22.11.2014 Views

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

48 BES $EHfR<br />

döndüre döndüre topluyordu — rahmetli dostum<br />

Fuad'la gittik. Şair Erzincan'a gitmişti, gelmeyecekti.<br />

Onun yerine Türkçeyi mevlûd gibi âdeta tecvidle<br />

telâffuz eden bir hoca beş mumluk bir petrol lâmbası<br />

ışığında Battal Gazi okuyordu. Yıpranmış kitap<br />

ve isli lâmba, kahvenin peykesine konmuş üstü mum<br />

lekeleriyle dolu, küçük ve tahtadan bir iskemlenin<br />

üzerindeydi ve adam bu rahlenin önünde iki diz üstünde<br />

durmadan sallana sallana hikâyesini okuyordu.<br />

İri burnu üstünde nasıl tutturduğuna hâlâ şaşırdığım<br />

kırık gözlükleri, ince, kirli sarı, kır düşmüş<br />

hafif sivri sakalı, zayıf yüzü ve perişan kıyafetiyle<br />

bir insandan ziyade hiç bir zaman lâyıkıyle anlayamayacağımız<br />

birtakım şartların, içtimaî olarak başlamış,<br />

fakat zamanla biyolojik nizam emrine girmiş<br />

şartların bir mahsulü gibiydi. Etrafında her cinsten<br />

bir kalabalık toplanmıştı. Omuz omuza, yüzlerinde,<br />

bilhassa gözlerinde acayip bir parıltı, nadir görülen<br />

bir dikkatle onu dinliyorlardı, öyleki bu kahvenin<br />

yarı aydınlığında ilk seçilen ve görülen şey bu dikkatti<br />

diyebilirim. Pek az şey bu kadar acıklı ve güzel<br />

olabilirdi. Çünkü harbin, bakımsızlığın, yüklü irsiyetlerin<br />

yiyip tükettiği bu çehrelerde, sonradan<br />

tanıdığım ve o kadar sevdiğim Goya'nın o zalim<br />

frekslerinde eşini görebileceğimiz bir hal vardı; bir<br />

hal ki açıktan açığa karikatüre ve hicve gidiyordu.<br />

Bununla beraber bu yüzlere biraz dikkat edilince zayıf<br />

ışığın sefaletlerini ve gözlerinin sıtmalı parıltısını<br />

daha belirli yaptığı bu insanların oraya en fazla<br />

muhtaç oldukları şeyden, hayal ve harikulâdeden nasiplerini<br />

almak için geldikleri görülüyordu. Ve bu<br />

ERZURUM 49<br />

hârikulâde o küçük tahta iskemlenin üzerinde âdeta<br />

etrafı dal budak kaplayan bir ağaç gibi büyüyordu.<br />

Bizim düşünmediğimiz şeyi Tahsin Efendi yaptı.<br />

Birdenbire kapı açıldı, tipi ve rüzgârla beraber<br />

belinden aşağısı ve göğsü çuvalla örtülü yarı çıplak<br />

içeriye girdi, kimbilir hangi başka kahveden topladığı<br />

avucundaki parayı Battal Gazi'yi kekeleye kekeleye<br />

okuyan hocanın önüne koyarak çıktı.<br />

- V -<br />

Benim Erzurum'a gittiğim sene çadırcı yine bahar<br />

sonunda Boğaz'a, Ilıca'ya, yaylaya çıkılacağını<br />

çocuklara müjdeliyor, kürkçü yine elinde tığı, ağır<br />

tokmaklı kapıları çalarak uzun kış aylarını, yaman<br />

tipileri haber vermeye geliyordu. Fakat bu yerlerde<br />

birbirinden o kadar değişik olan bu iki mevsime hazırlanan<br />

şehir, artık eski şehir değildi. İşin garibi,<br />

böyle bir teşekkülün bir vakitler varolduğunu gösteren<br />

hiç bir şey ortada kalmamış, canlı hayatın yerini<br />

bir yığın ölüm, hicret hikâyesi almıştı.<br />

Gerçi bu şehri o hikâyelerde bulmak mümkündü<br />

Fakat yaşanmış hayatın sıcaklığını o dağınık<br />

hâtıralardan çıkarmak çok güçtü. Şehrin belli başlı<br />

mimarlık eserleri de buna yardım edemezdi. Birçokları<br />

etraflarında uğuldayan hayatla çoktan bağını<br />

kesmiş eserlerdi. Daha IV. Murad zamanında Erzurum'da<br />

top imalâthanesi gibi bir işte kullanılan Çifte<br />

Minare, sadece kendi kendisi olmakla kalıyordu.<br />

Şüphesiz Çifte Minare, Sivas'ta ve daha aşağıdaki<br />

kardeşleriyle birlikte bir şaheserdir. Üslûp, taş yon-<br />

4<br />

/

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!