30.11.2014 Views

10ağustos 2012 - Sahil Güvenlik Komutanlığı

10ağustos 2012 - Sahil Güvenlik Komutanlığı

10ağustos 2012 - Sahil Güvenlik Komutanlığı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İÇİNDEKİLER<br />

14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’in Veda Mesajı |6| 15’inci <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nun Katılış Mesajı<br />

|8| Komuta Değişimi |9| Yakın<br />

Batıda Kayıp Bir Metropol; Enez |12| Adrasan Koyu |18| Yeniden Hayata Dönüş Hikayesi |26|<br />

Bodrum Bizimle Güvende |30| Özel Çevre Koruma Alanı; Saros Körfezi |34| Türkiye’de Lojistik<br />

Günlük Hayatımıza Olan Etkileri |48| Bir Destandır Sarıkamış |51| <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

30’uncu Yıl Etkinlikleri |55| Bilişim Teknolojileri |70| Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu<br />

|76| Atatürk Köşesi |80| Ziyaretler ve Etkinlikler |84| Dijital Fotoğrafçılık |90| Beraber<br />

Eğlenelim, Beraber Öğrenelim |94|<br />

Eğitimi |39| Bahriye Sancakları ve Simgeleri |43| Doğalgaz ve Likit Petrol Gazının Özellikleri ve<br />

18<br />

ADRASAN KOYU<br />

51<br />

BİR DESTANDIR SARIKAMIŞ<br />

Poyraz’la yaşama günlük tutarken bakanla görenin hatırasını<br />

kaydetmek üzere Adrasan Koyu’ndayız. Adrasan Antalya’ya 95<br />

km mesafede bir beldedir.... DEVAMI 18’DE...<br />

Bu konuda birçok kitap okudum; kimisi araştırma kimisi roman.<br />

Sarıkamış dendiğinde gitmesem de görmesem de gözlerimi kapattığım<br />

her an o dondurucu soğukta şehit olmuş atalarımı.... DEVAMI 51’DE...<br />

12<br />

YAKIN BATIDA KAYIP BİR METROPOL;<br />

ENEZ<br />

Başlığı okuduktan sonra Enez’i bilenlerin yüzündeki şaşkınlık ifadesini<br />

görür gibi oldum bir an. Ama sizi temin ederim birazdan okuyacaklarınızı<br />

gayet ilginç bulacak, mizahi bir üslupla ele aldığım.... DEVAMI 12’DE...<br />

34<br />

ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANI;<br />

SAROS KÖRFEZİ<br />

Ülkemiz özellikle son on beş yıl içerisinde biyoçeşitliliğin korunması<br />

amacıyla birçok uluslararası antlaşmaya taraf olmuştur. Bern Sözleşmesi<br />

olarak bilinen.... DEVAMI 34’TE...<br />

SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ<br />

Ağustos <strong>2012</strong> • Sayı: 17 • Dört ayda bir yayımlanır.<br />

Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın<br />

ISSN: 1307-4253<br />

YAYIN SAHİBİ VE GENEL<br />

YAYIN YÖNETMENİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı adına<br />

Personel Başkanı<br />

Dz. Kur. Kd. Alb. Ü.Engin UYANIK<br />

GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ<br />

VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

SG Kd. Alb. Ahmet KENDİR<br />

GENEL YAYIN KOORDİNATÖR<br />

YARDIMCISI<br />

SG Yb. Engin KUNTAY<br />

YAYIN İNCELEME KURULU<br />

Dz. Kur. Kd. Alb. Olcay UYAR<br />

Dz. Kd. Alb. İlhan KAYIŞ<br />

SG Kur. Bnb. Barış YILDIRIM<br />

SG Eln. Kd.Bçvş. Murat ÖZKAYA<br />

İst. Me. Suna ERTEKİN<br />

Svl. Me. Türkan COŞKUN<br />

GRAFİK TASARIM<br />

Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN<br />

DÜZELTMEN<br />

SG İda.Bçvş. Servet ALTAN<br />

Svl. Me. Pınar YILMAZ AKSU<br />

REKLAM KOORDİNATÖRÜ<br />

SG İk. Ütğm. E.Kutluhan DOĞAN<br />

(0312) 416 45 05<br />

YÖNETİM MERKEZİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10<br />

Bakanlıklar/ANKARA<br />

Telefon : (0312) 417 50 50<br />

Belgegeçer : (0312) 417 28 45<br />

Internet : www.sgk.tsk.tr<br />

E-posta : sgdergisi@sgk.tsk.tr<br />

BASIM YERİ<br />

Anadolu Yayıncılık<br />

Süleyman Bey Sk. No: 31/10<br />

Maltepe/ANKARA<br />

Telefon : (0312) 230 83 45<br />

Belgegeçer : (0312) 230 83 46<br />

Internet : www.anadoluyayincilik.com<br />

BASIM TARİHİ : 27.08.<strong>2012</strong><br />

ÖNEMLİ NOT<br />

Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf,<br />

harita, illüstrasyon ve konuların<br />

her hakkı saklıdır. Kaynak<br />

gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />

Dergideki yazılar yazarlarının özel<br />

fikirlerini kapsar.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

görüşünü yansıtmaz.<br />

KÜNYE


» 14’ÜNCÜ SAHİL GÜVENLİK<br />

KOMUTANI TÜMAMİRAL<br />

SERDAR DÜLGER’İN VEDA MESAJI<br />

6<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının değerli personeli;<br />

Bir yıl önce 10 Ağustos 2011 tarihinde devraldığım<br />

ve yüklendiğim önemli sorumluluğun bilinci ile<br />

büyük bir gurur, şeref ve heyecanla deruhte ettiğim<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı görevimi bugün değerli<br />

komutan ve silah arkadaşım Tümamiral Hasan<br />

UŞAKLIOĞLU’na teslim ediyorum.<br />

Kuruluşundan itibaren gelişimi ile başarılarını<br />

yakınen takip ettiğim <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

ile onun güzide personelinden ayrılmanın buruk<br />

hüznünü yaşarken, aynı zamanda sahip olduğu<br />

üstün vasıfları ile gücünü her geçen gün artıran mavi<br />

denizlerimizin koruyucu kalkanı <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığımızın gelişimine bir ekip ruhu ile tüm<br />

personelimle birlikte katkıda bulunmanın huzur ve<br />

mutluluğunu yaşıyorum.<br />

Kurulduğu 1982 yılından itibaren Deniz Kuvvetleri<br />

Komutanlığımızın da sonsuz destekleri ile sürekli<br />

bir gelişim gösteren <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımız,<br />

bugün; profesyonel kuvvet yapısı, denizci<br />

perspektife sahip yüksek nitelikli personeli ve sahip<br />

olduğu çağdaş, güçlü ve modern platformları ile yedi<br />

gün, yirmidört saat esasına göre halkımızın gözleri<br />

önünde başarıyla görev yapmaktadır.<br />

Bu özellikleriyle, günümüzde örnek seviyede bir<br />

teşkilat ve platform standardına ulaşmış bulunan<br />

Komutanlığımız; dünyadaki birçok ülke <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik teşkilatlarının platform modernizasyonu<br />

çalışmalarında da iyi ve güvenilir bir örnek olarak<br />

algılanmakta ve özellikle milli üretim gemilerinin<br />

yurt dışına satışı ile yabancı ülkelere sahil güvenlik<br />

alanına yönelik personel eğitimi verilmesi<br />

konularında ülkemize yeni olanaklar sunmaktadır.<br />

Komutanlığımızın görev etkinliğine ilişkin<br />

değerlendirmeyi yüce Türk Milleti, onun ayrılmaz<br />

parçası olan <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın siz<br />

genç, dinamik ve özverili personelinin takdirine<br />

bırakıyorum.<br />

Görev sürem boyunca emir ve komutaları<br />

altındaki birlikleri ve personeli eğitim, disiplin<br />

ve moral konularında daima göreve hazır tutan<br />

ve verilen her türlü görevi en iyi şekilde ifa eden<br />

ana ast komutanlarıma, üstün bir görev anlayışı<br />

ile karargâhımı tüm personeli ile birlikte uyum<br />

içerisinde verilen görevlere yönelten kurmay<br />

başkanıma ve başkanlarıma, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet<br />

memuru, işçi, uzman erbaş, erbaş ve erleri ile<br />

kıymetli ailelerine, en içten duygularımla takdir ve<br />

teşekkürlerimi sunuyorum.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın günümüz<br />

Türkiye’sinde ve uluslar arası alanda ulaştığı bu<br />

konumunu daha da güçlendirmek ve sevilen, sayılan,<br />

mavi denizlerimizde her zaman yardıma hazır olan<br />

ve güven veren, dünyada konusunda örnek alınan<br />

bir komutanlık olma vizyonunu gerçekleştirmek<br />

üzere siz değerli personelimin; yüce önder Mustafa<br />

Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusunda<br />

belirlediği ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş<br />

medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracak rotada, her<br />

gün bir öncekinden daha fazla azimle çalışacağınıza,<br />

daha iyiye ve daha güzele kararlılıkla ilerleyeceğinize<br />

ve bu kutsal görevi ifa ederken bana gösterdiğiniz<br />

sonsuz desteği yeni komutanınıza da vereceğinize<br />

olan inancım tamdır.<br />

Bu duygu ve düşüncelerle; görev yelpazesi çok geniş<br />

ve sorumluluk alanı çok büyük olan bu şerefli görevi<br />

üstün meziyetlerini yakından bildiğim değerli<br />

komutan ve silah arkadaşım Tümamiral Hasan<br />

UŞAKLIOĞLU’na onur ve güvenle 10 Ağustos <strong>2012</strong><br />

tarihinde teslim ediyorum. Kendisinin komutası<br />

altında <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın daha da<br />

güçleneceğine gönülden inanıyor ve yeni görevinin<br />

Türk Milletine, şahsına ve değerli ailesine hayırlı ve<br />

uğurlu olmasını diliyorum.<br />

Arz-ı veda ederken, güzide personelim ile kıymetli<br />

ailelerine en derin saygı ve şükranlarımla sağlıklı,<br />

mutlu ve başarılı günler diler; <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığımızın sonsuza dek pruvasının neta,<br />

denizlerinin sakin ve bahtının açık olmasını temenni<br />

ederim.<br />

Allahaısmarladık...<br />

Tümamiral<br />

Serdar DÜLGER<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

7<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


» 15’İNCİ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI<br />

TÜMAMİRAL HASAN UŞAKLIOĞLU’NUN<br />

KATILIŞ MESAJI<br />

10 AĞUSTOS<br />

<strong>2012</strong><br />

KOMUTA DEĞİŞİMİ<br />

“<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının değerli personeli,<br />

Geçmişi başarılarla dolu <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığının emir ve komutasını<br />

10 Ağustos <strong>2012</strong> tarihinden itibaren teslim almış<br />

bulunmaktayım.<br />

Kuruluşundan itibaren gelişimini ve başarılarını<br />

yakından takip ettiğim <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığına bugünden itibaren Komutan olarak<br />

hizmet edeceğim için duyduğum şeref ve mutluluk<br />

ile heyecanı ifade etmek isterim.<br />

Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin rehberliğinde ve<br />

siz değerli personelimle birlikte <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığımızın mevcut gelişimini daha da ileriye<br />

götürmek temel hedefimiz olacaktır.<br />

Bu duygu ve düşüncelerle; <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet<br />

memuru, işçi, uzman erbaş ve erlerine yeni çalışma<br />

döneminde kıymetli aileleri ile birlikte sağlık,<br />

mutluluk ve başarılar dilerim.”<br />

Tümamiral Hasan<br />

UŞAKLIOĞLU’nun <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığına<br />

gelişinde karşılanması.<br />

8<br />

Önümüzdeki dönemde de Yüce Önder Mustafa<br />

Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusunda<br />

belirlenen ve değişmez yaşam felsefemiz olan<br />

Tümamiral<br />

Hasan UŞAKLIOĞLU<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

9<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Komuta Devir -Teslimi<br />

kapsamında 15’inci <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanı Tümamiral Hasan<br />

UŞAKLIOĞLU’nun ‘‘C’’ tipi askeri<br />

törenle karşılanması.<br />

14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Serdar DÜLGER ve<br />

15’inci <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU<br />

tarafından şeref defterinin<br />

imzalanması.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


10 AĞUSTOS<br />

<strong>2012</strong><br />

KOMUTA DEĞİŞİMİ<br />

10 AĞUSTOS<br />

<strong>2012</strong><br />

KOMUTA DEĞİŞİMİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Hasan<br />

UŞAKLIOĞLU tarafından<br />

14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanı Tümamiral Serdar<br />

DÜLGER’e Komutanlık<br />

forsunun takdim edilmesi.<br />

14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Serdar DÜLGER’in<br />

Komuta Değişimi kapsamında<br />

personele hitaben yaptığı veda<br />

konuşması.<br />

10<br />

11<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU<br />

tarafından 14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanı Tümamiral Serdar<br />

DÜLGER’ e hizmet şildinin takdim<br />

edilmesi.<br />

14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Serdar DÜLGER’in ‘‘C’’<br />

tipi askeri törenle uğurlanması.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


en yeni ve modern botlarından biri olan TCSG-308<br />

ile şanlı Türk Bayrağı’nı dalgalandıracak olmak<br />

oldukça heyecan vericiydi.<br />

2011 Mart ayının sonuna geldiğimde artık eski<br />

birliğimden ayrılmış ve 13 Nisan 2011 tarihinde yeni<br />

birliğime katılmak için Antalya’dan yola çıkmıştım.<br />

Yaklaşık 12-13 saat süren yolculuk sonunda Keşan’a<br />

varmış ve merkezdeki kavşaktan Enez istikametine<br />

yönelmiştim. Yolda ilerledikçe levhalar sadece Enez’e<br />

olan mesafeleri gösteriyor ve başka hiçbir yerleşim<br />

yerinin ismi geçmiyordu. Bu yol Enez’den başka bir<br />

yere gidemeyeceğiniz çıkmaz bir sokak gibiydi.<br />

12<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

YAKIN BATIDA<br />

KAYIP BİR METROPOL; ENEZ<br />

[ Hazırlayan ] Gökhan SAYAR | SG Ütğm.<br />

Başlığı okuduktan sonra Enez’i bilenlerin yüzündeki<br />

şaşkınlık ifadesini görür gibi oldum bir an. Ama sizi<br />

temin ederim birazdan okuyacaklarınızı gayet ilginç<br />

bulacak, mizahi bir üslupla ele aldığım Edirne’nin<br />

Yunanistan sınırında bulunan bu küçük ilçesindeki<br />

yaşamı okuyunca şaşkınlığınızı gizleyemeyeceksiniz.<br />

Yaklaşık 7-8 ay önce 2 yıl boyunca görev<br />

yaptığım Bodrum’dan ayrılma vaktimin geldiğini<br />

öğrendiğimde içimde karmaşık ve belirsiz bir duygu<br />

hakim olmuştu. Artık Türkiye’nin çok farklı bir<br />

köşesinde; Ege’nin çatısındaki bir Avrupa(!) şehri<br />

olan Enez’de görev yapacaktım.<br />

Bu yeni görev yerim hakkında yok denecek kadar<br />

az bilgiye sahiptim. Büyük bir sabırsızlıkla önüme<br />

aldığım Türkiye haritasının en köşesinde, küçük bir<br />

nokta ile gösterilen bu küçük sınır ilçesi hakkında<br />

bilgi almak için hemen telefona sarıldım ve daha<br />

önce burada görev yapmış tanıdıklarımla görüşmeye<br />

başladım.<br />

Birkaç kişi ile yaptığım görüşmede kimse çok<br />

fazla ayrıntılı bilgi vermiyor, sadece sosyal<br />

hayat ve imkanlar açısından fazla beklentiye<br />

girmememi, oraya gittiğimde herşeyi göreceğimi<br />

dile getiriyorlardı. Onların bu tutumu nedeniyle<br />

içimdeki belirsizlik yerini hayal kırıklığı ile birlikte<br />

tedirginliğe bırakmaya başlamıştı. Ama sonuçta bu<br />

bir görevdi ve artık <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

Bir saat kadar daha devam ettikten sonra artık<br />

Enez uzaktan görünmüş ve benim için gerçeklerle<br />

yüzleşme vakti gelmişti. İlçenin girişinde bulunan<br />

Enez levhası üzerindeki “Nüfus: 3500” yazısı bende<br />

ilk deprem etkisini yaratmıştı. Şehir merkezine<br />

geldiğimde 15-20 tane dükkandan oluşan çarşıda,<br />

soğuğun da etkisi ile 3-5 kişiden başka kimse<br />

gözükmüyordu. Gözüme çarpan Hükümet Konağı<br />

yazısı dışında burası daha önce gördüğüm köylerden<br />

farksızdı. Çarşıdaki işyerlerinin neredeyse yüzde<br />

ellisini oluşturan bol sayıdaki kahvehaneden birinde<br />

oturan gençlere limanın yerini sorduktan sonra<br />

göstermiş oldukları istikamete doğru gitmeye<br />

başladım. Yamadan tanınmayacak hale gelmiş ve<br />

yama ile gerçek asfaltın ayırt edilemediği bu bozuk<br />

yolda ilerlerken geçen sene almış olduğum sıfır<br />

aracım adına tedirgin olmuştum. 6-7 km kadar sonra<br />

nihayet Enez Limanı ve güneşin de etkisiyle parlayan<br />

TCSG-308 bütün ihtişamı ile gözlerimin önündeydi.<br />

Artık yepyeni ve sürprizlerle dolu bir yaşam beni<br />

bekliyordu.<br />

Enez Limanı eskiden küçük bir balıkçı barınağından<br />

ibaret olmakla birlikte daha sonra denize doğru<br />

doldurularak genişletilmişti. Liman çevresinde<br />

hiçbir yerleşim yeri ve bina yoktu. TCSG-308 dışında<br />

limanda sadece küçük balıkçı tekneleri ve eski<br />

sandallar vardı. Akşam olup güneşin batmasıyla<br />

birlikte TCSG-308’e ait <strong>Sahil</strong> Kolaylık Tesisleri ve<br />

liman girişindeki küçük büfenin ışıkları dışında her<br />

yer zifiri karanlığa teslim olmuştu.<br />

Su gibi akıp giden zaman çok geçmeden Enez’de<br />

yaşamın zorluklarını hissettirmeye başlamıştı.<br />

Haziran -Temmuz aylarına girilmesiyle birlikte<br />

burası, çevredeki göller ve bataklıkların etkisi ile<br />

başta sivrisinekler olmak üzere birçoğunu ilk defa<br />

gördüğüm çeşit çeşit uçan böcek sürülerinin akınına<br />

uğramaya başlamıştı. Rüzgarın nispeten az olduğu<br />

ve güneşin etkisinin azaldığı akşam saatlerinde,<br />

sivrisinek ısırıkları yüzünden dışarıda oturmak<br />

neredeyse imkansızdı. Eğer bu saatlerde Enez’de<br />

bisiklet sürmek istiyorsanız mutlaka gözünüzü ve<br />

yüzünüzü kapatmanız gerekliydi; çünkü yüzünüze<br />

çarparak ölen sivrisineklerin çıkardığı “pıt pıt”<br />

seslerini duydukça içiniz gıdıklanıyor ve aynada<br />

yüzünüzün sivrisinek mezarlığına dönüştüğünü<br />

gördüğünüzde de mideniz bulanıyordu. Dışarıda<br />

otururken üzerinize giydiğiniz pantolonun dahi<br />

sizi bu kan emicilerden koruyamadığını fark<br />

ettiğinizde sinirlerinizin daha da gerildiğini<br />

hissedebiliyordunuz. Açıkta kalan kol, bacak<br />

ve yüzünüzü ise sinek kovan denilen spreylerle<br />

korumaya çalışıyordunuz.<br />

Bir sabah mesai için gemiye geldiğimde gördüğüm<br />

manzara karşısında çok şaşırmıştım. Gemi uğur<br />

böceklerinin istilasına uğramıştı. Gemi üzerine<br />

konan milyonlarca uğur böceği yüzünden beyaz<br />

olan gemi güvertesi adeta kırmızıya boyanmıştı.<br />

<strong>Sahil</strong>de aracımı park ettikten sonra 20 m mesafedeki<br />

gemiye koşarak gitmeme rağmen saçlarımın arası<br />

ve elbiselerimin içi uğur böcekleri ile dolmuştu.<br />

Kaportaları kapatıp üzerimdeki uğur böceklerini<br />

temizledikten sonra camdan dışarıyı izleyerek bu<br />

az rastlanır olağanüstü görsel ziyafetin keyfini<br />

çıkarmaya başlamıştım.<br />

13<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


14<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Uğur böceklerinin kısa süren ömürlerini<br />

tamamlayarak azalmasıyla tam kurtulduğumuzu<br />

düşünmüştük ki, doğanın yeni bir uçan böcek<br />

türünün egemenliğine teslim olduğuna şahit olduk.<br />

Bu böcekler halk arasında helikopter diye bilinen<br />

yusufçuklardı. Bir iki gün içerisinde etrafımızı saran<br />

milyonlarca yusufçuk böceği gökyüzünü kaplamış ve<br />

adeta buraların hakimi biziz diyorlardı.<br />

Yazın kendini göstermesiyle yusufçuklarla birlikte<br />

çoğunu ilk kez gördüğüm bir sürü değişik böcekle<br />

ilk defa tanışıyordum. Burada otururken her an<br />

havada uçuşan birşeyin üzerinize hızla çarptığını<br />

görebilirdiniz. Ayrıca bölgede, bizzat şahit<br />

olmamakla birlikte, iki ayağının üstüne kalkarak<br />

insanların üzerine atladığı iddia edilen çiyanlara ait<br />

söylentiler de efsane tadında dilden dile dolaşıyordu.<br />

Bütün bu yaşadıklarımızdan sonra Enez’e “Yerli<br />

Jurassic Park” ismini vermiştik.<br />

Enez’de liman ile şehir merkezi arasındaki<br />

6-7 km’lik yol Temmuz ve Ağustos ayları dışında<br />

gayet tenha olmakla birlikte bu yolda pek fazla<br />

araç görmek mümkün değildi. Karşılaşabileceğiniz<br />

araçların yarısını da teknelerde kullanılan<br />

bildiğimiz pancar motorların 4 tekerli römorklara<br />

takılmasıyla üretilmiş tamamen yerli tasarım<br />

taşıtlar oluşturuyordu. Bu araçlar tamamen kırsal<br />

alanda kullanım için geliştirilmiş ve çıkardığı<br />

hatırı sayılır ses sayesinde etrafında hemen fark<br />

edilebilen üstü açık cabrio araçlardı. Can emniyeti<br />

açısından uygunluğu tartışılagörsün 2 vitesli (ilerigeri)<br />

bu araçlar, Enez trafiğinin vazgeçilmezleri<br />

arasındaydı. Ayrıca Enez’de kendinizi bir anda yoğun<br />

bir trafiğin içinde bulabilirdiniz. Bu yoğunluğun<br />

nedeni; düşündüğünüz gibi otomobiller veya<br />

motosikletler değil, yolun karşısına geçmeye çalışan<br />

ve sayıları 300-400’leri bulan büyük baş hayvan<br />

sürüleriydi. Geniş otlaklar nedeni ile hayvancılığın<br />

en önemli geçim kaynağı olduğu bölgede, bazen<br />

aracınızı stop ederek 5-10 dk süreyle “Enez’in Önde<br />

Gelenleri”nden olan bu hayvanların geçiş törenlerini<br />

izlemek zorunda kalabilirdiniz!<br />

Enez’de sosyal yaşam konusunda ise maalesef<br />

yapabilecekleriniz yok denecek kadar sınırlıydı.<br />

Sosyal hayatın 60 km uzaktaki Keşan’dan teğet<br />

geçtiğini bilmek insanı daha da rahatsız ediyordu.<br />

Nispeten hareketlenen Temmuz ve Ağustos ayları<br />

dışında arkadaşlarınızla gidebileceğiniz bir kafe<br />

veya alışveriş yapabileceğiniz bir mağaza bulmanız<br />

imkansızdı. Etin satırla ince ince kıyılması ile yapılan<br />

yöresel yemeğin sunulduğu ufak köy lokantası ve<br />

liman içindeki derme çatma ufak bir balık-ekmekçi<br />

dışında dışarıda yemek yeme lüksünüz de yoktu. Bir<br />

de unutmadan buranın yöresel tadı yılan balığına<br />

da değinmek isterim. Hem tatlı, hem tuzlu suda<br />

yaşayabilen ve Meksika yakınlarında bulunan<br />

Sargossa Denizi’ndeki yumurtalarından çıktıktan<br />

sonra binlerce kilometre yol kateterek Enez’e kadar<br />

gelen bu balıkların, içerdikleri yüksek fosfor oranı<br />

nedeni ile fazla yenildiğinde zehirleyebildiğini<br />

öğrendiğimde çok şaşırmıştım.<br />

Enez’de görev yapmanın en iyi yönü para<br />

biriktirmenin harcamadan çok daha kolay olmasıydı.<br />

Maaşınızı çekmek için bile Keşan’a gitmek<br />

zorundaydınız. Para çekebilmek için birkaç haftada<br />

bir gemi ve personelin ihtiyaçlarını gidermek için<br />

Keşan’a giden personele banka kartınızı vermek<br />

zorunda kalıyordunuz. Belirli sıklıkla tekrarlayan<br />

bu durum nedeni ile burada herkesin birbirinin kart<br />

şifrelerini ezberlemiş olması kaçınılmazdı. Daha<br />

önce yüklü miktarda borcu olduğu halde, Enez’e<br />

tayin olduktan sonra borçlarını kapatmış, hatta ciddi<br />

miktarda da para biriktirerek buradan ayrılmış çok<br />

sayıda personel vardı.<br />

2 kişi dışında tamamı bekar olan ve Enez merkezde<br />

oturan personelin hafta sonları muhabbet ederek<br />

stres atmak maksadıyla gemiye gelmesi sayesinde<br />

gemideki nöbetçilerin hiç yalnız kalmadığını<br />

söylemek yanlış olmazdı. Ayrıca tüm gemi personeli<br />

ve ailelerin de katılımıyla gerçekleştirilen geleneksel<br />

mangal partileri de Enez’in vazgeçilmezleri<br />

arasındaydı.<br />

Eğer bir hafta sonu dışarıda yapacak bir şey<br />

olmadığını bildiğiniz için evde kalıp müzik dinlemek<br />

niyetiyle radyoyu açtıysanız, çok geçmeden TRT<br />

FM dışında Türkçe bir kanal olmadığı gerçeği ile<br />

karşılaşıyor ve kendinizi bir sürü Yunanca kanalın<br />

içinde boğulmuş halde buluyordunuz.<br />

Yaşadığımız diğer bir sıkıntı da haberleşme ağındaki<br />

aksaklıklardan kaynaklanıyordu. Sizi dış dünyaya<br />

bağlayan en önemli şey olan internete bağlanmak<br />

burada sanıldığı kadar kolay değildi. Sürekli<br />

yavaşlayan ve kopan internet bağlantısı insanı bazen<br />

çileden çıkarabiliyordu. Zaman zaman çekmeyen<br />

cep telefonları yüzünden; her gün televizyondaki<br />

reklamlarda Türkiye’nin yüzde 97’sinin kapsadığını<br />

ilan eden GSM operatörlerine olan inancınız<br />

kayboluyor ve Enez’in neden bu diğer yüzde 3’lük<br />

kısımda kaldığını düşündükçe de isyan edesiniz<br />

gelebiliyordu. Ayrıca burada cep telefonu ile birini<br />

aramadan önce hattınızın Yunanistan üzerinden<br />

bağlantı kurup kurmadığını kontrol etmenizde<br />

fayda vardı, çünkü her an kendinizi yurt dışı tarifesi<br />

üzerinden konuşuyor bulabilir ve böylelikle ay<br />

sonunda sürpriz telefon faturası ile karşılaşmanız<br />

kaçınılmaz olabilirdi.<br />

Enez’de günlük gazete okumaktansa haftalık dergi<br />

okumak daha mantıklıydı. Çünkü gazete almak<br />

için bayiye gittiğinizde öğleden sonrayı beklemek<br />

zorunda kalabiliyor, birçok kez sınırlı sayıda ve<br />

sadece bir bayide satılan bu gazetelerin bir iki saat<br />

gibi kısa bir sürede tükenmesi nedeniyle eliniz boş<br />

dönebiliyordunuz.<br />

Bu imkansızlıkların yanında Enez’de yaşamın<br />

olumlu yönleri de yok değildi. Burada spor yapmak<br />

için yeterince zaman ve alan bulabiliyor, <strong>Sahil</strong><br />

Tesislerinin fitnes salonundaki vücut geliştirme<br />

aletleri sayesinde formda kalabiliyordunuz. Ayrıca<br />

Temmuz ve Ağustos aylarının gelmesiyle birlikte ilçe<br />

merkezine 8 km uzaklıkta bulunan yazlıklar bölgesi,<br />

yerli turistlerce yoğun olarak tercih edilen bir<br />

yerdi. Saros Körfezi’nin kendi kendisini temizleyen<br />

tertemiz suyu, incecik bir kuma sahip sahili ve yaz<br />

aylarında deniz kenarında açılan birkaç işletmenin<br />

de etkisiyle Enez, kısa süreliğine de olsa minyatür<br />

bir Bodrum’u andırıyor, bölgede yer alan pansiyon<br />

ve apart daireler özellikle Trakya ve İstanbul<br />

bölgesinden gelen yerli turistler sayesinde yüzde yüz<br />

doluluk oranına ulaşıyordu...<br />

Şimdi isterseniz biraz da Enez’de yaşamın<br />

zorluklarını burada birkaç yıl görev yapan Necip<br />

Astsubay ve Adem Uzmandan dinleyelim.<br />

Evet Necip Astsubayım, Enez’de geçen koskoca<br />

bir 4 sene... Geriye baktığınızda neler söylemek<br />

istersiniz?<br />

Necip Astsb.: Evet burada nasıl geçtiğini<br />

anlayamadığım 4 seneyi doldurmak üzereyim, 2007<br />

yılında gemiye katıldığım gün dün gibi aklımda,<br />

burası benim üçüncü görev yerim ve en fazla burada<br />

kaldım. Onun için artık kendimi buranın bir yerlisi<br />

gibi hissediyorum. Bazen şivemin bile değiştiğini<br />

hissediyor, hatta kendimi “…be yaa” ile biten<br />

cümleler kurarken bulabiliyorum. Buradan bir<br />

gün tayinimin çıkacağını bilmek açıkçası garibime<br />

gidiyor.<br />

Burayı siz mi istediniz ve tayininiz Enez’e<br />

çıktığında neler hissettiniz?<br />

Necip Astsb.: Bu soruya hayır demeyi<br />

isterdim(gülerek), maalesef kendi isteğimle<br />

geldim. İkmal branşı olduğum için sadece Kaan 33<br />

sınıflarında görev yapabiliyordum, kısa olan gemi<br />

görevimi yeni çıkacak olan TCSG-308’de yaparak<br />

tamamlamak istedim. Tayinim çıktığında da çok<br />

fazla bir şey hissettiğimi söyleyemeyeceğim, sadece<br />

15<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


16<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

istediğim şeyin gerçekleştiğini düşündüm. Sonuçta<br />

bu ilk gemi görevimdi benim için Enez’in diğer<br />

yerlerden pek farkı yoktu.<br />

Sizin ve ailenizin Enez’e alışması kolay oldu mu?<br />

Necip Astsb.: Pek kolay olduğunu söyleyemem, İlk<br />

geldiğimde gördüğüm manzara ile beklentilerim<br />

arasındaki uçurum yüzünden büyük bir hayal<br />

kırıklığına uğradım. Burada temel ihtiyaçlarınızı<br />

dahi giderirken sıkıntı çekebiliyorsunuz. Buranın<br />

insanı, havası, ortamı her şeyi bana çok farklı<br />

geliyordu; ama zaman ilerledikçe yoğun iş<br />

temposunun da etkisiyle alışmaya başladım.<br />

Bu arada özel hayatınızla ilgili neler yaşadınız?<br />

Necip Astsb.: Tabi Enez’deki imkansızlık ve<br />

sıkıntılar ister istemez özel yaşamı da etkiliyor.<br />

Ben buraya tayin olduktan 2 sene sonra evlendim<br />

ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik lojmanlarına yerleştik, fazla evli<br />

personel olmaması nedeniyle 6 dairelik lojmanın<br />

sadece 3 dairesi doluydu. Lojmanlar şehrin çıkışında<br />

ve çok sakin bir sokaktaydı. Özellikle kış aylarında<br />

gittiğimiz gece seyirlerinde eşimi lojmanda bırakıp<br />

giderken çok rahatsız oluyordum. Kulakları<br />

neredeyse sağır eden gök gürültüsü, geceyi gündüz<br />

eden şimşek çakmaları ve bardaktan boşalırcasına<br />

yağan yağmurun olduğu kış gecelerine, bir de uzun<br />

süreli elektrik kesintileri ve -10 derecelere varan<br />

soğuklar nedeniyle donan sular da eklenince, eşimi<br />

evde yalnız başına bırakmak benim için de çok<br />

zordu.<br />

Peki bu durum ciddi sıkıntılara neden oldu mu?<br />

Necip Astsb.: Evet tabiki, hatta bir gün görevden<br />

döndükten sonra eve geldiğimde eşimi, annesinin<br />

evine gitmek üzere eşyalarını hazırlarken buldum.<br />

Ne yapacağımı şaşırmıştım, onu otogara kadar<br />

ikna etmek için harcadığım çabayı bir ben bilirim…<br />

Açık konuşmak gerekirse ona da hak veriyordum,<br />

yaşadıkları gerçekten psikolojik olarak çok yıpratıcı<br />

bir durumdu.<br />

Yani evliliğinizi otogardan çevirdiniz öyle mi ?<br />

Necip Astsb.: Evet aynen öyle(gülerek). Ama zaman<br />

geçtikçe, o sıkıntılara benim için katlanan eşime<br />

olan inancım ve sevgimin de ne kadar arttığını<br />

söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü eğer bir insan<br />

buraya sizin için geliyor ve burada sizinle birlikte<br />

yaşıyorsa sizi gerçekten seviyordur.<br />

Bir de 1 yaşında Barbaros isminde bir çocuğunuz<br />

var, Enez’de çocuk sahibi olmanın zorlukları<br />

nelerdir?<br />

Necip Astsb.: Enez’de ihtiyaçlarınız arttıkça<br />

karşınıza sürekli yeni engeller çıkıyor. Mesela sağlık,<br />

burada aile hekimliği dışında herhangi bir sağlık<br />

teşkili yok ve herhangi bir rahatsızlık durumunda<br />

60 km mesafedeki Keşan’a gitmek zorundasınız. O<br />

nedenle eşimin hamileliği ve çocuğumun ilk 6 aylık<br />

döneminde sürekli Keşan’a gidip gelmek zorunda<br />

kaldık. Abartısız, bir yılda Enez-Keşan arasında 40-<br />

50 sefer yaptığımı söyleyebilirim.<br />

Evet şimdi de sohbetimize 3 yıldır Enez’de görev<br />

yapan Adem Uzmanla devam edelim...<br />

Adem Uzmanım siz de 3 yıldır Enez’de görev<br />

yapıyorsunuz, burada görev yapmanın aileniz<br />

açısından zorlukları nelerdir ?<br />

Adem Uzm.: Öncelikle böyle küçük ve sosyal<br />

imkanların az olduğu bir yerde çalışmak, zamanın<br />

önemli kısmını görevde geçiren benden çok<br />

ailemi etkiliyor. Örneğin eşim uzun süredir güzel<br />

sanatların bir kolu olan ahşap boyamacılığı ile<br />

ilgileniyor. Buradan önceki görev yerimde sosyal<br />

imkanlar fazla olduğu için çeşitli kurslara ve<br />

eğitimlere katılarak kendisini geliştirdi. Ancak<br />

Enez’e geldikten sonra imkansızlıklar yüzünden<br />

çalışmalarına belirli bir süre ara verdi. Daha sonra<br />

büyük bir özveriyle maddi olanaksızlıklar ve eksik<br />

araç-gereçlere rağmen halk eğitim merkezinde ahşap<br />

boyama çalışmaları başlattı. Hatta bu sene başında<br />

eşime ait eserlerin de sergilendiği bir ahşap boyama<br />

sergisi açıldı ve bu Enez açısından bir ilkti.<br />

Geride bıraktığınız 3 sene içerisinde Enez’de sizi<br />

en çok etkileyen olay nedir?<br />

Adem Uzm.: Maalesef 2 sene önce çok kötü bir<br />

olay yaşadık. 13 Şubat 2009 tarihinde gemimizin<br />

Seyir Astsubayı olan Ali Şakir Duran’ın futbol maçı<br />

esnasında aniden kalbi sıkıştı ve biz de hemen<br />

hastaneye götürdük. Ancak Enez Hastanesinin<br />

personel ve malzeme yönünden yetersiz olmasından<br />

dolayı Ali Astsb. ambulansla Keşan Devlet<br />

Hastanesine sevk edildi. 60 km uzaklıktaki Keşan’a<br />

10 km kala tüm çabalara rağmen Ali Astsubayımızı<br />

kaybettik. Çok acı ve zor bir durumdu gerçekten.<br />

Bazen kendi kendime eğer başka bir yerde olsaydı<br />

kurtarılabilir miydi diye düşünüyorum.<br />

7 yaşında bir kızınız var, kızınızın burada<br />

büyümesinden memnun musunuz?<br />

Adem Uzm.: Bazen evet bazen de hayır. Öncelikle<br />

burası çok küçük bir yer ve park, bahçe, oyun<br />

alanı vb. bir yer pek yok. Bu nedenle pek dışarı<br />

çıkamadığı için zamanın büyük kısmını evde<br />

kendi oyuncakları ile oynayarak geçiriyor. Ben<br />

onun sosyal açıdan gelişmesi için müzik, tiyatro,<br />

spor vb kurslara gitmesini çok istiyorum ama bu<br />

maalesef Enez’den gidinceye kadar pek mümkün<br />

görünmüyor. Geçen sene bana sinemanın nasıl bir<br />

yer olduğunu sorduğunda, bu soruya onu bizzat<br />

götürerek cevap vermek isterdim. Kızım bu sene<br />

ilkokula başladı, onun bu vesileyle sosyal bir çevreye<br />

girmiş olmasından dolayı mutluyum. Sınıfların<br />

da genellikle 20’şer kişilik olması nedeniyle<br />

öğretmenler öğrencilerle daha fazla ilgilenebiliyor.<br />

Bu durumu da galiba Enez’in bu sakinliğine<br />

borçluyuz.<br />

Değerli katkılarınız için her ikinize de çok teşekkür<br />

ediyorum.<br />

17<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


ADRASAN KOYU<br />

[ Yazı ve Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN | Su Altı Fotoğrafçısı<br />

Poyraz’la yaşama günlük tutarken bakanla görenin hatırasını kaydetmek<br />

üzere Adrasan Koyu’ndayız.<br />

Adrasan Antalya’ya 95 km mesafede bir beldedir. Eşsiz doğal güzelliği<br />

ve sadeliği ile bilinen Adrasan bu güzelliğini ve de zenginliğini su altına<br />

da yansıtmıştır. Keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi dalış tutkunlarını<br />

beklemektedir.<br />

18<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

19<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


20<br />

Tanrılarca paylaşıldığı söylenen dağların hemen<br />

ortasında yer alan koy; henüz tahrip edilmemiş<br />

güzelliklere sahip ender yörelerimizden biridir.<br />

Su üstü güzelliklerinin yanısıra su altı fauna ve<br />

florası da oldukça zengin olan bu koy, biz su<br />

altı fotoğrafçıları için geniş açı ve yakın çekim<br />

görüntülemeler açısından da son derece caziptir. Bu<br />

cazibe noktasının derinliklerindeki yaşamı Sevgili<br />

Dalış Arkadaşım Dilara ile keşfetmeye başlıyoruz...<br />

Bölgedeki konaklama yerleri, doğayı tahrip etmeden<br />

yapılandırılmış otel, motel ve pansiyonlardan<br />

oluşuyor. Doğa ile barışık, gürültüden uzak bir<br />

tatil için son derece uygun olan bu yörede, çevre<br />

bilincinin gelişmesinde dalış merkezinin payı çok<br />

büyüktür. Çevredeki balıkçılar “Bugün Hacivat<br />

Kayalıkları’ nda fok gördük”dediklerinde, kayda<br />

değer bir şey görmenin yarattığı mutluluğu<br />

gözlerinden okuyabiliyorsunuz. Ekosistemdeki diğer<br />

canlılara saygının henüz yok olmadığını görmek<br />

sevindirici...Paylaşım, adil olmamakla birlikte yine<br />

de kısmi olarak mevcut. Nerede olduğunuz gibi<br />

neyi kimlerle paylaştığınız da son derece önemli.<br />

Paylaşmak insanoğlunun yaradılışından bugüne<br />

anlamlı bir söylem olma özelliğini hep korumuştur.<br />

Sevginizi paylaşmak, kendinizi paylaşmak, varlığıyla<br />

anlam kazandığınız ve yarattığınız her değeri<br />

paylaşmak, paylaşmak, paylaşmak...<br />

Tıpkı yaşamak gibidir paylaşmak. Ancak söylemi<br />

kolay olsa da pratiği oldukça güçtür. Teori<br />

özgün yazılımı ile ifadesini her zaman pratikte<br />

özümleştiremiyor.<br />

Şehrin kalabalığından kurtulmak dalış yaparak<br />

rahatlamak biraz olsun dinlenmek istiyorsanız<br />

Adrasan tam size göre… Dalış sırasında hem teknede<br />

hem de su altında olsun kalabalık grupların olmadığı<br />

sadece siz ve dalış arkadaşlarınızın olduğu bir<br />

başkasının hava kabarcığı paletleri ile uğraşacağınıza<br />

sadece su altına dalışınıza ve onun dünyasına adapte<br />

oluyorsunuz.<br />

Adrasan su altı dünyası ise hala kendisi gibi<br />

keşfedilmeyi bekliyor. Burayı görüp de aşık olanlar<br />

ise ne buradan ne de su altından vazgeçebiliyor.<br />

15’ten fazla dalış noktasına sahip olan Adrasan<br />

genel olarak fiziki güzellikleri ve zengin dip yapısı ile<br />

sizi cezbedecektir.<br />

Bir koy içinde yer alan sahilde hem koyun içinde<br />

hem de koyun dışında olmak üzere birbirinden<br />

farklı dalış noktaları bulunmaktadır. Bu noktaların<br />

isimleri ise Katamaran, Papaz, İlk Burun, Yarasalı<br />

Mağara, Pırasalı Rif, Pırasalı Mağara, Çavuş Burnu,<br />

Lodos Limanı, Akıntı Burnu, Çoban Limanı, Fener,<br />

Akvaryum, Hacivat ve de 5 Adalar’dır.<br />

21<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Su altında Likya mezarlarına rastlamak<br />

dalışımızın en güzel sürpriziydi.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


22<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Yosun hayvan. Sertella septentrionalis’in<br />

ülkemiz denizlerinde nesli tehlike altındadır.<br />

Bölgedeki dalış noktaları arasında mağaralar önemli<br />

bir yer tutar. Geniş açı görüntüleme açısından ışığın<br />

mavi sulardaki hüzmeli dansını gözlemlemek ve<br />

görüntülemek oldukça cazip. Deniz kirliliği hemen<br />

hemen hiç gözlemlemedik. Bu sevindirici bir durum.<br />

Ancak büyük bir sorumsuzlukla Pırasalı Adası’nın<br />

güneyine bırakılan bir ağ, neredeyse 200 m 2’ lik<br />

bir alanda dibe bağımlı (bentik) yaşamı resmen<br />

katletmiştir.<br />

Ülkemiz denizlerinde yok olma tehlikesi altında<br />

bulunan lahoz (Epinephelus alexandrinus) ve<br />

orfoz balıklarını (Epinephelus guaza) nadiren<br />

görebiliyoruz. Hacivat dalış noktasında sürü<br />

halindeki papaz balıkları (Chromis chromis) geniş<br />

açı görüntü almama adeta renk katıyorlar. Gece<br />

görmeye alıştığımız karidesleri burada gündüz de<br />

gözlemlemek mümkün. Bu arada Holger, en güzel<br />

mağaralardan birine kendi adını vermiş bile. Işığın,<br />

Holger Mağarası’ndaki hüzmeleri muhteşem.<br />

Gündüz dalış yaptığımız bir başka noktada ise<br />

Hippocampus hippocampus türü denizatlarını<br />

görüyoruz. Bütün gün Deniz Tanrısı Poseidon’un<br />

arabalarını çekmekten yorgun düşen atları, tek<br />

tutunma organları olan kuyruklarını dolayarak<br />

dinlenme moduna geçmişlerdi. Mitolojik efsanelere<br />

göre antik çağlardaki balıkçılar, dalgalarla kıyıya<br />

vuran ölü denizatlarının, deniz tanrısı Poseidon’un<br />

arabasını çeken dev aygırların yavrusu olduklarına<br />

inanırlarmış. Bu Tanrı’dan oldukça çekinen balıkçılar<br />

onu hoşnut etmek için sürekli denize hediyeler<br />

bırakırlarmış. Su altı habitatına son derece uyumlu<br />

olan denizatları hızlı hareket edemediklerinden,<br />

avlarını yakalamak ve tehlikelerden korunmak için<br />

gizlenme yeteneklerine güvenirler. Hareket eden<br />

canlı besinleri tercih ederler. Üremede taşıyıcılığı<br />

erkek üstlenmektedir.<br />

Bu noktayı gece dalışı için de mesken tutuyoruz.<br />

Gece dalışı ise tamamen sürprizlerle dolu. Dalışın<br />

hemen başında gördüğümüz kalamarlardan (Loligu<br />

vulgaris) ancak tek kare görüntü alabiliyorum. Kaya<br />

aralıklarında gizlenmeye çalışan bir papaz balığının<br />

üzerinde gezinen karides beni büyülüyor. Daha<br />

ileride ise fener ışığının etkisiyle hareketsizleşen ve<br />

genellikle kayalık, algli zeminlerde (bentik) yaşam<br />

sürdüren bir iskaroz-papağan balığının (Sparisoma<br />

cretense) üzerinde gördüğüm ve görüntülediğim<br />

karides benim için gecenin tam sürprizi oldu.<br />

Scaridae familyasından olan İskaroz, papağan<br />

balığı olarak da adlandırılmaktadır. Akdeniz, Ege<br />

ve Marmara Denizlerinde dağılım göstermektedir.<br />

Çok parlak renklere sahip olan balığın başının biraz<br />

ilerisinden başlayan sırt (dorsal) yüzgeci kuyruğa<br />

doğru uzanır. Sırt, karın ve anal yüzgeçleri sert ve<br />

dikenlidir. Sularımızda yaşayan iskarozların boyu<br />

20-30 cm civarındadır. Ağzının papağan gagası<br />

şeklinde gelişmiş olmasından dolayı papağan balığı<br />

adı verilmiştir. Deniz yosunları ve mercan parçaları<br />

ile beslenir. Dişi ve erkeklerin renkleri birbirinden<br />

farklıdır. Dişiler renkli erkekler ise tek renk ağırlıklı<br />

bir yapıya sahiptirler.<br />

Yarasalı Mağara<br />

Hem eğitim dalışları için hem de tecrübeli dalgıçlar<br />

için, her kategorideki dalgıçların dalabileceği bir<br />

yerdir. Sabah ışığı mağaranın ağzına vurduğu zaman<br />

mağaranın içinin görüntüsü çok güzeldir. Özellikle<br />

su altı fotoğrafçıları için ilginç bir yerdir. Bu mağara<br />

tünel şeklinde olup girişi 14 metrededir. Mağaraya<br />

girmeden önce ise küçük kanyonları gezme şansına<br />

sahip olacaksınız ve rotanızı belirlerken 40 m<br />

derinliğe inen duvardan yararlanacaksınız. Buralarda<br />

ise sizi papaz balıkaları, gün balıkları, orfozlar<br />

karşılayacak. Mağara girişinde ise sizi geniş bir hol<br />

karşılamaktadır. Bu holden geçerek yükselmeye<br />

başlayacak ve de 3 m seviyesine geldiğinizde<br />

mağaranın içinde yukarı çıkacaksınız ve burada<br />

yarasaların sesleri ile bir anda şaşıracaksınız. Size<br />

bir tavsiyem sakın ama sakın korkmayın! Tabiî ki<br />

bu yarasaları göremeyebilirsiniz, bunun tek nedeni<br />

ise unutamayacağınız bir anı yaşayacak olmanızdır.<br />

Çünkü mağaranın girişinde bir dişi Akdeniz foku<br />

sizleri bekliyor olacaktır. Eğer mağaraya girdikten ve<br />

de yarasaları gördükten sonra tekrardan 3 m inerek,<br />

çıkışa geçebilirseniz çıkışta size kalamar sürüleri,<br />

yavru baracudalar, duvar diplerinde ise balıkların<br />

yumurtaları ve mürenler tekneye kadar eşlik<br />

edecektir. Size bir hatırlatmam olacak, fenerinizi<br />

yanınıza almayı unutmayın.<br />

Pırasalı Ada Mağarası ve Pırasalı Ada Reef<br />

Dalış Noktası<br />

Adını adada yetişen doğal pırasalardan alan bu<br />

dalış noktası zengin güzelliklere sahiptir. Rif kısmı<br />

ardı ardına 3 rif üzerine oluşmuş bu nokta her<br />

türlü dalgıcın rahatlıkla dalabileceği ve tecrübeli<br />

dalgıçların ise akıntı ile dans edebileceği bir<br />

noktadır. Burada akya sürüleri ve ahtopotlar<br />

görülür.<br />

Mağara kısmı ise biraz daha tecrübe isteyen<br />

bölgelerdendir. Tekneden atladığınız zaman tekne<br />

sizi orada bırakıp çıkış noktasına yönelmektedir.<br />

Dalışa başladığınızda ilk 5 metre biraz tutunup<br />

Caretta carettaların yaşam alanlarının insanoğlu<br />

tarafından daraltılması sonucu nesli tehlike<br />

altındadır.<br />

23<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


24<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

açıktan geçen akya ve palamut sürülerini görecek<br />

ve de akıntı ile gelen soğuk suları yüzünüzde<br />

hissedeceksiniz. Mağaraya giderken ise dikkatli<br />

olmalısınız çünkü mağaranın karanlığından dolayı<br />

fark edemeyebilirsiniz. Mağaranın girişi 20 m dip<br />

derinliği ise 45-50 m’dir. Mağara çok geniş bir iç<br />

alana sahiptir. Keşfettikçe mağaranın içindeki<br />

güzellikler sizi daha da saracaktır. Buranın en önemli<br />

özelliği bir karides mağarasının bulunmasıdır.<br />

Bu mağaraya Mayıs-Haziran aylarında Plesionika<br />

narval (Fabricius, 1787) türünde karides sürüsü<br />

gelmektedir. Mağaranın ağzında orfoz, lagos daha<br />

dipte sinagrit balıkları bulunmaktadır. Orta sularda<br />

akya balığı bulunur. El değmemiş, keşfedilmemiş,<br />

ilginç bir mağaradır. Mağaradan çıktıktan sonra<br />

adayı yarım tur atarak girdiğiniz noktanın tersinde<br />

tekne sizi bekliyor olacaktır.<br />

Hacivat Dalış Noktası<br />

Burada her zaman güzel görüntüler vardır. Ama size<br />

önerim ilk dalışı buraya planlayınız. Maksimum<br />

derinlik ortalama 40 m’dir. Dip yapısı olarak<br />

kendine has duvar tipleri ve geçitlerin olduğu bu<br />

bölge biraz sakin bir görüntü sergilese de kendini<br />

unutturmayacak güzelliklere sahiptir.<br />

Burada çok çeşitli balıklar görülmesine karşın en<br />

çok görülen, koloniler halinde duran ve boyutları<br />

sizi şaşkına çevirecek iskorpit (adabeyi) balığıdır.<br />

Burada ayrıca 2 adet de antik çağdan kalma<br />

çapa görünür. Ve de geçmişten günümüze kalan<br />

amforaların yanı sıra sizi kayalıkların altında<br />

bekleyen batıklardan kalma birbirinden farklı renkte<br />

cam ham maddeleri ilginizi çekecektir.<br />

Çavuş Burnu<br />

Dalış noktamız ismini Adrasan’ın diğer bir adı<br />

olan Çavuşköy’den almaktadır. Dip derinliği<br />

30 m’yi geçse de bu burun akıntıyı seven dalgıçları<br />

saracaktır. Beyaz kum zemine indiğinizde ise<br />

yüzlerce asker balığı sizi karşılayacaktır. Bunun<br />

yanı sıra orfoz, ahtapot ve gridaları görebilirsiniz.<br />

İsterseniz dönüşte isterseniz dalış başladıktan sonra<br />

geçebileceğiniz ufak bir kanyon da bulunmakta<br />

ama burada çok dikkatli olmalısınız çünkü orayla<br />

özleşmiş mercanlara ve de anemonlara zarar<br />

verebilirsiniz.<br />

Lodos Limanı<br />

Farklı bir su altı tecrübesi yaşatmaktadır. Bu bölgede<br />

Akdeniz’e has balık türlerinin yanısıra baracuda<br />

ve akya sürülerini de çok rahatlıkla görebilirsiniz.<br />

Ortalama 30 m derinliği olan bölgede antik bir taş<br />

çapa bulunmaktadır. Bunun yanı sıra çıkış sırasında<br />

içine girilen 6-8 metrede girişi olan ve de<br />

Lahos. Epinephelus aeneus yoğun av baskısı nedeniyle<br />

çok nadir rastladığımız türlerden biridir. Nesli artık<br />

kritik düzeydedir.<br />

Üç yıldır bu alanda bulunan bu ağ hayalet avcılığın<br />

ve yaratılan tahribatın ürkütücü örneğidir.<br />

15-20 m uzunluğa sahip bir kanyon bulunmaktadır.<br />

Bu kanyon sonunda 3 kişinin içinde rahatça<br />

durabileceği bir oyuğa çıkmaktadır. Kanyonda<br />

ilerlerken ise daha rahat bir hareket imkanı için tek<br />

tek gitmeniz daha iyi olacaktır. Oyuğa çıktığınızda<br />

ise sivrisineklerden biraz muzdarip olabilirsiniz…<br />

Fener<br />

Koyun çıkış bölgesinde yer alan bu dalış noktası,<br />

önündeki deniz fenerinden adını almaktadır.<br />

Bu bölgenin derinliği fazla olmasa da tecrübeli<br />

dalgıçların bile yönünü kaybedebileceği bir noktadır.<br />

Bu yüzden yanınızdan pusulanızı ayırmayınız.<br />

Bölgede yeşil su kaplumbağası, caretta caretta ve<br />

çeşitli boylarda vatoz balıkları ile karşılaşabilirsiniz.<br />

Beş Adalar Dalış Noktası<br />

Beş-altı dalış noktasına sahip olan bu bölgeye daha<br />

çok günlük turlar yapılmaktadır. Burada çok akıntı<br />

ve zorlu noktalar olduğu için yalnızca daha tecrübeli<br />

dalgıçlar dalabilirler. Genellikle deniz tavşanı,<br />

kuzu balığı sürüleri ve müren balıkları görülür. Beş<br />

adaların dip yapısı çok renklidir. Dalış derinliği 30 m<br />

civarında olup heyecan verici güzel bir yerdir.<br />

Adrasan hakkında kelimeler ile ifade edilenleri az<br />

da olsa dile getirdik. Ancak hala daha keşfedilmeyen<br />

güzellikleri olan bu bölgeyi birlikte keşfetmeye ve<br />

de hayatınızın en güzel tatilini burada yaşamaya<br />

ne dersiniz? Artık valizinizi hazırlayın ve de tatil<br />

durağınızda burayı da işaretleyin…<br />

Dalışlarımda bana eşlik eden, dalış noktaları<br />

hakkındaki bilgileri derleyen, hazırlayan ve su<br />

altında bana modellik yapan Sevgili Dilara’ya<br />

teşekkür ederim.<br />

Sevdamız bir tutam sunumluk görüntüdür, kalıcı<br />

değerlere uzanan ve coşku veren yüreklere.<br />

Akdeniz’in sıcak güneşine ve kabarcıklarımızı<br />

bıraktığımız büyülü maviye veda ederken bir kez<br />

daha minnettarlık duyuyorum denizin ruhuna…<br />

Selam Olsun…<br />

Dilara’nın Notu : BURAYI GÖRDÜKTEN SONRA<br />

ARTIK HİÇBİR YER SİZE ADRASAN KADAR GÜZEL<br />

GELMEYECEKTİR.<br />

KAYNAKLAR :<br />

(1) Guantanamera International Tour Operator ve Blanca Nieves Garcia Cruz’un<br />

katkılarıyla.<br />

(2) Guantanamera International Tour Operator www.guantanamera.com.tr<br />

25<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


26<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

YENİDEN HAYATA DÖNÜŞ HİKAYESİ<br />

[ Hazırlayan ] Mete ÇAĞLAR | SG Kd. Bnb.<br />

Kendimi ifade etme konusunda sıkıntım olmadığını<br />

düşünmeme rağmen konu buraya gelince bütün<br />

direncim kırılıyor. Nereden başlayacağımı bir türlü<br />

bilemiyorum. Zihnim bulanıyor. Gözlerim doluyor.<br />

Karmakarışık duygular hissediyorum. Sonunda<br />

da kalemi elimden bırakıyorum. Ama bu sefer<br />

yazmaya kararlıyım. Hatırımda kaldığı kadarıyla.<br />

Ve hissettiğim, insana özgü duyguların hiçbirini<br />

gizlemeden.<br />

1987 yılında girdiğimiz Deniz Lisesi’nde bir<br />

yılımızı tamamladıktan sonra aramıza birkaç<br />

arkadaşımız daha katıldı. Hepsini çok sevdik.<br />

Diğer arkadaşlarımız gibi, aramıza yeni katılan<br />

arkadaşlarımız benim için de çok değerliydi. Ama<br />

içlerinden özellikle bir tanesi benim hayatımda<br />

daha farklı bir yere sahip oldu. Okul günlerini,<br />

hafta sonlarını birlikte geçirdiğimiz, kimi zaman<br />

gülmekten karnımızın ağrıdığı, kimi zaman birlikte<br />

kederlenip gözlerimizin dolduğu arkadaşım Uğur<br />

Eskişehirli olduğu için uzun süreli tatillerimizi de<br />

beraber geçiriyorduk. Zaten biz Eskişehirliler olarak<br />

hep birbirimize yakınızdır da. Sonuçta hepimiz<br />

zorlu yollardan geçerek 1995 yılında yeşil gözlü<br />

birer teğmen olduk. Her birimiz Donanmamızın<br />

çeşitli gemilerinde istek, heyecan ve tabi ki biraz da<br />

ürkeklikle göreve başladık. Ama neredeyse hiçbir<br />

devre arkadaşımız diğerini unutmadı.<br />

1997 yılında, birkaç arkadaşla eski günleri yad<br />

ettiğimiz bir günün ertesinde 1-2 aydır ihmal<br />

ettiğim Uğur’u aradım. Ama karşımdaki bizim en<br />

hayat dolu devre arkadaşımız Uğur değildi. Askeri<br />

liseye çok ciddi sağlık kontrollerinden geçerek giren,<br />

Harp Okulu mezuniyeti öncesinde de kapsamlı bir<br />

sağlık kontrolünden geçerek teğmen nasbedilen<br />

Uğur’un şiddetli baş ağrısı sebebiyle Aksaz Deniz<br />

Üs Komutanlığı revirine gelmesinden birkaç gün<br />

sonra GATA/Haydarpaşa’da kendisine kronik<br />

böbrek yetmezliği teşhisi konmuş ve yaklaşık<br />

bir yıllık tedavi sürecinden sonra muhtemelen<br />

malulen emekli edileceği söylenmişti. Hayır! Hayır!<br />

Bu mümkün değildi! Bizler teğmendik!.. Bizim<br />

gözlerimiz yeşildi!.. Biz tuttuğumuzda küpeşte<br />

demirleri erirdi!.. Hep böyle bildik. Hep böyle<br />

hissettik. O ana kadar tabi ki. Kısa süre sonra<br />

gördüm onu. Kendini toparlamıştı. “Moralim iyi!<br />

Bunu da yeneceğim Allah’ın izniyle!” diyordu. Ama,<br />

fazla kiloları nedeniyle Savaş ve Beden Eğitimi<br />

dersinden geçmekte zorlanan dostumun kilosu<br />

kısa sürede standartların altına inmişti. “Kanka!”<br />

diyordu, “Bu hastalık öyle bir şeymiş ki ömrüm<br />

boyunca bu şekilde dikkat ederek yaşayabileceğim<br />

gibi birkaç gün sonra diyalize başlayıp bir iki yıl<br />

içinde herkese veda da edebilirmişim!..” Gülüyordu…<br />

Ben haykırarak ağlamak, isyan etmek isterken o<br />

gülüyordu eriyip giden yaşamına. Acaba bize bunun<br />

eğitimi mi verilmişti yoksa bu adama Tanrı farklı bir<br />

dayanma gücü mü bahşetmişti?<br />

Zaman çok hızlı akıyordu ve 2005 yılına gelmiştik.<br />

Hakikaten bu hastalık acayip bir şeydi. Uğur aynı<br />

şekilde yaşantısına devam ediyordu. Hastalığın ilk<br />

günlerinin üzerinden biraz zaman geçince Uğur’un<br />

pozitif bakışı arkadaşlarına da ailesine de hastalıkla<br />

alay edebilmeyi öğretmişti. Ta ki o güne kadar.<br />

Yılın sonlarında yaşanan o güne kadar. Telefondaki<br />

Uğur’du. “Kanka ben diyalize girmeye başladım!..”<br />

Yıkıldık… Ama onun adı Uğur’du. Teslimiyet yoktu.<br />

Kimse fark etmiyordu belki ama onun içindeki yeşil<br />

gözlü ve tuttuğunda küpeşte demirlerini eriten<br />

teğmen hala yaşıyordu. 2006 yılının ilkbaharında<br />

böbrek nakli olmak için GATA/Ankara’ya geldi.<br />

Seveni çoktu. Birinci derece akrabalarının çoğu<br />

gönüllü verici olmak için doku örneği bıraktı.<br />

Kimisinin ki uymadı, kimisini hasta veya yaşlı<br />

diye kabul etmediler… Ablasını kabul ettiler ancak<br />

operasyon için Eylül ayına gün verdiler. Yılmadı…<br />

Akdeniz Üniversitesi Hastanesinin bu konuda iyi<br />

olduğunu duyunca Antalya’ya gitti ve doku örneğini<br />

bıraktı.<br />

2006 yılı. Aylardan Eylül. Günlerden Pazar.<br />

Ankara’daki görevime katılalı 2 hafta oldu ve ilk<br />

nöbetimi tutup mesai sonrası eve geldim. Gün<br />

içinde Uğur’la konuştum. Ablasıyla birlikte nakil<br />

için GATA’da yatıyor. Pazartesi günü birkaç arkadaş<br />

gidip kan verecek. Salı günü operasyon... Aynı gece<br />

saat 00.15 sularında telefonum çalıyor. Arayan o.<br />

Çok heyecanlı ve telaşlı. Zaten hızlı konuşur ama<br />

şimdi hiçbir şey anlamıyorum. “Yavaş abi hayırdır?”<br />

diyorum. “Kanka! Beni sabah saat 07.00’ye kadar<br />

Antalya’ya ulaştırabilir misin?” diyor. “Ben daha<br />

GATA’ya nasıl geleceğimi bilmiyorum” diyorum.<br />

iki umutsuz adam bir an sessiz kalıyoruz. Hemen<br />

heyecanla, umutla devam ediyor “Hastaneden<br />

aradılar, bir kadavra varmış, benim doku örneğimle<br />

uyuşuyormuş, sabah saat 07.00’de orada olursam<br />

bana takma ihtimalleri varmış…” “5 dakika içinde<br />

sana döneceğim” diyorum. 6 yıl Deniz Kuvvetleri<br />

Gemilerinde yapılan görevin üzerine 5 yıl da <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Gemilerinde görev yapmanın etkisiyle,<br />

planlı izin haricinde garnizon dışına çıkmak<br />

istemenin sebep olduğu mahcubiyetle utana sıkıla<br />

Personel Başkanını arıyorum. Cevabı çok açık ve<br />

net. “Yorgunsun, yolda dikkat et, beni haberdar<br />

et.” Ünal’ı arıyorum. GATA’ya gitmeyi de öğrendik.<br />

“Tamam Uğur, ben 15 dk. içinde yanındayım.”<br />

Buluştuk ama saat 01.00’i buldu. Bu gece zaman çok<br />

hızlı ilerliyor ama kilometreler çok yavaş.<br />

Bu satırdan itibaren daha da samimi olmam<br />

gerektiğini fark ediyorum. Kahramanımın adı<br />

Uğur ama lakabı herkesçe isminden daha iyi bilinir.<br />

“MACAR.”<br />

Macar son derece heyecanlıdır. Ama bu seferki bir<br />

başka. Eskişehir yoluna çıkmaya çalışıyoruz, bir<br />

taraftan Macar yüksek sesle, heyecanla konuşuyor.<br />

“Biliyordum kanka! Biliyordum! Ben aylardır<br />

telefonumu kapatmıyordum. Her gece başucuma<br />

koyuyordum. Beni arayacaklarını biliyordum.”<br />

Sivrihisar’a kadar bir çırpıda geldik ve Afyon yoluna<br />

ayrıldık. Zorlu kısım da başladı, saatler ilerlerken yol<br />

daha tenha ve daha karanlık. Nöbet ertesi olmasının<br />

da etkisiyle uyku gelmeye başladı. Macar’a “Abi<br />

benim çok uykum geldi, biraz sen kullan arabayı”<br />

diyorum, “Kardeşim ben o kadar heyecanlıyım<br />

ki, kullanmam mümkün değil” diyor. “O zaman<br />

sen biraz uyu” diyorum, “Mümkün değil!” diyor.<br />

Çekiyorum ilk benzin istasyonuna “iki tane enerji<br />

içeceği” içiyorum; ama uykulu gözleri iki enerji<br />

içeceği dahi durduramıyor. Ortalama 10-15 dakikada<br />

bir camı açıp başımı dışarı çıkartıyorum ama bana<br />

mısın demiyor. Arabayı kenara çekiyorum, etrafında<br />

birkaç tur koşu, birkaç esneme-gerdirme hareketi,<br />

hemen biniyorum arabaya, basıyorum gaza. Tanrı’ya<br />

içimden yalvarıyorum. “Ne olur sabah saat 07.00’de<br />

hastanede olalım.” Zira bir lastik patlamasına dahi<br />

27<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


28<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

tahammülümüz yok, çünkü bütün umutlar sönecek,<br />

gözlerindeki umut büyük bir hüsranla çaresizliğe<br />

dönecek. Bu yük benim için de hakikaten çok ağır.<br />

Hayatımda zorlandığım birkaç an olduysa eğer,<br />

bu onların en zorlusudur. Ve sonunda hastanenin<br />

otoparkına aracımızı park ettik. Saat 07.01. Derin<br />

bir “Ohh!” çekiyorum. Tanrım dualarımı kabul<br />

etti. Ben, üzerime düşeni yapabilmenin huzurunu,<br />

gururunu, mutluluğunu yaşarken bana burada daha<br />

ne dersler verileceğinin, nelere tanık olacağımın<br />

farkında değilim.<br />

Söyledim ya Akdeniz Üniversitesi Hastanesi organ<br />

nakli konusunda oldukça ilerleme kaydetmiş bir<br />

hastane. Macar’ın peşinden hastaneye giriyorum.<br />

Organ nakli ile ilgili bölüme gidiyoruz. Bir takım<br />

belgeler veriliyor, açıklamalar yapılıyor. “Bir<br />

kadavradan çıkan iki böbrek iki kişiye hayat<br />

verecek…” 20 yaşında bir genç motosiklet kazasında<br />

hayatını kaybetmiş, aile bir yandan oğullarının<br />

acısını yaşarken, bir yandan da kaybettikleri<br />

oğullarının birkaç kişiye hayat verebileceği<br />

konusunda ikna oluyorlar. (Allah bin kere razı<br />

olsun. Merhumun mekanı cennet olsun.) İki<br />

böbrek için altı aday çağrılıyor. Birtakım testler<br />

yapılacak, o gün en iyi durumda olan, en uygun<br />

olan iki çaresize umut ışığı yanacak, diğerleri ise<br />

evlerine dönüp başka birisinin sönen ışığının<br />

kendilerini aydınlatmasını bekleyecek. 6 hasta, 6<br />

aday, 6 rakip. Nasıl adlandıracağımı bilemiyorum.<br />

Adaylara bakıyorum. İsimlerini hatırlayamıyorum.<br />

Ama yüzleri hala aklımda. Bir tanesi 22-23<br />

yaşlarında bir kız. 1.65 boylarında, filiz gibi, zeki<br />

olduğu bakışlarından belli. Gözünde küçük John<br />

gözlükleri (35 yaş üzerindekiler bir zamanlar her<br />

evde izlenen Küçük Ev isimli diziden hatırlarlar.)<br />

Sonradan öğrendiğime göre bir bilgisayar firmasında<br />

çalışıyormuş. Kolsuz bir penye giymiş. Bir kolu<br />

boydan boya mor ile siyah arası bir renkte. Diyalize<br />

giriyormuş, kılcal damarları patlamış ve güzel<br />

kardeşe nazar boncuğu olmuş. Bir tanesi 20<br />

yaşlarında başka bir kız. Ama küçük yaşta böbrek<br />

sorunundan ötürü hormonal dengesizlik nedeniyle<br />

tam gelişim sağlanamamış ve 14-15 yaşında<br />

görünüyor. Adaylardan daha fazla söz etmek<br />

istemiyorum ama bu adayların bazılarının üçüncü<br />

kez çağrıldıklarını öğreniyorum. Bu durumda<br />

onları arkadaşıma rakip olarak göremiyorum. Ve<br />

doğruyu yaptığımı az sonra anlıyorum. Daha önce<br />

çağrılmış olanlar daha tecrübeli. İşlemleri daha<br />

çabuk halletmek için evrakları birleştiriyorlar<br />

ve el birliğiyle gayret ediyorlar, eksiği olanların<br />

eksikliğini gidermeye çalışıyorlar (Örneğin, son iki<br />

günde diyalize girmemiş olanların operasyon öncesi<br />

diyalize girmesi gerekiyormuş). Rekabet yok. Tekrar<br />

ediyorum “REKABET YOK!”.<br />

Bu arada Antalya’da çalışan devre arkadaşımız Sinan<br />

geliyor, bir yandan sevk işlemlerini halletmeye<br />

çalışırken, bir yandan da Macar’ı her türlü<br />

olumsuzluğa karşı fikren hazırlamaya çalışıyoruz.<br />

Akşama kadar Ankara GATA’ya ulaşacağımızdan,<br />

ertesi gün nakil olacağından bahsedip duruyoruz<br />

ama Macar inanmış bir kere, bugün bu iş bitecek<br />

şekilde planlarını tekrarlayıp duruyor.<br />

Öğlen oluyor ve işlemler tamamlanıyor. Sıra<br />

doktorlarda. O güne kadar doktorluk mesleğini<br />

hafife aldığımı fark ediyorum. Yüzüm kızarmış<br />

gibi hissediyorum. Doktorlar 6 adayı bir odaya<br />

alıyorlar ve ellerindeki raporlara bakarak hayatını<br />

kurtaracakları iki hastayı umut dolu 6 çift göze<br />

bakarak söylüyorlar.<br />

Macar ve Küçük John gözlüklü kızı seçtik çünkü…<br />

diyorlar. Sinan’la birlikte hastanede bir yerlerde<br />

haber bekliyoruz. Macar telefon ediyor. “Beni<br />

seçtiler kanka! Hemen toplantı odasına gel,<br />

ailem olmadığı için ameliyat için senin de imza<br />

atman gerekiyor’’ diyor. Seçilenler çok seviniyor.<br />

Seçilemeyenler de onların sevincini paylaşıyor.<br />

Hastaların ve seçilemeyen adayların arasından<br />

mahcubiyetle geçerken birisi kolumdan tutuyor.<br />

Başımı kaldırıyorum, seçilemeyenlerden birisi<br />

gülümseyerek yüzüme bakıyor ve heyecanla<br />

“Uğur’u seçtiler, gözünüz aydın!” diyor. Böyle<br />

bir insaniyete inanamıyorum. Gözlerim doluyor,<br />

boğazım düğümleniyor, sesim çıkmıyor. “Sağol,<br />

inşallah sen de en kısa zamanda kurtulursun”<br />

diyorum. “İnşallah”, “Bu benim üçüncü gelişim”<br />

diyor. Daha fazla dayanamıyorum, oradan hemen<br />

uzaklaşıyorum. Gözlerimle görmesem inanmazdım.<br />

17 Ağustos depreminde LCT Komutanıydım<br />

ve İstanbul’daydım. Depremden 2-3 saat sonra<br />

Büyükdere’ye çağrıldık, iş makineleri yüklendi<br />

ve hemen Gölcük’e götürmemiz emredildi. Aynı<br />

gün, Gölcük’e nakliyeyi tamamladığımızda henüz<br />

televizyona yansımamış olaylara tanıklık ettik,<br />

yakınlarımızı kaybettik, diğer yakınlarımız<br />

enkazlarda onları ararken biz de bu makineleri<br />

getirerek umudun bir parçası olmaya çalışıyorduk.<br />

Umudumuzu yitirdiklerimize arkamızı dönmenin<br />

acısını çekiyorduk ama başka türlü kalanlara umut<br />

olamayacağımızı da biliyorduk. Bu günlerden<br />

birinde yine İstanbul Maltepe’den iş makinelerini<br />

yüklüyorduk. Her gün birçok yardımsever<br />

bize gelip, topladıkları yardımları dağıtma<br />

konusunda yardım istiyorlardı ve biz de onlara bir<br />

şekilde yardımcı olmaya, onları yönlendirmeye<br />

çalışıyorduk. Depremin üzerinden 2-3 gün<br />

geçmişti. 10-12 yaşlarında simitçi bir çocuk geldi<br />

ve yükleme-bindirme faaliyetiyle ilgilenmek üzere<br />

görevlendirilen subaya birkaç soru sorduktan sonra<br />

simitlerini Gölcük’e götürüp oradaki çocuklara<br />

dağıtıp dağıtamayacağımızı sordu. Görevli subay<br />

çocuğa şefkatle yaklaştı, teşekkür etti, çocuklar<br />

için gerekli yardımın yapıldığını söyledi. Çocuğu<br />

da kırmamak için “Ben bu simitleri bu şekilde<br />

dağıtamam. Keşke 4’erli 5’erli gruplar halinde<br />

poşetli olsaydı oradaki çocuklara dağıtırdık”<br />

dedi. Simitçi çocuk hüzünlü bir şekilde uzaklaştı.<br />

Çok duygulanmıştım. Halkımız gerçekten çok<br />

yardımsever davranıyordu ama benim asıl merak<br />

ettiğim konu bu milletin bu çocuklara bunu nasıl<br />

öğrettiğiydi? Aradan 10-15 dakika geçmişti.<br />

Simitçi çocuk koşarak geldi. Ellerinde birkaç<br />

poşet, poşetlerin içinde simitler. Görevli subayın<br />

yanına gitti, “Ben birazını sattım, bir tanesini de<br />

yedim karnımı doyurdum, kalanları da poşetlere<br />

koydum, oradaki çocuklara dağıtın…”. Daha fazla<br />

dayanamadım…<br />

17 Ağustos’ta tanık olduklarımdan sonra beni bu<br />

kadar etkileyecek, duygulandıracak insani bir olay<br />

olabileceğini düşünmüyordum. Yanılmışım.<br />

Sinan’la birlikte Macar’ı aldık. Küçük John gözlüklü<br />

kız ve ailesi de geldi. Bizi büyük bir odaya soktular.<br />

Odanın iki köşesinde basit birer perde vardı.<br />

Hastalarımız perdelerin arkasına geçerek ameliyat<br />

elbiselerini giydiler ve sedyelerine uzandılar.<br />

O andan itibaren cinsiyetler kalkmış, hırslar<br />

sonlanmış, kader arkadaşlığı başlamıştı. İkisini<br />

beraber uğurladık. Birkaç saat sonra operasyondan<br />

çıktılar. İki hastayı aynı odaya yatırdılar ve takibe<br />

aldılar. Birinin ayak ucunda ailesi, diğerininkinde iki<br />

devre arkadaşı. O gün hayatımda verebileceğim en<br />

önemli müjdeleri verdim. Bir babaya, bir anaya, bir<br />

eşe, bir kardeşe, bir evlada verilebilecek en değerli<br />

müjdeleri. Rahmetli Salih amca ve Ayşegül teyzeme,<br />

Sevgili Sema ve Saadet Ablama, çocukları Bersu ve<br />

Aykar’a verilebilecek en güzel haberleri. Tanrı’ya<br />

beni de bunun bir parçası yaptığı için şükrediyorum.<br />

Heyecanımız geçmedi. Gece boyu Sinan’la birlikte<br />

vardiyalı olarak Macar’ı bekledik. Görevlilerin bize<br />

verdiği görevleri yapmaya çalıştık. Ve dua ettik.<br />

Sabah eşi, annesi, ablası heyecanla geldiler… Bize<br />

bakışlarını, oğullarını/eşlerini/kardeşlerini ilk<br />

görüşlerini asla unutmayacağım.<br />

Ankara’ya döndükten sonra, buraya yazdıklarımın<br />

bir kısmını etrafımdakilerle paylaştım. Kendi<br />

yakınlarıma, kendilerinden önce ölmem halinde tüm<br />

organlarımı bağışlamalarını vasiyet ettim.<br />

Ülkemdeki tüm hasta insanların şifa bulmaları<br />

dileklerimle…<br />

Onları unutmayalım…<br />

29<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


30<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

BODRUM BİZİMLE GÜVENDE<br />

[ Hazırlayan ] Yasin BAYRAKTAR | SG Tğm.<br />

Bodrum, doğu ve batı limanlarının birleşmesinden<br />

meydana gelen yarımada üzerinde yükselen kalesi<br />

ve iki limanın kıyılarına dizilmiş bembeyaz evleri,<br />

gümbetleri ve denize inen daracık sokakları, şöhreti<br />

dünyaya yayılmış yatları ve tersaneleri ile ünlü bir<br />

yöredir. İnsanların binlerce yıl boyunca yerleşik<br />

olarak yaşadıkları Bodrum, inanılamayacak kadar<br />

zengin bir geçmişe sahiptir. Birçok büyük uygarlığın<br />

ve tarihi olayların içinde veya yakınlarında oluşmuş<br />

olması, Halikarnas’ı (Bodrum’un eski adı) tarihçiler<br />

için de önemli bir yer konumuna getirmiştir.<br />

Zengin tarihi ve kültürel mirasının yanısıra eşsiz<br />

güzellikteki koyları ve deniziyle Bodrum her yıl<br />

gerek yerli gerek yabancı milyonlarca turistin ve<br />

deniz aracının akınına uğramaktadır.<br />

Turizm açısından ne denli yoğun olduğu bilinen<br />

Bodrum’da icra edilen tüm deniz faaliyetlerinde<br />

en öncelikli hususun can ve mal emniyeti olduğu<br />

bir gerçektir. Bu durum hem insanların yaşamı<br />

açısından hem de bölgenin dünya çapındaki prestiji<br />

açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle<br />

yaz aylarındaki nüfus artışı ve bu nüfusun büyük<br />

çoğunluğunun yüksek kaza riski taşıyan deniz<br />

faaliyetleriyle meşgul olması Bodrum’da arama ve<br />

kurtarma çalışmalarının ne kadar önemli olduğunu<br />

anlamamıza katkı sağlayacaktır.<br />

Bodrum’da Arama Kurtarma :<br />

Arama kurtarma; bir kaza ya da afet nedeniyle<br />

tehlikeyle karşı karşıya olan ve bu durumdan kendi<br />

başına kurtulamayan kazazedelerin kurtarılması<br />

faaliyetidir. Arama kurtarmanın en temel prensibi<br />

kazazedenin hayatının kurtarılmasıdır. Arama<br />

kurtarma bir ekip işidir ve ekip içindeki uyum,<br />

harekatın başarısına doğrudan etki eder. Arama<br />

kurtarmayı misyon haline getiren en önemli<br />

görevlerinden biri Arama Kurtarma olan <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığının işte bu noktada ortaya<br />

koyduğu aile bilinci ve ekip ruhu anlayışı örnek<br />

alınabilecek düzeydedir.<br />

Türkiye’de denizlerde arama kurtarma faaliyetlerini<br />

koordine ve icra etme görevi 2692 sayılı <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığı Kanunu ve 12 Aralık 2001<br />

tarihli Türk Arama Kurtarma Yönetmeliği ile <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığına verilmiştir. Bodrum’da<br />

konuşlu TCSG-101, TCSG-302, TCSG-1 ve<br />

TCSG-11 <strong>Sahil</strong> Güvenlik botlarımız gücünü<br />

kanunlardan almak suretiyle işte bu üstün görev<br />

anlayışı ve ekip ruhu bilinciyle diğer görevlerde<br />

olduğu gibi arama kurtarma faaliyetlerinde de<br />

gerekli hassasiyeti göstermektedir. Arama kurtarma<br />

faaliyeti icra eden personel bilmektedir ki bu iş<br />

hata affetmez ve zaman kendisinin düşmanıdır.<br />

Deniz ve hava şartlarını da lehine çevirmek onun<br />

önceliklerindendir. Bu çalışma ahlakı sayesinde<br />

gemi/botlarımız birçok görevden alnının akıyla<br />

çıkmıştır.<br />

Bu kapsamda Bodrum’da faaliyet gösteren ve<br />

gönüllü bir kuruluş olan Bodrum Deniz Kurtarma<br />

Derneği (BDKD)’ni tanıyalım.<br />

Bodrum Gönüllüleri :<br />

Bodrum Deniz Kurtarma Derneği, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığı ile yapılan izin yazısı gereği<br />

güneyde Orak Adası ile kuzeyde Karabakla Burnu<br />

arasındaki karasularımızda, meydana gelecek<br />

olaylar sonucunda ortaya çıkabilecek arama<br />

kurtarma ihtiyaçlarına <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

koordinesinde ve herhangi bir ücret talep etmeksizin<br />

desteklemek amacıyla faaliyetlerine başlamıştır.<br />

Bodrum Deniz Kurtarma Derneği, 1999 yılında<br />

Bodrum Milta Marina’nın desteği ile gönüllüler<br />

tarafından kurulmuştur. 2001 yılında Denizciler<br />

Dayanışma Derneği’nin bünyesine katılıp derneğin<br />

Bodrum şubesi olarak hizmet vermeye başlamıştır.<br />

2006 Mayıs ayından itibaren Bodrum Deniz<br />

Kurtarma Derneği olarak, yukarıda belirtildiği gibi<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına destek sağlamak<br />

maksadıyla faaliyetlerine devam etmektedir. Çeşitli<br />

kurum ve kuruluşların desteği ile faaliyetlerine<br />

devam eden dernek, bugün deniz kazalarına 24<br />

saat esasına göre müdahale edebilmektedir. 2 adet<br />

süratli acil müdahale botu ile Milta Marina’nın<br />

yangın söndürme ve ambulans teknesi olarak özel<br />

imal edilmiş botu sayesinde; uzman acil müdahale<br />

doktoru, profesyonel balıkadam, kaptan ve<br />

paramediklerden oluşan personeliyle her türlü su<br />

altı ve su üstü deniz kazasına, yangınına müdahale<br />

edebilecek şekilde göreve hazırdır.<br />

Zor durumda kalan herhangi bir tekne, arama ve<br />

kurtarma ekibine VHF 16 ve 73 kanallarından ya da<br />

0532 522 88 77 ve 0533 204 43 68 nolu telefonlara<br />

çağrı yaparak Bodrum Milta Marina’da konuşlanmış<br />

olan ve 24 saat kesintisiz hizmet veren harekat<br />

merkezine ulaşabilmektedir. Ayrıca Bodrum Milta<br />

Marina’nın telefonlarından da (0252 316 18 60)<br />

ekibe ulaşma imkanı vardır.<br />

Bodrum Deniz Kurtarma Ekibi bugüne kadar<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı tarafından kendisine<br />

tahsis edilen faaliyet sahası içinde arama kurtarma<br />

çalışmalarına iştirak etmiş, yaralanma ve ölüm ile<br />

sonuçlanan kazalara müdahale ederek yaralıların<br />

sağlıklarına kavuşmalarına yardımcı olmuştur.<br />

Bu kapsamda 2011 yılı içerisinde; TCSG-101<br />

Komutanlığı 8 arama kurtarma, 7 tıbbi tahliye,<br />

31<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


doktorlar, paramedikler, hemşireler, acil tıp<br />

teknisyenleri, sağlık memurları ve Muğla bölgesinde<br />

görev yapan UMKE ekipleri de katılmaktadır.<br />

Eğitimlerin sonunda sağlık personelinin denizde de<br />

görev yapabilecek şekilde yetiştirilmesi konusunda<br />

önemli aşamalar kaydedilmiştir.<br />

İmzalanan protokol sadece eğitimle sınırlı kalmayıp,<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına bağlı unsurların<br />

koordinesinde denizde arama-kurtarma ve acil<br />

tıbbı destek gerektiren müşterek faaliyetleri de<br />

kapsamaktadır.<br />

32<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

TCSG-1 Komutanlığı 13 arama kurtarma, 15 tıbbi<br />

tahliye, Bodrum Deniz Kurtarma Derneği ise 30<br />

tıbbi tahliye faaliyeti icra etmiştir. Bahse konu<br />

görevlerin bir kısmı <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmaris Grup<br />

Komutanlığı koordinesinde müşterek olarak icra<br />

edilmiştir.<br />

Ayrıca Türkiye Yelken Federasyonu, Bodrum<br />

Açıkdeniz Yelken Kulübü ve yarımadada<br />

konuşlanmış diğer yelken kulüplerimizin<br />

düzenlemekte olduğu, ulusal ve uluslararası<br />

organizasyonlarda aktif emniyet ve kurtarma görevi<br />

icra etmektedir.<br />

Bodrum Deniz Arama Kurtarma ve 112 Acil :<br />

Bodrum Deniz Kurtarma Derneği, Muğla 112 Acil<br />

ve Afetlerde Sağlık Hizmetleri Müdürlüğü ile Ulusal<br />

Medikal Kurtarma Ekipleri (UMKE) arasında<br />

Muğla Valiliğinde Türkiye kıyıları için model<br />

oluşturabilecek bir protokol imzalanarak önemli bir<br />

işbirliği başlatılmıştır.<br />

Bodrum ve çevresindeki 12 adet 112 Acil Sağlık<br />

İstasyonu, BDKD’den ‘‘Denizde Müdahale’’ konulu<br />

eğitim seminerleri almaya başlamıştır ve söz konusu<br />

seminerler aralıklarla devam etmektedir. Muğla<br />

Valiliği, İl Sağlık Müdürlüğü ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığı bu seminer programlarına destek<br />

vermektedir. Ayrıca 112 Acil Servisi ve UMKE<br />

Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmek üzere BDKD’den<br />

denizdeki acil durumlara müdahale konusunda<br />

eğitim almaya başlamıştır. Verilen eğitimlerin<br />

arasında her türlü hava ve deniz şartlarında<br />

çalışabilmek de yer almaktadır.<br />

Seminer ve denizde verilen eğitimlere 112 Acil<br />

Yardım da katılmaktadır. Sağlık istasyonlarından<br />

Gelinen aşamada BDKD ekipleri denizden<br />

gelebilecek acil çağrılarda, 112 ekipleri ile birlikte<br />

olaylara aktif olarak birlikte müdahale etmeye<br />

devam etmektedirler.<br />

Bodrum Deniz Kurtarma Derneği’nin kayıtlarında<br />

bu tip konularda başarılı müdahaleler yer<br />

almaktadır. 2008’de bir yat yarışında ağır yaralanma<br />

ile sonuçlanan bir çatışma sonrasında sporcunun<br />

14 dakika gibi çok kısa bir sürede hastaneye<br />

yetiştirilmesi hala konuşulan bir faaliyet olarak<br />

dikkat çekmektedir. <strong>Sahil</strong>de 112 ambulansının<br />

hazır beklemesi ve ilk müdahalenin doğru yapılması<br />

hafızalardan silinmemiş ve uzunca bir süre yazılı<br />

basında yer almıştır.<br />

2009 yılı Haziran ayında bir yangın söndürme<br />

helikopterinin Milas Geyik Barajı’na teknik bir<br />

arızadan dolayı düşmesi, olayın ardından çok kısa<br />

sürede helikopterle bölgeye BDKD dalış ekibinin<br />

ulaşması, helikopterin yerinin tespiti, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığına bağlı dalış ekibi ve Marmaris Deniz<br />

Liman Şube Müdürlüğü dalış ekipleriyle ortak<br />

dalışlar gerçekleştirmesi önemli faaliyetler içerisinde<br />

yer aldı.<br />

BDKD Kurucularından Sn. Ömer Karacalar ile<br />

Söyleşimizden Notlar :<br />

BDKD kurucu yöneticisi ve Bodrum Milta Marina<br />

Müdürü olan Sn. Ömer Karacalar ile derneğin<br />

kuruluşu ve dernek faaliyetleri hakkında yaptığımız<br />

söyleşiden notlar:<br />

Gönüllülük esasına dayalı böyle bir organizasyonu<br />

oluştururken nereden ilham aldınız? Sizi bu derneği<br />

kurmaya götüren sebepler nelerdir?<br />

1999 senesinde Bodrum’da dünyanın en süratli<br />

teknelerinin yarıştığı bir offshore organizasyonu<br />

yapılmıştı.Yarış komitesi bizden teknelerde bir kaza<br />

meydana geldiğinde yardım edecek, sudan kurtarma<br />

yapacak bir ekip oluşturmamızı talep etti. Bu ekip,<br />

takımların kendilerine ait kurtarma ekiplerine<br />

destek vermekle sorumlu idi. Bu yarış bittikten<br />

sonra bizlerde bir fikir oluştu. Bodrum yöresinde<br />

yoğun deniz trafiğinde böyle bir ihtiyaç olduğuna<br />

karar verdik ve temellerini 2000 yılı başlarında attık.<br />

Bodrum Milta Marina Genel Müdürü olarak<br />

kurucu yöneticisi olduğunuz Bodrum Deniz<br />

Kurtarma Derneği’ne Marina olarak ne gibi<br />

katkılarda bulunmaktasınız? Derneği ne şekilde<br />

desteklemektesiniz?<br />

Marinamız her türlü imkanlarını bu dernek için<br />

seferber etmiş bulunmaktadır. Deniz araçları<br />

marinamızda konuşlanmakta bakım ve onarımları<br />

tarafımızdan yapılmaktadır. Ayrıca akaryakıt<br />

desteği de sağlanmaktadır. Bunların yanında liman<br />

kontrol kulemiz tüm teçhizatı ile 24 saat BDKD’nin<br />

emrindedir. Bu kule bir nevi arama kurtarma<br />

faaliyetlerinin koordinasyon merkezi olarak<br />

kullanılmaktadır. Bütün bunların yanında ilk yardım<br />

malzemelerinin bulunduğu bir kara merkezimiz de<br />

mevcuttur.<br />

Asli görevleri Bodrum Milta Marina’da çeşitli<br />

pozisyonlarda çalışmak olan personelinizin böyle bir<br />

organizasyonda yer alması çalışma hayatlarını ne<br />

şekilde etkilemektedir?<br />

Biliyorsunuz ekibimizde yanlız marina personeli yer<br />

almamaktadır. Aramızda dalgıçlar, sağlık personeli<br />

ve kaptanlar da mevcuttur. Marina personeli<br />

belirlenen bir nöbet çizelgesi kapsamında görev<br />

almaktadır.<br />

Yeni sistem/cihaz veya tekne alımına dair<br />

projeleriniz var mıdır?<br />

Şu an bizim için en önemli konu tam teşekküllü<br />

bir deniz ambulansına sahip olmaktır. Şu anda<br />

kullanmakta olduğumuz ambulans bir özel<br />

hastanenin kullanmamıza tahsis ettiği bir araçtır.<br />

Ama bilindiği üzere bu derneklerin ayakta durması<br />

alınacak yardımlara bağlıdır. Bugün elimizde<br />

bulunan teçhizat ve tıbbi malzemeler bu tür<br />

yardımlarla sağlanmıştır.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik botlarıyla ortak icra ettiğiniz<br />

faaliyetlerinizde harekat nasıl icra edilmektedir?<br />

Yardım çağrıları iki türlü gelmektedir. Bize doğrudan<br />

gelen çağrılar ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik unsurlarına gelenler.<br />

Biz <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmaris Grup Komutanlığının<br />

verdiği talimatla hareket ediyoruz. Çağrı direkt<br />

bize geldiyse koordinasyon merkezimiz ilgili<br />

unsurlara haber vererek gelen talimata göre hareket<br />

etmektedir.<br />

Böyle durumlarda ya biz yalnız çıkıyoruz ya da <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik unsurlarıyla beraber müdahale ediyoruz.<br />

Yapılan her icraat, faaliyet sonunda <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Marmaris Grup Komutanlığına rapor ediliyor.<br />

Derneğe gönüllü olarak katılmak isteyenler ne<br />

yapmalıdır?<br />

Bize müracaat eden arkadaşlar ilk önce sözlü<br />

mülakata alınmakta sonradan uygun olanlar fiziki<br />

teste tabi tutularak kabul edilmektedir. Müracaat<br />

edenlerin kaptan veya dalgıç olmaları, mümkünse ilk<br />

yardım eğitimi almış olmaları ve bunları sertifika ile<br />

ispat etmeleri gerekmektedir.<br />

Ülkemizin diğer bölgelerinde benzer faaliyetlerde<br />

bulunmak isteyenlere deneyimli bir kurum olarak ne<br />

gibi tavsiye ve katkılarınız olabilir?<br />

Bizim yaklaşık 11 senelik bir tecrübemiz var,<br />

kendilerine tavsiyelerde bulunabilir, eğitimler<br />

konusunda yardımcı olabiliriz. Önümüzdeki<br />

günlerde il eğitimimizi Bahçeşehir Üniversitesi<br />

arama kurtarma ekibine vereceğiz.<br />

33<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


34<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANI;<br />

SAROS KÖRFEZİ<br />

[ Hazırlayan ] Necla DEMİRAY | Çevre ve Deniz Kirliliği Öğretmeni<br />

Ülkemiz özellikle son on beş yıl içerisinde<br />

biyoçeşitliliğin korunması amacıyla birçok<br />

uluslararası antlaşmaya taraf olmuştur. Bern<br />

Sözleşmesi olarak bilinen Avrupa’nın Yaban<br />

Hayatının ve Habitatlarının Korunması<br />

Sözleşmesi’yle, nesli tehdit ve tehlike altında<br />

olan türlerin korunması taahhüt edilmiştir. Söz<br />

konusu türler ve habitatların korunması “Barcelona<br />

Sözleşmesi” ile de koruma altına alınmıştır.<br />

Bu sözleşmenin ek protokollerinden birini ise<br />

“Akdeniz’de Özel Koruma Alanları Kurulması”<br />

protokolü oluşturmaktadır.<br />

Bu sözleşmeler neticesinde, 1989 yılında 383<br />

sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Özel Çevre<br />

Koruma Kurumu Başkanlığı kurulmuştur. Kuruluş<br />

amacı, Bakanlar Kurulunca “Özel Çevre Koruma<br />

Bölgeleri” olarak tespit ve ilan edilen alanlardaki<br />

çevre değerlerini korumak ve ona yönelik tedbirleri<br />

almaktır. Özel Çevre Koruma Bölgeleri; tarihi, doğal,<br />

kültürel vb. değerler açısından bütünlük gösteren<br />

ve gerek ülke gerek dünya ölçeğinde ekolojik önemi<br />

olan alanlardır. Bu alanlar; özelliklerinin geleceğe ve<br />

gelecek nesillere ulaştırılmasını ve doğal kaynakların<br />

korunarak kullanılmasını teminen, 2872 sayılı<br />

Çevre Kanunu’nun 9’uncu maddesine ve ülkemizin<br />

taraf olduğu “Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarına<br />

İlişkin Protokol’’ gereğince ülkemizdeki ilk Özel<br />

Çevre Koruma Bölgesi 1989 yılında Bakanlar Kurulu<br />

Kararıyla ilan edilmiştir.<br />

Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de çevre<br />

koruma için temel prensip: “Tedaviden Önce<br />

Koruma, Koruyarak Kullanma ve Geliştirerek<br />

Koruma” olmalıdır. Bunun için en rasyonel<br />

yaklaşımı, kalkınma hareketi ile çevre değerleri<br />

ve bilhassa ekolojik denge arasında uzun vadede<br />

kurulması gereken KORUMA-KULLANMA dengesi<br />

teşkil etmektedir.<br />

Özel Çevre Koruma Bölgelerinin ilan edilmesinin<br />

sebebi, doğal güzelliklerin, tarihi ve kültürel<br />

kaynakların, biyolojik çeşitliliğin, su altı ve<br />

su üstü canlı ve cansız varlıkların korunması<br />

ve bu değerlerin gelecek nesillere aktarılması,<br />

sürdürülebilirlik anlayışı çerçevesinde, bölgelerin<br />

ekonomik kalkınmalarını sağlamak ve çevre bilincini<br />

arttırmaktır.(1)<br />

Kendi kendini temizleyebilen tek körfez olan Saros<br />

Körfezi, kıyılarının zengin biyolojik çeşitliliği,<br />

jeomorfolojik ve peyzaj özelliklerinin korunması<br />

maksadıyla; 22 Aralık 2010 tarihinde Çevre ve<br />

Şehircilik Bakanlığının talebi üzerine alınan<br />

Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca, körfezin yaklaşık<br />

75 bin hektarlık bölümü Özel Çevre Koruma Bölgesi<br />

ilan edilmiştir.<br />

Böylece 10 adedi Akdeniz ve Ege’de yer alan Özel<br />

Çevre Koruma Bölgeleri Saros Körfezi ile birlikte<br />

14’ten 15’e yükselmiştir.<br />

NİÇİN ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGESİ ?<br />

Saros Körfezi, Akdeniz ve Güney Ege kıyılarına rakip<br />

olarak Kızıldeniz’e özgü mercanların bile yaşam<br />

alanı bulduğu Kuzey Ege’nin şirin beldesi Güneyli,<br />

su altı canlılarındaki artışla deniz biyologlarının<br />

dikkatini çekmektedir. Kuzey Ege Denizi’nin dipteki<br />

soğuk su akıntılarıyla yüzeydeki sıcak akıntıların<br />

buluşmasıyla Güneyli, onlarca tür balığın yanı<br />

sıra bitki türlerine de ev sahipliği yapmakta olup,<br />

Kızıldeniz’e özgü mercan oluşumlarına 15 metre<br />

derinlikte rastlanmaktadır.<br />

Saros Körfezi<br />

Saros Körfezi, Ege Denizi’nin en tuzlu kesimlerinden<br />

birini oluşturan ve karmaşık girdaplar çizen<br />

akıntıların görülmesi nedeniyle dünyada kendi<br />

kendini temizleyerek temiz kalan beş körfezden<br />

3’üncüsü, Türkiye’nin ise tek körfezidir. Bu<br />

nedenle de son yıllarda denizlerimizdeki canlı<br />

türlerinde büyük oranda azalma olurken kendi<br />

kendini temizleyen Saros Körfezi, ekolojik gelişme<br />

yaşamaktadır. (2)<br />

Suların yüksek oksijen içeriği ve körfeze dökülen<br />

akarsuların getirdiği bol besin tuzları nedeniyle tür<br />

bakımından zengin ve Akdeniz tipi iklimin hakim<br />

35<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


36<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

olduğu bir bölgedir. Havzada en yüksek nokta<br />

körfezin kuzey- kuzey doğu uç kısmında yer alan<br />

Koru Dağı’dır (385 m). Havzayı besleyen tek akarsu<br />

Kavak Deresi’dir.<br />

Kızıldeniz’e özgü mercanların bile yaşam alanı<br />

bulduğu körfezde, 300 türe yakın deniz canlısı<br />

yaşamaktadır. 144 çeşit balık, 78 tür deniz bitkisi ve<br />

34 tür süngere ev sahipliği yapmakla birlikte körfez<br />

içinde barındırdığı zengin balık çeşitleri sebebiyle<br />

deniz biyologları ve dalış meraklıları arasında büyük<br />

ve tabii bir akvaryum olarak nitelendirilmektedir.<br />

Kaptan Cousteau 1970’li yıllarda gemisi “Calipso”<br />

ile Türkiye’yi ziyareti sırasında bu körfezde dalış<br />

yapmış “Kızıl Deniz’in kuzey versiyonu olarak”<br />

nitelendirmiştir.<br />

Kızıldeniz’e özgü mercan oluşumlarının bile 15 m<br />

derinlikte rastlanması deniz biyologlarını ve su altı<br />

sevdalılarını sevindiriyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan<br />

kalma savaş gemilerinin batıkları ve onların<br />

üzerinde yaşam sürdüren yüzlerce organizma ise<br />

görülmeye değer.<br />

Dalış tutkunlarına da büyük malzemeler veren<br />

körfezde özellikle Çanakkale Boğazı’nın çıkışındaki<br />

Kaptan Franko, körfez açıklarındaki 27 metre<br />

derinliğiyle rahat bir dalış ortamı sağlamaktadır.(2)<br />

Saros Körfezi boyunca yazlıkların bulunduğu<br />

bölgeler hariç sürekli yaşam alanı olan bir bölge<br />

nerede ise yoktur. <strong>Sahil</strong> bölgelerine ismini veren<br />

bir çok köy ve yerleşim denize 2-5 km uzaklıkta yer<br />

almaktadır. Bunun yanında Saros Körfezi boyunca<br />

herhangi bir sanayi işletmesinin bulunmaması ve en<br />

yakın sanayi işletmesinin 40 km uzakta oluşu Saros<br />

Körfezi üzerindeki doğal güzelliğin bozulmamışlığını<br />

en iyi biçimde aktarmaktadır. (2)<br />

Saros Körfezi’nin güzelliği ile birlikte ülkemizin<br />

Patara ve Side’den sonraki en büyük sahil kumsalının<br />

Saros’da olması da (Erikli sahili) ayrı bir güzellik<br />

katmaktadır. Ünlü Altınkum olarak tabir edilen<br />

Uzunkum Kumsalı Erikli <strong>Sahil</strong>i ile İbrice Limanı<br />

arasındadır.<br />

Saros Körfezi içlerine girildikçe çam ormanı ile<br />

denizin buluşmasına şahit olunur. Körfez, ünü<br />

tüm Trakya’ya yayılan “Kayıp Cennet” Gökçetepe<br />

sahilinde yer almaktadır. Özellikle körfezin<br />

Yunanistan’a doğru kuzey kıyılarında sırası ile Erikli,<br />

Vakıf, Karagöl gibi denizle irtibatı olan Lagun gölleri<br />

yer almaktadır. Bu göller kuşların göç zamanlarında<br />

konakladıkları yerlerdir. Özellikle Flamingolar,<br />

meraklıları tarafından seyir için sürekli takip<br />

edilmekte olan kuş türlerinin başında gelmektedir.<br />

Yunanistan ile Türkiye sınırını çizen Meriç<br />

nehrinin Ege ile kucaklaştığı muhteşem Meriç<br />

deltası doyumsuz bir göz zevki sunmaktadır. Doğal<br />

balıkçı barınaklarının (İbrice, Yayla, Sultaniçe,<br />

Güneyli, Sazlimanı) bol olduğu körfez doğa ve<br />

balık sevenlerin ayrılamayacakları güzellikler<br />

barındırmaktadır.<br />

<strong>Sahil</strong> şeridine yakın yerlerde bulunan baraj göletleri<br />

çam ormanları içinde saklanırcasına mesire yerleri<br />

ile tatilcilere eşsiz bir tatil imkânı sunmaktadır.<br />

DALIŞ NOKTALARI<br />

Su altı zenginlikleri açısından oldukça elverişli olan<br />

Saros Körfezi, amatör veya profesyonel Türkiye’nin<br />

dört bir yanından birçok insanı bölgeye çekmektedir.<br />

Su akıntı yollarının çokça olması sebebi ile genelde<br />

görüntünün uygun olması ve mercan oluşumlarının<br />

fazlalılığıyla da bir çok su altı fotoğrafçısını<br />

etkilemektedir.<br />

Ayrıca birçok akıntı kanalı olduğu için, Saros’un<br />

suları sürekli açık ve net bir görüş olanağı<br />

sağlamakta ve bu kanallar aynı zamanda körfezin<br />

temiz kalmasına neden olmaktadır.<br />

Su altı zenginliklerinin en yoğun olduğu ve dalmaya<br />

elverişli bölgeler Mecidiye ve Erikli sahil yerleşimleri<br />

civarında yer almaktadır.<br />

İbrice: Saros Körfezi’nde en çok tercih edilen<br />

yerdir. İbrice Limanı etrafında ve daha açıktaki<br />

kayalıklarda, birçok dalış noktası bulunur.<br />

Dalış kulüpleri eğitim dalışlarını bu bölgede<br />

düzenlemektedir.<br />

Minnoş Kayalıkları: Kömür Limanı açıklarında<br />

bulunan ve karadan 150-200 metre mesafede duvar<br />

dalışı yapmaya müsait kayalık bir bölgedir.<br />

SAROS KÖRFEZİ’NDE BALIKÇILIK<br />

Ege Denizi’nin tuzluluk oranı en yüksek<br />

körfezlerinden biri olan Saros Körfezi’nde, küçük<br />

akarsuların taşıdığı besin tuzları sayesinde zengin<br />

bir balık çeşitliliği görülmektedir.<br />

Saroz Körfezi’nin kuzeyinde 40-50 kulaç derinlikteki<br />

dar şeritte barbunya, berlam, kırlangıç, mercan,<br />

kupes, sarpa, izmarit gibi demersal ve semi pelajik<br />

balıkların avcılığı yapılır. Ayrıca bölge, kolyoz,<br />

sardalya gibi yerli, uskumru ve lüfer gibi bölge<br />

dışından gelen balıkların avlandığı bir yerdir.<br />

Burada istavrit stokları gelişmemiş olmakla beraber,<br />

miktarları avlanabilir boyutlara ulaşmıştır.<br />

112 milkarelik araştırma alanı içinde istavrit<br />

stoğunun yaklaşık 17.000 ton civarında olduğu<br />

tespit edilmiştir. Uskumru balığı sürülerinin<br />

50-90 metre arasındaki 16-17 derece sıcaklıktaki<br />

sularda dağınık olarak yaşadıkları ve ortalama %o37<br />

tuzluluk içeren sularda bulundukları izlenmiştir.<br />

Saros’un balıkçılık açısından diğer bir önemi ise<br />

Kılıç balıklarının yumurtlama ve gelişmesine uygun<br />

olmasından kaynaklanır. Özellikle Mayıs ve Haziran<br />

aylarında iyi bir kılıç balığı avcılığı yapılır.<br />

Zengin balık çeşitliliği sayesinde amatör olta ve ağ<br />

balıkçıları keyifli anlar yaşarlar. Mevsimine göre<br />

çipura, lüfer, barbun, mercan, karagöz, levrek,<br />

kefal ve ahtapot gibi denizde yaşayan türler Saros<br />

Körfezi’nde bol miktarda bulunur.<br />

Bunun yanında Saros sakinleri her akşamüstü<br />

kayıkları ile uskumru ve istavrit için çapari oltaları<br />

ile avlanmaktan geri durmaz ve çoğunlukla<br />

akşamları balık keyfi yaşarlar.<br />

Saros Körfezi’nde 4 balıkçı barınağı olup 250’den<br />

fazla gemi ve tekne ile balıkçılık yapılmaktadır. Su<br />

ürünleri avcılığı yapan gemilerin %90’ı 12 m’nin<br />

altındadır. Akaryakıt pahalı olduğu için yeterli<br />

üretim yapılamamaktadır.<br />

SAROS KÖRFEZİ’NDE BATIKLAR<br />

İstanbul’a yakınlığı dolayısıyla dalıcıların gözdesi<br />

olan Saros, siyah mercan da dahil olmak üzere su altı<br />

faunası bakımından oldukça zengindir. Saros Körfezi<br />

ve civarında bulunan batıklar şunlardır:<br />

37<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


38<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Lundy Batığı:<br />

1908 yapımı 188 tonluk bir batık olup, Büyük<br />

Kemikli Burnu açığındadır. 1’inci Dünya Savaşı<br />

sırasında Çanakkale Savaşı’nda batırılan<br />

bir İngiliz mayın gemisidir. Gemi dipte tüm<br />

silüetini korumaktadır. Pervane hala üstündedir.<br />

Bombardıman sırasında kaptan köşkü hasar<br />

görmüştür. Dalış esnasında akya sürüleri ile<br />

karşılaşma ihtimali yüksektir. Batığın maksimum<br />

derinliği 30 metredir. 18 metrede kaptan köşküne<br />

ulaşılır. Yüzey akıntısına sıkça rastlansa da dip<br />

akıntısı yoktur.<br />

Arıtma Gemisi:<br />

Suyla Koyu’nda kıyıya oldukça yakın bir batıktır.<br />

Maksimum derinlik 18 metredir. Her seviyedeki<br />

dalgıcın dalabileceği bir batıktır. Teknenin büyük<br />

bir bölümü kum altında kalmıştır. Ancak arıtma<br />

bölümleri ve güvertede dolaşmak mümkündür.<br />

Dalıcı olmayanlar yüzeyden maske ile seyredebilirler.<br />

Dalış esnasında değişik balık türlerini görmek<br />

mümkündür.<br />

İngiliz ve Anzak Filikaları:<br />

Çıkartma sırasında batırılan bu filikaların bir<br />

kısmını 3-4 metre derinlikte görmek mümkündür.<br />

Arıburnu açıklarında 42 metrede ve Savla<br />

Körfezi’nin içinde 27 metrede iki batık daha vardır.<br />

Oldukça büyük şakayıklar ve mor süngerler ile<br />

kaplıdırlar.<br />

Mesudiye Batığı:<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nun; 1903 yapımı, 9.190<br />

ton ağırlığında, 102 metre uzunluğunda ve 18 metre<br />

eninde olan bu gemi bir B-11 denizaltısı tarafından<br />

batırılmıştır. Günümüzde pek çok su altı canlısına<br />

barınak durumundadır.<br />

Majestik:<br />

1895 yapımı İngilizlerin iletişim gemisi (Savaş<br />

sırasında Churchill bu gemide savaşı idare ettiğini<br />

iddia etmiştir) U-21 Alman denizaltısı tarafından<br />

batırılmıştır. 14.900 ton ağırlığında, 119 metre<br />

uzunluğundadır. Seddülbahir yakınlarındaki Morto<br />

Koyu’nda bulunmaktadır. 15 metre derinlikten<br />

itibaren görülmeye başlar.<br />

Çıkartma Botları:<br />

Morto Koyu’ndan sonraki Seddülbahir Feneri’nin<br />

altındadır. Majestik batığına oldukça yakındır.<br />

Aslında balina avı için yapılan bu gemiler savaş<br />

sırasında mayın gemisi olarak kullanılmışlardır.<br />

İki adet olup, yan yana yatmaktadırlar. 30 metre<br />

derinlikte olan bu batıklara dalış esnasında çok<br />

çeşitli canlı türlerine rastlamak mümkündür.<br />

KAYNAKLAR :<br />

(1) www.öçkb.com<br />

(2) www.saroskorfezi.com/dalis.html<br />

(3) www.denizhaber.com<br />

(4) www.worldflicks.org<br />

TÜRKİYE’DE LOJİSTİK EĞİTİMİ<br />

[ Hazırlayanlar ] Kaan AVCI | SG İk.Ütğm.<br />

Türkiye’de lojistik sektörü, diğer gelişmiş<br />

ülkelerden son 10-12 yıllık süreç içerisinde hızla<br />

büyüme göstermiştir. Bu gecikmenin nedenlerinin<br />

en başında sektörün değerinin ülkemizde geç<br />

kavranmış olması gelmektedir. ABD ve Avrupa<br />

ülkelerinde lojistik sektörü 1960-1990’lı yıllarda<br />

gelişim evresini tamamlamış, küreselleşmenin<br />

etkisiyle, özellikle yabancı sermayenin ve çok uluslu<br />

şirketlerin ülkemize doğru yönelmesi, firmalar ve<br />

şirketler bünyesinde oluşan stratejik ortaklıklar ve<br />

partnerliklerle sonuçlanmıştır. Bu sonuçların lojistik<br />

sektöründeki iz düşümü ise, sektörün gelişimi<br />

olarak karşımıza çıkmıştır. Diğer bir ifade ile yabancı<br />

lojistik şirketler ve firmalar ülkemizdeki lojistik<br />

sektörünün ve lojistik firmalarının gelişiminde<br />

lokomotif görevi görmüştür. Bu gelişim süreci<br />

2000’li yıllarda hızlanmış ve günümüze kadar<br />

artarak gelmiştir.<br />

Bugün 7 milyar insanın yaşadığı ve 16 trilyon<br />

dolarlık ticaret hacmine sahip dünya ekonomik<br />

pazarında, lojistik hacim ortalama 6.4 trilyon dolar<br />

(%40) civarında bulunmaktadır. Ancak bugün<br />

itibarıyla Türkiye gerek dünya ticaret hacminin,<br />

gerekse lojistik hacmin oluşturduğu pastadan yeteri<br />

kadar faydalanamamaktadır. Kıtalar arası lojistik<br />

bir köprü ve kanal görevi gören ülkemiz, bugün<br />

itibarı ile 50-60 milyar dolarlık (dünya lojistik<br />

hacminin yaklaşık yüzde biri) bir lojistik kapasiteye<br />

39<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


40<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

sahip bulunmaktadır. Bu kapasite içerisinde çeşitli<br />

ölçeklerde birçok Lojistik Hizmet Üreten Firma<br />

(LHÜF) hizmet vermektedir. Ancak söz konusu<br />

bu firmaların Türk ekonomisine sağladığı lojistik<br />

değer yıllık ortalama 6-8 milyar dolar (dünya<br />

lojistik hacminin yaklaşık binde biri) civarında<br />

bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile kapasitenin<br />

yalnızca % 13’ünün kullanılması, lojistik potansiyel<br />

gücün, kapasitenin, kaynakların ve enerjinin atıl<br />

kalmasına neden olmaktadır.<br />

Bugün dünya ekonomisinde gelişmiş ülkelerin<br />

lojistik faaliyetler için yapmış oldukları harcamaların<br />

Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’nın içindeki payı<br />

ortalama %1,5 - %2 arasında yer almaktadır.<br />

Gelişmekte olan ülkelerde ise bu oran %0.2 ile %0.5<br />

arasındadır. Bu oran Türkiye’de %0,3 civarındadır.<br />

Ülkelerin toplam yıllık yatırımları içerisindeki<br />

lojistik yatırım payları ise, gelişmiş ülkelerde %15 -<br />

%40 arasında seyrederken, gelişmekte olan ülkelerde<br />

bu oran %2 - %5 arasında kalmaktadır. Türkiye’de<br />

bu oran yıllık %3’tür. Lojistik sektördeki yıllık<br />

büyüme oranları ise, gelişmiş ülkelerde %5 - %12<br />

arasında seyrederken, gelişmekte olan ülkelerde ise<br />

bu oran %15 - %25’e çıkmaktadır. (Kriz yılları hariç<br />

Avrupa’da yıllık % 7-10, Kuzey Amerika’da yıllık<br />

%15, Asya’da % 20 ve Türkiye’deki yıllık büyüme<br />

oranı ortalama %15-20’dir.)<br />

Lojistik sektöründeki büyüme, birçok işletmenin<br />

kendi bünyesinde lojistik departmanlarını açması<br />

ve lojistik hizmetlerini dış kaynak kullanımı ile<br />

karşılaması sonucu 3’üncü Parti Lojistik ve 4’üncü<br />

Parti Lojistik, LHÜF’ün sektörde yer alması ile<br />

artmış ve bununla doğru orantılı olarak sektörde<br />

uzmanlaşma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Türkiye’deki<br />

uzmanlaşmış, profesyonel, kalifiye, eğitimli<br />

personel sayısı sektörün ihtiyaçlarına cevap verecek<br />

düzeyde değildir. Sektördeki gelişime bağlı olarak<br />

ülkemizde devlet, vakıf veya özel üniversitelerde<br />

lojistik dallarında eğitim veren çeşitli ön lisans,<br />

lisans ve lisansüstü (yüksek lisans-doktora) eğitim<br />

programları açılmaya başlanmış ve günümüzde<br />

sayıları giderek artmaktadır. Eğitimin bu örgün<br />

yapılanmasının yanı sıra, yaygın eğitim yapılanması<br />

ile de lojistik sektörün hizmet içi eğitim ihtiyaçları<br />

özel danışmanlık ve eğitim firmaları tarafından<br />

karşılanmaya başlanmıştır.<br />

Bugün küresel yapının ihtiyaçlarını karşılayacak<br />

lojistik eğitimler çok boyutlu çok yönlü ve süreç<br />

bazlı olma özelliği taşımaktadır. Bu durumu<br />

gerekli kılan etmenlerden biri lojistiğin disiplinler<br />

arası (lojistik, ekonomi, işletme, mühendislik<br />

vb.) bir olgu olmasıdır. Diğer etmen ise, lojistik iş<br />

süreçlerinde bir çok farklı özellikte iş alanlarının<br />

(sigorta, gümrük, nakliye, depo yönetimi, envanter<br />

yönetimi, pazarlama, müşteri hizmetleri vb.) birlikte<br />

yürütülmesi zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.<br />

Türkiye’de lojistik alanında lisans ve lisansüstü<br />

eğitim veren belli başlı üniversite ve bölümleri<br />

Tablo-1’de gösterilmiştir.<br />

Günümüzde şirketler her alanda işletmeye, sektöre,<br />

pazara ve müşteriye değer katabilecek niteliklerde,<br />

donanımda ve rekabetçi özelliklere sahip<br />

profesyonelleri istihdam etmek istemektedirler.<br />

Bu durum lojistik ve tedarik zinciri içerisinde<br />

yer alan çeşitli görevlerdeki profesyoneller içinde<br />

geçerlidir. İşletmeler lojistiğin operasyonel ve<br />

ekonomik katkıları yanında giderek artan stratejik<br />

katkılarının farkına vardıkça ve lojistiğin, müşteri<br />

hizmet düzeyini arttırarak ve müşteri memnuniyeti<br />

yaratarak firmalara rekabet avantajı sağlayan<br />

bir değer olduğunu anladıkça nitelikli lojistik ve<br />

tedarik zinciri yönetimi profesyonellerine olan talep<br />

artmaktadır.<br />

Günümüzün lojistik profesyonellerinin büyük<br />

resmi görebilecek ve sistem elemanları arasındaki<br />

bütünleşmeyi sorunsuz şekilde sağlayabilecek<br />

bilgi, yeterlilik ve becerilere sahip olması gerekir.<br />

Bu da ekonomi, hukuk, işletme, ihracat, ithalat,<br />

lojistik, tedarik zinciri yönetimi ve yönetimde insan<br />

ilişkileri konularında pek çok bilgi ve beceriye sahip<br />

olmalarını gerektirir. Ancak bu bilgi ve becerilerin<br />

ağırlık dereceleri, pozisyon özellikleri, işletme<br />

özellikleri işletmenin bulunduğu bölgeye göre<br />

değişebilir.<br />

Nitelikli lojistik personelinin; karmaşık yapıya uyum<br />

sağlayabilecek, ekiple çalışabilecek, yabancı dil veya<br />

dillere sahip, bilgisayar programları kullanabilen,<br />

süreç analiz ve yönetimini iyi yapabilecek, birden<br />

çok disiplin alanında bilgi sahibi, esnek düşünebilen,<br />

eğitime açık ve insan ilişkilerinde başarılı bireyler<br />

olmaları şarttır.<br />

Lojistik eğitiminde, temelde benzer, farklı ders<br />

ÜNİVERSİTE ADI ENSTİTÜ/FAKÜLTE PROGRAM ADI<br />

Yaşar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Lojistik Yönetimi<br />

Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası Lojistik ve Taşımacılık<br />

Beykent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Lojistik ve Taşımacılık<br />

İzmir Ekonomi<br />

Üniversitesi<br />

İzmir Ekonomi<br />

Üniversitesi<br />

Tablo 1. Türkiye’de lojistik alanında lisans ve lisansüstü eğitim veren belli başlı üniversite ve bölümleri<br />

gruplarının dağılımıyla oluşturulmuş Şekil-1 ve<br />

Şekil-2’de gösterilen iki ekolden söz edebiliriz<br />

(Küçüksolak, 2006). Bunlar;<br />

1. İşletme Modelli Lojistik Eğitimi,<br />

2. Mühendislik Modelli Lojistik Eğitimi.<br />

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />

Mühendislik modelinde mühendislik, lojistik ve<br />

tedarik zinciri yönetimi derslerine ağırlık verilirken<br />

bunlar özellikle yönetsel anlamda faydalı olacak<br />

işletme dersleri ile desteklenmektedir.<br />

İşletme modelinde ise işletme bilimi dersleri<br />

ile lojistik ve TZY dersleri ağırlıklıdır ve bunlar<br />

Lojistik Yönetimi<br />

Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans<br />

Okan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Lojistik<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Dokuz Eylül Üniversitesi<br />

Kara Harp Okulu<br />

Kara Harp Okulu<br />

Doğuş Üniversitesi<br />

Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi<br />

Yüksek Okulu<br />

Fen Bilimleri Enstitüsü<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />

Savunma Bilimleri Enstitüsü<br />

Savunma Bilimleri Enstitüsü<br />

Fen Bilimleri Enstitüsü<br />

Deniz İşletmeleri Yönetimi<br />

Lojistik Mühendisliği Tezli ve Tezsiz<br />

Yüksek Lisans<br />

Denizcilik İşletmeleri ve Yönetimi<br />

Yüksek Lisans<br />

Lojistik ve Denizcilik Ulaştırması<br />

Tezsiz Yüksek Lisans<br />

Malzeme Tedarik ve Lojistik<br />

Yönetimi Yüksek Lisans<br />

Malzeme Tedarik ve Lojistik<br />

Yönetimi Doktora<br />

Lojistik ve Tedarik Zinciri Yönetimi<br />

Doktora<br />

özellikle sistem yaklaşımı, karar alma ve analiz<br />

konularında faydalı olacak mühendislik dersleri ile<br />

desteklenmektedir.<br />

1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren<br />

üniversitelerde açılan eğitim programları “Lojistik<br />

Mühendisliği” adı altında tasarlanmış olmasına<br />

rağmen, gelişen ve değişen şartlar sonucu 2000’li<br />

yıllardan itibaren programlar değişikliğe uğrayarak<br />

“Lojistik Yönetimi” adı altında toplanmıştır.<br />

Bugün lojistik yönetimi eğitim programlarıyla; çok<br />

modlu tanımlanmış ulaştırma ve entegre güvenlik iş<br />

çözümleri, sektörel, mühendislik, coğrafi, kavramsal,<br />

sosyal, teknik ve teknolojik deneyimler, lojistik ve<br />

tedarik zinciri yönetimine yönelik problem çözme,<br />

çözüm üretme, tasarım, iş ve iç süreçleri geliştirme,<br />

41<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


42<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Şekil -1 İşletme modelli lojistik eğitiminde ders<br />

dağılımı örneği.<br />

Şekil -2 Mühendislik modelli lojistik eğitiminde<br />

ders dağılımı örneği.<br />

süreç yönetimi, pazar analizi, yeni iş modelleri<br />

oluşturma ve geliştirme, yaratıcı yeni nesil akıllı<br />

lojistik ve tedarik zinciri sistemleri geliştirme ve<br />

analitik düşünme vb. yeteneklerin lojistik insan<br />

kaynağına kazandırılması hedeflenmelidir.<br />

Bu kapsamda lojistik eğitim verilecek bireylere<br />

kazandırılması gereken becerileri; lojistik<br />

kavramsal beceriler, lojistik teknik beceriler, lojistik<br />

ilişkisel beceriler ve sosyal beceriler şeklinde<br />

sınıflandırmamız mümkündür. Bu becerilere örnek<br />

verecek olursak (Karadoğan, 2011);<br />

Lojistik kavramsal beceriler olarak; uluslararası ve<br />

küresel lojistik ve tedarik zinciri yönetimi, ulaştırma<br />

ve nakliye, envanter, tedarik, satın alma, stok,<br />

kalite, hizmet yönetimi, finans yönetimi, lojistik<br />

planlama (stratejik, taktik, operatif planlama),<br />

lojistik politikalar, dağıtım yönetimi, yeşil ve tersine<br />

lojistik, 1’inci Parti Lojistik, 2’nci Parti Lojistik,<br />

3’üncü Parti Lojistik, 4’üncü Parti Lojistik ve 5’inci<br />

Parti Lojistik, depolama ve tedarik zinciri yönetimi<br />

vb. becerilerinin,<br />

Lojistik teknik beceriler olarak; lojistik istatistiği,<br />

maliyet, fiyat, paketleme, ambalajlama, barkodlama,<br />

lojistik mühendisliği, depo tasarımı, genel<br />

tasarım, çözüm üretme, problem çözme, lojistik bilgi<br />

sistemleri (LBS), tedarik zinciri tasarımı, muhasebe,<br />

süreç geliştirme, yeni iş süreçleri oluşturma, karar<br />

verme süreçleri, karar destek sistemleri, maliyet<br />

analizi, sigortalama, NETWORK oluşturma, iş akış<br />

analizi, sipariş süreç yönetimi, performans hedefleri,<br />

cross docking, inavasyon, gümrük işlemleri,<br />

operasyon yönetimi, nakliye yönetimi, trafik,<br />

yükleme, boşaltma, elleçleme ve dokümantasyon vb.<br />

becerilerinin,<br />

Lojistik ilişkisel beceriler konusunda ise; işletme<br />

yönetimi, ürün yönetimi ve ürün geliştirme, üretim<br />

yönetimi, sektör, piyasa, pazarlama, promosyon,<br />

ekonomi, sözleşme yönetimi, perakende yönetimi,<br />

stratejik planlama, stratejik kaynak yönetimi, satış<br />

yönetim, talep yönetimi ve tahmini, kalite yönetimi,<br />

zaman yönetimi, IT yönetimi, hukuk, muhasebe,<br />

çevre yönetimi, proje yönetimi, yöneylem (harekat<br />

araştırması), endüstri mühendisliği, uluslararası<br />

ilişkiler, matematik, istatistik, organinasyonel yapı<br />

kurma, dış kaynak kullanımı, vb. becerilerinin,<br />

Sosyal beceriler olarak da; müşteri hizmetleri, çevre<br />

yönetimi, yönetimde insan ilişkileri, motivasyon,<br />

iletişim, görüşme becerisi, liderlik, işbirliği, pozitif<br />

tutum, medya, basın yayın, psikoloji ve örgüt<br />

psikolojisi vb. becerilerinin kazandırılmasını<br />

sayabiliriz.<br />

Sonuç olarak çağımızın parlayan yıldızı<br />

konumundaki lojistik sektörünü geleceğe<br />

taşıyacak ve geliştirecek olanlar nitelikli lojistik<br />

profesyonelleridir. Bu bireyler arasından büyük<br />

resmi en iyi görme kabiliyetine sahip olan, iyi ve<br />

kaliteli eğitim almış, nitelikli lojistikçiler sıyrılacak<br />

ve hem çalıştıkları işletmeler, hem de kendileri için<br />

büyük bir değer konumuna geleceklerdir.<br />

KAYNAKLAR :<br />

1. Küçüksolak, B.Tuğrul. (2006) Dünya’da ve Türkiye’de Lojistik Eğitimi (Yayımlanmamış<br />

Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü.<br />

2. Karadoğan, D. (2011) Lojistik Eğitim Yönetimi, Web Adresi:http://www.lojistikci.<br />

com/?p=2833, (Erişim Tarihi: 15.01.<strong>2012</strong>)<br />

BAHRİYE SANCAKLARI VE SİMGELERİ<br />

[ Hazırlayan ] Selim YETİM | SG Sey. Kd. Üçvş.<br />

İnsanoğlu kendisini, korkularını, inançlarını,<br />

kuvvetini ifade etmek için belirli objeler<br />

kullanmıştır. İnsan topluluklarının oluşmaları ile bu<br />

işaretler o toplumun simgeleri olmaya başlamıştır.<br />

Orduların, temsil ettikleri devletin alameti olarak<br />

kullandıkları bayrağın adına “sancak” denilmektedir.<br />

Sancak, ulus, vatan ve yönetimden oluşan bir<br />

devletin varlığının simgesidir. Sancaklar, üzerlerinde<br />

önem verilen işaretler taşımaları sebebiyle her<br />

yerden görülebilecek şekilde en yüksek noktalara<br />

asılarak ülkenin egemenliğini ifade ederler.<br />

“Sancak” kelimesi Türkçe’deki batırıp, saplamak<br />

anlamına gelen “sancmak” tan gelmektedir.<br />

Sancağın daha büyük olup yere saplandığını, sancak<br />

maddesinde ise gönderli bir çeşit bayrak olduğunu<br />

belirtmektedir ve “sancak” tabiri daha çok dini bir<br />

mahiyettedir.<br />

Türk toplumunda sancak hem İslamiyet öncesinde<br />

hem de İslamiyet sonrasında kullanılmış ve kutsal<br />

anlamlar taşımıştır. Sancak, devletin egemenliğini,<br />

hükümdarın gücünü, toplumun birliğini temsil<br />

etmiştir. Osmanlı Devleti’nde, hükümdar tahta<br />

geçtiğinde, adına para basılır, tuğra yapılır ve diğer<br />

bir hükümdarlık işareti olarak sancak yaptırılırdı.<br />

Sancaklarda birçok renk kullanılmakla beraber<br />

beyaz, kırmızı, yeşil ve sarı renge daha çok yer<br />

verilmiştir.<br />

Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan itibaren<br />

birçok şekil ve renkte sancaklar kullanmakla birlikte,<br />

43<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


44<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

hilal devletin resmî sembolü şeklindeydi. Osmanlı<br />

bahriyesinde renk olarak kırmızı ile yeşile daha<br />

çok yer verilmiştir. İlk zamanlardan itibaren yeşil<br />

sancaklar Osmanlı bahriyesinde ağırlıklı olarak<br />

kullanılırken III. Selim (1789-1807) zamanında<br />

kırmızı renk ön plana çıkmıştır. III. Selim devletin<br />

resmî bir sembolünü oluşturma çabasına giren ilk<br />

hükümdar olmakla beraber zamanında Kaptan<br />

Paşa olan Küçük Hüseyin Paşa’nın da gayretleri<br />

ile bahriye sancaklarında yeşil yerine kırmızı renk<br />

kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyıl sonundaki ve<br />

20. yüzyıl başındaki devlete ait salname ve bahriye<br />

işaret defterlerinde sancakların resimlerini, nerede<br />

ve nasıl kullanıldıklarına dair bilgileri bulunur.<br />

Osmanlı bahriyesinde kullanılan sancaklar ile ilgili<br />

en eski kayıtlardan biri II. Mehmet döneminde<br />

yaşamış, Tursun Bey’in Tarih-i Ebü’-Feth adlı<br />

eserinde geçmektedir;<br />

“Eğer görse Gazi Umur Bey<br />

Deye olmaya bu donanmadan yek<br />

Mavnalar, kadırgalar bu üzese<br />

Sanasın dağlar yürür su üzere<br />

Cüdadan her biri ol neyistan<br />

Kızıl bayraklardan bir gülistan”<br />

Osmanlı mavna ve kadırgalarının kırmızı bayraklarla<br />

donatılmış olduğundan bahsedilmektedir. Ancak<br />

üzerlerindeki motif ya da işaretler hakkında<br />

herhangi bir bilgi verilmemiştir.<br />

Barbaros Hayreddin Paşa’nın yanında ve hizmetinde<br />

bulunmuş Seyyid Muradî tarafından kaleme<br />

alınan, Barbaros ile ağabeyi Oruç Reis’in hayatının<br />

anlatıldığı, GAZAVATNÂMEDE Yavuz Sultan<br />

Selim’in Hayreddin Paşa’ya, sırma ayetler yazılı<br />

yeşil bir sancak ile kırmızı bir flandra gönderdiği<br />

geçmektedir.<br />

Barbaros Hayreddin Paşa’nın, İstanbul Beşiktaş’taki<br />

Deniz Müzesi’nde bulunan sancağının en üstünde<br />

ayet kerimesi bulunmaktadır. Ortasında bulunan<br />

kılıç ise Zülfikar’dır. Hayreddin Paşa’nın sancağında,<br />

Zülfikar’ın yanındaki “beyaz el” ise “Pençe-i Âl-i<br />

Aba”yı yani Sancağın dört köşesinde, dört büyük<br />

Halifenin isimleri bulunmaktadır. Sancağın<br />

alt ortasındaki iç içe iki üçgenden oluşan yıldız<br />

şeklindeki Hz. Süleyman’ın mührü ise geçmişte<br />

Müslümanlar tarafından yaygın olarak kullanılan<br />

ve Mühr-ü Süleyman olarak bilinen bir simgedir.<br />

Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa’nın, “rüzgara<br />

hükmedebilmek maksadıyla” sancağına Mühr-ü<br />

Süleyman motifi işlenmesi de bu geleneğin bir<br />

neticesidir.<br />

“Karaların ve Denizlerin Sultanı” ibaresini koyan<br />

Fatih Sultan Mehmet’e ait hünkâr gemisinin sancağı<br />

yeşil renkteydi.<br />

Piyale Paşa’nın donanmasının İstanbul’dan hareket<br />

edişini anlatan Avrupalı bir seyyah, kumandan<br />

bayrağının yeşil olduğunu bildirmektedir (Köprülü,<br />

1943: 417). Bu durum diğer korsanlar ile savaşan<br />

Cezayir korsanlarının, Umur ve Barbaros Paşaların<br />

geleneklerini devam ettirdiklerini göstermektedir.<br />

1573’te Avusturya elçisi Sannegk ve Preyburg Kontu<br />

David Ungnad ile birlikte İstanbul’a gelen ve beş<br />

sene İstanbul’da kalan sefaret heyetinin Protestan<br />

vaizi Stephan Gerlach’ın, torunu Samuel Gerlach<br />

tarafından 1674’te Frankfurt’ta basılan güncesinde,<br />

16. yüzyıl Osmanlı donanması ile ilgili olarak şunlar<br />

yer almaktadır;<br />

“19 Kasım’da (1573) Uluç Ali’de 130 kadırga ve<br />

kendine ait olan yeşil direkli birçok gemiyle birlikte<br />

geri geldi. Kadırgalar rengârenk güzel bayraklarla<br />

süslenmişti. En tepeye gözlemcinin sepetinin olduğu<br />

yere de çok uzun, kırmızı, beyaz ve siyah renkte iki<br />

sivri uzantısı olan bir bayrak çekilmişti. Gemiler<br />

ve kürekler kırmızıya boyanmıştı. Kaptan Paşa<br />

gemisinin dışı yaldızlıydı ve ön tarafında yaldızlı üç<br />

top vardı. Uluç Ali Galata’nın karşısında, sarayın<br />

önünde gemileri durdurdu ve bütün topları ateşledi.<br />

Daha sonra gemiler çok hoş bir müzik eşliğinde karşı<br />

sahile geçtiler.”<br />

“21 Mayıs (1576) tarihinde Uluç Ali 30 kadırga<br />

ile denize açıldı. (bazıları 25 kadırga olduğunu<br />

söylüyor.) Gemilerin küreklerini ve direklerini<br />

kırmızıya boyamışlar, kırmızı, beyaz ve mavi<br />

bayraklarla süslemişlerdi.”<br />

Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, H. 10. yüzyılda yapılmış<br />

bu gravürde görüldüğü şekilde yukarı bakan hilalli<br />

sancaklar resmedilmiştir. Yelkenli geminin mizana<br />

direğinde, kırmızı zemin üzerine sarı renkli bir hilal<br />

ve kıç gönderinde ise yine kırmızı zemin üzerine sarı<br />

renkli iki hilal bulunmaktadır.<br />

Osmanlı Bahriye Sancaklarındaki Simgeler<br />

Zülfikar<br />

7 Ekim 1571 tarihinde Osmanlı ve Haçlı donanması<br />

arasında meydana gelen “İnebahtı (Lephanto)<br />

Muharebesi Sancağı” İnebahtı Deniz Savaşı’nda<br />

Haçlılar tarafından ele geçirilmiştir. Müezzinzade<br />

Ali Paşa’nın 1571 yılında İnebahtı Deniz<br />

Muharebesi’nde kullandığı sancak, 1964 yılında<br />

Papa VI. Paul tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne bir<br />

nezaket göstergesi olarak iade edilmiştir. Kırmızı<br />

ipek üzerine, yeşil ipekli dokumadan ayet ve sureler<br />

aplike edilmiştir.<br />

Kılıç, Türkler arasında tarih boyunca gücün ve<br />

cesaretin bunun yanı sıra hukukun ve dinin sembolü<br />

olmuştur. Kılıç üzerine yemin edilmiş, padişahlara<br />

kılıç kuşanma merasimleri yapılmış; kılıç, Tanrının<br />

emirlerini yaymak ve adaleti sağlamak için önemli<br />

bir araç olarak görülmüştür. Çift ağızlı kılıç, Zülfikar,<br />

İslam inancına göre, Hz. Muhammed’e Bedir Savaşı<br />

sırasında gökten indirilmiştir. Ali, Hammer’den<br />

aktararak, Zülfikar’ın bir ucunun doğuyu bir ucunun<br />

batıyı tehdit ettiğini, bu iki uçlu kılıcın, Osmanlı<br />

Hükümeti paşalarının mühürlerinde kullanıldığını<br />

ve kaptan paşanın yani Osmanlı donanması<br />

büyük amiralinin kırmızı sancağının üzerinde<br />

Zülfikar bulunduğunu kaydetmiştir. Sancaklarda<br />

kullanılan Zülfikar motiflerinin bir kısmında,<br />

kılıcın kabzasının ejder başı şeklinde bittiği görülür.<br />

Ejderin ağzında alevi simgelemek ve dillerin devamı<br />

olmak üzere küçük çiçek desenleri görülür.<br />

Hilal<br />

Hilalin Türkler tarafından bayraklarda kullanılması<br />

milattan önceki bin yıla kadar dayandırılmaktadır.<br />

Hilal, Sümerlerde ay tanrısı Nanna’nın sembolüydü<br />

ve Mezopotamya’da birçok eserde özellikle de mühür<br />

ve sınır taşlarında kullanılmaktaydı.<br />

45<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


46<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

19. yüzyıl başında Osmanlı kalyonlarına çekilen<br />

sancaklar;<br />

Göktürklerin damgalarında, Uygurların tuğlarında,<br />

Karahanlıların bayrağında ve sikkelerinde,<br />

Sasanilerin yine sikkelerinin çoğunda hilal<br />

motifi şeklinde görülmektedir. İslamiyet’te ise<br />

ayet ve hadislerde anlatılan özellikleri sebebiyle<br />

Müslümanlar tarafından mutluluk, sevinç ve diriliş<br />

sembolü olarak kabul edilmiştir.<br />

Güneş<br />

1868 - İstanbul<br />

Abdülaziz (1861-1876) zamanında yapılmıştır.<br />

Eski Türklerde görülen güneş, ay ve yıldız<br />

kültlerinin, Gök-tanrı kültüyle ilişkisi çok erken<br />

dönemlere dayanmaktadır. Eski Türklere ait tangrı<br />

sözcüğünün kökü tan(g)’dır ve tan, eski Türk<br />

yazıtlarında ve birçok çağdaş Türk lehçesinde<br />

güneşin doğduğu yer anlamındadır. Bu nedenle<br />

tangrı sözcüğü güneşle ilişkilidir ya da güneşi<br />

çağıran, doğmasını sağlayan anlamındadır.<br />

Türklerde güneş, aydan daha önemliydi. Uygurlara<br />

Önasya menşeli dinler girdikçe, Ay Türkler arasında<br />

önem kazanmaya başlamıştır. Güneş doğarken,<br />

diz çökerek güneşe selam vermek veya güneşten<br />

yardım dilemek gibi istek ve saygı hareketleri,<br />

Türk tarihinde çok görülen olaylardı. Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nda sultanın Osmanlı mülkünü<br />

aydınlatan bir güneşe benzetildiği görülür.<br />

Mühr-ü Süleyman<br />

İki eşkenar üçgen kullanılarak yapılan altı kollu<br />

yıldız, Mühr-ü Süleyman süsleme unsuru olarak<br />

Türk ve İslam sanatında gerek mimari süslemede ve<br />

gerekse küçük el sanatlarında sıkça kullanılmıştır.<br />

Altı kollu yıldız motifi sadece Türk ve İslam<br />

devletlerinde değil daha eski medeniyetlerde de<br />

görülmektedir. Tunç Devrinde Mezopotamya’dan<br />

İngiltere’ye kadar yayılan geniş bir alanda; Demir<br />

Çağında Hindistan’da ve İber Yarımadası’nda<br />

kullanıldığı bilinmektedir. Romalılar tarafından<br />

Baalbek’teki Bakhüs mabedinde ve Tauroentum’daki<br />

yer döşemelerinde görülür. Mısır’da bulunmuş bir<br />

Bizans muskası üzerinde de ortada çıpa/haç ve balık,<br />

etrafında “Süleyman sağlık bekçisi” yazılıdır. 5-6’ncı<br />

yüzyıla tarihlenen papürüsten yapılmış bir beyaz<br />

amulet üzerinde “kötü ruhlara karşı olan Süleyman<br />

onların tümünü çıkardı. Bu muskayı taşıyan ateşten,<br />

her çeşit hastalık ve kötü yaralanmalara karşı<br />

korur, bizi bekle” yazmaktadır. Altı kollu yıldız<br />

motifini Anadolu Selçuklu eserlerinde de görmek<br />

mümkündür. Diyarbakır Ulu Camii’nin 1124 tarihli<br />

batı revağındaki bir kilit taşında bu yıldız eşit kolları<br />

ve düzgün hatlarıyla tam bir Mühr-ü Süleyman<br />

özelliğindedir.<br />

Pençe-i Âl-i Abâ<br />

Kuvvet ve faydayı ifade eden el sembolü önceleri<br />

büyüsel bir motif olarak, İslam kültüründe ise<br />

tarikat sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

(Aldoğan, 1988: 83). Prehistorik çağlardan<br />

itibaren görülen ve ilkel insan tarafından,<br />

belki de sihirsel amaçlarla kullanılan ilk işaret<br />

olduğu düşünülmektedir. Tarih öncesi çağlarda<br />

insanoğlunun elini boyaya batırıp duvara<br />

basmasıyla ya da elinin ayasını duvara dayayıp<br />

etrafını boyayarak oluşturduğu el işareti; kuvvet,<br />

kötülüklerden arınma, sahip olma, elde etme<br />

isteklerini ifade etmektedir.<br />

Tuğra<br />

Oğuz Han’ın yazılarındaki işaretinin tuğra olduğu<br />

ve bu tabirin “tuğrı” isimli efsanevi bir kuştan<br />

geldiği rivayet edilmektedir. Divanü-lûgat-it-Türk’de<br />

Tuğranın aslının Oğuzca “tuğrağ” olduğu ve bunun<br />

hükümdarın basılmış nişanı olduğu belirtilmektedir.<br />

Anadolu lehçesinde tuğrağ kelimesinin sonundaki<br />

“ğ” okunamadığından tuğra şeklini almıştır. Osmanlı<br />

tuğrası, tuğ, sancak, taht ve kılıç yazı-resimlerinden<br />

oluşan bir arma haline gelerek Osmanlı Devleti’ni<br />

temsil etmiştir.<br />

Osmanlı Tuğu<br />

Alay Sancakları<br />

Alay sancaklarının üzerine, bazı ayetlerin sureleri,<br />

saltanat arması, sultan tuğrası, ay-yıldız ve hangi<br />

alaya ait olduğunu belirten yazılar, genellikle sırma<br />

ile işlenmiştir. 1789 senesinde tahta çıkan III. Selim<br />

döneminde III. Mustafa (1757-1774) zamanında<br />

başlayan Batılılaşma hareketleri yoğunluk<br />

kazanmış ve askerî alanda yapılan düzenlemeler,<br />

II. Mahmut tarafından da devam ettirilmiştir. Bu<br />

düzenlemelerin en önemlilerinden biri Yeniçeri<br />

Ocağı’nın kaldırılarak, “Asakir-i Mansure-i<br />

Muhammediye” adlı askerî teşkilatın kurulmasıdır.<br />

Kuruluşunda dinî düşüncelerin hâkim olduğu bu<br />

teşkilatın sancakları siyah renkli ipekten yapılmış<br />

ve dinî ibareler işlenmiştir. 19. yüzyılın ikinci<br />

yarısından itibaren tek renkli alay sancaklarının<br />

yanında birkaç ayrı rengin bir arada kullanıldığı<br />

farklı şekilde düzenlenmiş alay sancakları da<br />

kullanılmıştır. Ahşap gönder üzerinde taşınan alay<br />

sancaklarının başında ordu ya da alayın sancak alemi<br />

bulunmaktaydı. Bununla beraber savaşlarda başarılı<br />

olmuş alayların sancaklarına madalya ve zafer<br />

kurdelesi de takılmıştır.<br />

Alay sancaklarıyla donanmış bir gemi<br />

20’nci yüzyıl başı alay sancaklarıdırlar. Seyrek<br />

dokunmuş yünlü kumaştan yapılmışlardır. Zülfikar,<br />

hilal gibi çeşitli semboller alay sancaklarının üzerine<br />

aplike edilmiştir. Alay sancakları, padişahların cülus<br />

ve doğum günlerinde, bayramlar gibi dinî günlerde;<br />

yabancı devletlerin özel günlerinde ve padişahın<br />

ziyaretleri sırasında gemilere çekilmişlerdir. Bu<br />

sancaklar, sabah namazında çekilip, akşamüzeri<br />

sancak vakti indirilmekteydi. Hareket halindeki<br />

gemiler kimi zaman alay sancaklarını üzerlerinde<br />

bulundurmakta; kimi zaman da yalnız topuz<br />

sancaklarını kullanmaktaydılar. Topuz sancaklarıyla<br />

limana gelen savaş gemileri, demir attıkları zaman<br />

alay sancaklarını da çekmekteydiler. Osmanlı<br />

donanmasına ait bir gemi alay sancaklarını<br />

çektiği zaman denizdeki diğer filikalar eski bir<br />

gelenek olarak kıç gönderlerine resmî sancakları<br />

çekmekteydiler. P “namaz flaması” olarak<br />

geçmektedir.<br />

KAYNAKLAR :<br />

1. İstanbul Deniz Müzesi Sancaklar www.denizmuzeleri.tsk.tr<br />

2. İstanbul Deniz Müzesi’ndeki Osmanlı Dönemi Sancakları<br />

3. Sanat Tarihçi Müge KILIÇKAYA<br />

47<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


48<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

DOĞALGAZ VE LİKİT PETROL GAZININ ÖZELLİKLERİ<br />

VE GÜNLÜK HAYATIMIZA OLAN ETKİLERİ<br />

[ Hazırlayan ] Rahmi YALÇİN | Y/S Kd. Bçvş.<br />

Likit Petrol Gazı (Liqufied Petroleum Gase (LPG)<br />

Sıvılaştırılmış Petrol Gazı); petrolün damıtılması<br />

ve parçalanması esnasında elde edilen ve sonradan<br />

basınç altında sıvılaştırılan başlıca propan, bütan<br />

ve bunların izomerleri gibi hidrokarbonlar veya<br />

bunların karışımıdır.<br />

Doğalgaz (Compressed Natural Gase (CNG)<br />

Sıkıştırılmış Doğal Gaz); petrolün oluşumuna benzer<br />

şekilde, yeryüzünün alt katmanlarındaki organik<br />

maddelerin zamanla bakterileşmesi ve ışıl ayrışması<br />

sonucu oluşan, çoğunluğu metan olmak üzere, Etan<br />

ve çeşitleri hidrokarbonlardan oluşan yanıcı bir gaz<br />

karışımıdır.<br />

Genel Özellikleri: LPG çoğunlukla ham petrolün<br />

rafinasyonu esnasında elde edilir. Basınç altında<br />

sıvılaştırılarak tüplere doldurulur, tankerlerle<br />

taşınır. Türkiye şartlarına göre % 30 propan<br />

ve % 70 bütan karışımı olarak üretilir. Renksiz<br />

ve kokusuzdur. Bir kaçak olduğunda % 1’lik<br />

konsantrasyonunun fark edilebileceği şekilde içine<br />

pis koku veren Merkaptan katılır. LPG sıvı halde<br />

sudan yaklaşık iki kat hafif, gaz halde havadan<br />

iki kat ağırdır. Gaz kaçağı olduğunda alta çöker.<br />

Aşağıdan süpürülerek tahliye edilmelidir.<br />

Doğalgaz yeraltından doğal olarak çıkar. Basınç<br />

altında borularla ulaştırılır. Ayrıca deniz yolu<br />

ile nakil için –160 o C sıcaklıkta sıvılaştırılır.<br />

Türkiye’de kullanılan Doğalgazın bileşimi % 90<br />

Metan, % 5 Etan ve % 5 de diğer gazlar şeklindedir.<br />

Çoğunluğunu Metan gazı oluşturduğu için tamamen<br />

Metan gibi davranır. Renksiz ve kokusuzdur. Bir<br />

kaçak olduğunda % 1’lik konsantrasyonunun fark<br />

edilebileceği şekilde içine pis koku veren Tetra Hidro<br />

Teofen katılır. DOĞALGAZ havadan yaklaşık iki kat<br />

daha hafiftir. Gaz kaçağı olduğunda yukarı yükselir.<br />

Yukarıdan süpürülerek tahliye edilmelidir.<br />

LPG yangınları toplam yangınların % 6’sını<br />

oluşturmakta fakat toplam ölümlerin % 25’ine ve<br />

toplam yaralanmaların % 55’ine sebep olmaktadır.<br />

LPG ve Doğalgazın Tehlikeleri:<br />

1. Oksijen Oranını Azaltmaları: Gazlar özellikle<br />

kapalı hacimlerde birçok açıdan risk oluştururlar.<br />

Bunların başında ortamda biriktiklerinde (kaçak<br />

ve sızıntılarda) Oksijenin oranını azaltarak<br />

boğularak ölüme neden olmaları gelir. LPG kaçağı<br />

tabandan itibaren, Doğalgaz kaçağı tavandan<br />

itibaren birikerek Oksijenin oranını azaltacaktır.<br />

İnsanın soluyabileceği alt sınır olan % 17’nin altına<br />

inildiğinde hayati tehlike söz konusu olur.<br />

2. Oksijen Tüketmeleri: LPG yaklaşık 24 kat,<br />

Doğalgaz 10 kat hava tüketerek yanar. Dolayısıyla<br />

kapalı hacimlerde kısa süre sonra Oksijen tehlikeli<br />

seviyeye düşer. Banyo gibi küçük hacimlerde bu<br />

hız daha fazladır. Bu nedenle bu gaz yakıtların<br />

yakıldıkları yerlerde mutlaka sürekli temiz hava<br />

girişi sağlanılmalıdır. Doğalgaz sistemleri için<br />

menfez mutlak şart olarak istenmektedir. Hâlbuki<br />

yaklaşık 2,5 kat daha fazla Oksijen tüketen LPG<br />

için bilgi ve önlem boşluğu vardır. LPG’li şofben<br />

kullanılan banyolar ve LPG’li katalitik soba<br />

kullanılan odalar tehlike altındadır.<br />

3. Patlama: Yanmakta olan gaz patlamaz. Kapalı<br />

hacimde bütün yanıcı gazlar alt ve üst patlama<br />

sınırları arasındaki oran kadar biriktiğinde en ufak<br />

bir kıvılcımla ~10 bar’lık bir basınçla patlarlar.<br />

Basınç; yanma tepkimesinden çıkan ürünlerin<br />

girenlerden fazla olması ve ortam sıcaklığından<br />

600 – 700 o C sıcaklığa ani olarak çıkmaları sebebi<br />

ile oluşmaktadır. Buna kimyasal patlama denir.<br />

LPG patlaması diye duyulan olayların büyük<br />

çoğunluğu bu patlamadır. Tüp parçalanması<br />

az görülür. Yemeğin taşması ile sönen ocaktan<br />

sızan gazın yeterli miktarda biriktiğinde tekrar<br />

yakılmak için çakılan çakmakla patlaması sık<br />

karşılaşılan bir durumdur. Ayrıca mutfak tipi<br />

tüplerin kauçuk hortumları TS 2179’a göre 3<br />

yıldan fazla kullanılmaması gerektiği halde ne<br />

LPG<br />

satıcılar tarafından ne de tüketiciler tarafından<br />

bilinmemektedir. Hortumlar sertleşip yarılmakta<br />

ve sızan gaz felaketlere sebep olmaktadır.<br />

Hortumlar LPG’nin buharlaşma entalpisi nedeniyle<br />

soğumasından dolayı deforme olmaktadır. Bu<br />

nedenle de 3 yılda bir değiştirilmesi gerekmektedir.<br />

4. Basınçlı Kap Patlaması: Gazlar basınçlı<br />

kaplarda taşınır. Basınçlı kabın iç basıncı çeperin<br />

dayanabileceği basıncı aştığında en zayıf yerinden<br />

yarılıp, karşı istikamete fırlayacak şekilde patlar.<br />

Buna fiziksel patlama denir. İçinde yanıcı gaz olsun<br />

olmasın bütün tüplerde fiziksel patlama tehlikesi<br />

vardır. Çoğu tüplerde emniyet valfı vardır. Basınç<br />

arttığında valf açılır ve gaz boşalır. Bu taktirde<br />

yukarıda anlatılan Oksijen oranını azaltma ve<br />

kimyasal patlama tehlikelerine sebebiyet verebilir.<br />

Piknik tüplerinde ise emniyet valfı olmadığından<br />

sıcaklığın artışı ile fiziksel patlama kaçınılmazdır.<br />

Sıvılaştırılmış gaz bulunan tüplerde sıvı miktarı<br />

ne kadar fazla ise patlama riski o kadar azdır. Bu<br />

nedenle boş tüp dolu tüpten daha tehlikelidir. Tüpler<br />

direkt Güneş ışığına maruz bırakılmamalı, aşırı sıcak<br />

ortamda tutulmamalıdır. Piknik tüplerinin üzerine<br />

çapı büyük kazan konulmamalıdır.<br />

Tahliye ve Söndürme:<br />

1. Algılama ve Tahliye: Gaz kaçaklarının % 1<br />

lik konsantrasyonu burun ile algılandığında veya<br />

patlayıcı gaz detektörü ile daha erken algılandığında<br />

yapılması gerekenler: a) kapı ve pencereyi açmak,<br />

b) LPG ise yerden, Doğalgaz ise tavandan süpürerek<br />

tahliye etmektir. Yapılmaması gerekenler: a)<br />

kibrit ve sigara yakmamak, b) elektrik düğmelerini<br />

açmamak veya kapatmamak, c) kıvılcım ve ark<br />

DOĞALGAZ<br />

BİLEŞİMİ %30 PROPAN %70 BÜTAN %90 METAN %5 ETAN %5 DİĞER<br />

ÜRETİM PETROL RAFİNERİLERİ YERALTINDAN DOĞAL OLARAK<br />

TAŞINMA TÜPLERLE BORULARLA<br />

YETERLİ ISI KAYNAĞI KIVILCIM KIVILCIM<br />

YETERLİ OKSİJEN %12 %12<br />

YANMA ŞEKLİ PATLAMA PATLAMA<br />

SÖNDÜRME MADDELERİ KKT, CO2, HALON ALTERNATİFİ GAZLAR KKT, CO2, HALON ALTERNATİFİ GAZLAR<br />

TOKSİDİTE ZEHİRSİZ ZEHİRSİZ<br />

KOKU KOKUSUZ (+Merkaptan) KOKUSUZ (+ THT)<br />

PATLAMA LİMİTLERİ (%) 2,3-9,6 5-15<br />

YOĞUNLUK (GAZ) (Hava=1) ~ 2 0,58<br />

GEREKEN HAVA (V/V) 23,8 9,75<br />

TAHLİYE TABANDAN SÜPÜRME TAVANDAN SÜPÜRME<br />

SÖNDÜRME BOĞMA, ISLAK BEZ, KKT OKSİJENSİZ BIRAKILARAK<br />

Tablo 1. LPG ve Doğalgazın Karşılaştırılmalı Özellikleri<br />

49<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


oluşturabilecek her hareketten uzak durmaktır.<br />

2. Söndürme: Gaz yangınları BC veya ABC tipi kuru<br />

kimyevi tozlu veya CO 2<br />

li söndürücülerle boğarak<br />

söndürülür. Ayrıca HALON türevi söndürücüler<br />

de kullanılabilir. Evde alev almış tüp veya hortum<br />

ıslak bezle örterek söndürülebilir. Söndükten<br />

sonra vana kapatılabilmeli, gaz kesilmelidir. Gaz<br />

kesilemeyecekse söndürmemek daha iyidir. Çünkü<br />

gaz çıkışı patlamaya sebep olabilecektir. Elbette gaz<br />

patlaması veya yangını sonucu tutuşan katı ve sıvı<br />

yanıcıları söndürmek ve soğutmak için su ve köpük<br />

kullanılabilir.<br />

Dairelerde Doğalgaz Kaçağı Varsa;<br />

a- Kapı girişinde bulunan sayaçtaki vana kapatılır.<br />

b- Gerekli müdahaleler yapılır.<br />

c- Vana tekrar açılmaz, 187 numaralı telefonla Gaz<br />

Şirketine haber verilir.<br />

Bina İçinde veya Kazan Dairesinde Gaz Kaçağı<br />

Varsa;<br />

a- Bina dışında bulunan sayaçtaki vana kapatılır.<br />

b- Eğer sayaca ulaşılamıyorsa servis kutusu özel<br />

anahtarla açılır ve vana kapatılır.<br />

c- Vana tekrar açılmaz, 187 numaralı telefonla Gaz<br />

Şirketine haber verilir.<br />

d- Halk tehlikeli bölgeden uzaklaştırılır, bina<br />

boşaltılır.<br />

e- Yakın evlerdeki kişiler uyarılır gerekirse bu evler<br />

de boşaltılır, sokak trafiğe kapatılır<br />

f- Etraftakilerin sigara içmeleri, kıvılcım çıkartacak<br />

hareketlerde bulunmaları, zillere basmaları, elektrik<br />

düğmelerini kullanmamaları önlenir.<br />

1. TSE’li tüp ve hortum kullanılmalı, Tüpler direkt güneş ışığından, radyatör, soba gibi ısı kaynaklarından uzak<br />

olmalıdır. Ani bir rüzgarla sönmemesi için kapı pencere arası gibi yerlere konulmamalı.<br />

2. Tüpler, zemin seviyesinden aşağıdaki bodrumlarda merdiven boşluklarında giriş ve çıkış yolları ve koridor gibi<br />

kullanım alanlarında olmamalı. Tüpe kolay ulaşılabilmeli dolap arkalarında olmamalıdır. %1’lik konsantrasyonun<br />

kokusunun duyulabilmesi için dolabın altında delik açılmalıdır.<br />

3. Tüpler uyumak için kullanılan alanlarda ve yatak odalarında bulundurulmamalıdır.<br />

50<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

4. Tüpler kesinlikle yatırılmamalı, çalkalanmamalı, dik olrak kullanılmalıdır.<br />

5. Cihazlarınızda kullandığınız hortumlar TSE 1846 standartlarına uygun olmalı, uzunluğu 150 cm’yi geçmemeli,<br />

hortumun uçları cihaza ve dedantöre kelepçeyle sıkıca bağlanmalıdır. Hortumlar her halükarda en çok 3 yılda bir<br />

değiştirilmelidir. Ayrıca tüplerde kullanılan contalar da her tüp değiştirilmesi esnasında değiştirilmelidir.<br />

6. LPG kullandığınız cihazların etrafında ve üstlerinde, perde, kağıt vs. gibi kolay tutuşabilen maddeler<br />

bulundurulmamalıdır. Cihazlar yanmaz zemin üzerine oturtulmalıdır.<br />

Portatif Söndürme Cihazı yakında ve kolay kullanılabilir olmalıdır.<br />

7. Tüpler cihazlardan aşağı seviyede bulundurulmalı, bacaya bağlı olmayan şofben kullanılmamalıdır. Zehirlenmeler<br />

yanan şofbenin içerdeki gazı bitirmesi sebebiyle meydana gelmektedir. Banyoda havalandırma penceresi bulunmaması<br />

durumunda banyo kapısının alt kısmına havalandırma oluğu açılmalı ya da duş esnasında banyo kapısı 1-2 cm. açık<br />

bırakılmalıdır.<br />

8. Sistemde gaz kaçağı varsa;<br />

a. Vanalı tüplerde tüp vanası, clip-on tipi vanalı tüplerde ise dedantör düğmesi çevrilerek kapatılmalıdır.<br />

b. Ateş yakılmamalı, elektrik anahtarına dokunulmamalıdır.<br />

c. Buzdolabının kapısı açılmamalıdır.<br />

ç. Ortam havalandırılmalı, süpürge ile süpürmek suretiyle (Havadan ağır olan gaz tabanda birikecektir.) gaz açık<br />

havaya atılmalıdır.<br />

d. Yetkili bayi durumdan haberdar edilmelidir.<br />

9. Gaz kaçağı kontrolleri daima sabun köpüğüyle yapılmalı. Kibrit veya ateşle kontrol kesinlikle yapılmamalı,<br />

yapılmasına da müsaade edilmemelidir.<br />

10. Piknik tüpleri üzerindeki ocaklara kazan ve büyük tencere konmamalıdır. Bunların geniş tabanları ısıya alta doğru<br />

yayarak tüpün ve valfın ısınmasına ve tüpün patlamasına neden olabilir.<br />

Tablo 2. LPG Kullanımında Dikkat Edilecek Hususlar<br />

BİR DESTANDIR SARIKAMIŞ<br />

[ Hazırlayan ] Yılmaz KILIÇ | SG. Tls. Kd. Bçvş.<br />

Bu konuda birçok kitap okudum; kimisi araştırma<br />

kimisi roman. Sarıkamış dendiğinde gitmesem<br />

de görmesem de gözlerimi kapattığım her an<br />

o dondurucu soğukta şehit olmuş atalarımı<br />

düşünürüm. Vatanına nice hizmetler vereceğine<br />

inanarak yetiştirdiğim çocuklarım gelir gözümün<br />

önüne. Özgürce nefes alabilmemizin, yaşamamızın,<br />

aldığımız her nefesin bedelini düşünürüm. Onlara,<br />

bugünlerimiz için defalarca dua ederim. Her kar<br />

yağışında yüreğim sızlar. Böylesine düşünceler<br />

içerisindeyken, Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı<br />

Prof.Dr. Bingür SÖNMEZ tarafından verilen ‘‘1914–<br />

1915 Sarıkamış Muharebeleri” konulu konferans,<br />

bizlere bir kez daha Sarıkamış’ı yaşattı. Bir kez daha<br />

şehitlerimizi anmamızı sağladı.<br />

Sarıkamış’tan geriye çok az şey kalmıştı. Belki<br />

de unutmak üzereydik Sarıkamış’ı, onbinlerce<br />

öksüz, yetim, dul, ana, baba ve acı dolu yürek<br />

bırakan binlerce donmuş şehit demekti, Sarıkamış.<br />

Savaş sonrası bahar gelip de şehitlerimiz ortaya<br />

çıktıklarında, esir arkadaşları ve civar köylülerin<br />

yardımıyla, yüzlercesinin gruplar halinde, yerlerini<br />

yeni yeni öğrenmeye başladığımız çukurlara koyun<br />

koyuna gömüldüler. Çanakkale’de de olduğu gibi<br />

anladık ki, vatanımın her köşesinde bastığım yer,<br />

sadece toprak değil. Atılan her adımda, basılan her<br />

toprak parçasında, her tepede, çukurda, derede<br />

kutsal birer ad konmayı bekleyen şehitliklerimiz var.<br />

Rusların ilerleyeyip göremedikleriyle, bizim tarafta<br />

kalan şehitler, donmuş olanlar ve hastaneye yatanlar<br />

içerisinde de vefat edenlerle birlikte toplam 60.000<br />

askerin şehit olduğunu kabul etmek doğru olacaktır.<br />

51<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


maksadıyla en pis ve geri dönülmesi zor olan<br />

uzaklardaki hapishanelere yerleştirmişlerdir. Ayakta<br />

durmanın bile zorlukla sağlanabileceği, tuvaletin<br />

bulunmadığı, pislikten kaynaklanan ishal ve tifüsle<br />

iç içe haddinden fazla kişiyi vagonlara istif ederek,<br />

2–3 ay süren yol boyunca açlık ve bakımsızlıktan her<br />

gün şehit verilmesine neden olmuşlardır. Cenazeler<br />

birkaç gün vagonlardan alınmamış, alındığında da<br />

yolculuk esnasında dağlık bölgelerde yol kenarlarına<br />

atılmıştır. Kokudan yanlarına varılmayan, kapıları<br />

kilitli ve içerisi insan kılığından çıkmış, açlıktan<br />

renkleri sararmış, yanakları çökmüş, elmacık<br />

kemikleri dışarı fırlamış, kımıldamayacak şekilde<br />

yorgun ve kuvvetten düşmüş, elbisesiz, ayakları<br />

çıplak ve mevcut bütün bulaşıcı hastalıklara açık<br />

vagonlarda Türk esirleri birer birer şehit olmuştur.<br />

52<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Bu rakamların, değişik kaynaklarda kayıplarla<br />

birlikte 90.000 olduğu ifade edilmektedir.<br />

Harekâtta verilen şehit sayısı, kara savaşı ile sınırlı<br />

kalmamıştır. Sivastopol civarında bulunan Yavuz<br />

savaş gemimizin Rus donanmasını tutacağına<br />

fazlasıyla güvenilmesi nedeniyle, Sarıkamış<br />

harekâtındaki askerlere kışlık üniforma, erzak<br />

ve mühimmat yollamak için Bezm-i Âlem, Bahr-i<br />

Ahmer ve Mithat Paşa isimli üç yük gemisi<br />

İstanbul’dan korumasız olarak yola çıkartılmıştır.<br />

Gemiler, 3.000 asker, 3 keşif uçağı, Teşkilatı<br />

Mahsusa tarafından Kafkasya’daki Türkleri<br />

örgütleyerek Ruslara karşı isyan çıkartacak<br />

ajanlar ile Çerkez ileri gelenlerini karayolu ile<br />

Sarıkamış’a ulaştırılmasını sağlamak maksadıyla<br />

Trabzon Limanı’na çıkartacaktı. Hiçbir savaş<br />

gemisiyle korunmayan bu üç yük gemisi Zonguldak<br />

açıklarında Rus savaş gemileri ile karşılaştılar.<br />

Kandilli-Ereğli açıklarında üç yük gemimiz, içinde<br />

3.000 asker ve Sarıkamış’a ulaştırılmak üzere<br />

gönderilen malzemelerle birlikte batırıldı. Bu<br />

gemilerimiz batırılmasaydı tarihimiz belki çok farklı<br />

yazılabilirdi. Gemilerdeki malzemeler Sarıkamış’a<br />

ulaşsaydı, belki de bu kadar şehit verilmeyecek, bir<br />

yenilgi yaşanmayacaktı.<br />

Sarıkamış harekâtındaki başarısızlık, pek çok<br />

ihmal ve hatalara yüklense de bunların hiçbirinin<br />

sonuçta, tek başlarına belirleyici olmadığını<br />

görüyoruz. Kuşkusuz kabul edilen yenilginin<br />

nedenleri, ayrı bir uzmanlık araştırmasını gerektirse<br />

de; Rus yazarlarının; “Telefonları donduran ve<br />

Rus harekâtını etkileyen soğuk, Türk hücumlarını<br />

durduramıyordu, Türkler savunmada büyük<br />

kahramanlık gösterdiler. Soğuktan donmuş Türk<br />

askerleri, son kurşunlarını atmışlardı. Türklerin<br />

Sarıkamış muhaberesini kazanmalarına ramak<br />

kalmıştı. Türklerin sabrından, dayanıklılığından ve<br />

cesaretlerinden Alman Subayları yararlanamadılar.”<br />

ifadeleri ile İngilizlerin; ”Yarı aç, yarı çıplak Türk<br />

Ordusu, öyle bir kararlılık ve tahammül gösterdi<br />

ki, imkânsız bir işi az kalsın başarıyorlardı. Türk<br />

askeri Almanlardan daha dayanıklıdır.” ifadesi tarih<br />

sayfalarındaki yerini almıştır.<br />

Birinci Dünya savaşının mağdurları içinde en<br />

talihsiz kesim, hiç şüphesiz Ruslara esir düşen<br />

Türk askerleri ile bölgeden tehcir edilen Müslüman<br />

halktı. Sarıkamış yenilgisinden sonra Ruslar,<br />

Anadolu’da işgal ettikleri yerlerdeki yerli halka<br />

vatan haini muamelesi yaparak onları yargısız infaz<br />

etmiş, erkek nüfusu Sibirya’ya tehcire uğratarak<br />

yaşlı, çocuk ve kadınlarında aralarında bulunduğu<br />

kişileri esir alarak özel kamplara göndermişlerdir.<br />

Esir edilen askerlerin yanında, işgale uğramış<br />

bölgelerden toplanan yerli halka, özellikle Rus<br />

ordusunda bulunan Ermeniler tarafından yapılan<br />

zulümler ve kanlı trajedilerin sonuçları uluslararası<br />

kamuoyuna yeterince anlatılamamıştır. Onları<br />

sadece açlığa mahkûm etmekle kalmamış, hakaret<br />

Götürüldükleri yerlerde yaşayan Türk asıllı<br />

kardeşlerimiz esirlere; Rusların bütün<br />

engellemelerine ve yardım edenlere karşı<br />

uyguladıkları yaptırımlara rağmen ellerinden<br />

geldiğince yardımcı olmuşlar, onlara giyecek ve<br />

erzak temini için yardım kuruluşları kurmuşlar<br />

ve vatanlarına dönebilmeleri için birçok kaçış<br />

organizasyonu tertip etmişlerdir. Öyle ki bugün<br />

Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün karşısında Hazar<br />

Denizi’nde bulunan Nargin Adası’ndaki kamplara<br />

yerleştirilen esirlere Bakü halkı tarafından bu amaçla<br />

yapılan yardımlar tarihteki yerini almıştır.<br />

Rusya ağır sanayisini kurmuş bir devlet olarak,<br />

askerini ve malzemesini cepheye kadar demiryoluyla<br />

ulaştırmıştır. Türk askeri cepheye, demiryolu son<br />

durağından sonra bile yüzlerce kilometreyi çetin<br />

arazi şartlarında yaya olarak kat etmiş ve tüm<br />

ağırlıklarını kendi omuzları dâhil olmak üzere canlı<br />

ulaşım vasıtalarıyla taşımak zorunda kalmıştır.<br />

Deniz yoluyla ikmalin yapılamaması gibi zor şartlar<br />

da göz önüne alındığında; Sarıkamış harekâtı, bir<br />

yönüyle Türk halkının en zor şartlarda bile vatanı<br />

için neler yapabileceğini gösteren üstün bir feragat<br />

destanı olmuştur. Rusya ve Almanya gibi ülkelerin,<br />

öncelikle savaşın getirdiği sıkıntılardan bunalan<br />

halkının isyankâr tutumları yüzünden savaşı<br />

kaybettikleri ya da bırakmak zorunda kaldıkları,<br />

buna karşın Türk halkının çok zor geçen dört<br />

yıldan sonra bir de Kurtuluş Savaşı’nın zorluklarını<br />

göğüslediği düşünülecek olursa atalarımızın bu<br />

fedakârlığının adeta destanlaştığını söylemek<br />

gerekmektedir. Türk Ulusu’nun içinde olduğu<br />

her savaş, tüm dünyada yeni bir çağın habercisi<br />

olmuştur. Her cephede, şartlar ne kadar güç olursa<br />

olsun, vatanı için her şeyi göze alabileceğini tüm<br />

dünyaya ispatlayan bir milletin torunlarıyız.<br />

Bu topraklarda, bir bayrak altında özgürce<br />

yaşıyorsak bunu şehitlerimize borçluyuz. Ayağınıza<br />

sıcak bir ayakkabı, sırtınıza kalın bir palto,<br />

sofranıza bir tas çorba aldığınız zaman; devletine,<br />

milletine, vatanına en değerli varlığını, canını veren<br />

şehitlerimizi hatırlayınız. Hatırlayınız ki; genç<br />

nesillere şehitlerimizin canlarını, hangi şartlarda<br />

vatanı için feda ettiklerini anlatmak bizlere düşen en<br />

önemli görevdir.<br />

Sarıkamış’tan Kut’ul Amare’ye,<br />

Kut’ul Amare’den Kanal’a,<br />

Kanal’dan Çanakkale’ye,<br />

Çanakkale’den Galiçya’ya,<br />

Galiçya’dan Kurtuluş Savaşına,<br />

Kurtuluş Savaşından günümüz şehitlerine kadar,<br />

TÜM ŞEHİTLERİMİZİN RUHLARI ŞAD OLSUN.<br />

KAYNAKLAR :<br />

(1) Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof.Dr.Bingür SÖNMEZ, Ateşe Dönen Dünya<br />

Sarıkamış (Ikarus yayınları), Bakü Halkının Sarıkamış Esirlerine Kardeş Kömeği (Yardımı)<br />

(Çalışma Arşivi)<br />

(2) Mareşal Fevzi ÇAKMAK, Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesi, (Genelkurmay ATASE<br />

ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları.(2005))<br />

(3) Yarbay Selahattin, Kafkas Cephesinde 10’uncu Kolordunun Birinci Dünya Savaşının<br />

Başlangıcından Sarıkamış Muharebelerinin Sonuna Kadar Olan Harekâtı, (Genelkurmay<br />

ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları.(2006))<br />

53<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


54<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

KOMUTANLIĞI KARARGAHI<br />

İÇİŞLERİ BAKANININ<br />

KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />

Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />

yapılan törende İçişleri Bakanı Sayın İdris<br />

Naim ŞAHİN tarafından <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Komutanlığının ülke için önemini belirten<br />

bir konuşma yapılmıştır.<br />

56<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />

TÖREN VE KOMUTANIN<br />

AÇIŞ KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />

Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />

yapılan törende <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Serdar DÜLGER, <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığının dünü, bugünü<br />

ve geleceğini anlatan bir açış konuşması<br />

yapmıştır.<br />

30’UNCU YIL KONSERİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />

Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />

Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bandosu<br />

tarafından konser verilmiştir.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

KARADENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />

TÖREN VE KOMUTANIN<br />

AÇIŞ KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />

Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />

düzenlenen törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Karadeniz Bölge Komutanı<br />

SG Kur. Kd. Alb. Süleyman YARAYAN<br />

tarafından açış konuşması yapılmıştır.<br />

58<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

30’UNCU YIL PASTASI<br />

Samsun Valisi Hüseyin AKSOY, Samsun<br />

Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya<br />

YILMAZ, Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim<br />

Merkezi Komutanı Tuğg. Mehmet<br />

GÖKTAN, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Karadeniz Bölge<br />

Komutanı SG Kur. Kd. Alb. Süleyman<br />

YARAYAN ve eşlerinin katılımları ile <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Komutanlığının 30’uncu Kuruluş<br />

Yıl Dönümü münasebetiyle hazırlatılan<br />

pasta kesilmiştir.<br />

KOKTEYL<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />

münasebetiyle düzenlenen kokteyle;<br />

personel ve aileleri ile çok sayıda konuk<br />

katılmıştır.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />

SAHİL GÜVENLİK MARMARA ve<br />

BOĞAZLAR BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />

60<br />

TÖREN VE KOMUTANIN<br />

AÇIŞ KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />

münasebetiyle <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />

Boğazlar Bölge Komutanlığında icra edilen<br />

törene, <strong>Sahil</strong> Güvenlik İkmal Merkezi<br />

Komutanlığı personeli de iştirak etmiştir.<br />

Törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />

Boğazlar Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet<br />

KARABACAK tarafından açış konuşması<br />

yapılmıştır.<br />

SİMİT YEME YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’unu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Simit Yeme<br />

Yarışmasında birinci olan personele<br />

ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />

Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb.<br />

Mehmet KARABACAK tarafından<br />

verilmiştir.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />

GEMİCİ BAĞI YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Gemici Bağı<br />

Yarışmasında birinci olan personele ödülü,<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve Boğazlar<br />

Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet<br />

KARABACAK tarafından verilmiştir.<br />

YOĞURT YEME YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Yoğurt Yeme<br />

Yarışmasında birinci olan personele<br />

ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />

Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb.<br />

Mehmet KARABACAK tarafından<br />

verilmiştir.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

EGE DENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />

TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ<br />

KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />

Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />

düzenlenen törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege<br />

Deniz Bölge Komutanı Dz.Kur.Kd.Alb.<br />

Şadi MURAT tarafından açış konuşması<br />

yapılmıştır.<br />

HALAT ÇEKME MÜSABAKASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Halat Çekme<br />

Müsabakasında birinci olan takıma ödülü,<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı<br />

Dz.Kur.Kd.Alb. Şadi MURAT tarafından<br />

verilmiştir.<br />

62<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />

EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen El İncesi Atma<br />

Yarışmasında birinci olan personele<br />

ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge<br />

Komutanı Dz.Kur.Kd.Alb. Şadi MURAT<br />

tarafından verilmiştir.<br />

SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Silistre Çalma<br />

Yarışmasında birinci olan personele ödülü,<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı<br />

Dz.Kur.Kd.Alb. Şadi MURAT tarafından<br />

verilmiştir.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

AKDENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />

64<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />

TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ<br />

KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />

münasebetiyle düzenlenen törene, Mersin<br />

Valisi Hasan Basri GÜZELOĞLU, Akdeniz<br />

Bölge Komutanı Tuğa. Hayrettin İMREN,<br />

Mersin İl Jandarma Alay Komutanı<br />

Bedri DURSUNOĞLU, Mersin İl Emniyet<br />

Müdürü Arif ÖKSÜZ, Mersin Büyükşehir<br />

Belediye Başkan Vekili Erol ERTAN,<br />

Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süha<br />

AYDIN’ın yanı sıra çok sayıda konuk iştirak<br />

etmiştir. Törende <strong>Sahil</strong> Güvenlik Akdeniz<br />

Bölge Komutanı Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim<br />

ÇONGULOĞLU tarafından açış konuşması<br />

yapılmıştır.<br />

SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Silistre Çalma<br />

Yarışmasında birinci olan personele ödülü,<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanı<br />

Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim ÇONGULOĞLU<br />

tarafından verilmiştir.<br />

EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen El İncesi Atma<br />

Yarışmasında birinci olan personele<br />

ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Akdeniz Bölge<br />

Komutanı Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim<br />

ÇONGULOĞLU tarafından verilmiştir.<br />

HALK OYUNLARI EKİBİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümünde, Mersin<br />

Büyükşehir Belediyesi Halk Oyunları Ekibi<br />

gösterileriyle kokteylimizi renklendirmiştir.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

HAVA KOMUTANLIĞI<br />

TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ<br />

KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />

münasebetiyle düzenlenen törende,<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Hava Komutanı<br />

Dz. Kur. Kd. Alb. R. Kamuran GÖKSEL<br />

tarafından açış konuşması yapılmıştır.<br />

66<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />

ÖDÜL TÖRENİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Hava Komutanlığında<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında icra edilen yarışmalarda<br />

dereceye giren personel ve er/erbaşlardan<br />

birinci olanlara ödülleri Dz. Kur. Kd. Alb.<br />

R. Kamuran GÖKSEL tarafından verilmiştir.<br />

HATIRA ORMANI ZİYARETİ<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Hava<br />

Komutanlığı personeli tarafından, <strong>Sahil</strong><br />

Güvenlik Hatıra Ormanındaki ağaçların<br />

bakımı yapılmıştır.


SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />

SAHİL GÜVENLİK<br />

EĞİTİM ve ÖĞRETİM KOMUTANLIĞI<br />

68<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />

TÖREN VE KOMUTANIN<br />

AÇIŞ KONUŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />

münasebetiyle <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitim ve<br />

Öğretim Komutanlığı karargahında icra<br />

edilen törene, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Antalya<br />

Grup Komutanlığı ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Antalya Hava Grup Komutanlığı<br />

personeli, Antalya Büyükşehir Belediye<br />

Başkanı Prof. Dr. Mustafa AKAYDIN,<br />

Antalya Vali Yardımcısı Fuat ERGÜN,<br />

Akdeniz Üniversitesi Rektör Yrd.<br />

Prof. Dr. Meral GÜLTEKİN, Antalya<br />

Deniz Komutanı Dz. Kd. Alb. İsmail<br />

ŞİRİN, Antalya İl Jandarma Komutanı<br />

Jandarma Kur Alb. Aykut TANRIVERDİ,<br />

Antalya İl Emniyet Müdürü Dr. Ali<br />

YILMAZ, yanı sıra çok sayıda konuk<br />

iştirak etmiştir. Törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />

Eğitim ve Öğretim Komutanı Dz.Kd.Alb.<br />

M.Şemdinan YILDIRIM tarafından açış<br />

konuşması yapılmıştır.<br />

HALAT ÇEKME MÜSABAKASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Halat Çekme<br />

Müsabakasında birinci olan takıma<br />

ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitim ve Öğretim<br />

Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan<br />

YILDIRIM tarafından verilmiştir.<br />

SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında düzenlenen Silistre Çalma<br />

Yarışmasında birinci olan personele<br />

ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitim ve Öğretim<br />

Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan<br />

YILDIRIM tarafından verilmiştir.<br />

TANITICI STANT AÇILMASI<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />

30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />

kapsamında, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />

ekipmanlarını tanıtıcı stant açılmıştır.


BİLİŞİM<br />

2. 1981 yılında, Aplle II bilgisayarı için bilgisayar<br />

mühendisliği öğrencileri tarafından bilgisayar virüsü<br />

yazıldı.<br />

3. 1983 yılında, bir doktora tezinde, ilk kez<br />

bilgisayar virüsü kavramı kullanıldı.<br />

4. 1986 yılında, iki Pakistanlı kardeş, “Brain” (beyin)<br />

adlı virüsü yazdılar.<br />

5. 1988’e damgasını vuran en ünlü virüslerden biri,<br />

aktif hale geçmek için ayın 13’üne denk gelen cuma<br />

günlerini bekleyen ve aktif hale geçtiğinde o gün<br />

çalıştırılan tüm dosyaları silen Jerusalem oldu. O<br />

dönemlerde antivirüs programları bugünkü kadar<br />

yaygın olmadığından sistemine Jerusalem bulaşan<br />

binlerce kullanıcı, virüs aktif hale geçene kadar böyle<br />

bir tehlikeyle birlikte yaşadıklarının farkına bile<br />

varamadılar.<br />

70<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ<br />

[ Hazırlayan ] Murat GÜLCAN | SG Tek. Kd. Bçvş.<br />

Bilgisayarınızdaki Büyük Tehdit : VİRÜSLER…<br />

Bilgisayar virüsleri hakkında birçok şey söylenir<br />

ve bu söylenenlerin çoğu birçok kullanıcının<br />

beyninde fikir kırıntıları haline dönüşür. Örneğin<br />

herkes bilgisayar virüsünün kötü bir şey olduğunu<br />

bilir, sistemlere ve dosyalara zarar verdiğini bilir,<br />

çabuk yayılma eğiliminde olduğunu da bilir.<br />

Bilgisayar virüsleri, temelde çalıştırılabilir küçük bir<br />

programdan ibarettirler. Ancak tıpkı hastalık yayan<br />

biyolojik virüsler gibi varlıklarını hissettirmeden<br />

hızla çoğalabilir ve bir şekilde bağlantıda oldukları<br />

diğer bilgisayara da bulaşabilirler. Virüsler hemen<br />

her türden dosyaya kendilerini ekleyebilirler, kolay<br />

fark edilmemek için çok çeşitli yöntemler kullanırlar<br />

ve nihayetinde öyle ya da böyle, bir zarara neden<br />

olurlar. Bu zarar beklemediğiniz zamanlarda<br />

ekrana çıkan saçma sapan mesajlardan tutun da,<br />

virüsün bulaştığı dosyaların tamir edilemeyecek<br />

ölçüde hasar görmesine, hatta sabit diskinizdeki<br />

tüm bilgilerinizin tümüyle kaybedilmesine kadar<br />

gidebilir. Tüm bunlar insanı kara kara düşündüren<br />

şeyler, yine de bilgisayar virüslerine karşı<br />

savunmasız değiliz. Virüs tehditlerinden nasıl<br />

korunabileceğimiz konusunda biraz bilgi edinerek<br />

ve bazı prensipleri uygulamaya koyarak bu zararlı<br />

yazılımları sistemimizden ve çalışmalarımızdan uzak<br />

tutabiliriz.<br />

Bilgisayar Virüslerinin Özet Tarihi<br />

1. 1948 yılında, John Von Neumann’ın,<br />

bir bilgisayar programının kendi kendisini<br />

kopyalayabileceği tezi, virüslerin yazılması fikrine<br />

yol açtı.<br />

6. 1989 yılında, IBM şirketi tarafından ilk Anti-<br />

Virüs yazılımı satışa sunuldu.<br />

7. 1990 yılında, Symantec firması, Norton antivirüs<br />

yazılımını piyasaya sürdü.<br />

8. 1990-1992 yıllarında yazılan virüs sayısı % 450<br />

oranında arttı.<br />

9. 1995 yılında Windows için virüs yazıldı.<br />

10. Haziran 1998, popülarite açısından Word ve<br />

Excel makro virüslerini bile geride bırakan Win95.<br />

CIH (Çernobil) virüsünün ilk keşfedildiği zaman<br />

oldu. Bu virüs sistemde yüklü dosya ve programlarla<br />

uğraşmak yerine, anakart üzerinde bilgisayarın<br />

açılabilmesini sağlayan verilerin yazılı olduğu Flash<br />

BIOS yongasının içeriğini değiştirerek bilgisayarı<br />

açılamaz hale getirecek biçimde tasarlanmıştı.<br />

Ayrıca ilk Java virüsü olan Java. StrangeBrew ve ilk<br />

polimorfik özelliğe sahip 32 bit Windows platformu<br />

virüsleri de bu yıl görüldü.<br />

11. 1999 yılında meşhur Melissa virüsü yazıldı ve<br />

yayılmaya başladı.<br />

12. 2000 yılında, Aşk virüsü (I Love You) dünyaya<br />

yayıldı ve milyonlarca bilgisayara girdi.<br />

13. 2001 yılı, virüsler için tam bir altın yıl oldu;<br />

virüsler dünyada 12 milyar dolarlık zarara neden<br />

oldu.<br />

14. 2001-2005 yıllarında virüslerin önlenemeyen<br />

yükselişi devam etmekte.<br />

BİLGİSAYAR VİRÜSÜ NASIL BULAŞIR VE<br />

YAYILIR?<br />

Bilgisayar virüsleri, önceki yıllarda disket ve CD<br />

romlar aracılığı ile yayılmakta iken, günümüzde<br />

internet üzerinden yayılmaktadır. İnternetten<br />

indirdiğiniz programlar, dosyalar veya kabul<br />

ettiğiniz e-postalarla birlikte bilgisayarınıza virüs<br />

programı yüklenebilir, yaygın değişle bilgisayarınıza<br />

virüs bulaşabilir.<br />

Hatta artık virüslerin yayılması için, internetten<br />

program ya da dosya indirmenize veya e-posta kabul<br />

etmenize gerek kalmaksızın sadece internete bağlı<br />

olmanız yeterlidir. İnternete bağlıysanız ve yeterli<br />

güvenlik önlemlerini almamış iseniz, bilgisayarınızın<br />

içine uzaktan erişimle kolayca virüs programlarının<br />

yerleştirilmesi mümkündür.<br />

71<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


BİLİŞİM<br />

72<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Bazı bilgisayar virüsleri de bilgisayarda kurulu olan<br />

program ve/veya işletim sisteminde olan açıklıkları<br />

kullanarak bilgisayara bulaşır.<br />

Bilgisayar virüsleri bulaştıkları bilgisayarlarda,<br />

yakalanma riskini bertaraf etmek için makinenin<br />

güvenlik sistemini kapatırlar.<br />

Internet üzerinde dosya arşivlerinin ne kadar sık<br />

kullanıldığını düşünürsek tehlikenin boyutlarını<br />

daha da iyi anlayabiliriz bu sayede virüs yazan<br />

kişiler virüsün yazım amacına uygun olarak zararlar<br />

verebilmektedir.<br />

BAŞLICA VİRUS ÇEŞİTLERİ<br />

a) Worms (Kurtlar) : “Worm (Kurt) bağımsız<br />

çalışan bir virüs programdır. Bu virüs programı<br />

kendini bir bilgisayardan ötekine kopyalayarak<br />

çoğalır. Genellikle network sistemleri yani bir<br />

iletişim ağı üzerinde bulunan bilgisayarlara<br />

kopyalanarak yayılır. Diğer virüslerden farklı olarak,<br />

başka programlara sıçramaz. Kurtlar veri yok<br />

etmekle birlikte, network içinde dolaşarak, iletişimi<br />

yok edebilir. Bazen de bulaştığı bilgisayara ait<br />

verileri başka bir bilgisayara yönlendirebilir.<br />

b) Macro virüsü : Bilgisayarınızda kullandığınız<br />

bazı paket programların, eksik kaldığı ya da<br />

ihtiyacınızı karşılayacak şekilde bu kullanılan<br />

temel programa yardımcı olarak geliştirilen<br />

programlar vardır. Bu yardımcı programın yazım<br />

dili de temel programla aynı olur. Bunun gibi<br />

bazı paket programların “Macro” adı verilen<br />

yardımcı paketlerle yazı yazma, işlem yapma, tablo<br />

oluşturma gibi temel bazı çalışmalar sırasında<br />

birçok işlemleri otomatik ve daha kolay yapmanızı<br />

sağlayabilir. Programların bu özelliğini kullanarak<br />

yazılan virüslere “macro virüsleri” adı verilir. Bu<br />

virüsler, sadece hangi macro dili ile yazılmışlarsa o<br />

dosyaları bozabilirler. Macro virüsleri hangi temel<br />

programa ek olarak yazılmışlarsa o programı her<br />

çalıştırmanızda aktif hale geçer ve ilgili programların<br />

kullandığı bazı tanımlama dosyalarına da bulaşmaya<br />

çalışır. Böylece o programla oluşturulan her<br />

dokümana virüs bulaşmış olur.<br />

c) Trojan horses (Truva Atları) : Truva Atı, bir<br />

program içinde gizlenen ve bilgisayarınızda gizli<br />

İşlevler yapan bir virüs programıdır:<br />

Truva Atları genellikle, e-postaların içine<br />

yerleştirilerek yollanır. İçine saklandığı program<br />

çalıştırılıncaya kadar aktif hale geçmezler. Truva<br />

Atı aktif hale geçince, bulunduğu sistemdeki<br />

korunmasız host ve serverlar hakkındaki bilgilerin<br />

tamamını ya kendi içinde kaydetmeye başlar. Ya da<br />

bu virüslerin özelliği gereği bulaştığı bilgisayarları<br />

uzaktan erişime uygun hale getirdiğinden, elde<br />

ettiği bilgileri başka bir bilgisayara internet yoluyla<br />

gönderir. Bu virüsü bilgisayarınıza yerleştiren kişi,<br />

uzaktan erişim suretiyle sizin bilgisayarınızın içine<br />

çok rahatlıkla girerek, dosyaların açarak içeriğinde<br />

değişiklik yapmak, dosya silmek, sizin dosyalarınızı<br />

kendi bilgisayarına kopyalamak, e-postalarınızı<br />

okumak, CD-ROM’u açıp-kapatmak, varsa internet<br />

bankacılığı veya kredi kartı bilgilerinizi kopyalamak<br />

gibi sizin bilgisayarınızda yapabileceğiniz bütün<br />

işlemleri yapabilmektedir. Kısacası, Truva Atı<br />

bulaşan bir bilgisayarın, biri siz diğeri de uzaktan<br />

erişim metoduyla bilgisayarınıza giren kişi olmak<br />

üzere iki kullanıcısı olur.<br />

Zekice yazılmış bir Truva Atı, kendisini asla belli<br />

etmeyeceği ve hiçbir iz bırakmayacağı için, onun<br />

nerede olduğunu bulmak gerçekten çok zordur ve<br />

profesyonellik gerektirir.<br />

d) Logic Bombs (Mantık Bombası) : Mantık<br />

Bombaları, herhangi bir programın içerisine<br />

yerleştirilen virüs programlarıdır. Bazı şartların<br />

sağlanması durumunda patlayarak yani çalışmaya<br />

başlayarak sisteme zarar verirler. Çernobil<br />

virüsü buna çok iyi bir örnek olabilir. Bombalar,<br />

tüm dosyaları ve bilgileri silebilir veya sistemi<br />

göçertebilir.<br />

e) Trap doors (Tuzak Kapanları) : Tuzak kapısı<br />

ya da arka kapı, bir sistemin yazılımını yapan<br />

kişi tarafından, yazılımın içine gizli bir şekilde<br />

yerleştirilen bir virüs yazılımıdır. Bu programın<br />

çalıştığı bilgisayara virüsü yerleştiren kişinin,<br />

uzaktan erişim yöntemiyle sistem koruyucularını<br />

aşarak sızması mümkündür.<br />

f) Exploit (Sömürmek) : İşletim Sistemleri ve<br />

bazı programların açıklarını bulup bu açıkları<br />

kötüye kullanma yöntemine “exploit” deniliyor.<br />

Exploit’ler ile sistem şifreleri görülebilir, sistemler<br />

hakkında bilgiler elde edilebilinir. Exploitler<br />

sistemin olağan olarak çalışmasına engel olurlar ve<br />

sisteme dışardan kod göndererek sistemi normal<br />

olarak çalıştığına ikna ederler ve genelde de yetkisiz<br />

erişim için kullanılmaktadır. Bu tip virüsler,<br />

bulaştıkları bilgisayarın hafızasında bulunan<br />

e-posta adreslerinin hepsine o bilgisayar üzerinden<br />

e-posta göndererek virüsün diğer bilgisayarlara da<br />

bulaşmasını sağlarlar. E-maili alan kişi, gelen mailin<br />

daha önceden haberleştiği ve tanıdığı bir kişiden<br />

geldiğini görerek maili açmakta hiç tereddüt etmez<br />

ve kendi bilgisayarına da virüsü bulaştırır. Virüs bu<br />

bilgisayar üzerinde de ayanı işlemi tekrarlayarak<br />

yayılmaya devam eder.<br />

Bu tip virüslerin birçok kullanıcıya hitap eden<br />

serverlara bulaştığını düşünürsek, servera bağlanan<br />

73<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


BİLİŞİM<br />

bankacılığı işlemleri, kredi kartı bilgileri) yetkisiz 3.<br />

kişilerin tarafından bilinmesine sebep olabilir.<br />

• Kullandığınız sistemi uzaktan erişim metoduyla<br />

başka bir sisteme bağlayarak, sistemi 3. kişilerin<br />

kullanımına açabilir.<br />

Virüslerin sadece PC tabir edilen bilgisayarlara<br />

bulaştığı yönünde genel bir kanı olsa da bu tamamen<br />

yanlıştır. Server tabir edilen sunucu bilgisayarları<br />

konunun uzmanları tarafından kurulumu<br />

yapıldığından sistem açıklara ve virüslere karşı daha<br />

fazla hassastır. Fakat virüslerin hedef kitlesi bununla<br />

da sınırlı değildir. Günümüzde cep telefonlarında<br />

da işletim sistemlerinin ve değişik yazılımların<br />

kullanılması virüs kodlayan kişiler için yeni bir hedef<br />

kitle oluşturmuş durumdadır.<br />

VİRUSTEN KORUNMA YOLLARI VE ÖNERİLER<br />

74<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

her bilgisayara bu tip virüslerin bulaşması ile bir<br />

anda birçok bilgisayar zarar görmektedir.<br />

VİRUS BULAŞAN BİLGİSAYARLARDA<br />

KARŞILAŞILAN BAZI TEMEL PROBLEMLER<br />

Virüslerin bulaştığı bilgisayarlara verebileceği zarar<br />

türleri;<br />

• Bilgisayarınızda hata ve uyarı mesajları almanıza<br />

neden olabilir.<br />

• Bilgisayarınızı kilitleyerek işlem yapmanızı<br />

engeller.<br />

• Bilgisayarınızda erişmek istediğiniz bir dosyaya<br />

erişiminizi engelleyebilir.<br />

• Dosyalarınızın tamamını ve/veya bir kısmını<br />

kullanılmaz hale getirebilir.<br />

• Bilgisayarınızı kapanmaya zorlayıp tekrar açılamaz<br />

hale getirebilir.<br />

• Bilgisayarınıza yerleşerek durağan kalır ve sizin<br />

yaptığınız işlemlerin veya bilgilerin (internet<br />

• Internet’ten indirdiğiniz her program veya<br />

dosyanın içinde virüs olma ihtimalinin olduğunu göz<br />

ardı etmemeniz gerekir.<br />

• Bilgisayarınıza bir anti virüs programı<br />

yüklemelisiniz. Fakat unutulmamalıdır ki, bu<br />

tarz programları bir sefer kurmak sizi her zaman<br />

virüslere karşı korumaya yeterli olmayacaktır. Anti<br />

virüs programlarının kendi internet sitelerinden<br />

güncellenmek suretiyle, yeni virüs tehditlerine karşı<br />

sürekli güncel tutulmalıdır.<br />

• Tanımadığınız kişilerden gelen ve “.exe”, “.pif ” gibi<br />

uzantılara sahip dosyaları kabul etmeyin ve bu tarz<br />

e-mailleri hemen imha edin.<br />

• Bilgisayar oyunlarının yama tabir edilen<br />

eklentilerinin internet üzerinden aranması<br />

esnasında çekilen dosyaların ve oyun hilelerinin<br />

virüslü olma ihtimali oldukça yüksektir.<br />

• İnternet kullanıcılarının programlara para ödemek<br />

yerine dene sürümü olan programların “crack”<br />

tabir edilen yasadışı eklentilerini eklemek sureti<br />

ile programları tam sürüm olarak kullandıkları<br />

bilinmektedir. Bu tarz dosyalara rağbetin fazla<br />

olması ve bu dosyaların hali hazırda yasa dışı olması<br />

sebebi ile virüs taşıma riskleri oldukça fazladır.<br />

• Bazı virüsler, farklı kişilerin e-mail adreslerini<br />

ve isimlerini kullanarak virüsü yaymaya çalışıyor.<br />

Örneğin, exploit virüsünde açıklandığı gibi,<br />

virüsün bulaştığı bilgisayar hafızasında bulunan<br />

e-posta adreslerine otomatik mail atarak diğer<br />

bilgisayarlara bulaştığı ifade edilmişti. Bu sebepten<br />

bilgisayarınızda, tanıdığınız kişilerden geliyor dahi<br />

olsa gelen bütün e-postaların otomatik kontrol eden<br />

anti virüs programlarının kurulu olmasında fayda<br />

vardır.<br />

• Virüs içeren e-maillerin belirli konuları vardır.<br />

Bunlardan bir kısmı şöyledir : “Your Application,<br />

Your Details, That Movie, Screensaver, Wicked<br />

ScreenSaver ve benzeri’’. Bu tarz konuları içeren<br />

maillerin virüslü olma ihtimali yüksektir.<br />

• Bilgisayarlarda ve değişik uygulamalarda<br />

ihtiyaç duyulacak bir programın bulunduğu web<br />

sayfaları internet üzerinde bulunmaktadır. Bu web<br />

sayfalardan indirilen programların içinde virüs<br />

programlarının olma ihtimali yüksektir. Bu web<br />

sayfalarından indirdiğiniz her program veya dosyaya<br />

şüphe ile bakmalısınız.<br />

• Virüs bulaşan bilgisayarlarda her açılışında<br />

virüs programları da aktif hale geçeceğinden,<br />

bilgisayar içinde daha önceden kurulu bulunan anti<br />

virüs programı da virüslü şekilde çalışacağından<br />

virüsün bertaraf edilmesi imkânsız hale gelir. Bu<br />

sebepten, bilgisayarınızda kurulu bulunan anti<br />

virüs programını kullanarak mutlaka bir anti virüs<br />

açılış disketi oluşturun ve saklayın. Daha sonradan<br />

bilgisayarınıza virüs bulaştığında, daha önceden<br />

oluşturduğunuz bu temiz disketle bilgisayarınızı<br />

açıp makinenizi kurtarabilirsiniz.<br />

KAYNAKLAR :<br />

(1) http://www.tubitak.gov.tr<br />

(2) http://www.hacettepe.edu.tr<br />

75<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


76<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

DİKKAT EKSİKLİĞİ VE<br />

HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU<br />

[ Hazırlayan ] Alev KIZIL | Psikolog<br />

TANIM<br />

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)<br />

aşırı hareketlilik, kısa dikkat süresi ve dürtüsellik<br />

ile belirgin, okul öncesi çocukluk çağında başlayıp<br />

erişkinlikte de devam edebilen, tedavi edilmediği<br />

takdirde çocuğun sosyal ve psikolojik gelişimini<br />

olumsuz etkileyebilecek bir dikkat bozukluğudur.<br />

Çocukta gelişimsel olarak uygunsuz dikkat,<br />

engellenmeye yönelik denetim eksikliğiyle birleşerek<br />

çoğu kez huzursuzluk olarak kendini gösterir.<br />

(1) Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El<br />

Kitabı-4 (DSM-IV)’e göre tanı koyulabilmesi için<br />

söz konusu belirtilerin en az 6 ay boyunca sürmesi,<br />

en az iki farklı ortamda (ev, işyeri, okul gibi) ortaya<br />

çıkması, 7 yaşından önce belirmesi ve çocuğun<br />

sosyal, akademik işlevselliğini bozuyor olması<br />

gereklidir. (2)<br />

YAYGINLIK<br />

Rakamlar değişebilir olmakla beraber, DEHB’<br />

in yaygınlığının %5 ila %12 arasında olduğu<br />

tahmin edilmektedir. Erkeklerde kızlara oranla<br />

yaklaşık 5 kat daha fazla görülmektedir. Bu<br />

durumun başlıca nedeni olarak kız çocuklarında<br />

DEHB’ in sıklıkla depresyon, kaygı ve dikkatsizlik<br />

ile seyretmesine karşılık, erkeklerde tabloya<br />

yıkıcı davranım bozukluğunun eşlik etmesiyle<br />

bozukluğun daha belirgin ve gözlenebilir hale<br />

geldiği düşünülmektedir. Bu nedenle erkeklerde<br />

hiperaktivite boyutu öne çıkarken kızlarda dikkat<br />

eksikliği daha kolay fark edilir. (3)<br />

OLUŞ NEDENLERİ<br />

Tam olarak bilinmemekle beraber, gen ve<br />

çevre etkileşiminin yine iş başında olduğu<br />

düşünülmektedir. Özellikle dopamin, katekolomin<br />

ve serotonin mekanizmalarını düzenleyen genlerin<br />

etkili olduğu pek çok çalışmada belirtilmiştir.<br />

(4,5,6,7) Dopamin ve nöradrenalin gibi<br />

nörotransmitterler dikkat, yoğunlaşma, uyanıklık,<br />

motivasyon gibi beyin fonksiyonlarını düzenlerler.<br />

DEHB olan çocuklarda söz konusu mekanizmaların<br />

işlevsel olmayan şekilde çalıştığı düşünülmektedir.<br />

Çevresel etmenler ise söyle sıralanabilir:<br />

• Gebelikte sigara kullanımı<br />

• Doğum sırasında ve sonrasında oksijen<br />

yetmezliği<br />

• Doğum travmaları ve komplikasyonları<br />

• Ensefalit ve menenjit<br />

• Kafa travması<br />

• Kurşun zehirlenmesi(4)<br />

Tekrara düşmek pahasına yinelemekte fayda var:<br />

Saydığımız etmenlerin hiçbiri doğrudan tek başına<br />

DEHB’ e yol açmaz.<br />

KLİNİK DEĞERLENDİRME VE TANI SÜRECİ,<br />

ARAÇLARI<br />

DEHB’ i tanılamak klinik bir süreç gerektirir.<br />

Başlıca yöntemler, aile ve çocuk ile görüşme, detaylı<br />

öykü alma ve belirli işlevleri ölçen nöropsikolojik<br />

testlerdir. Aile ile yapılan görüşmede doğum<br />

öncesinden başlanarak DEHB için riski artıracak<br />

durumlar sorgulanır.<br />

Çocuğun her bir gelişim basamağı ile kronolojik<br />

yaşına uygun davranış ve beceri göstermesi<br />

beklenir. Bebeklikte huysuzlukları var mıydı?<br />

Tuvalet eğitimine, yürüme ve konuşmaya ne zaman,<br />

nasıl başladı? Erken çocukluk döneminde oyunu<br />

sürdürememe, bir çizgi filmi sonuna kadar takip<br />

edememe, yerinde duramama, gündüz uykusuna<br />

direnme ve huzursuzluk çıkarma gibi hareketlilik<br />

belirtileri olmuş muydu? (3,8)<br />

Okul öyküsü de tanılama açısından oldukça bilgi<br />

vericidir. Okuma-yazmayı yaşıtlarıyla eş zamanlı<br />

mı öğrendi? Harfleri karıştırma-atlama var mı?<br />

Ödevlerini kendiliğinden yapma davranışı var mı?<br />

Derste sıkılgan ve konuşan bir çocuk mu? Bu türden<br />

sorulara daha güvenilir yanıtlar alınması adına tanı<br />

sürecine çocuğun sınıf öğretmeni dahil edilebilir.<br />

Anne ve babalar sıklıkla öğretmenlerden “Biraz daha<br />

dikkatli olması lazım” uyarısını işitiyor olabilirler.<br />

(3,8)<br />

Nöropsikolojik testler, beynin; dikkat, bellek,<br />

yoğunlaşma, öğrenme, kodlama, problem çözme,<br />

yön bulma, parça-bütün ilişkisi kurma, algı vb.<br />

işlevlerini ölçen bir dizi testi ifade eder. DEHB<br />

tespitinde çocuklara uygulanabilecek faydalı<br />

testlerin başında Bender-Gestalt Motor Algı Testi,<br />

Porteus Labirentleri, Benton Geri Getirme Testi-<br />

Çocuk Formu, Adam Çizme Testi, WISC-R (Çocuklar<br />

için zeka testi) alt ölçekleri gelmektedir. Bazı<br />

testlerde hazır materyal (küplerle desen yapma gibi)<br />

sunulurken bazılarında çocuğun motor performans<br />

adını verdiğimiz el-göz-beyin koordinasyonunu<br />

gözleyebilmek için kalem-kağıtla çizimler yaptırılır.<br />

Yaşına göre; kalem tutuş şekli, çizime nerden<br />

başladığı, kaç dakika sürdüğü, hangi temalarla çizim<br />

yaptığı dikkat alanıyla ilgili bilgi vericidir. Seçici<br />

dikkat, sürdürücü dikkat, bölünmüş dikkat gibi<br />

türleri bulunan dikkat alanlarının işlevlerini ölçen<br />

hazır materyalli testlerde, verilen görevi bitirme<br />

süresi bilgi işlem hızı adı verilen yetiyle doğrudan<br />

bağlantılı olarak değerlendirilir.<br />

BELİRTİLERİ<br />

DEHB’ in gözlemsel belirtileri 3 farklı alt başlıkta<br />

toplanır:<br />

• Dikkatsizlik<br />

1. Ayrıntılara dikkatini veremez. Dikkatsizce farkına<br />

varmaksızın hatalar yapar.<br />

2. Dikkati dış uyaranlarla kolayca dağılır. Ödevleri<br />

ya da verilen görevleri zamanında bitirmekte güçlük<br />

çeker. Oynadığı oyunlarda dikkati dağılır, sık oyun<br />

ve rol değiştirir.<br />

3. Genelde dinlemiyormuş gibi görünür, göz<br />

kontağını koruyamayabilir. Ancak bu aslında<br />

dinlemediği anlamına gelmez.<br />

4. Yoğunlaşma gerektiren işleri yapmayı istemez,<br />

kaçınır hale gelir. Toplumsal işlevin en fazla<br />

zedelendiği odaklardan biri de bu kaçınmacı tavırdır.<br />

5. Sık sık oyuncaklarını, kalemini veya ödev<br />

defterini kaybeder. (3,8)<br />

• Aşırı hareketlilik<br />

1. Sürekli hareket halindedir. Uygunsuz durumlarda<br />

koşuşturabilir, tırmanabilir.<br />

77<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


78<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

2. Sakin biçimde boş zaman geçirme etkinliklerine<br />

katılma ya da oyun oynamada zorlanır.<br />

3. Elleri ayakları kıpır kıpır olur. Hareketsiz durmak<br />

zorlayıcı olabilir. Sınıfta oturduğu yerden sıkça<br />

kalkar.<br />

4. Çok konuşur, sürekli anlatır. (3,8)<br />

• Dürtüsellik<br />

1. Başkaları konuşurken veya bir işle uğraşıyorken<br />

araya girer, engellemek imkansız gibi görünebilir.<br />

2. Sırasını beklemekte güçlük çeker, huysuzlukla<br />

sonuçlanabilir. Örneğin; soru sorulduğunda veya<br />

bildiği bir konu üzerinde konuşulduğunda bitmesini<br />

beklemeksizin yanıtını verir. (3,8)<br />

Eş Tanı ve Ayırıcı Tanı<br />

DEHB, yıkıcı davranım bozukluğu, kişilik<br />

bozuklukları, motor-mental retardasyon, iki uçlu<br />

duygudurum bozuklukları gibi diğer psikiyatrik<br />

bozukluklardan ayrılmalı ve tabloya belirgin bir tıbbi<br />

durum yol açmamalıdır.<br />

TEDAVİLER VE ELEŞTİRİSİ<br />

DEHB tedavisinde, oluş nedenleri göz önünde<br />

tutularak ilaç tedavileri sıklıkla fakat gelişigüzel<br />

reçete edilmektedir. En sık kullanılan metilfenidat<br />

türevi (Ritalin, Concerta, Biphentine, Focalin<br />

gibi) ilaçlardır. Yan etkilerinin fazlalığı nedeniyle<br />

Avrupa’ da terk edilmeye başlanmış bu tür ilaçlar<br />

çocukta başta uykusuzluk olmak üzere huzursuzluk,<br />

sersemlik, kendini tuhaf hissetme, merkezi sinir<br />

sistemi hataları, çarpıntı, iştah azalmasına bağlı kilo<br />

kaybı, disfori, baş ağrısı ve kaygı düzeyinde artışa yol<br />

açabilir. Hızlı salınımlı özellikleri nedeniyle, tedavi<br />

sonlandırıldığında daha önceki DEHB belirtileri<br />

şiddetlenerek gelir, psikostimülan türevi ilaçlar<br />

olduklarından yoksunluk belirtilerine sebebiyet<br />

verir ve ileriki yıllarda alkol madde bağımlılığını<br />

tetikleyebilir. Araştırmacılar ebeveynleri, özellikle<br />

erken yaşlarda reçete edilen DEHB ilaçlarına karşı<br />

uyarmaktadırlar. Okul öncesi çağdaki çocuklarda<br />

şiddetli gelişim bozukluklarına sebebiyet verdiği<br />

yine uyarılar arasındadır. (7,10,11)<br />

Bununla beraber, eğer tavsiye edildiyse,<br />

çocuğunuzun ruh ve beden sağlığı için yan etkileri<br />

hakkında doktordan detaylı bilgi isteyin ve diğer<br />

tedavi seçeneklerini ilaç kullanımından önce<br />

değerlendirin.<br />

Baumqaertel’ in (1999) çalışmasında (5) da belirttiği<br />

gibi; DEHB tedavisinde bugün umut verici gelişmeler<br />

yaşanmıştır. İlk olarak şekerden uzak durulması,<br />

beslenme programlarının düzenlenmesi ve diyete<br />

mutlaka B vitaminlerinin ve magnezyumun<br />

eklenmesi düzenli egzersizlerle birlikte iyi sonuçlar<br />

vermektedir. (9)<br />

Nörogeribildirim (neurofeedback) yöntemleri<br />

sadece bir ayda bile gözlenebilir olumlu davranış<br />

değişiklikleri yaratmaktadır. Nörogeribildirim<br />

özü itibariyle bir dikkat eğitim aracıdır. Beynimiz<br />

nöroplastisite adını verdiğimiz yaşam boyu<br />

öğrenebilme, uyum sağlama ve değişimlenebilme<br />

özelliklerini ifade eden evrimsel bir yetiyle çalışır. Bu<br />

prensipten hareketle programlanan belirli bilgisayar<br />

oyunlarının kontrol konsolları çocuğa bağlanan<br />

elektrotlarla yönetilir. Başa bir kep gibi giyilen<br />

başlık yerleştirildikten sonra, çocuğun yoğunlaşarak<br />

bir arabayı belli parkurlardan geçirmesi gibi<br />

basit görevler verilir. Gözleriyle takip ederek,<br />

kendisini dışarıdaki gereksiz uyaranlara kapatmayı,<br />

yoğunlaşmayı, görevi bitirebilmeyi öğrenir.<br />

Psikoterapi, DEHB tedavilerinde etkin şekilde<br />

kullanılan bir diğer yöntemdir. Bilişsel-davranışçı<br />

psikoterapilerde, istendik davranışın ortaya çıkma<br />

olasılığını artırmak için o davranışın pekiştirilmesi<br />

esastır. Ödül-ceza yöntemleri tutarlı şekilde<br />

uygulanarak, aile aktif olarak sürece katılır. Bu<br />

durumun diğer faydalı etkisi çocuğun sürekli<br />

“problemli” olduğu algısından uzaklaşılması, “günah<br />

keçisi” halinden kurtulmasıdır.<br />

DEHB’ li çocuklarda sıklıkla gözlenen sosyalleşme<br />

alanındaki sıkıntılar aile içerisinden başlanarak<br />

söz konusu psikoterapilerde çözülmeye başlar.<br />

Ana-baba tutumlarının karakteristikleri, DEHB’<br />

li çocuğun davranışının hangi noktalarını nasıl<br />

besliyor sorusu yine bu psikoterapilerde ele alınır.<br />

Örneğin, çocuğun; ödevini bitirmeden çalışma<br />

masasından kalkma, odasını toplamama, eşyalarını<br />

kaybetme gibi davranışlarına ana babanın verdiği<br />

tepkiler aşırı cezalandırıcı, otoriter veya ihmalkar<br />

(görmezden gelerek) ise çocukta psikososyal<br />

gelişim basamaklarında psikolojik rahatsızlıklara<br />

yatkınlık gelişebilir. Söz konusu durum, DEHB’<br />

nin kendisinden olmasa da, çevrenin çocuğun<br />

sendromuna verdiği tepki yoluyla ileriki yaşamda<br />

kendi problemlerini yaratabilir.<br />

Çocuğun DEHB sendromundan ötürü aşırı ilgi<br />

görüyor olması ileriki yaşamında ikincil kazanç adını<br />

verdiğimiz durumları yaratmamalıdır. Bu noktada<br />

aile içerisindeki kısır ve işlevsel olmayan döngüler,<br />

tükenmişlikler, olası suçlayıcı düşünceler ele alınır ve<br />

farkındalık yaratılır.<br />

Bu nedenle, çocuğun gelgitlerini bir ölçüye kadar<br />

makul kabul etmek, aşamadığınızı hissettiğiniz<br />

durumlarda profesyonel psikolojik yardım için<br />

gerekirse aile terapilerini etkin şekilde kullanmak<br />

ailenin duygusal gelişiminin devamı adına önemli bir<br />

adımdır.<br />

SONUÇ<br />

DEHB, dikkatlice (!) ele alınıp tedavi edilmesi<br />

gereken, dürtüsellik aşırı hareketlilik ve dikkat<br />

eksikliği ile kendini erken yaşlardan itibaren<br />

gösteren bir tablodur. Bununla beraber, her<br />

çocuğun bir yetişkin adayı ve ayrı bir birey olduğu,<br />

düşünülerek kendi seçimlerini yapabilecek olgunluk<br />

düzeyine gelene dek, gelişim dönemine uygun<br />

olarak ana baba tarafından desteklenmesi en<br />

çok ihtiyacı olan şeydir. Uygun bir psikososyal<br />

olgunluğa ulaşmak için çocuk önce kendi yaşıtlarıyla<br />

paylaşmayı temel alan arkadaşlık geliştirerek<br />

ergenlik sonunda başkasıyla güçlü bir duygusal<br />

bağ oluşturmak durumundadır. Yine ait olma<br />

duygusunu kazanma, akranlarına belli bir sadakat<br />

ve bağlılık duygusu geliştirme bir çocuğun olumlu<br />

ruhsal gelişiminin olmazsa olmazıdır. Zihinsel<br />

kavram ve becerileri uygun geliştiren çocuğun<br />

yurttaşlık bilinci ve sorumluluğunu kazanabilmek/<br />

üstlenebilmek için gerekli zihinsel devinimleri<br />

etkin kullanacağı öngörülür. Tedavi iyileşme gibi<br />

boyutları fazlasıyla önemseyip çocuğu salt DEHB<br />

olan biri olarak algılayıp bahsedilen basamakların<br />

gelişimini izlememek probleme başka boyutlar<br />

katma riski taşımaktadır. Bu nedenle, yukarıda<br />

anlatılan tedavilerdeki süreçlerde dahi, çocuğun<br />

desteklenmesi, koşulsuz kabul ortamında sevildiğini<br />

hissederek büyümesi hatalarına yönelik sorumluluk<br />

alma duygusunun oluşmasını sağlayan en önemli<br />

katkıdır. Ana-babanın çocuğuna verebileceği en<br />

değerli ve karşılıksız olgu yine sevgi olacaktır.<br />

KAYNAKLAR:<br />

1. Doğangün, B. ve Yavuz M. (2011). Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu,<br />

Türk Pediatri Arşivi Dergisi, 46, 25-28.<br />

2. American Psychiatric Association. (1994). Diagnostic and statistical manual of<br />

mental disorders (4th ed.). DSM-IV. Washington, DC: American Psychiatric Press.<br />

3. Öztürk, O. (2002). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları (9.Basım). Nobel Tıp Kitabevleri:<br />

Ankara.<br />

4. Aldridge, J. E., Meyer, A., Seidler, F. J., & Slotkin, T. A. (2005). Alterations<br />

in central nervous system serotonergic and dopaminergic synaptic activity in<br />

adulthood after prental or neonatal chlorpyrifos exposure. Environmental Health<br />

Perspectives, 113, 1027-1032.<br />

5. Baumqaertel, A. (1999). Alternative and controversial treatments for attention<br />

deficit/hyperactivity disorder. Pediatric Clinics of North America, 46, 977-992.<br />

6. Cramond B. (1994). Attention deficit hyperactivity disorder and creativity: What<br />

is the connection? Journal of Creative Behavior, 28, 193-210.<br />

7. Doyle, A. E., Faraone, S. V., Seidman, L. J., Willcutt, E. G., Nigg, J. T., & Waldman,<br />

I. D., ve ark. (2005). Are endophenotypes based on measures of executive functions<br />

useful for genetic studies of ADHD?<br />

8. Kaplan, B. J. & Sadock, V. (2009). Klinik Psikiyatri El Kitabı. Güneş Tıp<br />

Kitabevleri: Ankara.<br />

9. Lullo, C. & Van Puymbroeck, M. (2006). Sports for children with ADHD:<br />

Recreation can enhance the lives of children with ADHD. Parks and Recreation, 41,<br />

20-25.<br />

10. Cramond B. (1994). Attention deficit hyperactivity disorder and creativity:<br />

What is the connection? Journal of Creative Behavior, 28, 193-210.<br />

11. Cuvelier, M. (2002). Attention-deficit disorders, sleep and substance abuse.<br />

Psychology Today, 35, 26-28.<br />

79<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


80<br />

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE<br />

VE ÇAĞDAŞLAŞMA<br />

[ Hazırlayan ] Ahmet ÖZKURT | Svl. Me.<br />

Atatürkçü düşünce sisteminin ve Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin dayandığı temel ilkelerden<br />

biri de “çağdaşlaşma” dır. Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin temeli olan bu kavramı<br />

kısaca ulusu ve ülkeyi çağdaş uygarlık ve<br />

kültür düzeyine çıkarmak olarak tanımlamak<br />

mümkündür.<br />

Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde<br />

çağdaşlaşma; “çağın tutumuna uymak”,<br />

çağdaşlık ise “çağdaş olma durumu” ve<br />

çağdaş “bulunulan çağda olma durumu,<br />

muasır” olarak tanımlanır. Toplumbilimsel<br />

olarak ise çağdaşlaşma; toplumun<br />

yeniden düzenlenmesini, çağın her türlü<br />

gelişmelerinin ışığında yeni bir düzen<br />

kurulmasını, bilimsel bir dünya, insan ve<br />

toplum anlayışının egemen kılınmasını,<br />

çağdaş uygarlık yarışında diğer ülkelerle yarışa<br />

kalkılmasını anlam olarak içermektedir.<br />

Aslında Atatürkçü düşünce sistemi yapısı<br />

gereği çağdaştır ve her türlü gelişmeye açıktır.<br />

Atatürkçülük bir ideoloji ve buna bağlı olarak<br />

doktrin değil, değişen ve gelişen şartlara<br />

ayak uydurabilen bir politikalar bütünüdür.<br />

“Doktrin istemem, donar kalırız. Biz yürüyüş<br />

halindeyiz” sözü aslında bu yaklaşımı dile<br />

getirir. Atatürkçülük, ulusumuzu çağdaş<br />

uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmayı<br />

temel hedef olarak almıştır. Bilindiği gibi,<br />

uygarlık durağan değildir. Aksine sürekli bir<br />

devinim ve gelişim içindedir. Bu bağlamda<br />

Atatürkçülüğün anılan yapısal özelliği hayata<br />

en iyi ayak uydurabilen tavrı gösterir.<br />

Atatürk, çağdaşlaşma konusunda o<br />

dönemde alınacak ölçüt olarak batıyı<br />

görmüş ve göstermiştir. “Memleketimizi<br />

çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çabamız,<br />

Türkiye’de çağdaş, böylece Batılı bir hükümet<br />

yaratmaktır. Uygarlığa girmek isteyip te<br />

batıya yönelmemiş ulus hangisidir?” diyen<br />

Atatürk böylelikle gerekli hedefi göstermiş<br />

olmaktadır. Ancak, burada önemli bir noktayı<br />

ele almak gerekmektedir. Batılılaşma aslında,<br />

konuya değişik açılardan bakanların yersiz<br />

kuşkulara kapılmalarını önleyici bir kapsama<br />

sahiptir. Burada batılılaşma olarak nitelenen,<br />

gerçek anlamıyla çağdaş dünya uygarlığına<br />

katılmak ve ulusun genel yaşam tarzını çağdaş<br />

olmanın gereklerine uydurarak, çağdaş olarak<br />

nitelendirilebilecek ulusların arasında yer<br />

almaktır. Çünkü yine Atatürk’ün deyişiyle;<br />

“Memleketler çeşitlidir, fakat uygarlık<br />

birdir ve bir ulusun ilerlemesi için de bu tek<br />

uygarlığa katılması gerekir.”<br />

Türk ulusunun önünde duran ve varılması<br />

gereken hedef, çağdaşlaşma ve bağlı olarak<br />

da çağdaş uygarlıktır. Ancak, çağdaş uygarlık<br />

hedefinin ulusun diğer hedeflerinden önemli<br />

bir nitelik farkı bulunmaktadır. O da, bu<br />

hedefin sürekli hareket halinde oluşudur.<br />

Başka bir deyişle, çağdaş uygarlık hedefi bir<br />

kez yakalandığında tam olarak ona ulaşılmış<br />

sayılmaz. Çünkü, eğer yakalanılan noktada<br />

81<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


82<br />

kalınırsa, hedef yapısı gereği kısa sürede<br />

tekrar ileri gidecektir. Bu nedenle onu daima<br />

ve ısrarla izlemek gerekir.<br />

Diğer taraftan, böyle bir hedefi yakalayıp<br />

izlemenin ilk koşulu ise, her şeyden önce<br />

ulusun çağdaş uygarlıktan kopmasına neden<br />

olan engelleri ortadan kaldırmak ve yerlerine<br />

ilerlemeyi hızlandıracak kurum ve yöntemleri<br />

koymaktır. Atatürk işte tam bu noktadan<br />

başlamıştır. Bu nedenle, Türk ulusunu<br />

çağdaş uygarlık hedefine doğru yöneltici ve<br />

bu doğrultuda ilerlemesini sağlayıcı iletişim<br />

devrimi (yazı-dil devrimi) kıyafet devrimi vb.<br />

önlemlerin alınmasını sağlamıştır. Atatürk<br />

böyle bir hedefe ulaşmanın insan ömrü kadar<br />

bir zaman kesitine sığdırılamayacağını da<br />

görmüştür. Ancak, bu hedefin yakalanıp<br />

izlenmesi sürekli bir olay olduğu için, Türk<br />

ulusunun gelecek kuşaklarına bu yolda<br />

izlenmesi gereken yöntemi ise “Efendiler, bu<br />

güne kadar elde ettiğimiz başarı, bize ancak<br />

ilerleme ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır.<br />

Yoksa ilerleme ve uygarlığa henüz ulaşmış<br />

değiliz. Bize ve torunlarımıza düşen görev<br />

bu yol üzerinde hiç durmadan ilerlemektir”<br />

şeklinde belirtmiştir.<br />

Atatürk’ün çağdaşlaşma anlayışı devingen bir<br />

yapı içermektedir. Durağan bir bakış açısına<br />

sahip olmayan Atatürkçü düşünce sistemine<br />

göre, ileride bir gün bir başka uygarlık, batı<br />

uygarlığının yerini alırsa, o zaman yeni hedef<br />

hiç kuşkusuz bu yeni uygarlık düzeyine<br />

ulaşmak olacaktır. Çünkü, Atatürk’ün dediği<br />

gibi, “Uygarlığa girmek isteyip de Batı’ya<br />

yönelmemiş ulus hangisidir ?” Başka deyişle,<br />

eğer daha ileride olan bir başka uygarlık söz<br />

konusu olsa, bu kez de o uygarlığa ulaşmak<br />

kaçınılmaz olacaktır. Bu yönüyle bakıldığında,<br />

çağdaşlaşma kavramı çağının gereklerini<br />

en ileri düzeyde yerine getiren uygarlıklarla<br />

paralellik göstermektedir. Bu nedenle<br />

Atatürkçü düşünce sistemi, asıl hedef olarak<br />

mutlak bir biçimde Batı’yı seçmemiş, çağdaş<br />

uygarlığı temel hedef olarak saptamıştır.<br />

Çağdaşlaşma, çağdaş uygarlık düzeyine<br />

ulaşmak ve buna bağlı olarak da çağdaş bir<br />

cumhuriyet kurma ve yerleştirme çabalarına<br />

bağlı olarak ortaya çıkan Batılılaşma olgusu,<br />

beraberinde bazı sorunları da getirmiştir.<br />

Osmanlı İmparatorluğu dönemine<br />

bağlılıklarını sürdüren geleneksel anlayışın<br />

direnmeleri ve diğer bazı kesimlerin<br />

girişimleri, çağdaşlaşma ve çağdaş uygarlık<br />

düzeyi açısından engel olarak ortaya<br />

çıkmışlardır. Ayrıca, Batı kültürünün<br />

temelinde var olan maddeye dayanma ve<br />

bireycilik felsefesi, çoğunlukla bunun tersi<br />

niteliklere sahip olan toplumumuzda bazı<br />

çelişkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.<br />

Bu noktada ise Atatürkçü düşünce sisteminin<br />

birleştirici ve sentezci yanı yine de ön plana<br />

çıkmaktadır. Eski ile yeni, geleneksel ile<br />

gelişmeci, yobazlık ve açık düşüncelilik bir<br />

potada eritilmiş, gerçekleştirilen devrimlerle<br />

de Türkiye Cumhuriyeti pekişmiştir.<br />

Ancak, yine de bir takım sorunlar ortaya<br />

çıkmıştır. Çağdaşlaşmayı öykünmecilik<br />

olarak anlayanlar, Batılılaşma olgusunu çok<br />

abartılı ele alıp topluma yabancılaşanlar,<br />

birçok yenileşme çabasının halka tam olarak<br />

ulaşmasını dolaylı da olsa engellemiştir.<br />

Atatürkçü cumhuriyetçiliğin temellerinden<br />

birisi olan çağdaşlaşma, 20’nci yüzyılın<br />

önde gelen ve en sağlıklı cumhuriyet<br />

yönetimlerinden birisi durumundaki Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin kurulmasında temel<br />

etkenlerden birisi olmuştur.<br />

KAYNAKLAR :<br />

1. Suna Kili ; Atatürk Devrimi (Bir Çağdaşlaşma Modeli) Türkiye İş Bankası<br />

Yayınları Ankara 1981<br />

2. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri c.III, s.68.<br />

3. Atatürk Haftası Armağanı, ATASE, 1996, s.29<br />

83<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


ZİYARETLER<br />

VE<br />

ETKİNLİKLER<br />

05 NİSAN<br />

<strong>2012</strong><br />

EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ<br />

SN.VALİ MEHMET KILIÇLAR’IN ZİYARETİ<br />

19 NİSAN<br />

<strong>2012</strong><br />

ANTALYA MİLLETVEKİLİ<br />

SN. M.VECDİ GÖNÜL’ÜN ZİYARETİ<br />

Emniyet Genel Müdürü Sn. Vali Mehmet KILIÇLAR, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret<br />

etmişlerdir.<br />

Antalya Milletvekili Sn. M. Vecdi GÖNÜL, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.<br />

84<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

18 NİSAN<br />

<strong>2012</strong><br />

DENİZ EĞİTİM VE ÖĞRETİM KOMUTANI<br />

TÜMAMİRAL ATİLLA KEZEK’İN ZİYARETİ<br />

20 NİSAN<br />

<strong>2012</strong><br />

SN. IŞIL TAYSEVER’İN<br />

‘‘SOSYAL İLETİŞİM AĞI’’ KONULU KONFERANSI<br />

85<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i<br />

ziyaret etmişlerdir.<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı Karargahında, Yenilikçi ve Yaratıcı Yönetim Projesi kapsamında Sn. Işıl TAYSEVER<br />

tarafından ‘‘Sosyal İletişim Ağı’’ konulu konferans verilmiştir.


ZİYARETLER<br />

VE<br />

ETKİNLİKLER<br />

14 MAYIS<br />

<strong>2012</strong><br />

LİBYA DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI<br />

TUĞAMİRAL ALİ BUSHNAK VE HEYETİNİN ZİYARETİ<br />

25-27 HAZİRAN<br />

<strong>2012</strong><br />

ROMANYA SINIR POLİSİ GENEL MÜFETTİŞİ I’İNCİ<br />

YARDIMCISI VE HEYETİNİN ZİYARETİ<br />

Libya Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Ali BUSHNAK ve beraberindeki heyet, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral<br />

Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.<br />

Romanya Sınır Polisi Genel Müfettişi 1’inci Yardımcısı Müfettiş Mihai Cristinel BRATAN ve beraberindeki heyet,<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmiştir.<br />

86<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

08 HAZİRAN<br />

<strong>2012</strong><br />

SPOR TURNUVALARI ÖDÜL TÖRENİ<br />

29 HAZİRAN<br />

<strong>2012</strong><br />

SN. BÜYÜKELÇİ ÇAĞATAY ERCİYES’İN ZİYARETİ<br />

87<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında düzenlenen basketbol, voleybol, tenis ve masa tenisi turnuvalarında dereceye<br />

giren personele ödülleri verilmiştir.<br />

Sayın Büyükelçi Çağatay ERCİYES, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.


ZİYARETLER<br />

VE<br />

ETKİNLİKLER<br />

01-04 TEMMUZ<br />

<strong>2012</strong><br />

GÜRCİSTAN SINIR POLİSİ BAŞKANI I’İNCİ YRD. VE<br />

SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI VE HEYETİNİN ZİYARETİ<br />

30 TEMMUZ<br />

<strong>2012</strong><br />

ŞEHİTLERİ ANMA TÖRENİ<br />

88<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Gürcistan Sınır Polisi Başkanı I’inci Yardımcısı ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Albay Besik SHENGELIA ve beraberindeki heyet<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.<br />

10 TEMMUZ<br />

<strong>2012</strong><br />

İÇİŞLERİ BAKANI MÜSTEŞARI<br />

SN. SEYFULLAH HACIMÜFTÜOĞLU’NUN ZİYARETİ<br />

30 Temmuz 2005 tarihinde helikopter kazası sonucu şehit olan askeri personeli anmak maksadıyla Şehit Pilot Kd. Ütğm.<br />

Bülent SARIKAYA’nın ailesi tarafından Cebeci Askeri Şehitliğinde düzenlenen törene <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı personeli<br />

de iştirak etmiştir.<br />

31 TEMMUZ<br />

<strong>2012</strong><br />

13’ÜNCÜ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI VE MKEK GENEL MÜDÜRÜ<br />

(E) TÜMAMİRAL İZZET ARTUNÇ’UN ZİYARETİ<br />

89<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

İçişleri Bakanı Müsteşarı Sn. Seyfullah HACIMÜFTÜOĞLU, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret<br />

etmişlerdir.<br />

13’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı ve MKEK Genel Müdürü (E) Tümamiral İzzet ARTUNÇ, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />

Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.


90<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

SANAT<br />

VE<br />

FOTOĞRAF<br />

DİJİTAL FOTOĞRAFÇILIK<br />

[ Hazırlayan ] Okyay ALTIOK | Svl. Me.<br />

Fotoğraf makineleri:<br />

Yıllar önce dijital fotoğraf makineleri ucuzlayıp,<br />

herkesin alabileceği fiyatlara satılmaya başlayınca,<br />

fotoğrafçılar, ‘fotoğrafçılık ayağa düştü’ diye<br />

tepki göstermişlerdi. Ancak gelişmeler böyle<br />

düşünenler için daha da korkunç bir hal aldı ve o<br />

fotoğraf makinelerinin yerini, daha önce yalnızca<br />

profesyonellerde bulunan Digital Single Lens<br />

Reflex (DSLR) makineler almaya başladı. O kadar<br />

ki kompakt makine fiyatına DSLR makine bulmak<br />

mümkün.<br />

Amacı sadece tatil fotoğrafı çekmekten tutun, yeni<br />

doğacak bebeğini bekleyenlere kadar herkes DSLR<br />

tercih etmeye başladı. Hatta daha eline makine<br />

almayanların ‘ben ürün/düğün/doğum fotoğrafçısı<br />

olacağım ne almalıyım?’ soruları bile geliyor.<br />

Bugün gelinen noktada, durumdan şikayetçi olan<br />

profesyonellerin bile pek şikayetçi olamayacağı bir<br />

pazar oluştu. Makinelerin çok satması ve fotoğrafçı<br />

olmak isteyenlerin sayısının artması, fotoğrafçılık<br />

kurslarının sayısını patlattı. Makinelerin sayısı ve<br />

çeşidi arttı, fiyatlar rekabet nedeniyle daha makul<br />

seviyelere geldi. Bununla beraber artan talep,<br />

aksesuar ve ek ekipmanların da gelmesine ve rahat<br />

bulunmasına sebep oldu.<br />

Uzun lafın kısası, pazar büyüdü. Her ne kadar DSLR<br />

almak mantıklı hale gelmiş olsa da, kompakt, DSLR<br />

benzeri ve Micro 4/3 gibi formatlar da gelişmeye ve<br />

satılmaya devam ediyor. O kadar ki bunların bazıları<br />

giriş seviyesi DSLR’den daha pahalı.<br />

Şu an piyasada satılmakta olan fotoğraf makinesi<br />

modellerini şu şekilde gruplandırabiliriz:<br />

• Kompakt: Küçük boyutlu, küçük algılayıcılı, lensi<br />

değiştirelemeyen rahatlıkla taşınabilir makineler.<br />

• Micro 4/3: Daha büyük boyutlu, daha büyük<br />

algılayıcılı, lensi değiştirilebilen, taşınabilir<br />

makineler.<br />

•DSLR benzeri: Küçük algılayıcılı, DSLR benzeri<br />

büyük gövdeli, süper zoom yapabilen sabit lensli,<br />

taşınabilirliği daha zor olan makineler.<br />

• DSLR: Büyük algılayıcılı, büyük gövdeli, lensi<br />

değiştirilebilen, taşınabilirliği en zor olan makineler<br />

• Özel sınıfta makineler: Birden fazla sınıfın<br />

özelliğini taşıyabilen özel makineler<br />

Kullanıcı talepleri ve ihtiyaçlarına göre fotoğraf<br />

makinelerini kısaca inceleyelim.<br />

1. Amacınız sadece anı fotoğrafı çekmek, ilginç<br />

anları ve aile-arkadaş fotoğrafları çekmek ise,<br />

fotoğraf kalitesi sizin için çok önemli değilse düşük<br />

bir bütçeyle fotoğraf makinesi edinebilirsiniz. Hatta<br />

cep telefonunuzun kamerası bile ilk başta sizin için<br />

yeterli olabilir. Eğer fotoğraf makinesi alacaksanız,<br />

dikkat edeceğiniz noktalar, 10 megapiksel civarında<br />

olması, li-ion yani ince pil ile çalışması, cebinizde<br />

taşınabilir ebatta olmasıdır. Alacağınız makinede<br />

aşağıdaki özelliklerin olmasına dikkat edebilirsiniz.<br />

• 10-12 megapiksel CCD algılayıcı (CMOS ve<br />

arkadan aydınlatma tercih sebebi olur)<br />

• Zoom en fazla 5x<br />

• İnce, li-ion pil kullanımı<br />

• Gömlek cebi boyutu<br />

• Makine içinde Panorama ve HDR özellikleri<br />

• 1280°—720 video<br />

• Görüntü sabitleme sistemi (opsiyonel)<br />

• Video çekerken zoom imkanı<br />

2. Anı fotoğrafı çekeceksiniz ama fotoğraf kalitesi<br />

sizin için önemliyse biraz daha bütçeyi arttırarak<br />

daha özellikli aşağıdaki özelliklere sahip bir fotoğraf<br />

makinesi alabilirsiniz.<br />

• 12-16 megapiksel CMOS arkadan aydınlatmalı<br />

algılayıcı<br />

• Zoom değeri 5x ve üzeri<br />

• İnce, li-ion pil kullanımı<br />

• Gömlek cebi boyutu<br />

• Makine içinde Panorama ve HDR özellikleri<br />

• Kaliteli LCD<br />

• Titreşim engelleme özelliği<br />

• HD video<br />

• Video çekerken zoom imkanı<br />

3. Fotoğraf kalitesinin yüksekliği sizin için önemli,<br />

temel fotoğraf çekim tekniklerini biliyorsanız ve<br />

makinenin kontrollerini kendim de yapabilmek<br />

istiyorum diyorsanız daha gelişmiş ayar sistemine<br />

sahip bir makine tercih etmelisiniz. Sadece otomatik<br />

ayarlarla değil, değiştirilebilen bazı ayarlarla<br />

fotoğraflarınızı çekebilirsiniz.<br />

• 12-16 megapiksel CMOS arkadan aydınlatmalı<br />

algılayıcı<br />

• Zoom değeri 10x ve üzeri<br />

• İnce, li-ion pil kullanımı<br />

• Gömlek cebi boyutu<br />

• Makine içinde Panorama ve HDR özellikleri<br />

• Kaliteli LCD<br />

• Titreşim engelleme özelliği<br />

• HD video<br />

• Video çekerken zoom imkanı<br />

• A ve TV/S modu<br />

• Ek özellikler (3D, GPS gibi )<br />

Su altında fotoğraf çekmek istiyorsanız:<br />

Filmli su geçirmez makinelerin kullanımı hala iyi bir<br />

alternatif olabilir. Oldukça ekonomik bir çözüm ama<br />

dijital olarak piyadada uygun fiyatlı ürünler bulmak<br />

da mümkün. 10 metreye kadar dayanıklı olması ve<br />

geniş açı lens tercih sebebi olabilir.<br />

4. Taşınabilir olmakla birlikte, iyi bir kompakt<br />

makine istiyorsanız bütçenizi yukarı çekmeniz<br />

gerekecektir. Bu makinelerin algılayıcı boyutu<br />

diğer makinelerden biraz daha büyük, yüksek<br />

ISO hassasiyetine sahip bulunmaktalar. Bu<br />

tür bir makinede çok fazla model seçeneği<br />

bulunmamaktadır.<br />

• Büyük algılayıcı<br />

• RAW çekimi (Ham fotoğraf formatıdır.)<br />

• Manuel ve A/TV/S modları<br />

• Dayanıklı gövde<br />

• Hızlı lens<br />

5. Uzak nesneler çekecekseniz, kompakt<br />

makinelerde olmayan büyük yakınlaştırma<br />

oranlarına sahip (örneğin 20x) büyük gövdeli<br />

makineler tercih edilebilir. Bu makinelere DSLR<br />

benzeri makinelerde denilmektedir.<br />

Ayırt edici özelliklere baktığımızda;<br />

• Ele oturan büyük gövde<br />

• Büyük ekran<br />

• CMOS algılayıcı<br />

• Manuel kontroller<br />

• 20-25x arası optik zoom<br />

91<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


SANAT<br />

VE<br />

FOTOĞRAF<br />

92<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

Bu özellikler dışında, algılayıcıların boyutu ufak<br />

kompaktlar ile aynı olduğundan, görüntü kalitesi<br />

aynı olmaktadır.<br />

6. Önceki model tavsiyesinde belirtilen DSLR<br />

benzeri makine sınıfında daha yüksek zoom oranına<br />

ihtiyacınız olacaksa, örneğin doğa fotoğrafları<br />

çekecekseniz aşağıda yazılı özelliklere sahip bir<br />

model alabilirsiniz.<br />

Bu makineler DSLR satın almak istemeyenler için<br />

idealdir. Dolayısıyla özellik ve çekim imkanları<br />

üst düzey. Yukarıdaki listeye ek olarak aşağıdaki<br />

özellikleri aramalısınız.<br />

• Arkadan aydınlatmalı CMOS algılayıcı<br />

• Yüksek kalite dönebilir ekran<br />

• 25-40x arası optik zoom<br />

• Etkili titreşim engelleme sistemi<br />

• Full HD video<br />

• RAW<br />

• GPS<br />

• Ayrı zoom/odak halkası<br />

• Harici mikrofon desteği<br />

• Hazır Panorama ve HDR modları<br />

7. DSLR benzeri makineler kompakt makinelere<br />

yakın algılayıcıya sahip olmalarından dolayı görüntü<br />

kalitesi üst düzeyde değildir. Görüntü kalitesinin<br />

tatminkar olması için daha büyük algılayıcıya<br />

sahip bir model düşünebilirsiniz. Bu durumda<br />

daha büyük algılayıcı, beraberinde daha büyük<br />

gövdeye sahip ve lensleri değişebilen bir makine<br />

modeli almanız gerekecektir. Bu makinelerde süper<br />

zoom miktarlarına ulaşamayacaksınız ama lens<br />

değiştirebildiğiniz için, kaliteli lenslerle fotoğraf<br />

kalitesini algılayıcı haricinde de geliştirmek<br />

mümkün. Ancak lensler ucuz değil.<br />

Micro 4/3 makineler ve özel tasarım fotoğraf<br />

makineleri söz konusu bu sınıfta.<br />

Bu makineler, her ne kadar gövde olarak çok<br />

büyük olmasalar da, takılacak lenslere göre<br />

çanta gerektirecek boyutlarda olabilir. Micro 4/3<br />

makinelerin avantajı, lenslerinin de ufak oluşudur.<br />

Pancake denen lensler sayesinde bir hayli az yer<br />

kaplayan lensler bulunmaktadır.<br />

Micro 4/3 makineler, kompakt makineler<br />

ve DSLR’lar arasında köprü konumundalar.<br />

Algılayıcıları kompaktlardan büyük, DSLR’den<br />

küçük. Dolayısıyla özellikle gece çekimi başarımları<br />

tüm kompaktlardan iyi iken, DSLR kadar iyi<br />

olmamaktadır. Bugünün modern DSLR makineleri,<br />

ISO 3200’de dahi gayet kullanılabilir fotoğraf<br />

üretebiliyorlar. Micro 4/3’lerde de ISO 1600’ü<br />

kullanabiliyorsunuz.<br />

Sırf gece fotoğrafları değil, gündüz çekimlerinde de<br />

renk üretimi oldukça iyi bu makinelerin. Dinamik<br />

aralık konusunda da başarılar. Yani aydınlık ve<br />

karanlık bölgelerde detayları, kompaktlara göre daha<br />

iyi koruyorlar.<br />

8. Eğer tercihiniz yukarıda yazılan makine<br />

modellerinden değilde DSLR türü makine olacaksa<br />

taşıma dezavantajı en başta düşünülmesi gereken<br />

konudur. DSLR benzeri, micro 4/3 makinelerin<br />

çoğu için bir çanta gerekmektedir. Ama hiçbiri yine<br />

de bir DSLR kadar yer tutmadığından, DSLR her<br />

durumda daha büyük bir çanta işgal edecektir. Diğer<br />

sistemlerin lensleri de DSLR lenslerinden gözle<br />

görülür şekilde ufaklar. Yani yanınıza bir set alıp<br />

çıkmak istediğinizde, en büyük ve ağır çanta DSLR’a<br />

ait olacaktır. O yüzden bu bir sorun mu değil mi<br />

diye karar vermelisiniz. Taşıyacağınız yük önemli ise<br />

DSLR almayı düşünmeyin.<br />

İkinci önemli husus lensler. Eğer lens değiştirme<br />

masrafına girilmeyecekse, DSLR almak mantık<br />

dışı olacaktır. DSLR makinelerle birlikte satılan<br />

kit lenslerin kaliteleri maalesef çok yeterli<br />

olmamaktadır.<br />

Dolayısıyla makine kullanıldıkça daha kaliteli bir<br />

lens ihtiyacı ortaya çıkacaktır.<br />

Kit lenslerin malzeme kaliteleri düşüktür. Bu hem<br />

hızlı tozlanma hem de kullanılan ucuz optikler<br />

nedeniyle daha düşük kaliteli fotoğraf üretimine<br />

sebep olur.<br />

Ama hepsinin temel sorunu, sundukları diyafram<br />

değerlerinin f/3.5-5.6 arası olmasıdır. Işık<br />

konusunda 18-55 mm. aralığında bile çabucak<br />

sıkıntıya düşüp, ISO’ değerini yükseltmeye ihtiyaç<br />

duyabilirsiniz.<br />

Yüksek ISO kullanımı fotoğraflarda olmaması<br />

gereken küçük noktalar oluşturur ve kaliteyi<br />

düşürür. Aynı zamanda algılayıcının daha fazla<br />

ısınması ve batarya ömrünün kısalmasına da neden<br />

olacaktır.<br />

Arka planı netsizleştirmeyi (net alan derinliğini<br />

azaltarak arka planı öldürmek) diyafram üzerinden<br />

yapmak istediğiniz kadar iyi sonuç vermeyecektir.<br />

DSLR ile birlikte alacağınız kit lenslerle her tür<br />

fotoğraf çekimini yapılamaz. Örneğin zoom özelliği<br />

yetersiz olduğundan tele objektife, makro için özel<br />

makro lense ihtiyacınız olacaktır. Bunun yanında kit<br />

lensler genelde titreşim engelleme sistemine sahip<br />

olduklarından kolaylık sağlıyorlar.<br />

DSLR makine almaya karar verirseniz çekeceğiniz<br />

konuya göre lens seçimi yapmanız gerekecektir.<br />

Lenslerden kısaca bahsedelim:<br />

• Doğa fotoğrafı çekecekseniz: 70-300 lensler işinizi<br />

görecektir.<br />

• Portre çekecekseniz: 50 mm./1.4 -1.8 diyafram<br />

değerine sahip bir lens ile omuz üzeri portreleri<br />

rahatlıkla çekilebilir. Ama 85 ve 100 mm lensleri de<br />

önerebliriz. Bu tür fotoğraf çekimlerinde çekeceğiniz<br />

kişi ile araya biraz mesafe koymak, çektiğiniz kişiyi<br />

rahatlatacaktır.<br />

• Uzaktan portre ve detay çekimler yapacaksanız:<br />

70-200 lenslere yönelebilirsiniz. Ayrıca titreşim<br />

engelleme bu tip lenslerde çok önemli olabilir.<br />

• Geniş açı çekecekseniz: Ultra geniş açı lensler<br />

almalısınız. Bu lenslerin geniş kısmı 10-11 mm gibi<br />

değerlerdedir.<br />

• Genel kullanım için bir lens istiyorsanız: Bunun<br />

için 17-50 mm aralığını tavsiye edilir, genelde<br />

diyafram değeri de f/2.8 olursa uzun süre lens<br />

değiştirmeye ihtiyacınız olmaz<br />

• Yakın çekim için: Makro lens almalısınız. Bu<br />

lensler genelde sabit odaklıdır. 90, 100 , 105, 150<br />

ve 200 mm gibi değerlerde olabilir. Üzerinde makro<br />

yazan zoom lensler gerçek makro özelliğine sahip<br />

değillerdir. Bu lensler aynı zamanda porte lensi<br />

olmak için uygundur. En keskin lenslerdendir.<br />

• Tek bir lens alıp geziye çıkmak istiyorsanız:<br />

Seyahat lensi denen lens türleri bulunmaktadır.<br />

Bu lensler geniş açıdan başlayıp ciddi tele değerleri<br />

sunarlar. Ancak bu lenslerde diyafram değerleri pek<br />

iyi olmaz dolayısıyla güneş batmaya başladığında<br />

veya loş bir ortamda elde çekim için ISO’yu çok<br />

yükseltmek veya tripod (üç ayak) kullanmak<br />

gerekebilir.<br />

KAYNAKLAR :<br />

1. http://www.bascek.com/Erisim Tarihi: 29.07.<strong>2012</strong><br />

93<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


BERABER EĞLENELİM,<br />

BERABER ÖĞRENELİM<br />

KARİKATÜR<br />

[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | (E) Dz. Kur. Kd. Alb.<br />

TEŞEKKÜR MEKTUPLARI<br />

94<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

95<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>


BERABER EĞLENELİM,<br />

BERABER ÖĞRENELİM<br />

BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?<br />

[ Hazırlayan ] Hidayet ÖZTEKİN | İda. Kd. Üçvş.<br />

ŞİİR<br />

[ Hazırlayan ] Mahmut BAL | Svl. Me.<br />

• Sadece dişi kanaryalar ötebilir.<br />

Bir Baharın Ebemkuşağıyla Süslediği Günün Batımında...<br />

• Tarantulalar 5 yıl aç kalabilirler.<br />

• Sadece dişi sivrisinekler ısırır.<br />

• Filler zıplamayan tek memelidir.<br />

• Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.<br />

• Sığırların dört tane midesi vardır.<br />

O gecelerde...<br />

Ayın aydınlık yarısı gözbebeklerindeyken,<br />

dilimizin altında<br />

söyleyemediğimiz hecelerde,<br />

derdimizi demlerdik<br />

bir güzelle...<br />

96<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

• Kargalar ortalama 120 yıl yaşar.<br />

• Toprak solucanları dondurulduktan sonra oda ısısında tekrar hayata döndürülebilir.<br />

• Ördeğin vakvaklaması yankı yaratmaz ve bu durum açıklanamaz.<br />

• Dünyada insan başına düşen karınca sayısı ortalama bir milyondur.<br />

• Dünyada en derine dalan kuş türü imparator penguenlerdir. Bu kuşlar yiyecek aradıkları sırada<br />

225 m derine dalabilirler ve 18 dakika nefeslerini tutabilirler.<br />

• Bilinen en uzun süre yaşayan Japon balığı 41 yaşında ölmüştür.<br />

• Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.<br />

• Bir insanın damarlarının uzunluğu dünyayı 200 kere dolaşabilir.<br />

• Evinizdeki toz parçacıklarının büyük çoğunluğu ölü deri dokusudur.<br />

• Bir insan günde ortalama 23 bin kere nefes alıp verir.<br />

• Parmak izi gibi herkesin dil izi de farklıdır.<br />

O dizelerde...<br />

Böğrümüze saplanmış öbür yarısı,<br />

karanlık bir hançer gibi<br />

geçerken yüreğimizden,<br />

hasretler çekerdik<br />

bir bedende...<br />

Biz,<br />

o güzelle...<br />

işte o gecelerde,<br />

ayın aydınlık yarısı yıkarken bedenlerimizi<br />

gözlerimizden dökülen dizeleri<br />

doldurup kadehlerimize...<br />

Aşk içerdik<br />

Bir nefeste...<br />

97<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

• Bir çift ayakta 250 bin ter bezi vardır.<br />

• Bilim adamlarına göre IQ’nuz ne kadar yüksekse o kadar çok rüya görürsünüz.<br />

• İnsan uzun süre bir böbrek ve bir akciğer, midesiz, dalaksız yaşayabilir ama karaciğersiz 1 dakika<br />

bile yaşayamaz.


BERABER EĞLENELİM,<br />

BERABER ÖĞRENELİM<br />

BULMACA<br />

[ Hazırlayan ] Servet ALTAN | SG İda. Bçvş.<br />

1<br />

2<br />

3<br />

4<br />

5<br />

6<br />

7<br />

8<br />

9<br />

1 2 3 4 5 6 7 8 9<br />

SOLDAN SAĞA<br />

1. Azık, Yiyecek...Göne, Öl, Rutubet, Yaşlık.... 2. Uzunlamasına olan....<br />

3. Eski Japon hacim ölçüsü... Seçkin, Mutena, Mümtaz.... 4. Çabuk<br />

eriyip dağılan... Ayak.... 5. Nazi polis örgütü... Güzel sanat ... İlkbahar<br />

ve sonbaharda oturulan bahçeli ev.... 6. Merkez... Eski Mısır’da<br />

insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici güç./ Mezopotamya’da<br />

kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi.... 7. İlgi çekici değişik kimse,<br />

Tip... Bir tür reçine./ Çiçeği saran kabuk.... 8. Faiz, Nema, Riba, Güzeşte,<br />

Getiri... Antik bir Japon parası/ Saka Türklerinin ünlü destanı.... 9. Kalın<br />

demir boru ... Ab, Ma/ Kenar süsü... Utanma duygusu, Ar....<br />

YUKARIDAN AŞAĞI<br />

1. Irk karışması.... 2. Gövde heykeli... Cesim, Balaban.... 3. Aydınlık, Işık,<br />

Ziya... Başıboş hayvan sürüsü./ Yüksek kale duvarı.... 4. Boşboğaz....<br />

5. Hastalık anlamında eski sözcük./ Rusça’da ‘‘Evet’’... Gaye, Amaç,<br />

Maksat.... 6. Şey, Nesne...Tanece zencgin bitkisel özüt.... 7. Çivit<br />

anlamında eski sözcük... Koku.... 8. Altınkökü.... 9. Anlaşma, Uyuşma....<br />

SUDOKU<br />

[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda. Kd.Çvş.<br />

98<br />

<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />

ZORLUK<br />

ÇOK ZOR<br />

7 4 3<br />

8 7 6<br />

3 8 5<br />

4 8<br />

5 9 4 7 6 1<br />

8 7<br />

6 8 1<br />

1 7 5<br />

1 6 4<br />

Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart<br />

olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve<br />

her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a<br />

rakamların birer kez yer alması gereklidir.<br />

8 9 6 5 3 4 2 7 1<br />

3 1 2 9 6 7 5 4 8<br />

4 5 7 2 1 8 3 6 9<br />

5 6 4 3 2 9 8 1 7<br />

1 2 8 7 4 5 9 3 6<br />

9 7 3 6 8 1 4 2 5<br />

6 8 9 4 7 2 1 5 3<br />

7 4 1 8 5 3 6 9 2<br />

2 3 5 1 9 6 7 8 4<br />

GEÇEN SAYININ<br />

ÇÖZÜMÜ<br />

DİLBİLGİSİ<br />

GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ<br />

TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM [ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı<br />

sembol<br />

: simge<br />

terapi<br />

: tedavi<br />

sempatik<br />

: sıcakkanlı<br />

trafo<br />

: dönüştürücü<br />

sertifikasyon : onaylama<br />

trend<br />

: eğilim<br />

sorti<br />

: çıkış<br />

ütopik<br />

: hayali<br />

spesifik<br />

: özellikli<br />

valf<br />

: vana<br />

sponsor<br />

: destekleyici<br />

vidanjör : boşaltıcı<br />

süpermarket : büyük mağaza voltaj<br />

: gerilim<br />

1 2 3 4 5 6 7 8 9<br />

1 U K D E K A L<br />

2 T E L U A B F<br />

3 N Ü R B İ A<br />

4 F İ T A K A Z A<br />

5 E Z A Y A S A L<br />

6 K E B D R A İ<br />

7 K L A S İ K Y<br />

8 S A V H İ L E<br />

9 U R A R A R O T

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!