23.12.2014 Views

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

PDF Dosyası - Ankara Üniversitesi Kitaplar Veritabanı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ANKARA ÜN İ VERS İ TES İ ILAHIYAT FAKÜLTESI<br />

YAYINLARI<br />

LXXXIII<br />

ISLAMIC SURVEYS<br />

ISLAMIC PHILOSOPHY and THEOLOGY<br />

İSLAMI TETK İKLER<br />

islâm Felsefesi ve Kelâm ı<br />

Yazan: W. MONTGOMERY WATT<br />

Çeviren: Dr. SÜLEYMAN ATE Ş<br />

ANKARA ÜNIVERSITESI BASIMEVI . 1968


ANKARA ÜNIVERSITESI ILAHIYAT FAKÜLTESI<br />

YAYINLARI<br />

LXXXIII<br />

ISLAMIC SURVEYS<br />

ISLAMIC PHILOSOPHY and THEOLOGY<br />

İSLAMI TETK İKLER<br />

islâm Felsefesi ve Kelâm ı<br />

Yazan: W. MONTGOMERY WATT<br />

Çeviren: Dr. SÜLEYMAN ATE Ş<br />

ANKARA ON İ VERSiTES İ BASIMEVI 1968


İ Ç İ NDEKiLER<br />

MÜTERCIMIN ÖNSÖZÜ<br />

VI<br />

ÖNSÖZ<br />

VII<br />

KAYNAKLAR ÜZERINE NOT 1<br />

I Temel Kaynaklar<br />

a) Felsefe 2<br />

b) Teoloji (kelâm) 3<br />

II IKINCI DERECEDE ÖNEMLI OLAN KAYNAKLAR 3<br />

a) F ırkalara Ait Eserler 3<br />

b) Biografi ve Tarih 5<br />

III MODERN ÇALI ŞMALAR 7<br />

a) başlangıçlar 7<br />

b) Teoloji 8<br />

c) Felsefe 9<br />

Fasıl: 1 F ıkrac ılığın Başlang ıcı 15<br />

Fasıl: 2 Hariciler 22<br />

Fasıl: 3 Şiiler 30<br />

Fasıl: 4 Mürci'e ve Di ğer Mu'tediller 35<br />

Bölüm: II<br />

ILK HELENIZM DALGASI (750-950)<br />

TARIHI GELI ŞIM 45<br />

Fasıl: 5 Mütercimler ve Ilk Filozoflar 48<br />

Fasıl: 6 Şiiliğin Yayılmas ı 55<br />

Fas ııl: 7 Mu'tezile 61<br />

Fasıl: 8 Sünniligin Güçlendirilmesi 71<br />

Fasıl: 9 Eş'ari 79<br />

III


Bölüm: III<br />

HELENIZMIN IKINCI DALGASI (950-1258)<br />

TARIHI GELI ŞIM 87<br />

Fasıl: 10 Felsefenin Çiçek açmas ı (Gelişmesi) 89<br />

Fasıl : 11 Şiilikte Igk ılâplar 94<br />

Fasıl: 12 Sünni Teoloj ısinin Ilerlemesi 100<br />

Fasıl: 13 Gazali 106<br />

Fasıl: 14 1100-1250 Aras ında Sünni Kelâm ı 114<br />

Fasıl: 15 Bat ı Islâm Dünyas ında Kelâm ve Felsefe 119<br />

Bölüm: IV<br />

KARANLIK DEVIR<br />

TARIHI GELI ŞIM 131<br />

Fasıl: 16 Felsefi Kelâm ın Kısırlaşmas ı 133<br />

Fasıl: 17 Hanbeli Mezhebinin Canlanmas ı 141<br />

Fasıl: 18 Şiiliğin Şekil Değiştirmesi 147<br />

Bölüm: V<br />

YENI ŞAFAK<br />

Fasıl: 19 Teoloji İçin Beliren Yeni Ümitler 155<br />

INDEX O • • 161<br />

IV


MÜTERCİMiN ÖNSÖZÜ<br />

İslâm felsefesi ve kelâm ı hakk ında yaz ılan bu eseri okuduktan<br />

sonra Türkçeye çevirme merak ı uyand ı bende. Eser, oldukça a ğır<br />

bir İngilizce ile yaz ılmış bulunduğu için tercemede hayli güçlük<br />

çektim. Gerçi yoruldum ama eser de dilimize kazand ırılmış oldu.<br />

Ancak as ıl metinde cümleler uzun oldu ğu için terceme pek ak ıc ı<br />

olmad ı. Çünkü metne sad ık kalmağa çal ıştım.<br />

Tercemeyi bast ırmak için eserin yazar ı Montgomery Watt'a<br />

bir mektup yaz ıp müsaade istedim. Edinburgh <strong>Üniversitesi</strong> Şarkiyat<br />

Profesörü olan say ın yazar, nazik bir mektupla bu müsaadeyi lûtfetti.<br />

Kendisine te şekkür ederim.<br />

Yazar, İslâm felsefe ve kelâm tarihlerini şöyle bir gözden geçirmiş,<br />

bunların bir özetini sunmu ştur. Ayn ı zamanda Avrupa'da bu<br />

sahada yap ılan çal ışmalar ı da özetlemi ştir. İslâm dini gelişmesi<br />

üzerine baz ı tezler ortaya atm ışt ır. Bunlardan kimi isabetli kimi de<br />

hatâl ıdır. Bilhassa Hadis hakk ındaki görü şlerinde Goldziher'in<br />

tesirinde kald ığı anla şılan yazar, hatâlâra dü şmü ştür. Pek tabii bir<br />

h ırıstıyandan yüzde yüz tarafs ızl ık beklemek doğru değidir. Yazarın<br />

yan ıldığı noktalara notlarla i şaret ettim.<br />

Tercemeyi gözden geçirmek lûtfunda bulunan say ın Profesör<br />

Mehmet Taplamac ıoğlu'na şükranlar ımı arz etme ği bir vazife sayar<br />

ım. Her hususta tevfik Allah'tand ır.<br />

Dr. Süleyman ATE Ş<br />

V


ÖNSÖZ<br />

1939 da birçok Asya milletlerini ku şatan bir harp manzaras ı,<br />

İngiltere'de sorumlu mevkilerde bulunanlara, bizde, Asya dilleri ve<br />

kültürü üzerinde çal ışan uzman say ısın ın çok az zay ıf ve olduğunu<br />

anlatt ı. Kurulmu ş olan Scarbrough Comission'un raporu harbden sonra<br />

Britanya'da şark ve Afrika tetkiklerinin büyük ölçüde yay ılmas ına<br />

sebeboldu. 1939 u müteakip üçüncü on y ılda olaylar, geni ş okuyucu<br />

kitlesine Avrupal ı olmıyan kültürler hak ında sathi mal'ümattan daha<br />

çok bir şey öğrenmek ihtiyac ını aç ıkça ortaya koydu. Özellikle istiklâla<br />

kavu şan birçok Afrika devletleri ki bunlar ın birço ğu ekseriyetle<br />

müslümand ır veya müslüman bir devlet ba şkan ına sahiptir, Islam<br />

dünyas ının gelişen siyasi önemini ve netice olarak insanl ığın bu büyük<br />

parças ını derinliğine ve geni şliğine anlaman ın ve takdir etmenin önemini<br />

kuvvetlendirir. Müslümanlar içinde birço ğu için tarihi kay ıtlar<br />

ve 632, yahut 656 da vukubulan olaylar hâlâ canl ı bir mesele oldu ğundan<br />

dolay ı şimdiki şartlara göre gazeteci malümat ı derecesinde bir<br />

bilgi kâfi değildir. Mazinin, hale nas ıl döküldü ğü hakk ında biraz lmalümat<br />

da lâz ımdır.<br />

"Islam Tetkikleri" ba şlığı altında yay ınlanacak olan bu eseriler,<br />

kültürlü okuyucuya umumi popüler kitaplarda bulunanlardan biraz<br />

daha derin bir bilgi vermek içindir. Her eser saban ın özel bir k ısmını<br />

inceliyecek ve bu noktadaki tetkikin şimdiki merhalesini gösterecektir.<br />

Aç ıkça belli olan k ısımlarda bu verilecektir. Fakat eksik, kapal ı<br />

kalan ve çe şitli görü şler olan yerlerde de bu hususlara i şaret edilecektir.<br />

Talebesini daha çok ikna etmek istiyen kimselere gösterilmi ş<br />

bulunan bibliyografyalar k ılavuzluk edecektir. Kayna ğın mahiyet ve<br />

değeri hakk ında da bilgi verilecektir.<br />

Bu eserler, ilk önce kültürlü ki şilere göre yaz ıldığından-konuya<br />

dair öncel bilgi pek az verilmekte veya hiç verilmemektedir. Bu<br />

karakteriyle bu eserleri üniversite ö ğrencileri veya meslek olarak bu<br />

konuya ilgi duyanlar için değerli olabilir.<br />

Genel Na şir W. Montgomery WATT<br />

VII


KAYNAKLAR ÜZERINE NOT<br />

I TEMEL KAYNAKLAR<br />

Bu tetkikte islam felsefesi ve Teolojisi tarihi bir çat ı içerisinde<br />

beraber mütalaa edilmi ştir. Her ikisini de modern noktai nazardan<br />

anlamak bak ımından bu mutalâa laz ımdır. Fakat bunun, geleneksel<br />

İslam metoduna ayk ırı olduğu bilinmelidir. Zira yaln ız disiplinler<br />

ayrı değil, fakat ilk as ırlarda bu disiplinlerin temsilcileri de farkl ı<br />

usulde yeti şmiş, her biri kendi okulunu temsil eden iki ayr ı grup idi.<br />

Filozoflarla ilahiyatç ılar aras ında küçük şahsi temaslar vard ı ve iki<br />

disiplinin biribirine tesiri, daha ziyade felsefenin teolojiye tesiri genellikle<br />

polemik yoliyle oluyordu.<br />

Felsefe ayr ı bir disiplin olarak ortadan kalkt ığı sırada görülece ği<br />

üzere onun birçok k ıs ımlar ı kelâmla birle ştirilmişti. Şayan- ı dikkattir<br />

ki bu birle ştirmenin ba şta gelen sorumlu ilahiyatç ıs ı (mütekellimi)<br />

Gazali ( ı i ı I), kendi felsefesini konferanslara devam etmek suretiyle<br />

değil, fakat özel olarak okumak suretiyle ö ğrendi. Kaynaklar ın mutalaas<br />

ı sıras ında bundan bahsetmekten maksat, iki ayr ı sahilin birbirine<br />

dalgaland ıklar ını hat ırda tutmakt ır.<br />

Arapça yaz ılmış Islami kaynaklar hakk ında ba şlıca eser, Carl<br />

Brockelman' ın, Geschicte der arabischen Literature adl ı eseridir.<br />

İki esas cilttir. tab', Leic ıel ı, 1943, 1949) ve üç cilt de zeyli<br />

vard ır (1937-1942). Bu kitap, matbu' eserieri oldu ğu kadar matbaan<br />

ın icad ına değin bat ı alimlerince tanınmış bütün yazma eserlerin listesini<br />

vermektedir Ayn ı zamanda modern kitap ve makalalere ba ş<br />

vurmak suretiyle müelliflerin k ısa biyografilerini vermektedir.<br />

Birinci bölüm, kronolojiye aittir. Her devrede mevzua göre tali<br />

bölümler vard ır. Fakat her, müellif, yaln ız bir yerde görülmektedir.<br />

Bu demek de ğildir ki ilahiyat sahas ındaki bütün eserler do ğmatik<br />

başlığı altında görülecektir. Zira en çok Kur'an ilimleri sahas ında tan ınnınmış<br />

bir kimse o ba şlık altına konduktan sonra ilahiyat (kelâm)<br />

üzerinde bir eser de yazm ış olabilir.


Bu değerli özlü eser, genellikle Brockelman diye tan ınır ve GAL,<br />

yahut GALS diye gösterilir. Çünkü George GRAF' ın yazdığı Geschichte<br />

der Christlichen arabischen Literature adl ı eser de buna<br />

eklenmi ştir. Bu eser (Roma Vatican ı g44-53) te bas ılmışt ır. Buna<br />

GCAL diye at ıf yap ıl ır. Bu da ayn ı konudan bahseder. Okumağa değer<br />

mukaddimeleri ve müellifleri üzerine yaz ılmış faydal ı makaleleri<br />

ihtiva eder.<br />

a) Felsefe:<br />

Felsefe için ilk kaynaklar, şüphesiz filozoflar ın kendi eserleridir.<br />

Maalesef bu kaynaklar ın çoğu, henüz felsefe tarihçilerinin kullanmas<br />

ına elveri şli durumda değildir. Büyük filozoflar ın başlıca eserlerinin<br />

dikkatli bas ılmış modern metinleri yava ş yava ş elde edilebiliyor.<br />

Bilhassa Maurice Bouyges'in ne şrettiği Bibliotheca Arabica Scholasticorum<br />

(Catholic Press, Beirut) da ç ıkan metinler güzel bas ılmışt ır.<br />

Fakat bunlar ın aktüel hale gelebilmesi için daha birçok çal ışma ister.<br />

Herhangi bir dildeki metin, müstensihler tarafından istinsah edilirken<br />

uğradığı kazalar yan ında, Arapça'ya garip olan kelimelerin mevcudiyetini<br />

de hesaba katmak lâz ımd ır. Normal Arap yaz ısında sesli<br />

harfler olmadığı için, yazdığının delilini aram ıyan kimsenin, kelimeleri<br />

ve cümlecikleri yanl ış yazm ış olmas ı çok mümkündür. Ve Arapçan<br />

ın elâstikiyyeti, bazan metne girmi ş yanlış harfleri ve kelimeleri<br />

keşfetmeyi güçle ştirir. Zira onlar ı, genellikle takribi bir mana ifade<br />

edecek şekilde kabul etme âdeti vard ır.<br />

Materyalin di ğer memnuniyet vermiyen bir çehresi de mevcut<br />

yazmalar ın çok say ıda küçük ve daha küçük eserleri ihtiva etmeleridir.<br />

Bazan hiç ba şlık yoktur. Yahut ba şlık, farkl ı yazmalarda de ğişir,<br />

ya da ayr ı eserler ayn ı başlık alt ında toplan ır. Ekseriya yazmalarda<br />

gösterilen müelliflerin, gerçekten o eserin yazar ı olup olmadıkları<br />

hakk ında şüphe vard ır. Yahut da eserler bir yazar ın ismini taşımazlar.<br />

Hele birçok eserlerin hüviyeti ve müellifi hakk ındaki engin meseleler<br />

büsbütün kar ışıkt ır ve bu, ancak çok geni ş sabrı gerektiren ilmi<br />

bir çal ışma sonucunda çözülebilir.<br />

Materyalin bu çehrelerinin sonucu şudur ki İslâm felsefesi ve filozofları<br />

hakkında genel bir tarzda yaz ı yazan kimse büyük bir tehliyeye<br />

at ılıyor demektir. Onun geni ş çal ışmas ını yanıltabilecek her şey<br />

olabilir. Kesin bir pasaj ın metninin hatal ı olduğu isbat edilebilir,<br />

yazar ın mesele üzerinde yeni bir eseri ke şfedilebilir, yahut o yazara<br />

aid san ılan bir eser, ba şkas ının ç ıkabilir. Böylece İslâm Felsefesi hak-<br />

2


kında şimdi yaz ılan izahlar ın ve tefsirlerin ço ğuna henüz haz ırl ık<br />

safhas ı olarak bak ılmalıdır. Islam Felsefesi üzerinde yaz ı yazmak<br />

istiyen kimse, bir dilemma içerisindedir. E ğer çok dikkatli ise her konuda<br />

herhangibir şey söylemek için tereddüdedecektir. Islâm Felsefesi<br />

hakk ında birazc ık bilgiye sahibolmak dün.yevi bir arzuya kavu şmak<br />

için çal ışmaya ilgi duymu ş ise; o, söyledi ğinin, önemi ikinci derecede<br />

kalan bask ılara dayand ığını ve ilgili bütün parçalar ı ihtiva etmediğini<br />

bilerek kifayetsiz bir malâmat verecektir. Tabiatiyle a şağıda Islâm<br />

Felsefesi hakk ında serdedilen mütalâalar bu çe şit tenkide aç ıkt ır.<br />

b) Theology:<br />

ilâhiyat ın materyali de felsefenin materyali gibi eksikliklerden<br />

uzak olmamakla beraber daha iyi şartlar içindedir. I şaret edilecek,<br />

düzeltilecek metinle ilgili hatalar vard ır ama, ba şlıca ilâhiyatç ılar ın<br />

(mütekellimlerin) eserlerinin ço ğu hakkında daha büyük güven mevcuttur.<br />

Ehl-i Sünnet inanc ına ait mevcut ilk ciddi eserler, E ş'ari (935) nin<br />

eserleridir. Fakat ilk eserlerde kelâmi doktrinler, fıkıh, Hadis ve Mistisizme<br />

dayand ırılmışt ır. Bundan sonra çok say ıda muhtasar teolojik<br />

tipte eserler ve özel konulara ait k ısa makaleler yaz ılmıştır. Avrupa<br />

dillerine tercüme edilenler, ayr ı fas ıllarda zikredilecektir. Normal<br />

olarak Kur'an tefsirlerinin özel bir kelând nokta-i nazar ı vard ır ki<br />

bu görü ş baz ı âyetlerin aç ıklanmas ına tesir eder, ve s ık s ık kelâmi<br />

görü şlerin ifadelerini içine al ır. İlmihaller , yahut sade akaid risaleleri<br />

de çok say ıda mevcuttur ve bunlar ın baz ıları ilk teolojik eserlerden<br />

önce yaz ılmışt ır. Bunlar ın fonksiyonu, h ıristiyan akaid kitapklar ınınkinden<br />

farkl ıdır. Zira bunlar, mü'minlerden ana tabakan ın resmi<br />

doktrinleri de ğildir. Sadece özel mütekellimlerin veya okullar ın fikirleridir.<br />

İlk risaleler k ısadır. Fakat sonrakilerden baz ılar ı o kadar uzundur<br />

ki akaid ile kelâmi risaleler aras ında belirli bir çizgi tesbit etmek<br />

güçtür. Arap edebiyat ın ın diğer bran şlar ı gibi onların da üzerlerine<br />

yaz ılmış geni ş şerhleri vard ır. Bazan bunlar, fıkha dair etrafl ı eserler<br />

içerisine yerle ştirilmiştir. Çünkü sa ğlam doktrinlere inanmak ve onlara<br />

malik olmak, şeri bir mecburiyettir.<br />

II IKINCI DERECEDEKI KAYNAKLAR<br />

a) Fırkalara Ait Eserler:<br />

Islam Teolojisine ait ilk eserler M. goo tarihinden önce yaz ılmamış<br />

oldukları için ilk zamanlar ın durumu hakk ında kaynak bulmak<br />

maksadiyle ba şka bir yere müracaat etmek zorunday ız. Bu kaynaklar-<br />

3


dan önemli bir k ısmı, sap ık fırkalar ve mensuplar ı hakk ında yaz ılmış<br />

eserlerdir ki genellikle buna "Heresiography: al-Firak" denir. F ırkalara<br />

dair ba şlıca genel eserler, E şa'ri (935), nin, Abdu'l-Kahir b. Tahir<br />

al-Bağ&di (1037) nin, a ş- Şahristani i53)nin ve İbnu Hazm o64)in<br />

eserleridir. an-Nawbahti (91 o) ye atfedilen " Şi'a Fırkaları" gibi<br />

özel fırkalar için yaz ılmış kitaplar da vard ır.'<br />

Teoloji ile, hattâ tarihle münasebeti olan birçok eserler, fırkalara<br />

ait bölümleri ihtiva ederler. Ve bunlardan baz ıları, genel mezhep<br />

kitaplarında bulunmıyan değerli malûmat ihtiva etmektedirler. Geleneksel<br />

al-Firak kitaplar ının formasyonu üzerine çok dikkatli bir çalışma,<br />

goo den önceki teolojik geli şme hakk ındaki bilgimizi artt ırmak<br />

bak ımından mühimdir. Uzun zamandan beri mezhep tarihçilerinin<br />

eserlerini, Muhammed Ümmetinin yetmi ş üç fırkaya ayr ılacaklarm ı<br />

ifade eden bir Hadise göre ayarlad ıkları bilinmektedir. 2 Onlar biribirinden<br />

hafif farkl ı olan halk gruplar ını ayrı ayrı sayarak bu gayelerini<br />

tahakkuk ettirmek istemi şlerdir.<br />

Fakat bu, yaln ız eserlerin tanzimine tesir eder. Verilen haberin<br />

mahiyeti de çok yak ından tetkik edilmeğe ihtiyaç gösterir. Yak ın zamanlara<br />

kadar modern bilginler, tarihçilerin eserlerini tabii bir görü ş<br />

noktas ından yazd ıklarını ve verdikleri haberlerin objektif oldu ğunu<br />

kabul etmek temayülünde idiler. Fakat ufak bir tefekkür, bu temayülün<br />

tehlikesini gösterme ğe kâfidir. E şa'ri bazan kaynaklar ın ı zikreder.<br />

Ve onun zikretttiği baz ı kimselerin, k ısa ve özel fırka kitaplar ı ya,zmış<br />

olmaları da mümkündür. Şuras ı muhakkak ki hem E ş'ari ve hem de<br />

onun kaynaklar ı, bilgilerini, çe şitli şah ısların görü şlerini zikredip<br />

sonra da onlar ı çürüten polemik eserlerden alm ışlard ır. Dokuzuncu<br />

as ır sonundan kalma böyle bir eser mevcuttur. al-Hayyat' ın Kitabu'l-<br />

İntisarı. Bu eser H.S. Nyberg tarafından Kahire'de bas ılmıştır. (1925).<br />

A. Nader bunu Frans ızcaya çevirmi ştir (1957). Böyle kitaplarm, insanlar<br />

ın görü şlerini tam tarafs ız bir şekilde aksettirmeleri beklenemez.<br />

Gerçekten kitap tarafgir bir ifade ta şımaktad ır. Çünkü Ha:yyat bir<br />

rnu'tezilidir ve eserinin ço ğu da mü'tezile fırkas ından dönen, bu firkan<br />

ın ilk mümessillerinin görü şlerini kötü gösteren muhalifini ittiham<br />

etmektedir.<br />

Halmut Ritter tarafından derlenen ilk mezheplerin listesine bakacak<br />

olursak, bu noktan ın çok ciddi olduğunu anlarız. (Philologika<br />

III: Muhammedanische Hiiresiographen, Der İslam XVIII, [1929],<br />

4<br />

1 Oriens, VII. 204 e bak.<br />

2 Bak: I. Goldziher, Vorlesungen, 188, 352; ve Ritter, Der Islam, XVIII (1929) 46f.


34-35). Şiiler hakk ında yazan baz ı muharrirler hariç, bu rivayet<br />

kaynaklar ının müelliflerinin ço ğu muhezili yahut E ş'ari'dirler. E şarilik<br />

de aslen muhezili olan A ş'ari tarafindan kurulmu ş bir okuldur.<br />

Diğer tabirle ba şlıca al-Firak telifi gelene ğimiz muhezili ve E ş'ari'dir.<br />

Ve bunlar tek bir gelene ğin iki k ıyısı durumundad ır.<br />

Maamafih Henry Laoust tarafindan ba şlanan Hanbeliler üzerindeki<br />

tetkikler, E ş'ari geleneğinden ayr ı olarak bir de Hanbell al-Firak"<br />

telifi geleneği olduğunu ortaya koymu ştur. Ayn ı zamanda ilkel<br />

bir Harici al-Firak gelene ği de vard ır ki Naples Şarkiyat Enstitüsünde<br />

bunun üzerinde çal ışılmaktad ır. Bu, ba şlıca ilk zamanlar ı gösterir.<br />

Tuhaf bir ayr ıl ık şudur: Hanbeli al-Firak'lerinde Cahmiyye diye<br />

meşhur bir firka mu'tezile ve E ş'ariyye kitaplar ında çok az zikredilir.<br />

Bunun şu şekilde izah]. muhtemeldir: Hanbeliler için bu ismin manas<br />

ı, muhezililerce al ınan manadan daha geni ştir, yani bu isim mu'tezileyi<br />

de içine alm ışt ır. şu da hat ırda tutulacak di ğer bir olayd ır: Baz ı<br />

fırka lakaplar ı, bir grupun muhalifleri tarafindan tak ılmışt ır. Kendisine<br />

tak ılan bu ad ı muhalif grup kabul etmemi ştir. Mesela ana al-Firak<br />

kitaplarında Kaderiyye ismi, insan hürriyetine inanan kimseleri<br />

ifade eder. Fakat ilk zamanlarda bu mesele üzerindeki münaka şalarda<br />

irade hürriyetini kabul eden kaderiyye, KADER İYYE ismini, insan<br />

fiilleri dahil bütün olaylar ın zorunlu olduğunu ifade deden Allah' ın<br />

kaderine inanmış muhaliflerine ba ğlamağa çal ışmışlard ır. Hiç kimsenin<br />

kendine "kaderiyyeci" dedi ği görülmemiştir. Alelade kullanışta<br />

bile bu isim, özel mütekellimler grupunun üyesi olmaktan ziyade<br />

akidevi bir temayülü gösterir. Bu bak ımdan bu kelime bizim "fundadamentalist<br />

(orjodoks)", "Evengelical (protestan)", "high-church<br />

(katolik)", gibi modern terimlerimizle mukayese edilebilir.'<br />

b) Biografi ve Tarih:<br />

Arap Edebiyat ının bir özelliği de hal tercemesine kar şı olan ilgisidir.<br />

Bu, belki de birtak ım sözlerin aynen nakledilmesi şeklindeki<br />

arap gelene ğinden ç ıkmıştır. Bu nakilde ravilerin güvenilir kimseler<br />

olup olmadıklarını bilmek için onlar ın hayatlar ı hakkında biraz malümat<br />

sahibi olmak önemlidir. Biografi üzerinde böyle s ıkı durman ın<br />

canlı örneği, Hadis rivayetinde görülür. Hadis, (Muhammed (A.)'in<br />

söylediği veya yaptığı şeylerin hikayesidir ki bunlar bir ameli me şru' göstermek<br />

için kullan ılır. Bu teknik manada kelime büyük harfle yaz ıl ır.4<br />

3 Bak: Montgomery Watt, Free Will and Predestination, 48f.; "Political attitudes"<br />

4 Biyografiler hakk ında genel bilgi için bak: H.A.R Gibb, "Islamic Biyografical Literature",<br />

Arabic, Persian and Turkish Historiography'de, London, 1962.


Muhaddislerin biografileri yan ında özel teolojik veya şer'i okullara<br />

mensup zatlara temas eden ve genellikle tabakalara göre yaz ılmış<br />

özel biografik lûgatlar de vard ır. Meselâ Safiilerin, Hanefilerin, Hanbelilerin,<br />

E ş'ari'lerin, Mu'tezilenin ve sufiyyenin tabakalar ı gibi.<br />

Biografik haberler daima bekledi ğimiz malürnat ı taşımazlar. Onlar<br />

genellikle rical (raviler)in ö ğretmenlerini ve ö ğrencilerini havi olurlar.<br />

Yukar ıda i şaret edildiği gibi filozoflar ayr ı bir edebi gelene ğe<br />

bağlıdırlar. Onlar hakk ındaki biografik malûmat, daima astronomlar<br />

ın, fizikçilerin ve di ğer Yunan ilmi temailcilerinin haberlerini<br />

ta şıyan lügatlerde bulunur. (Bunlar Aristo, Galen ve di ğer Yunanl ı-<br />

lar ı ve ayn ı listede çok geç olarak Islâm âlimlerini ihtiva ederler.)<br />

Teologların (mütekellimlerin) ve filozoflar ın baz ılar ı başlıca edebi<br />

şahsiyetleriyle İbnu Hallikan (1282) ın biografik lügatinde zikredilir<br />

Bu eser, Baron MacGuckin de Slane taraf ından Ingilizceye çevrilmi ş -<br />

tir.'<br />

Biografik haberler ayn ı zamanda birçok tarihi eserlerde de geçmektedir.<br />

Bunlardan ismi zikredilecek biri, Frans ızcaya çevrilmi ş bulunan<br />

Mes'udi (956) nin The Golden Meadoows (Murucu'z-zeheb) adl ı<br />

eseridir.'<br />

Mütekellimler, politik olaylara kar ışmış olduklar ından tabii olarak<br />

genel tarihlerde zikredilmi şlerdir. Bunun sebebi me şru'iyetleri<br />

hakk ında dini fetvalar ın verildiği ayaklanmalar veya ihtilâllerdir.<br />

Haricllerin ve şiilerin hareketlerinde oldu ğu gibi. İlk filozoflar ve firkac<br />

ılar hakkında faydal ı malümat, fevkalkle bir kitabolan İbnu'n-<br />

Nedim' (988) in fihristi veya ind,eksine dercedilmi ştir. Bu eser, bir kitapç<br />

ı olmas ı muhtemel bulunan yazar ın, tan ıdığı bütün eserlerin geni ş<br />

bir listesidir. Eserlerle birlikte eserlerin yazarlar ı hakk ında k ısa malûmat<br />

da verilmektedir.<br />

B İBL İOGRAFYA<br />

Sehristani için bundan sonraki bölüme bak.<br />

al-Ba ğdadi, al-Fark bayna'l-Firak, ikinci k ısmın İngilizce tercümesi<br />

(Moslem Schisme and Sects), K ısım II, çeviren: Abraham S.<br />

Halkin, Telaviv, 1935. Do ğru bir terceme oldu ğu gibi notlar da çok<br />

5 Paris 1842-7, dört cilt, ba şl ık Wafayatu'l-A'yan yahut The Obituaries of Eminent<br />

Men<br />

6 Murug adh-Dahab ("Les Prairies d'Or"), terceme eden ve yay ınl ıyan: C. Barbier<br />

de Meynard ve Pavet de Courteille, Paris, 1861-77, dokuz cilt.<br />

6


faydalı malûmat ı ihtiva etmektedir. Birinci yar ısının Kate C. Seeley<br />

tarafindan yap ılan tercümesi New York'ta '939 da bas ılmıştır. Fakat<br />

birçok hatalar ından dolay ı geri çekilmi ştir.<br />

a ) Başlangıçlar:<br />

III MODERN ÇALI ŞMALAR<br />

On ikinci As ırda İslam Felsefesi hakk ında bilgi, İspanya yoliyle<br />

Avrupa'ya ula şt ı ve Latin İbni Rü ştçülüğü hareketine ve tepki yahut<br />

Thomisme sebeboldu. Bundan ba şka Avrupa'da İslam Teolojisi yahut<br />

felsefesi hakk ında 19 uncu asra kadar hiçbir dikkat gösterilmedi.<br />

Kur'an' ın George Sale tarafından 1734 de yap ılmış pek kıymetli tercümesi<br />

olan "Preliminary Discours" dan da anla şılabileceği gibi Islâmi<br />

doktrin görü şleri gerçekten baz ı tafsilât ı ile biliniyordu. Fakat<br />

bu bilgi, teolojik bir seviyeden ziyade popüler malûmattan ibaretti<br />

ve teolojik eserlere de ğil, başlıca Kur'an'a istinadettirilmi şti. Üzerinde<br />

durulabilecek ilk teolojik eser Onmanl ı Teologu Birgivi (1573)nin ilmihali<br />

olduğu sanılmaktadır. Bu eser Türkçeden İ.H.Garcin De<br />

Tassynin "Exposition de la foi musulmane (Paris, 1822) adl ı eserinde<br />

terceme edilmi ştir. şehristanrnin al-Milal wa'n-Nihal'inin William<br />

Curreton tarafından bas ılmasiyle (London, '842-46) Avrupa'da İslam<br />

firkalarma dair maltımat büyük ölçüde artm ıştır. Bunun sonradan<br />

T. Haarbrücker tarafından Almancaya çevirisi yap ılmıştır (1850-<br />

51). Felsefe üzerinde ilk dikkatli çal ışma, 1836 ve '842 de metinler<br />

ve bir makale yayınlıyan August SCHMÖLDERS tarafindan yap ılmışt<br />

ı. Biraz sonra Salomon Munk'un M6anges de philosophie juive<br />

et arabe (Paris, 1859)1 ve teolojik alanda Alfred Von KREMER'in<br />

Geschichte der hersschenden Ideen des Islams (Leipzig, 1868)i geldi.<br />

Bunlar ın her ikisi de fotografik metod bak ımından değerli bask ı sayılabilir.<br />

Aynı şekilde Moritz Steinschneider'in, Die arabischen Übersetzungen<br />

aus dem Griechischen (Graz, 196o) adl ı eseri de mevcuttur<br />

ki bu eser, 1889-1896 y ılları aras ında kalan zamana ait haberlerinde<br />

orijinal hususlar ta şır. Ve Islâm Felsefesini anlamak için zaruri olan<br />

materyali ihtiva eder. Bunlar ın ve bunlara benzer âlimlerin, yazmaların<br />

kataloğunu yapmalar ı onlar ın muhteviyat ından genel bir fikir<br />

vermeleri ve çok önemli olanlar ın' ne şretmeleri sayesindedir ki kuruluşlar<br />

ın temelleri at ılmış bulunmaktad ır.<br />

7


) Theology:<br />

ig uncu asr ın sonla-ına doğru Mıs ır'da ve diğer yerlerde müslüman<br />

alimleri de ortaça ğa ait kitaplar ı neşretmeğe başlad ılar. İslam<br />

teolojisi bundan fayda gördü. Bu bask ılar tenkidden geçirilmiyordu<br />

ve umumiyyetle tek bir yazma nüshaya istinadediyordu. Mamafih<br />

yine de Bat ı tetkiklçileri aras ında İslam teolojisine ait bilginin çoğalmas<br />

ını kolayla ştır ıyordu. Şarkiyat alan ında en derin tetkike örnek<br />

Macar as ıllı, Yahudi soyundan Budape şte'de profesör İgnaz Goldziher'dir.<br />

Onun tetkikindeki vüs'at hayret vericidir.* Hassaten insan<br />

onun elinde pek az bas ılmış eserler bulundu ğunu, mikrofilmler olmad ı -<br />

ğın ı, muhtacoldu ğu yazmalar ı tetkik edebilmek için kütüphaneleri<br />

dola şmak zorunda kald ığını dü şünücek olursa! Bu tetkiki sayesinde<br />

sağlam bir hüküm terkibine ula şt ı. Onun teolojik konular üzerindeki<br />

birçok makalesi, hemen hala en yüksek önemini muhafaza etmektedir.<br />

Şüphesiz o kendini s ırf teolojiye hasretmedi. İslam dini, İslam felsefesi<br />

ve İslam hukuku üzerinde de birçok eserler yazd ı. Bu güzel sebepten<br />

dolayıdır ki o, islami çal ışmalara ait modern alimane disiplinin kurucusu<br />

olarak hürmet edilir Onun teoloji ve buna ba ğlı konulardaki<br />

olgun görü şleri İslami sahada yazd ığı şu konferanslar ında mevcuttur:<br />

(Vorlesungen Über den Islam). Aslen 1908 de bas ılmış ve Heidelberg<br />

1925 deki ikinci baskısı için düzeltilmiştir. Kur'an ilimlerine dair<br />

konferanslar ı (Die Richtungen der Islam ıschen Koranauslegung,<br />

Leiden, 192o) de ilgi görmü ştür.<br />

Diğer bir müte şebbis de Duncan Black Macdonald'd ır. Iskoçya'-<br />

nın batı sahilinde doğmu ş, Hartford Seminary, Connecticut'ta profesörlük<br />

yapm ışt ır. Goldziher kadar derin okumas ı olmamas ına rağmen<br />

hükümlerinde isabetli bir alimdi. İslam Ansiklopedisinin birinci tab' ında<br />

(Leiden 913-42) birkaç teolojik makale yazd ı. Kendisi ayn ı zamanda<br />

ansiklopediyi basanlardand ı . Development of Muslim Theology,<br />

Jurisprudence and Constitutional Theory (New York, 19o3) adl ı<br />

kitab ının teoloji bölümü (s. ı 19-287, zeyli ile beraber 291-357) k ısmen<br />

şimdi kıymeti kalmam ış ise de hala Ingilizcede en güzel bir takdim<br />

raporudur.<br />

Louis Massignon'un La Passion d'al-Hallaj, martyr mystiqua<br />

de l'Islam (Paris, 1922) adl ı eserinin 12 inci bölümü (s. 535-771)<br />

* Goldsiher Islâm ilimlerine geni ş vukufu olan bir müste şriktir ama diğer müste şrikler<br />

gibi o da Islâma kar şı kinine hakim olamam ıştır. Vor lesungen Über den Islam' ın ba ş tarafı<br />

küfürle doludur. Bunlar tarafs ız olamam ışlard ır. Binaenalehy eserlerini okurken bu hususu<br />

göz önünde tutmak zaruridir. Mütercim.<br />

8


de Hallac' ı selefleri ve çağdaşlariyle mukayese ederek teolojik konulara<br />

temas eder. Bu eserin ba şlığı, eserin İslam teolojisindeki önemini göstermeğe<br />

kâfi de ğildir. Okuyucunun cesaretini k ırabilecek kadar çok<br />

rivayet ihtiva eder. Maamafih ne bu kitap ve ne de ayn ı müellifin Essai<br />

sur les origines du Lexique technique de la mystique musulmane<br />

(ikinci bask ı. Paris, 1954) adl ı eseri, ciddi bir ara ştırıc ı tarafından,<br />

ihmal edilemez. Genellikle denebilir ki sufilik üzerindeki çal ışmaların<br />

çoğu, teolojinin kenarlar ına temas eder. Fakat bu gibi eserler buraya<br />

al ınnuyacakt ır.'<br />

Zikredilmesi gereken di ğer bir eser de Felemenk âlimi Arent<br />

Jan Wencink'in The Muslim Creed (Cambridge, 1932) adl ı eseridir.<br />

Bu eser, ehl-i sünnet dogmatizminin büyük bir etüdüdüdr. Yazar ın<br />

geniş Hadis bilgisine dayanm ışt ır. Biraz zay ıf olan tarafı, sünnilik<br />

içindeki çe şitli görü şleri bilhassa Hanefiler yahut Maturidilerle E ş'-<br />

ariler aras ındaki farklar ı tefrik etmekteki ba şar ısızlığıdır. Elde mevcut,<br />

bas ılmış teolojik eserlerin geni ş s ıras ını tetkik etmek ve bütün teolojik<br />

gelişmeleri gözden geçirmek için en ciddi bir te şebbüs Louis Gardet<br />

ve M.M. Anawat ı (bu bir Arap Dominic'dir) ın Introduction â la th6-<br />

ologie musulmane (Paris, 1948) adl ı eserleri ileri at ılmış bir adım sayılır<br />

ve doktrinlere mufassalan temas edecek iki cildin telifi daha va'dedilmiştir.<br />

Yaln ız yap ılabilecek bir tenkid şudur: Müelliflerin Thomistic<br />

nokta-i nazarlar ı kendilerini, konular ını bu görü şe aşina olm ıyan<br />

okuyuculara tuhaf gelecek bir tarzda yazma ğa sevketmi ştir.<br />

Yukarıda münaka şas ı yap ılan ve ağağıda bibliyoğrafyada zikredilecek<br />

olan eserlerden ba şka ı g ı 4 den önce İslâm teolojisi üzerine<br />

yaz ılm ış biraz k ıymeti haiz baz ı eserler de vard ır.<br />

c) Felsefe:<br />

İslam Felsefesi üzerindeki çal ışma, teolojidekinden çok daha yavaş<br />

gitmiştir. 19 uncu as ır ortalar ında ba şlam ış olmas ına rağmen hâlâ<br />

Macdonald ve ve Goldziher'in önderliğinde ba şlanan teolojik tetkik<br />

seviyesine eri şmiştir denemez. Bunun en büyük âmili, metinlerin tatmin<br />

edici bir durumda olmay ışıdır. İslâm bilginleri de son ı o-2o yıla<br />

kadar felsefi metinleri basma ğa çok az ilgi göstermi şlerdi. Zira onlarca<br />

filozoflar dinsiz tan ınmışt ır. Bu sahada kaydedilen terakkilerde Bat ı<br />

7 Arberry tarafından yaz ılmış Sufism, (London, 1950) faydal ı bir takdimdir. Ayni<br />

müellifin Introduction to the History of Sufism (London, 1943) inde güzel bir bibliografya<br />

vardır. Diğer önemli bir eser de R.A. Nicholson'un The Idea of Personality in Sufism (Cambridge,<br />

1923) adl ı eseridir.<br />

9


alimleri tarafindan bilhassa Frederich DIETERICI (floruit 1865—<br />

189o) ve Maurice BOUYGES (floruit 192o-1945) Bu bir cizvit ve<br />

Bibliotheca Arabica Scholasticorum'un kurucusudur) taraf ından<br />

çok zahmet çekilmek ve emek verilmek suretiyle bas ılan metinlerdir.<br />

Paul KRAUS, 1945 te erken ölümünden önce metinleri ke şfetmekle<br />

çok şey ba şarılmıştır. Çe şitli Bat ılı bilginler şimdi bu sahada çal ışmaktad<br />

ırlar. M ıs ır'l ı Abdurrahman Badawi tarafından baz ı faydal ı yard<br />

ımlar da yap ılmaktad ır.<br />

Metinlerin kifayetsizli ğinin bir sonucu olarak İslam felsefesi hakk<br />

ında tam memnuniyet verici bir eser yoktur. Bu konuda en ölçülüsü,<br />

Felemenk Tjitje DE BORE'un eseridir. Asl ı ı 9o1 de Almanca olarak<br />

bas ılmışt ır. Müteakiben şu adla ingilizceye çevrilmi ştir: (The History<br />

of Philosophy in Islam, London, i 903) Baz ı aç ıklamalar, son ke şiflerin<br />

ışığı alt ında ufak tefek tadilat isterse de temel olaylar güvenilir<br />

bir şekilde tam olarak kaydedilmi ştir. Gereken tadil çe şidi, Richard<br />

Walzer tarafından yaz ılan "History of Philosophy", Eastern and<br />

Western adl ı eserin "Philosophy" ad ın ı ta şıyan bölümünde görülecektir.<br />

Bu eser, S.Radhakrishnan ma'rifetiyle (London, 1953) te bas ılmışt<br />

ır. II. 12o-48<br />

Daha az tatmin edici bir eser de Max HORTEN ve Goffredo<br />

QUADRI tarafından hem İtalyanca hem de Frans ız'ca olarak yay ınlanan'<br />

İslam felsefesinin genel bir etüdüdür. HORTEN ı 9o5-2o y ıllar<br />

ı aras ında İslam felsefesi ve felsefi teoloji üzerinde çok çal ışmıştır.<br />

Fakat kendisi genellikle şayan ı itimad görülmemektedir. Maamafih<br />

kaynaklar üzerinde çal ışmak için haz ırlanm ış dikkatli bir ara ştırıcının,<br />

okuduğu kaynaklar ile Horten'in yazd ıkları aras ında rab ıta<br />

kurmas ı faydal ıdır. Quadri, ilk İslam felsefesini İbnu Rü şd için haz ırlık<br />

olarak görmek temayülündedir. Böylece bütün geli şmeyi gayri<br />

memnun bir aç ıdan görür.<br />

Avrupal ıların İslam Felsefesi üzerindeki çal ışmalarını gösteren,<br />

Felemenk Pierre Jean DE MENASCE taraf ından kaleme al ınmış<br />

Bibliographische Einführungen in das Studium der Philosophie: 6<br />

Arabische Philosophie (Bern, 1948) tavsiyeye şayan bir eserdir.<br />

B İBL İOGRAFYA<br />

Gustav Pfannmüller, Handbuch der Islam-Literatur (Berlin ve<br />

Leipzig, 1923) ; bu eser, Avrupa'da matbaa zaman ına kadar yap ılan<br />

islami çal ışmaların k ıymetli bir bibliyografyas ı ve tasviridir.<br />

10<br />

8 Munich, 1923; Florence, 1939; Paris, 1947


J.D. Pearson, Index Islamicus, ı 906-55 (Cambridge, 1958); İslâmi<br />

konularla ilgili makalelerin tasnifi ve mufassal bir listesidir.<br />

Zeyllerin bunu günümüze getirmesi va'dedilmi ştir. Bilhassa teoloji<br />

ve felsefe ile alâkah bölümler: II, IV, a,b dir.<br />

A.S. Trıtton, Muslim Theology (London, 1948). İlk devrin bir<br />

tetkikidir. Ba şlıca fırka mensuplar ına tahsis edilmi ştir. Her fırka ayr ı<br />

bir risale halinde yaz ılmıştır. Genel okuyucu için tafsilâta pek girilmemiştir.<br />

Fakat baz ı faydal ı kaynaklar ı vard ır.<br />

W. Montgomery Watt, Free Will and Predestination in Early<br />

Islam (London, 1948); bu konuda 95o tarihine kadar olan yazarlar<br />

hakk ında bilhassa mu'tezile ve E ş'ariyye yazarlar ı hakk ında tetkikler.<br />

W. Montgomery Watt, Islam and the Integration of Society (London,<br />

1961) ; 7 ve 8 inci bölümler konu ile ilgilidir.<br />

J. Wınrow Sweetman, Islam and Christian Theology (London,<br />

1945,1947,1955, devam ediyor); bu eser geni ş bir alan ı kapl ıyan haber<br />

kolleksiyonudur. Fakat bu eksik durumunda herhangibir neticeye<br />

götürmez.<br />

Dwight M. Donaldson, Studies in Islam Etichs (London, 1953);<br />

filozoflarm ve teologlar ın ahlâkı üzerinde bölümler vard ır. H..A.R.<br />

GIBB ve WALZER'in İslâm Ansiklopedisinde yazd ıkları ahlâka dair<br />

makaleleri güzeldir.<br />

Sir Thomas Arnold ve Alfred Guıllaume, The Legacy of<br />

Islam (Oxford, 1931), s. 239-83, "Philosophy and Theology (Gu ıllaume<br />

tarafından); esas olarak İslam ahlâk ının Avrupa üzerindeki<br />

tesirinden ve onun İspanya'dan Avrupa'ya geçisinden bahseder.<br />

De Lacy O'Leary, Arabic Thought and its Place in History, London,<br />

1922; bu kitab ın en iyi k ıs ımları, Yunan felsefi dü şüncesinin Suriye<br />

yoliyle Arapçaya ve sonra da bazan İbranice vas ıtasiyle lâtinceye geçişini<br />

izah edenleridir. Süratle yerini almaktad ır.<br />

Herman Stıeglecker, Die Glaubenslehren des Islam, (Munich,<br />

1959, devam ediyor); islâm inanc ını müslümanların kabul ettiği<br />

şekilde belirtme ğe çal ışan bir te şebbüstür. Fakat baz ı şüpheli pe şin<br />

hükümlere istinadetmekte ve tafsilâtl ı kaynaklar vermemektedir.<br />

The Encyclopedia of Islam : Birinci bask ı dört cilt ve zeyl, Leiden,<br />

1913-42; ikinci bask ı cilt ı , Leiden ve London, 196o, devam ediyor.<br />

Birinci bask ıda dinle ilgili makaleler ekseriya biraz düzeltilmi ş olarak<br />

ayrı bir kitapta bas ılmışt ır: Hanwörterbuch des Islam (1941) ve A<br />

11


Sohrter Encyclopedia of Islam (1953). Tabii makalelerin de ğeri çeşitlidir.<br />

Birinci bask ıdaki makalelerden baz ıları şimdi tatminkâr<br />

Maamafih ço ğu şarki kaynaklara istinadetti ğinden ve Bat ı dillerinde<br />

ba şka türlü elde edilmesine imkân olm ıyan materyalleri ihtiva<br />

ettiğinden dolayı çok önemlidir. K ısaltmalar ı : El', E12, El (S).<br />

A. J. Arberry, Revelation and Reason in Islam, London, 1957;<br />

yak ında ne şredilmi ş metinlere müracaat suretiyle genel bir görü ş<br />

verir.<br />

12


Bölüm I.<br />

EMEVİ DEVRİ


EMEVİ DEVRI<br />

FASIL I<br />

Fırkacılığın Başlangıcı<br />

MUHAMMED (A.S.), 622 tarihinde Medine'ye hicreti ile 632<br />

de ölümü aras ında oldukça kuvvetli bir devlet kurma ğa muvaffak<br />

olmuştur. Bu devletin kuvveti şuradan anla şılır ki 63o y ılı sonlarına<br />

doğru Suriye'ye kar şı tertibedilen seferde Muhammed'(A.)in arkas ında<br />

30,00o adam vard ı. Arabistan'da göçebe kabilelerinin pek ço ğu,<br />

onunla ittifak halinde idiler. Bunun ba şlıca istisnalar ı, az çok Bizans' ın<br />

tesir sahas ında kalanlar idi. Hemen 632 yi müteakip devirden 661 e<br />

kadar olan devir "Hulefa-i Ra şidin" devri diye tan ınmaktad ır. Ebu-<br />

Bekir ((632-34) in zaman ı, Medine'nin siyasi sistemine kar şı ayaklanan<br />

kabilelerin isyan ını bastırmakla geçti. Birinci Ömer (634-644)<br />

devrinde olağanüstü bir yay ılma ve geni şleme görüldü. Suriye ve M ısır<br />

Bizans İmparatorlu ğundan ve Irak ise Iran İmparatorlu ğundan zaptedildi.<br />

Osman (644-56) in devrinde yay ılma, Afrika'n ın kuzeyine,<br />

Iran' ın içine doğru devam etti. Fakat 65o civar ında yava ş yava ş geriledi,.<br />

Çünkü Askerler aras ında huzursuzluk belirmi şti. (Bu askerler<br />

sivil kurumlarla şehir halkı ile ayn ı haklara sahip idiler.) 656 da Osman<br />

asiler tarafından öldürüldü. Peygamberin yegeni ve damad ı olan<br />

Ali'ye Medine'de halife olarak bey'at edildi. Fakat Şam valisi Muaviye<br />

diğerleri aras ında Ali'yi tan ımak.' reddetti. Ali ile Muaviye aras ında<br />

ç ıkan muharebede, Ali'nin ba şka bir gaye için 661 de öldürülmesinden<br />

sonra Muaviye yava ş yava ş harbi kazan ıyordu. Ali'den sonra<br />

Muaviye'nin hilafeti genellikle her tarafta tan ınd ı, ve Umeyye hanedanı<br />

idareye hakim oldu.<br />

Bu kısa tarihi makımat, bizim teolojik konumuzla ilgisiz de ğildir.<br />

Bilgi sosyolojisinin ifadesine göre bütün teolojik ve felsefi mevzuların,<br />

siyasi yahut ictimal dayana ğı mevcuttur. Bu tetkik, böyle bir<br />

15


aç ıdan ele al ınmışt ır. Din ile siyasi olaylar aras ındaki irtibat bilhassa<br />

yakınd ır ve ortado ğuda çok a şikar bir manzara arzeder. The Old<br />

Testament (Eski sözle şme : Ahdi-Atik) bununla doludur. İlk yedinci<br />

as ırda Suriye ve M ısır h ırıstiyanlar ın ın Bizans imparatorlu ğuna karşı<br />

nefreti, Monophisite' ve Nasturi mezheplerinde mihrak ını bulmuştu. Bu<br />

yüzdendir ki 1-3 üncü fas ıllardaki görü şlerden hangisinin siyasi, hangisinin<br />

teoloğik olduğunu söylemenin güç oldu ğu, şaşılacak şey değildir.<br />

Maamafih Ridde diye me şhur, 632-634 y ılları aras ında vukubulan<br />

irtidad isyanlar ını - k ışkırtan "yalanc ı peygamber"lerden ba şka<br />

Ümeyye Devrinin ba şına kadar islam Devleti içerisindeki siyasi ihtilaflarda<br />

dini bir unsur görülmemi şti. Bu, hiçbir mücadele ve gergin<br />

liğin olmamas ından ileri gelmiyordu. Medine'nin iki ana kabilesi<br />

aras ındaki rekabet, ta Muhammed' (A.)in ölümüne kadar devam etti.<br />

Bir halife seçiminde Medine'lilerin Mekke'lilere kar şı kıskançlığı ayd<br />

ınlığa çıktı. Ridde sava şlarında baz ı göçebe kabileler Medinelilere,<br />

Mekkelilere ve diğer baz ı göçebe kabilelere kar şı geliyorlard ı. Ali'ye<br />

biy'at olay ı, Mekkelilerden üç farkl ı grupun ç ıkarlar ın ı açığa çıkard ı .<br />

İlk olarak bir dini faktör, Ali taraftarlar ı aras ında yer alan baz ı<br />

münaka şalarda siyasetle temasa geldi. Bunlar göçebe kabilelerden idiler.<br />

Halen de Irak'taki askeri şehir kamplar ına yerle şmişlerdi. Münaka şalar,<br />

Ali Basra yak ınlarında Mekke'li muhaliflerinden bir grupu yenip de<br />

çok ciddi rakibi Suriyeyi i şgali alt ında bulunduran bir ordunun kumandanlığın<br />

ı elinde tutan Muaviye'ye kar şı yeter derecede bir ordu toplamağa<br />

çal ışırken meydana ç ıkt ı. Ali'nin komutas ı alt ında bulunan<br />

askerlerden baz ıları ona o derece ba ğlanmışlard ı ki bunlar onun "dostu<br />

olanın dostu, düşman ı olanın düşman ı" olduklar ı şeklinde gösterilebilir.<br />

Diğer tabirle bu adamlar, Ali gibi bir lider yahut imam ın, bir<br />

hata ve yanl ış iş yapamıyacağına inanmışlard ı. Bunlara kar şı olan<br />

grup ise yaln ız Ali'nin hata yapabileceğine inanmakla kalm ıyor, ayn ı<br />

zamanda Osman' ın katlinden sorumlu olanlar ı açıkça destekledi ği<br />

belli olmadığı için onun bilfiil hata içerisinde oldu ğuna kani bulunuyorlardı.<br />

Bu ikinci grup, kendilerini, Osman' ı öldürenlerin manevi<br />

torunlar ı sayıyorlardı. Onlar Osman' ı kendi idaresinde bulunan şöhretli<br />

kimselerin cinayetlerini cezaland ırmadığı için günahkar sayıyorlar<br />

ve bu günah ından dolay ı cemiyetin üyesi olmak imtiyaz ını kaybettiğini,<br />

binaenaleyh onu azletmek, günah olmad ıktan başka onun<br />

öldürmenin de müslümanlar ın bir vazifesi bulundu ğunu söylüyorlard ı .<br />

1 Monophisite: anlam ı : tek tabiatt ır. Be şinci ve alt ıncı yüzyıllarda Hz. Isa'n ın, hem<br />

insan ve hem tanr ı olan bir tabiat ı olduğunu ileri süren h ıristiyanlard ır.<br />

16


Şüphesiz Ali ordusunda bu iki uç aras ında mutedil bir durumda<br />

olan birçok kimseler vard ı. Fakat müteakip dini geli şmelerde müfritler<br />

önemlidirler. Filhakika tasvir edilen iki grup şia ve harici diye adland<br />

ırılan iki büyük fırkan ın başlangıc ıdırlar. Şia, isimlerini Ali'nin<br />

partisi olan kimselerle ayn ı olgunlukta bulunduklar ı sebebinden al ırlar.<br />

Hariciler (Arapçada genellikle Havaric, müfredi Harici)in bu<br />

adı almalar ının sebebi de onlar ın, ilk defa Ali'den, sonra Muaviyeden<br />

ve Emevilerden ayr ılıp ç ıkmalar ıdır. Bu ayr ılıkların en iyi bilinen<br />

misalleri, Ali Suriye ordusuna kar şı haz ırlanmakta iken meydana gelen<br />

iki ayr ılmad ır. Harura denen yere giden birinci k ısım, Ali<br />

bunlar ın baz ı şikayetlerini anlay ışla kar şılay ınca geri döndüler.<br />

Fakat ikinci k ısım uzlaşmayı reddettikleri için hemen tamamen<br />

kılıçtan geçirildi. Bu olaylar ın muhtemelen tekrar edildi ği, Ali'ye<br />

kar şı daha be ş küçük ayaklanman ın olduğu ve Muaviye'nin hükümdarlığı<br />

(661-68o) devrinde de yirmi kadar ayaklanman ın vukubulduğu<br />

unutulmamal ıdır. Emeviler devrinde muhtelif zamanlarda çe şitli<br />

ciddi harici ayaklanmalar oldu. Baz ı tarihçiler bundan dolay ı "hanici"nin,<br />

basit olarak "asi" ifade etti ğini söylerlerse de hareketin teolojik<br />

yöndeki gelişmeleri hakk ında ciddi bir çal ışma, bunun böyle<br />

olmadığın ı gösterecektir.<br />

Hem Ali, hem de Muaviye tarafındaki ayaklanmalar, bunlar ın<br />

herhangibir adamın şahsi idaresinden memnun olmamalar ının bir<br />

gereği olmadığını ispatlar. Fakat bu ayaklanmalar genel durumun<br />

bir sonucu olmal ıdır. Dü şünce bunun sebeplerini gösterir: Harici<br />

ayaklanmalar ına kat ılan adamlar, Mekke veya Medine as ıllı değil,<br />

göçebe kabilelerden idiler. Otuz y ıl önce bu adamlar ve bunlar ın babalar<br />

ı çölün serbest hayat ını yaşıyorlard ı . Şimdi bunlar Islam ordusunun<br />

geniş te şkilat ı içerisine kat ılmışlardı. Savaşlar durunca bunlar<br />

çöle dönmediler. Irak ve M ısırdaki askeri kamplara geldiler. Bu ilk<br />

zamanda bütün müslümanlar ın askeri hizmette yer almalar ı beklenirdi<br />

Buna kar şılık bunlar devletten bir maa ş al ırlard ı. Maaşın miktar ı,<br />

ailenin Islami kabul edi şindeki önceliğe göre de ğişirdi. Bu arada birçok<br />

ekonomik meselelerin de burada yeri vard ır. Kay ıtlarda böyle<br />

bir şey görülmüyorsa da yine de ayaklanman ın ba şlıca sebebinin, h ızl ı<br />

ve âni değişmelerin getirdi ği huzursuzluk ve güvensizlik olmas ı<br />

muhtemeldir. Zuhur etme ğe ba şlıyan şii hareketininde bu huzursuzluk<br />

ve güvensizli ğe farkl ı bir cevap olmas ı ihtimal dahilindedir.<br />

Bu hipotez, şia ile Havaricin soruna farkl ı cevap vermelerini göstirir<br />

ve bunlar aras ındaki şiddetli dü şmanlığı aç ıklamaya yard ım eder. Bu<br />

17


değişikliğin bir zaman ında güvensiz ve huzursuz insanlar-yapt ıklarını<br />

şuurlu olarak anlas ınlar veya anlamas ınlar- kurtulu şu kendilerine esasl<br />

ı ve memnuniyet verici durumlar temin eden eski tecrübelerinde aradılar.<br />

Baz ı insanlar ın, kurtulu şun veya refah ın yolu, insan üstü özelliklerle<br />

mücehhez bir liderin pe şinde yürümektir şeklindeki inançlar ı<br />

bu hareketlere sebebolmu ş görünmektedir. Bu özelliklerin tanr ı vergisi<br />

olduğuna inan ılır. Binaenaleyh bu vas ıflar, insanlar ın tabii bir vasfı<br />

değil ilahi bir mazhariyyet, bir lütuf olduklar ı düşünülebilir. Burada<br />

sosyolojik terim olan "Charismata" tabirini kullanmak ve buna "charismatic"<br />

lider demek münasiptir. Di ğer bir faktör de baz ı kimselerin<br />

kurtulu şu bir liderde değil sağlam "charisma"ya malik olan bir toplumda<br />

aramalar ıyd ı. Bunlara göre insan böyle bir cemiyetin üyesi olarak<br />

(ve bu cemiyetin üyeli ğini kaybettirecek bir hareket yapm ıyarak)<br />

kurtulu şa erebilir. Bu inanc ın negatif şekli: "extra ecclesia nulla salus<br />

Kurtulu ş yolu yaln ız kilisededir. Onun çizdiği hattan ba şka selâmet<br />

yolu yoktur." da ifadesini bulur. Positif şekli birçok müslüman ın düşüncesine<br />

hakimdi. Onlar İslam cemaatini "cennet ehli" diye dü şünüyorlard<br />

ı. Bu dü şünce, İslama giren herkesin, nihayet cennete girece ğini<br />

ifade ediyordu.<br />

İşte böyle köklü inançlar ın mevcutiyeti, Ali'nin hilafeti devrinde<br />

Havaric ve şia hareketlerinin zuhurunu aç ıklar. Bunlar ın daldıkları<br />

yeni hayat ın gerginlik ve zorluklar ında insanlar biraz müstakar<br />

asayi ş ve güvenliğe muhtaç idiler. Muhtemelen gayri şuuri olarak<br />

derin tahrik ve te şvikler onlar ı bu güvenliği araştırmağa sevketti.<br />

Bir k ısmı olağan üstü yetilere sahip bir liderin pe şinde gitmek, diğerleri<br />

mensubolduklar ı toplumun charismatic bir toplum olmas ını sağlamağa<br />

uğraşmak suretiyle bu huzuru arad ılar. Özel kabiliyetlerin<br />

baz ı ailelere verildiğini kabul eden eski Arap inanc ı, birinci grupu<br />

etkilemi şti. Bu inanç, onlar ın Ali'yi, hattâ bu inançla güç bağda şan<br />

siyasi kararlar ında dahi seçkin bir lider olarak kabul etmelerini hakl ı<br />

gösterdi.<br />

İkinci grupun şöyle bir avantaj ı vardı : Şüphesiz müslüman cemaati,<br />

mu'cizevi vahye mazhar olan Peygamber taraf ından kurulmu ş-<br />

tur. Bu cemaat, O'na vahyedilmi ş ilahi hayat yolunu izlemektedir.<br />

Bu toplumun ehl-i sünnet olarak kalmas ını sağlamak için bu kurallara<br />

aykırı gidenlerin cemiyet haricine at ılmaları gerekir. İşte burada onların<br />

(haricilerin), büyük günah i şliyen kimse bu yüzden cemiyetten<br />

ç ıkarılır, şeklindeki özel prensipleri meydana ç ıkmıştır. Bu suretle<br />

onlar mensup bulunduklar ı cemiyetin, fevkalade, yahut charismatic<br />

bir cemiyet oldu ğundan tamamen emin olmak istiyorlard ı .<br />

18


Bu çizgiler üzerinde dü şünülürse havaric ve şia aras ında neden<br />

bu kadar ac ı dü şmanl ığın bulunduğunu anlamak kolay olur. Her iki<br />

grup da kurtulu şu elde etmenin, yahut kendilerinin en yüksek gayelerini<br />

gerçekle ştirmenin çaresini kendi istikametinde görüyordu. İnsan<br />

bunun bir ölüm kal ım meselesi oldu ğunu söyliyebilir. Bu durumda<br />

her grupun mü'minleri di ğerlerinin inançlar ını tekzibediyorlard ı .<br />

Böylece her grup, di ğerlerinin kurtulu şa ermesini engelliyordu. Liderin<br />

yan ılmazlığına kani olm ıyan Hariciler, onun hata yapabilece ğine<br />

ve bu yüzden bütün cemiyeti, cennet ehli olma vas ıflarını kaybettirebilecek<br />

bir yola götürebilece ğine inanıyorlard ı. Diğer taraftan şiiler<br />

de şu kanaatte idiler ki cemiyetin ilham alm ıyan normal mensuplar ı,<br />

kutsal kitaplar ını kendileri yoruml ıyarak (ki şia bu yoruma yamlmaz<br />

olarak bakmamışt ır) ilham almakta olan lideri, onun yanl ış olduğunu<br />

bildiği bir yolu tutma ğa sevk etmi ş olurlar. Bu suretle her grupun görmekte<br />

oldu ğu kurtulu ş şans ı, diğer grup tarafından tehlikeye sokuluyordu.<br />

Binaenaleyh bunlar aras ında ac ı düşmanl ığın bulunması bir<br />

sürpriz te şkil etmez.<br />

Serdedilen bu mutalâalar oldukça iyi vazedilmi ştir. Mesela niçin<br />

baz ı insanlar ın charismatic lidere, baz ılarının charismatic cemiyete<br />

meylettikleri sorusuna gelince buna verilebilecek bir izah vard ır, ama<br />

bir saniye için buna daha derin yoklama ğa ihtiyaç gösteren bir hipotez<br />

olarak bak ılmalıdır. (Bilhassa di ğer kültürlerdeki paralel örneklerle<br />

mukayese ederek). Anla şılıyor ki ayn ı durumda olan iki reaksiyon,<br />

insan tabiatinde mevcud nihai ve esasl ı farklar ın icab ı idi. Fakat bu,<br />

ciddi neticeleri olan müphem bir nazariyedir. Ve bu tercih edilebilir<br />

fakat irsi yahut çevre faktörleri taraf ından farklar aç ıklanırsa tercihe<br />

sayan bir nazariyedir. Bir aç ıklama yapma ğa yard ım edecek iki nirengi<br />

noktas ı vard ır:<br />

İlk nokta şudur: Harici isyanlar ının küçük gruplariyle göçebe<br />

cemiyetin sava şç ı birlikleri aras ında benzerlikler vard ır. Ali ve Muaviye<br />

devirlerindeki ayaklanmalarda biz, genel olarak ayaklanan kimselerin<br />

say ısına dair haberler al ıyoruz. Bunlar otuz ile be ş yüz aras ında<br />

değişir. Ortalama olarak iki yüz ki şidir. Bunlar tam anlamiyle çöle<br />

çekilmediler. Fakat Irak kasabalar ından biraz ötede daha emin yerlere<br />

çekildiler ve san ıldığına göre hayatlar ını köylere bask ın yap ıp<br />

çapul ederek temin ettiler. Bir hükümet kuvveti kendilerini ortadan<br />

kaldırıncaya kadar böyle devam ederlerdi. Her küçük zümre kendilerini,<br />

gerçek müslümanlar ın önderi say ıyordu. Maamafih bu zümrenin<br />

dışında da gerçek müslümanlar ın bulunduğunu inkâr etmiyorlard ı .<br />

19


Fakat öteki müslümanlar ın çoğunluğu gerçek müslüman de ğildi ve<br />

bu yüzden öldürülmeleri gerekirdi. Onlar ın öldürülmesinden kendilerine<br />

bir günah terettübetmezdi. Böylece çe şitli yollardan ihtilalci<br />

zümreler, göçebe bir kabilenin hayat şekline benziyen bir hayat şekli<br />

meydana getiriyorlard ı. Havaric gurupunun temeli din oldu ğu, akrabal<br />

ık olmadığı için bunların hayat ı, doğrudan doğruya çöl şartlar ına<br />

raci değildi. Bununla beraber havaricin, ilk zamanlardaki göçebeler<br />

gibi şiir ve hitabet hünerleriyle dikkati çekmi ş olmaları önemlidir.<br />

Islami inançlar ına rağmen, Şiirlerinde ifade edilen duygu, mü şrik<br />

göçebelerin duygular ına yak ındır.<br />

I şaret edilecek ikinci nokta şudur: Biri ilk şiilerin ve Haricilerin<br />

hangi kabilelere mensubolduklar ını sorarsa buna cevabolarak belirli<br />

bir fark bulunabilir. Fakat bu fark kati de ğildir. Çünkü her iki tarafta<br />

da birçok büyük kabileler zikredilir. Ama şu ileri sürülebilir: )<br />

İlk Şiilerin önemli bir k ısmı, Güney Arabistan kabilelerinden gelmi ş-<br />

lerdi. Ve (2) Haricilerin aras ında doktrin sahibi fertler ve f ırkalar<br />

(bütün Emevi devrinde) ba şlıca üç kuzeyli kabileden gelmi şlerdi.<br />

Ama 622 den 656 ya kadar olan zamanda bu reaksiyon fark ını aç ıkhyacak<br />

bir hadisenin oldu ğu görülmemektedir. Bütün kuzeyli kabileler,<br />

müslümanlar ın Irak içlerine yapt ıkları akınlara kat ılmakta ba şta gelirler.<br />

Şiiler aras ında bu ilk ak ınlarda pay ı olan yaln ız bir kabile me ş-<br />

hurdur. Ali, Muhammed (A.) taraf ından, özel görevlerin ifas ı için<br />

Güney Arabistan'a gönderilmi şti. Fakat onun, halk ın hususi sevgisini<br />

kazandığına dair bir rivayet yoktur. Bu kabileler mensuplar ının,<br />

Yahudilik, Monophisite, yahut Nasturi h ırıstiyanl ığının derin tesiri<br />

alt ında kal ıp kalmad ıkları meselesi de derinlemesine ara ştırılacak bir<br />

noktad ır. Ama böyle bir tesir isbat edilse bile bunun meseleyi tamamen<br />

aç ıklamas ı pek mümkün görünmüyor.<br />

İleri sürülecek hipotez şudur: Bu tepki fark ı, as ırl ık eski geleneklerin<br />

icab ıdır. Güney Arabistan kabileleri bin y ıldan fazla bir zaman<br />

o bölgenin eski uygarlık ananesi içinde yeti şmişlerdi. Bu medeniyette<br />

ilahi, yahut yar ı ilahi k ırallar vard ı. Yedinci as ırdaki Arap kabile<br />

mensuplar ı, kendilerini k ırallar ın emri alt ında ya şatm ıyorlar idiyse de<br />

gayr-i me ş'ur olarak bilhassa tehlikeli zamanlarda k ırallığın liderliğine<br />

güvenme geleneğinin tesiri alt ında kalm ış olmalıd ırlar. Bundan dolay ı<br />

onlar buhranh zamanlarda bu tipte bir lider arad ılar ve Ali'de bunun<br />

örneğini bulduklarını sand ılar. Fakat kuzeyli kabileler, ilahi k ırall ık<br />

inanc ının tesir alan ında yeti şmemişlerdi. Aksine orada çöl kanununa<br />

göre bütün erkeklere e şit şekilde muamele edilir, e şit değer verilirdi.<br />

20


Bunda tarihten önceki "Irak demokratik cemiyeti"nin izleri vard ı .<br />

Bu e şit muamele, mükemmeliyetin topluma, kabileye ve soya aidolduğu<br />

inanc ına götürdü. Böylece birinin damarlar ında sadece kabilenin<br />

kan ın ın bulunmas ı, ona dünyada bir şeref mevkii vermeğe kâfi idi.<br />

Muhammed'(A.) den biraz önce Araplar, bu inanca bu cihan şümul<br />

yorumu verdiler. 656 s ıralar ındaki buhranda küçük gerçek müslüman<br />

cemiyeti fikrini ileri sürenlerin, bu demokratik gelenekte ya şamış<br />

kimselerin şuursuz olarak derin tesirinde kalm ış olmalar ı şaşılacak<br />

bir şey değildir.<br />

B İ BL İOGRAFYA<br />

Burada ifade edilen görü şler, benim önceki yaz ılarımda büyük<br />

tafsilâtla formüle edilmi ştir: " Şhi'isme under the Umayyads", Journal<br />

of the Royal Asiatic Society, 1960,158-72; "Kharijite Thought<br />

in the Umayyad Period", Der Islam, XXXVI (1961), 215-31; "The<br />

Conception of the Charismatic Comunity in Islam", Numen, VII,<br />

(196o), 77-9o; Islam an the Integration of Society, 94-14. Bunlar<br />

ayn ı zamanda gelecek iki bölümle de ilgili olan yaz ılard ır.<br />

M.G.S. Hodgson, makale: "Abdullah ibn Saha", Eh de.<br />

21


FASIL 2<br />

Hariciler<br />

Muaviye umumiyetle 66I-68o y ılları aras ında halife olarak tan ı-<br />

n ıp hüküm sürmü ştür. Onun gücü, Suriye yerlilerinden meydana<br />

gelen orduya dayan ıyordu. Şam' ı da ba şkent yapm ışt ı. Göçebe Arap<br />

kabilelerinde âdet, şefin yerine ailesi içerisinde en üstün vas ıfları<br />

ta şıyan üye geçerdi. Ya şlı olmak ve hattâ evlâtl ık, özel bir imtiyaz<br />

vermezdi. Bu husus, hilâfete aday olman ın nizam ı hakk ında küçük<br />

bir fikir verir. Muaviye, ölümünden önce o ğlu Yezid'in kendine halef<br />

bir oğul olarak tan ınmas ın ı istiyordu. Fakat Yezid'i kabul etmiyenler<br />

de vard ı. Muhalefet, Yezid'in, 683 te küçük bir çocuk b ırakarak öl<br />

mesi üzerine feci iç harblere sebeboldu. Abdullah ibn Zübeyr (yahut<br />

sadece İbn Zübeyr) ki Yezid'i Mekke'den ç ıkarmışt ı , şimdi Mekke<br />

ve Medine'nin oldu ğu kadar Irak' ın da büyük bir k ısmının kontrolünü<br />

elde etmi şti. Geni ş ölçüde kar ışıklıklar vard ı. Hilâfetin uzak baz ı<br />

ülkeleri, ne Emevilerin, ne de İbn Zübeyr'in kontrolü alt ında idi. Bu<br />

ailenin diğer bir koluna mensup bir zat ın liderliğinde Emeviler tekrar<br />

sava şt ılar. 691 de Irak' ı tekrar ele geçirdiler ve 692 nin sonundan<br />

önce Mekkede'ki isyan ın son alevlerini de söndürdüler.<br />

Muaviye zaman ında devam edip iç harp yüzünden duran halifelik<br />

s ınırlarının geni şlemesi, şimdi tekrar eski durumuna ula şmıştı.<br />

Doğuda müslümanlar, hükümranl ıklar ını Orta Asya'ya ve Kuzey<br />

Bat ı Hindistan'a kadar uzatm ışlard ı. Kuzey Afrika'da ise bat ıya,<br />

Morroco içerisine ula ştılar ve 711 de bu kuvvet Ispanya'ya atlad ı .<br />

Kuzeye do ğru da Bizanshlara kar şı s ık s ık savaşlar yap ılırd ı. Fakat<br />

sürekli arazi fethi mümkün olmuyordu. Ülkelerin geni şliği, iç gerginliklerin<br />

doğmasına sebeboldu. Boyuna g ıc ırdayıp inliyen keresteden<br />

yap ılmış acemi' bir idare mekanizmas ı hüküm sürüyordu. 73o yahut<br />

735 yıllar ından itibaren ileri görü şlüler, imparatorlu ğun yava ş yavaş<br />

çökmekte olduğunu fark ettiler. Bu ileri görü şlülerden baz ıları bir<br />

ihtilâli basamak yaparak kar şı bir hükümet kurma ğa te şebbüs ettiler.<br />

22


Fakat hiçbiri de muvaffak olamad ı ise de her halde 750 de Abbâsi<br />

ordusunun doğudan hareketle Emevi hükümranl ığına son verip yeni<br />

Abbasiler hükümdarl ığını kurmalar ına kadar Emevileri zay ıflatmakta<br />

k ısmen rolleri oldu.<br />

İbn-i Zübeyr'in iç harbi s ıras ında büyük ölçüde dini gelişmeği<br />

te şvik etmiş bulunan iki harici hareketi vard ı. Birincisi Ezarika idi ki<br />

isimlerini as ıl liderleri olan Nafi' ibn al-Azrak'tan alm ışlard ı. Basra<br />

Haricilerinden baz ıları, Emevilere kar şı koyduğu için İbn Zübeyr'e<br />

sevgi besliyorlard ı. Ve ona fi'll yard ımda bulunmu şlard ı. Fakat onun,<br />

zamanla muvaffak oldu ğu takdirde kendi fikirlerine göre hareket<br />

etmiyeceğini anlad ılar. Basra 684 de İbn Zubeyr'in eline geçtiği zaman<br />

Ezarika do ğudaki dağlara çekildiler. Ertesi y ıl liderlerinin öldürülmesine<br />

rağmen Ezarika kuvvetlerini artt ırmağa ve muhafaza etmeğe<br />

devam ettiler. Öyle ki 691 civar ında Basra için bir tehlike haline<br />

gelmişlerdi. İç harbi müteakip ümeyye ordular ı, onları imha etmeğe<br />

muktedir oldular. (Fakat sonraki tarihlerde halifeli ğin doğu taraflar ında<br />

haricileri koruyan ve sakl ıyan gizli baz ı kaynaklar vard ı).<br />

Ezarika teolojik dü şünceyi te şvik etmişlerdir. Çünkü onlar, oldukça<br />

mant ıki bir ölçü ile harici görü şünü müfrit noktaya götürmü ş-<br />

lerdi. Temel prensip, sonradan Ali'ye kar şı çıkan baz ı Ali taraftarlar ı<br />

tarafından Kur'an kelimeleriyle formüle edilmi ştir: "Allah'tan ba şka<br />

kimsenin hükmü yoktur.", "Hüküm yaln ız Allah' ındır." Bununla<br />

hükmün, ancak Kur'an'a göre verilebilece ği ifade edilmek isteniyordu.°<br />

Bu dü şünce şunu ima ediyordu: Büyük bir günah i şliyen kimse<br />

cehennemliktir ve cehennem ehline dahildir. Zira harici: görü şüne<br />

göre bu, Kur'an'da aç ık olarak ifade edilmiştir. ilaveten Osman da<br />

Kur'an'da tasrih edilen bu cezan ın haricinde akalacak bir günah<br />

işlemi ş değildir.<br />

Ezrakiler şimdi işi daha da ileri götürerek yer yüzünde mevcut<br />

bütün idarelerin günahkar oldu ğuna kani oldu ve mevcut idarelere<br />

karşı sava şmakta kendilerine kat ılmıyanların da günahkâr olduklarını<br />

ileri sürdüler. Ancak kendi zümrelerine mensup kimseler gerçek<br />

müslüman idiler; sadece onlar ın kamplar ı idi ki İslâmiyetin doğru<br />

anla şılıp tatbik edildiği "Daru'l- İslam" idi. Evlerinde oturup da hicret<br />

ederek onlara kat ılmıyanlar da günahkar ve kafir idiler. Islam<br />

cemaati d ışında idiler. Şüphesiz bu hicret, Muhammed'(A.)in 622<br />

de Mekke'den Medine'ye hicretine e ş idi. Böylece hattâ baz ı teferruat-<br />

1 Arapça kelimeler şöyledir: "M hukma illa lillah. Kur'an, 6/57; keza Der Islam,<br />

XXXVI. 217.<br />

23


ta dahi onlara i ştirak etmiyen kimseleri İslam hududu dışına atmak<br />

suretiyle hariciler, bu gibi kimseleri öldürme ği, bunların kar ılarını<br />

ve çocuklar ını dahi öldürme ği helal sayd ılar. Eski bir Arap ananesine<br />

göre kendi kabilesine yahut müttefik bir kabileye mensubolm ıyan<br />

şahsi öldürmek yanl ış bir hareket de ğildi. Ancak maktulün kabilesi<br />

kuvvetli olduğu takdirde bu hareket ak ılsızca bir iş olurdu. Bu koyu<br />

taassuba bürünmü ş sert teoloji, onlar ın gerçek teorilerini mazur göstermek<br />

içindi. Ezrakiler geni ş katil:anılar ından ötürü çok korkulup<br />

kaçırulan bir grup idiler. Rivayet edilir ki: Bir adam onlara gidip<br />

kendi kabilelerine kat ılmak istediğini söylediği zaman ona öldürmesi<br />

için bir mahkûm teslim edilirdi. e ğer mahkûm, adam ın kendi kabilesinden<br />

ise bu öldürme, o şahs ın, kabilesiyle olan ba ğlarını kopar ır,<br />

Onu değişmez bir şekilde Ezrakilere bağlardı . Şüphesiz bu baz ı zamanlar<br />

vukubulmu ştur ama bunun devaml ı olarak yap ılan bir i ş olduğundan<br />

emin olamayız.<br />

Yine bu zamanda me şhur olan tali bir harici kolu da Necedat,<br />

yahut Necdiyye'dir. Bu fırka orta Arabistanda (Yemame denen bölgede)<br />

zuhur etmi ştir. Bunlar Mekke'de İbnu'z-Zubeyr'e yard ım etmişlerdi.<br />

Fakat sonradan kendi ana yurtlar ına döndüler. Ve muhtar<br />

bir idare kurdular. 686 dan 692 ye kadar liderleri, firkaya ad ını veren<br />

Necde idi. Bunlar bir zaman için Arabistan ın geni ş topraklar ını idare<br />

ettiler. Hattâ İbnu'z-Zubeyrinkinden de geni ş. Doğu sahilindeki<br />

Bahreyn ve Umman, Güneyde ve. Güney bat ıda Yemen ve Hadramawt<br />

k ısımları bu ülkeye dahildi. Liderlik hususunda birçok mücadele<br />

oldu. Necde'nin 692 de ölümü üzerine f ırka parçaland ı ve bu parçalardan<br />

kimi da ğıld ı. kimi de Umeyye generalleri tarafindan ortadan<br />

kaldırıldı .<br />

Asl ında Necdiler de Ezrakilerin görü şlerinin aynı görü şlere<br />

sahip idiler. Fakat geni ş bir ülkeyi idare mesuliyyeti, onlar ın tefsirlerine<br />

daha az ha şin bir görü ş getirmi şti. Oturup da kendilerine kat ılmıyanlar<br />

kafir say ılımıyor ve dolay ısiyle İslam cemaati d ışına at ılmıyorlar,<br />

fakat münafık addediliyorlard ı . Şu da tesbit edilmiştir ki onlar kendi<br />

mensuplar ından olup da harici idaresi alt ında ya şamıyan kimselerin<br />

asıl fikirlerini gizlemelerine-ki buna takiyye denir- cevaz vermi şlerdir.<br />

Bu gibi noktalar gösteriyor ki Necdiler Eezrakilerin yapt ığı gibi kendileriyle<br />

diğer müslümanlar aras ına aynı kesin çizgiyi çizmemi şlerdi.<br />

Necdilerin görü şlerinin çoğu hakkında verilen malûmat, büyük<br />

bir devlet idaresinde görülmesi tabii olan cinsten me şru görü şler olarak<br />

kabul edilir. Mesela Savaş yöneticileri tarafından esir al ınan kad ınlara<br />

24


yapılacak muamele hakk ındaki meseleler, h ırs ız ve cani hakk ında tatbik<br />

edilecek ceza meseleleri gibi.<br />

Bu konularda Necdi görü şlerinin tesbit edildi ği eserlerde, haricilerin<br />

doğru İslam cemaati hususundaki temel prensiplerinde be şer<br />

kusurlar ından dolay ı müsamahalar gösterdiklerini görüyoruz. Tahminen<br />

Necdilerin ayr ıldığı en şiddetli harici görü şü: "Büyük günah<br />

i şliyen bir adam cehennem ehlindendir". görü şü idi. Ezrakiler<br />

kampta ya şadıkları için hırs ızl ıktan veya zinadan suçlu bir adam kolayl<br />

ıkla kamptan ihracadedilebilirdi. Fakat Necdilerin hakim olduğu<br />

geniş ülkelerden herhangi bir zani veya h ırz ıs ı ç ıkarıp atmak kolay<br />

bir şey de ğildi.Onlar bunun ho ş bir şey olmad ığın ı da dü şünebilirler.<br />

Bu, herhangibir moral gev şekliğini gerektirmezdi. Çünkü onlar ın<br />

şarap hakk ında sert olduklar ı söylenir. Kurulan bir toplumda hem<br />

iyi hem de kötünün bulunduğunu bildikleri için böyle davran ıyorlardı<br />

.<br />

Fakat pratik olarak iyi olan bu hareketi nazara yönden de makbul<br />

gösterecek bir mazeret bulmak laz ımdı. Necdiler, bunu dinde<br />

as ıl olanla as ıl olmıyan ı ay ırmak suretiyle yapt ılar. İkinciler<br />

aras ına, hakk ında resmi bir karar (hüküm) verilmemi ş olan orijinal<br />

şer'i görü şleri soktular. H ırs ızl ıkta veya zinada ısrar etme ğe şirk<br />

gözüyle bakıldı. Yani cemiyetin mahiyyetini, hukukunu yahut yolunu<br />

bozacak olan hususlarda ısrar şirk idi. Bu da as ıl prensiplerden<br />

olmal ı ve diğer prensiplerdeki gibi bunda yap ılan hatalar da cemiyetten<br />

at ılmayı ve cehennem halk ına kat ılmağı gerektirmeliydi. Yan<br />

ılarak h ırs ızl ık ve zinaya dü şmeğe esas günahlarda ısrar gözüyle<br />

bak ılmıyordu. Umumi kanaat şu idi: H ırs ızlar ve zaniler, cenenneme<br />

ıslah için giderler. Ncdiler, Allah' ın, istediği takdirde onlar ı cezalandırabileceğine<br />

cevaz verdiler. Fakat şunda ısrar ettiler ki: Allah böyle<br />

yaparsa bu ceza cehennemde ebedi olm ıyacak nihayet onlar ı cennete<br />

kabul edecektir. Böylece cemiyete üye olmak, temel prensiplerde sa ğ-<br />

lam durmak kurtulu şa yani cennete götürürdü.<br />

Ezrakiler, muhtar harici idaresinin problemleriyle kar şılaşırlarlarken<br />

Basra'da bir k ıs ım mutedil Havaric de vard ı ki bunlar da daha<br />

çok harici olm ıyan kimselerin idaresinde ya şamak meselesiyle kar şı<br />

kar şıya idiler. Do ğrudan doğruya siyasetle az ilgileri olan bu zahit<br />

adamlar, Muaviye devri boyunca varl ıklar ını muhafaza etmi ş görünmektedirler.<br />

Bunlardan baz ıları bir zaman için Mekke'de İbnu'z-Zubeyr'e<br />

yard ım ettiler. 684 den sonra İbnu'z-Zubeyr'in Basradaki valisini<br />

kabul eden belki de fi'len destekliyen bu adamlar, zaman ı ge-<br />

25


lince Emevi valisini de kabul ettiler. Maalesef bu adamlar hakk ındaki<br />

malûmatımız çok azd ır. Bu zamanda Basra'da teolojik faaliyetin<br />

kesif oldu ğu zannediliyor. Öyle ki sonraki islam teolojik kurumlar ının<br />

temeli bu zamanda at ılmışt ı. Fakat biz bu hususta ancak gözümüze<br />

dokunup derhal kaybolan sönük malûmata sahibiz, ama bahis konusu<br />

edilen ba şlıca meseleler hakk ında bir şey söylemek mümkündür.<br />

Ana problem, havaricin, havaricten olm ıyan bir idareyi kabul<br />

etmelerinin nas ıl mazur gösterilece ği meselesi idi. Daru'l-islam ile<br />

Daru'l-Harb aras ında bir ay ırım yapmak, müslümanlar ın vazifesi<br />

idi. Birincisi islami prensipler ile idare edilen bir yer idi. İkincisi böyle<br />

bir idarenin olmad ığı ve elverdi ği takdirde sava şmak, müslümanlara<br />

farz olan yerdi. Bu tasvirlerden hiçbiri basradaki mutedil haricilerin<br />

durumuna uymazd ı. Bundan dolayı baz ılar ı kendilerinin ihtiyatl ı bir<br />

korku alan ında bulunduklar ını bu yüzden kendi esas fikirlerini gizlemek<br />

zorunda kald ıklarını söylediler. Bu, onlar ın, harici olmıyanlar ın<br />

kâfir ve mü şrik olduklar ı görüşleri ile de birle şmiş idi. Zaman geçince<br />

mü şrik kelimesini pek cüz'i meselelerde kendi görü şlerinden ayr ılmış<br />

bulunan Allah'tan korkan müslümanlara da vermek suretiyle<br />

tenakuza dü ştüler. Bu yüzden baz ılar ı, Harici olm ıyanlar ın monoteist<br />

(muvahhid) oldu ğunu ve kendilerinin de Daru't-Tawhid'de yaşad<br />

ıklar ını kabul ettiler. Di ğer bir k ısmı da darlar ının kar ışık olduğunu<br />

söylüyorlard ı. Çünkü hükûmet ne zahiren mü şrik ne de doğru<br />

müslümand ı. Tam bir hüküm verilemez onun için uzla şmak, yahut<br />

belirsizlik ve karars ızl ık laz ımd ır.<br />

Çok dikkat edilen bir mesele de mümin bir kad ının (ki haricidir),<br />

mümin olmıyanlar (ki harici olm ıyanlard ır) ile evlenmesi, yahutayn<br />

ı yola ç ıkan- inanmış cariyelerin inanmam ışlara sat ılmas ı meselesi<br />

idi. Bu mesele inanm ışlardan müte şekkil küçük cemiyetin, inanmamış<br />

müslümanlardan müte şekkil daha büyük cemiyetle olan münasebeti<br />

problemini ciddi bir şekle sokuyordu. Kur'an'a göre müslüman bir<br />

kad ın, müslüman bir erkekten ba şkasiyle evlenemez. Di ğer tabirle<br />

onun evlenmesi cemiyet içinde olmal ıdır. Cariyeyi sat ın almakla onunla<br />

cinsi münasebet salâhiyyetine de sahip bulunuldu ğundan dolay ı<br />

bir cariyeyi inanmam ış bir kimseye satmak da Kur'ani bir emri bozmak<br />

demek idi. İbrahim adl ı birinin şöyle bir hikayesi nakledilir:<br />

Bu adam bir cariye tarafından hizmet edilmi ş ve kendisi de cariyeyi<br />

bedevilere satma ğı va'detmi şti. F ırkas ının diğer bir mensubu<br />

ona kar şı geldi. Ama ekseriyyet İbrahim'i tutma ğı uygun gördü.<br />

Bu demekti ki onlar art ık kendilerini geni ş İslam cemaatinin, farkl ı<br />

26


görü şe sahip üyeleri sayma ğa ba şlamışlard ı. Bu karar ı vermek suretiyle<br />

onlar, günah i şlemiyen, tamamen do ğru görü şlere uyan azizlerden<br />

müte şekkil bir cemiyet olma hususundaki orijinal Harici görü şünü<br />

terk etme ğe doğru gidiyor idiler.<br />

Bu Siyasi bak ımdan pasif olan Basra haricileri, Vak ıfiler diye<br />

an ılan küçük bir gruptur. (Vak ıfıyya, vak ıfa) isimleri, "hükmü tehir<br />

eden" manas ına gelir. Kendileri önemli olmamakla beraber, Haricilerle,<br />

bu bölümün müteakip bir fasl ında incelenecek olan Mürci'a<br />

aras ında bir geçi ş te şkil etmeleri bak ımından ilgilenmeğe değerler.<br />

Yukar ıda Haricilerin baz ı ahlaki telâkkilerindeki ayr ılıklarına da<br />

i şaret edilmi ştir. Çünkü onlardan bir k ısm ına göre h ırs ızlığa, yahut<br />

zinaya bir kere dü şmek, cemiyetten ç ıkarılmayı gerektirmez. Bu sözleriyle<br />

onlar, bu cürümleri i şliyen kimse cehennemde cezaland ırılmaz<br />

demeğe var ıyorlard ı. Ve bir manada onlar gayri ahlaki yahut cemiyet<br />

kurallar ına karşı davranışın önemini azaltm ış oluyorlard ı. Bu onların<br />

ehl-i cennet ile ehl-i cehennem aras ındaki kati ay ırımlarının<br />

kaç ınılmaz bir sonucu idi. Bu ay ır ım, Araplara göre tabii cemiyetçi<br />

dü şünce yolunun ayr ılmaz bir parças ı idi. Çünkü islâmdan önceki<br />

Araplara göre ferdin cesareti, şahs ın yalnız kendinden değil, fakat<br />

aynı zamanda kendi kabilesinden geliyor idi. O sadece cesaretli bir<br />

kökten ne şet ettiğinden dolayı cesur olabilirdi. Birinin kebilesinden,<br />

klânından, yahut ailesinden gelmekten ibaret akrabal ık üzerine<br />

kurulu bulunan göçebe Araplar ın ahlaki teklâkkilerine göre akrabalığın<br />

yan ında her şeye cevaz verilirdi. Bu cemiyetçi görü ş, baz ı bakımlardan<br />

ferdi ahlak ın zarar ına olarak "Cennet ehli"nin yekvücut<br />

destekliyen Haricilerde ifadesini buluyordu. Böylece onlar<br />

Kur'an'dan aç ıkça anla şılan ferdi ahlâka kar şı gidiyorlard ı. Zira<br />

Kur'an'a göre herkes bir ferdolmak hasebiyle hüküm gününde kendi<br />

günahlar ına cevap vermek zorundad ır.<br />

Vak ıfanın mümeyyiz vafs ı : Cariyelerin, mümin olm ıyanlara sat<br />

ılıp sat ılmıyacağı gibi konularda hükmü tehir etmek idi. Diyorlard ı<br />

ki: cennet ehliyle cehennem ehlini ay ıran kesin bir hat çizmek mümkün<br />

değildir. Bu görü ş, onlar ı, fas ıkların cemiyetten at ılma usulünden<br />

ba şka bir yolla cezaland ırılması görü şüne götürdü. Zira be şerin<br />

son kaderinin ne oldu ğunu kimse bilemiyeceği için bu husustaki hükmün<br />

kıyamete b ırak ılmas ı laz ımdı_ Bu suretle onlar suç ve f ıskın ehemmiyetini<br />

en küçük dereceye indirme temayülüne girdiler. Böylece<br />

Vak ıfa ve ayn ı hat üzerinde dü şünen diğer hariciler, İslam cemaatinin<br />

sonraki ehli sünnet görü şünü haz ırl ıyorlard ı. Bunlar baz ı eski<br />

27


Arap içtimai görü ş ve duyu şunu muhafaza ediyorlard ı. Bunlar, bedevinin,<br />

kabilesine atfetti ği bütün ilkel değerleri islâm cemaatine verdiler.<br />

Aynı zamanda bunlar büyük bir medeni cemiyetin temadisi<br />

için lâzungelen hukuk ve düzeni korumak haz ırlığını yapt ılar. 696-<br />

73o yılları aras ında Basra'da cereyan eden teolojik mübahese ve münaka<br />

şaların önem derecesini kestirmek güçtür. Bütün sonraki islâmi<br />

müesseselerin temeli burada at ılmıştı. Teoloji niçin Suriye, M ısır,<br />

hattâ Medine'den daha çok Irak'ta, bilhassa Basra'da geli şti, sorusunun<br />

cevab ı aç ıkça belli değildir. Fakat bu bir gerçektir. Ve üzerinde<br />

çok dü şünülüp ta şınmağa değer.<br />

695-96 y ıllarında Irak' ın kuzeyinde bir harici ayaklanmas ı olmu<br />

ştu. Emevi devrinin, geri kalan k ısmında, bilhassa bu devrin sonuna<br />

do ğru çe şitli harici ayaklanmalar oldu. Bunlar Muaviye'nin<br />

hilâfeti zaman ında olanlardan çok daha büyük idiler. Ve çok mutedil<br />

olan tali fırkalardan birine ismen ba ğlanmışlard ı. Bunlardan hiçbiri<br />

teolojik gelişmeğe yard ım etmemi şti. Harici akideleri, Arap<br />

Yar ımadas ının çe şitli bölgelerinde, Kuzey Afrika'da ve di ğer yerlede<br />

de benimsenmi şti. Bunlardan baz ıları, bilhassa Umman ibadileri<br />

bugüne kadar varl ığını muhafaza etti. Böylece hususi doktrine sahibolma<br />

sayesinde küçük gruplar ın, etraflar ındaki dünyadan tam bir<br />

tecerrüd ile kendi hayat şekillerini korumalar ı mümkün olmu ştu.<br />

Ümeyye devrinden sonra belki de daha önce haricilerin islâm doktrininin<br />

geli şmesine olan yard ımları durmu ştur. Şuras ı gerçektir ki<br />

onlar ın "Doğru islâm Cemaati" telâkkileri mücri'e ve di ğer firklar<br />

tarafından al ınmış ve onlar ın, günahkarlarm cemiyetten at ılmalar ı<br />

gerektiği üzerindeki ısrarlar ı ihmal edilmi şti. 75o de ana teolojik kütle<br />

aras ındaki münaka şalar, müslümanlar ı harici doktrinlerin ilgilenmediği<br />

konulara götürdü.<br />

B İBL İ OGRAFYA<br />

J. Wellhausen, Diereligiös-politischen Oppositions-parteien im alten<br />

Islam, Göttingen, 190 i ; Emevilerin hükmü alt ında ya şıyan şiiler<br />

ve Hariciler hakk ında tarihi kaynaklara dair tetkiklerdir. Ba şlıca ayaklanmalar<br />

da onun: "The Arap Kingdom and its Fall, Calcutta,<br />

1927.'' adl ı eserinde tasvir edilmi ştir.<br />

28<br />

T. Lewıckı, "Ibactiya" El (S) de.


Yakın zamanda bir grup Italyan ara şt ırıcıları tarafından Napoli'de<br />

harici kaynaklar ına dair tetkikler yap ılmış ve güzel sonuçlar al ınmışt<br />

ır. Daha fazla kaynak için bak: L. Veccia Vaglieri, makale: Ali<br />

b.Abi Talib, EP; ayn ı zamanda R.RUB İNACCI, makale: "Azarika",<br />

Elde. Keza L.Veccia Vaglieri, "Le Vicende del Harigismo in<br />

epoca abbaside". Rivista delgi Studi Orientali, XXIV (1944), 31-44.<br />

E.A. Salem, Political Theory and Institutions of the Khawarij, Baltimorc,<br />

1956; elementer tetkik.<br />

29


FASIL 3<br />

Şüler<br />

Emeviler devrinin ço ğunda Şiilerle Hariciler birbirlerine z ıd<br />

idiler. Buna ba ğlı olarak tarihleri de tamamen farkl ı idi. Şiiler arasında,<br />

Basra'daki Harici çevrelerinde hüküm süren fikri münaka şalar<br />

ın hiçbiri yer almam ışt ı. Bütün Ş iilik devrinin çoğu sükûnet içinde<br />

geçti. Cereyan eden baz ı münaka şalar da yüzeyin alt ında cereyan<br />

ediyordu ki aniden bir lider ç ıkınca bir patlama olurdu. Bu, belki de<br />

kuvvetini liderden alan bir hareketin, kaç ınılmaz bir neticesiydi.<br />

Ali'nin 661 de vefat ı üzerine taraftarlar ından baz ıları, Ali'nin<br />

ve Muhammed'(A.)in k ız ı Fatıma'nın oğlu Hasan' ın halifeliğini desteklemek<br />

temayülünde idiler. Hasan' ın politikaya kabiliyeti ve ihtiras<br />

ı yoktu. Muaviye tarafından ödenecek bir miktar para mukabilinde<br />

hilafet hakk ından vazgeçiverdi. Fakat Muaviye'nin 68o de ölümünden<br />

sonra ç ıkan karışıklıklar üzerine Hasan' ın öz karde şi Hüseyn,<br />

Irak'taki bir isyan ı idare etmeğe davet edilmi şti. Ama ona va'dedilen<br />

yard ım gelmedi. Sadece Hüseyin ve onun küçük cemaati kendi ba ş-<br />

larına kuşatmay ı yenemezlerdi. Ve 68o oca ğında Kerbelâ'daki büyük<br />

ordu tarafından k ılıçtan geçirildiler. Bu ac ıklı olaylar, hala Şiiler tarafından<br />

bu orijinal dram ın vukubulduğu Arabi ay olan Muharrem<br />

ayında bir çe şit a şk dramı halinde an ılmaktadır. 684 de iç harb kar ı-<br />

şıklığında kendilerine NAD İMUN (pişmanlar) ad ını veren birtak ım<br />

adamlar, 400o insandan müte şekkil bir ordu kurdular. Yaln ız pişmanlıklarını<br />

göstermek için de ğil, fakat ayn ı zamanda Hüseyin'in intikamım<br />

almak için bunlar bir Ümeyye kuvveti üzerine yürüdükleri zaman<br />

tamamen yenilmi şlerdi. Böylece Şii hareketinin ba şlangıc ı seri<br />

halinde birtak ım siyasi ba şarısızl ıklardı .<br />

Şii tarihinde bunu takibeden olay, bundan biraz daha ba şarılı<br />

ve ayr ıca çok önemlidir. Bu hadise, Muhtar' ın 685-687 y ılları aras ında<br />

Küfe'deki ayaklanmas ıdır. Bu zamana kadar bütün Şiiler yahut<br />

30


meşhur Şiiler Arap idiler. Fakat Küfe'de Muhtar'a mevali de kat ılmış<br />

ve Araplarla mevali aras ındaki gerginlik, ikinciler lehine kuvvetlenmişti.<br />

Ayaklanma, İbn Zübeyr'in generali tarafından bast ırılmasına<br />

rağmen mevaliye e ğer do ğru kullan ılabilirse önemli derecede<br />

kuvvete sahip bulunduklar ı fikrini vermeğe kâfi gelmi şti. Bir adam<br />

çeşitli yollardan bir mevlâ olabilir. Fakat burada mevali kelimesiyle<br />

bütün Arap olm ıyanlar kasdedilir. H ırıstiyan ya da Yahudi vs. cemaatlerinin<br />

mensuplar ından bir kimse müslüman olmak suretiyle kendi<br />

cemaatini terk eder ve mevlâ olarak bir arap kabilesine al ın ır (Herhalde<br />

İslâm cemaatine Arap kabilelerinin bir federasyonu olarak<br />

bakıldığı için.) Fakat bu, baz ı bak ımlardan tali derecede bir kurald ı .<br />

Maamafih baz ı bak ımlardan ve Arap olm ıyanlar ın İslâma girmesi<br />

sonucunda bu statüye kar şı hoşnutsuzluk artt ı, eşitlik talebi ço ğaldı .<br />

Şîîliğe meyleden mevalinin Irak halk ından (ki Arami denilebilir),<br />

ve Iran as ıll ı kimselerden müte şekkil olduğu anla şılmaktad ır. Sasani<br />

soyu idaresinde bulunan Acem imparatorlu ğunda Irak, biraz iranileşmişti.<br />

Nas ıl ki Arami kültürü de Iran topra ğında yay ılmışt ı. Irak'ta<br />

uzun zamandan beri İlahi bir kırall ık ananesi vard ı. Bu yüzden ölacak<br />

ki bilhassa Aramiler için charismatic liderli ğe dayanan Islami<br />

bir firkaya sar ılmak tabii idi. Emeviler zaman ında Şiiler aras ında<br />

birçok Iranl ı vard ı. Fakat Şiiliğin İranl ılıkla bugünkü ba ğlant ıs ı ve<br />

aymlığı ancak 16 ıncı as ırdan itibaren meydana geldi ği hat ırda tutulmal<br />

ıdır. Muhtar' ın ayaklanmas ı bir din olarak İslâmın geli şmesinde<br />

önemli bir sahnedir. Çünkü bundan itibaren şiilik siyasi elemlerle<br />

ve Arap olm ıyanlar ın iştiyaklariyle halkaland ı .<br />

Muhtar' ın 687 de ölümünden sonraki elli y ıl içinde Şiiler arasında<br />

aç ıktan aç ığa fi'li bir siyasi hâdise olmad ı . Şüphesiz Şiilik fikri<br />

yüzeyin alt ından yayılmas ına devam etti. Muhtar' ı destekliyen kesif<br />

kaynaklar vard ı. Fakat bunlara Muhtariler de ğil de Keysaniler deniyordu.<br />

Şüphesiz bu, onların Arap olmıyan karakterini kuvvetlendirmek<br />

için verilmi ş bir lâkapt ı. Çünkü Keysan me şhur bir mevlâd ır.<br />

Emevi devrinin y ıkılma belirtilerinden olmak üzere Şian ın daha<br />

büyük bir kuvvetle siyasi sahnede göründü ğüne şahidoluyoruz. Küfe'de<br />

iki lider idam edilmi şti. Biri 737 de, diğeri de 742 de. Bunlar yer<br />

altı mukavemetini te şkilâtlandırmaktan san ıktı. 74o da Muhamme'-<br />

(A.)in büyük torunu Zeyd'in idaresi alt ında ciddi bir ayaklanma olmuş,<br />

fakat çabukça bast ırılmıştı. Emeviler için çok daha ciddi olan<br />

bir ihtilâl de Muhammed'(A.)in ye ğeni Ca'fer'in büyük torunu Abdullah<br />

ibn Muaviye'nin ayaklanmas ı idi. Bu, 744 ten 747 ye kadar<br />

sürmü ştü. Emevileri söküp Abbasileri hakim k ılan son hareket de<br />

31


üyük ölçüde Şii desteğine malikti. Ve ilk bakışta Şiamn bir zaferi<br />

olarak görülebilirdi. Şimdi geriye bu d ış olaylara refakat eden dini<br />

gelişmelere bakmak kal ıyor.<br />

I şaret edilecek ilk nokta, kaynaklar ın da i şaret ettiği gibi Şia'run<br />

durumuna kar şı geniş bir sevginin yay ılmas ına rağmen, bu vaziyetin<br />

de a şır ı derecede belirsiz bir vaziyet oldu ğiıdur. Bilhassa İmamlar,<br />

yani daha sonra Şianin kollar ı olan İmamiyye ve İsmâiliyye tarafın-<br />

_ dan tan ınmış bulunan Ali'nin o ğlu Hüseyin'in torunlar ı olan imamların<br />

herhangibir hususi statü ve imtiyaza sahip bulunduklar ı hakkında<br />

umumi bir kanaat yoktu. Daha ziyade şu kanaat yayg ındı : İmamet<br />

mevkii için gerekli olan charismata (ma'sumluk), Muhammed'(A.)in<br />

Haşimi kabilesinin bütün üyelerinde bilkuvve mevcuttur.. Bunlar<br />

ister Fat ıma yoliyle Muhammed'(A.)den gelsinler, ister gelmesinler.<br />

( Şiilik davalar ında Muhammed'(A.)in torunu olmak meselesi, gerçekte<br />

önemli de ğildi. Fakat daha çok Ali'nin mevkii, bu meseleye ba ğlı<br />

bulunduğundan dolay ı tali derecede bir önemi haizdi.) Bu suretle<br />

Muhtar, Ali'nin Fat ıma'dan olmıyan oğlu Muhammed ibn al-Hanafiyye'nin<br />

yan ında hareket etti ğini iddia etti. Baz ıları ondan sonra<br />

imarrun, onun o ğlu Ebu Haşim olduğunu söylediler. Küçük bir grup,<br />

bir zaman için imam olarak Hasan' ın büyük torunu olan ve an-Nafsuz-Zakiyya<br />

diye tan ınan Muhammed'i imam kabul ettiler. Ca'fer'in<br />

(Muhammed' (A.)in ye ğeni ve Ali'nin karde şi)büyük torunu alt ındaki<br />

ayaklanmaya zaten temas edilmi ş idi. Nihayet Abbasiler ba ştan imameti<br />

Muhammed ibn al-Hanafiyye ve Ebu Ha şim'den tevarüs ettiklerini<br />

söylediler; fakat daha sonraki bir tarihte (resmen 78o den sonra)<br />

bunun yerine şu iddiada bulundular: Muhammed'(A.)den sonra<br />

gerçek imam, kendilerinin ceddi olan Muhammed'(A.)in amcas ı<br />

Abbas idi.<br />

Islâm cemaatinin liderliğine gerekli olan ilahi vas ıflara ve yeteneklere<br />

sahib olarak böyle çe şitli adamlar ı kabul etmekten anla şılmaktad<br />

ır ki Hüseyin'in torunlar ını herhangi özel bir pozisyona sahibolarak<br />

tamyan önemli bir grup yoktu. Sonraki Şii görü şüne göre cemiyetin,<br />

Muhammed' (A.)den sonraki sahih üç imam ı Ali, Hasan ve Hüseyin'dir.<br />

Dördüncü imam, sonuncusunun o ğlu Ali Zeynelabidin'dir,<br />

ki 712 civar ında vefat etmi ştir. Be şinci imam onun o ğlu Muhammed<br />

al-Bakır (731) dir. Alt ınc ı imam onun oğlu Cafer as-Sad ık (765) tir.<br />

Maamafih, imamiyye kaynaklar ı da dördüncü, be şinci altıncı imamların<br />

aktif siyaset içinde olmad ıkların ı aç ıklamaktad ırlar. O zaman ın<br />

müslümanlar ı için ayn ı zamanda siyasi olm ıyan dini bir hak iddia<br />

32


etmek güç bir şeydir. Dördüncü imama ait siyasi hiçbir şey kaydedilmemiştir.<br />

Be şinci imam için, 737 ve 742 de K'üfe'de as ılan adamlar ın,<br />

onun me'murlar ı oldukları kaydedilir Altıncı imam olan Ca'fer-i<br />

Sad ık' ın, Şii hareketin imkânlar ını gerçekle ştirdiği ve gayet tedbirli<br />

ve ihtiyatl ı hareket ederek kendisini destekliyen bir grup te şkil etmeğe<br />

çalıştığı san ılmaktad ır. Fakat bu, daha çok Emevi devri , sonundan<br />

önce vukubulmal ıdır.<br />

Emevi devri Şiiliği, böylece sonraki Şiilikten daha müphem ve<br />

belirsiz bir manzara arzediyordu. Ve aralar ında tam uygun bir nazariyye<br />

benzerliği yoktu. Bu Şii hareketi gayri me ş'ur bir ihtiyac ın tezahürü<br />

idi. Eğer insanlar, takibedebilecekleri bir lider bulurlarsa daha<br />

mesut ve bahtiyar bir hayat sürecekleri inanc ından gelen bir duygu.<br />

Şiilerin hayal ettikleri imam ın, charismatic lider anlam ına geldiği<br />

açıktır. İlk Şia tarihi -ve hattâ sonraki Şiilik tarihi de takibedecekleri<br />

şah ıslar için uyulmağa layık imamın evsafını ara şt ırman ın ac ı örnekleriyle<br />

doludur. İmam olrak kabul edilen çok kimseler, kendilerine<br />

beslenen ümitleri yalana ç ıkarm ış olduklar ından dolay ı, ara ştırma<br />

böylece devam edip gitmi ştir. Bu ara ştırmaya devam, beslenen ümidin<br />

derinliğini gösterir. Siyaset ihtiras ı olan ve lirerlik vas ıflarını haiz<br />

bulunan kimseler olup da Ha şimilik masumluğunun , gölgesinde olmıyan<br />

adamlar, bir imam için gerekli görülen bu yayg ın kanaati kendi<br />

ç ıkarlar ına kullanman ın bir yolunu buldular. Mesela. Muhtar, gerçek<br />

İmam Muhammed ibn al-Hanafiyye'nin memuru olarak hereket<br />

ettiğini söyledi. Muhtar bu iddiada Muhammed ibn al-Hanafiyye'-<br />

nin rızas ını almış olabilir.Fakat şurası muhakkak ki ondan fi'll bir<br />

yard ım almad ı. Sonradan da buna benzer çe şitli misaller olmu ştur.<br />

Ve bu misallerin baz ılarında kendisine müracaat edilen imam, kendi<br />

memuru olmak iddias ını reddetmi ştir. Bir k ısım Şiiler de kendilerini<br />

istikbali gözetmede siyasi bir hareketsizli ğe b ırakmışlar ve bu davranışı<br />

mazur göstermek için de şu dini görüşü bulmuşlardır: İmam ölmemiştir;<br />

fakat gizlenmi ştir ve uygun bir zamanda Mehdi yahut hidayete<br />

sevk edilmi ş (bir çe şit Mesih) gelecek ve bütün kötülükleri<br />

düzeltip yer yüzünü adaletle dolduracakt ır.<br />

Böylece Ümeyye devri Şîîliği fikir ve davran ışların kaç ın ılmaz<br />

bir neticesi olmu ştur. Bu nizam ın bir ba şlangıc ı olarak tayin meselesi<br />

ortaya at ılmıştı. Bu mesele, bir zamanda bir tek imam ın mevcudolduğu<br />

ve imamın kendi halefini tayin edece ği- görü şünü tazammun eder.<br />

Gerçi Emevi devrinde bu, çok müessir de ğildi. Çünkü çe şitli gruplar<br />

ayrı ayrı imamlar tan ımışlardı. 74o ta ayaklanan Zeyd'in taraftarlar ı<br />

33


olan zeydiler farkl ı bir yol tuttullar ı Bunlar gizli imam fikrini hiç<br />

benimsemediler. İ mam olma şartlar ından biri de imamet iddias ının aç ık<br />

ve umumi olarak yap ılmas ıd ır. (Ve pek tabii askeri ba şarı tarafindan<br />

müessir hale getirilmelidir). Zeyd'in ihtilâli, Emevilere kar şı bir hüldı -<br />

met kurmak için gerçek bir te şebbüs idi. Bunun için o, sadece Şiilerin<br />

değil, ayn ı zamanda büyük müslüman çoğunluğunun da deste ğini<br />

kazanmağa çal ışt ı. Bunu yapabilmek için de şu iddiyayı ortaya att ı :<br />

Peygamber'den sonra gerçek imam Ali olmas ına ve onun Ebubekir<br />

ve Ömer'den üstün bulunmas ına rağmen mafdulün (daha a şağı derecede<br />

olan ın) da imamati caizdir. Fakat bu itiraf ve fera ğet ba ştan<br />

başa Şiilerin çoğu tarafından terk edilmi ştir ve Zeyd'in ba şar ısızlığı -<br />

na da bunun âmil oldu ğu dü şünülebilir.<br />

Abbasi hareketi gerçek dini duygu ile kurnaz siyasi hesab ın bir<br />

karışımın ı göstermektedir. Şii sevgisinin ne kadar yayg ın olduğunu<br />

anl ıyarak, Abbasiler, Muhammed ibn Al-Hanafiyyenin tayiniyle gerçek<br />

imameti tevarüs ettiklerini ileri sürdüler. Onlar bu iddian ın za'fını<br />

bildikleri için propagandalar ının çoğunda hareketin ba şında olan kimse<br />

için sadece : "Peygamber ailesinin seçilecek bir şahs ı" olduğu için<br />

onu desteklediklerini söylediler. Zamanla bunun kim oldu ğu umumileştiği<br />

zaman onlar zaten kuvvetlenmi şlerdi. Zeydileri kazanmak<br />

için onlar, Zeyd'in kan ının intikam ını almağa çal ıştıklar ını ileri sürdüler.<br />

Bir ba şka hedefleri de "zay ıfı müdafa" idi, ki bu, gerçekte mevali<br />

yahut Arap olm ıyanlar demekti. Fi'li olarak Abbasilerin en çok<br />

desteği mevaliden ve onlar ın sevkedici generali, bir mevali olan Ebu<br />

Müslim'den geliyordu. Mevalinin böyle Abbasileri destekleme hareketi<br />

şu manay ı ta şıyordu: onlar (mevali) hilâfetin kontrolünü ele<br />

geçirdikleri zaman bilhassa İranl ılar ve İranl ılaşmış Aramiler gerekli<br />

bir kuvvet ele geçirmi ş olurlar ve Arap olm ıyanların ikinci plânda<br />

kalış kaidesi ortadan kalkar. Nihayet 75o tarihindeki k ısmi Şii hareketinde<br />

bunun ba şarısı , Şîîliğin geli şmesinde ayr ı bir sahnedir. Fakat<br />

görüleceği gibi onun direkt tesirleri tesbit edilemez.<br />

B İBL İOGRAFYA<br />

J. Wellhausen, Önceki bibliyografyada zikredilen eserler.<br />

D.M. Donaldson, The Shtite Religion, London, 1933; imamiyye<br />

kaynaklar ından materyal verir, fakat üzerinde münaka şa etmez.<br />

I. Friedlaender, "The Heterodoxies of The Shiites in the presentation<br />

of Ibn Hazm" , Journal of the American Oriental Society, XXVIII<br />

(1907), 1-8o; XXIV (19°9), 1-183.<br />

S. Moscatı, "Per una storia dell' antica Şi' a" , Rivista degli Studi<br />

Orientali, XXX (1955), 251-67; kaynaklardan bahseder.<br />

34


FASIL 4<br />

Mürcie ve Diğer Mu'tediller<br />

Bu noktaya kadar muhalif fırkalar ın münaka şas ı yap ılmaktad ır.<br />

Tabii olarak bu zamanda ortodoks fikir ta şıyan bir zümre olup olmadığı,<br />

eğer varsa o hususta bir şey söylenip söylenemiyece ği meselesi<br />

hat ıra gelir. Fakat bu meselenin şekli, memnunluk verici de ğildir.<br />

Ortodox terimi her şeyden önce do ğu h ırıstiyanlığını ifade eder. Orda<br />

"ortodoxy" yahut "do ğru iman" denebilecek hakim bir otorite vard ı .<br />

Fakat İslâmda böyle hakim bir tabaka yoktu. Çe şitli Okul veya firkalara<br />

hakim olan temel bir görü ş vard ı. Bunlar aras ında fikri alanda<br />

h ırıstiyanl ıkta olduğu gibi dini kanaate daimi bask ı yoktu. (Ama<br />

bazan böyle bask ı olmu ştur). Bu suretle İslami etütlerde ortodox<br />

tabirini kullanmay ıp bunun yerine mu'tedil bir ana görü ş olup olmad ı-<br />

ğını ara ştırmak daha iyi olur.<br />

Heresy (bir inanca muhalif olan) tabirine ayn ı itiraz yap ılamaz.<br />

Arapça bid'at kelimesinin farkl ı bir manas ı da varsa da Ingilizceye<br />

uyar. Bid'at yenilik (innovation) anlam ını ifade eder. Bu terim şunu<br />

ifade için kullan ılırd ı : doğru akide ve amel, orijinal olan akide ve<br />

ameldir. Manevi mevzulara bid'at sokulamaz. Bu, Emevi İslâm devrinde<br />

ana dü şüncenin niçin fazla i şlenmediği ve bunu ara ştırmanın neden<br />

güç olduğu meselesini aç ıklamaya yard ım eder. Çoğunluğu te ş -<br />

kil eden merkezi müslümanlar, fırkaların ayrı görü şlerini yazmaktan<br />

ho şlan ırlard ı. Fakat s ıra kendi görü şlerine gelince, kendilerinin<br />

Muhammed' (A.)in ve ashab ının görü şleriyle ayn ı olduklarını söylediler<br />

ve bundan dolay ı herhangibir deği şikliği veya geli şmeyi gizlemeğe<br />

veya üzerinden hafifçe geçme ğe meylettiler. I şte bunun içindir ki<br />

bu ana zümrenin tetkiki için direkt materyal mevcut de ğildir. Fakat<br />

sadece boigrafik lügatlerde ve benzeri eserlerde bununla yar ı alâkadar<br />

olan büyük ölçüde materyal y ığınları vard ır. Ve bunlar hâlâ teknik<br />

ve keskin görü şlü bir müdekkik beklemektedir.'<br />

1 C. Pellat' ın Le Milleu basrien et la formation de Gahiz, Paris, 1952 adl ı eseriyle<br />

Ahmad Amin'in Arapça eserlerinden çe şitli neticeler ç ıkar ılabilir.<br />

35


Mu'tedillerin te şkil ettiği merkezi bir zümrenin mevcudoldu ğunu<br />

aç ıkça gösterecek kâfi delil vard ır. Ali'nin hilâfetinin ilk zamanlar ında<br />

Medine'de tarafs ız bir siyaset güden birtak ım kimseler vard ı. Liderleri,<br />

Halife Ömer'in o ğlu Abdullah ibn Ömer idi. Sonraki tarihlerde<br />

batı tetkikçileri, "Medine'de planlar ı biraz puslu olan dindar, zahid<br />

bir muhalefetten" bahsetme ğe ba şlamışlard ır. Öyle görünüyor ki ana<br />

merkezlerde ve bilhassa Medine, Şam, Basra ve Küfe'de çok say ıda<br />

muhtemelen camilerde dini münaka şalar yapmak için toplanan adamlar<br />

vard ı. En çok dikkatin İslami manada hukuki konulara teksif edildiği<br />

anla şılmaktad ır. İslamda şeriat, ibadetleri de içine al ır. Baz ı kimseler<br />

bilhassa ruhi hayata ve zühde ilgi duymu ş ; diğerleri de akide<br />

üzerinde durmu ştur. Emevi devrinde bu iki ilgi alan ında sabit bir<br />

ay ırım yoktu. Ve çeşitli sahalara ait görü şler, ayn ı şahs ın görüşü olarak<br />

kaydedilmi ş olabilir. Maamafih, tedricen hukuk, akide ve ferdi<br />

zühd sahalar ı ayr ılmağa ve ayrı disiplinler haline gelme ğe ba şladı .<br />

Bir adamın birçok sahalarda umde olmas ı az görülen bir hal oldu.<br />

Ortaya ç ıkan dördüncü disiplin de hassaten 75o tarihinden sonra<br />

büyük önem kazanan Hadis ilmidir.<br />

Bu beyanlar biraz aç ılmaya ihtiyaç gösterir. İslam âlimleri aras<br />

ında şu görü ş hakimdi ki sahabiler (Muhammed'(A.)i görüp onunla<br />

konuşan müslümanlar) onun hakk ındaki menkibeleri kendi hayatlar<br />

ında görmü şler, ya şamışlard ır. Ve bu menkibeler göbekten göbe ğe<br />

aktar ılmışt ır. Bu menkibe, teknik bak ımından (Hadis) olarak bilinir.<br />

(Burada kelime daima büyük harfle yaz ılmıştır). Ve sahih Hadisler,<br />

doğrudan doğruya Muhammed'(A.)in söyledi ğini ve yaptığın ı duyan<br />

sahabiye kadar kopuksuz varan tam bir isnad veya ravi zincirini ta şır.<br />

Modern Avrupa ara ştırıc ılar ı bu romantik fikri kabul etmemekte ve<br />

Emevi devrindeki hukuki münaka şalar ın çoğunun, "yaşıyan geleneğe"<br />

veya her okulun -Medine, Kûfe, vs.- kendi mahalli görü şlerine<br />

dayandığını iddia etmektedirler.<br />

Yaln ız son zamanlarda belki Emevi devrinin sonlar ına doğru<br />

bir okul, şer'i hususlardaki ta'limat ımn, peygamberden gelen Hadise<br />

dayand ığın ı, bunun için rakiplerinden üstün oldu ğunu iddia etme ğe<br />

ba şlad ı. Bu, 800 y ılından biraz daha geç bir zamana rastlar. Ve Fakih<br />

Şafii (82o) nin çal ışmas ından doğar. Ki bu hareketi, hukuki bütün<br />

prensipleri Hadisle hakl ı göstermek hususunda ameli bir düstür oldu.<br />

Bundan sonra müslüman bilginleri, birçok mevzu, hadisin varl ığını<br />

kabul ettiler. Hasatten ravi zinciri, kurulan iyi kaideye uymad ığı<br />

takdirde. İslam alimleri mevzu'u gerçe ğinden ay ırdetmek gayesiyle<br />

36


ir Hadis tendkidi vücuda getirdiler. Fakat onlar Avrupal ı ara ştırialarm<br />

mevzu, sayd ıkları birçok Hadisin mevsukiyetine kani idiler.<br />

Onlar hakikaten Hadislerin ameli sonuçlar ının sağlamlığiyle ilgilen .<br />

şlerdi ama modern anlamda onlar ın tarihi objektiflikleriyle ilgilen--mi<br />

memişlerdi.<br />

Bu demektir ki ilk zamanlardaki birtak ım zahid kimselerin Hadisleri<br />

raviyleriyle birlikte nakletmeleri hususu hayalidir*. Muhakkak<br />

ki Zahid adamlar birbirleriyle bulu şup konuşmu şlard ı. Konu şmaları<br />

aras ında Muhammed'(A.)e ait söz ve f ıkralar da naklettiler.<br />

Fakat belki de tam ravi zincirini zikretmeden. Onlar ekseriya do ğru<br />

olduğuna kani olduklar ı ve Kur'an' ın prensiplerine uyan veya o prensiplerden<br />

doğan neticeler üzerinde mübahese etmi şlerdir. 800 tarihinden<br />

sonrad ır ki tam raviler zincirini vermek âdet oldu. İbnu İshak<br />

tarafından yaz ılan: Muhammed'(A.)in hayat ı'nda° (ki İbn İshak<br />

767 veya 768 yıllarında vefat etmi ştir) s ık s ık tekrar edilen tam ravi<br />

zincirleri nisbeten azd ır. Biz belki 75o den itibaren Hadisçilerden ve<br />

bir Hadis cereyan ından bahsetmekte hakl ı olabiliriz. Fakat 75o den<br />

önce "Umemi dini cereyandan" bahsetmek yerinde olur. Şer'iat,<br />

zühdi ve doğmatik yönleriyle bu genel dini cereyan, bilhassa şeri<br />

meselelerde akl ı kullanmak (k ıyas) temayülünde geli şmiştir. K ıyas<br />

bütün eski ekollerde mevcuttu. Ama bilhassa Ebu Hanife (767-768)<br />

ve onun Irak'taki muakkipleri bunun temsilcisi olmu ştur. Bu harekete<br />

bir tepki olarak Hadisçi temayül geli şmiştir. Bir grup kimseler, Peygamberden<br />

gelen bir Hadisin, şer'i mevzularda amel hususunda birtakım<br />

aklî terkiplerden ve şahsi görü ş ve kanaatlerden daha sa ğlam<br />

olduğuna inand ılar.<br />

İşte Emevilerin idaresinde çe şitli safhalariyle bu genel dini hareket<br />

mevcu ttu. Basra'da siyasi bak ımdan faal olm ıyan Haricilerin ve<br />

diğerlerinin cemiyetin mahiyeti hakk ındaki münaka şaları da bunun<br />

bir parças ı idi. Bu meselelerden ayr ı olarak (ki tekrar bunlara döneceğiz)<br />

ba şlıca münaka şa mevzular ından biri de irade-i cüz'iyye (ihtiyar)<br />

ve cebir meselesi idi. Bazan bunun h ır ıstiyan tesirine ba ğlı olduğu<br />

dü şüncesi uyan ıyor. Bir bak ımdan bu doğru ise de bu, d ışar ıyı taklid<br />

manas ına gelmez. 70o den itibaren h ırıstiyanl ıktan ihtida etmi ş müslümanlar<br />

vard ı ki bunlar biraz eski h ırıstiyanl ık düşüncelerinin tesi-<br />

* Müslümanlar ta Hz. Peygamber devrinden beri Hadis üzerinde durmu şlardır.<br />

Sahabe aras ında hadis ezberlemek şöyle dursun yaz ıp muhafaza edenler de olmu ştur. Ve<br />

bunlar vas ıtasiyle Hadisler nakledilmi ş, sonradan Hadis ilmi doğmuştur. Müellif in bu görüşü<br />

isabetli değildir.<br />

1 Guillaume tarafından tercüme edilmi ştir, London, 1955<br />

37


inde idiler. Zaman geçince bunlar ve daha ba şkalar ı tarafindan bu<br />

dü şüncelerin bütün islam cemaatini ilgilendiren meselelere kat ıldığı<br />

görülmektedir. Asl ında bunlar İslâmiyette de vard ı ama daha az<br />

kuvveti haizdi.<br />

Belki hür irade hakk ındaki münaka şalar ın ba şlang ıc ı şöyle doğmuştur:<br />

Baz ı kimseler, Allah her şeyi hareketlerinde mecbur yaratmış<br />

olduğuna göre insanlar ı günahlardan al ıkoymak mümkün olmaz,<br />

kanaatini ileri sürmü ş ve bu suretle yap ılan hareketten ruhen memnun<br />

olmağa çal ışmışlard ır. Bu dü şüncenin siyasi yönde anlam ı şu idi:<br />

Emevi rejimi Allah tarafından irade edilmi ştir. Günahlar ı ve sairesi<br />

hep O'nun iradesi neticesidir. Binaenaleyh müslümanlar tarafından<br />

muhalefet edilmemelidir. Bu iddialar, insanlar ın sorumlulu ğuna inannan<br />

kimselerin tepkisini tahrik edecek mahiyyette idi. İslamda irade-i<br />

cüz'iyye inanc ının kökü şu kanaate dayan ır: Allah adildir, O,<br />

adaletinden dolay ı insanlar ı, muhtar olmad ıkları hareketlerinden<br />

dolay ı cezaland ıramaz. Baz ı Harici fırkaları bu dü şüncenin ilk mümessilleri<br />

aras ındad ır. Ve bu, Emevilere kar şı olan dü şmanca davranış<br />

siyasetlerinin bir sonucudur. Bundan dolay ı Emeviler ve onlar ın<br />

memurlar ı günahlar ından ve kötü hareketlerinden mesuldürler ve<br />

bu hareketlerinden ötürü onlar son derece kötüdürler. F ırsat bulunca<br />

onlara kar şı koymak me şru'dur.<br />

Bu irade-i cüz'iyye akidesini kabul eden insanlara Kaderiyye<br />

denir. Çünkü onlar kader hakk ında konu şmuşlard ır. Veya kader<br />

hakk ında acaip fikirlere sahibolmu şlard ır. Kader, mecburiyyet<br />

ifade eder. Ve daha çok Allah' ın, hadiselerin zorunlu olmalar ı<br />

üzerindeki tesirini gösterir. Şimdi bahis mevzuu edilecek olan Zahid<br />

Hasan al-Basri şu iddiay ı ileri sürdü: ""Allah' ın cebri", Allah' ın<br />

iyi şeyleri yapma, kötü şeylerden sak ınma hususundaki "emri" demektir.<br />

"Kaderiyye" terimi, fi'len az kullan ılan, her tarafın, muhalifine<br />

mal etmek istedi ği bir lakapfir. Biri bu ismin, Allah' ın kadir-i mutlak<br />

olu şuna ve O'nun kaderine inananlara uygun dü şeceğini söyliyebilir.<br />

Fakat galip kullan ış, insan mesuliyyetine ve iradesine inanan kimseler<br />

hakk ında olmu ştur. Kaderiyye yaln ız bir fırkadan ibaret de ğildir.<br />

Çe şitli dallara ayr ılır. Baz ı firka müellifleri bu terimi kullan ırlar ama<br />

bu ismi kendisi için kabul eden hiçbir (kaderi firka) mevcud de ğildir.<br />

"Genel dini harekette" çok önemli simalardan biri de Hasan<br />

Basri'dir (728). O, öbür dünyada cezadan kurtulmalar ı için insanlar ı<br />

nefse hakim olma ğa ve doğruluğa çağıran saf bir zahid idi. Akide meseleleriyle<br />

özel olarak ilgilenmemi şti. Fakat son hüküm gününe ha-<br />

38


z ırlanmak için ça ğırdığı meselelerde akide mevzular ı da zaten mevcud<br />

idi. Onun nefs hakimiyetine ça ğırmas ı, insanın hareketlerinden<br />

ötürü sorumlu olaca ğı anlamını ta şırd ı. O kendini cebre verip gönül<br />

huzuruna erme ğe şiddetle kar şı koymu ştu. Cebir inanc ı şöyle ifade<br />

ediliyor: "Ben günah i şlememin önüne geçemem; çünkü nas ıl yaratıld<br />

ı isem öyleyim." Bu mesele kar şısında o, Kaderiyye görü şüne meyletmiş<br />

ve muhakkak ki Kaderiyyecilerle s ık temas halinde bulunmu ş<br />

idi. Hattâ onun, Kaderiyyenin kökü oldu ğu söylenir ise de bu, pek<br />

mümkün görülmemektedir. Kaderiyyecilik, Emevilere muhalefet<br />

etmek belki de fi'len kar şı koymak temayülünü ihtiva eder. Halbuki<br />

Hasan böyle bir şey yapmam ıştır. Ayn ı zamanda o, içlerinde Kaderiyye<br />

görü şleri erken bir zamanda mevcudolan mu'tedil Haricilerin<br />

görüşlerini de paylaşmamıştır. O, onlar ın büyük günah sahiplerini<br />

cemiyetten d ışarı atan görü şlerini değil, fakat münafık oldukları veya<br />

sadece ismen müslüman olduklar ı ve cehenneme gitme tehlikesi içinde<br />

bulundukları ve yollar ını doğrultmalar ı için te şvik ve kendilerine yard<br />

ım edilmeleri lâz ımgeldiği şeklindeki görü şlerini benimsemi şti.<br />

Basra'da ve di ğer yerlerde cemiyetin mahiyeti ve cemiyete üye<br />

olma şatlar ı üzerindeki münaka şaların dışında tedricen yeni bir fırka<br />

doğdu, Mürci'e firkas ı. Bu fırkanın mümeyyiz vasfı şu idi: Bunlar<br />

şeklen ve aç ıkça cemiyetin üyeliği hakkındaki hükmü tehir eden mu'-<br />

tedil Haricilerin atm ış oldukları ad ımı izlediler. Büyük günah i şliyenlerin<br />

cennet ehlinden mi cehennem ehlinden mi olduklar ı sorusunun,<br />

insanlar tarafından cevapland ırılamıyacağını .iddia ediyorlar ve bu<br />

meselenin K ıyamet gününde Allah' ın hükmüne b ırakılmas ını istiyorlard<br />

ı. Bunun ameli tesiri şu idi: Alelâde mücrimlere cemiyetten<br />

kovulmaksız ın tayin edilen ceza verilmelidir. Bu, siyasi bak ımdan<br />

şu demekti: Bir Emevi idarecisi, baz ı müslümanlar ın günah sand ıkları<br />

şeyleri yaptığından dolayı cemiyetin üyesi olmaktan ç ıkmaz.<br />

Böyle cezas ı tayin edilmi ş olan cürümler, aç ık cürüm<br />

Binaenaleyh Emevilere kar şı yap ılan isyan me şru değildir. Bu suretle<br />

Mürci'e dini sahada Emevileri destekliyen ilk f ırka idi. Buna rağmen<br />

onlar Emevilere fazla dü şkün olmıyabilirlerdi. Onlar sadece hukuk<br />

ve nizam ın önemini tan ımış bulunuyorlard ı .<br />

Mürci'e genellikle Emevileri desteklemi ş olmalar ına rağmen<br />

devrin sonuna doğru baz ı mürciiler Emevilere kar şı koyman ın lüzumunu<br />

hissettiler. Nihayet Şam'da bir Mürci'l olduğu söylenen Ğaylan<br />

ad-D ımaşki Halife Hi şam (724-43) tarafından as ılmıştır. As ılma<br />

sebebi, Kaderiyye görü şlerini benimseme olarak gösterilir ve bu belki<br />

de Ğaylan'a aktif siyasi inkilâb hareketinde hizmet gördürüldü ğünü<br />

39


hatıra getirir. Baz ı şartlarda bu ihtilâli destekleme hareketi, şüphesiz<br />

Mürci'enin büyük günah sahiplerinin cemiyetten kovulm ıyacağı<br />

şeklindeki kanaatleriyle tenakuz halindedir.<br />

Kıt olan kayıtlarda dahi Mürci'e hakk ında bize bundan daha<br />

çok malûmat gelmektedir. Onlar Haricilerin görü şlerini basitçe reddetmemişlerdi.<br />

Onlar müsbet yönden cemiyetin üyesi olan bir adam<br />

meydana getirecek olan bir "iman" Kanaatini geli ştirdiler. Ve buna<br />

istinaden ya şamakta bulunduklar ı bölgeden "iman bölgesi" diye<br />

bahsettiler. Onlar ın talimat ında "iman' ile islâm" yahut cemiyete<br />

girme aras ında bir ay ırım yap ılmamışt ı. Sonraki Hadis hareketinde<br />

"iman ın", " İslâmdan" daha çok mana ifade etti ği ileri sürülmesine<br />

rağmen.'<br />

Mürci'enin iman görü şü çok dikkatle haz ırlanm ış dereceleri içine<br />

al ırd ı. Belirli tariflerden biri Ebu Hanife'ninkidir: İman Allah' ı icmalen<br />

bilmek ve Resulün (Muhammed (A.) )i tan ımak ve O'na vahyedileni<br />

kabul etmekten ibarettir. Bunu h ıristiyan iman görü şü ile<br />

mukayese etmek güçtür. Bunlar insan ın Allah ile olan münasebetini<br />

gösterir. Fakat müslim teologlar için iman, bir adam ı "mü'minler<br />

cemiyetinin" ferdi yapacak şeydir. Kelime "Mü'minun" kipinde kullanılır.<br />

Arapçadaki iman kökünden ç ıkar. Burada Kuvvet zihni bir<br />

inanışa verilmi ş ve ameller hazfedilmi ştir. Zira hedef, günahkârl ığından<br />

dolayı bir insan ı cemiyetin d ışına atmamaktar. Bu, Bizansl ılar ın<br />

ortodokslu ğuna benzemez de ğil ise de onun ayn ı da değildir. İnsan ın<br />

bilmesi ve tan ımas ı lâz ımgelen şey, yaln ız Allah' ı ve O'na aidolan ı<br />

bilmek değil, ayn ı zamanda Muhammed (A.)e vahyedileni de bilmektir.<br />

Bu, bütün İslami hayat yoludur.<br />

Islam dini geli şmesinin Emevi devrinde en büyük ba şarısı, böylece<br />

cemiyet fikrinin ayd ınlanmasıdır. Haricilerin azizler cemaati, pratikte<br />

tatbik edilebilir de ğildi. Bu görü ş, Mürci'e tarafından: cemiyet,<br />

Allah'a inanmak ve kurulmu ş olan İlahi hayat yolunu kabul etmek<br />

esas ı üzerine temellendirilmek suretiyle biraz güçlükle yerle ştirilmi ş-<br />

tir. Mürci'enin bu görü şü, Ehl-i Sünnetin ana k ısmının, hattâ bütün<br />

müslüman çoğunluğunun as ıl görüşlerine uygundur. Tek fark şudur:<br />

Diğer müslümanlar genellikle Allah hakk ındaki imanlara daha az<br />

kuvvet vermi şler, iman ve amel hususunu şeriat ın bir k ısm ı yahut<br />

vahyedilmiş hayatın birer parças ı addetmi şlerdir.<br />

40<br />

1 Wensinck, Müslim Creed, 22-4, 33, 37, v.s.


BİBL İYOGRAFYA<br />

Goldziher, Die Zahiriten, Leipzig, 1884, 3-20; hukukta rasyonel<br />

metodun Hadise ba ğlı hukukla, alâkas ım münakaşa eder. Goldziher'in<br />

Muhammedanische Studien, II (Halle, ı 89o) adl ı eserinde<br />

Hadisçi hareket etrafl ıca incelenmi ştir.<br />

Joseph Schacht, The Origins of Muhammadan Jurisprudence,<br />

Oxford, 195o; bilhassa Şafii fıkh ı üzerinde duran çok önemli bir eserdir.<br />

Fakat ilk zamanlar üzerinde durur. Yazar ın kanaatleri şu eserlerinde<br />

çok kısa ifade edilmi ştir: Esquisse d'une histoire du droit musulman,<br />

Paris, 1953, ve Law in the Middle East, M. Khadduri ve<br />

H. J. Liebesny tarafindan bas ılmışt ır. Washington, 1955, I. 28-84.<br />

H.H. Schaeder, Hasan al-Basri,..., Der Islam, XIV, 1925, 1-75;<br />

H. RITTER, Studien zur Geschichte der islamischen Frömmigkeit:<br />

I.Hasan al-Basri, Der Islam, XXI, 1933, 1-83. İlk k ısmı politik münasebetlerle<br />

ikinci k ısmı öğretim ile alâkaldard ır.<br />

J. Obermann, Political Theology in Early Islam : Hasan al-Basrü' -<br />

nin kader üzerindeki risalesijournal of The American Oriental Society,<br />

IV (1935), ı 38-62; Ritter tarafindan ne şredilmi ş dökümanlar ı şerhetmektedir.<br />

41


Bölüm II.<br />

İLK HELEN İZİM DALGASI


ILK HELENİZM DALGASI<br />

75o — 95o<br />

TARIHI GELI ŞIM<br />

Abbasi hanedan ına hilafet iktidar ını kazand ıran âmillerden biri<br />

de İran'l ı mevalinin desteği idi. Bu sebepten dolay ıd ır ki Abbasi hilafeti<br />

kurulduktan sonra da birçok yer alt ı te şkilatının ve fili kuvvetin<br />

İran'l ılar ın veya İran'l ılaşmış Aramilerin elinde bulunmas ı, hayreti<br />

mucip değildir. Bunun en canl ı misali, Iranl ı aileden gelen Bermek'in<br />

kuvvetidir. Bermekiler ailesinin ba şı 768 den 803 e kadar vezir idi<br />

Bağdad' ın 763 te kurulu şundan sonra Hilafet merkezinin Şam'dan<br />

Bağdad'a de ğişmesi, iç kuvvetin da ğılmas ına sebeboldu. Neticede idarenin<br />

önemli i şleri "kâtipler" s ınıfının, yahut sivil hizmetçilerin eline<br />

geçti. Bunlar Islam ın fethinden hemen önce de bir s ınıf olarak mevcudiyetlerini<br />

muhafaza etmi şlerdi. Sasanilerin idaresindeki İran imparatorlu<br />

ğunun teknik i şlerinin çoğunu bunlar görmekte idiler. Bu adamlar<br />

İran veya İran'l ılaşmış Irak kültürünü ta şıyorlardı. Bunlar ın bir<br />

k ısmı hır ıstiyan, diğeri Zerdü şti idi. Fakat Zerdü ştilik Iran'da resmi<br />

bir din olduğu ve daima hükümetin bir kurumu bulundu ğu için din<br />

olarak inhitatta idi. Bu suretle katipler, önemli Helenistik unsurlar<br />

ihtiva eden iftihar ettikleri bir kültüre sahib idiler. Yaln ız h ırıstiyanlardan<br />

ayr ı olarak onlar az hayati olan bir dine salik idiler. Mesleklerine<br />

ait önemli memuriyetlerin müslümanlara geçti ğini görünce<br />

birçoğu Islamı kabul ettiler.<br />

Bununla beraber Abbasiler ayn ı zamanda "Genel dini hareket"<br />

içindeki fırkalar ın, bilhassa şer'I meselelere alâka gösteren mezheplerin<br />

deste ğine de malik idiler. Zahiren onlar, bunlar ın görü şlerine hürmet<br />

ettiler ve kad ılar ı bunlar ın safından seçmeğe âmâde göründüler..<br />

Aynı zamanda onlar, kendilerini istemiyenleri yenmek ve mü şterek<br />

bir safha , meydana getirebilmek için hukukçulara bask ı da yapmış-<br />

45


lard ır. Bunun delillerinden biri Halife Mansur (754-75) a kâtip İbnu'l-<br />

Mukaffa (759) tarafından yaz ılan bir mektupta verilen bir ö ğüttür.<br />

Bu zat tesadüfen Arap nesir yarat ıc ılarından biri olmuştur'. Aynı<br />

zamanda bu adam Islam teolojik geli şmesiyle s ıkı sıkıya ilgili bir ihtilafın<br />

örneğini te şkil eder. Bu ihtilaf, "genel dini hareket" içinde şekillenen<br />

eski kâtip s ınıfı ile şimdiki münevver dini s ınıf aras ında cereyan<br />

eden ihtilaf idi ki bu dini s ınıfa ulema s ınıfı veyahut hukuk ara ş-<br />

tırıc ıları (fukaha) s ımfi denebilir. Ana mücadelenin, Abbasi idaresindeki<br />

iktidar mevkileri için yap ılmış olduğunu söylerken bunun bilhassa<br />

fikri alanda cereyan etti ğine de işaret etmek laz ımdır. İbnu'l-<br />

Mukaffa Kur'an'a hücum eden bir yazard ı. Tabii Kur'an, rakip<br />

sınıfın dü şünce temeli idi. Onun iyi bilinen eseri Kelile ve Dirr ıne'nin<br />

Arapçaya tercümesi idi'. Bu eser, çe şitli dillerde muhtelif şekiller gösterir.<br />

Hind ve di ğer doğu felsefesinin bir hazinesidir. Belki de onun<br />

hedefi, bunu Kur'an'a bir nazire olarak ileri sürmek idi.<br />

İbnu'l-Mukaffa Manicheist denebilecek bir hareket tarz ı benimsemişti.<br />

Bir zaman için baz ı kâtipler ihtimal ki Manicheismi galip<br />

ulema s ınıfina, yahut gerçekte kendilerinin müslüman patronlar ına<br />

karşı koymak için faydal ı bir temel bulmu şlardı. 779 civarından 786<br />

ya kadar z ındıklara veya iki Wall kabul eden kâfirlere kar şı hükümetin<br />

baskısı vardı. Bu bask ı, doğrudan doğruya bu tip mani şeizme<br />

karşı yöneltilmişti. Bundan sonra biz, kâtipler aras ında mani şeizmin<br />

adım çok az i şitiyoruz. Durumlar ını idare etmek için sonradan di ğer<br />

yollar bulunmu ştur. Bunlardan biri Şu'ubiyye hareketi idi ki bu, her<br />

hususta Araplar ı kıymetten dü şürme hedefini güdmekte idi. Fakat bu<br />

edebi bir çığır idi. Dini bir hareket de ğildi. Burada fazla bahsedilmeğe<br />

değer daha önemli olan şey, kâtip s ınıfın ın felsefeye alâka duymas ı<br />

idi. Onlar ın baz ıları belki felsefede daima yetki sahibi olacak şekilde<br />

yeti ştirilrnişti.Felsefe, Helenistik Edebiyat sistemine aidolup, Sasanilerin<br />

idaresi alt ındaki Irak'a geçmi ş ve müslümanlar ın hakimiyeti alt ında<br />

devam ettirilmi şti. Bu çe şit öğretimin ana konusu t ıb idi. Fakat bunun<br />

yanında felsefe ve di ğer Yunan ilimleri de ö ğretilmekte idi. Bu ö ğretim,<br />

ba şlıca h ırıstiyanların elinde idi. En iyi bilinen okul, Cundi şapur<br />

okulu idi. (Takriben Basra'n ın roo mil kuzey doğusundadır). Sonradan<br />

Bağdad'da bir hastane kuruldu ğu vakit orada t ıp öğretimiyle<br />

1 Bak: SCHACHT, Origine of Muhammadan Jurisprudence, 95,102. Keza GALS,<br />

I. 236<br />

2 Mevcut değildir. Bir müslüman tarafından bunun intihal edilmi ş şekli, M. Guidi<br />

tarafından Italyanca'ya çevrilmi ştir: La lotta tra l'Islame il manicheismo (Rome, 1927).<br />

H.S. Nyberg Orientalische Lüteratur-Zeitung, XXXII (1929) da bunun tahlil ve tenkidini<br />

yapmıştır, s. 425-441. önemlidir. Bak: Mongtgomery Watt, Integration, 120f.<br />

46


münasebeti olan felsefi konferanslar verilirdi. Bu Helenistik ö ğretim<br />

sistemi böylece kendi kendine tamamlanm ış ve birçok okullara yay ılmış<br />

ididslâm Öğretimi, "genel dini hareket"in d ışına. yükseldiği<br />

(geni şlemeğe başladığı) zaman felsefeden tamamen ayr ı idi. Ve ı ı oo<br />

tarihinden sonraya kadar Islâm ö ğretimi, Helenistik sistem disiplinlerinden<br />

hiçbirini içine alm ıyordu.<br />

Emevi devrinin son düzensiz 20 y ılını müteakiben Abbasi idaresinin<br />

yerle şmesi, bu hizmetin yan ında ekonomik bir geli şme ve yayg ın<br />

bir ferahl ık getirdi. Maamafih tedricen, halife ve merkezi idare için<br />

vilâyetler üzerinde sabit bir hükümranl ık devam ettirmek çok, pek<br />

çok güçle şti. Filvaki İspanya hemen onların tasarrufundan ayr ılıp<br />

Emevi ailesinden bir dal ın idaresine geçti. Bir zaman sonra di ğer<br />

yerlerde de valiler, kendilerini kayd-i hayat şartiyle vali görme ğe,<br />

ölümlerinden sonra da oğullarım vali tayin etmeğe ba şladılar. Bunun<br />

ilk misallerinden biri Horasan' ı gerçek bir muhtariyetle 82o den 872<br />

ye kadar idare eden Tahin ailesi idi. Fakat bunlar ismen halifenin<br />

vassallar ı (memurlar ı) idiler. Bunlar ba şka bir hanedan, Saffariler<br />

hanedan ı tarafindan ordu kuvvetiyle ortadan kald ır ıldılar. Bu sonuncusunun<br />

idaresi do ğuya doğru daha uzağa yayılmıştı. Bunlar da nihayet<br />

Samanilere teslim olmak zorunda kald ılar. Samaniler İran' ın da<br />

çoğunu kendi hakimiyyetlerine almazdan önce Mavera'ünnehir'in<br />

hakirnleri olmu şlardı. Onların müessir idarelerinin 874 den 999 a<br />

kadar sürdü ğü kabul edilir. Aynı şeyler Kuzey Afrika'da ve di ğer<br />

yerlerde de vukubulmakta idi.<br />

Daha ciddi olan bir şey de merkezi k ısımda da kuvvetin azalmas ı<br />

idi. Bu, vilâyetler tarafından muhtariyetin kazan ılmas ına paralel olarak<br />

vukubuldu. Nihayet 936 da zaman ın halifesi, İbnu'r-Raik'i "prensler<br />

prensi" ve Ba ğdad' ın gerçek idarecisi olarak tan ımağa mecbur<br />

kalmıştı. Bu adam, 945 tarihinde hilâfetin merkezi bölgelerinin ço ğunun<br />

kontrolünü elinde tutabilen Iranl ı aileden Büveyhiler veya Buyiler<br />

tarafından ortadan kald ırıldı. Fakat bunlar ın da hüküm-anl ıkları<br />

ı o55 den sonra zay ıflamıştı .<br />

47


FASIL 5<br />

Tercümeciler ve İlk Filozoflar<br />

Abbasi hilâfetinin kurulu şundan k ısa bir zaman sonra Yunan<br />

ilimleri ve felsefi eserleri Arapçaya tercüme edilme ğe ba şland ı . İlkin<br />

eserlerin seçimi muhtemelen ara şt ırıc ının kendisine veya onun hamisine<br />

bağlı bir şeydi. Fakat Halife el-Me'mun (813-833) yahut onun<br />

danışmanlar ı Yunan ilimlerinin bütün imparatorluk için önemini<br />

takdir etti ve geni ş ölçüde tercüme i şini te şkilâtlandırdı. Kurulan bir<br />

enstitünün ad ı (Dar'l-Hikma = hikmet evi) idi. Burada kitaplar<br />

tercüme edilir ve istinsah edilirdi. Ve burada müracaat edilecek bir<br />

kütüphane tesis edilmi şti. Bir iki as ırl ık bir zaman tercümeler yap ılmağa<br />

devam etti ve eski tercümeler düzeltildi. En büyük isim, Hunayn<br />

ibn İshak (8139-73) d ır. Bu zat, Hire'li bir h ır ıstiyandı. Bağdad'da<br />

t ıb öğretmeni ve Halife Mütevekkil'in (847-61) saray hekimi oldu.<br />

Onun, tercüme için büroya benzer bir şeysi, birkaç da iyi kalitede<br />

meslekta şı vard ı. Süryanca'dan tercüme etmi ş olan bütün ilk mütercimlerden<br />

-hemen bütün Irak h ırıstiyanları- farkl ı olarak Hunayn<br />

ibn İshak Yunan'cay ı öğrendi ve tercümelerini yapmazdan önce<br />

eserin birçok yazmalar ın ı mukayese etmek âdetinde idi. Bu, teknik<br />

ve dil bakımından mütercimler tarafından ulaşılmış en yüksek seviye<br />

idi. Maamafih sonradan Arapçada müstakil felsefî dü şüncenin geli ş-<br />

mesiyle münaka şaları daha aç ık, ince ve doğru ifade edebilmek için<br />

tercümeler gözden geçirilip düzeltilmi ş idi. Fakat bu, umumiyetle<br />

Süryanca tercümelerden yap ılmıştı. Yunan as ıllarından değil.<br />

Geniş tercüme faaliyetin.in izi derindir. Hem hâlâ mevcut tercümeler<br />

ve hem de büyük say ıda yaln ız unvanlar ı bilinen eserler, Moritz<br />

Steinschneider tarafından yaz ılan Die arabischen Übersetzungen<br />

aus den Griechischen adl ı eserde, Yunan yazarlar ına göre s ıralanmış -<br />

t ır. İlk bak ışta sanki bütün Yunan ilim ve felsefesi Arapçaya çevrilmi ş<br />

gibi görünürse de gerçekte böyle de ğildir. Yakın çal ışmalar göster-<br />

48


miştir ki Yunan ilmi ve felsefi eserlerinden yaln ız son Helenistik okullarda<br />

değerini muhafaza eden k ısmı tercüme edilmi ştir.. Bu ,siyaset<br />

hariç, Aristo ç ığırında olan bütün eserleri içine al ır. Hattâ Poetic'ler<br />

dahi tercüme edilmi ştir. İnsan, drama a şina olnuyan bu adamlar<br />

tarafindan bunun nas ıl anlaşıldığını merak eder. Sokrat'tan öncekiler<br />

ihmal edilmiştir. Fakat baz ı yazarlar, modern Avrupa metodundan<br />

daha kuvvetli davranm ışlard ı. Filhakika hâlâ Yunancada bulunm ı-<br />

yan Galen'in eserleri Arapçada saklanm ışt ır. Böylece Yunan eserlerinin<br />

tercümeleri, sadece Arapçadaki felsefenin orijinallerine ışık tutmakla<br />

kalmaz, ayn ı zamanda muahhar Yunan ilim tarihini ve Helenistik<br />

zamanlardaki felsefeyi de ayd ınlatır.<br />

Bütün bu tercüme çal ışmas ı, bilhassa felsefi sahada; yaln ız felsefenin<br />

ya şıyan bir töre ile temas olan yerde mümkündür. Felsefe ile<br />

ilgili olanlar ancak bu tercümeleri yapabilirler. Büyük din âlimi Gazali,<br />

zaman ının felsefesini tek ba şına kitaplardan ö ğrendiğini söyler.<br />

Şüphesiz bu, doğrudur ve islam öğretiminin "yabanc ı ilimler" denen<br />

şeylerden tamamen ayr ı olduğunu göstermektedir. Fakat Gazali, felsefeye<br />

biraz benzer olan kelâmi ilimlerde oldukça iyi yeti şmiş idi.<br />

Felsefede de biraz elementer ö ğretim görmü ş olabilir. Bu suretle o,<br />

yaşıyan bir töre ile büsbütün temas haricinde de ğildi. İlk Abbasi<br />

devrinde islam dünyas ına tesir eden ç ığırın iki ana istikameti vard ı .<br />

(Buhtunnas ır) ailesi olan. Iran Nasturileri, bu merkezden halifelerin<br />

saray doktorlar ını temin ettiler. Ayni zamandabu doktorlar, Ba ğdad<br />

Daru' ş-Şifas ındaki öğretimi de idare ederlerdi. Burda t ıbbi tedavi<br />

yanında biraz felsefi çal ışma da yap ılmakta idi. İkincisi Iskenderiye<br />

istikameti idi. Araplar ın burayı fetihlerinden önce Süryancan ın,<br />

Yunancamn yerini almağa yüz tutmas ı, Yunancan ın iyi bir durumda<br />

olmadığım gösterir. -Belki de K ıptilerin nasyonalizminin doğması<br />

yüzünden, yahut kendilerinin metafizik olm ıyan görü şlerinden. Sebep<br />

ne olursa olsun.- Ve bu, M ısır'da islam fikir hayat ının zayıflığiyle<br />

de bağlanabilir. 719 civar ında okul Antakya'ya nakledildi. Burada<br />

bir as ırdan fazla kald ı. Fakat 85o civar ında doğuya, Harran'a do ğru<br />

hicret etti. Yol boyunca Musul'a, müteakiben yar ım as ır kadar bir<br />

zaman sonra ba şşehir Bağdad'a çekilmiş oldu. Okulun bu hicreti,<br />

öğretmenlerin hicreti idi. Ayn ı zamanda geni ş kütüphanenin bir kısmı<br />

da öğretmenlerle beraber gidiyordu. Ba ğdad'da onlar paytaht ın fikir<br />

hayat ında önemli pay alan, yahut felsefeye ilgi duyan bir tabaka olmuş<br />

görünmektedirler.<br />

Felsefi ç ığırın diğer hatlar ı da vard ı. Ama onlar hakk ında kâfi<br />

maltımata sahip de ğiliz. Harran'daki iskenderiye okuluna paralel<br />

49


olan bu okul, h ıristiyan direktifi alt ında idi. Sabiiler denebilen firkaya<br />

ait bir pağan (mü şrik) merkezi de vard ı. Bunlar ın dinleri yıldıza<br />

ibadeti ihtiva ederdi. Fakat Yunan felsefesine dayanan bir temeli de<br />

vard ı. Bunun neticesinde onlar, Helenizm fikir cereyan ın ın Araplaşmasında<br />

önemli yard ımlar yapt ılar. 872 de bilginlerinin lideri Sabit<br />

ibn Kurra' (go ı ) ki önce Bağdad'da okumu ştu, mezhebin di ğer üyeleriyle<br />

mücadele etti, ve Harran' ı terk edip Bağdad'a geldi. Burada halifenin<br />

deste ğiyle kendini tercümeye ve bilhassa t ıp ve matematikte<br />

orijinal eser telifine vakfetti.. Ayn ı zamanda etrafına baz ı genç sabiileri<br />

de toplam ışt ı. Fakat felsefe yaln ız Bağdad'da i şlenmiyordu. Baz ı lider<br />

filozoflar ın hal tercümeleri gösteriyor ki hilâfetin do ğu kısm ında da<br />

felsefeye, zikre şayan bir ilgi vard ı. Ama bunun hakk ında belirli bir<br />

şey söylemek mümkün değildir.<br />

Böylece tercümelerin ve felsefeye olan ilginin vüs'atine i şaret<br />

ettikten sonra müslümanlar ı bu kadar kuvvetle felsefeye çeken şey<br />

ne idi sorusu, üzerinde durulma ğa değer bir meseledir. Halifeler kendi<br />

sağlıkları ve etrafında bulunan insanlar ın sağlıklariyle yak ından ilgileniyorlard<br />

ı. Yunan t ıp ilmiyle uğraşanlar ın, kendilerine bu hususta<br />

yard ım edebileceklerine inanm ışlard ı . Şuras ı da hat ırlanmal ıd ır ki<br />

incelemekte olduğumuz bu bölgede astronomiden ayr ılmamış olan<br />

Astrolojiye büyük de ğer atfedilmi şti. Astrolojik-Astronomik eserler,<br />

tercüme program ında önemli bir yer i şgal etmekte idi. Bu ilimde salâhiyetli<br />

olanlar, özel olarak sarayda al ıkonurdu. Felsefe bu ilimlerle<br />

yak ından ilgili olduğu için tabiatiyle ona da bu itina gösterilecekti.<br />

Bununla beraber Me'mun'dan ve tercüme faaliyetlerinin te şkilinden<br />

çok önce, "genel dini hareket"te müslümanlar ın çok mütefekkir tutumları,<br />

diğer dinlerin salikleriyle yap ılacak münaka şalarda mantild<br />

usullerin ve bütün olarak felsefenin önemini takdir etme ğe başlamışt ı .<br />

Bu cinsten münaka şalar yap ılmış olmalıdır. Şaml ı Saint John (75o)<br />

nın eserleri aras ında "Bir h ıristiyan ile bir müslüman aras ında münaka<br />

şa" vard ır, ki h ırıstiyanların karşılaşmalar ı muhtemel olan münakaşaları<br />

ve onlara verilmesi gereken cevaplar ın mümkün çizgilerini göstermek<br />

maksadiyle kaleme al ınmışt ır. Nasturi patri ği Timothy tarafından<br />

781 de halifenin huzurunda yap ılmış genel bir munaka şayı<br />

zapteden bir kay ıt muhafaza edilmektedir. Bu aç ıkça gösteriyor ki<br />

müslümanlar çok erken tarihlerden beri kendilerinin baz ı dini inançları<br />

reddeden ve tenkideden yüksek kültüre sahip bir halk aras ında<br />

yaşamakta olduklar ını biliyorlard ı. H ır ıstiyanlardan ve Irak'ta<br />

bulunan diğer din mensuplar ından ba şka müslümanlar Budistlerle ve<br />

Hind mezhepleri salikleriyle temas halinde idiler. Böylece polemik<br />

50


ve müdafaa ihtiyaçlar ı felsefe tahsili için kuvvetli bir sebep te şkil etti.<br />

Buna ilaveten kâtipler s ınıfı ile yeni ulema s ınıfı aras ında gerginlik<br />

de felsefe tahsilinde rol oynam ışt ı .<br />

Ama tercümeden, do ğrudan doğruya orijinal eserler telif etme ğe<br />

nas ıl geçildiği meslesi tamamen vaz ıh değildir. Maamafih orijinal bir<br />

eser yazmak gayesiyle tercümeye hizmet etmi ş baz ı alimler için, ya<br />

Yunan eserlerine bir parça bir şeyler ilave etmek, yahut da Yunan<br />

ilimlerine â şina olm ıyanlar için basit bir takdim yaz ıs ı eklemekle bu<br />

işi yapmak tabii olabilirdi. Ayn ı zamanda felsefi dü şünceleri İslam<br />

doktrinleri çizgisi içine çekmek laz ımd ı. Bu geçi ş ve bu motifler, Ebu<br />

Yusuf Yakub ibn İshak al-Kindi (800-70) de örne ğini bulur. O, genellikle<br />

el-Kindi olarak ve islam filiozoflar ı aras ında ilk dikkate şayan<br />

bir zat olarak tan ınır. Ayn ı zamanda Arap as ıllı tek şahıs olarak<br />

bilinir. Ona "Araplar ın filozofu" denir. (Feylesufu'l-Arab). Orijinal<br />

felsefi eser yazmak için son sebep, belki en önemli sebepti. Onun için<br />

Kindi'nin eseri "müslümanlar için Yunan felsefesi"' diye tasvir edilmektedir.<br />

El-Kindi ailesi, hilâfetin Arap k ıs ımlarından birçok resmi mevkileri<br />

tutmu ştu. Bunlar ın başı Kûfe valisi olmu ştu. Kendisi de bizzat<br />

halife saray ına intisabetmi ş ve al-Mu'tas ım' ın hükümdarlığı s ıras ında<br />

(833-42), onun o ğlunun mürebbisi (özel ö ğretmeni) olmu ştu. Bu,<br />

mu'tezile nüfuzunun hakim oldu ğu zamanda idi. El-Kindi, do ğmatik<br />

meselelerde mu'tezilenin görü şlerini benimsemi ş görünmektedir. Bu<br />

aç ıdan o, ana İslam teolojisi dü şüncesine diğer filizoflar ın çoğundan<br />

daha yak ındır. Mutevekkil (847-61)in ilk devirlerinde hükûmetin<br />

siyasi görü şünde bir de ğişiklik oldu ve mu'tezile gözden dü ştü. Bu<br />

olay, El-Kindiye arız olan şanss ızl ık tercübesine yard ım etmiş<br />

olabilir. İki sarayl ı rakibinin entrikalar ı ile kütüphanesi kendisinden<br />

alınıp bir zaman için Basra'ya nakledilmi şti. Fakat sonunda tekrar<br />

kütüphanesine kavu ştu.<br />

Bu olaydan biz, El-Kindi'nin, zaman ında büyük bir kütüphaneye<br />

sahiboldu ğunu anl ıyoruz. O, zamanının büyük bir k ısmın ı tetabbu'<br />

ile geçirmi ş ve hemen bütün Yunan ilimlerinde bilgi sahibi bir kâ şif<br />

olmalı idi. Onun çok mandud say ıdaki k ısa eserleri onun, bu ilimlerin,<br />

müslümanlar aras ında yayılmas ında müessir bir rol oynad ığı fikrini<br />

vermektedir. Benimsedi ği felsefi görü ş , İslam filozoflar ımn çoğunda<br />

olduğu gibi büyük ölçüde Yeni Elfâtuncu görü ş idi. Bu ba şlıca müslümanlar<br />

ın felsefe ile temasa geldikleri zaman, son Yunan felsefi ç ığı-<br />

1 R. Walzer, Islam ıc Philosophy, s. 133<br />

51


ın ın bu alanda oldu ğu neticesinden ileri gelmi ştir. Aristo iyi tetkik<br />

edilmekle beraber Yeni Eflâtuncu gözlerle görülmekte idi. Kar ışıklığı<br />

artt ıran bir sebep de müslümanlar aras ında "Aristo Teolojisi"<br />

adiyle revaçta olan yayg ın bir eserdi ki şimdi Yeni Eflâtuncu filozof<br />

Proclus'un extract (özet) lerinden ibaret oldu ğu bilinmektedir. Bu<br />

eser, Arapça tercümesinde önemli bir ra ğbete sahiptir. Onun Yeni<br />

Eflâtuncu Allah dü şüncesi, Kur'an' ın tek tanr ıc ılığına kâfi derecede<br />

yakın görünmektedir. Herhalde El-Kindi Yeni Eflâtunculu ğu kendisine<br />

küçük de ğişikliklerle görünmüş olmas ı laz ımgelen şekliyle kabul<br />

etmişti. O şu iddiay ı ileri sürebilece ğini hissetti: Peygamberlere vahyedilen<br />

gerçekler, metafizik bilgilerdi. Felsefe ile vahiy aras ında çatışma<br />

yoktu' Tahminen o, şunu ifade etmek istemi şti.Felsefe öyle bir<br />

yolda geli ştirebilir ki hem kendi tabiatine uygun dü şer, hem de vahiyle<br />

çat ışmaz. O, di ğerlerinin görü şlerini basitçe almad ı. Fakat sudur<br />

nazariyesi içine bir "Yoktan Yaratma" ilave etti. Sanki ikisini (dinle<br />

felsefeyi) ba ğdaşt ırmakta hiç güçlük yokmu ş gibi.<br />

Eğer sonra El-Kindi'nin eseri, Yunan ilimlerinin müslümanlar<br />

için bir tercümesini verme te şebbüsü olarak vas ıflandırılabilirse bunun<br />

sebebi, onun mu'tezile ile olan te şrik-i mesaisinde ve onun ilk olgunluğunda<br />

bulunabilir. Sonradan görülece ği üzere 833 den 849 a kadar<br />

mu'tezile fırkas ı teologlar ı hükümet işiyle yak ından ilgilenmi şlerdi.<br />

Onlar "genel dini hareket"e mensup kimselerdi. Fakat belki de katip<br />

s ınıfıyle barışmağı temin edecek bir şey yâpmağa uğra şıyorlar& 849<br />

civar ında hükümet politikas ında bir değişme oldu ve hükümet desteği<br />

"genel dini hareket"in hadisçi kanad ında gelişti. Hadisçiler felsefenin<br />

ana dü şmanı idiler. Ve müteakip iki as ır içerisinde felsefenin<br />

sırf kâtip s ınıfi ile Hadisçilerin ve teologlarm di ğer rakipleri tarafından<br />

i şlendiğine şaşılmamal ıdır. El-Kindi tarafindan öncülük yap ılan Yeni<br />

Eflâtuncu ç ığırda iki büyük isim, Farabi (950) ve İbni Sina (1637)<br />

d ır. Bunlardan, gelecek fas ıllarda daha münas ıp bir şekilde bahsedilecektir.<br />

Bu meyanda Abbasi devrinde i şaret edilmesi gereken di ğer önemli<br />

bir isim de ar-Razi -(Rey'li bir şeyh) dir. Avrupa'da Rhazes diye<br />

bilinir. Tam ismi: Ebubekir Muhammed ibn Zekeriyya ar-Razi'dir.<br />

865 de do ğup 923 veya 932 de öldü ğü söylenir. Hayat ırun ilk kısmı<br />

doğum yeri olan Rey ( şimdiki Tahran' ın yak ınında) de geçmi şti.<br />

Ancak doğumunun otuzuncu y ıl ından sonra Ba ğdad'da tahsil etmeğe<br />

ba şladı. Bir tabib olarak çal ışt ı, hem Rey'de, hem de Ba ğdad'da ders<br />

52<br />

2 Rasailu'l-Kindi al-Falsafiyya, Kahire, 1950,104-261.


verdi. Hilâfetin do ğu bölgelerindeki küçük saraylarda da kısa zamanlar<br />

için çal ışmış ve ders vermi şti.<br />

Onun ba şl ıca davas ı, bir doktor olarak şöhret yapmakt ı . Tıbbi<br />

eserleri Avrupa'da uzun zaman okutulmu ş ve k ıymet verilmi ştir. Bu<br />

zamanın birçok doktorlar ı gibi o da bir parça filozof idi. Filvaki felsefe<br />

önderinin yerini ald ığı söylenebirlir. T ıpk ı çok hayran kaldığı<br />

ve takibetmek istedi ği Plato'da olduğu gibi. O, felsefe vas ıtasiyle ve<br />

sebep kullanarak insan hayat ının düzeltilebilece ğine inanm ışt ı. Bu<br />

görü ş, ahlak ve ya şama sanat ı üzerine basit yaz ılmış "Spiritual physick:<br />

Ruhi fizik" unvan ı alt ında ingilizceye çevrilmi ştir. Mütercim,<br />

onun davran ışın ı "Kültürlü İnan Efendisinin görü şünü çok karakteristik<br />

olarak aksettiren" " İntellectual hedonism" den biri olarak göstermektedir.<br />

O, gerek İslam ve gerekse ba şka din olsun, dinde az fayda<br />

gördü. Şüphesiz o, çok iyi tan ıdığı Iranl ı kâtip s ımfinın görü şünü<br />

k ısmen benimsemi şti. Fakat mani dinine sevgisi olduğu söylenmesine<br />

rağmen, yaz ılar ında bunun aç ık delili yoktur. Keza onun, Harran<br />

Sabii felsefi okulu ile rab ıtalar ı olduğu da söylenir. Ama onun felsefesi,<br />

sabiiler gibi Yeni pitagorcu yahut Yeni Eflâtuncu olmaktan ziyade<br />

Plâtoniktir. Bu felsefenin sarih kayna ğı da bir parça s ırd ır. O, diğer<br />

islam filozoflar ından ayr ı kal ır. Onun hayat ideali, kendini fikri i şlere<br />

vakfetmi ş biri olmakt ı ve onun felsefesi bunun bir parças ı idi. Bu ideal<br />

üniversal yap ılamaz. Fakat felsefe onun kendi kabiliyetlerini, İslam<br />

kültürünün seviyesini yükseltme ğe yard ım etmekte kullanmas ın ı<br />

hakl ı gösterdi. Her ne kadar hakikatte ba şarmış olduğu şeyin, memnuniyeti<br />

mucip bir miktarda oldu ğuna dair bir malümat yoksa da.<br />

B İ BL İYOGRAFYA<br />

Mütercimler için bak: GAL, I. 219-29; GALS, I. 362-71;<br />

Graf, GCAL, II. tog-14, 122-32, vs.<br />

Steinschneider, (p. XVII) tercümeleri, mütercim yazarlara<br />

göre tertibeder.<br />

Max Meyerhof, Von Alexandrien nach Bagdad ein Beitrag sur<br />

Geschichte des philosophischen und medizinischen Unterrichts bei den Arabern,<br />

Zitzungsberichte der preussischen Akademie der Wissenschaften,<br />

Berlin, ı g3o, Phil. hst. Kl., 389-492.<br />

53


J. Schacht and M. Meyerhof, The Medico-Philosophical Controversy<br />

between Ibn Butlan of Bagdad and Ibn Ridwan of Cairo, Cairo, 1937<br />

B. Spuler, Hellenistisches Denken im Islam, Speculum, v. 1954.<br />

'79-93.<br />

R. Walzer, Greek into Arabic, London, 1961; önemli makaleler.<br />

Ar-Razi, The Spiritual Physick, tercüme: A.J. ARBERRY tarafından<br />

yap ılmıştır, London (Wisdom of the East Series), 195o.<br />

54


FASIL 6<br />

Şiiliğin Yayılması<br />

Abbasi devrinin ilk iki asr ı Şîiliği iyi tetkik edilmemi ştir. Bu, k ısmen<br />

de konunun büyük güçlü ğünün icab ıdır. Birçok hâdiseler yer alt<br />

ında cereyan etmi ştir. Halk aras ında yay ılan müteaddid biribirini tutmaz<br />

hikâyelerin hiçbiri do ğru değildir. Sünni anlatmalar ı , Şii anlatmalar<br />

ı var. Sünni ifadeleri, her şeyi kötü bir ışık altına koymak ister.<br />

Fakat Şii ifadeleri de belki modern tarihe daha az yard ım eder mahiyettedir.<br />

Islâmda ba şka yerlerde de mevcudolmakla beraber bilhassa<br />

şiiler aras ında gerçekte ça ğdaş politik olaylardan bahsederken sanki<br />

geçmi ş tarihi anlat ıyormu ş gibi görünmek temayülü vard ır. (Çağının<br />

olaylarını tarih diye gösterir.) 632 de Muhammed (A.)in ölümü üzerine<br />

yahut 656 da Ali halife oldu ğu zaman vukubulan hâdise üzerine<br />

ayrı ayrı nihayetsiz münaka şalar var. Fakat, münaka şalar ın temel<br />

alâkaları dokuzuncu as ır ortalar ında takibedilecek siyasi prensiplerdir.<br />

Tahmin edilebilen bir tak ım sebebler dolay ısiyle Abbasiler devrindeki<br />

siyasi konu şmalar bu şekle sokulmu ştu. Meseleleri kar ıştıracak diğer bir<br />

şey de günlük hâdiselerin mezhep tarihçileri taraf ından al ınıp, imamların<br />

yahut liderlerin şah ıslarında merkezle şen tarihi bir şekle uydurulmu<br />

ş olmas ıdır. Bu, çeşitli noktalarda muhtelif kollara ayr ılan bir tek Şii<br />

cereyan ı olduğu intiba ını verir. Halbuki gerçek şudur ki mezhepçiler<br />

bu hareketleri birbirine ekleyinceye kadar birbirleriyle hiç ilgisi olm ı-<br />

yan pek çok ayr ı Şii grupları vard ı. Bu suretle büyük teferruat y ığınını<br />

halletmek için bu metoda ba şvurulmu ş olduğu anlaşılabilir.<br />

Zikredilen vechelerden baz ılar ının en önemli misali, Şiiliğin, on<br />

iki imam kabul eden İmamiyye kolunun imamlara sayg ısındad ır.<br />

Şii yazarlar ı hattâ sünni mezhep tarihçileri tarafından verilen intiba,<br />

imamlar ın hayatta iken geni ş bir mürit toplulu ğu tarafından tan ınmış ,<br />

izlenmiş olduklar ı merkezindedir. Şiiliğin imamlara ait kaynaklar ın ın<br />

iyi tetkiki, şunu aç ığa ç ıkarmaktad ır ki imamlar ın çoğu pasif bir si-<br />

55


yaset içinde idiler. Ve herkes tarafından tan ınmış değillerdi. Ca'fer-i<br />

Sad ık (765) Emevilerin dü şmesinden önce birazc ık siyasetle uğra şmış<br />

ve idari bir mevki kazanmak ümidini güdmü ş olabilir. Şüphesiz o,<br />

siyasi ba ş olmanın, üstün aile (Ehl-i Beyt) nin bir üyesi olmakla mümkün<br />

olaca ğın ı biliyordu. Fakat Abbasilerin, hükümranl ıklar ını yerle ş-<br />

tirmelerinden sonra siyasi faaliyetin tehlikelerini a şıkâre gördü ve<br />

bundan kaç ınd ı. Oğlu Musa da ayn ı yolu takibetti. Fakat di ğer oğlu<br />

Ismail ileri at ıldı ve çe şitli yer alt ı ihtilâl hareketlerini haz ırlamak,<br />

te şvik etmek usulüne ba şvurdu.<br />

Musa (799) ve onun aile dal ı, siyasi bak ımdan sükünet içinde<br />

passif kald ı. Ta ki 817 de Halife Me'mun k ızını Musa'n ın oğlu Ali<br />

R ıza ile evlendirdi ve hilâfete varis ilan etti. Bu, Ş iiliğe nail olanlar ın<br />

daha fazla deste ğini kazanmak gayesine matuf olan siyasetin bir bölümü<br />

idi. Maalesef Ali 818 de öldü. Onun genç o ğlu Muhammed,<br />

Me'mun'un saray ında mu'tena bir vaziyette kald ı ama 835 te Me'munun<br />

ölümünden biraz sonra öldü. Onun o ğlu Ali Naki 849 civar ında<br />

hükümet siyasetinde meydana gelen büyük de ğişiklik neticesinde<br />

hapsedildi. 868 de ölünceye kadar hepiste kald ı. Onun oğlu Hasanal-Askeri<br />

de babas ının ölümünden sonra bir zaman için hapsedilmi ş ,<br />

fakat sonradan serbest b ırak ılmışt ı. Bunun 874 de ölümünden hemen<br />

sonra on ikinci imam olan o ğlu Muhammed ya öldü veya ortadan<br />

kayboldu. Fakat Şiilerin çoğunluğu onun nihayet bir gün mehdi<br />

(hidayete ermi ş) bir kimse olarak t ıpk ı Yahudi Mesih gibi dönece ğine<br />

inand ılar.<br />

İmamiyye kaynaklar ına dayanan bu k ısa te şrihten sonra görülmektedir<br />

ki Ehl-i Beytin bu dal ına mensub bir kimseyi, bu adamlar<br />

hayatta iken imam kabul eden te şkilâth bir cereyan yoktu. Di ğer taraftan<br />

hükûmetin şüphesi de büsbütün yersiz ve kötü de ğildi. Ve pek<br />

kaba, sert olm ıyan hapis suretiyle göz alt ında bulundurma gayesine<br />

matuf idi. Bunu takiben dokuzuncu as ırda ta 874 de kadar Şianin ana<br />

kısmı -böyle bir ana k ısmın mevcudiyeti farz edilirse- imam diye adland<br />

ır ılmış olan zevat ı tan ıyan bir zümre değildi. Bu toplulu ğun içinde<br />

ölmü ş veya ya şıyan imamlar ı veya ailenin diğer mensuplar ını takibetmeyi<br />

meslek edinen küçük gruplar ihmal edilebilir. Bunlardan<br />

ayr ı olarak kendilerine Şii adını veren sayg ı gören din bilginleri vard<br />

ı. (Fakat muhalifleri tarafından umumiyetle bunlara, rafiziler veya<br />

"terk edenler" denilirdi.) ki bunlar siyasi şüpheden âzade görünerek<br />

Bağdad' ın fikri hayat ında önemli yer i şgal etmi ş idiler. Bunlar ın en<br />

56


meşhuru Hi şam ibn al-Hakem idi ki sekizinci as ır sonundan 825 veya<br />

daha sonralara kadar faaliyette idi.<br />

Rafiziler ve onlar ın halefleri olan İmamiyye yahut İsna Aşeriyye,<br />

tarafından benimsenen ana akide, Ali'nin Muhammed tarafından<br />

aç ıkça kendine halef olarak cemiyetin lideri seçilmi ş olmas ı idi. Bu<br />

demekti ki öne geçirilerek imaml ığa tayin de halef olmak için<br />

kafi idi. İmam hatadan masum kabul edildi ği için Şii akidesi<br />

çok otokratik bir hükümet şekline cesaret veriyordu. İmam kelimesi<br />

böylece neticede "halife", yahut "ra şid halife" manas ını ifade eder.<br />

Fakat bunu benimsiyen Şiilere göre bu mesele daha ziyade Allah<br />

vergisi bir meziyetle ilgilidir. Bu ana doktorinin bir neticesi şu idi:<br />

Muhammed (A.) in sahabilerinin ço ğu, ki İslamda hususi bir şeref<br />

mevkiini haizdirler, onun ölümünden sonra Ali'yi halife olarak tan ı-<br />

mad ıklarından dolay ı âsi olmu şlard ır. Bunun neticesi de şu idi: Onlar,<br />

Peygamberin Hadislerini yayma ğa uygun şah ıslar değillerdi. Bu yolda<br />

rafiziler itina edilmekte olan Hadis yap ısına, Şeriatin yahut Islam<br />

hukukunun temeline ve dolay ısiyle ulema s ın ıfının (muhaddisler ve<br />

fakihler) büyüyen kuvvet ve nüfuzuna torpil koyuyorlard ı .<br />

Böylece dokuzuncu as ır ba şlar ının mu'tedil Şiiliğine, parti denebilecek<br />

derecede te şkilâtlanm ış bulunan yayg ın bir zihniyet ve fikri<br />

manzaran ın ifadesi olarak bak ılabilir. Belki biri buna şahısları doğrudan<br />

doğruya bilinemiyen bir otokratik blok diyebilir. Dini bak ımdan<br />

bu zümre, kurtulu ş ve emniyeti karizmatik liderde ar ıyan ve politikalar ı<br />

bu görü şün tesirinde kalan kimseleri içine al ırd ı. Aynı zamanda çok<br />

şiddetli siyasi temayüllerle hareket eden gruplar ı da, kâtipler s ınıfin ı ve<br />

Iran as ıllı olup da şimdi idari işlerde bulundurulan kimseleri ve daha<br />

başka insanlar ı da içine alabilirdi. Muhafazakâr grup diye kabul edilecek<br />

ve ulema s ın ıfını ve kuvvet ve nüfuzu Islami ilimlerin geli şmesine<br />

bağlı olan kimseleri içine alan bir cemaat bu zümrenin kar şısında idi.<br />

Bunlar "muhafazakarlar" idiler. Öyle ki halifenin ve onun nam ına<br />

hareket edenlerin otokratik kudreti, şeriatin mevcudiyyetiyle azalt ıldı .<br />

Dini taraftan hissedilen ihtiyaç, karizmatik liderden ziyade karizmatik<br />

cemiyete idi.<br />

İlk Şiilik tarihinin birçok noktalar ında Orta Do ğudaki birçok<br />

mahalli messianic ( ) fikirler, kendilerini baz ı küçük gruplar<br />

tarafından imam olarak tan ınan birçok şah ıslardan birine veya ötekine<br />

çekmi şti. 874 den sonra otokratik grupun ba şl ıca siyasi liderleri<br />

için yaşıyan bir imam yerine, bulundu ğu yer ve döneceği belli olm ı-<br />

yan bir imam kabul etmek, daha faydal ı göründü. Bu imam ın ne za-<br />

57


man gelece ği belli olmıyacakt ı. Bu inanç, insanlar ın dini iştiyaklarım<br />

tatmin ettiği gibi siyasilere de bir serbestlik verdi. On iki imam ı tan ı-<br />

ma temeli üzerine rafıziliğe meyyal birçok ayr ı gruplar partiye benzer<br />

bir potada eritildiler. Bu zamandan itibaren partiye, yahut firkaya<br />

İmamiyye denildi. Bu te şkilâtlanmada me şhur bir k ısım, Ebu Sehl<br />

İsmail an-Nawbahti (923)° tarafindan idare edilmi şti. Dokuzuncu<br />

asrın sonu, böylece İmamiyye Şiiliğinin belirli bir şekil aldığı zamand<br />

ır.<br />

Bu zamamn ertesinde derhal baz ı muvaffakiyetler olmu ştu.<br />

Eş'ari, 920 civarında yazd ığı eserinde Morroco'nun İdrisi Devletinde,<br />

Kum ve Kûfe'nin kasabalar ında Şîiliğin hakim oldu ğunu söyler'<br />

Biraz sonra Şii Büveyhilerin Ba ğdad'da hakiki hakimiyeti kazand ıklar<br />

ı s ırada, Suriye'deki Hamdani devletinde de Şiilik hakim olmu ş-<br />

tu. Bu hâdiselerin arkas ında neyin yatt ığım söylemek güçtür. Fakat<br />

Şiiliğin çok otokratik bir hükümet kurma emeliyle yak ından ilgili<br />

olduğunu söylemek hakikatten uzak say ılmaz. Arapça yazan büyük<br />

filozoflardan birinin dü şüncesi, fikri hayatta Şiîliğin yayılmas ına görünmez<br />

bir şekilde yard ım etmi ştir. Bu filozof, hayat ımn son birkaç<br />

yılını Halep emiri Seyfu'd-Dawle'nin himayesi alt ında geçirmi şti.<br />

Bu zat, "Muallim-i sani" diye tan ınan al-Farabi (875-950) idi.<br />

(Birinci muallim Aristo'dur). Türkistan'da do ğmas ına rağmen felsefeyi<br />

ve Yunan ilimlerini Ba ğdad'da tahsil etti. Onun geçimini nas ıl<br />

kazand ığı belli değildir. Zahid bir hayat ya şadığı için şüphesiz ihtiyaçlar<br />

ı azdı. Onun felsefesi Aristotalizrnin ve Yeni Eflâtuni metafizigin<br />

terkibi olarak tasvir edilebilir. O buna, "Eflatun'un Cumhiruyeti<br />

ve Hukuklar ı" görü şüne dayanan siyasi bir nazariye ilave etti. Son<br />

nazariye kendisinin orijinal görü şüdür. Fakat ilk ikisinde El-Kindi'--<br />

nin düşünce istikametinde ilerlemektedir. Metafizi ğinin merkezinde<br />

ilk varl ık, veya "Mutlak Bir" vard ır ki bu, İslam akidesindeki Allah düşüncesiyle<br />

ayn ı anlamda dü şünülmüştür. Ondan tabaka tabaka bütün<br />

diğer mevcudat sudur etmi ştir. Ayn ı şekilde devlette bir ba ş, bir reis<br />

vardır ki devletteki bütün yetki kendisinden, özel mevkilere tayin ettiği<br />

kimselere sudur eder. (Bu, biraz Abbasilerin idaresine benzer.<br />

Abbasi halifesi, sarayda ve idarede çe şitli noktalara adamlar tayin<br />

etmi şti). Rütbeler, emir veren ve itaat eden, yahut kontrol eden ve<br />

kontrol edilen olarak tasvir edilir. Tepede reis vard ır. Reis diğerlerini<br />

kontrol eder fakat kendisi kontrol edilmez. Ayakta, en a şağı tabaka-<br />

58<br />

1 Bak: L. Massignon, Passion, I. 140-51.<br />

2 Maqâlât, I. 64.


da kontrol edilen fakat kendileri hiç kontrol edemiyen kimselerin te ş-<br />

kil ettiği halk tabakas ı vardır. Bu arada kalan orta tabakalar hem<br />

kendileri kontrol edilirler, hem de derece derece di ğerlerini kontrol<br />

ederler.<br />

Farabi umumi terimler kullan ır. ( İmam, yahut halife yerine reis<br />

gibi), ki İslâm imparatorlu ğuna tatbik edildiği gibi İslânı olmıyan<br />

devletlere de tatbik edilebilirdi. Fakat o ilk önce İslam dünyas ını düşünüyordu.<br />

Onun ideal devletinde "ilk ba ş" ayn ı zamanda doğru<br />

filozofun en iyi vas ıflarına da sahibolacak olan "ikinci ba ş" tarafindan<br />

takibedilir " İkinci ba ş" hakk ında söylenen, bir imamiyye imam ı hakkında<br />

söylenen ile a şağı yukar ı aynı manada anla şılabilir. Binaenaleyh<br />

Farabinin felsefesine İmamiyye Şîîliği için bir temel haz ırl ıyan<br />

felsefe gözüyle bak ılabilir. İşte bu felsefe, Farabi'yi Şîî Halep devletinde<br />

de şayan- ı hürmet yapm ıştı. Bununla beraber bunun, kendisinin<br />

hakim kanaati olup olmadığı aç ıkça bilinmiyor. Çünkü diyor ki:<br />

Eğer " İkinci ba ş" için lüzumlu vas ıflar bir adamda bulunmazsa idare,<br />

bu kaliteleri payla şan kimseler aras ında bölünür. Böylece otoriteyi<br />

paylaşan kimseler aras ında öyle insanlar vard ır ki bunlar onuncu as ır<br />

muhaddisleri ve ulemas ının karakterlerini gösterirler. Belki de Farabi,<br />

5iilik ile sünnilik aras ındaki ihtilâfı kaldırmak ve rakib temayüllerin<br />

uzayıp giden mücadelelerine son vermek istiyordu. Hilâfetteki şartlar ı<br />

ıslah etmek için felsefeden çok istifade edilmesi lüzumuna kani idi.<br />

Bu devirde belirli bir şekil almış olan yaln ız şianin İmamiyye<br />

kolu değildi. Ca'fer-i Sad ık'la oğlu İsmail aras ındaki k ızgınl ıktan<br />

sonra (muhtemelen 76o civar ı) sonuncusu, oğlu Muhammed ve diğer<br />

yard ımcıları ile beraber hilâfetin çe şitli mınt ıkalar ında idareden<br />

memnun olmıyan şah ısların meydana getirdikleri müteaddid gruplar<br />

aras ında bir Sil ihtilâli meydana getirme ğe koyuldular. Tabii<br />

hareket yer alt ında cereyan ediyordu. Böyle olmas ı, hareketin tarihinde<br />

birçok karanl ıklara (anla şılmıyan hususlara) sebeb olmu ştur.<br />

ismaililerin bir seri gizli imamlar ı vardı. Fakat İmamiyye ile mukayese<br />

edilince bunlar ın imamları nihayet mevcut idiler. Ve imamlariyle<br />

temas neticesinde bunlar, imam ın murakebesi alt ında propaganda<br />

çal ışmas ını yap ıyorlard ı. Bu hareket Irak'a, Suriye'ye, Yemen'e<br />

ve Kuzey Afrika'ya uzanm ış görünmektedir. Galiba ilk ba şarı, Kuzey<br />

Afrika'da elde edildi. Bilinen şey, Fat ınal Devletinin, gog da Tunus'ta<br />

Ismail'in torunu oldu ğunu iddia eden bir adam ın hükmü alt ında<br />

kurulduğudur. Bu devlet, g6g da M ısır' ı zaptetti ve yeni paytaht Kahire<br />

yap ıldı (inşa edildi). Bu meyanda bununla yak ından ilgili bir ha-<br />

59


eket vard ır: Karamita (Karmatiler), Arabistan' ın doğu k ıyısı<br />

Bahreyn'de yar ı müstakil bir prenslik kurdular. 95o tarihinden biraz<br />

sonraya kadar olan İsmaili akidesi hakk ında az şey bilindiğinden bu,<br />

sonraki bir fasla b ırakılabilir.<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

Bernard Lewis, The Origins of Ismailism, Cambridge, 194o;<br />

birçok karanl ık meseleleri ayd ınlatır ve genellikle kabule şayand ır.<br />

W. Ivanow, The Rise of the Fatimids, London, 1942; Lewis'ten<br />

farkl ı olarak metinleri ve tercümeleri verir.<br />

W. Montgomery Watt, The R4fidites : öncel bir tetkik, (Oriens,<br />

1962).<br />

60


FASIL 7<br />

Mu'tezile<br />

On dokuzuncu asr ın son yarısında Avrupal ı ara şt ırıc ılar, Mu'tezilenin<br />

baz ı görü şlerine hayran kalm ışlar ve Mu'tezileyi büyük sempati<br />

ile tetkik etmi şlerdi. Onlar hakk ında malûmat veren Zürih'li<br />

Heinrich Steiner, 1865 de bas ılmış bir eserinde Mu'tezileden "Islâm ın<br />

hür dü şünürleri" diye bahsetmi ştir. Bu zamanda Avrupa'da sonradan<br />

hakim olan felsefi teolojiye de ğer verilmezdi. Mu'tezile irade<br />

hürriyeti ve insan mesuliyetinin mümessilleri oldular. Di ğer taraftan<br />

onlar fikren ondokuzuncu asr ın hür davran ışlar ını tatbik etmi şlerdi.<br />

Eğer Mu'tezile olmasayd ı, E ş'ari ve benzerleri gibi k ılı k ırk yaran<br />

kuru âlimlerin elinde islâm ın, Avrupa'l ıya çok monoton geleceği<br />

zannedilmi şti. Elde edilen daha derin malûmat neticesinde anla şıldı<br />

ki Mu'tezileye ait bu fikir tamamen gayr ı sarihtir. Onlar sadece belirli<br />

bir doktrini temsil eden müslümanlar idiler. Hür dü şünürler değillerdi.<br />

Eğer baz ı noktalarda müsamahakâr olup görü şlerinde hür<br />

dü şünceli kimseler olsalard ı dokuzuncu as ır ba şlarındaki ac ı mihna<br />

olaylarına amil olmaz, bundan uzak kal ırlard ı. Aynı zamanda onlar ın,<br />

diğer din mensuplar ına kar şı islâmın müdafi'leri olduklar ı da malûmdur.<br />

Onlar zamanlar ının siyasi olaylar ına da kar ış t ır ılmışlardı. Fakat<br />

onların davran ışlar ının ne olduğu henüz bilinmemektedir.<br />

İslam akaidini Yunan felsefi fikirlerine dayanarak münaka şa<br />

eden, felsefeyi, dine ilk sokanlar Mu'teziledir. Onlar şu noktada filozoflardan<br />

ayr ılırlar ki görünü şte El-Kindi de bunlara yak ın bir kanaate<br />

sahiptir. Islam do ğmas ın ı tafsilâtiyle kabul ederler. Asl ında Mu'tezile<br />

oldukça geni ş tutulmu ştu ve bütün doğmatik meseleleri felsefi<br />

yönden münaka şa eden kimseleri içine alm ış görünmektedir. Fakat<br />

goo civarında bu isim, felsefi metotlar ı kullanma yan ında Mu'tezile'-<br />

nin beş doğmatik prensibini kabul edenlere inhisar etti. Bu suretle<br />

D ırar ibn Amr'a (ki 790 veya daha erken tarihten 8 ı o tarihine kadar<br />

faaliyette idi), bazan Mu'tezile denilmi ştir. Onun Ebu'l-Huzeyl-<br />

61


den önce Basra'da felsefi teolojinin ba ş mümessili olduğu söylenir.<br />

Aristo'nun cevher ve araz teorisine tenkid yazacak kadar Yunanl ılar<br />

hakk ında malinnata sahipti.' Mu'tezilenin "insan irade hürriyeti"<br />

genel doktrinini kabul etmediğinden dolayı nihayet dokuzuncu asr ın<br />

sonundan önce Mu'tezile tarafından reddedilmi şti. Belki bu kovulu ş-<br />

tan ve sonraki teologlardan hiçbiri onun görü şlerini benimsemediğinden<br />

dolayı hayat ı ve doktrinleri hakk ında çok az malümat kaydedilmiştir.<br />

(Baz ı bak ımlardan o, Eş'ari'nin selefi say ılır.)<br />

Mu'tezile dini görü şünün esas kurucular ı dört ki şidir: Basra'da<br />

Muammer (yahut Ma'mer), Ebu'l-Huzeyl, Nazzam, Ba ğdad'da Bi şr<br />

ibn al-Mu'temir. Bunlar ın ölüm tarihleri 83o, 841 (yahut daha geç),<br />

846 ve 825 olarak verilir. Fakat bunlar ın ba şlıca faaliyet zamanlar ını<br />

gösterme hususunda bu tarihlere pek itimadedilmez. Ebu'l-Huzeyl,<br />

Mes'udi tarafından tasvir edilen a şk üzerine söylenen sözler kolleksiyonunda<br />

mevcudoldu ğu için 803 den önce kâfi derecede biliniyordu.<br />

Bişr'in ise Ş ii sempatizan ı olduğu için Harun ar-Ra şid devri (786-<br />

8o9) nde hapsedildi ği söylenir. Keza onun, Ma'mer'in talebesi oldu ğu<br />

da söylenir. Bundan dolay ı Mu'tezile münaka şaları 800 den önce ba ş-<br />

lamış görünüyor. Önemli geli şme ancak Me'mun'un hükümdarl ık<br />

devrinin son s ıralar ında vukubulmu ştur. Şuras ı hat ırda tutulmal ıdır<br />

ki Me'munun Bağdad'da halife olarak bulundu ğu 8og dan, 819 a<br />

kadar olan devir, çok s ıkıntıl ı bir devirdi. Buna ra ğmen biz, teolojinin<br />

kötü bir şekilde müteessir oldu ğunu söyliyemeyiz.<br />

Mu'tezilenin bu kurucu babalar ın ın mufassal görü şleri hakk ında<br />

herhangi bir şey söylemeden önce bu teolojinin fışkırmas ına tekaddüm<br />

eden olaya bir atfı nazar etmek iyi olacakt ır. "Mu'tezile" isminin menşe'ine<br />

dair s ık sık tekrar edilen hikaye, onu al-Hasan al-Basri'nin<br />

halkas ında geçen bir münaka şaya bağlar. Bir defa büyük günah i şliyenin<br />

mü'min olduğunu söyliyen Mürcie ile büyük günah i şliyenin<br />

kâfir oldu ğunu iddia eden Hawaricin ço ğunluğu aras ındaki münakaşa<br />

üzerinde Hasan Basri'nin görü şü sorulmuştu. Daha Hasan cevap<br />

vermezden önce bir adam onun sözünü keserek büyük günah i şliyenin<br />

"orta bir noktada" oldu ğunu iddia etti. Bu adam yani Vas ıl ibn<br />

Ata, sonra halkadan çekildi ve Hasan: "O bizden ayr ıldı" dedi.<br />

Bundan sonra ona ve grupuna Mu'tezile denildi. Maalesef bu, Mu'tezilenin<br />

men şeine ait verilen tek bilgi de ğildir. Ayn ı hikaye Hasan' ın<br />

talebesi Katâde ve di ğer bir adam Amr ibn Ubeyd için de söylenir.<br />

1 Bak: Montgemery Watt, Free Will and Predestination, 104-6; Fihrist için bak: Ze<br />

itschrift der deutschen morgenlandischen Gesellschaft, XC (1936, 315, 317 (Fück) and I.<br />

R.A. Miscellany, I (1948), London, 1949, 33 (Arberry); L. Massignon, Essai 2, 167<br />

62


Bu sonuncu adam ekseriya Mu'tezilenin kurucusu olarak tercih edilir.<br />

Kelimenin ba şka manalar ı da vard ır. Kaad'leri ve sava ştan uzak<br />

kalan diğer tarafs ızları ifade etmek için de kullan ıl ır. Fakat hiçbir<br />

durumda Vas ıl yahut Amr'in, büyük Mu'tezililerin ay ırdedici vechesi<br />

olan Yunan felsefi görü şlerine herhangi bir alâkalar ı olduğuna<br />

dair gösterilecek hiçbir delil yoktur. Onlar en çok "al-manzila beyna'l-manzilatayn"<br />

ve benzeri görü şlerin öncüleri olabilirler.<br />

Mu'tezilenin siyasi tutumu hakk ında İsviçre'li ara şt ır ıc ı H.S.<br />

Nyberg tarafından ileri sürülen bir fikir, ne o kadar şayan- ı kabul<br />

ve ne de hemen reddedilecek mahiyettedir 2. O fikir şudur: Emevi<br />

devri sonunda Vas ıl ve taraftarlar ı bilfiil Abbasilerin hakimiyeti<br />

için çal ışıyorlar& Ve gerçekten Vas ıl' ın teolojisi ve Mu'tezile'nin<br />

esas ı Abbasilerin resmi teolojisi idi. Genel mahiyetteki ba şlıca faraziyelerden<br />

ayr ı olarak bu hipotezin ba şl ıca kayna ğı, özel memurlar ı<br />

ta şraya gönderme hakk ında baz ı esrarengiz şiirlerden ibaret bulunmaktad<br />

ır. Bu hipoteze kar şı delil de, hipotezin, Bi şr ibn al-Mu'temir'-<br />

in hapsi ve Vas ıl teolojisinin Abbasilerin askeri lideri Ebu Müslim'le<br />

olan affikas ın ın ne olduğu gibi mevzular ı aç ıklamadaki ba şarısızl ığıdır.<br />

Maamafih en ciddi tenkid şudur. Bu hipotez d ış görünü şe göre<br />

Mu'tezilenin köklerine, men şe'lerine dair bilgileri kabul etmek ister.<br />

Halbuki bu hususta söylenenlerin, sonradan uydurulmu ş olduğunu<br />

dü şündürecek deliller vard ır.' Mu'tezilenin menşe'lerine dair mevsuk<br />

olmıyan umumi mal6mat temeli üzerine a şağıdaki gibi baz ı görü şler<br />

de ileri sürülebilir. Mu'tezilenin İslâm naslar ını Yunan felsefi fikirlerine<br />

mezceden özel görü şleri, dokuzuncu asr ın sonlar ına doğru Basra'daki<br />

münaka şalarda mevcud idi. Tabii kar şıt fikirler de vard ı. Yunan felsefesini<br />

kullanma ğa uğra şan kimseleri suçl ıyan sözler aras ında onlar ın,<br />

Cahm denen bir adam ı takibeden kimseler olduklar ı söylenirdi. Cahmin,<br />

neden bu kadar kötü bir nam sahibi oldu ğu belli de ğil. Belli olan<br />

şudur ki sünnilerin son önemli mezhebi Hanbeliyye, "Cahmi" terimini<br />

teolojide rasyonel (ak ılcı) metoda ba şvurmak suretiyle geni ş<br />

anlamda Mu'tezili say ılanlar için kullanırdı. Be ş prensibi kabul edenler,<br />

bu töhmetten uzak kalmak için ced diye ileri sürebilecekleri daha<br />

şöhretli birini arad ılar. Kendisine atfedilen ve daima mevsuk olan<br />

şiirlerden ö ğrendiğimize göre Bi şr ibn al-Mu'temir, Amr ibn Ubeyd'in<br />

muakkibi oldu ğunu iddia etmi şti. Diğerleri Vas ıl ibn Ata'y ı tercih<br />

2 El' de ve di ğer yerlerde ç ıkan makale: Mutazila.<br />

3 Montgomery Watt, Political Attitudes.<br />

63


ettiler. Bu fark Mu'tezile aras ında bulunan baz ı doktrin ayr ılıklarını<br />

gösterir. Siyasi davran ış bak ımından dokuzuncu as ır Mu'tezilesinin<br />

Amr ve Vas ıl'a yakın oldukları doğrudur. Nihayet Vas ıl' ın, iyi bir<br />

baş figür olduğu zannedildiği, yahut da Mu'tezililerin ço ğunluğu<br />

onun görü şlerini benimsedikleri için Vas ıl, Mu'tezilili ğin as ıl kurucusu<br />

kabul edilmi ştir.<br />

Bu politik davranış hakk ında bir şey söylenebilir mi E ğer Ümeyye<br />

devri bir yana b ırakılırsa görü şleri hakk ında az çok bir şeyler bilinen<br />

Ebu'l-Huzeyl ve ça ğdaşları üzerinde dikkat toplanabilir. Me'mun<br />

devrinin sonlar ına doğru, ba ş kad ılık veya ba ş hakimlik dahil olmak<br />

üzere idarede önemli mevkilerin Mu'tezile taraftarlar ına verilmiş olduğu<br />

da bilinmektedir. Yine bu zamanda her vilâyette bulunan ba şlıca memurlardan,<br />

Kur'an' ın mahlük olduğu akidesini umumi bir inanç<br />

haline getirmeleri talebedilmi ş, bu konuda mihna (i şkence) veya<br />

istintak (kovu şturma) ba şlamıştır. -Bu doktrin, bir Mutezile doktrinidir.<br />

Tabii bu, sadece dini bir mesele de ğildi; hükümet mu'tedil<br />

Şiilerin teveccühünü kazanarak siyasi i şlerine daha geni ş bir destek<br />

bulmağa uğra şıyordu. 849 da al-Mütevekkil'in emriyle bütün bu siyasi<br />

hareket istikametinin terk edilmesi, belki de bidayette hükümetin,<br />

umduğu ölçüde bir destek bulamad ığını gösterir. Bundan sonra Mu'-<br />

tezile art ık siyasi önemini kaybetti.<br />

Onların nüfuzlar ının en geçerli oldu ğu s ıralardaki siyasi davranışları<br />

; kar şıt alakalar ı, görü şleri uzla ştırıp denkle ştirmek suretiyle<br />

mevcut rejimin desteğini genişletmeği istihdaf ettiği şeklinde tasvir<br />

edilebilir. Onlar ın halifelerle olan ittifaklar ı da bunu gösterir. Zira<br />

böyle bir İslam İmparatorluğunu idare edenin, daima böyle bi -L/ hedefi<br />

olmas ı lâz ımgelir. Z ıd hırıstiyan partileri aras ındaki gerginlikleri<br />

teolojik bir uzla şt ırma ile kald ırmak isteyen Bizans imparatorlar ının<br />

te şebbüsleri de buna şahiddir. Sünnilerle Şiiler yahut muhafazakârlar<br />

ve otokratlar aras ındaki ihtilâf s ıras ında Mu'tezilenin al-Manzila<br />

Bayna'l-Mazilatayan esas doktrini biraz uzla ştırma siyaseti olarak ileri<br />

sürülmü ştür. Onlar ın iki tarafı da memnun edecek görü şleri vard ı :<br />

Kur'an' ın mahlük olduğu görü şleri Şiileri memnun etmek ve k ısmen<br />

ulema sınıfının mevkiini temelinden çürütmek için ve Alryi sadece<br />

mu'tedil bir (halife) olarak tan ıma görü şleri de sünnileri memnun<br />

etmek için ileri sörülmü ştü. T ıpk ı Bizansl ılar aras ınaki benzeri uzla ş-<br />

tırmalar gibi, bu da hemen fiyasko verdi. Şiiler reddettiler, çünkü<br />

Ali'nin hilâfete saraheten varis oldu ğu kabul edilmemi şti. Sünniler<br />

de bundan memnun olmad ılar, çünkü Kur'an' ın mahlük olduğu<br />

64


akidesi, cemiyetin İslami ve ilahi cemiyet olma karakterinden ayr ılmağa<br />

doğru ilk ad ım görülmü ştü.<br />

Mu'tezilenin be ş prensibinden ilki "Birlik", yahut "Birli ği ikrar<br />

(tawhid)" idi. Çünkü Arapçada tevhid kelimesi dil bak ımından bir<br />

yapmak manas ını ifade eder. Bu kelime, onlar için sadece Allah' ın<br />

bir olduğu iddiasından ve birçok ilâhlar olmad ığını ileri sürmekten<br />

daha çok şey ifade ediyordu. Müslümanlar "Allah' ın doksan dokuz<br />

güzel ismi" oldu ğunu söylerlerdi. Bu isimlerin ço ğu Kur'an'da zikredilir<br />

Bunlardan yedisi teologlar taraf ından özel itina gördü: İlim<br />

(yahut Omniscient), kudret (yahut Almighty), irade, hayat, Sem',<br />

basar, kelâm. Baz ı kelamc ılar Allah' ın bu isimlere göre baz ı sıfatlar ı<br />

olduğunu benimsediler. İlim, kudret, irade vs. Bu fikir, Mu'tezileye,<br />

ilahi birliğin mahiyetine yahut Zat-i İlahiyyeye üreme unsuru sokmak<br />

gibi geldi. Onlar "Bilrikte" ısrar ederek şunu ileri sürüyorlard ı<br />

ki bu s ıfatların müstakil yahut hypostatic (zati) bir varl ığı yoktur.<br />

Fakat bunlar Allah' ın birliğinde birleşmişlerdir. Böylece Allah bildi<br />

derken kendisinden ayr ı bir bilgi ile bilmiş değil demektir.<br />

S ıfailara ait bu münaka şan ın, Kur'an hakk ındaki münaka şaların<br />

dışında geliştiği anlaşılmaktad ır. Bunlar 75o den önce ba şlamış olabilir.<br />

Fakat çok muhtemeldir ki Kur'an yaln ız o asr ın sonlar ına doğru<br />

meydana gelen genç bir münaka şa mevzuu oldu. Bütün müslümanlar<br />

daima hem Kur'an' ın Allah kelâmı olduğuna hem de onun zamanda<br />

muayyen bir noktada zuhur etmi ş olduğuna yani Muhammed<br />

(A.) e vahyedildi ği zamanda zuhur etti ğine inanmışlard ır. Neden<br />

birinin kalkıp da Kur'an' ın yarat ıldığı, yahut yaratılmadığı hakkında<br />

ısrar etmek istedi ği belli değildir. Şüphesiz mesele yine Kur'an' ın Allah<br />

kelâmı olup olmadığı hakkındaki statüsüne vard ığı için ameli yönden<br />

daha başka meseleleri de içine al ıyordu. Bunlar zaten Me'mun<br />

tarafindan ba şlat ılan "kovu şturma" hakk ında söylenmi ş olan sözlerde<br />

gösterilmektedir. Kur'an statüsünü azaltmak için yap ılan bu hükümet<br />

te şebbüsü, "O Allah kelâm ıd ır, binaenaleyh ezelidir şeklindeki ısrarla<br />

karşılanmış" olmalıd ır. Buna karşılık "O, zamanda bir noktada<br />

göründüğünden dolayı yarat ılmıştır" cevab ı verilebilir. Her iki taraf<br />

üzerinde yap ılan münakaşalar büyük incelikle geli şti. Ve münaka şaya<br />

kar ışan mevzular ın dizisi daima geni şledi.<br />

Yap ılan münaka şalar ın baz ı misalleri ayd ınlatıc ı olacakt ır. Bir<br />

Kur'an ayetinde (43.3 /2) Biz onu Arapça Kur'an yapt ık (Ca'alnahu)"<br />

sözü şöyle münaka şa edilmişti: Yapma yaratma manas ını ihtiva<br />

eder. Al ınan diğer ayetler Kur'an' ın ba şka bir şeyden sonra gönde-<br />

65


ilmiş olduğunu göstermek içindi. Mesela "Biz sana önce geçenlerin<br />

haberlerini söyliyece ğiz." (2o/99) âyetinde haberler Kur'an' ın bir<br />

parças ı say ılmıştır. Diğer taraftan çok hünerli münaka şalardan biri,<br />

Cenab ı Hakk ın Musa'ya hitab ını ifade eden parçadan al ınmıştır.<br />

Orada Musa'ya şöyle hitabedilmişti: "Ben senin rabb ınım.". Bu şöyle<br />

münaka şa edildi: "Eğer bu konu şma yarat ılmış olsa, Musa'ya yaratılmış<br />

bir şey "Ben senin rabb ınım." demiş olacakt ır. Musa bu yaratılmış<br />

şeyi kendi rabb ı olarak kabul etti ği için şirkten dolay ı suçlu<br />

duruma dü şecektir.<br />

Ekseriya söz oyunlar ına dayanan bu çe şit münaka şalarda münakaşa<br />

daha derin meselelere götürürdü. Mu'tezile, "Kur'an' ın lafz ı"<br />

tabiri üzerinde soru sormak suretiyle Kur'an' ın, Allah' ın gayri mahlük<br />

kelâmı olduğuna inanan muhaliflerini şaşırtmağa çal ıştılar. Bir müslüman<br />

Kur'an' ı ezberden okursa tabii onun ezberden okumas ı yarat ılmamış<br />

değildir. Elbette bu şaşırtma, konu şmanın mahiyetine göredir. Gerçekten<br />

bütün münaka şan ın, kelâm ın mütekellimle olan alakas ı ile,<br />

bir şeyin yap ıc ısı yahut yarat ıcıs ı ile olan anlasi aras ındaki fark etrafında<br />

cereyan etmi ş olduğu söylenebilir. Kelam yap ılmış bir şeyin,<br />

yapman ın karakterini ifade etmesinden daha ziyade mütekellimin<br />

karakterinin ifadesidir. Gerçekten kelâm, mütekellimle beraber (ondan<br />

ayr ılmaz) bir şeydir. Halbuki yap ılmış şey, yap ıc ıs ından ayrıdır.<br />

Daha derin bir seviyede münaka şanın; ezdi olan kelarn ın, zamanda<br />

nas ıl göründüğü etrafında cereyan etti ği söylenebilir.<br />

Bu mesele Avrupal ı ara şt ırıc ılara Islam teolojisinin h ıristiyan tesiri<br />

alt ında gelişmiş olduğu fikrini veren çe şitli noktalardan biridir.' Bu<br />

durumda Allah' ın ezdi' kelimesi olmas ı bakımından Isa ile a şikar bir<br />

mukayese vard ır. Maamafih, paralel, zannedilcli ği kadar birbirine yakın<br />

değildir. Kur'an'da geçen Arapça kelime "Kelâm"d ır ki tam "konu<br />

şma" kar şılığıdır. Kur'an'da bir âyet (3.45) Isa'y ı Allah'tan bir kelime<br />

olarak ifade eder. Benzerlik bundan daha yak ın olsayd ı dahi, direkt<br />

bir tesirin olduğunu gösterecek lüzumlu bir delil say ılmazd ı. Islam teolojisi,<br />

şimdi daha içsel gerginlikler neticesinde do ğmu ş görünüyor. Böylece<br />

görülüyor ki Islam teologlar ının, h ıristiyan fikirlerini oldu ğu<br />

gibi kopye ettikleri fikri kabul edilemez. Yaln ız bu iddian ın mümkün<br />

görülen tarafı şudur: Müslümanlar baz ı h ıristiyan dü şüncelerine<br />

4 Notably C. H. Becker, Christliche Polemik und islamische Dogmenbilding,Zeitschrift<br />

für Assyriologie, XXXVI (1911), 175-95, ikinci bask ı : Islamstudien, Leipzig, 1924,<br />

I. 432-49 de. Ayn ı zamanda İngilizce bir tercüme de vard ır. Bak: H.A. Wolfson, The Muslim<br />

Attributes and the Chirstian Trinity, Harvard Theological Review, XIIX (1949), 1-18;<br />

ayn ı zamanda JAOS, IXXIX (1959), 73-80<br />

66


ınuttali olunca bunlar aras ında Islam rakiplerine kar şı kendi mevki-<br />

'erini muhafaza etmekte, kendi görü şlerini savunmakta faydal ı birtak<br />

ım maddeler buldular. Bu itt ıla iki yoldan olabilir: Birçok müslüman<br />

olmu ş h ıristiyan vard ı ki bunlar henüz tamamen h ıristiyan fikirlerini<br />

unutmam ışlard ı. Bunlardan baz ılar ı kelâmc ı olabilir. Yahut<br />

sadece kelâmc ılarla konu şmu ş olabilir. Aynı zamanda müslümanlarla<br />

h ıristiyanlar aras ında birçok dini münaka şalar ın cereyan etti ği de<br />

bilinmektedir. İşte ancak bu indirekt yoldan uygun malzeme, yahut<br />

münaka şa istikametleri temin etmek suretiyle h ıristiyanl ık ve yahut<br />

da diğer yabanc ı bir dü şünce Islam teolojisine tesir etmi ş olabilir.<br />

Fakat ilk defa insanlar ı münaka şaya sevk eden âmil, sadece Islam ın<br />

kendi içinden do ğmu ştur.<br />

Allah' ın kelâm ı hakk ındaki münaka şalardan, Allah' ın sıfatlar ı<br />

hakk ındaki münaka şalara kolay geçilir. Kur'an kadimdir diyenlerin<br />

sözleri, muhaliflerine göre sanki iki kadim (Allah ve Kur'an) vard ır<br />

demek şeklinde anla şıld ı. Bu neticeden kaçmak için onlar ın yürüdükleri<br />

yollardan biri şu idi.: Kur'an Allah' ın bilgisi, yahut bilgisinin<br />

bir parças ıdır. Muhaliflerine şöyle de diyorlard ı : "Peki Allah mevcudolup<br />

da bilgisinin namevcudolmas ı mümkün müdür E ğer O'nun<br />

bilgisinin ezeli oldu ğu teslim edilmiş olursa Kur'an' ın da ezeli oldu ğu<br />

teslim edilmi ş olur." Mu'tezile, kendilerinin ana doktrinlerinden birinin<br />

inkar ı olan bu iddiayı şu prensiple reddettiler: "Allah, kendinden<br />

ayr ı, müstakil bir bilgiye sahip de ğildir." Daha sonra Mu'tezile bu<br />

görü şü diğer s ıfatlara da tatbik ettiler.<br />

Mu'tezilenin kabul etti ği be ş prensipten ikincisi "Adl" prensibi<br />

idi. Onlar kendilerine "Ahlu't-Tawhid Wa'l-Adl" derne ği sevdiler.<br />

Adalette ısrarlar ına nazaran Mu'tezileye, Havaricin varisleri olarak<br />

bak ılabilir. Fi'liyatta bu demektir ki onlar insan ın, fiillerinden dolay ı<br />

mesuliyetine veya insan iradesinin hürriyetine inanan ve muhalifleri<br />

tarafından Kaderiyye denen "Genel dini hareket" f ırkas ın ın da varisleri<br />

olan ki şilerdi. Umumi manada irade hürriyeti dü şüncesi Mu'tezile<br />

tarafından kabul edilmi şti ve münakala şar tali meselelere yöneltilmişti.<br />

Bu alanda merkezi mesele, Allah' ın, insanlar ın akibetleriyle olan<br />

münasebetidir: -Cennet yahut cehennem- İnsan irade hürriyetini<br />

ve mesuliyetini ileri sürerek Mutezile, insan ın âkibetini kendine ba ğlı<br />

k ılmışt ır. Bu hususta onlar ın temel görü şü şu idi: Allah, vahiy ile<br />

insana cennete girmek için ne yapmak mecbutiyetinde oldu ğunu göstermi<br />

ş ve sonra o i şi yap ıp yapmamakta insan ı serbest b ırakmıştır.<br />

67


Mükâfat olarak itaatkâra cenneti, âsiye de ceza olarak cehennemi<br />

vermi ştir. Bu, bir nevi Allah' ın mükâfat veya mücazat verme ğe mecbur<br />

olduğu demektir. Maamafih bu görü şte kauşılıklar göze çarpar.<br />

Çocuklar ne olacak E ğer günah i şlemişlerse cennete gitmiyecekler<br />

mi Fakat cennete girerlerse onu itaatleriyle kaz anmad ıklarından<br />

dolayı bu, diğerlerine zulüm olmaz m ı <br />

Bu hususta üç karde şin hikâyesine müracaat etmek yanl ış olmaz.<br />

Gerçi E ş'arinin Mu'tezileden ayr ılmas ını açıklamak için hikaye olarak<br />

söylenirse de bu, daha ziyade Ba ğdad Mu'tezilesinin, Basra Mu'tezilileri<br />

tarafından nas ıl tenkidedildiğini gösterir. Üç karde ş vard ı ; biri iyi,<br />

biri kötü ve biri de çocuk iken ölmü ş idi. Birincisi cennette idi, ikincisi<br />

cehennemde, üçüncüsü Berzah (Limbo) de. Üçüncüsü itaatiyle cenneti<br />

kazanmas ına fırsat verilmeden erken öldü ğünden ötürü şikayet<br />

eder şeklinde tasvir edilmi şti. -Zira islam ın emir ve nehiyleri rü şd<br />

yaşından a şağı olan çocuklara terettübetmezdi. Binaenaleyh bu çocuk<br />

ne itaatkâr olabilir, ne de asi olabilirdi.- Buna şöyle cevap verilmi şti:<br />

Allah onu daha erken öldürdü, zira önceden biliyordu ki e ğer büyürse<br />

tamamen kötü olacakt ır. Bunun üzerine ikinci karde ş sordu ki<br />

neden o da kendisini cehenneme götüren günahlar ı işlemeden önce<br />

genç iken öldürülmedi. Tabii buna cevap yoktu. Bütün hikaye, Allah<br />

insanlar için iyi olanı yapmağa mecburdur görü şünü tutan ba şlıca<br />

Mu'tezililerin bir tenkididir. Mevzuun daha fili taraflar ı da vard ır.<br />

-Çocuklar ın ve hayvanlar ın layık ve müstahak olmad ıkları ızd ıraplan.<br />

Sonuncusu belki de Hindu brahmanlarla temas ın bir neticesi<br />

olarak öne sürülmü ştür.<br />

Beş prensinbin geri kalan üçü de Mu'tezile görü şüne bağlanmış<br />

ise de kelâmi münaka şalarda bunlar pek az görünür. Makalâtu'l-A şari'nin<br />

birinci cildinin ikinci yar ısında Mu'tezilenin ilk görü şlerine ait<br />

çe şitli fikirlerini tesbit için yetmi ş iki sahife tahsis edilmi ştir. İkinci<br />

görü şlerine bağlı fikirleri tesbit için otuz dokuz sahife aynlm ıştır.<br />

Geri kalan üç görü şlerine sadece on üç sahife ayr ılmışt ır. Üçüncü prensipleri<br />

"alwa'd Wal-Waid", yahut cennet ve cehennemdir. Münakaşa<br />

edilen kelâmi konular Mürci'e ile Havaric aras ında geçen münakaşalar<br />

hatt ındad ır. İman nedir Büyük günah ile küçük günah aras ındaki<br />

fark ve nihayet iyi ile kötü aras ındaki fark nedir Hangi çe şit<br />

adamlardan Hadisler kabul edilebilir Dördüncü prensip "al-Manzila<br />

Bayna'l-Manzilatayn" siyasi görü şüdür. Be şincisi "İyi ile emir, kötüden<br />

nehiy." al-Amru Bi'l-Ma'ruf wa'n-Nahyu Anil-Munkar"dir.<br />

Bu, aşikar olarak şeriate riayeti muhafaza etmek içindir. Esasen bu<br />

siyasidir, hatta ayaklanma da bu prensiple hakl ı gösterilebilir.<br />

68


Mu'tezili önderlerinin kendilerine has görü şlerini kâfi derecede<br />

anlamak için, onlar ın münferid görü şlerini incelemek lâz ımd ır.. Fakat<br />

buna te şebbüs etmek için şimdiki tetkikin d ışına ç ıkmak lâz ımd ır.<br />

Aç ıkça anla şılıyor ki mu'tezilenin genel görü şünü vaz'etmek için en çok<br />

çalışan Ebu'l-Huzeyl olmu ştur. Bu zat al-Allaf diye de me şhurdur ki<br />

Basra'daki Mu'tezile kelâm ının kurucusu say ıl ır. Aristo'nun cevher ve<br />

Araz nazariyesini hayli i şleyip kullanmıştır. Belki de bunu D ırar'dan<br />

almışt ı. Fakat İslam kelâm ına hakim olma ğa ba şlıyan Atom teorisine<br />

göre o, arazlara yaln ız bir tek (atomic) an için varolan şeyler nazariyle<br />

bakt ı. Ebu'l-Huzeyl'in Ayn ı zamanda Basra'da bir muakkibi de<br />

vard ı : Nazzam. Fakat herhalde çok genç de ğildi; bu zat, Yunan<br />

ilimlerinin İslami mevzulara tatbikinde ön ayak olmay ı çok arzu etti.<br />

Buna rağmen açt ığı çığırlar pek takibedilmemi şti 5 Belki biraz daha<br />

erken gelen Muammer (yahut Ma'mer) biraz daha nüfuzlu idi. Fakat<br />

o da esrarengiz kal ır.<br />

Bağdad Mu'tezilesi, kurucular ı olarak Bi şr ibn al-Mu'temir'i<br />

görürler. Ona atfedilen doktrinler aras ında "tevellud" meselesi vardır<br />

ki bir insan ın hareketlerinden ne derece mes'ul oldu ğu meselesini<br />

doğurmu ştur. Bu mes'ele ki E ş'arileri, "kesb: acquisition" doktrinini<br />

kabule sevketmi ştir. 6 Biraz sonra Ba ğdad'da şayan- ı dikkat salâhiyetli<br />

üç ki şilik bir grup meydana geldi: al- İskâfi (854) ve iki Ca'fer:<br />

Ca'fer ibn Harb (85o) ve Ca'fer ibn al-Muba şşir (848). Bunlar ın faaliyeti<br />

s ıras ında Bağdad'da Allah' ın iyi olanı yapmak mecburiyetinde<br />

olduğu akidesi yaygın hale geldi. İşte yukar ıda geçen üç çocu ğun<br />

hikâyesi bu doktrini tenkid için ileri sürülmü ştü. Bu tenkid Basra okulu<br />

içerisinde yay ılmıştı ki bu okulun ba şı dokuzuncu as ırda ya şıyan,<br />

E ş'ari'nin hocas ı al-Cubbâi (850-915) idi. Cubbâi'nin yerine o ğlu<br />

Ebu Ha şim (933) geçti. Bu zat ın Allah' ın insanlarla olan münasebetlerinde<br />

tefaddul görü şünü biraz daha anla şılır hale getirmekte rolü<br />

olduğu gibi ahval doktrini denen ilâhi s ıfatlar doktrininin ince izah ında<br />

da sorumluluğu vard ır.<br />

Mu'tezile bundan sonra bir zaman devam etti. Fakat halk aras<br />

ında takibedeni olm ıyarak sadece akademik bir teoloji okulu olarak<br />

devam etmi ştir. Hattâ kelâmc ı olarak da kendi mevzular ın ın gelişmesine<br />

önemli bir katk ıda bulunmu ş görünmüyorlar. Mu'tezile kelâmc<br />

ılar ı aras ında son önemli isim ba ş kad ı Abd al-Cebbar ( ı o65) dir.<br />

Fakat filolog ve Kur'an müfessiri olan az-Zamah şari (1144) uzak<br />

5 Bak: R.Paret, An-Nazam als Experimentator, Dre Islam, XXV (1937), 228-33<br />

( ı Bak: Es'ari Fasl ı .<br />

69


Harizm bölgesinde (Aral Denizinin güneyi) bulunan bir grupla münasebeti<br />

dolay ısiyle Mu'tezili temayüllere sahipti. Bu inhitat ın yegüne<br />

sebebi, Mu'tezilenin ana görü şünün ça ğda ş hayatla ilgisinin<br />

kesilmesi ve cemiyetin topyekûn buna kar şı koymağa karar vermesi<br />

olmu ştur. Maamafih bu inhitat, ilmi, yahut felsefi disiplinin ba ş kurucular<br />

ı olmalar ı hasabiyle Mu'tezilenin İslam fikri hayat ına yapt ığı<br />

büyük yard ımı inkâra sebebolamaz.<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

H.S. Nyberg, makaleler: Mu'tazila, al-Nazzam, El (S); ayn ı<br />

zamanda Hayyat' ın Kitabu'l- İntisar, Kahire, 1925 in Arapça bir<br />

takdimle bask ıs ı. (A.N. Nader tarafından Frans ızcaya çevrilmi ştir.<br />

Beirut, 1957). Bu eser önemli bir ana kaynakt ır.<br />

Albert N. Nader, Le System philosophique des Mu'tazila, Beirut,<br />

1956 (Arapças ı da var); tarihi geli şimini hesaba katmadan Mu'tazile<br />

teolojisini bir sistem olarak inceler.<br />

W. Montgomery Watt, The Political Attidudes of the Mu'tazilah,<br />

Journal of the Royal Asiatic Society, 1962, Yine Free Will and Predestination,<br />

1962, keza Early Discussions about the Qur'an, Muslim<br />

Wolrd, XI (195o), 27-4o, 96-1o5.<br />

70


FASIL 8<br />

Sünniliğin Güçlendirilmesi<br />

İslamda sünni görü şünün güçlendirilmesi meselesi, gerçi s ırf<br />

islam teoloji tarihine ait bir şey değilse de yine teoloji de bu hususta<br />

önemli bir temel te şkil eder. tImeyye devrinin ikinci yar ısında "genel<br />

dini hareket" denen şey şekillenmi şti. Bu hareket, ba şlıca as ıl ilgileri<br />

teoloji, yahut tasavvuf ve zühd olan kimseleri içine al ıyordu. Fakat<br />

ilginin mihrak noktas ı hukuk idi. Bu bak ımdan dini olan bu harekete,<br />

hukukun "eski okullar ı" denilebilir. Ganel dini hareketin büyük firkalan<br />

Abbasi hakimiyetini destekliyorlard ı. Abbasiler iktidara gelince<br />

kendilerine hukuk sistemi olarak Islam hukuk disiplinini seçip riayet<br />

etme ği uygun buldular. Ayn ı zamanda onlar, her biri kendi yolunu<br />

tutup furuatta di ğerlerini beğenmiyen çe şitli okulların ferdi görü şlerini<br />

bertaraf etmek istediler. Bu yüzden Abbasi hülci ımeti okullara muayyen<br />

bir birlik ve beğenme ölçüsü ta şımaları hususunda bask ı yaptı .<br />

Bu baskı neticelerinden biri Peygamberden nakledilen Hadislere özel<br />

statüler vermek istiyen harekete cesaret vermek oldu. Şimdiye kadar<br />

insanların: "Bizim okulumuzun talimi dir" demeleri normaldi.<br />

Yahut onlar, okulun, mazideki seçkin bir üyesi taraf ından söylenen<br />

bir fikre i şaret ederek okullar ımn üstünlüğünü desteklerlerdi. Bundan<br />

sonra yava ş yavaş baz ı okullar kendi talimat ını, Muhammed' (A.)in<br />

söylediği veya yapt ığı şeyler hakk ında nakledilen bir fıkraya (Hadise)<br />

dayanarak hakl ı göstermeğe çalışt ılar. Şafü (767-82o) nin hukuki<br />

prensipleri böylece hakl ı çıkarma hususundaki metodolojik eseri genellikle<br />

me şhur oldu ve bütün hukukçular kendi talimatlar ının Kur'an<br />

ve Hadise dayand ığını iddia etmeğe ba şlad ılar*<br />

(Muhammed (A.) hakk ındaki menkibelerin teknik anlam ı olan)<br />

Hadislere ilginin artmas ı, tamamen hukuki ihtiyaçlar ın bir icab ı<br />

* Ta Hz. Peygamber (S.A.V.) den beri her müctehid ictihad ını Kur'an ve Hadise<br />

dayand ırmıştır. Müellifin sand ığı gibi hukukçular bunu sonradan de ğil bidayetten itibaren<br />

yapm ışlardır Mütercim.<br />

71


değildi. Bunun gerçek biografik bir yönü vard ı Şuras ı da aç ıktır ki<br />

hukuki bir görüş meydana getirmek için Muhammed'(A.)in sözleri<br />

hafifçe de ğiştiriliyordu. Çünkü H ıristiyan Papal ığının meşhur bir rivayeti<br />

de dahil, Orta Do ğunun mevrus hikmeti (ananesi) böyledir.<br />

Bunun farkında olan İslam alimleri sahtekarl ığın önüne geçmek için<br />

tedbirler alma ğa ba şlad ılar.<br />

Temel usul olarak her Hadisin bir "isnâd", yahut sikalar zinciri<br />

tarafindan desteklenmesi, istendi. Böylece Hadis ravisi diyecekti ki:<br />

"Ben bunu A dan duydum. O da B den duydu ğunu söyledi. O da C<br />

den duydu ğunu söyledi. O da Muhammed (S.A.) bu Hadisi iradederken<br />

yan ında bulunduğunu söyledi." bu usul bilginleri sikaler zincirini<br />

havi kuvvetli bir hal tercümesi bilgisine ve biografiye olan genel<br />

ilgiye sevk etmi ş ve bu ilgi, büyük sayıda biografik llıgatlerin meydana<br />

gelmesine sebebolmu ştur. O tarihlerin, her raviye, f ıkrayı selefinden<br />

i şitmesini ve ilk ravinin de bunu işittiği Muhammede (S.A.)i<br />

görmesini ve tan ımasını (ve böylece bunun teknik bak ımdan bir<br />

sahabi olduğunu) bilmek önemlidir. Ayn ı zamanda zincirde bulunan<br />

bütün halkalar ın sağlam görüşlü olup olmad ığını da yoklamalıdır.<br />

Muhalif fırkalara mensup veya onlar ın muhibbi kimseler<br />

ravi olarak kabule şayan değillerdir. Bir zincirde onlar ın bulunmas ı,<br />

Hadisin kıymetini dü şürür. Dikkatsizli ğiyle tan ınmış ve dolayısiyle<br />

metodlarında da dikkatsiz olaca ğı muhtemel olan bir kimsenin mevcudiyeti<br />

de bir Hadisi zay ıflatır.<br />

Maalesef büyük şifahi bir kültürde bir kere yay ılan bir hikayeyi<br />

kald ırmak güçtür. Sadece onu tadil etmek, tevil etmek, yahut daha<br />

geniş bir desteğe sahibolan daha üstün kar şıt bir hikâyeyi ileri sürmek<br />

mümkün olabilir. Bundan dolay ı Hadisleri ve ravileri çe şitli derecelere<br />

ayırmak adet olmu ştur. Hadisler zayıf yahut değersiz olarak tasvir<br />

edilebilirdi ama do ğrudan doğruya sahte olduklar ı söylenmezdi*<br />

Şüphesiz en önemli Hadisler "Sahih" Hadislerdi. Dokuzuncu asr ın<br />

ortas ında fıkhi gayelerle, bu çe şit kolleksiyonlar meydana getirildi.<br />

En mühim mecmua Buhari (870) ve Müslim (870) inkilerdir. Diğerleri<br />

biraz farkl ı planlarla tertibedilmi şlerdir. Baz ı ilave ve fikralar<br />

vermi ş oldukları gibi bazan farkl ı isnadlarla ayn ı fıkrayı vermişlerdir.<br />

1 Montgomery Watt, The Condemnation of the Jews of Banû Qurayzah, Muslim<br />

World XIII (1952), 160-71; "The Materials used by Ibn Ishaq", Arabic, Persian and<br />

Turkish Historiography'de, London, 1962.<br />

* Bu fikir tamamen yanl ıştır, Islâm Ulemas ı Hadislerin sahtelerini ay ıklam ışlar ve<br />

bunlar ı sahte Hadis kitaplar ında toplam ışlard ır.<br />

72


Tedricen (muhtemelen k ırk yıl içinde yap ılmış olan) iki mezk'ür eser<br />

ve zikredilmeyen diğer dört kitap, mi'yar olarak tan ınmağa ba şlandı .<br />

Avrupa'l ı ve Amerika'l ı ara ştırıc ıların ortaçağ müslüman Hadis<br />

münekkidleri, tarihi bak ımdan sahih olmıyan Hadisleri sahih kabul<br />

etmişlerdir şeklindeki iddia ve ısrarlar ı dokuZuncu as ır hadisçilerinin<br />

müsbet ba şarısına gölge dü şürmüştür. Bu ba şarı, Sünniliği takviye<br />

başarısiydi. Bu zamana kadar Muhammed (S.A.) in gerçek sözlerini<br />

tağyir etmek yahut yenilerini icadetmek ve yaymak mümkündü.<br />

Belirli bir kaideye göre Hadis kabulü usulünün geli şmesiyle ayn ı<br />

vüs'atte Hadis yay ımı artık mümkün olmadı. Filvaki Hadisler icadedilebilirdi<br />

fakat onlar ın kabule şayan olmas ı ve cemiyet hayat ında<br />

yap ılacak tebdilât ı hakl ı göstermek için kullan ılması art ık kolay değildi.<br />

Böylece Hadis usulünün te şekkülünden hemen önceki zaman,<br />

Islamın klasik çağı oldu. Şartlar değiştikçe sonraki nesillerin dönüp<br />

kendilerini uydurduklar ı örnek ça ğı. Zira müslümanlar kendilerini<br />

o çağa uydurmakla görünü şte Muhammed (A.) in örne ğini izliyorlardi.<br />

Gerçekte ise dokuzuncu as ır başlarının, Muhammed (A.) in şahsiyyeti<br />

hakkındaki kanaatlerini ve dolay ısiyle dokuzuncu as ır ba şlar<br />

ının değerlerini takibediyorlard ı .<br />

Sahih Hadis ölçüsünü yerle ştirmeğe diğer perspektiflerden de<br />

bak ılmalıdır Evvela bu meselede Şiilik ile sünnilik aras ındaki mücadele<br />

var. Sünniliğin, dini ve siyasi davran ışı, şimdi bu birbirini desekliyen<br />

kuvvetli doktrinle de takviye edilmi ş ve rakibine kar şı kuvvetlenmişti.<br />

al-Mutevekkil (847-61) in ilk zamanlar ındaki<br />

sünniliğin kuvvetlenmesiyle s ıkı s ıkıya bağlıydı. Belki de Mütevekkil,<br />

bu değişikliğin ne sIadece bir sebebi ve ne de bir neticesi 'de ğildi,<br />

fakat bununla çok daha kar ışık bir ilgisi vard ı: Kanunun formasyonu<br />

(te şkili), hilafetteki sünni ulema s ınıfının nüfuzu tarihine aittir. Belirli<br />

bir konunun ilminin varl ığı, ihtisas ı kuvvetlendirdi. Bu suretle kimin<br />

bu disiplinde salabiyetli, kimin yetersiz oldu ğunu söylemek kolayla ş-<br />

tı. Bu kuralın mevcudiyeti, uleman ın, belki de hükûmetten gelen<br />

yersiz bask ıya mukavemet etmesini kolayla ştırdı. Kur'an' ın halkı<br />

meselesi yüzünden uleman ın nüfuzu zay ıflamıştı. Burada zikredilen<br />

iki görüşe cemiyetin bütünü için kazanç nazariyle bak ılabilir. Fakat<br />

bilhassa değişen ahvale uydurulma imkan ımn azlığı dolayısiyle boşluklarla<br />

doludur.<br />

Sahih Hadis usulü, Hadisçi cereyan ın kuvvetlenmesinin bir i şaretidir.<br />

Muhaddisler özel olarak Hadis derleme, nakletme ve rivayet<br />

işiyle uğra şan ilk ve en önde giden mütehass ıslardı. Hadis tetkiki<br />

73


gittikçe daha artarak hukuk tetkikinin yan ında ilmi bir disiplin haline<br />

geldi. Hadisçiler aras ında da çe şitli görü şlerde olanlar vard ı. Fakat<br />

85o den önceki şekil devrinde Hadisçiler Hadis sahas ında pek o kadar<br />

mütehass ıs şah ıslar olarak gerçek bir doktrin aç ısından çal ışan kimseler<br />

değillerdi* "Gmeyye devrinin "genel dini hareketinde" büyüyen<br />

Hadisçi hareketin d ışında birçok farkl ı görü şler benimsenmişti. Irade<br />

hürriyetini benimsiyenler oldu ğu gibi Mürci'enin (ki büyük günah<br />

i şliyen yine cemiyette kal ır tezinde idi) görü şünü benimsiyenler de<br />

vard ı. Hadisçiler aras ında birkaç ı da bu görü şe meyletmi şlerdi. Maamafih<br />

tedricen Hadisçi cereyan ı irade hürriyeti (kaderiye) ve mürci'e<br />

görü şlerinin müfrit taraflar ını red ile sünniliğin büyük doktrinini<br />

te şkile yöneldi. İlk zamanlarda Hadisçiler aras ında Şfiliğe meyledenler<br />

vard ı. Fakat dokuzuncu as ırda Şiilerin Ali'nin Muhammed (A.)<br />

tarafından kendi yerine tayin edilmi ş olduğunda ısrar etmeleri,<br />

onları sahabenin çoğunu ravi olarak şayan ı itimad kabul etmiyen<br />

ve otorite zincirinde ekseriya Şii imamlarından birini ihtiva eden<br />

kendi Hadis doktrinlerini kurma ğa zorlad ı. Bu suretle Hadisçi hareketler,<br />

yaln ız sahih Hadis usulünü meydana ç ıkarmakla kalmam ış, fakat<br />

Sünni doğmas ının geniş hatlar ını da meydana getirmi ştir.<br />

Hakk ında çok şey i şitilmi ş olan bir do ğma, Kur'an' ın mahlük<br />

olmayıp ezdi oldu ğu inancıdır. Bu hususta Mu'tezile hakk ında malûmat<br />

verirken kâfi derecede izahat verilmi şti. burada yaln ız bunun<br />

Hadisçi cereyanla olan münasebetine bakmak kal ıyor. Me'mun devri<br />

(813-33) nin snnuna do ğru "Sorgu" ba şladığı ve memurlar ın aleni<br />

olarak Kur'an' ın yarat ılmış olduğunu benimsediklerini ilân etmeleri<br />

talebedildiği zaman Muhaddislerin ço ğu celbedilip bunu kabul etmeğe<br />

davet edilmi şlerdi. Bunu reddedenler aras ında Ahmed ibn Hanbel<br />

(78o-855) vard ı. Bu yüzden 833 den 835 e kadar iki y ıl hapsedildi<br />

; sonra serbest b ırak ıld ı. 842 den sonra va'zetmesine konan yasa ğın<br />

kald ırıldığı görülmektedir. Fakat bir te şebbüs hariç, konferans vermekten<br />

kaç ınmışt ır. Belki de hayat ının tehlikede oldu ğunu bildiği<br />

için bundan vazgeçmi ştir. al-Mutevekkil zaman ında sünnilik tekrar<br />

rağbet bulunca art ık o herhangi faal bir harekette bulunam ıyacak<br />

kadar ihtiyard ı. Ahmed ibn Hanbel tarafindan Kur'an' ın yarat ılma-<br />

* Müellif yamlmaktad ır. Çünkü Hadisin s ıhhati ta sahabe devrinden itibaren ele<br />

al ınm ış bir meseledir. Hadis üzerinde tenkidler Hz. Ömer gibi ileri görü şlü bilgin sahabiler<br />

tarafından yap ılmış ve baz ı sahabiler bizzat Hadisi yaz ı ile tesbit etmi şlerdir. Nitekim Ebu<br />

Hüreyre'nin Hemmam ibn Münebbih tarafından yaz ılan sahifesi, Ilâhiyat Fakültesi tarafından<br />

basılmıştır. Gerek Goldziher gerekse Montgomery Watt Hadis hakk ındaki bu fikirlerinde<br />

tamamen isabetsiz hüküm vermi ş oluyorlar. Mütercim.<br />

74


mış olduğu hususunda ileri sürülen nokta-i nazar ın, hükümet siyasetinin<br />

değişmesinde bir rolü oldu ğunu ileri sürmek için bir sebep yoktur.<br />

Bu, değişiklik daha ziyade Bağdad'da halk oyunun hakimiyetini gösterebilir.<br />

Bununla beraber İbn Hanbel'in görü şü, Hadisçi cereyan içerisinde<br />

bu konudaki itinan ın odağını te şkil eder. Öyle ki Hadisçi hareketin<br />

muhafazakâr kanad ı denebilecek önemli mezhep, Hanbeli adiyle<br />

bilinmeğe ba şladı .<br />

"Muhafazakâr" tabiri burada, dini hareket içerisinde onlarca<br />

y ıl devam eden ve as ırlarca ba şka şekillerde sürüp giden korkunç münaka<br />

şan ın taraflar ından birini ifade etmek için kullan ılmıştır. Bu,<br />

metot hakk ında bir münaka şa idi ve hem hukuka hem de kelâma raci<br />

idi. Ebu Hanife'nin fıkhi mezhebinin salikleri olan Hanefiler, "ak ıl<br />

veyahut mü şterek his" denebilecek şeyi kullanmak ve analoji yoliyle<br />

bu durumdan az farkl ı olan ba şka bir duruma geçmek (k ıyas)<br />

hususunu kullanma ğa taraftar olmakla dikkati çekmi şlerdi. Ayn ı<br />

zamanda baz ı Hanefiler Mu'tezileye muvazi olarak akidevi mevzularda<br />

da ak ıl yürütme metodunu kullanma ğa meyletmi şlerdi. Bu hususta<br />

me şhur olan bir adam Bi şr ibn Ğiyas al-Marisi (833) dir. Fakat<br />

k ıyas meselesinden ayr ı olarak o, sünnilerin ço ğunluğu tarafindan<br />

reddedilmi ş olan baz ı doğmatik görü şleri de (Kur'an' ın halkı gibi)<br />

benimsemi şti. Bundan dolayı Hanefiler aras ında bunun çok az taraftarı<br />

vard ı .<br />

Maamafih bütün Hanefilerin teolojide rasyonel bir usul benimsedikleri<br />

dü şünülmemelidir. Di ğer sünnilerle ayn ı yolda giden mer<br />

kezi bir zümre vard ı ki bunlar sünni doğmatik görü şünü i şliyorlard ı .<br />

Bu geli şmenin çe şitli sahneleri, Wensinck'in The Muslim Creeds<br />

adl ı eserinde müellif tarafından tercüme edilen "Hanefi akidelerinde"<br />

tasvir edilir Onun bu akideleri aç ıklamas ı, bunlar ın Hadislerle<br />

nas ıl ilgili olduklarını göstermektedir. "Onun F ıkh- ı Ekber I" dediği<br />

basittir ve Ebu Hanife (767) nin kendi eseri olmal ıdır. "Ebu Hanifenin<br />

testamen (Vasiyyetnames)i" Kur'an' ın gayri mahlük olduğu inancını<br />

ve diğer Mu'tezileye kar şı akideleri ihtiva eder. Bundan dolay ı<br />

82o-849 civar ında yaz ılmış olmas ı lâz ımgelir. "Fıkh- ı Ekber II"<br />

Allah' ın s ıfatlarından bahseden bir makaleyi ihtiva etmektedir. Ve<br />

900-95o civar ında meydana getirilmi şe benzemektedir. Tahavi'nin<br />

akaidi (850-933) (vasiyetname) den daha muhafazakârd ır ve 89o-<br />

9 ı o tarihleri aras ında yaz ılmış olmalıdır. Teolojik münaka şalara kar şıt<br />

olan bir makalesi vard ır. Diğer taraftan "F ıkh- ı Ekber II" de söylenenler,<br />

onu, önce geçen baz ı münaka şalara benzer yapmaktad ır.<br />

75


Bütün bunlar, Hanefiler aras ında iki metodun geçerli olduğuna<br />

delildir. Birisi nass ın incelenmesidir ve esas sünni do ğmatik<br />

görü şünün önemli k ısmı bu metodla incelenmi ştir. Dikkat edilmelidir<br />

ki bu Hanefi inançlar ı içerisinde benzerler oldu ğu gibi aralar ında çok<br />

az farklar da vard ır. Mesela E ş'ari'nin inanc ı şöyle tasvir edilmektedir:<br />

Eş'ari, iman ın art ıp eksileceğine kanidir. Hanefiler ise bunu reddederler.<br />

Bu farklar, E ş'arinin çok kelâmi olan formülleriyle Matüridi okulları<br />

aras ındaki farklara benzemez de ğildir. İkinci metod ise, münakaşada<br />

rasyonel metodun kullan ılmas ını te şmil metodudur. Fakat bunun<br />

ne hakk ında varidoldu ğu konusunda tafsilat bilinmemektedir. E ş'ari'-<br />

ye paralel olarak Hanefi akaid imam ı da 944 de Semerkand'de vefat<br />

eden Matüridi'dir. Önemine ve ismini ta şıyan bir okulun mevcudiyetine<br />

ra ğmen bu zat ın kendisi yahut hemen selefleri hakk ında fazla<br />

bir şey bilinmemektedir. Kalan kitaplar ın unvanlar ı, onun muasır<br />

Mu'tezileye hücum etti ğini göstermektedir.<br />

Aynı zamanda Hanefiler aras ında Mu'tezileye ve diğerlerine kar şı<br />

sünni görü şünü müdafaaya kendini hasreden ba şka teologlar grubu<br />

da gelmi ştir. Bunların kurucusu İbnu Kerram (869) idi. Taraftarlar ı ,<br />

Horasan sünnileri aras ında ayr ı bir fırka veya grup olarak iki üç as ır<br />

devam ettiler. Kerramileri saran çe şitli olaylar, tarihçiler tarafından<br />

kaydedilmiştir. Ama teolojik eserleri muhafaza edilmedi ği için firka<br />

yazarlar ının eserlerinde bulunan malâmat ın yanında onlar ın teolojik<br />

görü şleri hakkında çok az şey bilinmektedir. Baz ı Kerramiler sufi<br />

olarak gösterilmi ştir. Ama belki de mistik eserlerle alakal ı tarihi materyelleri<br />

iyi yoklamak, daha derin bir anlay ışa götürecektir.<br />

Bu grupun mevcudiyeti, felsefi kelâma do ğru olan hareketin yaygın<br />

olduğunu gösterir.<br />

Fıkhi mezheplerle teolojik (kelâm) okullar ı aras ındaki münasebet<br />

fark edilebilir. Dört büyük sünni mezhep Hanefi, Maliki, Safii<br />

ve Hanbeli mezhepleridir ki bunlar baz ı küçük mes'elelerde biribirinden<br />

farkl ı görü şlere sahibolmalar ına rağmen hepsi de ayni derecede<br />

sahih ve sağlamdırlar. Mezhep (rite) tabiri, okul (school) tabirine<br />

tercih edilir Zira sadece fikri de ğil, ameli mevzular ı da içine al ır.<br />

Her sünni, dört mezhepten birine mensuptur. Mahkemelerde men-<br />

2 Massignon, Essai2 260-72, 318 f. Keza C.E.Bosworth, The Rise of the Karramiya<br />

in Khurasan, Muslim World, (1960), 5-14. Bir Hanafi, Muhammed ibn al-Yaman as-Samarkandi,<br />

belki de Maturidi ile görü şmü ştür. Bu zat Kerramilere bir reddiye yazm ıştır<br />

al-Cawahirul-Mudia, II. 144, vs.). ismin Karâm veya Kiram oldu ğu hakk ında biraz münakaşa<br />

vard ır.<br />

76


subolduğu mezhebe göre hükmedilir Neden bir mezhebin salikleri<br />

itikadi bir mezhebi kabul etmelidirler meselesinin mantiki bir sebebi<br />

yoktur. Abbasi devrinde Hanefilerin Maturidi olmak; Maliki ve şafillerin<br />

E ş'ari olmak temayülü vard ı. Kerramiler gibi baz ı istisnalar<br />

haris. Hanbelilere göre f ıkhi mezheple kelâmi okul aras ında tam bir<br />

aynılık vardır. Belki de bu, onlar ın kelâmda rasyonel metodu reddetmelerinden<br />

ileri gelmektedir. Muhakkak ki bu meselede muhafazakâr<br />

görü şü benimsiyen en me şhur kimse Ahmed ibn Hanbel idi. Fakat<br />

onun akidevi mevzularda rasyonel ve felsefi münaka şayı reddedi şi,<br />

sadece karart ıc ı (taassub eseri) de ğildi, yahut Mu'tezilenin fikir seviyesine<br />

yükselmemekten ileri gelmiyordu. Birkaç as ır sonra seçkin bir<br />

Hanbeli olan İbnu Teymiyye "Sistematik mant ıkç ılara reddiye" yazd ı<br />

ki bu konudaki tam meharetini gösterdi. Bu, Hanbeli görü şünün bu<br />

alanda Kur'an ve Hadislerin konkre ve zahiri diline mübrem ihtiyacın<br />

olduğu anlay ışiyle ilgili olarak bu konuda en ufak akli âmillerden<br />

dahi teyakkuz halinde bulunmak lâz ımgeldiği esas ı üzerine kurulmu ş<br />

bulunduğunu görterir. Ak ıl, muntazam bir sistem ister. Ahmed ibn<br />

Hanbel düşündü ki dini gerçek bu suretle sistemle ştirilemez. Hadisçiler<br />

aras ında baz ı antropon-lorfistler vard ı. Ahmed ibn Hanbel Mu'tezileye<br />

kar şı koyduğu gibi bunlara da kar şı koydu. O israr etti ki Kur'-<br />

an' ın antropomorfich (insana benzeten) ifadeleri "Onlar ın manaları<br />

keyfiyetlerinin saraheten ifadesi s ışında (bilâkeyf) edebi olarak<br />

(Nas ıl olduğu bilinmeden)" anla şılmal ıdır 3 İbnu Hanbel'in bu konudaki<br />

dü şüncesinin kuvvetliliği, onun Mu'tezileye kendi münakaşa<br />

metodlariyle cevap verme ğe te şebbüs eden bir taraftan (mensubu)<br />

ile münasebetlerini kesmesiyle ölçülebilir.<br />

Dokuzuncu asr ın sonu ve onuncu asr ın başı, sufiliğin yahut tasavvufun<br />

ilerleme zaman ıdır ve bu, kelâma kar şı baz ı tepkileri havidir.<br />

Sufilerin do ğmatik bir görü şe malik oldukları ve çeşitli noktalarda<br />

genel kelâm okullar ından birini yahut diğerini tercih ettikleri muhakkaktır.<br />

Louis Massignon'un Sufi al-Hallac (922)a dair eserinde uzun<br />

bir bölüm, onun doğmatik görü şlerine ayr ılmıştır. Burada da aç ıkça<br />

görülmektedir ki ana kelâm okullar ını cevap verme ğe sevkedecek<br />

derecede sünni kelâm ına aykırı bir tasavvufi kelâm dü şüncesi yoktur.<br />

Massigon, (i o i 3) nin zaman ından itibaren ba şlıyan Mu'-<br />

tezileyi müdafaa münaka şasının, al-Hallac' ın iddialar ı üzerine ortaya<br />

atıldığın ı ileri sürer. Doğmatik kelâm okulu olma ğa en yak ın gelen<br />

3 Buna benzer bir şey, daha önce Malik ibn Enes (795) taraf ından da ileri sürülmü ş-<br />

tü. Bak: a ş-Şahrastani, Milal, 65, (1. 125); vs.<br />

77


sufi grupu Sâlimiyye'dir ki bunlar goo den k ısa bir zaman önce vücut<br />

bulmuştur. Ve iki yüz elli seneye yak ın bir zaman devam etmi ştir.<br />

Goldziher ve Massignon'un bunlar üzerindeki çal ışmalar ına rağmen,<br />

bunlar yine de bir parça karanl ıkta kalmışlard ır. Bilinmiyen taraflarından<br />

biri, bunlar ın yalnız Hanbeliler aras ında tenkidedilmiş<br />

olduklar ıdır. 4<br />

BIBLIYOGRAFYA<br />

(Ayrıl zamanda dördüncü bölümün bibliyografyas ına bak)<br />

W.M. Patton, Ahmed ibn Hanbel and the Mihna, Leidne, 1897;<br />

Margaret SMITH, An Early Mystic of Baghdad, London, 1935; J.<br />

VAN Ess, Die Gedankenwelt des Harit-al-Muhasibi, Bonn, 1961.<br />

Her ikisi de Ahmed ibn Hanbel'in bir arkada şına ve tasavvufa amen<br />

olarak meyleden ilk şahsa temas eder.<br />

James Robson, An Introduction to the Science of Tradition..., London,<br />

1953; Müslüman ara ştırıc ılar tarafından takibedilen tenkid usulleri<br />

hakk ında bir fikir veren Arapça bir eserin terciimesi.<br />

16 Bak: I. Goldziher, Die Dogmatische Partei der Sâlimijja, Zeitschrift der deutschen<br />

morgenladischen Gesellschaft, IXI (1907), 73-80; L. Massignon, makale (Salimiya, El' ve<br />

Essai2, 294-300<br />

78


FASIL 9<br />

E ş'ari<br />

Sünni görü şlerini rasyonel (akli) metodla müdafaaya do ğru olan<br />

cereyan-Matüridi hakk ında kafi mallımat olmadığından - al-E ş'ari<br />

Ebu'l-Hasan Ali ibn Ismail'in sünniliğe geçmesiyle dönüm noktas ına<br />

var ır. Es'ari Basra'da 873 de do ğdu. Orada Mu'tezilenin reisi al-<br />

Cubbai'de okudu. Seçkin bir talebe olan E ş'ari, bazan hocas ımn<br />

yerine bakard ı, Hocas ının halefi olaca ğı söylenirdi. Diğer taraftan<br />

Cubbarnin çok zeki bir o ğlu, Ebu Haşim vard ı. Ebu Haşim CubbaTnin<br />

yerine geçti. İşte bununla E ş'ari aras ındaki rekabet E ş'arrnin,<br />

hocas ının ölümü (915) nden k ısa bir zaman önce 912 de Mu'tezileden<br />

ayr ılışına yard ım eden bir sebep idi. Bu ihtidamn müsbet<br />

tarafı, sünni doğmunun Hanbeli şekliyle kabulü idi. E ş'ari, hayat ının<br />

geri kalan k ısmında kendisini bu görü şün savunmas ına hasretti. 935<br />

de öldü.<br />

Değişikliğin teolojik sebebi, baz ı kaynaklarda yukar ıda geçtiği<br />

üzre üç çocuğun hikâyesi tarz ında ileri sürülür. Bu konunun en do ğru<br />

manas ı, insanlar ın kaderleri üzerinde çe şitli akli görü şler yürütme<br />

teşebbüslerinin Basra mu'tezilileri aras ında memnuniyetsizliği artt ırdığı<br />

şeklinde anla şılmalıdır. Hocas ırun düşünce istikametinde biraz<br />

daha ilerliyen E ş'ari şu neticeye varm ışti ki vahiy, insana rehber ololmakta<br />

ak ıldan üstündür ve kendisini, vahyi bu şekilde anlayıp bu<br />

manayı yerle ştirmeğe çal ışanlara katt ı. Bu çal ışmalarda o, kendini<br />

Ahmed ibn Hanbel'in muakkibi görür.<br />

Teolojik sebebin yan ı sıra E ş'ari, Mu'tezile görü şünün çağda ş<br />

durumla alakas ı kalmadığı için de Mu'tezile görü şünden ho şlanmamıştı.<br />

Yukar ıda Mu'tezilenin, esasen Şii ile sünni aras ındaki çeki şmeyi<br />

barıştırmak için bir uzla ştırma te şebbüsü olduğuna i şaret edilmi ş-<br />

ti. Hükümet, dokuzuncu asr ın ortalar ında böyle bir uzla şt ırma temelinden<br />

ayr ıldı ve belirli bir şekilde sünnilerden yana oldu. Müte-<br />

79


akip yar ım as ırda sünniliğin takviyesi ba şarıldı. Aynı zamanda raliziliğin<br />

müphemliği, Ş illiğin daha ziyade belirli olan İmamiyye şekline<br />

inkılabetti. Böylece g ı 2 de hem sünnilik ve hem de Şiilikte bir sertle ş-<br />

me oldu. Ak ıllı müdekkiklerce aç ık olarak bilinmelidir ki Mu'tezilenin<br />

uzla ştırma yoliyle herhangibir şeyin ba şarılmas ı ümitleri süratla inhitat<br />

ediyordu. Filhakika Mu'tezile, zamanlar ın bask ı ve gerginliklerinden<br />

uzak bir fil dişi kulesine çekilmiş akademik mütekellimler<br />

grupu oldu. Bunu ba şka tabirle söyliyecek olursak onlar ın uğraştıklar<br />

ı Yunan fikirlari filozoflar için kafi derecede Yunani de ğildi. Hatta<br />

bazan kütleler tarafindan makbul dini anlay ıştan çok uzak kalm ışt<br />

ı. Sünniliğin kuvvetlenmesi şunu ifade eder: Büyük bir halk kütlesi,<br />

oldukça belirli birtak ım doğmalar ı kabul etmişti. Art ık Mu'tezile<br />

doktrinleri gibi bu do ğmalardan hayli uzak olan doktrinlerin geniş<br />

bir kabul görmesine ümid yoktu.<br />

Bu vaziyetin, E ş'ari'nin ihtidas ında rol oynad ığı muhakkakt ır.<br />

Ama o kendisi bu şekilde dü şünmüş değildir. Bunlar ona şuur altından<br />

tesir etmi ştir. Onun ihtidas ımn gerçek sebebini psikolojik durum<br />

larda aramak laz ımd ır. Onun sünni akidesine olan meylinin şuur<br />

altından geldiği anlaşılmaktad ır. Mahfuz kay ıtlar, onun bir seri ru'yalarından<br />

bahsederler. Baz ı Varyantlar ı bertaraf edilecek olursa onların<br />

sahih olmamalar ı için bir sebebp yoktur. Bunlar modern psikolojinin<br />

ışığı altında tetkik edilince E ş'ari'nin, şuur altiyle olan münasebeti<br />

meydana ç ıkar. Ramazan ay ında vukubulan bu ru'yalarda<br />

Peygamber Muhammed (A.) E ş'arrye üç defa görünmü ştü. İlk seferinde<br />

mütekellime, kendisinden gelen şeyleri yani Hadisleri desteklemesini<br />

emretti. E ş'ari, Mu'tezilenin akli metodlar ından höz şnutsuzluk<br />

duydu, bundan sonra Hadislere döndü. Fakat onlar ın manalar<br />

ını Mu'tezile metoduna göre anlama ğa kendini kapt ırmıştı. Peygamber<br />

birkaç gün sonra tekrar göründü ğü zaman kendisinden gelen<br />

kesin emre nas ıl olduğu gibi itaat edilmesi gerekti ğini emretti. Hikâyenin<br />

ba şka bir fıkras ında E ş'arrnin ilk defa Muhammed (A.) i ru'yada<br />

görmek, şefaat ve Cennette Allah' ı görmek hakk ındaki Hadislere<br />

çal ıştığı ifade edilir Zira tecrübesinin gerçekli ğinden şüphe etmi şti.<br />

Ayn ı zamanda E ş'arl'nin Muhammed (A.) e kendisinin Allah' ı gözlerle<br />

görmekten şüphe ettiğini, çünkü bunun akla ayk ırı olduğunu<br />

söylediği eve "Hadislerin şüphe ta şımadığı ancak akli münaka şalarda<br />

şüphenin bulunaca ğı" cevab ını aldığı da kaydedilmektedir.<br />

Bütün rivayetlerde kayddedildi ğine göre ikinci ru'yadan sonra o,<br />

rasyonel metodu tamamen terk etti ve kendini tamamen Hadis ve<br />

tefsir üzerinde tetkiklere verdi. Birkaç gün sonra Peygamber (A.) ona<br />

80


üçüncü defa göründü ve tekrar kendi emirlerinin nas ıl takibedildiğini<br />

sordu. Aldığı cevaptan pek memnun kalmamıştı ki şöyle dedi: "Ben<br />

sana akli münakaşaları b ırakmam söylemedim, fakat sahih Hadisleri<br />

destekleme ği söyledim." Bu kanaat temeli üzerine E ş'ari, vahyin<br />

akılla desteklenmesi şeklinde ifade edilebilecek olan yeni teolojik görüşünü<br />

meydana getirdi. Şüphesiz bu, fevkalade bir ak ıl ister. Böyle<br />

bir davran ış, Basra Mu'tezilesi aras ında rasyonel fikirlerin yetersizliğini<br />

gittikçe anl ıyan baz ı kimselerin davran ış istikametine uygundu.<br />

Çalışma mevzuu olarak seçilen Hadisler, bu görü şle ilgili konulara<br />

dokunur. Peygamberin günal ıkarlara şefaati, mutlak adaletin bir cilvesiydi.<br />

Ahiret gününde Allah' ı gözlerle görmek de dünyada Allah' ı<br />

kavramaktan aciz kalan akli yetilerimizin tamamlay ıcıs ıyd ı .<br />

Eş'arrnin eserlerinin tercümelerine bakan okuyucu onlarda ilk vehlede<br />

herhangibir rasyonel metodun izlerine rastliyanuyacakt ır. Onlar,<br />

en çok Kur'an ayetlerinden ve Hadislerden ç ıkan bahislerden ibarettir.<br />

Koyu Hanbeli olan yazarlar ın eserleri bile göstermektedir ki E ş'ari<br />

hakikaten bu konular ı büyük bir vukufla münaka şa etmi ştir. Müşahede<br />

yahut genel bilgi görü şleri, ya da müslümanlar ın icma' ı vaki<br />

olan hususlar üzerine yapt ığı inand ırıcı beyanlar da ba şka. Zahiren<br />

aklî metoda kar şı tepki duymu ş olmasına rağmen E ş'ari, yine de rasyonel<br />

deliller ileri sürdü ve bu küçük maya, çabucak Islam teolojisine<br />

yayıldı .<br />

Eş'arrnin Mu'tezileden farkl ı olan görü şleri dört ba şlık altında<br />

toplanabilir. Bu, ayn ı zamanda onun, Ahmed ibn Hanbel'e olan yak ınlığını<br />

da gösterecektir. Bir defa o, Kur'an gayri mahlüktur ve Allah' ın<br />

kelâmıdır, Allah' ın diğer s ıfatlar ı gibi ezelidir ve bir bak ıma da zatından<br />

ayrıdır, der. Onun bu konuda Ahmed ibn Hanbel'in doktrinine<br />

herhangi şayanı dikkat bir şey ilave ettiği görünmüyor. Buna<br />

rağmen izahlar ında büyük bir incelik vard ır. Ikinci görü ş olan<br />

Kur'an'daki antropomorfik ifadeler için de ayn ı şey söylenebilir.<br />

Mu'tezile mesela benimsemi şti ki Kur'an nerede Allah' ın elinden<br />

bahsederse bunun manas ı, onun lütuf ve merhameti demektir. Bu,<br />

Arapçada el kelimesinin mecazi manalar ı tarafından da desteklenebilir.<br />

Ingilizcede "lend a hand" sözüyle mukayese edilebilir. Böyle noktalarda<br />

E ş'arli Mu'tezileye kar şı koydu ve böyle Kur'an cümlelerinin<br />

"Nas ıl olduğunu ara ştırmadan" doğrudan doğruya oldu ğu gibi kabul<br />

edilmesi gerektiğinde ısrar etti. Çünkü görü şü, Eş'arrnin oldu ğu gibi<br />

alınmas ı ve mecazi olarak yorumlanmamas ı icabettiğinde ısrar ettiği<br />

eschatological (uhrevI) konulara aittir. En çok münaka şa, Cennette<br />

81


Mü'minin Allah' ı görmesi meselesine hasredilmi şti. Mu'tezilenin<br />

temayülü, bunun Allah' ı kalblerinde bilecekleri manas ına geldiği<br />

idi. (Kalb bilgi merkezi olarak al ınmıştır). Fakat E ş'ari kuvvetle iddia<br />

etti ki: "Rablar ına bakarak" ibaresi, yaln ız normal manadaki görmeği<br />

ifade eder. Şüphesiz o, bu görmeği "mahiyyeti bilinmez" şeklinde<br />

anlad ı ve Allah'a mümasele, mü şareke bulunan herhangibir s ıfat<br />

atfetme ği reddetti.<br />

Dördüncü görü ş olan Mu'tezilenin irade hürriyetini red meselesi,<br />

daha mufassal yaz ılabilir. İnsana aidolan esrarl ı (acquisition kesb, iktisab)<br />

görü şü vard ır. Şu formül yaygındı : Allah insanın amellerini yarat<br />

ır ve insan onlar ı "kazan ır". E ş'ari'nin kesb meselesine davet ettiği<br />

söylenir. Öyle ki muakkibleri tarafından bu mesele o kadar kat ı bir<br />

hale gelmi ştir ki "Eş'arrnin kesbinden daha mu ğlak" sözü mesel olmu ş-<br />

tur. Maamafih bunun E ş'ari'den bir as ır önce Basra'da Ebu'l-Huzeyl'in<br />

selefi olan D ırar ibn 'Amr tarafından kullan ıldığı anlaşılmaktad<br />

ır. Filhakika E ş'ari "Kesb" terimleri alt ında çe şitli mevzular ı<br />

münaka şa etmi ş olmas ına rağmen bu fikre özel bir ilgi göstermi şe benzemiyor.<br />

Allah' ın her şeye kadir oldu ğu ciddiyetle kabul edilen yerde<br />

kesb, insanın ameliyle olan münasebetini gösteren uygun bir isim olarak<br />

iyi anla şılır. Bu, insanı gerçekten amelinden mes'ul tutma ğa yetecek<br />

kadar bir münasebettir. Ingilizcede appropriation (almak, mal<br />

etmek) kelimesi daha iyi anla şılabilir ama acquisition kelimesi Arapça<br />

olan kesb kelimesinin normal anlam ına daha yak ınd ır.<br />

Eğer modern okuyucu ,yaratma i şine tesir eden bütün faktörleri<br />

nazar ı itibare al ırsa "Allah tarafından yaratma ve insan taraf ından<br />

kazanma" formülünü daha iyi anlar. Bu faktörler, fizik ve kimya kanunlarına<br />

tabi olarak failin vücuduna ait şeyleri ihtiva eder. Bir<br />

oku atmak, insan ın ayakta durma, yahut diz çökme kebiliyetini ve<br />

kolunun adalelerini germe kabiliyetini içine ald ığı gibi ok, hava ve<br />

hedefmaddelerinin normal durumunu da kapsar. Yer çekimi ve ışık<br />

da bunda rol oynal. Müslümanlar ın gözlerinde bütün bunlar yarat ıcı<br />

Allah' ın yetki ve kudretine dahildir. Amelde insan ın payı yahut kesbi<br />

geri kalan şeydir. Hattâ modern ilim nokta-i nazar ından da insan<br />

kendini ku şatan objelerden yahut kuvvetlerden hiçbirini var edemez.<br />

Fakat günlük hayatta bunlar ı kendine bah şedilnıiş bulur. Bütün bun-<br />

1 Bak: Motgomery Watt, The Origin of the Islam ıc Doctrin of Acquisition, Journal<br />

of the Royal Asiatic Society, 1943, 234-47; Earlyy Islam (XXII. sayfa) de E ş'ari hakkında<br />

çıkan Free Will and Predestination unvanl ı makalenin bir bölümünde Eş'arrnin yukar ıdaki<br />

izah, işlenmiştir.<br />

82


lar insan ın hareketinde insana aidoirmyarak bir tarafa b ırakı ırsa<br />

insan için geri kalan içsel karar cidden az bir şeydir.<br />

E ş'ari'nin zamanında münaka şa sahas ı genişledi ve şimdi öne<br />

sürülen konulardan biri de insan ın bir fi'li i şleme kuvvet veya kapasitesi<br />

oldu. Baz ısı insan ın fiziki kuvvetini dü şündü. Fakat ekseriyet,<br />

kırıtik meselenin irade (ihtiyar) hakk ında olduğunu söyledi. Irade,<br />

fi'le ba şlama kuvveti.Mu'tezile, bir fi'li isteme kuvveti, o fi'li yahut<br />

onun z ıddını yapma ğı isteme kuvvetidir (yani bir emre uymak, yahut<br />

uyınamak) ve bu isteme kuvveti (kendi atomcu fikirlerine göre) hareketten<br />

önceki anda mevcuttur, kanaatinde idi. E ş'ari bunu reddet<br />

ti. Bunun bir alternatifini ileri sürdü. Fi'le istitaa (kudret), yaln ız<br />

bir fi'li yapma kudretidir, kar şıt ını değil. Ve bu yaln ız işleme s ıras ında<br />

mevcudolur. Ne önce, ne de sonra (yine atomcu fikirlere göre).<br />

İlâveten fiil Allah tarafindan yarat ılm ıştır. Bu, insana çok az bir hareket<br />

sahas ı verir. Öyle ki art ık insan ın fi'li ba şlattığı zor söylenebilir.<br />

Çünkü o, kendi i şini yapmaktan ziyade Allah onun vas ıtasiyle onun<br />

yaptığını yapmaktad ır. Sayan' hayrettir ki E ş'ariliğin Maturidiler gibi<br />

Sünni tenkitçileri bile buna "Cebir Doktrini" demi şlerdir. Fakat<br />

E ş'ari insana k ıyamet gününde mükâfat veya mücazat görebilecek<br />

kadar mesuliyet verdi ğini sanmışt ır. İnsan, Bütün ikiz fiilleri yapmak<br />

isterken o, kendinde yap ılmış olanı (takdir edilmi ş olanı) i şleri ve kendi<br />

faaliyetini tali bir dereceye b ırak ır. Gariptir ki E ş'ari doktrini ilk bakışta<br />

Pauline'in fikrinden çok uzak de ğildir: "Kendi kurtulu şun için<br />

korku ve ürperti ile çal ış ; zira hem isteme (irade) yi hem de yapmay ı<br />

sende yapan Allah't ır." (Philipians, 2. i2 f). Hem isteme (irade),<br />

hem de istediğini yapma, Allah' ın yapt ığı (yaratt ığı) şeylerdir.<br />

E ş'ari'nin ilk ilgi duydu ğu şey, Allah' ın her şeye kadir oldu ğu<br />

inanc ını muhafaza etmektir. Kendisine göre bu, yeni olan bir şeydir<br />

ve eski Arap görü şünden pek ayr ıdır. Bu mesele Allah' ın Kazâ ve<br />

Kaderine aittir. Allah' ın kötüyü yaratma meselesinin güçlüklerine<br />

kar şı E ş'ari'nin verdi ği cevaplarda baz ı derin manalar ve incelikler<br />

vard ır. Allah her şeye kadir oldu ğu için bütün kötü olanlar ın da yaratıc<br />

ıs ıd ır. Fakat E ş'ari şunda ısrar etti ki yaratma fi'linin Allah ile münasebeti,<br />

bu fi'lin Allah'a bir s ıfat olmas ı manas ında anla şılmamalıdır.<br />

Binaenaleyh Allah kötü ile vas ıflanıp zalim olmaz. Bu, Allah' ın mahltikat<br />

ından birinde hareketi yaratmas ımn ayrıldın Allah zalim değildir,<br />

çünkü bu hareketi yaratma hareket olarak tasvir edilir Ayn ı<br />

zamanda E ş'ari, insan ın istiyerek yaptığı baz ı kötü i şler veya<br />

sonunda kötüye dönen i şlerden dolay ı yine de zalim diye vais ıflanmadığı<br />

haller oldu ğunu söyler ve bunlardan örnekler verir. Meselâ:<br />

83


Kur'an' ın Yusuf k ıssas ında, Yusuf efendisinin han ımın ın dileklerini<br />

tekrar tekrar reddetti ği zaman kad ın onu zindanla tehdidetti. Yusuf<br />

şöyle dua etti: "Rabbim, zindan ı bunların çağırdığı şeye tercih ederim."<br />

Allah'a ibadette ve günahtan kaç ınmakta bu derece cehdetmek<br />

suretiyle Yusuf, bir bak ıma kendi mahkümiyetini istemi ş oldu. Halbuki<br />

bu mahlduniyet adaletsiz ve bundan dolay ı da kötü idi. Böylece o,<br />

kötü olan birtak ım vaziyetlere dikar oldu. Ama bu yüzden günahkâr<br />

olmadı. Gerçek netice şudur ki insan iradesinin münasebeti fiziki<br />

çözümlerle anla şılamaz. E ş'ari tabii onu böyle formüle etmez fakat<br />

onun sözleri şu neticeyi ihtiva eder ki Allah için kötü veya ahmak<br />

olmadan kötüyü yaratmak veya ahmakl ığı irade etmek mümkündür.<br />

Bunlar, E ş'ari'nin görü ş ve münaka şalar ından baz ılarıdır. Onun<br />

eseri, Helenizmin ilk dalgas ının geri çekilmesini i şaretler. Yunan düşüncesi,<br />

büyük bir ihtirasla çok kültürlü küçük bir müslüman firkas ı<br />

tarafından devam ettirildi. Hasseten sünniligin olu şumundan nefret<br />

eden kimseler, kendilerini tamamen Yunan felsefesinde anla şılan ve<br />

islam dinine çok cüz'i bir görev b ırakan akl ın rehberliğine verdiler.<br />

Mu'tezile ve diğerleri tarafından yap ılan daha önemli bir te şebbüs<br />

de islâm nassiyle Yunan fikir ak ın= mezcetme hareketi idi. Ilk heyecanlar,<br />

Yunan dü şüncesinin geli şmesine büyük yard ımlar etmi şse<br />

de Yunan dü şüncesi de müslümanlar aras ındaki fikir seviyesini yükseltmiştir.<br />

E ş'arrnin hizmeti, Islam sünni do ğmalarırun biriyle uzla şmadan<br />

temel unsurlar ından çoğunu Yunan dü şüncesinden alan cereyam<br />

ayırmaktı. Böylece islam, kendini tan ıtmağa başlıyan Helenizmin<br />

ilk dalgas ından kurtuldu. Fakat baz ı deği şikliklere uğrad ı. Bu değişiklikler<br />

yaln ız sathi mi idi, yoksa nüveye tesir edecek derecede nihai<br />

noktaya gelmi ş miydi Bu mesele belki cevapland ır ılamaz ama ak ılda<br />

tutmağa değer.<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

R.C. McCarthy, The Theology of al-Ash'arî, Beirut, 1953. Baz ı<br />

önemli eserlerin tercümesi, notlarla ve önemli metinlerle birlikte.<br />

Walter C. Klein, s Al-Ibânah, New Haven, 1940; takdim<br />

ve notlarla beraber bir eserin tercümesidir, Yukar ıdakinden daha<br />

az önemlidir. William Thomson tarafindan The Muslim World'da<br />

gözden geçirilmi ştir. XXXII (1942), 242-60.<br />

Joseph Schacht, Studia Islamica, I. 23-42 de ç ıkan "New<br />

Sources for the History of Muhammedan Theology" adl ı makale,<br />

Maturidi'den de bahseder.<br />

W. Montgomery, Watt, The Origin of the Islamic Doctrine of<br />

Acquisition, Journal of the Royal Asiatic Society, 1943, 234-47. Keza<br />

Free Will and Predestination, 135-64.<br />

84


Bölüm III.<br />

HELENİZM İN İKINCI DALGASI


HELENİZMİN IKINCI DALGASI<br />

95o — 1258<br />

TARIHI GELI ŞIM<br />

Siyasi bak ımdan 95o den 1258 e kadar olan zaman kar ışıklık<br />

ve parçalanma devirlerinden biridir. Abbasi halifeleri, kuvvetlerinin<br />

çoğunu kaybetmişler ve birbirleriyle geçinmiyen birtak ım eyaletlerin<br />

sadece resmi ba şlar ı olmak durumuna gelmi şlerdi. Hattâ halifenin<br />

ismi otoritesi dahi her zaman tan ınmış değildi. 969 da Fat ımi hanedanı<br />

Mıs ır'da kendi paytaht ı olan yeni şehir Kahire'de hükümranl ığını<br />

kurdu. Islam dünyas ımn Asya k ısımlarına ismaili Şiîliği tavsiye eden<br />

(va'zeden) ve mevcut rejimleri y ıkmayı hedef tutan dailer gönderilmişti.<br />

945 den itibaren Ba ğdad ve halifenin bizzat kendisi Şii olan<br />

Büveyhi sultanlar ının kontrolüne geçti. Şiilik resmen nüfuzda görünmesine<br />

rağmen sünnilik, umum halk aras ında daha derin kökle şmişti.<br />

Hükümetlerin yapma ğa muktedir olduklar ı bu gibi bask ıların halk<br />

üzerinde pek az tesiri vard ır.<br />

On ikinci as ır, sünniliğin siyasi bir canlanmas ına sahne oldu.<br />

Gazneli Mahmud (998-1 o3o) tarafindan önemli bir devlet kuruldu<br />

ve onun halefleri ilkin Iran'da, sonra Transoxiana (Maveraünnehir),<br />

Ortaasya ve Kuzey bat ı Hindistan'da bu devleti devam ettirdiler.<br />

Türk as ıllı olan Mahmud kendisini sünnili ğin bir şampiyonu ve halifenin<br />

bir müeyyidi yerine koydu. Biraz zaman sonra bir ba şka Türk<br />

hanedan ı, Gaznelilerin kuzey ve bat ı hakimiyetlerini y ıkt ı. Takriben<br />

o55 de Bağdad' ı zaptederek bir zaman için hükümranl ığı çok zayıflamış<br />

olan Büveyhileri ortadan kald ırdı. Bu hanedan Selçuklular idi.<br />

Bunlar ın hükmü aşağı yukar ı bir as ır hesabedilebilir. Bu devrin son<br />

yarısında onlar, ilk yar ısından çok daha zay ıf idiler. Onlar da halifeyi<br />

te'yid ve sünnili ğin takviyesi için çok çal ıştılar.<br />

87


İşte bu s ırada idi ki Avrupa'dan gelen Haçl ılar I o98 de Antak 7<br />

ı zaptederek togg da Kudüs'te göründüler. Haçl ılar bir buçuk ya'y<br />

asra yak ın bir zaman Suriye ve Filistin'de bir üs elde tutmalar ına rağ -<br />

men, bu, müslümanlara göre bir tesadüf eserinden ba şka bir şey değildi.<br />

İslam dünyas ının bu k ısmındaki kuvvetlerin parçalanm ış olması,<br />

onlar ın böyle muvaffak olmalar ına imkân vermi şti. Haçl ılar, bütün<br />

İslam kuvvetlerinin ancak alt ıda biri kadard ı. Haçl ılarla olan mücadele<br />

d ışında M ısır'da Fahmi sülâlesinin k ırılmas ı ve onlar ın yerine<br />

Salahu'd-Din riyasetinde Eyyubilerin hakimiyeti geldi. Salahu'd-<br />

Din (116g-1193) de devrin Sünni olan önemli bir ba şka soyundan<br />

idi.<br />

Devrin sonuna do ğru Moğol ak ınlar ı her şeyi bombard ıman ından<br />

(y ıkmas ından) daha az korkunç olm ıyan bir seri hadiseler getirdi.<br />

Bunlar hakimiyetini geni ş bir bölgeye yayan Cengiz Han ( ı ı 77-1227)<br />

ın kumandas ında Asya bozk ırlarından geldiler. 1258 de Mo ğol kumandan<br />

ı Hülâgû ortado ğuda Bağdad' ı zaptetti. Abbasi halifelerinin<br />

sonuncusunu öldürdü. Mo ğollar burada bir devlet kurmad ılar, fakat<br />

Memlüklerin idaresinde olan M ıs ır hariç, arkalar ında birçok kar ışıklık<br />

b ırakarak hemen Ortaasya'ya çekildiler.<br />

88


FASIL io<br />

Felsefenin Çiçek Açmas ı<br />

Felsefe, onuncu as ırda küçük gruplar aras ında i şlenmeğe devam<br />

etti. Mevzuun müslüman tetkikçileri, islâm ın müteass ıp mensuplar ı<br />

olmaktan uzak idiler. Felsefi münaka şalarda ve hattâ ö ğretim işinde<br />

müslüman ve h ırıstiyanlar ın ayn ı terimler üzerinde mü ştereken çalışt<br />

ıklar ı mü şahede edilmektedir. Tabii felsefenin t ıbba bağlanmas ı<br />

temayülü vard ı. Onuncu asr ın sonuna doğru Bağ'dad'da bir coterie)<br />

(dostlar grubu)yi i şitiyoruz ki Ebu Süleyman al-Mant ıki (mant ıkç ı)<br />

as-Sicistani (öl. iboi den sonra) n ın evinde cereyan etmi ştir. Birçok<br />

filozoflardan ayr ı olarak Ebu Süleyman, Büveyhi saray ında elde tutulmu<br />

ş olmas ına rağmen resmi bir mevki tutmad ığı anla şılmaktad ır.<br />

Onun evinde geçen baz ı münaka şalar, genç arkada şı Ebu Hayyan<br />

at-Tawhidi tarafından zaptedilmi ştir. Ebu hayyan at-Tawhidi (öl.<br />

ro i o dan sonra) nin edebiyatta önemli bir yeri vard ır. Hayat ını Bağdad'da<br />

ve diğer illerde vezirlere veya di ğer devlet ricaline kâtiplik<br />

yaparak kazan ırd ı .°<br />

Zikredilmeğe lay ık diğer bir zat da Miskeveyh (öl. ro3o) dir.<br />

Kendisi İranl ıd ır. Ve kâtibolarak Büveyhilerin hakim ailesine ve<br />

onların vezirlerine hizmet etmi ştir. O, umumi bir tarihiyle iyi<br />

tan ınmıştır. Bu kitab ın netice k ısmı The Eclipse of the Abbaside<br />

Calipnate 2 adiyle Ingilizceye çevrilmi ştir. Kendisinin mevcut eserleri<br />

aras ında din felsefesine ait bir kitab ı, ülûhiyete, ruha ve peygamberlik<br />

meselesine dokunur. Bu, İslam fikir tarihinde önemli bir kitap de ğildir.<br />

Fakat bu eser, her şeyden önce filozof olan dü şünürlerin buna ra ğ-<br />

men nas ıl islâm dü şüncelerinden müte şekkil bir çat ıyı kabul ettiklerini<br />

1 Coterielerin (felsefe mütehass ılar grubunun), Büveyhi prensi Adudu'd-Dawla'nin<br />

Mart 983 te ölümü üzerine yapt ıklar ı münakaşa hakk ında malûmat, Abu Hayyan'dan al ınmış<br />

ve H.F. Amedroz ve D.S. Margoliouth taraf ından tercüme edilmi ştir. The Eclipse of<br />

the Abbâsid Caliphate (Oxford, 1920 ve di ğer), XI. 76-8<br />

2 Üst. nota bak.<br />

89


gösterir. Mesela bu kitab ın sonunda ruha aid felsefi bilgi terimleri içinde<br />

peygamberliğin nas ıl mümkün olduğunu izah eder.'<br />

Şüphesiz felsefi bak ımdan onun en kuvvetli eseri, Correction of<br />

Morals (Ahlaki güzelle ştirme) adl ı eseridir ki ba şlıca platonik temele<br />

dayanan tam bir ahlak sisteminin izah ıd ır. Bu kitap, Gazali ve di ğer<br />

muahher yazarlar tarafından kullan ılmışt ır.<br />

Felsefe, İslam dünyas ında müteaddit merkezlerde i şlenmiştir.<br />

İyi bir şans eseri olarak Hazer Denizinin güney k ıyısına yakın bir<br />

kasabada felsefi ilimlerde iyi yeti şmiş kimseler duymaktay ız. Yine<br />

buradan bir zat, felsefede ilk dersi, sonradan, Arapça yazan bütün<br />

filozoflar ın en büyüğü olacak olan bir çocu ğa verdi. Bu, Avicenna,<br />

yahut Abu Ali ibn Sinâ (98o— ı 037) idi. Esasen Iranl ı soydan görünmekle<br />

beraber Türk kan ı da ta şıyordu. Buhara'da yeti şti, fıkıh tahsilinden<br />

önce Kur'an' ı ve Arap edebiyat ını ezberlemeğe ba şlad ı. Mezk'ür<br />

seyyah alim kendisini Aristo mant ığı ile tan ıştırd ığı zaman o,<br />

sadece on dört ya şında idi. Bu zat, bu çocu ğu, konuyu hocas ından<br />

daha iyi kavrar görünce hayret etmi şti. Bilgiye kar şı büyük bir ihtiras<br />

susuzluğu duyan İbni Sina sonra ele geçirebildi ği bütün ilmi ve<br />

felsefi kitaplar ı yuttu. T ıbb ı, görünü şe göre kendi kendine öğrendi.<br />

Teorik olarak o derece mevzuu kavrad ı ki ameli olarak çal ışan tabibler<br />

t ıbbi kitaplarını onun rehberliği alt ında okumağa ba şlad ılar. Bu<br />

mal0mat ı aldığımız bizzat müellif tarafından yaz ılmış hal tercümesi<br />

parças ından öğrendiğimize göre bütün bunlar, henüz kendisi on yedi<br />

ya şına girmden önce vukubulmu ştu. Aynı zamanda tecrübe de yapt ı<br />

ve hastalar ı tedavi ederek t ıbbi bilgisini art ırd ı .<br />

Bu tetkik yolunda kendisine s ıkınt ı veren tek mevzu metafizik<br />

idi. O, Aristo metafizi ğini kırk defa okudu ğunu ve metni kafaya ald<br />

ığın ı (ezberledi ğini) bu kitaptan hayrete dü ştüğü s ırada Farabi tarafından<br />

yaz ılmış ve kendisine bütün izahat ı veren küçük bir kitaba<br />

tesadüf etmek şans ına ula şarak meseleyi kavrad ığını söyler. Bu fıkra<br />

şunu gösteriyor ki en büyük İslam filozofunun direkt tesiridir ki onu<br />

felsefede o derecede genel görü şü derin bir nüfuzla kavrama imkan ına<br />

sevketmi ştir. Ertesi y ıl yahut bundan sonra o, Buhara sultan ına ait<br />

Yunan eserleriyle dolu mühim bir kütüphaneye girdi ve zaman ının<br />

en faydal ı devrini burada geçirdi, On sekiz ya şından önce o, art ık<br />

3 Al-Fawz al-Asghar. J.W. Sweetman taraf ından Islâm and Christian Theology'de<br />

tercüme edilmi ştir (London, 1945), I/I, 93-185.<br />

4 Tandhibu'l-Akhlâq: Bir Ingilizce tercümesi va'dedilmi ştir. Bu ve di ğer eserleri<br />

hakk ında tafsilât için bak: D.M. Donaldson, A Study of Muslim Ethics, London, 1953<br />

90


ütün ilim ve felsefede o derece salâhiyet sahibi olmu ştu ki bundan<br />

sonra öğrenim deposuna yeni bir şey katmad ı, fakat anlay ışını derinle<br />

ştirdi diye haber vermi ştir. Belki de onun, fırsat elde iken böyle<br />

geniş okumu ş olmas ı iyi olmu ştu. Çünkü 998 civar ında onu ku şatan<br />

şartlar de ğişti. Babas ın ın ölümünde yaşamas ını temin edebilmek için<br />

resmi bir hizmet aramak zorunda kald ı. Bölgenin siyasi şartlar ı da<br />

kötüye gitti. Küçük hanedanlar ın ve idarelerin inip ç ıkmas ı demek<br />

idi ki o, devamlı olarak bir yerden di ğer yere hareket etmek zorunda<br />

idi. ı o ı 5den 1022 ye kadar Hemedan'da idi. Bu zaman ın bir k ısmında<br />

Büveyhi Prensliğinin güç ve tehlikeli ba ş vezirlik makam ında bulundu,<br />

ı o23 ten ölümüne kadar Isfahan'da mahalli prensli ğin himayesi<br />

alt ında kald ı .<br />

Bir filozof olan İbni Sina'mn şu ciheti de hat ırlanmal ıdır ki onun<br />

Kanunu't-T ıbb' ı, tıbbi ilimlerde seçkin bir yer i şgal eder. Onun<br />

diğer ilimlere dair yazd ığı eserler de tesirli idi. Felsefesi ba şlıca iki<br />

kitaba, Şifa ve Necat'a s ığdırılmışt ır ki bunlardan birincisi di ğer ün/Ileri<br />

olduğu kadar felsefeyi de içine alan büyük bir özettir. İkincisi ise<br />

uzun eserlerin felsefi k ısımlarının muhtasar bir tercümesidir. Bu ikinci<br />

kitap üç bölüme ayr ılmıştır: Bir k ısmı mant ıka temas eder. Bir k ısmıda<br />

teolojiye aittir (Kozmolojiyi de içine al ır.) genel görü ş Yeni Eflatuncudur.<br />

Tek olan Allah Vacibu'l-Vüvut'tur. Her şey kendisinden<br />

sudur eder. O'nun alt ında saf ak ıllar ve küreler (felekler) vard ır.<br />

İnsan ruhu görü şü, esas olarak Aristo'nundur. Fakat Plâtonik Yunan<br />

filozoflarnun münaka şa ve yorumlarına göre tadil edilmi ştir. Birçok<br />

İslam filozoflar ı gibi o da peygamberli ğin mümkün olduğunu izah<br />

eder; fakat Farabi, peygamberli ği hayalin en yüksek şekline bağlamış<br />

iken İbni Sina bunu ruhun, akl ın en üstün k ısmına bağlar.<br />

Şunu da i şaret etmek gerekir ki Farabiye ayk ırı olarak İbni<br />

Sina'da Şiilik izi yoktur. Bu, faal idarenin, ilahi hikmetten, normalin<br />

üstünde bir nasibi oldu ğunu gösterecek bir te şebbüs yok demektir.<br />

O, bilhassa ilk planda bir peygamberin şeriati vas ıtasiyle ilahi hikmete<br />

dayanan bir devletin nas ıl kurulabilece ğini izah etmekle alâkadar<br />

oldu. Bu destek de ğişmesi ve Şiilikten aşikar olarak çekinme belki de<br />

bu zamanda Fat ımi dailerinin İslam dünyas ının doğu taraflar ında<br />

faaliyette bulunmalar ının bir gereğidir. İbni Sina bizzat kendisi daha<br />

bir çocuk iken dailerin Buhara'ya nas ıl geldiklerini ve onlar ın talimleri<br />

üzerinde k ız ışmış münakaşaları tesadüfen nas ıl dinlediğini hatırlad<br />

ı. Olgunluğunda, hattâ Şîîliğin imamiyye kolu idarecilerinin dahi,<br />

bu propagandan ın kendi otoritelerine nas ıl bir tehdit te şkil ettiğini<br />

bildiklerine şahidoldu. Bunu and ıran her şeyden bunun için şüphe-<br />

91


lenilebilirdi. Bununla ilgili diğer bir husus da İbni Sina'n ın, arzu ettiği<br />

kadar siyasi kuvvete sahibolup hiçbir suretle sünni uleman ın rekabetini<br />

duymam ış bulunmas ıdır. Böylece onu felsefenin ehemmiyetini<br />

mübalâğa etmeğe sevkedecek bir şey yoktu. Bu bak ımdan onun<br />

durumu, siyasi nüfuzlar ı s ıras ındaki Mu'tezilenin durumunun ayn ı-<br />

dır. O da onlar gibi felsefi aç ıdan İslami kavray ışının, en doğru<br />

kavray ış olduğu görü şünü savundu. islami do ğru anlad ıkları hüviyetiyle<br />

ortaya ç ıkanlar aras ında mutasavv ıflar da vard ı . İbni Sinanin<br />

mistik bir tarafı da vard ır.<br />

İbni Sina'ya teallûk eden di ğer meseleler, onun felsefesinin,<br />

tasavvufi ve dini görü şü ile olan münasebetidir. Sonuncusu ile ba şlamak<br />

icabederse o iyi bir müslüman olarak yeti ştirilmişti. Kur'an' ı ezberlemi<br />

ş ve şeriate, yahut vahyedilmi ş hukuka çal ışmışt ı. Kendi hal<br />

tercemesinde bize camie gitti ğini , zihni meseleleri için namaz k ılıp<br />

dua etti ğini söyler ve görü şlerinde şuurlu olarak bir de ğişme olduğundan<br />

hiç bahsetmez. Belki de o dü şünmü ştür ki Yunan ilim ve felsefesi<br />

Islam inanc ından ayr ı bir sahaya aittir ve bunlar aras ında temelli<br />

z ıddiyet yoktur. Bu felsefede o, kendisini Islam merkezi doktrininin<br />

ne olmas ını tasarlad ığı şeyin takviyecisi ve ö ğreticisi addetmi ş görünmektedir.<br />

Ona göre İslam doktrini: Bütün varkl ıkların kaynağı olan<br />

Allah' ın mevcudiyeti ve insanlar ın peygamber olmalar ının ve vahiy<br />

almalarının imkan ı . İbni Sina'n ın peygamberlik hakk ındaki düşüncesi<br />

ve ruhun Allah'a seyahati (kavu şmas ı) fikri birbiriyle ve kendi<br />

felsefesiyle s ıkı s ıkıya bağlıdır. On dokuzuncu as ır Avrupa tetkikçileri,<br />

onun tasavvufunun, felsefesinden ayr ı bir şey olduğunu zannetmi ş -<br />

lerdi. Fakat onun eserleriyle daha s ıkı bir temas, bunun böyle olmad ı-<br />

ğını aç ıkça göstermektedir. Onun tasavvufu ve felsefesi, bütünle şmiş<br />

tek bir sistemdir. Tasavvufi eserlerinin çoklu ğu, tasavvufi hayat ın<br />

onun için çok şey ifade etti ğini gösterir. Tahminen tasavvuf onun fikri<br />

enerjisinin kayna ğı idi. Bu şahsi dini davran ışı dolayısiyle İbni Sina,<br />

modern ara ştır ıc ılar tarafından diğer filozoflardan daha çok, Eflâtun'a<br />

yak ın kabul edilir. Çünkü onun Uslübu Aristo'dan ziyade Eflâtuni'dir.<br />

"O, Eflatun dü şüncesinin temeli olan şeyi anlamışt ı. Bu<br />

yüzden olmal ı ki Eflatun nas ıl her zaman halk ı dini gerçe ğe aç ılmağa<br />

sevketmi ş idiyse o da müslümanlar ı dine sevketti." 5<br />

B İBLIYOGRAFYA<br />

G.M. W ıckens, Avicenna : Seintist and Philosopher, London, 1952,<br />

bininci yılında verilmi ş alt ı konferans. Birisi A.J.Arbery taraf ından<br />

92<br />

5 R.Walzer, Philosophies'de ç ıkan yaz ıs ı, Eastern and Western, II, 143.


hayat ına dairdir. S. van den Bergh taraf ından Bulletin of the School<br />

of Oriental and African Studies, XVI (1954), 400-4 de kritik edilmi ş -<br />

tir.<br />

A.M. Goichon, La Philosophie d'Avicenne et son influence Europe<br />

m6di6ale, Paris, 1944. İbni Sina= sâf felsefi görü şleri üzerinde üç<br />

konferans. Keza La Distinction de l'essence et de l'existence d'apre<br />

Ibn Sina, Paris, 1937. Felsefi münaka şa. Keza: Livre des directives<br />

et remarques, Beirut and Paris, 1951. Sisteminin genel bir aç ıklanmas<br />

ına dair bir tercüme.<br />

Louis Gardet, La Pensee religiques d'Avicenne, Paris, 1951. Onun<br />

sünni teolojisi ve tasavvufu ile olan münasebetine ait dikkatli güzel<br />

bir tetkiktir.<br />

Henry Corbın, Avicenna and the Visionary Recital, London, 1961.<br />

Onun tasavvufi ve teolojik dü şüncesinin bir izah,. Muahhar imamiyye<br />

şiiliğinin onunla münasebeti sayfa 243-57 aras ında münaka şa edilmektedir.<br />

F(azlur—) Rahman, Avicenna's Psychology, London, 1952. Kitabu'n-<br />

Necat bölümünün notlarla tercümesi. Keza: Prophecy in Islam,<br />

London, 1958, peygamberli ğin felsefi yönüne temas eder.<br />

Soheil M. Afnan, Avicenna, his life and works, London, 1955.<br />

Dikkatli bir tasvir. Onun do ğu esrar ı üzerindeki tesirini gösterir.<br />

93


FASIL II<br />

Şiilikte İnkılâplar<br />

Onbirinci imamın ölümü ve onikinci imam ın. 874 de ortadan kaybolmas<br />

ı üzerine imamiyye Siili ğinin belirli bir şekil almağa ve te şkilatlanmağa<br />

başladığı', bu kitab ın altıncı fasl ında görülmü ştü. Şii Büveyhilerin<br />

945 de Ba ğdad'da idareyi ele almalarmdan sonra imamiyye<br />

fıkhı bir miktar resmi bir tan ınma kazand ı . İmamiyye fıkhnun ana<br />

k ısmı gelişmeğe ba şlad ı. Bunun yan ında İmamiyyenin teolojik görü ş-<br />

leri de şekillenmeğe devam etti. Bu mevzua dair a ş- Şayhu's-Saduk<br />

(öl. gg I) tarafından yaz ılmış Tract on the Bliefs of the Imamites "Ima<br />

miyye inançlar ı üzerinde Risale" adl ı bir tefsir halen Ingilizcede mevcuttur.'<br />

İmamiyyenin görü şleri, baz ı noktalarda Mu'tezilenin görü ş-<br />

lerinden uzak de ğildir. Mesela Kur'an' ın yarat ılmış olduğunu söylerler.<br />

Ama bu tesirin sarahati ve hangi yoldan oldu ğu belli değildir.<br />

Sonraki kaynaklar gösteriyor ki onlar da felsefi-teolojik fikirleri kullanmışlar<br />

ve E ş'ari'leri tenkid etmi şlerdir'. Böylece İmamiyye bir<br />

bak ıma İslam teolojisinin ana mecras ında idiler. Diğer taraftan muasır<br />

veya yak ın zaman muhaliflerinin görü şleri nadiren tenkidedilir<br />

Bu şunu gösterir ki çok az İmamiyye teologu aktuel polemiklere (mübaheselere)<br />

sokulmu ştur. Daha derin bir çal ışma yap ılıncaya kadar<br />

bundan fazla bir şey söylemek çok güçtür.<br />

Siiliğin Zeydiyye kolu da, baz ı küçük siyasi muvaffakiyetleri<br />

hakkında bir şey bilinmesine ra ğmen teolojik bak ımdan karanl ıkta<br />

kal ır. 87o den ı 126 ya kadar Hazer Denizi güneyinde çe şitli bölgelerde<br />

küçük bir devlet vard ı. goo tarihinden önce Yemen'de kurulmu ş<br />

olan bir devlet de bu zamana kadar San'a Zeydi imamlarm ın altında<br />

şu veya bu şekilde idare edilmektedir. Bu, Zeydi fıkh ının geli şmesini<br />

intacetmi ştir. Fakat bu fıkıh, bilinen dört mezhebe çok yak ındır.<br />

94<br />

1 Bak: GALS, I. 320-23, 704-14; vs.<br />

2 A Shi'ite Creed, A.A.A. Fyzee tarafından tercüme edilmi ştir, London, 1942.<br />

3 Bak: Fas ıl 18


Onlarla beraber be şinci bir mezhebolarak kabul edilebilir. Zeydiler,<br />

Mu'tezileyle İmamiyyeden daha yak ından ilgilidirler. Zeydiyyeden<br />

Mu'tezileye dönen kimselere dair kaynaklar bulunmas ına rağmen<br />

baz ı görü şlerde Zeydiyye ile Mu'tezile aras ında tam bir ayn ılık vard<br />

ır. Bu muammalar ın cevab ını, belki de dokuzuncu as ır ba şlar ında Bağdad'da<br />

bir Zeydi olman ın manas ın ı daha iyi anlamak suretiyle bulmak<br />

mümkündür'. Tabii Zeydi devletleri uzak da ğlık bölgelerde idiler.<br />

Zaman zaman iyi alimlere sahibolmalar ına rağmen İslam teolojisinin<br />

umumi gelişmesinde bir rol oynamak bunlardan beklenemezdi.<br />

Şîîliğin Ismaili dal ı hakk ında daha çok şey söylenebilir. Şurası<br />

hat ırda tutulmal ıd ır ki ismaililik M ısır'da Fat ımi soyu ile birle şmiş<br />

olmas ına rağmen bir doktrin olarak Fat ımilerden ayrı bir hayata<br />

sahipti. Mesela Arabistan ı'n doğusunda bulunan Karmatiler bazan<br />

Fat ımilerin otoritesini kabul etmi şler ve bazan de onlara kar şı savaşmışlardı.<br />

Baz ı sünni yazarlar ı İsmaîlîliği, islamdan önceki dinlerin<br />

bir nüksü olarak aç ıklamağa çal ışmışlard ır. İlk Avrupalı ara şt ır ıc ılar<br />

da İsmaililik içerisinde bir Iran milliyetçili ği yahut orijinal bir hareket<br />

görmek istemi şlerdir. Sonuncu teklif tamamen yanl ışt ır. Zira birçok<br />

Iranl ı olmıyan kimseler ismaili olduklar ı gibi as ıl Iran idareci<br />

zümresi de umumiyetle sünni olmu şlard ır. Bundan dolay ı yakın tetkik<br />

dü şüncesi, İsmalliliği işçi, sanatkâr (esnaf) ve di ğer alt tabaka<br />

aras ındaki bir seri ihtilal hareketlerinin kökü olarak anlamak görü şüne<br />

varm ıştır. Mevcut İdarede i şlerden memnuniyetsizlik birçok merkezlerde<br />

durumu ihtilal derecesine kadar sürüklemi şti Liderlerinin<br />

teşkilâtlanma dehas ı, birçok da ğınık bölgelere yay ılmış gruplar ı bir<br />

araya getirerek bir şekil verecek ve belirli olm ıyan bir metotla yer<br />

altı ihtilal te şkil:at ım kuracakt ı. Bunun yanında üstün birinden gelen<br />

emrin, imam- ı ma'sumdan geldi ği inanc ını koydular. İşte bunlar,<br />

Ismaililiğin yayılmas ına sebeboluyordu.<br />

Bu cereyan birkaç tabakaya ayr ılarak te şkilatlanmışt ır denir.<br />

Her tabakaya, alt ındaki tabakaya nisbeten daha çok ders (s ır) verilmişti.<br />

En a şağı seviyede ise ku şatt ıklar ı halkın görü şüne ve şimdiye<br />

kadar olan dini inançlara uygun şeyler söylenirdi. Yava ş yava ş daha<br />

üstün merhalede üyeler, aç ıkça öğretiliyorlard ı ki müsbet dinlerdeki<br />

gerçek daima biribiriyle akrabad ır. Onların her birinde bulunan gerçek,<br />

Ismailili ğe aktar ılmışt ı. Müslümanlarla temasta onlar, zahir ve<br />

4 R.Strothmann, makale: "al-Zaidiya", El' ve di ğer eserler. M. Guidi, La lotta tra<br />

l'Islame il manicheismo, Roma, 1927 (Bir Zeydi Mu'tezili metninin tercümesi); keza Gli<br />

scrittori zayditi e l'esegesi coranice mu'tazilita Roma, 1925<br />

95


atın aras ında bir ay ırım yapmışlard ı . Şunu iddia ediyorlard ı ki:<br />

Kur'an' ın zahiri yahut belli manas ı yanında bat ını, yahut gizli manas ı<br />

da vard ır. Ve bu gizli mana sadece imamdan ö ğrenilebilir. Talimlerinin<br />

bu noktas ından dolay ı onlara baz ı zamanlar Batmiler de denmi ş-<br />

tir.<br />

İsmaililer şu fikri benimsemişlerdir: İmam ismall'den sonra<br />

(isimlerini kendisinden aldıkları Ca'fer-i sad ık' ın oğlu) müteaddid<br />

gizli imamlar vard ır. Nihayet bunlardan birinin o ğlu 909 da Fat ımî<br />

devletini kurmu ştur. Fat ımiler, genel doktrinleri dolay ısiyle, İslam<br />

topluluğunun gerçek halifeleri olduklar ın ı iddia ettiler. Ve Abbâsileri<br />

SUZERAİNS (üstün lider) kabul etmediler. Onlar M ısır' ı zaptettikten<br />

sonra bu iddiay ı neticelendirme hususunda büyük ümide kap ıldılar.<br />

Ve bu iddialar ı, Abbasileri tan ıyan bölgelerde daha da şiddetlendirdiler.<br />

Selçuklular Ba ğdad'da henüz yerle şmeden önceki kar ışıklıkta<br />

bir an için bir türk generali Fat ımilere bağlılık izhar ederek şehri<br />

i şgal etti ve hemen hemen bir seneye yak ın bir zaman Cuma hutbelerinde<br />

Abbâsiler yerine bunlar ın ismi okundu. Fakat bundan sonra<br />

denizin meddi geri çekildi ve iyice anla şıldı ki Fatımiler, doğuya doğru<br />

bir zaman zaptetmi ş bulundukları Suriye'den ötesini ele geçirme ğe<br />

istekli değillerdi. Şu fikir ileri sürülmektedir ki devletlerini kurduktan<br />

sonra Fat ımiler, propagandalar ındaki ihtilâl unsurunu kaldırıp hilâfete<br />

kendilerinin daha lay ık olduklar ı davas ına kuvvet vermeğe ba ş-<br />

ladılar. Şuras ı da muhakkakt ır ki ı i oo tarihinden önce M ısır'da normal<br />

hükümet sorumluları için Asya ihtilâlcilerinin arzu ve i ştiyaklarını<br />

tatmin etmek mümkün de ğildi.<br />

Fatımi hareketinin ilk merhalelerinde bu harekete ba ğl ı gruplar<br />

aras ında dokuzuncu asr ın sonuna doğru Basra'da ya şıyan birtak ım<br />

felsefeciler ve tabii ilimlerle u ğra şan âlimler bulunmu ştur. Bunlar kendilerine<br />

Safâ karde şleri yahut Samimi Karde şler (ihwanu's-Safâ) ad ını<br />

vermi şler ve kendilerinden sonraya elli veya elli bir risale kolleksiyonu<br />

b ırakmışlard ı. Ondokuzuncu as ır Avrupal ı araştırıc ıları bu risalelerden<br />

çok etkilenmi şler ve bunlara o günün bir çe şit ansiklopedisi göziyle<br />

bakmışlard ı. Bununla beraber tedricen anla şılmaktad ır ki onların<br />

zahiri öğrenimleri, talimleri biraz sathidir. Yak ın bir yazar onlar ı :<br />

"filmle maskeli ihtilâlci" diye karakterize etmi ştir 5 Onlar yeni pitagorcu<br />

tasavvufa meyyal derleyiciler (eclectics) idiler. Birçok Ismailler<br />

gibi İslam dahil, bütün müsbet dinlere sadece biribirine ba ğlı<br />

(akraba) gerçe ği taşıyan müesseseler olarak bak ıyorlard ı .<br />

96


A Creed of the Fat ımids (Fat ımilerin akaidi) unvam alt ında,<br />

İsmaili doktrininin bir özeti ne şredilmi ştir. Müellif, 1215 de yani<br />

Fatımi soyunun ı ı 7 ı de düşmesinden takriben yar ım as ır sonra ölmü ş<br />

olmas ına rağmen, eser, Fat ımi idaresinde benimsenmi ş olan (meselelerin)<br />

bir izah' kabul edilebilir 6. Eser kar şıt görü şlere sahibolanlara<br />

kar şı herhangibir münaka şa izhar etmeden sadece Fat ımi itikadlarını<br />

anlat ır. Fakat İslâmın bu şekli en doğru şekil gösterilir ve ınüellif<br />

iddialar ın ı o derece ileri götürür ki sünni ve di ğer İsmaili olmıyan<br />

doktrinleri aç ıkça reddeder. Sünni felsefi teolojisifikirleriyle baz ı<br />

âşinal ıklar varsa da (iki okul aras ında) kar şılıklı münaka şa, mübahese<br />

yap ılmamışt ır. ismaililerin temel prensiplerinden biri şudur: İnsan<br />

akl ı k ısad ır ve tam gerçe ğe ula şamaz. Bu gerçek ancak Peygamberden<br />

veya imamlardan birinden al ınabilir. Böyle bir temel üzerine felsefi<br />

teoloji tutmaz. Halen tetkik bekliyen birçok İsmaili eserler bulunmasına<br />

rağmen bunlar akidenin tekâmülüne yar ıyan tafsilât ı vermekten<br />

öteye geçmezler. Ismaililer di ğer müslümanlarla teolojik münaka şalara<br />

i ştirak etmemelerine ra ğmen genel teolojik geli şmeğe önemli<br />

tesirler yapm ışlardır. Zira sünnilik, uzun bir zaman, fikren İsmaililiğe<br />

karşı müdafaa edilmek mecburiyetinde kalm ışt ı .<br />

Fahmi soyunun son batışından uzun zaman önce iamaili hareketi<br />

içinde ciddi bir ayr ılma baş gösterdi. Belki de idarede mes'ul bulunan<br />

kimselerle gayri mes'ul ihtilâlciler aras ındaki fikir ayr ılıkları<br />

bu neticeyi do ğurdu. Islam dünyas ının Asya bölümünde ihtilâlcilerden<br />

çok kimse vard ı. Fahmi hükülneti Asya'ya bir tecavüz hareketi yapmaktan<br />

kaçmd ıkça ve buna kabiliyetsizlik gösterdikçe ihtilâlcilerin sabri tükendi<br />

ve bir isyan meydana ç ıktı. Bu, Alamut'un ve di ğer dağlık bölgelerdeki<br />

kalelerin zapt ında muvaffak olmu ştu. Fakat önemli bir şehir<br />

kazanmak, yahut Selçuklular ı tardetmek için yapt ıkları te şebbüslerde<br />

tamamen yenildi. Teolojik yönden mühim olan ı o35 den beri hakim<br />

olan Fat ımi imam' al-Mustans ır- ın i og4 de ölümü üzerine vukubulan<br />

hâclise idi. M ısır' ın gerçek idarecisi olan vezir Veliâhd Nizar tahta<br />

çıkarıldı. Ama diğer oğul al-Musta'li tarafından indirildi. Iranl ı ve<br />

5 Avicenna hakkında A. J. Argerry taraf ından yaz ılan Scientist and `Philosopher<br />

(ed. G.Wickens), 12. Kitabu Cami'il-Hikmatain hakk ında farkl ı bir tasvir verilmi ştir ("Harmonie<br />

de la philosophie grecque et de la theosophie ismaelienne" Bu kitap Nas ır- ı Husraw<br />

tarafından telif edilmi ştir. 1069 da yaz ılmış ve H. Corbin ve M.Mo'in tarafından Tahran'da<br />

1953 de bas ılmıştır. Arberry'nin Reason and Revelation in Islam, London, 1957, 72-82 deki<br />

açıklamaya bak. (Bu eser, yak ın bas ılmış metinler için diğer kaynaklara sahiptir.)<br />

6 W. Ivanow tarafından neşredilmiştir, Bombay, 1936. Akaid: Tâj al-Aqâid by Ibn<br />

(GALS, II. 715).<br />

97


Suriye'li ihtilâlciler bu olay ı fırsat sayarak Nizar' ı izliyecekleri iddiasiyle<br />

Mıs ır'la olan ba ğlarını kopard ılar. Enteresan olan şu ki Nizar' ın<br />

ortadan kaybolmas ına belki de öldürülmesine ra ğmen Asya liderleri<br />

onun gizlenmiş bulundu ğunu ve kendilerinin onunla temas halinde<br />

olduklar ını ileri sürdüler. Filhakika 1164 de Alamut'un yeni lideri<br />

ondan iki mektup aldığını ve bunlara binaen bu fırkanın hayat ında<br />

garip bir devir aç ıldığını iddia etti. "K ıyamet devri: The era of the<br />

Resurraction." '<br />

ismaililerin daha sonraki tarihleri, baz ı teolojik eserler mevcud<br />

olmas ına rağmen ba şl ıca siyasidir. Nizar' ın muakkipleri öldürme<br />

siyasetleriyle dikkati çekmi ş ve bunlara Assasins ad ı verilmi ştir.<br />

Bir çok Avrupal ı dilcilere göre bu kelime Arapça bir kelimeden ç ıkm<br />

ışt ır. (Belki Ha şhâşin kelimesi şeklinde). Ha şhâşin, Ha şhaş kullananlar<br />

ı ifade eder. Fakat onlara neden bu ad ın verildiği iyi bilinmiyor.<br />

Onlar ve al-Musta'li'nin taraftarlar ı her biri iki grupa ayr ılmışlar ve<br />

her biri nihayet yava ş yava ş Hindistan'a gitmi şlerdir.<br />

Bu kadar müfrit olan baz ı fırkalar ın mevcudiyetini zikrederken<br />

bunlar ın islâmdan say ılıp sayılam ıyaca ğı konusu da göz önünde<br />

tutulmas ı gereken bir noktad ır. En çok Lübnan da ğlarında Hayran<br />

ve Şam havalisinde ya şıyan Dürzilerin dini, Fahmi halifesi al-Hakim<br />

(996-1o2 t)i ülühiyyetin son tecessüm etti ği kimse olarak kabul etmek<br />

suretiyle ismaililikten ayr ılmışt ır. Inançlar ı büyük ölçüde ismaililikten<br />

türemi ş olan diğer bir fırka da Nusayriler yahut Aleviler (Frans<br />

ızca Alaouites) dir ki bunlar Suriye'nin çe şitli bölgelerinde ya şarlar<br />

ve Ortadoğunun çe şitli m ınt ıkalar ına yayılan küçük gruplar ı vard ır.<br />

Ayırdedici inançlar ından biri, Ali'yi ulühiyyetin bir mücessem şekli<br />

olarak Muhammed (A.) den üstün tutmalar ıd ır. Bunlar ın ad ı, diğer<br />

ortadoğudaki fırkalar ın isimleri gibi hakaret manas ına kullan ılır ve<br />

bu isimlerle adland ırılan kimselerin, gerçekten bu f ırkarun mensubu olduklar<br />

ından emin olmak güçtür. Son olarak Yezidiler, yahut Şeytana<br />

tapanlar vard ır ki bunlar ın hemen hepsi kürttür. Isimleri islâmi olmas<br />

ına rağmen, dinlerinin islâmdan m ı, yoksa ba şka bir dinden mi<br />

ne ş'et ettiği ay ırdedilemiyor. 8 Bütün bu fırkalar, küçük bir tak ım<br />

mahalli cemiyetler te şkil etmi şlerdir ki bunlar ın Islam dünyas ının<br />

genel fikri ve kültürel hayatiyle alâkalar ı büsbütün kesilmi ştir.<br />

7 Bak: Helenizmin ilk Dalgas ı : Es'ari Fasl ı .<br />

8 Daha fazla bilgi için bak: El (S), makaleler, "Druses", "Nusayri", "Mutawâli",<br />

"Yazidi", vs.<br />

98


B İBL İYOGRAFYA<br />

M.G.S. Hodgson, The Order of Assasins's-Gravengage, 1955; Esas<br />

olarak hareketin zahiri tarihine temas eder ama baz ı teolojik materyeli<br />

de vard ır.<br />

Wilfred Madelung, "Das Imamat in der frühen ismailitischen Leh-<br />

re", Der Islam, XXXVII (1961), 43-135. Şimdiye kadar kullan ılmamış<br />

bütün kaynaklar ı inceler.<br />

F. Dıeterıcı, Die Philosophie der Araber in X. Jahrhundert, Leipzig,<br />

1876-1879. İhwan as-Safâ Risalelerinin k ısmen tercümeleri.<br />

Adel Awa, L'Esprit critique des "fr&es de la Puret6", Beirut, 1948.<br />

Bir Paris doktra tezi.<br />

99


FASIL 12<br />

Sünni Teolojisi ıııin ilerlemesi<br />

95o den sonra yaz ılan birçok aktüel teolojik eserler hâlâ mevcuttur.<br />

Fakat baz ı noktalarda bu, çal ışmayı daha da güçle ştirir. <strong>Kitaplar</strong>ın<br />

çoğu yazmad ır. Ve bas ılan baz ıları da uzundurlar. Geçmi ş çağların<br />

mufassal münaka şalarımn, bize ;daha yak ın olan muharrirlerin<br />

önemli meselelerine (yani yaz'arlann günündeki önemli meselelere)<br />

nas ıl bağlandıkları bizim için belirlilikten uzakt ır. Bu suretle bu zamandaki<br />

Islam teolojisi çal ışmas ı çok s ıkıc ı olabilir ve daha erken<br />

formative period ( şekilci devir) den daha az dikkati çeker.<br />

Eş'ari'nin kendisi hakk ında bir bilgi vermek mümkün ise de<br />

E ş'ari okulunun as ılları (men şe'leri) karanl ıktır. Eş'ari'nin kelâmda<br />

rasyonel metodu kullananlardan sadece biri oldu ğu fakat şans eseri<br />

olarak bir önder (figurehead) al ınmış bulunduğu ileri sürülmektedir.<br />

Bu, muhakkak ki çok uzaklara gider. Şüphesiz onun, D ırar'dan, Mu'-<br />

tezile metodlar ının kabulü s ıras ında onlara kar şı koyan al-Muhasbi'ye<br />

kadar birtak ım selefleri vard ı. Fakat E ş'ari kitaplar ı, kendisinin, sünni<br />

dü şüncesinin ana k ısmınca şayanı kabul olan usulde Mu'tezile<br />

matodlar ını ilk defa kullanan kimse oldu ğu görünü şü kabul için her<br />

sebebi verir. Sonraki nesillerin, faydal ı bilgi elde ettikleri eserler, onun<br />

eserleridir. Fakat devrin baz ı isimsiz kimselerinin de müessir oldu ğunu<br />

düşünmemek için bir sebep yoktur. Şu da kabul edilmelidir ki birkaç<br />

isim hariç, ondan sonra onun ard ından gidenler hakk ında pek bilgimiz<br />

yoktur. Ve Eş'arryi hemen takibeden nesil için. E ş'ari okulunun<br />

bir önemi olamazd ı. Zira kendini hadis yahut fık ıh çalışmas ına<br />

veren bir okulda teolojinin çok küçük bir yeri vard ır.<br />

Hakkında çok şey söylemek mümkün olan ilk teolog, al-Bakillâni<br />

(Kad ı Ebubekir Muhammed ibn Tayyib) dir. Bunun hakk ındaki<br />

biografik tafsilât da azd ır. Basra'da do ğmuştu. Hayat ının çoğunu<br />

Bağdad'da geçirmi şe benziyor. Ş iraz' ı ziyaret etti ği, aynı zamanda<br />

100


Büveyht sultan' tarafından Bizans saray ına elçi gönderildiği söylenir.<br />

Bir Malik': fakihi olarak yeti ştirilmi şti. E ş'arl'nin iki talebesinin tedrisi<br />

alt ında kelâma da çal ışt ı. 1013 de öldü.<br />

İbni Haldun (1406) a göre o, E ş'ari teolojisine atomculu ğu getirdi.<br />

Fakat en son çal ışmalar bunun, hata olduğunu açıkça gösteriyor.<br />

Zira atomculuk fikirleri bizzat E ş'arrnin kendi eserlerinde vardır.<br />

Onun seleflerinde ,de vard ı. al-l3akillâni tarafindan<br />

yaz ılan iki kitap, bu zamanda teologlar ın dikkatini üzerine çeken yeni<br />

meseleleri gösterir. Bunlardan biri Kur'an' ın i'caz ı, yahut mu'cizevi<br />

karakteri, diğeri de mu'cize ile (Mu'cize peygamberin iddias ının doğruluğunu<br />

gösterir) benzeri olay-bu olay, bir iddias ı olmıyan kutsal<br />

kimselerle alakah kerametler, yahut hile ve sihir olabilir i - aras ındaki<br />

fark idi. Bunlar biribirine s ıkı sıkıya bağlı idiler.<br />

Bu mesele- er-geç Islam teologlar ı tarafindan rasyonel metod kullanılarak<br />

izah edilmesi zaruri olan bir mesele idi. Hatta Muhammed<br />

(A.) in hayat ında bile müslümanlara şöyle denilmişti: "Muhammed<br />

(A.) in, Allah'tan haber getiren gerçek peygamber oldu ğundan nas ıl<br />

emin olabilirsiniz" Medine Yahudileri bunu daha kuvvetlice ifade<br />

etmi şlerdi: "Muhammed (A.), Kitab- ı Mukaddesin ifadesine göre<br />

kendisinin peygamber olduğunu ileri sürüyor. Halbuki onun baz ı<br />

vahiy diye ileri sürdükleri, Kitab- ı Mukaddesi tekzibediyor. Böylece<br />

o peygamber olamaz."* Irak, Suriye ve M ısır' ın zapt ından sonra<br />

müslümanlar h ırıstiyanlarla da daima omuz omuza ya şamak durumuna<br />

geldiler. Muhammed (A.) in peygamberli ğini inkâr eden insanlarla<br />

yaşamağı öğrenmek zorunda kal ıyorlard ı. Popüler teoloji, Muhammed<br />

(A.) için mu'cizeler ke şfetmek yahut icadetmek yolunu tuttu.**. Fa-<br />

,<br />

14 Massignon, Essai 2, 260-72, 318. Keza C.E. Bosworth, "The Rise of the Karâmiyyah<br />

in Khurasan", Muslim World, ı (1960), 5-14. Bir Hanefi olan belki de Maturidi ile görüşmüş<br />

bulunan Muhammed ibn al-Yaman as-Samargandi Kerramilere bir reddiye yazm ıştır<br />

(Al-Jawahir al-Mucl ı'a, II. 144, vs). Ismin Karam yahut Kiram oldu ğu üzerinde de münakaşa<br />

vard ır.<br />

* Hz. Peygamber kendisinin Tevrat ve İncil'de haber verilmi ş bulunduğunu söylüyordu.<br />

Ayn ı zamanda bunlar ın tahrif edildi ğini de söyledi. Gerçekten bunlar tahrif edilmişlerdi<br />

ama Tevrat ve İncil'in as ıllarından da baz ı parçalar kalm ışt ı . İşte o parçalarda Hz.<br />

Peygamber'e i şaretler vard ı fakat peygamberimizin bunlar ı söylerken onlar gidip ona i şaret<br />

eden ayetleri de imha etme ğe çalışmışlardı. Bunu te'yideden vakalar tarih kitaplar ında vard<br />

ır.<br />

** Müslümanlar peygamberimize mü'cize uydurmam ışlard ır. Peygamberimizin en<br />

büyük Mu'cizesi Kur'an- ı Kerimdir. Fakat ondan birçok mu'cizeler de zuhur etmi ştir ki<br />

bunlar ın bir kısmı tevatüre varan bir ço ğunluk tarafından görülmüş ve rivayet edilmi ştir.<br />

Bu arada baz ı zayıf rivayetli hatta uydurma mu'cizeler de Hz. Peygamber'e atfedilmi ştir.<br />

Sahih kritik bunlar ı ayıklam ıştır. Mütercim.<br />

101


kat daha ciddi teologlar, inançlar ın ı Kur'an' ın mu'cizevi karakteri<br />

üzerine in şa etmeği tercih ettiler. Keza onun okuyup yazmad ığına<br />

dair âyetleri de Muhammed (A.) in mu'cizesini yükseltmede kulland<br />

ılar; okuyup yazmas ı olmadığı halde bu kitab ı getirmesini onun<br />

mu'cizesine hamlettiler.<br />

Sufi al-Hallac (922), sa ğlam mu'cizevi vakalar ın, kendisinin<br />

ruhi tecrübelerinin gerçek olduklar ını gösterdiğini ileri sürdüğü zaman<br />

kelâma yeni bir unsur girdi. Bu, münaka şayı geni ş bir sahaya yayd ı ve<br />

birçoğu bu vakalar ın hile yahut büyü icab ı olduklar ın ı ileri sürdü.<br />

Bakillâni ile beraber teoloji şu görü şü benimser: mu'cize, yaln ız Allah' ın<br />

yapabileceği bir şey olmal ıd ır. Ve bir peygamber kendisinin peygamberliğini<br />

ishat için Allah' ın mu'cize yarataca ğını söyledikten<br />

sonra vukubulmal ıd ır. Mu'cize ve keramet, hokkabazl ığın dışında<br />

geçen şeylerdir. Ruhi sahtekarl ıklar yapan kimsenin hilesini önlemek<br />

için Bakillâni: mu'cize hadiselerin normal seyrini bozmal ıdır. Öyle<br />

ki ancak Allah' ın kudreti bunu yapacak şekilde olmal ıdır tezinde<br />

ısrar eder. Tabii hilenin fark ına varmak için bir kimsenin, akl ını kullanmas<br />

ı lüzumlu idi.<br />

al-Bakillâni ve birçok Sünni alimler tarafından ula şılan netice,<br />

Kur'an' ın bizzat Muhammed (A.) in peygamberli ğini gösteren bir<br />

mu'cize oldu ğu idi. Onun i'caz ı, fesahetinde ve yüksek edebi vas ıflarındayd<br />

ı.* Kur'an'da Muhammed (A.) e Arap ediplerini Kur'an'a<br />

bir benzer yapmalar ı için davet etmesi söylenir (11/93). Fakat bu<br />

tahaddiye cevap verme ğe hiç kimse muktedir olamad ı. Onlara göre<br />

Araplar ın bu ferman okuma ğa kar şı koymamalar ı, Allah' ın onları<br />

bundan önlemesinin gere ğiydi. Yaln ız Allah' ın yapabilece ği bir şey<br />

olmas ı, Kur'an' ın mu'cizeli ğini daha çok gösterir. Avrupal ı nokta-i<br />

nazar ından bu, kuvvetli bir münaka şa konusudur. Avrupal ı ondan<br />

ç ıkabilecek neticeleri psikolojik terimler içinde ifade etmek ister.<br />

Muhammed' (A.) in hayat ının sonuna do ğru ve onun vefat ından<br />

hemen sonra Arabistan' ın çe şitli kısımlar ında birkaç erkek ve bir kad<br />

ın ç ık ıp peygamber olduklar ını iddia ettiler. Burada, ortado ğuda<br />

umumiyetle adet oldu ğu vechile din, siyasi olaylara yak ından ba ğ-<br />

* Kur'an yaln ız fesahati ve edebi vas ıflariyle mucize de ğil, ayn ı zamanda ma'nasiyle<br />

mu'cizedir. Onun olaca ğını haber verdi ği olaylar on sene yirmi sene, yüz sene sonra aynen<br />

olmuştur. Onun kâinat hakk ında söylediği sözler bugünkü ilimle aynen isbat edilmi ş bulunmaktad<br />

ır. 1400 sene önce hiçbir ilmi tecrübeden haberi ohn ıyan bir Nebiyy-i Ummrnin<br />

ağzından ç ıkan bu sözlerin hiçbirinin ilimle çat ışmaması, ilmin onun söylediklerini teyidetmesi<br />

onun en büyük bir mu'cize oldu ğunu gösterir. Bu konuda İslama İ 'tirazlar ve Kur'an- ı<br />

Kerim'den Cevaplar adl ı eserimize müracaat etmek faydal ıdır. Mütercim.<br />

102


lanmış idi. Sadece yenili ğe ve gelişen İslam devletine kar şı koymak<br />

amaciyle bu adamlar Kur'an'a nazire yapma ğa çalıştılar. Bu adamlardan<br />

biri tarafından Kur'an stiline göre birkaç ayet de uyduruldu.<br />

"Fakat şurası inkâr olunamaz bir gerçektir ki ne Muhammde' (A.) in<br />

muas ırları, ne de sonraki yazarlar tarafından Kur' an' la mukayese<br />

edilebilecek bir şey yap ılamam ıstır ."<br />

Çal ışmalarımızın bugünkü durumunda E ş'ariliğin gelişmesinde<br />

al-Bakillâni'nin yerini aç ıkça takdir etmek güçtür. Sonradan Gaznede<br />

Kerramilerin bir muhalifi oldu ğu görülen İbni Fûrak (1°15) ve<br />

Neysabur'da kendisi için yap ılmış bir medresede kelâm okutan Abu<br />

İshak al- İsfara'ini ( ı o27) gibi devrin mukayeseli görü ş sahipleri olan<br />

E ş'ariler tarafindan yaz ılmış eserler az muhafaza edilmi ştir. al-Bakillâni'nin<br />

(peygamberli ği gösteren ilmi mu'cize) müstesna, orijinal<br />

olduğu hususlar azd ı. Fakat o, E ş'arl ta'liminin alelade s ıradaki eskimi<br />

ş unsurlar ını bir araya getirip bütün E ş'ari sistemini kurmu ştur<br />

ve bunu fi'len in şa etmi ştir.<br />

Bu zamandan itibaren itikatta E ş'ari olan birçok seçkin alimler<br />

bilinmektedir. Burada yaln ız ikisi zikredilecektir. Bunlar ın her ikisi<br />

de hayatlar ın ın çoğunu Neysabur'da geçirmi şlerdi. Ilki basiçte al-Ba ğ-<br />

dadi diye bilinir. Tam ismi Ebu Mansur abdu'l-Kahir ibn Tahir'dir<br />

ı o37 de vefat etmi ştir. İlk fırkalar üzerine verdi ği malûmat ile iyi tatan<br />

ınmıştır. Her fırkarun hatalanm aç ıkça göstermi ştir. Ana noktalar<br />

ın vaz ıh bir beyan ın ı veren ve diğer firkalarla olan ana farklar ı belirten<br />

mücmel bir E ş'ari itikad ı da yazmıştır. İkincisi Islam tasavvufu üzerine<br />

yazanlar ın büyüklerinden biri olan Ku şeyri (1°72) dir. Onun<br />

Eş'ariler aras ında bulunmas ı -teoloji üzerine eser yazm ış ve herhalde<br />

konferans da vermi ştir- bize şunu hatırlatır ki teoloji ile tasavvuf arasındaki<br />

ayr ılık mübalâga edilmemelidir. Zira hiçbir zaman kesin bir<br />

ayrılık olmamıştı .<br />

Selçuklular ın ı o55 de Bağdad'a girmeleri ve halifenin ismi hakimiyetini<br />

kabul etmeleri üzerine, bunlar sünni olduklar ı için E ş'arilerin<br />

rahat edecekleri dü şünülebilir. Fakat aksine bir zaman gadre<br />

uğrad ılar. Bunun sebepleri aç ık değildir. Fakat bu i ş Selçuk Sultarun ın<br />

veziri al-KundurVnin marifeti oldu. Bu zata sap ıklara kar şı tedbirler<br />

almas ı emredilmi şti. Bu sap ıklar Şiller idi. Fakat Kunduri bunlara<br />

E ş'arileri de katt ı. Kendisinin Hanefi oldu ğu, Şafillere şiddetli bir<br />

şekilde kar şı koyduğu da söylenir. Bir zaman için camilerde Cuma<br />

hutbelerinde E ş'arilere alenen lanet edildi, ders vermeleri, yahut<br />

va'zetmeleri menedildi. Ku şeyri ve Cuwayni dahil müteaddit alimler,<br />

103


kaplan ın yahut gizlenmenin daha emniyetli oldu ğuna kanaat getirdiler.<br />

Cuwayni ömrünün dört y ılını Hicaz'da geçirdi. Bundan dolay ı<br />

Imamu'l-Harameyn (iki tap ınağın: Mekke ve Medine'nin imam ı )<br />

diye bilinme ğe başlad ı. Bu, ı o59 la ı o63 arras ında cereyan etti.<br />

Birinci Selçuk sultan ının ölümü ve tahta Alpaslan' ın geçmesi,<br />

E ş'arilere tam tersine, bir şans getirdi. Yeni sultan ın kuvvetli ve kabiliyetli<br />

bir veiziri vard ı : Nizamu'l-Mülk. Bu zat, al-Kundurrnin rakibi<br />

idi. Aynı zamanda Şafiiler ve E ş'arilerle de te şriki mesaisi vard ı .<br />

Fatımi propagandas ının tehlikesinden müteyakk ız idi. Ve bunun<br />

tenkil tedbirleriyle önlenemiyece ğini anlamıştı. Bu sebepten o, sünni<br />

hegemonyas ım fikren müdafaa için geni ş sahalara yay ılan bir siyaset<br />

takibetmeği düşündü. Bu konuda en büyük vazife E ş'arilere verilmi ş-<br />

ti. Cuma günleri onlara yap ılan lanet durdurulmu ş ve ı o65 in sonuna<br />

doğru Bağdad'da yeni bir medresenin, Nizamiyyenin in şas ına ba şlanmıştı.<br />

Bu medresenin ı o67 de aç ıl ışından sonra medresenin E ş'ari<br />

karakterinin üstünlü ğünden dar ılmış olan Bağdad Hanbelileri, kargaşal<br />

ıklar doğuran baz ı huzursuzluklara âmil oldular. E ş'arileri desteklemekten<br />

geri kalm ıyan Nizamu'l-Mülk, gerginlikleri zazaltan baz ı<br />

müsaadeler verdi. Ayn ı zamanda hilâfetin di ğer önemli şehirlerinde de<br />

benzeri medreseler yapma ğa devam etti. Bunlardan, müessir olan<br />

biri, al-Cuwaynrnin müderris ve Gazalinin talebe oldu ğu Neysabur'daki<br />

Nizamiyye medresesi idi.<br />

İmamü'l-Haremeyn al-Cuwayni, bilgin bir âileden gelmi şti.<br />

Babas ı ı o ı 6 civar ında bir çe şit fıkıh ve ilgili konular okulu açm ışt ı .<br />

Babas ının ı o46 da ölümü üzerine genç al-Cuwayni (ki Abu'l-Maâll<br />

de denir), Yirmi yahut daha küçük bir ya şta, henüz baz ı konulara<br />

kendisi çal ışırken (talebe iken) okulun idaresini eline ald ı. Bağdad'da<br />

en yüksek kuvvete sahibolduktan birkaç y ıl önce Neysabur'un idaresini<br />

ele geçiren Selçuk hükümetinden gelen bask ı, onun, Neysabur'u terk<br />

edip kendini Ba ğdad'a atmas ına sebeboldu. Bu, muhtemelen ı o54<br />

civarında olmu ştu. Şüphesiz bu, daha önce zikredildi ği veçhile sap ıklara<br />

kar şı bir hareketti. Ba ğdad' ın da selçuklar ın eline geçmesinden<br />

sonra Cuwayni Mekke ve Mediye'ye çekildi. 1063 civar ında Neysabur'a<br />

dönebildi. Buras ı, Nizamü'l-Mülk'ün, bir Nizamiye medresesi<br />

kurduğu şehirlerden biri idi. Al-Cuwayni, I o85 de vefat ına kadar medresenin<br />

reisi oldu.<br />

Cuwaynrnin teolojik görü şü, irşad yahut do ğruluk rehberi 2<br />

şümullü bir eserin Frans ızcadaki tercümesinden elveri şli bir denen<br />

2 Klopfer tarafından tercüme edilen rruhtasar bir akaid eseri Das Dogma des Imâm<br />

al-Haramayn al-Djuwaini und ein Werk al-'Aqidat an-Nizâmiyah, Cairo/Wiesbaden, 1958.<br />

104


şekilde öğrenilebilir. Umumiyetle onun görü şü, Bakillâni'nin görü şüne<br />

çok benzer. Şu kadar ki bunda münaka şalar daha dikkatli ve daha<br />

ince ele al ınmışt ır. Ilgi duyulan görü şler ayn ıd ır. Fakat epistemolojik<br />

ba şlangıçlara daha belirli bir ilgi vard ır. Bundan ba şka işaret edilecek<br />

en önemli husus da E ş'ari görü şünden Mu'tezili görü şüne doğru kaymad<br />

ır. Bunun belirtilerinden biri, Mu'tezili Ebu Ha şim'e bağlanan<br />

Ahval doktrininin kabulüdür. Daha önemlisi de Allah'a ait harfi harfine<br />

manas ını vermek mümkün olm ıyan antromorfik terimleri "mecazi<br />

olarak anlamak (Tevill"dir. Böylece E ş'ari "El" kelimesinin<br />

Allah' ın eli şeklinde "Fakat mahiyeti mechul" olarak anla şılmak gegerektiğini<br />

ileri sürdüğü halde al-Cuwayni, cismani manamn mümkün<br />

olmad ığını ve kudret manas ında anla şılmas ı lâz ımgeldiğini iddia<br />

etti. Biografi yazanlar şunu da ifade ederler ki al-Cuwayni felsefeye<br />

çalışmıştı. Eserlerinde bunun izi yoksa da öyle görünüyor ki büyük<br />

talebesi al-Gazali'yi, felsefeye çal ışmanın önemini anlamağa o sevketmişti.<br />

Maamafih sert teologlarm reddettikleri kitaplarda dahi durmadan<br />

gerçeği ara ştırmas ından sonra hayat ının sonuna doğru nihayet<br />

çocuk imanına benzer bir iman kanaatine vard ı. Ve hayat ının bütün<br />

tecrübelerinden elde etti ği şu neticelere davet etti: "Ya şlı kad ınların<br />

dinine sar ıl",<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

J. Bouman, Le Confilt autour du Coran et la solution d'al-Bakillâni,<br />

Amsterdam, 1959. Dikkatli bir münaka şa.<br />

W. Montgomery Watt, "Some Muslim Discussions of Anthropomorphism",<br />

Transactions of the Glasgow University Oriental Society,<br />

XIV (1953), ı — ı o.<br />

R. Paret, "Der Standqunkt s in der Lehre von Koran",<br />

Studi orientalistic in onore di G. Levi cella Vida, Rome, 1956, II.<br />

294 ff<br />

Imam El Haramein (Jowayni), El-Irchad, bas ı ve Frans ızcaya<br />

tercüme. Yapan: J.D. Luciani, Paris, 1938 G. Vojda taraf ından<br />

Journal Asiatic'de baz ı düzeltmelerle. 1938, 149-53<br />

A.J. Arberry, The Doctrine of the Stifis, Cambridge, ı 935. al-<br />

Kalâbâdhi (995) nin Kitabu't-Ta'arruf'unun tercümesi. s. 1 4-74<br />

Hanefi istikametindeki do ğmatik görü şlere temas eder.<br />

105


FASIL 13<br />

Gazali<br />

Gazali hem müslümanlar, hem de Avrupal ı ilimler tarafından<br />

Muhammed (A.) den sonra en büyük müslüman olarak ileri sürülmü ş-<br />

tür. Bu hükmün gerçekten do ğru olup olmadığı bilhassa Avrupal ı ilimler<br />

için üzerinde durulacak güç bir meseledir. Zira onlar ın çoğu için<br />

Gazali müslüman yazarlar ının en sevimlisi ve en cana yak ın ıdır.<br />

Belki de söylenecek en emin söz, tesirinin ne kadar sürdü ğünü görmek<br />

için onun ölümünden sonraki iki yüz y ıllık süre içindeki bütün dini<br />

olay dikkatlice takibedilmedikçe bu soruya tam uygun bir cevap<br />

verilmiyece ğidir<br />

O umumiyetle Gazali yahut al-Gazel diye bilinir. Fakat ta kendi<br />

zaman ından beri kelimenin Gazali mi yoksa Gazzili mi şeklinde teliffuz<br />

edilece ği münaka şa edilmektedir. Kat'i olmamakla beraber<br />

ilki daha şayanı tercihtir. İkincisini tercih edenler, babas ın ın fakir bir<br />

yün eğirip sat ıc ısı olduğunu ileri sürerler. (Gazzil). Fakat bunun do ğ-<br />

ruluğu güçtür. Zira büyük teologun bir amcas ı yahut büyük amcas ı<br />

da var ki o da seçkin bir ilimdi. Ona da Gazali denirdi. Ekseriya Arap<br />

yazarlar ı tarafından künyesiyle gösterilir. "Enu Hamid (Hamid'in<br />

Babas ı)" Kendi ismi Muhammed idi. Ahmed adl ı bir karde şi vardı ki<br />

bu zat mistik olarak gösterilir ve Farsça eserler yazm ıştır. Teolog io58<br />

de Tus'ta (Iran'da şimdiki Meşhed'e yak ın) doğdu. İlk öğrenimini<br />

orada yapt ı. Tahsilinin ileri merhaleleri için adet oldu ğu üzre seyahate<br />

ç ıktı . İlkin Hazer Denizinin Güney do ğu köşesinde bulunan Cürcan'a<br />

gitti. Sonra tahminen ı 077 de, yak ın olan Neysabur'a hareket<br />

etti. Burada fıkhi çalışmaları yanında Cuwayni tarafından teoloji<br />

ve felsefeye de i şina k ılındı. al-Cuwaynrnin io85 de ölümü üzerine<br />

Nizamül'l-Mülk'ün yan ına gitti ve orda bulunan birçok ilimler ara-<br />

1 Bak: Margaret Smith, Al-Ghazâli the Mystic, ch. 13<br />

106


s ında me şhur bir mevkie sahiboldu. Öyle ki 1091 de henüz çok genç<br />

iken Bağdad'daki Nizamiye medresesine profesör tayin edildi.<br />

Dört yıl için o, burada üç yüz ö ğrenci dinleyicisine ders verdi.<br />

Ayn ı zamanda Farabi, İbni Sina felsefesini tam bir vukufla tetkik<br />

ediyordu. Bu, şimdiye kadar teologlar ın yapmad ığı bir şeydi. İlkin<br />

filozoflar ın görü şlerinin uzunca objektif bir özetini yazd ı. (Bu eser<br />

ortaça ğlarda lâtinceye çevrilmi şti. Vuzuhundan dolay ı müessir oldu).<br />

Daha sonra onlar ın görü şlerini çürüten bir tenkid yazd ı. "Tehafut'ul-<br />

Felasife" Yine bu zamanda di ğer birkaç eser de verdi. Bu a şikar başar<br />

ısına rağmen o, kalben hastaland ı. Cehennem ate şi tehlikesinin kaygusuna<br />

dü ştü. ı og5 Temmuzunda bu ruhi s ıkıntılar konu şmas ına, kendini<br />

va'zlar ından önliyen fiziki bir hal getirdi. Bu dahili ıztıraptan<br />

birkaç ay sonra ı o95 Kas ımında Bağdad' ı terk etti, Haccetmek maksadiyle<br />

Mekke'ye gidecekti fakat bir hukukçu, kelâmc ı ve üniversite<br />

profesörlü ğü kariyerinden ayr ılıp bir sufi olarak tam Allah'a hizmet<br />

etmek amaciyle gidecekti. Onun bu de ğişikliği soru şturulmakta ve<br />

onun bu büyük de ğişmesine çe şitli maddi sebepler ileri sürülmektedir.<br />

Ama bunların hiçbiri yeter sebep görünmüyor. Fakat ı o95 Şubatında<br />

Bağdad'da tan ınmış olan yeni Selçuk Hükümdarı Barkiyarug ile<br />

fena münasebetleri, onun karar ında bir âmil olabilir. Daha derin bir<br />

sebeb de ulema aras ındaki meslekta şlarının çoğunun (fakihler ve di ğer<br />

alimler) ihtiraslar ından nefret edi şi idi. Belki de kariyerini terk edi şinin<br />

baş amili, hissettiği manevi bir hayat ya şamas ının, bu haset içerisinde<br />

imkans ız oluşu idi. Nisbeten kasaba merkezinden ba şşehrin<br />

bu sofistik muhitine gelen hakiki dindar bir adam için bu, tabii bir reaksiyon<br />

olabilir.<br />

Bağdad'dan ilkin Şam'a gitti. Onun bir aç ıklamas ını yanl ış anlama,<br />

hem eski, hem yeni alimleri onun, müteakip on y ılını Suriye ile<br />

Hicaz aras ında geçirdiğini dü şünmeğe sevketmi ştir. Halbuki bütün<br />

muteber kaynaklar ı daha dikkatli bir tetkik, bunun böyle olmad ığını<br />

ve onun dünyadan çekilme y ılları olan on yılının daha ziyade a şağıda<br />

gösterildiği veçhile sarfedildi ğini aç ıkça göstermektedir.' Ba ğdad'dan<br />

ayrılır ayr ılmaz hemen Hac'ca gitti. Ertesi y ılın yani ı og6 nın Kas ım<br />

ve Aralığına rasthyan Hac mevsimine kadar bekledi. Mekke'yi ziyaretinden<br />

ya önce veya sonra Kudüs ve Hebron'u ziyaret etti. Fakat hazan<br />

söylendiği gibi hiçbir zaman M ısır'a gitmedi. Hac'dan hemen snora<br />

2 Bak: F. Jabre, "La Biographie et l'oeuvre de Ghazali reconsiderees..."Wangel,s<br />

de l'Institut Domicicain d'Etudes Orientales du Caire, 1954, 73-102, M.Bouyges, Essais de<br />

chronologie des oeuvres de al-Ghazali, Beirut, 1959.<br />

107


Irak'a döndü. Çünkü 1097 Haziran ında Bağdad'da görülmü ştü.<br />

Burada bir müddet kald ıktan sonra birkaç ay, yahut belki de bir y ıl<br />

geçince kendi do ğum yeri olan Tus'a döndü. Orada bir zühd ve tasavvuf<br />

hayat ı ya şadı. Etrafında bir talebe cemiyeti topland ı . Bunlar onun<br />

amellerini taklidettiler ve kendisinden ders ald ılar.<br />

ı o4 y ılı sonunda Selçuk hükümdarl ığında başka bir değişiklik<br />

oldu. Vezirlik makam ı Nizamü'l-Mülk'ün bir o ğlunun eline geçti ki<br />

bu zat, Gazali'ye Neysabur'daki ilmi konferansa, muhtemelen Nizamiye<br />

medresesine dönmesi için bask ı yapt ı. Onun hakk ındaki mülâhazalardan<br />

biri, Muhammed (A.)in her as ır ba şında kendi dininin bir<br />

müceddidi geleceği yolundaki bir Hadisi idi. Şimdi müslümanlar, beşinci<br />

İslam asrımn aylarına yakla şmakta idiler ve birçok arkada şları<br />

onun, müteakip asr ın tayin edilmi ş müceddidi olduğunu ileri sürdüler.<br />

Böylece o, ı ı o6 Temmuzunda Neysabur'a gitti (499 H.) ve orada<br />

nihayet üç y ıl kalabildi. Sonunda hastal ığından, yahut bilmedi ğimiz<br />

başka bir sebebpten dolay ı Tus'a döndü ve ı ı ı ı de orada vefat etti.<br />

Gazali'nin hayat ı hakkında maltımatımız ın çoğu, daha ziyade<br />

onun bize b ıraktığı al-Munkizu mina'd-Daral (Sap ıklıktan kurtar ıc ı)<br />

diye tercüme edilebilecek olan kendi hal tercümesine istinadeder. Bu,<br />

evvel emirde fikri bir müdafaa eseridir. Bu yüzden hayat ı tarihi s ıradan<br />

ziyade şematik olarak yaz ılmıştır. O gerçe ği aramağa ç ıktı. Ve<br />

kendi gününde gerçe ği arıyanlar ın dört zümresini: kelâmc ılan, filozoflan,<br />

İsmailileri ve sufileri yoklad ı . İşte tarihi s ıra bak ımından şüpheli<br />

olan da bu safhad ır. Maamafih zaman ının dü şünce sistemine<br />

yard ım eder dü şüncesiyle (s ırada bir değişiklikle beraber) bunun<br />

takibedilmesi uygundur.<br />

Gazali'nin felsefe çal ışmas ı, sonradan yazm ış olduğu bütün eserlere<br />

tesir etmi ştir. Ve Hakikaten İslam teolojisi yolunda ondan sonra<br />

gelenlerin hepsine etkisi olmu ştur. Nas ıl ki al-E ş'ari Mu'tezile ve Hanbeliye<br />

gösü şlerini mezcederek ilk Yunan tesir dalgas ını önledi ise, felsefe<br />

ve teolojiyi mezcetmek suretiyle Gazali de İbni Sina'da zirveye<br />

ulaşan felsefi cereyan ın ikinci dalgas ını yendi. Maamafih onun davran<br />

ışı basitçe menfi (bir davran ış) olmaktan uzakt ı. Bir yandan Tehafutu'l-Felasifesinde<br />

Yeni Eflâtunculu ğa kuvvetle kar şı koydu ve<br />

bundan sonra art ık İslam dünyas ında şayan ı dikkat hiçbir filozof<br />

ç ıkmad ı (İbni Sina ı o37 de ölmü ş olmakla beraber felsefe belki de<br />

Gazali'nin ı o95 de eserini yazmas ından önce ba şka sebeblerden do-<br />

108


lay ı inhitata yüz tutmu ştu). 3 Aristo mant ığına hayranlığı dolay ısiyle<br />

bu sahada çok derinlere varm ış ve bu konuda müteaddit eserler yazarak<br />

onu diğer mütekellim ve fakihlere tan ıtmışt ı. Öyle fakihler ki onlara<br />

göre filozoflar ın kitaplar ı anla şılamaz idiler, yahut teknik bak ımından<br />

güç idiler. T ıpkı Eş'ari'nin ana sünni akidesini Mu'tezile metodlariyle<br />

savunduğu gibi Gazali de bu akideleri Eflâtuncu (Aristoyu da<br />

içine alan) üstün metotla ve İbni Sina ve diğerlerinden ö ğrendiği fikirlerle<br />

savundu. Bu de ği şiklik dolayısıyledir ki İbni Haldun onu, "Modernlerin<br />

usulüne" göre yazan ilk teolog (mütekellim) olarak gösterir.<br />

Gazali'nin teolojiye yard ımı, felsefi metodlar ı getirmenin d ışında<br />

önemli değildir. The Golden Mean in Blief ( İamanda altun Ma'na)<br />

adl ı bir eser vermi ştir. Bu eser k ısa olmas ına rağmen al-Cuwayni'nin<br />

al-ir şad- ı ayar ındad ır. K ıyas ın mahiyet ve ehemmiyetine temas eden<br />

bir mukaddime vard ır. Diğer münaka şalar da k ıyas şeklinde verilir.<br />

Diğer taraftan bununla el-Cuwayni'nin eseri aras ındaki farklar, al-<br />

Cuwayni ile al-Bakillâni aras ındaki farklara göre azd ır.<br />

Gazali sufiliğe yöneldikten sonra teolojiyi ihmal etmemi ş olsayd ı,<br />

kelâma daha büyük yard ımlar yapm ış olurdu. Çünkü onun tasavvufa<br />

meylettikten sonra kelâmdan tamamiyle ayr ılmış olduğu söylenir.<br />

Gerçek şudur ki o kelâm ın kusurlar ını biliyordu. Biliyordu ki cennete<br />

giren kimse kelâm yoliyle de ğil, sırf ahlâki hidayetin tasavvufi hayat ım<br />

yaşamak ve Allah'a yakla şmak suretiyle gider. Kelâm da yine iman<br />

için lüzumlu bir korunma vas ıtas ı olarak kald ı. Golden Mean'in tasavvufa<br />

dönü şünden sonraya kadar tamamlanmad ığı mümkündü. Onun<br />

büyük eseri The Revival of the Religious Sciences ( İhyau<br />

Din), bellenmesi lâz ımgelen akideyi ve genel sünni akidesinin bir<br />

beyanını ihtiva eder. İhya'nın The Forty (al-Arba'un) diye me şhur<br />

bir özetinde o, The Golden Mean'in, ayn ı cinsten eserlerin en iyisi<br />

olduğunu söyler. Nihayet 1959 dan beri âlimlerce bilinmektedir ki<br />

o, ölümünden biraz önce The Restraining of the Commonalty from<br />

the Science of Theology ( İlcamu'l-Awam an ilmil-Kelâm) adl ı makalesini<br />

bitirdi. Bu makaledeki kelâm görü şü de yine E ş'ari'dir. Böylece<br />

o, hiçbir zaman bir E ş'ari mütekellimi olmaktan geri durmam ış-<br />

3 Mümkün bir istisna Abhari (1265) dir. Fakat hakk ında çok az şey bilinir. Bak:<br />

El' GAL, I, 608; GALS, I, 839. Bu zat felsefe üzerine kitaplar yazm ıştır. Bunlar çok şerh<br />

edildiği için önemli metinlerdir. Bu gösterir ki bu eserler orijinal eserler olmaktan ziyade<br />

ba şka eserlerden yap ılmış özetlerdir ve mütekellimlerin ihtiyaçlar ına göre adapte edilmi ş-<br />

lerdir.<br />

109


tır. Kelâmın ilkin düşündüğünden daha az önemi olduğu kanaatine<br />

varmış olmas ına rağmen.<br />

Onun İsmaililiğe çal ışmas ı, belki de felsefe ve kelâm çal ışmas ından<br />

tamamen farkl ı idi. Ondan çok şey öğrenmek isteyip istemedi ği<br />

şüphelidir. Maamafih Fahmi propagandas ının tehdidi aç ısından bakılacak<br />

olursa Abbasi halifesi taraf ından (ki bunun durumu Selçuk<br />

sultanlarınınkinden daha çok tehdidedilmi şti) kendisine bu propagandan<br />

ın fikri yahut kelâmi bir tenkidini yazmas ı rica edilmi şti. Gazali<br />

bunu ı o94 Şubatında yapmış olmalıdır. Onun Bağdad'dan ayr ılışı<br />

o95 de olmu ştu.Aynı zamanda O, (ismaililerin) özel görü şleri üzerinde<br />

de bir iki küçük kitap yazd ı. Bunların ne derece tesirli oldu ğunu söylemek<br />

güçtür. Ama İsmaililiği yenmek için yard ım ettiklerinde şüphe<br />

yoktur. ı ogo da dağlık bölgelerde ba şar ı ile ba şlıyan ihtilâl, şehir ve<br />

kasaba elde edemedi. Bu arada ı o94 deki baş kald ırmalar, Fat ımi hükümetiyle<br />

olan ba ğları kırd ı. (Gazali umumiyetle İsmailileri Ta'limiyye<br />

ve Bat ıniyye gibi isimlerle gösterir.)<br />

Gazali hayati inki şafinda felsefeyi ve İsmaililiği inceledikten sonra<br />

tasavvufi çal ışmalarına başlad ığını söylerse de çok daha erken bir<br />

çağdan beri tasavvufla temas halinde idi. Babas ının ölümü üzerine<br />

o ve karde şi, babas ının arkada şı olan sufi bir zat ın muhafazas ına tevdi<br />

edildiler. Neysabur'daki talebelik günleri s ırasında bir profesör (muhtemelen<br />

fik ıh müderrisi) olan Farmedi ( ı o84)nin tesiri alt ında kalmıştı.<br />

Bu zat, oradaki sufilerin lideri idi. O s ırada kendisi tasavvufla hem<br />

nazarl, hem de ameli yönden biraz a şinalık kesbetmi ş görünmektedir.<br />

Fakat sonradan tasavvuftan kelâm ve felsefeye dönmü ştür. i 095 deki<br />

ruhi sars ıntı üzerine tekrar tasavvufa döndü fakat çabucak anlad ı ki<br />

tasavvufu yaln ız nazari ö ğrenmek kâfi de ğildi. Tatbik etmek lâz ımdı .<br />

İşte bu dü şünce iledir ki Ba ğdad'daki makamıru terk etti ve servetini<br />

de dağıtt ı. Öz bir eser olan Bidayetu'l-Hidaye'den esas hayat ı hakkında<br />

k ısa bir fikir edinilebilir. Bu hayat bir nevi manast ır hayat ı idi.<br />

Tus'ta etrafına toplad ığı talebe ku şağı ile bir manast ır cemiyeti te şkil<br />

etmi şti. Amel üzerine temellendirdi ği mes'ud hayat görü şü, "İhyau<br />

Ulümi'd-Din" The Revival of the Religious Science" eserinde tasvir<br />

edilir Bu eser, Arapçada dört büyük cilt tutan k ırk "kitap" tan müteşekkil<br />

bir eserdir. Bunun birçok kitaplar ı Avrupa dillerine tercüme<br />

edilmektedir.<br />

Gazalinin olgunluğu, tasavvufi ameline (prati ğine) bağlı bulunduğundan<br />

dolay ı, onun İslâm dü şüncesinin geli şmesindeki yerini<br />

ara ştırırken bu hususun takdirine çal ışmak mühimdir. Gazali'den<br />

110


önce ulema ile sufiler aras ında bir uçurumun bulundu ğu söylenemez.<br />

Baz ı sufiler amelsiz idiler, ama hepsi de ğil. al-Ku şeyri ileri gelen bir<br />

sufi olduğu gibi ulemadan bir zat idi de. Hanbeliler aras ında da sufiler<br />

vard ı. Ulemadan baz ıları amelsizliğinden (z ındıklığından) dolay ı<br />

922 de idam edilen mutasavv ıf al-Hallâc' ı muhafazakâr olarak yani<br />

ehl-i Sünnetten kabule yana şıyorlard ı. Bu gösteriyor ki sufi cereyan ı<br />

ile ana sünni k ısmı birbirine yak ındı. Bununla beraber Gazali'nin<br />

başarıs ı yüksek derecede bir terkip yapmas ı idi. Onun seleflerinden<br />

çoğu için tasavvuf, şer'i amellerin kalkt ığı yerde ba şlar. Gazali'nin<br />

eserinin ço ğu herkese farz olan şeri amellerin deruni manalar ını göstermeğe<br />

matuftur (ki bu deruni manaya "sufistik" denilebilir).<br />

Gerçek tasavvufi hayat, bütün bu vazifelere sadakat ve imanla riayet<br />

etmekti. Sadece bu esas üzerinde yürüyen bir kimse sufili ğe mahsus<br />

saha olan daha yüksek tasavvufi derecelere yükselebilirdi. Şahsi tecrübesi<br />

sayesinde yazabilmi şti. Bu, aç ıkça gösterdi ki bu deruni sözler z ındıklık<br />

getirmez, bunlar şeriate sadakatle riayetle terkibedilebilir.<br />

Bu bak ımlardan Gazali kelâma do ğrudan doğruya bir yard ım<br />

yapmıyordu. Seri vazifelerle, Kelâmi formüllerle ifade dilen inanc ın<br />

insanla olan münasebetinin, sadece bir d ış münasebetten ibaret olmayıp<br />

onun hayat ının derinliklerine kadar nüfuz edebilen bir münasebet<br />

olduğunu gösterdi. Muhakkak ki bu, kelâm ı soldurmadan, dinin<br />

gerçek hayati veçhesine yard ım etti. Gazali ayn ı zamanda mistik<br />

tecrübelerin mahiyeti hakk ında ve bunlar ın, Peygabmberin vahiy<br />

tecrübesiyle olan münasebeti hakk ındaki nazariye üzerinde de fikir<br />

yürüttü. -Mesela Mi şkatul-Anwar adl ı eserinde. Fakat onun nazariyeleri<br />

sonraki mütekellimler tarafindan izlenmedi ve hiçbir suretle<br />

müessir olmu ş görünmüyor.<br />

Bu tetkikte Gazali hakk ında ileri sürülen maltimat, üzerinde<br />

ihtilaf edilen bir görü şün doğruluğunu kabule götürmektedir. Yak ın<br />

çalışmalar, İlcamu'l-Awam an İlmi'-lKelâm' ın salâhiyetli ne şri gösteriyor<br />

ki alimlerin fikri bu görü şü kabule doğru gelişiyor. güçlüklerin<br />

mihrak ı şudur: Gazalrye atfedilen birçok eserler var. Bunlar ın mevsukiyeti<br />

ara şt ırılmaktad ır. Bir ikisinin, Gazaalrnin asnndan sonra<br />

yaz ıldığı aşikard ır. Birkagnın mevsukiyeti hakk ında da İgnaz Goldziher,<br />

Duncan Black Macdonald, Miguel Asin Palacios ve di ğerleri<br />

tarafindan şüpheler izhar edilmi ştir. Bu eserlerin ço ğu, sünni kellmma<br />

pek aykırı olan mistik nazariyeler ihtiva eder. Bunlardan birinde<br />

yahut ikisinde Yeni Eflâtuncu doktrinlerin kabulü vard ır ki Gazali<br />

bunu Tehafutu'l-Felasifesinde sarahaten reddetmi şti. Bu eserlerin


s ıhhatini kabul edenler bu yüzden onun hayat ında kendini tasavvufun<br />

müfrit şekillerine kapt ır ıp hem şerI amellerden, hem de sünni<br />

doğmas ından tamamen ayr ılan bir devir görürler. Bununla beraber<br />

genel teolojik görü ş bak ım ından tamamen sünni olan İlcamu'l-Awam<br />

an ilmi'l-lKelâm' ın tam hatas ız olarak tarihini tesbit etmek suretiyle<br />

sonraki müfrit tasavvufi devir geçirdi ği görü şü müdafaa edilemez<br />

olmaktad ır. Yaz ılabilmi ş olan şüpheli eserlere bakarak onun hayat ı<br />

hakk ında ba şka bir nokta bulmak güç oldu ğundan dolay ı, bu eserlerin<br />

şüpheli karakterlerini kabul etmek kuvvetli bir görü ş haline<br />

gelmektedir. İslâm dünyas ında ya bir adam ı lekelemek, yahut<br />

ekseriya sap ık doktrinleri kendisinden şüphe edilmiyen bir otoriteye<br />

atfetmek süretiyle onlara revaç kazand ırmak halleri çok görülmü ştür.<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

Margaret Smith, Al-Ghazâl, the Mystic, London, 1944.. Gazalinin<br />

hayat ı hakk ında, Ingilizcede ba şka yerde bulunm ıyan materyeller<br />

ihtiva eder.<br />

A. J. Wensinck, La pensee de Ghazzâl,, Paris, 1940, esas olarak<br />

bir materyal kolleksiyonudur. Bu ve önceki eser, mavsukiyeti şüpheli<br />

olan eserleri kullanma ğa müsaade eder.<br />

W. Montgomery Watt, Muslim Intellectual the Strugle and Achievement<br />

of al-Ghazâl, (bas ılacak). Onun hayat ı ve dü şüncesiyle kendi<br />

çağınınki aras ında münasebet kurma te şebbüsleri.<br />

Maurice Bouyges, Essai de chronologie des ceuvres de al-Ghazâl,,<br />

M. Allard tarafından tab' ı yap ılmış ve bugünkü dilimize adapte edilmiştir.<br />

Beirut, 1959 Bir y ığın bibliografik ma'ltımat ihtiva etti ği gibi<br />

münaka şalar ve mevsukiyet meselelerini de içine al ır. Bu son eser<br />

Montgomery Watt' ın makalalerinde münaka şa edilir. (A. Forgery<br />

in al-Ghazali's Mishkat (Gazali'nin Mi şkât ında bir kalpazanl ık).<br />

Journal of the Royal Asiatic Society, 1949, 5-22; 1922; 1952, 24-45<br />

J. Obermann, Der philosophische und religiöse Subjektivismus Ghazalls,<br />

Vienna, 1921. Ba şlıca İhya'ya dayanan faydal ı tetkiklerdir.<br />

Fakat neticelerde a şır ı derecede felsefi öncel fikirlere istinadeder.<br />

F. Jabre, La Notion de Certitude selon Ghazali, Paris, 1958; La Notion<br />

de la Marifa chez Ghazali, Beirut, 1958. Bu da faydal ı tetkiklerden<br />

ibarettir ama yine şüpheli ya da hatal ı pe şin fikirler var.<br />

112


G.H. Bousquet, etc. Ihya 'Oulotim ed-Din ou Vivification des sciences<br />

de la foi, Paris, 1955. İhyau Ulümi'd-Din'in Frans ızca tahlili. K ırk<br />

kitaptan birço ğu şimdi Avrupa dillerine tercüme edilmektedir.<br />

W. Montgomery Watt, The Faith and Practice of al-Ghazali,<br />

Hidaye'sinin tercümeleri.<br />

S.A. Karaalı, Al-Ghazall's Tahafut al-Falasifah (filosoflar ın birbirini<br />

tum ıyan bo ş sözleri), Lahore, 1958. Güzel bir tercüme. Bu eserin<br />

büyük bir k ısmı S.van den Bergh tarafindan da tercüme edilmi ştir.<br />

Bu tercüme, İbnu Rü şd tarafindan yap ılan Reddiyesi içindedir. (Bak:<br />

Bibliografya, fas ıl 15)<br />

M. Asın Palacios, El justo medio en la creenica, Madrid, 1929.<br />

The Golden Mean in Blief (imanda Altun Mana)in İspanyolca tercümesi.<br />

I. Goldziher, Streitschrift des Gazal gegen die Bât ınijja-Sekte, Leiden,<br />

1916. Mukaddime ve ismaililere kar şı bir eserin özeti ve k ısaltılmış<br />

tab' ı .<br />

W.H.T. Gairdner,<br />

Mishkât al-Anwâr ("The Niche<br />

for Lights"), London, 1924. Bir mukaddime ile beraber tercüme.<br />

113


FASIL i4<br />

ı ıoo - 125o Arasında Sünni Kelâmı<br />

al-Gazali'yi hemen takibeden devirde parl ıyan güne ş ışığından<br />

koyu karanl ığa doğru bir geçi ş zamanı vard ır. Abbâsi hilâfetinin hüküm<br />

sürdüğü bölgede sonraki devrilerde İbni Teymiyye (1328) nin<br />

ve Muhammed Abduh (19°5) in tetkikleri d ışında bir mütefekkir<br />

mahsulü olan mufassal bir eser yaz ılmamışt ır. Brockelmann' ın kitab<br />

ında binlerce eserin ismi mevcuttur. Fakat bat ılı bilginler, bunların<br />

ancak bir avuç kadar ını işliyebilmi şlerdir O da geli şi güzel. Fakat<br />

yaşıyan müslüman müeellifler bu kadar ın ı da yapmam ışlardır. Bu<br />

yüzden a şağıdakiler ondokuzuncu as ır ba şındaki Afrika haritas ına<br />

benzer.<br />

Başlı başına teoloji tarihine aidolmamakla beraber on ikinci<br />

as ırda yahut on üçüncü as ır başlar ında yeni bir dini geli şmenin olduğuna<br />

burada dikkati çekmek de yerindedir. Bu, umumiyetle dervi ş<br />

tarikatleri, yahut dervi ş karde şlikleri (ihvan) denen şeydir. Bu tamamen<br />

yeni bir şey değildi. 800 tarihinden sonra bir kurala göre mü ş-<br />

terek bir hayat ya şıyan insanlar ın izleri var bunda. Gazali'ye tesir<br />

eden Farmedi (1084)) nin baz ı tarikat evfsafını ta şıyan sufiler grupunnun<br />

ba şı olduğu san ılmaktad ır. Gazali'nin kendisi de yukar ıda işaret<br />

edildiği veçhile manast ır okuluna benzer bir okul kurmu ştu. Onüçüncü<br />

as ırda daha önceleri Farmedi ile kurulan ve sonra Ahmed al-Gazali<br />

tarafından idare edilen üç tarikat, önceki sufi gruplar ının hepsinden<br />

daha belirli, daha büyük ve daha sürekli olma ğa ba şlamışt ı. Diğer<br />

tarikatler de bunlar ı takibetti. Nihayet tarikatler İslam dini hayat ında<br />

önemli bir safha ald ı .<br />

On dokuzuncu asra yak ın bir zamana kadar birçok yerlerde büyük<br />

sayıda toplu halk tarikatlere ba ğlanmışt ı. Fakat sad ık üye olmaktan<br />

ziyade birlikler olarak bunlar ı benimsediler. Tarikat ın âyini ki<br />

zikir denilir, onlar için şeriatin şekli namaz ından daha çok şey ifade<br />

114


etmişti. ı goo den itibaren tarikatlerin tesiri baz ı memleketlerde azalmağa<br />

ba şlad ı. Bu, kısmen onlar ın tufeyliliğinden, kısmen de ba şka<br />

sebeblerden ileri geliyordu. Bir tarikatin inhitat devrine ait bir tasvir,<br />

Taha Hüseyin'in An Egyptian Childhood (Bir M ıs ırl ı'nın Çocukluğu)<br />

unda bulunabilir.<br />

Din tarihçileri için bu hadise, birçok önemli meseleler ortaya<br />

çıkarır. Gazali bu yeni geli şmeğe herhangi direkt bir yard ım yapt ı<br />

mı, yoksa o, ayn ı istikametteki temayüllerin ak ımında giden sadece<br />

bir çöp mü idi Tarikatlerin şekli namaza kar şı as ıl davran ışlar ı ne<br />

idi Halk ne zaman namazlara zikirden daha az itibar etme ğe ba ş-<br />

ladı Bu değişikliğin önemli bir sebebi var miydi Bu son soru ayn ı<br />

zamanda kelâmla da ilgilidir. Zira görülece ği üzere kelâma geni ş değişiklikler<br />

gelmi ştir. Kelâmdaki bu de ğişikliklerin i şraret edilenlerle<br />

ilgili olup olmadıkları ve eğer böyle ise ilgili ba ğların neler oldu ğu<br />

mühimdir. Böylece kelam tarihi derinle ştikçe şunu ifade eder ki ilk<br />

tarikatler ana sünni akidesini muhafaza etmelerine ra ğmen muahher<br />

olanlardan baz ıları sap ık akideler benimsemi ştir. Maamafih bu noktalar<br />

özentili bir kelâmda gösterilmi ş değildir. Ve tarikatler mütekellimlerle<br />

ciddi bir münaka şaya girmemi ş, yahut herhangi bir suretle<br />

fikri sahada onlar ın yerini elde etme ğe gayret sarfetmemi ştir.<br />

Tekrar E ş'ari teolojisine döneresek, Gazali'nin felsefi tetkiklerinin<br />

neticesi hemen belli olur. Bir buçuk as ır esnas ında yalnız iki önemli<br />

şahs ın ismi var: Bunlar ın her ikisi de istekli olarak felsefeye dalan<br />

mühim şahsiyetlerdir. Birincisi Sehristani ki ismini Iran' ın doğu kısmında<br />

küçük bir kasabadan al ır. Orada do ğmu ştu. (1076 da yahut<br />

o86 da.) Ö ğrenimini Neysabur'da ve bölgenin di ğer yerlerinde yapmıştı.<br />

i 116 da Mekke'ye Hacca gitti. Seyahati sayesinde Ba ğdad'daki<br />

Nizamiye medresesinde ömrünün üç y ılını va'z ve nasihat vererek<br />

geçirmek firsat ını buldu. Fakat hayat ının geri kalan k ısmını 1153 de<br />

ölümüne kadar do ğum yerinde geçirdi. Kendisi hem ismaililik hayranlığı<br />

ve hem de filozoflar ı tutmakla ittiham edilmi şti. Onun felsefeye<br />

olan büyük ilgisi eserlerinden bellidir. Belki de ismaililik töhmeti,<br />

onun bütün eserlerinin, Tirmiz'deki bir efendi ad ına, Nakibu'l-E şref<br />

yahut alevilerin ba şkanı ad ına yaz ılmış olmas ından ileri gelmi ştir.<br />

Sehristani al-Firak yazarlar ının en önemlisi olarak zikredilir.<br />

Fakat o ayn ı zamanda bir felsefi-kelâmc ıdır.<br />

İki eseri elde edilebilir. Basan ve özetle Ingilizceye tercüme eden<br />

Alfred Guillaume tarafindan isimlendirilen Summa Philosopiae (özet<br />

1 Ritter, Der Islam, XVIII (1929), 48-50.<br />

115


felsefe) si ve çe şitli noktalarda İbni Sinay ı tenkideden küçük bir eseri.<br />

Birincisi felsefenin kelâm ı nas ıl istilâ etti ğine aç ık bir delildir. Mevzular<br />

ın tertibi hemen hemen al-Cuwayn.i ve Gazali'nin ayn ı mahiyetteki<br />

eserleriyle ayn ıdır. Fakat yaz ıl ış metodu de ğiştirilmiştir. Eski<br />

islâm kelâmc ılar ı aras ında fikirleri tenkidedilip reddedilenler, ya genellikle<br />

filozoflar veya bizzat İbni Sina'd ır. Münaka şalar da yeni felsefi<br />

görü şler ve mant ıki metotlar içinde takdim edilir. Gerçekten eski<br />

yazarlar ın görü şleri, yeni kanaatlerin ıst ılâhları içinde o derece reforme<br />

edilmişlerdir ki yazarlar ın kendileri mevcudolsalard ı kendi<br />

fikir mahsullerini tahmin etmekte güçlük çekerlerdi.<br />

Diğer zat da Fahru'd-Din ar-Razi (1149-1209), Rey ( şimdiki<br />

Tahran' ın yanında) de bir fakihin ve vaizin o ğlu idi. Bir şafii teolo ğu<br />

olarak yeti ştirilmişti. Aynı zamanda felsefeye ve Yunan ilimlerine de<br />

geni ş vukufu vard ı . İhtisas ının ilk zamanlar ında Aral denizinin hemen<br />

güneyinde Ortaasya bölgesi Harizm'e gitti. Maksad ı bu küçük kö şede<br />

hâlâ hüküm süren Mu'tezile kelâm ına kar şı koymak (onunla mücadele<br />

etmek) idi. Fakat hemen Buhara ve Semerkand'e çekilmek<br />

zorunda kald ı. Daha sonra Gazne ve Pencap'ta bulunmu ştur. Sonunda<br />

Herat ( şimdiki Afganistan) da yerle şti. Burada kendisi için bir medrese<br />

yahut bir kollej in şa edildi. Hayat ının bu son devrinde Ghorid sultan ı-<br />

nın himayesi ve ayaklanan Harizm şahlar soyunun himayesi alt ında<br />

idi. Buna ra ğmen onun Kerrâmi dü şmanlar ı tarafından zehirlenerek<br />

öldürüldüğü söylenir.<br />

İnsan onun şümullü kelâmi eseri Muhassal'a bakt ığı zaman,<br />

kelâma temel olarak felsefenin geli şen önemiyle kar şılaşır.Eser hemen<br />

hemen e şit derecede dört k ısma bölünmü ştür. Bunlardan birincisi<br />

mant ıki ve epistemologic (bilgi nazariyesi) mukaddimelere temas<br />

eder. İkincisi bilginin objelerinin mahiyetine dokunur. (Varl ık, vücup,<br />

imkân, vs.) Ancak kitab ın ortalar ına doğru üçüncü k ısımda<br />

Allah doktrinine gelir. Dördüncü k ısım, peygamberliğe, eschatology<br />

(âhiret hayatiyle u ğra şan ilim) e ve benzeri konulara tahsis edilmi ş-<br />

tir. Bu, onun ilgi duydu ğu şeylerin dengesini gösterir. Gerçi bu, onun<br />

tamamen bir filozof oldu ğu anlam ına gelmez. Onun Mu'tezileye<br />

kar şı münaka şalar ı da unutulmamal ıdır. Bunların yan ında o, Harizm'-<br />

de Kur'an üzerine büyük bir tefsir yazd ı ki bir taraftan metnin tefsiri<br />

içinde felsefi fikirlerini ileri sürerken di ğer taraftan birçok âyetlerin<br />

Zamah şâri (1144) tefsirinde oldu ğu gibi Mu'tezilenin keyfi tevillerini<br />

çürütmeğe çal ışt ı. Filhakika doğmatik filozof olmas ına rağmen Razi<br />

doğmatik konularda Gazali'den daha ortodoks (muhafazakâr)<br />

116


ve serbest fikre daha az taraftard ır. Mesela kelâmc ılar tarafından<br />

çok münaka şa edilen bir Hadis vard ır ki onda Muhammed (A.) :<br />

"Allah Adem'i kendi suretinde yaratt ı." demi ştir. Baz ı mütekellimler<br />

kendi zamirinin Allah' ı göstermesine engel olmak için ustal ıklara<br />

başvurmu şlard ır. Hanbeliler ekseriya bunu "mahiyeti mechul, nas ıl<br />

olduğu bilinmeksizin" şeklinde kabul ettiler. Gazali bunu kabule<br />

ve aç ıklamağa koyuldu. Fakat Razi "his : kendi" zamirinin Allah'a<br />

raci olmay ıp tamamen Adern'e raci oldu ğunu gösterdi. z Bu, felsefe<br />

ile muhafazakarl ığı bağda şt ırman ın alâmetidir.<br />

Bu devir esnas ında teolojik faaliyetin Habneliler ve Matüridiler<br />

aras ında da devam etti ği anla şılmaktad ır. Fakat kelam s ırf bir akaidden<br />

ayrı olarak mütalaa edilmemi ştir. İşte sonradan me şhur olup s ık s ık<br />

üzerinde bu zamana kadar yorum yap ılan Necmu'd-Din Ömer en-<br />

Nesefi (1068-1142) nin iman makaleleri bu devrin mahsulüdür. 3<br />

ının büyük k ısm ın ı Semerkand içinde ve dolaylar ında Müellif, hayat<br />

geçirdi. Buna ra ğmen Mekke'ye gidip Hac da etti. Kendisi sadece<br />

bir mütekelli ın olarak de ğil, fakat bir fakih ve muhaddis olarak da<br />

itibar görmü ştür. Yine bu zaman civar ında Fergana'da al-U şi ( ı ı 73)<br />

diye tan ınan bir alim ya şad ı. Bu zat, altm ış alt ı satırdan ibaret<br />

manzum bir akaid kitab ı telif etmekle yadedilir. Bu kitap da sonradan<br />

çok şerhedilmi ştir. Böylece biz, art ık, E ş'ari'ninkilerle mukayese<br />

edilebilecek kelâmi bir eser göremiyoruz. Sadece kelâmi geli şmenin<br />

diğer yüzünü gösteren bu akaid kitaplar ın ı görüyoruz.<br />

Keza diğer kelam okullar ının da (kaliteli eser verdikleri) pek<br />

bilinmemektedir. Hanbeliler Ba ğdad'da kuvvetli ve faal idiler. Fakat<br />

Gazali, gününde onlar ı nisbeten zay ıf gösterir. Böylece di ğer bir yerde<br />

pek Hanbelilerin bulunmad ığı tahmini kuvvetlenir. Onlar hakk ında<br />

yeni bir bilgi kayna ğı elde edilebilmi ştir. Burada onlar ın baz ı dahili<br />

ihtilaflar ı etrafl ıca tetkik edilmektedir. Parlak genç adamlar ından<br />

biri olan İbni Akil (i i 19) bir zaman Mu'tezile görü şüne kapt ır ılmışt<br />

ı. Bu yüzden arkada şlarından birçoğunun nefretine maruz kald ı .<br />

Hanbeliler aras ında di ğer enteresan olay da şudur: Onlardan biri<br />

olan Abdulkadir al-Cilâni yahut al-Cili (i 167) tasavvufa alâka duy-<br />

2 Bu Hadisin manalar ı Montgomery Watt tarafından "Created in his Image" adl ı<br />

makalede münakaşa edilmiştir, Transactions of the Glasgow University Oriental Society,<br />

XVIII (1962), 38-49.<br />

3 D.B. Macdonald tarafından tercüme edilmi ştir, Development, 308-15.<br />

4 George Makdisi, "Nouveaux Details sur l'affaire d'ibn 'Aqi1", M6anges Louis<br />

Massignon, Şam, 1957, 91-126. Bak: Bulletin of the School of Oriental and African Studies,<br />

XVIII (1956), 9-41, 239-60; XIX (1957), 13-48, 281-303, 426-43.<br />

117


du ve ilk tarikatlerden biri olan Kadiriyye tarikatinin ba ş kurucusu<br />

oldu.<br />

Kerrâmiyye ve Mu'tezilenin Fahru'd-Din ar-Razi ile münasebette<br />

olduklar ı zikredilmektedir. Razrnin Afganistan'da birçok Kerramryi<br />

hidayete sevketti ği de söylenir. Belki de Gaznevi hanedan ımn<br />

dü şmesiyle mahalli vaziyette önemli bir de ği şiklik olmuştur. Bu devrin<br />

Mu'tezilesi de esrarengiz kalmaktad ır. Onlar Harizm'de bilinmiyen<br />

birtak ım sebeplerden dolay ı me şhur olmuşlard ır. (Harizm ayn ı<br />

zamanda Mu'tezili Kur'an müfessiri Zemah şerrnin de memleketidir).<br />

Ciylânrnin, Ba ğdad'da bir Mu'teziliyi ziyaret etti ği söylenir.<br />

Akide bak ımından ay ıplanmalar ına rağmen şimdi onlara ana sünni<br />

akidesini biraz mihveri d ışında anlayıp benimsiyenler nazariyle bakılabilir.<br />

Onlar ın E ş'arilerle olan ayr ılıklar ı, Matüridilerle olanuakin.-<br />

den biraz daha fazlad ır. Bu, Zemah şerrnin tefsirinin, her türlü fikre<br />

mensup çe şitli alimler aras ında hemen nas ıl geni ş bir kabul gördü ğünü<br />

aç ıklamağa hizmet eder. Onun filolojik meziyetleri, sap ık fikirleri<br />

gibi tehlikeli görülmemi ştir.<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

A. Guillaume, The Summa Philosophiae of al-Shahrastad, Kitâb<br />

Nihayatu'l-Iqdâm, bas ı ve tercüme. London, '934<br />

Paul Kraus, "The Controversies of Fakhral-din Râzi, Islamic<br />

Culture, XII (1938), 131-53 (Keza Frans ızca olarak Bulletin de<br />

l'Institut d'Egypte, XIX (1937), 187-214).<br />

I. Goldziher, "Aus der Theologie des Fachr al-Din Râzi", Der<br />

Islam, III (1912) 213-47. Onun Hadisler üzerindeki görü şüne ve<br />

peygamberliğin masumiyetini desteklemesine temas eder. Harizm<br />

Mu'tezilesi hakk ında tafsilât verir.<br />

118


FASIL<br />

İslam Bat ı Dünyasında Kelâm ve Felsefe<br />

İslam Bat ı Dünyas ı, İslam İspanyas ı ve Kuzey Afrikas ını göstermek<br />

bakımından Arap Mağribi terimine muvazi olan elveri şli bir<br />

terimdir. Bütün bu bölge, eski şeriki olan İspanya ile bir birlik meynana<br />

getirmeğe çal ıştı.. Sekizinci as ır ba şında fethinden beri bu bölge,<br />

Şam Emevi halifeli ğinin hükmü alt ında idi. 75o de Emevilerin dü ş-<br />

mesi üzerine Abbasiler henüz kendi hükümranl ıkların ı Ispanya'da<br />

yerle ştirme ğe firsat bulamadan bir genç Emevi prensi, orada iktidar ı<br />

ele geçirme ğe muvaffak oldu. Bu yeni müstakil devlet t000 tarihine<br />

kadar sürdü ve zaman zaman Kuzey Afrika üzerinde de bir miktar<br />

kontrol sahibi oldu. Parçalanmas ı üzerine çe şitli bölgelerde yine müslüman<br />

ellerde mahalli soylar kuruldu. Sonra ı o85 ve ı ogo aras ı Kuzey<br />

Afrika'dan Berberi soyu olan Murab ıtlar bütün İslam İspanya'y ı<br />

kendi kontrolleri alt ına ald ılar. 1147 de onlar da buras ını bir ba şka<br />

Berberi soyu olan Muvahhidlere verdiler ki bunlar ın idaresi 1225 e<br />

kadar sürdü. Bundan sonra h ır ıstiyan devletler tarafından tekrar<br />

geri alma sür'atli bir seyir takibetti.<br />

İspanya Islam kültürünün Bat ıya tesirinde önemli bir yer tuttuğundan.<br />

ve Afrika İslam İspanyas ı , İspanya Tarihinin bir parças ı<br />

olduğundan dolay ı Avrupal ı ara şt ırıcılar en çok dikkatlerini İslam<br />

tetkiklerinin bu sahas ına hasretmi şlerdir. Fakat dikkatlerinden ço ğu<br />

siyasi tarihe, bunun kaynaklar ının kolleksiyonuna ve bunların tenkidine<br />

hasredilmi ştir. Eğer yazarlar ı yahut dü şünürleri tetkik etselerdi<br />

onlar, bütün kültürel çevrelerinden nisbeten ayr ı olarak mütalaa<br />

edilmiş olurdu. Böylece cevaptan uzak birçok meseleler kalmaktad ır.<br />

İslam İspanyas ı kültürü, birçok bak ımlardan İslam dünyas ı kültürünün<br />

bir devam ıdır.<br />

Siyasi ayr ılığa rağmen İspanya alimleri için, Islamın ana fikir<br />

merkezlerine, ta Ba ğdad'a kadar seyahat etmek mümkündü. Birçok-<br />

119


lan da böyle yapt ılar. Bazan da do ğudan alimler gelip Ispanya'da<br />

yerle ştiler. İslam Hümanistik ve dini tetkiklerinin ilerlemesinde yard<br />

ımlaşmalar yap ılmıştı. Parlak devirlerinde İspanya İslam kültürü,<br />

Bağdad ınki gibi bir şöhrete sahipti. Hattâ onun lay ık görüşleri birçok<br />

hır ıstiyanlar ı-ki Mozarablar diye bilinirler- kendine cezbetti. Ve<br />

Arapça lehine lâtinceden ayr ılma& onlar ı ikna etti. Nisbeten<br />

vahşi bir hayat yaşıyan Avrupadan seyahat edenler için buras ının çok<br />

medeni olduğu muhakkak idi. Gerçek bir ruhi hayatiyet var miydi,<br />

yahut Islam dini sadece layik hayat yolunun bir iskeleti miydi İslam<br />

umumi kültür şekillerini İspanya müslümanlann ın özel durumuna<br />

uydurma te şebbüsü var miydi Arap olm ıyan müslümanlar ın -gerek<br />

iberi, gerek Berber olsun- Islam kültürünün geleneksel şekilleri üzerinde<br />

baz ı tesirleri oldu mu Bunlar ve bunlara benzer sorular cevaplandırılmadığı<br />

müddetçe İslam İspanyas ı' nın fikri hayat ında kelam<br />

ve felsefenin yeri hakk ında kesin bir mal0mat verme ğe imkân yoktur.<br />

Ve bu yüzden a şağıdakiler de ilkel bir yönelmeden ba şka bir şey olamaz.<br />

İspanya ba şlangıçta Şeriat ve diğer dini konularda Şam' ı takibetti.<br />

Fakat zamanla Maliki mezhebi hakim olma ğa başladı. Maliki<br />

mezhebinin hakim olmas ı bir tesadüf eseri mi yoksa Maliki mezhebinin<br />

Endülüs halkının tabiatine uyan baz ı cazip taraflar ı var da onun<br />

için mi oraya hakim oldu ğu hususu aç ıkça bilinmiyor. (Endülüs, bütün<br />

müslüman Ispanya'n ın Arapça ad ıdır). Doğuda Maliki fikhı ile<br />

E ş'ari kelâm ı aras ında baz ı münasebetler bulunmas ına rağmen,<br />

batıda Muvahhidlerin gelmesinden önce E ş'ariliğin izi çok azd ır.<br />

İspan'ya'nın ilk dikkate değer mütekellimi İbni Hazm (993-1°64)<br />

idi ki bu zat, orta ça ğlarda Abenhazam diye tan ınmıştır. O, eski bir<br />

İspanyol ailesinden gelmi ştir. Babas ı Emevilerin veziri idi. Kendisi de<br />

on birinci asrm firtmali ilk çeyre ğinde mahalli idarelerin alt ında çeşitli<br />

idari ve askeri mevkiler i şgal etti. Fakat yava ş yava ş siyasi hayattan<br />

çekilip kendini tamamen ilmi tetkike verdi. Maliki hocalar ın murakebesi<br />

alt ında yeti ştirilmi şti. Ama bu mezhebi tatminkâr bulmad ı .<br />

Bir zaman için Şafii mezhebini taklidettikten sonra kendi ruh evini<br />

küçük zahiri mezhebi içinde buldu.<br />

Zahiriyye mezhebinin esas prensibi şu idi: Kur'an ve Hadisin<br />

manalar ı lafizlar ında aranmala ıdır. Zahir (d ış yahut edebi) mana<br />

batına (içe) muhaliftir. Bu görü şün özel mümessileri bunu sadece<br />

şer'i meselelere tatbik etmi şler, Kelâmda çe şitli farkl ı görü şler benimsemişlerdi.<br />

Fakat İbni Hazm şimdi Zahiriyye prensibini akide ko-<br />

120


nular ına da tatbik etmek ve böylece fik ıh ile kelâmı bir tek fikri çat ı<br />

altında birle ştirmek istedi. Roger Arnaldez tarafindan İbni Hazm<br />

üzerinde yak ın zamanlarda yap ılan dikkatli bir ara ştırmada da gösterildiği<br />

veçhile gramer de bu muhtevaya dahildi. Bunun ba şlıca gayesi,<br />

bütün insan hayat ım sadece objektif ilahi vahye dayand ırmak<br />

ve sübjektif olan her şeyi dışarıda b ırakmak olduğu söylenebilir. Bu<br />

müslüman hayat ında derin kökler salan dini bir sezginin özentili<br />

tetkiki idi.<br />

Sezgi ki geleneksel görü şte şöyle ifadesini bulmu ştur. Kur'an'a<br />

Muhammed (A.) in şahsi tesiri hiç olmam ışt ır. Kur'an ona bir melek<br />

vas ıtasiyle Allah'tan gelmi ştir. Bu hads (yani kesin ilim) ve İbni hazm'-<br />

ın bütün davran ışı müslüman ibadetinin bir dönüm noktas ı olan harekete<br />

çok yak ınd ır. Namazlarda insan ın Allah' ın kudreti kar şıs ında<br />

aczini ifade eden secde hareketi, yahut aln ı yere koymak. Bundan<br />

dolayıdır ki Muakkipleri olmadığı halde İbni Hazm' ın Bat ı islam<br />

dünyas ında önemli tesirinin olmas ı şaşılacak şey değildir. Onun teolojik<br />

fikirleri Zahiriyye fakihleri tarafından adapte edilmedi ği için<br />

fikhi mezhep söndü. Yine de mahallin sonraki yazarlar ında onun<br />

görü şlerinden bir şeyler bulunur. Genel görü şleri onunkisinden çok<br />

farkl ı olmakla beraber.<br />

İbni Hazm teolojik görü şlerini etrafl ı bir risalede vermedi, Fakat<br />

"Kitabul'l-Fisal" diye tamnan dini fikirlerin tenkidli bir tarihinde<br />

verdi. Bu, bir nevi İslam mezhepleri tarihidir ki anlatt ığı sap ık<br />

fikirleri reddetmek için bütün sebepleri gösterir. Fakat di ğer dinlere,<br />

bilhassa h ırıstiyanlığa da ayni metodla temas eder. Ispanya İslamc ı<br />

Miquel Asin Palacios'unu "ilk din tarihçisi" olarak anma ğa sevk<br />

eden bu safha, belki de İslam İspanyas ındaki din içerisinde bulunan<br />

ihtilaflar ın bir icab ıd ır. İbni Hazm bilhassa E ş'arilere ve onlar ın Ilahi<br />

sıfatlar hakk ındaki doktrinlerine hücümlar ında çok ac ı bir dil<br />

kullanır. Onlar ın bu hususta tahlili akl ı kullanmalar ına sübjektif<br />

bir unsur olarak bakm ıştır. Baz ı hususlarda Mu'tezileye kar şı daha az<br />

ha şin davran ır. Kur'an' ın "yed: el" gibi terimlerinde hem antropomorfizm<br />

hem de metaphorical (mecazi) manalar ı reddetmek istediği<br />

için cidden çok çetin bir duruma dü şmüştür. Modern bilgin, onun<br />

bu yolda ç ıkmaza girdiğine hükmetmek zorunda kal ır. Fakat bu zafiyet,<br />

onun ba şar ısının değerini dü şürmez.<br />

Bat ı İslam dünyas ında şayan ı dikat diğer bir mütekellim de almuvahhid<br />

hareketinin kurucusu İbni Tümart o8o— ı ı 30) d ır. Kuzey<br />

Afrika'da do ğmu ştu. Fakat ı ı 07 civar ında Cardova'ya gitti. Sonra<br />

121


Mekke'ye Hacca gittikten sonra Ba ğdad'a geçti. Gazali ile bulu ştuğuna<br />

dair hikayeler mevcudolmas ına rağmen bizzat Gazali ile görü şmediği<br />

muhakkaktır. Fakat onun tesirinde kald ı . İspanya'da bulundu ğu<br />

sırada da İbni Hazm' ın tesirinde kald ı. Onun, Eş'ari'nin bat ıda yaygın<br />

fikirlerini benimsediği, söylenir. Fakat o, müfrit bir E ş'ari'ci<br />

Hattâ kendisi hasseten antropomorfizme hücumiyle me şhurdur.<br />

Onun Allah hakk ındaki kanaati, vahiyden ziyade felsefeye ba ğlı görünMektedir.<br />

Bu görü şle beraber onun, Allah' ın s ıfatlarını red hususunda<br />

İbni Hazm'i tutmas ı meraka değer bir şeydir.<br />

Doğuyu ziyaretinin, kendisine bat ıyı ıslah için bir plan ilham ettiği<br />

söylenir. Böylece o, seyahatinden dönü şünde kayıkta va'z ve nasihate<br />

ba şladı. (kendisine kar şı) muhalefet geli ştikçe merkezden merkeze<br />

hareket etmek zorunda kald ı. Yavaş yava ş Masmuda berberleri ve<br />

diğer kabileler aras ında birtak ım destekleyiciler buldu. ( ı I 21) civarında<br />

bir yandan mehdi oldu ğunu iddia ederken bir yandan da Murab<br />

ıtlara kar şı bir isyan haz ırlamağa ba şladı. 1123 de yenilmesine<br />

rağmen (muhtemelen ı ı 3o da) ölümünden önce bu hareket biraz<br />

daha müdafaa kazand ı ve onun halefi Abdulmü'min, 1147 de Kuzey<br />

Afrika'da al-Murab ıt kuvvetini yıkmağa muyaffak oldu. Bundan<br />

sonra bunun neticesi olarak Islam Ispanya's ım kontrolü alt ına geçirdi.<br />

ve hatta baz ı ülkeleri h ırıstiyanlardan geri ald ı. Mehdi yahut (hidayet<br />

edilmi ş kimse) iddias ı, umumiyetle bir Şii iddiasıdır ve bunun Şii<br />

Islam tarafindan ileri sürüldü ğü şüphe götürmez bir hakikattir ama<br />

onun burada kabul edili şi ve al-Muwahhid cereyan ındaki önemi,<br />

Berberlerin ilahi ilhama, yahut di ğer tabirle insan üstü bir lidere<br />

fitri ihtiyaçlar ı olduğu gerçeği üzerine. mebnidir. Nitekim Murab ıtların<br />

yahut (mukaddes kimselerin) popüler kültü (ibadeti) de buna<br />

delildir. İbni Tümart berber dilinde muakkibleri için emir (ders, talimat)<br />

kitaplar ı telif etti ki namaza davet yani ezan da bu dilde yaz ılmıştır.<br />

al-Murab ıtlardan antropomorfist diye bahsetti. Ve onlara<br />

karşı savaşmanın cihad, yahut kutsal harb oldu ğunu belirtti. Böylece<br />

hareket, siyasi olmas ına rağmen belirli bir dini temele sahipti.<br />

al-Muwahhidlerin İspanya'da hükümran olduklar ı sırada (1147-<br />

1225) idi ki felsefenin büyük geli şmesi meydana geldi. Bu, al-Muwahhid<br />

rejiminin büyük ölçüde filozoflar ı te şvik etmesi, yahut onlara<br />

müsamahakâr davran ışlı= bir icab ı idi. Hareketin kurucusunun<br />

doktrinleri, kendisi bir mütekellim olup bir filozof olmamas ına rağmen<br />

baz ı noktalarda felsefeden uzak kalmam ıştı. Aynı zamanda<br />

İspanya'da felsefenin bir iki seçkin mümessili de vard ı. Doğudan gelen<br />

122


ir muhacirin o ğlu bulunan Abenmasarra ( İbni Masarra) tarafından<br />

temsil ediliyordu. Bunun dü şüncesinde Empedokles felsefesine ait<br />

unsurlar vard ır. Fakihlerden muhalefet görmü ştür. Felfsefesini umuma<br />

yayamad ı, sadece münvezi bir hayat ya şadı, mandut kimselere ö ğ-<br />

retti ve 931 de vefat etti.<br />

Ondan sonra iki yüz y ıl kadar zikre şayan bir filozof gelmemi ş-<br />

tir. Avempace yahut İbni Bacce (1138) de felsefe, maddeci (materyalist)<br />

görü şe ve günün üstün s ınıflarının dünyevili ğine karşı ahlâki<br />

bir protesto olmaktad ır. Hakim olma davran ışıma-1 hamakatini ve<br />

yanl ışlığın' gören adam, kendini bundan uzakta tutar, dü şüncesinde<br />

bu kanaati ya şatır. Bu görü şten dolay ı, o, en önemli eserine The Rule<br />

of the Solitary ( İnziva kural ı) adını verir. Kitab ı yazmas ında en büyük<br />

âmil bu ruhi hal olmas ına rağmen, neticeler insan zekâs ı ve insan<br />

düşüncesi tahlillerinin terimleri içinde meydana getirilmi ş ve bu tahlil<br />

daha sonraki filozoflar ın büyük ilgi ve takdirini kazanm ıştır.<br />

İbni Bacce'nin genç hayram, biograflar ın ifadesine göre belki<br />

de fi'len talebesi olm ıyan İbni Tufeyl ı o5-1185) di. Bu zat, ortaçağlarda<br />

künye yahut babal ık ismiyle Abubaker olarak tan ınır. Gırnata'n<br />

ın kuzey doğusuna dü şen küçük Guadix kasabas ında doğdu.<br />

Çe şitli resmi memuriyetlerde hizmet gördü. Nihayet al-Muwahhid<br />

prensi Abu Ya'kub Yusuf (1163-84) ün saray tabibi ve veziri oldu.<br />

Onun en önemli eseri Hayy ibn Yakzan (Uyan ığın oğlu Hayy) adl ı<br />

roman ıdır. Belki de Arapçadaki felsefi eserlerin en sevimlisidir ve baz ı<br />

bak ımlardan Eflatun'u hat ırlat ır.<br />

Hayy'in hikâyesi, bir sand ık içerisinde sulara b ırak ılmış ve sularla<br />

sürüklenmi ş (Yahut babas ı tarafından getirilmi ş) bir bebeğin hikâyesidir.<br />

Bu çocuk insans ız bir adada bir gazel (Ceylân) taraf ından<br />

beslenir ve kendi akl ını kullanarak kendisi için mükemmel felsefi bir<br />

din meydana getirir. Bu din tasavvufi vecdle taçlanm ış tır. Nihayet<br />

Hayy'in adas ına kom şu adadan Asal denilen genç bir adam gelir ki<br />

bu, geleneksel din içerisinde yeti ştirilmiştir. Fakat mecazi tevile s ırri<br />

ve ruhi ifadelere yöneltilmi ştir. Bu, Allah'a ibadet için kendisini tamamen<br />

inzivaya vakfetmek istemektedir. Bununla Hayy kar şılaştıkları<br />

zaman şunu öğrenirler ki Asal' ın geleneksel dininin ruhile ştirilmiş<br />

şekliyle Hayy'in felsefi dini tamamen birdir. Asal, Hayy'e geldi ği adadan<br />

bahseder. Orada zahiri manay ı takibeden ve mecazi te'vilden<br />

meneden arkada şı Süleyman hakimdir. İkisi birlikte insanlar ın ya şadığı<br />

bu adaya giderler. Hayy, alelâde insanlara (avama) kendi felsefi<br />

dinini anlatmağa çal ışır, fakat onlar ın zekâlar ını bunu kavramaktan<br />

123


âciz bulunca ümitsizli ğe dü şer. Sonunda Hayy ve Asal, bütün ömürlerini<br />

ibadette geçirmek için insans ız adaya dönerler.<br />

Bu, al-Muwahhid devleti içerisinde felsefi görü şün aç ıkça müdafaas<br />

ıdır. Hayy, saf felsefyi, Asal felsefi teolojiyi belki de İbni Ttımart<br />

felsefi teolojisini, Süleyman ise Avam ın ve muhtemelen Maliki fakihlerinin<br />

dini anlay ışlarını temsil ederler. Burada enteresan olan taraf,<br />

Farabi gibi devletin uygun bir şekilde idare edilmesi için felsefenin<br />

lüzumuna inanan ilk filozoflar ın bu görü şlerinden ayr ılmadır. Zira<br />

İbni Tufeyl'in felsefesi, bir devlet insanlar ının hayatlar ını tanzime<br />

kabiliyetsiz görünmektedir. O, biraz seçkin fertleri daha yüksek bir<br />

saâdete görtürebilir. Fakat buna ula şmak için onlar faal hayattan<br />

çekilmelidirler. Di ğer bir tabirle filozofun en yüksek saâdeti, TASAV-<br />

VUF İ VECD olmaktad ır.<br />

İbni Tufeyl'in bu hareketini onun genç arkada şı Averos yahut<br />

İbni Rü şd (1126) ünkü ile kar şılaşt ırmak enteresand ır. İkincisi bir<br />

fakihler soyundan gelmi ştir. Bilhassa dedesi çok me şhurdur. Kendisi<br />

de fikhi bir öğretim gördü. Ve hayat ının çoğunu Sevilla ve Cordova'-<br />

da kad ı olarak geçirdi. Yunan ilimlerinde iyi yeti ştirilmişti. K ısa<br />

bir zaman için al-Muwahhid saray ında tabibolan arkada şı İbni<br />

Tufeyl'i takibetti. İbni Tufeyl tarafından onun, al-Muwahhid prensi<br />

Abu Ya'kub Yusuf'a muhtemelen ı 153 te (henüz Abu Yakub tahta<br />

ç ıkmadan önce) nas ıl takdim edildiği hikayesi mufassal olarak anlaç<br />

ıkmadan önce) nas ıl takdim edildiği hikâyesi mufassal olarak anlat ılmıştır.<br />

Prens kendisine, filozoflara göre göklerin zaman içinde mi<br />

yarat ıldığını, yoksa ezeli mi olduklar ını sordu. Fakat korku saikiyle<br />

İbni Rü şd özür diledi ve felsefeye çal ıştığını inkar etti. Prens sonra<br />

(kendinden) ya şlı adama döndü ve Eflatun, Aristo ve di ğer filozofların<br />

görü şlerinden ve mütekellimler tarafından onlar ın çürütüldüğünden<br />

bahsetti. Bunun üzerine İbni Rü şd cesaret alarak onunla serbestçe<br />

konu ştu ve ı 085 de prensin ölümüne kadar onun dostlu ğunu ve<br />

deste ğini kazand ı . İbni Rü şd'ün korkusu tamamiyle yersiz de ğildi.<br />

Çünkü daha sonraki hükümdar, h ır ıstiyan İspanyollara kar şı yap ılan<br />

harb kendisi aleyhine cereyan etmekte oldu ğu ve bu dağdağalı zamanda<br />

fukahan ın desteğine muhtaç bulundu ğu için Marrake ş'teki sarayında<br />

bir mevki vermesine ra ğmen İbni Rü şd'e kar şı biraz bask ı<br />

ölçüleri kullanmağa mecbur kalmışt ı .<br />

İbni Rüşd'e göre felsefe de vahiy de do ğrudur. O, hayatta her<br />

ikisini telif etmi ştir. Zira kendisi bir kad ı idi. Cordova'da ba ş kadılığa<br />

yükseldi. Bir filozof oldu ğu kadar bir Maliki fıkh ı müellifi idi. Bilhas-<br />

124


sa felsefi eserlerinde bu ikisini uzla şfirmak için çok itina göstermi ştir.<br />

Faslu'l-Makal denilen makalesi çok önemlidir. Makaleye şu unvan<br />

verilebilir: (Dinle felsefe aras ındaki bağın mahiyetini belirten sarih<br />

risale). Fakat Ingilizcede en son tercümeye uyarak biz ona "The<br />

Harmony of Religion and Philosophy: Din ve felsefenin âhengi" diyoruz.<br />

İbni Rüşd bu makalede münaka şayı şu prensipler üzerine temellendirmektedir:<br />

Felsefe do ğrudur, vahyedilmi ş kitaplar da do ğrudur.<br />

Bu yüzden onlar aras ında bir ahenksizlik yoktur. Bundan sonra makalenin<br />

çoğu, ayr ı ayrı z ıtl ıkların nas ıl uzlaştırılacaklar ını göstermek<br />

üzerinde durur. Felsefe genel veçhesiyle do ğrudur ve değişmez. Fakat<br />

teferruatta hatalar, yahut yanl ış anlaşmalar olabilir. Her iki bünyeyi<br />

uygun, tevil ve tefsirlerle uzla ştırmak gerekir.<br />

The İnconsistency of the İnconsistency (tehafut't-tehafut) adl ı<br />

eserinin son bölümü felsefe ile dinin münasebeti üzerindeki görü şlerinin<br />

muhtasar bir ifadesini verir. O, filozofun faal hayattan yahut halk<br />

dininden kaç ınmas ı gerektiğine in,anmamakta, fakat filozof "devrinin en<br />

iyi dinini seçmelidir" dü şüncesine inanmaktad ır. Bunun kendisinin<br />

içinde yeti ştiği din, yani, kısaca Islam olduğu ileri sürülmektedir.<br />

(Lâkin bu, aç ıkça ifade edilmiyor.) Din devletin hayat ı için önemli<br />

olduğundan dolay ı filozof; onun formüllerini kabul etmeli ve onlar ı<br />

aç ıklamalıdır. İbni Rüşd dü şünür ki felsefi olarak anla şıldığı takdirde<br />

vahyedilmiş din, saf ak ıl dininden üstündür. Bütün bunlar gösterir<br />

ki o, dinin cemiyetteki ve siyasetteki yerini hattâ filozofun dahi ilk yeti ş-<br />

mesindeki yerini tamamen anlam ıştır. Şunu da anlam ıştır ki dini<br />

münevver s ınıf, ancak halk tabakasiyle temasta kald ıkları takdirde vazifelerini<br />

uygun bir şekilde yerine getirebilirler. Bilginlerin vazifelerinden<br />

biri de çağda ş cemiyM murakaba ve tenkidetmekti. O, bunu<br />

Eflâtun'un cumhuriyeti üzerine yapt ığı şehri vas ıtasiyle gayet keskin<br />

bir tarzda yapar.<br />

Şimdi hemen söylenmesi gereken şey, Ispanya'da İslam dü şüncesinin<br />

geli şmesinde İbni Rü şd'ün yerini göstermek olacakt ır. Fakat<br />

bu, onun genel felsefe tarihindeki önemine temas etmez. Burada onun<br />

büyüklüğü, Aristo'nun yegane ve ilk müfessiri olarak kalmas ındadır.<br />

Aristo dü şüncesi üzerinde çok derin bir bilgisi vard ı. Birçok, eserler<br />

üzerine yazdığı şerhler de o zamana kadar Arapçada geçerli olan birçok<br />

Yeni Eflâtuncu yorumlar ı ayıklamağa mu\vaffak oldu. Onun üstün<br />

meziyetleri, sonradan Ispanya'da h ıristiyan ve yahudi alimleri<br />

tarafindan takdir edildi ve şerhleri İbraniceye ve lâtinceye tercüme<br />

edildi. Bu, Aristo'nun Avrupa'ya ilk tam ştırılması idi. Ve bu, Tho-<br />

125


mism'de ortaçağ felsefesinin çiçek açmas ına sevkeden bir tohum idi.<br />

Thomism İbni Rüşd talimat ının Lâtin İbni Rü şdçüler tarafindan<br />

double truth (Çift gerçek) teorisi şekline sokulmas ına kar şı k ısmen bir<br />

reaksiyon olarak do ğsa dahi.<br />

Daha büyük olan di ğer bir eser de The İnconsistincy of the İnconsistincy<br />

(Tehafutu't-Tehafut) adl ı eserdir. O, bu eserinde Gazali'-<br />

nin Tehafutu'l-Felâsifesinde felsefe hakk ında söylediklerini cerhetmeğe<br />

çal ışmış. Bu kitap, -ki şimdi mükemmel bir İngilizce tercümesine<br />

sahibiz- İbni Rüşd'ün, dünyan ın deruni s ıralar ını bilmek için aklın<br />

kapasitesinin yapaca ğı te şebbüsteki ba şarıya olan inanc ımn bir<br />

ifadesidir. Ancak baz ı aç ılardan ak ıl ba şarısızdı .<br />

İbni Rü şd'ün, Islam dünyas ına, Avrupa'ya yapt ığı tesirlerle mukayese<br />

edilebilecek bir tesiri yoktur. Bu, sadece Ispanya'da İslam idaresMin,<br />

onun ölümünden hemen sonra y ıkılmas ı ve onun tehafüt'ünün<br />

daha sonra do ğuda bilinmesinden ileri gelmiyordu. Fakat bundan<br />

daha mühimmi belki de onun İspanya ve Kuzey Arrika'daki ilim tabakas<br />

ını dinin yanında felsefenin de yeri oldu ğunu ikna edememi ş<br />

olmas ından ileri geliyordu. Gazali'ye kar şı çok şeyler yazm ış olmas ına<br />

rağmen hiçbir zaman do ğrudan doğruya ünlü bir E ş'ari ile kar şı<br />

karşıya gelmedi. Böylece onun münaka şaları, bir E ş'arryi ikna etmi şe<br />

benzemiyor. E ş'ariler do ğuda felsefeye en çok sempati duyan kimseler<br />

idiler.<br />

On ikinci asr ın sonu ile beraber İspanya üzerindeki al-Muwahhid<br />

hakimiyeti kayboluyor ve Navas de Tolosa'n ın 1212 de ciddi<br />

yenilgisinden sonra iç sava şlar bu soyun 1225 civar ında İspanyadan<br />

ayrılmas ını intacediyordu. Bu buhrana ve h ıristiyan ilerlemesine ra ğ-<br />

men ilmi çalışmalar devam etti. Çok iyi bilinen bir isim, Muhyi'd-<br />

Din ibn Arabi'dir ( ı 165-124o). Felsefesine s ık sık atıflar varsa da<br />

(felsefeden bahsedilirse de) onun felsefesi daha ziyade bir teozofidir.<br />

Zira o, vandet-i vücut temayülleri olan bir mutasavv ıf idi. 12°1 de Haccetmek<br />

üzere do ğuya gitti ve hayat ının geri kalan kısmını orada geçirdi.<br />

Yine bir mutasavv ıf olarak bilinen ve filozof unvan ına lây ıkiyle<br />

hakkı olan bir zat da İbni Seb'in'dir. Kendisi 1200 den önce do ğmuş<br />

olmalıdır. Çünkü onun as ıl hocas ı 1214 de ölmü ştür. Hayat ının büyük<br />

kısmını İspanya, yahut Kuzey Afrikada geçirdi. Fakat 127o de Mekkede<br />

öldü. Imparator Federick II tarafından Ceuta'da İslam âlimlerine<br />

sorulmu ş olan sorulara yazd ığı cevaplar "Answers to Sicilian Ques-<br />

126


tions" adl ı eser üzerinde durulmu ştur ama bu sorular ın mevsukiyeti<br />

şüphelidir.<br />

İslam Bat ı dünyas ın ın ihti şam ının son alevi İbni Haldun (1322-<br />

14o6) un eserindedir. Bu, ertesi 9.sla aidolmakla beraber burada da<br />

zikredilebilir. Şimdi burada onun üzerinde durulacak en önemli tarafı<br />

sosyolojideki öncel çal ışmalar ıdır. Fakat o, aynı zamanda büyük<br />

bir tarihçidir. Mukaddime yahut umumi tarihine yazd ığı ön sözündeki<br />

teoloji fasl ı, Avrupa âlimlerince eserin ondokuzuncu as ırda bas ılıp tercüme<br />

edilmesinden beri bilinmektedir. Şu da muhakkak ki o, mantık üzerine<br />

de bir kitap yazm ışt ır. Daha yak ın zamanda onun kelâm üzerinde<br />

bir kitab ı bas ılmıştır ki bu eser, onun E ş'ari kelâmiyle olan alâkas ını<br />

gösterir. Eser, esas olarak Fahru'd-Din Râzi'nin Muhassal' ının özetidir.<br />

Burada şu da kayda de ğer ki t ıpkı İbni Rü şd gibi İbni Haldun da<br />

fakat daha büyük ölçüde yüksek idari mevkilerde şahsi tecrübe sahibi<br />

idi. Şüphesiz ki resmi mesuliyet, İbni Rü şd'e dinin devletteki rolü<br />

görü şünü verdi. Bir bak ıma İbni Haldun'un sosyolojik görü şü İbni<br />

Rüşd'ün eserinin bir devam ıdır.<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

Ignaz Goldziher, Die Zâhiriten, ihr Lehrsystem und ihre Geschichte,<br />

Leipzig 1884, s. 1 16-70. Bir teolog olarak İbni Hazm'a temas eder.<br />

Roger Arnaldez, Grammaire et th6ologie chez Ibn Hazm de Cordue :<br />

Essai sur la structure et les conditions de la pens6e musulmane, Paris, 1956.<br />

Metodolojik prensiplerin şümulünü teyideden mufassal bir tetkik.<br />

Ignaz Goldziher, ""Materialien zur Kenntniss der Almohadenbewegun",<br />

Zeitschrift der deutschen morgenindischen Gesellschaft, XII<br />

(1887), 30-140. Keza Le Livre de Mohammed ibn Toumert, Algirs,<br />

1903 (Luciani tarafindan bas ılan metne Goldziher tarafindan önsöz<br />

yaz ılmışt ır). Keza makaleler: " İbni Tûmart", El (S) de Yazan: R.<br />

Basset; Abd al-Mu'rnin, (El 2de. Yazan: E. Levy-Provençal); Robert<br />

Brunschwig," Sur la doctrine du Mandi Ibn Tûmart, Ignaz Goldziher<br />

Memorial Volume (basan: S. Löwinger), II. 1-13<br />

İbn-Massarra için bak: GALS, I. 378 f<br />

Avempace, El 1- gimen del Solitario, bas ı ve İspanyolcaya tercüme:<br />

Miguel As ın Palacios tarafından yap ılmışt ır. Madrid, 1946.<br />

Birinci ölüm D.M. Dunlop tarafindan Ingilizceye tercüme edilmi ş -<br />

tir: (Journal of the Royal Asiatic Society, 1945, 61-81)<br />

127


Hayy ibn Yakzan' ın İngilizce tercümeleri: ı ) The Improvement<br />

of Human Reason, S Ockley tarafından yap ılmışt ır. London, ı 7o8;<br />

A.S. Fulton tarafindan düzeltilmi ştir, London, 1929; 2) The Awakening<br />

of the Soul, P. Brönnle tarafından yap ılmışt ır. London (Wisdom<br />

of the East Series), 1904. Keza L. Gautheer tarafindan bas ı ve Frans<br />

ızca tercüme, Beirut, 1936.<br />

L. Gautier, Ibn Rochd (Averroös), Paris, 1948; keza Traite decisif<br />

(Fas1 al-MaqaPin tercüme ve tab' ı.), Algier, 1942, vs. G. İbni Rüşd'ün<br />

ak ılc ılığın ı teyide meyleder.<br />

George F. Hourani, Fasl al-Magar in baskısı, Leiden, 1959.<br />

İngilizce tercüme: İbn Rushd (Averrose) on the Harmony of Religion<br />

and Philosophy, London, 1962.<br />

Simon Van Den Bergh, Averroes' Tahafut al-Tahafut (The<br />

Incoherence of the Incoherence), iki cilt, London, 1954. (Gibb Memorial<br />

Series).<br />

R. Arnaldez, "La Pensee religiuse d' Averroes", Studia İslamica,<br />

VII, VIII, X; Gauthier'in görü şlerini benimser.<br />

Ibn Sab'in için bak: Bibliyogrraphy of P.J. de Menasce, s. 44.<br />

E.I.J. Rosenthal, Averroes' Commentary on Plato's Republic, Cambridge,<br />

1957; İbranice ve İngilizce tercümesinin metni. Ayn ı yazarın<br />

Political Thought in Medieval Islam, Camoridge, 1958, bu tetkikte<br />

temas edilen birçok dü şünürler hakk ında bölümleri vard ır. Fakat<br />

Yunan felsefesinin geli şimiyle ilgilenir ve bunun islâm tarihiyle olan<br />

rab ıtas ın ı ihmal eder.<br />

128


Bölüm IV.<br />

KARANLIK DEVIR


KARANLIK DEVIR<br />

125o — ı goo<br />

TARIHI GELI ŞIM<br />

ı 25o den ı goo e kadar olan zaman ı 5oo civar ında ikiye bölünmü<br />

ştür. İlk k ıs ımda M ıs ır'da Memlüklerin hükmü alt ında kuvvetli<br />

bir devlet vard ı. Bu devlet Suriye'yi de kontrolü alt ında tutuyordu.<br />

Doğuda Moğollar Maveraunnehr'i idare etme ğe devam ettiler ve<br />

Timurlenk yahut Tamerlane ( 136g-1404) in emri alt ında bat ıya doğru<br />

yay ıldılar. Iran da hakimiyetleri alt ına girmi şti. Irak ve Suriyeye de<br />

ak ınlar vard ı. Suriye -M ıs ır ve Maveraünnehir aras ında çe şitli daha<br />

küçük soylar, küçük yahut büyük bölgeler üzerinde bir dereceye kadar<br />

sulh getirdiler. Bunlrr ın en önemlileri Iran'da Mo ğol ilhanlarfnınki<br />

idi. Bağdad halifesiz ba şşehir olmu ştu. Irak İran' ın bir vilayeti haline<br />

gelmi şti.Buna ra ğmen eski kültürel hayat ından baz ı şeyler, fi'len<br />

tahribe u ğradığı Timur ak ınlarına kadar devam etti. Önceki fas ıllara<br />

dikkat edilecek olursa görülece ği üzre Islam talimat ının birkaç<br />

merkezi Iran'da, Ortaasyada, Afganistanda ve Hindistanda geli şmişti<br />

Geni ş siyasi in.kılaplar fikri ve ictimai hayatta beklenenden daha az<br />

sars ıntı meydana getirdi. Gerçekten büyük de ğişiklikler vard ı. Fakat<br />

hayrete şayan ki bu fırtınadan sonra yine çok şey hayatta kalabildi.<br />

50o den ı goo e kadar olan dört asr ın seyri daha muntazamd ır.<br />

Bu devirde üç imparatorluk meydana gelmi ştir., Osmanl ı Türklerinin<br />

kurduğu imparatorluk 1453 ten itibaren ba şşehri İstanbul (Costantinople)<br />

ile tedricen hakimiyetini Suriye, M ısır, Irak' ın birço ğu ve<br />

Kuzey Afrika'n ın ekseriyetine yayd ı ve birinci cihan sava şına kadar<br />

devam etti. Iran, Safevi soyu ( Şah İsmail: 1502-24) tarafından birleştirilınişti.<br />

Ve zaman zaman Irak da İran'a kat ılmışt ı. Bağdad,<br />

şimdi bu iki imparatorluk aras ında bir tampon şehri idi. Ve birkaç<br />

defa el de ğiştirdi. Üçüncü imparatorluk Mo ğollarm Hindistan'da<br />

131


kurduğu imparatorluk idi ki bunun gerçek kurucusu Ekber (1556-<br />

ı 6o5) idi. Bu imparatorluk, di ğer ikisinden daha az ömürlü oldu.<br />

ı 7oo civar ında diğer Hindistan devletlerinden önce inhitata ba şlad ı<br />

ve sonra ( İngiliz doğu kampanyas ı) ilerledikçe geri çekildi, nihayet<br />

1857 de söndürüldü. Bu üç imparatorluk İslam dünyas ına bir parça<br />

d ış bir denge sa ğlad ı .<br />

Şu da hat ırda tutulmal ıdır ki 16-18 inci fasillan kapl ıyan zaman<br />

zarfında İslam dini, hilafet merkezi olmu ş bulunan Şam, Bağdad ve<br />

İstanbul gibi yerlerin çok ötesinde yay ılmıştı. Doğuda ve Bat ı Afrika'-<br />

da, Malaya ve Endonezya'da tedricen müslüman cemiyetleri te şekkül<br />

ediyordu. Islam hukuku ve teoloji çal ışmalar ı için mesela -Timbuctool<br />

ve Kano'da 2 medreseler aç ıld ı ve bütün kültürü Islamla ştırma<br />

hareketi ba şlad ı. Bununla beraber islamla ştırmanın ortas ında iken<br />

bu ülkeler Avrupal ıların vuru şuna çarp ıldılar. Şuras ı muhakkakt ır<br />

ki İslam onların kültürlerine hakim olsa bile ortado ğudaki şekliyle<br />

olmamıştır. Ondokuzuncu asr ın sonuna doğru bu kenar bölgeler,<br />

yeni kelâmi bir görü şün ortaya ç ıkmas ına yard ım etmediler ise de<br />

kelâmi tetkikat ın genişlemesine yard ım ettiler.<br />

1 Timbucto Frans ız Sudan' ında bir bölgenin ba şşehri (Encyclopedia Britanica)<br />

2 Kuzey Nigeria'da İngiliz Bat ı Afrikas ında bir şehrin ad ıd ır.<br />

132


FASIL 16<br />

Felsefi Kelâmın Kısırlaşması<br />

Bu as ırlar boyunca Teolojik ve felsefi dü şünce ne mahiyette idi<br />

Belki hacmen artt ı ama kalite bak ımından dü şmeğe devam etti. Bu<br />

inhitat ın delillerinden biri, orijinalite yoklu ğudur. Mütekellimler<br />

Cuwayni ve Fahr ad-Din Raz1 gibi yeni eserler verecekleri yerde ilk<br />

eserler üzerinde tefsirler, şerh ve ha şiyeler vermek yoluna gittiler.<br />

Bunun şayanı dikkat bir misali, The Articles of Blief of an -Nasâfi<br />

(an- NasatTnin İman makaleleri) dir. Brockelmann bunun bir düzine<br />

kadar şerhi, otuz kadar ha şiyesi (Taftazani tarafindan yap ılan şerh<br />

üzerine) ve bunlardan biri üzerine yap ılmış yirmi kadar ha şiyenin<br />

haşiyesi listesini verir. Bunlar sadece Arapçada olanlar ın ba şlıcalar ı-<br />

d ır. İslam dini edebiyat ı, ayn ı zamanda Türkçe, Farsça ve di ğer<br />

dillerde de yaz ılıyordu. Bu arada Telif edilmi ş birkaç orijinal eser de<br />

vard ı. Ama bunlar daha ziyade çe şitli uzunluktaki akaid kitaplar ının<br />

bir özeti idi. Belki de şerhlere konu olmak için yaz ılmışlardı . Şerh<br />

yazanlar, bir metni konferanslar için temel kullanman ın normal bir<br />

hareket oldu ğu düşüncesinden cesaret alm ışlardı. Fakat böyle bir<br />

hareket orijinaliteyi bozmaz. Filozof İmanuel Kant da o devirde Almanya'da<br />

âdet oldu ğu veçhile konferanslar ında bu yolu takibetmi şti.<br />

Fakat bu, onun yüksek bir orijinal eser vermesine mani olmad ı. Sonra<br />

şerh şekli kullanma d ışında orijinalite eksiliyordu. Gardet ve Anawati<br />

buna "sertle şme, taassup" diyorlar.<br />

Hemen takbih edilen bu sertle şmeden önce bunun önemli bir<br />

ictimai fonksiyonu olup olmad ığı hususunu keşfetmek için bir te şebbüs<br />

yap ılmalı idi. Nihayet h ırıstiyan inançları da h ırıstiyanlığın başlamas<br />

ında ancak be ş as ır sonra biraz sabitlik arzetmi şti. İslâmda da<br />

bununla mukayese edilebilecek bir sabitlik görünü şünün zuhura gelmesi<br />

için aynı zamanın geçmesi kâfi bir sebebolabilir.* Maamafih<br />

* Yazarın bu mukayesesi isabetli değildir. islâm inançlar ı başından beri sabitlik arzeder.<br />

Ehli sünnet akidesi ba şından beri olduğu gibi hiçbir değişikliğe uğramandan zaman ı-<br />

m ıza kadar gelmi ştir Halbuki hıristiyanl ık çok çalkant ı geçirmi ştir. Hâlâ da h ıristiyan ortodokslar,<br />

protestanlar ve katolikler aras ında uçurumlar vard ır. Mütercim<br />

133


elirli bir inanca sahibolmakla inanç makalelerinin yorumundald<br />

sertle şme aras ında bir ayırma yap ılabilir. Mesele şudur: inanc ın<br />

sabitlik kazanmas ı fikrinden ayr ı olarak böyle kelâmi bir sertle şmenin<br />

hakl ı bir sebebi var m ıd ır, yok mudur Siyasi devrin huzursuz vaziyetleri<br />

karşısında teolojide sertle şmenin içtimai bünyeye bir muvazene<br />

vermeğe yard ım ettiği fikri aklen Uygun görülmektedir. Belki de bu,<br />

nazari birliğin dahi yokluğunu telafi etmeğe yard ım etmiştir. Kaldı<br />

ki sertle şmenin, bize olduğundan daha büyük görünmesi de mümkündür.<br />

Zira kendisinin, k ıymetini takdir etmedi ği hemen ayn ı münakaşalar<br />

ın tekrarından s ık ılan modern bilginin, kendi s ıkıntısını mevzuun<br />

bir karakteristi ği olarak göstermesi mümkündür. Şüphesiz elimizdeki<br />

tetkikte bu görü ş hakkında son bir şey söylemenin imkam yoktur.<br />

Zira bu, daha derin bir tetkik ister.<br />

Bilhassa ı 50o den sonraki devir sadece teolojik taassup bak ımından<br />

değil, fakat genel kültür bak ımından da inhitat ve gerileme farz<br />

edildiğine göre bu hükümlerin temellendi ği hadiseye dair malümat<br />

sahibi olmak için birtak ım nazariyeler ileri sürülebilir. Görü şlerden<br />

biri şudur: Sertle şme sebebi, Moğol ak ınlarında ve bunlar ın sebebolduğu<br />

tahribatta aranmal ıdır. Bunun ,baz ı merkezlerdeki ve bölgelerdeki<br />

ilgili kültürel inhitata çok tesiri olmu ştur. Mesela Ba ğdad. Fakat<br />

diğer taraftan M ısır Moğollar tarafindan hiç istilâ edilmedi. Bundan<br />

dolayı kültürel inhitat ın tek sebebi Mo ğollar olamaz. İleri sürülen<br />

diğer bir sebep de Osmanl ı hakimiyetidir. Belli sebeplerden ötürü<br />

bu görü ş, Arap milliyetçili ği yazarlar ının özel görü şü haline gelmeğe<br />

başlam ıştır. Arapça konu şan dünyan ın, fi'len Osmanl ıların hükmü<br />

altına geçmesi dolay ısiyle baz ı bak ımlardan bunda bir hakikat pay ı<br />

varsa da bütün bölgede yegane sebebin bu oldu ğu şüphelidir. Çünkü<br />

Iran ve do ğu islam ülkeleri bidayette yüksek bir kültüre sahip bulunuyorlard<br />

ı ve hiç Osmanl ı idaresine geçmemi ş idiler. Çürüme tohumları,<br />

islâm dininin kendiinde ta başlangıçtan beri mevcuttu, tarz ındaki (gerçekten)<br />

uzak iddia, İslâma karşı olan peşin hükmün bir ifadesi görünmektedir. Ciddi<br />

addetmeğe değmez.<br />

Bütün konuyu aç ıklıyamamas ına rağmen biraz önemi bulunan di ğer<br />

bir âmil de uleman ın hükümetlere ba ğlanmış olmas ıdır'. 833 ten 849 a<br />

kadar olan zaman içindeki soru şturma olay ı gösterir ki ulema s ınıfı son<br />

derece hükümet kuvveti içinde idiler. Mihne olay ına bir son veren,<br />

sadece Ahmed ibn Hanbel'in cesur tahammülü kalmam ıştı ulemada.<br />

Ulema kendilerine yak ışmayan birtak ım i şler yap ıyorlard ı. Ama<br />

134<br />

1 Montgomery Watt, Integration, 238-51.


ulema bu durumdan memunu degildi. Uleman ın davranışına yak ışmıyan<br />

hareketlerin, birtak ım sebepleri vard ı. Ulemanın faydas ına<br />

olan birtak ım ihtisas memuriyetleri çe şitli idarecilerin elinde idi.<br />

Uleman ın çoğu da dini prensipler u ğruna iyi bir maa şı terkedemiyecek<br />

kadar dünyaya haris idiler. Gazali ve İbni Teymiyye gibi<br />

müstesnalar da vard ı, fakat genel olarak idarecilere kar şı tutum<br />

bu merkezde idi.<br />

Diğer taraftan şuras ı da bilinmelidir ki idarecilerin el atmak istedikleri<br />

ve buna uleman ın karşı mukavemet ettiği saha da büyüktü.<br />

Hem fik ıh, hem de teolojide sertle şme (taassup) nin görevlerinden<br />

biri de baz ı hükümet bask ılarına karşı koymay ı benimsiyen ferdi<br />

kimseleri kuvvetlendirmek ve hükümetin te şviklerine tahammül edemiyen<br />

birtak ım fertler tarafından ulema s ınıfı= görü şüne hiyanet<br />

edilmesini önlemek maksad ına matuf idi. Sert bir fikri bünye olan<br />

yerde ferdi yetkiler azal ır ve şüphesiz bundan bir fayda elde edilir Bu<br />

şartlar alt ında takibedilen bu yolun en iyi yol olup olmad ığı meselesi,<br />

üzerinde çok ara şt ırma yapmaks ızın halledilemez. Fakat şuras ı aç ıkt<br />

ır ki taassubun baz ı zamanlarda müsbet bir rolü olsa da zararlar ı da<br />

vard ır. Bilhassa bu hareket, uleman ın, son as ırların ihtiyaçlar ını<br />

kar şılayacak bir fıkıh ve teoloji görü şü benimsemelerine engel olmu ş-<br />

tur.<br />

Uleman ın idarecilere bu şekilde bağlı bulunmas ı hususuyla ilgili<br />

olan bir şey de onlarla halk aras ında ayrılığın belirmesidir. Halk kendi<br />

dini ihtiyaçlar ının dervi ş tarikatlerinin âyinleri vas ıtasiyle kar şıland ı-<br />

ğın ı görünce, uleman ın başkanl ığı alt ındaki resmi din ba şarıs ız kald ı .<br />

Bununla beraber burada halledilmemi ş birçok problem var. Tariktalerin<br />

ayini ile şeriatinki aras ında ne kadar fark vard ı İkincisini tutunduran<br />

bu ayr ılık miydi yoksa tarikat, şariatin tamamlay ıc ıs ı miydi<br />

Hanbeli mütekellimleri ile felsefi mütekellimlerin, halkla olan münasebeti<br />

farkl ı miydi Felsefi mütekellimler (kendilerine E ş'ari desin veya<br />

demesinler) felsefeye olan ilgileri ve metinler üzerine şerh metodlariy;<br />

le, gerçek ruhi hayat ın s ıçramalar ından büyük ölçüde ayr ılmış ve<br />

fikir kanal ı içerisine tandidedilmi ş görünmektedirler. Hanbelilerin<br />

daha iyi bir durumda olup olmad ıkları, müteakip bölümde ele al ınacakt<br />

ır. Felsefi mütekellimler, zay ıfl ıklarma ra ğmen kendi inançlar ı<br />

yönünden asla unutulam ıyacak müsbet bir ba şarıya sahibolmu şlard<br />

ır. Onlar zahiri hareket ile fikri do ğmayı öyle bir çat ı içerisinde birleştirmişler<br />

ki o çat ı içerisinde insanlar ruhi do ğruluk ve dini ibadet<br />

üzre ya şıyabilirlerdi.<br />

135


Bu devre ait şimdiki tarihi ara ştırmaların kifayetsizliği üzerinde<br />

bu zamanın ana temayüllerini tetkik pek ameli görünmüyor. Yap ılabilecek<br />

en iyi şey, iyi bilinen mütekellimler üzerine k ısa notlar ileri<br />

sürmek ve okuyucuyu, Islam tarihine çal ışan hiç kimsenin bakmad ığı<br />

geni ş kaynak bilgisinin mevcudolduğu hususunda ikaz etmektir.<br />

) al-Baydawi (öl. 1286) Iran'da Şiraz yak ınında doğdu. ve başlıca<br />

zaman ını orada kad ı olarak geçirdi. Zühd ve takva bak ımından<br />

şöhreti vard ı. Onun başlıca özelliği, önceki âlimlerin eserleri aras ında<br />

en iyi olanını seçmek ve onu güzel bir şekilde özetlemek idi. Onun en<br />

büyük eseri, Kur'an tefsiridir ki ba şlıca Zemah şeri'nin tefsirine istinadetmektedir.<br />

Kendisi ayn ı zamanda bir mütekellim olarak da gösterilmi<br />

ştir. Görü şleri Gazali'nin Golden Mean'i ile ayn ı ölçüde olan<br />

Arapça bir eserde toplanm ıştır. Eser hemen hemen Fahru'd - Din<br />

Razrnin Muhassal' ındaki mevzular ın düzenini takibeder. Fakat<br />

biraz daha felsefidir. F ıkıhta Safii idi'.<br />

2) Hafızu'd-Din Abu'l-Barakât an-Nasafi (öl. 13o1 veya 131o).<br />

Buhara yak ınında doğdu ve 1244 de vefat eden bir hocamn tedrisinde<br />

okuduğu anlaşılmaktadır. Kendisi de Iran körfezinde bir şehir olan<br />

Kirman'da bilhassa Hanefi mezhebine göre f ıkıh hocas ı oldu. Bağdad' ı<br />

bir ziyaretten dönerken öldü ğü sanılmaktad ır ki bu zamanda Ba ğdad,<br />

birinci Moğol saldırısından geri al ınmışt ı). Onun eserleri aras ında<br />

üzerinde yaz ılmış şerhle beraber bulunan İman ın temeli (The Pillar<br />

of the Creed) i vard ır. Eserdeki doktrinler, Necmu'd-Din an-Nesefi<br />

tarafından yaz ılan İman Makaleleri (The Articles of Blief) in doktr,inlerine<br />

çok benzer. Fakat ondan dört misli daha uzundur. Sayan' dikkattir<br />

ki eser, epistemoloji (bilgi nazariyesi) hakk ında kendisinden<br />

daha kısa olan İman Makalesinden daha az şey söylemektedir. Ama<br />

müellif akidede felsefi münaka şaların yeri olmadığım dü şünmüş olabilir.'<br />

3) al-Ici, şeref unvaniyle Adudu'd-Din (128o) den sonra Siraz<br />

yakınında doğdu ve orada Beydâwi'nin bir talebesinin talebesinde<br />

yeti şti. Bu, Safii ve E ş'ari tahminin Siraz'da devam etti ğine dair delildir.<br />

Hayat ının çoğunun İlhanlıların yeni ba şşehri Sultaniyede kad ı<br />

olarak geçtiği söylenmektedir. Fakat son y ıllarında yine Siraz civarında<br />

idi. Maalesef yar ı müstakil bir mevki kazanan mahalli bir vali<br />

tarafından h ırpaland ı ve 1355 te hapisanede öldü. Kelâmda iki ese-<br />

2 El', makale "al-Baydawi"; Gardet ve Anawati, 164f.<br />

3 El (S) makale. "al-Nasafi 9". Felsefe ile ilgilenmi ştir. Zira Mi'yaru'n-Nazar adl ı<br />

bir eser yazm ıştır. Tahminen epistemology ile ilgilenmi ştir.<br />

136


iyle şöhret yapmıştır. Biri Mavakif'tir ki hemen hemen Razrnin<br />

Muhassal' ı tarz ında düzenlenmi ş, fakat felsefi mukaddimelere daha<br />

fazla yer verilmi ş -yarıma kar şı üçte iki nisbetinde- şümullü bir eserdir.<br />

Diğer eser genellikle Adudiyye diye bilinen, çok k ısa ve Mawakif'-<br />

in felsefi k ısmındaki (mutalâalara) hiç de ğinmiyen bir eserdir. 4<br />

4) al-Taftâzâni (öl. 1322-1389 yahut 139o), Horasan'da do ğ-<br />

muştur. al-krnin talebesi oldu ğu söylenir Biz onun Herat'ta bulunduğunu,<br />

ayn ı zamanda küçük Mo ğol saraylar ından birinde bulunduğunu<br />

da duyrnaktay ız. Bütün bu bölge Timurlenk'in hükmü alt ına geçtiği<br />

zaman, Taftazani bir zaman için Horasan' ın merkezi olan Serahs'te<br />

ikamet ettirildi. Ve sonra Semarkand'deki saray ına hareket etti. Kendisi<br />

dört as ır kadar kelâm ın başlıca ders kitaplar ından biri olan Necmu'd-Din<br />

en-Nesefrnin: İman Makaleleri (The Articles of Blief)<br />

üzerine yazd ığı şerhiyle me şhurdur. Bu hususta merak edilecek taraf<br />

şudur: Akide kitab ı Muturicil yolunda oldu ğu halde Taftazânt umumiyetle<br />

E ş'ari kabul edilir. Belki de bunun sebebi onu, Maturldi görü<br />

şlerinin hakim oldğuu bir bölgede öğretmi ş olmasıd ır. Kendini dikkatli<br />

idare eder, fakat birçok görü ş noktalar ı vardır ki onun, şerhettiği<br />

metinden memnun olmad ığını aç ıkça gösterir.'<br />

5) al-Curcani: as-Seyyid a ş-Şarif olarak bilinir (134o-1413).<br />

Hazer Denizinin Güney do ğu kö şesinde bulunan Curcan'da do ğdu.<br />

Herat'ta, Kirman'da (Iran körfezi k ıyısında) ve M ıs ır'da okudu. Bu<br />

arada Istanbul'u ziyaret etti. Taftazanrnin arkada şı idi. Ve onun<br />

vas ıtasiyle 1377 civar ında Siraz'da bir prof6örlük elde etti. Siraz' ın<br />

zapt ından sonra Timurlenk'in Semerkand'deki saray ına gitti. Ve me ş -<br />

hur bir münaka şada kendisinin Taftazain'ye üstünlü ğünü gösterdi.<br />

Timur'un 1405 te ölümünden sonra Siraz'a döndü. Çe şitli sahalarda<br />

birkaç eser vermi ştir. Kelâm yönünden al-krnin Mewakif'i üzerine<br />

yazdığı şerhi en mühimdir. Bu eserde onun felsefi meselelere olan ilgisi<br />

geniş yer tutar.<br />

6) as-Susi (öl. 1486 veya 149o). 63 y ıl yaşamışt ır. Cezayir'in batısında<br />

bulunan Tlemsen'de doğdu. Hayat ının çoğunu orada geçirdi.<br />

Hocaları aras ında son olarak bir zat vard ır ki G ırnata'da tahsil etmi ş<br />

ve orada okutmu ştu. Orada müslümanlar için art ık bütün ümitlerin<br />

kararmas ı üzerine oray ı terk etmi ş idi. Kelâmda Eş'ari oldu ğu kaydedilir.<br />

Ayn ı zamanda bir sufi idi. Fakat her şeyden önce o, bir filozof-<br />

4 El', makale. "al-Taftâzâni"; Gardet ve Anawati, 165-9<br />

5 Bak: E.E. Elder'in A Commentary on the Creed of Islam, New York, 1950 tercümesinin<br />

mukaddimesi.<br />

137


tur. Çok itina etti ği eser, ekseriya Senussiyye denilen ve oradaki müslümanlar<br />

aras ında popüler olan ve Frans ızca ve Almancaya da tercüme<br />

edilmi ş bulunan k ısa bir akaid kitab ıdır. Eser al-ici'nin akaidinden<br />

daha çok felsefidir ve meselâ her mü'min Allah'a gerekli olan<br />

(sübuti) yirmi s ıfat ı ve onun için mümkün olm ıyan (selbi) yirmi s ıfat ı<br />

bilmelidir, iddias ını ileri sürerek ba şlar. Çünkü der, Allah' ın yirmi<br />

sübuti (necessary) s ıfat ı aras ında yedi şekil s ıfatlar ı "attributes of<br />

forms" vard ır ki çok benzeri olan yedi şekillere aid s ıfatlardan "attributes<br />

pertaining to forms" ay ırdedilmelidir. Aç ıkça görülüyor ki orta<br />

bir mü'minin filozof olmas ı istenmi ştir. 6 (Bu mütekellim, Senusiyye<br />

tarikatinin kurucusu ve Libya hükümdarl ık soyunun ceddi olan 1859<br />

da vefat etmi ş Sidi Muhammed ibn Ali as-Sanusi'den ay ırdedilmelidir).<br />

7) ad-Dawwâni yahut ad-Dawâni (1427-1501). Şiraz' ın elli<br />

mil kadar bat ısında bulunan bir bölgeden geldi, ve orada ( Şiraz'da)<br />

kald ı ve müderris oldu. al-ianin ve al-Curcani'nin eserleri gibi yukarıda<br />

zikredilen baz ı eserler üzerinde yazd ığı şerhler dahil felsefi,<br />

kelâmi ve tasavvufi konularda birçok eseri mevcuttur. O bu eserleri<br />

tetkike devam ederken Ş iraz'da mahalli bir sufilik hüküm sürüyordu.<br />

ad-Dawwâni hakk ında merak edilecek şey şudur: Onun bir imamiyye<br />

şiisi olduğu söylenmektedir. Fakat muhakkak olan nokta onun bir<br />

Eş'ari olarak ba şlam ış olmas ıdır. al-Ianin akaidi üzerine yazd ığı şerh<br />

(article on the imamate of Abu Bakr: Abubekr'in imameti üzerine<br />

makale) buna delildir. Nasiru'd-Din at-Tusi'nin onun taraf ından<br />

şerh edilen eseri felsefidir ve Ş ii doğmatiklerine ait bir şey ihtiva etmez.<br />

8) Birgivi yahut Birgili (1522-73). Anadolu'nun kuzeybat ıs ında<br />

bir Türk âlimi idi. Tahsilini Istanbul'da tamamlad ı ve Smyrna<br />

(Izmir) şehrinin küçük Birgi kasabas ında bir medresede ders verdi.<br />

Şeriatin sert ve sad ık muhafazakârl ığının bir mümessili oldu ve meselâ<br />

Kur'an' ı para ile ö ğretmeği haram sayd ı. Onun şaşmaz dürüstlü ğü<br />

ve va'z ının popülerliği, avam aras ında kendisine birçok taraftar kazand<br />

ırdı. Dinin prensiplerini aç ıkl ıyan Türkçe bir akaid kitab ı<br />

yahut ilmihal geni ş bir revaç buldu ve üzerine şerhler yaz ıld ı' Fakat<br />

kendisi birçok Türkler gibi filozof de ğildi.<br />

9) al-Lakani (öl. 1631). Kahire'de Ezher medresesinde profesördü<br />

ve Maliki mezhebine mensuptu. The Jewel diye Ingilizceye<br />

6 Bak: El (S). makale. "al-Sanusi, Abû Abdallah..."<br />

7 Garcin de Tassy tarafından Exposition de la foi musulmane, Paris, 1822 de Frans ızcaya<br />

çevrilmi ştir<br />

138


tercüme edilebilecek olan al-Cawhara adl ı eseri me şhurdur ki bu<br />

kitap baz ı me şhur şerhlere konu olmu ştur. Bunlardan biri yine Ezher'-<br />

de profesör olan kendi o ğlu Abdu's-Selâm al-Lakani (1668) tarafından<br />

yaz ılmışt ır. al-Cawhara, Sanusi'nin k ısa akaid kitab ının bir benzeridir.<br />

8<br />

ı o) as-Siyalküti (1657). Siyalk'ût'lu bir adamd ır. Moğol Imparatoru<br />

Şah Cihan (1628-58)'m saray ında bir nas ıh (ögütçü) idi. Iran<br />

ve M ıs ır'da muntazaman okunan baz ı kelâmi eserler üzerine şerhler<br />

ve ha şiyeler yazd ı ve kendi yaz ılar ı o derece yüksek dü şünceleri haiz<br />

idiler ki bunlar da bizzat ders kitab ı olarak kullan ılmağa başladı .<br />

ı ) al-Fadali (yahut Fudali veya Faddali). Delta'da do ğmuş<br />

ve Kahire'de Ezher'de profesör olmu ş idi. 1821 de öldü. Islam akaidinin<br />

orta uzunlukta bir izah ını yazd ı ki bu eser D.B. Macdonald tarafından<br />

Ingilizceye çevrilmi ştir. Macdonald' ın Development (geli ş -<br />

me) - adl ı eserine bir zeyl olarak.<br />

12) al-Bâcuri (1783-186o) al-Beycuri de denir. Ezher'de profesör<br />

ve sonunda rektör oldu. al-Fadali gibi ki Fadala kendisinin ö ğ-<br />

retmenlerinden biri idi, F ıkıhta Şafildir. Gününde umde idi fakat<br />

çal ışmas ı, ba şlıca şerhlere ve ha şiyelere inl ıisar etmi ştir. as-Sanusi'nin<br />

küçük akaid kitab ı üzerine şerhler ve al-FadaWnin biraz önce zikredilen<br />

akaidi üzerine şerhler buna dahil olduğu gibi, al-Lakanrnin al-<br />

Cawahara'si üzerine yaz ılan şerh üzerine yapt ığı ha şiyesi de dahildir.'<br />

Bu kısa notlar, o devrin bir kelâm tarihi olmaktan uzakt ır. Ama<br />

şimdilik neler geçtiği hususunda baz ı ışıklar verir Alimler, 1258 den<br />

önceki eserlere nazaran daha yava ş yürümelerine rağmen disiplinin<br />

milletleraras ı karakteri önemlidir. Bilginler daha az seyahat etmelerire<br />

rağmen sünni dünyas ında önemli eserler meydana geldiği gibi bir<br />

dereceye kadar Şiiler aras ında da baz ı eserler telif edilmi ştir.<br />

BIBLIYOGRAFYA<br />

R. Brunschvig ve G.E. Von Grunebaum, Classicisme et dedin<br />

cultural dans l'hsitoire de l'Islam, Paris, 1957. 1956 da Bordeaux'da yapılan<br />

bir symposium (ayn ı mevzu üzerine çe şitli şahıslar ın konu şma-<br />

8 La Djaouhara, J, D. Luciani taraf ından aç ıklamalarla beraber bas ı ve tercüme,<br />

Algier (Cezayir), 1907<br />

9 El' de al-Badjuri adl ı makale.<br />

139


s ı) da yap ılan konuşmalar ın zab ıtlar ı. En ilgili olanlar ı : Louis Gardet,<br />

H.S. Nyberg, H. Ritter, G.H. Bousquet, Fr. Meier, R.Arnaldez tarafından<br />

yap ılanlardır.<br />

W.F. Thompson, Practical of the Mohammedan People, London,<br />

1839. Dawwâni'nin Ahlâk- ı Celân'sinin tercümesi.<br />

Sir H.R. Gibb ve H. Bowen, Islamic Society and the West, cilt<br />

ı , k ısım 2, London, 1957. Bu bölümle ilgili birçok konular ın, Osmanlı<br />

İmparatorlu ğu ile rab ıtas ına temas eder.<br />

140


FASIL 17<br />

Hanbeli Mezhebinin Canlanmas ı<br />

Onbirinci as ırda Bağdad'da Hanbeliler aras ında biraz taassuba<br />

bürünmü ş de olsa bir kuvvet ve gayret görüldü. Bu zamanda Ba ğdad,<br />

onların başlıca merkezi görünmektedir. Maamafih asr ın sonundan<br />

önce Kudüste, Şam'da Hanbeli okullar ı vard ı. Hanbeli fakihleri,<br />

1099 da Kudüs'ü zapteden Haçl ıların önünden kaçmak zorunda<br />

kaldıkları zaman Şam'da bir yere toplanma ğa ba şlad ılar. Şam Hanbelileri,<br />

Moğolların batıya doğru Irak' ın içerisine girmeleri üzerine<br />

yeni mültecilerin gelmesiyle daha da kuvvetlendiler. mülteciler aras<br />

ında Harran'dan gelen, birkaç alim yeti ştirmiş bir aile de vard ı .<br />

Bunlardan biri, 1263 Ocak ay ında doğmu ş, babasiyle beraber Şam'a<br />

gelmiş ve orada tamamen Hanbeli okullar ında tahsilini yapm ıştı .<br />

Bu, İbni Teymiyye idi. Tam ad ı : Takiyyu'd-Din Ahmed ibn Teymiyye'dir.<br />

Bu zat, İslam dininin en büyük liderlerinden biri olmu ştur.<br />

Onun dü şüncesi ve ba şarıs ı konusuna Henri. Laoust ve arkada şları<br />

tarafından yap ılan çal ışmalarla birçok ışıklar tutulmu ştur. Etraftaki<br />

karanlığa rağmen o, ışığın ortas ında durmaktad ır °.<br />

Üzerinde durdu ğu esas meselenin, Gazali'nin durdu ğu gibi ulema<br />

yahut dini münevver zümrenin yiyicili ği olduğu bilinirse, İbni<br />

Teymiyye'nin kariyeri daha iyi anla şılır. Bir ulema s ınıfı olarak onlar,<br />

hemen tamamen dünyevi terfi'lerini dü şünüyorlard ı. Terfi' de idari<br />

ellerde olduğu için idarecilere hizmetçi idiler. İbni Teymiyye, İbni<br />

Hanbel'in yolunu takibederek do ğruluğuna inandığı şeyde dosdoğru<br />

durdu, yaptığı hareketin kendisine getirebilece ği ıztıraba ald ırış etmeksizin.<br />

Fikri cesareti dolay ısiyle kendisinin, onyedinci asr ın dini<br />

görü şlerine şekil veren bir mevkide bulundu ğu söylenmektedir. Islami<br />

hesaba göre kendisi yirmi yedi ya ş civar ında iken (Ocak 1298) de<br />

1 Laoust, Essai sur İbni Taimiya'de söyledikleri yanında, keza Laoust ana Hanbeli<br />

doktorlar ı hakk ında da yazm ıştır: "Le Hanbalisme sous le califat de Ba ğdat", Revue des<br />

Etudes Islam ıque, 1959, 67-128.<br />

141


umumi s ıkınt ıları ba şladı. Hama halk ından, Allah' ın sıfatlar ı ve bunların<br />

Allah' ın zatiyle olan münasebetleri hususundaki sorulan soruyu<br />

izah ederek kendilerine ders vermesine dair İbni Teymiyye'ye vaki talep<br />

üzerine kendi görü şünü açıklayan bir beyan kaleme ald ı. Bu aç ıklama,<br />

"Hama'mn büyük Akaidi adiyle tan ınır: Large Creed of Hama".<br />

Düşmanları, onun Astrolojiye hücumundan rahats ız oldular. Ve onun<br />

Şam valisinin saray ındaki mevkiini k ıskanarak antropomorfizme<br />

saptığı bahanesiyle bu akaid kitab ını İbni Teymiyye'ye hücum için<br />

bir basamak yapt ılar. Şafii kad ısı görülmü ş (fikri çal ınmış) t ı. Dü şmanlar<br />

bununla da yetinmemi şler, kasabay ı onun aleyhine kald ırmak<br />

için bir dellâl tutuklar ı zaman i şi daha da ileri götürmü şlerdi. Vali,<br />

nizamı korumak için araya girdi. Akaidi dikkatle incelemek için fakihler<br />

görevlendirilmi şler ve bunlar itiraz edilebilecek bir şeyin bulunmadığını<br />

rapor etmek zorunda kalm ışlardı. Böylece hâdise kapanm ıştı .<br />

Ertesi yıllar Şam' ın genel hayat ında o, bir pay ald ı, diplomatik<br />

misyonların bir üyesi idi. Ayaklanm ış Nusayri z ınd ıklarına kar şı bir<br />

savaşa kat ıldı. Nusayrilerin ülkelerinin zapt ı üzerine sultan tarafından<br />

bunların ıslah ına memur edildi. Fakat ı 305 in sonuna do ğru o,<br />

bir zaman kendini tekrar s ıkıntı içinde buldu. Kendisi şeriate ayk ırı<br />

olan çe şitli amelleri yapt ıklar ı için Ahmedi tarikatine aç ıkça çatmıştı.<br />

Bu zamanda Şam, ba şşehri Kahire olan Memlük devletinin bir<br />

parças ı idi ve Ahmedilerin oradaki ba şkanı, birçok nüfuzlu kimselerle<br />

dostça münasebet kurmu ştu. ı o36 mn ba şlannda İbni Teymiyye,<br />

Kahire'ye ça ğırıldı . Şüpheli kısa bir muhakemeden sonra hapsedildi.<br />

ı 307 Eylülüne kadar hapiste kald ı. Tahliyesi üzerine profesör oldu<br />

ve konferanslar verdi. Fakat birçok sufilerin inand ıkları panteizme<br />

hücumlar ı, kendini tekrar hapisaneye götürdü. İlkin Kahire'de, sonra<br />

İskenderiye'de. Çünkü İskenderiye'de ziyaretler kabul etmesi hürriyeti<br />

daha tehlikesiz olabilirdi. Hükümet de ğişikliği üzerine Mart 1310 da<br />

hürriyete kavu ştu. Fakat orada kendisinin o kadar dü şmanı vard ı ki<br />

Kahire'de takriben iki y ıl kaldıktan sonra Şam'a döndü.<br />

Hayatının geri kalan kısmını Şam'da geçirdi. Birçok talebesi ve<br />

diğer taraflariyle genellikle hürmet ve itibar gördü. Art ık umumi<br />

hâdislere az kar ışt ırılmışt ı. Fakat velilerin durumuna hücum etmesi<br />

kendisini 1326 da şehir kalesinde mahlanniyete götürdü, taraftarlarına<br />

zulmedildi. Ve 1328 Eylülünde ölümüne kadar mahkûm kald ı .<br />

Laoust, İbni Teymiyye'nin dü şüncesinin "Siyasi Sosyolojinin"<br />

dönüm noktas ında bulunduğunu tasavvur eder. Fakat bu görü ş, teolojik<br />

bir dü şünceye dayan ır. O, bu görü şün merkezi noktas ını, öteden<br />

142


eri İslam düşüncesinin, Allah ile insan ın kesin olarak birbirine benzemediklerine<br />

kani oldu ğu gerçeğinde buluyor. Bu bak ımdan İbni<br />

Teymiyye, ne felsefenin, ne de teolojik felsefenin akli metodlariyle<br />

Allah hakk ında bilgi sahibi olman ın mümkün olmadığı neticesine<br />

vardığı gibi, tasavvufun hedefi olan Allah ile birle şmenin de imkansızlığı<br />

kanısına varmıştı. Bu, sadece bir taassup de ğildi. Zira İbni<br />

Teymiyye Gazali ve Fahru'd-Din Razi gibi mütekellimleri oldu ğu<br />

kadar ba şlıca Arap filozoflar ını da dikkatli bir şekilde incelemi şti.<br />

Onun filozoflar ı tenkidi, son derece zekice ve ince kurulmu ştur. Hassaten<br />

"Refuation of the Logicians: Mantt ıkç ılara Reddiye" adl ı<br />

eserinde. Razi'ye şiddetle kar şı koymu ştu. Çünkü Razi kelâma felsefeden<br />

ve diğer kaynaklardan o kadar çok yabanc ı unsurlar getirmi ştiki.<br />

Fakat dü şüncesinin umumi istikametinde Razrnin tesiri alt ında<br />

kalmıştı. Bu tesir, sadece tepki şeklinde tezahür etse dahi. Ama Gazali'ye<br />

karşı daha sempatikti. Ondan çok şey öğrenmi şe benzemektedir.<br />

Tasavvufa kar şı tutumu kar ışıktır. O, insan hayat ının en yüksek<br />

hedefiolarak Allah ile ittihad prensibini ima eden her şeyi reddeder.<br />

Vahid'in yahut en yüksek İyi'nin içine geçip fani olmak dü şüncesinin,<br />

şeriate ayk ırı olacağı kanaatinde idi. Ona göre en yüksek hedef, Allah'a<br />

ibadetti. Onun hedefi şeriatin emirlerini korumakt ı. Kendi amelinde<br />

de biraz tasavvuf vard ı. Bu kulluk nokta-i nazar ından o, birçok terimlere<br />

sufilerin kulland ıkları manaları vermeğe kadar ileri gitti:<br />

-Allah korkusu, Allah'a tevekkül, tevazu, Allah için sevme, şeriatin<br />

emirlerini tam ifa etmede o, sufilerin kulland ıklar ı fena ile e şdeğerli<br />

bir mana bulmuştur.<br />

Onun veliye tap ınma (saint-warship) ya hücumlar ı orijinal<br />

İslam şekillerine bağlılıkta ısrar etmesiyle ilgili oldi ğu gibi, felsefi<br />

kanaatlere hücumlar ı da yananc ı unsurları reddetmesiyle ilgilidir.<br />

Bütün bunlar şu tahmini geliştirir: Kur'an' ın konkre şiir dili, insanları<br />

felsefi dü şüncenin mücerret nazariyelerinden daha ziyade canl ı<br />

dini hayat ın derin co şkunluğuna yakın tutmu ştur. Hayat ının erken<br />

zamanlarından itibaren o, kendisine bir yol tutma ve hocalar ına ve<br />

ders kitapkar ına karşı tenkidli bir davran ış takibetmeyi benimsetecek<br />

birtak ım güç ruhi tecrübelere giri şmiş olmal ıdır. O hiç şüphesiz hayatın<br />

ve kuvvetin kayna ğını İslam akidesini ve onun Kur'an'daki ince<br />

ifadesini oldu ğu gibi kabul etmekte bulmu ştu. Bu sabit dü şünceye,<br />

hayatını inançlar ına göre ayarlama gayreti de yard ım etti. Bu dü şünce<br />

ve hareketten bir parça da muakkiplerine a şılamağa muvaffak<br />

oldu. Bununla beraber onlarla felsefi kelâmc ılar aras ında o kadar<br />

143


üyük farklar yoktur. Bundan dolay ıdır ki sadece kelâm ın felsefe ile<br />

karışmas ı, kelâmı inhitata götüren tek sebebolmam ışt ır. Belki de iskolastik<br />

metot, taassubu ve otoritelere (sultaya) dayanmasiyle -ki Hanbelflerin<br />

de bunda pay ı vard ır- bunda âmil olmu ştur.<br />

Her ne kadar İbni Teymiyye kendisinin müstakil fikirlerini paylaşmış<br />

mümtaz talebeler yeti ştirmemi ş ise de kendisi İslâmdaki kelâmi<br />

dü şünce yolunda şiddetli tesir ve de ğişiklik yapmışt ır ve onun tesiri<br />

hâlâ istikbale gebedir. Kendisi, Ba ğdad yerine Kahire'nin İslâm kültür<br />

mihrak ı olmağa başlad ığı bir zamanda gelmi ş olmak avantaj ına<br />

sahibti. Kahire, Moğol akınlarından kaçmış Memlûklerin nisbeten<br />

müstakar devletlerinin ba şşehri idi. Hiçbir kuyveti olmamas ına rağmen<br />

ismen İslam sünni halifesi olan zat da Kahire'de oturuyordu.<br />

Şam da Memlüklerin ikinci merkezi olarak önemle geli şiyordu. İbni<br />

Teymiyye'nin şöhreti ve onun birçok talebelerinin mevcudiyeti İslam<br />

düşüncesinin bu yeni veçliesine Hanbeilli ğin büyük önemi oldu ğunu<br />

ifade etti. Hanbelilik burada müteakip as ırlara tesir edebilecek bir<br />

temel -yahut bir ba ş k ıyı diyebilir miyiz- kazand ı .<br />

Bir çok tan ınmış Hanbeli, müteakip as ırlar boyunca yaln ız<br />

Şam'a değil, fakat ayn ı zamanda Bağdad, Kudüs ve Kahire'ye da ğıldı.<br />

Bunlar ya İbni Teymiyye'nin aç ıkça mensuplar ı, ya da hayranlar<br />

ı veyahut da bir parça onun tesiri alt ında kalmış kimseler idiler.<br />

Burada zikredilmesi gereken birisi İbni Kayyim al-Cawziyye (1299-<br />

135o) dir ki ismi -belki de Cawziyye medresesinin küçük bir memuru-<br />

olan Kayyim'in o ğlu anlam ını ta şır. Bu zat, hocas ı= 1312 de<br />

Mısır'dan dönü şünden sonra çok yak ın bir mensubu oldu. İbni Teymiyye<br />

ile aynı zamanda fakat ondan ayr ı olarak şehir kalesine hapsedildiği<br />

kuvvetle muhtemeldir. Kendisi hocas ının görü şlerini payla ştı .<br />

Yalnız bunun biraz mutasavv ıf bir yönü vard ır. Baz ı zamanlar kendisinin,<br />

İbni Teymiyye'nin son eserlerini yaln ız lisanca değil fakat<br />

manaca da de ğiştirdiği dü şünülmüştür. -Kendisi bir edebiyatç ı idi-<br />

Maamafih, hem hocas ının eserlerini yaymak, hem de onun fikirlerini<br />

kendi eserlerinde hatas ız bir üslüpla ne şretmek suretiyle o, şüphesiz<br />

İbni Teymiyye'nin tesirinin yay ılıp devam etmesinde büyük hizmet<br />

etmiştir.<br />

İbni Teymiyye tarafindan Hanbelili ğe getirilen canl ılık, onsekizinci<br />

As ırdaki Vehhabi hareketinde kendini gösterdi. Bu hareketin<br />

kurucusu olan Muhammed ibn Abdilvahhab ( 703-92), da di ğer birçok<br />

mütekellimler gibi, birçok âlimler yeti ştiren ve yeti ştirdiği<br />

bu âlimler, Necid'de ya da Orta Arabistandaki küçük kasabalarda<br />

144


mevki sahibi olmu ş bir aileden gelmişti. Babas ının emri alt ında Mekke'de<br />

ilk tahsilini yapt ıktan sonra bir zaman da talebe olarak Medine'de<br />

kald ı. Bilgi talebiyle Basra'ya da gitti. Genç ya şından itibaren<br />

Arabistan'da halk dininin gerilemeğe gittiğinin ve etrafl ı bir reforma<br />

ihtiyaç oldu ğunun fark ında idi. Arabistan'a döndükten sonra yapt ığı<br />

reform te şebbüsü muhalefetle kar şılaştı. Fakat ı 744 de küçük Dar'iyya<br />

kasabas ının Suud ailesine mensup emin ile anla şmağa muvaffak oldu.<br />

Suud soyu, h ızla büyüyüp Arabistan' ın çoğunun idarecileri haline geldikleri<br />

ondokuzuncu asr ın fetih yıllarında Mekke ve Medine'yi de i şgal<br />

ettiler. Fakat mukaddes şehirlerin Vehhabiler tarafından zapt ı, sünn i-<br />

leri rahats ız etti. Ve Osmanl ı Padişahımn emri üzerine bir M ıs ır<br />

ordusu Arabistan' ı istilâ etti ( ı 8 ı 3-18) ve bir zaman için Suudi prensliğine<br />

son verdi. Bu soyun tekrar 193o da Saudi yahut Suudi k ırallığını<br />

kurma firsat ım elde etmesi üzerine Vehhabilikle olan birlik kald ı .<br />

Ve kırall ık hâlâ bir Vehhabi devletidir.<br />

Vehhabilerin teolojisi hakk ında Laoust, "Hanbeli doktrinlerinin<br />

ve geleneksel iman ın ihtiyatl ı agnostisizmi"nin taze bir tab' ı" diye<br />

tavsif ediyor (s.5 14). Ona göre Bunun İbni Teymiyye'ye en aç ık bağlılık<br />

tarafi, velilere tap ınmaya hücumu ve islâmın aslına dönmesi<br />

hususunda ısrarıdır. Laouust'un eserinin büyük k ısmı dış şeylerle islâm<br />

dini düşüncesiyle ilgilenir. Fakat İbni Teymiyye'nin, iskolastik metodların<br />

sertliğinden kaçmak ve İslami gerçe ği mevcut şartlara uydurmak<br />

maksad ına matuf olan metodolojisine hiç ilgi göstermez. Bu söylenenlerin<br />

çoğu, Hindistan Vehhabileri için de doğrudur. Bunlar<br />

ondokuzuncu as ır ba şlarında Seyyid Ahmed ( ı 786-1831) ba şkanlığı<br />

altında S ıkh'lere ve İngilizlere kar şı bir ordu hareketine te şvik edilmişlerdi.<br />

Aslında hareket, Hindistan' ın dahil sebeplerine dayan ı-<br />

yordu. Fakat 1823 de Seyyid Ahmed Mekke'ye Hacca gitti ği zaman<br />

Vehhabilerin tesiri alt ına girdi. Hâlâ Deoband'da teolojik tetkikte<br />

bir parça Vehhabi ruhu vard ır. Böylece İbni Teymiyye'nin şahs ında<br />

görülen Hanbelilikteki canl ılık, zaman ımıza doğru alçalarak devam<br />

eder. Ilk islâmi asla yahut sadeli ğe dönmekteki ısrarı, bugünün Islâm<br />

düşünürlerine i şaret eder. Gerek mesleki teologlar olsun, gerek olmasın<br />

bu düşünürler, meselelerine bir çözüm şekli bulmanın en emin<br />

yolunu İslâmın köküne dönmekte görüyorlar. M ısır modernistleri<br />

aras ında bu çığır en çok M. Re şid Rıda (935) tarafından realize ediliyordu<br />

ki bu zat, İbni Teymiyye'nin ve bilhassa onun metodolojisinin<br />

bir hayran ı idi.<br />

145


B İBL İYOGRAFYA<br />

Henri Laoust, Essai sur les doctrines sociales et politiques de Ta/d-d-<br />

Din Ahmad b. Taimiya, Cairo, 1939. Bu as ırda islâm teolojisi üzerinde<br />

bas ılan en önemli eserlerden biridir. Çünkü bakire bir sahay ı aç ıp<br />

izah eder. Kitap sonraki Hanbeliler taraf ından onun doktrinlerinin<br />

yaz ılmas ı hakk ında Muhammed ibn Abdi'l-Wahhab ve Vehhabl<br />

teokrasisi üzerine ve Muhammed Abduh ve Re şid R ıda önderliğindeki<br />

Mıs ır reform hareketleri üzerine yaz ılan bölümler ihtiva eder.<br />

D.S. Margoliouth, makale "Wahhâbiya", El' de.<br />

116


FASIL ı 8<br />

Şiiliğin Şekil Değiştirmesi<br />

1258 ile ı goo aras ındaki zamanda Şiiliğin iki ana şekli, İmamiyye<br />

ve ismaililik tam bir de ğişikliğe uğrad ılar. Bu de ğişiklik onların<br />

doğmatik görü şlerinde değil, fakat onlar ın, bütün olarak İslâm cemaatindeki<br />

vazifeleri cihetinde idi.<br />

İmamiyye'nin durumundaki değişiklik, ı 5o2 civar ında aniden<br />

zuhur etti. O zamana kadar İmamiler Sünni olan İslâm cemaati içerisinde<br />

basit bir teolojik fırka idiler. İmamiyyenin hakim olduğu kasabalar<br />

ve onlar ın çok az bulundu ğu diğer yerler vard ı ama umumiyetle<br />

imamilerle sünnilerin yan yana ya şadıklarını söylemek gerçe ğe<br />

uygundur. Şuras ı da gözden kaçmam ıştır ki nihayet onlar ın mütekellimlerinden<br />

baz ılar ı , İslam dü şüncesinin ana kanal ında idiler. Ondan<br />

müteessir olmu şlar, hattâ belki de ona tesir etmi şlerdi. Bundan<br />

dolayıdır ki İmamiyye kelâm ının, sünni kelâm ının birçok veçhelerini<br />

gösterdiğini söylemek bir sürpriz te şkil etmez. Küçük akaid kitaplar ı -<br />

nın telifi, bunlar üzerine uzun şerhlerin yaz ılmas ı ve birçok felsefi<br />

dü şüncelerin kelâma sokulmas ı gibi.<br />

Onüçüncü as ır İmamiyye mütefekkirlerinin en önemlisi Nasiru'd-Din<br />

at-Tusi (1201-1274) dir. Bunun ismaililikle de biraz ilgisi<br />

vardır. Çünkü 1256 ya tekaddüm eden zamanlarda o, birkaç y ıl için<br />

Kühistan ismain idaresinin hizmetinde bir memurdu (Kühistan,<br />

İran' ın doğusunda Horasan' ın güney bat ısında bir bölgedir). Sonra<br />

ismalli ba şşehri olan (Tahran' ın kuzeyindeki) Alamut kalesine çekildi.<br />

Onun ismaililikle olan münasebeti, aç ık değildir. Onlar ın görü ş -<br />

lerine biraz sempati duymu ş olabilir. Diğer taraftan son y ıllarında<br />

Alamut'un, islâmi görü şünü tetkikte onun şöhreti vard ır. Kendisi<br />

1256 da İsmaill lidere, Alamut'u Mo ğollara teslim etmesini<br />

öğütlemesiyle ittiham edilir. -Teslim, liderin idam ı ve taraflar ın ın<br />

147


kılıçtan geçirilmesiyle neticelenir. Fakat bu, onun Mo ğol generali<br />

Hülâgû'ya ı 258 de Abbasi halifesini öldürmesini ö ğütlelediği<br />

yolundaki hikâye gibi muhaliflerinin bir iftiras ı olabilir. Muhakkak<br />

olan şudur ki o, 1258 den önce Hülâgû'nun sevgisini kazanm ıştı. Ve<br />

hayat ının geri kalan k ısmında o, Moğol idaresinin çe şitli yüksek<br />

memuriyetlerinde bulundu. Bu, k ısmen onun, mahir bir astrolog<br />

(müneccim) olmas ımn bir icab ı idi. Zira önemli firsatlar için u ğurlu<br />

tarihleri bulmak hakk ında Moğolların onunla istişare ettikleri anla şılmaktad<br />

ır.<br />

Nasiru'd-Din at-Tusi, bir mütekellim olmaktan ziyade bir filozof<br />

idi. Filhakika Yunan ilimlerinde bilhassa matematik ve astronomide<br />

gayet iyi yeti ştirilmi şti. Tabii onun felsefesi İbni Sina'nınki gibi<br />

sadece felsefe de ğildi fakat görünü şte kelâma bir giri ş, bir haz ırl ık idi.<br />

Kendisi Fahru'd-Din ar-Razi (12o9) nin dü şünce alemine çok benzer<br />

bir dü şünce dünyas ında ya şadı. Onun Muhassal' ına bir şerh yazd ı,<br />

geni ş ölçüde müsbet ve aç ık fakat be ğenmediği noktalar ı gösteren<br />

(bir şerh). Bu ve di ğer eserleri sünni mütekellimlerinin fikirleriyle<br />

karışmış felsefi bir dü şünce ile hür bir şekilde i şlenmişti.<br />

50o e doğru zikre şayan tek imami bilgin, Nasiru'd-Din at-Tusrnin<br />

bir öğrencisi olup İbnu'l-Mutahhar al-Hilli (1250-1325) adiyle<br />

an ılan zatt ır. Hille, Ba ğdad' ın altmış mil güneyinde, Imamiyyenin<br />

asırlarca önemli bir merkezi olan ve birçok önemli âlimler yeti ştirmiş<br />

bulunan bir. yerdir. İbnu'l-Mutahhar, muhtemelen günün en seçkin<br />

bir İmamiyye âlimi idi. F ıkıh usulü üzerinde yazd ığı bir eseri, Şam'da<br />

İbni Teymiyye'nin eline geçti ve onu önemli bir şekilde etkiledi. İbni<br />

Teymiyye kısmen buna kar şı çıktı ise de onun, ictihad ın mümkün<br />

oldu ğu görü şünün tesiri alt ında kalmış ve bu kanaatin biraz kendi<br />

dü şüncesine uydu ğunu kabul etmi ş görünmektedir.' ibnu'l-Mutahhar,kelâm<br />

ın felsefi taraflar ına fazla ilgi göstermemi ş görünmekle beraber<br />

bazı felsefi fikirlerden istifade etmi ştir Onun küçük akaid kitab ı -uzun<br />

bir eserin onbirinci bölümü- onbe şinci as ırda al-Babu'l-Hadi a şar<br />

unvanl ı bir şerhi ile beraber Ingilizceye çevrilmi ştir.<br />

İmamiyye Şiiliğindeki tebeddül, Şah Ismail'in 15432 de Tebriz'de<br />

Iran k ıralı olarak taç giymesiyle ba şlad ı . Şah Ismail imami Şiîliğini<br />

ülkesinin resmi dini yapma ğa karar verdi. Henüz İran' ın çoğunu<br />

zaptetmek zorunda idi ama süratle muvaffak oldu. Siyasi muvaffakiyetinden<br />

do ğan ilhamla İmamiye inanc ı sadece devletin dini olmakla<br />

kalmad ı, fakat tek müsamaha edilen serbest din oldu. Bunun sebepleri<br />

148<br />

1 Bak: Laoust, Essai sur Ibn Tairniya, 36 f.


aras ında ba şta din hocalar ının k ıt olduğu hakk ında kayıtlar vard ır.<br />

Çünkü Şîîliğin bu zamanda İran'a hakim olmas ının bir manas ı yoktur.<br />

Meselâ Tebriz'de o zaman nüfusun üçte ikisinin sünni oldu ğu<br />

kabul edilir. Önceki söylenenlerden de anla şılacağı üzere İmamiyye<br />

talimi ve İmamiyye ulemas ı, hem hukuk hem kelâm sahas ında salâhiyetli<br />

idiler. Fakat nisbeten baz ı eksiklikleri de olabilir. Zira birkaç<br />

imami merkezi Iran' ın dışında idi. Meselâ Hille'de, Bahreyn'de ve<br />

Amila da ğında (Lübnan).<br />

İmamiyye ile sünni hukuku aras ındaki ana farklardan biri şudur:<br />

İmamiyyenin salâhiyyetli fakihleri, gerekti ğinde Kur'an'a ve Hadis'e<br />

dayanarak kendi içtihadlariyle hüküm verirlerdi. Halbuki bu zamanda<br />

sünniler aras ında en bilgin bir fakih dahi kendi hükümlerini önceki<br />

fakihlerin içtihadlar ına dayand ırınak zorunda idi. Müstakil kararlar<br />

vermeğe içtihad denilir. Bunu yapan yetkili âlimlere de müctehid ad ı<br />

verilir. Sünni görü şü şu şekilde ifade ediliyordu: " İctihad kap ısı kapanmıştır".<br />

Ictihad ın devam etmesi inanc ı , Şer'i sistemi yeni durumun<br />

ihtiyaçlarına uydurmak için lüzumlu görülüyordu. Fakat Iran İmamiyyesinin<br />

fikri gelişmesi iyi bir şekilde tetkik edilmemi ştir. Kaydedilen<br />

tek şey, imamiler içinde içtihad mevzuunda ayr ılıkların olduğudur.<br />

Muhammed Emin al-Esterâbâdi (1624) müctehidlere ve içtihada<br />

insanlara hücum eden ve Ahbariler "Hadisçiler" 2 diye bilinen<br />

İmamiyyenin kurucusu olan bir lider olarak al ınır. Onlar ın görü şleri<br />

şu idi: Şer'i görü şler yalnız Hadislere dayand ırılmalıd ır. Akil bir tahlil<br />

veya diğer bir yol ile genel prensiplerden (usul) ç ıkarılmamalıdır.<br />

Bu tali fırka, Hanbeliliğin Şii bir şekline benzer. İnsan bunun acaba<br />

Hanbeli sempatizan ı olan kimselerin kerhen imami devleti içerisinde<br />

birle şmiş olup olmadığını merak eder. Daha umumi olarak imami<br />

görü şünü benimsiyen kimseler usulcüler ve ınüctehidiler diye tan ınmağa<br />

ba şladılar. Hadisçiler k ısa bir faaliyetten sonra yava ş yavaş<br />

ortadan kalkm ışa benzemektedirler.<br />

Muhalif istikamette olan di ğer bir grup da Şeyhiler idi. Bunlar<br />

Şeyh Ahmed al-Ahsâ'i ( ı 744— ı 827) 3 nin mensupları idiler. Bunun<br />

görü şleri ,geni ş ölçüde felsefe ile kar ışmışt ı. Fakat ogünki şartlar içerisinde<br />

neyi kasdettikleri aç ık değildir. Bu zat, tasavvufa alâka duyan<br />

ve 166o civar ında ölen daha önceki bir filozof Mulla Sadra'n ın tesiri<br />

altında kalmıştı . Şeyhilerdeki theosophical (özel bir ilham ve sezgi<br />

2 GALS, II. 577, 590<br />

3 E.G. BROWNE, Literary History of Persia, IV. 410 ve di ğerleri; GALS, II. 844;<br />

Cl. Huart, makale, "Shaikhi", El' de. Bu devirde İmamiyyenin İbni Sina'y'la ilgisi, H.<br />

Corbin tarafından münakaşa edilmiştir: "Avicenna and the Visionary Recital, 243-57.<br />

149


ile Allah hakkında tasavvufi yoldan bir bilgi sahibi olmay ı iddia eden<br />

felsefi ç ığır) inanç, ondokuzuncu as ır ortalar ına doğru Babilik şekline<br />

geçmi şti. Bu firka Islâm cemaati içerisinde bir f ırka olarak belirmi ş<br />

ise de sonradan ayr ı din haline gelmi ştir. Bundan dolay ı bu tetkikin<br />

dışında kal ır.'<br />

Şîîliğin ismaili dal ına daha k ısa temas edilebilir. Alamut'un<br />

1256 da Moğollar eline dü şmesini katl-i âmlar takibetti. Fakat birkaç<br />

ismaîli kurtuldu. Ve son imam ın oğlu, gizlice muhafaza edilmi şti.<br />

Bundan sonraki tarih kar ışıkt ır. Yaln ız ana hatlar ı bilinir. Fakat teolojik<br />

olmaktan çok siyasi oldu ğu için burada tafsilâta gitme ğe lüzum<br />

yoktur. al-MustaTi taraftarlariyle Nizar' ın taraftarlar ı aras ındaki erkenden<br />

ba şlıyan ayr ılık devam etmi ştir. Ve her dal da daha tali fırkalara<br />

ayr ılmıştır. Buna rağmen tab'i fırkaların birkaç ı şimdi az önemi<br />

haizdir. Mus'taliler M ıs ırda ortadan kalkm ışlar ve kendi ana prensiplerini<br />

önce Yemen'de sonra Gücerat'ta kurmak istemi şlerdir. Nizarilere<br />

gelince kendilerini yava ş yava ş Suriye ve Iran'da yerle ştirmelerine<br />

rağmen Hindistan'da da kuvvetlenme ğe ba şlad ılar. Burada ismaili<br />

propagandas ı dokuzuncu as ırda ba şlamıştı. Nizarilerin ana k ısmı,<br />

ba şları Ağa Han olan cemiyettir. Bu, Hindistan'da do ğu Afrikada vs.<br />

kuvvetlidir. Belki de bu hususta en ilginç şey, ilkin dağlı isyanc ıların<br />

inandığı bu yolun, tüccarlar ın ve diğer endüstriyel i şleri yapan insanların<br />

meydana getirdi ği mamur bir cemiyetin yolu olmas ıdır ki bu,<br />

diğer müslümanlara, islâm inanc ının, modern dünyadaki faaliyette<br />

oynad ığı etkili rolün, tetkike de ğer bir örne ğini verir.<br />

B İBL İYOGRAFYA<br />

R. Strothmann, makale "Shi'a", El (S) de. Keza Die Zwölfer-<br />

SchPa, Leipzig, 1926.<br />

E.G. Browne, A Literary History of Persia, Cambridge, 1924, vd.<br />

IV. 353-41i ; Ba şlang ıcından itibaren şii teolojisine temas eder.<br />

Cl. Huart, makale. "Shaikhi" El' de.<br />

W. Ivanow, makale. "İsmailiya", El (S) de. Keza True Meaning<br />

of Religion'nun bas ı ve tercümesi. yapan: Shihâb-ad-Din Shah (Nizarilerin<br />

47. imam ının oğlu), Bombay, 1933.<br />

M. Horten, Die Gottesbeweise bei Schirazi, Bonn, 1912; Das Philosophische<br />

System von Schirazi, Strasburg, 1913; "Die Philosophis-<br />

150<br />

4 Daha fazla malûmat için bak: A. Bausani, El', "Babis", "Baha' -Allah" "Baha'is"


chen und theologischen Ansicthen von Lahigi (e. 167o)", Der Islam,<br />

III ( 9 ı 2), 91-131. Bu eserler İran'daki geli şmeler hakk ında bir fikir<br />

verebilir. Bilhassa üçüncünün mukaddimesi ve indeksi. İkinci eserin<br />

faydal ı bir lügatçesi vard ır. "Schirazi" fas ılda Mullâ Sadrâ diye gösterilen<br />

zatt ır.<br />

Henry Corbin, "Pour une morphologie de la Spiritualite Shiite",<br />

Eranosjahrbuch, XXIX (196o), 57-107; Seyhilik üzerine bir bölümü<br />

vard ır (s. 71-81) ve umumiyetle çok ilgi çekicidir.<br />

John Kingsley Birge, The Bektashi Order of Dervishes, London,<br />

1937. Silliğin nas ıl pantaizme meylettiğine dair bir izah olarak<br />

verilebilir.<br />

151


Bölüm V.<br />

YENI ŞAFAK


YEM ŞAFAK<br />

FASIL 19<br />

Teoloji İçin Beliren Yeni C ınidler<br />

Son üç fas ıl i goo e kadar Islam dü şüncesi hakk ında tam bir malümat<br />

ihtiva etmez. Zira 19. Asr ın sonundan itibaren beliren "Yeni<br />

Safak" ın işaretleri zikredilmemi ştir. Burada bu cümlecik, Avrupa<br />

sadmesi tarafından vücuda getirilen meydan okumas ım Islam dü şüncesinin<br />

ve bilhassa kelâmın ne şekilde kar şılayıp, ayakta durabilmek<br />

için ne yapt ıklarını göstermek için kullan ılmışt ır. Maamafih bu yeni<br />

şafağın bütün fikirlerinin ayr ınt ılarına girilmiyecektir. Çünkü bu<br />

serilerde bu konuya bir cilt daha tahsis ecdilecektir. Bu k ısa netice<br />

faslın ın hedefi, şimdi Islam kelâmı muvacehesindeki problemlerin genel<br />

bir tasvirini vermektir. Felsefeden ayr ıca bahsedilmesine ihtiyaç<br />

yoktur. Çünkü şimdi felsefenin mütekellimlerden (teologlardan) ayr ı,<br />

kendine öz adamlar ı vard ır.<br />

Nas ıl ki modern Avrupa kültürü, Yunan ruhunun bir ifadesi ise<br />

Avrupan ın Islam dünyas ına çarpmas ına da "Helenizmin üçüncü<br />

dalgas ı" denilebilir. Maamafih böyle bir kanaat, şimdiki vaziyet<br />

ile ilk iki dalgaya aidolanlar aras ındaki önemli farklar ı karatrma<br />

niyetine de gidebilir. Önceki durumlarda sadme umumiyetle fikri<br />

idi. Yabancı kültürü ta şıyanlar, hilâfetin müslim sakinleriyle kar ıştırılmışlardı.<br />

Avrupan ın bu sadmesi, fikri olmaktan çok maddi sebeplere<br />

dayan ıyordu. Bu, Vasco da Gama tarafından 1498 de Hindistan<br />

yolunun ke şfinden sonra Avrupa'n ın Islam dünyas ının doğu bölgelerinde<br />

ticaret etmek niyetleriyle ba şladı. Yavaş yavaş ticari gaye,<br />

siyasi mücadeleye ve nihayet siyasi hakimiyete götürdü. 1798 de<br />

Napolyon'un M ısır sava şı ile Osmanl ı ve Iran İmparatorlukları Avrupa'nın<br />

sadmesini daha kuvvetli hissetme ğe başlad ılar. Ticari ve<br />

155


siyasi nüfuz, mali i şlemlerle desteklendi. Islam dünyas ının çe şitli memleketlerindeki<br />

yeni e ğitilmi ş (münevver) s ınıflar modern dünya<br />

daki mevkilerini anlama ğa ba şlad ıklar ı zaman art ık onlar milletleraras<br />

ı maliyenin. örümcek a ğına dönmü ş sökülemez yumağı içinde bulunuyorlard<br />

ı. Talebeler tarafından geni ş Avrupa seyahatleri, Avrupa<br />

kitaplar ı= tercümeleri, Amerika ve Avrupa filimleri, Islam dünyas ı -<br />

nı yabanc ı sosyal bünye ve ya şayış tarziyle yak ından temasa getirdi.<br />

Bunun neticelerinden biri, kad ınların durumunu düzeltme hareketidir.<br />

Ayn ı zamanda fikri sadmenin sarih şekline dikkati çekmek de ö-<br />

nemlidir. Müstakil Islam memleketlerinde Avrupa kültürüne istek,<br />

umumiyetle idareciler tarafından o memleketlerin geri kalm ış askeri<br />

kalkınmas ını gerçekle ştirmek arzusuna ba ğlı idi. Avrupa tipinde bir<br />

orduya malik olmak için subaylar ına muayyen bir nisbette Avrupa<br />

tahsili yapt ırmak zorunda kald ılar. Bu çe şit ba şlangıçlardan sonra<br />

ilk okullardan üniversiteye kadar tamamen Avrupa sistemi bir tahsil<br />

usulü geli şti. Lâyik sahada bunlar olurken dini liderler yeni terbiye<br />

sistemiyle hiç alâkadar olmald ılar. Yeninin yan ında eski sistem de<br />

köylerde Kur'an okullariyle, Kahire'deki Ezher gibi geleneksel tipteki<br />

üniversiteleriyle devam etti. Yan yana iki terbiye sisteminin mevcudiyeti,<br />

iki münevver zümre meydana getirdi. Ulema, yahut eski<br />

modas ı geçmi ş dini münevverler ve yeni bat ı kültürlü münevverler.<br />

Bunlar ın her ikisi de halkla ilgilerini kesmi şlerdi. Ulema aşırı felsefeleri<br />

ve deği şen şartlara uymay ı reddetmekteki sert tutumlar ından,<br />

modernistler ise görü şlerinde tamamen Avrupal ı olmak temayüllerinden<br />

dolay ı .<br />

Pratik sahada hayatta kalmak için ulemamn bir reforma ihtiyac ı<br />

vard ır. Onlar Islam memleketlerinin hukuki i şlemlerini genel dünya<br />

görü şü hatt ı içerisine getirmek hususunda çe şitli ayrı metodlara sahiptirler.<br />

Fikri sahada çok yava şt ırlar. İkinci dünya sava şına kadar<br />

mesela M ısır'da uleman ın pek az ı Avrupa dilinde yaz ılmış kitaplar ı<br />

okuyabilirdi: Böylece onlar ın, modern dünya hakk ındaki fikirleri,<br />

küçük say ıdaki tercümelerinden, yahut Avrupa gelene ğine göre yetişmiş<br />

layik eserler yazan Arap yazarlar ının eserlerinden ç ıkarıl ıyordu.<br />

Avrupa'da ilim tahsil etmi ş ve ilmi Hümanist eserler okuyan genç<br />

müslümanlar ın fikri problemleriyle temasta, ulemamn bütün sermayesi,<br />

kültürleri bundan ibaretti. H ırıstiyanli ğın geleneksel şüpheciliği,<br />

müslümanlar aras ında bu genç öğrencileri, Humanist ve ladini<br />

Avrupa'l ı müellifleri tercihe sevk etmekle meseleyi daha da kötü<br />

156


ir hale soktu. Bu mü şkil durumda biz, uleman ın çoğunluğun İbni<br />

Sina ve İbni Rü şd gibi amelsiz Arap filozoflar ına döndüklerini<br />

görüyoruz. Fakat bu, ümitsiz bir gayrettir.<br />

Bu vaziyete kaç ınılmaz bir şekilde ba ğlı bulunan bugünün müslümanının<br />

fikri bir yenilenme aramak zorunda oldu ğu yer neresidir<br />

Ihtiyaç duyulan şey, hem geleneksel teolojik fikirlerin geli şmesi, hem<br />

de muas ır meselelerle ilgili hususlar ı halledecek bir fikir kurmakt ır.<br />

Bu münasebet (yani teoloji ile ça ğdaş problemlerin münasebeti),<br />

fikri yenilenme ile sosyal reformun el ele vermesini gerektirir. Bu fikir<br />

sistemi nerede bulunacak Ulema bunu yapaca ğa benzemiyor. Çünkü<br />

onlar Avrupai fikirlere a şina değiller ve bu yüzden aktuel kudreti<br />

ellerinde tutan modern dü şünceli politikac ılarla kolay kolay uzla şarnazlar.<br />

Modern münevverler de uygun bir fikir sistemi kuramazlar.<br />

Onlar Avrupai kanaatleri (Marxist dahil) dü şünmek isterler ve bunlar<br />

politikac ılarla konu şmak imkan ına sahibolmalar ına rağmen, İslam<br />

dü şüncesinin geleneksel tabakalariyle irtibat temin edemezler.<br />

Ve böylece dini liderleri ve onlarla beraber olan kütleleri arkalar ından<br />

götüremezler.<br />

Tabii çe şitli memleketlerde durum de ğişir. Türkiye, İslam düşüncesinden<br />

dönüp resmen bir bat ı politik görü şü kabul etmekte<br />

İslam memleketlerinin en a şırıs ı gelir. Türkiye'de islam teolojisini ihya<br />

etme ğe çal ışan te şebbüsler muvaffak olursa neticeler çok daha mühim<br />

olacakt ır. Pakistan Avrupa'n ın uzun zaman yak ından tesiri alt ında<br />

kalmıştır. Bu yüzden Onun tepkileri daha olgun olmaya yüz tutmu ş -<br />

tur. Ayn ı zamanda Tunus'ta, M ısır'da, Suriye'de ve Irak'ta da ilgi<br />

çekici durumlar vard ır. Fikri yenilenmenin meydana gelmesi, bu memleketlerden<br />

beklenir. Yoksa ilkel ve geri kalm ış muhitlerden<br />

İran'daki durum da diğerlerine benzer. Fakat onun, ötekilerine çok<br />

yard ımı dokunmas ı güçtür, çünkü Iran resmen Şiidir ve bu yüzden<br />

birçok yollardan onlarla alakas ı kesilmiştir.<br />

Tabii probleme yahut hiç de ğilse bir k ısrmna çe şitli aç ılardan<br />

temas eden bir çok te şebbüsler yap ılmaktad ır. Bunlar ın en dikkate<br />

değer olan ı, sahalar ı teoloji olmay ıp edebiyat , olan kimseler tarafından<br />

yap ılan ıdır. Bunlar ın en ya şl ılar ından biri (ve kolayca elde edilebilenlerden<br />

biri )Seyyid Emir Ali tarafindan yaz ılan The Spirit of<br />

İslam (Islam' ın Ruhu) dur. Düzeltilmi ş bask ı, London, (1922). Ayr ı-<br />

ca teolojik sahada en önemli yard ım M ısır% Muhammed Abduh<br />

(1849-19o5) tarafından yap ılan ıdır. Teolojinin ilk modern stilde<br />

eserini vermek yan ımda bu zat, Ezher üniversitesini reforme etmek<br />

157


için uzun mücadelesi ile de me şhurdur. Her iki hususta da biraz muvaffak<br />

olmu ş görünebilir. Fakat önemli olan şey, cereyan ın başka bir<br />

istikameti takibetme ğe ba şlamas ı idi. Yukarıda ihtiyaç hissedilen<br />

fikirleri kurma ğa matuf fikri mahsul Bay Muhammed Ikbal (1876-<br />

'938) in şiirlerinde ve onun Reconstruction of Religious Thought in<br />

Islam ( İslamda dini düşüncenin yeniden ihyas ı) adl ı eserinde bulunur.<br />

(Bu eser, ilk defa '928 de verilen konferanslard ır). İkbale Islamın<br />

ruhi kurucusu nazariyle bak ılır. Daha çok İkbalin tesirinin bir<br />

gereği olarak bu eser, gelenek ile modern dü şüncenin bir dengesi<br />

olabilir.<br />

Bütün bu mayan ın dışında da bir şey gelebilir. Hemen ümitsizlikten<br />

bahsetmek yersizdir. Gere ği gibi yetişmiş, hepsinin üstünde de<br />

cesaret ve ak ıl lûtuflarma mazhar bir adam, bütün manzaray ı değiştirebilir.<br />

Şuras ı muhakkaktır ki o, meslekta şlarının korkunç tenkitlerine<br />

maruz kalacak ama yine de hareketinde sebat etmek zorunda<br />

olacakt ır. Muhalifleri kuvvete de ba şvurabilirler. Bundan dolay ı kütlelerin,<br />

bir parça da seçkin tabakan ın desteğini kazanabilmesi için<br />

onun, kâfi derecede şahsi cazibe sahibi olmas ı da icabeder. Böyle bir<br />

adam nerede bulunur Hiçbir Islami çevrenin böyle bir zat ı yetiştirecek<br />

durumda olmad ığını gösteren sebepler ileri sürülebilir. Fakat<br />

bununla beraber o zat yine de zuhur edebilir.<br />

Avrupa'n ın Islam dünyas ına fikren vurmas ı ve özellikle Avrupa<br />

ilmi ve lay ık düşüncesi konular ı üzerinde birçok münaka şalar yap ılmaktad<br />

ır. Meselenin küçük olmas ına rağmen ayrı bir tarafı da Islam<br />

memleketlerindeki h ıristiyan misyoner hareketidir. H ıristiyan propagandas<br />

ına cevaplar verilmekte ve h ıristiyan faaliyetlerinin -belki<br />

de sadece günlük muvakkat önemi olan faaliyetlerinin- tenkidi yap ılmaktad<br />

ır. Bununla beraber yak ın senelerde müslüman bilginleri tarafından<br />

hıristiyan konular ının baz ı münaka şalar ı yap ılmışt ır. -Bilhassa<br />

Kamil Hüseyin tarafından yaz ılan City of Wrong (yanl ışın şehri),<br />

Kenneth Cragg tarafından terceme edilmi ştir. (London, Amsterdam<br />

196o)- Belki de bunlar Islam teolojisinde yeni ön ayak olanlar ın ve<br />

yeni çığırların yolunu haz ırlıyabilirler.<br />

Fikri sadme tarafindan meydana getirilen problemlerden pek<br />

ayrı bir mesele de bazan "inter religious: din içi" denen meseledir.<br />

Bu, münakale ve muhaberenin modern imkanlar ı tarafından meydana<br />

getirilmiş bir meseledir: Herkesin sür'atle seyahati, ne şriyat ın bütün<br />

dünyaya ula şmas ı, büyük din cemiyetlerinin her biri- ve buna Marxizmin<br />

dine karşı cephe alan felsefesi dahil olabilir- di ğer büyük dinlerle<br />

158


eskiden olduğundan daha çok yak ından temas halindedirler. Büyük<br />

dinlerin mensuplar ı, bugün, eskisinden daha fazla di ğerlerinin inançlariyle<br />

yan yana nas ıl yaşanaca ğım öğrenmeğe itilmektedirler. Netice<br />

olarak insanlar ı birle şik bir dünya dinine doğru iten kuvvetler, tazyikler<br />

vard ır. Şu ideal güdülmektedir: Çe şitli 'dinlerde de ğerli olan<br />

şeyler bir din içerisine mezcedilmelidir. Fakat insanl ık bu idealin<br />

çok a şağısında kalabilir ve bu yolda çok de ğer kaybedilmi ş olabilir.<br />

İslam teologlar ının yeni problemi, (h ıristiyanl ık dahil) bütün dinler<br />

için olduğu gibi, kendi dinlerinde kıymetli gördükleri şeyi, diğerleri<br />

tarafindan özümsenecek bir şekle getirmektir. Bu tetkik, İslâmda çok<br />

kıymet vard ır noktai nazar ından yaz ılmıştır. Eğer kıymetli olan bir<br />

şey, (yeni şekle ) tahvil edilmez ve yüceltilmezse bütün dünya için bir<br />

kayıp olabilir. Ve ancak böyle yap ılmak suretiyle bütün dünyan ın<br />

birle şik dinine uygun bir ithal yap ılabilir. Nas ıl, İslâm teologlar ı bu<br />

çağır ıya cevap verebilecekler mi *<br />

BİBL İYOGRAFYA<br />

Charles C. Adams, Islam and Modernism in Egypt, London,<br />

1933. Muhammed Abduh'un eserini esas alan önemli bir tetkiktir.<br />

Wilfred C. Smith, Modern Islam in India, London, 1946, vd.<br />

Ana ilgi siyasidir, fakat teolojiye de biraz dikkat sarfedilmi ştir.<br />

Sir Hamilton Gibb, Modern Trends in Islam, Chicago, 1947.<br />

Kültürel gerilemelere kar şı yap ılan sosyal ve fikri hareketlerin salâhiyetli<br />

bir izah'.<br />

* Böyle birle şik bir dine lüzum yoktur. Çünkü zaten bütün dinlerin özü is)ân ıcia<br />

birleşmiş ve kemale ermi ştir. Bir âyette Cenab ı Hak: "kim islâmdan ba şka bir din<br />

ararsa o, ondan kabul edilmiyecektir. Ve o, âhirette kaybedenlerden olacakt ır." buyurmu<br />

ştur. Mütercim<br />

159


INDEKS<br />

A<br />

Abbâs: 32<br />

Abbasi: 23<br />

Abdullah ibn Muâviye: 31<br />

Abdullah ibn Ömer: 36<br />

Abdullah ibn Seba : 21<br />

Abdullah ibn Zübeyr: 22, 23, 24, 25, 31,<br />

Abdu'l-Cebbâr: 69<br />

Abdu'l-Kadir el-Cilâni: 117, 118<br />

Abdu'l-Kahir el-Ba ğdâdi: 103<br />

Abdu'l-Mü'min: 122, 127<br />

Abdurrahman Badawi: 10<br />

Abdu's-Selâm el-Lakani: 138, 139<br />

Abhari: 109<br />

Abraham S. Halkin: 6<br />

Abu İshak el- İsferaini: 103<br />

Abu Ya'kub Yusuf: 123, 124<br />

'Adem: 117<br />

Adudu'd-Dawla: 89<br />

Ahmed Amin: 35<br />

Ahmed al-Ahsai: 149<br />

Ahmed (al-Gazali) 106, 114<br />

Ahmed ibn Hanbel: 74, 75, 77, 78, 79, 81,<br />

134, 141<br />

Ağa Han: 150<br />

Allâf: Bak: Ebu'l-Huzeyl<br />

Allard, M: 112<br />

Hz. Ali: 15, 17, 18, 19, 20, 23, 29, 30, 32,<br />

34, 36, 55, 57, 64, 74<br />

Ali Naki: 56<br />

Ali Rıza: 56<br />

Ali Zeyne'l,kbidin: 32<br />

Alpaslan: 104<br />

Amedroz: 89<br />

Amr ibn Ubeyd: 62, 63, 64.<br />

Anawati, M. M.: 9, 133, 136.<br />

Arberry: 9, 12, 54, 92, 97, 105,<br />

Aristo: 6, 49, 52, 58, 62, 69, 90, 91, 92,<br />

109, 124, 125.<br />

Arnaldez, R.: 127, 128, 140.<br />

Asal: 123, 124,<br />

Asin Palacios: 111, 113, 121, 127,<br />

August schmölders: 7<br />

Awa Adel: 99<br />

B<br />

Bâcuri: 139<br />

Bâk ıllâni: 77, 100, 102, 103, 105, 109.<br />

Barbier de Meynard: 6<br />

Barkiyârug: 107<br />

Basset, R.: 127<br />

Bausoni A.: 150<br />

Baydawi: 136<br />

Becker, C. H.: 66<br />

Bernard Lewis: 60<br />

Bermek: 45<br />

Birgivi: 7, 138<br />

Bişr ibn Giyas el-Marisi: 75<br />

Bişr ibn el-Mu'temir: 62, 63, 69<br />

Bosworth, C. E.: 76<br />

Bouman, J.: 105<br />

Bouyges, M.: 2, 10, 107, 112<br />

Bousquet: 113, 140<br />

Bowen, H.: 140<br />

Brockelmann: I, 2, 114, 133.<br />

Browne, E. G.: 149, 150<br />

Brönnle, P.: 128<br />

Brunschwig: 127, 139<br />

Buhari: 72<br />

Buhtu'n-Nas ır: 49<br />

Büveyhiler: 47<br />

C<br />

Ca'fer ibn Harb: 69<br />

Ca'fer ibn el-Mube şşir: 69<br />

161


Ca'fer-i Sad ık: 31, 32, 33, 56, 59, 96<br />

Cehmiyye: 5<br />

Cehm: 63<br />

Cengiz Han: 88<br />

Charls C. Adams: 159<br />

Corbin, H.: 97, 149<br />

Cubbâ'i: 69, 79<br />

Cundişapur: 46<br />

Curcani: 137, 138<br />

Cuwayni: 103, 104, 105, 106, 109, 116,<br />

133<br />

Dawwâni: 138<br />

Dietr ıcı, F.: 10, 99<br />

D ırâr ibn Amr: 61, 69, 82, 100<br />

Donaldson, M.: 11, 34, 90<br />

Dunlop, D. M.: 127<br />

D<br />

E<br />

Ebubekir (halife): 34, 145<br />

Ebu Hanife: 37, 40, 75<br />

Ebu Ha şim: 32, 69, 79, 105,<br />

Ebu Hayyan at-Tawhidi: 89<br />

Ebu'l-Huzeyl: 61, 62, 64, 69, 82<br />

Ebu Hüreyre: 74<br />

Ebu Müslim: 34, 63<br />

Ebu Süleyman el-Mant ıki es-Sicistâni:<br />

89<br />

Eflâtun: 92, 109, 123, 124, 125<br />

Elder, E. E.: 137<br />

Ekber: 132<br />

Emir Ali (Seyyid): 157<br />

Empedokles: 123<br />

Eş'ari: 4, 5, 58, 61, 62, 69, 76, 77, 79, 80,<br />

81, 82, 83, 100, 101, 103, 105, 108,<br />

109, 115, 117, 122, 126, 127, 136<br />

F<br />

Fadali: 139<br />

Fahru'd-Din Râzi: 116, 117, 118, 127,<br />

133, 136, 143, 148.<br />

Fârâbi: 52, 58, 59, 90, 91, 107, 124.<br />

Farmedi: 110, 114<br />

Fat ıma: 30, 32<br />

Frederick II: 126<br />

Friedlaender, I.: 34<br />

Fulton, A. S.: 128<br />

Fyzee, A. A. A.: 94<br />

G<br />

Gairdner: 113<br />

Galen: 6, 49<br />

Gardet, Louis: 9, 93, 133, 136<br />

Gautheer, L.: 128<br />

Gaylan ad-D ıma şki: 39<br />

Gazâli: I, 49, 104, 105, 106, 108, 109,<br />

110, 111, 112, 114, 115, 116, 117,<br />

122, 126, 135, 136, 141, 143<br />

George Graf: 2<br />

George Makdisi: 117<br />

George Sale: 7<br />

Gibb: 5, 11, 140, 159<br />

Goichon, A. M.: 93<br />

Goldziher, I.: 4, 8, 9, 41, 74, 78, 111,<br />

113, 118, 127<br />

Gorcin De Tassy: 7, 138<br />

Guidi, M.: 46, 96<br />

Guillaume, A.: 11, 115, 118<br />

Gustav Pfanmüller: 10<br />

Haarbrücker: 7<br />

Hallâc: 8, 9, 77, 102, 111<br />

Hakim: 98<br />

Hâris el-Muhasibi: 78, 100<br />

Harun ar-Ra şid: 62<br />

Hz. Hasan: 30, 32,<br />

Hasan al-Askeri: 56<br />

Hasan el-Basri: 38, 39, 41, 62<br />

Hayyât: 4, 70<br />

Hayy ibn Yakzan: 123, 124, 128<br />

Heirrich Steiner: 61<br />

Hemmam ibn Münebbih: 74<br />

Henry Corb ın: 93, 151<br />

Henry Laoust: 5, 141, 142, 145, 146, 148<br />

Herman Stieglecker: 11<br />

Hi şam: 39<br />

Hi şam ibn el-Hakem: 56<br />

Hodgson, M. G. S.: 21, 99<br />

Horten, M.: 10, 150<br />

Hourani, G. F.: 128<br />

Huneyn ibn İshak: 48<br />

Huort, Cl.: 150<br />

Hülâgü: 88, 148<br />

Hz. Hüseyin: 30, 32<br />

162


İbni Akil: 117<br />

İbni Bâcce: 123<br />

İbni Fûrak: 103<br />

İbni İshak: 37<br />

İbni Haldun: 101, 109, 127<br />

İbni Hallikan: 6<br />

İbni Hazm: 120, 121, 122, 127<br />

İbni Kayyim al-Cawziyye: 144<br />

İbni Kerrâm: 76<br />

İ bni Masarra: 123, 127<br />

Ibnu'l-Mukaffâ: 46<br />

İbnu'l-Mutahhar: 148<br />

İ bnu'n-Nedim: 6<br />

İbnu'r-Râik: 47<br />

İbni Rüşd: 10, 113, 124, 125, 126,<br />

157<br />

İbni Seb'in: 126, 128<br />

Ibni Sinâ: 52, 90, 91, 92, 93, 107,<br />

109, 116, 148, 149, 157<br />

Ibni Teymiyye: 77, 114, 135, 141,<br />

143, 144, 145, 148<br />

İbni Tufeyl: 123, 124<br />

Ibni Tûmart: 121, 122, 124, 127<br />

İ brahim: 26<br />

İci (Adudu'd-Din): 136, 137, 138<br />

Hz. Isa: 11<br />

Iskâfi: 69<br />

İmam İsmi!: 56, 59, 96<br />

Ismail en-Nawbahti: 58<br />

Iwanow, W.: 60, 97, 150<br />

Jabre, F.: 107, 112<br />

James Robson: 78<br />

John Kingsley: 151<br />

K<br />

Kelâbâzi: 105<br />

Kamali, S. A.: 113<br />

Kimi! Hüseyin: 158<br />

Kant: 133<br />

Katâde: 62<br />

Kate C. Seeley: 6<br />

Kenneth Cragg: 158<br />

Keysan: 31<br />

Khadduri, M.: 41<br />

Kindi: 51, 52, 58, 61<br />

Klein, W. C.: 84<br />

Klopfer: 104<br />

Kremer: 7<br />

Kunduri: 103, 104<br />

Kuşeyri: 103, 111<br />

Kraus, Paul: 10, 118<br />

Levy-Provençal, E.: 127<br />

Lewicki, T.: 28<br />

Liebesny, H. J.: 41<br />

Löwinger. S.: 127<br />

Luciani, J. D.: 105, 127, 139<br />

Macdonald, D. B.: 8, 9, 14, 117, 139<br />

127, MacGuckin de Slane: 6<br />

Mahmut (Gazneli): 87<br />

Malik ibn Enes: 77<br />

108, Mansur: 46<br />

Margaret Smith: 78, 106, 112<br />

142, Massignon: 8, 58, 76, 77, 78, 101, 117<br />

Matûridi: 76, 77, 79, 84, 137,<br />

Mc Corthy, R. C.: 84<br />

Mehdi: 33<br />

Meier, Fr.: 140<br />

Me'mun: 48, 50, 56, 62, 64, 65, 74<br />

Menasce, P. J.: 10<br />

Mes'udi: 6, 62<br />

Meyerhof, M.: 53, 54<br />

Miskeveyh: 89<br />

Moin: 97<br />

Montgomery Watt: 5, 11, 46, 60, 61, 63,<br />

70, 74, 82, 84, 105, 112, 113, 117,<br />

134,<br />

Morgoliouth, D. S.: 89, 146<br />

Moscat ı, S.: 34<br />

Mu'ammer (Ma'mer): 62, 69<br />

Muâviye: 16, 17, 19, 22, 25, 28, 30<br />

Hz. Muhammed (A.): 4, 5, 15, 16, 20,<br />

21, 23, 30, 31, 32, 35, 36, 37, 40,<br />

55, 65, 71, 73, 74, 80, 102, 103, 106,<br />

108, 117, 121<br />

Muhammed Abduh: 114, 146, 157, 159<br />

Muhammed Emin el-Esterâbâdi: 149<br />

Muhammed Ikbal: 158<br />

Muhammed ibn Abdil-Wahhâb: 144,<br />

146<br />

Muhammed ibn Ali R ıza: 56<br />

L<br />

M<br />

163


Muhammed Bak ır: 22<br />

Muhammed ibn Hasan el-Askeri: 56<br />

Muhammed ibn Hanefiyye: 32, 33, 34<br />

Muhammed ibn İsmail: 59<br />

Muhammed ibn Yaman: 76, 101<br />

Muhammed Rasid R ıza: 145, 146<br />

Muhtar : 30, 31, 32, 33<br />

Muhyrd-Din ibn Arabi: 126<br />

Mulla Sadra : 149, 151<br />

Musa Kâz ım: 56<br />

Mustagi : 98... 150<br />

Mustans ır : 97<br />

Mu'tas ım: 51<br />

Müslim: 72<br />

Mütevekkil: 48, 51, 64, 73,<br />

N<br />

Nader, A: 4, 70<br />

Nadimun: 30<br />

Nafi ibnu'l-Azrak; 23<br />

Nasiru'd, Din at-Tusi : 138, 141, 148<br />

Nas ırı Husrev : 97<br />

Napolyon: 155<br />

Navas de Tolosa: 126<br />

Nazzâm: 62, 69<br />

Necde: 23, 25<br />

Necmu'd-Din Ömer en-Nesefi: 117, 133,<br />

136, 137<br />

an-Nefsu'z-Zekiyye: 32<br />

Nicholson: 9<br />

Nizamülmülk: 104, 106, 108<br />

Nizâr: 97, 98, 150<br />

Nyberg, H. S.: 4, 46, 63, 70, 140<br />

O<br />

Obermann, J.: 41, 112<br />

Ockley, S.: 128<br />

O'leary : 11<br />

Hz. Osman: 15, 23<br />

Pearson J. O.: 11<br />

Pellat, C.: 35<br />

Plâto: 53<br />

Proclus: 52<br />

Quadr ı : 10<br />

Radhakrishnan, S.: 10<br />

Râzi: 52, 54, 137<br />

Ritter, H.: 4, 41, 115, 140<br />

Roger Arnaldez : 121<br />

Rosenthal, E. I. J.: 128<br />

74 Rubinacc ı, R: 29<br />

R<br />

Q<br />

Sabit ibn Kurra : 50<br />

Saffâriler : 47<br />

Saint John: 50<br />

Salahu'd-Din: 88<br />

Salem, E. A.: 29<br />

Sâlimiyye: 78<br />

Salomon Munk : 7<br />

Sâmaniler: 47<br />

Sanusi: 138, 139<br />

Schaeder, H. H.: 41<br />

Schact, J.: 41, 46, 54, 84<br />

Seyyid Ahmed: 145<br />

Seyfu'd-Dawla : 58<br />

Siyalküti : 139<br />

Smith, W.: 159<br />

Soheil M. Afnan: 93<br />

Sokrat: 49<br />

Spuler, B: 54<br />

Steinschneider M.: 7, 48, 53<br />

Strothmann, R.: 96, 150<br />

Susi: 137<br />

Süleyman: 123, 124<br />

Sweetman, J. W.: 90<br />

S<br />

Hz. Ömer: 15, 34, 36, 74<br />

P<br />

Paret, R. 105<br />

Patton, W. M.: 78<br />

Pauline: 83<br />

Pavet de Courteile: 6<br />

Şafii: 36, 71, 136<br />

Şah Cihan: 139<br />

Şah İsmail: 131, 148<br />

Şehristâni: 6, 7, 77, 115<br />

Şeyhi Saduk: 94<br />

Shihâb ad-Din Shah: 150<br />

Ş<br />

164


T<br />

Taftazani: 133, 137<br />

Taha Huseyn: 115<br />

Tahâvi: 75<br />

Tahiri: 47<br />

Thomas Arnold: 11<br />

Thompson, W. F.: 140<br />

Timurlenk: 131, 137<br />

Timothy: 50<br />

Tjitje De Bore: 10<br />

Tritton, A. S.: 11<br />

Usi: 117<br />

U<br />

V<br />

Valufiler: 27<br />

Vasıl ibn Atâ: 62, 63, 64<br />

Veccia Vaglieri, L.: 29<br />

Vojda G.: 105<br />

Von den Bergh: 93, 128<br />

Von Ess: 78<br />

Von Grunebaum: 139<br />

Vasco de Gama: 155<br />

Walzer, R.: 10, 11, 51, 54, 92<br />

Wellhausen, J.: 28, 34<br />

Wencinck: 9, 75, 112<br />

Wilfred Madelung: 99<br />

William Thomson: 84<br />

Winrow Sweetman: 11<br />

Wiskens, G. M.: 92<br />

Wolfson, H. A.: 66<br />

Yezid: 22<br />

Yusuf: 84<br />

Y<br />

Zemahseri: 69, 116, 118, 136<br />

Zeyd: 31, 33, 34<br />

Z<br />

165


Fiyatı : 12 TL.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!