28.08.2014 Views

Tüm Müslümanların Kaderi Aynı

Bizbiriz d e r g i s i 11.sayı

Bizbiriz d e r g i s i 11.sayı

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Tüm</strong><br />

<strong>Müslümanların</strong><br />

<strong>Kaderi</strong> <strong>Aynı</strong><br />

2147-642Bizbiriz<br />

Sayı: 11<br />

Aralık 2013<br />

ISSN:<br />

d e r g i s i<br />

وَالَّذينَ‏ كَفَرُواْ‏ بَعْضُ‏ هُمْ‏ ‏أوْلِيَاء بَعْضٍ‏ ‏إِلاَّ‏ تَفْعَلُوهُ‏ تَكُن<br />

فِتْنَةٌ‏ فِي الاأرْضِ‏ وَفَسَ‏ ادٌ‏ كَبِيرٌ‏<br />

İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız<br />

yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.<br />

Enfal 73


EDİTÖRDEN<br />

Yüce rabbimize sonsuz şükürler olsun ki,<br />

bir sayı ile daha huzurlarınızdayız. Gönüller<br />

birleştikçe zorluklar bir bir uzaklaşıyor. Aşılan<br />

her engel bir sonraki çalışmaların zeminini<br />

kuvvetlendiriyor.<br />

* * *<br />

İslam âleminde her dem yeni olaylar zuhur<br />

ediyor. Ahir zamanın bir özelliği olsa gerek ki,<br />

her olay kendinden önceki olayları örtüyor.<br />

unutturuyor. Hafıza-i beşer her geçen zamanda<br />

daha bir nisyan ile malülleşiyor. Ama ne acı<br />

bir geçektir ki, kendinden sonraki olaylara ders<br />

olan olaylar zamanın Müslümanları tarafından<br />

ibret olarak alınmıyor, algılanmıyor.<br />

* * *<br />

Geçtiğimiz ay içerisinde, bütün dünyanın<br />

gözleri önünde bir mücahid<br />

idam yoluyla şehid edildi.<br />

Abdurrahman MOLLA’nın<br />

şehadeti müşfik gönüllere<br />

hüzün indirirken birçok kişiye<br />

sıradan bir ölüm gibi geldi.<br />

Ve ne kötü sevinenler de<br />

oldu. Nasıl ki, islam âleminde<br />

cerayan eden katliamlar<br />

sıradan bir vaka olarak algılanmakta<br />

ise MOLLA’nın şehadeti<br />

de o nispette gazete<br />

satırları arasında kayboldu<br />

gitti.<br />

İnancı uğruna şehid edilen<br />

bütün mücahidlere selam<br />

olsun.<br />

* * *<br />

Şehadetlerin hüznü yaşanırken başka bir<br />

hoca efendinin bedduaları ile sarsıldı İslam âlemi.<br />

Zalimlere beddua etmeyen ve hatta onlar<br />

ve çocukları için gözyaşı dökebilecek kadar<br />

merhametli olduğu izlenimini oluşturan bir<br />

hoca efendi, Allah rızası için hizmet gayretinde<br />

olduğu aşikâr olan bir zümre için beddua ediverdi.<br />

Ne var ki, artık islam âleminin feraset ve<br />

basiretli yürekleri bu hezimeti yere düşürmedi.<br />

Zerre miktarı iman ile hareket edenler “aldık kabul<br />

ettik” değil “sahibine iade ettik” dediler. Yangına<br />

benzin ile gidip ateşi körüklemek yerine su<br />

ile gidip söndürdüler.<br />

Cenab-ı Hak müslümanların feraset ve basiretlerini<br />

açsın. Âmin<br />

* * *<br />

Bu sayımız yine dolu dolu.<br />

Varisün-nebi Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu Hocamızın<br />

sohbetlerinden bir buket<br />

ile beraber, mü’minin<br />

hayatını şekillendirecek<br />

ilim hazinesinden demetleri<br />

kardeşlerimiz hazırlamışlar.<br />

Cenab-ı Hak amelimize<br />

yansıtmayı nasip eylesin.<br />

Örneklik ve ibretlik hadiselerle<br />

dolu bir dönemdeyiz.<br />

Rabbim bizleri ibretlik<br />

olan kullarından değil örnek<br />

olan kullarından eylesin.<br />

Âmin<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Bizbiriz Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />

Kadir Aydın<br />

Grafik – Tasarım<br />

Yasin Candan<br />

Fotoğraf<br />

Bahadır Aktaş<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Yayın Kurulu<br />

Hamide Erbay<br />

Ayşe Tunç<br />

Selman Bahar<br />

Zehra Bilmen<br />

Faruk Kul<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı Tarihi<br />

Aralık 2013<br />

Baskı<br />

Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />

Konya<br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

Bizbiriz Dergisinde<br />

yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />

fotoğraf, illüstrayon,<br />

infografik ve makalelerin<br />

elektronik ve basılı<br />

ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz<br />

Derneği’ne aittir.<br />

Yayın Türü<br />

Aylık, yaygın süreli yayın<br />

Bizbiriz Derneği<br />

Medrese Mah. Ulaşbaba Cad. Aras İş<br />

Merkezi No:15/1Selçuklu / KONYA<br />

Tel : 0 (332) 353 27 00<br />

0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

3


Sömürgeciliğin<br />

Yeni Hali: Yasal<br />

Gasp<br />

6<br />

Vahiy Nuruyla<br />

Şereflenen Gece<br />

9<br />

İlm-ü Hal<br />

12<br />

Hadis<br />

16<br />

Fıkıh<br />

18<br />

Siyer-i Nebi<br />

19<br />

Tasavvuf<br />

23<br />

Ayın<br />

Sohbeti<br />

27<br />

Sensin<br />

33<br />

Unutulan<br />

Hasene: Karz-ı<br />

Hasen<br />

36


Sahabe-i Güzin<br />

38<br />

Müslüman<br />

Bilimadamları<br />

42<br />

Şehrin<br />

Görünmeyen<br />

Yüzü<br />

44<br />

Amenerrasulü<br />

46<br />

Arapça<br />

Rabca’ya<br />

Götürür<br />

47<br />

Haydar<br />

48<br />

Faydalı Bilgiler<br />

49<br />

ÇOCUK<br />

50<br />

Tarih’te<br />

Aralık<br />

52


Sömürgeciliğin<br />

Yeni Hali: Yasal Gasp<br />

SELMAN BAHAR<br />

Ekonomi ve politika... Birbirinden karşılıklı<br />

olarak etkilenen ve insanların yaşam standartlarını<br />

ve tarzlarını yönlendiren çok önemli iki<br />

kavram. Biri diğerinden bağımsız düşünülemez<br />

ve ikisinin de yönetiminde başarılı olan<br />

makam, gücünü sarsılmaz bir zemine taşır.<br />

Kuşkusuz ki kısa vadede Dünya’nın sıcak gündemini<br />

ve uzun vadede tarihin seyrini en çok<br />

şekillendiren olayları meydana getiren yönetici<br />

sınıfın kararları, ekonomi ve politikadan<br />

bağımsız düşünülemez.<br />

***<br />

Başat güç 1 : George Modelski tarafından geliştirilen<br />

bir uluslararası ilişkiler kuramıdır. Bu<br />

kurama göre 15. yüzyıldan itibaren dünya tarihinde<br />

belirli devletler ortalama bir yüzyıl süren<br />

dönemlerde denizlere egemen olmaktadır.<br />

Bu egemenliğin ortaya çıkardığı bir sonuç<br />

olarak başat güçler dönemleri içinde ekonomi,<br />

politika, popüler kültür, bilimsel metotlar<br />

gibi daha birçok alanda söz hakkı dünya geneline<br />

yayılmış devlet olarak tanımlanabilir.<br />

Her yüzyılda başat güç olan farklı devletler<br />

ortaya çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecek.<br />

Şimdiye kadar Dünya’ya üstünlük sağlamış<br />

başat güçler şu şekilde listelenebilir. 15. yy da<br />

Portekiz, 16. yy da İspanya, 17. yy da Hollanda,<br />

18. yy da Fransa, 19. yy İngiltere başat güç<br />

olmuşlardır. 20. yy da ise Almanya’nın başat<br />

güç olma sevdasıyla içine girdiği hırçın tutum<br />

1 Başat Güç ile ilgili daha geniş okuma için; SANDER Oral, Siyasi<br />

Tarih/İlkçağlardan 1918’e, İmge Kitabevi<br />

ise iki dünya savaşına neden olsa da, bu kaos<br />

meydanından ABD kazançlı ayrılmış ve 20.<br />

yy’ın son yarısında başat devlet olmuştur. 21.<br />

yy’ın Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırılması<br />

ise Sovyetler Birliği’nin ABD’yi alt ederek<br />

başat güç olma hedefinden kaynaklanır. Fakat<br />

gerek deniz, gerek hava, gerekse uzay sahasındaki<br />

etkisi ile ABD 21. yy’ın da güçlü devleti<br />

olarak tanımlanmış ve SSCB dağılmış bir güç<br />

olarak tarihe geçmiştir.<br />

***<br />

Başat güç kavramında dikkat edilmesi gereken<br />

husus başat gücü belirleyen unsurdur.<br />

George Modelski’nin, uluslararası denizlerde<br />

üstünlüğü belirleyici olarak seçmesinin nedeni<br />

deniz yollarına sahip olan devlet için ekonomik<br />

sürecin (ithalat-ihracat/ hammadde alımı<br />

vs.) daha hızlı akmasıdır. Bu mantık içinde<br />

bugünün başat güç unsuru teknolojik altyapıyla<br />

ilişkilendirilebilir.<br />

“Başat devletler” ile ilgili tarihi bir inceleme<br />

yapılırsa görülecek olan şudur ki, her başat<br />

gücün öne çıkan ortak bir özelliği vardır. Bu<br />

özellik diğer devletlerin içinde ekonomik imkan<br />

ve kazanç kapasitesi açısından önde olmaktır.<br />

Muhakkak ki bu üstünlük sadece ekonomiye<br />

indirgenemez. Ekonomik üstünlüğü<br />

kazanmak adına sağlam bir devlet örgütlenmesi<br />

şart ise böyle bir devlet örgütlenmesi<br />

içinde o toplumun, kültürel birikim ve toplumsal<br />

ilişki düzeylerinde belli bir seviye kat<br />

etmiş olması gerekir. Yani ekonomik başarı<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

6


ir getiri ise her getirinin bir sermayeye ihtiyaç<br />

duyması gibi ekonomik başarının sermeyesi de<br />

devlet organları ve sivil toplum arasındaki ilişkinin<br />

istikrarıdır.<br />

Eğer toplumsal tabaka sağlam bir zemin<br />

oluşturuyorsa devlet içinde siyasi mekanizmada<br />

sağlam olacaktır. Sağlam bir siyasi mekanizma,<br />

yurtiçinde üretim yapan sektörlerin uluslararası<br />

düzende devlete ekonomik üstünlük<br />

getirmesini sağlayacaktır. Şüphesiz ki buradan<br />

çıkarılacak sonuç ise uluslararası ekonomik üstünlük<br />

kazanmış bir devlet, aynı zamanda uluslararası<br />

siyasi otorite olmaya başlamış bir devlet<br />

de demektir.<br />

Asıl vurgulamak istediğimiz<br />

durum ise<br />

anlattığımız başat güç<br />

kavramının pekte masum<br />

olmayan fiillerin<br />

sebebi olduğudur.<br />

Devletler tarihin her<br />

diliminde ister barışçıl<br />

yollarla olsun, ister<br />

tehdit içerikli diplomasiyle<br />

olsun, isterse<br />

birebir şiddet kullanarak<br />

olsun diğer devletlere<br />

üstünlük kurmaya<br />

çalışmıştır. Tek gayeleri<br />

yurtiçinden ve/ya<br />

yurtdışından gelebilecek<br />

olası tehditlere<br />

karşı güvenliği sağlamak olmuştur. Bu yüzdende<br />

tehdit olarak algıladıkları devletleri “üstün<br />

olma” durumuyla egale etmeyi seçmişlerdir. Bu<br />

üstünlük bir devlete karşı kültürel baskınlık olabilecekken<br />

başka bir devlete karşı diplomatik<br />

kazanç şeklinde sağlanabilir. Yani insan ilişkilerindeki<br />

gibi her devlet arasındaki ilişki/rekabet<br />

ilişkisi devletlerin karakteristik özelliklerine<br />

göre şekillenir. Ama her devlet karakteri için<br />

geçerli olan bir üstünlük varsa o da ekonomi/<br />

akabinde siyaset alanındaki üstünlüktür.<br />

İşte uzun uzadıya girişini yaptığımız belirli<br />

kavramlarla ilgili sunduğumuz çerçeve aslında<br />

üstünlüklerin dünya tarihine yansımasıyla<br />

ilgili bir hikayeyi anlatmak içindir. Uluslararası<br />

şirketlerin üçüncü dünya ülkelerini nasıl parsellediklerinin<br />

başlangıç serüvenidir bu hikaye.<br />

Devletler ve uluslararası şirketler arasındaki<br />

sınırların nasıl ortadan kalktığıyla ilgilidir daha<br />

Ama biz Allah’ın rızasını gözeterek<br />

salih ameller işlemek istiyorsak<br />

araçlar amacımıza hizmet<br />

edecek. Biz nasıl olduğuna akımızla<br />

varamayacağız güzellikler<br />

yaşayacağız. Allah’ın lütfuyla attığımız<br />

bir adım on adım hükmünde<br />

olacak, ilerlerken nasıl ilerlediğimize<br />

şaşacak cümle alem.<br />

çok. Akabinde ise birey olarak teker teker her<br />

insanın, bu kâr savaşından nasıl zarar gördüğünün/göreceğinin<br />

delilidir bu hikaye.<br />

İnsanoğlu olarak sıklıkla unuttuğumuz ve<br />

bizi hataya/zarara düşüren şey devletin varlığının<br />

sebebidir. Bizler hızlı akan yaşamda çoğu<br />

zaman devlet için yaşama hatasına düşeriz.<br />

devlet için çalışır, devlet için kazanır, devlet için<br />

koştururuz. Tabi ki devletin devamlılığını sağlamak<br />

her vatandaşın sorumluluklarından biridir.<br />

Fakat atladığımız nokta aslında devlete<br />

biz insanların yaşamını kolaylaştırmak için yine<br />

insanoğlu tarafından belli bir sistem kazandırıldığıdır,<br />

devletin amacının vatandaşa hizmet<br />

olduğudur.<br />

Bununla birlikte<br />

devletin görevlerini<br />

de önemsizleştirmekte<br />

tehlikelidir.<br />

Buna en büyük örnek<br />

1929 Dünya Ekonomik<br />

Buhranı sonrasında<br />

ABD’de alınan önlemlerdir.<br />

Bu önlemler<br />

devletin ekonomik süreçten<br />

neredeyse tamamen<br />

elini çekmesine<br />

neden olmuş birçok<br />

düzenlemeyi içerir.<br />

Bunun sonucunda ise<br />

1960’lı yıllara kadar<br />

gelinen süreçte ekonominin belirleyici unsurunun,<br />

devletin piyasadan uzaklığında, oldukça<br />

gelişmiş finans şirketleri olmaya başlamasıdır.<br />

Bu finans şirketleri ise artık devletlerin ekonomik<br />

eli olmuşlar ve politikanın görünmez silahı<br />

olarak ABD hükümeti tarafından kullanılmaya<br />

başlamışlar.<br />

Finans şirketlerini, en etkili biçimde kullanan<br />

devlet olarak Amerika, bu yolu uluslararası<br />

hukuksal olarak yasal olmayan işleri bu şirketler<br />

üzerinden yasallaştırmak için seçmiştir. Yakın<br />

tarihte de birçok örneği bulunan bu tarz<br />

yasal ekonomik gaspların itirafçıları dünya basınına<br />

belgeler sızdırmakta, saklı kalmış birçok<br />

ekonomik tetikçilik operasyonunu gün yüzüne<br />

çıkartmaktadır. Bu belgelerden görülen en<br />

çarpıcı sonuç ise başta ABD olmak üzere birçok<br />

Avrupa devletinin başvurduğu bu yasal ekonomik<br />

gaspların güvenlik duvarını devletlerin is-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

7


tihbarat servislerinin yürüttüğü gizli operasyonların<br />

oluşturmasıdır.<br />

Ekonomik yasal gasp, Amerika’daki şirketlerin<br />

büyümesiyle beraber ortaya çıkan ekonomik<br />

danışmanlık/finans şirketlerinden bazılarının<br />

devlet adına bir takım çalışmalar<br />

yürütmesiyle başlıyor. Bu şirketler vergi yasalarının<br />

çoğunun lehlerine düzenlenmesi ve<br />

şirket yöneticilerini işçilerinden daha imtiyazlı<br />

hale getiren yeni düzenlemeler konulmasına<br />

ilişkin yıllar süren çabalarla bir üst sınıfın<br />

oluşmasına neden oluyor. Basit bir örnekle<br />

1970’de bir yöneticinin maaşı bir işçinin maaşının<br />

5 katı iken 2000’lerde 24 katı olmuştur.<br />

1970’de şirketlerin ödediği vergi kazancın<br />

%40’ını bulurken 2000’lerde %7 civarındadır.<br />

ABD 17-18. yüzyıllarda süregelen sömürge<br />

yarışını 21.yüzyılda yasal olarak bırakmış görünse<br />

de bu finans şirketlerini kullanarak gayri<br />

resmi yollarla Afrika, Latin Amerika ve Ortadoğu<br />

ülkelerini borçlandırarak kendine bağımlı<br />

hale getiriyor.<br />

Bu finans şirketlerinde görevli üst düzey<br />

eğitim almış ekonomi danışmanları üçüncü<br />

dünya ülkelerinin liderlerini büyük miktarda<br />

borç almaya teşvik ediyor. Zaten amaç doğal<br />

kaynaklar olduğu için seçilen ülke yeraltı ve<br />

yerüstü kaynakları zengin bir ülke oluyor. Bu<br />

kaynakları işleyerek ödeyebileceğine inandırarak<br />

yüksek faizli krediler almaya ikna ediyor.<br />

Ülke borcu almayı kabul ettiğinde ise finans<br />

şirketi parayı anlaşmaları gereği doğrudan<br />

kendi ülkesinin şirketlerine yönlendiriyor. Bu<br />

şirketler borcu alan ülkede yatırım yaparak<br />

çok güzel miktarlar kazanıyor fakat esnetilmiş<br />

kanunlara yaslanarak düşük vergilerle çalıştıkları<br />

için devlet çok az geri ödeme alabiliyor.<br />

Kredinin bırakın faizini ana parasını bile ödemekte<br />

zorlanıyor. Böylece aldığı borç parayı<br />

eline geçmeden kullanmış oluyor. Borcu ödemek<br />

için kullanacağı kaynakların işletilmesini,<br />

borcu aldığı devletin şirketlerine bırakıyor.<br />

Hem piyasadan mahrum kalıyor hem borcu<br />

katlanarak artıyor. Finans şirketi borcunu geri<br />

istediğinde ise mecburen sağlık, eğitim vb.<br />

fonları faiz ödemeleri için kullanıyor. Yetmediği<br />

takdirde doğal kaynaklarını yok pahasına<br />

yabancı yatırımcılara devrediyor.<br />

Peki borç almazsa? işte o zamanda tarihte<br />

birçok örneği sayılabilecek CIA (Central Intelligence<br />

Agency/ Merkezi İstihbarat Teşkilatı)<br />

operasyonları başlıyor. Devlet başkanı borcu<br />

almayı reddederse demokratik yollarla seçilmiş<br />

lider düşürülüyor. O borcu alacağına inandıkları<br />

bir piyonu koltuğa oturtuyorlar.<br />

Musaddık’ın ABD petrol şirketlerine imtiyaz<br />

tanımaması “ABD’nin ekonomik desteğini!”<br />

kabul etmemesi sonucu CIA tarafından<br />

yürütülen Kermit Roosevelt’in başında bulunduğu<br />

bir operasyonla yerine Şah Rıza Pehlevi’nin<br />

getirilmesi ve Şah’ın hemen akabinde<br />

petrol şirketlerini özelleştirerek ABD’li şirketlere<br />

ihale etmesi yani kısaca İran’daki 1953<br />

darbesi buna iyi bir örnektir.<br />

1954’te Guatemala’da J.Arbenz’in hükümetine,<br />

1965’te Endonezya’da Sukarno’nun<br />

hükümetine, 1970’te Kamboçya’da Prens Norodom<br />

Sihanuk’un hükümetine ve 1973’te<br />

Şili’de Salvador Allen’in hükümetine yapılan<br />

darbelerin hepsinin CIA destekli olduğu bilinmektedir.<br />

Kaldı ki bu operasyonlar ekonomik<br />

kaygılarla yapılmış olanların bazılarıdır. Bunun<br />

yanında siyasi kaygılarla yapılmış Yunanistan’da<br />

1967-1974 cuntaları, Küba’da Fidel<br />

Castro’ya yönelik düzenlenmiş düzinelerce<br />

operasyon örnekleri çeşitlendiriyor. 2<br />

Bu operasyonların CIA destekli olduğu<br />

emekli CIA çalışanları ve finans sektöründeki<br />

bağlantılar tarafından deşifre edilmiştir. Bazıları<br />

CIA tarafından açıkça kabul edilmiş, bzıları<br />

hala reddedilmektedir. Bunun gibi birçok<br />

örnekte zamanla deşifre olacaktır. Mesela son<br />

iki-üç yıllık süredeki Arap Baharı dalgası gibi...<br />

Bu noktada son söz olarak şunu söyleyebiliriz<br />

ki, bu operasyonlarla devrilen hükümetlerin<br />

hepsi de halklarının iradesiyle seçilmiş<br />

hükümetlerdi. Fakat görülüyor ki insanoğlu<br />

çıkarları için diğer insanları hiçe sayabilecek<br />

pervasızlığa düşebiliyor. İşte anlattığımız bu<br />

hikayenin, bu oyunun kirliliği de ne ekonomik<br />

ne siyasi dezenformasyonlardır. İşte 1900’lerden<br />

bu yana yaşanan dalgalı sürecin neden<br />

olduğu kısır döngü bir güvensizlik ortamının<br />

doğuşudur. Asıl zarar insanın doğasına, ruh<br />

sağlığına verilmektedir. İnsanları, iradelerini<br />

hiçe sayarak güvensizlik ortamına sürüklemek<br />

elbette ki bu oyunun kontrolünü elinde<br />

tutan insanları da bir gün gelip o güvensizliğe<br />

hapsedecektir.<br />

2 CIA destekli ekonomik-siyasi operasyonların ayrıntılı analizi<br />

için; John PERKINS, Kafes, April Yayınevi John PERKINS,<br />

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, April Yayınevi<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

8


Kadir Sûresi Tefsiri<br />

VAHİY NURUYLA<br />

ŞEREFLENEN GECE<br />

Hamide ERBAY<br />

Beşiktaş İlçe Vaizi<br />

Sûre adını ilk âyette geçen “kadir gecesi”<br />

kelimesinden almıştır. Ebu Zer (r.a.) rivayeti<br />

üzere “inna enzelnâhu” sûresi diye de anılmaktadır.<br />

Abese sûresinden sonra, Şems sûresinden<br />

önce Mekke’de indirilmiş olup, beş<br />

âyetten oluşmaktadır. Bir rivayete göre de,<br />

müfessirlerin çoğu Medine’de indiğini söylemişlerdir.<br />

Mushaf’taki sıralamada 97. ve iniş sırasına<br />

göre 25. sûredir.<br />

Konusu, Kur’ân’ın indirildiği gece olan Kadir<br />

gecesidir. Sûrede bu gecenin önemine ve<br />

şerefine vurgu yapılmaktadır. 1<br />

1 DİBY, Kur’an Yolu Meâl-Tefsir, c. V, s. 657.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

9


“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın<br />

adıyla…”<br />

“Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik.”<br />

“Kadr” kelimesi “kadera” fiilinin mastarıdır,<br />

asıl anlamı “güç yetirmek” demek olup, “hüküm,<br />

haya, takdir, şeref, azamet, tazyik” manalarına<br />

gelmektedir. Kur’ân’ın bu gecede<br />

indirilmesinin geceyi şereflendirdiği ve kadrini<br />

yücelttiğini belirtmek üzere ona bu isim<br />

verilmiştir.<br />

Birinci anlamı itibariyle, Kadir gecesi “hüküm<br />

gecesi” demektir. Duhân Sûresi’nde “Biz<br />

O’nu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz<br />

uyarıcıyız. (O gecede) Her hikmetli emir onda<br />

ayırt edilir” (44,3) buyurulduğu üzere; her hikmetli<br />

emrin, ilâhi takdirde hükmedilmiş işlerin<br />

ayırt edildiği mübarek bir gecedir. Bu anlamı<br />

göz önünde bulundurularak Kadir gecesine<br />

“takdir gecesi” de denilmektedir. Asıl takdir<br />

ezeli olduğuna göre, burada kastedilen o hüküm<br />

ve takdirin açıklanması ve yerine getirilmesi<br />

olmalıdır.<br />

İkinci anlamı itibariyle Kadir gecesi, “azamet<br />

ve şeref gecesi” demektir. Daha sonraki âyette<br />

gelecek olan, “bin aydan hayırlı” bir gece olduğu<br />

ifadesi, bu anlamı açığa çıkarmaktadır.<br />

Üçüncü anlamı itibariyle, Kadir gecesi “tazyik<br />

(sıkıştırmak, daraltmak) gecesi” demektir.<br />

Zira o gece inen meleklere yer dar gelir<br />

denilmektedir.<br />

Âyette “azamet nûnu”yla “Biz indirdik onu”<br />

buyurulması, indirenin büyüklüğünü ifade<br />

ederken, indirilenin şanını da yüceltmeyi ifade<br />

etmektedir.<br />

Âyetteki “o” zamiriyle kastedilenin Kur’an<br />

olduğu hususunda müfessirler ittifak etmişlerdir.<br />

Kur’ân’ın zamirle anlaşılacak derecede<br />

apaçık bilinen, tanınan, şanı yüce bir kitap olduğunu<br />

göstermek için adının açıkça anılmadığı<br />

belirtilmektedir.<br />

“Biz onu indirdik” ifadesinden, “tamamını<br />

indirdik” veya “indirmeye başladık” anlamları<br />

çıkarılabilir. Alimlerin çoğu “peyderpey indirdik”<br />

anlamında “nezzelnâ” fiili yerine “indirdik”<br />

anlamında “enzelnâ” fiili kullanılmasını<br />

gerekçe göstererek âyette, Kur’an’ın tamamının<br />

ulûhiyyet makamından dünya semâsına<br />

indirilmesinin söz konusu edildiğini ileri<br />

sürmüşlerdir. Bazı alimler ise, bu âyetle doğrudan<br />

Resûlullah’a gelen Alak sûresi’nin ilk<br />

âyetlerinin kastedildiği kanaatindedirler. Her<br />

iki yoruma göre de o gece Kur’an-ı Kerim’in<br />

indirilişine sahne olduğu ve bu olayla büyük<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

10


ir değer kazandığı için surede ona “leyletü’lkadr”<br />

denilmiştir. 2<br />

“Bilir misin nedir Kadir gecesi?”<br />

Âyetin soru şeklinde ifade edilmesi, Kadir<br />

gecesinin yücelik ve şanını ifade eder. Âyete cevap<br />

veren sonraki âyetlerde de onun tarihinin<br />

açıklanması yerine bu gecenin önemi, insanlar<br />

için hayır ve bereketi üzerinde durulmuştur.<br />

“Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır”<br />

Müfessirlerin bir kısmı âyeti hakiki manasında<br />

anlayarak, bu gecede yapılan ibadet ve<br />

hayırların, içinde Kadir gecesinin bulunmadığı<br />

tam bin ayda yapılan ibadetlerden daha çok sevap<br />

getireceğini belirmektedir. Başka bir yoruma<br />

göre burada bin sayısı çokluktan kinayedir.<br />

Nitekim birçok dilde olduğu gibi Arapçada da<br />

bin rakamı büyük bir sayı söyleyerek çokluğu<br />

anlatmak için kullanılmaktadır. Bu gece Yüce<br />

Allah’ın (c.c.) Resûlullah (s.a.v.) ve ümmetine bir<br />

lütfu ve ihsanıdır.<br />

“O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle<br />

her bir iş için iner dururlar.”<br />

Âyette, Kadir gecesinin bin aydan hayırlı oluşunun<br />

bazı sebepleri açıklanmaktadır. Bu gece<br />

Allah Teâla’nın (c.c.) vereceği görevleri üstlenmek<br />

üzere melekler ve ruh yeryüzüne inerler.<br />

Müfessirlerin çoğunluğuna göre, “ruh”tan maksat<br />

Cebrâil’dir. Cebrâil meleklerden biri olmakla<br />

beraber makamının yüksekliği ve şanının yüceliğini<br />

göstermek üzere ayrıca zikredilmiştir.<br />

Ruha “meleklerin ileri gelenleri, meleklerin dışında<br />

Yüce Allah’ın (c.c.) görünmez ordularından<br />

bir ordu, rahmet” vb. manalarını verenler<br />

de vardır.<br />

“O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik<br />

doludur”<br />

Âyette bu gecenin esenlik ve mutluluk gecesi<br />

olduğu ifade edilmektedir. Zira melekler<br />

gecenin başından itibaren tan yeri ağarıncaya<br />

kadar gruplar halinde inerek müminlere selam<br />

verirler. Bu durum tan yeri ağarıncaya dek devam<br />

etmektedir.<br />

Bu gecenin hangi gece olduğu çok ihtilaflı<br />

bir konudur ve birçok görüş nakledilmiştir. Kadir<br />

gecesinin, bütün sene içerisinde gizli olup,<br />

Ramazan ayında ve son on gecenin tek gecelerinde<br />

olma ihtimali ağırlık kazanmaktadır.<br />

2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c.IX, s.340.<br />

Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre ise, Ramazan<br />

ayının 27. gecesi Kadir gecesi olarak kabul<br />

edilmektedir. Kadir gecesinin kesin olarak bildirilmemesi,<br />

insanların o gecede kazanacakları<br />

sevaplara güvenip diğer zamanlarda kulluk görevlerini<br />

ihmal etmelerini önlemek gibi bazı sebep<br />

ve hikmetlerle açıklanmaktadır.<br />

Ramazanın son on gününe girildiğinde Resulullah<br />

(s.a.v.) dünyevi işlerden uzaklaşıp,<br />

mescitte itikafa çekilir, vaktini daha çok ibadet<br />

ve tefekkürle geçirirdi. Müminler de kadir gecesini<br />

ibadetle ve dualarla ihya etmelidirler. Hz.<br />

Ayşe, bu gecenin nasıl ihya edileceğini Resûlullah’a<br />

(s.a.v.) sormuş, o da “Allah’ım! Sen affedicisin<br />

affı seversin, beni affet! de” şeklinde cevap<br />

vermiştir (Tirmizi,”Da’avât”,84; İbn Mâce, “Duâ”,<br />

5). 3 Cenâb-ı Hak biz kullarını da Kadir gecesinin<br />

hayır ve faziletine eren salih kullar zümresine<br />

dâhil eylesin. Âmin.<br />

Kendinize<br />

beddua etmeyin,<br />

ancak hayırla dua<br />

edin. Zira melaike<br />

dediğinize “amin”<br />

der.<br />

Ramuz el Ehadis S.470<br />

3 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c. V, s.659-660.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

11


ilm-ü hal<br />

NAMAZIN NEV’İLERİ<br />

AYŞE TUNÇ<br />

بسم الله الرحمن الرحيم<br />

امَّحْ‏ مُودً‏ مَقَامًا رَبُّكَ‏ يَبْعَثَكَ‏ ‏أن عَسَ‏ ى لَّكَ‏ نَافِلَةً‏ بِهِ‏ فَتَهَجَّدْ‏ اللَّيْلِ‏ وَمِنَ‏<br />

“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet<br />

olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a<br />

ulaştırsın.” (isra-79)<br />

Hanefiler dışındaki çoğunluk, vacip hüküm<br />

kategorisini kabul etmedikleri<br />

için namazı genel olarak farz ve nafile şeklinde<br />

iki gruba ayırmışlardır.<br />

Hanefiler’e göre ise namazlar:<br />

a) farz,<br />

b) vacip,<br />

c) nafile olmak üzere üç çeşittir. Bununla<br />

birlikte Hanefiler arasında farklı gruplamalar<br />

da bulunmaktadır.Bunlardan birine göre<br />

namazlar;<br />

a) Allah’ın farz kıldığı (mektube)namazlar,<br />

b) Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabit olan<br />

(mesnun) namazlar,<br />

c)nafile namazlar olmak üzere üç çeşittir.<br />

A) FARZ NAMAZLAR<br />

Farz olan namazlar, ayni farz (farz-ı ayın; Her<br />

mükellefin bizzat kendisinin yapması gereken<br />

farzlar) ve kifai farz (farz-ı kifaye; Bazı mükelleflerin<br />

yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşen<br />

farzlar ) olmak üzere ikiye ayrılır.<br />

Farz-ı ayın olan namazlar, yükümlülük çağındaki<br />

her Müslüman farz olup, her biri ayrı ayrı<br />

bunu yerine getirmekle mükelleftir. Farz-ı ayın<br />

olan namazlar, her gün beş vakit namaz ve<br />

her hafta cuma günleri kılınan cuma namazından<br />

ibarettir. Günlük farz namazlar sabah namazı<br />

2 rekat, öğle namazı 4 rekat, ikindi namazı<br />

4 rekat, akşam namazı 3 rekat ve yatsı namazı<br />

4 rekat olmak üzere toplam 17 (on yedi) rekattır.<br />

Cuma namazı, cuma günü öğle namazının<br />

vaktinde cemaatle kılınan ve farz olan kısmı 2<br />

rekat olan bir namazdır. Cuma namazı kılınınca<br />

ayrıca öğle namazı kılınmaz.<br />

Farz-ı kifaye olan namaz ise, bir müslüman<br />

öldüğünde başta yakınları,komşuları ve tanıyanları<br />

olmak üzere müslümanlarca kılınması<br />

gereken cenaze namazıdır. Bu namazı birileri<br />

kılınca öteki müslümanlar cenaze namazı kılmadıkları<br />

için sorumlu olmazlar. Sevap ve fazileti<br />

ise namazı kılanlar elde etmiş olurlar.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

12


B) VACİP NAMAZLAR<br />

Vacip namazlar, vacip oluşu kulun fiiline<br />

bağlı olmayan (li-aynih vacip) ve vacip oluşu<br />

kulun fiiline bağlı olan vacip (li-gayrihi vacip)<br />

olmak üzere iki kısımdır.<br />

Yatsı namazından sonra kılınan üç rekatlık<br />

vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramı<br />

namazları li-aynihi vacip grubunda yer alır.<br />

Tilâvet secdesi de,her ne kadar namaz olmayıp<br />

bir secdeden ibaret olsa da, bu gruba sokulmaktadır.<br />

Ayrıca çoğunluk tarafından sünnet<br />

kabul edilmekle birlikte, bazı Hanefiler’in vacip<br />

saydıkları küsuf namazı da (güneş tutulduğunda<br />

kılınan namaz) bu gruba girer.<br />

Li-gayrihi vacip grubunda ise nezir namazı,<br />

sehiv secdesi ve ifsat edilen nafile namazın<br />

kazası yer alır. Nezir namazı, esasen gerekli<br />

ve görev olmamakla birlikte, kişi bir vesileyle<br />

namaz kılmayı adadığı zaman kendi iradesiyle<br />

kendini yükümlü kılmış olur; artık bu yükümlülüğü<br />

yerine getirmesi gerekir.<br />

C) NAFİLE NAMAZLAR<br />

Farz veya vacip olan namazların dışındaki<br />

namazlara nafile namazlar denir. Farz namazların<br />

öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet<br />

namazlar nafile namaz kapsamında yer alır. Nafile<br />

namazları, sünnet namazların dışında ayrı<br />

bir kategori olarak ele alan bilginler de bulunmaktadır.<br />

Buna göre namazlar;<br />

a) farz namazlar,<br />

b) vacip namazlar,<br />

c) sünnet namazlar,<br />

d) nafile namazlar olmak üzere dört çeşit olmaktadır.<br />

Sünnet namazlar, vakit namazları yanında<br />

düzenli olarak kılınan sünnetleri (revatib)<br />

ifade etmekte, nafile namazlar ise düzenli olmayarak<br />

çeşitli vesilelerle Allah’a yakınlaşmak<br />

ve sevap kazanmak maksadıyla ayrıca kılınan<br />

namazları (regaib) ifade etmektedir.<br />

Farz ve vacip namazların dışındaki namazları,<br />

genel olarak nafile başlığı altında ele alıp<br />

bunları kendi içinde kısımlara ayrılır. Nafile kelimesi,<br />

farz ve vaciplerin dışında fazladan olan<br />

veyahut açıktan, istenilmeden , Rabbimizin fazlından<br />

verdiğine denir. Nafile namaz ifadesi,<br />

bir vakti bulunan sünnetleri (müekked sünnet<br />

ve müstehap sünnet) ve vakte bağlı olmayan<br />

tatavvu namazları içine alır. Birincisi, sünen-i<br />

revatib, ikincisi sünen-i regaib türleri olarak<br />

adlandırılır.<br />

Revatib, belli bir düzen ve tertip içinde, beş<br />

vakit farz namazlarla birlikte ve belli bir devamlılık<br />

içinde kılındığı için revatib adını almıştır. Bu<br />

açıdan revatib sünnetler, düzenli olarak kılınan<br />

sünnetler demektir. Bunlar, Efendimiz ( a.s )’in<br />

sünnetine uyularak vakit namazlarından önce<br />

veya sonra yahut kimisinde hem önce hem<br />

sonra kılınan namazlardır. Ramazan ayında yatsı<br />

namazından sonra kılınan teravih namazı da,<br />

bu grupta yer alır.<br />

Revatib sünnetler dışındaki nafile namazlar<br />

ise regaib adını alır. Bunlar, Efendimiz ( a.s )’in<br />

uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda<br />

veya bazı vesilelerle kılınan ya da kişinin kendi<br />

isteğiyle herhangi bir zamanda Allah’a yakınlaşmak<br />

ve ecir kazanmak amacıyla kıldığı namazlardır.<br />

Bunlar gönüllü olarak kılındığı için<br />

“gönüllü (tatavvu) namazlar veya arzuya bağlı<br />

namazlar” olarak da adlandırılır. Teheccüd<br />

namazı, kuşluk (duhâ) namazı, istihâre namazı,<br />

yağmur duası, husûf namazı, küsûf<br />

namazı, tahiyyetü’l-mescid, tövbe namazı,<br />

evvâbîn namazı, tesbih namazı, ihrama giriş<br />

namazı, yolculuğa çıkış ve yolculuktan dönüş<br />

namazı, hâcet namazı, abdest ve gusülden<br />

sonra namaz regaib türünden nafile namazlardır.<br />

1 İslam kültüründe sünnet namazlar,<br />

özellikle vakit namazlarının öncesinde- sonrasında<br />

kılınan sünnet namazlar, farz namazlara<br />

hazırlayıcı ve onları koruyucu ibadetler olarak<br />

değerlendirilmiş, sünnet namazların muhafızı<br />

konumunda görülmüş, ayrıca Efendimiz ( a.s )’e<br />

bağlı olmanın,muhabbetin velhasıl ehl-i sünnet<br />

olmanın da bir nişanesidir.<br />

Nafile ibadetlerin önemini belirten bir hadisi<br />

kudside Efendimiz ( a.s ) şöyle buyuruyor:<br />

“Her kim (ihlas ile Bana kulluk eden) bir dostuma<br />

düşmanlık ederse, Ben de ona karşı harp<br />

îlan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden<br />

daha sevimli herhangi bir şeyle Bana yakınlık<br />

kazanamaz. Kulum Bana (farzlara ilaveten<br />

işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır,<br />

nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de<br />

Ben onun (adeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan<br />

eli, yürüyen ayağı akleden kalbi ve konuşan<br />

1 İsam<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

13


dili olurum. Ben’den her ne isterse, onu mutlaka<br />

veririm. Bana sığınırsa, onu korurum. Ben,<br />

yapacağım bir şeyde, mümin kulumun ruhunu<br />

kabzetmekteki tereddüdüm kadar hiç tereddüde<br />

düşmedim: (Zira) o, ölümü sevmez; Ben<br />

de onun sevmediği şeyi sevmem.” 2<br />

Rasûlullâh ( s.a.v )’in hayatı Allah’a ibadetin<br />

ve en güzel kulluğun binbir neviyle doludur.<br />

Günün hemen her anına tekabül eden bir nafile<br />

namazı mevcuttur. Nafile ibadetler kulu Allah’a<br />

daha çok yaklaştırır ve cennetteki mertebesini<br />

de yükseltir. Resûlullah ( s.a.v ) :<br />

“Müslüman bir kimse, farzların dışında nafile<br />

olarak her gün Allah rızası için on iki rekat namaz<br />

kılarsa, Allah Teala ona cennette bir köşk<br />

yapar” buyurmuştur. 3<br />

2 Buhârî, Rikak, 38; Ahmed, VI, 256; Heysemî, II, 248<br />

3 Müslim, Müsâfirîn 103. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 1<br />

Nafile namazların, kıyamet gününün dehşetli<br />

anında hesab verirken zor durumda kalan<br />

sahibinin imdadına yetişeceğini de yine Resûlullah<br />

( s.a.v )haber vermiştir:<br />

“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği<br />

ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün<br />

olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı<br />

düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet<br />

farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Aziz ve<br />

Celil olan Rabb’i:<br />

- Kulumun nafile namazları var mı, bakınız?<br />

der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır.<br />

Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba<br />

çekilir.” 4<br />

4 Tirmizî, Salat, 188<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

14


Teheccüd Namazı (Gece Namazı): Yatsı<br />

namazından sonra kılınacak nafile namaza<br />

“gece namazı”denir. Bir miktar uyuduktan sonra<br />

kalkılıp kılınırsa “Teheccüd” adını alır. Teheccüd<br />

namazı iki rekettan on iki rekata kadardır.<br />

İki rekatta bir selam verilmesi daha faziletlidir. 5<br />

Teheccüd namazı, Rasul-i Ekrem ( s.a.v) Efendimize<br />

vacip yani farz hükmündeydi. Bu namaz<br />

O’nun ümmeti için sünnet-i müekkededir.<br />

“Gece namazına devam ediniz. Zira bu sizden<br />

önceki salihlerin ibadetidir. Çünkü gece<br />

ibadeti, Allah’a yakınlık günahlara kefaret olup<br />

insanı bedeni hastalıklardan korur ve günahlardan<br />

uzaklaştırır.” 6<br />

Allah Teala çok sevdiği ve kainatı hürmetine<br />

yarattığı Habîb-i Muhammed Mustafa (sav) ‘e<br />

teheccüd namazını farz kılmıştı.<br />

“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana<br />

mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd<br />

namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a<br />

ulaştırsın.” 7<br />

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz gece namazını<br />

hiç terk etmezdi. Öyle ki hastalanacak veya<br />

ağırlık hissedecek olsa oturarak kılardı. (Ebû<br />

Dâvûd, Tatavvu’, 18) “Sabah namazından önce<br />

kılınan iki rekat nafile namaz dünyanın tamamından<br />

daha hayırlıdır.” (Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn,<br />

96) buyururdu. Gözümün nûru diye tavsif<br />

ettiği namazı geceleri daha bir iştiyak ve arzu<br />

ile kılardı. Ayakları şişecek kadar kendinde geçerek<br />

kıldığı teheccüd namazına olan iştihasını<br />

şöyle dile getirmişti:<br />

“Allah her peygamberde belirli bir şeye karşı<br />

aşırı bir istek yaratmıştır. Benim en çok hoşlandığım<br />

şey de gece ibadetidir...” 8<br />

Allah’a yaklaştıran en mühim ibadet olması<br />

hasebiyle ümmetinin de bu nimetten nasiplenmelerini<br />

arzu ederlerdi. Öncelikle yakın akrabasından<br />

tebliğe başlayan Efendimiz, bir gece Ali<br />

ile Fatıma ( r.a )’nın kapısını çalmış ve onlara:<br />

- “Namaz kılmayacak mısınız?” 9 buyurarak<br />

geceyi boş geçirmemelerini istemişti.<br />

Diğer hadislerinde ashabına da:<br />

“Aman gece kalkmaya gayret edin! Çünkü o<br />

sizden önceki salih kimselerin adeti ve Allah’a<br />

yakınlıktır. (Bu ibadet) günahlardan alıkor, hatalara<br />

kefaret olur ve bedenden dertleri giderir.”<br />

10<br />

buyurarak onları huzurun kaynağına yöneltmek<br />

istemiştir.<br />

Âile içinde kadın ve erkeğin Allah’a ibâdet<br />

ve salih ameller işleme husûsunda birbirlerine<br />

destek olmalarının önemine dikkat çeken<br />

Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bilhassa<br />

gece namazına kalkmada bu yardımlaşmanın<br />

daha da önemli neticeler hâsıl edeceğini şöyle<br />

ifade etmiştir:<br />

“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da<br />

kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyandıran<br />

kimseye Allah rahmet etsin. <strong>Aynı</strong> şekilde<br />

geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da<br />

uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uykusunu<br />

kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.” 11<br />

Allah’ın rahmetine erişmek duasıyla…<br />

“Umeranıza<br />

fesatla dua<br />

etmeyin. Zira<br />

onların iyiliği<br />

sizin iyiliğiniz,<br />

onların fenalığı<br />

sizin fenalığınız<br />

demektir”<br />

Ramuz el Ehadis S.471<br />

5 Muhammed Bin Abdullah Hanî, Âdâb, s. 264<br />

6 Tirmizi, Deavât, 101<br />

7 el-İsrâ/17, 79<br />

8 Heysemî, Mecmau’z-zevâid, II, 271<br />

9 Buhârî, Teheccüd, 5<br />

10 Tirmizî, De’avât, 101<br />

11 Ebû Dâvud, Tatavvu, 18, Vitir, 13<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

15


HADİS<br />

M. DİKKATLİ<br />

‏آيَةُ‏ الْمُنَافِقِ‏ ثَلَاثٌ‏ اِذَا حَ‏ دثَ‏ كَذِبَ‏ وَ‏ اِذَا وَعَدَ‏ ‏أخْ‏ لَفَ‏ وَ‏ اِذَا ائْتُمِنَ‏ خَ‏ انَ‏<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyurdu:<br />

“Şu üç hareket münafığın nişanıdır. Konuştuğu zaman sözlerinde yalan söyler, yaptığı<br />

vaadi yerine getirmez, emin bilinip emanet edilince hıyanet eder.”<br />

Konuştuğu zaman sözlerinde yalan söyler,<br />

yaptığı vaadi yerine getirmez. Emanet edilince<br />

ihanet eder. Eskiden ashap efendilerimiz, bugünkü<br />

misyonerler gibi gider bir başka ülkeye<br />

sosyal aktiviteler yaşarmış. İslam ahlakı üzerine<br />

yaşarmış. Orada taşkınlık, zulüm payidar olduğu<br />

zaman, oraya savaşa başlarlarmış. Ya Müslüman<br />

olursunuz, ya cizye vereceksiniz, ya da sizinle savaşırız<br />

derlermiş. Neden? Mazlumunu kurtarmak<br />

için. Şimdi bizim beynimize, dilimizle yerleşmişler.<br />

Fakat zulüm yok. Kendilerinin yaptığı zulümden<br />

haberleri yok. Önce kendini ıslah eden bir<br />

millet haline gelmeden, yani asr-ı saadeti yakalamadan<br />

dışa misyonerlik yapamazsınız. Önce<br />

içini düzeltmelisin. İçini düzeltirken de içerden<br />

toplayıp, dışarıya aktarmayıp, içeriden topladığını<br />

içeriye dağıtmalısın. Zenginden alıp fakire<br />

dağıtmalısın. Köprü olmalısın. Sonra dışarıya çıkıp<br />

içeriye yıkmak için Mekke-Medine hikayesini<br />

anlatmamalısın. Hiç kimsenin hicret gibi bir<br />

derdi yok. Senin yıpratıcı bir faaliyetin olmadığı<br />

müddetçe uzaklaştıran yok. Kimse durduğu yerde<br />

insanları suçlu görmez. Önce kendimizi ıslah<br />

etmeliyiz. Aksi takdirde başımıza ıslah ediciler<br />

geldiğinde önce biz birbirimizi ıslah ediciyiz.<br />

Biz sizi kurtaracağız Kaddafi’den deyip binlerce<br />

insanın öldürülmesine, binlerce insanın birbirine<br />

kurşun atmasına sebep oldular. Biz sizi ıslah<br />

ediciyiz, dediler. Irak’ta bir kişiyi öldüreceğiz diye<br />

milyonu geçkin adamı öldürdüler. Islah edicilerin<br />

gelmesini beklemeyin. Önce aramızda bir ıslah<br />

olalım, birbirimizi sevip, birbirimize hürmet,<br />

birbirimize muhabbet edelim. Çünkü kafir öyle<br />

bir kafirdir ki, o zahirde savaşır bizimle sen onu<br />

bilirsin o da seni. Halbuki münafık öyle değildir,<br />

o gizlidir seninleymiş gibi görünür. Fakat sana kılıcı<br />

çeker, seni sırtından hançerler.<br />

Bir münafıkla yakın dost gibi görüneceğinize;<br />

bir delikanlı doğru, suyu sert, kendisi gibi mert<br />

bir insan düşmanınız olsun. Hiç korkmayın. Yüzü<br />

her daim gülen münafıktan dost tutunmayın.<br />

Ondan dost olsa ne kadar olur? Bakın şimdi şöyle<br />

münafıklar var. Sözünde durur gibi görünür, sözünde<br />

durur, size söz verir, yarın geleceğim diye,<br />

yarında gelir. Efendim emanet tevdi edildiğinde<br />

de emanete hıyanet etmemiş gibi de sabit gözükür.<br />

Söylediği zaman onun doğru konuştuğunu<br />

da zannedebilirsiniz. Aman ha, aman ha!<br />

Mümin merhametli ve şefkatli olur. Kur’an<br />

emanetine sahip çıkar. Hayatında Muhammed<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

16


Mustafa (sav) hayatına düstur edinir. O zaman<br />

işte sözü doğru olur.<br />

Hani Mehmet Akif Ersoy’un bir sözü var;<br />

Hayatta en beğendiğim gerçek,<br />

Sözün doğru olsun kütük gibi olsun tek.<br />

Fark etmez kütük gibi olsun. Ama doğru olsun.<br />

Fakat doğru olacağım diye de şu hikayede<br />

ki gibi de olmayın.<br />

Adamın birini çok doğru sözlü diye kadıya şikayet<br />

ederler;<br />

Aman efendim! Çok doğru sözlü biz bundan<br />

davacıyız. Her şeyi doğru diyor, diyorlar. Kadıya<br />

şikayet ediyorlar.<br />

Kadı;<br />

Niye şikayetçisiniz? Doğru sözlü insandan<br />

kim şikayetçi olur, diyor. Demek ki sizde bir zarar<br />

var, siz de sıkıntı var.<br />

Efendim tamam da, yani bu çok doğru sözlü.<br />

Nasıl söyleyelim bilmeyiz ki, bunun söylediği<br />

doğrular bize ters geliyor, sıkıntı duyuyoruz,<br />

diyorlar.<br />

Kadı;<br />

Çağırın şu doğrucuyu bakalım, diyor. Getiriyorlar.<br />

İçeriye girer girmez adam;<br />

Esselamu aleykum ve rahmetullahı ve berekatuhu<br />

kör kadı, diyor.<br />

Kadı;<br />

Bu da hakikaten doğru, ama acıtıcı bir adam.<br />

Direkten de alnına kör olduğu söylenmez be<br />

adam, diyor.<br />

Doğru olacaksınız ama takiyye de yapmayacaksınız<br />

ha. Takiyye yapacağız diye yalanı çoğalttılar.<br />

Yılanı, akrebi içimize soktular. Sokup duruyor<br />

Müslümanları gizli gizli. Hepimiz birbirimize<br />

düşman olduk temelli. Allah muhafaza eylesin.<br />

Aramıza ülfet muhabbet ihsan eylesin. 1<br />

Sultan<br />

yeryüzünde<br />

Allah’ın gölgesi<br />

ve kuvvetidir.<br />

Kim ki, sultana<br />

hayırhanlık ve dua<br />

ederse hidayet<br />

bulur. Kin de<br />

beddua eder ve<br />

hayırhanlıkta<br />

bulunmazsa<br />

dalalete düşer.<br />

Ramuz el Ehadis S.213<br />

1 On hafta sohbetleri 4. Cilt<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

17


FIKIH<br />

AYŞE TUNÇ<br />

Altın ve ipek erkeğe haram mıdır? İzah eder misiniz?<br />

Kardeşim ,birtakım giyim ve süs eşyaları vardır<br />

ki, bazı hikmet ve sebeplerden dolayı kullanılmaları<br />

ve giyilmeleri erkekler için caiz görülmemiştir.<br />

Fakat yaradılışları icabı ziyneti ve süsü<br />

seven kadınlar için helâldir. Bunlardan birisi<br />

ipekten yapılmış giyim eşyaları, diğeri de altındır.<br />

Bu husustaki hadis-i şerif gayet açıktır. Hazret-i<br />

Ali ( r.a ) ‘nin rivayetine göre, bir defasında<br />

Efendimiz (a.s ) ipek bir kumaşı sol eline, bir parça<br />

altını da sağ eline aldı. Sonra bunları elleriyle<br />

yukarı kaldırdı, orada bulunanlara gösterdi ve<br />

şöyle buyurdu:<br />

“Şu iki şey ümmetimin erkeklerine haram,<br />

kadınlarına helâldir.” 1<br />

İslâmiyet’in haram kıldığı meselelerde<br />

şüphesiz, birçok hikmetler<br />

vardır. Ancak haramlığın hikmet<br />

ciheti, illet yerine geçmez. Yani<br />

bir şeyin haram kılınışında asıl<br />

sebep, Allah’ın onu yasaklamış<br />

olmasıdır. Allah yasakladığı için<br />

o haramdan sakınmamız gerekir.<br />

Hikmetlerin araştırılması bu<br />

temel prensibin anlaşılmasından<br />

sonra gelmelidir. Bu çerçevede,<br />

Efendimiz ( a.s ) ‘ın dini bir<br />

mesele de hüküm vermesi müminler<br />

için bağlayıcıdır. İslam alimlerinin<br />

hepsi, Kur’an-ı Kerim’i açıklamada Efendimiz<br />

(a.s)’ın sünnetini birinci kaynak olarak<br />

belirtmişlerdir. Şöyle ki :<br />

1 İbni Mâce, Libas: 19.<br />

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri<br />

zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir<br />

mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih<br />

kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne<br />

karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde<br />

sapmıştır.” 2<br />

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat<br />

etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni<br />

onlara bekçi göndermedik.” 3<br />

De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki,<br />

Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.<br />

Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet<br />

edendir.” 4<br />

2 Ahzab Sûresi, 33/36<br />

3 Nisa, 4/80<br />

4 Âl-i İmran Sûresi, 3/31<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

18


SİYER-İ NEBİ<br />

Fetret-i vahy ..<br />

M. DİKKATLİ<br />

Hira’da yaşanan mucizenin ardından vahiy<br />

bir süre kesintiye uğradı. Bu durum yaşlı bilgin<br />

Varaka’nın sözleriyle rahatlayan Nebi Muhammed<br />

Mustafa (sav) Efendimizi endişelendirmişti.<br />

Başına ne gelmişti? Müjdelendiği bu<br />

durum karşısında ne yapmalıydı? Böylesi açık<br />

bir olay hayal olabilir miydi? Gördüğü ve hissettiği<br />

varlığı neden tekrar göremiyordu? Bu<br />

sorular içinde sık sık Hira Mağara’sına gidiyor<br />

ve Cebrail (as) ile yine karşılaşmayı umut ediyordu.<br />

<strong>Aynı</strong> olayın tekrarlanmayışı Rabbi tarafından<br />

terkedildiğini düşündürecek kadar<br />

üzüntü veriyordu.<br />

İslam tarihinde ınkıta-i vahiy yada fetret-i<br />

vahiy olarak adlandırılan bu olayın 15 günden<br />

3 yıla kadar sürdüğüne dair çeşitli rivayetler<br />

vardır. Allah-u Alem, genel kanaate bakıldığında<br />

Efendimiz (sav)’in ilk vahiyle sarsılan<br />

ruhunun sükuna ermesini, vahyin devamına<br />

karşı bekleyiş ve arzusunun artmasını hedefleyen<br />

bu kesinti dönemi çok sürmemiştir.<br />

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav)<br />

yine bir arayış günü vahyin tekrar gelmeye<br />

başlamasını şöyle anlamıştır;<br />

“Bir gün aniden gökyüzünde bir ses işittim.<br />

Başımı kaldırıp baktığımda, Hira’da bana<br />

gelen meleği (Cebrail), yerle gök arasında bir<br />

kürsü üzerinde oturmuş olarak gördüm. Ürpererek<br />

yere çöktüm. Evime dönüp;<br />

“Beni örtünüz, beni örtünüz!” dedim. Bunun<br />

üzerine Yüce Allah;<br />

“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! Sadece<br />

Rabbinin büyüklüğünü dile getir. Elbiseni<br />

tertemiz tut. Her türlü pislikten, kötü şeylerden<br />

uzak dur.”1<br />

1 Müddessir, 1- 5.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

19


Ayetlerini indirdi. Artık vahiy gelmeye başladı<br />

ve ardı arkası kesilmedi.”2<br />

Rasullüğünü bildiren bu ayetler ‘Ey örtüsüne<br />

bürünen’ hitabıyla hem ilk vahyin ardından<br />

eve gelerek üzerinin örtülmesini isteyen hem de<br />

mecaz olarak peygamberlik kisvesine bürünen<br />

Efendimiz (sav)’in ‘kalk, uyar’ emriyle görevlendirilmesinin<br />

ilanıdır. Ayetlerin devamında ‘Sadece<br />

Rabbinin büyüklüğünü dile getir’ emriyle tevhid<br />

dininin en önemli kuralı; Rab olan Allah’a iman<br />

ve kulluk esası bildirilmiştir. ‘Elbiseni temiz tut’<br />

emri ise ilk davetçi Muhammed Mustafa (sav) ile<br />

devamında gelecek bütün davetçileri maddi ve<br />

manevi şekillendirir. Tertemizlik esası maddemizi<br />

her türlü necasetten arındırdığımız gibi, manevi<br />

olarak nefis, ruh ve gönül dünyamızın da<br />

korunması olarak yorumlanmıştır. Elbise kavramını<br />

yalnız giysi olarak değil yaşanılan mekanlar<br />

ve hatta eşler anlamında dahi alarak temizlik<br />

boyutunu genişletmemiz mümkündür. ‘Her türlü<br />

pislikten uzak dur’ emriyle bitirilen ilk gelen<br />

ayetlerde maddi- manevi temizliğin vurgulanması<br />

son derece anlamlıdır. Sözün özü; vahyin<br />

fetretini bitiren bu ayetler bizlerin de içinde bulunduğumuz<br />

fetreti bitirmesi umut edilerek yorumlandığında<br />

çok veciz bir üslupla gönderilmiş,<br />

davet ve davetçinin ufkunu şekillendirmiştir.<br />

Bu şekilde peygamberlik görevinin başladığı<br />

ve bir uyarıcı olarak Allah’ın emirlerini insanlara<br />

öğreteceği bildirilen Muhammed Mustafa (sav)<br />

ilahi görevin 13 senesi Mekke’de, 10 senesi de<br />

Medine’de olmak üzere yaklaşık 23 sene devam<br />

etmiştir.<br />

İlk namaz..<br />

Çoğu kaynakta vahyin gelişinden sonra yaşanan<br />

ilk olay namaz olarak geçer. 3<br />

Cebrail (as) güzel bir insan kılığında Efendimiz<br />

(sav)’in yanına gelerek uygulamalı olarak abdest<br />

almayı ve namaz kılmayı öğretmiştir. Mekke’nin<br />

yukarısında bir vadide Cebrail (as)’dan<br />

öğrendiği şekilde ilk namazıyla gönlü huzura kavuşan<br />

Efendimiz (sav) bu sevinçle evine döndü.<br />

Rasulü Ekrem Efendimiz (sav) bundan sonra<br />

kendisine tereddütsüz iman eden biricik annemiz<br />

Hz. Hatice’ye, Cebrail (as)’den öğrendiği şe-<br />

2 Müslim, Sahih, c. 1, s. 98; Ahmed İbn Hanbel, Müsned (h. 2846);<br />

Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 592.<br />

3 İbn’ül Esir, İslam Tarihi, 2/51.<br />

kilde abdest aldırdı ve imam olarak iki rekat namaz<br />

kıldırdı. 4<br />

İnançları şirk dolu putperest bir kavmin yeniden<br />

inşası, gelen vahiylerde Allah’a iman ve<br />

uygulama da namaz ibadetiyle başlıyordu. Kıyamete<br />

kadar yükselerek devam edecek islam<br />

yapısının, maddi- manevi tevhid inkılabının nurlu<br />

daveti üç aşamada gerçekleşecekti;<br />

Ferdi davet,<br />

Akrabayı davet,<br />

Genel davet.5<br />

Ferdi davet..<br />

Fahri Kainat Efendimiz (sav) davetin başında,<br />

tohumun ilk filiz vermesi aşamasında gayet temkinli,<br />

planlı ve ferasetli bir şekilde ilerledi. İlk önce<br />

fıtraten bozulmamış, ruh ve gönülleri temizliğini<br />

muhafaza eden, sağlam kişilikli ve karakterli insanlara<br />

islam anlatıldı. Yaşayış ve anlayış olarak<br />

temiz olan bu insanların islamla şereflenmeleri<br />

daha kolay oldu. İslamın ilk yıllarında yapılan bu<br />

gizli ve ferdi tebliğ döneminde islama girenlerin<br />

örnek halleri etkili olmuştur. Yaşanılan cahiliyeyi<br />

aklı ve midesi kabul etmeyen insanları Muhammed<br />

Mustafa (sav) ile O’na inanmış Muhammedilerin<br />

mucizelerinden önce halleri etkiliyordu.<br />

Ayçiçeklerinin bükük boyunlarını güneşe yönelterek<br />

doğruldukları gibi kurumaktan kurtulanlar<br />

bu daveti samimi ve güvenilir yakınlarına ileterek<br />

genişletiyorlardı. İnancın kalplerde ve yaşantıda<br />

oturarak gerekli şartların oluşmasının beklendiği<br />

bu gizli davet dönemi yaklaşık 3 yıl sürmüştür.<br />

İlk Müslümanlar..<br />

“İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta<br />

da önde olanlardır.”6<br />

İlk Müslüman olanlar kadınlardan Hz. Hatice,<br />

erkeklerden Hz. Ebu Bekir7, çocuklardan Hz. Ali,<br />

gençlerden evlatlığı Hz. Zeyd b. Harise’dir.8<br />

Osman İbn Affan, Zübeyr İbn Avvam, Abdurrahman<br />

İbn Avf, Sa’d İbn Ebî Vakkas, Talha İbn<br />

Ubeydillah, Ebu Ubeyde İbn Cerrah9; Abdullah<br />

4 İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 260-261.<br />

5 Komisyon, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, 1/204<br />

6 Vakıa, 10.<br />

7 “Asıl adı Abdullah bn Osman’dır. Kendisi her iyi işte önde olduğu<br />

için Ebu Bekir künyesiyle meşhur olmuştur.” Zemahşeri.<br />

8 Rasulullah (sav)’in ilk üç kızı da ilk müslümanlar arasında sayılmalıdır.<br />

Hz. Fatıma ise doğuştan müslüman sayılabilir. Mevdudi,<br />

Hz. Peygamber’in Hayatı, 2/ 296.<br />

9 Bu sahabalere daha sonra Ömer bn Hattab da ilave edilerek aşere-i<br />

mübeşşere (yaşarken cennetle müjdelenen on kişi) denmiştir.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

20


İbn Mesud, Erkam İbn<br />

Ebi’l-Erkam, Osman<br />

İbn Maz’un, Ubeyde<br />

İbn Haris, Said İbn<br />

Zeyd, Habbab İbn<br />

Eret, Ammar İbn Yasir,<br />

Suheyb (ra) da bu<br />

nurla nimetle şereflenen<br />

diğer isimlerdir.<br />

Henüz bir emir gelmediğinden<br />

islamın<br />

gizli yaşandığı bu dönemde<br />

bir grup müslümanın<br />

topluca namaz<br />

kıldığını gören<br />

müşriklerin sataşmalarıyla münakaşalar başlamıştı.<br />

Hatta bazı kaynaklarda Sa’d bn . Ebi Vakkas’ın<br />

müşriklerden birine karşılık verip başını<br />

deve kemiği ile yarması sonucu islam tarihinde<br />

ilk kanın döküldüğü yazmaktadır.10<br />

Bunun üzerine Hz. Muhammed Mustafa (sav)<br />

<strong>Müslümanların</strong> bir araya gelip ibadetlerini rahatça<br />

yapabilmeleri, nazil olan ayetlerin üzerinde<br />

oturup konuşabilmeleri için Safa tepesinin<br />

yakınlarında ki Erkam bin Ebi Erkam’ın evini<br />

merkez olarak belirledi. Gizliliğin halen devam<br />

ettiği bu dönemde dikkat çekmeyecek bir konumda<br />

olan bu ev Daru’n Nedve’nin de görülebildiği<br />

Mekke’ye hakim bir konumdaydı. Burada<br />

yeni yürekler islama davet ediliyor hem de gelen<br />

ayetler üzerinde sahabeye şahsiyet eğitimi<br />

veriliyordu. İnsanlar bu evde hür- köle, zenginfakir,<br />

güçlü- zayıf gibi dünyalık sıfatlarla sınıflandırılmıyorlardı.<br />

Allah Rasulü (sav)’in önünde<br />

omuz omuza vermiş, rızayı gözeten karakterli bir<br />

Kur’an nesli doğuyordu. Gelen vahiyleri adeta<br />

yudum yudum öğreniyor, öğrendiklerini yaşantılarına<br />

geçirdikçe yükseliyorlardı. Erkam’ın evi<br />

Müslümanlar için hem ibadet ve ilim merkezi,<br />

hem de karargah ve davet yeriydi. Allah-u Teala<br />

bizlerin evlerini de öğretmeni Muhammed Mustafa<br />

(sav), kitabı Kur’an, nesli iman dolu olan çağın<br />

sahabeleriyle doldursun inşallah.<br />

Akrabayı davet..<br />

“Önce en yakın akrabanı uyar.”11<br />

Bu ayetlerin içinde bulunduğu sure daha önceki<br />

peygamberlerin tevhid mücadelesini anla-<br />

10 Siret-i İbn-i Hişam tercemesi 1/350<br />

11 Şuara, 214.<br />

tıyordu. Adeta bu şekilde<br />

Efendimiz (sav) ve<br />

yanındaki Müslümanlara<br />

Mevla katından bir<br />

kuvvet geliyordu.<br />

Kabullenmeleri için<br />

geçen üç yıllık gizli tebliğ<br />

döneminde Kureyş<br />

müşrikleri bu son din<br />

hakkında kısmen bilgi<br />

sahibi olmuşlardı. Henüz<br />

kendilerine davet<br />

gelmediği için tepkilerini<br />

açığa çıkarmıyorlardı.<br />

Gelen yeni emirle Allah Rasulü (sav) endişe<br />

ve telaşa düşmeden, reddedilme korkusuna sığınmadan<br />

davetçi ruhunu gösterecek şekilde<br />

hemen işe koyulmuştur. Efendimiz (sav) bu yakın<br />

daveti gerçekleştirebileceği bir ortam hazırlayarak<br />

akrabalara ziyafet vermeyi uygun görmüştür.<br />

İnsan ihsanın kölesidir, sözünde olduğu<br />

gibi önce ikramlarla akrabalarına seslenmek istemiştir.<br />

Ziyafete yaklaşık kırk- kırk beş kişi katılmış,<br />

davet edilmediği halde gelen amca Ebu<br />

Leheb12 Rasulullah (sav)’in konuşmasına fırsat<br />

dahi vermeden;<br />

“Bunlar senin amcaların ve amcalarının oğullarıdır.<br />

Konuş hadi! Bırak bu sapıklığı artık. Atalarına<br />

muhalefet etmekten vazgeç. Şunu iyi bil<br />

ki kavminin, senin yüzünden tüm Arapları karşısına<br />

alacak bir gücü yok. Aslında Kureyş kabileleri<br />

ve diğer Araplar sana saldırmadan önce,<br />

akrabalarının seni yakalayıp hapsetmeleri gerekir.<br />

<strong>Tüm</strong> Araplara karşı gelmektense bu çok daha<br />

uygun olur. Ey kardeşimin oğlu! Kabilesinin, amcalarının<br />

başına senin getirdiğinden daha büyük<br />

bir felaket ve musibet getiren bir kimse daha<br />

görmedim.”<br />

Bu öfkeli sözler üzerine maksat hasıl olamamış,<br />

topluluk dağılmıştır. En yakınları tarafından<br />

dahi anlaşılamamak Efendimiz (sav)’i epey üzmüş,<br />

mahzun etmiştir. Buna rağmen davasından<br />

vazgeçmeyen Allah Rasulü (sav) vakit kaybetmeden<br />

yeni bir davet düzenlemiş ve kavmi<br />

geldiğinde;<br />

12 Asıl adı Abdu’l Uzza bin Abdülmuttalib idi. Fakat kırmızı yüzü<br />

sebebiyle kendisine ateş suratlı manasında Ebu Leheb denmiştir.<br />

İbn- i Sad.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

21


“Hamd Allah’a mahsustur.<br />

Ben O’na hamd<br />

eder, sadece O’ndan<br />

yardım dilerim. O’na<br />

iman eder ve O’na güvenirim.<br />

Allah’tan başka<br />

ilah bulunmadığına<br />

şehadet ederim. O birdir,<br />

eşi ve ortağı yoktur.<br />

Bir önder kendi halkına<br />

yalan söylemez. Allah’a<br />

yemin olsun ki bütün<br />

insanlara yalan söylemiş<br />

olsam, size yalan<br />

söylemem. Bütün insanları<br />

aldatmış olsam sizi aldatmam. Kendisinden<br />

başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’a yemin<br />

ederim ki ben Allah’ın bütün insanlara ve özellikle<br />

sizlere gönderdiği peygamberiyim.<br />

Sizler uykuya dalar gibi ölecek, uykudan uyanırcasına<br />

dirilecek ve tüm yaptıklarınızdan hesaba<br />

çekileceksiniz. Ya ebedi cennete ya da ebedi<br />

cehenneme gireceksiniz. İnsanlar içinde uyardığım<br />

ilk kimseler sizlersiniz. Benimle sizin misaliniz;<br />

düşmanı görünce halkını uyarmak için<br />

önden koşarak gelen, düşmanın kendisini geçmesinden<br />

korkarak; ‘Koşun ey insanlar!’ diye feryat<br />

eden kimsenin durumuna benzer.13<br />

Ey Abdülmuttaliboğulları! Allah’a yemin ederim<br />

ki Araplar içerisinde, dünya ve ahiretiniz için,<br />

benim size getirdiğim şeyden daha hayırlısını,<br />

daha üstününü kavmine getirmiş bir genç bilmiyorum.<br />

Ben sizi dile kolay gelen, mizanda ağır<br />

basacak olan iki söze davet ediyorum ki bu da<br />

Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve benim de<br />

O’nun kulu ve Rasulü olduğuma şehadet etmenizdir.<br />

Rabbim sizi buna davet etmemi emretti.14<br />

Hanginiz bu yolda, kardeşim ve yardımcım olmayı<br />

kabul eder?”<br />

Nebiyyi Muhterem (sav)’in bu sözlerinden<br />

sonra kalabalığın sessizliğini bozan henüz çocuk<br />

sayılabilecek kadar genç bir delikanlı olan Hz. Ali<br />

(kr) olur;<br />

“Ya Rasulallah, ben Senin kardeşin ve yardımcın<br />

olacağım.”15<br />

Buna karşılık böyle<br />

bir yiğitliğe sahip olamadıklarından<br />

olsa<br />

gerek toplulukta Hz.<br />

Ali (kr)’in yaşından<br />

dolayı bir gülüşme<br />

oluştu.<br />

Bu gülüşmelerden<br />

sonra Hz. Ali (kr)’in<br />

babası Ebu Talib yiğenine<br />

kendisini destekleyeceğini<br />

bildirir;<br />

“Yiğenim, Sana<br />

yardımcı olmak bizim<br />

için bir şereftir. Sana emredilen şeyi yapmaya<br />

devam et. Seni koruyup kollamaktan bir an bile<br />

geri kalmayacağım. Bana gelince, Abdülmuttalib’in<br />

dinini terk etmeye gönlüm razı olmuyor.”16<br />

Diğer amca Ebu Leheb ise öfkeyle bu durumun<br />

kötü bir hal olduğunu, Muhammed (sav)’i<br />

durdurmaları gerektiğini yoksa zillete maruz kalacakları<br />

hatta Muhammedi (sav)’i korurlarsa öldürüleceklerini<br />

söylediğinde ortam iyice gerginleşti.<br />

Ebu Talib’in tekrar söz alıp, hayatta oldukları<br />

sürece O (sav)’i koruyacaklarını17 bildirmesinden<br />

sonra dağıldılar.<br />

Bu toplantıdan yalnızca Efendimiz (sav)’in<br />

amca çocuklarından Cafer b. Ebi Talib ile Ubeyde<br />

b.Haris islamı kabul ettiler.18<br />

Necip Fazıl’ın adeta Hz. Ali (kr)’de ki bu islam<br />

şuurunu gençlere hitap ettiği nasihatlerinde olduğu<br />

gibi islam sancağı gençlerin eliyle yükselecek,<br />

tevhid davası gençlikle güç bulacaktır.<br />

“‘Kim var? ‘ diye seslenilince, sağına ve soluna<br />

bakmadan fert fert ‘ben varım! ‘ cevabını verici,<br />

her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur!<br />

‘ fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir<br />

gençlik...”19<br />

13 Muhammed Salih eş-Şami, Sübülü’l-Hüda ,II,432.<br />

14 Halebi,İnsanu’l-Uyun,I,283.<br />

15 İbn Sa’d, Tabakat,I,187; Ahmed,Müsned,I,111.<br />

16 Belazuri,Ensabu’l-Eşraf,I,119.<br />

17 Muhammed Salih eş-Şami, Sübülü’l-Hüda ,II,432-433.<br />

18 İsmail Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, s.74.<br />

19 N.f.k, Gençliğe Hitabe.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

22


TASAVVUF<br />

Z.BİLMEN<br />

Makam, Mevki,<br />

Rütbe, Şan.<br />

Saadet Odur<br />

ki; kula Allah<br />

Vermeli Nişan…<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)<br />

Hindistan’da nesnas diye bir hayvan varmış.<br />

Bu hayvanın özelliği konuşabiliyormuş. Hindular<br />

bunu avlayıp, yermiş. Bir gün dört tane nesnas,<br />

avlanmamak için insanlardan kaçıyorlar, çalıların<br />

arkasına saklanıyorlar. İnsanlar bunları dört yandan<br />

sıkıştırıyor. Birisi diyor ki;<br />

-İyi saklan, kafanı görürler. İnsan hemen onu<br />

duyuyor. Bir ok atıp vuruyor. Öbürü;<br />

-Akılsız! Sana kim dedi ses çıkart diye, diyor,<br />

onu da vuruyorlar. Üçüncüsü;<br />

-E diyor, gördün mü bak konuştu, ikisi de vuruldu,<br />

diyor. Üçüncüsünü de vuruyorlar. Dördüncüsü<br />

oradan sesleniyor;<br />

-Çok şükür ben ses çıkartmadım. Tabi onu da<br />

vuruyorlar.<br />

Bugün Müslüman toplulukların hali böyle değil<br />

mi? Pek çok cemaat birbiri hakkında konuşuyor<br />

ve birbirini vuruyor. Senin şeyhinin icazeti<br />

var mı, bizim şeyhimizin babası icazet verdi sözleri.<br />

Halbuki çoğu, cemaat topluma mal oldu, dağılasın,<br />

diye ayakta tutuluyor. Biz de dördüncüsü<br />

olmayalım, bizi de vururlar sonra değil mi?<br />

Biz dördüncüsü olmamak için ağzımızı kapattıkça,<br />

aynası sırlanmayanlar cam olup karşıyı<br />

gördükleri için ağızlarını tutmuyorlar, ne gelirse<br />

söylüyorlar. Din diye, dinsizlik satıyorlar sokaklarda.<br />

Biz dördüncüsü olmayalım tamam ama siz<br />

de ikincisi, üçüncüsü olmayın. Birincisinden ibret<br />

alın, hiç olmazsa biraz susun da fitneye, fücura,<br />

bölücülüğe, ayrımcılığa sebep olmayın.<br />

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v),<br />

Ebubekir Sıddık (r.a)’ı işaret yoluyla yerine halife<br />

bıraktı. Eğer Habib-i Kibriya deseydi ki; “Ebubekir’e<br />

bey’at edin” muhakkak ki buna iman<br />

farz olurdu. Bugünkü alimlerin, bizim icazetimiz<br />

var, bizim silsilemiz var dediklerine Rasulullah<br />

(s.a.v)’in kavliyle ve hareket metoduyla, yok diyorum.<br />

Vardır bir icazeti, belki bina okutabilirsin,<br />

sarf okutabilirsin. Vardır belki bir silsilesi diyeceğim<br />

ama altına kendi ismini yazdığı için. Allah<br />

katında yazılmış bir silsile bakın nasıl olur?<br />

Ahmet Rufai (r.h)’in aleyhinde; ‘Bunun silsilesi<br />

yoktur’,Ahmet Rufai (r.h) şeyh değildir, diyorlar.<br />

Bu sözler, talebelerinin çok zoruna gidiyor, çok<br />

ağırına gidiyor, çok üzülüyorlar. Ahmet Rufai (r.h)<br />

elini açıyor ve diyor ki;<br />

-Ya Rabbi! Sözümüze inanmıyorlar, icazet<br />

istiyorlar.<br />

Gündüz vakti gökten kar beyazlığında sayfalar<br />

yağıyor, talebelerin ellerine düşüyor. Bakıyor-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

23


lar ki üstünde hiçbir şey yazmıyor, bomboş. Bu<br />

seferde; bunlar boş, bir şey yazmıyor işte, diye<br />

söz ediyorlar. Talebeler sayfaları Ahmet Rufai<br />

(r.h)’e verince, üzerinde yazılar beliriyor, Hak katından<br />

gelen silsile okunuyor.<br />

Ya hu keramet istediğimiz yok da, gücü olan<br />

da gücünü gösterir. Dillerinde ki sattıkları çok,<br />

elleriyle yaptıkları hiç yok. Kur’an’a ve sünnete<br />

tabiyiz diyenler, Kur’an ve sünnete uyacağız diyenler<br />

suçlandılar, dışlandılar. İftiralara başlayıp,<br />

iftira kampanyalarıyla insanların sesini soluğunu<br />

kesip bir köşeye tıktılar. Çünkü onların beklediği<br />

kusursuz alim. Sene 92-93’lerde başlamış bir çığır<br />

vardı. Geliyordu adam;<br />

-Ben İbni Kesir’den şunu okudum, deyince<br />

diğeri;<br />

-İbni Kesir’i kabul etmiyorum kardaş, sahih<br />

değil diyordu.<br />

-E peki efendim ben Ramuze’l-Ehadis<br />

okuyorum.<br />

-Ben kabul etmiyorum kardaş, onda da zayıf,<br />

garip, mevzu hadisler vardır.<br />

-Kütüb-ü Sitte’den..<br />

-Onu da kabul etmiyorum, israiliyat var. Bana<br />

Kur’an’dan delil getir.<br />

İslam’da ayrılık ilk böyle başladı. Fakat eğriyi<br />

önce öğrenenler, doğruyu görmek ve bilmek istemediler.<br />

Kur’an’ı lisan zannettiler. Kur’an’ı hayattan<br />

uzaklaştırmak için yine Kur’an’ı seçtiler.<br />

Nebiler de kendi öz çocuğundan ayırt edilemeyecek<br />

kadar anlatılıyordu kitaplarda. Onun<br />

için iman isteniyordu geldiği zaman. Ve Rasul-i<br />

Zişan Efendimiz işaret buyurdu, “Ebu Bekir Sıddık<br />

(r.a)’ı benden sonra ona tabi olun, halife olarak<br />

Ebu Bekir (r.a)’ı getiriyorum” demedi. Veyahut<br />

şimdikiler gibi beşik meşayihleri tayin edilmedi.<br />

Yani dededen babaya, babadan oğula geçen bir<br />

din haline gelmedi İslam. Veyahut diplomasını<br />

tekkeden, türbeden, zaviyeden almadı, Allah’tan<br />

aldı Allah’ın kulları.<br />

Allah’ın vermediği nişanı, kuldan almaya gerek<br />

yok. Vallahi, billahi gerek yok. Allah’tan başka<br />

kim verir Allah’ın veliliğini. Bir Milli Eğitim Bakanlığı<br />

verir öğretmene diplomayı veyahut öğretmenlik<br />

belgesini. Veyahut bir hocalık belgesini<br />

Diyanet İşleri verir değil mi? Pekiyi Allah’ın belgesini,<br />

kim kimden verir, kim kimden ister ki?<br />

Ahmed’ül-Bedevi (rh)’e diyorlar ki;<br />

“Gelsin de ona doğu kapısını verelim.”<br />

Ahmedü’l-Bedevi (rh) gülüyor;<br />

“Onlara veren kim ki, onlar bana versinler?”<br />

Diplomaya, icazete muhtaçlar. Allah’ın verdiğinden<br />

ne icazeti istenir. Sanki ceplerinden veriyorlar.<br />

Allah’ın dinini bilirler. Kap değişse de<br />

suyun aynı aktığını bilirler. Merhum Necip Fazıl<br />

Kısakürek’in söylediği gibi, ‘oluklar çift, birinden<br />

kir akar, birinden nur’. Nuru da bilir, kiri de, lakin<br />

Hakka, hakikate eğridir gönülleri, batılla, haramla<br />

doludur mideleri. Allah-u Teala kulaklarını, dillerini,<br />

ağızlarını bağlar.<br />

صُ‏ مٌّ‏ بُكْمٌ‏ عُمْيٌ‏ فَهُمْ‏ لاَ‏ يَرْجِ‏ عُونَ‏<br />

“Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık<br />

(hakka) dönmezler.” 1<br />

Onlar bağlıdır gelemezler, kulakları da tıkalı,<br />

gönülleri de ağırlıklarla doludur.<br />

وَجَ‏ عَلْنَا مِنْ‏ بَيْنِ‏ ‏أيْدِيهِمْ‏ سَ‏ دًّا وَمِنْ‏ خَ‏ لْفِهِمْ‏ سَ‏ دًّا<br />

فَاأغْشَ‏ يْنَاهُمْ‏ فَهُمْ‏ لاَ‏ يُبْصِ‏ رُونَ‏<br />

“Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir<br />

set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.” 2<br />

Bunların önünde ve arkalarında setler var kardeşim.<br />

Makam setti, şöhret setti, gurur setti, kibir<br />

setti var nasıl gelebilir, nasıl geçebilir ki? Hakkı,<br />

hakikati nasıl söyleyebilir ki? Söyleyemezler tabi.<br />

Vallahi dini iyi bilirler, gelecek olan veliyi işaretle<br />

gelmeseydi iman olduğunu da bilirler. Öyle bilirler<br />

ki, kendi öz çocuklarını bildikleri gibi bilirler.<br />

Şüpheye düşer, ayrılır, inkar ederler biraz daha<br />

uzaklaşır, araştırmaya giderler. ‘Euzü’yü söyler de<br />

sığınılacak bir Allah’ın olduğunu bilmezler. Sığınmayı<br />

bilmeyen, sığınacağını ne bilsin? Vallahi bilirler,<br />

Allah’ın velisini.<br />

Bu masalar boş kalmaz, gidenin yeri dolar.<br />

Vazolar değişmez amma çiçeklerin rengi solar.<br />

Çiçekler solar kardeşim, vazolara ne olacak?<br />

Bak insan bedeni aynı, su farklı. Bir yerden solar,<br />

bir yerden açar. Eğer ki bilgisi verilseydi velilerin,<br />

onlara intisap farz olurdu. Muhyiddin-i Arabi<br />

(k.s)’ya soruyorlar;<br />

“Efendim kıyamete kadar gelecek olan velilerin<br />

bilgisi hakkında bir bilginiz var mıdır?”<br />

1 (Bakara/18)<br />

2 (Bakara/ 9)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

24


“Vardır lakin ümmete vebal olur. Anasının babasının<br />

adıyla, yetmiş yedi silsile sayar dökerdim,<br />

farklı farklı beldelerden geleceğini söylerdim, lakin<br />

ümmete vebal olur. Bilirlerse iman olur, bilirlerse<br />

iman olur,” diyor.<br />

Haktan gelenin suyu hep aynı akar. Kimi celalin<br />

içinde rahmetiyle kaynar. Kimi zaman görürsünüz<br />

çocuk gibi cemalini onunla saklar Allah,<br />

kimi zaman heybetli-vakarlı olur, sinir- öfke sanırsınız<br />

celalini onunla saklar Allah.<br />

وَمَكَرُوا وَمَكَرَ‏ اللَّهُ‏ وَاللَّهُ‏ خَ‏ يْرُ‏ الْمَاكِرِينَ‏<br />

“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu.<br />

Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” 3<br />

Su koyarsınız bir testiye onu sızdırır dışına, hiç<br />

su testisinin bal sızdırdığını gördünüz mü siz?<br />

Toprak testi de ne varsa onu sızdırır kardaş. Sizde<br />

ki de belli, şüphecilik. İmanda şüphe imansızlıktır,<br />

denir. Allah-u Teala’nın sebeplerine tevessül<br />

tevekküle mani değildir. Allah-u Teala hikmetiyle<br />

güzellikleri ilhak edecek. Kur’an’ı ve sünneti tanıyan<br />

insana velilikte bir işaret yeter, bir kifayet<br />

eder. Veliye diplomayı Allah’ın verdiğini unutuyorlar.<br />

Bunlar bilmezler mi, Allah velilik verirken<br />

kimseye danışmaz. Ayeti celile de;<br />

اَللَُّ‏ يَصْ‏ طَفِي مِنَ‏ الَْلَ‏ ئِكَ‏ ةِ‏ رُسُلً‏ وَمِنَ‏ النَّاسِ‏<br />

إِنَّ‏ اللََّ‏ سَِيعٌ‏ بَصِ‏ ريٌ‏<br />

Savm-ü salat, hac ile sanma biter zahit işin,<br />

İnsan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş.<br />

Sen irfanı almadan, imanı arzularsın. Ya iman<br />

nedir? Sen ayetle hadislerle Allah rızası için Hakka<br />

ve hakikate koşacaksın. Ayet ve hadislerle ben<br />

oldum deyip haktan uzaklaşmayacaksın. Benlik<br />

ateşiyle, gurur, kibir ateşi, büyüklenme ateşi yakıyor<br />

sizi. Allah-u Teala’dan af dileyin. Allah rızası<br />

için az ye, az uyu, az konuş hakkı bulursun ama<br />

az yerken ne olur yediğin helal olsun. Giydiğin<br />

çamaşır helal olsun, elbise helal olsun. O zaman<br />

Hakkı ve hakikati, muhabbeti yine bizde bulursun.<br />

Gel hakikate gel, Allah için gel, Rasulullah<br />

için gel. Lakin biz;<br />

-Gelme, gelme, gelme, gelenin malı gider, gidenin<br />

canı gider, dedik, boşuna demedik ki. Ama<br />

malın haramsa gider, helal ise birine bin verir Allah,<br />

korkma. Canı giden ölmez korkma. Cananını<br />

bulur sonunda.<br />

Allah-u Teala gönül saadeti ihsan eylesin,<br />

Hakka ve hakikate kavuştursun, gören göz ihsan<br />

eylesin.<br />

(Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin<br />

On hafta Sohbetleri kitabından alıntıdır.)<br />

فى امان الله<br />

“Allah, meleklerden de resuller seçer, insanlardan<br />

da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla<br />

görendir.” 4<br />

Allah-u Teala, elçilerini kendi seçer. Ayet-i celilenin<br />

hayat olduğunu unuttunuz, hayata tatbik<br />

olduğunu unuttunuz, zikri hak hazım için geviş<br />

değildir diyen arife kulak asmadınız kaçtınız.<br />

Esma sıfattır kardeş, sıfatta kalma! Ey nefsin esiri,<br />

Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın iğvasıyla Hakkı<br />

duyduğu zaman iman edip, duyduğunu dışarı<br />

çıkınca inkar eden olma! İslam, şeriat seni camiye<br />

götürür, namaz kılmanı, dua etmeni öğretir,<br />

namazda Allah’ı bulmayı, Allah’a vuslatı, Rasulullah<br />

(s.a.v)’in; “namaz miracıdır müminin”, dediğini<br />

ancak tarikat hatırlatır. Siz bunları unuttunuz.<br />

Allah’ın laneti,<br />

gazabı ve ateşi<br />

ile birbirinize<br />

beddua etmeyin”<br />

Ramuz el Ehadis S.479<br />

3 (Al-i İmran/ 54)<br />

4 (Hacc/ 75)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

25


Sizin düşmanınız insan mıdır?<br />

Yoksa içinizdeki şeytan mıdır?<br />

Bunu bilmeyen ahmak,<br />

Müslümana düşman olur ancak.<br />

Varisün-Nebi<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu


Ayın<br />

Sohbeti<br />

VarisÜn-Nebi<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />

اَعُوذُ‏ بِاللهِ‏ مِنَ‏ الشَّيْطَانِ‏ الرَّجِ‏ يمِ‏<br />

بِسْ‏ مِ‏ اللهِ‏ الرَّحْ‏ مَنِ‏ الرَّحِ‏ يمِ‏<br />

صُ‏ مٌّ‏ بُكْ‏ مٌ‏ عُمْيٌ‏ فَهُمْ‏ الَ‏ يَرْجِ‏ عُونَ‏<br />

“Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.” 1<br />

1 Bakara/18<br />

Müslüman namaz kılıyor fakat şirke, bidatlere,<br />

hurafelere tutulmuş. Öyle ki Her tarafı bidat olmuş.<br />

Bidat nedir? İslam’da olmayanı İslam’danmış<br />

gibi göstermek. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in<br />

hükmettiğiyle hükmetmeyip, O’na ait olmayan<br />

söz ve davranışları O’na atfetmek. Bidat her tarafı<br />

kaplamışken İslam’ın takvasını kuşananlar, tasavvuf<br />

çatısı altında birleşip tarikat ismini alanlar ne<br />

hikmeti hüda ise bir türlü körlükten, sağırlıktan<br />

vazgeçmiyorlar. Müslümana soruyorum; duyduğun<br />

halde niçin tepkisiz kalıyorsun? Gördüğün<br />

halde niçin görmezden geliyorsun be müslüman?<br />

Biliyorsun hakkı ve hakikati örtene kafir<br />

denir. Hakkı batılla örtene kafir denir. Sen hakkı<br />

bildiğin halde batılı hakmış gibi gösterirsen sana<br />

ne isim verilir?<br />

Rasulallah (s.a.v) huzurunda bir sahabe yüksek<br />

sesle bağırıyordu. Rasulallah (s.a.v) soruyor;<br />

-Nedir bu?<br />

-Cezbedir ya Rasulallah. Elimde olmadan Allah’ın<br />

şevkiyle bağırdım, diyor. Rasulullah (s.a.v)<br />

buyuruyor;<br />

-Bu şeytandandır.<br />

Cezbeli ama rahmani değil, şeytani. Habib-i<br />

Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) diyor ki;<br />

“Felakette saçlarını yolan, elbisesini yırtan<br />

yüksek sesle ağlayan bizden değildir.” 2<br />

Bir cenazede veyahut bir felakette dahi çırpınmayı,<br />

bağırmayı men ederken Kur’an okunurken<br />

yahut zikir esnasında bağırmaya izin verilir mi?<br />

Dua ettiğimiz bir insanın sakal koyduğunu, abdest<br />

alıp namaz kılmaya başladığını gördüm. Bir<br />

gün musafahalaşmak için elimize geldi acayip<br />

bir hareket yaptı. Euzubillahimineşşeytanirracim<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

La havle vela kuvvete illah billah<br />

2 Nesai<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

27


Rabbi euzu bike min hamazatişşeyatini ve<br />

euzu bike rabbi en yehderunallahi huvessemiulalim,<br />

dedim Allah’a sığındım. Tabi adam gülüyor,<br />

ne dediğimizden habersiz. Dedim ki;<br />

-Bu rahmani bir hal değil sendeki. Biz kardeşlerimizle,<br />

müslümanlarla musafaha yaparken en<br />

fazla içimiz ürperiyor, aşkımız ve şevkimiz artıyor.<br />

Cebrail (a.s.)’ın Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i sıkması<br />

gibi bizde sıkıyoruz ama gel gör ki gönüllerimizde<br />

Allah’a karşı aşk, muhabbet, hurafeye<br />

ve bidat şirke karşı da nefret oluşuyor. Sizde niye<br />

böyle zahiri riya hali oluyor?<br />

Bir başka yerde Müslüman namaz kılıyor, cezbeye<br />

geliyor bağırıyor. Bu bağıran, çağıranların<br />

şeyhinin vekillerine bizatihi sordurdum, ikisi de<br />

vefat etti Allah-u Teala rahmet etsin. Namazda<br />

cezbe şeytandandır, lakin talebelerin hepsine<br />

sözümüz geçmiyor, elimizden bir şey gelmiyor,<br />

dediler.<br />

Cezbe nedir öyleyse? Tasavvufi bir deyim olan<br />

cezbe lugatta kendine çekmek, bir şeyi sürüklemek<br />

manasında olup, tasavvufta Allah sevgisiyle<br />

istiğrak olup, kendinden geçen bir hale gelmek<br />

demektir. Cezbe kulun Hak teala’ya külfetsiz olarak<br />

yaklaşması ve rahmani tecellilere muhatap<br />

olmasıdır yani Allah-u Teala’nın kulunu kendisiyle<br />

meşgul etmesidir. Bir talebenin 99 kelimesinde<br />

99 esmaü’l hüsna olacağına şeyhinin ismi varsa<br />

bu adamda bir sıkıntı var, Allah aşkı değil de<br />

dünya ve dünyalık isteği ve arzusu var demektir.<br />

Cezbe, Allah’ın kula bir ihsanı olduğundan kulun<br />

elinde değildir. Allah’ın, sevdiği kulunun kalbinden<br />

perdeyi kaldırıp çalışma ve gayreti olmadan<br />

yakîn nuru ile kolayca manevî makamlara<br />

yükseltmesidir.<br />

Cezbenin sahabe zamanında olduğuna delil<br />

olarak şunu anlatırlar.<br />

Hz. Hanzala, Rasûlullah (s.a.v) yanında iken<br />

bulunduğu ruh haliyle, ondan ayrı olduğu zamanki<br />

ruh halinin farklı olmasından rahatsızlık<br />

duyar… Ve bu durumun bir münafıklık alameti<br />

olabileceğinden endişe eder. Böyle bir halet-i ruhiye<br />

içerisinde evinden dışarı çıkar, Hz. Ebu Bekir<br />

(r.a.) ile karşılaşır… Ona,<br />

- “Hanzala münafık oldu” demeye başlar. Meseleyi<br />

açıklayınca da, Hz. Ebu Bekir aynı şeylerin<br />

kendisi için de söz konusu olduğunu söyler. Nihayet<br />

birlikte Rasulullah Efendimizin (s.a.v) huzuruna<br />

giderler ve Hanzala aynı şeyleri orda da<br />

tekrarlar. Gerekçe olarak da;<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

28


- “Ya Rasulallah! Sizin huzurunuzda olduğumuz<br />

zaman bize Cennet ve Cehennemi hatırlatıyorsunuz,<br />

biz de her şeyi gözle görür gibi oluyoruz.<br />

Yanınızdan çıkıp gittiğimizde, çoluk çocuğa,<br />

dünyaya karışıyor da çok şeyleri unutuveriyoruz”<br />

der. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) şöyle buyurur:<br />

- “Nefsim kudret elinde olan Allah’a (c.c.) yemin<br />

ederim ki, eğer yanımda iken içinde bulunduğunuz<br />

ruh haletinizi ve zikri dışarıda da devam<br />

ettirseydiniz, muhakkak ki melekler, yataklarınızda<br />

ve yollarınızda sizinle musâfaha ederlerdi…”<br />

(Müslim, Sahih, Tevbe)<br />

Sahabenin cezbe hali, bugünkü cezbe haline<br />

benziyor mu? Bağırma, çağırma hali yoktur. Çünkü<br />

cezbenin aslı şudur;<br />

Cezbe hali üçtür:<br />

1- Evveli aşk’tır. Mürid bir cezbede aşka düşer.<br />

Onunla yüreği yanar, yürektedir. Sevdiğinde<br />

mahvoluncaya kadar…<br />

2- Muhabbettir: Mürid muhabbete düşer,<br />

muhabbet cümle vücudu yakar, tepeden tırnağa<br />

kadar cezbe halinde bütün vücud yanar.<br />

3- Cezbe halidir. Vücutta eser yok. Bütün cezbe<br />

olur. Varlığından soyunur. Tıpkı Ali (k.r) gibi.<br />

Hz. Ali (k.r)’nin üç aylar boyunca dilsiz, ayaksız,<br />

elsiz, dudaksız yattığı rivayet edilir. Sesinizi<br />

çıkartmadan, hiç kimsenin olmadığı yerde gözünüzden<br />

yaş geliyor, ağlıyorsanız bu Hak ve hakikat<br />

cezbe. İnsanlar içerisinde ağlamak mı? Sessiz,<br />

kendi halinde olur. Lakin namazda olmaz.<br />

Körler değil mi şimdi? Sözde kalp gözleri açıklar,<br />

Allah hidayet versin. Allah-u Teala akıl, fikir, feraset<br />

versin.<br />

Bunun için Şâh-ı Nakşibend (k.s) diyor ki:<br />

Cezbenin de rahmanisi ve şeytanisi vardır.<br />

Şer’a muhalif iş, hal, hareketler ile veya sünnete<br />

muhalif hareketler ile olan cezbe şeytandandır.<br />

Rahman’ın câzibelerinden bir cezbe, ins ve<br />

cinlerin yararlı amellerinden daha üstündür.<br />

Avamın zannettikleri gibi ins ve cinlerin ameline<br />

muadil cezbeler, nara çekmek, bağırmak,<br />

zıplamak değil, bilakis latifelerin, ruh ve kalbin,<br />

a’lâi illiyyîndeki nebî ve rasullerin ruhlarının huzuruna<br />

çekilişidir. (Saadet-i Ebediyye)<br />

Vecd ve cezbe arasındaki fark nedir? Vecd,<br />

hüznü gerektiren keder, aşk ve iştiyak sarhoşluğu<br />

içinde kendinden geçmek ve yüksek heyecan<br />

demektir. Hakk’ın binbir tecellîsini müşahede<br />

eden kimsenin muhabbet sonucu içinin ferahlaması<br />

ve o halin verdiği zevk ile kendinden geçmesidir.<br />

Hakîkî vecd, ileri derecedeki Allah sevgisi,<br />

irade sağlamlığı ve Allah aşkından meydana<br />

gelir. Kur’an okunurken vecde gelmeyip başka<br />

şeylerle vecde gelenler Hakk’a değil, halka tutkun<br />

sayılmıştır.<br />

Kur’an okurken hayret verici ayette ‘Subhanallah’<br />

demek, azap ayetinde Allah’a sığınmak ‘Euzü<br />

billah’ demek, müjde ayetinde Allah’a hamd ‘Elhamdülillah’<br />

demek vecd ile okumaktır. etmek.<br />

Kur’anı şuurla okumak cezbedir.<br />

Çünkü Kur’an, Rablerinden korkanların kendisini<br />

derileri ürpererek vecdle okuyacaklarını haber<br />

vermektedir.<br />

اللَّهُ‏ نَزَّلَ‏ ‏أحْ‏ سَ‏ نَ‏ الْحَ‏ دِيثِ‏ كِتَابًا مُّتَشَ‏ ابِهًا مَّثَانِيَ‏<br />

تَقْشَ‏ عِرُّ‏ مِنْهُ‏ جُ‏ لُودُ‏ الَّذِينَ‏ يَخْ‏ شَ‏ وْنَ‏ رَبَّهُ‏ مْ‏ ثُمَّ‏ تَلِينُ‏<br />

جُ‏ لُودُهُمْ‏ وَ‏ قُلُوبُهُ‏ مْ‏ ‏إِلَى ذِكْرِ‏ اللَّهِ‏ ذَلِكَ‏ هُدَى اللَّهِ‏<br />

يَهْ‏ دِي بِهِ‏ مَنْ‏ يَشَ‏ اء وَ‏ مَن يُضْ‏ لِلْ‏ اللَّهُ‏ فَمَا لَهُ‏ مِنْ‏ هَادٍ‏<br />

“Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte)<br />

birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssaları)<br />

tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden<br />

korkanların derileri (vücutları) ondan<br />

dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da)<br />

kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu<br />

Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla dilediğini<br />

doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık<br />

onun için hiçbir yol gösterici yoktur.” 3<br />

Rasulullah (sav) ve ashabının hayatında vecd<br />

halinin örnekleri pek çoktur. Nitekim Abdullah<br />

b. Mes’ûd bir gün kendisine Kur’an okurken “Her<br />

ümmetten bir şahid getirdiğimiz, seni de onların<br />

üzerine şahid tuttuğumuz zaman halleri ne olacak?”<br />

(en-Nisa, 4/41) ayetine geldiğinde Rasulullah’ın<br />

gözleri doldu ve “Yeter ya Abdullah!” dedi.<br />

Vecd ile cezbe birbirine yakın anlamlıdır. Vecdde<br />

kulun gayretinin de payı vardır. Cezbe ise vecde<br />

göre daha güçlü ve tamamen Allah vergisidir.<br />

Kur’an’daki “Allah dilediğini kendine çeker.” (eş-<br />

Şûrâ,42/13) ayeti ile bazı kaynaklarda hadis olarak<br />

nakledilen “Allah’ın kuluna olan cezbesi, ins<br />

3 Zümer, 39/23<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

29


ve cinnin amellerine denktir.”(Keşfu’l-hafâ, I, 352,<br />

hadis: 1069)<br />

فَاذْكُرُونِي ‏أذْكُرْكُمْ‏<br />

“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi<br />

anayım.”4<br />

Allah’ın zikretmesi muhakkak ki kulun helal<br />

ve haram çizgileri içerisinde kendini düzeltmesi<br />

halidir. Gayri bir hal değil. Kur’an’a ve sünnete<br />

göre insanın ahvalini düzenlemesi, yaşam kalitesini<br />

arttırmasıdır. Aksi takdirde şeytani boyutta<br />

onlar bunu yapıyorsa biz bunu yapalım demek<br />

değildir. Yav adam futbol oynuyor ozaman bizde<br />

amerkian futbolu oynayalım diyceksiniz. Alternatif<br />

geliştirmenin bir manaı yoktur. Yahudi ve<br />

hıristiynlar. Hiristiyanlar bunu bilhasasa daha evvelden<br />

yaptılar. Hıristiyanlığa ısındırmak amaçlı<br />

raksa rak popsa pop yapmadıkları kalmadı. Yapmadıkları<br />

kalmadı ama kiliseleri satmaktan ve hıristiyanlığın<br />

sapmasından kurtulamadılar. Siz insanları<br />

rahmana çağırırken rahmanı yül Celal’in<br />

kovuş olan şeytanına yem edemezsinin. Akıllı<br />

olur müslüman feraset sahibi olur müslüman<br />

yaptığı işin şirk olmadığını bilir müslüamn yaptığı<br />

işinde şirk olduğunu bilir. Şöyle bakar yahu<br />

eğer cahiller çalgılı çengili karagözlğm diye hoplarken<br />

öbürkide muhammedin o gözleri sürmeli<br />

diye zıplarsa cahilden farkı ne diye sorarlar adama<br />

allah’ın rasulü men edecek bakın daha var<br />

hadis şeriflerde bunlar efendim.<br />

Mutasavvıflara göre Rasulullah (sav)’i öldürmeye<br />

giderken eniştesinin evinde duyduğu<br />

Kur’an sesiyle imana gelen Hz. Ömer’in haliyle;<br />

avlandığı bir sırada üç defa peşpeşe hâtiften<br />

duyduğu: “Sen bunun için yaratılmadın” sesiyle<br />

sultanlığı bırakan İbrahim b. Edhem’in tevbesi,<br />

cezbeye örnek sayılmıştır.<br />

Hira’da Muhammed Mustafa (s.a.v)’in titremesi<br />

de bir örnektir. Cezbe, halk arasında aklın baştan<br />

gitmesi anlamında kullanılırsa da yanlıştır.<br />

Cezbe cinnet hali değildir. Meczub ile mecnun<br />

da ayrı ayrı şeylerdir. Halk arasında sohbet, zikir<br />

ve sema meclislerinde kalbinde meydana gelen<br />

varidata dayanamayarak kendinden geçen, bağıran,<br />

gayr-ı ihtiyarî sıçrayıp nara atan kişilerin<br />

davranışlarına da cezbe adı verilmektedir. Aslında<br />

klasik kaynakların verdiği bilgilere göre bunlara<br />

cezbe yerine vecd denilmesi belki daha uygundur.<br />

Nara ve taşkınlık türü vecd ve cezbeler<br />

4 Bakara/152<br />

hep zaaf alameti olarak görülmüştür. Yani zayıflık<br />

olarak görülmüştür.<br />

Nasıl tazyikli akan bir çeşmenin altında bir küçük<br />

bardak tutulduğunda su bardağın içine girmeden<br />

dışarı taşarsa, gönlü dar olanlara gelen<br />

varidat da öyle taşar ve vecd meydana gelir. Şöyle<br />

sorular geliyor;<br />

- Sohbetlerde derviş, şeyhinin adı geçince<br />

hopluyor zıplıyor. Ama Allah’ın, Nebisinin ismi<br />

yüz kere geçtiği halde salat-u selam bile getirmiyor.<br />

Mürid için buradaki ölçü ne olmalıdır?<br />

Kur’an okurken vecde gelmeyip başka şeylerle<br />

vecde gelenlerin Hakk’a değil, halka tutkun<br />

olduklarını belirmiştik. Şeyhinin adı geçtiğinde<br />

vecd ve cezbe eseri tavırlar gösteren kimse, henüz<br />

fena fi’ş-şeyh konumundadır.<br />

Amr b. Abdillah b. Zübeyr rivayet ediyor;<br />

Babamın yanına geldim, bana nerdeydin diye<br />

sordu. Ben de kendilerinden daha hayırlı görmediğim<br />

Kur’anı Kerimi okuyan bir grup buldum.<br />

Onlardan birini Allah korkusu o kadar kaplamıştı<br />

ki cezbeye geliyordu. Onlarla birlikte oturdum<br />

dedim. Bunun üzerine babam; bundan sonra<br />

onlarla beraber oturma dikkat et onlar sapıktır.<br />

İnsanları saptırıyorlar. Ben Rasulu Ekrem (s.a.v)’i<br />

Kur’an okurken gördüm. Ebu bekir ve Ömer<br />

(r.ma)’yı Kur’an okurken gördüm. Hiçbirini cezbe<br />

halinde görmedim. Sen bu grubun Allah’tan<br />

Muhammed (s.a.v) Ebubekir ve Ömer (r.ma) dan<br />

daha fazla korktuğunu mu zan ediyorsun? Babamın<br />

dediklerinin doğru olduğunu fark ettim ve<br />

onları terk ettim.<br />

İbni Ömer’in ağladığını gördüm Muaz b. Cebel’e<br />

“Ey Muaz niçin ağlıyorsun diye sordu oda<br />

şunları söyledi “ Hatırıma Hz. Rasul’den işittiğim<br />

şu hadisi şerif geldi de onun için ağlıyorum “Riya’nın<br />

en azı dahi şirk’tir.Allah katında kulların<br />

en sevimlisi gizli takva sahipleridir. Böyleleri ortalıkta<br />

bulunmadığı zaman kimse tarafından<br />

aranmaz,bir yerde bulundukları zamanda tanınmazlar;<br />

yani şöhretleri yoktur.işte asıl hidayet<br />

mumları ilim çıraları böyle kimselerdir.”<br />

Allah’ın Rasulu (s.a.v) salatu selam sonsuz kere<br />

yaratılmışın nefesi adedince zerrelerin adedince<br />

salat-u selam Allah’ın Rasulu ve Onun ali, ashabına<br />

olsun.<br />

İlahi aşkın en büyük tezahürü Allah (c.c.) ve<br />

Rasulünün emrettiği hayatın yani tevhidin yaşanmasıdır.<br />

İslami yaşayışın son derece zorlaştığı<br />

helal ve haramın karıştığı, insanların imanının<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

30


tehlikede olduğu bir zamanda Kuran ve sünnete<br />

uymak Allah (c.c.) yolunda her türlü acılara sıkıntılara<br />

katlanmak, bu yolda fedakarlıklar göstermek<br />

en büyük cezbedir. Şayet böyle bir hayatı<br />

olmadığı halde garip davranışlarla bağıran cemaatin<br />

hali İslam’a uygun değildir. Bu kimselerin<br />

yanında Allah’ın ve Rasulünün adı anılınca kendilerini<br />

kaybediyor ama tevhitten uzak bir hayat<br />

yaşıyorsa bilinmelidir ki; o kimse yalancı ve gösterişçidir.<br />

Bu konu günümüz tasavvuf çevrelerinde<br />

çok önem teşkil eden ve insanlar tarafından<br />

maneviyatta ulaşılan makamların ölçüsü olarak<br />

görülen bir davranış haline gelmiştir. Tasavvufi<br />

terbiye yoluna giren insanlar bu tip davranışları<br />

sergileyenleri ilahi cezbeye ulaşmış, nefsini terbiye<br />

ederek Allah’a kullukta bazı makamlar kazanmış<br />

kişiler olarak gördüğünden bu tür hallerin<br />

kendisinde de olmasını arzu etmektedir. Böyle<br />

hallerin, bütün çabalara rağmen kendisinde<br />

oluşmadığını düşünen insanlar kendisinde bir<br />

eksiklik olduğu düşüncesine kapılmışlardır.<br />

Tasavvuf çevrelerinde cezbe sahibi insanlar<br />

hep saygı görmüş ve maneviyatta daha hızlı bir<br />

şekilde yol kat etmiştir. Yalnız cezbe hali istenildiği<br />

zaman geliyorsa riyadır. Habib-i Kibriya Muhammed<br />

(s.a.v.);<br />

“Riyanın en küçüğü şirktir” buyurmuştur.<br />

Şunu ifade edelim ki; Bazı insanlar tarafından<br />

ilginç etkileşimler, kendinden geçmeler, ağlamalar,<br />

gayri ihtiyari davranışlar ve refleksler gerçektende<br />

yaşanmaktadır. Ancak bu husus şeytan<br />

tarafından kullanılarak insanlar dalalete sürüklenmekte<br />

hatta şirke düşmektedir. Örneğin cahil<br />

bir müslüman değişik şekillerde görünen ve ona<br />

seslenerek gelen şeytanı tanıyacak ilmi olmadığı<br />

için kendisinin maneviyattaki kazandığı makamlar<br />

neticesi ile kazanılmış bir hal olduğunu<br />

zannetmektedir. Ya da insanın içerisine girip, damarlarında<br />

dahi hareket edebilen şeytanın bazı<br />

refleksler yaptırma olasılığı bulunmaktadır.<br />

Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın<br />

vesvesesidir kanında dolaşan. Bunu iyi anlayın.<br />

O vesvese dolaşıyor gönlünüzde her bir damarınızda,<br />

her bir zerrenizde dolaşıyor . Peki Allah’ın<br />

kovmuş olduğu şeytan ademe yani insana yanaşamayınca<br />

ne yapar?<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

31


Yanaşamayınca iğva verir, sure-i insan olan askerlerini<br />

o ademe musallat eder. Haktan ve hakikatten<br />

çevirmeye uğraşır. O adem Allah’ın haramlarından<br />

ateşten kaçar gibi kaçar. İşte hakiki<br />

yol, hakiki şeriat, hakiki tarikat budur. Allah’a ve<br />

Rasulü (s.a.v)’e koşar. Haramdan kaçar, helallere<br />

kucak açar. İşte Allah-u Teala’nın en büyük, en<br />

güzel, en salih kulu bu kuldur. Sen keramet mi<br />

görmek istiyorsun? Etini kesenler, derisini biçenler,<br />

ateş üstünde yürüyenler, git Hindistan’da gör.<br />

Yoga yapan yogiler havada oturuyorlar. Lakin harama<br />

haram, helale helal demiyorlar. Kur’an’dan<br />

ve sünnetten uzaklar. Biz körlüğe, sağırlığa talip<br />

olmayalım. Ya Rabbi! Hakka gözümüzü açık, harama<br />

kapalı eyle diye dua edip, yalvaralım. Müminlere<br />

karşı dili kısa, kafirlere karşı keskin eyle,<br />

diyelim. Suç kaftan olmuş üzerine giyecek kimse<br />

bulunmamış. Kaftan giyilmez mi! Giyilir amma<br />

suçu kabul etmek erdemdir, o hatayı tamir etmek<br />

ikinci bir erdemdir. Hatasını kabul etmeyen<br />

bir kimseye hatasını düzeltme imkanı verilmez.<br />

Hatasını kabul etmeyen, Allah’ın kovmuş olduğu<br />

şeytan gibi hep karşı, hep karşı diyen, hatasını<br />

görmez. Benlik ateşinde yürüdüğü müddetçe,<br />

çevresindekileri gururla, kibirle yakıp yıkacak?<br />

O öfke içinde bir yanardağ gibi büyüyecek. Bize<br />

değil nefsine sürdür öfkeni. Nefsinle cenk etmek,<br />

kardeşinle cenk etmekten iyi. Bir tane düşmanınız<br />

var, o da Allah’ın kovmuş olduğu şeytan.<br />

Bir meclis düşünün talebelerin hepsi edepli,<br />

hepsi sükut içerisinde. Bu mu helalleri kuşanmış,<br />

haramlardan uzaklaşmış, huzura çıkmış bir<br />

meclis; yoksa ses, bağırtı ayyuka çıkmış, ne dediği<br />

belli olmayan bir topluluk mu? Elbette Kur’an<br />

ve sünnete yapışmış, edeb içerisinde, sükut içerisinde<br />

olan topluluk, Hakka ve hakikate gönüllerini<br />

bağlamış, Allah’a ve Rasulü (s.a.v)’e iltica etmiş<br />

olur. Başlarında bir Anka var da kıpırdarlarsa<br />

uçacakmış edası ile sohbeti ve muhabbeti dinleyenler<br />

elbette sohbetten ve muhabbetten hisse<br />

alacaklar. Sohbeti ve muhabbeti benliğiyle, nefsiyle,<br />

gururuyla, kibriyle dinleyenler elbette karşılarındaki<br />

insanları suçlu sanacaklar. Kişinin hikmet-i<br />

Huda’dan anladığı yok ki, Allah-u Teala’ya<br />

karşı bir adım attığı yok ki.<br />

Bakın dervişliğin ne olduğunu Rıza Tevfik’e ait<br />

aşağıdaki beyitlerden dinleyelim;<br />

Dervişlik özüne hakim olmaktır,<br />

Esîr-i nefs olan derviş değildir.<br />

Aşkı rehber edip Hakk’ı bulmaktır,<br />

Keşkül, teber, asâ, tığ, şiş değildir.<br />

İbadet namına dalgın oturma!<br />

Bağırma, tepinme, göğsüne vurma!<br />

“Yâ Hû”, “yâ Hay” diye köpürüp durma,<br />

Zikr-i Hak hazm için geviş değildir.<br />

Sırr-ı Hakk’ı gönlünden öğren,<br />

Gönüldür aşk ile dîdârı gören;<br />

Ârif-i âgâha o zevki veren,<br />

Benk ü bâde, afyon, haşhaş değildir.<br />

Keramet umma hiç Necef taşından,<br />

Ayrılma insandan öz kardaşından;<br />

Hakk’ı göremezsin bağlar başından,<br />

Gerçek er sultandır, keşiş değildir.<br />

Ham ervah her yanda var yığın yığın,<br />

Nedir onlarla verip aldığın!<br />

Uzlete mail olan gönlüne sığın!<br />

Cihan gönül kadar geniş değildir.<br />

(Bu sohbet Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendinin<br />

14.12.2013 tarihli sohbetinden alıntıdır.<br />

Allah kendilerinden ebeden razı olsun, razı etsin.<br />

Amin )<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

32


SENSİN<br />

İçimde arzun,<br />

Gözümde nurun,<br />

Kabrimde dostum,<br />

Sensin Allah’ım (c.c.).<br />

Aldığım nefes,<br />

Isıtan güneş,<br />

Kulağımdaki ses,<br />

Sensin Allah’ım (c.c.).<br />

Dilimde ismin,<br />

Gönlümde sevgin,<br />

Kabrimde sevgilim,<br />

Sensin Allah’ım (c.c.).<br />

Sensin Allah’ım (c.c.),<br />

Sensin Allah’ım (c.c.),<br />

Seni sevenlere dost,<br />

Sensin Allah’ım (c.c.).<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

33


Unutulan Hasene:<br />

KARZ-I HASEN<br />

M. EMİN DOĞAN<br />

Kamu İç Denetçisi<br />

İslam’ın temel taşlarından bir tanesi de<br />

“yardımlaşma”dır.<br />

“Kim, bir Müslümanın, dünya sıkıntılarından birini<br />

giderirse, Allah (cc) da kıyamet gününde onun<br />

sıkıntılarından birini giderir. Kul, kardeşinin yardımında<br />

olduğu sürece, Allah (cc) da onun yardımcısı<br />

olur.” 1 hadis-i şerifi de bu meyanda hayatımıza düstur<br />

olması gereken bir temel ilkedir.<br />

Karz-ı Hasen, İslamın öngördüğü ve tavsiye ettiği<br />

yardımlaşma müesseselerinden bir tanesidir. Lügatta,<br />

“güzel ödüç verme” anlamına gelen bu kavram,<br />

dini terminolojide “nakit para veya ölçülebilir,<br />

tartılabilir bir malı, bir misli olarak (aynı miktarda)<br />

geri almak üzere bir şahsa vermek” anlamına gelir.<br />

Karz-ı Hasen, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerle<br />

övülmüş ve tavsiye edilmiştir.<br />

Ayeti kerimelerde “Allah’a güzel bir borç vermek”<br />

olarak nitelendirilmiş, mükafatının Allah (c.c.) tarafından<br />

kat kat verileceği müjdelenmiştir. 2<br />

Enes Bin Mâlik (radiyallahuanh)’den rivayet edilen<br />

bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed Mustafa (sav)<br />

Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Miraç Gecesi bana,<br />

cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi: “Sadaka<br />

için on katı, karz-ı hasen için 18 kat sevap vardır.”<br />

Cebrail’e karz-ı hasen’in niçin sadakadan daha üstün<br />

olduğunu sorduğumda şu cevabı verdi: “Şüphesiz<br />

dilenci (çoğu zaman) yanında varken de ister.<br />

Ödünç isteyen ise ancak ihtiyaç sebebiyle ister.” 3<br />

1 Buhari<br />

2 Hadid/11, Hadid/18, Bakara/245, Maide/12, Tegabün/17, Müzzemmil/20<br />

3 İbn-i Mace Sadakat, 19)<br />

Bir başka hadisi şerifte ise Efendimiz (sav);<br />

borç vermenin, sadakadan daha hayırlı olduğunu<br />

buyurmuştur. 4<br />

Ayet-i Celile ve Hadis-i Şerifler izah gerektirmeyecek<br />

kadar açıktır.<br />

İslam yaşam dinidir. Müslümana yakışan bildiği<br />

ile amel etmektir. İlmini ameline aktarmak mü’münin<br />

şiarı olmalıdır. Amelsiz ilimin ve ilimsiz amelin<br />

şerrinden Allah’a (cc) sığınırız.<br />

Karz-ı Hasen, bir akitleşmedir. Her akitleşmenin<br />

kendine özgü prensipleri ve taraflara getirdiği sorumluluklar<br />

vardır.<br />

Bu akitleşme, İslamın temel esaslarına uygun<br />

olmalı ki, salih amel kapsamında olsun. Öncelikle<br />

bu akitleşmenin yazılı kayıt altına alınması esasına<br />

riayet edilmesi gerekir. 5 Faiz, haram, yalan, aldatma,<br />

istismar gibi kötü hasletlerden arındırılmış<br />

sahih bir akitleşme olmalıdır. Allah rızası için, ihlas<br />

ile yapılmalıdır. Gönül hoşnutluğu olmalıdır. Sevabı<br />

Allah’dan (cc) umulmalıdır. Ardından başa kakma,<br />

eziyet etme, dünya menfaati temin etme, alacaklıyı<br />

rencide etme gibi kötü davranışlardan uzak<br />

kalınmalıdır.<br />

Borç veren bilmelidir ki, borcu Allah’a vermiştir.<br />

Borç verdiği para Allah’ın ona bir emanetidir<br />

ve o parada fakirinde hakkı vardır. 6 Yine mü’minler<br />

bilmelidirler ki, aralarındaki fakirler hürmtine<br />

rızıklandırılmaktadırlar. 7<br />

Alacaklı, alacağını isteme hakkına sahiptir. Lakin,<br />

borçlu ödeyemeyecek duruma düşmüş ise yeni-<br />

4 Câmiu’s-Sağîr, 2/86<br />

5 Bakara/282<br />

6 Zariyat/19, Mearic/27<br />

7 Ebû Dâvûd, Cihâd 70<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

36


den süre vermeli ve hatta imkanlar<br />

dahilinde borcun bir kısmını<br />

veya tamamını sadaka niyeti ile<br />

bağışlayabilmelidir. 8<br />

Borç veren, Hz. Muhammed<br />

Mustafa (sav) Efendimizin “Borcunu<br />

ödemekte zorluk çeken birisine<br />

mühlet veren veya borcunun<br />

bir kısmını bağışlayan kimseyi<br />

Yüce Allah(cc), cehennem ateşinden<br />

korur.” hadis-i şerifini örnek<br />

alabilecek imani ve ameli kuvvette<br />

olmalıdır.<br />

Borçlu, alacaklının haklarını<br />

gözetmelidir. Kendisine borç veren<br />

müslümanın iyi niyetini istismar<br />

etmemeli, bulduğu ilk fırsatta<br />

borcunu ödemeye gayret etmelidir.<br />

Ve hatta bunun için normal hayatının fevkinde<br />

gayret göstermelidir. Rasululllah (sav) Efendimizin<br />

“En hayırlınız, borcunu en güzel şekilde ödeyeninizdir.”<br />

hadis-i şerifini kendisine şiar edinmelidir. Bilmelidir<br />

ki, Allah’ın Rasulu (sav) “Allah nazarında, Allah’ın<br />

nehyettiği kebairden sonraki günahların en<br />

büyüğü, karşılık bırakmadan borçlu ölmüş olmaktır.<br />

(-ki varisi de ödeyemiyor)” buyurmuştur.<br />

Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, islam<br />

borçlanma hukukuna ilişkin ilkeleri belirlemiş ancak<br />

gereksiz yere borçlanmaktan da men etmiştir.<br />

Kişi devamlı borç istemeyi adet haline getirmiş ise,<br />

bu adeti onu harama, israfa, savurganlığa, tembelliğe<br />

ve insanların iyi niyetini istismara sevk ediyor ise<br />

bu kişiye de borç vermemek evladır.<br />

Borçlanmada ki temel sebep Allah rızasına uygun<br />

olmalıdır. Temel gaye ise ödemek olmalıdır.<br />

Hadis-i şeriflerde, ödeme niyeti ile yapılan borca Allah’ın<br />

kefil olduğu, borç ödeninceye kadar Allah’ın<br />

(cc) borçlunun yanında olduğu, imkanı olduğu halde<br />

borcun geciktirilmesinin zulum olduğu, borçlusunu<br />

kapısına getirtene Allah’ın meleklerinin lanet<br />

edeceği de ifade edilmiştir.<br />

Karz-ı Hasen, bireysel ve toplumsal faydaları ile<br />

tam bir sosyo-ekonomik uygulamadır.<br />

*Müslümanı faiz belasından korur.<br />

*Toplumda yardımlaşma kültürünü canlandırır.<br />

Birlik ve beraberlik duygularını geliştirir.<br />

*Mü’minler arasında ülfet ve muhabbeti artırır.<br />

*İnsanların birbirlerine karşı<br />

güven duygularını geliştirir.<br />

*Yoksulluğun, fakirliğin ve iflasların<br />

önüne geçer.<br />

*Ekonomik kaygılarla bozulmaya<br />

meyleden aile birlikteliğini<br />

korur.<br />

*Hırsızlık, gasp, rüşvet, zina, fuhuş<br />

gibi kötülüklerden bireyleri<br />

ve toplumları korur.<br />

*Ekonomik hayatı canlandırır.<br />

Hayattan çıkarılan her helalin<br />

yerini haramlar doldurur.<br />

İslami hayatın egemen olduğu<br />

toplumlarda karz-ı hasen uygulaması<br />

etkin devam etmiştir.<br />

Lakin kredi kartları, bankacılık,<br />

faiz, tefecilik gibi haram ve haram kazanca dayanan<br />

iştigaller arttıkça insanlarda bu güzel hasletten<br />

uzaklaşmıştır.<br />

İslam kardeşliğinin yerini “banka/finans kurumu”<br />

kardeşliği almış, artık bir Müslüman kendisinden<br />

borç isteyene bankanın/finans kuruluşunun yolunu<br />

rahatça gösterebilir hale gelmiştir. Kazançlara haramın<br />

bulaştığı ölçüde helallerden uzaklaşılır olmuştur.<br />

Her koyun kendi bacağından asılmaya başlamış<br />

lakin kokusu bütün islam sarmıştır.<br />

Hayatımızdaki haramlardan kurtulmamız için<br />

helallere yönelmemiz gerekir.<br />

Mü’mine ve mü’minlerden oluşan birlikteliklere<br />

(vakıf, dernek, şirket vs) düşen görevlerden bir tanesi<br />

de burada karşımıza çıkıyor. Aramızdaki ihtiyaç<br />

sahiplerini, sıkıntısı olanları tespit ederek hal çaresi<br />

bulmamız üzerimize sorumluluktur. Karz-ı Hasen<br />

sandıkları oluşturarak “islami esaslara göre borç<br />

verme” güzelliğini hayata geçirmemiz gerekiyor.<br />

Toplumun üzerine karabasanlar gibi tebelleş olan<br />

faiz/tefecilik/kredi kartı belalarından kurtulmanın<br />

en güzel yolu mü’minin mü’mince yaşamasıdır.<br />

Mü’min, bir diğer mü’min için kredi kartından<br />

daha iyi bir dost(!!!) olamıyorsa akşamlara kadar düşünmeli<br />

sabahlara kadar göz yaşı dökmelidir.<br />

Cenab-ı Hak gerçek kardeşliklerin yaşandığı, muhabbetin,<br />

yardımlaşmanın ve itimadın yaygınlaştığı<br />

bir toplumun fertleri olmayı nasip eylesin.<br />

Hakla kalalım, aşkta daim olalım, Allah’a emanet<br />

olalım.<br />

8 Bakara/280<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

37


SAHABE-İ GÜZİN<br />

Burak Çınar<br />

(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />

Hazreti Hüseyin Bin Ali<br />

Resûlullahın ( aleyhisselâm ) torunu, Hazreti<br />

Ali’nin ikinci oğlu. Oniki imâmın üçüncüsü ve<br />

Ehl-i Beytin beşincisidir. Hicretin altıncı yılında<br />

(m. 626) doğdu. Hazreti Hüseyin’in nesebi; Hüseyin<br />

bin Ali bin Ebî Tâlib bin Abd’ül-Muttalib<br />

bin Haşim, el-Kureyşi, el-Hâşimî’dir. Hüseyin<br />

adı, ona Resûlullah efendimiz (.a.v.) tarafından<br />

verildi. Künyesi, Ebâ Abdullah’dır. Lakabı Seyyid<br />

ve Şehîddir.<br />

Ümmü Haris ( radıyallahü anha ) anlatır: “Bir<br />

gün Resûlullahın ( aleyhisselâm ) huzûruna<br />

vardım. “Bir rüya gördüm, çok korkdum” diye<br />

arz ettiğimde “Ne gördün?” buyurdular. “Sizin<br />

vücûdunuzdan bir parça kesdiler, benim yanıma<br />

eklediler” dedim, “İyi görmüşsün, Fâtıma’nın<br />

bir oğlu olacak ve senin yanında kalacakdır”<br />

buyurdular. Bir müddet sonra Hazreti<br />

Hüseyin dünyâya geldi, İbni Abbas’dan ( radıyallahü<br />

anh ) gelen rivâyete göre: Resûlullah<br />

( aleyhisselâm ) her sabah namazını kıldıktan<br />

sonra mübârek yüzünü Eshâb-ı kirama çevirirlerdi.<br />

Üzüntülü kimseler yüzünü görseler<br />

mesrûr (sevinçli) olurlardı. Bir gün sabah namazından<br />

sonra yüzlerini döndürmeden Hazreti<br />

Ali’yi çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar.<br />

Eshâb-ı kiram (aleyhimürrıdvan) nereye<br />

niçin gittiklerini anlıyamadılar. Tekrar dönerler<br />

diye oturdular, ikisi Hazreti Fâtıma’nın evine<br />

gittiler. Peygamberimiz Hazreti Ali’ye kapıda<br />

durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi.<br />

Hazreti Hüseyin doğmuş, melekler tebrik<br />

etmek için gelmişlerdi. Hazreti Ebû Bekir<br />

duramayıp, Hazreti Ali’nin evine gitti. Sonra<br />

Ömer ( radıyallahü anh ) sonra Osman ( radıyallahü<br />

anh ) ve bütün Eshâb-ı kiram, Hazreti<br />

Ali’nin evine gittiler. Ebû Bekir ( radıyallahü<br />

anh ), Hazreti Ali’den Resûlullahın ( aleyhisselâm<br />

) nerede olduğunu sordu. Hazreti Ali<br />

“İçerde” dedi. “İzin verirsen ben de göreyim”<br />

dedi. Hazreti Ali, “Allah’ın Resûlü meşgûldür”<br />

dedi. Benim içeri girmememi sana emir etti<br />

mi? deyince “Hayır, yalnız dörtyüzyirmidörtbin<br />

melek geldi” dedi. Ebû Bekir ( radıyallahü<br />

anh ) sözünden taaccüb (hayret) edip durdu.<br />

Ali ( radıyallahü anh ), Hazreti Ömer, Hazreti<br />

Osman ve bütün Eshâb-ı kirama aynı şeyleri<br />

söyledi. Bir ara Resûlullah ( aleyhisselâm ) dışarı<br />

çıkıp, herkesin içeri girmesini emr ettiler.<br />

Önce Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) sonra bütün<br />

Eshâb-ı kiram içeri girdiler. Resûlullah’a ( aleyhisselâm<br />

) selâm verdiler. Hazreti Ali’nin meleklerin<br />

sayısındaki sözü söylendi. Resûlullah (<br />

aleyhisselâm ) Hazreti Ali’ye meleklerin sayısını<br />

nasıl bildin? diye sordular. Hazreti Ali. “Melekler<br />

grup grup geliyorlardı. Her biri bir dil ile<br />

konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi” dedi.<br />

Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm ):“Allah<br />

aklını ziyade etsin yâ Ali” buyurdular.<br />

Resûlullah efendimiz ( aleyhisselâm ), Hüseyin<br />

doğduğu zaman, kulağına: “O Cennet<br />

çocuklarının efendisi (seyyidi)’dir.” diye seslenmişti.<br />

Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber<br />

aleyhisselâmı gördüğünü ve onun: “Bunlar<br />

benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Allahım,<br />

ben onları seviyorum, sen de onları sev<br />

ve onları sevenleri de sev” dediğini rivâyet<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

38


etmektedir. Bir defasında da “Hüseyin benden,<br />

ben Hüseyindenim. Allahü teâlâ Hüseyin’i seveni<br />

sever” buyurmuştu. Hazreti Hüseyin, daha bir<br />

çok hadîs-i şeriflerle medh edildi.<br />

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de, Ehl-i beyte, buyuruyor<br />

ki: “Allahü teâlâ, sizlerden ricsi, ya’nî her<br />

kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet<br />

ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı kiram<br />

sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i beyt kimlerdir? O esnada,<br />

İmâm-ı Ail geldi. Mübârek hırkasının altına<br />

aldılar, Fâtıma-tüz-Zehrâ da geldi. Onu da yanına<br />

aldılar. İmâm-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına,<br />

İmâm-ı Hüseyin geldi. Onu da öbür tarafına alarak,<br />

“İşte bunlar, benim Ehl-i beytim” buyurdular.<br />

Bu âyet-i kerîme ve ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlullahın<br />

iki mübârek torununu sevmenin şart olduğunu<br />

belirtmektedir.<br />

Hazreti Hüseyin buyurdu ki: Birgün yüksek<br />

dedemin huzûruna varmıştım. Ubeyy bin Kâ’b<br />

da huzûrunda idi. Bana: “Merhaba, ey Ebû Abdullah,<br />

ey göklerin ve yerin süsü!”diye hitâb etti.<br />

Ubeyy bin Kâ’b hazretleri, yâ Resûlallah! Göklere<br />

ve yere senden başka süs var mıdır? dedi; Resûlullah:<br />

“Beni insanlara Peygamber olarak gönderen<br />

Allahü teâlânın hakkı için Hüseyin bin Ali,<br />

yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde<br />

süs, göklerin tabakalarıdır” buyurdu.<br />

Birgün Hazreti Hüseyin, Resûlullah efendimizin<br />

yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava<br />

yağmurlu idi. Resûlullah duâ buyurdu. Hüseyin<br />

( radıyallahü anh ) eve gidinceye kadar, yağmur<br />

ara verdi. Birgün Resûlullah efendimiz, Hazreti<br />

Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhîm’i sol dizine<br />

aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Hakteâlâ, bu ikisinden<br />

birini alacaktır. Sen birini seç dedi. Eğer<br />

Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi,<br />

Ali’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Eğer İbrâhîm<br />

giderse, en çok ben üzülürüm. Benim<br />

üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum<br />

buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrâhîm vefât<br />

etti.<br />

Hüseyin ( radıyallahü anh ), Resûlullahın yanına<br />

her gelişinde onu öper ve “Selâmet ve<br />

se’âdet o kimseye ki, oğlum İbrâhîm’i ona feda<br />

ettim” buyururdu. Hazreti Hüseyin’in ilk çocukluğu<br />

Resûlullah efendimizin derin sevgi ve şefkati<br />

içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Hüseyin<br />

( radıyallahü anh ), bundan sonra ilmini ve edebini<br />

babasının yanında tamamladı. Beş çocuğu<br />

oldu. Sırası ile, Ali Ekber, Ali Asgar, Ca’fer, Fâtıma<br />

ve Sekîne.<br />

İmâm-ı Hasan ve Hüseyin ile Abdullah bin<br />

Ca’fer (r.anhüm) Medine-i Münevvere’ye giderlerken<br />

yiyecekleri kalmadı. Sahrada oldukların-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

39


dan yiyecek bir şey alınacak yerde olmayıp açlık<br />

ve susuzluktan iyice bunaldılar. Sonra “Allaha, tevekkül<br />

ettik” diyerek yoldan saptılar. Biraz ilerlemişlerdi<br />

ki, ovanın ortasında bir karartı gördüler.<br />

Ona doğru gittiler. Siyah bir çadır, içinde ise, bir<br />

kadın vardı. Kadına selâm verdiler. Kadın selâmlarını<br />

aldı. İyi karşıladı. Bu üç zatın dünyâya rağbetleri<br />

olmadığını anladı. Kadına: “hiç yiyeceğin<br />

var mı? diye sordular. Bir keçim var. Kendiniz sağın<br />

için” dedi. Birisi sağdı. Her biri birer çanak içtiler.<br />

Sonra kadına: “Başka yiyeceğin var mı? diye<br />

sordular. Kadın: “Keçiyi kesin yiyin” dedi. Abdullah<br />

bin Ca’fer ( radıyallahü anh ) kesti pişirdi. Üçü<br />

beraber yediler. Allahü teâlâya hamd ettiler. Atlarına<br />

bindiler. Kadına “Medine-i Münevvereye<br />

geldiğinde muhakkak bize uğra. Biz seyyidlerdeniz.<br />

Hâşimîlerdeniz” diyerek yola koyuldular. Bir<br />

zaman sonra kadının kocası geldi. Keçiyi göremeyince<br />

ne oldu diye sordu. Kadın olup biteni<br />

anlattı. Kocası üzüldü. “Biliyorsun o keçiden başka<br />

bir şeyimiz yok. Şimdi ne yapacağız?” diyerek<br />

kadını azarladı. Kadın: “Allahü teâlâ rahîmdir, kullarını<br />

aç bırakmaz. Böyle güzel yiğitler gelip te,<br />

onları misâfir etmeden göndermek insafa sığmaz”<br />

dedi, Daha sonra kadın, kocası ile Medinei<br />

Münevvereye birşeyler alıp satmak için gittiler.<br />

Hikmet-i ilâhi Hazreti Hasan’a, Bâb-ı selâm önünden<br />

geçerken rastladılar. Hasan ( radıyallahü anh<br />

) kadını ve kocasını huzûruna çağırttı. Kadına:<br />

“Beni tanıdın mı?” dedi. Kadın: “Hayır” dedi. “Bir<br />

zamanlar senin evine üç kişi gelmiştik. Bize süt<br />

ikram etmiştin. Bir de keçini kesmiştik. Onlardan<br />

biri benim” dedi. Bunlara çok ikram da bulundu:<br />

Yanında fazla bir şeyi olmadığından, Beyt-ül-mâl<br />

emînine adam gönderip, bin dirhem gümüş ve<br />

yüz koyun borç istedi. Getirdiler. Bunların hepsini<br />

kadına bağışladı. “Bizi mazur görün” buyurdu.<br />

Bu karı-kocanın yanlarına adam vererek, Hüseyin’e<br />

( radıyallahü anh ) gönderdi. Hazreti Hüseyin<br />

de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu<br />

kadar ikram etti. Fazla olmadığından Beyt-ül-mal<br />

emîninden bin dirhem gümüş ve ikiyüz koyun<br />

borç istedi. Hepsini kadına verip özür diledi. Yanlarına<br />

adam verip, Abdullah bin Cafer’e ( radıyallahü<br />

anh ) gönderdi. Abdullah ( radıyallahü anh<br />

): “İki İmâm’a uğradınız mı?” buyurdu. “Evet” dediler.<br />

“Keşke daha önce bana uğrasaydınız. Onların<br />

yanında dünyâ malı bulunmaz, belki sıkıntı<br />

çekmişlerdir” dedi. Bunlar imamların yaptıkları<br />

ikramları söylediler. Abdullah ( radıyallahü anh )<br />

da ikibin dirhem gümüş ve dörtyüz koyun verdi.<br />

Mezkûr karı-koca yediyüz koyun ve dörtbin dirhemi<br />

alıp sevinerek evlerine döndüler.<br />

Eshâb-ı kiramdan Dıhye ( radıyallahü anh ) devamlı<br />

ticâret için sefere gider gelirdi. Çok güzel<br />

yüzlü idi. Cebrâil (aleyhisselâm) çok defa Resûlullahın<br />

( aleyhisselâm ) huzûruna Dıhye ( radıyallahü<br />

anh ) şeklinde gelirdi. Bir gün Cebrâil (aleyhisselâm)<br />

Fahri âlem ( aleyhisselâm ) hazretlerinin<br />

huzûrunda bulunuyordu. O zaman henüz küçük<br />

olan Hasan ve Hüseyin ( radıyallahü anh )’dan<br />

biri Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Hemen kardeşinin<br />

yanına koşarak: “Dıhye ( radıyallahü anh ) dedemizin<br />

yanında oturuyor, haydi gidelim” dedi.<br />

Koşup mescide girdiler. Cebrâil aleyhisselâmın<br />

dizlerine oturdular. Ellerini Cebrâil aleyhisselâmın<br />

koynuna soktular. Resûlullah ( aleyhisselâm<br />

) torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip,<br />

mani olmak istedi. Cebrâil (aleyhisselâm), Resûlullahın<br />

mahcûb olduğunu görünce dedi ki: “Ya<br />

Resûlallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fâtıma ( radıyallahü<br />

anha ) teheccüd namazını kılarken Hak<br />

teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallardım.<br />

Fâtıma ( radıyallahü anha ) rahatça namazını<br />

kılardı. Çocukların bu hareketini bana karşı<br />

edebsizlik saymayın. Bazan da bunların anneleri<br />

namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak<br />

teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın<br />

diye beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Bunların<br />

yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir<br />

mahzur yoktur.” dedi.<br />

Resûlullah ( aleyhisselâm ) “Ey kardeşim Cebrâil!<br />

Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler<br />

endişesiyle mâni oldum. Çünkü, Eshâbımdan<br />

Dıhye ( radıyallahü anh ) isminde birisi vardır. Çok<br />

kerre sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediyye<br />

getirir. Sizi Dıhye ( radıyallahü anh ) zannedip,<br />

ellerini koynunuza soktular” buyurdu. Cebrâil<br />

aleyhisselâm:<br />

“Yâ Rabbi! Beni Habîbinin ( aleyhisselâm ) yanında<br />

utandırma” diye duâ etti. “Oturduğun yerde<br />

gözlerini kapa, elini Cennete sok, eline ne gelirse<br />

al.” diye hitap geldi. Cebrâil (aleyhisselâm)<br />

ellerini Cennete saldı. Bir yeşil salkım üzüm, bir<br />

kırmızı nar eline geldi. Hazreti Hasan üzümü,<br />

Hazreti Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken<br />

bir dilenci geldi. “Ey Ehl-i beyt! O üzüm ve nardan<br />

bana da verir misiniz?” dedi. Resûlullah’ın (<br />

aleyhisselâm ) yüksek yaratılışlı torunları vermek<br />

istediğinde Cebrâil (aleyhisselâm) mâni oldu. “Yâ<br />

Resûlallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyvaları<br />

ona haram iken hile ile yemek istedi.”<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

40


Hazreti Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrâfını<br />

aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca<br />

gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi<br />

binmezdi.<br />

Buyurdular ki: “Cömerd efendi olur, cimri hor<br />

olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini,<br />

kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha<br />

iyisini bulur.”<br />

Hüseyin ( radıyallahü anh ), hep babasının yanında<br />

idi. Babası şehîd olunca, Medine’ye geldi.<br />

Hazreti Muâviye’nin vefâtında Yezîd’e bi’at etmedi.<br />

Kûfeliler kendisini çağırıp halife yapmak<br />

istedi. Kardeşi Muhammed bin Hânefiyye, İbni<br />

Ömer, İbni Abbâs ve daha nice Eshâb-ı kiram (<br />

radıyallahü anh ) mâni oldular ise de, nasihatlerini<br />

dinlemeyip, yetmişiki kişi ile Mekke’den Irak’a<br />

yola çıktı. Yezîd, Şam’dan bunu haber alınca, Irak<br />

vâlisi Ubeydullah bin Ziyâd’a emir gönderip, Kûfe’ye<br />

sokma dedi. Bu da, Sa’d İbni Ebî Vakkâs’ın<br />

oğlu Ömer’in kumandasında bir ordu gönderdi.<br />

İbni Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, imâm<br />

kabûl etmeyip harp etti. Yanında bulunanlara da<br />

tekrar tekrar teslim olun denildi ise de, 72’si de<br />

şehîd oluncaya kadar savaşa devam etti.<br />

Sinân bin Enes Nehaî, Hazreti Hüseyin’i, Hicret’in<br />

61 (m. 681) yılında Muharremin onuncu<br />

günü Kerbelâ’da şehîd etti. Mübârek oğlu Zeynel’âbidin<br />

küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar<br />

ve imâmın mübârek başı ile Şam’a gönderildi.<br />

Mübârek başı, Mısır’da Karâfe kabristanında<br />

medfûndur. Peygamberimizden bizzat işiterek<br />

rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bazıları:<br />

“Kişinin İslâmının güzelliği mâlâyaniyi terk<br />

etmesidir.”<br />

“Resûlullah ( aleyhisselâm ) yoldan geçen bir<br />

yahudinin cenâzesi için ayağa kalktı ve buyurdu<br />

ki: “Kokusu beni rahatsız etti.”<br />

“Bahil (cimri) o kimsedir ki yanında ismim anıldığında<br />

bana salat ve selâm getirmez.”<br />

Yine İbnî Abbâs ( radıyallahü anh ) anlatmıştır.<br />

Bir gün Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’i<br />

güreştirdiler. Güreşmeye başlayınca, Resûlullah<br />

( aleyhisselâm ) tut yâ Hasan ( radıyallahü anh )<br />

derdi. Hazret-i Fâtıma yâ Resûlallah! Yalnız Hasan’a<br />

mı diyorsun? Resûlullah ( aleyhisselâm<br />

) “İşte Cebrâil (aleyhisselâm) tut yâ Hüseyin!<br />

diyor”, buyurdular.<br />

Hazret-i Hüseyin ile ilgili olarak Peygamberimiz<br />

( aleyhisselâm ) buyurdular ki:<br />

“Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun kökü,<br />

Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.”<br />

“Genç olarak Cennete girenlerin seyyidi Hasan<br />

ve Hüseyin’dir.”<br />

“Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i<br />

seveni Allahü teâlâ sever. Hüseyin torunlardan<br />

bir torundur.”<br />

“Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever.”<br />

Sahibinin<br />

ağzından lanet<br />

çıktığı zaman<br />

bakar; eğer<br />

yöneltildiği<br />

kimsede<br />

kendisine yol<br />

bulursa ona<br />

gider. Aksi halde<br />

kendisinden<br />

çıktığı kişiye<br />

döner.<br />

Ramuz el Ehadis S.43<br />

Yararlanılan Kaynaklar<br />

1) El-İstiâb cild-1<br />

2) Üsûd-ül-gâbe cild-2<br />

3) Taberî, Târîh cild-2,<br />

4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye<br />

5) Eshâb-ı Kirâm,<br />

6) Kısâs-ı Enbiya cüz-7,<br />

7) Refakat-ı Hüseyn<br />

8) İkd-ül-ferîd cild-2,<br />

9) Ensâb-ül-eşrâf cild-4,<br />

10) El-Kâmil fi’t-Târîh cild-4,<br />

11) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4,<br />

12) Sahîh-i Müslim cild-7,<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

41


MÜSLÜMAN<br />

BİLİMADAMLARI<br />

Hüseyin Tevfik Paşa<br />

FARUK KUL<br />

“1878 yılında II. Abdülhamit<br />

tarafından Mühendishane-i Berrî-i<br />

Hümâyûn’un başına Mühendishane<br />

Nazırı olarak atandı. Bu<br />

görevde kısa bir süre kaldı. 1883-<br />

1886 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin<br />

Washington Büyükelçiliği<br />

görevini sürdürdü. 1889 yılında<br />

Ticaret ve Nafia Nazırı görevine<br />

atandı. Ölümüne kadar padişah II.<br />

Albdülhamit’in yaveri olarak görev<br />

yaptı. “<br />

Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa, bir Osmanlı paşası<br />

ve bilim adamıdır. İstanbul’da 1892 yılında İngilizce<br />

olarak yazdığı özgün bir eser olan “Linear<br />

Algebra” (Lineer Cebir) adlı eseri dünya çapında<br />

çağın en önemli Matematik kitaplarından biridir.<br />

Kitabının ilk baskısı 1882 de 69 sayfa, ikinci<br />

baskısı 1892 de genişletilmiş ve düzeltilmiş olarak<br />

188 sayfa olarak İstanbul’da basılmıştır. Bu<br />

nedenle H.T. Paşa bütün Osmanlı tarihinde temel<br />

bilimler alanında orijinal çalışma yapan ve<br />

yayınlayan ilk bilim insanımızdır. H. T. Paşa “Linear<br />

Algebra” kitabıyla Dünya’da ilkler arasında yer<br />

alan önder araştırmacı olma unvanına sahiptir<br />

Hüseyin Tevfik Paşa 1832 yılında günümüzde<br />

Bulgaristan sınırları içinde olan, o zamanlar<br />

Osmanlı Devleti’ne bağlı Vidin kentinde doğdu.<br />

Babası Hasan Tahsin Efendi’ydi. Ailesi İmamzadeler<br />

olarak tanınırdı. İlköğrenimini Vidin’de tamamladıktan<br />

sonra 14-15 yaşlarında İstanbul’a<br />

gitti ve Maçka’da bulunan Mekteb-i İdadi-i Askeriye’de<br />

okudu. Daha sonra Harbiye Mektebi’ni bitirdi<br />

ve Erkan-ı Harbiye’ye kabul edildi.<br />

Harbiye Mektebi’nde matematik derslerindeki<br />

yeteneğiyle Cambridge Üniversitesi’nden mezun<br />

olmuş olan matematik hocası Tahir Paşa’nın<br />

dikkatini çekmiş ve Tahir Paşa kendisine özel<br />

dersler vermiştir. Mezun olduktan sonra kendisi<br />

de Harbiye’de cebir cebir dersleri vermeye başladı,<br />

Tahir Paşa ölünce onun matematik dersleri de<br />

Hüseyin Tevfik Paşa’ya kaldı. Harbiye’deki hocalığı<br />

devam ederken, Tophâne Tecrübe ve Muayene<br />

Komisyonu’na da getirildi. 1868’de Paris’teki<br />

Mekteb-î Osmanî’ye müdür muavini olarak gönderildi<br />

ve aynı zamanda balistik ve tüfek imalatı<br />

üzerine incelemelerde bulunmakla görevlendirildi.<br />

Bu arada matematik bilgisini geliştirmek<br />

için Paris’te üniversiteye devam etti ve Paris’te<br />

kaldığı iki yıl boyunca makaleler yayımladı ve bilimsel<br />

toplantılara katıldı.<br />

Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Yusuf Ziya Paşa<br />

ile birlikte 1865 yılında kurduğu Cemiyet-i Tedrisiyye-i<br />

İslâmiye sonradan Darüşşafaka Lisesi’ne<br />

dönüşmüştür.Hüseyin Tevfik Paşa, 1872’de<br />

Osmanlı Devleti’nin Amerikan silah fabrikalarına<br />

ısmarladığı tüfeklerin imalatını ve şartnâmeye<br />

uyulup uyulmadığını kontrol etme göreviyle<br />

ABD’ye gönderildi. 1878 yılına kadar ABD’nin<br />

Rhode Island eyaletinde kaldı ve bu süre içinde<br />

matematikle uğraştı; Lineer Cebir adlı İngilizce<br />

kitabını bu sırada yazmış ve Argand’ın kompleks<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

42


sayılarla ilgili teorisinde ileri<br />

sürdüğü çarpımı üç boyutlu<br />

uzaya uygulamanın bir yolunu<br />

bulmuştur.<br />

1878 yılında II. Abdülhamit<br />

tarafından Mühendishane-i<br />

Berrî-i Hümâyûn’un başına Mühendishane<br />

Nazırı olarak atandı.<br />

Bu görevde kısa bir süre kaldı.<br />

1883-1886 yılları arasında<br />

Osmanlı Devleti’nin Washington<br />

Büyükelçiliği görevini sürdürdü.<br />

1889 yılında Ticaret ve<br />

Nafia Nazırı görevine atandı.<br />

Ölümüne kadar padişah II. Albdülhamit’in<br />

yaveri olarak görev<br />

yaptı.<br />

Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve<br />

Yusuf Ziya Paşa ile birlikte 1865 yılında kurduğu<br />

Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye sonradan Darüşşafaka<br />

Lisesi’ne dönüşmüştür.<br />

Lineer Cebir eserinin önsözünde Hüseyin Tevfik<br />

Paşa söyle yazmıştır: “Bu kitapta incelenen lineer<br />

cebir, dünyanın Sir William Hamilton’a borçlu<br />

olduğu quaterniyonlara çok benzer. Lineer cebir,<br />

quaterniyonların bütün potansiyellerine sahiptir<br />

ve güçlüğü daha azdır. Quaterniyonlar üniversitelerde<br />

öğretilmektedir ve kabul görmüş bir bilgidir.<br />

Lineer cebirin de aynı kabulü görüp görmeyeceğini,<br />

hattâ quaterniyonların yerini alıp almayacağını<br />

şimdiden bilmiyorum”. Kendi sisteminin üstünlüğünü<br />

ise şöyle ifade etmiştir: “Quaterniyonların<br />

çarpımı, isim olarak bile düzlem geometride ele<br />

alındığında, bizi üç boyutlu uzayda çalışmaya zorlamaktadır;<br />

hâlbuki lineer cebirde<br />

yalnızca iki boyut ele alındığı<br />

zaman bir üçüncü boyutu<br />

düşünme durumunda değiliz”.<br />

Hüseyin Tevfik Paşa’nın bu eseri<br />

tercüme değildir ve konuya<br />

özgün katkı yapması açısından<br />

çok önemlidir.<br />

Tevfik Paşa’nın başka pek<br />

çok görevleri olmuş, Fransa ve<br />

ABD’de kaldığı sıralarda Fransızca<br />

ve İngilizce’yi, bu dillerde<br />

kitap yazabilecek kadar iyi<br />

öğrenmiştir. Burada matematik<br />

dersleri vermiş, yine bu sıralarda<br />

arkadaşlarıyla çıkarttığı<br />

Mebâhis-i İlmiyye adlı aylık<br />

dergiye makaleler yazmıştır. Bu<br />

dergide yayımladığı makaleleri<br />

arasında “Mahsûsât ve Gayr-ı<br />

Mahsûsât” isimli felsefî bir yazısı,<br />

ayrıca türev ve fonksiyonlar<br />

üzerine yazıları bulunur.<br />

Hüseyin Tevfik Paşa, daima<br />

devlet memuriyetiyle görevli<br />

olmasına rağmen, matematik<br />

bilimlerle ilgilenmeye zaman<br />

ayırabilmiş, zengin bir kütüphane<br />

oluşturmuş, çevresindeki<br />

Sâlih Zekî gibi yetenekli gençlere<br />

vakit ayırmış, periyodik<br />

yayınlarla entellektüel bir ortamın<br />

oluşmasına gayret sarf<br />

etmiştir.Gelecek nesillere katkıda<br />

bulunmuştur. 16 Haziran<br />

1901 tarihinde vefat etti. Mezarı<br />

Eyüp semtinde bulunmaktadır.<br />

Eserleri<br />

Hüseyin Tevfik Paşa’nın eserleri şunlardır:<br />

* Zeyl-i usul-i Cebir<br />

* Cebr-i Âlâ<br />

* Fenn-i Makina<br />

* Mebahis-i İlmiye Mecuasmda yazdığı makaleler<br />

(Hesab-ı Müsenna = Dual Aritmetique)<br />

* Tahir Paşa’nın Usul-i Cebir adlı eserine yazdığı<br />

ek<br />

* Usul-i llm-i Hesap<br />

* Astronomi<br />

* Mahsusat ve Gayrı<br />

Mahsusat<br />

* Linear Algebra<br />

http://www.yasamoykusu.<br />

com/biyografi-3585-Huseyin_<br />

Tevfik_Pasa<br />

http://www.muslimheritage.com/topics/default.<br />

cfm?ArticleID=1028<br />

http://tr.wikipedia.org/<br />

wiki/H%C3%BCseyin_Tevfik_<br />

Pa%C5%9Fa<br />

http://turkoloji.cu.edu.tr/<br />

GENEL/akdeniz_tevfik_pasa.<br />

pdf<br />

http://www.yasamoykusu.<br />

com/biyografi-3585-Huseyin_<br />

Tevfik_Pasa<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

43


ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />

Helal Lokma<br />

Ümmü HARAM<br />

Euzübillahiminneşşeytanirracim<br />

Bismillahirrahmanirrahim<br />

Mübarek şehri Ramazan’ın başlarındaydık.<br />

Kavurucu bir yaz günüydü. İkindiyle akşam arası<br />

ihtiyaç sahibi aileleri ziyaret için çıktık. Mahalle<br />

muhtarının belirlediği adresleri ziyarete başladık.<br />

Ramazan-ı Şerif’te Allah-u Teâlâ’nın kovmuş<br />

olduğu şeytan bağlanır. Yürekler yumuşar, hassaslaşır.<br />

Allah-u Teâlâ’nın rahmeti kaplar kullarını.<br />

Rahmet ve bereket<br />

ayıdır, onbir ayın sultanıdır<br />

Şehr-i Ramazan.<br />

Bu mübarek günlerin<br />

manevi hazzı içerisinde<br />

oruca henüz alışamamış<br />

vücutlarımızın<br />

halsizliğini, ağızlarımızın<br />

kuruluğunu bile<br />

hissetmiyorduk. Bir<br />

kapıdan öbür kapıya<br />

bazen yaya bazen<br />

araçla ziyaretlerimizi<br />

yapıyorduk. O gün<br />

hep dert içinde kıvranan<br />

hanım kardeşlerimiz<br />

açtı kapıları.<br />

Pek çok kapıda karşılaştığımız<br />

manzara ve<br />

duyduğumuz sözleri<br />

o gün de işittik. “ Sizi<br />

bana Allah gönderdi.”<br />

Çaldığımız kapının<br />

birini, boşanma<br />

ilamı henüz eline ulaşmış bir hanım kardeşimiz<br />

açtı. Hem iki gözü iki çeşme ağlıyor hem bizlere<br />

sarılıyor, hem halini arz ediyordu. Yıllardır eve<br />

doğru dürüst bakmayan, hatta uğramayan uğradığı<br />

zaman da türlü eziyetler eden kocasından<br />

boşanmış, mahkeme sonucu da az evvel eline<br />

ulaşmış. “Ne zamandır çatırdıyordu ama yıkılması<br />

çok zoruma gitti. Rabbim biliyor, çok çaba sarf<br />

ettim ama kurtaramadım.” diyor. Biz de dilimizin<br />

döndüğünce hakkı ve sabrı tavsiye etmeye gayret<br />

sarf ediyoruz. Oradan çok üzgün ayrılıyoruz.<br />

Fakat bu hadise ne ilk ne de son. Hele son zamanlarda<br />

boşanmalar o kadar artmış ki, her hafta<br />

çaldığımız kapıların yarısı boşanmış veya terk<br />

edilmiş hanımlar tarafından açılıyor. Pek çoğunun<br />

sebebi de internet. Allah Ümmet-i Muhammed’i<br />

muhafaza eylesin.(âmin)<br />

Yine o gün çok acı<br />

bir hadise yaşadık.<br />

Rabbimizden böyle<br />

bir olaydan bütün<br />

Ümmet-i Muhammed’i<br />

ve nesillerini<br />

korumasını niyaz ediyoruz.<br />

Allah başımıza<br />

vermesin. Verdiklerini<br />

de temizlesin.(Âmin)<br />

Araçlarımız harap<br />

bir bahçenin kenarında<br />

durdu. Duvarları<br />

yıkık, kapısı kırık, içinde<br />

ki otlar sararmış,<br />

ağaçları kurumuş bir<br />

bahçe içinde metruk<br />

görünümlü bir ev var.<br />

Bahçenin içinde ama<br />

yola mesafesi bayağı<br />

var. Kırık dökük bir ev.<br />

Kapı girişi bile gözükmüyor.<br />

İçerisinde insan<br />

yaşadığına dair bir<br />

emare de yok. Evin kapısını bulup çalıyoruz. Kapıyı<br />

20 yaşlarında ya var ya yok bir hanım açıyor.<br />

Arkasında iki üç yaşlarında bir oğlan çocuğu var.<br />

Kadının kapıyı açmasıyla ağlamaya başlaması bir<br />

oluyor. Ama ne ağlama. Sarsıla sarsıla ağlıyor, ağlamaktan<br />

konuşamıyor. Çocuk şaşkına dönmüş<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

44


durumda. Annesinin eteğinden tutmuş içler acısı<br />

bir halde. Kızcağızı sakinleştirdik. Çocuğun başını<br />

okşayıp, getirdiğimiz hediyelerden verdik.<br />

Biraz rahatlayınca başladı anlatmaya.<br />

“Aslında kocam kötü bir insan değildi. Ailesi<br />

ölünce kötü arkadaşlar edindi. Kötü arkadaş<br />

kurbanı oldu.” diyor. Aslında önce durumları fena<br />

değilmiş. Bunlar evlendikten bir süre sonra eşinin<br />

anne babası vefat etmiş. Kocası ailesinden<br />

kalanları kısa bir sürede kötü arkadaşlarıyla har<br />

vurup harman savurmuş. O harap bahçe ile oturdukları<br />

bu kötü evden başka bir şeyleri kalmamış.<br />

Kızın asıl üzüldüğü olay ise kocasının gasp<br />

ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarından hapse<br />

girmiş olması. Kocasıyla bir arkadaşı, yeni evli bir<br />

çifti alışveriş merkezinden evlerine kadar takip<br />

etmişler. Fırsatını buldukları bir anda da karı-kocayı<br />

darp edip kadının altınlarını alıp kaçmışlar.<br />

Adamın durumu ağırmış, hala yoğun bakımdaymış.<br />

Gaspçılar aradan biraz zaman geçince polis<br />

tarafından yakalanmışlar ve suçları sabit görülmüş.<br />

Şu anda cezaevindelermiş, muhtemelen<br />

müebbet hapis cezası alacaklarmış.<br />

Genç kadın hem ağladı, hem anlattı. “Benim<br />

kimim kimsem yok, şimdi ben ne yapacağım.<br />

Çocuğuma bunu nasıl izah edeceğim. Ortada<br />

kaldığıma mı yanayım böyle yüz kızartıcı bir suç<br />

işleyen bir adamın karısı olduğuma mı yanayım.<br />

Şimdi az önce eşimden mektup aldım. Aslında<br />

hiç kötü birisi değildi. Arkadaş kurbanı oldu.” diyor.<br />

O, o anda olaya çok farklı bir açıdan bakıyor.<br />

“Yapayalnız kaldım.” diyor. Biz de daha farklı bir<br />

açı getiriyoruz. En azından o haramın midelerine<br />

girmemesinden dolayı şükretmesi gerektiğini<br />

söylüyoruz.<br />

“Öyle bir zaman gelecek ki insanoğlu yedi<br />

şeyin helalden mi haramdan mı olduğuna hiç<br />

aldırmayacak. Böylelerinin hiç bir duası kabul<br />

olmaz.”(Buhari büyü 7/23, Nesei 7/243) Hadis-i şerifini<br />

hatırlatıyoruz. Zaten kendisi de abdestinde<br />

namazında örtülü bir hanım olarak helal rızkın<br />

önemini mutlaka biliyordu. Allah’ın Resulü Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v)’in “Allahümme ekfini bi<br />

halalike an haramike ve ağnini bi fadlike ammen<br />

sivak.” ,”Allah’ım bana helal rızık nasip ederek haramlardan<br />

koru. Lütfünle beni senden başkasına<br />

muhtaç etme.”(Tirmizi Deavat 111). Duasını bolca<br />

okumasını tavsiye ediyoruz. Kendisine hediye<br />

ettiğimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın<br />

sohbet kitaplarını ve dua hizbi kitabımızı<br />

okumasının ona ciddi manada destek olacağını<br />

söylüyoruz.<br />

Ayrılmamızı hiç istemiyor ama yapacak hiç bir<br />

şey yok. Evladını ve kendisini Allah’a emanet ediyor<br />

ve başka bir adrese doğru yola koyuluyoruz.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

45


SURELERDEN<br />

Amenerrasulü<br />

S.GÜLSOY<br />

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA<br />

285-Peygamber, Rabbi’nden kendisine ne indirildiyse<br />

ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah’a,<br />

meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman<br />

ettiler. “Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım<br />

yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, bağışlamanı<br />

dileriz, dönüş ancak sanadır.” dediler.<br />

286 - Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden<br />

başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine,<br />

yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir.<br />

Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi<br />

tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden<br />

öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey<br />

Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de<br />

yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et<br />

bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı<br />

yardım et bize. 1<br />

Kuran-ı Kerim de Bakara Suresinin son iki ayeti<br />

olan ve Amenerrasulu olarak bilinen ve pek çok<br />

hikmek ve faydası olan bu önemli iki ayet Mekke<br />

döneminde Muhammed Mustafa (sav)’ın miraç<br />

dönüşünde ümmetine hak katından getirdiği bir<br />

hediyedir.<br />

1 Elmalılı Hamdi Yazır (Hak dini Kur’an dili)<br />

Amenerrasulü’nin Faziletine dair bazı Hadisi Şerifler<br />

şunlardır:<br />

1. Ebu Zer (R.anh)’den rivayet edildiğine göre,<br />

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:<br />

“Allah’ü Teala Bakara suresini iki âyetle sona erdirdi<br />

ki, bunları bana Arş’ın altındaki bir hazineden<br />

verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza<br />

öğrettini, talim ediniz. Çünkü bu iki ayet: hem bir<br />

salât (namazda okunan Kuran) hem bir Kuran (ayetleri),<br />

hem de bir duadırlar.” 2<br />

2. “Dört şey Arş’ı Azâm altındaki hazinelerden<br />

indirildi: Fâtiha, Ayete’l-Kürsi, Âmenerrasûlü, Kevser<br />

Suresi.” 3<br />

3. “Bana Arşın altındaki hazineden Ben’den önce<br />

hiçbir peygambere verilmeyen Bakara Suresinin<br />

son âyetleri (Âmenerrasûlü) verildi.” 4<br />

4. “Her kim bir gece içerisinde Bakara suresinin<br />

iki âyeti (Amenerrrasûlü) okursa, artık o iki âyet ona<br />

(ibadet etmek ve belalardan korunmak bakımdan)<br />

kâfi gelirler.” 5<br />

5. “Kuran’da iki ayet vardır ki, müminler için şifadır<br />

ve Allah’ın sevdiği şeylerdendir. O iki ayet Bakara<br />

suresinin son iki ayeti (olan Amenerrasülü)‘dür. 6<br />

6.”Şüphesiz Allah’u Teala, gökleri ve yeri yaratmadan<br />

2000 yıl önce bir kitap yazdı ve o kitaptan<br />

iki ayet indirerek Bakara suresini bu iki ayetle bitirdi.<br />

Bu iki ayet, bir evde 3 gece okunursa, şeytan o<br />

eve yaklaşamaz.” 7<br />

7. “Her kim Ayetle’l-Kürsi’yi ve Bakara suresinin<br />

sonunu sıkıntılı (kederli) anında okursa, Allah’u Teala<br />

ona yardım eder.” 8<br />

8. “Her kim Bakara suresinin başından dört ayet,<br />

Ayete’l-Kürsi ve ondan sonraki iki ayet, surenin sonundan<br />

da 3 ayet olmak üzere, bir gece içinde bakara<br />

suresinden 10 ayet okursa, o gece o eve şeytan<br />

giremez.” 9<br />

2. Dârimi, Fedailül-Kuran<br />

3 Suyuti, Cami’ussağir, 927<br />

4 Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/151<br />

5 Buhari, Fedailül-Kuran, 10, 27<br />

6 Suyuti, Cami’ussağir, 1/64<br />

7 Tirmizi, Fedailül-Kuran, 4<br />

8 Suyuti, Dürru’l-Mensür, 2/11<br />

9 Heysemi, Mecme’uzzevaid<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

46


ARAPÇA RABCA’YA<br />

GÖTÜRÜR<br />

‏أقْرَبُ‏ مَا يَكُونُ‏ الْعَبْدُ‏ مِنْ‏ رَبِّهِ‏ وَهُوَ‏ سَ‏ اجِ‏ دٌ،‏ فاأكْثِرُوا الدُّعَاءَ‏<br />

“Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise (secdede) duayı çok yapın.”<br />

Müslim<br />

فَبِاأيِّ‏ ‏آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ‏<br />

O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?<br />

Rahman diye isimlendirilen süre-13. Ayet<br />

N. HADRA<br />

FİİL<br />

Zamana bağlı olarak bir işin, bir halin veya bir hareketin oluşunu belirten kelimelere fiil denir. Arapça’da<br />

iki temel fiil çekimi vardır. Diğer kalıplar bu ikisinden türetilir. Bunlar fiil-i mazi (geçmiş zaman) ve<br />

fiil-i muzari (geniş zaman, şimdiki zamanın karşılığı)dır.<br />

FİİL-İ MAZİ<br />

Türkçe’mizdeki –di’li geçmiş zamana denir. Geçmişte daha önce yapılmış bir işi bildirir. (Türkçe’deki<br />

…di-dı, dü-du, ti-tı, tü-tu eklerini sağlar). Örnek;<br />

Okudu- yazdı- yedi-içti…<br />

Fiili mazi çekimi;<br />

نَصَ‏ رُوا<br />

Onlar yardım<br />

ettiler.<br />

نَصَ‏ رْنَ‏<br />

Onlar yardım<br />

ettiler<br />

نَصَ‏ رْتُمْ‏<br />

sizler yardım<br />

ettiniz.<br />

نَصَ‏ رْتُنَّ‏<br />

Sizler yardım<br />

ettiniz.<br />

نَصَ‏ راَ‏<br />

O ikisi yardım<br />

etti<br />

نَصَ‏ رَتَا<br />

O ikisi yardım<br />

etti<br />

نَصَ‏ رْتُمَا<br />

Siz ikiniz yardım<br />

ettiniz<br />

نَصَ‏ رْتُمَا<br />

Siz ikiniz yardım<br />

ettiniz<br />

نَصَ‏ ْ نَ‏<br />

Biz yardım ettik<br />

نَصَ‏ رَ‏<br />

gaib<br />

O, yardım etti<br />

نَصَ‏ رَتْ‏<br />

gaibe<br />

O, yardım etti<br />

نَصَ‏ رْتَ‏<br />

muhatab<br />

Sen yardım ettin<br />

نَصَ‏ ‏ْتِ‏<br />

muhataba<br />

Sen yardım ettin<br />

نَصَ‏ ‏ْتُ‏<br />

mütekellim<br />

Ben yardım ettim<br />

Örnek cümleler;<br />

ذَهَبَ‏ عَليٌ‏ اِلىَ‏ الْمَ‏ دْ‏ رَسَ‏ ةِ‏<br />

قَرَأتْ‏ عَائِشَ‏ ةٌ‏ اَلْكِ‏ تَابَ‏<br />

فَهِمَ‏ اَلطَ‏ الِبُ‏ اَلدَّرِسَ‏<br />

قَطَ‏ فَ‏ مُحَ‏ مَّدٌ‏ وَرْدَةً‏ kopardı. Muhammed bir gül<br />

حَ‏ سَ‏ دَ‏ اَلْفَلَّاحُ‏ اَلْقَمِح ekti. Çiftçi buğday<br />

Ali okula gitti<br />

Ayşe kitap okudu<br />

Öğrenci dersi anladı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

47


HAYDAR<br />

Ahmet NAVRUZ<br />

Haydarın içinde bir sıkıntı vardı. Ne olduğunu bilmiyordu ama nefes alması bile zorlaşıyordu<br />

bazen.Birden odaya hışımla bir çoçuk girdi;<br />

-Peçeli abi beni Yasir amca yolladı çabuk yetiş evini bastılar karını kaçırdılar.diyordu.<br />

Haydar hemen ayağa fırladı besmele ile ama aklına öyle şeyler geliyordu ki sol tarafı tutmadı<br />

bir an.Yatağa tutundu ve Ayetel Kürsiyi okuyup dua etmeye başladı.Kendine gelmişti<br />

hemen koşar adımlarla eve doğru yola çıktı..<br />

............<br />

Haydarın eşi ile çoçugunu üstlerine getiren israil askerleri işkenceye başlamışlardı.Kadıncağızı<br />

sandalyeye bağlamış elektrik verip kahkaha atarken içeri büyük komutan Samuel<br />

girdi.<br />

-Hala peçeliyi ele geçiremediniz mi.diye askerlere hakaretler ediyordu.Haydarın bebeği<br />

ile karısının ellerinde olduğunu öğrenince yüzünde oluşan şeytani gülümseme Haydarın<br />

karısını korkutmuştu.’’Şimdi Peçeli ayağımıza gelecek’’diye kahkaha atmaya başladı.<br />

Çığlık çığlığa ağlayan ufacık yavruyu aldı ve elinden ayağından bağlattı.Videoya çekilmesini<br />

söyledi.Anne hem ağlıyor hem de dua ediyordu.’’Çoçuğumu bırakın ne olur bana<br />

yapın ne yapacaksanız’’ diye ağlıyordu.<br />

Ama samuel emri verdi ve dört taraftan calışan çarklar çoçuğun elleri ve ayaklarını<br />

koparttı.Çoçuk bu dünyadan ebedi dünyaya masum bir şekilde gidip cenneti kazanırken<br />

zalimlerde cehennemi kazanıyordu.Acılı anne gördükleri karşısında dondu kaldı hiç<br />

tepki veremiyordu.Zalım komutan samuel ve askerleri kahkaha atıyordu videoyu durdurup<br />

kasetin Peçeliye yollanmasını ve eğer karısını kurtarmak istiyorsa teslim olmasını<br />

söylüyordu..<br />

.............<br />

Haydar eve gelmişti evde heryer dağılmış ve kanlar vardı.Haydar hemen kıbleye yönelip<br />

iki rekat namaz kıldı ve ellerini açıp;<br />

‘’Ey Rabbim muhakkak ki bunların hepsini imtihanımız sana şükürler olsun.Muhakkak hayırda<br />

şerde senden.Ey Rabbim bu zalimler karşısında gücümü kuvvetimi alma.Ben aciz bir kulunum<br />

sen bana kuvvet ver ki ben onlara engel olayım.Ey rabbim beni saidler olarak yaşat ve ruhumu<br />

şehit olarak kabz eyle’’diye dua etti.O arada eve elinde kasetle mahallenin imamı girdi.,<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

48


Faydalı Bilgiler<br />

Hazırlayan Ahmet NAVRUZ<br />

Buz kalıplarınızı su ile doldurmadan önce<br />

bölmelere portakal,limon ve dilediğiniz meyve<br />

parçacıkları yerleştirirseniz dekoratif buzlar<br />

elde etmiş olursunuz.<br />

Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk<br />

yıkamada bir gece soğuk suyun içerisinde<br />

bekletin,sonra yıkayın,çekmeyeceklerdir.<br />

Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini<br />

istemiyorsanız,bir dilim limon ile ovun.Böylece<br />

yumuşacık olacaklardır.<br />

Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce içinde<br />

bir miktar sirke kaynatın.Bu işlem ilerde<br />

kızartmalarınızın tavaya yapışmasını<br />

önleyecektir.<br />

Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları<br />

saatlerce sıcak suda bekletmeyin,aksine kolonya<br />

ile ovalayın. Bilekleriniz ve ayaklarınız<br />

şişmeyecektir.<br />

Eğer ayaklarınız çok hassas ise,sıcak havalarda<br />

şikayetleriniz artıyorsa,her sabah bir kaç<br />

damla zeytinyağı ile ovalayın.<br />

Cevizle dost olun.İçindeki yağ beyin hücreleri<br />

için çok yararlıdır.Kan şekerini düşürdüğü<br />

için şeker<br />

hastalarına<br />

da uzmanlar<br />

tarafından<br />

tavsiye<br />

edilir.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

49


Çocuk<br />

HİCRET NEDİR?<br />

‘ YIL 622 ……. YER MEKKE.’<br />

MEKKEDE YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR ALLAHA İNANMAYANLAR TA-<br />

RAFINDAN İŞKENCE VE BASKI GÖRÜYORLAR. BU YÜZDEN DE MÜS-<br />

LÜMANLAR GİZLİCE İBADET EDİYORLARDI. BUNUN ÜZERİNE AL-<br />

LAH (C.C) MÜSLÜMANLARA MEKKEDEN MEDİNEYE GÖÇ (HİCRET)<br />

ETMELERİ İÇİN İZİN VERDİ. MÜSLÜMANLAR BÜTÜN EŞYALARINI BI-<br />

RAKIP YANLARINA BİRAZ YİYECEK ALIP YOLLARA DÜŞTÜLER. YAK-<br />

LAŞIK 13 GÜNDÜR YOLDAYDILAR SONUNDA MEKKE`YE ULAŞTILAR!<br />

MÜSLÜMANLAR DİNLERİNİ DAHA İYİ YAŞAMAK İÇİN YAPTIKLARI BU<br />

GÖÇ OLAYINA HİCRET DENİR. MEDİNELİLER GELEN MÜSLÜMANLA-<br />

RI BÜYÜK BİR SEVİNÇLE KARŞILADILAR VE ARALARINDA KARDEŞLİK<br />

BAŞLADI.<br />

PEYGAMBER EFENDİMİZİN İNCİ GİBİ HADİSLERİNDEN BİR KAÇI<br />

’KÜÇÜKLERİNE MERHAMET ETMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR.’<br />

’BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR.’<br />

’BÜYÜKLERİNE HÜRMET ETMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR.’<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

50


KELİME AVI<br />

BULMACADA Kİ KELİMELER AŞAĞIDAN YUKARIYA,YUKARIDAN AŞAĞIYA ,ÇAPRAZLAMAMA, DİK VE<br />

DÜZ VERİLMİŞTİR!<br />

F K I R L A N G I Ç L İ F K E L E B E K<br />

G E Y İ K N A Ğ O D R A K U N K E Ş E A<br />

Z Ü R A F A L A T R A K T A V Ş A N P N<br />

K N V A Ş A K Ş A H İ N Ç E G N E Y A G<br />

A I K Ö P E K A K A P L A N K E Ç İ R U<br />

P C K A R G A M A L Z O G N A Y L A S R<br />

L R P T A C N I R A K T A V U S K U Ş U<br />

U I O İ D N İ H K E K L İ K L E O P A R<br />

M D L M P A C N İ S E K U R B A Ğ A K R<br />

B L İ S K O Y U N İ C K İ R P İ P N E A<br />

A I T A K U V A T D M E D E V E U A L N<br />

Ğ B N H İ K L İ T E Ü E Y K A Z M L Y İ<br />

A B A B K A T R U K R Y I L A N A S E L<br />

M A Y M U N K E D R Ö A Y I A K O A L A<br />

I T R A M Z E B R A K I L A B N F O K B<br />

KELİMELER: KAPLUMBAĞA, BILDIRCIN, KIRLANGIÇ, SALYANGOZ, TAVUSKUSU, GÜVERCİN, ANTİLOP,<br />

KANGURU, KARINCA, KELEBEK, KURBAĞA, ÖRÜMCEK, AKBABA, BALİNA, CEYLAN, KAPLAN, KARTAL, KEK-<br />

LİK, LEOPAR, LEYLEK, MAYMUN ,SİNCAP, TAVŞAN, YENGEÇ, ZÜRAFA, TİMSAH, ASLAN, BALIK,DOĞAN,GEYİK,<br />

GORİL,HİNDİ,KARGA,KİRPİ,KOALA,KOYUN,KÖPEK,MARTI,ÖRDEK,RAKUN, ŞAHİN,TAVUK,TİLKİ,VAŞAK,YILA<br />

N,ZEBRA,DEVE,EŞEK,KEÇİ,KEDİ,KURT,LAMA,PARS,PUMA,AYI,FİL, FOK,KAZ<br />

BİLMECELER<br />

1-)ANNEMİN KARDEŞİ DAYIN OLMAZSA NEYİN OLUR ? (…..TEYZEN…..)<br />

2-)HERKESİN GÖRDÜĞÜ AMA BİR DAHA GÖREMEDİĞİ ŞEY?(…..DÜN…..)<br />

3-)KİMİN DİŞLERİ HİÇ ACIMAZ? (……TARAĞIN…… )<br />

ÖĞRETMEN ÖĞRENCİSİNİN ÖDEVİNİ İNCELİYORDU. ÖDEVİ ÖĞ-<br />

RENCİNİN YAPTIĞINDAN KUŞKULANAN ÖĞRETMEN SORDU: ’KEMAL,<br />

BU YAZI BABANIN KALEMİNDEN ÇIKMIŞ OLMASIN !<br />

ÇOCUK PİŞKİN PİŞKİN CEVAP VERİR ‘EVET ÖĞRETMENİM . YAZAR-<br />

KEN BABAMIN KALEMİNİ KULLANDIM.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

51


Tarih’te Aralık<br />

Hazırlayan Abdulkadir AYDIN<br />

1<br />

2<br />

3<br />

4<br />

5<br />

7<br />

9<br />

1 Aralık Türk Askerlerinin Kore`de<br />

Kunuri Zaferi(1950).<br />

2 Aralık Namık Kemal`in ölümü<br />

(1888).<br />

2 Aralık Mars`a ilk vasıta indi<br />

(1974)<br />

3 Aralık Kıyafet Kanunu`nun kabulü<br />

(1934).<br />

3 Aralık BM Kuvvetleri`nin<br />

Kore`den çekilmeye başlaması<br />

(1950).<br />

3 Aralık Hasan Basri Çantay`ın vefatı<br />

(1967)<br />

3 Aralık Pakistan-Hindistan<br />

Savaşı(1971).<br />

4 Aralık İnönü, Churchill ve<br />

Roosevelt`in Kahire Konferansı<br />

(1934).<br />

5 Aralık Nuruosmaniye Camii ibadete<br />

açıldı (1755)<br />

5 Aralık Türk Kadınına seçme<br />

ve seçilme hakkının tanınması<br />

(1934).<br />

6 Aralık Ali Kuşçu`nun vefatı<br />

(1474)<br />

6 Aralık Fransa kralının<br />

Kanuni`den yardım istemesi<br />

(1525)<br />

7 Aralık 2. Dünya Savaşı`nda<br />

Japonlar`ın Pearl Harbour baskını<br />

(1941).<br />

8 Aralık Amerika`nın, Japonya`ya<br />

harp ilan etmesi (1941).<br />

9 Aralık Kudüs`ün elimizden çıkışı<br />

(1917).<br />

10<br />

11<br />

12<br />

13<br />

14<br />

16<br />

17<br />

10 Aralık İnsan Hakları Evrensel<br />

Beyannamesi`nin yayınlanması<br />

(1948).<br />

10 Aralık Türkiye Cumhuriyeti İle<br />

Arnavutluk Hükümeti arasında<br />

Ankara`da `Dostluk Antlaşması`<br />

imzalandı (1923).<br />

11 Aralık Türkiye`nin Bağdat Büyükelçiliği<br />

İdare Ataşesi Çağlar<br />

Yücel, arabasında uğradığı silahlı<br />

saldırı sonucu öldürüldü (1993).<br />

11 Aralık Rusların Çeçenistan`ı<br />

işgali (1994)<br />

12 Aralık Etiyopya ile Eritre arasında<br />

2 yıl süren savaşa son veren<br />

barış anlaşması, Eritre Devlet<br />

Başkanı İssaias Afevorki ve Etiyopya<br />

Devlet Başkanı Meles Zenavi<br />

tarafından Cezayiride imzalandı<br />

(2000).<br />

13 Aralık Türkiye`nin Gümrük<br />

Birliği`ne katılması (1995)<br />

14 Aralık Bosna Barış<br />

Anlaşması(1995)<br />

14 Aralık George Washington`un<br />

ölümü (1799).<br />

14 Aralık Şili`de ilk demokratik<br />

seçimler (1989).<br />

15 Aralık 2. Sultan Selim`in ölümü<br />

(1574).<br />

16 Aralık BM`nin Musul`u Irak`a<br />

vermesi (1925)<br />

16 Aralık Londra Konferansı, dört<br />

büyükler Almanya konusunda<br />

uzlaşamadılar (1947).<br />

17 Aralık Mevlana`nın irtihali<br />

(1273)<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

52

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!