You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
“Allah’a ve Rasûlüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin.<br />
Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider.<br />
Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir."<br />
Enfâl Suresi, 46.
Editörden<br />
Gençlik, hayatın bir yandan en<br />
güzel bir yandan da en zorlu<br />
ve çalkantılı dönemi... Artık<br />
çocukluktan çıkılmış, yetişkinlik<br />
için tabiri caizse alıştırmalar<br />
yapılmaya başlanmıştır.<br />
Gençliği bir nevi “alıştırma/<br />
alışma” dönemi olarak kabul<br />
edince birtakım acemiliklerin yaşandığı,<br />
hataların yapıldığı bir dönem olduğunu<br />
kestirmek de zor değil. Bu dönemde<br />
genç, kendisini hayata hazırlayacak denemelerde<br />
bulunurken bir taraftan da<br />
kendisini tanımlamaya, hatta her yönden<br />
yeterli olduğunu ispatlamaya çalışır.<br />
Aslında küçük bir çocukken oluşmaya<br />
başlayan bu tanımlama yani benlik algısı,<br />
kişinin kendisini bir birey olarak ortaya<br />
koymaya çalıştığı gençlik döneminde<br />
daha bir önem kazanır. İlgisinin kendisine<br />
her zamankinden fazla yöneldiği bu<br />
dönemde, gencin kendisiyle ilgili algısının<br />
niteliği, onun mutlu ya da mutsuz, huzurlu<br />
ya da huzursuz, başarılı ya da başarısız<br />
vs. oluşunu ve gelecek hayatını da<br />
etkileyecektir. Bu sebeple önemli bir<br />
konu olduğunu düşündüğümüz “Gençlerde<br />
Benlik Algısı”nı <strong>Aile</strong> Dergimizin bu<br />
ayki kapak konusu olarak belirledik. Dr.<br />
Elif Arslan uzman psikolog Orçun Aykol’a<br />
yönelttiği sorularla konuyu; benlik algısının<br />
temelleri, gençlerde aşırı öz güveni<br />
düşündüren davranışlar, beden algısının<br />
gençlerin benlik algısını nasıl etkilediği<br />
ve oluşmuş olan olumsuz benlik algısı<br />
için neler yapılabileceği üzerinden ele<br />
aldı.<br />
Kapak konumuzdan bağımsız olarak ele<br />
aldığımız diğer bölümlerdeki bazı yazılarımızdan<br />
da bahsetmek istiyorum: Biz<br />
Bize bölümümüzün ilk yazısı Doç. Dr. Fatma<br />
Asiye Şenat’ın kaleme aldığı “Besmeleye<br />
Davet Mektubu”. Bir Müslümanın<br />
hayat tarzı olması gereken bu önemli konuya<br />
nefis muhasebesi üslubunda güzel<br />
bir açılım getirdi yazarımız. Bu bölümdeki<br />
ikinci yazımızı, Aydan Usta’nın “Yüreklere<br />
Sevgi Tohumları Ekebilmek” başlıklı çalışması<br />
oluşturuyor. <strong>Aile</strong>-ce bölümümüzde<br />
“Çocuk ve Ergenlerde Kendine Zarar<br />
Verme” konusu psikolog Serhat Yabancı’nın<br />
kaleminden ilginize sunuldu.<br />
Hayatın İçinden’de bu ay, Merve Gül Olgun’un<br />
ebru sanatçısı Nuran Öner’le<br />
gerçekleştirdiği söyleşiye yer verdik. Ayrıca<br />
İslami müziğin dünyaca ünlü isimlerinden<br />
Maher Zain’le Sevde Nur Özkan<br />
bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşiyi de<br />
siz değerli okuyucularımızın istifadesine<br />
sunarken yılın son sayısında buluşmak<br />
üzere sizleri Allah’a emanet ediyorum.<br />
Dr. Faruk Görgülü
İÇİNDEKİLER<br />
2<br />
Kasım <strong>2014</strong> Sayı: 287<br />
<strong>Diyanet</strong> İşleri Başkanlığı Adına<br />
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni<br />
Dr. Yüksel SALMAN<br />
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü<br />
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ<br />
Mali işler ve Dağıtım Sorumlusu<br />
Mustafa BAYRAKTAR<br />
Yayın Koordinatörleri<br />
Dr. Elif ARSLAN<br />
Merve Gül OLGUN<br />
Sevde Nur ÖZKAN<br />
ailedergisi@diyanet.gov.tr<br />
www.facebook.com/diyanetailedergisi<br />
GENÇLERDE<br />
BENLİK<br />
ALGISI<br />
4Dr. Elif Arslan<br />
Tashih<br />
Mesut ÖZÜNLÜ<br />
Teknik Servis<br />
Latif KÖSE<br />
Arşiv<br />
Ali Duran DEMİRCİOĞLU<br />
Tasarım<br />
Mustafa CİNGÖZ-MG Ajans<br />
Yönetim Merkezi<br />
Dini Yayınlar Genel Müdürlüğü<br />
Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar<br />
Bulvarı No: 147/A 06800<br />
Çankaya/ANKARA<br />
Tel: 0312 295 8661-62<br />
Faks: 0312 295 6192<br />
BESMELEYE<br />
DAVET<br />
MEKTUBU<br />
Doç. Dr. Fatma<br />
Asiye Şenat
10<br />
16<br />
18<br />
20<br />
KISA KISA<br />
Aydan Usta<br />
Yüreklere<br />
Sevgi Tohumları Ekebilmek<br />
Sevde Nur Özkan<br />
Serbest Kürsü<br />
Fatih Sönmez<br />
Çocuklarda ve Ergenlerde<br />
Kendine Zarar Verme<br />
23<br />
30<br />
32<br />
40<br />
Engin Eker<br />
Geçmişimizdeki Olaylara<br />
Doğru Bakabilmek<br />
Ayten Kılıçarslan<br />
Almanya’da Çocuk<br />
Camileri Projesi<br />
Merve Gül Olgun<br />
Nuran Öner ile<br />
Ebru Sanatı<br />
Elif Erdem<br />
Hanımların Hatibi:<br />
Esma Binti Yezid<br />
(R.Anha)<br />
MAHER<br />
ZAİN<br />
26<br />
Sevde<br />
Nur Özkan<br />
PARA<br />
TARİHİ<br />
YAZMAYA<br />
DEVAM EDİYOR<br />
42Kamil Büyüker<br />
44<br />
Dr. Lamia Levent<br />
Hatemi Tâî’nin Atı<br />
EVİNİZİ<br />
DEKORE<br />
EDERKEN...<br />
36<br />
Pelin<br />
Pelister Akyürek<br />
46<br />
48<br />
Doç. Dr. Havva Şahin Kavaklı<br />
Gribal<br />
Enfeksiyonlar<br />
KIRKAMBAR
pencere<br />
4<br />
Dr. Elif Arslan<br />
<strong>Diyanet</strong> İşleri Uzmanı<br />
GENÇLERDE<br />
BENLiK<br />
ALGISI<br />
GENÇLERİN BENLİK<br />
ALGILARINI HANGİ<br />
UNSURLAR, NASIL ETKİLİYOR?<br />
VE BU ALGININ NASIL<br />
OLDUĞU NE ANLAMA<br />
GELİYOR? OLUŞMUŞ OLAN<br />
BİR BENLİK ALGISI ZAMANLA<br />
DEĞİŞİME UĞRAR MI?
Herkes gibi gençler de olumlu bir benlik<br />
algısına sahip olmak ister. Çünkü<br />
olumlu bir benlik algısı başarı, mutluluk<br />
ve huzur getirir. Olumlu bir benlik<br />
algısına sahip olan insanlar<br />
karşılaştıkları zorluklarla daha kolay<br />
başa çıkarlar”<br />
Gençler söz konusu<br />
olduğunda hemen<br />
herkesin<br />
söyleyeceği birkaç<br />
söz vardır.<br />
Gençlerin geleceğimiz,<br />
umudumuz,<br />
yarınlarımız<br />
olduğu, iyi yetişmelerinin önemi<br />
gibi konular bunların başında gelir.<br />
İşin diğer bir boyutu ise gençlerle<br />
ilgili algılarımızdır. Kimi ümitvardır<br />
gençlerle ilgili olarak, kimi<br />
kendi gençliğiyle kıyaslar, eleştirir<br />
onları. Bazıları vurdumduymaz ve<br />
idealsiz olduklarını düşünür, bazılarıysa<br />
bu dönemin özelliği<br />
olarak görür onların pek çok<br />
hâl ve tavrını. Velhasıl herkesin<br />
gençlerle ilgili bir algısı<br />
vardır. O algı üzerinden yaklaşır<br />
gençlere, ilişkilerin türünü<br />
de söz konusu bakış açısı belirler.<br />
Bu arada gençlerin yetişkinlerle<br />
ilgili algısı da üzerinde durulmaya<br />
değer bir konu olmakla birlikte<br />
bu yazımızda biz, gençlerin kendilerini<br />
nasıl algıladıkları üzerinde<br />
durmak istiyoruz. Gençlerin benlik<br />
algılarını hangi unsurlar, nasıl etkiliyor?<br />
Ve bu algının nasıl olduğu<br />
ne anlama geliyor? Oluşmuş olan<br />
bir benlik algısı zamanla değişime<br />
uğrar mı?<br />
Gençlerdeki benlik algısını etkileyen<br />
unsurları sorduğumuz uzman<br />
Psikolog Orçun Aykol, benlik algısının<br />
tarifini yaparak başlıyor cevabına:<br />
“Benlik algısı kişinin kendisinin<br />
ve çevresinin onu nasıl değerlendirdiğine,<br />
algıladığına ilişkin<br />
bir dizi sözlü ya da sözel olmayan,<br />
davranışsal mesajlardan oluşur.”<br />
Herkes gibi gençler de olumlu bir<br />
benlik algısına sahip olmak ister.<br />
Çünkü olumlu bir benlik algısı başarı,<br />
mutluluk ve huzur getirir.<br />
Olumlu bir benlik algısına sahip<br />
olan insanlar karşılaştıkları zorluklarla<br />
daha kolay başa çıkarlar.<br />
Yine kişilerin psikolojik sağlıklarının<br />
da benlik algılarıyla yakından ilişkili<br />
olduğu bilinmektedir.
pencere<br />
6<br />
“Erken çocukluktan beri<br />
olumlu olarak geliştirilemeyen<br />
benlik algısı hem ergenlikte<br />
hem de yetişkinlikte belirgin<br />
psikolojik, ilişkisel sorunlara<br />
neden olabilir. Birey özgüvensiz,<br />
kendini yetersiz, değersiz,<br />
beceriksiz vb. hissedebilir.<br />
Hem sosyal ilişkilerinde<br />
hem de mesleki hayatında<br />
hissettiği bu duygular<br />
onun yapabilecek yeteneği<br />
olsa dahi birçok görevi yapamayacağını<br />
düşünüp harekete<br />
geçmemesine neden olabilir.”<br />
bir “kişilik” olarak kendilerini ifade<br />
etmeye, ortaya koymaya başladıkları<br />
vakit nasıl davranıyoruz,<br />
nasıl tepki veriyoruz, işin bu kısmı<br />
ihmal edilmemesi gereken çok<br />
önemli bir husus gibi duruyor.<br />
Psikolog Aykol, ergen bireyin kendisinin<br />
her yönden yeterli olduğunu<br />
kanıtlamaya çalıştığı bu dönemde<br />
ailenin tavrının önemini<br />
şöyle açıklıyor: “Ergen birey bunları<br />
yaparken aile tarafından desteklendiğinde,<br />
başarısı ve yeterlilikleri<br />
eleştirilmediğinde ya da diğer<br />
akranlarıyla kıyaslanmadığında<br />
daha yeterli bir benlik algısına sahip<br />
olurken tam tersi muameleye<br />
maruz kaldığında yetersiz/olumsuz<br />
benlik algısına sahip olacaktır.”<br />
“Aslında herkes dâhidir. Ama siz<br />
kalkıp bir balığı, ağaca tırmanma<br />
yeteneğine göre yargılarsanız, tüm<br />
hayatını aptal olduğuna inanarak<br />
geçirir.”<br />
Albert Einstein<br />
Olumlu bir benlik<br />
algısının gelişmesi için…<br />
Yukarıda benlik algısının olumlu olmasının<br />
etkilerine kısaca değinmiştik.<br />
Özgüven, özsaygı gibi kavramlarla<br />
da ilişkili olduğu bilinen<br />
benlik algısının olumsuz olmasının<br />
etkilerini ise Sayın Aykol şöyle<br />
açıklıyor: “Erken çocukluktan beri<br />
olumlu olarak geliştirilemeyen benlik<br />
algısı hem ergenlikte hem de ye-<br />
Temeli ailede atılıyor<br />
Pek çok konuda olduğu gibi bireyin<br />
benlik algısında da ilk temellerin<br />
ailede atıldığını görüyoruz. Benlik<br />
algısının bebeklikten itibaren<br />
oluşmaya başladığını belirten Psikolog<br />
Aykol, ergenlikte ise hızlı bir<br />
hareketlilik kazanan bu algıyla ilgili<br />
olarak şunları söylüyor: “Çevresi ve<br />
kendisi tarafından nasıl algılandığının<br />
çok önemli olduğu bu dönemde<br />
ergen birey sosyal, fiziksel,<br />
akademik vb. tüm yönleriyle “yeterli”<br />
olduğunu hem kendine hem<br />
de diğerlerine kanıtlamaya çalışır.”<br />
O kendisini kanıtlamaya çalışırken<br />
ailesinin ne yaptığı, nasıl<br />
davrandığı, onu anlayıp anlayamadığı<br />
da çok önemli görünüyor.<br />
Küçüklüğünde el bebek gül bebek<br />
büyüttüğümüz, tabiri caizse<br />
ağzının içine baktığımız,<br />
yaptığı her hareketi, söylediği<br />
her sözü önemseyerek eşe<br />
dosta anlattığımız çocuklarımızın<br />
çoğunda muhtemelen<br />
küçüklüklerinden olumlu bir<br />
benlik algısı oluşuyor, hatta<br />
bazen biraz abartıyor bile olabiliriz.<br />
Ancak onlar biraz büyüyüp<br />
“birey” olmaya, bizden ayrı
tişkinlikte belirgin psikolojik, ilişkisel<br />
sorunlara neden olabilir. Birey<br />
özgüvensiz, kendini yetersiz,<br />
değersiz, beceriksiz vb. hissedebilir.<br />
Hem sosyal ilişkilerinde hem de<br />
mesleki hayatında hissettiği bu<br />
duygular onun yapabilecek yeteneği<br />
olsa dahi birçok görevi yapamayacağını<br />
düşünüp harekete geçmemesine,<br />
karşı cinsle ilişki kurmakta<br />
güçlüklere (beğenilmeyeceğim,<br />
konuşamayacağım vb.) neden<br />
olabilir.” Hayatın hemen her<br />
alanını etkilediği görülen benlik<br />
algısını ve bununla bağlantılı olarak<br />
ergen çocuğun öz güvenini<br />
geliştirmek için uzman psikoloğumuz<br />
anne babalara şu tavsiyelerde<br />
bulunuyor:<br />
• Ergenin kendi kişiliğini ve kimliğini<br />
oluşturmaya çalıştığını,<br />
onun da birey olduğunu ve<br />
bazı haklara sahip olduğunu<br />
unutmayın,<br />
• Sınırlarına saygı gösterin ve<br />
ona özel bir kişisel alan bırakın,<br />
• Dinleyen, anlamaya çalışan ve<br />
kabul edici tutumlar sergileyin,<br />
• Mükemmel bir çocuk/ergen tasarlamayın,<br />
hata yapabileceğini<br />
unutmayın,<br />
Bebeklikten itibaren ihtiyaçları<br />
uygun zaman ve biçimde<br />
karşılanmamış, duygusal<br />
ve fiziksel olarak ihmal<br />
edilmiş bireylerin yetişkinlikte,<br />
ilişki içinde hem<br />
karşısındakine (dış dünyaya)<br />
hem de kendisine güven<br />
duyması oldukça güçleşir<br />
ve yine psikolojik bazı<br />
sorunlar ortaya çıkmaya<br />
başlayabilir.”<br />
• Ergene yeni durumlar/fikirler<br />
hakkında deneyim fırsatı tanıyın,<br />
• Kıyaslamayın, aşırı eleştirel, cezalandırıcı,<br />
aşağılayıcı ve baskıcı<br />
olmayın,<br />
• Yaşamın akademik başarı<br />
(okul,dershane vb.) dışında birçok<br />
alanı kapsadığını ve başarının<br />
sadece okul başarısı olmadığını<br />
unutmayın, ergene<br />
sosyal ilişki kurabileceği sınırlar<br />
tanıyın,<br />
• Herkesin farklı yeteneklerinin<br />
olabileceğini bilin ve çocuğunuzun<br />
yeteneklerini fark edip<br />
onu o yeteneğe kanalize edin,<br />
• Takdir edin.<br />
Ya aşırı özgüven…<br />
Yukarıdaki satırları okurken “şimdiki<br />
gençlerin problemi özgüven<br />
eksikliği değil, aşırı özgüven” diyenler<br />
olabilir. Zira bazen gençlerde<br />
kendine aşırı/gereğinden fazla güvendiğini<br />
düşündüren tavır ve davranışlara<br />
rastlıyoruz. Gençlerin,<br />
“Bana bir şey olmaz” anlayışı,<br />
anne babaya ve çevreye karşı eleştirel<br />
olması, “her şeyi ben bilirim”<br />
tarzındaki davranışlarını bu duruma<br />
örnek olarak gösterebiliriz. İçlerinde<br />
bulundukları yaş dönemine<br />
özgü olan bu davranışlar zaman<br />
zaman aileleri ve öğretmenleri zor<br />
durumda bıraksa da Psikolog Aykol,<br />
bu tür davranış ve tutumların<br />
gencin kimlik ve kişiliğinin temellerinin<br />
atılmasında etkili olabileceğini<br />
açıklıyor: “Bu durum o döneme<br />
özgü ve ergen bireyin çevreyi,<br />
kendini keşfetmesine olanak<br />
tanıyan bir duygu olabiliyor. Böyle<br />
durumlarda anne-babanın bunu<br />
zedelemeden ve çocuğun kendine<br />
zarar vermesini önleyerek bu güveni<br />
yaşaması için zemin hazırlaması<br />
gerekiyor. Böylece çocuk bir
pencere<br />
8<br />
birey olarak aileden ruhsal olarak<br />
‘ayrışabilir’ ve kendi kimlik/kişiliğinin<br />
temellerini atabilir.”<br />
Güven duygusu kendine<br />
güvenle sınırlı değildir<br />
Güven duygusu sadece kendine<br />
güvenle tanımlanabilecek bir duygu<br />
değildir. Gençlerde güven denince<br />
akla ilk olarak anne-babaya<br />
güvenmek geldiğini söyleyen Sayın<br />
Aykol, “koşulsuz” bir sevgi ile ve sınırlarına<br />
saygı duyularak büyütülen<br />
bireylerin kendileri ile birlikte başkalarına<br />
güvenmeyi de öğrenebildiğini<br />
dile getiriyor. Aykol güven<br />
duygusunu ve gelişimini şöyle açıklıyor:<br />
“Güven duygusu bebeklikten<br />
itibaren gelişmeye başlayan ve<br />
bebeğin önce bakım veren olarak<br />
“anneye” yani dış dünyaya güvenmesiyle<br />
ya da “güvenmemesi” ile<br />
ortaya çıkan ve yaşam boyu değişerek<br />
devam eden bir duygudur.<br />
Bebeklikten itibaren ihtiyaçları uygun<br />
zaman ve biçimde karşılanmamış,<br />
duygusal ve fiziksel olarak<br />
ihmal edilmiş bireylerin yetişkinlikte,<br />
ilişki içinde hem karşısındakine<br />
(dış dünyaya) hem de kendisine<br />
güven duyması oldukça güçleşir<br />
ve yine psikolojik bazı sorunlar<br />
ortaya çıkmaya başlayabilir.”<br />
Gençlerde beden algısı<br />
benlik algısını etkiliyor<br />
Ergenlik dönemindeki çocuklarının<br />
dış görünüşleriyle çok ilgilendiklerini,<br />
aynanın karşısından neredeyse<br />
ayrılmadıklarını ya da aynaya<br />
küstüklerini anne babalardan sıkça<br />
duyarız. Bu ilginin sebebi gençte<br />
meydana gelen fiziksel ve hormonal<br />
değişikliklerdir. Bazı gençlerin<br />
kolaylıkla atlattıkları bu dönem<br />
bazıları içinse oldukça sancılı geçmekte,<br />
bedenleriyle ilgili algıları<br />
olumsuz ve gerçekten uzak olabilmektedir.<br />
Mesela kilosu normal<br />
olan bir genç, kendini aşırı kilolu<br />
olarak algılayabilmektedir. Bu<br />
meselenin konumuzla ilgili olan kısmı<br />
ise ergenlerde beden algısı ile<br />
benlik algısı arasındaki güçlü ilişkidir.<br />
Psikolog Aykol, kendi bedenlerini<br />
olumlu olarak algılayan, kendisini<br />
beğenen ergenlerin benlik algılarının<br />
da aynı doğrultuda yüksek olduğunu<br />
ve kendilerini olumlu algıladıklarını,<br />
aksi durumda ise kendilerine<br />
bakış açılarının olumsuz olduğunu<br />
belirtiyor: “Bilindiği üzere<br />
ergen için en önemli şeylerden biri<br />
fiziksel olarak hem akran grubunda<br />
hem de karşı cins tarafından beğenilmek<br />
ve kabul görmektir. Bu olmadığında<br />
ergenin benlik algısı<br />
zedelenecek ve kendisini olumsuz/yetersiz<br />
algılayacaktır. Bununla<br />
birlikte günümüzde insanlara<br />
hem basın yayın yoluyla hem de<br />
sağlık alanında sürekli olarak bedene<br />
yönelik standartlar aktarılmakta<br />
ve “ideal” bir beden tablosu<br />
çizilmektedir. Bu yüzden er-
genler buna uyum sağlama telaşıyla<br />
sert ve bilinçsiz diyetler, aşırı spor<br />
vb. sağlıksız tutumlar benimsemektedir.<br />
Psikolojik olarak da yeme<br />
bozuklukları denen anoreksiya<br />
nevroza ya da bulimia’ya varan<br />
hastalıklar gündeme gelebilir. Bedene<br />
yönelik hassasiyet ergenlikte<br />
normal olmakla birlikte bu abartılı<br />
boyuttaysa aileler ergenle birlikte<br />
bir ruh sağlığı profesyoneline<br />
başvurmalıdır.”<br />
Uzmanımızın sözünü ettiği basın<br />
yayın organlarının sunduğu “güzel<br />
insan” imajının yanı sıra ailelerin ve<br />
çevrenin bilinçli veya bilinçsiz olarak<br />
verdikleri mesajlar da gençlerin<br />
beden algılarını ve dolayısıyla<br />
benlik algılarını, öz saygılarını etkilemektedir.<br />
Medya bir yana, ailelerin<br />
çocuklarına beden imajıyla<br />
ilgili sözlü veya sözsüz olarak verdikleri<br />
mesajların farkına varmaları<br />
ve bu konuda dikkatli olmalarının<br />
önemi ortada. Daha önemli bir<br />
konu da insanın bedenden, maddeden<br />
ibaret olmadığının bilinmesi,<br />
bu anlayışın hayatımıza yansıması<br />
ve çocuklara/gençlere gerek<br />
hâl diliyle gerek kal diliyle bu mesajların<br />
verilmesi.<br />
İnsanın her şeyden önce “insan”<br />
olarak yaratılmakla kazandığı payeyi<br />
bilmek, kendine o gözle bakmak<br />
ve o şerefli hâli korumak için<br />
gayret sarf etmek… Şeyh Galip’in<br />
çok güzel ifade ettiği gibi insanın<br />
“âlemin özü” olduğunu bilmek,<br />
hissetmek ve hissettirmek gerekir:<br />
“Hoşça bak zatına kim zübde-i<br />
âlemsin sen<br />
Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin<br />
sen.”<br />
(Kendine hoşça bak; sen âlemin<br />
özüsün, varlıkların göz bebeği olan<br />
insansın.)<br />
Olumsuz benlik algısı<br />
değiştirilebilir mi?<br />
Kişide benlik algısı kısa bir sürede<br />
ve bir çırpıda oluşmadığı gibi bir çırpıda<br />
da değişmesi beklenmez elbette.<br />
Olumlu deneyimle olumlu<br />
benlik algısını destekleyeceği ve<br />
kendine güvenini artıracağı için<br />
çocuklara ve gençlere, başarılı olabilecekleri,<br />
kendilerini değerli hissedebilecekleri<br />
ortamlar hazırlanmalıdır.<br />
“Ergenlik dönemindeki<br />
çocuklarının dış görünüşleriyle<br />
çok ilgilendiklerini, aynanın<br />
karşısından neredeyse<br />
ayrılmadıklarını ya da aynaya<br />
küstüklerini anne babalardan<br />
sıkça duyarız. Bazı gençlerin<br />
kolaylıkla atlattıkları bu<br />
dönem bazıları içinse oldukça<br />
sancılı geçmekte, bedenleriyle<br />
ilgili algıları olumsuz ve<br />
gerçekten uzak<br />
olabilmektedir. Mesela kilosu<br />
normal olan bir genç, kendini<br />
aşırı kilolu olarak<br />
algılayabilmektedir.”<br />
Bunun için sabırla ve kararlılıkla uğraşmak<br />
gerekir. Uzmanımız Sayın<br />
Aykol, bu konuda gerekirse bir<br />
uzman yardımına başvurmanın<br />
önemine değiniyor: “Olumsuz benlik<br />
algısı psikoterapi sürecinde bireyin<br />
yaşam öyküsü yeniden ele alınarak<br />
ve çeşitli müdahalelerle<br />
daha olumlu ve işlevsel bir hâle getirilebilir,<br />
benlik algısı ile birlikte özsaygı<br />
ve özgüven arttırmaya yönelik<br />
müdahaleler kullanılabilir.”
kısa-kısa<br />
10<br />
GEÇ<br />
KALMA<br />
GENÇ<br />
GEL!<br />
Camileri, hayatın ve<br />
şehrin kalbine<br />
yeniden taşıyabilmek<br />
adına son yıllarda her<br />
kutlamada farklı bir<br />
konunun öne<br />
çıkarıldığı “Camiler ve<br />
Din Görevlileri<br />
Haftası” için bu yıl<br />
“Cami ve Gençlik”<br />
teması belirlendi.<br />
Gençliği anlamak, geleceği<br />
inşa etmenin temel<br />
esaslarındandır.<br />
Yüce din İslam’ın mabedi<br />
ve Kâbe’nin birer şubesi<br />
sayılan camilerin safları genç<br />
nesillerden mahrum kaldığında bu<br />
kutsal mekân, kimsesiz bırakılmış<br />
sayılır. Camileri, hayatın ve şehrin<br />
kalbine yeniden taşıyabilmek adına<br />
son yıllarda her kutlamada farklı<br />
bir konunun öne çıkarıldığı “Camiler<br />
ve Din Görevlileri Haftası” için<br />
bu yıl “Cami ve Gençlik” teması belirlendi.<br />
Caminin maneviyatı ile<br />
gençliğin enerjisini buluşturmak,<br />
gençliğin camiye aktif katılımını<br />
sağlamak konusunda toplumda<br />
bir farkındalık oluşturmak amacıyla<br />
<strong>Diyanet</strong> İşleri Başkanlığı birtakım<br />
projeleri uygulamaya geçirdi. "Camide<br />
hayat var, geç kalma genç gel"<br />
çağrısıyla bu anlamlı haftaya davet<br />
edilen gençler ülke çapında düzenlenen<br />
pek çok etkinlikle; gönül<br />
dünyalarına hitap edebilecek bir camide,<br />
yeni bir iletişim dilini inşa sürecinde<br />
neler yapılacağına dair çalışmaları<br />
takip etti.<br />
Bu doğrultuda günümüzde gençlerimizin<br />
yeryüzünü imar etmesi<br />
şuuruyla, değerlerimiz doğrultusunda<br />
ve geleceğin sorumluluğunu<br />
da yüklenebilecek nitelikte yetişmesi<br />
Rabbimizden en büyük niyazımızdır.<br />
Türkiye İstatistik<br />
Kurumu’nun (TÜİK)<br />
“Karayolu Trafik Kaza<br />
İstatistikleri, 2013”<br />
verileri de yaşanan can<br />
kaybının ve ekonomik<br />
zararın büyüklüğünü<br />
ürkütücü rakamlarla<br />
ortaya koyuyor.<br />
KAZA<br />
GELİYORUM<br />
DEMEDEN...<br />
Trafik kazaları ve buna bağlı<br />
ölüm ve yaralanmalar ülkemizin<br />
kanayan yarası olmaya<br />
devam ediyor. Trafikteki<br />
araç sayısının günden güne<br />
artması ve ulaşım ağlarının yetersiz<br />
kalması gibi durumlar, bireylerin dikkatsiz<br />
araç kullanımlarıyla da birleşince<br />
ortaya çıkan sonuçlar hepimizin<br />
malumu… Konuyla ilgili gelinen<br />
son duruma ilişkin Türkiye İstatistik<br />
Kurumu’nun (TÜİK) “Karayolu Trafik<br />
Kaza İstatistikleri, 2013” verileri de yaşanan<br />
can kaybının ve ekonomik zararın<br />
büyüklüğünü ürkütücü rakamlarla<br />
ortaya koyuyor. Buna göre Türkiye’de<br />
geçtiğimiz yıl meydana gelen<br />
161,306 trafik kazasında 3,685 kişi hayatını<br />
kaybederken 274,829 kişi yaralandı.<br />
Ölümlerin %37,2’si, yaralanmaların<br />
%66,7’si yerleşim yeri içinde<br />
gerçekleşirken; ölümlerin %62,8’i,<br />
yaralanmaların %33,3’ü yerleşim yerlerinin<br />
dışında oldu. Trafik kazalarının<br />
nedenleri incelendiğinde ise sürücü<br />
hatası, taşıt ve yol durumunun en<br />
başta gelen faktörler olduğu görüldü.<br />
Bu kusurların %88,7’sinin sürücü,<br />
%9’unun yaya, %1’inin yol, %0,9’unun<br />
taşıt ve %0,4’ünün yolcu kaynaklı olduğu<br />
tespit edildi. Son olarak trafiğin<br />
gün içindeki zamanının da trafik yoğunluğunu<br />
ve sürücü performansını<br />
etkileyerek trafik kazalarında rol oynadığı<br />
ortaya konuldu. Sonuçlar; bireylerin<br />
hem kendi hem de trafikteki<br />
diğer araçların güvenliğini sağlamak<br />
adına daha dikkatli ve bilinçli araç<br />
kullanımının gerekliliğini ortaya<br />
koyması bakımından<br />
oldukça önem<br />
taşıyor.
YORGUNLUKTAN<br />
KURTULMAK<br />
mümkün mü?<br />
Daha çok sırt, bel, bacak kasları<br />
bölgesinde, güçsüzlük ve hâlsizlik<br />
şeklinde kendini gösteren<br />
yorgunluğun sadece bedensel<br />
kaynaklı olduğunu düşünebilirsiniz.<br />
Ancak sanıldığının aksine bazen çok<br />
fazla hareketsiz kaldığımızda da<br />
yorgunluk duyabileceğimizi<br />
unutmamak gerekiyor.<br />
Temizlik malzemelerinin<br />
çeşitlilikte sınır tanımadığı<br />
günümüzde, kimyasal<br />
madde içeren deterjanlar<br />
dikkatli bir şekilde<br />
kullanılmadığı takdirde, sağlık<br />
açısından büyük bir tehdit oluşturur.<br />
Ancak konuyla ilgili bilinçli<br />
bireylerin tercihi, genelde doğal<br />
temizlik ürünlerinden yanadır…<br />
Bu doğal temizleyicilerin<br />
başında da şüphesiz<br />
sirke gelir. Birbirinden farklı<br />
kullanım alanlarını ve faydalarını<br />
göz önünde bulundurarak<br />
söyleyebiliriz ki sirke; temizlik<br />
konusunda da evlerimizin vazgeçilmezi<br />
olmayı hak eden temel<br />
ihtiyaç malzemelerinden<br />
biridir. Örneğin;<br />
sirkeyi, sebze<br />
ve meyvelerin<br />
temizliğinde<br />
güvenle<br />
kullanabilirsiniz.<br />
İçerisine<br />
birkaç damla<br />
SİRKE temizlikte<br />
bir numara<br />
sirke ilave ettiğiniz suda, sebzelerinizi<br />
bir müddet beklettikten<br />
sonra iyice durularsanız; pek çok<br />
bakteri ve parazitin de önüne<br />
geçmiş olursunuz… Yine, küf lekelerini<br />
çıkarmak için de sirke ideal<br />
bir temizlik ürünü olabilir. Hafif<br />
lekeler için, sirkeyi eşit miktarda<br />
suyla seyreltebilirsiniz.<br />
Sirke, gümüş eşyaların<br />
parlatılmasında da oldukça<br />
etkilidir. Sirkenin ev hanımlarının<br />
işini kolaylaştıracak<br />
bir diğer faydası<br />
da mobilyalar<br />
üzerindeki su lekelerini<br />
çıkartması...<br />
Ahşap mobilyalar<br />
üzerine konulan ıslak<br />
bardakların bıraktığı,<br />
silinince geçmeyen beyaz<br />
halkaları çıkartmak<br />
için eşit oranda<br />
sirke ve zeytinyağını<br />
karıştırıp, yumuşak<br />
bir bezle lekeye<br />
uygulayabilirsiniz.<br />
Havaların iyiden iyiye<br />
soğumaya yüz tuttuğu;<br />
sonbaharın hızla<br />
kapımızı çaldığı şu günlerde,<br />
sıkça karşılaştığımız<br />
sorunlardan biridir yorgunluk…<br />
Sizler de şu dönemlerde<br />
“İşlerimi sürekli erteliyorum”, “Sürekli<br />
uyumak istiyorum” gibi şikâyetlerle<br />
yakınıyorsanız, yorgunluğun<br />
temel belirtilerini taşıyorsunuz<br />
demektir… Daha çok sırt, bel,<br />
bacak kasları bölgesinde, güçsüzlük<br />
ve hâlsizlik şeklinde kendini<br />
gösteren yorgunluğun sadece bedensel<br />
kaynaklı olduğunu düşünebilirsiniz.<br />
Ancak sanıldığının aksine bazen<br />
çok fazla hareketsiz kaldığımızda<br />
da yorgunluk duyabileceğimizi<br />
unutmamak gerekiyor. Uzmanlar;<br />
dengeli ve sağlıklı beslenmenin<br />
dışına çıkıldığında, tiroit beziyle ilgili<br />
çalışma düzensizlikleri yaşandığında,<br />
hatta sigaranın fazla içilmesine<br />
bağlı olarak da yorgunluğun<br />
artabileceğine dikkat çekiyor.<br />
Dahası yorgunluğun kronik hâle<br />
geldiği durumlarda yeni bilgileri öğrenme<br />
ve akılda tutma güçlükleri<br />
sık gözlemleniyor. Ancak alacağınız<br />
önlemlerle yorgunluk hissinin<br />
üstesinden gelmeniz mümkün…<br />
Buna göre; öncelikle metabolizmanızın<br />
yavaşlamaması için vücudunuzun<br />
susuz kalmaması gerekir.<br />
Yeteri kadar karbonhidrat<br />
alımı yorgunluktan korunmanızı<br />
sağlar.<br />
Kısa ve sık dinlenme aralıklarını tercih<br />
ederek çalışma düzeninizi gözden<br />
geçirebilirsiniz. Sabah yürüyüşleri<br />
ve sağlıklı bir uyku düzenine<br />
sahip olmak da gün içinde yorgunluğunuzu<br />
hafifletmeye yardımcı<br />
olur. Sonuç olarak yorgunluk, vücudumuzun<br />
fiziksel çalışmaya,<br />
strese, uykusuzluğa verdiği fizyolojik<br />
bir cevaptır diyebiliriz... Eğer<br />
hissedilen yorgunluk hâli uzun sürüyorsa<br />
sebebinin başka hastalıklar<br />
olabileceğini de unutmamak gerekiyor.
iz bize<br />
12<br />
Doç. Dr. Fatma Asiye Şenat<br />
Osmangazi Üniversitesi<br />
İlahiyat Fakültesi<br />
BESMELEYE<br />
DAVET<br />
MEKTUBU
Sevgili Özüm,<br />
Sana ne zamandır bu mektubu yazmayı<br />
istiyordum bilemezsin, tahmin bile<br />
edemezsin... Özel bir gündem maddemiz<br />
var bugün seninle. Bu sebepten hâlinihatırını<br />
sormayı, yeniden taşındığın eski<br />
şehrinde günlerinin nasıl geçtiğini sormayı<br />
vereceğin cevapları çok merak etmeme<br />
rağmen başka bir zamana erteliyorum...<br />
Bu mektubun özünü “dost acı söyler”<br />
hükmüne bağlayabilirsin. Sende ne<br />
zamandır gözlemlediğim bir haslet var<br />
cancağızım… Ve sebepleri hakkında<br />
birtakım öngörülerim ve tahminlerim de...<br />
Söylemek istediklerimin özü ise şu:<br />
Az besmeleli bir hayat sana yakışmıyor<br />
Asiye! Dikkat ediyorum, en basitinden<br />
sofraya otururken besmele çektiğine tanık<br />
olmuyorum. Bilmem, belki içinden<br />
diyorsun ama çoğu kez bunu sımsıkı<br />
unuttuğunu seziyorum. Bereket Hz.<br />
Peygamber unuttuğun zaman “öncesine ve<br />
sonrasına” besmele çekmeyi öğretmiş de<br />
yediklerin murdar olmuyor.
iz bize<br />
14<br />
Aslında bir<br />
anne olarak<br />
evlatlarının da<br />
besmeleye<br />
ağızlarının<br />
alışması için<br />
zaman zaman<br />
sesli<br />
mırıldanman<br />
önemli diye<br />
düşünürüm.”<br />
(Bu arada bahis açılmışken, çok fazla<br />
yemene rağmen “daha doymadım” deyince<br />
“yoksa besmele mi çekmedin diyen<br />
haminneni hatırla. Onun teorisi<br />
doğruysa az yiyip çok beslenmek mümkün<br />
ve böylece kilo meselen de kökten<br />
çözüldü demektir ortağım. E, besmele<br />
“ekmeğimizin bereketidir” de aynı zamanda.)<br />
Ancak Hz. Peygamber evveline<br />
ahirine besmele çekmeyi öğretirken<br />
senin gibi daimi unutucuları da kastetmemişti<br />
zahir. Bu yolla besbelli besmelesizliğin<br />
kirini, sonsuzluğunu, temizlemeye<br />
çalışıyorsun. Ancak “Besmelesiz<br />
başlayan her işin akıbeti neticesizdir”<br />
diyen Hz. Peygamber’in ardı<br />
sıra gitmek için daha fazlası gerek.<br />
Besmeleni çekiver de Süleyman<br />
Çelebi:<br />
“Allah adı olsa her işin önü<br />
Herkiz ebter olmaya anın sonu” dedikçe,<br />
her seferinde bütün hayatını<br />
önüne döküp sorgulamaya kalkma.<br />
Aslında bir anne olarak evlatlarının da<br />
besmeleye ağızlarının alışması için zaman<br />
zaman sesli mırıldanman önemli<br />
diye düşünürüm. Hani az önce dedim<br />
ya, bu durumun sebepleri hakkında<br />
bazı düşüncelerim var diye, sen çocukken<br />
kulağına yeterince Allah adı doldurulmadı<br />
gibi geliyor bana.<br />
Çocukken yanında yörende bu kelimeleri<br />
daha sık duysaydın, sana şimdi<br />
bu mektubu yazmak zorunda kalmazdım<br />
belki de.<br />
Aynı hâlin senin yavrularında da devam<br />
etmemesi için bu lafzı onların kulağına,<br />
zihnine, gönlüne ekmek gerek. Yalnız<br />
ağız alışkanlığı sağlayacağım derken gerçekten<br />
sadece ağzın içinde kalan bir<br />
ibare olmaması için bilinç uyanıklığı da<br />
lazım. Bunu nasıl yapacaksın bilmem,<br />
benim aklım o kadarına ermez. Ses tonunla,<br />
bakışınla, hâl dilinle anlatmak<br />
belki, orası da senin hocalığına kalmış<br />
iki gözüm, onu da mı ben söyleyeyim?!<br />
Kısaca çocuklarının yanında sesli oku<br />
besmeleyi ama sıradanlaşmasına da izin<br />
verme. Senin çocukluğundan, imdi anneliğinden<br />
laf açılmışken...
Az besmeleli hayat örüntünün temel<br />
sebeplerinden biri de bana göre zaten<br />
hep dualı, zikirli-fikirli bir hayatın içinde<br />
olmaya gayret etmen...<br />
Diyeceksin ki nasıl? Yani namazım niyazım<br />
mı beni besmeleden uzak tutuyor?<br />
Şöyle anlatayım. Dikkat et, abdest<br />
alırken, namaza başlarken niyet ediyorsun.<br />
Peki, niyetin besmelesi nerede?<br />
Oysa burası belki en derinden, ciğerden<br />
besmele çekmen gereken durumlardan...<br />
Zaten güzel bir hâlin, demin başındasın<br />
diye, aldığın abdestin, kıldığın namazın<br />
içinde besmelenin ruh hâli zaten<br />
var diye farz ediyorsun. Olmaz sözüm,<br />
olmaz iki gözüm...<br />
Çünkü namazla-abdestle ilgili sadece<br />
kaba hatalardan değil, incelikli bütün<br />
risklerden (şeytanın artan hırsı ve<br />
oyunları, gösteriş tasası, kendini<br />
beğenme vb.) de Allah’a sığınmak<br />
lazım. Bunların her birini her an sayamazsın<br />
ama “can özünden besmeleyi<br />
çekince” hepsinden korunmak<br />
üzere zırhını kuşanmış<br />
olursun. Besmele sadece tehlike<br />
hissedince, telaş yüreğini derinden<br />
vurunca kuşanılacak<br />
zırh değil bir başka<br />
deyişle. Dolayısıyla kendini<br />
rahat hissetmediğin, tedirginlik veren<br />
durumlarda “Bismillah, Allah’a tamamen<br />
güvendim çünkü değiştirme<br />
gücü ve kudreti sadece Allah’ın elinde”<br />
duasını okuduğun gibi tamamen sütliman<br />
gibi gözüken durumlarda da<br />
adını anmak gerek Cemil ve Celil’in.<br />
An’ın farkında olmayı da zorunlu kılan<br />
besmele aslında Allah’ı hayatın her alanına<br />
davet etmenin de adı, yolu. Yine<br />
diyeceksin ki Allah zaten hayatımızın<br />
her anında yanımızda değil mi? El-hak<br />
öyle. Ama her hayırlı işin başında<br />
O’nun güzel adını anmak hayrın farkında<br />
olmayı zorunlu hâle getirdiği<br />
gibi sürecin tamamında da istikamet<br />
üzere olmaya davet ediyor. Haram<br />
işe besmeleyle başlayacak hâlimiz yok<br />
ama helali işlerken de her adımı O’nunla<br />
atmanın çok yönlü bir bilinç yenilenmesi<br />
sağladığı tartışmasız.<br />
Allah’ı sık sık anıp “rahatsız etmekten”<br />
dem vuran tuhaf çıkarımlara prim vermediğine<br />
güvenirim. Kulun hayatına davet<br />
edilmek kulun hayatına kalite kattığı<br />
gibi Allah için de çok kıymetli olmalı.<br />
Baksana “Beni çok çok anın... Siz<br />
beni anın, ben de sizi anayım” diyor.<br />
İşte sana diyeceklerim bu kadar. Oh be,<br />
söyledim kurtuldum, gereğini yapmak<br />
sana ait artık. Haydi, Allah’a emanet<br />
olasın can özüm…
iz bize<br />
16 Aydan Usta<br />
Turgutlu Müftülüğü<br />
Hatice Orhan Kur’an Kursu Öğreticisi<br />
YÜREKLERE<br />
SEVGİ<br />
TOHUMLARI<br />
EKEBİLMEK<br />
Hep duyarız; “Her<br />
şeyin başı sevgi,<br />
sevgiyle bütün<br />
engeller aşılır”<br />
diye. Herkes de<br />
kayıtsız şartsız<br />
kabul eder bunu.<br />
Peki, bu sevgi<br />
tohumları nasıl<br />
ekilecek kalplere?”<br />
Ü<br />
zerinde uzun<br />
uzun konuşulup<br />
yazılası bir<br />
konu... Hatta<br />
şiirlerle, güzel<br />
cümlelerle çok<br />
da güzel süslenebilir. Ama ne yazık<br />
ki merkeze kendimizi sevmeyi koymazsak;<br />
ne söylersek söyleyelim,<br />
ne yaparsak yapalım her şey eksik<br />
kalır. İyi de kendimizi nasıl seveceğiz?<br />
Yaptığımız her güzel davranışta<br />
yanağımızdan makas alarak<br />
değil tabii ki. Olması gerekeni yaptığımızda<br />
“Şerefli bir insan gibi davrandım”<br />
deyip Yüce Yaradan’a şükür<br />
bilincinde olmamızın yanında,<br />
yanlış yaptığımızda pişman olup<br />
“Yüce Yaradan beni halife kıldı,<br />
oysa ben bu makama layık olamadım”<br />
bilinciyle pişman olup af dilemektir.<br />
Yaptığı yanlışta da doğruda<br />
da farkındalık yaşayıp gerekeni yapmasıdır<br />
insanın kendini sevmesi. Sonuçta,<br />
müthiş bir iç huzuru ve ellerinde<br />
başkalarının kalbine ekeceğin<br />
sevgi hazineleri…<br />
Gelelim sonraki aşamaya. Elimizdeki<br />
sevgi tohumlarını başkasının kalbine<br />
nasıl ekeceğiz? Aslında uygulamaya<br />
dökülünce çok da zor olmadığını<br />
görüyoruz. Olmazsa ol-
“Yanlış yaptığını bildiğin<br />
bir çocuğun gözlerine<br />
rencide etmeden,<br />
kaçamak bakışlarla<br />
“Herkes yanlış yapar ama<br />
ben seni seviyorum”<br />
mesajını verebilmektir<br />
sevgi tohumu ekebilmek.”<br />
mazımız samimiyetimizdir. Ismarlama,<br />
yapmacık sözler, zoraki davranışlar<br />
karşımızdakine verdiğimiz<br />
kıymetin ölçüsünü hemen ortaya<br />
koyar. Sırf desinler diye yapılan<br />
göstermelik davranışlar, bize olan<br />
güveni sarsar. Bir güzellik yapacaksak,<br />
bunu bütün insanlığın<br />
duyması gerekmez. Herkesin gözüne<br />
sokarak yapacağımız bir iyilik,<br />
pek de kıymetli olmasa gerektir.<br />
Yüce Yaradan Kur’an-ı Kerim’de;<br />
"Ey iman edenler! Başa kakmak<br />
ve incitmek suretiyle yaptığınız<br />
iyilikleri boşa çıkarmayın!"<br />
(Bakara, 2/264.) buyurmuyor mu?<br />
Somut örnekler verecek olursak;<br />
hiç ummadığı bir anda bir öğrencinizin<br />
gözlerinin içine bakıp “Söyle<br />
bakalım, hayatta en çok istediğin<br />
şey nedir?” sorusunu yöneltmek...<br />
Bu soruyu belki cevabını gerçekten<br />
merak ettiğin için değil, (verilen cevap<br />
ilerleyen zamanlarda değişiklik<br />
gösterecektir) onun hayallerine<br />
duyduğun saygıdan sorarsın. Belki<br />
en yakını bile sormamıştır bu soruyu<br />
ona. Arkası gelir tabii. Basit bir<br />
sorunun araladığı kapıdan koca bir<br />
yürek karşılar seni. Ne hayaller, ne<br />
umutlar ve daha neler neler… En<br />
önemlisi de biri onu dinliyordur,<br />
sorgulamadan, hayallerine karışmadan.<br />
İşte ilk tohum…<br />
Her zamankinden farklı bir ruh<br />
hâliyle gözlemlediğin birinin omzuna<br />
dokunarak “Hayırdır?” sorusunu<br />
sorman, onun hassasiyetini<br />
anlaman bile yeterlidir bazen. Yanlış<br />
yaptığını bildiğin bir çocuğun<br />
gözlerine rencide etmeden, kaçamak<br />
bakışlarla “Herkes yanlış yapar<br />
ama ben seni seviyorum” mesajını<br />
verebilmektir sevgi tohumu<br />
ekebilmek.<br />
En umulmadık anda yaşlı birinin ziyaretine<br />
giderek “Unutulmadın,<br />
aklımdasın” mesajını vermektir.<br />
Düğünde, bayramda, cenazede<br />
yalnız olmadığını gösterebilmektir.<br />
“Bana zaman ayırabilir misin?” dediklerinde,<br />
günün modası olan<br />
“çok yoğunum” sözünün arkasına<br />
gizlenmeden evini, gönlünü açabilmendir.<br />
Sevgi tohumları ekmek<br />
için büyük meblağlar ödemek de<br />
gerekmez. Onun çok arayıp bulamadığı<br />
bir kitabı gördüğünde, tereddütsüz<br />
alıp hediye etmek “Senin<br />
isteklerini önemsiyorum”un<br />
sessizce söylenişidir. Çok da zor<br />
gibi durmuyor aslında değil mi?<br />
Çünkü mesele Allah (c.c.) için sevebilmek,<br />
O yarattı diye sevebilmek,<br />
eşref-i mahlûkat olduğu için<br />
sevebilmek.<br />
Mesele duyarlı olabilmek, gözlerini<br />
kapatmamak, kulaklarını tıkamamak.<br />
Mesele sevgi tohumlarını<br />
önce içimize ekebilmek... Nasıl<br />
olsa günü gelince filizlenir başka<br />
yüreklerde…
serbest kürsü<br />
18<br />
Sevde Nur Özkan<br />
Gençlere Sorduk...<br />
Hayriye Koçak (18)<br />
Çocukluğumdan beri ders notlarım yüksek<br />
olmuştur. Arkadaş çevrem, öğretmenlerim<br />
ve ailem de her zaman beni takdir<br />
ettiler ve hep yanımda oldular. Bahsettiğim<br />
bu husus benlik algımın pozitif<br />
yönde oluşmasına katkı sağladı diyebilirim.<br />
Onlardan daima sevgi gördüğüm<br />
için öz güvenimi kazanmamın asıl sebebidirler.<br />
Yaşamınızda benlik algınızı etkileyen<br />
hususlar neler oldu? <strong>Aile</strong>niz size<br />
yeterli öz güveni kazanmanızda<br />
yardımcı oldu mu?<br />
Şevket Bakır (23)<br />
Çevremdeki insanların söylemlerini<br />
çok umursamayan bir yapım<br />
var. Her zaman bana göre doğru<br />
olanı yaparım. <strong>Aile</strong>m de çocukluğumdan<br />
beri kendime olan güvenimi<br />
oluşturmuş ve desteklemişlerdir.<br />
Birgül Değirmen (17)<br />
Uzun süredir cildimdeki sivilceler beni<br />
rahatsız ettiği için rahat hareket edemiyorum.<br />
Örneğin insanlarla fazla<br />
konuşmak istemiyorum. Bu da bende<br />
karamsarlık ve çekingenlik oluşturmuş<br />
durumda. <strong>Aile</strong>m ise bütün konularda<br />
öz güvenimin tam olması için çaba sarf<br />
ediyor.<br />
Uzmanına<br />
Sorduk...<br />
Nazlı Özburun<br />
Uzman <strong>Aile</strong> Terapisti<br />
Benlik algısı; insanın kendisini<br />
nasıl algıladığı, çevre<br />
tarafından nasıl algılandığı,<br />
ne olduğu ve ne olması<br />
gerektiği ile ilgili düşünceleridir.<br />
Bireyin benlik algısı üzerinde aile tutumları<br />
çok önemlidir. Birey, kendisini<br />
değerli gören bir ailede doğmuşsa<br />
olumlu bir benlik algısı geliştirmesi<br />
daha kolaydır. Bunun için anne babanın<br />
bebeği istemeleri ve bebeğin<br />
Cafer Yağbasan (21)<br />
Zor şartlar altında yetişmem benlik<br />
algımı ciddi bir şekilde etkiledi.<br />
Maddi sorunlar beraberinde manevi<br />
sıkıntıları da getirdi. <strong>Aile</strong>min; benim<br />
ve kardeşlerimin öz güven oluşumu<br />
hakkında bilinçli olduğunu düşünmüyorum.<br />
gelişine hazır olmaları önem taşır. Yaşamın<br />
ilk yıllarında sevgi ve ilgi görmek,<br />
önemsenmek, değer verilmek<br />
gibi olumlu yaşam deneyimleri olumlu<br />
benlik algısının, bunun tersi olan<br />
ihmal edilmek ve yok sayılmak gibi<br />
olumsuz yaşam deneyimleri ise olumsuz<br />
benlik algısının gelişmesine neden<br />
olur.<br />
Anne, baba ve çocuk arasındaki güvenli<br />
bağlanma ve ebeveynin çocuğun<br />
ihtiyaçlarına duyarlı olması ço-
Anne Babalara<br />
Sorduk...<br />
Fidan Arsen (44)<br />
Çocuklarıma her zaman cesaret verdiğimi<br />
düşünüyorum. Çocuklarım da<br />
sakin yapılı olduğu için anlaşamadığımız<br />
bir durum olmadı. Bir şey yapacağım<br />
zaman onların fikirlerini<br />
mutlaka aldım ve bu ölçüde hareket<br />
ettim.<br />
Çocuğunuz olumlu bir benlik algısına<br />
sahip mi? Onun sahip olduğu benlik<br />
algısında sizin payınız nedir?<br />
Kadir Baloğlu (39)<br />
Biraz sinirli bir doğam olduğu için çocuğum<br />
çok rahat hareket edemiyor<br />
olabilir fakat onu çok severim. İmkânlar<br />
nispetinde arzularını yerine<br />
getirmeye çalışırım. İlgi alanlarına ve<br />
sevdiği şeylere saygı gösteririm. Davranışlarını<br />
ve dış görünümünü beğendiğimi<br />
dile getiririm.<br />
Sakine Koral (50)<br />
Evet. Çocuklarımızın olumlu bir<br />
benlik algısına sahip olabilmesi için<br />
bize düşenleri yapmaya çalıştık.<br />
Çocuklarımızın hayal dünyalarını<br />
ve isteklerini destekledik. Toplum<br />
içerisinde daima onure ettik.<br />
Fatma Bayraktar Karahan (36)<br />
Evet, çocuklarımın olumlu bir benlik algısına<br />
sahip olduğunu düşünüyorum.<br />
Çocuklarım kendini tanıma ve keşfetme<br />
evresinde yardımlarıma ihtiyaç<br />
duyuyorlar. Bir anne olarak çocuklarımın<br />
bu süreçlerinde onlara olumlu mesajlar<br />
vererek, dinin güzel emirleriyle<br />
benlik algılarının şekillenmesine yardım<br />
ediyorum.<br />
cukta sağlıklı bir benlik bilincinin ve<br />
kendisini önemli hissetme duygusunun<br />
yerleşmesine yol açar.<br />
Benlik algısının olumlu gelişmesi,<br />
başkalarına zarar verme pahasına da<br />
olsa bireyin kendisini iyi hissetmesi,<br />
bir özgüven patlaması değildir.<br />
Tam tersine olumlu benlik algısı<br />
geliştirmiş kişiler, çevresindeki insanlarla<br />
ben değerliyim, benin dışımdaki<br />
herkes de değerli inceliğinde<br />
iletişim kurarlar.<br />
<strong>Aile</strong> içinde varlığıyla kabul gören, fikirleri<br />
önemsenen ve dikkate alınan,<br />
başarıları fark edilen bireyler olumlu<br />
benlik algısı geliştirirler. Fiziksel<br />
veya zihinsel özellikleriyle dalga geçilen,<br />
başarıları yetersiz görülen çocuklar<br />
kendilerini kabullenmekte<br />
zorluk yaşarlar. Kendilerini ifade<br />
etmekte ve çevreleriyle iletişim kurmakta<br />
zorlanırlar.<br />
Olumlu benlik algısı bireye yaşamda<br />
başarı ve mutluluk getirir, yaşamda<br />
karşılaşılan problemlerle<br />
daha kolay baş etmesini sağlar.<br />
Çoğunlukla psikolojik sağlık; benlik<br />
algısı ile yakından ilişkilidir.<br />
Anne babaların, çocuklarıyla ilgilenirken<br />
değer vermeyle şımartmayı<br />
ayırt etmeleri önemlidir. Ergenlik döneminde<br />
ergenin fikirlerini dinlemeyi,<br />
gerektiğinde cesaretlendirmeyi bilerek<br />
olumlu benlik algısı geliştirme<br />
ve devam ettirme konusunda dikkatli<br />
olmaları gereklidir.
aile-ce<br />
20 Fatih Sönmez<br />
Uzman Psikolog
Çocuk ve<br />
Ergenlerde<br />
KENDİNE<br />
ZARAR<br />
VERME<br />
Yapılan araştırmalarda<br />
kendilerine fiziksel<br />
zarar veren bu çocuk<br />
ve ergenlerin<br />
ebeveynlerinin büyük<br />
oranda boşanmış<br />
oldukları<br />
görünmektedir. <strong>Aile</strong><br />
içindeki şiddet ve<br />
uyumsuzluk bu çocuk<br />
ve ergenlerde suçluluk,<br />
kendini sorumlu tutma<br />
ve bunun yanında<br />
evdeki ilişki biçiminin<br />
şiddet olmasından<br />
dolayı kendilerini<br />
şiddetle ifade etmekte<br />
oldukları<br />
görülmektedir.<br />
Kendine zarar verme davranışlarının<br />
başlangıcının<br />
on iki- on üç yaşları<br />
olduğu söylenebilir. Sıklıkla<br />
zarar verilen beden<br />
bölgelerinin sırasıyla kollar, eller,<br />
bilek bölgeleri ile bacaklar ve nadir<br />
olarak boyun bölgesi olduğu<br />
görülmekte, cinsel organlara ve<br />
göğse kesinlikle zarar vermemektedirler.<br />
Konuya kendine zarar veren bireyler<br />
açısından bakıldığında, sakinleşme<br />
açlığı içinde bulundukları<br />
söylenebilir. Her biri aynı zamanda<br />
“içlerinde kopan bir fırtınadan,<br />
sürekli dalgalanan duygulardan”<br />
bahsetmektedirler. Bu davranışları<br />
yapma nedenlerini, anlık rahatlama,<br />
öfkeyi kontrol etme, kan görünce<br />
rahatlama, sakinleşme ya da<br />
o andaki gerilimi giderme ve zevk<br />
alma olarak açıklamaktadırlar. Zarar<br />
verme davranışlarını, kendilerini<br />
öldürmek için yapmadıklarını<br />
ifade etmektedirler. Kendilerine<br />
zarar verme davranışları, açıkça<br />
ikincil kazanç sağlama ve diğerlerini<br />
kontrol etme amaçlı değildir.<br />
Kendilerine zarar veren ergenlerin<br />
öykülerinde fiziksel ve cinsel istismarın<br />
ağırlığı dikkat çekicidir.<br />
Kesme davranışının belirli periyodlarda<br />
tekrarlayıcı olduğu ve zarar<br />
verme davranışlarından en<br />
sıklıkla kullanılan metodun kendini<br />
kesme olduğu dikkat çekmektedir.<br />
Ardından kendisini bir yerlere vurma<br />
ve saç yolma gelmektedir.<br />
Kendine zarar veren ergenlerin<br />
anne babalarının büyük oranda,<br />
ergen küçük yaşlarda iken ayrı yaşamaya<br />
başlamış ve boşanmış<br />
çiftlerden oluştuğu söylenebilir.<br />
(Tedavisini sürdürdüğüm ergenlerin<br />
ailelerinde boşanma genellikle<br />
ilkokul öncesi döneme denk<br />
gelmektedir.)
aile-ce<br />
22<br />
“Kendine zarar verme<br />
çocuğun ve ergenin<br />
çaresizlik duygularının bir<br />
dışa vurumudur. Bu çocuk<br />
ve ergenlerin ailelerinde<br />
ebeveynlerin duygularını<br />
söze dökme yoktur ve<br />
konuşmaktan ziyade kavga<br />
ederler. Aynı zamanda bu<br />
çocuk ve ergenlerin<br />
ailelerinde alkol ve madde<br />
kullanımı da yaygın olarak<br />
görülmektedir.”<br />
Kendilerine zarar veren ergenlerin<br />
babalarını tanımlayışları genellikle<br />
dengesiz, olur olmaz yerde kızan ve<br />
içi boş otorite figürleri şeklindedir.<br />
Büyük çoğunluğu anne figürünü oldukça<br />
baskın, katı ve kuralcı, nüfuz<br />
eden; ama öz bakımları yerinde<br />
olmayan, feminen özelliklerden<br />
uzak bir şekilde tasvir etmektedir.<br />
Annelerin bir kısmının geçmişte kişide<br />
kimlik, bellek, algı ve çevre ile<br />
ilgili duyumlar gibi normalde bir bütün<br />
hâlinde çalışan işlevlerin bütünlüğünün<br />
bozulması, majör depresyon,<br />
alkol, madde kullanımı ve<br />
intihar girişimlerinden ötürü psikiyatrik<br />
yardım aldığı ya da devam ettiği<br />
söylenebilir.<br />
Ergenler zarar verdikleri bölgeleri<br />
gizlemeye çalışmaktadırlar. (Çoğunlukla<br />
uzun kollu giysiler giyerek<br />
kollarındaki kesikleri gizleme eğilimi<br />
vardır.)<br />
Yukarıda çocuk ve ergenlerde görülen<br />
kendine zarar verme davranışlarının<br />
en sık rastlanılan vakalarından<br />
bahsettim. Peki, bu çocuk<br />
ve ergenler neden kendilerine zarar<br />
verme yolunu seçerler?<br />
Yapılan araştırmalarda kendilerine<br />
fiziksel zarar veren bu çocuk ve ergenlerin<br />
ebeveynlerinin büyük<br />
oranda boşanmış oldukları görünmektedir.<br />
<strong>Aile</strong> içindeki şiddet ve<br />
uyumsuzluk bu çocuk ve ergenlerde<br />
suçluluk, kendini sorumlu<br />
tutma ve bunun yanında evdeki<br />
ilişki biçiminin şiddet olmasından<br />
dolayı kendilerini şiddetle ifade<br />
etmekte oldukları görülmektedir.<br />
Şiddet gören, dışarıya yöneltemediği<br />
şiddeti kendisine yöneltmekte<br />
ve bununla yaşadığı huzursuzluk<br />
ve kaygıyı azaltma umudu içinde<br />
olmaktadır. <strong>Aile</strong>de görülen şiddet<br />
ilişkisi otomatik olarak çocuğa<br />
yansır. Kendine zarar verme çocuğun<br />
ve ergenin çaresizlik duygularının<br />
bir dışa vurumudur. Bu<br />
çocuk ve ergenlerin ailelerinde<br />
ebeveynlerin duygularını söze dökme<br />
yoktur ve konuşmaktan ziyade<br />
kavga ederler. Aynı zamanda bu<br />
çocuk ve ergenlerin ailelerinde alkol<br />
ve madde kullanımı da yaygın<br />
olarak görülmektedir.<br />
Bir yandan bu yaptıklarından utanç<br />
duyan söz konusu çocuk ve ergenlerin<br />
psikolojik destek ve yardım<br />
almalarının gerekli olduğu gibi<br />
bu destek ve yardımın söz konusu<br />
ailelere de uygulanması gerektiği<br />
önemle belirtilmiştir.<br />
Türkiye’de orta ve dengi okullarda<br />
okuyan öğrencilerin %30’luk kısmında<br />
kendine zarar verme davranışı<br />
görülür. Toplum ve ruh sağlığı<br />
açısından bakıldığında bu ciddi<br />
bir orandır.<br />
Bu davranışları gösteren çocuk ve<br />
ergenlerin aileleri ya da okuldaki<br />
psikolojik danışmanlar tarafından<br />
zamanında fark edilip, zamanında<br />
müdahale edildiği takdirde çok<br />
vahim olabilecek sonuçlar önlenebilir.<br />
Kendine zarar verme davranışı<br />
her ne kadar intihar teşebbüsü<br />
olmasa da bu davranışlar<br />
intihar teşebbüsünün yani çocuk<br />
ve ergenin öz yıkımının bir sinyali<br />
olabilir. Ayrıca bu davranışları sergileyen<br />
çocuk ve ergenler daha<br />
sonra bu davranışlarla yetinmeyip<br />
alkol, uçucu ve uyuşturucu maddeye<br />
yönelebilirler. Bu davranışların<br />
aileler tarafından basite alınması<br />
ya da numara yapıyor, dikkat çekmeye<br />
çalışıyor gibi düşünülmesi bu<br />
bireylerin ruhsal ve fiziksel kayıplarına<br />
neden olabilir.<br />
Bir davranış varsa bunun ruhsal nedenleri<br />
vardır ve içinde duygusal ve<br />
düşünsel çatışma barındırır. Bu<br />
tarz davranışlar özellikle çocukluk<br />
çağında başlar ve anlaşılmazsa<br />
ergenliğe sıçrar, daha sonra yetişkinlikle<br />
ağır ve geri dönüşü çok zor<br />
ya da imkânsız yeni olumsuz davranışlara<br />
yol açar.<br />
Kendine zarar vermenin nedeni<br />
ne olursa olsun bu geçerli bir çözüm<br />
değildir. Asıl sorunun kısa<br />
zamanlı ve geçici olarak kaybolmasına<br />
yarar ve sorunun tamamen<br />
ortadan kalkmasına hiçbir fayda<br />
sağlamaz. Burada yapılacak asıl çözüm;<br />
kişinin kendine zarar verme<br />
davranışlarının nedenlerini araştırmak<br />
ve ortadan kaldırmaya çalışmaktır.
Sorumlu ben miyim?<br />
Keşke farklı<br />
açıdan baksaydım!<br />
Affetmeli miyim,<br />
ne kaybederim ki?<br />
GEÇMİŞİMİZDEKİ<br />
OLAYLARA<br />
DOĞRU<br />
BAKABİLMEK<br />
█ Serhat Yabancı<br />
Evlilik Terapisti<br />
Hayat devam<br />
ediyor. Zaman<br />
algımız, hayatı<br />
algılamamızı<br />
etkiliyor. Sürekli<br />
geçmişe takılıp<br />
kalmak, nasıl ki kişiyi<br />
mutsuz ediyorsa<br />
sürekli geleceği<br />
düşünmek de bir o<br />
kadar mutsuz<br />
etmektedir.
aile-ce<br />
24<br />
Geçmişe takılan üzüntü<br />
yaşarken, geleceğe takılan<br />
ise kaygı yaşamaktadır.<br />
İşte böyle<br />
bir durumda geçmiş<br />
ile gelecek arasında<br />
sıkışmadan bugünümüzü yaşamak<br />
gerekiyor. Geleceğe yatırım yapmak,<br />
geçmişte yaşananlardandersler<br />
çıkarmak ve olumsuz yaşantılara<br />
güçlü bir şekilde “hoşça<br />
kal” demek lazım. Sağlıklı bir hoş<br />
geldin ve sağlıklı bir hoşça kal için<br />
affetme mekanizmamızı çalıştırmalıyız.<br />
Hem kendimizi hem diğer<br />
insanları affedip, olumsuz duygulardan<br />
ve geçmişten gelen duygu<br />
yüklerinden kurtulmamız gerekiyor.<br />
Psikolojik deneyimler aslında bireyin<br />
psikolojik açıdan güçlenmesini<br />
de sağlar. Dezavantaj gibi görünen<br />
durumları, birey kendi içinde<br />
geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla<br />
avantaja çevirebilir. Böylece<br />
birey, kendi içsel dünyasına<br />
yaptığı bu özel yolculukta acılarına<br />
yüklediği anlamlarla derinleşir ve<br />
yaşam böylece deneyimlerimizle<br />
hayatın içindeki acı, tatlı, iyi, kötü<br />
gibi durumlara atfettiğimiz değerlerle<br />
mana kazanır.<br />
Geçmişi temizlemek konusuna<br />
geçmeden önce, şu hususu en<br />
başta belirtmek gerekir: Yaşantıyı<br />
silmek, unutmak sistemsel olarak<br />
mümkün değildir. Beyin, “Bu benim<br />
canımı çok sıkıyor, şu yaşantıyı<br />
delete yapayım” diyemez. Ancak<br />
bir organik sorun (hastalık<br />
veya ağır yaşlılık) durumunda bu<br />
kısmen olabilir. Kimse de yaşanmış<br />
bir olayı silmek için nörolojik bir<br />
hastalık geçirmek istemez. O hâlde<br />
yaşanılan bir şeyi unutmak değil,<br />
ancak doğru yorumlamak ve<br />
buna bağlı olarak da onun sebep<br />
olduğu duygulardan arınmak mümkün<br />
olabilir.<br />
• İlk yapılması gereken, unutmak<br />
için zihnimizi zorlamaktan vazgeçmektir.<br />
Geçmişi unutmaya<br />
çalışmak, hatırlama oranını arttırır.<br />
Çünkü unutmak için devamlı<br />
“unutmalıyım” telkinini<br />
hatırlamak zorundasınız. Bu<br />
durum ise, problemi çözülemez<br />
bir hâle getirir.<br />
“Yaşanılan olayları<br />
öncelikle kabul etmeliyiz.<br />
Sorunu kabul etmeyen<br />
çözüm bulamaz. Ayrıca<br />
kabul etmek, onaylamak<br />
değildir. Yaşanılanı doğru<br />
bulmasak bile<br />
kabullenmemiz, çözümü<br />
kolaylaştırır.”<br />
• Olumsuz içerikli geçmiş olaylarla<br />
yaşamak; çoğu zaman değersizlik,<br />
pişmanlık, suçluluk,<br />
kandırılmışlık, öfke, kin gibi<br />
duygu ve düşüncelere maruz<br />
kalmamıza neden olur. Aslında<br />
sadece olayı hatırlamak ile bitmez.<br />
İlave olarak az önce bahsettiğimiz<br />
duygu ve düşünceleri<br />
de beraberinde çağırırız. Peki,<br />
bu olaylar neden herkeste aynı<br />
etkiyi oluşturmaz? Bu olayı yaşayanlarda,<br />
neden hissedilen<br />
duygular farklıdır?<br />
• O hâlde bizi üzen ve mutsuz<br />
eden olayların bizzat kendisi değil;<br />
bizim onlarla ilgili bakış açımız,<br />
duygu, düşünce ve yorumlarımızdır.<br />
Olaylar ile yıllarca beraber yaşamak<br />
yerine onları çözmeye, analiz etmeye<br />
ne dersiniz? Peki, bunu nasıl<br />
yapacağız?<br />
Kişisel gelişim kitapları genelde<br />
“Unutun, takılmayın, anı yaşayın”<br />
gibi cümleler sarf eder. Ama bilmeliyiz<br />
ki, bu o kadar kolay değil,<br />
kolay olsa yapardık.<br />
Unutmak, yok saymak, küçümsemek<br />
veya abartmak da çözüm değil.<br />
Aşama aşama<br />
değerlendirelim:<br />
• Yaşanılan olayları öncelikle kabul<br />
etmeliyiz. Sorunu kabul etmeyen<br />
çözüm bulamaz. Ayrıca<br />
kabul etmek, onaylamak değildir.<br />
Yaşanılanı doğru bulmasak<br />
bile kabullenmemiz, çözümü<br />
kolaylaştırır. Keşkeler hayatımızda<br />
hayal kırıklıkları ve hataların<br />
suçluluk sonuçlarıdır.<br />
Olayın yaşandığı gerçeğini bizim<br />
bakış açımız değiştiremez.<br />
• Sosyolojide bir kural vardır:<br />
“Olayı, zamanı içerisinde yorumlamak”<br />
İşte esas noktamız<br />
bu. Biz başımızdan geçen olayları<br />
yorumlarken, o dönemden<br />
ve o günkü şartlardan bağımsız<br />
yorumluyoruz. Bu nedenle, hep<br />
bir eleştiri, bir haksızlık, pişmanlık,<br />
kandırılmışlık duygusu<br />
içine kapılıyoruz. İkinci bakış<br />
açımız bu olmalı. O gün yaşanılan<br />
olayı, bir bütün olarak<br />
ele alalım. Çevresel etmenler,<br />
ruh halimiz, olgunluk düzeyimiz,<br />
yaşımız, çaresizliğimiz, duygularımız<br />
vb. tüm etmenleri, başımızdan<br />
geçen olayları dikkate<br />
almadan doğru yorumlayamayız.<br />
Kendimize haksızlık etmiş<br />
oluruz. O zaman içinde<br />
tepkimiz, duruşumuz, bize verilen<br />
rol vs. tüm eylemler bir bütündür.<br />
Eğer bugün olsa “şöyle<br />
yapardım, keşke şunu deseydim,<br />
yapsaydım veya yapmasaydım”<br />
gibi düşüncelerimiz<br />
var ise bunu “o gün öyle gerekiyordu,<br />
şartlar onu yapmamı<br />
gerektirdi” diyerek gerçekçi bir<br />
yorum geliştirebiliriz.<br />
• Değiştiremediğimiz, dışımızda<br />
gelişen olaylar ve çaresizliğimiz
söz konusu ise sorumluluğumuz<br />
yoktur. “Nedenleri ben seçmedim,<br />
kuralları ben koymadıysam<br />
sorumlusu da ben değilim” diyebiliriz.<br />
“Olayları<br />
değiştirmeyeceğimize<br />
göre onları yorumlarken;<br />
kendimizi suçlamamalı,<br />
tüm şartları birlikte ele<br />
almalı, zamanın ruhu<br />
ilkesine bağlı kalmalı ve<br />
bugünkü şartlar ile<br />
geçmişi<br />
yorumlamamalıyız.”<br />
ilkesine bağlı kalmalı ve bugünkü<br />
şartlar ile geçmişi yorumlamamalıyız.<br />
Bu konuda esas olan unutmak<br />
değil, kendimizi de diğer insanları<br />
da affetmektir. Affetmek, geçmişten<br />
gelen olayların duygusal yükünden<br />
kurtulmamızı sağlar. Düşünün<br />
ki, hem kendimize olan öfkeyi<br />
hem başkalarına olan öfkemizi<br />
ne kadar taşıyabiliriz? Ne kadar<br />
daha onları cebimizde taşıyıp bir<br />
yandan da mutlu olabiliriz? Bu,<br />
hem yaşadığımız andaki pozitif<br />
duyguları kaçırır hem de bizi yıllarca<br />
depresif yaşamaya mahkûm eder.<br />
Unutmak; mekanik ve zihinsel olarak<br />
mümkün olmadığına göre en<br />
sağlıklısı affetmektir. Bu arada affetmek,<br />
aynı şeylerin tekrar yaşanacağı<br />
veya affettiğimiz kişilerle tekrar<br />
görüşeceğimiz anlamına gelmez.<br />
Sadece olumsuz duygulardan arınmak<br />
(kendimiz) için yaparız.<br />
Bu anlamda Allah’a bırakmak da affetmek<br />
anlamında manevi tedavi<br />
sağlar. Bilinç düzeyimizi yükseltmek<br />
ve farkındalığımızı arttırmak için<br />
aşağıda sıralanan soruların cevaplanması<br />
faydalı olacaktır.<br />
• Kendimizi suçlamamız, sadece<br />
kendimizi kötü hissettirir. Niye<br />
böyle davrandım demek yerine<br />
yaşantıyı kabul et ve sorumluluğunu<br />
gözden geçir diyebiliriz.<br />
Kendimizi suçlasak da suçlamasak<br />
da bir şeyi değiştiremeyiz.<br />
Bunun yerine neden sonuç<br />
ilişkilerine odaklanmalıyız. O<br />
an çaresiz olabiliriz, kendimizi<br />
kötü hissedebiliriz, olgunluk<br />
düzeyimiz yetersiz olabilir. Nedenleri<br />
hem kendi gelişimimiz<br />
hem de çevresel etmenlerle<br />
beraber ele almalıyız.<br />
• Olayın yarattığı acı ve keder, bizim<br />
yorumumuzla şekillenir.<br />
Yani bizim o olayı yorumlamamız<br />
acı ve keder oranını direkt<br />
şekillendirir. Ayrıca acı var ise,<br />
hayatımızda önem verdiğimiz<br />
bir şey var demektir. Önemsiz<br />
bir şeyin acısı da değeri kadardır.<br />
• Bugünümüzü şekillendirirken<br />
çıkmaza düştüğümüzde, bunu<br />
geçmişe ve çocukluğumuza<br />
bağlamak bir savunma mekanizmasıdır.<br />
• Sonuçta, nasıl düşünürsek öyle<br />
hissederiz. Olayları doğru yorumlamak,<br />
doğru hisleri meydana<br />
getirir.<br />
• Olayları değiştirmeyeceğimize<br />
göre onları yorumlarken; kendimizi<br />
suçlamamalı, tüm şartları<br />
birlikte ele almalı, zamanın ruhu<br />
Yaşadığın olayı, arkadaşın yaşamış<br />
olsa ve sana şu an anlatıyor<br />
olsa, ona ne söylerdin?<br />
Nasıl bir öneride bulunurdun?<br />
Yaşadığın olayda sen<br />
neleri değiştirebilirdin?<br />
Olayda farkındalığın yoksa<br />
sorumluluğun olabilir mi?<br />
Farklı baksan ne<br />
kaybedersin?<br />
Affetmemek sana ne<br />
kazandırıyor?<br />
12<br />
4 357<br />
6<br />
8<br />
10<br />
9<br />
Bu olay başka nasıl<br />
düşünülebilir?<br />
Şu an geçmişteki olay ile ilgili ne<br />
yapılsa kendini mutlu hissederdin?<br />
Farkındalığın var ama değiştirebilecek<br />
gücün yoksa yine<br />
sorumlu olur muydun?<br />
Bu olaya hep bildiğin ve yorumladığın<br />
gibi bakmaya devam edersen ne olur?<br />
Şu an ne olsa o olaydaki<br />
karakterleri affederdin?<br />
Soruları kâğıda yazıp tek tek cevaplarsak, olayı ve olayların derin<br />
analizini yaparak tekrar sorgulamış oluruz. En azından fark<br />
etmediğimiz bakış açılarını ve hataları da görmüş oluruz.
söyleşi<br />
26 Sevde Nur Özkan<br />
Lübnan kökenli bir ailenin çocuğu olarak<br />
16 Temmuz 1981’de Lübnan’da doğan<br />
Maher Zain, sekiz yaşında İsveç’e<br />
taşınmalarından sonra bu ülkede<br />
yaşamaya başlamıştır. Maher Zain;<br />
R&B şarkıcısı, söz yazarı ve bir müzik<br />
yapımcısıdır. Genç sanatçının 2009’da<br />
çıkarmış olduğu ilk albümü “Thank You<br />
Allah” uluslararası büyük bir başarıya<br />
imza atmıştır. 2012’de piyasaya sürülen<br />
“Forgive Me” albümüyle yakaladığı<br />
başarıyı sürdürmüştür. Türkiye’de de<br />
geniş bir dinleyici kitlesine sahip olan,<br />
güler yüzüyle tanıdığımız Maher Bey ile<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>Aile</strong> Dergisi okuyucuları için<br />
güzel bir sohbet gerçekleştirdik.
Allah’ın<br />
yardımı olmadan<br />
başarı gerçekleşmez<br />
üziğe başlamanız ve müzik kariyerinizin<br />
devamı nasıl gerçekleşti?<br />
Çocukluğumdan beri müzik, hep hayatımın<br />
bir parçası oldu. İlk ilhamımı Lübnan’da<br />
yaşadığımız sırada, sık sık şarkı<br />
söyleyen dedemden aldım. Yıllar geçtikçe<br />
içimdeki müzik aşkı büyüdü ve bir gün,<br />
şu anda dünyadaki en büyük müzik yapımcılarından<br />
biri olarak kabul edilen<br />
RedOne’la tanıştım. Bu tanışmayla birlikte<br />
müzik benim için daha ciddi bir uğraşı, bir<br />
meslek hâline geldi. Sonraları ise bu kariyeri<br />
bitirme kararı aldım; çünkü müzik piyasası<br />
içinde kendimi rahat hissetmiyordum<br />
ve aynı zamanda bir dönüşüm yaşıyordum.<br />
Sonunda 2008 yılında şu anki yapımcı<br />
şirketimle bir sözleşme imzaladım<br />
ve ilk albümümü çıkardık, devamını zaten<br />
biliyorsunuz…
söyleşi<br />
28<br />
“Ben şuna inanıyorum; bir<br />
vizyonunuz varsa,<br />
inanıyorsanız ve bu hedef<br />
doğrultusunda çok<br />
çalışıyorsanız Allah’ın<br />
izniyle başarıdan başka yol<br />
yoktur. Ayrıca anne<br />
babamın dualarının da<br />
benim başarım üzerinde<br />
çok etkili olduğuna<br />
inanıyorum.”<br />
Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar<br />
tarafından dinleniyorsunuz<br />
ve müzik dünyasında kısa bir<br />
sürede ciddi bir başarı elde ettiniz.<br />
Bu başarıyı elde etmenizi sağlayan<br />
ilhamınız nereden geliyor?<br />
Her şeyden önce şuna inanıyorum:<br />
Allah’ın yardımı, lütfu ve keremi olmadan<br />
hiçbir başarı gerçekleşmez.<br />
Hayatta elde edilen başarıların<br />
ve ilerlemelerin temelinde<br />
Allah’ın yardımı yer almaktadır.<br />
Buna gönülden inanıyorum. Şunu<br />
da açık yüreklilikle söylemeliyim ki<br />
hayattaki her şeyden ilham alırım.<br />
Temel olarak sahip olduğum inancım<br />
ve kişisel hayatımdaki tecrübelerim<br />
beni yönlendirdi ve yol<br />
gösterdi. Şöyle ki; Doğu kökenli<br />
olan, dolayısıyla Doğu altyapısı<br />
olan ve Batı’da yetişen biri olarak<br />
her iki kültürün hayatımda birleşmesi,<br />
kendisini müziğimde de gösterdi.<br />
Her iki kültürün de enstrümanlarından<br />
faydalanma imkânı<br />
buldum. Bu ayrıcalıklı durum ise<br />
herkese nasip olmayan bir zenginliktir.<br />
İnsanların kalbine dokunan bir<br />
tarzınız var ve kalpleri fethettiniz.<br />
R&B müzik stilinizle büyük bir hayran<br />
kitlesine sahipsiniz. Bu müzik<br />
tarzının insanların iç dünyalarını etkilediğini<br />
söyleyebilir miyiz?<br />
Küresel düzeyde müzik olgusuna<br />
bakıldığı zaman, müziğin insanları<br />
olumlu ya da olumsuz yönde rahatlıkla<br />
etkileyebilecek güçlü bir<br />
araç olduğu görülecektir. Müzik insanların<br />
ruh dünyasının, manevi atmosferinin<br />
üzerinde ciddi bir etkiye<br />
sahiptir. Bu bir gerçektir. Müziği<br />
dinleyip de içeriğinden ve taşıdığı<br />
manadan olumlu ya da olumsuz<br />
anlamda etkilenmemek mümkün<br />
değildir. Ben müziği olumlu,<br />
ruhu şenlendirici, duyguları canlandırıcı<br />
ve ilham veren mesajlar<br />
yayan bir araç, aynı zamanda da bir<br />
eğlence aracı olarak kullanıyorum.<br />
Şundan da çok mutluyum: Elhamdülillah<br />
dünya çapında, her ülkede<br />
müziğim geniş kitleler tarafından<br />
kabul gördü ve edindiğimiz<br />
intibaya göre insanlar üzerinde<br />
olumlu bir etkisi var. Bu durum da<br />
beni mutlu ediyor. Bu yüzden Allah’a<br />
şükrediyorum.<br />
“Thank you Allah” (Çok şükür Allah’ım)<br />
isimli albümünüz 8 Platin<br />
plak ödülü kazandı ve 2010 yılında<br />
en çok satılan albüm oldu. Bu<br />
başarıyı nelere borçlusunuz?<br />
Bu albüm üzerinde gerçekten çok<br />
ciddi bir şekilde çalıştık ve arkamda<br />
büyük bir takım var. Başarı tek<br />
başına elde edilen bir şey değildir.<br />
Arkanızda aynı ideallere gönül vermiş<br />
kaliteli bir takım varsa, başarıya<br />
ulaşmanız daha kolay olur. Bu<br />
takımda yer alan her birey, üzerine<br />
düşen görevi fazlasıyla yerine<br />
getirdi. Ben şuna inanıyorum; bir<br />
vizyonunuz varsa, inanıyorsanız<br />
ve bu hedef doğrultusunda çok çalışıyorsanız<br />
Allah’ın izniyle başarıdan<br />
başka yol yoktur. Ayrıca anne<br />
babamın dualarının da benim başarım<br />
üzerinde çok etkili olduğuna<br />
inanıyorum.<br />
Amerika’dayken İslami yaşamdan<br />
uzak olduğunuzu ve bazı olaylardan<br />
sonra büyük bir dönüşüm yaşadığınızı<br />
söylüyorsunuz. Bize bu<br />
keskin değişimin sebebini anlatabilir<br />
misiniz?<br />
Ben aslında her zaman müziği çok<br />
sevdim fakat müzik etrafında dönen<br />
hayatı sevemedim. Amerika’da<br />
çalıştığım sırada İsveç’e kısa<br />
süreli bir ziyaretimde birkaç yeni arkadaşla<br />
tanıştım. Onlarla camiye<br />
gittikçe daha fazla vakit geçirmeye<br />
ve sohbet etmeye başladık. Kişisel<br />
değişim ve dönüşümlerin arkasında<br />
yapılan arkadaşlıkların<br />
önemli tesiri vardır.<br />
Yavaş yavaş şunu hissettim; bu<br />
çevre ve zaten sahip olduğum değerler<br />
bana daha iyi geliyor ve<br />
eşim olacak kişiyle tanıştıktan kısa<br />
bir süre sonra artık bir yuva kurmaya<br />
karar verdim.<br />
Hayatınızda bu değişim deneyimini<br />
yaşadıktan sonra müziğiniz hakkında<br />
ne düşünüyorsunuz?<br />
İlk planda müzik alanında çalışmayı<br />
bırakmaya karar verdim ancak<br />
sonra fark ettim ki müziği farklı bir<br />
yönde devam ettirebilirim. Biraz<br />
önce de ifade ettiğim gibi müziğin<br />
insanlar üzerindeki tesirinden istifade<br />
etmek istedim. Sonra yeteneğimi<br />
inandığım mesajı ve değerleri<br />
desteklemek için kullanmaya<br />
karar verdim. Görüldüğü gibi<br />
müzikle birlikte dilleri, ülkeleri,<br />
milletleri, renkleri farklı geniş kitlelere<br />
ulaşma imkânı bulduk.<br />
Türkiye’de hayranlık duyduğunuz<br />
ve beğendiğiniz bir müzisyen var<br />
mı?<br />
Türk müziğini çok seviyorum ve<br />
sevgili arkadaşım Mustafa Ceceli,<br />
Emre Moğulkoç ve diğer yapımcılar<br />
gibi başarılı müzik yapımcıları ile<br />
birlikte çalışmanın mutluluğunu<br />
ve onurunu yaşıyorum. Onlarla<br />
üçüncü albümüm için tekrar birlikte<br />
çalışmayı arzu ediyorum.<br />
“Forgive Me” (Beni Affet) albümünüzdeki<br />
altı parçayı Türkçe olarak<br />
seslendirdiniz.Başka Türkçe<br />
şarkılar seslendirip hayranlarınızı<br />
tekrar sevindirmeyi düşünüyor musunuz?<br />
Evet, şarkılarımdan altı tanesini<br />
Türkçe seslendirdim. Allah nasip<br />
ederse ileride bu anlamda şarkılarımın<br />
sayısı artarak devam edecek.<br />
Müslüman gençlerin yaşama bakış<br />
açısını nasıl buluyorsunuz? Onlara<br />
neler tavsiye edersiniz?<br />
Bu modern toplumda genç olmanın<br />
nasıl bir şey olduğunu ve onları<br />
bekleyen tehlikeleri biliyorum.<br />
Çoğu zaman modernizmin hayata<br />
kattığı unsurlar çok zor ve kafa karıştırıcıdır.<br />
Sürekli değişen dünyada<br />
bazen kolaylıkla kendi mecramızdan<br />
çıkabiliriz. Çünkü genç nesilleri<br />
mecralarından koparacak<br />
uyaranlar çok fazla. Fakat benim<br />
tavsiyem gençlerimizin anne babalarını<br />
mümkün olduğunca din-
“<strong>Aile</strong> benim için çok şey<br />
ifade eder: Onlar bana<br />
destek, huzur, haysiyet,<br />
sevgi ve sevgili<br />
Peygamberimizin<br />
buyurduğu gibi “dinimin<br />
yarısını” verdiler. Mutlu,<br />
sağlıklı ve huzurlu toplumlar<br />
ancak sağlam ailelerin<br />
üzerine bina edilebilir.”<br />
lemeleri ve onların dediklerini kulak<br />
ardı etmemeleri; tabiri caizse<br />
kendilerini iyi insanlarla kuşatmaları<br />
ve yaptıkları işlerin ne sonuç vereceğini<br />
her zaman tekrar tekrar<br />
düşünmeleri… Aslında ifade ettiğim<br />
bu üç husus her yaştaki insan<br />
için geçerlidir.<br />
Sizi büyük bir beğeniyle dinleyen<br />
Türkiye’deki dinleyici kitlenize nasıl<br />
bir mesaj vermek istersiniz?<br />
Sürekli ve koşulsuz sevgileri ve<br />
destekleri için Türkiye’deki kardeşlerimize<br />
çok teşekkür ediyorum.<br />
Allah’ın izniyle kendileri için daha<br />
büyük işler yapmaya söz veriyorum.<br />
Bu konuda da kendilerinden<br />
dua bekliyorum.<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>Aile</strong> Dergisi olarak şunu soralım:<br />
Maher Zain için aile ne ifade<br />
eder?<br />
<strong>Aile</strong> benim için çok şey ifade eder:<br />
Onlar bana destek, huzur, haysiyet,<br />
sevgi ve sevgili Peygamberimizin<br />
buyurduğu gibi “dinimin yarısını”<br />
verdiler. Mutlu, sağlıklı ve huzurlu<br />
toplumlar ancak sağlam ailelerin<br />
üzerine bina edilebilir. Gelecek<br />
kuşakların kişilikli, erdemli ve ahlaklı<br />
olabilmeleri aile bireylerinin<br />
birbirlerine olan bağlılıklarından<br />
geçer. <strong>Aile</strong>deki bağlar ne kadar güçlü<br />
ve kuvvetli ise toplumun birliği<br />
de o kadar sarsılmaz olur. <strong>Aile</strong> aynı<br />
zamanda çocuklar için ilk eğitimlerini<br />
gördükleri bir mekteptir. Günümüzde<br />
özellikle genç neslimizin<br />
yaşamış olduğu kimlik krizleri ve<br />
savrulmalar aile denen mektebin,<br />
üzerine düşen görevi tam manasıyla<br />
yerine getirememesinden<br />
kaynaklanıyor.
gurbetten<br />
notlar<br />
30<br />
Ayten Kılıçarslan<br />
Almanya’da<br />
Çocuk Camileri<br />
Projesi<br />
“Almanya ve diğer Avrupa<br />
ülkelerinde, yaşanılan<br />
ülkenin şartları dikkate<br />
alınarak çocuklara<br />
kazandırılmak istenen<br />
değerleri temel alan “yerli”<br />
çalışmalara ihtiyaç vardır.<br />
Zira hangi coğrafyada<br />
olursa olsun, birlikte<br />
yaşanılan toplumun ve<br />
ülkenin şartları, kişinin<br />
kimliğinin oluşumuna<br />
doğrudan etki eder. Bu<br />
nedenle başarılı eğitim;<br />
kopyalanan değil, şartları<br />
dikkate alan ve güçlü kimlik<br />
oluşumunu destekleyen<br />
özgün eğitim içerikleri ile<br />
verilebilir.”<br />
Almanya’da “Kindermoschee”<br />
(çocuk camii)<br />
adını verdiğimiz<br />
çalışma, özgün bir<br />
müfredat olarak yakın<br />
zamanda kamuoyuyla<br />
paylaşılacaktır. Diğer kopyalanmış<br />
çalışmalardan farkı, 4-6<br />
yaş grubu çocukların iki dilli, metodik<br />
çalışmanın öne çıktığı, değerlerin<br />
temel alındığı, Almanya’daki<br />
çocukların hayat gerçeklerini<br />
göz önünde bulunduran özgün<br />
bir DİTİB projesi olmasıdır.<br />
Müfredat iki dilli olacaktır. Müfredatta<br />
materyallerin de yer alması,<br />
bu materyallerin anaokullarından<br />
tanıdık unsurlarla pekiştirilmesi,<br />
projeyi daha da ilginç hâle getirmektedir.<br />
Çocuk bir konu işlenirken<br />
anaokulunda öğrendiği Almanca<br />
şarkıyı burada tekrarlayabilecek,<br />
ancak aynı konuyla ilgili<br />
benzer başka bir Türkçe çocuk şarkısını<br />
da öğrenerek dil dağarcığını<br />
geliştirecek ve kavramlar dünyası<br />
zenginleşecektir. Haftada üç saatlik<br />
derste el becerileri gelişirken, hayal<br />
dünyası da genişleyecektir.<br />
Değerler dünyasında Almanca olarak<br />
kullanmayı öğrendiği kelimelerle<br />
kendisini Almanca konuşulan<br />
bir ortamda aynı rahatlıkla ifade<br />
edebilecek, okul hayatında bu bilgileri<br />
değerlendirebilecektir. Çocuklarımız<br />
çoğu kez yarım dilli olmakla,<br />
yani her iki dili de yarım bilmekle<br />
suçlanmaktadırlar. Hâlbuki<br />
bu çoğu kez doğru bir tespit değildir.<br />
Tam tersine ailesinde ana dili<br />
geliştirilen bir çocuk, Almanca’da<br />
kendisini iyi ifade edemese de
“Değerler eğitimi,<br />
interaktif bir eğitimdir.<br />
Mantalitesi, mantık<br />
kurgusu ve kullandığı dili<br />
ile çocuğun yaşadığı<br />
ülkenin gerçeklerini<br />
dikkate alır. Çocuğun<br />
evrensel değerleri de fark<br />
etmesini sağlar.”<br />
ana dilinde daha başarılı olabilir.<br />
Ancak bunu her iki dile de vakıf bir<br />
eğitmen ölçebilir. Çocuğun Almanca<br />
kelime dağarcığındaki fakirlik,<br />
onun aynı kavramı kendi<br />
dilinde bilmediği anlamına gelmez.<br />
Değerler eğitimi, çocuğun<br />
gündelik hayatında kullandığı Almanca<br />
ve Türkçe kavramları zenginleştirerek<br />
bu sorunu çözmek için<br />
de yardımcı olabilecek bir tarzda<br />
olmalıdır. Böylece çocuk, okul hayatına<br />
da hazırlanmış olacaktır.<br />
Değerler eğitiminde konular olumlu<br />
dil kullanılarak işlenmelidir. Çocuk<br />
cezayı değil mükâfatı öğrenmeli,<br />
neyi yapmaması gerektiğinden<br />
önce, neyi yapmasının ona değer<br />
katacağının farkına varmalıdır.<br />
Değerler eğitimi yasaklar eğitimi<br />
değildir.<br />
Değerler eğitimi, sadece çocuğu<br />
değil, velisini de hedef kitlesi olarak<br />
görür. Kur’an kurslarından farklı<br />
olarak, velilerin ev ödevleri yoluyla<br />
aktif katılımcı olduğu ve eğitimci<br />
ile birlikte çalıştığı bir eğitim<br />
sistemidir. Öğrenilenler sadece<br />
ders saatiyle sınırlı kalmaz ve en az<br />
Camiye Gidiyorum<br />
DİTİB - <strong>Diyanet</strong> İşleri<br />
Türk İslam Birliği<br />
DİTİB Merkez Camii<br />
Venloer Str.160, 50823 Köln<br />
www.ditib.de<br />
Camimi<br />
Seviyorum<br />
bir veya birkaç hafta boyunca tekrarlanır.<br />
Veli işlenen dersleri yakından<br />
takip etmek zorunda kalır.<br />
Sadece çocuk değil, veli de eğitimin<br />
bir parçası olarak davranışlarını<br />
kontrol altında tutmayı ve alışkanlıklarını<br />
gözden geçirmeyi öğrenir.<br />
Burada edinilen veli-çocukeğitimci<br />
ortak çalışma alışkanlığı,<br />
daha sonra çocuk altı yaşına ulaştığı<br />
ve Kur’an kursuna başladığında<br />
da devam eder. Önemli olan çocukların,<br />
din eğitimini alacağı kişinin<br />
de benzer metotları kullanabilme<br />
kabiliyetinin gelişmiş olmasıdır.<br />
Aynı şekilde velinin, okul<br />
eğitiminde çocuğunun eğitim sürecine<br />
dâhil olması ve aktif olmayı<br />
öğrenmesi amaçtır.<br />
Çocuklar, değerler eğitiminde rutin<br />
alışkanlıklar edinir. Sosyal hayatın<br />
aynı zamanda uyulması gereken<br />
kurallar bütünü olduğunu<br />
kavrar ve kurallara uymayı öğrenir.<br />
Göçmen ailelerin en<br />
büyük problemi, çocuğa<br />
kuralları ve kurallara<br />
uymayı öğretmekte yeterince<br />
başarılı olamamasıdır. Özellikle<br />
okul hayatına kadar akşam erken<br />
yatma, diş fırçalama, yemekten<br />
önce ve sonra elini yıkama, öksürürken<br />
ağzını kapatma gibi kuralları<br />
dahi düzenli olarak uygulamayan<br />
ailelerin sayısı oldukça fazladır.<br />
Çocuk en geç ergenlik döneminde<br />
sınırları ile tanışmakta, bu<br />
da sosyal hayatta sorunlara neden<br />
olmaktadır. Değerler eğitiminde<br />
çocuğun alışkanlıklar oluşturmasına,<br />
adap öğrenmesine ve uygulamasına<br />
imkân verecek ritüeller<br />
oluşturulur. Bu ritüeller anaokulunda<br />
mevcuttur. Camide de benzer<br />
veya başka ritüellerin olması,<br />
camilerin kuralsızlığın hâkim olduğu<br />
yerler gibi algılanmasının önüne geçecek,<br />
cami adabı yerleştirilmeye<br />
çalışılacaktır.<br />
Değerler eğitimi, aileye destek veren,<br />
çocuğu ailesi ile bir bütün olarak<br />
kabul eden bir eğitimdir.<br />
Değerler eğitimi, interaktif bir eğitimdir.<br />
Mantalitesi, mantık kurgusu<br />
ve kullandığı dili ile çocuğun yaşadığı<br />
ülkenin gerçeklerini dikkate<br />
alır. Çocuğun evrensel değerleri de<br />
fark etmesini sağlar. İslami değerleri<br />
temel alan müfredatın hazırlanması<br />
tek başına yeterli olmayacaktır.<br />
Bu müfredatın uygulanmasını<br />
kolaylaştıracak hatta<br />
mümkün kılacak materyallerin de<br />
yerinde üretilmesi gerekmektedir.<br />
Zira bu materyallere, müfredatta<br />
dikkate alınan temel unsurlar aynı<br />
hassasiyetle yansıtılmalıdır.
hayatın<br />
içinden<br />
32<br />
E<br />
Merve Gül Olgun<br />
Nuran Öner ile<br />
Ebru<br />
Sanatı<br />
üzerine...<br />
“Geleneksel Türk İslam<br />
sanatlarından ebru<br />
sanatına gönül vermiş<br />
Nuran Öner, insanı kâmil<br />
olma yolunda klasik ebru<br />
ile tanışmış bir<br />
sanatkâr... Yirmi yıllık<br />
devlet hizmetinde tarih<br />
öğretmeniyken insanın<br />
ruh güzelliğini ortaya<br />
çıkarmak üzere, ebruyu<br />
tüm dünyaya tanıtmayı<br />
amaç edinen şefkatli bir<br />
öğretmen…Ebru<br />
sanatının bilinmeyen<br />
güzelliklerini keşif<br />
yolculuğumuzda Nuran<br />
Hanım’la <strong>Diyanet</strong> <strong>Aile</strong><br />
Dergisi okuyucuları için<br />
keyifli bir söyleşi<br />
gerçekleştirdik.”
Ebruya gönül vermiş bir sanatçı<br />
olarak öncelikle sizden ebru sanatıyla<br />
tanışma hikâyenizi dinleyebilir<br />
miyiz?<br />
Ebru sanatıyla tanıştığım gün, yani<br />
bundan 15 yıl önce, benim için bir<br />
milattı âdeta... O gün Cenabı Allah’ın<br />
Esmayıhüsnasının suya yansıması<br />
olan bu sanata âşık olmuştum.<br />
Topraktan, sudan, at kılı fırçalardan,<br />
hayvan ödünden; bütün<br />
bunların birlikteliğiyle mükemmel<br />
bir sanatın ortaya çıktığını görüp<br />
hayran olmamak elde değildi…<br />
Allah’ın izniyle altı yıldır da bu sanatın<br />
öğretmenliğini yapıyorum.<br />
Üstadım Sadrettin Özçimi Beyefendidir.<br />
Üstadımın hocası Alparslan<br />
Babaoğlu, onun da hocası<br />
Cumhuriyet tarihimizin en büyük<br />
ebru sanatçısı olan Mustafa Düzgünman’dır.<br />
Bunun yanı sıra Etimesgut<br />
Belediyesine bağlı Satuk<br />
Buğrahan Türk İslam Sanatları<br />
Merkezi müdürlüğünü yapıyor;<br />
ebru derslerine giriyorum.<br />
İslam sanatlarının hâkim olduğu bir<br />
iklimin ürünü olarak gelişen ve<br />
nesilden nesle nakledilen ebru sanatıyla<br />
ilgili neler söylemek istersiniz?<br />
Ebru sanatı için “Birtakım desenlerin<br />
su üzerinde tespit edilmesi”<br />
diyebiliriz kavramsal olarak… Kitre<br />
dediğimiz maddenin suyla karıştırılmasıyla<br />
elde edilen kıvamlı bir<br />
su üzerine toprak boyalar ezilip terbiye<br />
edilir. Ve at kılı fırçalarla hay-
hayatın<br />
içinden<br />
34<br />
van ödü karıştırılarak birtakım desenler<br />
çıkarılır. Ancak ebrunun<br />
bundan çok daha öte bir anlamı<br />
var. Şöyle ki; ebru sanatı Cenabı Allah’ın<br />
en büyük sanat eseri olan insanın<br />
ruh güzelliğini ortaya çıkarmak,<br />
zenginleştirmek için yapılan<br />
bir sanattır. Kâinat kitabını inceliyorsunuz,<br />
onu idrak ediyorsunuz ve<br />
Cenabı Allah’ın sanatının ne kadar<br />
güzel olduğunu anlıyorsunuz. İşte<br />
bu ruh güzelliğini, ruh inceliğini bu<br />
sanatlarla yakalamak mümkün…<br />
Türk İslam sanatlarındaki “Sanat<br />
Hakk’ı aramak için yapılır” anlayışından<br />
hareketle Hakk’ı aramak<br />
amacıyla yola çıkıldığında gerçek<br />
sanatçının Yaradan olduğu eninde<br />
sonunda anlaşılmaktadır... Bu yönüyle<br />
ebrunun nasıl bir dinî/tasavvufi<br />
yaklaşıma sahip olduğunu<br />
düşünüyorsunuz?<br />
Ebru bir aşktır, gizli bir hazinedir;<br />
o da insanın ruhudur. Cenabı Allah’ın<br />
Esmayıhüsnasının suya yansımasıdır.<br />
Her ebru dünyada bir tanedir.<br />
Aynen insan gibi hiçbiri birbirine<br />
benzemez. Parmak izi gibi,<br />
yani öyle bir aşk ki bu ebru sanatı<br />
kafanızdaki bütün negatif duygu<br />
ve düşüncelerin atılmasına yardımcı<br />
olur ve size daha iyi insan,<br />
daha kâmil insan olma yolunda tertemiz<br />
bir ruh bırakır...<br />
Ebruda razı olmak vardır. Belirsizliklere<br />
de razı olacağız; atalarımız<br />
yetmiş ebru yaptıktan sonra<br />
şimdi ebru çıkıyor derlermiş. Yani<br />
öyle her istediğimizin her zaman<br />
olamayacağı, hayatımızda bazı belirsizliklerin<br />
olacağı ve bizim buna<br />
razı olmamız gerektiği bu sanatla<br />
bize gösteriliyor. Razı olmak ve tevekkül<br />
etmek… Saygı, sevgi, hoşgörü<br />
ve dahası…<br />
Bizim ebru sanatıyla yola çıkışımızın<br />
amacı İslam’ı en güzel biçimde,<br />
Peygamberimizden öğrendiğimiz<br />
biçimde tebliğ etmektir. İşte biz bu<br />
sanatlar aracılığıyla inşallah bir<br />
tebliğ vazifesi ifa etmeye gayret<br />
ediyoruz. Çünkü insanlar burada<br />
bu güzel renklerin doyumsuz dünyasında<br />
gerçeğin farkına varıyorlar.<br />
Cenabı Allah’ın sanatını çok daha<br />
iyi ve güzel anlıyorlar. İnşallah bu<br />
güzel ruhaniyet devam eder…<br />
Geleneksel süsleme sanatlarımız<br />
içerisinde önemli bir yeri olan<br />
ebru, geçmişten geleceğe usta sanatçılar<br />
eliyle taşınan bir süsleme<br />
sanatı… Bu sanatın gelişimi ile ilgili<br />
kısaca neler söylemek istersiniz?<br />
Ebru sanatı öncelikle hat sanatına<br />
alt zemin olarak hazırlanırken Hatip<br />
Mehmet Efendi döneminden<br />
sonra müstakil bir sanat olarak duvarlarımızda<br />
tablolar şeklinde boy<br />
göstermeye başlamıştır. Ancak<br />
ondan önce, ilk olarak Orta Asya’da,<br />
Özbekistan’ın Buhara kentinde<br />
ortaya çıkmış, buradan günümüze<br />
kadar bazı yolculuklar izlemiştir.<br />
İran’a, İpek yoluyla Çin’e<br />
gitmiş, bugün dünyanın her tarafında<br />
bilinmesi Osmanlı İmparatorluğu<br />
ile birlikte zirveye ulaşmasıyla<br />
mümkün olmuştur. Daha sonra<br />
gelen diğer üstat hocalarımızla<br />
ebru sanatı bugünlere kadar devam<br />
ettirilmiş…<br />
Ebru sanatındaki gelenek-yenilik<br />
tartışması, gerçekte yerine oturtulamamış<br />
bir tartışma gibi görünüyor…<br />
Sizin bu konudaki bakış<br />
açınızı öğrenebilir miyiz?<br />
Biz tamamen klasik ebruyu devam<br />
ettirmek ve nesillere aktarmak için<br />
çıktık yola, Allah utandırmasın…<br />
Klasik Türk ebrusu kâmil insan olmanın<br />
yollarını gösteriyor bizlere.<br />
Dünya genelinde ebru sanatı, Türk<br />
kâğıdı olarak bilinir. Zaten Unesco<br />
tarafından da somut olmayan kültürel<br />
miraslar listesinde yer almış,<br />
onaylanmıştır ebru sanatı… Kısacası<br />
klasik Türk ebrumuz; insanların<br />
zihnî durgunluğunu sağlayan,<br />
ruhuna ışık saçan, belli şekillerden<br />
ve modellerden disiplin meydana<br />
getiren bir sanattır.<br />
Kullanılan ebru malzemeleri ve<br />
teknikleriyle ilgili kısaca bilgi verebilir<br />
misiniz?<br />
Ebru sanatında bizim kullandığımız<br />
malzemeler tamamen doğal malzemelerdir.<br />
Biz deniz yosunu dediğimiz<br />
bir madde kullanıyoruz.<br />
Boyalarımız ise desteseng (el taşı)<br />
denilen bir taşla, cam bir yüzey<br />
üzerinde; tabiattan saf hâlde çıkmış<br />
toprakların ezilmesiyle elde<br />
ediliyor. Ebru boyaları suda erimeyen<br />
boyalar olduğu için renkleri<br />
solmaz, yıllarca muhafaza edilebilirler.<br />
Ebru sanatının fırçaları at kılından<br />
elde edilir ve en güzel boya tutan<br />
fırçanın da yaşlı atın kuyruğundan<br />
olduğu görülmüştür.<br />
Ebrunun en önemli maddelerinden<br />
biri de hayvanın ödüdür. Öd necis<br />
bir maddedir ama biz onu terbiye<br />
ediyoruz ve onu burada en güzel<br />
bir görüntü için kullanıyoruz. İşte<br />
burada şöyle bir öğreti gizli aslında:<br />
Hayatta kötü insan yoktur,<br />
herkes terbiye edilmeye muhtaçtır.<br />
Eğer Cenabı Allah’ın bize emrettiği<br />
şekilde bir terbiye içine girersek<br />
inanın şu dünyada kötü niyetli insan<br />
kalmayacaktır. Ben bu sanatı<br />
icra ettikten sonra her insanın da<br />
bir hazine olduğunu gördüm. İnsanlar<br />
keşfedilmeyi bekliyorlar.
Yurt içi ve yurt dışında katıldığınız<br />
pek çok sergi ve festivallerde ebru<br />
sanatını suya nakşettiğiniz gibi insanların<br />
gönül dünyalarına da sunuyorsunuz.<br />
Özellikle yabancı ülkelerde<br />
bu sanata ilgi noktasında<br />
izlenimleriniz nasıl?<br />
Ebru sanatının evrensel bir sanat<br />
olduğunu düşünüyorum. Çok şükür<br />
Cenabı Allah bunun geliştirilmesini<br />
Türk milletine nasip<br />
etmiş. Yurt dışında özellikle<br />
Amerika Birleşik Devletleri’nin<br />
Oklohama eyaletinde<br />
ve civarındaki şehirlerde<br />
düzenlenen Türk festivallerine<br />
üç yıldır davet ediliyoruz.<br />
Oralarda pek çok<br />
etnik grupla bir araya<br />
geliyor, ebru sanatına<br />
her geçen yıl daha da<br />
aşırı bir ilgi olduğunu<br />
gözlemliyoruz. Herhangi<br />
bir deseni çıkarttığımız<br />
anda gözleri yaşarıp ağlıyor<br />
yabancı kardeşlerimiz.<br />
Yani inanılmaz bir ilgi var<br />
ebru sanatına. Çünkü bu<br />
sanat bizim ruhumuzla çok<br />
bağlantılı.<br />
Engelli bireylerin toplumsal hayata<br />
katılımlarını ve sosyalleşmelerini<br />
desteklemek amacıyla atölye<br />
çalışmalarınızın olduğunu öğrendik…<br />
Bununla ilgili neler söylemek<br />
istersiniz?<br />
Engelli gençlerimizle proje kapsamında<br />
birlikte çalışmak bana huzurun<br />
kaynağını gösterdi. Ben bu<br />
güzel ruhlu insanların davranışlarında<br />
zaman içerisinde çok değişiklikler<br />
gördüm; hayata daha çok<br />
bağlandılar. Mesela; otistik bir çocuk<br />
fırçadaki boyayı teknenin her<br />
tarafına atmak yerine -elini diğer taraflara<br />
çekmemize rağmen- sürekli<br />
sağ köşeye atıyordu, ama iki<br />
ayın sonunda o çocuğun teknenin<br />
diğer yönlerine de boyayı atabildiğini<br />
gördük. Engelli projesi kapsamında<br />
bizi Avrupa’ya davet ettiler;<br />
belediyemizde çalışan engelli<br />
gençlerle birlikte gittik. Fransa’da<br />
otistik çocuklara ders verdik.<br />
Bu bağlamda ebru sanatının engelli<br />
çocuklarımıza ruh gücü kazandırmakta,<br />
organlar arası koordinasyonda<br />
her zaman kullanılacak bir<br />
eğitim süreci olduğunu düşünmekteyiz.<br />
Hiçbir sanatta lale, gül gibi motifler<br />
ebrudaki gibi özdeşleşmemiştir.<br />
İslam kültüründe de değer verilen<br />
bu motiflerin ebru ile anılır olması<br />
nasıl bir duygu dünyasına işaret<br />
eder?<br />
Sizin de dediğiniz gibi bazı motifler<br />
ebruyla bütünleşmiştir. Ebru sanatında<br />
Cenabı Allah’ın esmasının<br />
suya tecellisini görüyoruz ve lale de<br />
Allah’ın birliğini temsil ediyor. Gül<br />
ise peygamberimizi temsil ediyor.<br />
Hatta bir hocamız şöyle diyor;<br />
“Gül peygamberimizi temsil ediyor<br />
ama açılmamış tomurcuk Allah’ın<br />
esmasının bütününü, açılmış güller<br />
de esmayı temsil ediyor” diyor<br />
böyle bir duygu aktarımı çok anlamlı<br />
bir şey. Diğer çiçeklerimizde<br />
de menekşe tevazu ve alçakgönüllülüğü,<br />
papatya masumiyeti ve<br />
sevgiyi, sümbül ise bana göre dürüstlüğü<br />
temsil ediyor.<br />
Son yıllarda İslam sanatlarına her<br />
kesimden büyük bir ilginin olduğunu<br />
gözlemliyoruz. Özellikle ebru<br />
sanatının böylesine sevilmesini<br />
neye bağlıyorsunuz?<br />
Tabi ki bu konuda öncelikle<br />
belediyelerimize, halk eğitim<br />
merkezlerimize İslam sanatlarına<br />
verdikleri desteklerden<br />
dolayı teşekkür ediyoruz.<br />
Bu kadar sevilmesinin<br />
sebebinin özellikle<br />
ebru sanatının yaratılışa<br />
uygun bir sanat olması<br />
olduğunu söyleyebiliriz.<br />
İnsanların yaptıkları çalışmaları<br />
çabucak görüyor<br />
olmaları, renklerin o<br />
cümbüşü, o güzelliği derken<br />
birdenbire insana<br />
kâinatı gösteriyor; Allah’ın<br />
sanatını gösteriyor. Zaten<br />
bütün sanatların amacı<br />
Rabbimizi bilmek. En güzel<br />
cümleyi en sona mı bıraktım<br />
bilmiyorum ama ebruda<br />
önemli olan benlik duygusunu<br />
yıkmaktır, tevekkül etmektir, razı<br />
olmaktır, biz olmayı sağlamaktır.<br />
Geleneksel Türk sanatının yaşatılması<br />
ve geleceğe aktarımı konusunda<br />
özellikle çocuk ve genç nesil<br />
üzerinde yoğunlaştığınızı görüyoruz…<br />
Bu bağlamda ebrunun<br />
geleceğini nasıl görüyorsunuz?<br />
İnşallah Cenabı Allah milletimizin<br />
bütün fertlerinin ebru sanatıyla<br />
tanışmasını nasip eder. Hayallerimizin<br />
peşine düşelim çünkü biz çalışıyoruz<br />
ve hayal ediyoruz. İleride<br />
ben inanıyorum ki, ebru sanatı<br />
bütün okullarımızda temel ders<br />
olarak gösterilecektir. Gençlerimiz<br />
kendi kültürel değerlerini bilmedikleri<br />
için başka yollara yönelebiliyorlar.<br />
Bizim değerlerimiz kâmil<br />
insan yetiştirmek için hazır bir<br />
şekilde duruyor, yetkililerimize sesleniyorum;<br />
bizler hazinesi büyük bir<br />
milletiz, yeter ki bu hazineleri çıkaralım,<br />
gençlerimize verelim…
evimiz<br />
36 Pelin Pelister Akyürek<br />
evinizi<br />
İç Mimar<br />
DekORE<br />
ederken...
Evlerimiz, içinde huzur<br />
bulduğumuz,<br />
yorgunluğumuzu attığımız,<br />
tarzımızı, yani kısacası bizi<br />
temsil eden yuvalarımızdır.<br />
Her konuda olduğu gibi<br />
dekorasyon konusunda da<br />
ayrıntılara girmek<br />
mümkün... Bu yazımızda<br />
ayrıntılara çok da fazla<br />
girmeden; bir mekânı<br />
dekore etmek<br />
istediğimizde genel<br />
hatlarıyla izlenilmesi<br />
gereken yolları ve doğru<br />
bilinen yanlışları sizlerle<br />
paylaşmak istiyoruz.”<br />
DUVARLAR VE<br />
ZEMİN<br />
Bir sanatçı tuval üzerinde çalışırken<br />
önce arka fonu oluşturur. Bulutlar,<br />
dağlar, çimenler; daha sonra uzaktaki<br />
ağaçlar, bu ağaçların önünde duran ve<br />
onların bir kısmını kaplayan yakındaki<br />
ağaçlar ve son olarak merkezde<br />
duran dağ kulübesi ya da akan bir nehir…<br />
Evinizin de bir tuval olduğunu düşünün.<br />
Önce arka fon oluşturulmalıdır. Yapılan<br />
en büyük hatalardan biri merkezde<br />
duran koltuk takımını ya da aksesuar<br />
olan halıyı öncelikli olarak almaktır.
evimiz<br />
38<br />
Tüm takımınızı düz<br />
bir kumaş ile<br />
döşemeye karar<br />
verirseniz, koltuk<br />
üzerinde<br />
kullanacağınız<br />
yastıkları perde<br />
deseninden seçebilir<br />
hatta perde<br />
kumaşınızdan<br />
yastıklar<br />
yaptırabilirsiniz.”<br />
Bu hamle sizi renk ve doku olarak kısıtlayacak,<br />
seçim yelpazenizi daraltacaktır.<br />
Öncelik, duvarlar ve zemindedir. İlk olarak<br />
zemin rengi seçilmelidir. Zeminde seçeceğiniz<br />
renk, mobilya tonlarınızı belirler.<br />
Koyu tonlara sahip bir parke (sapelli,<br />
merbau gibi) yine koyu tonlarda mobilyalar<br />
için uygundur. (Ceviz, kiraz,<br />
maun gibi). Zeminde açık renkli bir parke<br />
tercih edecekseniz, (elma, akçaağaç<br />
gibi) mobilyalarda da yine açık tonlarda<br />
kaplamalar seçebilir hatta beyaz ve bej<br />
gibi cilalara yönelebilirsiniz.<br />
Duvarlar ikinci aşamada hazırlanmalıdır.<br />
Boya ya da duvar kâğıdı seçimlerinden<br />
hangisini tercih ediyorsanız ve eğer profesyonel<br />
bir yardım almıyorsanız asla<br />
koyu renkleri ya da çok belirgin desenleri<br />
tercih etmeyin. İç mekânlarda dengeli<br />
bir renk dağılımı istiyorsanız en fazla<br />
üç renk ve bir desen kullanmanız<br />
doğrudur.
“Aydınlatma seçimi ise<br />
mekânın aldığı gün ışığı<br />
miktarına göre<br />
ayarlanmalıdır. Eğer gün<br />
içerisinde loş ışık alan bir<br />
oda düzenliyorsanız,<br />
merkezde bulunan sarkıt<br />
aydınlatma dışında<br />
tavanda gizli aydınlatma da<br />
kullanmak gerekir. Geniş<br />
bir oda ise abajurlar ya da<br />
lambaderler ile de<br />
desteklenebilir.”<br />
Desen hakkınızı kullanırken doğru<br />
alanın neresi olduğunu iki defa düşünün.<br />
Desen kullanımı için perdeler en<br />
doğru tercihtir. İki kanat fon ve ortada<br />
tül kullandığınız klasik bir<br />
perde tasarımı seçtiyseniz ve fonlarınızda<br />
desen tercih ediyorsanız<br />
tüllerinizde desen kullanmamanız,<br />
tüllerinizde desen tercih ediyorsanız<br />
fonlarınızı düz kullanmanız<br />
gerekir.<br />
Tekstil ve mobilyalar<br />
Şimdiye kadar zemin rengimizi<br />
seçtik ve duvarlarımız ile perdelerimize<br />
karar verdik. Daha önce de<br />
bahsettiğim gibi zemin rengimiz<br />
mobilyalarımızı belirledi. Duvarlarımız<br />
arka fonu meydana getirdi<br />
ve perdelerimiz tekstil şablonunun<br />
başlangıcını oluşturdu. Şimdi sıra<br />
koltuk ve mobilyalarda…<br />
Perdelerinizi daha önce seçtiğiniz<br />
için artık koltuk seçimi yapmak<br />
daha kolay. Perdenizde seçtiğiniz<br />
rengin açık ya da koyu tonu ya da<br />
yine perde rengini destekleyecek<br />
bir zıt ton, mekânı hareketlendirmek<br />
için bire birdir. Tüm takımınızı<br />
düz bir kumaş ile döşemeye karar<br />
verirseniz,<br />
koltuk üzerinde<br />
kullanacağınız<br />
yastıkları<br />
perde<br />
deseninden<br />
seçebilir hatta<br />
perde kumaşınızdan<br />
yastıklar yaptırabilirsiniz.<br />
Böylece<br />
desen tek bir noktada kalmaz,<br />
mekâna serpiştirilmiş olur. Mobilyalardan<br />
birini seçip, odanızda<br />
bir odak noktası oluşturmak üzere<br />
kullanmanız da doğru bir hamle<br />
olabilir. Köşede duran renkli<br />
bir ayna ve çekmeceli dekoratif<br />
sehpa, varak ile kaplanmış bir<br />
konsol; mekâna ilk girişte ilgiyi<br />
çekecek ve gösterişli güzel bir çiçek<br />
buketi içerisindeki tek bir kırmızı<br />
gül gibi parlayacaktır.<br />
Aksesuarlar<br />
Aksesuar seçimi son noktadır. Dekorasyon<br />
öncesi heves edilip alınan<br />
aksesuarların yarıdan fazlası<br />
dolapların içinde bekler, gereksiz<br />
masraftır. Ayrıca aksesuar denince<br />
akla yalnız süs eşyaları gelmemelidir.<br />
Halı, aydınlatma, ayna ve<br />
tablolar da aksesuardır.<br />
Halılarda karışık ve renkli desenler<br />
seçmek yerine yumuşak renkler ve<br />
belirsiz desenler seçilmelidir. Parlak<br />
renklere sahip çok desenli bir<br />
halı mekânda kullandığınız diğer<br />
deseni gölgeleyeceği ve tasarımdaki<br />
dengeyi bozacağı için tercih<br />
edilmemelidir.<br />
Aydınlatma seçimi ise mekânın<br />
aldığı gün ışığı miktarına göre ayarlanmalıdır.<br />
Eğer gün içerisinde loş<br />
ışık alan bir oda düzenliyorsanız,<br />
merkezde bulunan sarkıt aydınlatma<br />
dışında tavanda gizli aydınlatma<br />
da kullanmak gerekir. Geniş<br />
bir oda ise abajurlar ya da lambaderler<br />
ile de desteklenebilir. Ampul<br />
olarak gün<br />
ışığı rengi<br />
tercih edilmelidir.<br />
Doğru<br />
bir aydınlatmada<br />
iç<br />
mekânda<br />
kullandığınız<br />
renkler<br />
gündüz nasılsa<br />
gece de<br />
aynı görünür. Ayna kullanımı ise<br />
son dönemlerde aynaların da<br />
renklenmesi ile daha çok gündeme<br />
gelen bir konu... Renkli aynalardan<br />
kastımız bronz, füme ve antik eskitmeli<br />
aynalardır. Yaygın olan klasik<br />
aynalar artık iç mekânlarda<br />
tercih edilmemektedir. Renkli aynalar<br />
büyük panolar üstünde daha<br />
büyük ölçeklerde kullanılabildiği<br />
için dekoratif objeler hâline geldiler.<br />
Tabi renkli aynaların kullanımında<br />
da dikkat edilmesi gereken<br />
önemli birkaç nokta bulunmaktadır.<br />
Dar koridorlarda ve kapı girişlerinde<br />
mekânı genişletmek için kullanılmasının<br />
yanında salonlarda konsol<br />
arkalarında duvarı kaplayacak kadar<br />
büyük ölçeklerde renkli aynalar<br />
kullanabilirsiniz. Yalnızca bu<br />
aynaları tek parça olarak değil de<br />
parçalı olarak kullanmak yani orta<br />
boyda kareler ya da baklava dilimleri<br />
gibi, mekâna bir şıklık katacak,<br />
aksesuarınıza kişilik kazandıracaktır.<br />
Tüm bu genel bilgiler dışında<br />
dekorasyon yapmadan önce<br />
beğendiğiniz ve uygulamak istediğiniz<br />
tarzı belirlemeniz gerekir.<br />
Dekorasyon ile ilgili ulaşabileceğiniz<br />
tüm görselleri mini bir dosyada<br />
biriktirmek daha sonrasında<br />
da satın aldığınız tüm ürünlerin birer<br />
minik örneğini bu dosya içerisine<br />
atarak adım adım ilerlemek işinizi<br />
çok kolaylaştıracak, geri adım<br />
atıp bir önceki aşamaya dönmenizi<br />
engelleyecektir.
saadet asrının<br />
hanımları<br />
40<br />
Rukiye Aydoğdu<br />
<strong>Diyanet</strong> İşleri Uzmanı<br />
HANIMLARIN HATİBİ:<br />
Esma Binti<br />
Yezid<br />
(R.Anha)<br />
Günlerdir kafasında türlü sorular dolaşıyordu, ancak hiç birine bir cevap<br />
bulamıyordu. Düşünüyordu, çabalıyordu, kendisini teskin etmeye<br />
çalışıyordu, ancak hiçbir şey onu tatmin etmeye yetmiyordu...
Gençti Esma, gencecikti. Gençliğinin<br />
verdiği heyecanın yanında,<br />
kabına sığamayan bir yapısı<br />
vardı. Zekiydi, atılgandı, cesurdu.<br />
Bir o kadar da açık sözlüydü,<br />
düşündüğünü en<br />
güzel şekilde kalıba<br />
dökmesini bilir,<br />
kendisini ifade ederdi. Bununla<br />
birlikte, kaç zamandır kendi<br />
kendine konuşuyordu. Kimselere<br />
açamadığı derdine<br />
kendisi bir hâl çaresi bulmak<br />
için çabalıyordu. Ancak ne<br />
yapsa boş, evin işleri yine üstündeydi,<br />
çocukların bakımı<br />
bütün zamanını alıyordu. Allah<br />
Resulü’nün yanındaki sahabenin<br />
neredeyse tüm vakitlerini<br />
onunla birlikte geçirme imkânları<br />
varken; o ya yemek yapıyor,<br />
ya ip eğiriyor, ya diğer işlerle ilgileniyordu.<br />
Erkekler kadar ibadete zaman ayırma<br />
fırsatı olmadığı gibi Allah yolunda cihatta da<br />
onlar kadar aktif rol alamıyordu. Hepsini bir bir düşündü,<br />
içinde biriktirdi. Oysa Esma, Ensar hanımlarının<br />
ileri gelenlerindendi. Allah Resulü’ne ilk<br />
biat edenlerdendi. Akşamla yatsı arasında bir vakitte,<br />
Allah Resulü’nün huzuruna varışı, ona biat<br />
edişi, onun “Size İslam üzere hidayet veren Allah’a<br />
hamd olsun, ben sizinle biat ettim” deyişi hâlâ gözlerinin<br />
önündeydi.<br />
O, hanımların<br />
sözcüsüydü. Hanım<br />
sahabilerin içlerinden<br />
çıkamadıkları bir durum<br />
olduğunda veya kendi özel<br />
durumlarıyla alakalı Allah<br />
Resulü’ne iletmek istedikleri<br />
soruları bulunduğunda<br />
Esma devreye<br />
girerdi.<br />
(İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 12.)<br />
Böyleyken neden Allah Resulü’ne halini arz etmiyor,<br />
sorularını ona yöneltmiyordu? Etrafında<br />
kendisi gibi düşünen Ensar hanımlarının varlığı da<br />
kendisine cesaret verince, soluğu Allah Resulü’nün<br />
yanında aldı. Resul-i Ekrem, her zamanki gibi ashabı<br />
ile beraberdi. Esma, sözlerine ashabın dilinden<br />
düşürmediği şu cümle ile başladı: “Anam<br />
babam sana feda olsun ya Resulallah!” dedi. Sonra<br />
devam etti:<br />
“Ben sana kadınların elçisi olarak geldim. Allah seni<br />
bütün erkek ve kadınlara peygamber göndermiştir.<br />
Biz sana ve senin Rabbine iman ettik. Kadın olduğumuz<br />
için evlerinizde kapanıp kalmış, nefislerinizi<br />
tatmin etmiş ve çocuklarınızı karnımızda<br />
taşımışızdır. Siz erkekler ise cuma namazı kılmak,<br />
camiye ve cemaate çıkmak, hastaları ziyaret etmek,<br />
cenazelerde bulunmak, birden fazla hacca<br />
gitmek gibi hususlarda bize üstünlük sağlamış bulunuyorsunuz.<br />
Bütün bunların en önemlisi Allah<br />
yolunda cihat etmektir. Fakat siz hac veya umre<br />
için yahut düşmanla savaşmak üzere evinizden çıktığınız<br />
zaman mallarınızı biz koruruz, iplik eğirip<br />
size elbise yaparız, çocuklarınızı besleriz. Buna göre<br />
bizler sizin kazandığınız hayır ve sevaplarda size<br />
ortak olamaz mıyız?”<br />
İşte bu kadardı; Esma, içinde biriktirdiği ne varsa<br />
Allah Resulü’ne arz etmiş, rahatlamıştı.<br />
Resul-i Ekrem de onu ciddiyetle<br />
dinledikten sonra, yüzünde<br />
etrafını aydınlatan gülümsemesiyle<br />
oradakilere şöyle<br />
dedi:<br />
“Siz bir kadından, din konusunda<br />
sorduğu bir soruda<br />
bundan daha güzel<br />
söz işittiniz mi?” Sonra da<br />
bir kadının eşiyle güzel geçinerek<br />
sıcak bir yuvaya sahip<br />
olmasının, az önce saydığı<br />
bütün üstünlüklere denk<br />
olduğunu söyledi. Bu haberi diğer<br />
bütün hanımlara ulaştırmasını<br />
isteyen Allah Resulü, hem Esma’nın<br />
hem de bütün hanım sahabilerin içini rahatlatmıştı.<br />
Bu günden sonra da Esma “hatîbetü’nnisâ/<br />
kadınların sözcüsü” olarak anılır oldu.<br />
(İbnü’l-Esîr, VII, 19.)<br />
O, hanımların sözcüsüydü. Hanım sahabilerin içlerinden<br />
çıkamadıkları bir durum olduğunda veya<br />
kendi özel durumlarıyla alakalı Allah Resulü’ne iletmek<br />
istedikleri soruları bulunduğunda Esma devreye<br />
girerdi. Hz. Aişe’nin de yakın arkadaşlarından<br />
olunca, sık sık hane-i saadete gelme imkânı<br />
elde eder, bunu ilme olan merakını, öğrenme arzusunu<br />
gidermek için fırsat bilirdi. Yine bir defasında,<br />
hanımların özel hâlleriyle alakalı bir soruyu<br />
Hz. Peygamber’e yöneltmiş, Hz. Aişe de onun<br />
bu tavrını takdir ederek, “Şu Ensar kadınları ne iyi<br />
kadınlardır! Utanma duygusu onları, dini (hükümleri)<br />
sorup öğrenmekten alıkoymuyor” demekten<br />
kendini alamamıştı.<br />
(Müslim, Hayız, 61.)<br />
Esma’nın öğrenmeye olan bu merakı, Hz. Peygamber’in<br />
hadislerini zihnine nakşetme konusunda<br />
da kendini gösterdi ve seksen bir rivayet, onun ağzından<br />
nakledilerek bugüne geldi. Esma, ilim konusunda<br />
gösterdiği cesaret kadar cihatta da şecaat<br />
sahibi idi. Esma’nın gözleri Mekke’nin ve Hayber’in<br />
fethini gördü. Gözler, Esma’nın Yermük’te<br />
nasıl cesurca savaştığına şahit oldu. Esma binti<br />
Yezid, Müslüman bir kadının yuvasında, ilimde ve<br />
irfanda, yeri geldiğinde savaş meydanında cesaretiyle,<br />
mertliğiyle, gözü pekliğiyle nasıl örnek olabileceğini<br />
tüm Müslümanlara gösterdi.
geçmiş zaman<br />
olur ki<br />
42<br />
Kamil Büyüker<br />
PARA<br />
TARİHİ<br />
YAZMAYA<br />
DEVAM EDİYOR<br />
Yeryüzü kurulalı beri<br />
üzerine savaşlar<br />
yapılan, birçok<br />
ihtilafa sebep olan<br />
para hakkında ne<br />
biliyoruz? Tarihini<br />
layıkıyla bilmesek de<br />
para hâlâ tarih<br />
yazmaya ve tarihi<br />
şekillendirmeye<br />
devam ediyor.
Hayatın idamesi için olmazsa olmaz<br />
araçlardan birisi şüphesiz paradır.<br />
Ancak para araç olmaktan çıkıp<br />
amaç olmaya başladığı zaman<br />
çoğunlukla ihtilafa, kargaşa ve<br />
kavgalara; hatta savaşlara neden<br />
olabilmektedir. O zaman paraya<br />
hak ettiği değeri vermekten başka<br />
çıkar yolumuz kalmıyor. Elimizdekinin<br />
kıymetini bilmeli, Kur’an’ın<br />
öngördüğü şu öğüde de kulak vermeliyiz:<br />
“Eli sıkı olma, büsbütün eli<br />
açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz<br />
kalırsın.” (İsra, 29.)<br />
Çevremizde paraya ram ve esir<br />
olmuş sayısız insan görürüz. O<br />
zaman “İnsanların yaptığı paralar<br />
kadar, paraların şekillendirdiği insanlar<br />
da vardır” sözü tam da yerini<br />
bulmaktadır. Hatta ve hatta<br />
kimi şarkıların nağmelerinde “Varlığı<br />
bir dert yokluğu yara” şeklinde<br />
ifadeler de geçer. Peki, belki de yeryüzü<br />
kurulalı beri üzerinde savaşlar<br />
yapılan, birçok ihtilafa sebep<br />
olan para hakkında ne biliyoruz?<br />
Tarihini layıkıyla bilmesek de para<br />
hâlâ tarih yazmaya ve tarihi şekillendirmeye<br />
devam ediyor. Bu değiştirici<br />
ve dönüştürücü etkisinden<br />
hareketle biz de paranın tarihine kısaca<br />
bir göz atalım.<br />
Paranın ilkleri<br />
Sözlükte “parça, gümüş parçası”<br />
anlamındaki Farsça “pâre”den gelen<br />
kelime, genel olarak bütün<br />
ödeme araçlarını ifade eden bir genişlik<br />
kazanmıştır. Tarihteki ilk madenî<br />
para basımının MÖ. VII. Yüzyılda<br />
Anadolu’da Lidyalılar<br />
tarafından yapıldığı<br />
bilinmektedir.<br />
Tarihteki ilk madenî<br />
para olma özelliği taşıyan<br />
Lidya parası,<br />
darp suretiyle basılmıştır.<br />
Sabit bir alt kalıp üzerine<br />
konan madeni pula hareketli<br />
bir üst kalıp yerleştirerek,<br />
bir çekiçle vurmak suretiyle<br />
darp gerçekleştirilmiştir.<br />
Tarihteki ilk madenî para basım<br />
yerinin Anadolu olması<br />
özellikle uygarlık gelişiminin<br />
göstergesi olarak oldukça<br />
önemlidir. Anadolu bu üstünlüğünü<br />
sürekli devam<br />
ettirmiştir. Dünyanın ilk büyük<br />
darphanesi ise Fatih Sultan<br />
Mehmet tarafından İstanbul Simkeşhane’de<br />
kurulmuştur.<br />
(İbrahim Artuk, “Nümismatik İlmi ve Faydalarına<br />
Kısa Bir Bakış”, Türk Nümismatik Derneği<br />
Bülteni, Bülten No. 9, İstanbul, 1982,<br />
s.10.)<br />
Tarihî kayıtlara göre, MÖ.118 yılında<br />
Çinliler deri para kullanmışlardır.<br />
İlk kâğıt para ise MS. 806 yılında<br />
yine Çin’de ortaya çıkmıştır.<br />
Araplarda ise Bizans’ın altın parası<br />
olan dinar, hem İslamiyet öncesinde<br />
hem de sonrasında kullanılmıştır.<br />
Dinar, Hıristiyanlık sembollerinden<br />
kademeli şekilde arındırılarak<br />
Müslümanlarca bir müddet<br />
daha basıldı. İlk İslam dinarı,<br />
para sistemini esaslı biçimde düzenleyen<br />
Emevi Halifesi Abdülmelik<br />
b. Mervan zamanında Hicri<br />
77 (696) yılında çıkarıldı. Dinarın yanında<br />
İran’ın gümüş dirhemleri de<br />
bir süre kullanıldı. Sasani dirhemleri<br />
Hz. Ömer döneminde basıldı ve<br />
üzerlerindeki İslam dışı motifler yerlerini<br />
yavaş yavaş İslami simge ve<br />
ibarelere bıraktı. İlk İslam dirhemini<br />
altın ve bakır sikkede olduğu gibi<br />
Abdülmelik b. Mervan çıkardı.<br />
Osmanlı’da paranın tarihi<br />
Osmanlı Devleti, devraldığı coğrafyada<br />
kendisinden önce hükümran<br />
olan devletlerin<br />
çıkardığı<br />
madeni paraları<br />
(sikke) kullanmayı<br />
sürdürdü. İlk Osmanlı<br />
sikkesinin<br />
Osman Bey zamanında<br />
basıldığı konusu<br />
tartışmalıdır. Genel<br />
kabul, 1326 yılında Orhan<br />
Bey adına kestirilen akçenin<br />
ilk Osmanlı parası<br />
olduğu yönündedir.<br />
İlk paralar Bursa ve Edirne’de<br />
darp edildi. Osmanlı<br />
Devleti’nde darphaneler<br />
iltizam sistemiyle üçer<br />
yıllığına özel kişilere ihale<br />
edilir, ihale edilmediği<br />
takdirde emaneten bir<br />
kamu görevlisi tarafından<br />
yönetilirdi. Paraların ayarını ve<br />
içlerindeki değerli maden miktarını<br />
“sâhib-i ayâr” denilen bir görevli<br />
denetlerdi. Osmanlılar, Selçuklular<br />
ve Anadolu beylikleri gibi altın ve<br />
gümüşün ülkeye girişini teşvik edip<br />
vergiden muaf tutarken, sıkıntı çekilmemesi<br />
için ihracına sınırlamalar<br />
getirip yasakladı.<br />
Tahta geçen her padişah sikkeyi<br />
kendi adına bastırırdı. Akçe, Fatih<br />
Sultan Mehmet devrine (1451-<br />
1481) kadar genel itibariyle değerini<br />
korudu.<br />
16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren<br />
kuruş denilen yabancı iri gümüş<br />
sikkeler Osmanlı piyasalarına girmeye<br />
başladı. 17. Yüzyılın ortalarında<br />
ise para, arz talebi karşılayamayınca<br />
Avrupalı tüccarlar yabancı<br />
mağşuş sikkeleri Osmanlı piyasalarına<br />
taşıdı.<br />
17. Yüzyılda sınırlı miktarda bakır<br />
sikke basıldı; ancak savaşları finanse<br />
edebilmek, hazinenin açıklarını<br />
kapatabilmek, altın ve gümüşün<br />
karşılamadığı para arzını ikmal<br />
etmek amacıyla 1688’de bol<br />
miktarda mankur/ mangır veya pul<br />
denilen bakır paralar çıkarıldı.<br />
17. Yüzyılın sonlarına doğru yapılan<br />
bir düzenlemeyle para, akçenin<br />
yerine Osmanlı para birimi hâline<br />
geldi. 1 para=3 akçe, 1 kuruş=40<br />
para ölçüsü getirilen bu sistemdeki<br />
ilk gümüş kuruş 1690 yılında basıldı.<br />
Osmanlının son para tecrübesi<br />
1840’ta karşılıksız olarak basılan ve<br />
ilk Osmanlı kâğıt parası olan ‘kâime’dir.<br />
Bu tarihten itibaren kâime<br />
zaman zaman piyasadan çekilse de<br />
1928’e kadar gündemde kaldı.<br />
5 Aralık 1927’de Cumhuriyet’in<br />
ilk kâğıt paralarının<br />
tedavüle girmesiyle<br />
birlikte altı ay<br />
içerisinde piyasadan<br />
çekildi.<br />
(DİA, Ali Akyıldız,<br />
C. 34, s.164-166.)
ilgelik hikayeleri<br />
44 Dr. Lamia Levent<br />
<strong>Diyanet</strong> İşleri Uzmanı<br />
HATEMİ<br />
TÂÎ’NİN ATI<br />
Cömertlik, alicenaplık her<br />
yiğidin kârı değildir. Nefsine<br />
hükmeden yiğitlerin harcıdır<br />
bu meziyetler. Onlar ki aradan<br />
yüzyıllar geçse de isimleri,<br />
namları unutulmaz; dilden<br />
dile, diyardan diyara anlatılır<br />
durur. İşte o cömertlerden<br />
biri, Cahiliye devrinin ünlü<br />
şairi ve Tay kabilesinin reisi<br />
Hatemi Tâî… Onun masalsı<br />
hikâyesini bize, Sadi Şirazi<br />
şöyle haber veriyor.<br />
Hatemi Tâî’nin rüzgâr ayaklı, duman<br />
gibi siyah bir atı varmış. Bu at koşmada<br />
saba yeli, kişnemede gök gürültüsü<br />
gibiymiş. Öyle bir siyahlığı<br />
varmış ki, gözler ona bakmaktan kamaşırmış.<br />
Şimşekle yarışa çıksa, şimşeği geçermiş.<br />
Koşarken ovalara, dağlara âdeta dolu<br />
yağdırırmış.<br />
Bu at sel yürüyüşlü imiş. Ovalar ve sahralar aşar,<br />
rüzgâr ona yetişemez; toz gibi onun gerisinde<br />
kalırmış. Gemi suda nasıl yüzer giderse, bu at<br />
da çölde öyle gider, kartal ondan ileri koşamazmış.
Gün gelmiş, Hatemi Tâî’nin hem<br />
kendisinin hem de bu paha biçilmez<br />
atının namı Rum hükümdarının<br />
kulağına kadar gitmiş. Ona<br />
demişler ki:<br />
Hatem’in cömertlikte eşi olmadığı<br />
gibi, atının da koşmada ve savaşta<br />
eşi yoktur!<br />
Bunu duyan Rum hükümdarı vezirine<br />
dönmüş:<br />
“Şahitsiz dava insana utanç getirir.<br />
Ben Hatemi Tâî'den o atını isteyeceğim.<br />
Verecek olursa bilirim ki<br />
onda büyüklük şerefi vardır. Şayet<br />
vermeyecek olursa anlarım ki,<br />
onun bu şöhreti içi boş bir davulun<br />
sesi gibidir ve bir kuru gürültüden<br />
ibarettir.”<br />
Sadece bununla kalmadı Rum hükümdarı.<br />
Haber kendisine anlatıldığı<br />
gibi mi değil mi, bunu iyice anlamak<br />
için Tay kabilesine en hünerli<br />
elçisini gönderdi. Hatta bu elçinin<br />
maiyetine on kişi daha verdi.<br />
Bu heyet; kara duman gibi korkunç,<br />
karanlık ve yağmurlu bir gecede<br />
Hatem'in kabilesine indi. Âdeta<br />
yer ölmüş, gök onun üzerine eğilmiş,<br />
ağlıyor gibiydi.<br />
Zorlu bir yolculuğun ardından Tay<br />
kabilesinin bulunduğu topraklara<br />
vardılar. Zinderud Irmağı’nın kenarına<br />
yetiştiklerinde nasıl rahat ettilerse<br />
öyle rahat ettiler. Hatem heyeti<br />
kabul etti ve o günün geleneğine<br />
uygun bir şekilde bir at kesti,<br />
şeker döktürdü. Misafirlere iyi bir<br />
ziyafet çekti. Bir de her birine avuç<br />
avuç altınlar verdi.<br />
Heyet o geceyi Hatem'in konağında<br />
geçirdi. Sabah olunca, elçi heyetinin<br />
başkanı Rum hükümdarının<br />
ricasını anlattı. Hatem, at meselesini<br />
duyunca şaşkın bir sarhoşa<br />
döndü. Pişmanlıkla elini ısırdı:<br />
“Ey hünerli ve şanlı Rum serverleri!<br />
Bu haberi bana niçin gelir gelmez<br />
söylemediniz. O yel yürüyüşlü ve<br />
düldül koşuşlu atımı dün gece size<br />
ikram için kesmiştim. Çünkü o sırada<br />
yağmurlar yağıyor, seller akıyordu,<br />
yılkıların otlağına kadar gidip<br />
at getirmek korkulu işti. Size ziyafet<br />
için başka bir şeyim de yoktu.<br />
Misafirlerimin karınları aç olarak<br />
uyumalarını mürüvvetime yakıştıramadım.<br />
Çünkü bana her tarafa<br />
yayılacak ad lâzımdır. Meşhur<br />
bir atım olmasa da olur” diye düşünmüştüm.<br />
Hatem mahcuptu. Ülkelerine dönecek<br />
bu heyete cömertliğini fazlasıyla<br />
gösterdi. Ayrıca bu heyete<br />
parlak giysiler giydirdi, kese kese altınlarla<br />
birlikte asil Arap atları verdi.<br />
Heyet Rum diyarına döndü,<br />
olayı hükümdara olduğu gibi anlattı.<br />
Rum hükümdarı da hayret denizine<br />
düştü. Hatem’in cömertliği<br />
karşısında söyleyecek söz bulamadı.<br />
Hatem’in cömertliği, âdeta<br />
Rum diyarında yankılandı. Herkes<br />
onu konuştu, onu anlattı…<br />
Hatem cömertliğinin ve ahlakının<br />
gereğini yaptı, cümle âlem bu güzel<br />
yaradılışlı civanmerdi bir kez<br />
daha takdir ve hayranlıkla alkışladı.<br />
Hatemi Tâî’nin adı, cömertler<br />
defterinde silinmez harflerle yazıldı.<br />
Aradan asırlar geçse de, bu harfler<br />
hâlâ okunmaya devam ediyor.
ir nefes sıhhat<br />
46 Doç. Dr. Havva Şahin Kavaklı<br />
29 Mayıs Hastanesi Başhekim Yard.<br />
GRİBAL<br />
ENFEKSİYONLAR<br />
“Grip<br />
çok hızlı yayılma<br />
potansiyeli nedeniyle<br />
toplum sağlığını tehdit<br />
edebilir, salgınlar şeklinde<br />
görülebilir. Grip soğuk algınlığı<br />
ile karıştırılmamalıdır. Her iki<br />
hastalıkta da burun tıkanıklığı ve<br />
burun akıntısı varken; grip kas<br />
ve eklem ağrıları ve yüksek<br />
ateşle birlikte daha ağır<br />
bir hastalık<br />
durumudur.”
“Grip hastalarına yakın<br />
temastan uzak<br />
durulmalıdır. Tokalaşmak,<br />
öpüşmek ve kucaklaşmak<br />
hastalığın yayılmasını<br />
kolaylaştırır.<br />
Bulunduğumuz<br />
ortamların<br />
havalandırılması, temiz<br />
tutulması büyük önem<br />
arz etmektedir.<br />
Zorunluluk yoksa<br />
hastalığın yaygın olduğu<br />
dönemlerde kalabalık<br />
ortamlardan uzak<br />
durulması bizi hastalıktan<br />
koruyan bir durumdur.”<br />
Özellikle kış aylarında ve<br />
havaların soğuduğu<br />
kışa geçiş dönemlerinde<br />
daha çok karşılaşılan,<br />
nedeni virüsler<br />
olan bir hastalıktır. Özellikle havaların<br />
soğuduğu dönemlerde görülmesinin<br />
sebebi kalabalık ve kapalı<br />
ortamlarda daha çok kalınma<br />
zorunluluğuna bağlıdır. Bağışıklık<br />
sistemi zayıflamış kişiler gribal enfeksiyonlar<br />
açısından risk altındadır;<br />
özellikle kronik hastalığı olanlar;<br />
kanser, böbrek ve şeker hastalığı<br />
olanlar daha kolay grip hastalığına<br />
yakalanır ve bu hasta<br />
gruplarında hastalık daha ağır seyirli<br />
olur. Grip çok hızlı yayılma potansiyeli<br />
nedeniyle toplum sağlığını<br />
tehdit edebilir, salgınlar şeklinde<br />
görülebilir. Grip soğuk algınlığı ile<br />
karıştırılmamalıdır. Her iki hastalıkta<br />
da burun tıkanıklığı ve burun<br />
akıntısı varken; grip kas ve eklem<br />
ağrıları ve yüksek ateşle birlikte<br />
daha ağır bir hastalık durumudur.<br />
Grip hastasına yaklaşımda en<br />
önemli hususlardan biri bulaştırıcılığın<br />
önüne geçmektir. Bağışıklık<br />
sistemini güçlü hâlde tutmaya<br />
çalışmak; özellikle yeterli ve dengeli<br />
beslenme, düzenli yaşam tarzı,<br />
dinlenme ve yeterli uyku çok<br />
önemlidir. Grip hastalığı tedavi<br />
edilirken temel mantık, hastanın şikâyetlerini<br />
rahatlatmak şeklindedir;<br />
asıl hedeflenen nokta hastanın<br />
vücudunun desteklenerek hastalıkla<br />
mücadele gücünün artırılmasıdır.<br />
Ancak kalp ve akciğer sorunları<br />
olan ya da bağışıklık sisteminin<br />
yetersiz olduğu hastalar<br />
daha titiz ele alınmalı ve tedavi<br />
edilmelidir. Burada burun açıcı<br />
spreylerin uzun süre kullanılmaması<br />
gerektiğini belirtmekte fayda<br />
görüyorum. Gribal enfeksiyon başta<br />
da bahsettiğimiz gibi virüslere<br />
bağlı geliştiği için antibiyotik kullanımı<br />
yersizdir ve hastalığın daha<br />
da alevli geçmesine yol açabilir.<br />
Gereksiz antibiyotik kullanımı antibiyotik<br />
direnci dediğimiz bir duruma<br />
yol açar ki gerçekten ihtiyacımız<br />
olan durumlarda antibiyotiklerin<br />
etkisiz kalması ile sonuçlanır.<br />
Antibiyotik kullanımı bu hastalığın<br />
komplikasyonları ve üzerine<br />
bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların<br />
eklenmesi durumunda<br />
doktor tarafından takdir<br />
edilerek uygulanacak bir tedavidir.<br />
Gribal enfeksiyonların komplikasyonu<br />
olarak zatürre; bademcik iltihabı,<br />
sinüzit ve kulak iltihabı vs.<br />
olabilir. Bu nedenle risk grubunda<br />
olan ya da şikâyetleri beklenenden<br />
uzun sürenler doktora başvurmalıdır.<br />
Grip aşısı herkese önereceğimiz bir<br />
aşı değildir; özellikle risk grubunda<br />
kabul edilen kronik hastalığı<br />
olan, bağışıklık sistemi baskılanmış<br />
ve grip olduğu takdirde ağır seyredeceğini<br />
öngördüğümüz hastalara<br />
önerebiliriz. Grip nedeni olan<br />
virüslerdeki yıllık değişimler nedeniyle<br />
aşılar da değişkenlik göstermektedir<br />
ve aşılar üretilirken bir<br />
yıl öncesindeki veriler ışığında<br />
üretilir.<br />
Grip hastalarına yakın temastan<br />
uzak durulmalıdır. Tokalaşmak,<br />
öpüşmek ve kucaklaşmak hastalığın<br />
yayılmasını kolaylaştırır. Bulunduğumuz<br />
ortamların havalandırılması,<br />
temiz tutulması büyük<br />
önem arz etmektedir. Zorunluluk<br />
yoksa hastalığın yaygın olduğu<br />
dönemlerde kalabalık ortamlardan<br />
uzak durulması bizi hastalıktan<br />
koruyan bir durumdur. Hasta<br />
olan kişilerin diğer sağlıklı bireylere<br />
karşı sorumlu davranması, aksırdığında<br />
ya da hapşırdığında bir<br />
mendille ağzını kapatması çok<br />
önemlidir; mendil bulamazsa koluyla,<br />
elinin dışıyla kapatmalıdır.<br />
Mümkünse maske takması daha<br />
da yararlı olur.<br />
Gribal enfeksiyonlara yakalanmamak<br />
için koruyucu önlemler büyük<br />
önem taşımaktadır. Sonuç olarak;<br />
kalabalık ortamlardan mümkün<br />
olduğunca uzak durmayı, bulunduğumuz<br />
ortamları havalandırmayı,<br />
mevsime uygun giyinmeyi<br />
ve düzenli yaşama dikkat etmeyi<br />
tavsiye edebiliriz.
kırkambar<br />
48<br />
KISSADAN<br />
HİSSE<br />
Darı Ekmek!<br />
Bir hükümdar askerleriyle<br />
bir gezintiye çıkar. Çok<br />
yaşlı bir adamın tarlasına<br />
fidan dikmekle meşgul<br />
olduğunu görür. İhtiyara<br />
seslenir:<br />
-Baba, sen ne diye fidan dikmeye<br />
uğraşıyorsun? Diktiğin fidanların<br />
meyvesinden yiyemeyebilirsin.<br />
İhtiyar:<br />
-Evlat! Bu diktiğim fidanların<br />
meyvesini bizim yememiz<br />
şart değil.<br />
Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği<br />
fidanların meyvesinden yediysek,<br />
bizim diktiğimiz fidanların meyvesini<br />
de bizden sonrakiler yiyebilir.<br />
Aldığı cevaptan hoşnut olan hükümdar,<br />
ihtiyara bir kese altın verilmesini<br />
emreder.<br />
İhtiyar bu ihsanı karşılıksız bırakmaz<br />
ve şöyle der:<br />
-Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz<br />
fidanlar şimdiden meyve verdi.<br />
Bu cevap da hükümdarın hoşuna<br />
gider, bir kese daha altın verilmesini<br />
emreder.<br />
Yaşlı köylü sıradan biri değil, çarıklı<br />
erkânı harp diye nitelenen kişilerden<br />
biriydi.<br />
-Evlat, herkesin diktiği fidan yılda<br />
bir defa meyve verir; bizim diktiğimiz<br />
fidan yılda iki defa meyve verdi.<br />
Bu cevap karşısında hükümdar bir<br />
kese daha altın verilmesini söyler.<br />
Bu defa vezir araya girer ve hükümdarı<br />
uyarır:<br />
-Aman hükümdarım! Bir an önce<br />
buradan gidelim. İhtiyar bu gidişle<br />
tarlasına fidan dikmek yerine,<br />
devletin hazinesine darı ekecek.<br />
RAPTİYE<br />
Neye yaklaşsam sonu uzaklık ve kırgınlık,<br />
Anla ki yok Allah'tan başkasıyla yakınlık.<br />
Necip Fazıl Kısakürek<br />
DUA<br />
“Biz nefislerimizin ve (Allah’ın rahmetinden)<br />
uzaklaştırılmış olan şeytanın şerrinden,<br />
onun bizi şirke düşürmesinden, kendimize<br />
ve herhangi bir Müslüman’a kötülük yapmaktan<br />
sana sığınırız.”<br />
Tirmizi, Deavât, 14,<br />
TADIMLIK<br />
Amentü Billahi<br />
Zerreler akıyorken, zamanın yalağında<br />
Bir sır var, bu âlemde; zerrelerce bir sır var!<br />
Hayattan kelebekler uçar, ölüm bağında<br />
Bir sır var bu kalemde, çizgilerce bir sır var!<br />
Ahmet Tevfik Ozan
“Birbirinizle ilgiyi kesmeyin, birbirinize sırt<br />
çevirmeyin, birbirinize kin beslemeyin, birbirinize<br />
haset etmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.”<br />
Tirmizi, Birr ve Sıla, 24.
Göründü hilal-i mâh-ı Muharrem<br />
Âdem ağlar Havva ağlar Şit ağlar<br />
N’oldu Kerbela’da zât-ı mükerrem<br />
İdris ağlar Salih ağlar Nuh ağlar<br />
Habib-i Kibriya kurret-i aynî<br />
Nice gülgün etdin o gül-cebîni<br />
Nasıl elvân etdin vech-i Hüseyn’i<br />
Halil ağlar gülzar ağlar nar ağlar<br />
Sahra-yı Kerbela kan gülistanı<br />
Bozuldu risalet bağu bostanı<br />
Ehl-i beytin soldu baharistanı<br />
Ahmed ağlar Mahmud ağlar Hızır ağlar<br />
...<br />
Alvarlı Efe Muhammed Lutfi