29.11.2014 Views

Odtulu51

Odtulu51

Odtulu51

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ODTÜLÜ<br />

ISSN: 1309 - 2626<br />

SAYI 51 OCAK-ŞUBAT-MART 2014<br />

Spor Nasıl Spor Oldu?<br />

Oyunların, statların, seyircilerin anatomisi<br />

Sporun, Latince disportare’den yani boş zaman işinden<br />

skor ve rekor rakamlarına ulaşma serüveni...<br />

ODTÜ’DEN HABERLER... ODTÜ REKORLARI VE SPOR TOPLULUKLARI... ÇETİN YILMAZ’LA SPOR ÜZERİNE... ODTÜ’LÜLER DÜNYANIN ZİRVESİNDE...


C<br />

M<br />

Y<br />

CY<br />

CMY<br />

K<br />

Kariyer Fuarı ilanı<br />

CM<br />

MY


Sevgili ODTÜ’lüler ve<br />

ODTÜ Dostları,<br />

2014, ODTÜLÜ dergisi için yeni bir<br />

dönemin başlangıcı oldu. Bu yılın ilk<br />

sayısı ile birlikte hem yüzümüzü hem<br />

içeriğimizi yeniledik. Ayrıca bundan<br />

böyle yılda 4 sayı ile karşınızda olacağız.<br />

Bu dönüşümü geçirirken, birkaç kritik<br />

nokta belirlemiştik:<br />

Dünyanın en saygın 60 üniversitesinden<br />

biri olmasının yanı sıra sayılı tasarım<br />

okullarından arasında yer alan ODTÜ’nün<br />

dergisini özel olarak tasarlamalıydık.<br />

Türkiye’nin entelektüel birikiminin<br />

oluşmasına öncülük eden bir<br />

üniversitenin dergisi olarak içeriğimizi<br />

elden geçirmeli, ele aldığımız<br />

her konuya, tıpkı üniversitemizin<br />

geleneğinde olduğu gibi 360 derecelik<br />

bir bakış açısıyla yaklaşmalı, “yeni bir<br />

söz” üretebilmeliydik.<br />

Tıpkı ODTÜ gibi, ODTÜLÜ de bir çekim<br />

merkezi olmalı, farklı alanlarda söz<br />

üretenleri de bir araya getirmeliydi.<br />

Bu bakış açısıyla, her sayımızın, dosya<br />

konusu bağlamında bir “meselesi”<br />

olmalıydı.<br />

İşte bu noktadan çıkarak hazırladığımız<br />

ilk sayımızı elinizde tutuyorsunuz. Bu<br />

sayıda dosya konumuz “Spor”, anahtar<br />

sorumuz ise “Spor nasıl spor oldu?”<br />

ODTÜLÜ, üniversiteden haberlerin yanı<br />

sıra işte bu sorunun etrafına örülen,<br />

farklı kalemlerin sıra dışı bakış açılarını<br />

bir araya getiriyor ve okuyucularını spor<br />

üzerine düşünmeye davet ediyor.<br />

Başta değerli hocamız Prof. Dr. Bilgehan<br />

Ögel olmak üzere ODTÜLÜ Dergisi’ne<br />

daha önce emeği geçmiş herkese<br />

teşekkür ediyor, bir sonraki sayımızda,<br />

bambaşka bir mesele üzerine yine<br />

birlikte düşünmeyi diliyoruz...<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü<br />

İÇİNDEKİLER<br />

02 ODTÜ’DEN HABERLER<br />

14 DOSYA: SPOR NASIL<br />

SPOR OLDU?<br />

Tanıl Bora<br />

20 STADYUM MİMARİSİ VE<br />

SOSYOLOJİK YANSIMASI<br />

Dr. Adnan Aksu<br />

24 OYUN AŞKINA<br />

İsmail Başöz, Turgut Yüksel<br />

28 TÜRKIYE’NİN GÖNÜLSÜZ<br />

SEVDASI: SPOR<br />

Mehmet Ali Çalışkan, Pınar Altun<br />

34 KUSURSUZ İNSAN<br />

TAHAYYÜLÜ<br />

Dr. Adnan Akçay<br />

36 SPORDA BAŞARI<br />

VE DOPİNG<br />

Mesut Nalçakan<br />

40 YENİ SPORUN<br />

YENİ SPORCULARI<br />

Yrd. Doç. Dr. Psikolog Ozanser Uğurlu<br />

Orta Doğu Teknik<br />

Üniversitesi Mezunlarla<br />

İletişim Dergisi<br />

Ocak - Şubat - Mart 2014<br />

Sayı 51<br />

ISSN: 1309 - 2626<br />

“ODTÜLÜ Dergisi, ODTÜ<br />

Kariyer Planlama Merkezi’nin<br />

mali desteği ile yılda dört<br />

kez yayınlanmaktadır.”<br />

Yazışma Adresi<br />

Mezunlarla İletişim<br />

Müdürlüğü<br />

ODTÜ Rektörlük 1.Kat<br />

06800 Ankara<br />

Tel: (0312) 210 71 07<br />

Fax: (0312) 210 13 58<br />

mezun@metu.edu.tr<br />

www.mezun.metu.edu.tr<br />

ODTÜ Adına Sahibi<br />

Prof. Dr. Ahmet Acar<br />

Yazı İşleri Müdürü<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü<br />

Yayın Kurulu<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü<br />

Damla Özlüer (Myra)<br />

Nokta Çelik<br />

Rauf Kösemen (Myra)<br />

Katkıda Bulunanlar<br />

Dr. Aydın Tiryaki<br />

Gökhan Tan<br />

Haluk Mesci<br />

E. Neşe Öztürk<br />

Serpil Savaş<br />

Sinan Kadife<br />

42 SPOR EKONOMİSİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Bülent Anıl<br />

46 BÖYLE BİR SEVMEK<br />

GÖRÜLMEMİŞTİR<br />

Kıvanç Koçak<br />

48 FUTBOL AVRUPA’NIN<br />

ORTAK DİLİ OLABİLİR Mİ?<br />

Röportaj<br />

52 ÇETİN YILMAZ<br />

Röportaj<br />

56 SPOR MU DEĞİL Mİ?<br />

Utku Gökerküçük, Volkan Ağır<br />

58 EVEREST’E İLK TIRMANIŞ<br />

ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu (DKSK)<br />

60 GÖKYÜZÜNDE SÜZÜLMEK<br />

ODTÜ Yamaç Paraşütü Topluluğu<br />

62 ODTÜ REKORLARI<br />

VE SPOR KULÜPLERİ<br />

68 ERDEMLİ’DEN HABERLER<br />

70 KUZEY KIBRIS KAMPUSU<br />

Ufuk Batum<br />

Z. Emir Özer<br />

Koordinasyon<br />

Nokta Çelik<br />

Reklam Sorumlusu<br />

Z. Emir Özer<br />

Yapım<br />

MYRA<br />

www.myra.com.tr<br />

Editör<br />

Turgut Yüksel<br />

Damla Özlüer<br />

Tasarım Danışmanı<br />

Rauf Kösemen<br />

Yayın Tasarımı<br />

Çağlar Atalay<br />

Sayfa Uygulama<br />

Serhan Baykara<br />

Yardımcı Proje<br />

Sorumlusu<br />

Burcu Tunakan<br />

Röportaj Fotoğrafları<br />

Bingül Özcan<br />

Deşifre<br />

Resul Ayaz<br />

Baskı<br />

İmak Ofset<br />

www.imakofset.com.tr


ODTÜLÜ<br />

kısa kısa<br />

ODTÜ’den Haberler<br />

ODTÜ geçtiğimiz dönemi hareketli geçirdi. Etkinliklerin yanı sıra<br />

alınan ödüller üniversiteyi onurlandırdı.<br />

Mart 2013<br />

ODTÜ DÜNYANIN ILK 60 ÜNIVERSITESI<br />

ARASINDA<br />

ODTÜ, Times Higher Education (THE) tarafından<br />

ilan edilen ”World Reputation Rankings 2013”<br />

listesinde dünyanın ilk 60 üniversitesi arasına girdi.<br />

Nisan 2013<br />

ODTÜ TEKNOKENT’E<br />

BIRINCILIK<br />

ODTÜ Teknokent, Bilim, Sanayi<br />

ve Teknoloji Bakanlığı tarafından<br />

ilk kez gerçekleştirilen Teknoloji<br />

Geliştirme Bölgeleri (TGB)<br />

Performans Endeksi’ne göre<br />

32 teknoloji geliştirme bölgesi<br />

arasında, 57.39 puanla birinci oldu.<br />

Ödülü, ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet<br />

Acar; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Eski<br />

Bakanı Nihat Ergün’den aldı.<br />

Mayıs 2013<br />

ODTÜ MEZUNLAR GÜNÜ<br />

2013<br />

Geleneksel ODTÜ Mezunlar Günü,<br />

29 Haziran 2013 Cumartesi günü<br />

yapıldı. Tüm mezunlarımızın<br />

davetli olduğu törende 1963,<br />

1968, 1973, 1983, 1993 ve 2003<br />

yılı mezunlarımıza madalyaları<br />

takdim edildi.<br />

Nisan 2013<br />

ODTÜ’YE A’ DESIGN AWARD’ DAN<br />

12 AYRI ÖDÜL<br />

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi,<br />

Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim<br />

Görevlisi Dr. Hakan Gürsu ve ekibi; Avrupa Birliği’nin<br />

en önemli ve kapsamlı yeni tasarım yarışması<br />

kabul edilen ve tasarımın başkenti Milano’da her yıl<br />

düzenlenen A’ Design Award yarışmasında 12 tasarım<br />

ödülü aldı.<br />

Ekim 2013<br />

GIRIŞIMCI<br />

VE YENILIKÇI<br />

ÜNIVERSITE!<br />

ODTÜ, TÜBİTAK ve ilgili<br />

kuruluşların katılımıyla<br />

hazırlanan Girişimci<br />

ve Yenilikçi Üniversite<br />

endeksinde 136<br />

üniversite arasında 86<br />

puanla 1. sırada yer aldı.<br />

2<br />

ODTÜ’DE GEÇEN DÖNEM


Ekim 2013<br />

12. ODTÜ<br />

ULUSLARARASI<br />

CUMHURIYET KUPASI<br />

ODTÜ Eşli Danslar<br />

Topluluğu organizasyonu<br />

ile her yıl Cumhuriyet<br />

Haftası etkinlikleri<br />

kapsamında<br />

gerçekleştirilen,<br />

Türkiye’nin en büyük<br />

ve tek uluslararası dans<br />

sporu etkinliği olan ODTÜ<br />

Uluslararası Cumhuriyet<br />

Kupası’nın 12.’si bu yıl,<br />

26 Ekim 2013<br />

Cumartesi günü ODTÜ<br />

Spor Merkezi’nde<br />

gerçekleştirildi.<br />

Ekim 2013<br />

Ekim 2013<br />

ODTÜ-İGEM TAKIMI’NA ALTIN MADALYA<br />

ODTÜ Lisansüstü<br />

Programları Tanıtım Günleri<br />

31 Ekim - 1 Kasım 2013<br />

tarihlerinde gerçekleşti.<br />

ODTÜ İstatistik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zeynep Işıl Kalaylıoğlu ile<br />

Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Meral Kence’nin<br />

danışmanlığında ve Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Doç. Dr. Mesut Muyan’ın takım koordinatörlüğündeki METU-Turkey<br />

Takımı; “Bee Subtilis” adlı proje ile; 11-13 Ekim 2013 tarihleri arasında<br />

Fransa’nın Lyon kentinde gerçekleştirilen iGEM (International<br />

Genetically Engineered Machines) Avrupa Şampiyonası’nda altın<br />

madalya kazandı.<br />

Ekim 2013<br />

ODTÜ DÜNYANIN EN İYILERI ARASINDA<br />

ODTÜ, İngiltere merkezli Quacquarelli Symonds<br />

(QS) kuruluşunun hazırladığı “Dünyanın En İyi 800<br />

Üniversitesi” listesinde, 431-440 bandına yükseldi.<br />

ODTÜ, QS tarafından yapılan bilim alanlarına göre<br />

dünya üniversiteleri 2013 yılı sıralamasında da,<br />

toplam 8 bilim alanıyla temsil edilerek, dünyanın<br />

ilk 200 üniversitesi arasına girmişti.<br />

Kasım 2013<br />

YENI FIKIRLER YENI İŞLER 2013 KAZANANLARI<br />

BELLI OLDU<br />

Genç girişimcilerin teknoloji tabanlı projelerini hayata<br />

geçirmesine destek olan Yeni Fikirler Yeni İşler’in 2013 yılı<br />

dönemi görkemli bir final organizasyonu ile tamamlandı.<br />

SAYI 51 3


ODTÜLÜ<br />

HABER<br />

ODTÜ’den Kıpkırmızı Tasarım Başarısı!<br />

ODTÜ, Red Dot Tasarım 2013 Sıralamasında (Red Dot Design Ranking 2013) üniversitelerin yarıştığı Amerika<br />

ve Avrupa bölgeleri için ilan edilen “En Başarılı 15 Tasarım Okulu” arasında 6. sırada yer aldı. ODTÜ,<br />

elde ettiği dereceyle listede dünyanın en ünlü tasarım okullarından olan Pratt Institute (ABD), Royal College of<br />

Art (İngiltere) ve Rhode Island School of Design’ın (ABD) üzerinde yer aldı.<br />

Üniversitelerin son<br />

5 yıl içerisindeki<br />

“Kavramsal<br />

Tasarım” kategorisinde<br />

kazandıkları Red Dot<br />

ödülleri dikkate alınarak<br />

oluşturulan sıralamada,<br />

İsveç’ten bir, Fransa’dan bir,<br />

ABD’den beş, Türkiye’den<br />

bir, Almanya’dan dört,<br />

İngiltere’den iki, Brezilya’dan<br />

bir ve Polonya’dan bir eğitim<br />

kurumu yer alıyor. Red<br />

Dot Tasarım Ödülleri,<br />

1955 yılından beri merkezi<br />

Almanya Essen’de bulunan<br />

Design Zentrum Nordrhein<br />

Westfalen tarafından<br />

veriliyor. Red Dot Design<br />

Ranking, uluslararası ortamda<br />

bilinen en prestijli tasarım<br />

ödül sistemlerinden biri.<br />

ODTÜ’nün bu başarısının<br />

temellerinde geçtiğimiz<br />

yıllarda “Red Dot Award:<br />

Design Concept Best of the<br />

Best” ödülünü alan projeler<br />

var. ODTÜ Endüstri Ürünleri<br />

Tasarımı Bölümü 2009 yılı<br />

mezunu Mehrafza Mirzazad<br />

Barijough “kopan<br />

uzuvlar için acil taşıma<br />

ünitesi” konulu<br />

mezuniyet<br />

projesiyle 2010 yılında “Red<br />

Dot Award: Design Concept<br />

Best of the Best” ödülünü<br />

kazanmıştı. Bu eğitim<br />

projesi, ODTÜ’nün, 2011<br />

yılı Red Dot tasarım<br />

sıralamasında yer almasında<br />

önemli katkı sağlamıştı.<br />

Bu yıl ise, sıralamada 6. olan<br />

ODTÜ’den iki proje ödül<br />

kazandı. 2013’ün Best of<br />

the Best ödülü, RoPo isimli<br />

tasarımı ile ODTÜ Endüstri<br />

Ürünleri Tasarımı Bölümü<br />

öğrencisi Berk İlhan’ın<br />

oldu. Kendi kendine ayakta<br />

durabilen ve asla devrilmeyen<br />

bir fırça-faraş seti olan<br />

RoPo, sıradan fırça-faraş<br />

ikililerindeki yükseklik<br />

“Hayal gücünüzü serbest bırakın!”<br />

ve küçük altlık nedeniyle<br />

oluşan devrilme eğilimini<br />

ortadan kaldırıyor. Berk İlhan,<br />

bu sorunu ortadan kaldırmak<br />

için hacıyatmaz oyuncağından<br />

esinlenmiş ve alta bir su tankı<br />

yerleştirmiş.<br />

2013 ödülüne layık görülen<br />

proje ise yine ODTÜ Endüstri<br />

Ürünleri Tasarımı Bölümü<br />

öğrencisi Adem Önalan’ın Life<br />

Box’ıydı. Life Box,<br />

afetzedelerin barınak ve gıda<br />

gibi temel ihtiyaçlarını, hızlı<br />

ve etkili bir şekilde karşılamak<br />

için tasarlandı ve özellikle,<br />

afet sonrası ulaşılamayan<br />

bölgelere paraşüt ile yardım<br />

gönderme fikri üzerine<br />

kurgulandı. Ürün,<br />

“Henüz 2. sınıf tasarım stüdyosunda verilmiş bir proje<br />

olmasına rağmen bu proje dünyanın en prestijli tasarım<br />

ödüllerinden biri olan Red Dot: Best of the Best’i almamı<br />

sağladı. Ayrıca kazandığım İMMİB ödülü sayesinde aldığım<br />

burs ile New York’ta School of Visual Arts’ta bir tasarım master<br />

programına başladım. Yani bu fırça faraş tasarımı bana önemli<br />

kapıları açmış oldu. Bu başarının arkasında, bu proje sırasında<br />

tasarıma dair bakış açımı değiştirmem yer alıyor. Bu yeni<br />

bakış açısını şöyle özetleyebilirim: Tasarımcı olarak bir ürün<br />

ya da yeni adıyla bir ‘deneyim’ tasarlamaya kalkışıyorsanız<br />

büyük hamleler yapmaktan ya da risk almaktan korkmamanız<br />

gerekiyor. Hayal gücünüzü serbest bıraktığınızda ve özgürce<br />

düşünmeye başladığınızda, önceden kabul edilmiş bazı<br />

kuralları yıkıp yeni fikirler öne sürebiliyorsunuz ve daha<br />

önemlisi yaptığınız işi sevmeye başlıyorsunuz.” Berk İlhan<br />

4<br />

ODTÜ’DEN KIPKIRMIZI TASARIM BAŞARISI!


Life Box afet<br />

bölgelerine<br />

hızla yardım<br />

ulaştırabilmek<br />

amacıyla tasarlandı.<br />

yardım malzemelerini<br />

içerisinde barındıran<br />

ve açıldığında dört<br />

kişilik şişme barınağa<br />

dönüşen bir kutu ile daha<br />

sonra barınağın dış yüzeyi<br />

olarak kullanılan bir<br />

paraşütten oluşuyor.<br />

Ürünün üzerindeki grafik<br />

yönlendirmeler ve bir<br />

dakikadan kısa bir sürede<br />

kurulması, kullanımı<br />

kolaylaştırıyor. Polietilen<br />

köpükten üretilen kutu, çadır<br />

tabanı için konfor ve izolasyon<br />

sağlarken, darbe emen yapısı<br />

ise paraşüt ile havadan<br />

bırakıldığında yardım<br />

malzemelerini koruyor. Life<br />

Box’ın, “air”, “land” ve “water”<br />

olmak üzere, hava ve kara<br />

kullanımı ile suda yüzebilen<br />

üç farklı çeşidi bulunuyor.<br />

Bir Kutunun İçinde Hayat!<br />

“Eski bir afetzede olarak, mezuniyet projemde küresel bir<br />

sorun olan doğal afetler ve afetzedelerin ihtiyaçları<br />

üzerinde çalışmaya karar verdim. Kızılay, Akut ve AFAD<br />

gibi kurumlarda yaptığım araştırmalar ve afetzedelerle<br />

yaptığım röportajlar tutarlı problem tespitleri yapmamı<br />

sağladı. Danışman firmamın da yönlendirmeleriyle Life<br />

Box’ı tasarladım. Mezuniyet sonrası hem hocalarımdan<br />

hem de profesyonellerden aldığım olumlu tepkiler Red Dot<br />

tasarım yarışmasına katılmam için cesaret verdi.<br />

Kazandıktan sonra ise projemi Tokyo Tasarımcılar<br />

Haftası’nda da sergileme imkânı buldum. Tokyo’da çok iyi<br />

geri dönüşler oldu, güçlü bağlantılar kurdum.<br />

Hâlâ Life Box ile ilgilenen kişi ve kurumlardan e-mail’ler<br />

alıyorum. Umarım Life Box gerçeğe dönüşür.”<br />

Adem Önalan<br />

SAYI 51 5


ODTÜLÜ<br />

haber<br />

İstanbul Avrasya Maratonu’nda “ODTÜ için KOŞ!”<br />

ODTÜ’lüler, 35. İstanbul Avrasya Maratonu’nda dayanışma için koştu. Koşu sırasında elde<br />

edilen gelir, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’nce burs olanakları için değerlendirilecek.<br />

koşusunu organize ederek onlarla birlikte<br />

koştu.<br />

ODTÜ mezunları,<br />

çalışanları ve<br />

öğrencileri<br />

İstanbul Avrasya<br />

Maratonu’nda<br />

bir aradaydı.<br />

Haberin içeriğine<br />

katkıları nedeniyle<br />

Baraka dergisine<br />

teşekkür ederiz.<br />

2012 yılında Golden Marathon seviyesine çıkan<br />

İstanbul Maratonu, bu yıl ODTÜ’den kalabalık<br />

bir ekibi ağırladı. 17 Kasım 2013 Pazar günü<br />

maratona katılan ODTÜ’lüler, İstanbul ODTÜ<br />

Mezunları Derneği’nin organizasyonu ile burs<br />

olanakları yaratmak için koştu. Maratona<br />

katılanlar arasında ODTÜ mezunları, öğretim<br />

üyeleri ve öğrencilerinin yanı sıra Rektör Prof.<br />

Dr. Ahmet Acar, Mühendislik Fakültesi Dekanı<br />

Prof. Dr. Uğurhan Akyüz, Rektör Danışmanı<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü de vardı.<br />

Kimi ODTÜ’lünün kırmızı göğüs numarası ile<br />

42 km, kiminin mavi göğüs numarası ile 15 km<br />

kiminin de yeşil göğüs numarası ile 10 km<br />

koştuğu maratonda, bir mezun da engelliler<br />

Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar, maraton<br />

sonrası yaptığı açıklamada “Birliktelik ve<br />

dayanışma duygusu ODTÜ kültürünün önemli<br />

bir parçasıdır. ODTÜ birlikteliği İstanbul<br />

Maratonu’nda da güzel bir ilk yaratmış<br />

ve çeşitli illerden gelen mezunlarımız,<br />

çalışanlarımız ve hocalarımız birlikte<br />

koşmuşlar, sportmence yarışmışlardır. Maddi<br />

desteğe ihtiyacı olan öğrencilerimize sağlanan<br />

burs ve yardımlar ODTÜ dayanışmasının<br />

en güzel örneklerinden biridir. Bu burslar,<br />

ailelerinin güçlükle okuttuğu çok sayıda<br />

ODTÜ öğrencisinin başarısında önemli<br />

rol oynuyor. Bu kapsamda ODTÜ<br />

mezunlarının ODTÜ öğrencilerine<br />

verdiği bursların da özel bir anlamı var.<br />

Mezunlarımızın ve mezun derneklerimizin<br />

bursları, öğrencilerimize ‘mezunlar olarak<br />

yanınızdayız’ mesajını verdiği için manevi<br />

açıdan çok değerli ve yalnız burslu öğrencilere<br />

değil hepimize güç veriyor,” dedi.<br />

ODTÜ mezunlarından Nilüfer Ağırdır (Man ’79)<br />

ise “Bunu saymayız ya da haberimiz olsaydı biz<br />

de koşardık diyenler için, seneye bu çok keyifli<br />

organizasyona ODTÜ camiasının daha geniş<br />

katılımını heyecanla bekliyoruz,” dedi.<br />

Bu sene çok farklı!<br />

Engelli arkadaşlarımızın yaşadıkları zorluklara dikkat<br />

çekmek için başlattığımız bu organizasyon, geçtiğimiz koşuda<br />

beşinci yılına girdi. Üst seviye koşucu arkadaşlarımız engelli<br />

arkadaşlarımızın ekibinde olmaktan duydukları mutluluğu ve<br />

gururu birçok kez dile getirdiler. Bu sene ODTÜ için, çok kısa<br />

bir zaman içinde benzer bir oluşum için bir araya geldik. Bize<br />

ayrı bir gurur yaşatan konuğumuz ise rektörümüz Sayın Ahmet<br />

Acar’dı. Ahmet Hocamız sinerjimizin en üst noktaya ulaşmasını<br />

sağladı. Selçuk Koçum, METE ’92<br />

5 saat 15 dakika okulum için koştum!<br />

Hayatımda hep yapmaya çalıştığım gibi<br />

bu maratonda da “İyilik peşinde koş”maya<br />

çalıştım. 42 km’nin sonunda kendi hayatıma<br />

yeni bir yön kazandırırken, ihtiyacı olan<br />

insanların da hayatlarına dokunabilmek<br />

istedim ve Avrasya Maratonu’nda 5 saat 15<br />

dakika süresince mezun olduğum okulum için<br />

koştum. Sinem Kural, FDE ’08<br />

6<br />

HABER


ODTÜ Geliştirme Vakfı<br />

30. Yaşında<br />

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin<br />

eğitim-öğretim, bilimsel ve teknolojik<br />

araştırma-geliştirme ve topluma hizmet<br />

etkinliklerine ve kurumun ulusal<br />

ve uluslararası tanınırlığına, maddi kaynak<br />

yaratarak katkıda bulunmak amacıyla<br />

1983 yılında kurulan ODTÜ Geliştirme Vakfı<br />

30. yaşını kutladı.<br />

ODTÜ ailesinin, dostları ve sevenlerinden<br />

aldığı maddi ve manevi destekle amaçları<br />

doğrultusunda sürekli büyüyen Vakıf, kamusal<br />

nitelikteki faaliyetleri ile bilimsel, kültürel,<br />

sosyal ve sportif alanlarda destekleyici<br />

çalışmalar ve işbirlikleri de geliştiriyor.<br />

Üniversitenin bilimsel, teknolojik ve<br />

kültürel gelişimine destek olmayı birincil<br />

hedeflerden biri olarak belirleyen Vakıf,<br />

senedinde öngörülen kuruluş hedeflerini<br />

gerçekleştirmek için öncelikle bağlı şirketler<br />

kurarak maddi kaynak yaratmak adına 1983<br />

yılında EBİ (Elektronik Bilgisayar İnşaat<br />

Turizm Yatırım Ticaret ve Sanayi) A.Ş. ve<br />

GÜDAŞ (Gıda Üretim ve Dağıtım Ticaret)<br />

A.Ş.’yi kurdu. Daha sonraki yıllarda Eğitim<br />

Hizmetleri A.Ş., ODTÜ Teknokent Yönetim<br />

A.Ş. Yayıncılık ve İletişim A.Ş. ve son olarak<br />

OTEST (Otomotiv Test ve Taşıt Araştırma<br />

Geliştirme Danışmanlık San. ve Tic.) A.Ş.<br />

kuruldu. Vakıf, bugün faal olan beş şirketle<br />

birlikte bir bütünlük ve dayanışma içinde,<br />

yeni ve değişen gereksinimleri karşılayacak<br />

yaklaşımla büyümeye devam ediyor.<br />

Yıllardır gerek kendi olanakları, gerekse<br />

kurum, kuruluş ve kişiler ile birlikte yaratılan<br />

maddi olanaklar sayesinde, binlerce ODTÜ<br />

öğrencisine karşılıksız burs veren ODTÜ<br />

Geliştirme Vakfı’nın son beş yıl için verdiği<br />

toplam burs tutarı, yaklaşık 5.500.000 TL oldu.<br />

30. Yıla Özel Proje<br />

ODTÜ, üzerinde kurulduğu 40.000 dekarlık kıraç<br />

arazinin ağaçlandırılması amacıyla, 1958’den<br />

beri gerçekleştirdiği ağaçlandırma projeleri<br />

sayesinde Ankara’ya bir orman kazandırmıştı.<br />

Bu geleneği sürdüren ODTÜ Geliştirme Vakfı,<br />

30. yıl etkinlikleri kapsamında ODTÜ 1 ve ODTÜ<br />

3 ormanları içerisinde yer alan bozuk orman<br />

alanları ve ağaçsız bölgelerin ağaçlandırılması<br />

ve rehabilitasyonu amacıyla Bir Ağaç Sizden Bir<br />

Orman Bizden Kampanyası’nı başlatıyor. Proje,<br />

orman varlığını artırmak, şehrin etrafında yeşil<br />

kuşaklar oluşturmak, gelecek nesillere yeşil ve<br />

yaşanabilir bir ülke bırakmak yolunda önemli bir<br />

kilometre taşı olmayı amaçlıyor. Proje kapsamında;<br />

• 256 hektar (2560 dekar) bozuk orman alanının<br />

rehabilite edilerek verimli hale getirilmesi,<br />

• 100 hektar (1000 dekar) ormansız alanın<br />

ağaçlandırılarak orman varlığının artırılması,<br />

• Orman ekolojisinin gelişimi ve korunmasına<br />

katkıda bulunulması,<br />

• Erozyonun önlenmesi,<br />

• Hava kirliliğini önlemeye katkıda bulunulması,<br />

• Gürültü kirliliğini önlemeye katkıda<br />

bulunulması,<br />

• Göl çevresinin estetik görünümüne katkıda<br />

bulunulması,<br />

• Estetik amaçlı yol korumasının sağlanması,<br />

• Doğa yürüyüş alanlarının artırılarak,<br />

iyileştirilmesi hedefleniyor.<br />

Soldan sağa:<br />

Prof. Dr. Ramazan Aydın,<br />

Prof. Dr. Ural Akbulut,<br />

Prof. Dr. Ahmet Acar,<br />

Prof. Dr. Ömer Saatcioğlu<br />

Nasıl destek verebilirsiniz?<br />

• 6056’ya kısa mesaj<br />

(Bir ağaç için bir SMS=10 TL)<br />

• Havale/EFT yoluyla<br />

• Kredi kartıyla online<br />

• Ayrıntılı bilgi için:<br />

biragacsizdenbirormanbizden.org.tr<br />

SAYI 51 7


ODTÜLÜ<br />

TEKNOKENT<br />

Tekno Girişimcilerin Dünyası<br />

X Yazı<br />

UFUK BATUM<br />

ODTÜ Teknokent<br />

Genel Müdür Yardımcısı<br />

Dünyada söz sahibi bir güç olmak isteyen Türkiye’de girişimcilik<br />

ekosistemi hızla gelişmeye başladı. Belki bazı işlerin henüz arzu edilen<br />

derinlikte ve kalitede olduğunu söyleyemeyiz; ancak hem kamunun<br />

hem de özel sektörün önemli katkıları ve çabalarının olduğu biliniyor.<br />

Yatırımcılar iş<br />

fikirlerini hayata<br />

geçirmek<br />

ve var olan işleri<br />

geliştirmek,<br />

büyütmek için<br />

genç beyinlere,<br />

yenilikçi<br />

girişimcilere<br />

ihtiyaç duyar.<br />

Yapılmaya çalışılanların önemli bir<br />

kısmının “özendirici ve yönlendirici<br />

politikalar” olduğunu memnuniyetle<br />

tecrübe ediyoruz. Üniversiteler girişimcilik<br />

ve yenilikçilikleriyle değerlendiriliyor. Endeksler<br />

açıklanıyor, kurumlar arasında hoş bir rekabet<br />

gelişiyor. Herkes daha iyisini yapma peşinde<br />

olduğundan, birbirinden öğrenme ve birbiriyle<br />

işbirliği yapma yolu da açılıyor. İşte burası bence<br />

çok önemli, çünkü Türkiye’de 10 yıldır yaşanan<br />

GSMH artışını sürdürülebilir kılmanın ve “orta<br />

gelir tuzağı”ndan kurtulmanın yolu, gelişen<br />

teknolojiler ve tecrübeler ile üretilen değeri<br />

paylaşmakta yatıyor.<br />

Girişimcilik ekosistemi genişledikçe, bu alanda<br />

faaliyet gösteren kurum ve bireylerin sayısı<br />

arttıkça, Türkiye öğreniyor, gelişiyor, çeşitleniyor.<br />

Bu ekosistemin içinde uzunca bir süredir faaliyet<br />

gösteren bir üniversite ve teknopark olarak yeni<br />

kurulan şirketleri (start-up) ve akademisyen<br />

şirketlerini (spin-off) destekliyoruz. Bu alanda<br />

çeşitli eğitimler, seminerler ve destekler<br />

veriyoruz. Yüzlerce şirketle etkileşim halindeyiz.<br />

Durum böyle olunca bu yeni alanın fotoğrafını<br />

çekmek, belli bir düzeyde durum analizi yapmak<br />

olanaklı hale geliyor. Tabii tek bir köşe yazısında<br />

bütün detayları aktarabilmek pek de mümkün<br />

değil. Ancak yine de özellikle genç girişimcilerde<br />

temelde gördüğümüz ortak (ve sıklıkla yapılan)<br />

hataları sıralamak sanırım yerinde olacaktır.<br />

“İş fikri her şeydir!”<br />

Temel yanlışların başında bu yargı geliyor. Genç<br />

girişimciler iş fikirlerini fazlaca kutsuyor, sonra da<br />

adeta onun esiri oluyor. Durum böyle olunca da<br />

işin gerektirdiği “pivot”lamayı yapamıyorlar.<br />

Dış dünya ve daha da önemlisi piyasalar<br />

(müşteriler, kullanıcılar, dağıtıcılar, rakipler vb.) o<br />

iş fikrini kabul etmeyebiliyor; girişimcinin bu iş<br />

fikrini belli doğrultuda değiştirmesini,<br />

yenilemesini bekliyor. Ama yok, bizim girişimciler<br />

bu konuda tam bir Ortodoks! İlla yola ilk çıktığı iş<br />

fikrini piyasaya dayatacak! Tabii bir de iş fikrini<br />

kimseyle paylaşamama psikolojisi var. Sanki<br />

birileri alıp kaçacak! Çoğu zaman tecrübe ettiğimiz<br />

8<br />

TEKNO GIRIŞIMCILERIN DÜNYASI


şey, doğal olarak iş fikrinin beslenememesi,<br />

gelişememesi, başarılı olamaması! Sonuçta<br />

piyasada birbirini tekrar eden, “ben de” diyen<br />

taklitçiler çoğalıyor; rekabet değer üzerinden<br />

değil, çıplak fiyat üzerinden yapılıyor.<br />

“İş fikrim var, hemen şirket kurayım!”<br />

Girişimcilerimiz ön araştırma, analiz<br />

ve planlama yapmayı pek sevmiyor. Ayrıca<br />

iş fikrini sahada, piyasada küçük çaplı<br />

denemeden, test etmeden, pazar araştırması<br />

yapmadan, en basit bir anketle mevcut veya<br />

potansiyel müşterilere soru sormadan hemen<br />

şirketleşmek ve zenginleşmek istiyorlar. Oysaki<br />

biraz emek verip iş modeli geliştirmeleri, iş planı<br />

yazmaları gerekiyor. Müşteri beklentilerini<br />

çok iyi anlamaları ve gerçek bir ihtiyacı karşılıyor<br />

olmaları gerekiyor. Piyasayı test ettikten,<br />

prototipleri piyasanın kabul edeceği son ürün<br />

haline dönüştürebildikten sonra şirket kurmak,<br />

çoğu zaman daha akıllıca duruyor.<br />

“Önemli olan üründür, teknolojidir; zaten iyi<br />

ürün/hizmet pazarlama gerektirmeden kendi<br />

kendine satar!”<br />

Mazide kalan söylemlerden, yanlış kanaatlerden<br />

biri de ne yazık ki bu. Özellikle mühendislik veya<br />

teknik kökenli girişimcilerde işin AR-GE sürecine<br />

fazla dalıp kolay kolay çıkamama, kendilerini iyi<br />

hissettikleri laboratuvarlarda 3-5 yıl debelenme,<br />

sadece kamu destekleriyle ayakta durmayı<br />

hedefleme ve sonuçta yeni bir ürün çıkartamama<br />

gibi durumlarla sıklıkla karşılaşıyoruz. Hiçbir<br />

kamusal destek olmaması ne kadar yanlışsa,<br />

mevcut desteklerin özensiz kullanılması, adeta<br />

genç girişimcileri afyonlaması, uyuşturması da<br />

bir o kadar yanlış olabiliyor. Ayrıca bu durum<br />

ekonomiye verimsizlik olarak da geri dönebiliyor.<br />

Teknik kökenli girişimciler çoğu zaman<br />

“mükemmel ürünü” arıyor. Bu da gereğinden<br />

uzun bir süre ve finansman gerektiriyor. Kaldı ki<br />

müşteriler belki de o mükemmel ürünün peşinde<br />

değil de, daha sade ve kolay, ücreti de daha<br />

mütevazı bir ürün arıyor olabilir. Bir de<br />

unutmayalım ki “az üreticili çok müşterili” çağ<br />

çoktan kapandı ve rekabette fark atmanın en<br />

önemli yolu “müşteri sadakati” yaratmak oldu.<br />

Girişimcilik gerçekten de<br />

çok disiplinli, farklı<br />

dinamiklerin yer aldığı zor<br />

ama zevkli bir iştir.<br />

Bu nedenle girişimci müşteriyi bulmalı, geliştirmeli<br />

ve onun ihtiyaçlarını çok iyi anlayarak karşılamaya<br />

çalışmalı.<br />

“Takım kurmaya gerek yok, ben her şeyi tek<br />

başıma yaparım!”<br />

Yapamazsın arkadaş; gücün yetmez, paran yetmez,<br />

bilgin yetmez, tecrüben yetmez! Girişimcilik<br />

gerçekten de çok disiplinli, farklı dinamiklerin yer<br />

aldığı zor ama zevkli bir iştir. İyi kurulmuş ve etkin<br />

çalışan bir takımın başarılı olma şansı çok daha<br />

yüksektir.<br />

“Ne yatırımcılara ne de mentorlara güven<br />

olmaz, arkanı döndüğün an iş fikrini çalarlar,<br />

altını oyarlar!”<br />

Genç girişimlerin ve teknoloji tabanlı<br />

start-up’ların büyüme safhalarında pazarlama<br />

bütçesi (sadece pazarlama değil, diğer alanlarda da<br />

olabilir) önemli bir ihtiyaçtır. Bazen bunun için<br />

melek yatırımcı, risk sermayesi gibi<br />

mekanizmalara ihtiyaç olabilir. Şüphesiz ki<br />

işimizin belli alanlarını, püf noktalarını koruma<br />

ihtiyacı varsa tescillerle, patentlerle, faydalı<br />

modellerle korumalıyız. Hatta gerekiyorsa<br />

yatırımcılarla gizlilik anlaşmaları bile<br />

imzalanabilir. Ondan sonra da artık güven<br />

duymaktan başka yapacak bir şey kalmıyor.<br />

Yatırımcılar iş fikirlerini hayata geçirmek<br />

ve var olan işleri geliştirmek, büyütmek için genç<br />

beyinlere, yenilikçi girişimcilere ihtiyaç duyar.<br />

Üniversiteler arasında yapılan Girişimcilik<br />

ve Yenilikçilik Endeksi’nde de Teknoparklar<br />

Endeksi’nde de birinci çıkan ODTÜ’nün<br />

bir mensubu olarak, ülkemizde nitelikli girişimcilik<br />

için büyük bir potansiyel olduğuna inanıyorum.<br />

Yeter ki tecrübeden ve bilgiden yararlanalım,<br />

sıklıkla yapılan hataları tekrarlamayalım.<br />

Türkiye’de<br />

10 yıldır yaşanan<br />

GSMH artışını<br />

sürdürülebilir<br />

kılmanın yolu,<br />

gelişen teknoloji<br />

tecrübeleri ile<br />

üretilen değeri<br />

paylaşmakta<br />

yatıyor.<br />

SAYI 51 9


ODTÜLÜ<br />

haber<br />

Eymir’de Şenlik Var!<br />

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Ankara’ya ODTÜ Ormanı’nı kazandırdığı<br />

Geleneksel Eymir Gölü Şenliği ve Ağaç Dikme Bayramı, 3 Kasım 2013 Pazar günü,<br />

Eymir Gölü’nde yapıldı.<br />

Geleneksel şenlik kapsamında, 25 Ekim<br />

2013 Cuma günü ODTÜ yerleşkesinde<br />

yapılan ağaç dikme etkinliği ile Ekim<br />

ayında 10 binden fazla fidan, ODTÜ arazisine<br />

dikilmiş oldu. Öte yandan, “Bir Ağaç Sizden,<br />

Bir Orman Bizden” kampanyasıyla 300 bin<br />

ağacın ODTÜ ormanına kazandırılması<br />

hedefleniyor.<br />

Kayıkhane bölgesinde düzenlenen şenlikte,<br />

Eymir Gölü, Gölbaşı giriş kapısında yapılan<br />

ağaç dikiminin ardından değişik gösteriler<br />

yapıldı. ODTÜ öğrenci topluluklarından<br />

Capoeira Topluluğu, Eşli Danslar Topluluğu,<br />

Jonglörler Topluluğu ve Türk Halk Bilimleri<br />

Topluluğu’nun gösterilerinden sonra, her yıl<br />

Cumhuriyet Haftası etkinlikleri kapsamında<br />

gerçekleştirilen Cumhuriyet Koşusu ile kürek<br />

yarışı yapıldı.<br />

Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar, ağaç dikimi<br />

öncesinde yaptığı konuşmada; ODTÜ’de ağaç<br />

dikme geleneğinin 52 yıl önce, 1961 yılında<br />

başladığını; ağaç ve doğa sevgisinin ODTÜ<br />

kimliğinin bir parçası olarak bugün de aynı<br />

güçle devam ettiğini belirterek, Türkiye’nin<br />

farklı bölgelerinden gelen ODTÜ’lülere<br />

ve Ankaralı doğaseverlere teşekkür etti.<br />

Şenlik<br />

kapsamında Ekim<br />

ayında 10.000’den<br />

fazla fidan dikildi.<br />

Bugün ODTÜ’nün yarattığı ve koruduğu<br />

tescilli ODTÜ ormanının, Ankaralılar’a temiz<br />

hava, iyileşmiş bir mikroklima ve çok zengin<br />

bir doğa ve ekosistem sunduğunu kaydeden<br />

Rektör Acar, sözlerini şöyle sürdürdü:<br />

“ODTÜ, devraldığı araziyi ve gölü hiçbir şekilde<br />

bir rant aracı, gelir kapısı olarak görmemiştir.<br />

ODTÜ, çorak Ankara bozkırını ormana<br />

10<br />

EYMİR’DE ŞENLİK VAR!


dönüştürerek Eymir Gölü ve çevresini en bakir<br />

haliyle korurken, topluma ve doğaya karşı<br />

duyduğu sorumlulukla hareket etmiştir.”<br />

Eymir Gölü’nün, ODTÜ doğasının,<br />

ekosisteminin ayrılmaz bir parçası olduğunu<br />

vurgulayan Rektör, ODTÜ’nün Eymir Gölü’nün<br />

çarpık yapılaşmaya ve çevre kirliliğine karşı<br />

titizlikle koruduğunu belirterek, bugün<br />

binlerce Ankaralı’nın Eymir’in doğal,<br />

betonlaşmamış, bakir halini tercih ettiğini<br />

vurguladı.<br />

Bazı basın organlarında yer alan, Eymir<br />

Gölü’nün halka kapalı olduğu, ODTÜ’nün<br />

Eymir’den rant elde ettiği ve restoran işlettiği<br />

iddialarının doğru olmadığını açıklayan<br />

Prof. Dr. Acar, Eymir Gölü’nün halka açık<br />

olduğunu, yaya ve bisikletli olarak her zaman<br />

girilebildiğini, Nisan-Kasım aylarının hafta<br />

sonu ve bayram günlerinde, araç trafiğinin<br />

kısıtlandığı saatlerde Rektör olarak kendisi<br />

dahil hiçbir ODTÜ’lünün özel aracı ile göle<br />

girmediğini kaydetti. ODTÜ’nün Eymir<br />

Gölü’nde işlettiği hiçbir restoran olmadığını,<br />

göle gelen Ankaralılar’a hizmet veren<br />

restoranların sayısında, son 15 yıldır<br />

bir artış olmadığını ve yasal olarak alınan<br />

kiranın son derece cüzi olduğunu açıklayan<br />

Rektör; “ODTÜ, Eymir Gölü’nü korumaya,<br />

doğal çevresini ve ortam kalitesini artırmaya<br />

devam edecektir. Bu konuda kesinlikle<br />

kararlıyız,” dedi.<br />

Şenlik<br />

kapsamında<br />

Cumhuriyet<br />

Koşusu ve kürek<br />

yarışları da yapıldı.<br />

SAYI 51 11


ODTÜLÜ<br />

REKTÖRDEN<br />

X Yazı<br />

PROF. DR.<br />

AHMET ACAR<br />

Rektör<br />

Yol inşaatı<br />

nedeniyle<br />

kaybettiğimiz 3.017<br />

ağaç yerine, Ekim<br />

ayından bu yana<br />

kampusun değişik<br />

bölgelerinde<br />

düzenlediğimiz<br />

etkinliklerde<br />

48.000 kadar<br />

yeni fidan diktik. Bu<br />

kapsamda,<br />

3 Kasım Pazar günü<br />

düzenlediğimiz<br />

“Eymir Gölü<br />

Şenliği ve Ağaç<br />

Bayramı”na katılan<br />

10.000’den fazla<br />

ODTÜ’lü<br />

ve doğasever ile<br />

birlikte gerçek bir<br />

şenlik yaşadık.<br />

ODTÜ Ormanı, Eymir<br />

Gölü ve “ODTÜ Yolu”<br />

Değerli ODTÜ’lüler,<br />

ODTÜLÜ Dergisi’nin bu sayısında, “ODTÜ<br />

Ormanı” ve “ODTÜ Eymir Gölü” konularındaki<br />

duyarlılıklarımıza ve 2013 yılının Sonbahar<br />

aylarında Üniversitemizin ve ülkemizin<br />

gündeminde önemli yer tutan “Yol” tartışmasına<br />

değinmek istiyorum. “ODTÜ Ormanı”, herhangi<br />

bir yeşil alan değildir; boş bir bozkır yıllarca<br />

emek verilerek yeşertilmiştir. Bugün “Ankara’nın<br />

akciğeri” olarak tanımlanan ODTÜ Ormanı, bize<br />

geçmiş kuşaklardan emanettir ve onu geliştirerek<br />

geleceğe taşımak görevimizdir.<br />

Yaklaşık otuz yıl önce Anadolu Bulvarı’nın<br />

devamı niteliğindeki yolun ODTÜ arazisinin<br />

sınır bölgesinden geçmesi gündeme geldiğinde,<br />

Üniversitemiz aynı toplumsal sorumluluk<br />

duygusuyla, yine Ankaralılar’ın ihtiyaçlarını<br />

düşünerek bu güzergaha onay vermiştir. Son<br />

yirmi yıl içinde kabul edilen ve en son olarak 2013<br />

yılında hazırlanan imar planlarının tümünde,<br />

ODTÜ söz konusu yol projesine iyi niyet<br />

ve sorumlulukla yaklaşmış, her aşamada kamu<br />

yararını gözeterek bu güzergaha onay vermeyi<br />

sürdürmüştür. Ancak, yol yapımının ertelendiği<br />

yirmi yıl içinde güzergahın ODTÜ arazisi<br />

dışındaki bölümünde mahalleler kurulmuş,<br />

yoğun yapılaşma olmuştur. Geçtiğimiz yılın bahar<br />

aylarında Çiğdem ve 100. Yıl mahallelerinde<br />

başlayan yol inşaatına karşı tepkiler ortaya<br />

çıktığında, sorunun güç kullanarak değil, taraflar<br />

arasında hukuka bağlı kalınarak, diyalogla<br />

ve proje değişiklikleriyle çözülmesini savunduk.<br />

Konunun kamuoyunda anlaşılması ve sorunun<br />

bir demokratik topluma yakışacak şekilde katılım<br />

ve uzlaşma ile çözülmesi için elimizden gelen<br />

gayreti gösterdik. Ancak, protestoların yer yer<br />

şiddete dönüşmesi ve protestoculara karşı aşırı<br />

güç kullanılması önlenemedi. Belediye ekiplerinin<br />

yasal süreci beklemeksizin, Bayram tatilinin son<br />

günü olan 18 Ekim günü, bir gece baskınıyla ODTÜ<br />

arazisine girmesi, ülkemizde yasaların, demokrasi<br />

ve meşruiyet anlayışının ne kadar tartışmalı<br />

olduğunu gösterdi. Son yirmi yıldır ODTÜ imar<br />

planlarında yer alan bir yolun açılması için; gerekli<br />

yasal süreç beklenmeden bir baskınla yerleşkeye<br />

girilmesi ve bazıları nakledilecek 3.000’den fazla<br />

ağacın belediye ekipleri tarafından bir gecede yok<br />

edilmesi, başta ODTÜ’lüler ve doğaseverler olmak<br />

üzere çok geniş toplum kesimlerinin tepkisine<br />

neden oldu. Bu kabul edilemez hukuksuz müdahale<br />

hakkında Üniversitemiz tarafından başlatılan idari<br />

ve adli işlemler sürmektedir. ODTÜ, tüm yasal,<br />

meşru zeminlerde haklarını savunacak<br />

ve konunun takipçisi olacaktır.<br />

Sevgili ODTÜ’lüler,<br />

Bu son olayla birlikte, ODTÜ Ormanı’nı, Eymir<br />

Gölü’nü ve doğayı korumamızın önemi ve gereği<br />

daha da hissedilir hale geldi. ODTÜ’lüler<br />

ve doğaseverler bu süreçte hep yanımızda oldu.<br />

ODTÜ Ormanı’na destek vermek isteyen<br />

ve özellikle ağaçlandırma şenliklerimize katılma<br />

olanağı bulamayan ODTÜ’lülerin sevinecekleri<br />

güzel bir haberim var. ODTÜ Geliştirme Vakfı<br />

işbirliği ile 300.000 fidan dikme hedefiyle<br />

bir ağaçlandırma kampanyası başlatıyoruz.<br />

Tüm ODTÜ’lüler, internet üzerinden, SMS<br />

ve banka havalesi ile verdikleri desteklerle<br />

yurt içinden ve yurt dışından “Bir Ağaç Sizden,<br />

Bir Orman Bizden” kampanyasına katılabilecekler.<br />

Vereceğiniz desteklerle sağlanan fidanların<br />

dikildiği etkinliklerde davetlimiz olacaksınız;<br />

fidanları katılabilenlerle birlikte dikeceğiz.<br />

ODTÜ öğrencileri, mensupları, mezunları ve tüm<br />

doğaseverlerle birlikte ODTÜ Ormanı’na, Eymir<br />

Gölü’ne ve doğaya sahip çıkmaya devam edeceğiz.<br />

En iyi dilek, sevgi ve saygılarımla.<br />

12<br />

ODTÜ ORMANI, EYMIR GÖLÜ VE “ODTÜ YOLU”


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Yazı<br />

TANIL BORA<br />

Spor<br />

Nasıl<br />

Spor<br />

Oldu?


Sporun, Latince disportare’den yani kafayı<br />

dağıtmak, dağılmak’tan yani boş zaman<br />

işinden, sanayileşme-kapitalistleşme<br />

ve milliyetçilik-militarizm ikilisinin kol kola<br />

girerek bu eylemin neredeyse aslı esası<br />

haline gelen skor ve rekor rakamlarına<br />

ulaşma serüveni...


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

erkekler yıllarca<br />

birkaç meraklının oluşturduğu<br />

“İngiltere’de<br />

küçük çemberin ortasında çıplak<br />

yumruklarıyla birbirlerinin kemiklerini<br />

kırdılar ama hiçbir zaman spor denmedi buna;<br />

ta ki boks eldiveni icat edilip de bu seyirlik<br />

oyunu on beş raunda kadar uzatmaya ve böylece<br />

piyasaya uygun bir düzenlemeye kavuşturmaya<br />

imkân verene kadar. İnsanlar yüz yıllarca sürat<br />

ve mukavemet koşucusu, atlayıcı ve binici<br />

olarak kendilerini gösterdiler ama hep ‘cambaz,<br />

soytarı’ olarak kaldılar, çünkü seyircileri sportif<br />

bir şekilde ‘örgütlenmiş’ değildi.”<br />

Niteliksiz Adam’da 20. yüzyıl edebiyatının<br />

klasiklerinden olan Avusturyalı romancı Robert<br />

Musil, 1931’de yazmış bu cümleleri. Modern<br />

çağda sporun doğuşunun ne kadar özlü bir<br />

anlatımı, değil mi! Evet, insanlar doğrulup<br />

iki ayakları üzerinde durmazdan,<br />

yani homo erectus olmazdan<br />

önce bile atlıyor, zıplıyor, belki<br />

bir şeyler de<br />

fırlatıyorlardı.<br />

Bedensel<br />

hareketlerinde<br />

ustalaştıkça,<br />

evet, bunları<br />

teşhir etmeye,<br />

becerilerini birbirleriyle<br />

yarıştırmaya da yöneldiler;<br />

ama “arkadaş arasında”<br />

ya da bir dar muhit içinde<br />

yapılıyordu bu. Dar muhit<br />

derken, soyluların seçkin<br />

çevresinde de olabilir, Musil’in<br />

bahsettiği gibi işçi sınıfından<br />

erkekler arasında da…<br />

Modern zamanlar öncesinde,<br />

spora benzer etkinliklerin<br />

ayrı bir faaliyet olarak<br />

örgütlenmesinin örneklerini<br />

de biliyoruz. İlk akla gelen,<br />

Eski Yunan’daki antik<br />

olimpiyatlardır. Bu, ruh-beden<br />

bütünlüğünü ve bunun “güzelliğini”<br />

teşhir eden bir kamusal etkinlikti. Yarışmacıları<br />

tasvir eden ve öven edebiyat da bu etkinliğin<br />

bir parçasıydı; hatta bazı araştırmacılar, şiirin<br />

doğuşunu, kahramanların yanı sıra sporculara<br />

duyulan hayranlığı işleyen övgü geleneğine<br />

dayandırırlar. Antik olimpiyatlar, spor<br />

felsefesinin temel sorularının da kaynağıdır:<br />

Arete mi, Agon mu? Yani, yetkinleşme<br />

çabası mı, yarışma mı? İnsanın kendini<br />

geliştirme, yüceltme azmi mi, rakibi alt etmek<br />

mi? Platon’un biçimlendirici, nizam verici,<br />

disipline edici oyun anlayışı ile Aristoteles’in<br />

bir eylemin anlatısına dahil olarak deneyimi<br />

genişletmeye dayalı oyun anlayışı da rekabet<br />

ederler, antik olimpiyat sahnesinde.<br />

Modern öncesi spor örgütlenmelerinin bir<br />

başka tarihsel örneği, Roma’nın gladyatör<br />

dövüşleri ve Bizans’ın araba yarışlarıdır. Her<br />

ikisi de kitlesel seyirliklerdir; iktidarların<br />

ahaliyi coşturup “eğleme” kabiliyetlerini<br />

geliştirmesine yaramışlardır.<br />

Bir başka örnek, ortaçağda Avrupa’nın birçok<br />

ülkesinde oynanan halk futboludur. İki köy<br />

veya iki mahalle ahalisinin cümbür cemaat<br />

bir topu ötekinin kalesinden içeri sokmaya<br />

çalıştığı, tekme yumruk saymadan saatlerce<br />

sürdürülen bu oyun, bir nevi karnavaldır. Halka<br />

ayda yılda bir serbestçe “azma” fırsatı sağlar.<br />

Modern sporun ruhuna bu gelenekten de bir<br />

soluk üflenmiştir.<br />

Spor kelimesi, Latince disportare’den geliyor:<br />

Kafayı dağıtmak, dağılmak demek. Yani<br />

boş zaman işidir. Nitekim modern sporun<br />

tohumları, 17. yüzyılda İngiltere’de okullar<br />

çevresinde atıldı. Boş vakitlerinde beden<br />

hareketleriyle uğraşan öğrenciler<br />

ve öğretmenleri, ilk spor kulüplerini kurdular.<br />

Bu spor kulüpleri, 18. yüzyılda sadece beden<br />

eğitimi ve jimnastikle meşguldüler. Yarışma,<br />

rekabet içermeyen, ölçüm yapılmayan, derece<br />

verilmeyen, soylu ve burjuva muhitlere mahsus<br />

bir faaliyetti. Kıta Avrupası’nda ise spor<br />

deyince, 19. yüzyılın ortalarına kadar, at yarışı,<br />

avcılık ve kürek çekmek anlaşılıyordu.<br />

16<br />

SPOR NASIL SPOR OLDU?


Spor bir<br />

seyirlik olarak<br />

örgütlendikçe,<br />

eğlence ve kültür<br />

endüstrisinin<br />

gitgide büyüyen<br />

bir sektörü haline<br />

geldi.<br />

Sporun örgütlenmesini, ayrı bir toplumsal<br />

faaliyet alanı olarak ayrışmasını<br />

ve yaygınlaşmasını sağlayan, sanayileşmekapitalistleşme<br />

ve milliyetçilik-militarizm<br />

ikilileri oldu. Sportif faaliyetler, nüfusu<br />

sanayileşmeye uygun bir şekilde disipline<br />

etmeye yarıyordu. Hem bedenleri verimli<br />

ve güçlü kılmaya, hem hareket<br />

koordinasyonunu geliştirmeye katkısı vardı.<br />

Takım sporları, sanayi emeğinin gerektirdiği<br />

işbölümlü çalışmanın bir mecazı gibiydi. Spor<br />

faaliyetleri, kapitalizmin standartlaştırıcı<br />

ve nicelleştirerek rasyonelleştirici mantığının<br />

sirayet etmesine de çok uygundu; böylece skor<br />

ve rekor rakamları, giderek sporun neredeyse<br />

aslı esası haline geldiler. Bugün birçok<br />

“sporsever”, performansın estetik tecrübesine<br />

falan değil neticesine, skoruna meraklıdır.<br />

Spor aynı zamanda bir seyirlik olarak<br />

örgütlendikçe, eğlence ve kültür endüstrisinin<br />

gitgide büyüyen bir sektörü haline geldi.<br />

20. yüzyıl boyunca boş zaman arttıkça ve kitle<br />

iletişim araçları geliştikçe, sporun kapladığı<br />

alan da genişledi. Birçok beden hareketi<br />

ve oyun sporlaştırıldı. 1891’de basketbol,<br />

1892’de hentbol, 1895’te voleybol icat edildi.<br />

Spor yönetimleri, bugüne kadar, her branşın<br />

yarışmacı ve seyirlik yanını geliştirmek<br />

için tetiktedirler. Mesela geçen sene, antik<br />

olimpiyatların bileşenlerinden biri olan<br />

güreşin, artık “sıkıcı” göründüğü için olimpiyat<br />

programından çıkarılması gündeme geldi,<br />

tartışıldı. Son yıllarda medya bu bakımdan<br />

gittikçe daha fazla söz sahibi oluyor, kurallara<br />

ve organizasyonlara müdahale ediyor.<br />

Spor, cezbettiği seyirci kitlesiyle, medyada<br />

kapladığı yerle, reklam yatırımlarıyla, bahis<br />

oyunlarıyla, kılık kıyafetleriyle iştahlı bir<br />

endüstriye dönüştükçe, sporcular da giderek<br />

daha fazla profesyonelleştiler. Sporculuk,<br />

SAYI 51 17


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Mahalle arasında<br />

oynanan futbol<br />

ile bir eğlence<br />

endüstrisi olan<br />

profesyonel futbol<br />

aynı sayılabilr mi?<br />

bir meslek seçeneğine, özellikle yoksullar için<br />

(tabii büyük kitle içinde birkaç olağanüstü<br />

yetenekli ve aynı zamanda talihliye nasip<br />

olan) bir sınıf atlama fırsatına dönüştü.<br />

Profesyonelliğin artması, rekabet<br />

ve performans baskısını tetikledi; psişik baskı,<br />

aşırı yükleme ve doping, “elit” sporcuların<br />

sağlığını tehdit edecek noktaya geldi.<br />

Gladyatörleri hatırlatan bir durum!<br />

Spor müsabakalarını izlemek için hayranlık<br />

ve heyecanla seferber olan seyirci kitlelerinin,<br />

piyasayla ve iktidarlarla beraber, milliyetçiliğin<br />

de ilgisini çekmesi kaçınılmazdı. Milliyetçi<br />

ideoloji, 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl<br />

ortalarına kadar, sporu, “topyekûn savaş”<br />

konseptine uygun bir milli bünye yaratmanın<br />

aleti olarak gördü. Askerlikle beden eğitimi,<br />

iç içeydiler. 20. yüzyılın ikinci yarısında<br />

milliyetçilik açısından sporun daha çok seyirlik<br />

yanı işlevsel hale geldi. Spor yarışmaları,<br />

halkı millî ruhla seferber etmenin, millî<br />

böbürlenme ve rekabetlerin hem teşhir sahası<br />

hem jeneratörü oldu. (Ülkelere göre madalya<br />

sıralamasının, Nazi Almanyası’nın düzenlediği<br />

1936 Berlin Olimpiyatları’nda başladığını<br />

bilir miydiniz?) Burada da Bizans’ta araba<br />

yarışlarında “Maviler” ve “Yeşiller” takımlarının<br />

birbirlerine ölümüne husumet besleyen<br />

taraftarları geliyor akla. Sporun, özellikle<br />

futbolun, sadece ulusal kimlikler arasında<br />

Ortaçağ Avrupası’nda<br />

halk futbolu, iki<br />

köy veya mahalle<br />

ahalisinin cümbür<br />

cemaat, bir topu<br />

ötekinin kalesine<br />

sokmaya çalıştığı<br />

bir nevi karnavaldır.<br />

değil, kulüplerin taraftarları arasında da sert<br />

husumetlerin jeneratörü olabildiğini biliyoruz.<br />

Bu husumetlerin zaman zaman, kâh etno-dinsel<br />

kâh politik ve sınıfsal husumetlerin temsilini<br />

üstlendiğini de biliyoruz. Ortaçağ halk futbolu<br />

geleneğini hatırlatmıyor mu biraz?<br />

Sporun hayatın içindeki “öylesine” bir etkinlik<br />

olmaktan ayrılıp müstakil olarak örgütlenmesi,<br />

modern çağın ve kapitalizmin icadı değil. Bazı<br />

tarihsel örneklerde, bu icadın eski çağlardaki<br />

bazı safhalarını hatırlatmaya çalıştık. Bir insan<br />

etkinliğinin “doğal” biçimde yapılmaktan çıkıp<br />

bir düzenleme içinde yürütülür olması<br />

ve üzerine düşünülen bir “konu” haline gelmesi,<br />

onun yetkinleşmesinin ve genelde medenileşme<br />

sürecinin bir parçasıdır. Kapitalizm, elbette<br />

bu sürece kendi damgasını vurdu. Spor<br />

örgütlenmesinin tarihsel tecrübelerini de<br />

kullanarak, dönüştürerek, bu alana kendi<br />

suretinde nizam verdi, veriyor. Yani öncelikle<br />

bir business olarak…<br />

Ama unutmayın, başka bir spor anlayışı, başka<br />

bir spor ruhu, yine de çatlaklardan sızar ara ara.<br />

Hem tarihin 90 dakikasının sona erdiğini, son<br />

setinin oynandığını, finiş çizgisinin geçildiğini<br />

kim söyleyebilir? Zamanlar değişir, toplumlar<br />

değişir, spor da değişir. Antik olimpiyatlara<br />

kadar izini sürebileceğimiz bir spor felsefesi<br />

baki kalmak üzere…<br />

18<br />

SPOR NASIL SPOR OLDU?


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Günümüzde spor,<br />

toplumların<br />

gelişmesinde<br />

giderek artan<br />

bir önem taşıyor.<br />

Bu artış içinde<br />

sporun eylem<br />

olarak içerdiği<br />

anlam da<br />

çeşitlilikler<br />

gösteriyor.<br />

Stadyum Mimarisi<br />

ve Sosyolojik Yansıması<br />

X Yazı<br />

DR. ADNAN AKSU<br />

G.Ü. Mimarlık Fakültesi<br />

Mimar<br />

Dr. Adnan Aksu, en popüler eylemlerimizden olan sporu ve onun<br />

etkinlik olarak mekanını oluşturan stadyumları, yaygın kabuller<br />

üzerinden sorular sorarak ODTÜLÜ okuyucuları için değerlendirdi.<br />

Spor Yararlı mıdır?<br />

Beden kültürel bir eylem<br />

olarak spor, her kültürde<br />

saygın bir algıya sahiptir.<br />

Bu algı, bireyleri cezbeder<br />

ve eylem olarak spor gündelik<br />

hayatın vazgeçilmezleri<br />

arasında önemli bir yer tutar.<br />

Buna rağmen, etkinlik<br />

bağlamında<br />

değerlendirildiğinde,<br />

çok değişken ve çelişkili<br />

içeriklerle kuşatılmış bir olguya<br />

dönüşür. Etkinlik olarak spor<br />

bireysel yapısından uzaklaşarak<br />

toplumsal bir içerik kazanır<br />

ve her toplumsal olguda var olan<br />

çelişkileri bünyesinde<br />

barındırır. Giderek eylemin<br />

doğasından uzaklaşan, biraz da<br />

tanımlanması güç bir anlam<br />

kaymasıyla karşı karşıyayız.<br />

Antik Yunan döneminde barışın<br />

ve kardeşliğin tesis edilmesi<br />

için düzenlenen ilk etkinlikler,<br />

artan oranlarla, politik<br />

ve sermaye gruplarının tekeline<br />

doğru kayıyor. Bu kayma, beden<br />

kültürel eylemi gösteri<br />

etkinliğine dönüştürüyor<br />

ve seyirlik bir etkinliğin<br />

içeriğindeki değişimlerin tüm<br />

göstergelerini sunuyor. Spor<br />

etkinlikleri artık tamamen<br />

gösteri içerikli ele alınıyor<br />

ve boş zaman etkinliğinden,<br />

oynayan ve organize eden için<br />

iş, izleyen için ise eğlencelik<br />

20<br />

STADYUM MIMARISI VE SOSYOLOJIK YANSIMASI


ir tüketim gösterisine<br />

dönüşüyor. Özellikle az gelişmiş<br />

ve gelişmekte olan ülkelerde<br />

karşılaşılan, kültürün<br />

özgüvenini kaybettiği<br />

konumlarda, hızla başka<br />

araçların devreye girdiği. Kültür<br />

üretemeyen topluluk kendini<br />

kanıtlamak için aşırı gayret<br />

içinde göstergelere tutunuyor.<br />

Spor da bunun önemli bir ayağı<br />

olarak rol alıyor. “Herkes için<br />

spor” yaklaşımının modası<br />

geçeli çok oldu. Şimdi “gösterge<br />

olarak spor” zamanı; spor<br />

ve boş zaman arasındaki sınır,<br />

giderek bulanık bir şekil almaya<br />

başladı.<br />

Stadyumlar Niçin<br />

İnşa Edilir?<br />

Sporun doğasından uzaklaşan<br />

anlam kayması, etkinliğin<br />

sahnesi olan mekanlarda da<br />

kaçınılmaz olarak kendisini<br />

gösteriyor. Stadyumlar da<br />

bu anlayışın sahneleri olarak<br />

sporu, -özellikle de son<br />

dönemlerde sadece futbolutemsil<br />

eden göstergelerle<br />

kuşatılmış durumda.<br />

Buna rağmen, geniş bir zaman<br />

dilimi ve perspektiften<br />

bakıldığında, farklı gruptan<br />

insanların, çeşitlenen amaçlar<br />

için değişik zamanlarda<br />

bir araya geldikleri kamusal<br />

alanlar olarak<br />

değerlendirilebilir.<br />

Kalabalıkların toplanma alanı<br />

olan stadyumlar, paylaşım,<br />

ortak duygu edinme, haberdar<br />

olma ve dayanışma ortamları<br />

sağlıyor. Bu ortamlar,<br />

kalabalıklara ortak davranış<br />

ve tavır alma yetisi<br />

kazandırarak sosyal bir kimlik<br />

çatısı altında bir araya<br />

gelebilme olanağı sunuyor.<br />

Etkinlik olarak spor, kitleler<br />

arasında dinsel bağların<br />

benzerini kuruyor, böylelikle<br />

stadyumlara mabet<br />

yakıştırması rahatlıkla<br />

yapılabiliyor. Büyüklükleri<br />

ve biçimleriyle de kentsel<br />

peyzajda önemli bir odak<br />

oluşturuyorlar. Aslında<br />

stadyumlar, ilk yapıldıkları<br />

günden beri, kamusal alanlar<br />

olarak işlev görmüş, kentlerde<br />

yer almış ve kentselleşme ile<br />

birlikte var olarak dönüşmüştür.<br />

Stadyumların soyağacına<br />

baktığımızda; farklı<br />

dönemlerde değişen işlevler<br />

yüklendiklerini görebiliyoruz.<br />

Dönüşümü gündelik yaşam<br />

pratikleri bağlamında<br />

değerlendirdiğimizde<br />

beş ayrı döneme ayırabiliriz. Bu<br />

ayrım dünya sosyal ve siyasi<br />

tarihindeki dönüşümlerle<br />

örtüşmektedir. Başka bir deyişle;<br />

uygarlıklar tarihindeki<br />

sosyokültürel, sosyoekonomik<br />

ve siyasal değişimleri stadyumlar<br />

üzerinden okuyabiliriz.<br />

“Herkes için spor”<br />

yaklaşımının modası<br />

geçti. Şimdi “gösterge<br />

olarak spor” zamanı.<br />

Antik Yunan Dönemi: İlk<br />

yapılan stadyumlar, sporla<br />

birlikte festival niteliğindeki<br />

kültürel oyunlara ev sahipliği<br />

yaptılar. Bu dönemden<br />

başlayarak daima politik<br />

arenalar olmuş, savaşı önlemek<br />

için barışçıl oyunların<br />

ve gösterilerin organize<br />

edildiği olimpiyatlara mekan<br />

oluşturmuştur.<br />

Roma Dönemi : Günümüzdeki<br />

kullanımlara en yakın<br />

örnekler bu dönemde inşa<br />

edilmeye başlandı. İktidar<br />

erkinin ifade aracı olarak<br />

gösteri mekanlarına dönüştü;<br />

görkem ve anıtsallık, gücün<br />

simgeselleştirilmesinde<br />

kullanıldı.<br />

Orta Çağ: Kilisenin etkisiyle<br />

stadyumlardaki gösterilerin<br />

son bulduğu, kamusal alanların<br />

ve kent merkezlerinin kilise<br />

etrafında örgütlendiği<br />

bu dönemde, stadyum<br />

yerine gösteri ve eğlenceler<br />

meydanlarda ve kilise önlerinde<br />

gerçekleştiriliyordu.<br />

Not: Tüm<br />

fotograflar<br />

http://www.<br />

businessinsider.<br />

com/most-stunni<br />

ng-europeansoccer-stadiumsphotos-2013-<br />

8?op=1 den<br />

24.02.2014’te<br />

alınmıştır.<br />

SAYI 51 21


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Üstte sağda<br />

Bükreş Arena,<br />

Romanya. Altta<br />

Donetsk, Ukrayna.<br />

Endüstri Devrimi ve Modern<br />

Dönem: Stadyumlar futbol<br />

müsabakalarına giderek daha<br />

çok sahne olmaya başladı.<br />

İdeolojik içerik artarken,<br />

otoriter yönetimler de sporu<br />

insanları yönlendirmek için<br />

kullandılar. Kitlelerin afyonu<br />

kabul edilen futbol maçlarına<br />

sahne olan stadyumlar,<br />

ulusal bayramların görkemli<br />

kutlamalarıyla da ulus<br />

devletlerin ulusal kimliğinin<br />

sahnelendiği alanlar oldu.<br />

Bugün dahi yeni kurulan<br />

veya bağımsızlığını kazanan<br />

devletlerin ilk inşa ettiği<br />

yapılar arasında, stadyumlar<br />

ilk sırada yer alıyor.<br />

21. Yüzyıl: Dijital çağ olarak da<br />

tanımlanan 21. yüzyıl,<br />

stadyumların sivilleşmeye<br />

başladığı bir süreçtir. Her<br />

alanda olduğu gibi stadyum<br />

mimarisinde de teknolojiden<br />

alınan cesaretle sınırlar<br />

zorlanır. Yeni teknoloji sadece<br />

geleneksel spor alanlarındaki<br />

olmayan şeyleri ilave etmekle<br />

kaldı, yapının şekillenmesinde<br />

de etkin rol oynadı. Özellikle<br />

hareket ettirilebilen çatı<br />

ve portatif oyun alanlarının da<br />

oluşması ile konfor koşulları<br />

artırılarak, gösteri alanlarının<br />

kullanım çeşitlenmesine<br />

olanak sağlandı. İnternet ve Tv<br />

yayınlarının yaygınlaşması<br />

etki alanını genişletti.<br />

Tarihin her döneminde olduğu<br />

gibi günümüzde de stadyumlar<br />

uluslararası kimliğiyle ülkeler<br />

arası ve ülke içi politikanın<br />

en önemli aracı oldu.<br />

Stadyumlar Gerçekten<br />

Kamusal Alanlar mıdır?<br />

Günümüzde yüklendiği<br />

anlam, işlev ve uygulamalara<br />

bakıldığında, stadyumlar<br />

bağlamında kurgulanan<br />

sorunlu bir yapısal görünüm<br />

ortaya çıkar. Kenti işgal<br />

etmeyi hedefleyen politik<br />

uygulamaların aracı olarak<br />

kullanılıyor olmasının<br />

yanında, arzulanan kamusal<br />

kimliğiyle de bir türlü<br />

örtüşemez durumda. Kamusal<br />

alan pratiklerinin tersine,<br />

kamunun serbest kullanımına<br />

olanak veremiyorlar.<br />

Bu kapalılık, sadece<br />

etkinliklere bilet alarak<br />

giriliyor olmasından<br />

kaynaklanıyor. Çoğu<br />

uygulamada, sadece<br />

15 günde bir, futbol maçları için<br />

kullanımla sınırlandırılmış<br />

olması, günün değişken<br />

saatlerinde kalabalıkların<br />

bir araya geldiği ortamlar<br />

yaratmasına olanak tanımaz.<br />

Stadyumlar belki de en yoğun,<br />

Antik Yunan Dönemi’nde<br />

kentsel ve kamusal yaşamın<br />

odağı olmuştur.<br />

Oysa yarattığı fırsatlar<br />

açısından, alternatif kamusal<br />

alanlar tasarlamayı hedefleyen<br />

mimarlık ve mimarlar için<br />

şans olarak görülebilir.<br />

Öncelikle, stadyumlar<br />

program verileriyle<br />

çeşitlenebilen kamusal<br />

kullanım senaryoları<br />

kurgulamaya olanak<br />

sağlıyorlar. Ayrıca biçimsel<br />

büyüklükleriyle de kentsel<br />

imge, estetik değerler ve yapı<br />

teknolojisi üzerinden yaratıcı<br />

tasarım olanakları sunuyorlar.<br />

İşlevsel olmak gibi temel<br />

görevlerinin yanı sıra,<br />

anlamlarla yüklenmiş<br />

biçimleri ile de simgesel<br />

bir öneme sahiptirler.<br />

Dönemsel geçişlerdeki işlev<br />

ve simgesel değişim, biçimsel<br />

farklılaşmayı da beraberinde<br />

getirmiştir. Bu farklılaşma<br />

sosyal yapıya uygun olarak<br />

plan düzleminde ve yüzeylerde<br />

belirgin bir dönüşüm<br />

yaşamıştır.<br />

Stadyumlar, kentsel<br />

planlamalarda, sosyal<br />

ve fiziki bütünleşmenin<br />

yeni elemanları olarak<br />

değerlendirilebilir; kentin<br />

rutin gündelik hayat pratikleri<br />

içinde ve bu pratiklerin<br />

merkezinde konumlandırılma<br />

potansiyeli taşırlar. Bu özellik,<br />

22<br />

STADYUM MIMARISI VE SOSYOLOJIK YANSIMASI


doğal olarak, gündelik yaşam<br />

pratiklerini yönlendirmek<br />

isteyen politik ve sermaye<br />

gruplarının da iştahını<br />

kabartır.<br />

Her şeye rağmen, kamusallık<br />

bağlamında stadyumların<br />

sosyal ortamlar yaratan, açık<br />

ve kapalı alanlarıyla kentsel<br />

peyzajın jeneratörü kılınma<br />

olasılıklarının<br />

değerlendirilmesi gerekir.<br />

Bu değerlendirmede mimari<br />

değer üretilip<br />

üretilememesini de gündeme<br />

taşıyarak tartışmak, mimarlık<br />

disiplini içindeki aktörlerin<br />

sorumluluğudur. Aslında tüm<br />

dünyada, tek bina ölçeğinde<br />

iyi mimari örnekler<br />

tasarlanıyor. Harcanan<br />

kamusal kaynaklar ve kentte<br />

işgal ettiği yer göze<br />

alındığında, her zaman ve<br />

koşulda, kamuya açık<br />

alanların yaratılması<br />

zorunludur.<br />

Stadyumlar<br />

uluslararası<br />

kimliğiyle<br />

ülkeler arası<br />

ve ülke içi<br />

politikanın en<br />

önemli aracı<br />

olmuştur.<br />

Bu yapı, kullanım ve görsel<br />

nitelikleriyle ve teknolojisiyle<br />

modern stadyum mimarisinin<br />

nadir örneklerindendir.<br />

Stadyumlar Kentsel<br />

Peyzajda Dönüştürücü<br />

Rol Oynayabilir mi?<br />

Stadyumların, bulundukları<br />

kentin en göze çarpan<br />

elemanlarından biri olduğu<br />

yadsınamaz. Artan bir şekilde<br />

çok yerleşim birimleri<br />

dışında konumlanıyordu.<br />

Yeni eğilimler ise tekrar<br />

kent merkezlerinde veya<br />

yakın bölgelerdeki yerleşim<br />

alanları içinde konumlanması<br />

yönündedir. Özellikle<br />

yerleşik kentlerde gelecek<br />

için bir jeneratör, kentsel<br />

dönüşüm için de araç kılınıp<br />

kılınamayacağı verilecek<br />

politik kararların başarısına<br />

bağlıdır. Kullanım çeşitliliği<br />

ve sosyal çekim alanı<br />

yaratılabilmesi için evrensel<br />

kabullerden çok, yerel koşullar<br />

belirleyici rol oynar.<br />

Stadyumlar, sosyalleşmenin<br />

en etkin aracı olan serbest<br />

zaman etkinliklerine sahne<br />

olarak, gündelik yaşamın<br />

sürdürülebilmesinin zeminini<br />

oluşturma potansiyeline<br />

sahiptirler. Kamusal<br />

yapılar olarak kentin odağı<br />

olabilmeleri için, gündelik<br />

yaşam pratiklerinin<br />

içine katılmalarının önü<br />

açılmalıdır. Çok işlevlilik<br />

ve ulaşılabilirlilik bunun<br />

en temel belirleyicileridir.<br />

Münih Olimpiyat Stadyumu,<br />

tasarım kararları, park<br />

içindeki yerleşimi ve biçimsel<br />

diliyle bunun en iyi örneğidir.<br />

kentin sosyal altyapısını<br />

oluşturan vazgeçilmez<br />

elemanlarından birisi olarak,<br />

o kentin boş zaman ve ticari<br />

gelişimi için odak teşkil<br />

ederler. Özellikle gelişmekte<br />

olan ve bağımsızlığını yeni<br />

kazanmış ülkelerin ilk<br />

yaptıkları kamusal yapılar<br />

olarak jeneratör görevi<br />

üstlenirler. Bağımsızlık<br />

törenleri ve kutlamalar<br />

buralarda yapılır.<br />

Yakın zamana kadar<br />

kent merkezleri ve yoğun<br />

trafik sirkülasyonundan<br />

kurtulmak amacı ile daha<br />

Kentlerin bugün en çok<br />

gereksinimi olan şey<br />

bir olanaklar duygusu,<br />

hayal gücü ve geniş kavramsal<br />

düşünüştür. Türkiye’de kentler<br />

hakkında kavramsal düşünüş<br />

ve önermeler yoksunluğu<br />

olduğu yadsınamaz. Önemli<br />

kamusal binaların mimari<br />

ortamda fazla yer bulmaması<br />

ve tartışılamaması yapısal bir<br />

problem olabilir. Stadyumlar da<br />

mimari tartışmaların içinde<br />

en azından alışveriş merkezleri<br />

kadar yer almalıdır.<br />

Aviva Stadyumu,<br />

İrlanda.<br />

SAYI 51 23


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

“Önemli Olan Kazanılan<br />

Misketler Değil, Oyundur.”<br />

X Yazı<br />

İSMAIL BAŞÖZ<br />

TURGUT YÜKSEL<br />

Futbol ya da lastik ya da seksek oynamak için sokağa çıkmış çocuk<br />

grubuna, oyun oynanmadan sorsak:<br />

“‘Tamam, siz kazandınız, 3-0 galipsiniz’ desek kabul eder misiniz?<br />

Oynamaktan vazgeçer misiniz?”<br />

“Oyun oynamak için” geldilerse bu sorunun cevabı açıktır: Hayır.<br />

24<br />

“ÖNEMLI OLAN KAZANILAN MISKETLER DEĞIL OYUNDUR.”


Sokakta oynayan çocuklar, başlarında<br />

hakem, öğretmen, veli gibi karar verici<br />

bir iktidar olmadan nasıl oluyor da<br />

oyunun tüm kurallarına uyabiliyorlar?<br />

İsyancı olması beklenen çocuk, nasıl oluyor da<br />

kurallara uyarak bir oyunu tamamlayabiliyor?<br />

İrrasyonel bir durum değil mi?<br />

Zorunlu olmadığı halde<br />

insanlığın tüm tarihinde icra<br />

etmekten asla vazgeçmediği<br />

“oyun” nasıl açıklanabilir?<br />

Oyunun insanlarda başlangıçtan beri var<br />

olduğunu, hemen her yaşta icra edilen<br />

bir eylem olduğunu söylemek yanlış da olmaz,<br />

kimseyi de şaşırtmaz herhalde. İnsanlığın<br />

bu önemli, biraz da gizemli eylemini tanımlamak<br />

ise çok da kolay görünmüyor. Bunun en önemli<br />

nedenlerinden biri, oyunun yaşamsal/biyolojik<br />

bir ihtiyaca karşılık olarak düzenlenmiş<br />

olmaması. Yani yemek, barınmak, üremek gibi<br />

gerçekleştirilmediğinde ölümcül sonuçları olan<br />

bir eylem değildir oyun; onsuz da doğum ile<br />

ölüm arası zamanın geçirilmesi, daha doğrusu<br />

tüketilmesi mümkün olabilir. Peki, bu durumda,<br />

aslında yapılması zorunlu olmadığı halde<br />

insanlığın tüm tarihinde icra etmekten asla<br />

vazgeçmediği “oyun” nasıl açıklanabilir?<br />

“Oyunun yaşam enerjisinin fazlalığından<br />

kurtulmanın bir biçimi” olarak tanımlanabileceği<br />

düşünülmüş mesela. Bazı tanımlarda “Canlı<br />

varlık oyun oynarken doğuştan gelen taklit<br />

etme eğiliminin hükmü altındadır,” denirken;<br />

“zararlı eğilimlerden masum bir şekilde kurtulma<br />

yolu olarak oynamak” gibi unsurlar üzerinden<br />

tanımlandığı da görülüyor.<br />

Oyun hakkındaki tüm bu tanımların kabul<br />

edilebileceği ama aynı zamanda sadece “biyolojik<br />

beklentilere cevap verdiği” savında Johan<br />

Huizinga*. Bu durumda gerçekten bizim de<br />

hemen aklımıza gelen soruları eklemiş yazar<br />

kitabında: “Peki o zaman oyuncunun neden<br />

hırstan gözü döner? Neden binlerce kişi kalabalık<br />

bir futbol maçında çılgınlığa varan bir heyecan<br />

yaşayabilir?” Bu noktanın biyolojik<br />

çözümlemelerle açıklanamayacağını söylüyor<br />

Huizinga. Gerçi zamanımızda bu anları “hormon<br />

hareketleri”, “beynin elektriksel aktiviteleri” vb.<br />

kimyasal, fiziksel yaklaşımlarla tanımlama<br />

çabaları oldukça artmış durumda. Bu tartışmalar<br />

bu yazının konusu dışında. Ancak her nasıl<br />

gerçekleşiyorsa gerçekleşsin, gerek oynayanlarda<br />

gerekse seyredenlerde duyumsal/psikolojik<br />

bir boyuttan söz etmek mümkün: Zevk almak.<br />

Yaşamsal hiçbir karşılığı olmadığı halde; yaşam<br />

bir oyun, oyun da yaşam olmadığı halde; “oyunun<br />

bize verdiği heyecan, gerilim, sevinç, matraklık gibi<br />

temel duygular” zevk alma unsurunu besler.<br />

Bununla beraber bu zevkin sadece çocuksu<br />

bir haz olmadığı yönünde akla yatkın savlar da<br />

bulunmakta. Oyunu kazandığımızda “toplumsal<br />

itibar”, “prestij”, “başarı”, “ödüllendirilme”,<br />

“beğenilme” gibi yetişkin taleplerimizi tatmin<br />

etmek ya da “ego”muzu beslemek de haklı<br />

görünen iddialardır. Sahi prestije neden bu kadar<br />

ihtiyaç duyarız ki?<br />

Oyuna devam:<br />

Olmazsa olmazları vardır. Oyunun alan/<br />

mekan sınırlaması vardır. Süresi vardır, sınırlı.<br />

Ve kuralları vardır mutlaka. Alan, zaman,<br />

kural sınırları içinde hedeflenen beceriyi<br />

*Johan Huizinga<br />

Homo Ludens,<br />

Oyunun Toplumsal<br />

İşlevi Üzerine Bir<br />

Deneme.<br />

Çev. Mehmet Ali<br />

Kılıçbay, Ayrıntı<br />

Yayınları<br />

SAYI 51 25


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

“Sahte oyuncu oyunbozan<br />

değildir, oyunun kurallarına<br />

uyuyormuş gibi yapar maskesi<br />

düşünceye kadar oynar.”<br />

gerçekleştirebilme (iyi saklanmak ve ebeden<br />

önce koşmak, topu filenin arkasına ustalıkla<br />

geçirmek vb.) ve bunu rakibine karşı daha iyi veya<br />

daha çok yapabilme çabası da oyunun gerilimini<br />

getirecektir.<br />

Bu sıkıcı sınırlamalar, oyunun zevk veren gerilim<br />

sürecinin oluşabilmesi için gereklidir. Peki,<br />

sınırlanmış ve kuralları koyulmuş bir eylem içinde<br />

“yaratıcılık” ve “özgürleşme” nasıl mümkün<br />

oluyor? Yaratıcılık ve özgürleşmenin, “diğerleri”<br />

ile beraber gerçekleştirilen bir eylemle, kurallarla,<br />

zaman ve mekân sınırlaması ile bağlantısı nedir?<br />

Bu soruları da aklımızın bir köşesine not edip<br />

Huizinga ’dan devam edelim:<br />

“Oyun bilgelikle aptallık arasındaki<br />

bağlantısızlığın dışında kaldığı kadar, doğru ile<br />

yanlış arasındaki zıtlıktan da uzaktır. Aynı şekilde,<br />

iyi ile kötü arasındaki zıtlığın da uzağındadır.<br />

Bizatihi oyun bir zihinsel faaliyet meydana<br />

getirse de ahlâki işlev taşımaz, yani ne erdem<br />

ne günah içerir.”<br />

Tartışmaya oldukça açık bir yaklaşım.<br />

Tüm insanlaşma süreci, bir yandan da “iyi ile<br />

kötünün, doğru ile yanlışın çekişmesi” ise oyunu<br />

bunlardan nasıl azade tutabiliriz? Tamam, oyun<br />

hayat değildir ve ahlâk, hayatın parçası<br />

bir kavramdır. Ancak ahlâksızca oynanan oyun<br />

nasıl kabul edilebilir ki?<br />

Yazar oyunun bu çelişkiler üzerine oturmadığı,<br />

bu sorunsalların oyunun temel belirleyenleri<br />

olmadığını söylüyor. Oyuncular oyun sonucunda<br />

aptal ya da bilge, iyi ya da kötü, erdemli ya da<br />

erdemsiz addedilemezler. Oyunun kendisinin<br />

böyle bir mekanizması yoktur. Oyun hedeflenen<br />

becerinin gerçekleştirilmesi temelinde<br />

sürdürülür.<br />

Oyun sırasında hile yapmak, gündeme bile<br />

gelmemesi gereken bir harekettir. Ahlâki bir<br />

olgudan öte, oyunun oyun olarak kalabilmesi için<br />

gereklidir. Hile yapana “ahlâksız” yakıştırması<br />

yapabiliriz. Ancak ahlâk oyunun temel bileşeni<br />

değildir. Hilenin yaygınlaştığı, kazanmak için<br />

her şeyin mübah olduğu ve daha kötüsü bunun<br />

meşrulaştığı bir zamanda “ahlâklı oyuncu”,<br />

nadirliğinden belki de, daha çok dikkatimizi<br />

çeker. Bu bağlamda verilen “fair play” ödülleri<br />

aslında acizliğimizi gözler önüne serer. Olması/<br />

yapılması gerekeni nadir gördüğümüz için<br />

ödüllendiriyoruz sanki.<br />

Oyuna bütün dikkatini vermiş, rakibini alt<br />

edebilmek için tüm kurallara uymakla beraber<br />

elinden geleni sonuna kadar yapan “namuslu<br />

oyuncu” daha önemli bir aktör olarak yer<br />

almalıdır oyun dünyasında. Oyunun asıl istediği<br />

oyuncu karakteri budur; oyuna hakkını veren<br />

oyuncu. Oynamayı da seyrini de zevkli kılan<br />

oyunu tüm ciddiyetiyle oynayan oyuncudur.<br />

Bu aynı zamanda rakibine de saygı göstergesidir.<br />

Rakip olmadan oyun olabilir mi?<br />

Diğerine, oyunu ciddiye almayana, sahte oyuncu<br />

diyor Huizinga . “Sahte oyuncu oyunbozan<br />

değildir, oyunun kurallarına uyuyormuş gibi<br />

yapar, maskesi düşünceye kadar oynar.”<br />

İşte bu noktada oyuncunun ve seyircinin oyunla<br />

kurduğu ilişki gündeme gelir. Ve karşımıza temel<br />

tercih ikilemi ortaya çıkar:<br />

Oyunun Sonucu mu? Oyunun Kendisi mi?<br />

Futbol ya da lastik ya da seksek oynamak için<br />

sokağa çıkmış çocuk grubuna, oyun oynanmadan<br />

sorsak: “‘Tamam, siz kazandınız, 3-0 galipsiniz’”<br />

desek kabul eder misiniz? Oynamaktan vazgeçer<br />

misiniz?” “Oyun oynamak için” geldilerse<br />

bu sorunun cevabı açıktır: “Hayır.”<br />

Bu noktada oyunun sonucundan daha önemli<br />

bir motivasyon olduğu akla geliyor; oyunun,<br />

oynamanın kendisi. E ama nasıl olur da<br />

galibiyetten daha önemli olabilir ki bir başka<br />

durum?<br />

26<br />

“ÖNEMLI OLAN KAZANILAN MISKETLER DEĞIL OYUNDUR.”


12 Ekim 2012 tarihinde İnönü stadında oynanan<br />

Beşiktaş-Trabzonspor futbol maçı 1-1 devam<br />

ederken çok yüksek bir motivasyon ile oynayan<br />

Beşiktaş futbol takımı oyuncuları seyircinin de<br />

bir o kadar sempatisini ve desteğini almışlardı.<br />

Son saniyeye kadar oyun namusundan ödün<br />

vermeden, ellerinden gelen her şeyi fazlası<br />

ile çimlere yansıtan Beşiktaş oyuncuları son<br />

saniyede, atılabilme ihtimali çok çok yüksek<br />

bir golü kaçırdı. Oyun bitti. O anda sahada<br />

dikkat çeken görüntü 7-8 oyuncunun çime yatıp<br />

kalmasıydı. Maçın spikeri: “Sahaya yıldırım<br />

düştü adeta” sözleriyle tarif ediyordu manzarayı.<br />

Ama sessizlik eşliğinde bir yıldırım. Hiçbir<br />

şüphe bırakmayacak dürüstlükle, “ayaklarından<br />

geleni” sonuna kadar oynayan oyuncular<br />

saniyeler sonra tribüne çağırıldı. Ve takımını<br />

gerektiği zaman protesto etmekten çekinmeyen<br />

Beşiktaş tribünleri şöyle bağırdı: “Böyle oynayın<br />

canımızı verelim.” Maç kazanılmamıştı oysa.<br />

Oyun güzeldi sadece.<br />

03 Mayıs 1989’da oynanan ve futbolseverlerin asla<br />

unutamayacağı Galatasaray-Fenerbahçe futbol<br />

karşılaşması ise başka bir oyun örneğine tanıklık<br />

etmemizi sağlamıştı. İlk yarı 3-0 Galatasaray’ın<br />

üstünlüğü ile kapanmıştı. Maçı daha sonra<br />

anlatan spiker şu cümleleri sıralıyordu: “Tam bir<br />

şok yaşanıyordu Fenerbahçe takımında ve<br />

tribünlerde (üç gol yemişlerdi). Sarı kırmızı<br />

takımdaysa “beş, beş” sesleri yükseliyordu. Öyle ki<br />

bu duruma sahadaki Galatasaraylı futbolcular da<br />

katılıyor ve futbolun manevi altın kuralı ‘rakibini<br />

asla küçümseme, onunla dalga geçme’ maddesine<br />

ihanet ediyorlardı. Kaleci Simoviç topu göğsüyle<br />

stop ederek, Prekazi topu orta sahada sektirerek,<br />

Tanju röveşatalar atarak Fenerbahçeli<br />

meslektaşlarıyla alay ediyorlardı.” Dikkat edelim,<br />

spikerin bu anlattıklarında oyun kuralına<br />

uymayan hiçbir hareket bulunmuyor. Sonraki<br />

yıllarda, o maçın iyi oynayanlarından Aykut<br />

Kocaman ile Açık Radyo’da Libero programında<br />

yaptığımız bir söyleşide kendisi de bu anı asla<br />

unutmadığını, kişisel/erkeksi bir ezilme<br />

hissinden çok, “oyunun” içine bu yaklaşımın<br />

girmesinden duyduğu öfkeyi dile getirmişti.<br />

İkinci yarı (o maç için) oyun namusu, becerisi<br />

ve hırsı tartışmasız daha yüksek olan takım,<br />

oyunun en önemli özelliklerinden “ritm ve<br />

armoni” ile de birleşiyor ve maçın son düdüğü ile<br />

galip ayrılıyordu sahadan. GS:3 - FB:4. Elbette<br />

bu tür iyi oyun her seferinde böyle bir sonuçla<br />

bitmeyebilir fakat her seferinde seyircisinden<br />

olumlu tezahürat alma olasılığı çok yüksektir.<br />

Görüldüğü gibi ahlâk kriteri oyunun sürmesine<br />

engel değildir. Rakibini oyun içinde yenmekten<br />

öte “erkeksi” hırslarla, toplum gözünde küçük<br />

düşürecek trüklerle, kurallara uymaya devam<br />

edebilirsiniz. Oyun sürebilir. Böyle bir oyun<br />

oynama, prestij getirir mi?<br />

Oyunun sürecinden bağımsız sadece sonucuna<br />

odaklanan, “her ne olursa olsun galibiyet” hedefli<br />

pozisyon alan oyuncu ve seyirci de zevk alıyor<br />

mudur acaba? Birçok filmde final sahnesinin,<br />

tarafını tuttuğumuz kahramanın büyük zaferi ile<br />

sonuçlanması ile duyduğumuz haz gibi.<br />

Mağlubiyet durumlarını asla hak edilmeyen<br />

bir olgu olarak karşılamak, karşı takımın/<br />

oyuncunun daha iyi oynamış olabileceği<br />

ihtimalini hiç gündeme getirmemek,<br />

desteklediğin takımın/oyuncunun o oyunda kötü<br />

oynadığını görmezlikten gelmek de aynı zevki<br />

veriyor mudur acaba?<br />

Karşısındakinin ne hale düştüğü değil, kendinin/<br />

takımının ne kadar iyi ya da kötü oynadığı izlense<br />

mesela, oyunun zevki bu mecrada aransa daha mı<br />

az zevk alınır?<br />

Kazanamamasına<br />

rağmen oyunun<br />

güzelliği nedeniyle<br />

taraftarın kutsadığı<br />

takım, oyun<br />

bitiminde çime<br />

yığılıp kalmıştı.<br />

SAYI 51 27


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

X Yazı<br />

MEHMET ALI ÇALIŞKAN<br />

PINAR ALTUN<br />

Küresel spor<br />

organizasyonlarının<br />

önemli<br />

ayaklarından biri de<br />

seyirci potansiyeli.<br />

Türkiye’de ise futbol<br />

maçları haricinde<br />

biletlerin tükendiği<br />

bir spor etkinliği<br />

bulmak güç.<br />

Türkiye’nin Gönülsüz<br />

Sevdası: Spor<br />

Türkiye’nin, 5 kez aday olduğu olimpiyatlar, küresel spor organizasyonlarının<br />

kaderini tartışmak için elverişli bir vesile olarak karşımıza çıkıyor.<br />

Ancak tartışmaların çoğunlukla ihmal ettiği konu, Türkiye toplumunun sporla<br />

izleyici ve katılımcı olarak ilgisi.<br />

28<br />

TÜRKIYE’NIN GÖNÜLSÜZ SEVDASI: SPOR


Olimpiyatlar, küresel spor<br />

organizasyonlarının kaderini<br />

tartışmak için elverişli bir vesile.<br />

fırsatı oluşturmak gibi eksenlerde konuşuluyor.<br />

Öte yandan sporun sağlık, zindelik, eğlence,<br />

mutluluk gibi kavramlarla ilişkilendirilmesiyle<br />

gündelik hayatını spor ve fiziksel aktivite<br />

odaklı etkinliklerle zenginleştiren, yeni sportif<br />

hobiler edinen insanların sayısı hızla artıyor.<br />

Böylece yurttaşlar hem sporun izleyicisi<br />

olmaya hem de katılımcısı olmaya teşvik<br />

ediliyor. Evde, sokakta, iş yerinde, okulda spor<br />

etkinlikleri ve kampanyaları da sivil toplum<br />

kuruluşlarının, hükümetlerin ve özel sektörün<br />

gündemlerinde sporun daha fazla yer almasını<br />

sağlıyor. Bu durum yurttaşların izleyici<br />

olmaktan ziyade katılımcı olduğu, yeni tip spor<br />

organizasyonlarına talebi artırıyor. Küresel spor<br />

organizasyonları kalkınma, iletişim ve siyasi<br />

tartışmalar merkezinde ele alınırken, alternatif<br />

spor faaliyetleri ve organizasyonları spor hakkı<br />

ekseninde sessiz sedasız bir yükseliş yaşıyor.<br />

Türkiye’nin, 5 kez aday olduğu olimpiyatlar,<br />

küresel spor organizasyonlarının kaderini<br />

tartışmak için elverişli bir vesile olarak<br />

karşımıza çıkıyor.<br />

Küresel spor organizasyonları<br />

hükümetler, sivil toplum kuruluşları,<br />

şirketler, yurttaşlar gibi farklı özneler<br />

için farklı önceliklerle görünür hale geliyor.<br />

Geçmişte daha sık ifade edilen fırsat eşitliği<br />

sağlamak, dil, din, ırk, mezhep farklılığı<br />

gözetmeden tüm insanların evrensel etik<br />

ilkeler doğrultusunda spor yapmalarına<br />

olanak sağlamak, spor branşlarını tanıtmak<br />

ve yaymak gibi amaçlar öncelikler arasında<br />

kendilerine daha az yer buluyor. Buna<br />

karşın daha çok ekonomide yeni yatırım<br />

motivasyonları ve imkânları yaratmak ya da<br />

hükümetler ve şirketler için itibar inşa etme<br />

Türkiye’nin resmen katıldığı ilk olimpiyat<br />

1924 Paris Oyunları oldu. Olimpiyatlara<br />

katılma kararını Bakanlar Kurulu verdi.<br />

Bundan yaklaşık 80 sene sonra, 2012 sonunda,<br />

Bağdat Caddesi’nde yapılan bisiklet yolunun<br />

kaldırılması kararını ise, yurttaşların yoğun<br />

talebi üzerine, belediye verdi. Yani aslında<br />

1924’te olimpiyatlara katılma konusunda<br />

yurttaş talebi olduğuna ilişkin bir işaret yok<br />

ama İstanbul’un bisiklet yollarının kaldırılması<br />

için yurttaşların talebi var.<br />

O halde büyük spor organizasyonları ile ilgili,<br />

hükümeti/devleti bir yana bırakıp, Türkiye<br />

toplumunun spor, spor organizasyonları,<br />

SAYI 51 29


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Türkiye’nin<br />

katıldığı ilk<br />

olimpiyatlar, 1924<br />

Paris oyunları oldu.<br />

olimpiyatlar gibi konularla alakasını ve bunun<br />

arkasındaki motivasyonları tartışmamız gerek.<br />

Olimpiyatlara beşinci kez aday olduğumuzun<br />

açıklandığı günden itibaren, olimpiyatların<br />

bizim hakkımız olduğuna dair derin ve yaygın<br />

bir inanç vardı. Bu “hak” kavramının altı ise<br />

yükselen Türkiye ekonomisi ve altyapı<br />

imkânlarının artması ile dolduruldu. Yani biz<br />

yükselen ekonomisi ve güçlü altyapısı ile<br />

olimpiyat düzenlemeye hazırdık. Buna<br />

İstanbul’un tarihsel mirası ve kıtalararası<br />

coğrafi karakteri de eklenince daha iyisinin<br />

bulunamayacağına olan inancımız iyice pekişti.<br />

Türkiye’nin olimpiyatlara ilişkin yürüttüğü<br />

ekonomi, kalkınma<br />

ve insan hakları temelli<br />

siyasi tartışmanın bir<br />

benzeri Brezilya’da<br />

2014’te düzenlenecek<br />

FIFA Dünya Kupası<br />

finalleri ile ilgili olarak<br />

ortaya çıktı. Büyük spor<br />

organizasyonlarının<br />

düzenlenmesine karşı çıkan<br />

yaygın ve kitlesel eylemler<br />

düzenlendi. Her iki tartışma büyük<br />

spor organizasyonlarının<br />

tarihsel bir kırılma<br />

noktasında olduğuna<br />

ve spor endüstrisinin<br />

gözden geçirilmesinin<br />

gerekliliklerine işaret<br />

ediyor.<br />

Sonuçta İstanbul kaybetti.<br />

Madrid, Tokyo<br />

ve İstanbul arasındaki yarışı Tokyo kazandı.<br />

2020 Olimpiyatları ya da resmi adıyla XXXII.<br />

Yaz Olimpiyat Oyunları’nın, 24 Temmuz-<br />

9 Ağustos 2020 tarihleri arasında Japonya’nın<br />

başkenti Tokyo’da yapılmasına karar verildi.<br />

Türkiye’nin 2020 Olimpiyatları’na ev sahipliği<br />

yapma şansını finalde kaybetmesi, türlü<br />

tartışmaları da beraberinde getirdi.<br />

Sporcunun antik olimpiyatlarda şehri, modern<br />

olimpiyatlarda da ülkeyi temsil etmesi,<br />

olimpiyatları tarihinin ilk zamanlarından<br />

bugüne politik bir konu yapıyor. Lakin<br />

olimpiyat şehri seçiminin politik indirgemeci<br />

bir yaklaşımla yapıldığını söylemek yanlış olur.<br />

Tesis, ulaşım ve iletişim gibi altyapı kapasitesi,<br />

beslenme, sağlık, konaklama gibi üstyapı<br />

kapasitesi ve bunların yanı sıra yetişmiş insan<br />

unsuru ve spor kültürü gibi kriterler de karar<br />

üzerinde etkili.<br />

Buna karşın Türkiye’nin adaylığı tartışmasına<br />

katılanların çoğunluğu olimpik tavrını<br />

siyasi pozisyonuna göre belirledi. Ancak bu<br />

tartışmanın ihmal ettiği bir konu var.<br />

O da Türkiye toplumunun sporla izleyici<br />

ve katılımcı olarak alakası. Bununla bağlantılı<br />

bir konu da olimpiyatların toplumları spora<br />

katılmaya ne ölçüde teşvik ettiği.<br />

Neden olimpiyatlara ev sahipliği yapmak<br />

istiyoruz? Ev sahibi olma isteğinin ne kadarını<br />

olimpik sporları canlı izleme, sevdiğimiz<br />

ve takip ettiğimiz spor branşları ve/veya<br />

sporcularını görme heyecanı oluşturuyor?<br />

Türkiye, sporu nasıl okuyor, izliyor? Nasıl<br />

katılıyor? Büyük spor organizasyonları, “spora,<br />

harekete teşvik” gibi amaçlarına<br />

30<br />

TÜRKIYE’NIN GÖNÜLSÜZ SEVDASI: SPOR


ne kadar yaklaşıyor? Tartışmayı ekonomi<br />

ve siyasi alandan arındırmadan ancak<br />

merkezine sporu koyarak olimpiyat yarışı<br />

esnasında pek gündeme gelmeyen bir soruyu<br />

bu yazının konusu yapalım. Olimpiyat<br />

düzenlemeye 5 kez aday olup kaybeden Türkiye<br />

toplumunun ve yurttaşlarının sporla izleyici<br />

ve katılımcı olarak nasıl bir ilişkisi var?<br />

Önce izleyici olarak performansımıza<br />

bakalım. Türkiye son 10 yılda bazı büyük spor<br />

organizasyonlarına ev sahipliği yaptı; 2013<br />

Medyada spora<br />

hızlıca bir göz<br />

atınca futbol<br />

programlarının<br />

egemenliğini<br />

görüyoruz.<br />

17. Akdeniz Oyunları – Mersin, 2011<br />

Universiade Kış Olimpiyatları – Erzurum,<br />

2011 Avrupa Olimpik Gençlik Yaz Festivali<br />

– Trabzon, 2005 ve 2011 arasında 7 kez<br />

F1 – İstanbul, 2005 23. Universiade İzmir<br />

Oyunları bunlardan bazıları. Bu büyük<br />

spor organizasyonlarında bu heyecanı<br />

gözlemleyemedik.<br />

Spor etkinlikleri izlemede tribünlerin dışında<br />

bir gösterge de medyada spor. Medyada spora<br />

hızlıca bir göz attığımızda futbol programlarının<br />

egemenliğini görüyoruz. Spor yayını yapan<br />

kanal sayısının az olması ve yayın yapan<br />

kanalların çoğunun yalnızca futbol yayını<br />

yapması, toplumun spora erişiminin önünde<br />

bir engel sayılabileceği gibi, toplumsal bir talep<br />

olarak da yorumlanabilir. Futbolun ekranlardaki<br />

hakimiyeti, popülaritesi nedeniyle anlaşılabilir<br />

bir durum. Yadırgatıcı olan neredeyse başka bir<br />

sporun ekranlara yansımaması ve toplumun da<br />

bu konuda bir talep sahibi olmaması, hatta spor<br />

yayınlarının azaltılmasına ilişkin taleplere daha<br />

sıcak bakması.<br />

Sporla olan<br />

ilişkimizi farklı<br />

spor dallarını<br />

düşünerek ele<br />

almalıyız.<br />

SAYI 51 31


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Toplumun %53’ü izlenen<br />

spor programlarının spor<br />

yapmaya özendirmediğini<br />

ifade ediyor.<br />

RTÜK’ün 2008 yılında yaptığı “Televizyondaki<br />

Spor Programlarını İzleme Eğilimleri<br />

Araştırması”na göre; spor programları,<br />

televizyonlarda yayınlanması istenmeyen<br />

program türleri sıralamasında %22,7 ile üçüncü<br />

sırada. İzlenen spor programlarında en çok<br />

izlenen spor dalı ise futbol. Futbol<br />

ve futbolla ilgili konuları izleme oranı %81 iken<br />

bunu %6 ile basketbol ve %3 ile voleybol takip<br />

ediyor. Bunlar spor izleyiciliğine ilişkin birkaç<br />

sayısal veri. Spor izleyiciliğinin niteliğine<br />

ilişkin verilere de ihtiyaç var. Ancak yine de<br />

birkaç gözlem ile spor izleme motivasyonuna<br />

ilişkin tartışmaya katkıda bulunmak mümkün.<br />

İlk gözlemimiz dünyanın en popüler spor<br />

organizasyonu olan FIFA Dünya Kupasına<br />

ilişkin. Futbol izleyiciliğinin yaygın olduğu<br />

ülkelerde, ülkenin milli takımı kupaya<br />

katılmamış bile olsa, kupa izleme yaygın bir<br />

davranış olarak karşımıza çıkıyor. Kafeler,<br />

publar, barlar kupa zamanını maç yayınları<br />

ile geçiriyor. Sokaklarda maçlar izleniyor.<br />

İnsanlar büyük kalabalıklar oluşturarak kupayı<br />

takip ediyor. Türkiye’de ise milli takım kupada<br />

yoksa, maçlar meraklıların evlerinde ve bazı<br />

turistik kafeler ve publarda izlenebiliyor.<br />

Toplumda yaygın bir futbol izleme eğilimi<br />

ya da spor medyasında aktif bir takip ve<br />

haberleştirme görülmüyor. Futbol dışı spor<br />

organizasyonlarının, misal kış olimpiyatlarının<br />

ise, sadece otel, berber vs. gibi mekânların<br />

bekleme salonlarında izlendiğine tanık<br />

oluyoruz. Türkiye’de spor izleyiciliğinin böyle<br />

bir fotoğraf ortaya koyuyor olması, olimpiyat<br />

oyunlarının ne kadar ilgi çekeceği ve göreceği<br />

muhtemel ilginin motivasyonları konusunda<br />

soru işaretleri oluşturuyor.<br />

Spor izleyiciliğinin, toplumun fiziksel<br />

aktiviteye ve spora katılımını artırmak<br />

anlamında teşvik edici bir yanı olması beklenir.<br />

Ne var ki yine RTÜK’ün araştırmasında,<br />

toplumun %53’ü izlenen spor programlarının<br />

spor yapmaya özendirmediğini ifade ediyor. Bu<br />

sonuç performans odaklı spor yaklaşımının,<br />

toplumu fiziksel aktiveye katılma konusunda<br />

teşvik etmek yerine uzaklaştırdığına işaret<br />

ediyor.<br />

Spor izleyiciliğinin<br />

niteliksel ve<br />

niceliksel<br />

verileri üzerinde<br />

düşünmeye<br />

değer soruları<br />

beraberinde<br />

getiriyor.<br />

Bir de katılım açısından durumu gözden<br />

geçirelim. Toplumun spora katılımını<br />

sorgulamak, bariyerleri ve motivasyonları<br />

tespit etmek, ülkelerin spor stratejilerinin<br />

belirlenmesinde önemli bir yönlendirici.<br />

Aktif Yaşam Derneği’nin 2010 yılında yaptığı<br />

“Türkiye Toplumunun Fiziksel Aktivite Düzeyi<br />

Araştırması” toplumun fiziksel aktiviteye<br />

katılımıyla ilgili fikir veriyor. Uluslararası<br />

karşılaştırmalara imkân veren bir ölçme<br />

birimi olan ve PAL’nin (physical activity level)<br />

kullanıldığı araştırmaya göre Türkiye toplumu<br />

32<br />

TÜRKIYE’NIN GÖNÜLSÜZ SEVDASI: SPOR


hareketsiz. İşe, okula giderken kullanılan<br />

araçlar, temizlik yapmak vb. gündelik<br />

faaliyetlerden düzenli egzersize kadar her<br />

tür aktiviteye puan verilerek katılımcıların<br />

fiziksel aktivite seviyesini aramaya dönük<br />

olarak tasarlanmış araştırmaya göre Türkiye<br />

toplumunun sadece %25’i yeterli fiziksel<br />

aktivite seviyesine sahip. Aktif olanların<br />

büyük çoğunluğunu ise iş yaşamında emek<br />

yoğunluklu çalışanlar, mavi yakalılar<br />

oluşturuyor. İş ve okul dışı zamanlar ise<br />

toplumun en hareketsiz olduğu zaman dilimini<br />

oluşturuyor. Bu bize Türkiye toplumunun<br />

kendi inisiyatifiyle fiziksel aktivite<br />

yapmadığını gösteriyor. Öte yandan spor<br />

yaptığını söyleyenlerin %43’ü en çok yürüyüş<br />

yaptığını, %10’u ise en çok futbol oynadığını<br />

söylüyor. Fırsat olsa en çok yapılmak istenen<br />

sporların başında ise %37 ile yüzme geliyor.<br />

Yüzmeyi %25 ile at binme,<br />

%18 ile de balık tutma/avlanma izliyor.<br />

Buna karşılık son yıllarda katılım açısından<br />

hayli dikkat çeken etkinlikler var: Avrasya<br />

Maratonu, Antalya ve İstanbul triatlonları,<br />

Boğazı yüzerek, köprüyü bisikletle geçme<br />

etkinlikleri. Bu tür, izlemenin yerini katılımın<br />

aldığı örneklerin en dikkat çekenleri bunlar.<br />

Dünyada da çoğunluğunu hobi sahiplerinin<br />

oluşturduğu sivil inisiyatiflerce gerçekleştirilen<br />

etkinliklerle, yerel düzeyde görünür hale gelen<br />

spor etkinlikleri var.<br />

Bir yandan büyük spor organizasyonlarına<br />

ekonomik ve politik gerekçelerle itirazların<br />

yükselmesi, yaygın ve kitlesel protesto<br />

eylemlerine yol açması, öte yandan insan üstü<br />

sporcuların yarıştığı büyük yarışların yanında<br />

farklı bedensel hallerden insanların katılımına<br />

imkân veren etkinliklerin artması ve katılımın<br />

dikkat çeken sayısal gücü, spor konusunda<br />

yeni bir dönemin açıldığının işaretleri. Kentli<br />

yurttaşlar yaşadıkları şehirlerde, kendilerini<br />

izleyici olarak konumlandıran, büyük spor<br />

yarışlarının düzenlendiği arenalardan ziyade<br />

spor yapabilecekleri alanların artmasını, spora<br />

erişimin kolaylaştırılmasını, şehrin mimarisinin<br />

de, tasarımının da buna uygun kriterlerle<br />

geliştirilmesini bekliyor. Kent hakkı kavramı,<br />

spora erişim talebini de kapsayarak genişliyor.<br />

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK)<br />

Genel Sekreter Yardımcısı Bilal Porsun, “Biz<br />

olimpiyatları tesis yok diye değil, toplumdaki<br />

olimpik eğitim ve kültürün az olmasından<br />

dolayı alamadık,” diyor. Ne izleyici ne de<br />

uygulayıcı olarak yeteri kadar yakınlık<br />

kurmadığımız bir olguyu siyasetin ve/veya<br />

ekonominin kurbanı ilan etmek, bizleri<br />

bugünden öteye taşımayacaktır. Bundan<br />

sonrasını olimpiyatı neden kaybettik, sonrakini<br />

nasıl kazanırız diye tartışarak değil, spora<br />

katılımı teşvik edecek ve artıracak politikaları<br />

tartışarak geçirmek daha hayırlı.<br />

Bağdat Caddesi esnaf ve sakinlerinin bisiklet<br />

yolunun kaldırılması için değil, olimpiyat yerine<br />

bisiklet yolu yapılması için imza topladığı, lobi<br />

yaptığı zaman, Türkiye’de spor organizasyonları<br />

üzerine konuşmaya başlayabiliriz. Odağımızı<br />

Bakanlar Kurulu kararları ile katıldığımız ve<br />

düzenlediğimiz etkinliklerden, yurttaşların<br />

tribünden sahaya indiği etkinliklere kaydırmak<br />

bu açıdan daha kıymetli.<br />

Kent hakkı<br />

kavramı, spora<br />

erişim talebini<br />

de kapsayarak<br />

genişliyor.<br />

SAYI 51 33


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Mükemmel İnsan mı,<br />

Yok Daha Neler!<br />

Başarı, üstünlük ve ille de mutluluğa kilitlenmiş bir kurgu, giderek kendi<br />

amaçladıklarının dışında sonuçlar vermeye başladı ve bundan pek memnun<br />

olan da yok. Başarıdan başımız dönse de canımız sıkılıyor ve ne yapacağımızı<br />

bilemiyoruz. O zaman bu kibirli takıntıları bir kenara bırakıp eksikliklerimizle<br />

yüzleşmeye ve onları olduğu gibi kabul etmeye dönebiliriz.<br />

İnsan olmak hep şüphede olmaktır. Kendinden<br />

emin olan yalnızca Doğa’dır.<br />

X Yazı<br />

DR. ADNAN AKÇAY<br />

ODTÜ Sosyoloji<br />

Öğretim Üyesi<br />

İnsan bırakın kusursuz olmayı, kusurun<br />

bizzat kendisidir. Doğa’nın penceresinden<br />

bakıldığında görülen basitçe budur: İnsan<br />

doğa açısından gelmiş geçmiş en zararlı ve<br />

tehlikeli ”tür”dür ve artık tür bile değildir.<br />

İnsan, olmakta eksiktir ve bu nedenle trajik<br />

bir varoluşa sahiptir. Dövünmeye gerek yok,<br />

çünkü tüm medeniyetini de bu eksikliğe<br />

borçludur. Hayvanlar, küçük adımlar dışında<br />

medeniyet falan kurmazlar. Onlar doğuştan<br />

mükemmeldirler ya da neyse sadece odurlar.<br />

İnsanın olmakta eksikliği, fazlalıklarını mümkün<br />

kılar ve fazlalıkları eksikliğimizi yeniden üretir.<br />

İnsanın doğuştan gelen mutlak bir gerçekliği<br />

yoktur; bunu inşa etmek zorundadır. İnsani<br />

gerçeklik Doğa’da karşılığı olmayan bir yapaylığa<br />

sahiptir ve bu onu diğer bütün türlerden üstün,<br />

fazla ama aynı zamanda da eksik kılar. Kültür,<br />

sanat, bilim ve din insana özgü pratiklerdir ve<br />

hepsi de insanın Doğa’dan kopuşunun hem ödülü<br />

hem de cezalarıdırlar. Ödediğimiz, cennetten<br />

kovulmanın bedelidir: Bilmenin, farkında<br />

olmanın ve bir gerçeğe sahip olmamanın.<br />

Cennetten kovulmuştur ama hep cennete<br />

dönmeyi arzular. Oysa cennet bu dünyada<br />

mümkün değildir; cennet ertelenmiş, ötelenmiş<br />

ve bu dünyanın dışına konumlandırılmıştır.<br />

İnsani varoluş, Doğa’ya nanik yapmanın en trajik<br />

hikâyesidir. Uygarlık tarihi, doğal kısıtlardan<br />

kurtulma çabasından başka bir şey değildir.<br />

Uçamıyorsa uçak, yavaşsa araba, göremiyorsa<br />

teleskop, üşüyorsa kalorifer icat eder. Ve yaptığı<br />

her şey onu biraz daha Doğa’nın kenarına,<br />

giderek de dışına iter. Nesillerin birikimiyle de,<br />

giderek bunların içine doğmaya başlar, çok<br />

uğraşması bile gerekmez yani. Sonunda, onun<br />

için Doğa yalnızca bir mühendislik kategorisi ve<br />

korunması gereken acınacak bir şey haline gelir.<br />

Tıp, bu konuda en tahrik edici darbeyi vurur ve<br />

insanın kibirini iyice ışıltılı hale getirir: sonsuz<br />

34<br />

MÜKEMMEL İNSAN MI, YOK DAHA NELER!


gençlik ve ölümsüzlük konusundaki kadim<br />

beklentilere ulaşmaya çok az kaldığını gizlice<br />

fısıldar kulağımıza.<br />

Tüm başarılarına, böbürlenmelerine, neredeyse<br />

başını döndüren ilerlemelerine rağmen, “küçük”<br />

bir sonun onu hep beklediğini bilir ve ölür!<br />

Kısmen doğum, ama büyük oranda ölüm, insanı<br />

Doğa’ya kaçınılmaz biçimde iliştirmeyi sürdürür.<br />

Diyet, spor, sigara içmeme ya da “doğal” beslenme<br />

takıntısı, hep ölüm karşısındaki o iflah olmaz<br />

kaygımızla başa çıkma çabamızın tezahürleridir.<br />

Oysa ne mükemmel sağlık ne de mükemmel<br />

beden mümkündür. Tersine, her mükemmellik<br />

arayışı hem bireysel hem toplumsal düzeyde<br />

olmadık belalar açar başımıza. Aslolan ölçüdür<br />

ve ölçüyü kaçırdığımızda her türlü zarar yanı<br />

başımızda demektir. Fazla sağlık ölümcül olabilir:<br />

arı su içilemez. Toplumsal düzeydeyse, bugün<br />

genetik biliminin yüzdüğü tehlikeli suların<br />

sonunda Hitler’in birincil amacı olan ırk ıslahına<br />

(öjeni’ye) varmamız hiç de zor değildir. Hitler’in<br />

yaptığı tüm kötülüklerin arkasında gayet “iyi”<br />

bir niyet vardı: Mükemmel insanı yaratmak.<br />

Sakatlardan, eşcinsellerden, bağımlılardan,<br />

fahişelerden, çirkinlerden ve tabii Yahudilerden<br />

ve Çingenelerden azade bir hayat… Unutmayın,<br />

cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla<br />

döşelidir. İyilik aşırılaştığında, kötülük hiç de hoş<br />

olmayan bir sürpriz olarak sizi bekliyor olabilir.<br />

İyilik de kötülük de insandadır, dışında ya da<br />

nesnede değil. Oysa insan, kendine atfettiği<br />

mükemmellik (“kamil-i beşer”) illüzyonunu<br />

ayakta tutabilmek için kötülüğü hep kendi dışına<br />

atar: sigaraya, içkiye, trafik canavarına, vs.’ye.<br />

Doğa’daki hiç bir şey size iyilik ya da kötülük<br />

yapmak gibi öznel bir niyete sahip değildir. Bir<br />

şeyi iyi ya da kötü yapan sizin onunla kurduğunuz<br />

ilişkidir. Yerlilerin sağaltım nesnesi olan tütün,<br />

kimyasal özellikleri nedeniyle değil, sizin onunla<br />

kurduğunuz anlamsız ilişki nedeniyle birden<br />

zehir haline gelir. Oysa içtiğiniz ilaçların çoğu<br />

doğrudan zehirdir, ama sizi tedavi eder.<br />

Yaşam ve sağlık, dinamik bir denge halidir,<br />

aslolan bu dengenin bozulmamasıdır. Denge<br />

bozulduğu içindir ki, kimi bitkiler zararlı ota,<br />

kimi hayvanlar haşerata ve kimi hücreler de<br />

kansere dönüşür. Televizyonları dolduran sağlık<br />

şarlatanlarının size söyleyebileceği yegane şey,<br />

yaşamanın sağlığa zararlı olduğudur. Unutmayın,<br />

son tahlilde sadece ve sadece yaşadığımız için<br />

ölüyoruz.<br />

Ne yapmalı? İnsan olarak, hem Doğa’ya hem de<br />

birbirimize karşı, daha alçak gönüllü olduğumuzda<br />

çok daha keyifli bir hayatımız olacağını<br />

garanti edebilirim. Başarı, üstünlük ve ille de<br />

mutluluğa kilitlenmiş bir kurgu, giderek kendi<br />

amaçladıklarının çok dışında sonuçlar vermeye<br />

başladı ve bundan pek memnun olan da yok.<br />

İnsan olmak hep şüphede<br />

olmaktır. Kendinden emin olan<br />

yalnızca Doğa’dır.<br />

Başarıdan başımız dönse de canımız sıkılıyor ve<br />

ne yapacağımızı bilemiyoruz. O zaman bu kibirli<br />

takıntıları bir kenara bırakıp eksikliklerimizle<br />

yüzleşmeye ve onları olduğu gibi kabul etmeye<br />

dönebiliriz. İlle de galip gelenin ya da birinci<br />

olanın değil, paylaşanların hep birlikte mutlu<br />

olabildiği deneyimler bizi daha doğru bir insanlığa<br />

taşıyabilir. Rekabet, yarışma, üstünlük takıntısı<br />

bizi ilerletiyor gibi görünse de aslında geriletiyor,<br />

insanlığımızı kaybediyoruz.<br />

Geç olmadan doğal ritmimize dönmek gibi<br />

bir şansımız varsa onu kullanalım derim. Üstün,<br />

kusursuz, mükemmel falan değil, sadece insan<br />

olun yeter. Bir de, bunun verili bir reçetesinin<br />

olmadığını ve ancak diğerleriyle ilişkilerimiz<br />

içinde şekilleneceğini atlamayın. Spor bizi bir<br />

araya getiren en keyifli faaliyetlerdendir, ama<br />

birbirimizi hunharca yemenin bahanesi haline<br />

gelebildiğini ve bunun nedenlerini sorgulamayı da<br />

ihmal etmeyin…<br />

Unutmayın, hiçbirimiz insan olarak doğmadık,<br />

yalnızca olma şansımız vardı, göründüğü<br />

kadarıyla pek azımız kullandık.<br />

SAYI 51<br />

35


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

X Yazı<br />

MESUT NALÇAKAN<br />

Spor Hekimi MD PhD<br />

TMOK Dopingle Mücadele Kurulu Eğitim Komisyonu Üyesi<br />

TFF Dopingle Mücadele Kurulu Üyesi<br />

Mersin Akdeniz Oyunları Dopingle Mücadele Komisyonu Direktörü<br />

Sporda Başarı<br />

ve Doping<br />

Bir araştırmada elit düzeyde çok sayıda<br />

sporcuya; yeni bulunan bir maddeyi<br />

kullanması halinde birkaç yıl tüm<br />

müsabakalarda derece yapacağı ve şampiyon<br />

olacağı garantisi verileceğini, ancak birkaç<br />

yıl içerisinde kullandığı madde nedeni ile<br />

öleceğini buna rağmen gene de o yasak<br />

maddeyi kullanıp kullanmayacağı soruldu.<br />

Sporcuların yarıdan fazlasının yanıtı “Evet,<br />

kullanırım,” oldu.<br />

Citius, Altius, Fortius bu üç Latince kelime Pier de Coubertin<br />

tarafından olimpiyatların sloganı olarak kazandırılmıştır.<br />

Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü anlamında olan bu<br />

kelimeler sporcuların yaşam felsefesi niteliğindedir. Sporcunun<br />

ulaşabileceği en yüksek performans düzeyini temel olarak genetik<br />

yapısı, fiziksel özellikleri belirler. Sahip olduğu kapasitesinin<br />

en üst noktasına ulaşabilmek için de düzenli antrenman yapar,<br />

düzenli beslenir, psikolojik açıdan en üst düzeyde güdülenme için<br />

çalışır.<br />

Spor müsabakaları eşit şartlarda mücadeleyi amaçlar. Yarışmalarda,<br />

ilaç etkilerinin değil sporcuların fiziksel performanslarının<br />

ölçülmesi hedeftir. Sporcuların performanslarını farklı yöntem<br />

ve maddelerle artırmaları adil yarışma ortamını engelleyip,<br />

haksız rekabete yol açarak “fair play” anlayışını ihlal edecektir.<br />

Diğer taraftan performans artırmak için kullanılan bu maddeler<br />

36<br />

SPORDA BAŞARI VE DOPİNG


sporcu sağlığı açısından ölüme kadar gidebilen<br />

ciddi riskler oluşturmaktadır. Sporcuların<br />

başarma hırsı o denli yüksektir ki, başta sağlığı<br />

olmak üzere başarı için birçok riski göze<br />

alabilmektedirler. Yapılan bir başka araştırmada<br />

yasaklı madde kullanan sporcuların dörtte<br />

üçünün, kullandıkları yasaklı maddenin vücuda<br />

zarar verdiğini bildiği ama buna rağmen doping<br />

maddesini kullanmaktan vazgeçmeyeceğini<br />

ortaya koyuyor.<br />

Tüm kurallara, yasaklara ve caydırıcı olduğu<br />

düşünülen cezalara karşın sporcular neden<br />

doping yapmaktan vazgeçmiyor? Bunun<br />

açıklamasını yapabilmek her zaman çok da<br />

kolay olmuyor. Birçok neden ortaya sürülebilir:<br />

Sporcunun kişilik yapısı, sosyal çevresi,<br />

antrenörü, başarı için olması gereken yüksek<br />

motivasyon, kazanma hırsı, tanınma isteği,<br />

yüksek ekonomik kazanç beklentisi gibi birçok<br />

faktör sporcunun sağlığını hiçe sayarak dopinge<br />

yönelmesinde rol oynayabilmektedir.<br />

Doping Nedir?<br />

Kısaca yasaklanmış madde veya yöntemlerin<br />

sporcu tarafından bilinçli veya bilinçsiz<br />

olarak kullanımı diye tanımlanabilen<br />

ve günlük yaşantımıza da girmiş olan<br />

doping kelimesinin kökeninin Afrika yerli<br />

dillerinden Flamenkçe’ye geçen “dop”<br />

sözcüğünden geldiği düşünülmektedir. Dop,<br />

Zulu savaşçılarının cesaret artırmak için<br />

aldıkları üzüm kabuğundan yapılan alkollü bir<br />

içeceğin ismidir. İngilizce “Dope” kelimesi,<br />

uyuşturucu, ilaç, ilaç uygulaması anlamında<br />

kullanılmaktadır. 20. yüzyıl başlarında<br />

at yarışlarında yasadışı ilaç kullanımını<br />

tanımlamak için kullanılmıştır.<br />

Performans artırma amaçlı çeşitli maddelerden<br />

yararlanmanın başlangıcı neredeyse sportif<br />

mücadele kadar eskidir. Eski Yunan sporcuların<br />

kuvvetlenmek için özel karışımlar ve diyet<br />

yaptığı bilinmektedir. 19. yüzyılda bisikletçiler<br />

dayanıklılıklarını artırmak için sıklıkla striknin,<br />

kafein, kokain ve alkol, boksörler ise morfin<br />

kullanmışlardır.<br />

Kayıtlara geçen ilk doping vakasının 1865 tarihinde<br />

yüzme, maraton ve bisiklet yarışlarında yapıldığı<br />

kayıtlara geçmiştir. 1896’da Galli bisikletçi<br />

Arthur Linton morfin kullanmış, 1904 Saint-Luis<br />

Olimpiyatları’nda ABD’li Thomas Hick’in maraton<br />

yarışı sırasında yaptığı iğnelerle kazandığı<br />

bildirilmiş.<br />

1920’lerden itibaren sporda bu tür ilaç kullanımına<br />

karşı çalışmalar gündeme gelmiştir. İkinci Dünya<br />

Savaşı’nda ve sonrasında amfetaminler yaygın<br />

kullanılmıştır. Müsabaka sırasında amfetamine<br />

bağlı olduğu bilinen ölümler, kamuoyunun<br />

Performans artırma amaçlı çeşitli<br />

maddelerden yararlanmanın<br />

başlangıcı, neredeyse sportif<br />

mücadele kadar eskidir.<br />

dikkatini bu konuya yöneltmiştir. 1955’de Fransa<br />

Bisiklet Turu’nda Fransız bisikletçi Mallejac’ın<br />

ve 1960 Roma Olimpiyatları’nda Danimarkalı<br />

bisikletçi Knut Enemark’ın ölümü aşırı doz<br />

alınan uyarıcılardan (amfetamin) olmuştur. Aynı<br />

olimpiyatlarda 400 metre engellide 3. olan ABD’li<br />

Nick Howard aşırı doz eroinden ölür. 1963’te<br />

ölen iki boksörün de teşhisleri aşırı doz eroin<br />

kullanımıdır.<br />

1920’lerde başlayan doping ile mücadele, 1999’da<br />

IOC’nin (Uluslararası Olimpiyat Komitesi)<br />

öncülük ettiği toplantıda doping ile mücadelede<br />

ortak bir platform ve hareket birliği oluşturmak<br />

amacı ile bağımsız bir kuruluş olan WADA’nın<br />

(Dünya Antidoping Ajansı) kurulması kararı<br />

alınmıştır. Bugün WADA dünyada doping ile<br />

mücadelede bağımsız en üst düzeyde kuruluş<br />

olarak kabul edilir.<br />

WADA tarafından 2003 yılında dopingle<br />

mücadelenin yasası olarak kabul edilen “Anti-<br />

Doping Code” tüm branşlarda, tüm sporcular<br />

için dopingle mücadeleyi düzenleyen kuralların<br />

SAYI 51<br />

37


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Spor müsabakaları eşit<br />

şartlarda mücadeleyi amaçlar.<br />

Doping spor ruhuna aykırıdır.<br />

ve yönetmeliklerin aynı olmasını sağlayan<br />

bildirgedir. Buna göre dopingin spor ruhuna<br />

aykırı olduğu vurgulanarak, sporcudan alınan bir<br />

test materyalinde yasaklanmış bir maddenin<br />

ya da yıkım ürünlerinin tespitinden, yasaklı<br />

madde veya yöntemin kullanılması veya<br />

kullanılmaya teşebbüs edilmesi, numune alım<br />

işlemini reddetmek veya bildirim sonrası<br />

kaçmak, yarışma dışı testler için sporcunun<br />

bulunabilirlik bildirimini yapmaması, doping<br />

kontrolü işlemlerinin herhangi bir kısmının<br />

değiştirilmesi veya teşebbüsü, yasaklı<br />

maddelere sahip olmak, doping yapmaya ya da<br />

teşebbüsüne yardımcı olmak, bu tür bilgileri<br />

gizlemek ve bildirmemek de dahil birçok<br />

madde kural ihlali olarak kabul edilerek doping<br />

sınıfına sokulmaktadır. Bu maddelerden en<br />

az birinin gerçekleşmesi doping suçu olarak<br />

kabul edilir. Doping maddelerinin ticaretini<br />

yapmak, uygulanmalarını kolaylaştırmak<br />

gibi bazı durumlar da doping suçu kapsamına<br />

sokulmuştur. Bu da olayın hukuksal boyutunu<br />

daha çok belirgin hale getirmiştir.<br />

Doping kontrol analizleri halen en sık olarak<br />

idrar örneklerinde yapılmaktadır. Yakın<br />

bir gelecekte doping kontrol analizlerinin<br />

daha hızlı ve kesin sonuç vermesi için, idrar<br />

örnekleri yerine kan veya benzeri diğer vücut<br />

materyali örneklerinin alınması ve bu işlemin<br />

yaygınlaşması planlanmaktadır.<br />

Bir laboratuvarın doping kontrol analizlerini<br />

yapabilmesi için WADA tarafından<br />

uygunluğunun kabul edilmiş ve onaylanmış<br />

olması gereklidir. Halen dünyada WADA<br />

tarafından akredite edilmiş laboratuar sayısı<br />

32’dir. 2011 Kasım ayında da “Ulusal Dopingle<br />

Mücadele Kuruluşu”nun oluşturulması<br />

sonrasında Türkiye, “Dünya Dopingle Mücadele<br />

Kurallarına” uyumlu ülkeler listesine alınmıştır.<br />

Doping yaptığı saptanıp onaylanmış sporcuya<br />

ilgili kuruluşlarca, kullanılan madde ve yöntemin<br />

cinsine göre farklı ağırlıkta ceza uygulanır.<br />

Genellikle ilk kez dopingli olduğu saptandığında<br />

sporcu 2 yıl spordan men, ikinci kez dopingli<br />

olduğu saptandığında ise ömür boyu spordan<br />

men cezası verilmektedir.<br />

“Gen dopingi” son dönemlerin önemli çalışma<br />

alanlarından biridir. Çeşitli hastalıkların<br />

tedavilerinde kullanılmak için üzerinde çalışılan<br />

çeşitli gen tedavilerinin sporda performans<br />

artırımı amacı ile kullanıma uygun olabileceği<br />

nedeni ile WADA yayınladığı yasaklı yöntemler<br />

listesine “gen dopingi”ni de almıştır. Şu anda<br />

geliştirilmiş gen tedavi yöntemlerinden en az<br />

üçünün sporda doping amaçlı kullanıma uygun<br />

olduğu söylenmektedir. Ancak “gen dopingi”ni<br />

saptamak için henüz herhangi bir rutin kontrol,<br />

tarama analizi uygulaması yoktur.<br />

Biyolojik Pasaport<br />

Son zamanlarda medyada da çok sık duyulan<br />

biyolojik pasaport; sporcuların kan ve idrar gibi<br />

biyolojik maddelerine ait değerlerin kaydedildiği<br />

ve profilinin çıkarılarak veri tabanına<br />

kaydedildiği bilgi bankası olarak düşünülebilir.<br />

Bu bir tür parmak izi gibi kişiye ait özelliklerdir.<br />

Düzenli yapılan kontrollerle bu değerlerde<br />

normal değerlere oranla bir sapma varsa sporcu<br />

incelemeye alınır. Numunelerde yasaklı madde<br />

saptanmadan da sporcunun doping yapıp<br />

yapmadığı ile ilgili karar verilebilir.<br />

Doping ile ilgili skandallar<br />

Ben Johnson, 1988 Seul Olimpiyatları’nda<br />

100 metre yarışında dünya rekoru kırmıştı.<br />

Ancak daha sonra doping yaptığı için madalyası<br />

geri alındı ve ikinci olan Carl Lewis’e verildi, tabii<br />

ki rekoru da iptal edildi. Daha sonra başka yasaklı<br />

maddeleri de kullandığını itiraf etmişti.<br />

Macar disk atıcısı Robert Fezekas 2004<br />

Olimpiyatları’nda erkekler rekorunu kırmıştı.<br />

Ancak daha sonra dopingle mücadele kuralları<br />

ihlali nedeni ile madalyası geri alındı. Rekoru<br />

iptal edildi.<br />

38<br />

SPORDA BAŞARI VE DOPİNG


1998 yılında Fransa Bisiklet Turu’nda İspanyol<br />

Festina Takımı’ndan Belçikalı sporcu doping<br />

ilaçları ile yakalandı. Olayın boyutları ve organize<br />

bir olay olarak değerlendirilmesi sonucunda<br />

doktoru ve teknik direktörü gözaltına alındı.<br />

Ancak tura katılan diğer takımların da organize<br />

bir şekilde dopinge bulaştığı tespit edildi. Bu<br />

olay WADA’nın kurulmasına yol açan olay olarak<br />

değerlendirilmektedir.<br />

Bisiklet sporcusu Lance Armstrong, Fransa<br />

bisiklet turunu 7 kez üst üste kazanmış,<br />

kanserle mücadelesi ile gönüllerde taht<br />

kurmuştu. Ara verdiği spora 2009 yılında<br />

döndü. 2012 yılında ABD Anti-Doping Ajansı<br />

(USADA), doping yaptığı gerekçesiyle Lance<br />

Armstrong’un 1 Ağustos 1998’den bu yana<br />

elde ettiği bütün başarılarla, 1999 ile 2005<br />

yılları arasındaki 7 Fransa Bisiklet Turu<br />

şampiyonluğunu elinden aldı ve sporcuya ömür<br />

boyu spordan men cezası verdi. Daha sonra<br />

bir programda Armstrong doping yaptığını<br />

itiraf etmişti.<br />

Süreyya Ayhan Kop; orta mesafe koşucusu.<br />

Dünya atletizm şampiyonasında finale kalmış<br />

ve Avrupa atletizm şampiyonasında 2002 yılında<br />

altın madalya kazanan ilk Türk sporcusudur.<br />

2004 yılında doping kontrolü yapmaya gelen<br />

görevlileri engellediği için 2 yıl ceza almıştır.<br />

2008’de yapılan kontrolde numunesinde yasaklı<br />

madde bulunması nedeni ile cezası CAS tarafından<br />

ömür boyu men olarak onaylanmıştır.<br />

Kırkpınar’da 2013 yılında 3 kez şampiyon olan Ali<br />

Gürbüz’ün örneklerinde yasaklı madde çıkması<br />

sonucunda ömür boyu sahip olduğu kemer geri<br />

alındı.<br />

Halil Mutlu, 3 kez Olimpiyat Şampiyonu, 5 kez<br />

Dünya Şampiyonu, 9 kez Avrupa Şampiyonu olmuş,<br />

52 kg, 54 kg ve 56 kg’da 20’den fazla dünya rekoru<br />

kırmıştır. 2005 yılında alınan numunenin pozitif<br />

çıkması sonucu 2 yıl ceza aldı.<br />

Ülkemizde Durum<br />

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Dopingle<br />

Mücadele Komisyonu tarafından yapılan<br />

kontrollerin sonuçlarına göre; 2013 yılında kontrole<br />

alınan 1550 sporcudan 17’si (%1.09) Dopingle<br />

Mücadele Kural ihlali olarak işlem görmüştür.<br />

Bu rakamlar atletizmde 363’te 46 sporcu, (%12.7)<br />

halterde 313’te 47 sporcu (%15), güreşte ise 216’da<br />

22 sporcu (%10.2) olmuştur. Önemli bir ayrıntı da<br />

numunesi pozitif çıkan 33 sporcunun yaşının 18’in<br />

altında olması. Bunların 11’inin yaşları ise 15’ten<br />

küçük olarak bildirilmiştir.<br />

Futbolda bu oran %0.31 iken, basketbolda da %0.88<br />

olarak belirlendi.<br />

“Gen dopingi”<br />

son dönemlerin<br />

önemli çalışma<br />

alanlarından biri.<br />

SAYI 51<br />

39


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Endüstrileşen<br />

spor, sporcuların<br />

ruh sağlığını da<br />

etkiliyor mu?<br />

Yeni Sporun<br />

Yeni Sporcuları<br />

Ünlü İngiliz iktisatçı Adam Smith, “Demiryollarının %5’i demirse %95’i<br />

insandır,” demiş. Peki ya spor, sizce yüzde kaçı insandır?<br />

40<br />

YENI SPORUN YENI SPORCULARI


X Yazı<br />

YRD. DOÇ. DR. PSIKOLOG<br />

OZANSER UĞURLU<br />

ODTÜ Psikoloji<br />

’89<br />

Stadyumlarda, salonlarda ya da televizyonun<br />

karşısında kadın ve erkeklerin rekabetini<br />

izliyor ve bundan keyif alıyor, iyi zaman<br />

geçiriyor, eğleniyor, üzülüyor ya da seviniyoruz.<br />

Peki ya o izlediğimiz insanlar, onlar neler<br />

yaşıyor, neler hissediyor? Uluslararası medya<br />

devi Eurosport “All Sports All Emotions” sözü ile<br />

sporun bir duygular bütünü olduğunu çok güzel<br />

özetliyor, çünkü insan duyguları ile var olan bir<br />

varlıktır.<br />

Performans söz konusu olduğunda elbette<br />

bütün mesele duygular değildir ancak duygular<br />

performans üzerinde önemli bir etkiye<br />

sahiptir; çünkü duygular düşüncelerimizi<br />

ve davranışlarımızı derinden etkiler. Örneğin;<br />

seyirci için rekabetin kazanılması mutluluk,<br />

kaybedilmesi mutsuzluk ile eşanlamlıysa<br />

desteklediği sporcu rekabeti kaybettiğinde<br />

seyirci kendisini mutsuz edene olumsuz anlamlar<br />

yükleyebilir, hatta düşman kesilebilir. Diğer<br />

taraftan sporcu için rekabetin sonunda kazanmak<br />

başarı hissi yaratırken, kaybetmek başarısızlık<br />

hissi yaratıyorsa, sporcu rekabeti kaybettiğinde<br />

kendisini değersiz görebilir ve anlamsızlık hissine<br />

kapılabilir. Ve işte sporun yüzde kaçının insan<br />

olduğu, bu noktada şekil almaya başlar.<br />

Kazanmak ya da Kaybetmek,<br />

Bütün Mesele Bu mu?<br />

Uzun yıllardır farklı yaş gruplarından farklı spor<br />

branşlarında profesyonel ve amatör sporcular ile<br />

çalışıyorum. Performanslarını psikolojik olarak<br />

nasıl yöneteceklerine dair onlara danışmanlık<br />

yapıyorum. Ve gördüm ki, spor sadece “spor”<br />

olduğunda sporcular psikolojik süreçleri<br />

başarıyla yönetebiliyorlar. Kendilerine hedefler<br />

koyup, hatalarından dersler çıkartabiliyor<br />

ve süreci bir gelişim evresine dönüştürebiliyorlar.<br />

Ancak ne zamanki spor artık bir “iş” haline<br />

geliyor, aldıkları her sonuç birer rakama<br />

dönüşüyor, kazandıkları madalyalar<br />

ve kaldırdıkları kupalar “başarı” için belirleyici<br />

bir kritere dönüşüyor, işte o zaman “kazanmak”<br />

ya da “kaybetmek” psikolojilerinde derin yaralar<br />

açan kırılma noktaları haline gelebiliyor.<br />

O yüzdendir ki, yeni “spor” sporcudan daha fazla<br />

“kazanmasını” istedikçe, sporcu başarıyı daha<br />

fazla kupa ve madalya ile ölçen bu sistemin içinde<br />

insan olmaktan çıkıp, makineye dönüşüyor. Belki<br />

artan doping ve şike vakaları bu yüzden çoğalıyor.<br />

Çünkü herkes “kazanmak” istiyor. Oysa sporda<br />

kaybetmek ve kazanmak, başarılı olmak ya<br />

da olmamak anlamına gelmez. Çünkü sporun<br />

kendisi, kendi başına bir başarıdır zaten; çünkü<br />

rekabet için meydana çıkmak başlı başına bir<br />

hayata meydan okumadır ve bu meydan okuma<br />

bir canlının varoluşu için baştan sona büyük bir<br />

başarıdır.<br />

Ne zaman spor artık<br />

bir “iş” haline geliyor,<br />

her sonuç birer<br />

rakama dönüşüyor.<br />

Performansı; hedefe yürünen yoldaki<br />

davranış, düşünce ve duyguların tamamı ile<br />

elde edilen sonucun toplamı oluşturur. Sportif<br />

performansın günümüz modern yaşamında<br />

her açıdan ele alındığı, ölçüldüğü ve üzerinde<br />

manipülasyonlar yapılabildiği bir zaman<br />

diliminde yaşıyoruz ancak performansın<br />

tutku, anlam ve doyumla yoğurulmadan,<br />

hayatın içerisinde sadece rakamsal ifadeler<br />

halinde kalması bizi insan olmaktan çıkaran<br />

bir yaklaşım yaratıyor.<br />

Sporun insanca kalabilmesi için başarının<br />

tanımını insandan ve onun varoluşundan<br />

uzaklaştırmamamız gerekiyor. Çünkü insan<br />

makine değildir ve ondan bir makinenin<br />

üretimini beklemek haksızlık olacaktır;<br />

hele de hayata meydan okuyup sahalara çıkan<br />

bir sporcudan hep kazanmasını beklemek,<br />

ne insanca bir yaklaşımdır ne de insana<br />

yakışır. Bırakalım spor, hem aktörleri hem<br />

de izleyicileri için hayata keyif katan, tutku,<br />

anlam ve doyumla var olabilmek için bir fırsat<br />

olsun.<br />

SAYI 51 41


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

Krizlerden<br />

Etkilenmeyen<br />

Ekonomi<br />

“Bir spor kulübü nasıl gelir kazanıyor olmalı ki<br />

bir oyuncu için bu parayı verebiliyor?”<br />

X Yazı<br />

YRD. DOÇ. DR. BÜLENT ANIL<br />

ODTÜ Sosyoloji<br />

’99<br />

BAU İktisadi ve İdari<br />

Bilimler Fakültesi<br />

Ekonomi<br />

Öğretim Üyesi<br />

Gareth Bale’e ödenen<br />

yaklaşık 100 milyon<br />

Avro, futbolla ilgisi<br />

olsun olmasın, her kesimden<br />

insanın konuştuğu bir konu<br />

haline geldi. “100 milyon<br />

Avro eder mi?” merkezli<br />

tartışmaların yanı sıra,<br />

piyasada daha pahalı olduğu<br />

kabul edilen Messi veya<br />

Ronaldo’nun kaç milyon<br />

Avro edeceğini hesaplayanlar<br />

oldu. Amatör bir oyundan<br />

bir endüstri haline evirilen<br />

futbol, 2015’de 145 milyar<br />

Dolara ulaşması beklenen<br />

toplam geliri, yılda ortalama<br />

%4’lük büyümesi ve diğer<br />

sektörlere oranla ekonomik<br />

krizlerden daha az etkilenmesi<br />

ile küresel ekonomide aktif bir<br />

oyuncu olma yolunda ilerliyor.<br />

“Bir spor kulübü nasıl gelir<br />

kazanıyor olmalı ki bir oyuncu<br />

için bu parayı verebiliyor?”<br />

sorusunu bu yazının merkezine<br />

alarak, spor endüstrisine bir<br />

ışık tutmaya çalışalım.<br />

Bir kulübün gelir kalemleri<br />

içerisinde en önemli yeri yayın<br />

gelirleri kaplıyor. Yayını talep<br />

eden izleyici sayısı, bu gelirlerin<br />

büyüklüğünü de belirliyor.<br />

Öyle ki, kulüpler ülke dışında da<br />

tanınırlıklarını artırarak bu<br />

talebi de artırmaya çalışıyorlar.<br />

Manchester United, Real<br />

Madrid, Barcelona gibi takımlar<br />

Uzakdoğu turnelerine çıkarak<br />

hem kendi markalarının<br />

tanıtımını yapıyorlar hem de<br />

oynadıkları ligin seyredilme<br />

oranını, dolayısı ile de yayın<br />

gelirlerini artırmış oluyorlar.<br />

Kuzey Amerika’da popülerlik<br />

oranında üçüncü sırada bulunan<br />

Amerikan Profesyonel Basketbol<br />

Ligi (NBA) yayın gelirleri,<br />

uluslararası yayın anlaşmaları<br />

sayesinde ciddi gelir artışı<br />

sağlayarak ikinci sıradaki (ve<br />

uluslararası düzeyde fazla rağbet<br />

görmeyen) beyzbol gelirlerine<br />

yaklaşmaya başladı. Bunu örnek<br />

alan Amerikan Ulusal Futbol<br />

Ligi de 2007’den itibaren<br />

Londra’da karşılaşmalar<br />

düzenlemeye başladı. Üstelik bu<br />

uluslararası açılım, artan yayın<br />

gelirleri dışında, seyredilen<br />

ülkelerdeki ürün satışları ile de<br />

ekstra gelir kapısı anlamına<br />

geliyor. Türkiye Futbol Ligi de,<br />

her ne kadar uluslararası<br />

düzeyde az izleyiciye hitap<br />

42<br />

KRIZLERDEN ETKILENMEYEN EKONOMI


Bir endüstri haline gelen futbol, küresel<br />

ekonomide aktif bir oyuncu olma yolunda.<br />

ediyor olsa da, kendi içinde<br />

hızla artan bir yayın gelirine<br />

sahip. En son 2010 yılında<br />

yapılan yayın ihalesi 321 milyon<br />

dolara alıcı buldu. Uluslararası<br />

izlenirlik bu rakamın daha da<br />

yükseklere çekilmesinde en<br />

önemli faktör gibi görünüyor ki<br />

son dönemde sıkça duyulan<br />

“ligin marka değerinin<br />

yükseltilmesi” tartışmaları da<br />

buna işaret ediyor.<br />

“Marka değeri” tartışması,<br />

dolaylı yoldan da olsa,<br />

yayın gelirlerinin dağılımı<br />

tartışmasına da ışık tutmakta.<br />

Farklı ülkeler farklı modeller<br />

oluşturarak bu geliri<br />

katılan takımlar üzerinde<br />

paylaştırıyorlar. Buradaki<br />

temel ayrım, ligin marka<br />

değerini artıran faktörlerin<br />

belirlenmesinde ortaya çıkıyor.<br />

“Ligin marka değeri, gelirlerin<br />

daha eşit paylaşıldığı daha<br />

rekabetçi bir lig ile mi artar,<br />

yoksa uluslararası arenadaki<br />

başarılarla mı?” sorusu bu<br />

noktada önem kazanıyor.<br />

Türkiye’nin de içinde<br />

olduğu bir grup, gelirlerin<br />

önemli bir kesimini marka<br />

değerinin temel taşı olarak<br />

gördüğü kulüpler arasında<br />

dağıtıyor. Türkiye’de 4 kulüp<br />

(Fenerbahçe, Galatasaray,<br />

Beşiktaş ve Trabzonspor) yayın<br />

gelirlerinin üçte birinden<br />

fazlasını alıyorlar. Bu dağılımın<br />

altında, bu kulüplerin getirdiği<br />

pahalı yabancı futbolcular ve<br />

bu futbolcularla kazanılan<br />

uluslararası düzeydeki<br />

başarılar ligin marka değerini<br />

ve tanınırlığını artırıyor<br />

varsayımı yatıyor. Son yıllarda,<br />

bu görüşe karşıt olarak, yayın<br />

gelirlerinden daha fazla pay<br />

alan diğer 14 takımın güçlü<br />

ekipler kurarak rekabeti<br />

artırdığı ve uluslararası<br />

arenadaki sürdürülebilir<br />

başarının bu sayede sağlandığı<br />

iddiası da yüksek sesle dile<br />

getirilmeye başlandı.<br />

Uluslararası arenadaki<br />

rekabetten bahsederken<br />

yabancı sınırlamasına da<br />

değinmeden geçmemek gerekir.<br />

Yabancı oyuncu sayısındaki<br />

sınırlama yerli oyuncuların<br />

fiyatlarının artmasına neden<br />

olurken, savunucuları milli<br />

takıma oyuncu yetişmesini<br />

desteklemek amacı ile bu<br />

kuralın yanında olduklarını<br />

iddia ediyorlar. Bu görüşün<br />

karşısında ise yabancı<br />

oyuncu sınırlamasının<br />

kulüp takımlarının aleyhine<br />

çalıştığını, yükselen yerli<br />

oyuncu maliyetleri nedeni ile<br />

hem giderlerin arttığını hem de<br />

kalitenin düştüğünü ve kulüp<br />

takımları için uluslararası<br />

rekabette bir dezavantaj<br />

oluştuğunu iddia edenler<br />

yer alıyor. Son dönemde,<br />

sınırlamak yerine ekstra<br />

yabancı oyuncuya ekstra vergi<br />

uygulaması da spor çevrelerinde<br />

dillendirilmeye başlandı.<br />

SAYI 51 43


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

varlığının şehre kattığı ekonomik ve sosyal artı<br />

değeri gerekçe olarak gösterirken, karşı çıkanlar<br />

bu spora ilgi duymayanların vergilerinin bu<br />

stadyumların yapımında kullanılıyor olmasının<br />

adil olmadığını savunuyorlar.<br />

Yayın gelirlerinden sonraki en önemli gelir<br />

kalemi maç günü gelirleri. Bu gelirler bilet parası<br />

ve stadyumda yapılan alışverişleri içeriyor.<br />

Bu gelirlerin büyüklüğü stadyumun kalitesi ve<br />

büyüklüğü ile de doğru orantılı olduğundan her<br />

takım stadyumunu yenilemek, büyütmek ve<br />

teknolojik hale getirmek için elinden geleni<br />

yapıyor. Türkiye’de stadyumların hepsi yasa<br />

gereği Gençlik ve Spor Müdürlüğü’ne ait<br />

ve kulüpler uzun süreli kiralama yoluyla işletim<br />

haklarına sahip oluyorlar. Avrupa’da kamuya ait<br />

stadyumlar olabileceği gibi kulüplerin kendi<br />

stadyumları da olabiliyor. Kuzey Amerika’da ise<br />

stadyumlar kulübün varlığı olmakla birlikte<br />

yapımında yerel idarelerin önemli katkısı söz<br />

konusu. Bu konuda ciddi tartışmalar da<br />

dönmekte. Örneğin, 1980’lerde Atlanta Braves<br />

beyzbol takımının, kulübü başka bir şehre<br />

taşımakla tehdit edip, Atlanta yerel<br />

yönetiminden kendisine yeni bir stadyum<br />

yapmasını talep ettiği, Atlanta yerel<br />

yönetiminin de 1996 olimpiyatları için yapılan<br />

stadı (Turner Field) Atlanta Braves’e bırakmak<br />

karşılığında takımı Atlanta’da tuttuğu söylenir.<br />

Geçtiğimiz senelerde benzeri bir durum Seattle<br />

için de yaşanmıştı. Seattle yerel yönetimi yeni bir<br />

basketbol salonu yapma ve bunu kulübe bırakma<br />

önerisini reddettiği için Seattle Supersonics NBA<br />

takımı Seattle’ı bırakıp Oklahoma’ya (Oklahoma<br />

Thunders) yerleşti. Yerel yönetimin katkı<br />

yapmasını savunanlar profesyonel bir takımın<br />

Gelirlerdeki üçüncü büyük kalem, ürün<br />

satışından elde edilen gelirler. Bu gelir grubu<br />

hem dünyada hem de Türkiye’de gittikçe artan bir<br />

öneme sahip olmaya başlamış durumda. Taraftarı<br />

heyecanlandıran transferler forma satışlarında<br />

öylesine bir artışa sahip oluyor ki kimi zaman bu<br />

forma satışlarından gelen gelir bir futbolcunun<br />

transfer bedelini ödeyebiliyor bile. Real Madrid<br />

ve Manchester United takımlarının Uzakdoğu<br />

seyahatlerinin, bu ülkelerdeki pazara girme<br />

anlamı taşıdığı biliniyor. Çinli Yao Ming adlı<br />

NBA oyuncusunun Houston Rockets tarafından<br />

1. sırada seçilmesinin de benzeri kaygılarla<br />

yapıldığına dair söylentiler zamanında NBA<br />

çevrelerinde sıkça dile getirilmişti.<br />

Yayın gelirlerinden<br />

sonraki en önemli<br />

gelir kalemi maç günü<br />

gelirleri.<br />

İzleyici yayını ve takım ürünlerini talep ederek<br />

bu gelirlere katkı yapmış oluyor. Türkiye ve<br />

Avrupa’daki izleyici için aidiyet merkezli taraftar<br />

profili öncelikli görülüyor. Endüstrinin büyümesi<br />

ile birlikte kulüpler/ligler bunun dışındaki<br />

izleyiciyi de hedeflemeye başladılar. ABD’nin<br />

gelmiş geçmiş en fazla seyirci çeken programları<br />

listesinde her zaman Amerikan Futbol Ligi<br />

finallerinin olması, oyunun herkes tarafından<br />

takip edilen bir eğlenceye dönüştüğünün de<br />

kanıtı. Öyle ki, firmalar sadece o gün için özel<br />

ve eğlenceli TV reklamları hazırlıyorlar ve<br />

sporun kendisi ile ilgilenmeyen insanları bile<br />

o gün için TV başına çekmeyi başarabiliyorlar.<br />

“Taraftar” kavramı yerini tüketiciye bırakmaya<br />

başlıyor ki, bu dönüşüm oyunun dinamiklerini de<br />

etkileyecekmiş gibi görünüyor.<br />

44<br />

KRIZLERDEN ETKILENMEYEN EKONOMI


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

“Böyle Bir Sevmek<br />

Görülmemiştir” *<br />

Bir takımın taraftarı olmanın nedenlerini bilimsel bir çerçevede izah etmek,<br />

akla uygun sebepler bulmak kolay değildir. Ama her durumda işin arkasında<br />

karşılıksız bir sevgi hali yatmaktadır.<br />

X Yazı<br />

KIVANÇ KOÇAK<br />

V İllüstrasyon<br />

TURGUT YÜKSEL<br />

*Attila İlhan<br />

Öyle ya da böyle hepimiz hemen her zaman bir<br />

şeyin taraftarı oluyoruz; görüşün, ideolojinin,<br />

rengin, müzik grubunun... Akla gelebilecek<br />

her şeyde mevcut taraf olmak. Otomatik<br />

olarak kendi karşıtını yaratan taraf tutmanın<br />

en göze battığı hallerden birisi de şüphesiz,<br />

bir takımın taraftarı olmak. Nasıl olmasın<br />

ki? Stadyumlarda ya da takımınızın maçını<br />

seyretmek için evde arkadaşlarınızla bir araya<br />

geldiğinizde sizin gibi düşünmeyenleri, sizin<br />

tarafınızda olmayanları, “karşıtları” en net<br />

şekilde görebiliyor, cisimleştirebiliyorsunuz:<br />

Oradan birileri sizin en kıymetlinize ağız<br />

dolusu küfür ediyor, şuradan birisi ne kadar<br />

kötü bir takım olduğunuzu haykırıyor,<br />

arkalardan takımınızın aleyhinize yapılmış bir<br />

beste söyleniyor hep bir ağızdan...<br />

Bir takımın taraftarı olmanın nedenlerini<br />

bilimsel bir çerçevede izah etmek, akla uygun<br />

sebepler bulmak kolay değildir. Her durumda işin<br />

arkasında karşılıksız bir sevgi hali yatmaktadır.<br />

Siz takımınız için her şeyinizi verebilirsiniz<br />

ama karşılığında şampiyonluk garantisi<br />

bekleyemezsiniz; bulduğunuz gözyaşı, hüzün,<br />

mağlubiyetin kekre tadı olur. Arada sırada gelen<br />

başarılarla avunmayı öğrenmek kadar, daha<br />

iyisini isteme hakkını şuursuzca da olsa kendinde<br />

görmektir bir takımın taraftarı olmak. Bir<br />

yandan kendini çok önemsemek ama öte yandan<br />

aslında etkinin zayıflığını fark etmektir: Sonuçta<br />

kupayı getirecek golü, taraftar atacak değildir,<br />

stadın yıkılıp yenisinin yapılmasına kararı<br />

yöneticiler verir, transfer komitelerinde taraftar<br />

temsilcisinin varlığı pek görülmüş şey değildir!<br />

46<br />

“BÖYLE BİR SEVMEK GÖRÜLMEMİŞTİR”


Geleneksel taraftarı,<br />

holiganlardan ayıran<br />

çizgi neresi?<br />

Peki geleneksel taraftarı, holiganlardan ayıran<br />

çizgi neresi? Gündüz Vassaf, bir yazısında<br />

holigan kavramının sözlüklere ilk kez 1900’lerin<br />

başında girdiğini anlatır: “Sözcüklere ilk olarak<br />

1898’de girmiş. Londra’da yaşayan, gittikleri<br />

yerde içip içip kavga çıkaran İrlandalı bir ailenin<br />

adı. Bay ve Bayan Hooligan’ın çocuklarının<br />

adı bir kere kavgacıya çıkınca artık hangi<br />

meyhanede bir olay çıksa ‘Hooliganlar’ın<br />

işi’ diye bilinmeye başlamış.” Literatürde bu<br />

anlatının doğruluğu net değil ama her halükârda<br />

işin içinde “kavga” olduğu kesin. Zaten holigan<br />

kültürünün ayrılmaz parçası, taraftarı olunan<br />

takımın rakiplerinden daha güçlü ve üstün<br />

olduğunu fiziksel olarak da kanıtlamak.<br />

Bunu göstermenin en kestirme yolu da rakip<br />

taraftarları öldüresiye dövmek, onlar üzerindeki<br />

tahakkümü açıkça ortaya koymak. Kışın<br />

ayazında, yağmurun altında, sıradan taraftarlar<br />

evlerinde bile üşürken üstleri çıplak, çoğu zaman<br />

alkollü şekilde tribünleri doldurup girişilen güç<br />

gösterisi “sert adamların” yaptığı bir fiziksel<br />

üstünlük şovu aslında. Takımları için canlarını<br />

verme noktasına gelen çoğu holiganın, sahada<br />

oynanan maçla neredeyse hiç ilgilenmiyor<br />

oluşuysa büyük paradokslardan biri!<br />

kültürel ve sosyal programlarla holiganlığın<br />

altyapısı çökertilmeye çalışılıyor. Sosyolojik ve<br />

kültürel açıdan çoklukla az gelirli ya da işsiz,<br />

reaksiyoner milliyetçi damara çok yakın duran,<br />

kendilerini sadece bir futbol takımı kimliğiyle<br />

ifade edebilen insanların spora/futbola bir<br />

eğlence, oyun olarak bakabilmelerini sağlamak<br />

kolay değil ve fakat kararlı bir mücadeleyle,<br />

özellikle sahici bir futbol kültürü yaratarak hiç<br />

olmayacak şey de değil (özellikle Almanya’da<br />

kulüplerin ve federasyonun işbirliğiyle ortaya<br />

çıkarılan programlar bu anlamda ders olacak<br />

nitelikte).<br />

Kabul etmesi zor gibi gözükse de holiganlık işin<br />

özünde bir “sevme biçimi”. Ancak her “şiddetli”<br />

sevme biçiminde olduğu gibi sağlıklı ve doğru<br />

olduğunu söylemek zor. Zira bilinir, şiddetli sevgi<br />

hem karşındaki boğar hem akıl tutulmasına<br />

götürür hem de “güzel” sevmenin önündeki en<br />

büyük engeldir. Çünkü aslında -her ne kadar aksi<br />

iddia edilse de- tamamen ben-merkezcidir. Oysa<br />

“ben yoksam takım da yok” diyenler unutulur<br />

ya da sevdadan yorgun düşerken, mesela 40 yıldır<br />

Vefa’nın hiçbir maçını kaçırmayan Melkon Amca<br />

gibi, Şekersporlu Bruno gibi sahici taraftarlar artık<br />

takımın kimliğinin de bir parçasıdır. Sayıları az da<br />

olsa; “başarıyı”, kupaları bir türlü göremeseler de...<br />

Bugün tüm dünyada futboldaki holiganizmle<br />

mücadele çok ciddiye alınıyor; kampanyalar<br />

yapılıyor, yasal düzenlemeler hayata geçiriliyor,<br />

SAYI 51<br />

47


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Bize FREE projesini ve nasıl<br />

yola çıktığını anlatır mısınız?<br />

Futbol Avrupa’nın<br />

Ortak Dili Olabilir mi?<br />

FREE (Football Research in an Enlarged Europe),<br />

Avrupa sathında bir futbol kimliğinden bahsedilip<br />

bahsedilemeyeceğini araştıran bu kadar kapsamlı<br />

ilk futbol araştırması. Proje fikrini tasarlayan ODTÜ<br />

Avrupa Çalışmaları Merkezi’nden Doç. Dr. Özgehan<br />

Şenyuva ve Doç. Dr. Başak Zeynep Alpan ile projeyi ve<br />

futbolun büyüsünü konuştuk...<br />

Başak Zeynep Alpan:<br />

Her şey 2008 yılında başladı.<br />

Ben doktora yapıyordum.<br />

Özgehan da Edinburgh’de post<br />

doktora. Profesör Alfred Sontag<br />

ile futbolla kimlik meselesini<br />

birleştiren bir proje hazırlayıp<br />

AB’nin Yedinci Çerçeve<br />

Programı’na sunmayı konuştuk.<br />

Özgehan Şenyuva: 2009<br />

sonunda ilk başvurumuz<br />

reddedilmişti. Ondan sonraki<br />

çağrıya daha güçlü ve büyük<br />

bir ekiple başvurduk ve kabul<br />

edildi. FREE Projesi 8 ülkeden<br />

-Polonya, Fransa, Birleşik<br />

Krallık, İspanya, Danimarka,<br />

Avusturya, Almanya, Türkiye-<br />

10 kurumla yürütülüyor.<br />

Temel olarak 4 sosyal disiplini<br />

bir araya getirmesi önemli.<br />

Antropoloji, sosyoloji, siyaset<br />

bilimi ve yönetişim ve tarih.<br />

Her biri kendi disiplini<br />

çerçevesinde Avrupa’da Futbol<br />

konusunda çalışıyor. FREE<br />

Projesi Avrupa çapında bu<br />

kadar çok ülkenin dahil olduğu,<br />

bu kadar kapsamlı ilk futbol<br />

araştırma projesi.<br />

Futbol kimliğin bu kadar<br />

belirleyici bir parçası mı?<br />

Futbolda biz neleri görünür<br />

kılıyoruz ki futbol böyle bir<br />

araştırma konusu oluyor?<br />

Özgehan Şenyuva: Avrupa’da<br />

bir futbol kimliği olduğu<br />

düşüncesinden yola çıkarak<br />

başladık. Çünkü Soğuk Savaş’ın<br />

sona ermesiyle Avrupa<br />

coğrafyası genişledi. Çoğu kişi<br />

bilmez mesela, logosunda<br />

Avrupa haritası taşıyan tek<br />

48<br />

FUTBOL AVRUPA’NIN ORTAK DILI OLABILIR MI?


kuruluş UEFA’dır. Sınırları en<br />

geniş olan Avrupa coğrafyası da<br />

UEFA üzerinden kurulur.<br />

Avrupa futbol kimliğinin<br />

oluşmasında kuşaklar arasında<br />

bir bağ var. Büyükbaba ya da<br />

büyükanneden torununa geçen<br />

bir miras var. O takımı aile<br />

7 cettir tutuyor ve aralarında<br />

konuşacak bir konu oluyor.<br />

Soğuk Savaş döneminde bile,<br />

Demirperde’nin iki tarafında<br />

ekonomik ve siyasi ilişkiler<br />

sınırlanmışken, maçlar devam<br />

etmekteydi. Avrupa<br />

şampiyonalarına iki tarafın<br />

takımları da katılmaktaydı.<br />

‘80’lerde Dinamo Kiev için uzay<br />

futbolu oynuyor denirdi ve<br />

Batı’da da Dinamo Kiev<br />

taraftarları ve hayranları vardı.<br />

Soğuk Savaş döneminde futbol<br />

dışında olamayacak bir<br />

etkileşim, ortak kültür ve tarih<br />

yaratma süreci vardı.<br />

Başak Zeynep Alpan:<br />

ODTÜ’nün katkıda bulunduğu<br />

iki çalışma paketi var. Biri<br />

futbol antropolojisi. Öteki de<br />

futbolun kadınlaşması. Bundan<br />

hem kadın taraftarların<br />

çoğalmasını hem de kadın<br />

futbolunu anlayabiliriz. Alan<br />

çalışmasını futbol antropolojisi<br />

üzerinden yapıyoruz. Projenin<br />

en temel derdi şu: Acaba<br />

Avrupa düzeyinde bir futbol<br />

algısı, bir futbol kimliği, bir<br />

futbol kamusal alanı var mı?<br />

Nisan ayında ODTÜ’de<br />

düzenlenecek uluslararası<br />

konferansta futbol ve kamusal<br />

alan meselesini düşüneceğiz<br />

örneğin. Akademik çevrede,<br />

özellikle İngiliz akademisinde<br />

futbol denilince, akla ilk gelen<br />

Rastgele iki<br />

Avrupalıyı<br />

yan yana<br />

getirdiğinizde,<br />

paylaştıkları<br />

şey futbol<br />

olabilir mi?<br />

şey futbol -şiddet, futbolholiganizm<br />

ilişkisi ve futbolun<br />

endüstrileşmesi. Ki bütün<br />

bunlar yanlış değil, ama futbol<br />

sadece bunlardan ibaret değil.<br />

Özgehan’ın demin bahsettiği<br />

kuşaklar arası belli bir iletişimi<br />

sağlayan, bir ülkeye gittiğinizde<br />

kimseyi tanımıyorken bir bara<br />

gidip üzerine insanlarla<br />

en fazla sohbet edebileceğiniz<br />

konudur futbol. Ayrıştırıcı<br />

ve birleştirici bir gücü var<br />

insanlar üzerinde. Futbol<br />

antropolojisi çalışma paketinde<br />

bunu anlamaya çalışıyoruz.<br />

Bunu da taraftar gözlemek<br />

yoluyla yapıyoruz.<br />

İki sezondur Gençlerbirliği<br />

maçlarına gidiyoruz. Kimliklerin<br />

dönüşümünde ve iç içe<br />

geçmesinde, bireylerin<br />

aidiyetlerinde ve ilişkilerinde<br />

futbol acaba ne derece rol<br />

oynuyor? Üstelik bu sadece<br />

bir özsel kimlik meselesi değil.<br />

Yani Türkiye’de doğup Türkiyeli<br />

olmak gibi bir şey değil. Biraz da<br />

seçilmiş bir kimlik aslında.<br />

Örneğin Gençlerbirliği kimliği<br />

seçilmiş bir kimlik. Şiddete,<br />

cinsiyetçi küfürlere karşılar,<br />

kendilerini bu şekilde<br />

tanımlıyorlar. Acemi hakem<br />

diyorlar mesela en fazla.<br />

Özgehan Şenyuva: Avrupa<br />

çalışmalarında hep eksik kalan<br />

bir alan, Avrupalı kimliği. Yani<br />

Avrupalıları bir araya getiren,<br />

Avrupalıyı tanımlayan nedir?<br />

Türkiye olarak bu tartışmanın<br />

tam göbeğindeyiz. Dinsel<br />

anlamda bir tartışma var, kültürel<br />

ve tarihsel anlamda bir tartışma<br />

var, coğrafi anlamda bir tartışma<br />

var. Avrupa nerede başlar nerede<br />

biter? Bizi onlardan ayıran<br />

nedir sorusunu bir türlü tam<br />

cevap veremediğimiz bir alan.<br />

Avrupa geleneği olarak ne var<br />

mesela? Rastgele iki Avrupalı’yı<br />

yan yana getirdiğiniz zaman<br />

ortak değerleri ne? Futbol<br />

bunun bir cevabı olabilir mi?<br />

Yani rastgele iki Avrupalı’yı yan<br />

yana getirdiğinizde, tarihsel,<br />

geleneksel olarak paylaştıkları<br />

şey futbol olabilir mi? 2000’li<br />

yıllarla beraber futbol makul<br />

bir cevap olabilir. Avrupa’da<br />

futbolcu hareketliliği muazzam<br />

rakamlara ulaştı. Her takımda<br />

farklı milliyetlerden insanlar<br />

bulabiliyorsunuz.<br />

SAYI 51 49


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Futbol,<br />

beraberliğin<br />

olduğu ender<br />

sporlardan<br />

biri. Bu da<br />

hayatın güzel<br />

bir yansıması.<br />

Futbol öyle bir spor ki, futbolu<br />

sevmeyen bile yarım saat niye<br />

sevmediğini anlatabiliyor.<br />

Yani sevmeyenin bile futbol<br />

hakkında geniş bir haznesi<br />

vardır niye sevmediğine dair.<br />

Avrupa sathında seyredilen<br />

ve kendi popüler kültürünü<br />

icat eden, etki alanı gittikçe<br />

genişleyen bir şeyden<br />

bahsediyoruz. Bu durum bize<br />

ne söylüyor?<br />

(http://www.free-project.eu)<br />

Seyircilerin hareketliliği<br />

çok arttı. Artık 7-8 tane<br />

lig Türkiye’de canlı<br />

yayınlanabiliyor. Yani zaman<br />

ve mekan sınırları kırıldı.<br />

Bu da bir taraftar hareketliliği<br />

sağladı. Sınır ötesi taraftarlık<br />

olmasa bile sempati yarattı.<br />

Üçüncü bir değişken de<br />

düzenlenen organizasyonların<br />

çok daha geniş kapsamlı olması.<br />

Etkileşim sayısı ve yoğunluğu<br />

arttı. Norveç’ten bir takım<br />

çıktığında kapalı kutu derdik<br />

eskiden, şimdi o takım 3 Türk<br />

takımıyla maç yapabiliyor.<br />

Düzenlenen organizasyonların<br />

sayısı ve yoğunluğu arttığı için<br />

Avrupalı kimliğinde futbolun<br />

önemi arttı.<br />

Yabancı tanımını ve onunla<br />

girilen ilişkiyi de değiştirdi<br />

mi peki bu durum?<br />

Özgehan Şenyuva:<br />

Bizim argümanlarımızdan<br />

biri de bu; evet değiştirdi.<br />

Çünkü maç yoğunluğu,<br />

futbolcu hareketliliği, taraftar<br />

hareketliliği artınca bu gevşeme<br />

çok kimlilik yaratmaya<br />

başladı. Öğrencilere, mülakat<br />

yaptığımız kişilere soruyoruz,<br />

hangi takımı tutuyorsunuz diye,<br />

Gençlerbirliği, Fenerbahçe vs<br />

takımlar söyleniyor. Almanya’da<br />

hangi takımı tutuyorsunuz<br />

dediğimizde %70’i cevap veriyor.<br />

İspanya’dan da bir takım<br />

tutuyor. Sadece “tutmanın<br />

şiddeti” değişiyor. Mesela<br />

kombine almıyor, kulüp<br />

üyesi olmuyor. Ama maçları<br />

hiç kaçırmıyor. En azından<br />

sonucunu takip ediyor.<br />

Avrupalılar kamusal alanda<br />

ne konuşuyor? Avrupa<br />

Parlamentosu oturumu<br />

izlenmiyor. Ama salı ve<br />

çarşamba gecesi Şampiyonlar<br />

Ligi gecesi, bütün ülkelerde<br />

izleniyor. Bir güzel tarafı da<br />

bu, Şampiyonlar Ligi’nde<br />

kendi takımı oynamasa bile,<br />

bir futbol şenliği, Avrupa<br />

şenliği. İcat edilmiş bir gelenek<br />

(invented tradition) var artık.<br />

Şampiyonlar gecesi müziğini<br />

Avrupa’da herkes tanıdı. Bir<br />

Asyalı’ya bir şey ifade etmiyor<br />

belki, ama Avrupa’da o 3-5<br />

saniyelik müziği duyduğumuzda<br />

hepimizin aklına Şampiyonlar<br />

Ligi ve maç geliyor.<br />

Başak Zeynep Alpan: Bize<br />

söylediklerinden biri şu. Bir<br />

geleneğin icad edilmiş olması<br />

onun kıymetinden ya da çok<br />

kullanılır olmasından<br />

ya da iletişim sağlamasından<br />

herhangi bir şey götürmüyor.<br />

Bence bu açıdan futbolun<br />

en önemli kudreti bunun ucu<br />

açık bir süreç olması. Belli<br />

kimliklerle doğuyoruz, ama<br />

bu değişecek bir şey. Futbol<br />

milliyetçiliğin, şiddetin<br />

karşısında da durabilir.<br />

Cinsiyetçiliğin karşısında da<br />

durabilir. Dönüştürücü bir<br />

kudreti var futbolun. Eğer böyle<br />

bir kamusal alan yaratıyorsa,<br />

böyle bir iletişime sebep<br />

oluyorsa, bu her zaman için<br />

özgürleştirici de olabilir.<br />

Genişletilmiş Avrupa<br />

ölçeğinden bakıldığında,<br />

futbol dışında bu kadar söz<br />

üretebilen başka ne var?<br />

Özgehan Şenyuva: Avrupa’ya<br />

özgü Eurovizyon şarkı<br />

yarışması için çok deneyler<br />

yapıldı. Ama dikkat edin<br />

Eurovizyon’a katılmayan birçok<br />

ülke var artık. Türkiye<br />

3 yıldır katılmıyor, çoğu<br />

50<br />

FUTBOL AVRUPA’NIN ORTAK DILI OLABILIR MI?


insanın umurunda değil.<br />

Sıkıyorsa Türkiye, Şampiyonlar<br />

Ligi’ne katılmıyor densin<br />

bakalım. Yakarlar orayı.<br />

Mesela AB’ye duyulan güven<br />

sürekli düşüşte. Üye olalım mı<br />

olmayalım mı diye bir tartışma<br />

var. Ama mesela Avrupa<br />

değil de Asya Şampiyonası’na<br />

katılalım diye bir tartışma<br />

kesinlikle yok. Yani siyaset<br />

üzerinden Avrupalı kimliğimiz<br />

tartışılırken, futbol üzerinden<br />

böyle bir tartışma yok.<br />

Futbolun neden böyle bir gücü<br />

var?<br />

Özgehan Şenyuva: Küresel<br />

olarak bu kadar gücünün<br />

olmasının temelindeki<br />

nedenlerden biri, bence en<br />

basit oyunlardan biri olması.<br />

Yani 10-15 tane kuralı var<br />

temelde. Çok komplike bir oyun<br />

değil futbol. İkincisi herkesin<br />

her yaşta oynayabileceği bir<br />

oyun. Evde çoraptan top yapıp<br />

oynayabiliyor insanlar.<br />

Uzun, kısa, zayıf, şişman<br />

ya da yetenekli olup olmamanız<br />

bile fark etmez oynamak için.<br />

Kolay bir özdeşleşme var.<br />

Kobe Bryant’la kendimi asla<br />

özdeşleştiremem mesela.<br />

Bir basket maçında; “Ben<br />

olsam smacı basardım,”<br />

diye hissetmezsiniz. Ama<br />

futbol maçı izlerken, ben bile<br />

atardım, dersiniz. Futbol feci<br />

şekilde hayata benziyor. Hiç<br />

beklenmedik bir şekilde küçük<br />

bir takım, milyarlık bir takımı<br />

akıllıca oynayarak, kalbiyle<br />

oynayarak yenebiliyor. Son<br />

olarak, beraberliğin olduğu<br />

ender sporlardan biri. Bu da<br />

hayatın güzel bir yansıması<br />

bence.<br />

2015’te proje bittiğinde ne<br />

olacak?<br />

Başak Zeynep Alpan: Projede<br />

bir sürü kitap ve yayın çıkıyor.<br />

Bizim içinde olduğumuz<br />

4-5 tane kitap projesi var.<br />

Bir kere bunlar Avrupa’nın<br />

ve özellikle İngiltere’nin<br />

önemli yayınevlerinden çıkmış<br />

olacak. Ve bitiş çerçevesinde<br />

Nisan’da Brüksel’de bir<br />

toplantı olacak. Avrupa kimliği<br />

üzerinden neler gördüğümüz<br />

konusunda düşündüklerimizi,<br />

gördüklerimizi, yazdıklarımızı<br />

ve dertlerimizi Avrupa<br />

Komisyonu’yla ve<br />

Eurokratlar’la paylaşacağız.<br />

Özgehan Şenyuva: Bunlar<br />

akademik ve siyasi çıktıları.<br />

Ama toplum ve iletişim<br />

önemli bir parçası. Bu proje<br />

çerçevesinde ilk günden<br />

itibaren bir blog kurduk.<br />

Avrupa’da nerdeyse haftada<br />

20-30 bin tıklamaya ulaşan<br />

bir blogumuz var. Araştırma<br />

bulgularını bilimsel olmayan<br />

genel kitleye yönelik bir şekilde<br />

paylaşıp tartışmalar yapıyoruz.<br />

Bu paylaşım devam edecek.<br />

Her ülkede de proje ortağının<br />

bir toplumsal iletişim planı var.<br />

Bizim bu çerçevede Türkiye’de<br />

hem ana medyayla hem de<br />

sosyal medya ile bağlantılarımız<br />

var. O yüzden hem ana medya<br />

hem de sosyal medya üzerinden<br />

futbolla ilgilenen herkesle<br />

paylaşacağız. Hem akademik,<br />

hem siyasi, hem de toplumsal<br />

çıktılarımız olacak.<br />

SAYI 51 51


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Hayat Bir<br />

Basketbol<br />

Maçı!<br />

Basketbolda birçok “ilk”e imza<br />

atmış ünlü koç Çetin Yılmaz ile<br />

basketbolu ve hayatı konuştuk...<br />

V Fotoğraf<br />

BINGÜL ÖZCAN<br />

Sporun ahvalini sizin maceranız<br />

ve deneyimleriniz üzerinden konuşalım...<br />

Olaya şöyle bakmak istiyorum. Sporun büyük<br />

endüstri olduğu tartışılmaz. Ben koçluk<br />

yaparken -koçluk, antrenörlük demek, eğitimci<br />

olmak demektir- sadece çocuklara basketbol<br />

öğretmedim. Yani benim için basketbol sadece<br />

bir turuncu top ve o topun metal bir çemberden<br />

içeri geçirilmesi gereken bir spor değil. Basketbol<br />

scoreboard’da bizim tarafımızın galip geldiğini<br />

gösteren rakamlar değildir. Benim için başka bir<br />

şeydir.<br />

Çok erken başladım basketbola. Çok kısa bir<br />

adam olduğum için kendimle hiç uyuşmayacak<br />

bir spor dalına gönül vermişim, basketbolcu<br />

olmaya karar veriyorum. Çok seviyorum.<br />

Arkadaşlarım, kuzenim basketbola gidiyor<br />

ODTÜ’de ve ben de heveslendim. Ama<br />

basketbolcu olmak için temel 4 özellikten bir<br />

tanesinin çok iyi olması lazım; fiziğiniz çok<br />

iyi olacak. Benim ise çok kötü. Yani basketbol<br />

camiasında cüce denilecek bir boyum var.<br />

Çok çabuk olmanız lazım. Çok çabuk da<br />

değilim. Normal çabukluktayım. Ve de çok güçlü<br />

olacaksınız. Sıçrayan, güçlü kuvvetli bir adam<br />

olacaksın. NBA’da var benim boyumda oyuncular,<br />

52<br />

HAYAT BIR BASKETBOL MAÇI!


smaç yapıyor falan, o olacak iş değildi benim<br />

için, olağanüstü bir özelliğim de yok. Ya da çok<br />

yetenekli olacaksınız. Ama benim yeteneğim de<br />

sıradandı. Bir tek artım vardı, istekliydim. Yani<br />

aslında benim masa tenisi, boks, güreş falan<br />

yapmam lazım bu boyumla. Fakat kafaya taktım,<br />

seçmelere gittim.<br />

Seçmelerde koç Timur Göksel’di. Tabii ki<br />

seçmediler beni. Kapıya yazmışlar, Pazartesi<br />

saat 6’da antrenman olacak diye. Ben de kafama<br />

koymuşum, ODTÜ’lü olmak istiyorum.<br />

15 yaşındayım. Seçilmiş gibi antrenmana gittim.<br />

Koç düdüğü çaldı, yeni seçilen oyuncuları<br />

tanıştırdı. Sen kimsin dedi. Ben Çetin’im dedim.<br />

Sen yoksun bu listede dedi. Otur dedi, kibarca,<br />

kalbimi kırmadan oturttu. ODTÜ Yıldız Takımı<br />

antrenmanı yaptı. Ertesi gün gene antrenman,<br />

gene koç sahada, gene düdük çaldı, ben gene<br />

geldim. Üçüncü gün, bir hafta, on gün, bir ay...<br />

Artık takıma nüfuz etmiştik. Her antrenmana<br />

gidiyorum, çocuklarla arkadaş oldum, derken<br />

takımın istatistiğini tutmaya başladım.<br />

Çok araştırdım, takip ettim istatistik tutmayı<br />

ve yavaş yavaş o takımın vazgeçilmezi olmaya<br />

başladım.<br />

Sonuçta beni aralarına almayabilirlerdi.<br />

Yeteneklerim bu spora hiç müsait değildi.<br />

17-18 yaşlarında bana anlattılar basketbol<br />

oynayamayacağımı. Hadi sen yavaş yavaş başka<br />

işlere geç, minik takımı verdiler, küçükler<br />

takımını verdiler. Derken Yıldız ve Genç takım<br />

derken, A Milli Takıma kadar giden bir serüvenim<br />

oldu. Böyle bir hayatım oldu.<br />

Anlattığınız hikâyede de var olana karşı özel<br />

bir mücadele hali var. Spor deyince zaten kendi<br />

varoluşunuzun ötesine geçebilmek için sürekli<br />

bir mücadele halinden bahsetmiyor muyuz?<br />

Evet. Eniştem, Prof. Sadun Aren bir kitap<br />

yazmıştı. Onu ODTÜ’lüler bilir, Puslu Camın<br />

Arkasında diye bir kitap. Politik bir insandı.<br />

TİP milletvekili falandı. Teyzem de ODTÜ’de<br />

çalışırdı, kütüphanede. Orada o bahsettiğiniz<br />

inatçılığı, kararlılığı gösteren kişinin ben olup<br />

olmadığımdan emin değilim. Çünkü o kadar<br />

geride kaldı ki, o puslu camın arkasından<br />

bakıyorum o kişiye. 15 yaşındaki Çetin, ben<br />

miyim, değil miyim, emin değilim. Düşünsenize<br />

düdük çalıyor, bütün takım ortaya geliyor<br />

ve küçük Çetin o sırada 38. defa kenara<br />

oturtuluyor. Bütün bunlara rağmen o günkü<br />

Çetin’de direnmeyi sağlayan şeyin ne olduğunu<br />

bilmiyorum. Ama bugünkü Çetin’de bildiğim<br />

bir şey var. O takım herhangi bir takım da değil,<br />

Türkiye şampiyonu bir takım, Türkiye’nin<br />

en iyi takımıydı. Ben oranın içine girebildiğim<br />

vakit, yapabildiğime inandıktan sonra, hayatım<br />

boyunca bana yol gösteren bir pusula oldu.<br />

Şu anda hayatta yapamayacağıma inandığım<br />

hiçbir şey yok. O yüzden her şeyi yapabileceğime<br />

inanıyorum.<br />

Ama daha önemli parametreler var benim<br />

açımdan, daha değerli olan. Esasında bir topu<br />

paylaşmaya çalışan sahadaki 5 kişi ve kenarda<br />

sırasını bekleyen 7 kişi, toplam 12 kişilik bir grup<br />

var. Bir tane topu paylaşmaya çalışıyor hücumda.<br />

Topu çeviriyor, pas veriyor, şut atıyor. Aslında<br />

basketbola 7-8 yaşlarda başlayan bir çocuk veya<br />

10-13 yaşlarında basketbol sahasına adım atan<br />

bir insan bu yaşlarda paylaşmayı öğrenmeye<br />

başlıyor. En önemli şey bu. Bence basketbol 3<br />

boyutlu. Biz iki boyutunu televizyonda görüyoruz.<br />

Top çembere giriyor, uzun uzun adamlar oynuyor.<br />

Üçüncü boyutunda ise duygular ve bizim ne<br />

öğrendiğimiz var.<br />

Çetin Yılmaz ve<br />

Kerem Gönlüm.<br />

SAYI 51 53


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Bizde herkes, sahanın her<br />

yerinden sorumludur.<br />

Biz hayatın her alanında<br />

sorumluluk duygusu taşıyan<br />

insanlar yetiştirdiğimizi<br />

düşünüyoruz.<br />

Ben ODTÜ’ye geldiğimde, spor kulübünde<br />

bir yapı vardı. O yapıyı bana miras olarak<br />

bıraktılar. Timur Göksel’lerden, Rüştü<br />

Baba’lardan, Erdal Abi’lerden gelen<br />

bir miras var. O mirası alıyorsun ve sonrakilere<br />

devrediyorsun. Biz de bizden sonrakilere<br />

devrettik. Şimdi burada o üçüncü boyut<br />

çok önemli ve yaşım ilerledikçe görüyorum ki,<br />

oyuncularıma bu paylaşımı aktarmışım.<br />

Oyun müsabakaya dönüştükçe, paylaşmadan<br />

ziyade rekabete doğru bir dönüşüm oluyor.<br />

Oysa oyunun keyfi sürmeli...<br />

Evet, keyif de çok önemli. Bir de<br />

profesyonelleşmenin getirdiği istatistiki<br />

rakamlar, kariyerinizdeki rakamlar, banka<br />

hesabındaki rakamlara dönüştüğü zaman, spor<br />

olma özelliğinden çıkıyor, zevkini kaybediyor<br />

olabilir. Ama benim vurgulamak istediğim<br />

önemli bir şey daha var. Bu sporun bir felsefesi<br />

var esasında. Ben bu felsefenin üzerinde ısrarla<br />

durmaya çalışıyorum ve bunu en üst düzeyde<br />

verebiliyorsunuz çocuklara. İnsana hitap<br />

eden bir teknik yapı ve koç varsa, gene sonuç<br />

alıyorsunuz.<br />

Bunu spor psikoloğu hocamız da yazmıştı.<br />

Yani sonuç almak için kurulmuş makineler<br />

değiliz. Bu işi paylaşarak ve eğlenerek<br />

yapmak gerekiyor.<br />

Basketbol sporunun felsefesinde bir ikinci<br />

nokta var: yardımlaşma. Basketbol hücumda<br />

paylaşma, savunmada yardımlaşma üzerine<br />

kurulmuştur. Düşünün, ben 14-15 yaşımda<br />

basketbolcu olacağım diye spor salonuna<br />

girmişim, bunu hayal etmişim; ama öğrendiğim<br />

şeyler yardımlaşma ve paylaşma. Üçüncü<br />

bir nokta ise, basketbolun diğer sporlardan<br />

bir farkının olması. Faul yaptığınızda elinizi<br />

kaldırmanız lazım. Başka hiçbir sporda elini<br />

kaldırma yok. Basket sahasına 7 yaşında<br />

başlayan bir çocuğun ilk öğrendiği şey, “hatalı<br />

benim, özür dilerim,” demek. Koç olarak bunu<br />

oyuncularınıza vermeniz lazım. Basketbolda<br />

yardıma geç gittiği vakit, paylaşmada geç<br />

kaldığı vakit özür dilemesini bilen bir insanın<br />

toplumsal hayatta, iş hayatında, aile hayatında,<br />

sevgilisiyle, eşiyle, komşusuyla, kayınvalidesiyle<br />

54<br />

HAYAT BIR BASKETBOL MAÇI!


ne kadar sağlıklı bir ilişki kurabileceğini<br />

düşünebiliyor musunuz? Ben sporun insana<br />

kazandırdığı en önemli şeyin bu olduğuna<br />

inanıyorum.<br />

Basketbolun şöyle bir avantajı daha var.<br />

Diyelim ki, kötü oynuyorsunuz. Ben ikinci<br />

dakikada sizi çıkartırım, başka bir oyuncuyu<br />

oyuna sokarım. Fakat o da oyuna girer ama<br />

yorgundur, fecaat gibi bir gece geçirmiş, sorunu<br />

var, yani oynayamıyor. Onu çıkartır, tekrar sizi<br />

oyuna alırım. Siz tekrar fecisiniz, çıkartırım<br />

tekrar onu sokarım, ta ki iyiyi bulana kadar...<br />

İnsanlara birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü şansı<br />

verme özelliklerine sahip oluyorsunuz. Sporcu<br />

da hayatta birincide olmazsa ikincide, ikincide<br />

olmazsa üçüncü veya dördüncüde başarılı bir<br />

insan olacağına, bu hayattaki sorunu neyse,<br />

eninde sonunda üstesinden geleceğine inanıyor.<br />

“Tekrar dene, yine yenil, daha güzel yenil!”<br />

Ve sonunda kazanabileceğine inanır hale gelen<br />

bir programdan çıkmış oluyorsun. Mesela<br />

basketbolda şöyle bir şey daha var. Bizdeki<br />

oyuncular, sağ savunmadan, sol savunmadan,<br />

ortadan vs. sorumlu değildir. Bizde herkes,<br />

sahanın her yerinden sorumludur. Biz hayatın<br />

her alanında sorumluluk duygusu taşıyan<br />

insanlar yetiştirdiğimizi düşünüyoruz.<br />

Sabrı da öğreniyorsunuz bu sporda. Basketbolda<br />

5 kişi oynuyor, diğer 7 kişi oturuyor.<br />

Ne zaman koç sizi oyuna sokarsa, o zaman<br />

oynayabiliyorsunuz. Ve öyle bir şey oluyor ki,<br />

39 dakika 30 saniye hiçbir şey yapmadan sadece<br />

ve sadece seyrediyorsunuz ve oyuna girmek için<br />

sabırsızlıkla bekliyorsunuz, bunun için köle<br />

olmaya razısınız. Yıllarca çalışıyorsunuz ve<br />

“öyle bir hazır olacağım ki, sıra geldiğinde çıkıp<br />

en iyisini yapacağım ve vazgeçilmez olacağım,”<br />

diyorsun. Sana sabır ve çalışmayı öğretiyor. Beni<br />

niye oynatmıyorsun diye bağıran çağıran bir<br />

oyuncum hiç olmadı. Sabırla beklediler.<br />

Esasında hayat, bu. Buradaki oyuncu değişikliği<br />

vs. küçük katkıların ne kadar önemli olduğunu<br />

anlatıyor. Fedakarlığı öğreniyorsunuz ve en<br />

Artık takımla maç<br />

kazanmaya çalışıyorsun.<br />

Senin kişisel menfaatlerin<br />

ön planda değil artık. Takım<br />

kazandıkça sen büyüyorsun.<br />

önemlisi, ben değil biz demeyi<br />

öğreniyorsunuz. Çünkü bir müddet<br />

sonra artık takımla maç kazanmaya<br />

çalışıyorsun. Senin kişisel<br />

menfaatlerin ön planda değil artık.<br />

Takım kazandıkça sen büyüyorsun.<br />

Hayalimi bile kendimle ilgili<br />

kurmaz oldum. Çünkü biz diye<br />

kuruyorsunuz. Basketbolun<br />

felsefi olarak bana verdiği<br />

şeyler bunlar. Ben de bunları<br />

40 yıldır iyi-kötü, birlikte<br />

çalıştığım, oyunculara<br />

aktarmakla yükümlüyüm.<br />

Saydıklarımı özetlersem;<br />

paylaşan, yardımlaşan,<br />

ikinci bir şansı veren,<br />

kıskanmayı bırakmış, ben<br />

değil biz diyen, egosentrik<br />

olmayan, hata yaptığında özür<br />

dileyen, sabırla bekleyen, sahanın<br />

her yerinden sorumlu olduğunu<br />

düşünen, toplumun her kesiminden<br />

sorumlu olduğunu düşünen<br />

bir sporcu karakteri yaratıyor<br />

basketbol.<br />

Şunu da son olarak söyleyeyim.<br />

Eğer hayat bir basketbol maçıysa, ben<br />

bu maçı kazandım diyorum.<br />

Çünkü bunların fakındaydım.<br />

Bu farkındalığımı oyuncularıma, yakın<br />

çevreme, aileme, çocuğuma vermek<br />

için mümkün olduğunca vermeye<br />

çalıştım. Yani hayatla oynadığım maçta<br />

başarılıyım.<br />

SAYI 51 55


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

V İllüstrasyon TURGUT YÜKSEL<br />

Spor mu Değil mi?<br />

Satranç veya briç spor mu değil mi? Bedensel bir eylem olmadığı için<br />

spor olarak kabul etmeyenler var; ama bir spor dalı gibi, federasyonları<br />

ve yarışmaları da bulunuyor. Bu paradoks nereden kaynaklanıyor?<br />

Bu kafa karıştıran soruya, Açık Radyo’da Efektif Pas programının<br />

yapımcıları olan Utku Gökerküçük ve Volkan Ağır iki ayrı açıdan bakarak<br />

iki farklı tezi savundular:<br />

Satranç Spordur Çünkü...<br />

Utku Gökerküçük<br />

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden<br />

itibaren spor karşılaşmalarının iki türlü<br />

misyonu oldu: Bir dünya savaşını daha<br />

kaldıramayacak toplumlara, birbiriyle<br />

yarışabilecekleri alan yaratmak ve sporu<br />

pazarlanabilir hâle getirip endüstrinin parçası<br />

kılmak. Her iki durum da aşırı milliyetçilikle<br />

birlikte, doping ve şike gibi gayriahlâkî<br />

yöntemleri yaratır. Her alanda kutsanan,<br />

“daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü” gibi<br />

dogmatik bir sloganı bulunan olimpiyatlar,<br />

içine spor dışı bütün öğelerin dahil edildiği<br />

“spor” düzeninin zirvesini temsil edip, alt<br />

katmanlardaki yozlaşmanın yukarıdaki ufak<br />

bir yansımasını ifade eder. Öyleyse sporun<br />

ne olduğu veya neyin spor olduğu sorularının<br />

cevabını, bugünkü “olimpik ruh” ekseninde<br />

değil, bilinen ilk spor müsabakalarının<br />

yapıldığı Antik Yunan döneminde aramalıyız.<br />

Antik Yunan döneminde spor, sadece<br />

fiziksel performansı değil, stratejileri ve<br />

konsantrasyonu da ödüllendiren bir kavramdı.<br />

Hatta eski olimpiyatlarda şiir okuma, tiyatro gibi<br />

müsabakalar vardı. Modern sporun kayıp parçası<br />

mental mücadelenin itibarı, satrancın kabul<br />

edilmesiyle yerine gelebilir. Bugün tamamen<br />

fiziksel yeterliliği sınayan spor dalları mevcutsa,<br />

tamamen zihinsel yeterlilik sorgulayıcı<br />

satranç neden spor olmasın? “Büyük ölçüde”<br />

stratejilerin yarıştığı körling oyunu bugün<br />

olimpikken, satranç da aynı yolu izleyebilir.<br />

Satrancın olimpiyatlarda spor olarak kabul<br />

edilebilmesi, pazarlanabilirliğinin düşüklüğü<br />

nedeniyle kısa vadede pek mümkün<br />

görünmüyor. Yine de Uluslararası Satranç<br />

Federasyonu’nun 1995’ten bu yana süren<br />

çalışmaları sonucu, IOC tarafından tanınan<br />

sporlar listesine alındığını ve 2006 ve 2010<br />

Asya Oyunları’nda yer aldığını hatırlatalım.<br />

Ancak asıl mesele oyunu spor olarak kabul<br />

etmek. Cinsiyetini değiştirecek kadar<br />

ilaçlanan Doğu Alman makine-atletlerin<br />

yaptığına spor dediğimiz ortamda satranca da<br />

biraz yüz vermek ne kaybettirebilir ki?<br />

“Sporda fiziksel aktivite olmazsa olmaz”<br />

görüşünde olanlara özel dipnot: Satrancın<br />

kalori yaktırdığı da bilimsel olarak<br />

ispatlanmıştır!<br />

56<br />

SPOR MU DEĞIL MI?


Kalori Yakmak Yeter mi?<br />

Volkan Ağır<br />

Her şeyden önce bu yazının bilimsel kanıtlarla<br />

satrancın spor olmadığını ispatlamak üzere<br />

yazılmadığını, tamamen kişisel savunuları<br />

ortaya sürerek bir tartışma yaratma niyetli<br />

olduğunu belirtmeliyim.<br />

Bence spor, hem fiziği hem de aklı eşit derecede<br />

kullanıp efor sarfedilerek takım ya da bireysel<br />

olarak bir rakibe karşı yapılan yarışmadır.<br />

Satranç ise stratejik analiz ve matematik<br />

zekâyı üst düzeylere taşıyabilecek, hamle<br />

sayısı matematiksel hesaplarla sınırlı olan<br />

bir masa oyunundan daha fazlası değildir<br />

bence. Spor olduğunu kanıtlamak için, “Ama<br />

satranç oynarken düşünerek kalori yakıldığı<br />

kanıtlanmıştır ve bu da onu spor yapar” tezini<br />

hemen çürütelim. Vücut uyuyorken de, ders<br />

çalışıyorken de kalori yakıyor, bunlar da spor<br />

mudur? Hem mevzu sadece kalori yakmak<br />

değil ki, kim dedi bunu? Çünkü spor da sadece<br />

kalori yakmaktan ibaret bir şey değil. Birçok<br />

hastalığın nedeninin spor yapmamak olduğunu<br />

düşünürsek, ki doktorlar tedavi olarak spor<br />

yapın derken “satranç oynayın” demez, spor<br />

uzun ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan<br />

temel unsurdur.<br />

Satranç ve benzeri şekilde minimum fiziki gücün<br />

kullandığı oyunlar spor olsaydı, bu oyunlardan<br />

bahsederken “Bir zekâ sporu olan ...” denmezdi.<br />

Yani bu oyunları spor olarak nitelemek için<br />

bir özelliği öne çıkarmak gereği hissedilmiş<br />

olacak, ki bunu söylüyorlar. Hem zekâ sporu da<br />

ne demek? Bu kategori altında olmayan oyunlar<br />

zekâsız sporu mu? Bir basketbol maçında<br />

24 saniye içinde 4 takım arkadaşını, 4 rakip<br />

marke ederken hangisine pas vereceğine karar<br />

vermek, bir hamleye dakikalarca karar verilen<br />

satranç oyunundan daha mı az zekâ gerektiriyor?<br />

Sponsorları zengin etme amacı güden kapitalist<br />

sporun en büyük parçası Uluslararası Olimpiyat<br />

Komitesi tarafından satrancın spor olarak<br />

tanınması ve son iki Asya Oyunları’nda yer<br />

alması onu spor yapmaktansa metalaştırır,<br />

ki bir sporu gerçekten sporluktan çıkaran<br />

ilk şey de budur.<br />

Ve en son olarak bir bilgisayar programının<br />

bir insanı yendiği oyuna, ben spor diyemem<br />

dostlar üzgünüm.<br />

SAYI 51 57


ODTÜLÜ<br />

Söyleşi<br />

Everest’e neden çıkılır?<br />

Çünkü orada!<br />

ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporlar Kulübü’nden (DKSK) 10 kişi, 2006 yılında Everest’e Türkiye’den<br />

ilk takım tırmanışını ve kadın tırmanışını gerçekleştirdi. Bu zorlu mücadeleyi takımın<br />

iki üyesi, ODTÜ Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’nda uzman olarak çalışan Suna Yılmaz ve<br />

Enertech International Erbil ülke müdürü Meltem Çolak’tan dinledik.<br />

Everest’e tırmanma yolculuğu nasıl başladı?<br />

Meltem Çolak: Everest’e tırmanan 4 kadından<br />

biriyim. Dağcılığa 1990’da ODTÜ’de DKSK’de<br />

başladım. Birbirimizi de ODTÜ’de DKSK<br />

vasıtasıyla bulduk. Everest bizim için bir projeydi.<br />

Bir amaçtı, ulaşılacak bir noktaydı. 4’ü kadın<br />

10 kişilik bir takım tırmanışı yaptık. Ayrıca bir<br />

lojistik kamp müdürümüz ve belgeselcimiz vardı.<br />

Çok uzun süre beraber dağcılık yaptığınız zaman<br />

pek çok projeyi gerçekleştiriyorsunuz.<br />

Her gerçekleşen projeyle daha yükseğine, daha<br />

zoruna ilerliyorsunuz.<br />

Everest’e daha önce takım tırmanışı ve kadın<br />

tırmanışı yapılmamıştı. Dolayısıyla biz de<br />

bunu önümüze hedef olarak koyduk. 2001’den<br />

2006’ya, 5 yıl süresince başka tırmanışlar yaptık.<br />

Kendimizi buna hazır hissettiğimiz zaman<br />

sponsor arayışına girdik. Bir sponsor bulduktan<br />

sonra da zaten önümüzdeki en önemli engel<br />

kalkmış oldu. Ve 2006 Mayıs’ında tırmanışı<br />

gerçekleştirdik. Hem Türkiye’den Everest’e ilk<br />

defa bir takım tırmanışı gerçekleştirmiş hem de<br />

ilk defa Türk kadınlarının o zirvenin tepesine<br />

çıkmasını sağlamış olduk.<br />

58<br />

EVEREST’E NEDEN ÇIKILIR? ÇÜNKÜ ORADA!


Planlama, tırmanışın en önemli kısmı. Bize<br />

biraz da planlama sürecinizi anlatır mısınız?<br />

Suna Yılmaz: Öncelikle ne kadar süredir<br />

dağcılık yapıyor olursanız olun, bir günde haydi<br />

Everest’e çıkalım diye ortaya çıkmazsınız. Bu<br />

çok uzun bir süreç. Aşama aşama hedeflerinizi<br />

büyütüyorsunuz. En sonunda Everest’e<br />

tırmanmaya karar veriyorsunuz. Biz de<br />

6000’lik 7000’lik ve daha yüksek 8000’lik<br />

dağlarda tırmanışlar gerçekleştirip kendimizi<br />

hazır hissedince nihai olarak 2005’te “Tamam<br />

artık hedefimiz Everest, önümüzdeki sezon<br />

Everest’e tırmanacağız,” diye karar verdik. Karar<br />

verildikten sonra sponsor çalışmaları başladı.<br />

Çok kapsamlı bir antrenman programı çıkarıldı.<br />

Tırmanışa uygun, çok farklı ekipmanların<br />

tedarik edilmesi gerekiyordu. Bu iş için<br />

bir sorumlu atandı. Orada ne yiyeceğiz ne<br />

içeceğiz, Türkiye ile nasıl iletişim kuracağız,<br />

web sayfamız var onun güncellenmesi nasıl<br />

yapılacak, hangi yerel firmanın desteği ile bu<br />

tırmanışı gerçekleştireceğiz, o zor iklim ve<br />

hava koşullarında götürdüğümüz elektronik<br />

ekipmanların korunmasını nasıl başaracağız,<br />

bunların hepsi aslında detaylı birer kalem. Bu<br />

kadar iş kaleminin olduğu yerde de mutlaka<br />

bir iş bölümü yapmanız gerekiyor. Biz de<br />

kendi aramızda iş bölümü yaptık. Bir yandan<br />

profesyonel işlerimizi yürütürken diğer yandan<br />

da antrenman yapıp saydığımız tüm diğer<br />

hazırlıkları sürdürdük.<br />

Meltem Çolak: Elektronikten sorumlu<br />

arkadaşımız, makinelerimizi şarj etmek için<br />

güneş panellerimizle ilgilenen bir arkadaşımız<br />

vardı. İlk yardımdan sorumlu bir arkadaşımız<br />

vardı. Bu iş bölümü sadece dağla sınırlı kalmadı,<br />

bizimle birlikte dağa gelmeyen ama burada<br />

kalan arkadaşlarımız da görev aldı. Tırmanışın<br />

kendisi 65 gün sürdü. Net 65 gün dağda geçirdik.<br />

Türkiye’den çıkış ve Türkiye’ye tekrar dönüş<br />

toplam 75 gün sürdü. Onun öncesinde de en az<br />

6 aylık bir antrenman sürecimiz oldu. Sonuçta<br />

Everest’e tırmanmak bizim için bir ödevdi. Takım<br />

tırmanışı yapmak bir ödevdi. Kadın tırmanışı<br />

yapmak bir ödevdi. Biz de bu ödevi yerine<br />

getirdik. Umarız bunu egale edecek, bunu aşacak<br />

başka kadınlar da çıkar Türkiye’den.<br />

Peki neden yapıyorsunuz bunları? Yüksek irtifa<br />

dağcılığının temel etkisi ne?<br />

Meltem Çolak: Bunun için Edmund Hillary şöyle<br />

demiş: “Çünkü orada!”<br />

Bir başka röportajımızda George Orwell’ın bir<br />

sözünü alıntıladılar, 1984’ten; “spor mermileri<br />

olmayan savaştır”...<br />

Meltem Çolak: Baktığınızda evet, doğru, spor<br />

mermileri olmayan savaştır. Ama bu savaşı nasıl,<br />

hangi araçlarla yürüttüğünüz önemli. Biz takım<br />

olmayı tercih ettik. Dünyada başarı oranı çok az<br />

olan bir şeyi takım olarak gerçekleştirdik.<br />

Bir yüksek irtifa dağcısı, tırmanacağı dağla<br />

nasıl bir ilişki kuruyor?<br />

Meltem Çolak: İlişkiyi çok öncesinde kuruyoruz.<br />

Yani bir dağa tırmanmadan önce, ister Everest<br />

olsun isterse Erciyes olsun, bir kere o dağı<br />

hatmetmeniz gerekiyor. O dağda daha iyi<br />

hissedebilmeniz için fiziksel olarak hazırlıyorsunuz,<br />

psikolojinizi hazırlıyorsunuz. Psikolojik olarak<br />

hazırlanırken kendi imgeleminizde birkaç kez çıkıp<br />

iniyorsunuz. O konu ile ilgili kitaplar okuyorsunuz.<br />

Takım içerisine kurallar koyuyorsunuz.<br />

Suna Yılmaz: Niye yüksek irtifa dağcılığı, neden bu<br />

zor koşullar altında gidip tırmanmaya çalışıyoruz?<br />

Ben kendimi böyle ifade ettiğimi düşünüyorum.<br />

Doğayla, o vahşi güzellikle bir arada olmak, onun<br />

bize sunduğu zor koşulları değerlendirip yaptığımız<br />

bir planla kendimize bir yol açabilmek, o zor<br />

yolculukta kendimi tanıyabilmek bana çekici<br />

geliyor. Ve bunu tek başına değil, bir takımla<br />

yapmak, bana çok çok daha çekici geliyor.<br />

Suna Yılmaz<br />

ve Meltem Çolak<br />

SAYI 51 59


ODTÜLÜ<br />

Söyleşi<br />

V Fotoğraf BINGÜL ÖZCAN<br />

Olcay Öztürk,<br />

Dora Göksal,<br />

Ayşe Kaplan,<br />

Yağmur Ağcalı,<br />

Beril Beşpınar,<br />

Umut Yetiştiren,<br />

Sahra Altay,<br />

Volkan Orhan<br />

“Hayalgücünün Saf Disiplini”: Yamaç Paraşütü<br />

ODTÜ Yamaç Paraşütü Topluluğu Türkiye’de bu sporun ilk topluluğu. Topluluk üyeleri ile<br />

bu sıradışı sporu ve insanın doğaya meydan okumasını konuştuk...<br />

Topluluğun hikâyesini anlatır mısınız?<br />

Olcay Öztürk (ODTÜ İstatistik Mezunu):<br />

Topluluğumuz 1991’de kuruldu. O süreçten beri<br />

aktif bir şekilde devam ediyor. Tabii o zamanlar<br />

Türkiye’de yamaç paraşütü bu seviyede değildi,<br />

çok daha başlangıç seviyesinde sürdürülüyordu.<br />

Biz Türkiye’nin ilk yamaç paraşütü topluluğuyuz<br />

100 km’nin üzerinde birçok uçuşumuz var.<br />

Topluluğumuzun mezunlarından Basat Okay,<br />

bu yaz Türkiye rekorunu tekrar egale etti. Daha<br />

önceki rekorlar da kendi elindeydi. Bu alanda da<br />

Türkiye rekorları elimizde.<br />

Yamaç paraşütü gibi ekstrem sporlar<br />

konvansiyonel spor dallarından neden farklı?<br />

Müsabakası da olan sporlardan bir tanesi.<br />

Yamaç paraşütü mesafe yarışmaları var ya da<br />

akrobasi dalında yarışmalar var. Ama bir<br />

noktada bildiğimiz anlamda sporlardan,<br />

tamamen ayrılıyor. Bunu yapmak için müthiş<br />

bir fiziki yapıya ve bedensel bir kondisyona<br />

sahip olmayabilirsiniz.<br />

Yakın zamanda ilk uçuşunu yapan var mı?<br />

Yağmur Ağcalı (ODTÜ Kimya 1. Sınıf):<br />

Hayatımda hiç bu kadar heycanlanmamıştım<br />

diyebilirim. İlk ayaklarım yerden kesildiğinde<br />

bir korku geldi, sonra biraz daha yükselince<br />

o kadar güzel bir duygu hissettim ki gerçekten<br />

çok güzeldi.<br />

C<br />

M<br />

Y<br />

CM<br />

MY<br />

CY<br />

CMY<br />

K<br />

Dora Göksal (ODTÜ Sosyoloji Mezunu,<br />

Eğitmen): Aslında bu sorduğunuz bizim de<br />

çok tartıştığımız meselelerden bir tanesi.<br />

Yaptığımız şey sporun temel özelliklerinin<br />

çoğunu barındırıyor. İnsanların normal<br />

koşullarda yapamayacakları durumları<br />

zorluyoruz. Bu zorladığımız durum bir uçma<br />

eylemi ve bunu da mümkün olan muhtemelen<br />

icat edilmiş en kolay yöntemle yapıyoruz:<br />

üstümüzde bir kumaş parçası var. Devamlı<br />

olarak kendini geliştirmeye çalışıyorsun ama<br />

onun dışında birbirimizle de yarışıyoruz.<br />

Yamaç paraşütü için gerekli üç sıfat desek...<br />

Ayşe Kaplan (ODTÜ İşletme 1. Sınıf): Azim<br />

olabilir bence. Merak ve cesaret.<br />

Dora Göksal: Disiplin kesinlikle maddelerden<br />

bir tanesi. Ama bence hayalgücü de en önemli<br />

maddelerden biri. Uçma eylemi insan hayal<br />

gücünün en disipline edilmiş hallerinden<br />

bir tanesi. Çok disiplinli olmanız şart ki<br />

güvenli bölge dediğimiz yerde kalabilin. Hayal<br />

gücünüzün kuvvetli olması lazım ki kendi<br />

kendiyle yarışma halini devam ettirebilin.<br />

60<br />

“HAYALGÜCÜNÜN SAF DISIPLINI”: YAMAÇ PARAŞÜTÜ


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

ODTÜ, pek çok spor dalının<br />

Türkiyede ilk kez organize<br />

olduğu çok farklı alanlardan<br />

spor topluluklarına ev<br />

sahipliği yapıyor.<br />

ODTÜ’de Spor<br />

Hayatın Bir Parçası!<br />

ODTÜ spor toplulukları ve imkânları ile Türkiye’nin göz bebeği<br />

üniversitesi. Türkiye’de pek çok spor dalının ilk kez kendine yer bulduğu,<br />

rekortmenlerin yetiştiği ünversitede spor yaşamın bir parçası.<br />

62<br />

ODTÜ’DE SPOR HAYATIN BIR PARÇASI!


ODTÜ Spor Müdürlüğü; öğrencilerin<br />

akademik bilgilerinin yanında sosyal,<br />

kültürel ve sportif alanlarda yer<br />

almalarını sağlayarak onların kolektif çalışmaya<br />

uyumlu, özgüveni gelişmiş sağlıklı bireyler<br />

olmaları hedefleniyor. Mezun olan öğrencilerin<br />

topluluk ve takım faaliyetleri sırasında<br />

edindikleri birikimlerin iş yaşamlarına katkıları,<br />

yapılan faaliyetlerin değerini ve önemini<br />

gösteriyor. Teknik üniversite olmamıza rağmen<br />

üniversitelerarası yarışmalarda en fazla spor<br />

dalında katılım sağlandı. Son iki yılda Üniversite<br />

Sporları Federasyonu tarafından ilan edilen<br />

istatistiklerde, ODTÜ, ünilig ve diğer yarışmalara<br />

katılım sıralamasında lider üniversite.<br />

ODTÜ’de neredeyse sınırsız spor olanakları var.<br />

Kapalı ve açık spor alanları on binlerce kişiye<br />

hizmet veriyor. ODTÜ’nün spor başarılarının itici<br />

gücü ise, spor toplulukları.<br />

Aikido Topluluğu: 2001 yılında kurulan<br />

topluluk ile her yıl ulusal ve uluslararası aikido<br />

seminerlerine katılım sağlanıyor veya ev sahipliği<br />

yapılıyor.<br />

İzcilik Topluluğu: 1986 yılında kurulan ve 200’ün<br />

üzerinde üyesi bulunan topluluk köy okullarına<br />

yardımda bulunuyor, engelli öğrencilere destek<br />

veriyor ve doğal koruma adına çok önemli<br />

organizasyonlara imza atıyor.<br />

İnsanın tükendim dediği anda,<br />

vücudunun daha fazlasına<br />

el vermediği zamanlarda bile<br />

ayağa kalkıp inandığı şey uğruna<br />

savaş verebileceğini öğrendim.<br />

Okan Okyay, ODTÜ Rugby Takımı<br />

Dağcılık ve Kış Sporları Topluluğu: 1963 yılında kurulan en köklü<br />

tarihe ve geleneğe sahip topluluk, her yıl ulusal ve uluslararası<br />

organizasyonlara katılıyor. Ayrıca, Ağrı Dağı ve dünya zirvesi olan<br />

Everest çıkışı gerçekleştirdi.<br />

Satranç Topluluğu: ODTÜ’nün köklü topluluklarından olan<br />

Satranç Topluluğu üniversitede satrancı geliştirmek amacıyla<br />

kuruldu. Düzenlediği kurslarla ve resmi- il çapı turnuvalarla<br />

ODTÜ’de satrancı geliştirmeyi misyon edinen topluluk, verdiği<br />

eğitimlerle ODTÜ Satranç Takımı’na sporcu yetiştiriyor.<br />

Briç Topluluğu: 1986 yılında kurulan topluluk, kuruluşundan<br />

itibaren her yıl Türkiye birincisi oldu. Üyelerinin çoğunluğunu<br />

milli takım sporcularından oluşturan topluluk, uluslararası önemli<br />

başarılar elde ediyor.<br />

Capoeira Topluluğu: 2004’te kurulan topluluk, gösteri grubu olarak<br />

da faaliyet gösteriyor.<br />

Başarılarımızın Temeli Takım Ruhu!<br />

Hazırlık yıllarımdan beri ODTÜ Briç<br />

Topluluğu aktif üyesiyim. Bu süreçte iki kez<br />

Türkiye Üniversiteler Şampiyonu, bir kez de<br />

Fransa’da yapılan Dünya Üniversitelerarası<br />

Şampiyonası’nda 9. olduk. Bu başarıların<br />

kazanılmasında bireysel performansların yanı<br />

sıra bir takım olabilmek de çok önemli. Spor<br />

müsabakalarının dışında geçirdiğimiz vakitler<br />

bizleri gerçek anlamda bir takım yaptı. Bu<br />

takım ruhu, kazanılmış ve kazanılacak olan<br />

başarıların temelinde yatıyor.<br />

Erkmen Aydoğdu, ODTÜ Endüstri<br />

Mühendisliği , 3. sınıf lisans öğrencisi, ODTÜ<br />

Briç Topluluğu Üyesi<br />

EDT Beni Hayata Hazırladı!<br />

ODTÜ EDT Türkiye’deki en prestijli ve sürekli uluslararası<br />

dans organizasyonunu düzenlemekte ve giderek dünyaya<br />

ismini yaymaktadır. Ayrıca ODTÜ’nün Türkiye Dans Sporları<br />

Federasyon’unda da büyük bir etkinliği vardır. ODTÜ bana bir<br />

meslek kazandırdı ama belki bundan daha da önemlisi, beni<br />

üyesi olduğum spor topluluğu ile “Eşli Danslar Topluluğu”<br />

ile tanıştırdı. Topluluk bana spor disiplini aşıladı, yaşam<br />

felsefemi, yaşama bakış açımı değiştirdi. Topluluk üyeliğimin<br />

beni her yönden yaşama nasıl hazırladığına şaşkınlık ile<br />

bakıyorum. ODTÜ EDT olmasaydı şu anki ulusal ve uluslararası<br />

çevremi, yönetimsel yetkinliklerimi, tecrübelerimi, sporcu<br />

ruhunu ve etiğini aynı seviyede elde edemezdim.<br />

Berkan Alanbay, ODTÜ Mezunu, Eşli Danslar Topluluğu Üyesi<br />

SAYI 51 63


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

ODTÜ Hep Destek!<br />

ODTÜ’de okuyan ve okumuş olan herkes, ODTÜ’nün öğrencisine<br />

yalnız iş hayatında değil, sosyal ve spor hayatında da çok<br />

geniş kapılar açtığını bilir. ODTÜ Buz Hokeyi Takımı bana,<br />

zamanımı nasıl koordine edeceğimi, takım ruhunun önemini ve<br />

zor durumlarla başa çıkabilmeyi öğretti. Turnuvalar sayesinde,<br />

hem sosyal ve kültürel olarak unutulmaz deneyimler yaşadım,<br />

hem de saygın bir kurumu en iyi şekilde temsil edebilmenin<br />

önemini anladım. ODTÜ’nün spora ve sporcuya verdiği desteği,<br />

katıldığım her turnuvada yanımda hissettim.<br />

Erdi Emekli, Çevre Mühendisliği, ODTÜ Buz Hokeyi Takımı<br />

Motor Sporları ve Trafik Topluluğu: 2000<br />

yılında kurulan topluluk, Türkiye Motor Sporları<br />

Federasyonu ile işbirliği yaparak ulusal<br />

ve uluslararası yarışmaların organizasyonunda<br />

yer alıyor. Topluluk, 2012 yılından itibaren<br />

Go-kart takımını da oluşturdu.<br />

Sualtı Topluluğu: 1985 yılında kurulan topluluk<br />

kendi içinde Akdeniz fokları, Batık araştırma,<br />

Ekoloji, Mağara, Fotoğrafçılık gruplarından<br />

oluşuyor. Sualtı Topluluğu, her yıl ulusal<br />

ve uluslararası dergilerde bilimsel yayınlar<br />

yapıyor.<br />

Can Kurtarma ve İlk Yardım Topluluğu: 1998<br />

yılında kurulan topluluk, kampusta ilk yardım<br />

bilincinin oluşması için eğitim faaliyetleri<br />

düzenliyor.<br />

Doğa Sporları Topluluğu: 2002 yılında<br />

kurulan topluluk, binicilik, paintball, doğa<br />

yürüyüşleri, kamp ve rafting organizasyonları<br />

yapıyor.<br />

Eşli Danslar Topluluğu: 1988 yılında<br />

kurulan topluluk, Türkiye’deki ilk<br />

üniversite dans topluluğu. 2010 yılı<br />

dans liginde Türkiye birinciliği,<br />

2012 yılında üniversiteler<br />

Türkiye birinciliği bulunan<br />

topluluğu birçok üniversite<br />

toplulukları örnek aldı.<br />

Her yıl Cumhuriyet’in<br />

kuruluş yıl dönümünde<br />

topluluk tarafından yapılan “Cumhuriyet Kupası<br />

Uluslararası Dans Yarışması” Türkiye’de yapılan<br />

en prestijli Latin dansları yarışması.<br />

Tenis Topluluğu: 2009’da kurulan topluluk<br />

kampusta turnuvalar ve eğitimler düzenliyor.<br />

Jonglörler Topluluğu: 2009’da kurulan topluluk<br />

gösteri grubu olarak da faaliyet gösteriyor.<br />

Sualtı Sporları Topluluğu: 2009 yılında kurulan<br />

topluluk sualtı ragbisi, sualtı hokeyi, monopalet<br />

gruplarından oluşuyor. Sualtı federasyonu ile<br />

işbirliği yaparak Türkiye organizasyonları yapan<br />

topluluk, her yıl ilk üç içerisinde dereceler elde<br />

ediyor. Topluluğun desteği ile derin dalış dünya<br />

rekorları kırıldı.<br />

Denizcilik ve Yelken Topluluğu: 2012 yılında<br />

kurulan topluluk, denizcilik ve yelken branşında<br />

üniversitelerarası yarışmalara katılıyor, eğitim<br />

faaliyetleri düzenliyor.<br />

Amerikan Futbolu Takımı (Bay): 1996 yılında<br />

kurulan takım, Türkiye’nin ilk Amerikan Futbolu<br />

takımı. Federasyon ve üniversiteler liglerinde<br />

önemli başarıları bulunan takım, bu yıl<br />

üniversiteler liginde çeyrek finalde maçlarına<br />

devam ediyor.<br />

Badminton Takımı (Bay-Bayan): 1995 yılında<br />

kurulan takım, üniversite ve federasyon<br />

organizasyonlarına katılıyor.<br />

Basketbol Takımı (Bay-Bayan): 1971 yılında<br />

kurulan takımın geçmişinde Basketbol<br />

Federasyonu Ligi’nde çok önemli başarıları<br />

bulunuyor. Halen Üniversiteler 1. Ligi’nde<br />

yer alan takım, başarılı çalışmalarına<br />

devam ediyor.<br />

Bilardo Takımı (Bay-Bayan): 1999 yılında<br />

kurulan takım, üniversitelerarası yarışmalarda<br />

her yıl ilk üç derecede yer alıyor ve kampus içi<br />

bilardo turnuvaları düzenliyor.<br />

Briç Takımı (Bay-Bayan): 1981 yılında kurulan<br />

takım, 1986 yılında da Topluluk statüsünü aldı.<br />

Buz Hokeyi Takımı (Bay-Bayan): 2003 yılında<br />

64<br />

ODTÜ’DE SPOR HAYATIN BIR PARÇASI!


kurulan takımın Üniversiteler Ligi’nde bayan<br />

şampiyonluğu ve erkek ikinciliği bulunuyor.<br />

Aynı zamanda Buz Hokeyi Federasyonu Birinci<br />

Ligi’nde müsabakalara devam ediyor.<br />

Cimnastik Takımı (Bay-Bayan): 1992 yılında<br />

kurulan takım, estetik cimnastik alanında<br />

calışmalarını sürdürüyor ve üniversitelerarası<br />

yarışmalara katılıyor.<br />

Futsal Takımı (Bay-Bayan): 2010 yılında kurulan<br />

takım, Üniversiteler Ligi’nde yer alıyor. Takım,<br />

2012 yılında çeyrek finale yükseldi.<br />

Güreş Takımı (Bay): 2011 yılında kurulan takımda<br />

çoğunluğunu yabancı öğrencilerin oluşturduğu 50<br />

sporcu bulunuyor. Üniversitelerarası yarışmalara<br />

ve Güreş Federasyonu tarafından yapılan<br />

yarışmalara katılıyor.<br />

ODTÜ Eşli Danslar<br />

Topluluğu ve Ragbi<br />

Takımı.<br />

Dağ Bisikleti Takımı (Bay): 2001 yılında<br />

kurulan takım, Bisiklet Federasyonu tarafından<br />

düzenlenen yarışmalara katılıyor ve tescilli.<br />

Türkiye’deki üniversiteler arasındaki tek dağ<br />

bisikleti takımı.<br />

Eskrim Takımı (Bay-Bayan): 1978 yılında<br />

kurulan takım, her yıl üniversitelerarası<br />

yarışmalarda ilk üçten dereceler elde ediyor.<br />

Takım aynı zamanda Eskrim Federasyonu<br />

organizasyonlarına katılıyor ve tescilli.<br />

Frizbi Takımı (Bay-Bayan): 2010 yılında<br />

kurulan takım diğer üniversite takımları ile ikili<br />

müsabakalar yapıyor.<br />

Futbol Takımı (Bay): 1970 yıllarında kurulan<br />

takımın 1986 yılında Üniversiteler Ligi’nde<br />

şampiyonluğu bulunuyor. Halen Üniversiteler<br />

1. Ligi’nde müsabakalarını sürdürüyor.<br />

Hentbol Takımı (Bay-Bayan): 1990’da kurulan<br />

takım, Üniversiteler 1. Ligi’nde yer alıyor.<br />

Judo Takımı (Bay-Bayan): 1998 yılında kurulan<br />

takım, Üniversitelerarası Türkiye Birincilikleri’ne<br />

katılıyor. 2012 yılında bir bayan sporcusu gümüş<br />

madalya kazandı.<br />

Topluluk İkinci Aile Gibi<br />

Ultimate Frizbi bana sportif müsabakalarda centilmenliğin<br />

ve rakibe saygının her şeyden daha önemli olduğunu<br />

öğretti. Fiziksel gelişimimin yanı sıra yoğun ve stresli sınav<br />

dönemlerinde üzerimde biriken stresi atmama yardımcı oldu<br />

ve bana ikinci bir aile kazandırdı. Üniversitemizin şehir içi<br />

ve özellikle şehir dışındaki aktivitelerde takımımıza maddi,<br />

manevi destek sağlaması birçok oyuncuyu mutlu ediyor,<br />

oyuncuların spora ve ODTÜ’ye daha çok bağlanmasını sağlıyor.<br />

Mert Çetin, Malzeme ve Metalurji Mühendisliği / Odtu<br />

Ultimate Frizbi Takımı<br />

SAYI 51 65


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

ODTÜ’nün spor geleneği<br />

madalya ve rekorlarla dolu.<br />

2o12-2013 ise Sualtı Sporları<br />

Topluluğu’nun Türkiye ve<br />

dünya rekorlarına sahne oldu.<br />

Kürek ve Su Sporları Takımı (Bay-Bayan):<br />

1976 yılında kurulan takım, üniversitenin önemli<br />

ve köklü takımlarından biri. Üniversitelerarası<br />

yarışmaların yanında Kürek Federasyonu<br />

yarışmalarına katılan takımın, birçok Türkiye<br />

derecesi bulunuyor.<br />

Masa Tenisi Takımı (Bay-Bayan): 1984 yılında<br />

kurulan takım, Üniversitelerarası Türkiye<br />

Birincilikleri’ne katılıyor.<br />

Şahika Ercümen<br />

ve Derya Can’ın<br />

rekor dalışları<br />

başarı ile<br />

sonuçlandı.<br />

Karate-Do Takımı (Bay-Bayan): 1995’te kurulan<br />

takım, Üniversitelerarası Türkiye Birincilikleri’ne<br />

katılıyor.<br />

Karting Takımı (Bay-Bayan): 2012 yılında<br />

kurulan takım, özel yarışmalara katılıyor. Ankara<br />

içi pek çok derece kazandı.<br />

Kayak Takımı (Bay-Bayan): 1989 yılında<br />

kurulan takım, Üniversitelerarası Türkiye<br />

Birincilikleri’ne katılıyor. Antrenmanlarını<br />

üniversitenin Uludağ tesislerinde yapıyor.<br />

Korfbol Takımı (Bay-Bayan): 2010 yılında<br />

kurulan takım, Üniversitelerarası Türkiye<br />

Birincilikleri’ne katılıyor.<br />

Okçuluk Takımı (Bay-Bayan): 2001 yılında kurulan<br />

takım, Üniversitelerarası Türkiye Birincilikleri’ne<br />

ve Okçuluk Federasyonu faaliyetlerine katılıyor.<br />

Orienteering Takımı (Bay-Bayan): 2000 yılında<br />

kurulan takım, üniversitelerarası yarışmalarda her<br />

yıl ilk üçten derece elde ediyor. Türkiye Oryantring<br />

Federasyonu tarafından yapılan yarışmalara<br />

katılıyor.<br />

Ragbi Takımı (Bay-Bayan): 2008 yılında<br />

kurulan takım, daha çok yabancı öğrencilerin ilgi<br />

duyduğu bir branşta çalışıyor. 2011 yılında Ragbi<br />

Federasyonu’nca düzenlen ligde şampiyon oldu.<br />

Türkiye’deki tek üniversite ragbi takımı.<br />

ODTÜ Satranç Takımı: Yerel ve ulusal turnuvalarda<br />

ODTÜ’yü temsil eden ve her yıl üniversiteler<br />

arasında Türkiye’de ilk üç derecede yer alan takım,<br />

iki yıldır katıldığı tüm turnuvalarda birinciliği<br />

kaptırmıyor.<br />

Sutopu Takımı (Bay): 1970’li yılların başında<br />

kurulan takım, bu sporun öncülerinden.<br />

ODTÜ Ruhunun Yeri Başka!<br />

Kriket Takımı (Bay): 2010 yılında kurulan<br />

takımın çoğunluğu yabancı üniversite<br />

öğrencilerinden oluşuyor. Herkes için Spor<br />

Federasyonu tarafından düzenlen liglere katılıyor.<br />

Hayatım boyunca devam edecek dostluklar kazanmamın, takımın<br />

bana sağladığı en büyük fayda olarak görüyorum. Yaşadığımız<br />

şampiyonluklar sayesinde aldığımız hazın ve kaybettiğimiz maçlar<br />

neticesinde duyduğumuz üzüntünün çok büyük birer tecrübe<br />

olduğunu ve bunlar sayesinde ODTÜ ruhunun bende büyük bir yer<br />

ettiğini ve hayatımın her alanına etki edeceğini düşünüyorum.<br />

Abdullah GÜNEŞ, İktisat Bölümü Öğrencisi, Ragbi Takımı Kaptanı<br />

Sualtı Ragbisi (Bay): 2004 yılında kurulan takım,<br />

müsabakalara devam ediyor.<br />

Serbest Dalış (Bay-Bayan): 2004 yılında kurulan<br />

takım, ODTÜ’nün en çok ulusal ve uluslararası<br />

derece alan takımı ve bireysel sporcusunu yetiştiren<br />

topluluğu. Takım, her yıl bu alandaki milli takımlara<br />

birçok sporcu veriyor.<br />

Squash Takımı (Bay-Bayan): 2012 yılında kurulan<br />

takım, üniversitelerarası müsabakalara katılıyor.<br />

Taekwon-Do Takımı (Bay-Bayan): Üniversitenin<br />

minderli spor salonunda antrenmanlarını sürdüren<br />

takımı, üniversiteler arası müsabakalara katılıyor.<br />

66<br />

ODTÜ’DE SPOR HAYATIN BIR PARÇASI!


ekoru denemesini başarı ile tamamladı ve sporcu<br />

kendisine ait olan rekoru 1metre daha ilerleterek 61<br />

metreye çıkardı.<br />

ODTÜ Spor Kulübü SAS-Sualtı Sporları sporcusu<br />

Derya Can, Paletsiz Değişken Ağırlık (Variable<br />

Weight without Fin) 71 metre ve İp Destekli Serbest<br />

Dalış’ta (Free Immersion) 71 metre ile dünya<br />

rekorlarını kırdı.<br />

Tenis Takımı (Bay-Bayan): 1989 yılında kurulan<br />

takım, Üniversiteler 1. lig ve süper ligde önemli<br />

başarılar elde etti.<br />

Voleybol Takımı (Bay-Bayan): Takım, Üniversite<br />

Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen<br />

müsabakalara katılıyor.<br />

Yelken Takımı (Bay-Bayan): Takımımız ilk<br />

yarışmasında Türkiye üçüncülüğünü kazandı.<br />

Yüzme Takımı (Bay –Bayan): 1970’li yılların<br />

başında kurulan takımımız haftada dört gün<br />

antrenman yaparak müsabakalara hazırlanıyor.<br />

Takımımızın üniversiteler arasında dereceleri<br />

bulunmaktadır.<br />

Rekorlar, Başarılar Arka Arkaya<br />

Topluluk ve takımlara verilen destek böyle<br />

olunca, ODTÜ’nün spor geleneği madalya ve<br />

rekorlarla taçlandı. Yıllardır birçok rekortmen<br />

sporcu ve takım çıkaran ODTÜ’nün başarıları için<br />

sayfalarımız az, yerimiz dar. Biz sığdırabildiğimiz<br />

kadarı ile 2013’ün şampiyonlarını sıralayalım.<br />

2013: Şampiyonlukların Yılı<br />

2013’te Rusya’da yapılan Dünya Serbest Dalış<br />

Şampiyonası’nda Hız Apnea Bireysel sıralamada,<br />

Ziya Volkan Aksu Dünya 3.cüsü oldu ve aynı<br />

zamanda Türkiye Rekoru kırdı. Derya Can ise<br />

Dünya 4.’sü oldu ve aynı zamanda Türkiye<br />

Rekoru kırdı. Paletsiz Dinamik Apnea Bireysel<br />

sıralamada, Mete Tarık Salman Türkiye<br />

rekoru kırdı.<br />

ODTÜ SAS – Su Altı Sporları milli sporcusu<br />

Şahika Ercümen 1 Haziran 2013 tarihlerinde Van<br />

Gölü’nde Serbest Dalış Değişken Ağırlıklı dünya<br />

10. Geleneksel Sualtı Hokeyi Türkiye<br />

Şampiyonası’nda ODTÜ SAS Erkek 1. Takımı<br />

Şampiyon oldu. Üniversitelerarası Bilardo Türkiye<br />

Birinciliği’nde Erkek Takım şampiyon oldu.<br />

Üniversitelerarası Basketbol Ligi Ayva Kupası’nda<br />

Erkek Takım şampiyonluğu kazandı. Büyükler<br />

Türkiye Şampiyonası 1. Etap Kürek Yarışları’nda<br />

Hafif Kilo Umit Erkekler 4X birinciliği Barış<br />

Karakuş, Fatih Sezer, Deniz Akyürek ve Ali Oğuz<br />

Yüksel’den oluşan takımın oldu. Üniversitelerarası<br />

Briç Türkiye Birinciliği’nde Bayan Takımı<br />

şampiyonluğu aldı. Üniversitelerarası Satranç<br />

Türkiye Şampiyonası’nda yine Bayan Takım<br />

şampiyondu.<br />

10. Geleneksel Serbest Dalış Türkiye<br />

Şampiyonası’nda Dinamik Apnea’da Mete Tarık<br />

Salman ODTÜ SAS Erkekler 1.’si, Hız Apnea’da<br />

Ziya Volkan Aksu ODTÜ SAS Erkekler 1.’si oldu.<br />

Statik Apnea’da Hakan Erkal ODTÜ SAS Erkekler<br />

1.’siydi. Sualtı Hokeyi Türkiye Şampiyonu ise ODTÜ<br />

Takımı idi. Kadın ve Erkek Hentbol Takımları,<br />

Üniversitelerarası Plaj Hentbolu Şampiyonası’na<br />

katıldı ve Erkek Takım ikinci oldu.<br />

Erkek Futbol Takımı, bu yıl<br />

Avrupa ikincisi oldu.<br />

Soldan Sağa:<br />

Sinan Kaya,<br />

Hüseyin Can Doğan,<br />

Mehmet Gürel,<br />

Oğuz Peker,<br />

Özgür Norman,<br />

İskender Atakan,<br />

Deniz Şengül,<br />

Hüseyin Meriç Aydın<br />

Antrenör: Özgür Norman<br />

SAYI 51 67


ODTÜLÜ<br />

ERDEMLİ<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü<br />

Karadeniz’in Zenginliğini Araştırıyor<br />

X Yazı<br />

ALI C. GÜCÜ<br />

GÜLCE SAYDAM<br />

Karadeniz<br />

hamsisi Türkiye’de<br />

avlanan balıkların<br />

%60’ını oluşturuyor.<br />

Karadeniz hamsisi Türkiye’de avlanan balıkların<br />

%60’ını oluşturur. Dahası 1980’li yıllarda<br />

bir milyon tonu geçtiği tahmin edilen bu kaynak<br />

1990’lı yılların başından bu yana neredeyse<br />

sadece Türkiye tarafından kullanılıyor.<br />

Ancak Karadeniz’in kuzeyinde yumurtlayıp<br />

güneyinde kışlayan bu balık, aslında “sınır<br />

aşan”, “paylaşılan kaynaklar” sınıfına girer.<br />

Romanya ve Bulgaristan’ın AB’ye katılması ile<br />

AB’nin Bilimsel, Teknik ve Ekonomik Balıkçılık<br />

Komitesi, STECF Karadeniz hamsi stoklarının<br />

zarar görmeden avlanabilmesi amacıyla ülkeler<br />

arası kota belirleme çalışmalarına başlamıştır.<br />

Diğer taraftan Türkiye’de bu büyük kaynak<br />

üzerinden beslenen avcısından tersanesine,<br />

nakliyecisinden balık unu ve yağı fabrikasına<br />

kadar önemli bir sektör oluşmuştur. Bu kaynağın<br />

bilimsel yaklaşımla yönetilerek en yüksek<br />

sürdürülebilir ürünün elde edilmesi sadece<br />

AB süreci ya da ülkenin ekonomisi açısından<br />

değil, bu kaynağın kullanım hakkının elde<br />

tutulabilmesi açısından da önem kazanmıştır.<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü<br />

bu noktadan hareketle 2011 yılında balıkçılığın<br />

yönetilmesinden sorumlu Gıda Tarım<br />

ve Hayvancılık Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar<br />

ve Politikalar Genel Müdürlüğü ile TÜBİTAK<br />

KAMAG programınca desteklenen<br />

bir projeye başlamıştır. Projenin temel amacı<br />

ekosistemdeki iklimsel dalgalanmalardan<br />

önemli derecede etkilenen bu türün izlenmesi<br />

ile avcılığına yönelik öngörülerde bulunabilmeyi<br />

hedefleyen bilimsel altyapı oluşturmak<br />

ve Ulusal Balıkçılık Veri Toplama Programı’nı<br />

oluşturmaktır. Bu amaçla üniversitemizin<br />

RV Bilim 2 Araştırma Gemisi ile İğneada’dan<br />

Hopa’ya, tüm Karadeniz Münhasır Ekonomik<br />

Alanımızı kapsayacak şekilde araştırma<br />

seferleri yapılır. Yıl boyunca toplanan<br />

veriler analiz edilir ve sonuçlar uluslararası<br />

komisyonlara sunulur. Bu yolla Türkiye’nin<br />

hamsiye sahip çıkması sağlanmış olurken,<br />

bu stoktan sürdürülebilir yüksek ürün elde<br />

edilebilmesi için önemli yönetsel kararların<br />

alınmasına da olanak sağlanır.<br />

“Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum”<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü “Denizimi Tanıyorum<br />

ve Koruyorum” başlıklı Bilim ve Toplum Projesi ile<br />

birikimlerini genç kuşaklara aktarıyor. 23 Eylül – 4 Ekim<br />

2013 tarihlerinde bu yıl ikincisi gerçekleştirilen proje<br />

kapsamında 500’den fazla öğrenci, çevresel farkındalık<br />

ve koruma eğitimi aldı. “Geleceğin Deniz Bilimcisi Adayı”<br />

sertifikası verilen öğrenciler, kazandıkları bilimsel bakış<br />

açısı ve çevre koruma farkındalığı ile denizlerimizin<br />

korunmasına katkıda bulunacaklar.<br />

68<br />

HABER


RGO profilleyicileri, en kötü deniz koşullarında dahi başarıyla<br />

çalışıyor, ucuz ve sürekli ölçümler sağlıyor.<br />

X Yazı<br />

BETTINA FACH SALIHOĞLU<br />

ANIL AKPINAR<br />

DEVRIM TEZCAN<br />

BARIŞ SALIHOĞLU<br />

HASAN ÖREK<br />

ODTÜ’den Deniz Nöbeti<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü, ARGO robotik<br />

ölçüm cihazları ile denizlerimizi izliyor.<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü (DBE),<br />

denizlerimizde sürekli ölçümler yapabilmek<br />

amacıyla, Deniz Ekosistem ve İklim<br />

Araştırmaları Merkezi (DEKOSİM, http://<br />

dekosim.ims.metu.edu.tr/) kapsamında 6 adet<br />

ARGO olarak adlandırılan robotik oşinografik<br />

ölçüm cihazlarından aldı.<br />

Deniz araştırmaları çok büyük bütçeler<br />

gerektirebiliyor ve hava koşulları nedeniyle<br />

bilimsel seferler sekteye uğrayabiliyor.<br />

Fakat ARGO profilleyicileri, en kötü deniz<br />

koşullarında dahi başarıyla çalışıyor, ucuz<br />

ve sürekli ölçümler sağlıyor. Herhangi bir itme<br />

gücü olmayan ARGO’lar, akıntılarla birlikte,<br />

önceden programlanan derinliklere inerek<br />

burada sürükleniyor (amaca ve programlamaya<br />

bağlı olarak 5-10 gün) ve bu süre sonunda yüzeye<br />

çıkarken (çıkış boyunca sıcaklık, tuzluluk vb.<br />

ölçümleri yaparak) verileri uydular aracılığıyla<br />

veri merkezlerine iletiyor. Bu şekilde ortalama<br />

3-4 yıl boyunca çalışan ARGO’lar çalışma süreleri<br />

boyunca sürekli ölçüm sağlamış oluyor. Dünya<br />

denizlerinde 3500’den fazla bulunan bu cihazlar,<br />

su kolonu boyunca (profil) topladıkları sıcaklık,<br />

tuzluluk, yoğunluk ve akıntı ölçümleriyle ,<br />

denizlerin ve iklimin araştırılmasında büyük<br />

rol oynuyor. Her geçen gün gelişmekte olan<br />

sensör teknolojisi sayesinde bu cihazlarla farklı<br />

parametreler ölçülebiliyor. DBE de bu çerçevede,<br />

satın aldığı ARGO profilleyicilerine, Çözünmüş<br />

Oksijen Sensörleri dahil ederek, denizlerdeki<br />

değişen oksijen seviyelerini ve ekosisteme olan<br />

etkilerini araştırmayı amaçladı.<br />

Özellikle oksijen seviyeleri çok düşük olan<br />

ve yalnızca yüzeyden yaklaşık 200 m’ye kadar<br />

bulunan Karadeniz’de, oksijenli tabakanın<br />

ve altında bulunan oksijensiz tabakanın sürekli<br />

gözlemlenmesi, Karadeniz ekosistemi açısından<br />

çok önemli. DEKOSİM kapsamında alınan<br />

ARGO’lardan 2 tanesi Karadeniz’e (1’i İstanbul<br />

açıklarında, 1 tanesi de Sinop açıklarında),<br />

2 tanesi de Akdeniz’e (Taşucu ve Kıbrıs arasında)<br />

denize bırakıldı. Herhangi bir problem<br />

yaşamayan cihazlar, başarıyla çalışıyor ve veri<br />

iletiyor.<br />

SAYI 51 69


ODTÜLÜ<br />

kuzey kıbrıs kampusu<br />

Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda<br />

Mükemmel Spor Fırsatları<br />

Yüksek teknolojiye dayalı altyapısı, modern eğitim bina<br />

ve laboratuvarları, kültürel tesisleri, yeşil alanları ve özgün mimarisi ile<br />

nitelikli bir eğitim-öğrenim ortamı için her türlü olanağı barındıran ODTÜ<br />

Kuzey Kıbrıs Kampusu, yaklaşık 22 bin metrekarelik alana yayılmış spor<br />

tesislerinde hemen her çeşit spor için mükemmel fırsatlar sunuyor.<br />

Daha kuruluş aşamasında<br />

mimari ödüller kazanan<br />

ODTÜ Kuzey Kıbrıs<br />

Kampusu’nun spor tesislerinde basketboldan<br />

voleybola, Uzakdoğu sporlarından plaj voleyboluna,<br />

squash’tan atletizme, hentboldan mini golfe kadar, hemen her<br />

alanda spor aktivitesi gerçekleştirmek mümkün. Öğrencilerin<br />

yanı sıra mezun, misafir ve personelin kullanımına da açık olan<br />

spor tesislerinde öğrenciler, spor toplulukları ve spor takımları<br />

bünyesinde basketbol, futbol, yüzme, voleybol, masa tenisi,<br />

satranç, tenis, futsal, shotakan karate ve badminton gibi spor<br />

branşlarında aktif olarak faaliyet gösterebiliyor, spor<br />

yarışmalarına katılabiliyorlar.<br />

Öte yandan, Spor ve Rekreasyon Müdürlüğü tarafından step<br />

aerobik dersleri, Latin dans dersleri, tango dans dersleri, tenis<br />

dersleri, fitness ve vücut geliştirme programları, tüplü dalış<br />

sertifika programları, cankurtaran sertifika programları,<br />

mini golf yarışmaları gibi bireysel ya da grup spor programları<br />

düzenleniyor, bu faaliyetlerle birlikte yıl boyu halı saha,<br />

streetball, tenis, masa tenisi, basketbol, squash, satranç, mini golf,<br />

plaj voleybolu, plaj futbolu, dart turnuvaları ve kros yarışması da<br />

organize ediliyor.<br />

Basketbol, badminton, futbol, futsal, hentbol, masa tenisi,<br />

satranç, tenis, voleybol ve yüzme branşlarında spor takımlarının<br />

bulunduğu ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda spor toplulukları da<br />

öğrenciler tarafından büyük ilgi görüyor. Arama-Kurtarma<br />

Topluluğu, Bisiklet Topluluğu, Break, Hip-Hop Dans Topluluğu,<br />

Latin Dansları Topluluğu, Shotakan Karate Topluluğu, Sualtı<br />

70<br />

KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDE MÜKEMMEL SPOR FIRSATLARI


Topluluğu, Tango Dans Topluluğu, Tırmanma<br />

Topluluğu, Uçurtma Sörfü Topluluğu, e-sport<br />

Topluluğu ve Yamaç Paraşütü Topluluğu, kampus<br />

bünyesinde bulunan spor toplulukları…<br />

Spor ve Rekreasyon Müdürlüğü; yoğun<br />

geçen günün ardından öğrencilerin fiziksel<br />

ve zihinsel olarak yeniden yapılanmalarını,<br />

sportif becerilerini göstermelerini, özgüven,<br />

sorumluluk, takım çalışması ve kazanma<br />

hislerinin gelişmesi için planlı ve etkili spor<br />

faaliyetleri düzenliyor.<br />

Kuruluş aşamasında<br />

mimari ödüller<br />

kazanan ODTÜ Kuzey<br />

Kıbrıs Kampusu’nun<br />

spor tesislerinde<br />

hemen her alanda<br />

spor aktivitesi<br />

gerçekleştirmek<br />

mümkün.<br />

Sualtı Topluluğu 200’ün üzerinde<br />

dalgıç yetiştirdi…<br />

2007 yılından bu yana faaliyette olan ve en eski<br />

spor topluluklarından biri olan Sualtı Topluluğu,<br />

öğrencilerin en fazla ilgi gösterdiği<br />

topluluklardan… Kurulduğu günden bu yana<br />

200’ün üzerinde dalgıç yetiştiren Sualtı<br />

Topluluğu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Barbaros<br />

Küçük ile Başkan Yardımcısı Mert Polater’le,<br />

topluluğun aktiviteleri ve dalış sporuna dair<br />

sohbet ettik:<br />

Dalışa başlama hikâyenizden söz eder misiniz?<br />

Barbaros Küçük: Dalışla ODTÜ KKK’de eğitime<br />

başlamadan yıllar önce tanıştım, ancak uzunca<br />

bir süre ara vermiştim. Okula başlar başlamaz,<br />

topluluğumuz sayesinde dalışlara geri döndüm.<br />

Mert Polater: Barbaros’tan farklı olarak ben<br />

ilk dalış deneyimimi ODTÜ KKK’de yaşadım.<br />

Önceleri bu spor ile ilgili hiçbir fikrim yoktu.<br />

Şu an ise hayatımın önemli bir parçası…<br />

Topluluk, ne tür aktiviteler gerçekleştiriyor?<br />

Mert Polater: Topluluk olarak başlıca<br />

aktivitemiz, gelenek hale getirdiğimiz ve her yıl<br />

düzenlediğimiz sertifika programı. Bu program<br />

çerçevesinde anlaşmalı olduğumuz Girne’deki bir<br />

SAYI 51 71


ODTÜLÜ<br />

kuzey kıbrıs kampusu<br />

Sualtı Topluluğu<br />

kuruluşundan<br />

bugüne 200’ün<br />

üzerinde dalgıç<br />

yetiştirdi.<br />

dalış okulu ile ilk seviyeden başlamak üzere<br />

çeşitli seviyelerde ve uzmanlıklarda dalgıçlar<br />

yetiştiriyoruz. Bugüne kadar 200’ün üzerinde<br />

dalgıç yetiştirdik. Sertifika programımız dışında<br />

ise olabildiğince KKTC ve Türkiye’deki çevreci<br />

aktivitelere katılıyoruz. Örneğin, son olarak<br />

Mersin’de gerçekleştirilen “Çöpsüz Deniz<br />

Gönüllüleri” aktivitesinde etkin rol aldık.<br />

Geçtiğimiz yıllarda, gerçekleştirdiğimiz birçok<br />

dalıştan çekilmiş görüntüleri derleyerek, “Sualtı<br />

Fotoğrafları Sergisi” düzenledik ve bu serginin<br />

bir örneğini yaklaşık 1.5 yıl önce Ankara<br />

Kampusumuzda da gerçekleştirdik. Sergimiz,<br />

gerçekten büyük ilgi gördü.<br />

Barbaros Küçük: Topluluğumuz, kampusumuzun<br />

en eski topluluklarından biri. Kampusumuzun<br />

kuruluşundan bir yıl sonra, 2007 yılında faaliyete<br />

geçmiş. Amaçlarımızdan biri, öğrenciler, öğretim<br />

görevlileri ve personelinden başlamak üzere<br />

sualtını yurt ve dünya çapında tanıtmak<br />

ve sevdirmek. Bir diğer amacımız ise her seviyede<br />

dalış eğitimi vererek sualtı dünyasına bilinçli<br />

ve donanımlı balıkadamlar yetiştirmek.<br />

ODTÜ ruhunun gerekliliklerinden birini<br />

Adamız’da yaşatmaya çalışıyoruz.<br />

Düzenlediğiniz aktivitelere, eğitim ve sertifika<br />

programlarına ilgi nasıl?<br />

Mert Polater: Açıkçası, tahminimizden<br />

çok daha fazla ilgi görüyor. Hatta, özellikle<br />

öğrenci sayımızda son iki yılda meydana gelen<br />

artışla birlikte okul içi aktivitelerimize ve PADI<br />

lisanslı dalgıç yetiştirmek üzere oluşturduğumuz<br />

sertifika programımıza belli bir kontenjan sınırı<br />

getirmek zorunda kaldık.<br />

Barbaros Küçük: İlgiden son derece<br />

memnunuz. Kıbrıs’ta oluşumuz<br />

ve Kampusumuzun, dalış için mükemmel<br />

diyebileceğimiz noktalara bir saatlik mesafede<br />

oluşu, dalışın bir sosyal aktivite, hatta hayatın<br />

bir parçası olarak görülmesini de beraberinde<br />

getiriyor.<br />

72<br />

KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDE MÜKEMMEL SPOR FIRSATLARI

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!