17.11.2014 Views

Diyanet Aile - Kasim 2014

Diyanet Aile - Kasim 2014

Diyanet Aile - Kasim 2014

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin.<br />

Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider.<br />

Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."<br />

Enfâl Suresi, 46.


Editörden<br />

Gençlik, hayatın bir yandan en<br />

güzel bir yandan da en zorlu<br />

ve çalkantılı dönemi... Artık<br />

çocukluktan çıkılmış, yetişkinlik<br />

için tabiri caizse alıştırmalar<br />

yapılmaya başlanmıştır.<br />

Gençliği bir nevi “alıştırma/<br />

alışma” dönemi olarak kabul<br />

edince birtakım acemiliklerin yaşandığı,<br />

hataların yapıldığı bir dönem olduğunu<br />

kestirmek de zor değil. Bu dönemde<br />

genç, kendisini hayata hazırlayacak denemelerde<br />

bulunurken bir taraftan da<br />

kendisini tanımlamaya, hatta her yönden<br />

yeterli olduğunu ispatlamaya çalışır.<br />

Aslında küçük bir çocukken oluşmaya<br />

başlayan bu tanımlama yani benlik algısı,<br />

kişinin kendisini bir birey olarak ortaya<br />

koymaya çalıştığı gençlik döneminde<br />

daha bir önem kazanır. İlgisinin kendisine<br />

her zamankinden fazla yöneldiği bu<br />

dönemde, gencin kendisiyle ilgili algısının<br />

niteliği, onun mutlu ya da mutsuz, huzurlu<br />

ya da huzursuz, başarılı ya da başarısız<br />

vs. oluşunu ve gelecek hayatını da<br />

etkileyecektir. Bu sebeple önemli bir<br />

konu olduğunu düşündüğümüz “Gençlerde<br />

Benlik Algısı”nı <strong>Aile</strong> Dergimizin bu<br />

ayki kapak konusu olarak belirledik. Dr.<br />

Elif Arslan uzman psikolog Orçun Aykol’a<br />

yönelttiği sorularla konuyu; benlik algısının<br />

temelleri, gençlerde aşırı öz güveni<br />

düşündüren davranışlar, beden algısının<br />

gençlerin benlik algısını nasıl etkilediği<br />

ve oluşmuş olan olumsuz benlik algısı<br />

için neler yapılabileceği üzerinden ele<br />

aldı.<br />

Kapak konumuzdan bağımsız olarak ele<br />

aldığımız diğer bölümlerdeki bazı yazılarımızdan<br />

da bahsetmek istiyorum: Biz<br />

Bize bölümümüzün ilk yazısı Doç. Dr. Fatma<br />

Asiye Şenat’ın kaleme aldığı “Besmeleye<br />

Davet Mektubu”. Bir Müslümanın<br />

hayat tarzı olması gereken bu önemli konuya<br />

nefis muhasebesi üslubunda güzel<br />

bir açılım getirdi yazarımız. Bu bölümdeki<br />

ikinci yazımızı, Aydan Usta’nın “Yüreklere<br />

Sevgi Tohumları Ekebilmek” başlıklı çalışması<br />

oluşturuyor. <strong>Aile</strong>-ce bölümümüzde<br />

“Çocuk ve Ergenlerde Kendine Zarar<br />

Verme” konusu psikolog Serhat Yabancı’nın<br />

kaleminden ilginize sunuldu.<br />

Hayatın İçinden’de bu ay, Merve Gül Olgun’un<br />

ebru sanatçısı Nuran Öner’le<br />

gerçekleştirdiği söyleşiye yer verdik. Ayrıca<br />

İslami müziğin dünyaca ünlü isimlerinden<br />

Maher Zain’le Sevde Nur Özkan<br />

bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşiyi de<br />

siz değerli okuyucularımızın istifadesine<br />

sunarken yılın son sayısında buluşmak<br />

üzere sizleri Allah’a emanet ediyorum.<br />

Dr. Faruk Görgülü


İÇİNDEKİLER<br />

2<br />

Kasım <strong>2014</strong> Sayı: 287<br />

<strong>Diyanet</strong> İşleri Başkanlığı Adına<br />

Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni<br />

Dr. Yüksel SALMAN<br />

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü<br />

Dr. Faruk GÖRGÜLÜ<br />

Mali işler ve Dağıtım Sorumlusu<br />

Mustafa BAYRAKTAR<br />

Yayın Koordinatörleri<br />

Dr. Elif ARSLAN<br />

Merve Gül OLGUN<br />

Sevde Nur ÖZKAN<br />

ailedergisi@diyanet.gov.tr<br />

www.facebook.com/diyanetailedergisi<br />

GENÇLERDE<br />

BENLİK<br />

ALGISI<br />

4Dr. Elif Arslan<br />

Tashih<br />

Mesut ÖZÜNLÜ<br />

Teknik Servis<br />

Latif KÖSE<br />

Arşiv<br />

Ali Duran DEMİRCİOĞLU<br />

Tasarım<br />

Mustafa CİNGÖZ-MG Ajans<br />

Yönetim Merkezi<br />

Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü<br />

Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar<br />

Bulvarı No: 147/A 06800<br />

Çankaya/ANKARA<br />

Tel: 0312 295 8661-62<br />

Faks: 0312 295 6192<br />

BESMELEYE<br />

DAVET<br />

MEKTUBU<br />

Doç. Dr. Fatma<br />

Asiye Şenat


10<br />

16<br />

18<br />

20<br />

KISA KISA<br />

Aydan Usta<br />

Yüreklere<br />

Sevgi Tohumları Ekebilmek<br />

Sevde Nur Özkan<br />

Serbest Kürsü<br />

Fatih Sönmez<br />

Çocuklarda ve Ergenlerde<br />

Kendine Zarar Verme<br />

23<br />

30<br />

32<br />

40<br />

Engin Eker<br />

Geçmişimizdeki Olaylara<br />

Doğru Bakabilmek<br />

Ayten Kılıçarslan<br />

Almanya’da Çocuk<br />

Camileri Projesi<br />

Merve Gül Olgun<br />

Nuran Öner ile<br />

Ebru Sanatı<br />

Elif Erdem<br />

Hanımların Hatibi:<br />

Esma Binti Yezid<br />

(R.Anha)<br />

MAHER<br />

ZAİN<br />

26<br />

Sevde<br />

Nur Özkan<br />

PARA<br />

TARİHİ<br />

YAZMAYA<br />

DEVAM EDİYOR<br />

42Kamil Büyüker<br />

44<br />

Dr. Lamia Levent<br />

Hatemi Tâî’nin Atı<br />

EVİNİZİ<br />

DEKORE<br />

EDERKEN...<br />

36<br />

Pelin<br />

Pelister Akyürek<br />

46<br />

48<br />

Doç. Dr. Havva Şahin Kavaklı<br />

Gribal<br />

Enfeksiyonlar<br />

KIRKAMBAR


pencere<br />

4<br />

Dr. Elif Arslan<br />

<strong>Diyanet</strong> İşleri Uzmanı<br />

GENÇLERDE<br />

BENLiK<br />

ALGISI<br />

GENÇLERİN BENLİK<br />

ALGILARINI HANGİ<br />

UNSURLAR, NASIL ETKİLİYOR?<br />

VE BU ALGININ NASIL<br />

OLDUĞU NE ANLAMA<br />

GELİYOR? OLUŞMUŞ OLAN<br />

BİR BENLİK ALGISI ZAMANLA<br />

DEĞİŞİME UĞRAR MI?


Herkes gibi gençler de olumlu bir benlik<br />

algısına sahip olmak ister. Çünkü<br />

olumlu bir benlik algısı başarı, mutluluk<br />

ve huzur getirir. Olumlu bir benlik<br />

algısına sahip olan insanlar<br />

karşılaştıkları zorluklarla daha kolay<br />

başa çıkarlar”<br />

Gençler söz konusu<br />

olduğunda hemen<br />

herkesin<br />

söyleyeceği birkaç<br />

söz vardır.<br />

Gençlerin geleceğimiz,<br />

umudumuz,<br />

yarınlarımız<br />

olduğu, iyi yetişmelerinin önemi<br />

gibi konular bunların başında gelir.<br />

İşin diğer bir boyutu ise gençlerle<br />

ilgili algılarımızdır. Kimi ümitvardır<br />

gençlerle ilgili olarak, kimi<br />

kendi gençliğiyle kıyaslar, eleştirir<br />

onları. Bazıları vurdumduymaz ve<br />

idealsiz olduklarını düşünür, bazılarıysa<br />

bu dönemin özelliği<br />

olarak görür onların pek çok<br />

hâl ve tavrını. Velhasıl herkesin<br />

gençlerle ilgili bir algısı<br />

vardır. O algı üzerinden yaklaşır<br />

gençlere, ilişkilerin türünü<br />

de söz konusu bakış açısı belirler.<br />

Bu arada gençlerin yetişkinlerle<br />

ilgili algısı da üzerinde durulmaya<br />

değer bir konu olmakla birlikte<br />

bu yazımızda biz, gençlerin kendilerini<br />

nasıl algıladıkları üzerinde<br />

durmak istiyoruz. Gençlerin benlik<br />

algılarını hangi unsurlar, nasıl etkiliyor?<br />

Ve bu algının nasıl olduğu<br />

ne anlama geliyor? Oluşmuş olan<br />

bir benlik algısı zamanla değişime<br />

uğrar mı?<br />

Gençlerdeki benlik algısını etkileyen<br />

unsurları sorduğumuz uzman<br />

Psikolog Orçun Aykol, benlik algısının<br />

tarifini yaparak başlıyor cevabına:<br />

“Benlik algısı kişinin kendisinin<br />

ve çevresinin onu nasıl değerlendirdiğine,<br />

algıladığına ilişkin<br />

bir dizi sözlü ya da sözel olmayan,<br />

davranışsal mesajlardan oluşur.”<br />

Herkes gibi gençler de olumlu bir<br />

benlik algısına sahip olmak ister.<br />

Çünkü olumlu bir benlik algısı başarı,<br />

mutluluk ve huzur getirir.<br />

Olumlu bir benlik algısına sahip<br />

olan insanlar karşılaştıkları zorluklarla<br />

daha kolay başa çıkarlar.<br />

Yine kişilerin psikolojik sağlıklarının<br />

da benlik algılarıyla yakından ilişkili<br />

olduğu bilinmektedir.


pencere<br />

6<br />

“Erken çocukluktan beri<br />

olumlu olarak geliştirilemeyen<br />

benlik algısı hem ergenlikte<br />

hem de yetişkinlikte belirgin<br />

psikolojik, ilişkisel sorunlara<br />

neden olabilir. Birey özgüvensiz,<br />

kendini yetersiz, değersiz,<br />

beceriksiz vb. hissedebilir.<br />

Hem sosyal ilişkilerinde<br />

hem de mesleki hayatında<br />

hissettiği bu duygular<br />

onun yapabilecek yeteneği<br />

olsa dahi birçok görevi yapamayacağını<br />

düşünüp harekete<br />

geçmemesine neden olabilir.”<br />

bir “kişilik” olarak kendilerini ifade<br />

etmeye, ortaya koymaya başladıkları<br />

vakit nasıl davranıyoruz,<br />

nasıl tepki veriyoruz, işin bu kısmı<br />

ihmal edilmemesi gereken çok<br />

önemli bir husus gibi duruyor.<br />

Psikolog Aykol, ergen bireyin kendisinin<br />

her yönden yeterli olduğunu<br />

kanıtlamaya çalıştığı bu dönemde<br />

ailenin tavrının önemini<br />

şöyle açıklıyor: “Ergen birey bunları<br />

yaparken aile tarafından desteklendiğinde,<br />

başarısı ve yeterlilikleri<br />

eleştirilmediğinde ya da diğer<br />

akranlarıyla kıyaslanmadığında<br />

daha yeterli bir benlik algısına sahip<br />

olurken tam tersi muameleye<br />

maruz kaldığında yetersiz/olumsuz<br />

benlik algısına sahip olacaktır.”<br />

“Aslında herkes dâhidir. Ama siz<br />

kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma<br />

yeteneğine göre yargılarsanız, tüm<br />

hayatını aptal olduğuna inanarak<br />

geçirir.”<br />

Albert Einstein<br />

Olumlu bir benlik<br />

algısının gelişmesi için…<br />

Yukarıda benlik algısının olumlu olmasının<br />

etkilerine kısaca değinmiştik.<br />

Özgüven, özsaygı gibi kavramlarla<br />

da ilişkili olduğu bilinen<br />

benlik algısının olumsuz olmasının<br />

etkilerini ise Sayın Aykol şöyle<br />

açıklıyor: “Erken çocukluktan beri<br />

olumlu olarak geliştirilemeyen benlik<br />

algısı hem ergenlikte hem de ye-<br />

Temeli ailede atılıyor<br />

Pek çok konuda olduğu gibi bireyin<br />

benlik algısında da ilk temellerin<br />

ailede atıldığını görüyoruz. Benlik<br />

algısının bebeklikten itibaren<br />

oluşmaya başladığını belirten Psikolog<br />

Aykol, ergenlikte ise hızlı bir<br />

hareketlilik kazanan bu algıyla ilgili<br />

olarak şunları söylüyor: “Çevresi ve<br />

kendisi tarafından nasıl algılandığının<br />

çok önemli olduğu bu dönemde<br />

ergen birey sosyal, fiziksel,<br />

akademik vb. tüm yönleriyle “yeterli”<br />

olduğunu hem kendine hem<br />

de diğerlerine kanıtlamaya çalışır.”<br />

O kendisini kanıtlamaya çalışırken<br />

ailesinin ne yaptığı, nasıl<br />

davrandığı, onu anlayıp anlayamadığı<br />

da çok önemli görünüyor.<br />

Küçüklüğünde el bebek gül bebek<br />

büyüttüğümüz, tabiri caizse<br />

ağzının içine baktığımız,<br />

yaptığı her hareketi, söylediği<br />

her sözü önemseyerek eşe<br />

dosta anlattığımız çocuklarımızın<br />

çoğunda muhtemelen<br />

küçüklüklerinden olumlu bir<br />

benlik algısı oluşuyor, hatta<br />

bazen biraz abartıyor bile olabiliriz.<br />

Ancak onlar biraz büyüyüp<br />

“birey” olmaya, bizden ayrı


tişkinlikte belirgin psikolojik, ilişkisel<br />

sorunlara neden olabilir. Birey<br />

özgüvensiz, kendini yetersiz,<br />

değersiz, beceriksiz vb. hissedebilir.<br />

Hem sosyal ilişkilerinde hem de<br />

mesleki hayatında hissettiği bu<br />

duygular onun yapabilecek yeteneği<br />

olsa dahi birçok görevi yapamayacağını<br />

düşünüp harekete geçmemesine,<br />

karşı cinsle ilişki kurmakta<br />

güçlüklere (beğenilmeyeceğim,<br />

konuşamayacağım vb.) neden<br />

olabilir.” Hayatın hemen her<br />

alanını etkilediği görülen benlik<br />

algısını ve bununla bağlantılı olarak<br />

ergen çocuğun öz güvenini<br />

geliştirmek için uzman psikoloğumuz<br />

anne babalara şu tavsiyelerde<br />

bulunuyor:<br />

• Ergenin kendi kişiliğini ve kimliğini<br />

oluşturmaya çalıştığını,<br />

onun da birey olduğunu ve<br />

bazı haklara sahip olduğunu<br />

unutmayın,<br />

• Sınırlarına saygı gösterin ve<br />

ona özel bir kişisel alan bırakın,<br />

• Dinleyen, anlamaya çalışan ve<br />

kabul edici tutumlar sergileyin,<br />

• Mükemmel bir çocuk/ergen tasarlamayın,<br />

hata yapabileceğini<br />

unutmayın,<br />

Bebeklikten itibaren ihtiyaçları<br />

uygun zaman ve biçimde<br />

karşılanmamış, duygusal<br />

ve fiziksel olarak ihmal<br />

edilmiş bireylerin yetişkinlikte,<br />

ilişki içinde hem<br />

karşısındakine (dış dünyaya)<br />

hem de kendisine güven<br />

duyması oldukça güçleşir<br />

ve yine psikolojik bazı<br />

sorunlar ortaya çıkmaya<br />

başlayabilir.”<br />

• Ergene yeni durumlar/fikirler<br />

hakkında deneyim fırsatı tanıyın,<br />

• Kıyaslamayın, aşırı eleştirel, cezalandırıcı,<br />

aşağılayıcı ve baskıcı<br />

olmayın,<br />

• Yaşamın akademik başarı<br />

(okul,dershane vb.) dışında birçok<br />

alanı kapsadığını ve başarının<br />

sadece okul başarısı olmadığını<br />

unutmayın, ergene<br />

sosyal ilişki kurabileceği sınırlar<br />

tanıyın,<br />

• Herkesin farklı yeteneklerinin<br />

olabileceğini bilin ve çocuğunuzun<br />

yeteneklerini fark edip<br />

onu o yeteneğe kanalize edin,<br />

• Takdir edin.<br />

Ya aşırı özgüven…<br />

Yukarıdaki satırları okurken “şimdiki<br />

gençlerin problemi özgüven<br />

eksikliği değil, aşırı özgüven” diyenler<br />

olabilir. Zira bazen gençlerde<br />

kendine aşırı/gereğinden fazla güvendiğini<br />

düşündüren tavır ve davranışlara<br />

rastlıyoruz. Gençlerin,<br />

“Bana bir şey olmaz” anlayışı,<br />

anne babaya ve çevreye karşı eleştirel<br />

olması, “her şeyi ben bilirim”<br />

tarzındaki davranışlarını bu duruma<br />

örnek olarak gösterebiliriz. İçlerinde<br />

bulundukları yaş dönemine<br />

özgü olan bu davranışlar zaman<br />

zaman aileleri ve öğretmenleri zor<br />

durumda bıraksa da Psikolog Aykol,<br />

bu tür davranış ve tutumların<br />

gencin kimlik ve kişiliğinin temellerinin<br />

atılmasında etkili olabileceğini<br />

açıklıyor: “Bu durum o döneme<br />

özgü ve ergen bireyin çevreyi,<br />

kendini keşfetmesine olanak<br />

tanıyan bir duygu olabiliyor. Böyle<br />

durumlarda anne-babanın bunu<br />

zedelemeden ve çocuğun kendine<br />

zarar vermesini önleyerek bu güveni<br />

yaşaması için zemin hazırlaması<br />

gerekiyor. Böylece çocuk bir


pencere<br />

8<br />

birey olarak aileden ruhsal olarak<br />

‘ayrışabilir’ ve kendi kimlik/kişiliğinin<br />

temellerini atabilir.”<br />

Güven duygusu kendine<br />

güvenle sınırlı değildir<br />

Güven duygusu sadece kendine<br />

güvenle tanımlanabilecek bir duygu<br />

değildir. Gençlerde güven denince<br />

akla ilk olarak anne-babaya<br />

güvenmek geldiğini söyleyen Sayın<br />

Aykol, “koşulsuz” bir sevgi ile ve sınırlarına<br />

saygı duyularak büyütülen<br />

bireylerin kendileri ile birlikte başkalarına<br />

güvenmeyi de öğrenebildiğini<br />

dile getiriyor. Aykol güven<br />

duygusunu ve gelişimini şöyle açıklıyor:<br />

“Güven duygusu bebeklikten<br />

itibaren gelişmeye başlayan ve<br />

bebeğin önce bakım veren olarak<br />

“anneye” yani dış dünyaya güvenmesiyle<br />

ya da “güvenmemesi” ile<br />

ortaya çıkan ve yaşam boyu değişerek<br />

devam eden bir duygudur.<br />

Bebeklikten itibaren ihtiyaçları uygun<br />

zaman ve biçimde karşılanmamış,<br />

duygusal ve fiziksel olarak<br />

ihmal edilmiş bireylerin yetişkinlikte,<br />

ilişki içinde hem karşısındakine<br />

(dış dünyaya) hem de kendisine<br />

güven duyması oldukça güçleşir<br />

ve yine psikolojik bazı sorunlar<br />

ortaya çıkmaya başlayabilir.”<br />

Gençlerde beden algısı<br />

benlik algısını etkiliyor<br />

Ergenlik dönemindeki çocuklarının<br />

dış görünüşleriyle çok ilgilendiklerini,<br />

aynanın karşısından neredeyse<br />

ayrılmadıklarını ya da aynaya<br />

küstüklerini anne babalardan sıkça<br />

duyarız. Bu ilginin sebebi gençte<br />

meydana gelen fiziksel ve hormonal<br />

değişikliklerdir. Bazı gençlerin<br />

kolaylıkla atlattıkları bu dönem<br />

bazıları içinse oldukça sancılı geçmekte,<br />

bedenleriyle ilgili algıları<br />

olumsuz ve gerçekten uzak olabilmektedir.<br />

Mesela kilosu normal<br />

olan bir genç, kendini aşırı kilolu<br />

olarak algılayabilmektedir. Bu<br />

meselenin konumuzla ilgili olan kısmı<br />

ise ergenlerde beden algısı ile<br />

benlik algısı arasındaki güçlü ilişkidir.<br />

Psikolog Aykol, kendi bedenlerini<br />

olumlu olarak algılayan, kendisini<br />

beğenen ergenlerin benlik algılarının<br />

da aynı doğrultuda yüksek olduğunu<br />

ve kendilerini olumlu algıladıklarını,<br />

aksi durumda ise kendilerine<br />

bakış açılarının olumsuz olduğunu<br />

belirtiyor: “Bilindiği üzere<br />

ergen için en önemli şeylerden biri<br />

fiziksel olarak hem akran grubunda<br />

hem de karşı cins tarafından beğenilmek<br />

ve kabul görmektir. Bu olmadığında<br />

ergenin benlik algısı<br />

zedelenecek ve kendisini olumsuz/yetersiz<br />

algılayacaktır. Bununla<br />

birlikte günümüzde insanlara<br />

hem basın yayın yoluyla hem de<br />

sağlık alanında sürekli olarak bedene<br />

yönelik standartlar aktarılmakta<br />

ve “ideal” bir beden tablosu<br />

çizilmektedir. Bu yüzden er-


genler buna uyum sağlama telaşıyla<br />

sert ve bilinçsiz diyetler, aşırı spor<br />

vb. sağlıksız tutumlar benimsemektedir.<br />

Psikolojik olarak da yeme<br />

bozuklukları denen anoreksiya<br />

nevroza ya da bulimia’ya varan<br />

hastalıklar gündeme gelebilir. Bedene<br />

yönelik hassasiyet ergenlikte<br />

normal olmakla birlikte bu abartılı<br />

boyuttaysa aileler ergenle birlikte<br />

bir ruh sağlığı profesyoneline<br />

başvurmalıdır.”<br />

Uzmanımızın sözünü ettiği basın<br />

yayın organlarının sunduğu “güzel<br />

insan” imajının yanı sıra ailelerin ve<br />

çevrenin bilinçli veya bilinçsiz olarak<br />

verdikleri mesajlar da gençlerin<br />

beden algılarını ve dolayısıyla<br />

benlik algılarını, öz saygılarını etkilemektedir.<br />

Medya bir yana, ailelerin<br />

çocuklarına beden imajıyla<br />

ilgili sözlü veya sözsüz olarak verdikleri<br />

mesajların farkına varmaları<br />

ve bu konuda dikkatli olmalarının<br />

önemi ortada. Daha önemli bir<br />

konu da insanın bedenden, maddeden<br />

ibaret olmadığının bilinmesi,<br />

bu anlayışın hayatımıza yansıması<br />

ve çocuklara/gençlere gerek<br />

hâl diliyle gerek kal diliyle bu mesajların<br />

verilmesi.<br />

İnsanın her şeyden önce “insan”<br />

olarak yaratılmakla kazandığı payeyi<br />

bilmek, kendine o gözle bakmak<br />

ve o şerefli hâli korumak için<br />

gayret sarf etmek… Şeyh Galip’in<br />

çok güzel ifade ettiği gibi insanın<br />

“âlemin özü” olduğunu bilmek,<br />

hissetmek ve hissettirmek gerekir:<br />

“Hoşça bak zatına kim zübde-i<br />

âlemsin sen<br />

Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin<br />

sen.”<br />

(Kendine hoşça bak; sen âlemin<br />

özüsün, varlıkların göz bebeği olan<br />

insansın.)<br />

Olumsuz benlik algısı<br />

değiştirilebilir mi?<br />

Kişide benlik algısı kısa bir sürede<br />

ve bir çırpıda oluşmadığı gibi bir çırpıda<br />

da değişmesi beklenmez elbette.<br />

Olumlu deneyimle olumlu<br />

benlik algısını destekleyeceği ve<br />

kendine güvenini artıracağı için<br />

çocuklara ve gençlere, başarılı olabilecekleri,<br />

kendilerini değerli hissedebilecekleri<br />

ortamlar hazırlanmalıdır.<br />

“Ergenlik dönemindeki<br />

çocuklarının dış görünüşleriyle<br />

çok ilgilendiklerini, aynanın<br />

karşısından neredeyse<br />

ayrılmadıklarını ya da aynaya<br />

küstüklerini anne babalardan<br />

sıkça duyarız. Bazı gençlerin<br />

kolaylıkla atlattıkları bu<br />

dönem bazıları içinse oldukça<br />

sancılı geçmekte, bedenleriyle<br />

ilgili algıları olumsuz ve<br />

gerçekten uzak<br />

olabilmektedir. Mesela kilosu<br />

normal olan bir genç, kendini<br />

aşırı kilolu olarak<br />

algılayabilmektedir.”<br />

Bunun için sabırla ve kararlılıkla uğraşmak<br />

gerekir. Uzmanımız Sayın<br />

Aykol, bu konuda gerekirse bir<br />

uzman yardımına başvurmanın<br />

önemine değiniyor: “Olumsuz benlik<br />

algısı psikoterapi sürecinde bireyin<br />

yaşam öyküsü yeniden ele alınarak<br />

ve çeşitli müdahalelerle<br />

daha olumlu ve işlevsel bir hâle getirilebilir,<br />

benlik algısı ile birlikte özsaygı<br />

ve özgüven arttırmaya yönelik<br />

müdahaleler kullanılabilir.”


kısa-kısa<br />

10<br />

GEÇ<br />

KALMA<br />

GENÇ<br />

GEL!<br />

Camileri, hayatın ve<br />

şehrin kalbine<br />

yeniden taşıyabilmek<br />

adına son yıllarda her<br />

kutlamada farklı bir<br />

konunun öne<br />

çıkarıldığı “Camiler ve<br />

Din Görevlileri<br />

Haftası” için bu yıl<br />

“Cami ve Gençlik”<br />

teması belirlendi.<br />

Gençliği anlamak, geleceği<br />

inşa etmenin temel<br />

esaslarındandır.<br />

Yüce din İslam’ın mabedi<br />

ve Kâbe’nin birer şubesi<br />

sayılan camilerin safları genç<br />

nesillerden mahrum kaldığında bu<br />

kutsal mekân, kimsesiz bırakılmış<br />

sayılır. Camileri, hayatın ve şehrin<br />

kalbine yeniden taşıyabilmek adına<br />

son yıllarda her kutlamada farklı<br />

bir konunun öne çıkarıldığı “Camiler<br />

ve Din Görevlileri Haftası” için<br />

bu yıl “Cami ve Gençlik” teması belirlendi.<br />

Caminin maneviyatı ile<br />

gençliğin enerjisini buluşturmak,<br />

gençliğin camiye aktif katılımını<br />

sağlamak konusunda toplumda<br />

bir farkındalık oluşturmak amacıyla<br />

<strong>Diyanet</strong> İşleri Başkanlığı birtakım<br />

projeleri uygulamaya geçirdi. "Camide<br />

hayat var, geç kalma genç gel"<br />

çağrısıyla bu anlamlı haftaya davet<br />

edilen gençler ülke çapında düzenlenen<br />

pek çok etkinlikle; gönül<br />

dünyalarına hitap edebilecek bir camide,<br />

yeni bir iletişim dilini inşa sürecinde<br />

neler yapılacağına dair çalışmaları<br />

takip etti.<br />

Bu doğrultuda günümüzde gençlerimizin<br />

yeryüzünü imar etmesi<br />

şuuruyla, değerlerimiz doğrultusunda<br />

ve geleceğin sorumluluğunu<br />

da yüklenebilecek nitelikte yetişmesi<br />

Rabbimizden en büyük niyazımızdır.<br />

Türkiye İstatistik<br />

Kurumu’nun (TÜİK)<br />

“Karayolu Trafik Kaza<br />

İstatistikleri, 2013”<br />

verileri de yaşanan can<br />

kaybının ve ekonomik<br />

zararın büyüklüğünü<br />

ürkütücü rakamlarla<br />

ortaya koyuyor.<br />

KAZA<br />

GELİYORUM<br />

DEMEDEN...<br />

Trafik kazaları ve buna bağlı<br />

ölüm ve yaralanmalar ülkemizin<br />

kanayan yarası olmaya<br />

devam ediyor. Trafikteki<br />

araç sayısının günden güne<br />

artması ve ulaşım ağlarının yetersiz<br />

kalması gibi durumlar, bireylerin dikkatsiz<br />

araç kullanımlarıyla da birleşince<br />

ortaya çıkan sonuçlar hepimizin<br />

malumu… Konuyla ilgili gelinen<br />

son duruma ilişkin Türkiye İstatistik<br />

Kurumu’nun (TÜİK) “Karayolu Trafik<br />

Kaza İstatistikleri, 2013” verileri de yaşanan<br />

can kaybının ve ekonomik zararın<br />

büyüklüğünü ürkütücü rakamlarla<br />

ortaya koyuyor. Buna göre Türkiye’de<br />

geçtiğimiz yıl meydana gelen<br />

161,306 trafik kazasında 3,685 kişi hayatını<br />

kaybederken 274,829 kişi yaralandı.<br />

Ölümlerin %37,2’si, yaralanmaların<br />

%66,7’si yerleşim yeri içinde<br />

gerçekleşirken; ölümlerin %62,8’i,<br />

yaralanmaların %33,3’ü yerleşim yerlerinin<br />

dışında oldu. Trafik kazalarının<br />

nedenleri incelendiğinde ise sürücü<br />

hatası, taşıt ve yol durumunun en<br />

başta gelen faktörler olduğu görüldü.<br />

Bu kusurların %88,7’sinin sürücü,<br />

%9’unun yaya, %1’inin yol, %0,9’unun<br />

taşıt ve %0,4’ünün yolcu kaynaklı olduğu<br />

tespit edildi. Son olarak trafiğin<br />

gün içindeki zamanının da trafik yoğunluğunu<br />

ve sürücü performansını<br />

etkileyerek trafik kazalarında rol oynadığı<br />

ortaya konuldu. Sonuçlar; bireylerin<br />

hem kendi hem de trafikteki<br />

diğer araçların güvenliğini sağlamak<br />

adına daha dikkatli ve bilinçli araç<br />

kullanımının gerekliliğini ortaya<br />

koyması bakımından<br />

oldukça önem<br />

taşıyor.


YORGUNLUKTAN<br />

KURTULMAK<br />

mümkün mü?<br />

Daha çok sırt, bel, bacak kasları<br />

bölgesinde, güçsüzlük ve hâlsizlik<br />

şeklinde kendini gösteren<br />

yorgunluğun sadece bedensel<br />

kaynaklı olduğunu düşünebilirsiniz.<br />

Ancak sanıldığının aksine bazen çok<br />

fazla hareketsiz kaldığımızda da<br />

yorgunluk duyabileceğimizi<br />

unutmamak gerekiyor.<br />

Temizlik malzemelerinin<br />

çeşitlilikte sınır tanımadığı<br />

günümüzde, kimyasal<br />

madde içeren deterjanlar<br />

dikkatli bir şekilde<br />

kullanılmadığı takdirde, sağlık<br />

açısından büyük bir tehdit oluşturur.<br />

Ancak konuyla ilgili bilinçli<br />

bireylerin tercihi, genelde doğal<br />

temizlik ürünlerinden yanadır…<br />

Bu doğal temizleyicilerin<br />

başında da şüphesiz<br />

sirke gelir. Birbirinden farklı<br />

kullanım alanlarını ve faydalarını<br />

göz önünde bulundurarak<br />

söyleyebiliriz ki sirke; temizlik<br />

konusunda da evlerimizin vazgeçilmezi<br />

olmayı hak eden temel<br />

ihtiyaç malzemelerinden<br />

biridir. Örneğin;<br />

sirkeyi, sebze<br />

ve meyvelerin<br />

temizliğinde<br />

güvenle<br />

kullanabilirsiniz.<br />

İçerisine<br />

birkaç damla<br />

SİRKE temizlikte<br />

bir numara<br />

sirke ilave ettiğiniz suda, sebzelerinizi<br />

bir müddet beklettikten<br />

sonra iyice durularsanız; pek çok<br />

bakteri ve parazitin de önüne<br />

geçmiş olursunuz… Yine, küf lekelerini<br />

çıkarmak için de sirke ideal<br />

bir temizlik ürünü olabilir. Hafif<br />

lekeler için, sirkeyi eşit miktarda<br />

suyla seyreltebilirsiniz.<br />

Sirke, gümüş eşyaların<br />

parlatılmasında da oldukça<br />

etkilidir. Sirkenin ev hanımlarının<br />

işini kolaylaştıracak<br />

bir diğer faydası<br />

da mobilyalar<br />

üzerindeki su lekelerini<br />

çıkartması...<br />

Ahşap mobilyalar<br />

üzerine konulan ıslak<br />

bardakların bıraktığı,<br />

silinince geçmeyen beyaz<br />

halkaları çıkartmak<br />

için eşit oranda<br />

sirke ve zeytinyağını<br />

karıştırıp, yumuşak<br />

bir bezle lekeye<br />

uygulayabilirsiniz.<br />

Havaların iyiden iyiye<br />

soğumaya yüz tuttuğu;<br />

sonbaharın hızla<br />

kapımızı çaldığı şu günlerde,<br />

sıkça karşılaştığımız<br />

sorunlardan biridir yorgunluk…<br />

Sizler de şu dönemlerde<br />

“İşlerimi sürekli erteliyorum”, “Sürekli<br />

uyumak istiyorum” gibi şikâyetlerle<br />

yakınıyorsanız, yorgunluğun<br />

temel belirtilerini taşıyorsunuz<br />

demektir… Daha çok sırt, bel,<br />

bacak kasları bölgesinde, güçsüzlük<br />

ve hâlsizlik şeklinde kendini<br />

gösteren yorgunluğun sadece bedensel<br />

kaynaklı olduğunu düşünebilirsiniz.<br />

Ancak sanıldığının aksine bazen<br />

çok fazla hareketsiz kaldığımızda<br />

da yorgunluk duyabileceğimizi<br />

unutmamak gerekiyor. Uzmanlar;<br />

dengeli ve sağlıklı beslenmenin<br />

dışına çıkıldığında, tiroit beziyle ilgili<br />

çalışma düzensizlikleri yaşandığında,<br />

hatta sigaranın fazla içilmesine<br />

bağlı olarak da yorgunluğun<br />

artabileceğine dikkat çekiyor.<br />

Dahası yorgunluğun kronik hâle<br />

geldiği durumlarda yeni bilgileri öğrenme<br />

ve akılda tutma güçlükleri<br />

sık gözlemleniyor. Ancak alacağınız<br />

önlemlerle yorgunluk hissinin<br />

üstesinden gelmeniz mümkün…<br />

Buna göre; öncelikle metabolizmanızın<br />

yavaşlamaması için vücudunuzun<br />

susuz kalmaması gerekir.<br />

Yeteri kadar karbonhidrat<br />

alımı yorgunluktan korunmanızı<br />

sağlar.<br />

Kısa ve sık dinlenme aralıklarını tercih<br />

ederek çalışma düzeninizi gözden<br />

geçirebilirsiniz. Sabah yürüyüşleri<br />

ve sağlıklı bir uyku düzenine<br />

sahip olmak da gün içinde yorgunluğunuzu<br />

hafifletmeye yardımcı<br />

olur. Sonuç olarak yorgunluk, vücudumuzun<br />

fiziksel çalışmaya,<br />

strese, uykusuzluğa verdiği fizyolojik<br />

bir cevaptır diyebiliriz... Eğer<br />

hissedilen yorgunluk hâli uzun sürüyorsa<br />

sebebinin başka hastalıklar<br />

olabileceğini de unutmamak gerekiyor.


iz bize<br />

12<br />

Doç. Dr. Fatma Asiye Şenat<br />

Osmangazi Üniversitesi<br />

İlahiyat Fakültesi<br />

BESMELEYE<br />

DAVET<br />

MEKTUBU


Sevgili Özüm,<br />

Sana ne zamandır bu mektubu yazmayı<br />

istiyordum bilemezsin, tahmin bile<br />

edemezsin... Özel bir gündem maddemiz<br />

var bugün seninle. Bu sebepten hâlinihatırını<br />

sormayı, yeniden taşındığın eski<br />

şehrinde günlerinin nasıl geçtiğini sormayı<br />

vereceğin cevapları çok merak etmeme<br />

rağmen başka bir zamana erteliyorum...<br />

Bu mektubun özünü “dost acı söyler”<br />

hükmüne bağlayabilirsin. Sende ne<br />

zamandır gözlemlediğim bir haslet var<br />

cancağızım… Ve sebepleri hakkında<br />

birtakım öngörülerim ve tahminlerim de...<br />

Söylemek istediklerimin özü ise şu:<br />

Az besmeleli bir hayat sana yakışmıyor<br />

Asiye! Dikkat ediyorum, en basitinden<br />

sofraya otururken besmele çektiğine tanık<br />

olmuyorum. Bilmem, belki içinden<br />

diyorsun ama çoğu kez bunu sımsıkı<br />

unuttuğunu seziyorum. Bereket Hz.<br />

Peygamber unuttuğun zaman “öncesine ve<br />

sonrasına” besmele çekmeyi öğretmiş de<br />

yediklerin murdar olmuyor.


iz bize<br />

14<br />

Aslında bir<br />

anne olarak<br />

evlatlarının da<br />

besmeleye<br />

ağızlarının<br />

alışması için<br />

zaman zaman<br />

sesli<br />

mırıldanman<br />

önemli diye<br />

düşünürüm.”<br />

(Bu arada bahis açılmışken, çok fazla<br />

yemene rağmen “daha doymadım” deyince<br />

“yoksa besmele mi çekmedin diyen<br />

haminneni hatırla. Onun teorisi<br />

doğruysa az yiyip çok beslenmek mümkün<br />

ve böylece kilo meselen de kökten<br />

çözüldü demektir ortağım. E, besmele<br />

“ekmeğimizin bereketidir” de aynı zamanda.)<br />

Ancak Hz. Peygamber evveline<br />

ahirine besmele çekmeyi öğretirken<br />

senin gibi daimi unutucuları da kastetmemişti<br />

zahir. Bu yolla besbelli besmelesizliğin<br />

kirini, sonsuzluğunu, temizlemeye<br />

çalışıyorsun. Ancak “Besmelesiz<br />

başlayan her işin akıbeti neticesizdir”<br />

diyen Hz. Peygamber’in ardı<br />

sıra gitmek için daha fazlası gerek.<br />

Besmeleni çekiver de Süleyman<br />

Çelebi:<br />

“Allah adı olsa her işin önü<br />

Herkiz ebter olmaya anın sonu” dedikçe,<br />

her seferinde bütün hayatını<br />

önüne döküp sorgulamaya kalkma.<br />

Aslında bir anne olarak evlatlarının da<br />

besmeleye ağızlarının alışması için zaman<br />

zaman sesli mırıldanman önemli<br />

diye düşünürüm. Hani az önce dedim<br />

ya, bu durumun sebepleri hakkında<br />

bazı düşüncelerim var diye, sen çocukken<br />

kulağına yeterince Allah adı doldurulmadı<br />

gibi geliyor bana.<br />

Çocukken yanında yörende bu kelimeleri<br />

daha sık duysaydın, sana şimdi<br />

bu mektubu yazmak zorunda kalmazdım<br />

belki de.<br />

Aynı hâlin senin yavrularında da devam<br />

etmemesi için bu lafzı onların kulağına,<br />

zihnine, gönlüne ekmek gerek. Yalnız<br />

ağız alışkanlığı sağlayacağım derken gerçekten<br />

sadece ağzın içinde kalan bir<br />

ibare olmaması için bilinç uyanıklığı da<br />

lazım. Bunu nasıl yapacaksın bilmem,<br />

benim aklım o kadarına ermez. Ses tonunla,<br />

bakışınla, hâl dilinle anlatmak<br />

belki, orası da senin hocalığına kalmış<br />

iki gözüm, onu da mı ben söyleyeyim?!<br />

Kısaca çocuklarının yanında sesli oku<br />

besmeleyi ama sıradanlaşmasına da izin<br />

verme. Senin çocukluğundan, imdi anneliğinden<br />

laf açılmışken...


Az besmeleli hayat örüntünün temel<br />

sebeplerinden biri de bana göre zaten<br />

hep dualı, zikirli-fikirli bir hayatın içinde<br />

olmaya gayret etmen...<br />

Diyeceksin ki nasıl? Yani namazım niyazım<br />

mı beni besmeleden uzak tutuyor?<br />

Şöyle anlatayım. Dikkat et, abdest<br />

alırken, namaza başlarken niyet ediyorsun.<br />

Peki, niyetin besmelesi nerede?<br />

Oysa burası belki en derinden, ciğerden<br />

besmele çekmen gereken durumlardan...<br />

Zaten güzel bir hâlin, demin başındasın<br />

diye, aldığın abdestin, kıldığın namazın<br />

içinde besmelenin ruh hâli zaten<br />

var diye farz ediyorsun. Olmaz sözüm,<br />

olmaz iki gözüm...<br />

Çünkü namazla-abdestle ilgili sadece<br />

kaba hatalardan değil, incelikli bütün<br />

risklerden (şeytanın artan hırsı ve<br />

oyunları, gösteriş tasası, kendini<br />

beğenme vb.) de Allah’a sığınmak<br />

lazım. Bunların her birini her an sayamazsın<br />

ama “can özünden besmeleyi<br />

çekince” hepsinden korunmak<br />

üzere zırhını kuşanmış<br />

olursun. Besmele sadece tehlike<br />

hissedince, telaş yüreğini derinden<br />

vurunca kuşanılacak<br />

zırh değil bir başka<br />

deyişle. Dolayısıyla kendini<br />

rahat hissetmediğin, tedirginlik veren<br />

durumlarda “Bismillah, Allah’a tamamen<br />

güvendim çünkü değiştirme<br />

gücü ve kudreti sadece Allah’ın elinde”<br />

duasını okuduğun gibi tamamen sütliman<br />

gibi gözüken durumlarda da<br />

adını anmak gerek Cemil ve Celil’in.<br />

An’ın farkında olmayı da zorunlu kılan<br />

besmele aslında Allah’ı hayatın her alanına<br />

davet etmenin de adı, yolu. Yine<br />

diyeceksin ki Allah zaten hayatımızın<br />

her anında yanımızda değil mi? El-hak<br />

öyle. Ama her hayırlı işin başında<br />

O’nun güzel adını anmak hayrın farkında<br />

olmayı zorunlu hâle getirdiği<br />

gibi sürecin tamamında da istikamet<br />

üzere olmaya davet ediyor. Haram<br />

işe besmeleyle başlayacak hâlimiz yok<br />

ama helali işlerken de her adımı O’nunla<br />

atmanın çok yönlü bir bilinç yenilenmesi<br />

sağladığı tartışmasız.<br />

Allah’ı sık sık anıp “rahatsız etmekten”<br />

dem vuran tuhaf çıkarımlara prim vermediğine<br />

güvenirim. Kulun hayatına davet<br />

edilmek kulun hayatına kalite kattığı<br />

gibi Allah için de çok kıymetli olmalı.<br />

Baksana “Beni çok çok anın... Siz<br />

beni anın, ben de sizi anayım” diyor.<br />

İşte sana diyeceklerim bu kadar. Oh be,<br />

söyledim kurtuldum, gereğini yapmak<br />

sana ait artık. Haydi, Allah’a emanet<br />

olasın can özüm…


iz bize<br />

16 Aydan Usta<br />

Turgutlu Müftülüğü<br />

Hatice Orhan Kur’an Kursu Öğreticisi<br />

YÜREKLERE<br />

SEVGİ<br />

TOHUMLARI<br />

EKEBİLMEK<br />

Hep duyarız; “Her<br />

şeyin başı sevgi,<br />

sevgiyle bütün<br />

engeller aşılır”<br />

diye. Herkes de<br />

kayıtsız şartsız<br />

kabul eder bunu.<br />

Peki, bu sevgi<br />

tohumları nasıl<br />

ekilecek kalplere?”<br />

Ü<br />

zerinde uzun<br />

uzun konuşulup<br />

yazılası bir<br />

konu... Hatta<br />

şiirlerle, güzel<br />

cümlelerle çok<br />

da güzel süslenebilir. Ama ne yazık<br />

ki merkeze kendimizi sevmeyi koymazsak;<br />

ne söylersek söyleyelim,<br />

ne yaparsak yapalım her şey eksik<br />

kalır. İyi de kendimizi nasıl seveceğiz?<br />

Yaptığımız her güzel davranışta<br />

yanağımızdan makas alarak<br />

değil tabii ki. Olması gerekeni yaptığımızda<br />

“Şerefli bir insan gibi davrandım”<br />

deyip Yüce Yaradan’a şükür<br />

bilincinde olmamızın yanında,<br />

yanlış yaptığımızda pişman olup<br />

“Yüce Yaradan beni halife kıldı,<br />

oysa ben bu makama layık olamadım”<br />

bilinciyle pişman olup af dilemektir.<br />

Yaptığı yanlışta da doğruda<br />

da farkındalık yaşayıp gerekeni yapmasıdır<br />

insanın kendini sevmesi. Sonuçta,<br />

müthiş bir iç huzuru ve ellerinde<br />

başkalarının kalbine ekeceğin<br />

sevgi hazineleri…<br />

Gelelim sonraki aşamaya. Elimizdeki<br />

sevgi tohumlarını başkasının kalbine<br />

nasıl ekeceğiz? Aslında uygulamaya<br />

dökülünce çok da zor olmadığını<br />

görüyoruz. Olmazsa ol-


“Yanlış yaptığını bildiğin<br />

bir çocuğun gözlerine<br />

rencide etmeden,<br />

kaçamak bakışlarla<br />

“Herkes yanlış yapar ama<br />

ben seni seviyorum”<br />

mesajını verebilmektir<br />

sevgi tohumu ekebilmek.”<br />

mazımız samimiyetimizdir. Ismarlama,<br />

yapmacık sözler, zoraki davranışlar<br />

karşımızdakine verdiğimiz<br />

kıymetin ölçüsünü hemen ortaya<br />

koyar. Sırf desinler diye yapılan<br />

göstermelik davranışlar, bize olan<br />

güveni sarsar. Bir güzellik yapacaksak,<br />

bunu bütün insanlığın<br />

duyması gerekmez. Herkesin gözüne<br />

sokarak yapacağımız bir iyilik,<br />

pek de kıymetli olmasa gerektir.<br />

Yüce Yaradan Kur’an-ı Kerim’de;<br />

"Ey iman edenler! Başa kakmak<br />

ve incitmek suretiyle yaptığınız<br />

iyilikleri boşa çıkarmayın!"<br />

(Bakara, 2/264.) buyurmuyor mu?<br />

Somut örnekler verecek olursak;<br />

hiç ummadığı bir anda bir öğrencinizin<br />

gözlerinin içine bakıp “Söyle<br />

bakalım, hayatta en çok istediğin<br />

şey nedir?” sorusunu yöneltmek...<br />

Bu soruyu belki cevabını gerçekten<br />

merak ettiğin için değil, (verilen cevap<br />

ilerleyen zamanlarda değişiklik<br />

gösterecektir) onun hayallerine<br />

duyduğun saygıdan sorarsın. Belki<br />

en yakını bile sormamıştır bu soruyu<br />

ona. Arkası gelir tabii. Basit bir<br />

sorunun araladığı kapıdan koca bir<br />

yürek karşılar seni. Ne hayaller, ne<br />

umutlar ve daha neler neler… En<br />

önemlisi de biri onu dinliyordur,<br />

sorgulamadan, hayallerine karışmadan.<br />

İşte ilk tohum…<br />

Her zamankinden farklı bir ruh<br />

hâliyle gözlemlediğin birinin omzuna<br />

dokunarak “Hayırdır?” sorusunu<br />

sorman, onun hassasiyetini<br />

anlaman bile yeterlidir bazen. Yanlış<br />

yaptığını bildiğin bir çocuğun<br />

gözlerine rencide etmeden, kaçamak<br />

bakışlarla “Herkes yanlış yapar<br />

ama ben seni seviyorum” mesajını<br />

verebilmektir sevgi tohumu<br />

ekebilmek.<br />

En umulmadık anda yaşlı birinin ziyaretine<br />

giderek “Unutulmadın,<br />

aklımdasın” mesajını vermektir.<br />

Düğünde, bayramda, cenazede<br />

yalnız olmadığını gösterebilmektir.<br />

“Bana zaman ayırabilir misin?” dediklerinde,<br />

günün modası olan<br />

“çok yoğunum” sözünün arkasına<br />

gizlenmeden evini, gönlünü açabilmendir.<br />

Sevgi tohumları ekmek<br />

için büyük meblağlar ödemek de<br />

gerekmez. Onun çok arayıp bulamadığı<br />

bir kitabı gördüğünde, tereddütsüz<br />

alıp hediye etmek “Senin<br />

isteklerini önemsiyorum”un<br />

sessizce söylenişidir. Çok da zor<br />

gibi durmuyor aslında değil mi?<br />

Çünkü mesele Allah (c.c.) için sevebilmek,<br />

O yarattı diye sevebilmek,<br />

eşref-i mahlûkat olduğu için<br />

sevebilmek.<br />

Mesele duyarlı olabilmek, gözlerini<br />

kapatmamak, kulaklarını tıkamamak.<br />

Mesele sevgi tohumlarını<br />

önce içimize ekebilmek... Nasıl<br />

olsa günü gelince filizlenir başka<br />

yüreklerde…


serbest kürsü<br />

18<br />

Sevde Nur Özkan<br />

Gençlere Sorduk...<br />

Hayriye Koçak (18)<br />

Çocukluğumdan beri ders notlarım yüksek<br />

olmuştur. Arkadaş çevrem, öğretmenlerim<br />

ve ailem de her zaman beni takdir<br />

ettiler ve hep yanımda oldular. Bahsettiğim<br />

bu husus benlik algımın pozitif<br />

yönde oluşmasına katkı sağladı diyebilirim.<br />

Onlardan daima sevgi gördüğüm<br />

için öz güvenimi kazanmamın asıl sebebidirler.<br />

Yaşamınızda benlik algınızı etkileyen<br />

hususlar neler oldu? <strong>Aile</strong>niz size<br />

yeterli öz güveni kazanmanızda<br />

yardımcı oldu mu?<br />

Şevket Bakır (23)<br />

Çevremdeki insanların söylemlerini<br />

çok umursamayan bir yapım<br />

var. Her zaman bana göre doğru<br />

olanı yaparım. <strong>Aile</strong>m de çocukluğumdan<br />

beri kendime olan güvenimi<br />

oluşturmuş ve desteklemişlerdir.<br />

Birgül Değirmen (17)<br />

Uzun süredir cildimdeki sivilceler beni<br />

rahatsız ettiği için rahat hareket edemiyorum.<br />

Örneğin insanlarla fazla<br />

konuşmak istemiyorum. Bu da bende<br />

karamsarlık ve çekingenlik oluşturmuş<br />

durumda. <strong>Aile</strong>m ise bütün konularda<br />

öz güvenimin tam olması için çaba sarf<br />

ediyor.<br />

Uzmanına<br />

Sorduk...<br />

Nazlı Özburun<br />

Uzman <strong>Aile</strong> Terapisti<br />

Benlik algısı; insanın kendisini<br />

nasıl algıladığı, çevre<br />

tarafından nasıl algılandığı,<br />

ne olduğu ve ne olması<br />

gerektiği ile ilgili düşünceleridir.<br />

Bireyin benlik algısı üzerinde aile tutumları<br />

çok önemlidir. Birey, kendisini<br />

değerli gören bir ailede doğmuşsa<br />

olumlu bir benlik algısı geliştirmesi<br />

daha kolaydır. Bunun için anne babanın<br />

bebeği istemeleri ve bebeğin<br />

Cafer Yağbasan (21)<br />

Zor şartlar altında yetişmem benlik<br />

algımı ciddi bir şekilde etkiledi.<br />

Maddi sorunlar beraberinde manevi<br />

sıkıntıları da getirdi. <strong>Aile</strong>min; benim<br />

ve kardeşlerimin öz güven oluşumu<br />

hakkında bilinçli olduğunu düşünmüyorum.<br />

gelişine hazır olmaları önem taşır. Yaşamın<br />

ilk yıllarında sevgi ve ilgi görmek,<br />

önemsenmek, değer verilmek<br />

gibi olumlu yaşam deneyimleri olumlu<br />

benlik algısının, bunun tersi olan<br />

ihmal edilmek ve yok sayılmak gibi<br />

olumsuz yaşam deneyimleri ise olumsuz<br />

benlik algısının gelişmesine neden<br />

olur.<br />

Anne, baba ve çocuk arasındaki güvenli<br />

bağlanma ve ebeveynin çocuğun<br />

ihtiyaçlarına duyarlı olması ço-


Anne Babalara<br />

Sorduk...<br />

Fidan Arsen (44)<br />

Çocuklarıma her zaman cesaret verdiğimi<br />

düşünüyorum. Çocuklarım da<br />

sakin yapılı olduğu için anlaşamadığımız<br />

bir durum olmadı. Bir şey yapacağım<br />

zaman onların fikirlerini<br />

mutlaka aldım ve bu ölçüde hareket<br />

ettim.<br />

Çocuğunuz olumlu bir benlik algısına<br />

sahip mi? Onun sahip olduğu benlik<br />

algısında sizin payınız nedir?<br />

Kadir Baloğlu (39)<br />

Biraz sinirli bir doğam olduğu için çocuğum<br />

çok rahat hareket edemiyor<br />

olabilir fakat onu çok severim. İmkânlar<br />

nispetinde arzularını yerine<br />

getirmeye çalışırım. İlgi alanlarına ve<br />

sevdiği şeylere saygı gösteririm. Davranışlarını<br />

ve dış görünümünü beğendiğimi<br />

dile getiririm.<br />

Sakine Koral (50)<br />

Evet. Çocuklarımızın olumlu bir<br />

benlik algısına sahip olabilmesi için<br />

bize düşenleri yapmaya çalıştık.<br />

Çocuklarımızın hayal dünyalarını<br />

ve isteklerini destekledik. Toplum<br />

içerisinde daima onure ettik.<br />

Fatma Bayraktar Karahan (36)<br />

Evet, çocuklarımın olumlu bir benlik algısına<br />

sahip olduğunu düşünüyorum.<br />

Çocuklarım kendini tanıma ve keşfetme<br />

evresinde yardımlarıma ihtiyaç<br />

duyuyorlar. Bir anne olarak çocuklarımın<br />

bu süreçlerinde onlara olumlu mesajlar<br />

vererek, dinin güzel emirleriyle<br />

benlik algılarının şekillenmesine yardım<br />

ediyorum.<br />

cukta sağlıklı bir benlik bilincinin ve<br />

kendisini önemli hissetme duygusunun<br />

yerleşmesine yol açar.<br />

Benlik algısının olumlu gelişmesi,<br />

başkalarına zarar verme pahasına da<br />

olsa bireyin kendisini iyi hissetmesi,<br />

bir özgüven patlaması değildir.<br />

Tam tersine olumlu benlik algısı<br />

geliştirmiş kişiler, çevresindeki insanlarla<br />

ben değerliyim, benin dışımdaki<br />

herkes de değerli inceliğinde<br />

iletişim kurarlar.<br />

<strong>Aile</strong> içinde varlığıyla kabul gören, fikirleri<br />

önemsenen ve dikkate alınan,<br />

başarıları fark edilen bireyler olumlu<br />

benlik algısı geliştirirler. Fiziksel<br />

veya zihinsel özellikleriyle dalga geçilen,<br />

başarıları yetersiz görülen çocuklar<br />

kendilerini kabullenmekte<br />

zorluk yaşarlar. Kendilerini ifade<br />

etmekte ve çevreleriyle iletişim kurmakta<br />

zorlanırlar.<br />

Olumlu benlik algısı bireye yaşamda<br />

başarı ve mutluluk getirir, yaşamda<br />

karşılaşılan problemlerle<br />

daha kolay baş etmesini sağlar.<br />

Çoğunlukla psikolojik sağlık; benlik<br />

algısı ile yakından ilişkilidir.<br />

Anne babaların, çocuklarıyla ilgilenirken<br />

değer vermeyle şımartmayı<br />

ayırt etmeleri önemlidir. Ergenlik döneminde<br />

ergenin fikirlerini dinlemeyi,<br />

gerektiğinde cesaretlendirmeyi bilerek<br />

olumlu benlik algısı geliştirme<br />

ve devam ettirme konusunda dikkatli<br />

olmaları gereklidir.


aile-ce<br />

20 Fatih Sönmez<br />

Uzman Psikolog


Çocuk ve<br />

Ergenlerde<br />

KENDİNE<br />

ZARAR<br />

VERME<br />

Yapılan araştırmalarda<br />

kendilerine fiziksel<br />

zarar veren bu çocuk<br />

ve ergenlerin<br />

ebeveynlerinin büyük<br />

oranda boşanmış<br />

oldukları<br />

görünmektedir. <strong>Aile</strong><br />

içindeki şiddet ve<br />

uyumsuzluk bu çocuk<br />

ve ergenlerde suçluluk,<br />

kendini sorumlu tutma<br />

ve bunun yanında<br />

evdeki ilişki biçiminin<br />

şiddet olmasından<br />

dolayı kendilerini<br />

şiddetle ifade etmekte<br />

oldukları<br />

görülmektedir.<br />

Kendine zarar verme davranışlarının<br />

başlangıcının<br />

on iki- on üç yaşları<br />

olduğu söylenebilir. Sıklıkla<br />

zarar verilen beden<br />

bölgelerinin sırasıyla kollar, eller,<br />

bilek bölgeleri ile bacaklar ve nadir<br />

olarak boyun bölgesi olduğu<br />

görülmekte, cinsel organlara ve<br />

göğse kesinlikle zarar vermemektedirler.<br />

Konuya kendine zarar veren bireyler<br />

açısından bakıldığında, sakinleşme<br />

açlığı içinde bulundukları<br />

söylenebilir. Her biri aynı zamanda<br />

“içlerinde kopan bir fırtınadan,<br />

sürekli dalgalanan duygulardan”<br />

bahsetmektedirler. Bu davranışları<br />

yapma nedenlerini, anlık rahatlama,<br />

öfkeyi kontrol etme, kan görünce<br />

rahatlama, sakinleşme ya da<br />

o andaki gerilimi giderme ve zevk<br />

alma olarak açıklamaktadırlar. Zarar<br />

verme davranışlarını, kendilerini<br />

öldürmek için yapmadıklarını<br />

ifade etmektedirler. Kendilerine<br />

zarar verme davranışları, açıkça<br />

ikincil kazanç sağlama ve diğerlerini<br />

kontrol etme amaçlı değildir.<br />

Kendilerine zarar veren ergenlerin<br />

öykülerinde fiziksel ve cinsel istismarın<br />

ağırlığı dikkat çekicidir.<br />

Kesme davranışının belirli periyodlarda<br />

tekrarlayıcı olduğu ve zarar<br />

verme davranışlarından en<br />

sıklıkla kullanılan metodun kendini<br />

kesme olduğu dikkat çekmektedir.<br />

Ardından kendisini bir yerlere vurma<br />

ve saç yolma gelmektedir.<br />

Kendine zarar veren ergenlerin<br />

anne babalarının büyük oranda,<br />

ergen küçük yaşlarda iken ayrı yaşamaya<br />

başlamış ve boşanmış<br />

çiftlerden oluştuğu söylenebilir.<br />

(Tedavisini sürdürdüğüm ergenlerin<br />

ailelerinde boşanma genellikle<br />

ilkokul öncesi döneme denk<br />

gelmektedir.)


aile-ce<br />

22<br />

“Kendine zarar verme<br />

çocuğun ve ergenin<br />

çaresizlik duygularının bir<br />

dışa vurumudur. Bu çocuk<br />

ve ergenlerin ailelerinde<br />

ebeveynlerin duygularını<br />

söze dökme yoktur ve<br />

konuşmaktan ziyade kavga<br />

ederler. Aynı zamanda bu<br />

çocuk ve ergenlerin<br />

ailelerinde alkol ve madde<br />

kullanımı da yaygın olarak<br />

görülmektedir.”<br />

Kendilerine zarar veren ergenlerin<br />

babalarını tanımlayışları genellikle<br />

dengesiz, olur olmaz yerde kızan ve<br />

içi boş otorite figürleri şeklindedir.<br />

Büyük çoğunluğu anne figürünü oldukça<br />

baskın, katı ve kuralcı, nüfuz<br />

eden; ama öz bakımları yerinde<br />

olmayan, feminen özelliklerden<br />

uzak bir şekilde tasvir etmektedir.<br />

Annelerin bir kısmının geçmişte kişide<br />

kimlik, bellek, algı ve çevre ile<br />

ilgili duyumlar gibi normalde bir bütün<br />

hâlinde çalışan işlevlerin bütünlüğünün<br />

bozulması, majör depresyon,<br />

alkol, madde kullanımı ve<br />

intihar girişimlerinden ötürü psikiyatrik<br />

yardım aldığı ya da devam ettiği<br />

söylenebilir.<br />

Ergenler zarar verdikleri bölgeleri<br />

gizlemeye çalışmaktadırlar. (Çoğunlukla<br />

uzun kollu giysiler giyerek<br />

kollarındaki kesikleri gizleme eğilimi<br />

vardır.)<br />

Yukarıda çocuk ve ergenlerde görülen<br />

kendine zarar verme davranışlarının<br />

en sık rastlanılan vakalarından<br />

bahsettim. Peki, bu çocuk<br />

ve ergenler neden kendilerine zarar<br />

verme yolunu seçerler?<br />

Yapılan araştırmalarda kendilerine<br />

fiziksel zarar veren bu çocuk ve ergenlerin<br />

ebeveynlerinin büyük<br />

oranda boşanmış oldukları görünmektedir.<br />

<strong>Aile</strong> içindeki şiddet ve<br />

uyumsuzluk bu çocuk ve ergenlerde<br />

suçluluk, kendini sorumlu<br />

tutma ve bunun yanında evdeki<br />

ilişki biçiminin şiddet olmasından<br />

dolayı kendilerini şiddetle ifade<br />

etmekte oldukları görülmektedir.<br />

Şiddet gören, dışarıya yöneltemediği<br />

şiddeti kendisine yöneltmekte<br />

ve bununla yaşadığı huzursuzluk<br />

ve kaygıyı azaltma umudu içinde<br />

olmaktadır. <strong>Aile</strong>de görülen şiddet<br />

ilişkisi otomatik olarak çocuğa<br />

yansır. Kendine zarar verme çocuğun<br />

ve ergenin çaresizlik duygularının<br />

bir dışa vurumudur. Bu<br />

çocuk ve ergenlerin ailelerinde<br />

ebeveynlerin duygularını söze dökme<br />

yoktur ve konuşmaktan ziyade<br />

kavga ederler. Aynı zamanda bu<br />

çocuk ve ergenlerin ailelerinde alkol<br />

ve madde kullanımı da yaygın<br />

olarak görülmektedir.<br />

Bir yandan bu yaptıklarından utanç<br />

duyan söz konusu çocuk ve ergenlerin<br />

psikolojik destek ve yardım<br />

almalarının gerekli olduğu gibi<br />

bu destek ve yardımın söz konusu<br />

ailelere de uygulanması gerektiği<br />

önemle belirtilmiştir.<br />

Türkiye’de orta ve dengi okullarda<br />

okuyan öğrencilerin %30’luk kısmında<br />

kendine zarar verme davranışı<br />

görülür. Toplum ve ruh sağlığı<br />

açısından bakıldığında bu ciddi<br />

bir orandır.<br />

Bu davranışları gösteren çocuk ve<br />

ergenlerin aileleri ya da okuldaki<br />

psikolojik danışmanlar tarafından<br />

zamanında fark edilip, zamanında<br />

müdahale edildiği takdirde çok<br />

vahim olabilecek sonuçlar önlenebilir.<br />

Kendine zarar verme davranışı<br />

her ne kadar intihar teşebbüsü<br />

olmasa da bu davranışlar<br />

intihar teşebbüsünün yani çocuk<br />

ve ergenin öz yıkımının bir sinyali<br />

olabilir. Ayrıca bu davranışları sergileyen<br />

çocuk ve ergenler daha<br />

sonra bu davranışlarla yetinmeyip<br />

alkol, uçucu ve uyuşturucu maddeye<br />

yönelebilirler. Bu davranışların<br />

aileler tarafından basite alınması<br />

ya da numara yapıyor, dikkat çekmeye<br />

çalışıyor gibi düşünülmesi bu<br />

bireylerin ruhsal ve fiziksel kayıplarına<br />

neden olabilir.<br />

Bir davranış varsa bunun ruhsal nedenleri<br />

vardır ve içinde duygusal ve<br />

düşünsel çatışma barındırır. Bu<br />

tarz davranışlar özellikle çocukluk<br />

çağında başlar ve anlaşılmazsa<br />

ergenliğe sıçrar, daha sonra yetişkinlikle<br />

ağır ve geri dönüşü çok zor<br />

ya da imkânsız yeni olumsuz davranışlara<br />

yol açar.<br />

Kendine zarar vermenin nedeni<br />

ne olursa olsun bu geçerli bir çözüm<br />

değildir. Asıl sorunun kısa<br />

zamanlı ve geçici olarak kaybolmasına<br />

yarar ve sorunun tamamen<br />

ortadan kalkmasına hiçbir fayda<br />

sağlamaz. Burada yapılacak asıl çözüm;<br />

kişinin kendine zarar verme<br />

davranışlarının nedenlerini araştırmak<br />

ve ortadan kaldırmaya çalışmaktır.


Sorumlu ben miyim?<br />

Keşke farklı<br />

açıdan baksaydım!<br />

Affetmeli miyim,<br />

ne kaybederim ki?<br />

GEÇMİŞİMİZDEKİ<br />

OLAYLARA<br />

DOĞRU<br />

BAKABİLMEK<br />

█ Serhat Yabancı<br />

Evlilik Terapisti<br />

Hayat devam<br />

ediyor. Zaman<br />

algımız, hayatı<br />

algılamamızı<br />

etkiliyor. Sürekli<br />

geçmişe takılıp<br />

kalmak, nasıl ki kişiyi<br />

mutsuz ediyorsa<br />

sürekli geleceği<br />

düşünmek de bir o<br />

kadar mutsuz<br />

etmektedir.


aile-ce<br />

24<br />

Geçmişe takılan üzüntü<br />

yaşarken, geleceğe takılan<br />

ise kaygı yaşamaktadır.<br />

İşte böyle<br />

bir durumda geçmiş<br />

ile gelecek arasında<br />

sıkışmadan bugünümüzü yaşamak<br />

gerekiyor. Geleceğe yatırım yapmak,<br />

geçmişte yaşananlardandersler<br />

çıkarmak ve olumsuz yaşantılara<br />

güçlü bir şekilde “hoşça<br />

kal” demek lazım. Sağlıklı bir hoş<br />

geldin ve sağlıklı bir hoşça kal için<br />

affetme mekanizmamızı çalıştırmalıyız.<br />

Hem kendimizi hem diğer<br />

insanları affedip, olumsuz duygulardan<br />

ve geçmişten gelen duygu<br />

yüklerinden kurtulmamız gerekiyor.<br />

Psikolojik deneyimler aslında bireyin<br />

psikolojik açıdan güçlenmesini<br />

de sağlar. Dezavantaj gibi görünen<br />

durumları, birey kendi içinde<br />

geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla<br />

avantaja çevirebilir. Böylece<br />

birey, kendi içsel dünyasına<br />

yaptığı bu özel yolculukta acılarına<br />

yüklediği anlamlarla derinleşir ve<br />

yaşam böylece deneyimlerimizle<br />

hayatın içindeki acı, tatlı, iyi, kötü<br />

gibi durumlara atfettiğimiz değerlerle<br />

mana kazanır.<br />

Geçmişi temizlemek konusuna<br />

geçmeden önce, şu hususu en<br />

başta belirtmek gerekir: Yaşantıyı<br />

silmek, unutmak sistemsel olarak<br />

mümkün değildir. Beyin, “Bu benim<br />

canımı çok sıkıyor, şu yaşantıyı<br />

delete yapayım” diyemez. Ancak<br />

bir organik sorun (hastalık<br />

veya ağır yaşlılık) durumunda bu<br />

kısmen olabilir. Kimse de yaşanmış<br />

bir olayı silmek için nörolojik bir<br />

hastalık geçirmek istemez. O hâlde<br />

yaşanılan bir şeyi unutmak değil,<br />

ancak doğru yorumlamak ve<br />

buna bağlı olarak da onun sebep<br />

olduğu duygulardan arınmak mümkün<br />

olabilir.<br />

• İlk yapılması gereken, unutmak<br />

için zihnimizi zorlamaktan vazgeçmektir.<br />

Geçmişi unutmaya<br />

çalışmak, hatırlama oranını arttırır.<br />

Çünkü unutmak için devamlı<br />

“unutmalıyım” telkinini<br />

hatırlamak zorundasınız. Bu<br />

durum ise, problemi çözülemez<br />

bir hâle getirir.<br />

“Yaşanılan olayları<br />

öncelikle kabul etmeliyiz.<br />

Sorunu kabul etmeyen<br />

çözüm bulamaz. Ayrıca<br />

kabul etmek, onaylamak<br />

değildir. Yaşanılanı doğru<br />

bulmasak bile<br />

kabullenmemiz, çözümü<br />

kolaylaştırır.”<br />

• Olumsuz içerikli geçmiş olaylarla<br />

yaşamak; çoğu zaman değersizlik,<br />

pişmanlık, suçluluk,<br />

kandırılmışlık, öfke, kin gibi<br />

duygu ve düşüncelere maruz<br />

kalmamıza neden olur. Aslında<br />

sadece olayı hatırlamak ile bitmez.<br />

İlave olarak az önce bahsettiğimiz<br />

duygu ve düşünceleri<br />

de beraberinde çağırırız. Peki,<br />

bu olaylar neden herkeste aynı<br />

etkiyi oluşturmaz? Bu olayı yaşayanlarda,<br />

neden hissedilen<br />

duygular farklıdır?<br />

• O hâlde bizi üzen ve mutsuz<br />

eden olayların bizzat kendisi değil;<br />

bizim onlarla ilgili bakış açımız,<br />

duygu, düşünce ve yorumlarımızdır.<br />

Olaylar ile yıllarca beraber yaşamak<br />

yerine onları çözmeye, analiz etmeye<br />

ne dersiniz? Peki, bunu nasıl<br />

yapacağız?<br />

Kişisel gelişim kitapları genelde<br />

“Unutun, takılmayın, anı yaşayın”<br />

gibi cümleler sarf eder. Ama bilmeliyiz<br />

ki, bu o kadar kolay değil,<br />

kolay olsa yapardık.<br />

Unutmak, yok saymak, küçümsemek<br />

veya abartmak da çözüm değil.<br />

Aşama aşama<br />

değerlendirelim:<br />

• Yaşanılan olayları öncelikle kabul<br />

etmeliyiz. Sorunu kabul etmeyen<br />

çözüm bulamaz. Ayrıca<br />

kabul etmek, onaylamak değildir.<br />

Yaşanılanı doğru bulmasak<br />

bile kabullenmemiz, çözümü<br />

kolaylaştırır. Keşkeler hayatımızda<br />

hayal kırıklıkları ve hataların<br />

suçluluk sonuçlarıdır.<br />

Olayın yaşandığı gerçeğini bizim<br />

bakış açımız değiştiremez.<br />

• Sosyolojide bir kural vardır:<br />

“Olayı, zamanı içerisinde yorumlamak”<br />

İşte esas noktamız<br />

bu. Biz başımızdan geçen olayları<br />

yorumlarken, o dönemden<br />

ve o günkü şartlardan bağımsız<br />

yorumluyoruz. Bu nedenle, hep<br />

bir eleştiri, bir haksızlık, pişmanlık,<br />

kandırılmışlık duygusu<br />

içine kapılıyoruz. İkinci bakış<br />

açımız bu olmalı. O gün yaşanılan<br />

olayı, bir bütün olarak<br />

ele alalım. Çevresel etmenler,<br />

ruh halimiz, olgunluk düzeyimiz,<br />

yaşımız, çaresizliğimiz, duygularımız<br />

vb. tüm etmenleri, başımızdan<br />

geçen olayları dikkate<br />

almadan doğru yorumlayamayız.<br />

Kendimize haksızlık etmiş<br />

oluruz. O zaman içinde<br />

tepkimiz, duruşumuz, bize verilen<br />

rol vs. tüm eylemler bir bütündür.<br />

Eğer bugün olsa “şöyle<br />

yapardım, keşke şunu deseydim,<br />

yapsaydım veya yapmasaydım”<br />

gibi düşüncelerimiz<br />

var ise bunu “o gün öyle gerekiyordu,<br />

şartlar onu yapmamı<br />

gerektirdi” diyerek gerçekçi bir<br />

yorum geliştirebiliriz.<br />

• Değiştiremediğimiz, dışımızda<br />

gelişen olaylar ve çaresizliğimiz


söz konusu ise sorumluluğumuz<br />

yoktur. “Nedenleri ben seçmedim,<br />

kuralları ben koymadıysam<br />

sorumlusu da ben değilim” diyebiliriz.<br />

“Olayları<br />

değiştirmeyeceğimize<br />

göre onları yorumlarken;<br />

kendimizi suçlamamalı,<br />

tüm şartları birlikte ele<br />

almalı, zamanın ruhu<br />

ilkesine bağlı kalmalı ve<br />

bugünkü şartlar ile<br />

geçmişi<br />

yorumlamamalıyız.”<br />

ilkesine bağlı kalmalı ve bugünkü<br />

şartlar ile geçmişi yorumlamamalıyız.<br />

Bu konuda esas olan unutmak<br />

değil, kendimizi de diğer insanları<br />

da affetmektir. Affetmek, geçmişten<br />

gelen olayların duygusal yükünden<br />

kurtulmamızı sağlar. Düşünün<br />

ki, hem kendimize olan öfkeyi<br />

hem başkalarına olan öfkemizi<br />

ne kadar taşıyabiliriz? Ne kadar<br />

daha onları cebimizde taşıyıp bir<br />

yandan da mutlu olabiliriz? Bu,<br />

hem yaşadığımız andaki pozitif<br />

duyguları kaçırır hem de bizi yıllarca<br />

depresif yaşamaya mahkûm eder.<br />

Unutmak; mekanik ve zihinsel olarak<br />

mümkün olmadığına göre en<br />

sağlıklısı affetmektir. Bu arada affetmek,<br />

aynı şeylerin tekrar yaşanacağı<br />

veya affettiğimiz kişilerle tekrar<br />

görüşeceğimiz anlamına gelmez.<br />

Sadece olumsuz duygulardan arınmak<br />

(kendimiz) için yaparız.<br />

Bu anlamda Allah’a bırakmak da affetmek<br />

anlamında manevi tedavi<br />

sağlar. Bilinç düzeyimizi yükseltmek<br />

ve farkındalığımızı arttırmak için<br />

aşağıda sıralanan soruların cevaplanması<br />

faydalı olacaktır.<br />

• Kendimizi suçlamamız, sadece<br />

kendimizi kötü hissettirir. Niye<br />

böyle davrandım demek yerine<br />

yaşantıyı kabul et ve sorumluluğunu<br />

gözden geçir diyebiliriz.<br />

Kendimizi suçlasak da suçlamasak<br />

da bir şeyi değiştiremeyiz.<br />

Bunun yerine neden sonuç<br />

ilişkilerine odaklanmalıyız. O<br />

an çaresiz olabiliriz, kendimizi<br />

kötü hissedebiliriz, olgunluk<br />

düzeyimiz yetersiz olabilir. Nedenleri<br />

hem kendi gelişimimiz<br />

hem de çevresel etmenlerle<br />

beraber ele almalıyız.<br />

• Olayın yarattığı acı ve keder, bizim<br />

yorumumuzla şekillenir.<br />

Yani bizim o olayı yorumlamamız<br />

acı ve keder oranını direkt<br />

şekillendirir. Ayrıca acı var ise,<br />

hayatımızda önem verdiğimiz<br />

bir şey var demektir. Önemsiz<br />

bir şeyin acısı da değeri kadardır.<br />

• Bugünümüzü şekillendirirken<br />

çıkmaza düştüğümüzde, bunu<br />

geçmişe ve çocukluğumuza<br />

bağlamak bir savunma mekanizmasıdır.<br />

• Sonuçta, nasıl düşünürsek öyle<br />

hissederiz. Olayları doğru yorumlamak,<br />

doğru hisleri meydana<br />

getirir.<br />

• Olayları değiştirmeyeceğimize<br />

göre onları yorumlarken; kendimizi<br />

suçlamamalı, tüm şartları<br />

birlikte ele almalı, zamanın ruhu<br />

Yaşadığın olayı, arkadaşın yaşamış<br />

olsa ve sana şu an anlatıyor<br />

olsa, ona ne söylerdin?<br />

Nasıl bir öneride bulunurdun?<br />

Yaşadığın olayda sen<br />

neleri değiştirebilirdin?<br />

Olayda farkındalığın yoksa<br />

sorumluluğun olabilir mi?<br />

Farklı baksan ne<br />

kaybedersin?<br />

Affetmemek sana ne<br />

kazandırıyor?<br />

12<br />

4 357<br />

6<br />

8<br />

10<br />

9<br />

Bu olay başka nasıl<br />

düşünülebilir?<br />

Şu an geçmişteki olay ile ilgili ne<br />

yapılsa kendini mutlu hissederdin?<br />

Farkındalığın var ama değiştirebilecek<br />

gücün yoksa yine<br />

sorumlu olur muydun?<br />

Bu olaya hep bildiğin ve yorumladığın<br />

gibi bakmaya devam edersen ne olur?<br />

Şu an ne olsa o olaydaki<br />

karakterleri affederdin?<br />

Soruları kâğıda yazıp tek tek cevaplarsak, olayı ve olayların derin<br />

analizini yaparak tekrar sorgulamış oluruz. En azından fark<br />

etmediğimiz bakış açılarını ve hataları da görmüş oluruz.


söyleşi<br />

26 Sevde Nur Özkan<br />

Lübnan kökenli bir ailenin çocuğu olarak<br />

16 Temmuz 1981’de Lübnan’da doğan<br />

Maher Zain, sekiz yaşında İsveç’e<br />

taşınmalarından sonra bu ülkede<br />

yaşamaya başlamıştır. Maher Zain;<br />

R&B şarkıcısı, söz yazarı ve bir müzik<br />

yapımcısıdır. Genç sanatçının 2009’da<br />

çıkarmış olduğu ilk albümü “Thank You<br />

Allah” uluslararası büyük bir başarıya<br />

imza atmıştır. 2012’de piyasaya sürülen<br />

“Forgive Me” albümüyle yakaladığı<br />

başarıyı sürdürmüştür. Türkiye’de de<br />

geniş bir dinleyici kitlesine sahip olan,<br />

güler yüzüyle tanıdığımız Maher Bey ile<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>Aile</strong> Dergisi okuyucuları için<br />

güzel bir sohbet gerçekleştirdik.


Allah’ın<br />

yardımı olmadan<br />

başarı gerçekleşmez<br />

üziğe başlamanız ve müzik kariyerinizin<br />

devamı nasıl gerçekleşti?<br />

Çocukluğumdan beri müzik, hep hayatımın<br />

bir parçası oldu. İlk ilhamımı Lübnan’da<br />

yaşadığımız sırada, sık sık şarkı<br />

söyleyen dedemden aldım. Yıllar geçtikçe<br />

içimdeki müzik aşkı büyüdü ve bir gün,<br />

şu anda dünyadaki en büyük müzik yapımcılarından<br />

biri olarak kabul edilen<br />

RedOne’la tanıştım. Bu tanışmayla birlikte<br />

müzik benim için daha ciddi bir uğraşı, bir<br />

meslek hâline geldi. Sonraları ise bu kariyeri<br />

bitirme kararı aldım; çünkü müzik piyasası<br />

içinde kendimi rahat hissetmiyordum<br />

ve aynı zamanda bir dönüşüm yaşıyordum.<br />

Sonunda 2008 yılında şu anki yapımcı<br />

şirketimle bir sözleşme imzaladım<br />

ve ilk albümümü çıkardık, devamını zaten<br />

biliyorsunuz…


söyleşi<br />

28<br />

“Ben şuna inanıyorum; bir<br />

vizyonunuz varsa,<br />

inanıyorsanız ve bu hedef<br />

doğrultusunda çok<br />

çalışıyorsanız Allah’ın<br />

izniyle başarıdan başka yol<br />

yoktur. Ayrıca anne<br />

babamın dualarının da<br />

benim başarım üzerinde<br />

çok etkili olduğuna<br />

inanıyorum.”<br />

Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar<br />

tarafından dinleniyorsunuz<br />

ve müzik dünyasında kısa bir<br />

sürede ciddi bir başarı elde ettiniz.<br />

Bu başarıyı elde etmenizi sağlayan<br />

ilhamınız nereden geliyor?<br />

Her şeyden önce şuna inanıyorum:<br />

Allah’ın yardımı, lütfu ve keremi olmadan<br />

hiçbir başarı gerçekleşmez.<br />

Hayatta elde edilen başarıların<br />

ve ilerlemelerin temelinde<br />

Allah’ın yardımı yer almaktadır.<br />

Buna gönülden inanıyorum. Şunu<br />

da açık yüreklilikle söylemeliyim ki<br />

hayattaki her şeyden ilham alırım.<br />

Temel olarak sahip olduğum inancım<br />

ve kişisel hayatımdaki tecrübelerim<br />

beni yönlendirdi ve yol<br />

gösterdi. Şöyle ki; Doğu kökenli<br />

olan, dolayısıyla Doğu altyapısı<br />

olan ve Batı’da yetişen biri olarak<br />

her iki kültürün hayatımda birleşmesi,<br />

kendisini müziğimde de gösterdi.<br />

Her iki kültürün de enstrümanlarından<br />

faydalanma imkânı<br />

buldum. Bu ayrıcalıklı durum ise<br />

herkese nasip olmayan bir zenginliktir.<br />

İnsanların kalbine dokunan bir<br />

tarzınız var ve kalpleri fethettiniz.<br />

R&B müzik stilinizle büyük bir hayran<br />

kitlesine sahipsiniz. Bu müzik<br />

tarzının insanların iç dünyalarını etkilediğini<br />

söyleyebilir miyiz?<br />

Küresel düzeyde müzik olgusuna<br />

bakıldığı zaman, müziğin insanları<br />

olumlu ya da olumsuz yönde rahatlıkla<br />

etkileyebilecek güçlü bir<br />

araç olduğu görülecektir. Müzik insanların<br />

ruh dünyasının, manevi atmosferinin<br />

üzerinde ciddi bir etkiye<br />

sahiptir. Bu bir gerçektir. Müziği<br />

dinleyip de içeriğinden ve taşıdığı<br />

manadan olumlu ya da olumsuz<br />

anlamda etkilenmemek mümkün<br />

değildir. Ben müziği olumlu,<br />

ruhu şenlendirici, duyguları canlandırıcı<br />

ve ilham veren mesajlar<br />

yayan bir araç, aynı zamanda da bir<br />

eğlence aracı olarak kullanıyorum.<br />

Şundan da çok mutluyum: Elhamdülillah<br />

dünya çapında, her ülkede<br />

müziğim geniş kitleler tarafından<br />

kabul gördü ve edindiğimiz<br />

intibaya göre insanlar üzerinde<br />

olumlu bir etkisi var. Bu durum da<br />

beni mutlu ediyor. Bu yüzden Allah’a<br />

şükrediyorum.<br />

“Thank you Allah” (Çok şükür Allah’ım)<br />

isimli albümünüz 8 Platin<br />

plak ödülü kazandı ve 2010 yılında<br />

en çok satılan albüm oldu. Bu<br />

başarıyı nelere borçlusunuz?<br />

Bu albüm üzerinde gerçekten çok<br />

ciddi bir şekilde çalıştık ve arkamda<br />

büyük bir takım var. Başarı tek<br />

başına elde edilen bir şey değildir.<br />

Arkanızda aynı ideallere gönül vermiş<br />

kaliteli bir takım varsa, başarıya<br />

ulaşmanız daha kolay olur. Bu<br />

takımda yer alan her birey, üzerine<br />

düşen görevi fazlasıyla yerine<br />

getirdi. Ben şuna inanıyorum; bir<br />

vizyonunuz varsa, inanıyorsanız<br />

ve bu hedef doğrultusunda çok çalışıyorsanız<br />

Allah’ın izniyle başarıdan<br />

başka yol yoktur. Ayrıca anne<br />

babamın dualarının da benim başarım<br />

üzerinde çok etkili olduğuna<br />

inanıyorum.<br />

Amerika’dayken İslami yaşamdan<br />

uzak olduğunuzu ve bazı olaylardan<br />

sonra büyük bir dönüşüm yaşadığınızı<br />

söylüyorsunuz. Bize bu<br />

keskin değişimin sebebini anlatabilir<br />

misiniz?<br />

Ben aslında her zaman müziği çok<br />

sevdim fakat müzik etrafında dönen<br />

hayatı sevemedim. Amerika’da<br />

çalıştığım sırada İsveç’e kısa<br />

süreli bir ziyaretimde birkaç yeni arkadaşla<br />

tanıştım. Onlarla camiye<br />

gittikçe daha fazla vakit geçirmeye<br />

ve sohbet etmeye başladık. Kişisel<br />

değişim ve dönüşümlerin arkasında<br />

yapılan arkadaşlıkların<br />

önemli tesiri vardır.<br />

Yavaş yavaş şunu hissettim; bu<br />

çevre ve zaten sahip olduğum değerler<br />

bana daha iyi geliyor ve<br />

eşim olacak kişiyle tanıştıktan kısa<br />

bir süre sonra artık bir yuva kurmaya<br />

karar verdim.<br />

Hayatınızda bu değişim deneyimini<br />

yaşadıktan sonra müziğiniz hakkında<br />

ne düşünüyorsunuz?<br />

İlk planda müzik alanında çalışmayı<br />

bırakmaya karar verdim ancak<br />

sonra fark ettim ki müziği farklı bir<br />

yönde devam ettirebilirim. Biraz<br />

önce de ifade ettiğim gibi müziğin<br />

insanlar üzerindeki tesirinden istifade<br />

etmek istedim. Sonra yeteneğimi<br />

inandığım mesajı ve değerleri<br />

desteklemek için kullanmaya<br />

karar verdim. Görüldüğü gibi<br />

müzikle birlikte dilleri, ülkeleri,<br />

milletleri, renkleri farklı geniş kitlelere<br />

ulaşma imkânı bulduk.<br />

Türkiye’de hayranlık duyduğunuz<br />

ve beğendiğiniz bir müzisyen var<br />

mı?<br />

Türk müziğini çok seviyorum ve<br />

sevgili arkadaşım Mustafa Ceceli,<br />

Emre Moğulkoç ve diğer yapımcılar<br />

gibi başarılı müzik yapımcıları ile<br />

birlikte çalışmanın mutluluğunu<br />

ve onurunu yaşıyorum. Onlarla<br />

üçüncü albümüm için tekrar birlikte<br />

çalışmayı arzu ediyorum.<br />

“Forgive Me” (Beni Affet) albümünüzdeki<br />

altı parçayı Türkçe olarak<br />

seslendirdiniz.Başka Türkçe<br />

şarkılar seslendirip hayranlarınızı<br />

tekrar sevindirmeyi düşünüyor musunuz?<br />

Evet, şarkılarımdan altı tanesini<br />

Türkçe seslendirdim. Allah nasip<br />

ederse ileride bu anlamda şarkılarımın<br />

sayısı artarak devam edecek.<br />

Müslüman gençlerin yaşama bakış<br />

açısını nasıl buluyorsunuz? Onlara<br />

neler tavsiye edersiniz?<br />

Bu modern toplumda genç olmanın<br />

nasıl bir şey olduğunu ve onları<br />

bekleyen tehlikeleri biliyorum.<br />

Çoğu zaman modernizmin hayata<br />

kattığı unsurlar çok zor ve kafa karıştırıcıdır.<br />

Sürekli değişen dünyada<br />

bazen kolaylıkla kendi mecramızdan<br />

çıkabiliriz. Çünkü genç nesilleri<br />

mecralarından koparacak<br />

uyaranlar çok fazla. Fakat benim<br />

tavsiyem gençlerimizin anne babalarını<br />

mümkün olduğunca din-


“<strong>Aile</strong> benim için çok şey<br />

ifade eder: Onlar bana<br />

destek, huzur, haysiyet,<br />

sevgi ve sevgili<br />

Peygamberimizin<br />

buyurduğu gibi “dinimin<br />

yarısını” verdiler. Mutlu,<br />

sağlıklı ve huzurlu toplumlar<br />

ancak sağlam ailelerin<br />

üzerine bina edilebilir.”<br />

lemeleri ve onların dediklerini kulak<br />

ardı etmemeleri; tabiri caizse<br />

kendilerini iyi insanlarla kuşatmaları<br />

ve yaptıkları işlerin ne sonuç vereceğini<br />

her zaman tekrar tekrar<br />

düşünmeleri… Aslında ifade ettiğim<br />

bu üç husus her yaştaki insan<br />

için geçerlidir.<br />

Sizi büyük bir beğeniyle dinleyen<br />

Türkiye’deki dinleyici kitlenize nasıl<br />

bir mesaj vermek istersiniz?<br />

Sürekli ve koşulsuz sevgileri ve<br />

destekleri için Türkiye’deki kardeşlerimize<br />

çok teşekkür ediyorum.<br />

Allah’ın izniyle kendileri için daha<br />

büyük işler yapmaya söz veriyorum.<br />

Bu konuda da kendilerinden<br />

dua bekliyorum.<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>Aile</strong> Dergisi olarak şunu soralım:<br />

Maher Zain için aile ne ifade<br />

eder?<br />

<strong>Aile</strong> benim için çok şey ifade eder:<br />

Onlar bana destek, huzur, haysiyet,<br />

sevgi ve sevgili Peygamberimizin<br />

buyurduğu gibi “dinimin yarısını”<br />

verdiler. Mutlu, sağlıklı ve huzurlu<br />

toplumlar ancak sağlam ailelerin<br />

üzerine bina edilebilir. Gelecek<br />

kuşakların kişilikli, erdemli ve ahlaklı<br />

olabilmeleri aile bireylerinin<br />

birbirlerine olan bağlılıklarından<br />

geçer. <strong>Aile</strong>deki bağlar ne kadar güçlü<br />

ve kuvvetli ise toplumun birliği<br />

de o kadar sarsılmaz olur. <strong>Aile</strong> aynı<br />

zamanda çocuklar için ilk eğitimlerini<br />

gördükleri bir mekteptir. Günümüzde<br />

özellikle genç neslimizin<br />

yaşamış olduğu kimlik krizleri ve<br />

savrulmalar aile denen mektebin,<br />

üzerine düşen görevi tam manasıyla<br />

yerine getirememesinden<br />

kaynaklanıyor.


gurbetten<br />

notlar<br />

30<br />

Ayten Kılıçarslan<br />

Almanya’da<br />

Çocuk Camileri<br />

Projesi<br />

“Almanya ve diğer Avrupa<br />

ülkelerinde, yaşanılan<br />

ülkenin şartları dikkate<br />

alınarak çocuklara<br />

kazandırılmak istenen<br />

değerleri temel alan “yerli”<br />

çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />

Zira hangi coğrafyada<br />

olursa olsun, birlikte<br />

yaşanılan toplumun ve<br />

ülkenin şartları, kişinin<br />

kimliğinin oluşumuna<br />

doğrudan etki eder. Bu<br />

nedenle başarılı eğitim;<br />

kopyalanan değil, şartları<br />

dikkate alan ve güçlü kimlik<br />

oluşumunu destekleyen<br />

özgün eğitim içerikleri ile<br />

verilebilir.”<br />

Almanya’da “Kindermoschee”<br />

(çocuk camii)<br />

adını verdiğimiz<br />

çalışma, özgün bir<br />

müfredat olarak yakın<br />

zamanda kamuoyuyla<br />

paylaşılacaktır. Diğer kopyalanmış<br />

çalışmalardan farkı, 4-6<br />

yaş grubu çocukların iki dilli, metodik<br />

çalışmanın öne çıktığı, değerlerin<br />

temel alındığı, Almanya’daki<br />

çocukların hayat gerçeklerini<br />

göz önünde bulunduran özgün<br />

bir DİTİB projesi olmasıdır.<br />

Müfredat iki dilli olacaktır. Müfredatta<br />

materyallerin de yer alması,<br />

bu materyallerin anaokullarından<br />

tanıdık unsurlarla pekiştirilmesi,<br />

projeyi daha da ilginç hâle getirmektedir.<br />

Çocuk bir konu işlenirken<br />

anaokulunda öğrendiği Almanca<br />

şarkıyı burada tekrarlayabilecek,<br />

ancak aynı konuyla ilgili<br />

benzer başka bir Türkçe çocuk şarkısını<br />

da öğrenerek dil dağarcığını<br />

geliştirecek ve kavramlar dünyası<br />

zenginleşecektir. Haftada üç saatlik<br />

derste el becerileri gelişirken, hayal<br />

dünyası da genişleyecektir.<br />

Değerler dünyasında Almanca olarak<br />

kullanmayı öğrendiği kelimelerle<br />

kendisini Almanca konuşulan<br />

bir ortamda aynı rahatlıkla ifade<br />

edebilecek, okul hayatında bu bilgileri<br />

değerlendirebilecektir. Çocuklarımız<br />

çoğu kez yarım dilli olmakla,<br />

yani her iki dili de yarım bilmekle<br />

suçlanmaktadırlar. Hâlbuki<br />

bu çoğu kez doğru bir tespit değildir.<br />

Tam tersine ailesinde ana dili<br />

geliştirilen bir çocuk, Almanca’da<br />

kendisini iyi ifade edemese de


“Değerler eğitimi,<br />

interaktif bir eğitimdir.<br />

Mantalitesi, mantık<br />

kurgusu ve kullandığı dili<br />

ile çocuğun yaşadığı<br />

ülkenin gerçeklerini<br />

dikkate alır. Çocuğun<br />

evrensel değerleri de fark<br />

etmesini sağlar.”<br />

ana dilinde daha başarılı olabilir.<br />

Ancak bunu her iki dile de vakıf bir<br />

eğitmen ölçebilir. Çocuğun Almanca<br />

kelime dağarcığındaki fakirlik,<br />

onun aynı kavramı kendi<br />

dilinde bilmediği anlamına gelmez.<br />

Değerler eğitimi, çocuğun<br />

gündelik hayatında kullandığı Almanca<br />

ve Türkçe kavramları zenginleştirerek<br />

bu sorunu çözmek için<br />

de yardımcı olabilecek bir tarzda<br />

olmalıdır. Böylece çocuk, okul hayatına<br />

da hazırlanmış olacaktır.<br />

Değerler eğitiminde konular olumlu<br />

dil kullanılarak işlenmelidir. Çocuk<br />

cezayı değil mükâfatı öğrenmeli,<br />

neyi yapmaması gerektiğinden<br />

önce, neyi yapmasının ona değer<br />

katacağının farkına varmalıdır.<br />

Değerler eğitimi yasaklar eğitimi<br />

değildir.<br />

Değerler eğitimi, sadece çocuğu<br />

değil, velisini de hedef kitlesi olarak<br />

görür. Kur’an kurslarından farklı<br />

olarak, velilerin ev ödevleri yoluyla<br />

aktif katılımcı olduğu ve eğitimci<br />

ile birlikte çalıştığı bir eğitim<br />

sistemidir. Öğrenilenler sadece<br />

ders saatiyle sınırlı kalmaz ve en az<br />

Camiye Gidiyorum<br />

DİTİB - <strong>Diyanet</strong> İşleri<br />

Türk İslam Birliği<br />

DİTİB Merkez Camii<br />

Venloer Str.160, 50823 Köln<br />

www.ditib.de<br />

Camimi<br />

Seviyorum<br />

bir veya birkaç hafta boyunca tekrarlanır.<br />

Veli işlenen dersleri yakından<br />

takip etmek zorunda kalır.<br />

Sadece çocuk değil, veli de eğitimin<br />

bir parçası olarak davranışlarını<br />

kontrol altında tutmayı ve alışkanlıklarını<br />

gözden geçirmeyi öğrenir.<br />

Burada edinilen veli-çocukeğitimci<br />

ortak çalışma alışkanlığı,<br />

daha sonra çocuk altı yaşına ulaştığı<br />

ve Kur’an kursuna başladığında<br />

da devam eder. Önemli olan çocukların,<br />

din eğitimini alacağı kişinin<br />

de benzer metotları kullanabilme<br />

kabiliyetinin gelişmiş olmasıdır.<br />

Aynı şekilde velinin, okul<br />

eğitiminde çocuğunun eğitim sürecine<br />

dâhil olması ve aktif olmayı<br />

öğrenmesi amaçtır.<br />

Çocuklar, değerler eğitiminde rutin<br />

alışkanlıklar edinir. Sosyal hayatın<br />

aynı zamanda uyulması gereken<br />

kurallar bütünü olduğunu<br />

kavrar ve kurallara uymayı öğrenir.<br />

Göçmen ailelerin en<br />

büyük problemi, çocuğa<br />

kuralları ve kurallara<br />

uymayı öğretmekte yeterince<br />

başarılı olamamasıdır. Özellikle<br />

okul hayatına kadar akşam erken<br />

yatma, diş fırçalama, yemekten<br />

önce ve sonra elini yıkama, öksürürken<br />

ağzını kapatma gibi kuralları<br />

dahi düzenli olarak uygulamayan<br />

ailelerin sayısı oldukça fazladır.<br />

Çocuk en geç ergenlik döneminde<br />

sınırları ile tanışmakta, bu<br />

da sosyal hayatta sorunlara neden<br />

olmaktadır. Değerler eğitiminde<br />

çocuğun alışkanlıklar oluşturmasına,<br />

adap öğrenmesine ve uygulamasına<br />

imkân verecek ritüeller<br />

oluşturulur. Bu ritüeller anaokulunda<br />

mevcuttur. Camide de benzer<br />

veya başka ritüellerin olması,<br />

camilerin kuralsızlığın hâkim olduğu<br />

yerler gibi algılanmasının önüne geçecek,<br />

cami adabı yerleştirilmeye<br />

çalışılacaktır.<br />

Değerler eğitimi, aileye destek veren,<br />

çocuğu ailesi ile bir bütün olarak<br />

kabul eden bir eğitimdir.<br />

Değerler eğitimi, interaktif bir eğitimdir.<br />

Mantalitesi, mantık kurgusu<br />

ve kullandığı dili ile çocuğun yaşadığı<br />

ülkenin gerçeklerini dikkate<br />

alır. Çocuğun evrensel değerleri de<br />

fark etmesini sağlar. İslami değerleri<br />

temel alan müfredatın hazırlanması<br />

tek başına yeterli olmayacaktır.<br />

Bu müfredatın uygulanmasını<br />

kolaylaştıracak hatta<br />

mümkün kılacak materyallerin de<br />

yerinde üretilmesi gerekmektedir.<br />

Zira bu materyallere, müfredatta<br />

dikkate alınan temel unsurlar aynı<br />

hassasiyetle yansıtılmalıdır.


hayatın<br />

içinden<br />

32<br />

E<br />

Merve Gül Olgun<br />

Nuran Öner ile<br />

Ebru<br />

Sanatı<br />

üzerine...<br />

“Geleneksel Türk İslam<br />

sanatlarından ebru<br />

sanatına gönül vermiş<br />

Nuran Öner, insanı kâmil<br />

olma yolunda klasik ebru<br />

ile tanışmış bir<br />

sanatkâr... Yirmi yıllık<br />

devlet hizmetinde tarih<br />

öğretmeniyken insanın<br />

ruh güzelliğini ortaya<br />

çıkarmak üzere, ebruyu<br />

tüm dünyaya tanıtmayı<br />

amaç edinen şefkatli bir<br />

öğretmen…Ebru<br />

sanatının bilinmeyen<br />

güzelliklerini keşif<br />

yolculuğumuzda Nuran<br />

Hanım’la <strong>Diyanet</strong> <strong>Aile</strong><br />

Dergisi okuyucuları için<br />

keyifli bir söyleşi<br />

gerçekleştirdik.”


Ebruya gönül vermiş bir sanatçı<br />

olarak öncelikle sizden ebru sanatıyla<br />

tanışma hikâyenizi dinleyebilir<br />

miyiz?<br />

Ebru sanatıyla tanıştığım gün, yani<br />

bundan 15 yıl önce, benim için bir<br />

milattı âdeta... O gün Cenabı Allah’ın<br />

Esmayıhüsnasının suya yansıması<br />

olan bu sanata âşık olmuştum.<br />

Topraktan, sudan, at kılı fırçalardan,<br />

hayvan ödünden; bütün<br />

bunların birlikteliğiyle mükemmel<br />

bir sanatın ortaya çıktığını görüp<br />

hayran olmamak elde değildi…<br />

Allah’ın izniyle altı yıldır da bu sanatın<br />

öğretmenliğini yapıyorum.<br />

Üstadım Sadrettin Özçimi Beyefendidir.<br />

Üstadımın hocası Alparslan<br />

Babaoğlu, onun da hocası<br />

Cumhuriyet tarihimizin en büyük<br />

ebru sanatçısı olan Mustafa Düzgünman’dır.<br />

Bunun yanı sıra Etimesgut<br />

Belediyesine bağlı Satuk<br />

Buğrahan Türk İslam Sanatları<br />

Merkezi müdürlüğünü yapıyor;<br />

ebru derslerine giriyorum.<br />

İslam sanatlarının hâkim olduğu bir<br />

iklimin ürünü olarak gelişen ve<br />

nesilden nesle nakledilen ebru sanatıyla<br />

ilgili neler söylemek istersiniz?<br />

Ebru sanatı için “Birtakım desenlerin<br />

su üzerinde tespit edilmesi”<br />

diyebiliriz kavramsal olarak… Kitre<br />

dediğimiz maddenin suyla karıştırılmasıyla<br />

elde edilen kıvamlı bir<br />

su üzerine toprak boyalar ezilip terbiye<br />

edilir. Ve at kılı fırçalarla hay-


hayatın<br />

içinden<br />

34<br />

van ödü karıştırılarak birtakım desenler<br />

çıkarılır. Ancak ebrunun<br />

bundan çok daha öte bir anlamı<br />

var. Şöyle ki; ebru sanatı Cenabı Allah’ın<br />

en büyük sanat eseri olan insanın<br />

ruh güzelliğini ortaya çıkarmak,<br />

zenginleştirmek için yapılan<br />

bir sanattır. Kâinat kitabını inceliyorsunuz,<br />

onu idrak ediyorsunuz ve<br />

Cenabı Allah’ın sanatının ne kadar<br />

güzel olduğunu anlıyorsunuz. İşte<br />

bu ruh güzelliğini, ruh inceliğini bu<br />

sanatlarla yakalamak mümkün…<br />

Türk İslam sanatlarındaki “Sanat<br />

Hakk’ı aramak için yapılır” anlayışından<br />

hareketle Hakk’ı aramak<br />

amacıyla yola çıkıldığında gerçek<br />

sanatçının Yaradan olduğu eninde<br />

sonunda anlaşılmaktadır... Bu yönüyle<br />

ebrunun nasıl bir dinî/tasavvufi<br />

yaklaşıma sahip olduğunu<br />

düşünüyorsunuz?<br />

Ebru bir aşktır, gizli bir hazinedir;<br />

o da insanın ruhudur. Cenabı Allah’ın<br />

Esmayıhüsnasının suya yansımasıdır.<br />

Her ebru dünyada bir tanedir.<br />

Aynen insan gibi hiçbiri birbirine<br />

benzemez. Parmak izi gibi,<br />

yani öyle bir aşk ki bu ebru sanatı<br />

kafanızdaki bütün negatif duygu<br />

ve düşüncelerin atılmasına yardımcı<br />

olur ve size daha iyi insan,<br />

daha kâmil insan olma yolunda tertemiz<br />

bir ruh bırakır...<br />

Ebruda razı olmak vardır. Belirsizliklere<br />

de razı olacağız; atalarımız<br />

yetmiş ebru yaptıktan sonra<br />

şimdi ebru çıkıyor derlermiş. Yani<br />

öyle her istediğimizin her zaman<br />

olamayacağı, hayatımızda bazı belirsizliklerin<br />

olacağı ve bizim buna<br />

razı olmamız gerektiği bu sanatla<br />

bize gösteriliyor. Razı olmak ve tevekkül<br />

etmek… Saygı, sevgi, hoşgörü<br />

ve dahası…<br />

Bizim ebru sanatıyla yola çıkışımızın<br />

amacı İslam’ı en güzel biçimde,<br />

Peygamberimizden öğrendiğimiz<br />

biçimde tebliğ etmektir. İşte biz bu<br />

sanatlar aracılığıyla inşallah bir<br />

tebliğ vazifesi ifa etmeye gayret<br />

ediyoruz. Çünkü insanlar burada<br />

bu güzel renklerin doyumsuz dünyasında<br />

gerçeğin farkına varıyorlar.<br />

Cenabı Allah’ın sanatını çok daha<br />

iyi ve güzel anlıyorlar. İnşallah bu<br />

güzel ruhaniyet devam eder…<br />

Geleneksel süsleme sanatlarımız<br />

içerisinde önemli bir yeri olan<br />

ebru, geçmişten geleceğe usta sanatçılar<br />

eliyle taşınan bir süsleme<br />

sanatı… Bu sanatın gelişimi ile ilgili<br />

kısaca neler söylemek istersiniz?<br />

Ebru sanatı öncelikle hat sanatına<br />

alt zemin olarak hazırlanırken Hatip<br />

Mehmet Efendi döneminden<br />

sonra müstakil bir sanat olarak duvarlarımızda<br />

tablolar şeklinde boy<br />

göstermeye başlamıştır. Ancak<br />

ondan önce, ilk olarak Orta Asya’da,<br />

Özbekistan’ın Buhara kentinde<br />

ortaya çıkmış, buradan günümüze<br />

kadar bazı yolculuklar izlemiştir.<br />

İran’a, İpek yoluyla Çin’e<br />

gitmiş, bugün dünyanın her tarafında<br />

bilinmesi Osmanlı İmparatorluğu<br />

ile birlikte zirveye ulaşmasıyla<br />

mümkün olmuştur. Daha sonra<br />

gelen diğer üstat hocalarımızla<br />

ebru sanatı bugünlere kadar devam<br />

ettirilmiş…<br />

Ebru sanatındaki gelenek-yenilik<br />

tartışması, gerçekte yerine oturtulamamış<br />

bir tartışma gibi görünüyor…<br />

Sizin bu konudaki bakış<br />

açınızı öğrenebilir miyiz?<br />

Biz tamamen klasik ebruyu devam<br />

ettirmek ve nesillere aktarmak için<br />

çıktık yola, Allah utandırmasın…<br />

Klasik Türk ebrusu kâmil insan olmanın<br />

yollarını gösteriyor bizlere.<br />

Dünya genelinde ebru sanatı, Türk<br />

kâğıdı olarak bilinir. Zaten Unesco<br />

tarafından da somut olmayan kültürel<br />

miraslar listesinde yer almış,<br />

onaylanmıştır ebru sanatı… Kısacası<br />

klasik Türk ebrumuz; insanların<br />

zihnî durgunluğunu sağlayan,<br />

ruhuna ışık saçan, belli şekillerden<br />

ve modellerden disiplin meydana<br />

getiren bir sanattır.<br />

Kullanılan ebru malzemeleri ve<br />

teknikleriyle ilgili kısaca bilgi verebilir<br />

misiniz?<br />

Ebru sanatında bizim kullandığımız<br />

malzemeler tamamen doğal malzemelerdir.<br />

Biz deniz yosunu dediğimiz<br />

bir madde kullanıyoruz.<br />

Boyalarımız ise desteseng (el taşı)<br />

denilen bir taşla, cam bir yüzey<br />

üzerinde; tabiattan saf hâlde çıkmış<br />

toprakların ezilmesiyle elde<br />

ediliyor. Ebru boyaları suda erimeyen<br />

boyalar olduğu için renkleri<br />

solmaz, yıllarca muhafaza edilebilirler.<br />

Ebru sanatının fırçaları at kılından<br />

elde edilir ve en güzel boya tutan<br />

fırçanın da yaşlı atın kuyruğundan<br />

olduğu görülmüştür.<br />

Ebrunun en önemli maddelerinden<br />

biri de hayvanın ödüdür. Öd necis<br />

bir maddedir ama biz onu terbiye<br />

ediyoruz ve onu burada en güzel<br />

bir görüntü için kullanıyoruz. İşte<br />

burada şöyle bir öğreti gizli aslında:<br />

Hayatta kötü insan yoktur,<br />

herkes terbiye edilmeye muhtaçtır.<br />

Eğer Cenabı Allah’ın bize emrettiği<br />

şekilde bir terbiye içine girersek<br />

inanın şu dünyada kötü niyetli insan<br />

kalmayacaktır. Ben bu sanatı<br />

icra ettikten sonra her insanın da<br />

bir hazine olduğunu gördüm. İnsanlar<br />

keşfedilmeyi bekliyorlar.


Yurt içi ve yurt dışında katıldığınız<br />

pek çok sergi ve festivallerde ebru<br />

sanatını suya nakşettiğiniz gibi insanların<br />

gönül dünyalarına da sunuyorsunuz.<br />

Özellikle yabancı ülkelerde<br />

bu sanata ilgi noktasında<br />

izlenimleriniz nasıl?<br />

Ebru sanatının evrensel bir sanat<br />

olduğunu düşünüyorum. Çok şükür<br />

Cenabı Allah bunun geliştirilmesini<br />

Türk milletine nasip<br />

etmiş. Yurt dışında özellikle<br />

Amerika Birleşik Devletleri’nin<br />

Oklohama eyaletinde<br />

ve civarındaki şehirlerde<br />

düzenlenen Türk festivallerine<br />

üç yıldır davet ediliyoruz.<br />

Oralarda pek çok<br />

etnik grupla bir araya<br />

geliyor, ebru sanatına<br />

her geçen yıl daha da<br />

aşırı bir ilgi olduğunu<br />

gözlemliyoruz. Herhangi<br />

bir deseni çıkarttığımız<br />

anda gözleri yaşarıp ağlıyor<br />

yabancı kardeşlerimiz.<br />

Yani inanılmaz bir ilgi var<br />

ebru sanatına. Çünkü bu<br />

sanat bizim ruhumuzla çok<br />

bağlantılı.<br />

Engelli bireylerin toplumsal hayata<br />

katılımlarını ve sosyalleşmelerini<br />

desteklemek amacıyla atölye<br />

çalışmalarınızın olduğunu öğrendik…<br />

Bununla ilgili neler söylemek<br />

istersiniz?<br />

Engelli gençlerimizle proje kapsamında<br />

birlikte çalışmak bana huzurun<br />

kaynağını gösterdi. Ben bu<br />

güzel ruhlu insanların davranışlarında<br />

zaman içerisinde çok değişiklikler<br />

gördüm; hayata daha çok<br />

bağlandılar. Mesela; otistik bir çocuk<br />

fırçadaki boyayı teknenin her<br />

tarafına atmak yerine -elini diğer taraflara<br />

çekmemize rağmen- sürekli<br />

sağ köşeye atıyordu, ama iki<br />

ayın sonunda o çocuğun teknenin<br />

diğer yönlerine de boyayı atabildiğini<br />

gördük. Engelli projesi kapsamında<br />

bizi Avrupa’ya davet ettiler;<br />

belediyemizde çalışan engelli<br />

gençlerle birlikte gittik. Fransa’da<br />

otistik çocuklara ders verdik.<br />

Bu bağlamda ebru sanatının engelli<br />

çocuklarımıza ruh gücü kazandırmakta,<br />

organlar arası koordinasyonda<br />

her zaman kullanılacak bir<br />

eğitim süreci olduğunu düşünmekteyiz.<br />

Hiçbir sanatta lale, gül gibi motifler<br />

ebrudaki gibi özdeşleşmemiştir.<br />

İslam kültüründe de değer verilen<br />

bu motiflerin ebru ile anılır olması<br />

nasıl bir duygu dünyasına işaret<br />

eder?<br />

Sizin de dediğiniz gibi bazı motifler<br />

ebruyla bütünleşmiştir. Ebru sanatında<br />

Cenabı Allah’ın esmasının<br />

suya tecellisini görüyoruz ve lale de<br />

Allah’ın birliğini temsil ediyor. Gül<br />

ise peygamberimizi temsil ediyor.<br />

Hatta bir hocamız şöyle diyor;<br />

“Gül peygamberimizi temsil ediyor<br />

ama açılmamış tomurcuk Allah’ın<br />

esmasının bütününü, açılmış güller<br />

de esmayı temsil ediyor” diyor<br />

böyle bir duygu aktarımı çok anlamlı<br />

bir şey. Diğer çiçeklerimizde<br />

de menekşe tevazu ve alçakgönüllülüğü,<br />

papatya masumiyeti ve<br />

sevgiyi, sümbül ise bana göre dürüstlüğü<br />

temsil ediyor.<br />

Son yıllarda İslam sanatlarına her<br />

kesimden büyük bir ilginin olduğunu<br />

gözlemliyoruz. Özellikle ebru<br />

sanatının böylesine sevilmesini<br />

neye bağlıyorsunuz?<br />

Tabi ki bu konuda öncelikle<br />

belediyelerimize, halk eğitim<br />

merkezlerimize İslam sanatlarına<br />

verdikleri desteklerden<br />

dolayı teşekkür ediyoruz.<br />

Bu kadar sevilmesinin<br />

sebebinin özellikle<br />

ebru sanatının yaratılışa<br />

uygun bir sanat olması<br />

olduğunu söyleyebiliriz.<br />

İnsanların yaptıkları çalışmaları<br />

çabucak görüyor<br />

olmaları, renklerin o<br />

cümbüşü, o güzelliği derken<br />

birdenbire insana<br />

kâinatı gösteriyor; Allah’ın<br />

sanatını gösteriyor. Zaten<br />

bütün sanatların amacı<br />

Rabbimizi bilmek. En güzel<br />

cümleyi en sona mı bıraktım<br />

bilmiyorum ama ebruda<br />

önemli olan benlik duygusunu<br />

yıkmaktır, tevekkül etmektir, razı<br />

olmaktır, biz olmayı sağlamaktır.<br />

Geleneksel Türk sanatının yaşatılması<br />

ve geleceğe aktarımı konusunda<br />

özellikle çocuk ve genç nesil<br />

üzerinde yoğunlaştığınızı görüyoruz…<br />

Bu bağlamda ebrunun<br />

geleceğini nasıl görüyorsunuz?<br />

İnşallah Cenabı Allah milletimizin<br />

bütün fertlerinin ebru sanatıyla<br />

tanışmasını nasip eder. Hayallerimizin<br />

peşine düşelim çünkü biz çalışıyoruz<br />

ve hayal ediyoruz. İleride<br />

ben inanıyorum ki, ebru sanatı<br />

bütün okullarımızda temel ders<br />

olarak gösterilecektir. Gençlerimiz<br />

kendi kültürel değerlerini bilmedikleri<br />

için başka yollara yönelebiliyorlar.<br />

Bizim değerlerimiz kâmil<br />

insan yetiştirmek için hazır bir<br />

şekilde duruyor, yetkililerimize sesleniyorum;<br />

bizler hazinesi büyük bir<br />

milletiz, yeter ki bu hazineleri çıkaralım,<br />

gençlerimize verelim…


evimiz<br />

36 Pelin Pelister Akyürek<br />

evinizi<br />

İç Mimar<br />

DekORE<br />

ederken...


Evlerimiz, içinde huzur<br />

bulduğumuz,<br />

yorgunluğumuzu attığımız,<br />

tarzımızı, yani kısacası bizi<br />

temsil eden yuvalarımızdır.<br />

Her konuda olduğu gibi<br />

dekorasyon konusunda da<br />

ayrıntılara girmek<br />

mümkün... Bu yazımızda<br />

ayrıntılara çok da fazla<br />

girmeden; bir mekânı<br />

dekore etmek<br />

istediğimizde genel<br />

hatlarıyla izlenilmesi<br />

gereken yolları ve doğru<br />

bilinen yanlışları sizlerle<br />

paylaşmak istiyoruz.”<br />

DUVARLAR VE<br />

ZEMİN<br />

Bir sanatçı tuval üzerinde çalışırken<br />

önce arka fonu oluşturur. Bulutlar,<br />

dağlar, çimenler; daha sonra uzaktaki<br />

ağaçlar, bu ağaçların önünde duran ve<br />

onların bir kısmını kaplayan yakındaki<br />

ağaçlar ve son olarak merkezde<br />

duran dağ kulübesi ya da akan bir nehir…<br />

Evinizin de bir tuval olduğunu düşünün.<br />

Önce arka fon oluşturulmalıdır. Yapılan<br />

en büyük hatalardan biri merkezde<br />

duran koltuk takımını ya da aksesuar<br />

olan halıyı öncelikli olarak almaktır.


evimiz<br />

38<br />

Tüm takımınızı düz<br />

bir kumaş ile<br />

döşemeye karar<br />

verirseniz, koltuk<br />

üzerinde<br />

kullanacağınız<br />

yastıkları perde<br />

deseninden seçebilir<br />

hatta perde<br />

kumaşınızdan<br />

yastıklar<br />

yaptırabilirsiniz.”<br />

Bu hamle sizi renk ve doku olarak kısıtlayacak,<br />

seçim yelpazenizi daraltacaktır.<br />

Öncelik, duvarlar ve zemindedir. İlk olarak<br />

zemin rengi seçilmelidir. Zeminde seçeceğiniz<br />

renk, mobilya tonlarınızı belirler.<br />

Koyu tonlara sahip bir parke (sapelli,<br />

merbau gibi) yine koyu tonlarda mobilyalar<br />

için uygundur. (Ceviz, kiraz,<br />

maun gibi). Zeminde açık renkli bir parke<br />

tercih edecekseniz, (elma, akçaağaç<br />

gibi) mobilyalarda da yine açık tonlarda<br />

kaplamalar seçebilir hatta beyaz ve bej<br />

gibi cilalara yönelebilirsiniz.<br />

Duvarlar ikinci aşamada hazırlanmalıdır.<br />

Boya ya da duvar kâğıdı seçimlerinden<br />

hangisini tercih ediyorsanız ve eğer profesyonel<br />

bir yardım almıyorsanız asla<br />

koyu renkleri ya da çok belirgin desenleri<br />

tercih etmeyin. İç mekânlarda dengeli<br />

bir renk dağılımı istiyorsanız en fazla<br />

üç renk ve bir desen kullanmanız<br />

doğrudur.


“Aydınlatma seçimi ise<br />

mekânın aldığı gün ışığı<br />

miktarına göre<br />

ayarlanmalıdır. Eğer gün<br />

içerisinde loş ışık alan bir<br />

oda düzenliyorsanız,<br />

merkezde bulunan sarkıt<br />

aydınlatma dışında<br />

tavanda gizli aydınlatma da<br />

kullanmak gerekir. Geniş<br />

bir oda ise abajurlar ya da<br />

lambaderler ile de<br />

desteklenebilir.”<br />

Desen hakkınızı kullanırken doğru<br />

alanın neresi olduğunu iki defa düşünün.<br />

Desen kullanımı için perdeler en<br />

doğru tercihtir. İki kanat fon ve ortada<br />

tül kullandığınız klasik bir<br />

perde tasarımı seçtiyseniz ve fonlarınızda<br />

desen tercih ediyorsanız<br />

tüllerinizde desen kullanmamanız,<br />

tüllerinizde desen tercih ediyorsanız<br />

fonlarınızı düz kullanmanız<br />

gerekir.<br />

Tekstil ve mobilyalar<br />

Şimdiye kadar zemin rengimizi<br />

seçtik ve duvarlarımız ile perdelerimize<br />

karar verdik. Daha önce de<br />

bahsettiğim gibi zemin rengimiz<br />

mobilyalarımızı belirledi. Duvarlarımız<br />

arka fonu meydana getirdi<br />

ve perdelerimiz tekstil şablonunun<br />

başlangıcını oluşturdu. Şimdi sıra<br />

koltuk ve mobilyalarda…<br />

Perdelerinizi daha önce seçtiğiniz<br />

için artık koltuk seçimi yapmak<br />

daha kolay. Perdenizde seçtiğiniz<br />

rengin açık ya da koyu tonu ya da<br />

yine perde rengini destekleyecek<br />

bir zıt ton, mekânı hareketlendirmek<br />

için bire birdir. Tüm takımınızı<br />

düz bir kumaş ile döşemeye karar<br />

verirseniz,<br />

koltuk üzerinde<br />

kullanacağınız<br />

yastıkları<br />

perde<br />

deseninden<br />

seçebilir hatta<br />

perde kumaşınızdan<br />

yastıklar yaptırabilirsiniz.<br />

Böylece<br />

desen tek bir noktada kalmaz,<br />

mekâna serpiştirilmiş olur. Mobilyalardan<br />

birini seçip, odanızda<br />

bir odak noktası oluşturmak üzere<br />

kullanmanız da doğru bir hamle<br />

olabilir. Köşede duran renkli<br />

bir ayna ve çekmeceli dekoratif<br />

sehpa, varak ile kaplanmış bir<br />

konsol; mekâna ilk girişte ilgiyi<br />

çekecek ve gösterişli güzel bir çiçek<br />

buketi içerisindeki tek bir kırmızı<br />

gül gibi parlayacaktır.<br />

Aksesuarlar<br />

Aksesuar seçimi son noktadır. Dekorasyon<br />

öncesi heves edilip alınan<br />

aksesuarların yarıdan fazlası<br />

dolapların içinde bekler, gereksiz<br />

masraftır. Ayrıca aksesuar denince<br />

akla yalnız süs eşyaları gelmemelidir.<br />

Halı, aydınlatma, ayna ve<br />

tablolar da aksesuardır.<br />

Halılarda karışık ve renkli desenler<br />

seçmek yerine yumuşak renkler ve<br />

belirsiz desenler seçilmelidir. Parlak<br />

renklere sahip çok desenli bir<br />

halı mekânda kullandığınız diğer<br />

deseni gölgeleyeceği ve tasarımdaki<br />

dengeyi bozacağı için tercih<br />

edilmemelidir.<br />

Aydınlatma seçimi ise mekânın<br />

aldığı gün ışığı miktarına göre ayarlanmalıdır.<br />

Eğer gün içerisinde loş<br />

ışık alan bir oda düzenliyorsanız,<br />

merkezde bulunan sarkıt aydınlatma<br />

dışında tavanda gizli aydınlatma<br />

da kullanmak gerekir. Geniş<br />

bir oda ise abajurlar ya da lambaderler<br />

ile de desteklenebilir. Ampul<br />

olarak gün<br />

ışığı rengi<br />

tercih edilmelidir.<br />

Doğru<br />

bir aydınlatmada<br />

iç<br />

mekânda<br />

kullandığınız<br />

renkler<br />

gündüz nasılsa<br />

gece de<br />

aynı görünür. Ayna kullanımı ise<br />

son dönemlerde aynaların da<br />

renklenmesi ile daha çok gündeme<br />

gelen bir konu... Renkli aynalardan<br />

kastımız bronz, füme ve antik eskitmeli<br />

aynalardır. Yaygın olan klasik<br />

aynalar artık iç mekânlarda<br />

tercih edilmemektedir. Renkli aynalar<br />

büyük panolar üstünde daha<br />

büyük ölçeklerde kullanılabildiği<br />

için dekoratif objeler hâline geldiler.<br />

Tabi renkli aynaların kullanımında<br />

da dikkat edilmesi gereken<br />

önemli birkaç nokta bulunmaktadır.<br />

Dar koridorlarda ve kapı girişlerinde<br />

mekânı genişletmek için kullanılmasının<br />

yanında salonlarda konsol<br />

arkalarında duvarı kaplayacak kadar<br />

büyük ölçeklerde renkli aynalar<br />

kullanabilirsiniz. Yalnızca bu<br />

aynaları tek parça olarak değil de<br />

parçalı olarak kullanmak yani orta<br />

boyda kareler ya da baklava dilimleri<br />

gibi, mekâna bir şıklık katacak,<br />

aksesuarınıza kişilik kazandıracaktır.<br />

Tüm bu genel bilgiler dışında<br />

dekorasyon yapmadan önce<br />

beğendiğiniz ve uygulamak istediğiniz<br />

tarzı belirlemeniz gerekir.<br />

Dekorasyon ile ilgili ulaşabileceğiniz<br />

tüm görselleri mini bir dosyada<br />

biriktirmek daha sonrasında<br />

da satın aldığınız tüm ürünlerin birer<br />

minik örneğini bu dosya içerisine<br />

atarak adım adım ilerlemek işinizi<br />

çok kolaylaştıracak, geri adım<br />

atıp bir önceki aşamaya dönmenizi<br />

engelleyecektir.


saadet asrının<br />

hanımları<br />

40<br />

Rukiye Aydoğdu<br />

<strong>Diyanet</strong> İşleri Uzmanı<br />

HANIMLARIN HATİBİ:<br />

Esma Binti<br />

Yezid<br />

(R.Anha)<br />

Günlerdir kafasında türlü sorular dolaşıyordu, ancak hiç birine bir cevap<br />

bulamıyordu. Düşünüyordu, çabalıyordu, kendisini teskin etmeye<br />

çalışıyordu, ancak hiçbir şey onu tatmin etmeye yetmiyordu...


Gençti Esma, gencecikti. Gençliğinin<br />

verdiği heyecanın yanında,<br />

kabına sığamayan bir yapısı<br />

vardı. Zekiydi, atılgandı, cesurdu.<br />

Bir o kadar da açık sözlüydü,<br />

düşündüğünü en<br />

güzel şekilde kalıba<br />

dökmesini bilir,<br />

kendisini ifade ederdi. Bununla<br />

birlikte, kaç zamandır kendi<br />

kendine konuşuyordu. Kimselere<br />

açamadığı derdine<br />

kendisi bir hâl çaresi bulmak<br />

için çabalıyordu. Ancak ne<br />

yapsa boş, evin işleri yine üstündeydi,<br />

çocukların bakımı<br />

bütün zamanını alıyordu. Allah<br />

Resulü’nün yanındaki sahabenin<br />

neredeyse tüm vakitlerini<br />

onunla birlikte geçirme imkânları<br />

varken; o ya yemek yapıyor,<br />

ya ip eğiriyor, ya diğer işlerle ilgileniyordu.<br />

Erkekler kadar ibadete zaman ayırma<br />

fırsatı olmadığı gibi Allah yolunda cihatta da<br />

onlar kadar aktif rol alamıyordu. Hepsini bir bir düşündü,<br />

içinde biriktirdi. Oysa Esma, Ensar hanımlarının<br />

ileri gelenlerindendi. Allah Resulü’ne ilk<br />

biat edenlerdendi. Akşamla yatsı arasında bir vakitte,<br />

Allah Resulü’nün huzuruna varışı, ona biat<br />

edişi, onun “Size İslam üzere hidayet veren Allah’a<br />

hamd olsun, ben sizinle biat ettim” deyişi hâlâ gözlerinin<br />

önündeydi.<br />

O, hanımların<br />

sözcüsüydü. Hanım<br />

sahabilerin içlerinden<br />

çıkamadıkları bir durum<br />

olduğunda veya kendi özel<br />

durumlarıyla alakalı Allah<br />

Resulü’ne iletmek istedikleri<br />

soruları bulunduğunda<br />

Esma devreye<br />

girerdi.<br />

(İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 12.)<br />

Böyleyken neden Allah Resulü’ne halini arz etmiyor,<br />

sorularını ona yöneltmiyordu? Etrafında<br />

kendisi gibi düşünen Ensar hanımlarının varlığı da<br />

kendisine cesaret verince, soluğu Allah Resulü’nün<br />

yanında aldı. Resul-i Ekrem, her zamanki gibi ashabı<br />

ile beraberdi. Esma, sözlerine ashabın dilinden<br />

düşürmediği şu cümle ile başladı: “Anam<br />

babam sana feda olsun ya Resulallah!” dedi. Sonra<br />

devam etti:<br />

“Ben sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah seni<br />

bütün erkek ve kadınlara peygamber göndermiştir.<br />

Biz sana ve senin Rabbine iman ettik. Kadın olduğumuz<br />

için evlerinizde kapanıp kalmış, nefislerinizi<br />

tatmin etmiş ve çocuklarınızı karnımızda<br />

taşımışızdır. Siz erkekler ise cuma namazı kılmak,<br />

camiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret etmek,<br />

cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca<br />

gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlamış bulunuyorsunuz.<br />

Bütün bunların en önemlisi Allah<br />

yolunda cihat etmektir. Fakat siz hac veya umre<br />

için yahut düşmanla savaşmak üzere evinizden çıktığınız<br />

zaman mallarınızı biz koruruz, iplik eğirip<br />

size elbise yaparız, çocuklarınızı besleriz. Buna göre<br />

bizler sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size<br />

ortak olamaz mıyız?”<br />

İşte bu kadardı; Esma, içinde biriktirdiği ne varsa<br />

Allah Resulü’ne arz etmiş, rahatlamıştı.<br />

Resul-i Ekrem de onu ciddiyetle<br />

dinledikten sonra, yüzünde<br />

etrafını aydınlatan gülümsemesiyle<br />

oradakilere şöyle<br />

dedi:<br />

“Siz bir kadından, din konusunda<br />

sorduğu bir soruda<br />

bundan daha güzel<br />

söz işittiniz mi?” Sonra da<br />

bir kadının eşiyle güzel geçinerek<br />

sıcak bir yuvaya sahip<br />

olmasının, az önce saydığı<br />

bütün üstünlüklere denk<br />

olduğunu söyledi. Bu haberi diğer<br />

bütün hanımlara ulaştırmasını<br />

isteyen Allah Resulü, hem Esma’nın<br />

hem de bütün hanım sahabilerin içini rahatlatmıştı.<br />

Bu günden sonra da Esma “hatîbetü’nnisâ/<br />

kadınların sözcüsü” olarak anılır oldu.<br />

(İbnü’l-Esîr, VII, 19.)<br />

O, hanımların sözcüsüydü. Hanım sahabilerin içlerinden<br />

çıkamadıkları bir durum olduğunda veya<br />

kendi özel durumlarıyla alakalı Allah Resulü’ne iletmek<br />

istedikleri soruları bulunduğunda Esma devreye<br />

girerdi. Hz. Aişe’nin de yakın arkadaşlarından<br />

olunca, sık sık hane-i saadete gelme imkânı<br />

elde eder, bunu ilme olan merakını, öğrenme arzusunu<br />

gidermek için fırsat bilirdi. Yine bir defasında,<br />

hanımların özel hâlleriyle alakalı bir soruyu<br />

Hz. Peygamber’e yöneltmiş, Hz. Aişe de onun<br />

bu tavrını takdir ederek, “Şu Ensar kadınları ne iyi<br />

kadınlardır! Utanma duygusu onları, dini (hükümleri)<br />

sorup öğrenmekten alıkoymuyor” demekten<br />

kendini alamamıştı.<br />

(Müslim, Hayız, 61.)<br />

Esma’nın öğrenmeye olan bu merakı, Hz. Peygamber’in<br />

hadislerini zihnine nakşetme konusunda<br />

da kendini gösterdi ve seksen bir rivayet, onun ağzından<br />

nakledilerek bugüne geldi. Esma, ilim konusunda<br />

gösterdiği cesaret kadar cihatta da şecaat<br />

sahibi idi. Esma’nın gözleri Mekke’nin ve Hayber’in<br />

fethini gördü. Gözler, Esma’nın Yermük’te<br />

nasıl cesurca savaştığına şahit oldu. Esma binti<br />

Yezid, Müslüman bir kadının yuvasında, ilimde ve<br />

irfanda, yeri geldiğinde savaş meydanında cesaretiyle,<br />

mertliğiyle, gözü pekliğiyle nasıl örnek olabileceğini<br />

tüm Müslümanlara gösterdi.


geçmiş zaman<br />

olur ki<br />

42<br />

Kamil Büyüker<br />

PARA<br />

TARİHİ<br />

YAZMAYA<br />

DEVAM EDİYOR<br />

Yeryüzü kurulalı beri<br />

üzerine savaşlar<br />

yapılan, birçok<br />

ihtilafa sebep olan<br />

para hakkında ne<br />

biliyoruz? Tarihini<br />

layıkıyla bilmesek de<br />

para hâlâ tarih<br />

yazmaya ve tarihi<br />

şekillendirmeye<br />

devam ediyor.


Hayatın idamesi için olmazsa olmaz<br />

araçlardan birisi şüphesiz paradır.<br />

Ancak para araç olmaktan çıkıp<br />

amaç olmaya başladığı zaman<br />

çoğunlukla ihtilafa, kargaşa ve<br />

kavgalara; hatta savaşlara neden<br />

olabilmektedir. O zaman paraya<br />

hak ettiği değeri vermekten başka<br />

çıkar yolumuz kalmıyor. Elimizdekinin<br />

kıymetini bilmeli, Kur’an’ın<br />

öngördüğü şu öğüde de kulak vermeliyiz:<br />

“Eli sıkı olma, büsbütün eli<br />

açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz<br />

kalırsın.” (İsra, 29.)<br />

Çevremizde paraya ram ve esir<br />

olmuş sayısız insan görürüz. O<br />

zaman “İnsanların yaptığı paralar<br />

kadar, paraların şekillendirdiği insanlar<br />

da vardır” sözü tam da yerini<br />

bulmaktadır. Hatta ve hatta<br />

kimi şarkıların nağmelerinde “Varlığı<br />

bir dert yokluğu yara” şeklinde<br />

ifadeler de geçer. Peki, belki de yeryüzü<br />

kurulalı beri üzerinde savaşlar<br />

yapılan, birçok ihtilafa sebep<br />

olan para hakkında ne biliyoruz?<br />

Tarihini layıkıyla bilmesek de para<br />

hâlâ tarih yazmaya ve tarihi şekillendirmeye<br />

devam ediyor. Bu değiştirici<br />

ve dönüştürücü etkisinden<br />

hareketle biz de paranın tarihine kısaca<br />

bir göz atalım.<br />

Paranın ilkleri<br />

Sözlükte “parça, gümüş parçası”<br />

anlamındaki Farsça “pâre”den gelen<br />

kelime, genel olarak bütün<br />

ödeme araçlarını ifade eden bir genişlik<br />

kazanmıştır. Tarihteki ilk madenî<br />

para basımının MÖ. VII. Yüzyılda<br />

Anadolu’da Lidyalılar<br />

tarafından yapıldığı<br />

bilinmektedir.<br />

Tarihteki ilk madenî<br />

para olma özelliği taşıyan<br />

Lidya parası,<br />

darp suretiyle basılmıştır.<br />

Sabit bir alt kalıp üzerine<br />

konan madeni pula hareketli<br />

bir üst kalıp yerleştirerek,<br />

bir çekiçle vurmak suretiyle<br />

darp gerçekleştirilmiştir.<br />

Tarihteki ilk madenî para basım<br />

yerinin Anadolu olması<br />

özellikle uygarlık gelişiminin<br />

göstergesi olarak oldukça<br />

önemlidir. Anadolu bu üstünlüğünü<br />

sürekli devam<br />

ettirmiştir. Dünyanın ilk büyük<br />

darphanesi ise Fatih Sultan<br />

Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane’de<br />

kurulmuştur.<br />

(İbrahim Artuk, “Nümismatik İlmi ve Faydalarına<br />

Kısa Bir Bakış”, Türk Nümismatik Derneği<br />

Bülteni, Bülten No. 9, İstanbul, 1982,<br />

s.10.)<br />

Tarihî kayıtlara göre, MÖ.118 yılında<br />

Çinliler deri para kullanmışlardır.<br />

İlk kâğıt para ise MS. 806 yılında<br />

yine Çin’de ortaya çıkmıştır.<br />

Araplarda ise Bizans’ın altın parası<br />

olan dinar, hem İslamiyet öncesinde<br />

hem de sonrasında kullanılmıştır.<br />

Dinar, Hıristiyanlık sembollerinden<br />

kademeli şekilde arındırılarak<br />

Müslümanlarca bir müddet<br />

daha basıldı. İlk İslam dinarı,<br />

para sistemini esaslı biçimde düzenleyen<br />

Emevi Halifesi Abdülmelik<br />

b. Mervan zamanında Hicri<br />

77 (696) yılında çıkarıldı. Dinarın yanında<br />

İran’ın gümüş dirhemleri de<br />

bir süre kullanıldı. Sasani dirhemleri<br />

Hz. Ömer döneminde basıldı ve<br />

üzerlerindeki İslam dışı motifler yerlerini<br />

yavaş yavaş İslami simge ve<br />

ibarelere bıraktı. İlk İslam dirhemini<br />

altın ve bakır sikkede olduğu gibi<br />

Abdülmelik b. Mervan çıkardı.<br />

Osmanlı’da paranın tarihi<br />

Osmanlı Devleti, devraldığı coğrafyada<br />

kendisinden önce hükümran<br />

olan devletlerin<br />

çıkardığı<br />

madeni paraları<br />

(sikke) kullanmayı<br />

sürdürdü. İlk Osmanlı<br />

sikkesinin<br />

Osman Bey zamanında<br />

basıldığı konusu<br />

tartışmalıdır. Genel<br />

kabul, 1326 yılında Orhan<br />

Bey adına kestirilen akçenin<br />

ilk Osmanlı parası<br />

olduğu yönündedir.<br />

İlk paralar Bursa ve Edirne’de<br />

darp edildi. Osmanlı<br />

Devleti’nde darphaneler<br />

iltizam sistemiyle üçer<br />

yıllığına özel kişilere ihale<br />

edilir, ihale edilmediği<br />

takdirde emaneten bir<br />

kamu görevlisi tarafından<br />

yönetilirdi. Paraların ayarını ve<br />

içlerindeki değerli maden miktarını<br />

“sâhib-i ayâr” denilen bir görevli<br />

denetlerdi. Osmanlılar, Selçuklular<br />

ve Anadolu beylikleri gibi altın ve<br />

gümüşün ülkeye girişini teşvik edip<br />

vergiden muaf tutarken, sıkıntı çekilmemesi<br />

için ihracına sınırlamalar<br />

getirip yasakladı.<br />

Tahta geçen her padişah sikkeyi<br />

kendi adına bastırırdı. Akçe, Fatih<br />

Sultan Mehmet devrine (1451-<br />

1481) kadar genel itibariyle değerini<br />

korudu.<br />

16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren<br />

kuruş denilen yabancı iri gümüş<br />

sikkeler Osmanlı piyasalarına girmeye<br />

başladı. 17. Yüzyılın ortalarında<br />

ise para, arz talebi karşılayamayınca<br />

Avrupalı tüccarlar yabancı<br />

mağşuş sikkeleri Osmanlı piyasalarına<br />

taşıdı.<br />

17. Yüzyılda sınırlı miktarda bakır<br />

sikke basıldı; ancak savaşları finanse<br />

edebilmek, hazinenin açıklarını<br />

kapatabilmek, altın ve gümüşün<br />

karşılamadığı para arzını ikmal<br />

etmek amacıyla 1688’de bol<br />

miktarda mankur/ mangır veya pul<br />

denilen bakır paralar çıkarıldı.<br />

17. Yüzyılın sonlarına doğru yapılan<br />

bir düzenlemeyle para, akçenin<br />

yerine Osmanlı para birimi hâline<br />

geldi. 1 para=3 akçe, 1 kuruş=40<br />

para ölçüsü getirilen bu sistemdeki<br />

ilk gümüş kuruş 1690 yılında basıldı.<br />

Osmanlının son para tecrübesi<br />

1840’ta karşılıksız olarak basılan ve<br />

ilk Osmanlı kâğıt parası olan ‘kâime’dir.<br />

Bu tarihten itibaren kâime<br />

zaman zaman piyasadan çekilse de<br />

1928’e kadar gündemde kaldı.<br />

5 Aralık 1927’de Cumhuriyet’in<br />

ilk kâğıt paralarının<br />

tedavüle girmesiyle<br />

birlikte altı ay<br />

içerisinde piyasadan<br />

çekildi.<br />

(DİA, Ali Akyıldız,<br />

C. 34, s.164-166.)


ilgelik hikayeleri<br />

44 Dr. Lamia Levent<br />

<strong>Diyanet</strong> İşleri Uzmanı<br />

HATEMİ<br />

TÂÎ’NİN ATI<br />

Cömertlik, alicenaplık her<br />

yiğidin kârı değildir. Nefsine<br />

hükmeden yiğitlerin harcıdır<br />

bu meziyetler. Onlar ki aradan<br />

yüzyıllar geçse de isimleri,<br />

namları unutulmaz; dilden<br />

dile, diyardan diyara anlatılır<br />

durur. İşte o cömertlerden<br />

biri, Cahiliye devrinin ünlü<br />

şairi ve Tay kabilesinin reisi<br />

Hatemi Tâî… Onun masalsı<br />

hikâyesini bize, Sadi Şirazi<br />

şöyle haber veriyor.<br />

Hatemi Tâî’nin rüzgâr ayaklı, duman<br />

gibi siyah bir atı varmış. Bu at koşmada<br />

saba yeli, kişnemede gök gürültüsü<br />

gibiymiş. Öyle bir siyahlığı<br />

varmış ki, gözler ona bakmaktan kamaşırmış.<br />

Şimşekle yarışa çıksa, şimşeği geçermiş.<br />

Koşarken ovalara, dağlara âdeta dolu<br />

yağdırırmış.<br />

Bu at sel yürüyüşlü imiş. Ovalar ve sahralar aşar,<br />

rüzgâr ona yetişemez; toz gibi onun gerisinde<br />

kalırmış. Gemi suda nasıl yüzer giderse, bu at<br />

da çölde öyle gider, kartal ondan ileri koşamazmış.


Gün gelmiş, Hatemi Tâî’nin hem<br />

kendisinin hem de bu paha biçilmez<br />

atının namı Rum hükümdarının<br />

kulağına kadar gitmiş. Ona<br />

demişler ki:<br />

Hatem’in cömertlikte eşi olmadığı<br />

gibi, atının da koşmada ve savaşta<br />

eşi yoktur!<br />

Bunu duyan Rum hükümdarı vezirine<br />

dönmüş:<br />

“Şahitsiz dava insana utanç getirir.<br />

Ben Hatemi Tâî'den o atını isteyeceğim.<br />

Verecek olursa bilirim ki<br />

onda büyüklük şerefi vardır. Şayet<br />

vermeyecek olursa anlarım ki,<br />

onun bu şöhreti içi boş bir davulun<br />

sesi gibidir ve bir kuru gürültüden<br />

ibarettir.”<br />

Sadece bununla kalmadı Rum hükümdarı.<br />

Haber kendisine anlatıldığı<br />

gibi mi değil mi, bunu iyice anlamak<br />

için Tay kabilesine en hünerli<br />

elçisini gönderdi. Hatta bu elçinin<br />

maiyetine on kişi daha verdi.<br />

Bu heyet; kara duman gibi korkunç,<br />

karanlık ve yağmurlu bir gecede<br />

Hatem'in kabilesine indi. Âdeta<br />

yer ölmüş, gök onun üzerine eğilmiş,<br />

ağlıyor gibiydi.<br />

Zorlu bir yolculuğun ardından Tay<br />

kabilesinin bulunduğu topraklara<br />

vardılar. Zinderud Irmağı’nın kenarına<br />

yetiştiklerinde nasıl rahat ettilerse<br />

öyle rahat ettiler. Hatem heyeti<br />

kabul etti ve o günün geleneğine<br />

uygun bir şekilde bir at kesti,<br />

şeker döktürdü. Misafirlere iyi bir<br />

ziyafet çekti. Bir de her birine avuç<br />

avuç altınlar verdi.<br />

Heyet o geceyi Hatem'in konağında<br />

geçirdi. Sabah olunca, elçi heyetinin<br />

başkanı Rum hükümdarının<br />

ricasını anlattı. Hatem, at meselesini<br />

duyunca şaşkın bir sarhoşa<br />

döndü. Pişmanlıkla elini ısırdı:<br />

“Ey hünerli ve şanlı Rum serverleri!<br />

Bu haberi bana niçin gelir gelmez<br />

söylemediniz. O yel yürüyüşlü ve<br />

düldül koşuşlu atımı dün gece size<br />

ikram için kesmiştim. Çünkü o sırada<br />

yağmurlar yağıyor, seller akıyordu,<br />

yılkıların otlağına kadar gidip<br />

at getirmek korkulu işti. Size ziyafet<br />

için başka bir şeyim de yoktu.<br />

Misafirlerimin karınları aç olarak<br />

uyumalarını mürüvvetime yakıştıramadım.<br />

Çünkü bana her tarafa<br />

yayılacak ad lâzımdır. Meşhur<br />

bir atım olmasa da olur” diye düşünmüştüm.<br />

Hatem mahcuptu. Ülkelerine dönecek<br />

bu heyete cömertliğini fazlasıyla<br />

gösterdi. Ayrıca bu heyete<br />

parlak giysiler giydirdi, kese kese altınlarla<br />

birlikte asil Arap atları verdi.<br />

Heyet Rum diyarına döndü,<br />

olayı hükümdara olduğu gibi anlattı.<br />

Rum hükümdarı da hayret denizine<br />

düştü. Hatem’in cömertliği<br />

karşısında söyleyecek söz bulamadı.<br />

Hatem’in cömertliği, âdeta<br />

Rum diyarında yankılandı. Herkes<br />

onu konuştu, onu anlattı…<br />

Hatem cömertliğinin ve ahlakının<br />

gereğini yaptı, cümle âlem bu güzel<br />

yaradılışlı civanmerdi bir kez<br />

daha takdir ve hayranlıkla alkışladı.<br />

Hatemi Tâî’nin adı, cömertler<br />

defterinde silinmez harflerle yazıldı.<br />

Aradan asırlar geçse de, bu harfler<br />

hâlâ okunmaya devam ediyor.


ir nefes sıhhat<br />

46 Doç. Dr. Havva Şahin Kavaklı<br />

29 Mayıs Hastanesi Başhekim Yard.<br />

GRİBAL<br />

ENFEKSİYONLAR<br />

“Grip<br />

çok hızlı yayılma<br />

potansiyeli nedeniyle<br />

toplum sağlığını tehdit<br />

edebilir, salgınlar şeklinde<br />

görülebilir. Grip soğuk algınlığı<br />

ile karıştırılmamalıdır. Her iki<br />

hastalıkta da burun tıkanıklığı ve<br />

burun akıntısı varken; grip kas<br />

ve eklem ağrıları ve yüksek<br />

ateşle birlikte daha ağır<br />

bir hastalık<br />

durumudur.”


“Grip hastalarına yakın<br />

temastan uzak<br />

durulmalıdır. Tokalaşmak,<br />

öpüşmek ve kucaklaşmak<br />

hastalığın yayılmasını<br />

kolaylaştırır.<br />

Bulunduğumuz<br />

ortamların<br />

havalandırılması, temiz<br />

tutulması büyük önem<br />

arz etmektedir.<br />

Zorunluluk yoksa<br />

hastalığın yaygın olduğu<br />

dönemlerde kalabalık<br />

ortamlardan uzak<br />

durulması bizi hastalıktan<br />

koruyan bir durumdur.”<br />

Özellikle kış aylarında ve<br />

havaların soğuduğu<br />

kışa geçiş dönemlerinde<br />

daha çok karşılaşılan,<br />

nedeni virüsler<br />

olan bir hastalıktır. Özellikle havaların<br />

soğuduğu dönemlerde görülmesinin<br />

sebebi kalabalık ve kapalı<br />

ortamlarda daha çok kalınma<br />

zorunluluğuna bağlıdır. Bağışıklık<br />

sistemi zayıflamış kişiler gribal enfeksiyonlar<br />

açısından risk altındadır;<br />

özellikle kronik hastalığı olanlar;<br />

kanser, böbrek ve şeker hastalığı<br />

olanlar daha kolay grip hastalığına<br />

yakalanır ve bu hasta<br />

gruplarında hastalık daha ağır seyirli<br />

olur. Grip çok hızlı yayılma potansiyeli<br />

nedeniyle toplum sağlığını<br />

tehdit edebilir, salgınlar şeklinde<br />

görülebilir. Grip soğuk algınlığı ile<br />

karıştırılmamalıdır. Her iki hastalıkta<br />

da burun tıkanıklığı ve burun<br />

akıntısı varken; grip kas ve eklem<br />

ağrıları ve yüksek ateşle birlikte<br />

daha ağır bir hastalık durumudur.<br />

Grip hastasına yaklaşımda en<br />

önemli hususlardan biri bulaştırıcılığın<br />

önüne geçmektir. Bağışıklık<br />

sistemini güçlü hâlde tutmaya<br />

çalışmak; özellikle yeterli ve dengeli<br />

beslenme, düzenli yaşam tarzı,<br />

dinlenme ve yeterli uyku çok<br />

önemlidir. Grip hastalığı tedavi<br />

edilirken temel mantık, hastanın şikâyetlerini<br />

rahatlatmak şeklindedir;<br />

asıl hedeflenen nokta hastanın<br />

vücudunun desteklenerek hastalıkla<br />

mücadele gücünün artırılmasıdır.<br />

Ancak kalp ve akciğer sorunları<br />

olan ya da bağışıklık sisteminin<br />

yetersiz olduğu hastalar<br />

daha titiz ele alınmalı ve tedavi<br />

edilmelidir. Burada burun açıcı<br />

spreylerin uzun süre kullanılmaması<br />

gerektiğini belirtmekte fayda<br />

görüyorum. Gribal enfeksiyon başta<br />

da bahsettiğimiz gibi virüslere<br />

bağlı geliştiği için antibiyotik kullanımı<br />

yersizdir ve hastalığın daha<br />

da alevli geçmesine yol açabilir.<br />

Gereksiz antibiyotik kullanımı antibiyotik<br />

direnci dediğimiz bir duruma<br />

yol açar ki gerçekten ihtiyacımız<br />

olan durumlarda antibiyotiklerin<br />

etkisiz kalması ile sonuçlanır.<br />

Antibiyotik kullanımı bu hastalığın<br />

komplikasyonları ve üzerine<br />

bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların<br />

eklenmesi durumunda<br />

doktor tarafından takdir<br />

edilerek uygulanacak bir tedavidir.<br />

Gribal enfeksiyonların komplikasyonu<br />

olarak zatürre; bademcik iltihabı,<br />

sinüzit ve kulak iltihabı vs.<br />

olabilir. Bu nedenle risk grubunda<br />

olan ya da şikâyetleri beklenenden<br />

uzun sürenler doktora başvurmalıdır.<br />

Grip aşısı herkese önereceğimiz bir<br />

aşı değildir; özellikle risk grubunda<br />

kabul edilen kronik hastalığı<br />

olan, bağışıklık sistemi baskılanmış<br />

ve grip olduğu takdirde ağır seyredeceğini<br />

öngördüğümüz hastalara<br />

önerebiliriz. Grip nedeni olan<br />

virüslerdeki yıllık değişimler nedeniyle<br />

aşılar da değişkenlik göstermektedir<br />

ve aşılar üretilirken bir<br />

yıl öncesindeki veriler ışığında<br />

üretilir.<br />

Grip hastalarına yakın temastan<br />

uzak durulmalıdır. Tokalaşmak,<br />

öpüşmek ve kucaklaşmak hastalığın<br />

yayılmasını kolaylaştırır. Bulunduğumuz<br />

ortamların havalandırılması,<br />

temiz tutulması büyük<br />

önem arz etmektedir. Zorunluluk<br />

yoksa hastalığın yaygın olduğu<br />

dönemlerde kalabalık ortamlardan<br />

uzak durulması bizi hastalıktan<br />

koruyan bir durumdur. Hasta<br />

olan kişilerin diğer sağlıklı bireylere<br />

karşı sorumlu davranması, aksırdığında<br />

ya da hapşırdığında bir<br />

mendille ağzını kapatması çok<br />

önemlidir; mendil bulamazsa koluyla,<br />

elinin dışıyla kapatmalıdır.<br />

Mümkünse maske takması daha<br />

da yararlı olur.<br />

Gribal enfeksiyonlara yakalanmamak<br />

için koruyucu önlemler büyük<br />

önem taşımaktadır. Sonuç olarak;<br />

kalabalık ortamlardan mümkün<br />

olduğunca uzak durmayı, bulunduğumuz<br />

ortamları havalandırmayı,<br />

mevsime uygun giyinmeyi<br />

ve düzenli yaşama dikkat etmeyi<br />

tavsiye edebiliriz.


kırkambar<br />

48<br />

KISSADAN<br />

HİSSE<br />

Darı Ekmek!<br />

Bir hükümdar askerleriyle<br />

bir gezintiye çıkar. Çok<br />

yaşlı bir adamın tarlasına<br />

fidan dikmekle meşgul<br />

olduğunu görür. İhtiyara<br />

seslenir:<br />

-Baba, sen ne diye fidan dikmeye<br />

uğraşıyorsun? Diktiğin fidanların<br />

meyvesinden yiyemeyebilirsin.<br />

İhtiyar:<br />

-Evlat! Bu diktiğim fidanların<br />

meyvesini bizim yememiz<br />

şart değil.<br />

Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği<br />

fidanların meyvesinden yediysek,<br />

bizim diktiğimiz fidanların meyvesini<br />

de bizden sonrakiler yiyebilir.<br />

Aldığı cevaptan hoşnut olan hükümdar,<br />

ihtiyara bir kese altın verilmesini<br />

emreder.<br />

İhtiyar bu ihsanı karşılıksız bırakmaz<br />

ve şöyle der:<br />

-Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz<br />

fidanlar şimdiden meyve verdi.<br />

Bu cevap da hükümdarın hoşuna<br />

gider, bir kese daha altın verilmesini<br />

emreder.<br />

Yaşlı köylü sıradan biri değil, çarıklı<br />

erkânı harp diye nitelenen kişilerden<br />

biriydi.<br />

-Evlat, herkesin diktiği fidan yılda<br />

bir defa meyve verir; bizim diktiğimiz<br />

fidan yılda iki defa meyve verdi.<br />

Bu cevap karşısında hükümdar bir<br />

kese daha altın verilmesini söyler.<br />

Bu defa vezir araya girer ve hükümdarı<br />

uyarır:<br />

-Aman hükümdarım! Bir an önce<br />

buradan gidelim. İhtiyar bu gidişle<br />

tarlasına fidan dikmek yerine,<br />

devletin hazinesine darı ekecek.<br />

RAPTİYE<br />

Neye yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık,<br />

Anla ki yok Allah'tan başkasıyla yakınlık.<br />

Necip Fazıl Kısakürek<br />

DUA<br />

“Biz nefislerimizin ve (Allah’ın rahmetinden)<br />

uzaklaştırılmış olan şeytanın şerrinden,<br />

onun bizi şirke düşürmesinden, kendimize<br />

ve herhangi bir Müslüman’a kötülük yapmaktan<br />

sana sığınırız.”<br />

Tirmizi, Deavât, 14,<br />

TADIMLIK<br />

Amentü Billahi<br />

Zerreler akıyorken, zamanın yalağında<br />

Bir sır var, bu âlemde; zerrelerce bir sır var!<br />

Hayattan kelebekler uçar, ölüm bağında<br />

Bir sır var bu kalemde, çizgilerce bir sır var!<br />

Ahmet Tevfik Ozan


“Birbirinizle ilgiyi kesmeyin, birbirinize sırt<br />

çevirmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize<br />

haset etmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.”<br />

Tirmizi, Birr ve Sıla, 24.


Göründü hilal-i mâh-ı Muharrem<br />

Âdem ağlar Havva ağlar Şit ağlar<br />

N’oldu Kerbela’da zât-ı mükerrem<br />

İdris ağlar Salih ağlar Nuh ağlar<br />

Habib-i Kibriya kurret-i aynî<br />

Nice gülgün etdin o gül-cebîni<br />

Nasıl elvân etdin vech-i Hüseyn’i<br />

Halil ağlar gülzar ağlar nar ağlar<br />

Sahra-yı Kerbela kan gülistanı<br />

Bozuldu risalet bağu bostanı<br />

Ehl-i beytin soldu baharistanı<br />

Ahmed ağlar Mahmud ağlar Hızır ağlar<br />

...<br />

Alvarlı Efe Muhammed Lutfi

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!