Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Kore sinemasının kalbimdeki yeri ayrıdır. Belki en şiddetli<br />
dövüş, en mutlu aşk, en komik diyalog sahnelerinde<br />
bile içten içe bir hüzün sakladığı içindir. Belki de aşkı, nefreti,<br />
öfkeyi, intikamı, korkuyu hep en uç noktada yansıttığı<br />
içindir. Özellikle son yıllarda sürekli kendini yineleyen Hollywood<br />
sinemasından bıkmış bünyede sıradışı senaryolarla<br />
ilaç etkisi yaratır Kore sineması. Uluslararası festivallerin<br />
de gözdesi olan Uzak Doğu’nun yükselen değeri, film endüstrisine<br />
kattığı değerler bir yana birçok Hollywood filmine<br />
de ilham kaynağı olmuştur.<br />
Kore Sineması’nın en çok beğendiğim örneklerinden<br />
biridir Memories of Murder, orijinal adı Salinui Chueok<br />
olan film, dilimize Cinayet Günlüğü olarak çevrilmiş. Bong<br />
Joon-ho’nun 2. uzun metrajlı çalışması olan 2003 yapımı<br />
film 1986 ve 1991 yılları arasında Hwaseong, Gyeonggi<br />
şehrinde askeri diktatörlük döneminde geçen ülkenin ilk<br />
seri cinayetlerinin gerçek hikâyesini temel alıyor. Şunu da<br />
hatırlatalım, film ülkesinde vizyona girdiğinde Matrix Reloaded’i<br />
bile geride bırakarak ciddi bir gişe hasılatına imza<br />
atmış. Üstelik düşük bütçesine rağmen.<br />
Hikaye Ekim 1986’da, tecavüz edilmiş ve öldürülmüş<br />
bir kadın cesedinin bir tarla yakınlarındaki su kanalında<br />
bulunmasıyla başlıyor ve sonrasında devam eden tecavüz<br />
ve cinayet vakaları üç dedektif tarafından ilginç yöntemlerle<br />
çözülmeye çalışılıyor. Yaklaşık 130 dakika boyunca<br />
izleyici, katil ha şimdi bulundu ha şimdi bulunacak derken<br />
beklenmedik bir finalle karşılaşıyor. Ancak filmde olaylar<br />
dizisinden çok oyunculuklar çok daha ön planda. Filmdeki<br />
karakterlerin çözümlemelerini izlerken aynı zamanda<br />
olayların karakterleri nasıl etkilediğini ve değiştirdiğini de<br />
dakika dakika gözlemleyebiliyorsunuz. Sang Kyung Kim’in<br />
oyunculuk performansıyla büyülediği film aslında günlük<br />
hayatımızdaki ruhsal değişimlerimizi de sorgulamamıza<br />
sebep oluyor. İzleyici tanık olduğu cinayetler karşısında dedektifler<br />
ne biliyorsa o kadarını biliyor. Bu da filmi benzeri<br />
cinayet filmlerinden ayıran başka bir nokta, bu sayede izleyici<br />
kendini olayların orta noktasında bulabiliyor. Nitekim<br />
bir anda bakmışsınız sonuca değil sürece odaklanmışsınız.<br />
Filmi ilk kez ya da tekrar izleyeceksiniz, özellikle liseli<br />
kız cinayetindeki Kubrick’in Lolitası’na yapılan hassas göndermeye<br />
dikkat etmenizi isterim. Bu nokta Kore sinemasının<br />
farklı karakteristik özelliklerinden biri olarak yansımış<br />
Bong Joon-ho’nun kamerasından beyaz perdeye. Aynı zamanda<br />
film boyunca peşinizi bırakmayan bir kara mizah<br />
hakim. Acımasız seri cinayetlerin üstelik gerçek yaşamdan<br />
alınmış ürpertici cinayetlerin konu alındığı bir filmde nasıl<br />
olurda kara mizah hiç rahatsızlık vermeden kendini kabul<br />
ettirebilir derseniz de yine Bong Joon-ho’nun ustalığını alkışlamanız<br />
gerekebilir filmin finalinde. Film ayrıca düşük<br />
bir bütçeyle çekilmesine rağmen ışık, çekim teknikleri ve<br />
kurgusuyla nice Hollywood yapımlarını geride bırakacak<br />
nitelikte.<br />
İlk kez 2005 yılında 24. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde<br />
İstanbullu sinemaseverle buluşan film festivalde en çok ilgi çeken<br />
filmlerden biri olmuştu. Filmin finalinde kendinizi sorgularken buluyorsunuz,<br />
itiraflar, itirafsızlıklar, deliller, yasaklar, belirsizlikler…<br />
hepsi ağzınızda buruk bir tat bırakıyor adeta. Her izleyene kendi<br />
finalini yaşatan film özellikle “yağmurlu bir havada” izlemenizi<br />
tavsiye ediyorum, bakalım klasik senaryo matametiğinden uzak<br />
bulmacalarla çerçevelenmiş, gösterişten son derece uzak bu 127<br />
dakikanın sonunda önyargılarınızın başka önyargılarla parçalanabileceği<br />
gerçekliğiyle yüzleşebilecek misiniz?<br />
Birsen G. TARHAN b.tarhan@windowslive.com