28.08.2014 Views

Sayı 13: Yusuf Suresi 40.Ayet

Sayı 13: Yusuf Suresi 40.Ayet

Sayı 13: Yusuf Suresi 40.Ayet

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

d e r g i s i<br />

ISSN: 2147-642 • <strong>Sayı</strong>: <strong>13</strong> • Nisan 2014<br />

مَا تَعْبُدُونَ‏ مِن دُونِهِ‏ ‏إِلاَّ‏ ‏َأسْ‏ مَاء سَ‏ مَّيْتُمُوهَا<br />

‏َأنتُمْ‏ وَآبَاآؤُكُم مَّا ‏َأنزَلَ‏ اللّهُ‏ بِهَا مِن سُلْطَانٍ‏ ‏إِنِ‏<br />

الْحُكْمُ‏ ‏إِلاَّ‏ لِلّهِ‏ ‏َأمَرَ‏ ‏َألاَّ‏ تَعْبُدُواْ‏ ‏إِلاَّ‏ ‏إِيَّاهُ‏ ذَلِكَ‏<br />

الدِّينُ‏ الْقَيِّمُ‏ وَلَكِنَّ‏ ‏َأكْثَرَ‏ النَّاسِ‏ لاَ‏ يَعْلَمُونَ‏<br />

“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı<br />

birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah,<br />

onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak<br />

Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı<br />

emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu<br />

bilmezler.”<br />

<strong>Yusuf</strong> <strong>Suresi</strong> <strong>40.Ayet</strong>


Editörden<br />

“Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman<br />

olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat/6)”<br />

İletişim çağının baş döndürücü bir hızla geliştiği<br />

günümüzde, insanlar kime inanacağına şaşırmış<br />

vaziyetteler. Haber kaynakları her türlü sahtekârlığa<br />

açık. Kaynakları elinde tuttuğunu zannedenler her<br />

türlü uydurmaya prim verir hale geldiler.<br />

Siyahı beyaz göstermek artık çok kolay…<br />

Zalimin mazlum, haramın helal olarak gösterilmesi<br />

bir tuş kadar yakınımızda…<br />

Ana kriter nedir...<br />

Mihenk taşımız ne olmalıdır…<br />

* * *<br />

Haber aldığımız kaynakları araştırmak inancımızın<br />

gereği…<br />

Fasık, münafık, kafir… farkeder mi…<br />

Namaz kılar, oruç tutar, sadaka-zekat verir, gün<br />

boyu göz yaşı döker ama yalancılık hastalığından da<br />

vaz geçemez…<br />

Mü’minin düşmanları aynı safta birleştiğine göre<br />

ve mü’min olaylara feraset ile bakmak mecburiyetinde<br />

olduğuna göre mü’mine düşen “her duyduğuna<br />

inanmamak” değil midir…<br />

Kişi sevdiği ile beraberdir.<br />

* * *<br />

Kişi sevdiğine, sevdiğinden ikram eder.<br />

* * *<br />

Siz dostlarımıza sevdiklerimizden ikram etmenin<br />

gayretindeyiz. Değişmeler doğruları önce kendi<br />

hayatımıza ana kriter yapmanın ve sizlere ikram<br />

etmenin gayreti le <strong>13</strong>.sayının hazırlıklarını tamamlayıp<br />

huzurunuza geldik.<br />

Biz, helal olanı, hakk olanı, doğru olanı, dürüst olanı<br />

yani Allah Rızasına uygun olanı seviyoruz ve ikram<br />

ediyoruz.<br />

Fitne-fücur üreten fasıkların oyunlarına feraset ile<br />

bakıyor, Rabbimiz gazaba gelmesin diye titriyoruz…<br />

“Fasık alim, zalim idareci, cahil sofu dinin afetidir”<br />

(Deylemi) inancıyla hepsinin şerrinden Allah’a<br />

sığınıyoruz.<br />

* * *<br />

Yazılacak çok şey var ama “editör” imzası ile yazınca<br />

bu kadarına imkan oluyor. Bir de arife tarif gerekmiyor.<br />

Her şey ayan ve dahi beyan olarak ortada duruyor.<br />

BİZBİRİZ okuyucuları olaylara feraset ile bakıyor.<br />

Ak iplik ile kara ipliğin ayrıştığı saati iyi bilen dostlara<br />

selam olsun.<br />

* * *<br />

Biz, <strong>13</strong>. sayıyı çok sevdik. Sizin de seveceğinize<br />

inanıyoruz.<br />

<strong>13</strong> sayısına uğursuzluk addeden Hristiyanlara inat<br />

her şey çok güzel olacak.<br />

Dualarımız olmasa ne işe yararız ki…<br />

Allah’a emanet olalım inşaallah.


İçindekiler<br />

12 17 33<br />

1 Editörden<br />

4 Batı’da İslam Algısı<br />

7 Zilzâl Sûresi Tefsiri<br />

9 Namazda Kıraat<br />

11 Hadis<br />

<strong>13</strong> Asrın Üveysi…<br />

16 İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />

Anh Hazretlerinin Hayatı<br />

19 Kevser <strong>Suresi</strong><br />

21 SOHBET<br />

27 El Beyruni<br />

30 Namaz<br />

33 “Bayram gibi bir ölüm...”<br />

35 Arapça Rabcaya Götürür<br />

37 Haydar<br />

38 İlginç Bilgiler<br />

39 Tarihte Mart Ayı Olayları<br />

41 Çocuk<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

İmtiyaz Sahibi<br />

Bizbiriz Derneği adına<br />

Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />

Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />

Kadir Aydın<br />

Grafik – Tasarım<br />

Yasin Candan<br />

Fotoğraf<br />

Emre Bezirci<br />

Reklam Koordinatörü<br />

Ahmet Navruz<br />

Yayın Kurulu<br />

Hamide Erbay<br />

Ayşe Tunç<br />

Selman Bahar<br />

Zehra Bilmen<br />

Faruk Kul<br />

Ümmü Haram<br />

Baskı Tarihi<br />

Nisan 2014<br />

Baskı<br />

Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />

Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />

Konya<br />

Tel : 0 332 342 01 55<br />

Fax : 0332 342 21 63<br />

www.ermanofset.com<br />

Yayın Türü<br />

Aylık, yaygın süreli yayın<br />

Bizbiriz Derneği<br />

Ferhuniye Mah. Ulaşbaba Cad. Aras<br />

İş Merkezi No:15/1Selçuklu / KONYA<br />

Tel : 0 (332) 353 27 00<br />

0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25<br />

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı<br />

ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

3


Batı’da İslam Algısı<br />

Selman Bahar<br />

Sevgili Kardeşlerim;<br />

Bu yazımızda Batı’nın İslam<br />

üzerine yönelen<br />

algılarından, bu algının<br />

negatiflik ve pozitiflik<br />

derecesinden<br />

ve daha özelde ise Batı’da oluşan<br />

İslam’a dair algıların sebeplerinden<br />

bahsetmeye çalışacağız.<br />

Fakat bunun için ilk önce, Batı ile<br />

kastettiğimiz kültürel coğrafyanın<br />

sınırlarını çizmek doğru olacaktır.<br />

Batı genelde tüm Avrupa’yı,<br />

Avrupa’dan uzak bir coğrafyada<br />

yer almasına karşın Rusya’yı<br />

ve Amerika Kıtasında ABD ve<br />

Kanada’yı ifade etmektedir. Özelde<br />

ise kısaca Avrupa’nın merkez<br />

ülkelerine (İngiltere, Almanya,<br />

Fransa...) kültürel bir çağrışımla Batı<br />

denmektedir. Buradan hareketle<br />

Batının bir yansıması olarak Batı’nın<br />

karşıtı olan fakat aynı zamanda<br />

Batı’yla ilişikli olan birde Doğu<br />

olacaktır. Doğu ise, özellikle Orta<br />

Doğu ve Anadolu baz alınarak<br />

genel anlamı ile dinsel bir temayı<br />

çağrıştıracak şekilde Müslüman<br />

ülkeleri tanımlamak için seçilmiştir.<br />

Tarih boyunca insan toplulukları<br />

“öteki” ayrımı ile hayatlarına bir<br />

mana katmaya, güçlerini diri<br />

tutmaya çalışmışlardır. Kendileri<br />

gibi olanları dost kabul edip, bir<br />

takım farklılıkları olanları “öteki” ilan<br />

etmişlerdir. Öteki bu noktada sıkça<br />

kullanacağımız bir kavramdır. Öteki,<br />

bir insanın ya da grubun başka bir<br />

insanı ya da grubu düşman ilan<br />

etmeden önceki sınıflandırmasıdır.<br />

Yani insanlar karşı tarafı aslında<br />

hemen düşman ilan etmez. İlk<br />

başta kendinden farklı gördüğü ve<br />

tehdit olarak algıladığı karşı tarafı<br />

ötekileştirir. Ötekileştirmek temkinli<br />

bir yaklaşımın sonucudur ve bu<br />

aşamada saldırı yoktur. Sınır koyma,<br />

kendinden uzaklaştırma vardır.<br />

Fakat tehdit gelebileceği ön yargısı<br />

gerçeğe dönüşmüşse bu uzaklaşma<br />

ve sınır koyma netleşir. Bu durumda<br />

da saldırı boyutu (ateşli saldırının<br />

öncülleri olarak fikri manadaki<br />

saldırı) ortaya çıkarak karşı taraf<br />

düşman ilan edilir.<br />

İşte ön yargıların bir grubu<br />

diğerine düşman edebilecek<br />

boyuta ulaşmasında büyük bir<br />

aktör ve bu aktörün kullandığı<br />

çok önemli bir araç vardır. Bu<br />

aktör medya, kullandığı araç ise<br />

algı yönetimidir. Algı yönetimi<br />

insanların olayları nasıl anlaması<br />

gerektiğini dizayn edebilmek<br />

için bilinçaltlarına oynamaktır.<br />

Yani önce bilinçaltında bir imaj<br />

kurgulanır sonra bu kurgulanan<br />

imaja göre bilinçaltını harekete<br />

geçirecek haberler servis edilir.<br />

Böylece medya halkın bilinçaltına,<br />

kendi hedefine yönlendirecek<br />

mesajını vermiş olur. Batı medyası<br />

1990’ların başından bu yana<br />

İslam karşıtı ve İslam’ın temsilcisi<br />

gördükleri için Türk karşıtı bir algı<br />

yönetimine başvurmaktadır.<br />

4 Bizbiriz Dergisi


Çünkü Batı 90’dan önce yani İki Kutuplu Dünya<br />

Sistemi’nin var olduğu yıllarda bir “öteki” arayışında<br />

değildi. Zaten Batı’nın ötekisi olarak Sovyetler Birliği<br />

vardı. Yani dost-düşman ayrımı 2. Dünya Savaşı’ndan<br />

sonraki Soğuk Savaş yıllarında ideolojik bir ayrımdı.<br />

Bir yanda Kapitalizm, diğer yanda Komünizm vardı.<br />

Ama Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın<br />

bitmesiyle Batı “öteki” boşluğunu 19. yy.dan önce<br />

olduğu gibi yine İslam’la doldurarak kültürel bir dostdüşman<br />

ayrımına geri dönüş yaptı.<br />

Burada vurgulamak istediğimiz önemli nokta<br />

Batı’nın İslam’ı ve mensuplarını nasıl ötekileştirdiğidir.<br />

Bu yüzden medya kanalının faaliyetleri çok önemlidir.<br />

Çünkü algı yönetiminde çok kritik bir yer tutan<br />

stereotipler medya aracılığıyla halka servis edilmektedir.<br />

Yeri gelmişken stereotip kavramını da tanımlayalım.<br />

Bir toplum bilimci olan Quasthoff stereotipi şu şekilde<br />

açıklıyor:<br />

“ Stereotip, bir sosyal gruba ya da onun bir üyesine<br />

yönelik yaygın inancın sözel ifadesidir. Mantıksal açıdan<br />

yargı niteliği taşıyan stereotip haksız, basitleştirilmiş ve<br />

genelleştirilmiş şekilde duygusal değerlendirici eğilimle<br />

bir sosyal gruba ya da onun üyesi bireylere belirli nitelikler<br />

atfetmektedir..”<br />

Yani medya “öteki” olan İslam için bir takım<br />

stereotipler seçerek bilinçaltında negatif bir İslam imajı<br />

kurguluyor. Tabi ki bunu da 90’lardan sonra daha fazla<br />

göz önünde olduğu için Türk kimliği üzerinden yapıyor.<br />

Özellikle işçi göçleriyle Avrupa’ya giden Türk ailelerin<br />

birinci nesillerinin Avrupa’da yaşadıkları uyumsuzlukları<br />

malzeme olarak kullanan Batı medyası; “Türkler cahil<br />

ve uyumsuzdur.”, “Türkler barbar insanlardır.”, “Türkler<br />

baskıcı Müslümanlardır.” gibi stereotiplerle Türkleri ve<br />

nezdinde Müslümanları cahil, barbar, suçlu, kalitesiz<br />

birer ucuz iş gücü olarak kimlikleştirmiştir.<br />

Ne yazık ki stereotip oldukça dirençlidir ve ön<br />

yargının üstünde bir işleve sahiptir, bu yüzdende<br />

stereotipin oluşturduğu imaj kolayca yıkılmaz.<br />

Çünkü söz gelimi bir Alman eğer “Türkler barbardır.”<br />

stereotipiyle bir Türkü ötekileştirmişse, iyi birkaç Türk’le<br />

karşılaşsa bile bunu bir istisna sayacak ve ön yargısını<br />

eleştirmeye girişmeyecektir. Bu yüzden Batı medyası<br />

algıları harekete geçirmek adına haber servis ederken<br />

stereotip kurgulamaya çok önem verir ve bunun için<br />

izlediği bazı yollar vardır.<br />

Bunlardan ilki anlatılan olayı sadece bir boyutuyla ele<br />

almaktır. Bu boyutun seçimi dikkatlerin hangi konuya<br />

yoğunlaştırılmak istendiğine bağlıdır. Medya belirli<br />

simgeler kullanarak insanların algısında kendi amacına<br />

hizmet edebilecek gerçeklikler kurgulamaktadır.<br />

Burada amaç insanların izledikleri haberden en yoğun<br />

olanı seçerek asıl mesajın bilinçaltlarına gönderilmesini<br />

sağlamaktır. Buna örnek olarak; Almanya’da Türklerin<br />

çoğunlukta olduğu bir semtte çıkan basit bir komşu<br />

kavgasının “Müslüman Türkler yaşadıkları semti<br />

birbirine kattı.” olarak verilmesidir. Bu şekilde verilen<br />

bir haber izleyicinin kavga ile Müslüman’ı birbiriyle<br />

ilişkilendirerek bilinçaltında kodlamasına sebep<br />

olacaktır. Bir sonraki haberde sadece “Türklerin<br />

arasında tartışma çıktı.” dense bile izleyicinin zihninde<br />

Müslümanların kavga etmesi canlanacaktır.<br />

Bir başka nesnel gerçeklik kurgulama yöntemi ise<br />

haberin servisi esnasında bilgi yerine bolca görüntü<br />

kullanmak ve bilgi ile görüntüyü bilinçaltında<br />

ilişkilendirmektir. Basit bir açıklamayla olumsuz bir<br />

çağrışım oluşturabilecek bir haber, o haberle doğrudan<br />

alakası olmayan karakterleri, kurumları, değerleri<br />

lekelemek için kullanılır. Bu yönteme; ilk örnekte<br />

verdiğimiz Türk kavgası haberinin servisinde görüntü<br />

olarak camilerin kullanılması, çarşaflı kadınların,<br />

sakallı erkeklerin sokakta yürürken ki görüntülerinin<br />

verilmesi misal olarak verilebilir. Böylece Avrupalı bir<br />

kişi çarşıda, pazarda çarşaflı bir Müslüman gördüğünde<br />

bilinçaltındaki İslamofobik çağrışımlar aktive olacak. İki<br />

adım uzaktan yürümeye gayret edecek veya hepten<br />

yolunu değiştirecek, ya da daha tehlikeli bir ihtimal<br />

olarak üstünlük kurmaya çalışacaktır.<br />

Batı medyasının algıları yönetmek adına başvurduğu<br />

en bilindik yöntemlerden birisi ise kamuoyunda yerleşik<br />

hale gelmiş konularla kolayca bağlantı kurulabilecek<br />

olayların haber olarak seçilmesidir. Kamuoyunda<br />

yerleşiklik kazanmış konular terör, işsizlik, örtünme,<br />

şiddet, kamusal suçlar gibi konulardır. Medya bir olayın<br />

haber değeri taşıması için konusunun bu konulara<br />

yakın ve faillerinin mümkünse Müslüman Türk<br />

olmasına bakarak haber seçer. Faili meçhul bir terör<br />

saldırısı mı oldu, son dakika haberi şu şekilde verilir; “<br />

A yerinde, şu saatte gerçekleşen saldırının faillerinin şu<br />

Müslüman terörist grubu olduğundan şüpheleniliyor...”<br />

daha sonra faillerin Müslümanlarla uzaktan yakından<br />

alakası olmadığı ortaya çıksa bile ilk tepki bu şekilde<br />

kodlandırıldığı için iyi Müslümanlarda bir nebze<br />

dahi olsa bu imajın altına sürüklenir. Avrupalı halkın<br />

bilinçaltına Müslümanlarla ilgili bir şüphe sokulmuştur<br />

ve bu algı uzunca bir zamanda aklanası değildir.<br />

İşte bu tip medya yöntemleri sürekli bir ön yargı,<br />

klişe ve stereotip üretmek üzere kullanılan ve halkta<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

5


yansımalarının ırkçılık ve İslamofobi olarak ortaya<br />

çıktığı çok tehlikeli bir sorundur. Bu tehlike 2000’lerde<br />

yeniden yapılanarak devam etmektedir.<br />

Bu yeniden yapılanma, habere konu olacak kişi ve<br />

kurumlarla ilgilidir. Medya 90’-2000 arasında daha çok<br />

işçi Türklere yani Avrupa’da cahil konumundaki birinci<br />

nesile odaklanırken, 2000’lerden sonra ikinci ve üçüncü<br />

nesilin birinci nesile nazaran daha üst düzeyde meslek<br />

gruplarına dahil olmasıyla artık yeni bir odaklanma<br />

noktasına ihtiyaç duymaya başladı. Çünkü artık “Türkler<br />

cahildir, başarısızdır.” ön yargısı toplumda geçerliliğini<br />

yitirmeye başlamıştı. Daha iyi bir stereotip kurabilmek<br />

için 2001’de Batı’nın eline iyi bir koz geçmişti: 11<br />

Eylül saldırısı... Artık kimlikleştirme tamamıyla İslam<br />

ve terörizm üzerinden kurgulanmaya başlanmıştı.<br />

Haberlerde bıyıklı Türkler yerine sakallı Müslümanlar<br />

gösterilmeye, Türklerin karıştığı olaylar bir Türkün<br />

eylemi olarak değil mensup olduğu Müslümanlık<br />

üzerinden verilmeye başlandı. Algılar; şiddet, baskı,<br />

karşıtlık gibi kötü unsurları İslam’la bağdaştırmaya<br />

yönelik dizayn edilmeye başlandı.<br />

Başlarda kültürel bir çekişme olarak yeniden<br />

ortaya çıkarılan Doğu-Batı çatışması medyanın algı<br />

yönetimiyle beraber ideolojik düzleme, yani daha çok<br />

siyasal ve sistemsel bir düzleme çekildi. Bu durumun<br />

belirtileri Batı toplumlarında, İslam’ı bir dinden çok,<br />

Avrupa’yı yok etme yarışına girmiş bir ideoloji olarak<br />

algılamak şeklinde ortaya çıktı.<br />

Özet olarak; çizdiğimiz genel çerçevede vurgulamaya<br />

çalıştığımız asıl durum Batı’nın İslam’ı ötekileştirmesi<br />

değil, bunu yaparken ötekileştirdiği unsurların netliği<br />

ve doğruluğunun olmayışıdır. Mevzu, yalanlar üzerine<br />

bir düşmanlık inşa eden, güçler dengesini korumaya<br />

çalışan Avrupa devletlerinin çıkarlarıdır. Yani medya<br />

bir haberi asıl boyutuyla değil de dolaylı bir boyutunu<br />

asıllaştırarak ele alırken, doğru olarak algılanmasını<br />

istediği bir gerçek kurgulama amacındadır. Burada<br />

neyin haber olduğu da önemli değildir, yönlendirici<br />

medya için asıl önemli olan kurgulanan yapay gerçeğin<br />

etki derecesidir.<br />

Sonuç olarak ortaya çıkan tez bizi, İslam âleminin<br />

dış dünyayı algılarken daha temkinli olması gereğine<br />

götürür ki bu tez şöyle ifade edilebilir; “Medyanın<br />

gerçeklik olarak servis ettiği her haber doğru olmayabilir,<br />

hele konu İslam ve Müslümanlarsa doğru olmama<br />

ihtimali yüksek bir derecededir.”<br />

6 Bizbiriz Dergisi


Kıyâmet Gününün Dehşetli Sarsıntısı<br />

Zilzâl Sûresi Tefsiri<br />

Hamide Erbay<br />

Sûre adını ilk âyette geçen,<br />

kıyâmet sırasındaki<br />

büyük yer sarsıntısını<br />

ifade eden fiilin masdarından,<br />

“zilzâl” kelimesinden<br />

almıştır. “Zelzele” adıyla da<br />

anılmaktadır. Mushaftaki sıralamada<br />

doksan dokuzuncu, iniş sırasına<br />

göre doksan üçüncü sûredir. Nisâ<br />

sûresinden sonra, Hadîd sûresinde<br />

önce Medine’de inmiştir. Ancak üslup<br />

bakımından Mekke’de inen<br />

sûrelere benzediği için, Mekke’de<br />

indiğine dair rivayetler de vardır.<br />

Sûrede kıyâmet kopması<br />

sırasındaki şiddetli yer sarsıntısının<br />

ardından kıyâmet gününde<br />

yaşanacak olan sıkıntı ve dehşet<br />

verici haller anlatılmaktadır; ayrıca<br />

dünyada işlenen hayır ve şerrin<br />

karşılığının ahirette ödül veya ceza<br />

olarak alınacağı bildirilmektedir. 1<br />

Rahmân ve Rahîm olan<br />

Allah’ın adıyla…<br />

“Yer o dehşetli sarsıntıyla<br />

sarsıldığında;”<br />

“Zilzâl”, yerin hareket-i arz (yer<br />

hareketi) dediğimiz zangır zangır<br />

sarsıntısıdır. “Zell” hareket anlamı<br />

ifade etmekte, “zelzele” ve “zilzâl”<br />

onun daha şiddetlisi manasında<br />

tekrarı ifade etmektedir. 2 İlk âyet<br />

1 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V,<br />

s.667.<br />

2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân<br />

kıyâmet gününün ne kadar dehşet<br />

verici bir gün olduğunu ve o<br />

sırada nelerin meydana geleceğini<br />

anlatarak, insanların o gün için<br />

hazırlık yapmaları gerektiğine<br />

dikkat çekmektedir. Âyette<br />

bahsedilen kıyâmet depremine,<br />

Hacc sûresinin “Şüphesiz kıyâmet<br />

vaktinin depremi müthiş bir<br />

şeydir” (Hacc,22/1) âyetinde, Vâkıa<br />

sûresinin “Yer şiddetle sarsıldığı,<br />

dağlar parçalandığı, dağılıp toz<br />

duman haline geldiği zaman” (Vâkıa,<br />

56/4-5) âyetinde ve daha başka<br />

âyetlerde de yer verilmektedir.<br />

Kıyâmet kopacağı gün sûrun birinci<br />

defa üflenmesiyle yer küresinde<br />

şiddetli sarsıntılar meydana<br />

gelecek, dağlar yerlerinden kopup<br />

savrulacak ve dünyanın mevcut<br />

düzeni yıkılarak alt üst olacaktır.<br />

“Ve yer ağırlıkları dışarıya<br />

attığında”<br />

Âyette “ağırlık” olarak ifade<br />

edilen “eskâl” kelimesi, “sekal”in<br />

çoğuludur. “Kamus”ta, misafirin<br />

yani yolcunun ağırlık denilen eşya<br />

ve ailesine, sahibinin çoğunlukla<br />

kullanmayıp koruduğu güzel ve<br />

kıymetli şeye denir. Âyetteki ifade<br />

birkaç şekilde yorumlanmıştır:<br />

İçindeki hazineleri dışarı<br />

çıkarması, b) kabirlerdeki ölülerin<br />

dirilip dışarı çıkması, c) yer<br />

Dili, c.IX, s. 370.<br />

altındaki madenler, gazlar ve<br />

lavların dışarı çıkması. Müfessirler<br />

yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması<br />

olayının sûrun ikinci defa<br />

üflenmesiyle gerçekleşeceğini<br />

söylemişlerdir. Yerkürede meydana<br />

gelen bu dehşet verici olayı gören<br />

insanın halini ise bir sonraki âyet<br />

anlatmaktadır.<br />

“Ve insan, “ne oluyor buna”<br />

dediğinde;<br />

Bu ifade insanın korku ve<br />

şaşkınlığını ifade etmektedir. O<br />

zelzele ve yerin altındakilerin<br />

çıkarılmasını gören her insan, o<br />

günün dehşetinin büyüklüğüne<br />

şaşırarak “bu yere ne oluyor”, “nedir<br />

bu hal” diye telaşa düşecektir.<br />

Çünkü daha önce bu derecede<br />

şiddetli bir sarsıntı görülmemiştir. 3<br />

“O gün yer, rabbinin ona<br />

vahyettiği şekilde bütün haberlerini<br />

anlatır.”<br />

Âyetler üç ayrı şekilde<br />

yorumlanmıştır:<br />

Allah yere bir çeşit konuşma<br />

ve anlatma yeteneği verir, o da<br />

üzerinde olup bitenleri ve kimin ne<br />

yaptığını açık açık anlatır. Nitekim<br />

Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen<br />

bir hadiste, Resûlullah (s.a.v): “İşte<br />

o gün yer, üstünde olan biten<br />

herşeyi anlatır.” âyetini okudu ve<br />

3 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V,<br />

s.668-669.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

7


sonra yerin ne haber vereceğini biliyor musunuz? dedi.<br />

Orada bulunan sahabeler Allah ve Resûlü en iyisini bilir,<br />

dediler. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Yerin vereceği<br />

haberler her erkek ve kadının üzerinde neler işlediklerini<br />

haber verip şahitlik etmesidir, şu ve şu amelleri şu ve<br />

şu gün yaptı, demesidir. (Tirmizî, Kıyâme, 7) b) O gün<br />

Allah’ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri<br />

tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları<br />

her şeyi açığa çıkarır. c) Yer, adeta o büyük sarsıntıyla<br />

dünyanın son bulduğunu ve ahiretin geldiğini haber<br />

verir. Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda<br />

konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini<br />

ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve<br />

artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır.<br />

Âyetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu<br />

gerçeği göz önünde bulundurarak o gün arzın kendisi<br />

hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat<br />

yaşamasıdır.<br />

6- “İşte o gün insanlar yaptıkları kendilerine<br />

gösterilsin diye (bulundukları yerden) farklı gruplar<br />

halinde çıkarlar.”<br />

“Farklı gruplar halinde” diye çevirdiğimiz “eştât”<br />

kelimesine a) Herkesin kabirlerinden çıkıp mahşer<br />

yerine doğru ilerlerken dünyadaki amellerine göre,<br />

iyi veya kötü şartlar altında, güzel veya çirkin bir<br />

görünüşte olması; b) insanların inanç ve amellerine<br />

göre farklı gruplar oluşturması; c) Yeryüzünün farklı<br />

bölgelerinden çıkıp bölük bölük mahşer yerine<br />

doğru ilerlemeleri gibi değişik anlamlar verilmiştir.<br />

Âyetin bu anlamların hepsini içerdiğini düşünmek<br />

de mümkündür. Burada asıl anlatılmak istenen, daha<br />

kabirlerinden çıktıkları andan itibaren her bir insanın<br />

ahiretteki durumunu, akıbetini, iyiler arasında mı yoksa<br />

kötülerle mi birlikte olacağını belirleyen şeyin, bizzat<br />

kendisinin bu dünyadaki tercihi, inancı ve yaşayışı<br />

olduğudur. “Amelleri görmek” tefsirlerde iki şekilde<br />

yorumlanmıştır: a) Amel defterlerindeki kayıtları<br />

görmek; b) Yapılanların ödül veya ceza olarak karşılığını<br />

görmek.<br />

10; “Tevhid”,36) buyruğuyla kişinin, karşılığını Allah’tan<br />

bekleyerek iyi niyetle ve insan sevgisiyle yaptığı en<br />

küçük bir hayrın dahi onu ateşten koruyabileceğini<br />

ortaya koymuştur. 4<br />

Rivayet edildiğine göre sahabeden Ebû Saîd el-<br />

Hudrî şöyle nakletmiştir; “Bu âyetler nâzil olunca ben<br />

dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü, ben her amelimi görecek<br />

miyim? “Evet” dedi. “Büyüğe büyük” dedim. O da “evet”<br />

buyurdu. “Küçüğe küçük” dedim. O da “evet” buyurdu.<br />

“Vay anamın ağladığına” dedim. “Sevin ey Ebu said!”<br />

buyurdu. Çünkü iyilik on katından yedi yüz katına<br />

kadardır. Allah dilediğini daha da katlar. Kötülük ise<br />

misli iledir veya Allah onu bağışlar. Sizden hiçbiriniz<br />

kendi ameli ile kurtulamaz. Sen de mi kurtulamazsın<br />

Ey Allah’ın Resûlü dedim, ben de, ancak Allah katından<br />

beni rahmetine daldırırsa müstesna, buyurdu. 5<br />

İnanmayanların dünyada yaptıkları iyiliklerin<br />

hükümsüz, ahiret hayatı bakımından faydasız olduğunu<br />

bildiren âyetler (mesela bk.Nûr 24/39), “zerre miktarı<br />

da olsa iyiliğin karşılığının görüleceği”ni bildiren bu<br />

ayetle çelişir gibi görülmüş ve şu yorumlar yapılmıştır:<br />

a) İnançsızlar yaptıkları iyiliklerin karşılığını dünyada<br />

görürler, ahirete bir şey kalmaz. b) Mümine de inkarcıya<br />

da yaptıkları gösterilir; müminin küçük günahları<br />

bağışlanır, iyilikleri ödüllendirilir. Kafirin iyi amelleri<br />

reddedilir; çünkü bunları Allah rızası için yapmamıştır,<br />

günahları ise ceza ile karşılanır. c) İnanmayanın ameli<br />

de hesaba girer, inkarına ait büyük günahından düşülür<br />

ama iyilikleri bu günahı karşılayamaz ve bu bakımdan<br />

boşa gider. d)<br />

Mümin bütün iyiliklerinin, inkarcı da bütün<br />

kötülüklerinin karşılığını görür. 6<br />

7-8- “Kim zerre miktar hayır yapmışsa onu<br />

(karşılığını) görür”, “Kim de zerre miktarı şer<br />

işlemişse onu (karşılığını) görür”<br />

Âyetler, dünyada yapılan en küçük hayır veya<br />

şerrin bile kaybolmayacağını, ahiret gününde bunun<br />

hesabının verileceğini ve karşılığının ödül veya<br />

ceza şeklinde alınacağını ifade etmektedir. Nitekim<br />

Resûlullah (s.a.v.) de “Bir yarım hurma veya bir güzel<br />

sözle olsun ateşten korunun” (Buhârî, “Edep”; 34, “Zekât”,<br />

4 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.669.<br />

5 İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, c.XV, s.8570.<br />

6 DİBY, Kur’an Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.670.<br />

8 Bizbiriz Dergisi


Fıkıh Köşesi<br />

Namazda Kıraat<br />

Ayşe Tunç<br />

Namazın kıraatinde yapılan hatalar (Zelletü’l-kâri) hakkında detaylı bilgi verir misiniz?<br />

Namazda okunan surelerde, yapılan harf, hareke, tecvit hataları namazı bozar mı?<br />

Değerli Kardeşim;<br />

Namazda kıraat<br />

ederken her rekatta<br />

okunan<br />

Fâtiha sûresinin<br />

ve arkasından eklenmek<br />

üzere birkaç sûrenin iyi ezberlenmesi<br />

ve okuyuşlarda titiz<br />

davranılması gerekeceği malumdur.<br />

Bununla birlikte, Kur’an okurken<br />

çeşitli sebeplerle okuma hatası<br />

yapılabilir. Bu okuyuş hataları ve<br />

dil sürçmesi fıkıhda “zelletü’l-karî”<br />

olarak adlandırılır. Arapça bilmeyenler<br />

için telaffuz ve hareke problemi,<br />

dilin dönmemesi söz konusudur.<br />

Alimler okuyuşta yapılan hataların,<br />

kıraat şartının yerine gelip<br />

gelmediğine, dolayısıyla namazın<br />

sahih olup olmadığına etkisi üzerinde<br />

düşünmüş ve bunun için birtakım<br />

ölçüler getirmişlerdir. Sıklıkla<br />

karşılaşılabilecek bazı durumlara<br />

ilişkin hükümler şöyledir:<br />

1. Namazın rükünlerinden biri<br />

olan kıraati ifa ederken Kur’an’ın bir<br />

kelimesinin dahi anlam bozulacak<br />

şekilde kasten değiştirilmesi<br />

halinde namaz bozulur. Kasıtsız<br />

olarak yanlışlık yapmak durumunda<br />

esas alınacak ölçü, değiştirilen<br />

lafzın Kur’an lafızlarından olup<br />

olmadığına bakılmasıdır. Eğer<br />

Kur’an lafızlarından olmayan<br />

bir lafız okunmuş olursa namaz<br />

bozulur. Okunan şey Kur’an<br />

lafızlarından olduğu sürece zabt ve<br />

i‘rabında ve mânada bir bozukluk<br />

(halel) olsa bile namaz fâsid olmaz.<br />

Yine kelime sonlarındaki hareke<br />

yanlışları, anlamı değiştirse bile<br />

namaz bozulmaz.<br />

2. Bir harf yerine başka bir harf<br />

okumak: Bu harfler sin ve sad harfi<br />

gibi mahreç yakınlığı bulunan<br />

harflerden ise namaz bozulmaz.<br />

Meselâ, “Allahü’s-samed” diyecek<br />

yerde “Allâhü’s-semed” demek<br />

“felâ takher” diyecek yerde “felâ<br />

tekher” demek, “fethun karîb”<br />

diyecek yerde “fethun garîb” demek<br />

namazı bozmaz. Fakat âlimlerin<br />

çoğunluğu “Allahü ehad” yerine<br />

“Allahü ehat” okumanın namazı<br />

bozacağı görüşünde oldukları için,<br />

İhlâs sûresini okurken “dâl” harfini,<br />

“te” gibi okumamaya dikkat etmek<br />

gerekir.<br />

3. Mahreç yakınlığı olmamakla<br />

birlikte bazı harfler yaygın olarak<br />

karıştırıldığı için ayırt etme zorluğu<br />

bulunan bu çeşit harflerin birbiri<br />

yerine geçirilmesi durumunda<br />

namaz bozulmaz. Meselâ “dât”<br />

yerine “dâl”, “zâl” veya “zı” harfinin<br />

okunması böyledir.<br />

4. Şeddeli harfi şeddesiz veya<br />

şeddesiz harfi şeddeli, uzun<br />

okunacak yerde kısa veya kısa<br />

okunacak yerde uzun, idgam<br />

yapılacak yerde idgamsız veya<br />

idgam yapılmayacak yerde<br />

idgam yaparak okumakla namaz<br />

bozulmaz. Meselâ “iyyâke na‘büdü”<br />

diyecek yerde “iyâke na‘büdü”<br />

demekle namaz bozulmaz.<br />

5. Kelimenin bir parçası kesilse,<br />

meselâ “elhamdü…” diyecekken,<br />

unutmak veya nefesi yetmemek<br />

veya nefesi bir sebeple tıkanmaktan<br />

dolayı, “el…” deyip, durduktan<br />

sonra “elhamdü…” denilse veya<br />

okunacak kelime hatıra gelmeyip<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

9


aşka bir kelimeye geçilse namaz bozulmaz. Çünkü bu<br />

durumlarda zaruret ve kaçınılması mümkün olmayan<br />

bir durum (umûm-ı belvâ) vardır.<br />

6. Eğer âyete bir harf ilâve edilse, mâna değişmiyorsa<br />

namaz bozulmaz. Buna mukabil, “Allahüekber”<br />

ifadesinin başına bir “e” harfi eklenecek olsa, anlam<br />

bütünüyle değişeceği ve inanç noktasından riskli<br />

bir anlam çıkacağı için namaz bozulur. Çünkü<br />

“Allahüekber” sözünün anlamı, “Allah en büyüktür”<br />

şeklinde olup başına “e” harfi eklendiği zaman “Allah en<br />

büyük müdür?” şekline dönüşmektedir.<br />

7. Anlam bozulmadığı takdirde kelimelerin yerinin<br />

değişmesiyle namaz bozulmaz. Meselâ “fîhâ zefîrun ve<br />

şehîkun” yerine “fîhâ şehîkun ve zefîrun” okunmasıyla<br />

namaz bozulmaz. Fakat anlam değişirse namaz bozulur.<br />

Fâtiha dışındaki okuyuşlarda kasıtlı olmamak şartıyla<br />

meydana gelen hata sebebiyle namaz bozulmaz. 1<br />

10. Peltek konuşan bir kimsenin, “ra” harfini “ga”<br />

veya “lâm” yahut “yâ” olarak telaffuz etmesi, yani ancak<br />

öyle okuyup söyleyebilmesi namazını bozmaz. Mesela<br />

“Rabbi’l-âlemîn” yerine “Labbi’l-âlemîn” demesi gibi…<br />

Böyle bir kimse “ümmî” (okuma yazması olmayan)<br />

mesabesinde sayılır.<br />

Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) müezzini Bilâl-i<br />

Habeşî (r.a.) de peltek idi; “şın”ı “sin” olarak okuyorlardı.<br />

İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretleri onun bu halini şöyle<br />

nakleder:<br />

“Bir haberde anlatıldığına göre, ‘Sînu Bilâlin Indellahi<br />

Şînün’: Bilâl’in Sin’i Allah katında Şın’dir…” 2<br />

8. Bir kimse namazda fâhiş hata ile okuduktan<br />

sonra, dönüp yeniden düzgün şekilde okursa namazı<br />

câiz olur.<br />

9. Kıraat esnasında az veya çok miktarda âyet<br />

atlamakla namaz bozulmaz. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre<br />

1 İSAM<br />

2 el-Mektubat, 3, 100<br />

10 Bizbiriz Dergisi


Hadis<br />

N. Aktaş<br />

عَنْ‏ ‏َأبي هُرَيرَة)ض(قَالَ:‏ قَالَ‏ رَسُولُ‏ الله ‏)ص(‏ عَزْمَةٌ‏ عَلَى ‏ُأمَّتِى ‏َأنْ‏ لَا يَتَكَلَّمُوا فِى الْقَدَرِ‏ وَلاَ‏<br />

يَتَكَلَّمُ‏ فِى الْقَدَرِ‏ ‏إِلاَّ‏ شِ‏ رَارُ‏ ‏ُأمَّتِي فىِ‏ ‏آخِ‏ رِ‏ الزَّمَانِ‏<br />

Ebu Hureyre (ra) Muhammed<br />

Mustafa (sav)’den<br />

beyan ediyor ki:<br />

“ Ü m m e t i m d e n<br />

kesinlikle kader<br />

konusunda bilir bilmez<br />

konuşmamalarını istiyorum.”<br />

Allah’ın Rasulü (sav) bizden ne<br />

istiyormuş? Kader konusunda bilir<br />

bilmez konuşmamamızı istiyor ve<br />

hadisin devamında:<br />

“Kader konusunda ümmetimin<br />

ancak ahir zamanda kötüleri iler<br />

geri konuşur.” diyor. 1<br />

Aklı ermez hayra şerre fakat<br />

kader öyleydi, kader böyleydi,<br />

der. Kader konusunda muhabbet<br />

etmeyeceksiniz. Kader başa gelen<br />

bunu bileceksiniz. Çünkü ahir<br />

zamanda kaderle ilgili olarak<br />

ümmetin kötüleri konuşurmuş. Yani<br />

bugünlerde veyahut bugünlerden<br />

sonra ileriki zamanlarda. Şimdi<br />

devr-i alemde şöyle bir zaman<br />

1 Cmai’üs-Sağir Hadis No; 5429<br />

vardır, bütün alimler bugünü<br />

anlatır. Ama Yunus Emre’me<br />

baktığında diyor ki:<br />

‘Seni de hesaba çeken bir Molla<br />

Kasım gelir.’<br />

Bak geleceği anlatıyor. Ve<br />

gelecekte hakikaten olacakları bilir<br />

gibi söylüyor. Mesela:<br />

Hamur ile hamr tuttu cihanı,<br />

Kötü işler yapan kıymetli oldu.<br />

Peygamber yerine geçen hocalar,<br />

Bu halkın başına zahmetli oldu<br />

diyor.<br />

Bakın şimdi peygamber yerine<br />

konan hocalar var, demek ileride<br />

bu şekle geleceğini Yunus Emre’m<br />

haber veriyor. Ama bizim halk<br />

anlamak istemiyor.<br />

Üstad ile talebe arbade kılar,<br />

kendi kendisine savaş açar,<br />

arkasından ileri-geri konuşur,<br />

öbürkü yalakalık yapar. Veyahut<br />

onunla işte bende bak nasıl idare<br />

ediyorum, gördün mü değil mi?<br />

Neye idare ediyorsun? Yüzünüze<br />

çarpıla çarpıla yüzsüzleştiniz iyice.<br />

Dünyalığı versin de bir gitsinler<br />

diye yapılan bazı hareketler vardır<br />

insanlara değil mi? Dünyalıkları<br />

artsın, hesapları zor olsun diye<br />

mi? Yok. Allah hesaplarımızı kolay<br />

eylesin. Bi-gayri hisab cennete<br />

girenlerden eylesin Allah-u Teala.<br />

Lakin şunu iyi anlayın hakikaten<br />

Yunus Emre’m gibi söylemek, bakın<br />

birçok kitapta tevil edile edile<br />

romana döndü. Bakın geçmişin<br />

kitabını tevil edeceğiz diye<br />

uğraşıyorlar. Fransız kahin vardı<br />

Nostradamus. Adam söylemiş,<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

11


gitmiş beyitlerini.<br />

Tevil edeceğiz diye akla karayı seçerler. Yalanı<br />

söylerler, anlamadan söylerler sonra da vazgeçer o<br />

sonraymış canım biz onu anladık ama şöyle anladık<br />

derler. Bizim müslüman alimlerin kitaplarını da bu hale<br />

getirdiler. Kardeş o devirde söylemiş, gitmiş adam.<br />

Dedikodu kitabı haline gelmiş. O devri kapatmış yani,<br />

bitti. O çeşmeden su akmıyor.<br />

Dünya çapında söylerseniz yöresel değil, ileriye<br />

dönük hareket ederseniz dünyanızı da ahretinizi de<br />

kurtaracaksınız. Ahretinizi kurtaracak ameller işlemeye<br />

çalışın. Yani niyetiniz hayır, akıbetiniz hayır olur<br />

inşallah. 2<br />

Gittik biz pirimiz, üstadımız Aziz Mahmud Hüdayi<br />

Hz.’ nin oraya:<br />

- Buradan zemzem akardı bir zamanlar..<br />

- Şimdi akıyor mu?<br />

- Yok.<br />

Ha şöyle de söylemek lazım bir daha ki sefere<br />

gittiğimiz zaman biz o çeşmeden su içtik, su verdiler<br />

yani su geldi. Sonra dediler ki:<br />

- Bu su. Dedik:<br />

- Biz zemzem niyetine içtik.<br />

Artık su mudur, zemzem midir bilemem lakin o su<br />

akmıyor artık.<br />

Yapacağınız şey dedikodu kitabı haline gelecek.<br />

2 On hafta sohbetleri 5.cilt/ Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

12 Bizbiriz Dergisi


Tasavvuf<br />

Asrın Üveysi…<br />

Z. Bilmen<br />

Kim Rabbine kul olur?<br />

Alem ona seyran olur!<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />

Allah-u Teala bir kulu<br />

sevdi mi tüm aleme<br />

sevdirir. İsmi çağları<br />

aşar. Anıldığı, anlatıldığı<br />

yerlerde Allah<br />

ve Rasul aşkı, muhabbeti coşar. Zaman<br />

mekan elinde dürülür, emrine<br />

olur musahhar.<br />

Nasıl ki çiçekler türlü türlü her<br />

biri ayrı tüter, nasıl ki dört mevsim<br />

ayrı geçer, nasıl ki gökkuşağı yedi<br />

renk işte Allah-u Teala’nın veli<br />

kulları da öylece rengarenktir.<br />

Kimi lale olur, kimi sümbül. Kimi<br />

boynun büker sarıçiçeğim der,<br />

kimi hicabından kızarır güle döner.<br />

Ehlullahın her biri ayrı tüten, ayrı<br />

açan çiçektir hakikat bahçesinde.<br />

Rahman olan Allah azze ve cellenin<br />

nazar ettiği gönülleri ise cennettir.<br />

Üveysilik hakikat bahçesinin<br />

nadide gülüdür. Usulü, yöntemi<br />

bilinmez. Silsile ile verilmez. İcazeti<br />

doğrudan Hak katındandır. Allah-u<br />

Teala seçer ve kudret eliyle irşad<br />

eder. İşte bu yüzden Üveysilik bir<br />

tarikat değildir. Hakka götüren<br />

yolların en mahremi, en safisi ve<br />

sultanı olan bir makamdır.​<br />

Üveysilik Üveys el Kareni (rh)<br />

ile başlayan bir hakikat meşrebidir.<br />

Belli bir tarikata mensup olmaksızın,<br />

yüce Allah’ın hidâyeti ve irşadiyle<br />

velayet mertebesine ulaşan Sûfilere<br />

«Üveysî» denmektedir...Bu dahi,<br />

Üveys hazretlerinin hiç kimsenin<br />

yol göstermesi olmadan sadece<br />

Aziz ve Celîl olan Allah’ın hidayet<br />

ve irşadiyle velayet derecesine<br />

ulaştığından kaynaklanır.<br />

Üveysilik nedir?<br />

Üveysîlik hakkında ilk bilgiyi<br />

veren Feridüddin-i Âttar’dır.<br />

Attar der ki:<br />

- «Evliyadan bir kısım kimseler<br />

vardır ki, onlara Üveysîler adı verilir.<br />

Kendilerinin herhangi bir pirden ve<br />

mürşidden nasip almaya ihtiyaçları<br />

yoktur. Bu çok ulvî, çok yüce bir<br />

makamdır ve ancak Allah’ın dilediği<br />

kullarına ihsan olunur.»<br />

O halde «Üveysî» demek, arada<br />

bir vasıta olmaksızın yüce Allah’ın<br />

inâyetiyle doğrudan doğruya<br />

feyiz alan velî demektir. Bunu<br />

elde etmek de büyük bir sıdk ve<br />

teslimiyetle olur. Gönül neş’esiyle<br />

dolmak, manevî zevkin en yüksek<br />

derecesine ulaşmak elbette kolay<br />

değil. Zaten kolay olsaydı, dünya<br />

velilerle dolardı...<br />

Üveysi olan zatlardan birkaçı şu<br />

mübareklerdir;<br />

Selçuklular devrinin meşhur<br />

şeyhlerinden Ebu’l Kasım cürcanidir.<br />

Silsile-i şerifi Cüneyd-i Bağdadi<br />

hazretlerine ulaşır. Bunun yanı sıra<br />

Kübrevilik tarikatının kurucusu olan,<br />

Moğol istilası sırasında şehit düşen<br />

Harezmli şeyh Necmüddin-i Kübra<br />

Hazretleri de üveysilikle tanınmıştır.<br />

Necmeddin-i Kübra Hazretleri gibi<br />

Moğol istilası sırasında vefat eden<br />

Feriduddini Attar hazretlerinin de<br />

kendisi bizzat üveysiydi.<br />

Bütün çağlar boyunca İslam<br />

tasavvufunun en meşhur siması<br />

olan Muhyiddin b.el-Arabî<br />

Hazretleri de üveysiydi.<br />

Tasavvuf dünyasının büyük<br />

âlimlerinden İmam Rabbani<br />

Hazretleri şöyle buyuruyor;<br />

Behâüddîn-i Buhârî’nin üstadı<br />

Seyyid Emir Külâl hazretleri idi. Fakat<br />

Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî’nin<br />

ilminden istifade ettiği için aynı<br />

zamanda üveysi idi.<br />

Bayezidi Bestami hazretleri<br />

Caferi Sadık hazretlerinden, Ebu-l<br />

Hasan Harakani, Bayezidi Bestami<br />

Hazretlerinden, Ebu Said Ebu<br />

Hayr, Ebu-l Hasan Harakani’den<br />

İbrahim bin Ethem, Veysel Karani<br />

Hazretlerinden, Bilal Nadir-i<br />

Hazretleri Ukkaşe (R.A) hazretlerinin<br />

ilminden istifade etmiştir.<br />

İlmi ehline sorun fehvasınca bu<br />

konuyu ehline soralım.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

<strong>13</strong>


Asrımızın üveysi Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks)<br />

Üveysilik hakkında şunları söyler;<br />

“Üveysiyi Allah azze ve celle bizzat kendine seçer<br />

ve bizzat irşad eder. Gönlüne hakikati ilham eder. Arıya<br />

ilham eden Allah-u Teala ona da ilham eder. Haramı ve<br />

helali ledün ilminden belletir. Şeriat ilmini bilmeyen,<br />

yaşamayan üveysi olmaz. Bir ayağı şeraitte iken<br />

diğeriyle alemi seyran eder. Allah zül Celal kıskançtır,<br />

kimi kullarını hiçbir aracı koymadan sadece kendine<br />

seçer. Habibine dahi ulaştırmadan kendine ulaştırır. Bu<br />

yüzden Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur;<br />

“Yemen tarafından bana Hak kokusu geliyor.”<br />

İşte bu ancak Hak erlerinin makamıdır. Bu makamı<br />

Allah-u Teala’nın söylettiği bir vecizede şöyle ifade<br />

ederler;<br />

Kimi mürşid vardır, yol açar gider.<br />

Kimi mürşid vardır, açılan yolda gider.<br />

Açılan yolu takip edene, tarikat ehli derler.<br />

Doğrudan Allah’a ve Rasulüne bağlı olana<br />

Muhammedi derler.<br />

Bir silsileyi takip eden, bir mürşide intisab etmiş,<br />

ders halkasında yetişmiş ve mürşid makamına ulaşan<br />

kişi, tarikat mürşididir. Mürşidinin yolunu, usulünü<br />

devam ettirir. Doğrudan Allah’a ve Rasulüne bağlı olup,<br />

hayatta bulunan bir mürşide intisab etmeden seyr-i<br />

süluk eden kişi ise yol açar, bir usul ortaya koyar, pir olur.<br />

Muhammedi mürşid sünneti ihya eder. Bid’atlerden ve<br />

hurafelerden dini temizler. Onlardan şeraite muhalif bir<br />

fiil südur etmez.<br />

Biz şeriatin içindeyiz.<br />

Ne bir milim içinde, ne bir milim dışında<br />

Tam orta yerindeyiz.<br />

Dillerinden hak ve hakikat zuhur eder;<br />

Hak söyler dilim her zaman,<br />

Susturmasın dilerim yaradan.<br />

Daim Hakkın huzurunda dururlar;<br />

Biz beden elbisemizle halkın arasında dururuz,<br />

ruhumuzla hak’ta oluruz.<br />

Alim olan Allah’ın ilmiyle konuşurlar;<br />

“Ledün ilmi alanlar,<br />

Hem satırdan hem sadırdan okurlar.”<br />

14 Bizbiriz Dergisi


Silsile-i İbadillah’in piri, asrımızın üveysi Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu Hazretleri bizzat Hak Teala’nın<br />

hidayetine, inayetine mazhar olmuştur. Zulumatın<br />

ardından bir gecede Allah-u Teala’nın nuruyla<br />

aydınlanmış, Allah (cc)’ın ayetlerini, Muhammed<br />

Mustafa (sav)’in sünnetini gösteren kandil olmuştur.<br />

Bir şeyhefendinin terbiyesinde yetişmemiş, ders<br />

halkasında bulunmamışlardır. Rasulullah (sav)’e intisab<br />

etmişlerdir. Bundan sonra mana aleminde Halid bin<br />

Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri, Pir Hüsameddin<br />

Uşşaki Hazretleri, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi<br />

Hazretleri ile görüşüp, ilimlerinden istifade etmişlerdir.<br />

Yakaza halinde üç sefer Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-<br />

Ensari Hazretleri, Pir Hüsameddin Uşşaki Hazretlerinin<br />

ismini duyarlar. Eyup Sultan Hazretlerini sağ<br />

zannederek sorarlar:<br />

-İstanbul’da kime sorsan gösterir, derler. Ta ki<br />

öğrenip kabirlerini ziyaret ettiklerinde mana aleminde<br />

görüştüklerini anlarlar.<br />

Hidayet geldikten sonra yedi sene boyunca Pir<br />

Hüsameddin Uşşaki Hazretlerini sorarlar. Eyüp Sultan<br />

Hazretlerini ziyarete geldikleri bir sırada bahçesinde<br />

lokma tatlısı dağıtan kişilerle karşılaşırlar. Hepsinin<br />

üzerinde haydari ve sarık vardır. Aralarında geçen<br />

konuşma sonrasında Pir Hüsameddin diye ismini<br />

duyduğu kişinin Pir Hüsamettin Uşşaki olduğunu<br />

öğrenirler. Bu oalyı şöyle anlatırlar;<br />

Kim olduklarını sordum.<br />

-Biz uşşakiyiz, dediler.<br />

-Uşşaki kimdir, şeyhiniz kim, dedim.<br />

-Pir Hüsamettin, dediler.<br />

-Tamam beni ona götürün, dedim.<br />

yanlarına sakallı bir yaşlı zat gelir. Tanışırlar, sarılırlar.<br />

Amca;<br />

-Ben de Gümüşhane’den Ahmed Ziyaüddin, diye<br />

kendini tanıtır. Muhabbet eder ve kendilerine nasihat<br />

eder.<br />

Eminönü’ne varıp da bu yaşlı zat ayrılınca, kabrini<br />

ziyarete gittikleri mübarekle görüştüklerini anlarlar.<br />

Hak dostlarından bahsetmek rahmet, bereket saçar.<br />

Anlatıldıkça gönüllere safa verir. Üveys makamında<br />

olanlarının ise her halleri muhabbet, aşk ve hikmettir.<br />

Ne kadar anlatsak ancak ummanda bir katre eder.<br />

Allah erlerini en iyi kendi kelamları anlatır. Çünkü onları<br />

Allah azze ve celle söyletir. Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />

Sultanımızın hikmet pınarı sadrından satırlara dökülen<br />

şu mısralar Hak erbabına hakikat anlatır;<br />

Gül muhammed (s.a.v)’dir.<br />

Dikenli dal ise şeriat.<br />

Tarikat dikenli dalda gülü görmektir.<br />

Marifet gülün sahibine dönmektir.<br />

Hakikat ise güle dönüşmektir.<br />

Üveysilikten ancak bir nebze anlatılabilir. O da<br />

erbabının izni ve diliyle. Destur aldık Pirimizden, ab-ı<br />

hayat pınarlarından birkaç damla serpiştirdik. Sürç-ü<br />

lisan etmişizdir, affola.<br />

Allah Celle Celaluhu amme nevaluhu, Abdullah<br />

Murad Şükrüoğlu hazretlerinin sırrının kudsiyetini<br />

arttırsın. Amin. Bizleri şefaat hakkı verildiği gün<br />

şefaatlerine nail eylesin. Amin.<br />

Selam olsun Hak erlerine…<br />

فِى اَمَانِ‏ اللهِ‏<br />

Bir hoca efendinin yanına götürdüler;<br />

-Sen o değilsin, dedim.<br />

-Madem tanımıyorsun nereden biliyorsun, dedi.<br />

-Senden o muhabbet, o koku gelmiyor, beni Pir<br />

Hüsameddin’e götürün, dedim. Dediler ki;<br />

-Götüremeyiz. O mübarek Osmanlı döneminde<br />

vefat etti.<br />

Hüsameddin Uşşaki Hazretleriyle de mana<br />

aleminde görüştüklerini öğrenmişlerdi. Yine İstanbul’a<br />

gelişlerinde Haydarpaşa’dan Eminönü’ne geçmek için<br />

vapura binmişlerdir. Süleymaniye’ye varıp, Ahmed<br />

Ziyaüddin Gümüşhanevi (rh)’i ziyaret edeceklerdir.<br />

Dışarıda oturmuşlar, denizi, martıları temaşa ederken,<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

15


Sahabe-i Güzin<br />

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />

Anh Hazretlerinin Hayatı<br />

Burak Çınar<br />

Esbab-ı Kiram’ın sohbetinde<br />

bulunmakla şereflenen,<br />

Tabiin devrinin<br />

yüksek âlimlerinden ve<br />

evliyanın büyüklerinden<br />

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />

anh Hazretleri On iki İmam’ın yedincisidir.<br />

Hicret-i Nebeviyye’nin 128.<br />

(M. 745) senesi Safarül hayrın yedinci<br />

Pazar günü Haremeyni Muhteremeyn<br />

arasında bulunan “Evba”<br />

mevkiinde ve İbrahim İbn Velid’in<br />

saltanatı zamanında doğmuştur.<br />

İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu<br />

anh Hazretleri’nin oğlu, İmam-ı Rıza<br />

Radıyallahu anh Hazretleri’nin babasıdır.<br />

Resulûllah Sallallahu aleyhi<br />

vesellem Efendimiz’in torunu olup,<br />

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü<br />

Hazretleri ile Fatımetüzzehra Radıyallahu<br />

anh annemizin evlatlarındandır.<br />

İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh<br />

Hazretleri’nin çocuklarından olduğu<br />

için “Seyyid”dir. Asıl adı “Musa<br />

bin Cafer-i Sadık bin Muhammed<br />

Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin<br />

Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib”tir.<br />

Künyeleri “Ebül Hasan” ve “Ebu<br />

İbrahim”dir. “Kazım”, “Sabır”, “Salih”,<br />

“Emin” gibi birçok lakabları vardır.<br />

En meşhuru “Kazım”dır. O’na yumuşak<br />

huylu olduğundan, kendisine<br />

kötülük yapanlara dahi kızmayıp<br />

onları bağışladığından, gazabına<br />

hâkim olduğundan “Kazım” lakabı<br />

verilmiştir. Muhterem annesinin<br />

adı “Humeyde-i Berberiyye”dir.<br />

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />

anh Hazretleri usuli zikri ve tarikatı,<br />

babası İmam-ı Cafer-i Sadık<br />

Radıyallahu anh Hazretleri’nden<br />

alarak Esrar-ı Ahmediyye’yi cami ve<br />

Envari Kudsiyyeyi lami bir kutbi cihan<br />

ve sahibi zaman olmuştur. Yüksek<br />

bir âlim ve büyük bir evliyadır.<br />

Din bilgilerinde ictihad derecesine<br />

yükselmişti. Her ilimde İmam, Üsdad<br />

ve büyük bir rehberdi. Çok ibadet<br />

eder, geceyi hep namazla geçirirdi.<br />

Bu hallerinden dolayı kendisine<br />

“Salih kul” adını vermişlerdi. Tarikat<br />

ilminde ve Ehl-i Sünnet’in gözbebeğidir.<br />

Tarikat ilmini Nebiler Nebisi<br />

Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden<br />

sonra On iki İmam Efendilerimiz<br />

ve tasavvuf âlimleri öğretip<br />

kalplere akıttılar. On iki İmam<br />

Efendilerimizin her biri Ehl-i Sünnet<br />

itikadındaki Müslümanların gözbebeğidir.<br />

Onların hepsini sevmeyi<br />

Yüce Allah (CC) Hazretleri’ni sevenlerin<br />

hepsi dünya ve ahiret saadetlerinin<br />

sermayesi bilmişlerdir.<br />

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem<br />

Efendimizin üç vazifesinden<br />

biri de tasavvuf marifetlerini, bilgilerini<br />

öğretmek ve kalplere yerleştirmekti.<br />

Fıkıh işlerini öğreten<br />

âlimlere “Fukaha” denildi. Tasavvuf<br />

bilgilerinin de Nebiler Nebisi’nden<br />

(SAV) itibaren Seyyid-i Silsile-i Meşayih<br />

Efendilerimiz zamanımıza kadar<br />

gelmesine vesile olmuşlardır. 1<br />

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADI-<br />

YALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞE-<br />

HADETİ<br />

İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />

anh Hazretleri Din-i Mübin-i<br />

Ahmediyye’nin yükselmesine ve<br />

Ümmet-i Muhammed’in irşadına<br />

çalışmış, yirmibeş sene üç ay kadar<br />

İmamet-i Kübra’da bulunarak<br />

Hicret-i Nebeviyye’nin 186 (M. 802)<br />

Saferül Hayrın 25.nci Cuma günü,<br />

Bağdat’da Abbasilerin 5.nci halifesi<br />

Harun Reşit O’nu zindana attırdı.<br />

Zindanda şehiden irthali dari Firdevs<br />

olmakla Bağdat’da, Bağdat’ın<br />

kuzeybatısında “Kazimiyye” mahallesinde<br />

defnolunmuştur. Bu mahalle,<br />

Dicle nehrinden beş kilometre<br />

içerdedir. Büyük ve çok süslü bir<br />

türbesi ve hemen yanında büyük<br />

bir cami vardır. Müslümanların en<br />

çok ziyaret ettiği türbelerden biridir.<br />

İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi<br />

aleyh Hazretleri’nin tür-<br />

16 Bizbiriz Dergisi


esine yakındır. İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh<br />

Hazretleri’nin zamanında Ehl-i Beyt’ten olanlara maalesef<br />

birçok haksızlıklar yapışmıştır. Zamanın sultanları<br />

tarafından birkaç kere hapse atılmış ve hapiste iken vefat<br />

etmiştir. Hâlbuki Hazreti İmam’ın dünyaya düşkünlüğü<br />

yoktur. Züht ve takvası çoktu. Affı ve ihsanı, kerem<br />

ve cömertliği ile meşhurdur.<br />

Hazreti İmam Medine-i Münevvere’de otururdu.<br />

Siyasete hiç karışmadığı halde Abbasi Halifelerinden<br />

Muhammed Mehdi, kendisini Medine’den Bağdat’ getirterek<br />

hapsetmiş, bir müddet sonra İmam-ı Ali (KV)<br />

Hazretleri’ni rüyada görmüştür. Kendisine Muhammed<br />

(Kıtal) <strong>Suresi</strong> 22’nci ayetini okudular: “Demek ki, iradeyi<br />

ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık<br />

bağlarını kesip atacaksınız.” Bu Ayet-i Kerime’yi<br />

duyar duymaz Hazreti İmam’ı hapisten çıkararak kendisine<br />

ve evlatlarına karşı isyan etmeyeceğine yemin teklif<br />

etmiş, Hazreti İmam: “Bu işi asla yapmam ve şanıma<br />

da yakıştırmam.” buyurunca doğru söylediğini tasdik<br />

etmiş ve Medine’ye dönmesine izin vermişti. Sonra halife<br />

Harun Reşit Hicri 179. (M. 795) yılında umreden dönerken<br />

Medine’ye uğramış, Hazreti İmam’ı yanına alıp<br />

Bağdat’a getirmiştir.<br />

Ardı arkası kesilmeyen hadiselerin sona ermesi düşüncesi<br />

ile tekrar hapsettirmiştir. “Bağdat Tarihi” kitabının<br />

yazarının rivayetine göre, Hazreti İmam’ı ölünceye<br />

kadar hapiste tutmuştur. Diğer rivayete göre, Harun<br />

Reşit de gördüğü korkulu bir rüya üzerine onu hapisten<br />

çıkararak Medine’ye göndermiştir. Ancak Bağdat’ta<br />

vefat etmiş olması, hatibin rivayetini kuvvetlendirmektedir.<br />

Hatta zehirleterek vefat ettiği de rivayet olunur.<br />

Yedi sene zindanda kaldı. Hapishanede iken Harun<br />

Reşit’e yazdığı mektupta şöyle dedi: “Benden belâ ve<br />

musibet son bulmayacak, buna karşılık sen de daima<br />

rahat ve genişlik içinde olacaksın. Yalnız şunu unutma<br />

ki, sonu gelmeyen ahirete sen de, ben de gideceğiz.”<br />

Yahya bin Halid Bermeki tarafından hurma içinde<br />

zehir verilerek öldürüldüğü rivayet olunmaktadır. Zehir<br />

verildiği gün İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh<br />

Hazretleri: “Bana bu gün zehir verdiler. Yarın vücudum<br />

sararacak, sonra yarısı kızaracaktır. Ertesi gün de siyah<br />

olacaktır. O zaman vefat ederim.” buyurmuştur. Dedikleri<br />

aynen olmuştur.<br />

İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZ-<br />

RETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ<br />

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nin<br />

hayatı, faziletlerle, üstünlüklerle doludur. Sevdiklerinde<br />

ibret veren ve yol gösteren keramet ve mankıbeleri<br />

çoktur. Ruhlara gıda olan sözleri o kadar çoktur ki, bazıları<br />

kitaplara geçirilmiş, bazıları da dilden dile, gönülden<br />

gönüle akıp gelmiştir.<br />

..........................................<br />

Bir gün İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh<br />

Hazretleri’nden zamanın halifesi Harun Reşit sordu:<br />

“Sizler, kendinizin Ehl-i Beyt’ten olduğunuzu söylüyor<br />

ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin<br />

zürriyetinizdeniz diyorsunuz. Hâlbuki aslında biz dedem<br />

Abbas (RA) Hazretleri’nden dolayı Resulûllah Sallallahu<br />

aleyhi vesellem efendimizin soyundanız, siz de<br />

İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin evlatlarısınız.<br />

İnsanların nesebi ve soyu baba ile devanı eder.”<br />

Hazreti İmam cevabında buyurdu ki: “Allah-ü Teâlâ Hazretleri<br />

Enam <strong>Suresi</strong> 84’üncü ayetinde şöyle buyuruyor:<br />

‘İbrahim Peygamber’in zürriyetinden olan Davud, Sü-<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

17


leyman, Eyyub, <strong>Yusuf</strong>, Musa ve Harun biz iyileri böylece<br />

mükâfatlandırırız. Ve ey Zekeriyya ve İsa.’ Bu Ayet-i<br />

Kerime’de İsa Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselam’ın<br />

soyundan sayılıyor. Hâlbuki İsa Aleyhisselam’ın babası<br />

olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bununla birlikte<br />

annesi tarafından İbrahim Aleyhisselam’ın zürriyetinden<br />

sayılmaktadır. Öyleyse, bizlerde annemiz Fatımatüzzehra<br />

Radıyallahu anh Hazretleri tarafından<br />

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin soyundan<br />

sayılırız.” buyurdu.<br />

..........................................<br />

İshak bin Ammar söyle anlatıyor: “İmam-ı Musa-i<br />

Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Harun Reşit tarafından<br />

hapsedildiği zaman, İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi<br />

aleyh Hazretleri’nin iki talebesi Ebu <strong>Yusuf</strong> ile<br />

Muhammed Şeybani Rahmetullahi aleyh hazretleri ziyaretine<br />

gitmişlerdi. Maksatları Hazreti İmam’ın ilminden<br />

sorup denemek istiyorlardı. Tam o sırada hapishanenin<br />

nöbetçisi yanına geldi ve: “Ey mübarek efendim!<br />

Bugünkü nöbetim bitti, yarın dönüşümde bir ihtiyacınız<br />

varsa getireyim.” dedi. Hazreti İmam: “Bir ihtiyacım<br />

yoktur.” dediler. Sonra Ebu <strong>Yusuf</strong> ile Muhammed<br />

Şeybani’ye dönerek: “Ben bu adama hayret ediyorum.<br />

Yarın döneceğini zannediyor. Hâlbuki onun eceli gelmiştir<br />

ve yarın ölecektir.” dedi. İmam-ı Azam Ebu Hanife<br />

Radıyallahu anh Hazretleri’nin iki talebesi de Hazreti<br />

İmam’ın böyle söylemesine hayret ettiler ve: “Biz bu<br />

zatı zahiri ilimlerden imtihan etmek istedik. İmam ise<br />

batını ilimden bize haber veriyor. Bunun bu sözünü deneyelim.”<br />

diyerek kalkıp gittiler. Adamın evine yakın bir<br />

yere nöbetçi koydular ve ona: “Bu evde bir şey gördüğün<br />

zaman gelip bize haber ver.” dediler. Gece yarısında<br />

evde bir ağlama sesi yükselmeye başladı. Nöbetçi<br />

gelip hemen haber verdi. İmam-ı Ebu <strong>Yusuf</strong> ile Muhammed<br />

Şeybani geldiği zaman ev sahibinin öldüğünü<br />

gördüler. Hazreti İmam için olan hayretleri ve onun<br />

büyüklüğü hakkında zanları bir kat daha arttı.”<br />

..........................................<br />

Yahya bin Hasen anlattı: “Medine-i Münevvere’de birisi<br />

Hazreti İmam’a eziyet edip kırıcı sözlcr söylüyordu.<br />

Onu sevenler, ona devamlı: “Bize izin ver, şuna haddini<br />

bildirelim.” diyorlardı. Hazreti İmam onları bu hareketten<br />

men ediyordu. Bir gün kendisine hakaret eden şahsın<br />

nerede olduğunu sordu. Medine-i Münevvere’nin<br />

civarında bir yerde olduğunu söylediler. Hazreti İmam<br />

bineğine binerek onun tarlasına doğru gitti, tarlaya girdi.<br />

O şahıs “Tarlaya basma!” diye bağırdı. Hazreti İmam<br />

yanına kadar gelip yanına oturdu. “Ne kadar zararın<br />

oldu?” deyince o şahıs: “Yüz dinar.” deyip “Sen kaç dinar<br />

umuyordun?” diye sorunca Hazreti İmam da o şahsa üç<br />

yüz dinar verdi. Hazreti İmam’a hakarette bulunan şahıs<br />

bu cömertlik karşısında Hazreti İmam’ın başını öptü<br />

ve ayrıldılar. Hazreti İmam oradan ayrılınca Mescid-i<br />

Nebeviyye’ye gitti. O şahısla orada yine karşılaştı. Kendini<br />

seven yakınları o şahsı orada görünce üzerine yürümek<br />

istediler. Hazreti İmam onlara: “Hangisi hayırlı?<br />

Sizin yaptığınız mı, yoksa benim istediğim mî? Ben ona<br />

yakınlık göstermek suretiyle ıslah olmasını düşünmüştüm.”<br />

dedi.<br />

..........................................<br />

Hazreti İmam’ın kız kardeşi şöyle anlatıyor: “O, yatsı<br />

namazını kıldığı zaman, Allah-ü Teala Hazretleri’ne<br />

hamd eder, bu hali gece bitinceye kadar devam ederdi.<br />

Gece bitince tekrar kalkar sabah namazını kılardı. Sonra<br />

bir miktar zikir ile Allah-u Teala Hazretleri’ni anmakla<br />

meşgul olur, bu durumu güneş doğuncaya kadar devam<br />

ederdi. Sonra, kuşluk vaktinde kuşluk namazı kılar,<br />

zevalden öncesine kadar uyur, kalkınca dişlerini misvaklar,<br />

abdest alır ikindiye kadar namaz kılar, namazı<br />

bitince kıbleye doğru dönerek akşam namazına kadar<br />

Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ni zikrederdi. Sonra kalkar<br />

akşam ile yatsı arası namaz kılardı. Bu onun her günkü<br />

âdeti idi.<br />

..........................................<br />

İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri,<br />

Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yüksek<br />

nesebine sahip olan Ehl-i Beyt’in büyüklerindendir.<br />

Nurlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyizlerin çokluğu,<br />

akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce marifetleri bildiren<br />

sözleri, nükte ve latifeleri çok meşhurdur. Hikmetli sözlerinden<br />

biri de şöyledir: Buyurdular ki: “Arkadaşlık ettiğin<br />

biri, önceleri hali haline uyar, sonraları kalbine sıkıntı<br />

verirse, hemen kendine bak. Kendi eğriliğini anlarsan,<br />

hemen tövbe et, doğru olduğunu anlarsan, bilesin<br />

ki o arkadaşın yoldan sapmıştır. Bu durumda dur, biraz<br />

düşün. Hemen ondan ayrılma. Onu yalnız başına bırakma.<br />

Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’nden bir düzelme<br />

gelinceye kadar bekle.”<br />

..........................................<br />

Rivayet edilir ki, Musa bin Cafer el Haşimi Musa-i<br />

Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Mescid-i Nebeviye girip,<br />

gecenin ilk vaktinde secdeye vardı. Secdede şöyle<br />

dediği duyuldu: “Ya Rabbi! Günahım çok, fakat senin affın<br />

büyük.” Bunu sabaha kadar tekrar ederdi. 1<br />

1-İslam Ansiklopedisi 2. Cilt S. 321, 322, 323, 324<br />

18 Bizbiriz Dergisi


Kevser <strong>Suresi</strong><br />

N. Aktaş<br />

RAHMAN ve RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA<br />

1- Muhakkak ki biz sana Kevser’i verdik.<br />

2- Öyleyse Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes.<br />

3- Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.<br />

Kevser suresi, Mekke<br />

döneminde ve peygamberliğin ilk<br />

yıllarında indirilmiştir. Kuran’ın en<br />

kısa süresidir ve üç ayetten oluşur.<br />

Adını, ilk ayetin sonunda yer alan ve<br />

genel olarak “çok hayır” anlamına<br />

gelen “kevser” kelimesinden alır.<br />

Sure müşriklerin Hz.<br />

Muhammed (s.a.s)’i rahatsız edip<br />

üzdükleri bir sırada, nazil olmuş,<br />

Yüce Allah bu sûre ile, Peygamber<br />

(s.a.s)’e manevi bir güç ve kuvvet<br />

vermiştir. Yüce Allah bu surede,<br />

Hz. Muhammed (s.a.s)’in oğlunun<br />

vefatı münasebeti ile kendisine:<br />

“Sonu kesik, adı sanı unutulacak”<br />

gibi sözleri söyleyenleri tenkid<br />

etmekte ve asıl onların sonunun<br />

acı olduğunu açıklamaktadır.<br />

Nitekim, Hz. Muhammed (s.a.s)’ın<br />

adı, ondört asırdır dünyanın her<br />

köşesinde hürmet ve saygı ile<br />

anılmakta, günde beş vakit okunan<br />

ezanlarda Allah’ın adı ile beraber<br />

zikredilmektedir. Surenin inişine<br />

dair hadis şöyledir:<br />

Resulullah (sav) bir gün<br />

mecsidde iken hafif bir uyku<br />

kestirmesi yaptı, sonra gülerek<br />

başını kaldırdı. Kendisine:<br />

“Ey Allah’ın Resulü, niçin<br />

gülüyorsunuz?” diye sorulunca: “<br />

Bana az önce şu süre nazil oldu”<br />

deyip besmele çekti, sonuna kadar<br />

Kevser süresini okudu:<br />

“Bismillahirrahmanirrahim! Ey<br />

Muhammed! Doğrusu sana pek<br />

çok nimet vermişizdir. Öyleyse<br />

Rabbin için namaz kıl, kurban kes.<br />

Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak<br />

olan, sana kin tutan kimsedir”<br />

Resulullah kıraati tamamlayınca<br />

sordu: “Kevser’in ne olduğunu<br />

biliyor musunuz?” Biz:<br />

“Allah ve Resulü bilir” dedik.<br />

Resulullah (sav) açıkladı:<br />

“Bu bir nehirdir, Rabbim<br />

onu bana vaadetmiştir, O nehir<br />

üzerinde pek çok hayırlar var. Bu<br />

bir havuzdur da. Kıyamet günü<br />

ümmetim onun başında (su içmek<br />

üzere) toplanacak. Bu havuzdaki<br />

maşrapalar gökteki yıldızlar kadar<br />

çoktur. Derken içlerinden bir kul<br />

çıkarılıp atılacak. Ben müdahale<br />

edip:<br />

“Ey Rabbim (onu niye atıyorsun)<br />

o benim ümmetimdendir?”<br />

diyeceğim. Ancak Cenab-ı Hakk:<br />

“Bunlar senden sonra ne bid’atler<br />

işlediler senin haberin yok”<br />

diyecek.” 1<br />

1 Buhari, Tefsir, Rikak 53; Müslim, Salat<br />

53, (400); Tirmizi,Tefsir, Kevser<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

19


Zannetmeyin ki; Kur’an sadece ilimdir, bilmeyen cahildir.<br />

Siz yaşamaya çalışın, Allah bilmediğinizi öğretmeye vekildir.


SOHBET<br />

اَعُوذُ‏ بِالله مِنَ‏ الشَّيْطَانِ‏ الرَّجِ‏ يمِ‏ بِسْ‏ م ‏ِاللهِ‏ الرَّحْ‏ م<br />

نِ‏ الرَّحِ‏ يمِ‏<br />

وَرَتِّلِ‏ الْقُرْآنَ‏ تَرْتِيلًا<br />

“Kur’ an’ ı tane tane (tertil ile) oku.” 1<br />

اَحْ‏ سَ‏ نُ‏ النَّاسِ‏ قِرَاةٌ‏ مَنْ‏ قَرََأ الْقُرَانَ‏ يَحْ‏ زِنُ‏ بِهِ‏<br />

Anlamayı kaybedip, feraseti yitirdiniz.<br />

Harflere takılıp, manayı bitirdiniz…<br />

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />

İbn Abbas (ra) Muhammed Mustafa (sav)’den<br />

rivayet ediyor;<br />

“Kur’an-ı kıraat etmek bakımından insanların en<br />

güzeli Kur’an-ı okuyunca hüzünlenen kimsedir.” 3<br />

Diğer bir hadis-i şeriflerde Habib-i Kibriya<br />

Muhammed (sav) şöyle beyan ediyor;<br />

“Kur’an hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız.<br />

Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz veya kendinizi<br />

ağlamaya zorlayınız. 2<br />

“Kur’an en tatlı olarak, Allah azze ve celleden haşyet<br />

duyan adamdan dinlenir.” 6<br />

Günümüzde Kur’an-ı Kerim-i güzel okuma<br />

yarışmaları yapılıyor. Bu yarışmalarda Kur’an çeşitli<br />

makamlarla okunuyor. Bunun caiz hatta gerekli<br />

olduğuna ise şu hadis-i şerif delil gösteriliyor. Konuyu<br />

hadisler ışığında, kaynaklarıyla inceleyelim;<br />

Bera (ra) anlatıyor: “Rasulullah (sav) şöyle buyurdu;<br />

“Kur’an-ı Kerim’i sesinizle güzelleştirin.” 7<br />

Burada kastedilen kıraat sırasında sesi yükseltmektir.<br />

Diğer bazı hadislerde;<br />

“Kur’an ile teganni etmeyen bizden değildir.”<br />

buyrulmuştur. 8<br />

Bu hadislerde Rasulullah (sav) in teganni kelimesi<br />

ile kastettiği şey;<br />

“Kur’an ile yetinmektir.” 9<br />

Bu en doğru manadır. Zira aksi takdirde Kur’an’ı<br />

teganni ile okumayan neden bu tehdide muhatap<br />

olsun? Ebu Hureyre (ra) ile bazı alimler de;<br />

“Kur’an’ı yüksek sesle okumaktır” dediler. 10<br />

Adı geçen alimler bazı bidatçilerin bu hadisteki<br />

“teganni” kelimesini kendilerinin ezgi gibi Kuran<br />

okumalarına delil getirmelerine şiddetle karşı<br />

çıkmışlardır. 11<br />

Nitekim böyle bir saptırmaya ihtimal vermeyecek<br />

kadar sarih ibareler vardır ve sesi dalgalandırarak elhan,<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

21


ezgi ve melodilerle, bir harf eksilmek veya artırmak<br />

şeklinde uzatmayla Kur’an okumanın haram oluşunda<br />

icma vardır. 12<br />

Abis el Gıfari, Amr bn. Abese, Ebu Hureyre (ra) ve Avf<br />

Bin Malik (ra)’den rivayet edilen hadislerde;<br />

Rasulullah (sav) kendisinden sonra ümmeti için<br />

korktuğu bazı hasletler saydı, sonunda buyurdu ki;<br />

“…bir de şu kavimden uzağım; onlar Kur’an’ı şarkı<br />

gibi okurlar, bir kimseyi ilim sahibi olmadığı halde sırf<br />

şarkı gibi Kur’an okuduğu için imamlığa geçirirler.” <strong>13</strong><br />

Sehl bn. Sad ve Cabir (ra)’dan;<br />

“Rasulullah (sav) bizler Kur’an okuyorken yanımıza<br />

çıktı, aramızda Arap da, Acem de vardı Buyurdu ki;<br />

“Okuyun, her okuyuş güzeldir İleride bir kavim<br />

gelecektir ki bunlar, Kur’an’ın kelime ve lafızlarını okun<br />

yontulması gibi yontacaklar, ondan hasıl olacak ecri<br />

ahirete bırakmayıp dünyada alacaklar.” 14<br />

Nevfel bn. Iyas’tan;<br />

“Bizler Ömer (ra)’ın zamanında mescitte durur, grup<br />

grup olurduk. İnsanlar ise gruplardan en güzel sesli<br />

olanlara meylederdi. Bunun üzerine Ömer (ra);<br />

“Görüyorum ki Kur’an’ı nağmeler gibi okuyorlar.<br />

Vallahi şayet gücüm yetseydi onların bu hallerini<br />

değiştirirdim.” dedi.” 15<br />

Enes (ra), insanların sonradan ihdas ettikleri bu<br />

ezgilerle Kur’an okuyan birini bundan nehyetmiştir. 16<br />

Muhammed bn. Sirin (ra) dedi ki;<br />

“Önceki alimler (sahabeler ve tabiin) şu<br />

ezgilerin sonradan ortaya çıkarılmış bidat olduğu<br />

görüşündeydiler.” 17<br />

Salim bn. Abdullah (ra), birisinin lahinlerle Kur’an<br />

okuduğunu işitince;<br />

“Bu şarkıdır, bu şarkıdır.” diyerek orayı terk etmiştir. 18<br />

Huzeyfe (ra) anlatıyor;<br />

“Rasulullah (sav) buyurdular ki;<br />

“Kur’an’ı Arap lahn’ı ve Arap sesleri üzere okuyun<br />

Sakın ha fasıkların ve Yahudilerle hıristiyanların lahn’ı<br />

üzere okumayın. Bilesiniz, benden sonra bir kavim<br />

gelecek ki, onlar Kur’an’ı okurken, şarkı ve matem tercii<br />

gibi terci’ ile okuyacaklar. Onların (imanları laftadır)<br />

gırtlaklarından öte geçmez Kalpleri fitne ve fesada<br />

uğramıştır. Böylelerinden hoşlanan kimselerin kalpleri<br />

de fitne ve fesad içindedir.” 19<br />

Ebu’d Derda (ra)’den;<br />

“Sizleri Kur’an’ı tahrif eden, onu okuyuşta haddi<br />

aşan, Kur’an ile dalga geçenlerden sakındırırım!” 20<br />

Katade (ra) anlatıyor;<br />

“Hz Enes (ra)’e Hz. Peygamber (sav)’in kıraatından<br />

sordum. Şu cevabı verdi;<br />

“Rasulullah (sav) medleri (uzun heceleri) uzatırdı.”<br />

Sonra örnek olarak Bismillahirrahmanirrahim’i<br />

22 Bizbiriz Dergisi


okudu ve uzatılacak yerleri belirgin şekilde uzattı. Allah’tan korkarak Kur’an okuyanın, kelamın<br />

duyan adamdan dinlenir.” 28<br />

Bismillaahi’yi uzattı, errahmaan’ı uzattı, er rahiim’i<br />

uzattı.” 21<br />

Şu hadise gelince;<br />

Abdullah İbnu Muğaffel (ra) anlatıyor;<br />

“Rasulullah (sav)’i devesinin üstünde Fetih <strong>Suresi</strong>’ni<br />

okurken gördüm sureyi terci’ üzere okuyordu.” 22<br />

haşyetinden azaları titrer. Sizin en güzel okuyanınız,<br />

en takvalı olanınız, Kur’an’ı hayatına tatbik edeninizdir.<br />

Kur’an-ı Kerim’ i okurken ağlayamıyorsanız ağlar<br />

gibi yapın. Ağlayamaz da insan, çaba sarf eder, ağlar<br />

gibi yapmaya gayret eder. Allah-u Teala muhakkak<br />

taklidinizi tahkike çevirecektir. Allah-u Teala Kur’an-ı<br />

Kerim’i okurken nerede ağlanacak, nerede sevinilecek,<br />

nerede istiğfar edilecek, nerede şükredilecek, nerede<br />

Bu tercii (sesi kaldırıp indirme) ile okuma, Rasulullah<br />

zikredilecek şuuruna erdirsin.<br />

(sav)’in üzerine binmiş olduğu devenin hareketinden<br />

kaynaklanmıştır. Bu sadece binek üzerindeyken istek<br />

dışı olarak terci yapmanın caiz oluşunu gösterir. Başka<br />

yerde caiz değildir. 23<br />

Esma (ranh) anlatıyor;<br />

Rasulullah (sav) Kur’an ayetlerinin anlamına göre<br />

hareket ederdi. Kur’an’ı Rabbiyle konuşur gibi okurdu.<br />

Yeri gelince Allah’ın rahmetini diler, yeri gelince Allah’a<br />

sığınırdı. Huzeyfe (ra) anlatıyor;<br />

“Rasulullah (sav), gece namazını kıldı. Namazdaki<br />

“Seleften hiç kimse Kur’an-ı Kerim’in tilaveti sırasında<br />

okuyuşunda bir rahmet ayeti geçtiği zaman Allah’<br />

bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra<br />

tan rahmet dilerdi, bir azap ayeti geçtiği zaman da<br />

bedenleri ve kalpleri zikrullah için yumuşardı.” 24<br />

Allah’a sığınırdı. Allah’ın noksanlıklardan uzak ve temiz<br />

İmam Nevevi (rh)’ye soruldu;<br />

“Şimdi Dımeşk’te bazı cahiller cenaze üzerine<br />

teganni ile harfleri birbirine katarak, fazladan harf<br />

ekleyip uzatarak Kur’an okuyorlar. Bu kötü bir hareket<br />

olduğunu bahseden bir ayet geçtiği zaman da Allah’ı<br />

tesbih ederdi.”<br />

Hayret edilecek yerde “Sübhanallah” dermiş. Tin ve<br />

Kıyamet Sureleri’ nin bitiminde;<br />

midir?”<br />

Cevabında dedi ki;<br />

“…Elbette (Rabbim) ben de buna şahitlerdenim.” 29<br />

“Cenaze üzerine bu şekilde Kur’an okunması çok<br />

Dermiş.<br />

çirkin bir şeydir. Alimlerin ittifakı ile haramdır. Bu<br />

hususta İmam Maverdi ve başkaları icma olduğunu<br />

söylediler. Hatta yöneticilerin üzerine, bunlara mani<br />

Rahmetli hocam Kur’an okurken biz onun yüzüne<br />

bakarak anlardık. Azap ayetlerinde yüzü gerilir, gözünde<br />

olmaları, tövbeye çağırmaları ve cezalandırmaları<br />

gerekir. Bu her müslümana vaciptir.” 25<br />

“Kur’an’ı böyle haram tegannilerle okumak bir<br />

takım cahil, aşağılık ve zalim kimselerin müptela<br />

olduğu bir musibettir. Onlar cenaze ve mevlit gibi bidat<br />

merasimlerinin okuyucularıdırlar. İşte bu açıkça haram<br />

olan bir bidattir. Kadılar kadısı Maverdi’nin de dediği<br />

gibi böyle okuyuşu dinleyen de fasık olur.” 26<br />

Ezanda bile lahin yapmak caiz olmaz; birisi<br />

Ömer(ra)’e geldi ve;<br />

“Ben seni Allah için seviyorum” dedi Ömer (ra) ise;<br />

“Ben de sana Allah için buğzediyorum. Duyduğuma<br />

göre sen ezan okurken teganni ve lahin yapıyorsun.” 27<br />

Burada anlattıklarımızdan sonra şu hadisi şerifi<br />

çokça tekrarlamak gerekir;<br />

“Kur’an en tatlı olarak, Allah azze ve celleden haşyet<br />

بَلَى وَاَناَ‏ عَلَى ذَلِكَ‏ مِنَ‏ الشَّاهِدِينَ‏<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

23


korku ifadesi belirirdi. Rahmet ayeti geldiğinde yüzüne<br />

güneş doğar gibi aydınlanırdı. Gözyaşı hiç dinmezdi.<br />

Siz nasıl dinlerseniz sizi de öyle dinleyecekler, siz nasıl<br />

severseniz sizi de öyle sevecekler, siz nasıl eleştirirseniz,<br />

sizi de öyle eleştirecekler. Siz ne yaparsanız öyle<br />

yaşayacaksınız. O zaman Kur’an- ı Kerim’i yaşayarak<br />

okuyacaksınız.<br />

Allah ve Rasulü (sav)’in yolunu tutanlara selam<br />

olsun. Hak ve hakikatten ayrılamamak için Allah’a yemin<br />

olsun. Rabbim sıratı müstakimden ayırmasın. Ahir ve<br />

akıbetimizi hayırlı eylesin. Kur’an’ı kendi nefsiyle tefsir<br />

etmekten Allah-u Teala cümlemizi ve bizleri muhafaza<br />

eylesin. Kendine yakışır kul, Habibine ümmet eylesin,<br />

amin.<br />

Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin<br />

On Hafta Sohbetleri 5 kitabından alıntıdır.<br />

Dipnotlar<br />

1 Müzemmil - 4<br />

2 Ramuz El- Ehadis s;18/<strong>13</strong><br />

3 İbn Mace, İkametü’s Salah, 176<br />

4 Ramuz El- Ehadis, s;488/8<br />

5 Buhari ﴾Tevhid 52﴿; Ebu Davud﴾1468﴿; Nesai ﴾2/179,180﴿;<br />

İbnu Mace﴾<strong>13</strong>42﴿<br />

6 Buhar, Tevhid 44; Ebu Davud, vitr 20; Darimi ﴾1498﴿; Ahmed<br />

﴾1/172﴿; Hakim ﴾1/569﴿] ve “Allah, Kur’an ile teganni eden<br />

bir peygamberi dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemedi.” Buhari<br />

﴾6/107﴿; Müslim ﴾1/545﴿; Darimi ﴾1496﴿<br />

7 Darimi ﴾1499, 3491﴿; Beyhaki, Şuab ﴾2/529﴿; Tahavi, Müşkilül<br />

Asar ﴾2/<strong>13</strong>0﴿; İbni Kesir, Fezailul Kur’ an ﴾s.103 vd﴿; Nevevi,<br />

Tıbyan ﴾s78﴿; Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Şerhi ﴾4/347﴿;<br />

Kurtubi ﴾1/10﴿; Et-Tizkar ﴾s.123﴿ Bunu Süfyan Bin Uyeyne, Ebu<br />

Ubeyd, Şube, Eyyub, Tahavi, Darimi, Beyhaki, Kurtubi, İbni<br />

Kesir, Nevevi ve pek çok alim böyle izah etmişlerdir.<br />

8 Darimi﴾1496﴿<br />

9 İbni Kesir, Fezailul Kur’ an ﴾s. 108﴿<br />

10 İbni Kesir, Fezailul Kuran ﴾s.1<strong>13</strong>﴿; Kurtubi ﴾1/16﴿; et-Tizkar<br />

﴾s129﴿; İbni Kudame, el Muğni ﴾1/459﴿<br />

11 Taberani, Mucemul Kebir﴾3/211,18/3437,51﴿; Taberani,<br />

Mucemul Evsat﴾1/212,2/106﴿; Abdurrazzak﴾2/488﴿; Hakim﴾3/501﴿;<br />

İbni Ebi Şeybe﴾7/329﴿; Haris Bin Ebi Üsame,<br />

Müsned﴾2/640﴿; Ahmed﴾3/494,6/22﴿; Beyhaki, Şuab﴾2/541﴿;<br />

Deylemi﴾2328﴿; Buhari, Tarihul Kebir﴾7/80﴿; Bezzar, Mecmauz-<br />

Zevaid﴾2/316,4/199, 5/245, 7/323, 10/206﴿; İbni Kesir, Fezailul<br />

Kur’an﴾s112﴿; Suyuti, el-Havi﴾1/252﴿]<br />

12 Ebu Davud ﴾830﴿; Beyhaki, Şuabul İman﴾ 2/538539﴿; Buhari,<br />

Tarihul Kebir ﴾8/191﴿; Cemül Fevaid ﴾7354﴿; İbni Ebi Şeybe’den;<br />

Metalibul Aliye ﴾3492﴿<br />

<strong>13</strong> Buhari Halku Efalil İbad ﴾259 İbni Sad ﴾5/59﴿ Muhammed<br />

Bin Nasr Kıyamul Leyl ﴾s.171﴿<br />

14 Darimi ﴾3505﴿; İbni Ebi Şeybe ﴾10/466﴿; İbni Kesir, Fezailul<br />

Kur’an ﴾s.112﴿<br />

15 Darimi﴾3506﴿<br />

16 Darimi﴾3498﴿<br />

17 Taberani,Evsat ﴾7/183﴿; Beyhaki, Şuab ﴾2/540﴿; Hakiym<br />

et-Tirmizi, Nevadir ﴾3/255﴿; Zehebi, el Muktena ﴾2/58﴿; İbni<br />

Kesir, Fezailul Kur’an ﴾s.111﴿; Kurtubi ﴾1/17﴿; et Tizkar ﴾s.<strong>13</strong>0﴿;<br />

Mecmauz Zevaid ﴾7/169﴿; Suyuti el-İtkan ﴾1/256﴿; Mişkat ﴾2207﴿;<br />

Rezin’den; Cemül Fevaid ﴾7361﴿; Suyuti, Camiu’s Sağir ﴾<strong>13</strong>39﴿;<br />

Feyzu’l-Kadir ﴾2/65﴿; Beyhaki bunu birkaç tarikten rivayet etti<br />

Zayıf olduğu da söylendi Lakin şahitleri vardır.<br />

18 Beyhaki, Şuab ﴾2/541﴿<br />

19 Buharî ﴾Fedaili’l-Kur’ an 42, 29﴿; Buhari, Halku Ef’alil İbad<br />

﴾298﴿; Ebu Davud ﴾1465﴿; Begavi, Şerhus Sunne ﴾4/481﴿; Muhammed<br />

İbnul Muzaffer, Garaibu Şube ﴾s1<strong>13</strong>﴿<br />

20 Buhari,(Fedailu’l-Kur’ an 24, 30; Meğazi 48, Tefsir, Feth 1,<br />

Tevhid 50﴿; Müslim ﴾794﴿; Ebu Davud ﴾1467﴿<br />

21 İbni Kesir, Fazailul Kur’ an ﴾s.<strong>13</strong>9﴿<br />

22 Rezîn’den; Cemül Fevaid﴾7370﴿; Bağavî Tefsiri﴾7/238﴿<br />

23 Nevevi Fetava ﴾s.5455﴿<br />

24 Nevevi, Tıbyan ﴾s79﴿<br />

25 Abdurrazzak ﴾1852﴿; Taberani ﴾<strong>13</strong>059﴿; Tahavi ﴾4/128﴿; Serahsi,<br />

Mebsut ﴾1/<strong>13</strong>8﴿; Sahiha ﴾42﴿<br />

26 Ramuze’ l Ehadis, (s;488/8)<br />

27 Enbiya, 56.<br />

24 Bizbiriz Dergisi


EFENDİN VAR SENİN<br />

Kem söyleme ey dil, can kemter olur<br />

Cana candan yakın Efendin var senin.<br />

Sermesti can, yarın olur pürnur olur,<br />

Derde derman sunan Efendin var senin.<br />

Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />

Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />

Gülü kırma, bülbül-i şeyda lal olur,<br />

Hazan düşer gülistana, hem gam olur,<br />

Kim fasl-u bahar, nehara muhtaç olur,<br />

Bağbana vasıl olan Efendin var senin.<br />

Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />

Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />

Canı yakma, nar-ı cihanda taş olur,<br />

Zevk-ü sefa olur, can perişan olur,<br />

Aşk-ü vefa, nur-u cana irşad olur,<br />

Müride mürşid olan Efendin var senin.<br />

Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />

Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />

Terk-i can ile aşk her dem dem olur,<br />

Sıdk-ı hal ile aşk her dem cuş olur,<br />

Hakikat ehline aşk her dem hoş olur,<br />

Her deme dem olan Efendin var senin.<br />

Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />

Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />

Kul emin olunca dil cana yar olur,<br />

Dil ölür yar bulur cana canan olur,<br />

Mestane bulur aşıkane can olur,<br />

Haline hem hal olan Efendin var senin.<br />

Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />

Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />

M.Emin DOĞAN


Müslüman Bilim Adamları<br />

El Beyruni<br />

Faruk Kul<br />

Asıl adı Ebu Reyhan<br />

Muhammed bin<br />

Ahmed el- Beyrûnî<br />

olan Beyrûnî büyük<br />

bir Müslüman<br />

Türk fen bilginidir.973´de Kâs´ta<br />

dogdu. Daha kücük yastayken<br />

Harzemsahlar’ınsarayiyla irtibata<br />

gecti. Meshur Metematikci Emir<br />

Ebû Nasr Mansûr bin Ali bin Irak´in<br />

eğitimine girdi. Abdüssamed bin<br />

Samet el-Hâkim ve Ibn Sina´dan<br />

dersler aldi. Bu arada siyaset alanında<br />

da faaliyetlere giristi. Prens<br />

ve hükümdarlardan itibar gördü.<br />

Beyrûnî Kâs Harzemsahi Muhammed<br />

bin Ahmed bin Irak´in yaninda<br />

bulundu. Onu oldukca severdi.<br />

995´de öldürülünce üzüntüsünden<br />

dolayi “dünya makam ve mevkilerini”<br />

terkederek kendini îlme verdigini<br />

söyler. Bu ayni zamanda onun<br />

hükümdar yaninda ne kadar yüksek<br />

bir mevkî kazandiginida gösterir.<br />

Daha sonra Beyrûnî Cürcân Harzemsahi<br />

Me´mun bin Me´mun un<br />

yaninda müsâvir ve vezir olarak bulundu.<br />

Gazneli Mahmûd´un Hindistan’a<br />

gitmesinden sonra Hindistan´a<br />

gitti. Gazneli Mahmud nezdindeki<br />

mevkiî de oldukca büyüktü. Sultan<br />

Mahmûd onu hazine genel Müdürü<br />

yapti. Orada Sankstritce ögrendi. Bu<br />

arada matematik, astronomi, fizik,<br />

ve tabiî ilimlerle cografya üzerinde<br />

calismalar yapti. Tip ve deneysel<br />

fizikle de ugrasti. Kendi kurdugu<br />

metod ve kendi yaptigi âletlerle<br />

madenlerin özgül agirliklarini<br />

cok yaklasik olarak hesapladi.<br />

Geride 120´yi askin eser birakarak<br />

1051´de Gazne´de vefat etti. Daha<br />

17 yasindayken verimli deney ve<br />

gözetimlere girisen Beyrûnî´de<br />

büyük bir ilim aski görülür. O kadar<br />

ki, Kâs yakinlarinda bir köyde<br />

yaptigi ilk rasatlarinda ciplak<br />

gözle günese bakmaktan gözleri<br />

hastalanmis, daha sonra sudaki<br />

aksinden faydalanarak calismalarini<br />

sürdürmüstür.<br />

Beyrûnî Arapca, Farsca, Ibranice,<br />

Rumca, Süryanice ve yunancaya<br />

vâkiftir. Beyrûnî kültür hazinesini<br />

zirveye cikaran isimlerdendir.<br />

Beyrûnî ile Ibnî Sinâ arasindaki<br />

yazismalar yazismalar günümüz<br />

fizik kavramlarinin cogunun ayrintili<br />

cözümlerini ihtiva etmektedir.<br />

Tipki Einstein ile Bohr arasindaki<br />

yazismalari andirmaktadir. Beyrûnî<br />

ve Ibnî Sinâ´nin ilmî metodlarla<br />

ilgili yorumlari okunacak olursa<br />

öylesine orijinal bir mantik yapisiyla<br />

karsilasilir ki, insan bu metinlerin<br />

günümüzde yazildigini zanneder.<br />

Beyrûnî Aristo(M.Ö 383-322)´nun<br />

geocentrizm, teorisini süpheyle<br />

karsiladi.Arastirmalari neticesinde<br />

tenkitlerde bulundu.<br />

Beyrûnî sehirlerin enlem ve<br />

boylamlarini da tesbit etmistir.<br />

Maverâünnehir ile Sind´in boylam<br />

dairelerindeki hatalari düzeltmistir.<br />

Günes, ay ve dünyanin hareketleri,<br />

usturlab îmali, aksam karanligi<br />

ve günes tutulmasi esnasinda<br />

meydana gelen hâdiseler hakkinda<br />

verdigi bilgiler bilhassa kayda deger.<br />

Gazne´de kibleyi dogru olarak<br />

tesbit etmekle,Müslümanlara<br />

yaptigi hizmetlere bir yenisi<br />

eklenmistir. Ilmiyle dine hizmet<br />

etmis olmaktan büyük bir mutluluk<br />

duydugunu belirtmistir.<br />

Beyruni, Sultan Mahmud´un<br />

yardimlariyla Hindistan´da<br />

Nendene sehri yakininda<br />

calismalarda bulundu ve sonunda<br />

yerin capini ölcmeye muvafak oldu.<br />

Ayni zamanda Beyrûnî dünyanin<br />

capinin ölcülmesiyle alâkali olarak<br />

cok üstün bir görüs ortaya atmistir.<br />

Bugün bile matematik ölcüler<br />

bakimindan son derece dogru<br />

olan bu kanun Avrupa´da “Beyrûnî<br />

Kurali” olarak adlandirilmaktadir.<br />

Onun ünlü astronomi<br />

deneylerinden birisi de<br />

Hindistan´da bir dagda yaptigi<br />

yükseklik ölcüsüdür.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

27


Bir Âyet-i Kerîmede Cenab-i ALLAH söyle buyuruyor:<br />

“Bundan sonra yeri elips seklinde yayip dösedi.”<br />

(Nâziât,30) Âyette “elips seklinde yayip dösedi” mânâsi<br />

“dehâ” kelimesiyle ifade edilmistir. Arapca´da deve<br />

kusu yumurtasina da “dehâ” denilmektedir. Dolayisiyla<br />

Arz, deve kusu yumurtasina benzetilmistir. Bu ise<br />

dünyamizin deve kusu yumurtasi gibi kutuplarinin<br />

basik, ekvatorunun siskin olduguna isaret etmektedir.<br />

Dünyamizin tam küre biciminde degil , deve kusu<br />

yumurtasi gibi elips seklinde oldugu bugün ilmen<br />

bilinmektedir. Islâm âlimleri dünyanin yuvarlak olusu<br />

hususunda o kadar kesin kanaat sâhibidirler ki, bunu<br />

inkâr etmeyi dine karsi islenmis büyük bir cinayet,<br />

büyük bir suc sayarlar. Günümüzden yüz sene kadar<br />

önce yazilan “Muhakemat” adli eserin 49 ve 59.<br />

sayfalarinda özetle su satirlara yer verilir:<br />

Ayrica Beyrûnî günesin batis anindaki egimini<br />

ölcmüs, Usturlab adindaki kitabinda bu husustaki<br />

kuralini ve tecrübesini ayrıntılı olarak anlatmistir.<br />

Beyrûnî ayrica, planisfer (yildizlar ve sahalari),<br />

yildizlarin hareketlerini gösteren küreler hakkinda<br />

eserler yazmistir. Sultan Mes´ud´a da astronomi tablolari<br />

yapmistir. Ta o zamanlarda Ümit Burn´nun varligindan<br />

bahsetmesi enteresandir. Beyrûnî, Kuzey Asya ve Kuzey<br />

Avrupa hakkinda da genis bilgi sâhibidir. Amerika<br />

kitasinin ve Japonya´nin varligindan ilk defa söz eden<br />

de Beyrûnî olmustur. Demek ki Beyrûnî,Amerika<br />

kitasini 1492 yilinda kesfeden Kristof Colomb´dan 500<br />

sene önce haber vermis oluyor. Dünyanin yuvarlak<br />

olusunda tereddüt etmedigi gibi, dünyanin dönüsünü,<br />

hatta yer cekiminin varligini ortaya koymustur. Beyrûnî,<br />

tabiattaki kanunlarin degiskenligini ortaya cikarma<br />

metodunu Galile ile paylasmistir.<br />

Beyrûnî optikle ilgilenmis, isinlarin görülen cisimden<br />

aksettigini ve göze dogru geldigini belirtmistir. Isigin<br />

da bir hizi bulundugunu ve bunun sesin hizindan daha<br />

fazla oldugunu ifade etmistir.<br />

Hicbir seyi ihmâl etmeyen, her seye yeteri kadar<br />

yer veren Kur´ân-i Kerîm, Arz´in yuvarlak olduguna,<br />

döndügüne ve yercekimi bulunduguna da isaret ediyor.<br />

“ Yerin yuvarlakligi konusunda Islâm âlimleri fikir<br />

birligi etmislerdir. Bu konuda süphen varsa “Makasit” ve<br />

“Mevafik” isimli eserlere bak. Göreceksin ki, müellifleri<br />

Sa´d ve Seyyid, bir top gibi küreyi ellerinde tutmuslar,<br />

her tarafi seyrediyorlar. Eger o kapiyi acamadinsa<br />

Im^m-i Râzî´nin “Mefâtîh-ül Gayb” adli tefsirini oku, o<br />

dâhî imamin dersini dinle. Yine kalbin kanaat etmez de<br />

Arz´in yuvarlakligina inanamazsan, Ibrahim Hakki´nin<br />

arkasina düs, Hüccet-ül Islâm Imâm-i Gazâli´nin<br />

yanina git, görüsünü sor. Dünyanin yuvarlakligi<br />

konusunda tartisma varmidir? de onun söyle dedigini<br />

isiteceksin:”Kim Arz´in yuvarlakligi gibi kesin bir delille<br />

sâbit olan bir mes´eleyi dinî himâye etmek maksadiyla<br />

inkâr ve reddetse dine büyük bir cinayette bulunmus<br />

olur. Zira bu sadakat degil, hiyanettir.” Eger okuma<br />

yazman yok da , Gâzâli´nin bu fetvasini okuyamiyorsan,<br />

asrimizin âlimlerinden birisi olan Hüseyin-i Cisrî´nin<br />

sözünü dinle! Onun yüksek sesle Arz´in yuvarlakligini<br />

inkâr edeni tehdit etmekle kalmayip hic cekinmeden:<br />

“Kim dine dayarak onu koruma yolunda dünyanin<br />

dündügünü inkâr etse o ancak ahmak bir dost olur.<br />

Azili bir düsmandan daha cok dîne zarar verir,dedigini<br />

göreceksin”<br />

Dünya´nin dönüsüyle ilgili âyetlerden bir-ikisi<br />

sudur:<br />

“Gece gündüzü, gündüz geceyi takip eder.” (´raf,57)<br />

Gece ile gündüzün birbirini takip edebilmesi, dünyanin<br />

ayni anda hem gecenin hem de gündüzün olabilmesi<br />

icin:<br />

1.Dünyanin yuvarlak olmasi<br />

2.Kendi eksini etrafinda dönmesi lâzimdir.<br />

28 Bizbiriz Dergisi


Diger bir ayette de daha acik bir sekilde dünyanin<br />

dönüsü söyle anlatilir: “Sen daglari görür, onlari<br />

yerinde durur sanirsin. Halbuki onlar bulut gecer gibi<br />

gecer gider.”(Nahl,88) Kur´ân-i Kerim dünyamizin<br />

diger gezegen ve yildizlarin cekme ve itme gücüne de<br />

su âyetle isaret etmektedir: “(ALLAH)gökleri ve sizin<br />

göremiyeceginiz bir direkle yaratti.”(Lokman,10)<br />

Bu cekme ve itme kuvvetlerinin birbirlerinin esit ve<br />

dengeli olusunu da su âyetle bildirir:<br />

“Gögü yükseltti ve mîzâni koydu (ölcüyü kurdu, iki<br />

sey arasinda denge ve esitligi sagladi.”(Rahmân,7)<br />

Beyrûnî jeolojik degisiklikler hakkinda da fikir beyan<br />

etmistir. O ancak asrimizda ele alinabilen karalarin<br />

kuzeye dogru kayma fikrini 9,5 asir önce savunmustu.<br />

Beyrûnî arkadasi Ebû Sehl´le birlikte dünyanin hareketi<br />

ve kara parcalari hakkinda da kitap yazdi. Fakat bu kitap<br />

günümüze kadar gelememistir. Bugünkü Arabistan<br />

cölünün denizin cekilmesiyle meydana geldigini,<br />

bunu kazida cikan tas ve fosillerin delil oldugunu ifade<br />

etmistir. Indus vâdisinin de alüvyonlarla dolmus eski bir<br />

deniz havzasi oldugunu belirtmistir.Tahdîdü Nihayet-il<br />

Emâkin adli eserinde jeolojiyle ilgili enteresan bilgiler<br />

bulunmaktadir.<br />

Beyrûnî´nin botanikle de ilgileniyordu. Geometriyi<br />

botanige uygulamis, bitki ve hayvanlarda üreme<br />

konularina temas etmis, kuslarla ilgili enteresan<br />

gözlemlerde bulunmus, ciceklerin yapraklarinin sayisi<br />

hakkinda görüs ortaya koymus, cicek yapraklarinin<br />

3,4,5,6 yahut 18 olabilecegini, fakat hicbir zaman 7<br />

veya 9 olamayacagini ifade etmistir. Beyrûnî tarihte de<br />

isim yapmistir.<br />

Beyrûnî´nin tarih calismalarinin cogu, dinler tarihi<br />

sahasinda olmustur. O cok ilgi duydugu bu alana bircok<br />

yenilikler getirmistir. Ancak zamanindan 8-9 asir sonra<br />

bagimsiz bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler<br />

Tarihi, bu ilmin öncüsü durumunda olan Beyrûnî´ye<br />

cok sey borcludur. Memleketimizde oldukca yeni ve<br />

Bati´da bir-iki asirdir mesgul olunan bu ilim dalinda<br />

Beyrûnî´nin calismalari oldukca basarilidir. Hinduizm,<br />

Budizm, Zerdüst, Maniheizm, Sâbiilik, Eski Yunan dini,<br />

Yahûdilik, Sâmirilik, Hiristiyanlik ve Islâmiyethakkinda<br />

verdigi bilgiler cok kiymetlidir.<br />

ögrenmekten maksadinin hakki ve hakîkati bulma<br />

oldugunu su sözleriyle belirtir:<br />

“Anlattiklarim arasinda gercek disi olanlar varsa<br />

ALLAH´a tövbe ederim. Razi olacagi seylere sarilmak<br />

hususunda ALLAH´tan yardim dilerim. Bâtil olan seyleri<br />

ögrenip onlardan korunmak icin de ALLAH´tan hidayet<br />

isterim. Iyilik O´nun elindedir.” Beyrûnî, Müslüman<br />

icin ilmin üstünlügünü belirtirken onu taklit yoluyla<br />

degil, arastirmayla elde etmesini tavsiye ediyor ve<br />

ilimsiz, mârifetsiz, tefekkürsüz ibadetin eksik olacagini<br />

belirtiyor.<br />

Beyrûnî, daha önce de belirttigimiz gibi, hemen<br />

hemen ilmin her dalinda eser vermekle taninmis bir<br />

âlimdir. Bilebildigimiz kadariyla, kücüklü-büyüklü<br />

eserlerinin sayisi 180 kadardir. Bunlardan saadece<br />

18´i astronomi hakkindadir. Günümüze kadar gelen<br />

eserlerinin sayisi ancak yirmiküsür kadardir.<br />

Kaynak<br />

http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/beyruni<br />

Beyrûnî cebir, geometri ve cografya konularinda<br />

bile o konuyla ilgili bir âyet zikretmis, âyette bahsi<br />

gecen konunun yorumlarini yapmis, ilimle dini<br />

birlestirmistir. Müsbet ilimlerle ilâhî bilgilere daha<br />

iyi nufûz edebilecegini söylemistir. Beyrûnî ilmi<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

29


İlmihal<br />

Namaz<br />

Ayşe Tunç<br />

بسم الله الرحمن الرحيم<br />

قَدْ‏ نَرَى تَقَلُّبَ‏ وَجْ‏ هِكَ‏ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ‏ قِبْلَةً‏ تَرْضَ‏ اهَا فَوَلِّ‏ وَجْ‏ هَكَ‏ شَ‏ طْرَ‏ الْمَسْ‏ جِ‏ دِ‏ الْحَ‏ رَامِ‏<br />

وَحَ‏ يْثُ‏ مَا كُنتُمْ‏ فَوَلُّواْ‏ وُجُوِهَكُمْ‏ شَ‏ طْرَهُ‏ وَإِنَّ‏ الَّذِينَ‏ ‏ُأوْتُواْ‏ الْكِتَابَ‏ لَيَعْلَمُونَ‏ ‏َأنَّهُ‏ الْحَ‏ قُّ‏ مِن رَّبِّهِمْ‏<br />

وَمَا اللّهُ‏ بِغَافِلٍ‏ عَمَّا يَعْمَلُون<br />

“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini)<br />

görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü<br />

Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü<br />

hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir<br />

gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara 2/144)<br />

NAMAZIN FARZLARI<br />

Namazın on iki farzı vardır.<br />

Namazın farzları, namazın dışındaki<br />

farzlar ve namazın içindeki farzlar<br />

olarak iki gruba ayrılır şöyle ki:<br />

a) Namazın Şartları<br />

1. Hadesten tahâret<br />

2. Necâsetten tahâret<br />

3. Setr-i avret<br />

4. İstikbâl-i kıble<br />

5. Vakit<br />

6. Niyet<br />

b) Namazın Rükünleri<br />

1. İftitah tekbiri<br />

2. Kıyam<br />

3. Kıraat<br />

4. Rükû<br />

5. Secde<br />

6. Ka‘de-i ahîre şeklinde sıralanır.<br />

Hadesten Teharet, Necasetten<br />

Teharet ve Setr-i Avret’i geçtiğimiz<br />

sayıda izah etmiştik.<br />

İstikbâl-i Kıble<br />

İstikbâl-i kıble, namaz kılarken<br />

kıbleye yönelmek demektir<br />

İslâm’ın ilk yıllarında namaz,<br />

Beyt-i Makdis’e (Kudüs’e) doğru<br />

kılınıyordu. Ancak, hicretten önce<br />

Rasûlullah (s.a.s.) Mekke’de namaz<br />

kılarken mümkün mertebe Kâbe’yi<br />

arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle<br />

Beyt-i Makdis arasında kalacak<br />

şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i<br />

Hacer-i Esved arasında namaza<br />

dururdu. Böylece hem Kâbe’ye<br />

hem de Kudüs’teki Mescid-i<br />

Aksa’ya yönelmiş olurdu. Hicretten<br />

sonra Medine’de Mescid-i Aksa’ya<br />

yöneldiğinde Kâbe’nin arka tarafta<br />

30 Bizbiriz Dergisi


kalmasından Rasûlullah (s.a.s.) üzüntü duyuyor,<br />

kıblenin Kâbe’ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.<br />

Çünkü Kâbe, Hz. İbrahim (a.s)’in kıblesiydi.<br />

Hicretin 2’inci yılı, Şaban ayının 15′inci günü<br />

Rasûlullah (s.a.s.) Medine’de Selemeoğulları Yurdu’nda<br />

öğle namazı kıldırırken, ikinci rek’atın sonunda:<br />

“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü<br />

göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini)<br />

görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın<br />

kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i<br />

Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede<br />

olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne<br />

çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun<br />

Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette<br />

bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” 1<br />

anlamındaki âyet nâzil oldu.<br />

Rasulullah (s.a.s.) yönünü hemen Kudüs’ten Mescid-i<br />

Harâm’a çevirdi. Kudüs’e doğru başlanılan namazın,<br />

son iki rek’atı, Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu<br />

yüzden Selemeoğulları mescidine “Mescid-i Kıbleteyn”<br />

(iki kıbleli mescid) denilmiştir.<br />

Kâbe, yeryüzünde kurulan ilk mesciddir. Allahu<br />

Tealâ buyuruyor:<br />

“İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de<br />

bulunan mübarek ve âlemler için bir hidayet kaynağı<br />

olan Kâbe’dir.” 2<br />

1 Bakara Sûresi 2/144.<br />

2 Âl -i İmran, 96.<br />

Kâbe, Kur’an’da geçtiği üzere Beyt, Beytullah,<br />

Beytü’l-Haram, Mescidü’l- Haram gibi isimlerle de<br />

anılmıştır. Halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama<br />

adıyla bilinmektedir.<br />

Kâbe denilince sadece bilinen bina değil, bunun<br />

yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu<br />

yer kastedilir. Kâbe’yi gözle gören kişi, bizzat Kâbe’ye<br />

yönelir. Kâbe’den uzakta olan kişi ise Kâbe’nin bizzat<br />

kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir,<br />

yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir.<br />

Namazın amacı, kalbin mâsivâdan (Allah’tan başka<br />

her şeyden) ayrılıp yalnızca Allah (c.c)’a yönelmesidir.<br />

Elbette ki Allah (c.c) herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı<br />

değildir. Fakat kalbin huzur ve sükûnetini sağlamak<br />

bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün<br />

tayin edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zâhirde, yüzümüzü<br />

Allah’ın evi olan Kâbe’ye çevirdiğimiz gibi, bâtınen de,<br />

Allah (c.c)’ın nazargâhı olan kalbimizi, gönlümüzü<br />

başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah<br />

(c.c)’a yöneltmeliyiz.<br />

Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin,<br />

yanında kıble yönünü bilen birisi varsa ona sorması<br />

gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi ictihad<br />

ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne<br />

yönelmiş ve yöneldiği tarafın kıble yönü olmadığı<br />

ortaya çıkmış ise, namazı iade etmesi gerekir.<br />

Kâbe’nin bulunduğu noktadan 45 derece sağa<br />

veya sola sapmalar, kıbleden sapma sayılmaz. Sapma<br />

derecesi daha fazla olursa “kıbleye yönelme” şartı<br />

aksamış olur.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

31


Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse,<br />

soracak birini bulamadığı takdirde yıldız, güneş, rüzgâr<br />

gibi birtakım doğal alâmetlere dayanarak kıble yönünü<br />

bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek<br />

namazını kılar.<br />

Namazı kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği<br />

tarafta olmadığı ortaya çıksa bile, kendisi bu yöne<br />

ictihad ederek, yani birtakım alâmetlere dayanarak bu<br />

sonuca ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez.<br />

Fakat namaz esnasında kıble yönünü anlaması halinde,<br />

namazını bozmadan o tarafa yönelir ve namazını<br />

tamamlar.<br />

Kıble yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan<br />

veya kıblenin ne tarafta olduğunu araştırma zahmetine<br />

katlanmadan (ictihad etmeden) rastgele bir tarafa<br />

yönelse, namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak<br />

kıble tarafı olduğunu anlasa namazı yeniden kılar.<br />

Çünkü namazın ilk kısmı şüpheli olduğu için, sağlam<br />

kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine<br />

bina edilemez. Ancak bu durumu namazı bitirdikten<br />

sonra anlayacak olursa, iade etmesi gerekmez. Ebû<br />

Yûsuf’a göre her iki durumda da iade etmesi gerekmez.<br />

İki kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir<br />

yönün kıble olduğuna kanaat getirse, bu durumda<br />

bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar.<br />

Her biri kendi tespit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı<br />

namazlarını kılarlar.<br />

Bir kimse namazda iken bir özür olmaksızın<br />

göğsünü kıble tarafından çevirecek olursa namazı<br />

bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye<br />

dönmesi gerekir.<br />

Hastalık, düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi<br />

nedenlerle kıbleye dönme imkânı bulamayan kimse,<br />

kendisi için en rahat olan tarafa döner. 3<br />

namazı kılmak zor değildir. 4 Cabir b. Abdillah hadisinde:<br />

“Rasulullah (s.a.s.) bineği üzerinde iken, kendisini ne<br />

tarafa çevirirse o tarafa doğru nafile kılardı. Farz kılmak<br />

istediğinde ise bineğinden iner ve kıbleye dönerek<br />

kılardı.” 5 denmektedir. Vitir için indiği rivayeti de vardır. 6<br />

Yol arkadaşlarının inip kendisini beklememesi;<br />

inmesi halinde hırsız, yırtıcı hayvan, düşman korkusu<br />

bulunması; ortalığın yağmur ve çamur olması; ihtiyar<br />

olup inip binmede yardımcısının bulunmaması;<br />

bineğinin huysuz olması vb. durumlar, özür olarak<br />

görülmüş ve böyle durumlarda farzların da binek<br />

üzerinde (otobüste) kılınabileceği söylenmiştir.<br />

El-Hindî Ibn Asakir’den Rasûlullah (s.a.s)’ın çok<br />

çamurlu bir hengamda bir merkep üzerinde farz<br />

kıldığını nakleder. Buna göre namaz vakitlerinde<br />

durmayan bir otobüs yolcusu, koltuğunda ima ile<br />

farzlarını kılabilecek ve bu, şehir dışı için bir ruhsat<br />

olmuş olacaktır. İma ederken ön koltuğa secde etme<br />

yerine, dönebildiği kadar kıbleye dönüp rükû için biraz,<br />

secde için ise biraz daha fazla eğilerek kılacaktır. Ama<br />

yolcu, işin fetvasından önce azimeti deneyecek, şoförü<br />

güzellikle iknaya çalışacak, gerekirse yolculardan<br />

da destek arayacak, duraklarda namaz kılmayanları<br />

huzursuz edecek şekilde geç kalmayacak, diğerlerini<br />

namazdan ve namaz kılandan nefret ettirmeyecektir.<br />

Böyle bir endişe söz konusu ise bütün sünnetleri<br />

bırakıp sadece farzları kılacaktır. Ama şoföre hatırlatma<br />

işini her seferinde yapacak ve gerekirse tutumunu,<br />

ilerideki yolculuklarında firma seçimi için ölçü alacağını<br />

sezdirecek, ama kesinlikle çekişmeye ve tartışmaya<br />

girmeyecektir. Güzel bir ikazı nazarı itibara almayan<br />

şoför, huysuz bineğe fevkalade kıyas edilir ve bu, farzı<br />

arabada kılmak için bir özür sayılabilir.<br />

Gemide, uçakta namaz kılan kimse mümkünse<br />

kıbleye doğru döner; gemi yön değiştirdikçe kendisinin<br />

de kıble tarafına dönmesi gerekir.<br />

Binek Üzerinde Kıbleye Yönelme<br />

Normal durumlarda binek üzerinde nâfile namaz<br />

kılmak câizdir.<br />

Farzlara gelince, genellikle fıkıhçılarımızın, özellikle<br />

de Hanefi fıkıhçılarının görüşü şudur:<br />

Sefer süresi yolda dahi olsa kişi, farz namazları, özrü<br />

(zaruret) olmaksızın binek üzerinde kılamaz. Çünkü<br />

farzların belli vakitleri vardır. O vakitlerde biraz durup<br />

4 Serahsî, I/250; Ibn Hümâm, I/463; Ayrıca bk: Ali el-Kârî,<br />

Irsâdü’s-Sâri, 41.<br />

5 el-Hindî, Kenzü’l-Ummal.<br />

3 İSAM<br />

6 Serahsî, I/249.<br />

32 Bizbiriz Dergisi


Şehrin Görünmeyen Yüzü<br />

“Bayram gibi bir ölüm...”<br />

Ümmü Haram<br />

O<br />

gün ki ziyaretimiz,<br />

Konya’ya<br />

yakın bir köy<br />

iken sonradan<br />

mahalle olmuş<br />

eski bir yerleşim birimine idi. Kışın,<br />

bahara yakın günlerinden birinin<br />

akşamında yollara düştük. Bu eski<br />

köy, şimdiye dek gittiğimiz mahallelerden<br />

daha geniş bir alana yayılmıştı.<br />

Ahırları, samanlıkları, avluların<br />

içindeki müstakil evleriyle<br />

gerçek bir köydü hala... Görüntüsü<br />

köydü ama havası kirli duman<br />

kokusuyla şehrin ağır havasından<br />

farksızdı. Ciğerlerimize dalan ağır<br />

kömür kokusu ve iyiden iyiye kendini<br />

hissettiren akşamın ayazı eşliğinde<br />

ziyaretimize başladık.<br />

Çaldığımız kapıları açanlar kimi<br />

zaman büyük bir coşkuyla kimi<br />

zaman şaşkınlıkla karşıladılar bizi.<br />

Biz kendimizi tanıtınca, hele ki<br />

mübarek hocamız Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu(k.s)’nun talebeleri<br />

olduğumuzu söyleyip hocamızın<br />

sohbet kitaplarını takdim edince<br />

hepside çok mutlu oluyor,<br />

memnuniyetlerini ifade ediyorlardı.<br />

Çaldığımız kapıların birini<br />

Arapça konuşan genç bir adam<br />

açmıştı. O erkek kardeşimizle sohbet<br />

ederken, hanım kardeşlerimizle<br />

bizde evin hanımıyla görüşmek<br />

için avludan içeri girdik. Bizi<br />

daha kapıdan girerken “ehlen ve<br />

sehlen; hoşgeldiniz” diyerek yedi<br />

sekiz yaşlarında küçük bir kız<br />

çocuğu, ondan birkaç yaş küçük<br />

ve birkaç yaş büyük erkekli kızlı<br />

çok sayıda çocuk karşıladı. Biz<br />

Arapça sorular sorduk, o yedi sekiz<br />

yaşındaki kız cevap verdi. O sordu,<br />

biz cevap verdik. Bizden Türkçe<br />

konuşmamızı istedi. “Ben Türkçe<br />

biliyorum, buyurun” diyerek çat<br />

pat türkçesiyle bizi ısrarla evlerine<br />

davet ediyordu. Ev, “Ev demeye bin<br />

şahit ister.” dedikleri cinstendi. Bu<br />

eve “harabe” demek daha uygundu.<br />

Aile, Suriye’deki iç savaş sebebi<br />

ile Türkiye’ye iltica etmiş, birkaç<br />

zaman öncede Konya’nın bu ücra<br />

mahallesine yerleşmiş. Bu köhne ev,<br />

kendi vatanlarından, yurtlarından<br />

daha güvenli olmuş onlar için.<br />

Kendi halkını çocuk, kadın, genç,<br />

yaşlı demeden kıran bombalarla<br />

kimyasal silahlarla ölüm yağdıran<br />

bir diktatörün zulmünden kaçıp,<br />

Türkiye’ye sığınmış, dokuz çocuklu<br />

bir aile. İçimiz sızladı. Keşke<br />

“kardeşlerimiz bize kucak açar”<br />

diyerek geldikleri bu şehirde onlara<br />

daha iyi imkânlar sağlayabilseydik.<br />

Vatanlarında yaşadıkları vahşetten<br />

sonra bu harabe ev onlara belki<br />

de cennetten bir köşe gibi<br />

geliyordu. İçeriden ha bire çocuk<br />

çıkıyor, öylede sıcakkanlılar ki.<br />

Bizi karşılayan küçük kızın adı<br />

Meryem’miş. Bizi ısrarla eve davet<br />

ediyor. O elimizden, eteğimizden<br />

çekiştirip bizi evlerine sokmaya<br />

çalışırken öbür kardeşleri de<br />

sevinçle gülücükler saçıyorlar.<br />

“Anneniz yok mu?” diyoruz.<br />

Kapı aralığından anneleri<br />

beliriyor. Yarı Arapça yarı Türkçe<br />

konuşup tanışıyoruz. Getirdiğimiz<br />

yardımları bırakıp vedalaşıyoruz.<br />

Anneleri ziyaretimizden duyduğu<br />

memnuniyeti ifade ediyor, mahcup<br />

bir eda ile. Fakat çocuklar o kadar<br />

masum, o kadar tatlılar ki dökük<br />

saçık kıyafetleri, dağınık saçları,<br />

çıplak ayakları ile ellerimizden<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

33


eteğimizden çekiştirmeye devam ediyorlar. Kara<br />

gözlerinin içi gülüyor. Huzursuz, mutsuz, umutsuz<br />

şehir çocuklarının aksine o kadar mutlu görünüyorlar<br />

ki; onların o halini hatırlayınca şimdi bile gözümüzde<br />

bir tebessüm beliriyor. Bize içimizi sızlatan derin bir<br />

hüzünle yüzümüzde yayılan ılık bir tebessümü aynı<br />

anda yaşatan bu küçüklerin başlarını okşayarak oradan<br />

ayrılıyoruz.<br />

O gün son çaldığımız kapıyı seksen sekiz yaşında bir<br />

nine açtı. Küçükten az daha büyük bir arsanın kenarına<br />

yapılmış bir evde yalnız yaşayan tatlı mı tatlı bir teyze.<br />

Bahçesinin duvarı yok, kocasının sağlığında tırnaklarıyla<br />

kazıyarak yaptıkları bu küçük ev hayli eski görünüyor.<br />

Otuz üç sene önce dul kalmış. Oğlu da kızları da varmış<br />

ama hepsi kendi düzenini kurmuş, ondan payına<br />

yalnızlık düşmüş. O yaşına rağmen geçen yıla kadar iki<br />

dönümlük bahçesini eker, kendi geçimini sağlarmış.<br />

“Artık gücüm yetmiyor.” diyor. Çıplak ayaklarıyla çıkmış<br />

kapıya “Üşümeyin.” diyoruz. “Üşümem.” diyor. Fotoğraf<br />

çekmek istiyoruz. “Ama üstüm başım pek iyi değil.”diyor.<br />

Yine de telefonlarımıza çok mahcup birkaç poz veriyor.<br />

Yüzündeki her bir çizgi, feri sönmüş gözlerindeki donuk<br />

bakış ibret alınacak büyük bir işaret... “Benim imanla<br />

göçmekten başka gayri ne isteğim olabilir. Dua edin<br />

beni unutmayın.” diyor. Bizde dua istiyor, elini öpüp<br />

onu Allah’a emanet ederek ayrılıyoruz.<br />

Aracımıza doğru ilerlerken N.Fazıl’ın su beyiti<br />

geçiyor içimizden;<br />

Bu dünyada renk nakış lezzet ne varsa küsüm,<br />

Gözümde son marifet Azrail’e tebessüm.<br />

Zaten bugün gayemiz şu dünya sürgününden<br />

Rabbimize imanla göçmek değil mi? Abdullah Murad<br />

Şükrüoğlu(k.s) hocamız;<br />

“Biz bu dünyaya iman ile göçmeye geldik.”<br />

buyururlar. Mübarek hocamızın da sıkça okudukları<br />

Necip Fazıl’ın<br />

“O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail’e<br />

hoşgeldin diyebilmekte hüner”<br />

beyiti düşüyor aklımıza. Rabbimizden teyzemiz<br />

tüm Ümmet-i Muhammed için hüsnü hateme diliyoruz.<br />

Tek amacımız saidler olarak yaşayıp şehitler olarak<br />

Rabbimize kavuşmak... Rabbim nail eylesin. Âmin.<br />

Azrail’i tebessüm ile karşılayıp “Hoşgeldin”<br />

diyebilmek, Rabbimizin didarına vasıl olabilmek için<br />

Abdullah Murad Şükrüoğlu(k.s) hocamızın tavsiyesi<br />

düşüyor aklımıza:<br />

“Olursa dünyada göğsünde iman<br />

Ahirette görürsün didarı ayan<br />

Olmazsa karnında haram dilinde yalan<br />

Olur, göğsünde iman, ölümün sana bayram”<br />

Ölümü bayram olanlardan olmamız dileğiyle.<br />

Allah’a emanet olalım...<br />

34 Bizbiriz Dergisi


تلا<br />

كات<br />

عاب<br />

Arapça Rabcaya Götürür<br />

N. Aktaş<br />

الهوايات<br />

علي:‏ ما هواياتك يا احم د؟<br />

احمد : هواياتي كثيرة:‏ القراءة،‏ السفر<br />

احمد : وماهواياتك انت؟<br />

علي:‏ هواياتي : الرياضة والرح<br />

علي : وما هواي ياحس ن؟<br />

حسن : هواياتي : جمع الطو<br />

ال قدم<br />

و<br />

الس<br />

المراس لة<br />

القراءة<br />

كرة باحةو<br />

ايضا<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

35


لفرا<br />

ما هواي تك؟<br />

القراء ة رةك ال قدم الرياض ة<br />

سالمرا لة معج الطو عاب السباح ة<br />

ا لس ف ر وس ية<br />

الر سم<br />

ا ل م ع ج م<br />

ش ق ة ج ش ق اق<br />

ك ب ش ة<br />

ق م ط ج ا ق م اط<br />

36 Bizbiriz Dergisi


Haydar<br />

Ahmet Navruz<br />

Fıçı gelmişti Haydarın karısını<br />

koydular ilk olarak. İğneleri yavaş<br />

yavaş sokmaya başladılar. İçerden<br />

ayetel kürsi okuduğunu görünce<br />

iyice sinirleniyorlardı. Muhammet<br />

elini açıp saldırmaya çalışıyordu<br />

ki. Duyulan bir ses ile Samuelin<br />

kafası parçalanmış yere yığılmştı.<br />

Muhammed tekbire başladı o anda<br />

iki asker daha yere serildi kurşunun<br />

nerden geldiği belli olmuyordu. Kefere<br />

askerleri şaşkın bir şekilde saklanıyorlar<br />

pencereden uzak durmaya<br />

çalışıyorlardı. Ama kafasından<br />

kurşunu yiyen cehennemi boyluyordu.<br />

Üzerine yığılan askerden kasaturayı<br />

alan Muhammed ellerini<br />

çözüp kendini sipere attı ve ateş etmeye<br />

başladı. O kadar asker çaresiz<br />

kalmış cehenneme gidiyordu.<br />

…………….<br />

Haydar askerleri indirdikçe ciğerinin<br />

soğuduğunu hissediyordu.<br />

Birden penceresiz tarafa kaçan<br />

onlarca askerin arkasındaki bomba<br />

kasalarını gördü. Muhammed ile<br />

eşine nasıl haber edeceğini düşündü<br />

ve Müminin ferasetini hatırladı<br />

ve önce Muhammedin sipere sonrada<br />

bombaların dibine ateş etti.<br />

İnşallah anlar Muhammedde hepsini<br />

cehenneme yollarım diye dua<br />

ediyordu.<br />

…………….<br />

Gelen sniper kurşununa şaşıran<br />

Muhammed sonrada boşa atılmasına<br />

önce anlam verememiş sonrada<br />

Haydarı ele mi geçirdiler diye düşünürken<br />

gözü kasalara takıldı ve gülümsedi.<br />

Hemen Haydarın eşini fıçıdan<br />

çıkarıp arka kapıdan ateş ederek<br />

koşmaya başladılar.<br />

Muhammedgilin dışarı çıktığını<br />

gören Haydar önce bir besmele<br />

çekti sonra Allah’a şükrederek silahı<br />

ateşledi. Büyük bir gürültü ile patlayan<br />

cephaneler depoyu havaya<br />

uçurmuş ve askerleri yok etmişti…<br />

Hemen tüfeği toplayıp ayaklanan<br />

Haydar ensesinde bir metalin<br />

soğukluğunu hissetti. Bu alışkın olduğu<br />

bir sıcaklıktı. Kurşun atmamış<br />

soğuk bir namlu. Gülümsedi çünkü<br />

esir olmayacak gerekirse şehit olacaktı.<br />

İçinden;’’Ne büyüksün Rabbim<br />

evladım ölünce üzüldüm ama<br />

bana bugün şehitliği nasip edeceksin<br />

ya sana şükürler olsun’’ diye seviniyordu.<br />

Yalnız arkasındaki kişi ne<br />

ses ediyor nede hareket ediyordu.<br />

Kafasından plan yapmaya başlayan<br />

Haydar tek bir deneme şansı olduğunu<br />

biliyordu. Ya arkasındakinden<br />

hızlı olup silahı alıp öldürecekti onu<br />

tabi tek başına ise yada arkasındaki<br />

daha hızlı davranıp onu şehit edecekti.<br />

Tekrar şükretti ve ‘’Her halukarda<br />

kazanan benim’’ dedi ve harekete<br />

geçti..<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

37


İlginç Bilgiler<br />

Ahmet Navruz<br />

Bir yılan 3 yıl uyuyabilir. Bal bozulmayan tek gıdadır. Ördeğin sesi yankı yapmaz.<br />

İnsan yılda en az bin 460<br />

rüya görür.<br />

Deniz yıldızlarının beyni<br />

yoktur.<br />

Üzüm mikrodalga fırında<br />

patlar.<br />

İnsan kalbi dakikada 60-80<br />

defa çarpar.<br />

Bir bardak sıcak su,<br />

buzdolabında soğuk sudan<br />

daha çabuk donar.<br />

MEHMET<br />

İçtiğimiz sular 3 milyar<br />

yaşındadır.<br />

Karınca 2 hafta su altında<br />

yaşayabilir.<br />

Türkiye’de Mehmet adında<br />

1 milyon 229 kişi var.<br />

İnsanın kalça kemiği<br />

betondan daha sağlamdır.<br />

Dünyada insanlardan daha<br />

çok tavuk var.<br />

Sabahları elma kahveden<br />

daha fazla uykunuzu açar.<br />

Otomobil sayısı insan<br />

sayısından 3 kat daha hızlı<br />

artıyor.<br />

38 Bizbiriz Dergisi


Tarihte Mart Ayı Olayları<br />

Abdülkadir Aydın<br />

2 Mart 2 Mart 1855'te Rusya İmparatoru Çar II. Nikolas, intihar etmişti. Buna sebep, Kırım savaşı'nda<br />

Türkiye-İngiltere-Fransa'ya yenilmiş olmasıydı. Türkiye'yi parçalamak için açtığı istila savaşında çar,<br />

ağır malubiyetlere uğratılmış ve harbi kaybetmişti.<br />

3 Mart 3 Mart 1924'te Cumhuriyet Hükümeti tarafından hilafet kaldırıldı.<br />

3 Mart 1878'de Ayastefanos'ta Ruslarla bir antlaşma imzalanmıştık. (Sonra Berlin muahedesiyle tadil<br />

edilmiştir.) Ruslar, İstanbul kapılarına dayanmışlar ve bir hayli küstahlıkta bulunmuşlardı. Bu arada<br />

Ayastefanos'ta (şimdiki Yeşilköy) büyük bir zafer abidesi de yapmışlardı. Uzun yıllar Türk toprakları<br />

üzerinde bir leke gibi duran bu abide 1914'te, Türk milleti tarafından kazmalarla, bombalarla ve<br />

toplarla yıkılmıştır.<br />

3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir.<br />

3 Mart 1918'de Brest-Litovsk antlaşması imzalanmış, Rusya savaştan çekilmişti.<br />

4 Mart 4 Mart 1925'te TBMM tarafından İstiklal Mahkemeleri'nin teşkiline dair olan kanun kabul edilmişti.<br />

Bunu hakkında bizzat konuşan Atatürk, bunun memlekette sükûn ve asayişin tesisi için tatbik<br />

edileceğini bildirmişti.<br />

6 Mart 6 Mart 1920'de Türk dilinin sadeleşmesi ve gelişmesi uğrunda pek büyük hizmetleri olan Ömer<br />

Seyfettin ölmüştü.<br />

8 Mart 8 Mart 1403'te IV. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid vefat etmişti. Timurlenk'le yaptığı Ankara<br />

Meydan Muharebesi'nde mağlup ve esir düşen Yıldırım, 8 ay esarette kalmış, bu acıya dayanamayarak<br />

kahrından ölmüştü. Timur, tarihlerin yazdığına göre, Yıldırım'a katiyen bir esir muamelesi yapmamış<br />

ve öldüğü haberini duyunca da yazık, cihan bir kahraman kaybetti” demekten kendini alamamıştı.<br />

9 Mart 9 Mart 1764'te Laleli Camii, ibadete açılmıştı. İnşaat 3 yıl, 11 ay sürmüştü. Camii yaptıran III. Mustafa<br />

ile oğlu III. Selim, camiin önündeki türbede gömülüdür.<br />

11 Mart 11 Mart 1917'de Bağdat düşmüştü. 6. Türk Ordusu, çetin vuruşmalardan sonra, bu tarihi şehri,<br />

İngiliz-Hint kuvvetlerine bırakmak zorunda kaldı.<br />

12 Mart 12 Mart 1921'de İstiklal Marşı TBMM'de Milli Marş” olarak kabul edildi.<br />

12 Mart 1918'de kahraman Erzurum düşman işgalinden kurtarılmıştır.<br />

14 Mart 14 Mart 1827'de II. Sultan Mahmut, askeri hekim ve cerrah yetiştirmek üzere Tıbhane ve Cerrahhaneyi<br />

açmıştı.<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

39


15 Mart 15 Mart 1921'de Sadrazam Talat Paşa, Berlin'de bir komitacı tarafından şehit edilmiştir. I. Dünya<br />

Savaşı'nın talihsiz bir devrinde ve Sait Halim Paşa'dan sonra sadaret mevkiine geçen Talat Paşa, harp<br />

sonunda iktidar mevkiini bırakarak vatan topraklarından ayrılmak mecburiyetinde kalmıştı. Bütün<br />

hayatında mert ve temiz kalmış, daima Türk vatanı için çalışmış bir devlet adamı idi.<br />

16 Mart 16 Mart 1583'te daha çok Feridun Bey” diye tanınan Damat Ahmet Feridun Paşa ölmüştü. Feridun<br />

Bey, 16. asrın büyük tarihçi, edip ve devlet adamlarındandı. Münşe'atu's Selatıyn” veya Feridun Bey<br />

Münşeatı” diye bilinen eserinde, kendi devrine kadar olan Osmanlı hükümdarlarının yazışmalarını<br />

ve onlara verilen cevapları toplamıştır. Bu eser, 15. ve 16. yüzyıl Türk-Osmanlı tarihinin en önemli<br />

kaynaklarından birisidir. Nişancılığa kadar yükselen Feridun Paşa, Kanuni'nin kızı Mihrimah sultan'ın<br />

Rüstem Paşa'dan olan kızı Ayşe Hanım Sultan'la evlenmişti ki, bu prenses, devrinin en zengin hanımı<br />

sayılıyordu.<br />

16 Mart 1920'de I. Dünya Savaşı sonunda Mondros Antlaşmasını çiğneyerek, itilaf kuvvetleri<br />

İstanbul'u işgal etmişti. İstanbul, kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923'e kadar sessiz sedasız ve bütün<br />

acılarını sindire sindire yaşadı. Fakat Anadolu'da doğan kurtuluş hareketine içten içe bağlandı,<br />

yardıma koştu.<br />

18 Mart 18 Mart 1915'te İngilizlerin ve Fransızların mühim deniz kuvvetleri ile Çanakkale Boğazı'nı geçmeye<br />

teşebbüsleri, Türk'ün zaferi ve düşmanların önemli zaiyat vererek geri çekilmeleri ile sonuçlanmıştı.<br />

Çanakkale'yi denizden geçemeyen düşman karadan zorlamaya karar vermiş ve kara harpleri<br />

yapılmıştı. Bunun sonucu da malumdur. Yine Türk'ün zaferiyle bitmiştir.<br />

18 Mart 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusanı son içtimaını yapmıştır.<br />

19 Mart 19 Mart 1534'te Hafsa Valide Sultan ölmüştür. Yavuz'un zevcesi, Kanuni Sultan Süleyman ile Hadice<br />

Sultan'ın annesi olan Hafsa Valide Sultan, kuvvetli bir rivayete göre Kırım Hanı I. Mengli (Benli)<br />

Giray'ın kızıdır. Meziyetleri ile tanınmıştır. Sultan Selim Camii'nde, Yavuz'un türbesinin yanındaki<br />

türbede gömülüdür.<br />

19 Mart 1877'de ilk Meclis-i Mebusan toplanarak teşrii vazifesini görmeye başlamıştı. Mithat Paşa ve<br />

arkadaşlarının ısrarıyla II. Sultan Abdülhamit tarafından 23 birinci kanun 1876'da ilan edilen Kanun-i<br />

Esasi'nin hükümleri icabınca toplanan bu meclis, yine Abdülhamit'in emriyle <strong>13</strong> Şubat 1878'de<br />

feshedilmiştir.<br />

25 Mart 25 Mart 1821'de Yunanistan istiklalini ilan etmişti.<br />

27 Mart 27 Mart 1854'te İngiltere ve Fransa, Rusya'ya savaş açmıştı (Kırım Savaşı). Rus saldırısına uğrayan<br />

ve kendisini başarı ile koruyan Türkiye, Mustafa Reşit Paşa'nın pek parlak diplomasisi sayesinde,<br />

Avrupa'nın iki büyük liberal devletini de, amansız düşmanına karşı savaşa sokmuştu.<br />

30 Mart 30 Mart 1856'da Paris Sulh Muahedesi imzalanmıştı. Türkiye'ye haksız saldıran Ruslara karşı<br />

İngiltere, Fransa, Sardunya tarafımızı tutarak Kırım'da beraberce savaşmışlar ve galip gelmişlerdi.<br />

İlk olarak bizim de katıldığımız bu kongrenin sonucunda lehimize pek çok hükümleri bulunan Paris<br />

Muahedesi imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun da Avrupa Devletleri gibi istiklaline sahip<br />

olduğu taahhüt edilmiştir. (Bu antlaşma ile istiklalimiz kabul edilse de sonradan gözleri dönerek<br />

toprağımızı paylaşma hevesine düşmüşlerdir. Dolayısı ile bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır.<br />

Tabi geldikleri gibi de gitmişlerdir.)<br />

31 Mart 31 Mart 1517'de esir edilen son Mısır-Suriye Türk-Memlük İmparatoru Sultan Tumanbay, Kahire'de<br />

Yavuz Sultan Selim'in huzuruna kabul edilmişti. Yavuz, Tumanbay'a eşit bir hükümdar muamelesi<br />

yapmış ve tahtının yanına kurdurduğu bir tahta oturtmuştur.<br />

40 Bizbiriz Dergisi


Namaz Kılmayı Öğreniyorum !<br />

ÇOCUK<br />

Hüsna Sezgin<br />

YANTARAFTA VERİLEN ŞEMADA BOŞ<br />

BIRAKILAYAN YERLERİ<br />

DOLDURUNUZ.<br />

AYETİ CELİLE<br />

"Gündüzün iki yanında ve gecenin gündüze<br />

yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz<br />

iyilikler kötülükleri giderir" [Hûd sûresi<br />

(11), 114]<br />

BİLMECELER<br />

Bir nedir? Beş nedir? Kabedeki taş nedir?<br />

Dil ile verilir, Sadaka denilir.<br />

Son sözümüz o olsun, Ruhumuz nurlarla dolsun…<br />

Bir dalda beş meyve<br />

İkisi gün görür<br />

İkisi gün görmez.<br />

Ağız kapalıdır Yenmez içilmez… İslam’ın şartıdır, Asla<br />

vazgeçilmez<br />

Annesi, matematiği zayıf olan oğluna dört işlemi öğretmeye çalışıyordu:<br />

- Bak yavrum, matematik kadar kolay bir ders yoktur aslında. Örneğin; sen bir bakkal olsan, ben sana<br />

gelip tanesi elli kuruştan iki yumurta, bir liradan da üç ekmek alsam, kaç lira vermem gerekir.<br />

Çocuk gözlerini kırptı, biraz düşündü, ama işin içinden çıkamadı.<br />

- Zararı yok anneciğim, borcun olsun; sonra ödersin.<br />

SORU<br />

1-) Bakalım matematiğinize güveniyor musunuz?<br />

İşte, kolay bir soru:<br />

Elimdeki çiçeklerin ikisi hariç hepsi papatya, ikisi hariç hepsi gül ve ikisi hariç hepsi karanfil olduğuna<br />

göre elimde hangi çiçekten kaç tane bulunmaktadır?<br />

Cevaplar gelecek sayıda...<br />

Bizbiriz Dergisi<br />

41


42 Bizbiriz Dergisi

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!