10aÄustos 2012 - Sahil Güvenlik KomutanlıÄı
10aÄustos 2012 - Sahil Güvenlik KomutanlıÄı
10aÄustos 2012 - Sahil Güvenlik KomutanlıÄı
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
İÇİNDEKİLER<br />
14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’in Veda Mesajı |6| 15’inci <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanı Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU’nun Katılış Mesajı<br />
|8| Komuta Değişimi |9| Yakın<br />
Batıda Kayıp Bir Metropol; Enez |12| Adrasan Koyu |18| Yeniden Hayata Dönüş Hikayesi |26|<br />
Bodrum Bizimle Güvende |30| Özel Çevre Koruma Alanı; Saros Körfezi |34| Türkiye’de Lojistik<br />
Günlük Hayatımıza Olan Etkileri |48| Bir Destandır Sarıkamış |51| <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
30’uncu Yıl Etkinlikleri |55| Bilişim Teknolojileri |70| Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu<br />
|76| Atatürk Köşesi |80| Ziyaretler ve Etkinlikler |84| Dijital Fotoğrafçılık |90| Beraber<br />
Eğlenelim, Beraber Öğrenelim |94|<br />
Eğitimi |39| Bahriye Sancakları ve Simgeleri |43| Doğalgaz ve Likit Petrol Gazının Özellikleri ve<br />
18<br />
ADRASAN KOYU<br />
51<br />
BİR DESTANDIR SARIKAMIŞ<br />
Poyraz’la yaşama günlük tutarken bakanla görenin hatırasını<br />
kaydetmek üzere Adrasan Koyu’ndayız. Adrasan Antalya’ya 95<br />
km mesafede bir beldedir.... DEVAMI 18’DE...<br />
Bu konuda birçok kitap okudum; kimisi araştırma kimisi roman.<br />
Sarıkamış dendiğinde gitmesem de görmesem de gözlerimi kapattığım<br />
her an o dondurucu soğukta şehit olmuş atalarımı.... DEVAMI 51’DE...<br />
12<br />
YAKIN BATIDA KAYIP BİR METROPOL;<br />
ENEZ<br />
Başlığı okuduktan sonra Enez’i bilenlerin yüzündeki şaşkınlık ifadesini<br />
görür gibi oldum bir an. Ama sizi temin ederim birazdan okuyacaklarınızı<br />
gayet ilginç bulacak, mizahi bir üslupla ele aldığım.... DEVAMI 12’DE...<br />
34<br />
ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANI;<br />
SAROS KÖRFEZİ<br />
Ülkemiz özellikle son on beş yıl içerisinde biyoçeşitliliğin korunması<br />
amacıyla birçok uluslararası antlaşmaya taraf olmuştur. Bern Sözleşmesi<br />
olarak bilinen.... DEVAMI 34’TE...<br />
SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ<br />
Ağustos <strong>2012</strong> • Sayı: 17 • Dört ayda bir yayımlanır.<br />
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın<br />
ISSN: 1307-4253<br />
YAYIN SAHİBİ VE GENEL<br />
YAYIN YÖNETMENİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı adına<br />
Personel Başkanı<br />
Dz. Kur. Kd. Alb. Ü.Engin UYANIK<br />
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ<br />
VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />
SG Kd. Alb. Ahmet KENDİR<br />
GENEL YAYIN KOORDİNATÖR<br />
YARDIMCISI<br />
SG Yb. Engin KUNTAY<br />
YAYIN İNCELEME KURULU<br />
Dz. Kur. Kd. Alb. Olcay UYAR<br />
Dz. Kd. Alb. İlhan KAYIŞ<br />
SG Kur. Bnb. Barış YILDIRIM<br />
SG Eln. Kd.Bçvş. Murat ÖZKAYA<br />
İst. Me. Suna ERTEKİN<br />
Svl. Me. Türkan COŞKUN<br />
GRAFİK TASARIM<br />
Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN<br />
DÜZELTMEN<br />
SG İda.Bçvş. Servet ALTAN<br />
Svl. Me. Pınar YILMAZ AKSU<br />
REKLAM KOORDİNATÖRÜ<br />
SG İk. Ütğm. E.Kutluhan DOĞAN<br />
(0312) 416 45 05<br />
YÖNETİM MERKEZİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10<br />
Bakanlıklar/ANKARA<br />
Telefon : (0312) 417 50 50<br />
Belgegeçer : (0312) 417 28 45<br />
Internet : www.sgk.tsk.tr<br />
E-posta : sgdergisi@sgk.tsk.tr<br />
BASIM YERİ<br />
Anadolu Yayıncılık<br />
Süleyman Bey Sk. No: 31/10<br />
Maltepe/ANKARA<br />
Telefon : (0312) 230 83 45<br />
Belgegeçer : (0312) 230 83 46<br />
Internet : www.anadoluyayincilik.com<br />
BASIM TARİHİ : 27.08.<strong>2012</strong><br />
ÖNEMLİ NOT<br />
Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf,<br />
harita, illüstrasyon ve konuların<br />
her hakkı saklıdır. Kaynak<br />
gösterilerek alıntı yapılabilir.<br />
Dergideki yazılar yazarlarının özel<br />
fikirlerini kapsar.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
görüşünü yansıtmaz.<br />
KÜNYE
» 14’ÜNCÜ SAHİL GÜVENLİK<br />
KOMUTANI TÜMAMİRAL<br />
SERDAR DÜLGER’İN VEDA MESAJI<br />
6<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının değerli personeli;<br />
Bir yıl önce 10 Ağustos 2011 tarihinde devraldığım<br />
ve yüklendiğim önemli sorumluluğun bilinci ile<br />
büyük bir gurur, şeref ve heyecanla deruhte ettiğim<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı görevimi bugün değerli<br />
komutan ve silah arkadaşım Tümamiral Hasan<br />
UŞAKLIOĞLU’na teslim ediyorum.<br />
Kuruluşundan itibaren gelişimi ile başarılarını<br />
yakınen takip ettiğim <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
ile onun güzide personelinden ayrılmanın buruk<br />
hüznünü yaşarken, aynı zamanda sahip olduğu<br />
üstün vasıfları ile gücünü her geçen gün artıran mavi<br />
denizlerimizin koruyucu kalkanı <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığımızın gelişimine bir ekip ruhu ile tüm<br />
personelimle birlikte katkıda bulunmanın huzur ve<br />
mutluluğunu yaşıyorum.<br />
Kurulduğu 1982 yılından itibaren Deniz Kuvvetleri<br />
Komutanlığımızın da sonsuz destekleri ile sürekli<br />
bir gelişim gösteren <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımız,<br />
bugün; profesyonel kuvvet yapısı, denizci<br />
perspektife sahip yüksek nitelikli personeli ve sahip<br />
olduğu çağdaş, güçlü ve modern platformları ile yedi<br />
gün, yirmidört saat esasına göre halkımızın gözleri<br />
önünde başarıyla görev yapmaktadır.<br />
Bu özellikleriyle, günümüzde örnek seviyede bir<br />
teşkilat ve platform standardına ulaşmış bulunan<br />
Komutanlığımız; dünyadaki birçok ülke <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik teşkilatlarının platform modernizasyonu<br />
çalışmalarında da iyi ve güvenilir bir örnek olarak<br />
algılanmakta ve özellikle milli üretim gemilerinin<br />
yurt dışına satışı ile yabancı ülkelere sahil güvenlik<br />
alanına yönelik personel eğitimi verilmesi<br />
konularında ülkemize yeni olanaklar sunmaktadır.<br />
Komutanlığımızın görev etkinliğine ilişkin<br />
değerlendirmeyi yüce Türk Milleti, onun ayrılmaz<br />
parçası olan <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın siz<br />
genç, dinamik ve özverili personelinin takdirine<br />
bırakıyorum.<br />
Görev sürem boyunca emir ve komutaları<br />
altındaki birlikleri ve personeli eğitim, disiplin<br />
ve moral konularında daima göreve hazır tutan<br />
ve verilen her türlü görevi en iyi şekilde ifa eden<br />
ana ast komutanlarıma, üstün bir görev anlayışı<br />
ile karargâhımı tüm personeli ile birlikte uyum<br />
içerisinde verilen görevlere yönelten kurmay<br />
başkanıma ve başkanlarıma, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet<br />
memuru, işçi, uzman erbaş, erbaş ve erleri ile<br />
kıymetli ailelerine, en içten duygularımla takdir ve<br />
teşekkürlerimi sunuyorum.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın günümüz<br />
Türkiye’sinde ve uluslar arası alanda ulaştığı bu<br />
konumunu daha da güçlendirmek ve sevilen, sayılan,<br />
mavi denizlerimizde her zaman yardıma hazır olan<br />
ve güven veren, dünyada konusunda örnek alınan<br />
bir komutanlık olma vizyonunu gerçekleştirmek<br />
üzere siz değerli personelimin; yüce önder Mustafa<br />
Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusunda<br />
belirlediği ve Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş<br />
medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracak rotada, her<br />
gün bir öncekinden daha fazla azimle çalışacağınıza,<br />
daha iyiye ve daha güzele kararlılıkla ilerleyeceğinize<br />
ve bu kutsal görevi ifa ederken bana gösterdiğiniz<br />
sonsuz desteği yeni komutanınıza da vereceğinize<br />
olan inancım tamdır.<br />
Bu duygu ve düşüncelerle; görev yelpazesi çok geniş<br />
ve sorumluluk alanı çok büyük olan bu şerefli görevi<br />
üstün meziyetlerini yakından bildiğim değerli<br />
komutan ve silah arkadaşım Tümamiral Hasan<br />
UŞAKLIOĞLU’na onur ve güvenle 10 Ağustos <strong>2012</strong><br />
tarihinde teslim ediyorum. Kendisinin komutası<br />
altında <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığımızın daha da<br />
güçleneceğine gönülden inanıyor ve yeni görevinin<br />
Türk Milletine, şahsına ve değerli ailesine hayırlı ve<br />
uğurlu olmasını diliyorum.<br />
Arz-ı veda ederken, güzide personelim ile kıymetli<br />
ailelerine en derin saygı ve şükranlarımla sağlıklı,<br />
mutlu ve başarılı günler diler; <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığımızın sonsuza dek pruvasının neta,<br />
denizlerinin sakin ve bahtının açık olmasını temenni<br />
ederim.<br />
Allahaısmarladık...<br />
Tümamiral<br />
Serdar DÜLGER<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
7<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
» 15’İNCİ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI<br />
TÜMAMİRAL HASAN UŞAKLIOĞLU’NUN<br />
KATILIŞ MESAJI<br />
10 AĞUSTOS<br />
<strong>2012</strong><br />
KOMUTA DEĞİŞİMİ<br />
“<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının değerli personeli,<br />
Geçmişi başarılarla dolu <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığının emir ve komutasını<br />
10 Ağustos <strong>2012</strong> tarihinden itibaren teslim almış<br />
bulunmaktayım.<br />
Kuruluşundan itibaren gelişimini ve başarılarını<br />
yakından takip ettiğim <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığına bugünden itibaren Komutan olarak<br />
hizmet edeceğim için duyduğum şeref ve mutluluk<br />
ile heyecanı ifade etmek isterim.<br />
Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin rehberliğinde ve<br />
siz değerli personelimle birlikte <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığımızın mevcut gelişimini daha da ileriye<br />
götürmek temel hedefimiz olacaktır.<br />
Bu duygu ve düşüncelerle; <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığımızın tüm subay, astsubay, devlet<br />
memuru, işçi, uzman erbaş ve erlerine yeni çalışma<br />
döneminde kıymetli aileleri ile birlikte sağlık,<br />
mutluluk ve başarılar dilerim.”<br />
Tümamiral Hasan<br />
UŞAKLIOĞLU’nun <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığına<br />
gelişinde karşılanması.<br />
8<br />
Önümüzdeki dönemde de Yüce Önder Mustafa<br />
Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri doğrultusunda<br />
belirlenen ve değişmez yaşam felsefemiz olan<br />
Tümamiral<br />
Hasan UŞAKLIOĞLU<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
9<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Komuta Devir -Teslimi<br />
kapsamında 15’inci <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanı Tümamiral Hasan<br />
UŞAKLIOĞLU’nun ‘‘C’’ tipi askeri<br />
törenle karşılanması.<br />
14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Serdar DÜLGER ve<br />
15’inci <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU<br />
tarafından şeref defterinin<br />
imzalanması.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
10 AĞUSTOS<br />
<strong>2012</strong><br />
KOMUTA DEĞİŞİMİ<br />
10 AĞUSTOS<br />
<strong>2012</strong><br />
KOMUTA DEĞİŞİMİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Hasan<br />
UŞAKLIOĞLU tarafından<br />
14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanı Tümamiral Serdar<br />
DÜLGER’e Komutanlık<br />
forsunun takdim edilmesi.<br />
14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Serdar DÜLGER’in<br />
Komuta Değişimi kapsamında<br />
personele hitaben yaptığı veda<br />
konuşması.<br />
10<br />
11<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Hasan UŞAKLIOĞLU<br />
tarafından 14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanı Tümamiral Serdar<br />
DÜLGER’ e hizmet şildinin takdim<br />
edilmesi.<br />
14’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Serdar DÜLGER’in ‘‘C’’<br />
tipi askeri törenle uğurlanması.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
en yeni ve modern botlarından biri olan TCSG-308<br />
ile şanlı Türk Bayrağı’nı dalgalandıracak olmak<br />
oldukça heyecan vericiydi.<br />
2011 Mart ayının sonuna geldiğimde artık eski<br />
birliğimden ayrılmış ve 13 Nisan 2011 tarihinde yeni<br />
birliğime katılmak için Antalya’dan yola çıkmıştım.<br />
Yaklaşık 12-13 saat süren yolculuk sonunda Keşan’a<br />
varmış ve merkezdeki kavşaktan Enez istikametine<br />
yönelmiştim. Yolda ilerledikçe levhalar sadece Enez’e<br />
olan mesafeleri gösteriyor ve başka hiçbir yerleşim<br />
yerinin ismi geçmiyordu. Bu yol Enez’den başka bir<br />
yere gidemeyeceğiniz çıkmaz bir sokak gibiydi.<br />
12<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
YAKIN BATIDA<br />
KAYIP BİR METROPOL; ENEZ<br />
[ Hazırlayan ] Gökhan SAYAR | SG Ütğm.<br />
Başlığı okuduktan sonra Enez’i bilenlerin yüzündeki<br />
şaşkınlık ifadesini görür gibi oldum bir an. Ama sizi<br />
temin ederim birazdan okuyacaklarınızı gayet ilginç<br />
bulacak, mizahi bir üslupla ele aldığım Edirne’nin<br />
Yunanistan sınırında bulunan bu küçük ilçesindeki<br />
yaşamı okuyunca şaşkınlığınızı gizleyemeyeceksiniz.<br />
Yaklaşık 7-8 ay önce 2 yıl boyunca görev<br />
yaptığım Bodrum’dan ayrılma vaktimin geldiğini<br />
öğrendiğimde içimde karmaşık ve belirsiz bir duygu<br />
hakim olmuştu. Artık Türkiye’nin çok farklı bir<br />
köşesinde; Ege’nin çatısındaki bir Avrupa(!) şehri<br />
olan Enez’de görev yapacaktım.<br />
Bu yeni görev yerim hakkında yok denecek kadar<br />
az bilgiye sahiptim. Büyük bir sabırsızlıkla önüme<br />
aldığım Türkiye haritasının en köşesinde, küçük bir<br />
nokta ile gösterilen bu küçük sınır ilçesi hakkında<br />
bilgi almak için hemen telefona sarıldım ve daha<br />
önce burada görev yapmış tanıdıklarımla görüşmeye<br />
başladım.<br />
Birkaç kişi ile yaptığım görüşmede kimse çok<br />
fazla ayrıntılı bilgi vermiyor, sadece sosyal<br />
hayat ve imkanlar açısından fazla beklentiye<br />
girmememi, oraya gittiğimde herşeyi göreceğimi<br />
dile getiriyorlardı. Onların bu tutumu nedeniyle<br />
içimdeki belirsizlik yerini hayal kırıklığı ile birlikte<br />
tedirginliğe bırakmaya başlamıştı. Ama sonuçta bu<br />
bir görevdi ve artık <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
Bir saat kadar daha devam ettikten sonra artık<br />
Enez uzaktan görünmüş ve benim için gerçeklerle<br />
yüzleşme vakti gelmişti. İlçenin girişinde bulunan<br />
Enez levhası üzerindeki “Nüfus: 3500” yazısı bende<br />
ilk deprem etkisini yaratmıştı. Şehir merkezine<br />
geldiğimde 15-20 tane dükkandan oluşan çarşıda,<br />
soğuğun da etkisi ile 3-5 kişiden başka kimse<br />
gözükmüyordu. Gözüme çarpan Hükümet Konağı<br />
yazısı dışında burası daha önce gördüğüm köylerden<br />
farksızdı. Çarşıdaki işyerlerinin neredeyse yüzde<br />
ellisini oluşturan bol sayıdaki kahvehaneden birinde<br />
oturan gençlere limanın yerini sorduktan sonra<br />
göstermiş oldukları istikamete doğru gitmeye<br />
başladım. Yamadan tanınmayacak hale gelmiş ve<br />
yama ile gerçek asfaltın ayırt edilemediği bu bozuk<br />
yolda ilerlerken geçen sene almış olduğum sıfır<br />
aracım adına tedirgin olmuştum. 6-7 km kadar sonra<br />
nihayet Enez Limanı ve güneşin de etkisiyle parlayan<br />
TCSG-308 bütün ihtişamı ile gözlerimin önündeydi.<br />
Artık yepyeni ve sürprizlerle dolu bir yaşam beni<br />
bekliyordu.<br />
Enez Limanı eskiden küçük bir balıkçı barınağından<br />
ibaret olmakla birlikte daha sonra denize doğru<br />
doldurularak genişletilmişti. Liman çevresinde<br />
hiçbir yerleşim yeri ve bina yoktu. TCSG-308 dışında<br />
limanda sadece küçük balıkçı tekneleri ve eski<br />
sandallar vardı. Akşam olup güneşin batmasıyla<br />
birlikte TCSG-308’e ait <strong>Sahil</strong> Kolaylık Tesisleri ve<br />
liman girişindeki küçük büfenin ışıkları dışında her<br />
yer zifiri karanlığa teslim olmuştu.<br />
Su gibi akıp giden zaman çok geçmeden Enez’de<br />
yaşamın zorluklarını hissettirmeye başlamıştı.<br />
Haziran -Temmuz aylarına girilmesiyle birlikte<br />
burası, çevredeki göller ve bataklıkların etkisi ile<br />
başta sivrisinekler olmak üzere birçoğunu ilk defa<br />
gördüğüm çeşit çeşit uçan böcek sürülerinin akınına<br />
uğramaya başlamıştı. Rüzgarın nispeten az olduğu<br />
ve güneşin etkisinin azaldığı akşam saatlerinde,<br />
sivrisinek ısırıkları yüzünden dışarıda oturmak<br />
neredeyse imkansızdı. Eğer bu saatlerde Enez’de<br />
bisiklet sürmek istiyorsanız mutlaka gözünüzü ve<br />
yüzünüzü kapatmanız gerekliydi; çünkü yüzünüze<br />
çarparak ölen sivrisineklerin çıkardığı “pıt pıt”<br />
seslerini duydukça içiniz gıdıklanıyor ve aynada<br />
yüzünüzün sivrisinek mezarlığına dönüştüğünü<br />
gördüğünüzde de mideniz bulanıyordu. Dışarıda<br />
otururken üzerinize giydiğiniz pantolonun dahi<br />
sizi bu kan emicilerden koruyamadığını fark<br />
ettiğinizde sinirlerinizin daha da gerildiğini<br />
hissedebiliyordunuz. Açıkta kalan kol, bacak<br />
ve yüzünüzü ise sinek kovan denilen spreylerle<br />
korumaya çalışıyordunuz.<br />
Bir sabah mesai için gemiye geldiğimde gördüğüm<br />
manzara karşısında çok şaşırmıştım. Gemi uğur<br />
böceklerinin istilasına uğramıştı. Gemi üzerine<br />
konan milyonlarca uğur böceği yüzünden beyaz<br />
olan gemi güvertesi adeta kırmızıya boyanmıştı.<br />
<strong>Sahil</strong>de aracımı park ettikten sonra 20 m mesafedeki<br />
gemiye koşarak gitmeme rağmen saçlarımın arası<br />
ve elbiselerimin içi uğur böcekleri ile dolmuştu.<br />
Kaportaları kapatıp üzerimdeki uğur böceklerini<br />
temizledikten sonra camdan dışarıyı izleyerek bu<br />
az rastlanır olağanüstü görsel ziyafetin keyfini<br />
çıkarmaya başlamıştım.<br />
13<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
14<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Uğur böceklerinin kısa süren ömürlerini<br />
tamamlayarak azalmasıyla tam kurtulduğumuzu<br />
düşünmüştük ki, doğanın yeni bir uçan böcek<br />
türünün egemenliğine teslim olduğuna şahit olduk.<br />
Bu böcekler halk arasında helikopter diye bilinen<br />
yusufçuklardı. Bir iki gün içerisinde etrafımızı saran<br />
milyonlarca yusufçuk böceği gökyüzünü kaplamış ve<br />
adeta buraların hakimi biziz diyorlardı.<br />
Yazın kendini göstermesiyle yusufçuklarla birlikte<br />
çoğunu ilk kez gördüğüm bir sürü değişik böcekle<br />
ilk defa tanışıyordum. Burada otururken her an<br />
havada uçuşan birşeyin üzerinize hızla çarptığını<br />
görebilirdiniz. Ayrıca bölgede, bizzat şahit<br />
olmamakla birlikte, iki ayağının üstüne kalkarak<br />
insanların üzerine atladığı iddia edilen çiyanlara ait<br />
söylentiler de efsane tadında dilden dile dolaşıyordu.<br />
Bütün bu yaşadıklarımızdan sonra Enez’e “Yerli<br />
Jurassic Park” ismini vermiştik.<br />
Enez’de liman ile şehir merkezi arasındaki<br />
6-7 km’lik yol Temmuz ve Ağustos ayları dışında<br />
gayet tenha olmakla birlikte bu yolda pek fazla<br />
araç görmek mümkün değildi. Karşılaşabileceğiniz<br />
araçların yarısını da teknelerde kullanılan<br />
bildiğimiz pancar motorların 4 tekerli römorklara<br />
takılmasıyla üretilmiş tamamen yerli tasarım<br />
taşıtlar oluşturuyordu. Bu araçlar tamamen kırsal<br />
alanda kullanım için geliştirilmiş ve çıkardığı<br />
hatırı sayılır ses sayesinde etrafında hemen fark<br />
edilebilen üstü açık cabrio araçlardı. Can emniyeti<br />
açısından uygunluğu tartışılagörsün 2 vitesli (ilerigeri)<br />
bu araçlar, Enez trafiğinin vazgeçilmezleri<br />
arasındaydı. Ayrıca Enez’de kendinizi bir anda yoğun<br />
bir trafiğin içinde bulabilirdiniz. Bu yoğunluğun<br />
nedeni; düşündüğünüz gibi otomobiller veya<br />
motosikletler değil, yolun karşısına geçmeye çalışan<br />
ve sayıları 300-400’leri bulan büyük baş hayvan<br />
sürüleriydi. Geniş otlaklar nedeni ile hayvancılığın<br />
en önemli geçim kaynağı olduğu bölgede, bazen<br />
aracınızı stop ederek 5-10 dk süreyle “Enez’in Önde<br />
Gelenleri”nden olan bu hayvanların geçiş törenlerini<br />
izlemek zorunda kalabilirdiniz!<br />
Enez’de sosyal yaşam konusunda ise maalesef<br />
yapabilecekleriniz yok denecek kadar sınırlıydı.<br />
Sosyal hayatın 60 km uzaktaki Keşan’dan teğet<br />
geçtiğini bilmek insanı daha da rahatsız ediyordu.<br />
Nispeten hareketlenen Temmuz ve Ağustos ayları<br />
dışında arkadaşlarınızla gidebileceğiniz bir kafe<br />
veya alışveriş yapabileceğiniz bir mağaza bulmanız<br />
imkansızdı. Etin satırla ince ince kıyılması ile yapılan<br />
yöresel yemeğin sunulduğu ufak köy lokantası ve<br />
liman içindeki derme çatma ufak bir balık-ekmekçi<br />
dışında dışarıda yemek yeme lüksünüz de yoktu. Bir<br />
de unutmadan buranın yöresel tadı yılan balığına<br />
da değinmek isterim. Hem tatlı, hem tuzlu suda<br />
yaşayabilen ve Meksika yakınlarında bulunan<br />
Sargossa Denizi’ndeki yumurtalarından çıktıktan<br />
sonra binlerce kilometre yol kateterek Enez’e kadar<br />
gelen bu balıkların, içerdikleri yüksek fosfor oranı<br />
nedeni ile fazla yenildiğinde zehirleyebildiğini<br />
öğrendiğimde çok şaşırmıştım.<br />
Enez’de görev yapmanın en iyi yönü para<br />
biriktirmenin harcamadan çok daha kolay olmasıydı.<br />
Maaşınızı çekmek için bile Keşan’a gitmek<br />
zorundaydınız. Para çekebilmek için birkaç haftada<br />
bir gemi ve personelin ihtiyaçlarını gidermek için<br />
Keşan’a giden personele banka kartınızı vermek<br />
zorunda kalıyordunuz. Belirli sıklıkla tekrarlayan<br />
bu durum nedeni ile burada herkesin birbirinin kart<br />
şifrelerini ezberlemiş olması kaçınılmazdı. Daha<br />
önce yüklü miktarda borcu olduğu halde, Enez’e<br />
tayin olduktan sonra borçlarını kapatmış, hatta ciddi<br />
miktarda da para biriktirerek buradan ayrılmış çok<br />
sayıda personel vardı.<br />
2 kişi dışında tamamı bekar olan ve Enez merkezde<br />
oturan personelin hafta sonları muhabbet ederek<br />
stres atmak maksadıyla gemiye gelmesi sayesinde<br />
gemideki nöbetçilerin hiç yalnız kalmadığını<br />
söylemek yanlış olmazdı. Ayrıca tüm gemi personeli<br />
ve ailelerin de katılımıyla gerçekleştirilen geleneksel<br />
mangal partileri de Enez’in vazgeçilmezleri<br />
arasındaydı.<br />
Eğer bir hafta sonu dışarıda yapacak bir şey<br />
olmadığını bildiğiniz için evde kalıp müzik dinlemek<br />
niyetiyle radyoyu açtıysanız, çok geçmeden TRT<br />
FM dışında Türkçe bir kanal olmadığı gerçeği ile<br />
karşılaşıyor ve kendinizi bir sürü Yunanca kanalın<br />
içinde boğulmuş halde buluyordunuz.<br />
Yaşadığımız diğer bir sıkıntı da haberleşme ağındaki<br />
aksaklıklardan kaynaklanıyordu. Sizi dış dünyaya<br />
bağlayan en önemli şey olan internete bağlanmak<br />
burada sanıldığı kadar kolay değildi. Sürekli<br />
yavaşlayan ve kopan internet bağlantısı insanı bazen<br />
çileden çıkarabiliyordu. Zaman zaman çekmeyen<br />
cep telefonları yüzünden; her gün televizyondaki<br />
reklamlarda Türkiye’nin yüzde 97’sinin kapsadığını<br />
ilan eden GSM operatörlerine olan inancınız<br />
kayboluyor ve Enez’in neden bu diğer yüzde 3’lük<br />
kısımda kaldığını düşündükçe de isyan edesiniz<br />
gelebiliyordu. Ayrıca burada cep telefonu ile birini<br />
aramadan önce hattınızın Yunanistan üzerinden<br />
bağlantı kurup kurmadığını kontrol etmenizde<br />
fayda vardı, çünkü her an kendinizi yurt dışı tarifesi<br />
üzerinden konuşuyor bulabilir ve böylelikle ay<br />
sonunda sürpriz telefon faturası ile karşılaşmanız<br />
kaçınılmaz olabilirdi.<br />
Enez’de günlük gazete okumaktansa haftalık dergi<br />
okumak daha mantıklıydı. Çünkü gazete almak<br />
için bayiye gittiğinizde öğleden sonrayı beklemek<br />
zorunda kalabiliyor, birçok kez sınırlı sayıda ve<br />
sadece bir bayide satılan bu gazetelerin bir iki saat<br />
gibi kısa bir sürede tükenmesi nedeniyle eliniz boş<br />
dönebiliyordunuz.<br />
Bu imkansızlıkların yanında Enez’de yaşamın<br />
olumlu yönleri de yok değildi. Burada spor yapmak<br />
için yeterince zaman ve alan bulabiliyor, <strong>Sahil</strong><br />
Tesislerinin fitnes salonundaki vücut geliştirme<br />
aletleri sayesinde formda kalabiliyordunuz. Ayrıca<br />
Temmuz ve Ağustos aylarının gelmesiyle birlikte ilçe<br />
merkezine 8 km uzaklıkta bulunan yazlıklar bölgesi,<br />
yerli turistlerce yoğun olarak tercih edilen bir<br />
yerdi. Saros Körfezi’nin kendi kendisini temizleyen<br />
tertemiz suyu, incecik bir kuma sahip sahili ve yaz<br />
aylarında deniz kenarında açılan birkaç işletmenin<br />
de etkisiyle Enez, kısa süreliğine de olsa minyatür<br />
bir Bodrum’u andırıyor, bölgede yer alan pansiyon<br />
ve apart daireler özellikle Trakya ve İstanbul<br />
bölgesinden gelen yerli turistler sayesinde yüzde yüz<br />
doluluk oranına ulaşıyordu...<br />
Şimdi isterseniz biraz da Enez’de yaşamın<br />
zorluklarını burada birkaç yıl görev yapan Necip<br />
Astsubay ve Adem Uzmandan dinleyelim.<br />
Evet Necip Astsubayım, Enez’de geçen koskoca<br />
bir 4 sene... Geriye baktığınızda neler söylemek<br />
istersiniz?<br />
Necip Astsb.: Evet burada nasıl geçtiğini<br />
anlayamadığım 4 seneyi doldurmak üzereyim, 2007<br />
yılında gemiye katıldığım gün dün gibi aklımda,<br />
burası benim üçüncü görev yerim ve en fazla burada<br />
kaldım. Onun için artık kendimi buranın bir yerlisi<br />
gibi hissediyorum. Bazen şivemin bile değiştiğini<br />
hissediyor, hatta kendimi “…be yaa” ile biten<br />
cümleler kurarken bulabiliyorum. Buradan bir<br />
gün tayinimin çıkacağını bilmek açıkçası garibime<br />
gidiyor.<br />
Burayı siz mi istediniz ve tayininiz Enez’e<br />
çıktığında neler hissettiniz?<br />
Necip Astsb.: Bu soruya hayır demeyi<br />
isterdim(gülerek), maalesef kendi isteğimle<br />
geldim. İkmal branşı olduğum için sadece Kaan 33<br />
sınıflarında görev yapabiliyordum, kısa olan gemi<br />
görevimi yeni çıkacak olan TCSG-308’de yaparak<br />
tamamlamak istedim. Tayinim çıktığında da çok<br />
fazla bir şey hissettiğimi söyleyemeyeceğim, sadece<br />
15<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
16<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
istediğim şeyin gerçekleştiğini düşündüm. Sonuçta<br />
bu ilk gemi görevimdi benim için Enez’in diğer<br />
yerlerden pek farkı yoktu.<br />
Sizin ve ailenizin Enez’e alışması kolay oldu mu?<br />
Necip Astsb.: Pek kolay olduğunu söyleyemem, İlk<br />
geldiğimde gördüğüm manzara ile beklentilerim<br />
arasındaki uçurum yüzünden büyük bir hayal<br />
kırıklığına uğradım. Burada temel ihtiyaçlarınızı<br />
dahi giderirken sıkıntı çekebiliyorsunuz. Buranın<br />
insanı, havası, ortamı her şeyi bana çok farklı<br />
geliyordu; ama zaman ilerledikçe yoğun iş<br />
temposunun da etkisiyle alışmaya başladım.<br />
Bu arada özel hayatınızla ilgili neler yaşadınız?<br />
Necip Astsb.: Tabi Enez’deki imkansızlık ve<br />
sıkıntılar ister istemez özel yaşamı da etkiliyor.<br />
Ben buraya tayin olduktan 2 sene sonra evlendim<br />
ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik lojmanlarına yerleştik, fazla evli<br />
personel olmaması nedeniyle 6 dairelik lojmanın<br />
sadece 3 dairesi doluydu. Lojmanlar şehrin çıkışında<br />
ve çok sakin bir sokaktaydı. Özellikle kış aylarında<br />
gittiğimiz gece seyirlerinde eşimi lojmanda bırakıp<br />
giderken çok rahatsız oluyordum. Kulakları<br />
neredeyse sağır eden gök gürültüsü, geceyi gündüz<br />
eden şimşek çakmaları ve bardaktan boşalırcasına<br />
yağan yağmurun olduğu kış gecelerine, bir de uzun<br />
süreli elektrik kesintileri ve -10 derecelere varan<br />
soğuklar nedeniyle donan sular da eklenince, eşimi<br />
evde yalnız başına bırakmak benim için de çok<br />
zordu.<br />
Peki bu durum ciddi sıkıntılara neden oldu mu?<br />
Necip Astsb.: Evet tabiki, hatta bir gün görevden<br />
döndükten sonra eve geldiğimde eşimi, annesinin<br />
evine gitmek üzere eşyalarını hazırlarken buldum.<br />
Ne yapacağımı şaşırmıştım, onu otogara kadar<br />
ikna etmek için harcadığım çabayı bir ben bilirim…<br />
Açık konuşmak gerekirse ona da hak veriyordum,<br />
yaşadıkları gerçekten psikolojik olarak çok yıpratıcı<br />
bir durumdu.<br />
Yani evliliğinizi otogardan çevirdiniz öyle mi ?<br />
Necip Astsb.: Evet aynen öyle(gülerek). Ama zaman<br />
geçtikçe, o sıkıntılara benim için katlanan eşime<br />
olan inancım ve sevgimin de ne kadar arttığını<br />
söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü eğer bir insan<br />
buraya sizin için geliyor ve burada sizinle birlikte<br />
yaşıyorsa sizi gerçekten seviyordur.<br />
Bir de 1 yaşında Barbaros isminde bir çocuğunuz<br />
var, Enez’de çocuk sahibi olmanın zorlukları<br />
nelerdir?<br />
Necip Astsb.: Enez’de ihtiyaçlarınız arttıkça<br />
karşınıza sürekli yeni engeller çıkıyor. Mesela sağlık,<br />
burada aile hekimliği dışında herhangi bir sağlık<br />
teşkili yok ve herhangi bir rahatsızlık durumunda<br />
60 km mesafedeki Keşan’a gitmek zorundasınız. O<br />
nedenle eşimin hamileliği ve çocuğumun ilk 6 aylık<br />
döneminde sürekli Keşan’a gidip gelmek zorunda<br />
kaldık. Abartısız, bir yılda Enez-Keşan arasında 40-<br />
50 sefer yaptığımı söyleyebilirim.<br />
Evet şimdi de sohbetimize 3 yıldır Enez’de görev<br />
yapan Adem Uzmanla devam edelim...<br />
Adem Uzmanım siz de 3 yıldır Enez’de görev<br />
yapıyorsunuz, burada görev yapmanın aileniz<br />
açısından zorlukları nelerdir ?<br />
Adem Uzm.: Öncelikle böyle küçük ve sosyal<br />
imkanların az olduğu bir yerde çalışmak, zamanın<br />
önemli kısmını görevde geçiren benden çok<br />
ailemi etkiliyor. Örneğin eşim uzun süredir güzel<br />
sanatların bir kolu olan ahşap boyamacılığı ile<br />
ilgileniyor. Buradan önceki görev yerimde sosyal<br />
imkanlar fazla olduğu için çeşitli kurslara ve<br />
eğitimlere katılarak kendisini geliştirdi. Ancak<br />
Enez’e geldikten sonra imkansızlıklar yüzünden<br />
çalışmalarına belirli bir süre ara verdi. Daha sonra<br />
büyük bir özveriyle maddi olanaksızlıklar ve eksik<br />
araç-gereçlere rağmen halk eğitim merkezinde ahşap<br />
boyama çalışmaları başlattı. Hatta bu sene başında<br />
eşime ait eserlerin de sergilendiği bir ahşap boyama<br />
sergisi açıldı ve bu Enez açısından bir ilkti.<br />
Geride bıraktığınız 3 sene içerisinde Enez’de sizi<br />
en çok etkileyen olay nedir?<br />
Adem Uzm.: Maalesef 2 sene önce çok kötü bir<br />
olay yaşadık. 13 Şubat 2009 tarihinde gemimizin<br />
Seyir Astsubayı olan Ali Şakir Duran’ın futbol maçı<br />
esnasında aniden kalbi sıkıştı ve biz de hemen<br />
hastaneye götürdük. Ancak Enez Hastanesinin<br />
personel ve malzeme yönünden yetersiz olmasından<br />
dolayı Ali Astsb. ambulansla Keşan Devlet<br />
Hastanesine sevk edildi. 60 km uzaklıktaki Keşan’a<br />
10 km kala tüm çabalara rağmen Ali Astsubayımızı<br />
kaybettik. Çok acı ve zor bir durumdu gerçekten.<br />
Bazen kendi kendime eğer başka bir yerde olsaydı<br />
kurtarılabilir miydi diye düşünüyorum.<br />
7 yaşında bir kızınız var, kızınızın burada<br />
büyümesinden memnun musunuz?<br />
Adem Uzm.: Bazen evet bazen de hayır. Öncelikle<br />
burası çok küçük bir yer ve park, bahçe, oyun<br />
alanı vb. bir yer pek yok. Bu nedenle pek dışarı<br />
çıkamadığı için zamanın büyük kısmını evde<br />
kendi oyuncakları ile oynayarak geçiriyor. Ben<br />
onun sosyal açıdan gelişmesi için müzik, tiyatro,<br />
spor vb kurslara gitmesini çok istiyorum ama bu<br />
maalesef Enez’den gidinceye kadar pek mümkün<br />
görünmüyor. Geçen sene bana sinemanın nasıl bir<br />
yer olduğunu sorduğunda, bu soruya onu bizzat<br />
götürerek cevap vermek isterdim. Kızım bu sene<br />
ilkokula başladı, onun bu vesileyle sosyal bir çevreye<br />
girmiş olmasından dolayı mutluyum. Sınıfların<br />
da genellikle 20’şer kişilik olması nedeniyle<br />
öğretmenler öğrencilerle daha fazla ilgilenebiliyor.<br />
Bu durumu da galiba Enez’in bu sakinliğine<br />
borçluyuz.<br />
Değerli katkılarınız için her ikinize de çok teşekkür<br />
ediyorum.<br />
17<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
ADRASAN KOYU<br />
[ Yazı ve Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN | Su Altı Fotoğrafçısı<br />
Poyraz’la yaşama günlük tutarken bakanla görenin hatırasını kaydetmek<br />
üzere Adrasan Koyu’ndayız.<br />
Adrasan Antalya’ya 95 km mesafede bir beldedir. Eşsiz doğal güzelliği<br />
ve sadeliği ile bilinen Adrasan bu güzelliğini ve de zenginliğini su altına<br />
da yansıtmıştır. Keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi dalış tutkunlarını<br />
beklemektedir.<br />
18<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
19<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
20<br />
Tanrılarca paylaşıldığı söylenen dağların hemen<br />
ortasında yer alan koy; henüz tahrip edilmemiş<br />
güzelliklere sahip ender yörelerimizden biridir.<br />
Su üstü güzelliklerinin yanısıra su altı fauna ve<br />
florası da oldukça zengin olan bu koy, biz su<br />
altı fotoğrafçıları için geniş açı ve yakın çekim<br />
görüntülemeler açısından da son derece caziptir. Bu<br />
cazibe noktasının derinliklerindeki yaşamı Sevgili<br />
Dalış Arkadaşım Dilara ile keşfetmeye başlıyoruz...<br />
Bölgedeki konaklama yerleri, doğayı tahrip etmeden<br />
yapılandırılmış otel, motel ve pansiyonlardan<br />
oluşuyor. Doğa ile barışık, gürültüden uzak bir<br />
tatil için son derece uygun olan bu yörede, çevre<br />
bilincinin gelişmesinde dalış merkezinin payı çok<br />
büyüktür. Çevredeki balıkçılar “Bugün Hacivat<br />
Kayalıkları’ nda fok gördük”dediklerinde, kayda<br />
değer bir şey görmenin yarattığı mutluluğu<br />
gözlerinden okuyabiliyorsunuz. Ekosistemdeki diğer<br />
canlılara saygının henüz yok olmadığını görmek<br />
sevindirici...Paylaşım, adil olmamakla birlikte yine<br />
de kısmi olarak mevcut. Nerede olduğunuz gibi<br />
neyi kimlerle paylaştığınız da son derece önemli.<br />
Paylaşmak insanoğlunun yaradılışından bugüne<br />
anlamlı bir söylem olma özelliğini hep korumuştur.<br />
Sevginizi paylaşmak, kendinizi paylaşmak, varlığıyla<br />
anlam kazandığınız ve yarattığınız her değeri<br />
paylaşmak, paylaşmak, paylaşmak...<br />
Tıpkı yaşamak gibidir paylaşmak. Ancak söylemi<br />
kolay olsa da pratiği oldukça güçtür. Teori<br />
özgün yazılımı ile ifadesini her zaman pratikte<br />
özümleştiremiyor.<br />
Şehrin kalabalığından kurtulmak dalış yaparak<br />
rahatlamak biraz olsun dinlenmek istiyorsanız<br />
Adrasan tam size göre… Dalış sırasında hem teknede<br />
hem de su altında olsun kalabalık grupların olmadığı<br />
sadece siz ve dalış arkadaşlarınızın olduğu bir<br />
başkasının hava kabarcığı paletleri ile uğraşacağınıza<br />
sadece su altına dalışınıza ve onun dünyasına adapte<br />
oluyorsunuz.<br />
Adrasan su altı dünyası ise hala kendisi gibi<br />
keşfedilmeyi bekliyor. Burayı görüp de aşık olanlar<br />
ise ne buradan ne de su altından vazgeçebiliyor.<br />
15’ten fazla dalış noktasına sahip olan Adrasan<br />
genel olarak fiziki güzellikleri ve zengin dip yapısı ile<br />
sizi cezbedecektir.<br />
Bir koy içinde yer alan sahilde hem koyun içinde<br />
hem de koyun dışında olmak üzere birbirinden<br />
farklı dalış noktaları bulunmaktadır. Bu noktaların<br />
isimleri ise Katamaran, Papaz, İlk Burun, Yarasalı<br />
Mağara, Pırasalı Rif, Pırasalı Mağara, Çavuş Burnu,<br />
Lodos Limanı, Akıntı Burnu, Çoban Limanı, Fener,<br />
Akvaryum, Hacivat ve de 5 Adalar’dır.<br />
21<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Su altında Likya mezarlarına rastlamak<br />
dalışımızın en güzel sürpriziydi.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
22<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Yosun hayvan. Sertella septentrionalis’in<br />
ülkemiz denizlerinde nesli tehlike altındadır.<br />
Bölgedeki dalış noktaları arasında mağaralar önemli<br />
bir yer tutar. Geniş açı görüntüleme açısından ışığın<br />
mavi sulardaki hüzmeli dansını gözlemlemek ve<br />
görüntülemek oldukça cazip. Deniz kirliliği hemen<br />
hemen hiç gözlemlemedik. Bu sevindirici bir durum.<br />
Ancak büyük bir sorumsuzlukla Pırasalı Adası’nın<br />
güneyine bırakılan bir ağ, neredeyse 200 m 2’ lik<br />
bir alanda dibe bağımlı (bentik) yaşamı resmen<br />
katletmiştir.<br />
Ülkemiz denizlerinde yok olma tehlikesi altında<br />
bulunan lahoz (Epinephelus alexandrinus) ve<br />
orfoz balıklarını (Epinephelus guaza) nadiren<br />
görebiliyoruz. Hacivat dalış noktasında sürü<br />
halindeki papaz balıkları (Chromis chromis) geniş<br />
açı görüntü almama adeta renk katıyorlar. Gece<br />
görmeye alıştığımız karidesleri burada gündüz de<br />
gözlemlemek mümkün. Bu arada Holger, en güzel<br />
mağaralardan birine kendi adını vermiş bile. Işığın,<br />
Holger Mağarası’ndaki hüzmeleri muhteşem.<br />
Gündüz dalış yaptığımız bir başka noktada ise<br />
Hippocampus hippocampus türü denizatlarını<br />
görüyoruz. Bütün gün Deniz Tanrısı Poseidon’un<br />
arabalarını çekmekten yorgun düşen atları, tek<br />
tutunma organları olan kuyruklarını dolayarak<br />
dinlenme moduna geçmişlerdi. Mitolojik efsanelere<br />
göre antik çağlardaki balıkçılar, dalgalarla kıyıya<br />
vuran ölü denizatlarının, deniz tanrısı Poseidon’un<br />
arabasını çeken dev aygırların yavrusu olduklarına<br />
inanırlarmış. Bu Tanrı’dan oldukça çekinen balıkçılar<br />
onu hoşnut etmek için sürekli denize hediyeler<br />
bırakırlarmış. Su altı habitatına son derece uyumlu<br />
olan denizatları hızlı hareket edemediklerinden,<br />
avlarını yakalamak ve tehlikelerden korunmak için<br />
gizlenme yeteneklerine güvenirler. Hareket eden<br />
canlı besinleri tercih ederler. Üremede taşıyıcılığı<br />
erkek üstlenmektedir.<br />
Bu noktayı gece dalışı için de mesken tutuyoruz.<br />
Gece dalışı ise tamamen sürprizlerle dolu. Dalışın<br />
hemen başında gördüğümüz kalamarlardan (Loligu<br />
vulgaris) ancak tek kare görüntü alabiliyorum. Kaya<br />
aralıklarında gizlenmeye çalışan bir papaz balığının<br />
üzerinde gezinen karides beni büyülüyor. Daha<br />
ileride ise fener ışığının etkisiyle hareketsizleşen ve<br />
genellikle kayalık, algli zeminlerde (bentik) yaşam<br />
sürdüren bir iskaroz-papağan balığının (Sparisoma<br />
cretense) üzerinde gördüğüm ve görüntülediğim<br />
karides benim için gecenin tam sürprizi oldu.<br />
Scaridae familyasından olan İskaroz, papağan<br />
balığı olarak da adlandırılmaktadır. Akdeniz, Ege<br />
ve Marmara Denizlerinde dağılım göstermektedir.<br />
Çok parlak renklere sahip olan balığın başının biraz<br />
ilerisinden başlayan sırt (dorsal) yüzgeci kuyruğa<br />
doğru uzanır. Sırt, karın ve anal yüzgeçleri sert ve<br />
dikenlidir. Sularımızda yaşayan iskarozların boyu<br />
20-30 cm civarındadır. Ağzının papağan gagası<br />
şeklinde gelişmiş olmasından dolayı papağan balığı<br />
adı verilmiştir. Deniz yosunları ve mercan parçaları<br />
ile beslenir. Dişi ve erkeklerin renkleri birbirinden<br />
farklıdır. Dişiler renkli erkekler ise tek renk ağırlıklı<br />
bir yapıya sahiptirler.<br />
Yarasalı Mağara<br />
Hem eğitim dalışları için hem de tecrübeli dalgıçlar<br />
için, her kategorideki dalgıçların dalabileceği bir<br />
yerdir. Sabah ışığı mağaranın ağzına vurduğu zaman<br />
mağaranın içinin görüntüsü çok güzeldir. Özellikle<br />
su altı fotoğrafçıları için ilginç bir yerdir. Bu mağara<br />
tünel şeklinde olup girişi 14 metrededir. Mağaraya<br />
girmeden önce ise küçük kanyonları gezme şansına<br />
sahip olacaksınız ve rotanızı belirlerken 40 m<br />
derinliğe inen duvardan yararlanacaksınız. Buralarda<br />
ise sizi papaz balıkaları, gün balıkları, orfozlar<br />
karşılayacak. Mağara girişinde ise sizi geniş bir hol<br />
karşılamaktadır. Bu holden geçerek yükselmeye<br />
başlayacak ve de 3 m seviyesine geldiğinizde<br />
mağaranın içinde yukarı çıkacaksınız ve burada<br />
yarasaların sesleri ile bir anda şaşıracaksınız. Size<br />
bir tavsiyem sakın ama sakın korkmayın! Tabiî ki<br />
bu yarasaları göremeyebilirsiniz, bunun tek nedeni<br />
ise unutamayacağınız bir anı yaşayacak olmanızdır.<br />
Çünkü mağaranın girişinde bir dişi Akdeniz foku<br />
sizleri bekliyor olacaktır. Eğer mağaraya girdikten ve<br />
de yarasaları gördükten sonra tekrardan 3 m inerek,<br />
çıkışa geçebilirseniz çıkışta size kalamar sürüleri,<br />
yavru baracudalar, duvar diplerinde ise balıkların<br />
yumurtaları ve mürenler tekneye kadar eşlik<br />
edecektir. Size bir hatırlatmam olacak, fenerinizi<br />
yanınıza almayı unutmayın.<br />
Pırasalı Ada Mağarası ve Pırasalı Ada Reef<br />
Dalış Noktası<br />
Adını adada yetişen doğal pırasalardan alan bu<br />
dalış noktası zengin güzelliklere sahiptir. Rif kısmı<br />
ardı ardına 3 rif üzerine oluşmuş bu nokta her<br />
türlü dalgıcın rahatlıkla dalabileceği ve tecrübeli<br />
dalgıçların ise akıntı ile dans edebileceği bir<br />
noktadır. Burada akya sürüleri ve ahtopotlar<br />
görülür.<br />
Mağara kısmı ise biraz daha tecrübe isteyen<br />
bölgelerdendir. Tekneden atladığınız zaman tekne<br />
sizi orada bırakıp çıkış noktasına yönelmektedir.<br />
Dalışa başladığınızda ilk 5 metre biraz tutunup<br />
Caretta carettaların yaşam alanlarının insanoğlu<br />
tarafından daraltılması sonucu nesli tehlike<br />
altındadır.<br />
23<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
24<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
açıktan geçen akya ve palamut sürülerini görecek<br />
ve de akıntı ile gelen soğuk suları yüzünüzde<br />
hissedeceksiniz. Mağaraya giderken ise dikkatli<br />
olmalısınız çünkü mağaranın karanlığından dolayı<br />
fark edemeyebilirsiniz. Mağaranın girişi 20 m dip<br />
derinliği ise 45-50 m’dir. Mağara çok geniş bir iç<br />
alana sahiptir. Keşfettikçe mağaranın içindeki<br />
güzellikler sizi daha da saracaktır. Buranın en önemli<br />
özelliği bir karides mağarasının bulunmasıdır.<br />
Bu mağaraya Mayıs-Haziran aylarında Plesionika<br />
narval (Fabricius, 1787) türünde karides sürüsü<br />
gelmektedir. Mağaranın ağzında orfoz, lagos daha<br />
dipte sinagrit balıkları bulunmaktadır. Orta sularda<br />
akya balığı bulunur. El değmemiş, keşfedilmemiş,<br />
ilginç bir mağaradır. Mağaradan çıktıktan sonra<br />
adayı yarım tur atarak girdiğiniz noktanın tersinde<br />
tekne sizi bekliyor olacaktır.<br />
Hacivat Dalış Noktası<br />
Burada her zaman güzel görüntüler vardır. Ama size<br />
önerim ilk dalışı buraya planlayınız. Maksimum<br />
derinlik ortalama 40 m’dir. Dip yapısı olarak<br />
kendine has duvar tipleri ve geçitlerin olduğu bu<br />
bölge biraz sakin bir görüntü sergilese de kendini<br />
unutturmayacak güzelliklere sahiptir.<br />
Burada çok çeşitli balıklar görülmesine karşın en<br />
çok görülen, koloniler halinde duran ve boyutları<br />
sizi şaşkına çevirecek iskorpit (adabeyi) balığıdır.<br />
Burada ayrıca 2 adet de antik çağdan kalma<br />
çapa görünür. Ve de geçmişten günümüze kalan<br />
amforaların yanı sıra sizi kayalıkların altında<br />
bekleyen batıklardan kalma birbirinden farklı renkte<br />
cam ham maddeleri ilginizi çekecektir.<br />
Çavuş Burnu<br />
Dalış noktamız ismini Adrasan’ın diğer bir adı<br />
olan Çavuşköy’den almaktadır. Dip derinliği<br />
30 m’yi geçse de bu burun akıntıyı seven dalgıçları<br />
saracaktır. Beyaz kum zemine indiğinizde ise<br />
yüzlerce asker balığı sizi karşılayacaktır. Bunun<br />
yanı sıra orfoz, ahtapot ve gridaları görebilirsiniz.<br />
İsterseniz dönüşte isterseniz dalış başladıktan sonra<br />
geçebileceğiniz ufak bir kanyon da bulunmakta<br />
ama burada çok dikkatli olmalısınız çünkü orayla<br />
özleşmiş mercanlara ve de anemonlara zarar<br />
verebilirsiniz.<br />
Lodos Limanı<br />
Farklı bir su altı tecrübesi yaşatmaktadır. Bu bölgede<br />
Akdeniz’e has balık türlerinin yanısıra baracuda<br />
ve akya sürülerini de çok rahatlıkla görebilirsiniz.<br />
Ortalama 30 m derinliği olan bölgede antik bir taş<br />
çapa bulunmaktadır. Bunun yanı sıra çıkış sırasında<br />
içine girilen 6-8 metrede girişi olan ve de<br />
Lahos. Epinephelus aeneus yoğun av baskısı nedeniyle<br />
çok nadir rastladığımız türlerden biridir. Nesli artık<br />
kritik düzeydedir.<br />
Üç yıldır bu alanda bulunan bu ağ hayalet avcılığın<br />
ve yaratılan tahribatın ürkütücü örneğidir.<br />
15-20 m uzunluğa sahip bir kanyon bulunmaktadır.<br />
Bu kanyon sonunda 3 kişinin içinde rahatça<br />
durabileceği bir oyuğa çıkmaktadır. Kanyonda<br />
ilerlerken ise daha rahat bir hareket imkanı için tek<br />
tek gitmeniz daha iyi olacaktır. Oyuğa çıktığınızda<br />
ise sivrisineklerden biraz muzdarip olabilirsiniz…<br />
Fener<br />
Koyun çıkış bölgesinde yer alan bu dalış noktası,<br />
önündeki deniz fenerinden adını almaktadır.<br />
Bu bölgenin derinliği fazla olmasa da tecrübeli<br />
dalgıçların bile yönünü kaybedebileceği bir noktadır.<br />
Bu yüzden yanınızdan pusulanızı ayırmayınız.<br />
Bölgede yeşil su kaplumbağası, caretta caretta ve<br />
çeşitli boylarda vatoz balıkları ile karşılaşabilirsiniz.<br />
Beş Adalar Dalış Noktası<br />
Beş-altı dalış noktasına sahip olan bu bölgeye daha<br />
çok günlük turlar yapılmaktadır. Burada çok akıntı<br />
ve zorlu noktalar olduğu için yalnızca daha tecrübeli<br />
dalgıçlar dalabilirler. Genellikle deniz tavşanı,<br />
kuzu balığı sürüleri ve müren balıkları görülür. Beş<br />
adaların dip yapısı çok renklidir. Dalış derinliği 30 m<br />
civarında olup heyecan verici güzel bir yerdir.<br />
Adrasan hakkında kelimeler ile ifade edilenleri az<br />
da olsa dile getirdik. Ancak hala daha keşfedilmeyen<br />
güzellikleri olan bu bölgeyi birlikte keşfetmeye ve<br />
de hayatınızın en güzel tatilini burada yaşamaya<br />
ne dersiniz? Artık valizinizi hazırlayın ve de tatil<br />
durağınızda burayı da işaretleyin…<br />
Dalışlarımda bana eşlik eden, dalış noktaları<br />
hakkındaki bilgileri derleyen, hazırlayan ve su<br />
altında bana modellik yapan Sevgili Dilara’ya<br />
teşekkür ederim.<br />
Sevdamız bir tutam sunumluk görüntüdür, kalıcı<br />
değerlere uzanan ve coşku veren yüreklere.<br />
Akdeniz’in sıcak güneşine ve kabarcıklarımızı<br />
bıraktığımız büyülü maviye veda ederken bir kez<br />
daha minnettarlık duyuyorum denizin ruhuna…<br />
Selam Olsun…<br />
Dilara’nın Notu : BURAYI GÖRDÜKTEN SONRA<br />
ARTIK HİÇBİR YER SİZE ADRASAN KADAR GÜZEL<br />
GELMEYECEKTİR.<br />
KAYNAKLAR :<br />
(1) Guantanamera International Tour Operator ve Blanca Nieves Garcia Cruz’un<br />
katkılarıyla.<br />
(2) Guantanamera International Tour Operator www.guantanamera.com.tr<br />
25<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
26<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
YENİDEN HAYATA DÖNÜŞ HİKAYESİ<br />
[ Hazırlayan ] Mete ÇAĞLAR | SG Kd. Bnb.<br />
Kendimi ifade etme konusunda sıkıntım olmadığını<br />
düşünmeme rağmen konu buraya gelince bütün<br />
direncim kırılıyor. Nereden başlayacağımı bir türlü<br />
bilemiyorum. Zihnim bulanıyor. Gözlerim doluyor.<br />
Karmakarışık duygular hissediyorum. Sonunda<br />
da kalemi elimden bırakıyorum. Ama bu sefer<br />
yazmaya kararlıyım. Hatırımda kaldığı kadarıyla.<br />
Ve hissettiğim, insana özgü duyguların hiçbirini<br />
gizlemeden.<br />
1987 yılında girdiğimiz Deniz Lisesi’nde bir<br />
yılımızı tamamladıktan sonra aramıza birkaç<br />
arkadaşımız daha katıldı. Hepsini çok sevdik.<br />
Diğer arkadaşlarımız gibi, aramıza yeni katılan<br />
arkadaşlarımız benim için de çok değerliydi. Ama<br />
içlerinden özellikle bir tanesi benim hayatımda<br />
daha farklı bir yere sahip oldu. Okul günlerini,<br />
hafta sonlarını birlikte geçirdiğimiz, kimi zaman<br />
gülmekten karnımızın ağrıdığı, kimi zaman birlikte<br />
kederlenip gözlerimizin dolduğu arkadaşım Uğur<br />
Eskişehirli olduğu için uzun süreli tatillerimizi de<br />
beraber geçiriyorduk. Zaten biz Eskişehirliler olarak<br />
hep birbirimize yakınızdır da. Sonuçta hepimiz<br />
zorlu yollardan geçerek 1995 yılında yeşil gözlü<br />
birer teğmen olduk. Her birimiz Donanmamızın<br />
çeşitli gemilerinde istek, heyecan ve tabi ki biraz da<br />
ürkeklikle göreve başladık. Ama neredeyse hiçbir<br />
devre arkadaşımız diğerini unutmadı.<br />
1997 yılında, birkaç arkadaşla eski günleri yad<br />
ettiğimiz bir günün ertesinde 1-2 aydır ihmal<br />
ettiğim Uğur’u aradım. Ama karşımdaki bizim en<br />
hayat dolu devre arkadaşımız Uğur değildi. Askeri<br />
liseye çok ciddi sağlık kontrollerinden geçerek giren,<br />
Harp Okulu mezuniyeti öncesinde de kapsamlı bir<br />
sağlık kontrolünden geçerek teğmen nasbedilen<br />
Uğur’un şiddetli baş ağrısı sebebiyle Aksaz Deniz<br />
Üs Komutanlığı revirine gelmesinden birkaç gün<br />
sonra GATA/Haydarpaşa’da kendisine kronik<br />
böbrek yetmezliği teşhisi konmuş ve yaklaşık<br />
bir yıllık tedavi sürecinden sonra muhtemelen<br />
malulen emekli edileceği söylenmişti. Hayır! Hayır!<br />
Bu mümkün değildi! Bizler teğmendik!.. Bizim<br />
gözlerimiz yeşildi!.. Biz tuttuğumuzda küpeşte<br />
demirleri erirdi!.. Hep böyle bildik. Hep böyle<br />
hissettik. O ana kadar tabi ki. Kısa süre sonra<br />
gördüm onu. Kendini toparlamıştı. “Moralim iyi!<br />
Bunu da yeneceğim Allah’ın izniyle!” diyordu. Ama,<br />
fazla kiloları nedeniyle Savaş ve Beden Eğitimi<br />
dersinden geçmekte zorlanan dostumun kilosu<br />
kısa sürede standartların altına inmişti. “Kanka!”<br />
diyordu, “Bu hastalık öyle bir şeymiş ki ömrüm<br />
boyunca bu şekilde dikkat ederek yaşayabileceğim<br />
gibi birkaç gün sonra diyalize başlayıp bir iki yıl<br />
içinde herkese veda da edebilirmişim!..” Gülüyordu…<br />
Ben haykırarak ağlamak, isyan etmek isterken o<br />
gülüyordu eriyip giden yaşamına. Acaba bize bunun<br />
eğitimi mi verilmişti yoksa bu adama Tanrı farklı bir<br />
dayanma gücü mü bahşetmişti?<br />
Zaman çok hızlı akıyordu ve 2005 yılına gelmiştik.<br />
Hakikaten bu hastalık acayip bir şeydi. Uğur aynı<br />
şekilde yaşantısına devam ediyordu. Hastalığın ilk<br />
günlerinin üzerinden biraz zaman geçince Uğur’un<br />
pozitif bakışı arkadaşlarına da ailesine de hastalıkla<br />
alay edebilmeyi öğretmişti. Ta ki o güne kadar.<br />
Yılın sonlarında yaşanan o güne kadar. Telefondaki<br />
Uğur’du. “Kanka ben diyalize girmeye başladım!..”<br />
Yıkıldık… Ama onun adı Uğur’du. Teslimiyet yoktu.<br />
Kimse fark etmiyordu belki ama onun içindeki yeşil<br />
gözlü ve tuttuğunda küpeşte demirlerini eriten<br />
teğmen hala yaşıyordu. 2006 yılının ilkbaharında<br />
böbrek nakli olmak için GATA/Ankara’ya geldi.<br />
Seveni çoktu. Birinci derece akrabalarının çoğu<br />
gönüllü verici olmak için doku örneği bıraktı.<br />
Kimisinin ki uymadı, kimisini hasta veya yaşlı<br />
diye kabul etmediler… Ablasını kabul ettiler ancak<br />
operasyon için Eylül ayına gün verdiler. Yılmadı…<br />
Akdeniz Üniversitesi Hastanesinin bu konuda iyi<br />
olduğunu duyunca Antalya’ya gitti ve doku örneğini<br />
bıraktı.<br />
2006 yılı. Aylardan Eylül. Günlerden Pazar.<br />
Ankara’daki görevime katılalı 2 hafta oldu ve ilk<br />
nöbetimi tutup mesai sonrası eve geldim. Gün<br />
içinde Uğur’la konuştum. Ablasıyla birlikte nakil<br />
için GATA’da yatıyor. Pazartesi günü birkaç arkadaş<br />
gidip kan verecek. Salı günü operasyon... Aynı gece<br />
saat 00.15 sularında telefonum çalıyor. Arayan o.<br />
Çok heyecanlı ve telaşlı. Zaten hızlı konuşur ama<br />
şimdi hiçbir şey anlamıyorum. “Yavaş abi hayırdır?”<br />
diyorum. “Kanka! Beni sabah saat 07.00’ye kadar<br />
Antalya’ya ulaştırabilir misin?” diyor. “Ben daha<br />
GATA’ya nasıl geleceğimi bilmiyorum” diyorum.<br />
iki umutsuz adam bir an sessiz kalıyoruz. Hemen<br />
heyecanla, umutla devam ediyor “Hastaneden<br />
aradılar, bir kadavra varmış, benim doku örneğimle<br />
uyuşuyormuş, sabah saat 07.00’de orada olursam<br />
bana takma ihtimalleri varmış…” “5 dakika içinde<br />
sana döneceğim” diyorum. 6 yıl Deniz Kuvvetleri<br />
Gemilerinde yapılan görevin üzerine 5 yıl da <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Gemilerinde görev yapmanın etkisiyle,<br />
planlı izin haricinde garnizon dışına çıkmak<br />
istemenin sebep olduğu mahcubiyetle utana sıkıla<br />
Personel Başkanını arıyorum. Cevabı çok açık ve<br />
net. “Yorgunsun, yolda dikkat et, beni haberdar<br />
et.” Ünal’ı arıyorum. GATA’ya gitmeyi de öğrendik.<br />
“Tamam Uğur, ben 15 dk. içinde yanındayım.”<br />
Buluştuk ama saat 01.00’i buldu. Bu gece zaman çok<br />
hızlı ilerliyor ama kilometreler çok yavaş.<br />
Bu satırdan itibaren daha da samimi olmam<br />
gerektiğini fark ediyorum. Kahramanımın adı<br />
Uğur ama lakabı herkesçe isminden daha iyi bilinir.<br />
“MACAR.”<br />
Macar son derece heyecanlıdır. Ama bu seferki bir<br />
başka. Eskişehir yoluna çıkmaya çalışıyoruz, bir<br />
taraftan Macar yüksek sesle, heyecanla konuşuyor.<br />
“Biliyordum kanka! Biliyordum! Ben aylardır<br />
telefonumu kapatmıyordum. Her gece başucuma<br />
koyuyordum. Beni arayacaklarını biliyordum.”<br />
Sivrihisar’a kadar bir çırpıda geldik ve Afyon yoluna<br />
ayrıldık. Zorlu kısım da başladı, saatler ilerlerken yol<br />
daha tenha ve daha karanlık. Nöbet ertesi olmasının<br />
da etkisiyle uyku gelmeye başladı. Macar’a “Abi<br />
benim çok uykum geldi, biraz sen kullan arabayı”<br />
diyorum, “Kardeşim ben o kadar heyecanlıyım<br />
ki, kullanmam mümkün değil” diyor. “O zaman<br />
sen biraz uyu” diyorum, “Mümkün değil!” diyor.<br />
Çekiyorum ilk benzin istasyonuna “iki tane enerji<br />
içeceği” içiyorum; ama uykulu gözleri iki enerji<br />
içeceği dahi durduramıyor. Ortalama 10-15 dakikada<br />
bir camı açıp başımı dışarı çıkartıyorum ama bana<br />
mısın demiyor. Arabayı kenara çekiyorum, etrafında<br />
birkaç tur koşu, birkaç esneme-gerdirme hareketi,<br />
hemen biniyorum arabaya, basıyorum gaza. Tanrı’ya<br />
içimden yalvarıyorum. “Ne olur sabah saat 07.00’de<br />
hastanede olalım.” Zira bir lastik patlamasına dahi<br />
27<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
28<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
tahammülümüz yok, çünkü bütün umutlar sönecek,<br />
gözlerindeki umut büyük bir hüsranla çaresizliğe<br />
dönecek. Bu yük benim için de hakikaten çok ağır.<br />
Hayatımda zorlandığım birkaç an olduysa eğer,<br />
bu onların en zorlusudur. Ve sonunda hastanenin<br />
otoparkına aracımızı park ettik. Saat 07.01. Derin<br />
bir “Ohh!” çekiyorum. Tanrım dualarımı kabul<br />
etti. Ben, üzerime düşeni yapabilmenin huzurunu,<br />
gururunu, mutluluğunu yaşarken bana burada daha<br />
ne dersler verileceğinin, nelere tanık olacağımın<br />
farkında değilim.<br />
Söyledim ya Akdeniz Üniversitesi Hastanesi organ<br />
nakli konusunda oldukça ilerleme kaydetmiş bir<br />
hastane. Macar’ın peşinden hastaneye giriyorum.<br />
Organ nakli ile ilgili bölüme gidiyoruz. Bir takım<br />
belgeler veriliyor, açıklamalar yapılıyor. “Bir<br />
kadavradan çıkan iki böbrek iki kişiye hayat<br />
verecek…” 20 yaşında bir genç motosiklet kazasında<br />
hayatını kaybetmiş, aile bir yandan oğullarının<br />
acısını yaşarken, bir yandan da kaybettikleri<br />
oğullarının birkaç kişiye hayat verebileceği<br />
konusunda ikna oluyorlar. (Allah bin kere razı<br />
olsun. Merhumun mekanı cennet olsun.) İki<br />
böbrek için altı aday çağrılıyor. Birtakım testler<br />
yapılacak, o gün en iyi durumda olan, en uygun<br />
olan iki çaresize umut ışığı yanacak, diğerleri ise<br />
evlerine dönüp başka birisinin sönen ışığının<br />
kendilerini aydınlatmasını bekleyecek. 6 hasta, 6<br />
aday, 6 rakip. Nasıl adlandıracağımı bilemiyorum.<br />
Adaylara bakıyorum. İsimlerini hatırlayamıyorum.<br />
Ama yüzleri hala aklımda. Bir tanesi 22-23<br />
yaşlarında bir kız. 1.65 boylarında, filiz gibi, zeki<br />
olduğu bakışlarından belli. Gözünde küçük John<br />
gözlükleri (35 yaş üzerindekiler bir zamanlar her<br />
evde izlenen Küçük Ev isimli diziden hatırlarlar.)<br />
Sonradan öğrendiğime göre bir bilgisayar firmasında<br />
çalışıyormuş. Kolsuz bir penye giymiş. Bir kolu<br />
boydan boya mor ile siyah arası bir renkte. Diyalize<br />
giriyormuş, kılcal damarları patlamış ve güzel<br />
kardeşe nazar boncuğu olmuş. Bir tanesi 20<br />
yaşlarında başka bir kız. Ama küçük yaşta böbrek<br />
sorunundan ötürü hormonal dengesizlik nedeniyle<br />
tam gelişim sağlanamamış ve 14-15 yaşında<br />
görünüyor. Adaylardan daha fazla söz etmek<br />
istemiyorum ama bu adayların bazılarının üçüncü<br />
kez çağrıldıklarını öğreniyorum. Bu durumda<br />
onları arkadaşıma rakip olarak göremiyorum. Ve<br />
doğruyu yaptığımı az sonra anlıyorum. Daha önce<br />
çağrılmış olanlar daha tecrübeli. İşlemleri daha<br />
çabuk halletmek için evrakları birleştiriyorlar<br />
ve el birliğiyle gayret ediyorlar, eksiği olanların<br />
eksikliğini gidermeye çalışıyorlar (Örneğin, son iki<br />
günde diyalize girmemiş olanların operasyon öncesi<br />
diyalize girmesi gerekiyormuş). Rekabet yok. Tekrar<br />
ediyorum “REKABET YOK!”.<br />
Bu arada Antalya’da çalışan devre arkadaşımız Sinan<br />
geliyor, bir yandan sevk işlemlerini halletmeye<br />
çalışırken, bir yandan da Macar’ı her türlü<br />
olumsuzluğa karşı fikren hazırlamaya çalışıyoruz.<br />
Akşama kadar Ankara GATA’ya ulaşacağımızdan,<br />
ertesi gün nakil olacağından bahsedip duruyoruz<br />
ama Macar inanmış bir kere, bugün bu iş bitecek<br />
şekilde planlarını tekrarlayıp duruyor.<br />
Öğlen oluyor ve işlemler tamamlanıyor. Sıra<br />
doktorlarda. O güne kadar doktorluk mesleğini<br />
hafife aldığımı fark ediyorum. Yüzüm kızarmış<br />
gibi hissediyorum. Doktorlar 6 adayı bir odaya<br />
alıyorlar ve ellerindeki raporlara bakarak hayatını<br />
kurtaracakları iki hastayı umut dolu 6 çift göze<br />
bakarak söylüyorlar.<br />
Macar ve Küçük John gözlüklü kızı seçtik çünkü…<br />
diyorlar. Sinan’la birlikte hastanede bir yerlerde<br />
haber bekliyoruz. Macar telefon ediyor. “Beni<br />
seçtiler kanka! Hemen toplantı odasına gel,<br />
ailem olmadığı için ameliyat için senin de imza<br />
atman gerekiyor’’ diyor. Seçilenler çok seviniyor.<br />
Seçilemeyenler de onların sevincini paylaşıyor.<br />
Hastaların ve seçilemeyen adayların arasından<br />
mahcubiyetle geçerken birisi kolumdan tutuyor.<br />
Başımı kaldırıyorum, seçilemeyenlerden birisi<br />
gülümseyerek yüzüme bakıyor ve heyecanla<br />
“Uğur’u seçtiler, gözünüz aydın!” diyor. Böyle<br />
bir insaniyete inanamıyorum. Gözlerim doluyor,<br />
boğazım düğümleniyor, sesim çıkmıyor. “Sağol,<br />
inşallah sen de en kısa zamanda kurtulursun”<br />
diyorum. “İnşallah”, “Bu benim üçüncü gelişim”<br />
diyor. Daha fazla dayanamıyorum, oradan hemen<br />
uzaklaşıyorum. Gözlerimle görmesem inanmazdım.<br />
17 Ağustos depreminde LCT Komutanıydım<br />
ve İstanbul’daydım. Depremden 2-3 saat sonra<br />
Büyükdere’ye çağrıldık, iş makineleri yüklendi<br />
ve hemen Gölcük’e götürmemiz emredildi. Aynı<br />
gün, Gölcük’e nakliyeyi tamamladığımızda henüz<br />
televizyona yansımamış olaylara tanıklık ettik,<br />
yakınlarımızı kaybettik, diğer yakınlarımız<br />
enkazlarda onları ararken biz de bu makineleri<br />
getirerek umudun bir parçası olmaya çalışıyorduk.<br />
Umudumuzu yitirdiklerimize arkamızı dönmenin<br />
acısını çekiyorduk ama başka türlü kalanlara umut<br />
olamayacağımızı da biliyorduk. Bu günlerden<br />
birinde yine İstanbul Maltepe’den iş makinelerini<br />
yüklüyorduk. Her gün birçok yardımsever<br />
bize gelip, topladıkları yardımları dağıtma<br />
konusunda yardım istiyorlardı ve biz de onlara bir<br />
şekilde yardımcı olmaya, onları yönlendirmeye<br />
çalışıyorduk. Depremin üzerinden 2-3 gün<br />
geçmişti. 10-12 yaşlarında simitçi bir çocuk geldi<br />
ve yükleme-bindirme faaliyetiyle ilgilenmek üzere<br />
görevlendirilen subaya birkaç soru sorduktan sonra<br />
simitlerini Gölcük’e götürüp oradaki çocuklara<br />
dağıtıp dağıtamayacağımızı sordu. Görevli subay<br />
çocuğa şefkatle yaklaştı, teşekkür etti, çocuklar<br />
için gerekli yardımın yapıldığını söyledi. Çocuğu<br />
da kırmamak için “Ben bu simitleri bu şekilde<br />
dağıtamam. Keşke 4’erli 5’erli gruplar halinde<br />
poşetli olsaydı oradaki çocuklara dağıtırdık”<br />
dedi. Simitçi çocuk hüzünlü bir şekilde uzaklaştı.<br />
Çok duygulanmıştım. Halkımız gerçekten çok<br />
yardımsever davranıyordu ama benim asıl merak<br />
ettiğim konu bu milletin bu çocuklara bunu nasıl<br />
öğrettiğiydi? Aradan 10-15 dakika geçmişti.<br />
Simitçi çocuk koşarak geldi. Ellerinde birkaç<br />
poşet, poşetlerin içinde simitler. Görevli subayın<br />
yanına gitti, “Ben birazını sattım, bir tanesini de<br />
yedim karnımı doyurdum, kalanları da poşetlere<br />
koydum, oradaki çocuklara dağıtın…”. Daha fazla<br />
dayanamadım…<br />
17 Ağustos’ta tanık olduklarımdan sonra beni bu<br />
kadar etkileyecek, duygulandıracak insani bir olay<br />
olabileceğini düşünmüyordum. Yanılmışım.<br />
Sinan’la birlikte Macar’ı aldık. Küçük John gözlüklü<br />
kız ve ailesi de geldi. Bizi büyük bir odaya soktular.<br />
Odanın iki köşesinde basit birer perde vardı.<br />
Hastalarımız perdelerin arkasına geçerek ameliyat<br />
elbiselerini giydiler ve sedyelerine uzandılar.<br />
O andan itibaren cinsiyetler kalkmış, hırslar<br />
sonlanmış, kader arkadaşlığı başlamıştı. İkisini<br />
beraber uğurladık. Birkaç saat sonra operasyondan<br />
çıktılar. İki hastayı aynı odaya yatırdılar ve takibe<br />
aldılar. Birinin ayak ucunda ailesi, diğerininkinde iki<br />
devre arkadaşı. O gün hayatımda verebileceğim en<br />
önemli müjdeleri verdim. Bir babaya, bir anaya, bir<br />
eşe, bir kardeşe, bir evlada verilebilecek en değerli<br />
müjdeleri. Rahmetli Salih amca ve Ayşegül teyzeme,<br />
Sevgili Sema ve Saadet Ablama, çocukları Bersu ve<br />
Aykar’a verilebilecek en güzel haberleri. Tanrı’ya<br />
beni de bunun bir parçası yaptığı için şükrediyorum.<br />
Heyecanımız geçmedi. Gece boyu Sinan’la birlikte<br />
vardiyalı olarak Macar’ı bekledik. Görevlilerin bize<br />
verdiği görevleri yapmaya çalıştık. Ve dua ettik.<br />
Sabah eşi, annesi, ablası heyecanla geldiler… Bize<br />
bakışlarını, oğullarını/eşlerini/kardeşlerini ilk<br />
görüşlerini asla unutmayacağım.<br />
Ankara’ya döndükten sonra, buraya yazdıklarımın<br />
bir kısmını etrafımdakilerle paylaştım. Kendi<br />
yakınlarıma, kendilerinden önce ölmem halinde tüm<br />
organlarımı bağışlamalarını vasiyet ettim.<br />
Ülkemdeki tüm hasta insanların şifa bulmaları<br />
dileklerimle…<br />
Onları unutmayalım…<br />
29<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
30<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
BODRUM BİZİMLE GÜVENDE<br />
[ Hazırlayan ] Yasin BAYRAKTAR | SG Tğm.<br />
Bodrum, doğu ve batı limanlarının birleşmesinden<br />
meydana gelen yarımada üzerinde yükselen kalesi<br />
ve iki limanın kıyılarına dizilmiş bembeyaz evleri,<br />
gümbetleri ve denize inen daracık sokakları, şöhreti<br />
dünyaya yayılmış yatları ve tersaneleri ile ünlü bir<br />
yöredir. İnsanların binlerce yıl boyunca yerleşik<br />
olarak yaşadıkları Bodrum, inanılamayacak kadar<br />
zengin bir geçmişe sahiptir. Birçok büyük uygarlığın<br />
ve tarihi olayların içinde veya yakınlarında oluşmuş<br />
olması, Halikarnas’ı (Bodrum’un eski adı) tarihçiler<br />
için de önemli bir yer konumuna getirmiştir.<br />
Zengin tarihi ve kültürel mirasının yanısıra eşsiz<br />
güzellikteki koyları ve deniziyle Bodrum her yıl<br />
gerek yerli gerek yabancı milyonlarca turistin ve<br />
deniz aracının akınına uğramaktadır.<br />
Turizm açısından ne denli yoğun olduğu bilinen<br />
Bodrum’da icra edilen tüm deniz faaliyetlerinde<br />
en öncelikli hususun can ve mal emniyeti olduğu<br />
bir gerçektir. Bu durum hem insanların yaşamı<br />
açısından hem de bölgenin dünya çapındaki prestiji<br />
açısından büyük önem arz etmektedir. Özellikle<br />
yaz aylarındaki nüfus artışı ve bu nüfusun büyük<br />
çoğunluğunun yüksek kaza riski taşıyan deniz<br />
faaliyetleriyle meşgul olması Bodrum’da arama ve<br />
kurtarma çalışmalarının ne kadar önemli olduğunu<br />
anlamamıza katkı sağlayacaktır.<br />
Bodrum’da Arama Kurtarma :<br />
Arama kurtarma; bir kaza ya da afet nedeniyle<br />
tehlikeyle karşı karşıya olan ve bu durumdan kendi<br />
başına kurtulamayan kazazedelerin kurtarılması<br />
faaliyetidir. Arama kurtarmanın en temel prensibi<br />
kazazedenin hayatının kurtarılmasıdır. Arama<br />
kurtarma bir ekip işidir ve ekip içindeki uyum,<br />
harekatın başarısına doğrudan etki eder. Arama<br />
kurtarmayı misyon haline getiren en önemli<br />
görevlerinden biri Arama Kurtarma olan <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığının işte bu noktada ortaya<br />
koyduğu aile bilinci ve ekip ruhu anlayışı örnek<br />
alınabilecek düzeydedir.<br />
Türkiye’de denizlerde arama kurtarma faaliyetlerini<br />
koordine ve icra etme görevi 2692 sayılı <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığı Kanunu ve 12 Aralık 2001<br />
tarihli Türk Arama Kurtarma Yönetmeliği ile <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığına verilmiştir. Bodrum’da<br />
konuşlu TCSG-101, TCSG-302, TCSG-1 ve<br />
TCSG-11 <strong>Sahil</strong> Güvenlik botlarımız gücünü<br />
kanunlardan almak suretiyle işte bu üstün görev<br />
anlayışı ve ekip ruhu bilinciyle diğer görevlerde<br />
olduğu gibi arama kurtarma faaliyetlerinde de<br />
gerekli hassasiyeti göstermektedir. Arama kurtarma<br />
faaliyeti icra eden personel bilmektedir ki bu iş<br />
hata affetmez ve zaman kendisinin düşmanıdır.<br />
Deniz ve hava şartlarını da lehine çevirmek onun<br />
önceliklerindendir. Bu çalışma ahlakı sayesinde<br />
gemi/botlarımız birçok görevden alnının akıyla<br />
çıkmıştır.<br />
Bu kapsamda Bodrum’da faaliyet gösteren ve<br />
gönüllü bir kuruluş olan Bodrum Deniz Kurtarma<br />
Derneği (BDKD)’ni tanıyalım.<br />
Bodrum Gönüllüleri :<br />
Bodrum Deniz Kurtarma Derneği, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığı ile yapılan izin yazısı gereği<br />
güneyde Orak Adası ile kuzeyde Karabakla Burnu<br />
arasındaki karasularımızda, meydana gelecek<br />
olaylar sonucunda ortaya çıkabilecek arama<br />
kurtarma ihtiyaçlarına <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
koordinesinde ve herhangi bir ücret talep etmeksizin<br />
desteklemek amacıyla faaliyetlerine başlamıştır.<br />
Bodrum Deniz Kurtarma Derneği, 1999 yılında<br />
Bodrum Milta Marina’nın desteği ile gönüllüler<br />
tarafından kurulmuştur. 2001 yılında Denizciler<br />
Dayanışma Derneği’nin bünyesine katılıp derneğin<br />
Bodrum şubesi olarak hizmet vermeye başlamıştır.<br />
2006 Mayıs ayından itibaren Bodrum Deniz<br />
Kurtarma Derneği olarak, yukarıda belirtildiği gibi<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına destek sağlamak<br />
maksadıyla faaliyetlerine devam etmektedir. Çeşitli<br />
kurum ve kuruluşların desteği ile faaliyetlerine<br />
devam eden dernek, bugün deniz kazalarına 24<br />
saat esasına göre müdahale edebilmektedir. 2 adet<br />
süratli acil müdahale botu ile Milta Marina’nın<br />
yangın söndürme ve ambulans teknesi olarak özel<br />
imal edilmiş botu sayesinde; uzman acil müdahale<br />
doktoru, profesyonel balıkadam, kaptan ve<br />
paramediklerden oluşan personeliyle her türlü su<br />
altı ve su üstü deniz kazasına, yangınına müdahale<br />
edebilecek şekilde göreve hazırdır.<br />
Zor durumda kalan herhangi bir tekne, arama ve<br />
kurtarma ekibine VHF 16 ve 73 kanallarından ya da<br />
0532 522 88 77 ve 0533 204 43 68 nolu telefonlara<br />
çağrı yaparak Bodrum Milta Marina’da konuşlanmış<br />
olan ve 24 saat kesintisiz hizmet veren harekat<br />
merkezine ulaşabilmektedir. Ayrıca Bodrum Milta<br />
Marina’nın telefonlarından da (0252 316 18 60)<br />
ekibe ulaşma imkanı vardır.<br />
Bodrum Deniz Kurtarma Ekibi bugüne kadar<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı tarafından kendisine<br />
tahsis edilen faaliyet sahası içinde arama kurtarma<br />
çalışmalarına iştirak etmiş, yaralanma ve ölüm ile<br />
sonuçlanan kazalara müdahale ederek yaralıların<br />
sağlıklarına kavuşmalarına yardımcı olmuştur.<br />
Bu kapsamda 2011 yılı içerisinde; TCSG-101<br />
Komutanlığı 8 arama kurtarma, 7 tıbbi tahliye,<br />
31<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
doktorlar, paramedikler, hemşireler, acil tıp<br />
teknisyenleri, sağlık memurları ve Muğla bölgesinde<br />
görev yapan UMKE ekipleri de katılmaktadır.<br />
Eğitimlerin sonunda sağlık personelinin denizde de<br />
görev yapabilecek şekilde yetiştirilmesi konusunda<br />
önemli aşamalar kaydedilmiştir.<br />
İmzalanan protokol sadece eğitimle sınırlı kalmayıp,<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığına bağlı unsurların<br />
koordinesinde denizde arama-kurtarma ve acil<br />
tıbbı destek gerektiren müşterek faaliyetleri de<br />
kapsamaktadır.<br />
32<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
TCSG-1 Komutanlığı 13 arama kurtarma, 15 tıbbi<br />
tahliye, Bodrum Deniz Kurtarma Derneği ise 30<br />
tıbbi tahliye faaliyeti icra etmiştir. Bahse konu<br />
görevlerin bir kısmı <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmaris Grup<br />
Komutanlığı koordinesinde müşterek olarak icra<br />
edilmiştir.<br />
Ayrıca Türkiye Yelken Federasyonu, Bodrum<br />
Açıkdeniz Yelken Kulübü ve yarımadada<br />
konuşlanmış diğer yelken kulüplerimizin<br />
düzenlemekte olduğu, ulusal ve uluslararası<br />
organizasyonlarda aktif emniyet ve kurtarma görevi<br />
icra etmektedir.<br />
Bodrum Deniz Arama Kurtarma ve 112 Acil :<br />
Bodrum Deniz Kurtarma Derneği, Muğla 112 Acil<br />
ve Afetlerde Sağlık Hizmetleri Müdürlüğü ile Ulusal<br />
Medikal Kurtarma Ekipleri (UMKE) arasında<br />
Muğla Valiliğinde Türkiye kıyıları için model<br />
oluşturabilecek bir protokol imzalanarak önemli bir<br />
işbirliği başlatılmıştır.<br />
Bodrum ve çevresindeki 12 adet 112 Acil Sağlık<br />
İstasyonu, BDKD’den ‘‘Denizde Müdahale’’ konulu<br />
eğitim seminerleri almaya başlamıştır ve söz konusu<br />
seminerler aralıklarla devam etmektedir. Muğla<br />
Valiliği, İl Sağlık Müdürlüğü ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığı bu seminer programlarına destek<br />
vermektedir. Ayrıca 112 Acil Servisi ve UMKE<br />
Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmek üzere BDKD’den<br />
denizdeki acil durumlara müdahale konusunda<br />
eğitim almaya başlamıştır. Verilen eğitimlerin<br />
arasında her türlü hava ve deniz şartlarında<br />
çalışabilmek de yer almaktadır.<br />
Seminer ve denizde verilen eğitimlere 112 Acil<br />
Yardım da katılmaktadır. Sağlık istasyonlarından<br />
Gelinen aşamada BDKD ekipleri denizden<br />
gelebilecek acil çağrılarda, 112 ekipleri ile birlikte<br />
olaylara aktif olarak birlikte müdahale etmeye<br />
devam etmektedirler.<br />
Bodrum Deniz Kurtarma Derneği’nin kayıtlarında<br />
bu tip konularda başarılı müdahaleler yer<br />
almaktadır. 2008’de bir yat yarışında ağır yaralanma<br />
ile sonuçlanan bir çatışma sonrasında sporcunun<br />
14 dakika gibi çok kısa bir sürede hastaneye<br />
yetiştirilmesi hala konuşulan bir faaliyet olarak<br />
dikkat çekmektedir. <strong>Sahil</strong>de 112 ambulansının<br />
hazır beklemesi ve ilk müdahalenin doğru yapılması<br />
hafızalardan silinmemiş ve uzunca bir süre yazılı<br />
basında yer almıştır.<br />
2009 yılı Haziran ayında bir yangın söndürme<br />
helikopterinin Milas Geyik Barajı’na teknik bir<br />
arızadan dolayı düşmesi, olayın ardından çok kısa<br />
sürede helikopterle bölgeye BDKD dalış ekibinin<br />
ulaşması, helikopterin yerinin tespiti, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığına bağlı dalış ekibi ve Marmaris Deniz<br />
Liman Şube Müdürlüğü dalış ekipleriyle ortak<br />
dalışlar gerçekleştirmesi önemli faaliyetler içerisinde<br />
yer aldı.<br />
BDKD Kurucularından Sn. Ömer Karacalar ile<br />
Söyleşimizden Notlar :<br />
BDKD kurucu yöneticisi ve Bodrum Milta Marina<br />
Müdürü olan Sn. Ömer Karacalar ile derneğin<br />
kuruluşu ve dernek faaliyetleri hakkında yaptığımız<br />
söyleşiden notlar:<br />
Gönüllülük esasına dayalı böyle bir organizasyonu<br />
oluştururken nereden ilham aldınız? Sizi bu derneği<br />
kurmaya götüren sebepler nelerdir?<br />
1999 senesinde Bodrum’da dünyanın en süratli<br />
teknelerinin yarıştığı bir offshore organizasyonu<br />
yapılmıştı.Yarış komitesi bizden teknelerde bir kaza<br />
meydana geldiğinde yardım edecek, sudan kurtarma<br />
yapacak bir ekip oluşturmamızı talep etti. Bu ekip,<br />
takımların kendilerine ait kurtarma ekiplerine<br />
destek vermekle sorumlu idi. Bu yarış bittikten<br />
sonra bizlerde bir fikir oluştu. Bodrum yöresinde<br />
yoğun deniz trafiğinde böyle bir ihtiyaç olduğuna<br />
karar verdik ve temellerini 2000 yılı başlarında attık.<br />
Bodrum Milta Marina Genel Müdürü olarak<br />
kurucu yöneticisi olduğunuz Bodrum Deniz<br />
Kurtarma Derneği’ne Marina olarak ne gibi<br />
katkılarda bulunmaktasınız? Derneği ne şekilde<br />
desteklemektesiniz?<br />
Marinamız her türlü imkanlarını bu dernek için<br />
seferber etmiş bulunmaktadır. Deniz araçları<br />
marinamızda konuşlanmakta bakım ve onarımları<br />
tarafımızdan yapılmaktadır. Ayrıca akaryakıt<br />
desteği de sağlanmaktadır. Bunların yanında liman<br />
kontrol kulemiz tüm teçhizatı ile 24 saat BDKD’nin<br />
emrindedir. Bu kule bir nevi arama kurtarma<br />
faaliyetlerinin koordinasyon merkezi olarak<br />
kullanılmaktadır. Bütün bunların yanında ilk yardım<br />
malzemelerinin bulunduğu bir kara merkezimiz de<br />
mevcuttur.<br />
Asli görevleri Bodrum Milta Marina’da çeşitli<br />
pozisyonlarda çalışmak olan personelinizin böyle bir<br />
organizasyonda yer alması çalışma hayatlarını ne<br />
şekilde etkilemektedir?<br />
Biliyorsunuz ekibimizde yanlız marina personeli yer<br />
almamaktadır. Aramızda dalgıçlar, sağlık personeli<br />
ve kaptanlar da mevcuttur. Marina personeli<br />
belirlenen bir nöbet çizelgesi kapsamında görev<br />
almaktadır.<br />
Yeni sistem/cihaz veya tekne alımına dair<br />
projeleriniz var mıdır?<br />
Şu an bizim için en önemli konu tam teşekküllü<br />
bir deniz ambulansına sahip olmaktır. Şu anda<br />
kullanmakta olduğumuz ambulans bir özel<br />
hastanenin kullanmamıza tahsis ettiği bir araçtır.<br />
Ama bilindiği üzere bu derneklerin ayakta durması<br />
alınacak yardımlara bağlıdır. Bugün elimizde<br />
bulunan teçhizat ve tıbbi malzemeler bu tür<br />
yardımlarla sağlanmıştır.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik botlarıyla ortak icra ettiğiniz<br />
faaliyetlerinizde harekat nasıl icra edilmektedir?<br />
Yardım çağrıları iki türlü gelmektedir. Bize doğrudan<br />
gelen çağrılar ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik unsurlarına gelenler.<br />
Biz <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmaris Grup Komutanlığının<br />
verdiği talimatla hareket ediyoruz. Çağrı direkt<br />
bize geldiyse koordinasyon merkezimiz ilgili<br />
unsurlara haber vererek gelen talimata göre hareket<br />
etmektedir.<br />
Böyle durumlarda ya biz yalnız çıkıyoruz ya da <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik unsurlarıyla beraber müdahale ediyoruz.<br />
Yapılan her icraat, faaliyet sonunda <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Marmaris Grup Komutanlığına rapor ediliyor.<br />
Derneğe gönüllü olarak katılmak isteyenler ne<br />
yapmalıdır?<br />
Bize müracaat eden arkadaşlar ilk önce sözlü<br />
mülakata alınmakta sonradan uygun olanlar fiziki<br />
teste tabi tutularak kabul edilmektedir. Müracaat<br />
edenlerin kaptan veya dalgıç olmaları, mümkünse ilk<br />
yardım eğitimi almış olmaları ve bunları sertifika ile<br />
ispat etmeleri gerekmektedir.<br />
Ülkemizin diğer bölgelerinde benzer faaliyetlerde<br />
bulunmak isteyenlere deneyimli bir kurum olarak ne<br />
gibi tavsiye ve katkılarınız olabilir?<br />
Bizim yaklaşık 11 senelik bir tecrübemiz var,<br />
kendilerine tavsiyelerde bulunabilir, eğitimler<br />
konusunda yardımcı olabiliriz. Önümüzdeki<br />
günlerde il eğitimimizi Bahçeşehir Üniversitesi<br />
arama kurtarma ekibine vereceğiz.<br />
33<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
34<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
ÖZEL ÇEVRE KORUMA ALANI;<br />
SAROS KÖRFEZİ<br />
[ Hazırlayan ] Necla DEMİRAY | Çevre ve Deniz Kirliliği Öğretmeni<br />
Ülkemiz özellikle son on beş yıl içerisinde<br />
biyoçeşitliliğin korunması amacıyla birçok<br />
uluslararası antlaşmaya taraf olmuştur. Bern<br />
Sözleşmesi olarak bilinen Avrupa’nın Yaban<br />
Hayatının ve Habitatlarının Korunması<br />
Sözleşmesi’yle, nesli tehdit ve tehlike altında<br />
olan türlerin korunması taahhüt edilmiştir. Söz<br />
konusu türler ve habitatların korunması “Barcelona<br />
Sözleşmesi” ile de koruma altına alınmıştır.<br />
Bu sözleşmenin ek protokollerinden birini ise<br />
“Akdeniz’de Özel Koruma Alanları Kurulması”<br />
protokolü oluşturmaktadır.<br />
Bu sözleşmeler neticesinde, 1989 yılında 383<br />
sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Özel Çevre<br />
Koruma Kurumu Başkanlığı kurulmuştur. Kuruluş<br />
amacı, Bakanlar Kurulunca “Özel Çevre Koruma<br />
Bölgeleri” olarak tespit ve ilan edilen alanlardaki<br />
çevre değerlerini korumak ve ona yönelik tedbirleri<br />
almaktır. Özel Çevre Koruma Bölgeleri; tarihi, doğal,<br />
kültürel vb. değerler açısından bütünlük gösteren<br />
ve gerek ülke gerek dünya ölçeğinde ekolojik önemi<br />
olan alanlardır. Bu alanlar; özelliklerinin geleceğe ve<br />
gelecek nesillere ulaştırılmasını ve doğal kaynakların<br />
korunarak kullanılmasını teminen, 2872 sayılı<br />
Çevre Kanunu’nun 9’uncu maddesine ve ülkemizin<br />
taraf olduğu “Akdeniz’de Özel Koruma Alanlarına<br />
İlişkin Protokol’’ gereğince ülkemizdeki ilk Özel<br />
Çevre Koruma Bölgesi 1989 yılında Bakanlar Kurulu<br />
Kararıyla ilan edilmiştir.<br />
Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de çevre<br />
koruma için temel prensip: “Tedaviden Önce<br />
Koruma, Koruyarak Kullanma ve Geliştirerek<br />
Koruma” olmalıdır. Bunun için en rasyonel<br />
yaklaşımı, kalkınma hareketi ile çevre değerleri<br />
ve bilhassa ekolojik denge arasında uzun vadede<br />
kurulması gereken KORUMA-KULLANMA dengesi<br />
teşkil etmektedir.<br />
Özel Çevre Koruma Bölgelerinin ilan edilmesinin<br />
sebebi, doğal güzelliklerin, tarihi ve kültürel<br />
kaynakların, biyolojik çeşitliliğin, su altı ve<br />
su üstü canlı ve cansız varlıkların korunması<br />
ve bu değerlerin gelecek nesillere aktarılması,<br />
sürdürülebilirlik anlayışı çerçevesinde, bölgelerin<br />
ekonomik kalkınmalarını sağlamak ve çevre bilincini<br />
arttırmaktır.(1)<br />
Kendi kendini temizleyebilen tek körfez olan Saros<br />
Körfezi, kıyılarının zengin biyolojik çeşitliliği,<br />
jeomorfolojik ve peyzaj özelliklerinin korunması<br />
maksadıyla; 22 Aralık 2010 tarihinde Çevre ve<br />
Şehircilik Bakanlığının talebi üzerine alınan<br />
Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca, körfezin yaklaşık<br />
75 bin hektarlık bölümü Özel Çevre Koruma Bölgesi<br />
ilan edilmiştir.<br />
Böylece 10 adedi Akdeniz ve Ege’de yer alan Özel<br />
Çevre Koruma Bölgeleri Saros Körfezi ile birlikte<br />
14’ten 15’e yükselmiştir.<br />
NİÇİN ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGESİ ?<br />
Saros Körfezi, Akdeniz ve Güney Ege kıyılarına rakip<br />
olarak Kızıldeniz’e özgü mercanların bile yaşam<br />
alanı bulduğu Kuzey Ege’nin şirin beldesi Güneyli,<br />
su altı canlılarındaki artışla deniz biyologlarının<br />
dikkatini çekmektedir. Kuzey Ege Denizi’nin dipteki<br />
soğuk su akıntılarıyla yüzeydeki sıcak akıntıların<br />
buluşmasıyla Güneyli, onlarca tür balığın yanı<br />
sıra bitki türlerine de ev sahipliği yapmakta olup,<br />
Kızıldeniz’e özgü mercan oluşumlarına 15 metre<br />
derinlikte rastlanmaktadır.<br />
Saros Körfezi<br />
Saros Körfezi, Ege Denizi’nin en tuzlu kesimlerinden<br />
birini oluşturan ve karmaşık girdaplar çizen<br />
akıntıların görülmesi nedeniyle dünyada kendi<br />
kendini temizleyerek temiz kalan beş körfezden<br />
3’üncüsü, Türkiye’nin ise tek körfezidir. Bu<br />
nedenle de son yıllarda denizlerimizdeki canlı<br />
türlerinde büyük oranda azalma olurken kendi<br />
kendini temizleyen Saros Körfezi, ekolojik gelişme<br />
yaşamaktadır. (2)<br />
Suların yüksek oksijen içeriği ve körfeze dökülen<br />
akarsuların getirdiği bol besin tuzları nedeniyle tür<br />
bakımından zengin ve Akdeniz tipi iklimin hakim<br />
35<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
36<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
olduğu bir bölgedir. Havzada en yüksek nokta<br />
körfezin kuzey- kuzey doğu uç kısmında yer alan<br />
Koru Dağı’dır (385 m). Havzayı besleyen tek akarsu<br />
Kavak Deresi’dir.<br />
Kızıldeniz’e özgü mercanların bile yaşam alanı<br />
bulduğu körfezde, 300 türe yakın deniz canlısı<br />
yaşamaktadır. 144 çeşit balık, 78 tür deniz bitkisi ve<br />
34 tür süngere ev sahipliği yapmakla birlikte körfez<br />
içinde barındırdığı zengin balık çeşitleri sebebiyle<br />
deniz biyologları ve dalış meraklıları arasında büyük<br />
ve tabii bir akvaryum olarak nitelendirilmektedir.<br />
Kaptan Cousteau 1970’li yıllarda gemisi “Calipso”<br />
ile Türkiye’yi ziyareti sırasında bu körfezde dalış<br />
yapmış “Kızıl Deniz’in kuzey versiyonu olarak”<br />
nitelendirmiştir.<br />
Kızıldeniz’e özgü mercan oluşumlarının bile 15 m<br />
derinlikte rastlanması deniz biyologlarını ve su altı<br />
sevdalılarını sevindiriyor. Birinci Dünya Savaşı’ndan<br />
kalma savaş gemilerinin batıkları ve onların<br />
üzerinde yaşam sürdüren yüzlerce organizma ise<br />
görülmeye değer.<br />
Dalış tutkunlarına da büyük malzemeler veren<br />
körfezde özellikle Çanakkale Boğazı’nın çıkışındaki<br />
Kaptan Franko, körfez açıklarındaki 27 metre<br />
derinliğiyle rahat bir dalış ortamı sağlamaktadır.(2)<br />
Saros Körfezi boyunca yazlıkların bulunduğu<br />
bölgeler hariç sürekli yaşam alanı olan bir bölge<br />
nerede ise yoktur. <strong>Sahil</strong> bölgelerine ismini veren<br />
bir çok köy ve yerleşim denize 2-5 km uzaklıkta yer<br />
almaktadır. Bunun yanında Saros Körfezi boyunca<br />
herhangi bir sanayi işletmesinin bulunmaması ve en<br />
yakın sanayi işletmesinin 40 km uzakta oluşu Saros<br />
Körfezi üzerindeki doğal güzelliğin bozulmamışlığını<br />
en iyi biçimde aktarmaktadır. (2)<br />
Saros Körfezi’nin güzelliği ile birlikte ülkemizin<br />
Patara ve Side’den sonraki en büyük sahil kumsalının<br />
Saros’da olması da (Erikli sahili) ayrı bir güzellik<br />
katmaktadır. Ünlü Altınkum olarak tabir edilen<br />
Uzunkum Kumsalı Erikli <strong>Sahil</strong>i ile İbrice Limanı<br />
arasındadır.<br />
Saros Körfezi içlerine girildikçe çam ormanı ile<br />
denizin buluşmasına şahit olunur. Körfez, ünü<br />
tüm Trakya’ya yayılan “Kayıp Cennet” Gökçetepe<br />
sahilinde yer almaktadır. Özellikle körfezin<br />
Yunanistan’a doğru kuzey kıyılarında sırası ile Erikli,<br />
Vakıf, Karagöl gibi denizle irtibatı olan Lagun gölleri<br />
yer almaktadır. Bu göller kuşların göç zamanlarında<br />
konakladıkları yerlerdir. Özellikle Flamingolar,<br />
meraklıları tarafından seyir için sürekli takip<br />
edilmekte olan kuş türlerinin başında gelmektedir.<br />
Yunanistan ile Türkiye sınırını çizen Meriç<br />
nehrinin Ege ile kucaklaştığı muhteşem Meriç<br />
deltası doyumsuz bir göz zevki sunmaktadır. Doğal<br />
balıkçı barınaklarının (İbrice, Yayla, Sultaniçe,<br />
Güneyli, Sazlimanı) bol olduğu körfez doğa ve<br />
balık sevenlerin ayrılamayacakları güzellikler<br />
barındırmaktadır.<br />
<strong>Sahil</strong> şeridine yakın yerlerde bulunan baraj göletleri<br />
çam ormanları içinde saklanırcasına mesire yerleri<br />
ile tatilcilere eşsiz bir tatil imkânı sunmaktadır.<br />
DALIŞ NOKTALARI<br />
Su altı zenginlikleri açısından oldukça elverişli olan<br />
Saros Körfezi, amatör veya profesyonel Türkiye’nin<br />
dört bir yanından birçok insanı bölgeye çekmektedir.<br />
Su akıntı yollarının çokça olması sebebi ile genelde<br />
görüntünün uygun olması ve mercan oluşumlarının<br />
fazlalılığıyla da bir çok su altı fotoğrafçısını<br />
etkilemektedir.<br />
Ayrıca birçok akıntı kanalı olduğu için, Saros’un<br />
suları sürekli açık ve net bir görüş olanağı<br />
sağlamakta ve bu kanallar aynı zamanda körfezin<br />
temiz kalmasına neden olmaktadır.<br />
Su altı zenginliklerinin en yoğun olduğu ve dalmaya<br />
elverişli bölgeler Mecidiye ve Erikli sahil yerleşimleri<br />
civarında yer almaktadır.<br />
İbrice: Saros Körfezi’nde en çok tercih edilen<br />
yerdir. İbrice Limanı etrafında ve daha açıktaki<br />
kayalıklarda, birçok dalış noktası bulunur.<br />
Dalış kulüpleri eğitim dalışlarını bu bölgede<br />
düzenlemektedir.<br />
Minnoş Kayalıkları: Kömür Limanı açıklarında<br />
bulunan ve karadan 150-200 metre mesafede duvar<br />
dalışı yapmaya müsait kayalık bir bölgedir.<br />
SAROS KÖRFEZİ’NDE BALIKÇILIK<br />
Ege Denizi’nin tuzluluk oranı en yüksek<br />
körfezlerinden biri olan Saros Körfezi’nde, küçük<br />
akarsuların taşıdığı besin tuzları sayesinde zengin<br />
bir balık çeşitliliği görülmektedir.<br />
Saroz Körfezi’nin kuzeyinde 40-50 kulaç derinlikteki<br />
dar şeritte barbunya, berlam, kırlangıç, mercan,<br />
kupes, sarpa, izmarit gibi demersal ve semi pelajik<br />
balıkların avcılığı yapılır. Ayrıca bölge, kolyoz,<br />
sardalya gibi yerli, uskumru ve lüfer gibi bölge<br />
dışından gelen balıkların avlandığı bir yerdir.<br />
Burada istavrit stokları gelişmemiş olmakla beraber,<br />
miktarları avlanabilir boyutlara ulaşmıştır.<br />
112 milkarelik araştırma alanı içinde istavrit<br />
stoğunun yaklaşık 17.000 ton civarında olduğu<br />
tespit edilmiştir. Uskumru balığı sürülerinin<br />
50-90 metre arasındaki 16-17 derece sıcaklıktaki<br />
sularda dağınık olarak yaşadıkları ve ortalama %o37<br />
tuzluluk içeren sularda bulundukları izlenmiştir.<br />
Saros’un balıkçılık açısından diğer bir önemi ise<br />
Kılıç balıklarının yumurtlama ve gelişmesine uygun<br />
olmasından kaynaklanır. Özellikle Mayıs ve Haziran<br />
aylarında iyi bir kılıç balığı avcılığı yapılır.<br />
Zengin balık çeşitliliği sayesinde amatör olta ve ağ<br />
balıkçıları keyifli anlar yaşarlar. Mevsimine göre<br />
çipura, lüfer, barbun, mercan, karagöz, levrek,<br />
kefal ve ahtapot gibi denizde yaşayan türler Saros<br />
Körfezi’nde bol miktarda bulunur.<br />
Bunun yanında Saros sakinleri her akşamüstü<br />
kayıkları ile uskumru ve istavrit için çapari oltaları<br />
ile avlanmaktan geri durmaz ve çoğunlukla<br />
akşamları balık keyfi yaşarlar.<br />
Saros Körfezi’nde 4 balıkçı barınağı olup 250’den<br />
fazla gemi ve tekne ile balıkçılık yapılmaktadır. Su<br />
ürünleri avcılığı yapan gemilerin %90’ı 12 m’nin<br />
altındadır. Akaryakıt pahalı olduğu için yeterli<br />
üretim yapılamamaktadır.<br />
SAROS KÖRFEZİ’NDE BATIKLAR<br />
İstanbul’a yakınlığı dolayısıyla dalıcıların gözdesi<br />
olan Saros, siyah mercan da dahil olmak üzere su altı<br />
faunası bakımından oldukça zengindir. Saros Körfezi<br />
ve civarında bulunan batıklar şunlardır:<br />
37<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
38<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Lundy Batığı:<br />
1908 yapımı 188 tonluk bir batık olup, Büyük<br />
Kemikli Burnu açığındadır. 1’inci Dünya Savaşı<br />
sırasında Çanakkale Savaşı’nda batırılan<br />
bir İngiliz mayın gemisidir. Gemi dipte tüm<br />
silüetini korumaktadır. Pervane hala üstündedir.<br />
Bombardıman sırasında kaptan köşkü hasar<br />
görmüştür. Dalış esnasında akya sürüleri ile<br />
karşılaşma ihtimali yüksektir. Batığın maksimum<br />
derinliği 30 metredir. 18 metrede kaptan köşküne<br />
ulaşılır. Yüzey akıntısına sıkça rastlansa da dip<br />
akıntısı yoktur.<br />
Arıtma Gemisi:<br />
Suyla Koyu’nda kıyıya oldukça yakın bir batıktır.<br />
Maksimum derinlik 18 metredir. Her seviyedeki<br />
dalgıcın dalabileceği bir batıktır. Teknenin büyük<br />
bir bölümü kum altında kalmıştır. Ancak arıtma<br />
bölümleri ve güvertede dolaşmak mümkündür.<br />
Dalıcı olmayanlar yüzeyden maske ile seyredebilirler.<br />
Dalış esnasında değişik balık türlerini görmek<br />
mümkündür.<br />
İngiliz ve Anzak Filikaları:<br />
Çıkartma sırasında batırılan bu filikaların bir<br />
kısmını 3-4 metre derinlikte görmek mümkündür.<br />
Arıburnu açıklarında 42 metrede ve Savla<br />
Körfezi’nin içinde 27 metrede iki batık daha vardır.<br />
Oldukça büyük şakayıklar ve mor süngerler ile<br />
kaplıdırlar.<br />
Mesudiye Batığı:<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nun; 1903 yapımı, 9.190<br />
ton ağırlığında, 102 metre uzunluğunda ve 18 metre<br />
eninde olan bu gemi bir B-11 denizaltısı tarafından<br />
batırılmıştır. Günümüzde pek çok su altı canlısına<br />
barınak durumundadır.<br />
Majestik:<br />
1895 yapımı İngilizlerin iletişim gemisi (Savaş<br />
sırasında Churchill bu gemide savaşı idare ettiğini<br />
iddia etmiştir) U-21 Alman denizaltısı tarafından<br />
batırılmıştır. 14.900 ton ağırlığında, 119 metre<br />
uzunluğundadır. Seddülbahir yakınlarındaki Morto<br />
Koyu’nda bulunmaktadır. 15 metre derinlikten<br />
itibaren görülmeye başlar.<br />
Çıkartma Botları:<br />
Morto Koyu’ndan sonraki Seddülbahir Feneri’nin<br />
altındadır. Majestik batığına oldukça yakındır.<br />
Aslında balina avı için yapılan bu gemiler savaş<br />
sırasında mayın gemisi olarak kullanılmışlardır.<br />
İki adet olup, yan yana yatmaktadırlar. 30 metre<br />
derinlikte olan bu batıklara dalış esnasında çok<br />
çeşitli canlı türlerine rastlamak mümkündür.<br />
KAYNAKLAR :<br />
(1) www.öçkb.com<br />
(2) www.saroskorfezi.com/dalis.html<br />
(3) www.denizhaber.com<br />
(4) www.worldflicks.org<br />
TÜRKİYE’DE LOJİSTİK EĞİTİMİ<br />
[ Hazırlayanlar ] Kaan AVCI | SG İk.Ütğm.<br />
Türkiye’de lojistik sektörü, diğer gelişmiş<br />
ülkelerden son 10-12 yıllık süreç içerisinde hızla<br />
büyüme göstermiştir. Bu gecikmenin nedenlerinin<br />
en başında sektörün değerinin ülkemizde geç<br />
kavranmış olması gelmektedir. ABD ve Avrupa<br />
ülkelerinde lojistik sektörü 1960-1990’lı yıllarda<br />
gelişim evresini tamamlamış, küreselleşmenin<br />
etkisiyle, özellikle yabancı sermayenin ve çok uluslu<br />
şirketlerin ülkemize doğru yönelmesi, firmalar ve<br />
şirketler bünyesinde oluşan stratejik ortaklıklar ve<br />
partnerliklerle sonuçlanmıştır. Bu sonuçların lojistik<br />
sektöründeki iz düşümü ise, sektörün gelişimi<br />
olarak karşımıza çıkmıştır. Diğer bir ifade ile yabancı<br />
lojistik şirketler ve firmalar ülkemizdeki lojistik<br />
sektörünün ve lojistik firmalarının gelişiminde<br />
lokomotif görevi görmüştür. Bu gelişim süreci<br />
2000’li yıllarda hızlanmış ve günümüze kadar<br />
artarak gelmiştir.<br />
Bugün 7 milyar insanın yaşadığı ve 16 trilyon<br />
dolarlık ticaret hacmine sahip dünya ekonomik<br />
pazarında, lojistik hacim ortalama 6.4 trilyon dolar<br />
(%40) civarında bulunmaktadır. Ancak bugün<br />
itibarıyla Türkiye gerek dünya ticaret hacminin,<br />
gerekse lojistik hacmin oluşturduğu pastadan yeteri<br />
kadar faydalanamamaktadır. Kıtalar arası lojistik<br />
bir köprü ve kanal görevi gören ülkemiz, bugün<br />
itibarı ile 50-60 milyar dolarlık (dünya lojistik<br />
hacminin yaklaşık yüzde biri) bir lojistik kapasiteye<br />
39<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
40<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
sahip bulunmaktadır. Bu kapasite içerisinde çeşitli<br />
ölçeklerde birçok Lojistik Hizmet Üreten Firma<br />
(LHÜF) hizmet vermektedir. Ancak söz konusu<br />
bu firmaların Türk ekonomisine sağladığı lojistik<br />
değer yıllık ortalama 6-8 milyar dolar (dünya<br />
lojistik hacminin yaklaşık binde biri) civarında<br />
bulunmaktadır. Diğer bir ifade ile kapasitenin<br />
yalnızca % 13’ünün kullanılması, lojistik potansiyel<br />
gücün, kapasitenin, kaynakların ve enerjinin atıl<br />
kalmasına neden olmaktadır.<br />
Bugün dünya ekonomisinde gelişmiş ülkelerin<br />
lojistik faaliyetler için yapmış oldukları harcamaların<br />
Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’nın içindeki payı<br />
ortalama %1,5 - %2 arasında yer almaktadır.<br />
Gelişmekte olan ülkelerde ise bu oran %0.2 ile %0.5<br />
arasındadır. Bu oran Türkiye’de %0,3 civarındadır.<br />
Ülkelerin toplam yıllık yatırımları içerisindeki<br />
lojistik yatırım payları ise, gelişmiş ülkelerde %15 -<br />
%40 arasında seyrederken, gelişmekte olan ülkelerde<br />
bu oran %2 - %5 arasında kalmaktadır. Türkiye’de<br />
bu oran yıllık %3’tür. Lojistik sektördeki yıllık<br />
büyüme oranları ise, gelişmiş ülkelerde %5 - %12<br />
arasında seyrederken, gelişmekte olan ülkelerde ise<br />
bu oran %15 - %25’e çıkmaktadır. (Kriz yılları hariç<br />
Avrupa’da yıllık % 7-10, Kuzey Amerika’da yıllık<br />
%15, Asya’da % 20 ve Türkiye’deki yıllık büyüme<br />
oranı ortalama %15-20’dir.)<br />
Lojistik sektöründeki büyüme, birçok işletmenin<br />
kendi bünyesinde lojistik departmanlarını açması<br />
ve lojistik hizmetlerini dış kaynak kullanımı ile<br />
karşılaması sonucu 3’üncü Parti Lojistik ve 4’üncü<br />
Parti Lojistik, LHÜF’ün sektörde yer alması ile<br />
artmış ve bununla doğru orantılı olarak sektörde<br />
uzmanlaşma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Türkiye’deki<br />
uzmanlaşmış, profesyonel, kalifiye, eğitimli<br />
personel sayısı sektörün ihtiyaçlarına cevap verecek<br />
düzeyde değildir. Sektördeki gelişime bağlı olarak<br />
ülkemizde devlet, vakıf veya özel üniversitelerde<br />
lojistik dallarında eğitim veren çeşitli ön lisans,<br />
lisans ve lisansüstü (yüksek lisans-doktora) eğitim<br />
programları açılmaya başlanmış ve günümüzde<br />
sayıları giderek artmaktadır. Eğitimin bu örgün<br />
yapılanmasının yanı sıra, yaygın eğitim yapılanması<br />
ile de lojistik sektörün hizmet içi eğitim ihtiyaçları<br />
özel danışmanlık ve eğitim firmaları tarafından<br />
karşılanmaya başlanmıştır.<br />
Bugün küresel yapının ihtiyaçlarını karşılayacak<br />
lojistik eğitimler çok boyutlu çok yönlü ve süreç<br />
bazlı olma özelliği taşımaktadır. Bu durumu<br />
gerekli kılan etmenlerden biri lojistiğin disiplinler<br />
arası (lojistik, ekonomi, işletme, mühendislik<br />
vb.) bir olgu olmasıdır. Diğer etmen ise, lojistik iş<br />
süreçlerinde bir çok farklı özellikte iş alanlarının<br />
(sigorta, gümrük, nakliye, depo yönetimi, envanter<br />
yönetimi, pazarlama, müşteri hizmetleri vb.) birlikte<br />
yürütülmesi zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.<br />
Türkiye’de lojistik alanında lisans ve lisansüstü<br />
eğitim veren belli başlı üniversite ve bölümleri<br />
Tablo-1’de gösterilmiştir.<br />
Günümüzde şirketler her alanda işletmeye, sektöre,<br />
pazara ve müşteriye değer katabilecek niteliklerde,<br />
donanımda ve rekabetçi özelliklere sahip<br />
profesyonelleri istihdam etmek istemektedirler.<br />
Bu durum lojistik ve tedarik zinciri içerisinde<br />
yer alan çeşitli görevlerdeki profesyoneller içinde<br />
geçerlidir. İşletmeler lojistiğin operasyonel ve<br />
ekonomik katkıları yanında giderek artan stratejik<br />
katkılarının farkına vardıkça ve lojistiğin, müşteri<br />
hizmet düzeyini arttırarak ve müşteri memnuniyeti<br />
yaratarak firmalara rekabet avantajı sağlayan<br />
bir değer olduğunu anladıkça nitelikli lojistik ve<br />
tedarik zinciri yönetimi profesyonellerine olan talep<br />
artmaktadır.<br />
Günümüzün lojistik profesyonellerinin büyük<br />
resmi görebilecek ve sistem elemanları arasındaki<br />
bütünleşmeyi sorunsuz şekilde sağlayabilecek<br />
bilgi, yeterlilik ve becerilere sahip olması gerekir.<br />
Bu da ekonomi, hukuk, işletme, ihracat, ithalat,<br />
lojistik, tedarik zinciri yönetimi ve yönetimde insan<br />
ilişkileri konularında pek çok bilgi ve beceriye sahip<br />
olmalarını gerektirir. Ancak bu bilgi ve becerilerin<br />
ağırlık dereceleri, pozisyon özellikleri, işletme<br />
özellikleri işletmenin bulunduğu bölgeye göre<br />
değişebilir.<br />
Nitelikli lojistik personelinin; karmaşık yapıya uyum<br />
sağlayabilecek, ekiple çalışabilecek, yabancı dil veya<br />
dillere sahip, bilgisayar programları kullanabilen,<br />
süreç analiz ve yönetimini iyi yapabilecek, birden<br />
çok disiplin alanında bilgi sahibi, esnek düşünebilen,<br />
eğitime açık ve insan ilişkilerinde başarılı bireyler<br />
olmaları şarttır.<br />
Lojistik eğitiminde, temelde benzer, farklı ders<br />
ÜNİVERSİTE ADI ENSTİTÜ/FAKÜLTE PROGRAM ADI<br />
Yaşar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Lojistik Yönetimi<br />
Atılım Üniversitesi İşletme Fakültesi Uluslararası Lojistik ve Taşımacılık<br />
Beykent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Lojistik ve Taşımacılık<br />
İzmir Ekonomi<br />
Üniversitesi<br />
İzmir Ekonomi<br />
Üniversitesi<br />
Tablo 1. Türkiye’de lojistik alanında lisans ve lisansüstü eğitim veren belli başlı üniversite ve bölümleri<br />
gruplarının dağılımıyla oluşturulmuş Şekil-1 ve<br />
Şekil-2’de gösterilen iki ekolden söz edebiliriz<br />
(Küçüksolak, 2006). Bunlar;<br />
1. İşletme Modelli Lojistik Eğitimi,<br />
2. Mühendislik Modelli Lojistik Eğitimi.<br />
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Mühendislik modelinde mühendislik, lojistik ve<br />
tedarik zinciri yönetimi derslerine ağırlık verilirken<br />
bunlar özellikle yönetsel anlamda faydalı olacak<br />
işletme dersleri ile desteklenmektedir.<br />
İşletme modelinde ise işletme bilimi dersleri<br />
ile lojistik ve TZY dersleri ağırlıklıdır ve bunlar<br />
Lojistik Yönetimi<br />
Lojistik Yönetimi Yüksek Lisans<br />
Okan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası Lojistik<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi<br />
Kara Harp Okulu<br />
Kara Harp Okulu<br />
Doğuş Üniversitesi<br />
Deniz İşletmeciliği ve Yönetimi<br />
Yüksek Okulu<br />
Fen Bilimleri Enstitüsü<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Savunma Bilimleri Enstitüsü<br />
Savunma Bilimleri Enstitüsü<br />
Fen Bilimleri Enstitüsü<br />
Deniz İşletmeleri Yönetimi<br />
Lojistik Mühendisliği Tezli ve Tezsiz<br />
Yüksek Lisans<br />
Denizcilik İşletmeleri ve Yönetimi<br />
Yüksek Lisans<br />
Lojistik ve Denizcilik Ulaştırması<br />
Tezsiz Yüksek Lisans<br />
Malzeme Tedarik ve Lojistik<br />
Yönetimi Yüksek Lisans<br />
Malzeme Tedarik ve Lojistik<br />
Yönetimi Doktora<br />
Lojistik ve Tedarik Zinciri Yönetimi<br />
Doktora<br />
özellikle sistem yaklaşımı, karar alma ve analiz<br />
konularında faydalı olacak mühendislik dersleri ile<br />
desteklenmektedir.<br />
1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren<br />
üniversitelerde açılan eğitim programları “Lojistik<br />
Mühendisliği” adı altında tasarlanmış olmasına<br />
rağmen, gelişen ve değişen şartlar sonucu 2000’li<br />
yıllardan itibaren programlar değişikliğe uğrayarak<br />
“Lojistik Yönetimi” adı altında toplanmıştır.<br />
Bugün lojistik yönetimi eğitim programlarıyla; çok<br />
modlu tanımlanmış ulaştırma ve entegre güvenlik iş<br />
çözümleri, sektörel, mühendislik, coğrafi, kavramsal,<br />
sosyal, teknik ve teknolojik deneyimler, lojistik ve<br />
tedarik zinciri yönetimine yönelik problem çözme,<br />
çözüm üretme, tasarım, iş ve iç süreçleri geliştirme,<br />
41<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
42<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Şekil -1 İşletme modelli lojistik eğitiminde ders<br />
dağılımı örneği.<br />
Şekil -2 Mühendislik modelli lojistik eğitiminde<br />
ders dağılımı örneği.<br />
süreç yönetimi, pazar analizi, yeni iş modelleri<br />
oluşturma ve geliştirme, yaratıcı yeni nesil akıllı<br />
lojistik ve tedarik zinciri sistemleri geliştirme ve<br />
analitik düşünme vb. yeteneklerin lojistik insan<br />
kaynağına kazandırılması hedeflenmelidir.<br />
Bu kapsamda lojistik eğitim verilecek bireylere<br />
kazandırılması gereken becerileri; lojistik<br />
kavramsal beceriler, lojistik teknik beceriler, lojistik<br />
ilişkisel beceriler ve sosyal beceriler şeklinde<br />
sınıflandırmamız mümkündür. Bu becerilere örnek<br />
verecek olursak (Karadoğan, 2011);<br />
Lojistik kavramsal beceriler olarak; uluslararası ve<br />
küresel lojistik ve tedarik zinciri yönetimi, ulaştırma<br />
ve nakliye, envanter, tedarik, satın alma, stok,<br />
kalite, hizmet yönetimi, finans yönetimi, lojistik<br />
planlama (stratejik, taktik, operatif planlama),<br />
lojistik politikalar, dağıtım yönetimi, yeşil ve tersine<br />
lojistik, 1’inci Parti Lojistik, 2’nci Parti Lojistik,<br />
3’üncü Parti Lojistik, 4’üncü Parti Lojistik ve 5’inci<br />
Parti Lojistik, depolama ve tedarik zinciri yönetimi<br />
vb. becerilerinin,<br />
Lojistik teknik beceriler olarak; lojistik istatistiği,<br />
maliyet, fiyat, paketleme, ambalajlama, barkodlama,<br />
lojistik mühendisliği, depo tasarımı, genel<br />
tasarım, çözüm üretme, problem çözme, lojistik bilgi<br />
sistemleri (LBS), tedarik zinciri tasarımı, muhasebe,<br />
süreç geliştirme, yeni iş süreçleri oluşturma, karar<br />
verme süreçleri, karar destek sistemleri, maliyet<br />
analizi, sigortalama, NETWORK oluşturma, iş akış<br />
analizi, sipariş süreç yönetimi, performans hedefleri,<br />
cross docking, inavasyon, gümrük işlemleri,<br />
operasyon yönetimi, nakliye yönetimi, trafik,<br />
yükleme, boşaltma, elleçleme ve dokümantasyon vb.<br />
becerilerinin,<br />
Lojistik ilişkisel beceriler konusunda ise; işletme<br />
yönetimi, ürün yönetimi ve ürün geliştirme, üretim<br />
yönetimi, sektör, piyasa, pazarlama, promosyon,<br />
ekonomi, sözleşme yönetimi, perakende yönetimi,<br />
stratejik planlama, stratejik kaynak yönetimi, satış<br />
yönetim, talep yönetimi ve tahmini, kalite yönetimi,<br />
zaman yönetimi, IT yönetimi, hukuk, muhasebe,<br />
çevre yönetimi, proje yönetimi, yöneylem (harekat<br />
araştırması), endüstri mühendisliği, uluslararası<br />
ilişkiler, matematik, istatistik, organinasyonel yapı<br />
kurma, dış kaynak kullanımı, vb. becerilerinin,<br />
Sosyal beceriler olarak da; müşteri hizmetleri, çevre<br />
yönetimi, yönetimde insan ilişkileri, motivasyon,<br />
iletişim, görüşme becerisi, liderlik, işbirliği, pozitif<br />
tutum, medya, basın yayın, psikoloji ve örgüt<br />
psikolojisi vb. becerilerinin kazandırılmasını<br />
sayabiliriz.<br />
Sonuç olarak çağımızın parlayan yıldızı<br />
konumundaki lojistik sektörünü geleceğe<br />
taşıyacak ve geliştirecek olanlar nitelikli lojistik<br />
profesyonelleridir. Bu bireyler arasından büyük<br />
resmi en iyi görme kabiliyetine sahip olan, iyi ve<br />
kaliteli eğitim almış, nitelikli lojistikçiler sıyrılacak<br />
ve hem çalıştıkları işletmeler, hem de kendileri için<br />
büyük bir değer konumuna geleceklerdir.<br />
KAYNAKLAR :<br />
1. Küçüksolak, B.Tuğrul. (2006) Dünya’da ve Türkiye’de Lojistik Eğitimi (Yayımlanmamış<br />
Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü.<br />
2. Karadoğan, D. (2011) Lojistik Eğitim Yönetimi, Web Adresi:http://www.lojistikci.<br />
com/?p=2833, (Erişim Tarihi: 15.01.<strong>2012</strong>)<br />
BAHRİYE SANCAKLARI VE SİMGELERİ<br />
[ Hazırlayan ] Selim YETİM | SG Sey. Kd. Üçvş.<br />
İnsanoğlu kendisini, korkularını, inançlarını,<br />
kuvvetini ifade etmek için belirli objeler<br />
kullanmıştır. İnsan topluluklarının oluşmaları ile bu<br />
işaretler o toplumun simgeleri olmaya başlamıştır.<br />
Orduların, temsil ettikleri devletin alameti olarak<br />
kullandıkları bayrağın adına “sancak” denilmektedir.<br />
Sancak, ulus, vatan ve yönetimden oluşan bir<br />
devletin varlığının simgesidir. Sancaklar, üzerlerinde<br />
önem verilen işaretler taşımaları sebebiyle her<br />
yerden görülebilecek şekilde en yüksek noktalara<br />
asılarak ülkenin egemenliğini ifade ederler.<br />
“Sancak” kelimesi Türkçe’deki batırıp, saplamak<br />
anlamına gelen “sancmak” tan gelmektedir.<br />
Sancağın daha büyük olup yere saplandığını, sancak<br />
maddesinde ise gönderli bir çeşit bayrak olduğunu<br />
belirtmektedir ve “sancak” tabiri daha çok dini bir<br />
mahiyettedir.<br />
Türk toplumunda sancak hem İslamiyet öncesinde<br />
hem de İslamiyet sonrasında kullanılmış ve kutsal<br />
anlamlar taşımıştır. Sancak, devletin egemenliğini,<br />
hükümdarın gücünü, toplumun birliğini temsil<br />
etmiştir. Osmanlı Devleti’nde, hükümdar tahta<br />
geçtiğinde, adına para basılır, tuğra yapılır ve diğer<br />
bir hükümdarlık işareti olarak sancak yaptırılırdı.<br />
Sancaklarda birçok renk kullanılmakla beraber<br />
beyaz, kırmızı, yeşil ve sarı renge daha çok yer<br />
verilmiştir.<br />
Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan itibaren<br />
birçok şekil ve renkte sancaklar kullanmakla birlikte,<br />
43<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
44<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
hilal devletin resmî sembolü şeklindeydi. Osmanlı<br />
bahriyesinde renk olarak kırmızı ile yeşile daha<br />
çok yer verilmiştir. İlk zamanlardan itibaren yeşil<br />
sancaklar Osmanlı bahriyesinde ağırlıklı olarak<br />
kullanılırken III. Selim (1789-1807) zamanında<br />
kırmızı renk ön plana çıkmıştır. III. Selim devletin<br />
resmî bir sembolünü oluşturma çabasına giren ilk<br />
hükümdar olmakla beraber zamanında Kaptan<br />
Paşa olan Küçük Hüseyin Paşa’nın da gayretleri<br />
ile bahriye sancaklarında yeşil yerine kırmızı renk<br />
kullanılmaya başlanmıştır. 19. yüzyıl sonundaki ve<br />
20. yüzyıl başındaki devlete ait salname ve bahriye<br />
işaret defterlerinde sancakların resimlerini, nerede<br />
ve nasıl kullanıldıklarına dair bilgileri bulunur.<br />
Osmanlı bahriyesinde kullanılan sancaklar ile ilgili<br />
en eski kayıtlardan biri II. Mehmet döneminde<br />
yaşamış, Tursun Bey’in Tarih-i Ebü’-Feth adlı<br />
eserinde geçmektedir;<br />
“Eğer görse Gazi Umur Bey<br />
Deye olmaya bu donanmadan yek<br />
Mavnalar, kadırgalar bu üzese<br />
Sanasın dağlar yürür su üzere<br />
Cüdadan her biri ol neyistan<br />
Kızıl bayraklardan bir gülistan”<br />
Osmanlı mavna ve kadırgalarının kırmızı bayraklarla<br />
donatılmış olduğundan bahsedilmektedir. Ancak<br />
üzerlerindeki motif ya da işaretler hakkında<br />
herhangi bir bilgi verilmemiştir.<br />
Barbaros Hayreddin Paşa’nın yanında ve hizmetinde<br />
bulunmuş Seyyid Muradî tarafından kaleme<br />
alınan, Barbaros ile ağabeyi Oruç Reis’in hayatının<br />
anlatıldığı, GAZAVATNÂMEDE Yavuz Sultan<br />
Selim’in Hayreddin Paşa’ya, sırma ayetler yazılı<br />
yeşil bir sancak ile kırmızı bir flandra gönderdiği<br />
geçmektedir.<br />
Barbaros Hayreddin Paşa’nın, İstanbul Beşiktaş’taki<br />
Deniz Müzesi’nde bulunan sancağının en üstünde<br />
ayet kerimesi bulunmaktadır. Ortasında bulunan<br />
kılıç ise Zülfikar’dır. Hayreddin Paşa’nın sancağında,<br />
Zülfikar’ın yanındaki “beyaz el” ise “Pençe-i Âl-i<br />
Aba”yı yani Sancağın dört köşesinde, dört büyük<br />
Halifenin isimleri bulunmaktadır. Sancağın<br />
alt ortasındaki iç içe iki üçgenden oluşan yıldız<br />
şeklindeki Hz. Süleyman’ın mührü ise geçmişte<br />
Müslümanlar tarafından yaygın olarak kullanılan<br />
ve Mühr-ü Süleyman olarak bilinen bir simgedir.<br />
Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa’nın, “rüzgara<br />
hükmedebilmek maksadıyla” sancağına Mühr-ü<br />
Süleyman motifi işlenmesi de bu geleneğin bir<br />
neticesidir.<br />
“Karaların ve Denizlerin Sultanı” ibaresini koyan<br />
Fatih Sultan Mehmet’e ait hünkâr gemisinin sancağı<br />
yeşil renkteydi.<br />
Piyale Paşa’nın donanmasının İstanbul’dan hareket<br />
edişini anlatan Avrupalı bir seyyah, kumandan<br />
bayrağının yeşil olduğunu bildirmektedir (Köprülü,<br />
1943: 417). Bu durum diğer korsanlar ile savaşan<br />
Cezayir korsanlarının, Umur ve Barbaros Paşaların<br />
geleneklerini devam ettirdiklerini göstermektedir.<br />
1573’te Avusturya elçisi Sannegk ve Preyburg Kontu<br />
David Ungnad ile birlikte İstanbul’a gelen ve beş<br />
sene İstanbul’da kalan sefaret heyetinin Protestan<br />
vaizi Stephan Gerlach’ın, torunu Samuel Gerlach<br />
tarafından 1674’te Frankfurt’ta basılan güncesinde,<br />
16. yüzyıl Osmanlı donanması ile ilgili olarak şunlar<br />
yer almaktadır;<br />
“19 Kasım’da (1573) Uluç Ali’de 130 kadırga ve<br />
kendine ait olan yeşil direkli birçok gemiyle birlikte<br />
geri geldi. Kadırgalar rengârenk güzel bayraklarla<br />
süslenmişti. En tepeye gözlemcinin sepetinin olduğu<br />
yere de çok uzun, kırmızı, beyaz ve siyah renkte iki<br />
sivri uzantısı olan bir bayrak çekilmişti. Gemiler<br />
ve kürekler kırmızıya boyanmıştı. Kaptan Paşa<br />
gemisinin dışı yaldızlıydı ve ön tarafında yaldızlı üç<br />
top vardı. Uluç Ali Galata’nın karşısında, sarayın<br />
önünde gemileri durdurdu ve bütün topları ateşledi.<br />
Daha sonra gemiler çok hoş bir müzik eşliğinde karşı<br />
sahile geçtiler.”<br />
“21 Mayıs (1576) tarihinde Uluç Ali 30 kadırga<br />
ile denize açıldı. (bazıları 25 kadırga olduğunu<br />
söylüyor.) Gemilerin küreklerini ve direklerini<br />
kırmızıya boyamışlar, kırmızı, beyaz ve mavi<br />
bayraklarla süslemişlerdi.”<br />
Piri Reis, Kitab-ı Bahriye, H. 10. yüzyılda yapılmış<br />
bu gravürde görüldüğü şekilde yukarı bakan hilalli<br />
sancaklar resmedilmiştir. Yelkenli geminin mizana<br />
direğinde, kırmızı zemin üzerine sarı renkli bir hilal<br />
ve kıç gönderinde ise yine kırmızı zemin üzerine sarı<br />
renkli iki hilal bulunmaktadır.<br />
Osmanlı Bahriye Sancaklarındaki Simgeler<br />
Zülfikar<br />
7 Ekim 1571 tarihinde Osmanlı ve Haçlı donanması<br />
arasında meydana gelen “İnebahtı (Lephanto)<br />
Muharebesi Sancağı” İnebahtı Deniz Savaşı’nda<br />
Haçlılar tarafından ele geçirilmiştir. Müezzinzade<br />
Ali Paşa’nın 1571 yılında İnebahtı Deniz<br />
Muharebesi’nde kullandığı sancak, 1964 yılında<br />
Papa VI. Paul tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne bir<br />
nezaket göstergesi olarak iade edilmiştir. Kırmızı<br />
ipek üzerine, yeşil ipekli dokumadan ayet ve sureler<br />
aplike edilmiştir.<br />
Kılıç, Türkler arasında tarih boyunca gücün ve<br />
cesaretin bunun yanı sıra hukukun ve dinin sembolü<br />
olmuştur. Kılıç üzerine yemin edilmiş, padişahlara<br />
kılıç kuşanma merasimleri yapılmış; kılıç, Tanrının<br />
emirlerini yaymak ve adaleti sağlamak için önemli<br />
bir araç olarak görülmüştür. Çift ağızlı kılıç, Zülfikar,<br />
İslam inancına göre, Hz. Muhammed’e Bedir Savaşı<br />
sırasında gökten indirilmiştir. Ali, Hammer’den<br />
aktararak, Zülfikar’ın bir ucunun doğuyu bir ucunun<br />
batıyı tehdit ettiğini, bu iki uçlu kılıcın, Osmanlı<br />
Hükümeti paşalarının mühürlerinde kullanıldığını<br />
ve kaptan paşanın yani Osmanlı donanması<br />
büyük amiralinin kırmızı sancağının üzerinde<br />
Zülfikar bulunduğunu kaydetmiştir. Sancaklarda<br />
kullanılan Zülfikar motiflerinin bir kısmında,<br />
kılıcın kabzasının ejder başı şeklinde bittiği görülür.<br />
Ejderin ağzında alevi simgelemek ve dillerin devamı<br />
olmak üzere küçük çiçek desenleri görülür.<br />
Hilal<br />
Hilalin Türkler tarafından bayraklarda kullanılması<br />
milattan önceki bin yıla kadar dayandırılmaktadır.<br />
Hilal, Sümerlerde ay tanrısı Nanna’nın sembolüydü<br />
ve Mezopotamya’da birçok eserde özellikle de mühür<br />
ve sınır taşlarında kullanılmaktaydı.<br />
45<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
46<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
19. yüzyıl başında Osmanlı kalyonlarına çekilen<br />
sancaklar;<br />
Göktürklerin damgalarında, Uygurların tuğlarında,<br />
Karahanlıların bayrağında ve sikkelerinde,<br />
Sasanilerin yine sikkelerinin çoğunda hilal<br />
motifi şeklinde görülmektedir. İslamiyet’te ise<br />
ayet ve hadislerde anlatılan özellikleri sebebiyle<br />
Müslümanlar tarafından mutluluk, sevinç ve diriliş<br />
sembolü olarak kabul edilmiştir.<br />
Güneş<br />
1868 - İstanbul<br />
Abdülaziz (1861-1876) zamanında yapılmıştır.<br />
Eski Türklerde görülen güneş, ay ve yıldız<br />
kültlerinin, Gök-tanrı kültüyle ilişkisi çok erken<br />
dönemlere dayanmaktadır. Eski Türklere ait tangrı<br />
sözcüğünün kökü tan(g)’dır ve tan, eski Türk<br />
yazıtlarında ve birçok çağdaş Türk lehçesinde<br />
güneşin doğduğu yer anlamındadır. Bu nedenle<br />
tangrı sözcüğü güneşle ilişkilidir ya da güneşi<br />
çağıran, doğmasını sağlayan anlamındadır.<br />
Türklerde güneş, aydan daha önemliydi. Uygurlara<br />
Önasya menşeli dinler girdikçe, Ay Türkler arasında<br />
önem kazanmaya başlamıştır. Güneş doğarken,<br />
diz çökerek güneşe selam vermek veya güneşten<br />
yardım dilemek gibi istek ve saygı hareketleri,<br />
Türk tarihinde çok görülen olaylardı. Osmanlı<br />
İmparatorluğu’nda sultanın Osmanlı mülkünü<br />
aydınlatan bir güneşe benzetildiği görülür.<br />
Mühr-ü Süleyman<br />
İki eşkenar üçgen kullanılarak yapılan altı kollu<br />
yıldız, Mühr-ü Süleyman süsleme unsuru olarak<br />
Türk ve İslam sanatında gerek mimari süslemede ve<br />
gerekse küçük el sanatlarında sıkça kullanılmıştır.<br />
Altı kollu yıldız motifi sadece Türk ve İslam<br />
devletlerinde değil daha eski medeniyetlerde de<br />
görülmektedir. Tunç Devrinde Mezopotamya’dan<br />
İngiltere’ye kadar yayılan geniş bir alanda; Demir<br />
Çağında Hindistan’da ve İber Yarımadası’nda<br />
kullanıldığı bilinmektedir. Romalılar tarafından<br />
Baalbek’teki Bakhüs mabedinde ve Tauroentum’daki<br />
yer döşemelerinde görülür. Mısır’da bulunmuş bir<br />
Bizans muskası üzerinde de ortada çıpa/haç ve balık,<br />
etrafında “Süleyman sağlık bekçisi” yazılıdır. 5-6’ncı<br />
yüzyıla tarihlenen papürüsten yapılmış bir beyaz<br />
amulet üzerinde “kötü ruhlara karşı olan Süleyman<br />
onların tümünü çıkardı. Bu muskayı taşıyan ateşten,<br />
her çeşit hastalık ve kötü yaralanmalara karşı<br />
korur, bizi bekle” yazmaktadır. Altı kollu yıldız<br />
motifini Anadolu Selçuklu eserlerinde de görmek<br />
mümkündür. Diyarbakır Ulu Camii’nin 1124 tarihli<br />
batı revağındaki bir kilit taşında bu yıldız eşit kolları<br />
ve düzgün hatlarıyla tam bir Mühr-ü Süleyman<br />
özelliğindedir.<br />
Pençe-i Âl-i Abâ<br />
Kuvvet ve faydayı ifade eden el sembolü önceleri<br />
büyüsel bir motif olarak, İslam kültüründe ise<br />
tarikat sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
(Aldoğan, 1988: 83). Prehistorik çağlardan<br />
itibaren görülen ve ilkel insan tarafından,<br />
belki de sihirsel amaçlarla kullanılan ilk işaret<br />
olduğu düşünülmektedir. Tarih öncesi çağlarda<br />
insanoğlunun elini boyaya batırıp duvara<br />
basmasıyla ya da elinin ayasını duvara dayayıp<br />
etrafını boyayarak oluşturduğu el işareti; kuvvet,<br />
kötülüklerden arınma, sahip olma, elde etme<br />
isteklerini ifade etmektedir.<br />
Tuğra<br />
Oğuz Han’ın yazılarındaki işaretinin tuğra olduğu<br />
ve bu tabirin “tuğrı” isimli efsanevi bir kuştan<br />
geldiği rivayet edilmektedir. Divanü-lûgat-it-Türk’de<br />
Tuğranın aslının Oğuzca “tuğrağ” olduğu ve bunun<br />
hükümdarın basılmış nişanı olduğu belirtilmektedir.<br />
Anadolu lehçesinde tuğrağ kelimesinin sonundaki<br />
“ğ” okunamadığından tuğra şeklini almıştır. Osmanlı<br />
tuğrası, tuğ, sancak, taht ve kılıç yazı-resimlerinden<br />
oluşan bir arma haline gelerek Osmanlı Devleti’ni<br />
temsil etmiştir.<br />
Osmanlı Tuğu<br />
Alay Sancakları<br />
Alay sancaklarının üzerine, bazı ayetlerin sureleri,<br />
saltanat arması, sultan tuğrası, ay-yıldız ve hangi<br />
alaya ait olduğunu belirten yazılar, genellikle sırma<br />
ile işlenmiştir. 1789 senesinde tahta çıkan III. Selim<br />
döneminde III. Mustafa (1757-1774) zamanında<br />
başlayan Batılılaşma hareketleri yoğunluk<br />
kazanmış ve askerî alanda yapılan düzenlemeler,<br />
II. Mahmut tarafından da devam ettirilmiştir. Bu<br />
düzenlemelerin en önemlilerinden biri Yeniçeri<br />
Ocağı’nın kaldırılarak, “Asakir-i Mansure-i<br />
Muhammediye” adlı askerî teşkilatın kurulmasıdır.<br />
Kuruluşunda dinî düşüncelerin hâkim olduğu bu<br />
teşkilatın sancakları siyah renkli ipekten yapılmış<br />
ve dinî ibareler işlenmiştir. 19. yüzyılın ikinci<br />
yarısından itibaren tek renkli alay sancaklarının<br />
yanında birkaç ayrı rengin bir arada kullanıldığı<br />
farklı şekilde düzenlenmiş alay sancakları da<br />
kullanılmıştır. Ahşap gönder üzerinde taşınan alay<br />
sancaklarının başında ordu ya da alayın sancak alemi<br />
bulunmaktaydı. Bununla beraber savaşlarda başarılı<br />
olmuş alayların sancaklarına madalya ve zafer<br />
kurdelesi de takılmıştır.<br />
Alay sancaklarıyla donanmış bir gemi<br />
20’nci yüzyıl başı alay sancaklarıdırlar. Seyrek<br />
dokunmuş yünlü kumaştan yapılmışlardır. Zülfikar,<br />
hilal gibi çeşitli semboller alay sancaklarının üzerine<br />
aplike edilmiştir. Alay sancakları, padişahların cülus<br />
ve doğum günlerinde, bayramlar gibi dinî günlerde;<br />
yabancı devletlerin özel günlerinde ve padişahın<br />
ziyaretleri sırasında gemilere çekilmişlerdir. Bu<br />
sancaklar, sabah namazında çekilip, akşamüzeri<br />
sancak vakti indirilmekteydi. Hareket halindeki<br />
gemiler kimi zaman alay sancaklarını üzerlerinde<br />
bulundurmakta; kimi zaman da yalnız topuz<br />
sancaklarını kullanmaktaydılar. Topuz sancaklarıyla<br />
limana gelen savaş gemileri, demir attıkları zaman<br />
alay sancaklarını da çekmekteydiler. Osmanlı<br />
donanmasına ait bir gemi alay sancaklarını<br />
çektiği zaman denizdeki diğer filikalar eski bir<br />
gelenek olarak kıç gönderlerine resmî sancakları<br />
çekmekteydiler. P “namaz flaması” olarak<br />
geçmektedir.<br />
KAYNAKLAR :<br />
1. İstanbul Deniz Müzesi Sancaklar www.denizmuzeleri.tsk.tr<br />
2. İstanbul Deniz Müzesi’ndeki Osmanlı Dönemi Sancakları<br />
3. Sanat Tarihçi Müge KILIÇKAYA<br />
47<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
48<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
DOĞALGAZ VE LİKİT PETROL GAZININ ÖZELLİKLERİ<br />
VE GÜNLÜK HAYATIMIZA OLAN ETKİLERİ<br />
[ Hazırlayan ] Rahmi YALÇİN | Y/S Kd. Bçvş.<br />
Likit Petrol Gazı (Liqufied Petroleum Gase (LPG)<br />
Sıvılaştırılmış Petrol Gazı); petrolün damıtılması<br />
ve parçalanması esnasında elde edilen ve sonradan<br />
basınç altında sıvılaştırılan başlıca propan, bütan<br />
ve bunların izomerleri gibi hidrokarbonlar veya<br />
bunların karışımıdır.<br />
Doğalgaz (Compressed Natural Gase (CNG)<br />
Sıkıştırılmış Doğal Gaz); petrolün oluşumuna benzer<br />
şekilde, yeryüzünün alt katmanlarındaki organik<br />
maddelerin zamanla bakterileşmesi ve ışıl ayrışması<br />
sonucu oluşan, çoğunluğu metan olmak üzere, Etan<br />
ve çeşitleri hidrokarbonlardan oluşan yanıcı bir gaz<br />
karışımıdır.<br />
Genel Özellikleri: LPG çoğunlukla ham petrolün<br />
rafinasyonu esnasında elde edilir. Basınç altında<br />
sıvılaştırılarak tüplere doldurulur, tankerlerle<br />
taşınır. Türkiye şartlarına göre % 30 propan<br />
ve % 70 bütan karışımı olarak üretilir. Renksiz<br />
ve kokusuzdur. Bir kaçak olduğunda % 1’lik<br />
konsantrasyonunun fark edilebileceği şekilde içine<br />
pis koku veren Merkaptan katılır. LPG sıvı halde<br />
sudan yaklaşık iki kat hafif, gaz halde havadan<br />
iki kat ağırdır. Gaz kaçağı olduğunda alta çöker.<br />
Aşağıdan süpürülerek tahliye edilmelidir.<br />
Doğalgaz yeraltından doğal olarak çıkar. Basınç<br />
altında borularla ulaştırılır. Ayrıca deniz yolu<br />
ile nakil için –160 o C sıcaklıkta sıvılaştırılır.<br />
Türkiye’de kullanılan Doğalgazın bileşimi % 90<br />
Metan, % 5 Etan ve % 5 de diğer gazlar şeklindedir.<br />
Çoğunluğunu Metan gazı oluşturduğu için tamamen<br />
Metan gibi davranır. Renksiz ve kokusuzdur. Bir<br />
kaçak olduğunda % 1’lik konsantrasyonunun fark<br />
edilebileceği şekilde içine pis koku veren Tetra Hidro<br />
Teofen katılır. DOĞALGAZ havadan yaklaşık iki kat<br />
daha hafiftir. Gaz kaçağı olduğunda yukarı yükselir.<br />
Yukarıdan süpürülerek tahliye edilmelidir.<br />
LPG yangınları toplam yangınların % 6’sını<br />
oluşturmakta fakat toplam ölümlerin % 25’ine ve<br />
toplam yaralanmaların % 55’ine sebep olmaktadır.<br />
LPG ve Doğalgazın Tehlikeleri:<br />
1. Oksijen Oranını Azaltmaları: Gazlar özellikle<br />
kapalı hacimlerde birçok açıdan risk oluştururlar.<br />
Bunların başında ortamda biriktiklerinde (kaçak<br />
ve sızıntılarda) Oksijenin oranını azaltarak<br />
boğularak ölüme neden olmaları gelir. LPG kaçağı<br />
tabandan itibaren, Doğalgaz kaçağı tavandan<br />
itibaren birikerek Oksijenin oranını azaltacaktır.<br />
İnsanın soluyabileceği alt sınır olan % 17’nin altına<br />
inildiğinde hayati tehlike söz konusu olur.<br />
2. Oksijen Tüketmeleri: LPG yaklaşık 24 kat,<br />
Doğalgaz 10 kat hava tüketerek yanar. Dolayısıyla<br />
kapalı hacimlerde kısa süre sonra Oksijen tehlikeli<br />
seviyeye düşer. Banyo gibi küçük hacimlerde bu<br />
hız daha fazladır. Bu nedenle bu gaz yakıtların<br />
yakıldıkları yerlerde mutlaka sürekli temiz hava<br />
girişi sağlanılmalıdır. Doğalgaz sistemleri için<br />
menfez mutlak şart olarak istenmektedir. Hâlbuki<br />
yaklaşık 2,5 kat daha fazla Oksijen tüketen LPG<br />
için bilgi ve önlem boşluğu vardır. LPG’li şofben<br />
kullanılan banyolar ve LPG’li katalitik soba<br />
kullanılan odalar tehlike altındadır.<br />
3. Patlama: Yanmakta olan gaz patlamaz. Kapalı<br />
hacimde bütün yanıcı gazlar alt ve üst patlama<br />
sınırları arasındaki oran kadar biriktiğinde en ufak<br />
bir kıvılcımla ~10 bar’lık bir basınçla patlarlar.<br />
Basınç; yanma tepkimesinden çıkan ürünlerin<br />
girenlerden fazla olması ve ortam sıcaklığından<br />
600 – 700 o C sıcaklığa ani olarak çıkmaları sebebi<br />
ile oluşmaktadır. Buna kimyasal patlama denir.<br />
LPG patlaması diye duyulan olayların büyük<br />
çoğunluğu bu patlamadır. Tüp parçalanması<br />
az görülür. Yemeğin taşması ile sönen ocaktan<br />
sızan gazın yeterli miktarda biriktiğinde tekrar<br />
yakılmak için çakılan çakmakla patlaması sık<br />
karşılaşılan bir durumdur. Ayrıca mutfak tipi<br />
tüplerin kauçuk hortumları TS 2179’a göre 3<br />
yıldan fazla kullanılmaması gerektiği halde ne<br />
LPG<br />
satıcılar tarafından ne de tüketiciler tarafından<br />
bilinmemektedir. Hortumlar sertleşip yarılmakta<br />
ve sızan gaz felaketlere sebep olmaktadır.<br />
Hortumlar LPG’nin buharlaşma entalpisi nedeniyle<br />
soğumasından dolayı deforme olmaktadır. Bu<br />
nedenle de 3 yılda bir değiştirilmesi gerekmektedir.<br />
4. Basınçlı Kap Patlaması: Gazlar basınçlı<br />
kaplarda taşınır. Basınçlı kabın iç basıncı çeperin<br />
dayanabileceği basıncı aştığında en zayıf yerinden<br />
yarılıp, karşı istikamete fırlayacak şekilde patlar.<br />
Buna fiziksel patlama denir. İçinde yanıcı gaz olsun<br />
olmasın bütün tüplerde fiziksel patlama tehlikesi<br />
vardır. Çoğu tüplerde emniyet valfı vardır. Basınç<br />
arttığında valf açılır ve gaz boşalır. Bu taktirde<br />
yukarıda anlatılan Oksijen oranını azaltma ve<br />
kimyasal patlama tehlikelerine sebebiyet verebilir.<br />
Piknik tüplerinde ise emniyet valfı olmadığından<br />
sıcaklığın artışı ile fiziksel patlama kaçınılmazdır.<br />
Sıvılaştırılmış gaz bulunan tüplerde sıvı miktarı<br />
ne kadar fazla ise patlama riski o kadar azdır. Bu<br />
nedenle boş tüp dolu tüpten daha tehlikelidir. Tüpler<br />
direkt Güneş ışığına maruz bırakılmamalı, aşırı sıcak<br />
ortamda tutulmamalıdır. Piknik tüplerinin üzerine<br />
çapı büyük kazan konulmamalıdır.<br />
Tahliye ve Söndürme:<br />
1. Algılama ve Tahliye: Gaz kaçaklarının % 1<br />
lik konsantrasyonu burun ile algılandığında veya<br />
patlayıcı gaz detektörü ile daha erken algılandığında<br />
yapılması gerekenler: a) kapı ve pencereyi açmak,<br />
b) LPG ise yerden, Doğalgaz ise tavandan süpürerek<br />
tahliye etmektir. Yapılmaması gerekenler: a)<br />
kibrit ve sigara yakmamak, b) elektrik düğmelerini<br />
açmamak veya kapatmamak, c) kıvılcım ve ark<br />
DOĞALGAZ<br />
BİLEŞİMİ %30 PROPAN %70 BÜTAN %90 METAN %5 ETAN %5 DİĞER<br />
ÜRETİM PETROL RAFİNERİLERİ YERALTINDAN DOĞAL OLARAK<br />
TAŞINMA TÜPLERLE BORULARLA<br />
YETERLİ ISI KAYNAĞI KIVILCIM KIVILCIM<br />
YETERLİ OKSİJEN %12 %12<br />
YANMA ŞEKLİ PATLAMA PATLAMA<br />
SÖNDÜRME MADDELERİ KKT, CO2, HALON ALTERNATİFİ GAZLAR KKT, CO2, HALON ALTERNATİFİ GAZLAR<br />
TOKSİDİTE ZEHİRSİZ ZEHİRSİZ<br />
KOKU KOKUSUZ (+Merkaptan) KOKUSUZ (+ THT)<br />
PATLAMA LİMİTLERİ (%) 2,3-9,6 5-15<br />
YOĞUNLUK (GAZ) (Hava=1) ~ 2 0,58<br />
GEREKEN HAVA (V/V) 23,8 9,75<br />
TAHLİYE TABANDAN SÜPÜRME TAVANDAN SÜPÜRME<br />
SÖNDÜRME BOĞMA, ISLAK BEZ, KKT OKSİJENSİZ BIRAKILARAK<br />
Tablo 1. LPG ve Doğalgazın Karşılaştırılmalı Özellikleri<br />
49<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
oluşturabilecek her hareketten uzak durmaktır.<br />
2. Söndürme: Gaz yangınları BC veya ABC tipi kuru<br />
kimyevi tozlu veya CO 2<br />
li söndürücülerle boğarak<br />
söndürülür. Ayrıca HALON türevi söndürücüler<br />
de kullanılabilir. Evde alev almış tüp veya hortum<br />
ıslak bezle örterek söndürülebilir. Söndükten<br />
sonra vana kapatılabilmeli, gaz kesilmelidir. Gaz<br />
kesilemeyecekse söndürmemek daha iyidir. Çünkü<br />
gaz çıkışı patlamaya sebep olabilecektir. Elbette gaz<br />
patlaması veya yangını sonucu tutuşan katı ve sıvı<br />
yanıcıları söndürmek ve soğutmak için su ve köpük<br />
kullanılabilir.<br />
Dairelerde Doğalgaz Kaçağı Varsa;<br />
a- Kapı girişinde bulunan sayaçtaki vana kapatılır.<br />
b- Gerekli müdahaleler yapılır.<br />
c- Vana tekrar açılmaz, 187 numaralı telefonla Gaz<br />
Şirketine haber verilir.<br />
Bina İçinde veya Kazan Dairesinde Gaz Kaçağı<br />
Varsa;<br />
a- Bina dışında bulunan sayaçtaki vana kapatılır.<br />
b- Eğer sayaca ulaşılamıyorsa servis kutusu özel<br />
anahtarla açılır ve vana kapatılır.<br />
c- Vana tekrar açılmaz, 187 numaralı telefonla Gaz<br />
Şirketine haber verilir.<br />
d- Halk tehlikeli bölgeden uzaklaştırılır, bina<br />
boşaltılır.<br />
e- Yakın evlerdeki kişiler uyarılır gerekirse bu evler<br />
de boşaltılır, sokak trafiğe kapatılır<br />
f- Etraftakilerin sigara içmeleri, kıvılcım çıkartacak<br />
hareketlerde bulunmaları, zillere basmaları, elektrik<br />
düğmelerini kullanmamaları önlenir.<br />
1. TSE’li tüp ve hortum kullanılmalı, Tüpler direkt güneş ışığından, radyatör, soba gibi ısı kaynaklarından uzak<br />
olmalıdır. Ani bir rüzgarla sönmemesi için kapı pencere arası gibi yerlere konulmamalı.<br />
2. Tüpler, zemin seviyesinden aşağıdaki bodrumlarda merdiven boşluklarında giriş ve çıkış yolları ve koridor gibi<br />
kullanım alanlarında olmamalı. Tüpe kolay ulaşılabilmeli dolap arkalarında olmamalıdır. %1’lik konsantrasyonun<br />
kokusunun duyulabilmesi için dolabın altında delik açılmalıdır.<br />
3. Tüpler uyumak için kullanılan alanlarda ve yatak odalarında bulundurulmamalıdır.<br />
50<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
4. Tüpler kesinlikle yatırılmamalı, çalkalanmamalı, dik olrak kullanılmalıdır.<br />
5. Cihazlarınızda kullandığınız hortumlar TSE 1846 standartlarına uygun olmalı, uzunluğu 150 cm’yi geçmemeli,<br />
hortumun uçları cihaza ve dedantöre kelepçeyle sıkıca bağlanmalıdır. Hortumlar her halükarda en çok 3 yılda bir<br />
değiştirilmelidir. Ayrıca tüplerde kullanılan contalar da her tüp değiştirilmesi esnasında değiştirilmelidir.<br />
6. LPG kullandığınız cihazların etrafında ve üstlerinde, perde, kağıt vs. gibi kolay tutuşabilen maddeler<br />
bulundurulmamalıdır. Cihazlar yanmaz zemin üzerine oturtulmalıdır.<br />
Portatif Söndürme Cihazı yakında ve kolay kullanılabilir olmalıdır.<br />
7. Tüpler cihazlardan aşağı seviyede bulundurulmalı, bacaya bağlı olmayan şofben kullanılmamalıdır. Zehirlenmeler<br />
yanan şofbenin içerdeki gazı bitirmesi sebebiyle meydana gelmektedir. Banyoda havalandırma penceresi bulunmaması<br />
durumunda banyo kapısının alt kısmına havalandırma oluğu açılmalı ya da duş esnasında banyo kapısı 1-2 cm. açık<br />
bırakılmalıdır.<br />
8. Sistemde gaz kaçağı varsa;<br />
a. Vanalı tüplerde tüp vanası, clip-on tipi vanalı tüplerde ise dedantör düğmesi çevrilerek kapatılmalıdır.<br />
b. Ateş yakılmamalı, elektrik anahtarına dokunulmamalıdır.<br />
c. Buzdolabının kapısı açılmamalıdır.<br />
ç. Ortam havalandırılmalı, süpürge ile süpürmek suretiyle (Havadan ağır olan gaz tabanda birikecektir.) gaz açık<br />
havaya atılmalıdır.<br />
d. Yetkili bayi durumdan haberdar edilmelidir.<br />
9. Gaz kaçağı kontrolleri daima sabun köpüğüyle yapılmalı. Kibrit veya ateşle kontrol kesinlikle yapılmamalı,<br />
yapılmasına da müsaade edilmemelidir.<br />
10. Piknik tüpleri üzerindeki ocaklara kazan ve büyük tencere konmamalıdır. Bunların geniş tabanları ısıya alta doğru<br />
yayarak tüpün ve valfın ısınmasına ve tüpün patlamasına neden olabilir.<br />
Tablo 2. LPG Kullanımında Dikkat Edilecek Hususlar<br />
BİR DESTANDIR SARIKAMIŞ<br />
[ Hazırlayan ] Yılmaz KILIÇ | SG. Tls. Kd. Bçvş.<br />
Bu konuda birçok kitap okudum; kimisi araştırma<br />
kimisi roman. Sarıkamış dendiğinde gitmesem<br />
de görmesem de gözlerimi kapattığım her an<br />
o dondurucu soğukta şehit olmuş atalarımı<br />
düşünürüm. Vatanına nice hizmetler vereceğine<br />
inanarak yetiştirdiğim çocuklarım gelir gözümün<br />
önüne. Özgürce nefes alabilmemizin, yaşamamızın,<br />
aldığımız her nefesin bedelini düşünürüm. Onlara,<br />
bugünlerimiz için defalarca dua ederim. Her kar<br />
yağışında yüreğim sızlar. Böylesine düşünceler<br />
içerisindeyken, Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı<br />
Prof.Dr. Bingür SÖNMEZ tarafından verilen ‘‘1914–<br />
1915 Sarıkamış Muharebeleri” konulu konferans,<br />
bizlere bir kez daha Sarıkamış’ı yaşattı. Bir kez daha<br />
şehitlerimizi anmamızı sağladı.<br />
Sarıkamış’tan geriye çok az şey kalmıştı. Belki<br />
de unutmak üzereydik Sarıkamış’ı, onbinlerce<br />
öksüz, yetim, dul, ana, baba ve acı dolu yürek<br />
bırakan binlerce donmuş şehit demekti, Sarıkamış.<br />
Savaş sonrası bahar gelip de şehitlerimiz ortaya<br />
çıktıklarında, esir arkadaşları ve civar köylülerin<br />
yardımıyla, yüzlercesinin gruplar halinde, yerlerini<br />
yeni yeni öğrenmeye başladığımız çukurlara koyun<br />
koyuna gömüldüler. Çanakkale’de de olduğu gibi<br />
anladık ki, vatanımın her köşesinde bastığım yer,<br />
sadece toprak değil. Atılan her adımda, basılan her<br />
toprak parçasında, her tepede, çukurda, derede<br />
kutsal birer ad konmayı bekleyen şehitliklerimiz var.<br />
Rusların ilerleyeyip göremedikleriyle, bizim tarafta<br />
kalan şehitler, donmuş olanlar ve hastaneye yatanlar<br />
içerisinde de vefat edenlerle birlikte toplam 60.000<br />
askerin şehit olduğunu kabul etmek doğru olacaktır.<br />
51<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
maksadıyla en pis ve geri dönülmesi zor olan<br />
uzaklardaki hapishanelere yerleştirmişlerdir. Ayakta<br />
durmanın bile zorlukla sağlanabileceği, tuvaletin<br />
bulunmadığı, pislikten kaynaklanan ishal ve tifüsle<br />
iç içe haddinden fazla kişiyi vagonlara istif ederek,<br />
2–3 ay süren yol boyunca açlık ve bakımsızlıktan her<br />
gün şehit verilmesine neden olmuşlardır. Cenazeler<br />
birkaç gün vagonlardan alınmamış, alındığında da<br />
yolculuk esnasında dağlık bölgelerde yol kenarlarına<br />
atılmıştır. Kokudan yanlarına varılmayan, kapıları<br />
kilitli ve içerisi insan kılığından çıkmış, açlıktan<br />
renkleri sararmış, yanakları çökmüş, elmacık<br />
kemikleri dışarı fırlamış, kımıldamayacak şekilde<br />
yorgun ve kuvvetten düşmüş, elbisesiz, ayakları<br />
çıplak ve mevcut bütün bulaşıcı hastalıklara açık<br />
vagonlarda Türk esirleri birer birer şehit olmuştur.<br />
52<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Bu rakamların, değişik kaynaklarda kayıplarla<br />
birlikte 90.000 olduğu ifade edilmektedir.<br />
Harekâtta verilen şehit sayısı, kara savaşı ile sınırlı<br />
kalmamıştır. Sivastopol civarında bulunan Yavuz<br />
savaş gemimizin Rus donanmasını tutacağına<br />
fazlasıyla güvenilmesi nedeniyle, Sarıkamış<br />
harekâtındaki askerlere kışlık üniforma, erzak<br />
ve mühimmat yollamak için Bezm-i Âlem, Bahr-i<br />
Ahmer ve Mithat Paşa isimli üç yük gemisi<br />
İstanbul’dan korumasız olarak yola çıkartılmıştır.<br />
Gemiler, 3.000 asker, 3 keşif uçağı, Teşkilatı<br />
Mahsusa tarafından Kafkasya’daki Türkleri<br />
örgütleyerek Ruslara karşı isyan çıkartacak<br />
ajanlar ile Çerkez ileri gelenlerini karayolu ile<br />
Sarıkamış’a ulaştırılmasını sağlamak maksadıyla<br />
Trabzon Limanı’na çıkartacaktı. Hiçbir savaş<br />
gemisiyle korunmayan bu üç yük gemisi Zonguldak<br />
açıklarında Rus savaş gemileri ile karşılaştılar.<br />
Kandilli-Ereğli açıklarında üç yük gemimiz, içinde<br />
3.000 asker ve Sarıkamış’a ulaştırılmak üzere<br />
gönderilen malzemelerle birlikte batırıldı. Bu<br />
gemilerimiz batırılmasaydı tarihimiz belki çok farklı<br />
yazılabilirdi. Gemilerdeki malzemeler Sarıkamış’a<br />
ulaşsaydı, belki de bu kadar şehit verilmeyecek, bir<br />
yenilgi yaşanmayacaktı.<br />
Sarıkamış harekâtındaki başarısızlık, pek çok<br />
ihmal ve hatalara yüklense de bunların hiçbirinin<br />
sonuçta, tek başlarına belirleyici olmadığını<br />
görüyoruz. Kuşkusuz kabul edilen yenilginin<br />
nedenleri, ayrı bir uzmanlık araştırmasını gerektirse<br />
de; Rus yazarlarının; “Telefonları donduran ve<br />
Rus harekâtını etkileyen soğuk, Türk hücumlarını<br />
durduramıyordu, Türkler savunmada büyük<br />
kahramanlık gösterdiler. Soğuktan donmuş Türk<br />
askerleri, son kurşunlarını atmışlardı. Türklerin<br />
Sarıkamış muhaberesini kazanmalarına ramak<br />
kalmıştı. Türklerin sabrından, dayanıklılığından ve<br />
cesaretlerinden Alman Subayları yararlanamadılar.”<br />
ifadeleri ile İngilizlerin; ”Yarı aç, yarı çıplak Türk<br />
Ordusu, öyle bir kararlılık ve tahammül gösterdi<br />
ki, imkânsız bir işi az kalsın başarıyorlardı. Türk<br />
askeri Almanlardan daha dayanıklıdır.” ifadesi tarih<br />
sayfalarındaki yerini almıştır.<br />
Birinci Dünya savaşının mağdurları içinde en<br />
talihsiz kesim, hiç şüphesiz Ruslara esir düşen<br />
Türk askerleri ile bölgeden tehcir edilen Müslüman<br />
halktı. Sarıkamış yenilgisinden sonra Ruslar,<br />
Anadolu’da işgal ettikleri yerlerdeki yerli halka<br />
vatan haini muamelesi yaparak onları yargısız infaz<br />
etmiş, erkek nüfusu Sibirya’ya tehcire uğratarak<br />
yaşlı, çocuk ve kadınlarında aralarında bulunduğu<br />
kişileri esir alarak özel kamplara göndermişlerdir.<br />
Esir edilen askerlerin yanında, işgale uğramış<br />
bölgelerden toplanan yerli halka, özellikle Rus<br />
ordusunda bulunan Ermeniler tarafından yapılan<br />
zulümler ve kanlı trajedilerin sonuçları uluslararası<br />
kamuoyuna yeterince anlatılamamıştır. Onları<br />
sadece açlığa mahkûm etmekle kalmamış, hakaret<br />
Götürüldükleri yerlerde yaşayan Türk asıllı<br />
kardeşlerimiz esirlere; Rusların bütün<br />
engellemelerine ve yardım edenlere karşı<br />
uyguladıkları yaptırımlara rağmen ellerinden<br />
geldiğince yardımcı olmuşlar, onlara giyecek ve<br />
erzak temini için yardım kuruluşları kurmuşlar<br />
ve vatanlarına dönebilmeleri için birçok kaçış<br />
organizasyonu tertip etmişlerdir. Öyle ki bugün<br />
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’nün karşısında Hazar<br />
Denizi’nde bulunan Nargin Adası’ndaki kamplara<br />
yerleştirilen esirlere Bakü halkı tarafından bu amaçla<br />
yapılan yardımlar tarihteki yerini almıştır.<br />
Rusya ağır sanayisini kurmuş bir devlet olarak,<br />
askerini ve malzemesini cepheye kadar demiryoluyla<br />
ulaştırmıştır. Türk askeri cepheye, demiryolu son<br />
durağından sonra bile yüzlerce kilometreyi çetin<br />
arazi şartlarında yaya olarak kat etmiş ve tüm<br />
ağırlıklarını kendi omuzları dâhil olmak üzere canlı<br />
ulaşım vasıtalarıyla taşımak zorunda kalmıştır.<br />
Deniz yoluyla ikmalin yapılamaması gibi zor şartlar<br />
da göz önüne alındığında; Sarıkamış harekâtı, bir<br />
yönüyle Türk halkının en zor şartlarda bile vatanı<br />
için neler yapabileceğini gösteren üstün bir feragat<br />
destanı olmuştur. Rusya ve Almanya gibi ülkelerin,<br />
öncelikle savaşın getirdiği sıkıntılardan bunalan<br />
halkının isyankâr tutumları yüzünden savaşı<br />
kaybettikleri ya da bırakmak zorunda kaldıkları,<br />
buna karşın Türk halkının çok zor geçen dört<br />
yıldan sonra bir de Kurtuluş Savaşı’nın zorluklarını<br />
göğüslediği düşünülecek olursa atalarımızın bu<br />
fedakârlığının adeta destanlaştığını söylemek<br />
gerekmektedir. Türk Ulusu’nun içinde olduğu<br />
her savaş, tüm dünyada yeni bir çağın habercisi<br />
olmuştur. Her cephede, şartlar ne kadar güç olursa<br />
olsun, vatanı için her şeyi göze alabileceğini tüm<br />
dünyaya ispatlayan bir milletin torunlarıyız.<br />
Bu topraklarda, bir bayrak altında özgürce<br />
yaşıyorsak bunu şehitlerimize borçluyuz. Ayağınıza<br />
sıcak bir ayakkabı, sırtınıza kalın bir palto,<br />
sofranıza bir tas çorba aldığınız zaman; devletine,<br />
milletine, vatanına en değerli varlığını, canını veren<br />
şehitlerimizi hatırlayınız. Hatırlayınız ki; genç<br />
nesillere şehitlerimizin canlarını, hangi şartlarda<br />
vatanı için feda ettiklerini anlatmak bizlere düşen en<br />
önemli görevdir.<br />
Sarıkamış’tan Kut’ul Amare’ye,<br />
Kut’ul Amare’den Kanal’a,<br />
Kanal’dan Çanakkale’ye,<br />
Çanakkale’den Galiçya’ya,<br />
Galiçya’dan Kurtuluş Savaşına,<br />
Kurtuluş Savaşından günümüz şehitlerine kadar,<br />
TÜM ŞEHİTLERİMİZİN RUHLARI ŞAD OLSUN.<br />
KAYNAKLAR :<br />
(1) Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof.Dr.Bingür SÖNMEZ, Ateşe Dönen Dünya<br />
Sarıkamış (Ikarus yayınları), Bakü Halkının Sarıkamış Esirlerine Kardeş Kömeği (Yardımı)<br />
(Çalışma Arşivi)<br />
(2) Mareşal Fevzi ÇAKMAK, Birinci Dünya Savaşında Doğu Cephesi, (Genelkurmay ATASE<br />
ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları.(2005))<br />
(3) Yarbay Selahattin, Kafkas Cephesinde 10’uncu Kolordunun Birinci Dünya Savaşının<br />
Başlangıcından Sarıkamış Muharebelerinin Sonuna Kadar Olan Harekâtı, (Genelkurmay<br />
ATASE ve Genelkurmay Denetleme Başkanlığı Yayınları.(2006))<br />
53<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
54<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
KOMUTANLIĞI KARARGAHI<br />
İÇİŞLERİ BAKANININ<br />
KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />
yapılan törende İçişleri Bakanı Sayın İdris<br />
Naim ŞAHİN tarafından <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Komutanlığının ülke için önemini belirten<br />
bir konuşma yapılmıştır.<br />
56<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />
TÖREN VE KOMUTANIN<br />
AÇIŞ KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />
yapılan törende <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Serdar DÜLGER, <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığının dünü, bugünü<br />
ve geleceğini anlatan bir açış konuşması<br />
yapmıştır.<br />
30’UNCU YIL KONSERİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bandosu<br />
tarafından konser verilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
KARADENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />
TÖREN VE KOMUTANIN<br />
AÇIŞ KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />
düzenlenen törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Karadeniz Bölge Komutanı<br />
SG Kur. Kd. Alb. Süleyman YARAYAN<br />
tarafından açış konuşması yapılmıştır.<br />
58<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
30’UNCU YIL PASTASI<br />
Samsun Valisi Hüseyin AKSOY, Samsun<br />
Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya<br />
YILMAZ, Sahra Sıhhiye Okulu ve Eğitim<br />
Merkezi Komutanı Tuğg. Mehmet<br />
GÖKTAN, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Karadeniz Bölge<br />
Komutanı SG Kur. Kd. Alb. Süleyman<br />
YARAYAN ve eşlerinin katılımları ile <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Komutanlığının 30’uncu Kuruluş<br />
Yıl Dönümü münasebetiyle hazırlatılan<br />
pasta kesilmiştir.<br />
KOKTEYL<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />
münasebetiyle düzenlenen kokteyle;<br />
personel ve aileleri ile çok sayıda konuk<br />
katılmıştır.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />
SAHİL GÜVENLİK MARMARA ve<br />
BOĞAZLAR BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />
60<br />
TÖREN VE KOMUTANIN<br />
AÇIŞ KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />
münasebetiyle <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />
Boğazlar Bölge Komutanlığında icra edilen<br />
törene, <strong>Sahil</strong> Güvenlik İkmal Merkezi<br />
Komutanlığı personeli de iştirak etmiştir.<br />
Törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />
Boğazlar Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet<br />
KARABACAK tarafından açış konuşması<br />
yapılmıştır.<br />
SİMİT YEME YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’unu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Simit Yeme<br />
Yarışmasında birinci olan personele<br />
ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />
Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb.<br />
Mehmet KARABACAK tarafından<br />
verilmiştir.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />
GEMİCİ BAĞI YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Gemici Bağı<br />
Yarışmasında birinci olan personele ödülü,<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve Boğazlar<br />
Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb. Mehmet<br />
KARABACAK tarafından verilmiştir.<br />
YOĞURT YEME YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Yoğurt Yeme<br />
Yarışmasında birinci olan personele<br />
ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Marmara ve<br />
Boğazlar Bölge Komutanı Dz.Kd.Alb.<br />
Mehmet KARABACAK tarafından<br />
verilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
EGE DENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />
TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ<br />
KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının 30’uncu<br />
Kuruluş Yıl Dönümü münasebetiyle<br />
düzenlenen törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege<br />
Deniz Bölge Komutanı Dz.Kur.Kd.Alb.<br />
Şadi MURAT tarafından açış konuşması<br />
yapılmıştır.<br />
HALAT ÇEKME MÜSABAKASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Halat Çekme<br />
Müsabakasında birinci olan takıma ödülü,<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı<br />
Dz.Kur.Kd.Alb. Şadi MURAT tarafından<br />
verilmiştir.<br />
62<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />
EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen El İncesi Atma<br />
Yarışmasında birinci olan personele<br />
ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge<br />
Komutanı Dz.Kur.Kd.Alb. Şadi MURAT<br />
tarafından verilmiştir.<br />
SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Silistre Çalma<br />
Yarışmasında birinci olan personele ödülü,<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanı<br />
Dz.Kur.Kd.Alb. Şadi MURAT tarafından<br />
verilmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
AKDENİZ BÖLGE KOMUTANLIĞI<br />
64<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />
TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ<br />
KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />
münasebetiyle düzenlenen törene, Mersin<br />
Valisi Hasan Basri GÜZELOĞLU, Akdeniz<br />
Bölge Komutanı Tuğa. Hayrettin İMREN,<br />
Mersin İl Jandarma Alay Komutanı<br />
Bedri DURSUNOĞLU, Mersin İl Emniyet<br />
Müdürü Arif ÖKSÜZ, Mersin Büyükşehir<br />
Belediye Başkan Vekili Erol ERTAN,<br />
Mersin Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süha<br />
AYDIN’ın yanı sıra çok sayıda konuk iştirak<br />
etmiştir. Törende <strong>Sahil</strong> Güvenlik Akdeniz<br />
Bölge Komutanı Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim<br />
ÇONGULOĞLU tarafından açış konuşması<br />
yapılmıştır.<br />
SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Silistre Çalma<br />
Yarışmasında birinci olan personele ödülü,<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Akdeniz Bölge Komutanı<br />
Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim ÇONGULOĞLU<br />
tarafından verilmiştir.<br />
EL İNCESİ ATMA YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen El İncesi Atma<br />
Yarışmasında birinci olan personele<br />
ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Akdeniz Bölge<br />
Komutanı Dz. Kur. Kd. Alb. Rahim<br />
ÇONGULOĞLU tarafından verilmiştir.<br />
HALK OYUNLARI EKİBİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümünde, Mersin<br />
Büyükşehir Belediyesi Halk Oyunları Ekibi<br />
gösterileriyle kokteylimizi renklendirmiştir.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
HAVA KOMUTANLIĞI<br />
TÖREN VE KOMUTANIN AÇIŞ<br />
KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />
münasebetiyle düzenlenen törende,<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Hava Komutanı<br />
Dz. Kur. Kd. Alb. R. Kamuran GÖKSEL<br />
tarafından açış konuşması yapılmıştır.<br />
66<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />
ÖDÜL TÖRENİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Hava Komutanlığında<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında icra edilen yarışmalarda<br />
dereceye giren personel ve er/erbaşlardan<br />
birinci olanlara ödülleri Dz. Kur. Kd. Alb.<br />
R. Kamuran GÖKSEL tarafından verilmiştir.<br />
HATIRA ORMANI ZİYARETİ<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Hava<br />
Komutanlığı personeli tarafından, <strong>Sahil</strong><br />
Güvenlik Hatıra Ormanındaki ağaçların<br />
bakımı yapılmıştır.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞI 30’UNCU YIL ETKİNLİKLERİ<br />
SAHİL GÜVENLİK<br />
EĞİTİM ve ÖĞRETİM KOMUTANLIĞI<br />
68<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong> 2007<br />
TÖREN VE KOMUTANIN<br />
AÇIŞ KONUŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü<br />
münasebetiyle <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitim ve<br />
Öğretim Komutanlığı karargahında icra<br />
edilen törene, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Antalya<br />
Grup Komutanlığı ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Antalya Hava Grup Komutanlığı<br />
personeli, Antalya Büyükşehir Belediye<br />
Başkanı Prof. Dr. Mustafa AKAYDIN,<br />
Antalya Vali Yardımcısı Fuat ERGÜN,<br />
Akdeniz Üniversitesi Rektör Yrd.<br />
Prof. Dr. Meral GÜLTEKİN, Antalya<br />
Deniz Komutanı Dz. Kd. Alb. İsmail<br />
ŞİRİN, Antalya İl Jandarma Komutanı<br />
Jandarma Kur Alb. Aykut TANRIVERDİ,<br />
Antalya İl Emniyet Müdürü Dr. Ali<br />
YILMAZ, yanı sıra çok sayıda konuk<br />
iştirak etmiştir. Törende, <strong>Sahil</strong> Güvenlik<br />
Eğitim ve Öğretim Komutanı Dz.Kd.Alb.<br />
M.Şemdinan YILDIRIM tarafından açış<br />
konuşması yapılmıştır.<br />
HALAT ÇEKME MÜSABAKASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Halat Çekme<br />
Müsabakasında birinci olan takıma<br />
ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitim ve Öğretim<br />
Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan<br />
YILDIRIM tarafından verilmiştir.<br />
SİLİSTRE ÇALMA YARIŞMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında düzenlenen Silistre Çalma<br />
Yarışmasında birinci olan personele<br />
ödülü, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Eğitim ve Öğretim<br />
Komutanı Dz.Kd.Alb. M.Şemdinan<br />
YILDIRIM tarafından verilmiştir.<br />
TANITICI STANT AÇILMASI<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığının<br />
30’uncu Kuruluş Yıl Dönümü etkinlikleri<br />
kapsamında, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı<br />
ekipmanlarını tanıtıcı stant açılmıştır.
BİLİŞİM<br />
2. 1981 yılında, Aplle II bilgisayarı için bilgisayar<br />
mühendisliği öğrencileri tarafından bilgisayar virüsü<br />
yazıldı.<br />
3. 1983 yılında, bir doktora tezinde, ilk kez<br />
bilgisayar virüsü kavramı kullanıldı.<br />
4. 1986 yılında, iki Pakistanlı kardeş, “Brain” (beyin)<br />
adlı virüsü yazdılar.<br />
5. 1988’e damgasını vuran en ünlü virüslerden biri,<br />
aktif hale geçmek için ayın 13’üne denk gelen cuma<br />
günlerini bekleyen ve aktif hale geçtiğinde o gün<br />
çalıştırılan tüm dosyaları silen Jerusalem oldu. O<br />
dönemlerde antivirüs programları bugünkü kadar<br />
yaygın olmadığından sistemine Jerusalem bulaşan<br />
binlerce kullanıcı, virüs aktif hale geçene kadar böyle<br />
bir tehlikeyle birlikte yaşadıklarının farkına bile<br />
varamadılar.<br />
70<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ<br />
[ Hazırlayan ] Murat GÜLCAN | SG Tek. Kd. Bçvş.<br />
Bilgisayarınızdaki Büyük Tehdit : VİRÜSLER…<br />
Bilgisayar virüsleri hakkında birçok şey söylenir<br />
ve bu söylenenlerin çoğu birçok kullanıcının<br />
beyninde fikir kırıntıları haline dönüşür. Örneğin<br />
herkes bilgisayar virüsünün kötü bir şey olduğunu<br />
bilir, sistemlere ve dosyalara zarar verdiğini bilir,<br />
çabuk yayılma eğiliminde olduğunu da bilir.<br />
Bilgisayar virüsleri, temelde çalıştırılabilir küçük bir<br />
programdan ibarettirler. Ancak tıpkı hastalık yayan<br />
biyolojik virüsler gibi varlıklarını hissettirmeden<br />
hızla çoğalabilir ve bir şekilde bağlantıda oldukları<br />
diğer bilgisayara da bulaşabilirler. Virüsler hemen<br />
her türden dosyaya kendilerini ekleyebilirler, kolay<br />
fark edilmemek için çok çeşitli yöntemler kullanırlar<br />
ve nihayetinde öyle ya da böyle, bir zarara neden<br />
olurlar. Bu zarar beklemediğiniz zamanlarda<br />
ekrana çıkan saçma sapan mesajlardan tutun da,<br />
virüsün bulaştığı dosyaların tamir edilemeyecek<br />
ölçüde hasar görmesine, hatta sabit diskinizdeki<br />
tüm bilgilerinizin tümüyle kaybedilmesine kadar<br />
gidebilir. Tüm bunlar insanı kara kara düşündüren<br />
şeyler, yine de bilgisayar virüslerine karşı<br />
savunmasız değiliz. Virüs tehditlerinden nasıl<br />
korunabileceğimiz konusunda biraz bilgi edinerek<br />
ve bazı prensipleri uygulamaya koyarak bu zararlı<br />
yazılımları sistemimizden ve çalışmalarımızdan uzak<br />
tutabiliriz.<br />
Bilgisayar Virüslerinin Özet Tarihi<br />
1. 1948 yılında, John Von Neumann’ın,<br />
bir bilgisayar programının kendi kendisini<br />
kopyalayabileceği tezi, virüslerin yazılması fikrine<br />
yol açtı.<br />
6. 1989 yılında, IBM şirketi tarafından ilk Anti-<br />
Virüs yazılımı satışa sunuldu.<br />
7. 1990 yılında, Symantec firması, Norton antivirüs<br />
yazılımını piyasaya sürdü.<br />
8. 1990-1992 yıllarında yazılan virüs sayısı % 450<br />
oranında arttı.<br />
9. 1995 yılında Windows için virüs yazıldı.<br />
10. Haziran 1998, popülarite açısından Word ve<br />
Excel makro virüslerini bile geride bırakan Win95.<br />
CIH (Çernobil) virüsünün ilk keşfedildiği zaman<br />
oldu. Bu virüs sistemde yüklü dosya ve programlarla<br />
uğraşmak yerine, anakart üzerinde bilgisayarın<br />
açılabilmesini sağlayan verilerin yazılı olduğu Flash<br />
BIOS yongasının içeriğini değiştirerek bilgisayarı<br />
açılamaz hale getirecek biçimde tasarlanmıştı.<br />
Ayrıca ilk Java virüsü olan Java. StrangeBrew ve ilk<br />
polimorfik özelliğe sahip 32 bit Windows platformu<br />
virüsleri de bu yıl görüldü.<br />
11. 1999 yılında meşhur Melissa virüsü yazıldı ve<br />
yayılmaya başladı.<br />
12. 2000 yılında, Aşk virüsü (I Love You) dünyaya<br />
yayıldı ve milyonlarca bilgisayara girdi.<br />
13. 2001 yılı, virüsler için tam bir altın yıl oldu;<br />
virüsler dünyada 12 milyar dolarlık zarara neden<br />
oldu.<br />
14. 2001-2005 yıllarında virüslerin önlenemeyen<br />
yükselişi devam etmekte.<br />
BİLGİSAYAR VİRÜSÜ NASIL BULAŞIR VE<br />
YAYILIR?<br />
Bilgisayar virüsleri, önceki yıllarda disket ve CD<br />
romlar aracılığı ile yayılmakta iken, günümüzde<br />
internet üzerinden yayılmaktadır. İnternetten<br />
indirdiğiniz programlar, dosyalar veya kabul<br />
ettiğiniz e-postalarla birlikte bilgisayarınıza virüs<br />
programı yüklenebilir, yaygın değişle bilgisayarınıza<br />
virüs bulaşabilir.<br />
Hatta artık virüslerin yayılması için, internetten<br />
program ya da dosya indirmenize veya e-posta kabul<br />
etmenize gerek kalmaksızın sadece internete bağlı<br />
olmanız yeterlidir. İnternete bağlıysanız ve yeterli<br />
güvenlik önlemlerini almamış iseniz, bilgisayarınızın<br />
içine uzaktan erişimle kolayca virüs programlarının<br />
yerleştirilmesi mümkündür.<br />
71<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
BİLİŞİM<br />
72<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Bazı bilgisayar virüsleri de bilgisayarda kurulu olan<br />
program ve/veya işletim sisteminde olan açıklıkları<br />
kullanarak bilgisayara bulaşır.<br />
Bilgisayar virüsleri bulaştıkları bilgisayarlarda,<br />
yakalanma riskini bertaraf etmek için makinenin<br />
güvenlik sistemini kapatırlar.<br />
Internet üzerinde dosya arşivlerinin ne kadar sık<br />
kullanıldığını düşünürsek tehlikenin boyutlarını<br />
daha da iyi anlayabiliriz bu sayede virüs yazan<br />
kişiler virüsün yazım amacına uygun olarak zararlar<br />
verebilmektedir.<br />
BAŞLICA VİRUS ÇEŞİTLERİ<br />
a) Worms (Kurtlar) : “Worm (Kurt) bağımsız<br />
çalışan bir virüs programdır. Bu virüs programı<br />
kendini bir bilgisayardan ötekine kopyalayarak<br />
çoğalır. Genellikle network sistemleri yani bir<br />
iletişim ağı üzerinde bulunan bilgisayarlara<br />
kopyalanarak yayılır. Diğer virüslerden farklı olarak,<br />
başka programlara sıçramaz. Kurtlar veri yok<br />
etmekle birlikte, network içinde dolaşarak, iletişimi<br />
yok edebilir. Bazen de bulaştığı bilgisayara ait<br />
verileri başka bir bilgisayara yönlendirebilir.<br />
b) Macro virüsü : Bilgisayarınızda kullandığınız<br />
bazı paket programların, eksik kaldığı ya da<br />
ihtiyacınızı karşılayacak şekilde bu kullanılan<br />
temel programa yardımcı olarak geliştirilen<br />
programlar vardır. Bu yardımcı programın yazım<br />
dili de temel programla aynı olur. Bunun gibi<br />
bazı paket programların “Macro” adı verilen<br />
yardımcı paketlerle yazı yazma, işlem yapma, tablo<br />
oluşturma gibi temel bazı çalışmalar sırasında<br />
birçok işlemleri otomatik ve daha kolay yapmanızı<br />
sağlayabilir. Programların bu özelliğini kullanarak<br />
yazılan virüslere “macro virüsleri” adı verilir. Bu<br />
virüsler, sadece hangi macro dili ile yazılmışlarsa o<br />
dosyaları bozabilirler. Macro virüsleri hangi temel<br />
programa ek olarak yazılmışlarsa o programı her<br />
çalıştırmanızda aktif hale geçer ve ilgili programların<br />
kullandığı bazı tanımlama dosyalarına da bulaşmaya<br />
çalışır. Böylece o programla oluşturulan her<br />
dokümana virüs bulaşmış olur.<br />
c) Trojan horses (Truva Atları) : Truva Atı, bir<br />
program içinde gizlenen ve bilgisayarınızda gizli<br />
İşlevler yapan bir virüs programıdır:<br />
Truva Atları genellikle, e-postaların içine<br />
yerleştirilerek yollanır. İçine saklandığı program<br />
çalıştırılıncaya kadar aktif hale geçmezler. Truva<br />
Atı aktif hale geçince, bulunduğu sistemdeki<br />
korunmasız host ve serverlar hakkındaki bilgilerin<br />
tamamını ya kendi içinde kaydetmeye başlar. Ya da<br />
bu virüslerin özelliği gereği bulaştığı bilgisayarları<br />
uzaktan erişime uygun hale getirdiğinden, elde<br />
ettiği bilgileri başka bir bilgisayara internet yoluyla<br />
gönderir. Bu virüsü bilgisayarınıza yerleştiren kişi,<br />
uzaktan erişim suretiyle sizin bilgisayarınızın içine<br />
çok rahatlıkla girerek, dosyaların açarak içeriğinde<br />
değişiklik yapmak, dosya silmek, sizin dosyalarınızı<br />
kendi bilgisayarına kopyalamak, e-postalarınızı<br />
okumak, CD-ROM’u açıp-kapatmak, varsa internet<br />
bankacılığı veya kredi kartı bilgilerinizi kopyalamak<br />
gibi sizin bilgisayarınızda yapabileceğiniz bütün<br />
işlemleri yapabilmektedir. Kısacası, Truva Atı<br />
bulaşan bir bilgisayarın, biri siz diğeri de uzaktan<br />
erişim metoduyla bilgisayarınıza giren kişi olmak<br />
üzere iki kullanıcısı olur.<br />
Zekice yazılmış bir Truva Atı, kendisini asla belli<br />
etmeyeceği ve hiçbir iz bırakmayacağı için, onun<br />
nerede olduğunu bulmak gerçekten çok zordur ve<br />
profesyonellik gerektirir.<br />
d) Logic Bombs (Mantık Bombası) : Mantık<br />
Bombaları, herhangi bir programın içerisine<br />
yerleştirilen virüs programlarıdır. Bazı şartların<br />
sağlanması durumunda patlayarak yani çalışmaya<br />
başlayarak sisteme zarar verirler. Çernobil<br />
virüsü buna çok iyi bir örnek olabilir. Bombalar,<br />
tüm dosyaları ve bilgileri silebilir veya sistemi<br />
göçertebilir.<br />
e) Trap doors (Tuzak Kapanları) : Tuzak kapısı<br />
ya da arka kapı, bir sistemin yazılımını yapan<br />
kişi tarafından, yazılımın içine gizli bir şekilde<br />
yerleştirilen bir virüs yazılımıdır. Bu programın<br />
çalıştığı bilgisayara virüsü yerleştiren kişinin,<br />
uzaktan erişim yöntemiyle sistem koruyucularını<br />
aşarak sızması mümkündür.<br />
f) Exploit (Sömürmek) : İşletim Sistemleri ve<br />
bazı programların açıklarını bulup bu açıkları<br />
kötüye kullanma yöntemine “exploit” deniliyor.<br />
Exploit’ler ile sistem şifreleri görülebilir, sistemler<br />
hakkında bilgiler elde edilebilinir. Exploitler<br />
sistemin olağan olarak çalışmasına engel olurlar ve<br />
sisteme dışardan kod göndererek sistemi normal<br />
olarak çalıştığına ikna ederler ve genelde de yetkisiz<br />
erişim için kullanılmaktadır. Bu tip virüsler,<br />
bulaştıkları bilgisayarın hafızasında bulunan<br />
e-posta adreslerinin hepsine o bilgisayar üzerinden<br />
e-posta göndererek virüsün diğer bilgisayarlara da<br />
bulaşmasını sağlarlar. E-maili alan kişi, gelen mailin<br />
daha önceden haberleştiği ve tanıdığı bir kişiden<br />
geldiğini görerek maili açmakta hiç tereddüt etmez<br />
ve kendi bilgisayarına da virüsü bulaştırır. Virüs bu<br />
bilgisayar üzerinde de ayanı işlemi tekrarlayarak<br />
yayılmaya devam eder.<br />
Bu tip virüslerin birçok kullanıcıya hitap eden<br />
serverlara bulaştığını düşünürsek, servera bağlanan<br />
73<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
BİLİŞİM<br />
bankacılığı işlemleri, kredi kartı bilgileri) yetkisiz 3.<br />
kişilerin tarafından bilinmesine sebep olabilir.<br />
• Kullandığınız sistemi uzaktan erişim metoduyla<br />
başka bir sisteme bağlayarak, sistemi 3. kişilerin<br />
kullanımına açabilir.<br />
Virüslerin sadece PC tabir edilen bilgisayarlara<br />
bulaştığı yönünde genel bir kanı olsa da bu tamamen<br />
yanlıştır. Server tabir edilen sunucu bilgisayarları<br />
konunun uzmanları tarafından kurulumu<br />
yapıldığından sistem açıklara ve virüslere karşı daha<br />
fazla hassastır. Fakat virüslerin hedef kitlesi bununla<br />
da sınırlı değildir. Günümüzde cep telefonlarında<br />
da işletim sistemlerinin ve değişik yazılımların<br />
kullanılması virüs kodlayan kişiler için yeni bir hedef<br />
kitle oluşturmuş durumdadır.<br />
VİRUSTEN KORUNMA YOLLARI VE ÖNERİLER<br />
74<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
her bilgisayara bu tip virüslerin bulaşması ile bir<br />
anda birçok bilgisayar zarar görmektedir.<br />
VİRUS BULAŞAN BİLGİSAYARLARDA<br />
KARŞILAŞILAN BAZI TEMEL PROBLEMLER<br />
Virüslerin bulaştığı bilgisayarlara verebileceği zarar<br />
türleri;<br />
• Bilgisayarınızda hata ve uyarı mesajları almanıza<br />
neden olabilir.<br />
• Bilgisayarınızı kilitleyerek işlem yapmanızı<br />
engeller.<br />
• Bilgisayarınızda erişmek istediğiniz bir dosyaya<br />
erişiminizi engelleyebilir.<br />
• Dosyalarınızın tamamını ve/veya bir kısmını<br />
kullanılmaz hale getirebilir.<br />
• Bilgisayarınızı kapanmaya zorlayıp tekrar açılamaz<br />
hale getirebilir.<br />
• Bilgisayarınıza yerleşerek durağan kalır ve sizin<br />
yaptığınız işlemlerin veya bilgilerin (internet<br />
• Internet’ten indirdiğiniz her program veya<br />
dosyanın içinde virüs olma ihtimalinin olduğunu göz<br />
ardı etmemeniz gerekir.<br />
• Bilgisayarınıza bir anti virüs programı<br />
yüklemelisiniz. Fakat unutulmamalıdır ki, bu<br />
tarz programları bir sefer kurmak sizi her zaman<br />
virüslere karşı korumaya yeterli olmayacaktır. Anti<br />
virüs programlarının kendi internet sitelerinden<br />
güncellenmek suretiyle, yeni virüs tehditlerine karşı<br />
sürekli güncel tutulmalıdır.<br />
• Tanımadığınız kişilerden gelen ve “.exe”, “.pif ” gibi<br />
uzantılara sahip dosyaları kabul etmeyin ve bu tarz<br />
e-mailleri hemen imha edin.<br />
• Bilgisayar oyunlarının yama tabir edilen<br />
eklentilerinin internet üzerinden aranması<br />
esnasında çekilen dosyaların ve oyun hilelerinin<br />
virüslü olma ihtimali oldukça yüksektir.<br />
• İnternet kullanıcılarının programlara para ödemek<br />
yerine dene sürümü olan programların “crack”<br />
tabir edilen yasadışı eklentilerini eklemek sureti<br />
ile programları tam sürüm olarak kullandıkları<br />
bilinmektedir. Bu tarz dosyalara rağbetin fazla<br />
olması ve bu dosyaların hali hazırda yasa dışı olması<br />
sebebi ile virüs taşıma riskleri oldukça fazladır.<br />
• Bazı virüsler, farklı kişilerin e-mail adreslerini<br />
ve isimlerini kullanarak virüsü yaymaya çalışıyor.<br />
Örneğin, exploit virüsünde açıklandığı gibi,<br />
virüsün bulaştığı bilgisayar hafızasında bulunan<br />
e-posta adreslerine otomatik mail atarak diğer<br />
bilgisayarlara bulaştığı ifade edilmişti. Bu sebepten<br />
bilgisayarınızda, tanıdığınız kişilerden geliyor dahi<br />
olsa gelen bütün e-postaların otomatik kontrol eden<br />
anti virüs programlarının kurulu olmasında fayda<br />
vardır.<br />
• Virüs içeren e-maillerin belirli konuları vardır.<br />
Bunlardan bir kısmı şöyledir : “Your Application,<br />
Your Details, That Movie, Screensaver, Wicked<br />
ScreenSaver ve benzeri’’. Bu tarz konuları içeren<br />
maillerin virüslü olma ihtimali yüksektir.<br />
• Bilgisayarlarda ve değişik uygulamalarda<br />
ihtiyaç duyulacak bir programın bulunduğu web<br />
sayfaları internet üzerinde bulunmaktadır. Bu web<br />
sayfalardan indirilen programların içinde virüs<br />
programlarının olma ihtimali yüksektir. Bu web<br />
sayfalarından indirdiğiniz her program veya dosyaya<br />
şüphe ile bakmalısınız.<br />
• Virüs bulaşan bilgisayarlarda her açılışında<br />
virüs programları da aktif hale geçeceğinden,<br />
bilgisayar içinde daha önceden kurulu bulunan anti<br />
virüs programı da virüslü şekilde çalışacağından<br />
virüsün bertaraf edilmesi imkânsız hale gelir. Bu<br />
sebepten, bilgisayarınızda kurulu bulunan anti<br />
virüs programını kullanarak mutlaka bir anti virüs<br />
açılış disketi oluşturun ve saklayın. Daha sonradan<br />
bilgisayarınıza virüs bulaştığında, daha önceden<br />
oluşturduğunuz bu temiz disketle bilgisayarınızı<br />
açıp makinenizi kurtarabilirsiniz.<br />
KAYNAKLAR :<br />
(1) http://www.tubitak.gov.tr<br />
(2) http://www.hacettepe.edu.tr<br />
75<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
76<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
DİKKAT EKSİKLİĞİ VE<br />
HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU<br />
[ Hazırlayan ] Alev KIZIL | Psikolog<br />
TANIM<br />
Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)<br />
aşırı hareketlilik, kısa dikkat süresi ve dürtüsellik<br />
ile belirgin, okul öncesi çocukluk çağında başlayıp<br />
erişkinlikte de devam edebilen, tedavi edilmediği<br />
takdirde çocuğun sosyal ve psikolojik gelişimini<br />
olumsuz etkileyebilecek bir dikkat bozukluğudur.<br />
Çocukta gelişimsel olarak uygunsuz dikkat,<br />
engellenmeye yönelik denetim eksikliğiyle birleşerek<br />
çoğu kez huzursuzluk olarak kendini gösterir.<br />
(1) Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El<br />
Kitabı-4 (DSM-IV)’e göre tanı koyulabilmesi için<br />
söz konusu belirtilerin en az 6 ay boyunca sürmesi,<br />
en az iki farklı ortamda (ev, işyeri, okul gibi) ortaya<br />
çıkması, 7 yaşından önce belirmesi ve çocuğun<br />
sosyal, akademik işlevselliğini bozuyor olması<br />
gereklidir. (2)<br />
YAYGINLIK<br />
Rakamlar değişebilir olmakla beraber, DEHB’<br />
in yaygınlığının %5 ila %12 arasında olduğu<br />
tahmin edilmektedir. Erkeklerde kızlara oranla<br />
yaklaşık 5 kat daha fazla görülmektedir. Bu<br />
durumun başlıca nedeni olarak kız çocuklarında<br />
DEHB’ in sıklıkla depresyon, kaygı ve dikkatsizlik<br />
ile seyretmesine karşılık, erkeklerde tabloya<br />
yıkıcı davranım bozukluğunun eşlik etmesiyle<br />
bozukluğun daha belirgin ve gözlenebilir hale<br />
geldiği düşünülmektedir. Bu nedenle erkeklerde<br />
hiperaktivite boyutu öne çıkarken kızlarda dikkat<br />
eksikliği daha kolay fark edilir. (3)<br />
OLUŞ NEDENLERİ<br />
Tam olarak bilinmemekle beraber, gen ve<br />
çevre etkileşiminin yine iş başında olduğu<br />
düşünülmektedir. Özellikle dopamin, katekolomin<br />
ve serotonin mekanizmalarını düzenleyen genlerin<br />
etkili olduğu pek çok çalışmada belirtilmiştir.<br />
(4,5,6,7) Dopamin ve nöradrenalin gibi<br />
nörotransmitterler dikkat, yoğunlaşma, uyanıklık,<br />
motivasyon gibi beyin fonksiyonlarını düzenlerler.<br />
DEHB olan çocuklarda söz konusu mekanizmaların<br />
işlevsel olmayan şekilde çalıştığı düşünülmektedir.<br />
Çevresel etmenler ise söyle sıralanabilir:<br />
• Gebelikte sigara kullanımı<br />
• Doğum sırasında ve sonrasında oksijen<br />
yetmezliği<br />
• Doğum travmaları ve komplikasyonları<br />
• Ensefalit ve menenjit<br />
• Kafa travması<br />
• Kurşun zehirlenmesi(4)<br />
Tekrara düşmek pahasına yinelemekte fayda var:<br />
Saydığımız etmenlerin hiçbiri doğrudan tek başına<br />
DEHB’ e yol açmaz.<br />
KLİNİK DEĞERLENDİRME VE TANI SÜRECİ,<br />
ARAÇLARI<br />
DEHB’ i tanılamak klinik bir süreç gerektirir.<br />
Başlıca yöntemler, aile ve çocuk ile görüşme, detaylı<br />
öykü alma ve belirli işlevleri ölçen nöropsikolojik<br />
testlerdir. Aile ile yapılan görüşmede doğum<br />
öncesinden başlanarak DEHB için riski artıracak<br />
durumlar sorgulanır.<br />
Çocuğun her bir gelişim basamağı ile kronolojik<br />
yaşına uygun davranış ve beceri göstermesi<br />
beklenir. Bebeklikte huysuzlukları var mıydı?<br />
Tuvalet eğitimine, yürüme ve konuşmaya ne zaman,<br />
nasıl başladı? Erken çocukluk döneminde oyunu<br />
sürdürememe, bir çizgi filmi sonuna kadar takip<br />
edememe, yerinde duramama, gündüz uykusuna<br />
direnme ve huzursuzluk çıkarma gibi hareketlilik<br />
belirtileri olmuş muydu? (3,8)<br />
Okul öyküsü de tanılama açısından oldukça bilgi<br />
vericidir. Okuma-yazmayı yaşıtlarıyla eş zamanlı<br />
mı öğrendi? Harfleri karıştırma-atlama var mı?<br />
Ödevlerini kendiliğinden yapma davranışı var mı?<br />
Derste sıkılgan ve konuşan bir çocuk mu? Bu türden<br />
sorulara daha güvenilir yanıtlar alınması adına tanı<br />
sürecine çocuğun sınıf öğretmeni dahil edilebilir.<br />
Anne ve babalar sıklıkla öğretmenlerden “Biraz daha<br />
dikkatli olması lazım” uyarısını işitiyor olabilirler.<br />
(3,8)<br />
Nöropsikolojik testler, beynin; dikkat, bellek,<br />
yoğunlaşma, öğrenme, kodlama, problem çözme,<br />
yön bulma, parça-bütün ilişkisi kurma, algı vb.<br />
işlevlerini ölçen bir dizi testi ifade eder. DEHB<br />
tespitinde çocuklara uygulanabilecek faydalı<br />
testlerin başında Bender-Gestalt Motor Algı Testi,<br />
Porteus Labirentleri, Benton Geri Getirme Testi-<br />
Çocuk Formu, Adam Çizme Testi, WISC-R (Çocuklar<br />
için zeka testi) alt ölçekleri gelmektedir. Bazı<br />
testlerde hazır materyal (küplerle desen yapma gibi)<br />
sunulurken bazılarında çocuğun motor performans<br />
adını verdiğimiz el-göz-beyin koordinasyonunu<br />
gözleyebilmek için kalem-kağıtla çizimler yaptırılır.<br />
Yaşına göre; kalem tutuş şekli, çizime nerden<br />
başladığı, kaç dakika sürdüğü, hangi temalarla çizim<br />
yaptığı dikkat alanıyla ilgili bilgi vericidir. Seçici<br />
dikkat, sürdürücü dikkat, bölünmüş dikkat gibi<br />
türleri bulunan dikkat alanlarının işlevlerini ölçen<br />
hazır materyalli testlerde, verilen görevi bitirme<br />
süresi bilgi işlem hızı adı verilen yetiyle doğrudan<br />
bağlantılı olarak değerlendirilir.<br />
BELİRTİLERİ<br />
DEHB’ in gözlemsel belirtileri 3 farklı alt başlıkta<br />
toplanır:<br />
• Dikkatsizlik<br />
1. Ayrıntılara dikkatini veremez. Dikkatsizce farkına<br />
varmaksızın hatalar yapar.<br />
2. Dikkati dış uyaranlarla kolayca dağılır. Ödevleri<br />
ya da verilen görevleri zamanında bitirmekte güçlük<br />
çeker. Oynadığı oyunlarda dikkati dağılır, sık oyun<br />
ve rol değiştirir.<br />
3. Genelde dinlemiyormuş gibi görünür, göz<br />
kontağını koruyamayabilir. Ancak bu aslında<br />
dinlemediği anlamına gelmez.<br />
4. Yoğunlaşma gerektiren işleri yapmayı istemez,<br />
kaçınır hale gelir. Toplumsal işlevin en fazla<br />
zedelendiği odaklardan biri de bu kaçınmacı tavırdır.<br />
5. Sık sık oyuncaklarını, kalemini veya ödev<br />
defterini kaybeder. (3,8)<br />
• Aşırı hareketlilik<br />
1. Sürekli hareket halindedir. Uygunsuz durumlarda<br />
koşuşturabilir, tırmanabilir.<br />
77<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
78<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
2. Sakin biçimde boş zaman geçirme etkinliklerine<br />
katılma ya da oyun oynamada zorlanır.<br />
3. Elleri ayakları kıpır kıpır olur. Hareketsiz durmak<br />
zorlayıcı olabilir. Sınıfta oturduğu yerden sıkça<br />
kalkar.<br />
4. Çok konuşur, sürekli anlatır. (3,8)<br />
• Dürtüsellik<br />
1. Başkaları konuşurken veya bir işle uğraşıyorken<br />
araya girer, engellemek imkansız gibi görünebilir.<br />
2. Sırasını beklemekte güçlük çeker, huysuzlukla<br />
sonuçlanabilir. Örneğin; soru sorulduğunda veya<br />
bildiği bir konu üzerinde konuşulduğunda bitmesini<br />
beklemeksizin yanıtını verir. (3,8)<br />
Eş Tanı ve Ayırıcı Tanı<br />
DEHB, yıkıcı davranım bozukluğu, kişilik<br />
bozuklukları, motor-mental retardasyon, iki uçlu<br />
duygudurum bozuklukları gibi diğer psikiyatrik<br />
bozukluklardan ayrılmalı ve tabloya belirgin bir tıbbi<br />
durum yol açmamalıdır.<br />
TEDAVİLER VE ELEŞTİRİSİ<br />
DEHB tedavisinde, oluş nedenleri göz önünde<br />
tutularak ilaç tedavileri sıklıkla fakat gelişigüzel<br />
reçete edilmektedir. En sık kullanılan metilfenidat<br />
türevi (Ritalin, Concerta, Biphentine, Focalin<br />
gibi) ilaçlardır. Yan etkilerinin fazlalığı nedeniyle<br />
Avrupa’ da terk edilmeye başlanmış bu tür ilaçlar<br />
çocukta başta uykusuzluk olmak üzere huzursuzluk,<br />
sersemlik, kendini tuhaf hissetme, merkezi sinir<br />
sistemi hataları, çarpıntı, iştah azalmasına bağlı kilo<br />
kaybı, disfori, baş ağrısı ve kaygı düzeyinde artışa yol<br />
açabilir. Hızlı salınımlı özellikleri nedeniyle, tedavi<br />
sonlandırıldığında daha önceki DEHB belirtileri<br />
şiddetlenerek gelir, psikostimülan türevi ilaçlar<br />
olduklarından yoksunluk belirtilerine sebebiyet<br />
verir ve ileriki yıllarda alkol madde bağımlılığını<br />
tetikleyebilir. Araştırmacılar ebeveynleri, özellikle<br />
erken yaşlarda reçete edilen DEHB ilaçlarına karşı<br />
uyarmaktadırlar. Okul öncesi çağdaki çocuklarda<br />
şiddetli gelişim bozukluklarına sebebiyet verdiği<br />
yine uyarılar arasındadır. (7,10,11)<br />
Bununla beraber, eğer tavsiye edildiyse,<br />
çocuğunuzun ruh ve beden sağlığı için yan etkileri<br />
hakkında doktordan detaylı bilgi isteyin ve diğer<br />
tedavi seçeneklerini ilaç kullanımından önce<br />
değerlendirin.<br />
Baumqaertel’ in (1999) çalışmasında (5) da belirttiği<br />
gibi; DEHB tedavisinde bugün umut verici gelişmeler<br />
yaşanmıştır. İlk olarak şekerden uzak durulması,<br />
beslenme programlarının düzenlenmesi ve diyete<br />
mutlaka B vitaminlerinin ve magnezyumun<br />
eklenmesi düzenli egzersizlerle birlikte iyi sonuçlar<br />
vermektedir. (9)<br />
Nörogeribildirim (neurofeedback) yöntemleri<br />
sadece bir ayda bile gözlenebilir olumlu davranış<br />
değişiklikleri yaratmaktadır. Nörogeribildirim<br />
özü itibariyle bir dikkat eğitim aracıdır. Beynimiz<br />
nöroplastisite adını verdiğimiz yaşam boyu<br />
öğrenebilme, uyum sağlama ve değişimlenebilme<br />
özelliklerini ifade eden evrimsel bir yetiyle çalışır. Bu<br />
prensipten hareketle programlanan belirli bilgisayar<br />
oyunlarının kontrol konsolları çocuğa bağlanan<br />
elektrotlarla yönetilir. Başa bir kep gibi giyilen<br />
başlık yerleştirildikten sonra, çocuğun yoğunlaşarak<br />
bir arabayı belli parkurlardan geçirmesi gibi<br />
basit görevler verilir. Gözleriyle takip ederek,<br />
kendisini dışarıdaki gereksiz uyaranlara kapatmayı,<br />
yoğunlaşmayı, görevi bitirebilmeyi öğrenir.<br />
Psikoterapi, DEHB tedavilerinde etkin şekilde<br />
kullanılan bir diğer yöntemdir. Bilişsel-davranışçı<br />
psikoterapilerde, istendik davranışın ortaya çıkma<br />
olasılığını artırmak için o davranışın pekiştirilmesi<br />
esastır. Ödül-ceza yöntemleri tutarlı şekilde<br />
uygulanarak, aile aktif olarak sürece katılır. Bu<br />
durumun diğer faydalı etkisi çocuğun sürekli<br />
“problemli” olduğu algısından uzaklaşılması, “günah<br />
keçisi” halinden kurtulmasıdır.<br />
DEHB’ li çocuklarda sıklıkla gözlenen sosyalleşme<br />
alanındaki sıkıntılar aile içerisinden başlanarak<br />
söz konusu psikoterapilerde çözülmeye başlar.<br />
Ana-baba tutumlarının karakteristikleri, DEHB’<br />
li çocuğun davranışının hangi noktalarını nasıl<br />
besliyor sorusu yine bu psikoterapilerde ele alınır.<br />
Örneğin, çocuğun; ödevini bitirmeden çalışma<br />
masasından kalkma, odasını toplamama, eşyalarını<br />
kaybetme gibi davranışlarına ana babanın verdiği<br />
tepkiler aşırı cezalandırıcı, otoriter veya ihmalkar<br />
(görmezden gelerek) ise çocukta psikososyal<br />
gelişim basamaklarında psikolojik rahatsızlıklara<br />
yatkınlık gelişebilir. Söz konusu durum, DEHB’<br />
nin kendisinden olmasa da, çevrenin çocuğun<br />
sendromuna verdiği tepki yoluyla ileriki yaşamda<br />
kendi problemlerini yaratabilir.<br />
Çocuğun DEHB sendromundan ötürü aşırı ilgi<br />
görüyor olması ileriki yaşamında ikincil kazanç adını<br />
verdiğimiz durumları yaratmamalıdır. Bu noktada<br />
aile içerisindeki kısır ve işlevsel olmayan döngüler,<br />
tükenmişlikler, olası suçlayıcı düşünceler ele alınır ve<br />
farkındalık yaratılır.<br />
Bu nedenle, çocuğun gelgitlerini bir ölçüye kadar<br />
makul kabul etmek, aşamadığınızı hissettiğiniz<br />
durumlarda profesyonel psikolojik yardım için<br />
gerekirse aile terapilerini etkin şekilde kullanmak<br />
ailenin duygusal gelişiminin devamı adına önemli bir<br />
adımdır.<br />
SONUÇ<br />
DEHB, dikkatlice (!) ele alınıp tedavi edilmesi<br />
gereken, dürtüsellik aşırı hareketlilik ve dikkat<br />
eksikliği ile kendini erken yaşlardan itibaren<br />
gösteren bir tablodur. Bununla beraber, her<br />
çocuğun bir yetişkin adayı ve ayrı bir birey olduğu,<br />
düşünülerek kendi seçimlerini yapabilecek olgunluk<br />
düzeyine gelene dek, gelişim dönemine uygun<br />
olarak ana baba tarafından desteklenmesi en<br />
çok ihtiyacı olan şeydir. Uygun bir psikososyal<br />
olgunluğa ulaşmak için çocuk önce kendi yaşıtlarıyla<br />
paylaşmayı temel alan arkadaşlık geliştirerek<br />
ergenlik sonunda başkasıyla güçlü bir duygusal<br />
bağ oluşturmak durumundadır. Yine ait olma<br />
duygusunu kazanma, akranlarına belli bir sadakat<br />
ve bağlılık duygusu geliştirme bir çocuğun olumlu<br />
ruhsal gelişiminin olmazsa olmazıdır. Zihinsel<br />
kavram ve becerileri uygun geliştiren çocuğun<br />
yurttaşlık bilinci ve sorumluluğunu kazanabilmek/<br />
üstlenebilmek için gerekli zihinsel devinimleri<br />
etkin kullanacağı öngörülür. Tedavi iyileşme gibi<br />
boyutları fazlasıyla önemseyip çocuğu salt DEHB<br />
olan biri olarak algılayıp bahsedilen basamakların<br />
gelişimini izlememek probleme başka boyutlar<br />
katma riski taşımaktadır. Bu nedenle, yukarıda<br />
anlatılan tedavilerdeki süreçlerde dahi, çocuğun<br />
desteklenmesi, koşulsuz kabul ortamında sevildiğini<br />
hissederek büyümesi hatalarına yönelik sorumluluk<br />
alma duygusunun oluşmasını sağlayan en önemli<br />
katkıdır. Ana-babanın çocuğuna verebileceği en<br />
değerli ve karşılıksız olgu yine sevgi olacaktır.<br />
KAYNAKLAR:<br />
1. Doğangün, B. ve Yavuz M. (2011). Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu,<br />
Türk Pediatri Arşivi Dergisi, 46, 25-28.<br />
2. American Psychiatric Association. (1994). Diagnostic and statistical manual of<br />
mental disorders (4th ed.). DSM-IV. Washington, DC: American Psychiatric Press.<br />
3. Öztürk, O. (2002). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları (9.Basım). Nobel Tıp Kitabevleri:<br />
Ankara.<br />
4. Aldridge, J. E., Meyer, A., Seidler, F. J., & Slotkin, T. A. (2005). Alterations<br />
in central nervous system serotonergic and dopaminergic synaptic activity in<br />
adulthood after prental or neonatal chlorpyrifos exposure. Environmental Health<br />
Perspectives, 113, 1027-1032.<br />
5. Baumqaertel, A. (1999). Alternative and controversial treatments for attention<br />
deficit/hyperactivity disorder. Pediatric Clinics of North America, 46, 977-992.<br />
6. Cramond B. (1994). Attention deficit hyperactivity disorder and creativity: What<br />
is the connection? Journal of Creative Behavior, 28, 193-210.<br />
7. Doyle, A. E., Faraone, S. V., Seidman, L. J., Willcutt, E. G., Nigg, J. T., & Waldman,<br />
I. D., ve ark. (2005). Are endophenotypes based on measures of executive functions<br />
useful for genetic studies of ADHD?<br />
8. Kaplan, B. J. & Sadock, V. (2009). Klinik Psikiyatri El Kitabı. Güneş Tıp<br />
Kitabevleri: Ankara.<br />
9. Lullo, C. & Van Puymbroeck, M. (2006). Sports for children with ADHD:<br />
Recreation can enhance the lives of children with ADHD. Parks and Recreation, 41,<br />
20-25.<br />
10. Cramond B. (1994). Attention deficit hyperactivity disorder and creativity:<br />
What is the connection? Journal of Creative Behavior, 28, 193-210.<br />
11. Cuvelier, M. (2002). Attention-deficit disorders, sleep and substance abuse.<br />
Psychology Today, 35, 26-28.<br />
79<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
80<br />
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE<br />
VE ÇAĞDAŞLAŞMA<br />
[ Hazırlayan ] Ahmet ÖZKURT | Svl. Me.<br />
Atatürkçü düşünce sisteminin ve Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nin dayandığı temel ilkelerden<br />
biri de “çağdaşlaşma” dır. Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nin temeli olan bu kavramı<br />
kısaca ulusu ve ülkeyi çağdaş uygarlık ve<br />
kültür düzeyine çıkarmak olarak tanımlamak<br />
mümkündür.<br />
Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde<br />
çağdaşlaşma; “çağın tutumuna uymak”,<br />
çağdaşlık ise “çağdaş olma durumu” ve<br />
çağdaş “bulunulan çağda olma durumu,<br />
muasır” olarak tanımlanır. Toplumbilimsel<br />
olarak ise çağdaşlaşma; toplumun<br />
yeniden düzenlenmesini, çağın her türlü<br />
gelişmelerinin ışığında yeni bir düzen<br />
kurulmasını, bilimsel bir dünya, insan ve<br />
toplum anlayışının egemen kılınmasını,<br />
çağdaş uygarlık yarışında diğer ülkelerle yarışa<br />
kalkılmasını anlam olarak içermektedir.<br />
Aslında Atatürkçü düşünce sistemi yapısı<br />
gereği çağdaştır ve her türlü gelişmeye açıktır.<br />
Atatürkçülük bir ideoloji ve buna bağlı olarak<br />
doktrin değil, değişen ve gelişen şartlara<br />
ayak uydurabilen bir politikalar bütünüdür.<br />
“Doktrin istemem, donar kalırız. Biz yürüyüş<br />
halindeyiz” sözü aslında bu yaklaşımı dile<br />
getirir. Atatürkçülük, ulusumuzu çağdaş<br />
uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmayı<br />
temel hedef olarak almıştır. Bilindiği gibi,<br />
uygarlık durağan değildir. Aksine sürekli bir<br />
devinim ve gelişim içindedir. Bu bağlamda<br />
Atatürkçülüğün anılan yapısal özelliği hayata<br />
en iyi ayak uydurabilen tavrı gösterir.<br />
Atatürk, çağdaşlaşma konusunda o<br />
dönemde alınacak ölçüt olarak batıyı<br />
görmüş ve göstermiştir. “Memleketimizi<br />
çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün çabamız,<br />
Türkiye’de çağdaş, böylece Batılı bir hükümet<br />
yaratmaktır. Uygarlığa girmek isteyip te<br />
batıya yönelmemiş ulus hangisidir?” diyen<br />
Atatürk böylelikle gerekli hedefi göstermiş<br />
olmaktadır. Ancak, burada önemli bir noktayı<br />
ele almak gerekmektedir. Batılılaşma aslında,<br />
konuya değişik açılardan bakanların yersiz<br />
kuşkulara kapılmalarını önleyici bir kapsama<br />
sahiptir. Burada batılılaşma olarak nitelenen,<br />
gerçek anlamıyla çağdaş dünya uygarlığına<br />
katılmak ve ulusun genel yaşam tarzını çağdaş<br />
olmanın gereklerine uydurarak, çağdaş olarak<br />
nitelendirilebilecek ulusların arasında yer<br />
almaktır. Çünkü yine Atatürk’ün deyişiyle;<br />
“Memleketler çeşitlidir, fakat uygarlık<br />
birdir ve bir ulusun ilerlemesi için de bu tek<br />
uygarlığa katılması gerekir.”<br />
Türk ulusunun önünde duran ve varılması<br />
gereken hedef, çağdaşlaşma ve bağlı olarak<br />
da çağdaş uygarlıktır. Ancak, çağdaş uygarlık<br />
hedefinin ulusun diğer hedeflerinden önemli<br />
bir nitelik farkı bulunmaktadır. O da, bu<br />
hedefin sürekli hareket halinde oluşudur.<br />
Başka bir deyişle, çağdaş uygarlık hedefi bir<br />
kez yakalandığında tam olarak ona ulaşılmış<br />
sayılmaz. Çünkü, eğer yakalanılan noktada<br />
81<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
82<br />
kalınırsa, hedef yapısı gereği kısa sürede<br />
tekrar ileri gidecektir. Bu nedenle onu daima<br />
ve ısrarla izlemek gerekir.<br />
Diğer taraftan, böyle bir hedefi yakalayıp<br />
izlemenin ilk koşulu ise, her şeyden önce<br />
ulusun çağdaş uygarlıktan kopmasına neden<br />
olan engelleri ortadan kaldırmak ve yerlerine<br />
ilerlemeyi hızlandıracak kurum ve yöntemleri<br />
koymaktır. Atatürk işte tam bu noktadan<br />
başlamıştır. Bu nedenle, Türk ulusunu<br />
çağdaş uygarlık hedefine doğru yöneltici ve<br />
bu doğrultuda ilerlemesini sağlayıcı iletişim<br />
devrimi (yazı-dil devrimi) kıyafet devrimi vb.<br />
önlemlerin alınmasını sağlamıştır. Atatürk<br />
böyle bir hedefe ulaşmanın insan ömrü kadar<br />
bir zaman kesitine sığdırılamayacağını da<br />
görmüştür. Ancak, bu hedefin yakalanıp<br />
izlenmesi sürekli bir olay olduğu için, Türk<br />
ulusunun gelecek kuşaklarına bu yolda<br />
izlenmesi gereken yöntemi ise “Efendiler, bu<br />
güne kadar elde ettiğimiz başarı, bize ancak<br />
ilerleme ve uygarlığa doğru bir yol açmıştır.<br />
Yoksa ilerleme ve uygarlığa henüz ulaşmış<br />
değiliz. Bize ve torunlarımıza düşen görev<br />
bu yol üzerinde hiç durmadan ilerlemektir”<br />
şeklinde belirtmiştir.<br />
Atatürk’ün çağdaşlaşma anlayışı devingen bir<br />
yapı içermektedir. Durağan bir bakış açısına<br />
sahip olmayan Atatürkçü düşünce sistemine<br />
göre, ileride bir gün bir başka uygarlık, batı<br />
uygarlığının yerini alırsa, o zaman yeni hedef<br />
hiç kuşkusuz bu yeni uygarlık düzeyine<br />
ulaşmak olacaktır. Çünkü, Atatürk’ün dediği<br />
gibi, “Uygarlığa girmek isteyip de Batı’ya<br />
yönelmemiş ulus hangisidir ?” Başka deyişle,<br />
eğer daha ileride olan bir başka uygarlık söz<br />
konusu olsa, bu kez de o uygarlığa ulaşmak<br />
kaçınılmaz olacaktır. Bu yönüyle bakıldığında,<br />
çağdaşlaşma kavramı çağının gereklerini<br />
en ileri düzeyde yerine getiren uygarlıklarla<br />
paralellik göstermektedir. Bu nedenle<br />
Atatürkçü düşünce sistemi, asıl hedef olarak<br />
mutlak bir biçimde Batı’yı seçmemiş, çağdaş<br />
uygarlığı temel hedef olarak saptamıştır.<br />
Çağdaşlaşma, çağdaş uygarlık düzeyine<br />
ulaşmak ve buna bağlı olarak da çağdaş bir<br />
cumhuriyet kurma ve yerleştirme çabalarına<br />
bağlı olarak ortaya çıkan Batılılaşma olgusu,<br />
beraberinde bazı sorunları da getirmiştir.<br />
Osmanlı İmparatorluğu dönemine<br />
bağlılıklarını sürdüren geleneksel anlayışın<br />
direnmeleri ve diğer bazı kesimlerin<br />
girişimleri, çağdaşlaşma ve çağdaş uygarlık<br />
düzeyi açısından engel olarak ortaya<br />
çıkmışlardır. Ayrıca, Batı kültürünün<br />
temelinde var olan maddeye dayanma ve<br />
bireycilik felsefesi, çoğunlukla bunun tersi<br />
niteliklere sahip olan toplumumuzda bazı<br />
çelişkilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.<br />
Bu noktada ise Atatürkçü düşünce sisteminin<br />
birleştirici ve sentezci yanı yine de ön plana<br />
çıkmaktadır. Eski ile yeni, geleneksel ile<br />
gelişmeci, yobazlık ve açık düşüncelilik bir<br />
potada eritilmiş, gerçekleştirilen devrimlerle<br />
de Türkiye Cumhuriyeti pekişmiştir.<br />
Ancak, yine de bir takım sorunlar ortaya<br />
çıkmıştır. Çağdaşlaşmayı öykünmecilik<br />
olarak anlayanlar, Batılılaşma olgusunu çok<br />
abartılı ele alıp topluma yabancılaşanlar,<br />
birçok yenileşme çabasının halka tam olarak<br />
ulaşmasını dolaylı da olsa engellemiştir.<br />
Atatürkçü cumhuriyetçiliğin temellerinden<br />
birisi olan çağdaşlaşma, 20’nci yüzyılın<br />
önde gelen ve en sağlıklı cumhuriyet<br />
yönetimlerinden birisi durumundaki Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nin kurulmasında temel<br />
etkenlerden birisi olmuştur.<br />
KAYNAKLAR :<br />
1. Suna Kili ; Atatürk Devrimi (Bir Çağdaşlaşma Modeli) Türkiye İş Bankası<br />
Yayınları Ankara 1981<br />
2. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri c.III, s.68.<br />
3. Atatürk Haftası Armağanı, ATASE, 1996, s.29<br />
83<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
ZİYARETLER<br />
VE<br />
ETKİNLİKLER<br />
05 NİSAN<br />
<strong>2012</strong><br />
EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ<br />
SN.VALİ MEHMET KILIÇLAR’IN ZİYARETİ<br />
19 NİSAN<br />
<strong>2012</strong><br />
ANTALYA MİLLETVEKİLİ<br />
SN. M.VECDİ GÖNÜL’ÜN ZİYARETİ<br />
Emniyet Genel Müdürü Sn. Vali Mehmet KILIÇLAR, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret<br />
etmişlerdir.<br />
Antalya Milletvekili Sn. M. Vecdi GÖNÜL, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.<br />
84<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
18 NİSAN<br />
<strong>2012</strong><br />
DENİZ EĞİTİM VE ÖĞRETİM KOMUTANI<br />
TÜMAMİRAL ATİLLA KEZEK’İN ZİYARETİ<br />
20 NİSAN<br />
<strong>2012</strong><br />
SN. IŞIL TAYSEVER’İN<br />
‘‘SOSYAL İLETİŞİM AĞI’’ KONULU KONFERANSI<br />
85<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanı Tümamiral Atilla KEZEK, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i<br />
ziyaret etmişlerdir.<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı Karargahında, Yenilikçi ve Yaratıcı Yönetim Projesi kapsamında Sn. Işıl TAYSEVER<br />
tarafından ‘‘Sosyal İletişim Ağı’’ konulu konferans verilmiştir.
ZİYARETLER<br />
VE<br />
ETKİNLİKLER<br />
14 MAYIS<br />
<strong>2012</strong><br />
LİBYA DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI<br />
TUĞAMİRAL ALİ BUSHNAK VE HEYETİNİN ZİYARETİ<br />
25-27 HAZİRAN<br />
<strong>2012</strong><br />
ROMANYA SINIR POLİSİ GENEL MÜFETTİŞİ I’İNCİ<br />
YARDIMCISI VE HEYETİNİN ZİYARETİ<br />
Libya Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Ali BUSHNAK ve beraberindeki heyet, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral<br />
Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.<br />
Romanya Sınır Polisi Genel Müfettişi 1’inci Yardımcısı Müfettiş Mihai Cristinel BRATAN ve beraberindeki heyet,<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmiştir.<br />
86<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
08 HAZİRAN<br />
<strong>2012</strong><br />
SPOR TURNUVALARI ÖDÜL TÖRENİ<br />
29 HAZİRAN<br />
<strong>2012</strong><br />
SN. BÜYÜKELÇİ ÇAĞATAY ERCİYES’İN ZİYARETİ<br />
87<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı karargahında düzenlenen basketbol, voleybol, tenis ve masa tenisi turnuvalarında dereceye<br />
giren personele ödülleri verilmiştir.<br />
Sayın Büyükelçi Çağatay ERCİYES, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.
ZİYARETLER<br />
VE<br />
ETKİNLİKLER<br />
01-04 TEMMUZ<br />
<strong>2012</strong><br />
GÜRCİSTAN SINIR POLİSİ BAŞKANI I’İNCİ YRD. VE<br />
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI VE HEYETİNİN ZİYARETİ<br />
30 TEMMUZ<br />
<strong>2012</strong><br />
ŞEHİTLERİ ANMA TÖRENİ<br />
88<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Gürcistan Sınır Polisi Başkanı I’inci Yardımcısı ve <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Albay Besik SHENGELIA ve beraberindeki heyet<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.<br />
10 TEMMUZ<br />
<strong>2012</strong><br />
İÇİŞLERİ BAKANI MÜSTEŞARI<br />
SN. SEYFULLAH HACIMÜFTÜOĞLU’NUN ZİYARETİ<br />
30 Temmuz 2005 tarihinde helikopter kazası sonucu şehit olan askeri personeli anmak maksadıyla Şehit Pilot Kd. Ütğm.<br />
Bülent SARIKAYA’nın ailesi tarafından Cebeci Askeri Şehitliğinde düzenlenen törene <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanlığı personeli<br />
de iştirak etmiştir.<br />
31 TEMMUZ<br />
<strong>2012</strong><br />
13’ÜNCÜ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI VE MKEK GENEL MÜDÜRÜ<br />
(E) TÜMAMİRAL İZZET ARTUNÇ’UN ZİYARETİ<br />
89<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
İçişleri Bakanı Müsteşarı Sn. Seyfullah HACIMÜFTÜOĞLU, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret<br />
etmişlerdir.<br />
13’üncü <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı ve MKEK Genel Müdürü (E) Tümamiral İzzet ARTUNÇ, <strong>Sahil</strong> Güvenlik Komutanı<br />
Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.
90<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
SANAT<br />
VE<br />
FOTOĞRAF<br />
DİJİTAL FOTOĞRAFÇILIK<br />
[ Hazırlayan ] Okyay ALTIOK | Svl. Me.<br />
Fotoğraf makineleri:<br />
Yıllar önce dijital fotoğraf makineleri ucuzlayıp,<br />
herkesin alabileceği fiyatlara satılmaya başlayınca,<br />
fotoğrafçılar, ‘fotoğrafçılık ayağa düştü’ diye<br />
tepki göstermişlerdi. Ancak gelişmeler böyle<br />
düşünenler için daha da korkunç bir hal aldı ve o<br />
fotoğraf makinelerinin yerini, daha önce yalnızca<br />
profesyonellerde bulunan Digital Single Lens<br />
Reflex (DSLR) makineler almaya başladı. O kadar<br />
ki kompakt makine fiyatına DSLR makine bulmak<br />
mümkün.<br />
Amacı sadece tatil fotoğrafı çekmekten tutun, yeni<br />
doğacak bebeğini bekleyenlere kadar herkes DSLR<br />
tercih etmeye başladı. Hatta daha eline makine<br />
almayanların ‘ben ürün/düğün/doğum fotoğrafçısı<br />
olacağım ne almalıyım?’ soruları bile geliyor.<br />
Bugün gelinen noktada, durumdan şikayetçi olan<br />
profesyonellerin bile pek şikayetçi olamayacağı bir<br />
pazar oluştu. Makinelerin çok satması ve fotoğrafçı<br />
olmak isteyenlerin sayısının artması, fotoğrafçılık<br />
kurslarının sayısını patlattı. Makinelerin sayısı ve<br />
çeşidi arttı, fiyatlar rekabet nedeniyle daha makul<br />
seviyelere geldi. Bununla beraber artan talep,<br />
aksesuar ve ek ekipmanların da gelmesine ve rahat<br />
bulunmasına sebep oldu.<br />
Uzun lafın kısası, pazar büyüdü. Her ne kadar DSLR<br />
almak mantıklı hale gelmiş olsa da, kompakt, DSLR<br />
benzeri ve Micro 4/3 gibi formatlar da gelişmeye ve<br />
satılmaya devam ediyor. O kadar ki bunların bazıları<br />
giriş seviyesi DSLR’den daha pahalı.<br />
Şu an piyasada satılmakta olan fotoğraf makinesi<br />
modellerini şu şekilde gruplandırabiliriz:<br />
• Kompakt: Küçük boyutlu, küçük algılayıcılı, lensi<br />
değiştirelemeyen rahatlıkla taşınabilir makineler.<br />
• Micro 4/3: Daha büyük boyutlu, daha büyük<br />
algılayıcılı, lensi değiştirilebilen, taşınabilir<br />
makineler.<br />
•DSLR benzeri: Küçük algılayıcılı, DSLR benzeri<br />
büyük gövdeli, süper zoom yapabilen sabit lensli,<br />
taşınabilirliği daha zor olan makineler.<br />
• DSLR: Büyük algılayıcılı, büyük gövdeli, lensi<br />
değiştirilebilen, taşınabilirliği en zor olan makineler<br />
• Özel sınıfta makineler: Birden fazla sınıfın<br />
özelliğini taşıyabilen özel makineler<br />
Kullanıcı talepleri ve ihtiyaçlarına göre fotoğraf<br />
makinelerini kısaca inceleyelim.<br />
1. Amacınız sadece anı fotoğrafı çekmek, ilginç<br />
anları ve aile-arkadaş fotoğrafları çekmek ise,<br />
fotoğraf kalitesi sizin için çok önemli değilse düşük<br />
bir bütçeyle fotoğraf makinesi edinebilirsiniz. Hatta<br />
cep telefonunuzun kamerası bile ilk başta sizin için<br />
yeterli olabilir. Eğer fotoğraf makinesi alacaksanız,<br />
dikkat edeceğiniz noktalar, 10 megapiksel civarında<br />
olması, li-ion yani ince pil ile çalışması, cebinizde<br />
taşınabilir ebatta olmasıdır. Alacağınız makinede<br />
aşağıdaki özelliklerin olmasına dikkat edebilirsiniz.<br />
• 10-12 megapiksel CCD algılayıcı (CMOS ve<br />
arkadan aydınlatma tercih sebebi olur)<br />
• Zoom en fazla 5x<br />
• İnce, li-ion pil kullanımı<br />
• Gömlek cebi boyutu<br />
• Makine içinde Panorama ve HDR özellikleri<br />
• 1280°—720 video<br />
• Görüntü sabitleme sistemi (opsiyonel)<br />
• Video çekerken zoom imkanı<br />
2. Anı fotoğrafı çekeceksiniz ama fotoğraf kalitesi<br />
sizin için önemliyse biraz daha bütçeyi arttırarak<br />
daha özellikli aşağıdaki özelliklere sahip bir fotoğraf<br />
makinesi alabilirsiniz.<br />
• 12-16 megapiksel CMOS arkadan aydınlatmalı<br />
algılayıcı<br />
• Zoom değeri 5x ve üzeri<br />
• İnce, li-ion pil kullanımı<br />
• Gömlek cebi boyutu<br />
• Makine içinde Panorama ve HDR özellikleri<br />
• Kaliteli LCD<br />
• Titreşim engelleme özelliği<br />
• HD video<br />
• Video çekerken zoom imkanı<br />
3. Fotoğraf kalitesinin yüksekliği sizin için önemli,<br />
temel fotoğraf çekim tekniklerini biliyorsanız ve<br />
makinenin kontrollerini kendim de yapabilmek<br />
istiyorum diyorsanız daha gelişmiş ayar sistemine<br />
sahip bir makine tercih etmelisiniz. Sadece otomatik<br />
ayarlarla değil, değiştirilebilen bazı ayarlarla<br />
fotoğraflarınızı çekebilirsiniz.<br />
• 12-16 megapiksel CMOS arkadan aydınlatmalı<br />
algılayıcı<br />
• Zoom değeri 10x ve üzeri<br />
• İnce, li-ion pil kullanımı<br />
• Gömlek cebi boyutu<br />
• Makine içinde Panorama ve HDR özellikleri<br />
• Kaliteli LCD<br />
• Titreşim engelleme özelliği<br />
• HD video<br />
• Video çekerken zoom imkanı<br />
• A ve TV/S modu<br />
• Ek özellikler (3D, GPS gibi )<br />
Su altında fotoğraf çekmek istiyorsanız:<br />
Filmli su geçirmez makinelerin kullanımı hala iyi bir<br />
alternatif olabilir. Oldukça ekonomik bir çözüm ama<br />
dijital olarak piyadada uygun fiyatlı ürünler bulmak<br />
da mümkün. 10 metreye kadar dayanıklı olması ve<br />
geniş açı lens tercih sebebi olabilir.<br />
4. Taşınabilir olmakla birlikte, iyi bir kompakt<br />
makine istiyorsanız bütçenizi yukarı çekmeniz<br />
gerekecektir. Bu makinelerin algılayıcı boyutu<br />
diğer makinelerden biraz daha büyük, yüksek<br />
ISO hassasiyetine sahip bulunmaktalar. Bu<br />
tür bir makinede çok fazla model seçeneği<br />
bulunmamaktadır.<br />
• Büyük algılayıcı<br />
• RAW çekimi (Ham fotoğraf formatıdır.)<br />
• Manuel ve A/TV/S modları<br />
• Dayanıklı gövde<br />
• Hızlı lens<br />
5. Uzak nesneler çekecekseniz, kompakt<br />
makinelerde olmayan büyük yakınlaştırma<br />
oranlarına sahip (örneğin 20x) büyük gövdeli<br />
makineler tercih edilebilir. Bu makinelere DSLR<br />
benzeri makinelerde denilmektedir.<br />
Ayırt edici özelliklere baktığımızda;<br />
• Ele oturan büyük gövde<br />
• Büyük ekran<br />
• CMOS algılayıcı<br />
• Manuel kontroller<br />
• 20-25x arası optik zoom<br />
91<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
SANAT<br />
VE<br />
FOTOĞRAF<br />
92<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
Bu özellikler dışında, algılayıcıların boyutu ufak<br />
kompaktlar ile aynı olduğundan, görüntü kalitesi<br />
aynı olmaktadır.<br />
6. Önceki model tavsiyesinde belirtilen DSLR<br />
benzeri makine sınıfında daha yüksek zoom oranına<br />
ihtiyacınız olacaksa, örneğin doğa fotoğrafları<br />
çekecekseniz aşağıda yazılı özelliklere sahip bir<br />
model alabilirsiniz.<br />
Bu makineler DSLR satın almak istemeyenler için<br />
idealdir. Dolayısıyla özellik ve çekim imkanları<br />
üst düzey. Yukarıdaki listeye ek olarak aşağıdaki<br />
özellikleri aramalısınız.<br />
• Arkadan aydınlatmalı CMOS algılayıcı<br />
• Yüksek kalite dönebilir ekran<br />
• 25-40x arası optik zoom<br />
• Etkili titreşim engelleme sistemi<br />
• Full HD video<br />
• RAW<br />
• GPS<br />
• Ayrı zoom/odak halkası<br />
• Harici mikrofon desteği<br />
• Hazır Panorama ve HDR modları<br />
7. DSLR benzeri makineler kompakt makinelere<br />
yakın algılayıcıya sahip olmalarından dolayı görüntü<br />
kalitesi üst düzeyde değildir. Görüntü kalitesinin<br />
tatminkar olması için daha büyük algılayıcıya<br />
sahip bir model düşünebilirsiniz. Bu durumda<br />
daha büyük algılayıcı, beraberinde daha büyük<br />
gövdeye sahip ve lensleri değişebilen bir makine<br />
modeli almanız gerekecektir. Bu makinelerde süper<br />
zoom miktarlarına ulaşamayacaksınız ama lens<br />
değiştirebildiğiniz için, kaliteli lenslerle fotoğraf<br />
kalitesini algılayıcı haricinde de geliştirmek<br />
mümkün. Ancak lensler ucuz değil.<br />
Micro 4/3 makineler ve özel tasarım fotoğraf<br />
makineleri söz konusu bu sınıfta.<br />
Bu makineler, her ne kadar gövde olarak çok<br />
büyük olmasalar da, takılacak lenslere göre<br />
çanta gerektirecek boyutlarda olabilir. Micro 4/3<br />
makinelerin avantajı, lenslerinin de ufak oluşudur.<br />
Pancake denen lensler sayesinde bir hayli az yer<br />
kaplayan lensler bulunmaktadır.<br />
Micro 4/3 makineler, kompakt makineler<br />
ve DSLR’lar arasında köprü konumundalar.<br />
Algılayıcıları kompaktlardan büyük, DSLR’den<br />
küçük. Dolayısıyla özellikle gece çekimi başarımları<br />
tüm kompaktlardan iyi iken, DSLR kadar iyi<br />
olmamaktadır. Bugünün modern DSLR makineleri,<br />
ISO 3200’de dahi gayet kullanılabilir fotoğraf<br />
üretebiliyorlar. Micro 4/3’lerde de ISO 1600’ü<br />
kullanabiliyorsunuz.<br />
Sırf gece fotoğrafları değil, gündüz çekimlerinde de<br />
renk üretimi oldukça iyi bu makinelerin. Dinamik<br />
aralık konusunda da başarılar. Yani aydınlık ve<br />
karanlık bölgelerde detayları, kompaktlara göre daha<br />
iyi koruyorlar.<br />
8. Eğer tercihiniz yukarıda yazılan makine<br />
modellerinden değilde DSLR türü makine olacaksa<br />
taşıma dezavantajı en başta düşünülmesi gereken<br />
konudur. DSLR benzeri, micro 4/3 makinelerin<br />
çoğu için bir çanta gerekmektedir. Ama hiçbiri yine<br />
de bir DSLR kadar yer tutmadığından, DSLR her<br />
durumda daha büyük bir çanta işgal edecektir. Diğer<br />
sistemlerin lensleri de DSLR lenslerinden gözle<br />
görülür şekilde ufaklar. Yani yanınıza bir set alıp<br />
çıkmak istediğinizde, en büyük ve ağır çanta DSLR’a<br />
ait olacaktır. O yüzden bu bir sorun mu değil mi<br />
diye karar vermelisiniz. Taşıyacağınız yük önemli ise<br />
DSLR almayı düşünmeyin.<br />
İkinci önemli husus lensler. Eğer lens değiştirme<br />
masrafına girilmeyecekse, DSLR almak mantık<br />
dışı olacaktır. DSLR makinelerle birlikte satılan<br />
kit lenslerin kaliteleri maalesef çok yeterli<br />
olmamaktadır.<br />
Dolayısıyla makine kullanıldıkça daha kaliteli bir<br />
lens ihtiyacı ortaya çıkacaktır.<br />
Kit lenslerin malzeme kaliteleri düşüktür. Bu hem<br />
hızlı tozlanma hem de kullanılan ucuz optikler<br />
nedeniyle daha düşük kaliteli fotoğraf üretimine<br />
sebep olur.<br />
Ama hepsinin temel sorunu, sundukları diyafram<br />
değerlerinin f/3.5-5.6 arası olmasıdır. Işık<br />
konusunda 18-55 mm. aralığında bile çabucak<br />
sıkıntıya düşüp, ISO’ değerini yükseltmeye ihtiyaç<br />
duyabilirsiniz.<br />
Yüksek ISO kullanımı fotoğraflarda olmaması<br />
gereken küçük noktalar oluşturur ve kaliteyi<br />
düşürür. Aynı zamanda algılayıcının daha fazla<br />
ısınması ve batarya ömrünün kısalmasına da neden<br />
olacaktır.<br />
Arka planı netsizleştirmeyi (net alan derinliğini<br />
azaltarak arka planı öldürmek) diyafram üzerinden<br />
yapmak istediğiniz kadar iyi sonuç vermeyecektir.<br />
DSLR ile birlikte alacağınız kit lenslerle her tür<br />
fotoğraf çekimini yapılamaz. Örneğin zoom özelliği<br />
yetersiz olduğundan tele objektife, makro için özel<br />
makro lense ihtiyacınız olacaktır. Bunun yanında kit<br />
lensler genelde titreşim engelleme sistemine sahip<br />
olduklarından kolaylık sağlıyorlar.<br />
DSLR makine almaya karar verirseniz çekeceğiniz<br />
konuya göre lens seçimi yapmanız gerekecektir.<br />
Lenslerden kısaca bahsedelim:<br />
• Doğa fotoğrafı çekecekseniz: 70-300 lensler işinizi<br />
görecektir.<br />
• Portre çekecekseniz: 50 mm./1.4 -1.8 diyafram<br />
değerine sahip bir lens ile omuz üzeri portreleri<br />
rahatlıkla çekilebilir. Ama 85 ve 100 mm lensleri de<br />
önerebliriz. Bu tür fotoğraf çekimlerinde çekeceğiniz<br />
kişi ile araya biraz mesafe koymak, çektiğiniz kişiyi<br />
rahatlatacaktır.<br />
• Uzaktan portre ve detay çekimler yapacaksanız:<br />
70-200 lenslere yönelebilirsiniz. Ayrıca titreşim<br />
engelleme bu tip lenslerde çok önemli olabilir.<br />
• Geniş açı çekecekseniz: Ultra geniş açı lensler<br />
almalısınız. Bu lenslerin geniş kısmı 10-11 mm gibi<br />
değerlerdedir.<br />
• Genel kullanım için bir lens istiyorsanız: Bunun<br />
için 17-50 mm aralığını tavsiye edilir, genelde<br />
diyafram değeri de f/2.8 olursa uzun süre lens<br />
değiştirmeye ihtiyacınız olmaz<br />
• Yakın çekim için: Makro lens almalısınız. Bu<br />
lensler genelde sabit odaklıdır. 90, 100 , 105, 150<br />
ve 200 mm gibi değerlerde olabilir. Üzerinde makro<br />
yazan zoom lensler gerçek makro özelliğine sahip<br />
değillerdir. Bu lensler aynı zamanda porte lensi<br />
olmak için uygundur. En keskin lenslerdendir.<br />
• Tek bir lens alıp geziye çıkmak istiyorsanız:<br />
Seyahat lensi denen lens türleri bulunmaktadır.<br />
Bu lensler geniş açıdan başlayıp ciddi tele değerleri<br />
sunarlar. Ancak bu lenslerde diyafram değerleri pek<br />
iyi olmaz dolayısıyla güneş batmaya başladığında<br />
veya loş bir ortamda elde çekim için ISO’yu çok<br />
yükseltmek veya tripod (üç ayak) kullanmak<br />
gerekebilir.<br />
KAYNAKLAR :<br />
1. http://www.bascek.com/Erisim Tarihi: 29.07.<strong>2012</strong><br />
93<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
BERABER EĞLENELİM,<br />
BERABER ÖĞRENELİM<br />
KARİKATÜR<br />
[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | (E) Dz. Kur. Kd. Alb.<br />
TEŞEKKÜR MEKTUPLARI<br />
94<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
95<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong>
BERABER EĞLENELİM,<br />
BERABER ÖĞRENELİM<br />
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?<br />
[ Hazırlayan ] Hidayet ÖZTEKİN | İda. Kd. Üçvş.<br />
ŞİİR<br />
[ Hazırlayan ] Mahmut BAL | Svl. Me.<br />
• Sadece dişi kanaryalar ötebilir.<br />
Bir Baharın Ebemkuşağıyla Süslediği Günün Batımında...<br />
• Tarantulalar 5 yıl aç kalabilirler.<br />
• Sadece dişi sivrisinekler ısırır.<br />
• Filler zıplamayan tek memelidir.<br />
• Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.<br />
• Sığırların dört tane midesi vardır.<br />
O gecelerde...<br />
Ayın aydınlık yarısı gözbebeklerindeyken,<br />
dilimizin altında<br />
söyleyemediğimiz hecelerde,<br />
derdimizi demlerdik<br />
bir güzelle...<br />
96<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
• Kargalar ortalama 120 yıl yaşar.<br />
• Toprak solucanları dondurulduktan sonra oda ısısında tekrar hayata döndürülebilir.<br />
• Ördeğin vakvaklaması yankı yaratmaz ve bu durum açıklanamaz.<br />
• Dünyada insan başına düşen karınca sayısı ortalama bir milyondur.<br />
• Dünyada en derine dalan kuş türü imparator penguenlerdir. Bu kuşlar yiyecek aradıkları sırada<br />
225 m derine dalabilirler ve 18 dakika nefeslerini tutabilirler.<br />
• Bilinen en uzun süre yaşayan Japon balığı 41 yaşında ölmüştür.<br />
• Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.<br />
• Bir insanın damarlarının uzunluğu dünyayı 200 kere dolaşabilir.<br />
• Evinizdeki toz parçacıklarının büyük çoğunluğu ölü deri dokusudur.<br />
• Bir insan günde ortalama 23 bin kere nefes alıp verir.<br />
• Parmak izi gibi herkesin dil izi de farklıdır.<br />
O dizelerde...<br />
Böğrümüze saplanmış öbür yarısı,<br />
karanlık bir hançer gibi<br />
geçerken yüreğimizden,<br />
hasretler çekerdik<br />
bir bedende...<br />
Biz,<br />
o güzelle...<br />
işte o gecelerde,<br />
ayın aydınlık yarısı yıkarken bedenlerimizi<br />
gözlerimizden dökülen dizeleri<br />
doldurup kadehlerimize...<br />
Aşk içerdik<br />
Bir nefeste...<br />
97<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
• Bir çift ayakta 250 bin ter bezi vardır.<br />
• Bilim adamlarına göre IQ’nuz ne kadar yüksekse o kadar çok rüya görürsünüz.<br />
• İnsan uzun süre bir böbrek ve bir akciğer, midesiz, dalaksız yaşayabilir ama karaciğersiz 1 dakika<br />
bile yaşayamaz.
BERABER EĞLENELİM,<br />
BERABER ÖĞRENELİM<br />
BULMACA<br />
[ Hazırlayan ] Servet ALTAN | SG İda. Bçvş.<br />
1<br />
2<br />
3<br />
4<br />
5<br />
6<br />
7<br />
8<br />
9<br />
1 2 3 4 5 6 7 8 9<br />
SOLDAN SAĞA<br />
1. Azık, Yiyecek...Göne, Öl, Rutubet, Yaşlık.... 2. Uzunlamasına olan....<br />
3. Eski Japon hacim ölçüsü... Seçkin, Mutena, Mümtaz.... 4. Çabuk<br />
eriyip dağılan... Ayak.... 5. Nazi polis örgütü... Güzel sanat ... İlkbahar<br />
ve sonbaharda oturulan bahçeli ev.... 6. Merkez... Eski Mısır’da<br />
insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici güç./ Mezopotamya’da<br />
kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi.... 7. İlgi çekici değişik kimse,<br />
Tip... Bir tür reçine./ Çiçeği saran kabuk.... 8. Faiz, Nema, Riba, Güzeşte,<br />
Getiri... Antik bir Japon parası/ Saka Türklerinin ünlü destanı.... 9. Kalın<br />
demir boru ... Ab, Ma/ Kenar süsü... Utanma duygusu, Ar....<br />
YUKARIDAN AŞAĞI<br />
1. Irk karışması.... 2. Gövde heykeli... Cesim, Balaban.... 3. Aydınlık, Işık,<br />
Ziya... Başıboş hayvan sürüsü./ Yüksek kale duvarı.... 4. Boşboğaz....<br />
5. Hastalık anlamında eski sözcük./ Rusça’da ‘‘Evet’’... Gaye, Amaç,<br />
Maksat.... 6. Şey, Nesne...Tanece zencgin bitkisel özüt.... 7. Çivit<br />
anlamında eski sözcük... Koku.... 8. Altınkökü.... 9. Anlaşma, Uyuşma....<br />
SUDOKU<br />
[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda. Kd.Çvş.<br />
98<br />
<strong>Sahil</strong> Güvenlik Dergisi ° Ağustos <strong>2012</strong><br />
ZORLUK<br />
ÇOK ZOR<br />
7 4 3<br />
8 7 6<br />
3 8 5<br />
4 8<br />
5 9 4 7 6 1<br />
8 7<br />
6 8 1<br />
1 7 5<br />
1 6 4<br />
Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart<br />
olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve<br />
her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a<br />
rakamların birer kez yer alması gereklidir.<br />
8 9 6 5 3 4 2 7 1<br />
3 1 2 9 6 7 5 4 8<br />
4 5 7 2 1 8 3 6 9<br />
5 6 4 3 2 9 8 1 7<br />
1 2 8 7 4 5 9 3 6<br />
9 7 3 6 8 1 4 2 5<br />
6 8 9 4 7 2 1 5 3<br />
7 4 1 8 5 3 6 9 2<br />
2 3 5 1 9 6 7 8 4<br />
GEÇEN SAYININ<br />
ÇÖZÜMÜ<br />
DİLBİLGİSİ<br />
GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ<br />
TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM [ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı<br />
sembol<br />
: simge<br />
terapi<br />
: tedavi<br />
sempatik<br />
: sıcakkanlı<br />
trafo<br />
: dönüştürücü<br />
sertifikasyon : onaylama<br />
trend<br />
: eğilim<br />
sorti<br />
: çıkış<br />
ütopik<br />
: hayali<br />
spesifik<br />
: özellikli<br />
valf<br />
: vana<br />
sponsor<br />
: destekleyici<br />
vidanjör : boşaltıcı<br />
süpermarket : büyük mağaza voltaj<br />
: gerilim<br />
1 2 3 4 5 6 7 8 9<br />
1 U K D E K A L<br />
2 T E L U A B F<br />
3 N Ü R B İ A<br />
4 F İ T A K A Z A<br />
5 E Z A Y A S A L<br />
6 K E B D R A İ<br />
7 K L A S İ K Y<br />
8 S A V H İ L E<br />
9 U R A R A R O T