22.11.2014 Views

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

166 BES SEHlR<br />

larını kurar. Arada çifte Mihrimahları, Rüstem Paşaları,<br />

Piyale'leri, Kılıç Ali'leri; SokuUu camileriyle,<br />

medreseleriyle, su kemerleriyle, türbeleri, çeşmeleriyle,<br />

sarayları ve köşkleriyle, küçük mescitleriyle<br />

istanbul'u baştanbaşa fethetmişti. Kimbilir, bıraksalardı,<br />

imparatorluğun kendisi kadar geniş ve<br />

zengin sanatı belki de bütün İstanbul'u yedi tepesinde<br />

yedi kubbeyle tek bir bina halinde işler, bu kubbeleri<br />

vadilerin üstünden aşan ve sırrı yalnız kendisinde<br />

olan kemer galerilerle birbirine bağlar; aralarından<br />

büyük ağaçların yeşilliğini bir mükâfat<br />

gibi fışkırtır; tatlı meyillere medreselerini, şifahanelerini<br />

oturtur; taştan ebediyet rüyasını kademe<br />

kademe üç kıyıya kadar indirirdi.<br />

Bunu yapamadıysa bile, hemen benzerini yaptı.<br />

Bu rüyayı bir yıldız dizisi gibi kırdı ve benimsediği<br />

şehirden başlayarak geniş imparatorluğun dört<br />

bucağına dağıttı.<br />

Çekiç seslerinin gazâ tekbirleri ve zafer nâralarıyle,<br />

kılıç, nal şakırtılarıyle yarıştığı muzaffer,<br />

mesut devir! Koca imparatorluğun her tarafında beyaz<br />

taş yontuluyor, büyük kazanlarda kubbeler için<br />

kurşun eritiliyor, yarı simyager, yarı evliya kılıklı<br />

ustaların, başında bekledikleri çini fırınlarında nar<br />

çiçeklerinin, karanfillerin, badem, erik çiçeklerinin<br />

bir daha solmayacak baharları; tevhitlerin inancı,<br />

fetih âyetlerinin müjdesiyle beraber ağır ağır pişiyor;<br />

küçük, izbe dükkânlarda, yassı tunç tokmakların<br />

altında medreselerin, şifahanelerin, kervansarayların,<br />

hanların, büyük sarayların, sebil ve çeşmelerin<br />

saçakları, kitabeleri, yaldız süsleri için altın, döyüle<br />

dövüle kelebek kanatları kadar ince, menevişli<br />

İSTANBUL 161<br />

yapraklar haline getiriliyordu. Süleymaniye'nin avlusunda,<br />

henüz bitmiş cami için, hattatın elinden yeni<br />

çıkmış bir âyeti taşa geçirmeye çalışan işçi, başını<br />

kaldırıp baktığı zaman Üsküdar'da yeni başlanan<br />

bir cami için Marmara'dan, Akdeniz adalarından<br />

iri mermer kütleleri taşıyan yelkenlilerin büyük<br />

martılar gibi iskeleye yaklaştığım görüyor; Kastamonu<br />

ormanlarından yeni getirilmiş keresteleri taşıyan<br />

hamalların gürültüsü kendisine kadar yükselen<br />

taze çam ve ardıç kokuları arasında kulaklarında<br />

uğulduyordu.<br />

Çok defa düşünürüm: Bakî ile Sinan acaba dost<br />

oldular , mı? Süleymaniye'nin yapıldığı yıllarda Bakî<br />

yirmi beşle otuz arasında genç bir molla idi. Bir<br />

yıl kadar da Süleymaniye binalarının inşasına nezaret<br />

etmişti. Kimbilir, belki de Türkçeyi o kadar kudretle<br />

bükmesini burada, nizamını yakından bilmediği<br />

bu sanatın göz önünde, çıldırtıcı bir sağlamlıkla<br />

yükselişini göre göre öğrenmiştir. 1572 de, hocası<br />

ye hâmisi Kadızade ile Halep'ten döndüğü zaman<br />

elbetteki ilk cuma namazını, bir vakitler temelleri<br />

arasında dolaştığı bu camide kılmış, onun bitmiş<br />

kemerlerine, sütunlarına, şaşırtıcı mihrabına, Evliya<br />

Çelebi'nin kendisine has buluşu ile genişliğini,"<br />

mermer döşemelerinin beyazlığını, "harem-i beyaz",<br />

"ak yayla" diye anlatmağa çalıştığı ve billûra benzettiği<br />

avlusuna, zafer kasidesi kapılarına uzun uzun<br />

bakmıştı. Belki de bütün imparatorluğun gururu olan<br />

mimara koşmuş, ellerine sarılmış:<br />

"— İlâhî Sinan! Ey susan taşın ve konuşan hacimlerin<br />

şairi; ey maddenin uykusuna kendi nabzının<br />

âhengini hepimizin imamyle beraber geçireni

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!