafih Ridde diye me şhur, 632-634 y ılları aras ında vukubulan<br />
irtidad isyanlar ını - k ışkırtan "yalanc ı peygamber"lerden ba şka<br />
Ümeyye Devrinin ba şına kadar islam Devleti içerisindeki siyasi ihtilaflarda<br />
dini bir unsur görülmemi şti. Bu, hiçbir mücadele ve gergin<br />
liğin olmamas ından ileri gelmiyordu. Medine'nin iki ana kabilesi<br />
aras ındaki rekabet, ta Muhammed' (A.)in ölümüne kadar devam etti.<br />
Bir halife seçiminde Medine'lilerin Mekke'lilere kar şı kıskançlığı ayd<br />
ınlığa çıktı. Ridde sava şlarında baz ı göçebe kabileler Medinelilere,<br />
Mekkelilere ve diğer baz ı göçebe kabilelere kar şı geliyorlard ı. Ali'ye<br />
biy'at olay ı, Mekkelilerden üç farkl ı grupun ç ıkarlar ın ı açığa çıkard ı .<br />
İlk olarak bir dini faktör, Ali taraftarlar ı aras ında yer alan baz ı<br />
münaka şalarda siyasetle temasa geldi. Bunlar göçebe kabilelerden idiler.<br />
Halen de Irak'taki askeri şehir kamplar ına yerle şmişlerdi. Münaka şalar,<br />
Ali Basra yak ınlarında Mekke'li muhaliflerinden bir grupu yenip de<br />
çok ciddi rakibi Suriyeyi i şgali alt ında bulunduran bir ordunun kumandanlığın<br />
ı elinde tutan Muaviye'ye kar şı yeter derecede bir ordu toplamağa<br />
çal ışırken meydana ç ıkt ı. Ali'nin komutas ı alt ında bulunan<br />
askerlerden baz ıları ona o derece ba ğlanmışlard ı ki bunlar onun "dostu<br />
olanın dostu, düşman ı olanın düşman ı" olduklar ı şeklinde gösterilebilir.<br />
Diğer tabirle bu adamlar, Ali gibi bir lider yahut imam ın, bir<br />
hata ve yanl ış iş yapamıyacağına inanmışlard ı. Bunlara kar şı olan<br />
grup ise yaln ız Ali'nin hata yapabileceğine inanmakla kalm ıyor, ayn ı<br />
zamanda Osman' ın katlinden sorumlu olanlar ı açıkça destekledi ği<br />
belli olmadığı için onun bilfiil hata içerisinde oldu ğuna kani bulunuyorlardı.<br />
Bu ikinci grup, kendilerini, Osman' ı öldürenlerin manevi<br />
torunlar ı sayıyorlardı. Onlar Osman' ı kendi idaresinde bulunan şöhretli<br />
kimselerin cinayetlerini cezaland ırmadığı için günahkar sayıyorlar<br />
ve bu günah ından dolay ı cemiyetin üyesi olmak imtiyaz ını kaybettiğini,<br />
binaenaleyh onu azletmek, günah olmad ıktan başka onun<br />
öldürmenin de müslümanlar ın bir vazifesi bulundu ğunu söylüyorlard ı .<br />
1 Monophisite: anlam ı : tek tabiatt ır. Be şinci ve alt ıncı yüzyıllarda Hz. Isa'n ın, hem<br />
insan ve hem tanr ı olan bir tabiat ı olduğunu ileri süren h ıristiyanlard ır.<br />
16
Şüphesiz Ali ordusunda bu iki uç aras ında mutedil bir durumda<br />
olan birçok kimseler vard ı. Fakat müteakip dini geli şmelerde müfritler<br />
önemlidirler. Filhakika tasvir edilen iki grup şia ve harici diye adland<br />
ırılan iki büyük fırkan ın başlangıc ıdırlar. Şia, isimlerini Ali'nin<br />
partisi olan kimselerle ayn ı olgunlukta bulunduklar ı sebebinden al ırlar.<br />
Hariciler (Arapçada genellikle Havaric, müfredi Harici)in bu<br />
adı almalar ının sebebi de onlar ın, ilk defa Ali'den, sonra Muaviyeden<br />
ve Emevilerden ayr ılıp ç ıkmalar ıdır. Bu ayr ılıkların en iyi bilinen<br />
misalleri, Ali Suriye ordusuna kar şı haz ırlanmakta iken meydana gelen<br />
iki ayr ılmad ır. Harura denen yere giden birinci k ısım, Ali<br />
bunlar ın baz ı şikayetlerini anlay ışla kar şılay ınca geri döndüler.<br />
Fakat ikinci k ısım uzlaşmayı reddettikleri için hemen tamamen<br />
kılıçtan geçirildi. Bu olaylar ın muhtemelen tekrar edildi ği, Ali'ye<br />
kar şı daha be ş küçük ayaklanman ın olduğu ve Muaviye'nin hükümdarlığı<br />
(661-68o) devrinde de yirmi kadar ayaklanman ın vukubulduğu<br />
unutulmamal ıdır. Emeviler devrinde muhtelif zamanlarda çe şitli<br />
ciddi harici ayaklanmalar oldu. Baz ı tarihçiler bundan dolay ı "hanici"nin,<br />
basit olarak "asi" ifade etti ğini söylerlerse de hareketin teolojik<br />
yöndeki gelişmeleri hakk ında ciddi bir çal ışma, bunun böyle<br />
olmadığın ı gösterecektir.<br />
Hem Ali, hem de Muaviye tarafındaki ayaklanmalar, bunlar ın<br />
herhangibir adamın şahsi idaresinden memnun olmamalar ının bir<br />
gereği olmadığını ispatlar. Fakat bu ayaklanmalar genel durumun<br />
bir sonucu olmal ıdır. Dü şünce bunun sebeplerini gösterir: Harici<br />
ayaklanmalar ına kat ılan adamlar, Mekke veya Medine as ıllı değil,<br />
göçebe kabilelerden idiler. Otuz y ıl önce bu adamlar ve bunlar ın babalar<br />
ı çölün serbest hayat ını yaşıyorlard ı . Şimdi bunlar Islam ordusunun<br />
geniş te şkilat ı içerisine kat ılmışlardı. Savaşlar durunca bunlar<br />
çöle dönmediler. Irak ve M ısırdaki askeri kamplara geldiler. Bu ilk<br />
zamanda bütün müslümanlar ın askeri hizmette yer almalar ı beklenirdi<br />
Buna kar şılık bunlar devletten bir maa ş al ırlard ı. Maaşın miktar ı,<br />
ailenin Islami kabul edi şindeki önceliğe göre de ğişirdi. Bu arada birçok<br />
ekonomik meselelerin de burada yeri vard ır. Kay ıtlarda böyle<br />
bir şey görülmüyorsa da yine de ayaklanman ın ba şlıca sebebinin, h ızl ı<br />
ve âni değişmelerin getirdi ği huzursuzluk ve güvensizlik olmas ı<br />
muhtemeldir. Zuhur etme ğe ba şlıyan şii hareketininde bu huzursuzluk<br />
ve güvensizli ğe farkl ı bir cevap olmas ı ihtimal dahilindedir.<br />
Bu hipotez, şia ile Havaricin soruna farkl ı cevap vermelerini göstirir<br />
ve bunlar aras ındaki şiddetli dü şmanlığı aç ıklamaya yard ım eder. Bu<br />
17
değişikliğin bir zaman ında güvensiz ve huzursuz insanlar-yapt ıklarını<br />
şuurlu olarak anlas ınlar veya anlamas ınlar- kurtulu şu kendilerine esasl<br />
ı ve memnuniyet verici durumlar temin eden eski tecrübelerinde aradılar.<br />
Baz ı insanlar ın, kurtulu şun veya refah ın yolu, insan üstü özelliklerle<br />
mücehhez bir liderin pe şinde yürümektir şeklindeki inançlar ı<br />
bu hareketlere sebebolmu ş görünmektedir. Bu özelliklerin tanr ı vergisi<br />
olduğuna inan ılır. Binaenaleyh bu vas ıflar, insanlar ın tabii bir vasfı<br />
değil ilahi bir mazhariyyet, bir lütuf olduklar ı düşünülebilir. Burada<br />
sosyolojik terim olan "Charismata" tabirini kullanmak ve buna "charismatic"<br />
lider demek münasiptir. Di ğer bir faktör de baz ı kimselerin<br />
kurtulu şu bir liderde değil sağlam "charisma"ya malik olan bir toplumda<br />
aramalar ıyd ı. Bunlara göre insan böyle bir cemiyetin üyesi olarak<br />
(ve bu cemiyetin üyeli ğini kaybettirecek bir hareket yapm ıyarak)<br />
kurtulu şa erebilir. Bu inanc ın negatif şekli: "extra ecclesia nulla salus<br />
Kurtulu ş yolu yaln ız kilisededir. Onun çizdiği hattan ba şka selâmet<br />
yolu yoktur." da ifadesini bulur. Positif şekli birçok müslüman ın düşüncesine<br />
hakimdi. Onlar İslam cemaatini "cennet ehli" diye dü şünüyorlard<br />
ı. Bu dü şünce, İslama giren herkesin, nihayet cennete girece ğini<br />
ifade ediyordu.<br />
İşte böyle köklü inançlar ın mevcutiyeti, Ali'nin hilafeti devrinde<br />
Havaric ve şia hareketlerinin zuhurunu aç ıklar. Bunlar ın daldıkları<br />
yeni hayat ın gerginlik ve zorluklar ında insanlar biraz müstakar<br />
asayi ş ve güvenliğe muhtaç idiler. Muhtemelen gayri şuuri olarak<br />
derin tahrik ve te şvikler onlar ı bu güvenliği araştırmağa sevketti.<br />
Bir k ısmı olağan üstü yetilere sahip bir liderin pe şinde gitmek, diğerleri<br />
mensubolduklar ı toplumun charismatic bir toplum olmas ını sağlamağa<br />
uğraşmak suretiyle bu huzuru arad ılar. Özel kabiliyetlerin<br />
baz ı ailelere verildiğini kabul eden eski Arap inanc ı, birinci grupu<br />
etkilemi şti. Bu inanç, onlar ın Ali'yi, hattâ bu inançla güç bağda şan<br />
siyasi kararlar ında dahi seçkin bir lider olarak kabul etmelerini hakl ı<br />
gösterdi.<br />
İkinci grupun şöyle bir avantaj ı vardı : Şüphesiz müslüman cemaati,<br />
mu'cizevi vahye mazhar olan Peygamber taraf ından kurulmu ş-<br />
tur. Bu cemaat, O'na vahyedilmi ş ilahi hayat yolunu izlemektedir.<br />
Bu toplumun ehl-i sünnet olarak kalmas ını sağlamak için bu kurallara<br />
aykırı gidenlerin cemiyet haricine at ılmaları gerekir. İşte burada onların<br />
(haricilerin), büyük günah i şliyen kimse bu yüzden cemiyetten<br />
ç ıkarılır, şeklindeki özel prensipleri meydana ç ıkmıştır. Bu suretle<br />
onlar mensup bulunduklar ı cemiyetin, fevkalade, yahut charismatic<br />
bir cemiyet oldu ğundan tamamen emin olmak istiyorlard ı .<br />
18
Bu çizgiler üzerinde dü şünülürse havaric ve şia aras ında neden<br />
bu kadar ac ı dü şmanl ığın bulunduğunu anlamak kolay olur. Her iki<br />
grup da kurtulu şu elde etmenin, yahut kendilerinin en yüksek gayelerini<br />
gerçekle ştirmenin çaresini kendi istikametinde görüyordu. İnsan<br />
bunun bir ölüm kal ım meselesi oldu ğunu söyliyebilir. Bu durumda<br />
her grupun mü'minleri di ğerlerinin inançlar ını tekzibediyorlard ı .<br />
Böylece her grup, di ğerlerinin kurtulu şa ermesini engelliyordu. Liderin<br />
yan ılmazlığına kani olm ıyan Hariciler, onun hata yapabilece ğine<br />
ve bu yüzden bütün cemiyeti, cennet ehli olma vas ıflarını kaybettirebilecek<br />
bir yola götürebilece ğine inanıyorlard ı. Diğer taraftan şiiler<br />
de şu kanaatte idiler ki cemiyetin ilham alm ıyan normal mensuplar ı,<br />
kutsal kitaplar ını kendileri yoruml ıyarak (ki şia bu yoruma yamlmaz<br />
olarak bakmamışt ır) ilham almakta olan lideri, onun yanl ış olduğunu<br />
bildiği bir yolu tutma ğa sevk etmi ş olurlar. Bu suretle her grupun görmekte<br />
oldu ğu kurtulu ş şans ı, diğer grup tarafından tehlikeye sokuluyordu.<br />
Binaenaleyh bunlar aras ında ac ı düşmanl ığın bulunması bir<br />
sürpriz te şkil etmez.<br />
Serdedilen bu mutalâalar oldukça iyi vazedilmi ştir. Mesela niçin<br />
baz ı insanlar ın charismatic lidere, baz ılarının charismatic cemiyete<br />
meylettikleri sorusuna gelince buna verilebilecek bir izah vard ır, ama<br />
bir saniye için buna daha derin yoklama ğa ihtiyaç gösteren bir hipotez<br />
olarak bak ılmalıdır. (Bilhassa di ğer kültürlerdeki paralel örneklerle<br />
mukayese ederek). Anla şılıyor ki ayn ı durumda olan iki reaksiyon,<br />
insan tabiatinde mevcud nihai ve esasl ı farklar ın icab ı idi. Fakat bu,<br />
ciddi neticeleri olan müphem bir nazariyedir. Ve bu tercih edilebilir<br />
fakat irsi yahut çevre faktörleri taraf ından farklar aç ıklanırsa tercihe<br />
sayan bir nazariyedir. Bir aç ıklama yapma ğa yard ım edecek iki nirengi<br />
noktas ı vard ır:<br />
İlk nokta şudur: Harici isyanlar ının küçük gruplariyle göçebe<br />
cemiyetin sava şç ı birlikleri aras ında benzerlikler vard ır. Ali ve Muaviye<br />
devirlerindeki ayaklanmalarda biz, genel olarak ayaklanan kimselerin<br />
say ısına dair haberler al ıyoruz. Bunlar otuz ile be ş yüz aras ında<br />
değişir. Ortalama olarak iki yüz ki şidir. Bunlar tam anlamiyle çöle<br />
çekilmediler. Fakat Irak kasabalar ından biraz ötede daha emin yerlere<br />
çekildiler ve san ıldığına göre hayatlar ını köylere bask ın yap ıp<br />
çapul ederek temin ettiler. Bir hükümet kuvveti kendilerini ortadan<br />
kaldırıncaya kadar böyle devam ederlerdi. Her küçük zümre kendilerini,<br />
gerçek müslümanlar ın önderi say ıyordu. Maamafih bu zümrenin<br />
dışında da gerçek müslümanlar ın bulunduğunu inkâr etmiyorlard ı .<br />
19
Fakat öteki müslümanlar ın çoğunluğu gerçek müslüman de ğildi ve<br />
bu yüzden öldürülmeleri gerekirdi. Onlar ın öldürülmesinden kendilerine<br />
bir günah terettübetmezdi. Böylece çe şitli yollardan ihtilalci<br />
zümreler, göçebe bir kabilenin hayat şekline benziyen bir hayat şekli<br />
meydana getiriyorlard ı. Havaric gurupunun temeli din oldu ğu, akrabal<br />
ık olmadığı için bunların hayat ı, doğrudan doğruya çöl şartlar ına<br />
raci değildi. Bununla beraber havaricin, ilk zamanlardaki göçebeler<br />
gibi şiir ve hitabet hünerleriyle dikkati çekmi ş olmaları önemlidir.<br />
Islami inançlar ına rağmen, Şiirlerinde ifade edilen duygu, mü şrik<br />
göçebelerin duygular ına yak ındır.<br />
I şaret edilecek ikinci nokta şudur: Biri ilk şiilerin ve Haricilerin<br />
hangi kabilelere mensubolduklar ını sorarsa buna cevabolarak belirli<br />
bir fark bulunabilir. Fakat bu fark kati de ğildir. Çünkü her iki tarafta<br />
da birçok büyük kabileler zikredilir. Ama şu ileri sürülebilir: )<br />
İlk Şiilerin önemli bir k ısmı, Güney Arabistan kabilelerinden gelmi ş-<br />
lerdi. Ve (2) Haricilerin aras ında doktrin sahibi fertler ve f ırkalar<br />
(bütün Emevi devrinde) ba şlıca üç kuzeyli kabileden gelmi şlerdi.<br />
Ama 622 den 656 ya kadar olan zamanda bu reaksiyon fark ını aç ıkhyacak<br />
bir hadisenin oldu ğu görülmemektedir. Bütün kuzeyli kabileler,<br />
müslümanlar ın Irak içlerine yapt ıkları akınlara kat ılmakta ba şta gelirler.<br />
Şiiler aras ında bu ilk ak ınlarda pay ı olan yaln ız bir kabile me ş-<br />
hurdur. Ali, Muhammed (A.) taraf ından, özel görevlerin ifas ı için<br />
Güney Arabistan'a gönderilmi şti. Fakat onun, halk ın hususi sevgisini<br />
kazandığına dair bir rivayet yoktur. Bu kabileler mensuplar ının,<br />
Yahudilik, Monophisite, yahut Nasturi h ırıstiyanl ığının derin tesiri<br />
alt ında kal ıp kalmad ıkları meselesi de derinlemesine ara ştırılacak bir<br />
noktad ır. Ama böyle bir tesir isbat edilse bile bunun meseleyi tamamen<br />
aç ıklamas ı pek mümkün görünmüyor.<br />
İleri sürülecek hipotez şudur: Bu tepki fark ı, as ırl ık eski geleneklerin<br />
icab ıdır. Güney Arabistan kabileleri bin y ıldan fazla bir zaman<br />
o bölgenin eski uygarlık ananesi içinde yeti şmişlerdi. Bu medeniyette<br />
ilahi, yahut yar ı ilahi k ırallar vard ı. Yedinci as ırdaki Arap kabile<br />
mensuplar ı, kendilerini k ırallar ın emri alt ında ya şatm ıyorlar idiyse de<br />
gayr-i me ş'ur olarak bilhassa tehlikeli zamanlarda k ırallığın liderliğine<br />
güvenme geleneğinin tesiri alt ında kalm ış olmalıd ırlar. Bundan dolay ı<br />
onlar buhranh zamanlarda bu tipte bir lider arad ılar ve Ali'de bunun<br />
örneğini bulduklarını sand ılar. Fakat kuzeyli kabileler, ilahi k ırall ık<br />
inanc ının tesir alan ında yeti şmemişlerdi. Aksine orada çöl kanununa<br />
göre bütün erkeklere e şit şekilde muamele edilir, e şit değer verilirdi.<br />
20
Bunda tarihten önceki "Irak demokratik cemiyeti"nin izleri vard ı .<br />
Bu e şit muamele, mükemmeliyetin topluma, kabileye ve soya aidolduğu<br />
inanc ına götürdü. Böylece birinin damarlar ında sadece kabilenin<br />
kan ın ın bulunmas ı, ona dünyada bir şeref mevkii vermeğe kâfi idi.<br />
Muhammed'(A.) den biraz önce Araplar, bu inanca bu cihan şümul<br />
yorumu verdiler. 656 s ıralar ındaki buhranda küçük gerçek müslüman<br />
cemiyeti fikrini ileri sürenlerin, bu demokratik gelenekte ya şamış<br />
kimselerin şuursuz olarak derin tesirinde kalm ış olmalar ı şaşılacak<br />
bir şey değildir.<br />
B İ BL İOGRAFYA<br />
Burada ifade edilen görü şler, benim önceki yaz ılarımda büyük<br />
tafsilâtla formüle edilmi ştir: " Şhi'isme under the Umayyads", Journal<br />
of the Royal Asiatic Society, 1960,158-72; "Kharijite Thought<br />
in the Umayyad Period", Der Islam, XXXVI (1961), 215-31; "The<br />
Conception of the Charismatic Comunity in Islam", Numen, VII,<br />
(196o), 77-9o; Islam an the Integration of Society, 94-14. Bunlar<br />
ayn ı zamanda gelecek iki bölümle de ilgili olan yaz ılard ır.<br />
M.G.S. Hodgson, makale: "Abdullah ibn Saha", Eh de.<br />
21
FASIL 2<br />
Hariciler<br />
Muaviye umumiyetle 66I-68o y ılları aras ında halife olarak tan ı-<br />
n ıp hüküm sürmü ştür. Onun gücü, Suriye yerlilerinden meydana<br />
gelen orduya dayan ıyordu. Şam' ı da ba şkent yapm ışt ı. Göçebe Arap<br />
kabilelerinde âdet, şefin yerine ailesi içerisinde en üstün vas ıfları<br />
ta şıyan üye geçerdi. Ya şlı olmak ve hattâ evlâtl ık, özel bir imtiyaz<br />
vermezdi. Bu husus, hilâfete aday olman ın nizam ı hakk ında küçük<br />
bir fikir verir. Muaviye, ölümünden önce o ğlu Yezid'in kendine halef<br />
bir oğul olarak tan ınmas ın ı istiyordu. Fakat Yezid'i kabul etmiyenler<br />
de vard ı. Muhalefet, Yezid'in, 683 te küçük bir çocuk b ırakarak öl<br />
mesi üzerine feci iç harblere sebeboldu. Abdullah ibn Zübeyr (yahut<br />
sadece İbn Zübeyr) ki Yezid'i Mekke'den ç ıkarmışt ı , şimdi Mekke<br />
ve Medine'nin oldu ğu kadar Irak' ın da büyük bir k ısmının kontrolünü<br />
elde etmi şti. Geni ş ölçüde kar ışıklıklar vard ı. Hilâfetin uzak baz ı<br />
ülkeleri, ne Emevilerin, ne de İbn Zübeyr'in kontrolü alt ında idi. Bu<br />
ailenin diğer bir koluna mensup bir zat ın liderliğinde Emeviler tekrar<br />
sava şt ılar. 691 de Irak' ı tekrar ele geçirdiler ve 692 nin sonundan<br />
önce Mekkede'ki isyan ın son alevlerini de söndürdüler.<br />
Muaviye zaman ında devam edip iç harp yüzünden duran halifelik<br />
s ınırlarının geni şlemesi, şimdi tekrar eski durumuna ula şmıştı.<br />
Doğuda müslümanlar, hükümranl ıklar ını Orta Asya'ya ve Kuzey<br />
Bat ı Hindistan'a kadar uzatm ışlard ı. Kuzey Afrika'da ise bat ıya,<br />
Morroco içerisine ula ştılar ve 711 de bu kuvvet Ispanya'ya atlad ı .<br />
Kuzeye do ğru da Bizanshlara kar şı s ık s ık savaşlar yap ılırd ı. Fakat<br />
sürekli arazi fethi mümkün olmuyordu. Ülkelerin geni şliği, iç gerginliklerin<br />
doğmasına sebeboldu. Boyuna g ıc ırdayıp inliyen keresteden<br />
yap ılmış acemi' bir idare mekanizmas ı hüküm sürüyordu. 73o yahut<br />
735 yıllar ından itibaren ileri görü şlüler, imparatorlu ğun yava ş yavaş<br />
çökmekte olduğunu fark ettiler. Bu ileri görü şlülerden baz ıları bir<br />
ihtilâli basamak yaparak kar şı bir hükümet kurma ğa te şebbüs ettiler.<br />
22
Fakat hiçbiri de muvaffak olamad ı ise de her halde 750 de Abbâsi<br />
ordusunun doğudan hareketle Emevi hükümranl ığına son verip yeni<br />
Abbasiler hükümdarl ığını kurmalar ına kadar Emevileri zay ıflatmakta<br />
k ısmen rolleri oldu.<br />
İbn-i Zübeyr'in iç harbi s ıras ında büyük ölçüde dini gelişmeği<br />
te şvik etmiş bulunan iki harici hareketi vard ı. Birincisi Ezarika idi ki<br />
isimlerini as ıl liderleri olan Nafi' ibn al-Azrak'tan alm ışlard ı. Basra<br />
Haricilerinden baz ıları, Emevilere kar şı koyduğu için İbn Zübeyr'e<br />
sevgi besliyorlard ı. Ve ona fi'll yard ımda bulunmu şlard ı. Fakat onun,<br />
zamanla muvaffak oldu ğu takdirde kendi fikirlerine göre hareket<br />
etmiyeceğini anlad ılar. Basra 684 de İbn Zubeyr'in eline geçtiği zaman<br />
Ezarika do ğudaki dağlara çekildiler. Ertesi y ıl liderlerinin öldürülmesine<br />
rağmen Ezarika kuvvetlerini artt ırmağa ve muhafaza etmeğe<br />
devam ettiler. Öyle ki 691 civar ında Basra için bir tehlike haline<br />
gelmişlerdi. İç harbi müteakip ümeyye ordular ı, onları imha etmeğe<br />
muktedir oldular. (Fakat sonraki tarihlerde halifeli ğin doğu taraflar ında<br />
haricileri koruyan ve sakl ıyan gizli baz ı kaynaklar vard ı).<br />
Ezarika teolojik dü şünceyi te şvik etmişlerdir. Çünkü onlar, oldukça<br />
mant ıki bir ölçü ile harici görü şünü müfrit noktaya götürmü ş-<br />
lerdi. Temel prensip, sonradan Ali'ye kar şı çıkan baz ı Ali taraftarlar ı<br />
tarafından Kur'an kelimeleriyle formüle edilmi ştir: "Allah'tan ba şka<br />
kimsenin hükmü yoktur.", "Hüküm yaln ız Allah' ındır." Bununla<br />
hükmün, ancak Kur'an'a göre verilebilece ği ifade edilmek isteniyordu.°<br />
Bu dü şünce şunu ima ediyordu: Büyük bir günah i şliyen kimse<br />
cehennemliktir ve cehennem ehline dahildir. Zira harici: görü şüne<br />
göre bu, Kur'an'da aç ık olarak ifade edilmiştir. ilaveten Osman da<br />
Kur'an'da tasrih edilen bu cezan ın haricinde akalacak bir günah<br />
işlemi ş değildir.<br />
Ezrakiler şimdi işi daha da ileri götürerek yer yüzünde mevcut<br />
bütün idarelerin günahkar oldu ğuna kani oldu ve mevcut idarelere<br />
karşı sava şmakta kendilerine kat ılmıyanların da günahkâr olduklarını<br />
ileri sürdüler. Ancak kendi zümrelerine mensup kimseler gerçek<br />
müslüman idiler; sadece onlar ın kamplar ı idi ki İslâmiyetin doğru<br />
anla şılıp tatbik edildiği "Daru'l- İslam" idi. Evlerinde oturup da hicret<br />
ederek onlara kat ılmıyanlar da günahkar ve kafir idiler. Islam<br />
cemaati d ışında idiler. Şüphesiz bu hicret, Muhammed'(A.)in 622<br />
de Mekke'den Medine'ye hicretine e ş idi. Böylece hattâ baz ı teferruat-<br />
1 Arapça kelimeler şöyledir: "M hukma illa lillah. Kur'an, 6/57; keza Der Islam,<br />
XXXVI. 217.<br />
23
ta dahi onlara i ştirak etmiyen kimseleri İslam hududu dışına atmak<br />
suretiyle hariciler, bu gibi kimseleri öldürme ği, bunların kar ılarını<br />
ve çocuklar ını dahi öldürme ği helal sayd ılar. Eski bir Arap ananesine<br />
göre kendi kabilesine yahut müttefik bir kabileye mensubolm ıyan<br />
şahsi öldürmek yanl ış bir hareket de ğildi. Ancak maktulün kabilesi<br />
kuvvetli olduğu takdirde bu hareket ak ılsızca bir iş olurdu. Bu koyu<br />
taassuba bürünmü ş sert teoloji, onlar ın gerçek teorilerini mazur göstermek<br />
içindi. Ezrakiler geni ş katil:anılar ından ötürü çok korkulup<br />
kaçırulan bir grup idiler. Rivayet edilir ki: Bir adam onlara gidip<br />
kendi kabilelerine kat ılmak istediğini söylediği zaman ona öldürmesi<br />
için bir mahkûm teslim edilirdi. e ğer mahkûm, adam ın kendi kabilesinden<br />
ise bu öldürme, o şahs ın, kabilesiyle olan ba ğlarını kopar ır,<br />
Onu değişmez bir şekilde Ezrakilere bağlardı . Şüphesiz bu baz ı zamanlar<br />
vukubulmu ştur ama bunun devaml ı olarak yap ılan bir i ş olduğundan<br />
emin olamayız.<br />
Yine bu zamanda me şhur olan tali bir harici kolu da Necedat,<br />
yahut Necdiyye'dir. Bu fırka orta Arabistanda (Yemame denen bölgede)<br />
zuhur etmi ştir. Bunlar Mekke'de İbnu'z-Zubeyr'e yard ım etmişlerdi.<br />
Fakat sonradan kendi ana yurtlar ına döndüler. Ve muhtar<br />
bir idare kurdular. 686 dan 692 ye kadar liderleri, firkaya ad ını veren<br />
Necde idi. Bunlar bir zaman için Arabistan ın geni ş topraklar ını idare<br />
ettiler. Hattâ İbnu'z-Zubeyrinkinden de geni ş. Doğu sahilindeki<br />
Bahreyn ve Umman, Güneyde ve. Güney bat ıda Yemen ve Hadramawt<br />
k ısımları bu ülkeye dahildi. Liderlik hususunda birçok mücadele<br />
oldu. Necde'nin 692 de ölümü üzerine f ırka parçaland ı ve bu parçalardan<br />
kimi da ğıld ı. kimi de Umeyye generalleri tarafindan ortadan<br />
kaldırıldı .<br />
Asl ında Necdiler de Ezrakilerin görü şlerinin aynı görü şlere<br />
sahip idiler. Fakat geni ş bir ülkeyi idare mesuliyyeti, onlar ın tefsirlerine<br />
daha az ha şin bir görü ş getirmi şti. Oturup da kendilerine kat ılmıyanlar<br />
kafir say ılımıyor ve dolay ısiyle İslam cemaati d ışına at ılmıyorlar,<br />
fakat münafık addediliyorlard ı . Şu da tesbit edilmiştir ki onlar kendi<br />
mensuplar ından olup da harici idaresi alt ında ya şamıyan kimselerin<br />
asıl fikirlerini gizlemelerine-ki buna takiyye denir- cevaz vermi şlerdir.<br />
Bu gibi noktalar gösteriyor ki Necdiler Eezrakilerin yapt ığı gibi kendileriyle<br />
diğer müslümanlar aras ına aynı kesin çizgiyi çizmemi şlerdi.<br />
Necdilerin görü şlerinin çoğu hakkında verilen malûmat, büyük<br />
bir devlet idaresinde görülmesi tabii olan cinsten me şru görü şler olarak<br />
kabul edilir. Mesela Savaş yöneticileri tarafından esir al ınan kad ınlara<br />
24
yapılacak muamele hakk ındaki meseleler, h ırs ız ve cani hakk ında tatbik<br />
edilecek ceza meseleleri gibi.<br />
Bu konularda Necdi görü şlerinin tesbit edildi ği eserlerde, haricilerin<br />
doğru İslam cemaati hususundaki temel prensiplerinde be şer<br />
kusurlar ından dolay ı müsamahalar gösterdiklerini görüyoruz. Tahminen<br />
Necdilerin ayr ıldığı en şiddetli harici görü şü: "Büyük günah<br />
i şliyen bir adam cehennem ehlindendir". görü şü idi. Ezrakiler<br />
kampta ya şadıkları için hırs ızl ıktan veya zinadan suçlu bir adam kolayl<br />
ıkla kamptan ihracadedilebilirdi. Fakat Necdilerin hakim olduğu<br />
geniş ülkelerden herhangi bir zani veya h ırz ıs ı ç ıkarıp atmak kolay<br />
bir şey de ğildi.Onlar bunun ho ş bir şey olmad ığın ı da dü şünebilirler.<br />
Bu, herhangibir moral gev şekliğini gerektirmezdi. Çünkü onlar ın<br />
şarap hakk ında sert olduklar ı söylenir. Kurulan bir toplumda hem<br />
iyi hem de kötünün bulunduğunu bildikleri için böyle davran ıyorlardı<br />
.<br />
Fakat pratik olarak iyi olan bu hareketi nazara yönden de makbul<br />
gösterecek bir mazeret bulmak laz ımdı. Necdiler, bunu dinde<br />
as ıl olanla as ıl olmıyan ı ay ırmak suretiyle yapt ılar. İkinciler<br />
aras ına, hakk ında resmi bir karar (hüküm) verilmemi ş olan orijinal<br />
şer'i görü şleri soktular. H ırs ızl ıkta veya zinada ısrar etme ğe şirk<br />
gözüyle bakıldı. Yani cemiyetin mahiyyetini, hukukunu yahut yolunu<br />
bozacak olan hususlarda ısrar şirk idi. Bu da as ıl prensiplerden<br />
olmal ı ve diğer prensiplerdeki gibi bunda yap ılan hatalar da cemiyetten<br />
at ılmayı ve cehennem halk ına kat ılmağı gerektirmeliydi. Yan<br />
ılarak h ırs ızl ık ve zinaya dü şmeğe esas günahlarda ısrar gözüyle<br />
bak ılmıyordu. Umumi kanaat şu idi: H ırs ızlar ve zaniler, cenenneme<br />
ıslah için giderler. Ncdiler, Allah' ın, istediği takdirde onlar ı cezalandırabileceğine<br />
cevaz verdiler. Fakat şunda ısrar ettiler ki: Allah böyle<br />
yaparsa bu ceza cehennemde ebedi olm ıyacak nihayet onlar ı cennete<br />
kabul edecektir. Böylece cemiyete üye olmak, temel prensiplerde sa ğ-<br />
lam durmak kurtulu şa yani cennete götürürdü.<br />
Ezrakiler, muhtar harici idaresinin problemleriyle kar şılaşırlarlarken<br />
Basra'da bir k ıs ım mutedil Havaric de vard ı ki bunlar da daha<br />
çok harici olm ıyan kimselerin idaresinde ya şamak meselesiyle kar şı<br />
kar şıya idiler. Do ğrudan doğruya siyasetle az ilgileri olan bu zahit<br />
adamlar, Muaviye devri boyunca varl ıklar ını muhafaza etmi ş görünmektedirler.<br />
Bunlardan baz ıları bir zaman için Mekke'de İbnu'z-Zubeyr'e<br />
yard ım ettiler. 684 den sonra İbnu'z-Zubeyr'in Basradaki valisini<br />
kabul eden belki de fi'len destekliyen bu adamlar, zaman ı ge-<br />
25
lince Emevi valisini de kabul ettiler. Maalesef bu adamlar hakk ındaki<br />
malûmatımız çok azd ır. Bu zamanda Basra'da teolojik faaliyetin<br />
kesif oldu ğu zannediliyor. Öyle ki sonraki islam teolojik kurumlar ının<br />
temeli bu zamanda at ılmışt ı. Fakat biz bu hususta ancak gözümüze<br />
dokunup derhal kaybolan sönük malûmata sahibiz, ama bahis konusu<br />
edilen ba şlıca meseleler hakk ında bir şey söylemek mümkündür.<br />
Ana problem, havaricin, havaricten olm ıyan bir idareyi kabul<br />
etmelerinin nas ıl mazur gösterilece ği meselesi idi. Daru'l-islam ile<br />
Daru'l-Harb aras ında bir ay ırım yapmak, müslümanlar ın vazifesi<br />
idi. Birincisi islami prensipler ile idare edilen bir yer idi. İkincisi böyle<br />
bir idarenin olmad ığı ve elverdi ği takdirde sava şmak, müslümanlara<br />
farz olan yerdi. Bu tasvirlerden hiçbiri basradaki mutedil haricilerin<br />
durumuna uymazd ı. Bundan dolayı baz ılar ı kendilerinin ihtiyatl ı bir<br />
korku alan ında bulunduklar ını bu yüzden kendi esas fikirlerini gizlemek<br />
zorunda kald ıklarını söylediler. Bu, onlar ın, harici olmıyanlar ın<br />
kâfir ve mü şrik olduklar ı görüşleri ile de birle şmiş idi. Zaman geçince<br />
mü şrik kelimesini pek cüz'i meselelerde kendi görü şlerinden ayr ılmış<br />
bulunan Allah'tan korkan müslümanlara da vermek suretiyle<br />
tenakuza dü ştüler. Bu yüzden baz ılar ı, Harici olm ıyanlar ın monoteist<br />
(muvahhid) oldu ğunu ve kendilerinin de Daru't-Tawhid'de yaşad<br />
ıklar ını kabul ettiler. Di ğer bir k ısmı da darlar ının kar ışık olduğunu<br />
söylüyorlard ı. Çünkü hükûmet ne zahiren mü şrik ne de doğru<br />
müslümand ı. Tam bir hüküm verilemez onun için uzla şmak, yahut<br />
belirsizlik ve karars ızl ık laz ımd ır.<br />
Çok dikkat edilen bir mesele de mümin bir kad ının (ki haricidir),<br />
mümin olmıyanlar (ki harici olm ıyanlard ır) ile evlenmesi, yahutayn<br />
ı yola ç ıkan- inanmış cariyelerin inanmam ışlara sat ılmas ı meselesi<br />
idi. Bu mesele inanm ışlardan müte şekkil küçük cemiyetin, inanmamış<br />
müslümanlardan müte şekkil daha büyük cemiyetle olan münasebeti<br />
problemini ciddi bir şekle sokuyordu. Kur'an'a göre müslüman bir<br />
kad ın, müslüman bir erkekten ba şkasiyle evlenemez. Di ğer tabirle<br />
onun evlenmesi cemiyet içinde olmal ıdır. Cariyeyi sat ın almakla onunla<br />
cinsi münasebet salâhiyyetine de sahip bulunuldu ğundan dolay ı<br />
bir cariyeyi inanmam ış bir kimseye satmak da Kur'ani bir emri bozmak<br />
demek idi. İbrahim adl ı birinin şöyle bir hikayesi nakledilir:<br />
Bu adam bir cariye tarafından hizmet edilmi ş ve kendisi de cariyeyi<br />
bedevilere satma ğı va'detmi şti. F ırkas ının diğer bir mensubu<br />
ona kar şı geldi. Ama ekseriyyet İbrahim'i tutma ğı uygun gördü.<br />
Bu demekti ki onlar art ık kendilerini geni ş İslam cemaatinin, farkl ı<br />
26
görü şe sahip üyeleri sayma ğa ba şlamışlard ı. Bu karar ı vermek suretiyle<br />
onlar, günah i şlemiyen, tamamen do ğru görü şlere uyan azizlerden<br />
müte şekkil bir cemiyet olma hususundaki orijinal Harici görü şünü<br />
terk etme ğe doğru gidiyor idiler.<br />
Bu Siyasi bak ımdan pasif olan Basra haricileri, Vak ıfiler diye<br />
an ılan küçük bir gruptur. (Vak ıfıyya, vak ıfa) isimleri, "hükmü tehir<br />
eden" manas ına gelir. Kendileri önemli olmamakla beraber, Haricilerle,<br />
bu bölümün müteakip bir fasl ında incelenecek olan Mürci'a<br />
aras ında bir geçi ş te şkil etmeleri bak ımından ilgilenmeğe değerler.<br />
Yukar ıda Haricilerin baz ı ahlaki telâkkilerindeki ayr ılıklarına da<br />
i şaret edilmi ştir. Çünkü onlardan bir k ısm ına göre h ırs ızlığa, yahut<br />
zinaya bir kere dü şmek, cemiyetten ç ıkarılmayı gerektirmez. Bu sözleriyle<br />
onlar, bu cürümleri i şliyen kimse cehennemde cezaland ırılmaz<br />
demeğe var ıyorlard ı. Ve bir manada onlar gayri ahlaki yahut cemiyet<br />
kurallar ına karşı davranışın önemini azaltm ış oluyorlard ı. Bu onların<br />
ehl-i cennet ile ehl-i cehennem aras ındaki kati ay ırımlarının<br />
kaç ınılmaz bir sonucu idi. Bu ay ır ım, Araplara göre tabii cemiyetçi<br />
dü şünce yolunun ayr ılmaz bir parças ı idi. Çünkü islâmdan önceki<br />
Araplara göre ferdin cesareti, şahs ın yalnız kendinden değil, fakat<br />
aynı zamanda kendi kabilesinden geliyor idi. O sadece cesaretli bir<br />
kökten ne şet ettiğinden dolayı cesur olabilirdi. Birinin kebilesinden,<br />
klânından, yahut ailesinden gelmekten ibaret akrabal ık üzerine<br />
kurulu bulunan göçebe Araplar ın ahlaki teklâkkilerine göre akrabalığın<br />
yan ında her şeye cevaz verilirdi. Bu cemiyetçi görü ş, baz ı bakımlardan<br />
ferdi ahlak ın zarar ına olarak "Cennet ehli"nin yekvücut<br />
destekliyen Haricilerde ifadesini buluyordu. Böylece onlar<br />
Kur'an'dan aç ıkça anla şılan ferdi ahlâka kar şı gidiyorlard ı. Zira<br />
Kur'an'a göre herkes bir ferdolmak hasebiyle hüküm gününde kendi<br />
günahlar ına cevap vermek zorundad ır.<br />
Vak ıfanın mümeyyiz vafs ı : Cariyelerin, mümin olm ıyanlara sat<br />
ılıp sat ılmıyacağı gibi konularda hükmü tehir etmek idi. Diyorlard ı<br />
ki: cennet ehliyle cehennem ehlini ay ıran kesin bir hat çizmek mümkün<br />
değildir. Bu görü ş, onlar ı, fas ıkların cemiyetten at ılma usulünden<br />
ba şka bir yolla cezaland ırılması görü şüne götürdü. Zira be şerin<br />
son kaderinin ne oldu ğunu kimse bilemiyeceği için bu husustaki hükmün<br />
kıyamete b ırak ılmas ı laz ımdı_ Bu suretle onlar suç ve f ıskın ehemmiyetini<br />
en küçük dereceye indirme temayülüne girdiler. Böylece<br />
Vak ıfa ve ayn ı hat üzerinde dü şünen diğer hariciler, İslam cemaatinin<br />
sonraki ehli sünnet görü şünü haz ırl ıyorlard ı. Bunlar baz ı eski<br />
27
Arap içtimai görü ş ve duyu şunu muhafaza ediyorlard ı. Bunlar, bedevinin,<br />
kabilesine atfetti ği bütün ilkel değerleri islâm cemaatine verdiler.<br />
Aynı zamanda bunlar büyük bir medeni cemiyetin temadisi<br />
için lâzungelen hukuk ve düzeni korumak haz ırlığını yapt ılar. 696-<br />
73o yılları aras ında Basra'da cereyan eden teolojik mübahese ve münaka<br />
şaların önem derecesini kestirmek güçtür. Bütün sonraki islâmi<br />
müesseselerin temeli burada at ılmıştı. Teoloji niçin Suriye, M ısır,<br />
hattâ Medine'den daha çok Irak'ta, bilhassa Basra'da geli şti, sorusunun<br />
cevab ı aç ıkça belli değildir. Fakat bu bir gerçektir. Ve üzerinde<br />
çok dü şünülüp ta şınmağa değer.<br />
695-96 y ıllarında Irak' ın kuzeyinde bir harici ayaklanmas ı olmu<br />
ştu. Emevi devrinin, geri kalan k ısmında, bilhassa bu devrin sonuna<br />
do ğru çe şitli harici ayaklanmalar oldu. Bunlar Muaviye'nin<br />
hilâfeti zaman ında olanlardan çok daha büyük idiler. Ve çok mutedil<br />
olan tali fırkalardan birine ismen ba ğlanmışlard ı. Bunlardan hiçbiri<br />
teolojik gelişmeğe yard ım etmemi şti. Harici akideleri, Arap<br />
Yar ımadas ının çe şitli bölgelerinde, Kuzey Afrika'da ve di ğer yerlede<br />
de benimsenmi şti. Bunlardan baz ıları, bilhassa Umman ibadileri<br />
bugüne kadar varl ığını muhafaza etti. Böylece hususi doktrine sahibolma<br />
sayesinde küçük gruplar ın, etraflar ındaki dünyadan tam bir<br />
tecerrüd ile kendi hayat şekillerini korumalar ı mümkün olmu ştu.<br />
Ümeyye devrinden sonra belki de daha önce haricilerin islâm doktrininin<br />
geli şmesine olan yard ımları durmu ştur. Şuras ı gerçektir ki<br />
onlar ın "Doğru islâm Cemaati" telâkkileri mücri'e ve di ğer firklar<br />
tarafından al ınmış ve onlar ın, günahkarlarm cemiyetten at ılmalar ı<br />
gerektiği üzerindeki ısrarlar ı ihmal edilmi şti. 75o de ana teolojik kütle<br />
aras ındaki münaka şalar, müslümanlar ı harici doktrinlerin ilgilenmediği<br />
konulara götürdü.<br />
B İBL İ OGRAFYA<br />
J. Wellhausen, Diereligiös-politischen Oppositions-parteien im alten<br />
Islam, Göttingen, 190 i ; Emevilerin hükmü alt ında ya şıyan şiiler<br />
ve Hariciler hakk ında tarihi kaynaklara dair tetkiklerdir. Ba şlıca ayaklanmalar<br />
da onun: "The Arap Kingdom and its Fall, Calcutta,<br />
1927.'' adl ı eserinde tasvir edilmi ştir.<br />
28<br />
T. Lewıckı, "Ibactiya" El (S) de.
Yakın zamanda bir grup Italyan ara şt ırıcıları tarafından Napoli'de<br />
harici kaynaklar ına dair tetkikler yap ılmış ve güzel sonuçlar al ınmışt<br />
ır. Daha fazla kaynak için bak: L. Veccia Vaglieri, makale: Ali<br />
b.Abi Talib, EP; ayn ı zamanda R.RUB İNACCI, makale: "Azarika",<br />
Elde. Keza L.Veccia Vaglieri, "Le Vicende del Harigismo in<br />
epoca abbaside". Rivista delgi Studi Orientali, XXIV (1944), 31-44.<br />
E.A. Salem, Political Theory and Institutions of the Khawarij, Baltimorc,<br />
1956; elementer tetkik.<br />
29
FASIL 3<br />
Şüler<br />
Emeviler devrinin ço ğunda Şiilerle Hariciler birbirlerine z ıd<br />
idiler. Buna ba ğlı olarak tarihleri de tamamen farkl ı idi. Şiiler arasında,<br />
Basra'daki Harici çevrelerinde hüküm süren fikri münaka şalar<br />
ın hiçbiri yer almam ışt ı. Bütün Ş iilik devrinin çoğu sükûnet içinde<br />
geçti. Cereyan eden baz ı münaka şalar da yüzeyin alt ında cereyan<br />
ediyordu ki aniden bir lider ç ıkınca bir patlama olurdu. Bu, belki de<br />
kuvvetini liderden alan bir hareketin, kaç ınılmaz bir neticesiydi.<br />
Ali'nin 661 de vefat ı üzerine taraftarlar ından baz ıları, Ali'nin<br />
ve Muhammed'(A.)in k ız ı Fatıma'nın oğlu Hasan' ın halifeliğini desteklemek<br />
temayülünde idiler. Hasan' ın politikaya kabiliyeti ve ihtiras<br />
ı yoktu. Muaviye tarafından ödenecek bir miktar para mukabilinde<br />
hilafet hakk ından vazgeçiverdi. Fakat Muaviye'nin 68o de ölümünden<br />
sonra ç ıkan karışıklıklar üzerine Hasan' ın öz karde şi Hüseyn,<br />
Irak'taki bir isyan ı idare etmeğe davet edilmi şti. Ama ona va'dedilen<br />
yard ım gelmedi. Sadece Hüseyin ve onun küçük cemaati kendi ba ş-<br />
larına kuşatmay ı yenemezlerdi. Ve 68o oca ğında Kerbelâ'daki büyük<br />
ordu tarafından k ılıçtan geçirildiler. Bu ac ıklı olaylar, hala Şiiler tarafından<br />
bu orijinal dram ın vukubulduğu Arabi ay olan Muharrem<br />
ayında bir çe şit a şk dramı halinde an ılmaktadır. 684 de iç harb kar ı-<br />
şıklığında kendilerine NAD İMUN (pişmanlar) ad ını veren birtak ım<br />
adamlar, 400o insandan müte şekkil bir ordu kurdular. Yaln ız pişmanlıklarını<br />
göstermek için de ğil, fakat ayn ı zamanda Hüseyin'in intikamım<br />
almak için bunlar bir Ümeyye kuvveti üzerine yürüdükleri zaman<br />
tamamen yenilmi şlerdi. Böylece Şii hareketinin ba şlangıc ı seri<br />
halinde birtak ım siyasi ba şarısızl ıklardı .<br />
Şii tarihinde bunu takibeden olay, bundan biraz daha ba şarılı<br />
ve ayr ıca çok önemlidir. Bu hadise, Muhtar' ın 685-687 y ılları aras ında<br />
Küfe'deki ayaklanmas ıdır. Bu zamana kadar bütün Şiiler yahut<br />
30
meşhur Şiiler Arap idiler. Fakat Küfe'de Muhtar'a mevali de kat ılmış<br />
ve Araplarla mevali aras ındaki gerginlik, ikinciler lehine kuvvetlenmişti.<br />
Ayaklanma, İbn Zübeyr'in generali tarafından bast ırılmasına<br />
rağmen mevaliye e ğer do ğru kullan ılabilirse önemli derecede<br />
kuvvete sahip bulunduklar ı fikrini vermeğe kâfi gelmi şti. Bir adam<br />
çeşitli yollardan bir mevlâ olabilir. Fakat burada mevali kelimesiyle<br />
bütün Arap olm ıyanlar kasdedilir. H ırıstiyan ya da Yahudi vs. cemaatlerinin<br />
mensuplar ından bir kimse müslüman olmak suretiyle kendi<br />
cemaatini terk eder ve mevlâ olarak bir arap kabilesine al ın ır (Herhalde<br />
İslâm cemaatine Arap kabilelerinin bir federasyonu olarak<br />
bakıldığı için.) Fakat bu, baz ı bak ımlardan tali derecede bir kurald ı .<br />
Maamafih baz ı bak ımlardan ve Arap olm ıyanlar ın İslâma girmesi<br />
sonucunda bu statüye kar şı hoşnutsuzluk artt ı, eşitlik talebi ço ğaldı .<br />
Şîîliğe meyleden mevalinin Irak halk ından (ki Arami denilebilir),<br />
ve Iran as ıll ı kimselerden müte şekkil olduğu anla şılmaktad ır. Sasani<br />
soyu idaresinde bulunan Acem imparatorlu ğunda Irak, biraz iranileşmişti.<br />
Nas ıl ki Arami kültürü de Iran topra ğında yay ılmışt ı. Irak'ta<br />
uzun zamandan beri İlahi bir kırall ık ananesi vard ı. Bu yüzden ölacak<br />
ki bilhassa Aramiler için charismatic liderli ğe dayanan Islami<br />
bir firkaya sar ılmak tabii idi. Emeviler zaman ında Şiiler aras ında<br />
birçok Iranl ı vard ı. Fakat Şiiliğin İranl ılıkla bugünkü ba ğlant ıs ı ve<br />
aymlığı ancak 16 ıncı as ırdan itibaren meydana geldi ği hat ırda tutulmal<br />
ıdır. Muhtar' ın ayaklanmas ı bir din olarak İslâmın geli şmesinde<br />
önemli bir sahnedir. Çünkü bundan itibaren şiilik siyasi elemlerle<br />
ve Arap olm ıyanlar ın iştiyaklariyle halkaland ı .<br />
Muhtar' ın 687 de ölümünden sonraki elli y ıl içinde Şiiler arasında<br />
aç ıktan aç ığa fi'li bir siyasi hâdise olmad ı . Şüphesiz Şiilik fikri<br />
yüzeyin alt ından yayılmas ına devam etti. Muhtar' ı destekliyen kesif<br />
kaynaklar vard ı. Fakat bunlara Muhtariler de ğil de Keysaniler deniyordu.<br />
Şüphesiz bu, onların Arap olmıyan karakterini kuvvetlendirmek<br />
için verilmi ş bir lâkapt ı. Çünkü Keysan me şhur bir mevlâd ır.<br />
Emevi devrinin y ıkılma belirtilerinden olmak üzere Şian ın daha<br />
büyük bir kuvvetle siyasi sahnede göründü ğüne şahidoluyoruz. Küfe'de<br />
iki lider idam edilmi şti. Biri 737 de, diğeri de 742 de. Bunlar yer<br />
altı mukavemetini te şkilâtlandırmaktan san ıktı. 74o da Muhamme'-<br />
(A.)in büyük torunu Zeyd'in idaresi alt ında ciddi bir ayaklanma olmuş,<br />
fakat çabukça bast ırılmıştı. Emeviler için çok daha ciddi olan<br />
bir ihtilâl de Muhammed'(A.)in ye ğeni Ca'fer'in büyük torunu Abdullah<br />
ibn Muaviye'nin ayaklanmas ı idi. Bu, 744 ten 747 ye kadar<br />
sürmü ştü. Emevileri söküp Abbasileri hakim k ılan son hareket de<br />
31
üyük ölçüde Şii desteğine malikti. Ve ilk bakışta Şiamn bir zaferi<br />
olarak görülebilirdi. Şimdi geriye bu d ış olaylara refakat eden dini<br />
gelişmelere bakmak kal ıyor.<br />
I şaret edilecek ilk nokta, kaynaklar ın da i şaret ettiği gibi Şia'run<br />
durumuna kar şı geniş bir sevginin yay ılmas ına rağmen, bu vaziyetin<br />
de a şır ı derecede belirsiz bir vaziyet oldu ğiıdur. Bilhassa İmamlar,<br />
yani daha sonra Şianin kollar ı olan İmamiyye ve İsmâiliyye tarafın-<br />
_ dan tan ınmış bulunan Ali'nin o ğlu Hüseyin'in torunlar ı olan imamların<br />
herhangibir hususi statü ve imtiyaza sahip bulunduklar ı hakkında<br />
umumi bir kanaat yoktu. Daha ziyade şu kanaat yayg ındı : İmamet<br />
mevkii için gerekli olan charismata (ma'sumluk), Muhammed'(A.)in<br />
Haşimi kabilesinin bütün üyelerinde bilkuvve mevcuttur.. Bunlar<br />
ister Fat ıma yoliyle Muhammed'(A.)den gelsinler, ister gelmesinler.<br />
( Şiilik davalar ında Muhammed'(A.)in torunu olmak meselesi, gerçekte<br />
önemli de ğildi. Fakat daha çok Ali'nin mevkii, bu meseleye ba ğlı<br />
bulunduğundan dolay ı tali derecede bir önemi haizdi.) Bu suretle<br />
Muhtar, Ali'nin Fat ıma'dan olmıyan oğlu Muhammed ibn al-Hanafiyye'nin<br />
yan ında hareket etti ğini iddia etti. Baz ıları ondan sonra<br />
imarrun, onun o ğlu Ebu Haşim olduğunu söylediler. Küçük bir grup,<br />
bir zaman için imam olarak Hasan' ın büyük torunu olan ve an-Nafsuz-Zakiyya<br />
diye tan ınan Muhammed'i imam kabul ettiler. Ca'fer'in<br />
(Muhammed' (A.)in ye ğeni ve Ali'nin karde şi)büyük torunu alt ındaki<br />
ayaklanmaya zaten temas edilmi ş idi. Nihayet Abbasiler ba ştan imameti<br />
Muhammed ibn al-Hanafiyye ve Ebu Ha şim'den tevarüs ettiklerini<br />
söylediler; fakat daha sonraki bir tarihte (resmen 78o den sonra)<br />
bunun yerine şu iddiada bulundular: Muhammed'(A.)den sonra<br />
gerçek imam, kendilerinin ceddi olan Muhammed'(A.)in amcas ı<br />
Abbas idi.<br />
Islâm cemaatinin liderliğine gerekli olan ilahi vas ıflara ve yeteneklere<br />
sahib olarak böyle çe şitli adamlar ı kabul etmekten anla şılmaktad<br />
ır ki Hüseyin'in torunlar ını herhangi özel bir pozisyona sahibolarak<br />
tamyan önemli bir grup yoktu. Sonraki Şii görü şüne göre cemiyetin,<br />
Muhammed' (A.)den sonraki sahih üç imam ı Ali, Hasan ve Hüseyin'dir.<br />
Dördüncü imam, sonuncusunun o ğlu Ali Zeynelabidin'dir,<br />
ki 712 civar ında vefat etmi ştir. Be şinci imam onun o ğlu Muhammed<br />
al-Bakır (731) dir. Alt ınc ı imam onun oğlu Cafer as-Sad ık (765) tir.<br />
Maamafih, imamiyye kaynaklar ı da dördüncü, be şinci altıncı imamların<br />
aktif siyaset içinde olmad ıkların ı aç ıklamaktad ırlar. O zaman ın<br />
müslümanlar ı için ayn ı zamanda siyasi olm ıyan dini bir hak iddia<br />
32
etmek güç bir şeydir. Dördüncü imama ait siyasi hiçbir şey kaydedilmemiştir.<br />
Be şinci imam için, 737 ve 742 de K'üfe'de as ılan adamlar ın,<br />
onun me'murlar ı oldukları kaydedilir Altıncı imam olan Ca'fer-i<br />
Sad ık' ın, Şii hareketin imkânlar ını gerçekle ştirdiği ve gayet tedbirli<br />
ve ihtiyatl ı hareket ederek kendisini destekliyen bir grup te şkil etmeğe<br />
çalıştığı san ılmaktad ır. Fakat bu, daha çok Emevi devri , sonundan<br />
önce vukubulmal ıdır.<br />
Emevi devri Şiiliği, böylece sonraki Şiilikten daha müphem ve<br />
belirsiz bir manzara arzediyordu. Ve aralar ında tam uygun bir nazariyye<br />
benzerliği yoktu. Bu Şii hareketi gayri me ş'ur bir ihtiyac ın tezahürü<br />
idi. Eğer insanlar, takibedebilecekleri bir lider bulurlarsa daha<br />
mesut ve bahtiyar bir hayat sürecekleri inanc ından gelen bir duygu.<br />
Şiilerin hayal ettikleri imam ın, charismatic lider anlam ına geldiği<br />
açıktır. İlk Şia tarihi -ve hattâ sonraki Şiilik tarihi de takibedecekleri<br />
şah ıslar için uyulmağa layık imamın evsafını ara şt ırman ın ac ı örnekleriyle<br />
doludur. İmam olrak kabul edilen çok kimseler, kendilerine<br />
beslenen ümitleri yalana ç ıkarm ış olduklar ından dolay ı, ara ştırma<br />
böylece devam edip gitmi ştir. Bu ara ştırmaya devam, beslenen ümidin<br />
derinliğini gösterir. Siyaset ihtiras ı olan ve lirerlik vas ıflarını haiz<br />
bulunan kimseler olup da Ha şimilik masumluğunun , gölgesinde olmıyan<br />
adamlar, bir imam için gerekli görülen bu yayg ın kanaati kendi<br />
ç ıkarlar ına kullanman ın bir yolunu buldular. Mesela. Muhtar, gerçek<br />
İmam Muhammed ibn al-Hanafiyye'nin memuru olarak hereket<br />
ettiğini söyledi. Muhtar bu iddiada Muhammed ibn al-Hanafiyye'-<br />
nin rızas ını almış olabilir.Fakat şurası muhakkak ki ondan fi'll bir<br />
yard ım almad ı. Sonradan da buna benzer çe şitli misaller olmu ştur.<br />
Ve bu misallerin baz ılarında kendisine müracaat edilen imam, kendi<br />
memuru olmak iddias ını reddetmi ştir. Bir k ısım Şiiler de kendilerini<br />
istikbali gözetmede siyasi bir hareketsizli ğe b ırakmışlar ve bu davranışı<br />
mazur göstermek için de şu dini görüşü bulmuşlardır: İmam ölmemiştir;<br />
fakat gizlenmi ştir ve uygun bir zamanda Mehdi yahut hidayete<br />
sevk edilmi ş (bir çe şit Mesih) gelecek ve bütün kötülükleri<br />
düzeltip yer yüzünü adaletle dolduracakt ır.<br />
Böylece Ümeyye devri Şîîliği fikir ve davran ışların kaç ın ılmaz<br />
bir neticesi olmu ştur. Bu nizam ın bir ba şlangıc ı olarak tayin meselesi<br />
ortaya at ılmıştı. Bu mesele, bir zamanda bir tek imam ın mevcudolduğu<br />
ve imamın kendi halefini tayin edece ği- görü şünü tazammun eder.<br />
Gerçi Emevi devrinde bu, çok müessir de ğildi. Çünkü çe şitli gruplar<br />
ayrı ayrı imamlar tan ımışlardı. 74o ta ayaklanan Zeyd'in taraftarlar ı<br />
33
olan zeydiler farkl ı bir yol tuttullar ı Bunlar gizli imam fikrini hiç<br />
benimsemediler. İ mam olma şartlar ından biri de imamet iddias ının aç ık<br />
ve umumi olarak yap ılmas ıd ır. (Ve pek tabii askeri ba şarı tarafindan<br />
müessir hale getirilmelidir). Zeyd'in ihtilâli, Emevilere kar şı bir hüldı -<br />
met kurmak için gerçek bir te şebbüs idi. Bunun için o, sadece Şiilerin<br />
değil, ayn ı zamanda büyük müslüman çoğunluğunun da deste ğini<br />
kazanmağa çal ışt ı. Bunu yapabilmek için de şu iddiyayı ortaya att ı :<br />
Peygamber'den sonra gerçek imam Ali olmas ına ve onun Ebubekir<br />
ve Ömer'den üstün bulunmas ına rağmen mafdulün (daha a şağı derecede<br />
olan ın) da imamati caizdir. Fakat bu itiraf ve fera ğet ba ştan<br />
başa Şiilerin çoğu tarafından terk edilmi ştir ve Zeyd'in ba şar ısızlığı -<br />
na da bunun âmil oldu ğu dü şünülebilir.<br />
Abbasi hareketi gerçek dini duygu ile kurnaz siyasi hesab ın bir<br />
karışımın ı göstermektedir. Şii sevgisinin ne kadar yayg ın olduğunu<br />
anl ıyarak, Abbasiler, Muhammed ibn Al-Hanafiyyenin tayiniyle gerçek<br />
imameti tevarüs ettiklerini ileri sürdüler. Onlar bu iddian ın za'fını<br />
bildikleri için propagandalar ının çoğunda hareketin ba şında olan kimse<br />
için sadece : "Peygamber ailesinin seçilecek bir şahs ı" olduğu için<br />
onu desteklediklerini söylediler. Zamanla bunun kim oldu ğu umumileştiği<br />
zaman onlar zaten kuvvetlenmi şlerdi. Zeydileri kazanmak<br />
için onlar, Zeyd'in kan ının intikam ını almağa çal ıştıklar ını ileri sürdüler.<br />
Bir ba şka hedefleri de "zay ıfı müdafa" idi, ki bu, gerçekte mevali<br />
yahut Arap olm ıyanlar demekti. Fi'li olarak Abbasilerin en çok<br />
desteği mevaliden ve onlar ın sevkedici generali, bir mevali olan Ebu<br />
Müslim'den geliyordu. Mevalinin böyle Abbasileri destekleme hareketi<br />
şu manay ı ta şıyordu: onlar (mevali) hilâfetin kontrolünü ele<br />
geçirdikleri zaman bilhassa İranl ılar ve İranl ılaşmış Aramiler gerekli<br />
bir kuvvet ele geçirmi ş olurlar ve Arap olm ıyanların ikinci plânda<br />
kalış kaidesi ortadan kalkar. Nihayet 75o tarihindeki k ısmi Şii hareketinde<br />
bunun ba şarısı , Şîîliğin geli şmesinde ayr ı bir sahnedir. Fakat<br />
görüleceği gibi onun direkt tesirleri tesbit edilemez.<br />
B İBL İOGRAFYA<br />
J. Wellhausen, Önceki bibliyografyada zikredilen eserler.<br />
D.M. Donaldson, The Shtite Religion, London, 1933; imamiyye<br />
kaynaklar ından materyal verir, fakat üzerinde münaka şa etmez.<br />
I. Friedlaender, "The Heterodoxies of The Shiites in the presentation<br />
of Ibn Hazm" , Journal of the American Oriental Society, XXVIII<br />
(1907), 1-8o; XXIV (19°9), 1-183.<br />
S. Moscatı, "Per una storia dell' antica Şi' a" , Rivista degli Studi<br />
Orientali, XXX (1955), 251-67; kaynaklardan bahseder.<br />
34
FASIL 4<br />
Mürcie ve Diğer Mu'tediller<br />
Bu noktaya kadar muhalif fırkalar ın münaka şas ı yap ılmaktad ır.<br />
Tabii olarak bu zamanda ortodoks fikir ta şıyan bir zümre olup olmadığı,<br />
eğer varsa o hususta bir şey söylenip söylenemiyece ği meselesi<br />
hat ıra gelir. Fakat bu meselenin şekli, memnunluk verici de ğildir.<br />
Ortodox terimi her şeyden önce do ğu h ırıstiyanlığını ifade eder. Orda<br />
"ortodoxy" yahut "do ğru iman" denebilecek hakim bir otorite vard ı .<br />
Fakat İslâmda böyle hakim bir tabaka yoktu. Çe şitli Okul veya firkalara<br />
hakim olan temel bir görü ş vard ı. Bunlar aras ında fikri alanda<br />
h ırıstiyanl ıkta olduğu gibi dini kanaate daimi bask ı yoktu. (Ama<br />
bazan böyle bask ı olmu ştur). Bu suretle İslami etütlerde ortodox<br />
tabirini kullanmay ıp bunun yerine mu'tedil bir ana görü ş olup olmad ı-<br />
ğını ara ştırmak daha iyi olur.<br />
Heresy (bir inanca muhalif olan) tabirine ayn ı itiraz yap ılamaz.<br />
Arapça bid'at kelimesinin farkl ı bir manas ı da varsa da Ingilizceye<br />
uyar. Bid'at yenilik (innovation) anlam ını ifade eder. Bu terim şunu<br />
ifade için kullan ılırd ı : doğru akide ve amel, orijinal olan akide ve<br />
ameldir. Manevi mevzulara bid'at sokulamaz. Bu, Emevi İslâm devrinde<br />
ana dü şüncenin niçin fazla i şlenmediği ve bunu ara ştırmanın neden<br />
güç olduğu meselesini aç ıklamaya yard ım eder. Çoğunluğu te ş -<br />
kil eden merkezi müslümanlar, fırkaların ayrı görü şlerini yazmaktan<br />
ho şlan ırlard ı. Fakat s ıra kendi görü şlerine gelince, kendilerinin<br />
Muhammed' (A.)in ve ashab ının görü şleriyle ayn ı olduklarını söylediler<br />
ve bundan dolay ı herhangibir deği şikliği veya geli şmeyi gizlemeğe<br />
veya üzerinden hafifçe geçme ğe meylettiler. I şte bunun içindir ki<br />
bu ana zümrenin tetkiki için direkt materyal mevcut de ğildir. Fakat<br />
sadece boigrafik lügatlerde ve benzeri eserlerde bununla yar ı alâkadar<br />
olan büyük ölçüde materyal y ığınları vard ır. Ve bunlar hâlâ teknik<br />
ve keskin görü şlü bir müdekkik beklemektedir.'<br />
1 C. Pellat' ın Le Milleu basrien et la formation de Gahiz, Paris, 1952 adl ı eseriyle<br />
Ahmad Amin'in Arapça eserlerinden çe şitli neticeler ç ıkar ılabilir.<br />
35
Mu'tedillerin te şkil ettiği merkezi bir zümrenin mevcudoldu ğunu<br />
aç ıkça gösterecek kâfi delil vard ır. Ali'nin hilâfetinin ilk zamanlar ında<br />
Medine'de tarafs ız bir siyaset güden birtak ım kimseler vard ı. Liderleri,<br />
Halife Ömer'in o ğlu Abdullah ibn Ömer idi. Sonraki tarihlerde<br />
batı tetkikçileri, "Medine'de planlar ı biraz puslu olan dindar, zahid<br />
bir muhalefetten" bahsetme ğe ba şlamışlard ır. Öyle görünüyor ki ana<br />
merkezlerde ve bilhassa Medine, Şam, Basra ve Küfe'de çok say ıda<br />
muhtemelen camilerde dini münaka şalar yapmak için toplanan adamlar<br />
vard ı. En çok dikkatin İslami manada hukuki konulara teksif edildiği<br />
anla şılmaktad ır. İslamda şeriat, ibadetleri de içine al ır. Baz ı kimseler<br />
bilhassa ruhi hayata ve zühde ilgi duymu ş ; diğerleri de akide<br />
üzerinde durmu ştur. Emevi devrinde bu iki ilgi alan ında sabit bir<br />
ay ırım yoktu. Ve çeşitli sahalara ait görü şler, ayn ı şahs ın görüşü olarak<br />
kaydedilmi ş olabilir. Maamafih, tedricen hukuk, akide ve ferdi<br />
zühd sahalar ı ayr ılmağa ve ayrı disiplinler haline gelme ğe ba şladı .<br />
Bir adamın birçok sahalarda umde olmas ı az görülen bir hal oldu.<br />
Ortaya ç ıkan dördüncü disiplin de hassaten 75o tarihinden sonra<br />
büyük önem kazanan Hadis ilmidir.<br />
Bu beyanlar biraz aç ılmaya ihtiyaç gösterir. İslam âlimleri aras<br />
ında şu görü ş hakimdi ki sahabiler (Muhammed'(A.)i görüp onunla<br />
konuşan müslümanlar) onun hakk ındaki menkibeleri kendi hayatlar<br />
ında görmü şler, ya şamışlard ır. Ve bu menkibeler göbekten göbe ğe<br />
aktar ılmışt ır. Bu menkibe, teknik bak ımından (Hadis) olarak bilinir.<br />
(Burada kelime daima büyük harfle yaz ılmıştır). Ve sahih Hadisler,<br />
doğrudan doğruya Muhammed'(A.)in söyledi ğini ve yaptığın ı duyan<br />
sahabiye kadar kopuksuz varan tam bir isnad veya ravi zincirini ta şır.<br />
Modern Avrupa ara ştırıc ılar ı bu romantik fikri kabul etmemekte ve<br />
Emevi devrindeki hukuki münaka şalar ın çoğunun, "yaşıyan geleneğe"<br />
veya her okulun -Medine, Kûfe, vs.- kendi mahalli görü şlerine<br />
dayandığını iddia etmektedirler.<br />
Yaln ız son zamanlarda belki Emevi devrinin sonlar ına doğru<br />
bir okul, şer'i hususlardaki ta'limat ımn, peygamberden gelen Hadise<br />
dayand ığın ı, bunun için rakiplerinden üstün oldu ğunu iddia etme ğe<br />
ba şlad ı. Bu, 800 y ılından biraz daha geç bir zamana rastlar. Ve Fakih<br />
Şafii (82o) nin çal ışmas ından doğar. Ki bu hareketi, hukuki bütün<br />
prensipleri Hadisle hakl ı göstermek hususunda ameli bir düstür oldu.<br />
Bundan sonra müslüman bilginleri, birçok mevzu, hadisin varl ığını<br />
kabul ettiler. Hasatten ravi zinciri, kurulan iyi kaideye uymad ığı<br />
takdirde. İslam alimleri mevzu'u gerçe ğinden ay ırdetmek gayesiyle<br />
36
ir Hadis tendkidi vücuda getirdiler. Fakat onlar Avrupal ı ara ştırialarm<br />
mevzu, sayd ıkları birçok Hadisin mevsukiyetine kani idiler.<br />
Onlar hakikaten Hadislerin ameli sonuçlar ının sağlamlığiyle ilgilen .<br />
şlerdi ama modern anlamda onlar ın tarihi objektiflikleriyle ilgilen--mi<br />
memişlerdi.<br />
Bu demektir ki ilk zamanlardaki birtak ım zahid kimselerin Hadisleri<br />
raviyleriyle birlikte nakletmeleri hususu hayalidir*. Muhakkak<br />
ki Zahid adamlar birbirleriyle bulu şup konuşmu şlard ı. Konu şmaları<br />
aras ında Muhammed'(A.)e ait söz ve f ıkralar da naklettiler.<br />
Fakat belki de tam ravi zincirini zikretmeden. Onlar ekseriya do ğru<br />
olduğuna kani olduklar ı ve Kur'an' ın prensiplerine uyan veya o prensiplerden<br />
doğan neticeler üzerinde mübahese etmi şlerdir. 800 tarihinden<br />
sonrad ır ki tam raviler zincirini vermek âdet oldu. İbnu İshak<br />
tarafından yaz ılan: Muhammed'(A.)in hayat ı'nda° (ki İbn İshak<br />
767 veya 768 yıllarında vefat etmi ştir) s ık s ık tekrar edilen tam ravi<br />
zincirleri nisbeten azd ır. Biz belki 75o den itibaren Hadisçilerden ve<br />
bir Hadis cereyan ından bahsetmekte hakl ı olabiliriz. Fakat 75o den<br />
önce "Umemi dini cereyandan" bahsetmek yerinde olur. Şer'iat,<br />
zühdi ve doğmatik yönleriyle bu genel dini cereyan, bilhassa şeri<br />
meselelerde akl ı kullanmak (k ıyas) temayülünde geli şmiştir. K ıyas<br />
bütün eski ekollerde mevcuttu. Ama bilhassa Ebu Hanife (767-768)<br />
ve onun Irak'taki muakkipleri bunun temsilcisi olmu ştur. Bu harekete<br />
bir tepki olarak Hadisçi temayül geli şmiştir. Bir grup kimseler, Peygamberden<br />
gelen bir Hadisin, şer'i mevzularda amel hususunda birtakım<br />
aklî terkiplerden ve şahsi görü ş ve kanaatlerden daha sa ğlam<br />
olduğuna inand ılar.<br />
İşte Emevilerin idaresinde çe şitli safhalariyle bu genel dini hareket<br />
mevcu ttu. Basra'da siyasi bak ımdan faal olm ıyan Haricilerin ve<br />
diğerlerinin cemiyetin mahiyeti hakk ındaki münaka şaları da bunun<br />
bir parças ı idi. Bu meselelerden ayr ı olarak (ki tekrar bunlara döneceğiz)<br />
ba şlıca münaka şa mevzular ından biri de irade-i cüz'iyye (ihtiyar)<br />
ve cebir meselesi idi. Bazan bunun h ır ıstiyan tesirine ba ğlı olduğu<br />
dü şüncesi uyan ıyor. Bir bak ımdan bu doğru ise de bu, d ışar ıyı taklid<br />
manas ına gelmez. 70o den itibaren h ırıstiyanl ıktan ihtida etmi ş müslümanlar<br />
vard ı ki bunlar biraz eski h ırıstiyanl ık düşüncelerinin tesi-<br />
* Müslümanlar ta Hz. Peygamber devrinden beri Hadis üzerinde durmu şlardır.<br />
Sahabe aras ında hadis ezberlemek şöyle dursun yaz ıp muhafaza edenler de olmu ştur. Ve<br />
bunlar vas ıtasiyle Hadisler nakledilmi ş, sonradan Hadis ilmi doğmuştur. Müellif in bu görüşü<br />
isabetli değildir.<br />
1 Guillaume tarafından tercüme edilmi ştir, London, 1955<br />
37
inde idiler. Zaman geçince bunlar ve daha ba şkalar ı tarafindan bu<br />
dü şüncelerin bütün islam cemaatini ilgilendiren meselelere kat ıldığı<br />
görülmektedir. Asl ında bunlar İslâmiyette de vard ı ama daha az<br />
kuvveti haizdi.<br />
Belki hür irade hakk ındaki münaka şalar ın ba şlang ıc ı şöyle doğmuştur:<br />
Baz ı kimseler, Allah her şeyi hareketlerinde mecbur yaratmış<br />
olduğuna göre insanlar ı günahlardan al ıkoymak mümkün olmaz,<br />
kanaatini ileri sürmü ş ve bu suretle yap ılan hareketten ruhen memnun<br />
olmağa çal ışmışlard ır. Bu dü şüncenin siyasi yönde anlam ı şu idi:<br />
Emevi rejimi Allah tarafından irade edilmi ştir. Günahlar ı ve sairesi<br />
hep O'nun iradesi neticesidir. Binaenaleyh müslümanlar tarafından<br />
muhalefet edilmemelidir. Bu iddialar, insanlar ın sorumlulu ğuna inannan<br />
kimselerin tepkisini tahrik edecek mahiyyette idi. İslamda irade-i<br />
cüz'iyye inanc ının kökü şu kanaate dayan ır: Allah adildir, O,<br />
adaletinden dolay ı insanlar ı, muhtar olmad ıkları hareketlerinden<br />
dolay ı cezaland ıramaz. Baz ı Harici fırkaları bu dü şüncenin ilk mümessilleri<br />
aras ındad ır. Ve bu, Emevilere kar şı olan dü şmanca davranış<br />
siyasetlerinin bir sonucudur. Bundan dolay ı Emeviler ve onlar ın<br />
memurlar ı günahlar ından ve kötü hareketlerinden mesuldürler ve<br />
bu hareketlerinden ötürü onlar son derece kötüdürler. F ırsat bulunca<br />
onlara kar şı koymak me şru'dur.<br />
Bu irade-i cüz'iyye akidesini kabul eden insanlara Kaderiyye<br />
denir. Çünkü onlar kader hakk ında konu şmuşlard ır. Veya kader<br />
hakk ında acaip fikirlere sahibolmu şlard ır. Kader, mecburiyyet<br />
ifade eder. Ve daha çok Allah' ın, hadiselerin zorunlu olmalar ı<br />
üzerindeki tesirini gösterir. Şimdi bahis mevzuu edilecek olan Zahid<br />
Hasan al-Basri şu iddiay ı ileri sürdü: ""Allah' ın cebri", Allah' ın<br />
iyi şeyleri yapma, kötü şeylerden sak ınma hususundaki "emri" demektir.<br />
"Kaderiyye" terimi, fi'len az kullan ılan, her tarafın, muhalifine<br />
mal etmek istedi ği bir lakapfir. Biri bu ismin, Allah' ın kadir-i mutlak<br />
olu şuna ve O'nun kaderine inananlara uygun dü şeceğini söyliyebilir.<br />
Fakat galip kullan ış, insan mesuliyyetine ve iradesine inanan kimseler<br />
hakk ında olmu ştur. Kaderiyye yaln ız bir fırkadan ibaret de ğildir.<br />
Çe şitli dallara ayr ılır. Baz ı firka müellifleri bu terimi kullan ırlar ama<br />
bu ismi kendisi için kabul eden hiçbir (kaderi firka) mevcud de ğildir.<br />
"Genel dini harekette" çok önemli simalardan biri de Hasan<br />
Basri'dir (728). O, öbür dünyada cezadan kurtulmalar ı için insanlar ı<br />
nefse hakim olma ğa ve doğruluğa çağıran saf bir zahid idi. Akide meseleleriyle<br />
özel olarak ilgilenmemi şti. Fakat son hüküm gününe ha-<br />
38
z ırlanmak için ça ğırdığı meselelerde akide mevzular ı da zaten mevcud<br />
idi. Onun nefs hakimiyetine ça ğırmas ı, insanın hareketlerinden<br />
ötürü sorumlu olaca ğı anlamını ta şırd ı. O kendini cebre verip gönül<br />
huzuruna erme ğe şiddetle kar şı koymu ştu. Cebir inanc ı şöyle ifade<br />
ediliyor: "Ben günah i şlememin önüne geçemem; çünkü nas ıl yaratıld<br />
ı isem öyleyim." Bu mesele kar şısında o, Kaderiyye görü şüne meyletmiş<br />
ve muhakkak ki Kaderiyyecilerle s ık temas halinde bulunmu ş<br />
idi. Hattâ onun, Kaderiyyenin kökü oldu ğu söylenir ise de bu, pek<br />
mümkün görülmemektedir. Kaderiyyecilik, Emevilere muhalefet<br />
etmek belki de fi'len kar şı koymak temayülünü ihtiva eder. Halbuki<br />
Hasan böyle bir şey yapmam ıştır. Ayn ı zamanda o, içlerinde Kaderiyye<br />
görü şleri erken bir zamanda mevcudolan mu'tedil Haricilerin<br />
görüşlerini de paylaşmamıştır. O, onlar ın büyük günah sahiplerini<br />
cemiyetten d ışarı atan görü şlerini değil, fakat münafık oldukları veya<br />
sadece ismen müslüman olduklar ı ve cehenneme gitme tehlikesi içinde<br />
bulundukları ve yollar ını doğrultmalar ı için te şvik ve kendilerine yard<br />
ım edilmeleri lâz ımgeldiği şeklindeki görü şlerini benimsemi şti.<br />
Basra'da ve di ğer yerlerde cemiyetin mahiyeti ve cemiyete üye<br />
olma şatlar ı üzerindeki münaka şaların dışında tedricen yeni bir fırka<br />
doğdu, Mürci'e firkas ı. Bu fırkanın mümeyyiz vasfı şu idi: Bunlar<br />
şeklen ve aç ıkça cemiyetin üyeliği hakkındaki hükmü tehir eden mu'-<br />
tedil Haricilerin atm ış oldukları ad ımı izlediler. Büyük günah i şliyenlerin<br />
cennet ehlinden mi cehennem ehlinden mi olduklar ı sorusunun,<br />
insanlar tarafından cevapland ırılamıyacağını .iddia ediyorlar ve bu<br />
meselenin K ıyamet gününde Allah' ın hükmüne b ırakılmas ını istiyorlard<br />
ı. Bunun ameli tesiri şu idi: Alelâde mücrimlere cemiyetten<br />
kovulmaksız ın tayin edilen ceza verilmelidir. Bu, siyasi bak ımdan<br />
şu demekti: Bir Emevi idarecisi, baz ı müslümanlar ın günah sand ıkları<br />
şeyleri yaptığından dolayı cemiyetin üyesi olmaktan ç ıkmaz.<br />
Böyle cezas ı tayin edilmi ş olan cürümler, aç ık cürüm<br />
Binaenaleyh Emevilere kar şı yap ılan isyan me şru değildir. Bu suretle<br />
Mürci'e dini sahada Emevileri destekliyen ilk f ırka idi. Buna rağmen<br />
onlar Emevilere fazla dü şkün olmıyabilirlerdi. Onlar sadece hukuk<br />
ve nizam ın önemini tan ımış bulunuyorlard ı .<br />
Mürci'e genellikle Emevileri desteklemi ş olmalar ına rağmen<br />
devrin sonuna doğru baz ı mürciiler Emevilere kar şı koyman ın lüzumunu<br />
hissettiler. Nihayet Şam'da bir Mürci'l olduğu söylenen Ğaylan<br />
ad-D ımaşki Halife Hi şam (724-43) tarafından as ılmıştır. As ılma<br />
sebebi, Kaderiyye görü şlerini benimseme olarak gösterilir ve bu belki<br />
de Ğaylan'a aktif siyasi inkilâb hareketinde hizmet gördürüldü ğünü<br />
39
hatıra getirir. Baz ı şartlarda bu ihtilâli destekleme hareketi, şüphesiz<br />
Mürci'enin büyük günah sahiplerinin cemiyetten kovulm ıyacağı<br />
şeklindeki kanaatleriyle tenakuz halindedir.<br />
Kıt olan kayıtlarda dahi Mürci'e hakk ında bize bundan daha<br />
çok malûmat gelmektedir. Onlar Haricilerin görü şlerini basitçe reddetmemişlerdi.<br />
Onlar müsbet yönden cemiyetin üyesi olan bir adam<br />
meydana getirecek olan bir "iman" Kanaatini geli ştirdiler. Ve buna<br />
istinaden ya şamakta bulunduklar ı bölgeden "iman bölgesi" diye<br />
bahsettiler. Onlar ın talimat ında "iman' ile islâm" yahut cemiyete<br />
girme aras ında bir ay ırım yap ılmamışt ı. Sonraki Hadis hareketinde<br />
"iman ın", " İslâmdan" daha çok mana ifade etti ği ileri sürülmesine<br />
rağmen.'<br />
Mürci'enin iman görü şü çok dikkatle haz ırlanm ış dereceleri içine<br />
al ırd ı. Belirli tariflerden biri Ebu Hanife'ninkidir: İman Allah' ı icmalen<br />
bilmek ve Resulün (Muhammed (A.) )i tan ımak ve O'na vahyedileni<br />
kabul etmekten ibarettir. Bunu h ıristiyan iman görü şü ile<br />
mukayese etmek güçtür. Bunlar insan ın Allah ile olan münasebetini<br />
gösterir. Fakat müslim teologlar için iman, bir adam ı "mü'minler<br />
cemiyetinin" ferdi yapacak şeydir. Kelime "Mü'minun" kipinde kullanılır.<br />
Arapçadaki iman kökünden ç ıkar. Burada Kuvvet zihni bir<br />
inanışa verilmi ş ve ameller hazfedilmi ştir. Zira hedef, günahkârl ığından<br />
dolayı bir insan ı cemiyetin d ışına atmamaktar. Bu, Bizansl ılar ın<br />
ortodokslu ğuna benzemez de ğil ise de onun ayn ı da değildir. İnsan ın<br />
bilmesi ve tan ımas ı lâz ımgelen şey, yaln ız Allah' ı ve O'na aidolan ı<br />
bilmek değil, ayn ı zamanda Muhammed (A.)e vahyedileni de bilmektir.<br />
Bu, bütün İslami hayat yoludur.<br />
Islam dini geli şmesinin Emevi devrinde en büyük ba şarısı, böylece<br />
cemiyet fikrinin ayd ınlanmasıdır. Haricilerin azizler cemaati, pratikte<br />
tatbik edilebilir de ğildi. Bu görü ş, Mürci'e tarafından: cemiyet,<br />
Allah'a inanmak ve kurulmu ş olan İlahi hayat yolunu kabul etmek<br />
esas ı üzerine temellendirilmek suretiyle biraz güçlükle yerle ştirilmi ş-<br />
tir. Mürci'enin bu görü şü, Ehl-i Sünnetin ana k ısmının, hattâ bütün<br />
müslüman çoğunluğunun as ıl görüşlerine uygundur. Tek fark şudur:<br />
Diğer müslümanlar genellikle Allah hakk ındaki imanlara daha az<br />
kuvvet vermi şler, iman ve amel hususunu şeriat ın bir k ısm ı yahut<br />
vahyedilmiş hayatın birer parças ı addetmi şlerdir.<br />
40<br />
1 Wensinck, Müslim Creed, 22-4, 33, 37, v.s.
BİBL İYOGRAFYA<br />
Goldziher, Die Zahiriten, Leipzig, 1884, 3-20; hukukta rasyonel<br />
metodun Hadise ba ğlı hukukla, alâkas ım münakaşa eder. Goldziher'in<br />
Muhammedanische Studien, II (Halle, ı 89o) adl ı eserinde<br />
Hadisçi hareket etrafl ıca incelenmi ştir.<br />
Joseph Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence,<br />
Oxford, 195o; bilhassa Şafii fıkh ı üzerinde duran çok önemli bir eserdir.<br />
Fakat ilk zamanlar üzerinde durur. Yazar ın kanaatleri şu eserlerinde<br />
çok kısa ifade edilmi ştir: Esquisse d'une histoire du droit musulman,<br />
Paris, 1953, ve Law in the Middle East, M. Khadduri ve<br />
H. J. Liebesny tarafindan bas ılmışt ır. Washington, 1955, I. 28-84.<br />
H.H. Schaeder, Hasan al-Basri,..., Der Islam, XIV, 1925, 1-75;<br />
H. RITTER, Studien zur Geschichte der islamischen Frömmigkeit:<br />
I.Hasan al-Basri, Der Islam, XXI, 1933, 1-83. İlk k ısmı politik münasebetlerle<br />
ikinci k ısmı öğretim ile alâkaldard ır.<br />
J. Obermann, Political Theology in Early Islam : Hasan al-Basrü' -<br />
nin kader üzerindeki risalesijournal of The American Oriental Society,<br />
IV (1935), ı 38-62; Ritter tarafindan ne şredilmi ş dökümanlar ı şerhetmektedir.<br />
41
Bölüm II.<br />
İLK HELEN İZİM DALGASI
ILK HELENİZM DALGASI<br />
75o — 95o<br />
TARIHI GELI ŞIM<br />
Abbasi hanedan ına hilafet iktidar ını kazand ıran âmillerden biri<br />
de İran'l ı mevalinin desteği idi. Bu sebepten dolay ıd ır ki Abbasi hilafeti<br />
kurulduktan sonra da birçok yer alt ı te şkilatının ve fili kuvvetin<br />
İran'l ılar ın veya İran'l ılaşmış Aramilerin elinde bulunmas ı, hayreti<br />
mucip değildir. Bunun en canl ı misali, Iranl ı aileden gelen Bermek'in<br />
kuvvetidir. Bermekiler ailesinin ba şı 768 den 803 e kadar vezir idi<br />
Bağdad' ın 763 te kurulu şundan sonra Hilafet merkezinin Şam'dan<br />
Bağdad'a de ğişmesi, iç kuvvetin da ğılmas ına sebeboldu. Neticede idarenin<br />
önemli i şleri "kâtipler" s ınıfının, yahut sivil hizmetçilerin eline<br />
geçti. Bunlar Islam ın fethinden hemen önce de bir s ınıf olarak mevcudiyetlerini<br />
muhafaza etmi şlerdi. Sasanilerin idaresindeki İran imparatorlu<br />
ğunun teknik i şlerinin çoğunu bunlar görmekte idiler. Bu adamlar<br />
İran veya İran'l ılaşmış Irak kültürünü ta şıyorlardı. Bunlar ın bir<br />
k ısmı hır ıstiyan, diğeri Zerdü şti idi. Fakat Zerdü ştilik Iran'da resmi<br />
bir din olduğu ve daima hükümetin bir kurumu bulundu ğu için din<br />
olarak inhitatta idi. Bu suretle katipler, önemli Helenistik unsurlar<br />
ihtiva eden iftihar ettikleri bir kültüre sahib idiler. Yaln ız h ırıstiyanlardan<br />
ayr ı olarak onlar az hayati olan bir dine salik idiler. Mesleklerine<br />
ait önemli memuriyetlerin müslümanlara geçti ğini görünce<br />
birçoğu Islamı kabul ettiler.<br />
Bununla beraber Abbasiler ayn ı zamanda "Genel dini hareket"<br />
içindeki fırkalar ın, bilhassa şer'I meselelere alâka gösteren mezheplerin<br />
deste ğine de malik idiler. Zahiren onlar, bunlar ın görü şlerine hürmet<br />
ettiler ve kad ılar ı bunlar ın safından seçmeğe âmâde göründüler..<br />
Aynı zamanda onlar, kendilerini istemiyenleri yenmek ve mü şterek<br />
bir safha , meydana getirebilmek için hukukçulara bask ı da yapmış-<br />
45
lard ır. Bunun delillerinden biri Halife Mansur (754-75) a kâtip İbnu'l-<br />
Mukaffa (759) tarafından yaz ılan bir mektupta verilen bir ö ğüttür.<br />
Bu zat tesadüfen Arap nesir yarat ıc ılarından biri olmuştur'. Aynı<br />
zamanda bu adam Islam teolojik geli şmesiyle s ıkı sıkıya ilgili bir ihtilafın<br />
örneğini te şkil eder. Bu ihtilaf, "genel dini hareket" içinde şekillenen<br />
eski kâtip s ınıfı ile şimdiki münevver dini s ınıf aras ında cereyan<br />
eden ihtilaf idi ki bu dini s ınıfa ulema s ınıfı veyahut hukuk ara ş-<br />
tırıc ıları (fukaha) s ımfi denebilir. Ana mücadelenin, Abbasi idaresindeki<br />
iktidar mevkileri için yap ılmış olduğunu söylerken bunun bilhassa<br />
fikri alanda cereyan etti ğine de işaret etmek laz ımdır. İbnu'l-<br />
Mukaffa Kur'an'a hücum eden bir yazard ı. Tabii Kur'an, rakip<br />
sınıfın dü şünce temeli idi. Onun iyi bilinen eseri Kelile ve Dirr ıne'nin<br />
Arapçaya tercümesi idi'. Bu eser, çe şitli dillerde muhtelif şekiller gösterir.<br />
Hind ve di ğer doğu felsefesinin bir hazinesidir. Belki de onun<br />
hedefi, bunu Kur'an'a bir nazire olarak ileri sürmek idi.<br />
İbnu'l-Mukaffa Manicheist denebilecek bir hareket tarz ı benimsemişti.<br />
Bir zaman için baz ı kâtipler ihtimal ki Manicheismi galip<br />
ulema s ınıfina, yahut gerçekte kendilerinin müslüman patronlar ına<br />
karşı koymak için faydal ı bir temel bulmu şlardı. 779 civarından 786<br />
ya kadar z ındıklara veya iki Wall kabul eden kâfirlere kar şı hükümetin<br />
baskısı vardı. Bu bask ı, doğrudan doğruya bu tip mani şeizme<br />
karşı yöneltilmişti. Bundan sonra biz, kâtipler aras ında mani şeizmin<br />
adım çok az i şitiyoruz. Durumlar ını idare etmek için sonradan di ğer<br />
yollar bulunmu ştur. Bunlardan biri Şu'ubiyye hareketi idi ki bu, her<br />
hususta Araplar ı kıymetten dü şürme hedefini güdmekte idi. Fakat bu<br />
edebi bir çığır idi. Dini bir hareket de ğildi. Burada fazla bahsedilmeğe<br />
değer daha önemli olan şey, kâtip s ınıfın ın felsefeye alâka duymas ı<br />
idi. Onlar ın baz ıları belki felsefede daima yetki sahibi olacak şekilde<br />
yeti ştirilrnişti.Felsefe, Helenistik Edebiyat sistemine aidolup, Sasanilerin<br />
idaresi alt ındaki Irak'a geçmi ş ve müslümanlar ın hakimiyeti alt ında<br />
devam ettirilmi şti. Bu çe şit öğretimin ana konusu t ıb idi. Fakat bunun<br />
yanında felsefe ve di ğer Yunan ilimleri de ö ğretilmekte idi. Bu ö ğretim,<br />
ba şlıca h ırıstiyanların elinde idi. En iyi bilinen okul, Cundi şapur<br />
okulu idi. (Takriben Basra'n ın roo mil kuzey doğusundadır). Sonradan<br />
Bağdad'da bir hastane kuruldu ğu vakit orada t ıp öğretimiyle<br />
1 Bak: SCHACHT, Origine of Muhammadan Jurisprudence, 95,102. Keza GALS,<br />
I. 236<br />
2 Mevcut değildir. Bir müslüman tarafından bunun intihal edilmi ş şekli, M. Guidi<br />
tarafından Italyanca'ya çevrilmi ştir: La lotta tra l'Islame il manicheismo (Rome, 1927).<br />
H.S. Nyberg Orientalische Lüteratur-Zeitung, XXXII (1929) da bunun tahlil ve tenkidini<br />
yapmıştır, s. 425-441. önemlidir. Bak: Mongtgomery Watt, Integration, 120f.<br />
46
münasebeti olan felsefi konferanslar verilirdi. Bu Helenistik ö ğretim<br />
sistemi böylece kendi kendine tamamlanm ış ve birçok okullara yay ılmış<br />
ididslâm Öğretimi, "genel dini hareket"in d ışına. yükseldiği<br />
(geni şlemeğe başladığı) zaman felsefeden tamamen ayr ı idi. Ve ı ı oo<br />
tarihinden sonraya kadar Islâm ö ğretimi, Helenistik sistem disiplinlerinden<br />
hiçbirini içine alm ıyordu.<br />
Emevi devrinin son düzensiz 20 y ılını müteakiben Abbasi idaresinin<br />
yerle şmesi, bu hizmetin yan ında ekonomik bir geli şme ve yayg ın<br />
bir ferahl ık getirdi. Maamafih tedricen, halife ve merkezi idare için<br />
vilâyetler üzerinde sabit bir hükümranl ık devam ettirmek çok, pek<br />
çok güçle şti. Filvaki İspanya hemen onların tasarrufundan ayr ılıp<br />
Emevi ailesinden bir dal ın idaresine geçti. Bir zaman sonra di ğer<br />
yerlerde de valiler, kendilerini kayd-i hayat şartiyle vali görme ğe,<br />
ölümlerinden sonra da oğullarım vali tayin etmeğe ba şladılar. Bunun<br />
ilk misallerinden biri Horasan' ı gerçek bir muhtariyetle 82o den 872<br />
ye kadar idare eden Tahin ailesi idi. Fakat bunlar ismen halifenin<br />
vassallar ı (memurlar ı) idiler. Bunlar ba şka bir hanedan, Saffariler<br />
hanedan ı tarafindan ordu kuvvetiyle ortadan kald ır ıldılar. Bu sonuncusunun<br />
idaresi do ğuya doğru daha uzağa yayılmıştı. Bunlar da nihayet<br />
Samanilere teslim olmak zorunda kald ılar. Samaniler İran' ın da<br />
çoğunu kendi hakimiyyetlerine almazdan önce Mavera'ünnehir'in<br />
hakirnleri olmu şlardı. Onların müessir idarelerinin 874 den 999 a<br />
kadar sürdü ğü kabul edilir. Aynı şeyler Kuzey Afrika'da ve di ğer<br />
yerlerde de vukubulmakta idi.<br />
Daha ciddi olan bir şey de merkezi k ısımda da kuvvetin azalmas ı<br />
idi. Bu, vilâyetler tarafından muhtariyetin kazan ılmas ına paralel olarak<br />
vukubuldu. Nihayet 936 da zaman ın halifesi, İbnu'r-Raik'i "prensler<br />
prensi" ve Ba ğdad' ın gerçek idarecisi olarak tan ımağa mecbur<br />
kalmıştı. Bu adam, 945 tarihinde hilâfetin merkezi bölgelerinin ço ğunun<br />
kontrolünü elinde tutabilen Iranl ı aileden Büveyhiler veya Buyiler<br />
tarafından ortadan kald ırıldı. Fakat bunlar ın da hüküm-anl ıkları<br />
ı o55 den sonra zay ıflamıştı .<br />
47
FASIL 5<br />
Tercümeciler ve İlk Filozoflar<br />
Abbasi hilâfetinin kurulu şundan k ısa bir zaman sonra Yunan<br />
ilimleri ve felsefi eserleri Arapçaya tercüme edilme ğe ba şland ı . İlkin<br />
eserlerin seçimi muhtemelen ara şt ırıc ının kendisine veya onun hamisine<br />
bağlı bir şeydi. Fakat Halife el-Me'mun (813-833) yahut onun<br />
danışmanlar ı Yunan ilimlerinin bütün imparatorluk için önemini<br />
takdir etti ve geni ş ölçüde tercüme i şini te şkilâtlandırdı. Kurulan bir<br />
enstitünün ad ı (Dar'l-Hikma = hikmet evi) idi. Burada kitaplar<br />
tercüme edilir ve istinsah edilirdi. Ve burada müracaat edilecek bir<br />
kütüphane tesis edilmi şti. Bir iki as ırl ık bir zaman tercümeler yap ılmağa<br />
devam etti ve eski tercümeler düzeltildi. En büyük isim, Hunayn<br />
ibn İshak (8139-73) d ır. Bu zat, Hire'li bir h ır ıstiyandı. Bağdad'da<br />
t ıb öğretmeni ve Halife Mütevekkil'in (847-61) saray hekimi oldu.<br />
Onun, tercüme için büroya benzer bir şeysi, birkaç da iyi kalitede<br />
meslekta şı vard ı. Süryanca'dan tercüme etmi ş olan bütün ilk mütercimlerden<br />
-hemen bütün Irak h ırıstiyanları- farkl ı olarak Hunayn<br />
ibn İshak Yunan'cay ı öğrendi ve tercümelerini yapmazdan önce<br />
eserin birçok yazmalar ın ı mukayese etmek âdetinde idi. Bu, teknik<br />
ve dil bakımından mütercimler tarafından ulaşılmış en yüksek seviye<br />
idi. Maamafih sonradan Arapçada müstakil felsefî dü şüncenin geli ş-<br />
mesiyle münaka şaları daha aç ık, ince ve doğru ifade edebilmek için<br />
tercümeler gözden geçirilip düzeltilmi ş idi. Fakat bu, umumiyetle<br />
Süryanca tercümelerden yap ılmıştı. Yunan as ıllarından değil.<br />
Geniş tercüme faaliyetin.in izi derindir. Hem hâlâ mevcut tercümeler<br />
ve hem de büyük say ıda yaln ız unvanlar ı bilinen eserler, Moritz<br />
Steinschneider tarafından yaz ılan Die arabischen Übersetzungen<br />
aus den Griechischen adl ı eserde, Yunan yazarlar ına göre s ıralanmış -<br />
t ır. İlk bak ışta sanki bütün Yunan ilim ve felsefesi Arapçaya çevrilmi ş<br />
gibi görünürse de gerçekte böyle de ğildir. Yakın çal ışmalar göster-<br />
48
miştir ki Yunan ilmi ve felsefi eserlerinden yaln ız son Helenistik okullarda<br />
değerini muhafaza eden k ısmı tercüme edilmi ştir.. Bu ,siyaset<br />
hariç, Aristo ç ığırında olan bütün eserleri içine al ır. Hattâ Poetic'ler<br />
dahi tercüme edilmi ştir. İnsan, drama a şina olnuyan bu adamlar<br />
tarafindan bunun nas ıl anlaşıldığını merak eder. Sokrat'tan öncekiler<br />
ihmal edilmiştir. Fakat baz ı yazarlar, modern Avrupa metodundan<br />
daha kuvvetli davranm ışlard ı. Filhakika hâlâ Yunancada bulunm ı-<br />
yan Galen'in eserleri Arapçada saklanm ışt ır. Böylece Yunan eserlerinin<br />
tercümeleri, sadece Arapçadaki felsefenin orijinallerine ışık tutmakla<br />
kalmaz, ayn ı zamanda muahhar Yunan ilim tarihini ve Helenistik<br />
zamanlardaki felsefeyi de ayd ınlatır.<br />
Bütün bu tercüme çal ışmas ı, bilhassa felsefi sahada; yaln ız felsefenin<br />
ya şıyan bir töre ile temas olan yerde mümkündür. Felsefe ile<br />
ilgili olanlar ancak bu tercümeleri yapabilirler. Büyük din âlimi Gazali,<br />
zaman ının felsefesini tek ba şına kitaplardan ö ğrendiğini söyler.<br />
Şüphesiz bu, doğrudur ve islam öğretiminin "yabanc ı ilimler" denen<br />
şeylerden tamamen ayr ı olduğunu göstermektedir. Fakat Gazali, felsefeye<br />
biraz benzer olan kelâmi ilimlerde oldukça iyi yeti şmiş idi.<br />
Felsefede de biraz elementer ö ğretim görmü ş olabilir. Bu suretle o,<br />
yaşıyan bir töre ile büsbütün temas haricinde de ğildi. İlk Abbasi<br />
devrinde islam dünyas ına tesir eden ç ığırın iki ana istikameti vard ı .<br />
(Buhtunnas ır) ailesi olan. Iran Nasturileri, bu merkezden halifelerin<br />
saray doktorlar ını temin ettiler. Ayni zamandabu doktorlar, Ba ğdad<br />
Daru' ş-Şifas ındaki öğretimi de idare ederlerdi. Burda t ıbbi tedavi<br />
yanında biraz felsefi çal ışma da yap ılmakta idi. İkincisi Iskenderiye<br />
istikameti idi. Araplar ın burayı fetihlerinden önce Süryancan ın,<br />
Yunancamn yerini almağa yüz tutmas ı, Yunancan ın iyi bir durumda<br />
olmadığım gösterir. -Belki de K ıptilerin nasyonalizminin doğması<br />
yüzünden, yahut kendilerinin metafizik olm ıyan görü şlerinden. Sebep<br />
ne olursa olsun.- Ve bu, M ısır'da islam fikir hayat ının zayıflığiyle<br />
de bağlanabilir. 719 civar ında okul Antakya'ya nakledildi. Burada<br />
bir as ırdan fazla kald ı. Fakat 85o civar ında doğuya, Harran'a do ğru<br />
hicret etti. Yol boyunca Musul'a, müteakiben yar ım as ır kadar bir<br />
zaman sonra ba şşehir Bağdad'a çekilmiş oldu. Okulun bu hicreti,<br />
öğretmenlerin hicreti idi. Ayn ı zamanda geni ş kütüphanenin bir kısmı<br />
da öğretmenlerle beraber gidiyordu. Ba ğdad'da onlar paytaht ın fikir<br />
hayat ında önemli pay alan, yahut felsefeye ilgi duyan bir tabaka olmuş<br />
görünmektedirler.<br />
Felsefi ç ığırın diğer hatlar ı da vard ı. Ama onlar hakk ında kâfi<br />
maltımata sahip de ğiliz. Harran'daki iskenderiye okuluna paralel<br />
49
olan bu okul, h ıristiyan direktifi alt ında idi. Sabiiler denebilen firkaya<br />
ait bir pağan (mü şrik) merkezi de vard ı. Bunlar ın dinleri yıldıza<br />
ibadeti ihtiva ederdi. Fakat Yunan felsefesine dayanan bir temeli de<br />
vard ı. Bunun neticesinde onlar, Helenizm fikir cereyan ın ın Araplaşmasında<br />
önemli yard ımlar yapt ılar. 872 de bilginlerinin lideri Sabit<br />
ibn Kurra' (go ı ) ki önce Bağdad'da okumu ştu, mezhebin di ğer üyeleriyle<br />
mücadele etti, ve Harran' ı terk edip Bağdad'a geldi. Burada halifenin<br />
deste ğiyle kendini tercümeye ve bilhassa t ıp ve matematikte<br />
orijinal eser telifine vakfetti.. Ayn ı zamanda etrafına baz ı genç sabiileri<br />
de toplam ışt ı. Fakat felsefe yaln ız Bağdad'da i şlenmiyordu. Baz ı lider<br />
filozoflar ın hal tercümeleri gösteriyor ki hilâfetin do ğu kısm ında da<br />
felsefeye, zikre şayan bir ilgi vard ı. Ama bunun hakk ında belirli bir<br />
şey söylemek mümkün değildir.<br />
Böylece tercümelerin ve felsefeye olan ilginin vüs'atine i şaret<br />
ettikten sonra müslümanlar ı bu kadar kuvvetle felsefeye çeken şey<br />
ne idi sorusu, üzerinde durulma ğa değer bir meseledir. Halifeler kendi<br />
sağlıkları ve etrafında bulunan insanlar ın sağlıklariyle yak ından ilgileniyorlard<br />
ı. Yunan t ıp ilmiyle uğraşanlar ın, kendilerine bu hususta<br />
yard ım edebileceklerine inanm ışlard ı . Şuras ı da hat ırlanmal ıd ır ki<br />
incelemekte olduğumuz bu bölgede astronomiden ayr ılmamış olan<br />
Astrolojiye büyük de ğer atfedilmi şti. Astrolojik-Astronomik eserler,<br />
tercüme program ında önemli bir yer i şgal etmekte idi. Bu ilimde salâhiyetli<br />
olanlar, özel olarak sarayda al ıkonurdu. Felsefe bu ilimlerle<br />
yak ından ilgili olduğu için tabiatiyle ona da bu itina gösterilecekti.<br />
Bununla beraber Me'mun'dan ve tercüme faaliyetlerinin te şkilinden<br />
çok önce, "genel dini hareket"te müslümanlar ın çok mütefekkir tutumları,<br />
diğer dinlerin salikleriyle yap ılacak münaka şalarda mantild<br />
usullerin ve bütün olarak felsefenin önemini takdir etme ğe başlamışt ı .<br />
Bu cinsten münaka şalar yap ılmış olmalıdır. Şaml ı Saint John (75o)<br />
nın eserleri aras ında "Bir h ıristiyan ile bir müslüman aras ında münaka<br />
şa" vard ır, ki h ırıstiyanların karşılaşmalar ı muhtemel olan münakaşaları<br />
ve onlara verilmesi gereken cevaplar ın mümkün çizgilerini göstermek<br />
maksadiyle kaleme al ınmışt ır. Nasturi patri ği Timothy tarafından<br />
781 de halifenin huzurunda yap ılmış genel bir munaka şayı<br />
zapteden bir kay ıt muhafaza edilmektedir. Bu aç ıkça gösteriyor ki<br />
müslümanlar çok erken tarihlerden beri kendilerinin baz ı dini inançları<br />
reddeden ve tenkideden yüksek kültüre sahip bir halk aras ında<br />
yaşamakta olduklar ını biliyorlard ı. H ır ıstiyanlardan ve Irak'ta<br />
bulunan diğer din mensuplar ından ba şka müslümanlar Budistlerle ve<br />
Hind mezhepleri salikleriyle temas halinde idiler. Böylece polemik<br />
50
ve müdafaa ihtiyaçlar ı felsefe tahsili için kuvvetli bir sebep te şkil etti.<br />
Buna ilaveten kâtipler s ınıfı ile yeni ulema s ınıfı aras ında gerginlik<br />
de felsefe tahsilinde rol oynam ışt ı .<br />
Ama tercümeden, do ğrudan doğruya orijinal eserler telif etme ğe<br />
nas ıl geçildiği meslesi tamamen vaz ıh değildir. Maamafih orijinal bir<br />
eser yazmak gayesiyle tercümeye hizmet etmi ş baz ı alimler için, ya<br />
Yunan eserlerine bir parça bir şeyler ilave etmek, yahut da Yunan<br />
ilimlerine â şina olm ıyanlar için basit bir takdim yaz ıs ı eklemekle bu<br />
işi yapmak tabii olabilirdi. Ayn ı zamanda felsefi dü şünceleri İslam<br />
doktrinleri çizgisi içine çekmek laz ımd ı. Bu geçi ş ve bu motifler, Ebu<br />
Yusuf Yakub ibn İshak al-Kindi (800-70) de örne ğini bulur. O, genellikle<br />
el-Kindi olarak ve islam filiozoflar ı aras ında ilk dikkate şayan<br />
bir zat olarak tan ınır. Ayn ı zamanda Arap as ıllı tek şahıs olarak<br />
bilinir. Ona "Araplar ın filozofu" denir. (Feylesufu'l-Arab). Orijinal<br />
felsefi eser yazmak için son sebep, belki en önemli sebepti. Onun için<br />
Kindi'nin eseri "müslümanlar için Yunan felsefesi"' diye tasvir edilmektedir.<br />
El-Kindi ailesi, hilâfetin Arap k ıs ımlarından birçok resmi mevkileri<br />
tutmu ştu. Bunlar ın başı Kûfe valisi olmu ştu. Kendisi de bizzat<br />
halife saray ına intisabetmi ş ve al-Mu'tas ım' ın hükümdarlığı s ıras ında<br />
(833-42), onun o ğlunun mürebbisi (özel ö ğretmeni) olmu ştu. Bu,<br />
mu'tezile nüfuzunun hakim oldu ğu zamanda idi. El-Kindi, do ğmatik<br />
meselelerde mu'tezilenin görü şlerini benimsemi ş görünmektedir. Bu<br />
aç ıdan o, ana İslam teolojisi dü şüncesine diğer filizoflar ın çoğundan<br />
daha yak ındır. Mutevekkil (847-61)in ilk devirlerinde hükûmetin<br />
siyasi görü şünde bir de ğişiklik oldu ve mu'tezile gözden dü ştü. Bu<br />
olay, El-Kindiye arız olan şanss ızl ık tercübesine yard ım etmiş<br />
olabilir. İki sarayl ı rakibinin entrikalar ı ile kütüphanesi kendisinden<br />
alınıp bir zaman için Basra'ya nakledilmi şti. Fakat sonunda tekrar<br />
kütüphanesine kavu ştu.<br />
Bu olaydan biz, El-Kindi'nin, zaman ında büyük bir kütüphaneye<br />
sahiboldu ğunu anl ıyoruz. O, zamanının büyük bir k ısmın ı tetabbu'<br />
ile geçirmi ş ve hemen bütün Yunan ilimlerinde bilgi sahibi bir kâ şif<br />
olmalı idi. Onun çok mandud say ıdaki k ısa eserleri onun, bu ilimlerin,<br />
müslümanlar aras ında yayılmas ında müessir bir rol oynad ığı fikrini<br />
vermektedir. Benimsedi ği felsefi görü ş , İslam filozoflar ımn çoğunda<br />
olduğu gibi büyük ölçüde Yeni Elfâtuncu görü ş idi. Bu ba şlıca müslümanlar<br />
ın felsefe ile temasa geldikleri zaman, son Yunan felsefi ç ığı-<br />
1 R. Walzer, Islam ıc Philosophy, s. 133<br />
51
ın ın bu alanda oldu ğu neticesinden ileri gelmi ştir. Aristo iyi tetkik<br />
edilmekle beraber Yeni Eflâtuncu gözlerle görülmekte idi. Kar ışıklığı<br />
artt ıran bir sebep de müslümanlar aras ında "Aristo Teolojisi"<br />
adiyle revaçta olan yayg ın bir eserdi ki şimdi Yeni Eflâtuncu filozof<br />
Proclus'un extract (özet) lerinden ibaret oldu ğu bilinmektedir. Bu<br />
eser, Arapça tercümesinde önemli bir ra ğbete sahiptir. Onun Yeni<br />
Eflâtuncu Allah dü şüncesi, Kur'an' ın tek tanr ıc ılığına kâfi derecede<br />
yakın görünmektedir. Herhalde El-Kindi Yeni Eflâtunculu ğu kendisine<br />
küçük de ğişikliklerle görünmüş olmas ı laz ımgelen şekliyle kabul<br />
etmişti. O şu iddiay ı ileri sürebilece ğini hissetti: Peygamberlere vahyedilen<br />
gerçekler, metafizik bilgilerdi. Felsefe ile vahiy aras ında çatışma<br />
yoktu' Tahminen o, şunu ifade etmek istemi şti.Felsefe öyle bir<br />
yolda geli ştirebilir ki hem kendi tabiatine uygun dü şer, hem de vahiyle<br />
çat ışmaz. O, di ğerlerinin görü şlerini basitçe almad ı. Fakat sudur<br />
nazariyesi içine bir "Yoktan Yaratma" ilave etti. Sanki ikisini (dinle<br />
felsefeyi) ba ğdaşt ırmakta hiç güçlük yokmu ş gibi.<br />
Eğer sonra El-Kindi'nin eseri, Yunan ilimlerinin müslümanlar<br />
için bir tercümesini verme te şebbüsü olarak vas ıflandırılabilirse bunun<br />
sebebi, onun mu'tezile ile olan te şrik-i mesaisinde ve onun ilk olgunluğunda<br />
bulunabilir. Sonradan görülece ği üzere 833 den 849 a kadar<br />
mu'tezile fırkas ı teologlar ı hükümet işiyle yak ından ilgilenmi şlerdi.<br />
Onlar "genel dini hareket"e mensup kimselerdi. Fakat belki de katip<br />
s ınıfıyle barışmağı temin edecek bir şey yâpmağa uğra şıyorlar& 849<br />
civar ında hükümet politikas ında bir değişme oldu ve hükümet desteği<br />
"genel dini hareket"in hadisçi kanad ında gelişti. Hadisçiler felsefenin<br />
ana dü şmanı idiler. Ve müteakip iki as ır içerisinde felsefenin<br />
sırf kâtip s ınıfi ile Hadisçilerin ve teologlarm di ğer rakipleri tarafından<br />
i şlendiğine şaşılmamal ıdır. El-Kindi tarafindan öncülük yap ılan Yeni<br />
Eflâtuncu ç ığırda iki büyük isim, Farabi (950) ve İbni Sina (1637)<br />
d ır. Bunlardan, gelecek fas ıllarda daha münas ıp bir şekilde bahsedilecektir.<br />
Bu meyanda Abbasi devrinde i şaret edilmesi gereken di ğer önemli<br />
bir isim de ar-Razi -(Rey'li bir şeyh) dir. Avrupa'da Rhazes diye<br />
bilinir. Tam ismi: Ebubekir Muhammed ibn Zekeriyya ar-Razi'dir.<br />
865 de do ğup 923 veya 932 de öldü ğü söylenir. Hayat ırun ilk kısmı<br />
doğum yeri olan Rey ( şimdiki Tahran' ın yak ınında) de geçmi şti.<br />
Ancak doğumunun otuzuncu y ıl ından sonra Ba ğdad'da tahsil etmeğe<br />
ba şladı. Bir tabib olarak çal ışt ı, hem Rey'de, hem de Ba ğdad'da ders<br />
52<br />
2 Rasailu'l-Kindi al-Falsafiyya, Kahire, 1950,104-261.
verdi. Hilâfetin do ğu bölgelerindeki küçük saraylarda da kısa zamanlar<br />
için çal ışmış ve ders vermi şti.<br />
Onun ba şl ıca davas ı, bir doktor olarak şöhret yapmakt ı . Tıbbi<br />
eserleri Avrupa'da uzun zaman okutulmu ş ve k ıymet verilmi ştir. Bu<br />
zamanın birçok doktorlar ı gibi o da bir parça filozof idi. Filvaki felsefe<br />
önderinin yerini ald ığı söylenebirlir. T ıpk ı çok hayran kaldığı<br />
ve takibetmek istedi ği Plato'da olduğu gibi. O, felsefe vas ıtasiyle ve<br />
sebep kullanarak insan hayat ının düzeltilebilece ğine inanm ışt ı. Bu<br />
görü ş, ahlak ve ya şama sanat ı üzerine basit yaz ılmış "Spiritual physick:<br />
Ruhi fizik" unvan ı alt ında ingilizceye çevrilmi ştir. Mütercim,<br />
onun davran ışın ı "Kültürlü İnan Efendisinin görü şünü çok karakteristik<br />
olarak aksettiren" " İntellectual hedonism" den biri olarak göstermektedir.<br />
O, gerek İslam ve gerekse ba şka din olsun, dinde az fayda<br />
gördü. Şüphesiz o, çok iyi tan ıdığı Iranl ı kâtip s ımfinın görü şünü<br />
k ısmen benimsemi şti. Fakat mani dinine sevgisi olduğu söylenmesine<br />
rağmen, yaz ılar ında bunun aç ık delili yoktur. Keza onun, Harran<br />
Sabii felsefi okulu ile rab ıtalar ı olduğu da söylenir. Ama onun felsefesi,<br />
sabiiler gibi Yeni pitagorcu yahut Yeni Eflâtuncu olmaktan ziyade<br />
Plâtoniktir. Bu felsefenin sarih kayna ğı da bir parça s ırd ır. O, diğer<br />
islam filozoflar ından ayr ı kal ır. Onun hayat ideali, kendini fikri i şlere<br />
vakfetmi ş biri olmakt ı ve onun felsefesi bunun bir parças ı idi. Bu ideal<br />
üniversal yap ılamaz. Fakat felsefe onun kendi kabiliyetlerini, İslam<br />
kültürünün seviyesini yükseltme ğe yard ım etmekte kullanmas ın ı<br />
hakl ı gösterdi. Her ne kadar hakikatte ba şarmış olduğu şeyin, memnuniyeti<br />
mucip bir miktarda oldu ğuna dair bir malümat yoksa da.<br />
B İ BL İYOGRAFYA<br />
Mütercimler için bak: GAL, I. 219-29; GALS, I. 362-71;<br />
Graf, GCAL, II. tog-14, 122-32, vs.<br />
Steinschneider, (p. XVII) tercümeleri, mütercim yazarlara<br />
göre tertibeder.<br />
Max Meyerhof, Von Alexandrien nach Bagdad ein Beitrag sur<br />
Geschichte des philosophischen und medizinischen Unterrichts bei den Arabern,<br />
Zitzungsberichte der preussischen Akademie der Wissenschaften,<br />
Berlin, ı g3o, Phil. hst. Kl., 389-492.<br />
53
J. Schacht and M. Meyerhof, The Medico-Philosophical Controversy<br />
between Ibn Butlan of Bagdad and Ibn Ridwan of Cairo, Cairo, 1937<br />
B. Spuler, Hellenistisches Denken im Islam, Speculum, v. 1954.<br />
'79-93.<br />
R. Walzer, Greek into Arabic, London, 1961; önemli makaleler.<br />
Ar-Razi, The Spiritual Physick, tercüme: A.J. ARBERRY tarafından<br />
yap ılmıştır, London (Wisdom of the East Series), 195o.<br />
54
FASIL 6<br />
Şiiliğin Yayılması<br />
Abbasi devrinin ilk iki asr ı Şîiliği iyi tetkik edilmemi ştir. Bu, k ısmen<br />
de konunun büyük güçlü ğünün icab ıdır. Birçok hâdiseler yer alt<br />
ında cereyan etmi ştir. Halk aras ında yay ılan müteaddid biribirini tutmaz<br />
hikâyelerin hiçbiri do ğru değildir. Sünni anlatmalar ı , Şii anlatmalar<br />
ı var. Sünni ifadeleri, her şeyi kötü bir ışık altına koymak ister.<br />
Fakat Şii ifadeleri de belki modern tarihe daha az yard ım eder mahiyettedir.<br />
Islâmda ba şka yerlerde de mevcudolmakla beraber bilhassa<br />
şiiler aras ında gerçekte ça ğdaş politik olaylardan bahsederken sanki<br />
geçmi ş tarihi anlat ıyormu ş gibi görünmek temayülü vard ır. (Çağının<br />
olaylarını tarih diye gösterir.) 632 de Muhammed (A.)in ölümü üzerine<br />
yahut 656 da Ali halife oldu ğu zaman vukubulan hâdise üzerine<br />
ayrı ayrı nihayetsiz münaka şalar var. Fakat, münaka şalar ın temel<br />
alâkaları dokuzuncu as ır ortalar ında takibedilecek siyasi prensiplerdir.<br />
Tahmin edilebilen bir tak ım sebebler dolay ısiyle Abbasiler devrindeki<br />
siyasi konu şmalar bu şekle sokulmu ştu. Meseleleri kar ıştıracak diğer bir<br />
şey de günlük hâdiselerin mezhep tarihçileri taraf ından al ınıp, imamların<br />
yahut liderlerin şah ıslarında merkezle şen tarihi bir şekle uydurulmu<br />
ş olmas ıdır. Bu, çeşitli noktalarda muhtelif kollara ayr ılan bir tek Şii<br />
cereyan ı olduğu intiba ını verir. Halbuki gerçek şudur ki mezhepçiler<br />
bu hareketleri birbirine ekleyinceye kadar birbirleriyle hiç ilgisi olm ı-<br />
yan pek çok ayr ı Şii grupları vard ı. Bu suretle büyük teferruat y ığınını<br />
halletmek için bu metoda ba şvurulmu ş olduğu anlaşılabilir.<br />
Zikredilen vechelerden baz ılar ının en önemli misali, Şiiliğin, on<br />
iki imam kabul eden İmamiyye kolunun imamlara sayg ısındad ır.<br />
Şii yazarlar ı hattâ sünni mezhep tarihçileri tarafından verilen intiba,<br />
imamlar ın hayatta iken geni ş bir mürit toplulu ğu tarafından tan ınmış ,<br />
izlenmiş olduklar ı merkezindedir. Şiiliğin imamlara ait kaynaklar ın ın<br />
iyi tetkiki, şunu aç ığa ç ıkarmaktad ır ki imamlar ın çoğu pasif bir si-<br />
55
yaset içinde idiler. Ve herkes tarafından tan ınmış değillerdi. Ca'fer-i<br />
Sad ık (765) Emevilerin dü şmesinden önce birazc ık siyasetle uğra şmış<br />
ve idari bir mevki kazanmak ümidini güdmü ş olabilir. Şüphesiz o,<br />
siyasi ba ş olmanın, üstün aile (Ehl-i Beyt) nin bir üyesi olmakla mümkün<br />
olaca ğın ı biliyordu. Fakat Abbasilerin, hükümranl ıklar ını yerle ş-<br />
tirmelerinden sonra siyasi faaliyetin tehlikelerini a şıkâre gördü ve<br />
bundan kaç ınd ı. Oğlu Musa da ayn ı yolu takibetti. Fakat di ğer oğlu<br />
Ismail ileri at ıldı ve çe şitli yer alt ı ihtilâl hareketlerini haz ırlamak,<br />
te şvik etmek usulüne ba şvurdu.<br />
Musa (799) ve onun aile dal ı, siyasi bak ımdan sükünet içinde<br />
passif kald ı. Ta ki 817 de Halife Me'mun k ızını Musa'n ın oğlu Ali<br />
R ıza ile evlendirdi ve hilâfete varis ilan etti. Bu, Ş iiliğe nail olanlar ın<br />
daha fazla deste ğini kazanmak gayesine matuf olan siyasetin bir bölümü<br />
idi. Maalesef Ali 818 de öldü. Onun genç o ğlu Muhammed,<br />
Me'mun'un saray ında mu'tena bir vaziyette kald ı ama 835 te Me'munun<br />
ölümünden biraz sonra öldü. Onun o ğlu Ali Naki 849 civar ında<br />
hükümet siyasetinde meydana gelen büyük de ğişiklik neticesinde<br />
hapsedildi. 868 de ölünceye kadar hepiste kald ı. Onun oğlu Hasanal-Askeri<br />
de babas ının ölümünden sonra bir zaman için hapsedilmi ş ,<br />
fakat sonradan serbest b ırak ılmışt ı. Bunun 874 de ölümünden hemen<br />
sonra on ikinci imam olan o ğlu Muhammed ya öldü veya ortadan<br />
kayboldu. Fakat Şiilerin çoğunluğu onun nihayet bir gün mehdi<br />
(hidayete ermi ş) bir kimse olarak t ıpk ı Yahudi Mesih gibi dönece ğine<br />
inand ılar.<br />
İmamiyye kaynaklar ına dayanan bu k ısa te şrihten sonra görülmektedir<br />
ki Ehl-i Beytin bu dal ına mensub bir kimseyi, bu adamlar<br />
hayatta iken imam kabul eden te şkilâth bir cereyan yoktu. Di ğer taraftan<br />
hükûmetin şüphesi de büsbütün yersiz ve kötü de ğildi. Ve pek<br />
kaba, sert olm ıyan hapis suretiyle göz alt ında bulundurma gayesine<br />
matuf idi. Bunu takiben dokuzuncu as ırda ta 874 de kadar Şianin ana<br />
kısmı -böyle bir ana k ısmın mevcudiyeti farz edilirse- imam diye adland<br />
ır ılmış olan zevat ı tan ıyan bir zümre değildi. Bu toplulu ğun içinde<br />
ölmü ş veya ya şıyan imamlar ı veya ailenin diğer mensuplar ını takibetmeyi<br />
meslek edinen küçük gruplar ihmal edilebilir. Bunlardan<br />
ayr ı olarak kendilerine Şii adını veren sayg ı gören din bilginleri vard<br />
ı. (Fakat muhalifleri tarafından umumiyetle bunlara, rafiziler veya<br />
"terk edenler" denilirdi.) ki bunlar siyasi şüpheden âzade görünerek<br />
Bağdad' ın fikri hayat ında önemli yer i şgal etmi ş idiler. Bunlar ın en<br />
56
meşhuru Hi şam ibn al-Hakem idi ki sekizinci as ır sonundan 825 veya<br />
daha sonralara kadar faaliyette idi.<br />
Rafiziler ve onlar ın halefleri olan İmamiyye yahut İsna Aşeriyye,<br />
tarafından benimsenen ana akide, Ali'nin Muhammed tarafından<br />
aç ıkça kendine halef olarak cemiyetin lideri seçilmi ş olmas ı idi. Bu<br />
demekti ki öne geçirilerek imaml ığa tayin de halef olmak için<br />
kafi idi. İmam hatadan masum kabul edildi ği için Şii akidesi<br />
çok otokratik bir hükümet şekline cesaret veriyordu. İmam kelimesi<br />
böylece neticede "halife", yahut "ra şid halife" manas ını ifade eder.<br />
Fakat bunu benimsiyen Şiilere göre bu mesele daha ziyade Allah<br />
vergisi bir meziyetle ilgilidir. Bu ana doktorinin bir neticesi şu idi:<br />
Muhammed (A.) in sahabilerinin ço ğu, ki İslamda hususi bir şeref<br />
mevkiini haizdirler, onun ölümünden sonra Ali'yi halife olarak tan ı-<br />
mad ıklarından dolay ı âsi olmu şlard ır. Bunun neticesi de şu idi: Onlar,<br />
Peygamberin Hadislerini yayma ğa uygun şah ıslar değillerdi. Bu yolda<br />
rafiziler itina edilmekte olan Hadis yap ısına, Şeriatin yahut Islam<br />
hukukunun temeline ve dolay ısiyle ulema s ın ıfının (muhaddisler ve<br />
fakihler) büyüyen kuvvet ve nüfuzuna torpil koyuyorlard ı .<br />
Böylece dokuzuncu as ır ba şlar ının mu'tedil Şiiliğine, parti denebilecek<br />
derecede te şkilâtlanm ış bulunan yayg ın bir zihniyet ve fikri<br />
manzaran ın ifadesi olarak bak ılabilir. Belki biri buna şahısları doğrudan<br />
doğruya bilinemiyen bir otokratik blok diyebilir. Dini bak ımdan<br />
bu zümre, kurtulu ş ve emniyeti karizmatik liderde ar ıyan ve politikalar ı<br />
bu görü şün tesirinde kalan kimseleri içine al ırd ı. Aynı zamanda çok<br />
şiddetli siyasi temayüllerle hareket eden gruplar ı da, kâtipler s ınıfin ı ve<br />
Iran as ıllı olup da şimdi idari işlerde bulundurulan kimseleri ve daha<br />
başka insanlar ı da içine alabilirdi. Muhafazakâr grup diye kabul edilecek<br />
ve ulema s ın ıfını ve kuvvet ve nüfuzu Islami ilimlerin geli şmesine<br />
bağlı olan kimseleri içine alan bir cemaat bu zümrenin kar şısında idi.<br />
Bunlar "muhafazakarlar" idiler. Öyle ki halifenin ve onun nam ına<br />
hareket edenlerin otokratik kudreti, şeriatin mevcudiyyetiyle azalt ıldı .<br />
Dini taraftan hissedilen ihtiyaç, karizmatik liderden ziyade karizmatik<br />
cemiyete idi.<br />
İlk Şiilik tarihinin birçok noktalar ında Orta Do ğudaki birçok<br />
mahalli messianic ( ) fikirler, kendilerini baz ı küçük gruplar<br />
tarafından imam olarak tan ınan birçok şah ıslardan birine veya ötekine<br />
çekmi şti. 874 den sonra otokratik grupun ba şl ıca siyasi liderleri<br />
için yaşıyan bir imam yerine, bulundu ğu yer ve döneceği belli olm ı-<br />
yan bir imam kabul etmek, daha faydal ı göründü. Bu imam ın ne za-<br />
57
man gelece ği belli olmıyacakt ı. Bu inanç, insanlar ın dini iştiyaklarım<br />
tatmin ettiği gibi siyasilere de bir serbestlik verdi. On iki imam ı tan ı-<br />
ma temeli üzerine rafıziliğe meyyal birçok ayr ı gruplar partiye benzer<br />
bir potada eritildiler. Bu zamandan itibaren partiye, yahut firkaya<br />
İmamiyye denildi. Bu te şkilâtlanmada me şhur bir k ısım, Ebu Sehl<br />
İsmail an-Nawbahti (923)° tarafindan idare edilmi şti. Dokuzuncu<br />
asrın sonu, böylece İmamiyye Şiiliğinin belirli bir şekil aldığı zamand<br />
ır.<br />
Bu zamamn ertesinde derhal baz ı muvaffakiyetler olmu ştu.<br />
Eş'ari, 920 civarında yazd ığı eserinde Morroco'nun İdrisi Devletinde,<br />
Kum ve Kûfe'nin kasabalar ında Şîiliğin hakim oldu ğunu söyler'<br />
Biraz sonra Şii Büveyhilerin Ba ğdad'da hakiki hakimiyeti kazand ıklar<br />
ı s ırada, Suriye'deki Hamdani devletinde de Şiilik hakim olmu ş-<br />
tu. Bu hâdiselerin arkas ında neyin yatt ığım söylemek güçtür. Fakat<br />
Şiiliğin çok otokratik bir hükümet kurma emeliyle yak ından ilgili<br />
olduğunu söylemek hakikatten uzak say ılmaz. Arapça yazan büyük<br />
filozoflardan birinin dü şüncesi, fikri hayatta Şiîliğin yayılmas ına görünmez<br />
bir şekilde yard ım etmi ştir. Bu filozof, hayat ımn son birkaç<br />
yılını Halep emiri Seyfu'd-Dawle'nin himayesi alt ında geçirmi şti.<br />
Bu zat, "Muallim-i sani" diye tan ınan al-Farabi (875-950) idi.<br />
(Birinci muallim Aristo'dur). Türkistan'da do ğmas ına rağmen felsefeyi<br />
ve Yunan ilimlerini Ba ğdad'da tahsil etti. Onun geçimini nas ıl<br />
kazand ığı belli değildir. Zahid bir hayat ya şadığı için şüphesiz ihtiyaçlar<br />
ı azdı. Onun felsefesi Aristotalizrnin ve Yeni Eflâtuni metafizigin<br />
terkibi olarak tasvir edilebilir. O buna, "Eflatun'un Cumhiruyeti<br />
ve Hukuklar ı" görü şüne dayanan siyasi bir nazariye ilave etti. Son<br />
nazariye kendisinin orijinal görü şüdür. Fakat ilk ikisinde El-Kindi'--<br />
nin düşünce istikametinde ilerlemektedir. Metafizi ğinin merkezinde<br />
ilk varl ık, veya "Mutlak Bir" vard ır ki bu, İslam akidesindeki Allah düşüncesiyle<br />
ayn ı anlamda dü şünülmüştür. Ondan tabaka tabaka bütün<br />
diğer mevcudat sudur etmi ştir. Ayn ı şekilde devlette bir ba ş, bir reis<br />
vardır ki devletteki bütün yetki kendisinden, özel mevkilere tayin ettiği<br />
kimselere sudur eder. (Bu, biraz Abbasilerin idaresine benzer.<br />
Abbasi halifesi, sarayda ve idarede çe şitli noktalara adamlar tayin<br />
etmi şti). Rütbeler, emir veren ve itaat eden, yahut kontrol eden ve<br />
kontrol edilen olarak tasvir edilir. Tepede reis vard ır. Reis diğerlerini<br />
kontrol eder fakat kendisi kontrol edilmez. Ayakta, en a şağı tabaka-<br />
58<br />
1 Bak: L. Massignon, Passion, I. 140-51.<br />
2 Maqâlât, I. 64.
da kontrol edilen fakat kendileri hiç kontrol edemiyen kimselerin te ş-<br />
kil ettiği halk tabakas ı vardır. Bu arada kalan orta tabakalar hem<br />
kendileri kontrol edilirler, hem de derece derece di ğerlerini kontrol<br />
ederler.<br />
Farabi umumi terimler kullan ır. ( İmam, yahut halife yerine reis<br />
gibi), ki İslâm imparatorlu ğuna tatbik edildiği gibi İslânı olmıyan<br />
devletlere de tatbik edilebilirdi. Fakat o ilk önce İslam dünyas ını düşünüyordu.<br />
Onun ideal devletinde "ilk ba ş" ayn ı zamanda doğru<br />
filozofun en iyi vas ıflarına da sahibolacak olan "ikinci ba ş" tarafindan<br />
takibedilir " İkinci ba ş" hakk ında söylenen, bir imamiyye imam ı hakkında<br />
söylenen ile a şağı yukar ı aynı manada anla şılabilir. Binaenaleyh<br />
Farabinin felsefesine İmamiyye Şîîliği için bir temel haz ırl ıyan<br />
felsefe gözüyle bak ılabilir. İşte bu felsefe, Farabi'yi Şîî Halep devletinde<br />
de şayan- ı hürmet yapm ıştı. Bununla beraber bunun, kendisinin<br />
hakim kanaati olup olmadığı aç ıkça bilinmiyor. Çünkü diyor ki:<br />
Eğer " İkinci ba ş" için lüzumlu vas ıflar bir adamda bulunmazsa idare,<br />
bu kaliteleri payla şan kimseler aras ında bölünür. Böylece otoriteyi<br />
paylaşan kimseler aras ında öyle insanlar vard ır ki bunlar onuncu as ır<br />
muhaddisleri ve ulemas ının karakterlerini gösterirler. Belki de Farabi,<br />
5iilik ile sünnilik aras ındaki ihtilâfı kaldırmak ve rakib temayüllerin<br />
uzayıp giden mücadelelerine son vermek istiyordu. Hilâfetteki şartlar ı<br />
ıslah etmek için felsefeden çok istifade edilmesi lüzumuna kani idi.<br />
Bu devirde belirli bir şekil almış olan yaln ız şianin İmamiyye<br />
kolu değildi. Ca'fer-i Sad ık'la oğlu İsmail aras ındaki k ızgınl ıktan<br />
sonra (muhtemelen 76o civar ı) sonuncusu, oğlu Muhammed ve diğer<br />
yard ımcıları ile beraber hilâfetin çe şitli mınt ıkalar ında idareden<br />
memnun olmıyan şah ısların meydana getirdikleri müteaddid gruplar<br />
aras ında bir Sil ihtilâli meydana getirme ğe koyuldular. Tabii<br />
hareket yer alt ında cereyan ediyordu. Böyle olmas ı, hareketin tarihinde<br />
birçok karanl ıklara (anla şılmıyan hususlara) sebeb olmu ştur.<br />
ismaililerin bir seri gizli imamlar ı vardı. Fakat İmamiyye ile mukayese<br />
edilince bunlar ın imamları nihayet mevcut idiler. Ve imamlariyle<br />
temas neticesinde bunlar, imam ın murakebesi alt ında propaganda<br />
çal ışmas ını yap ıyorlard ı. Bu hareket Irak'a, Suriye'ye, Yemen'e<br />
ve Kuzey Afrika'ya uzanm ış görünmektedir. Galiba ilk ba şarı, Kuzey<br />
Afrika'da elde edildi. Bilinen şey, Fat ınal Devletinin, gog da Tunus'ta<br />
Ismail'in torunu oldu ğunu iddia eden bir adam ın hükmü alt ında<br />
kurulduğudur. Bu devlet, g6g da M ısır' ı zaptetti ve yeni paytaht Kahire<br />
yap ıldı (inşa edildi). Bu meyanda bununla yak ından ilgili bir ha-<br />
59
eket vard ır: Karamita (Karmatiler), Arabistan' ın doğu k ıyısı<br />
Bahreyn'de yar ı müstakil bir prenslik kurdular. 95o tarihinden biraz<br />
sonraya kadar olan İsmaili akidesi hakk ında az şey bilindiğinden bu,<br />
sonraki bir fasla b ırakılabilir.<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
Bernard Lewis, The Origins of Ismailism, Cambridge, 194o;<br />
birçok karanl ık meseleleri ayd ınlatır ve genellikle kabule şayand ır.<br />
W. Ivanow, The Rise of the Fatimids, London, 1942; Lewis'ten<br />
farkl ı olarak metinleri ve tercümeleri verir.<br />
W. Montgomery Watt, The R4fidites : öncel bir tetkik, (Oriens,<br />
1962).<br />
60
FASIL 7<br />
Mu'tezile<br />
On dokuzuncu asr ın son yarısında Avrupal ı ara şt ırıc ılar, Mu'tezilenin<br />
baz ı görü şlerine hayran kalm ışlar ve Mu'tezileyi büyük sempati<br />
ile tetkik etmi şlerdi. Onlar hakk ında malûmat veren Zürih'li<br />
Heinrich Steiner, 1865 de bas ılmış bir eserinde Mu'tezileden "Islâm ın<br />
hür dü şünürleri" diye bahsetmi ştir. Bu zamanda Avrupa'da sonradan<br />
hakim olan felsefi teolojiye de ğer verilmezdi. Mu'tezile irade<br />
hürriyeti ve insan mesuliyetinin mümessilleri oldular. Di ğer taraftan<br />
onlar fikren ondokuzuncu asr ın hür davran ışlar ını tatbik etmi şlerdi.<br />
Eğer Mu'tezile olmasayd ı, E ş'ari ve benzerleri gibi k ılı k ırk yaran<br />
kuru âlimlerin elinde islâm ın, Avrupa'l ıya çok monoton geleceği<br />
zannedilmi şti. Elde edilen daha derin malûmat neticesinde anla şıldı<br />
ki Mu'tezileye ait bu fikir tamamen gayr ı sarihtir. Onlar sadece belirli<br />
bir doktrini temsil eden müslümanlar idiler. Hür dü şünürler değillerdi.<br />
Eğer baz ı noktalarda müsamahakâr olup görü şlerinde hür<br />
dü şünceli kimseler olsalard ı dokuzuncu as ır ba şlarındaki ac ı mihna<br />
olaylarına amil olmaz, bundan uzak kal ırlard ı. Aynı zamanda onlar ın,<br />
diğer din mensuplar ına kar şı islâmın müdafi'leri olduklar ı da malûmdur.<br />
Onlar zamanlar ının siyasi olaylar ına da kar ış t ır ılmışlardı. Fakat<br />
onların davran ışlar ının ne olduğu henüz bilinmemektedir.<br />
İslam akaidini Yunan felsefi fikirlerine dayanarak münaka şa<br />
eden, felsefeyi, dine ilk sokanlar Mu'teziledir. Onlar şu noktada filozoflardan<br />
ayr ılırlar ki görünü şte El-Kindi de bunlara yak ın bir kanaate<br />
sahiptir. Islam do ğmas ın ı tafsilâtiyle kabul ederler. Asl ında Mu'tezile<br />
oldukça geni ş tutulmu ştu ve bütün doğmatik meseleleri felsefi<br />
yönden münaka şa eden kimseleri içine alm ış görünmektedir. Fakat<br />
goo civarında bu isim, felsefi metotlar ı kullanma yan ında Mu'tezile'-<br />
nin beş doğmatik prensibini kabul edenlere inhisar etti. Bu suretle<br />
D ırar ibn Amr'a (ki 790 veya daha erken tarihten 8 ı o tarihine kadar<br />
faaliyette idi), bazan Mu'tezile denilmi ştir. Onun Ebu'l-Huzeyl-<br />
61
den önce Basra'da felsefi teolojinin ba ş mümessili olduğu söylenir.<br />
Aristo'nun cevher ve araz teorisine tenkid yazacak kadar Yunanl ılar<br />
hakk ında malinnata sahipti.' Mu'tezilenin "insan irade hürriyeti"<br />
genel doktrinini kabul etmediğinden dolayı nihayet dokuzuncu asr ın<br />
sonundan önce Mu'tezile tarafından reddedilmi şti. Belki bu kovulu ş-<br />
tan ve sonraki teologlardan hiçbiri onun görü şlerini benimsemediğinden<br />
dolayı hayat ı ve doktrinleri hakk ında çok az malümat kaydedilmiştir.<br />
(Baz ı bak ımlardan o, Eş'ari'nin selefi say ılır.)<br />
Mu'tezile dini görü şünün esas kurucular ı dört ki şidir: Basra'da<br />
Muammer (yahut Ma'mer), Ebu'l-Huzeyl, Nazzam, Ba ğdad'da Bi şr<br />
ibn al-Mu'temir. Bunlar ın ölüm tarihleri 83o, 841 (yahut daha geç),<br />
846 ve 825 olarak verilir. Fakat bunlar ın ba şlıca faaliyet zamanlar ını<br />
gösterme hususunda bu tarihlere pek itimadedilmez. Ebu'l-Huzeyl,<br />
Mes'udi tarafından tasvir edilen a şk üzerine söylenen sözler kolleksiyonunda<br />
mevcudoldu ğu için 803 den önce kâfi derecede biliniyordu.<br />
Bişr'in ise Ş ii sempatizan ı olduğu için Harun ar-Ra şid devri (786-<br />
8o9) nde hapsedildi ği söylenir. Keza onun, Ma'mer'in talebesi oldu ğu<br />
da söylenir. Bundan dolay ı Mu'tezile münaka şaları 800 den önce ba ş-<br />
lamış görünüyor. Önemli geli şme ancak Me'mun'un hükümdarl ık<br />
devrinin son s ıralar ında vukubulmu ştur. Şuras ı hat ırda tutulmal ıdır<br />
ki Me'munun Bağdad'da halife olarak bulundu ğu 8og dan, 819 a<br />
kadar olan devir, çok s ıkıntıl ı bir devirdi. Buna ra ğmen biz, teolojinin<br />
kötü bir şekilde müteessir oldu ğunu söyliyemeyiz.<br />
Mu'tezilenin bu kurucu babalar ın ın mufassal görü şleri hakk ında<br />
herhangi bir şey söylemeden önce bu teolojinin fışkırmas ına tekaddüm<br />
eden olaya bir atfı nazar etmek iyi olacakt ır. "Mu'tezile" isminin menşe'ine<br />
dair s ık sık tekrar edilen hikaye, onu al-Hasan al-Basri'nin<br />
halkas ında geçen bir münaka şaya bağlar. Bir defa büyük günah i şliyenin<br />
mü'min olduğunu söyliyen Mürcie ile büyük günah i şliyenin<br />
kâfir oldu ğunu iddia eden Hawaricin ço ğunluğu aras ındaki münakaşa<br />
üzerinde Hasan Basri'nin görü şü sorulmuştu. Daha Hasan cevap<br />
vermezden önce bir adam onun sözünü keserek büyük günah i şliyenin<br />
"orta bir noktada" oldu ğunu iddia etti. Bu adam yani Vas ıl ibn<br />
Ata, sonra halkadan çekildi ve Hasan: "O bizden ayr ıldı" dedi.<br />
Bundan sonra ona ve grupuna Mu'tezile denildi. Maalesef bu, Mu'tezilenin<br />
men şeine ait verilen tek bilgi de ğildir. Ayn ı hikaye Hasan' ın<br />
talebesi Katâde ve di ğer bir adam Amr ibn Ubeyd için de söylenir.<br />
1 Bak: Montgemery Watt, Free Will and Predestination, 104-6; Fihrist için bak: Ze<br />
itschrift der deutschen morgenlandischen Gesellschaft, XC (1936, 315, 317 (Fück) and I.<br />
R.A. Miscellany, I (1948), London, 1949, 33 (Arberry); L. Massignon, Essai 2, 167<br />
62
Bu sonuncu adam ekseriya Mu'tezilenin kurucusu olarak tercih edilir.<br />
Kelimenin ba şka manalar ı da vard ır. Kaad'leri ve sava ştan uzak<br />
kalan diğer tarafs ızları ifade etmek için de kullan ıl ır. Fakat hiçbir<br />
durumda Vas ıl yahut Amr'in, büyük Mu'tezililerin ay ırdedici vechesi<br />
olan Yunan felsefi görü şlerine herhangi bir alâkalar ı olduğuna<br />
dair gösterilecek hiçbir delil yoktur. Onlar en çok "al-manzila beyna'l-manzilatayn"<br />
ve benzeri görü şlerin öncüleri olabilirler.<br />
Mu'tezilenin siyasi tutumu hakk ında İsviçre'li ara şt ır ıc ı H.S.<br />
Nyberg tarafından ileri sürülen bir fikir, ne o kadar şayan- ı kabul<br />
ve ne de hemen reddedilecek mahiyettedir 2. O fikir şudur: Emevi<br />
devri sonunda Vas ıl ve taraftarlar ı bilfiil Abbasilerin hakimiyeti<br />
için çal ışıyorlar& Ve gerçekten Vas ıl' ın teolojisi ve Mu'tezile'nin<br />
esas ı Abbasilerin resmi teolojisi idi. Genel mahiyetteki ba şlıca faraziyelerden<br />
ayr ı olarak bu hipotezin ba şl ıca kayna ğı, özel memurlar ı<br />
ta şraya gönderme hakk ında baz ı esrarengiz şiirlerden ibaret bulunmaktad<br />
ır. Bu hipoteze kar şı delil de, hipotezin, Bi şr ibn al-Mu'temir'-<br />
in hapsi ve Vas ıl teolojisinin Abbasilerin askeri lideri Ebu Müslim'le<br />
olan affikas ın ın ne olduğu gibi mevzular ı aç ıklamadaki ba şarısızl ığıdır.<br />
Maamafih en ciddi tenkid şudur. Bu hipotez d ış görünü şe göre<br />
Mu'tezilenin köklerine, men şe'lerine dair bilgileri kabul etmek ister.<br />
Halbuki bu hususta söylenenlerin, sonradan uydurulmu ş olduğunu<br />
dü şündürecek deliller vard ır.' Mu'tezilenin menşe'lerine dair mevsuk<br />
olmıyan umumi mal6mat temeli üzerine a şağıdaki gibi baz ı görü şler<br />
de ileri sürülebilir. Mu'tezilenin İslâm naslar ını Yunan felsefi fikirlerine<br />
mezceden özel görü şleri, dokuzuncu asr ın sonlar ına doğru Basra'daki<br />
münaka şalarda mevcud idi. Tabii kar şıt fikirler de vard ı. Yunan felsefesini<br />
kullanma ğa uğra şan kimseleri suçl ıyan sözler aras ında onlar ın,<br />
Cahm denen bir adam ı takibeden kimseler olduklar ı söylenirdi. Cahmin,<br />
neden bu kadar kötü bir nam sahibi oldu ğu belli de ğil. Belli olan<br />
şudur ki sünnilerin son önemli mezhebi Hanbeliyye, "Cahmi" terimini<br />
teolojide rasyonel (ak ılcı) metoda ba şvurmak suretiyle geni ş<br />
anlamda Mu'tezili say ılanlar için kullanırdı. Be ş prensibi kabul edenler,<br />
bu töhmetten uzak kalmak için ced diye ileri sürebilecekleri daha<br />
şöhretli birini arad ılar. Kendisine atfedilen ve daima mevsuk olan<br />
şiirlerden ö ğrendiğimize göre Bi şr ibn al-Mu'temir, Amr ibn Ubeyd'in<br />
muakkibi oldu ğunu iddia etmi şti. Diğerleri Vas ıl ibn Ata'y ı tercih<br />
2 El' de ve di ğer yerlerde ç ıkan makale: Mutazila.<br />
3 Montgomery Watt, Political Attitudes.<br />
63
ettiler. Bu fark Mu'tezile aras ında bulunan baz ı doktrin ayr ılıklarını<br />
gösterir. Siyasi davran ış bak ımından dokuzuncu as ır Mu'tezilesinin<br />
Amr ve Vas ıl'a yakın oldukları doğrudur. Nihayet Vas ıl' ın, iyi bir<br />
baş figür olduğu zannedildiği, yahut da Mu'tezililerin ço ğunluğu<br />
onun görü şlerini benimsedikleri için Vas ıl, Mu'tezilili ğin as ıl kurucusu<br />
kabul edilmi ştir.<br />
Bu politik davranış hakk ında bir şey söylenebilir mi E ğer Ümeyye<br />
devri bir yana b ırakılırsa görü şleri hakk ında az çok bir şeyler bilinen<br />
Ebu'l-Huzeyl ve ça ğdaşları üzerinde dikkat toplanabilir. Me'mun<br />
devrinin sonlar ına doğru, ba ş kad ılık veya ba ş hakimlik dahil olmak<br />
üzere idarede önemli mevkilerin Mu'tezile taraftarlar ına verilmiş olduğu<br />
da bilinmektedir. Yine bu zamanda her vilâyette bulunan ba şlıca memurlardan,<br />
Kur'an' ın mahlük olduğu akidesini umumi bir inanç<br />
haline getirmeleri talebedilmi ş, bu konuda mihna (i şkence) veya<br />
istintak (kovu şturma) ba şlamıştır. -Bu doktrin, bir Mutezile doktrinidir.<br />
Tabii bu, sadece dini bir mesele de ğildi; hükümet mu'tedil<br />
Şiilerin teveccühünü kazanarak siyasi i şlerine daha geni ş bir destek<br />
bulmağa uğra şıyordu. 849 da al-Mütevekkil'in emriyle bütün bu siyasi<br />
hareket istikametinin terk edilmesi, belki de bidayette hükümetin,<br />
umduğu ölçüde bir destek bulamad ığını gösterir. Bundan sonra Mu'-<br />
tezile art ık siyasi önemini kaybetti.<br />
Onların nüfuzlar ının en geçerli oldu ğu s ıralardaki siyasi davranışları<br />
; kar şıt alakalar ı, görü şleri uzla ştırıp denkle ştirmek suretiyle<br />
mevcut rejimin desteğini genişletmeği istihdaf ettiği şeklinde tasvir<br />
edilebilir. Onlar ın halifelerle olan ittifaklar ı da bunu gösterir. Zira<br />
böyle bir İslam İmparatorluğunu idare edenin, daima böyle bi -L/ hedefi<br />
olmas ı lâz ımgelir. Z ıd hırıstiyan partileri aras ındaki gerginlikleri<br />
teolojik bir uzla şt ırma ile kald ırmak isteyen Bizans imparatorlar ının<br />
te şebbüsleri de buna şahiddir. Sünnilerle Şiiler yahut muhafazakârlar<br />
ve otokratlar aras ındaki ihtilâf s ıras ında Mu'tezilenin al-Manzila<br />
Bayna'l-Mazilatayan esas doktrini biraz uzla ştırma siyaseti olarak ileri<br />
sürülmü ştür. Onlar ın iki tarafı da memnun edecek görü şleri vard ı :<br />
Kur'an' ın mahlük olduğu görü şleri Şiileri memnun etmek ve k ısmen<br />
ulema sınıfının mevkiini temelinden çürütmek için ve Alryi sadece<br />
mu'tedil bir (halife) olarak tan ıma görü şleri de sünnileri memnun<br />
etmek için ileri sörülmü ştü. T ıpk ı Bizansl ılar aras ınaki benzeri uzla ş-<br />
tırmalar gibi, bu da hemen fiyasko verdi. Şiiler reddettiler, çünkü<br />
Ali'nin hilâfete saraheten varis oldu ğu kabul edilmemi şti. Sünniler<br />
de bundan memnun olmad ılar, çünkü Kur'an' ın mahlük olduğu<br />
64
akidesi, cemiyetin İslami ve ilahi cemiyet olma karakterinden ayr ılmağa<br />
doğru ilk ad ım görülmü ştü.<br />
Mu'tezilenin be ş prensibinden ilki "Birlik", yahut "Birli ği ikrar<br />
(tawhid)" idi. Çünkü Arapçada tevhid kelimesi dil bak ımından bir<br />
yapmak manas ını ifade eder. Bu kelime, onlar için sadece Allah' ın<br />
bir olduğu iddiasından ve birçok ilâhlar olmad ığını ileri sürmekten<br />
daha çok şey ifade ediyordu. Müslümanlar "Allah' ın doksan dokuz<br />
güzel ismi" oldu ğunu söylerlerdi. Bu isimlerin ço ğu Kur'an'da zikredilir<br />
Bunlardan yedisi teologlar taraf ından özel itina gördü: İlim<br />
(yahut Omniscient), kudret (yahut Almighty), irade, hayat, Sem',<br />
basar, kelâm. Baz ı kelamc ılar Allah' ın bu isimlere göre baz ı sıfatlar ı<br />
olduğunu benimsediler. İlim, kudret, irade vs. Bu fikir, Mu'tezileye,<br />
ilahi birliğin mahiyetine yahut Zat-i İlahiyyeye üreme unsuru sokmak<br />
gibi geldi. Onlar "Bilrikte" ısrar ederek şunu ileri sürüyorlard ı<br />
ki bu s ıfatların müstakil yahut hypostatic (zati) bir varl ığı yoktur.<br />
Fakat bunlar Allah' ın birliğinde birleşmişlerdir. Böylece Allah bildi<br />
derken kendisinden ayr ı bir bilgi ile bilmiş değil demektir.<br />
S ıfailara ait bu münaka şan ın, Kur'an hakk ındaki münaka şaların<br />
dışında geliştiği anlaşılmaktad ır. Bunlar 75o den önce ba şlamış olabilir.<br />
Fakat çok muhtemeldir ki Kur'an yaln ız o asr ın sonlar ına doğru<br />
meydana gelen genç bir münaka şa mevzuu oldu. Bütün müslümanlar<br />
daima hem Kur'an' ın Allah kelâmı olduğuna hem de onun zamanda<br />
muayyen bir noktada zuhur etmi ş olduğuna yani Muhammed<br />
(A.) e vahyedildi ği zamanda zuhur etti ğine inanmışlard ır. Neden<br />
birinin kalkıp da Kur'an' ın yarat ıldığı, yahut yaratılmadığı hakkında<br />
ısrar etmek istedi ği belli değildir. Şüphesiz mesele yine Kur'an' ın Allah<br />
kelâmı olup olmadığı hakkındaki statüsüne vard ığı için ameli yönden<br />
daha başka meseleleri de içine al ıyordu. Bunlar zaten Me'mun<br />
tarafindan ba şlat ılan "kovu şturma" hakk ında söylenmi ş olan sözlerde<br />
gösterilmektedir. Kur'an statüsünü azaltmak için yap ılan bu hükümet<br />
te şebbüsü, "O Allah kelâm ıd ır, binaenaleyh ezelidir şeklindeki ısrarla<br />
karşılanmış" olmalıd ır. Buna karşılık "O, zamanda bir noktada<br />
göründüğünden dolayı yarat ılmıştır" cevab ı verilebilir. Her iki taraf<br />
üzerinde yap ılan münakaşalar büyük incelikle geli şti. Ve münaka şaya<br />
kar ışan mevzular ın dizisi daima geni şledi.<br />
Yap ılan münaka şalar ın baz ı misalleri ayd ınlatıc ı olacakt ır. Bir<br />
Kur'an ayetinde (43.3 /2) Biz onu Arapça Kur'an yapt ık (Ca'alnahu)"<br />
sözü şöyle münaka şa edilmişti: Yapma yaratma manas ını ihtiva<br />
eder. Al ınan diğer ayetler Kur'an' ın ba şka bir şeyden sonra gönde-<br />
65
ilmiş olduğunu göstermek içindi. Mesela "Biz sana önce geçenlerin<br />
haberlerini söyliyece ğiz." (2o/99) âyetinde haberler Kur'an' ın bir<br />
parças ı say ılmıştır. Diğer taraftan çok hünerli münaka şalardan biri,<br />
Cenab ı Hakk ın Musa'ya hitab ını ifade eden parçadan al ınmıştır.<br />
Orada Musa'ya şöyle hitabedilmişti: "Ben senin rabb ınım.". Bu şöyle<br />
münaka şa edildi: "Eğer bu konu şma yarat ılmış olsa, Musa'ya yaratılmış<br />
bir şey "Ben senin rabb ınım." demiş olacakt ır. Musa bu yaratılmış<br />
şeyi kendi rabb ı olarak kabul etti ği için şirkten dolay ı suçlu<br />
duruma dü şecektir.<br />
Ekseriya söz oyunlar ına dayanan bu çe şit münaka şalarda münakaşa<br />
daha derin meselelere götürürdü. Mu'tezile, "Kur'an' ın lafz ı"<br />
tabiri üzerinde soru sormak suretiyle Kur'an' ın, Allah' ın gayri mahlük<br />
kelâmı olduğuna inanan muhaliflerini şaşırtmağa çal ıştılar. Bir müslüman<br />
Kur'an' ı ezberden okursa tabii onun ezberden okumas ı yarat ılmamış<br />
değildir. Elbette bu şaşırtma, konu şmanın mahiyetine göredir. Gerçekten<br />
bütün münaka şan ın, kelâm ın mütekellimle olan alakas ı ile,<br />
bir şeyin yap ıc ısı yahut yarat ıcıs ı ile olan anlasi aras ındaki fark etrafında<br />
cereyan etmi ş olduğu söylenebilir. Kelam yap ılmış bir şeyin,<br />
yapman ın karakterini ifade etmesinden daha ziyade mütekellimin<br />
karakterinin ifadesidir. Gerçekten kelâm, mütekellimle beraber (ondan<br />
ayr ılmaz) bir şeydir. Halbuki yap ılmış şey, yap ıc ıs ından ayrıdır.<br />
Daha derin bir seviyede münaka şanın; ezdi olan kelarn ın, zamanda<br />
nas ıl göründüğü etrafında cereyan etti ği söylenebilir.<br />
Bu mesele Avrupal ı ara şt ırıc ılara Islam teolojisinin h ıristiyan tesiri<br />
alt ında gelişmiş olduğu fikrini veren çe şitli noktalardan biridir.' Bu<br />
durumda Allah' ın ezdi' kelimesi olmas ı bakımından Isa ile a şikar bir<br />
mukayese vard ır. Maamafih, paralel, zannedilcli ği kadar birbirine yakın<br />
değildir. Kur'an'da geçen Arapça kelime "Kelâm"d ır ki tam "konu<br />
şma" kar şılığıdır. Kur'an'da bir âyet (3.45) Isa'y ı Allah'tan bir kelime<br />
olarak ifade eder. Benzerlik bundan daha yak ın olsayd ı dahi, direkt<br />
bir tesirin olduğunu gösterecek lüzumlu bir delil say ılmazd ı. Islam teolojisi,<br />
şimdi daha içsel gerginlikler neticesinde do ğmu ş görünüyor. Böylece<br />
görülüyor ki Islam teologlar ının, h ıristiyan fikirlerini oldu ğu<br />
gibi kopye ettikleri fikri kabul edilemez. Yaln ız bu iddian ın mümkün<br />
görülen tarafı şudur: Müslümanlar baz ı h ıristiyan dü şüncelerine<br />
4 Notably C. H. Becker, Christliche Polemik und islamische Dogmenbilding,Zeitschrift<br />
für Assyriologie, XXXVI (1911), 175-95, ikinci bask ı : Islamstudien, Leipzig, 1924,<br />
I. 432-49 de. Ayn ı zamanda İngilizce bir tercüme de vard ır. Bak: H.A. Wolfson, The Muslim<br />
Attributes and the Chirstian Trinity, Harvard Theological Review, XIIX (1949), 1-18;<br />
ayn ı zamanda JAOS, IXXIX (1959), 73-80<br />
66
ınuttali olunca bunlar aras ında Islam rakiplerine kar şı kendi mevki-<br />
'erini muhafaza etmekte, kendi görü şlerini savunmakta faydal ı birtak<br />
ım maddeler buldular. Bu itt ıla iki yoldan olabilir: Birçok müslüman<br />
olmu ş h ıristiyan vard ı ki bunlar henüz tamamen h ıristiyan fikirlerini<br />
unutmam ışlard ı. Bunlardan baz ılar ı kelâmc ı olabilir. Yahut<br />
sadece kelâmc ılarla konu şmu ş olabilir. Aynı zamanda müslümanlarla<br />
h ıristiyanlar aras ında birçok dini münaka şalar ın cereyan etti ği de<br />
bilinmektedir. İşte ancak bu indirekt yoldan uygun malzeme, yahut<br />
münaka şa istikametleri temin etmek suretiyle h ıristiyanl ık ve yahut<br />
da diğer yabanc ı bir dü şünce Islam teolojisine tesir etmi ş olabilir.<br />
Fakat ilk defa insanlar ı münaka şaya sevk eden âmil, sadece Islam ın<br />
kendi içinden do ğmu ştur.<br />
Allah' ın kelâm ı hakk ındaki münaka şalardan, Allah' ın sıfatlar ı<br />
hakk ındaki münaka şalara kolay geçilir. Kur'an kadimdir diyenlerin<br />
sözleri, muhaliflerine göre sanki iki kadim (Allah ve Kur'an) vard ır<br />
demek şeklinde anla şıld ı. Bu neticeden kaçmak için onlar ın yürüdükleri<br />
yollardan biri şu idi.: Kur'an Allah' ın bilgisi, yahut bilgisinin<br />
bir parças ıdır. Muhaliflerine şöyle de diyorlard ı : "Peki Allah mevcudolup<br />
da bilgisinin namevcudolmas ı mümkün müdür E ğer O'nun<br />
bilgisinin ezeli oldu ğu teslim edilmiş olursa Kur'an' ın da ezeli oldu ğu<br />
teslim edilmi ş olur." Mu'tezile, kendilerinin ana doktrinlerinden birinin<br />
inkar ı olan bu iddiayı şu prensiple reddettiler: "Allah, kendinden<br />
ayr ı, müstakil bir bilgiye sahip de ğildir." Daha sonra Mu'tezile bu<br />
görü şü diğer s ıfatlara da tatbik ettiler.<br />
Mu'tezilenin kabul etti ği be ş prensipten ikincisi "Adl" prensibi<br />
idi. Onlar kendilerine "Ahlu't-Tawhid Wa'l-Adl" derne ği sevdiler.<br />
Adalette ısrarlar ına nazaran Mu'tezileye, Havaricin varisleri olarak<br />
bak ılabilir. Fi'liyatta bu demektir ki onlar insan ın, fiillerinden dolay ı<br />
mesuliyetine veya insan iradesinin hürriyetine inanan ve muhalifleri<br />
tarafından Kaderiyye denen "Genel dini hareket" f ırkas ın ın da varisleri<br />
olan ki şilerdi. Umumi manada irade hürriyeti dü şüncesi Mu'tezile<br />
tarafından kabul edilmi şti ve münakala şar tali meselelere yöneltilmişti.<br />
Bu alanda merkezi mesele, Allah' ın, insanlar ın akibetleriyle olan<br />
münasebetidir: -Cennet yahut cehennem- İnsan irade hürriyetini<br />
ve mesuliyetini ileri sürerek Mutezile, insan ın âkibetini kendine ba ğlı<br />
k ılmışt ır. Bu hususta onlar ın temel görü şü şu idi: Allah, vahiy ile<br />
insana cennete girmek için ne yapmak mecbutiyetinde oldu ğunu göstermi<br />
ş ve sonra o i şi yap ıp yapmamakta insan ı serbest b ırakmıştır.<br />
67
Mükâfat olarak itaatkâra cenneti, âsiye de ceza olarak cehennemi<br />
vermi ştir. Bu, bir nevi Allah' ın mükâfat veya mücazat verme ğe mecbur<br />
olduğu demektir. Maamafih bu görü şte kauşılıklar göze çarpar.<br />
Çocuklar ne olacak E ğer günah i şlemişlerse cennete gitmiyecekler<br />
mi Fakat cennete girerlerse onu itaatleriyle kaz anmad ıklarından<br />
dolayı bu, diğerlerine zulüm olmaz m ı <br />
Bu hususta üç karde şin hikâyesine müracaat etmek yanl ış olmaz.<br />
Gerçi E ş'arinin Mu'tezileden ayr ılmas ını açıklamak için hikaye olarak<br />
söylenirse de bu, daha ziyade Ba ğdad Mu'tezilesinin, Basra Mu'tezilileri<br />
tarafından nas ıl tenkidedildiğini gösterir. Üç karde ş vard ı ; biri iyi,<br />
biri kötü ve biri de çocuk iken ölmü ş idi. Birincisi cennette idi, ikincisi<br />
cehennemde, üçüncüsü Berzah (Limbo) de. Üçüncüsü itaatiyle cenneti<br />
kazanmas ına fırsat verilmeden erken öldü ğünden ötürü şikayet<br />
eder şeklinde tasvir edilmi şti. -Zira islam ın emir ve nehiyleri rü şd<br />
yaşından a şağı olan çocuklara terettübetmezdi. Binaenaleyh bu çocuk<br />
ne itaatkâr olabilir, ne de asi olabilirdi.- Buna şöyle cevap verilmi şti:<br />
Allah onu daha erken öldürdü, zira önceden biliyordu ki e ğer büyürse<br />
tamamen kötü olacakt ır. Bunun üzerine ikinci karde ş sordu ki<br />
neden o da kendisini cehenneme götüren günahlar ı işlemeden önce<br />
genç iken öldürülmedi. Tabii buna cevap yoktu. Bütün hikaye, Allah<br />
insanlar için iyi olanı yapmağa mecburdur görü şünü tutan ba şlıca<br />
Mu'tezililerin bir tenkididir. Mevzuun daha fili taraflar ı da vard ır.<br />
-Çocuklar ın ve hayvanlar ın layık ve müstahak olmad ıkları ızd ıraplan.<br />
Sonuncusu belki de Hindu brahmanlarla temas ın bir neticesi<br />
olarak öne sürülmü ştür.<br />
Beş prensinbin geri kalan üçü de Mu'tezile görü şüne bağlanmış<br />
ise de kelâmi münaka şalarda bunlar pek az görünür. Makalâtu'l-A şari'nin<br />
birinci cildinin ikinci yar ısında Mu'tezilenin ilk görü şlerine ait<br />
çe şitli fikirlerini tesbit için yetmi ş iki sahife tahsis edilmi ştir. İkinci<br />
görü şlerine bağlı fikirleri tesbit için otuz dokuz sahife aynlm ıştır.<br />
Geri kalan üç görü şlerine sadece on üç sahife ayr ılmışt ır. Üçüncü prensipleri<br />
"alwa'd Wal-Waid", yahut cennet ve cehennemdir. Münakaşa<br />
edilen kelâmi konular Mürci'e ile Havaric aras ında geçen münakaşalar<br />
hatt ındad ır. İman nedir Büyük günah ile küçük günah aras ındaki<br />
fark ve nihayet iyi ile kötü aras ındaki fark nedir Hangi çe şit<br />
adamlardan Hadisler kabul edilebilir Dördüncü prensip "al-Manzila<br />
Bayna'l-Manzilatayn" siyasi görü şüdür. Be şincisi "İyi ile emir, kötüden<br />
nehiy." al-Amru Bi'l-Ma'ruf wa'n-Nahyu Anil-Munkar"dir.<br />
Bu, aşikar olarak şeriate riayeti muhafaza etmek içindir. Esasen bu<br />
siyasidir, hatta ayaklanma da bu prensiple hakl ı gösterilebilir.<br />
68
Mu'tezili önderlerinin kendilerine has görü şlerini kâfi derecede<br />
anlamak için, onlar ın münferid görü şlerini incelemek lâz ımd ır.. Fakat<br />
buna te şebbüs etmek için şimdiki tetkikin d ışına ç ıkmak lâz ımd ır.<br />
Aç ıkça anla şılıyor ki mu'tezilenin genel görü şünü vaz'etmek için en çok<br />
çalışan Ebu'l-Huzeyl olmu ştur. Bu zat al-Allaf diye de me şhurdur ki<br />
Basra'daki Mu'tezile kelâm ının kurucusu say ıl ır. Aristo'nun cevher ve<br />
Araz nazariyesini hayli i şleyip kullanmıştır. Belki de bunu D ırar'dan<br />
almışt ı. Fakat İslam kelâm ına hakim olma ğa ba şlıyan Atom teorisine<br />
göre o, arazlara yaln ız bir tek (atomic) an için varolan şeyler nazariyle<br />
bakt ı. Ebu'l-Huzeyl'in Ayn ı zamanda Basra'da bir muakkibi de<br />
vard ı : Nazzam. Fakat herhalde çok genç de ğildi; bu zat, Yunan<br />
ilimlerinin İslami mevzulara tatbikinde ön ayak olmay ı çok arzu etti.<br />
Buna rağmen açt ığı çığırlar pek takibedilmemi şti 5 Belki biraz daha<br />
erken gelen Muammer (yahut Ma'mer) biraz daha nüfuzlu idi. Fakat<br />
o da esrarengiz kal ır.<br />
Bağdad Mu'tezilesi, kurucular ı olarak Bi şr ibn al-Mu'temir'i<br />
görürler. Ona atfedilen doktrinler aras ında "tevellud" meselesi vardır<br />
ki bir insan ın hareketlerinden ne derece mes'ul oldu ğu meselesini<br />
doğurmu ştur. Bu mes'ele ki E ş'arileri, "kesb: acquisition" doktrinini<br />
kabule sevketmi ştir. 6 Biraz sonra Ba ğdad'da şayan- ı dikkat salâhiyetli<br />
üç ki şilik bir grup meydana geldi: al- İskâfi (854) ve iki Ca'fer:<br />
Ca'fer ibn Harb (85o) ve Ca'fer ibn al-Muba şşir (848). Bunlar ın faaliyeti<br />
s ıras ında Bağdad'da Allah' ın iyi olanı yapmak mecburiyetinde<br />
olduğu akidesi yaygın hale geldi. İşte yukar ıda geçen üç çocu ğun<br />
hikâyesi bu doktrini tenkid için ileri sürülmü ştü. Bu tenkid Basra okulu<br />
içerisinde yay ılmıştı ki bu okulun ba şı dokuzuncu as ırda ya şıyan,<br />
E ş'ari'nin hocas ı al-Cubbâi (850-915) idi. Cubbâi'nin yerine o ğlu<br />
Ebu Ha şim (933) geçti. Bu zat ın Allah' ın insanlarla olan münasebetlerinde<br />
tefaddul görü şünü biraz daha anla şılır hale getirmekte rolü<br />
olduğu gibi ahval doktrini denen ilâhi s ıfatlar doktrininin ince izah ında<br />
da sorumluluğu vard ır.<br />
Mu'tezile bundan sonra bir zaman devam etti. Fakat halk aras<br />
ında takibedeni olm ıyarak sadece akademik bir teoloji okulu olarak<br />
devam etmi ştir. Hattâ kelâmc ı olarak da kendi mevzular ın ın gelişmesine<br />
önemli bir katk ıda bulunmu ş görünmüyorlar. Mu'tezile kelâmc<br />
ılar ı aras ında son önemli isim ba ş kad ı Abd al-Cebbar ( ı o65) dir.<br />
Fakat filolog ve Kur'an müfessiri olan az-Zamah şari (1144) uzak<br />
5 Bak: R.Paret, An-Nazam als Experimentator, Dre Islam, XXV (1937), 228-33<br />
( ı Bak: Es'ari Fasl ı .<br />
69
Harizm bölgesinde (Aral Denizinin güneyi) bulunan bir grupla münasebeti<br />
dolay ısiyle Mu'tezili temayüllere sahipti. Bu inhitat ın yegüne<br />
sebebi, Mu'tezilenin ana görü şünün ça ğda ş hayatla ilgisinin<br />
kesilmesi ve cemiyetin topyekûn buna kar şı koymağa karar vermesi<br />
olmu ştur. Maamafih bu inhitat, ilmi, yahut felsefi disiplinin ba ş kurucular<br />
ı olmalar ı hasabiyle Mu'tezilenin İslam fikri hayat ına yapt ığı<br />
büyük yard ımı inkâra sebebolamaz.<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
H.S. Nyberg, makaleler: Mu'tazila, al-Nazzam, El (S); ayn ı<br />
zamanda Hayyat' ın Kitabu'l- İntisar, Kahire, 1925 in Arapça bir<br />
takdimle bask ıs ı. (A.N. Nader tarafından Frans ızcaya çevrilmi ştir.<br />
Beirut, 1957). Bu eser önemli bir ana kaynakt ır.<br />
Albert N. Nader, Le System philosophique des Mu'tazila, Beirut,<br />
1956 (Arapças ı da var); tarihi geli şimini hesaba katmadan Mu'tazile<br />
teolojisini bir sistem olarak inceler.<br />
W. Montgomery Watt, The Political Attidudes of the Mu'tazilah,<br />
Journal of the Royal Asiatic Society, 1962, Yine Free Will and Predestination,<br />
1962, keza Early Discussions about the Qur'an, Muslim<br />
Wolrd, XI (195o), 27-4o, 96-1o5.<br />
70
FASIL 8<br />
Sünniliğin Güçlendirilmesi<br />
İslamda sünni görü şünün güçlendirilmesi meselesi, gerçi s ırf<br />
islam teoloji tarihine ait bir şey değilse de yine teoloji de bu hususta<br />
önemli bir temel te şkil eder. tImeyye devrinin ikinci yar ısında "genel<br />
dini hareket" denen şey şekillenmi şti. Bu hareket, ba şlıca as ıl ilgileri<br />
teoloji, yahut tasavvuf ve zühd olan kimseleri içine al ıyordu. Fakat<br />
ilginin mihrak noktas ı hukuk idi. Bu bak ımdan dini olan bu harekete,<br />
hukukun "eski okullar ı" denilebilir. Ganel dini hareketin büyük firkalan<br />
Abbasi hakimiyetini destekliyorlard ı. Abbasiler iktidara gelince<br />
kendilerine hukuk sistemi olarak Islam hukuk disiplinini seçip riayet<br />
etme ği uygun buldular. Ayn ı zamanda onlar, her biri kendi yolunu<br />
tutup furuatta di ğerlerini beğenmiyen çe şitli okulların ferdi görü şlerini<br />
bertaraf etmek istediler. Bu yüzden Abbasi hülci ımeti okullara muayyen<br />
bir birlik ve beğenme ölçüsü ta şımaları hususunda bask ı yaptı .<br />
Bu baskı neticelerinden biri Peygamberden nakledilen Hadislere özel<br />
statüler vermek istiyen harekete cesaret vermek oldu. Şimdiye kadar<br />
insanların: "Bizim okulumuzun talimi dir" demeleri normaldi.<br />
Yahut onlar, okulun, mazideki seçkin bir üyesi taraf ından söylenen<br />
bir fikre i şaret ederek okullar ımn üstünlüğünü desteklerlerdi. Bundan<br />
sonra yava ş yavaş baz ı okullar kendi talimat ını, Muhammed' (A.)in<br />
söylediği veya yapt ığı şeyler hakk ında nakledilen bir fıkraya (Hadise)<br />
dayanarak hakl ı göstermeğe çalışt ılar. Şafü (767-82o) nin hukuki<br />
prensipleri böylece hakl ı çıkarma hususundaki metodolojik eseri genellikle<br />
me şhur oldu ve bütün hukukçular kendi talimatlar ının Kur'an<br />
ve Hadise dayand ığını iddia etmeğe ba şlad ılar*<br />
(Muhammed (A.) hakk ındaki menkibelerin teknik anlam ı olan)<br />
Hadislere ilginin artmas ı, tamamen hukuki ihtiyaçlar ın bir icab ı<br />
* Ta Hz. Peygamber (S.A.V.) den beri her müctehid ictihad ını Kur'an ve Hadise<br />
dayand ırmıştır. Müellifin sand ığı gibi hukukçular bunu sonradan de ğil bidayetten itibaren<br />
yapm ışlardır Mütercim.<br />
71
değildi. Bunun gerçek biografik bir yönü vard ı Şuras ı da aç ıktır ki<br />
hukuki bir görüş meydana getirmek için Muhammed'(A.)in sözleri<br />
hafifçe de ğiştiriliyordu. Çünkü H ıristiyan Papal ığının meşhur bir rivayeti<br />
de dahil, Orta Do ğunun mevrus hikmeti (ananesi) böyledir.<br />
Bunun farkında olan İslam alimleri sahtekarl ığın önüne geçmek için<br />
tedbirler alma ğa ba şlad ılar.<br />
Temel usul olarak her Hadisin bir "isnâd", yahut sikalar zinciri<br />
tarafindan desteklenmesi, istendi. Böylece Hadis ravisi diyecekti ki:<br />
"Ben bunu A dan duydum. O da B den duydu ğunu söyledi. O da C<br />
den duydu ğunu söyledi. O da Muhammed (S.A.) bu Hadisi iradederken<br />
yan ında bulunduğunu söyledi." bu usul bilginleri sikaler zincirini<br />
havi kuvvetli bir hal tercümesi bilgisine ve biografiye olan genel<br />
ilgiye sevk etmi ş ve bu ilgi, büyük sayıda biografik llıgatlerin meydana<br />
gelmesine sebebolmu ştur. O tarihlerin, her raviye, f ıkrayı selefinden<br />
i şitmesini ve ilk ravinin de bunu işittiği Muhammede (S.A.)i<br />
görmesini ve tan ımasını (ve böylece bunun teknik bak ımdan bir<br />
sahabi olduğunu) bilmek önemlidir. Ayn ı zamanda zincirde bulunan<br />
bütün halkalar ın sağlam görüşlü olup olmad ığını da yoklamalıdır.<br />
Muhalif fırkalara mensup veya onlar ın muhibbi kimseler<br />
ravi olarak kabule şayan değillerdir. Bir zincirde onlar ın bulunmas ı,<br />
Hadisin kıymetini dü şürür. Dikkatsizli ğiyle tan ınmış ve dolayısiyle<br />
metodlarında da dikkatsiz olaca ğı muhtemel olan bir kimsenin mevcudiyeti<br />
de bir Hadisi zay ıflatır.<br />
Maalesef büyük şifahi bir kültürde bir kere yay ılan bir hikayeyi<br />
kald ırmak güçtür. Sadece onu tadil etmek, tevil etmek, yahut daha<br />
geniş bir desteğe sahibolan daha üstün kar şıt bir hikâyeyi ileri sürmek<br />
mümkün olabilir. Bundan dolay ı Hadisleri ve ravileri çe şitli derecelere<br />
ayırmak adet olmu ştur. Hadisler zayıf yahut değersiz olarak tasvir<br />
edilebilirdi ama do ğrudan doğruya sahte olduklar ı söylenmezdi*<br />
Şüphesiz en önemli Hadisler "Sahih" Hadislerdi. Dokuzuncu asr ın<br />
ortas ında fıkhi gayelerle, bu çe şit kolleksiyonlar meydana getirildi.<br />
En mühim mecmua Buhari (870) ve Müslim (870) inkilerdir. Diğerleri<br />
biraz farkl ı planlarla tertibedilmi şlerdir. Baz ı ilave ve fikralar<br />
vermi ş oldukları gibi bazan farkl ı isnadlarla ayn ı fıkrayı vermişlerdir.<br />
1 Montgomery Watt, The Condemnation of the Jews of Banû Qurayzah, Muslim<br />
World XIII (1952), 160-71; "The Materials used by Ibn Ishaq", Arabic, Persian and<br />
Turkish Historiography'de, London, 1962.<br />
* Bu fikir tamamen yanl ıştır, Islâm Ulemas ı Hadislerin sahtelerini ay ıklam ışlar ve<br />
bunlar ı sahte Hadis kitaplar ında toplam ışlard ır.<br />
72
Tedricen (muhtemelen k ırk yıl içinde yap ılmış olan) iki mezk'ür eser<br />
ve zikredilmeyen diğer dört kitap, mi'yar olarak tan ınmağa ba şlandı .<br />
Avrupa'l ı ve Amerika'l ı ara ştırıc ıların ortaçağ müslüman Hadis<br />
münekkidleri, tarihi bak ımdan sahih olmıyan Hadisleri sahih kabul<br />
etmişlerdir şeklindeki iddia ve ısrarlar ı dokuZuncu as ır hadisçilerinin<br />
müsbet ba şarısına gölge dü şürmüştür. Bu ba şarı, Sünniliği takviye<br />
başarısiydi. Bu zamana kadar Muhammed (S.A.) in gerçek sözlerini<br />
tağyir etmek yahut yenilerini icadetmek ve yaymak mümkündü.<br />
Belirli bir kaideye göre Hadis kabulü usulünün geli şmesiyle ayn ı<br />
vüs'atte Hadis yay ımı artık mümkün olmadı. Filvaki Hadisler icadedilebilirdi<br />
fakat onlar ın kabule şayan olmas ı ve cemiyet hayat ında<br />
yap ılacak tebdilât ı hakl ı göstermek için kullan ılması art ık kolay değildi.<br />
Böylece Hadis usulünün te şekkülünden hemen önceki zaman,<br />
Islamın klasik çağı oldu. Şartlar değiştikçe sonraki nesillerin dönüp<br />
kendilerini uydurduklar ı örnek ça ğı. Zira müslümanlar kendilerini<br />
o çağa uydurmakla görünü şte Muhammed (A.) in örne ğini izliyorlardi.<br />
Gerçekte ise dokuzuncu as ır başlarının, Muhammed (A.) in şahsiyyeti<br />
hakkındaki kanaatlerini ve dolay ısiyle dokuzuncu as ır ba şlar<br />
ının değerlerini takibediyorlard ı .<br />
Sahih Hadis ölçüsünü yerle ştirmeğe diğer perspektiflerden de<br />
bak ılmalıdır Evvela bu meselede Şiilik ile sünnilik aras ındaki mücadele<br />
var. Sünniliğin, dini ve siyasi davran ışı, şimdi bu birbirini desekliyen<br />
kuvvetli doktrinle de takviye edilmi ş ve rakibine kar şı kuvvetlenmişti.<br />
al-Mutevekkil (847-61) in ilk zamanlar ındaki<br />
sünniliğin kuvvetlenmesiyle s ıkı s ıkıya bağlıydı. Belki de Mütevekkil,<br />
bu değişikliğin ne sIadece bir sebebi ve ne de bir neticesi 'de ğildi,<br />
fakat bununla çok daha kar ışık bir ilgisi vard ı: Kanunun formasyonu<br />
(te şkili), hilafetteki sünni ulema s ınıfının nüfuzu tarihine aittir. Belirli<br />
bir konunun ilminin varl ığı, ihtisas ı kuvvetlendirdi. Bu suretle kimin<br />
bu disiplinde salabiyetli, kimin yetersiz oldu ğunu söylemek kolayla ş-<br />
tı. Bu kuralın mevcudiyeti, uleman ın, belki de hükûmetten gelen<br />
yersiz bask ıya mukavemet etmesini kolayla ştırdı. Kur'an' ın halkı<br />
meselesi yüzünden uleman ın nüfuzu zay ıflamıştı. Burada zikredilen<br />
iki görüşe cemiyetin bütünü için kazanç nazariyle bak ılabilir. Fakat<br />
bilhassa değişen ahvale uydurulma imkan ımn azlığı dolayısiyle boşluklarla<br />
doludur.<br />
Sahih Hadis usulü, Hadisçi cereyan ın kuvvetlenmesinin bir i şaretidir.<br />
Muhaddisler özel olarak Hadis derleme, nakletme ve rivayet<br />
işiyle uğra şan ilk ve en önde giden mütehass ıslardı. Hadis tetkiki<br />
73
gittikçe daha artarak hukuk tetkikinin yan ında ilmi bir disiplin haline<br />
geldi. Hadisçiler aras ında da çe şitli görü şlerde olanlar vard ı. Fakat<br />
85o den önceki şekil devrinde Hadisçiler Hadis sahas ında pek o kadar<br />
mütehass ıs şah ıslar olarak gerçek bir doktrin aç ısından çal ışan kimseler<br />
değillerdi* "Gmeyye devrinin "genel dini hareketinde" büyüyen<br />
Hadisçi hareketin d ışında birçok farkl ı görü şler benimsenmişti. Irade<br />
hürriyetini benimsiyenler oldu ğu gibi Mürci'enin (ki büyük günah<br />
i şliyen yine cemiyette kal ır tezinde idi) görü şünü benimsiyenler de<br />
vard ı. Hadisçiler aras ında birkaç ı da bu görü şe meyletmi şlerdi. Maamafih<br />
tedricen Hadisçi cereyan ı irade hürriyeti (kaderiye) ve mürci'e<br />
görü şlerinin müfrit taraflar ını red ile sünniliğin büyük doktrinini<br />
te şkile yöneldi. İlk zamanlarda Hadisçiler aras ında Şfiliğe meyledenler<br />
vard ı. Fakat dokuzuncu as ırda Şiilerin Ali'nin Muhammed (A.)<br />
tarafından kendi yerine tayin edilmi ş olduğunda ısrar etmeleri,<br />
onları sahabenin çoğunu ravi olarak şayan ı itimad kabul etmiyen<br />
ve otorite zincirinde ekseriya Şii imamlarından birini ihtiva eden<br />
kendi Hadis doktrinlerini kurma ğa zorlad ı. Bu suretle Hadisçi hareketler,<br />
yaln ız sahih Hadis usulünü meydana ç ıkarmakla kalmam ış, fakat<br />
Sünni doğmas ının geniş hatlar ını da meydana getirmi ştir.<br />
Hakk ında çok şey i şitilmi ş olan bir do ğma, Kur'an' ın mahlük<br />
olmayıp ezdi oldu ğu inancıdır. Bu hususta Mu'tezile hakk ında malûmat<br />
verirken kâfi derecede izahat verilmi şti. burada yaln ız bunun<br />
Hadisçi cereyanla olan münasebetine bakmak kal ıyor. Me'mun devri<br />
(813-33) nin snnuna do ğru "Sorgu" ba şladığı ve memurlar ın aleni<br />
olarak Kur'an' ın yarat ılmış olduğunu benimsediklerini ilân etmeleri<br />
talebedildiği zaman Muhaddislerin ço ğu celbedilip bunu kabul etmeğe<br />
davet edilmi şlerdi. Bunu reddedenler aras ında Ahmed ibn Hanbel<br />
(78o-855) vard ı. Bu yüzden 833 den 835 e kadar iki y ıl hapsedildi<br />
; sonra serbest b ırak ıld ı. 842 den sonra va'zetmesine konan yasa ğın<br />
kald ırıldığı görülmektedir. Fakat bir te şebbüs hariç, konferans vermekten<br />
kaç ınmışt ır. Belki de hayat ının tehlikede oldu ğunu bildiği<br />
için bundan vazgeçmi ştir. al-Mutevekkil zaman ında sünnilik tekrar<br />
rağbet bulunca art ık o herhangi faal bir harekette bulunam ıyacak<br />
kadar ihtiyard ı. Ahmed ibn Hanbel tarafindan Kur'an' ın yarat ılma-<br />
* Müellif yamlmaktad ır. Çünkü Hadisin s ıhhati ta sahabe devrinden itibaren ele<br />
al ınm ış bir meseledir. Hadis üzerinde tenkidler Hz. Ömer gibi ileri görü şlü bilgin sahabiler<br />
tarafından yap ılmış ve baz ı sahabiler bizzat Hadisi yaz ı ile tesbit etmi şlerdir. Nitekim Ebu<br />
Hüreyre'nin Hemmam ibn Münebbih tarafından yaz ılan sahifesi, Ilâhiyat Fakültesi tarafından<br />
basılmıştır. Gerek Goldziher gerekse Montgomery Watt Hadis hakk ındaki bu fikirlerinde<br />
tamamen isabetsiz hüküm vermi ş oluyorlar. Mütercim.<br />
74
mış olduğu hususunda ileri sürülen nokta-i nazar ın, hükümet siyasetinin<br />
değişmesinde bir rolü oldu ğunu ileri sürmek için bir sebep yoktur.<br />
Bu, değişiklik daha ziyade Bağdad'da halk oyunun hakimiyetini gösterebilir.<br />
Bununla beraber İbn Hanbel'in görü şü, Hadisçi cereyan içerisinde<br />
bu konudaki itinan ın odağını te şkil eder. Öyle ki Hadisçi hareketin<br />
muhafazakâr kanad ı denebilecek önemli mezhep, Hanbeli adiyle<br />
bilinmeğe ba şladı .<br />
"Muhafazakâr" tabiri burada, dini hareket içerisinde onlarca<br />
y ıl devam eden ve as ırlarca ba şka şekillerde sürüp giden korkunç münaka<br />
şan ın taraflar ından birini ifade etmek için kullan ılmıştır. Bu,<br />
metot hakk ında bir münaka şa idi ve hem hukuka hem de kelâma raci<br />
idi. Ebu Hanife'nin fıkhi mezhebinin salikleri olan Hanefiler, "ak ıl<br />
veyahut mü şterek his" denebilecek şeyi kullanmak ve analoji yoliyle<br />
bu durumdan az farkl ı olan ba şka bir duruma geçmek (k ıyas)<br />
hususunu kullanma ğa taraftar olmakla dikkati çekmi şlerdi. Ayn ı<br />
zamanda baz ı Hanefiler Mu'tezileye muvazi olarak akidevi mevzularda<br />
da ak ıl yürütme metodunu kullanma ğa meyletmi şlerdi. Bu hususta<br />
me şhur olan bir adam Bi şr ibn Ğiyas al-Marisi (833) dir. Fakat<br />
k ıyas meselesinden ayr ı olarak o, sünnilerin ço ğunluğu tarafindan<br />
reddedilmi ş olan baz ı doğmatik görü şleri de (Kur'an' ın halkı gibi)<br />
benimsemi şti. Bundan dolayı Hanefiler aras ında bunun çok az taraftarı<br />
vard ı .<br />
Maamafih bütün Hanefilerin teolojide rasyonel bir usul benimsedikleri<br />
dü şünülmemelidir. Di ğer sünnilerle ayn ı yolda giden mer<br />
kezi bir zümre vard ı ki bunlar sünni doğmatik görü şünü i şliyorlard ı .<br />
Bu geli şmenin çe şitli sahneleri, Wensinck'in The Muslim Creeds<br />
adl ı eserinde müellif tarafından tercüme edilen "Hanefi akidelerinde"<br />
tasvir edilir Onun bu akideleri aç ıklamas ı, bunlar ın Hadislerle<br />
nas ıl ilgili olduklarını göstermektedir. "Onun F ıkh- ı Ekber I" dediği<br />
basittir ve Ebu Hanife (767) nin kendi eseri olmal ıdır. "Ebu Hanifenin<br />
testamen (Vasiyyetnames)i" Kur'an' ın gayri mahlük olduğu inancını<br />
ve diğer Mu'tezileye kar şı akideleri ihtiva eder. Bundan dolay ı<br />
82o-849 civar ında yaz ılmış olmas ı lâz ımgelir. "Fıkh- ı Ekber II"<br />
Allah' ın s ıfatlarından bahseden bir makaleyi ihtiva etmektedir. Ve<br />
900-95o civar ında meydana getirilmi şe benzemektedir. Tahavi'nin<br />
akaidi (850-933) (vasiyetname) den daha muhafazakârd ır ve 89o-<br />
9 ı o tarihleri aras ında yaz ılmış olmalıdır. Teolojik münaka şalara kar şıt<br />
olan bir makalesi vard ır. Diğer taraftan "F ıkh- ı Ekber II" de söylenenler,<br />
onu, önce geçen baz ı münaka şalara benzer yapmaktad ır.<br />
75
Bütün bunlar, Hanefiler aras ında iki metodun geçerli olduğuna<br />
delildir. Birisi nass ın incelenmesidir ve esas sünni do ğmatik<br />
görü şünün önemli k ısmı bu metodla incelenmi ştir. Dikkat edilmelidir<br />
ki bu Hanefi inançlar ı içerisinde benzerler oldu ğu gibi aralar ında çok<br />
az farklar da vard ır. Mesela E ş'ari'nin inanc ı şöyle tasvir edilmektedir:<br />
Eş'ari, iman ın art ıp eksileceğine kanidir. Hanefiler ise bunu reddederler.<br />
Bu farklar, E ş'arinin çok kelâmi olan formülleriyle Matüridi okulları<br />
aras ındaki farklara benzemez de ğildir. İkinci metod ise, münakaşada<br />
rasyonel metodun kullan ılmas ını te şmil metodudur. Fakat bunun<br />
ne hakk ında varidoldu ğu konusunda tafsilat bilinmemektedir. E ş'ari'-<br />
ye paralel olarak Hanefi akaid imam ı da 944 de Semerkand'de vefat<br />
eden Matüridi'dir. Önemine ve ismini ta şıyan bir okulun mevcudiyetine<br />
ra ğmen bu zat ın kendisi yahut hemen selefleri hakk ında fazla<br />
bir şey bilinmemektedir. Kalan kitaplar ın unvanlar ı, onun muasır<br />
Mu'tezileye hücum etti ğini göstermektedir.<br />
Aynı zamanda Hanefiler aras ında Mu'tezileye ve diğerlerine kar şı<br />
sünni görü şünü müdafaaya kendini hasreden ba şka teologlar grubu<br />
da gelmi ştir. Bunların kurucusu İbnu Kerram (869) idi. Taraftarlar ı ,<br />
Horasan sünnileri aras ında ayr ı bir fırka veya grup olarak iki üç as ır<br />
devam ettiler. Kerramileri saran çe şitli olaylar, tarihçiler tarafından<br />
kaydedilmiştir. Ama teolojik eserleri muhafaza edilmedi ği için firka<br />
yazarlar ının eserlerinde bulunan malâmat ın yanında onlar ın teolojik<br />
görü şleri hakkında çok az şey bilinmektedir. Baz ı Kerramiler sufi<br />
olarak gösterilmi ştir. Ama belki de mistik eserlerle alakal ı tarihi materyelleri<br />
iyi yoklamak, daha derin bir anlay ışa götürecektir.<br />
Bu grupun mevcudiyeti, felsefi kelâma do ğru olan hareketin yaygın<br />
olduğunu gösterir.<br />
Fıkhi mezheplerle teolojik (kelâm) okullar ı aras ındaki münasebet<br />
fark edilebilir. Dört büyük sünni mezhep Hanefi, Maliki, Safii<br />
ve Hanbeli mezhepleridir ki bunlar baz ı küçük mes'elelerde biribirinden<br />
farkl ı görü şlere sahibolmalar ına rağmen hepsi de ayni derecede<br />
sahih ve sağlamdırlar. Mezhep (rite) tabiri, okul (school) tabirine<br />
tercih edilir Zira sadece fikri de ğil, ameli mevzular ı da içine al ır.<br />
Her sünni, dört mezhepten birine mensuptur. Mahkemelerde men-<br />
2 Massignon, Essai2 260-72, 318 f. Keza C.E.Bosworth, The Rise of the Karramiya<br />
in Khurasan, Muslim World, (1960), 5-14. Bir Hanafi, Muhammed ibn al-Yaman as-Samarkandi,<br />
belki de Maturidi ile görü şmü ştür. Bu zat Kerramilere bir reddiye yazm ıştır<br />
al-Cawahirul-Mudia, II. 144, vs.). ismin Karâm veya Kiram oldu ğu hakk ında biraz münakaşa<br />
vard ır.<br />
76
subolduğu mezhebe göre hükmedilir Neden bir mezhebin salikleri<br />
itikadi bir mezhebi kabul etmelidirler meselesinin mantiki bir sebebi<br />
yoktur. Abbasi devrinde Hanefilerin Maturidi olmak; Maliki ve şafillerin<br />
E ş'ari olmak temayülü vard ı. Kerramiler gibi baz ı istisnalar<br />
haris. Hanbelilere göre f ıkhi mezheple kelâmi okul aras ında tam bir<br />
aynılık vardır. Belki de bu, onlar ın kelâmda rasyonel metodu reddetmelerinden<br />
ileri gelmektedir. Muhakkak ki bu meselede muhafazakâr<br />
görü şü benimsiyen en me şhur kimse Ahmed ibn Hanbel idi. Fakat<br />
onun akidevi mevzularda rasyonel ve felsefi münaka şayı reddedi şi,<br />
sadece karart ıc ı (taassub eseri) de ğildi, yahut Mu'tezilenin fikir seviyesine<br />
yükselmemekten ileri gelmiyordu. Birkaç as ır sonra seçkin bir<br />
Hanbeli olan İbnu Teymiyye "Sistematik mant ıkç ılara reddiye" yazd ı<br />
ki bu konudaki tam meharetini gösterdi. Bu, Hanbeli görü şünün bu<br />
alanda Kur'an ve Hadislerin konkre ve zahiri diline mübrem ihtiyacın<br />
olduğu anlay ışiyle ilgili olarak bu konuda en ufak akli âmillerden<br />
dahi teyakkuz halinde bulunmak lâz ımgeldiği esas ı üzerine kurulmu ş<br />
bulunduğunu görterir. Ak ıl, muntazam bir sistem ister. Ahmed ibn<br />
Hanbel düşündü ki dini gerçek bu suretle sistemle ştirilemez. Hadisçiler<br />
aras ında baz ı antropon-lorfistler vard ı. Ahmed ibn Hanbel Mu'tezileye<br />
kar şı koyduğu gibi bunlara da kar şı koydu. O israr etti ki Kur'-<br />
an' ın antropomorfich (insana benzeten) ifadeleri "Onlar ın manaları<br />
keyfiyetlerinin saraheten ifadesi s ışında (bilâkeyf) edebi olarak<br />
(Nas ıl olduğu bilinmeden)" anla şılmal ıdır 3 İbnu Hanbel'in bu konudaki<br />
dü şüncesinin kuvvetliliği, onun Mu'tezileye kendi münakaşa<br />
metodlariyle cevap verme ğe te şebbüs eden bir taraftan (mensubu)<br />
ile münasebetlerini kesmesiyle ölçülebilir.<br />
Dokuzuncu asr ın sonu ve onuncu asr ın başı, sufiliğin yahut tasavvufun<br />
ilerleme zaman ıdır ve bu, kelâma kar şı baz ı tepkileri havidir.<br />
Sufilerin do ğmatik bir görü şe malik oldukları ve çeşitli noktalarda<br />
genel kelâm okullar ından birini yahut diğerini tercih ettikleri muhakkaktır.<br />
Louis Massignon'un Sufi al-Hallac (922)a dair eserinde uzun<br />
bir bölüm, onun doğmatik görü şlerine ayr ılmıştır. Burada da aç ıkça<br />
görülmektedir ki ana kelâm okullar ını cevap verme ğe sevkedecek<br />
derecede sünni kelâm ına aykırı bir tasavvufi kelâm dü şüncesi yoktur.<br />
Massigon, (i o i 3) nin zaman ından itibaren ba şlıyan Mu'-<br />
tezileyi müdafaa münaka şasının, al-Hallac' ın iddialar ı üzerine ortaya<br />
atıldığın ı ileri sürer. Doğmatik kelâm okulu olma ğa en yak ın gelen<br />
3 Buna benzer bir şey, daha önce Malik ibn Enes (795) taraf ından da ileri sürülmü ş-<br />
tü. Bak: a ş-Şahrastani, Milal, 65, (1. 125); vs.<br />
77
sufi grupu Sâlimiyye'dir ki bunlar goo den k ısa bir zaman önce vücut<br />
bulmuştur. Ve iki yüz elli seneye yak ın bir zaman devam etmi ştir.<br />
Goldziher ve Massignon'un bunlar üzerindeki çal ışmalar ına rağmen,<br />
bunlar yine de bir parça karanl ıkta kalmışlard ır. Bilinmiyen taraflarından<br />
biri, bunlar ın yalnız Hanbeliler aras ında tenkidedilmiş<br />
olduklar ıdır. 4<br />
BIBLIYOGRAFYA<br />
(Ayrıl zamanda dördüncü bölümün bibliyografyas ına bak)<br />
W.M. Patton, Ahmed ibn Hanbel and the Mihna, Leidne, 1897;<br />
Margaret SMITH, An Early Mystic of Baghdad, London, 1935; J.<br />
VAN Ess, Die Gedankenwelt des Harit-al-Muhasibi, Bonn, 1961.<br />
Her ikisi de Ahmed ibn Hanbel'in bir arkada şına ve tasavvufa amen<br />
olarak meyleden ilk şahsa temas eder.<br />
James Robson, An Introduction to the Science of Tradition..., London,<br />
1953; Müslüman ara ştırıc ılar tarafından takibedilen tenkid usulleri<br />
hakk ında bir fikir veren Arapça bir eserin terciimesi.<br />
16 Bak: I. Goldziher, Die Dogmatische Partei der Sâlimijja, Zeitschrift der deutschen<br />
morgenladischen Gesellschaft, IXI (1907), 73-80; L. Massignon, makale (Salimiya, El' ve<br />
Essai2, 294-300<br />
78
FASIL 9<br />
E ş'ari<br />
Sünni görü şlerini rasyonel (akli) metodla müdafaaya do ğru olan<br />
cereyan-Matüridi hakk ında kafi mallımat olmadığından - al-E ş'ari<br />
Ebu'l-Hasan Ali ibn Ismail'in sünniliğe geçmesiyle dönüm noktas ına<br />
var ır. Es'ari Basra'da 873 de do ğdu. Orada Mu'tezilenin reisi al-<br />
Cubbai'de okudu. Seçkin bir talebe olan E ş'ari, bazan hocas ımn<br />
yerine bakard ı, Hocas ının halefi olaca ğı söylenirdi. Diğer taraftan<br />
Cubbarnin çok zeki bir o ğlu, Ebu Haşim vard ı. Ebu Haşim CubbaTnin<br />
yerine geçti. İşte bununla E ş'ari aras ındaki rekabet E ş'arrnin,<br />
hocas ının ölümü (915) nden k ısa bir zaman önce 912 de Mu'tezileden<br />
ayr ılışına yard ım eden bir sebep idi. Bu ihtidamn müsbet<br />
tarafı, sünni doğmunun Hanbeli şekliyle kabulü idi. E ş'ari, hayat ının<br />
geri kalan k ısmında kendisini bu görü şün savunmas ına hasretti. 935<br />
de öldü.<br />
Değişikliğin teolojik sebebi, baz ı kaynaklarda yukar ıda geçtiği<br />
üzre üç çocuğun hikâyesi tarz ında ileri sürülür. Bu konunun en do ğru<br />
manas ı, insanlar ın kaderleri üzerinde çe şitli akli görü şler yürütme<br />
teşebbüslerinin Basra mu'tezilileri aras ında memnuniyetsizliği artt ırdığı<br />
şeklinde anla şılmalıdır. Hocas ırun düşünce istikametinde biraz<br />
daha ilerliyen E ş'ari şu neticeye varm ışti ki vahiy, insana rehber ololmakta<br />
ak ıldan üstündür ve kendisini, vahyi bu şekilde anlayıp bu<br />
manayı yerle ştirmeğe çal ışanlara katt ı. Bu çal ışmalarda o, kendini<br />
Ahmed ibn Hanbel'in muakkibi görür.<br />
Teolojik sebebin yan ı sıra E ş'ari, Mu'tezile görü şünün çağda ş<br />
durumla alakas ı kalmadığı için de Mu'tezile görü şünden ho şlanmamıştı.<br />
Yukar ıda Mu'tezilenin, esasen Şii ile sünni aras ındaki çeki şmeyi<br />
barıştırmak için bir uzla ştırma te şebbüsü olduğuna i şaret edilmi ş-<br />
ti. Hükümet, dokuzuncu asr ın ortalar ında böyle bir uzla şt ırma temelinden<br />
ayr ıldı ve belirli bir şekilde sünnilerden yana oldu. Müte-<br />
79
akip yar ım as ırda sünniliğin takviyesi ba şarıldı. Aynı zamanda raliziliğin<br />
müphemliği, Ş illiğin daha ziyade belirli olan İmamiyye şekline<br />
inkılabetti. Böylece g ı 2 de hem sünnilik ve hem de Şiilikte bir sertle ş-<br />
me oldu. Ak ıllı müdekkiklerce aç ık olarak bilinmelidir ki Mu'tezilenin<br />
uzla ştırma yoliyle herhangibir şeyin ba şarılmas ı ümitleri süratla inhitat<br />
ediyordu. Filhakika Mu'tezile, zamanlar ın bask ı ve gerginliklerinden<br />
uzak bir fil dişi kulesine çekilmiş akademik mütekellimler<br />
grupu oldu. Bunu ba şka tabirle söyliyecek olursak onlar ın uğraştıklar<br />
ı Yunan fikirlari filozoflar için kafi derecede Yunani de ğildi. Hatta<br />
bazan kütleler tarafindan makbul dini anlay ıştan çok uzak kalm ışt<br />
ı. Sünniliğin kuvvetlenmesi şunu ifade eder: Büyük bir halk kütlesi,<br />
oldukça belirli birtak ım doğmalar ı kabul etmişti. Art ık Mu'tezile<br />
doktrinleri gibi bu do ğmalardan hayli uzak olan doktrinlerin geniş<br />
bir kabul görmesine ümid yoktu.<br />
Bu vaziyetin, E ş'ari'nin ihtidas ında rol oynad ığı muhakkakt ır.<br />
Ama o kendisi bu şekilde dü şünmüş değildir. Bunlar ona şuur altından<br />
tesir etmi ştir. Onun ihtidas ımn gerçek sebebini psikolojik durum<br />
larda aramak laz ımd ır. Onun sünni akidesine olan meylinin şuur<br />
altından geldiği anlaşılmaktad ır. Mahfuz kay ıtlar, onun bir seri ru'yalarından<br />
bahsederler. Baz ı Varyantlar ı bertaraf edilecek olursa onların<br />
sahih olmamalar ı için bir sebebp yoktur. Bunlar modern psikolojinin<br />
ışığı altında tetkik edilince E ş'ari'nin, şuur altiyle olan münasebeti<br />
meydana ç ıkar. Ramazan ay ında vukubulan bu ru'yalarda<br />
Peygamber Muhammed (A.) E ş'arrye üç defa görünmü ştü. İlk seferinde<br />
mütekellime, kendisinden gelen şeyleri yani Hadisleri desteklemesini<br />
emretti. E ş'ari, Mu'tezilenin akli metodlar ından höz şnutsuzluk<br />
duydu, bundan sonra Hadislere döndü. Fakat onlar ın manalar<br />
ını Mu'tezile metoduna göre anlama ğa kendini kapt ırmıştı. Peygamber<br />
birkaç gün sonra tekrar göründü ğü zaman kendisinden gelen<br />
kesin emre nas ıl olduğu gibi itaat edilmesi gerekti ğini emretti. Hikâyenin<br />
ba şka bir fıkras ında E ş'arrnin ilk defa Muhammed (A.) i ru'yada<br />
görmek, şefaat ve Cennette Allah' ı görmek hakk ındaki Hadislere<br />
çal ıştığı ifade edilir Zira tecrübesinin gerçekli ğinden şüphe etmi şti.<br />
Ayn ı zamanda E ş'arl'nin Muhammed (A.) e kendisinin Allah' ı gözlerle<br />
görmekten şüphe ettiğini, çünkü bunun akla ayk ırı olduğunu<br />
söylediği eve "Hadislerin şüphe ta şımadığı ancak akli münaka şalarda<br />
şüphenin bulunaca ğı" cevab ını aldığı da kaydedilmektedir.<br />
Bütün rivayetlerde kayddedildi ğine göre ikinci ru'yadan sonra o,<br />
rasyonel metodu tamamen terk etti ve kendini tamamen Hadis ve<br />
tefsir üzerinde tetkiklere verdi. Birkaç gün sonra Peygamber (A.) ona<br />
80
üçüncü defa göründü ve tekrar kendi emirlerinin nas ıl takibedildiğini<br />
sordu. Aldığı cevaptan pek memnun kalmamıştı ki şöyle dedi: "Ben<br />
sana akli münakaşaları b ırakmam söylemedim, fakat sahih Hadisleri<br />
destekleme ği söyledim." Bu kanaat temeli üzerine E ş'ari, vahyin<br />
akılla desteklenmesi şeklinde ifade edilebilecek olan yeni teolojik görüşünü<br />
meydana getirdi. Şüphesiz bu, fevkalade bir ak ıl ister. Böyle<br />
bir davran ış, Basra Mu'tezilesi aras ında rasyonel fikirlerin yetersizliğini<br />
gittikçe anl ıyan baz ı kimselerin davran ış istikametine uygundu.<br />
Çalışma mevzuu olarak seçilen Hadisler, bu görü şle ilgili konulara<br />
dokunur. Peygamberin günal ıkarlara şefaati, mutlak adaletin bir cilvesiydi.<br />
Ahiret gününde Allah' ı gözlerle görmek de dünyada Allah' ı<br />
kavramaktan aciz kalan akli yetilerimizin tamamlay ıcıs ıyd ı .<br />
Eş'arrnin eserlerinin tercümelerine bakan okuyucu onlarda ilk vehlede<br />
herhangibir rasyonel metodun izlerine rastliyanuyacakt ır. Onlar,<br />
en çok Kur'an ayetlerinden ve Hadislerden ç ıkan bahislerden ibarettir.<br />
Koyu Hanbeli olan yazarlar ın eserleri bile göstermektedir ki E ş'ari<br />
hakikaten bu konular ı büyük bir vukufla münaka şa etmi ştir. Müşahede<br />
yahut genel bilgi görü şleri, ya da müslümanlar ın icma' ı vaki<br />
olan hususlar üzerine yapt ığı inand ırıcı beyanlar da ba şka. Zahiren<br />
aklî metoda kar şı tepki duymu ş olmasına rağmen E ş'ari, yine de rasyonel<br />
deliller ileri sürdü ve bu küçük maya, çabucak Islam teolojisine<br />
yayıldı .<br />
Eş'arrnin Mu'tezileden farkl ı olan görü şleri dört ba şlık altında<br />
toplanabilir. Bu, ayn ı zamanda onun, Ahmed ibn Hanbel'e olan yak ınlığını<br />
da gösterecektir. Bir defa o, Kur'an gayri mahlüktur ve Allah' ın<br />
kelâmıdır, Allah' ın diğer s ıfatlar ı gibi ezelidir ve bir bak ıma da zatından<br />
ayrıdır, der. Onun bu konuda Ahmed ibn Hanbel'in doktrinine<br />
herhangi şayanı dikkat bir şey ilave ettiği görünmüyor. Buna<br />
rağmen izahlar ında büyük bir incelik vard ır. Ikinci görü ş olan<br />
Kur'an'daki antropomorfik ifadeler için de ayn ı şey söylenebilir.<br />
Mu'tezile mesela benimsemi şti ki Kur'an nerede Allah' ın elinden<br />
bahsederse bunun manas ı, onun lütuf ve merhameti demektir. Bu,<br />
Arapçada el kelimesinin mecazi manalar ı tarafından da desteklenebilir.<br />
Ingilizcede "lend a hand" sözüyle mukayese edilebilir. Böyle noktalarda<br />
E ş'arli Mu'tezileye kar şı koydu ve böyle Kur'an cümlelerinin<br />
"Nas ıl olduğunu ara ştırmadan" doğrudan doğruya oldu ğu gibi kabul<br />
edilmesi gerektiğinde ısrar etti. Çünkü görü şü, Eş'arrnin oldu ğu gibi<br />
alınmas ı ve mecazi olarak yorumlanmamas ı icabettiğinde ısrar ettiği<br />
eschatological (uhrevI) konulara aittir. En çok münaka şa, Cennette<br />
81
Mü'minin Allah' ı görmesi meselesine hasredilmi şti. Mu'tezilenin<br />
temayülü, bunun Allah' ı kalblerinde bilecekleri manas ına geldiği<br />
idi. (Kalb bilgi merkezi olarak al ınmıştır). Fakat E ş'ari kuvvetle iddia<br />
etti ki: "Rablar ına bakarak" ibaresi, yaln ız normal manadaki görmeği<br />
ifade eder. Şüphesiz o, bu görmeği "mahiyyeti bilinmez" şeklinde<br />
anlad ı ve Allah'a mümasele, mü şareke bulunan herhangibir s ıfat<br />
atfetme ği reddetti.<br />
Dördüncü görü ş olan Mu'tezilenin irade hürriyetini red meselesi,<br />
daha mufassal yaz ılabilir. İnsana aidolan esrarl ı (acquisition kesb, iktisab)<br />
görü şü vard ır. Şu formül yaygındı : Allah insanın amellerini yarat<br />
ır ve insan onlar ı "kazan ır". E ş'ari'nin kesb meselesine davet ettiği<br />
söylenir. Öyle ki muakkibleri tarafından bu mesele o kadar kat ı bir<br />
hale gelmi ştir ki "Eş'arrnin kesbinden daha mu ğlak" sözü mesel olmu ş-<br />
tur. Maamafih bunun E ş'ari'den bir as ır önce Basra'da Ebu'l-Huzeyl'in<br />
selefi olan D ırar ibn 'Amr tarafından kullan ıldığı anlaşılmaktad<br />
ır. Filhakika E ş'ari "Kesb" terimleri alt ında çe şitli mevzular ı<br />
münaka şa etmi ş olmas ına rağmen bu fikre özel bir ilgi göstermi şe benzemiyor.<br />
Allah' ın her şeye kadir oldu ğu ciddiyetle kabul edilen yerde<br />
kesb, insanın ameliyle olan münasebetini gösteren uygun bir isim olarak<br />
iyi anla şılır. Bu, insanı gerçekten amelinden mes'ul tutma ğa yetecek<br />
kadar bir münasebettir. Ingilizcede appropriation (almak, mal<br />
etmek) kelimesi daha iyi anla şılabilir ama acquisition kelimesi Arapça<br />
olan kesb kelimesinin normal anlam ına daha yak ınd ır.<br />
Eğer modern okuyucu ,yaratma i şine tesir eden bütün faktörleri<br />
nazar ı itibare al ırsa "Allah tarafından yaratma ve insan taraf ından<br />
kazanma" formülünü daha iyi anlar. Bu faktörler, fizik ve kimya kanunlarına<br />
tabi olarak failin vücuduna ait şeyleri ihtiva eder. Bir<br />
oku atmak, insan ın ayakta durma, yahut diz çökme kebiliyetini ve<br />
kolunun adalelerini germe kabiliyetini içine ald ığı gibi ok, hava ve<br />
hedefmaddelerinin normal durumunu da kapsar. Yer çekimi ve ışık<br />
da bunda rol oynal. Müslümanlar ın gözlerinde bütün bunlar yarat ıcı<br />
Allah' ın yetki ve kudretine dahildir. Amelde insan ın payı yahut kesbi<br />
geri kalan şeydir. Hattâ modern ilim nokta-i nazar ından da insan<br />
kendini ku şatan objelerden yahut kuvvetlerden hiçbirini var edemez.<br />
Fakat günlük hayatta bunlar ı kendine bah şedilnıiş bulur. Bütün bun-<br />
1 Bak: Motgomery Watt, The Origin of the Islam ıc Doctrin of Acquisition, Journal<br />
of the Royal Asiatic Society, 1943, 234-47; Earlyy Islam (XXII. sayfa) de E ş'ari hakkında<br />
çıkan Free Will and Predestination unvanl ı makalenin bir bölümünde Eş'arrnin yukar ıdaki<br />
izah, işlenmiştir.<br />
82
lar insan ın hareketinde insana aidoirmyarak bir tarafa b ırakı ırsa<br />
insan için geri kalan içsel karar cidden az bir şeydir.<br />
E ş'ari'nin zamanında münaka şa sahas ı genişledi ve şimdi öne<br />
sürülen konulardan biri de insan ın bir fi'li i şleme kuvvet veya kapasitesi<br />
oldu. Baz ısı insan ın fiziki kuvvetini dü şündü. Fakat ekseriyet,<br />
kırıtik meselenin irade (ihtiyar) hakk ında olduğunu söyledi. Irade,<br />
fi'le ba şlama kuvveti.Mu'tezile, bir fi'li isteme kuvveti, o fi'li yahut<br />
onun z ıddını yapma ğı isteme kuvvetidir (yani bir emre uymak, yahut<br />
uyınamak) ve bu isteme kuvveti (kendi atomcu fikirlerine göre) hareketten<br />
önceki anda mevcuttur, kanaatinde idi. E ş'ari bunu reddet<br />
ti. Bunun bir alternatifini ileri sürdü. Fi'le istitaa (kudret), yaln ız<br />
bir fi'li yapma kudretidir, kar şıt ını değil. Ve bu yaln ız işleme s ıras ında<br />
mevcudolur. Ne önce, ne de sonra (yine atomcu fikirlere göre).<br />
İlâveten fiil Allah tarafindan yarat ılm ıştır. Bu, insana çok az bir hareket<br />
sahas ı verir. Öyle ki art ık insan ın fi'li ba şlattığı zor söylenebilir.<br />
Çünkü o, kendi i şini yapmaktan ziyade Allah onun vas ıtasiyle onun<br />
yaptığını yapmaktad ır. Sayan' hayrettir ki E ş'ariliğin Maturidiler gibi<br />
Sünni tenkitçileri bile buna "Cebir Doktrini" demi şlerdir. Fakat<br />
E ş'ari insana k ıyamet gününde mükâfat veya mücazat görebilecek<br />
kadar mesuliyet verdi ğini sanmışt ır. İnsan, Bütün ikiz fiilleri yapmak<br />
isterken o, kendinde yap ılmış olanı (takdir edilmi ş olanı) i şleri ve kendi<br />
faaliyetini tali bir dereceye b ırak ır. Gariptir ki E ş'ari doktrini ilk bakışta<br />
Pauline'in fikrinden çok uzak de ğildir: "Kendi kurtulu şun için<br />
korku ve ürperti ile çal ış ; zira hem isteme (irade) yi hem de yapmay ı<br />
sende yapan Allah't ır." (Philipians, 2. i2 f). Hem isteme (irade),<br />
hem de istediğini yapma, Allah' ın yapt ığı (yaratt ığı) şeylerdir.<br />
E ş'ari'nin ilk ilgi duydu ğu şey, Allah' ın her şeye kadir oldu ğu<br />
inanc ını muhafaza etmektir. Kendisine göre bu, yeni olan bir şeydir<br />
ve eski Arap görü şünden pek ayr ıdır. Bu mesele Allah' ın Kazâ ve<br />
Kaderine aittir. Allah' ın kötüyü yaratma meselesinin güçlüklerine<br />
kar şı E ş'ari'nin verdi ği cevaplarda baz ı derin manalar ve incelikler<br />
vard ır. Allah her şeye kadir oldu ğu için bütün kötü olanlar ın da yaratıc<br />
ıs ıd ır. Fakat E ş'ari şunda ısrar etti ki yaratma fi'linin Allah ile münasebeti,<br />
bu fi'lin Allah'a bir s ıfat olmas ı manas ında anla şılmamalıdır.<br />
Binaenaleyh Allah kötü ile vas ıflanıp zalim olmaz. Bu, Allah' ın mahltikat<br />
ından birinde hareketi yaratmas ımn ayrıldın Allah zalim değildir,<br />
çünkü bu hareketi yaratma hareket olarak tasvir edilir Ayn ı<br />
zamanda E ş'ari, insan ın istiyerek yaptığı baz ı kötü i şler veya<br />
sonunda kötüye dönen i şlerden dolay ı yine de zalim diye vais ıflanmadığı<br />
haller oldu ğunu söyler ve bunlardan örnekler verir. Meselâ:<br />
83
Kur'an' ın Yusuf k ıssas ında, Yusuf efendisinin han ımın ın dileklerini<br />
tekrar tekrar reddetti ği zaman kad ın onu zindanla tehdidetti. Yusuf<br />
şöyle dua etti: "Rabbim, zindan ı bunların çağırdığı şeye tercih ederim."<br />
Allah'a ibadette ve günahtan kaç ınmakta bu derece cehdetmek<br />
suretiyle Yusuf, bir bak ıma kendi mahkümiyetini istemi ş oldu. Halbuki<br />
bu mahlduniyet adaletsiz ve bundan dolay ı da kötü idi. Böylece o,<br />
kötü olan birtak ım vaziyetlere dikar oldu. Ama bu yüzden günahkâr<br />
olmadı. Gerçek netice şudur ki insan iradesinin münasebeti fiziki<br />
çözümlerle anla şılamaz. E ş'ari tabii onu böyle formüle etmez fakat<br />
onun sözleri şu neticeyi ihtiva eder ki Allah için kötü veya ahmak<br />
olmadan kötüyü yaratmak veya ahmakl ığı irade etmek mümkündür.<br />
Bunlar, E ş'ari'nin görü ş ve münaka şalar ından baz ılarıdır. Onun<br />
eseri, Helenizmin ilk dalgas ının geri çekilmesini i şaretler. Yunan düşüncesi,<br />
büyük bir ihtirasla çok kültürlü küçük bir müslüman firkas ı<br />
tarafından devam ettirildi. Hasseten sünniligin olu şumundan nefret<br />
eden kimseler, kendilerini tamamen Yunan felsefesinde anla şılan ve<br />
islam dinine çok cüz'i bir görev b ırakan akl ın rehberliğine verdiler.<br />
Mu'tezile ve diğerleri tarafından yap ılan daha önemli bir te şebbüs<br />
de islâm nassiyle Yunan fikir ak ın= mezcetme hareketi idi. Ilk heyecanlar,<br />
Yunan dü şüncesinin geli şmesine büyük yard ımlar etmi şse<br />
de Yunan dü şüncesi de müslümanlar aras ındaki fikir seviyesini yükseltmiştir.<br />
E ş'arrnin hizmeti, Islam sünni do ğmalarırun biriyle uzla şmadan<br />
temel unsurlar ından çoğunu Yunan dü şüncesinden alan cereyam<br />
ayırmaktı. Böylece islam, kendini tan ıtmağa başlıyan Helenizmin<br />
ilk dalgas ından kurtuldu. Fakat baz ı deği şikliklere uğrad ı. Bu değişiklikler<br />
yaln ız sathi mi idi, yoksa nüveye tesir edecek derecede nihai<br />
noktaya gelmi ş miydi Bu mesele belki cevapland ır ılamaz ama ak ılda<br />
tutmağa değer.<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
R.C. McCarthy, The Theology of al-Ash'arî, Beirut, 1953. Baz ı<br />
önemli eserlerin tercümesi, notlarla ve önemli metinlerle birlikte.<br />
Walter C. Klein, s Al-Ibânah, New Haven, 1940; takdim<br />
ve notlarla beraber bir eserin tercümesidir, Yukar ıdakinden daha<br />
az önemlidir. William Thomson tarafindan The Muslim World'da<br />
gözden geçirilmi ştir. XXXII (1942), 242-60.<br />
Joseph Schacht, Studia Islamica, I. 23-42 de ç ıkan "New<br />
Sources for the History of Muhammedan Theology" adl ı makale,<br />
Maturidi'den de bahseder.<br />
W. Montgomery, Watt, The Origin of the Islamic Doctrine of<br />
Acquisition, Journal of the Royal Asiatic Society, 1943, 234-47. Keza<br />
Free Will and Predestination, 135-64.<br />
84
Bölüm III.<br />
HELENİZM İN İKINCI DALGASI
HELENİZMİN IKINCI DALGASI<br />
95o — 1258<br />
TARIHI GELI ŞIM<br />
Siyasi bak ımdan 95o den 1258 e kadar olan zaman kar ışıklık<br />
ve parçalanma devirlerinden biridir. Abbasi halifeleri, kuvvetlerinin<br />
çoğunu kaybetmişler ve birbirleriyle geçinmiyen birtak ım eyaletlerin<br />
sadece resmi ba şlar ı olmak durumuna gelmi şlerdi. Hattâ halifenin<br />
ismi otoritesi dahi her zaman tan ınmış değildi. 969 da Fat ımi hanedanı<br />
Mıs ır'da kendi paytaht ı olan yeni şehir Kahire'de hükümranl ığını<br />
kurdu. Islam dünyas ımn Asya k ısımlarına ismaili Şiîliği tavsiye eden<br />
(va'zeden) ve mevcut rejimleri y ıkmayı hedef tutan dailer gönderilmişti.<br />
945 den itibaren Ba ğdad ve halifenin bizzat kendisi Şii olan<br />
Büveyhi sultanlar ının kontrolüne geçti. Şiilik resmen nüfuzda görünmesine<br />
rağmen sünnilik, umum halk aras ında daha derin kökle şmişti.<br />
Hükümetlerin yapma ğa muktedir olduklar ı bu gibi bask ıların halk<br />
üzerinde pek az tesiri vard ır.<br />
On ikinci as ır, sünniliğin siyasi bir canlanmas ına sahne oldu.<br />
Gazneli Mahmud (998-1 o3o) tarafindan önemli bir devlet kuruldu<br />
ve onun halefleri ilkin Iran'da, sonra Transoxiana (Maveraünnehir),<br />
Ortaasya ve Kuzey bat ı Hindistan'da bu devleti devam ettirdiler.<br />
Türk as ıllı olan Mahmud kendisini sünnili ğin bir şampiyonu ve halifenin<br />
bir müeyyidi yerine koydu. Biraz zaman sonra bir ba şka Türk<br />
hanedan ı, Gaznelilerin kuzey ve bat ı hakimiyetlerini y ıkt ı. Takriben<br />
o55 de Bağdad' ı zaptederek bir zaman için hükümranl ığı çok zayıflamış<br />
olan Büveyhileri ortadan kald ırdı. Bu hanedan Selçuklular idi.<br />
Bunlar ın hükmü aşağı yukar ı bir as ır hesabedilebilir. Bu devrin son<br />
yarısında onlar, ilk yar ısından çok daha zay ıf idiler. Onlar da halifeyi<br />
te'yid ve sünnili ğin takviyesi için çok çal ıştılar.<br />
87
İşte bu s ırada idi ki Avrupa'dan gelen Haçl ılar I o98 de Antak 7<br />
ı zaptederek togg da Kudüs'te göründüler. Haçl ılar bir buçuk ya'y<br />
asra yak ın bir zaman Suriye ve Filistin'de bir üs elde tutmalar ına rağ -<br />
men, bu, müslümanlara göre bir tesadüf eserinden ba şka bir şey değildi.<br />
İslam dünyas ının bu k ısmındaki kuvvetlerin parçalanm ış olması,<br />
onlar ın böyle muvaffak olmalar ına imkân vermi şti. Haçl ılar, bütün<br />
İslam kuvvetlerinin ancak alt ıda biri kadard ı. Haçl ılarla olan mücadele<br />
d ışında M ısır'da Fahmi sülâlesinin k ırılmas ı ve onlar ın yerine<br />
Salahu'd-Din riyasetinde Eyyubilerin hakimiyeti geldi. Salahu'd-<br />
Din (116g-1193) de devrin Sünni olan önemli bir ba şka soyundan<br />
idi.<br />
Devrin sonuna do ğru Moğol ak ınlar ı her şeyi bombard ıman ından<br />
(y ıkmas ından) daha az korkunç olm ıyan bir seri hadiseler getirdi.<br />
Bunlar hakimiyetini geni ş bir bölgeye yayan Cengiz Han ( ı ı 77-1227)<br />
ın kumandas ında Asya bozk ırlarından geldiler. 1258 de Mo ğol kumandan<br />
ı Hülâgû ortado ğuda Bağdad' ı zaptetti. Abbasi halifelerinin<br />
sonuncusunu öldürdü. Mo ğollar burada bir devlet kurmad ılar, fakat<br />
Memlüklerin idaresinde olan M ıs ır hariç, arkalar ında birçok kar ışıklık<br />
b ırakarak hemen Ortaasya'ya çekildiler.<br />
88
FASIL io<br />
Felsefenin Çiçek Açmas ı<br />
Felsefe, onuncu as ırda küçük gruplar aras ında i şlenmeğe devam<br />
etti. Mevzuun müslüman tetkikçileri, islâm ın müteass ıp mensuplar ı<br />
olmaktan uzak idiler. Felsefi münaka şalarda ve hattâ ö ğretim işinde<br />
müslüman ve h ırıstiyanlar ın ayn ı terimler üzerinde mü ştereken çalışt<br />
ıklar ı mü şahede edilmektedir. Tabii felsefenin t ıbba bağlanmas ı<br />
temayülü vard ı. Onuncu asr ın sonuna doğru Bağ'dad'da bir coterie)<br />
(dostlar grubu)yi i şitiyoruz ki Ebu Süleyman al-Mant ıki (mant ıkç ı)<br />
as-Sicistani (öl. iboi den sonra) n ın evinde cereyan etmi ştir. Birçok<br />
filozoflardan ayr ı olarak Ebu Süleyman, Büveyhi saray ında elde tutulmu<br />
ş olmas ına rağmen resmi bir mevki tutmad ığı anla şılmaktad ır.<br />
Onun evinde geçen baz ı münaka şalar, genç arkada şı Ebu Hayyan<br />
at-Tawhidi tarafından zaptedilmi ştir. Ebu hayyan at-Tawhidi (öl.<br />
ro i o dan sonra) nin edebiyatta önemli bir yeri vard ır. Hayat ını Bağdad'da<br />
ve diğer illerde vezirlere veya di ğer devlet ricaline kâtiplik<br />
yaparak kazan ırd ı .°<br />
Zikredilmeğe lay ık diğer bir zat da Miskeveyh (öl. ro3o) dir.<br />
Kendisi İranl ıd ır. Ve kâtibolarak Büveyhilerin hakim ailesine ve<br />
onların vezirlerine hizmet etmi ştir. O, umumi bir tarihiyle iyi<br />
tan ınmıştır. Bu kitab ın netice k ısmı The Eclipse of the Abbaside<br />
Calipnate 2 adiyle Ingilizceye çevrilmi ştir. Kendisinin mevcut eserleri<br />
aras ında din felsefesine ait bir kitab ı, ülûhiyete, ruha ve peygamberlik<br />
meselesine dokunur. Bu, İslam fikir tarihinde önemli bir kitap de ğildir.<br />
Fakat bu eser, her şeyden önce filozof olan dü şünürlerin buna ra ğ-<br />
men nas ıl islâm dü şüncelerinden müte şekkil bir çat ıyı kabul ettiklerini<br />
1 Coterielerin (felsefe mütehass ılar grubunun), Büveyhi prensi Adudu'd-Dawla'nin<br />
Mart 983 te ölümü üzerine yapt ıklar ı münakaşa hakk ında malûmat, Abu Hayyan'dan al ınmış<br />
ve H.F. Amedroz ve D.S. Margoliouth taraf ından tercüme edilmi ştir. The Eclipse of<br />
the Abbâsid Caliphate (Oxford, 1920 ve di ğer), XI. 76-8<br />
2 Üst. nota bak.<br />
89
gösterir. Mesela bu kitab ın sonunda ruha aid felsefi bilgi terimleri içinde<br />
peygamberliğin nas ıl mümkün olduğunu izah eder.'<br />
Şüphesiz felsefi bak ımdan onun en kuvvetli eseri, Correction of<br />
Morals (Ahlaki güzelle ştirme) adl ı eseridir ki ba şlıca platonik temele<br />
dayanan tam bir ahlak sisteminin izah ıd ır. Bu kitap, Gazali ve di ğer<br />
muahher yazarlar tarafından kullan ılmışt ır.<br />
Felsefe, İslam dünyas ında müteaddit merkezlerde i şlenmiştir.<br />
İyi bir şans eseri olarak Hazer Denizinin güney k ıyısına yakın bir<br />
kasabada felsefi ilimlerde iyi yeti şmiş kimseler duymaktay ız. Yine<br />
buradan bir zat, felsefede ilk dersi, sonradan, Arapça yazan bütün<br />
filozoflar ın en büyüğü olacak olan bir çocu ğa verdi. Bu, Avicenna,<br />
yahut Abu Ali ibn Sinâ (98o— ı 037) idi. Esasen Iranl ı soydan görünmekle<br />
beraber Türk kan ı da ta şıyordu. Buhara'da yeti şti, fıkıh tahsilinden<br />
önce Kur'an' ı ve Arap edebiyat ını ezberlemeğe ba şlad ı. Mezk'ür<br />
seyyah alim kendisini Aristo mant ığı ile tan ıştırd ığı zaman o,<br />
sadece on dört ya şında idi. Bu zat, bu çocu ğu, konuyu hocas ından<br />
daha iyi kavrar görünce hayret etmi şti. Bilgiye kar şı büyük bir ihtiras<br />
susuzluğu duyan İbni Sina sonra ele geçirebildi ği bütün ilmi ve<br />
felsefi kitaplar ı yuttu. T ıbb ı, görünü şe göre kendi kendine öğrendi.<br />
Teorik olarak o derece mevzuu kavrad ı ki ameli olarak çal ışan tabibler<br />
t ıbbi kitaplarını onun rehberliği alt ında okumağa ba şlad ılar. Bu<br />
mal0mat ı aldığımız bizzat müellif tarafından yaz ılmış hal tercümesi<br />
parças ından öğrendiğimize göre bütün bunlar, henüz kendisi on yedi<br />
ya şına girmden önce vukubulmu ştu. Aynı zamanda tecrübe de yapt ı<br />
ve hastalar ı tedavi ederek t ıbbi bilgisini art ırd ı .<br />
Bu tetkik yolunda kendisine s ıkınt ı veren tek mevzu metafizik<br />
idi. O, Aristo metafizi ğini kırk defa okudu ğunu ve metni kafaya ald<br />
ığın ı (ezberledi ğini) bu kitaptan hayrete dü ştüğü s ırada Farabi tarafından<br />
yaz ılmış ve kendisine bütün izahat ı veren küçük bir kitaba<br />
tesadüf etmek şans ına ula şarak meseleyi kavrad ığını söyler. Bu fıkra<br />
şunu gösteriyor ki en büyük İslam filozofunun direkt tesiridir ki onu<br />
felsefede o derecede genel görü şü derin bir nüfuzla kavrama imkan ına<br />
sevketmi ştir. Ertesi y ıl yahut bundan sonra o, Buhara sultan ına ait<br />
Yunan eserleriyle dolu mühim bir kütüphaneye girdi ve zaman ının<br />
en faydal ı devrini burada geçirdi, On sekiz ya şından önce o, art ık<br />
3 Al-Fawz al-Asghar. J.W. Sweetman taraf ından Islâm and Christian Theology'de<br />
tercüme edilmi ştir (London, 1945), I/I, 93-185.<br />
4 Tandhibu'l-Akhlâq: Bir Ingilizce tercümesi va'dedilmi ştir. Bu ve di ğer eserleri<br />
hakk ında tafsilât için bak: D.M. Donaldson, A Study of Muslim Ethics, London, 1953<br />
90
ütün ilim ve felsefede o derece salâhiyet sahibi olmu ştu ki bundan<br />
sonra öğrenim deposuna yeni bir şey katmad ı, fakat anlay ışını derinle<br />
ştirdi diye haber vermi ştir. Belki de onun, fırsat elde iken böyle<br />
geniş okumu ş olmas ı iyi olmu ştu. Çünkü 998 civar ında onu ku şatan<br />
şartlar de ğişti. Babas ın ın ölümünde yaşamas ını temin edebilmek için<br />
resmi bir hizmet aramak zorunda kald ı. Bölgenin siyasi şartlar ı da<br />
kötüye gitti. Küçük hanedanlar ın ve idarelerin inip ç ıkmas ı demek<br />
idi ki o, devamlı olarak bir yerden di ğer yere hareket etmek zorunda<br />
idi. ı o ı 5den 1022 ye kadar Hemedan'da idi. Bu zaman ın bir k ısmında<br />
Büveyhi Prensliğinin güç ve tehlikeli ba ş vezirlik makam ında bulundu,<br />
ı o23 ten ölümüne kadar Isfahan'da mahalli prensli ğin himayesi<br />
alt ında kald ı .<br />
Bir filozof olan İbni Sina'mn şu ciheti de hat ırlanmal ıdır ki onun<br />
Kanunu't-T ıbb' ı, tıbbi ilimlerde seçkin bir yer i şgal eder. Onun<br />
diğer ilimlere dair yazd ığı eserler de tesirli idi. Felsefesi ba şlıca iki<br />
kitaba, Şifa ve Necat'a s ığdırılmışt ır ki bunlardan birincisi di ğer ün/Ileri<br />
olduğu kadar felsefeyi de içine alan büyük bir özettir. İkincisi ise<br />
uzun eserlerin felsefi k ısımlarının muhtasar bir tercümesidir. Bu ikinci<br />
kitap üç bölüme ayr ılmıştır: Bir k ısmı mant ıka temas eder. Bir k ısmıda<br />
teolojiye aittir (Kozmolojiyi de içine al ır.) genel görü ş Yeni Eflatuncudur.<br />
Tek olan Allah Vacibu'l-Vüvut'tur. Her şey kendisinden<br />
sudur eder. O'nun alt ında saf ak ıllar ve küreler (felekler) vard ır.<br />
İnsan ruhu görü şü, esas olarak Aristo'nundur. Fakat Plâtonik Yunan<br />
filozoflarnun münaka şa ve yorumlarına göre tadil edilmi ştir. Birçok<br />
İslam filozoflar ı gibi o da peygamberli ğin mümkün olduğunu izah<br />
eder; fakat Farabi, peygamberli ği hayalin en yüksek şekline bağlamış<br />
iken İbni Sina bunu ruhun, akl ın en üstün k ısmına bağlar.<br />
Şunu da i şaret etmek gerekir ki Farabiye ayk ırı olarak İbni<br />
Sina'da Şiilik izi yoktur. Bu, faal idarenin, ilahi hikmetten, normalin<br />
üstünde bir nasibi oldu ğunu gösterecek bir te şebbüs yok demektir.<br />
O, bilhassa ilk planda bir peygamberin şeriati vas ıtasiyle ilahi hikmete<br />
dayanan bir devletin nas ıl kurulabilece ğini izah etmekle alâkadar<br />
oldu. Bu destek de ğişmesi ve Şiilikten aşikar olarak çekinme belki de<br />
bu zamanda Fat ımi dailerinin İslam dünyas ının doğu taraflar ında<br />
faaliyette bulunmalar ının bir gereğidir. İbni Sina bizzat kendisi daha<br />
bir çocuk iken dailerin Buhara'ya nas ıl geldiklerini ve onlar ın talimleri<br />
üzerinde k ız ışmış münakaşaları tesadüfen nas ıl dinlediğini hatırlad<br />
ı. Olgunluğunda, hattâ Şîîliğin imamiyye kolu idarecilerinin dahi,<br />
bu propagandan ın kendi otoritelerine nas ıl bir tehdit te şkil ettiğini<br />
bildiklerine şahidoldu. Bunu and ıran her şeyden bunun için şüphe-<br />
91
lenilebilirdi. Bununla ilgili diğer bir husus da İbni Sina'n ın, arzu ettiği<br />
kadar siyasi kuvvete sahibolup hiçbir suretle sünni uleman ın rekabetini<br />
duymam ış bulunmas ıdır. Böylece onu felsefenin ehemmiyetini<br />
mübalâğa etmeğe sevkedecek bir şey yoktu. Bu bak ımdan onun<br />
durumu, siyasi nüfuzlar ı s ıras ındaki Mu'tezilenin durumunun ayn ı-<br />
dır. O da onlar gibi felsefi aç ıdan İslami kavray ışının, en doğru<br />
kavray ış olduğu görü şünü savundu. islami do ğru anlad ıkları hüviyetiyle<br />
ortaya ç ıkanlar aras ında mutasavv ıflar da vard ı . İbni Sinanin<br />
mistik bir tarafı da vard ır.<br />
İbni Sina'ya teallûk eden di ğer meseleler, onun felsefesinin,<br />
tasavvufi ve dini görü şü ile olan münasebetidir. Sonuncusu ile ba şlamak<br />
icabederse o iyi bir müslüman olarak yeti ştirilmişti. Kur'an' ı ezberlemi<br />
ş ve şeriate, yahut vahyedilmi ş hukuka çal ışmışt ı. Kendi hal<br />
tercemesinde bize camie gitti ğini , zihni meseleleri için namaz k ılıp<br />
dua etti ğini söyler ve görü şlerinde şuurlu olarak bir de ğişme olduğundan<br />
hiç bahsetmez. Belki de o dü şünmü ştür ki Yunan ilim ve felsefesi<br />
Islam inanc ından ayr ı bir sahaya aittir ve bunlar aras ında temelli<br />
z ıddiyet yoktur. Bu felsefede o, kendisini Islam merkezi doktrininin<br />
ne olmas ını tasarlad ığı şeyin takviyecisi ve ö ğreticisi addetmi ş görünmektedir.<br />
Ona göre İslam doktrini: Bütün varkl ıkların kaynağı olan<br />
Allah' ın mevcudiyeti ve insanlar ın peygamber olmalar ının ve vahiy<br />
almalarının imkan ı . İbni Sina'n ın peygamberlik hakk ındaki düşüncesi<br />
ve ruhun Allah'a seyahati (kavu şmas ı) fikri birbiriyle ve kendi<br />
felsefesiyle s ıkı s ıkıya bağlıdır. On dokuzuncu as ır Avrupa tetkikçileri,<br />
onun tasavvufunun, felsefesinden ayr ı bir şey olduğunu zannetmi ş -<br />
lerdi. Fakat onun eserleriyle daha s ıkı bir temas, bunun böyle olmad ı-<br />
ğını aç ıkça göstermektedir. Onun tasavvufu ve felsefesi, bütünle şmiş<br />
tek bir sistemdir. Tasavvufi eserlerinin çoklu ğu, tasavvufi hayat ın<br />
onun için çok şey ifade etti ğini gösterir. Tahminen tasavvuf onun fikri<br />
enerjisinin kayna ğı idi. Bu şahsi dini davran ışı dolayısiyle İbni Sina,<br />
modern ara ştır ıc ılar tarafından diğer filozoflardan daha çok, Eflâtun'a<br />
yak ın kabul edilir. Çünkü onun Uslübu Aristo'dan ziyade Eflâtuni'dir.<br />
"O, Eflatun dü şüncesinin temeli olan şeyi anlamışt ı. Bu<br />
yüzden olmal ı ki Eflatun nas ıl her zaman halk ı dini gerçe ğe aç ılmağa<br />
sevketmi ş idiyse o da müslümanlar ı dine sevketti." 5<br />
B İBLIYOGRAFYA<br />
G.M. W ıckens, Avicenna : Seintist and Philosopher, London, 1952,<br />
bininci yılında verilmi ş alt ı konferans. Birisi A.J.Arbery taraf ından<br />
92<br />
5 R.Walzer, Philosophies'de ç ıkan yaz ıs ı, Eastern and Western, II, 143.
hayat ına dairdir. S. van den Bergh taraf ından Bulletin of the School<br />
of Oriental and African Studies, XVI (1954), 400-4 de kritik edilmi ş -<br />
tir.<br />
A.M. Goichon, La Philosophie d'Avicenne et son influence Europe<br />
m6di6ale, Paris, 1944. İbni Sina= sâf felsefi görü şleri üzerinde üç<br />
konferans. Keza La Distinction de l'essence et de l'existence d'apre<br />
Ibn Sina, Paris, 1937. Felsefi münaka şa. Keza: Livre des directives<br />
et remarques, Beirut and Paris, 1951. Sisteminin genel bir aç ıklanmas<br />
ına dair bir tercüme.<br />
Louis Gardet, La Pensee religiques d'Avicenne, Paris, 1951. Onun<br />
sünni teolojisi ve tasavvufu ile olan münasebetine ait dikkatli güzel<br />
bir tetkiktir.<br />
Henry Corbın, Avicenna and the Visionary Recital, London, 1961.<br />
Onun tasavvufi ve teolojik dü şüncesinin bir izah,. Muahhar imamiyye<br />
şiiliğinin onunla münasebeti sayfa 243-57 aras ında münaka şa edilmektedir.<br />
F(azlur—) Rahman, Avicenna's Psychology, London, 1952. Kitabu'n-<br />
Necat bölümünün notlarla tercümesi. Keza: Prophecy in Islam,<br />
London, 1958, peygamberli ğin felsefi yönüne temas eder.<br />
Soheil M. Afnan, Avicenna, his life and works, London, 1955.<br />
Dikkatli bir tasvir. Onun do ğu esrar ı üzerindeki tesirini gösterir.<br />
93
FASIL II<br />
Şiilikte İnkılâplar<br />
Onbirinci imamın ölümü ve onikinci imam ın. 874 de ortadan kaybolmas<br />
ı üzerine imamiyye Siili ğinin belirli bir şekil almağa ve te şkilatlanmağa<br />
başladığı', bu kitab ın altıncı fasl ında görülmü ştü. Şii Büveyhilerin<br />
945 de Ba ğdad'da idareyi ele almalarmdan sonra imamiyye<br />
fıkhı bir miktar resmi bir tan ınma kazand ı . İmamiyye fıkhnun ana<br />
k ısmı gelişmeğe ba şlad ı. Bunun yan ında İmamiyyenin teolojik görü ş-<br />
leri de şekillenmeğe devam etti. Bu mevzua dair a ş- Şayhu's-Saduk<br />
(öl. gg I) tarafından yaz ılmış Tract on the Bliefs of the Imamites "Ima<br />
miyye inançlar ı üzerinde Risale" adl ı bir tefsir halen Ingilizcede mevcuttur.'<br />
İmamiyyenin görü şleri, baz ı noktalarda Mu'tezilenin görü ş-<br />
lerinden uzak de ğildir. Mesela Kur'an' ın yarat ılmış olduğunu söylerler.<br />
Ama bu tesirin sarahati ve hangi yoldan oldu ğu belli değildir.<br />
Sonraki kaynaklar gösteriyor ki onlar da felsefi-teolojik fikirleri kullanmışlar<br />
ve E ş'ari'leri tenkid etmi şlerdir'. Böylece İmamiyye bir<br />
bak ıma İslam teolojisinin ana mecras ında idiler. Diğer taraftan muasır<br />
veya yak ın zaman muhaliflerinin görü şleri nadiren tenkidedilir<br />
Bu şunu gösterir ki çok az İmamiyye teologu aktuel polemiklere (mübaheselere)<br />
sokulmu ştur. Daha derin bir çal ışma yap ılıncaya kadar<br />
bundan fazla bir şey söylemek çok güçtür.<br />
Siiliğin Zeydiyye kolu da, baz ı küçük siyasi muvaffakiyetleri<br />
hakkında bir şey bilinmesine ra ğmen teolojik bak ımdan karanl ıkta<br />
kal ır. 87o den ı 126 ya kadar Hazer Denizi güneyinde çe şitli bölgelerde<br />
küçük bir devlet vard ı. goo tarihinden önce Yemen'de kurulmu ş<br />
olan bir devlet de bu zamana kadar San'a Zeydi imamlarm ın altında<br />
şu veya bu şekilde idare edilmektedir. Bu, Zeydi fıkh ının geli şmesini<br />
intacetmi ştir. Fakat bu fıkıh, bilinen dört mezhebe çok yak ındır.<br />
94<br />
1 Bak: GALS, I. 320-23, 704-14; vs.<br />
2 A Shi'ite Creed, A.A.A. Fyzee tarafından tercüme edilmi ştir, London, 1942.<br />
3 Bak: Fas ıl 18
Onlarla beraber be şinci bir mezhebolarak kabul edilebilir. Zeydiler,<br />
Mu'tezileyle İmamiyyeden daha yak ından ilgilidirler. Zeydiyyeden<br />
Mu'tezileye dönen kimselere dair kaynaklar bulunmas ına rağmen<br />
baz ı görü şlerde Zeydiyye ile Mu'tezile aras ında tam bir ayn ılık vard<br />
ır. Bu muammalar ın cevab ını, belki de dokuzuncu as ır ba şlar ında Bağdad'da<br />
bir Zeydi olman ın manas ın ı daha iyi anlamak suretiyle bulmak<br />
mümkündür'. Tabii Zeydi devletleri uzak da ğlık bölgelerde idiler.<br />
Zaman zaman iyi alimlere sahibolmalar ına rağmen İslam teolojisinin<br />
umumi gelişmesinde bir rol oynamak bunlardan beklenemezdi.<br />
Şîîliğin Ismaili dal ı hakk ında daha çok şey söylenebilir. Şurası<br />
hat ırda tutulmal ıd ır ki ismaililik M ısır'da Fat ımi soyu ile birle şmiş<br />
olmas ına rağmen bir doktrin olarak Fat ımilerden ayrı bir hayata<br />
sahipti. Mesela Arabistan ı'n doğusunda bulunan Karmatiler bazan<br />
Fat ımilerin otoritesini kabul etmi şler ve bazan de onlara kar şı savaşmışlardı.<br />
Baz ı sünni yazarlar ı İsmaîlîliği, islamdan önceki dinlerin<br />
bir nüksü olarak aç ıklamağa çal ışmışlard ır. İlk Avrupalı ara şt ır ıc ılar<br />
da İsmaililik içerisinde bir Iran milliyetçili ği yahut orijinal bir hareket<br />
görmek istemi şlerdir. Sonuncu teklif tamamen yanl ışt ır. Zira birçok<br />
Iranl ı olmıyan kimseler ismaili olduklar ı gibi as ıl Iran idareci<br />
zümresi de umumiyetle sünni olmu şlard ır. Bundan dolay ı yakın tetkik<br />
dü şüncesi, İsmalliliği işçi, sanatkâr (esnaf) ve di ğer alt tabaka<br />
aras ındaki bir seri ihtilal hareketlerinin kökü olarak anlamak görü şüne<br />
varm ıştır. Mevcut İdarede i şlerden memnuniyetsizlik birçok merkezlerde<br />
durumu ihtilal derecesine kadar sürüklemi şti Liderlerinin<br />
teşkilâtlanma dehas ı, birçok da ğınık bölgelere yay ılmış gruplar ı bir<br />
araya getirerek bir şekil verecek ve belirli olm ıyan bir metotla yer<br />
altı ihtilal te şkil:at ım kuracakt ı. Bunun yanında üstün birinden gelen<br />
emrin, imam- ı ma'sumdan geldi ği inanc ını koydular. İşte bunlar,<br />
Ismaililiğin yayılmas ına sebeboluyordu.<br />
Bu cereyan birkaç tabakaya ayr ılarak te şkilatlanmışt ır denir.<br />
Her tabakaya, alt ındaki tabakaya nisbeten daha çok ders (s ır) verilmişti.<br />
En a şağı seviyede ise ku şatt ıklar ı halkın görü şüne ve şimdiye<br />
kadar olan dini inançlara uygun şeyler söylenirdi. Yava ş yava ş daha<br />
üstün merhalede üyeler, aç ıkça öğretiliyorlard ı ki müsbet dinlerdeki<br />
gerçek daima biribiriyle akrabad ır. Onların her birinde bulunan gerçek,<br />
Ismailili ğe aktar ılmışt ı. Müslümanlarla temasta onlar, zahir ve<br />
4 R.Strothmann, makale: "al-Zaidiya", El' ve di ğer eserler. M. Guidi, La lotta tra<br />
l'Islame il manicheismo, Roma, 1927 (Bir Zeydi Mu'tezili metninin tercümesi); keza Gli<br />
scrittori zayditi e l'esegesi coranice mu'tazilita Roma, 1925<br />
95
atın aras ında bir ay ırım yapmışlard ı . Şunu iddia ediyorlard ı ki:<br />
Kur'an' ın zahiri yahut belli manas ı yanında bat ını, yahut gizli manas ı<br />
da vard ır. Ve bu gizli mana sadece imamdan ö ğrenilebilir. Talimlerinin<br />
bu noktas ından dolay ı onlara baz ı zamanlar Batmiler de denmi ş-<br />
tir.<br />
İsmaililer şu fikri benimsemişlerdir: İmam ismall'den sonra<br />
(isimlerini kendisinden aldıkları Ca'fer-i sad ık' ın oğlu) müteaddid<br />
gizli imamlar vard ır. Nihayet bunlardan birinin o ğlu 909 da Fat ımî<br />
devletini kurmu ştur. Fat ımiler, genel doktrinleri dolay ısiyle, İslam<br />
topluluğunun gerçek halifeleri olduklar ın ı iddia ettiler. Ve Abbâsileri<br />
SUZERAİNS (üstün lider) kabul etmediler. Onlar M ısır' ı zaptettikten<br />
sonra bu iddiay ı neticelendirme hususunda büyük ümide kap ıldılar.<br />
Ve bu iddialar ı, Abbasileri tan ıyan bölgelerde daha da şiddetlendirdiler.<br />
Selçuklular Ba ğdad'da henüz yerle şmeden önceki kar ışıklıkta<br />
bir an için bir türk generali Fat ımilere bağlılık izhar ederek şehri<br />
i şgal etti ve hemen hemen bir seneye yak ın bir zaman Cuma hutbelerinde<br />
Abbâsiler yerine bunlar ın ismi okundu. Fakat bundan sonra<br />
denizin meddi geri çekildi ve iyice anla şıldı ki Fatımiler, doğuya doğru<br />
bir zaman zaptetmi ş bulundukları Suriye'den ötesini ele geçirme ğe<br />
istekli değillerdi. Şu fikir ileri sürülmektedir ki devletlerini kurduktan<br />
sonra Fat ımiler, propagandalar ındaki ihtilâl unsurunu kaldırıp hilâfete<br />
kendilerinin daha lay ık olduklar ı davas ına kuvvet vermeğe ba ş-<br />
ladılar. Şuras ı da muhakkakt ır ki ı i oo tarihinden önce M ısır'da normal<br />
hükümet sorumluları için Asya ihtilâlcilerinin arzu ve i ştiyaklarını<br />
tatmin etmek mümkün de ğildi.<br />
Fatımi hareketinin ilk merhalelerinde bu harekete ba ğl ı gruplar<br />
aras ında dokuzuncu asr ın sonuna doğru Basra'da ya şıyan birtak ım<br />
felsefeciler ve tabii ilimlerle u ğra şan âlimler bulunmu ştur. Bunlar kendilerine<br />
Safâ karde şleri yahut Samimi Karde şler (ihwanu's-Safâ) ad ını<br />
vermi şler ve kendilerinden sonraya elli veya elli bir risale kolleksiyonu<br />
b ırakmışlard ı. Ondokuzuncu as ır Avrupal ı araştırıc ıları bu risalelerden<br />
çok etkilenmi şler ve bunlara o günün bir çe şit ansiklopedisi göziyle<br />
bakmışlard ı. Bununla beraber tedricen anla şılmaktad ır ki onların<br />
zahiri öğrenimleri, talimleri biraz sathidir. Yak ın bir yazar onlar ı :<br />
"filmle maskeli ihtilâlci" diye karakterize etmi ştir 5 Onlar yeni pitagorcu<br />
tasavvufa meyyal derleyiciler (eclectics) idiler. Birçok Ismailler<br />
gibi İslam dahil, bütün müsbet dinlere sadece biribirine ba ğlı<br />
(akraba) gerçe ği taşıyan müesseseler olarak bak ıyorlard ı .<br />
96
A Creed of the Fat ımids (Fat ımilerin akaidi) unvam alt ında,<br />
İsmaili doktrininin bir özeti ne şredilmi ştir. Müellif, 1215 de yani<br />
Fatımi soyunun ı ı 7 ı de düşmesinden takriben yar ım as ır sonra ölmü ş<br />
olmas ına rağmen, eser, Fat ımi idaresinde benimsenmi ş olan (meselelerin)<br />
bir izah' kabul edilebilir 6. Eser kar şıt görü şlere sahibolanlara<br />
kar şı herhangibir münaka şa izhar etmeden sadece Fat ımi itikadlarını<br />
anlat ır. Fakat İslâmın bu şekli en doğru şekil gösterilir ve ınüellif<br />
iddialar ın ı o derece ileri götürür ki sünni ve di ğer İsmaili olmıyan<br />
doktrinleri aç ıkça reddeder. Sünni felsefi teolojisifikirleriyle baz ı<br />
âşinal ıklar varsa da (iki okul aras ında) kar şılıklı münaka şa, mübahese<br />
yap ılmamışt ır. ismaililerin temel prensiplerinden biri şudur: İnsan<br />
akl ı k ısad ır ve tam gerçe ğe ula şamaz. Bu gerçek ancak Peygamberden<br />
veya imamlardan birinden al ınabilir. Böyle bir temel üzerine felsefi<br />
teoloji tutmaz. Halen tetkik bekliyen birçok İsmaili eserler bulunmasına<br />
rağmen bunlar akidenin tekâmülüne yar ıyan tafsilât ı vermekten<br />
öteye geçmezler. Ismaililer di ğer müslümanlarla teolojik münaka şalara<br />
i ştirak etmemelerine ra ğmen genel teolojik geli şmeğe önemli<br />
tesirler yapm ışlardır. Zira sünnilik, uzun bir zaman, fikren İsmaililiğe<br />
karşı müdafaa edilmek mecburiyetinde kalm ışt ı .<br />
Fahmi soyunun son batışından uzun zaman önce iamaili hareketi<br />
içinde ciddi bir ayr ılma baş gösterdi. Belki de idarede mes'ul bulunan<br />
kimselerle gayri mes'ul ihtilâlciler aras ındaki fikir ayr ılıkları<br />
bu neticeyi do ğurdu. Islam dünyas ının Asya bölümünde ihtilâlcilerden<br />
çok kimse vard ı. Fahmi hükülneti Asya'ya bir tecavüz hareketi yapmaktan<br />
kaçmd ıkça ve buna kabiliyetsizlik gösterdikçe ihtilâlcilerin sabri tükendi<br />
ve bir isyan meydana ç ıktı. Bu, Alamut'un ve di ğer dağlık bölgelerdeki<br />
kalelerin zapt ında muvaffak olmu ştu. Fakat önemli bir şehir<br />
kazanmak, yahut Selçuklular ı tardetmek için yapt ıkları te şebbüslerde<br />
tamamen yenildi. Teolojik yönden mühim olan ı o35 den beri hakim<br />
olan Fat ımi imam' al-Mustans ır- ın i og4 de ölümü üzerine vukubulan<br />
hâclise idi. M ısır' ın gerçek idarecisi olan vezir Veliâhd Nizar tahta<br />
çıkarıldı. Ama diğer oğul al-Musta'li tarafından indirildi. Iranl ı ve<br />
5 Avicenna hakkında A. J. Argerry taraf ından yaz ılan Scientist and `Philosopher<br />
(ed. G.Wickens), 12. Kitabu Cami'il-Hikmatain hakk ında farkl ı bir tasvir verilmi ştir ("Harmonie<br />
de la philosophie grecque et de la theosophie ismaelienne" Bu kitap Nas ır- ı Husraw<br />
tarafından telif edilmi ştir. 1069 da yaz ılmış ve H. Corbin ve M.Mo'in tarafından Tahran'da<br />
1953 de bas ılmıştır. Arberry'nin Reason and Revelation in Islam, London, 1957, 72-82 deki<br />
açıklamaya bak. (Bu eser, yak ın bas ılmış metinler için diğer kaynaklara sahiptir.)<br />
6 W. Ivanow tarafından neşredilmiştir, Bombay, 1936. Akaid: Tâj al-Aqâid by Ibn<br />
(GALS, II. 715).<br />
97
Suriye'li ihtilâlciler bu olay ı fırsat sayarak Nizar' ı izliyecekleri iddiasiyle<br />
Mıs ır'la olan ba ğlarını kopard ılar. Enteresan olan şu ki Nizar' ın<br />
ortadan kaybolmas ına belki de öldürülmesine ra ğmen Asya liderleri<br />
onun gizlenmiş bulundu ğunu ve kendilerinin onunla temas halinde<br />
olduklar ını ileri sürdüler. Filhakika 1164 de Alamut'un yeni lideri<br />
ondan iki mektup aldığını ve bunlara binaen bu fırkanın hayat ında<br />
garip bir devir aç ıldığını iddia etti. "K ıyamet devri: The era of the<br />
Resurraction." '<br />
ismaililerin daha sonraki tarihleri, baz ı teolojik eserler mevcud<br />
olmas ına rağmen ba şl ıca siyasidir. Nizar' ın muakkipleri öldürme<br />
siyasetleriyle dikkati çekmi ş ve bunlara Assasins ad ı verilmi ştir.<br />
Bir çok Avrupal ı dilcilere göre bu kelime Arapça bir kelimeden ç ıkm<br />
ışt ır. (Belki Ha şhâşin kelimesi şeklinde). Ha şhâşin, Ha şhaş kullananlar<br />
ı ifade eder. Fakat onlara neden bu ad ın verildiği iyi bilinmiyor.<br />
Onlar ve al-Musta'li'nin taraftarlar ı her biri iki grupa ayr ılmışlar ve<br />
her biri nihayet yava ş yava ş Hindistan'a gitmi şlerdir.<br />
Bu kadar müfrit olan baz ı fırkalar ın mevcudiyetini zikrederken<br />
bunlar ın islâmdan say ılıp sayılam ıyaca ğı konusu da göz önünde<br />
tutulmas ı gereken bir noktad ır. En çok Lübnan da ğlarında Hayran<br />
ve Şam havalisinde ya şıyan Dürzilerin dini, Fahmi halifesi al-Hakim<br />
(996-1o2 t)i ülühiyyetin son tecessüm etti ği kimse olarak kabul etmek<br />
suretiyle ismaililikten ayr ılmışt ır. Inançlar ı büyük ölçüde ismaililikten<br />
türemi ş olan diğer bir fırka da Nusayriler yahut Aleviler (Frans<br />
ızca Alaouites) dir ki bunlar Suriye'nin çe şitli bölgelerinde ya şarlar<br />
ve Ortadoğunun çe şitli m ınt ıkalar ına yayılan küçük gruplar ı vard ır.<br />
Ayırdedici inançlar ından biri, Ali'yi ulühiyyetin bir mücessem şekli<br />
olarak Muhammed (A.) den üstün tutmalar ıd ır. Bunlar ın ad ı, diğer<br />
ortadoğudaki fırkalar ın isimleri gibi hakaret manas ına kullan ılır ve<br />
bu isimlerle adland ırılan kimselerin, gerçekten bu f ırkarun mensubu olduklar<br />
ından emin olmak güçtür. Son olarak Yezidiler, yahut Şeytana<br />
tapanlar vard ır ki bunlar ın hemen hepsi kürttür. Isimleri islâmi olmas<br />
ına rağmen, dinlerinin islâmdan m ı, yoksa ba şka bir dinden mi<br />
ne ş'et ettiği ay ırdedilemiyor. 8 Bütün bu fırkalar, küçük bir tak ım<br />
mahalli cemiyetler te şkil etmi şlerdir ki bunlar ın Islam dünyas ının<br />
genel fikri ve kültürel hayatiyle alâkalar ı büsbütün kesilmi ştir.<br />
7 Bak: Helenizmin ilk Dalgas ı : Es'ari Fasl ı .<br />
8 Daha fazla bilgi için bak: El (S), makaleler, "Druses", "Nusayri", "Mutawâli",<br />
"Yazidi", vs.<br />
98
B İBL İYOGRAFYA<br />
M.G.S. Hodgson, The Order of Assasins's-Gravengage, 1955; Esas<br />
olarak hareketin zahiri tarihine temas eder ama baz ı teolojik materyeli<br />
de vard ır.<br />
Wilfred Madelung, "Das Imamat in der frühen ismailitischen Leh-<br />
re", Der Islam, XXXVII (1961), 43-135. Şimdiye kadar kullan ılmamış<br />
bütün kaynaklar ı inceler.<br />
F. Dıeterıcı, Die Philosophie der Araber in X. Jahrhundert, Leipzig,<br />
1876-1879. İhwan as-Safâ Risalelerinin k ısmen tercümeleri.<br />
Adel Awa, L'Esprit critique des "fr&es de la Puret6", Beirut, 1948.<br />
Bir Paris doktra tezi.<br />
99
FASIL 12<br />
Sünni Teolojisi ıııin ilerlemesi<br />
95o den sonra yaz ılan birçok aktüel teolojik eserler hâlâ mevcuttur.<br />
Fakat baz ı noktalarda bu, çal ışmayı daha da güçle ştirir. <strong>Kitaplar</strong>ın<br />
çoğu yazmad ır. Ve bas ılan baz ıları da uzundurlar. Geçmi ş çağların<br />
mufassal münaka şalarımn, bize ;daha yak ın olan muharrirlerin<br />
önemli meselelerine (yani yaz'arlann günündeki önemli meselelere)<br />
nas ıl bağlandıkları bizim için belirlilikten uzakt ır. Bu suretle bu zamandaki<br />
Islam teolojisi çal ışmas ı çok s ıkıc ı olabilir ve daha erken<br />
formative period ( şekilci devir) den daha az dikkati çeker.<br />
Eş'ari'nin kendisi hakk ında bir bilgi vermek mümkün ise de<br />
E ş'ari okulunun as ılları (men şe'leri) karanl ıktır. Eş'ari'nin kelâmda<br />
rasyonel metodu kullananlardan sadece biri oldu ğu fakat şans eseri<br />
olarak bir önder (figurehead) al ınmış bulunduğu ileri sürülmektedir.<br />
Bu, muhakkak ki çok uzaklara gider. Şüphesiz onun, D ırar'dan, Mu'-<br />
tezile metodlar ının kabulü s ıras ında onlara kar şı koyan al-Muhasbi'ye<br />
kadar birtak ım selefleri vard ı. Fakat E ş'ari kitaplar ı, kendisinin, sünni<br />
dü şüncesinin ana k ısmınca şayanı kabul olan usulde Mu'tezile<br />
matodlar ını ilk defa kullanan kimse oldu ğu görünü şü kabul için her<br />
sebebi verir. Sonraki nesillerin, faydal ı bilgi elde ettikleri eserler, onun<br />
eserleridir. Fakat devrin baz ı isimsiz kimselerinin de müessir oldu ğunu<br />
düşünmemek için bir sebep yoktur. Şu da kabul edilmelidir ki birkaç<br />
isim hariç, ondan sonra onun ard ından gidenler hakk ında pek bilgimiz<br />
yoktur. Ve Eş'arryi hemen takibeden nesil için. E ş'ari okulunun<br />
bir önemi olamazd ı. Zira kendini hadis yahut fık ıh çalışmas ına<br />
veren bir okulda teolojinin çok küçük bir yeri vard ır.<br />
Hakkında çok şey söylemek mümkün olan ilk teolog, al-Bakillâni<br />
(Kad ı Ebubekir Muhammed ibn Tayyib) dir. Bunun hakk ındaki<br />
biografik tafsilât da azd ır. Basra'da do ğmuştu. Hayat ının çoğunu<br />
Bağdad'da geçirmi şe benziyor. Ş iraz' ı ziyaret etti ği, aynı zamanda<br />
100
Büveyht sultan' tarafından Bizans saray ına elçi gönderildiği söylenir.<br />
Bir Malik': fakihi olarak yeti ştirilmi şti. E ş'arl'nin iki talebesinin tedrisi<br />
alt ında kelâma da çal ışt ı. 1013 de öldü.<br />
İbni Haldun (1406) a göre o, E ş'ari teolojisine atomculu ğu getirdi.<br />
Fakat en son çal ışmalar bunun, hata olduğunu açıkça gösteriyor.<br />
Zira atomculuk fikirleri bizzat E ş'arrnin kendi eserlerinde vardır.<br />
Onun seleflerinde ,de vard ı. al-l3akillâni tarafindan<br />
yaz ılan iki kitap, bu zamanda teologlar ın dikkatini üzerine çeken yeni<br />
meseleleri gösterir. Bunlardan biri Kur'an' ın i'caz ı, yahut mu'cizevi<br />
karakteri, diğeri de mu'cize ile (Mu'cize peygamberin iddias ının doğruluğunu<br />
gösterir) benzeri olay-bu olay, bir iddias ı olmıyan kutsal<br />
kimselerle alakah kerametler, yahut hile ve sihir olabilir i - aras ındaki<br />
fark idi. Bunlar biribirine s ıkı sıkıya bağlı idiler.<br />
Bu mesele- er-geç Islam teologlar ı tarafindan rasyonel metod kullanılarak<br />
izah edilmesi zaruri olan bir mesele idi. Hatta Muhammed<br />
(A.) in hayat ında bile müslümanlara şöyle denilmişti: "Muhammed<br />
(A.) in, Allah'tan haber getiren gerçek peygamber oldu ğundan nas ıl<br />
emin olabilirsiniz" Medine Yahudileri bunu daha kuvvetlice ifade<br />
etmi şlerdi: "Muhammed (A.), Kitab- ı Mukaddesin ifadesine göre<br />
kendisinin peygamber olduğunu ileri sürüyor. Halbuki onun baz ı<br />
vahiy diye ileri sürdükleri, Kitab- ı Mukaddesi tekzibediyor. Böylece<br />
o peygamber olamaz."* Irak, Suriye ve M ısır' ın zapt ından sonra<br />
müslümanlar h ırıstiyanlarla da daima omuz omuza ya şamak durumuna<br />
geldiler. Muhammed (A.) in peygamberli ğini inkâr eden insanlarla<br />
yaşamağı öğrenmek zorunda kal ıyorlard ı. Popüler teoloji, Muhammed<br />
(A.) için mu'cizeler ke şfetmek yahut icadetmek yolunu tuttu.**. Fa-<br />
,<br />
14 Massignon, Essai 2, 260-72, 318. Keza C.E. Bosworth, "The Rise of the Karâmiyyah<br />
in Khurasan", Muslim World, ı (1960), 5-14. Bir Hanefi olan belki de Maturidi ile görüşmüş<br />
bulunan Muhammed ibn al-Yaman as-Samargandi Kerramilere bir reddiye yazm ıştır<br />
(Al-Jawahir al-Mucl ı'a, II. 144, vs). Ismin Karam yahut Kiram oldu ğu üzerinde de münakaşa<br />
vard ır.<br />
* Hz. Peygamber kendisinin Tevrat ve İncil'de haber verilmi ş bulunduğunu söylüyordu.<br />
Ayn ı zamanda bunlar ın tahrif edildi ğini de söyledi. Gerçekten bunlar tahrif edilmişlerdi<br />
ama Tevrat ve İncil'in as ıllarından da baz ı parçalar kalm ışt ı . İşte o parçalarda Hz.<br />
Peygamber'e i şaretler vard ı fakat peygamberimizin bunlar ı söylerken onlar gidip ona i şaret<br />
eden ayetleri de imha etme ğe çalışmışlardı. Bunu te'yideden vakalar tarih kitaplar ında vard<br />
ır.<br />
** Müslümanlar peygamberimize mü'cize uydurmam ışlard ır. Peygamberimizin en<br />
büyük Mu'cizesi Kur'an- ı Kerimdir. Fakat ondan birçok mu'cizeler de zuhur etmi ştir ki<br />
bunlar ın bir kısmı tevatüre varan bir ço ğunluk tarafından görülmüş ve rivayet edilmi ştir.<br />
Bu arada baz ı zayıf rivayetli hatta uydurma mu'cizeler de Hz. Peygamber'e atfedilmi ştir.<br />
Sahih kritik bunlar ı ayıklam ıştır. Mütercim.<br />
101
kat daha ciddi teologlar, inançlar ın ı Kur'an' ın mu'cizevi karakteri<br />
üzerine in şa etmeği tercih ettiler. Keza onun okuyup yazmad ığına<br />
dair âyetleri de Muhammed (A.) in mu'cizesini yükseltmede kulland<br />
ılar; okuyup yazmas ı olmadığı halde bu kitab ı getirmesini onun<br />
mu'cizesine hamlettiler.<br />
Sufi al-Hallac (922), sa ğlam mu'cizevi vakalar ın, kendisinin<br />
ruhi tecrübelerinin gerçek olduklar ını gösterdiğini ileri sürdüğü zaman<br />
kelâma yeni bir unsur girdi. Bu, münaka şayı geni ş bir sahaya yayd ı ve<br />
birçoğu bu vakalar ın hile yahut büyü icab ı olduklar ın ı ileri sürdü.<br />
Bakillâni ile beraber teoloji şu görü şü benimser: mu'cize, yaln ız Allah' ın<br />
yapabileceği bir şey olmal ıd ır. Ve bir peygamber kendisinin peygamberliğini<br />
ishat için Allah' ın mu'cize yarataca ğını söyledikten<br />
sonra vukubulmal ıd ır. Mu'cize ve keramet, hokkabazl ığın dışında<br />
geçen şeylerdir. Ruhi sahtekarl ıklar yapan kimsenin hilesini önlemek<br />
için Bakillâni: mu'cize hadiselerin normal seyrini bozmal ıdır. Öyle<br />
ki ancak Allah' ın kudreti bunu yapacak şekilde olmal ıdır tezinde<br />
ısrar eder. Tabii hilenin fark ına varmak için bir kimsenin, akl ını kullanmas<br />
ı lüzumlu idi.<br />
al-Bakillâni ve birçok Sünni alimler tarafından ula şılan netice,<br />
Kur'an' ın bizzat Muhammed (A.) in peygamberli ğini gösteren bir<br />
mu'cize oldu ğu idi. Onun i'caz ı, fesahetinde ve yüksek edebi vas ıflarındayd<br />
ı.* Kur'an'da Muhammed (A.) e Arap ediplerini Kur'an'a<br />
bir benzer yapmalar ı için davet etmesi söylenir (11/93). Fakat bu<br />
tahaddiye cevap verme ğe hiç kimse muktedir olamad ı. Onlara göre<br />
Araplar ın bu ferman okuma ğa kar şı koymamalar ı, Allah' ın onları<br />
bundan önlemesinin gere ğiydi. Yaln ız Allah' ın yapabilece ği bir şey<br />
olmas ı, Kur'an' ın mu'cizeli ğini daha çok gösterir. Avrupal ı nokta-i<br />
nazar ından bu, kuvvetli bir münaka şa konusudur. Avrupal ı ondan<br />
ç ıkabilecek neticeleri psikolojik terimler içinde ifade etmek ister.<br />
Muhammed' (A.) in hayat ının sonuna do ğru ve onun vefat ından<br />
hemen sonra Arabistan' ın çe şitli kısımlar ında birkaç erkek ve bir kad<br />
ın ç ık ıp peygamber olduklar ını iddia ettiler. Burada, ortado ğuda<br />
umumiyetle adet oldu ğu vechile din, siyasi olaylara yak ından ba ğ-<br />
* Kur'an yaln ız fesahati ve edebi vas ıflariyle mucize de ğil, ayn ı zamanda ma'nasiyle<br />
mu'cizedir. Onun olaca ğını haber verdi ği olaylar on sene yirmi sene, yüz sene sonra aynen<br />
olmuştur. Onun kâinat hakk ında söylediği sözler bugünkü ilimle aynen isbat edilmi ş bulunmaktad<br />
ır. 1400 sene önce hiçbir ilmi tecrübeden haberi ohn ıyan bir Nebiyy-i Ummrnin<br />
ağzından ç ıkan bu sözlerin hiçbirinin ilimle çat ışmaması, ilmin onun söylediklerini teyidetmesi<br />
onun en büyük bir mu'cize oldu ğunu gösterir. Bu konuda İslama İ 'tirazlar ve Kur'an- ı<br />
Kerim'den Cevaplar adl ı eserimize müracaat etmek faydal ıdır. Mütercim.<br />
102
lanmış idi. Sadece yenili ğe ve gelişen İslam devletine kar şı koymak<br />
amaciyle bu adamlar Kur'an'a nazire yapma ğa çalıştılar. Bu adamlardan<br />
biri tarafından Kur'an stiline göre birkaç ayet de uyduruldu.<br />
"Fakat şurası inkâr olunamaz bir gerçektir ki ne Muhammde' (A.) in<br />
muas ırları, ne de sonraki yazarlar tarafından Kur' an' la mukayese<br />
edilebilecek bir şey yap ılamam ıstır ."<br />
Çal ışmalarımızın bugünkü durumunda E ş'ariliğin gelişmesinde<br />
al-Bakillâni'nin yerini aç ıkça takdir etmek güçtür. Sonradan Gaznede<br />
Kerramilerin bir muhalifi oldu ğu görülen İbni Fûrak (1°15) ve<br />
Neysabur'da kendisi için yap ılmış bir medresede kelâm okutan Abu<br />
İshak al- İsfara'ini ( ı o27) gibi devrin mukayeseli görü ş sahipleri olan<br />
E ş'ariler tarafindan yaz ılmış eserler az muhafaza edilmi ştir. al-Bakillâni'nin<br />
(peygamberli ği gösteren ilmi mu'cize) müstesna, orijinal<br />
olduğu hususlar azd ı. Fakat o, E ş'arl ta'liminin alelade s ıradaki eskimi<br />
ş unsurlar ını bir araya getirip bütün E ş'ari sistemini kurmu ştur<br />
ve bunu fi'len in şa etmi ştir.<br />
Bu zamandan itibaren itikatta E ş'ari olan birçok seçkin alimler<br />
bilinmektedir. Burada yaln ız ikisi zikredilecektir. Bunlar ın her ikisi<br />
de hayatlar ın ın çoğunu Neysabur'da geçirmi şlerdi. Ilki basiçte al-Ba ğ-<br />
dadi diye bilinir. Tam ismi Ebu Mansur abdu'l-Kahir ibn Tahir'dir<br />
ı o37 de vefat etmi ştir. İlk fırkalar üzerine verdi ği malûmat ile iyi tatan<br />
ınmıştır. Her fırkarun hatalanm aç ıkça göstermi ştir. Ana noktalar<br />
ın vaz ıh bir beyan ın ı veren ve diğer firkalarla olan ana farklar ı belirten<br />
mücmel bir E ş'ari itikad ı da yazmıştır. İkincisi Islam tasavvufu üzerine<br />
yazanlar ın büyüklerinden biri olan Ku şeyri (1°72) dir. Onun<br />
Eş'ariler aras ında bulunmas ı -teoloji üzerine eser yazm ış ve herhalde<br />
konferans da vermi ştir- bize şunu hatırlatır ki teoloji ile tasavvuf arasındaki<br />
ayr ılık mübalâga edilmemelidir. Zira hiçbir zaman kesin bir<br />
ayrılık olmamıştı .<br />
Selçuklular ın ı o55 de Bağdad'a girmeleri ve halifenin ismi hakimiyetini<br />
kabul etmeleri üzerine, bunlar sünni olduklar ı için E ş'arilerin<br />
rahat edecekleri dü şünülebilir. Fakat aksine bir zaman gadre<br />
uğrad ılar. Bunun sebepleri aç ık değildir. Fakat bu i ş Selçuk Sultarun ın<br />
veziri al-KundurVnin marifeti oldu. Bu zata sap ıklara kar şı tedbirler<br />
almas ı emredilmi şti. Bu sap ıklar Şiller idi. Fakat Kunduri bunlara<br />
E ş'arileri de katt ı. Kendisinin Hanefi oldu ğu, Şafillere şiddetli bir<br />
şekilde kar şı koyduğu da söylenir. Bir zaman için camilerde Cuma<br />
hutbelerinde E ş'arilere alenen lanet edildi, ders vermeleri, yahut<br />
va'zetmeleri menedildi. Ku şeyri ve Cuwayni dahil müteaddit alimler,<br />
103
kaplan ın yahut gizlenmenin daha emniyetli oldu ğuna kanaat getirdiler.<br />
Cuwayni ömrünün dört y ılını Hicaz'da geçirdi. Bundan dolay ı<br />
Imamu'l-Harameyn (iki tap ınağın: Mekke ve Medine'nin imam ı )<br />
diye bilinme ğe başlad ı. Bu, ı o59 la ı o63 arras ında cereyan etti.<br />
Birinci Selçuk sultan ının ölümü ve tahta Alpaslan' ın geçmesi,<br />
E ş'arilere tam tersine, bir şans getirdi. Yeni sultan ın kuvvetli ve kabiliyetli<br />
bir veiziri vard ı : Nizamu'l-Mülk. Bu zat, al-Kundurrnin rakibi<br />
idi. Aynı zamanda Şafiiler ve E ş'arilerle de te şriki mesaisi vard ı .<br />
Fatımi propagandas ının tehlikesinden müteyakk ız idi. Ve bunun<br />
tenkil tedbirleriyle önlenemiyece ğini anlamıştı. Bu sebepten o, sünni<br />
hegemonyas ım fikren müdafaa için geni ş sahalara yay ılan bir siyaset<br />
takibetmeği düşündü. Bu konuda en büyük vazife E ş'arilere verilmi ş-<br />
ti. Cuma günleri onlara yap ılan lanet durdurulmu ş ve ı o65 in sonuna<br />
doğru Bağdad'da yeni bir medresenin, Nizamiyyenin in şas ına ba şlanmıştı.<br />
Bu medresenin ı o67 de aç ıl ışından sonra medresenin E ş'ari<br />
karakterinin üstünlü ğünden dar ılmış olan Bağdad Hanbelileri, kargaşal<br />
ıklar doğuran baz ı huzursuzluklara âmil oldular. E ş'arileri desteklemekten<br />
geri kalm ıyan Nizamu'l-Mülk, gerginlikleri zazaltan baz ı<br />
müsaadeler verdi. Ayn ı zamanda hilâfetin di ğer önemli şehirlerinde de<br />
benzeri medreseler yapma ğa devam etti. Bunlardan, müessir olan<br />
biri, al-Cuwaynrnin müderris ve Gazalinin talebe oldu ğu Neysabur'daki<br />
Nizamiyye medresesi idi.<br />
İmamü'l-Haremeyn al-Cuwayni, bilgin bir âileden gelmi şti.<br />
Babas ı ı o ı 6 civar ında bir çe şit fıkıh ve ilgili konular okulu açm ışt ı .<br />
Babas ının ı o46 da ölümü üzerine genç al-Cuwayni (ki Abu'l-Maâll<br />
de denir), Yirmi yahut daha küçük bir ya şta, henüz baz ı konulara<br />
kendisi çal ışırken (talebe iken) okulun idaresini eline ald ı. Bağdad'da<br />
en yüksek kuvvete sahibolduktan birkaç y ıl önce Neysabur'un idaresini<br />
ele geçiren Selçuk hükümetinden gelen bask ı, onun, Neysabur'u terk<br />
edip kendini Ba ğdad'a atmas ına sebeboldu. Bu, muhtemelen ı o54<br />
civarında olmu ştu. Şüphesiz bu, daha önce zikredildi ği veçhile sap ıklara<br />
kar şı bir hareketti. Ba ğdad' ın da selçuklar ın eline geçmesinden<br />
sonra Cuwayni Mekke ve Mediye'ye çekildi. 1063 civar ında Neysabur'a<br />
dönebildi. Buras ı, Nizamü'l-Mülk'ün, bir Nizamiye medresesi<br />
kurduğu şehirlerden biri idi. Al-Cuwayni, I o85 de vefat ına kadar medresenin<br />
reisi oldu.<br />
Cuwaynrnin teolojik görü şü, irşad yahut do ğruluk rehberi 2<br />
şümullü bir eserin Frans ızcadaki tercümesinden elveri şli bir denen<br />
2 Klopfer tarafından tercüme edilen rruhtasar bir akaid eseri Das Dogma des Imâm<br />
al-Haramayn al-Djuwaini und ein Werk al-'Aqidat an-Nizâmiyah, Cairo/Wiesbaden, 1958.<br />
104
şekilde öğrenilebilir. Umumiyetle onun görü şü, Bakillâni'nin görü şüne<br />
çok benzer. Şu kadar ki bunda münaka şalar daha dikkatli ve daha<br />
ince ele al ınmışt ır. Ilgi duyulan görü şler ayn ıd ır. Fakat epistemolojik<br />
ba şlangıçlara daha belirli bir ilgi vard ır. Bundan ba şka işaret edilecek<br />
en önemli husus da E ş'ari görü şünden Mu'tezili görü şüne doğru kaymad<br />
ır. Bunun belirtilerinden biri, Mu'tezili Ebu Ha şim'e bağlanan<br />
Ahval doktrininin kabulüdür. Daha önemlisi de Allah'a ait harfi harfine<br />
manas ını vermek mümkün olm ıyan antromorfik terimleri "mecazi<br />
olarak anlamak (Tevill"dir. Böylece E ş'ari "El" kelimesinin<br />
Allah' ın eli şeklinde "Fakat mahiyeti mechul" olarak anla şılmak gegerektiğini<br />
ileri sürdüğü halde al-Cuwayni, cismani manamn mümkün<br />
olmad ığını ve kudret manas ında anla şılmas ı lâz ımgeldiğini iddia<br />
etti. Biografi yazanlar şunu da ifade ederler ki al-Cuwayni felsefeye<br />
çalışmıştı. Eserlerinde bunun izi yoksa da öyle görünüyor ki büyük<br />
talebesi al-Gazali'yi, felsefeye çal ışmanın önemini anlamağa o sevketmişti.<br />
Maamafih sert teologlarm reddettikleri kitaplarda dahi durmadan<br />
gerçeği ara ştırmas ından sonra hayat ının sonuna doğru nihayet<br />
çocuk imanına benzer bir iman kanaatine vard ı. Ve hayat ının bütün<br />
tecrübelerinden elde etti ği şu neticelere davet etti: "Ya şlı kad ınların<br />
dinine sar ıl",<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
J. Bouman, Le Confilt autour du Coran et la solution d'al-Bakillâni,<br />
Amsterdam, 1959. Dikkatli bir münaka şa.<br />
W. Montgomery Watt, "Some Muslim Discussions of Anthropomorphism",<br />
Transactions of the Glasgow University Oriental Society,<br />
XIV (1953), ı — ı o.<br />
R. Paret, "Der Standqunkt s in der Lehre von Koran",<br />
Studi orientalistic in onore di G. Levi cella Vida, Rome, 1956, II.<br />
294 ff<br />
Imam El Haramein (Jowayni), El-Irchad, bas ı ve Frans ızcaya<br />
tercüme. Yapan: J.D. Luciani, Paris, 1938 G. Vojda taraf ından<br />
Journal Asiatic'de baz ı düzeltmelerle. 1938, 149-53<br />
A.J. Arberry, The Doctrine of the Stifis, Cambridge, ı 935. al-<br />
Kalâbâdhi (995) nin Kitabu't-Ta'arruf'unun tercümesi. s. 1 4-74<br />
Hanefi istikametindeki do ğmatik görü şlere temas eder.<br />
105
FASIL 13<br />
Gazali<br />
Gazali hem müslümanlar, hem de Avrupal ı ilimler tarafından<br />
Muhammed (A.) den sonra en büyük müslüman olarak ileri sürülmü ş-<br />
tür. Bu hükmün gerçekten do ğru olup olmadığı bilhassa Avrupal ı ilimler<br />
için üzerinde durulacak güç bir meseledir. Zira onlar ın çoğu için<br />
Gazali müslüman yazarlar ının en sevimlisi ve en cana yak ın ıdır.<br />
Belki de söylenecek en emin söz, tesirinin ne kadar sürdü ğünü görmek<br />
için onun ölümünden sonraki iki yüz y ıllık süre içindeki bütün dini<br />
olay dikkatlice takibedilmedikçe bu soruya tam uygun bir cevap<br />
verilmiyece ğidir<br />
O umumiyetle Gazali yahut al-Gazel diye bilinir. Fakat ta kendi<br />
zaman ından beri kelimenin Gazali mi yoksa Gazzili mi şeklinde teliffuz<br />
edilece ği münaka şa edilmektedir. Kat'i olmamakla beraber<br />
ilki daha şayanı tercihtir. İkincisini tercih edenler, babas ın ın fakir bir<br />
yün eğirip sat ıc ısı olduğunu ileri sürerler. (Gazzil). Fakat bunun do ğ-<br />
ruluğu güçtür. Zira büyük teologun bir amcas ı yahut büyük amcas ı<br />
da var ki o da seçkin bir ilimdi. Ona da Gazali denirdi. Ekseriya Arap<br />
yazarlar ı tarafından künyesiyle gösterilir. "Enu Hamid (Hamid'in<br />
Babas ı)" Kendi ismi Muhammed idi. Ahmed adl ı bir karde şi vardı ki<br />
bu zat mistik olarak gösterilir ve Farsça eserler yazm ıştır. Teolog io58<br />
de Tus'ta (Iran'da şimdiki Meşhed'e yak ın) doğdu. İlk öğrenimini<br />
orada yapt ı. Tahsilinin ileri merhaleleri için adet oldu ğu üzre seyahate<br />
ç ıktı . İlkin Hazer Denizinin Güney do ğu köşesinde bulunan Cürcan'a<br />
gitti. Sonra tahminen ı 077 de, yak ın olan Neysabur'a hareket<br />
etti. Burada fıkhi çalışmaları yanında Cuwayni tarafından teoloji<br />
ve felsefeye de i şina k ılındı. al-Cuwaynrnin io85 de ölümü üzerine<br />
Nizamül'l-Mülk'ün yan ına gitti ve orda bulunan birçok ilimler ara-<br />
1 Bak: Margaret Smith, Al-Ghazâli the Mystic, ch. 13<br />
106
s ında me şhur bir mevkie sahiboldu. Öyle ki 1091 de henüz çok genç<br />
iken Bağdad'daki Nizamiye medresesine profesör tayin edildi.<br />
Dört yıl için o, burada üç yüz ö ğrenci dinleyicisine ders verdi.<br />
Ayn ı zamanda Farabi, İbni Sina felsefesini tam bir vukufla tetkik<br />
ediyordu. Bu, şimdiye kadar teologlar ın yapmad ığı bir şeydi. İlkin<br />
filozoflar ın görü şlerinin uzunca objektif bir özetini yazd ı. (Bu eser<br />
ortaça ğlarda lâtinceye çevrilmi şti. Vuzuhundan dolay ı müessir oldu).<br />
Daha sonra onlar ın görü şlerini çürüten bir tenkid yazd ı. "Tehafut'ul-<br />
Felasife" Yine bu zamanda di ğer birkaç eser de verdi. Bu a şikar başar<br />
ısına rağmen o, kalben hastaland ı. Cehennem ate şi tehlikesinin kaygusuna<br />
dü ştü. ı og5 Temmuzunda bu ruhi s ıkıntılar konu şmas ına, kendini<br />
va'zlar ından önliyen fiziki bir hal getirdi. Bu dahili ıztıraptan<br />
birkaç ay sonra ı o95 Kas ımında Bağdad' ı terk etti, Haccetmek maksadiyle<br />
Mekke'ye gidecekti fakat bir hukukçu, kelâmc ı ve üniversite<br />
profesörlü ğü kariyerinden ayr ılıp bir sufi olarak tam Allah'a hizmet<br />
etmek amaciyle gidecekti. Onun bu de ğişikliği soru şturulmakta ve<br />
onun bu büyük de ğişmesine çe şitli maddi sebepler ileri sürülmektedir.<br />
Ama bunların hiçbiri yeter sebep görünmüyor. Fakat ı o95 Şubatında<br />
Bağdad'da tan ınmış olan yeni Selçuk Hükümdarı Barkiyarug ile<br />
fena münasebetleri, onun karar ında bir âmil olabilir. Daha derin bir<br />
sebeb de ulema aras ındaki meslekta şlarının çoğunun (fakihler ve di ğer<br />
alimler) ihtiraslar ından nefret edi şi idi. Belki de kariyerini terk edi şinin<br />
baş amili, hissettiği manevi bir hayat ya şamas ının, bu haset içerisinde<br />
imkans ız oluşu idi. Nisbeten kasaba merkezinden ba şşehrin<br />
bu sofistik muhitine gelen hakiki dindar bir adam için bu, tabii bir reaksiyon<br />
olabilir.<br />
Bağdad'dan ilkin Şam'a gitti. Onun bir aç ıklamas ını yanl ış anlama,<br />
hem eski, hem yeni alimleri onun, müteakip on y ılını Suriye ile<br />
Hicaz aras ında geçirdiğini dü şünmeğe sevketmi ştir. Halbuki bütün<br />
muteber kaynaklar ı daha dikkatli bir tetkik, bunun böyle olmad ığını<br />
ve onun dünyadan çekilme y ılları olan on yılının daha ziyade a şağıda<br />
gösterildiği veçhile sarfedildi ğini aç ıkça göstermektedir.' Ba ğdad'dan<br />
ayrılır ayr ılmaz hemen Hac'ca gitti. Ertesi y ılın yani ı og6 nın Kas ım<br />
ve Aralığına rasthyan Hac mevsimine kadar bekledi. Mekke'yi ziyaretinden<br />
ya önce veya sonra Kudüs ve Hebron'u ziyaret etti. Fakat hazan<br />
söylendiği gibi hiçbir zaman M ısır'a gitmedi. Hac'dan hemen snora<br />
2 Bak: F. Jabre, "La Biographie et l'oeuvre de Ghazali reconsiderees..."Wangel,s<br />
de l'Institut Domicicain d'Etudes Orientales du Caire, 1954, 73-102, M.Bouyges, Essais de<br />
chronologie des oeuvres de al-Ghazali, Beirut, 1959.<br />
107
Irak'a döndü. Çünkü 1097 Haziran ında Bağdad'da görülmü ştü.<br />
Burada bir müddet kald ıktan sonra birkaç ay, yahut belki de bir y ıl<br />
geçince kendi do ğum yeri olan Tus'a döndü. Orada bir zühd ve tasavvuf<br />
hayat ı ya şadı. Etrafında bir talebe cemiyeti topland ı . Bunlar onun<br />
amellerini taklidettiler ve kendisinden ders ald ılar.<br />
ı o4 y ılı sonunda Selçuk hükümdarl ığında başka bir değişiklik<br />
oldu. Vezirlik makam ı Nizamü'l-Mülk'ün bir o ğlunun eline geçti ki<br />
bu zat, Gazali'ye Neysabur'daki ilmi konferansa, muhtemelen Nizamiye<br />
medresesine dönmesi için bask ı yapt ı. Onun hakk ındaki mülâhazalardan<br />
biri, Muhammed (A.)in her as ır ba şında kendi dininin bir<br />
müceddidi geleceği yolundaki bir Hadisi idi. Şimdi müslümanlar, beşinci<br />
İslam asrımn aylarına yakla şmakta idiler ve birçok arkada şları<br />
onun, müteakip asr ın tayin edilmi ş müceddidi olduğunu ileri sürdüler.<br />
Böylece o, ı ı o6 Temmuzunda Neysabur'a gitti (499 H.) ve orada<br />
nihayet üç y ıl kalabildi. Sonunda hastal ığından, yahut bilmedi ğimiz<br />
başka bir sebebpten dolay ı Tus'a döndü ve ı ı ı ı de orada vefat etti.<br />
Gazali'nin hayat ı hakkında maltımatımız ın çoğu, daha ziyade<br />
onun bize b ıraktığı al-Munkizu mina'd-Daral (Sap ıklıktan kurtar ıc ı)<br />
diye tercüme edilebilecek olan kendi hal tercümesine istinadeder. Bu,<br />
evvel emirde fikri bir müdafaa eseridir. Bu yüzden hayat ı tarihi s ıradan<br />
ziyade şematik olarak yaz ılmıştır. O gerçe ği aramağa ç ıktı. Ve<br />
kendi gününde gerçe ği arıyanlar ın dört zümresini: kelâmc ılan, filozoflan,<br />
İsmailileri ve sufileri yoklad ı . İşte tarihi s ıra bak ımından şüpheli<br />
olan da bu safhad ır. Maamafih zaman ının dü şünce sistemine<br />
yard ım eder dü şüncesiyle (s ırada bir değişiklikle beraber) bunun<br />
takibedilmesi uygundur.<br />
Gazali'nin felsefe çal ışmas ı, sonradan yazm ış olduğu bütün eserlere<br />
tesir etmi ştir. Ve Hakikaten İslam teolojisi yolunda ondan sonra<br />
gelenlerin hepsine etkisi olmu ştur. Nas ıl ki al-E ş'ari Mu'tezile ve Hanbeliye<br />
gösü şlerini mezcederek ilk Yunan tesir dalgas ını önledi ise, felsefe<br />
ve teolojiyi mezcetmek suretiyle Gazali de İbni Sina'da zirveye<br />
ulaşan felsefi cereyan ın ikinci dalgas ını yendi. Maamafih onun davran<br />
ışı basitçe menfi (bir davran ış) olmaktan uzakt ı. Bir yandan Tehafutu'l-Felasifesinde<br />
Yeni Eflâtunculu ğa kuvvetle kar şı koydu ve<br />
bundan sonra art ık İslam dünyas ında şayan ı dikkat hiçbir filozof<br />
ç ıkmad ı (İbni Sina ı o37 de ölmü ş olmakla beraber felsefe belki de<br />
Gazali'nin ı o95 de eserini yazmas ından önce ba şka sebeblerden do-<br />
108
lay ı inhitata yüz tutmu ştu). 3 Aristo mant ığına hayranlığı dolay ısiyle<br />
bu sahada çok derinlere varm ış ve bu konuda müteaddit eserler yazarak<br />
onu diğer mütekellim ve fakihlere tan ıtmışt ı. Öyle fakihler ki onlara<br />
göre filozoflar ın kitaplar ı anla şılamaz idiler, yahut teknik bak ımından<br />
güç idiler. T ıpkı Eş'ari'nin ana sünni akidesini Mu'tezile metodlariyle<br />
savunduğu gibi Gazali de bu akideleri Eflâtuncu (Aristoyu da<br />
içine alan) üstün metotla ve İbni Sina ve diğerlerinden ö ğrendiği fikirlerle<br />
savundu. Bu de ği şiklik dolayısıyledir ki İbni Haldun onu, "Modernlerin<br />
usulüne" göre yazan ilk teolog (mütekellim) olarak gösterir.<br />
Gazali'nin teolojiye yard ımı, felsefi metodlar ı getirmenin d ışında<br />
önemli değildir. The Golden Mean in Blief ( İamanda altun Ma'na)<br />
adl ı bir eser vermi ştir. Bu eser k ısa olmas ına rağmen al-Cuwayni'nin<br />
al-ir şad- ı ayar ındad ır. K ıyas ın mahiyet ve ehemmiyetine temas eden<br />
bir mukaddime vard ır. Diğer münaka şalar da k ıyas şeklinde verilir.<br />
Diğer taraftan bununla el-Cuwayni'nin eseri aras ındaki farklar, al-<br />
Cuwayni ile al-Bakillâni aras ındaki farklara göre azd ır.<br />
Gazali sufiliğe yöneldikten sonra teolojiyi ihmal etmemi ş olsayd ı,<br />
kelâma daha büyük yard ımlar yapm ış olurdu. Çünkü onun tasavvufa<br />
meylettikten sonra kelâmdan tamamiyle ayr ılmış olduğu söylenir.<br />
Gerçek şudur ki o kelâm ın kusurlar ını biliyordu. Biliyordu ki cennete<br />
giren kimse kelâm yoliyle de ğil, sırf ahlâki hidayetin tasavvufi hayat ım<br />
yaşamak ve Allah'a yakla şmak suretiyle gider. Kelâm da yine iman<br />
için lüzumlu bir korunma vas ıtas ı olarak kald ı. Golden Mean'in tasavvufa<br />
dönü şünden sonraya kadar tamamlanmad ığı mümkündü. Onun<br />
büyük eseri The Revival of the Religious Sciences ( İhyau<br />
Din), bellenmesi lâz ımgelen akideyi ve genel sünni akidesinin bir<br />
beyanını ihtiva eder. İhya'nın The Forty (al-Arba'un) diye me şhur<br />
bir özetinde o, The Golden Mean'in, ayn ı cinsten eserlerin en iyisi<br />
olduğunu söyler. Nihayet 1959 dan beri âlimlerce bilinmektedir ki<br />
o, ölümünden biraz önce The Restraining of the Commonalty from<br />
the Science of Theology ( İlcamu'l-Awam an ilmil-Kelâm) adl ı makalesini<br />
bitirdi. Bu makaledeki kelâm görü şü de yine E ş'ari'dir. Böylece<br />
o, hiçbir zaman bir E ş'ari mütekellimi olmaktan geri durmam ış-<br />
3 Mümkün bir istisna Abhari (1265) dir. Fakat hakk ında çok az şey bilinir. Bak:<br />
El' GAL, I, 608; GALS, I, 839. Bu zat felsefe üzerine kitaplar yazm ıştır. Bunlar çok şerh<br />
edildiği için önemli metinlerdir. Bu gösterir ki bu eserler orijinal eserler olmaktan ziyade<br />
ba şka eserlerden yap ılmış özetlerdir ve mütekellimlerin ihtiyaçlar ına göre adapte edilmi ş-<br />
lerdir.<br />
109
tır. Kelâmın ilkin düşündüğünden daha az önemi olduğu kanaatine<br />
varmış olmas ına rağmen.<br />
Onun İsmaililiğe çal ışmas ı, belki de felsefe ve kelâm çal ışmas ından<br />
tamamen farkl ı idi. Ondan çok şey öğrenmek isteyip istemedi ği<br />
şüphelidir. Maamafih Fahmi propagandas ının tehdidi aç ısından bakılacak<br />
olursa Abbasi halifesi taraf ından (ki bunun durumu Selçuk<br />
sultanlarınınkinden daha çok tehdidedilmi şti) kendisine bu propagandan<br />
ın fikri yahut kelâmi bir tenkidini yazmas ı rica edilmi şti. Gazali<br />
bunu ı o94 Şubatında yapmış olmalıdır. Onun Bağdad'dan ayr ılışı<br />
o95 de olmu ştu.Aynı zamanda O, (ismaililerin) özel görü şleri üzerinde<br />
de bir iki küçük kitap yazd ı. Bunların ne derece tesirli oldu ğunu söylemek<br />
güçtür. Ama İsmaililiği yenmek için yard ım ettiklerinde şüphe<br />
yoktur. ı ogo da dağlık bölgelerde ba şar ı ile ba şlıyan ihtilâl, şehir ve<br />
kasaba elde edemedi. Bu arada ı o94 deki baş kald ırmalar, Fat ımi hükümetiyle<br />
olan ba ğları kırd ı. (Gazali umumiyetle İsmailileri Ta'limiyye<br />
ve Bat ıniyye gibi isimlerle gösterir.)<br />
Gazali hayati inki şafinda felsefeyi ve İsmaililiği inceledikten sonra<br />
tasavvufi çal ışmalarına başlad ığını söylerse de çok daha erken bir<br />
çağdan beri tasavvufla temas halinde idi. Babas ının ölümü üzerine<br />
o ve karde şi, babas ının arkada şı olan sufi bir zat ın muhafazas ına tevdi<br />
edildiler. Neysabur'daki talebelik günleri s ırasında bir profesör (muhtemelen<br />
fik ıh müderrisi) olan Farmedi ( ı o84)nin tesiri alt ında kalmıştı.<br />
Bu zat, oradaki sufilerin lideri idi. O s ırada kendisi tasavvufla hem<br />
nazarl, hem de ameli yönden biraz a şinalık kesbetmi ş görünmektedir.<br />
Fakat sonradan tasavvuftan kelâm ve felsefeye dönmü ştür. i 095 deki<br />
ruhi sars ıntı üzerine tekrar tasavvufa döndü fakat çabucak anlad ı ki<br />
tasavvufu yaln ız nazari ö ğrenmek kâfi de ğildi. Tatbik etmek lâz ımdı .<br />
İşte bu dü şünce iledir ki Ba ğdad'daki makamıru terk etti ve servetini<br />
de dağıtt ı. Öz bir eser olan Bidayetu'l-Hidaye'den esas hayat ı hakkında<br />
k ısa bir fikir edinilebilir. Bu hayat bir nevi manast ır hayat ı idi.<br />
Tus'ta etrafına toplad ığı talebe ku şağı ile bir manast ır cemiyeti te şkil<br />
etmi şti. Amel üzerine temellendirdi ği mes'ud hayat görü şü, "İhyau<br />
Ulümi'd-Din" The Revival of the Religious Science" eserinde tasvir<br />
edilir Bu eser, Arapçada dört büyük cilt tutan k ırk "kitap" tan müteşekkil<br />
bir eserdir. Bunun birçok kitaplar ı Avrupa dillerine tercüme<br />
edilmektedir.<br />
Gazalinin olgunluğu, tasavvufi ameline (prati ğine) bağlı bulunduğundan<br />
dolay ı, onun İslâm dü şüncesinin geli şmesindeki yerini<br />
ara ştırırken bu hususun takdirine çal ışmak mühimdir. Gazali'den<br />
110
önce ulema ile sufiler aras ında bir uçurumun bulundu ğu söylenemez.<br />
Baz ı sufiler amelsiz idiler, ama hepsi de ğil. al-Ku şeyri ileri gelen bir<br />
sufi olduğu gibi ulemadan bir zat idi de. Hanbeliler aras ında da sufiler<br />
vard ı. Ulemadan baz ıları amelsizliğinden (z ındıklığından) dolay ı<br />
922 de idam edilen mutasavv ıf al-Hallâc' ı muhafazakâr olarak yani<br />
ehl-i Sünnetten kabule yana şıyorlard ı. Bu gösteriyor ki sufi cereyan ı<br />
ile ana sünni k ısmı birbirine yak ındı. Bununla beraber Gazali'nin<br />
başarıs ı yüksek derecede bir terkip yapmas ı idi. Onun seleflerinden<br />
çoğu için tasavvuf, şer'i amellerin kalkt ığı yerde ba şlar. Gazali'nin<br />
eserinin ço ğu herkese farz olan şeri amellerin deruni manalar ını göstermeğe<br />
matuftur (ki bu deruni manaya "sufistik" denilebilir).<br />
Gerçek tasavvufi hayat, bütün bu vazifelere sadakat ve imanla riayet<br />
etmekti. Sadece bu esas üzerinde yürüyen bir kimse sufili ğe mahsus<br />
saha olan daha yüksek tasavvufi derecelere yükselebilirdi. Şahsi tecrübesi<br />
sayesinde yazabilmi şti. Bu, aç ıkça gösterdi ki bu deruni sözler z ındıklık<br />
getirmez, bunlar şeriate sadakatle riayetle terkibedilebilir.<br />
Bu bak ımlardan Gazali kelâma do ğrudan doğruya bir yard ım<br />
yapmıyordu. Seri vazifelerle, Kelâmi formüllerle ifade dilen inanc ın<br />
insanla olan münasebetinin, sadece bir d ış münasebetten ibaret olmayıp<br />
onun hayat ının derinliklerine kadar nüfuz edebilen bir münasebet<br />
olduğunu gösterdi. Muhakkak ki bu, kelâm ı soldurmadan, dinin<br />
gerçek hayati veçhesine yard ım etti. Gazali ayn ı zamanda mistik<br />
tecrübelerin mahiyeti hakk ında ve bunlar ın, Peygabmberin vahiy<br />
tecrübesiyle olan münasebeti hakk ındaki nazariye üzerinde de fikir<br />
yürüttü. -Mesela Mi şkatul-Anwar adl ı eserinde. Fakat onun nazariyeleri<br />
sonraki mütekellimler tarafindan izlenmedi ve hiçbir suretle<br />
müessir olmu ş görünmüyor.<br />
Bu tetkikte Gazali hakk ında ileri sürülen maltimat, üzerinde<br />
ihtilaf edilen bir görü şün doğruluğunu kabule götürmektedir. Yak ın<br />
çalışmalar, İlcamu'l-Awam an İlmi'-lKelâm' ın salâhiyetli ne şri gösteriyor<br />
ki alimlerin fikri bu görü şü kabule doğru gelişiyor. güçlüklerin<br />
mihrak ı şudur: Gazalrye atfedilen birçok eserler var. Bunlar ın mevsukiyeti<br />
ara şt ırılmaktad ır. Bir ikisinin, Gazaalrnin asnndan sonra<br />
yaz ıldığı aşikard ır. Birkagnın mevsukiyeti hakk ında da İgnaz Goldziher,<br />
Duncan Black Macdonald, Miguel Asin Palacios ve di ğerleri<br />
tarafindan şüpheler izhar edilmi ştir. Bu eserlerin ço ğu, sünni kellmma<br />
pek aykırı olan mistik nazariyeler ihtiva eder. Bunlardan birinde<br />
yahut ikisinde Yeni Eflâtuncu doktrinlerin kabulü vard ır ki Gazali<br />
bunu Tehafutu'l-Felasifesinde sarahaten reddetmi şti. Bu eserlerin
s ıhhatini kabul edenler bu yüzden onun hayat ında kendini tasavvufun<br />
müfrit şekillerine kapt ır ıp hem şerI amellerden, hem de sünni<br />
doğmas ından tamamen ayr ılan bir devir görürler. Bununla beraber<br />
genel teolojik görü ş bak ım ından tamamen sünni olan İlcamu'l-Awam<br />
an ilmi'l-lKelâm' ın tam hatas ız olarak tarihini tesbit etmek suretiyle<br />
sonraki müfrit tasavvufi devir geçirdi ği görü şü müdafaa edilemez<br />
olmaktad ır. Yaz ılabilmi ş olan şüpheli eserlere bakarak onun hayat ı<br />
hakk ında ba şka bir nokta bulmak güç oldu ğundan dolay ı, bu eserlerin<br />
şüpheli karakterlerini kabul etmek kuvvetli bir görü ş haline<br />
gelmektedir. İslâm dünyas ında ya bir adam ı lekelemek, yahut<br />
ekseriya sap ık doktrinleri kendisinden şüphe edilmiyen bir otoriteye<br />
atfetmek süretiyle onlara revaç kazand ırmak halleri çok görülmü ştür.<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
Margaret Smith, Al-Ghazâl, the Mystic, London, 1944.. Gazalinin<br />
hayat ı hakk ında, Ingilizcede ba şka yerde bulunm ıyan materyeller<br />
ihtiva eder.<br />
A. J. Wensinck, La pensee de Ghazzâl,, Paris, 1940, esas olarak<br />
bir materyal kolleksiyonudur. Bu ve önceki eser, mavsukiyeti şüpheli<br />
olan eserleri kullanma ğa müsaade eder.<br />
W. Montgomery Watt, Muslim Intellectual the Strugle and Achievement<br />
of al-Ghazâl, (bas ılacak). Onun hayat ı ve dü şüncesiyle kendi<br />
çağınınki aras ında münasebet kurma te şebbüsleri.<br />
Maurice Bouyges, Essai de chronologie des ceuvres de al-Ghazâl,,<br />
M. Allard tarafından tab' ı yap ılmış ve bugünkü dilimize adapte edilmiştir.<br />
Beirut, 1959 Bir y ığın bibliografik ma'ltımat ihtiva etti ği gibi<br />
münaka şalar ve mevsukiyet meselelerini de içine al ır. Bu son eser<br />
Montgomery Watt' ın makalalerinde münaka şa edilir. (A. Forgery<br />
in al-Ghazali's Mishkat (Gazali'nin Mi şkât ında bir kalpazanl ık).<br />
Journal of the Royal Asiatic Society, 1949, 5-22; 1922; 1952, 24-45<br />
J. Obermann, Der philosophische und religiöse Subjektivismus Ghazalls,<br />
Vienna, 1921. Ba şlıca İhya'ya dayanan faydal ı tetkiklerdir.<br />
Fakat neticelerde a şır ı derecede felsefi öncel fikirlere istinadeder.<br />
F. Jabre, La Notion de Certitude selon Ghazali, Paris, 1958; La Notion<br />
de la Marifa chez Ghazali, Beirut, 1958. Bu da faydal ı tetkiklerden<br />
ibarettir ama yine şüpheli ya da hatal ı pe şin fikirler var.<br />
112
G.H. Bousquet, etc. Ihya 'Oulotim ed-Din ou Vivification des sciences<br />
de la foi, Paris, 1955. İhyau Ulümi'd-Din'in Frans ızca tahlili. K ırk<br />
kitaptan birço ğu şimdi Avrupa dillerine tercüme edilmektedir.<br />
W. Montgomery Watt, The Faith and Practice of al-Ghazali,<br />
Hidaye'sinin tercümeleri.<br />
S.A. Karaalı, Al-Ghazall's Tahafut al-Falasifah (filosoflar ın birbirini<br />
tum ıyan bo ş sözleri), Lahore, 1958. Güzel bir tercüme. Bu eserin<br />
büyük bir k ısmı S.van den Bergh tarafindan da tercüme edilmi ştir.<br />
Bu tercüme, İbnu Rü şd tarafindan yap ılan Reddiyesi içindedir. (Bak:<br />
Bibliografya, fas ıl 15)<br />
M. Asın Palacios, El justo medio en la creenica, Madrid, 1929.<br />
The Golden Mean in Blief (imanda Altun Mana)in İspanyolca tercümesi.<br />
I. Goldziher, Streitschrift des Gazal gegen die Bât ınijja-Sekte, Leiden,<br />
1916. Mukaddime ve ismaililere kar şı bir eserin özeti ve k ısaltılmış<br />
tab' ı .<br />
W.H.T. Gairdner,<br />
Mishkât al-Anwâr ("The Niche<br />
for Lights"), London, 1924. Bir mukaddime ile beraber tercüme.<br />
113
FASIL i4<br />
ı ıoo - 125o Arasında Sünni Kelâmı<br />
al-Gazali'yi hemen takibeden devirde parl ıyan güne ş ışığından<br />
koyu karanl ığa doğru bir geçi ş zamanı vard ır. Abbâsi hilâfetinin hüküm<br />
sürdüğü bölgede sonraki devrilerde İbni Teymiyye (1328) nin<br />
ve Muhammed Abduh (19°5) in tetkikleri d ışında bir mütefekkir<br />
mahsulü olan mufassal bir eser yaz ılmamışt ır. Brockelmann' ın kitab<br />
ında binlerce eserin ismi mevcuttur. Fakat bat ılı bilginler, bunların<br />
ancak bir avuç kadar ını işliyebilmi şlerdir O da geli şi güzel. Fakat<br />
yaşıyan müslüman müeellifler bu kadar ın ı da yapmam ışlardır. Bu<br />
yüzden a şağıdakiler ondokuzuncu as ır ba şındaki Afrika haritas ına<br />
benzer.<br />
Başlı başına teoloji tarihine aidolmamakla beraber on ikinci<br />
as ırda yahut on üçüncü as ır başlar ında yeni bir dini geli şmenin olduğuna<br />
burada dikkati çekmek de yerindedir. Bu, umumiyetle dervi ş<br />
tarikatleri, yahut dervi ş karde şlikleri (ihvan) denen şeydir. Bu tamamen<br />
yeni bir şey değildi. 800 tarihinden sonra bir kurala göre mü ş-<br />
terek bir hayat ya şıyan insanlar ın izleri var bunda. Gazali'ye tesir<br />
eden Farmedi (1084)) nin baz ı tarikat evfsafını ta şıyan sufiler grupunnun<br />
ba şı olduğu san ılmaktad ır. Gazali'nin kendisi de yukar ıda işaret<br />
edildiği veçhile manast ır okuluna benzer bir okul kurmu ştu. Onüçüncü<br />
as ırda daha önceleri Farmedi ile kurulan ve sonra Ahmed al-Gazali<br />
tarafından idare edilen üç tarikat, önceki sufi gruplar ının hepsinden<br />
daha belirli, daha büyük ve daha sürekli olma ğa ba şlamışt ı. Diğer<br />
tarikatler de bunlar ı takibetti. Nihayet tarikatler İslam dini hayat ında<br />
önemli bir safha ald ı .<br />
On dokuzuncu asra yak ın bir zamana kadar birçok yerlerde büyük<br />
sayıda toplu halk tarikatlere ba ğlanmışt ı. Fakat sad ık üye olmaktan<br />
ziyade birlikler olarak bunlar ı benimsediler. Tarikat ın âyini ki<br />
zikir denilir, onlar için şeriatin şekli namaz ından daha çok şey ifade<br />
114
etmişti. ı goo den itibaren tarikatlerin tesiri baz ı memleketlerde azalmağa<br />
ba şlad ı. Bu, kısmen onlar ın tufeyliliğinden, kısmen de ba şka<br />
sebeblerden ileri geliyordu. Bir tarikatin inhitat devrine ait bir tasvir,<br />
Taha Hüseyin'in An Egyptian Childhood (Bir M ıs ırl ı'nın Çocukluğu)<br />
unda bulunabilir.<br />
Din tarihçileri için bu hadise, birçok önemli meseleler ortaya<br />
çıkarır. Gazali bu yeni geli şmeğe herhangi direkt bir yard ım yapt ı<br />
mı, yoksa o, ayn ı istikametteki temayüllerin ak ımında giden sadece<br />
bir çöp mü idi Tarikatlerin şekli namaza kar şı as ıl davran ışlar ı ne<br />
idi Halk ne zaman namazlara zikirden daha az itibar etme ğe ba ş-<br />
ladı Bu değişikliğin önemli bir sebebi var miydi Bu son soru ayn ı<br />
zamanda kelâmla da ilgilidir. Zira görülece ği üzere kelâma geni ş değişiklikler<br />
gelmi ştir. Kelâmdaki bu de ğişikliklerin i şraret edilenlerle<br />
ilgili olup olmadıkları ve eğer böyle ise ilgili ba ğların neler oldu ğu<br />
mühimdir. Böylece kelam tarihi derinle ştikçe şunu ifade eder ki ilk<br />
tarikatler ana sünni akidesini muhafaza etmelerine ra ğmen muahher<br />
olanlardan baz ıları sap ık akideler benimsemi ştir. Maamafih bu noktalar<br />
özentili bir kelâmda gösterilmi ş değildir. Ve tarikatler mütekellimlerle<br />
ciddi bir münaka şaya girmemi ş, yahut herhangi bir suretle<br />
fikri sahada onlar ın yerini elde etme ğe gayret sarfetmemi ştir.<br />
Tekrar E ş'ari teolojisine döneresek, Gazali'nin felsefi tetkiklerinin<br />
neticesi hemen belli olur. Bir buçuk as ır esnas ında yalnız iki önemli<br />
şahs ın ismi var: Bunlar ın her ikisi de istekli olarak felsefeye dalan<br />
mühim şahsiyetlerdir. Birincisi Sehristani ki ismini Iran' ın doğu kısmında<br />
küçük bir kasabadan al ır. Orada do ğmu ştu. (1076 da yahut<br />
o86 da.) Ö ğrenimini Neysabur'da ve bölgenin di ğer yerlerinde yapmıştı.<br />
i 116 da Mekke'ye Hacca gitti. Seyahati sayesinde Ba ğdad'daki<br />
Nizamiye medresesinde ömrünün üç y ılını va'z ve nasihat vererek<br />
geçirmek firsat ını buldu. Fakat hayat ının geri kalan k ısmını 1153 de<br />
ölümüne kadar do ğum yerinde geçirdi. Kendisi hem ismaililik hayranlığı<br />
ve hem de filozoflar ı tutmakla ittiham edilmi şti. Onun felsefeye<br />
olan büyük ilgisi eserlerinden bellidir. Belki de ismaililik töhmeti,<br />
onun bütün eserlerinin, Tirmiz'deki bir efendi ad ına, Nakibu'l-E şref<br />
yahut alevilerin ba şkanı ad ına yaz ılmış olmas ından ileri gelmi ştir.<br />
Sehristani al-Firak yazarlar ının en önemlisi olarak zikredilir.<br />
Fakat o ayn ı zamanda bir felsefi-kelâmc ıdır.<br />
İki eseri elde edilebilir. Basan ve özetle Ingilizceye tercüme eden<br />
Alfred Guillaume tarafindan isimlendirilen Summa Philosopiae (özet<br />
1 Ritter, Der Islam, XVIII (1929), 48-50.<br />
115
felsefe) si ve çe şitli noktalarda İbni Sinay ı tenkideden küçük bir eseri.<br />
Birincisi felsefenin kelâm ı nas ıl istilâ etti ğine aç ık bir delildir. Mevzular<br />
ın tertibi hemen hemen al-Cuwayn.i ve Gazali'nin ayn ı mahiyetteki<br />
eserleriyle ayn ıdır. Fakat yaz ıl ış metodu de ğiştirilmiştir. Eski<br />
islâm kelâmc ılar ı aras ında fikirleri tenkidedilip reddedilenler, ya genellikle<br />
filozoflar veya bizzat İbni Sina'd ır. Münaka şalar da yeni felsefi<br />
görü şler ve mant ıki metotlar içinde takdim edilir. Gerçekten eski<br />
yazarlar ın görü şleri, yeni kanaatlerin ıst ılâhları içinde o derece reforme<br />
edilmişlerdir ki yazarlar ın kendileri mevcudolsalard ı kendi<br />
fikir mahsullerini tahmin etmekte güçlük çekerlerdi.<br />
Diğer zat da Fahru'd-Din ar-Razi (1149-1209), Rey ( şimdiki<br />
Tahran' ın yanında) de bir fakihin ve vaizin o ğlu idi. Bir şafii teolo ğu<br />
olarak yeti ştirilmişti. Aynı zamanda felsefeye ve Yunan ilimlerine de<br />
geni ş vukufu vard ı . İhtisas ının ilk zamanlar ında Aral denizinin hemen<br />
güneyinde Ortaasya bölgesi Harizm'e gitti. Maksad ı bu küçük kö şede<br />
hâlâ hüküm süren Mu'tezile kelâm ına kar şı koymak (onunla mücadele<br />
etmek) idi. Fakat hemen Buhara ve Semerkand'e çekilmek<br />
zorunda kald ı. Daha sonra Gazne ve Pencap'ta bulunmu ştur. Sonunda<br />
Herat ( şimdiki Afganistan) da yerle şti. Burada kendisi için bir medrese<br />
yahut bir kollej in şa edildi. Hayat ının bu son devrinde Ghorid sultan ı-<br />
nın himayesi ve ayaklanan Harizm şahlar soyunun himayesi alt ında<br />
idi. Buna ra ğmen onun Kerrâmi dü şmanlar ı tarafından zehirlenerek<br />
öldürüldüğü söylenir.<br />
İnsan onun şümullü kelâmi eseri Muhassal'a bakt ığı zaman,<br />
kelâma temel olarak felsefenin geli şen önemiyle kar şılaşır.Eser hemen<br />
hemen e şit derecede dört k ısma bölünmü ştür. Bunlardan birincisi<br />
mant ıki ve epistemologic (bilgi nazariyesi) mukaddimelere temas<br />
eder. İkincisi bilginin objelerinin mahiyetine dokunur. (Varl ık, vücup,<br />
imkân, vs.) Ancak kitab ın ortalar ına doğru üçüncü k ısımda<br />
Allah doktrinine gelir. Dördüncü k ısım, peygamberliğe, eschatology<br />
(âhiret hayatiyle u ğra şan ilim) e ve benzeri konulara tahsis edilmi ş-<br />
tir. Bu, onun ilgi duydu ğu şeylerin dengesini gösterir. Gerçi bu, onun<br />
tamamen bir filozof oldu ğu anlam ına gelmez. Onun Mu'tezileye<br />
kar şı münaka şalar ı da unutulmamal ıdır. Bunların yan ında o, Harizm'-<br />
de Kur'an üzerine büyük bir tefsir yazd ı ki bir taraftan metnin tefsiri<br />
içinde felsefi fikirlerini ileri sürerken di ğer taraftan birçok âyetlerin<br />
Zamah şâri (1144) tefsirinde oldu ğu gibi Mu'tezilenin keyfi tevillerini<br />
çürütmeğe çal ışt ı. Filhakika doğmatik filozof olmas ına rağmen Razi<br />
doğmatik konularda Gazali'den daha ortodoks (muhafazakâr)<br />
116
ve serbest fikre daha az taraftard ır. Mesela kelâmc ılar tarafından<br />
çok münaka şa edilen bir Hadis vard ır ki onda Muhammed (A.) :<br />
"Allah Adem'i kendi suretinde yaratt ı." demi ştir. Baz ı mütekellimler<br />
kendi zamirinin Allah' ı göstermesine engel olmak için ustal ıklara<br />
başvurmu şlard ır. Hanbeliler ekseriya bunu "mahiyeti mechul, nas ıl<br />
olduğu bilinmeksizin" şeklinde kabul ettiler. Gazali bunu kabule<br />
ve aç ıklamağa koyuldu. Fakat Razi "his : kendi" zamirinin Allah'a<br />
raci olmay ıp tamamen Adern'e raci oldu ğunu gösterdi. z Bu, felsefe<br />
ile muhafazakarl ığı bağda şt ırman ın alâmetidir.<br />
Bu devir esnas ında teolojik faaliyetin Habneliler ve Matüridiler<br />
aras ında da devam etti ği anla şılmaktad ır. Fakat kelam s ırf bir akaidden<br />
ayrı olarak mütalaa edilmemi ştir. İşte sonradan me şhur olup s ık s ık<br />
üzerinde bu zamana kadar yorum yap ılan Necmu'd-Din Ömer en-<br />
Nesefi (1068-1142) nin iman makaleleri bu devrin mahsulüdür. 3<br />
ının büyük k ısm ın ı Semerkand içinde ve dolaylar ında Müellif, hayat<br />
geçirdi. Buna ra ğmen Mekke'ye gidip Hac da etti. Kendisi sadece<br />
bir mütekelli ın olarak de ğil, fakat bir fakih ve muhaddis olarak da<br />
itibar görmü ştür. Yine bu zaman civar ında Fergana'da al-U şi ( ı ı 73)<br />
diye tan ınan bir alim ya şad ı. Bu zat, altm ış alt ı satırdan ibaret<br />
manzum bir akaid kitab ı telif etmekle yadedilir. Bu kitap da sonradan<br />
çok şerhedilmi ştir. Böylece biz, art ık, E ş'ari'ninkilerle mukayese<br />
edilebilecek kelâmi bir eser göremiyoruz. Sadece kelâmi geli şmenin<br />
diğer yüzünü gösteren bu akaid kitaplar ın ı görüyoruz.<br />
Keza diğer kelam okullar ının da (kaliteli eser verdikleri) pek<br />
bilinmemektedir. Hanbeliler Ba ğdad'da kuvvetli ve faal idiler. Fakat<br />
Gazali, gününde onlar ı nisbeten zay ıf gösterir. Böylece di ğer bir yerde<br />
pek Hanbelilerin bulunmad ığı tahmini kuvvetlenir. Onlar hakk ında<br />
yeni bir bilgi kayna ğı elde edilebilmi ştir. Burada onlar ın baz ı dahili<br />
ihtilaflar ı etrafl ıca tetkik edilmektedir. Parlak genç adamlar ından<br />
biri olan İbni Akil (i i 19) bir zaman Mu'tezile görü şüne kapt ır ılmışt<br />
ı. Bu yüzden arkada şlarından birçoğunun nefretine maruz kald ı .<br />
Hanbeliler aras ında di ğer enteresan olay da şudur: Onlardan biri<br />
olan Abdulkadir al-Cilâni yahut al-Cili (i 167) tasavvufa alâka duy-<br />
2 Bu Hadisin manalar ı Montgomery Watt tarafından "Created in his Image" adl ı<br />
makalede münakaşa edilmiştir, Transactions of the Glasgow University Oriental Society,<br />
XVIII (1962), 38-49.<br />
3 D.B. Macdonald tarafından tercüme edilmi ştir, Development, 308-15.<br />
4 George Makdisi, "Nouveaux Details sur l'affaire d'ibn 'Aqi1", M6anges Louis<br />
Massignon, Şam, 1957, 91-126. Bak: Bulletin of the School of Oriental and African Studies,<br />
XVIII (1956), 9-41, 239-60; XIX (1957), 13-48, 281-303, 426-43.<br />
117
du ve ilk tarikatlerden biri olan Kadiriyye tarikatinin ba ş kurucusu<br />
oldu.<br />
Kerrâmiyye ve Mu'tezilenin Fahru'd-Din ar-Razi ile münasebette<br />
olduklar ı zikredilmektedir. Razrnin Afganistan'da birçok Kerramryi<br />
hidayete sevketti ği de söylenir. Belki de Gaznevi hanedan ımn<br />
dü şmesiyle mahalli vaziyette önemli bir de ği şiklik olmuştur. Bu devrin<br />
Mu'tezilesi de esrarengiz kalmaktad ır. Onlar Harizm'de bilinmiyen<br />
birtak ım sebeplerden dolay ı me şhur olmuşlard ır. (Harizm ayn ı<br />
zamanda Mu'tezili Kur'an müfessiri Zemah şerrnin de memleketidir).<br />
Ciylânrnin, Ba ğdad'da bir Mu'teziliyi ziyaret etti ği söylenir.<br />
Akide bak ımından ay ıplanmalar ına rağmen şimdi onlara ana sünni<br />
akidesini biraz mihveri d ışında anlayıp benimsiyenler nazariyle bakılabilir.<br />
Onlar ın E ş'arilerle olan ayr ılıklar ı, Matüridilerle olanuakin.-<br />
den biraz daha fazlad ır. Bu, Zemah şerrnin tefsirinin, her türlü fikre<br />
mensup çe şitli alimler aras ında hemen nas ıl geni ş bir kabul gördü ğünü<br />
aç ıklamağa hizmet eder. Onun filolojik meziyetleri, sap ık fikirleri<br />
gibi tehlikeli görülmemi ştir.<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
A. Guillaume, The Summa Philosophiae of al-Shahrastad, Kitâb<br />
Nihayatu'l-Iqdâm, bas ı ve tercüme. London, '934<br />
Paul Kraus, "The Controversies of Fakhral-din Râzi, Islamic<br />
Culture, XII (1938), 131-53 (Keza Frans ızca olarak Bulletin de<br />
l'Institut d'Egypte, XIX (1937), 187-214).<br />
I. Goldziher, "Aus der Theologie des Fachr al-Din Râzi", Der<br />
Islam, III (1912) 213-47. Onun Hadisler üzerindeki görü şüne ve<br />
peygamberliğin masumiyetini desteklemesine temas eder. Harizm<br />
Mu'tezilesi hakk ında tafsilât verir.<br />
118
FASIL<br />
İslam Bat ı Dünyasında Kelâm ve Felsefe<br />
İslam Bat ı Dünyas ı, İslam İspanyas ı ve Kuzey Afrikas ını göstermek<br />
bakımından Arap Mağribi terimine muvazi olan elveri şli bir<br />
terimdir. Bütün bu bölge, eski şeriki olan İspanya ile bir birlik meynana<br />
getirmeğe çal ıştı.. Sekizinci as ır ba şında fethinden beri bu bölge,<br />
Şam Emevi halifeli ğinin hükmü alt ında idi. 75o de Emevilerin dü ş-<br />
mesi üzerine Abbasiler henüz kendi hükümranl ıkların ı Ispanya'da<br />
yerle ştirme ğe firsat bulamadan bir genç Emevi prensi, orada iktidar ı<br />
ele geçirme ğe muvaffak oldu. Bu yeni müstakil devlet t000 tarihine<br />
kadar sürdü ve zaman zaman Kuzey Afrika üzerinde de bir miktar<br />
kontrol sahibi oldu. Parçalanmas ı üzerine çe şitli bölgelerde yine müslüman<br />
ellerde mahalli soylar kuruldu. Sonra ı o85 ve ı ogo aras ı Kuzey<br />
Afrika'dan Berberi soyu olan Murab ıtlar bütün İslam İspanya'y ı<br />
kendi kontrolleri alt ına ald ılar. 1147 de onlar da buras ını bir ba şka<br />
Berberi soyu olan Muvahhidlere verdiler ki bunlar ın idaresi 1225 e<br />
kadar sürdü. Bundan sonra h ır ıstiyan devletler tarafından tekrar<br />
geri alma sür'atli bir seyir takibetti.<br />
İspanya Islam kültürünün Bat ıya tesirinde önemli bir yer tuttuğundan.<br />
ve Afrika İslam İspanyas ı , İspanya Tarihinin bir parças ı<br />
olduğundan dolay ı Avrupal ı ara şt ırıcılar en çok dikkatlerini İslam<br />
tetkiklerinin bu sahas ına hasretmi şlerdir. Fakat dikkatlerinden ço ğu<br />
siyasi tarihe, bunun kaynaklar ının kolleksiyonuna ve bunların tenkidine<br />
hasredilmi ştir. Eğer yazarlar ı yahut dü şünürleri tetkik etselerdi<br />
onlar, bütün kültürel çevrelerinden nisbeten ayr ı olarak mütalaa<br />
edilmiş olurdu. Böylece cevaptan uzak birçok meseleler kalmaktad ır.<br />
İslam İspanyas ı kültürü, birçok bak ımlardan İslam dünyas ı kültürünün<br />
bir devam ıdır.<br />
Siyasi ayr ılığa rağmen İspanya alimleri için, Islamın ana fikir<br />
merkezlerine, ta Ba ğdad'a kadar seyahat etmek mümkündü. Birçok-<br />
119
lan da böyle yapt ılar. Bazan da do ğudan alimler gelip Ispanya'da<br />
yerle ştiler. İslam Hümanistik ve dini tetkiklerinin ilerlemesinde yard<br />
ımlaşmalar yap ılmıştı. Parlak devirlerinde İspanya İslam kültürü,<br />
Bağdad ınki gibi bir şöhrete sahipti. Hattâ onun lay ık görüşleri birçok<br />
hır ıstiyanlar ı-ki Mozarablar diye bilinirler- kendine cezbetti. Ve<br />
Arapça lehine lâtinceden ayr ılma& onlar ı ikna etti. Nisbeten<br />
vahşi bir hayat yaşıyan Avrupadan seyahat edenler için buras ının çok<br />
medeni olduğu muhakkak idi. Gerçek bir ruhi hayatiyet var miydi,<br />
yahut Islam dini sadece layik hayat yolunun bir iskeleti miydi İslam<br />
umumi kültür şekillerini İspanya müslümanlann ın özel durumuna<br />
uydurma te şebbüsü var miydi Arap olm ıyan müslümanlar ın -gerek<br />
iberi, gerek Berber olsun- Islam kültürünün geleneksel şekilleri üzerinde<br />
baz ı tesirleri oldu mu Bunlar ve bunlara benzer sorular cevaplandırılmadığı<br />
müddetçe İslam İspanyas ı' nın fikri hayat ında kelam<br />
ve felsefenin yeri hakk ında kesin bir mal0mat verme ğe imkân yoktur.<br />
Ve bu yüzden a şağıdakiler de ilkel bir yönelmeden ba şka bir şey olamaz.<br />
İspanya ba şlangıçta Şeriat ve diğer dini konularda Şam' ı takibetti.<br />
Fakat zamanla Maliki mezhebi hakim olma ğa başladı. Maliki<br />
mezhebinin hakim olmas ı bir tesadüf eseri mi yoksa Maliki mezhebinin<br />
Endülüs halkının tabiatine uyan baz ı cazip taraflar ı var da onun<br />
için mi oraya hakim oldu ğu hususu aç ıkça bilinmiyor. (Endülüs, bütün<br />
müslüman Ispanya'n ın Arapça ad ıdır). Doğuda Maliki fikhı ile<br />
E ş'ari kelâm ı aras ında baz ı münasebetler bulunmas ına rağmen,<br />
batıda Muvahhidlerin gelmesinden önce E ş'ariliğin izi çok azd ır.<br />
İspan'ya'nın ilk dikkate değer mütekellimi İbni Hazm (993-1°64)<br />
idi ki bu zat, orta ça ğlarda Abenhazam diye tan ınmıştır. O, eski bir<br />
İspanyol ailesinden gelmi ştir. Babas ı Emevilerin veziri idi. Kendisi de<br />
on birinci asrm firtmali ilk çeyre ğinde mahalli idarelerin alt ında çeşitli<br />
idari ve askeri mevkiler i şgal etti. Fakat yava ş yava ş siyasi hayattan<br />
çekilip kendini tamamen ilmi tetkike verdi. Maliki hocalar ın murakebesi<br />
alt ında yeti ştirilmi şti. Ama bu mezhebi tatminkâr bulmad ı .<br />
Bir zaman için Şafii mezhebini taklidettikten sonra kendi ruh evini<br />
küçük zahiri mezhebi içinde buldu.<br />
Zahiriyye mezhebinin esas prensibi şu idi: Kur'an ve Hadisin<br />
manalar ı lafizlar ında aranmala ıdır. Zahir (d ış yahut edebi) mana<br />
batına (içe) muhaliftir. Bu görü şün özel mümessileri bunu sadece<br />
şer'i meselelere tatbik etmi şler, Kelâmda çe şitli farkl ı görü şler benimsemişlerdi.<br />
Fakat İbni Hazm şimdi Zahiriyye prensibini akide ko-<br />
120
nular ına da tatbik etmek ve böylece fik ıh ile kelâmı bir tek fikri çat ı<br />
altında birle ştirmek istedi. Roger Arnaldez tarafindan İbni Hazm<br />
üzerinde yak ın zamanlarda yap ılan dikkatli bir ara ştırmada da gösterildiği<br />
veçhile gramer de bu muhtevaya dahildi. Bunun ba şlıca gayesi,<br />
bütün insan hayat ım sadece objektif ilahi vahye dayand ırmak<br />
ve sübjektif olan her şeyi dışarıda b ırakmak olduğu söylenebilir. Bu<br />
müslüman hayat ında derin kökler salan dini bir sezginin özentili<br />
tetkiki idi.<br />
Sezgi ki geleneksel görü şte şöyle ifadesini bulmu ştur. Kur'an'a<br />
Muhammed (A.) in şahsi tesiri hiç olmam ışt ır. Kur'an ona bir melek<br />
vas ıtasiyle Allah'tan gelmi ştir. Bu hads (yani kesin ilim) ve İbni hazm'-<br />
ın bütün davran ışı müslüman ibadetinin bir dönüm noktas ı olan harekete<br />
çok yak ınd ır. Namazlarda insan ın Allah' ın kudreti kar şıs ında<br />
aczini ifade eden secde hareketi, yahut aln ı yere koymak. Bundan<br />
dolayıdır ki Muakkipleri olmadığı halde İbni Hazm' ın Bat ı islam<br />
dünyas ında önemli tesirinin olmas ı şaşılacak şey değildir. Onun teolojik<br />
fikirleri Zahiriyye fakihleri tarafından adapte edilmedi ği için<br />
fikhi mezhep söndü. Yine de mahallin sonraki yazarlar ında onun<br />
görü şlerinden bir şeyler bulunur. Genel görü şleri onunkisinden çok<br />
farkl ı olmakla beraber.<br />
İbni Hazm teolojik görü şlerini etrafl ı bir risalede vermedi, Fakat<br />
"Kitabul'l-Fisal" diye tamnan dini fikirlerin tenkidli bir tarihinde<br />
verdi. Bu, bir nevi İslam mezhepleri tarihidir ki anlatt ığı sap ık<br />
fikirleri reddetmek için bütün sebepleri gösterir. Fakat di ğer dinlere,<br />
bilhassa h ırıstiyanlığa da ayni metodla temas eder. Ispanya İslamc ı<br />
Miquel Asin Palacios'unu "ilk din tarihçisi" olarak anma ğa sevk<br />
eden bu safha, belki de İslam İspanyas ındaki din içerisinde bulunan<br />
ihtilaflar ın bir icab ıd ır. İbni Hazm bilhassa E ş'arilere ve onlar ın Ilahi<br />
sıfatlar hakk ındaki doktrinlerine hücümlar ında çok ac ı bir dil<br />
kullanır. Onlar ın bu hususta tahlili akl ı kullanmalar ına sübjektif<br />
bir unsur olarak bakm ıştır. Baz ı hususlarda Mu'tezileye kar şı daha az<br />
ha şin davran ır. Kur'an' ın "yed: el" gibi terimlerinde hem antropomorfizm<br />
hem de metaphorical (mecazi) manalar ı reddetmek istediği<br />
için cidden çok çetin bir duruma dü şmüştür. Modern bilgin, onun<br />
bu yolda ç ıkmaza girdiğine hükmetmek zorunda kal ır. Fakat bu zafiyet,<br />
onun ba şar ısının değerini dü şürmez.<br />
Bat ı İslam dünyas ında şayan ı dikat diğer bir mütekellim de almuvahhid<br />
hareketinin kurucusu İbni Tümart o8o— ı ı 30) d ır. Kuzey<br />
Afrika'da do ğmu ştu. Fakat ı ı 07 civar ında Cardova'ya gitti. Sonra<br />
121
Mekke'ye Hacca gittikten sonra Ba ğdad'a geçti. Gazali ile bulu ştuğuna<br />
dair hikayeler mevcudolmas ına rağmen bizzat Gazali ile görü şmediği<br />
muhakkaktır. Fakat onun tesirinde kald ı . İspanya'da bulundu ğu<br />
sırada da İbni Hazm' ın tesirinde kald ı. Onun, Eş'ari'nin bat ıda yaygın<br />
fikirlerini benimsediği, söylenir. Fakat o, müfrit bir E ş'ari'ci<br />
Hattâ kendisi hasseten antropomorfizme hücumiyle me şhurdur.<br />
Onun Allah hakk ındaki kanaati, vahiyden ziyade felsefeye ba ğlı görünMektedir.<br />
Bu görü şle beraber onun, Allah' ın s ıfatlarını red hususunda<br />
İbni Hazm'i tutmas ı meraka değer bir şeydir.<br />
Doğuyu ziyaretinin, kendisine bat ıyı ıslah için bir plan ilham ettiği<br />
söylenir. Böylece o, seyahatinden dönü şünde kayıkta va'z ve nasihate<br />
ba şladı. (kendisine kar şı) muhalefet geli ştikçe merkezden merkeze<br />
hareket etmek zorunda kald ı. Yavaş yava ş Masmuda berberleri ve<br />
diğer kabileler aras ında birtak ım destekleyiciler buldu. ( ı I 21) civarında<br />
bir yandan mehdi oldu ğunu iddia ederken bir yandan da Murab<br />
ıtlara kar şı bir isyan haz ırlamağa ba şladı. 1123 de yenilmesine<br />
rağmen (muhtemelen ı ı 3o da) ölümünden önce bu hareket biraz<br />
daha müdafaa kazand ı ve onun halefi Abdulmü'min, 1147 de Kuzey<br />
Afrika'da al-Murab ıt kuvvetini yıkmağa muyaffak oldu. Bundan<br />
sonra bunun neticesi olarak Islam Ispanya's ım kontrolü alt ına geçirdi.<br />
ve hatta baz ı ülkeleri h ırıstiyanlardan geri ald ı. Mehdi yahut (hidayet<br />
edilmi ş kimse) iddias ı, umumiyetle bir Şii iddiasıdır ve bunun Şii<br />
Islam tarafindan ileri sürüldü ğü şüphe götürmez bir hakikattir ama<br />
onun burada kabul edili şi ve al-Muwahhid cereyan ındaki önemi,<br />
Berberlerin ilahi ilhama, yahut di ğer tabirle insan üstü bir lidere<br />
fitri ihtiyaçlar ı olduğu gerçeği üzerine. mebnidir. Nitekim Murab ıtların<br />
yahut (mukaddes kimselerin) popüler kültü (ibadeti) de buna<br />
delildir. İbni Tümart berber dilinde muakkibleri için emir (ders, talimat)<br />
kitaplar ı telif etti ki namaza davet yani ezan da bu dilde yaz ılmıştır.<br />
al-Murab ıtlardan antropomorfist diye bahsetti. Ve onlara<br />
karşı savaşmanın cihad, yahut kutsal harb oldu ğunu belirtti. Böylece<br />
hareket, siyasi olmas ına rağmen belirli bir dini temele sahipti.<br />
al-Muwahhidlerin İspanya'da hükümran olduklar ı sırada (1147-<br />
1225) idi ki felsefenin büyük geli şmesi meydana geldi. Bu, al-Muwahhid<br />
rejiminin büyük ölçüde filozoflar ı te şvik etmesi, yahut onlara<br />
müsamahakâr davran ışlı= bir icab ı idi. Hareketin kurucusunun<br />
doktrinleri, kendisi bir mütekellim olup bir filozof olmamas ına rağmen<br />
baz ı noktalarda felsefeden uzak kalmam ıştı. Aynı zamanda<br />
İspanya'da felsefenin bir iki seçkin mümessili de vard ı. Doğudan gelen<br />
122
ir muhacirin o ğlu bulunan Abenmasarra ( İbni Masarra) tarafından<br />
temsil ediliyordu. Bunun dü şüncesinde Empedokles felsefesine ait<br />
unsurlar vard ır. Fakihlerden muhalefet görmü ştür. Felfsefesini umuma<br />
yayamad ı, sadece münvezi bir hayat ya şadı, mandut kimselere ö ğ-<br />
retti ve 931 de vefat etti.<br />
Ondan sonra iki yüz y ıl kadar zikre şayan bir filozof gelmemi ş-<br />
tir. Avempace yahut İbni Bacce (1138) de felsefe, maddeci (materyalist)<br />
görü şe ve günün üstün s ınıflarının dünyevili ğine karşı ahlâki<br />
bir protesto olmaktad ır. Hakim olma davran ışıma-1 hamakatini ve<br />
yanl ışlığın' gören adam, kendini bundan uzakta tutar, dü şüncesinde<br />
bu kanaati ya şatır. Bu görü şten dolay ı, o, en önemli eserine The Rule<br />
of the Solitary ( İnziva kural ı) adını verir. Kitab ı yazmas ında en büyük<br />
âmil bu ruhi hal olmas ına rağmen, neticeler insan zekâs ı ve insan<br />
düşüncesi tahlillerinin terimleri içinde meydana getirilmi ş ve bu tahlil<br />
daha sonraki filozoflar ın büyük ilgi ve takdirini kazanm ıştır.<br />
İbni Bacce'nin genç hayram, biograflar ın ifadesine göre belki<br />
de fi'len talebesi olm ıyan İbni Tufeyl ı o5-1185) di. Bu zat, ortaçağlarda<br />
künye yahut babal ık ismiyle Abubaker olarak tan ınır. Gırnata'n<br />
ın kuzey doğusuna dü şen küçük Guadix kasabas ında doğdu.<br />
Çe şitli resmi memuriyetlerde hizmet gördü. Nihayet al-Muwahhid<br />
prensi Abu Ya'kub Yusuf (1163-84) ün saray tabibi ve veziri oldu.<br />
Onun en önemli eseri Hayy ibn Yakzan (Uyan ığın oğlu Hayy) adl ı<br />
roman ıdır. Belki de Arapçadaki felsefi eserlerin en sevimlisidir ve baz ı<br />
bak ımlardan Eflatun'u hat ırlat ır.<br />
Hayy'in hikâyesi, bir sand ık içerisinde sulara b ırak ılmış ve sularla<br />
sürüklenmi ş (Yahut babas ı tarafından getirilmi ş) bir bebeğin hikâyesidir.<br />
Bu çocuk insans ız bir adada bir gazel (Ceylân) taraf ından<br />
beslenir ve kendi akl ını kullanarak kendisi için mükemmel felsefi bir<br />
din meydana getirir. Bu din tasavvufi vecdle taçlanm ış tır. Nihayet<br />
Hayy'in adas ına kom şu adadan Asal denilen genç bir adam gelir ki<br />
bu, geleneksel din içerisinde yeti ştirilmiştir. Fakat mecazi tevile s ırri<br />
ve ruhi ifadelere yöneltilmi ştir. Bu, Allah'a ibadet için kendisini tamamen<br />
inzivaya vakfetmek istemektedir. Bununla Hayy kar şılaştıkları<br />
zaman şunu öğrenirler ki Asal' ın geleneksel dininin ruhile ştirilmiş<br />
şekliyle Hayy'in felsefi dini tamamen birdir. Asal, Hayy'e geldi ği adadan<br />
bahseder. Orada zahiri manay ı takibeden ve mecazi te'vilden<br />
meneden arkada şı Süleyman hakimdir. İkisi birlikte insanlar ın ya şadığı<br />
bu adaya giderler. Hayy, alelâde insanlara (avama) kendi felsefi<br />
dinini anlatmağa çal ışır, fakat onlar ın zekâlar ını bunu kavramaktan<br />
123
âciz bulunca ümitsizli ğe dü şer. Sonunda Hayy ve Asal, bütün ömürlerini<br />
ibadette geçirmek için insans ız adaya dönerler.<br />
Bu, al-Muwahhid devleti içerisinde felsefi görü şün aç ıkça müdafaas<br />
ıdır. Hayy, saf felsefyi, Asal felsefi teolojiyi belki de İbni Ttımart<br />
felsefi teolojisini, Süleyman ise Avam ın ve muhtemelen Maliki fakihlerinin<br />
dini anlay ışlarını temsil ederler. Burada enteresan olan taraf,<br />
Farabi gibi devletin uygun bir şekilde idare edilmesi için felsefenin<br />
lüzumuna inanan ilk filozoflar ın bu görü şlerinden ayr ılmadır. Zira<br />
İbni Tufeyl'in felsefesi, bir devlet insanlar ının hayatlar ını tanzime<br />
kabiliyetsiz görünmektedir. O, biraz seçkin fertleri daha yüksek bir<br />
saâdete görtürebilir. Fakat buna ula şmak için onlar faal hayattan<br />
çekilmelidirler. Di ğer bir tabirle filozofun en yüksek saâdeti, TASAV-<br />
VUF İ VECD olmaktad ır.<br />
İbni Tufeyl'in bu hareketini onun genç arkada şı Averos yahut<br />
İbni Rü şd (1126) ünkü ile kar şılaşt ırmak enteresand ır. İkincisi bir<br />
fakihler soyundan gelmi ştir. Bilhassa dedesi çok me şhurdur. Kendisi<br />
de fikhi bir öğretim gördü. Ve hayat ının çoğunu Sevilla ve Cordova'-<br />
da kad ı olarak geçirdi. Yunan ilimlerinde iyi yeti ştirilmişti. K ısa<br />
bir zaman için al-Muwahhid saray ında tabibolan arkada şı İbni<br />
Tufeyl'i takibetti. İbni Tufeyl tarafından onun, al-Muwahhid prensi<br />
Abu Ya'kub Yusuf'a muhtemelen ı 153 te (henüz Abu Yakub tahta<br />
ç ıkmadan önce) nas ıl takdim edildiği hikayesi mufassal olarak anlaç<br />
ıkmadan önce) nas ıl takdim edildiği hikâyesi mufassal olarak anlat ılmıştır.<br />
Prens kendisine, filozoflara göre göklerin zaman içinde mi<br />
yarat ıldığını, yoksa ezeli mi olduklar ını sordu. Fakat korku saikiyle<br />
İbni Rü şd özür diledi ve felsefeye çal ıştığını inkar etti. Prens sonra<br />
(kendinden) ya şlı adama döndü ve Eflatun, Aristo ve di ğer filozofların<br />
görü şlerinden ve mütekellimler tarafından onlar ın çürütüldüğünden<br />
bahsetti. Bunun üzerine İbni Rü şd cesaret alarak onunla serbestçe<br />
konu ştu ve ı 085 de prensin ölümüne kadar onun dostlu ğunu ve<br />
deste ğini kazand ı . İbni Rü şd'ün korkusu tamamiyle yersiz de ğildi.<br />
Çünkü daha sonraki hükümdar, h ır ıstiyan İspanyollara kar şı yap ılan<br />
harb kendisi aleyhine cereyan etmekte oldu ğu ve bu dağdağalı zamanda<br />
fukahan ın desteğine muhtaç bulundu ğu için Marrake ş'teki sarayında<br />
bir mevki vermesine ra ğmen İbni Rü şd'e kar şı biraz bask ı<br />
ölçüleri kullanmağa mecbur kalmışt ı .<br />
İbni Rüşd'e göre felsefe de vahiy de do ğrudur. O, hayatta her<br />
ikisini telif etmi ştir. Zira kendisi bir kad ı idi. Cordova'da ba ş kadılığa<br />
yükseldi. Bir filozof oldu ğu kadar bir Maliki fıkh ı müellifi idi. Bilhas-<br />
124
sa felsefi eserlerinde bu ikisini uzla şfirmak için çok itina göstermi ştir.<br />
Faslu'l-Makal denilen makalesi çok önemlidir. Makaleye şu unvan<br />
verilebilir: (Dinle felsefe aras ındaki bağın mahiyetini belirten sarih<br />
risale). Fakat Ingilizcede en son tercümeye uyarak biz ona "The<br />
Harmony of Religion and Philosophy: Din ve felsefenin âhengi" diyoruz.<br />
İbni Rüşd bu makalede münaka şayı şu prensipler üzerine temellendirmektedir:<br />
Felsefe do ğrudur, vahyedilmi ş kitaplar da do ğrudur.<br />
Bu yüzden onlar aras ında bir ahenksizlik yoktur. Bundan sonra makalenin<br />
çoğu, ayr ı ayrı z ıtl ıkların nas ıl uzlaştırılacaklar ını göstermek<br />
üzerinde durur. Felsefe genel veçhesiyle do ğrudur ve değişmez. Fakat<br />
teferruatta hatalar, yahut yanl ış anlaşmalar olabilir. Her iki bünyeyi<br />
uygun, tevil ve tefsirlerle uzla ştırmak gerekir.<br />
The İnconsistency of the İnconsistency (tehafut't-tehafut) adl ı<br />
eserinin son bölümü felsefe ile dinin münasebeti üzerindeki görü şlerinin<br />
muhtasar bir ifadesini verir. O, filozofun faal hayattan yahut halk<br />
dininden kaç ınmas ı gerektiğine in,anmamakta, fakat filozof "devrinin en<br />
iyi dinini seçmelidir" dü şüncesine inanmaktad ır. Bunun kendisinin<br />
içinde yeti ştiği din, yani, kısaca Islam olduğu ileri sürülmektedir.<br />
(Lâkin bu, aç ıkça ifade edilmiyor.) Din devletin hayat ı için önemli<br />
olduğundan dolay ı filozof; onun formüllerini kabul etmeli ve onlar ı<br />
aç ıklamalıdır. İbni Rüşd dü şünür ki felsefi olarak anla şıldığı takdirde<br />
vahyedilmiş din, saf ak ıl dininden üstündür. Bütün bunlar gösterir<br />
ki o, dinin cemiyetteki ve siyasetteki yerini hattâ filozofun dahi ilk yeti ş-<br />
mesindeki yerini tamamen anlam ıştır. Şunu da anlam ıştır ki dini<br />
münevver s ınıf, ancak halk tabakasiyle temasta kald ıkları takdirde vazifelerini<br />
uygun bir şekilde yerine getirebilirler. Bilginlerin vazifelerinden<br />
biri de çağda ş cemiyM murakaba ve tenkidetmekti. O, bunu<br />
Eflâtun'un cumhuriyeti üzerine yapt ığı şehri vas ıtasiyle gayet keskin<br />
bir tarzda yapar.<br />
Şimdi hemen söylenmesi gereken şey, Ispanya'da İslam dü şüncesinin<br />
geli şmesinde İbni Rü şd'ün yerini göstermek olacakt ır. Fakat<br />
bu, onun genel felsefe tarihindeki önemine temas etmez. Burada onun<br />
büyüklüğü, Aristo'nun yegane ve ilk müfessiri olarak kalmas ındadır.<br />
Aristo dü şüncesi üzerinde çok derin bir bilgisi vard ı. Birçok, eserler<br />
üzerine yazdığı şerhler de o zamana kadar Arapçada geçerli olan birçok<br />
Yeni Eflâtuncu yorumlar ı ayıklamağa mu\vaffak oldu. Onun üstün<br />
meziyetleri, sonradan Ispanya'da h ıristiyan ve yahudi alimleri<br />
tarafindan takdir edildi ve şerhleri İbraniceye ve lâtinceye tercüme<br />
edildi. Bu, Aristo'nun Avrupa'ya ilk tam ştırılması idi. Ve bu, Tho-<br />
125
mism'de ortaçağ felsefesinin çiçek açmas ına sevkeden bir tohum idi.<br />
Thomism İbni Rüşd talimat ının Lâtin İbni Rü şdçüler tarafindan<br />
double truth (Çift gerçek) teorisi şekline sokulmas ına kar şı k ısmen bir<br />
reaksiyon olarak do ğsa dahi.<br />
Daha büyük olan di ğer bir eser de The İnconsistincy of the İnconsistincy<br />
(Tehafutu't-Tehafut) adl ı eserdir. O, bu eserinde Gazali'-<br />
nin Tehafutu'l-Felâsifesinde felsefe hakk ında söylediklerini cerhetmeğe<br />
çal ışmış. Bu kitap, -ki şimdi mükemmel bir İngilizce tercümesine<br />
sahibiz- İbni Rüşd'ün, dünyan ın deruni s ıralar ını bilmek için aklın<br />
kapasitesinin yapaca ğı te şebbüsteki ba şarıya olan inanc ımn bir<br />
ifadesidir. Ancak baz ı aç ılardan ak ıl ba şarısızdı .<br />
İbni Rü şd'ün, Islam dünyas ına, Avrupa'ya yapt ığı tesirlerle mukayese<br />
edilebilecek bir tesiri yoktur. Bu, sadece Ispanya'da İslam idaresMin,<br />
onun ölümünden hemen sonra y ıkılmas ı ve onun tehafüt'ünün<br />
daha sonra do ğuda bilinmesinden ileri gelmiyordu. Fakat bundan<br />
daha mühimmi belki de onun İspanya ve Kuzey Arrika'daki ilim tabakas<br />
ını dinin yanında felsefenin de yeri oldu ğunu ikna edememi ş<br />
olmas ından ileri geliyordu. Gazali'ye kar şı çok şeyler yazm ış olmas ına<br />
rağmen hiçbir zaman do ğrudan doğruya ünlü bir E ş'ari ile kar şı<br />
karşıya gelmedi. Böylece onun münaka şaları, bir E ş'arryi ikna etmi şe<br />
benzemiyor. E ş'ariler do ğuda felsefeye en çok sempati duyan kimseler<br />
idiler.<br />
On ikinci asr ın sonu ile beraber İspanya üzerindeki al-Muwahhid<br />
hakimiyeti kayboluyor ve Navas de Tolosa'n ın 1212 de ciddi<br />
yenilgisinden sonra iç sava şlar bu soyun 1225 civar ında İspanyadan<br />
ayrılmas ını intacediyordu. Bu buhrana ve h ıristiyan ilerlemesine ra ğ-<br />
men ilmi çalışmalar devam etti. Çok iyi bilinen bir isim, Muhyi'd-<br />
Din ibn Arabi'dir ( ı 165-124o). Felsefesine s ık sık atıflar varsa da<br />
(felsefeden bahsedilirse de) onun felsefesi daha ziyade bir teozofidir.<br />
Zira o, vandet-i vücut temayülleri olan bir mutasavv ıf idi. 12°1 de Haccetmek<br />
üzere do ğuya gitti ve hayat ının geri kalan kısmını orada geçirdi.<br />
Yine bir mutasavv ıf olarak bilinen ve filozof unvan ına lây ıkiyle<br />
hakkı olan bir zat da İbni Seb'in'dir. Kendisi 1200 den önce do ğmuş<br />
olmalıdır. Çünkü onun as ıl hocas ı 1214 de ölmü ştür. Hayat ının büyük<br />
kısmını İspanya, yahut Kuzey Afrikada geçirdi. Fakat 127o de Mekkede<br />
öldü. Imparator Federick II tarafından Ceuta'da İslam âlimlerine<br />
sorulmu ş olan sorulara yazd ığı cevaplar "Answers to Sicilian Ques-<br />
126
tions" adl ı eser üzerinde durulmu ştur ama bu sorular ın mevsukiyeti<br />
şüphelidir.<br />
İslam Bat ı dünyas ın ın ihti şam ının son alevi İbni Haldun (1322-<br />
14o6) un eserindedir. Bu, ertesi 9.sla aidolmakla beraber burada da<br />
zikredilebilir. Şimdi burada onun üzerinde durulacak en önemli tarafı<br />
sosyolojideki öncel çal ışmalar ıdır. Fakat o, aynı zamanda büyük<br />
bir tarihçidir. Mukaddime yahut umumi tarihine yazd ığı ön sözündeki<br />
teoloji fasl ı, Avrupa âlimlerince eserin ondokuzuncu as ırda bas ılıp tercüme<br />
edilmesinden beri bilinmektedir. Şu da muhakkak ki o, mantık üzerine<br />
de bir kitap yazm ışt ır. Daha yak ın zamanda onun kelâm üzerinde<br />
bir kitab ı bas ılmıştır ki bu eser, onun E ş'ari kelâmiyle olan alâkas ını<br />
gösterir. Eser, esas olarak Fahru'd-Din Râzi'nin Muhassal' ının özetidir.<br />
Burada şu da kayda de ğer ki t ıpkı İbni Rü şd gibi İbni Haldun da<br />
fakat daha büyük ölçüde yüksek idari mevkilerde şahsi tecrübe sahibi<br />
idi. Şüphesiz ki resmi mesuliyet, İbni Rü şd'e dinin devletteki rolü<br />
görü şünü verdi. Bir bak ıma İbni Haldun'un sosyolojik görü şü İbni<br />
Rüşd'ün eserinin bir devam ıdır.<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
Ignaz Goldziher, Die Zâhiriten, ihr Lehrsystem und ihre Geschichte,<br />
Leipzig 1884, s. 1 16-70. Bir teolog olarak İbni Hazm'a temas eder.<br />
Roger Arnaldez, Grammaire et th6ologie chez Ibn Hazm de Cordue :<br />
Essai sur la structure et les conditions de la pens6e musulmane, Paris, 1956.<br />
Metodolojik prensiplerin şümulünü teyideden mufassal bir tetkik.<br />
Ignaz Goldziher, ""Materialien zur Kenntniss der Almohadenbewegun",<br />
Zeitschrift der deutschen morgenindischen Gesellschaft, XII<br />
(1887), 30-140. Keza Le Livre de Mohammed ibn Toumert, Algirs,<br />
1903 (Luciani tarafindan bas ılan metne Goldziher tarafindan önsöz<br />
yaz ılmışt ır). Keza makaleler: " İbni Tûmart", El (S) de Yazan: R.<br />
Basset; Abd al-Mu'rnin, (El 2de. Yazan: E. Levy-Provençal); Robert<br />
Brunschwig," Sur la doctrine du Mandi Ibn Tûmart, Ignaz Goldziher<br />
Memorial Volume (basan: S. Löwinger), II. 1-13<br />
İbn-Massarra için bak: GALS, I. 378 f<br />
Avempace, El 1- gimen del Solitario, bas ı ve İspanyolcaya tercüme:<br />
Miguel As ın Palacios tarafından yap ılmışt ır. Madrid, 1946.<br />
Birinci ölüm D.M. Dunlop tarafindan Ingilizceye tercüme edilmi ş -<br />
tir: (Journal of the Royal Asiatic Society, 1945, 61-81)<br />
127
Hayy ibn Yakzan' ın İngilizce tercümeleri: ı ) The Improvement<br />
of Human Reason, S Ockley tarafından yap ılmışt ır. London, ı 7o8;<br />
A.S. Fulton tarafindan düzeltilmi ştir, London, 1929; 2) The Awakening<br />
of the Soul, P. Brönnle tarafından yap ılmışt ır. London (Wisdom<br />
of the East Series), 1904. Keza L. Gautheer tarafindan bas ı ve Frans<br />
ızca tercüme, Beirut, 1936.<br />
L. Gautier, Ibn Rochd (Averroös), Paris, 1948; keza Traite decisif<br />
(Fas1 al-MaqaPin tercüme ve tab' ı.), Algier, 1942, vs. G. İbni Rüşd'ün<br />
ak ılc ılığın ı teyide meyleder.<br />
George F. Hourani, Fasl al-Magar in baskısı, Leiden, 1959.<br />
İngilizce tercüme: İbn Rushd (Averrose) on the Harmony of Religion<br />
and Philosophy, London, 1962.<br />
Simon Van Den Bergh, Averroes' Tahafut al-Tahafut (The<br />
Incoherence of the Incoherence), iki cilt, London, 1954. (Gibb Memorial<br />
Series).<br />
R. Arnaldez, "La Pensee religiuse d' Averroes", Studia İslamica,<br />
VII, VIII, X; Gauthier'in görü şlerini benimser.<br />
Ibn Sab'in için bak: Bibliyogrraphy of P.J. de Menasce, s. 44.<br />
E.I.J. Rosenthal, Averroes' Commentary on Plato's Republic, Cambridge,<br />
1957; İbranice ve İngilizce tercümesinin metni. Ayn ı yazarın<br />
Political Thought in Medieval Islam, Camoridge, 1958, bu tetkikte<br />
temas edilen birçok dü şünürler hakk ında bölümleri vard ır. Fakat<br />
Yunan felsefesinin geli şimiyle ilgilenir ve bunun islâm tarihiyle olan<br />
rab ıtas ın ı ihmal eder.<br />
128
Bölüm IV.<br />
KARANLIK DEVIR
KARANLIK DEVIR<br />
125o — ı goo<br />
TARIHI GELI ŞIM<br />
ı 25o den ı goo e kadar olan zaman ı 5oo civar ında ikiye bölünmü<br />
ştür. İlk k ıs ımda M ıs ır'da Memlüklerin hükmü alt ında kuvvetli<br />
bir devlet vard ı. Bu devlet Suriye'yi de kontrolü alt ında tutuyordu.<br />
Doğuda Moğollar Maveraunnehr'i idare etme ğe devam ettiler ve<br />
Timurlenk yahut Tamerlane ( 136g-1404) in emri alt ında bat ıya doğru<br />
yay ıldılar. Iran da hakimiyetleri alt ına girmi şti. Irak ve Suriyeye de<br />
ak ınlar vard ı. Suriye -M ıs ır ve Maveraünnehir aras ında çe şitli daha<br />
küçük soylar, küçük yahut büyük bölgeler üzerinde bir dereceye kadar<br />
sulh getirdiler. Bunlrr ın en önemlileri Iran'da Mo ğol ilhanlarfnınki<br />
idi. Bağdad halifesiz ba şşehir olmu ştu. Irak İran' ın bir vilayeti haline<br />
gelmi şti.Buna ra ğmen eski kültürel hayat ından baz ı şeyler, fi'len<br />
tahribe u ğradığı Timur ak ınlarına kadar devam etti. Önceki fas ıllara<br />
dikkat edilecek olursa görülece ği üzre Islam talimat ının birkaç<br />
merkezi Iran'da, Ortaasyada, Afganistanda ve Hindistanda geli şmişti<br />
Geni ş siyasi in.kılaplar fikri ve ictimai hayatta beklenenden daha az<br />
sars ıntı meydana getirdi. Gerçekten büyük de ğişiklikler vard ı. Fakat<br />
hayrete şayan ki bu fırtınadan sonra yine çok şey hayatta kalabildi.<br />
50o den ı goo e kadar olan dört asr ın seyri daha muntazamd ır.<br />
Bu devirde üç imparatorluk meydana gelmi ştir., Osmanl ı Türklerinin<br />
kurduğu imparatorluk 1453 ten itibaren ba şşehri İstanbul (Costantinople)<br />
ile tedricen hakimiyetini Suriye, M ısır, Irak' ın birço ğu ve<br />
Kuzey Afrika'n ın ekseriyetine yayd ı ve birinci cihan sava şına kadar<br />
devam etti. Iran, Safevi soyu ( Şah İsmail: 1502-24) tarafından birleştirilınişti.<br />
Ve zaman zaman Irak da İran'a kat ılmışt ı. Bağdad,<br />
şimdi bu iki imparatorluk aras ında bir tampon şehri idi. Ve birkaç<br />
defa el de ğiştirdi. Üçüncü imparatorluk Mo ğollarm Hindistan'da<br />
131
kurduğu imparatorluk idi ki bunun gerçek kurucusu Ekber (1556-<br />
ı 6o5) idi. Bu imparatorluk, di ğer ikisinden daha az ömürlü oldu.<br />
ı 7oo civar ında diğer Hindistan devletlerinden önce inhitata ba şlad ı<br />
ve sonra ( İngiliz doğu kampanyas ı) ilerledikçe geri çekildi, nihayet<br />
1857 de söndürüldü. Bu üç imparatorluk İslam dünyas ına bir parça<br />
d ış bir denge sa ğlad ı .<br />
Şu da hat ırda tutulmal ıdır ki 16-18 inci fasillan kapl ıyan zaman<br />
zarfında İslam dini, hilafet merkezi olmu ş bulunan Şam, Bağdad ve<br />
İstanbul gibi yerlerin çok ötesinde yay ılmıştı. Doğuda ve Bat ı Afrika'-<br />
da, Malaya ve Endonezya'da tedricen müslüman cemiyetleri te şekkül<br />
ediyordu. Islam hukuku ve teoloji çal ışmalar ı için mesela -Timbuctool<br />
ve Kano'da 2 medreseler aç ıld ı ve bütün kültürü Islamla ştırma<br />
hareketi ba şlad ı. Bununla beraber islamla ştırmanın ortas ında iken<br />
bu ülkeler Avrupal ıların vuru şuna çarp ıldılar. Şuras ı muhakkakt ır<br />
ki İslam onların kültürlerine hakim olsa bile ortado ğudaki şekliyle<br />
olmamıştır. Ondokuzuncu asr ın sonuna doğru bu kenar bölgeler,<br />
yeni kelâmi bir görü şün ortaya ç ıkmas ına yard ım etmediler ise de<br />
kelâmi tetkikat ın genişlemesine yard ım ettiler.<br />
1 Timbucto Frans ız Sudan' ında bir bölgenin ba şşehri (Encyclopedia Britanica)<br />
2 Kuzey Nigeria'da İngiliz Bat ı Afrikas ında bir şehrin ad ıd ır.<br />
132
FASIL 16<br />
Felsefi Kelâmın Kısırlaşması<br />
Bu as ırlar boyunca Teolojik ve felsefi dü şünce ne mahiyette idi<br />
Belki hacmen artt ı ama kalite bak ımından dü şmeğe devam etti. Bu<br />
inhitat ın delillerinden biri, orijinalite yoklu ğudur. Mütekellimler<br />
Cuwayni ve Fahr ad-Din Raz1 gibi yeni eserler verecekleri yerde ilk<br />
eserler üzerinde tefsirler, şerh ve ha şiyeler vermek yoluna gittiler.<br />
Bunun şayanı dikkat bir misali, The Articles of Blief of an -Nasâfi<br />
(an- NasatTnin İman makaleleri) dir. Brockelmann bunun bir düzine<br />
kadar şerhi, otuz kadar ha şiyesi (Taftazani tarafindan yap ılan şerh<br />
üzerine) ve bunlardan biri üzerine yap ılmış yirmi kadar ha şiyenin<br />
haşiyesi listesini verir. Bunlar sadece Arapçada olanlar ın ba şlıcalar ı-<br />
d ır. İslam dini edebiyat ı, ayn ı zamanda Türkçe, Farsça ve di ğer<br />
dillerde de yaz ılıyordu. Bu arada Telif edilmi ş birkaç orijinal eser de<br />
vard ı. Ama bunlar daha ziyade çe şitli uzunluktaki akaid kitaplar ının<br />
bir özeti idi. Belki de şerhlere konu olmak için yaz ılmışlardı . Şerh<br />
yazanlar, bir metni konferanslar için temel kullanman ın normal bir<br />
hareket oldu ğu düşüncesinden cesaret alm ışlardı. Fakat böyle bir<br />
hareket orijinaliteyi bozmaz. Filozof İmanuel Kant da o devirde Almanya'da<br />
âdet oldu ğu veçhile konferanslar ında bu yolu takibetmi şti.<br />
Fakat bu, onun yüksek bir orijinal eser vermesine mani olmad ı. Sonra<br />
şerh şekli kullanma d ışında orijinalite eksiliyordu. Gardet ve Anawati<br />
buna "sertle şme, taassup" diyorlar.<br />
Hemen takbih edilen bu sertle şmeden önce bunun önemli bir<br />
ictimai fonksiyonu olup olmad ığı hususunu keşfetmek için bir te şebbüs<br />
yap ılmalı idi. Nihayet h ırıstiyan inançları da h ırıstiyanlığın başlamas<br />
ında ancak be ş as ır sonra biraz sabitlik arzetmi şti. İslâmda da<br />
bununla mukayese edilebilecek bir sabitlik görünü şünün zuhura gelmesi<br />
için aynı zamanın geçmesi kâfi bir sebebolabilir.* Maamafih<br />
* Yazarın bu mukayesesi isabetli değildir. islâm inançlar ı başından beri sabitlik arzeder.<br />
Ehli sünnet akidesi ba şından beri olduğu gibi hiçbir değişikliğe uğramandan zaman ı-<br />
m ıza kadar gelmi ştir Halbuki hıristiyanl ık çok çalkant ı geçirmi ştir. Hâlâ da h ıristiyan ortodokslar,<br />
protestanlar ve katolikler aras ında uçurumlar vard ır. Mütercim<br />
133
elirli bir inanca sahibolmakla inanç makalelerinin yorumundald<br />
sertle şme aras ında bir ayırma yap ılabilir. Mesele şudur: inanc ın<br />
sabitlik kazanmas ı fikrinden ayr ı olarak böyle kelâmi bir sertle şmenin<br />
hakl ı bir sebebi var m ıd ır, yok mudur Siyasi devrin huzursuz vaziyetleri<br />
karşısında teolojide sertle şmenin içtimai bünyeye bir muvazene<br />
vermeğe yard ım ettiği fikri aklen Uygun görülmektedir. Belki de bu,<br />
nazari birliğin dahi yokluğunu telafi etmeğe yard ım etmiştir. Kaldı<br />
ki sertle şmenin, bize olduğundan daha büyük görünmesi de mümkündür.<br />
Zira kendisinin, k ıymetini takdir etmedi ği hemen ayn ı münakaşalar<br />
ın tekrarından s ık ılan modern bilginin, kendi s ıkıntısını mevzuun<br />
bir karakteristi ği olarak göstermesi mümkündür. Şüphesiz elimizdeki<br />
tetkikte bu görü ş hakkında son bir şey söylemenin imkam yoktur.<br />
Zira bu, daha derin bir tetkik ister.<br />
Bilhassa ı 50o den sonraki devir sadece teolojik taassup bak ımından<br />
değil, fakat genel kültür bak ımından da inhitat ve gerileme farz<br />
edildiğine göre bu hükümlerin temellendi ği hadiseye dair malümat<br />
sahibi olmak için birtak ım nazariyeler ileri sürülebilir. Görü şlerden<br />
biri şudur: Sertle şme sebebi, Moğol ak ınlarında ve bunlar ın sebebolduğu<br />
tahribatta aranmal ıdır. Bunun ,baz ı merkezlerdeki ve bölgelerdeki<br />
ilgili kültürel inhitata çok tesiri olmu ştur. Mesela Ba ğdad. Fakat<br />
diğer taraftan M ısır Moğollar tarafindan hiç istilâ edilmedi. Bundan<br />
dolayı kültürel inhitat ın tek sebebi Mo ğollar olamaz. İleri sürülen<br />
diğer bir sebep de Osmanl ı hakimiyetidir. Belli sebeplerden ötürü<br />
bu görü ş, Arap milliyetçili ği yazarlar ının özel görü şü haline gelmeğe<br />
başlam ıştır. Arapça konu şan dünyan ın, fi'len Osmanl ıların hükmü<br />
altına geçmesi dolay ısiyle baz ı bak ımlardan bunda bir hakikat pay ı<br />
varsa da bütün bölgede yegane sebebin bu oldu ğu şüphelidir. Çünkü<br />
Iran ve do ğu islam ülkeleri bidayette yüksek bir kültüre sahip bulunuyorlard<br />
ı ve hiç Osmanl ı idaresine geçmemi ş idiler. Çürüme tohumları,<br />
islâm dininin kendiinde ta başlangıçtan beri mevcuttu, tarz ındaki (gerçekten)<br />
uzak iddia, İslâma karşı olan peşin hükmün bir ifadesi görünmektedir. Ciddi<br />
addetmeğe değmez.<br />
Bütün konuyu aç ıklıyamamas ına rağmen biraz önemi bulunan di ğer<br />
bir âmil de uleman ın hükümetlere ba ğlanmış olmas ıdır'. 833 ten 849 a<br />
kadar olan zaman içindeki soru şturma olay ı gösterir ki ulema s ınıfı son<br />
derece hükümet kuvveti içinde idiler. Mihne olay ına bir son veren,<br />
sadece Ahmed ibn Hanbel'in cesur tahammülü kalmam ıştı ulemada.<br />
Ulema kendilerine yak ışmayan birtak ım i şler yap ıyorlard ı. Ama<br />
134<br />
1 Montgomery Watt, Integration, 238-51.
ulema bu durumdan memunu degildi. Uleman ın davranışına yak ışmıyan<br />
hareketlerin, birtak ım sebepleri vard ı. Ulemanın faydas ına<br />
olan birtak ım ihtisas memuriyetleri çe şitli idarecilerin elinde idi.<br />
Uleman ın çoğu da dini prensipler u ğruna iyi bir maa şı terkedemiyecek<br />
kadar dünyaya haris idiler. Gazali ve İbni Teymiyye gibi<br />
müstesnalar da vard ı, fakat genel olarak idarecilere kar şı tutum<br />
bu merkezde idi.<br />
Diğer taraftan şuras ı da bilinmelidir ki idarecilerin el atmak istedikleri<br />
ve buna uleman ın karşı mukavemet ettiği saha da büyüktü.<br />
Hem fik ıh, hem de teolojide sertle şme (taassup) nin görevlerinden<br />
biri de baz ı hükümet bask ılarına karşı koymay ı benimsiyen ferdi<br />
kimseleri kuvvetlendirmek ve hükümetin te şviklerine tahammül edemiyen<br />
birtak ım fertler tarafından ulema s ınıfı= görü şüne hiyanet<br />
edilmesini önlemek maksad ına matuf idi. Sert bir fikri bünye olan<br />
yerde ferdi yetkiler azal ır ve şüphesiz bundan bir fayda elde edilir Bu<br />
şartlar alt ında takibedilen bu yolun en iyi yol olup olmad ığı meselesi,<br />
üzerinde çok ara şt ırma yapmaks ızın halledilemez. Fakat şuras ı aç ıkt<br />
ır ki taassubun baz ı zamanlarda müsbet bir rolü olsa da zararlar ı da<br />
vard ır. Bilhassa bu hareket, uleman ın, son as ırların ihtiyaçlar ını<br />
kar şılayacak bir fıkıh ve teoloji görü şü benimsemelerine engel olmu ş-<br />
tur.<br />
Uleman ın idarecilere bu şekilde bağlı bulunmas ı hususuyla ilgili<br />
olan bir şey de onlarla halk aras ında ayrılığın belirmesidir. Halk kendi<br />
dini ihtiyaçlar ının dervi ş tarikatlerinin âyinleri vas ıtasiyle kar şıland ı-<br />
ğın ı görünce, uleman ın başkanl ığı alt ındaki resmi din ba şarıs ız kald ı .<br />
Bununla beraber burada halledilmemi ş birçok problem var. Tariktalerin<br />
ayini ile şeriatinki aras ında ne kadar fark vard ı İkincisini tutunduran<br />
bu ayr ılık miydi yoksa tarikat, şariatin tamamlay ıc ıs ı miydi<br />
Hanbeli mütekellimleri ile felsefi mütekellimlerin, halkla olan münasebeti<br />
farkl ı miydi Felsefi mütekellimler (kendilerine E ş'ari desin veya<br />
demesinler) felsefeye olan ilgileri ve metinler üzerine şerh metodlariy;<br />
le, gerçek ruhi hayat ın s ıçramalar ından büyük ölçüde ayr ılmış ve<br />
fikir kanal ı içerisine tandidedilmi ş görünmektedirler. Hanbelilerin<br />
daha iyi bir durumda olup olmad ıkları, müteakip bölümde ele al ınacakt<br />
ır. Felsefi mütekellimler, zay ıfl ıklarma ra ğmen kendi inançlar ı<br />
yönünden asla unutulam ıyacak müsbet bir ba şarıya sahibolmu şlard<br />
ır. Onlar zahiri hareket ile fikri do ğmayı öyle bir çat ı içerisinde birleştirmişler<br />
ki o çat ı içerisinde insanlar ruhi do ğruluk ve dini ibadet<br />
üzre ya şıyabilirlerdi.<br />
135
Bu devre ait şimdiki tarihi ara ştırmaların kifayetsizliği üzerinde<br />
bu zamanın ana temayüllerini tetkik pek ameli görünmüyor. Yap ılabilecek<br />
en iyi şey, iyi bilinen mütekellimler üzerine k ısa notlar ileri<br />
sürmek ve okuyucuyu, Islam tarihine çal ışan hiç kimsenin bakmad ığı<br />
geni ş kaynak bilgisinin mevcudolduğu hususunda ikaz etmektir.<br />
) al-Baydawi (öl. 1286) Iran'da Şiraz yak ınında doğdu. ve başlıca<br />
zaman ını orada kad ı olarak geçirdi. Zühd ve takva bak ımından<br />
şöhreti vard ı. Onun başlıca özelliği, önceki âlimlerin eserleri aras ında<br />
en iyi olanını seçmek ve onu güzel bir şekilde özetlemek idi. Onun en<br />
büyük eseri, Kur'an tefsiridir ki ba şlıca Zemah şeri'nin tefsirine istinadetmektedir.<br />
Kendisi ayn ı zamanda bir mütekellim olarak da gösterilmi<br />
ştir. Görü şleri Gazali'nin Golden Mean'i ile ayn ı ölçüde olan<br />
Arapça bir eserde toplanm ıştır. Eser hemen hemen Fahru'd - Din<br />
Razrnin Muhassal' ındaki mevzular ın düzenini takibeder. Fakat<br />
biraz daha felsefidir. F ıkıhta Safii idi'.<br />
2) Hafızu'd-Din Abu'l-Barakât an-Nasafi (öl. 13o1 veya 131o).<br />
Buhara yak ınında doğdu ve 1244 de vefat eden bir hocamn tedrisinde<br />
okuduğu anlaşılmaktadır. Kendisi de Iran körfezinde bir şehir olan<br />
Kirman'da bilhassa Hanefi mezhebine göre f ıkıh hocas ı oldu. Bağdad' ı<br />
bir ziyaretten dönerken öldü ğü sanılmaktad ır ki bu zamanda Ba ğdad,<br />
birinci Moğol saldırısından geri al ınmışt ı). Onun eserleri aras ında<br />
üzerinde yaz ılmış şerhle beraber bulunan İman ın temeli (The Pillar<br />
of the Creed) i vard ır. Eserdeki doktrinler, Necmu'd-Din an-Nesefi<br />
tarafından yaz ılan İman Makaleleri (The Articles of Blief) in doktr,inlerine<br />
çok benzer. Fakat ondan dört misli daha uzundur. Sayan' dikkattir<br />
ki eser, epistemoloji (bilgi nazariyesi) hakk ında kendisinden<br />
daha kısa olan İman Makalesinden daha az şey söylemektedir. Ama<br />
müellif akidede felsefi münaka şaların yeri olmadığım dü şünmüş olabilir.'<br />
3) al-Ici, şeref unvaniyle Adudu'd-Din (128o) den sonra Siraz<br />
yakınında doğdu ve orada Beydâwi'nin bir talebesinin talebesinde<br />
yeti şti. Bu, Safii ve E ş'ari tahminin Siraz'da devam etti ğine dair delildir.<br />
Hayat ının çoğunun İlhanlıların yeni ba şşehri Sultaniyede kad ı<br />
olarak geçtiği söylenmektedir. Fakat son y ıllarında yine Siraz civarında<br />
idi. Maalesef yar ı müstakil bir mevki kazanan mahalli bir vali<br />
tarafından h ırpaland ı ve 1355 te hapisanede öldü. Kelâmda iki ese-<br />
2 El', makale "al-Baydawi"; Gardet ve Anawati, 164f.<br />
3 El (S) makale. "al-Nasafi 9". Felsefe ile ilgilenmi ştir. Zira Mi'yaru'n-Nazar adl ı<br />
bir eser yazm ıştır. Tahminen epistemology ile ilgilenmi ştir.<br />
136
iyle şöhret yapmıştır. Biri Mavakif'tir ki hemen hemen Razrnin<br />
Muhassal' ı tarz ında düzenlenmi ş, fakat felsefi mukaddimelere daha<br />
fazla yer verilmi ş -yarıma kar şı üçte iki nisbetinde- şümullü bir eserdir.<br />
Diğer eser genellikle Adudiyye diye bilinen, çok k ısa ve Mawakif'-<br />
in felsefi k ısmındaki (mutalâalara) hiç de ğinmiyen bir eserdir. 4<br />
4) al-Taftâzâni (öl. 1322-1389 yahut 139o), Horasan'da do ğ-<br />
muştur. al-krnin talebesi oldu ğu söylenir Biz onun Herat'ta bulunduğunu,<br />
ayn ı zamanda küçük Mo ğol saraylar ından birinde bulunduğunu<br />
da duyrnaktay ız. Bütün bu bölge Timurlenk'in hükmü alt ına geçtiği<br />
zaman, Taftazani bir zaman için Horasan' ın merkezi olan Serahs'te<br />
ikamet ettirildi. Ve sonra Semarkand'deki saray ına hareket etti. Kendisi<br />
dört as ır kadar kelâm ın başlıca ders kitaplar ından biri olan Necmu'd-Din<br />
en-Nesefrnin: İman Makaleleri (The Articles of Blief)<br />
üzerine yazd ığı şerhiyle me şhurdur. Bu hususta merak edilecek taraf<br />
şudur: Akide kitab ı Muturicil yolunda oldu ğu halde Taftazânt umumiyetle<br />
E ş'ari kabul edilir. Belki de bunun sebebi onu, Maturldi görü<br />
şlerinin hakim oldğuu bir bölgede öğretmi ş olmasıd ır. Kendini dikkatli<br />
idare eder, fakat birçok görü ş noktalar ı vardır ki onun, şerhettiği<br />
metinden memnun olmad ığını aç ıkça gösterir.'<br />
5) al-Curcani: as-Seyyid a ş-Şarif olarak bilinir (134o-1413).<br />
Hazer Denizinin Güney do ğu kö şesinde bulunan Curcan'da do ğdu.<br />
Herat'ta, Kirman'da (Iran körfezi k ıyısında) ve M ıs ır'da okudu. Bu<br />
arada Istanbul'u ziyaret etti. Taftazanrnin arkada şı idi. Ve onun<br />
vas ıtasiyle 1377 civar ında Siraz'da bir prof6örlük elde etti. Siraz' ın<br />
zapt ından sonra Timurlenk'in Semerkand'deki saray ına gitti. Ve me ş -<br />
hur bir münaka şada kendisinin Taftazain'ye üstünlü ğünü gösterdi.<br />
Timur'un 1405 te ölümünden sonra Siraz'a döndü. Çe şitli sahalarda<br />
birkaç eser vermi ştir. Kelâm yönünden al-krnin Mewakif'i üzerine<br />
yazdığı şerhi en mühimdir. Bu eserde onun felsefi meselelere olan ilgisi<br />
geniş yer tutar.<br />
6) as-Susi (öl. 1486 veya 149o). 63 y ıl yaşamışt ır. Cezayir'in batısında<br />
bulunan Tlemsen'de doğdu. Hayat ının çoğunu orada geçirdi.<br />
Hocaları aras ında son olarak bir zat vard ır ki G ırnata'da tahsil etmi ş<br />
ve orada okutmu ştu. Orada müslümanlar için art ık bütün ümitlerin<br />
kararmas ı üzerine oray ı terk etmi ş idi. Kelâmda Eş'ari oldu ğu kaydedilir.<br />
Ayn ı zamanda bir sufi idi. Fakat her şeyden önce o, bir filozof-<br />
4 El', makale. "al-Taftâzâni"; Gardet ve Anawati, 165-9<br />
5 Bak: E.E. Elder'in A Commentary on the Creed of Islam, New York, 1950 tercümesinin<br />
mukaddimesi.<br />
137
tur. Çok itina etti ği eser, ekseriya Senussiyye denilen ve oradaki müslümanlar<br />
aras ında popüler olan ve Frans ızca ve Almancaya da tercüme<br />
edilmi ş bulunan k ısa bir akaid kitab ıdır. Eser al-ici'nin akaidinden<br />
daha çok felsefidir ve meselâ her mü'min Allah'a gerekli olan<br />
(sübuti) yirmi s ıfat ı ve onun için mümkün olm ıyan (selbi) yirmi s ıfat ı<br />
bilmelidir, iddias ını ileri sürerek ba şlar. Çünkü der, Allah' ın yirmi<br />
sübuti (necessary) s ıfat ı aras ında yedi şekil s ıfatlar ı "attributes of<br />
forms" vard ır ki çok benzeri olan yedi şekillere aid s ıfatlardan "attributes<br />
pertaining to forms" ay ırdedilmelidir. Aç ıkça görülüyor ki orta<br />
bir mü'minin filozof olmas ı istenmi ştir. 6 (Bu mütekellim, Senusiyye<br />
tarikatinin kurucusu ve Libya hükümdarl ık soyunun ceddi olan 1859<br />
da vefat etmi ş Sidi Muhammed ibn Ali as-Sanusi'den ay ırdedilmelidir).<br />
7) ad-Dawwâni yahut ad-Dawâni (1427-1501). Şiraz' ın elli<br />
mil kadar bat ısında bulunan bir bölgeden geldi, ve orada ( Şiraz'da)<br />
kald ı ve müderris oldu. al-ianin ve al-Curcani'nin eserleri gibi yukarıda<br />
zikredilen baz ı eserler üzerinde yazd ığı şerhler dahil felsefi,<br />
kelâmi ve tasavvufi konularda birçok eseri mevcuttur. O bu eserleri<br />
tetkike devam ederken Ş iraz'da mahalli bir sufilik hüküm sürüyordu.<br />
ad-Dawwâni hakk ında merak edilecek şey şudur: Onun bir imamiyye<br />
şiisi olduğu söylenmektedir. Fakat muhakkak olan nokta onun bir<br />
Eş'ari olarak ba şlam ış olmas ıdır. al-Ianin akaidi üzerine yazd ığı şerh<br />
(article on the imamate of Abu Bakr: Abubekr'in imameti üzerine<br />
makale) buna delildir. Nasiru'd-Din at-Tusi'nin onun taraf ından<br />
şerh edilen eseri felsefidir ve Ş ii doğmatiklerine ait bir şey ihtiva etmez.<br />
8) Birgivi yahut Birgili (1522-73). Anadolu'nun kuzeybat ıs ında<br />
bir Türk âlimi idi. Tahsilini Istanbul'da tamamlad ı ve Smyrna<br />
(Izmir) şehrinin küçük Birgi kasabas ında bir medresede ders verdi.<br />
Şeriatin sert ve sad ık muhafazakârl ığının bir mümessili oldu ve meselâ<br />
Kur'an' ı para ile ö ğretmeği haram sayd ı. Onun şaşmaz dürüstlü ğü<br />
ve va'z ının popülerliği, avam aras ında kendisine birçok taraftar kazand<br />
ırdı. Dinin prensiplerini aç ıkl ıyan Türkçe bir akaid kitab ı<br />
yahut ilmihal geni ş bir revaç buldu ve üzerine şerhler yaz ıld ı' Fakat<br />
kendisi birçok Türkler gibi filozof de ğildi.<br />
9) al-Lakani (öl. 1631). Kahire'de Ezher medresesinde profesördü<br />
ve Maliki mezhebine mensuptu. The Jewel diye Ingilizceye<br />
6 Bak: El (S). makale. "al-Sanusi, Abû Abdallah..."<br />
7 Garcin de Tassy tarafından Exposition de la foi musulmane, Paris, 1822 de Frans ızcaya<br />
çevrilmi ştir<br />
138
tercüme edilebilecek olan al-Cawhara adl ı eseri me şhurdur ki bu<br />
kitap baz ı me şhur şerhlere konu olmu ştur. Bunlardan biri yine Ezher'-<br />
de profesör olan kendi o ğlu Abdu's-Selâm al-Lakani (1668) tarafından<br />
yaz ılmışt ır. al-Cawhara, Sanusi'nin k ısa akaid kitab ının bir benzeridir.<br />
8<br />
ı o) as-Siyalküti (1657). Siyalk'ût'lu bir adamd ır. Moğol Imparatoru<br />
Şah Cihan (1628-58)'m saray ında bir nas ıh (ögütçü) idi. Iran<br />
ve M ıs ır'da muntazaman okunan baz ı kelâmi eserler üzerine şerhler<br />
ve ha şiyeler yazd ı ve kendi yaz ılar ı o derece yüksek dü şünceleri haiz<br />
idiler ki bunlar da bizzat ders kitab ı olarak kullan ılmağa başladı .<br />
ı ) al-Fadali (yahut Fudali veya Faddali). Delta'da do ğmuş<br />
ve Kahire'de Ezher'de profesör olmu ş idi. 1821 de öldü. Islam akaidinin<br />
orta uzunlukta bir izah ını yazd ı ki bu eser D.B. Macdonald tarafından<br />
Ingilizceye çevrilmi ştir. Macdonald' ın Development (geli ş -<br />
me) - adl ı eserine bir zeyl olarak.<br />
12) al-Bâcuri (1783-186o) al-Beycuri de denir. Ezher'de profesör<br />
ve sonunda rektör oldu. al-Fadali gibi ki Fadala kendisinin ö ğ-<br />
retmenlerinden biri idi, F ıkıhta Şafildir. Gününde umde idi fakat<br />
çal ışmas ı, ba şlıca şerhlere ve ha şiyelere inl ıisar etmi ştir. as-Sanusi'nin<br />
küçük akaid kitab ı üzerine şerhler ve al-FadaWnin biraz önce zikredilen<br />
akaidi üzerine şerhler buna dahil olduğu gibi, al-Lakanrnin al-<br />
Cawahara'si üzerine yaz ılan şerh üzerine yapt ığı ha şiyesi de dahildir.'<br />
Bu kısa notlar, o devrin bir kelâm tarihi olmaktan uzakt ır. Ama<br />
şimdilik neler geçtiği hususunda baz ı ışıklar verir Alimler, 1258 den<br />
önceki eserlere nazaran daha yava ş yürümelerine rağmen disiplinin<br />
milletleraras ı karakteri önemlidir. Bilginler daha az seyahat etmelerire<br />
rağmen sünni dünyas ında önemli eserler meydana geldiği gibi bir<br />
dereceye kadar Şiiler aras ında da baz ı eserler telif edilmi ştir.<br />
BIBLIYOGRAFYA<br />
R. Brunschvig ve G.E. Von Grunebaum, Classicisme et dedin<br />
cultural dans l'hsitoire de l'Islam, Paris, 1957. 1956 da Bordeaux'da yapılan<br />
bir symposium (ayn ı mevzu üzerine çe şitli şahıslar ın konu şma-<br />
8 La Djaouhara, J, D. Luciani taraf ından aç ıklamalarla beraber bas ı ve tercüme,<br />
Algier (Cezayir), 1907<br />
9 El' de al-Badjuri adl ı makale.<br />
139
s ı) da yap ılan konuşmalar ın zab ıtlar ı. En ilgili olanlar ı : Louis Gardet,<br />
H.S. Nyberg, H. Ritter, G.H. Bousquet, Fr. Meier, R.Arnaldez tarafından<br />
yap ılanlardır.<br />
W.F. Thompson, Practical of the Mohammedan People, London,<br />
1839. Dawwâni'nin Ahlâk- ı Celân'sinin tercümesi.<br />
Sir H.R. Gibb ve H. Bowen, Islamic Society and the West, cilt<br />
ı , k ısım 2, London, 1957. Bu bölümle ilgili birçok konular ın, Osmanlı<br />
İmparatorlu ğu ile rab ıtas ına temas eder.<br />
140
FASIL 17<br />
Hanbeli Mezhebinin Canlanmas ı<br />
Onbirinci as ırda Bağdad'da Hanbeliler aras ında biraz taassuba<br />
bürünmü ş de olsa bir kuvvet ve gayret görüldü. Bu zamanda Ba ğdad,<br />
onların başlıca merkezi görünmektedir. Maamafih asr ın sonundan<br />
önce Kudüste, Şam'da Hanbeli okullar ı vard ı. Hanbeli fakihleri,<br />
1099 da Kudüs'ü zapteden Haçl ıların önünden kaçmak zorunda<br />
kaldıkları zaman Şam'da bir yere toplanma ğa ba şlad ılar. Şam Hanbelileri,<br />
Moğolların batıya doğru Irak' ın içerisine girmeleri üzerine<br />
yeni mültecilerin gelmesiyle daha da kuvvetlendiler. mülteciler aras<br />
ında Harran'dan gelen, birkaç alim yeti ştirmiş bir aile de vard ı .<br />
Bunlardan biri, 1263 Ocak ay ında doğmu ş, babasiyle beraber Şam'a<br />
gelmiş ve orada tamamen Hanbeli okullar ında tahsilini yapm ıştı .<br />
Bu, İbni Teymiyye idi. Tam ad ı : Takiyyu'd-Din Ahmed ibn Teymiyye'dir.<br />
Bu zat, İslam dininin en büyük liderlerinden biri olmu ştur.<br />
Onun dü şüncesi ve ba şarıs ı konusuna Henri. Laoust ve arkada şları<br />
tarafından yap ılan çal ışmalarla birçok ışıklar tutulmu ştur. Etraftaki<br />
karanlığa rağmen o, ışığın ortas ında durmaktad ır °.<br />
Üzerinde durdu ğu esas meselenin, Gazali'nin durdu ğu gibi ulema<br />
yahut dini münevver zümrenin yiyicili ği olduğu bilinirse, İbni<br />
Teymiyye'nin kariyeri daha iyi anla şılır. Bir ulema s ınıfı olarak onlar,<br />
hemen tamamen dünyevi terfi'lerini dü şünüyorlard ı. Terfi' de idari<br />
ellerde olduğu için idarecilere hizmetçi idiler. İbni Teymiyye, İbni<br />
Hanbel'in yolunu takibederek do ğruluğuna inandığı şeyde dosdoğru<br />
durdu, yaptığı hareketin kendisine getirebilece ği ıztıraba ald ırış etmeksizin.<br />
Fikri cesareti dolay ısiyle kendisinin, onyedinci asr ın dini<br />
görü şlerine şekil veren bir mevkide bulundu ğu söylenmektedir. Islami<br />
hesaba göre kendisi yirmi yedi ya ş civar ında iken (Ocak 1298) de<br />
1 Laoust, Essai sur İbni Taimiya'de söyledikleri yanında, keza Laoust ana Hanbeli<br />
doktorlar ı hakk ında da yazm ıştır: "Le Hanbalisme sous le califat de Ba ğdat", Revue des<br />
Etudes Islam ıque, 1959, 67-128.<br />
141
umumi s ıkınt ıları ba şladı. Hama halk ından, Allah' ın sıfatlar ı ve bunların<br />
Allah' ın zatiyle olan münasebetleri hususundaki sorulan soruyu<br />
izah ederek kendilerine ders vermesine dair İbni Teymiyye'ye vaki talep<br />
üzerine kendi görü şünü açıklayan bir beyan kaleme ald ı. Bu aç ıklama,<br />
"Hama'mn büyük Akaidi adiyle tan ınır: Large Creed of Hama".<br />
Düşmanları, onun Astrolojiye hücumundan rahats ız oldular. Ve onun<br />
Şam valisinin saray ındaki mevkiini k ıskanarak antropomorfizme<br />
saptığı bahanesiyle bu akaid kitab ını İbni Teymiyye'ye hücum için<br />
bir basamak yapt ılar. Şafii kad ısı görülmü ş (fikri çal ınmış) t ı. Dü şmanlar<br />
bununla da yetinmemi şler, kasabay ı onun aleyhine kald ırmak<br />
için bir dellâl tutuklar ı zaman i şi daha da ileri götürmü şlerdi. Vali,<br />
nizamı korumak için araya girdi. Akaidi dikkatle incelemek için fakihler<br />
görevlendirilmi şler ve bunlar itiraz edilebilecek bir şeyin bulunmadığını<br />
rapor etmek zorunda kalm ışlardı. Böylece hâdise kapanm ıştı .<br />
Ertesi yıllar Şam' ın genel hayat ında o, bir pay ald ı, diplomatik<br />
misyonların bir üyesi idi. Ayaklanm ış Nusayri z ınd ıklarına kar şı bir<br />
savaşa kat ıldı. Nusayrilerin ülkelerinin zapt ı üzerine sultan tarafından<br />
bunların ıslah ına memur edildi. Fakat ı 305 in sonuna do ğru o,<br />
bir zaman kendini tekrar s ıkıntı içinde buldu. Kendisi şeriate ayk ırı<br />
olan çe şitli amelleri yapt ıklar ı için Ahmedi tarikatine aç ıkça çatmıştı.<br />
Bu zamanda Şam, ba şşehri Kahire olan Memlük devletinin bir<br />
parças ı idi ve Ahmedilerin oradaki ba şkanı, birçok nüfuzlu kimselerle<br />
dostça münasebet kurmu ştu. ı o36 mn ba şlannda İbni Teymiyye,<br />
Kahire'ye ça ğırıldı . Şüpheli kısa bir muhakemeden sonra hapsedildi.<br />
ı 307 Eylülüne kadar hapiste kald ı. Tahliyesi üzerine profesör oldu<br />
ve konferanslar verdi. Fakat birçok sufilerin inand ıkları panteizme<br />
hücumlar ı, kendini tekrar hapisaneye götürdü. İlkin Kahire'de, sonra<br />
İskenderiye'de. Çünkü İskenderiye'de ziyaretler kabul etmesi hürriyeti<br />
daha tehlikesiz olabilirdi. Hükümet de ğişikliği üzerine Mart 1310 da<br />
hürriyete kavu ştu. Fakat orada kendisinin o kadar dü şmanı vard ı ki<br />
Kahire'de takriben iki y ıl kaldıktan sonra Şam'a döndü.<br />
Hayatının geri kalan kısmını Şam'da geçirdi. Birçok talebesi ve<br />
diğer taraflariyle genellikle hürmet ve itibar gördü. Art ık umumi<br />
hâdislere az kar ışt ırılmışt ı. Fakat velilerin durumuna hücum etmesi<br />
kendisini 1326 da şehir kalesinde mahlanniyete götürdü, taraftarlarına<br />
zulmedildi. Ve 1328 Eylülünde ölümüne kadar mahkûm kald ı .<br />
Laoust, İbni Teymiyye'nin dü şüncesinin "Siyasi Sosyolojinin"<br />
dönüm noktas ında bulunduğunu tasavvur eder. Fakat bu görü ş, teolojik<br />
bir dü şünceye dayan ır. O, bu görü şün merkezi noktas ını, öteden<br />
142
eri İslam düşüncesinin, Allah ile insan ın kesin olarak birbirine benzemediklerine<br />
kani oldu ğu gerçeğinde buluyor. Bu bak ımdan İbni<br />
Teymiyye, ne felsefenin, ne de teolojik felsefenin akli metodlariyle<br />
Allah hakk ında bilgi sahibi olman ın mümkün olmadığı neticesine<br />
vardığı gibi, tasavvufun hedefi olan Allah ile birle şmenin de imkansızlığı<br />
kanısına varmıştı. Bu, sadece bir taassup de ğildi. Zira İbni<br />
Teymiyye Gazali ve Fahru'd-Din Razi gibi mütekellimleri oldu ğu<br />
kadar ba şlıca Arap filozoflar ını da dikkatli bir şekilde incelemi şti.<br />
Onun filozoflar ı tenkidi, son derece zekice ve ince kurulmu ştur. Hassaten<br />
"Refuation of the Logicians: Mantt ıkç ılara Reddiye" adl ı<br />
eserinde. Razi'ye şiddetle kar şı koymu ştu. Çünkü Razi kelâma felsefeden<br />
ve diğer kaynaklardan o kadar çok yabanc ı unsurlar getirmi ştiki.<br />
Fakat dü şüncesinin umumi istikametinde Razrnin tesiri alt ında<br />
kalmıştı. Bu tesir, sadece tepki şeklinde tezahür etse dahi. Ama Gazali'ye<br />
karşı daha sempatikti. Ondan çok şey öğrenmi şe benzemektedir.<br />
Tasavvufa kar şı tutumu kar ışıktır. O, insan hayat ının en yüksek<br />
hedefiolarak Allah ile ittihad prensibini ima eden her şeyi reddeder.<br />
Vahid'in yahut en yüksek İyi'nin içine geçip fani olmak dü şüncesinin,<br />
şeriate ayk ırı olacağı kanaatinde idi. Ona göre en yüksek hedef, Allah'a<br />
ibadetti. Onun hedefi şeriatin emirlerini korumakt ı. Kendi amelinde<br />
de biraz tasavvuf vard ı. Bu kulluk nokta-i nazar ından o, birçok terimlere<br />
sufilerin kulland ıkları manaları vermeğe kadar ileri gitti:<br />
-Allah korkusu, Allah'a tevekkül, tevazu, Allah için sevme, şeriatin<br />
emirlerini tam ifa etmede o, sufilerin kulland ıklar ı fena ile e şdeğerli<br />
bir mana bulmuştur.<br />
Onun veliye tap ınma (saint-warship) ya hücumlar ı orijinal<br />
İslam şekillerine bağlılıkta ısrar etmesiyle ilgili oldi ğu gibi, felsefi<br />
kanaatlere hücumlar ı da yananc ı unsurları reddetmesiyle ilgilidir.<br />
Bütün bunlar şu tahmini geliştirir: Kur'an' ın konkre şiir dili, insanları<br />
felsefi dü şüncenin mücerret nazariyelerinden daha ziyade canl ı<br />
dini hayat ın derin co şkunluğuna yakın tutmu ştur. Hayat ının erken<br />
zamanlarından itibaren o, kendisine bir yol tutma ve hocalar ına ve<br />
ders kitapkar ına karşı tenkidli bir davran ış takibetmeyi benimsetecek<br />
birtak ım güç ruhi tecrübelere giri şmiş olmal ıdır. O hiç şüphesiz hayatın<br />
ve kuvvetin kayna ğını İslam akidesini ve onun Kur'an'daki ince<br />
ifadesini oldu ğu gibi kabul etmekte bulmu ştu. Bu sabit dü şünceye,<br />
hayatını inançlar ına göre ayarlama gayreti de yard ım etti. Bu dü şünce<br />
ve hareketten bir parça da muakkiplerine a şılamağa muvaffak<br />
oldu. Bununla beraber onlarla felsefi kelâmc ılar aras ında o kadar<br />
143
üyük farklar yoktur. Bundan dolay ıdır ki sadece kelâm ın felsefe ile<br />
karışmas ı, kelâmı inhitata götüren tek sebebolmam ışt ır. Belki de iskolastik<br />
metot, taassubu ve otoritelere (sultaya) dayanmasiyle -ki Hanbelflerin<br />
de bunda pay ı vard ır- bunda âmil olmu ştur.<br />
Her ne kadar İbni Teymiyye kendisinin müstakil fikirlerini paylaşmış<br />
mümtaz talebeler yeti ştirmemi ş ise de kendisi İslâmdaki kelâmi<br />
dü şünce yolunda şiddetli tesir ve de ğişiklik yapmışt ır ve onun tesiri<br />
hâlâ istikbale gebedir. Kendisi, Ba ğdad yerine Kahire'nin İslâm kültür<br />
mihrak ı olmağa başlad ığı bir zamanda gelmi ş olmak avantaj ına<br />
sahibti. Kahire, Moğol akınlarından kaçmış Memlûklerin nisbeten<br />
müstakar devletlerinin ba şşehri idi. Hiçbir kuyveti olmamas ına rağmen<br />
ismen İslam sünni halifesi olan zat da Kahire'de oturuyordu.<br />
Şam da Memlüklerin ikinci merkezi olarak önemle geli şiyordu. İbni<br />
Teymiyye'nin şöhreti ve onun birçok talebelerinin mevcudiyeti İslam<br />
düşüncesinin bu yeni veçliesine Hanbeilli ğin büyük önemi oldu ğunu<br />
ifade etti. Hanbelilik burada müteakip as ırlara tesir edebilecek bir<br />
temel -yahut bir ba ş k ıyı diyebilir miyiz- kazand ı .<br />
Bir çok tan ınmış Hanbeli, müteakip as ırlar boyunca yaln ız<br />
Şam'a değil, fakat ayn ı zamanda Bağdad, Kudüs ve Kahire'ye da ğıldı.<br />
Bunlar ya İbni Teymiyye'nin aç ıkça mensuplar ı, ya da hayranlar<br />
ı veyahut da bir parça onun tesiri alt ında kalmış kimseler idiler.<br />
Burada zikredilmesi gereken birisi İbni Kayyim al-Cawziyye (1299-<br />
135o) dir ki ismi -belki de Cawziyye medresesinin küçük bir memuru-<br />
olan Kayyim'in o ğlu anlam ını ta şır. Bu zat, hocas ı= 1312 de<br />
Mısır'dan dönü şünden sonra çok yak ın bir mensubu oldu. İbni Teymiyye<br />
ile aynı zamanda fakat ondan ayr ı olarak şehir kalesine hapsedildiği<br />
kuvvetle muhtemeldir. Kendisi hocas ının görü şlerini payla ştı .<br />
Yalnız bunun biraz mutasavv ıf bir yönü vard ır. Baz ı zamanlar kendisinin,<br />
İbni Teymiyye'nin son eserlerini yaln ız lisanca değil fakat<br />
manaca da de ğiştirdiği dü şünülmüştür. -Kendisi bir edebiyatç ı idi-<br />
Maamafih, hem hocas ının eserlerini yaymak, hem de onun fikirlerini<br />
kendi eserlerinde hatas ız bir üslüpla ne şretmek suretiyle o, şüphesiz<br />
İbni Teymiyye'nin tesirinin yay ılıp devam etmesinde büyük hizmet<br />
etmiştir.<br />
İbni Teymiyye tarafindan Hanbelili ğe getirilen canl ılık, onsekizinci<br />
As ırdaki Vehhabi hareketinde kendini gösterdi. Bu hareketin<br />
kurucusu olan Muhammed ibn Abdilvahhab ( 703-92), da di ğer birçok<br />
mütekellimler gibi, birçok âlimler yeti ştiren ve yeti ştirdiği<br />
bu âlimler, Necid'de ya da Orta Arabistandaki küçük kasabalarda<br />
144
mevki sahibi olmu ş bir aileden gelmişti. Babas ının emri alt ında Mekke'de<br />
ilk tahsilini yapt ıktan sonra bir zaman da talebe olarak Medine'de<br />
kald ı. Bilgi talebiyle Basra'ya da gitti. Genç ya şından itibaren<br />
Arabistan'da halk dininin gerilemeğe gittiğinin ve etrafl ı bir reforma<br />
ihtiyaç oldu ğunun fark ında idi. Arabistan'a döndükten sonra yapt ığı<br />
reform te şebbüsü muhalefetle kar şılaştı. Fakat ı 744 de küçük Dar'iyya<br />
kasabas ının Suud ailesine mensup emin ile anla şmağa muvaffak oldu.<br />
Suud soyu, h ızla büyüyüp Arabistan' ın çoğunun idarecileri haline geldikleri<br />
ondokuzuncu asr ın fetih yıllarında Mekke ve Medine'yi de i şgal<br />
ettiler. Fakat mukaddes şehirlerin Vehhabiler tarafından zapt ı, sünn i-<br />
leri rahats ız etti. Ve Osmanl ı Padişahımn emri üzerine bir M ıs ır<br />
ordusu Arabistan' ı istilâ etti ( ı 8 ı 3-18) ve bir zaman için Suudi prensliğine<br />
son verdi. Bu soyun tekrar 193o da Saudi yahut Suudi k ırallığını<br />
kurma firsat ım elde etmesi üzerine Vehhabilikle olan birlik kald ı .<br />
Ve kırall ık hâlâ bir Vehhabi devletidir.<br />
Vehhabilerin teolojisi hakk ında Laoust, "Hanbeli doktrinlerinin<br />
ve geleneksel iman ın ihtiyatl ı agnostisizmi"nin taze bir tab' ı" diye<br />
tavsif ediyor (s.5 14). Ona göre Bunun İbni Teymiyye'ye en aç ık bağlılık<br />
tarafi, velilere tap ınmaya hücumu ve islâmın aslına dönmesi<br />
hususunda ısrarıdır. Laouust'un eserinin büyük k ısmı dış şeylerle islâm<br />
dini düşüncesiyle ilgilenir. Fakat İbni Teymiyye'nin, iskolastik metodların<br />
sertliğinden kaçmak ve İslami gerçe ği mevcut şartlara uydurmak<br />
maksad ına matuf olan metodolojisine hiç ilgi göstermez. Bu söylenenlerin<br />
çoğu, Hindistan Vehhabileri için de doğrudur. Bunlar<br />
ondokuzuncu as ır ba şlarında Seyyid Ahmed ( ı 786-1831) ba şkanlığı<br />
altında S ıkh'lere ve İngilizlere kar şı bir ordu hareketine te şvik edilmişlerdi.<br />
Aslında hareket, Hindistan' ın dahil sebeplerine dayan ı-<br />
yordu. Fakat 1823 de Seyyid Ahmed Mekke'ye Hacca gitti ği zaman<br />
Vehhabilerin tesiri alt ına girdi. Hâlâ Deoband'da teolojik tetkikte<br />
bir parça Vehhabi ruhu vard ır. Böylece İbni Teymiyye'nin şahs ında<br />
görülen Hanbelilikteki canl ılık, zaman ımıza doğru alçalarak devam<br />
eder. Ilk islâmi asla yahut sadeli ğe dönmekteki ısrarı, bugünün Islâm<br />
düşünürlerine i şaret eder. Gerek mesleki teologlar olsun, gerek olmasın<br />
bu düşünürler, meselelerine bir çözüm şekli bulmanın en emin<br />
yolunu İslâmın köküne dönmekte görüyorlar. M ısır modernistleri<br />
aras ında bu çığır en çok M. Re şid Rıda (935) tarafından realize ediliyordu<br />
ki bu zat, İbni Teymiyye'nin ve bilhassa onun metodolojisinin<br />
bir hayran ı idi.<br />
145
B İBL İYOGRAFYA<br />
Henri Laoust, Essai sur les doctrines sociales et politiques de Ta/d-d-<br />
Din Ahmad b. Taimiya, Cairo, 1939. Bu as ırda islâm teolojisi üzerinde<br />
bas ılan en önemli eserlerden biridir. Çünkü bakire bir sahay ı aç ıp<br />
izah eder. Kitap sonraki Hanbeliler taraf ından onun doktrinlerinin<br />
yaz ılmas ı hakk ında Muhammed ibn Abdi'l-Wahhab ve Vehhabl<br />
teokrasisi üzerine ve Muhammed Abduh ve Re şid R ıda önderliğindeki<br />
Mıs ır reform hareketleri üzerine yaz ılan bölümler ihtiva eder.<br />
D.S. Margoliouth, makale "Wahhâbiya", El' de.<br />
116
FASIL ı 8<br />
Şiiliğin Şekil Değiştirmesi<br />
1258 ile ı goo aras ındaki zamanda Şiiliğin iki ana şekli, İmamiyye<br />
ve ismaililik tam bir de ğişikliğe uğrad ılar. Bu de ğişiklik onların<br />
doğmatik görü şlerinde değil, fakat onlar ın, bütün olarak İslâm cemaatindeki<br />
vazifeleri cihetinde idi.<br />
İmamiyye'nin durumundaki değişiklik, ı 5o2 civar ında aniden<br />
zuhur etti. O zamana kadar İmamiler Sünni olan İslâm cemaati içerisinde<br />
basit bir teolojik fırka idiler. İmamiyyenin hakim olduğu kasabalar<br />
ve onlar ın çok az bulundu ğu diğer yerler vard ı ama umumiyetle<br />
imamilerle sünnilerin yan yana ya şadıklarını söylemek gerçe ğe<br />
uygundur. Şuras ı da gözden kaçmam ıştır ki nihayet onlar ın mütekellimlerinden<br />
baz ılar ı , İslam dü şüncesinin ana kanal ında idiler. Ondan<br />
müteessir olmu şlar, hattâ belki de ona tesir etmi şlerdi. Bundan<br />
dolayıdır ki İmamiyye kelâm ının, sünni kelâm ının birçok veçhelerini<br />
gösterdiğini söylemek bir sürpriz te şkil etmez. Küçük akaid kitaplar ı -<br />
nın telifi, bunlar üzerine uzun şerhlerin yaz ılmas ı ve birçok felsefi<br />
dü şüncelerin kelâma sokulmas ı gibi.<br />
Onüçüncü as ır İmamiyye mütefekkirlerinin en önemlisi Nasiru'd-Din<br />
at-Tusi (1201-1274) dir. Bunun ismaililikle de biraz ilgisi<br />
vardır. Çünkü 1256 ya tekaddüm eden zamanlarda o, birkaç y ıl için<br />
Kühistan ismain idaresinin hizmetinde bir memurdu (Kühistan,<br />
İran' ın doğusunda Horasan' ın güney bat ısında bir bölgedir). Sonra<br />
ismalli ba şşehri olan (Tahran' ın kuzeyindeki) Alamut kalesine çekildi.<br />
Onun ismaililikle olan münasebeti, aç ık değildir. Onlar ın görü ş -<br />
lerine biraz sempati duymu ş olabilir. Diğer taraftan son y ıllarında<br />
Alamut'un, islâmi görü şünü tetkikte onun şöhreti vard ır. Kendisi<br />
1256 da İsmaill lidere, Alamut'u Mo ğollara teslim etmesini<br />
öğütlemesiyle ittiham edilir. -Teslim, liderin idam ı ve taraflar ın ın<br />
147
kılıçtan geçirilmesiyle neticelenir. Fakat bu, onun Mo ğol generali<br />
Hülâgû'ya ı 258 de Abbasi halifesini öldürmesini ö ğütlelediği<br />
yolundaki hikâye gibi muhaliflerinin bir iftiras ı olabilir. Muhakkak<br />
olan şudur ki o, 1258 den önce Hülâgû'nun sevgisini kazanm ıştı. Ve<br />
hayat ının geri kalan k ısmında o, Moğol idaresinin çe şitli yüksek<br />
memuriyetlerinde bulundu. Bu, k ısmen onun, mahir bir astrolog<br />
(müneccim) olmas ımn bir icab ı idi. Zira önemli firsatlar için u ğurlu<br />
tarihleri bulmak hakk ında Moğolların onunla istişare ettikleri anla şılmaktad<br />
ır.<br />
Nasiru'd-Din at-Tusi, bir mütekellim olmaktan ziyade bir filozof<br />
idi. Filhakika Yunan ilimlerinde bilhassa matematik ve astronomide<br />
gayet iyi yeti ştirilmi şti. Tabii onun felsefesi İbni Sina'nınki gibi<br />
sadece felsefe de ğildi fakat görünü şte kelâma bir giri ş, bir haz ırl ık idi.<br />
Kendisi Fahru'd-Din ar-Razi (12o9) nin dü şünce alemine çok benzer<br />
bir dü şünce dünyas ında ya şadı. Onun Muhassal' ına bir şerh yazd ı,<br />
geni ş ölçüde müsbet ve aç ık fakat be ğenmediği noktalar ı gösteren<br />
(bir şerh). Bu ve di ğer eserleri sünni mütekellimlerinin fikirleriyle<br />
karışmış felsefi bir dü şünce ile hür bir şekilde i şlenmişti.<br />
50o e doğru zikre şayan tek imami bilgin, Nasiru'd-Din at-Tusrnin<br />
bir öğrencisi olup İbnu'l-Mutahhar al-Hilli (1250-1325) adiyle<br />
an ılan zatt ır. Hille, Ba ğdad' ın altmış mil güneyinde, Imamiyyenin<br />
asırlarca önemli bir merkezi olan ve birçok önemli âlimler yeti ştirmiş<br />
bulunan bir. yerdir. İbnu'l-Mutahhar, muhtemelen günün en seçkin<br />
bir İmamiyye âlimi idi. F ıkıh usulü üzerinde yazd ığı bir eseri, Şam'da<br />
İbni Teymiyye'nin eline geçti ve onu önemli bir şekilde etkiledi. İbni<br />
Teymiyye kısmen buna kar şı çıktı ise de onun, ictihad ın mümkün<br />
oldu ğu görü şünün tesiri alt ında kalmış ve bu kanaatin biraz kendi<br />
dü şüncesine uydu ğunu kabul etmi ş görünmektedir.' ibnu'l-Mutahhar,kelâm<br />
ın felsefi taraflar ına fazla ilgi göstermemi ş görünmekle beraber<br />
bazı felsefi fikirlerden istifade etmi ştir Onun küçük akaid kitab ı -uzun<br />
bir eserin onbirinci bölümü- onbe şinci as ırda al-Babu'l-Hadi a şar<br />
unvanl ı bir şerhi ile beraber Ingilizceye çevrilmi ştir.<br />
İmamiyye Şiiliğindeki tebeddül, Şah Ismail'in 15432 de Tebriz'de<br />
Iran k ıralı olarak taç giymesiyle ba şlad ı . Şah Ismail imami Şiîliğini<br />
ülkesinin resmi dini yapma ğa karar verdi. Henüz İran' ın çoğunu<br />
zaptetmek zorunda idi ama süratle muvaffak oldu. Siyasi muvaffakiyetinden<br />
do ğan ilhamla İmamiye inanc ı sadece devletin dini olmakla<br />
kalmad ı, fakat tek müsamaha edilen serbest din oldu. Bunun sebepleri<br />
148<br />
1 Bak: Laoust, Essai sur Ibn Tairniya, 36 f.
aras ında ba şta din hocalar ının k ıt olduğu hakk ında kayıtlar vard ır.<br />
Çünkü Şîîliğin bu zamanda İran'a hakim olmas ının bir manas ı yoktur.<br />
Meselâ Tebriz'de o zaman nüfusun üçte ikisinin sünni oldu ğu<br />
kabul edilir. Önceki söylenenlerden de anla şılacağı üzere İmamiyye<br />
talimi ve İmamiyye ulemas ı, hem hukuk hem kelâm sahas ında salâhiyetli<br />
idiler. Fakat nisbeten baz ı eksiklikleri de olabilir. Zira birkaç<br />
imami merkezi Iran' ın dışında idi. Meselâ Hille'de, Bahreyn'de ve<br />
Amila da ğında (Lübnan).<br />
İmamiyye ile sünni hukuku aras ındaki ana farklardan biri şudur:<br />
İmamiyyenin salâhiyyetli fakihleri, gerekti ğinde Kur'an'a ve Hadis'e<br />
dayanarak kendi içtihadlariyle hüküm verirlerdi. Halbuki bu zamanda<br />
sünniler aras ında en bilgin bir fakih dahi kendi hükümlerini önceki<br />
fakihlerin içtihadlar ına dayand ırınak zorunda idi. Müstakil kararlar<br />
vermeğe içtihad denilir. Bunu yapan yetkili âlimlere de müctehid ad ı<br />
verilir. Sünni görü şü şu şekilde ifade ediliyordu: " İctihad kap ısı kapanmıştır".<br />
Ictihad ın devam etmesi inanc ı , Şer'i sistemi yeni durumun<br />
ihtiyaçlarına uydurmak için lüzumlu görülüyordu. Fakat Iran İmamiyyesinin<br />
fikri gelişmesi iyi bir şekilde tetkik edilmemi ştir. Kaydedilen<br />
tek şey, imamiler içinde içtihad mevzuunda ayr ılıkların olduğudur.<br />
Muhammed Emin al-Esterâbâdi (1624) müctehidlere ve içtihada<br />
insanlara hücum eden ve Ahbariler "Hadisçiler" 2 diye bilinen<br />
İmamiyyenin kurucusu olan bir lider olarak al ınır. Onlar ın görü şleri<br />
şu idi: Şer'i görü şler yalnız Hadislere dayand ırılmalıd ır. Akil bir tahlil<br />
veya diğer bir yol ile genel prensiplerden (usul) ç ıkarılmamalıdır.<br />
Bu tali fırka, Hanbeliliğin Şii bir şekline benzer. İnsan bunun acaba<br />
Hanbeli sempatizan ı olan kimselerin kerhen imami devleti içerisinde<br />
birle şmiş olup olmadığını merak eder. Daha umumi olarak imami<br />
görü şünü benimsiyen kimseler usulcüler ve ınüctehidiler diye tan ınmağa<br />
ba şladılar. Hadisçiler k ısa bir faaliyetten sonra yava ş yavaş<br />
ortadan kalkm ışa benzemektedirler.<br />
Muhalif istikamette olan di ğer bir grup da Şeyhiler idi. Bunlar<br />
Şeyh Ahmed al-Ahsâ'i ( ı 744— ı 827) 3 nin mensupları idiler. Bunun<br />
görü şleri ,geni ş ölçüde felsefe ile kar ışmışt ı. Fakat ogünki şartlar içerisinde<br />
neyi kasdettikleri aç ık değildir. Bu zat, tasavvufa alâka duyan<br />
ve 166o civar ında ölen daha önceki bir filozof Mulla Sadra'n ın tesiri<br />
altında kalmıştı . Şeyhilerdeki theosophical (özel bir ilham ve sezgi<br />
2 GALS, II. 577, 590<br />
3 E.G. BROWNE, Literary History of Persia, IV. 410 ve di ğerleri; GALS, II. 844;<br />
Cl. Huart, makale, "Shaikhi", El' de. Bu devirde İmamiyyenin İbni Sina'y'la ilgisi, H.<br />
Corbin tarafından münakaşa edilmiştir: "Avicenna and the Visionary Recital, 243-57.<br />
149
ile Allah hakkında tasavvufi yoldan bir bilgi sahibi olmay ı iddia eden<br />
felsefi ç ığır) inanç, ondokuzuncu as ır ortalar ına doğru Babilik şekline<br />
geçmi şti. Bu firka Islâm cemaati içerisinde bir f ırka olarak belirmi ş<br />
ise de sonradan ayr ı din haline gelmi ştir. Bundan dolay ı bu tetkikin<br />
dışında kal ır.'<br />
Şîîliğin ismaili dal ına daha k ısa temas edilebilir. Alamut'un<br />
1256 da Moğollar eline dü şmesini katl-i âmlar takibetti. Fakat birkaç<br />
ismaîli kurtuldu. Ve son imam ın oğlu, gizlice muhafaza edilmi şti.<br />
Bundan sonraki tarih kar ışıkt ır. Yaln ız ana hatlar ı bilinir. Fakat teolojik<br />
olmaktan çok siyasi oldu ğu için burada tafsilâta gitme ğe lüzum<br />
yoktur. al-MustaTi taraftarlariyle Nizar' ın taraftarlar ı aras ındaki erkenden<br />
ba şlıyan ayr ılık devam etmi ştir. Ve her dal da daha tali fırkalara<br />
ayr ılmıştır. Buna rağmen tab'i fırkaların birkaç ı şimdi az önemi<br />
haizdir. Mus'taliler M ıs ırda ortadan kalkm ışlar ve kendi ana prensiplerini<br />
önce Yemen'de sonra Gücerat'ta kurmak istemi şlerdir. Nizarilere<br />
gelince kendilerini yava ş yava ş Suriye ve Iran'da yerle ştirmelerine<br />
rağmen Hindistan'da da kuvvetlenme ğe ba şlad ılar. Burada ismaili<br />
propagandas ı dokuzuncu as ırda ba şlamıştı. Nizarilerin ana k ısmı,<br />
ba şları Ağa Han olan cemiyettir. Bu, Hindistan'da do ğu Afrikada vs.<br />
kuvvetlidir. Belki de bu hususta en ilginç şey, ilkin dağlı isyanc ıların<br />
inandığı bu yolun, tüccarlar ın ve diğer endüstriyel i şleri yapan insanların<br />
meydana getirdi ği mamur bir cemiyetin yolu olmas ıdır ki bu,<br />
diğer müslümanlara, islâm inanc ının, modern dünyadaki faaliyette<br />
oynad ığı etkili rolün, tetkike de ğer bir örne ğini verir.<br />
B İBL İYOGRAFYA<br />
R. Strothmann, makale "Shi'a", El (S) de. Keza Die Zwölfer-<br />
SchPa, Leipzig, 1926.<br />
E.G. Browne, A Literary History of Persia, Cambridge, 1924, vd.<br />
IV. 353-41i ; Ba şlang ıcından itibaren şii teolojisine temas eder.<br />
Cl. Huart, makale. "Shaikhi" El' de.<br />
W. Ivanow, makale. "İsmailiya", El (S) de. Keza True Meaning<br />
of Religion'nun bas ı ve tercümesi. yapan: Shihâb-ad-Din Shah (Nizarilerin<br />
47. imam ının oğlu), Bombay, 1933.<br />
M. Horten, Die Gottesbeweise bei Schirazi, Bonn, 1912; Das Philosophische<br />
System von Schirazi, Strasburg, 1913; "Die Philosophis-<br />
150<br />
4 Daha fazla malûmat için bak: A. Bausani, El', "Babis", "Baha' -Allah" "Baha'is"
chen und theologischen Ansicthen von Lahigi (e. 167o)", Der Islam,<br />
III ( 9 ı 2), 91-131. Bu eserler İran'daki geli şmeler hakk ında bir fikir<br />
verebilir. Bilhassa üçüncünün mukaddimesi ve indeksi. İkinci eserin<br />
faydal ı bir lügatçesi vard ır. "Schirazi" fas ılda Mullâ Sadrâ diye gösterilen<br />
zatt ır.<br />
Henry Corbin, "Pour une morphologie de la Spiritualite Shiite",<br />
Eranosjahrbuch, XXIX (196o), 57-107; Seyhilik üzerine bir bölümü<br />
vard ır (s. 71-81) ve umumiyetle çok ilgi çekicidir.<br />
John Kingsley Birge, The Bektashi Order of Dervishes, London,<br />
1937. Silliğin nas ıl pantaizme meylettiğine dair bir izah olarak<br />
verilebilir.<br />
151
Bölüm V.<br />
YENI ŞAFAK
YEM ŞAFAK<br />
FASIL 19<br />
Teoloji İçin Beliren Yeni C ınidler<br />
Son üç fas ıl i goo e kadar Islam dü şüncesi hakk ında tam bir malümat<br />
ihtiva etmez. Zira 19. Asr ın sonundan itibaren beliren "Yeni<br />
Safak" ın işaretleri zikredilmemi ştir. Burada bu cümlecik, Avrupa<br />
sadmesi tarafından vücuda getirilen meydan okumas ım Islam dü şüncesinin<br />
ve bilhassa kelâmın ne şekilde kar şılayıp, ayakta durabilmek<br />
için ne yapt ıklarını göstermek için kullan ılmışt ır. Maamafih bu yeni<br />
şafağın bütün fikirlerinin ayr ınt ılarına girilmiyecektir. Çünkü bu<br />
serilerde bu konuya bir cilt daha tahsis ecdilecektir. Bu k ısa netice<br />
faslın ın hedefi, şimdi Islam kelâmı muvacehesindeki problemlerin genel<br />
bir tasvirini vermektir. Felsefeden ayr ıca bahsedilmesine ihtiyaç<br />
yoktur. Çünkü şimdi felsefenin mütekellimlerden (teologlardan) ayr ı,<br />
kendine öz adamlar ı vard ır.<br />
Nas ıl ki modern Avrupa kültürü, Yunan ruhunun bir ifadesi ise<br />
Avrupan ın Islam dünyas ına çarpmas ına da "Helenizmin üçüncü<br />
dalgas ı" denilebilir. Maamafih böyle bir kanaat, şimdiki vaziyet<br />
ile ilk iki dalgaya aidolanlar aras ındaki önemli farklar ı karatrma<br />
niyetine de gidebilir. Önceki durumlarda sadme umumiyetle fikri<br />
idi. Yabancı kültürü ta şıyanlar, hilâfetin müslim sakinleriyle kar ıştırılmışlardı.<br />
Avrupan ın bu sadmesi, fikri olmaktan çok maddi sebeplere<br />
dayan ıyordu. Bu, Vasco da Gama tarafından 1498 de Hindistan<br />
yolunun ke şfinden sonra Avrupa'n ın Islam dünyas ının doğu bölgelerinde<br />
ticaret etmek niyetleriyle ba şladı. Yavaş yavaş ticari gaye,<br />
siyasi mücadeleye ve nihayet siyasi hakimiyete götürdü. 1798 de<br />
Napolyon'un M ısır sava şı ile Osmanl ı ve Iran İmparatorlukları Avrupa'nın<br />
sadmesini daha kuvvetli hissetme ğe başlad ılar. Ticari ve<br />
155
siyasi nüfuz, mali i şlemlerle desteklendi. Islam dünyas ının çe şitli memleketlerindeki<br />
yeni e ğitilmi ş (münevver) s ınıflar modern dünya<br />
daki mevkilerini anlama ğa ba şlad ıklar ı zaman art ık onlar milletleraras<br />
ı maliyenin. örümcek a ğına dönmü ş sökülemez yumağı içinde bulunuyorlard<br />
ı. Talebeler tarafından geni ş Avrupa seyahatleri, Avrupa<br />
kitaplar ı= tercümeleri, Amerika ve Avrupa filimleri, Islam dünyas ı -<br />
nı yabanc ı sosyal bünye ve ya şayış tarziyle yak ından temasa getirdi.<br />
Bunun neticelerinden biri, kad ınların durumunu düzeltme hareketidir.<br />
Ayn ı zamanda fikri sadmenin sarih şekline dikkati çekmek de ö-<br />
nemlidir. Müstakil Islam memleketlerinde Avrupa kültürüne istek,<br />
umumiyetle idareciler tarafından o memleketlerin geri kalm ış askeri<br />
kalkınmas ını gerçekle ştirmek arzusuna ba ğlı idi. Avrupa tipinde bir<br />
orduya malik olmak için subaylar ına muayyen bir nisbette Avrupa<br />
tahsili yapt ırmak zorunda kald ılar. Bu çe şit ba şlangıçlardan sonra<br />
ilk okullardan üniversiteye kadar tamamen Avrupa sistemi bir tahsil<br />
usulü geli şti. Lâyik sahada bunlar olurken dini liderler yeni terbiye<br />
sistemiyle hiç alâkadar olmald ılar. Yeninin yan ında eski sistem de<br />
köylerde Kur'an okullariyle, Kahire'deki Ezher gibi geleneksel tipteki<br />
üniversiteleriyle devam etti. Yan yana iki terbiye sisteminin mevcudiyeti,<br />
iki münevver zümre meydana getirdi. Ulema, yahut eski<br />
modas ı geçmi ş dini münevverler ve yeni bat ı kültürlü münevverler.<br />
Bunlar ın her ikisi de halkla ilgilerini kesmi şlerdi. Ulema aşırı felsefeleri<br />
ve deği şen şartlara uymay ı reddetmekteki sert tutumlar ından,<br />
modernistler ise görü şlerinde tamamen Avrupal ı olmak temayüllerinden<br />
dolay ı .<br />
Pratik sahada hayatta kalmak için ulemamn bir reforma ihtiyac ı<br />
vard ır. Onlar Islam memleketlerinin hukuki i şlemlerini genel dünya<br />
görü şü hatt ı içerisine getirmek hususunda çe şitli ayrı metodlara sahiptirler.<br />
Fikri sahada çok yava şt ırlar. İkinci dünya sava şına kadar<br />
mesela M ısır'da uleman ın pek az ı Avrupa dilinde yaz ılmış kitaplar ı<br />
okuyabilirdi: Böylece onlar ın, modern dünya hakk ındaki fikirleri,<br />
küçük say ıdaki tercümelerinden, yahut Avrupa gelene ğine göre yetişmiş<br />
layik eserler yazan Arap yazarlar ının eserlerinden ç ıkarıl ıyordu.<br />
Avrupa'da ilim tahsil etmi ş ve ilmi Hümanist eserler okuyan genç<br />
müslümanlar ın fikri problemleriyle temasta, ulemamn bütün sermayesi,<br />
kültürleri bundan ibaretti. H ırıstiyanli ğın geleneksel şüpheciliği,<br />
müslümanlar aras ında bu genç öğrencileri, Humanist ve ladini<br />
Avrupa'l ı müellifleri tercihe sevk etmekle meseleyi daha da kötü<br />
156
ir hale soktu. Bu mü şkil durumda biz, uleman ın çoğunluğun İbni<br />
Sina ve İbni Rü şd gibi amelsiz Arap filozoflar ına döndüklerini<br />
görüyoruz. Fakat bu, ümitsiz bir gayrettir.<br />
Bu vaziyete kaç ınılmaz bir şekilde ba ğlı bulunan bugünün müslümanının<br />
fikri bir yenilenme aramak zorunda oldu ğu yer neresidir<br />
Ihtiyaç duyulan şey, hem geleneksel teolojik fikirlerin geli şmesi, hem<br />
de muas ır meselelerle ilgili hususlar ı halledecek bir fikir kurmakt ır.<br />
Bu münasebet (yani teoloji ile ça ğdaş problemlerin münasebeti),<br />
fikri yenilenme ile sosyal reformun el ele vermesini gerektirir. Bu fikir<br />
sistemi nerede bulunacak Ulema bunu yapaca ğa benzemiyor. Çünkü<br />
onlar Avrupai fikirlere a şina değiller ve bu yüzden aktuel kudreti<br />
ellerinde tutan modern dü şünceli politikac ılarla kolay kolay uzla şarnazlar.<br />
Modern münevverler de uygun bir fikir sistemi kuramazlar.<br />
Onlar Avrupai kanaatleri (Marxist dahil) dü şünmek isterler ve bunlar<br />
politikac ılarla konu şmak imkan ına sahibolmalar ına rağmen, İslam<br />
dü şüncesinin geleneksel tabakalariyle irtibat temin edemezler.<br />
Ve böylece dini liderleri ve onlarla beraber olan kütleleri arkalar ından<br />
götüremezler.<br />
Tabii çe şitli memleketlerde durum de ğişir. Türkiye, İslam düşüncesinden<br />
dönüp resmen bir bat ı politik görü şü kabul etmekte<br />
İslam memleketlerinin en a şırıs ı gelir. Türkiye'de islam teolojisini ihya<br />
etme ğe çal ışan te şebbüsler muvaffak olursa neticeler çok daha mühim<br />
olacakt ır. Pakistan Avrupa'n ın uzun zaman yak ından tesiri alt ında<br />
kalmıştır. Bu yüzden Onun tepkileri daha olgun olmaya yüz tutmu ş -<br />
tur. Ayn ı zamanda Tunus'ta, M ısır'da, Suriye'de ve Irak'ta da ilgi<br />
çekici durumlar vard ır. Fikri yenilenmenin meydana gelmesi, bu memleketlerden<br />
beklenir. Yoksa ilkel ve geri kalm ış muhitlerden<br />
İran'daki durum da diğerlerine benzer. Fakat onun, ötekilerine çok<br />
yard ımı dokunmas ı güçtür, çünkü Iran resmen Şiidir ve bu yüzden<br />
birçok yollardan onlarla alakas ı kesilmiştir.<br />
Tabii probleme yahut hiç de ğilse bir k ısrmna çe şitli aç ılardan<br />
temas eden bir çok te şebbüsler yap ılmaktad ır. Bunlar ın en dikkate<br />
değer olan ı, sahalar ı teoloji olmay ıp edebiyat , olan kimseler tarafından<br />
yap ılan ıdır. Bunlar ın en ya şl ılar ından biri (ve kolayca elde edilebilenlerden<br />
biri )Seyyid Emir Ali tarafindan yaz ılan The Spirit of<br />
İslam (Islam' ın Ruhu) dur. Düzeltilmi ş bask ı, London, (1922). Ayr ı-<br />
ca teolojik sahada en önemli yard ım M ısır% Muhammed Abduh<br />
(1849-19o5) tarafından yap ılan ıdır. Teolojinin ilk modern stilde<br />
eserini vermek yan ımda bu zat, Ezher üniversitesini reforme etmek<br />
157
için uzun mücadelesi ile de me şhurdur. Her iki hususta da biraz muvaffak<br />
olmu ş görünebilir. Fakat önemli olan şey, cereyan ın başka bir<br />
istikameti takibetme ğe ba şlamas ı idi. Yukarıda ihtiyaç hissedilen<br />
fikirleri kurma ğa matuf fikri mahsul Bay Muhammed Ikbal (1876-<br />
'938) in şiirlerinde ve onun Reconstruction of Religious Thought in<br />
Islam ( İslamda dini düşüncenin yeniden ihyas ı) adl ı eserinde bulunur.<br />
(Bu eser, ilk defa '928 de verilen konferanslard ır). İkbale Islamın<br />
ruhi kurucusu nazariyle bak ılır. Daha çok İkbalin tesirinin bir<br />
gereği olarak bu eser, gelenek ile modern dü şüncenin bir dengesi<br />
olabilir.<br />
Bütün bu mayan ın dışında da bir şey gelebilir. Hemen ümitsizlikten<br />
bahsetmek yersizdir. Gere ği gibi yetişmiş, hepsinin üstünde de<br />
cesaret ve ak ıl lûtuflarma mazhar bir adam, bütün manzaray ı değiştirebilir.<br />
Şuras ı muhakkaktır ki o, meslekta şlarının korkunç tenkitlerine<br />
maruz kalacak ama yine de hareketinde sebat etmek zorunda<br />
olacakt ır. Muhalifleri kuvvete de ba şvurabilirler. Bundan dolay ı kütlelerin,<br />
bir parça da seçkin tabakan ın desteğini kazanabilmesi için<br />
onun, kâfi derecede şahsi cazibe sahibi olmas ı da icabeder. Böyle bir<br />
adam nerede bulunur Hiçbir Islami çevrenin böyle bir zat ı yetiştirecek<br />
durumda olmad ığını gösteren sebepler ileri sürülebilir. Fakat<br />
bununla beraber o zat yine de zuhur edebilir.<br />
Avrupa'n ın Islam dünyas ına fikren vurmas ı ve özellikle Avrupa<br />
ilmi ve lay ık düşüncesi konular ı üzerinde birçok münaka şalar yap ılmaktad<br />
ır. Meselenin küçük olmas ına rağmen ayrı bir tarafı da Islam<br />
memleketlerindeki h ıristiyan misyoner hareketidir. H ıristiyan propagandas<br />
ına cevaplar verilmekte ve h ıristiyan faaliyetlerinin -belki<br />
de sadece günlük muvakkat önemi olan faaliyetlerinin- tenkidi yap ılmaktad<br />
ır. Bununla beraber yak ın senelerde müslüman bilginleri tarafından<br />
hıristiyan konular ının baz ı münaka şalar ı yap ılmışt ır. -Bilhassa<br />
Kamil Hüseyin tarafından yaz ılan City of Wrong (yanl ışın şehri),<br />
Kenneth Cragg tarafından terceme edilmi ştir. (London, Amsterdam<br />
196o)- Belki de bunlar Islam teolojisinde yeni ön ayak olanlar ın ve<br />
yeni çığırların yolunu haz ırlıyabilirler.<br />
Fikri sadme tarafindan meydana getirilen problemlerden pek<br />
ayrı bir mesele de bazan "inter religious: din içi" denen meseledir.<br />
Bu, münakale ve muhaberenin modern imkanlar ı tarafından meydana<br />
getirilmiş bir meseledir: Herkesin sür'atle seyahati, ne şriyat ın bütün<br />
dünyaya ula şmas ı, büyük din cemiyetlerinin her biri- ve buna Marxizmin<br />
dine karşı cephe alan felsefesi dahil olabilir- di ğer büyük dinlerle<br />
158
eskiden olduğundan daha çok yak ından temas halindedirler. Büyük<br />
dinlerin mensuplar ı, bugün, eskisinden daha fazla di ğerlerinin inançlariyle<br />
yan yana nas ıl yaşanaca ğım öğrenmeğe itilmektedirler. Netice<br />
olarak insanlar ı birle şik bir dünya dinine doğru iten kuvvetler, tazyikler<br />
vard ır. Şu ideal güdülmektedir: Çe şitli 'dinlerde de ğerli olan<br />
şeyler bir din içerisine mezcedilmelidir. Fakat insanl ık bu idealin<br />
çok a şağısında kalabilir ve bu yolda çok de ğer kaybedilmi ş olabilir.<br />
İslam teologlar ının yeni problemi, (h ıristiyanl ık dahil) bütün dinler<br />
için olduğu gibi, kendi dinlerinde kıymetli gördükleri şeyi, diğerleri<br />
tarafindan özümsenecek bir şekle getirmektir. Bu tetkik, İslâmda çok<br />
kıymet vard ır noktai nazar ından yaz ılmıştır. Eğer kıymetli olan bir<br />
şey, (yeni şekle ) tahvil edilmez ve yüceltilmezse bütün dünya için bir<br />
kayıp olabilir. Ve ancak böyle yap ılmak suretiyle bütün dünyan ın<br />
birle şik dinine uygun bir ithal yap ılabilir. Nas ıl, İslâm teologlar ı bu<br />
çağır ıya cevap verebilecekler mi *<br />
BİBL İYOGRAFYA<br />
Charles C. Adams, Islam and Modernism in Egypt, London,<br />
1933. Muhammed Abduh'un eserini esas alan önemli bir tetkiktir.<br />
Wilfred C. Smith, Modern Islam in India, London, 1946, vd.<br />
Ana ilgi siyasidir, fakat teolojiye de biraz dikkat sarfedilmi ştir.<br />
Sir Hamilton Gibb, Modern Trends in Islam, Chicago, 1947.<br />
Kültürel gerilemelere kar şı yap ılan sosyal ve fikri hareketlerin salâhiyetli<br />
bir izah'.<br />
* Böyle birle şik bir dine lüzum yoktur. Çünkü zaten bütün dinlerin özü is)ân ıcia<br />
birleşmiş ve kemale ermi ştir. Bir âyette Cenab ı Hak: "kim islâmdan ba şka bir din<br />
ararsa o, ondan kabul edilmiyecektir. Ve o, âhirette kaybedenlerden olacakt ır." buyurmu<br />
ştur. Mütercim<br />
159
INDEKS<br />
A<br />
Abbâs: 32<br />
Abbasi: 23<br />
Abdullah ibn Muâviye: 31<br />
Abdullah ibn Ömer: 36<br />
Abdullah ibn Seba : 21<br />
Abdullah ibn Zübeyr: 22, 23, 24, 25, 31,<br />
Abdu'l-Cebbâr: 69<br />
Abdu'l-Kadir el-Cilâni: 117, 118<br />
Abdu'l-Kahir el-Ba ğdâdi: 103<br />
Abdu'l-Mü'min: 122, 127<br />
Abdurrahman Badawi: 10<br />
Abdu's-Selâm el-Lakani: 138, 139<br />
Abhari: 109<br />
Abraham S. Halkin: 6<br />
Abu İshak el- İsferaini: 103<br />
Abu Ya'kub Yusuf: 123, 124<br />
'Adem: 117<br />
Adudu'd-Dawla: 89<br />
Ahmed Amin: 35<br />
Ahmed al-Ahsai: 149<br />
Ahmed (al-Gazali) 106, 114<br />
Ahmed ibn Hanbel: 74, 75, 77, 78, 79, 81,<br />
134, 141<br />
Ağa Han: 150<br />
Allâf: Bak: Ebu'l-Huzeyl<br />
Allard, M: 112<br />
Hz. Ali: 15, 17, 18, 19, 20, 23, 29, 30, 32,<br />
34, 36, 55, 57, 64, 74<br />
Ali Naki: 56<br />
Ali Rıza: 56<br />
Ali Zeyne'l,kbidin: 32<br />
Alpaslan: 104<br />
Amedroz: 89<br />
Amr ibn Ubeyd: 62, 63, 64.<br />
Anawati, M. M.: 9, 133, 136.<br />
Arberry: 9, 12, 54, 92, 97, 105,<br />
Aristo: 6, 49, 52, 58, 62, 69, 90, 91, 92,<br />
109, 124, 125.<br />
Arnaldez, R.: 127, 128, 140.<br />
Asal: 123, 124,<br />
Asin Palacios: 111, 113, 121, 127,<br />
August schmölders: 7<br />
Awa Adel: 99<br />
B<br />
Bâcuri: 139<br />
Bâk ıllâni: 77, 100, 102, 103, 105, 109.<br />
Barbier de Meynard: 6<br />
Barkiyârug: 107<br />
Basset, R.: 127<br />
Bausoni A.: 150<br />
Baydawi: 136<br />
Becker, C. H.: 66<br />
Bernard Lewis: 60<br />
Bermek: 45<br />
Birgivi: 7, 138<br />
Bişr ibn Giyas el-Marisi: 75<br />
Bişr ibn el-Mu'temir: 62, 63, 69<br />
Bosworth, C. E.: 76<br />
Bouman, J.: 105<br />
Bouyges, M.: 2, 10, 107, 112<br />
Bousquet: 113, 140<br />
Bowen, H.: 140<br />
Brockelmann: I, 2, 114, 133.<br />
Browne, E. G.: 149, 150<br />
Brönnle, P.: 128<br />
Brunschwig: 127, 139<br />
Buhari: 72<br />
Buhtu'n-Nas ır: 49<br />
Büveyhiler: 47<br />
C<br />
Ca'fer ibn Harb: 69<br />
Ca'fer ibn el-Mube şşir: 69<br />
161
Ca'fer-i Sad ık: 31, 32, 33, 56, 59, 96<br />
Cehmiyye: 5<br />
Cehm: 63<br />
Cengiz Han: 88<br />
Charls C. Adams: 159<br />
Corbin, H.: 97, 149<br />
Cubbâ'i: 69, 79<br />
Cundişapur: 46<br />
Curcani: 137, 138<br />
Cuwayni: 103, 104, 105, 106, 109, 116,<br />
133<br />
Dawwâni: 138<br />
Dietr ıcı, F.: 10, 99<br />
D ırâr ibn Amr: 61, 69, 82, 100<br />
Donaldson, M.: 11, 34, 90<br />
Dunlop, D. M.: 127<br />
D<br />
E<br />
Ebubekir (halife): 34, 145<br />
Ebu Hanife: 37, 40, 75<br />
Ebu Ha şim: 32, 69, 79, 105,<br />
Ebu Hayyan at-Tawhidi: 89<br />
Ebu'l-Huzeyl: 61, 62, 64, 69, 82<br />
Ebu Hüreyre: 74<br />
Ebu Müslim: 34, 63<br />
Ebu Süleyman el-Mant ıki es-Sicistâni:<br />
89<br />
Eflâtun: 92, 109, 123, 124, 125<br />
Elder, E. E.: 137<br />
Ekber: 132<br />
Emir Ali (Seyyid): 157<br />
Empedokles: 123<br />
Eş'ari: 4, 5, 58, 61, 62, 69, 76, 77, 79, 80,<br />
81, 82, 83, 100, 101, 103, 105, 108,<br />
109, 115, 117, 122, 126, 127, 136<br />
F<br />
Fadali: 139<br />
Fahru'd-Din Râzi: 116, 117, 118, 127,<br />
133, 136, 143, 148.<br />
Fârâbi: 52, 58, 59, 90, 91, 107, 124.<br />
Farmedi: 110, 114<br />
Fat ıma: 30, 32<br />
Frederick II: 126<br />
Friedlaender, I.: 34<br />
Fulton, A. S.: 128<br />
Fyzee, A. A. A.: 94<br />
G<br />
Gairdner: 113<br />
Galen: 6, 49<br />
Gardet, Louis: 9, 93, 133, 136<br />
Gautheer, L.: 128<br />
Gaylan ad-D ıma şki: 39<br />
Gazâli: I, 49, 104, 105, 106, 108, 109,<br />
110, 111, 112, 114, 115, 116, 117,<br />
122, 126, 135, 136, 141, 143<br />
George Graf: 2<br />
George Makdisi: 117<br />
George Sale: 7<br />
Gibb: 5, 11, 140, 159<br />
Goichon, A. M.: 93<br />
Goldziher, I.: 4, 8, 9, 41, 74, 78, 111,<br />
113, 118, 127<br />
Gorcin De Tassy: 7, 138<br />
Guidi, M.: 46, 96<br />
Guillaume, A.: 11, 115, 118<br />
Gustav Pfanmüller: 10<br />
Haarbrücker: 7<br />
Hallâc: 8, 9, 77, 102, 111<br />
Hakim: 98<br />
Hâris el-Muhasibi: 78, 100<br />
Harun ar-Ra şid: 62<br />
Hz. Hasan: 30, 32,<br />
Hasan al-Askeri: 56<br />
Hasan el-Basri: 38, 39, 41, 62<br />
Hayyât: 4, 70<br />
Hayy ibn Yakzan: 123, 124, 128<br />
Heirrich Steiner: 61<br />
Hemmam ibn Münebbih: 74<br />
Henry Corb ın: 93, 151<br />
Henry Laoust: 5, 141, 142, 145, 146, 148<br />
Herman Stieglecker: 11<br />
Hi şam: 39<br />
Hi şam ibn el-Hakem: 56<br />
Hodgson, M. G. S.: 21, 99<br />
Horten, M.: 10, 150<br />
Hourani, G. F.: 128<br />
Huneyn ibn İshak: 48<br />
Huort, Cl.: 150<br />
Hülâgü: 88, 148<br />
Hz. Hüseyin: 30, 32<br />
162
İbni Akil: 117<br />
İbni Bâcce: 123<br />
İbni Fûrak: 103<br />
İbni İshak: 37<br />
İbni Haldun: 101, 109, 127<br />
İbni Hallikan: 6<br />
İbni Hazm: 120, 121, 122, 127<br />
İbni Kayyim al-Cawziyye: 144<br />
İbni Kerrâm: 76<br />
İ bni Masarra: 123, 127<br />
Ibnu'l-Mukaffâ: 46<br />
İbnu'l-Mutahhar: 148<br />
İ bnu'n-Nedim: 6<br />
İbnu'r-Râik: 47<br />
İbni Rüşd: 10, 113, 124, 125, 126,<br />
157<br />
İbni Seb'in: 126, 128<br />
Ibni Sinâ: 52, 90, 91, 92, 93, 107,<br />
109, 116, 148, 149, 157<br />
Ibni Teymiyye: 77, 114, 135, 141,<br />
143, 144, 145, 148<br />
İbni Tufeyl: 123, 124<br />
Ibni Tûmart: 121, 122, 124, 127<br />
İ brahim: 26<br />
İci (Adudu'd-Din): 136, 137, 138<br />
Hz. Isa: 11<br />
Iskâfi: 69<br />
İmam İsmi!: 56, 59, 96<br />
Ismail en-Nawbahti: 58<br />
Iwanow, W.: 60, 97, 150<br />
Jabre, F.: 107, 112<br />
James Robson: 78<br />
John Kingsley: 151<br />
K<br />
Kelâbâzi: 105<br />
Kamali, S. A.: 113<br />
Kimi! Hüseyin: 158<br />
Kant: 133<br />
Katâde: 62<br />
Kate C. Seeley: 6<br />
Kenneth Cragg: 158<br />
Keysan: 31<br />
Khadduri, M.: 41<br />
Kindi: 51, 52, 58, 61<br />
Klein, W. C.: 84<br />
Klopfer: 104<br />
Kremer: 7<br />
Kunduri: 103, 104<br />
Kuşeyri: 103, 111<br />
Kraus, Paul: 10, 118<br />
Levy-Provençal, E.: 127<br />
Lewicki, T.: 28<br />
Liebesny, H. J.: 41<br />
Löwinger. S.: 127<br />
Luciani, J. D.: 105, 127, 139<br />
Macdonald, D. B.: 8, 9, 14, 117, 139<br />
127, MacGuckin de Slane: 6<br />
Mahmut (Gazneli): 87<br />
Malik ibn Enes: 77<br />
108, Mansur: 46<br />
Margaret Smith: 78, 106, 112<br />
142, Massignon: 8, 58, 76, 77, 78, 101, 117<br />
Matûridi: 76, 77, 79, 84, 137,<br />
Mc Corthy, R. C.: 84<br />
Mehdi: 33<br />
Meier, Fr.: 140<br />
Me'mun: 48, 50, 56, 62, 64, 65, 74<br />
Menasce, P. J.: 10<br />
Mes'udi: 6, 62<br />
Meyerhof, M.: 53, 54<br />
Miskeveyh: 89<br />
Moin: 97<br />
Montgomery Watt: 5, 11, 46, 60, 61, 63,<br />
70, 74, 82, 84, 105, 112, 113, 117,<br />
134,<br />
Morgoliouth, D. S.: 89, 146<br />
Moscat ı, S.: 34<br />
Mu'ammer (Ma'mer): 62, 69<br />
Muâviye: 16, 17, 19, 22, 25, 28, 30<br />
Hz. Muhammed (A.): 4, 5, 15, 16, 20,<br />
21, 23, 30, 31, 32, 35, 36, 37, 40,<br />
55, 65, 71, 73, 74, 80, 102, 103, 106,<br />
108, 117, 121<br />
Muhammed Abduh: 114, 146, 157, 159<br />
Muhammed Emin el-Esterâbâdi: 149<br />
Muhammed Ikbal: 158<br />
Muhammed ibn Abdil-Wahhâb: 144,<br />
146<br />
Muhammed ibn Ali R ıza: 56<br />
L<br />
M<br />
163
Muhammed Bak ır: 22<br />
Muhammed ibn Hasan el-Askeri: 56<br />
Muhammed ibn Hanefiyye: 32, 33, 34<br />
Muhammed ibn İsmail: 59<br />
Muhammed ibn Yaman: 76, 101<br />
Muhammed Rasid R ıza: 145, 146<br />
Muhtar : 30, 31, 32, 33<br />
Muhyrd-Din ibn Arabi: 126<br />
Mulla Sadra : 149, 151<br />
Musa Kâz ım: 56<br />
Mustagi : 98... 150<br />
Mustans ır : 97<br />
Mu'tas ım: 51<br />
Müslim: 72<br />
Mütevekkil: 48, 51, 64, 73,<br />
N<br />
Nader, A: 4, 70<br />
Nadimun: 30<br />
Nafi ibnu'l-Azrak; 23<br />
Nasiru'd, Din at-Tusi : 138, 141, 148<br />
Nas ırı Husrev : 97<br />
Napolyon: 155<br />
Navas de Tolosa: 126<br />
Nazzâm: 62, 69<br />
Necde: 23, 25<br />
Necmu'd-Din Ömer en-Nesefi: 117, 133,<br />
136, 137<br />
an-Nefsu'z-Zekiyye: 32<br />
Nicholson: 9<br />
Nizamülmülk: 104, 106, 108<br />
Nizâr: 97, 98, 150<br />
Nyberg, H. S.: 4, 46, 63, 70, 140<br />
O<br />
Obermann, J.: 41, 112<br />
Ockley, S.: 128<br />
O'leary : 11<br />
Hz. Osman: 15, 23<br />
Pearson J. O.: 11<br />
Pellat, C.: 35<br />
Plâto: 53<br />
Proclus: 52<br />
Quadr ı : 10<br />
Radhakrishnan, S.: 10<br />
Râzi: 52, 54, 137<br />
Ritter, H.: 4, 41, 115, 140<br />
Roger Arnaldez : 121<br />
Rosenthal, E. I. J.: 128<br />
74 Rubinacc ı, R: 29<br />
R<br />
Q<br />
Sabit ibn Kurra : 50<br />
Saffâriler : 47<br />
Saint John: 50<br />
Salahu'd-Din: 88<br />
Salem, E. A.: 29<br />
Sâlimiyye: 78<br />
Salomon Munk : 7<br />
Sâmaniler: 47<br />
Sanusi: 138, 139<br />
Schaeder, H. H.: 41<br />
Schact, J.: 41, 46, 54, 84<br />
Seyyid Ahmed: 145<br />
Seyfu'd-Dawla : 58<br />
Siyalküti : 139<br />
Smith, W.: 159<br />
Soheil M. Afnan: 93<br />
Sokrat: 49<br />
Spuler, B: 54<br />
Steinschneider M.: 7, 48, 53<br />
Strothmann, R.: 96, 150<br />
Susi: 137<br />
Süleyman: 123, 124<br />
Sweetman, J. W.: 90<br />
S<br />
Hz. Ömer: 15, 34, 36, 74<br />
P<br />
Paret, R. 105<br />
Patton, W. M.: 78<br />
Pauline: 83<br />
Pavet de Courteile: 6<br />
Şafii: 36, 71, 136<br />
Şah Cihan: 139<br />
Şah İsmail: 131, 148<br />
Şehristâni: 6, 7, 77, 115<br />
Şeyhi Saduk: 94<br />
Shihâb ad-Din Shah: 150<br />
Ş<br />
164
T<br />
Taftazani: 133, 137<br />
Taha Huseyn: 115<br />
Tahâvi: 75<br />
Tahiri: 47<br />
Thomas Arnold: 11<br />
Thompson, W. F.: 140<br />
Timurlenk: 131, 137<br />
Timothy: 50<br />
Tjitje De Bore: 10<br />
Tritton, A. S.: 11<br />
Usi: 117<br />
U<br />
V<br />
Valufiler: 27<br />
Vasıl ibn Atâ: 62, 63, 64<br />
Veccia Vaglieri, L.: 29<br />
Vojda G.: 105<br />
Von den Bergh: 93, 128<br />
Von Ess: 78<br />
Von Grunebaum: 139<br />
Vasco de Gama: 155<br />
Walzer, R.: 10, 11, 51, 54, 92<br />
Wellhausen, J.: 28, 34<br />
Wencinck: 9, 75, 112<br />
Wilfred Madelung: 99<br />
William Thomson: 84<br />
Winrow Sweetman: 11<br />
Wiskens, G. M.: 92<br />
Wolfson, H. A.: 66<br />
Yezid: 22<br />
Yusuf: 84<br />
Y<br />
Zemahseri: 69, 116, 118, 136<br />
Zeyd: 31, 33, 34<br />
Z<br />
165
Fiyatı : 12 TL.