29.11.2014 Views

Odtulu51

Odtulu51

Odtulu51

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ODTÜLÜ<br />

ISSN: 1309 - 2626<br />

SAYI 51 OCAK-ŞUBAT-MART 2014<br />

Spor Nasıl Spor Oldu?<br />

Oyunların, statların, seyircilerin anatomisi<br />

Sporun, Latince disportare’den yani boş zaman işinden<br />

skor ve rekor rakamlarına ulaşma serüveni...<br />

ODTÜ’DEN HABERLER... ODTÜ REKORLARI VE SPOR TOPLULUKLARI... ÇETİN YILMAZ’LA SPOR ÜZERİNE... ODTÜ’LÜLER DÜNYANIN ZİRVESİNDE...


C<br />

M<br />

Y<br />

CY<br />

CMY<br />

K<br />

Kariyer Fuarı ilanı<br />

CM<br />

MY


Sevgili ODTÜ’lüler ve<br />

ODTÜ Dostları,<br />

2014, ODTÜLÜ dergisi için yeni bir<br />

dönemin başlangıcı oldu. Bu yılın ilk<br />

sayısı ile birlikte hem yüzümüzü hem<br />

içeriğimizi yeniledik. Ayrıca bundan<br />

böyle yılda 4 sayı ile karşınızda olacağız.<br />

Bu dönüşümü geçirirken, birkaç kritik<br />

nokta belirlemiştik:<br />

Dünyanın en saygın 60 üniversitesinden<br />

biri olmasının yanı sıra sayılı tasarım<br />

okullarından arasında yer alan ODTÜ’nün<br />

dergisini özel olarak tasarlamalıydık.<br />

Türkiye’nin entelektüel birikiminin<br />

oluşmasına öncülük eden bir<br />

üniversitenin dergisi olarak içeriğimizi<br />

elden geçirmeli, ele aldığımız<br />

her konuya, tıpkı üniversitemizin<br />

geleneğinde olduğu gibi 360 derecelik<br />

bir bakış açısıyla yaklaşmalı, “yeni bir<br />

söz” üretebilmeliydik.<br />

Tıpkı ODTÜ gibi, ODTÜLÜ de bir çekim<br />

merkezi olmalı, farklı alanlarda söz<br />

üretenleri de bir araya getirmeliydi.<br />

Bu bakış açısıyla, her sayımızın, dosya<br />

konusu bağlamında bir “meselesi”<br />

olmalıydı.<br />

İşte bu noktadan çıkarak hazırladığımız<br />

ilk sayımızı elinizde tutuyorsunuz. Bu<br />

sayıda dosya konumuz “Spor”, anahtar<br />

sorumuz ise “Spor nasıl spor oldu?”<br />

ODTÜLÜ, üniversiteden haberlerin yanı<br />

sıra işte bu sorunun etrafına örülen,<br />

farklı kalemlerin sıra dışı bakış açılarını<br />

bir araya getiriyor ve okuyucularını spor<br />

üzerine düşünmeye davet ediyor.<br />

Başta değerli hocamız Prof. Dr. Bilgehan<br />

Ögel olmak üzere ODTÜLÜ Dergisi’ne<br />

daha önce emeği geçmiş herkese<br />

teşekkür ediyor, bir sonraki sayımızda,<br />

bambaşka bir mesele üzerine yine<br />

birlikte düşünmeyi diliyoruz...<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü<br />

İÇİNDEKİLER<br />

02 ODTÜ’DEN HABERLER<br />

14 DOSYA: SPOR NASIL<br />

SPOR OLDU?<br />

Tanıl Bora<br />

20 STADYUM MİMARİSİ VE<br />

SOSYOLOJİK YANSIMASI<br />

Dr. Adnan Aksu<br />

24 OYUN AŞKINA<br />

İsmail Başöz, Turgut Yüksel<br />

28 TÜRKIYE’NİN GÖNÜLSÜZ<br />

SEVDASI: SPOR<br />

Mehmet Ali Çalışkan, Pınar Altun<br />

34 KUSURSUZ İNSAN<br />

TAHAYYÜLÜ<br />

Dr. Adnan Akçay<br />

36 SPORDA BAŞARI<br />

VE DOPİNG<br />

Mesut Nalçakan<br />

40 YENİ SPORUN<br />

YENİ SPORCULARI<br />

Yrd. Doç. Dr. Psikolog Ozanser Uğurlu<br />

Orta Doğu Teknik<br />

Üniversitesi Mezunlarla<br />

İletişim Dergisi<br />

Ocak - Şubat - Mart 2014<br />

Sayı 51<br />

ISSN: 1309 - 2626<br />

“ODTÜLÜ Dergisi, ODTÜ<br />

Kariyer Planlama Merkezi’nin<br />

mali desteği ile yılda dört<br />

kez yayınlanmaktadır.”<br />

Yazışma Adresi<br />

Mezunlarla İletişim<br />

Müdürlüğü<br />

ODTÜ Rektörlük 1.Kat<br />

06800 Ankara<br />

Tel: (0312) 210 71 07<br />

Fax: (0312) 210 13 58<br />

mezun@metu.edu.tr<br />

www.mezun.metu.edu.tr<br />

ODTÜ Adına Sahibi<br />

Prof. Dr. Ahmet Acar<br />

Yazı İşleri Müdürü<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü<br />

Yayın Kurulu<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü<br />

Damla Özlüer (Myra)<br />

Nokta Çelik<br />

Rauf Kösemen (Myra)<br />

Katkıda Bulunanlar<br />

Dr. Aydın Tiryaki<br />

Gökhan Tan<br />

Haluk Mesci<br />

E. Neşe Öztürk<br />

Serpil Savaş<br />

Sinan Kadife<br />

42 SPOR EKONOMİSİ<br />

Yrd. Doç. Dr. Bülent Anıl<br />

46 BÖYLE BİR SEVMEK<br />

GÖRÜLMEMİŞTİR<br />

Kıvanç Koçak<br />

48 FUTBOL AVRUPA’NIN<br />

ORTAK DİLİ OLABİLİR Mİ?<br />

Röportaj<br />

52 ÇETİN YILMAZ<br />

Röportaj<br />

56 SPOR MU DEĞİL Mİ?<br />

Utku Gökerküçük, Volkan Ağır<br />

58 EVEREST’E İLK TIRMANIŞ<br />

ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporları Kolu (DKSK)<br />

60 GÖKYÜZÜNDE SÜZÜLMEK<br />

ODTÜ Yamaç Paraşütü Topluluğu<br />

62 ODTÜ REKORLARI<br />

VE SPOR KULÜPLERİ<br />

68 ERDEMLİ’DEN HABERLER<br />

70 KUZEY KIBRIS KAMPUSU<br />

Ufuk Batum<br />

Z. Emir Özer<br />

Koordinasyon<br />

Nokta Çelik<br />

Reklam Sorumlusu<br />

Z. Emir Özer<br />

Yapım<br />

MYRA<br />

www.myra.com.tr<br />

Editör<br />

Turgut Yüksel<br />

Damla Özlüer<br />

Tasarım Danışmanı<br />

Rauf Kösemen<br />

Yayın Tasarımı<br />

Çağlar Atalay<br />

Sayfa Uygulama<br />

Serhan Baykara<br />

Yardımcı Proje<br />

Sorumlusu<br />

Burcu Tunakan<br />

Röportaj Fotoğrafları<br />

Bingül Özcan<br />

Deşifre<br />

Resul Ayaz<br />

Baskı<br />

İmak Ofset<br />

www.imakofset.com.tr


ODTÜLÜ<br />

kısa kısa<br />

ODTÜ’den Haberler<br />

ODTÜ geçtiğimiz dönemi hareketli geçirdi. Etkinliklerin yanı sıra<br />

alınan ödüller üniversiteyi onurlandırdı.<br />

Mart 2013<br />

ODTÜ DÜNYANIN ILK 60 ÜNIVERSITESI<br />

ARASINDA<br />

ODTÜ, Times Higher Education (THE) tarafından<br />

ilan edilen ”World Reputation Rankings 2013”<br />

listesinde dünyanın ilk 60 üniversitesi arasına girdi.<br />

Nisan 2013<br />

ODTÜ TEKNOKENT’E<br />

BIRINCILIK<br />

ODTÜ Teknokent, Bilim, Sanayi<br />

ve Teknoloji Bakanlığı tarafından<br />

ilk kez gerçekleştirilen Teknoloji<br />

Geliştirme Bölgeleri (TGB)<br />

Performans Endeksi’ne göre<br />

32 teknoloji geliştirme bölgesi<br />

arasında, 57.39 puanla birinci oldu.<br />

Ödülü, ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet<br />

Acar; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Eski<br />

Bakanı Nihat Ergün’den aldı.<br />

Mayıs 2013<br />

ODTÜ MEZUNLAR GÜNÜ<br />

2013<br />

Geleneksel ODTÜ Mezunlar Günü,<br />

29 Haziran 2013 Cumartesi günü<br />

yapıldı. Tüm mezunlarımızın<br />

davetli olduğu törende 1963,<br />

1968, 1973, 1983, 1993 ve 2003<br />

yılı mezunlarımıza madalyaları<br />

takdim edildi.<br />

Nisan 2013<br />

ODTÜ’YE A’ DESIGN AWARD’ DAN<br />

12 AYRI ÖDÜL<br />

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi,<br />

Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Öğretim<br />

Görevlisi Dr. Hakan Gürsu ve ekibi; Avrupa Birliği’nin<br />

en önemli ve kapsamlı yeni tasarım yarışması<br />

kabul edilen ve tasarımın başkenti Milano’da her yıl<br />

düzenlenen A’ Design Award yarışmasında 12 tasarım<br />

ödülü aldı.<br />

Ekim 2013<br />

GIRIŞIMCI<br />

VE YENILIKÇI<br />

ÜNIVERSITE!<br />

ODTÜ, TÜBİTAK ve ilgili<br />

kuruluşların katılımıyla<br />

hazırlanan Girişimci<br />

ve Yenilikçi Üniversite<br />

endeksinde 136<br />

üniversite arasında 86<br />

puanla 1. sırada yer aldı.<br />

2<br />

ODTÜ’DE GEÇEN DÖNEM


Ekim 2013<br />

12. ODTÜ<br />

ULUSLARARASI<br />

CUMHURIYET KUPASI<br />

ODTÜ Eşli Danslar<br />

Topluluğu organizasyonu<br />

ile her yıl Cumhuriyet<br />

Haftası etkinlikleri<br />

kapsamında<br />

gerçekleştirilen,<br />

Türkiye’nin en büyük<br />

ve tek uluslararası dans<br />

sporu etkinliği olan ODTÜ<br />

Uluslararası Cumhuriyet<br />

Kupası’nın 12.’si bu yıl,<br />

26 Ekim 2013<br />

Cumartesi günü ODTÜ<br />

Spor Merkezi’nde<br />

gerçekleştirildi.<br />

Ekim 2013<br />

Ekim 2013<br />

ODTÜ-İGEM TAKIMI’NA ALTIN MADALYA<br />

ODTÜ Lisansüstü<br />

Programları Tanıtım Günleri<br />

31 Ekim - 1 Kasım 2013<br />

tarihlerinde gerçekleşti.<br />

ODTÜ İstatistik Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zeynep Işıl Kalaylıoğlu ile<br />

Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Meral Kence’nin<br />

danışmanlığında ve Biyolojik Bilimler Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Doç. Dr. Mesut Muyan’ın takım koordinatörlüğündeki METU-Turkey<br />

Takımı; “Bee Subtilis” adlı proje ile; 11-13 Ekim 2013 tarihleri arasında<br />

Fransa’nın Lyon kentinde gerçekleştirilen iGEM (International<br />

Genetically Engineered Machines) Avrupa Şampiyonası’nda altın<br />

madalya kazandı.<br />

Ekim 2013<br />

ODTÜ DÜNYANIN EN İYILERI ARASINDA<br />

ODTÜ, İngiltere merkezli Quacquarelli Symonds<br />

(QS) kuruluşunun hazırladığı “Dünyanın En İyi 800<br />

Üniversitesi” listesinde, 431-440 bandına yükseldi.<br />

ODTÜ, QS tarafından yapılan bilim alanlarına göre<br />

dünya üniversiteleri 2013 yılı sıralamasında da,<br />

toplam 8 bilim alanıyla temsil edilerek, dünyanın<br />

ilk 200 üniversitesi arasına girmişti.<br />

Kasım 2013<br />

YENI FIKIRLER YENI İŞLER 2013 KAZANANLARI<br />

BELLI OLDU<br />

Genç girişimcilerin teknoloji tabanlı projelerini hayata<br />

geçirmesine destek olan Yeni Fikirler Yeni İşler’in 2013 yılı<br />

dönemi görkemli bir final organizasyonu ile tamamlandı.<br />

SAYI 51 3


ODTÜLÜ<br />

HABER<br />

ODTÜ’den Kıpkırmızı Tasarım Başarısı!<br />

ODTÜ, Red Dot Tasarım 2013 Sıralamasında (Red Dot Design Ranking 2013) üniversitelerin yarıştığı Amerika<br />

ve Avrupa bölgeleri için ilan edilen “En Başarılı 15 Tasarım Okulu” arasında 6. sırada yer aldı. ODTÜ,<br />

elde ettiği dereceyle listede dünyanın en ünlü tasarım okullarından olan Pratt Institute (ABD), Royal College of<br />

Art (İngiltere) ve Rhode Island School of Design’ın (ABD) üzerinde yer aldı.<br />

Üniversitelerin son<br />

5 yıl içerisindeki<br />

“Kavramsal<br />

Tasarım” kategorisinde<br />

kazandıkları Red Dot<br />

ödülleri dikkate alınarak<br />

oluşturulan sıralamada,<br />

İsveç’ten bir, Fransa’dan bir,<br />

ABD’den beş, Türkiye’den<br />

bir, Almanya’dan dört,<br />

İngiltere’den iki, Brezilya’dan<br />

bir ve Polonya’dan bir eğitim<br />

kurumu yer alıyor. Red<br />

Dot Tasarım Ödülleri,<br />

1955 yılından beri merkezi<br />

Almanya Essen’de bulunan<br />

Design Zentrum Nordrhein<br />

Westfalen tarafından<br />

veriliyor. Red Dot Design<br />

Ranking, uluslararası ortamda<br />

bilinen en prestijli tasarım<br />

ödül sistemlerinden biri.<br />

ODTÜ’nün bu başarısının<br />

temellerinde geçtiğimiz<br />

yıllarda “Red Dot Award:<br />

Design Concept Best of the<br />

Best” ödülünü alan projeler<br />

var. ODTÜ Endüstri Ürünleri<br />

Tasarımı Bölümü 2009 yılı<br />

mezunu Mehrafza Mirzazad<br />

Barijough “kopan<br />

uzuvlar için acil taşıma<br />

ünitesi” konulu<br />

mezuniyet<br />

projesiyle 2010 yılında “Red<br />

Dot Award: Design Concept<br />

Best of the Best” ödülünü<br />

kazanmıştı. Bu eğitim<br />

projesi, ODTÜ’nün, 2011<br />

yılı Red Dot tasarım<br />

sıralamasında yer almasında<br />

önemli katkı sağlamıştı.<br />

Bu yıl ise, sıralamada 6. olan<br />

ODTÜ’den iki proje ödül<br />

kazandı. 2013’ün Best of<br />

the Best ödülü, RoPo isimli<br />

tasarımı ile ODTÜ Endüstri<br />

Ürünleri Tasarımı Bölümü<br />

öğrencisi Berk İlhan’ın<br />

oldu. Kendi kendine ayakta<br />

durabilen ve asla devrilmeyen<br />

bir fırça-faraş seti olan<br />

RoPo, sıradan fırça-faraş<br />

ikililerindeki yükseklik<br />

“Hayal gücünüzü serbest bırakın!”<br />

ve küçük altlık nedeniyle<br />

oluşan devrilme eğilimini<br />

ortadan kaldırıyor. Berk İlhan,<br />

bu sorunu ortadan kaldırmak<br />

için hacıyatmaz oyuncağından<br />

esinlenmiş ve alta bir su tankı<br />

yerleştirmiş.<br />

2013 ödülüne layık görülen<br />

proje ise yine ODTÜ Endüstri<br />

Ürünleri Tasarımı Bölümü<br />

öğrencisi Adem Önalan’ın Life<br />

Box’ıydı. Life Box,<br />

afetzedelerin barınak ve gıda<br />

gibi temel ihtiyaçlarını, hızlı<br />

ve etkili bir şekilde karşılamak<br />

için tasarlandı ve özellikle,<br />

afet sonrası ulaşılamayan<br />

bölgelere paraşüt ile yardım<br />

gönderme fikri üzerine<br />

kurgulandı. Ürün,<br />

“Henüz 2. sınıf tasarım stüdyosunda verilmiş bir proje<br />

olmasına rağmen bu proje dünyanın en prestijli tasarım<br />

ödüllerinden biri olan Red Dot: Best of the Best’i almamı<br />

sağladı. Ayrıca kazandığım İMMİB ödülü sayesinde aldığım<br />

burs ile New York’ta School of Visual Arts’ta bir tasarım master<br />

programına başladım. Yani bu fırça faraş tasarımı bana önemli<br />

kapıları açmış oldu. Bu başarının arkasında, bu proje sırasında<br />

tasarıma dair bakış açımı değiştirmem yer alıyor. Bu yeni<br />

bakış açısını şöyle özetleyebilirim: Tasarımcı olarak bir ürün<br />

ya da yeni adıyla bir ‘deneyim’ tasarlamaya kalkışıyorsanız<br />

büyük hamleler yapmaktan ya da risk almaktan korkmamanız<br />

gerekiyor. Hayal gücünüzü serbest bıraktığınızda ve özgürce<br />

düşünmeye başladığınızda, önceden kabul edilmiş bazı<br />

kuralları yıkıp yeni fikirler öne sürebiliyorsunuz ve daha<br />

önemlisi yaptığınız işi sevmeye başlıyorsunuz.” Berk İlhan<br />

4<br />

ODTÜ’DEN KIPKIRMIZI TASARIM BAŞARISI!


Life Box afet<br />

bölgelerine<br />

hızla yardım<br />

ulaştırabilmek<br />

amacıyla tasarlandı.<br />

yardım malzemelerini<br />

içerisinde barındıran<br />

ve açıldığında dört<br />

kişilik şişme barınağa<br />

dönüşen bir kutu ile daha<br />

sonra barınağın dış yüzeyi<br />

olarak kullanılan bir<br />

paraşütten oluşuyor.<br />

Ürünün üzerindeki grafik<br />

yönlendirmeler ve bir<br />

dakikadan kısa bir sürede<br />

kurulması, kullanımı<br />

kolaylaştırıyor. Polietilen<br />

köpükten üretilen kutu, çadır<br />

tabanı için konfor ve izolasyon<br />

sağlarken, darbe emen yapısı<br />

ise paraşüt ile havadan<br />

bırakıldığında yardım<br />

malzemelerini koruyor. Life<br />

Box’ın, “air”, “land” ve “water”<br />

olmak üzere, hava ve kara<br />

kullanımı ile suda yüzebilen<br />

üç farklı çeşidi bulunuyor.<br />

Bir Kutunun İçinde Hayat!<br />

“Eski bir afetzede olarak, mezuniyet projemde küresel bir<br />

sorun olan doğal afetler ve afetzedelerin ihtiyaçları<br />

üzerinde çalışmaya karar verdim. Kızılay, Akut ve AFAD<br />

gibi kurumlarda yaptığım araştırmalar ve afetzedelerle<br />

yaptığım röportajlar tutarlı problem tespitleri yapmamı<br />

sağladı. Danışman firmamın da yönlendirmeleriyle Life<br />

Box’ı tasarladım. Mezuniyet sonrası hem hocalarımdan<br />

hem de profesyonellerden aldığım olumlu tepkiler Red Dot<br />

tasarım yarışmasına katılmam için cesaret verdi.<br />

Kazandıktan sonra ise projemi Tokyo Tasarımcılar<br />

Haftası’nda da sergileme imkânı buldum. Tokyo’da çok iyi<br />

geri dönüşler oldu, güçlü bağlantılar kurdum.<br />

Hâlâ Life Box ile ilgilenen kişi ve kurumlardan e-mail’ler<br />

alıyorum. Umarım Life Box gerçeğe dönüşür.”<br />

Adem Önalan<br />

SAYI 51 5


ODTÜLÜ<br />

haber<br />

İstanbul Avrasya Maratonu’nda “ODTÜ için KOŞ!”<br />

ODTÜ’lüler, 35. İstanbul Avrasya Maratonu’nda dayanışma için koştu. Koşu sırasında elde<br />

edilen gelir, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’nce burs olanakları için değerlendirilecek.<br />

koşusunu organize ederek onlarla birlikte<br />

koştu.<br />

ODTÜ mezunları,<br />

çalışanları ve<br />

öğrencileri<br />

İstanbul Avrasya<br />

Maratonu’nda<br />

bir aradaydı.<br />

Haberin içeriğine<br />

katkıları nedeniyle<br />

Baraka dergisine<br />

teşekkür ederiz.<br />

2012 yılında Golden Marathon seviyesine çıkan<br />

İstanbul Maratonu, bu yıl ODTÜ’den kalabalık<br />

bir ekibi ağırladı. 17 Kasım 2013 Pazar günü<br />

maratona katılan ODTÜ’lüler, İstanbul ODTÜ<br />

Mezunları Derneği’nin organizasyonu ile burs<br />

olanakları yaratmak için koştu. Maratona<br />

katılanlar arasında ODTÜ mezunları, öğretim<br />

üyeleri ve öğrencilerinin yanı sıra Rektör Prof.<br />

Dr. Ahmet Acar, Mühendislik Fakültesi Dekanı<br />

Prof. Dr. Uğurhan Akyüz, Rektör Danışmanı<br />

Doç. Dr. Barış Sürücü de vardı.<br />

Kimi ODTÜ’lünün kırmızı göğüs numarası ile<br />

42 km, kiminin mavi göğüs numarası ile 15 km<br />

kiminin de yeşil göğüs numarası ile 10 km<br />

koştuğu maratonda, bir mezun da engelliler<br />

Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar, maraton<br />

sonrası yaptığı açıklamada “Birliktelik ve<br />

dayanışma duygusu ODTÜ kültürünün önemli<br />

bir parçasıdır. ODTÜ birlikteliği İstanbul<br />

Maratonu’nda da güzel bir ilk yaratmış<br />

ve çeşitli illerden gelen mezunlarımız,<br />

çalışanlarımız ve hocalarımız birlikte<br />

koşmuşlar, sportmence yarışmışlardır. Maddi<br />

desteğe ihtiyacı olan öğrencilerimize sağlanan<br />

burs ve yardımlar ODTÜ dayanışmasının<br />

en güzel örneklerinden biridir. Bu burslar,<br />

ailelerinin güçlükle okuttuğu çok sayıda<br />

ODTÜ öğrencisinin başarısında önemli<br />

rol oynuyor. Bu kapsamda ODTÜ<br />

mezunlarının ODTÜ öğrencilerine<br />

verdiği bursların da özel bir anlamı var.<br />

Mezunlarımızın ve mezun derneklerimizin<br />

bursları, öğrencilerimize ‘mezunlar olarak<br />

yanınızdayız’ mesajını verdiği için manevi<br />

açıdan çok değerli ve yalnız burslu öğrencilere<br />

değil hepimize güç veriyor,” dedi.<br />

ODTÜ mezunlarından Nilüfer Ağırdır (Man ’79)<br />

ise “Bunu saymayız ya da haberimiz olsaydı biz<br />

de koşardık diyenler için, seneye bu çok keyifli<br />

organizasyona ODTÜ camiasının daha geniş<br />

katılımını heyecanla bekliyoruz,” dedi.<br />

Bu sene çok farklı!<br />

Engelli arkadaşlarımızın yaşadıkları zorluklara dikkat<br />

çekmek için başlattığımız bu organizasyon, geçtiğimiz koşuda<br />

beşinci yılına girdi. Üst seviye koşucu arkadaşlarımız engelli<br />

arkadaşlarımızın ekibinde olmaktan duydukları mutluluğu ve<br />

gururu birçok kez dile getirdiler. Bu sene ODTÜ için, çok kısa<br />

bir zaman içinde benzer bir oluşum için bir araya geldik. Bize<br />

ayrı bir gurur yaşatan konuğumuz ise rektörümüz Sayın Ahmet<br />

Acar’dı. Ahmet Hocamız sinerjimizin en üst noktaya ulaşmasını<br />

sağladı. Selçuk Koçum, METE ’92<br />

5 saat 15 dakika okulum için koştum!<br />

Hayatımda hep yapmaya çalıştığım gibi<br />

bu maratonda da “İyilik peşinde koş”maya<br />

çalıştım. 42 km’nin sonunda kendi hayatıma<br />

yeni bir yön kazandırırken, ihtiyacı olan<br />

insanların da hayatlarına dokunabilmek<br />

istedim ve Avrasya Maratonu’nda 5 saat 15<br />

dakika süresince mezun olduğum okulum için<br />

koştum. Sinem Kural, FDE ’08<br />

6<br />

HABER


ODTÜ Geliştirme Vakfı<br />

30. Yaşında<br />

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin<br />

eğitim-öğretim, bilimsel ve teknolojik<br />

araştırma-geliştirme ve topluma hizmet<br />

etkinliklerine ve kurumun ulusal<br />

ve uluslararası tanınırlığına, maddi kaynak<br />

yaratarak katkıda bulunmak amacıyla<br />

1983 yılında kurulan ODTÜ Geliştirme Vakfı<br />

30. yaşını kutladı.<br />

ODTÜ ailesinin, dostları ve sevenlerinden<br />

aldığı maddi ve manevi destekle amaçları<br />

doğrultusunda sürekli büyüyen Vakıf, kamusal<br />

nitelikteki faaliyetleri ile bilimsel, kültürel,<br />

sosyal ve sportif alanlarda destekleyici<br />

çalışmalar ve işbirlikleri de geliştiriyor.<br />

Üniversitenin bilimsel, teknolojik ve<br />

kültürel gelişimine destek olmayı birincil<br />

hedeflerden biri olarak belirleyen Vakıf,<br />

senedinde öngörülen kuruluş hedeflerini<br />

gerçekleştirmek için öncelikle bağlı şirketler<br />

kurarak maddi kaynak yaratmak adına 1983<br />

yılında EBİ (Elektronik Bilgisayar İnşaat<br />

Turizm Yatırım Ticaret ve Sanayi) A.Ş. ve<br />

GÜDAŞ (Gıda Üretim ve Dağıtım Ticaret)<br />

A.Ş.’yi kurdu. Daha sonraki yıllarda Eğitim<br />

Hizmetleri A.Ş., ODTÜ Teknokent Yönetim<br />

A.Ş. Yayıncılık ve İletişim A.Ş. ve son olarak<br />

OTEST (Otomotiv Test ve Taşıt Araştırma<br />

Geliştirme Danışmanlık San. ve Tic.) A.Ş.<br />

kuruldu. Vakıf, bugün faal olan beş şirketle<br />

birlikte bir bütünlük ve dayanışma içinde,<br />

yeni ve değişen gereksinimleri karşılayacak<br />

yaklaşımla büyümeye devam ediyor.<br />

Yıllardır gerek kendi olanakları, gerekse<br />

kurum, kuruluş ve kişiler ile birlikte yaratılan<br />

maddi olanaklar sayesinde, binlerce ODTÜ<br />

öğrencisine karşılıksız burs veren ODTÜ<br />

Geliştirme Vakfı’nın son beş yıl için verdiği<br />

toplam burs tutarı, yaklaşık 5.500.000 TL oldu.<br />

30. Yıla Özel Proje<br />

ODTÜ, üzerinde kurulduğu 40.000 dekarlık kıraç<br />

arazinin ağaçlandırılması amacıyla, 1958’den<br />

beri gerçekleştirdiği ağaçlandırma projeleri<br />

sayesinde Ankara’ya bir orman kazandırmıştı.<br />

Bu geleneği sürdüren ODTÜ Geliştirme Vakfı,<br />

30. yıl etkinlikleri kapsamında ODTÜ 1 ve ODTÜ<br />

3 ormanları içerisinde yer alan bozuk orman<br />

alanları ve ağaçsız bölgelerin ağaçlandırılması<br />

ve rehabilitasyonu amacıyla Bir Ağaç Sizden Bir<br />

Orman Bizden Kampanyası’nı başlatıyor. Proje,<br />

orman varlığını artırmak, şehrin etrafında yeşil<br />

kuşaklar oluşturmak, gelecek nesillere yeşil ve<br />

yaşanabilir bir ülke bırakmak yolunda önemli bir<br />

kilometre taşı olmayı amaçlıyor. Proje kapsamında;<br />

• 256 hektar (2560 dekar) bozuk orman alanının<br />

rehabilite edilerek verimli hale getirilmesi,<br />

• 100 hektar (1000 dekar) ormansız alanın<br />

ağaçlandırılarak orman varlığının artırılması,<br />

• Orman ekolojisinin gelişimi ve korunmasına<br />

katkıda bulunulması,<br />

• Erozyonun önlenmesi,<br />

• Hava kirliliğini önlemeye katkıda bulunulması,<br />

• Gürültü kirliliğini önlemeye katkıda<br />

bulunulması,<br />

• Göl çevresinin estetik görünümüne katkıda<br />

bulunulması,<br />

• Estetik amaçlı yol korumasının sağlanması,<br />

• Doğa yürüyüş alanlarının artırılarak,<br />

iyileştirilmesi hedefleniyor.<br />

Soldan sağa:<br />

Prof. Dr. Ramazan Aydın,<br />

Prof. Dr. Ural Akbulut,<br />

Prof. Dr. Ahmet Acar,<br />

Prof. Dr. Ömer Saatcioğlu<br />

Nasıl destek verebilirsiniz?<br />

• 6056’ya kısa mesaj<br />

(Bir ağaç için bir SMS=10 TL)<br />

• Havale/EFT yoluyla<br />

• Kredi kartıyla online<br />

• Ayrıntılı bilgi için:<br />

biragacsizdenbirormanbizden.org.tr<br />

SAYI 51 7


ODTÜLÜ<br />

TEKNOKENT<br />

Tekno Girişimcilerin Dünyası<br />

X Yazı<br />

UFUK BATUM<br />

ODTÜ Teknokent<br />

Genel Müdür Yardımcısı<br />

Dünyada söz sahibi bir güç olmak isteyen Türkiye’de girişimcilik<br />

ekosistemi hızla gelişmeye başladı. Belki bazı işlerin henüz arzu edilen<br />

derinlikte ve kalitede olduğunu söyleyemeyiz; ancak hem kamunun<br />

hem de özel sektörün önemli katkıları ve çabalarının olduğu biliniyor.<br />

Yatırımcılar iş<br />

fikirlerini hayata<br />

geçirmek<br />

ve var olan işleri<br />

geliştirmek,<br />

büyütmek için<br />

genç beyinlere,<br />

yenilikçi<br />

girişimcilere<br />

ihtiyaç duyar.<br />

Yapılmaya çalışılanların önemli bir<br />

kısmının “özendirici ve yönlendirici<br />

politikalar” olduğunu memnuniyetle<br />

tecrübe ediyoruz. Üniversiteler girişimcilik<br />

ve yenilikçilikleriyle değerlendiriliyor. Endeksler<br />

açıklanıyor, kurumlar arasında hoş bir rekabet<br />

gelişiyor. Herkes daha iyisini yapma peşinde<br />

olduğundan, birbirinden öğrenme ve birbiriyle<br />

işbirliği yapma yolu da açılıyor. İşte burası bence<br />

çok önemli, çünkü Türkiye’de 10 yıldır yaşanan<br />

GSMH artışını sürdürülebilir kılmanın ve “orta<br />

gelir tuzağı”ndan kurtulmanın yolu, gelişen<br />

teknolojiler ve tecrübeler ile üretilen değeri<br />

paylaşmakta yatıyor.<br />

Girişimcilik ekosistemi genişledikçe, bu alanda<br />

faaliyet gösteren kurum ve bireylerin sayısı<br />

arttıkça, Türkiye öğreniyor, gelişiyor, çeşitleniyor.<br />

Bu ekosistemin içinde uzunca bir süredir faaliyet<br />

gösteren bir üniversite ve teknopark olarak yeni<br />

kurulan şirketleri (start-up) ve akademisyen<br />

şirketlerini (spin-off) destekliyoruz. Bu alanda<br />

çeşitli eğitimler, seminerler ve destekler<br />

veriyoruz. Yüzlerce şirketle etkileşim halindeyiz.<br />

Durum böyle olunca bu yeni alanın fotoğrafını<br />

çekmek, belli bir düzeyde durum analizi yapmak<br />

olanaklı hale geliyor. Tabii tek bir köşe yazısında<br />

bütün detayları aktarabilmek pek de mümkün<br />

değil. Ancak yine de özellikle genç girişimcilerde<br />

temelde gördüğümüz ortak (ve sıklıkla yapılan)<br />

hataları sıralamak sanırım yerinde olacaktır.<br />

“İş fikri her şeydir!”<br />

Temel yanlışların başında bu yargı geliyor. Genç<br />

girişimciler iş fikirlerini fazlaca kutsuyor, sonra da<br />

adeta onun esiri oluyor. Durum böyle olunca da<br />

işin gerektirdiği “pivot”lamayı yapamıyorlar.<br />

Dış dünya ve daha da önemlisi piyasalar<br />

(müşteriler, kullanıcılar, dağıtıcılar, rakipler vb.) o<br />

iş fikrini kabul etmeyebiliyor; girişimcinin bu iş<br />

fikrini belli doğrultuda değiştirmesini,<br />

yenilemesini bekliyor. Ama yok, bizim girişimciler<br />

bu konuda tam bir Ortodoks! İlla yola ilk çıktığı iş<br />

fikrini piyasaya dayatacak! Tabii bir de iş fikrini<br />

kimseyle paylaşamama psikolojisi var. Sanki<br />

birileri alıp kaçacak! Çoğu zaman tecrübe ettiğimiz<br />

8<br />

TEKNO GIRIŞIMCILERIN DÜNYASI


şey, doğal olarak iş fikrinin beslenememesi,<br />

gelişememesi, başarılı olamaması! Sonuçta<br />

piyasada birbirini tekrar eden, “ben de” diyen<br />

taklitçiler çoğalıyor; rekabet değer üzerinden<br />

değil, çıplak fiyat üzerinden yapılıyor.<br />

“İş fikrim var, hemen şirket kurayım!”<br />

Girişimcilerimiz ön araştırma, analiz<br />

ve planlama yapmayı pek sevmiyor. Ayrıca<br />

iş fikrini sahada, piyasada küçük çaplı<br />

denemeden, test etmeden, pazar araştırması<br />

yapmadan, en basit bir anketle mevcut veya<br />

potansiyel müşterilere soru sormadan hemen<br />

şirketleşmek ve zenginleşmek istiyorlar. Oysaki<br />

biraz emek verip iş modeli geliştirmeleri, iş planı<br />

yazmaları gerekiyor. Müşteri beklentilerini<br />

çok iyi anlamaları ve gerçek bir ihtiyacı karşılıyor<br />

olmaları gerekiyor. Piyasayı test ettikten,<br />

prototipleri piyasanın kabul edeceği son ürün<br />

haline dönüştürebildikten sonra şirket kurmak,<br />

çoğu zaman daha akıllıca duruyor.<br />

“Önemli olan üründür, teknolojidir; zaten iyi<br />

ürün/hizmet pazarlama gerektirmeden kendi<br />

kendine satar!”<br />

Mazide kalan söylemlerden, yanlış kanaatlerden<br />

biri de ne yazık ki bu. Özellikle mühendislik veya<br />

teknik kökenli girişimcilerde işin AR-GE sürecine<br />

fazla dalıp kolay kolay çıkamama, kendilerini iyi<br />

hissettikleri laboratuvarlarda 3-5 yıl debelenme,<br />

sadece kamu destekleriyle ayakta durmayı<br />

hedefleme ve sonuçta yeni bir ürün çıkartamama<br />

gibi durumlarla sıklıkla karşılaşıyoruz. Hiçbir<br />

kamusal destek olmaması ne kadar yanlışsa,<br />

mevcut desteklerin özensiz kullanılması, adeta<br />

genç girişimcileri afyonlaması, uyuşturması da<br />

bir o kadar yanlış olabiliyor. Ayrıca bu durum<br />

ekonomiye verimsizlik olarak da geri dönebiliyor.<br />

Teknik kökenli girişimciler çoğu zaman<br />

“mükemmel ürünü” arıyor. Bu da gereğinden<br />

uzun bir süre ve finansman gerektiriyor. Kaldı ki<br />

müşteriler belki de o mükemmel ürünün peşinde<br />

değil de, daha sade ve kolay, ücreti de daha<br />

mütevazı bir ürün arıyor olabilir. Bir de<br />

unutmayalım ki “az üreticili çok müşterili” çağ<br />

çoktan kapandı ve rekabette fark atmanın en<br />

önemli yolu “müşteri sadakati” yaratmak oldu.<br />

Girişimcilik gerçekten de<br />

çok disiplinli, farklı<br />

dinamiklerin yer aldığı zor<br />

ama zevkli bir iştir.<br />

Bu nedenle girişimci müşteriyi bulmalı, geliştirmeli<br />

ve onun ihtiyaçlarını çok iyi anlayarak karşılamaya<br />

çalışmalı.<br />

“Takım kurmaya gerek yok, ben her şeyi tek<br />

başıma yaparım!”<br />

Yapamazsın arkadaş; gücün yetmez, paran yetmez,<br />

bilgin yetmez, tecrüben yetmez! Girişimcilik<br />

gerçekten de çok disiplinli, farklı dinamiklerin yer<br />

aldığı zor ama zevkli bir iştir. İyi kurulmuş ve etkin<br />

çalışan bir takımın başarılı olma şansı çok daha<br />

yüksektir.<br />

“Ne yatırımcılara ne de mentorlara güven<br />

olmaz, arkanı döndüğün an iş fikrini çalarlar,<br />

altını oyarlar!”<br />

Genç girişimlerin ve teknoloji tabanlı<br />

start-up’ların büyüme safhalarında pazarlama<br />

bütçesi (sadece pazarlama değil, diğer alanlarda da<br />

olabilir) önemli bir ihtiyaçtır. Bazen bunun için<br />

melek yatırımcı, risk sermayesi gibi<br />

mekanizmalara ihtiyaç olabilir. Şüphesiz ki<br />

işimizin belli alanlarını, püf noktalarını koruma<br />

ihtiyacı varsa tescillerle, patentlerle, faydalı<br />

modellerle korumalıyız. Hatta gerekiyorsa<br />

yatırımcılarla gizlilik anlaşmaları bile<br />

imzalanabilir. Ondan sonra da artık güven<br />

duymaktan başka yapacak bir şey kalmıyor.<br />

Yatırımcılar iş fikirlerini hayata geçirmek<br />

ve var olan işleri geliştirmek, büyütmek için genç<br />

beyinlere, yenilikçi girişimcilere ihtiyaç duyar.<br />

Üniversiteler arasında yapılan Girişimcilik<br />

ve Yenilikçilik Endeksi’nde de Teknoparklar<br />

Endeksi’nde de birinci çıkan ODTÜ’nün<br />

bir mensubu olarak, ülkemizde nitelikli girişimcilik<br />

için büyük bir potansiyel olduğuna inanıyorum.<br />

Yeter ki tecrübeden ve bilgiden yararlanalım,<br />

sıklıkla yapılan hataları tekrarlamayalım.<br />

Türkiye’de<br />

10 yıldır yaşanan<br />

GSMH artışını<br />

sürdürülebilir<br />

kılmanın yolu,<br />

gelişen teknoloji<br />

tecrübeleri ile<br />

üretilen değeri<br />

paylaşmakta<br />

yatıyor.<br />

SAYI 51 9


ODTÜLÜ<br />

haber<br />

Eymir’de Şenlik Var!<br />

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin Ankara’ya ODTÜ Ormanı’nı kazandırdığı<br />

Geleneksel Eymir Gölü Şenliği ve Ağaç Dikme Bayramı, 3 Kasım 2013 Pazar günü,<br />

Eymir Gölü’nde yapıldı.<br />

Geleneksel şenlik kapsamında, 25 Ekim<br />

2013 Cuma günü ODTÜ yerleşkesinde<br />

yapılan ağaç dikme etkinliği ile Ekim<br />

ayında 10 binden fazla fidan, ODTÜ arazisine<br />

dikilmiş oldu. Öte yandan, “Bir Ağaç Sizden,<br />

Bir Orman Bizden” kampanyasıyla 300 bin<br />

ağacın ODTÜ ormanına kazandırılması<br />

hedefleniyor.<br />

Kayıkhane bölgesinde düzenlenen şenlikte,<br />

Eymir Gölü, Gölbaşı giriş kapısında yapılan<br />

ağaç dikiminin ardından değişik gösteriler<br />

yapıldı. ODTÜ öğrenci topluluklarından<br />

Capoeira Topluluğu, Eşli Danslar Topluluğu,<br />

Jonglörler Topluluğu ve Türk Halk Bilimleri<br />

Topluluğu’nun gösterilerinden sonra, her yıl<br />

Cumhuriyet Haftası etkinlikleri kapsamında<br />

gerçekleştirilen Cumhuriyet Koşusu ile kürek<br />

yarışı yapıldı.<br />

Rektör Prof. Dr. Ahmet Acar, ağaç dikimi<br />

öncesinde yaptığı konuşmada; ODTÜ’de ağaç<br />

dikme geleneğinin 52 yıl önce, 1961 yılında<br />

başladığını; ağaç ve doğa sevgisinin ODTÜ<br />

kimliğinin bir parçası olarak bugün de aynı<br />

güçle devam ettiğini belirterek, Türkiye’nin<br />

farklı bölgelerinden gelen ODTÜ’lülere<br />

ve Ankaralı doğaseverlere teşekkür etti.<br />

Şenlik<br />

kapsamında Ekim<br />

ayında 10.000’den<br />

fazla fidan dikildi.<br />

Bugün ODTÜ’nün yarattığı ve koruduğu<br />

tescilli ODTÜ ormanının, Ankaralılar’a temiz<br />

hava, iyileşmiş bir mikroklima ve çok zengin<br />

bir doğa ve ekosistem sunduğunu kaydeden<br />

Rektör Acar, sözlerini şöyle sürdürdü:<br />

“ODTÜ, devraldığı araziyi ve gölü hiçbir şekilde<br />

bir rant aracı, gelir kapısı olarak görmemiştir.<br />

ODTÜ, çorak Ankara bozkırını ormana<br />

10<br />

EYMİR’DE ŞENLİK VAR!


dönüştürerek Eymir Gölü ve çevresini en bakir<br />

haliyle korurken, topluma ve doğaya karşı<br />

duyduğu sorumlulukla hareket etmiştir.”<br />

Eymir Gölü’nün, ODTÜ doğasının,<br />

ekosisteminin ayrılmaz bir parçası olduğunu<br />

vurgulayan Rektör, ODTÜ’nün Eymir Gölü’nün<br />

çarpık yapılaşmaya ve çevre kirliliğine karşı<br />

titizlikle koruduğunu belirterek, bugün<br />

binlerce Ankaralı’nın Eymir’in doğal,<br />

betonlaşmamış, bakir halini tercih ettiğini<br />

vurguladı.<br />

Bazı basın organlarında yer alan, Eymir<br />

Gölü’nün halka kapalı olduğu, ODTÜ’nün<br />

Eymir’den rant elde ettiği ve restoran işlettiği<br />

iddialarının doğru olmadığını açıklayan<br />

Prof. Dr. Acar, Eymir Gölü’nün halka açık<br />

olduğunu, yaya ve bisikletli olarak her zaman<br />

girilebildiğini, Nisan-Kasım aylarının hafta<br />

sonu ve bayram günlerinde, araç trafiğinin<br />

kısıtlandığı saatlerde Rektör olarak kendisi<br />

dahil hiçbir ODTÜ’lünün özel aracı ile göle<br />

girmediğini kaydetti. ODTÜ’nün Eymir<br />

Gölü’nde işlettiği hiçbir restoran olmadığını,<br />

göle gelen Ankaralılar’a hizmet veren<br />

restoranların sayısında, son 15 yıldır<br />

bir artış olmadığını ve yasal olarak alınan<br />

kiranın son derece cüzi olduğunu açıklayan<br />

Rektör; “ODTÜ, Eymir Gölü’nü korumaya,<br />

doğal çevresini ve ortam kalitesini artırmaya<br />

devam edecektir. Bu konuda kesinlikle<br />

kararlıyız,” dedi.<br />

Şenlik<br />

kapsamında<br />

Cumhuriyet<br />

Koşusu ve kürek<br />

yarışları da yapıldı.<br />

SAYI 51 11


ODTÜLÜ<br />

REKTÖRDEN<br />

X Yazı<br />

PROF. DR.<br />

AHMET ACAR<br />

Rektör<br />

Yol inşaatı<br />

nedeniyle<br />

kaybettiğimiz 3.017<br />

ağaç yerine, Ekim<br />

ayından bu yana<br />

kampusun değişik<br />

bölgelerinde<br />

düzenlediğimiz<br />

etkinliklerde<br />

48.000 kadar<br />

yeni fidan diktik. Bu<br />

kapsamda,<br />

3 Kasım Pazar günü<br />

düzenlediğimiz<br />

“Eymir Gölü<br />

Şenliği ve Ağaç<br />

Bayramı”na katılan<br />

10.000’den fazla<br />

ODTÜ’lü<br />

ve doğasever ile<br />

birlikte gerçek bir<br />

şenlik yaşadık.<br />

ODTÜ Ormanı, Eymir<br />

Gölü ve “ODTÜ Yolu”<br />

Değerli ODTÜ’lüler,<br />

ODTÜLÜ Dergisi’nin bu sayısında, “ODTÜ<br />

Ormanı” ve “ODTÜ Eymir Gölü” konularındaki<br />

duyarlılıklarımıza ve 2013 yılının Sonbahar<br />

aylarında Üniversitemizin ve ülkemizin<br />

gündeminde önemli yer tutan “Yol” tartışmasına<br />

değinmek istiyorum. “ODTÜ Ormanı”, herhangi<br />

bir yeşil alan değildir; boş bir bozkır yıllarca<br />

emek verilerek yeşertilmiştir. Bugün “Ankara’nın<br />

akciğeri” olarak tanımlanan ODTÜ Ormanı, bize<br />

geçmiş kuşaklardan emanettir ve onu geliştirerek<br />

geleceğe taşımak görevimizdir.<br />

Yaklaşık otuz yıl önce Anadolu Bulvarı’nın<br />

devamı niteliğindeki yolun ODTÜ arazisinin<br />

sınır bölgesinden geçmesi gündeme geldiğinde,<br />

Üniversitemiz aynı toplumsal sorumluluk<br />

duygusuyla, yine Ankaralılar’ın ihtiyaçlarını<br />

düşünerek bu güzergaha onay vermiştir. Son<br />

yirmi yıl içinde kabul edilen ve en son olarak 2013<br />

yılında hazırlanan imar planlarının tümünde,<br />

ODTÜ söz konusu yol projesine iyi niyet<br />

ve sorumlulukla yaklaşmış, her aşamada kamu<br />

yararını gözeterek bu güzergaha onay vermeyi<br />

sürdürmüştür. Ancak, yol yapımının ertelendiği<br />

yirmi yıl içinde güzergahın ODTÜ arazisi<br />

dışındaki bölümünde mahalleler kurulmuş,<br />

yoğun yapılaşma olmuştur. Geçtiğimiz yılın bahar<br />

aylarında Çiğdem ve 100. Yıl mahallelerinde<br />

başlayan yol inşaatına karşı tepkiler ortaya<br />

çıktığında, sorunun güç kullanarak değil, taraflar<br />

arasında hukuka bağlı kalınarak, diyalogla<br />

ve proje değişiklikleriyle çözülmesini savunduk.<br />

Konunun kamuoyunda anlaşılması ve sorunun<br />

bir demokratik topluma yakışacak şekilde katılım<br />

ve uzlaşma ile çözülmesi için elimizden gelen<br />

gayreti gösterdik. Ancak, protestoların yer yer<br />

şiddete dönüşmesi ve protestoculara karşı aşırı<br />

güç kullanılması önlenemedi. Belediye ekiplerinin<br />

yasal süreci beklemeksizin, Bayram tatilinin son<br />

günü olan 18 Ekim günü, bir gece baskınıyla ODTÜ<br />

arazisine girmesi, ülkemizde yasaların, demokrasi<br />

ve meşruiyet anlayışının ne kadar tartışmalı<br />

olduğunu gösterdi. Son yirmi yıldır ODTÜ imar<br />

planlarında yer alan bir yolun açılması için; gerekli<br />

yasal süreç beklenmeden bir baskınla yerleşkeye<br />

girilmesi ve bazıları nakledilecek 3.000’den fazla<br />

ağacın belediye ekipleri tarafından bir gecede yok<br />

edilmesi, başta ODTÜ’lüler ve doğaseverler olmak<br />

üzere çok geniş toplum kesimlerinin tepkisine<br />

neden oldu. Bu kabul edilemez hukuksuz müdahale<br />

hakkında Üniversitemiz tarafından başlatılan idari<br />

ve adli işlemler sürmektedir. ODTÜ, tüm yasal,<br />

meşru zeminlerde haklarını savunacak<br />

ve konunun takipçisi olacaktır.<br />

Sevgili ODTÜ’lüler,<br />

Bu son olayla birlikte, ODTÜ Ormanı’nı, Eymir<br />

Gölü’nü ve doğayı korumamızın önemi ve gereği<br />

daha da hissedilir hale geldi. ODTÜ’lüler<br />

ve doğaseverler bu süreçte hep yanımızda oldu.<br />

ODTÜ Ormanı’na destek vermek isteyen<br />

ve özellikle ağaçlandırma şenliklerimize katılma<br />

olanağı bulamayan ODTÜ’lülerin sevinecekleri<br />

güzel bir haberim var. ODTÜ Geliştirme Vakfı<br />

işbirliği ile 300.000 fidan dikme hedefiyle<br />

bir ağaçlandırma kampanyası başlatıyoruz.<br />

Tüm ODTÜ’lüler, internet üzerinden, SMS<br />

ve banka havalesi ile verdikleri desteklerle<br />

yurt içinden ve yurt dışından “Bir Ağaç Sizden,<br />

Bir Orman Bizden” kampanyasına katılabilecekler.<br />

Vereceğiniz desteklerle sağlanan fidanların<br />

dikildiği etkinliklerde davetlimiz olacaksınız;<br />

fidanları katılabilenlerle birlikte dikeceğiz.<br />

ODTÜ öğrencileri, mensupları, mezunları ve tüm<br />

doğaseverlerle birlikte ODTÜ Ormanı’na, Eymir<br />

Gölü’ne ve doğaya sahip çıkmaya devam edeceğiz.<br />

En iyi dilek, sevgi ve saygılarımla.<br />

12<br />

ODTÜ ORMANI, EYMIR GÖLÜ VE “ODTÜ YOLU”


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Yazı<br />

TANIL BORA<br />

Spor<br />

Nasıl<br />

Spor<br />

Oldu?


Sporun, Latince disportare’den yani kafayı<br />

dağıtmak, dağılmak’tan yani boş zaman<br />

işinden, sanayileşme-kapitalistleşme<br />

ve milliyetçilik-militarizm ikilisinin kol kola<br />

girerek bu eylemin neredeyse aslı esası<br />

haline gelen skor ve rekor rakamlarına<br />

ulaşma serüveni...


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

erkekler yıllarca<br />

birkaç meraklının oluşturduğu<br />

“İngiltere’de<br />

küçük çemberin ortasında çıplak<br />

yumruklarıyla birbirlerinin kemiklerini<br />

kırdılar ama hiçbir zaman spor denmedi buna;<br />

ta ki boks eldiveni icat edilip de bu seyirlik<br />

oyunu on beş raunda kadar uzatmaya ve böylece<br />

piyasaya uygun bir düzenlemeye kavuşturmaya<br />

imkân verene kadar. İnsanlar yüz yıllarca sürat<br />

ve mukavemet koşucusu, atlayıcı ve binici<br />

olarak kendilerini gösterdiler ama hep ‘cambaz,<br />

soytarı’ olarak kaldılar, çünkü seyircileri sportif<br />

bir şekilde ‘örgütlenmiş’ değildi.”<br />

Niteliksiz Adam’da 20. yüzyıl edebiyatının<br />

klasiklerinden olan Avusturyalı romancı Robert<br />

Musil, 1931’de yazmış bu cümleleri. Modern<br />

çağda sporun doğuşunun ne kadar özlü bir<br />

anlatımı, değil mi! Evet, insanlar doğrulup<br />

iki ayakları üzerinde durmazdan,<br />

yani homo erectus olmazdan<br />

önce bile atlıyor, zıplıyor, belki<br />

bir şeyler de<br />

fırlatıyorlardı.<br />

Bedensel<br />

hareketlerinde<br />

ustalaştıkça,<br />

evet, bunları<br />

teşhir etmeye,<br />

becerilerini birbirleriyle<br />

yarıştırmaya da yöneldiler;<br />

ama “arkadaş arasında”<br />

ya da bir dar muhit içinde<br />

yapılıyordu bu. Dar muhit<br />

derken, soyluların seçkin<br />

çevresinde de olabilir, Musil’in<br />

bahsettiği gibi işçi sınıfından<br />

erkekler arasında da…<br />

Modern zamanlar öncesinde,<br />

spora benzer etkinliklerin<br />

ayrı bir faaliyet olarak<br />

örgütlenmesinin örneklerini<br />

de biliyoruz. İlk akla gelen,<br />

Eski Yunan’daki antik<br />

olimpiyatlardır. Bu, ruh-beden<br />

bütünlüğünü ve bunun “güzelliğini”<br />

teşhir eden bir kamusal etkinlikti. Yarışmacıları<br />

tasvir eden ve öven edebiyat da bu etkinliğin<br />

bir parçasıydı; hatta bazı araştırmacılar, şiirin<br />

doğuşunu, kahramanların yanı sıra sporculara<br />

duyulan hayranlığı işleyen övgü geleneğine<br />

dayandırırlar. Antik olimpiyatlar, spor<br />

felsefesinin temel sorularının da kaynağıdır:<br />

Arete mi, Agon mu? Yani, yetkinleşme<br />

çabası mı, yarışma mı? İnsanın kendini<br />

geliştirme, yüceltme azmi mi, rakibi alt etmek<br />

mi? Platon’un biçimlendirici, nizam verici,<br />

disipline edici oyun anlayışı ile Aristoteles’in<br />

bir eylemin anlatısına dahil olarak deneyimi<br />

genişletmeye dayalı oyun anlayışı da rekabet<br />

ederler, antik olimpiyat sahnesinde.<br />

Modern öncesi spor örgütlenmelerinin bir<br />

başka tarihsel örneği, Roma’nın gladyatör<br />

dövüşleri ve Bizans’ın araba yarışlarıdır. Her<br />

ikisi de kitlesel seyirliklerdir; iktidarların<br />

ahaliyi coşturup “eğleme” kabiliyetlerini<br />

geliştirmesine yaramışlardır.<br />

Bir başka örnek, ortaçağda Avrupa’nın birçok<br />

ülkesinde oynanan halk futboludur. İki köy<br />

veya iki mahalle ahalisinin cümbür cemaat<br />

bir topu ötekinin kalesinden içeri sokmaya<br />

çalıştığı, tekme yumruk saymadan saatlerce<br />

sürdürülen bu oyun, bir nevi karnavaldır. Halka<br />

ayda yılda bir serbestçe “azma” fırsatı sağlar.<br />

Modern sporun ruhuna bu gelenekten de bir<br />

soluk üflenmiştir.<br />

Spor kelimesi, Latince disportare’den geliyor:<br />

Kafayı dağıtmak, dağılmak demek. Yani<br />

boş zaman işidir. Nitekim modern sporun<br />

tohumları, 17. yüzyılda İngiltere’de okullar<br />

çevresinde atıldı. Boş vakitlerinde beden<br />

hareketleriyle uğraşan öğrenciler<br />

ve öğretmenleri, ilk spor kulüplerini kurdular.<br />

Bu spor kulüpleri, 18. yüzyılda sadece beden<br />

eğitimi ve jimnastikle meşguldüler. Yarışma,<br />

rekabet içermeyen, ölçüm yapılmayan, derece<br />

verilmeyen, soylu ve burjuva muhitlere mahsus<br />

bir faaliyetti. Kıta Avrupası’nda ise spor<br />

deyince, 19. yüzyılın ortalarına kadar, at yarışı,<br />

avcılık ve kürek çekmek anlaşılıyordu.<br />

16<br />

SPOR NASIL SPOR OLDU?


Spor bir<br />

seyirlik olarak<br />

örgütlendikçe,<br />

eğlence ve kültür<br />

endüstrisinin<br />

gitgide büyüyen<br />

bir sektörü haline<br />

geldi.<br />

Sporun örgütlenmesini, ayrı bir toplumsal<br />

faaliyet alanı olarak ayrışmasını<br />

ve yaygınlaşmasını sağlayan, sanayileşmekapitalistleşme<br />

ve milliyetçilik-militarizm<br />

ikilileri oldu. Sportif faaliyetler, nüfusu<br />

sanayileşmeye uygun bir şekilde disipline<br />

etmeye yarıyordu. Hem bedenleri verimli<br />

ve güçlü kılmaya, hem hareket<br />

koordinasyonunu geliştirmeye katkısı vardı.<br />

Takım sporları, sanayi emeğinin gerektirdiği<br />

işbölümlü çalışmanın bir mecazı gibiydi. Spor<br />

faaliyetleri, kapitalizmin standartlaştırıcı<br />

ve nicelleştirerek rasyonelleştirici mantığının<br />

sirayet etmesine de çok uygundu; böylece skor<br />

ve rekor rakamları, giderek sporun neredeyse<br />

aslı esası haline geldiler. Bugün birçok<br />

“sporsever”, performansın estetik tecrübesine<br />

falan değil neticesine, skoruna meraklıdır.<br />

Spor aynı zamanda bir seyirlik olarak<br />

örgütlendikçe, eğlence ve kültür endüstrisinin<br />

gitgide büyüyen bir sektörü haline geldi.<br />

20. yüzyıl boyunca boş zaman arttıkça ve kitle<br />

iletişim araçları geliştikçe, sporun kapladığı<br />

alan da genişledi. Birçok beden hareketi<br />

ve oyun sporlaştırıldı. 1891’de basketbol,<br />

1892’de hentbol, 1895’te voleybol icat edildi.<br />

Spor yönetimleri, bugüne kadar, her branşın<br />

yarışmacı ve seyirlik yanını geliştirmek<br />

için tetiktedirler. Mesela geçen sene, antik<br />

olimpiyatların bileşenlerinden biri olan<br />

güreşin, artık “sıkıcı” göründüğü için olimpiyat<br />

programından çıkarılması gündeme geldi,<br />

tartışıldı. Son yıllarda medya bu bakımdan<br />

gittikçe daha fazla söz sahibi oluyor, kurallara<br />

ve organizasyonlara müdahale ediyor.<br />

Spor, cezbettiği seyirci kitlesiyle, medyada<br />

kapladığı yerle, reklam yatırımlarıyla, bahis<br />

oyunlarıyla, kılık kıyafetleriyle iştahlı bir<br />

endüstriye dönüştükçe, sporcular da giderek<br />

daha fazla profesyonelleştiler. Sporculuk,<br />

SAYI 51 17


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Mahalle arasında<br />

oynanan futbol<br />

ile bir eğlence<br />

endüstrisi olan<br />

profesyonel futbol<br />

aynı sayılabilr mi?<br />

bir meslek seçeneğine, özellikle yoksullar için<br />

(tabii büyük kitle içinde birkaç olağanüstü<br />

yetenekli ve aynı zamanda talihliye nasip<br />

olan) bir sınıf atlama fırsatına dönüştü.<br />

Profesyonelliğin artması, rekabet<br />

ve performans baskısını tetikledi; psişik baskı,<br />

aşırı yükleme ve doping, “elit” sporcuların<br />

sağlığını tehdit edecek noktaya geldi.<br />

Gladyatörleri hatırlatan bir durum!<br />

Spor müsabakalarını izlemek için hayranlık<br />

ve heyecanla seferber olan seyirci kitlelerinin,<br />

piyasayla ve iktidarlarla beraber, milliyetçiliğin<br />

de ilgisini çekmesi kaçınılmazdı. Milliyetçi<br />

ideoloji, 19. yüzyıl sonlarından 20. yüzyıl<br />

ortalarına kadar, sporu, “topyekûn savaş”<br />

konseptine uygun bir milli bünye yaratmanın<br />

aleti olarak gördü. Askerlikle beden eğitimi,<br />

iç içeydiler. 20. yüzyılın ikinci yarısında<br />

milliyetçilik açısından sporun daha çok seyirlik<br />

yanı işlevsel hale geldi. Spor yarışmaları,<br />

halkı millî ruhla seferber etmenin, millî<br />

böbürlenme ve rekabetlerin hem teşhir sahası<br />

hem jeneratörü oldu. (Ülkelere göre madalya<br />

sıralamasının, Nazi Almanyası’nın düzenlediği<br />

1936 Berlin Olimpiyatları’nda başladığını<br />

bilir miydiniz?) Burada da Bizans’ta araba<br />

yarışlarında “Maviler” ve “Yeşiller” takımlarının<br />

birbirlerine ölümüne husumet besleyen<br />

taraftarları geliyor akla. Sporun, özellikle<br />

futbolun, sadece ulusal kimlikler arasında<br />

Ortaçağ Avrupası’nda<br />

halk futbolu, iki<br />

köy veya mahalle<br />

ahalisinin cümbür<br />

cemaat, bir topu<br />

ötekinin kalesine<br />

sokmaya çalıştığı<br />

bir nevi karnavaldır.<br />

değil, kulüplerin taraftarları arasında da sert<br />

husumetlerin jeneratörü olabildiğini biliyoruz.<br />

Bu husumetlerin zaman zaman, kâh etno-dinsel<br />

kâh politik ve sınıfsal husumetlerin temsilini<br />

üstlendiğini de biliyoruz. Ortaçağ halk futbolu<br />

geleneğini hatırlatmıyor mu biraz?<br />

Sporun hayatın içindeki “öylesine” bir etkinlik<br />

olmaktan ayrılıp müstakil olarak örgütlenmesi,<br />

modern çağın ve kapitalizmin icadı değil. Bazı<br />

tarihsel örneklerde, bu icadın eski çağlardaki<br />

bazı safhalarını hatırlatmaya çalıştık. Bir insan<br />

etkinliğinin “doğal” biçimde yapılmaktan çıkıp<br />

bir düzenleme içinde yürütülür olması<br />

ve üzerine düşünülen bir “konu” haline gelmesi,<br />

onun yetkinleşmesinin ve genelde medenileşme<br />

sürecinin bir parçasıdır. Kapitalizm, elbette<br />

bu sürece kendi damgasını vurdu. Spor<br />

örgütlenmesinin tarihsel tecrübelerini de<br />

kullanarak, dönüştürerek, bu alana kendi<br />

suretinde nizam verdi, veriyor. Yani öncelikle<br />

bir business olarak…<br />

Ama unutmayın, başka bir spor anlayışı, başka<br />

bir spor ruhu, yine de çatlaklardan sızar ara ara.<br />

Hem tarihin 90 dakikasının sona erdiğini, son<br />

setinin oynandığını, finiş çizgisinin geçildiğini<br />

kim söyleyebilir? Zamanlar değişir, toplumlar<br />

değişir, spor da değişir. Antik olimpiyatlara<br />

kadar izini sürebileceğimiz bir spor felsefesi<br />

baki kalmak üzere…<br />

18<br />

SPOR NASIL SPOR OLDU?


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Günümüzde spor,<br />

toplumların<br />

gelişmesinde<br />

giderek artan<br />

bir önem taşıyor.<br />

Bu artış içinde<br />

sporun eylem<br />

olarak içerdiği<br />

anlam da<br />

çeşitlilikler<br />

gösteriyor.<br />

Stadyum Mimarisi<br />

ve Sosyolojik Yansıması<br />

X Yazı<br />

DR. ADNAN AKSU<br />

G.Ü. Mimarlık Fakültesi<br />

Mimar<br />

Dr. Adnan Aksu, en popüler eylemlerimizden olan sporu ve onun<br />

etkinlik olarak mekanını oluşturan stadyumları, yaygın kabuller<br />

üzerinden sorular sorarak ODTÜLÜ okuyucuları için değerlendirdi.<br />

Spor Yararlı mıdır?<br />

Beden kültürel bir eylem<br />

olarak spor, her kültürde<br />

saygın bir algıya sahiptir.<br />

Bu algı, bireyleri cezbeder<br />

ve eylem olarak spor gündelik<br />

hayatın vazgeçilmezleri<br />

arasında önemli bir yer tutar.<br />

Buna rağmen, etkinlik<br />

bağlamında<br />

değerlendirildiğinde,<br />

çok değişken ve çelişkili<br />

içeriklerle kuşatılmış bir olguya<br />

dönüşür. Etkinlik olarak spor<br />

bireysel yapısından uzaklaşarak<br />

toplumsal bir içerik kazanır<br />

ve her toplumsal olguda var olan<br />

çelişkileri bünyesinde<br />

barındırır. Giderek eylemin<br />

doğasından uzaklaşan, biraz da<br />

tanımlanması güç bir anlam<br />

kaymasıyla karşı karşıyayız.<br />

Antik Yunan döneminde barışın<br />

ve kardeşliğin tesis edilmesi<br />

için düzenlenen ilk etkinlikler,<br />

artan oranlarla, politik<br />

ve sermaye gruplarının tekeline<br />

doğru kayıyor. Bu kayma, beden<br />

kültürel eylemi gösteri<br />

etkinliğine dönüştürüyor<br />

ve seyirlik bir etkinliğin<br />

içeriğindeki değişimlerin tüm<br />

göstergelerini sunuyor. Spor<br />

etkinlikleri artık tamamen<br />

gösteri içerikli ele alınıyor<br />

ve boş zaman etkinliğinden,<br />

oynayan ve organize eden için<br />

iş, izleyen için ise eğlencelik<br />

20<br />

STADYUM MIMARISI VE SOSYOLOJIK YANSIMASI


ir tüketim gösterisine<br />

dönüşüyor. Özellikle az gelişmiş<br />

ve gelişmekte olan ülkelerde<br />

karşılaşılan, kültürün<br />

özgüvenini kaybettiği<br />

konumlarda, hızla başka<br />

araçların devreye girdiği. Kültür<br />

üretemeyen topluluk kendini<br />

kanıtlamak için aşırı gayret<br />

içinde göstergelere tutunuyor.<br />

Spor da bunun önemli bir ayağı<br />

olarak rol alıyor. “Herkes için<br />

spor” yaklaşımının modası<br />

geçeli çok oldu. Şimdi “gösterge<br />

olarak spor” zamanı; spor<br />

ve boş zaman arasındaki sınır,<br />

giderek bulanık bir şekil almaya<br />

başladı.<br />

Stadyumlar Niçin<br />

İnşa Edilir?<br />

Sporun doğasından uzaklaşan<br />

anlam kayması, etkinliğin<br />

sahnesi olan mekanlarda da<br />

kaçınılmaz olarak kendisini<br />

gösteriyor. Stadyumlar da<br />

bu anlayışın sahneleri olarak<br />

sporu, -özellikle de son<br />

dönemlerde sadece futbolutemsil<br />

eden göstergelerle<br />

kuşatılmış durumda.<br />

Buna rağmen, geniş bir zaman<br />

dilimi ve perspektiften<br />

bakıldığında, farklı gruptan<br />

insanların, çeşitlenen amaçlar<br />

için değişik zamanlarda<br />

bir araya geldikleri kamusal<br />

alanlar olarak<br />

değerlendirilebilir.<br />

Kalabalıkların toplanma alanı<br />

olan stadyumlar, paylaşım,<br />

ortak duygu edinme, haberdar<br />

olma ve dayanışma ortamları<br />

sağlıyor. Bu ortamlar,<br />

kalabalıklara ortak davranış<br />

ve tavır alma yetisi<br />

kazandırarak sosyal bir kimlik<br />

çatısı altında bir araya<br />

gelebilme olanağı sunuyor.<br />

Etkinlik olarak spor, kitleler<br />

arasında dinsel bağların<br />

benzerini kuruyor, böylelikle<br />

stadyumlara mabet<br />

yakıştırması rahatlıkla<br />

yapılabiliyor. Büyüklükleri<br />

ve biçimleriyle de kentsel<br />

peyzajda önemli bir odak<br />

oluşturuyorlar. Aslında<br />

stadyumlar, ilk yapıldıkları<br />

günden beri, kamusal alanlar<br />

olarak işlev görmüş, kentlerde<br />

yer almış ve kentselleşme ile<br />

birlikte var olarak dönüşmüştür.<br />

Stadyumların soyağacına<br />

baktığımızda; farklı<br />

dönemlerde değişen işlevler<br />

yüklendiklerini görebiliyoruz.<br />

Dönüşümü gündelik yaşam<br />

pratikleri bağlamında<br />

değerlendirdiğimizde<br />

beş ayrı döneme ayırabiliriz. Bu<br />

ayrım dünya sosyal ve siyasi<br />

tarihindeki dönüşümlerle<br />

örtüşmektedir. Başka bir deyişle;<br />

uygarlıklar tarihindeki<br />

sosyokültürel, sosyoekonomik<br />

ve siyasal değişimleri stadyumlar<br />

üzerinden okuyabiliriz.<br />

“Herkes için spor”<br />

yaklaşımının modası<br />

geçti. Şimdi “gösterge<br />

olarak spor” zamanı.<br />

Antik Yunan Dönemi: İlk<br />

yapılan stadyumlar, sporla<br />

birlikte festival niteliğindeki<br />

kültürel oyunlara ev sahipliği<br />

yaptılar. Bu dönemden<br />

başlayarak daima politik<br />

arenalar olmuş, savaşı önlemek<br />

için barışçıl oyunların<br />

ve gösterilerin organize<br />

edildiği olimpiyatlara mekan<br />

oluşturmuştur.<br />

Roma Dönemi : Günümüzdeki<br />

kullanımlara en yakın<br />

örnekler bu dönemde inşa<br />

edilmeye başlandı. İktidar<br />

erkinin ifade aracı olarak<br />

gösteri mekanlarına dönüştü;<br />

görkem ve anıtsallık, gücün<br />

simgeselleştirilmesinde<br />

kullanıldı.<br />

Orta Çağ: Kilisenin etkisiyle<br />

stadyumlardaki gösterilerin<br />

son bulduğu, kamusal alanların<br />

ve kent merkezlerinin kilise<br />

etrafında örgütlendiği<br />

bu dönemde, stadyum<br />

yerine gösteri ve eğlenceler<br />

meydanlarda ve kilise önlerinde<br />

gerçekleştiriliyordu.<br />

Not: Tüm<br />

fotograflar<br />

http://www.<br />

businessinsider.<br />

com/most-stunni<br />

ng-europeansoccer-stadiumsphotos-2013-<br />

8?op=1 den<br />

24.02.2014’te<br />

alınmıştır.<br />

SAYI 51 21


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Üstte sağda<br />

Bükreş Arena,<br />

Romanya. Altta<br />

Donetsk, Ukrayna.<br />

Endüstri Devrimi ve Modern<br />

Dönem: Stadyumlar futbol<br />

müsabakalarına giderek daha<br />

çok sahne olmaya başladı.<br />

İdeolojik içerik artarken,<br />

otoriter yönetimler de sporu<br />

insanları yönlendirmek için<br />

kullandılar. Kitlelerin afyonu<br />

kabul edilen futbol maçlarına<br />

sahne olan stadyumlar,<br />

ulusal bayramların görkemli<br />

kutlamalarıyla da ulus<br />

devletlerin ulusal kimliğinin<br />

sahnelendiği alanlar oldu.<br />

Bugün dahi yeni kurulan<br />

veya bağımsızlığını kazanan<br />

devletlerin ilk inşa ettiği<br />

yapılar arasında, stadyumlar<br />

ilk sırada yer alıyor.<br />

21. Yüzyıl: Dijital çağ olarak da<br />

tanımlanan 21. yüzyıl,<br />

stadyumların sivilleşmeye<br />

başladığı bir süreçtir. Her<br />

alanda olduğu gibi stadyum<br />

mimarisinde de teknolojiden<br />

alınan cesaretle sınırlar<br />

zorlanır. Yeni teknoloji sadece<br />

geleneksel spor alanlarındaki<br />

olmayan şeyleri ilave etmekle<br />

kaldı, yapının şekillenmesinde<br />

de etkin rol oynadı. Özellikle<br />

hareket ettirilebilen çatı<br />

ve portatif oyun alanlarının da<br />

oluşması ile konfor koşulları<br />

artırılarak, gösteri alanlarının<br />

kullanım çeşitlenmesine<br />

olanak sağlandı. İnternet ve Tv<br />

yayınlarının yaygınlaşması<br />

etki alanını genişletti.<br />

Tarihin her döneminde olduğu<br />

gibi günümüzde de stadyumlar<br />

uluslararası kimliğiyle ülkeler<br />

arası ve ülke içi politikanın<br />

en önemli aracı oldu.<br />

Stadyumlar Gerçekten<br />

Kamusal Alanlar mıdır?<br />

Günümüzde yüklendiği<br />

anlam, işlev ve uygulamalara<br />

bakıldığında, stadyumlar<br />

bağlamında kurgulanan<br />

sorunlu bir yapısal görünüm<br />

ortaya çıkar. Kenti işgal<br />

etmeyi hedefleyen politik<br />

uygulamaların aracı olarak<br />

kullanılıyor olmasının<br />

yanında, arzulanan kamusal<br />

kimliğiyle de bir türlü<br />

örtüşemez durumda. Kamusal<br />

alan pratiklerinin tersine,<br />

kamunun serbest kullanımına<br />

olanak veremiyorlar.<br />

Bu kapalılık, sadece<br />

etkinliklere bilet alarak<br />

giriliyor olmasından<br />

kaynaklanıyor. Çoğu<br />

uygulamada, sadece<br />

15 günde bir, futbol maçları için<br />

kullanımla sınırlandırılmış<br />

olması, günün değişken<br />

saatlerinde kalabalıkların<br />

bir araya geldiği ortamlar<br />

yaratmasına olanak tanımaz.<br />

Stadyumlar belki de en yoğun,<br />

Antik Yunan Dönemi’nde<br />

kentsel ve kamusal yaşamın<br />

odağı olmuştur.<br />

Oysa yarattığı fırsatlar<br />

açısından, alternatif kamusal<br />

alanlar tasarlamayı hedefleyen<br />

mimarlık ve mimarlar için<br />

şans olarak görülebilir.<br />

Öncelikle, stadyumlar<br />

program verileriyle<br />

çeşitlenebilen kamusal<br />

kullanım senaryoları<br />

kurgulamaya olanak<br />

sağlıyorlar. Ayrıca biçimsel<br />

büyüklükleriyle de kentsel<br />

imge, estetik değerler ve yapı<br />

teknolojisi üzerinden yaratıcı<br />

tasarım olanakları sunuyorlar.<br />

İşlevsel olmak gibi temel<br />

görevlerinin yanı sıra,<br />

anlamlarla yüklenmiş<br />

biçimleri ile de simgesel<br />

bir öneme sahiptirler.<br />

Dönemsel geçişlerdeki işlev<br />

ve simgesel değişim, biçimsel<br />

farklılaşmayı da beraberinde<br />

getirmiştir. Bu farklılaşma<br />

sosyal yapıya uygun olarak<br />

plan düzleminde ve yüzeylerde<br />

belirgin bir dönüşüm<br />

yaşamıştır.<br />

Stadyumlar, kentsel<br />

planlamalarda, sosyal<br />

ve fiziki bütünleşmenin<br />

yeni elemanları olarak<br />

değerlendirilebilir; kentin<br />

rutin gündelik hayat pratikleri<br />

içinde ve bu pratiklerin<br />

merkezinde konumlandırılma<br />

potansiyeli taşırlar. Bu özellik,<br />

22<br />

STADYUM MIMARISI VE SOSYOLOJIK YANSIMASI


doğal olarak, gündelik yaşam<br />

pratiklerini yönlendirmek<br />

isteyen politik ve sermaye<br />

gruplarının da iştahını<br />

kabartır.<br />

Her şeye rağmen, kamusallık<br />

bağlamında stadyumların<br />

sosyal ortamlar yaratan, açık<br />

ve kapalı alanlarıyla kentsel<br />

peyzajın jeneratörü kılınma<br />

olasılıklarının<br />

değerlendirilmesi gerekir.<br />

Bu değerlendirmede mimari<br />

değer üretilip<br />

üretilememesini de gündeme<br />

taşıyarak tartışmak, mimarlık<br />

disiplini içindeki aktörlerin<br />

sorumluluğudur. Aslında tüm<br />

dünyada, tek bina ölçeğinde<br />

iyi mimari örnekler<br />

tasarlanıyor. Harcanan<br />

kamusal kaynaklar ve kentte<br />

işgal ettiği yer göze<br />

alındığında, her zaman ve<br />

koşulda, kamuya açık<br />

alanların yaratılması<br />

zorunludur.<br />

Stadyumlar<br />

uluslararası<br />

kimliğiyle<br />

ülkeler arası<br />

ve ülke içi<br />

politikanın en<br />

önemli aracı<br />

olmuştur.<br />

Bu yapı, kullanım ve görsel<br />

nitelikleriyle ve teknolojisiyle<br />

modern stadyum mimarisinin<br />

nadir örneklerindendir.<br />

Stadyumlar Kentsel<br />

Peyzajda Dönüştürücü<br />

Rol Oynayabilir mi?<br />

Stadyumların, bulundukları<br />

kentin en göze çarpan<br />

elemanlarından biri olduğu<br />

yadsınamaz. Artan bir şekilde<br />

çok yerleşim birimleri<br />

dışında konumlanıyordu.<br />

Yeni eğilimler ise tekrar<br />

kent merkezlerinde veya<br />

yakın bölgelerdeki yerleşim<br />

alanları içinde konumlanması<br />

yönündedir. Özellikle<br />

yerleşik kentlerde gelecek<br />

için bir jeneratör, kentsel<br />

dönüşüm için de araç kılınıp<br />

kılınamayacağı verilecek<br />

politik kararların başarısına<br />

bağlıdır. Kullanım çeşitliliği<br />

ve sosyal çekim alanı<br />

yaratılabilmesi için evrensel<br />

kabullerden çok, yerel koşullar<br />

belirleyici rol oynar.<br />

Stadyumlar, sosyalleşmenin<br />

en etkin aracı olan serbest<br />

zaman etkinliklerine sahne<br />

olarak, gündelik yaşamın<br />

sürdürülebilmesinin zeminini<br />

oluşturma potansiyeline<br />

sahiptirler. Kamusal<br />

yapılar olarak kentin odağı<br />

olabilmeleri için, gündelik<br />

yaşam pratiklerinin<br />

içine katılmalarının önü<br />

açılmalıdır. Çok işlevlilik<br />

ve ulaşılabilirlilik bunun<br />

en temel belirleyicileridir.<br />

Münih Olimpiyat Stadyumu,<br />

tasarım kararları, park<br />

içindeki yerleşimi ve biçimsel<br />

diliyle bunun en iyi örneğidir.<br />

kentin sosyal altyapısını<br />

oluşturan vazgeçilmez<br />

elemanlarından birisi olarak,<br />

o kentin boş zaman ve ticari<br />

gelişimi için odak teşkil<br />

ederler. Özellikle gelişmekte<br />

olan ve bağımsızlığını yeni<br />

kazanmış ülkelerin ilk<br />

yaptıkları kamusal yapılar<br />

olarak jeneratör görevi<br />

üstlenirler. Bağımsızlık<br />

törenleri ve kutlamalar<br />

buralarda yapılır.<br />

Yakın zamana kadar<br />

kent merkezleri ve yoğun<br />

trafik sirkülasyonundan<br />

kurtulmak amacı ile daha<br />

Kentlerin bugün en çok<br />

gereksinimi olan şey<br />

bir olanaklar duygusu,<br />

hayal gücü ve geniş kavramsal<br />

düşünüştür. Türkiye’de kentler<br />

hakkında kavramsal düşünüş<br />

ve önermeler yoksunluğu<br />

olduğu yadsınamaz. Önemli<br />

kamusal binaların mimari<br />

ortamda fazla yer bulmaması<br />

ve tartışılamaması yapısal bir<br />

problem olabilir. Stadyumlar da<br />

mimari tartışmaların içinde<br />

en azından alışveriş merkezleri<br />

kadar yer almalıdır.<br />

Aviva Stadyumu,<br />

İrlanda.<br />

SAYI 51 23


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

“Önemli Olan Kazanılan<br />

Misketler Değil, Oyundur.”<br />

X Yazı<br />

İSMAIL BAŞÖZ<br />

TURGUT YÜKSEL<br />

Futbol ya da lastik ya da seksek oynamak için sokağa çıkmış çocuk<br />

grubuna, oyun oynanmadan sorsak:<br />

“‘Tamam, siz kazandınız, 3-0 galipsiniz’ desek kabul eder misiniz?<br />

Oynamaktan vazgeçer misiniz?”<br />

“Oyun oynamak için” geldilerse bu sorunun cevabı açıktır: Hayır.<br />

24<br />

“ÖNEMLI OLAN KAZANILAN MISKETLER DEĞIL OYUNDUR.”


Sokakta oynayan çocuklar, başlarında<br />

hakem, öğretmen, veli gibi karar verici<br />

bir iktidar olmadan nasıl oluyor da<br />

oyunun tüm kurallarına uyabiliyorlar?<br />

İsyancı olması beklenen çocuk, nasıl oluyor da<br />

kurallara uyarak bir oyunu tamamlayabiliyor?<br />

İrrasyonel bir durum değil mi?<br />

Zorunlu olmadığı halde<br />

insanlığın tüm tarihinde icra<br />

etmekten asla vazgeçmediği<br />

“oyun” nasıl açıklanabilir?<br />

Oyunun insanlarda başlangıçtan beri var<br />

olduğunu, hemen her yaşta icra edilen<br />

bir eylem olduğunu söylemek yanlış da olmaz,<br />

kimseyi de şaşırtmaz herhalde. İnsanlığın<br />

bu önemli, biraz da gizemli eylemini tanımlamak<br />

ise çok da kolay görünmüyor. Bunun en önemli<br />

nedenlerinden biri, oyunun yaşamsal/biyolojik<br />

bir ihtiyaca karşılık olarak düzenlenmiş<br />

olmaması. Yani yemek, barınmak, üremek gibi<br />

gerçekleştirilmediğinde ölümcül sonuçları olan<br />

bir eylem değildir oyun; onsuz da doğum ile<br />

ölüm arası zamanın geçirilmesi, daha doğrusu<br />

tüketilmesi mümkün olabilir. Peki, bu durumda,<br />

aslında yapılması zorunlu olmadığı halde<br />

insanlığın tüm tarihinde icra etmekten asla<br />

vazgeçmediği “oyun” nasıl açıklanabilir?<br />

“Oyunun yaşam enerjisinin fazlalığından<br />

kurtulmanın bir biçimi” olarak tanımlanabileceği<br />

düşünülmüş mesela. Bazı tanımlarda “Canlı<br />

varlık oyun oynarken doğuştan gelen taklit<br />

etme eğiliminin hükmü altındadır,” denirken;<br />

“zararlı eğilimlerden masum bir şekilde kurtulma<br />

yolu olarak oynamak” gibi unsurlar üzerinden<br />

tanımlandığı da görülüyor.<br />

Oyun hakkındaki tüm bu tanımların kabul<br />

edilebileceği ama aynı zamanda sadece “biyolojik<br />

beklentilere cevap verdiği” savında Johan<br />

Huizinga*. Bu durumda gerçekten bizim de<br />

hemen aklımıza gelen soruları eklemiş yazar<br />

kitabında: “Peki o zaman oyuncunun neden<br />

hırstan gözü döner? Neden binlerce kişi kalabalık<br />

bir futbol maçında çılgınlığa varan bir heyecan<br />

yaşayabilir?” Bu noktanın biyolojik<br />

çözümlemelerle açıklanamayacağını söylüyor<br />

Huizinga. Gerçi zamanımızda bu anları “hormon<br />

hareketleri”, “beynin elektriksel aktiviteleri” vb.<br />

kimyasal, fiziksel yaklaşımlarla tanımlama<br />

çabaları oldukça artmış durumda. Bu tartışmalar<br />

bu yazının konusu dışında. Ancak her nasıl<br />

gerçekleşiyorsa gerçekleşsin, gerek oynayanlarda<br />

gerekse seyredenlerde duyumsal/psikolojik<br />

bir boyuttan söz etmek mümkün: Zevk almak.<br />

Yaşamsal hiçbir karşılığı olmadığı halde; yaşam<br />

bir oyun, oyun da yaşam olmadığı halde; “oyunun<br />

bize verdiği heyecan, gerilim, sevinç, matraklık gibi<br />

temel duygular” zevk alma unsurunu besler.<br />

Bununla beraber bu zevkin sadece çocuksu<br />

bir haz olmadığı yönünde akla yatkın savlar da<br />

bulunmakta. Oyunu kazandığımızda “toplumsal<br />

itibar”, “prestij”, “başarı”, “ödüllendirilme”,<br />

“beğenilme” gibi yetişkin taleplerimizi tatmin<br />

etmek ya da “ego”muzu beslemek de haklı<br />

görünen iddialardır. Sahi prestije neden bu kadar<br />

ihtiyaç duyarız ki?<br />

Oyuna devam:<br />

Olmazsa olmazları vardır. Oyunun alan/<br />

mekan sınırlaması vardır. Süresi vardır, sınırlı.<br />

Ve kuralları vardır mutlaka. Alan, zaman,<br />

kural sınırları içinde hedeflenen beceriyi<br />

*Johan Huizinga<br />

Homo Ludens,<br />

Oyunun Toplumsal<br />

İşlevi Üzerine Bir<br />

Deneme.<br />

Çev. Mehmet Ali<br />

Kılıçbay, Ayrıntı<br />

Yayınları<br />

SAYI 51 25


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

“Sahte oyuncu oyunbozan<br />

değildir, oyunun kurallarına<br />

uyuyormuş gibi yapar maskesi<br />

düşünceye kadar oynar.”<br />

gerçekleştirebilme (iyi saklanmak ve ebeden<br />

önce koşmak, topu filenin arkasına ustalıkla<br />

geçirmek vb.) ve bunu rakibine karşı daha iyi veya<br />

daha çok yapabilme çabası da oyunun gerilimini<br />

getirecektir.<br />

Bu sıkıcı sınırlamalar, oyunun zevk veren gerilim<br />

sürecinin oluşabilmesi için gereklidir. Peki,<br />

sınırlanmış ve kuralları koyulmuş bir eylem içinde<br />

“yaratıcılık” ve “özgürleşme” nasıl mümkün<br />

oluyor? Yaratıcılık ve özgürleşmenin, “diğerleri”<br />

ile beraber gerçekleştirilen bir eylemle, kurallarla,<br />

zaman ve mekân sınırlaması ile bağlantısı nedir?<br />

Bu soruları da aklımızın bir köşesine not edip<br />

Huizinga ’dan devam edelim:<br />

“Oyun bilgelikle aptallık arasındaki<br />

bağlantısızlığın dışında kaldığı kadar, doğru ile<br />

yanlış arasındaki zıtlıktan da uzaktır. Aynı şekilde,<br />

iyi ile kötü arasındaki zıtlığın da uzağındadır.<br />

Bizatihi oyun bir zihinsel faaliyet meydana<br />

getirse de ahlâki işlev taşımaz, yani ne erdem<br />

ne günah içerir.”<br />

Tartışmaya oldukça açık bir yaklaşım.<br />

Tüm insanlaşma süreci, bir yandan da “iyi ile<br />

kötünün, doğru ile yanlışın çekişmesi” ise oyunu<br />

bunlardan nasıl azade tutabiliriz? Tamam, oyun<br />

hayat değildir ve ahlâk, hayatın parçası<br />

bir kavramdır. Ancak ahlâksızca oynanan oyun<br />

nasıl kabul edilebilir ki?<br />

Yazar oyunun bu çelişkiler üzerine oturmadığı,<br />

bu sorunsalların oyunun temel belirleyenleri<br />

olmadığını söylüyor. Oyuncular oyun sonucunda<br />

aptal ya da bilge, iyi ya da kötü, erdemli ya da<br />

erdemsiz addedilemezler. Oyunun kendisinin<br />

böyle bir mekanizması yoktur. Oyun hedeflenen<br />

becerinin gerçekleştirilmesi temelinde<br />

sürdürülür.<br />

Oyun sırasında hile yapmak, gündeme bile<br />

gelmemesi gereken bir harekettir. Ahlâki bir<br />

olgudan öte, oyunun oyun olarak kalabilmesi için<br />

gereklidir. Hile yapana “ahlâksız” yakıştırması<br />

yapabiliriz. Ancak ahlâk oyunun temel bileşeni<br />

değildir. Hilenin yaygınlaştığı, kazanmak için<br />

her şeyin mübah olduğu ve daha kötüsü bunun<br />

meşrulaştığı bir zamanda “ahlâklı oyuncu”,<br />

nadirliğinden belki de, daha çok dikkatimizi<br />

çeker. Bu bağlamda verilen “fair play” ödülleri<br />

aslında acizliğimizi gözler önüne serer. Olması/<br />

yapılması gerekeni nadir gördüğümüz için<br />

ödüllendiriyoruz sanki.<br />

Oyuna bütün dikkatini vermiş, rakibini alt<br />

edebilmek için tüm kurallara uymakla beraber<br />

elinden geleni sonuna kadar yapan “namuslu<br />

oyuncu” daha önemli bir aktör olarak yer<br />

almalıdır oyun dünyasında. Oyunun asıl istediği<br />

oyuncu karakteri budur; oyuna hakkını veren<br />

oyuncu. Oynamayı da seyrini de zevkli kılan<br />

oyunu tüm ciddiyetiyle oynayan oyuncudur.<br />

Bu aynı zamanda rakibine de saygı göstergesidir.<br />

Rakip olmadan oyun olabilir mi?<br />

Diğerine, oyunu ciddiye almayana, sahte oyuncu<br />

diyor Huizinga . “Sahte oyuncu oyunbozan<br />

değildir, oyunun kurallarına uyuyormuş gibi<br />

yapar, maskesi düşünceye kadar oynar.”<br />

İşte bu noktada oyuncunun ve seyircinin oyunla<br />

kurduğu ilişki gündeme gelir. Ve karşımıza temel<br />

tercih ikilemi ortaya çıkar:<br />

Oyunun Sonucu mu? Oyunun Kendisi mi?<br />

Futbol ya da lastik ya da seksek oynamak için<br />

sokağa çıkmış çocuk grubuna, oyun oynanmadan<br />

sorsak: “‘Tamam, siz kazandınız, 3-0 galipsiniz’”<br />

desek kabul eder misiniz? Oynamaktan vazgeçer<br />

misiniz?” “Oyun oynamak için” geldilerse<br />

bu sorunun cevabı açıktır: “Hayır.”<br />

Bu noktada oyunun sonucundan daha önemli<br />

bir motivasyon olduğu akla geliyor; oyunun,<br />

oynamanın kendisi. E ama nasıl olur da<br />

galibiyetten daha önemli olabilir ki bir başka<br />

durum?<br />

26<br />

“ÖNEMLI OLAN KAZANILAN MISKETLER DEĞIL OYUNDUR.”


12 Ekim 2012 tarihinde İnönü stadında oynanan<br />

Beşiktaş-Trabzonspor futbol maçı 1-1 devam<br />

ederken çok yüksek bir motivasyon ile oynayan<br />

Beşiktaş futbol takımı oyuncuları seyircinin de<br />

bir o kadar sempatisini ve desteğini almışlardı.<br />

Son saniyeye kadar oyun namusundan ödün<br />

vermeden, ellerinden gelen her şeyi fazlası<br />

ile çimlere yansıtan Beşiktaş oyuncuları son<br />

saniyede, atılabilme ihtimali çok çok yüksek<br />

bir golü kaçırdı. Oyun bitti. O anda sahada<br />

dikkat çeken görüntü 7-8 oyuncunun çime yatıp<br />

kalmasıydı. Maçın spikeri: “Sahaya yıldırım<br />

düştü adeta” sözleriyle tarif ediyordu manzarayı.<br />

Ama sessizlik eşliğinde bir yıldırım. Hiçbir<br />

şüphe bırakmayacak dürüstlükle, “ayaklarından<br />

geleni” sonuna kadar oynayan oyuncular<br />

saniyeler sonra tribüne çağırıldı. Ve takımını<br />

gerektiği zaman protesto etmekten çekinmeyen<br />

Beşiktaş tribünleri şöyle bağırdı: “Böyle oynayın<br />

canımızı verelim.” Maç kazanılmamıştı oysa.<br />

Oyun güzeldi sadece.<br />

03 Mayıs 1989’da oynanan ve futbolseverlerin asla<br />

unutamayacağı Galatasaray-Fenerbahçe futbol<br />

karşılaşması ise başka bir oyun örneğine tanıklık<br />

etmemizi sağlamıştı. İlk yarı 3-0 Galatasaray’ın<br />

üstünlüğü ile kapanmıştı. Maçı daha sonra<br />

anlatan spiker şu cümleleri sıralıyordu: “Tam bir<br />

şok yaşanıyordu Fenerbahçe takımında ve<br />

tribünlerde (üç gol yemişlerdi). Sarı kırmızı<br />

takımdaysa “beş, beş” sesleri yükseliyordu. Öyle ki<br />

bu duruma sahadaki Galatasaraylı futbolcular da<br />

katılıyor ve futbolun manevi altın kuralı ‘rakibini<br />

asla küçümseme, onunla dalga geçme’ maddesine<br />

ihanet ediyorlardı. Kaleci Simoviç topu göğsüyle<br />

stop ederek, Prekazi topu orta sahada sektirerek,<br />

Tanju röveşatalar atarak Fenerbahçeli<br />

meslektaşlarıyla alay ediyorlardı.” Dikkat edelim,<br />

spikerin bu anlattıklarında oyun kuralına<br />

uymayan hiçbir hareket bulunmuyor. Sonraki<br />

yıllarda, o maçın iyi oynayanlarından Aykut<br />

Kocaman ile Açık Radyo’da Libero programında<br />

yaptığımız bir söyleşide kendisi de bu anı asla<br />

unutmadığını, kişisel/erkeksi bir ezilme<br />

hissinden çok, “oyunun” içine bu yaklaşımın<br />

girmesinden duyduğu öfkeyi dile getirmişti.<br />

İkinci yarı (o maç için) oyun namusu, becerisi<br />

ve hırsı tartışmasız daha yüksek olan takım,<br />

oyunun en önemli özelliklerinden “ritm ve<br />

armoni” ile de birleşiyor ve maçın son düdüğü ile<br />

galip ayrılıyordu sahadan. GS:3 - FB:4. Elbette<br />

bu tür iyi oyun her seferinde böyle bir sonuçla<br />

bitmeyebilir fakat her seferinde seyircisinden<br />

olumlu tezahürat alma olasılığı çok yüksektir.<br />

Görüldüğü gibi ahlâk kriteri oyunun sürmesine<br />

engel değildir. Rakibini oyun içinde yenmekten<br />

öte “erkeksi” hırslarla, toplum gözünde küçük<br />

düşürecek trüklerle, kurallara uymaya devam<br />

edebilirsiniz. Oyun sürebilir. Böyle bir oyun<br />

oynama, prestij getirir mi?<br />

Oyunun sürecinden bağımsız sadece sonucuna<br />

odaklanan, “her ne olursa olsun galibiyet” hedefli<br />

pozisyon alan oyuncu ve seyirci de zevk alıyor<br />

mudur acaba? Birçok filmde final sahnesinin,<br />

tarafını tuttuğumuz kahramanın büyük zaferi ile<br />

sonuçlanması ile duyduğumuz haz gibi.<br />

Mağlubiyet durumlarını asla hak edilmeyen<br />

bir olgu olarak karşılamak, karşı takımın/<br />

oyuncunun daha iyi oynamış olabileceği<br />

ihtimalini hiç gündeme getirmemek,<br />

desteklediğin takımın/oyuncunun o oyunda kötü<br />

oynadığını görmezlikten gelmek de aynı zevki<br />

veriyor mudur acaba?<br />

Karşısındakinin ne hale düştüğü değil, kendinin/<br />

takımının ne kadar iyi ya da kötü oynadığı izlense<br />

mesela, oyunun zevki bu mecrada aransa daha mı<br />

az zevk alınır?<br />

Kazanamamasına<br />

rağmen oyunun<br />

güzelliği nedeniyle<br />

taraftarın kutsadığı<br />

takım, oyun<br />

bitiminde çime<br />

yığılıp kalmıştı.<br />

SAYI 51 27


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

X Yazı<br />

MEHMET ALI ÇALIŞKAN<br />

PINAR ALTUN<br />

Küresel spor<br />

organizasyonlarının<br />

önemli<br />

ayaklarından biri de<br />

seyirci potansiyeli.<br />

Türkiye’de ise futbol<br />

maçları haricinde<br />

biletlerin tükendiği<br />

bir spor etkinliği<br />

bulmak güç.<br />

Türkiye’nin Gönülsüz<br />

Sevdası: Spor<br />

Türkiye’nin, 5 kez aday olduğu olimpiyatlar, küresel spor organizasyonlarının<br />

kaderini tartışmak için elverişli bir vesile olarak karşımıza çıkıyor.<br />

Ancak tartışmaların çoğunlukla ihmal ettiği konu, Türkiye toplumunun sporla<br />

izleyici ve katılımcı olarak ilgisi.<br />

28<br />

TÜRKIYE’NIN GÖNÜLSÜZ SEVDASI: SPOR


Olimpiyatlar, küresel spor<br />

organizasyonlarının kaderini<br />

tartışmak için elverişli bir vesile.<br />

fırsatı oluşturmak gibi eksenlerde konuşuluyor.<br />

Öte yandan sporun sağlık, zindelik, eğlence,<br />

mutluluk gibi kavramlarla ilişkilendirilmesiyle<br />

gündelik hayatını spor ve fiziksel aktivite<br />

odaklı etkinliklerle zenginleştiren, yeni sportif<br />

hobiler edinen insanların sayısı hızla artıyor.<br />

Böylece yurttaşlar hem sporun izleyicisi<br />

olmaya hem de katılımcısı olmaya teşvik<br />

ediliyor. Evde, sokakta, iş yerinde, okulda spor<br />

etkinlikleri ve kampanyaları da sivil toplum<br />

kuruluşlarının, hükümetlerin ve özel sektörün<br />

gündemlerinde sporun daha fazla yer almasını<br />

sağlıyor. Bu durum yurttaşların izleyici<br />

olmaktan ziyade katılımcı olduğu, yeni tip spor<br />

organizasyonlarına talebi artırıyor. Küresel spor<br />

organizasyonları kalkınma, iletişim ve siyasi<br />

tartışmalar merkezinde ele alınırken, alternatif<br />

spor faaliyetleri ve organizasyonları spor hakkı<br />

ekseninde sessiz sedasız bir yükseliş yaşıyor.<br />

Türkiye’nin, 5 kez aday olduğu olimpiyatlar,<br />

küresel spor organizasyonlarının kaderini<br />

tartışmak için elverişli bir vesile olarak<br />

karşımıza çıkıyor.<br />

Küresel spor organizasyonları<br />

hükümetler, sivil toplum kuruluşları,<br />

şirketler, yurttaşlar gibi farklı özneler<br />

için farklı önceliklerle görünür hale geliyor.<br />

Geçmişte daha sık ifade edilen fırsat eşitliği<br />

sağlamak, dil, din, ırk, mezhep farklılığı<br />

gözetmeden tüm insanların evrensel etik<br />

ilkeler doğrultusunda spor yapmalarına<br />

olanak sağlamak, spor branşlarını tanıtmak<br />

ve yaymak gibi amaçlar öncelikler arasında<br />

kendilerine daha az yer buluyor. Buna<br />

karşın daha çok ekonomide yeni yatırım<br />

motivasyonları ve imkânları yaratmak ya da<br />

hükümetler ve şirketler için itibar inşa etme<br />

Türkiye’nin resmen katıldığı ilk olimpiyat<br />

1924 Paris Oyunları oldu. Olimpiyatlara<br />

katılma kararını Bakanlar Kurulu verdi.<br />

Bundan yaklaşık 80 sene sonra, 2012 sonunda,<br />

Bağdat Caddesi’nde yapılan bisiklet yolunun<br />

kaldırılması kararını ise, yurttaşların yoğun<br />

talebi üzerine, belediye verdi. Yani aslında<br />

1924’te olimpiyatlara katılma konusunda<br />

yurttaş talebi olduğuna ilişkin bir işaret yok<br />

ama İstanbul’un bisiklet yollarının kaldırılması<br />

için yurttaşların talebi var.<br />

O halde büyük spor organizasyonları ile ilgili,<br />

hükümeti/devleti bir yana bırakıp, Türkiye<br />

toplumunun spor, spor organizasyonları,<br />

SAYI 51 29


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Türkiye’nin<br />

katıldığı ilk<br />

olimpiyatlar, 1924<br />

Paris oyunları oldu.<br />

olimpiyatlar gibi konularla alakasını ve bunun<br />

arkasındaki motivasyonları tartışmamız gerek.<br />

Olimpiyatlara beşinci kez aday olduğumuzun<br />

açıklandığı günden itibaren, olimpiyatların<br />

bizim hakkımız olduğuna dair derin ve yaygın<br />

bir inanç vardı. Bu “hak” kavramının altı ise<br />

yükselen Türkiye ekonomisi ve altyapı<br />

imkânlarının artması ile dolduruldu. Yani biz<br />

yükselen ekonomisi ve güçlü altyapısı ile<br />

olimpiyat düzenlemeye hazırdık. Buna<br />

İstanbul’un tarihsel mirası ve kıtalararası<br />

coğrafi karakteri de eklenince daha iyisinin<br />

bulunamayacağına olan inancımız iyice pekişti.<br />

Türkiye’nin olimpiyatlara ilişkin yürüttüğü<br />

ekonomi, kalkınma<br />

ve insan hakları temelli<br />

siyasi tartışmanın bir<br />

benzeri Brezilya’da<br />

2014’te düzenlenecek<br />

FIFA Dünya Kupası<br />

finalleri ile ilgili olarak<br />

ortaya çıktı. Büyük spor<br />

organizasyonlarının<br />

düzenlenmesine karşı çıkan<br />

yaygın ve kitlesel eylemler<br />

düzenlendi. Her iki tartışma büyük<br />

spor organizasyonlarının<br />

tarihsel bir kırılma<br />

noktasında olduğuna<br />

ve spor endüstrisinin<br />

gözden geçirilmesinin<br />

gerekliliklerine işaret<br />

ediyor.<br />

Sonuçta İstanbul kaybetti.<br />

Madrid, Tokyo<br />

ve İstanbul arasındaki yarışı Tokyo kazandı.<br />

2020 Olimpiyatları ya da resmi adıyla XXXII.<br />

Yaz Olimpiyat Oyunları’nın, 24 Temmuz-<br />

9 Ağustos 2020 tarihleri arasında Japonya’nın<br />

başkenti Tokyo’da yapılmasına karar verildi.<br />

Türkiye’nin 2020 Olimpiyatları’na ev sahipliği<br />

yapma şansını finalde kaybetmesi, türlü<br />

tartışmaları da beraberinde getirdi.<br />

Sporcunun antik olimpiyatlarda şehri, modern<br />

olimpiyatlarda da ülkeyi temsil etmesi,<br />

olimpiyatları tarihinin ilk zamanlarından<br />

bugüne politik bir konu yapıyor. Lakin<br />

olimpiyat şehri seçiminin politik indirgemeci<br />

bir yaklaşımla yapıldığını söylemek yanlış olur.<br />

Tesis, ulaşım ve iletişim gibi altyapı kapasitesi,<br />

beslenme, sağlık, konaklama gibi üstyapı<br />

kapasitesi ve bunların yanı sıra yetişmiş insan<br />

unsuru ve spor kültürü gibi kriterler de karar<br />

üzerinde etkili.<br />

Buna karşın Türkiye’nin adaylığı tartışmasına<br />

katılanların çoğunluğu olimpik tavrını<br />

siyasi pozisyonuna göre belirledi. Ancak bu<br />

tartışmanın ihmal ettiği bir konu var.<br />

O da Türkiye toplumunun sporla izleyici<br />

ve katılımcı olarak alakası. Bununla bağlantılı<br />

bir konu da olimpiyatların toplumları spora<br />

katılmaya ne ölçüde teşvik ettiği.<br />

Neden olimpiyatlara ev sahipliği yapmak<br />

istiyoruz? Ev sahibi olma isteğinin ne kadarını<br />

olimpik sporları canlı izleme, sevdiğimiz<br />

ve takip ettiğimiz spor branşları ve/veya<br />

sporcularını görme heyecanı oluşturuyor?<br />

Türkiye, sporu nasıl okuyor, izliyor? Nasıl<br />

katılıyor? Büyük spor organizasyonları, “spora,<br />

harekete teşvik” gibi amaçlarına<br />

30<br />

TÜRKIYE’NIN GÖNÜLSÜZ SEVDASI: SPOR


ne kadar yaklaşıyor? Tartışmayı ekonomi<br />

ve siyasi alandan arındırmadan ancak<br />

merkezine sporu koyarak olimpiyat yarışı<br />

esnasında pek gündeme gelmeyen bir soruyu<br />

bu yazının konusu yapalım. Olimpiyat<br />

düzenlemeye 5 kez aday olup kaybeden Türkiye<br />

toplumunun ve yurttaşlarının sporla izleyici<br />

ve katılımcı olarak nasıl bir ilişkisi var?<br />

Önce izleyici olarak performansımıza<br />

bakalım. Türkiye son 10 yılda bazı büyük spor<br />

organizasyonlarına ev sahipliği yaptı; 2013<br />

Medyada spora<br />

hızlıca bir göz<br />

atınca futbol<br />

programlarının<br />

egemenliğini<br />

görüyoruz.<br />

17. Akdeniz Oyunları – Mersin, 2011<br />

Universiade Kış Olimpiyatları – Erzurum,<br />

2011 Avrupa Olimpik Gençlik Yaz Festivali<br />

– Trabzon, 2005 ve 2011 arasında 7 kez<br />

F1 – İstanbul, 2005 23. Universiade İzmir<br />

Oyunları bunlardan bazıları. Bu büyük<br />

spor organizasyonlarında bu heyecanı<br />

gözlemleyemedik.<br />

Spor etkinlikleri izlemede tribünlerin dışında<br />

bir gösterge de medyada spor. Medyada spora<br />

hızlıca bir göz attığımızda futbol programlarının<br />

egemenliğini görüyoruz. Spor yayını yapan<br />

kanal sayısının az olması ve yayın yapan<br />

kanalların çoğunun yalnızca futbol yayını<br />

yapması, toplumun spora erişiminin önünde<br />

bir engel sayılabileceği gibi, toplumsal bir talep<br />

olarak da yorumlanabilir. Futbolun ekranlardaki<br />

hakimiyeti, popülaritesi nedeniyle anlaşılabilir<br />

bir durum. Yadırgatıcı olan neredeyse başka bir<br />

sporun ekranlara yansımaması ve toplumun da<br />

bu konuda bir talep sahibi olmaması, hatta spor<br />

yayınlarının azaltılmasına ilişkin taleplere daha<br />

sıcak bakması.<br />

Sporla olan<br />

ilişkimizi farklı<br />

spor dallarını<br />

düşünerek ele<br />

almalıyız.<br />

SAYI 51 31


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Toplumun %53’ü izlenen<br />

spor programlarının spor<br />

yapmaya özendirmediğini<br />

ifade ediyor.<br />

RTÜK’ün 2008 yılında yaptığı “Televizyondaki<br />

Spor Programlarını İzleme Eğilimleri<br />

Araştırması”na göre; spor programları,<br />

televizyonlarda yayınlanması istenmeyen<br />

program türleri sıralamasında %22,7 ile üçüncü<br />

sırada. İzlenen spor programlarında en çok<br />

izlenen spor dalı ise futbol. Futbol<br />

ve futbolla ilgili konuları izleme oranı %81 iken<br />

bunu %6 ile basketbol ve %3 ile voleybol takip<br />

ediyor. Bunlar spor izleyiciliğine ilişkin birkaç<br />

sayısal veri. Spor izleyiciliğinin niteliğine<br />

ilişkin verilere de ihtiyaç var. Ancak yine de<br />

birkaç gözlem ile spor izleme motivasyonuna<br />

ilişkin tartışmaya katkıda bulunmak mümkün.<br />

İlk gözlemimiz dünyanın en popüler spor<br />

organizasyonu olan FIFA Dünya Kupasına<br />

ilişkin. Futbol izleyiciliğinin yaygın olduğu<br />

ülkelerde, ülkenin milli takımı kupaya<br />

katılmamış bile olsa, kupa izleme yaygın bir<br />

davranış olarak karşımıza çıkıyor. Kafeler,<br />

publar, barlar kupa zamanını maç yayınları<br />

ile geçiriyor. Sokaklarda maçlar izleniyor.<br />

İnsanlar büyük kalabalıklar oluşturarak kupayı<br />

takip ediyor. Türkiye’de ise milli takım kupada<br />

yoksa, maçlar meraklıların evlerinde ve bazı<br />

turistik kafeler ve publarda izlenebiliyor.<br />

Toplumda yaygın bir futbol izleme eğilimi<br />

ya da spor medyasında aktif bir takip ve<br />

haberleştirme görülmüyor. Futbol dışı spor<br />

organizasyonlarının, misal kış olimpiyatlarının<br />

ise, sadece otel, berber vs. gibi mekânların<br />

bekleme salonlarında izlendiğine tanık<br />

oluyoruz. Türkiye’de spor izleyiciliğinin böyle<br />

bir fotoğraf ortaya koyuyor olması, olimpiyat<br />

oyunlarının ne kadar ilgi çekeceği ve göreceği<br />

muhtemel ilginin motivasyonları konusunda<br />

soru işaretleri oluşturuyor.<br />

Spor izleyiciliğinin, toplumun fiziksel<br />

aktiviteye ve spora katılımını artırmak<br />

anlamında teşvik edici bir yanı olması beklenir.<br />

Ne var ki yine RTÜK’ün araştırmasında,<br />

toplumun %53’ü izlenen spor programlarının<br />

spor yapmaya özendirmediğini ifade ediyor. Bu<br />

sonuç performans odaklı spor yaklaşımının,<br />

toplumu fiziksel aktiveye katılma konusunda<br />

teşvik etmek yerine uzaklaştırdığına işaret<br />

ediyor.<br />

Spor izleyiciliğinin<br />

niteliksel ve<br />

niceliksel<br />

verileri üzerinde<br />

düşünmeye<br />

değer soruları<br />

beraberinde<br />

getiriyor.<br />

Bir de katılım açısından durumu gözden<br />

geçirelim. Toplumun spora katılımını<br />

sorgulamak, bariyerleri ve motivasyonları<br />

tespit etmek, ülkelerin spor stratejilerinin<br />

belirlenmesinde önemli bir yönlendirici.<br />

Aktif Yaşam Derneği’nin 2010 yılında yaptığı<br />

“Türkiye Toplumunun Fiziksel Aktivite Düzeyi<br />

Araştırması” toplumun fiziksel aktiviteye<br />

katılımıyla ilgili fikir veriyor. Uluslararası<br />

karşılaştırmalara imkân veren bir ölçme<br />

birimi olan ve PAL’nin (physical activity level)<br />

kullanıldığı araştırmaya göre Türkiye toplumu<br />

32<br />

TÜRKIYE’NIN GÖNÜLSÜZ SEVDASI: SPOR


hareketsiz. İşe, okula giderken kullanılan<br />

araçlar, temizlik yapmak vb. gündelik<br />

faaliyetlerden düzenli egzersize kadar her<br />

tür aktiviteye puan verilerek katılımcıların<br />

fiziksel aktivite seviyesini aramaya dönük<br />

olarak tasarlanmış araştırmaya göre Türkiye<br />

toplumunun sadece %25’i yeterli fiziksel<br />

aktivite seviyesine sahip. Aktif olanların<br />

büyük çoğunluğunu ise iş yaşamında emek<br />

yoğunluklu çalışanlar, mavi yakalılar<br />

oluşturuyor. İş ve okul dışı zamanlar ise<br />

toplumun en hareketsiz olduğu zaman dilimini<br />

oluşturuyor. Bu bize Türkiye toplumunun<br />

kendi inisiyatifiyle fiziksel aktivite<br />

yapmadığını gösteriyor. Öte yandan spor<br />

yaptığını söyleyenlerin %43’ü en çok yürüyüş<br />

yaptığını, %10’u ise en çok futbol oynadığını<br />

söylüyor. Fırsat olsa en çok yapılmak istenen<br />

sporların başında ise %37 ile yüzme geliyor.<br />

Yüzmeyi %25 ile at binme,<br />

%18 ile de balık tutma/avlanma izliyor.<br />

Buna karşılık son yıllarda katılım açısından<br />

hayli dikkat çeken etkinlikler var: Avrasya<br />

Maratonu, Antalya ve İstanbul triatlonları,<br />

Boğazı yüzerek, köprüyü bisikletle geçme<br />

etkinlikleri. Bu tür, izlemenin yerini katılımın<br />

aldığı örneklerin en dikkat çekenleri bunlar.<br />

Dünyada da çoğunluğunu hobi sahiplerinin<br />

oluşturduğu sivil inisiyatiflerce gerçekleştirilen<br />

etkinliklerle, yerel düzeyde görünür hale gelen<br />

spor etkinlikleri var.<br />

Bir yandan büyük spor organizasyonlarına<br />

ekonomik ve politik gerekçelerle itirazların<br />

yükselmesi, yaygın ve kitlesel protesto<br />

eylemlerine yol açması, öte yandan insan üstü<br />

sporcuların yarıştığı büyük yarışların yanında<br />

farklı bedensel hallerden insanların katılımına<br />

imkân veren etkinliklerin artması ve katılımın<br />

dikkat çeken sayısal gücü, spor konusunda<br />

yeni bir dönemin açıldığının işaretleri. Kentli<br />

yurttaşlar yaşadıkları şehirlerde, kendilerini<br />

izleyici olarak konumlandıran, büyük spor<br />

yarışlarının düzenlendiği arenalardan ziyade<br />

spor yapabilecekleri alanların artmasını, spora<br />

erişimin kolaylaştırılmasını, şehrin mimarisinin<br />

de, tasarımının da buna uygun kriterlerle<br />

geliştirilmesini bekliyor. Kent hakkı kavramı,<br />

spora erişim talebini de kapsayarak genişliyor.<br />

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK)<br />

Genel Sekreter Yardımcısı Bilal Porsun, “Biz<br />

olimpiyatları tesis yok diye değil, toplumdaki<br />

olimpik eğitim ve kültürün az olmasından<br />

dolayı alamadık,” diyor. Ne izleyici ne de<br />

uygulayıcı olarak yeteri kadar yakınlık<br />

kurmadığımız bir olguyu siyasetin ve/veya<br />

ekonominin kurbanı ilan etmek, bizleri<br />

bugünden öteye taşımayacaktır. Bundan<br />

sonrasını olimpiyatı neden kaybettik, sonrakini<br />

nasıl kazanırız diye tartışarak değil, spora<br />

katılımı teşvik edecek ve artıracak politikaları<br />

tartışarak geçirmek daha hayırlı.<br />

Bağdat Caddesi esnaf ve sakinlerinin bisiklet<br />

yolunun kaldırılması için değil, olimpiyat yerine<br />

bisiklet yolu yapılması için imza topladığı, lobi<br />

yaptığı zaman, Türkiye’de spor organizasyonları<br />

üzerine konuşmaya başlayabiliriz. Odağımızı<br />

Bakanlar Kurulu kararları ile katıldığımız ve<br />

düzenlediğimiz etkinliklerden, yurttaşların<br />

tribünden sahaya indiği etkinliklere kaydırmak<br />

bu açıdan daha kıymetli.<br />

Kent hakkı<br />

kavramı, spora<br />

erişim talebini<br />

de kapsayarak<br />

genişliyor.<br />

SAYI 51 33


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Mükemmel İnsan mı,<br />

Yok Daha Neler!<br />

Başarı, üstünlük ve ille de mutluluğa kilitlenmiş bir kurgu, giderek kendi<br />

amaçladıklarının dışında sonuçlar vermeye başladı ve bundan pek memnun<br />

olan da yok. Başarıdan başımız dönse de canımız sıkılıyor ve ne yapacağımızı<br />

bilemiyoruz. O zaman bu kibirli takıntıları bir kenara bırakıp eksikliklerimizle<br />

yüzleşmeye ve onları olduğu gibi kabul etmeye dönebiliriz.<br />

İnsan olmak hep şüphede olmaktır. Kendinden<br />

emin olan yalnızca Doğa’dır.<br />

X Yazı<br />

DR. ADNAN AKÇAY<br />

ODTÜ Sosyoloji<br />

Öğretim Üyesi<br />

İnsan bırakın kusursuz olmayı, kusurun<br />

bizzat kendisidir. Doğa’nın penceresinden<br />

bakıldığında görülen basitçe budur: İnsan<br />

doğa açısından gelmiş geçmiş en zararlı ve<br />

tehlikeli ”tür”dür ve artık tür bile değildir.<br />

İnsan, olmakta eksiktir ve bu nedenle trajik<br />

bir varoluşa sahiptir. Dövünmeye gerek yok,<br />

çünkü tüm medeniyetini de bu eksikliğe<br />

borçludur. Hayvanlar, küçük adımlar dışında<br />

medeniyet falan kurmazlar. Onlar doğuştan<br />

mükemmeldirler ya da neyse sadece odurlar.<br />

İnsanın olmakta eksikliği, fazlalıklarını mümkün<br />

kılar ve fazlalıkları eksikliğimizi yeniden üretir.<br />

İnsanın doğuştan gelen mutlak bir gerçekliği<br />

yoktur; bunu inşa etmek zorundadır. İnsani<br />

gerçeklik Doğa’da karşılığı olmayan bir yapaylığa<br />

sahiptir ve bu onu diğer bütün türlerden üstün,<br />

fazla ama aynı zamanda da eksik kılar. Kültür,<br />

sanat, bilim ve din insana özgü pratiklerdir ve<br />

hepsi de insanın Doğa’dan kopuşunun hem ödülü<br />

hem de cezalarıdırlar. Ödediğimiz, cennetten<br />

kovulmanın bedelidir: Bilmenin, farkında<br />

olmanın ve bir gerçeğe sahip olmamanın.<br />

Cennetten kovulmuştur ama hep cennete<br />

dönmeyi arzular. Oysa cennet bu dünyada<br />

mümkün değildir; cennet ertelenmiş, ötelenmiş<br />

ve bu dünyanın dışına konumlandırılmıştır.<br />

İnsani varoluş, Doğa’ya nanik yapmanın en trajik<br />

hikâyesidir. Uygarlık tarihi, doğal kısıtlardan<br />

kurtulma çabasından başka bir şey değildir.<br />

Uçamıyorsa uçak, yavaşsa araba, göremiyorsa<br />

teleskop, üşüyorsa kalorifer icat eder. Ve yaptığı<br />

her şey onu biraz daha Doğa’nın kenarına,<br />

giderek de dışına iter. Nesillerin birikimiyle de,<br />

giderek bunların içine doğmaya başlar, çok<br />

uğraşması bile gerekmez yani. Sonunda, onun<br />

için Doğa yalnızca bir mühendislik kategorisi ve<br />

korunması gereken acınacak bir şey haline gelir.<br />

Tıp, bu konuda en tahrik edici darbeyi vurur ve<br />

insanın kibirini iyice ışıltılı hale getirir: sonsuz<br />

34<br />

MÜKEMMEL İNSAN MI, YOK DAHA NELER!


gençlik ve ölümsüzlük konusundaki kadim<br />

beklentilere ulaşmaya çok az kaldığını gizlice<br />

fısıldar kulağımıza.<br />

Tüm başarılarına, böbürlenmelerine, neredeyse<br />

başını döndüren ilerlemelerine rağmen, “küçük”<br />

bir sonun onu hep beklediğini bilir ve ölür!<br />

Kısmen doğum, ama büyük oranda ölüm, insanı<br />

Doğa’ya kaçınılmaz biçimde iliştirmeyi sürdürür.<br />

Diyet, spor, sigara içmeme ya da “doğal” beslenme<br />

takıntısı, hep ölüm karşısındaki o iflah olmaz<br />

kaygımızla başa çıkma çabamızın tezahürleridir.<br />

Oysa ne mükemmel sağlık ne de mükemmel<br />

beden mümkündür. Tersine, her mükemmellik<br />

arayışı hem bireysel hem toplumsal düzeyde<br />

olmadık belalar açar başımıza. Aslolan ölçüdür<br />

ve ölçüyü kaçırdığımızda her türlü zarar yanı<br />

başımızda demektir. Fazla sağlık ölümcül olabilir:<br />

arı su içilemez. Toplumsal düzeydeyse, bugün<br />

genetik biliminin yüzdüğü tehlikeli suların<br />

sonunda Hitler’in birincil amacı olan ırk ıslahına<br />

(öjeni’ye) varmamız hiç de zor değildir. Hitler’in<br />

yaptığı tüm kötülüklerin arkasında gayet “iyi”<br />

bir niyet vardı: Mükemmel insanı yaratmak.<br />

Sakatlardan, eşcinsellerden, bağımlılardan,<br />

fahişelerden, çirkinlerden ve tabii Yahudilerden<br />

ve Çingenelerden azade bir hayat… Unutmayın,<br />

cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla<br />

döşelidir. İyilik aşırılaştığında, kötülük hiç de hoş<br />

olmayan bir sürpriz olarak sizi bekliyor olabilir.<br />

İyilik de kötülük de insandadır, dışında ya da<br />

nesnede değil. Oysa insan, kendine atfettiği<br />

mükemmellik (“kamil-i beşer”) illüzyonunu<br />

ayakta tutabilmek için kötülüğü hep kendi dışına<br />

atar: sigaraya, içkiye, trafik canavarına, vs.’ye.<br />

Doğa’daki hiç bir şey size iyilik ya da kötülük<br />

yapmak gibi öznel bir niyete sahip değildir. Bir<br />

şeyi iyi ya da kötü yapan sizin onunla kurduğunuz<br />

ilişkidir. Yerlilerin sağaltım nesnesi olan tütün,<br />

kimyasal özellikleri nedeniyle değil, sizin onunla<br />

kurduğunuz anlamsız ilişki nedeniyle birden<br />

zehir haline gelir. Oysa içtiğiniz ilaçların çoğu<br />

doğrudan zehirdir, ama sizi tedavi eder.<br />

Yaşam ve sağlık, dinamik bir denge halidir,<br />

aslolan bu dengenin bozulmamasıdır. Denge<br />

bozulduğu içindir ki, kimi bitkiler zararlı ota,<br />

kimi hayvanlar haşerata ve kimi hücreler de<br />

kansere dönüşür. Televizyonları dolduran sağlık<br />

şarlatanlarının size söyleyebileceği yegane şey,<br />

yaşamanın sağlığa zararlı olduğudur. Unutmayın,<br />

son tahlilde sadece ve sadece yaşadığımız için<br />

ölüyoruz.<br />

Ne yapmalı? İnsan olarak, hem Doğa’ya hem de<br />

birbirimize karşı, daha alçak gönüllü olduğumuzda<br />

çok daha keyifli bir hayatımız olacağını<br />

garanti edebilirim. Başarı, üstünlük ve ille de<br />

mutluluğa kilitlenmiş bir kurgu, giderek kendi<br />

amaçladıklarının çok dışında sonuçlar vermeye<br />

başladı ve bundan pek memnun olan da yok.<br />

İnsan olmak hep şüphede<br />

olmaktır. Kendinden emin olan<br />

yalnızca Doğa’dır.<br />

Başarıdan başımız dönse de canımız sıkılıyor ve<br />

ne yapacağımızı bilemiyoruz. O zaman bu kibirli<br />

takıntıları bir kenara bırakıp eksikliklerimizle<br />

yüzleşmeye ve onları olduğu gibi kabul etmeye<br />

dönebiliriz. İlle de galip gelenin ya da birinci<br />

olanın değil, paylaşanların hep birlikte mutlu<br />

olabildiği deneyimler bizi daha doğru bir insanlığa<br />

taşıyabilir. Rekabet, yarışma, üstünlük takıntısı<br />

bizi ilerletiyor gibi görünse de aslında geriletiyor,<br />

insanlığımızı kaybediyoruz.<br />

Geç olmadan doğal ritmimize dönmek gibi<br />

bir şansımız varsa onu kullanalım derim. Üstün,<br />

kusursuz, mükemmel falan değil, sadece insan<br />

olun yeter. Bir de, bunun verili bir reçetesinin<br />

olmadığını ve ancak diğerleriyle ilişkilerimiz<br />

içinde şekilleneceğini atlamayın. Spor bizi bir<br />

araya getiren en keyifli faaliyetlerdendir, ama<br />

birbirimizi hunharca yemenin bahanesi haline<br />

gelebildiğini ve bunun nedenlerini sorgulamayı da<br />

ihmal etmeyin…<br />

Unutmayın, hiçbirimiz insan olarak doğmadık,<br />

yalnızca olma şansımız vardı, göründüğü<br />

kadarıyla pek azımız kullandık.<br />

SAYI 51<br />

35


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

X Yazı<br />

MESUT NALÇAKAN<br />

Spor Hekimi MD PhD<br />

TMOK Dopingle Mücadele Kurulu Eğitim Komisyonu Üyesi<br />

TFF Dopingle Mücadele Kurulu Üyesi<br />

Mersin Akdeniz Oyunları Dopingle Mücadele Komisyonu Direktörü<br />

Sporda Başarı<br />

ve Doping<br />

Bir araştırmada elit düzeyde çok sayıda<br />

sporcuya; yeni bulunan bir maddeyi<br />

kullanması halinde birkaç yıl tüm<br />

müsabakalarda derece yapacağı ve şampiyon<br />

olacağı garantisi verileceğini, ancak birkaç<br />

yıl içerisinde kullandığı madde nedeni ile<br />

öleceğini buna rağmen gene de o yasak<br />

maddeyi kullanıp kullanmayacağı soruldu.<br />

Sporcuların yarıdan fazlasının yanıtı “Evet,<br />

kullanırım,” oldu.<br />

Citius, Altius, Fortius bu üç Latince kelime Pier de Coubertin<br />

tarafından olimpiyatların sloganı olarak kazandırılmıştır.<br />

Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü anlamında olan bu<br />

kelimeler sporcuların yaşam felsefesi niteliğindedir. Sporcunun<br />

ulaşabileceği en yüksek performans düzeyini temel olarak genetik<br />

yapısı, fiziksel özellikleri belirler. Sahip olduğu kapasitesinin<br />

en üst noktasına ulaşabilmek için de düzenli antrenman yapar,<br />

düzenli beslenir, psikolojik açıdan en üst düzeyde güdülenme için<br />

çalışır.<br />

Spor müsabakaları eşit şartlarda mücadeleyi amaçlar. Yarışmalarda,<br />

ilaç etkilerinin değil sporcuların fiziksel performanslarının<br />

ölçülmesi hedeftir. Sporcuların performanslarını farklı yöntem<br />

ve maddelerle artırmaları adil yarışma ortamını engelleyip,<br />

haksız rekabete yol açarak “fair play” anlayışını ihlal edecektir.<br />

Diğer taraftan performans artırmak için kullanılan bu maddeler<br />

36<br />

SPORDA BAŞARI VE DOPİNG


sporcu sağlığı açısından ölüme kadar gidebilen<br />

ciddi riskler oluşturmaktadır. Sporcuların<br />

başarma hırsı o denli yüksektir ki, başta sağlığı<br />

olmak üzere başarı için birçok riski göze<br />

alabilmektedirler. Yapılan bir başka araştırmada<br />

yasaklı madde kullanan sporcuların dörtte<br />

üçünün, kullandıkları yasaklı maddenin vücuda<br />

zarar verdiğini bildiği ama buna rağmen doping<br />

maddesini kullanmaktan vazgeçmeyeceğini<br />

ortaya koyuyor.<br />

Tüm kurallara, yasaklara ve caydırıcı olduğu<br />

düşünülen cezalara karşın sporcular neden<br />

doping yapmaktan vazgeçmiyor? Bunun<br />

açıklamasını yapabilmek her zaman çok da<br />

kolay olmuyor. Birçok neden ortaya sürülebilir:<br />

Sporcunun kişilik yapısı, sosyal çevresi,<br />

antrenörü, başarı için olması gereken yüksek<br />

motivasyon, kazanma hırsı, tanınma isteği,<br />

yüksek ekonomik kazanç beklentisi gibi birçok<br />

faktör sporcunun sağlığını hiçe sayarak dopinge<br />

yönelmesinde rol oynayabilmektedir.<br />

Doping Nedir?<br />

Kısaca yasaklanmış madde veya yöntemlerin<br />

sporcu tarafından bilinçli veya bilinçsiz<br />

olarak kullanımı diye tanımlanabilen<br />

ve günlük yaşantımıza da girmiş olan<br />

doping kelimesinin kökeninin Afrika yerli<br />

dillerinden Flamenkçe’ye geçen “dop”<br />

sözcüğünden geldiği düşünülmektedir. Dop,<br />

Zulu savaşçılarının cesaret artırmak için<br />

aldıkları üzüm kabuğundan yapılan alkollü bir<br />

içeceğin ismidir. İngilizce “Dope” kelimesi,<br />

uyuşturucu, ilaç, ilaç uygulaması anlamında<br />

kullanılmaktadır. 20. yüzyıl başlarında<br />

at yarışlarında yasadışı ilaç kullanımını<br />

tanımlamak için kullanılmıştır.<br />

Performans artırma amaçlı çeşitli maddelerden<br />

yararlanmanın başlangıcı neredeyse sportif<br />

mücadele kadar eskidir. Eski Yunan sporcuların<br />

kuvvetlenmek için özel karışımlar ve diyet<br />

yaptığı bilinmektedir. 19. yüzyılda bisikletçiler<br />

dayanıklılıklarını artırmak için sıklıkla striknin,<br />

kafein, kokain ve alkol, boksörler ise morfin<br />

kullanmışlardır.<br />

Kayıtlara geçen ilk doping vakasının 1865 tarihinde<br />

yüzme, maraton ve bisiklet yarışlarında yapıldığı<br />

kayıtlara geçmiştir. 1896’da Galli bisikletçi<br />

Arthur Linton morfin kullanmış, 1904 Saint-Luis<br />

Olimpiyatları’nda ABD’li Thomas Hick’in maraton<br />

yarışı sırasında yaptığı iğnelerle kazandığı<br />

bildirilmiş.<br />

1920’lerden itibaren sporda bu tür ilaç kullanımına<br />

karşı çalışmalar gündeme gelmiştir. İkinci Dünya<br />

Savaşı’nda ve sonrasında amfetaminler yaygın<br />

kullanılmıştır. Müsabaka sırasında amfetamine<br />

bağlı olduğu bilinen ölümler, kamuoyunun<br />

Performans artırma amaçlı çeşitli<br />

maddelerden yararlanmanın<br />

başlangıcı, neredeyse sportif<br />

mücadele kadar eskidir.<br />

dikkatini bu konuya yöneltmiştir. 1955’de Fransa<br />

Bisiklet Turu’nda Fransız bisikletçi Mallejac’ın<br />

ve 1960 Roma Olimpiyatları’nda Danimarkalı<br />

bisikletçi Knut Enemark’ın ölümü aşırı doz<br />

alınan uyarıcılardan (amfetamin) olmuştur. Aynı<br />

olimpiyatlarda 400 metre engellide 3. olan ABD’li<br />

Nick Howard aşırı doz eroinden ölür. 1963’te<br />

ölen iki boksörün de teşhisleri aşırı doz eroin<br />

kullanımıdır.<br />

1920’lerde başlayan doping ile mücadele, 1999’da<br />

IOC’nin (Uluslararası Olimpiyat Komitesi)<br />

öncülük ettiği toplantıda doping ile mücadelede<br />

ortak bir platform ve hareket birliği oluşturmak<br />

amacı ile bağımsız bir kuruluş olan WADA’nın<br />

(Dünya Antidoping Ajansı) kurulması kararı<br />

alınmıştır. Bugün WADA dünyada doping ile<br />

mücadelede bağımsız en üst düzeyde kuruluş<br />

olarak kabul edilir.<br />

WADA tarafından 2003 yılında dopingle<br />

mücadelenin yasası olarak kabul edilen “Anti-<br />

Doping Code” tüm branşlarda, tüm sporcular<br />

için dopingle mücadeleyi düzenleyen kuralların<br />

SAYI 51<br />

37


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Spor müsabakaları eşit<br />

şartlarda mücadeleyi amaçlar.<br />

Doping spor ruhuna aykırıdır.<br />

ve yönetmeliklerin aynı olmasını sağlayan<br />

bildirgedir. Buna göre dopingin spor ruhuna<br />

aykırı olduğu vurgulanarak, sporcudan alınan bir<br />

test materyalinde yasaklanmış bir maddenin<br />

ya da yıkım ürünlerinin tespitinden, yasaklı<br />

madde veya yöntemin kullanılması veya<br />

kullanılmaya teşebbüs edilmesi, numune alım<br />

işlemini reddetmek veya bildirim sonrası<br />

kaçmak, yarışma dışı testler için sporcunun<br />

bulunabilirlik bildirimini yapmaması, doping<br />

kontrolü işlemlerinin herhangi bir kısmının<br />

değiştirilmesi veya teşebbüsü, yasaklı<br />

maddelere sahip olmak, doping yapmaya ya da<br />

teşebbüsüne yardımcı olmak, bu tür bilgileri<br />

gizlemek ve bildirmemek de dahil birçok<br />

madde kural ihlali olarak kabul edilerek doping<br />

sınıfına sokulmaktadır. Bu maddelerden en<br />

az birinin gerçekleşmesi doping suçu olarak<br />

kabul edilir. Doping maddelerinin ticaretini<br />

yapmak, uygulanmalarını kolaylaştırmak<br />

gibi bazı durumlar da doping suçu kapsamına<br />

sokulmuştur. Bu da olayın hukuksal boyutunu<br />

daha çok belirgin hale getirmiştir.<br />

Doping kontrol analizleri halen en sık olarak<br />

idrar örneklerinde yapılmaktadır. Yakın<br />

bir gelecekte doping kontrol analizlerinin<br />

daha hızlı ve kesin sonuç vermesi için, idrar<br />

örnekleri yerine kan veya benzeri diğer vücut<br />

materyali örneklerinin alınması ve bu işlemin<br />

yaygınlaşması planlanmaktadır.<br />

Bir laboratuvarın doping kontrol analizlerini<br />

yapabilmesi için WADA tarafından<br />

uygunluğunun kabul edilmiş ve onaylanmış<br />

olması gereklidir. Halen dünyada WADA<br />

tarafından akredite edilmiş laboratuar sayısı<br />

32’dir. 2011 Kasım ayında da “Ulusal Dopingle<br />

Mücadele Kuruluşu”nun oluşturulması<br />

sonrasında Türkiye, “Dünya Dopingle Mücadele<br />

Kurallarına” uyumlu ülkeler listesine alınmıştır.<br />

Doping yaptığı saptanıp onaylanmış sporcuya<br />

ilgili kuruluşlarca, kullanılan madde ve yöntemin<br />

cinsine göre farklı ağırlıkta ceza uygulanır.<br />

Genellikle ilk kez dopingli olduğu saptandığında<br />

sporcu 2 yıl spordan men, ikinci kez dopingli<br />

olduğu saptandığında ise ömür boyu spordan<br />

men cezası verilmektedir.<br />

“Gen dopingi” son dönemlerin önemli çalışma<br />

alanlarından biridir. Çeşitli hastalıkların<br />

tedavilerinde kullanılmak için üzerinde çalışılan<br />

çeşitli gen tedavilerinin sporda performans<br />

artırımı amacı ile kullanıma uygun olabileceği<br />

nedeni ile WADA yayınladığı yasaklı yöntemler<br />

listesine “gen dopingi”ni de almıştır. Şu anda<br />

geliştirilmiş gen tedavi yöntemlerinden en az<br />

üçünün sporda doping amaçlı kullanıma uygun<br />

olduğu söylenmektedir. Ancak “gen dopingi”ni<br />

saptamak için henüz herhangi bir rutin kontrol,<br />

tarama analizi uygulaması yoktur.<br />

Biyolojik Pasaport<br />

Son zamanlarda medyada da çok sık duyulan<br />

biyolojik pasaport; sporcuların kan ve idrar gibi<br />

biyolojik maddelerine ait değerlerin kaydedildiği<br />

ve profilinin çıkarılarak veri tabanına<br />

kaydedildiği bilgi bankası olarak düşünülebilir.<br />

Bu bir tür parmak izi gibi kişiye ait özelliklerdir.<br />

Düzenli yapılan kontrollerle bu değerlerde<br />

normal değerlere oranla bir sapma varsa sporcu<br />

incelemeye alınır. Numunelerde yasaklı madde<br />

saptanmadan da sporcunun doping yapıp<br />

yapmadığı ile ilgili karar verilebilir.<br />

Doping ile ilgili skandallar<br />

Ben Johnson, 1988 Seul Olimpiyatları’nda<br />

100 metre yarışında dünya rekoru kırmıştı.<br />

Ancak daha sonra doping yaptığı için madalyası<br />

geri alındı ve ikinci olan Carl Lewis’e verildi, tabii<br />

ki rekoru da iptal edildi. Daha sonra başka yasaklı<br />

maddeleri de kullandığını itiraf etmişti.<br />

Macar disk atıcısı Robert Fezekas 2004<br />

Olimpiyatları’nda erkekler rekorunu kırmıştı.<br />

Ancak daha sonra dopingle mücadele kuralları<br />

ihlali nedeni ile madalyası geri alındı. Rekoru<br />

iptal edildi.<br />

38<br />

SPORDA BAŞARI VE DOPİNG


1998 yılında Fransa Bisiklet Turu’nda İspanyol<br />

Festina Takımı’ndan Belçikalı sporcu doping<br />

ilaçları ile yakalandı. Olayın boyutları ve organize<br />

bir olay olarak değerlendirilmesi sonucunda<br />

doktoru ve teknik direktörü gözaltına alındı.<br />

Ancak tura katılan diğer takımların da organize<br />

bir şekilde dopinge bulaştığı tespit edildi. Bu<br />

olay WADA’nın kurulmasına yol açan olay olarak<br />

değerlendirilmektedir.<br />

Bisiklet sporcusu Lance Armstrong, Fransa<br />

bisiklet turunu 7 kez üst üste kazanmış,<br />

kanserle mücadelesi ile gönüllerde taht<br />

kurmuştu. Ara verdiği spora 2009 yılında<br />

döndü. 2012 yılında ABD Anti-Doping Ajansı<br />

(USADA), doping yaptığı gerekçesiyle Lance<br />

Armstrong’un 1 Ağustos 1998’den bu yana<br />

elde ettiği bütün başarılarla, 1999 ile 2005<br />

yılları arasındaki 7 Fransa Bisiklet Turu<br />

şampiyonluğunu elinden aldı ve sporcuya ömür<br />

boyu spordan men cezası verdi. Daha sonra<br />

bir programda Armstrong doping yaptığını<br />

itiraf etmişti.<br />

Süreyya Ayhan Kop; orta mesafe koşucusu.<br />

Dünya atletizm şampiyonasında finale kalmış<br />

ve Avrupa atletizm şampiyonasında 2002 yılında<br />

altın madalya kazanan ilk Türk sporcusudur.<br />

2004 yılında doping kontrolü yapmaya gelen<br />

görevlileri engellediği için 2 yıl ceza almıştır.<br />

2008’de yapılan kontrolde numunesinde yasaklı<br />

madde bulunması nedeni ile cezası CAS tarafından<br />

ömür boyu men olarak onaylanmıştır.<br />

Kırkpınar’da 2013 yılında 3 kez şampiyon olan Ali<br />

Gürbüz’ün örneklerinde yasaklı madde çıkması<br />

sonucunda ömür boyu sahip olduğu kemer geri<br />

alındı.<br />

Halil Mutlu, 3 kez Olimpiyat Şampiyonu, 5 kez<br />

Dünya Şampiyonu, 9 kez Avrupa Şampiyonu olmuş,<br />

52 kg, 54 kg ve 56 kg’da 20’den fazla dünya rekoru<br />

kırmıştır. 2005 yılında alınan numunenin pozitif<br />

çıkması sonucu 2 yıl ceza aldı.<br />

Ülkemizde Durum<br />

Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Dopingle<br />

Mücadele Komisyonu tarafından yapılan<br />

kontrollerin sonuçlarına göre; 2013 yılında kontrole<br />

alınan 1550 sporcudan 17’si (%1.09) Dopingle<br />

Mücadele Kural ihlali olarak işlem görmüştür.<br />

Bu rakamlar atletizmde 363’te 46 sporcu, (%12.7)<br />

halterde 313’te 47 sporcu (%15), güreşte ise 216’da<br />

22 sporcu (%10.2) olmuştur. Önemli bir ayrıntı da<br />

numunesi pozitif çıkan 33 sporcunun yaşının 18’in<br />

altında olması. Bunların 11’inin yaşları ise 15’ten<br />

küçük olarak bildirilmiştir.<br />

Futbolda bu oran %0.31 iken, basketbolda da %0.88<br />

olarak belirlendi.<br />

“Gen dopingi”<br />

son dönemlerin<br />

önemli çalışma<br />

alanlarından biri.<br />

SAYI 51<br />

39


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

Endüstrileşen<br />

spor, sporcuların<br />

ruh sağlığını da<br />

etkiliyor mu?<br />

Yeni Sporun<br />

Yeni Sporcuları<br />

Ünlü İngiliz iktisatçı Adam Smith, “Demiryollarının %5’i demirse %95’i<br />

insandır,” demiş. Peki ya spor, sizce yüzde kaçı insandır?<br />

40<br />

YENI SPORUN YENI SPORCULARI


X Yazı<br />

YRD. DOÇ. DR. PSIKOLOG<br />

OZANSER UĞURLU<br />

ODTÜ Psikoloji<br />

’89<br />

Stadyumlarda, salonlarda ya da televizyonun<br />

karşısında kadın ve erkeklerin rekabetini<br />

izliyor ve bundan keyif alıyor, iyi zaman<br />

geçiriyor, eğleniyor, üzülüyor ya da seviniyoruz.<br />

Peki ya o izlediğimiz insanlar, onlar neler<br />

yaşıyor, neler hissediyor? Uluslararası medya<br />

devi Eurosport “All Sports All Emotions” sözü ile<br />

sporun bir duygular bütünü olduğunu çok güzel<br />

özetliyor, çünkü insan duyguları ile var olan bir<br />

varlıktır.<br />

Performans söz konusu olduğunda elbette<br />

bütün mesele duygular değildir ancak duygular<br />

performans üzerinde önemli bir etkiye<br />

sahiptir; çünkü duygular düşüncelerimizi<br />

ve davranışlarımızı derinden etkiler. Örneğin;<br />

seyirci için rekabetin kazanılması mutluluk,<br />

kaybedilmesi mutsuzluk ile eşanlamlıysa<br />

desteklediği sporcu rekabeti kaybettiğinde<br />

seyirci kendisini mutsuz edene olumsuz anlamlar<br />

yükleyebilir, hatta düşman kesilebilir. Diğer<br />

taraftan sporcu için rekabetin sonunda kazanmak<br />

başarı hissi yaratırken, kaybetmek başarısızlık<br />

hissi yaratıyorsa, sporcu rekabeti kaybettiğinde<br />

kendisini değersiz görebilir ve anlamsızlık hissine<br />

kapılabilir. Ve işte sporun yüzde kaçının insan<br />

olduğu, bu noktada şekil almaya başlar.<br />

Kazanmak ya da Kaybetmek,<br />

Bütün Mesele Bu mu?<br />

Uzun yıllardır farklı yaş gruplarından farklı spor<br />

branşlarında profesyonel ve amatör sporcular ile<br />

çalışıyorum. Performanslarını psikolojik olarak<br />

nasıl yöneteceklerine dair onlara danışmanlık<br />

yapıyorum. Ve gördüm ki, spor sadece “spor”<br />

olduğunda sporcular psikolojik süreçleri<br />

başarıyla yönetebiliyorlar. Kendilerine hedefler<br />

koyup, hatalarından dersler çıkartabiliyor<br />

ve süreci bir gelişim evresine dönüştürebiliyorlar.<br />

Ancak ne zamanki spor artık bir “iş” haline<br />

geliyor, aldıkları her sonuç birer rakama<br />

dönüşüyor, kazandıkları madalyalar<br />

ve kaldırdıkları kupalar “başarı” için belirleyici<br />

bir kritere dönüşüyor, işte o zaman “kazanmak”<br />

ya da “kaybetmek” psikolojilerinde derin yaralar<br />

açan kırılma noktaları haline gelebiliyor.<br />

O yüzdendir ki, yeni “spor” sporcudan daha fazla<br />

“kazanmasını” istedikçe, sporcu başarıyı daha<br />

fazla kupa ve madalya ile ölçen bu sistemin içinde<br />

insan olmaktan çıkıp, makineye dönüşüyor. Belki<br />

artan doping ve şike vakaları bu yüzden çoğalıyor.<br />

Çünkü herkes “kazanmak” istiyor. Oysa sporda<br />

kaybetmek ve kazanmak, başarılı olmak ya<br />

da olmamak anlamına gelmez. Çünkü sporun<br />

kendisi, kendi başına bir başarıdır zaten; çünkü<br />

rekabet için meydana çıkmak başlı başına bir<br />

hayata meydan okumadır ve bu meydan okuma<br />

bir canlının varoluşu için baştan sona büyük bir<br />

başarıdır.<br />

Ne zaman spor artık<br />

bir “iş” haline geliyor,<br />

her sonuç birer<br />

rakama dönüşüyor.<br />

Performansı; hedefe yürünen yoldaki<br />

davranış, düşünce ve duyguların tamamı ile<br />

elde edilen sonucun toplamı oluşturur. Sportif<br />

performansın günümüz modern yaşamında<br />

her açıdan ele alındığı, ölçüldüğü ve üzerinde<br />

manipülasyonlar yapılabildiği bir zaman<br />

diliminde yaşıyoruz ancak performansın<br />

tutku, anlam ve doyumla yoğurulmadan,<br />

hayatın içerisinde sadece rakamsal ifadeler<br />

halinde kalması bizi insan olmaktan çıkaran<br />

bir yaklaşım yaratıyor.<br />

Sporun insanca kalabilmesi için başarının<br />

tanımını insandan ve onun varoluşundan<br />

uzaklaştırmamamız gerekiyor. Çünkü insan<br />

makine değildir ve ondan bir makinenin<br />

üretimini beklemek haksızlık olacaktır;<br />

hele de hayata meydan okuyup sahalara çıkan<br />

bir sporcudan hep kazanmasını beklemek,<br />

ne insanca bir yaklaşımdır ne de insana<br />

yakışır. Bırakalım spor, hem aktörleri hem<br />

de izleyicileri için hayata keyif katan, tutku,<br />

anlam ve doyumla var olabilmek için bir fırsat<br />

olsun.<br />

SAYI 51 41


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

Krizlerden<br />

Etkilenmeyen<br />

Ekonomi<br />

“Bir spor kulübü nasıl gelir kazanıyor olmalı ki<br />

bir oyuncu için bu parayı verebiliyor?”<br />

X Yazı<br />

YRD. DOÇ. DR. BÜLENT ANIL<br />

ODTÜ Sosyoloji<br />

’99<br />

BAU İktisadi ve İdari<br />

Bilimler Fakültesi<br />

Ekonomi<br />

Öğretim Üyesi<br />

Gareth Bale’e ödenen<br />

yaklaşık 100 milyon<br />

Avro, futbolla ilgisi<br />

olsun olmasın, her kesimden<br />

insanın konuştuğu bir konu<br />

haline geldi. “100 milyon<br />

Avro eder mi?” merkezli<br />

tartışmaların yanı sıra,<br />

piyasada daha pahalı olduğu<br />

kabul edilen Messi veya<br />

Ronaldo’nun kaç milyon<br />

Avro edeceğini hesaplayanlar<br />

oldu. Amatör bir oyundan<br />

bir endüstri haline evirilen<br />

futbol, 2015’de 145 milyar<br />

Dolara ulaşması beklenen<br />

toplam geliri, yılda ortalama<br />

%4’lük büyümesi ve diğer<br />

sektörlere oranla ekonomik<br />

krizlerden daha az etkilenmesi<br />

ile küresel ekonomide aktif bir<br />

oyuncu olma yolunda ilerliyor.<br />

“Bir spor kulübü nasıl gelir<br />

kazanıyor olmalı ki bir oyuncu<br />

için bu parayı verebiliyor?”<br />

sorusunu bu yazının merkezine<br />

alarak, spor endüstrisine bir<br />

ışık tutmaya çalışalım.<br />

Bir kulübün gelir kalemleri<br />

içerisinde en önemli yeri yayın<br />

gelirleri kaplıyor. Yayını talep<br />

eden izleyici sayısı, bu gelirlerin<br />

büyüklüğünü de belirliyor.<br />

Öyle ki, kulüpler ülke dışında da<br />

tanınırlıklarını artırarak bu<br />

talebi de artırmaya çalışıyorlar.<br />

Manchester United, Real<br />

Madrid, Barcelona gibi takımlar<br />

Uzakdoğu turnelerine çıkarak<br />

hem kendi markalarının<br />

tanıtımını yapıyorlar hem de<br />

oynadıkları ligin seyredilme<br />

oranını, dolayısı ile de yayın<br />

gelirlerini artırmış oluyorlar.<br />

Kuzey Amerika’da popülerlik<br />

oranında üçüncü sırada bulunan<br />

Amerikan Profesyonel Basketbol<br />

Ligi (NBA) yayın gelirleri,<br />

uluslararası yayın anlaşmaları<br />

sayesinde ciddi gelir artışı<br />

sağlayarak ikinci sıradaki (ve<br />

uluslararası düzeyde fazla rağbet<br />

görmeyen) beyzbol gelirlerine<br />

yaklaşmaya başladı. Bunu örnek<br />

alan Amerikan Ulusal Futbol<br />

Ligi de 2007’den itibaren<br />

Londra’da karşılaşmalar<br />

düzenlemeye başladı. Üstelik bu<br />

uluslararası açılım, artan yayın<br />

gelirleri dışında, seyredilen<br />

ülkelerdeki ürün satışları ile de<br />

ekstra gelir kapısı anlamına<br />

geliyor. Türkiye Futbol Ligi de,<br />

her ne kadar uluslararası<br />

düzeyde az izleyiciye hitap<br />

42<br />

KRIZLERDEN ETKILENMEYEN EKONOMI


Bir endüstri haline gelen futbol, küresel<br />

ekonomide aktif bir oyuncu olma yolunda.<br />

ediyor olsa da, kendi içinde<br />

hızla artan bir yayın gelirine<br />

sahip. En son 2010 yılında<br />

yapılan yayın ihalesi 321 milyon<br />

dolara alıcı buldu. Uluslararası<br />

izlenirlik bu rakamın daha da<br />

yükseklere çekilmesinde en<br />

önemli faktör gibi görünüyor ki<br />

son dönemde sıkça duyulan<br />

“ligin marka değerinin<br />

yükseltilmesi” tartışmaları da<br />

buna işaret ediyor.<br />

“Marka değeri” tartışması,<br />

dolaylı yoldan da olsa,<br />

yayın gelirlerinin dağılımı<br />

tartışmasına da ışık tutmakta.<br />

Farklı ülkeler farklı modeller<br />

oluşturarak bu geliri<br />

katılan takımlar üzerinde<br />

paylaştırıyorlar. Buradaki<br />

temel ayrım, ligin marka<br />

değerini artıran faktörlerin<br />

belirlenmesinde ortaya çıkıyor.<br />

“Ligin marka değeri, gelirlerin<br />

daha eşit paylaşıldığı daha<br />

rekabetçi bir lig ile mi artar,<br />

yoksa uluslararası arenadaki<br />

başarılarla mı?” sorusu bu<br />

noktada önem kazanıyor.<br />

Türkiye’nin de içinde<br />

olduğu bir grup, gelirlerin<br />

önemli bir kesimini marka<br />

değerinin temel taşı olarak<br />

gördüğü kulüpler arasında<br />

dağıtıyor. Türkiye’de 4 kulüp<br />

(Fenerbahçe, Galatasaray,<br />

Beşiktaş ve Trabzonspor) yayın<br />

gelirlerinin üçte birinden<br />

fazlasını alıyorlar. Bu dağılımın<br />

altında, bu kulüplerin getirdiği<br />

pahalı yabancı futbolcular ve<br />

bu futbolcularla kazanılan<br />

uluslararası düzeydeki<br />

başarılar ligin marka değerini<br />

ve tanınırlığını artırıyor<br />

varsayımı yatıyor. Son yıllarda,<br />

bu görüşe karşıt olarak, yayın<br />

gelirlerinden daha fazla pay<br />

alan diğer 14 takımın güçlü<br />

ekipler kurarak rekabeti<br />

artırdığı ve uluslararası<br />

arenadaki sürdürülebilir<br />

başarının bu sayede sağlandığı<br />

iddiası da yüksek sesle dile<br />

getirilmeye başlandı.<br />

Uluslararası arenadaki<br />

rekabetten bahsederken<br />

yabancı sınırlamasına da<br />

değinmeden geçmemek gerekir.<br />

Yabancı oyuncu sayısındaki<br />

sınırlama yerli oyuncuların<br />

fiyatlarının artmasına neden<br />

olurken, savunucuları milli<br />

takıma oyuncu yetişmesini<br />

desteklemek amacı ile bu<br />

kuralın yanında olduklarını<br />

iddia ediyorlar. Bu görüşün<br />

karşısında ise yabancı<br />

oyuncu sınırlamasının<br />

kulüp takımlarının aleyhine<br />

çalıştığını, yükselen yerli<br />

oyuncu maliyetleri nedeni ile<br />

hem giderlerin arttığını hem de<br />

kalitenin düştüğünü ve kulüp<br />

takımları için uluslararası<br />

rekabette bir dezavantaj<br />

oluştuğunu iddia edenler<br />

yer alıyor. Son dönemde,<br />

sınırlamak yerine ekstra<br />

yabancı oyuncuya ekstra vergi<br />

uygulaması da spor çevrelerinde<br />

dillendirilmeye başlandı.<br />

SAYI 51 43


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

varlığının şehre kattığı ekonomik ve sosyal artı<br />

değeri gerekçe olarak gösterirken, karşı çıkanlar<br />

bu spora ilgi duymayanların vergilerinin bu<br />

stadyumların yapımında kullanılıyor olmasının<br />

adil olmadığını savunuyorlar.<br />

Yayın gelirlerinden sonraki en önemli gelir<br />

kalemi maç günü gelirleri. Bu gelirler bilet parası<br />

ve stadyumda yapılan alışverişleri içeriyor.<br />

Bu gelirlerin büyüklüğü stadyumun kalitesi ve<br />

büyüklüğü ile de doğru orantılı olduğundan her<br />

takım stadyumunu yenilemek, büyütmek ve<br />

teknolojik hale getirmek için elinden geleni<br />

yapıyor. Türkiye’de stadyumların hepsi yasa<br />

gereği Gençlik ve Spor Müdürlüğü’ne ait<br />

ve kulüpler uzun süreli kiralama yoluyla işletim<br />

haklarına sahip oluyorlar. Avrupa’da kamuya ait<br />

stadyumlar olabileceği gibi kulüplerin kendi<br />

stadyumları da olabiliyor. Kuzey Amerika’da ise<br />

stadyumlar kulübün varlığı olmakla birlikte<br />

yapımında yerel idarelerin önemli katkısı söz<br />

konusu. Bu konuda ciddi tartışmalar da<br />

dönmekte. Örneğin, 1980’lerde Atlanta Braves<br />

beyzbol takımının, kulübü başka bir şehre<br />

taşımakla tehdit edip, Atlanta yerel<br />

yönetiminden kendisine yeni bir stadyum<br />

yapmasını talep ettiği, Atlanta yerel<br />

yönetiminin de 1996 olimpiyatları için yapılan<br />

stadı (Turner Field) Atlanta Braves’e bırakmak<br />

karşılığında takımı Atlanta’da tuttuğu söylenir.<br />

Geçtiğimiz senelerde benzeri bir durum Seattle<br />

için de yaşanmıştı. Seattle yerel yönetimi yeni bir<br />

basketbol salonu yapma ve bunu kulübe bırakma<br />

önerisini reddettiği için Seattle Supersonics NBA<br />

takımı Seattle’ı bırakıp Oklahoma’ya (Oklahoma<br />

Thunders) yerleşti. Yerel yönetimin katkı<br />

yapmasını savunanlar profesyonel bir takımın<br />

Gelirlerdeki üçüncü büyük kalem, ürün<br />

satışından elde edilen gelirler. Bu gelir grubu<br />

hem dünyada hem de Türkiye’de gittikçe artan bir<br />

öneme sahip olmaya başlamış durumda. Taraftarı<br />

heyecanlandıran transferler forma satışlarında<br />

öylesine bir artışa sahip oluyor ki kimi zaman bu<br />

forma satışlarından gelen gelir bir futbolcunun<br />

transfer bedelini ödeyebiliyor bile. Real Madrid<br />

ve Manchester United takımlarının Uzakdoğu<br />

seyahatlerinin, bu ülkelerdeki pazara girme<br />

anlamı taşıdığı biliniyor. Çinli Yao Ming adlı<br />

NBA oyuncusunun Houston Rockets tarafından<br />

1. sırada seçilmesinin de benzeri kaygılarla<br />

yapıldığına dair söylentiler zamanında NBA<br />

çevrelerinde sıkça dile getirilmişti.<br />

Yayın gelirlerinden<br />

sonraki en önemli<br />

gelir kalemi maç günü<br />

gelirleri.<br />

İzleyici yayını ve takım ürünlerini talep ederek<br />

bu gelirlere katkı yapmış oluyor. Türkiye ve<br />

Avrupa’daki izleyici için aidiyet merkezli taraftar<br />

profili öncelikli görülüyor. Endüstrinin büyümesi<br />

ile birlikte kulüpler/ligler bunun dışındaki<br />

izleyiciyi de hedeflemeye başladılar. ABD’nin<br />

gelmiş geçmiş en fazla seyirci çeken programları<br />

listesinde her zaman Amerikan Futbol Ligi<br />

finallerinin olması, oyunun herkes tarafından<br />

takip edilen bir eğlenceye dönüştüğünün de<br />

kanıtı. Öyle ki, firmalar sadece o gün için özel<br />

ve eğlenceli TV reklamları hazırlıyorlar ve<br />

sporun kendisi ile ilgilenmeyen insanları bile<br />

o gün için TV başına çekmeyi başarabiliyorlar.<br />

“Taraftar” kavramı yerini tüketiciye bırakmaya<br />

başlıyor ki, bu dönüşüm oyunun dinamiklerini de<br />

etkileyecekmiş gibi görünüyor.<br />

44<br />

KRIZLERDEN ETKILENMEYEN EKONOMI


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

“Böyle Bir Sevmek<br />

Görülmemiştir” *<br />

Bir takımın taraftarı olmanın nedenlerini bilimsel bir çerçevede izah etmek,<br />

akla uygun sebepler bulmak kolay değildir. Ama her durumda işin arkasında<br />

karşılıksız bir sevgi hali yatmaktadır.<br />

X Yazı<br />

KIVANÇ KOÇAK<br />

V İllüstrasyon<br />

TURGUT YÜKSEL<br />

*Attila İlhan<br />

Öyle ya da böyle hepimiz hemen her zaman bir<br />

şeyin taraftarı oluyoruz; görüşün, ideolojinin,<br />

rengin, müzik grubunun... Akla gelebilecek<br />

her şeyde mevcut taraf olmak. Otomatik<br />

olarak kendi karşıtını yaratan taraf tutmanın<br />

en göze battığı hallerden birisi de şüphesiz,<br />

bir takımın taraftarı olmak. Nasıl olmasın<br />

ki? Stadyumlarda ya da takımınızın maçını<br />

seyretmek için evde arkadaşlarınızla bir araya<br />

geldiğinizde sizin gibi düşünmeyenleri, sizin<br />

tarafınızda olmayanları, “karşıtları” en net<br />

şekilde görebiliyor, cisimleştirebiliyorsunuz:<br />

Oradan birileri sizin en kıymetlinize ağız<br />

dolusu küfür ediyor, şuradan birisi ne kadar<br />

kötü bir takım olduğunuzu haykırıyor,<br />

arkalardan takımınızın aleyhinize yapılmış bir<br />

beste söyleniyor hep bir ağızdan...<br />

Bir takımın taraftarı olmanın nedenlerini<br />

bilimsel bir çerçevede izah etmek, akla uygun<br />

sebepler bulmak kolay değildir. Her durumda işin<br />

arkasında karşılıksız bir sevgi hali yatmaktadır.<br />

Siz takımınız için her şeyinizi verebilirsiniz<br />

ama karşılığında şampiyonluk garantisi<br />

bekleyemezsiniz; bulduğunuz gözyaşı, hüzün,<br />

mağlubiyetin kekre tadı olur. Arada sırada gelen<br />

başarılarla avunmayı öğrenmek kadar, daha<br />

iyisini isteme hakkını şuursuzca da olsa kendinde<br />

görmektir bir takımın taraftarı olmak. Bir<br />

yandan kendini çok önemsemek ama öte yandan<br />

aslında etkinin zayıflığını fark etmektir: Sonuçta<br />

kupayı getirecek golü, taraftar atacak değildir,<br />

stadın yıkılıp yenisinin yapılmasına kararı<br />

yöneticiler verir, transfer komitelerinde taraftar<br />

temsilcisinin varlığı pek görülmüş şey değildir!<br />

46<br />

“BÖYLE BİR SEVMEK GÖRÜLMEMİŞTİR”


Geleneksel taraftarı,<br />

holiganlardan ayıran<br />

çizgi neresi?<br />

Peki geleneksel taraftarı, holiganlardan ayıran<br />

çizgi neresi? Gündüz Vassaf, bir yazısında<br />

holigan kavramının sözlüklere ilk kez 1900’lerin<br />

başında girdiğini anlatır: “Sözcüklere ilk olarak<br />

1898’de girmiş. Londra’da yaşayan, gittikleri<br />

yerde içip içip kavga çıkaran İrlandalı bir ailenin<br />

adı. Bay ve Bayan Hooligan’ın çocuklarının<br />

adı bir kere kavgacıya çıkınca artık hangi<br />

meyhanede bir olay çıksa ‘Hooliganlar’ın<br />

işi’ diye bilinmeye başlamış.” Literatürde bu<br />

anlatının doğruluğu net değil ama her halükârda<br />

işin içinde “kavga” olduğu kesin. Zaten holigan<br />

kültürünün ayrılmaz parçası, taraftarı olunan<br />

takımın rakiplerinden daha güçlü ve üstün<br />

olduğunu fiziksel olarak da kanıtlamak.<br />

Bunu göstermenin en kestirme yolu da rakip<br />

taraftarları öldüresiye dövmek, onlar üzerindeki<br />

tahakkümü açıkça ortaya koymak. Kışın<br />

ayazında, yağmurun altında, sıradan taraftarlar<br />

evlerinde bile üşürken üstleri çıplak, çoğu zaman<br />

alkollü şekilde tribünleri doldurup girişilen güç<br />

gösterisi “sert adamların” yaptığı bir fiziksel<br />

üstünlük şovu aslında. Takımları için canlarını<br />

verme noktasına gelen çoğu holiganın, sahada<br />

oynanan maçla neredeyse hiç ilgilenmiyor<br />

oluşuysa büyük paradokslardan biri!<br />

kültürel ve sosyal programlarla holiganlığın<br />

altyapısı çökertilmeye çalışılıyor. Sosyolojik ve<br />

kültürel açıdan çoklukla az gelirli ya da işsiz,<br />

reaksiyoner milliyetçi damara çok yakın duran,<br />

kendilerini sadece bir futbol takımı kimliğiyle<br />

ifade edebilen insanların spora/futbola bir<br />

eğlence, oyun olarak bakabilmelerini sağlamak<br />

kolay değil ve fakat kararlı bir mücadeleyle,<br />

özellikle sahici bir futbol kültürü yaratarak hiç<br />

olmayacak şey de değil (özellikle Almanya’da<br />

kulüplerin ve federasyonun işbirliğiyle ortaya<br />

çıkarılan programlar bu anlamda ders olacak<br />

nitelikte).<br />

Kabul etmesi zor gibi gözükse de holiganlık işin<br />

özünde bir “sevme biçimi”. Ancak her “şiddetli”<br />

sevme biçiminde olduğu gibi sağlıklı ve doğru<br />

olduğunu söylemek zor. Zira bilinir, şiddetli sevgi<br />

hem karşındaki boğar hem akıl tutulmasına<br />

götürür hem de “güzel” sevmenin önündeki en<br />

büyük engeldir. Çünkü aslında -her ne kadar aksi<br />

iddia edilse de- tamamen ben-merkezcidir. Oysa<br />

“ben yoksam takım da yok” diyenler unutulur<br />

ya da sevdadan yorgun düşerken, mesela 40 yıldır<br />

Vefa’nın hiçbir maçını kaçırmayan Melkon Amca<br />

gibi, Şekersporlu Bruno gibi sahici taraftarlar artık<br />

takımın kimliğinin de bir parçasıdır. Sayıları az da<br />

olsa; “başarıyı”, kupaları bir türlü göremeseler de...<br />

Bugün tüm dünyada futboldaki holiganizmle<br />

mücadele çok ciddiye alınıyor; kampanyalar<br />

yapılıyor, yasal düzenlemeler hayata geçiriliyor,<br />

SAYI 51<br />

47


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Bize FREE projesini ve nasıl<br />

yola çıktığını anlatır mısınız?<br />

Futbol Avrupa’nın<br />

Ortak Dili Olabilir mi?<br />

FREE (Football Research in an Enlarged Europe),<br />

Avrupa sathında bir futbol kimliğinden bahsedilip<br />

bahsedilemeyeceğini araştıran bu kadar kapsamlı<br />

ilk futbol araştırması. Proje fikrini tasarlayan ODTÜ<br />

Avrupa Çalışmaları Merkezi’nden Doç. Dr. Özgehan<br />

Şenyuva ve Doç. Dr. Başak Zeynep Alpan ile projeyi ve<br />

futbolun büyüsünü konuştuk...<br />

Başak Zeynep Alpan:<br />

Her şey 2008 yılında başladı.<br />

Ben doktora yapıyordum.<br />

Özgehan da Edinburgh’de post<br />

doktora. Profesör Alfred Sontag<br />

ile futbolla kimlik meselesini<br />

birleştiren bir proje hazırlayıp<br />

AB’nin Yedinci Çerçeve<br />

Programı’na sunmayı konuştuk.<br />

Özgehan Şenyuva: 2009<br />

sonunda ilk başvurumuz<br />

reddedilmişti. Ondan sonraki<br />

çağrıya daha güçlü ve büyük<br />

bir ekiple başvurduk ve kabul<br />

edildi. FREE Projesi 8 ülkeden<br />

-Polonya, Fransa, Birleşik<br />

Krallık, İspanya, Danimarka,<br />

Avusturya, Almanya, Türkiye-<br />

10 kurumla yürütülüyor.<br />

Temel olarak 4 sosyal disiplini<br />

bir araya getirmesi önemli.<br />

Antropoloji, sosyoloji, siyaset<br />

bilimi ve yönetişim ve tarih.<br />

Her biri kendi disiplini<br />

çerçevesinde Avrupa’da Futbol<br />

konusunda çalışıyor. FREE<br />

Projesi Avrupa çapında bu<br />

kadar çok ülkenin dahil olduğu,<br />

bu kadar kapsamlı ilk futbol<br />

araştırma projesi.<br />

Futbol kimliğin bu kadar<br />

belirleyici bir parçası mı?<br />

Futbolda biz neleri görünür<br />

kılıyoruz ki futbol böyle bir<br />

araştırma konusu oluyor?<br />

Özgehan Şenyuva: Avrupa’da<br />

bir futbol kimliği olduğu<br />

düşüncesinden yola çıkarak<br />

başladık. Çünkü Soğuk Savaş’ın<br />

sona ermesiyle Avrupa<br />

coğrafyası genişledi. Çoğu kişi<br />

bilmez mesela, logosunda<br />

Avrupa haritası taşıyan tek<br />

48<br />

FUTBOL AVRUPA’NIN ORTAK DILI OLABILIR MI?


kuruluş UEFA’dır. Sınırları en<br />

geniş olan Avrupa coğrafyası da<br />

UEFA üzerinden kurulur.<br />

Avrupa futbol kimliğinin<br />

oluşmasında kuşaklar arasında<br />

bir bağ var. Büyükbaba ya da<br />

büyükanneden torununa geçen<br />

bir miras var. O takımı aile<br />

7 cettir tutuyor ve aralarında<br />

konuşacak bir konu oluyor.<br />

Soğuk Savaş döneminde bile,<br />

Demirperde’nin iki tarafında<br />

ekonomik ve siyasi ilişkiler<br />

sınırlanmışken, maçlar devam<br />

etmekteydi. Avrupa<br />

şampiyonalarına iki tarafın<br />

takımları da katılmaktaydı.<br />

‘80’lerde Dinamo Kiev için uzay<br />

futbolu oynuyor denirdi ve<br />

Batı’da da Dinamo Kiev<br />

taraftarları ve hayranları vardı.<br />

Soğuk Savaş döneminde futbol<br />

dışında olamayacak bir<br />

etkileşim, ortak kültür ve tarih<br />

yaratma süreci vardı.<br />

Başak Zeynep Alpan:<br />

ODTÜ’nün katkıda bulunduğu<br />

iki çalışma paketi var. Biri<br />

futbol antropolojisi. Öteki de<br />

futbolun kadınlaşması. Bundan<br />

hem kadın taraftarların<br />

çoğalmasını hem de kadın<br />

futbolunu anlayabiliriz. Alan<br />

çalışmasını futbol antropolojisi<br />

üzerinden yapıyoruz. Projenin<br />

en temel derdi şu: Acaba<br />

Avrupa düzeyinde bir futbol<br />

algısı, bir futbol kimliği, bir<br />

futbol kamusal alanı var mı?<br />

Nisan ayında ODTÜ’de<br />

düzenlenecek uluslararası<br />

konferansta futbol ve kamusal<br />

alan meselesini düşüneceğiz<br />

örneğin. Akademik çevrede,<br />

özellikle İngiliz akademisinde<br />

futbol denilince, akla ilk gelen<br />

Rastgele iki<br />

Avrupalıyı<br />

yan yana<br />

getirdiğinizde,<br />

paylaştıkları<br />

şey futbol<br />

olabilir mi?<br />

şey futbol -şiddet, futbolholiganizm<br />

ilişkisi ve futbolun<br />

endüstrileşmesi. Ki bütün<br />

bunlar yanlış değil, ama futbol<br />

sadece bunlardan ibaret değil.<br />

Özgehan’ın demin bahsettiği<br />

kuşaklar arası belli bir iletişimi<br />

sağlayan, bir ülkeye gittiğinizde<br />

kimseyi tanımıyorken bir bara<br />

gidip üzerine insanlarla<br />

en fazla sohbet edebileceğiniz<br />

konudur futbol. Ayrıştırıcı<br />

ve birleştirici bir gücü var<br />

insanlar üzerinde. Futbol<br />

antropolojisi çalışma paketinde<br />

bunu anlamaya çalışıyoruz.<br />

Bunu da taraftar gözlemek<br />

yoluyla yapıyoruz.<br />

İki sezondur Gençlerbirliği<br />

maçlarına gidiyoruz. Kimliklerin<br />

dönüşümünde ve iç içe<br />

geçmesinde, bireylerin<br />

aidiyetlerinde ve ilişkilerinde<br />

futbol acaba ne derece rol<br />

oynuyor? Üstelik bu sadece<br />

bir özsel kimlik meselesi değil.<br />

Yani Türkiye’de doğup Türkiyeli<br />

olmak gibi bir şey değil. Biraz da<br />

seçilmiş bir kimlik aslında.<br />

Örneğin Gençlerbirliği kimliği<br />

seçilmiş bir kimlik. Şiddete,<br />

cinsiyetçi küfürlere karşılar,<br />

kendilerini bu şekilde<br />

tanımlıyorlar. Acemi hakem<br />

diyorlar mesela en fazla.<br />

Özgehan Şenyuva: Avrupa<br />

çalışmalarında hep eksik kalan<br />

bir alan, Avrupalı kimliği. Yani<br />

Avrupalıları bir araya getiren,<br />

Avrupalıyı tanımlayan nedir?<br />

Türkiye olarak bu tartışmanın<br />

tam göbeğindeyiz. Dinsel<br />

anlamda bir tartışma var, kültürel<br />

ve tarihsel anlamda bir tartışma<br />

var, coğrafi anlamda bir tartışma<br />

var. Avrupa nerede başlar nerede<br />

biter? Bizi onlardan ayıran<br />

nedir sorusunu bir türlü tam<br />

cevap veremediğimiz bir alan.<br />

Avrupa geleneği olarak ne var<br />

mesela? Rastgele iki Avrupalı’yı<br />

yan yana getirdiğiniz zaman<br />

ortak değerleri ne? Futbol<br />

bunun bir cevabı olabilir mi?<br />

Yani rastgele iki Avrupalı’yı yan<br />

yana getirdiğinizde, tarihsel,<br />

geleneksel olarak paylaştıkları<br />

şey futbol olabilir mi? 2000’li<br />

yıllarla beraber futbol makul<br />

bir cevap olabilir. Avrupa’da<br />

futbolcu hareketliliği muazzam<br />

rakamlara ulaştı. Her takımda<br />

farklı milliyetlerden insanlar<br />

bulabiliyorsunuz.<br />

SAYI 51 49


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Futbol,<br />

beraberliğin<br />

olduğu ender<br />

sporlardan<br />

biri. Bu da<br />

hayatın güzel<br />

bir yansıması.<br />

Futbol öyle bir spor ki, futbolu<br />

sevmeyen bile yarım saat niye<br />

sevmediğini anlatabiliyor.<br />

Yani sevmeyenin bile futbol<br />

hakkında geniş bir haznesi<br />

vardır niye sevmediğine dair.<br />

Avrupa sathında seyredilen<br />

ve kendi popüler kültürünü<br />

icat eden, etki alanı gittikçe<br />

genişleyen bir şeyden<br />

bahsediyoruz. Bu durum bize<br />

ne söylüyor?<br />

(http://www.free-project.eu)<br />

Seyircilerin hareketliliği<br />

çok arttı. Artık 7-8 tane<br />

lig Türkiye’de canlı<br />

yayınlanabiliyor. Yani zaman<br />

ve mekan sınırları kırıldı.<br />

Bu da bir taraftar hareketliliği<br />

sağladı. Sınır ötesi taraftarlık<br />

olmasa bile sempati yarattı.<br />

Üçüncü bir değişken de<br />

düzenlenen organizasyonların<br />

çok daha geniş kapsamlı olması.<br />

Etkileşim sayısı ve yoğunluğu<br />

arttı. Norveç’ten bir takım<br />

çıktığında kapalı kutu derdik<br />

eskiden, şimdi o takım 3 Türk<br />

takımıyla maç yapabiliyor.<br />

Düzenlenen organizasyonların<br />

sayısı ve yoğunluğu arttığı için<br />

Avrupalı kimliğinde futbolun<br />

önemi arttı.<br />

Yabancı tanımını ve onunla<br />

girilen ilişkiyi de değiştirdi<br />

mi peki bu durum?<br />

Özgehan Şenyuva:<br />

Bizim argümanlarımızdan<br />

biri de bu; evet değiştirdi.<br />

Çünkü maç yoğunluğu,<br />

futbolcu hareketliliği, taraftar<br />

hareketliliği artınca bu gevşeme<br />

çok kimlilik yaratmaya<br />

başladı. Öğrencilere, mülakat<br />

yaptığımız kişilere soruyoruz,<br />

hangi takımı tutuyorsunuz diye,<br />

Gençlerbirliği, Fenerbahçe vs<br />

takımlar söyleniyor. Almanya’da<br />

hangi takımı tutuyorsunuz<br />

dediğimizde %70’i cevap veriyor.<br />

İspanya’dan da bir takım<br />

tutuyor. Sadece “tutmanın<br />

şiddeti” değişiyor. Mesela<br />

kombine almıyor, kulüp<br />

üyesi olmuyor. Ama maçları<br />

hiç kaçırmıyor. En azından<br />

sonucunu takip ediyor.<br />

Avrupalılar kamusal alanda<br />

ne konuşuyor? Avrupa<br />

Parlamentosu oturumu<br />

izlenmiyor. Ama salı ve<br />

çarşamba gecesi Şampiyonlar<br />

Ligi gecesi, bütün ülkelerde<br />

izleniyor. Bir güzel tarafı da<br />

bu, Şampiyonlar Ligi’nde<br />

kendi takımı oynamasa bile,<br />

bir futbol şenliği, Avrupa<br />

şenliği. İcat edilmiş bir gelenek<br />

(invented tradition) var artık.<br />

Şampiyonlar gecesi müziğini<br />

Avrupa’da herkes tanıdı. Bir<br />

Asyalı’ya bir şey ifade etmiyor<br />

belki, ama Avrupa’da o 3-5<br />

saniyelik müziği duyduğumuzda<br />

hepimizin aklına Şampiyonlar<br />

Ligi ve maç geliyor.<br />

Başak Zeynep Alpan: Bize<br />

söylediklerinden biri şu. Bir<br />

geleneğin icad edilmiş olması<br />

onun kıymetinden ya da çok<br />

kullanılır olmasından<br />

ya da iletişim sağlamasından<br />

herhangi bir şey götürmüyor.<br />

Bence bu açıdan futbolun<br />

en önemli kudreti bunun ucu<br />

açık bir süreç olması. Belli<br />

kimliklerle doğuyoruz, ama<br />

bu değişecek bir şey. Futbol<br />

milliyetçiliğin, şiddetin<br />

karşısında da durabilir.<br />

Cinsiyetçiliğin karşısında da<br />

durabilir. Dönüştürücü bir<br />

kudreti var futbolun. Eğer böyle<br />

bir kamusal alan yaratıyorsa,<br />

böyle bir iletişime sebep<br />

oluyorsa, bu her zaman için<br />

özgürleştirici de olabilir.<br />

Genişletilmiş Avrupa<br />

ölçeğinden bakıldığında,<br />

futbol dışında bu kadar söz<br />

üretebilen başka ne var?<br />

Özgehan Şenyuva: Avrupa’ya<br />

özgü Eurovizyon şarkı<br />

yarışması için çok deneyler<br />

yapıldı. Ama dikkat edin<br />

Eurovizyon’a katılmayan birçok<br />

ülke var artık. Türkiye<br />

3 yıldır katılmıyor, çoğu<br />

50<br />

FUTBOL AVRUPA’NIN ORTAK DILI OLABILIR MI?


insanın umurunda değil.<br />

Sıkıyorsa Türkiye, Şampiyonlar<br />

Ligi’ne katılmıyor densin<br />

bakalım. Yakarlar orayı.<br />

Mesela AB’ye duyulan güven<br />

sürekli düşüşte. Üye olalım mı<br />

olmayalım mı diye bir tartışma<br />

var. Ama mesela Avrupa<br />

değil de Asya Şampiyonası’na<br />

katılalım diye bir tartışma<br />

kesinlikle yok. Yani siyaset<br />

üzerinden Avrupalı kimliğimiz<br />

tartışılırken, futbol üzerinden<br />

böyle bir tartışma yok.<br />

Futbolun neden böyle bir gücü<br />

var?<br />

Özgehan Şenyuva: Küresel<br />

olarak bu kadar gücünün<br />

olmasının temelindeki<br />

nedenlerden biri, bence en<br />

basit oyunlardan biri olması.<br />

Yani 10-15 tane kuralı var<br />

temelde. Çok komplike bir oyun<br />

değil futbol. İkincisi herkesin<br />

her yaşta oynayabileceği bir<br />

oyun. Evde çoraptan top yapıp<br />

oynayabiliyor insanlar.<br />

Uzun, kısa, zayıf, şişman<br />

ya da yetenekli olup olmamanız<br />

bile fark etmez oynamak için.<br />

Kolay bir özdeşleşme var.<br />

Kobe Bryant’la kendimi asla<br />

özdeşleştiremem mesela.<br />

Bir basket maçında; “Ben<br />

olsam smacı basardım,”<br />

diye hissetmezsiniz. Ama<br />

futbol maçı izlerken, ben bile<br />

atardım, dersiniz. Futbol feci<br />

şekilde hayata benziyor. Hiç<br />

beklenmedik bir şekilde küçük<br />

bir takım, milyarlık bir takımı<br />

akıllıca oynayarak, kalbiyle<br />

oynayarak yenebiliyor. Son<br />

olarak, beraberliğin olduğu<br />

ender sporlardan biri. Bu da<br />

hayatın güzel bir yansıması<br />

bence.<br />

2015’te proje bittiğinde ne<br />

olacak?<br />

Başak Zeynep Alpan: Projede<br />

bir sürü kitap ve yayın çıkıyor.<br />

Bizim içinde olduğumuz<br />

4-5 tane kitap projesi var.<br />

Bir kere bunlar Avrupa’nın<br />

ve özellikle İngiltere’nin<br />

önemli yayınevlerinden çıkmış<br />

olacak. Ve bitiş çerçevesinde<br />

Nisan’da Brüksel’de bir<br />

toplantı olacak. Avrupa kimliği<br />

üzerinden neler gördüğümüz<br />

konusunda düşündüklerimizi,<br />

gördüklerimizi, yazdıklarımızı<br />

ve dertlerimizi Avrupa<br />

Komisyonu’yla ve<br />

Eurokratlar’la paylaşacağız.<br />

Özgehan Şenyuva: Bunlar<br />

akademik ve siyasi çıktıları.<br />

Ama toplum ve iletişim<br />

önemli bir parçası. Bu proje<br />

çerçevesinde ilk günden<br />

itibaren bir blog kurduk.<br />

Avrupa’da nerdeyse haftada<br />

20-30 bin tıklamaya ulaşan<br />

bir blogumuz var. Araştırma<br />

bulgularını bilimsel olmayan<br />

genel kitleye yönelik bir şekilde<br />

paylaşıp tartışmalar yapıyoruz.<br />

Bu paylaşım devam edecek.<br />

Her ülkede de proje ortağının<br />

bir toplumsal iletişim planı var.<br />

Bizim bu çerçevede Türkiye’de<br />

hem ana medyayla hem de<br />

sosyal medya ile bağlantılarımız<br />

var. O yüzden hem ana medya<br />

hem de sosyal medya üzerinden<br />

futbolla ilgilenen herkesle<br />

paylaşacağız. Hem akademik,<br />

hem siyasi, hem de toplumsal<br />

çıktılarımız olacak.<br />

SAYI 51 51


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Hayat Bir<br />

Basketbol<br />

Maçı!<br />

Basketbolda birçok “ilk”e imza<br />

atmış ünlü koç Çetin Yılmaz ile<br />

basketbolu ve hayatı konuştuk...<br />

V Fotoğraf<br />

BINGÜL ÖZCAN<br />

Sporun ahvalini sizin maceranız<br />

ve deneyimleriniz üzerinden konuşalım...<br />

Olaya şöyle bakmak istiyorum. Sporun büyük<br />

endüstri olduğu tartışılmaz. Ben koçluk<br />

yaparken -koçluk, antrenörlük demek, eğitimci<br />

olmak demektir- sadece çocuklara basketbol<br />

öğretmedim. Yani benim için basketbol sadece<br />

bir turuncu top ve o topun metal bir çemberden<br />

içeri geçirilmesi gereken bir spor değil. Basketbol<br />

scoreboard’da bizim tarafımızın galip geldiğini<br />

gösteren rakamlar değildir. Benim için başka bir<br />

şeydir.<br />

Çok erken başladım basketbola. Çok kısa bir<br />

adam olduğum için kendimle hiç uyuşmayacak<br />

bir spor dalına gönül vermişim, basketbolcu<br />

olmaya karar veriyorum. Çok seviyorum.<br />

Arkadaşlarım, kuzenim basketbola gidiyor<br />

ODTÜ’de ve ben de heveslendim. Ama<br />

basketbolcu olmak için temel 4 özellikten bir<br />

tanesinin çok iyi olması lazım; fiziğiniz çok<br />

iyi olacak. Benim ise çok kötü. Yani basketbol<br />

camiasında cüce denilecek bir boyum var.<br />

Çok çabuk olmanız lazım. Çok çabuk da<br />

değilim. Normal çabukluktayım. Ve de çok güçlü<br />

olacaksınız. Sıçrayan, güçlü kuvvetli bir adam<br />

olacaksın. NBA’da var benim boyumda oyuncular,<br />

52<br />

HAYAT BIR BASKETBOL MAÇI!


smaç yapıyor falan, o olacak iş değildi benim<br />

için, olağanüstü bir özelliğim de yok. Ya da çok<br />

yetenekli olacaksınız. Ama benim yeteneğim de<br />

sıradandı. Bir tek artım vardı, istekliydim. Yani<br />

aslında benim masa tenisi, boks, güreş falan<br />

yapmam lazım bu boyumla. Fakat kafaya taktım,<br />

seçmelere gittim.<br />

Seçmelerde koç Timur Göksel’di. Tabii ki<br />

seçmediler beni. Kapıya yazmışlar, Pazartesi<br />

saat 6’da antrenman olacak diye. Ben de kafama<br />

koymuşum, ODTÜ’lü olmak istiyorum.<br />

15 yaşındayım. Seçilmiş gibi antrenmana gittim.<br />

Koç düdüğü çaldı, yeni seçilen oyuncuları<br />

tanıştırdı. Sen kimsin dedi. Ben Çetin’im dedim.<br />

Sen yoksun bu listede dedi. Otur dedi, kibarca,<br />

kalbimi kırmadan oturttu. ODTÜ Yıldız Takımı<br />

antrenmanı yaptı. Ertesi gün gene antrenman,<br />

gene koç sahada, gene düdük çaldı, ben gene<br />

geldim. Üçüncü gün, bir hafta, on gün, bir ay...<br />

Artık takıma nüfuz etmiştik. Her antrenmana<br />

gidiyorum, çocuklarla arkadaş oldum, derken<br />

takımın istatistiğini tutmaya başladım.<br />

Çok araştırdım, takip ettim istatistik tutmayı<br />

ve yavaş yavaş o takımın vazgeçilmezi olmaya<br />

başladım.<br />

Sonuçta beni aralarına almayabilirlerdi.<br />

Yeteneklerim bu spora hiç müsait değildi.<br />

17-18 yaşlarında bana anlattılar basketbol<br />

oynayamayacağımı. Hadi sen yavaş yavaş başka<br />

işlere geç, minik takımı verdiler, küçükler<br />

takımını verdiler. Derken Yıldız ve Genç takım<br />

derken, A Milli Takıma kadar giden bir serüvenim<br />

oldu. Böyle bir hayatım oldu.<br />

Anlattığınız hikâyede de var olana karşı özel<br />

bir mücadele hali var. Spor deyince zaten kendi<br />

varoluşunuzun ötesine geçebilmek için sürekli<br />

bir mücadele halinden bahsetmiyor muyuz?<br />

Evet. Eniştem, Prof. Sadun Aren bir kitap<br />

yazmıştı. Onu ODTÜ’lüler bilir, Puslu Camın<br />

Arkasında diye bir kitap. Politik bir insandı.<br />

TİP milletvekili falandı. Teyzem de ODTÜ’de<br />

çalışırdı, kütüphanede. Orada o bahsettiğiniz<br />

inatçılığı, kararlılığı gösteren kişinin ben olup<br />

olmadığımdan emin değilim. Çünkü o kadar<br />

geride kaldı ki, o puslu camın arkasından<br />

bakıyorum o kişiye. 15 yaşındaki Çetin, ben<br />

miyim, değil miyim, emin değilim. Düşünsenize<br />

düdük çalıyor, bütün takım ortaya geliyor<br />

ve küçük Çetin o sırada 38. defa kenara<br />

oturtuluyor. Bütün bunlara rağmen o günkü<br />

Çetin’de direnmeyi sağlayan şeyin ne olduğunu<br />

bilmiyorum. Ama bugünkü Çetin’de bildiğim<br />

bir şey var. O takım herhangi bir takım da değil,<br />

Türkiye şampiyonu bir takım, Türkiye’nin<br />

en iyi takımıydı. Ben oranın içine girebildiğim<br />

vakit, yapabildiğime inandıktan sonra, hayatım<br />

boyunca bana yol gösteren bir pusula oldu.<br />

Şu anda hayatta yapamayacağıma inandığım<br />

hiçbir şey yok. O yüzden her şeyi yapabileceğime<br />

inanıyorum.<br />

Ama daha önemli parametreler var benim<br />

açımdan, daha değerli olan. Esasında bir topu<br />

paylaşmaya çalışan sahadaki 5 kişi ve kenarda<br />

sırasını bekleyen 7 kişi, toplam 12 kişilik bir grup<br />

var. Bir tane topu paylaşmaya çalışıyor hücumda.<br />

Topu çeviriyor, pas veriyor, şut atıyor. Aslında<br />

basketbola 7-8 yaşlarda başlayan bir çocuk veya<br />

10-13 yaşlarında basketbol sahasına adım atan<br />

bir insan bu yaşlarda paylaşmayı öğrenmeye<br />

başlıyor. En önemli şey bu. Bence basketbol 3<br />

boyutlu. Biz iki boyutunu televizyonda görüyoruz.<br />

Top çembere giriyor, uzun uzun adamlar oynuyor.<br />

Üçüncü boyutunda ise duygular ve bizim ne<br />

öğrendiğimiz var.<br />

Çetin Yılmaz ve<br />

Kerem Gönlüm.<br />

SAYI 51 53


ODTÜLÜ<br />

SÖYLEŞİ<br />

Bizde herkes, sahanın her<br />

yerinden sorumludur.<br />

Biz hayatın her alanında<br />

sorumluluk duygusu taşıyan<br />

insanlar yetiştirdiğimizi<br />

düşünüyoruz.<br />

Ben ODTÜ’ye geldiğimde, spor kulübünde<br />

bir yapı vardı. O yapıyı bana miras olarak<br />

bıraktılar. Timur Göksel’lerden, Rüştü<br />

Baba’lardan, Erdal Abi’lerden gelen<br />

bir miras var. O mirası alıyorsun ve sonrakilere<br />

devrediyorsun. Biz de bizden sonrakilere<br />

devrettik. Şimdi burada o üçüncü boyut<br />

çok önemli ve yaşım ilerledikçe görüyorum ki,<br />

oyuncularıma bu paylaşımı aktarmışım.<br />

Oyun müsabakaya dönüştükçe, paylaşmadan<br />

ziyade rekabete doğru bir dönüşüm oluyor.<br />

Oysa oyunun keyfi sürmeli...<br />

Evet, keyif de çok önemli. Bir de<br />

profesyonelleşmenin getirdiği istatistiki<br />

rakamlar, kariyerinizdeki rakamlar, banka<br />

hesabındaki rakamlara dönüştüğü zaman, spor<br />

olma özelliğinden çıkıyor, zevkini kaybediyor<br />

olabilir. Ama benim vurgulamak istediğim<br />

önemli bir şey daha var. Bu sporun bir felsefesi<br />

var esasında. Ben bu felsefenin üzerinde ısrarla<br />

durmaya çalışıyorum ve bunu en üst düzeyde<br />

verebiliyorsunuz çocuklara. İnsana hitap<br />

eden bir teknik yapı ve koç varsa, gene sonuç<br />

alıyorsunuz.<br />

Bunu spor psikoloğu hocamız da yazmıştı.<br />

Yani sonuç almak için kurulmuş makineler<br />

değiliz. Bu işi paylaşarak ve eğlenerek<br />

yapmak gerekiyor.<br />

Basketbol sporunun felsefesinde bir ikinci<br />

nokta var: yardımlaşma. Basketbol hücumda<br />

paylaşma, savunmada yardımlaşma üzerine<br />

kurulmuştur. Düşünün, ben 14-15 yaşımda<br />

basketbolcu olacağım diye spor salonuna<br />

girmişim, bunu hayal etmişim; ama öğrendiğim<br />

şeyler yardımlaşma ve paylaşma. Üçüncü<br />

bir nokta ise, basketbolun diğer sporlardan<br />

bir farkının olması. Faul yaptığınızda elinizi<br />

kaldırmanız lazım. Başka hiçbir sporda elini<br />

kaldırma yok. Basket sahasına 7 yaşında<br />

başlayan bir çocuğun ilk öğrendiği şey, “hatalı<br />

benim, özür dilerim,” demek. Koç olarak bunu<br />

oyuncularınıza vermeniz lazım. Basketbolda<br />

yardıma geç gittiği vakit, paylaşmada geç<br />

kaldığı vakit özür dilemesini bilen bir insanın<br />

toplumsal hayatta, iş hayatında, aile hayatında,<br />

sevgilisiyle, eşiyle, komşusuyla, kayınvalidesiyle<br />

54<br />

HAYAT BIR BASKETBOL MAÇI!


ne kadar sağlıklı bir ilişki kurabileceğini<br />

düşünebiliyor musunuz? Ben sporun insana<br />

kazandırdığı en önemli şeyin bu olduğuna<br />

inanıyorum.<br />

Basketbolun şöyle bir avantajı daha var.<br />

Diyelim ki, kötü oynuyorsunuz. Ben ikinci<br />

dakikada sizi çıkartırım, başka bir oyuncuyu<br />

oyuna sokarım. Fakat o da oyuna girer ama<br />

yorgundur, fecaat gibi bir gece geçirmiş, sorunu<br />

var, yani oynayamıyor. Onu çıkartır, tekrar sizi<br />

oyuna alırım. Siz tekrar fecisiniz, çıkartırım<br />

tekrar onu sokarım, ta ki iyiyi bulana kadar...<br />

İnsanlara birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü şansı<br />

verme özelliklerine sahip oluyorsunuz. Sporcu<br />

da hayatta birincide olmazsa ikincide, ikincide<br />

olmazsa üçüncü veya dördüncüde başarılı bir<br />

insan olacağına, bu hayattaki sorunu neyse,<br />

eninde sonunda üstesinden geleceğine inanıyor.<br />

“Tekrar dene, yine yenil, daha güzel yenil!”<br />

Ve sonunda kazanabileceğine inanır hale gelen<br />

bir programdan çıkmış oluyorsun. Mesela<br />

basketbolda şöyle bir şey daha var. Bizdeki<br />

oyuncular, sağ savunmadan, sol savunmadan,<br />

ortadan vs. sorumlu değildir. Bizde herkes,<br />

sahanın her yerinden sorumludur. Biz hayatın<br />

her alanında sorumluluk duygusu taşıyan<br />

insanlar yetiştirdiğimizi düşünüyoruz.<br />

Sabrı da öğreniyorsunuz bu sporda. Basketbolda<br />

5 kişi oynuyor, diğer 7 kişi oturuyor.<br />

Ne zaman koç sizi oyuna sokarsa, o zaman<br />

oynayabiliyorsunuz. Ve öyle bir şey oluyor ki,<br />

39 dakika 30 saniye hiçbir şey yapmadan sadece<br />

ve sadece seyrediyorsunuz ve oyuna girmek için<br />

sabırsızlıkla bekliyorsunuz, bunun için köle<br />

olmaya razısınız. Yıllarca çalışıyorsunuz ve<br />

“öyle bir hazır olacağım ki, sıra geldiğinde çıkıp<br />

en iyisini yapacağım ve vazgeçilmez olacağım,”<br />

diyorsun. Sana sabır ve çalışmayı öğretiyor. Beni<br />

niye oynatmıyorsun diye bağıran çağıran bir<br />

oyuncum hiç olmadı. Sabırla beklediler.<br />

Esasında hayat, bu. Buradaki oyuncu değişikliği<br />

vs. küçük katkıların ne kadar önemli olduğunu<br />

anlatıyor. Fedakarlığı öğreniyorsunuz ve en<br />

Artık takımla maç<br />

kazanmaya çalışıyorsun.<br />

Senin kişisel menfaatlerin<br />

ön planda değil artık. Takım<br />

kazandıkça sen büyüyorsun.<br />

önemlisi, ben değil biz demeyi<br />

öğreniyorsunuz. Çünkü bir müddet<br />

sonra artık takımla maç kazanmaya<br />

çalışıyorsun. Senin kişisel<br />

menfaatlerin ön planda değil artık.<br />

Takım kazandıkça sen büyüyorsun.<br />

Hayalimi bile kendimle ilgili<br />

kurmaz oldum. Çünkü biz diye<br />

kuruyorsunuz. Basketbolun<br />

felsefi olarak bana verdiği<br />

şeyler bunlar. Ben de bunları<br />

40 yıldır iyi-kötü, birlikte<br />

çalıştığım, oyunculara<br />

aktarmakla yükümlüyüm.<br />

Saydıklarımı özetlersem;<br />

paylaşan, yardımlaşan,<br />

ikinci bir şansı veren,<br />

kıskanmayı bırakmış, ben<br />

değil biz diyen, egosentrik<br />

olmayan, hata yaptığında özür<br />

dileyen, sabırla bekleyen, sahanın<br />

her yerinden sorumlu olduğunu<br />

düşünen, toplumun her kesiminden<br />

sorumlu olduğunu düşünen<br />

bir sporcu karakteri yaratıyor<br />

basketbol.<br />

Şunu da son olarak söyleyeyim.<br />

Eğer hayat bir basketbol maçıysa, ben<br />

bu maçı kazandım diyorum.<br />

Çünkü bunların fakındaydım.<br />

Bu farkındalığımı oyuncularıma, yakın<br />

çevreme, aileme, çocuğuma vermek<br />

için mümkün olduğunca vermeye<br />

çalıştım. Yani hayatla oynadığım maçta<br />

başarılıyım.<br />

SAYI 51 55


ODTÜLÜ<br />

dosya<br />

V İllüstrasyon TURGUT YÜKSEL<br />

Spor mu Değil mi?<br />

Satranç veya briç spor mu değil mi? Bedensel bir eylem olmadığı için<br />

spor olarak kabul etmeyenler var; ama bir spor dalı gibi, federasyonları<br />

ve yarışmaları da bulunuyor. Bu paradoks nereden kaynaklanıyor?<br />

Bu kafa karıştıran soruya, Açık Radyo’da Efektif Pas programının<br />

yapımcıları olan Utku Gökerküçük ve Volkan Ağır iki ayrı açıdan bakarak<br />

iki farklı tezi savundular:<br />

Satranç Spordur Çünkü...<br />

Utku Gökerküçük<br />

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden<br />

itibaren spor karşılaşmalarının iki türlü<br />

misyonu oldu: Bir dünya savaşını daha<br />

kaldıramayacak toplumlara, birbiriyle<br />

yarışabilecekleri alan yaratmak ve sporu<br />

pazarlanabilir hâle getirip endüstrinin parçası<br />

kılmak. Her iki durum da aşırı milliyetçilikle<br />

birlikte, doping ve şike gibi gayriahlâkî<br />

yöntemleri yaratır. Her alanda kutsanan,<br />

“daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü” gibi<br />

dogmatik bir sloganı bulunan olimpiyatlar,<br />

içine spor dışı bütün öğelerin dahil edildiği<br />

“spor” düzeninin zirvesini temsil edip, alt<br />

katmanlardaki yozlaşmanın yukarıdaki ufak<br />

bir yansımasını ifade eder. Öyleyse sporun<br />

ne olduğu veya neyin spor olduğu sorularının<br />

cevabını, bugünkü “olimpik ruh” ekseninde<br />

değil, bilinen ilk spor müsabakalarının<br />

yapıldığı Antik Yunan döneminde aramalıyız.<br />

Antik Yunan döneminde spor, sadece<br />

fiziksel performansı değil, stratejileri ve<br />

konsantrasyonu da ödüllendiren bir kavramdı.<br />

Hatta eski olimpiyatlarda şiir okuma, tiyatro gibi<br />

müsabakalar vardı. Modern sporun kayıp parçası<br />

mental mücadelenin itibarı, satrancın kabul<br />

edilmesiyle yerine gelebilir. Bugün tamamen<br />

fiziksel yeterliliği sınayan spor dalları mevcutsa,<br />

tamamen zihinsel yeterlilik sorgulayıcı<br />

satranç neden spor olmasın? “Büyük ölçüde”<br />

stratejilerin yarıştığı körling oyunu bugün<br />

olimpikken, satranç da aynı yolu izleyebilir.<br />

Satrancın olimpiyatlarda spor olarak kabul<br />

edilebilmesi, pazarlanabilirliğinin düşüklüğü<br />

nedeniyle kısa vadede pek mümkün<br />

görünmüyor. Yine de Uluslararası Satranç<br />

Federasyonu’nun 1995’ten bu yana süren<br />

çalışmaları sonucu, IOC tarafından tanınan<br />

sporlar listesine alındığını ve 2006 ve 2010<br />

Asya Oyunları’nda yer aldığını hatırlatalım.<br />

Ancak asıl mesele oyunu spor olarak kabul<br />

etmek. Cinsiyetini değiştirecek kadar<br />

ilaçlanan Doğu Alman makine-atletlerin<br />

yaptığına spor dediğimiz ortamda satranca da<br />

biraz yüz vermek ne kaybettirebilir ki?<br />

“Sporda fiziksel aktivite olmazsa olmaz”<br />

görüşünde olanlara özel dipnot: Satrancın<br />

kalori yaktırdığı da bilimsel olarak<br />

ispatlanmıştır!<br />

56<br />

SPOR MU DEĞIL MI?


Kalori Yakmak Yeter mi?<br />

Volkan Ağır<br />

Her şeyden önce bu yazının bilimsel kanıtlarla<br />

satrancın spor olmadığını ispatlamak üzere<br />

yazılmadığını, tamamen kişisel savunuları<br />

ortaya sürerek bir tartışma yaratma niyetli<br />

olduğunu belirtmeliyim.<br />

Bence spor, hem fiziği hem de aklı eşit derecede<br />

kullanıp efor sarfedilerek takım ya da bireysel<br />

olarak bir rakibe karşı yapılan yarışmadır.<br />

Satranç ise stratejik analiz ve matematik<br />

zekâyı üst düzeylere taşıyabilecek, hamle<br />

sayısı matematiksel hesaplarla sınırlı olan<br />

bir masa oyunundan daha fazlası değildir<br />

bence. Spor olduğunu kanıtlamak için, “Ama<br />

satranç oynarken düşünerek kalori yakıldığı<br />

kanıtlanmıştır ve bu da onu spor yapar” tezini<br />

hemen çürütelim. Vücut uyuyorken de, ders<br />

çalışıyorken de kalori yakıyor, bunlar da spor<br />

mudur? Hem mevzu sadece kalori yakmak<br />

değil ki, kim dedi bunu? Çünkü spor da sadece<br />

kalori yakmaktan ibaret bir şey değil. Birçok<br />

hastalığın nedeninin spor yapmamak olduğunu<br />

düşünürsek, ki doktorlar tedavi olarak spor<br />

yapın derken “satranç oynayın” demez, spor<br />

uzun ve sağlıklı bir yaşam için gerekli olan<br />

temel unsurdur.<br />

Satranç ve benzeri şekilde minimum fiziki gücün<br />

kullandığı oyunlar spor olsaydı, bu oyunlardan<br />

bahsederken “Bir zekâ sporu olan ...” denmezdi.<br />

Yani bu oyunları spor olarak nitelemek için<br />

bir özelliği öne çıkarmak gereği hissedilmiş<br />

olacak, ki bunu söylüyorlar. Hem zekâ sporu da<br />

ne demek? Bu kategori altında olmayan oyunlar<br />

zekâsız sporu mu? Bir basketbol maçında<br />

24 saniye içinde 4 takım arkadaşını, 4 rakip<br />

marke ederken hangisine pas vereceğine karar<br />

vermek, bir hamleye dakikalarca karar verilen<br />

satranç oyunundan daha mı az zekâ gerektiriyor?<br />

Sponsorları zengin etme amacı güden kapitalist<br />

sporun en büyük parçası Uluslararası Olimpiyat<br />

Komitesi tarafından satrancın spor olarak<br />

tanınması ve son iki Asya Oyunları’nda yer<br />

alması onu spor yapmaktansa metalaştırır,<br />

ki bir sporu gerçekten sporluktan çıkaran<br />

ilk şey de budur.<br />

Ve en son olarak bir bilgisayar programının<br />

bir insanı yendiği oyuna, ben spor diyemem<br />

dostlar üzgünüm.<br />

SAYI 51 57


ODTÜLÜ<br />

Söyleşi<br />

Everest’e neden çıkılır?<br />

Çünkü orada!<br />

ODTÜ Dağcılık ve Kış Sporlar Kulübü’nden (DKSK) 10 kişi, 2006 yılında Everest’e Türkiye’den<br />

ilk takım tırmanışını ve kadın tırmanışını gerçekleştirdi. Bu zorlu mücadeleyi takımın<br />

iki üyesi, ODTÜ Bilgi İşlem Daire Başkanlığı’nda uzman olarak çalışan Suna Yılmaz ve<br />

Enertech International Erbil ülke müdürü Meltem Çolak’tan dinledik.<br />

Everest’e tırmanma yolculuğu nasıl başladı?<br />

Meltem Çolak: Everest’e tırmanan 4 kadından<br />

biriyim. Dağcılığa 1990’da ODTÜ’de DKSK’de<br />

başladım. Birbirimizi de ODTÜ’de DKSK<br />

vasıtasıyla bulduk. Everest bizim için bir projeydi.<br />

Bir amaçtı, ulaşılacak bir noktaydı. 4’ü kadın<br />

10 kişilik bir takım tırmanışı yaptık. Ayrıca bir<br />

lojistik kamp müdürümüz ve belgeselcimiz vardı.<br />

Çok uzun süre beraber dağcılık yaptığınız zaman<br />

pek çok projeyi gerçekleştiriyorsunuz.<br />

Her gerçekleşen projeyle daha yükseğine, daha<br />

zoruna ilerliyorsunuz.<br />

Everest’e daha önce takım tırmanışı ve kadın<br />

tırmanışı yapılmamıştı. Dolayısıyla biz de<br />

bunu önümüze hedef olarak koyduk. 2001’den<br />

2006’ya, 5 yıl süresince başka tırmanışlar yaptık.<br />

Kendimizi buna hazır hissettiğimiz zaman<br />

sponsor arayışına girdik. Bir sponsor bulduktan<br />

sonra da zaten önümüzdeki en önemli engel<br />

kalkmış oldu. Ve 2006 Mayıs’ında tırmanışı<br />

gerçekleştirdik. Hem Türkiye’den Everest’e ilk<br />

defa bir takım tırmanışı gerçekleştirmiş hem de<br />

ilk defa Türk kadınlarının o zirvenin tepesine<br />

çıkmasını sağlamış olduk.<br />

58<br />

EVEREST’E NEDEN ÇIKILIR? ÇÜNKÜ ORADA!


Planlama, tırmanışın en önemli kısmı. Bize<br />

biraz da planlama sürecinizi anlatır mısınız?<br />

Suna Yılmaz: Öncelikle ne kadar süredir<br />

dağcılık yapıyor olursanız olun, bir günde haydi<br />

Everest’e çıkalım diye ortaya çıkmazsınız. Bu<br />

çok uzun bir süreç. Aşama aşama hedeflerinizi<br />

büyütüyorsunuz. En sonunda Everest’e<br />

tırmanmaya karar veriyorsunuz. Biz de<br />

6000’lik 7000’lik ve daha yüksek 8000’lik<br />

dağlarda tırmanışlar gerçekleştirip kendimizi<br />

hazır hissedince nihai olarak 2005’te “Tamam<br />

artık hedefimiz Everest, önümüzdeki sezon<br />

Everest’e tırmanacağız,” diye karar verdik. Karar<br />

verildikten sonra sponsor çalışmaları başladı.<br />

Çok kapsamlı bir antrenman programı çıkarıldı.<br />

Tırmanışa uygun, çok farklı ekipmanların<br />

tedarik edilmesi gerekiyordu. Bu iş için<br />

bir sorumlu atandı. Orada ne yiyeceğiz ne<br />

içeceğiz, Türkiye ile nasıl iletişim kuracağız,<br />

web sayfamız var onun güncellenmesi nasıl<br />

yapılacak, hangi yerel firmanın desteği ile bu<br />

tırmanışı gerçekleştireceğiz, o zor iklim ve<br />

hava koşullarında götürdüğümüz elektronik<br />

ekipmanların korunmasını nasıl başaracağız,<br />

bunların hepsi aslında detaylı birer kalem. Bu<br />

kadar iş kaleminin olduğu yerde de mutlaka<br />

bir iş bölümü yapmanız gerekiyor. Biz de<br />

kendi aramızda iş bölümü yaptık. Bir yandan<br />

profesyonel işlerimizi yürütürken diğer yandan<br />

da antrenman yapıp saydığımız tüm diğer<br />

hazırlıkları sürdürdük.<br />

Meltem Çolak: Elektronikten sorumlu<br />

arkadaşımız, makinelerimizi şarj etmek için<br />

güneş panellerimizle ilgilenen bir arkadaşımız<br />

vardı. İlk yardımdan sorumlu bir arkadaşımız<br />

vardı. Bu iş bölümü sadece dağla sınırlı kalmadı,<br />

bizimle birlikte dağa gelmeyen ama burada<br />

kalan arkadaşlarımız da görev aldı. Tırmanışın<br />

kendisi 65 gün sürdü. Net 65 gün dağda geçirdik.<br />

Türkiye’den çıkış ve Türkiye’ye tekrar dönüş<br />

toplam 75 gün sürdü. Onun öncesinde de en az<br />

6 aylık bir antrenman sürecimiz oldu. Sonuçta<br />

Everest’e tırmanmak bizim için bir ödevdi. Takım<br />

tırmanışı yapmak bir ödevdi. Kadın tırmanışı<br />

yapmak bir ödevdi. Biz de bu ödevi yerine<br />

getirdik. Umarız bunu egale edecek, bunu aşacak<br />

başka kadınlar da çıkar Türkiye’den.<br />

Peki neden yapıyorsunuz bunları? Yüksek irtifa<br />

dağcılığının temel etkisi ne?<br />

Meltem Çolak: Bunun için Edmund Hillary şöyle<br />

demiş: “Çünkü orada!”<br />

Bir başka röportajımızda George Orwell’ın bir<br />

sözünü alıntıladılar, 1984’ten; “spor mermileri<br />

olmayan savaştır”...<br />

Meltem Çolak: Baktığınızda evet, doğru, spor<br />

mermileri olmayan savaştır. Ama bu savaşı nasıl,<br />

hangi araçlarla yürüttüğünüz önemli. Biz takım<br />

olmayı tercih ettik. Dünyada başarı oranı çok az<br />

olan bir şeyi takım olarak gerçekleştirdik.<br />

Bir yüksek irtifa dağcısı, tırmanacağı dağla<br />

nasıl bir ilişki kuruyor?<br />

Meltem Çolak: İlişkiyi çok öncesinde kuruyoruz.<br />

Yani bir dağa tırmanmadan önce, ister Everest<br />

olsun isterse Erciyes olsun, bir kere o dağı<br />

hatmetmeniz gerekiyor. O dağda daha iyi<br />

hissedebilmeniz için fiziksel olarak hazırlıyorsunuz,<br />

psikolojinizi hazırlıyorsunuz. Psikolojik olarak<br />

hazırlanırken kendi imgeleminizde birkaç kez çıkıp<br />

iniyorsunuz. O konu ile ilgili kitaplar okuyorsunuz.<br />

Takım içerisine kurallar koyuyorsunuz.<br />

Suna Yılmaz: Niye yüksek irtifa dağcılığı, neden bu<br />

zor koşullar altında gidip tırmanmaya çalışıyoruz?<br />

Ben kendimi böyle ifade ettiğimi düşünüyorum.<br />

Doğayla, o vahşi güzellikle bir arada olmak, onun<br />

bize sunduğu zor koşulları değerlendirip yaptığımız<br />

bir planla kendimize bir yol açabilmek, o zor<br />

yolculukta kendimi tanıyabilmek bana çekici<br />

geliyor. Ve bunu tek başına değil, bir takımla<br />

yapmak, bana çok çok daha çekici geliyor.<br />

Suna Yılmaz<br />

ve Meltem Çolak<br />

SAYI 51 59


ODTÜLÜ<br />

Söyleşi<br />

V Fotoğraf BINGÜL ÖZCAN<br />

Olcay Öztürk,<br />

Dora Göksal,<br />

Ayşe Kaplan,<br />

Yağmur Ağcalı,<br />

Beril Beşpınar,<br />

Umut Yetiştiren,<br />

Sahra Altay,<br />

Volkan Orhan<br />

“Hayalgücünün Saf Disiplini”: Yamaç Paraşütü<br />

ODTÜ Yamaç Paraşütü Topluluğu Türkiye’de bu sporun ilk topluluğu. Topluluk üyeleri ile<br />

bu sıradışı sporu ve insanın doğaya meydan okumasını konuştuk...<br />

Topluluğun hikâyesini anlatır mısınız?<br />

Olcay Öztürk (ODTÜ İstatistik Mezunu):<br />

Topluluğumuz 1991’de kuruldu. O süreçten beri<br />

aktif bir şekilde devam ediyor. Tabii o zamanlar<br />

Türkiye’de yamaç paraşütü bu seviyede değildi,<br />

çok daha başlangıç seviyesinde sürdürülüyordu.<br />

Biz Türkiye’nin ilk yamaç paraşütü topluluğuyuz<br />

100 km’nin üzerinde birçok uçuşumuz var.<br />

Topluluğumuzun mezunlarından Basat Okay,<br />

bu yaz Türkiye rekorunu tekrar egale etti. Daha<br />

önceki rekorlar da kendi elindeydi. Bu alanda da<br />

Türkiye rekorları elimizde.<br />

Yamaç paraşütü gibi ekstrem sporlar<br />

konvansiyonel spor dallarından neden farklı?<br />

Müsabakası da olan sporlardan bir tanesi.<br />

Yamaç paraşütü mesafe yarışmaları var ya da<br />

akrobasi dalında yarışmalar var. Ama bir<br />

noktada bildiğimiz anlamda sporlardan,<br />

tamamen ayrılıyor. Bunu yapmak için müthiş<br />

bir fiziki yapıya ve bedensel bir kondisyona<br />

sahip olmayabilirsiniz.<br />

Yakın zamanda ilk uçuşunu yapan var mı?<br />

Yağmur Ağcalı (ODTÜ Kimya 1. Sınıf):<br />

Hayatımda hiç bu kadar heycanlanmamıştım<br />

diyebilirim. İlk ayaklarım yerden kesildiğinde<br />

bir korku geldi, sonra biraz daha yükselince<br />

o kadar güzel bir duygu hissettim ki gerçekten<br />

çok güzeldi.<br />

C<br />

M<br />

Y<br />

CM<br />

MY<br />

CY<br />

CMY<br />

K<br />

Dora Göksal (ODTÜ Sosyoloji Mezunu,<br />

Eğitmen): Aslında bu sorduğunuz bizim de<br />

çok tartıştığımız meselelerden bir tanesi.<br />

Yaptığımız şey sporun temel özelliklerinin<br />

çoğunu barındırıyor. İnsanların normal<br />

koşullarda yapamayacakları durumları<br />

zorluyoruz. Bu zorladığımız durum bir uçma<br />

eylemi ve bunu da mümkün olan muhtemelen<br />

icat edilmiş en kolay yöntemle yapıyoruz:<br />

üstümüzde bir kumaş parçası var. Devamlı<br />

olarak kendini geliştirmeye çalışıyorsun ama<br />

onun dışında birbirimizle de yarışıyoruz.<br />

Yamaç paraşütü için gerekli üç sıfat desek...<br />

Ayşe Kaplan (ODTÜ İşletme 1. Sınıf): Azim<br />

olabilir bence. Merak ve cesaret.<br />

Dora Göksal: Disiplin kesinlikle maddelerden<br />

bir tanesi. Ama bence hayalgücü de en önemli<br />

maddelerden biri. Uçma eylemi insan hayal<br />

gücünün en disipline edilmiş hallerinden<br />

bir tanesi. Çok disiplinli olmanız şart ki<br />

güvenli bölge dediğimiz yerde kalabilin. Hayal<br />

gücünüzün kuvvetli olması lazım ki kendi<br />

kendiyle yarışma halini devam ettirebilin.<br />

60<br />

“HAYALGÜCÜNÜN SAF DISIPLINI”: YAMAÇ PARAŞÜTÜ


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

ODTÜ, pek çok spor dalının<br />

Türkiyede ilk kez organize<br />

olduğu çok farklı alanlardan<br />

spor topluluklarına ev<br />

sahipliği yapıyor.<br />

ODTÜ’de Spor<br />

Hayatın Bir Parçası!<br />

ODTÜ spor toplulukları ve imkânları ile Türkiye’nin göz bebeği<br />

üniversitesi. Türkiye’de pek çok spor dalının ilk kez kendine yer bulduğu,<br />

rekortmenlerin yetiştiği ünversitede spor yaşamın bir parçası.<br />

62<br />

ODTÜ’DE SPOR HAYATIN BIR PARÇASI!


ODTÜ Spor Müdürlüğü; öğrencilerin<br />

akademik bilgilerinin yanında sosyal,<br />

kültürel ve sportif alanlarda yer<br />

almalarını sağlayarak onların kolektif çalışmaya<br />

uyumlu, özgüveni gelişmiş sağlıklı bireyler<br />

olmaları hedefleniyor. Mezun olan öğrencilerin<br />

topluluk ve takım faaliyetleri sırasında<br />

edindikleri birikimlerin iş yaşamlarına katkıları,<br />

yapılan faaliyetlerin değerini ve önemini<br />

gösteriyor. Teknik üniversite olmamıza rağmen<br />

üniversitelerarası yarışmalarda en fazla spor<br />

dalında katılım sağlandı. Son iki yılda Üniversite<br />

Sporları Federasyonu tarafından ilan edilen<br />

istatistiklerde, ODTÜ, ünilig ve diğer yarışmalara<br />

katılım sıralamasında lider üniversite.<br />

ODTÜ’de neredeyse sınırsız spor olanakları var.<br />

Kapalı ve açık spor alanları on binlerce kişiye<br />

hizmet veriyor. ODTÜ’nün spor başarılarının itici<br />

gücü ise, spor toplulukları.<br />

Aikido Topluluğu: 2001 yılında kurulan<br />

topluluk ile her yıl ulusal ve uluslararası aikido<br />

seminerlerine katılım sağlanıyor veya ev sahipliği<br />

yapılıyor.<br />

İzcilik Topluluğu: 1986 yılında kurulan ve 200’ün<br />

üzerinde üyesi bulunan topluluk köy okullarına<br />

yardımda bulunuyor, engelli öğrencilere destek<br />

veriyor ve doğal koruma adına çok önemli<br />

organizasyonlara imza atıyor.<br />

İnsanın tükendim dediği anda,<br />

vücudunun daha fazlasına<br />

el vermediği zamanlarda bile<br />

ayağa kalkıp inandığı şey uğruna<br />

savaş verebileceğini öğrendim.<br />

Okan Okyay, ODTÜ Rugby Takımı<br />

Dağcılık ve Kış Sporları Topluluğu: 1963 yılında kurulan en köklü<br />

tarihe ve geleneğe sahip topluluk, her yıl ulusal ve uluslararası<br />

organizasyonlara katılıyor. Ayrıca, Ağrı Dağı ve dünya zirvesi olan<br />

Everest çıkışı gerçekleştirdi.<br />

Satranç Topluluğu: ODTÜ’nün köklü topluluklarından olan<br />

Satranç Topluluğu üniversitede satrancı geliştirmek amacıyla<br />

kuruldu. Düzenlediği kurslarla ve resmi- il çapı turnuvalarla<br />

ODTÜ’de satrancı geliştirmeyi misyon edinen topluluk, verdiği<br />

eğitimlerle ODTÜ Satranç Takımı’na sporcu yetiştiriyor.<br />

Briç Topluluğu: 1986 yılında kurulan topluluk, kuruluşundan<br />

itibaren her yıl Türkiye birincisi oldu. Üyelerinin çoğunluğunu<br />

milli takım sporcularından oluşturan topluluk, uluslararası önemli<br />

başarılar elde ediyor.<br />

Capoeira Topluluğu: 2004’te kurulan topluluk, gösteri grubu olarak<br />

da faaliyet gösteriyor.<br />

Başarılarımızın Temeli Takım Ruhu!<br />

Hazırlık yıllarımdan beri ODTÜ Briç<br />

Topluluğu aktif üyesiyim. Bu süreçte iki kez<br />

Türkiye Üniversiteler Şampiyonu, bir kez de<br />

Fransa’da yapılan Dünya Üniversitelerarası<br />

Şampiyonası’nda 9. olduk. Bu başarıların<br />

kazanılmasında bireysel performansların yanı<br />

sıra bir takım olabilmek de çok önemli. Spor<br />

müsabakalarının dışında geçirdiğimiz vakitler<br />

bizleri gerçek anlamda bir takım yaptı. Bu<br />

takım ruhu, kazanılmış ve kazanılacak olan<br />

başarıların temelinde yatıyor.<br />

Erkmen Aydoğdu, ODTÜ Endüstri<br />

Mühendisliği , 3. sınıf lisans öğrencisi, ODTÜ<br />

Briç Topluluğu Üyesi<br />

EDT Beni Hayata Hazırladı!<br />

ODTÜ EDT Türkiye’deki en prestijli ve sürekli uluslararası<br />

dans organizasyonunu düzenlemekte ve giderek dünyaya<br />

ismini yaymaktadır. Ayrıca ODTÜ’nün Türkiye Dans Sporları<br />

Federasyon’unda da büyük bir etkinliği vardır. ODTÜ bana bir<br />

meslek kazandırdı ama belki bundan daha da önemlisi, beni<br />

üyesi olduğum spor topluluğu ile “Eşli Danslar Topluluğu”<br />

ile tanıştırdı. Topluluk bana spor disiplini aşıladı, yaşam<br />

felsefemi, yaşama bakış açımı değiştirdi. Topluluk üyeliğimin<br />

beni her yönden yaşama nasıl hazırladığına şaşkınlık ile<br />

bakıyorum. ODTÜ EDT olmasaydı şu anki ulusal ve uluslararası<br />

çevremi, yönetimsel yetkinliklerimi, tecrübelerimi, sporcu<br />

ruhunu ve etiğini aynı seviyede elde edemezdim.<br />

Berkan Alanbay, ODTÜ Mezunu, Eşli Danslar Topluluğu Üyesi<br />

SAYI 51 63


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

ODTÜ Hep Destek!<br />

ODTÜ’de okuyan ve okumuş olan herkes, ODTÜ’nün öğrencisine<br />

yalnız iş hayatında değil, sosyal ve spor hayatında da çok<br />

geniş kapılar açtığını bilir. ODTÜ Buz Hokeyi Takımı bana,<br />

zamanımı nasıl koordine edeceğimi, takım ruhunun önemini ve<br />

zor durumlarla başa çıkabilmeyi öğretti. Turnuvalar sayesinde,<br />

hem sosyal ve kültürel olarak unutulmaz deneyimler yaşadım,<br />

hem de saygın bir kurumu en iyi şekilde temsil edebilmenin<br />

önemini anladım. ODTÜ’nün spora ve sporcuya verdiği desteği,<br />

katıldığım her turnuvada yanımda hissettim.<br />

Erdi Emekli, Çevre Mühendisliği, ODTÜ Buz Hokeyi Takımı<br />

Motor Sporları ve Trafik Topluluğu: 2000<br />

yılında kurulan topluluk, Türkiye Motor Sporları<br />

Federasyonu ile işbirliği yaparak ulusal<br />

ve uluslararası yarışmaların organizasyonunda<br />

yer alıyor. Topluluk, 2012 yılından itibaren<br />

Go-kart takımını da oluşturdu.<br />

Sualtı Topluluğu: 1985 yılında kurulan topluluk<br />

kendi içinde Akdeniz fokları, Batık araştırma,<br />

Ekoloji, Mağara, Fotoğrafçılık gruplarından<br />

oluşuyor. Sualtı Topluluğu, her yıl ulusal<br />

ve uluslararası dergilerde bilimsel yayınlar<br />

yapıyor.<br />

Can Kurtarma ve İlk Yardım Topluluğu: 1998<br />

yılında kurulan topluluk, kampusta ilk yardım<br />

bilincinin oluşması için eğitim faaliyetleri<br />

düzenliyor.<br />

Doğa Sporları Topluluğu: 2002 yılında<br />

kurulan topluluk, binicilik, paintball, doğa<br />

yürüyüşleri, kamp ve rafting organizasyonları<br />

yapıyor.<br />

Eşli Danslar Topluluğu: 1988 yılında<br />

kurulan topluluk, Türkiye’deki ilk<br />

üniversite dans topluluğu. 2010 yılı<br />

dans liginde Türkiye birinciliği,<br />

2012 yılında üniversiteler<br />

Türkiye birinciliği bulunan<br />

topluluğu birçok üniversite<br />

toplulukları örnek aldı.<br />

Her yıl Cumhuriyet’in<br />

kuruluş yıl dönümünde<br />

topluluk tarafından yapılan “Cumhuriyet Kupası<br />

Uluslararası Dans Yarışması” Türkiye’de yapılan<br />

en prestijli Latin dansları yarışması.<br />

Tenis Topluluğu: 2009’da kurulan topluluk<br />

kampusta turnuvalar ve eğitimler düzenliyor.<br />

Jonglörler Topluluğu: 2009’da kurulan topluluk<br />

gösteri grubu olarak da faaliyet gösteriyor.<br />

Sualtı Sporları Topluluğu: 2009 yılında kurulan<br />

topluluk sualtı ragbisi, sualtı hokeyi, monopalet<br />

gruplarından oluşuyor. Sualtı federasyonu ile<br />

işbirliği yaparak Türkiye organizasyonları yapan<br />

topluluk, her yıl ilk üç içerisinde dereceler elde<br />

ediyor. Topluluğun desteği ile derin dalış dünya<br />

rekorları kırıldı.<br />

Denizcilik ve Yelken Topluluğu: 2012 yılında<br />

kurulan topluluk, denizcilik ve yelken branşında<br />

üniversitelerarası yarışmalara katılıyor, eğitim<br />

faaliyetleri düzenliyor.<br />

Amerikan Futbolu Takımı (Bay): 1996 yılında<br />

kurulan takım, Türkiye’nin ilk Amerikan Futbolu<br />

takımı. Federasyon ve üniversiteler liglerinde<br />

önemli başarıları bulunan takım, bu yıl<br />

üniversiteler liginde çeyrek finalde maçlarına<br />

devam ediyor.<br />

Badminton Takımı (Bay-Bayan): 1995 yılında<br />

kurulan takım, üniversite ve federasyon<br />

organizasyonlarına katılıyor.<br />

Basketbol Takımı (Bay-Bayan): 1971 yılında<br />

kurulan takımın geçmişinde Basketbol<br />

Federasyonu Ligi’nde çok önemli başarıları<br />

bulunuyor. Halen Üniversiteler 1. Ligi’nde<br />

yer alan takım, başarılı çalışmalarına<br />

devam ediyor.<br />

Bilardo Takımı (Bay-Bayan): 1999 yılında<br />

kurulan takım, üniversitelerarası yarışmalarda<br />

her yıl ilk üç derecede yer alıyor ve kampus içi<br />

bilardo turnuvaları düzenliyor.<br />

Briç Takımı (Bay-Bayan): 1981 yılında kurulan<br />

takım, 1986 yılında da Topluluk statüsünü aldı.<br />

Buz Hokeyi Takımı (Bay-Bayan): 2003 yılında<br />

64<br />

ODTÜ’DE SPOR HAYATIN BIR PARÇASI!


kurulan takımın Üniversiteler Ligi’nde bayan<br />

şampiyonluğu ve erkek ikinciliği bulunuyor.<br />

Aynı zamanda Buz Hokeyi Federasyonu Birinci<br />

Ligi’nde müsabakalara devam ediyor.<br />

Cimnastik Takımı (Bay-Bayan): 1992 yılında<br />

kurulan takım, estetik cimnastik alanında<br />

calışmalarını sürdürüyor ve üniversitelerarası<br />

yarışmalara katılıyor.<br />

Futsal Takımı (Bay-Bayan): 2010 yılında kurulan<br />

takım, Üniversiteler Ligi’nde yer alıyor. Takım,<br />

2012 yılında çeyrek finale yükseldi.<br />

Güreş Takımı (Bay): 2011 yılında kurulan takımda<br />

çoğunluğunu yabancı öğrencilerin oluşturduğu 50<br />

sporcu bulunuyor. Üniversitelerarası yarışmalara<br />

ve Güreş Federasyonu tarafından yapılan<br />

yarışmalara katılıyor.<br />

ODTÜ Eşli Danslar<br />

Topluluğu ve Ragbi<br />

Takımı.<br />

Dağ Bisikleti Takımı (Bay): 2001 yılında<br />

kurulan takım, Bisiklet Federasyonu tarafından<br />

düzenlenen yarışmalara katılıyor ve tescilli.<br />

Türkiye’deki üniversiteler arasındaki tek dağ<br />

bisikleti takımı.<br />

Eskrim Takımı (Bay-Bayan): 1978 yılında<br />

kurulan takım, her yıl üniversitelerarası<br />

yarışmalarda ilk üçten dereceler elde ediyor.<br />

Takım aynı zamanda Eskrim Federasyonu<br />

organizasyonlarına katılıyor ve tescilli.<br />

Frizbi Takımı (Bay-Bayan): 2010 yılında<br />

kurulan takım diğer üniversite takımları ile ikili<br />

müsabakalar yapıyor.<br />

Futbol Takımı (Bay): 1970 yıllarında kurulan<br />

takımın 1986 yılında Üniversiteler Ligi’nde<br />

şampiyonluğu bulunuyor. Halen Üniversiteler<br />

1. Ligi’nde müsabakalarını sürdürüyor.<br />

Hentbol Takımı (Bay-Bayan): 1990’da kurulan<br />

takım, Üniversiteler 1. Ligi’nde yer alıyor.<br />

Judo Takımı (Bay-Bayan): 1998 yılında kurulan<br />

takım, Üniversitelerarası Türkiye Birincilikleri’ne<br />

katılıyor. 2012 yılında bir bayan sporcusu gümüş<br />

madalya kazandı.<br />

Topluluk İkinci Aile Gibi<br />

Ultimate Frizbi bana sportif müsabakalarda centilmenliğin<br />

ve rakibe saygının her şeyden daha önemli olduğunu<br />

öğretti. Fiziksel gelişimimin yanı sıra yoğun ve stresli sınav<br />

dönemlerinde üzerimde biriken stresi atmama yardımcı oldu<br />

ve bana ikinci bir aile kazandırdı. Üniversitemizin şehir içi<br />

ve özellikle şehir dışındaki aktivitelerde takımımıza maddi,<br />

manevi destek sağlaması birçok oyuncuyu mutlu ediyor,<br />

oyuncuların spora ve ODTÜ’ye daha çok bağlanmasını sağlıyor.<br />

Mert Çetin, Malzeme ve Metalurji Mühendisliği / Odtu<br />

Ultimate Frizbi Takımı<br />

SAYI 51 65


ODTÜLÜ<br />

DOSYA<br />

ODTÜ’nün spor geleneği<br />

madalya ve rekorlarla dolu.<br />

2o12-2013 ise Sualtı Sporları<br />

Topluluğu’nun Türkiye ve<br />

dünya rekorlarına sahne oldu.<br />

Kürek ve Su Sporları Takımı (Bay-Bayan):<br />

1976 yılında kurulan takım, üniversitenin önemli<br />

ve köklü takımlarından biri. Üniversitelerarası<br />

yarışmaların yanında Kürek Federasyonu<br />

yarışmalarına katılan takımın, birçok Türkiye<br />

derecesi bulunuyor.<br />

Masa Tenisi Takımı (Bay-Bayan): 1984 yılında<br />

kurulan takım, Üniversitelerarası Türkiye<br />

Birincilikleri’ne katılıyor.<br />

Şahika Ercümen<br />

ve Derya Can’ın<br />

rekor dalışları<br />

başarı ile<br />

sonuçlandı.<br />

Karate-Do Takımı (Bay-Bayan): 1995’te kurulan<br />

takım, Üniversitelerarası Türkiye Birincilikleri’ne<br />

katılıyor.<br />

Karting Takımı (Bay-Bayan): 2012 yılında<br />

kurulan takım, özel yarışmalara katılıyor. Ankara<br />

içi pek çok derece kazandı.<br />

Kayak Takımı (Bay-Bayan): 1989 yılında<br />

kurulan takım, Üniversitelerarası Türkiye<br />

Birincilikleri’ne katılıyor. Antrenmanlarını<br />

üniversitenin Uludağ tesislerinde yapıyor.<br />

Korfbol Takımı (Bay-Bayan): 2010 yılında<br />

kurulan takım, Üniversitelerarası Türkiye<br />

Birincilikleri’ne katılıyor.<br />

Okçuluk Takımı (Bay-Bayan): 2001 yılında kurulan<br />

takım, Üniversitelerarası Türkiye Birincilikleri’ne<br />

ve Okçuluk Federasyonu faaliyetlerine katılıyor.<br />

Orienteering Takımı (Bay-Bayan): 2000 yılında<br />

kurulan takım, üniversitelerarası yarışmalarda her<br />

yıl ilk üçten derece elde ediyor. Türkiye Oryantring<br />

Federasyonu tarafından yapılan yarışmalara<br />

katılıyor.<br />

Ragbi Takımı (Bay-Bayan): 2008 yılında<br />

kurulan takım, daha çok yabancı öğrencilerin ilgi<br />

duyduğu bir branşta çalışıyor. 2011 yılında Ragbi<br />

Federasyonu’nca düzenlen ligde şampiyon oldu.<br />

Türkiye’deki tek üniversite ragbi takımı.<br />

ODTÜ Satranç Takımı: Yerel ve ulusal turnuvalarda<br />

ODTÜ’yü temsil eden ve her yıl üniversiteler<br />

arasında Türkiye’de ilk üç derecede yer alan takım,<br />

iki yıldır katıldığı tüm turnuvalarda birinciliği<br />

kaptırmıyor.<br />

Sutopu Takımı (Bay): 1970’li yılların başında<br />

kurulan takım, bu sporun öncülerinden.<br />

ODTÜ Ruhunun Yeri Başka!<br />

Kriket Takımı (Bay): 2010 yılında kurulan<br />

takımın çoğunluğu yabancı üniversite<br />

öğrencilerinden oluşuyor. Herkes için Spor<br />

Federasyonu tarafından düzenlen liglere katılıyor.<br />

Hayatım boyunca devam edecek dostluklar kazanmamın, takımın<br />

bana sağladığı en büyük fayda olarak görüyorum. Yaşadığımız<br />

şampiyonluklar sayesinde aldığımız hazın ve kaybettiğimiz maçlar<br />

neticesinde duyduğumuz üzüntünün çok büyük birer tecrübe<br />

olduğunu ve bunlar sayesinde ODTÜ ruhunun bende büyük bir yer<br />

ettiğini ve hayatımın her alanına etki edeceğini düşünüyorum.<br />

Abdullah GÜNEŞ, İktisat Bölümü Öğrencisi, Ragbi Takımı Kaptanı<br />

Sualtı Ragbisi (Bay): 2004 yılında kurulan takım,<br />

müsabakalara devam ediyor.<br />

Serbest Dalış (Bay-Bayan): 2004 yılında kurulan<br />

takım, ODTÜ’nün en çok ulusal ve uluslararası<br />

derece alan takımı ve bireysel sporcusunu yetiştiren<br />

topluluğu. Takım, her yıl bu alandaki milli takımlara<br />

birçok sporcu veriyor.<br />

Squash Takımı (Bay-Bayan): 2012 yılında kurulan<br />

takım, üniversitelerarası müsabakalara katılıyor.<br />

Taekwon-Do Takımı (Bay-Bayan): Üniversitenin<br />

minderli spor salonunda antrenmanlarını sürdüren<br />

takımı, üniversiteler arası müsabakalara katılıyor.<br />

66<br />

ODTÜ’DE SPOR HAYATIN BIR PARÇASI!


ekoru denemesini başarı ile tamamladı ve sporcu<br />

kendisine ait olan rekoru 1metre daha ilerleterek 61<br />

metreye çıkardı.<br />

ODTÜ Spor Kulübü SAS-Sualtı Sporları sporcusu<br />

Derya Can, Paletsiz Değişken Ağırlık (Variable<br />

Weight without Fin) 71 metre ve İp Destekli Serbest<br />

Dalış’ta (Free Immersion) 71 metre ile dünya<br />

rekorlarını kırdı.<br />

Tenis Takımı (Bay-Bayan): 1989 yılında kurulan<br />

takım, Üniversiteler 1. lig ve süper ligde önemli<br />

başarılar elde etti.<br />

Voleybol Takımı (Bay-Bayan): Takım, Üniversite<br />

Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen<br />

müsabakalara katılıyor.<br />

Yelken Takımı (Bay-Bayan): Takımımız ilk<br />

yarışmasında Türkiye üçüncülüğünü kazandı.<br />

Yüzme Takımı (Bay –Bayan): 1970’li yılların<br />

başında kurulan takımımız haftada dört gün<br />

antrenman yaparak müsabakalara hazırlanıyor.<br />

Takımımızın üniversiteler arasında dereceleri<br />

bulunmaktadır.<br />

Rekorlar, Başarılar Arka Arkaya<br />

Topluluk ve takımlara verilen destek böyle<br />

olunca, ODTÜ’nün spor geleneği madalya ve<br />

rekorlarla taçlandı. Yıllardır birçok rekortmen<br />

sporcu ve takım çıkaran ODTÜ’nün başarıları için<br />

sayfalarımız az, yerimiz dar. Biz sığdırabildiğimiz<br />

kadarı ile 2013’ün şampiyonlarını sıralayalım.<br />

2013: Şampiyonlukların Yılı<br />

2013’te Rusya’da yapılan Dünya Serbest Dalış<br />

Şampiyonası’nda Hız Apnea Bireysel sıralamada,<br />

Ziya Volkan Aksu Dünya 3.cüsü oldu ve aynı<br />

zamanda Türkiye Rekoru kırdı. Derya Can ise<br />

Dünya 4.’sü oldu ve aynı zamanda Türkiye<br />

Rekoru kırdı. Paletsiz Dinamik Apnea Bireysel<br />

sıralamada, Mete Tarık Salman Türkiye<br />

rekoru kırdı.<br />

ODTÜ SAS – Su Altı Sporları milli sporcusu<br />

Şahika Ercümen 1 Haziran 2013 tarihlerinde Van<br />

Gölü’nde Serbest Dalış Değişken Ağırlıklı dünya<br />

10. Geleneksel Sualtı Hokeyi Türkiye<br />

Şampiyonası’nda ODTÜ SAS Erkek 1. Takımı<br />

Şampiyon oldu. Üniversitelerarası Bilardo Türkiye<br />

Birinciliği’nde Erkek Takım şampiyon oldu.<br />

Üniversitelerarası Basketbol Ligi Ayva Kupası’nda<br />

Erkek Takım şampiyonluğu kazandı. Büyükler<br />

Türkiye Şampiyonası 1. Etap Kürek Yarışları’nda<br />

Hafif Kilo Umit Erkekler 4X birinciliği Barış<br />

Karakuş, Fatih Sezer, Deniz Akyürek ve Ali Oğuz<br />

Yüksel’den oluşan takımın oldu. Üniversitelerarası<br />

Briç Türkiye Birinciliği’nde Bayan Takımı<br />

şampiyonluğu aldı. Üniversitelerarası Satranç<br />

Türkiye Şampiyonası’nda yine Bayan Takım<br />

şampiyondu.<br />

10. Geleneksel Serbest Dalış Türkiye<br />

Şampiyonası’nda Dinamik Apnea’da Mete Tarık<br />

Salman ODTÜ SAS Erkekler 1.’si, Hız Apnea’da<br />

Ziya Volkan Aksu ODTÜ SAS Erkekler 1.’si oldu.<br />

Statik Apnea’da Hakan Erkal ODTÜ SAS Erkekler<br />

1.’siydi. Sualtı Hokeyi Türkiye Şampiyonu ise ODTÜ<br />

Takımı idi. Kadın ve Erkek Hentbol Takımları,<br />

Üniversitelerarası Plaj Hentbolu Şampiyonası’na<br />

katıldı ve Erkek Takım ikinci oldu.<br />

Erkek Futbol Takımı, bu yıl<br />

Avrupa ikincisi oldu.<br />

Soldan Sağa:<br />

Sinan Kaya,<br />

Hüseyin Can Doğan,<br />

Mehmet Gürel,<br />

Oğuz Peker,<br />

Özgür Norman,<br />

İskender Atakan,<br />

Deniz Şengül,<br />

Hüseyin Meriç Aydın<br />

Antrenör: Özgür Norman<br />

SAYI 51 67


ODTÜLÜ<br />

ERDEMLİ<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü<br />

Karadeniz’in Zenginliğini Araştırıyor<br />

X Yazı<br />

ALI C. GÜCÜ<br />

GÜLCE SAYDAM<br />

Karadeniz<br />

hamsisi Türkiye’de<br />

avlanan balıkların<br />

%60’ını oluşturuyor.<br />

Karadeniz hamsisi Türkiye’de avlanan balıkların<br />

%60’ını oluşturur. Dahası 1980’li yıllarda<br />

bir milyon tonu geçtiği tahmin edilen bu kaynak<br />

1990’lı yılların başından bu yana neredeyse<br />

sadece Türkiye tarafından kullanılıyor.<br />

Ancak Karadeniz’in kuzeyinde yumurtlayıp<br />

güneyinde kışlayan bu balık, aslında “sınır<br />

aşan”, “paylaşılan kaynaklar” sınıfına girer.<br />

Romanya ve Bulgaristan’ın AB’ye katılması ile<br />

AB’nin Bilimsel, Teknik ve Ekonomik Balıkçılık<br />

Komitesi, STECF Karadeniz hamsi stoklarının<br />

zarar görmeden avlanabilmesi amacıyla ülkeler<br />

arası kota belirleme çalışmalarına başlamıştır.<br />

Diğer taraftan Türkiye’de bu büyük kaynak<br />

üzerinden beslenen avcısından tersanesine,<br />

nakliyecisinden balık unu ve yağı fabrikasına<br />

kadar önemli bir sektör oluşmuştur. Bu kaynağın<br />

bilimsel yaklaşımla yönetilerek en yüksek<br />

sürdürülebilir ürünün elde edilmesi sadece<br />

AB süreci ya da ülkenin ekonomisi açısından<br />

değil, bu kaynağın kullanım hakkının elde<br />

tutulabilmesi açısından da önem kazanmıştır.<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü<br />

bu noktadan hareketle 2011 yılında balıkçılığın<br />

yönetilmesinden sorumlu Gıda Tarım<br />

ve Hayvancılık Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar<br />

ve Politikalar Genel Müdürlüğü ile TÜBİTAK<br />

KAMAG programınca desteklenen<br />

bir projeye başlamıştır. Projenin temel amacı<br />

ekosistemdeki iklimsel dalgalanmalardan<br />

önemli derecede etkilenen bu türün izlenmesi<br />

ile avcılığına yönelik öngörülerde bulunabilmeyi<br />

hedefleyen bilimsel altyapı oluşturmak<br />

ve Ulusal Balıkçılık Veri Toplama Programı’nı<br />

oluşturmaktır. Bu amaçla üniversitemizin<br />

RV Bilim 2 Araştırma Gemisi ile İğneada’dan<br />

Hopa’ya, tüm Karadeniz Münhasır Ekonomik<br />

Alanımızı kapsayacak şekilde araştırma<br />

seferleri yapılır. Yıl boyunca toplanan<br />

veriler analiz edilir ve sonuçlar uluslararası<br />

komisyonlara sunulur. Bu yolla Türkiye’nin<br />

hamsiye sahip çıkması sağlanmış olurken,<br />

bu stoktan sürdürülebilir yüksek ürün elde<br />

edilebilmesi için önemli yönetsel kararların<br />

alınmasına da olanak sağlanır.<br />

“Denizimi Tanıyorum ve Koruyorum”<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü “Denizimi Tanıyorum<br />

ve Koruyorum” başlıklı Bilim ve Toplum Projesi ile<br />

birikimlerini genç kuşaklara aktarıyor. 23 Eylül – 4 Ekim<br />

2013 tarihlerinde bu yıl ikincisi gerçekleştirilen proje<br />

kapsamında 500’den fazla öğrenci, çevresel farkındalık<br />

ve koruma eğitimi aldı. “Geleceğin Deniz Bilimcisi Adayı”<br />

sertifikası verilen öğrenciler, kazandıkları bilimsel bakış<br />

açısı ve çevre koruma farkındalığı ile denizlerimizin<br />

korunmasına katkıda bulunacaklar.<br />

68<br />

HABER


RGO profilleyicileri, en kötü deniz koşullarında dahi başarıyla<br />

çalışıyor, ucuz ve sürekli ölçümler sağlıyor.<br />

X Yazı<br />

BETTINA FACH SALIHOĞLU<br />

ANIL AKPINAR<br />

DEVRIM TEZCAN<br />

BARIŞ SALIHOĞLU<br />

HASAN ÖREK<br />

ODTÜ’den Deniz Nöbeti<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü, ARGO robotik<br />

ölçüm cihazları ile denizlerimizi izliyor.<br />

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü (DBE),<br />

denizlerimizde sürekli ölçümler yapabilmek<br />

amacıyla, Deniz Ekosistem ve İklim<br />

Araştırmaları Merkezi (DEKOSİM, http://<br />

dekosim.ims.metu.edu.tr/) kapsamında 6 adet<br />

ARGO olarak adlandırılan robotik oşinografik<br />

ölçüm cihazlarından aldı.<br />

Deniz araştırmaları çok büyük bütçeler<br />

gerektirebiliyor ve hava koşulları nedeniyle<br />

bilimsel seferler sekteye uğrayabiliyor.<br />

Fakat ARGO profilleyicileri, en kötü deniz<br />

koşullarında dahi başarıyla çalışıyor, ucuz<br />

ve sürekli ölçümler sağlıyor. Herhangi bir itme<br />

gücü olmayan ARGO’lar, akıntılarla birlikte,<br />

önceden programlanan derinliklere inerek<br />

burada sürükleniyor (amaca ve programlamaya<br />

bağlı olarak 5-10 gün) ve bu süre sonunda yüzeye<br />

çıkarken (çıkış boyunca sıcaklık, tuzluluk vb.<br />

ölçümleri yaparak) verileri uydular aracılığıyla<br />

veri merkezlerine iletiyor. Bu şekilde ortalama<br />

3-4 yıl boyunca çalışan ARGO’lar çalışma süreleri<br />

boyunca sürekli ölçüm sağlamış oluyor. Dünya<br />

denizlerinde 3500’den fazla bulunan bu cihazlar,<br />

su kolonu boyunca (profil) topladıkları sıcaklık,<br />

tuzluluk, yoğunluk ve akıntı ölçümleriyle ,<br />

denizlerin ve iklimin araştırılmasında büyük<br />

rol oynuyor. Her geçen gün gelişmekte olan<br />

sensör teknolojisi sayesinde bu cihazlarla farklı<br />

parametreler ölçülebiliyor. DBE de bu çerçevede,<br />

satın aldığı ARGO profilleyicilerine, Çözünmüş<br />

Oksijen Sensörleri dahil ederek, denizlerdeki<br />

değişen oksijen seviyelerini ve ekosisteme olan<br />

etkilerini araştırmayı amaçladı.<br />

Özellikle oksijen seviyeleri çok düşük olan<br />

ve yalnızca yüzeyden yaklaşık 200 m’ye kadar<br />

bulunan Karadeniz’de, oksijenli tabakanın<br />

ve altında bulunan oksijensiz tabakanın sürekli<br />

gözlemlenmesi, Karadeniz ekosistemi açısından<br />

çok önemli. DEKOSİM kapsamında alınan<br />

ARGO’lardan 2 tanesi Karadeniz’e (1’i İstanbul<br />

açıklarında, 1 tanesi de Sinop açıklarında),<br />

2 tanesi de Akdeniz’e (Taşucu ve Kıbrıs arasında)<br />

denize bırakıldı. Herhangi bir problem<br />

yaşamayan cihazlar, başarıyla çalışıyor ve veri<br />

iletiyor.<br />

SAYI 51 69


ODTÜLÜ<br />

kuzey kıbrıs kampusu<br />

Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda<br />

Mükemmel Spor Fırsatları<br />

Yüksek teknolojiye dayalı altyapısı, modern eğitim bina<br />

ve laboratuvarları, kültürel tesisleri, yeşil alanları ve özgün mimarisi ile<br />

nitelikli bir eğitim-öğrenim ortamı için her türlü olanağı barındıran ODTÜ<br />

Kuzey Kıbrıs Kampusu, yaklaşık 22 bin metrekarelik alana yayılmış spor<br />

tesislerinde hemen her çeşit spor için mükemmel fırsatlar sunuyor.<br />

Daha kuruluş aşamasında<br />

mimari ödüller kazanan<br />

ODTÜ Kuzey Kıbrıs<br />

Kampusu’nun spor tesislerinde basketboldan<br />

voleybola, Uzakdoğu sporlarından plaj voleyboluna,<br />

squash’tan atletizme, hentboldan mini golfe kadar, hemen her<br />

alanda spor aktivitesi gerçekleştirmek mümkün. Öğrencilerin<br />

yanı sıra mezun, misafir ve personelin kullanımına da açık olan<br />

spor tesislerinde öğrenciler, spor toplulukları ve spor takımları<br />

bünyesinde basketbol, futbol, yüzme, voleybol, masa tenisi,<br />

satranç, tenis, futsal, shotakan karate ve badminton gibi spor<br />

branşlarında aktif olarak faaliyet gösterebiliyor, spor<br />

yarışmalarına katılabiliyorlar.<br />

Öte yandan, Spor ve Rekreasyon Müdürlüğü tarafından step<br />

aerobik dersleri, Latin dans dersleri, tango dans dersleri, tenis<br />

dersleri, fitness ve vücut geliştirme programları, tüplü dalış<br />

sertifika programları, cankurtaran sertifika programları,<br />

mini golf yarışmaları gibi bireysel ya da grup spor programları<br />

düzenleniyor, bu faaliyetlerle birlikte yıl boyu halı saha,<br />

streetball, tenis, masa tenisi, basketbol, squash, satranç, mini golf,<br />

plaj voleybolu, plaj futbolu, dart turnuvaları ve kros yarışması da<br />

organize ediliyor.<br />

Basketbol, badminton, futbol, futsal, hentbol, masa tenisi,<br />

satranç, tenis, voleybol ve yüzme branşlarında spor takımlarının<br />

bulunduğu ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda spor toplulukları da<br />

öğrenciler tarafından büyük ilgi görüyor. Arama-Kurtarma<br />

Topluluğu, Bisiklet Topluluğu, Break, Hip-Hop Dans Topluluğu,<br />

Latin Dansları Topluluğu, Shotakan Karate Topluluğu, Sualtı<br />

70<br />

KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDE MÜKEMMEL SPOR FIRSATLARI


Topluluğu, Tango Dans Topluluğu, Tırmanma<br />

Topluluğu, Uçurtma Sörfü Topluluğu, e-sport<br />

Topluluğu ve Yamaç Paraşütü Topluluğu, kampus<br />

bünyesinde bulunan spor toplulukları…<br />

Spor ve Rekreasyon Müdürlüğü; yoğun<br />

geçen günün ardından öğrencilerin fiziksel<br />

ve zihinsel olarak yeniden yapılanmalarını,<br />

sportif becerilerini göstermelerini, özgüven,<br />

sorumluluk, takım çalışması ve kazanma<br />

hislerinin gelişmesi için planlı ve etkili spor<br />

faaliyetleri düzenliyor.<br />

Kuruluş aşamasında<br />

mimari ödüller<br />

kazanan ODTÜ Kuzey<br />

Kıbrıs Kampusu’nun<br />

spor tesislerinde<br />

hemen her alanda<br />

spor aktivitesi<br />

gerçekleştirmek<br />

mümkün.<br />

Sualtı Topluluğu 200’ün üzerinde<br />

dalgıç yetiştirdi…<br />

2007 yılından bu yana faaliyette olan ve en eski<br />

spor topluluklarından biri olan Sualtı Topluluğu,<br />

öğrencilerin en fazla ilgi gösterdiği<br />

topluluklardan… Kurulduğu günden bu yana<br />

200’ün üzerinde dalgıç yetiştiren Sualtı<br />

Topluluğu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Barbaros<br />

Küçük ile Başkan Yardımcısı Mert Polater’le,<br />

topluluğun aktiviteleri ve dalış sporuna dair<br />

sohbet ettik:<br />

Dalışa başlama hikâyenizden söz eder misiniz?<br />

Barbaros Küçük: Dalışla ODTÜ KKK’de eğitime<br />

başlamadan yıllar önce tanıştım, ancak uzunca<br />

bir süre ara vermiştim. Okula başlar başlamaz,<br />

topluluğumuz sayesinde dalışlara geri döndüm.<br />

Mert Polater: Barbaros’tan farklı olarak ben<br />

ilk dalış deneyimimi ODTÜ KKK’de yaşadım.<br />

Önceleri bu spor ile ilgili hiçbir fikrim yoktu.<br />

Şu an ise hayatımın önemli bir parçası…<br />

Topluluk, ne tür aktiviteler gerçekleştiriyor?<br />

Mert Polater: Topluluk olarak başlıca<br />

aktivitemiz, gelenek hale getirdiğimiz ve her yıl<br />

düzenlediğimiz sertifika programı. Bu program<br />

çerçevesinde anlaşmalı olduğumuz Girne’deki bir<br />

SAYI 51 71


ODTÜLÜ<br />

kuzey kıbrıs kampusu<br />

Sualtı Topluluğu<br />

kuruluşundan<br />

bugüne 200’ün<br />

üzerinde dalgıç<br />

yetiştirdi.<br />

dalış okulu ile ilk seviyeden başlamak üzere<br />

çeşitli seviyelerde ve uzmanlıklarda dalgıçlar<br />

yetiştiriyoruz. Bugüne kadar 200’ün üzerinde<br />

dalgıç yetiştirdik. Sertifika programımız dışında<br />

ise olabildiğince KKTC ve Türkiye’deki çevreci<br />

aktivitelere katılıyoruz. Örneğin, son olarak<br />

Mersin’de gerçekleştirilen “Çöpsüz Deniz<br />

Gönüllüleri” aktivitesinde etkin rol aldık.<br />

Geçtiğimiz yıllarda, gerçekleştirdiğimiz birçok<br />

dalıştan çekilmiş görüntüleri derleyerek, “Sualtı<br />

Fotoğrafları Sergisi” düzenledik ve bu serginin<br />

bir örneğini yaklaşık 1.5 yıl önce Ankara<br />

Kampusumuzda da gerçekleştirdik. Sergimiz,<br />

gerçekten büyük ilgi gördü.<br />

Barbaros Küçük: Topluluğumuz, kampusumuzun<br />

en eski topluluklarından biri. Kampusumuzun<br />

kuruluşundan bir yıl sonra, 2007 yılında faaliyete<br />

geçmiş. Amaçlarımızdan biri, öğrenciler, öğretim<br />

görevlileri ve personelinden başlamak üzere<br />

sualtını yurt ve dünya çapında tanıtmak<br />

ve sevdirmek. Bir diğer amacımız ise her seviyede<br />

dalış eğitimi vererek sualtı dünyasına bilinçli<br />

ve donanımlı balıkadamlar yetiştirmek.<br />

ODTÜ ruhunun gerekliliklerinden birini<br />

Adamız’da yaşatmaya çalışıyoruz.<br />

Düzenlediğiniz aktivitelere, eğitim ve sertifika<br />

programlarına ilgi nasıl?<br />

Mert Polater: Açıkçası, tahminimizden<br />

çok daha fazla ilgi görüyor. Hatta, özellikle<br />

öğrenci sayımızda son iki yılda meydana gelen<br />

artışla birlikte okul içi aktivitelerimize ve PADI<br />

lisanslı dalgıç yetiştirmek üzere oluşturduğumuz<br />

sertifika programımıza belli bir kontenjan sınırı<br />

getirmek zorunda kaldık.<br />

Barbaros Küçük: İlgiden son derece<br />

memnunuz. Kıbrıs’ta oluşumuz<br />

ve Kampusumuzun, dalış için mükemmel<br />

diyebileceğimiz noktalara bir saatlik mesafede<br />

oluşu, dalışın bir sosyal aktivite, hatta hayatın<br />

bir parçası olarak görülmesini de beraberinde<br />

getiriyor.<br />

72<br />

KUZEY KIBRIS KAMPUSU’NDE MÜKEMMEL SPOR FIRSATLARI

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!