22.11.2014 Views

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

b32bf87a73ef9b90b1539a19e06e0faddff0534a

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

218 BEŞ ŞEHİR<br />

dırımlarda lâstik tekerlekleri çarpa çarpa yürüyen<br />

büyük, mükellef faytonların geçişi sabaha doğru bozuyordu.<br />

Bunlar aile servetini Beyoğlu eğlencelerinde<br />

dağıtan mirasyediler, başka geleneklerle yetişmiş<br />

ortaklarının hayat tarzlarına alışmağa başlayan genç<br />

tüccarlar, İstanbul'un dar hayatında sıkılanlardı. İçtimaî<br />

mevkileri, servet dereceleri, ne olursa olsun<br />

şehir onları sıkı sıkıya takip ederdi. Her mahallenin<br />

ayıpladığı böyle birkaç mirasyedi vardı. Kumar kayıplarından<br />

çeşitli metreslerine kadar herkes onların<br />

üzerinde dururdu. Bazan içlerinden birisi hepsini<br />

unutturur, o senenin kahramanı olur, şurada burada<br />

dağıttığı avuç dolusu altınların cüzdan dolusu<br />

eshamın hikâyesi günün birinde ya bir intiharın, yahut<br />

da ânî bir kazanın son vermesine kadar dillerde<br />

dolaşır, genç mekteplilerin ve evlenmemiş kızların<br />

rüyalarını bozardı. Bazan da ikisi de olmaz ve genç<br />

mirasyedi dalkavuklarıyle, metresleriyle baba servetini<br />

tükettikten sonra semtin tulumbacı ocağına yazılır,<br />

yahut da "avatıf-ı şahaneden" bir memuriyetle<br />

İstanbul'dan uzaklaşırdı. Onların hikâyesi eski İstanbul'un<br />

gündelik romanıydı. Yakın bir iflâsın korkusu<br />

içinde bütün şehir bu israfların üzerinde düşünür,<br />

herkes onu kendi anlayışına göre tahlil ve tefsir<br />

ederdi.<br />

Abdülâziz devrinden itibaren İstanbul hayatında<br />

hiç bir istikrar kalmamıştı. Saraydan başlayarak<br />

göze görünen her İstanbullu, arasına kırk elli ev<br />

birden sığan konakların sahibi vezirler, ramazan gecelerinde<br />

selâmlığında davetsiz yüz misafir birden<br />

sofraya oturan eski ocakların hepsi, biraz borçlu ve<br />

biraz cemiyete ve kendisine karşı suçlu yaşıyordu.<br />

İSTANBUL 219<br />

Transitini ve istihsalini kaybetmiş İstanbul, dünya<br />

piyasasını avucuna geçirmiş Paris'i taklit ettikçe istikbalini<br />

tehlikeye atıyordu. Ve Bender fabrikalarının<br />

lâstik tekerlekli arabaları her dönüşünde asırlar,<br />

görmüş imparatorluk mukadder âkıbetine biraz daha<br />

yaklaşıyordu.<br />

- XIII -<br />

Boğaz bana daima zevkimizin, duygumuzun büyük<br />

düğümlerinden biri gibi gelmiştir, öyle ki, onun<br />

bizde külçelenmiş mânasını çözdüğümüz zaman büyük<br />

hakikatlerimizden birini bulacağız sanmışımdır.<br />

Bu bir hayal olabilir. Birçok güzellikler insana kâinatın<br />

eşi veya eşiti oldukları vehmini verirler. Onlarla<br />

karşılaştığımız zaman bizde büyük, kendi kendine<br />

yetebilecek bir hakikat karşısında imişiz hissi<br />

uyanır. Bazı tarikatlerin güzel insan yüzünde, güzel<br />

insan vücudunda Tanrı'yı aramalarının sırrı bu<br />

değil midir?<br />

Güzelin en, büyük hususiyeti her an yeni gibi<br />

görünmesinde, her an bizi kendisine ve kendisinde<br />

uyanmağa zorlamasındadır.<br />

Sanat için, insan için az çok doğru olan bir şey,<br />

niçin birkaç asrın yaşama üslûbuna, zevkine, sevme,<br />

duyma tarzlarına şahit olmuş, onları kendi imkânlarıyle<br />

beslemiş, hattâ idare etmiş bir manzara için<br />

düşünülmesin?<br />

Kaldı ki, Boğaz'm kendisi de sanatkârane, hattâ<br />

müzikaldir. Amiel "manzara bir ruh halidir" der.<br />

Fakat bazı manzaralar vardır ki bizi Amiel'in iddia

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!