You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Darağacında olsak da son sözümüz FENERBAHÇE<br />
İçmeden<br />
Yazamıyorum<br />
GENÇLİK DERGİSİ<br />
Pelin Batu:<br />
Tek Bir<br />
Meslekle<br />
Ömür Geçmez<br />
2012 • SAYI: 4<br />
Eğlenmeyi Nasıl Bilirdiniz?<br />
İnstagram<br />
Fotoğrafçılığı
Merhaba,<br />
Uzun bir aradan sonra “eğlenceli” bir GencizBiz sayısı ile daha birlikteyiz. Yaz döneminin<br />
araya girmesiyle uzak kaldığınız GencizBiz renkli bir geri dönüşle selamlıyor gençleri.<br />
Yoğun bir çalışma, eğitim öğretim döneminin ardından gelen yaz mevsimi hepimiz<br />
için dinlenme, eğlence, seyahat mevsimi olarak hayatımızda yer ediyor. Özellikle tatil<br />
anlayışımız tamamen “eğlence”” odaklı…<br />
İş hayatı ve okul dışında kalan vaktimizi ise “biraz kafa dağıtmak” için eğlenerek geçiriyoruz.<br />
Peki nedir bu eğlenmek? Nitelikli eğlence diye bir şey var mıdır? Eğlenirken aynı<br />
zamanda öğrenmek zorunda mıyız? Gençler ve yetişkinler arasındaki eğlence anlayışlarının<br />
birbirinden farkı ne? İnsan ne yapınca eğlenir, eğlenme klişeleri nelerdir? Bunun<br />
gibi sorular çoğaltılabilir elbet.<br />
İşte bu sayıda “Yar Bana Bir Eğlence” dosyasıyla eğlence anlayışımız üzerine yoğunlaştık.<br />
Ve dosyamız, röportajlarımızla zihinlerde ne var ne yok yokladık.<br />
Dosyayı ele alan Gülizar Sönmez, “Eğlenmeyi Nasıl Bilirdin” diye soruyor bize. Üstün<br />
Dökmen ve Melek Arslanbenzer’in uzman görüşleriyle tamamlanan dosyada modern eğlenme<br />
biçimiyle geçmişin bir diyalektiği yapılıyor.<br />
Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise “Gürültülü Müzik Eğlenememenin Çığlığıdır” başlıklı yazısında<br />
küçük şeylerden mutlu olmakla insanın eğlenmeyi öğrenebileceği vurgusunu yapıyor.<br />
Eğlence dosyasının yanısıra Pelin Batu ile yaptığımız röportajı zevkle okuyacağınızı<br />
düşünüyoruz. Sosyal medya köşemizde ise bu sayıda tadına doyulmaz bir konuyu, twitter<br />
“journalist ve photographer”lerini inceliyor. Özellikle sosyal medya ile yaygınlaşan<br />
fotoğrafçılık ve vatandaş gazeteciliği, ve sosyal medya kullanıcılarının bu sıfatlar üzerinden<br />
kendilerini konumlandırmaları M. Zübeyir Koçulu’nun kaleminden okuyucuyla<br />
buluşuyor.<br />
Serbest Kürsü köşemizin konuğu ise uzun zamandır köşesine çekilen ve Meksika Sınırı<br />
programıyla yeniden ekranlara dönen İs<strong>mail</strong> Kılıçarslan… Kılıçarslan’la hem yeni programını<br />
hem de gençlerle ilgili gözlemlerini, eğlenceyi konuştuk.<br />
Eğlenceli bir eğlence dosyası okumanız bu sayının keyfini çıkarmanız dileğiyle…<br />
İsmihan ŞİMŞEK<br />
İmtİyaz Sahİbİ<br />
Mustafa Kara<br />
yayın Danışmanı<br />
Hasan Ekmen<br />
yayın yönetmenİ<br />
İsmihan Şimşek<br />
yayın Kurulu<br />
Ayşe Şahinboy Doğan<br />
M. Zübeyir Koçulu<br />
Gülizar Sönmez<br />
Ersin Çelik<br />
Halit Ömer Camcı<br />
muhabİrler<br />
Ayşegül Duman<br />
Pınar Hilal Balta<br />
Bünyamin Uzuncan<br />
GrafİK&taSarım<br />
Origami Reklam<br />
0544 792 91 93<br />
aDreS<br />
Burhaniye Mah. Genç<br />
Osman Sk. No:13<br />
P.K. 34676 Üsküdar /<br />
İstanbul<br />
telefon<br />
0216 557 71 98<br />
maıl<br />
gencizbiz@gencizbiz.biz<br />
baSKı<br />
Dergah Ofset<br />
0212 489 33 33
18<br />
Eğlenmeyi<br />
Nasıl<br />
Bilirdin?<br />
2 SAYI 4<br />
4<br />
Pelin Batu:<br />
Tek Bir Meslekle<br />
Ömür Geçmez<br />
Çok iyi hocalarımız vardı<br />
ama öğrencilerin çoğu<br />
oturup not tutmaya<br />
alışmışlar. Yani gidip de<br />
bir şeyi sorgulamak, bu<br />
kaynakta sorun olabilir mi<br />
diye ya da aynı dönemde<br />
yazmış kişileri sorgulama<br />
gibi bir güdüleri yoktu.<br />
içindekiler<br />
30<br />
İs<strong>mail</strong> Kılıçarslan:<br />
Yavaşlayın!<br />
Televizyon beni kendi<br />
realitemden, kendi<br />
gerçekliğimden,<br />
kendi inançlarımdan<br />
uzaklaştırmaya başladı.<br />
Bende televizyondan<br />
uzaklaşmayı tercih<br />
ettim.<br />
22<br />
Anne Ben<br />
Profesyonel Oldum<br />
Modern algı kolaycılığı<br />
kodluyor zihinlere. Hep<br />
daha kolaya, daha pratiğe<br />
sürüklenirken, kaliteli ve<br />
kalıcı işler yapmak sönük<br />
bir hedef olarak kalıyor.<br />
Çıraklık veya amatörlük<br />
gençler için mahcubiyet<br />
meselesi.
8<br />
10<br />
12<br />
14<br />
24<br />
26<br />
Gençler, Eğlenin Ama<br />
Eylenmeyin!<br />
O kadar fazla imkâna ve seçeneğe<br />
sahipsiniz ki, neredeyse yüz yüze<br />
iletişim kuracak, sohbet edecek,<br />
dostluk, arkadaşlık kuracak<br />
vaktinizin kalmadığını yakinen<br />
tanıdığım genç kardeşlerimin<br />
hayatında görüyor ve biliyorum.<br />
Gürültülü Müzik<br />
Eğlenememenin Çığlığıdır<br />
Pamuk Prenses'in<br />
Adaleti<br />
Amerika’nın postmodern<br />
uyarlaması “Pamuk<br />
Prenses ve Avcı” masalın<br />
değişmez argümanlarına<br />
bağlı kalarak ancak<br />
muhtevası fantastik film<br />
formatına dönüştürülerek<br />
tekrar seyir halini almış.<br />
Bebelere Balon<br />
Entellere Oyuncak<br />
İnstagram<br />
Fotoğrafçılığı<br />
Yeni nesil<br />
fotoğrafçılık...<br />
Avrupa'da Eğitimin Gözdesi: VİYANA<br />
Darağacında Olsak da<br />
SON SÖZÜMÜZ FENERBAHÇE<br />
34<br />
36<br />
38<br />
40<br />
44<br />
46<br />
48<br />
50<br />
Yılın Bu Mevsiminde:<br />
İGUANALAR<br />
3 Kuruşa Öğrence Sefası<br />
KISA FİLM<br />
Bir Göçmen Hikayesi<br />
TEZAT TV<br />
İçmeden Yazamıyorum<br />
BİLİŞİM<br />
GENÇLİK AJANDASI<br />
SAYI 4<br />
3
AKTÜEL<br />
4 SAYI 4<br />
GÜLİZAR SÖNMEZ<br />
Bakma Sağına Soluna,<br />
Sana Soruyorum;<br />
Eğlenmeyi<br />
Nasıl Bilirdin?<br />
Yağ satar, bal satardık. Hızımızı alamaz döner döner<br />
dönerdik... Yorulmaz üstüne bir de köşe kapmaca yarışına<br />
girer, ilk mızıkçıdan sonra onu oyundan atmak<br />
yerine başka bir heyecana geçerdik. Mahallenin en afilisi<br />
olma şansını sadece elindeki renkli topa bağlı olan çocuğa<br />
oyunun en kıdemlisi olmayı teklif ederek yakar topla<br />
renk toplardık. Her sokağın bir köşesinde tebeşirlerle yere<br />
kazınmış seksek çizgileri bulunur, akşamlar saklambaç için<br />
üzerimize çekilen lacivert bir perde olurdu. Aklımızdan<br />
bile geçmezdi gece yataklarımıza yattığımızda ne kadar<br />
eğlendiğimizi düşünmek yorgunluktan.
Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda<br />
daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının<br />
biraz daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini<br />
başka mahalleden kurtarma heyecanı vardı ya da<br />
başka mahallenin güzeline gönül verme... Bisiklet<br />
turları başlardı uzun uzun... Ve illa kahvede<br />
oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük<br />
adamlar olduk” keyfi...<br />
BİZ BÜYÜDÜK VE GERİDE KALDI SEKSEK<br />
SEKEREKTEN...<br />
Sonra büyüdük. Büyümekle geride kaldı tüm bu çocuk<br />
oyunları. Biz artık bir çınarın altında yaşıtlarımızla, biraz<br />
kısık sesle konuşulacak önemli konuların en jantili lafını<br />
eden kişisi olduk. Sinemaya gitmek olurdu genç olmak, dışarıda<br />
daha fazla kalabilmek, mahallenin sınırlarının biraz<br />
daha genişlemesi olurdu... İlla birilerini başka mahalleden<br />
kurtarma heyecanı vardı ya da başka mahallenin güzeline<br />
gönül verme... Ve illa bisiklet turları başlardı uzun uzun...<br />
Ve illa kahvede oturup “iki çay” demenin verdiği “ne büyük<br />
adamlar olduk” keyfi...<br />
“HEY GİDİ GEÇMİŞ GÜNLER” İÇ GEÇİRMESİ<br />
DEğİL MESELE<br />
“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” düsturu ile aktı<br />
zaman yeni her şey yeniledi zevklerimizi. Her dönemin<br />
kendi iyisi vardır, buna binaen kötü olmadı değişen. Çok<br />
mutlu idik bugün mutsuzuz değil mesele... “Hey gidi geçmiş<br />
günler” iç geçirmesi de değil.<br />
Kitaplar, dergiler, diziler, sokaktan geçen amcalar, okul<br />
gezileri hep bir şeyler olurdu, eğlenmek ve genç olmak<br />
için. Sonra yetmemeye başladı her şey... Sahip olduklarımız<br />
sahip olmak isteyeceğimiz başka bir şey için adım<br />
olmaya başladı.<br />
Aliya İzzetbogoviç, Doğu-Batı Arasında İslam kitabında,<br />
tüketen ve değişen insanın çıkmazını “durmadan yeni yeni<br />
ihtiyaçlar yaratmak, fuzuli şeylere ihtiyaç duyurmak suretiyle<br />
uygarlık insan ve tabiat arasındaki madde alışverişini<br />
yoğunlaştırmaya çalışmaktadır. Elde etmek için üretmek,<br />
israf etmek için elde etmek...“bu şekilde anlatıyor. Devamlı<br />
değişen devamlı ihtiyaç haline gelen yaşam şekilleri,<br />
ihtiyaçlar, sözler... Ve hepsi sahip olmakla bizi mutluluğa<br />
yaklaştıracak inancı.<br />
Mesele; bugün “paraşütle atlarken mi eğlenmiş oluyoruz,<br />
Facebook’ta yazdığımız uzun cümledeki beğeni sayısı ile<br />
mi?”<br />
SAYI 4<br />
5
AKTÜEL<br />
MESELE, “NE YAPINcA EğLENİR Kİ İNSAN?”<br />
MESELESİ<br />
Mesele, “Ne yapınca eğlenir ki insan?” meselesi... Kulakları<br />
sağır edecek bir müzikle bütün gece tepinmekten<br />
biriyle dalga geçmeye, kedilerin kuyruğuna teneke bağlamaktan<br />
komik bir film seyretmeye kadar herkes için 50 bin<br />
çeşit anlama gelebilecek eylem sıralayabiliriz “eğlenmeyi”<br />
anlatmak için. Ya da birçok kişi çocukluk der; tenekeleri<br />
akledenin eğlenme şekline.<br />
Eğlenmek hiçbir tanım karşısında tam karşılık bulamıyor<br />
nedense. Belki de bir kaç şeyin bir araya gelmesinden de<br />
oluşabilir; Adrenalin, sevgi, başarı, muhabbet, ego tatmini...<br />
“Zamanın nasıl geçtiğini anlamamak” yeterli bir ölçüt müdür<br />
eğlendim diye bilmek için?<br />
Önceden planlanarak yapılabilecek bir şey değildir belki<br />
de eğlenmek. Hatta ne kadar planlı programlı olsa o kadar<br />
aksaklık yaşanır, “güzel olması” isteği hep “daha mükemmeli<br />
vardır” düşüncesini getirir beraberinde.<br />
Eğlenmek, bir kaç insan görmek, bir şeyler yemek, içmek<br />
midir ya da satranç tahtası başında veziri sağa mı sola mı<br />
oynatacağını dakikalarca uzun bakışlar eşliğinde düşünmek<br />
midir? Bir yere gitmek ile eğlenmek eş anlamlı mı?<br />
6 SAYI 4<br />
Genç; doğal davranan, iç kaynaklarıyla (yetenek,<br />
ilgi alanları) dış kaynakları, dünyadaki<br />
olanakları eşleştirebilen kişidir. Her yaşta genç<br />
olunur.<br />
Çağ değişmiştir, yeni eğlence tarzları ortaya<br />
çıkmıştır.300 sene önce sörf yapmak ya da paraşütle<br />
atlamak hayal bile edilemiyordu ancak<br />
bugün eğlence için yaygın olarak yapılıyor. Her<br />
çağ yeni eğlenceler getirmiştir.<br />
Bu değişikliklere rağmen bir araya gelmek, birlikte<br />
yiyip içmek gibi klasik eğlenceler asla bitmez.<br />
Ancak yenileri bunlara eklenir.<br />
HER YAŞTA GENÇ OLUNUR<br />
ÜSTÜN DÖKMEN (AKADEMİSYEN - PSİKOLOG)<br />
Sosyal Paylaşımla Eğlenmeye Duyguların<br />
Karşı Ama...<br />
Sosyal medya üzerinden bir şeyler paylaşılarak<br />
ya da oradan görüşerek eğlenmeye, vakit geçirmeye<br />
duygularım karşı ancak aklım doğru<br />
olduğunu söylüyor. Çünkü medeniyet geliştikçe<br />
yeni eğlence türleri ortaya çıkacaktır. Her çağ<br />
kendi eğlencesini de getirir.<br />
Teknolojik gelişmelere ve onun getirdiği eğlence<br />
türlerine uyum sağlayanlar (teslim olan değil,<br />
uyum sağlayan) yarına kalacaktır.
Veya bir yerlere giderek kendilerini eğlenmeye mi şartlandırıyor,<br />
insanlar? Yoksa bize dayatılmış eğlence anlayışının<br />
bir ürünü mü tüm yaptıklarımız? Eğlence anlayışı çok<br />
sığ kalıplar içerisinde mi?<br />
İsmet Özel, “Modern zamanlar, insanların değil, kalabalıkların<br />
mutluluğunu düşünür' der. Eğlenmiş ve eğlenerek<br />
mutlu olmak başkalarının mutlu olması ile doğrudan irtibatlı<br />
bağımlı hale mi girdi?<br />
..LAR... LAR... LAR... EğLENcE DİYE BİR ŞEY VAR<br />
Modern zaman insanı şimdilerde “aynı”lığa karşı çıkarak,<br />
modernizmin yarattığı tüm söylemleri sorgulama, yıkma<br />
ve yeniden inşa etme peşinde. Post modernizm, modern<br />
insanın çalkantılarına ve çelişkilerine dair yeni bir sığınma<br />
alanı yaratı. Bu alanda eleştirme, karşı çıkma, farklı olma,<br />
alabildiğine serbestlik, özgürlük...<br />
Hep bir ağızdan şarkı söylemeler, bir masanın başında ellerde<br />
telefon muhabbet etmek yerine twitleşmeler birbirine<br />
twitler göstererek kahkahalar atmalar, sinemada haşarı<br />
çocuk olduğunu kanıtlamak “bak aman da ne özgüven<br />
sahibiyim” deyu mısır atmacalar, kim ne diyor rahatsız<br />
oluyor diye düşünmeden şakalaşmalar, bir masa etrafında<br />
en sıkıcı konulardan dünyayı kurtarmalar, sigara üstüne<br />
sigara yakmalar, en manzaralı bir sandalye kapıp bol bol<br />
uzaklara bakmalar, kitap üstüne kitap bitirmeler, pc başında<br />
chat yapmalar... lar... lar... lar ... Eğlence diye bir<br />
şey var mı? Eğlence denilen şey aslında kültürle bütünleş-<br />
EğLENMENİN VE GENÇ OLMANIN BENcİLcE BİR TARAFI VARDIR<br />
MELEK ARSLANBENZER (PSİKOLOG-PSİKODrAMATİST-YAZAr)<br />
Eğlenmek ve genç olmak iç içe kavramlar olarak<br />
anılırlar genellikle. Eğlenmek hareketle de<br />
iç içedir ve kendine yönelik bir eylemdir. Eğlenmenin<br />
ve genç olmanın bencilce bir tarafı<br />
da vardır çoğu zaman. Bunu olumsuz manada<br />
kullanmıyorum. “Ahlaksızlık boyutuna ulaşıp<br />
başkalarına zarar vermediği sürece insanların<br />
bencil olmaya ve sadece kendilerini eğleyecek<br />
şeyler yapmaya da hakları vardır” diye düşünüyorum.<br />
Eğlenmenin Sınırları Nettir...<br />
Eğlenmenin şekline şemaline gelince; bu toplumdan<br />
topluma ve zamana göre farklılık gösteren<br />
bir şey. Bu dönemin gençlerinin çokça takip<br />
ettiği ve ilgilendiği şeyler bundan 10 sene<br />
önce belki de kimsenin ilgilisini çekecek şeyler<br />
değildi. 10 yıl önce insanları eğlendiren şeyler<br />
tiğinde anlamını bulmuyor mu? Mesela sinemaya gitmek<br />
eğlence mi kültür mü?<br />
ÇALIŞINcA EğLENMİŞ OLUNAMIYOR MU?<br />
Boş geçirilen zaman mı eğlenmek, çalışarak eğlenilmez mi<br />
örneğin.<br />
Eğlenmek denilince hep akla “boş geçirilen zaman” gelir.<br />
‘Çalışmayı işkence, dinlenmeyi eğlence ile özdeşleştiren<br />
tuhaf bir geleneğimiz var. Hâlbuki tam tersi, kederli insanı<br />
avutan, sıkıntıları dağıtan ve insana yaşamı zenginleştiren<br />
hazlar veren şeyin 'çalışmaktır’ diye anlatır Peyami Sefa...<br />
BAKMA SAğINA SOLUNA, SANA DİYORUM!<br />
Evet, evet... Siz işte şimdi bu cümleyi okuyan arkadaş...<br />
Sana diyorum... Bakma sağına soluna... Tamam, o diğer<br />
masadaki eleman şen kahkahalar atıyor, evet senden daha<br />
çok arkadaşı var yanında, evet evet eğleniyor gözlerinin<br />
içi gülüyor... Ben seni soruyorum, sen de sor kendine bir<br />
defa; “eğleniyor muyum?”<br />
Demem o ki, hasılı kelam... Çalışırken, yürürken, bakarken,<br />
dinlerken, yemek yerken, kitap okurken, film izlerken,<br />
konuşurken, ibadet ederken eğlenmiyorsanız bir kez<br />
daha gözden geçirin derim içinde bulunmayı seçtiğiniz<br />
durumları. İnsan gülen varlıktır efendim. Ne güzel güler<br />
hem de. “Vay ki gençtim” demeden bir gülüverin.<br />
bugün artık çok fazla insanı gülümsetmiyor ya<br />
da eğlendirmiyor. Dolayısıyla bugün sosyal paylaşım<br />
sitelerinde insanların bir şeyler paylaşıp<br />
bunlara gülüyor ya da bunlarla eğleniyor olmalarını<br />
yadırgamıyorum.<br />
Bu dönemin eğlenme kültürü de bu. Önemli<br />
olan ahlak sınırını doğru çizebilmektir. İslam<br />
eğlenmenin sınırını net bir şekilde çiziyor aslında.<br />
Kimsenin kalbini kırmamak, incitmemek<br />
ve yalan söylememektir esas olan. İnsanların<br />
kusurlu taraflarıyla alay etmeyi ve eğlenmeyi<br />
Peygamber efendimiz lanetlemiştir. Şaka yapmak<br />
için bile olsa yalan söylememek yine çok<br />
net sınırlardan biridir. Bu sınırları koruyarak<br />
eğlenmek insanın hem ruhunu besler, hem de<br />
geçirgenliğini arttırır. Bu sınırları aşmak ya da<br />
korumak dün de mümkündü bugün de mümkün.<br />
SAYI 4<br />
7
O kadar fazla imkâna<br />
ve seçeneğe sahipsiniz<br />
ki, neredeyse yüz<br />
yüze iletişim kuracak,<br />
sohbet edecek, dostluk,<br />
arkadaşlık kuracak<br />
vaktinizin kalmadığını<br />
yakinen tanıdığım<br />
genç kardeşlerimin<br />
hayatında görüyor ve<br />
biliyorum.<br />
8 SAYI 4<br />
Mustafa Kara<br />
Anlaşılıyor ki, her<br />
zaman olduğu gibi<br />
dediğine göre, bu genç<br />
kardeşimizin hayatı<br />
hep böyle geçiyordu. Ve<br />
anlaşılıyor ki, yaşamakta<br />
olduğumuz modern<br />
zamanların eğlence<br />
anlayışı maalesef buydu.<br />
Televizyon izlemek,<br />
internette gezinmek ve<br />
alış-veriş merkezinde<br />
dolaşmak…<br />
Gençler,<br />
Eğlenin Ama<br />
Eylenmeyin!<br />
İnsan kırklı yaşlardan sonra hayatı daha bir özenli, daha bir dikkatli<br />
yaşamak istiyor.<br />
Yaş kemale erip iş yoğunluğu artınca serbest zaman azalıyor ve<br />
ister istemez daha planlı, daha seçici olma ihtiyacı hissediyor insan...<br />
Daha açık ifade edeyim; insan büyüyünce zamana hükmetmek ve her<br />
dakikasını gönlünce yaşamak istiyor. Bir yandan işle güçle uğraşıp<br />
hedeflerine ulaşmaya çalışırken, bir yandan da eğlenmek ve hayatı<br />
farkına vararak yaşamak istiyor. Ancak bu o kadar da kolay olmuyor.<br />
Hele “internet çağı” olarak addedilen günümüzde âdeta “haz” ve “hız”<br />
yarışına dönen hayatı gönlümüzce yaşamak epeyce dikkat ve gayret<br />
gerektiriyor.<br />
Eminim ki sizler böyle düşünmüyorsunuz. Gençliğin verdiği enerji ve<br />
bu çağın sizlere sunduğu imkânlar dünyasında hayatı biraz daha karmaşık<br />
yaşıyorsunuz gibi geliyor bana. Elbette her çağın kendine özgü<br />
bir yaşam biçimi var ve sizler de çağınıza göre yaşıyorsunuz.<br />
Eğlenmeden beslenmeye, giyim kuşamdan, okumaya yazmaya kadar<br />
pek çok alanda yepyeni imkânlara, farklı farklı alışkanlıklara sahipsiniz.<br />
O kadar fazla imkâna ve seçeneğe sahipsiniz ki, neredeyse yüz<br />
yüze iletişim kuracak, sohbet edecek, dostluk, arkadaşlık kuracak vaktinizin<br />
kalmadığını yakinen tanıdığım genç kardeşlerimin hayatında<br />
görüyor ve biliyorum.<br />
Bunları düşündükçe aklımdan şu sorular geçiyor: Acaba gençler hayatlarını<br />
gönüllerince yaşayabiliyor mu diyorum bazen… Bir yandan<br />
gelecek hayalleri kurarken, aynı zamanda mutlu olabiliyorlar mı? Ya<br />
da bir bakıma, “hayat bir eğlence” ise, eğleniyor, eğlenmeyi biliyorlar<br />
mı? Daha da önemlisi, eğlenirken öğreniyor; büyüdüklerinde işlerine<br />
yarayacak tecrübeler biriktiriyor, hatıralar devşiriyorlar mı diye merak<br />
ediyorum.<br />
Aslında bir miktar biliyorum. Üsküdar Gençlik Merkezi’nde, yüzlerce<br />
sosyal ve kültürel faaliyetlere katıldığınızı hatta bizzat kendinizin<br />
gerçekleştirdiğini; çoğunlukla konserlerde, gezilerde, spor salonlarında<br />
hep bir arada olduğunuzu biliyorum. Karşılaşıyor, selamlaşıyoruz.<br />
Ancak merak ettiğim başka bir şey…
Bakın, taze bir hatıramı anlatayım:<br />
Geçen ramazan bayramından sonra genç bir kardeşimle<br />
sohbet ettik.<br />
Bayramının nasıl geçtiğini sorduğumda verdiği cevaba çok<br />
şaşırdım.<br />
O genç kardeşimizin bayramı eğlencesi, vaktinin büyük<br />
çoğunluğunu internette geçirmek, biraz televizyon izlemek,<br />
bir de kendi ifadesiyle, “her zaman olduğu gibi, alışveriş<br />
merkezinde vakit geçirmek”ti.<br />
Peki, “Arkadaşlarınla bayramlaşıp, onlarla vakit geçirmeyi<br />
düşünmedin mi?” diye sordum: “İnternette sohbet ettik”<br />
dedi.<br />
Öyle anlaşılıyordu ki, ne “sevinç, mutluluk, paylaşmak<br />
vs… anlamına gelen bayramdan keyif alıyordu, ne de<br />
bayram boyunca gerçekleştirdiği etkinliklerden… İstediği<br />
gibi bir gençlik, olması gereken gibi bir hayat yaşamadığı<br />
veya yaşayamadığı açıkça anlaşılıyordu halinden.<br />
Anlaşılıyor ki, her zaman olduğu gibi dediğine göre, bu<br />
genç kardeşimizin hayatı hep böyle geçiyordu. Ve anlaşılıyor<br />
ki, yaşamakta olduğumuz modern zamanların eğlence<br />
anlayışı maalesef buydu. Televizyon izlemek, internette<br />
gezinmek ve alış-veriş merkezinde dolaşmak…<br />
Evet, bunlar çağımızın imkânları ve sizlere sundukları…<br />
Ancak, özellikle bir bayram gününde bile, sizleri birbirinizden<br />
bu denli uzaklaştıracak kadar oyalaması normal<br />
mi? Bu bir hayat tarzı, eğlenme biçimi olmaktan ziyade<br />
bir bağımlılık durumu değil mi?<br />
SOSYAL MEDYA FAYDALIDIR, FAKAT…<br />
Elbette, yerinde ve zamanında çağın imkânlarından yararlanacağız.<br />
Tabi ki, teknoloji hayatımızı kolaylaştıracak.<br />
Bizlere bir şeyler öğretecek, geleceğimize ışık tutacak<br />
TV programları da izleyeceğiz; internet ortamında, paralel<br />
yeni dünyada neler olup bitiyor ondan da haberdar<br />
olacağız. Normal hayatımızda ulaşamayacağımız şeylere<br />
Facebook’tan, Youtube’dan ulaşacak ve arkadaşlarımızla<br />
paylaşacağız. Biliyorsunuz, ben de bu yeni dünyaya yabancı<br />
değilim. Hatta yapılan değerlendirmelerde sosyal<br />
medyayı en sık kullanan siyasetçilerden de birisiyim. Zaman<br />
zaman bu sanal mecralar üzerinden görüştüğümüz de<br />
oluyor.<br />
Ancak sevgili gençler;<br />
Bu mecralar bizleri sosyal ortamımızdan, ailemizden, arkadaşlarımızdan<br />
koparmamalı, koparamamalı… Birbirimizle<br />
iletişimimizi koparacak kadar, özellikle sevinçlerimizi,<br />
mutluluğumuzu; derdimizi, kederimizi… Kısaca her şeyimizi<br />
paylaştığımız ailelerimizle bağımızı koparacak kadar<br />
bize yakın olmamalı, vaktimizi almamalı diye düşünüyorum.<br />
Tabi sizlere internet kullanma kılavuzu sunacak değilim<br />
sizlere. Sizler teknolojiyi benden daha iyi biliyorsunuz.<br />
Ancak bir ağabeyiniz olarak, hayat hakkında sizlere birkaç<br />
tavsiyede bulunmayı bir borç biliyorum.<br />
BİR HİKâYENİZ OLSUN<br />
Hayat öğrenmek, öğretmek; çalışmak, mücadele etmek,<br />
başarmak ve mutlu olmak üzerine kuruludur. Her insanın<br />
farklı yetenekleri, ilgi alanları var. Hayatınıza değer katacak,<br />
serbest zamanlarınızı anlamlandıracak uğraşlarınız<br />
olmalı… Bir şeyler yapmalısınız ki, hem kendinizi geliştirebilin,<br />
hem de arkadaşlarınızla, dostlarınızla ve diğer insanlarla<br />
bir araya geldiğinizde paylaşacak bir meziyetiniz,<br />
anlatacak bir hikâyeniz olabilsin. Hele hele muhakkak bir<br />
enstrümanınız olsun. ruhunuzu dinlendirecek, stresinizi<br />
alacak güzel bir sanat dalıyla ilgilenin ve uzman oluncaya<br />
kadar da üzerinde çalışın.<br />
Sanat dalı demişken, hani bir türkümüz var;<br />
“Geçti dost kervanı, eyleme beni” der ya; adımlarınızı bilinçli<br />
atmaz ve vaktinizi iyi değerlendirmezseniz, dost kervanı<br />
da, gençliğiniz de geçer gider.<br />
O halde “gün bugündür” deyin. İleride bir gün geriye dönüp<br />
baktığınızda, gülümseyebileceğiniz bir şekilde yaşayın.<br />
Eğlenin ama eylenmeyin!<br />
SAYI 4<br />
9
AKTÜEL<br />
Prof. Dr. Nevzat Tarhan<br />
Psikiyatrist<br />
Gürültülü Müzik<br />
Eğlenememenin<br />
Çığlığıdır<br />
Eğlence bir ihtiyaçtır. İnsanın 24 saatinin -uyku hariç-<br />
%20’sinden fazla eğlence kişinin psikolojik doğasına<br />
aykırıdır. Bir insan için günün %20’sinde eğlenmesi,<br />
eğlence doygusu için yeterlidir. Kişilerin eğlenmek dışında<br />
başka sorumlulukları da vardır. Gençlere sorumluluk ve<br />
özgürlük dengesinin öğretilmesi lazım. Bilgisayar karşısında<br />
özgür, istediği gibi oynuyor. Böyle gençlere “özgürsün<br />
ama hakların ve sorumluluğun var” şeklinde bir eğlence<br />
algısı öğretilmesi lazım. Özgürlük ve sorumluluk sınırını<br />
öğrettiğimiz zaman, eğlenmenin de sınırını öğretmiş<br />
oluruz.<br />
MUTLULUğU BELLİ ŞARTLARA BAğLI OLMADAN<br />
MUTLU OLMAYI BEcEREBİLMELİ İNSAN<br />
Eğlence de sınır önemli. Nasıl bir ilacı ilaç yapan dozudur.<br />
En ufak bir ilaç dozu aşınca zehir oluyor, eğlence de<br />
böyledir. Bunun gibi eğlencenin de dozu arttığı zaman<br />
zararlı oluyor, hiç olmuyorsa bile kişiyi mutsuz ediyor.<br />
Eğlence duygu paylaşımı olmalı. Kişinin mutluluğunun<br />
sadece “belli şartlar olursa mutlu olur”a bağlanması düşüncesi<br />
yerine kişi belli şartlar olmadan kendi kendine de<br />
mutlu olup eğlenebilmeli, bunu yapmayı öğrenebilmeli.<br />
Kişi sıradan şeylerden zevk almayı, küçük şeylerle mutlu<br />
10 SAYI 4<br />
Kişi sıradan şeylerden zevk almayı,<br />
küçük şeylerle mutlu olmayı<br />
öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek<br />
yerine kendini değiştirmeyi<br />
öğrenebilirse işte o zaman<br />
eğlenebilir. Sıradan şeyler bile<br />
eğlenceli olur; bir çay içmek, araba<br />
kullanmak, arkadaşı ile oturup<br />
havdan sudan konuşmak...<br />
olmayı öğrenebilirse, dünyayı değiştirmek yerine kendini<br />
değiştirmeyi öğrenebilirse işte o zaman eğlenebilir. Sıradan<br />
şeyler bile eğlenceli olur; bir çay içmek, araba kullanmak,<br />
arkadaşı ile oturup havdan sudan konuşmak... İlla<br />
gidip hızlı/gürültülü müzik ile eğlenmesi gerekmiyor. O<br />
gürültülü müzik kişinin orgazma ulaşamamasının çığlığıdır.<br />
Zevk konusunda aşırı hırslı olan, orgazmik bir zevk hedefleyen<br />
kimse normal şartlarda buna ulaşamıyor. Hedeflerini<br />
yüksek tutunca ona ulaşmak için gürültülü, yüksek<br />
müzik yöneliyor. O an gürültülü müzik narkozite ediyor<br />
ve geçici bir “mutlu gibi oluyor” ama o gürültü, çılgınlık<br />
olmadığı zaman kötü hissediyor kendini. İlk etki ile zevk<br />
alıyor ama bitince hemen geçiyor. O olmayınca devamlı<br />
eğlence ihtiyacı doğuyor, sürekli istiyor. “Hızlı yaşantım<br />
olsun da, gürültülü müzik olsun da, çılgın eğlence olsun<br />
da eğleneyim” diye bir zihinsel düşünce oluşuyor. Bu düşünce<br />
popüler kültürün hatası. Popüler kültür eğlenmeyi<br />
bunlara odaklıyor.<br />
Aslında “ideal eğlenme” kişinin küçük şeylerden mutlu olmayı,<br />
basit sıradan şeylerden zevk alabilmeyi öğrenebilmesidir.<br />
4 mevsimde çiçek açan bitkiler gibi bunları öğrenen<br />
insan da her şartta eğlenir. Böyle olunca dış etkenlere<br />
bağlı olmayan kendi iç nedenleriyle, sahip olduğu şeylerle
Gençler özgürlüklerini hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve<br />
hoyratlık var. Zaman yönetimini öğrenmelerine engel oluyor<br />
bu durum. Birileri ile konuşurken, araba kullanırken, bir<br />
muhabbet ortamında otururken elinde telefon mesaj, twit<br />
atıyor. Bunu da beceri marifet gibi görüyor.<br />
eğlenmeyi başarabilmiş oluyor. Hollywood kültürünün bize<br />
öğrettiği yüksek müzik ile eğlenmek yerine küçük şeylerle<br />
eğlenebilmeyi, mutlu olabilmeyi başarabilir, sağlıklı hale<br />
getiririz.<br />
HEM SMS/TwİT ATIP, TV İZLEYİP, AYNI ANDA<br />
İPODLA MÜZİK DİNLEYEN GENÇLER<br />
Eğlence sadece teknoloji değil bir kulağında ipod ‘la müzik<br />
dinleyen, diğer elinde telefonla sms atan, gözü de televizyona<br />
bakan bir genç profili var. Ama bu 1-2 yıl sürüp<br />
geçiyor. Yeni ilgi alanları geliştirmek gerekir böyle gençler<br />
için. İnterneti, teknolojiyi, bilgisayarı tek ilgi alanı olarak<br />
görmesini engellemek, nitelikli zaman geçirme, alternatif<br />
kültürel paylaşımlar bulunarak sanal ortamın tuzaklarından<br />
kurtulmuş olur. Teknolojiyi tek seçenek olarak sunmamak<br />
lazım. Alternatif eğlence alanları düzenlemek lazım.<br />
YENİ TEKNOLOJİNİN KÜLTÜRÜ<br />
OLUŞTURULMALI<br />
Bu yeni teknolojini kültürü oluşmadı, oluşturulması lazım.<br />
Sosyologların ve psikologların çalışmalar yaparak sonuçlar<br />
çıkarması gerekiyor. Bu gibi alanlara “kişinin hayatının ...<br />
% ne kadar saat ayırması sağlıklı, ... % ne kadar ayırırsa<br />
sosyalliğe faydalı, kişinin psikolojisini, ilişkilerini ne<br />
derece bozuyor” bunların bilimsel ölçütlerle belirlenmesi<br />
gerekiyor. Bu yapılamadığı için gençler özgürlüklerini<br />
hoyratça kullanıyorlar. Sınırsızlık ve hoyratlık var. Zaman<br />
yönetimini öğrenmelerine engel oluyor bu durum. Birileri<br />
ile konuşurken, araba kullanırken, bir muhabbet ortamında<br />
otururken elinde telefon mesaj, twit atıyor. Bunu da<br />
beceri marifet gibi görüyor.<br />
SAYI 4<br />
11
SİNEMA OKŞAN DEDE<br />
Pamuk Prenses’in<br />
ADALETİ<br />
Pamuk Prenses’in acımasız üvey anne karşısındaki mağduriyeti<br />
her jenerasyonca bilinen bir masaldır. Torundan<br />
toruna aktarılan öykü, cazibesini her dem korumuştur.<br />
Çeşitli dillerde de filme alınan masal, bir vakitler<br />
bizim ülkemizde de okunmaktan çıkıp seyirlik olmuştur.<br />
Zeynep Değirmencioğlu’nun Pamuk Prensesi oynadığı film,<br />
birçoğumuzun belleğinde hala tazedir. Lakin gelin görün<br />
ki Amerika’nın postmodern uyarlaması “Pamuk Prenses ve<br />
Avcı” masalın değişmez argümanlarına bağlı kalarak ancak<br />
muhtevası fantastik film formatına dönüştürülerek tekrar<br />
seyir halini almış.<br />
Pamuk Prenses masalın özünde de olduğu gibi billur güzelliğiyle<br />
ve masumiyetiyle seyircinin kirlenmemiş yanını<br />
alır arkasına hemen. Kötü kraliçe’nin kötülüğüne kılıf uydurulmuş,<br />
çocukken yaşadığı savaş şimdiki erkin sınırsızlığına<br />
dayanak olmuştur. En güzel kan ile yapılan büyü, ona<br />
dünya hâkimiyetinin kapılarını açmıştır. Bütün krallıkları<br />
12 SAYI 4<br />
talan etmiş, bütün kralları güzelliğiyle dize getirmiştir.<br />
Pamuk Prenses’in sadakatine karşılık, onun babasını öldürmüş<br />
ve onu da bir kuleye kapatmıştır.<br />
Daha çocukken aydınlıktan bertaraf edilen prenses, büyüdüğünde<br />
ise kraliçe için bir tehlikedir artık. Ondan daha<br />
güzeldir ve en güzel kan kraliçenin büyüsünü bozar. Kraliçe<br />
bu geçeğin gazabından kendini koruduğunu düşünerek<br />
yaşar hep çünkü ayna ona her dem ondan daha kudretli ve<br />
güzel kimse olmadığını söyler ta ki Pamuk Prenses reşit<br />
olup güzelliği kraliçenin önüne geçene kadar. Ayna ona bu<br />
kaçınılmaz gerçeği söylediği vakit başlar savaş. Kraliçe Pamuk<br />
Prenses’i öldürmek için harekete geçer. Kardeşini onu<br />
öldürmesi için kuleye gönderir ancak Pamuk Prenses cesareti<br />
ve mistik varlıkların yardımı ile kuleden kurtulur. Masalda<br />
da var olan o gizemli ormana kaçar ve yine masalda<br />
da hasıl olan durum devam eder kraliçe Pamuk Prenses’in<br />
peşine bir avcı gönderir onu bulup kalbini sökmesi için.
Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer.<br />
Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar gibi<br />
şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse<br />
Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz onları.<br />
KATİL YEDİ cÜcELER<br />
Ancak masaldan farklı olarak Pamuk Prenses’in saflığı<br />
değildir avcıyı avından vazgeçiren. Avcının bizzat kendi<br />
dirayetidir Pamuk Prenses’e dokunmaması. Bu hengâme<br />
ortasında avcı ile dost olan prenses ormandakilerin onun<br />
karşısında diz çökmesiyle avcının güvenini kazanır giderek.<br />
Yedi Cüceler filmin tam bu kısmında devreye girer.<br />
Ormandaki biçimsiz, ürkütücü ve de sakınılacak varlıklar<br />
gibi şekillendirilmişlerdir masalın tersi olarak çünkü nerdeyse<br />
Pamuk Prenses ve avcıyı öldürmek üzere iken görürüz<br />
onları.<br />
Ancak doğa’nın Pamuk Prenses karşısındaki saygı duruşuna<br />
tanık olunca onlarda prensesin safında yer almaya başlarlar.<br />
Kraliçe’nin zalimliği karşısında küsüp, kararan yeryüzü<br />
Pamuk Prenses’in merhametiyle ışığını bulacaktır. Zira<br />
Pamuk Prenses’in halkı tetikleyip, savaşmak ve kraliçenin<br />
zulmünden evreni kurtarmak için başlattığı mücadele yerini<br />
bulur. Halkın kendi iradesi ve Pamuk Prenses’in cesur<br />
kalbiyle başlayan savaş kraliçenin büyüsünün en güzel kan<br />
ile bozulmasıyla son bulur. Pamuk Prenses’in adil fikri üstün<br />
gelmiş, kraliçenin sonsuzluğunu yerle bir etmiştir.<br />
PAMUK PRENSES’İN PRENSİ AVcI MIYMIŞ?<br />
Pamuk Prenses masalının bu görsel öğelerle zenginleşen<br />
uyarlaması tabiî ki çok fazla rağbet görmüştür. Her ülke<br />
de olduğu gibi bizim ülkemizde de doldurmuştur salonları.<br />
Yeni bir okuma yapılan masal, şimdiki sinema avantajlarının<br />
desteğiyle sanıldığının aksine cezp etmiştir izleyeni.<br />
Masaldaki prensin prensesi uyandırması romantizmi yine<br />
avcının prensesi uyandırması ile ön kabulleri yıkma adına<br />
iyi sayılacak bir sahne olmuştur. Pamuk Prenses öyle ya<br />
da böyle herkesin zihninde bir yere sahiptir. En başından<br />
beri masumdur ve bu masumiyeti ona kazanç sağlamıştır.<br />
Filmde de yine bu merhametli prenses yönergesinden vazgeçilmemiştir.<br />
İyiler mutlaka kazanır söylemi yine yeniden<br />
şiar edilmiştir.<br />
SAYI 4<br />
13
YAŞAM HALİT ÖMER cAMcI<br />
BEBELERE BALON<br />
ENTELLERE OYUNCAK<br />
İNSTAGRAM FOTOĞRAFÇILIĞI<br />
YENİ MODEL FOTOğRAFÇILIK<br />
İlginç bir yüzyılda yaşıyoruz. Şu da olsa diye temennide<br />
bulunduğumuz birçok şey bazen bizim düşünme hızımızla<br />
paralel bir şekilde kucağımıza düşüyor. Geçmiş<br />
yüzyıl insanları (jule verne’i hayırla yâd ederek) aya gitmeyi,<br />
seksen günde dünyanın etrafında dönmeyi, balonla<br />
uçmayı büyük ve imkansız hayaller olarak hikayeleştirirken<br />
biz bugün dünyanın en uzak yerindeki arkadaşımızla<br />
görüntülü konuşuyor, müzik, resim, çizim, fotoğraf … ne<br />
varsa paylaşabiliyor, yorum yapabiliyor, ‘bekle ben de geliyorum’<br />
diyebiliyoruz.<br />
Facebook, Twetter, ve bissürü şey derken şimdi cep telefonlarımızla<br />
çektiğimiz fotoğrafları paylaşmak fikri üzerinden<br />
huzurlarımıza sunulan ve daha taptaze bir ‘aplikasyon’<br />
iken facebook tarafından akıl almaz paralara satın alınan<br />
instagram’la yüz yüzeyiz. Konuşmaktan çok fotoğraf çekmeyi<br />
ve bunu paylaşmayı esas alan instagram görülmeye<br />
değer tarafları ile gündemimizde. Bu aplikasyonun kullanıcıları<br />
üzerinden sağlam bir okuma yapabiliriz. Kim bu<br />
isimlerini duymadığımız ama yüz binlerce insanın takip<br />
14 SAYI 4<br />
ettiği fotoğrafçılar, bir telefonun ekranında buluşup ne<br />
yapıyorlar, daha bir kez profesyonel bir fotoğraf makinesine<br />
dokunmamışken adları fotoğraf merkezli bir hikâyenin<br />
ortasında durabiliyor, haddizatında hayat nereye gidiyor?<br />
Buyurun buradan okuyun.<br />
HAYATTAN İZLER BIRAKMAK / UMURSANMAK<br />
İnstagram fotoğrafçıları biraz durum raporlayan insanlar<br />
durumundalar. Neredeyim, ne yedim, hava bakın ne kadar<br />
güzel, yanımda kimler var, takılarımı beğendiniz mi? minvalli<br />
soruların cevaplarını içeren fotoğrafları paylaşmayı<br />
adet edinmişler. Köklü bir fotoğraf eğitimine, hayatlarını<br />
feda ederek oluşturdukları bir fotoğrafçılık kariyerine ihtiyaçları<br />
yok. Yapılması gereken sadece fena kalitede olmayan<br />
bir akıllı telefona sahip olmak ve ücretsiz bir uygulama<br />
olan instagramı telefonlarına indirmek. Sonrası kolay.<br />
Çek, ayarla, ‘haştekle’, paylaş. Bazen hiçbir kare fotoğraf<br />
paylaşmamış ama profil görüntüsüne mümkünse sahilde<br />
mayosu ile çekildiği fotoğrafı koymuş bir ‘hanımefendi’yi<br />
on binlerce kişinin takip ettiği oluyor. Takip edilen; büyük,<br />
derin bir suskunluk.
Bİ’ DE BEğENDİRMEK / BEğENMEK<br />
İnstagram’da yapılan aslında beğendiğiniz fotoğrafın üzerine<br />
geldiğinizde iki kez telefonun ekranına dokunmak.<br />
Yani on bin beğeni almış bir fotoğraf dünya yüzünde yirmi<br />
bin kez telefon ekranına dokunulduğunun da belgesi oluyor.<br />
İçerik, dünya kültürel mirasına iz bırakmak, entelektüel<br />
birikim hep bir köşede mahsun, mükedder, unutulmuş<br />
duruveriyor.<br />
Ne bir sergi dolaşmak, ne bir kare fotoğraf baskısı, ne<br />
bültenler, ne söyleşiler. Bir telefon ekranında milyonlarca<br />
insanın dolaştığı ve her ne istiyorsa onu gördüğü büyük,<br />
devasa bir galeri. Galerinin odacıklarını dolaşmaya başladığınızda<br />
saatler geçirmiş ve kayda değer hiçbir şey görememiş<br />
olma ihtimaliniz çok yüksek.<br />
GENÇ KULLANIcILARIN ALIŞKANLIKLARI<br />
İnstagramın istetistik olarak yaş ortalamasını bilmemekle<br />
birlikte biraz hemhal olunca tahmin edilen durum şu:<br />
genel itibari ile 16-24 yaş arası kadın kullanıcıların ter-<br />
cihinin yoğunluğu fark ediliyor. Bu profilde insanların da<br />
çekip paylaştıkları görseller (fotoğraf diyemiyorum) şöyle:<br />
Modacılar: Bazen bir etek, bir bluz, oje, çanta, ayakkabı,<br />
kola-parmağa-boyna takılan bir aksesuar, bazen de bir<br />
model olarak kendi üzerindeki kıyafetler ve takılarla çekilmiş,<br />
paylaşılmış görüntüler.<br />
Sevimli canlı’cılar: Kedi köpek, çiçek- böcek foto-instagramcıları.<br />
Bu model kullanıcılar sevimli kedilere, evde<br />
beslenen köpeklere hayran. Vahşi doğadan, kuşlardan, balıklardan<br />
da araya çekilebilirse görüntüler girebiliyor.<br />
Pasta börekçiler: Bu ekibi tam tahlil edememekle birlikte<br />
zayıf vücutlu olmalarına rağmen sanki o resmini çektikleri<br />
pasta böreği hep onlar yiyor hayatta da başka bir şey yapmıyormuş<br />
gibi olanlar.<br />
wow! cool!’cular: Kim ne çekerse çeksin tepkisi Wow!<br />
Cool!’dan öteye gitmeyenler.<br />
Nerdeyim kiminleyim ne yiyorum ne de güzelim’ciler:<br />
SAYI 4<br />
15
YAŞAM<br />
Evet isimleri uzun oldu ama kendileri kalabalık bir güruh<br />
oldukları için bu uzun ismi de hak ediyorlar! İnstagram’ın<br />
en eğlenceli, en ‘izlenilesi’ ekibi. Şahsen ben de ucundan<br />
kıyısından bu ekibe dâhilim. Çok gezen ve gezdiğini paylaşan<br />
bir topluluk. Su altına dalmış yüzücüler, dağların tepelerine<br />
çıkmış heyecan ve zorluk insanları, en lüks otellerin<br />
tedavisi zor gezme hastaları, Çin Seddi, Piza Kulesi,<br />
Nevyork gökdelencisi milyon tane insan.<br />
OLDUKÇA ABARTILI EFEKTLER<br />
İnstagramı diğer paylaşım ağlarından ayıran en temel<br />
özelliklerden birisi, fotoğrafı doğru kadrajlı çeken her insanın<br />
herhangi bir ‘fotoşop’ programı kullanmadan hazır<br />
efeklerle gerçek üstü görüntülere ulaştırma imkânı olsa<br />
gerek. Yaptığınız şey güzel bir görüntü çekmek ve ha-<br />
16 SAYI 4<br />
zır kalıp efektlere birer kez dokunup test ettikten sonra<br />
fotoğrafın en beğendiğiniz halini paylaşmak. Gözünüzle<br />
baktığınızda o kadar da belirgin olmayan bulutların birden<br />
masmavi gökyüzünde bembeyaz bir halde karşınızda durması,<br />
yüzünde kırışıklıklar olan bir portreyi çektiğinizde o<br />
kırışıkların yeryüzünün ırmakları dağları gibi belirgin bir<br />
hale gelmesi instagramın hazır efektlerinin size küçük bir<br />
hediyesi.<br />
MİLLETLER MİLLİYETLER HERKESLER<br />
İnstagramın en heyecan verici tarafı hayatınız boyunca<br />
hiç tanımadığınız ve muhtemelen de asla görüşmeyeceğiniz<br />
milyonlarca insanla aynı platformu paylaşmanız, onları<br />
takip etme ve takip edilme ihtimaliniz olsa gerek. Çin’den,<br />
Amerika’dan, İskandinav ülkelerinden, Sibirya’nın derin-
liklerinden insanların günlük hayatlarını görebiliyor, kendi<br />
hayatınızın detaylarını onlarla paylaşabiliyorsunuz. Bir<br />
selamlama, ‘naber-nasılsın’ deme hakkını kullanma fırsatı<br />
buluyorsunuz.<br />
TwITTER DA YALAN İNSTAGRAM’DA YALAN /<br />
VAR BİRAZ DA SEN OYALAN!<br />
Yunus Emre çağımızda yaşasaydı sanırım buna benzer bir<br />
dizeyi de bizimle Twitter üzerinden paylaşırdı! Sosyal<br />
paylaşım platformları ilk başta büyük bir cazibe, herkesle<br />
daha dünyada iken buluştuğumuz bir ‘pozitif mahşer’ meydanı<br />
gibi. Tanıdık tanımadık herkes orada. Güzel, ilginç,<br />
sansasyonel ne yaparsak, beğeniyorlar, takip ediyorlar,<br />
hayran kalıyorlar ya da biz öyle zannediyoruz. Şöhret sahi-<br />
bi olmamız için sinema filmlerinde başrol oynamaya ya da<br />
çok ‘çarpıcı’ bir haberin ana karakteri olmaya gerek yok.<br />
Hayat dediğimiz ve bize bir kez sunulan bu zaman aralığını<br />
hoş-beş’le harcamak büyük bir ‘haya(t)l kırıklığı.’ Sosyalleştiğimizi<br />
sanarak kullandığımız ‘sosyal medya’nın bizi<br />
insanlardan, gerçek hayattan, tabiattan, ağaçtan, kuştan<br />
denizden uzaklaştırdığını fark ettiğimizde çok da geç kalmış<br />
olabiliriz. Bir küçük telefon ekranına ya da bilgisayara<br />
bakarak sosyalleştiğimizi zannederken aslında ‘asosyal’,<br />
hemen yanındaki insanla iki cümle kuramayan, tokalaşamayan,<br />
selam veremeyen/alamayan insanlar haline gelmiş<br />
olabiliriz. Yüzyılımızın alışkanlıkları değişiyor ve yeni yüzyılın<br />
bize neler getireceğini tahmin dahi edemiyoruz. En<br />
nihayetinde ‘gerçek ve sonsuz’ hayat bizim sosyalleşirken<br />
büyük ‘kaybımız’ olmasın.<br />
SAYI 4<br />
17
RÖPORTAJ İSMİHAN ŞİMŞEK FOTOğRAFLAR: İSA TERLİ<br />
Pelin Batu:<br />
Tek Bir Meslekle<br />
Ömür Geçmez<br />
Boğaziçi Üniversitesi’nde okudum ben tarihi. Ancak burada<br />
bile doğru dürüst bir diyalektik olamıyordu. Çok iyi<br />
hocalarımız vardı ama öğrencilerin çoğu oturup<br />
not tutmaya alışmışlar. Yani gidip de bir şeyi<br />
sorgulamak, bu kaynakta sorun olabilir mi diye<br />
ya da aynı dönemde yazmış kişileri sorgulama<br />
gibi bir güdüleri yoktu. Çünkü herkes<br />
genellikle eline diplomasını almak için<br />
okula gidiyor. Bir şeyi sorgulamak, bir şey<br />
eklemek ya da keşfetmek için değil…<br />
Pelin Batu… Genç yaşında birçok başarıya imza atmış,<br />
hem sanatın hem de bilginin hayatın vazgeçilmezleri<br />
olduğunu yaptığı işlerle de kanıtlamış oyuncu,<br />
şair, tarihçi. Hakkında söylenen tüm olumsuz eleştirilerin<br />
yanında takdir de toplayan Batu, yepyeni projelerle<br />
hem kendisini tazeliyor, hem de sevenlerinin önüne hoş<br />
bir çeşni sunuyor. Yeni projesinin çekimleri esnasında bir<br />
araya geldiğimiz Batu ile Karacaahmet Mezarlığı’nda hoş<br />
bir söyleşi gerçekleştirdik.<br />
Öncelikle çekimlerini yaptığınız projeden bahsedelim.<br />
Sinema filmi mi dizi film mi?<br />
İkisi de değil, konulu belgesel. Dramatik bölümleri de<br />
var, 45-50 dakikalık bölümü sinema filmi gibi çekiliyor.<br />
Konusu da 1980 sonrası, aslında bizim jenerasyonumuzun,<br />
sağcı veya solcu, geçmişin savaşlarından<br />
ve politikalarından dolayı mağdur olanların<br />
hikâyesi. Hepsi bir şekilde yaralı... Dolayısıyla<br />
benim karakterim ülkü ocaklarında görev almış<br />
ve o nedenle hapishanede yatmış bir<br />
babanın kızı... Tolga’nın (Güleç) oynadığı<br />
karakter de solcu bir annenin oğlu.<br />
18 SAYI 4
Bu iki karakterin mezarlıkta yolları kesişiyor ve böyle bir<br />
hikâye başlıyor. Ama arada o dönemin mağdurlarıyla röportajlar<br />
var; sosyologlarla, psikologlarla… TrT’de oynayacak,<br />
aynı zamanda festivallere de gönderilecek.<br />
“Kime Göre Neye Göre” programından aldığınız geri dönüşler<br />
nasıl oldu? Her kesimin uç kişileri orada bulunuyor<br />
deniyor. Siz ne düşünüyorsunuz programla ilgili?<br />
Ben hiç uç olduğunu düşünmüyorum aslında. Bence gaye<br />
de öyle değildi. Başlarken şunu söylediler: “ hiç bağırış<br />
çağırış olmayacak, polemikler olup, farklı göğüslerin çar-<br />
KÜLTÜR VE SANAT ELİT,<br />
LÜKS BİR ŞEY DEğİL<br />
Peki, hem konuk olarak<br />
gittiğiniz programlarda<br />
hem de ev sahipliği yaptığınız<br />
programlarda ‘güzel<br />
olduğu için orada’ gibi donanımınızı<br />
arka plana atan<br />
söylemler çıkıyor. Bundan<br />
rahatsız mısınız?<br />
Belki de bu kendini koruma<br />
mekanizmasıdır ama yıllardır<br />
kendime hep şunu söyledim;<br />
herkesin söylediğine<br />
kafayı takmayı başladığınız<br />
an gerçekten o kakafoniden<br />
kendi sesinizi duymaz hale<br />
geliyorsunuz ve gereksiz sinirleniyorsunuz.<br />
Bunlara çok<br />
fazla prim verip de kendimi<br />
üzülmeye izin vermiyorum.<br />
pışması olmayacak. Adı üstünde ‘Kime Göre Neye Göre’ …<br />
Herkes kendi fikrini istediği gibi konuşsun.” En hoşuma<br />
giden şey de buydu, diğer programlarda muzdarip olduğum<br />
için... Ben de o açıdan çok rahat ediyorum. Tepkiler<br />
de genel olarak çok iyi. Çünkü insanlar özellikle televizyondaki<br />
tartışma programlarında sürekli gerginliğe alıştılar.<br />
Sanki formül olmuş vaziyette; ne kadar çok bağırırsan,<br />
ağzından tükürükler saçarak saldırırsan o kadar başarılı<br />
olursun. Ama hiç de alakası yok. Bence insanlar da bu tür<br />
programlardan sıkıldılar. Zaten hayatın her yerinde gerginlik<br />
var. En azından televizyon seyrederken farklı görüş<br />
görmek ister ama kavga görmek istemiyor bence insanlar.<br />
Bazen programlarda özellikle erkeklerde sizin dediğiniz<br />
mantaliteyi söylemese bile bakışından sezebiliyorum. Mesela<br />
tarih programında da insanlar bana diyordu “çok kötü<br />
davranıyorlar, ne düşünüyorsun?” diye, ben de diyordum<br />
ki; en güzeli aslında olabildiğince sakin davranmak... Çünkü<br />
istedikleri zaten o tepki. Tepki olmayınca istedikleri de<br />
olmuyor.<br />
Hem babanızın mesleği dolayısıyla hem kendiniz birçok<br />
ülke gezdiniz… Başka ülkelerde gündem olan<br />
ancak Türkiye’de gündem olamayan bir kültür-sanat<br />
algısı var. Bu anlamda biz de ne eksik? Neden bizim<br />
gündemimize kültür-sanat yerleşmiyor?<br />
Çünkü kültür-sanat bizim toplumumuzda her zaman bir<br />
lüks olarak görülüyor. Mesela bir tiyatrocu arkadaşım anlatmıştı<br />
bana. Sovyet yıkılmadan önce rusya’ya gidiyorlar.<br />
Tahmin ettiğiniz üzere büyük bir yokluk var. Saatlerce bir<br />
elma alabilmek için kuyruğa giriyorlar. O dönemde dahi<br />
tiyatrolar dolup taşıyor ve sanatçılara çiçek alamıyorlar<br />
pahalı diye… Ama bir elma götürüyorlar. O yaklaşım yani<br />
sanatçıya saygı, bir lüks değil, hayatın bir parçası olduğu<br />
mantalitesi yerleşmiş değil. Bizde sanatçı entel dantel,<br />
SAYI 4<br />
19
RÖPORTAJ<br />
halkından kopuk, soğuk, uzaklarda, ulaşılamayan bir yerlerde<br />
oluyor. Televizyonun hayatımıza bomba gibi düşmesiyle<br />
birlikte hızlı tüketilir, magazinleşmiş, ucuz bir şey<br />
haline geliyor. Dolayısıyla iki uç da birbirinden berbat<br />
şeyler… Ben hep şunu diyorum; insan tabii ki ekmeğini<br />
alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil mi?<br />
Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler<br />
hep kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma<br />
sapan şeylere para harcayıp da bir kitabı fazla görüyorlar.<br />
Çok gençken başlıyor bu bakış açısı.<br />
Aynı zamanda yazıyorsunuz da. Şiir kitabınız var. Yazarlık<br />
yetenek mi yoksa çalışılarak geliştirilebilir bir<br />
şey mi?<br />
Bir parantez açayım; benim lisede en yakın arkadaşlarımdan<br />
bir tanesi geçen sene buraya geldi. Newyork’ta okudum<br />
ben liseyi. Ona da soruyorlar. Kız fotoğrafçı, aynı<br />
zamanda galerisi var, bazen oyunculuk yapıyor, bir albüm<br />
çıkarıyor. Ama kimse Amerika’da ona “senin mesleğin ne?”<br />
demiyor. Çünkü çağ çok değişti. Ben özellikle üniversiteye<br />
gidip rehber öğretmenliği yaptım. Şu anki jenerasyon,<br />
nasıl iphone’da her şey tık tık geçiyorsa, o kadar hızlılar.<br />
Eskiden algı iki-üç dakikaymış şuanda 40 saniyeye düşmüş<br />
vaziyette. Bu ne demek? Her şey çok hızlı algılanıyor ve<br />
çok hızlı çöpe atılıyor. Meslekler de öyle… Bu bölümde<br />
okudum, ondan sonra bunu yapacağım diye bir şey yok…<br />
Hakikaten dünyada biraz da ekonomik şartlardan dolayı insanlar<br />
daha kaygan bir zeminde olduğu için bir gün bunu<br />
yapıyor, bir gün şunu yapıyor… Ben de çağımın insanı<br />
olduğunu düşünüyorum ve birazcık da o rönesans ruhunun<br />
kaybolmasının yani 20. yüzyılda bize empoze edilen<br />
fabrikadan çıkma insan ürününün değişmesi gerektiğini<br />
düşünüyorum, değişiyor da zaten ister istemez.<br />
SADEcE EğİTİM YETERLİ DEğİL<br />
Şuan bile okulu olmayan meslek alanları gelişti. Sosyal<br />
medya uzmanlığı diye bir şey çıktı. Eğitimleri bir iki<br />
yıl sonra verilmeye başlandı…<br />
Evet. Teknolojiyle çok alakadar değilim ama bir sürü ünlü<br />
twitter yazıcısı var. Bundan ciddi maaşlar alıyorlar. Abdullah<br />
Gül’ün bile profesyonel twitter kullanıcısı var. Evet,<br />
pek çok işle uğraşıyorum ama bu işler birbirini tamamlıyor<br />
diye düşündüm. En önemsediğim şey okulda kalmaktı,<br />
doktoramı yeni bitirdim, okulda ders vermeye devam edeceğim<br />
ama bir diploma parçasına sahip olayım diye değil,<br />
okul bana ilham veriyor diye kaldım. Çünkü hoca olarak hep<br />
öğrenciliğe devam ediyorsunuz. İster istemez yeni şeyler<br />
öğreniyorsunuz, paylaşıyorsunuz. Bu da benim şiirimi bes-<br />
20 SAYI 4<br />
liyor mesela. Ama<br />
şunu da düşünüyorum;<br />
okuduğum<br />
çoğu akademisyenin<br />
edebi eserleri<br />
çok kuru ve<br />
kitabi olabiliyor.<br />
Sanki belli kurallara<br />
uyulmuş, o<br />
kadar iyi biliyorlar<br />
ki formül uygular<br />
gibi yazıyorlar. O<br />
da edebiyatın biraz<br />
kuru olmasına<br />
sebebiyet veriyor.<br />
Bence içten gelen<br />
bir şey bu… Ama<br />
onu törpüleyebilirsiniz,<br />
onu yontabilirsiniz,<br />
daha<br />
düzgün bir hale<br />
getirebilirsiniz.<br />
Eğitim her zaman<br />
insanın duyarlılığını<br />
arttırması ve<br />
farklı tarzları bilmesi<br />
anlamında iyi<br />
bir şey. Ama içeride<br />
bir şey yoksa<br />
da kuru olur. Yazarlık<br />
yetenekle<br />
ilgili ancak bazı<br />
yazarlar vardır ki<br />
hakikaten formu,<br />
tekniği o kadar iyi<br />
kullanır ki… Daha<br />
geçen gün şu an<br />
İngiltere’de en iyi<br />
edebiyat dergilerinden<br />
bir tanesini<br />
çıkaran editör,<br />
aynı zamanda iyi<br />
bir yayınevinin<br />
editörü… O diyor<br />
ki; şu anda o kadar<br />
çok yazar var, o<br />
kadar çok şair var<br />
ki ve dünya artık o<br />
kadar küçüldü ki,<br />
çünkü herkes her-
kesin yazısını çok rahat okuyor internet sayesinde, artık<br />
iyiyi kötüden ayırt etmemiz çok zor. Bence de öyle. Artık<br />
bu bir yetenek mi yoksa belli kuralları çok iyi biliyor da<br />
bunları mı kâğıda döküyor ayırt etmek çok zor. O da ancak<br />
birkaç eserden sonra belli olur. Oyunculukta da aynı<br />
şey söz konusu… Bir diziyle patlarsınız, kendinizi kraliçe<br />
gibi hissedersiniz sonra arkası gelmezse sönüp gidersiniz,<br />
kimse hatırlamaz.<br />
İnternetle ilişkiniz ne düzeyde?<br />
Çok minimal kullanıyorum. Bir sene öncesine kadar<br />
e-<strong>mail</strong>lerime bile cevap vermiyordum. Arkadaşlarıma altı<br />
ay sonra cevap yazıyordum. İşler güçler dolayısıyla e-<strong>mail</strong>i<br />
daha istikrarlı kullanmaya başladım. Sosyal medyayı da hiç<br />
kullanmıyorum. O kadar çok şey var ki oradan oraya zıplaya<br />
zıplaya tavşan gibi vakit geçiyor. Bir de ben ekrandan<br />
okumaktan da sıkılıyorum, gözlerim yanıyor. Uzun bir şey<br />
okuyacaksam basıyorum öyle okuyorum. Ama itiraf edeyim<br />
ki okula çok yardımcı oldu. Kitap ararken hemen sipariş<br />
verebiliyorsun. Ya da Vikipedia’dan bir şeylere bakmak…<br />
EğLENMEK SEVDİKLERİMLE OLMAK DEMEK<br />
Bütün hayatı internette devam eden kişiler var… Hatta<br />
gençler sinemaya gitmeyip internetten indiriyor ve<br />
bu şekilde eğleniyor. Bizim dosya konumuz da gençlerin<br />
eğlence anlayışı üzerine bu sayıda. Sizce eğlenmek<br />
nedir?<br />
Aristo demiş ya “biz sosyal hayvanlarız” diye. Bence<br />
eğlenmek, sosyal olmakla bağlantılı. Film yalnız da seyredilir,<br />
bir yazıdan başka bir yazıya da atlarsınız, ya da<br />
sanal kişiliğinizle istediğinize laf atarsınız, saldırırsınız<br />
vs. bu belki o anda insana iyi hissettirir, sosyal olduğunuzu<br />
sanırsınız ama başka insanlar olmadan, temas olmadan,<br />
göz göze bakmadan sosyallik olamaz. Eğlenmek<br />
de olamaz bana göre… Dolayısıyla benim için eğlenmek<br />
sevindiğim insanlarla güzel yemek yemektir, güzel bir yere<br />
gidip doğanın güzelliğini fark etmektir. Ben bu sene hiç<br />
tatil yapmamıştım, evvelsi gün geldim İstanbul’a ve 4-5<br />
tane arkadaşımla tatile gittim. Orada yüzdüm, o bana göre<br />
en güzel eğlence… Doğanın içinde ve sevdiğin insanlarla<br />
olmak… Öbür türlü soyutlanınca bir süre sonra insan<br />
kendini kandırıyor, yalnız hissetmiyor çünkü. Sürekli bir<br />
iletişim halinde gibi ama sonuçta bir makineyle baş başa<br />
kalıyorsun. Eminim bununla ilgili bilimsel çalışmalar da<br />
çıkacaktır ki sağlıksız da olsa gerek… Ne biliyim gözü<br />
kurutuyordur, diyorlar ya kaktüs koyun radyasyon için…<br />
Boşuna söylenmiyordur bunlar.<br />
Lise ve üniversite dönemindeki gençlerle bir araya geldiğiniz<br />
ortamlar oluşuyor mu? Onlarla ilgili izlenimleriniz<br />
neler? Kendinizle karşılaştıracak olsanız…<br />
Çok farklı… Bence iki tür gençlik var gözlemlediğim. Birisi,<br />
çok vurdumduymaz hatta saldırgan ve terbiyesiz diyebilirim.<br />
Kötülemek istemiyorum, hep gençlere suç bulunuyor<br />
ama hakikaten öyle bir tür var. O da internetin<br />
getirdiği güçle oluyor…<br />
Orada istediği gibi konuşabiliyor ya, sanki gerçek hayatta<br />
da bunu yansıtıyor ama bir taraftan da ona biraz dokunsanız<br />
iskambil kâğıdı gibi devrilecek. Çünkü çoğunlukla<br />
arkasında doğru dürüst bir dayanak yok. Sadece dışa vurum<br />
var.<br />
İnsan tabii ki ekmeğini alacak ama bir sigara fiyatına kitap alabilir değil<br />
mi? Üniversitelere çok gidiyorum, söyleşilere katılıyorum, öğrenciler hep<br />
kitap çok pahalı falan diyor. O kadar saçma sapan şeylere para harcayıp<br />
da bir kitabı fazla görüyorlar. Çok gençken başlıyor bu bakış açısı.<br />
HELİKOPTER EFEKTİ TÜM AİLELERİ SARDI<br />
Son zamanlarda çocuk merkezli bir aile yapısı var. Bundan<br />
kaynaklı olabilir…<br />
Evet. Zaten bunun bilimsel olarak bir adı var; helikopter<br />
efekti… Aileyi helikopter gibi düşünün çocuğu öyle bir altına<br />
alıyor ki çocuğun etrafına hiçbir şeyi yanaştırılmıyor,<br />
şımartılıyor, istediği veriliyor, çocuk da küstah ve saldırgan<br />
olabiliyor. Ama biraz onunla konuşmaya başlayınca<br />
inanılmaz büyük bir güven zaafı ortaya çıkıyor. En önemli<br />
şey aile… Ben mesela 17-18 yaşında ne isem şu anda<br />
da çok farklı değilim. Çünkü benim ailem hiçbir zaman<br />
beni şımartmadı ve bana hep yetişkin gibi davrandılar. O<br />
nedenle annemle babamla hep arkadaş gibi oldum. Bazı<br />
aileler “şöyle olacaksın, şunu olacaksın” diye empoze ediyor<br />
ya, çoğu insan istemediği şeyi okuyor, istemediği şeyi<br />
yapıyor. O zaman da kişilik gelişmiyor. Ailelerinin istediği<br />
kişiyi olmak zorunda kalmışlar… O nedenle çoğunlukla<br />
aileler suçlu… Bir de ailelerinin daha bilinçli bir şekilde<br />
yetiştirdiği çocuklar var. Bizden çok daha şanslılar. Çünkü<br />
bütün dünya ellerinin altında. Onlar çok daha yaratıcı olabilirler,<br />
istedikleri şeylere ulaşabilirler.<br />
SAYI 4<br />
21
SOSYAL ALEM ZÜBEYİR KOÇULU<br />
21. yüzyıl, teknolojik ve bilimsel gelişmelerle birlikte<br />
toplumsal yönelişin de etkisiyle modern insanı kolaylığa<br />
ya da kolaycılığa alıştıran ‘alternatif’ bir çağ<br />
oldu. Bu çağın algısı, elde edilmek istenen neticeye ulaşmak<br />
için her zaman ‘daha kolay ve pratik’ bir alternatif<br />
bulmak üzerine kurulu. Elbette bu, sanayi ve teknolojinin<br />
ülkelerin ‘güç’ kefesinin temelini oluşturduğu modern<br />
yaşamda hatırı sayılır ilerlemeleri de beraberinde getirdi.<br />
Ancak bu durum, modern toplumun sosyal gelişiminde<br />
bazı olumsuzlukları da yaşamımıza taşıdı.<br />
PHOTOGRAPHER OLMAYANI DÖVÜYORLARMIŞ<br />
Artık kolay elde ediyoruz. Kolay oluyor, oluyor gibi görünüyoruz.<br />
Eskiden, bir mesleğin titrini üzerine yakıştırmak<br />
için, mesleki eğitimi tamamlamanın yanı sıra, o<br />
alanda çalışmalar yapmak şart görülüyordu. Çıraklar kalfa<br />
olmadan ‘usta’ olma iddiasında bulunmuyordu. İnsan iliş-<br />
22 SAYI 4<br />
ANNE BEN<br />
PROFESYONEL OLDUM<br />
Modern algı kolaycılığı<br />
kodluyor zihinlere.<br />
Hep daha kolaya, daha<br />
pratiğe sürüklenirken,<br />
kaliteli ve kalıcı işler<br />
yapmak sönük bir<br />
hedef olarak kalıyor.<br />
Çıraklık veya amatörlük<br />
gençler için mahcubiyet<br />
meselesi. Kendisinin<br />
farkına varan bir<br />
genç için ‘çalışıyorum’<br />
diyerek hedef<br />
koymaktansa, “anne<br />
ben profesyonel oldum”<br />
demek daha cazip.<br />
kilerini küresel ölçütlerle yerelde modelleyerek çarpık bir<br />
sosyalleşmeye kapı aralayan modern algı ise çıraklığı ve<br />
kalfalığı unutturmuş görünüyor. İnsanların çıraklığa harcayacak<br />
vakti yok. Yeni jenerasyonun zihninin şekillenmesinde<br />
şimdiden önemli bir rol üstlenen sosyal medya da<br />
bunu körüklüyor.<br />
Sosyal medya, sosyal gelişimini sağlayamadan ‘görücüye’<br />
çıkan kimi asosyal gençleri kolaycılığa alıştırıyor. İşiyle<br />
öne çıkmak ‘zor’ bir yol. Kolayı var. Üzerine afili bir etiket<br />
giyinerek arz-ı endam etmek oldukça ucuz.<br />
Fotoğrafçılıkla yeni yeni ilgilenmeye başlayan bir<br />
genç, üç-beş amatör çalışmanın akabinde sosyal medyada<br />
kendisini ‘fotoğrafçı’ olarak tanıtmaktan çekinmiyor<br />
örneğin. Bir de bu etiketin İngilizce karşılığını<br />
internetteki kimliğinin yanı başına iliştirince, karşımıza<br />
yep-yeni bir olgu çıkıyor: The Photographer.
Bu olgunun alt branşlarından olan düğün fotoğrafçısı olmak<br />
için ihtiyaç duyulan tek enstrüman, pahalı bir fotoğraf<br />
makinesi mesela. Tarihi bir mekân konsepti ‘kolaylaştıracaktır.’<br />
Eminönü’nde, Balat’ta, saray avlularında bunun<br />
örneklerine çokça rastlayabilirsiniz.<br />
Bir tuşa basarak kolay sonuçlar elde etmek varken, eğitim<br />
sürecini tamamlayarak o işin erbabı olmak, dolambaçlı ve<br />
zor bir yol olarak görülüyor. Üstelik bir işin erbabı olmadan<br />
da çevre oluşturmak, halk ifadesiyle piyasa yapmak<br />
işten bile değil. Sosyal medya ve internet iletişimiyle<br />
amatör işleri arz edip, talebe ulaşmak da kolay artık. Talebin<br />
kalitesi düştükçe, arzın kalitesi de azaldı. Amatörlüğe<br />
yerimiz kalmadı. Artık hepimiz profesyoneliz.<br />
BEN DE YAZARIM, BEN DE JOURNALİST’İM<br />
Aynı şekilde, gençlerin yazı dünyasında –kabul görse de<br />
görmese de- kendilerini göstermenin yolu da basitleşti.<br />
İnternet üzerinden, maliyet ödemeden açtığı kişisel<br />
bir blogda aklından geçenleri yazan bir genç, rahatlıkla<br />
kendisini ‘yazar’ olarak tanıtmaktan çekinmeyebiliyor. Ya<br />
da akla ilk geleni yazmaya ve düşüncenin bedelini ucuza<br />
getirmeye teşvik eden denetimsiz sözlüklerde ‘yazar’ olmayı<br />
bir etiket olarak taşıma çabası içine girebiliyor. Hele<br />
bir de, kontrol mekanizması olgunlaşmamış bir-iki siteye<br />
karaladıklarını yayınlatmayı başarmışsa, karşımıza son<br />
‘model’ bir ‘gazeteci’ etiketiyle dikilebiliyor. Hayırlı olsun:<br />
Kendi çapında bir ‘journalist’ daha sosyal sayfamıza –yüklenmiştir.-<br />
Gerçek hayatta bir karşılığının olup olmamasıyla<br />
kim ilgileniyor ki? Sosyal medyada uzmanlığını bu yolla<br />
tamamlamış onlarca ‘journalist’ ya da ‘yazar’ görebiliyoruz.<br />
KOLAYLIğI ZORDA ARAMAK<br />
Modern bir alışkanlık olarak kolaycılığı eleştirmemiz,<br />
gençlerin cesaretini kırmak ya da önlerini kesmek anlamını<br />
taşımıyor. Aksine, daha kalıcı gerçek bir kimlikle,<br />
tuttukları işlerde derinleşmeleridir gönlümüzden geçen.<br />
Görünüşü önceleyip savrulmaktansa, derinden ve gönülden<br />
bilgece bir üretim anlayışını benimsemek, toplumun<br />
kılcal damarlarını kalıcı olarak besleyecektir. Böylece ataların<br />
ortaya koyduğu yaşamak ve üretmek arasındaki ince<br />
bağa iç geçirip kötü işler üretmeye devam etmekten belki<br />
kurtuluruz.<br />
Eskiler, “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” buyurmuşlar.<br />
İsmet Özel’ce söylersek, “Dilce susup, bedence konuşulan<br />
bir çağda/biliyorum kolay anlaşılmayacak” çıraklık<br />
ve kalfalığın mütevazı ama hakiki bir derinliği beslediği,<br />
büyüttüğü. Ama ‘kolay’ın geçici ve aldatıcı rüzgârına kapılmadan,<br />
zor da olsa mücadele vermeye azimli gençlerin<br />
‘zor’ anlaşılana da talip olacağı ümidini taşıyoruz. Çünkü;<br />
Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.<br />
Evet, her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.<br />
İstemeye ve çalışmaya talip gençlere zor yollarda kolaylıklar...<br />
SAYI 4<br />
23
EĞİTİM KARİYER MERKEZİ HİcRET AYDOğDU<br />
YENİ BİR EğİTİM ÖğRETİM YILI<br />
DAHA BAŞLADI. ÖZELLİKLE<br />
ÜNİVERSİTE ÖğRENcİLERİ<br />
HARÇLARIN KALDIRILMASI, KATSAYI<br />
SORUNUNUN ORTADAN KALKMASI,<br />
UZAKTAN EğİTİM PROGRAMLARININ<br />
ARTMASI, EK KONTENJANLARIN<br />
AÇILMASIYLA BEREKETLİ BİR YILA<br />
MERHABA DEDİ. YURTDIŞINDA<br />
EğİTİMİNE DEVAM ETMEK İSTEYENLER<br />
TASI TARAğI TOPLAYIP GURBETTEKİ<br />
YENİ YUVALARINA UÇTULAR.<br />
24 SAYI 4<br />
Viyana Üniversitesi<br />
Avrupa’da<br />
Eğitimin Gözdesi;<br />
Her ne kadar kat sayı sorunu ortadan kalksa da yurtdışı<br />
eğitim birçok öğrenci için hala prestijli bir alternatif<br />
olma özelliğini koruyor. Dil öğrenmenin yanı<br />
sıra, üniversitelerin sağladığı olanaklar ve yurtdışında<br />
okumuş olmanın gençlere sağladığı özgüven, tek başına<br />
hayatla mücadele gücü gençlerin önünü açıyor.<br />
Farklı etnik kökenlerden gelen akranları sayesinde yepyeni<br />
hayatlara şahit oluyorlar, tecrübeler birikiyor, hatıralar<br />
çoğalıyor.<br />
Yurtdışında eğitimin adreslerinden biri de Viyana…<br />
Avrupa’nın kültür ve sanat merkezi olan Viyana birçok<br />
öğrenci için eğitimin de merkezi. Özellikle 2000 yılından<br />
sonra katsayı ve başörtü sorunu ile birlikte önce onlarca,<br />
daha sonra yüzlerce öğrenci eğitimleri için Viyana’yı tercih<br />
etti. Anadolu’nun herhangi bir yerinde yaşayıp evladı<br />
İstanbul’da bir üniversite kazanınca ne kadar harcama<br />
yapıyorsa Viyana’da da aynı harcamayı yapacağını gören<br />
aileler de -her ne kadar özlem olsa da- bu alternatifi değerlendirmekten<br />
çekinmediler.<br />
AVUSTURYA’DA EğİTİM ALMAK İÇİN ŞARTLAR<br />
NELER?<br />
Avusturya’da üniversite eğitimi alabilmek için, Türkiye’de<br />
üniversiteyi kazanmış olmak gerekiyor. Dolayısıyla da<br />
Viyana Üniversitesi
Cumhurbaşkanı Gül WONDER'de.<br />
VİYANA<br />
Türkiye’de üniversite giriş sınavı ile 4 yıllık bir fakültede<br />
(özel veya devlet üniversitesi) bir bölüme yerleşmiş olmanız<br />
isteniyor. Türkiye’de yerleştiğiniz bu bölümle eşdeğer<br />
olan aynı bölüme başvurup sadece o bölümden kabul alabiliyorsunuz.<br />
Daha açık bir ifadeyle Türkiye’de mimarlık<br />
kazanan bir öğrenci, mimarlık dışında başka bir bölüme<br />
yerleşemiyor. Avusturya Avrupa’nın eğitim ücreti en düşük<br />
ülkelerinden biri. Dönemlik 380€ üniversiteye ödenen<br />
okul harcı dışında, bir öğrencinin aylık harcaması, kişiye<br />
göre değişmekte olup 500€ civarında.<br />
Avusturya’nın başkenti Viyana’da; Viyana Üniversitesi,<br />
Viyana Teknik Üniversitesi, Viyana Ekonomi Üniversitesi,<br />
Viyana Tıp Üniversitesi ve Viyana Ziraat Üniversitesi<br />
adı altında 5 devlet üniversitesi mevcut. 1365 yılında<br />
kurulan Viyana Üniversite’sinde sosyal bölümler ağırlıkta<br />
olup bünyesinde 100’e yakın farklı branş bulunuyor. Viyana<br />
Teknik Üniversitesi ve Viyana Ekonomi Üniversitesi<br />
de dünyadaki sayılı üniversiteler arasına girmiş ve kendi<br />
alanlarında uluslararası akreditasyonu yüksek üniversiteler.<br />
Viyana Üniversitesi’nde Güney Asya/Tibet, Budist Dil,<br />
Edebiyat ve İnanışları bölümünden, genetiğe, mantıktan<br />
ekolojiye kadar 100’e yakın bölüm var.<br />
PEKİ, YA TÜRK ÖğRENcİLER?<br />
Türk öğrencilerin yoğun bulunduğu bölümler Uluslararası<br />
İlişkiler ve Siyaset Bilimi, Psikoloji diyebiliriz. Viyana’da,<br />
üniversitelerdeki Türk öğrenci sayısı her geçen gün artıyor<br />
ve ekseriyeti danışmanlık şirketi kanalıyla bu serüvene<br />
başlıyor. Bu vesileyle gelenler büyük ölçüde Avusturya’nın<br />
öğrenciler için sunduğu yurt ve pansiyonlarda kalıyorlar.<br />
Bir kaç yıl içinde, kendisi ev kiralayıp daha çok Viyanalı<br />
olmaya başlayanlar da epeyce fazla. Öğrenciler okul<br />
eğitimlerinin yanı sıra sosyal ve sanat faaliyetlerinde de<br />
oldukça aktifler. Viyana’daki konserler, sergiler, müzelere<br />
düzenledikleri gezilerin yanı sıra kendileri de bizzat eğitsel<br />
ve sanatsal faaliyetlerin içinde yer alıyorlar. Bu tür<br />
faaliyetleri gerçekleştirebilecekleri yerlerin başında ise bir<br />
Türk öğrenci derneği olan Uluslar arası Öğrenci Derneği<br />
(WONDEr) geliyor.<br />
BALKANLARI TÜRK<br />
AKADEMİSYENLER FETHEDEcEK<br />
12 yıl önce kurulan dernek çok kısıtlı imkanları zorlayarak<br />
bugün Viyana’nın seçkin kurumları arasında yerini almış.<br />
Geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından da<br />
ziyaret edilen dernek, kurulduğu tarihten itibaren 100'ü<br />
aşkın ilim ve bilim adamını, bakanları ve siyasi parti liderlerini<br />
çeşitli seminerler vermek üzere misafir etmiş. Bu<br />
seminerler öğrencilere Türkiye'den uzak kaldıkları süre<br />
zarfında Avrupa'dan Türkiye'deki olaylara bakışta objektif<br />
bir perspektif kazanmalarına yardımcı olmuş. Öğrenciler<br />
Avrupa ve Avusturya’nın siyasi, kültürel ve ekonomik<br />
yapısını da yine etkin pozisyonlardaki Avusturyalı misafirleri<br />
aracılığıyla ilk ağızdan öğrenme fırsatı bulmuşlar.<br />
12 öğrenciyle başlayan WONDEr serüveni bugün mezun<br />
olanlarla birlikte 1000’i aşkın Türk öğrencinin yuvası konumunda.<br />
Kız ve erkek yurtları bulunan dernek, konferans salonu,<br />
seminer salonu, sinema salonu, fuaye alanı, yemekhane,<br />
mescit, derslikler, kütüphane, toplantı odaları, misafirhane<br />
ve kafeteryadan oluşuyor. Genel merkez öğrencilere<br />
fiziki imkanlar sunmanın yanı sıra bünyesinde kurulan 10’a<br />
yakın dernek ve kulüp faaliyetleri ile öğrencilere gerek öğrenim<br />
alanlarında gerek istedikleri alanda kendilerini geliştirebilecek<br />
imkanlar sunuyor.<br />
WONDEr’in merkezi ve öğrenci yoğunluğu Viyana`da olmasına<br />
rağmen, Bosna Hersek, Almanya, Makedonya, Bulgaristan<br />
ve romanya’da da öğrenci evleri bulunuyor.<br />
WONDEr Balkan coğrafyasına yönelik, Balkan üniversitelerine<br />
akademisyen yetiştirme projesi de başlatmış. Birkaç<br />
öğrenciyle başlayan bu proje bu yıldan itibaren yılda<br />
30 öğrenciyle devam edecek. WONDEr master ve doktora<br />
sürecinde desteklenen bu öğrencilerin, eğitimleri sonrası<br />
kendi bölgelerindeki üniversitelerde akademik camiada<br />
yer edinmelerini büyük ölçüde fırsata dönüştürmeyi hedefliyor.<br />
www.wonder.at<br />
SAYI 4<br />
25
SPOR ÖMER BULUT<br />
DARAĞACINDA OLSAK DA<br />
SON SÖZÜMÜZ<br />
FENERBAHÇE<br />
Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu<br />
yıllarda Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına<br />
emanet, top peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini.<br />
Türk gençler ise sadece imrenmekle yetiniyor.<br />
Bilmiyorlar ki o çayırda nice destanlar yazacaklar, nice<br />
kahramanlar çıkaracaklar, tüm Türkiye'yi, hatta dünyayı<br />
sarsacaklar.<br />
Tüm spor müsabakaları, fakat ille de futbol, rakiplerin varlığına<br />
bağlı bir "taraf"lılık ilkesince zevk ve heyecan veren,<br />
milyonları aynı anda harekete geçiren bir hayat iksiridir.<br />
Bu iksirden içen kendini 90 dakikalığına dünya derdine<br />
kapatır, bir takıma bağlılığın, hiç tanımadığı, kendisine<br />
hiç benzemeyen insanlarla aynı renkler için şarkılar söylemenin<br />
tadını çıkarır. Kimi zaman sahadaki oyunlar için<br />
birlik olursun, kimi zaman saha dışındaki oyunlar için...<br />
Fenerbahçe bir "Cumhuriyet" takımı mıydı yoksa kendisi<br />
bizzat bir cumhuriyet miydi, peki neden diğer kulüpler<br />
böyle nitelendirilemiyordu? Fenerbahçe Spor Kulübü’nün<br />
başkanları hep karizmatik, cesur, iddialı insanlar olmuştur.<br />
Bu da haliyle taraftarın tavrını, söylemlerini, tezahüratlarını,<br />
sloganlarını etkilemiştir. Futbol takımının sahadaki<br />
başarısından çok sarı lacivert formayı taşıyor olması yetmiştir<br />
taraftarı mutlu etmeye. Yoksa hangi ülkede, hangi<br />
takımın taraftarı böylesi bir bağlılıkla kenetlenmiştir ki?<br />
Fenerbahçe taraftarı zor zamanında "bir" olmayı başarmış<br />
ve ikibinli yılların bireysel, bencil insanına bir bayrağa,<br />
bir takıma, bir ülküye, bir inanca kayıtsız, şartsız inanma-<br />
26 SAYI 4<br />
nın nasıl bir şey olduğunu gururla göstermiştir.<br />
Futboldan zerre kadar anlamayanlar bile bunu bilirler: Tribünde<br />
iki renk vardır: Takımın bayrağının renkleri! Stada<br />
girenler yalnız pet şişeleri, bozuk paraları, metal eşyaları<br />
bırakamazlar kapıya, dünya dertleri, geçim sıkıntısı, anne<br />
baba baskısı, eş dırdırı, hastalıklar, sınavlar, mülakatlar,<br />
bunalımlar, uykusuz geceler, işsiz gündüzler... Kapıda öyle<br />
büyük bir yığın vardır ki, kimi beyazdır, kimi pembe, kimi<br />
elindeki tespihini bırakır, kimi pearcing'ini, kiminin dövmeleri<br />
silinir, kiminin alnının yazısı... Kartvizitler, kimlikler,<br />
pasaportlar, diplomalar yakılır, plaketler kırılır... Tek<br />
bir kimlikle girer insan stadın kapısından, maç gününe en<br />
çok yakışan "taraftar" kimliğiyle.<br />
Fenerbahçe'yi diğer kulüplerden ayıran en büyük özelliği<br />
sahip olduğu milyonlarca taraftarıdır. Fenerbahçelilik<br />
yalnızca bir kulübün taraftarı olmak değildir, aynı zamanda<br />
"bir gün mutlaka" düşüncesini bırakmamak, ne kadar<br />
kızsa da başarısızlığı bile sahiplenmek, utanmamak, dik<br />
durmaktır.
KADIKÖY DENİLİNcE<br />
Kadıköy bir İstanbul ilçesi olmaktan öte, sokaklarına, caddelerine<br />
sinmiş Fenerbahçe kokusuyla anılır. Şükrü Saraçoğlu<br />
Stadyumu öyle bir yere kurulmuştur ki, gelene geçene<br />
Kadıköy'ün asıl sahibinin kim olduğunu gösterir.<br />
TÜRKLERİN FUTBOLLA TANIŞTIğI YER: PAPAZIN<br />
ÇAYIRI<br />
Müslüman Türklere futbol oynamanın yasak olduğu yıllarda<br />
Papazın Çayırı İngiliz gençlerin ayaklarına emanet, top<br />
peşinde aşındırıyorlar çayırın çimlerini. Türk gençler ise<br />
sadece imrenmekle yetiniyor. Bilmiyorlar ki o çayırda nice<br />
destanlar yazacaklar, nice kahramanlar çıkaracaklar, tüm<br />
Türkiye'yi, hatta dünyayı sarsacaklar.<br />
Papazın Çayırı, şimdiki Şükrü Saraçoğlu Stadı'nın bulunduğu<br />
yerdir. Stad, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün kaynakları ile<br />
hayat bulmuştur. Yani her koltuğunda, her tuğlasında, her<br />
bir çim tanesinde taraftarın emeği vardır. O çayırda has-<br />
SAYI 4<br />
27
SPOR<br />
retle, heyecanla yalnızca "seyirci" olmak zorunda kalmış<br />
gençlerin aziz hatırasından mıdır bilinmez, Türk futbolunun<br />
beşiği olmuştur Şükrü Saraçoğlu.<br />
Chelsea'li futbolcu Frank Lampard "Seyirci gerçekten çok<br />
ateşliydi. Karşılaşma boyunca tribünler hiç susmamıştı.<br />
Böyle bir baskı olduğu zaman, hiçbir takımın o stattan<br />
kolay kolay çıkacağını sanmıyorum..." derken masal anlatmıyor,<br />
Kadıköy gerçeklerinden bahsediyordu. Bilen bilir,<br />
Kadıköy dünyanın en zorlu deplasmanlarından biridir.<br />
28 SAYI 4<br />
Fenerbahçe takımını<br />
kendi seyircisi<br />
önünde<br />
izlemenin zevki<br />
bir başkadır.<br />
Çünkü futbolcular<br />
Şükrü Saraçoğluçimlerinde<br />
kendi evinin<br />
koridorlarında<br />
dolanır gibidir.<br />
Ne rakip takımınoyuncularını<br />
gözü görür,<br />
ne formalarının<br />
rengini. Sarı laciverttenbaşkasını<br />
görmez,<br />
taraftarın sesinden<br />
başkasını<br />
duymaz. Maçın<br />
sonucuyla, puan<br />
durumuyla ilgi-<br />
lenmez. Tek seçenek vardır Fenerbahçe için, ki o seçenek<br />
kaderleridir: Galibiyet! Ev sahibi olmanın avantajını en iyi<br />
kullanan futbol kulübü Fenerbahçe'dir. Zira en vefalı, en<br />
ateşli taraftara sahip kulüp de Fenerbahçe'dir.<br />
FENERİUM<br />
Fenerbahçe zor zamanlarını<br />
taraftarın<br />
manevi desteğinin<br />
yanısıra, inkar edilemez<br />
büyüklükteki<br />
maddi desteğiyle atlatmıştır.<br />
Fenerium<br />
mağazası, bırakın bir<br />
spor kulübü markası<br />
olmasını, gerçekten<br />
çok iş yapan bir<br />
tekstil markası haline<br />
gelmiştir. Taraftarlar, aldıkları orijinal ürünlerle kulübün<br />
kalkınmasına epeyce katkı sağlamışlardır.<br />
FENERBAHÇELİLİK<br />
Topsa top, çimense çimen, kramponsa krampon. Futbol<br />
dünyanın her yerinde aynı malzemelerle oynanır, içine biraz<br />
takım ruhu da koydun muydu, Brezilya'dan İtalya'ya<br />
kalite olarak birbirinin aynısı olmasa da fiziki şartlara bakarsak<br />
hepsine "futbol maçı" diyebileceğimiz 90 dakikalık<br />
mücadeledir. Fakat taraftarlık mesaisi 90 dakikalık değildir.<br />
Hele Fenerbahçelilikse konu, doğumhanede başlayıp<br />
kabristanda biten bir hayat hikâyesidir. Fenerbahçeliler,<br />
taraftarlığı stattan çıkarıp caddelere, arabalara, sonra evlerine,<br />
okullarına... Kısacası hayatlarının her anına yayar-
lar. Haftada bir kez tezahürat yapmakla bitmez Fenerbahçelilik,<br />
diğer takımlara karşı haftanın her günü, günün her<br />
saati süren bir savaştır. Futboldan anlayanlar bilir, Fenerbahçe<br />
tek başına tüm takımların rakibidir.<br />
rahmetli İslam Çupi Fenerbahçe için ''Fenerbahçe büyüklüğü<br />
ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür.<br />
Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte; adı konamaz"<br />
derken aslında yalnızca bir spor kulübünden ya da onun<br />
taraftarı olmaktan bahsetmiyordu. İşte bu adı konulamaz<br />
diye tabir edilen şey birliktir, ruhtur, kardeşliktir, bir<br />
ülkü uğruna kimliğinden vazgeçmektir.<br />
2012/2013 sezonunun hazırlık antrenmanında<br />
futbolcular üzerinde Aziz Yıldırım'ın<br />
"Unutulmamalıdır ki şimdi bu ulu<br />
çınarın dallarını<br />
budamaya, kırmaya<br />
çalışanlar gün<br />
gelecek güneşi<br />
görmek için yine<br />
bu çınarın tepesine<br />
çıkmak zorunda kalacaklar"<br />
sözünün yazılı olduğu tişörtlerle<br />
sahaya çıktılar. Çınar uluydu, çınar<br />
genişti, köklüydü, çınar o kadar büyüktü<br />
ki birilerinin kendi menfaatleri<br />
için yaptığı savaşın önüne set<br />
olmuştu...<br />
Çınarı kesmeye kimsenin gücü yetmeyecekti<br />
ve çınarsız bir ligin tadı<br />
tuzu olmayacaktı...<br />
SAYI 4<br />
29
SERBEST KÜRSÜ<br />
Neredeydiniz bu kadar zamandır ?<br />
Biraz dinlenmek istedim. Ekrandan, dergilerden, şiirden<br />
epeyce uzak kaldım. İyi de oldu. Bizim medyada yorulmadığımızı<br />
kolay bir iş yaptığımızı sanıyor insanlar dışarıdan<br />
baktıklarında. Hâlbuki medyada bizatihi yer almak çok yorucu<br />
bir şey. Sizi bir tarafıyla çok tüketen bir şey.<br />
Bir de Meksika Sınırı gibi çok zor bir program yapıyorsanız…<br />
Hep onu söyledim; Meksika Sınırı izleyenler için çok<br />
kolay çok faydalı, yapanlar için çok yorucu ve çok zararlı<br />
bir program. Çünkü ne biriktirdiyseniz, emmeye çalışan<br />
bir program. Mesela yeniden başlıyoruz Meksika Sınırı’na.<br />
Peki Meksika Sınırı’nın aynı formatta gideceğini biliyoruz.<br />
Yine kısa bir sürede tüketmeyecek mi ?<br />
Şöyle ki; tükendiğinde bırakmak bedava.<br />
Yeniden dön çağrılarına da, bizi bırakıp nereye gittin çağrılarına<br />
da çok kulak asmıyorum. Neticede bir iş yapıyor-<br />
30 SAYI 4<br />
ŞÖYLEŞENLER: İSMİHAN ŞİMŞEK,<br />
ZÜBEYİR KOÇULU, PINAR HİLAL BALTA<br />
İSMAİL KILIÇARSLAN:<br />
“YAVAŞLAYIN!”<br />
Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice uzaklaştığını hissetmek<br />
insanı çok yoruyor. Beni çok yordu. Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden<br />
uzaklaşmayan bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni kendi<br />
realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan uzaklaştırmaya başladı.<br />
Bende televizyondan uzaklaşmayı tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi.<br />
sunuz. En nihayetinde insanların bir buçuk, iki saatini alıyorsunuz.<br />
Sizin ona nasıl hazırlandığınız, ne kadar emek<br />
verdiğiniz hiç kimsenin umurunda değil. Yaptığınız en<br />
küçük hata ekranda görülüyor, dev oluyor. Ve programınız<br />
bittiğinizde, başka bir alternatif için hemen kumandaya<br />
basılıyor. O kadarlık bir şeyden bahsediyoruz. Yani haftada<br />
iki saat, ilgilisiyle sohbet edilen bir program. Dolayısıyla,<br />
Meksika Sınırı’na başlamak da bırakmak da benim için çok<br />
kolay. Yorulursam bırakırım.<br />
Peki Meksika Sınırını bırakmanız ile Gerçek Hayat’ta<br />
yazdığınız son yazının paralelliği var mı ?<br />
Evet. Doğrudan Gerçek Hayat’ta yazdığım o yazıyla ilgili<br />
Meksika Sınırı’nı bırakma sebeplerim. Ben televizyonun insanı<br />
çok fazla dönüştürdüğü, sahici bir karakter olmaktan<br />
çıkardığını düşünüyorum.<br />
İzleyiciler açısından mı ?<br />
Hayır, yapan açısından. İzleyiciler seni gerçek zannediyor.
Onlarla ilgili bir sorun yok. İzleyiciler mesela Fatmagül’ü<br />
de gerçek zannediyor. Yok öyle bir şey halbuki. Fatmagül’de<br />
gerçek değil. Meksika Sınırı’da gerçek değil. Ekrandaki İs<strong>mail</strong><br />
Kılıçaslan’da gerçek değil. Yani hepimiz aldığımız pozisyonlar<br />
üzerinden hayatla hesaplaşıyoruz.<br />
Ekranda gerçek olabilmek zor. Ama gerçeklikten iyice<br />
uzaklaştığını hissetmek insanı çok yoruyor. Beni çok yordu.<br />
Mesela Selahaddin asla kendi gerçekliğinden uzaklaşmayan<br />
bir adam. Ama bende öyle olmadı. Televizyon beni<br />
kendi realitemden, kendi gerçekliğimden, kendi inançlarımdan<br />
uzaklaştırmaya başladı. Bende televizyondan uzaklaşmayı<br />
tercih ettim. Fena bir dağılma biçimi.<br />
Bu dinlenme süreci<br />
iyi geldi dediniz.<br />
Nelere iyi geldi ?<br />
Şuan gençler sosyal<br />
medya üzerinden<br />
sürekli bir<br />
hareketlilik içerisindeler.<br />
Sanırım<br />
gençlerde sizin<br />
yaptığınız gibi dinlenme<br />
evrelerine<br />
ihtiyaç duyuyorlar.<br />
Bu dinlenme<br />
tecrübenizden ne<br />
aktarmak istiyorsunuz<br />
gençlere ?<br />
Yavaşlasınlar…<br />
Kemal Sayar’ın da<br />
bu konu ile ilgili bir<br />
kitabı var. ‘Yavaşla!’<br />
Dünyada şöyle bir<br />
kavram var ‘slow<br />
city’ yavaş şehir,<br />
yavaş yaşayan şehir.<br />
Yani toplu taşıma<br />
araçlarının mesela<br />
50 km’den fazla hız<br />
yapmasının yasak olduğu. Çoğu yerde, yürümek için sokakların<br />
icat edildiği.<br />
Ben mesela twitter denilen meseleye bile isteye dâhil<br />
olmadım. Twitter’ın boşluğu beleşliği çok aşikar. Mail ile<br />
iletişim veya Facebook’ta yorumlardan bir iletişime geçme<br />
durumu dahi Twitter’dan daha sağlıklı. 140 karakter sayınız<br />
var. O karakter sayısıyla dünyayı yorumlamanızı bekliyor<br />
insanlar. Temel mantık çok kısıtlı bir alanda çok yüksek<br />
kabiliyetli laflar edebilmek. Aforizmatik bir şey yani bu<br />
olay.<br />
“HİÇBİR ŞEYİ ÖZETLEYEcEK KADAR APTAL<br />
DEğİLİM”<br />
Mesela 140 karakteri aşıp da göndermeye kalktığında<br />
‘yeterince zeki değilsin’ diye bir uyarı çıkıyor.<br />
Ciddi misin ya? Twitter’a düşman olmam için yeni bir sebep.<br />
Ben, “hiç bir şeyi özetleyecek kadar aptal değilim”<br />
diye cevap verirdim.<br />
Timeline diye bir şey var. Adam sınırı aştığında art arda<br />
yazıyor düşüncelerini ama onu takip eden için öyle<br />
değil. Ana sayfaya onun yazıları düşerken hop salise<br />
farkıyla başka birinin<br />
twiti kaynıyor<br />
araya adam yazıyor<br />
‘Nişantaşı’nda<br />
kahve içiyorum.’<br />
Aslında çok karışık<br />
ve dağınık bir hal<br />
alıyor o zaman da.<br />
kastım bu.<br />
Aslında işte tam<br />
2010’ların işi Twitter.<br />
Çok fazla yoğunlaşmayalım.<br />
Aaa, Mevlana çok<br />
güzel laf etmiş onu<br />
şuradan alalım; aaa,<br />
Elif Şafak kitap çıkarmış<br />
kutlayalım.<br />
Eğlenelim. Bir de<br />
bu arada eşe dosta<br />
Nişantaşı’nda kafedeyim<br />
falan diyelim.<br />
Öyle değil ama !<br />
ORTALIK FİLOZOFTAN GEÇİLMİYOR AMA<br />
DÜŞÜNcE YOK!<br />
Ben mesela bir yerde<br />
yemek yediğimde,<br />
bunu anlatmak<br />
için 10 dk’dan aşağı<br />
bir zamanı kabul etmem.<br />
Yavaşlamadan<br />
Bir de sosyal medya, internet şu an insanların hayatında<br />
edindiği yer ile gençlerin gereksiz bir özgüvene sahip<br />
olmaları sonucunu doğurdu. Ortalık filozoftan geçilmiyor<br />
fakat düşünce yok. Hep ikinci el.<br />
Bugün bir şiir bitirdim. Bak oradan bir dize ‘Bir özgecan<br />
SAYI 4<br />
31
SERBEST KÜRSÜ<br />
değildir Leyla, Olsa olsa ikinci el bir Twitter mesajıdır’ Bana<br />
öyle geliyor bu durum. İkinci el, fazla kullanılmış, yaygınlaşmaya<br />
fazla müsait. Zaman zaman eş dost, Twitter’da<br />
senin şu dizen dolaşıyor diyor. Tedirgin oluyorum. Şimdi<br />
al bir dize, koy. İlk anda iyi gelecektir belki ama ya sonra<br />
? O çöplükte kayboluyor hissi var ya, ikinci ele düşüyor,<br />
yıpranıyor hissi.<br />
Öyle bir şey işte.<br />
İtibar’ın satışı 1500, Twitter<br />
takipçisi 6000. Bu işte bir<br />
yanlışlık var. Hece’nin satışı<br />
1000, Twitter’da takipçisi<br />
55.<br />
KARAcAAHMET<br />
MEZARLIğI’NI GEZİN<br />
Şimdi okullar açılıyor. Yoğun<br />
ders trafiği, öğrenciler<br />
kafelere gidecekler, muhabbet,<br />
sohbet, etkinlikler<br />
vs. Nasıl yavaşlayacaklar?<br />
Yalnızca internet de<br />
değil bu durum. Alışverişte<br />
bile şu an gençler için<br />
bir hız. Markaların peşinde<br />
koşturma.<br />
Mesela Karacaahmet’i dolaştınız<br />
mı hiç? Başından<br />
sonuna kadar, ne kadar da<br />
dolaşırsınız? Durarak. Senin<br />
yaşında ölmüş, birkaç mezar<br />
taşı bulmaya çalışarak, bir<br />
mezar taşında yazan dörtlüğün<br />
anlamı üzerinde biraz<br />
düşünerek, mezar taşlarında<br />
ki imla hatalarını bularak…<br />
Karacaahmet Mezarlığı yavaşlamak için çok iyi bir yerdir.<br />
Ölüm fikri insanı sürekli yavaşlatan bir şeydir. Ölümle haşır<br />
neşir olmak. Mesela günde yirmi dakika; on dakikası Arapçasına,<br />
on dakikası mealine ayırarak Kur’an okumak insanı<br />
yavaşlatır. İnsan istese de istemese de yavaşlar.<br />
Mesela tam bir şey yapacakken, kişinin sabah okuduğu<br />
ayet kafasına tak diye düşer. Mesela marka kovalamak dedin<br />
ya, tam o markayı kovalarken cebindeki parayı arkadaşıyla<br />
paylaşması gerektiğini Kur’an’dan öğreniyor Müs-<br />
32 SAYI 4<br />
lüman. Bu bir yavaşlamadır. Mesela tam biri ile tartışmaya<br />
girecekken, Eyüp peygamberin sabrını hatırlamak; tam<br />
kendinden güçsüz birine hükmedebilecek, eziyet edebilecekken<br />
Hz Ali’yi hatırlayıp bundan vazgeçmek bir yavaşlama<br />
biçimidir. Ancak kaynaklara dönerek yavaşlanacağını<br />
düşünüyorum.<br />
Tahmini 100 bin öğrenci olduğunu varsaysak Üsküdar’da;<br />
bu öğrencilerin elli bini yarım saat Üsküdar Yeni Camii’nin<br />
şadırvanında otursa bu bir yavaşlama göstergesidir.<br />
Mihrimah’ta mesela tespih<br />
satan bir amca var. O amca<br />
ile iki dakika sohbet edebilse<br />
bu bir yavaşlamadır.<br />
Birine selam verse bu bir yavaşlamadır.<br />
Nereye gidiyorsunuz sorusunu<br />
çok sık sorar Allah<br />
Kur’an’da. Niye akıl etmiyorsunuz<br />
? Bütün bunları düşünmek<br />
insana yavaşlamayı,<br />
yavaşlamak huzuru getirir.<br />
EğLENİRKEN GELİŞMEK<br />
DİYE BİR ŞEY YOK<br />
Gençler daha nitelikli vakitler<br />
geçirsinler, okusunlar,<br />
yazsınlar diyoruz.<br />
Birçok genç yavaşlamayı<br />
eğlence dışında tutuyor<br />
aslında. Sürekli bir koşma<br />
ve hız peşindeler. Eğlenmek<br />
diye bir şey var mı,<br />
eğlence nedir o zaman ?<br />
Bediüzzaman Said Nursi'nin<br />
müthiş bir lafı vardır. ‘Helal<br />
daire keyfe kafidir’ der. Dolayısıyla<br />
helal dairede kaldığı<br />
sürece kişi eğlenmekle ilgili hiçbir problemim yok benim.<br />
O helal dairede de apaçık haram olanlar var. Dolaylı<br />
yoldan haram olanlar var.<br />
Aslında adam gibi eğlenmeyi bildiğin zaman insanı olgunlaştıran<br />
bir tarafı bile vardır.<br />
Mesela, dost masaları çok eğlenceli meclislerdir ve insanı<br />
çok eğlendirir. O kadar çok şey konuşulur ki. Biri bir şey<br />
söyler. Başka biri örnekler verir. Başkası birebir olay an-
latır. O ‘kıssa’dır. Sen oradan ‘hisse’ni alırsın. Bütün bunlar<br />
çok eğlenceli bir ortamda da gerçekleşebilir. Ki bence<br />
böylesi daha da iyidir. Benim için ise eğlence; Haşmet<br />
Babaoğlu, Selahattin Yusuf ile oturmaktır. İbrahim Paşalı<br />
da gelirse tadından yenmez. Üç dört saat konuşmak ama<br />
her şeye dair. Kadınlardan tut evrenin yaradılışına kadar.<br />
Çok geniş bir perspektifte kendini hiç kapatmadan konuşmak,<br />
bir taraftan dalganı geçmek, bir taraftan şakalaşmak…<br />
Sinema vs. eğlencedir. Ha bazıları ciddiye alır sanat<br />
olur ama sanat olmadan önceki hali eğlencedir. Bilgisayar<br />
oyunu iyidir. Tavla çok iyidir. Çok severim. İnsan sadece,<br />
misyon sahibi bir yaratık değil. Dinlenecek, nefes alacak,<br />
eğlenecek.<br />
Ben artık eğlenmeyi, ailem ve arkadaşlarımla vakit geçirmek<br />
olarak tanımlıyorum. Ve bu benim yaşımdaki biri için<br />
bu tanım son derece normal. Ama gençler için eğlencenin<br />
başka tanımları var. Konserler mesela. Onlarca ücretsiz<br />
konser ilanı görüyorum ve gidemediğim için üzülüyorum.<br />
Ama Üsküdar Belediyesi’nin düzenlediği çocuk oyunlarına<br />
ya annesi ya ben kızımı götürüyoruz ve bu bizim için ve<br />
bir eğlence oluyor.<br />
Eğlenirken gelişmekten falan bahsetmiyorum. Öyle kişisel<br />
gelişim numaraları yapmaya gerek yok. Eğlenmek eğlenmektir.<br />
Ama o helal daireyi hiç gözden kaçırmamak lazım.<br />
Bir de gençler için en iyi eğlenme metodu. Aslında tehlikeli<br />
bir şey ama bir sevgili edinmektir.<br />
Hayata dair sizi çok geliştirir, yetiştirir. Üstelik aradığınız<br />
eğlenceyi de bulursunuz. Kavga edersiniz, mutlu olursunuz,<br />
sevindirirsiniz, sevinirsiniz, sevilirsiniz, seversiniz,<br />
iyidir yani. Gençlere sevgili bulmayı da öneriyorum.<br />
GÜNDEMDEN UZAK DURMAK LAZIM<br />
Mesela bir genç hem gündemi takip etmek istiyor hem<br />
de yavaşlamak istiyor. Ben yalnızca Türkiye iç siyaseti<br />
ile ilgilenmek istemiyorum. İslam dünyasını takip<br />
edeceğim dese bile bir genç her şey baş döndürücü<br />
bir hızla ilerliyor. Yavaşlamak isteyip, gündem takibi<br />
yapan gençler ne yapacaklar?<br />
Şöyle gündemin ne olduğu ile çok ilgili bu soru. Yani senin<br />
gündemin ne?<br />
Senin gündemin bir dış politika muhabiri gibi dünyadaki<br />
Müslümanlara ne olduğu ise evet bu seni çok yorar. Ama<br />
dünyadaki Müslümanlar niçin böyle konusunda kafa yoracak<br />
bir gündemin varsa, o seni tam tersine yavaşlatır. Dolayısıyla<br />
işin magaziniyle aslını birbirinden ayırmak lazım<br />
‘gündem’ meselesinde.<br />
Mesela ben de gündemi sizin kadar takip ediyorumdur.<br />
Ama nasıl? Sabah geliyorum ofise, çalışmaya başlamadan<br />
önce iki tane internet sitesi açıyorum. Memlekette neler<br />
olmuş ona bakıyorum. Çalışmaya başlıyorum. Daha sonra<br />
dükkânı kapatmadan önce bir kere daha bakıyorum ve<br />
memlekette çok az şey değişmiş oluyor. Memlekette de<br />
dünyada da. Bugün Suriye’de kaç kişinin öldüğü gündemi<br />
takip etmek değil. Bugün Suriye’de niçin insanların öldüğüne<br />
dair kafa patlatmaktır gerçek gündem takibi. Aksi<br />
taktirde o ne dedi, bu ne dedi, Arakan’da bugün ne oldu<br />
Youtube’da dünya Müslümanlarının neler yaptığı ile ilgili belgelere,<br />
bilgilere, görüntülere ulaşabiliyorsun. Fakat dünya Müslümanlarını<br />
izlemeye başlamışken yolculuğunu bir Sezen Aksu şarkısı ile<br />
bitiriyorsan, bu hiçbir işe yaramıyor. Dağılmışlık derken bunu kast<br />
ediyorum.<br />
falan… Buna dalarsan medya sektöründe çalışman gerekir.<br />
Ki bu zaten artık işin olmuş olur. Dolayısıyla gündemden<br />
uzak Allah’a yakın olmak lazım.<br />
Ben bir de son dönemde çok ciddi bir dağılma görüyorum<br />
gençlerde. Her şeyden anlama, her köfteye maydanoz<br />
olma. Bu dağılmışlığın sebebi ne bilmiyorum.<br />
Kitaplar çıkardınız, sinema senaryosu, belgeseller vs<br />
derken heybenizde bir sürü şey birikti. Bundan sonrası<br />
için bu tarz projeler var mı?<br />
Ben hayatımı televizyon yapımcılığıyla, program yapımcılığıyla<br />
ve yönetmenliği ile kazanıyorum. Dolayısıyla yapa<br />
geldiğim standart bir takım televizyon işleri var. Mesela bu<br />
sene TrT Arapça’nın iftar ve sahur programlarını ofisimizde<br />
yaptık. Sinema ile ilgili ise, gerçekten iyi bir senarist<br />
bulabilirsem, kendimden hareketle bir 28 Şubat hikayesi<br />
yazmak, mümkünse onu yönetmek istiyorum.<br />
SAYI 4<br />
33
ABDULLAH KİBRİTÇİ<br />
34 SAYI 4<br />
Yılın Bu<br />
Mevsiminde<br />
İGUANALAR<br />
Oldum olası hayallerden nefret etmişimdir. Çünkü hayaller<br />
sahte bir avuntu olmaktan, bünyeye sakinleştirici bir etki<br />
yapmaktan başka bir işe yaramazlar. Hayal ne “heves” gibi<br />
gelip geçici bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür boyu insanı<br />
sarmalayıp içine işler, ne de “takıntı” gibi aklını tümden<br />
işgal eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan yalancı emzik<br />
gibidir hayaller.
“Hayallerinin peşine düş ve seni götürdüğü yere git” diye<br />
başlar hikaye. Kocaman dünyanın karmaşık metropollerin<br />
kuşatan şehirlerin ortasında sıkışıp kalmış bireyin büyük<br />
renkli hayallerini görürüz ve şahit oluruz uçsuz bucaksız<br />
iç dünyasına. Hayallerimiz olsun isterler hep bizden, bitip<br />
tükenmez sınır tanımaz hayallerimiz. Bazen fakir, bazen<br />
güçsüz, bazen ezilmiş, bazen yalnız insanların arka<br />
sokaklardaki hikayelerini anlatır filmler ve kitaplar,<br />
binlerce kere bıkıp usanmadan. Onların her<br />
şeye rağmen büyük hayalleri vardır ve o<br />
hayalleri sayesinde ulaşırlar bir gün<br />
başarıya.<br />
Hiçbir kadim öğretide “hayal<br />
kurun” diye bir tavsiye olmamasına<br />
rağmen, modern<br />
zamanların modern bilgi<br />
aktarım kaynakları binlerce<br />
kanaldan hayal kurmamız<br />
için bizi uyarır. Batı Medeniyetinin<br />
devasa bütçeli<br />
filmleri, insanı şevkle dolduran<br />
coşturan kitapları küçük<br />
insanların büyük hikayelerini<br />
hayalleri üzerinden anlatır ve<br />
filmin sonunda herkes evine mutlu<br />
döner. Çünkü hayal kurmak mutlu olmanın<br />
kolay yöntemlerinden biridir. Üstelik<br />
kimseye zararı dokunduğu da görülmemiştir.<br />
Ancak daha leziz hayaller kurabilmek için imge dünyamızın<br />
da geniş olması lazım. Evrenin bütün nimetlerinin<br />
sığdırıldığı görsel şölenler bambaşka dünyanın kapılarını<br />
açar bize. Çöl üzerine kurulmuş bir şehir olan Las Vegas’ta<br />
insanların havuzlu bahçeli evlerde yaşadıklarına şahit<br />
olur mesela bir çocuk Hindistan’da, elektrik kesintisinin<br />
Dayısı gibi bir iş<br />
bulabilirse, tır şoförü<br />
olabilirse mesela,<br />
o evlerden bir tane<br />
alabilecektir herhalde?<br />
Neden olmasın ki? Şimdi<br />
bol yıldızlı bir gecede,<br />
uzanıp göğü izlerken<br />
hayaller kurma vaktidir.<br />
Ah evet, hayal kurmak ne<br />
güzeldir!<br />
olmadığı nadir günlerden birinde ailesiyle birlikte on<br />
metrekarelik barakada televizyon izlerken. Dayısı gibi bir<br />
iş bulabilirse, tır şoförü olabilirse mesela, o evlerden bir<br />
tane alabilecektir herhalde? Neden olmasın ki? Şimdi bol<br />
yıldızlı bir gecede, uzanıp göğü izlerken hayaller kurma<br />
vaktidir. Ah evet, hayal kurmak ne güzeldir!<br />
Sömürerek refaha ulaşan Batı aklı, içinde bulunduğu<br />
nimetleri paylaşmak istemediği için onların<br />
hayalleri ile yaşayıp mutlu olmamızı ister.<br />
Siz hayal edersiniz, onlar yaşar.<br />
Ezilen ve sömürülen insanların<br />
kaybolan huzuru dayatılan hayaller<br />
ile yeniden temin edilir.<br />
Hayalleri ile mutlu olanlar<br />
neyi nasıl talep edebilir?<br />
Oldum olası hayallerden<br />
nefret etmişimdir. Çünkü<br />
hayaller sahte bir avuntu<br />
olmaktan, bünyeye sakinleştirici<br />
bir etki yapmaktan<br />
başka bir işe yaramazlar. Hayal<br />
ne “heves” gibi gelip geçici<br />
bir şeydir, ne “tutku” gibi ömür<br />
boyu insanı sarmalayıp içine işler,<br />
ne de “takıntı” gibi aklını tümden işgal<br />
eder. Koli bandıyla ağza yapıştırılan<br />
yalancı emzik gibidir hayaller.<br />
rüyasını gördüğü fetihlerin planını yapacak, hesaplaşmanın<br />
stratejisini çizecek kafaların şu an nerede olduğu bilinmiyor.<br />
Amerikan filmleri izlemiyorlarsa veya atarlı twitler<br />
atmakla meşgul değillerse bir gün onları görebiliriz.<br />
Ana menüye dönmek için lütfen 1’i tuşlayınız. Teşekkür<br />
ederiz.<br />
SAYI 4<br />
35
ÖĞRENCİ BÜTÇESİ AYŞEGÜL DUMAN PEHLİVANLI<br />
3<br />
Kuruşa<br />
Öğrenci<br />
Sefası<br />
Üsküdar sahil, trafiğin kilitlendiği bir İstanbul sabahında,<br />
denizden gelen esintiyle mahmur. Hafiften<br />
serpiştiren yağmur, rüzgârla birlikte ağaç yapraklarının<br />
tozunu alıyor. Böylesi bir güne uyanmışken, cebinizdeki<br />
öğrenci harçlıklarını ve yeni çektiğiniz bursları en<br />
etkin nasıl kullanabilirsiniz?<br />
Bu sayıda sizlere rengârenk bir etkinlik haritası hazırladık.<br />
İstanbul’un modern sebil özelliğine sahip ayaklı kütüphane<br />
olarak nitelendirilebilecek müzeler, sanat galerileri,<br />
sempozyumlar, festivaller, konferanslar, gençlik merkezleri,<br />
kültür merkezleri ve daha niceleri… Düşünsenize, 1 liraya<br />
otobüse biniyor, 40 kuruşa aktarma yapıyoruz. Neden<br />
evde oturalım ki?<br />
SAHNEDE YERİNİZİ ALDINIZ MI?<br />
Eskiler “Şam yazar, Bağdat tâb eder, İstanbul okur” derlermiş.<br />
İstanbul okumaya, üretmeye, çağı yakalamaya ve<br />
aşmaya devam ediyor. Sahnede yerinizi aldınız mı?<br />
Büyükşehirler tüm dünyada öğrencilere çok farklı yelpazede<br />
ve alternatifte ücretsiz veya düşük bütçelerle yararlanılabilecek<br />
imkânlar sunarlar. Londra’da örneğin, sıkıldığınız<br />
bir gün British Müzesi’ne uğrayarak bilgi ve deneyiminizi<br />
artırabilirsiniz. İstanbul’da ise 20 liraya almış olduğunuz<br />
müze kartınızla Ayasofya Müzesi’nde tarihin derinliklerine<br />
inebilir, Fatih’in ayak sesleri ile dirilebilirsiniz.<br />
36 SAYI 4<br />
Güneşin kendisini iyiden iyiye hissettirdiği saatlerde İstanbul<br />
Üniversitesi Kütüphanesi’nde veya civarda bulunan<br />
medreselerin butik kütüphanelerinde aklınıza takılan<br />
sorulara cevaplar arayabilirsiniz. Akşamüzeri Yerebatan<br />
Sarnıcı’nda 2 lira ödeyerek tarihin derinliklerinden gelen<br />
hayali su şırıltıları arasında, şiir dinletisi eşliğinde günün<br />
yorgunluğunu atabilirsiniz.<br />
AKADEMİK DÜNYAYA KOMŞUSUNUZ!<br />
Akademik dünyada neler konuşulduğunu mu merak ettiniz?<br />
“Amerikalılar İbn-i Haldun hakkında ne düşünüyor?”<br />
sorusu mu zihninizi kurcaladı? Üsküdar sınırları içinde bir<br />
vakıf üniversitesinde düzenlenen herhangi bir konferansa<br />
ücretsiz olarak katılabilirsiniz.<br />
İSTANBUL’U KEŞFETMEK<br />
İstanbul, fotoğraftan mimariye, tarihten edebiyata, görsel<br />
sanatlardan el sanatlarına veya çok ekstrem teknik alanlardaki<br />
bilgi donanımı edinebileceğiniz bir şehir. İstanbul’da<br />
Japonca-Çince gibi Uzak Doğu dillerini bile öğrenebileceğiniz<br />
mekânlar bulunuyor. Bu anlamda İstanbul, en az bir<br />
New York’tur, bir Londra ve bir Tokyo’dur.<br />
Biz de size İstanbul’un bu yönlerini de içinde barındıran<br />
bir etkinlik haritası hazırladık. Bu haritada neler mi var?<br />
Müzeler, sanat galerileri, sempozyumlar, festivaller, konferanslar,<br />
gençlik ve kültür merkezi etkinlikleri…
Eğer ilk iş olarak bir müze kartı<br />
edinirseniz, müzelerin Kültür ve<br />
Turizm Bakanlığı’na ait ziyaret<br />
mekânlarına bedava girebilirsiniz.<br />
Müze kart öğrenciler için 15 lira ve<br />
bir yıl boyunca geçerli.<br />
MÜZELERDE NE VAR NE YOK?<br />
Araba sevenlere araba, oyuncak sevenlere oyuncak,<br />
tarih sevenlere tarih… Müzelerde her çeşit güzelliği<br />
bulmak mümkün. İşte birkaç müze ve giriş ücretleri:<br />
rahmi M. Koç Müzesi oldukça ilgi çekici bir yer. Müze<br />
birçok bölümden oluşuyor. Müze kart geçerli değil. Ücretleri<br />
2– 6 lira arası değişiyor. Bu müzede dünyaca<br />
ünlü sergileri gezme fırsatı bulabilirsiniz.<br />
Sabancı Müzesi Çarşamba günleri ücretsiz ziyaretçi kabul<br />
ediyor.<br />
Topkapı Sarayı tarih meraklılarını bekliyor. Bu tarihi<br />
sarayın Harem bölümü hariç diğer bölümlerini müze<br />
kartınızla ücretsiz gezebilirsiniz.<br />
Diyelim ki hem ada havası almak hem de edebiyatla<br />
haşır neşir olmak istiyorsunuz. O halde Burgaz adası<br />
tam size göre. Sait Faik ABASIYANIK müzesini mutlaka<br />
görün. Üstelik müzeyi ziyaret etmek ücretsiz.<br />
SEMPOZYUMLAR NEREDE?<br />
Ne, nerede, ne zaman?<br />
Üniversitelerde çok sayıda ücretsiz sempozyum düzenleniyor.<br />
İlgili üniversitelerin internet sitelerinden<br />
etkinlik takvimini takip edebilirsiniz. Üniversite dışı<br />
sempozyumlar için belediye kültür merkezleri ve gençlik<br />
merkezlerini takip edebilirsiniz.<br />
KÜLTÜR MERKEZLERİNDE NELER OLUYOR?<br />
ÜcRETSİZ KURSLAR SİZİ BEKLİYOR!<br />
Kurslar ilginizi mi çekiyor? Sabancı Olgunlaşma Enstitüsü<br />
tam size göre bir yer. Burada ücretsiz olarak<br />
birçok alanda kurslar veriliyor. İçinde bulunduğumuz<br />
dönemde ön kayıtlar başlamış durumda.<br />
Fiyatları oldukça uygun İSMEK kursları da zengin öğretici<br />
kadrosuyla meraklı öğrencileri bekliyor.<br />
İşte o adreslerden birkaçı<br />
• Caddebostan Kültür Merkezi<br />
• Altunizade Kültür ve Sanat Merkezi<br />
• Üsküdar Gençlik Merkezi<br />
• Bayrampaşa Gençlik Merkezi<br />
• Beyoğlu Gençlik Merkezi<br />
• Kadıköy Gençlik Merkezi<br />
• Beşiktaş Kültür Merkezi<br />
Fotoğraf: Halit Ömer Camcı<br />
Ücretlilerin yanı sıra ücretsiz sergiler, nadir de olsa<br />
tiyatro oyunları, çeşitli sempozyumlar, seminerler…<br />
Sanatın hemen her dalında sergilenen etkinlikleri bu<br />
merkezlerden izleyebilirsiniz.<br />
Hemen her semtte kendinize uygun etkinlikleri düzenleyen<br />
Kültür Merkezleri veya Gençlik Merkezleri<br />
bulabilirsiniz. Bu merkezleri ziyaret edip, görevlilerle<br />
tanışmanız onları çok memnun edecektir. Böylece, etkinlik<br />
takvimi konusunda yetkililerden bilgi ve broşür<br />
alabilirsiniz.<br />
SAYI 4<br />
37
KISA FİLM ÖMER SAMİ SEVİMLİ<br />
SENARYO<br />
NASIL<br />
YAZILIR?<br />
KISA FİLM ÇEKMEK<br />
İSTİYORSANIZ BUNU<br />
ASLA SENARYOSUZ<br />
YAPAMAZSINIZ. AKSİ<br />
TAKTİRDE KENDİ KENDİNİZİ<br />
OYALADIğINIZ BİR VİDEO<br />
ÇEKİMİ DENEMESİNDEN<br />
ÖTESİNE GİDEMEZSİNİZ.<br />
PEKİ DOğRU VE ÇEKİLEBİLİR<br />
SENARYO NASIL YAZILIR?<br />
Eğer imkanınız kısıtlıysa ve kendi filminizi çekecekseniz,<br />
senaryo yazarken dikkat etmeniz gereken bazı kurallar vardır.<br />
Bunların en başında da o senaryonun çekilebilir olması<br />
gelir. Bir senaryoyu çekilebilir, yani filme dönüştürebilir<br />
hale getirmek için de yapılması gereken ilk şey gereksiz<br />
masraflardan kaçınmaktır. Çünkü hayal gücünün sınırı yoktur.<br />
Bir senaryoya başladığınız zaman sizi durdurabilecek<br />
tek şey yine kendinizdir. Bu yüzden kalabalık bir oyuncu<br />
kadrosu, pahalı ekipmanlar, zor görsel efektler veya çekim<br />
için yüksek bütçe gerektiren pahalı mekanları yazmaktan<br />
bilhassa kaçınmalısınız.<br />
SENARYONUZA ÇOK GÜVENİYORSUNUZ FAKAT<br />
İMKANINIZ KISITLI<br />
Bu durumda yapacaklarınızı yine yaparsınız. Fakat çok<br />
daha fazla emek harcayarak ve uğraşarak sonuca ulaşa-<br />
38 SAYI 4<br />
bilirsiniz. Bu da sizin hevesinizi kaçırabilir ve teslim bayrağını<br />
çekmenize neden olabilir. İşte o zaman kaybetmiş,<br />
başaramamışsınız demektir. Çünkü kısa film hevesle başlar.<br />
Tonlarca ayrıntıyla uğraşıp mükemmel olmasını isterken<br />
bir süre sonra isteğiniz kaçar ve bu projeniz de tıpkı birçoğu<br />
gibi başka baharlara kalabilir.<br />
EN ÖNEMLİ NOKTALARDAN BİRİ GERÇEKÇİ<br />
DİYALOG<br />
Gerçek hayatta asla duyamayacağınız ve Amerikan sinemasının<br />
bize çok uzak olan kültürüyle bezenmiş diyaloglar<br />
filmdeki sıcaklığı ve samimiyeti yok eder. Diyalogların<br />
gerçekçi olması, filmin sıcaklığı ve samimiyetinden uzaklaşmamak<br />
adına yapılan zekice hazırlanmış bir hikaye,<br />
senaryonuzu daha düzgün ve çekilmesi kolay hale getirecektir.
Senaryonuzun formatı özellikle kısa filmde en son düşüneceğiniz<br />
şey olmalı. Oyuncular ve ekibiniz senaryoyu<br />
okuyup anladılarsa sorun yok demektir. Fakat senaryonuzu<br />
profesyonellere ya da yapım şirketlerine gösterecekseniz<br />
Amerikan ya da Fransız tarzı formatlardan birini kullanmalısınız.<br />
Bu konuda da fazla uğraşmanıza gerek kalmaz<br />
çünkü internetten rahatlıkla bu formatları bulup indirebilirsiniz.<br />
Eğer işinizi ciddiye alıyorsanız ve ileride bu sektörde bir<br />
şeyler yapmayı amaçlıyorsanız size tavsiyem şimdiden bu<br />
formatlarda yazarak elinizi alıştırmanız.<br />
Başarılı sinemacı Ahmet Toklu’nun Kültür Bakanlığı ödüllü<br />
bir senaryosunun hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.<br />
EYLÜL’ÜN DÖNÜŞÜ<br />
(Yıl: 1980) Eylül 25 – 26 yaşlarında genç bir gazeteci kızdır.<br />
Askeri darbe olmuş ve çeşitli yasaklar getirilmiştir.<br />
Birçok gazeteci de yazdıkları yazılar ve okudukları kitaplar<br />
nedeniyle hapse atılmıştır. Yüzbaşı Özgür isminde bir<br />
komutan bu eylemlerde sivrilmiştir. Askeri cunta evlerde<br />
sakıncalı bulduğu birçok kitabı toplatmış ve imha etmiştir.<br />
Kendisinin de hapse atılacağını bilen Eylül duygusal<br />
bir bağ kurduğu kitaplarını korumak için onları toprağın<br />
altına saklamaya karar verir. Kitaplarını bir kutunun içene<br />
koyar ve gömer. Kutunun içine bir de not bırakmıştır.<br />
(Yıl: 2010) 1980 darbesi gerçekleştiğinde ön saflarda olan<br />
Özgür, artık emekli albaydır. Bir güvenlik şirketinde müdürlük<br />
yapmaktadır. Darbe olduktan sonra birçok dergi,<br />
gazete, kitabı imha etmiş ve birçok yazara eziyet etmiştir.<br />
Darbe sonrası edindiği güç ile birlikte yasa dışı işlere<br />
karışmış ve karanlık güçlerle işler yapmaya başlamıştır.<br />
Özgüre bir gün bir telefon gelir. Telefondaki kişi elindeki<br />
silahlardan kurtulmasını onları saklamasını söylemektedir.<br />
Özgür bu kişinin söylediklerini yapmak için adamları ile<br />
birlikte sabaha karşı bir ormana gider. Adamlarına silahları<br />
gömmelerini emreder. Kazmaya başlayan adamlar bir<br />
kutu bulurlar. Özgür kutuyu açar ve içindeki kitapları görür.<br />
Aralarında bir de Eylül’ün yazdığı not vardır. “Kötülüğü<br />
karanlığa gömüp aydınlığa ulaşacağınıza şüphem yok”<br />
Hayalleriniz gerçek olsun.<br />
1<br />
2<br />
3<br />
4<br />
5<br />
6<br />
AHMET YENİLMEZ<br />
İLE KISACA...<br />
KISA FİLM<br />
NE DEDİĞİNİ BİLEN İNSANLARIN<br />
ÇEKİNMEDEN SÖZÜNÜ<br />
SÖYLEYEBİLMESİDİR<br />
METİN ERKSAN<br />
TÜRK SİNEMASI’NDA USTA<br />
DİYEBİLECEĞİMİZ BİRİSİ VARSA<br />
O DA METİN ERKSAN'DIR. NUR<br />
İÇİNDE YATSIN<br />
EKMEK TEKNESİ<br />
HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI.<br />
BİR KEZ YAPILABİLİRDİ BEN DE<br />
O BİRİN İÇİNDE OLDU<br />
EN SEVDİĞİN ROL<br />
TİYATRODA MEHMET AKİF<br />
ERSOY, TELEVİZYONDA CELAL<br />
(EKMEK TEKNESİ)<br />
TİYATRO<br />
HAYATIN AYNASI<br />
MUTLULUK HAYALİ<br />
VADEMİN DOLDUĞUNU<br />
HİSSETTİĞİM AN “DEĞDİ”<br />
DİYEBİLMEK<br />
SAYI 4<br />
39
YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI YUSUF ZÜLKÜFOğLU<br />
Bir Göçmen Hikâyesi<br />
40 SAYI 4<br />
ÜSKÜP’LÜ SABRİYE JALE… HAYATI<br />
BU 2 SAYFAYA SIğMAYAcAK KADAR<br />
BADİRELERDEN GEÇMİŞ, BÜTÜN BUNLARA<br />
RAğMEN YAŞAMA TUTUNMUŞ BİR KADIN.<br />
EŞİ İLE BİRLİKTE BALIKESİR GÖNEN’DE<br />
YAŞIYOR. MEYVE BAHÇELERİNDE YOK<br />
YOK… GEÇİMLERİNİ EMEKLİ MAAŞLARI<br />
VE BU MEYVE BAHÇESİ İLE SAğLAMAYA<br />
ÇALIŞIYORLAR. ÖYLE HİKâYELER VAR Kİ<br />
SABRİYE TEYZEDE, BİR GÜN YAMAcINA<br />
GİDİP DİNLEMEK GEREKİYOR.<br />
ÜSKÜP
Üsküp’ten başlayalım, çocukluktan…<br />
Daha okula gitmiyordum, ablamla babam nohut yolmaya<br />
gidiyorlar, bir yağmur bir şimşek… Babam ablama “Nadire<br />
diyor kaç diyor kutunun arkasına otların arasına” Babam<br />
da kara dikenlerin arkasına gidiyor, bir yıldırım düşüyor,<br />
orada ödü patlıyor. İki-üç gün savrularak, yalpalayarak<br />
gezdi, sonra da yatağa düştü.<br />
Kaç yaşındaydınız?<br />
Ben o zaman okula gitmiyordum, 6 yaşında diyelim. Babam<br />
çok yaşamadı vefat etti. Ortada kaldık. Memlekette<br />
fakirlik diz boyu, nasıl fakir nasıl fakir. Annem ekmek almaya<br />
gidiyor kasabaya ekmek yok.<br />
Türk köyünde yaşıyorsunuz…<br />
Türk köyü Türk…<br />
Annem patates aramaya gidiyor soğan aramaya gidiyor.<br />
Kıtlık vardı. Annem tarladan buğday topluyor, bulgur taşında<br />
çekip un eliyordu. Yaptığı ekmekle karnımızı doyuruyorduk.<br />
Babam garibandı, fakir, konuşma bilmez ama altın gibi<br />
yüreği vardı. Annem biraz daha gözü açıktı, daha çok isteyebilirdi<br />
yardım, babam isteyemiyordu. Bir ekmeği abim,<br />
ablam, ben, kardeşim ve annem ile babam 6 kişi yerdik.<br />
O ekmeği kocaman koparıp bize veriyordu. “Baba be biraz<br />
daha çok ver de karnımızı bir kere doyuralım bir daha<br />
seneye artık yeriz” derdim. Karnımız doymuyor ki ben bir<br />
sene sonra acıkacakmışım diye aklım eriyor. Derken babam<br />
öldü yavrum, annem de ona ilaç almaya gittiydi kasabaya,<br />
geldi babam öldü. Ondan sonra Allah’ım Yarabbi çöktü mü<br />
daha gene fakirlik. Ayağımızda çorap yok, ayakkabı yok,<br />
okul vakti geldi, okula gideceğiz üstte başta bir şey yok.<br />
Yalın ayak, yerde bir karış kar. O ayaklarla karın içine girip<br />
çıkıyoruz. O bir tane kümbete (tenekeden soba) atıyorlardı<br />
tezekleri de onunla ısınıyorduk okuldan çıkana kadar.<br />
Balkanlar hep soğuk, gittim mayısta yine soğuktu…<br />
Okulunu da gördün mü?<br />
Gördüm ama karşıdan, içeri sokmadılar.<br />
Çok çalışkanmışım. Hocanın anlatmasıyla kalkıp parmak<br />
kaldırıp bütün sorularına cevap veriyordum. Öğretmen<br />
“nereden biliyorsun” diye soruyordu. Anlattın ya öğret-<br />
menim” derdim. Müfettişler gelip beni birden ikiye aldı.<br />
Niçin aldıklarını bilemiyorum, Sonra da ikiden alıp üçe<br />
geçirdiler. İkiyi 4 ay mı okudum 5 ay mı okudum bilmiyorum.<br />
Ben 4 senede hemen hemen liseye gittim düşünebiliyor<br />
musun? Oradan beni aldılar Köprülü’ye, lise okudum<br />
orada. Ayakkabı aldılar, pabuç aldılar. Ben zengin aileler<br />
alıyor sanıyordum meğer hükümet alıyormuş Köprülü’de liseyi<br />
okuduktan sonra Üsküp’e götürdüler. Orada okurken<br />
Ohri’ye götürmek istediler ben Türkiye’ye gelmek istedim.<br />
SAVAŞTAN KORKUP GÖÇTÜK<br />
Niye buraya gelmek istediniz?<br />
Bosna gibi olacağız diye…<br />
Savaş çıkacaktı yani?<br />
Annem, “Savaş çıkacak da bizi öldürecekler illaki kendimizi<br />
Türkiye’ye vatanımıza atalım” demişti. Asıl neslimiz<br />
Konya Karaman’dan. Dedelerim Osmanlı zamanında oraya<br />
gitmiş.<br />
Sonra…<br />
Buraya geldikten 2 sene sonra nişanlandım. Tekel’de çalışıyordum.<br />
Tekel’de çalışırken ablam hasta oldu, tütün fabrikası yaramadı<br />
ablama, annem de çıkardı işten, tekstil fabrikasına<br />
soktu. Sonra ben de yanına geçtim.<br />
Nişanlanma hikâyenizi duydum çok ilginç geldi…<br />
Eşim Yusuf beni görüyor, o da nişanlıymış yüzüğü atıyor.<br />
Annesine “ben bir göçmen kızını sevdim haberi yok…” diyor.<br />
Ben hiç bilmiyorum. Gece bekçisiydi. Yolda gidip gelirken<br />
beni görüyor ondan sonra geliyor annemden istiyor.<br />
Ne diyor?<br />
“O gariban ben gariban, verdin verdin, vermedin kaçıracağım<br />
kızını diyor… Bizde kız kaçmaz.<br />
Annem beni kaçırmasın memleketlilerimize<br />
karşı rezil olmayalım diye tamam diyor.<br />
Vereceksin ama nereye veriyorsun?<br />
Evi yok barkı yok. Ama mecbur<br />
verdiler. Altı ay nişanlı<br />
durdum. 17 yaşındaydım.<br />
SAYI 4 41
YOLÜSTÜ RÖPORTAJLARI<br />
Ev yok bark yok demiştiniz. Nasıl evlendiniz?<br />
Onlar da çok fakirdi. Evlerinde kapı bile yoktu. Kartondu<br />
evin kapısı. Ellerim kınalı düğünümüzü yaptık hadi bakalım<br />
daha haftasına tekrar işe. Evlenirken çalıştırmam<br />
demişti ama haftasına gene kaldık aç. Dört tane kaynım<br />
var bir de kaynanam iki de biz. Kayınlarım daha çok küçük.<br />
Toplam yedi nüfus. Bir gece bekçisinin maaşına bakıyoruz.<br />
Annem “Oğlum sen çalıştırmayacaksın ama bırak başlasın”<br />
dedi. Sonra işe girdim başladık çalışmaya, kayınlarım da<br />
büyüdü çalıştılar. Onları evlendirdik, yer aldık ev yaptık el<br />
birliğiyle…<br />
İŞSİZİ YOLDAN ÇEVİRİYORLARDI İŞ VERMEK<br />
İÇİN<br />
Ne zaman bıraktınız çalışmayı?<br />
Bırakmadım ki. Sonraları askeri dikimevine girdim Yavrum,<br />
şimdiki gibi değil, şimdi üniversite mezunu bile<br />
işsiz kalıyor. O zamanlar “senin okuryazarlığın<br />
varmış, bu fabrika daha<br />
çok para veriyor” diye yoldan<br />
çeviriyorlardı. Gittim başladım,<br />
meğer sigortalıymış.<br />
Haberin yok muydu?<br />
Ben sigorta nedir bilmiyorum<br />
ki? Hangi fabrikaya<br />
başlasam bana bir<br />
kart veriyorlar bende eskisini<br />
yırtıyorum. Cemile<br />
abla vardı bir gün baktım<br />
elinde yırttığım kartlardan.<br />
Eski, yarısı yıpranmış. “Bu<br />
yırtık kâğıt elinde ne geziyor?”<br />
diye sorunca “Bununla doktora<br />
çıkacağız bedava bakacak bize” dedi.<br />
Ben yine yenisi verecekler derdindeyim. “Yırt<br />
at yenisini verecekler” diyorum kadına.<br />
“Olur mu sakın yırtıp atma yarın emekli olunca devlet<br />
bana, sana maaş bağlayacak” deyince ben kala kaldım.<br />
Peki nasıl emekli oldun?<br />
Yeni girdiğim fabrikada Yasin Bey vardı bana 10 gün izin<br />
42 SAYI 4<br />
verdi, daha önce çalıştığım fabrikalardan<br />
giriş çıkış kartlarımı topladım,<br />
getirip teslim ettim. Tekel’in verdiği numarayla<br />
da emekli oldum.<br />
Sizin bir de tren hikâyeniz var sanırım…<br />
Köprülü’den buraya geliyoruz. Ablam da orda evlenmişti<br />
küçücük bir kızı var onları da getiriyoruz. Eniştemizden<br />
habersiz.<br />
Kaçırıyorsunuz yani… Neden?<br />
Ablamı bırakmak istemedik. Annem Türkiye’ye yerleşebilmemiz<br />
için bir adamla sahte evlilik yaptı. O adamın vasıtasıyla<br />
geliyoruz zaten. Ablamın kocasına da “biz şimdi<br />
gidelim siz de gelince birleşirsiniz yeniden” dedik. Adam
kabul etmedi, bize inanmıyor ve “kızı alamazsınız” diyor.<br />
Adamı kandırdık kızı kaçırdık neticede. Yakalanmamak için<br />
4-5 durak öteden bindik. Vardar Deresi var onu yüzerek<br />
geçtik. Bindik trene geldik Türkiye’ye.<br />
Burada ilk nereye geldiniz?<br />
Sirkeci’de misafirhaneye geldik. 15 gün kaldık, oradan bizi<br />
aldılar, annemin sahte evlilik yaptığı adamın bir yakınının<br />
yardımıyla ev tuttuk.<br />
KÜPTEKİ ALTINLARI FIRLATIP ATTIK<br />
Trenle yakalanmadan geldiniz yani…<br />
Geldik ama o trende gelirken annem bizi topluyor. Babam<br />
öldü ya hemen ablamı evlendirdi annem. İç güveysi aldılar.<br />
Biz tarlaları sürüyoruz annem süremez, annem zaten<br />
oranın kadın polisiydi. Dayım da komiserdi memleketteyken.<br />
Oradan kaçıp geliyoruz. Trende uyuyoruz tren şefi geldi<br />
arıyor üstümüzü. Eşyalarımızı da arıyor, yatağın içinde<br />
altın var mı yok mu para varsa zaten yırtacak, atacak. Annem<br />
de altınları koymuş küpün dibine, üstüne de tereyağı<br />
donduruyor. Görevli kanmadı “ver ben bakacağım” diyor.<br />
Annem “vermem” diyor. Annem çekiyor kulplarından o çekiyor,<br />
daha Makedonya toprağındayız. Annem “ben bunu<br />
sana vereceğime dedi, belki Hıristiyan da olsa çoban biri<br />
bulur diyerek kaldırdı onu gece vakti camdan aşağı attı.<br />
Küp gitti, o şef de gitti bizim başımızdan. Ne ona yar oldu<br />
o para ne de bize yar oldu. Eğer o paralar buraya gelseydi<br />
benim torunlarım bile rahat edecekti.<br />
Geldikten sonra burada hayat başladı. Beni okut dedim<br />
anneme okutmadı, nişanlıma okut dedim okutmadı, kaldım<br />
cahil. Askeri dikimevinde çok para veriyorlar dediler<br />
aldılar beni oraya oradan emekli oldum. Bugün 32 sene<br />
oldu ben emekliyim çok şükür hamdolsun. Emekli olduktan<br />
sonra o ara hasta oldum, Bakırköy’de yattım.<br />
Psikolojik rahatsızlık mı geçirdin?<br />
Sinir hastalığı geçirdim. Çocuklarımı evde kilitliyorum, bı-<br />
rakıp gidiyorum, işyerinde ağlıyorum, sonunda günde 3<br />
kere bayılıyorum.<br />
Ne kadar kaldın hastanede?<br />
3 ay 20 gün kaldım, çok da tedavi gördüm elektrik tedavisi<br />
filan sağlığıma kavuştum çok şükür. ama doktor dedi ki<br />
eşime “al hanımını bu hanımının sinir damarları incelmiş,<br />
yerine gelmesinin imkanı yok topraklı bir yer alacaksın,<br />
tavuk gibi eşelenecek dedi orda şimdi de eşim parkinson<br />
hastası, felç geçirdi. Ben bakıyorum ona,<br />
işte o zaman aldık Gönen’deki bu yeri.<br />
SAYI 4<br />
43
YAŞAM ZÜBEYİR KOÇULU<br />
İÇMEDEN<br />
YAZAMIYORUM<br />
Yazarlıkla çay içmek arasındaki ilişki, gençler arasında bir efsaneye<br />
dönüştü. Size, yazı yazmaya başlamak için çayı sevmek zorunda<br />
olduğunuzu söyleyen olmadı mı? Çayın kaleminize etkisi hakkında<br />
hiçbirşey bilmiyor musunuz? O halde bu yazıyı okumadan çay<br />
içmeyin, çay içmeden bu yazıyı okumayın...<br />
Türk entelijansiyası için fazlasıyla demli bir konudur<br />
çay ve entelektüellik arasındaki ilişki. Bilindiği gibi<br />
çay, yazı, yazar ve yazmakla en çok ilintilendirilen<br />
içecektir memleketimizde. Nedendir bilinmez, çay ve yazıyı<br />
konu olan onlarca deneme, şiir, öykü, mektup kaleme<br />
alınmıştır şimdiye kadar. Çay bardağıyla kalem, birbirini<br />
tamamlayan, adeta birisi olmadığında diğeri eksik kalan<br />
dostlar gibi muamele görmüştür.<br />
Bu ilişkinin böylesine keskin çizgilerle belirlenmesinde –<br />
çay edebiyatçılarını bir kenara koyarsak- belki de yazarlardan<br />
daha çok okurların payı vardır. Ne dersiniz? Gündüz<br />
pek ortalarda görünmeyen meşhur yazarlar, akşamın<br />
perdesini indirmesiyle dostlarıyla hasbihal edebilmek için<br />
kahvehanelere uğramış, çok mu? Onca mühim mevzunun<br />
hararetine kendilerini kaptırıp, ardı ardına çay bardaklarını<br />
devirmişler, fena mı? Bu sıradan ve gündelik eylemi<br />
romantizmin şizofrenik sınırları içinde ululaştırmanın bir<br />
anlamı var mı?<br />
Durum, Mehmet Akif’lerin, Süleyman Nazifler’in uğrak<br />
yeri olan Beyazıt’taki Küllük kahvehanesinde de böyleydi,<br />
günümüz entelektüel camiasının en meşhur uğrak yeri<br />
44 SAYI 4<br />
At Pazarı’nda da böyle. İnsanlar, akşamları bir iskemleye<br />
oturup çay içerek sohbet etmekten keyif alıyor. Bunların<br />
bir kısmı yazıyor, bir kısmı yazamıyor. Çayın yazıdaki doğurganlığa<br />
katkısı ise uzay bilimcileri tarafından –hâlâ-<br />
araştırılıyor.<br />
SOSYAL MEDYADA ÇAY<br />
Bilime her zaman saygımız vardır. Çayın yazarlığa etkisi<br />
laboratuarlarda ispat edilsin, biz yayın evlerini çay üretimine<br />
teşvik etme noktasında her türlü kampanyaya varız.<br />
Zaten, edebiyat dünyasının gençlerini ortak bir ‘sahifede’<br />
buluşturan ve yeni bir yazın türü olmaya aday ‘sosyal’<br />
medyaya bakacak olursak, yazı yazmak ve çay içmenin birbirinden<br />
ayrılması teklif dahi edilemez maddeler cümlesinden<br />
olduğunu kolaylıkla anlayabiliriz. Çay içerken yazı<br />
yazmak veya yazı yazarken çay içmek hakkında atılan bir<br />
milyon twit bulabiliriz, örneğin!<br />
Bu yazı-çay furyası öyle bir hal aldı ki, yazı yazmaya yeni<br />
başlayacak gençler, neredeyse önce kendilerini çay içmeye<br />
alıştırmak zorunda hissediyor. Bir kısım cevval gençlerse,<br />
‘içmeden yazamıyorum’ kıvamına gelmekte hiç zorlanmıyor.
Peki, çay edebiyatı ya da edebiyatın çayı gerçekten bu<br />
kadar vazgeçilmez midir? Yani, çay içmeden yazı yazamaz<br />
mıyız? Elbette ki, hayır. Burada adını ifşa ederek edebiyat<br />
kariyerini baltalamak istemediğim birçok yazar, çay<br />
içmekten hoşlanmıyor. Umarım bu sizde hayal kırıklığına<br />
yol açmamıştır. Hayır, derginizi elinize almadan çayı demlediyseniz<br />
sakın geri dökmeyin diye söylüyorum. İçtiğiniz<br />
ya da içmediğiniz çay, kaleminizin demini, rengini, ağırlığını<br />
değiştirmez. Çay güzel bir içecektir ve dost sohbetlerinde<br />
kuruyan damaklarımız için birebir keyif kaynağıdır.<br />
Yazılarınızın demini değiştirecek enstrümanlar okuduklarınız,<br />
gördükleriniz veya tecrübeleriniz olabilir. Çay ise size<br />
keyif katar. Bedenî ve zihnî yorgunluğu giderir. Sinirleri<br />
uyarır. Mide tembelliğini alır. Hararet yapar. Yeri gelir,<br />
üşüyen elinize sıcak bir dost olur. Ama o kadar.<br />
ÇAYIN YERİNE NE GELİR?<br />
“Yazarın yazdığını oku, yaptığını yapma” demişler. Her<br />
ihtimale karşı yazıya başlamadan 20 dakika önce demlediğim<br />
çayımı yudumlarken, Türkiye’de çay üretiminin ülke<br />
ekonomisi açısından ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum.<br />
Çay tüketimini edebiyat dünyasıyla özdeşleştirenlerin<br />
çay satıcılarıyla bir bağlantısının olup olmadığı<br />
konusunda tereddütteyim. Hele şu çaydanlığın dibini bir<br />
göreyim, 1773 ‘te, çay baronu İngilizlere karşı düzenlenen<br />
Boston’daki Çay Partisi’nin tarihsel izini bile sürebilirim.<br />
Çaya olan bağımlılığımızın Amerikalıların Türk milletine<br />
bir oyunu olup olmadığı konusunda derin araştırmalara<br />
girişebilirim. Yoksa, esnaf lokantalarında yemeğin hemen<br />
ardından mutlaka sorulan “abi çay içer misin” sorusu, kahvaltıyı<br />
çaysız düşünemez hale getirilen halkımıza oynanmış<br />
beynel-milel bir entrika mı?<br />
Ama bundan önce, bize “çay” olanın başka milletlerde ne<br />
olduğu konusu zihnimi kurcalıyor. Öyle ya. Türkler için<br />
“vazgeçilmez” olan çay, farklı kültürlerde mutlaka başka<br />
bir içecek ya da yiyecekle dolduruluyor olmalı.<br />
Madem<br />
çaylarımızı içtik.<br />
Birlikte bir beyin fırtınası<br />
yapalım: Farklı kültürlerin yazarları, ne<br />
yapmadan yazı yazamaz olabilirler?<br />
Japon bir yazar yazısına başlamadan önce özenle<br />
hazırladığı bir porsiyon suşiye -kısık gözlerlebakmadan<br />
ilham kendisine uğramaz belki de.<br />
Güne bir bardak Boşnak kahvesi içmeden başlamayan Boşnak<br />
entelektüel, kahvenin telvesini fazla kaçırarak yazdığı yazıyı<br />
buruşturarak çöpe atar.<br />
Amerikalı bir yazar midesinde hamburger boşluğuyla değil yazı<br />
yazmak, elini kü klavyeye bile sürmez.<br />
Bir Arap şairi felafile selam vermeden, mırrasını ateşe<br />
vurmadan, nargilesini yakmadan şiire durmaz.<br />
Küreselleşen dünyamızı incelerken yerel unsurları<br />
gözardı etmemeliyiz. Evet, itiraf ediyoruz:<br />
Çayın yanında bisküvit veya yerine göre çiğ<br />
köfte poşetini görmeden GencizBiz<br />
ekibini bir masanın etrafında<br />
toplayamazsınız!<br />
ÇAY İÇME REHBERİ<br />
Hayatımızı kolaylaştırıp kolaylaştırmadığına<br />
henüz karar veremediğimiz ‘uzmanlar’ sağolsun,<br />
henüz çayın faydalı bir içecek olup olmadığı<br />
konusunda bile kafamız karışık. İçiyoruz<br />
ama, radyasyon mu yudumluyoruz, yoksa<br />
kansere karşı mı korunuyoruz, hiçbir fikrimiz<br />
yok. Bu kafa karışıklığını gidermek için labarotuvarda<br />
deney yapmaktan çayın keyfini süremeyen<br />
uzmanlara değil, bizzat çay içicilere<br />
danıştık. İşte 9 maddede çay:<br />
• Çay yaprakları fermantasyondan sonra kavrulursa<br />
siyah, önce kavrulursa yeşil çay elde<br />
edilir. Fiyakalı bir yazarın yeşil çayla işi olmaz.<br />
• Çay, eğer abartmadan içilirse bedenî ve zihnî<br />
yorgunluğu alır.<br />
• Sinirleri giderir. Yazı yazarken kalemi kemirmez,<br />
klavyeyi parçalamazsınız.<br />
• Mide tenbelliğini giderir. O kadar çay içerseniz<br />
yanına aparatif almak zorunda kalırsınız.<br />
Köşedeki bakkalı ve simitçileri sevindirirsiniz.<br />
• Çay, damar kireçlenmesini önler. Memleket<br />
meselelerinde damarınıza dokunan ne varsa<br />
bunları diri tutmanızı sağlar. Paşa çayı içenler<br />
bahsimizden hariçtir. Onların çay içtiğine<br />
twitterdan bin şahit getirseniz de kimse inanmaz<br />
zaten.<br />
• Çayı abartacak olursanız çarpıntı yapar. Sinir<br />
bozukluğu, baş ağrısı, mide bulantısı yapabilir.<br />
El titremesi ve uykusuzluğa sebep olur.<br />
İkinci bir sohbet ortamına kadar çaktırmadan<br />
çaydan uzak durmanız gerekir. Bu durumda<br />
çevrenizin çay içememenizi alay konusu yapmayacağından<br />
emin olun.<br />
• Çayı ağır bir ortamda içiyorsanız “benimki<br />
açık olsun” dememeye özen gösterin. Hakkınızda<br />
ne tür dedikoduların çıkacağını kestiremezsiniz.<br />
• Bir dergi veya gazeteye iş başvurusu yapıyorsanız,<br />
“Bi çayınız varsa içeriz” cümlesini<br />
tok bir sesle söylemeniz önerilir. Bu tavır sizi<br />
çay içmeyenlerin bir adım önüne taşıyacaktır.<br />
• Siz siz olun, çay içmeyen insanlarla alış-veriş<br />
yapmayın. Onlara kız vermeyin. Onlara oy<br />
atmayın. Onlarla arkadaş olmayın (Bu madde<br />
Murat Menteş’ten etkilenmiştir).<br />
SAYI 4<br />
45
TEZAT TV ERSİN ÇELİK<br />
Bu Ekran Köye Yol Yapar<br />
Geride bıraktığımız yazı, sezonluk dizileri yazarak uğurlamak<br />
isterdim. Ama yayınladıkları kuşak reklamlarından<br />
daha kalitesiz bu diziler daha az izlendiler. reyting çöplüğüne<br />
boylamış milyonluk projelerin kemiklerini sızlatmanın<br />
bir anlamı yok.<br />
Bu yüzden bu yazın balta girmemiş ekranlarını yazmak<br />
daha doğru olacak..<br />
Konumuz NTV Yeşil Ekran …<br />
NTV’nin birkaç yazdır yaptığı yeşil ekran 2012’de müthişti.<br />
Bir kere o güzelim belgeselleri usta oyuncu Tunceli<br />
Kurtiz’e seslendirtmemişlerdi. Kurtiz’in etkileyici ve<br />
kulaklara dikkat kestiren sesine lafım yok. Ama belgeselde<br />
“Özgürlük kuşların kanadındaki tüylerde saklıdır yeğen…”<br />
minvalinde çıkıyordu. Ezel’deki ramiz Dayı algısı oluşturan<br />
belgesellerin yerine daha çok doğal yapımlarla çıktılar.<br />
Fırtına Deresi’nde yaşayan bir ailenin günlük yaşamını<br />
yine onların oyunculuğuyla ekrana taşıyarak profesyonel-<br />
N’olur Şuşu N’olur!<br />
Seksek, kukla, saklambaç, dokuz taş ve ip atlama gibi<br />
oyunlarla büyüyüp anne baba olan bir önceki nesil çok<br />
dertli çok… Başta da ben. Nedeni ise 2-8 yaş arası çocukları<br />
çekip çeviren Pepee isimli çizgi<br />
film karakteri.<br />
Yıllarca kendi kültürümüzü yansıtan,<br />
çocuklara bu yönde mesajlar<br />
veren çizgi filmlerin olmamasından<br />
şikayet edip durduk. Sonra Ayşe<br />
Şule Bilgiç diye birisi çıkıp ülkemiz<br />
için ciddi anlamda elzem olan<br />
bu sorunu çözdü. Pepee isimli bir<br />
karakteri evlerin ikinci üçüncü çocuğu<br />
yaptı. Çok da iyi oldu. Birebir<br />
yaşayan birisi olarak 2 yaşındaki<br />
kızımda iyi yönde çok etkisini gördük.<br />
“Çişimiz tuvalette” şarkısı ile<br />
çocuk bezine para bağlamaktan kurtulduk örneğin. Fakat<br />
Pepee biraz sorunlu bir çocuk. Sayesinde onun fenome-<br />
46 SAYI 4<br />
likle amatörlüğü büyük bir ustalıkla yansıttı NTV. Karadenizlinin<br />
o sosyete ve menfaat değmemiş kendi halindeki<br />
günlük yaşamını yansıtan bu yayınlar eminim birçok insanın<br />
köy hasretini depreştirmiştir. Hele çekim sonlarındaki<br />
toplu izlemelerdeki utangaç ve şaşkın bakışların yansıması<br />
doyumsuzdu. Büyükşehirlerin betonarme esirleri olan bizler<br />
sanırım bu programları beğenmenin ötesine geçeceğiz.<br />
NTV yaz ekranını bu doğallıkla bir iki yıl daha sürdürürse<br />
“Orda bir köy var uzakta işte ona gidiyorum” akımının lokomotifi<br />
olacak… Öncelikle köy ahalisinin haberi olsun.<br />
ni olan çocuklar da sorunlu olmaya başladı. Neden mi?<br />
Birincisi Pepee çok küsüyor. Bir de mimikleri var, elleri<br />
bağlamalar kafayı dikmeler falan. Çocuğu Pepee izleyen<br />
bir çok aile dostuma sordum şikayetler<br />
aynı: “Pepee küsüyor bizimki<br />
de aynı mimiklerle olur olmaz şeylere<br />
küsüyor. Oflayıp puflamaları da<br />
aynı.” Bir de paylaşmama huyu var<br />
yerli malı çizgi veledin. Sonrasında<br />
ikna olsa da bizim çocuklar bu<br />
kısmını atlıyorlar genellikle. Pepee<br />
biraz daha uyumlu, paylaşımcı çocuk<br />
olmaz ise başka bir sorun daha<br />
çıkacak. Pepee’yi sadece çocuklar<br />
değil haliyle anne babalar da izliyor.<br />
Korkuyorum bu huyu yakında<br />
bizlere de sirayet edecek. Cidden<br />
korkuyorum! Buradan Ayşe Şule<br />
Bilgiç’e sesleniyorum: “N’olur Şuşu Pepee küsmeden oynasın<br />
n‘olur…”
Reytinge de Kalite<br />
Duasına da Muhtaçlar<br />
Biraz geç bir konu oldu ama yazmadan edemedim…<br />
Malum ramazan ayı bu sene de yaza denk geldi. Ama hac<br />
mevsimin Kurban bayramına denk gelmesi gibi sabit olmayacak<br />
bu durum. Şunun şurasında 6 yıl daha yaz orucu<br />
tutacağız. Sonrası Nisan ve Martta doğan güneşin enerjisine<br />
bağlı...<br />
Neyse biz asıl konumuza dönelim; kalite duasına muhtaç<br />
ramazan ekranları… Mübarek ayın verdiği bereketten<br />
olsa gerek, reklam gelirleri tavan yapsa da ekran kalitesi<br />
yerlerde. Kanal 7, STV gibi muhafazakâr kanalların omuzundaki<br />
ramazan yükü her geçen yıl hafifliyor. Fakat geçirdikleri<br />
11 ayın etkisinden çıkamayıp geçirecekleri 11<br />
ayın heyecanına yenilen çoğu kanal; Kanal 7 ve STV’den<br />
kotarma formatlarla çıktı izleyicinin karşısında. ramazan<br />
ekranlarındaki hocalar aynı olunca sorular da son 10 yılda<br />
çıkmışlar arasından seçildi. Bu ramazan da sakız çiğnemek<br />
orucu bozdu, şeker hastaları için “yiyin için keyfinize bakın”<br />
fetvası verildi özetle.<br />
Sahur programları da birbirine girmişken bence aradan iki<br />
kanal sıyrıldı. Genel kategoride de ayrı tutulması gereken<br />
STAr alkışı hak etti. İftar programı türevlerinden olsa da<br />
sahurda yayınladıkları “Hicret Yolu” takdire değerdi, farklıydı,<br />
etkileyiciydi ve izlendi de…<br />
Bir de Kanal D var… “Ben bilmem eşim bilir” yarışmasının<br />
tekrarlarını sahurda vererek yeni yayın dönemine de alt<br />
yapı hazırlamış oldu.<br />
Özetle; mübarek 11 aylar geldi de kurtulduk çoğu saçma<br />
sorular ve aynı fetvalar yağmurundan!<br />
Huzur Veren Reklamlar da Olsa!<br />
Başörtülü dizi karakteri… Siz bu yazıyı okurken malum<br />
diziyi izliyor olacaksınız. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı<br />
kitabı diziye uyarlandı. Ve haliyle romanın başörtülü<br />
başkahramanları da dizide olacak ve yine haliyle başörtülü<br />
bir başrol oyuncusu olacak. Bu bir ilk değil çünkü<br />
yıllar önce Kayseri’deki bir<br />
ailenin yaşantısını anlatan<br />
Hacı dizisinde de başörtülü<br />
karakter vardı ve yarı başrol<br />
sayılırdı. O dizi tartışmaların<br />
göbeğinde sona erdi. Aslına<br />
pek tutmadı. Muhafazakâr<br />
camia da hazzetmemişti zaten.<br />
Şimdi tüm gözler Huzur<br />
Sokağı’ndaki Feyza’da olacak.<br />
Aşkı kadar dini yaşantısıyla<br />
da idol bir karakter<br />
olan Feyza “toplum algısını da değiştirebilir mi” acaba?<br />
Son iki yıldır başörtüsü yasağı konusunda büyük oranda<br />
özgürlük adımları atılsa da birçok alanda ciddi ambargo<br />
devam ediyor. Bunların başında da televizyonlar geliyor.<br />
Mesela TrT başörtülü konuk almakta hala çekimser. Daha<br />
az izlenen tematik kanallarında ekran açıyor. Özel kanallar<br />
ise işin reyting tarafında. En önemlisi de reklam piyasası.<br />
reklam verenler ve o reklamları çeken ajanslar hala daha<br />
başörtülüleri muhatap almıyor,<br />
filmlerinde yer vermiyor.<br />
Açıkçası kendiliğinden<br />
oluşmuş bu kitleyi potansiyel<br />
müşteri saymıyorlar. Ya<br />
da sayıp görmemezlikten<br />
geliyorlar. Hemen her evde<br />
en çok tüketilen ürünlerin<br />
konulu, mahalle ya da ev<br />
yaşantılı reklamlarında bir<br />
başörtülü görememek de bu<br />
ambargonun göstergesi. Huzur Sokağı başörtülü kesime<br />
de muhatap alınma huzuru getirirse… Yani, yaşantıların<br />
normalleşmesini sağlarsa çok huzur verecek bir iş yapmış<br />
olacak.<br />
SAYI 4<br />
47
BİLİŞİM<br />
48 SAYI 4<br />
PINAR HİLAL BALTA<br />
Sosyal Medya’nın Derneği<br />
kuruldu: USMED<br />
Uluslararası Sosyal Medya Derneği (USMED), İstanbul<br />
Üsküdar’da kuruldu.<br />
Sosyal medyada etkin e-ticaret uzmanı, sosyal medya<br />
danışmanı, editör, eğitimci, akademisyen, tasarımcı gibi<br />
farklı meslek dallarından kurucuları bir araya getiriyor.<br />
Dernek; yapacağı faaliyetlerle sosyal toplulaşmanın da getireceği<br />
dayanışmayı bilince dönüştürmeyi, sosyal sorumluluk<br />
projelerinin çoğaltılmasını ve yeni medya sahasını<br />
geliştirmeyi amaçlıyor. Dernek, yeni gelişen ve yapılandırılan<br />
sosyal medya alanındaki hak ve özgürlüklerle ilgili<br />
anayasal kazanımlar sağlamak üzere raporlar hazırlayıp<br />
kamuoyuna sunacak.<br />
USMED Genel Sekreteri Salih Çaktı, Türkiye özelinden baş-<br />
Sarı-kırmızılı kulüp, anlaşma çerçevesinde arama motoru<br />
ve internet servis hizmetlerini, ''GSYandex'' markasıyla taraftarlarının<br />
hizmetine sunacak.<br />
Galatasaray, Türkiye'ye bir çok ilki getiren Yandex ile dünyada<br />
benzeri olmayan bir anlaşmaya imza atarak bugünden<br />
itibaren taraftarlarına özel geliştirilmiş bir arama motoru<br />
ve internet portalı sunmaya başlıyor.<br />
layarak tüm dünyada sosyal medya kazanımlarının artmasını,<br />
sosyal medya çalışanlarının teknik yönden desteklenmesi<br />
ve gelişiminin sağlanmasını, hizmet kalitesinin<br />
yükseltilmesini, sosyal medyanın diğer iş kollarıyla entegrasyonun<br />
başarılı bir şekilde planlanmasını hedeflediklerini<br />
kaydetti. Bu kapsamda ilk olarak, Azerbaycan, Mısır,<br />
İtalya, Kanada, Almanya, rusya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde<br />
temsilciler belirleyecek.<br />
Usmed şimdiden, İspanyolca, Arapça, İngilizce ve Türkçe<br />
olmak üzere dört ayrı dilde yayın yapmaya başladı bile!<br />
USMED hakkında daha fazla detaylı bilgiyi www.usmed.<br />
org.tr adresinden edinilebilir.<br />
ABD’den Çin’e şok yasak<br />
veteknoloji.com ‘un haberine göre; Çin’in en büyük Telekom<br />
şirketleri Huawei ve ZTE’nin bazı cihazlara kodlar<br />
yükleyip ABD’ye ilişkin gizli bilgilerin Çin’e gönderilmesini<br />
sağlamakla suçlanıyordu. Bu nedenle, ABD temsilciler<br />
meclisi istihbarat komitesi, bu iki şirketin güvenlik tehdidi<br />
yarattığına karar vererek, şirketlerin ABD’de birleşme ve<br />
Galatasaray Yandex<br />
ile masaya oturdu<br />
Yalçındağ, ''Galatasaray ile ilgili en güncel haberlere, trafik<br />
ve hava durumuyla ilgili anlık bilgilere tek bir sayfadan<br />
ulaşabilecekler.<br />
Aynı zamanda 'galatasaray.org' sitesinde Yandex arama<br />
hizmeti taraftarlara sunulacak. Çok yakında Galatasaray<br />
taraftarlarına 'galatasaray.net' uzantılı e-posta hizmeti de<br />
vermeye başlayacağız'' ifadelerini kullandı.<br />
satın alımlara katılımını yasakladı.<br />
Satışlarının yüzde 4’ünü ABD’de yapan Huawei, dünyanın<br />
en büyük 2. telekom ekipman üreticisi. ZTE ise sıralamada<br />
beşinci. Huawei’nin geçen sene ABD’den elde ettiği gelir<br />
1.3 milyar dolardı.
Google'ın yeni tableti<br />
Nexus 7 piyasada<br />
Asus tarafından üretilen tablet, Android’in 4,1 sürümüne<br />
verilen kod ismi ile Jelly Bean Android sürümüne sahip.1200<br />
x 800 ekran çözünürlüğü, NVDIA 4 çekirdekli<br />
işlemci ' ye sahip. Tablet sadece 340 gram ağırlığında. 10<br />
saate kadar batarya kullanım ve 8 saat hd video izlemeye<br />
imkân veren batarya ya sahip. İki ses çıkış birime sahip.<br />
Samsung’tan Ultra İnce Masaüstü<br />
Samsung All-in-one PC 7 Serisi 23,6” full HD LED ekran<br />
1920 X 1080 çözünürlük, 250 nit parlaklık, 16.7 milyon<br />
renk ve 5ms tepkime süresine sahip olmanın yanısıra, dokunmatik<br />
özellikleri ile de masaüstü PC’lerin alışılagelmiş<br />
monitörlerinden çok daha kullanışlı özellikler sunuyor. 90°<br />
yana yatabilen ekran ve 160° açılı izleme özelliği de kullanıcıların<br />
evlerinde nerede otururlarsa otursunlar hiçbir<br />
ayrıntıyı kaçırmamalarını garanti ediyor. Samsung’un Hızlı<br />
Başlatma “Anında Çalışır Duruma Getirme” özelliği kullanıcıların<br />
açma/kapama düğmesine bastıktan sonra birkaç<br />
saniye içinde bilgisayarda çalışmaya başlamasını mümkün<br />
kılıyor. Yenilikçi karma uyku modu, uyku modunun hızlı<br />
başlatma özelliği ile hazırda beklet modunun dengeli<br />
özelliğini biraraya getiriyor, bu sayede kullanıcılar bilgisayarlarının<br />
yeniden çalışması için 30-60 saniye beklemek<br />
Samsung’un oyun<br />
bilgisayarları : ‘Series 7’<br />
Samsung Series 7 Origin, Alienware ve Asus gibi markaların<br />
laptoplarına meydan okuyor. Dört çekirdekli Core i7-<br />
3610QM işlemci, 16 GB rAM, NVIDIA GeForce GTX 675M<br />
grafikler, 750 GB hard disk ve 1920x1080 piksel çözünürlüğe<br />
sahip 17 inç ekran. 3 GHz işlemci, Intel HM77 çip<br />
setiyle çalışıyor ve Windows 7 Home Premium (64 bit)<br />
ile geliyor. Dıştan bakıldığında siyah, büyük ve parlak bir<br />
kutu olarak tanımlayacağınız laptop özellikleri ve performansıyla<br />
özellikleri oyun severler için güzel bir seçenek.<br />
Tüm özellikleri tam olmasına rağmen, arka kameraya sahip<br />
değil. Google bunun nedeni daha makul bir fiyata satmak<br />
için koymadıklarını belirtti.<br />
Nexus 7′de sadece micro USB ve 3.5 mm kulaklık çıkışı<br />
bulunmaktadır. Yeni iPad'a kıyasla 1 mm daha kalın.<br />
zorunda kalmıyor.All-inone<br />
PC 7 Serisi masaüstü<br />
bilgisayar performansını<br />
en yeni nesil Intel Core<br />
i7/i5/i3 işlemci ile sunuyor.<br />
Bu da en dikkat<br />
gerektiren uygulamaları<br />
kullanırken dahi, internette<br />
daha hızlı gezme<br />
imkanı sunuyor. Yeni seri<br />
ayrıca daha az enerji tüketiyor<br />
ve mobil CPU’lara oranla %15 daha fazla performans<br />
sunuyor.<br />
Klavyesindeki ışıklı yapı oyun bilgisayarlarında alışık olduğumuz<br />
bir durum ve karanlıkta klavyeyi seçebilmenizi<br />
kolaylaştırıyor.17.3 inç ekranın görüntü olarak muhteşem<br />
bir deneyim sunmasının yanında çok iyi bir de ses sistemine<br />
sahip. Ön kısımda 2.0 mega piksel web kamerası var ve<br />
2 USB 3.0, 2 USB 2.0, SD, HDMI girişleri, Wi-Fi, Bluetooth<br />
4.0, Bluray ve ekran kartı girişi yer alıyor. Bataryası ise 2<br />
saat 33 dakika kullanım sunuyor.<br />
SAYI 4<br />
49
GENÇLİK AJANDASI BÜNYAMİN UZUNcAN<br />
Edi, Büdü, Minik Kuş ve Diğerleri<br />
Ziyaretimize Geliyor<br />
Çocukluklarını 80’li ve 90’lı yıllarda yaşayanlar onları<br />
iyi tanır. Diğer bir deyişle o sokağın sakinlerini; Edi’yi,<br />
Büdü’yü, Kırpık’ı, Minik Kuş’u... Susam Sokağı’ndan bahsediyorum;<br />
Susam Sokağı’nın efsane sakinlerinden... Hayal<br />
de olsa bir zamanların en yaşanası sokağından yani. Sizlere<br />
daha fazla nostalji yaşatmadan sadede gelelim, müjdeyi<br />
verelim: Susam Sokağı Live gösteri ekibi 28 Kasım-2 Aralık<br />
tarihleri arasında İstanbul’da olacak. Maslak TİM Show<br />
‘THE 2ND LAw’ OF<br />
MODERN ROcKERS!*<br />
İngiliz rock grubu Muse, altıncı albümleri<br />
‘The 2nd Law’ın dinleyicileriyle buluşacağı<br />
günü bekliyor. Dominic Howard,<br />
Matthew Bellamy ve Chris Wolstenholme<br />
üçlüsünden oluşan grup, yeni albümün piyasaya sürüm tarihi 17<br />
Eylül 2012 olarak belirlenmiş olmasına rağmen çalışmada yer alan<br />
bir şarkıyı Youtube üzerinden yayınladı. ‘Modern rock’ kavramının<br />
temsilcisi olarak gösterilen Muse’un yayınladığı bu şarkının ismi:<br />
Madness. Güney Londra’da 90’lı yılların sonlarında ortaya çıkmış<br />
bir müzik türü olan ‘Dupstepin’ tarzının izleri görünen parça, albüm<br />
hakkında da ip uçları vermekte. Elektronik bir dans müziği<br />
türü olan ‘Dupstepin’e rihanna ve Britney Spears tarafından da<br />
albümlerinde yer verilmişti. *Modern rockçıların İkinci Kuralı<br />
50 SAYI 4<br />
2 KiTAP<br />
O’NUNLA GELDİ<br />
İNSANLIĞIN BAHARI<br />
Ahmed Abd Al waliyy Vincenzo<br />
TİMAŞ YAYINLARI<br />
Hazreti Peygamberi ve yaşadığı dönemi<br />
anlatan onca kitap vardır. Onunla gelen<br />
bahar bir olsa da, bu baharı Güneş başka,<br />
bulutlar başka, ağaçlar başka türlü<br />
anlatacaktır. Yesrib’de Bahar da anlatım<br />
konusunda diğer kitaplardan birazcık farklı. Müslüman Yazar<br />
Vincenzo’nun Türkçe’ye çevrilen kitabı okuyucuya sahabelerden<br />
Zeyd bin Sabit’in ağzından Hazreti Muhammed’i anlatıyor. Yazarın,<br />
‘Batı romanının akıcılığı ve Doğu bilgeliğinin içeriğine haiz’<br />
olarak değerlendirdiği kitap, sekiz yaşındaki Zeyd’in rehberliğinde<br />
İslam’ın ilk yıllarını okuyucuyla buluşturuyor.<br />
2 ALBÜM<br />
Center’da 10 gösteri<br />
yapması beklenen<br />
Susam Sokağı yıllar<br />
sonra yeniden sevenleriyle<br />
buluşmuş<br />
olacak.<br />
LİZBON’A GECE TRENİ<br />
Palcal Mercier<br />
KIRMIZI KEDİ YAYINLARI<br />
Bir insan, küçücük bir kıvılcımla<br />
sahip olduğu herşeyden vazgeçip<br />
bir başka şehre, bir başka insanın<br />
hayatının izini sürmeye gidebilir<br />
mi? Antik diller öğretmeni Raimund<br />
Gregorius’un yaptığı tam<br />
da bu. Duyduğu Portekizce bir kelimenin büyüsüne kapılıp<br />
Lizbon’a uzanan yolculuğunun sonunda Gregorius’u, hakkında<br />
hiçbir şey bilmediği Portekizli bir doktor-yazar olan<br />
Amadeu Prado’nun ilginç yaşam öyküsü karşılar. Prado’nun<br />
hayatında kendini arayan Gregorius, Lizbon’dan sonra da<br />
kendi içine doğru bir yolculuğa çıkacaktır.<br />
MÜZİğİN ‘YALIN’ HALİ<br />
Pop müziğin ülkemizdeki geçmişine bakıldığında,<br />
saman alevi gibi parlayıp sonrasında<br />
zamana yenik düşmüş birçok isimle<br />
karşılaşılır. Buna rağmen bazıları vardır ki,<br />
yaptığı müzik yıllar geçse de hala dillerdedir.<br />
İşte bu kiselerden birisi de Hüseyin<br />
Yalın; ya da sadece Yalın. 2004 yılında ‘Zalim’ şarkısıyla çıkış yakalayan<br />
ünlü şarkıçı aradan sekiz yıl geçmesine rağmen, birbirinden güzel<br />
eserleriyle adından çokça söz ettiriyor. Bugüne değin çıkardığı ‘Ellerine<br />
Sağlık’, ‘Bir Bakmışsın’, ‘Her Şey Sensin’, ‘Ben Bugün’ ve ‘Anlat Güzel<br />
Mi Oralar’ albümlerinden sonra yeni çıkacak albümü merak konusu<br />
olmuştu. ‘Sen En Güzelsin’ ismiyle piyasa sunulan çalışma Yalın dinleyicilerini<br />
yine hayal kırıklığına uğratmadı. Kasma, Sen En Güzelsin,<br />
Merdiven ve Aşk Şimdi gibi birbirinden güzel on bir parça yer alıyor.
Renklerin Kumaştaki<br />
Dansı: Batik Sanatı<br />
Çerçeveletip duvarınıza<br />
asmak yerine bir<br />
sanat eserini üzerinizde<br />
taşımaya ne<br />
dersiniz? Eğer cevabınız<br />
‘Evet!’ ise Batik<br />
Sanatı ile tanışma<br />
vaktiniz çoktan gelmiş<br />
demektir. Bir kumaş<br />
boyama sanatı<br />
olan Batik, kökeni<br />
yüzyıllar öncesine<br />
dayanan bir tekniktir. Bugünkü Endonezya topraklarına<br />
1500’lü yıllarda yapılan seyehatlerle<br />
keşfedilen bu yöntem, 1800’lü yıllarda Avrupa’da<br />
el sanatları alanına girmiştir. Batik Sanatı’nda<br />
resmedilen motiflerde doğanın güzelliklerinden<br />
esinlenilmiştir. Özellikle cennet kuşları, rengarenk<br />
çiçekler ve kelebekler kumaşları süsleyen,<br />
insanları büyüleyen tasvirler olagelmiştir. Günümüzde<br />
ise motiflerin zenginliği dikkat çekmektedir.<br />
Koşuşturan atlar, filler ve zürafalar kumaşlara<br />
resmedilmekte, adeta kumaşlarda hayat bulmaktadırlar.<br />
Ülkemizde çok da yaygın olmayan bu<br />
sanatı kendi imkanlarınızla ya da nadir olan<br />
kurslardan birine giderek öğrenebilirsiniz. İ.B.B.<br />
Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları-İSMEK bünyesinde<br />
yer alan Batik Sanatı kursunun ayrıntılı<br />
bilgisine"www.ismek.ibb.gov.tr/ism/branslar.<br />
asp?BransCode=14" linkinden ulaşabilirsiniz.<br />
Hat Sanatı: Be’nin<br />
Noktasında İlmi Görmek<br />
Pablo Picasso’nun hat sanatına olan ilgisi bilinir, konuşulur;<br />
hatta, bir zaman Cezayirli bir hattattan dersler<br />
aldığı da rivayet edilir. rivayet edilen bir diğer<br />
şey de İspanyol ressamın bu sanat hakkında söyledikleridir:<br />
“Batı’nın yüzyıllar boyunca üzerinde durup<br />
peşinden koştuğu soyut ifadeyi hattalar asırlar önce<br />
bularak çağın üstüne çıkmış ve en güzel örneklerini<br />
vermişlerdir.” Sakıp Sabancı Müzesi, ‘Kitap Sanatları<br />
ve Hat Koleksiyonu’ sergisiyle ziyaretçilerine tam<br />
da asırlar öncesinde çizilmiş Doğu Medeniyeti’nin bu<br />
muhteşem şaheselerini görme olanağı sunuyor. Ondördüncü<br />
yüzyıl sonlarından yirminci yüzyıla kadar<br />
ünlü hattatların yazdığı Kuran-ı Kerim nüshaları, dua<br />
kitapları, hilyeler; padişah tuğralı fermanlar görülebilecek<br />
eserler arasında yer alıyor. Bunların yanında<br />
hattatların gereçleri de bu sanatın inceliklerine dair<br />
ipuçları veriyor. Pazartesi günleri kapalı olan müze,<br />
diğer günlerde ziyaretçilerini bekliyor. Yazının kutsiyetindeki<br />
sırra ulaşıp, Be’nin noktasındaki ilmi görebilmek<br />
ise okumakla başlıyor.<br />
Vizyon tarihi:<br />
19 Ekim 2012<br />
Yönetmen:<br />
Osman Sınav<br />
Oyuncular:<br />
Kenan İmirzalıoğlu,<br />
Tuğçe Kazaz,<br />
Uslan Çakır,<br />
Altan Erkekli<br />
Süre: ??????<br />
Vizyon tarihi:<br />
24 Ağustos 2012<br />
Yönetmen:<br />
Yimou Zhang<br />
Oyuncular:<br />
Christian Bale,<br />
Paul Schneider<br />
Tong Dawei<br />
Ni Ni<br />
Xinyi Zhang<br />
Shigeo Kobayashi<br />
Süre: 146 dk<br />
İNSAN,<br />
HİKAYESİYLE<br />
YAŞAR<br />
2 FiLM<br />
Uzunca bir hayalin neticesi olan<br />
Uzun Hikaye 19 Ekim’de vizyona<br />
giriyor. Yapımcı ve yönetmen Osman<br />
Sınav’ın yıllardır filme uyarlamak<br />
istediği Mustafa Kutlu’nun<br />
Uzun Hikaye kitabı ete kemiğe<br />
bürünüyor. Senarist Yiğit Gökalp<br />
imzasıyla, Kenan İmirzalıoğlu ve<br />
Tuğçe Kazaz’ın başrolde oynadığı<br />
filmde Bulgaryalı Ali’nin hikayesi<br />
anlatılıyor. 1940’lı yıllardan<br />
1970’li yıllara uzanan hikayede<br />
Ali’nin, sevdalısı Münire’yi kaçırması<br />
ve sonrasında demiryolları<br />
boyunca süren yolculukları konu<br />
ediliyor. Hayata dair umudunu<br />
kaybetmeyen ve erdemlerinden<br />
vazgeçmeyen Ali’nin yaşadığı<br />
çetrefilli zamanlar ise yürek burkuyor.<br />
Bazen hüzün, bazen neşe;<br />
ama daima bir tutkunun var olduğu<br />
Uzun Hikaye, hem okunmaya<br />
hem de seyredilmeye değer<br />
bir eser olarak dikkat çekiyor.<br />
SAVAŞIN ÇİÇEKLERİ<br />
Çinli Yimou Zhang’ın yönetmenliğini<br />
yaptığı Savaşın Çiçekleri,<br />
Japonların 1937’de Çin’de yaptıkları<br />
ve 300 binlere varan insanın<br />
ölümüyle sonuçlanan Nanking<br />
katliamını anlatıyor. Batman filminden<br />
tanıdığımız ünlü oyuncu<br />
Christian Bale’nin başrolde yer<br />
aldığı film savaşın çirkin ve acımasız<br />
yüzünü bir kez daha gözler<br />
önüne seriyor. Normal savaş<br />
filmlerinden oldukça farklı bir<br />
çizgide bulunan filmin psiko-sosyolojik<br />
yönleri de ön planda. Irksal<br />
düşmanlığın hangi boyutlara<br />
varabileceğinin de bir göstergesi<br />
olan Savaşın Çiçekleri’yle aynı<br />
konuyu paylaşan Nanking filmi<br />
de 2007’de vizyona girmişti.<br />
SAYI 4<br />
51