Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Tüm</strong><br />
<strong>Müslümanların</strong><br />
<strong>Kaderi</strong> <strong>Aynı</strong><br />
2147-642Bizbiriz<br />
Sayı: 11<br />
Aralık 2013<br />
ISSN:<br />
d e r g i s i<br />
وَالَّذينَ كَفَرُواْ بَعْضُ هُمْ أوْلِيَاء بَعْضٍ إِلاَّ تَفْعَلُوهُ تَكُن<br />
فِتْنَةٌ فِي الاأرْضِ وَفَسَ ادٌ كَبِيرٌ<br />
İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız<br />
yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.<br />
Enfal 73
EDİTÖRDEN<br />
Yüce rabbimize sonsuz şükürler olsun ki,<br />
bir sayı ile daha huzurlarınızdayız. Gönüller<br />
birleştikçe zorluklar bir bir uzaklaşıyor. Aşılan<br />
her engel bir sonraki çalışmaların zeminini<br />
kuvvetlendiriyor.<br />
* * *<br />
İslam âleminde her dem yeni olaylar zuhur<br />
ediyor. Ahir zamanın bir özelliği olsa gerek ki,<br />
her olay kendinden önceki olayları örtüyor.<br />
unutturuyor. Hafıza-i beşer her geçen zamanda<br />
daha bir nisyan ile malülleşiyor. Ama ne acı<br />
bir geçektir ki, kendinden sonraki olaylara ders<br />
olan olaylar zamanın Müslümanları tarafından<br />
ibret olarak alınmıyor, algılanmıyor.<br />
* * *<br />
Geçtiğimiz ay içerisinde, bütün dünyanın<br />
gözleri önünde bir mücahid<br />
idam yoluyla şehid edildi.<br />
Abdurrahman MOLLA’nın<br />
şehadeti müşfik gönüllere<br />
hüzün indirirken birçok kişiye<br />
sıradan bir ölüm gibi geldi.<br />
Ve ne kötü sevinenler de<br />
oldu. Nasıl ki, islam âleminde<br />
cerayan eden katliamlar<br />
sıradan bir vaka olarak algılanmakta<br />
ise MOLLA’nın şehadeti<br />
de o nispette gazete<br />
satırları arasında kayboldu<br />
gitti.<br />
İnancı uğruna şehid edilen<br />
bütün mücahidlere selam<br />
olsun.<br />
* * *<br />
Şehadetlerin hüznü yaşanırken başka bir<br />
hoca efendinin bedduaları ile sarsıldı İslam âlemi.<br />
Zalimlere beddua etmeyen ve hatta onlar<br />
ve çocukları için gözyaşı dökebilecek kadar<br />
merhametli olduğu izlenimini oluşturan bir<br />
hoca efendi, Allah rızası için hizmet gayretinde<br />
olduğu aşikâr olan bir zümre için beddua ediverdi.<br />
Ne var ki, artık islam âleminin feraset ve<br />
basiretli yürekleri bu hezimeti yere düşürmedi.<br />
Zerre miktarı iman ile hareket edenler “aldık kabul<br />
ettik” değil “sahibine iade ettik” dediler. Yangına<br />
benzin ile gidip ateşi körüklemek yerine su<br />
ile gidip söndürdüler.<br />
Cenab-ı Hak müslümanların feraset ve basiretlerini<br />
açsın. Âmin<br />
* * *<br />
Bu sayımız yine dolu dolu.<br />
Varisün-nebi Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu Hocamızın<br />
sohbetlerinden bir buket<br />
ile beraber, mü’minin<br />
hayatını şekillendirecek<br />
ilim hazinesinden demetleri<br />
kardeşlerimiz hazırlamışlar.<br />
Cenab-ı Hak amelimize<br />
yansıtmayı nasip eylesin.<br />
Örneklik ve ibretlik hadiselerle<br />
dolu bir dönemdeyiz.<br />
Rabbim bizleri ibretlik<br />
olan kullarından değil örnek<br />
olan kullarından eylesin.<br />
Âmin<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Bizbiriz Derneği adına<br />
Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />
Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />
Kadir Aydın<br />
Grafik – Tasarım<br />
Yasin Candan<br />
Fotoğraf<br />
Bahadır Aktaş<br />
Reklam Koordinatörü<br />
Ahmet Navruz<br />
Yayın Kurulu<br />
Hamide Erbay<br />
Ayşe Tunç<br />
Selman Bahar<br />
Zehra Bilmen<br />
Faruk Kul<br />
Ümmü Haram<br />
Baskı Tarihi<br />
Aralık 2013<br />
Baskı<br />
Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />
Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />
Konya<br />
Tel : 0 332 342 01 55<br />
Fax : 0332 342 21 63<br />
www.ermanofset.com<br />
Bizbiriz Dergisinde<br />
yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />
fotoğraf, illüstrayon,<br />
infografik ve makalelerin<br />
elektronik ve basılı<br />
ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz<br />
Derneği’ne aittir.<br />
Yayın Türü<br />
Aylık, yaygın süreli yayın<br />
Bizbiriz Derneği<br />
Medrese Mah. Ulaşbaba Cad. Aras İş<br />
Merkezi No:15/1Selçuklu / KONYA<br />
Tel : 0 (332) 353 27 00<br />
0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
3
Sömürgeciliğin<br />
Yeni Hali: Yasal<br />
Gasp<br />
6<br />
Vahiy Nuruyla<br />
Şereflenen Gece<br />
9<br />
İlm-ü Hal<br />
12<br />
Hadis<br />
16<br />
Fıkıh<br />
18<br />
Siyer-i Nebi<br />
19<br />
Tasavvuf<br />
23<br />
Ayın<br />
Sohbeti<br />
27<br />
Sensin<br />
33<br />
Unutulan<br />
Hasene: Karz-ı<br />
Hasen<br />
36
Sahabe-i Güzin<br />
38<br />
Müslüman<br />
Bilimadamları<br />
42<br />
Şehrin<br />
Görünmeyen<br />
Yüzü<br />
44<br />
Amenerrasulü<br />
46<br />
Arapça<br />
Rabca’ya<br />
Götürür<br />
47<br />
Haydar<br />
48<br />
Faydalı Bilgiler<br />
49<br />
ÇOCUK<br />
50<br />
Tarih’te<br />
Aralık<br />
52
Sömürgeciliğin<br />
Yeni Hali: Yasal Gasp<br />
SELMAN BAHAR<br />
Ekonomi ve politika... Birbirinden karşılıklı<br />
olarak etkilenen ve insanların yaşam standartlarını<br />
ve tarzlarını yönlendiren çok önemli iki<br />
kavram. Biri diğerinden bağımsız düşünülemez<br />
ve ikisinin de yönetiminde başarılı olan<br />
makam, gücünü sarsılmaz bir zemine taşır.<br />
Kuşkusuz ki kısa vadede Dünya’nın sıcak gündemini<br />
ve uzun vadede tarihin seyrini en çok<br />
şekillendiren olayları meydana getiren yönetici<br />
sınıfın kararları, ekonomi ve politikadan<br />
bağımsız düşünülemez.<br />
***<br />
Başat güç 1 : George Modelski tarafından geliştirilen<br />
bir uluslararası ilişkiler kuramıdır. Bu<br />
kurama göre 15. yüzyıldan itibaren dünya tarihinde<br />
belirli devletler ortalama bir yüzyıl süren<br />
dönemlerde denizlere egemen olmaktadır.<br />
Bu egemenliğin ortaya çıkardığı bir sonuç<br />
olarak başat güçler dönemleri içinde ekonomi,<br />
politika, popüler kültür, bilimsel metotlar<br />
gibi daha birçok alanda söz hakkı dünya geneline<br />
yayılmış devlet olarak tanımlanabilir.<br />
Her yüzyılda başat güç olan farklı devletler<br />
ortaya çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecek.<br />
Şimdiye kadar Dünya’ya üstünlük sağlamış<br />
başat güçler şu şekilde listelenebilir. 15. yy da<br />
Portekiz, 16. yy da İspanya, 17. yy da Hollanda,<br />
18. yy da Fransa, 19. yy İngiltere başat güç<br />
olmuşlardır. 20. yy da ise Almanya’nın başat<br />
güç olma sevdasıyla içine girdiği hırçın tutum<br />
1 Başat Güç ile ilgili daha geniş okuma için; SANDER Oral, Siyasi<br />
Tarih/İlkçağlardan 1918’e, İmge Kitabevi<br />
ise iki dünya savaşına neden olsa da, bu kaos<br />
meydanından ABD kazançlı ayrılmış ve 20.<br />
yy’ın son yarısında başat devlet olmuştur. 21.<br />
yy’ın Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılması<br />
ise Sovyetler Birliği’nin ABD’yi alt ederek<br />
başat güç olma hedefinden kaynaklanır. Fakat<br />
gerek deniz, gerek hava, gerekse uzay sahasındaki<br />
etkisi ile ABD 21. yy’ın da güçlü devleti<br />
olarak tanımlanmış ve SSCB dağılmış bir güç<br />
olarak tarihe geçmiştir.<br />
***<br />
Başat güç kavramında dikkat edilmesi gereken<br />
husus başat gücü belirleyen unsurdur.<br />
George Modelski’nin, uluslararası denizlerde<br />
üstünlüğü belirleyici olarak seçmesinin nedeni<br />
deniz yollarına sahip olan devlet için ekonomik<br />
sürecin (ithalat-ihracat/ hammadde alımı<br />
vs.) daha hızlı akmasıdır. Bu mantık içinde<br />
bugünün başat güç unsuru teknolojik altyapıyla<br />
ilişkilendirilebilir.<br />
“Başat devletler” ile ilgili tarihi bir inceleme<br />
yapılırsa görülecek olan şudur ki, her başat<br />
gücün öne çıkan ortak bir özelliği vardır. Bu<br />
özellik diğer devletlerin içinde ekonomik imkan<br />
ve kazanç kapasitesi açısından önde olmaktır.<br />
Muhakkak ki bu üstünlük sadece ekonomiye<br />
indirgenemez. Ekonomik üstünlüğü<br />
kazanmak adına sağlam bir devlet örgütlenmesi<br />
şart ise böyle bir devlet örgütlenmesi<br />
içinde o toplumun, kültürel birikim ve toplumsal<br />
ilişki düzeylerinde belli bir seviye kat<br />
etmiş olması gerekir. Yani ekonomik başarı<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
6
ir getiri ise her getirinin bir sermayeye ihtiyaç<br />
duyması gibi ekonomik başarının sermeyesi de<br />
devlet organları ve sivil toplum arasındaki ilişkinin<br />
istikrarıdır.<br />
Eğer toplumsal tabaka sağlam bir zemin<br />
oluşturuyorsa devlet içinde siyasi mekanizmada<br />
sağlam olacaktır. Sağlam bir siyasi mekanizma,<br />
yurtiçinde üretim yapan sektörlerin uluslararası<br />
düzende devlete ekonomik üstünlük<br />
getirmesini sağlayacaktır. Şüphesiz ki buradan<br />
çıkarılacak sonuç ise uluslararası ekonomik üstünlük<br />
kazanmış bir devlet, aynı zamanda uluslararası<br />
siyasi otorite olmaya başlamış bir devlet<br />
de demektir.<br />
Asıl vurgulamak istediğimiz<br />
durum ise<br />
anlattığımız başat güç<br />
kavramının pekte masum<br />
olmayan fiillerin<br />
sebebi olduğudur.<br />
Devletler tarihin her<br />
diliminde ister barışçıl<br />
yollarla olsun, ister<br />
tehdit içerikli diplomasiyle<br />
olsun, isterse<br />
birebir şiddet kullanarak<br />
olsun diğer devletlere<br />
üstünlük kurmaya<br />
çalışmıştır. Tek gayeleri<br />
yurtiçinden ve/ya<br />
yurtdışından gelebilecek<br />
olası tehditlere<br />
karşı güvenliği sağlamak olmuştur. Bu yüzdende<br />
tehdit olarak algıladıkları devletleri “üstün<br />
olma” durumuyla egale etmeyi seçmişlerdir. Bu<br />
üstünlük bir devlete karşı kültürel baskınlık olabilecekken<br />
başka bir devlete karşı diplomatik<br />
kazanç şeklinde sağlanabilir. Yani insan ilişkilerindeki<br />
gibi her devlet arasındaki ilişki/rekabet<br />
ilişkisi devletlerin karakteristik özelliklerine<br />
göre şekillenir. Ama her devlet karakteri için<br />
geçerli olan bir üstünlük varsa o da ekonomi/<br />
akabinde siyaset alanındaki üstünlüktür.<br />
İşte uzun uzadıya girişini yaptığımız belirli<br />
kavramlarla ilgili sunduğumuz çerçeve aslında<br />
üstünlüklerin dünya tarihine yansımasıyla<br />
ilgili bir hikayeyi anlatmak içindir. Uluslararası<br />
şirketlerin üçüncü dünya ülkelerini nasıl parsellediklerinin<br />
başlangıç serüvenidir bu hikaye.<br />
Devletler ve uluslararası şirketler arasındaki<br />
sınırların nasıl ortadan kalktığıyla ilgilidir daha<br />
Ama biz Allah’ın rızasını gözeterek<br />
salih ameller işlemek istiyorsak<br />
araçlar amacımıza hizmet<br />
edecek. Biz nasıl olduğuna akımızla<br />
varamayacağız güzellikler<br />
yaşayacağız. Allah’ın lütfuyla attığımız<br />
bir adım on adım hükmünde<br />
olacak, ilerlerken nasıl ilerlediğimize<br />
şaşacak cümle alem.<br />
çok. Akabinde ise birey olarak teker teker her<br />
insanın, bu kâr savaşından nasıl zarar gördüğünün/göreceğinin<br />
delilidir bu hikaye.<br />
İnsanoğlu olarak sıklıkla unuttuğumuz ve<br />
bizi hataya/zarara düşüren şey devletin varlığının<br />
sebebidir. Bizler hızlı akan yaşamda çoğu<br />
zaman devlet için yaşama hatasına düşeriz.<br />
devlet için çalışır, devlet için kazanır, devlet için<br />
koştururuz. Tabi ki devletin devamlılığını sağlamak<br />
her vatandaşın sorumluluklarından biridir.<br />
Fakat atladığımız nokta aslında devlete<br />
biz insanların yaşamını kolaylaştırmak için yine<br />
insanoğlu tarafından belli bir sistem kazandırıldığıdır,<br />
devletin amacının vatandaşa hizmet<br />
olduğudur.<br />
Bununla birlikte<br />
devletin görevlerini<br />
de önemsizleştirmekte<br />
tehlikelidir.<br />
Buna en büyük örnek<br />
1929 Dünya Ekonomik<br />
Buhranı sonrasında<br />
ABD’de alınan önlemlerdir.<br />
Bu önlemler<br />
devletin ekonomik süreçten<br />
neredeyse tamamen<br />
elini çekmesine<br />
neden olmuş birçok<br />
düzenlemeyi içerir.<br />
Bunun sonucunda ise<br />
1960’lı yıllara kadar<br />
gelinen süreçte ekonominin belirleyici unsurunun,<br />
devletin piyasadan uzaklığında, oldukça<br />
gelişmiş finans şirketleri olmaya başlamasıdır.<br />
Bu finans şirketleri ise artık devletlerin ekonomik<br />
eli olmuşlar ve politikanın görünmez silahı<br />
olarak ABD hükümeti tarafından kullanılmaya<br />
başlamışlar.<br />
Finans şirketlerini, en etkili biçimde kullanan<br />
devlet olarak Amerika, bu yolu uluslararası<br />
hukuksal olarak yasal olmayan işleri bu şirketler<br />
üzerinden yasallaştırmak için seçmiştir. Yakın<br />
tarihte de birçok örneği bulunan bu tarz<br />
yasal ekonomik gaspların itirafçıları dünya basınına<br />
belgeler sızdırmakta, saklı kalmış birçok<br />
ekonomik tetikçilik operasyonunu gün yüzüne<br />
çıkartmaktadır. Bu belgelerden görülen en<br />
çarpıcı sonuç ise başta ABD olmak üzere birçok<br />
Avrupa devletinin başvurduğu bu yasal ekonomik<br />
gaspların güvenlik duvarını devletlerin is-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
7
tihbarat servislerinin yürüttüğü gizli operasyonların<br />
oluşturmasıdır.<br />
Ekonomik yasal gasp, Amerika’daki şirketlerin<br />
büyümesiyle beraber ortaya çıkan ekonomik<br />
danışmanlık/finans şirketlerinden bazılarının<br />
devlet adına bir takım çalışmalar<br />
yürütmesiyle başlıyor. Bu şirketler vergi yasalarının<br />
çoğunun lehlerine düzenlenmesi ve<br />
şirket yöneticilerini işçilerinden daha imtiyazlı<br />
hale getiren yeni düzenlemeler konulmasına<br />
ilişkin yıllar süren çabalarla bir üst sınıfın<br />
oluşmasına neden oluyor. Basit bir örnekle<br />
1970’de bir yöneticinin maaşı bir işçinin maaşının<br />
5 katı iken 2000’lerde 24 katı olmuştur.<br />
1970’de şirketlerin ödediği vergi kazancın<br />
%40’ını bulurken 2000’lerde %7 civarındadır.<br />
ABD 17-18. yüzyıllarda süregelen sömürge<br />
yarışını 21.yüzyılda yasal olarak bırakmış görünse<br />
de bu finans şirketlerini kullanarak gayri<br />
resmi yollarla Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu<br />
ülkelerini borçlandırarak kendine bağımlı<br />
hale getiriyor.<br />
Bu finans şirketlerinde görevli üst düzey<br />
eğitim almış ekonomi danışmanları üçüncü<br />
dünya ülkelerinin liderlerini büyük miktarda<br />
borç almaya teşvik ediyor. Zaten amaç doğal<br />
kaynaklar olduğu için seçilen ülke yeraltı ve<br />
yerüstü kaynakları zengin bir ülke oluyor. Bu<br />
kaynakları işleyerek ödeyebileceğine inandırarak<br />
yüksek faizli krediler almaya ikna ediyor.<br />
Ülke borcu almayı kabul ettiğinde ise finans<br />
şirketi parayı anlaşmaları gereği doğrudan<br />
kendi ülkesinin şirketlerine yönlendiriyor. Bu<br />
şirketler borcu alan ülkede yatırım yaparak<br />
çok güzel miktarlar kazanıyor fakat esnetilmiş<br />
kanunlara yaslanarak düşük vergilerle çalıştıkları<br />
için devlet çok az geri ödeme alabiliyor.<br />
Kredinin bırakın faizini ana parasını bile ödemekte<br />
zorlanıyor. Böylece aldığı borç parayı<br />
eline geçmeden kullanmış oluyor. Borcu ödemek<br />
için kullanacağı kaynakların işletilmesini,<br />
borcu aldığı devletin şirketlerine bırakıyor.<br />
Hem piyasadan mahrum kalıyor hem borcu<br />
katlanarak artıyor. Finans şirketi borcunu geri<br />
istediğinde ise mecburen sağlık, eğitim vb.<br />
fonları faiz ödemeleri için kullanıyor. Yetmediği<br />
takdirde doğal kaynaklarını yok pahasına<br />
yabancı yatırımcılara devrediyor.<br />
Peki borç almazsa? işte o zamanda tarihte<br />
birçok örneği sayılabilecek CIA (Central Intelligence<br />
Agency/ Merkezi İstihbarat Teşkilatı)<br />
operasyonları başlıyor. Devlet başkanı borcu<br />
almayı reddederse demokratik yollarla seçilmiş<br />
lider düşürülüyor. O borcu alacağına inandıkları<br />
bir piyonu koltuğa oturtuyorlar.<br />
Musaddık’ın ABD petrol şirketlerine imtiyaz<br />
tanımaması “ABD’nin ekonomik desteğini!”<br />
kabul etmemesi sonucu CIA tarafından<br />
yürütülen Kermit Roosevelt’in başında bulunduğu<br />
bir operasyonla yerine Şah Rıza Pehlevi’nin<br />
getirilmesi ve Şah’ın hemen akabinde<br />
petrol şirketlerini özelleştirerek ABD’li şirketlere<br />
ihale etmesi yani kısaca İran’daki 1953<br />
darbesi buna iyi bir örnektir.<br />
1954’te Guatemala’da J.Arbenz’in hükümetine,<br />
1965’te Endonezya’da Sukarno’nun<br />
hükümetine, 1970’te Kamboçya’da Prens Norodom<br />
Sihanuk’un hükümetine ve 1973’te<br />
Şili’de Salvador Allen’in hükümetine yapılan<br />
darbelerin hepsinin CIA destekli olduğu bilinmektedir.<br />
Kaldı ki bu operasyonlar ekonomik<br />
kaygılarla yapılmış olanların bazılarıdır. Bunun<br />
yanında siyasi kaygılarla yapılmış Yunanistan’da<br />
1967-1974 cuntaları, Küba’da Fidel<br />
Castro’ya yönelik düzenlenmiş düzinelerce<br />
operasyon örnekleri çeşitlendiriyor. 2<br />
Bu operasyonların CIA destekli olduğu<br />
emekli CIA çalışanları ve finans sektöründeki<br />
bağlantılar tarafından deşifre edilmiştir. Bazıları<br />
CIA tarafından açıkça kabul edilmiş, bzıları<br />
hala reddedilmektedir. Bunun gibi birçok<br />
örnekte zamanla deşifre olacaktır. Mesela son<br />
iki-üç yıllık süredeki Arap Baharı dalgası gibi...<br />
Bu noktada son söz olarak şunu söyleyebiliriz<br />
ki, bu operasyonlarla devrilen hükümetlerin<br />
hepsi de halklarının iradesiyle seçilmiş<br />
hükümetlerdi. Fakat görülüyor ki insanoğlu<br />
çıkarları için diğer insanları hiçe sayabilecek<br />
pervasızlığa düşebiliyor. İşte anlattığımız bu<br />
hikayenin, bu oyunun kirliliği de ne ekonomik<br />
ne siyasi dezenformasyonlardır. İşte 1900’lerden<br />
bu yana yaşanan dalgalı sürecin neden<br />
olduğu kısır döngü bir güvensizlik ortamının<br />
doğuşudur. Asıl zarar insanın doğasına, ruh<br />
sağlığına verilmektedir. İnsanları, iradelerini<br />
hiçe sayarak güvensizlik ortamına sürüklemek<br />
elbette ki bu oyunun kontrolünü elinde<br />
tutan insanları da bir gün gelip o güvensizliğe<br />
hapsedecektir.<br />
2 CIA destekli ekonomik-siyasi operasyonların ayrıntılı analizi<br />
için; John PERKINS, Kafes, April Yayınevi John PERKINS,<br />
Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, April Yayınevi<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
8
Kadir Sûresi Tefsiri<br />
VAHİY NURUYLA<br />
ŞEREFLENEN GECE<br />
Hamide ERBAY<br />
Beşiktaş İlçe Vaizi<br />
Sûre adını ilk âyette geçen “kadir gecesi”<br />
kelimesinden almıştır. Ebu Zer (r.a.) rivayeti<br />
üzere “inna enzelnâhu” sûresi diye de anılmaktadır.<br />
Abese sûresinden sonra, Şems sûresinden<br />
önce Mekke’de indirilmiş olup, beş<br />
âyetten oluşmaktadır. Bir rivayete göre de,<br />
müfessirlerin çoğu Medine’de indiğini söylemişlerdir.<br />
Mushaf’taki sıralamada 97. ve iniş sırasına<br />
göre 25. sûredir.<br />
Konusu, Kur’ân’ın indirildiği gece olan Kadir<br />
gecesidir. Sûrede bu gecenin önemine ve<br />
şerefine vurgu yapılmaktadır. 1<br />
1 DİBY, Kur’an Yolu Meâl-Tefsir, c. V, s. 657.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
9
“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın<br />
adıyla…”<br />
“Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik.”<br />
“Kadr” kelimesi “kadera” fiilinin mastarıdır,<br />
asıl anlamı “güç yetirmek” demek olup, “hüküm,<br />
haya, takdir, şeref, azamet, tazyik” manalarına<br />
gelmektedir. Kur’ân’ın bu gecede<br />
indirilmesinin geceyi şereflendirdiği ve kadrini<br />
yücelttiğini belirtmek üzere ona bu isim<br />
verilmiştir.<br />
Birinci anlamı itibariyle, Kadir gecesi “hüküm<br />
gecesi” demektir. Duhân Sûresi’nde “Biz<br />
O’nu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz<br />
uyarıcıyız. (O gecede) Her hikmetli emir onda<br />
ayırt edilir” (44,3) buyurulduğu üzere; her hikmetli<br />
emrin, ilâhi takdirde hükmedilmiş işlerin<br />
ayırt edildiği mübarek bir gecedir. Bu anlamı<br />
göz önünde bulundurularak Kadir gecesine<br />
“takdir gecesi” de denilmektedir. Asıl takdir<br />
ezeli olduğuna göre, burada kastedilen o hüküm<br />
ve takdirin açıklanması ve yerine getirilmesi<br />
olmalıdır.<br />
İkinci anlamı itibariyle Kadir gecesi, “azamet<br />
ve şeref gecesi” demektir. Daha sonraki âyette<br />
gelecek olan, “bin aydan hayırlı” bir gece olduğu<br />
ifadesi, bu anlamı açığa çıkarmaktadır.<br />
Üçüncü anlamı itibariyle, Kadir gecesi “tazyik<br />
(sıkıştırmak, daraltmak) gecesi” demektir.<br />
Zira o gece inen meleklere yer dar gelir<br />
denilmektedir.<br />
Âyette “azamet nûnu”yla “Biz indirdik onu”<br />
buyurulması, indirenin büyüklüğünü ifade<br />
ederken, indirilenin şanını da yüceltmeyi ifade<br />
etmektedir.<br />
Âyetteki “o” zamiriyle kastedilenin Kur’an<br />
olduğu hususunda müfessirler ittifak etmişlerdir.<br />
Kur’ân’ın zamirle anlaşılacak derecede<br />
apaçık bilinen, tanınan, şanı yüce bir kitap olduğunu<br />
göstermek için adının açıkça anılmadığı<br />
belirtilmektedir.<br />
“Biz onu indirdik” ifadesinden, “tamamını<br />
indirdik” veya “indirmeye başladık” anlamları<br />
çıkarılabilir. Alimlerin çoğu “peyderpey indirdik”<br />
anlamında “nezzelnâ” fiili yerine “indirdik”<br />
anlamında “enzelnâ” fiili kullanılmasını<br />
gerekçe göstererek âyette, Kur’an’ın tamamının<br />
ulûhiyyet makamından dünya semâsına<br />
indirilmesinin söz konusu edildiğini ileri<br />
sürmüşlerdir. Bazı alimler ise, bu âyetle doğrudan<br />
Resûlullah’a gelen Alak sûresi’nin ilk<br />
âyetlerinin kastedildiği kanaatindedirler. Her<br />
iki yoruma göre de o gece Kur’an-ı Kerim’in<br />
indirilişine sahne olduğu ve bu olayla büyük<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
10
ir değer kazandığı için surede ona “leyletü’lkadr”<br />
denilmiştir. 2<br />
“Bilir misin nedir Kadir gecesi?”<br />
Âyetin soru şeklinde ifade edilmesi, Kadir<br />
gecesinin yücelik ve şanını ifade eder. Âyete cevap<br />
veren sonraki âyetlerde de onun tarihinin<br />
açıklanması yerine bu gecenin önemi, insanlar<br />
için hayır ve bereketi üzerinde durulmuştur.<br />
“Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır”<br />
Müfessirlerin bir kısmı âyeti hakiki manasında<br />
anlayarak, bu gecede yapılan ibadet ve<br />
hayırların, içinde Kadir gecesinin bulunmadığı<br />
tam bin ayda yapılan ibadetlerden daha çok sevap<br />
getireceğini belirmektedir. Başka bir yoruma<br />
göre burada bin sayısı çokluktan kinayedir.<br />
Nitekim birçok dilde olduğu gibi Arapçada da<br />
bin rakamı büyük bir sayı söyleyerek çokluğu<br />
anlatmak için kullanılmaktadır. Bu gece Yüce<br />
Allah’ın (c.c.) Resûlullah (s.a.v.) ve ümmetine bir<br />
lütfu ve ihsanıdır.<br />
“O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle<br />
her bir iş için iner dururlar.”<br />
Âyette, Kadir gecesinin bin aydan hayırlı oluşunun<br />
bazı sebepleri açıklanmaktadır. Bu gece<br />
Allah Teâla’nın (c.c.) vereceği görevleri üstlenmek<br />
üzere melekler ve ruh yeryüzüne inerler.<br />
Müfessirlerin çoğunluğuna göre, “ruh”tan maksat<br />
Cebrâil’dir. Cebrâil meleklerden biri olmakla<br />
beraber makamının yüksekliği ve şanının yüceliğini<br />
göstermek üzere ayrıca zikredilmiştir.<br />
Ruha “meleklerin ileri gelenleri, meleklerin dışında<br />
Yüce Allah’ın (c.c.) görünmez ordularından<br />
bir ordu, rahmet” vb. manalarını verenler<br />
de vardır.<br />
“O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik<br />
doludur”<br />
Âyette bu gecenin esenlik ve mutluluk gecesi<br />
olduğu ifade edilmektedir. Zira melekler<br />
gecenin başından itibaren tan yeri ağarıncaya<br />
kadar gruplar halinde inerek müminlere selam<br />
verirler. Bu durum tan yeri ağarıncaya dek devam<br />
etmektedir.<br />
Bu gecenin hangi gece olduğu çok ihtilaflı<br />
bir konudur ve birçok görüş nakledilmiştir. Kadir<br />
gecesinin, bütün sene içerisinde gizli olup,<br />
Ramazan ayında ve son on gecenin tek gecelerinde<br />
olma ihtimali ağırlık kazanmaktadır.<br />
2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c.IX, s.340.<br />
Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre ise, Ramazan<br />
ayının 27. gecesi Kadir gecesi olarak kabul<br />
edilmektedir. Kadir gecesinin kesin olarak bildirilmemesi,<br />
insanların o gecede kazanacakları<br />
sevaplara güvenip diğer zamanlarda kulluk görevlerini<br />
ihmal etmelerini önlemek gibi bazı sebep<br />
ve hikmetlerle açıklanmaktadır.<br />
Ramazanın son on gününe girildiğinde Resulullah<br />
(s.a.v.) dünyevi işlerden uzaklaşıp,<br />
mescitte itikafa çekilir, vaktini daha çok ibadet<br />
ve tefekkürle geçirirdi. Müminler de kadir gecesini<br />
ibadetle ve dualarla ihya etmelidirler. Hz.<br />
Ayşe, bu gecenin nasıl ihya edileceğini Resûlullah’a<br />
(s.a.v.) sormuş, o da “Allah’ım! Sen affedicisin<br />
affı seversin, beni affet! de” şeklinde cevap<br />
vermiştir (Tirmizi,”Da’avât”,84; İbn Mâce, “Duâ”,<br />
5). 3 Cenâb-ı Hak biz kullarını da Kadir gecesinin<br />
hayır ve faziletine eren salih kullar zümresine<br />
dâhil eylesin. Âmin.<br />
Kendinize<br />
beddua etmeyin,<br />
ancak hayırla dua<br />
edin. Zira melaike<br />
dediğinize “amin”<br />
der.<br />
Ramuz el Ehadis S.470<br />
3 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c. V, s.659-660.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
11
ilm-ü hal<br />
NAMAZIN NEV’İLERİ<br />
AYŞE TUNÇ<br />
بسم الله الرحمن الرحيم<br />
امَّحْ مُودً مَقَامًا رَبُّكَ يَبْعَثَكَ أن عَسَ ى لَّكَ نَافِلَةً بِهِ فَتَهَجَّدْ اللَّيْلِ وَمِنَ<br />
“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet<br />
olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a<br />
ulaştırsın.” (isra-79)<br />
Hanefiler dışındaki çoğunluk, vacip hüküm<br />
kategorisini kabul etmedikleri<br />
için namazı genel olarak farz ve nafile şeklinde<br />
iki gruba ayırmışlardır.<br />
Hanefiler’e göre ise namazlar:<br />
a) farz,<br />
b) vacip,<br />
c) nafile olmak üzere üç çeşittir. Bununla<br />
birlikte Hanefiler arasında farklı gruplamalar<br />
da bulunmaktadır.Bunlardan birine göre<br />
namazlar;<br />
a) Allah’ın farz kıldığı (mektube)namazlar,<br />
b) Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabit olan<br />
(mesnun) namazlar,<br />
c)nafile namazlar olmak üzere üç çeşittir.<br />
A) FARZ NAMAZLAR<br />
Farz olan namazlar, ayni farz (farz-ı ayın; Her<br />
mükellefin bizzat kendisinin yapması gereken<br />
farzlar) ve kifai farz (farz-ı kifaye; Bazı mükelleflerin<br />
yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşen<br />
farzlar ) olmak üzere ikiye ayrılır.<br />
Farz-ı ayın olan namazlar, yükümlülük çağındaki<br />
her Müslüman farz olup, her biri ayrı ayrı<br />
bunu yerine getirmekle mükelleftir. Farz-ı ayın<br />
olan namazlar, her gün beş vakit namaz ve<br />
her hafta cuma günleri kılınan cuma namazından<br />
ibarettir. Günlük farz namazlar sabah namazı<br />
2 rekat, öğle namazı 4 rekat, ikindi namazı<br />
4 rekat, akşam namazı 3 rekat ve yatsı namazı<br />
4 rekat olmak üzere toplam 17 (on yedi) rekattır.<br />
Cuma namazı, cuma günü öğle namazının<br />
vaktinde cemaatle kılınan ve farz olan kısmı 2<br />
rekat olan bir namazdır. Cuma namazı kılınınca<br />
ayrıca öğle namazı kılınmaz.<br />
Farz-ı kifaye olan namaz ise, bir müslüman<br />
öldüğünde başta yakınları,komşuları ve tanıyanları<br />
olmak üzere müslümanlarca kılınması<br />
gereken cenaze namazıdır. Bu namazı birileri<br />
kılınca öteki müslümanlar cenaze namazı kılmadıkları<br />
için sorumlu olmazlar. Sevap ve fazileti<br />
ise namazı kılanlar elde etmiş olurlar.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
12
B) VACİP NAMAZLAR<br />
Vacip namazlar, vacip oluşu kulun fiiline<br />
bağlı olmayan (li-aynih vacip) ve vacip oluşu<br />
kulun fiiline bağlı olan vacip (li-gayrihi vacip)<br />
olmak üzere iki kısımdır.<br />
Yatsı namazından sonra kılınan üç rekatlık<br />
vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramı<br />
namazları li-aynihi vacip grubunda yer alır.<br />
Tilâvet secdesi de,her ne kadar namaz olmayıp<br />
bir secdeden ibaret olsa da, bu gruba sokulmaktadır.<br />
Ayrıca çoğunluk tarafından sünnet<br />
kabul edilmekle birlikte, bazı Hanefiler’in vacip<br />
saydıkları küsuf namazı da (güneş tutulduğunda<br />
kılınan namaz) bu gruba girer.<br />
Li-gayrihi vacip grubunda ise nezir namazı,<br />
sehiv secdesi ve ifsat edilen nafile namazın<br />
kazası yer alır. Nezir namazı, esasen gerekli<br />
ve görev olmamakla birlikte, kişi bir vesileyle<br />
namaz kılmayı adadığı zaman kendi iradesiyle<br />
kendini yükümlü kılmış olur; artık bu yükümlülüğü<br />
yerine getirmesi gerekir.<br />
C) NAFİLE NAMAZLAR<br />
Farz veya vacip olan namazların dışındaki<br />
namazlara nafile namazlar denir. Farz namazların<br />
öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet<br />
namazlar nafile namaz kapsamında yer alır. Nafile<br />
namazları, sünnet namazların dışında ayrı<br />
bir kategori olarak ele alan bilginler de bulunmaktadır.<br />
Buna göre namazlar;<br />
a) farz namazlar,<br />
b) vacip namazlar,<br />
c) sünnet namazlar,<br />
d) nafile namazlar olmak üzere dört çeşit olmaktadır.<br />
Sünnet namazlar, vakit namazları yanında<br />
düzenli olarak kılınan sünnetleri (revatib)<br />
ifade etmekte, nafile namazlar ise düzenli olmayarak<br />
çeşitli vesilelerle Allah’a yakınlaşmak<br />
ve sevap kazanmak maksadıyla ayrıca kılınan<br />
namazları (regaib) ifade etmektedir.<br />
Farz ve vacip namazların dışındaki namazları,<br />
genel olarak nafile başlığı altında ele alıp<br />
bunları kendi içinde kısımlara ayrılır. Nafile kelimesi,<br />
farz ve vaciplerin dışında fazladan olan<br />
veyahut açıktan, istenilmeden , Rabbimizin fazlından<br />
verdiğine denir. Nafile namaz ifadesi,<br />
bir vakti bulunan sünnetleri (müekked sünnet<br />
ve müstehap sünnet) ve vakte bağlı olmayan<br />
tatavvu namazları içine alır. Birincisi, sünen-i<br />
revatib, ikincisi sünen-i regaib türleri olarak<br />
adlandırılır.<br />
Revatib, belli bir düzen ve tertip içinde, beş<br />
vakit farz namazlarla birlikte ve belli bir devamlılık<br />
içinde kılındığı için revatib adını almıştır. Bu<br />
açıdan revatib sünnetler, düzenli olarak kılınan<br />
sünnetler demektir. Bunlar, Efendimiz ( a.s )’in<br />
sünnetine uyularak vakit namazlarından önce<br />
veya sonra yahut kimisinde hem önce hem<br />
sonra kılınan namazlardır. Ramazan ayında yatsı<br />
namazından sonra kılınan teravih namazı da,<br />
bu grupta yer alır.<br />
Revatib sünnetler dışındaki nafile namazlar<br />
ise regaib adını alır. Bunlar, Efendimiz ( a.s )’in<br />
uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda<br />
veya bazı vesilelerle kılınan ya da kişinin kendi<br />
isteğiyle herhangi bir zamanda Allah’a yakınlaşmak<br />
ve ecir kazanmak amacıyla kıldığı namazlardır.<br />
Bunlar gönüllü olarak kılındığı için<br />
“gönüllü (tatavvu) namazlar veya arzuya bağlı<br />
namazlar” olarak da adlandırılır. Teheccüd<br />
namazı, kuşluk (duhâ) namazı, istihâre namazı,<br />
yağmur duası, husûf namazı, küsûf<br />
namazı, tahiyyetü’l-mescid, tövbe namazı,<br />
evvâbîn namazı, tesbih namazı, ihrama giriş<br />
namazı, yolculuğa çıkış ve yolculuktan dönüş<br />
namazı, hâcet namazı, abdest ve gusülden<br />
sonra namaz regaib türünden nafile namazlardır.<br />
1 İslam kültüründe sünnet namazlar,<br />
özellikle vakit namazlarının öncesinde- sonrasında<br />
kılınan sünnet namazlar, farz namazlara<br />
hazırlayıcı ve onları koruyucu ibadetler olarak<br />
değerlendirilmiş, sünnet namazların muhafızı<br />
konumunda görülmüş, ayrıca Efendimiz ( a.s )’e<br />
bağlı olmanın,muhabbetin velhasıl ehl-i sünnet<br />
olmanın da bir nişanesidir.<br />
Nafile ibadetlerin önemini belirten bir hadisi<br />
kudside Efendimiz ( a.s ) şöyle buyuruyor:<br />
“Her kim (ihlas ile Bana kulluk eden) bir dostuma<br />
düşmanlık ederse, Ben de ona karşı harp<br />
îlan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden<br />
daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık<br />
kazanamaz. Kulum Bana (farzlara ilaveten<br />
işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır,<br />
nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de<br />
Ben onun (adeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan<br />
eli, yürüyen ayağı akleden kalbi ve konuşan<br />
1 İsam<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
13
dili olurum. Ben’den her ne isterse, onu mutlaka<br />
veririm. Bana sığınırsa, onu korurum. Ben,<br />
yapacağım bir şeyde, mümin kulumun ruhunu<br />
kabzetmekteki tereddüdüm kadar hiç tereddüde<br />
düşmedim: (Zira) o, ölümü sevmez; Ben<br />
de onun sevmediği şeyi sevmem.” 2<br />
Rasûlullâh ( s.a.v )’in hayatı Allah’a ibadetin<br />
ve en güzel kulluğun binbir neviyle doludur.<br />
Günün hemen her anına tekabül eden bir nafile<br />
namazı mevcuttur. Nafile ibadetler kulu Allah’a<br />
daha çok yaklaştırır ve cennetteki mertebesini<br />
de yükseltir. Resûlullah ( s.a.v ) :<br />
“Müslüman bir kimse, farzların dışında nafile<br />
olarak her gün Allah rızası için on iki rekat namaz<br />
kılarsa, Allah Teala ona cennette bir köşk<br />
yapar” buyurmuştur. 3<br />
2 Buhârî, Rikak, 38; Ahmed, VI, 256; Heysemî, II, 248<br />
3 Müslim, Müsâfirîn 103. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 1<br />
Nafile namazların, kıyamet gününün dehşetli<br />
anında hesab verirken zor durumda kalan<br />
sahibinin imdadına yetişeceğini de yine Resûlullah<br />
( s.a.v )haber vermiştir:<br />
“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği<br />
ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün<br />
olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı<br />
düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet<br />
farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Aziz ve<br />
Celil olan Rabb’i:<br />
- Kulumun nafile namazları var mı, bakınız?<br />
der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır.<br />
Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba<br />
çekilir.” 4<br />
4 Tirmizî, Salat, 188<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
14
Teheccüd Namazı (Gece Namazı): Yatsı<br />
namazından sonra kılınacak nafile namaza<br />
“gece namazı”denir. Bir miktar uyuduktan sonra<br />
kalkılıp kılınırsa “Teheccüd” adını alır. Teheccüd<br />
namazı iki rekettan on iki rekata kadardır.<br />
İki rekatta bir selam verilmesi daha faziletlidir. 5<br />
Teheccüd namazı, Rasul-i Ekrem ( s.a.v) Efendimize<br />
vacip yani farz hükmündeydi. Bu namaz<br />
O’nun ümmeti için sünnet-i müekkededir.<br />
“Gece namazına devam ediniz. Zira bu sizden<br />
önceki salihlerin ibadetidir. Çünkü gece<br />
ibadeti, Allah’a yakınlık günahlara kefaret olup<br />
insanı bedeni hastalıklardan korur ve günahlardan<br />
uzaklaştırır.” 6<br />
Allah Teala çok sevdiği ve kainatı hürmetine<br />
yarattığı Habîb-i Muhammed Mustafa (sav) ‘e<br />
teheccüd namazını farz kılmıştı.<br />
“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana<br />
mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd<br />
namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a<br />
ulaştırsın.” 7<br />
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz gece namazını<br />
hiç terk etmezdi. Öyle ki hastalanacak veya<br />
ağırlık hissedecek olsa oturarak kılardı. (Ebû<br />
Dâvûd, Tatavvu’, 18) “Sabah namazından önce<br />
kılınan iki rekat nafile namaz dünyanın tamamından<br />
daha hayırlıdır.” (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn,<br />
96) buyururdu. Gözümün nûru diye tavsif<br />
ettiği namazı geceleri daha bir iştiyak ve arzu<br />
ile kılardı. Ayakları şişecek kadar kendinde geçerek<br />
kıldığı teheccüd namazına olan iştihasını<br />
şöyle dile getirmişti:<br />
“Allah her peygamberde belirli bir şeye karşı<br />
aşırı bir istek yaratmıştır. Benim en çok hoşlandığım<br />
şey de gece ibadetidir...” 8<br />
Allah’a yaklaştıran en mühim ibadet olması<br />
hasebiyle ümmetinin de bu nimetten nasiplenmelerini<br />
arzu ederlerdi. Öncelikle yakın akrabasından<br />
tebliğe başlayan Efendimiz, bir gece Ali<br />
ile Fatıma ( r.a )’nın kapısını çalmış ve onlara:<br />
- “Namaz kılmayacak mısınız?” 9 buyurarak<br />
geceyi boş geçirmemelerini istemişti.<br />
Diğer hadislerinde ashabına da:<br />
“Aman gece kalkmaya gayret edin! Çünkü o<br />
sizden önceki salih kimselerin adeti ve Allah’a<br />
yakınlıktır. (Bu ibadet) günahlardan alıkor, hatalara<br />
kefaret olur ve bedenden dertleri giderir.”<br />
10<br />
buyurarak onları huzurun kaynağına yöneltmek<br />
istemiştir.<br />
Âile içinde kadın ve erkeğin Allah’a ibâdet<br />
ve salih ameller işleme husûsunda birbirlerine<br />
destek olmalarının önemine dikkat çeken<br />
Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bilhassa<br />
gece namazına kalkmada bu yardımlaşmanın<br />
daha da önemli neticeler hâsıl edeceğini şöyle<br />
ifade etmiştir:<br />
“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da<br />
kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran<br />
kimseye Allah rahmet etsin. <strong>Aynı</strong> şekilde<br />
geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da<br />
uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu<br />
kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.” 11<br />
Allah’ın rahmetine erişmek duasıyla…<br />
“Umeranıza<br />
fesatla dua<br />
etmeyin. Zira<br />
onların iyiliği<br />
sizin iyiliğiniz,<br />
onların fenalığı<br />
sizin fenalığınız<br />
demektir”<br />
Ramuz el Ehadis S.471<br />
5 Muhammed Bin Abdullah Hanî, Âdâb, s. 264<br />
6 Tirmizi, Deavât, 101<br />
7 el-İsrâ/17, 79<br />
8 Heysemî, Mecmau’z-zevâid, II, 271<br />
9 Buhârî, Teheccüd, 5<br />
10 Tirmizî, De’avât, 101<br />
11 Ebû Dâvud, Tatavvu, 18, Vitir, 13<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
15
HADİS<br />
M. DİKKATLİ<br />
آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلَاثٌ اِذَا حَ دثَ كَذِبَ وَ اِذَا وَعَدَ أخْ لَفَ وَ اِذَا ائْتُمِنَ خَ انَ<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyurdu:<br />
“Şu üç hareket münafığın nişanıdır. Konuştuğu zaman sözlerinde yalan söyler, yaptığı<br />
vaadi yerine getirmez, emin bilinip emanet edilince hıyanet eder.”<br />
Konuştuğu zaman sözlerinde yalan söyler,<br />
yaptığı vaadi yerine getirmez. Emanet edilince<br />
ihanet eder. Eskiden ashap efendilerimiz, bugünkü<br />
misyonerler gibi gider bir başka ülkeye<br />
sosyal aktiviteler yaşarmış. İslam ahlakı üzerine<br />
yaşarmış. Orada taşkınlık, zulüm payidar olduğu<br />
zaman, oraya savaşa başlarlarmış. Ya Müslüman<br />
olursunuz, ya cizye vereceksiniz, ya da sizinle savaşırız<br />
derlermiş. Neden? Mazlumunu kurtarmak<br />
için. Şimdi bizim beynimize, dilimizle yerleşmişler.<br />
Fakat zulüm yok. Kendilerinin yaptığı zulümden<br />
haberleri yok. Önce kendini ıslah eden bir<br />
millet haline gelmeden, yani asr-ı saadeti yakalamadan<br />
dışa misyonerlik yapamazsınız. Önce<br />
içini düzeltmelisin. İçini düzeltirken de içerden<br />
toplayıp, dışarıya aktarmayıp, içeriden topladığını<br />
içeriye dağıtmalısın. Zenginden alıp fakire<br />
dağıtmalısın. Köprü olmalısın. Sonra dışarıya çıkıp<br />
içeriye yıkmak için Mekke-Medine hikayesini<br />
anlatmamalısın. Hiç kimsenin hicret gibi bir<br />
derdi yok. Senin yıpratıcı bir faaliyetin olmadığı<br />
müddetçe uzaklaştıran yok. Kimse durduğu yerde<br />
insanları suçlu görmez. Önce kendimizi ıslah<br />
etmeliyiz. Aksi takdirde başımıza ıslah ediciler<br />
geldiğinde önce biz birbirimizi ıslah ediciyiz.<br />
Biz sizi kurtaracağız Kaddafi’den deyip binlerce<br />
insanın öldürülmesine, binlerce insanın birbirine<br />
kurşun atmasına sebep oldular. Biz sizi ıslah<br />
ediciyiz, dediler. Irak’ta bir kişiyi öldüreceğiz diye<br />
milyonu geçkin adamı öldürdüler. Islah edicilerin<br />
gelmesini beklemeyin. Önce aramızda bir ıslah<br />
olalım, birbirimizi sevip, birbirimize hürmet,<br />
birbirimize muhabbet edelim. Çünkü kafir öyle<br />
bir kafirdir ki, o zahirde savaşır bizimle sen onu<br />
bilirsin o da seni. Halbuki münafık öyle değildir,<br />
o gizlidir seninleymiş gibi görünür. Fakat sana kılıcı<br />
çeker, seni sırtından hançerler.<br />
Bir münafıkla yakın dost gibi görüneceğinize;<br />
bir delikanlı doğru, suyu sert, kendisi gibi mert<br />
bir insan düşmanınız olsun. Hiç korkmayın. Yüzü<br />
her daim gülen münafıktan dost tutunmayın.<br />
Ondan dost olsa ne kadar olur? Bakın şimdi şöyle<br />
münafıklar var. Sözünde durur gibi görünür, sözünde<br />
durur, size söz verir, yarın geleceğim diye,<br />
yarında gelir. Efendim emanet tevdi edildiğinde<br />
de emanete hıyanet etmemiş gibi de sabit gözükür.<br />
Söylediği zaman onun doğru konuştuğunu<br />
da zannedebilirsiniz. Aman ha, aman ha!<br />
Mümin merhametli ve şefkatli olur. Kur’an<br />
emanetine sahip çıkar. Hayatında Muhammed<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
16
Mustafa (sav) hayatına düstur edinir. O zaman<br />
işte sözü doğru olur.<br />
Hani Mehmet Akif Ersoy’un bir sözü var;<br />
Hayatta en beğendiğim gerçek,<br />
Sözün doğru olsun kütük gibi olsun tek.<br />
Fark etmez kütük gibi olsun. Ama doğru olsun.<br />
Fakat doğru olacağım diye de şu hikayede<br />
ki gibi de olmayın.<br />
Adamın birini çok doğru sözlü diye kadıya şikayet<br />
ederler;<br />
Aman efendim! Çok doğru sözlü biz bundan<br />
davacıyız. Her şeyi doğru diyor, diyorlar. Kadıya<br />
şikayet ediyorlar.<br />
Kadı;<br />
Niye şikayetçisiniz? Doğru sözlü insandan<br />
kim şikayetçi olur, diyor. Demek ki sizde bir zarar<br />
var, siz de sıkıntı var.<br />
Efendim tamam da, yani bu çok doğru sözlü.<br />
Nasıl söyleyelim bilmeyiz ki, bunun söylediği<br />
doğrular bize ters geliyor, sıkıntı duyuyoruz,<br />
diyorlar.<br />
Kadı;<br />
Çağırın şu doğrucuyu bakalım, diyor. Getiriyorlar.<br />
İçeriye girer girmez adam;<br />
Esselamu aleykum ve rahmetullahı ve berekatuhu<br />
kör kadı, diyor.<br />
Kadı;<br />
Bu da hakikaten doğru, ama acıtıcı bir adam.<br />
Direkten de alnına kör olduğu söylenmez be<br />
adam, diyor.<br />
Doğru olacaksınız ama takiyye de yapmayacaksınız<br />
ha. Takiyye yapacağız diye yalanı çoğalttılar.<br />
Yılanı, akrebi içimize soktular. Sokup duruyor<br />
Müslümanları gizli gizli. Hepimiz birbirimize<br />
düşman olduk temelli. Allah muhafaza eylesin.<br />
Aramıza ülfet muhabbet ihsan eylesin. 1<br />
Sultan<br />
yeryüzünde<br />
Allah’ın gölgesi<br />
ve kuvvetidir.<br />
Kim ki, sultana<br />
hayırhanlık ve dua<br />
ederse hidayet<br />
bulur. Kin de<br />
beddua eder ve<br />
hayırhanlıkta<br />
bulunmazsa<br />
dalalete düşer.<br />
Ramuz el Ehadis S.213<br />
1 On hafta sohbetleri 4. Cilt<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
17
FIKIH<br />
AYŞE TUNÇ<br />
Altın ve ipek erkeğe haram mıdır? İzah eder misiniz?<br />
Kardeşim ,birtakım giyim ve süs eşyaları vardır<br />
ki, bazı hikmet ve sebeplerden dolayı kullanılmaları<br />
ve giyilmeleri erkekler için caiz görülmemiştir.<br />
Fakat yaradılışları icabı ziyneti ve süsü<br />
seven kadınlar için helâldir. Bunlardan birisi<br />
ipekten yapılmış giyim eşyaları, diğeri de altındır.<br />
Bu husustaki hadis-i şerif gayet açıktır. Hazret-i<br />
Ali ( r.a ) ‘nin rivayetine göre, bir defasında<br />
Efendimiz (a.s ) ipek bir kumaşı sol eline, bir parça<br />
altını da sağ eline aldı. Sonra bunları elleriyle<br />
yukarı kaldırdı, orada bulunanlara gösterdi ve<br />
şöyle buyurdu:<br />
“Şu iki şey ümmetimin erkeklerine haram,<br />
kadınlarına helâldir.” 1<br />
İslâmiyet’in haram kıldığı meselelerde<br />
şüphesiz, birçok hikmetler<br />
vardır. Ancak haramlığın hikmet<br />
ciheti, illet yerine geçmez. Yani<br />
bir şeyin haram kılınışında asıl<br />
sebep, Allah’ın onu yasaklamış<br />
olmasıdır. Allah yasakladığı için<br />
o haramdan sakınmamız gerekir.<br />
Hikmetlerin araştırılması bu<br />
temel prensibin anlaşılmasından<br />
sonra gelmelidir. Bu çerçevede,<br />
Efendimiz ( a.s ) ‘ın dini bir<br />
mesele de hüküm vermesi müminler<br />
için bağlayıcıdır. İslam alimlerinin<br />
hepsi, Kur’an-ı Kerim’i açıklamada Efendimiz<br />
(a.s)’ın sünnetini birinci kaynak olarak<br />
belirtmişlerdir. Şöyle ki :<br />
1 İbni Mâce, Libas: 19.<br />
“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri<br />
zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir<br />
mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih<br />
kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne<br />
karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde<br />
sapmıştır.” 2<br />
“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat<br />
etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni<br />
onlara bekçi göndermedik.” 3<br />
De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki,<br />
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.<br />
Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet<br />
edendir.” 4<br />
2 Ahzab Sûresi, 33/36<br />
3 Nisa, 4/80<br />
4 Âl-i İmran Sûresi, 3/31<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
18
SİYER-İ NEBİ<br />
Fetret-i vahy ..<br />
M. DİKKATLİ<br />
Hira’da yaşanan mucizenin ardından vahiy<br />
bir süre kesintiye uğradı. Bu durum yaşlı bilgin<br />
Varaka’nın sözleriyle rahatlayan Nebi Muhammed<br />
Mustafa (sav) Efendimizi endişelendirmişti.<br />
Başına ne gelmişti? Müjdelendiği bu<br />
durum karşısında ne yapmalıydı? Böylesi açık<br />
bir olay hayal olabilir miydi? Gördüğü ve hissettiği<br />
varlığı neden tekrar göremiyordu? Bu<br />
sorular içinde sık sık Hira Mağara’sına gidiyor<br />
ve Cebrail (as) ile yine karşılaşmayı umut ediyordu.<br />
<strong>Aynı</strong> olayın tekrarlanmayışı Rabbi tarafından<br />
terkedildiğini düşündürecek kadar<br />
üzüntü veriyordu.<br />
İslam tarihinde ınkıta-i vahiy yada fetret-i<br />
vahiy olarak adlandırılan bu olayın 15 günden<br />
3 yıla kadar sürdüğüne dair çeşitli rivayetler<br />
vardır. Allah-u Alem, genel kanaate bakıldığında<br />
Efendimiz (sav)’in ilk vahiyle sarsılan<br />
ruhunun sükuna ermesini, vahyin devamına<br />
karşı bekleyiş ve arzusunun artmasını hedefleyen<br />
bu kesinti dönemi çok sürmemiştir.<br />
Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav)<br />
yine bir arayış günü vahyin tekrar gelmeye<br />
başlamasını şöyle anlamıştır;<br />
“Bir gün aniden gökyüzünde bir ses işittim.<br />
Başımı kaldırıp baktığımda, Hira’da bana<br />
gelen meleği (Cebrail), yerle gök arasında bir<br />
kürsü üzerinde oturmuş olarak gördüm. Ürpererek<br />
yere çöktüm. Evime dönüp;<br />
“Beni örtünüz, beni örtünüz!” dedim. Bunun<br />
üzerine Yüce Allah;<br />
“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! Sadece<br />
Rabbinin büyüklüğünü dile getir. Elbiseni<br />
tertemiz tut. Her türlü pislikten, kötü şeylerden<br />
uzak dur.”1<br />
1 Müddessir, 1- 5.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
19
Ayetlerini indirdi. Artık vahiy gelmeye başladı<br />
ve ardı arkası kesilmedi.”2<br />
Rasullüğünü bildiren bu ayetler ‘Ey örtüsüne<br />
bürünen’ hitabıyla hem ilk vahyin ardından<br />
eve gelerek üzerinin örtülmesini isteyen hem de<br />
mecaz olarak peygamberlik kisvesine bürünen<br />
Efendimiz (sav)’in ‘kalk, uyar’ emriyle görevlendirilmesinin<br />
ilanıdır. Ayetlerin devamında ‘Sadece<br />
Rabbinin büyüklüğünü dile getir’ emriyle tevhid<br />
dininin en önemli kuralı; Rab olan Allah’a iman<br />
ve kulluk esası bildirilmiştir. ‘Elbiseni temiz tut’<br />
emri ise ilk davetçi Muhammed Mustafa (sav) ile<br />
devamında gelecek bütün davetçileri maddi ve<br />
manevi şekillendirir. Tertemizlik esası maddemizi<br />
her türlü necasetten arındırdığımız gibi, manevi<br />
olarak nefis, ruh ve gönül dünyamızın da<br />
korunması olarak yorumlanmıştır. Elbise kavramını<br />
yalnız giysi olarak değil yaşanılan mekanlar<br />
ve hatta eşler anlamında dahi alarak temizlik<br />
boyutunu genişletmemiz mümkündür. ‘Her türlü<br />
pislikten uzak dur’ emriyle bitirilen ilk gelen<br />
ayetlerde maddi- manevi temizliğin vurgulanması<br />
son derece anlamlıdır. Sözün özü; vahyin<br />
fetretini bitiren bu ayetler bizlerin de içinde bulunduğumuz<br />
fetreti bitirmesi umut edilerek yorumlandığında<br />
çok veciz bir üslupla gönderilmiş,<br />
davet ve davetçinin ufkunu şekillendirmiştir.<br />
Bu şekilde peygamberlik görevinin başladığı<br />
ve bir uyarıcı olarak Allah’ın emirlerini insanlara<br />
öğreteceği bildirilen Muhammed Mustafa (sav)<br />
ilahi görevin 13 senesi Mekke’de, 10 senesi de<br />
Medine’de olmak üzere yaklaşık 23 sene devam<br />
etmiştir.<br />
İlk namaz..<br />
Çoğu kaynakta vahyin gelişinden sonra yaşanan<br />
ilk olay namaz olarak geçer. 3<br />
Cebrail (as) güzel bir insan kılığında Efendimiz<br />
(sav)’in yanına gelerek uygulamalı olarak abdest<br />
almayı ve namaz kılmayı öğretmiştir. Mekke’nin<br />
yukarısında bir vadide Cebrail (as)’dan<br />
öğrendiği şekilde ilk namazıyla gönlü huzura kavuşan<br />
Efendimiz (sav) bu sevinçle evine döndü.<br />
Rasulü Ekrem Efendimiz (sav) bundan sonra<br />
kendisine tereddütsüz iman eden biricik annemiz<br />
Hz. Hatice’ye, Cebrail (as)’den öğrendiği şe-<br />
2 Müslim, Sahih, c. 1, s. 98; Ahmed İbn Hanbel, Müsned (h. 2846);<br />
Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 592.<br />
3 İbn’ül Esir, İslam Tarihi, 2/51.<br />
kilde abdest aldırdı ve imam olarak iki rekat namaz<br />
kıldırdı. 4<br />
İnançları şirk dolu putperest bir kavmin yeniden<br />
inşası, gelen vahiylerde Allah’a iman ve<br />
uygulama da namaz ibadetiyle başlıyordu. Kıyamete<br />
kadar yükselerek devam edecek islam<br />
yapısının, maddi- manevi tevhid inkılabının nurlu<br />
daveti üç aşamada gerçekleşecekti;<br />
Ferdi davet,<br />
Akrabayı davet,<br />
Genel davet.5<br />
Ferdi davet..<br />
Fahri Kainat Efendimiz (sav) davetin başında,<br />
tohumun ilk filiz vermesi aşamasında gayet temkinli,<br />
planlı ve ferasetli bir şekilde ilerledi. İlk önce<br />
fıtraten bozulmamış, ruh ve gönülleri temizliğini<br />
muhafaza eden, sağlam kişilikli ve karakterli insanlara<br />
islam anlatıldı. Yaşayış ve anlayış olarak<br />
temiz olan bu insanların islamla şereflenmeleri<br />
daha kolay oldu. İslamın ilk yıllarında yapılan bu<br />
gizli ve ferdi tebliğ döneminde islama girenlerin<br />
örnek halleri etkili olmuştur. Yaşanılan cahiliyeyi<br />
aklı ve midesi kabul etmeyen insanları Muhammed<br />
Mustafa (sav) ile O’na inanmış Muhammedilerin<br />
mucizelerinden önce halleri etkiliyordu.<br />
Ayçiçeklerinin bükük boyunlarını güneşe yönelterek<br />
doğruldukları gibi kurumaktan kurtulanlar<br />
bu daveti samimi ve güvenilir yakınlarına ileterek<br />
genişletiyorlardı. İnancın kalplerde ve yaşantıda<br />
oturarak gerekli şartların oluşmasının beklendiği<br />
bu gizli davet dönemi yaklaşık 3 yıl sürmüştür.<br />
İlk Müslümanlar..<br />
“İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta<br />
da önde olanlardır.”6<br />
İlk Müslüman olanlar kadınlardan Hz. Hatice,<br />
erkeklerden Hz. Ebu Bekir7, çocuklardan Hz. Ali,<br />
gençlerden evlatlığı Hz. Zeyd b. Harise’dir.8<br />
Osman İbn Affan, Zübeyr İbn Avvam, Abdurrahman<br />
İbn Avf, Sa’d İbn Ebî Vakkas, Talha İbn<br />
Ubeydillah, Ebu Ubeyde İbn Cerrah9; Abdullah<br />
4 İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 260-261.<br />
5 Komisyon, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, 1/204<br />
6 Vakıa, 10.<br />
7 “Asıl adı Abdullah bn Osman’dır. Kendisi her iyi işte önde olduğu<br />
için Ebu Bekir künyesiyle meşhur olmuştur.” Zemahşeri.<br />
8 Rasulullah (sav)’in ilk üç kızı da ilk müslümanlar arasında sayılmalıdır.<br />
Hz. Fatıma ise doğuştan müslüman sayılabilir. Mevdudi,<br />
Hz. Peygamber’in Hayatı, 2/ 296.<br />
9 Bu sahabalere daha sonra Ömer bn Hattab da ilave edilerek aşere-i<br />
mübeşşere (yaşarken cennetle müjdelenen on kişi) denmiştir.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
20
İbn Mesud, Erkam İbn<br />
Ebi’l-Erkam, Osman<br />
İbn Maz’un, Ubeyde<br />
İbn Haris, Said İbn<br />
Zeyd, Habbab İbn<br />
Eret, Ammar İbn Yasir,<br />
Suheyb (ra) da bu<br />
nurla nimetle şereflenen<br />
diğer isimlerdir.<br />
Henüz bir emir gelmediğinden<br />
islamın<br />
gizli yaşandığı bu dönemde<br />
bir grup müslümanın<br />
topluca namaz<br />
kıldığını gören<br />
müşriklerin sataşmalarıyla münakaşalar başlamıştı.<br />
Hatta bazı kaynaklarda Sa’d bn . Ebi Vakkas’ın<br />
müşriklerden birine karşılık verip başını<br />
deve kemiği ile yarması sonucu islam tarihinde<br />
ilk kanın döküldüğü yazmaktadır.10<br />
Bunun üzerine Hz. Muhammed Mustafa (sav)<br />
<strong>Müslümanların</strong> bir araya gelip ibadetlerini rahatça<br />
yapabilmeleri, nazil olan ayetlerin üzerinde<br />
oturup konuşabilmeleri için Safa tepesinin<br />
yakınlarında ki Erkam bin Ebi Erkam’ın evini<br />
merkez olarak belirledi. Gizliliğin halen devam<br />
ettiği bu dönemde dikkat çekmeyecek bir konumda<br />
olan bu ev Daru’n Nedve’nin de görülebildiği<br />
Mekke’ye hakim bir konumdaydı. Burada<br />
yeni yürekler islama davet ediliyor hem de gelen<br />
ayetler üzerinde sahabeye şahsiyet eğitimi<br />
veriliyordu. İnsanlar bu evde hür- köle, zenginfakir,<br />
güçlü- zayıf gibi dünyalık sıfatlarla sınıflandırılmıyorlardı.<br />
Allah Rasulü (sav)’in önünde<br />
omuz omuza vermiş, rızayı gözeten karakterli bir<br />
Kur’an nesli doğuyordu. Gelen vahiyleri adeta<br />
yudum yudum öğreniyor, öğrendiklerini yaşantılarına<br />
geçirdikçe yükseliyorlardı. Erkam’ın evi<br />
Müslümanlar için hem ibadet ve ilim merkezi,<br />
hem de karargah ve davet yeriydi. Allah-u Teala<br />
bizlerin evlerini de öğretmeni Muhammed Mustafa<br />
(sav), kitabı Kur’an, nesli iman dolu olan çağın<br />
sahabeleriyle doldursun inşallah.<br />
Akrabayı davet..<br />
“Önce en yakın akrabanı uyar.”11<br />
Bu ayetlerin içinde bulunduğu sure daha önceki<br />
peygamberlerin tevhid mücadelesini anla-<br />
10 Siret-i İbn-i Hişam tercemesi 1/350<br />
11 Şuara, 214.<br />
tıyordu. Adeta bu şekilde<br />
Efendimiz (sav) ve<br />
yanındaki Müslümanlara<br />
Mevla katından bir<br />
kuvvet geliyordu.<br />
Kabullenmeleri için<br />
geçen üç yıllık gizli tebliğ<br />
döneminde Kureyş<br />
müşrikleri bu son din<br />
hakkında kısmen bilgi<br />
sahibi olmuşlardı. Henüz<br />
kendilerine davet<br />
gelmediği için tepkilerini<br />
açığa çıkarmıyorlardı.<br />
Gelen yeni emirle Allah Rasulü (sav) endişe<br />
ve telaşa düşmeden, reddedilme korkusuna sığınmadan<br />
davetçi ruhunu gösterecek şekilde<br />
hemen işe koyulmuştur. Efendimiz (sav) bu yakın<br />
daveti gerçekleştirebileceği bir ortam hazırlayarak<br />
akrabalara ziyafet vermeyi uygun görmüştür.<br />
İnsan ihsanın kölesidir, sözünde olduğu<br />
gibi önce ikramlarla akrabalarına seslenmek istemiştir.<br />
Ziyafete yaklaşık kırk- kırk beş kişi katılmış,<br />
davet edilmediği halde gelen amca Ebu<br />
Leheb12 Rasulullah (sav)’in konuşmasına fırsat<br />
dahi vermeden;<br />
“Bunlar senin amcaların ve amcalarının oğullarıdır.<br />
Konuş hadi! Bırak bu sapıklığı artık. Atalarına<br />
muhalefet etmekten vazgeç. Şunu iyi bil<br />
ki kavminin, senin yüzünden tüm Arapları karşısına<br />
alacak bir gücü yok. Aslında Kureyş kabileleri<br />
ve diğer Araplar sana saldırmadan önce,<br />
akrabalarının seni yakalayıp hapsetmeleri gerekir.<br />
<strong>Tüm</strong> Araplara karşı gelmektense bu çok daha<br />
uygun olur. Ey kardeşimin oğlu! Kabilesinin, amcalarının<br />
başına senin getirdiğinden daha büyük<br />
bir felaket ve musibet getiren bir kimse daha<br />
görmedim.”<br />
Bu öfkeli sözler üzerine maksat hasıl olamamış,<br />
topluluk dağılmıştır. En yakınları tarafından<br />
dahi anlaşılamamak Efendimiz (sav)’i epey üzmüş,<br />
mahzun etmiştir. Buna rağmen davasından<br />
vazgeçmeyen Allah Rasulü (sav) vakit kaybetmeden<br />
yeni bir davet düzenlemiş ve kavmi<br />
geldiğinde;<br />
12 Asıl adı Abdu’l Uzza bin Abdülmuttalib idi. Fakat kırmızı yüzü<br />
sebebiyle kendisine ateş suratlı manasında Ebu Leheb denmiştir.<br />
İbn- i Sad.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
21
“Hamd Allah’a mahsustur.<br />
Ben O’na hamd<br />
eder, sadece O’ndan<br />
yardım dilerim. O’na<br />
iman eder ve O’na güvenirim.<br />
Allah’tan başka<br />
ilah bulunmadığına<br />
şehadet ederim. O birdir,<br />
eşi ve ortağı yoktur.<br />
Bir önder kendi halkına<br />
yalan söylemez. Allah’a<br />
yemin olsun ki bütün<br />
insanlara yalan söylemiş<br />
olsam, size yalan<br />
söylemem. Bütün insanları<br />
aldatmış olsam sizi aldatmam. Kendisinden<br />
başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’a yemin<br />
ederim ki ben Allah’ın bütün insanlara ve özellikle<br />
sizlere gönderdiği peygamberiyim.<br />
Sizler uykuya dalar gibi ölecek, uykudan uyanırcasına<br />
dirilecek ve tüm yaptıklarınızdan hesaba<br />
çekileceksiniz. Ya ebedi cennete ya da ebedi<br />
cehenneme gireceksiniz. İnsanlar içinde uyardığım<br />
ilk kimseler sizlersiniz. Benimle sizin misaliniz;<br />
düşmanı görünce halkını uyarmak için<br />
önden koşarak gelen, düşmanın kendisini geçmesinden<br />
korkarak; ‘Koşun ey insanlar!’ diye feryat<br />
eden kimsenin durumuna benzer.13<br />
Ey Abdülmuttaliboğulları! Allah’a yemin ederim<br />
ki Araplar içerisinde, dünya ve ahiretiniz için,<br />
benim size getirdiğim şeyden daha hayırlısını,<br />
daha üstününü kavmine getirmiş bir genç bilmiyorum.<br />
Ben sizi dile kolay gelen, mizanda ağır<br />
basacak olan iki söze davet ediyorum ki bu da<br />
Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve benim de<br />
O’nun kulu ve Rasulü olduğuma şehadet etmenizdir.<br />
Rabbim sizi buna davet etmemi emretti.14<br />
Hanginiz bu yolda, kardeşim ve yardımcım olmayı<br />
kabul eder?”<br />
Nebiyyi Muhterem (sav)’in bu sözlerinden<br />
sonra kalabalığın sessizliğini bozan henüz çocuk<br />
sayılabilecek kadar genç bir delikanlı olan Hz. Ali<br />
(kr) olur;<br />
“Ya Rasulallah, ben Senin kardeşin ve yardımcın<br />
olacağım.”15<br />
Buna karşılık böyle<br />
bir yiğitliğe sahip olamadıklarından<br />
olsa<br />
gerek toplulukta Hz.<br />
Ali (kr)’in yaşından<br />
dolayı bir gülüşme<br />
oluştu.<br />
Bu gülüşmelerden<br />
sonra Hz. Ali (kr)’in<br />
babası Ebu Talib yiğenine<br />
kendisini destekleyeceğini<br />
bildirir;<br />
“Yiğenim, Sana<br />
yardımcı olmak bizim<br />
için bir şereftir. Sana emredilen şeyi yapmaya<br />
devam et. Seni koruyup kollamaktan bir an bile<br />
geri kalmayacağım. Bana gelince, Abdülmuttalib’in<br />
dinini terk etmeye gönlüm razı olmuyor.”16<br />
Diğer amca Ebu Leheb ise öfkeyle bu durumun<br />
kötü bir hal olduğunu, Muhammed (sav)’i<br />
durdurmaları gerektiğini yoksa zillete maruz kalacakları<br />
hatta Muhammedi (sav)’i korurlarsa öldürüleceklerini<br />
söylediğinde ortam iyice gerginleşti.<br />
Ebu Talib’in tekrar söz alıp, hayatta oldukları<br />
sürece O (sav)’i koruyacaklarını17 bildirmesinden<br />
sonra dağıldılar.<br />
Bu toplantıdan yalnızca Efendimiz (sav)’in<br />
amca çocuklarından Cafer b. Ebi Talib ile Ubeyde<br />
b.Haris islamı kabul ettiler.18<br />
Necip Fazıl’ın adeta Hz. Ali (kr)’de ki bu islam<br />
şuurunu gençlere hitap ettiği nasihatlerinde olduğu<br />
gibi islam sancağı gençlerin eliyle yükselecek,<br />
tevhid davası gençlikle güç bulacaktır.<br />
“‘Kim var? ‘ diye seslenilince, sağına ve soluna<br />
bakmadan fert fert ‘ben varım! ‘ cevabını verici,<br />
her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur!<br />
‘ fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir<br />
gençlik...”19<br />
13 Muhammed Salih eş-Şami, Sübülü’l-Hüda ,II,432.<br />
14 Halebi,İnsanu’l-Uyun,I,283.<br />
15 İbn Sa’d, Tabakat,I,187; Ahmed,Müsned,I,111.<br />
16 Belazuri,Ensabu’l-Eşraf,I,119.<br />
17 Muhammed Salih eş-Şami, Sübülü’l-Hüda ,II,432-433.<br />
18 İsmail Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, s.74.<br />
19 N.f.k, Gençliğe Hitabe.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
22
TASAVVUF<br />
Z.BİLMEN<br />
Makam, Mevki,<br />
Rütbe, Şan.<br />
Saadet Odur<br />
ki; kula Allah<br />
Vermeli Nişan…<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />
Hindistan’da nesnas diye bir hayvan varmış.<br />
Bu hayvanın özelliği konuşabiliyormuş. Hindular<br />
bunu avlayıp, yermiş. Bir gün dört tane nesnas,<br />
avlanmamak için insanlardan kaçıyorlar, çalıların<br />
arkasına saklanıyorlar. İnsanlar bunları dört yandan<br />
sıkıştırıyor. Birisi diyor ki;<br />
-İyi saklan, kafanı görürler. İnsan hemen onu<br />
duyuyor. Bir ok atıp vuruyor. Öbürü;<br />
-Akılsız! Sana kim dedi ses çıkart diye, diyor,<br />
onu da vuruyorlar. Üçüncüsü;<br />
-E diyor, gördün mü bak konuştu, ikisi de vuruldu,<br />
diyor. Üçüncüsünü de vuruyorlar. Dördüncüsü<br />
oradan sesleniyor;<br />
-Çok şükür ben ses çıkartmadım. Tabi onu da<br />
vuruyorlar.<br />
Bugün Müslüman toplulukların hali böyle değil<br />
mi? Pek çok cemaat birbiri hakkında konuşuyor<br />
ve birbirini vuruyor. Senin şeyhinin icazeti<br />
var mı, bizim şeyhimizin babası icazet verdi sözleri.<br />
Halbuki çoğu, cemaat topluma mal oldu, dağılasın,<br />
diye ayakta tutuluyor. Biz de dördüncüsü<br />
olmayalım, bizi de vururlar sonra değil mi?<br />
Biz dördüncüsü olmamak için ağzımızı kapattıkça,<br />
aynası sırlanmayanlar cam olup karşıyı<br />
gördükleri için ağızlarını tutmuyorlar, ne gelirse<br />
söylüyorlar. Din diye, dinsizlik satıyorlar sokaklarda.<br />
Biz dördüncüsü olmayalım tamam ama siz<br />
de ikincisi, üçüncüsü olmayın. Birincisinden ibret<br />
alın, hiç olmazsa biraz susun da fitneye, fücura,<br />
bölücülüğe, ayrımcılığa sebep olmayın.<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v),<br />
Ebubekir Sıddık (r.a)’ı işaret yoluyla yerine halife<br />
bıraktı. Eğer Habib-i Kibriya deseydi ki; “Ebubekir’e<br />
bey’at edin” muhakkak ki buna iman<br />
farz olurdu. Bugünkü alimlerin, bizim icazetimiz<br />
var, bizim silsilemiz var dediklerine Rasulullah<br />
(s.a.v)’in kavliyle ve hareket metoduyla, yok diyorum.<br />
Vardır bir icazeti, belki bina okutabilirsin,<br />
sarf okutabilirsin. Vardır belki bir silsilesi diyeceğim<br />
ama altına kendi ismini yazdığı için. Allah<br />
katında yazılmış bir silsile bakın nasıl olur?<br />
Ahmet Rufai (r.h)’in aleyhinde; ‘Bunun silsilesi<br />
yoktur’,Ahmet Rufai (r.h) şeyh değildir, diyorlar.<br />
Bu sözler, talebelerinin çok zoruna gidiyor, çok<br />
ağırına gidiyor, çok üzülüyorlar. Ahmet Rufai (r.h)<br />
elini açıyor ve diyor ki;<br />
-Ya Rabbi! Sözümüze inanmıyorlar, icazet<br />
istiyorlar.<br />
Gündüz vakti gökten kar beyazlığında sayfalar<br />
yağıyor, talebelerin ellerine düşüyor. Bakıyor-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
23
lar ki üstünde hiçbir şey yazmıyor, bomboş. Bu<br />
seferde; bunlar boş, bir şey yazmıyor işte, diye<br />
söz ediyorlar. Talebeler sayfaları Ahmet Rufai<br />
(r.h)’e verince, üzerinde yazılar beliriyor, Hak katından<br />
gelen silsile okunuyor.<br />
Ya hu keramet istediğimiz yok da, gücü olan<br />
da gücünü gösterir. Dillerinde ki sattıkları çok,<br />
elleriyle yaptıkları hiç yok. Kur’an’a ve sünnete<br />
tabiyiz diyenler, Kur’an ve sünnete uyacağız diyenler<br />
suçlandılar, dışlandılar. İftiralara başlayıp,<br />
iftira kampanyalarıyla insanların sesini soluğunu<br />
kesip bir köşeye tıktılar. Çünkü onların beklediği<br />
kusursuz alim. Sene 92-93’lerde başlamış bir çığır<br />
vardı. Geliyordu adam;<br />
-Ben İbni Kesir’den şunu okudum, deyince<br />
diğeri;<br />
-İbni Kesir’i kabul etmiyorum kardaş, sahih<br />
değil diyordu.<br />
-E peki efendim ben Ramuze’l-Ehadis<br />
okuyorum.<br />
-Ben kabul etmiyorum kardaş, onda da zayıf,<br />
garip, mevzu hadisler vardır.<br />
-Kütüb-ü Sitte’den..<br />
-Onu da kabul etmiyorum, israiliyat var. Bana<br />
Kur’an’dan delil getir.<br />
İslam’da ayrılık ilk böyle başladı. Fakat eğriyi<br />
önce öğrenenler, doğruyu görmek ve bilmek istemediler.<br />
Kur’an’ı lisan zannettiler. Kur’an’ı hayattan<br />
uzaklaştırmak için yine Kur’an’ı seçtiler.<br />
Nebiler de kendi öz çocuğundan ayırt edilemeyecek<br />
kadar anlatılıyordu kitaplarda. Onun<br />
için iman isteniyordu geldiği zaman. Ve Rasul-i<br />
Zişan Efendimiz işaret buyurdu, “Ebu Bekir Sıddık<br />
(r.a)’ı benden sonra ona tabi olun, halife olarak<br />
Ebu Bekir (r.a)’ı getiriyorum” demedi. Veyahut<br />
şimdikiler gibi beşik meşayihleri tayin edilmedi.<br />
Yani dededen babaya, babadan oğula geçen bir<br />
din haline gelmedi İslam. Veyahut diplomasını<br />
tekkeden, türbeden, zaviyeden almadı, Allah’tan<br />
aldı Allah’ın kulları.<br />
Allah’ın vermediği nişanı, kuldan almaya gerek<br />
yok. Vallahi, billahi gerek yok. Allah’tan başka<br />
kim verir Allah’ın veliliğini. Bir Milli Eğitim Bakanlığı<br />
verir öğretmene diplomayı veyahut öğretmenlik<br />
belgesini. Veyahut bir hocalık belgesini<br />
Diyanet İşleri verir değil mi? Pekiyi Allah’ın belgesini,<br />
kim kimden verir, kim kimden ister ki?<br />
Ahmed’ül-Bedevi (rh)’e diyorlar ki;<br />
“Gelsin de ona doğu kapısını verelim.”<br />
Ahmedü’l-Bedevi (rh) gülüyor;<br />
“Onlara veren kim ki, onlar bana versinler?”<br />
Diplomaya, icazete muhtaçlar. Allah’ın verdiğinden<br />
ne icazeti istenir. Sanki ceplerinden veriyorlar.<br />
Allah’ın dinini bilirler. Kap değişse de<br />
suyun aynı aktığını bilirler. Merhum Necip Fazıl<br />
Kısakürek’in söylediği gibi, ‘oluklar çift, birinden<br />
kir akar, birinden nur’. Nuru da bilir, kiri de, lakin<br />
Hakka, hakikate eğridir gönülleri, batılla, haramla<br />
doludur mideleri. Allah-u Teala kulaklarını, dillerini,<br />
ağızlarını bağlar.<br />
صُ مٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِ عُونَ<br />
“Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık<br />
(hakka) dönmezler.” 1<br />
Onlar bağlıdır gelemezler, kulakları da tıkalı,<br />
gönülleri de ağırlıklarla doludur.<br />
وَجَ عَلْنَا مِنْ بَيْنِ أيْدِيهِمْ سَ دًّا وَمِنْ خَ لْفِهِمْ سَ دًّا<br />
فَاأغْشَ يْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِ رُونَ<br />
“Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir<br />
set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.” 2<br />
Bunların önünde ve arkalarında setler var kardeşim.<br />
Makam setti, şöhret setti, gurur setti, kibir<br />
setti var nasıl gelebilir, nasıl geçebilir ki? Hakkı,<br />
hakikati nasıl söyleyebilir ki? Söyleyemezler tabi.<br />
Vallahi dini iyi bilirler, gelecek olan veliyi işaretle<br />
gelmeseydi iman olduğunu da bilirler. Öyle bilirler<br />
ki, kendi öz çocuklarını bildikleri gibi bilirler.<br />
Şüpheye düşer, ayrılır, inkar ederler biraz daha<br />
uzaklaşır, araştırmaya giderler. ‘Euzü’yü söyler de<br />
sığınılacak bir Allah’ın olduğunu bilmezler. Sığınmayı<br />
bilmeyen, sığınacağını ne bilsin? Vallahi bilirler,<br />
Allah’ın velisini.<br />
Bu masalar boş kalmaz, gidenin yeri dolar.<br />
Vazolar değişmez amma çiçeklerin rengi solar.<br />
Çiçekler solar kardeşim, vazolara ne olacak?<br />
Bak insan bedeni aynı, su farklı. Bir yerden solar,<br />
bir yerden açar. Eğer ki bilgisi verilseydi velilerin,<br />
onlara intisap farz olurdu. Muhyiddin-i Arabi<br />
(k.s)’ya soruyorlar;<br />
“Efendim kıyamete kadar gelecek olan velilerin<br />
bilgisi hakkında bir bilginiz var mıdır?”<br />
1 (Bakara/18)<br />
2 (Bakara/ 9)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
24
“Vardır lakin ümmete vebal olur. Anasının babasının<br />
adıyla, yetmiş yedi silsile sayar dökerdim,<br />
farklı farklı beldelerden geleceğini söylerdim, lakin<br />
ümmete vebal olur. Bilirlerse iman olur, bilirlerse<br />
iman olur,” diyor.<br />
Haktan gelenin suyu hep aynı akar. Kimi celalin<br />
içinde rahmetiyle kaynar. Kimi zaman görürsünüz<br />
çocuk gibi cemalini onunla saklar Allah,<br />
kimi zaman heybetli-vakarlı olur, sinir- öfke sanırsınız<br />
celalini onunla saklar Allah.<br />
وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللَّهُ وَاللَّهُ خَ يْرُ الْمَاكِرِينَ<br />
“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu.<br />
Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” 3<br />
Su koyarsınız bir testiye onu sızdırır dışına, hiç<br />
su testisinin bal sızdırdığını gördünüz mü siz?<br />
Toprak testi de ne varsa onu sızdırır kardaş. Sizde<br />
ki de belli, şüphecilik. İmanda şüphe imansızlıktır,<br />
denir. Allah-u Teala’nın sebeplerine tevessül<br />
tevekküle mani değildir. Allah-u Teala hikmetiyle<br />
güzellikleri ilhak edecek. Kur’an’ı ve sünneti tanıyan<br />
insana velilikte bir işaret yeter, bir kifayet<br />
eder. Veliye diplomayı Allah’ın verdiğini unutuyorlar.<br />
Bunlar bilmezler mi, Allah velilik verirken<br />
kimseye danışmaz. Ayeti celile de;<br />
اَللَُّ يَصْ طَفِي مِنَ الَْلَ ئِكَ ةِ رُسُلً وَمِنَ النَّاسِ<br />
إِنَّ اللََّ سَِيعٌ بَصِ ريٌ<br />
Savm-ü salat, hac ile sanma biter zahit işin,<br />
İnsan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş.<br />
Sen irfanı almadan, imanı arzularsın. Ya iman<br />
nedir? Sen ayetle hadislerle Allah rızası için Hakka<br />
ve hakikate koşacaksın. Ayet ve hadislerle ben<br />
oldum deyip haktan uzaklaşmayacaksın. Benlik<br />
ateşiyle, gurur, kibir ateşi, büyüklenme ateşi yakıyor<br />
sizi. Allah-u Teala’dan af dileyin. Allah rızası<br />
için az ye, az uyu, az konuş hakkı bulursun ama<br />
az yerken ne olur yediğin helal olsun. Giydiğin<br />
çamaşır helal olsun, elbise helal olsun. O zaman<br />
Hakkı ve hakikati, muhabbeti yine bizde bulursun.<br />
Gel hakikate gel, Allah için gel, Rasulullah<br />
için gel. Lakin biz;<br />
-Gelme, gelme, gelme, gelenin malı gider, gidenin<br />
canı gider, dedik, boşuna demedik ki. Ama<br />
malın haramsa gider, helal ise birine bin verir Allah,<br />
korkma. Canı giden ölmez korkma. Cananını<br />
bulur sonunda.<br />
Allah-u Teala gönül saadeti ihsan eylesin,<br />
Hakka ve hakikate kavuştursun, gören göz ihsan<br />
eylesin.<br />
(Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin<br />
On hafta Sohbetleri kitabından alıntıdır.)<br />
فى امان الله<br />
“Allah, meleklerden de resuller seçer, insanlardan<br />
da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla<br />
görendir.” 4<br />
Allah-u Teala, elçilerini kendi seçer. Ayet-i celilenin<br />
hayat olduğunu unuttunuz, hayata tatbik<br />
olduğunu unuttunuz, zikri hak hazım için geviş<br />
değildir diyen arife kulak asmadınız kaçtınız.<br />
Esma sıfattır kardeş, sıfatta kalma! Ey nefsin esiri,<br />
Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın iğvasıyla Hakkı<br />
duyduğu zaman iman edip, duyduğunu dışarı<br />
çıkınca inkar eden olma! İslam, şeriat seni camiye<br />
götürür, namaz kılmanı, dua etmeni öğretir,<br />
namazda Allah’ı bulmayı, Allah’a vuslatı, Rasulullah<br />
(s.a.v)’in; “namaz miracıdır müminin”, dediğini<br />
ancak tarikat hatırlatır. Siz bunları unuttunuz.<br />
Allah’ın laneti,<br />
gazabı ve ateşi<br />
ile birbirinize<br />
beddua etmeyin”<br />
Ramuz el Ehadis S.479<br />
3 (Al-i İmran/ 54)<br />
4 (Hacc/ 75)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
25
Sizin düşmanınız insan mıdır?<br />
Yoksa içinizdeki şeytan mıdır?<br />
Bunu bilmeyen ahmak,<br />
Müslümana düşman olur ancak.<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu
Ayın<br />
Sohbeti<br />
VarisÜn-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِ يمِ<br />
بِسْ مِ اللهِ الرَّحْ مَنِ الرَّحِ يمِ<br />
صُ مٌّ بُكْ مٌ عُمْيٌ فَهُمْ الَ يَرْجِ عُونَ<br />
“Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.” 1<br />
1 Bakara/18<br />
Müslüman namaz kılıyor fakat şirke, bidatlere,<br />
hurafelere tutulmuş. Öyle ki Her tarafı bidat olmuş.<br />
Bidat nedir? İslam’da olmayanı İslam’danmış<br />
gibi göstermek. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in<br />
hükmettiğiyle hükmetmeyip, O’na ait olmayan<br />
söz ve davranışları O’na atfetmek. Bidat her tarafı<br />
kaplamışken İslam’ın takvasını kuşananlar, tasavvuf<br />
çatısı altında birleşip tarikat ismini alanlar ne<br />
hikmeti hüda ise bir türlü körlükten, sağırlıktan<br />
vazgeçmiyorlar. Müslümana soruyorum; duyduğun<br />
halde niçin tepkisiz kalıyorsun? Gördüğün<br />
halde niçin görmezden geliyorsun be müslüman?<br />
Biliyorsun hakkı ve hakikati örtene kafir<br />
denir. Hakkı batılla örtene kafir denir. Sen hakkı<br />
bildiğin halde batılı hakmış gibi gösterirsen sana<br />
ne isim verilir?<br />
Rasulallah (s.a.v) huzurunda bir sahabe yüksek<br />
sesle bağırıyordu. Rasulallah (s.a.v) soruyor;<br />
-Nedir bu?<br />
-Cezbedir ya Rasulallah. Elimde olmadan Allah’ın<br />
şevkiyle bağırdım, diyor. Rasulullah (s.a.v)<br />
buyuruyor;<br />
-Bu şeytandandır.<br />
Cezbeli ama rahmani değil, şeytani. Habib-i<br />
Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) diyor ki;<br />
“Felakette saçlarını yolan, elbisesini yırtan<br />
yüksek sesle ağlayan bizden değildir.” 2<br />
Bir cenazede veyahut bir felakette dahi çırpınmayı,<br />
bağırmayı men ederken Kur’an okunurken<br />
yahut zikir esnasında bağırmaya izin verilir mi?<br />
Dua ettiğimiz bir insanın sakal koyduğunu, abdest<br />
alıp namaz kılmaya başladığını gördüm. Bir<br />
gün musafahalaşmak için elimize geldi acayip<br />
bir hareket yaptı. Euzubillahimineşşeytanirracim<br />
Bismillahirrahmanirrahim<br />
La havle vela kuvvete illah billah<br />
2 Nesai<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
27
Rabbi euzu bike min hamazatişşeyatini ve<br />
euzu bike rabbi en yehderunallahi huvessemiulalim,<br />
dedim Allah’a sığındım. Tabi adam gülüyor,<br />
ne dediğimizden habersiz. Dedim ki;<br />
-Bu rahmani bir hal değil sendeki. Biz kardeşlerimizle,<br />
müslümanlarla musafaha yaparken en<br />
fazla içimiz ürperiyor, aşkımız ve şevkimiz artıyor.<br />
Cebrail (a.s.)’ın Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i sıkması<br />
gibi bizde sıkıyoruz ama gel gör ki gönüllerimizde<br />
Allah’a karşı aşk, muhabbet, hurafeye<br />
ve bidat şirke karşı da nefret oluşuyor. Sizde niye<br />
böyle zahiri riya hali oluyor?<br />
Bir başka yerde Müslüman namaz kılıyor, cezbeye<br />
geliyor bağırıyor. Bu bağıran, çağıranların<br />
şeyhinin vekillerine bizatihi sordurdum, ikisi de<br />
vefat etti Allah-u Teala rahmet etsin. Namazda<br />
cezbe şeytandandır, lakin talebelerin hepsine<br />
sözümüz geçmiyor, elimizden bir şey gelmiyor,<br />
dediler.<br />
Cezbe nedir öyleyse? Tasavvufi bir deyim olan<br />
cezbe lugatta kendine çekmek, bir şeyi sürüklemek<br />
manasında olup, tasavvufta Allah sevgisiyle<br />
istiğrak olup, kendinden geçen bir hale gelmek<br />
demektir. Cezbe kulun Hak teala’ya külfetsiz olarak<br />
yaklaşması ve rahmani tecellilere muhatap<br />
olmasıdır yani Allah-u Teala’nın kulunu kendisiyle<br />
meşgul etmesidir. Bir talebenin 99 kelimesinde<br />
99 esmaü’l hüsna olacağına şeyhinin ismi varsa<br />
bu adamda bir sıkıntı var, Allah aşkı değil de<br />
dünya ve dünyalık isteği ve arzusu var demektir.<br />
Cezbe, Allah’ın kula bir ihsanı olduğundan kulun<br />
elinde değildir. Allah’ın, sevdiği kulunun kalbinden<br />
perdeyi kaldırıp çalışma ve gayreti olmadan<br />
yakîn nuru ile kolayca manevî makamlara<br />
yükseltmesidir.<br />
Cezbenin sahabe zamanında olduğuna delil<br />
olarak şunu anlatırlar.<br />
Hz. Hanzala, Rasûlullah (s.a.v) yanında iken<br />
bulunduğu ruh haliyle, ondan ayrı olduğu zamanki<br />
ruh halinin farklı olmasından rahatsızlık<br />
duyar… Ve bu durumun bir münafıklık alameti<br />
olabileceğinden endişe eder. Böyle bir halet-i ruhiye<br />
içerisinde evinden dışarı çıkar, Hz. Ebu Bekir<br />
(r.a.) ile karşılaşır… Ona,<br />
- “Hanzala münafık oldu” demeye başlar. Meseleyi<br />
açıklayınca da, Hz. Ebu Bekir aynı şeylerin<br />
kendisi için de söz konusu olduğunu söyler. Nihayet<br />
birlikte Rasulullah Efendimizin (s.a.v) huzuruna<br />
giderler ve Hanzala aynı şeyleri orda da<br />
tekrarlar. Gerekçe olarak da;<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
28
- “Ya Rasulallah! Sizin huzurunuzda olduğumuz<br />
zaman bize Cennet ve Cehennemi hatırlatıyorsunuz,<br />
biz de her şeyi gözle görür gibi oluyoruz.<br />
Yanınızdan çıkıp gittiğimizde, çoluk çocuğa,<br />
dünyaya karışıyor da çok şeyleri unutuveriyoruz”<br />
der. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) şöyle buyurur:<br />
- “Nefsim kudret elinde olan Allah’a (c.c.) yemin<br />
ederim ki, eğer yanımda iken içinde bulunduğunuz<br />
ruh haletinizi ve zikri dışarıda da devam<br />
ettirseydiniz, muhakkak ki melekler, yataklarınızda<br />
ve yollarınızda sizinle musâfaha ederlerdi…”<br />
(Müslim, Sahih, Tevbe)<br />
Sahabenin cezbe hali, bugünkü cezbe haline<br />
benziyor mu? Bağırma, çağırma hali yoktur. Çünkü<br />
cezbenin aslı şudur;<br />
Cezbe hali üçtür:<br />
1- Evveli aşk’tır. Mürid bir cezbede aşka düşer.<br />
Onunla yüreği yanar, yürektedir. Sevdiğinde<br />
mahvoluncaya kadar…<br />
2- Muhabbettir: Mürid muhabbete düşer,<br />
muhabbet cümle vücudu yakar, tepeden tırnağa<br />
kadar cezbe halinde bütün vücud yanar.<br />
3- Cezbe halidir. Vücutta eser yok. Bütün cezbe<br />
olur. Varlığından soyunur. Tıpkı Ali (k.r) gibi.<br />
Hz. Ali (k.r)’nin üç aylar boyunca dilsiz, ayaksız,<br />
elsiz, dudaksız yattığı rivayet edilir. Sesinizi<br />
çıkartmadan, hiç kimsenin olmadığı yerde gözünüzden<br />
yaş geliyor, ağlıyorsanız bu Hak ve hakikat<br />
cezbe. İnsanlar içerisinde ağlamak mı? Sessiz,<br />
kendi halinde olur. Lakin namazda olmaz.<br />
Körler değil mi şimdi? Sözde kalp gözleri açıklar,<br />
Allah hidayet versin. Allah-u Teala akıl, fikir, feraset<br />
versin.<br />
Bunun için Şâh-ı Nakşibend (k.s) diyor ki:<br />
Cezbenin de rahmanisi ve şeytanisi vardır.<br />
Şer’a muhalif iş, hal, hareketler ile veya sünnete<br />
muhalif hareketler ile olan cezbe şeytandandır.<br />
Rahman’ın câzibelerinden bir cezbe, ins ve<br />
cinlerin yararlı amellerinden daha üstündür.<br />
Avamın zannettikleri gibi ins ve cinlerin ameline<br />
muadil cezbeler, nara çekmek, bağırmak,<br />
zıplamak değil, bilakis latifelerin, ruh ve kalbin,<br />
a’lâi illiyyîndeki nebî ve rasullerin ruhlarının huzuruna<br />
çekilişidir. (Saadet-i Ebediyye)<br />
Vecd ve cezbe arasındaki fark nedir? Vecd,<br />
hüznü gerektiren keder, aşk ve iştiyak sarhoşluğu<br />
içinde kendinden geçmek ve yüksek heyecan<br />
demektir. Hakk’ın binbir tecellîsini müşahede<br />
eden kimsenin muhabbet sonucu içinin ferahlaması<br />
ve o halin verdiği zevk ile kendinden geçmesidir.<br />
Hakîkî vecd, ileri derecedeki Allah sevgisi,<br />
irade sağlamlığı ve Allah aşkından meydana<br />
gelir. Kur’an okunurken vecde gelmeyip başka<br />
şeylerle vecde gelenler Hakk’a değil, halka tutkun<br />
sayılmıştır.<br />
Kur’an okurken hayret verici ayette ‘Subhanallah’<br />
demek, azap ayetinde Allah’a sığınmak ‘Euzü<br />
billah’ demek, müjde ayetinde Allah’a hamd ‘Elhamdülillah’<br />
demek vecd ile okumaktır. etmek.<br />
Kur’anı şuurla okumak cezbedir.<br />
Çünkü Kur’an, Rablerinden korkanların kendisini<br />
derileri ürpererek vecdle okuyacaklarını haber<br />
vermektedir.<br />
اللَّهُ نَزَّلَ أحْ سَ نَ الْحَ دِيثِ كِتَابًا مُّتَشَ ابِهًا مَّثَانِيَ<br />
تَقْشَ عِرُّ مِنْهُ جُ لُودُ الَّذِينَ يَخْ شَ وْنَ رَبَّهُ مْ ثُمَّ تَلِينُ<br />
جُ لُودُهُمْ وَ قُلُوبُهُ مْ إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ ذَلِكَ هُدَى اللَّهِ<br />
يَهْ دِي بِهِ مَنْ يَشَ اء وَ مَن يُضْ لِلْ اللَّهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ<br />
“Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte)<br />
birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları)<br />
tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden<br />
korkanların derileri (vücutları) ondan<br />
dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da)<br />
kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu<br />
Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini<br />
doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık<br />
onun için hiçbir yol gösterici yoktur.” 3<br />
Rasulullah (sav) ve ashabının hayatında vecd<br />
halinin örnekleri pek çoktur. Nitekim Abdullah<br />
b. Mes’ûd bir gün kendisine Kur’an okurken “Her<br />
ümmetten bir şahid getirdiğimiz, seni de onların<br />
üzerine şahid tuttuğumuz zaman halleri ne olacak?”<br />
(en-Nisa, 4/41) ayetine geldiğinde Rasulullah’ın<br />
gözleri doldu ve “Yeter ya Abdullah!” dedi.<br />
Vecd ile cezbe birbirine yakın anlamlıdır. Vecdde<br />
kulun gayretinin de payı vardır. Cezbe ise vecde<br />
göre daha güçlü ve tamamen Allah vergisidir.<br />
Kur’an’daki “Allah dilediğini kendine çeker.” (eş-<br />
Şûrâ,42/13) ayeti ile bazı kaynaklarda hadis olarak<br />
nakledilen “Allah’ın kuluna olan cezbesi, ins<br />
3 Zümer, 39/23<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
29
ve cinnin amellerine denktir.”(Keşfu’l-hafâ, I, 352,<br />
hadis: 1069)<br />
فَاذْكُرُونِي أذْكُرْكُمْ<br />
“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi<br />
anayım.”4<br />
Allah’ın zikretmesi muhakkak ki kulun helal<br />
ve haram çizgileri içerisinde kendini düzeltmesi<br />
halidir. Gayri bir hal değil. Kur’an’a ve sünnete<br />
göre insanın ahvalini düzenlemesi, yaşam kalitesini<br />
arttırmasıdır. Aksi takdirde şeytani boyutta<br />
onlar bunu yapıyorsa biz bunu yapalım demek<br />
değildir. Yav adam futbol oynuyor ozaman bizde<br />
amerkian futbolu oynayalım diyceksiniz. Alternatif<br />
geliştirmenin bir manaı yoktur. Yahudi ve<br />
hıristiynlar. Hiristiyanlar bunu bilhasasa daha evvelden<br />
yaptılar. Hıristiyanlığa ısındırmak amaçlı<br />
raksa rak popsa pop yapmadıkları kalmadı. Yapmadıkları<br />
kalmadı ama kiliseleri satmaktan ve hıristiyanlığın<br />
sapmasından kurtulamadılar. Siz insanları<br />
rahmana çağırırken rahmanı yül Celal’in<br />
kovuş olan şeytanına yem edemezsinin. Akıllı<br />
olur müslüman feraset sahibi olur müslüman<br />
yaptığı işin şirk olmadığını bilir müslüamn yaptığı<br />
işinde şirk olduğunu bilir. Şöyle bakar yahu<br />
eğer cahiller çalgılı çengili karagözlğm diye hoplarken<br />
öbürkide muhammedin o gözleri sürmeli<br />
diye zıplarsa cahilden farkı ne diye sorarlar adama<br />
allah’ın rasulü men edecek bakın daha var<br />
hadis şeriflerde bunlar efendim.<br />
Mutasavvıflara göre Rasulullah (sav)’i öldürmeye<br />
giderken eniştesinin evinde duyduğu<br />
Kur’an sesiyle imana gelen Hz. Ömer’in haliyle;<br />
avlandığı bir sırada üç defa peşpeşe hâtiften<br />
duyduğu: “Sen bunun için yaratılmadın” sesiyle<br />
sultanlığı bırakan İbrahim b. Edhem’in tevbesi,<br />
cezbeye örnek sayılmıştır.<br />
Hira’da Muhammed Mustafa (s.a.v)’in titremesi<br />
de bir örnektir. Cezbe, halk arasında aklın baştan<br />
gitmesi anlamında kullanılırsa da yanlıştır.<br />
Cezbe cinnet hali değildir. Meczub ile mecnun<br />
da ayrı ayrı şeylerdir. Halk arasında sohbet, zikir<br />
ve sema meclislerinde kalbinde meydana gelen<br />
varidata dayanamayarak kendinden geçen, bağıran,<br />
gayr-ı ihtiyarî sıçrayıp nara atan kişilerin<br />
davranışlarına da cezbe adı verilmektedir. Aslında<br />
klasik kaynakların verdiği bilgilere göre bunlara<br />
cezbe yerine vecd denilmesi belki daha uygundur.<br />
Nara ve taşkınlık türü vecd ve cezbeler<br />
4 Bakara/152<br />
hep zaaf alameti olarak görülmüştür. Yani zayıflık<br />
olarak görülmüştür.<br />
Nasıl tazyikli akan bir çeşmenin altında bir küçük<br />
bardak tutulduğunda su bardağın içine girmeden<br />
dışarı taşarsa, gönlü dar olanlara gelen<br />
varidat da öyle taşar ve vecd meydana gelir. Şöyle<br />
sorular geliyor;<br />
- Sohbetlerde derviş, şeyhinin adı geçince<br />
hopluyor zıplıyor. Ama Allah’ın, Nebisinin ismi<br />
yüz kere geçtiği halde salat-u selam bile getirmiyor.<br />
Mürid için buradaki ölçü ne olmalıdır?<br />
Kur’an okurken vecde gelmeyip başka şeylerle<br />
vecde gelenlerin Hakk’a değil, halka tutkun<br />
olduklarını belirmiştik. Şeyhinin adı geçtiğinde<br />
vecd ve cezbe eseri tavırlar gösteren kimse, henüz<br />
fena fi’ş-şeyh konumundadır.<br />
Amr b. Abdillah b. Zübeyr rivayet ediyor;<br />
Babamın yanına geldim, bana nerdeydin diye<br />
sordu. Ben de kendilerinden daha hayırlı görmediğim<br />
Kur’anı Kerimi okuyan bir grup buldum.<br />
Onlardan birini Allah korkusu o kadar kaplamıştı<br />
ki cezbeye geliyordu. Onlarla birlikte oturdum<br />
dedim. Bunun üzerine babam; bundan sonra<br />
onlarla beraber oturma dikkat et onlar sapıktır.<br />
İnsanları saptırıyorlar. Ben Rasulu Ekrem (s.a.v)’i<br />
Kur’an okurken gördüm. Ebu bekir ve Ömer<br />
(r.ma)’yı Kur’an okurken gördüm. Hiçbirini cezbe<br />
halinde görmedim. Sen bu grubun Allah’tan<br />
Muhammed (s.a.v) Ebubekir ve Ömer (r.ma) dan<br />
daha fazla korktuğunu mu zan ediyorsun? Babamın<br />
dediklerinin doğru olduğunu fark ettim ve<br />
onları terk ettim.<br />
İbni Ömer’in ağladığını gördüm Muaz b. Cebel’e<br />
“Ey Muaz niçin ağlıyorsun diye sordu oda<br />
şunları söyledi “ Hatırıma Hz. Rasul’den işittiğim<br />
şu hadisi şerif geldi de onun için ağlıyorum “Riya’nın<br />
en azı dahi şirk’tir.Allah katında kulların<br />
en sevimlisi gizli takva sahipleridir. Böyleleri ortalıkta<br />
bulunmadığı zaman kimse tarafından<br />
aranmaz,bir yerde bulundukları zamanda tanınmazlar;<br />
yani şöhretleri yoktur.işte asıl hidayet<br />
mumları ilim çıraları böyle kimselerdir.”<br />
Allah’ın Rasulu (s.a.v) salatu selam sonsuz kere<br />
yaratılmışın nefesi adedince zerrelerin adedince<br />
salat-u selam Allah’ın Rasulu ve Onun ali, ashabına<br />
olsun.<br />
İlahi aşkın en büyük tezahürü Allah (c.c.) ve<br />
Rasulünün emrettiği hayatın yani tevhidin yaşanmasıdır.<br />
İslami yaşayışın son derece zorlaştığı<br />
helal ve haramın karıştığı, insanların imanının<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
30
tehlikede olduğu bir zamanda Kuran ve sünnete<br />
uymak Allah (c.c.) yolunda her türlü acılara sıkıntılara<br />
katlanmak, bu yolda fedakarlıklar göstermek<br />
en büyük cezbedir. Şayet böyle bir hayatı<br />
olmadığı halde garip davranışlarla bağıran cemaatin<br />
hali İslam’a uygun değildir. Bu kimselerin<br />
yanında Allah’ın ve Rasulünün adı anılınca kendilerini<br />
kaybediyor ama tevhitten uzak bir hayat<br />
yaşıyorsa bilinmelidir ki; o kimse yalancı ve gösterişçidir.<br />
Bu konu günümüz tasavvuf çevrelerinde<br />
çok önem teşkil eden ve insanlar tarafından<br />
maneviyatta ulaşılan makamların ölçüsü olarak<br />
görülen bir davranış haline gelmiştir. Tasavvufi<br />
terbiye yoluna giren insanlar bu tip davranışları<br />
sergileyenleri ilahi cezbeye ulaşmış, nefsini terbiye<br />
ederek Allah’a kullukta bazı makamlar kazanmış<br />
kişiler olarak gördüğünden bu tür hallerin<br />
kendisinde de olmasını arzu etmektedir. Böyle<br />
hallerin, bütün çabalara rağmen kendisinde<br />
oluşmadığını düşünen insanlar kendisinde bir<br />
eksiklik olduğu düşüncesine kapılmışlardır.<br />
Tasavvuf çevrelerinde cezbe sahibi insanlar<br />
hep saygı görmüş ve maneviyatta daha hızlı bir<br />
şekilde yol kat etmiştir. Yalnız cezbe hali istenildiği<br />
zaman geliyorsa riyadır. Habib-i Kibriya Muhammed<br />
(s.a.v.);<br />
“Riyanın en küçüğü şirktir” buyurmuştur.<br />
Şunu ifade edelim ki; Bazı insanlar tarafından<br />
ilginç etkileşimler, kendinden geçmeler, ağlamalar,<br />
gayri ihtiyari davranışlar ve refleksler gerçektende<br />
yaşanmaktadır. Ancak bu husus şeytan<br />
tarafından kullanılarak insanlar dalalete sürüklenmekte<br />
hatta şirke düşmektedir. Örneğin cahil<br />
bir müslüman değişik şekillerde görünen ve ona<br />
seslenerek gelen şeytanı tanıyacak ilmi olmadığı<br />
için kendisinin maneviyattaki kazandığı makamlar<br />
neticesi ile kazanılmış bir hal olduğunu<br />
zannetmektedir. Ya da insanın içerisine girip, damarlarında<br />
dahi hareket edebilen şeytanın bazı<br />
refleksler yaptırma olasılığı bulunmaktadır.<br />
Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın<br />
vesvesesidir kanında dolaşan. Bunu iyi anlayın.<br />
O vesvese dolaşıyor gönlünüzde her bir damarınızda,<br />
her bir zerrenizde dolaşıyor . Peki Allah’ın<br />
kovmuş olduğu şeytan ademe yani insana yanaşamayınca<br />
ne yapar?<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
31
Yanaşamayınca iğva verir, sure-i insan olan askerlerini<br />
o ademe musallat eder. Haktan ve hakikatten<br />
çevirmeye uğraşır. O adem Allah’ın haramlarından<br />
ateşten kaçar gibi kaçar. İşte hakiki<br />
yol, hakiki şeriat, hakiki tarikat budur. Allah’a ve<br />
Rasulü (s.a.v)’e koşar. Haramdan kaçar, helallere<br />
kucak açar. İşte Allah-u Teala’nın en büyük, en<br />
güzel, en salih kulu bu kuldur. Sen keramet mi<br />
görmek istiyorsun? Etini kesenler, derisini biçenler,<br />
ateş üstünde yürüyenler, git Hindistan’da gör.<br />
Yoga yapan yogiler havada oturuyorlar. Lakin harama<br />
haram, helale helal demiyorlar. Kur’an’dan<br />
ve sünnetten uzaklar. Biz körlüğe, sağırlığa talip<br />
olmayalım. Ya Rabbi! Hakka gözümüzü açık, harama<br />
kapalı eyle diye dua edip, yalvaralım. Müminlere<br />
karşı dili kısa, kafirlere karşı keskin eyle,<br />
diyelim. Suç kaftan olmuş üzerine giyecek kimse<br />
bulunmamış. Kaftan giyilmez mi! Giyilir amma<br />
suçu kabul etmek erdemdir, o hatayı tamir etmek<br />
ikinci bir erdemdir. Hatasını kabul etmeyen<br />
bir kimseye hatasını düzeltme imkanı verilmez.<br />
Hatasını kabul etmeyen, Allah’ın kovmuş olduğu<br />
şeytan gibi hep karşı, hep karşı diyen, hatasını<br />
görmez. Benlik ateşinde yürüdüğü müddetçe,<br />
çevresindekileri gururla, kibirle yakıp yıkacak?<br />
O öfke içinde bir yanardağ gibi büyüyecek. Bize<br />
değil nefsine sürdür öfkeni. Nefsinle cenk etmek,<br />
kardeşinle cenk etmekten iyi. Bir tane düşmanınız<br />
var, o da Allah’ın kovmuş olduğu şeytan.<br />
Bir meclis düşünün talebelerin hepsi edepli,<br />
hepsi sükut içerisinde. Bu mu helalleri kuşanmış,<br />
haramlardan uzaklaşmış, huzura çıkmış bir<br />
meclis; yoksa ses, bağırtı ayyuka çıkmış, ne dediği<br />
belli olmayan bir topluluk mu? Elbette Kur’an<br />
ve sünnete yapışmış, edeb içerisinde, sükut içerisinde<br />
olan topluluk, Hakka ve hakikate gönüllerini<br />
bağlamış, Allah’a ve Rasulü (s.a.v)’e iltica etmiş<br />
olur. Başlarında bir Anka var da kıpırdarlarsa<br />
uçacakmış edası ile sohbeti ve muhabbeti dinleyenler<br />
elbette sohbetten ve muhabbetten hisse<br />
alacaklar. Sohbeti ve muhabbeti benliğiyle, nefsiyle,<br />
gururuyla, kibriyle dinleyenler elbette karşılarındaki<br />
insanları suçlu sanacaklar. Kişinin hikmet-i<br />
Huda’dan anladığı yok ki, Allah-u Teala’ya<br />
karşı bir adım attığı yok ki.<br />
Bakın dervişliğin ne olduğunu Rıza Tevfik’e ait<br />
aşağıdaki beyitlerden dinleyelim;<br />
Dervişlik özüne hakim olmaktır,<br />
Esîr-i nefs olan derviş değildir.<br />
Aşkı rehber edip Hakk’ı bulmaktır,<br />
Keşkül, teber, asâ, tığ, şiş değildir.<br />
İbadet namına dalgın oturma!<br />
Bağırma, tepinme, göğsüne vurma!<br />
“Yâ Hû”, “yâ Hay” diye köpürüp durma,<br />
Zikr-i Hak hazm için geviş değildir.<br />
Sırr-ı Hakk’ı gönlünden öğren,<br />
Gönüldür aşk ile dîdârı gören;<br />
Ârif-i âgâha o zevki veren,<br />
Benk ü bâde, afyon, haşhaş değildir.<br />
Keramet umma hiç Necef taşından,<br />
Ayrılma insandan öz kardaşından;<br />
Hakk’ı göremezsin bağlar başından,<br />
Gerçek er sultandır, keşiş değildir.<br />
Ham ervah her yanda var yığın yığın,<br />
Nedir onlarla verip aldığın!<br />
Uzlete mail olan gönlüne sığın!<br />
Cihan gönül kadar geniş değildir.<br />
(Bu sohbet Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendinin<br />
14.12.2013 tarihli sohbetinden alıntıdır.<br />
Allah kendilerinden ebeden razı olsun, razı etsin.<br />
Amin )<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
32
SENSİN<br />
İçimde arzun,<br />
Gözümde nurun,<br />
Kabrimde dostum,<br />
Sensin Allah’ım (c.c.).<br />
Aldığım nefes,<br />
Isıtan güneş,<br />
Kulağımdaki ses,<br />
Sensin Allah’ım (c.c.).<br />
Dilimde ismin,<br />
Gönlümde sevgin,<br />
Kabrimde sevgilim,<br />
Sensin Allah’ım (c.c.).<br />
Sensin Allah’ım (c.c.),<br />
Sensin Allah’ım (c.c.),<br />
Seni sevenlere dost,<br />
Sensin Allah’ım (c.c.).<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
33
Unutulan Hasene:<br />
KARZ-I HASEN<br />
M. EMİN DOĞAN<br />
Kamu İç Denetçisi<br />
İslam’ın temel taşlarından bir tanesi de<br />
“yardımlaşma”dır.<br />
“Kim, bir Müslümanın, dünya sıkıntılarından birini<br />
giderirse, Allah (cc) da kıyamet gününde onun<br />
sıkıntılarından birini giderir. Kul, kardeşinin yardımında<br />
olduğu sürece, Allah (cc) da onun yardımcısı<br />
olur.” 1 hadis-i şerifi de bu meyanda hayatımıza düstur<br />
olması gereken bir temel ilkedir.<br />
Karz-ı Hasen, İslamın öngördüğü ve tavsiye ettiği<br />
yardımlaşma müesseselerinden bir tanesidir. Lügatta,<br />
“güzel ödüç verme” anlamına gelen bu kavram,<br />
dini terminolojide “nakit para veya ölçülebilir,<br />
tartılabilir bir malı, bir misli olarak (aynı miktarda)<br />
geri almak üzere bir şahsa vermek” anlamına gelir.<br />
Karz-ı Hasen, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerle<br />
övülmüş ve tavsiye edilmiştir.<br />
Ayeti kerimelerde “Allah’a güzel bir borç vermek”<br />
olarak nitelendirilmiş, mükafatının Allah (c.c.) tarafından<br />
kat kat verileceği müjdelenmiştir. 2<br />
Enes Bin Mâlik (radiyallahuanh)’den rivayet edilen<br />
bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed Mustafa (sav)<br />
Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Miraç Gecesi bana,<br />
cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi: “Sadaka<br />
için on katı, karz-ı hasen için 18 kat sevap vardır.”<br />
Cebrail’e karz-ı hasen’in niçin sadakadan daha üstün<br />
olduğunu sorduğumda şu cevabı verdi: “Şüphesiz<br />
dilenci (çoğu zaman) yanında varken de ister.<br />
Ödünç isteyen ise ancak ihtiyaç sebebiyle ister.” 3<br />
1 Buhari<br />
2 Hadid/11, Hadid/18, Bakara/245, Maide/12, Tegabün/17, Müzzemmil/20<br />
3 İbn-i Mace Sadakat, 19)<br />
Bir başka hadisi şerifte ise Efendimiz (sav);<br />
borç vermenin, sadakadan daha hayırlı olduğunu<br />
buyurmuştur. 4<br />
Ayet-i Celile ve Hadis-i Şerifler izah gerektirmeyecek<br />
kadar açıktır.<br />
İslam yaşam dinidir. Müslümana yakışan bildiği<br />
ile amel etmektir. İlmini ameline aktarmak mü’münin<br />
şiarı olmalıdır. Amelsiz ilimin ve ilimsiz amelin<br />
şerrinden Allah’a (cc) sığınırız.<br />
Karz-ı Hasen, bir akitleşmedir. Her akitleşmenin<br />
kendine özgü prensipleri ve taraflara getirdiği sorumluluklar<br />
vardır.<br />
Bu akitleşme, İslamın temel esaslarına uygun<br />
olmalı ki, salih amel kapsamında olsun. Öncelikle<br />
bu akitleşmenin yazılı kayıt altına alınması esasına<br />
riayet edilmesi gerekir. 5 Faiz, haram, yalan, aldatma,<br />
istismar gibi kötü hasletlerden arındırılmış<br />
sahih bir akitleşme olmalıdır. Allah rızası için, ihlas<br />
ile yapılmalıdır. Gönül hoşnutluğu olmalıdır. Sevabı<br />
Allah’dan (cc) umulmalıdır. Ardından başa kakma,<br />
eziyet etme, dünya menfaati temin etme, alacaklıyı<br />
rencide etme gibi kötü davranışlardan uzak<br />
kalınmalıdır.<br />
Borç veren bilmelidir ki, borcu Allah’a vermiştir.<br />
Borç verdiği para Allah’ın ona bir emanetidir<br />
ve o parada fakirinde hakkı vardır. 6 Yine mü’minler<br />
bilmelidirler ki, aralarındaki fakirler hürmtine<br />
rızıklandırılmaktadırlar. 7<br />
Alacaklı, alacağını isteme hakkına sahiptir. Lakin,<br />
borçlu ödeyemeyecek duruma düşmüş ise yeni-<br />
4 Câmiu’s-Sağîr, 2/86<br />
5 Bakara/282<br />
6 Zariyat/19, Mearic/27<br />
7 Ebû Dâvûd, Cihâd 70<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
36
den süre vermeli ve hatta imkanlar<br />
dahilinde borcun bir kısmını<br />
veya tamamını sadaka niyeti ile<br />
bağışlayabilmelidir. 8<br />
Borç veren, Hz. Muhammed<br />
Mustafa (sav) Efendimizin “Borcunu<br />
ödemekte zorluk çeken birisine<br />
mühlet veren veya borcunun<br />
bir kısmını bağışlayan kimseyi<br />
Yüce Allah(cc), cehennem ateşinden<br />
korur.” hadis-i şerifini örnek<br />
alabilecek imani ve ameli kuvvette<br />
olmalıdır.<br />
Borçlu, alacaklının haklarını<br />
gözetmelidir. Kendisine borç veren<br />
müslümanın iyi niyetini istismar<br />
etmemeli, bulduğu ilk fırsatta<br />
borcunu ödemeye gayret etmelidir.<br />
Ve hatta bunun için normal hayatının fevkinde<br />
gayret göstermelidir. Rasululllah (sav) Efendimizin<br />
“En hayırlınız, borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir.”<br />
hadis-i şerifini kendisine şiar edinmelidir. Bilmelidir<br />
ki, Allah’ın Rasulu (sav) “Allah nazarında, Allah’ın<br />
nehyettiği kebairden sonraki günahların en<br />
büyüğü, karşılık bırakmadan borçlu ölmüş olmaktır.<br />
(-ki varisi de ödeyemiyor)” buyurmuştur.<br />
Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, islam<br />
borçlanma hukukuna ilişkin ilkeleri belirlemiş ancak<br />
gereksiz yere borçlanmaktan da men etmiştir.<br />
Kişi devamlı borç istemeyi adet haline getirmiş ise,<br />
bu adeti onu harama, israfa, savurganlığa, tembelliğe<br />
ve insanların iyi niyetini istismara sevk ediyor ise<br />
bu kişiye de borç vermemek evladır.<br />
Borçlanmada ki temel sebep Allah rızasına uygun<br />
olmalıdır. Temel gaye ise ödemek olmalıdır.<br />
Hadis-i şeriflerde, ödeme niyeti ile yapılan borca Allah’ın<br />
kefil olduğu, borç ödeninceye kadar Allah’ın<br />
(cc) borçlunun yanında olduğu, imkanı olduğu halde<br />
borcun geciktirilmesinin zulum olduğu, borçlusunu<br />
kapısına getirtene Allah’ın meleklerinin lanet<br />
edeceği de ifade edilmiştir.<br />
Karz-ı Hasen, bireysel ve toplumsal faydaları ile<br />
tam bir sosyo-ekonomik uygulamadır.<br />
*Müslümanı faiz belasından korur.<br />
*Toplumda yardımlaşma kültürünü canlandırır.<br />
Birlik ve beraberlik duygularını geliştirir.<br />
*Mü’minler arasında ülfet ve muhabbeti artırır.<br />
*İnsanların birbirlerine karşı<br />
güven duygularını geliştirir.<br />
*Yoksulluğun, fakirliğin ve iflasların<br />
önüne geçer.<br />
*Ekonomik kaygılarla bozulmaya<br />
meyleden aile birlikteliğini<br />
korur.<br />
*Hırsızlık, gasp, rüşvet, zina, fuhuş<br />
gibi kötülüklerden bireyleri<br />
ve toplumları korur.<br />
*Ekonomik hayatı canlandırır.<br />
Hayattan çıkarılan her helalin<br />
yerini haramlar doldurur.<br />
İslami hayatın egemen olduğu<br />
toplumlarda karz-ı hasen uygulaması<br />
etkin devam etmiştir.<br />
Lakin kredi kartları, bankacılık,<br />
faiz, tefecilik gibi haram ve haram kazanca dayanan<br />
iştigaller arttıkça insanlarda bu güzel hasletten<br />
uzaklaşmıştır.<br />
İslam kardeşliğinin yerini “banka/finans kurumu”<br />
kardeşliği almış, artık bir Müslüman kendisinden<br />
borç isteyene bankanın/finans kuruluşunun yolunu<br />
rahatça gösterebilir hale gelmiştir. Kazançlara haramın<br />
bulaştığı ölçüde helallerden uzaklaşılır olmuştur.<br />
Her koyun kendi bacağından asılmaya başlamış<br />
lakin kokusu bütün islam sarmıştır.<br />
Hayatımızdaki haramlardan kurtulmamız için<br />
helallere yönelmemiz gerekir.<br />
Mü’mine ve mü’minlerden oluşan birlikteliklere<br />
(vakıf, dernek, şirket vs) düşen görevlerden bir tanesi<br />
de burada karşımıza çıkıyor. Aramızdaki ihtiyaç<br />
sahiplerini, sıkıntısı olanları tespit ederek hal çaresi<br />
bulmamız üzerimize sorumluluktur. Karz-ı Hasen<br />
sandıkları oluşturarak “islami esaslara göre borç<br />
verme” güzelliğini hayata geçirmemiz gerekiyor.<br />
Toplumun üzerine karabasanlar gibi tebelleş olan<br />
faiz/tefecilik/kredi kartı belalarından kurtulmanın<br />
en güzel yolu mü’minin mü’mince yaşamasıdır.<br />
Mü’min, bir diğer mü’min için kredi kartından<br />
daha iyi bir dost(!!!) olamıyorsa akşamlara kadar düşünmeli<br />
sabahlara kadar göz yaşı dökmelidir.<br />
Cenab-ı Hak gerçek kardeşliklerin yaşandığı, muhabbetin,<br />
yardımlaşmanın ve itimadın yaygınlaştığı<br />
bir toplumun fertleri olmayı nasip eylesin.<br />
Hakla kalalım, aşkta daim olalım, Allah’a emanet<br />
olalım.<br />
8 Bakara/280<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
37
SAHABE-İ GÜZİN<br />
Burak Çınar<br />
(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />
Hazreti Hüseyin Bin Ali<br />
Resûlullahın ( aleyhisselâm ) torunu, Hazreti<br />
Ali’nin ikinci oğlu. Oniki imâmın üçüncüsü ve<br />
Ehl-i Beytin beşincisidir. Hicretin altıncı yılında<br />
(m. 626) doğdu. Hazreti Hüseyin’in nesebi; Hüseyin<br />
bin Ali bin Ebî Tâlib bin Abd’ül-Muttalib<br />
bin Haşim, el-Kureyşi, el-Hâşimî’dir. Hüseyin<br />
adı, ona Resûlullah efendimiz (.a.v.) tarafından<br />
verildi. Künyesi, Ebâ Abdullah’dır. Lakabı Seyyid<br />
ve Şehîddir.<br />
Ümmü Haris ( radıyallahü anha ) anlatır: “Bir<br />
gün Resûlullahın ( aleyhisselâm ) huzûruna<br />
vardım. “Bir rüya gördüm, çok korkdum” diye<br />
arz ettiğimde “Ne gördün?” buyurdular. “Sizin<br />
vücûdunuzdan bir parça kesdiler, benim yanıma<br />
eklediler” dedim, “İyi görmüşsün, Fâtıma’nın<br />
bir oğlu olacak ve senin yanında kalacakdır”<br />
buyurdular. Bir müddet sonra Hazreti<br />
Hüseyin dünyâya geldi, İbni Abbas’dan ( radıyallahü<br />
anh ) gelen rivâyete göre: Resûlullah<br />
( aleyhisselâm ) her sabah namazını kıldıktan<br />
sonra mübârek yüzünü Eshâb-ı kirama çevirirlerdi.<br />
Üzüntülü kimseler yüzünü görseler<br />
mesrûr (sevinçli) olurlardı. Bir gün sabah namazından<br />
sonra yüzlerini döndürmeden Hazreti<br />
Ali’yi çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar.<br />
Eshâb-ı kiram (aleyhimürrıdvan) nereye<br />
niçin gittiklerini anlıyamadılar. Tekrar dönerler<br />
diye oturdular, ikisi Hazreti Fâtıma’nın evine<br />
gittiler. Peygamberimiz Hazreti Ali’ye kapıda<br />
durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi.<br />
Hazreti Hüseyin doğmuş, melekler tebrik<br />
etmek için gelmişlerdi. Hazreti Ebû Bekir<br />
duramayıp, Hazreti Ali’nin evine gitti. Sonra<br />
Ömer ( radıyallahü anh ) sonra Osman ( radıyallahü<br />
anh ) ve bütün Eshâb-ı kiram, Hazreti<br />
Ali’nin evine gittiler. Ebû Bekir ( radıyallahü<br />
anh ), Hazreti Ali’den Resûlullahın ( aleyhisselâm<br />
) nerede olduğunu sordu. Hazreti Ali<br />
“İçerde” dedi. “İzin verirsen ben de göreyim”<br />
dedi. Hazreti Ali, “Allah’ın Resûlü meşgûldür”<br />
dedi. Benim içeri girmememi sana emir etti<br />
mi? deyince “Hayır, yalnız dörtyüzyirmidörtbin<br />
melek geldi” dedi. Ebû Bekir ( radıyallahü<br />
anh ) sözünden taaccüb (hayret) edip durdu.<br />
Ali ( radıyallahü anh ), Hazreti Ömer, Hazreti<br />
Osman ve bütün Eshâb-ı kirama aynı şeyleri<br />
söyledi. Bir ara Resûlullah ( aleyhisselâm ) dışarı<br />
çıkıp, herkesin içeri girmesini emr ettiler.<br />
Önce Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) sonra bütün<br />
Eshâb-ı kiram içeri girdiler. Resûlullah’a ( aleyhisselâm<br />
) selâm verdiler. Hazreti Ali’nin meleklerin<br />
sayısındaki sözü söylendi. Resûlullah (<br />
aleyhisselâm ) Hazreti Ali’ye meleklerin sayısını<br />
nasıl bildin? diye sordular. Hazreti Ali. “Melekler<br />
grup grup geliyorlardı. Her biri bir dil ile<br />
konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi” dedi.<br />
Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm ):“Allah<br />
aklını ziyade etsin yâ Ali” buyurdular.<br />
Resûlullah efendimiz ( aleyhisselâm ), Hüseyin<br />
doğduğu zaman, kulağına: “O Cennet<br />
çocuklarının efendisi (seyyidi)’dir.” diye seslenmişti.<br />
Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber<br />
aleyhisselâmı gördüğünü ve onun: “Bunlar<br />
benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım,<br />
ben onları seviyorum, sen de onları sev<br />
ve onları sevenleri de sev” dediğini rivâyet<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
38
etmektedir. Bir defasında da “Hüseyin benden,<br />
ben Hüseyindenim. Allahü teâlâ Hüseyin’i seveni<br />
sever” buyurmuştu. Hazreti Hüseyin, daha bir<br />
çok hadîs-i şeriflerle medh edildi.<br />
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de, Ehl-i beyte, buyuruyor<br />
ki: “Allahü teâlâ, sizlerden ricsi, ya’nî her<br />
kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet<br />
ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı kiram<br />
sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i beyt kimlerdir? O esnada,<br />
İmâm-ı Ail geldi. Mübârek hırkasının altına<br />
aldılar, Fâtıma-tüz-Zehrâ da geldi. Onu da yanına<br />
aldılar. İmâm-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına,<br />
İmâm-ı Hüseyin geldi. Onu da öbür tarafına alarak,<br />
“İşte bunlar, benim Ehl-i beytim” buyurdular.<br />
Bu âyet-i kerîme ve ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlullahın<br />
iki mübârek torununu sevmenin şart olduğunu<br />
belirtmektedir.<br />
Hazreti Hüseyin buyurdu ki: Birgün yüksek<br />
dedemin huzûruna varmıştım. Ubeyy bin Kâ’b<br />
da huzûrunda idi. Bana: “Merhaba, ey Ebû Abdullah,<br />
ey göklerin ve yerin süsü!”diye hitâb etti.<br />
Ubeyy bin Kâ’b hazretleri, yâ Resûlallah! Göklere<br />
ve yere senden başka süs var mıdır? dedi; Resûlullah:<br />
“Beni insanlara Peygamber olarak gönderen<br />
Allahü teâlânın hakkı için Hüseyin bin Ali,<br />
yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde<br />
süs, göklerin tabakalarıdır” buyurdu.<br />
Birgün Hazreti Hüseyin, Resûlullah efendimizin<br />
yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava<br />
yağmurlu idi. Resûlullah duâ buyurdu. Hüseyin<br />
( radıyallahü anh ) eve gidinceye kadar, yağmur<br />
ara verdi. Birgün Resûlullah efendimiz, Hazreti<br />
Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhîm’i sol dizine<br />
aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Hakteâlâ, bu ikisinden<br />
birini alacaktır. Sen birini seç dedi. Eğer<br />
Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi,<br />
Ali’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Eğer İbrâhîm<br />
giderse, en çok ben üzülürüm. Benim<br />
üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum<br />
buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrâhîm vefât<br />
etti.<br />
Hüseyin ( radıyallahü anh ), Resûlullahın yanına<br />
her gelişinde onu öper ve “Selâmet ve<br />
se’âdet o kimseye ki, oğlum İbrâhîm’i ona feda<br />
ettim” buyururdu. Hazreti Hüseyin’in ilk çocukluğu<br />
Resûlullah efendimizin derin sevgi ve şefkati<br />
içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Hüseyin<br />
( radıyallahü anh ), bundan sonra ilmini ve edebini<br />
babasının yanında tamamladı. Beş çocuğu<br />
oldu. Sırası ile, Ali Ekber, Ali Asgar, Ca’fer, Fâtıma<br />
ve Sekîne.<br />
İmâm-ı Hasan ve Hüseyin ile Abdullah bin<br />
Ca’fer (r.anhüm) Medine-i Münevvere’ye giderlerken<br />
yiyecekleri kalmadı. Sahrada oldukların-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
39
dan yiyecek bir şey alınacak yerde olmayıp açlık<br />
ve susuzluktan iyice bunaldılar. Sonra “Allaha, tevekkül<br />
ettik” diyerek yoldan saptılar. Biraz ilerlemişlerdi<br />
ki, ovanın ortasında bir karartı gördüler.<br />
Ona doğru gittiler. Siyah bir çadır, içinde ise, bir<br />
kadın vardı. Kadına selâm verdiler. Kadın selâmlarını<br />
aldı. İyi karşıladı. Bu üç zatın dünyâya rağbetleri<br />
olmadığını anladı. Kadına: “hiç yiyeceğin<br />
var mı? diye sordular. Bir keçim var. Kendiniz sağın<br />
için” dedi. Birisi sağdı. Her biri birer çanak içtiler.<br />
Sonra kadına: “Başka yiyeceğin var mı? diye<br />
sordular. Kadın: “Keçiyi kesin yiyin” dedi. Abdullah<br />
bin Ca’fer ( radıyallahü anh ) kesti pişirdi. Üçü<br />
beraber yediler. Allahü teâlâya hamd ettiler. Atlarına<br />
bindiler. Kadına “Medine-i Münevvereye<br />
geldiğinde muhakkak bize uğra. Biz seyyidlerdeniz.<br />
Hâşimîlerdeniz” diyerek yola koyuldular. Bir<br />
zaman sonra kadının kocası geldi. Keçiyi göremeyince<br />
ne oldu diye sordu. Kadın olup biteni<br />
anlattı. Kocası üzüldü. “Biliyorsun o keçiden başka<br />
bir şeyimiz yok. Şimdi ne yapacağız?” diyerek<br />
kadını azarladı. Kadın: “Allahü teâlâ rahîmdir, kullarını<br />
aç bırakmaz. Böyle güzel yiğitler gelip te,<br />
onları misâfir etmeden göndermek insafa sığmaz”<br />
dedi, Daha sonra kadın, kocası ile Medinei<br />
Münevvereye birşeyler alıp satmak için gittiler.<br />
Hikmet-i ilâhi Hazreti Hasan’a, Bâb-ı selâm önünden<br />
geçerken rastladılar. Hasan ( radıyallahü anh<br />
) kadını ve kocasını huzûruna çağırttı. Kadına:<br />
“Beni tanıdın mı?” dedi. Kadın: “Hayır” dedi. “Bir<br />
zamanlar senin evine üç kişi gelmiştik. Bize süt<br />
ikram etmiştin. Bir de keçini kesmiştik. Onlardan<br />
biri benim” dedi. Bunlara çok ikram da bulundu:<br />
Yanında fazla bir şeyi olmadığından, Beyt-ül-mâl<br />
emînine adam gönderip, bin dirhem gümüş ve<br />
yüz koyun borç istedi. Getirdiler. Bunların hepsini<br />
kadına bağışladı. “Bizi mazur görün” buyurdu.<br />
Bu karı-kocanın yanlarına adam vererek, Hüseyin’e<br />
( radıyallahü anh ) gönderdi. Hazreti Hüseyin<br />
de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu<br />
kadar ikram etti. Fazla olmadığından Beyt-ül-mal<br />
emîninden bin dirhem gümüş ve ikiyüz koyun<br />
borç istedi. Hepsini kadına verip özür diledi. Yanlarına<br />
adam verip, Abdullah bin Cafer’e ( radıyallahü<br />
anh ) gönderdi. Abdullah ( radıyallahü anh<br />
): “İki İmâm’a uğradınız mı?” buyurdu. “Evet” dediler.<br />
“Keşke daha önce bana uğrasaydınız. Onların<br />
yanında dünyâ malı bulunmaz, belki sıkıntı<br />
çekmişlerdir” dedi. Bunlar imamların yaptıkları<br />
ikramları söylediler. Abdullah ( radıyallahü anh )<br />
da ikibin dirhem gümüş ve dörtyüz koyun verdi.<br />
Mezkûr karı-koca yediyüz koyun ve dörtbin dirhemi<br />
alıp sevinerek evlerine döndüler.<br />
Eshâb-ı kiramdan Dıhye ( radıyallahü anh ) devamlı<br />
ticâret için sefere gider gelirdi. Çok güzel<br />
yüzlü idi. Cebrâil (aleyhisselâm) çok defa Resûlullahın<br />
( aleyhisselâm ) huzûruna Dıhye ( radıyallahü<br />
anh ) şeklinde gelirdi. Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm)<br />
Fahri âlem ( aleyhisselâm ) hazretlerinin<br />
huzûrunda bulunuyordu. O zaman henüz küçük<br />
olan Hasan ve Hüseyin ( radıyallahü anh )’dan<br />
biri Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Hemen kardeşinin<br />
yanına koşarak: “Dıhye ( radıyallahü anh ) dedemizin<br />
yanında oturuyor, haydi gidelim” dedi.<br />
Koşup mescide girdiler. Cebrâil aleyhisselâmın<br />
dizlerine oturdular. Ellerini Cebrâil aleyhisselâmın<br />
koynuna soktular. Resûlullah ( aleyhisselâm<br />
) torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip,<br />
mani olmak istedi. Cebrâil (aleyhisselâm), Resûlullahın<br />
mahcûb olduğunu görünce dedi ki: “Ya<br />
Resûlallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fâtıma ( radıyallahü<br />
anha ) teheccüd namazını kılarken Hak<br />
teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım.<br />
Fâtıma ( radıyallahü anha ) rahatça namazını<br />
kılardı. Çocukların bu hareketini bana karşı<br />
edebsizlik saymayın. Bazan da bunların anneleri<br />
namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak<br />
teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın<br />
diye beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Bunların<br />
yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir<br />
mahzur yoktur.” dedi.<br />
Resûlullah ( aleyhisselâm ) “Ey kardeşim Cebrâil!<br />
Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler<br />
endişesiyle mâni oldum. Çünkü, Eshâbımdan<br />
Dıhye ( radıyallahü anh ) isminde birisi vardır. Çok<br />
kerre sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediyye<br />
getirir. Sizi Dıhye ( radıyallahü anh ) zannedip,<br />
ellerini koynunuza soktular” buyurdu. Cebrâil<br />
aleyhisselâm:<br />
“Yâ Rabbi! Beni Habîbinin ( aleyhisselâm ) yanında<br />
utandırma” diye duâ etti. “Oturduğun yerde<br />
gözlerini kapa, elini Cennete sok, eline ne gelirse<br />
al.” diye hitap geldi. Cebrâil (aleyhisselâm)<br />
ellerini Cennete saldı. Bir yeşil salkım üzüm, bir<br />
kırmızı nar eline geldi. Hazreti Hasan üzümü,<br />
Hazreti Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken<br />
bir dilenci geldi. “Ey Ehl-i beyt! O üzüm ve nardan<br />
bana da verir misiniz?” dedi. Resûlullah’ın (<br />
aleyhisselâm ) yüksek yaratılışlı torunları vermek<br />
istediğinde Cebrâil (aleyhisselâm) mâni oldu. “Yâ<br />
Resûlallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyvaları<br />
ona haram iken hile ile yemek istedi.”<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
40
Hazreti Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrâfını<br />
aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca<br />
gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi<br />
binmezdi.<br />
Buyurdular ki: “Cömerd efendi olur, cimri hor<br />
olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini,<br />
kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha<br />
iyisini bulur.”<br />
Hüseyin ( radıyallahü anh ), hep babasının yanında<br />
idi. Babası şehîd olunca, Medine’ye geldi.<br />
Hazreti Muâviye’nin vefâtında Yezîd’e bi’at etmedi.<br />
Kûfeliler kendisini çağırıp halife yapmak<br />
istedi. Kardeşi Muhammed bin Hânefiyye, İbni<br />
Ömer, İbni Abbâs ve daha nice Eshâb-ı kiram (<br />
radıyallahü anh ) mâni oldular ise de, nasihatlerini<br />
dinlemeyip, yetmişiki kişi ile Mekke’den Irak’a<br />
yola çıktı. Yezîd, Şam’dan bunu haber alınca, Irak<br />
vâlisi Ubeydullah bin Ziyâd’a emir gönderip, Kûfe’ye<br />
sokma dedi. Bu da, Sa’d İbni Ebî Vakkâs’ın<br />
oğlu Ömer’in kumandasında bir ordu gönderdi.<br />
İbni Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, imâm<br />
kabûl etmeyip harp etti. Yanında bulunanlara da<br />
tekrar tekrar teslim olun denildi ise de, 72’si de<br />
şehîd oluncaya kadar savaşa devam etti.<br />
Sinân bin Enes Nehaî, Hazreti Hüseyin’i, Hicret’in<br />
61 (m. 681) yılında Muharremin onuncu<br />
günü Kerbelâ’da şehîd etti. Mübârek oğlu Zeynel’âbidin<br />
küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar<br />
ve imâmın mübârek başı ile Şam’a gönderildi.<br />
Mübârek başı, Mısır’da Karâfe kabristanında<br />
medfûndur. Peygamberimizden bizzat işiterek<br />
rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bazıları:<br />
“Kişinin İslâmının güzelliği mâlâyaniyi terk<br />
etmesidir.”<br />
“Resûlullah ( aleyhisselâm ) yoldan geçen bir<br />
yahudinin cenâzesi için ayağa kalktı ve buyurdu<br />
ki: “Kokusu beni rahatsız etti.”<br />
“Bahil (cimri) o kimsedir ki yanında ismim anıldığında<br />
bana salat ve selâm getirmez.”<br />
Yine İbnî Abbâs ( radıyallahü anh ) anlatmıştır.<br />
Bir gün Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’i<br />
güreştirdiler. Güreşmeye başlayınca, Resûlullah<br />
( aleyhisselâm ) tut yâ Hasan ( radıyallahü anh )<br />
derdi. Hazret-i Fâtıma yâ Resûlallah! Yalnız Hasan’a<br />
mı diyorsun? Resûlullah ( aleyhisselâm<br />
) “İşte Cebrâil (aleyhisselâm) tut yâ Hüseyin!<br />
diyor”, buyurdular.<br />
Hazret-i Hüseyin ile ilgili olarak Peygamberimiz<br />
( aleyhisselâm ) buyurdular ki:<br />
“Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun kökü,<br />
Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.”<br />
“Genç olarak Cennete girenlerin seyyidi Hasan<br />
ve Hüseyin’dir.”<br />
“Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i<br />
seveni Allahü teâlâ sever. Hüseyin torunlardan<br />
bir torundur.”<br />
“Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever.”<br />
Sahibinin<br />
ağzından lanet<br />
çıktığı zaman<br />
bakar; eğer<br />
yöneltildiği<br />
kimsede<br />
kendisine yol<br />
bulursa ona<br />
gider. Aksi halde<br />
kendisinden<br />
çıktığı kişiye<br />
döner.<br />
Ramuz el Ehadis S.43<br />
Yararlanılan Kaynaklar<br />
1) El-İstiâb cild-1<br />
2) Üsûd-ül-gâbe cild-2<br />
3) Taberî, Târîh cild-2,<br />
4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye<br />
5) Eshâb-ı Kirâm,<br />
6) Kısâs-ı Enbiya cüz-7,<br />
7) Refakat-ı Hüseyn<br />
8) İkd-ül-ferîd cild-2,<br />
9) Ensâb-ül-eşrâf cild-4,<br />
10) El-Kâmil fi’t-Târîh cild-4,<br />
11) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4,<br />
12) Sahîh-i Müslim cild-7,<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
41
MÜSLÜMAN<br />
BİLİMADAMLARI<br />
Hüseyin Tevfik Paşa<br />
FARUK KUL<br />
“1878 yılında II. Abdülhamit<br />
tarafından Mühendishane-i Berrî-i<br />
Hümâyûn’un başına Mühendishane<br />
Nazırı olarak atandı. Bu<br />
görevde kısa bir süre kaldı. 1883-<br />
1886 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin<br />
Washington Büyükelçiliği<br />
görevini sürdürdü. 1889 yılında<br />
Ticaret ve Nafia Nazırı görevine<br />
atandı. Ölümüne kadar padişah II.<br />
Albdülhamit’in yaveri olarak görev<br />
yaptı. “<br />
Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa, bir Osmanlı paşası<br />
ve bilim adamıdır. İstanbul’da 1892 yılında İngilizce<br />
olarak yazdığı özgün bir eser olan “Linear<br />
Algebra” (Lineer Cebir) adlı eseri dünya çapında<br />
çağın en önemli Matematik kitaplarından biridir.<br />
Kitabının ilk baskısı 1882 de 69 sayfa, ikinci<br />
baskısı 1892 de genişletilmiş ve düzeltilmiş olarak<br />
188 sayfa olarak İstanbul’da basılmıştır. Bu<br />
nedenle H.T. Paşa bütün Osmanlı tarihinde temel<br />
bilimler alanında orijinal çalışma yapan ve<br />
yayınlayan ilk bilim insanımızdır. H. T. Paşa “Linear<br />
Algebra” kitabıyla Dünya’da ilkler arasında yer<br />
alan önder araştırmacı olma unvanına sahiptir<br />
Hüseyin Tevfik Paşa 1832 yılında günümüzde<br />
Bulgaristan sınırları içinde olan, o zamanlar<br />
Osmanlı Devleti’ne bağlı Vidin kentinde doğdu.<br />
Babası Hasan Tahsin Efendi’ydi. Ailesi İmamzadeler<br />
olarak tanınırdı. İlköğrenimini Vidin’de tamamladıktan<br />
sonra 14-15 yaşlarında İstanbul’a<br />
gitti ve Maçka’da bulunan Mekteb-i İdadi-i Askeriye’de<br />
okudu. Daha sonra Harbiye Mektebi’ni bitirdi<br />
ve Erkan-ı Harbiye’ye kabul edildi.<br />
Harbiye Mektebi’nde matematik derslerindeki<br />
yeteneğiyle Cambridge Üniversitesi’nden mezun<br />
olmuş olan matematik hocası Tahir Paşa’nın<br />
dikkatini çekmiş ve Tahir Paşa kendisine özel<br />
dersler vermiştir. Mezun olduktan sonra kendisi<br />
de Harbiye’de cebir cebir dersleri vermeye başladı,<br />
Tahir Paşa ölünce onun matematik dersleri de<br />
Hüseyin Tevfik Paşa’ya kaldı. Harbiye’deki hocalığı<br />
devam ederken, Tophâne Tecrübe ve Muayene<br />
Komisyonu’na da getirildi. 1868’de Paris’teki<br />
Mekteb-î Osmanî’ye müdür muavini olarak gönderildi<br />
ve aynı zamanda balistik ve tüfek imalatı<br />
üzerine incelemelerde bulunmakla görevlendirildi.<br />
Bu arada matematik bilgisini geliştirmek<br />
için Paris’te üniversiteye devam etti ve Paris’te<br />
kaldığı iki yıl boyunca makaleler yayımladı ve bilimsel<br />
toplantılara katıldı.<br />
Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Yusuf Ziya Paşa<br />
ile birlikte 1865 yılında kurduğu Cemiyet-i Tedrisiyye-i<br />
İslâmiye sonradan Darüşşafaka Lisesi’ne<br />
dönüşmüştür.Hüseyin Tevfik Paşa, 1872’de<br />
Osmanlı Devleti’nin Amerikan silah fabrikalarına<br />
ısmarladığı tüfeklerin imalatını ve şartnâmeye<br />
uyulup uyulmadığını kontrol etme göreviyle<br />
ABD’ye gönderildi. 1878 yılına kadar ABD’nin<br />
Rhode Island eyaletinde kaldı ve bu süre içinde<br />
matematikle uğraştı; Lineer Cebir adlı İngilizce<br />
kitabını bu sırada yazmış ve Argand’ın kompleks<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
42
sayılarla ilgili teorisinde ileri<br />
sürdüğü çarpımı üç boyutlu<br />
uzaya uygulamanın bir yolunu<br />
bulmuştur.<br />
1878 yılında II. Abdülhamit<br />
tarafından Mühendishane-i<br />
Berrî-i Hümâyûn’un başına Mühendishane<br />
Nazırı olarak atandı.<br />
Bu görevde kısa bir süre kaldı.<br />
1883-1886 yılları arasında<br />
Osmanlı Devleti’nin Washington<br />
Büyükelçiliği görevini sürdürdü.<br />
1889 yılında Ticaret ve<br />
Nafia Nazırı görevine atandı.<br />
Ölümüne kadar padişah II. Albdülhamit’in<br />
yaveri olarak görev<br />
yaptı.<br />
Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve<br />
Yusuf Ziya Paşa ile birlikte 1865 yılında kurduğu<br />
Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye sonradan Darüşşafaka<br />
Lisesi’ne dönüşmüştür.<br />
Lineer Cebir eserinin önsözünde Hüseyin Tevfik<br />
Paşa söyle yazmıştır: “Bu kitapta incelenen lineer<br />
cebir, dünyanın Sir William Hamilton’a borçlu<br />
olduğu quaterniyonlara çok benzer. Lineer cebir,<br />
quaterniyonların bütün potansiyellerine sahiptir<br />
ve güçlüğü daha azdır. Quaterniyonlar üniversitelerde<br />
öğretilmektedir ve kabul görmüş bir bilgidir.<br />
Lineer cebirin de aynı kabulü görüp görmeyeceğini,<br />
hattâ quaterniyonların yerini alıp almayacağını<br />
şimdiden bilmiyorum”. Kendi sisteminin üstünlüğünü<br />
ise şöyle ifade etmiştir: “Quaterniyonların<br />
çarpımı, isim olarak bile düzlem geometride ele<br />
alındığında, bizi üç boyutlu uzayda çalışmaya zorlamaktadır;<br />
hâlbuki lineer cebirde<br />
yalnızca iki boyut ele alındığı<br />
zaman bir üçüncü boyutu<br />
düşünme durumunda değiliz”.<br />
Hüseyin Tevfik Paşa’nın bu eseri<br />
tercüme değildir ve konuya<br />
özgün katkı yapması açısından<br />
çok önemlidir.<br />
Tevfik Paşa’nın başka pek<br />
çok görevleri olmuş, Fransa ve<br />
ABD’de kaldığı sıralarda Fransızca<br />
ve İngilizce’yi, bu dillerde<br />
kitap yazabilecek kadar iyi<br />
öğrenmiştir. Burada matematik<br />
dersleri vermiş, yine bu sıralarda<br />
arkadaşlarıyla çıkarttığı<br />
Mebâhis-i İlmiyye adlı aylık<br />
dergiye makaleler yazmıştır. Bu<br />
dergide yayımladığı makaleleri<br />
arasında “Mahsûsât ve Gayr-ı<br />
Mahsûsât” isimli felsefî bir yazısı,<br />
ayrıca türev ve fonksiyonlar<br />
üzerine yazıları bulunur.<br />
Hüseyin Tevfik Paşa, daima<br />
devlet memuriyetiyle görevli<br />
olmasına rağmen, matematik<br />
bilimlerle ilgilenmeye zaman<br />
ayırabilmiş, zengin bir kütüphane<br />
oluşturmuş, çevresindeki<br />
Sâlih Zekî gibi yetenekli gençlere<br />
vakit ayırmış, periyodik<br />
yayınlarla entellektüel bir ortamın<br />
oluşmasına gayret sarf<br />
etmiştir.Gelecek nesillere katkıda<br />
bulunmuştur. 16 Haziran<br />
1901 tarihinde vefat etti. Mezarı<br />
Eyüp semtinde bulunmaktadır.<br />
Eserleri<br />
Hüseyin Tevfik Paşa’nın eserleri şunlardır:<br />
* Zeyl-i usul-i Cebir<br />
* Cebr-i Âlâ<br />
* Fenn-i Makina<br />
* Mebahis-i İlmiye Mecuasmda yazdığı makaleler<br />
(Hesab-ı Müsenna = Dual Aritmetique)<br />
* Tahir Paşa’nın Usul-i Cebir adlı eserine yazdığı<br />
ek<br />
* Usul-i llm-i Hesap<br />
* Astronomi<br />
* Mahsusat ve Gayrı<br />
Mahsusat<br />
* Linear Algebra<br />
http://www.yasamoykusu.<br />
com/biyografi-3585-Huseyin_<br />
Tevfik_Pasa<br />
http://www.muslimheritage.com/topics/default.<br />
cfm?ArticleID=1028<br />
http://tr.wikipedia.org/<br />
wiki/H%C3%BCseyin_Tevfik_<br />
Pa%C5%9Fa<br />
http://turkoloji.cu.edu.tr/<br />
GENEL/akdeniz_tevfik_pasa.<br />
pdf<br />
http://www.yasamoykusu.<br />
com/biyografi-3585-Huseyin_<br />
Tevfik_Pasa<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
43
ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />
Helal Lokma<br />
Ümmü HARAM<br />
Euzübillahiminneşşeytanirracim<br />
Bismillahirrahmanirrahim<br />
Mübarek şehri Ramazan’ın başlarındaydık.<br />
Kavurucu bir yaz günüydü. İkindiyle akşam arası<br />
ihtiyaç sahibi aileleri ziyaret için çıktık. Mahalle<br />
muhtarının belirlediği adresleri ziyarete başladık.<br />
Ramazan-ı Şerif’te Allah-u Teâlâ’nın kovmuş<br />
olduğu şeytan bağlanır. Yürekler yumuşar, hassaslaşır.<br />
Allah-u Teâlâ’nın rahmeti kaplar kullarını.<br />
Rahmet ve bereket<br />
ayıdır, onbir ayın sultanıdır<br />
Şehr-i Ramazan.<br />
Bu mübarek günlerin<br />
manevi hazzı içerisinde<br />
oruca henüz alışamamış<br />
vücutlarımızın<br />
halsizliğini, ağızlarımızın<br />
kuruluğunu bile<br />
hissetmiyorduk. Bir<br />
kapıdan öbür kapıya<br />
bazen yaya bazen<br />
araçla ziyaretlerimizi<br />
yapıyorduk. O gün<br />
hep dert içinde kıvranan<br />
hanım kardeşlerimiz<br />
açtı kapıları.<br />
Pek çok kapıda karşılaştığımız<br />
manzara ve<br />
duyduğumuz sözleri<br />
o gün de işittik. “ Sizi<br />
bana Allah gönderdi.”<br />
Çaldığımız kapının<br />
birini, boşanma<br />
ilamı henüz eline ulaşmış bir hanım kardeşimiz<br />
açtı. Hem iki gözü iki çeşme ağlıyor hem bizlere<br />
sarılıyor, hem halini arz ediyordu. Yıllardır eve<br />
doğru dürüst bakmayan, hatta uğramayan uğradığı<br />
zaman da türlü eziyetler eden kocasından<br />
boşanmış, mahkeme sonucu da az evvel eline<br />
ulaşmış. “Ne zamandır çatırdıyordu ama yıkılması<br />
çok zoruma gitti. Rabbim biliyor, çok çaba sarf<br />
ettim ama kurtaramadım.” diyor. Biz de dilimizin<br />
döndüğünce hakkı ve sabrı tavsiye etmeye gayret<br />
sarf ediyoruz. Oradan çok üzgün ayrılıyoruz.<br />
Fakat bu hadise ne ilk ne de son. Hele son zamanlarda<br />
boşanmalar o kadar artmış ki, her hafta<br />
çaldığımız kapıların yarısı boşanmış veya terk<br />
edilmiş hanımlar tarafından açılıyor. Pek çoğunun<br />
sebebi de internet. Allah Ümmet-i Muhammed’i<br />
muhafaza eylesin.(âmin)<br />
Yine o gün çok acı<br />
bir hadise yaşadık.<br />
Rabbimizden böyle<br />
bir olaydan bütün<br />
Ümmet-i Muhammed’i<br />
ve nesillerini<br />
korumasını niyaz ediyoruz.<br />
Allah başımıza<br />
vermesin. Verdiklerini<br />
de temizlesin.(Âmin)<br />
Araçlarımız harap<br />
bir bahçenin kenarında<br />
durdu. Duvarları<br />
yıkık, kapısı kırık, içinde<br />
ki otlar sararmış,<br />
ağaçları kurumuş bir<br />
bahçe içinde metruk<br />
görünümlü bir ev var.<br />
Bahçenin içinde ama<br />
yola mesafesi bayağı<br />
var. Kırık dökük bir ev.<br />
Kapı girişi bile gözükmüyor.<br />
İçerisinde insan<br />
yaşadığına dair bir<br />
emare de yok. Evin kapısını bulup çalıyoruz. Kapıyı<br />
20 yaşlarında ya var ya yok bir hanım açıyor.<br />
Arkasında iki üç yaşlarında bir oğlan çocuğu var.<br />
Kadının kapıyı açmasıyla ağlamaya başlaması bir<br />
oluyor. Ama ne ağlama. Sarsıla sarsıla ağlıyor, ağlamaktan<br />
konuşamıyor. Çocuk şaşkına dönmüş<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
44
durumda. Annesinin eteğinden tutmuş içler acısı<br />
bir halde. Kızcağızı sakinleştirdik. Çocuğun başını<br />
okşayıp, getirdiğimiz hediyelerden verdik.<br />
Biraz rahatlayınca başladı anlatmaya.<br />
“Aslında kocam kötü bir insan değildi. Ailesi<br />
ölünce kötü arkadaşlar edindi. Kötü arkadaş<br />
kurbanı oldu.” diyor. Aslında önce durumları fena<br />
değilmiş. Bunlar evlendikten bir süre sonra eşinin<br />
anne babası vefat etmiş. Kocası ailesinden<br />
kalanları kısa bir sürede kötü arkadaşlarıyla har<br />
vurup harman savurmuş. O harap bahçe ile oturdukları<br />
bu kötü evden başka bir şeyleri kalmamış.<br />
Kızın asıl üzüldüğü olay ise kocasının gasp<br />
ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarından hapse<br />
girmiş olması. Kocasıyla bir arkadaşı, yeni evli bir<br />
çifti alışveriş merkezinden evlerine kadar takip<br />
etmişler. Fırsatını buldukları bir anda da karı-kocayı<br />
darp edip kadının altınlarını alıp kaçmışlar.<br />
Adamın durumu ağırmış, hala yoğun bakımdaymış.<br />
Gaspçılar aradan biraz zaman geçince polis<br />
tarafından yakalanmışlar ve suçları sabit görülmüş.<br />
Şu anda cezaevindelermiş, muhtemelen<br />
müebbet hapis cezası alacaklarmış.<br />
Genç kadın hem ağladı, hem anlattı. “Benim<br />
kimim kimsem yok, şimdi ben ne yapacağım.<br />
Çocuğuma bunu nasıl izah edeceğim. Ortada<br />
kaldığıma mı yanayım böyle yüz kızartıcı bir suç<br />
işleyen bir adamın karısı olduğuma mı yanayım.<br />
Şimdi az önce eşimden mektup aldım. Aslında<br />
hiç kötü birisi değildi. Arkadaş kurbanı oldu.” diyor.<br />
O, o anda olaya çok farklı bir açıdan bakıyor.<br />
“Yapayalnız kaldım.” diyor. Biz de daha farklı bir<br />
açı getiriyoruz. En azından o haramın midelerine<br />
girmemesinden dolayı şükretmesi gerektiğini<br />
söylüyoruz.<br />
“Öyle bir zaman gelecek ki insanoğlu yedi<br />
şeyin helalden mi haramdan mı olduğuna hiç<br />
aldırmayacak. Böylelerinin hiç bir duası kabul<br />
olmaz.”(Buhari büyü 7/23, Nesei 7/243) Hadis-i şerifini<br />
hatırlatıyoruz. Zaten kendisi de abdestinde<br />
namazında örtülü bir hanım olarak helal rızkın<br />
önemini mutlaka biliyordu. Allah’ın Resulü Muhammed<br />
Mustafa (s.a.v)’in “Allahümme ekfini bi<br />
halalike an haramike ve ağnini bi fadlike ammen<br />
sivak.” ,”Allah’ım bana helal rızık nasip ederek haramlardan<br />
koru. Lütfünle beni senden başkasına<br />
muhtaç etme.”(Tirmizi Deavat 111). Duasını bolca<br />
okumasını tavsiye ediyoruz. Kendisine hediye<br />
ettiğimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın<br />
sohbet kitaplarını ve dua hizbi kitabımızı<br />
okumasının ona ciddi manada destek olacağını<br />
söylüyoruz.<br />
Ayrılmamızı hiç istemiyor ama yapacak hiç bir<br />
şey yok. Evladını ve kendisini Allah’a emanet ediyor<br />
ve başka bir adrese doğru yola koyuluyoruz.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
45
SURELERDEN<br />
Amenerrasulü<br />
S.GÜLSOY<br />
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA<br />
285-Peygamber, Rabbi’nden kendisine ne indirildiyse<br />
ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah’a,<br />
meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman<br />
ettiler. “Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım<br />
yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı<br />
dileriz, dönüş ancak sanadır.” dediler.<br />
286 - Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden<br />
başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine,<br />
yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir.<br />
Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi<br />
tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden<br />
öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey<br />
Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de<br />
yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et<br />
bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı<br />
yardım et bize. 1<br />
Kuran-ı Kerim de Bakara Suresinin son iki ayeti<br />
olan ve Amenerrasulu olarak bilinen ve pek çok<br />
hikmek ve faydası olan bu önemli iki ayet Mekke<br />
döneminde Muhammed Mustafa (sav)’ın miraç<br />
dönüşünde ümmetine hak katından getirdiği bir<br />
hediyedir.<br />
1 Elmalılı Hamdi Yazır (Hak dini Kur’an dili)<br />
Amenerrasulü’nin Faziletine dair bazı Hadisi Şerifler<br />
şunlardır:<br />
1. Ebu Zer (R.anh)’den rivayet edildiğine göre,<br />
Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:<br />
“Allah’ü Teala Bakara suresini iki âyetle sona erdirdi<br />
ki, bunları bana Arş’ın altındaki bir hazineden<br />
verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza<br />
öğrettini, talim ediniz. Çünkü bu iki ayet: hem bir<br />
salât (namazda okunan Kuran) hem bir Kuran (ayetleri),<br />
hem de bir duadırlar.” 2<br />
2. “Dört şey Arş’ı Azâm altındaki hazinelerden<br />
indirildi: Fâtiha, Ayete’l-Kürsi, Âmenerrasûlü, Kevser<br />
Suresi.” 3<br />
3. “Bana Arşın altındaki hazineden Ben’den önce<br />
hiçbir peygambere verilmeyen Bakara Suresinin<br />
son âyetleri (Âmenerrasûlü) verildi.” 4<br />
4. “Her kim bir gece içerisinde Bakara suresinin<br />
iki âyeti (Amenerrrasûlü) okursa, artık o iki âyet ona<br />
(ibadet etmek ve belalardan korunmak bakımdan)<br />
kâfi gelirler.” 5<br />
5. “Kuran’da iki ayet vardır ki, müminler için şifadır<br />
ve Allah’ın sevdiği şeylerdendir. O iki ayet Bakara<br />
suresinin son iki ayeti (olan Amenerrasülü)‘dür. 6<br />
6.”Şüphesiz Allah’u Teala, gökleri ve yeri yaratmadan<br />
2000 yıl önce bir kitap yazdı ve o kitaptan<br />
iki ayet indirerek Bakara suresini bu iki ayetle bitirdi.<br />
Bu iki ayet, bir evde 3 gece okunursa, şeytan o<br />
eve yaklaşamaz.” 7<br />
7. “Her kim Ayetle’l-Kürsi’yi ve Bakara suresinin<br />
sonunu sıkıntılı (kederli) anında okursa, Allah’u Teala<br />
ona yardım eder.” 8<br />
8. “Her kim Bakara suresinin başından dört ayet,<br />
Ayete’l-Kürsi ve ondan sonraki iki ayet, surenin sonundan<br />
da 3 ayet olmak üzere, bir gece içinde bakara<br />
suresinden 10 ayet okursa, o gece o eve şeytan<br />
giremez.” 9<br />
2. Dârimi, Fedailül-Kuran<br />
3 Suyuti, Cami’ussağir, 927<br />
4 Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/151<br />
5 Buhari, Fedailül-Kuran, 10, 27<br />
6 Suyuti, Cami’ussağir, 1/64<br />
7 Tirmizi, Fedailül-Kuran, 4<br />
8 Suyuti, Dürru’l-Mensür, 2/11<br />
9 Heysemi, Mecme’uzzevaid<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
46
ARAPÇA RABCA’YA<br />
GÖTÜRÜR<br />
أقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ سَ اجِ دٌ، فاأكْثِرُوا الدُّعَاءَ<br />
“Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise (secdede) duayı çok yapın.”<br />
Müslim<br />
فَبِاأيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ<br />
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?<br />
Rahman diye isimlendirilen süre-13. Ayet<br />
N. HADRA<br />
FİİL<br />
Zamana bağlı olarak bir işin, bir halin veya bir hareketin oluşunu belirten kelimelere fiil denir. Arapça’da<br />
iki temel fiil çekimi vardır. Diğer kalıplar bu ikisinden türetilir. Bunlar fiil-i mazi (geçmiş zaman) ve<br />
fiil-i muzari (geniş zaman, şimdiki zamanın karşılığı)dır.<br />
FİİL-İ MAZİ<br />
Türkçe’mizdeki –di’li geçmiş zamana denir. Geçmişte daha önce yapılmış bir işi bildirir. (Türkçe’deki<br />
…di-dı, dü-du, ti-tı, tü-tu eklerini sağlar). Örnek;<br />
Okudu- yazdı- yedi-içti…<br />
Fiili mazi çekimi;<br />
نَصَ رُوا<br />
Onlar yardım<br />
ettiler.<br />
نَصَ رْنَ<br />
Onlar yardım<br />
ettiler<br />
نَصَ رْتُمْ<br />
sizler yardım<br />
ettiniz.<br />
نَصَ رْتُنَّ<br />
Sizler yardım<br />
ettiniz.<br />
نَصَ راَ<br />
O ikisi yardım<br />
etti<br />
نَصَ رَتَا<br />
O ikisi yardım<br />
etti<br />
نَصَ رْتُمَا<br />
Siz ikiniz yardım<br />
ettiniz<br />
نَصَ رْتُمَا<br />
Siz ikiniz yardım<br />
ettiniz<br />
نَصَ ْ نَ<br />
Biz yardım ettik<br />
نَصَ رَ<br />
gaib<br />
O, yardım etti<br />
نَصَ رَتْ<br />
gaibe<br />
O, yardım etti<br />
نَصَ رْتَ<br />
muhatab<br />
Sen yardım ettin<br />
نَصَ ْتِ<br />
muhataba<br />
Sen yardım ettin<br />
نَصَ ْتُ<br />
mütekellim<br />
Ben yardım ettim<br />
Örnek cümleler;<br />
ذَهَبَ عَليٌ اِلىَ الْمَ دْ رَسَ ةِ<br />
قَرَأتْ عَائِشَ ةٌ اَلْكِ تَابَ<br />
فَهِمَ اَلطَ الِبُ اَلدَّرِسَ<br />
قَطَ فَ مُحَ مَّدٌ وَرْدَةً kopardı. Muhammed bir gül<br />
حَ سَ دَ اَلْفَلَّاحُ اَلْقَمِح ekti. Çiftçi buğday<br />
Ali okula gitti<br />
Ayşe kitap okudu<br />
Öğrenci dersi anladı.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
47
HAYDAR<br />
Ahmet NAVRUZ<br />
Haydarın içinde bir sıkıntı vardı. Ne olduğunu bilmiyordu ama nefes alması bile zorlaşıyordu<br />
bazen.Birden odaya hışımla bir çoçuk girdi;<br />
-Peçeli abi beni Yasir amca yolladı çabuk yetiş evini bastılar karını kaçırdılar.diyordu.<br />
Haydar hemen ayağa fırladı besmele ile ama aklına öyle şeyler geliyordu ki sol tarafı tutmadı<br />
bir an.Yatağa tutundu ve Ayetel Kürsiyi okuyup dua etmeye başladı.Kendine gelmişti<br />
hemen koşar adımlarla eve doğru yola çıktı..<br />
............<br />
Haydarın eşi ile çoçugunu üstlerine getiren israil askerleri işkenceye başlamışlardı.Kadıncağızı<br />
sandalyeye bağlamış elektrik verip kahkaha atarken içeri büyük komutan Samuel<br />
girdi.<br />
-Hala peçeliyi ele geçiremediniz mi.diye askerlere hakaretler ediyordu.Haydarın bebeği<br />
ile karısının ellerinde olduğunu öğrenince yüzünde oluşan şeytani gülümseme Haydarın<br />
karısını korkutmuştu.’’Şimdi Peçeli ayağımıza gelecek’’diye kahkaha atmaya başladı.<br />
Çığlık çığlığa ağlayan ufacık yavruyu aldı ve elinden ayağından bağlattı.Videoya çekilmesini<br />
söyledi.Anne hem ağlıyor hem de dua ediyordu.’’Çoçuğumu bırakın ne olur bana<br />
yapın ne yapacaksanız’’ diye ağlıyordu.<br />
Ama samuel emri verdi ve dört taraftan calışan çarklar çoçuğun elleri ve ayaklarını<br />
koparttı.Çoçuk bu dünyadan ebedi dünyaya masum bir şekilde gidip cenneti kazanırken<br />
zalimlerde cehennemi kazanıyordu.Acılı anne gördükleri karşısında dondu kaldı hiç<br />
tepki veremiyordu.Zalım komutan samuel ve askerleri kahkaha atıyordu videoyu durdurup<br />
kasetin Peçeliye yollanmasını ve eğer karısını kurtarmak istiyorsa teslim olmasını<br />
söylüyordu..<br />
.............<br />
Haydar eve gelmişti evde heryer dağılmış ve kanlar vardı.Haydar hemen kıbleye yönelip<br />
iki rekat namaz kıldı ve ellerini açıp;<br />
‘’Ey Rabbim muhakkak ki bunların hepsini imtihanımız sana şükürler olsun.Muhakkak hayırda<br />
şerde senden.Ey Rabbim bu zalimler karşısında gücümü kuvvetimi alma.Ben aciz bir kulunum<br />
sen bana kuvvet ver ki ben onlara engel olayım.Ey rabbim beni saidler olarak yaşat ve ruhumu<br />
şehit olarak kabz eyle’’diye dua etti.O arada eve elinde kasetle mahallenin imamı girdi.,<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
48
Faydalı Bilgiler<br />
Hazırlayan Ahmet NAVRUZ<br />
Buz kalıplarınızı su ile doldurmadan önce<br />
bölmelere portakal,limon ve dilediğiniz meyve<br />
parçacıkları yerleştirirseniz dekoratif buzlar<br />
elde etmiş olursunuz.<br />
Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk<br />
yıkamada bir gece soğuk suyun içerisinde<br />
bekletin,sonra yıkayın,çekmeyeceklerdir.<br />
Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini<br />
istemiyorsanız,bir dilim limon ile ovun.Böylece<br />
yumuşacık olacaklardır.<br />
Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde<br />
bir miktar sirke kaynatın.Bu işlem ilerde<br />
kızartmalarınızın tavaya yapışmasını<br />
önleyecektir.<br />
Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları<br />
saatlerce sıcak suda bekletmeyin,aksine kolonya<br />
ile ovalayın. Bilekleriniz ve ayaklarınız<br />
şişmeyecektir.<br />
Eğer ayaklarınız çok hassas ise,sıcak havalarda<br />
şikayetleriniz artıyorsa,her sabah bir kaç<br />
damla zeytinyağı ile ovalayın.<br />
Cevizle dost olun.İçindeki yağ beyin hücreleri<br />
için çok yararlıdır.Kan şekerini düşürdüğü<br />
için şeker<br />
hastalarına<br />
da uzmanlar<br />
tarafından<br />
tavsiye<br />
edilir.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
49
Çocuk<br />
HİCRET NEDİR?<br />
‘ YIL 622 ……. YER MEKKE.’<br />
MEKKEDE YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR ALLAHA İNANMAYANLAR TA-<br />
RAFINDAN İŞKENCE VE BASKI GÖRÜYORLAR. BU YÜZDEN DE MÜS-<br />
LÜMANLAR GİZLİCE İBADET EDİYORLARDI. BUNUN ÜZERİNE AL-<br />
LAH (C.C) MÜSLÜMANLARA MEKKEDEN MEDİNEYE GÖÇ (HİCRET)<br />
ETMELERİ İÇİN İZİN VERDİ. MÜSLÜMANLAR BÜTÜN EŞYALARINI BI-<br />
RAKIP YANLARINA BİRAZ YİYECEK ALIP YOLLARA DÜŞTÜLER. YAK-<br />
LAŞIK 13 GÜNDÜR YOLDAYDILAR SONUNDA MEKKE`YE ULAŞTILAR!<br />
MÜSLÜMANLAR DİNLERİNİ DAHA İYİ YAŞAMAK İÇİN YAPTIKLARI BU<br />
GÖÇ OLAYINA HİCRET DENİR. MEDİNELİLER GELEN MÜSLÜMANLA-<br />
RI BÜYÜK BİR SEVİNÇLE KARŞILADILAR VE ARALARINDA KARDEŞLİK<br />
BAŞLADI.<br />
PEYGAMBER EFENDİMİZİN İNCİ GİBİ HADİSLERİNDEN BİR KAÇI<br />
’KÜÇÜKLERİNE MERHAMET ETMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR.’<br />
’BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR.’<br />
’BÜYÜKLERİNE HÜRMET ETMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR.’<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
50
KELİME AVI<br />
BULMACADA Kİ KELİMELER AŞAĞIDAN YUKARIYA,YUKARIDAN AŞAĞIYA ,ÇAPRAZLAMAMA, DİK VE<br />
DÜZ VERİLMİŞTİR!<br />
F K I R L A N G I Ç L İ F K E L E B E K<br />
G E Y İ K N A Ğ O D R A K U N K E Ş E A<br />
Z Ü R A F A L A T R A K T A V Ş A N P N<br />
K N V A Ş A K Ş A H İ N Ç E G N E Y A G<br />
A I K Ö P E K A K A P L A N K E Ç İ R U<br />
P C K A R G A M A L Z O G N A Y L A S R<br />
L R P T A C N I R A K T A V U S K U Ş U<br />
U I O İ D N İ H K E K L İ K L E O P A R<br />
M D L M P A C N İ S E K U R B A Ğ A K R<br />
B L İ S K O Y U N İ C K İ R P İ P N E A<br />
A I T A K U V A T D M E D E V E U A L N<br />
Ğ B N H İ K L İ T E Ü E Y K A Z M L Y İ<br />
A B A B K A T R U K R Y I L A N A S E L<br />
M A Y M U N K E D R Ö A Y I A K O A L A<br />
I T R A M Z E B R A K I L A B N F O K B<br />
KELİMELER: KAPLUMBAĞA, BILDIRCIN, KIRLANGIÇ, SALYANGOZ, TAVUSKUSU, GÜVERCİN, ANTİLOP,<br />
KANGURU, KARINCA, KELEBEK, KURBAĞA, ÖRÜMCEK, AKBABA, BALİNA, CEYLAN, KAPLAN, KARTAL, KEK-<br />
LİK, LEOPAR, LEYLEK, MAYMUN ,SİNCAP, TAVŞAN, YENGEÇ, ZÜRAFA, TİMSAH, ASLAN, BALIK,DOĞAN,GEYİK,<br />
GORİL,HİNDİ,KARGA,KİRPİ,KOALA,KOYUN,KÖPEK,MARTI,ÖRDEK,RAKUN, ŞAHİN,TAVUK,TİLKİ,VAŞAK,YILA<br />
N,ZEBRA,DEVE,EŞEK,KEÇİ,KEDİ,KURT,LAMA,PARS,PUMA,AYI,FİL, FOK,KAZ<br />
BİLMECELER<br />
1-)ANNEMİN KARDEŞİ DAYIN OLMAZSA NEYİN OLUR ? (…..TEYZEN…..)<br />
2-)HERKESİN GÖRDÜĞÜ AMA BİR DAHA GÖREMEDİĞİ ŞEY?(…..DÜN…..)<br />
3-)KİMİN DİŞLERİ HİÇ ACIMAZ? (……TARAĞIN…… )<br />
ÖĞRETMEN ÖĞRENCİSİNİN ÖDEVİNİ İNCELİYORDU. ÖDEVİ ÖĞ-<br />
RENCİNİN YAPTIĞINDAN KUŞKULANAN ÖĞRETMEN SORDU: ’KEMAL,<br />
BU YAZI BABANIN KALEMİNDEN ÇIKMIŞ OLMASIN !<br />
ÇOCUK PİŞKİN PİŞKİN CEVAP VERİR ‘EVET ÖĞRETMENİM . YAZAR-<br />
KEN BABAMIN KALEMİNİ KULLANDIM.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
51
Tarih’te Aralık<br />
Hazırlayan Abdulkadir AYDIN<br />
1<br />
2<br />
3<br />
4<br />
5<br />
7<br />
9<br />
1 Aralık Türk Askerlerinin Kore`de<br />
Kunuri Zaferi(1950).<br />
2 Aralık Namık Kemal`in ölümü<br />
(1888).<br />
2 Aralık Mars`a ilk vasıta indi<br />
(1974)<br />
3 Aralık Kıyafet Kanunu`nun kabulü<br />
(1934).<br />
3 Aralık BM Kuvvetleri`nin<br />
Kore`den çekilmeye başlaması<br />
(1950).<br />
3 Aralık Hasan Basri Çantay`ın vefatı<br />
(1967)<br />
3 Aralık Pakistan-Hindistan<br />
Savaşı(1971).<br />
4 Aralık İnönü, Churchill ve<br />
Roosevelt`in Kahire Konferansı<br />
(1934).<br />
5 Aralık Nuruosmaniye Camii ibadete<br />
açıldı (1755)<br />
5 Aralık Türk Kadınına seçme<br />
ve seçilme hakkının tanınması<br />
(1934).<br />
6 Aralık Ali Kuşçu`nun vefatı<br />
(1474)<br />
6 Aralık Fransa kralının<br />
Kanuni`den yardım istemesi<br />
(1525)<br />
7 Aralık 2. Dünya Savaşı`nda<br />
Japonlar`ın Pearl Harbour baskını<br />
(1941).<br />
8 Aralık Amerika`nın, Japonya`ya<br />
harp ilan etmesi (1941).<br />
9 Aralık Kudüs`ün elimizden çıkışı<br />
(1917).<br />
10<br />
11<br />
12<br />
13<br />
14<br />
16<br />
17<br />
10 Aralık İnsan Hakları Evrensel<br />
Beyannamesi`nin yayınlanması<br />
(1948).<br />
10 Aralık Türkiye Cumhuriyeti İle<br />
Arnavutluk Hükümeti arasında<br />
Ankara`da `Dostluk Antlaşması`<br />
imzalandı (1923).<br />
11 Aralık Türkiye`nin Bağdat Büyükelçiliği<br />
İdare Ataşesi Çağlar<br />
Yücel, arabasında uğradığı silahlı<br />
saldırı sonucu öldürüldü (1993).<br />
11 Aralık Rusların Çeçenistan`ı<br />
işgali (1994)<br />
12 Aralık Etiyopya ile Eritre arasında<br />
2 yıl süren savaşa son veren<br />
barış anlaşması, Eritre Devlet<br />
Başkanı İssaias Afevorki ve Etiyopya<br />
Devlet Başkanı Meles Zenavi<br />
tarafından Cezayiride imzalandı<br />
(2000).<br />
13 Aralık Türkiye`nin Gümrük<br />
Birliği`ne katılması (1995)<br />
14 Aralık Bosna Barış<br />
Anlaşması(1995)<br />
14 Aralık George Washington`un<br />
ölümü (1799).<br />
14 Aralık Şili`de ilk demokratik<br />
seçimler (1989).<br />
15 Aralık 2. Sultan Selim`in ölümü<br />
(1574).<br />
16 Aralık BM`nin Musul`u Irak`a<br />
vermesi (1925)<br />
16 Aralık Londra Konferansı, dört<br />
büyükler Almanya konusunda<br />
uzlaşamadılar (1947).<br />
17 Aralık Mevlana`nın irtihali<br />
(1273)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
52