Sayı 13: Yusuf Suresi 40.Ayet
Sayı 13: Yusuf Suresi 40.Ayet
Sayı 13: Yusuf Suresi 40.Ayet
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
d e r g i s i<br />
ISSN: 2147-642 • <strong>Sayı</strong>: <strong>13</strong> • Nisan 2014<br />
مَا تَعْبُدُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ َأسْ مَاء سَ مَّيْتُمُوهَا<br />
َأنتُمْ وَآبَاآؤُكُم مَّا َأنزَلَ اللّهُ بِهَا مِن سُلْطَانٍ إِنِ<br />
الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ َأمَرَ َألاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ<br />
الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ َأكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ<br />
“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı<br />
birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah,<br />
onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak<br />
Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı<br />
emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu<br />
bilmezler.”<br />
<strong>Yusuf</strong> <strong>Suresi</strong> <strong>40.Ayet</strong>
Editörden<br />
“Ey iman edenler! Size bir fasık haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman<br />
olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın. (Hucurat/6)”<br />
İletişim çağının baş döndürücü bir hızla geliştiği<br />
günümüzde, insanlar kime inanacağına şaşırmış<br />
vaziyetteler. Haber kaynakları her türlü sahtekârlığa<br />
açık. Kaynakları elinde tuttuğunu zannedenler her<br />
türlü uydurmaya prim verir hale geldiler.<br />
Siyahı beyaz göstermek artık çok kolay…<br />
Zalimin mazlum, haramın helal olarak gösterilmesi<br />
bir tuş kadar yakınımızda…<br />
Ana kriter nedir...<br />
Mihenk taşımız ne olmalıdır…<br />
* * *<br />
Haber aldığımız kaynakları araştırmak inancımızın<br />
gereği…<br />
Fasık, münafık, kafir… farkeder mi…<br />
Namaz kılar, oruç tutar, sadaka-zekat verir, gün<br />
boyu göz yaşı döker ama yalancılık hastalığından da<br />
vaz geçemez…<br />
Mü’minin düşmanları aynı safta birleştiğine göre<br />
ve mü’min olaylara feraset ile bakmak mecburiyetinde<br />
olduğuna göre mü’mine düşen “her duyduğuna<br />
inanmamak” değil midir…<br />
Kişi sevdiği ile beraberdir.<br />
* * *<br />
Kişi sevdiğine, sevdiğinden ikram eder.<br />
* * *<br />
Siz dostlarımıza sevdiklerimizden ikram etmenin<br />
gayretindeyiz. Değişmeler doğruları önce kendi<br />
hayatımıza ana kriter yapmanın ve sizlere ikram<br />
etmenin gayreti le <strong>13</strong>.sayının hazırlıklarını tamamlayıp<br />
huzurunuza geldik.<br />
Biz, helal olanı, hakk olanı, doğru olanı, dürüst olanı<br />
yani Allah Rızasına uygun olanı seviyoruz ve ikram<br />
ediyoruz.<br />
Fitne-fücur üreten fasıkların oyunlarına feraset ile<br />
bakıyor, Rabbimiz gazaba gelmesin diye titriyoruz…<br />
“Fasık alim, zalim idareci, cahil sofu dinin afetidir”<br />
(Deylemi) inancıyla hepsinin şerrinden Allah’a<br />
sığınıyoruz.<br />
* * *<br />
Yazılacak çok şey var ama “editör” imzası ile yazınca<br />
bu kadarına imkan oluyor. Bir de arife tarif gerekmiyor.<br />
Her şey ayan ve dahi beyan olarak ortada duruyor.<br />
BİZBİRİZ okuyucuları olaylara feraset ile bakıyor.<br />
Ak iplik ile kara ipliğin ayrıştığı saati iyi bilen dostlara<br />
selam olsun.<br />
* * *<br />
Biz, <strong>13</strong>. sayıyı çok sevdik. Sizin de seveceğinize<br />
inanıyoruz.<br />
<strong>13</strong> sayısına uğursuzluk addeden Hristiyanlara inat<br />
her şey çok güzel olacak.<br />
Dualarımız olmasa ne işe yararız ki…<br />
Allah’a emanet olalım inşaallah.
İçindekiler<br />
12 17 33<br />
1 Editörden<br />
4 Batı’da İslam Algısı<br />
7 Zilzâl Sûresi Tefsiri<br />
9 Namazda Kıraat<br />
11 Hadis<br />
<strong>13</strong> Asrın Üveysi…<br />
16 İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />
Anh Hazretlerinin Hayatı<br />
19 Kevser <strong>Suresi</strong><br />
21 SOHBET<br />
27 El Beyruni<br />
30 Namaz<br />
33 “Bayram gibi bir ölüm...”<br />
35 Arapça Rabcaya Götürür<br />
37 Haydar<br />
38 İlginç Bilgiler<br />
39 Tarihte Mart Ayı Olayları<br />
41 Çocuk<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Bizbiriz Derneği adına<br />
Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />
Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />
Kadir Aydın<br />
Grafik – Tasarım<br />
Yasin Candan<br />
Fotoğraf<br />
Emre Bezirci<br />
Reklam Koordinatörü<br />
Ahmet Navruz<br />
Yayın Kurulu<br />
Hamide Erbay<br />
Ayşe Tunç<br />
Selman Bahar<br />
Zehra Bilmen<br />
Faruk Kul<br />
Ümmü Haram<br />
Baskı Tarihi<br />
Nisan 2014<br />
Baskı<br />
Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />
Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />
Konya<br />
Tel : 0 332 342 01 55<br />
Fax : 0332 342 21 63<br />
www.ermanofset.com<br />
Yayın Türü<br />
Aylık, yaygın süreli yayın<br />
Bizbiriz Derneği<br />
Ferhuniye Mah. Ulaşbaba Cad. Aras<br />
İş Merkezi No:15/1Selçuklu / KONYA<br />
Tel : 0 (332) 353 27 00<br />
0 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25<br />
Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı<br />
ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
3
Batı’da İslam Algısı<br />
Selman Bahar<br />
Sevgili Kardeşlerim;<br />
Bu yazımızda Batı’nın İslam<br />
üzerine yönelen<br />
algılarından, bu algının<br />
negatiflik ve pozitiflik<br />
derecesinden<br />
ve daha özelde ise Batı’da oluşan<br />
İslam’a dair algıların sebeplerinden<br />
bahsetmeye çalışacağız.<br />
Fakat bunun için ilk önce, Batı ile<br />
kastettiğimiz kültürel coğrafyanın<br />
sınırlarını çizmek doğru olacaktır.<br />
Batı genelde tüm Avrupa’yı,<br />
Avrupa’dan uzak bir coğrafyada<br />
yer almasına karşın Rusya’yı<br />
ve Amerika Kıtasında ABD ve<br />
Kanada’yı ifade etmektedir. Özelde<br />
ise kısaca Avrupa’nın merkez<br />
ülkelerine (İngiltere, Almanya,<br />
Fransa...) kültürel bir çağrışımla Batı<br />
denmektedir. Buradan hareketle<br />
Batının bir yansıması olarak Batı’nın<br />
karşıtı olan fakat aynı zamanda<br />
Batı’yla ilişikli olan birde Doğu<br />
olacaktır. Doğu ise, özellikle Orta<br />
Doğu ve Anadolu baz alınarak<br />
genel anlamı ile dinsel bir temayı<br />
çağrıştıracak şekilde Müslüman<br />
ülkeleri tanımlamak için seçilmiştir.<br />
Tarih boyunca insan toplulukları<br />
“öteki” ayrımı ile hayatlarına bir<br />
mana katmaya, güçlerini diri<br />
tutmaya çalışmışlardır. Kendileri<br />
gibi olanları dost kabul edip, bir<br />
takım farklılıkları olanları “öteki” ilan<br />
etmişlerdir. Öteki bu noktada sıkça<br />
kullanacağımız bir kavramdır. Öteki,<br />
bir insanın ya da grubun başka bir<br />
insanı ya da grubu düşman ilan<br />
etmeden önceki sınıflandırmasıdır.<br />
Yani insanlar karşı tarafı aslında<br />
hemen düşman ilan etmez. İlk<br />
başta kendinden farklı gördüğü ve<br />
tehdit olarak algıladığı karşı tarafı<br />
ötekileştirir. Ötekileştirmek temkinli<br />
bir yaklaşımın sonucudur ve bu<br />
aşamada saldırı yoktur. Sınır koyma,<br />
kendinden uzaklaştırma vardır.<br />
Fakat tehdit gelebileceği ön yargısı<br />
gerçeğe dönüşmüşse bu uzaklaşma<br />
ve sınır koyma netleşir. Bu durumda<br />
da saldırı boyutu (ateşli saldırının<br />
öncülleri olarak fikri manadaki<br />
saldırı) ortaya çıkarak karşı taraf<br />
düşman ilan edilir.<br />
İşte ön yargıların bir grubu<br />
diğerine düşman edebilecek<br />
boyuta ulaşmasında büyük bir<br />
aktör ve bu aktörün kullandığı<br />
çok önemli bir araç vardır. Bu<br />
aktör medya, kullandığı araç ise<br />
algı yönetimidir. Algı yönetimi<br />
insanların olayları nasıl anlaması<br />
gerektiğini dizayn edebilmek<br />
için bilinçaltlarına oynamaktır.<br />
Yani önce bilinçaltında bir imaj<br />
kurgulanır sonra bu kurgulanan<br />
imaja göre bilinçaltını harekete<br />
geçirecek haberler servis edilir.<br />
Böylece medya halkın bilinçaltına,<br />
kendi hedefine yönlendirecek<br />
mesajını vermiş olur. Batı medyası<br />
1990’ların başından bu yana<br />
İslam karşıtı ve İslam’ın temsilcisi<br />
gördükleri için Türk karşıtı bir algı<br />
yönetimine başvurmaktadır.<br />
4 Bizbiriz Dergisi
Çünkü Batı 90’dan önce yani İki Kutuplu Dünya<br />
Sistemi’nin var olduğu yıllarda bir “öteki” arayışında<br />
değildi. Zaten Batı’nın ötekisi olarak Sovyetler Birliği<br />
vardı. Yani dost-düşman ayrımı 2. Dünya Savaşı’ndan<br />
sonraki Soğuk Savaş yıllarında ideolojik bir ayrımdı.<br />
Bir yanda Kapitalizm, diğer yanda Komünizm vardı.<br />
Ama Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın<br />
bitmesiyle Batı “öteki” boşluğunu 19. yy.dan önce<br />
olduğu gibi yine İslam’la doldurarak kültürel bir dostdüşman<br />
ayrımına geri dönüş yaptı.<br />
Burada vurgulamak istediğimiz önemli nokta<br />
Batı’nın İslam’ı ve mensuplarını nasıl ötekileştirdiğidir.<br />
Bu yüzden medya kanalının faaliyetleri çok önemlidir.<br />
Çünkü algı yönetiminde çok kritik bir yer tutan<br />
stereotipler medya aracılığıyla halka servis edilmektedir.<br />
Yeri gelmişken stereotip kavramını da tanımlayalım.<br />
Bir toplum bilimci olan Quasthoff stereotipi şu şekilde<br />
açıklıyor:<br />
“ Stereotip, bir sosyal gruba ya da onun bir üyesine<br />
yönelik yaygın inancın sözel ifadesidir. Mantıksal açıdan<br />
yargı niteliği taşıyan stereotip haksız, basitleştirilmiş ve<br />
genelleştirilmiş şekilde duygusal değerlendirici eğilimle<br />
bir sosyal gruba ya da onun üyesi bireylere belirli nitelikler<br />
atfetmektedir..”<br />
Yani medya “öteki” olan İslam için bir takım<br />
stereotipler seçerek bilinçaltında negatif bir İslam imajı<br />
kurguluyor. Tabi ki bunu da 90’lardan sonra daha fazla<br />
göz önünde olduğu için Türk kimliği üzerinden yapıyor.<br />
Özellikle işçi göçleriyle Avrupa’ya giden Türk ailelerin<br />
birinci nesillerinin Avrupa’da yaşadıkları uyumsuzlukları<br />
malzeme olarak kullanan Batı medyası; “Türkler cahil<br />
ve uyumsuzdur.”, “Türkler barbar insanlardır.”, “Türkler<br />
baskıcı Müslümanlardır.” gibi stereotiplerle Türkleri ve<br />
nezdinde Müslümanları cahil, barbar, suçlu, kalitesiz<br />
birer ucuz iş gücü olarak kimlikleştirmiştir.<br />
Ne yazık ki stereotip oldukça dirençlidir ve ön<br />
yargının üstünde bir işleve sahiptir, bu yüzdende<br />
stereotipin oluşturduğu imaj kolayca yıkılmaz.<br />
Çünkü söz gelimi bir Alman eğer “Türkler barbardır.”<br />
stereotipiyle bir Türkü ötekileştirmişse, iyi birkaç Türk’le<br />
karşılaşsa bile bunu bir istisna sayacak ve ön yargısını<br />
eleştirmeye girişmeyecektir. Bu yüzden Batı medyası<br />
algıları harekete geçirmek adına haber servis ederken<br />
stereotip kurgulamaya çok önem verir ve bunun için<br />
izlediği bazı yollar vardır.<br />
Bunlardan ilki anlatılan olayı sadece bir boyutuyla ele<br />
almaktır. Bu boyutun seçimi dikkatlerin hangi konuya<br />
yoğunlaştırılmak istendiğine bağlıdır. Medya belirli<br />
simgeler kullanarak insanların algısında kendi amacına<br />
hizmet edebilecek gerçeklikler kurgulamaktadır.<br />
Burada amaç insanların izledikleri haberden en yoğun<br />
olanı seçerek asıl mesajın bilinçaltlarına gönderilmesini<br />
sağlamaktır. Buna örnek olarak; Almanya’da Türklerin<br />
çoğunlukta olduğu bir semtte çıkan basit bir komşu<br />
kavgasının “Müslüman Türkler yaşadıkları semti<br />
birbirine kattı.” olarak verilmesidir. Bu şekilde verilen<br />
bir haber izleyicinin kavga ile Müslüman’ı birbiriyle<br />
ilişkilendirerek bilinçaltında kodlamasına sebep<br />
olacaktır. Bir sonraki haberde sadece “Türklerin<br />
arasında tartışma çıktı.” dense bile izleyicinin zihninde<br />
Müslümanların kavga etmesi canlanacaktır.<br />
Bir başka nesnel gerçeklik kurgulama yöntemi ise<br />
haberin servisi esnasında bilgi yerine bolca görüntü<br />
kullanmak ve bilgi ile görüntüyü bilinçaltında<br />
ilişkilendirmektir. Basit bir açıklamayla olumsuz bir<br />
çağrışım oluşturabilecek bir haber, o haberle doğrudan<br />
alakası olmayan karakterleri, kurumları, değerleri<br />
lekelemek için kullanılır. Bu yönteme; ilk örnekte<br />
verdiğimiz Türk kavgası haberinin servisinde görüntü<br />
olarak camilerin kullanılması, çarşaflı kadınların,<br />
sakallı erkeklerin sokakta yürürken ki görüntülerinin<br />
verilmesi misal olarak verilebilir. Böylece Avrupalı bir<br />
kişi çarşıda, pazarda çarşaflı bir Müslüman gördüğünde<br />
bilinçaltındaki İslamofobik çağrışımlar aktive olacak. İki<br />
adım uzaktan yürümeye gayret edecek veya hepten<br />
yolunu değiştirecek, ya da daha tehlikeli bir ihtimal<br />
olarak üstünlük kurmaya çalışacaktır.<br />
Batı medyasının algıları yönetmek adına başvurduğu<br />
en bilindik yöntemlerden birisi ise kamuoyunda yerleşik<br />
hale gelmiş konularla kolayca bağlantı kurulabilecek<br />
olayların haber olarak seçilmesidir. Kamuoyunda<br />
yerleşiklik kazanmış konular terör, işsizlik, örtünme,<br />
şiddet, kamusal suçlar gibi konulardır. Medya bir olayın<br />
haber değeri taşıması için konusunun bu konulara<br />
yakın ve faillerinin mümkünse Müslüman Türk<br />
olmasına bakarak haber seçer. Faili meçhul bir terör<br />
saldırısı mı oldu, son dakika haberi şu şekilde verilir; “<br />
A yerinde, şu saatte gerçekleşen saldırının faillerinin şu<br />
Müslüman terörist grubu olduğundan şüpheleniliyor...”<br />
daha sonra faillerin Müslümanlarla uzaktan yakından<br />
alakası olmadığı ortaya çıksa bile ilk tepki bu şekilde<br />
kodlandırıldığı için iyi Müslümanlarda bir nebze<br />
dahi olsa bu imajın altına sürüklenir. Avrupalı halkın<br />
bilinçaltına Müslümanlarla ilgili bir şüphe sokulmuştur<br />
ve bu algı uzunca bir zamanda aklanası değildir.<br />
İşte bu tip medya yöntemleri sürekli bir ön yargı,<br />
klişe ve stereotip üretmek üzere kullanılan ve halkta<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
5
yansımalarının ırkçılık ve İslamofobi olarak ortaya<br />
çıktığı çok tehlikeli bir sorundur. Bu tehlike 2000’lerde<br />
yeniden yapılanarak devam etmektedir.<br />
Bu yeniden yapılanma, habere konu olacak kişi ve<br />
kurumlarla ilgilidir. Medya 90’-2000 arasında daha çok<br />
işçi Türklere yani Avrupa’da cahil konumundaki birinci<br />
nesile odaklanırken, 2000’lerden sonra ikinci ve üçüncü<br />
nesilin birinci nesile nazaran daha üst düzeyde meslek<br />
gruplarına dahil olmasıyla artık yeni bir odaklanma<br />
noktasına ihtiyaç duymaya başladı. Çünkü artık “Türkler<br />
cahildir, başarısızdır.” ön yargısı toplumda geçerliliğini<br />
yitirmeye başlamıştı. Daha iyi bir stereotip kurabilmek<br />
için 2001’de Batı’nın eline iyi bir koz geçmişti: 11<br />
Eylül saldırısı... Artık kimlikleştirme tamamıyla İslam<br />
ve terörizm üzerinden kurgulanmaya başlanmıştı.<br />
Haberlerde bıyıklı Türkler yerine sakallı Müslümanlar<br />
gösterilmeye, Türklerin karıştığı olaylar bir Türkün<br />
eylemi olarak değil mensup olduğu Müslümanlık<br />
üzerinden verilmeye başlandı. Algılar; şiddet, baskı,<br />
karşıtlık gibi kötü unsurları İslam’la bağdaştırmaya<br />
yönelik dizayn edilmeye başlandı.<br />
Başlarda kültürel bir çekişme olarak yeniden<br />
ortaya çıkarılan Doğu-Batı çatışması medyanın algı<br />
yönetimiyle beraber ideolojik düzleme, yani daha çok<br />
siyasal ve sistemsel bir düzleme çekildi. Bu durumun<br />
belirtileri Batı toplumlarında, İslam’ı bir dinden çok,<br />
Avrupa’yı yok etme yarışına girmiş bir ideoloji olarak<br />
algılamak şeklinde ortaya çıktı.<br />
Özet olarak; çizdiğimiz genel çerçevede vurgulamaya<br />
çalıştığımız asıl durum Batı’nın İslam’ı ötekileştirmesi<br />
değil, bunu yaparken ötekileştirdiği unsurların netliği<br />
ve doğruluğunun olmayışıdır. Mevzu, yalanlar üzerine<br />
bir düşmanlık inşa eden, güçler dengesini korumaya<br />
çalışan Avrupa devletlerinin çıkarlarıdır. Yani medya<br />
bir haberi asıl boyutuyla değil de dolaylı bir boyutunu<br />
asıllaştırarak ele alırken, doğru olarak algılanmasını<br />
istediği bir gerçek kurgulama amacındadır. Burada<br />
neyin haber olduğu da önemli değildir, yönlendirici<br />
medya için asıl önemli olan kurgulanan yapay gerçeğin<br />
etki derecesidir.<br />
Sonuç olarak ortaya çıkan tez bizi, İslam âleminin<br />
dış dünyayı algılarken daha temkinli olması gereğine<br />
götürür ki bu tez şöyle ifade edilebilir; “Medyanın<br />
gerçeklik olarak servis ettiği her haber doğru olmayabilir,<br />
hele konu İslam ve Müslümanlarsa doğru olmama<br />
ihtimali yüksek bir derecededir.”<br />
6 Bizbiriz Dergisi
Kıyâmet Gününün Dehşetli Sarsıntısı<br />
Zilzâl Sûresi Tefsiri<br />
Hamide Erbay<br />
Sûre adını ilk âyette geçen,<br />
kıyâmet sırasındaki<br />
büyük yer sarsıntısını<br />
ifade eden fiilin masdarından,<br />
“zilzâl” kelimesinden<br />
almıştır. “Zelzele” adıyla da<br />
anılmaktadır. Mushaftaki sıralamada<br />
doksan dokuzuncu, iniş sırasına<br />
göre doksan üçüncü sûredir. Nisâ<br />
sûresinden sonra, Hadîd sûresinde<br />
önce Medine’de inmiştir. Ancak üslup<br />
bakımından Mekke’de inen<br />
sûrelere benzediği için, Mekke’de<br />
indiğine dair rivayetler de vardır.<br />
Sûrede kıyâmet kopması<br />
sırasındaki şiddetli yer sarsıntısının<br />
ardından kıyâmet gününde<br />
yaşanacak olan sıkıntı ve dehşet<br />
verici haller anlatılmaktadır; ayrıca<br />
dünyada işlenen hayır ve şerrin<br />
karşılığının ahirette ödül veya ceza<br />
olarak alınacağı bildirilmektedir. 1<br />
Rahmân ve Rahîm olan<br />
Allah’ın adıyla…<br />
“Yer o dehşetli sarsıntıyla<br />
sarsıldığında;”<br />
“Zilzâl”, yerin hareket-i arz (yer<br />
hareketi) dediğimiz zangır zangır<br />
sarsıntısıdır. “Zell” hareket anlamı<br />
ifade etmekte, “zelzele” ve “zilzâl”<br />
onun daha şiddetlisi manasında<br />
tekrarı ifade etmektedir. 2 İlk âyet<br />
1 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V,<br />
s.667.<br />
2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân<br />
kıyâmet gününün ne kadar dehşet<br />
verici bir gün olduğunu ve o<br />
sırada nelerin meydana geleceğini<br />
anlatarak, insanların o gün için<br />
hazırlık yapmaları gerektiğine<br />
dikkat çekmektedir. Âyette<br />
bahsedilen kıyâmet depremine,<br />
Hacc sûresinin “Şüphesiz kıyâmet<br />
vaktinin depremi müthiş bir<br />
şeydir” (Hacc,22/1) âyetinde, Vâkıa<br />
sûresinin “Yer şiddetle sarsıldığı,<br />
dağlar parçalandığı, dağılıp toz<br />
duman haline geldiği zaman” (Vâkıa,<br />
56/4-5) âyetinde ve daha başka<br />
âyetlerde de yer verilmektedir.<br />
Kıyâmet kopacağı gün sûrun birinci<br />
defa üflenmesiyle yer küresinde<br />
şiddetli sarsıntılar meydana<br />
gelecek, dağlar yerlerinden kopup<br />
savrulacak ve dünyanın mevcut<br />
düzeni yıkılarak alt üst olacaktır.<br />
“Ve yer ağırlıkları dışarıya<br />
attığında”<br />
Âyette “ağırlık” olarak ifade<br />
edilen “eskâl” kelimesi, “sekal”in<br />
çoğuludur. “Kamus”ta, misafirin<br />
yani yolcunun ağırlık denilen eşya<br />
ve ailesine, sahibinin çoğunlukla<br />
kullanmayıp koruduğu güzel ve<br />
kıymetli şeye denir. Âyetteki ifade<br />
birkaç şekilde yorumlanmıştır:<br />
İçindeki hazineleri dışarı<br />
çıkarması, b) kabirlerdeki ölülerin<br />
dirilip dışarı çıkması, c) yer<br />
Dili, c.IX, s. 370.<br />
altındaki madenler, gazlar ve<br />
lavların dışarı çıkması. Müfessirler<br />
yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması<br />
olayının sûrun ikinci defa<br />
üflenmesiyle gerçekleşeceğini<br />
söylemişlerdir. Yerkürede meydana<br />
gelen bu dehşet verici olayı gören<br />
insanın halini ise bir sonraki âyet<br />
anlatmaktadır.<br />
“Ve insan, “ne oluyor buna”<br />
dediğinde;<br />
Bu ifade insanın korku ve<br />
şaşkınlığını ifade etmektedir. O<br />
zelzele ve yerin altındakilerin<br />
çıkarılmasını gören her insan, o<br />
günün dehşetinin büyüklüğüne<br />
şaşırarak “bu yere ne oluyor”, “nedir<br />
bu hal” diye telaşa düşecektir.<br />
Çünkü daha önce bu derecede<br />
şiddetli bir sarsıntı görülmemiştir. 3<br />
“O gün yer, rabbinin ona<br />
vahyettiği şekilde bütün haberlerini<br />
anlatır.”<br />
Âyetler üç ayrı şekilde<br />
yorumlanmıştır:<br />
Allah yere bir çeşit konuşma<br />
ve anlatma yeteneği verir, o da<br />
üzerinde olup bitenleri ve kimin ne<br />
yaptığını açık açık anlatır. Nitekim<br />
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edilen<br />
bir hadiste, Resûlullah (s.a.v): “İşte<br />
o gün yer, üstünde olan biten<br />
herşeyi anlatır.” âyetini okudu ve<br />
3 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V,<br />
s.668-669.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
7
sonra yerin ne haber vereceğini biliyor musunuz? dedi.<br />
Orada bulunan sahabeler Allah ve Resûlü en iyisini bilir,<br />
dediler. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu: Yerin vereceği<br />
haberler her erkek ve kadının üzerinde neler işlediklerini<br />
haber verip şahitlik etmesidir, şu ve şu amelleri şu ve<br />
şu gün yaptı, demesidir. (Tirmizî, Kıyâme, 7) b) O gün<br />
Allah’ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri<br />
tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları<br />
her şeyi açığa çıkarır. c) Yer, adeta o büyük sarsıntıyla<br />
dünyanın son bulduğunu ve ahiretin geldiğini haber<br />
verir. Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda<br />
konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini<br />
ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve<br />
artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmayacak olmasıdır.<br />
Âyetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu<br />
gerçeği göz önünde bulundurarak o gün arzın kendisi<br />
hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat<br />
yaşamasıdır.<br />
6- “İşte o gün insanlar yaptıkları kendilerine<br />
gösterilsin diye (bulundukları yerden) farklı gruplar<br />
halinde çıkarlar.”<br />
“Farklı gruplar halinde” diye çevirdiğimiz “eştât”<br />
kelimesine a) Herkesin kabirlerinden çıkıp mahşer<br />
yerine doğru ilerlerken dünyadaki amellerine göre,<br />
iyi veya kötü şartlar altında, güzel veya çirkin bir<br />
görünüşte olması; b) insanların inanç ve amellerine<br />
göre farklı gruplar oluşturması; c) Yeryüzünün farklı<br />
bölgelerinden çıkıp bölük bölük mahşer yerine<br />
doğru ilerlemeleri gibi değişik anlamlar verilmiştir.<br />
Âyetin bu anlamların hepsini içerdiğini düşünmek<br />
de mümkündür. Burada asıl anlatılmak istenen, daha<br />
kabirlerinden çıktıkları andan itibaren her bir insanın<br />
ahiretteki durumunu, akıbetini, iyiler arasında mı yoksa<br />
kötülerle mi birlikte olacağını belirleyen şeyin, bizzat<br />
kendisinin bu dünyadaki tercihi, inancı ve yaşayışı<br />
olduğudur. “Amelleri görmek” tefsirlerde iki şekilde<br />
yorumlanmıştır: a) Amel defterlerindeki kayıtları<br />
görmek; b) Yapılanların ödül veya ceza olarak karşılığını<br />
görmek.<br />
10; “Tevhid”,36) buyruğuyla kişinin, karşılığını Allah’tan<br />
bekleyerek iyi niyetle ve insan sevgisiyle yaptığı en<br />
küçük bir hayrın dahi onu ateşten koruyabileceğini<br />
ortaya koymuştur. 4<br />
Rivayet edildiğine göre sahabeden Ebû Saîd el-<br />
Hudrî şöyle nakletmiştir; “Bu âyetler nâzil olunca ben<br />
dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü, ben her amelimi görecek<br />
miyim? “Evet” dedi. “Büyüğe büyük” dedim. O da “evet”<br />
buyurdu. “Küçüğe küçük” dedim. O da “evet” buyurdu.<br />
“Vay anamın ağladığına” dedim. “Sevin ey Ebu said!”<br />
buyurdu. Çünkü iyilik on katından yedi yüz katına<br />
kadardır. Allah dilediğini daha da katlar. Kötülük ise<br />
misli iledir veya Allah onu bağışlar. Sizden hiçbiriniz<br />
kendi ameli ile kurtulamaz. Sen de mi kurtulamazsın<br />
Ey Allah’ın Resûlü dedim, ben de, ancak Allah katından<br />
beni rahmetine daldırırsa müstesna, buyurdu. 5<br />
İnanmayanların dünyada yaptıkları iyiliklerin<br />
hükümsüz, ahiret hayatı bakımından faydasız olduğunu<br />
bildiren âyetler (mesela bk.Nûr 24/39), “zerre miktarı<br />
da olsa iyiliğin karşılığının görüleceği”ni bildiren bu<br />
ayetle çelişir gibi görülmüş ve şu yorumlar yapılmıştır:<br />
a) İnançsızlar yaptıkları iyiliklerin karşılığını dünyada<br />
görürler, ahirete bir şey kalmaz. b) Mümine de inkarcıya<br />
da yaptıkları gösterilir; müminin küçük günahları<br />
bağışlanır, iyilikleri ödüllendirilir. Kafirin iyi amelleri<br />
reddedilir; çünkü bunları Allah rızası için yapmamıştır,<br />
günahları ise ceza ile karşılanır. c) İnanmayanın ameli<br />
de hesaba girer, inkarına ait büyük günahından düşülür<br />
ama iyilikleri bu günahı karşılayamaz ve bu bakımdan<br />
boşa gider. d)<br />
Mümin bütün iyiliklerinin, inkarcı da bütün<br />
kötülüklerinin karşılığını görür. 6<br />
7-8- “Kim zerre miktar hayır yapmışsa onu<br />
(karşılığını) görür”, “Kim de zerre miktarı şer<br />
işlemişse onu (karşılığını) görür”<br />
Âyetler, dünyada yapılan en küçük hayır veya<br />
şerrin bile kaybolmayacağını, ahiret gününde bunun<br />
hesabının verileceğini ve karşılığının ödül veya<br />
ceza şeklinde alınacağını ifade etmektedir. Nitekim<br />
Resûlullah (s.a.v.) de “Bir yarım hurma veya bir güzel<br />
sözle olsun ateşten korunun” (Buhârî, “Edep”; 34, “Zekât”,<br />
4 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.669.<br />
5 İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, c.XV, s.8570.<br />
6 DİBY, Kur’an Yolu Meâl-Tefsir, c.V, s.670.<br />
8 Bizbiriz Dergisi
Fıkıh Köşesi<br />
Namazda Kıraat<br />
Ayşe Tunç<br />
Namazın kıraatinde yapılan hatalar (Zelletü’l-kâri) hakkında detaylı bilgi verir misiniz?<br />
Namazda okunan surelerde, yapılan harf, hareke, tecvit hataları namazı bozar mı?<br />
Değerli Kardeşim;<br />
Namazda kıraat<br />
ederken her rekatta<br />
okunan<br />
Fâtiha sûresinin<br />
ve arkasından eklenmek<br />
üzere birkaç sûrenin iyi ezberlenmesi<br />
ve okuyuşlarda titiz<br />
davranılması gerekeceği malumdur.<br />
Bununla birlikte, Kur’an okurken<br />
çeşitli sebeplerle okuma hatası<br />
yapılabilir. Bu okuyuş hataları ve<br />
dil sürçmesi fıkıhda “zelletü’l-karî”<br />
olarak adlandırılır. Arapça bilmeyenler<br />
için telaffuz ve hareke problemi,<br />
dilin dönmemesi söz konusudur.<br />
Alimler okuyuşta yapılan hataların,<br />
kıraat şartının yerine gelip<br />
gelmediğine, dolayısıyla namazın<br />
sahih olup olmadığına etkisi üzerinde<br />
düşünmüş ve bunun için birtakım<br />
ölçüler getirmişlerdir. Sıklıkla<br />
karşılaşılabilecek bazı durumlara<br />
ilişkin hükümler şöyledir:<br />
1. Namazın rükünlerinden biri<br />
olan kıraati ifa ederken Kur’an’ın bir<br />
kelimesinin dahi anlam bozulacak<br />
şekilde kasten değiştirilmesi<br />
halinde namaz bozulur. Kasıtsız<br />
olarak yanlışlık yapmak durumunda<br />
esas alınacak ölçü, değiştirilen<br />
lafzın Kur’an lafızlarından olup<br />
olmadığına bakılmasıdır. Eğer<br />
Kur’an lafızlarından olmayan<br />
bir lafız okunmuş olursa namaz<br />
bozulur. Okunan şey Kur’an<br />
lafızlarından olduğu sürece zabt ve<br />
i‘rabında ve mânada bir bozukluk<br />
(halel) olsa bile namaz fâsid olmaz.<br />
Yine kelime sonlarındaki hareke<br />
yanlışları, anlamı değiştirse bile<br />
namaz bozulmaz.<br />
2. Bir harf yerine başka bir harf<br />
okumak: Bu harfler sin ve sad harfi<br />
gibi mahreç yakınlığı bulunan<br />
harflerden ise namaz bozulmaz.<br />
Meselâ, “Allahü’s-samed” diyecek<br />
yerde “Allâhü’s-semed” demek<br />
“felâ takher” diyecek yerde “felâ<br />
tekher” demek, “fethun karîb”<br />
diyecek yerde “fethun garîb” demek<br />
namazı bozmaz. Fakat âlimlerin<br />
çoğunluğu “Allahü ehad” yerine<br />
“Allahü ehat” okumanın namazı<br />
bozacağı görüşünde oldukları için,<br />
İhlâs sûresini okurken “dâl” harfini,<br />
“te” gibi okumamaya dikkat etmek<br />
gerekir.<br />
3. Mahreç yakınlığı olmamakla<br />
birlikte bazı harfler yaygın olarak<br />
karıştırıldığı için ayırt etme zorluğu<br />
bulunan bu çeşit harflerin birbiri<br />
yerine geçirilmesi durumunda<br />
namaz bozulmaz. Meselâ “dât”<br />
yerine “dâl”, “zâl” veya “zı” harfinin<br />
okunması böyledir.<br />
4. Şeddeli harfi şeddesiz veya<br />
şeddesiz harfi şeddeli, uzun<br />
okunacak yerde kısa veya kısa<br />
okunacak yerde uzun, idgam<br />
yapılacak yerde idgamsız veya<br />
idgam yapılmayacak yerde<br />
idgam yaparak okumakla namaz<br />
bozulmaz. Meselâ “iyyâke na‘büdü”<br />
diyecek yerde “iyâke na‘büdü”<br />
demekle namaz bozulmaz.<br />
5. Kelimenin bir parçası kesilse,<br />
meselâ “elhamdü…” diyecekken,<br />
unutmak veya nefesi yetmemek<br />
veya nefesi bir sebeple tıkanmaktan<br />
dolayı, “el…” deyip, durduktan<br />
sonra “elhamdü…” denilse veya<br />
okunacak kelime hatıra gelmeyip<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
9
aşka bir kelimeye geçilse namaz bozulmaz. Çünkü bu<br />
durumlarda zaruret ve kaçınılması mümkün olmayan<br />
bir durum (umûm-ı belvâ) vardır.<br />
6. Eğer âyete bir harf ilâve edilse, mâna değişmiyorsa<br />
namaz bozulmaz. Buna mukabil, “Allahüekber”<br />
ifadesinin başına bir “e” harfi eklenecek olsa, anlam<br />
bütünüyle değişeceği ve inanç noktasından riskli<br />
bir anlam çıkacağı için namaz bozulur. Çünkü<br />
“Allahüekber” sözünün anlamı, “Allah en büyüktür”<br />
şeklinde olup başına “e” harfi eklendiği zaman “Allah en<br />
büyük müdür?” şekline dönüşmektedir.<br />
7. Anlam bozulmadığı takdirde kelimelerin yerinin<br />
değişmesiyle namaz bozulmaz. Meselâ “fîhâ zefîrun ve<br />
şehîkun” yerine “fîhâ şehîkun ve zefîrun” okunmasıyla<br />
namaz bozulmaz. Fakat anlam değişirse namaz bozulur.<br />
Fâtiha dışındaki okuyuşlarda kasıtlı olmamak şartıyla<br />
meydana gelen hata sebebiyle namaz bozulmaz. 1<br />
10. Peltek konuşan bir kimsenin, “ra” harfini “ga”<br />
veya “lâm” yahut “yâ” olarak telaffuz etmesi, yani ancak<br />
öyle okuyup söyleyebilmesi namazını bozmaz. Mesela<br />
“Rabbi’l-âlemîn” yerine “Labbi’l-âlemîn” demesi gibi…<br />
Böyle bir kimse “ümmî” (okuma yazması olmayan)<br />
mesabesinde sayılır.<br />
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) müezzini Bilâl-i<br />
Habeşî (r.a.) de peltek idi; “şın”ı “sin” olarak okuyorlardı.<br />
İmam-ı Rabbanî (k.s.) hazretleri onun bu halini şöyle<br />
nakleder:<br />
“Bir haberde anlatıldığına göre, ‘Sînu Bilâlin Indellahi<br />
Şînün’: Bilâl’in Sin’i Allah katında Şın’dir…” 2<br />
8. Bir kimse namazda fâhiş hata ile okuduktan<br />
sonra, dönüp yeniden düzgün şekilde okursa namazı<br />
câiz olur.<br />
9. Kıraat esnasında az veya çok miktarda âyet<br />
atlamakla namaz bozulmaz. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre<br />
1 İSAM<br />
2 el-Mektubat, 3, 100<br />
10 Bizbiriz Dergisi
Hadis<br />
N. Aktaş<br />
عَنْ َأبي هُرَيرَة)ض(قَالَ: قَالَ رَسُولُ الله )ص( عَزْمَةٌ عَلَى ُأمَّتِى َأنْ لَا يَتَكَلَّمُوا فِى الْقَدَرِ وَلاَ<br />
يَتَكَلَّمُ فِى الْقَدَرِ إِلاَّ شِ رَارُ ُأمَّتِي فىِ آخِ رِ الزَّمَانِ<br />
Ebu Hureyre (ra) Muhammed<br />
Mustafa (sav)’den<br />
beyan ediyor ki:<br />
“ Ü m m e t i m d e n<br />
kesinlikle kader<br />
konusunda bilir bilmez<br />
konuşmamalarını istiyorum.”<br />
Allah’ın Rasulü (sav) bizden ne<br />
istiyormuş? Kader konusunda bilir<br />
bilmez konuşmamamızı istiyor ve<br />
hadisin devamında:<br />
“Kader konusunda ümmetimin<br />
ancak ahir zamanda kötüleri iler<br />
geri konuşur.” diyor. 1<br />
Aklı ermez hayra şerre fakat<br />
kader öyleydi, kader böyleydi,<br />
der. Kader konusunda muhabbet<br />
etmeyeceksiniz. Kader başa gelen<br />
bunu bileceksiniz. Çünkü ahir<br />
zamanda kaderle ilgili olarak<br />
ümmetin kötüleri konuşurmuş. Yani<br />
bugünlerde veyahut bugünlerden<br />
sonra ileriki zamanlarda. Şimdi<br />
devr-i alemde şöyle bir zaman<br />
1 Cmai’üs-Sağir Hadis No; 5429<br />
vardır, bütün alimler bugünü<br />
anlatır. Ama Yunus Emre’me<br />
baktığında diyor ki:<br />
‘Seni de hesaba çeken bir Molla<br />
Kasım gelir.’<br />
Bak geleceği anlatıyor. Ve<br />
gelecekte hakikaten olacakları bilir<br />
gibi söylüyor. Mesela:<br />
Hamur ile hamr tuttu cihanı,<br />
Kötü işler yapan kıymetli oldu.<br />
Peygamber yerine geçen hocalar,<br />
Bu halkın başına zahmetli oldu<br />
diyor.<br />
Bakın şimdi peygamber yerine<br />
konan hocalar var, demek ileride<br />
bu şekle geleceğini Yunus Emre’m<br />
haber veriyor. Ama bizim halk<br />
anlamak istemiyor.<br />
Üstad ile talebe arbade kılar,<br />
kendi kendisine savaş açar,<br />
arkasından ileri-geri konuşur,<br />
öbürkü yalakalık yapar. Veyahut<br />
onunla işte bende bak nasıl idare<br />
ediyorum, gördün mü değil mi?<br />
Neye idare ediyorsun? Yüzünüze<br />
çarpıla çarpıla yüzsüzleştiniz iyice.<br />
Dünyalığı versin de bir gitsinler<br />
diye yapılan bazı hareketler vardır<br />
insanlara değil mi? Dünyalıkları<br />
artsın, hesapları zor olsun diye<br />
mi? Yok. Allah hesaplarımızı kolay<br />
eylesin. Bi-gayri hisab cennete<br />
girenlerden eylesin Allah-u Teala.<br />
Lakin şunu iyi anlayın hakikaten<br />
Yunus Emre’m gibi söylemek, bakın<br />
birçok kitapta tevil edile edile<br />
romana döndü. Bakın geçmişin<br />
kitabını tevil edeceğiz diye<br />
uğraşıyorlar. Fransız kahin vardı<br />
Nostradamus. Adam söylemiş,<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
11
gitmiş beyitlerini.<br />
Tevil edeceğiz diye akla karayı seçerler. Yalanı<br />
söylerler, anlamadan söylerler sonra da vazgeçer o<br />
sonraymış canım biz onu anladık ama şöyle anladık<br />
derler. Bizim müslüman alimlerin kitaplarını da bu hale<br />
getirdiler. Kardeş o devirde söylemiş, gitmiş adam.<br />
Dedikodu kitabı haline gelmiş. O devri kapatmış yani,<br />
bitti. O çeşmeden su akmıyor.<br />
Dünya çapında söylerseniz yöresel değil, ileriye<br />
dönük hareket ederseniz dünyanızı da ahretinizi de<br />
kurtaracaksınız. Ahretinizi kurtaracak ameller işlemeye<br />
çalışın. Yani niyetiniz hayır, akıbetiniz hayır olur<br />
inşallah. 2<br />
Gittik biz pirimiz, üstadımız Aziz Mahmud Hüdayi<br />
Hz.’ nin oraya:<br />
- Buradan zemzem akardı bir zamanlar..<br />
- Şimdi akıyor mu?<br />
- Yok.<br />
Ha şöyle de söylemek lazım bir daha ki sefere<br />
gittiğimiz zaman biz o çeşmeden su içtik, su verdiler<br />
yani su geldi. Sonra dediler ki:<br />
- Bu su. Dedik:<br />
- Biz zemzem niyetine içtik.<br />
Artık su mudur, zemzem midir bilemem lakin o su<br />
akmıyor artık.<br />
Yapacağınız şey dedikodu kitabı haline gelecek.<br />
2 On hafta sohbetleri 5.cilt/ Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
12 Bizbiriz Dergisi
Tasavvuf<br />
Asrın Üveysi…<br />
Z. Bilmen<br />
Kim Rabbine kul olur?<br />
Alem ona seyran olur!<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />
Allah-u Teala bir kulu<br />
sevdi mi tüm aleme<br />
sevdirir. İsmi çağları<br />
aşar. Anıldığı, anlatıldığı<br />
yerlerde Allah<br />
ve Rasul aşkı, muhabbeti coşar. Zaman<br />
mekan elinde dürülür, emrine<br />
olur musahhar.<br />
Nasıl ki çiçekler türlü türlü her<br />
biri ayrı tüter, nasıl ki dört mevsim<br />
ayrı geçer, nasıl ki gökkuşağı yedi<br />
renk işte Allah-u Teala’nın veli<br />
kulları da öylece rengarenktir.<br />
Kimi lale olur, kimi sümbül. Kimi<br />
boynun büker sarıçiçeğim der,<br />
kimi hicabından kızarır güle döner.<br />
Ehlullahın her biri ayrı tüten, ayrı<br />
açan çiçektir hakikat bahçesinde.<br />
Rahman olan Allah azze ve cellenin<br />
nazar ettiği gönülleri ise cennettir.<br />
Üveysilik hakikat bahçesinin<br />
nadide gülüdür. Usulü, yöntemi<br />
bilinmez. Silsile ile verilmez. İcazeti<br />
doğrudan Hak katındandır. Allah-u<br />
Teala seçer ve kudret eliyle irşad<br />
eder. İşte bu yüzden Üveysilik bir<br />
tarikat değildir. Hakka götüren<br />
yolların en mahremi, en safisi ve<br />
sultanı olan bir makamdır.<br />
Üveysilik Üveys el Kareni (rh)<br />
ile başlayan bir hakikat meşrebidir.<br />
Belli bir tarikata mensup olmaksızın,<br />
yüce Allah’ın hidâyeti ve irşadiyle<br />
velayet mertebesine ulaşan Sûfilere<br />
«Üveysî» denmektedir...Bu dahi,<br />
Üveys hazretlerinin hiç kimsenin<br />
yol göstermesi olmadan sadece<br />
Aziz ve Celîl olan Allah’ın hidayet<br />
ve irşadiyle velayet derecesine<br />
ulaştığından kaynaklanır.<br />
Üveysilik nedir?<br />
Üveysîlik hakkında ilk bilgiyi<br />
veren Feridüddin-i Âttar’dır.<br />
Attar der ki:<br />
- «Evliyadan bir kısım kimseler<br />
vardır ki, onlara Üveysîler adı verilir.<br />
Kendilerinin herhangi bir pirden ve<br />
mürşidden nasip almaya ihtiyaçları<br />
yoktur. Bu çok ulvî, çok yüce bir<br />
makamdır ve ancak Allah’ın dilediği<br />
kullarına ihsan olunur.»<br />
O halde «Üveysî» demek, arada<br />
bir vasıta olmaksızın yüce Allah’ın<br />
inâyetiyle doğrudan doğruya<br />
feyiz alan velî demektir. Bunu<br />
elde etmek de büyük bir sıdk ve<br />
teslimiyetle olur. Gönül neş’esiyle<br />
dolmak, manevî zevkin en yüksek<br />
derecesine ulaşmak elbette kolay<br />
değil. Zaten kolay olsaydı, dünya<br />
velilerle dolardı...<br />
Üveysi olan zatlardan birkaçı şu<br />
mübareklerdir;<br />
Selçuklular devrinin meşhur<br />
şeyhlerinden Ebu’l Kasım cürcanidir.<br />
Silsile-i şerifi Cüneyd-i Bağdadi<br />
hazretlerine ulaşır. Bunun yanı sıra<br />
Kübrevilik tarikatının kurucusu olan,<br />
Moğol istilası sırasında şehit düşen<br />
Harezmli şeyh Necmüddin-i Kübra<br />
Hazretleri de üveysilikle tanınmıştır.<br />
Necmeddin-i Kübra Hazretleri gibi<br />
Moğol istilası sırasında vefat eden<br />
Feriduddini Attar hazretlerinin de<br />
kendisi bizzat üveysiydi.<br />
Bütün çağlar boyunca İslam<br />
tasavvufunun en meşhur siması<br />
olan Muhyiddin b.el-Arabî<br />
Hazretleri de üveysiydi.<br />
Tasavvuf dünyasının büyük<br />
âlimlerinden İmam Rabbani<br />
Hazretleri şöyle buyuruyor;<br />
Behâüddîn-i Buhârî’nin üstadı<br />
Seyyid Emir Külâl hazretleri idi. Fakat<br />
Hâce Abdülhâlık Gucdüvânî’nin<br />
ilminden istifade ettiği için aynı<br />
zamanda üveysi idi.<br />
Bayezidi Bestami hazretleri<br />
Caferi Sadık hazretlerinden, Ebu-l<br />
Hasan Harakani, Bayezidi Bestami<br />
Hazretlerinden, Ebu Said Ebu<br />
Hayr, Ebu-l Hasan Harakani’den<br />
İbrahim bin Ethem, Veysel Karani<br />
Hazretlerinden, Bilal Nadir-i<br />
Hazretleri Ukkaşe (R.A) hazretlerinin<br />
ilminden istifade etmiştir.<br />
İlmi ehline sorun fehvasınca bu<br />
konuyu ehline soralım.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
<strong>13</strong>
Asrımızın üveysi Abdullah Murad Şükrüoğlu (ks)<br />
Üveysilik hakkında şunları söyler;<br />
“Üveysiyi Allah azze ve celle bizzat kendine seçer<br />
ve bizzat irşad eder. Gönlüne hakikati ilham eder. Arıya<br />
ilham eden Allah-u Teala ona da ilham eder. Haramı ve<br />
helali ledün ilminden belletir. Şeriat ilmini bilmeyen,<br />
yaşamayan üveysi olmaz. Bir ayağı şeraitte iken<br />
diğeriyle alemi seyran eder. Allah zül Celal kıskançtır,<br />
kimi kullarını hiçbir aracı koymadan sadece kendine<br />
seçer. Habibine dahi ulaştırmadan kendine ulaştırır. Bu<br />
yüzden Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur;<br />
“Yemen tarafından bana Hak kokusu geliyor.”<br />
İşte bu ancak Hak erlerinin makamıdır. Bu makamı<br />
Allah-u Teala’nın söylettiği bir vecizede şöyle ifade<br />
ederler;<br />
Kimi mürşid vardır, yol açar gider.<br />
Kimi mürşid vardır, açılan yolda gider.<br />
Açılan yolu takip edene, tarikat ehli derler.<br />
Doğrudan Allah’a ve Rasulüne bağlı olana<br />
Muhammedi derler.<br />
Bir silsileyi takip eden, bir mürşide intisab etmiş,<br />
ders halkasında yetişmiş ve mürşid makamına ulaşan<br />
kişi, tarikat mürşididir. Mürşidinin yolunu, usulünü<br />
devam ettirir. Doğrudan Allah’a ve Rasulüne bağlı olup,<br />
hayatta bulunan bir mürşide intisab etmeden seyr-i<br />
süluk eden kişi ise yol açar, bir usul ortaya koyar, pir olur.<br />
Muhammedi mürşid sünneti ihya eder. Bid’atlerden ve<br />
hurafelerden dini temizler. Onlardan şeraite muhalif bir<br />
fiil südur etmez.<br />
Biz şeriatin içindeyiz.<br />
Ne bir milim içinde, ne bir milim dışında<br />
Tam orta yerindeyiz.<br />
Dillerinden hak ve hakikat zuhur eder;<br />
Hak söyler dilim her zaman,<br />
Susturmasın dilerim yaradan.<br />
Daim Hakkın huzurunda dururlar;<br />
Biz beden elbisemizle halkın arasında dururuz,<br />
ruhumuzla hak’ta oluruz.<br />
Alim olan Allah’ın ilmiyle konuşurlar;<br />
“Ledün ilmi alanlar,<br />
Hem satırdan hem sadırdan okurlar.”<br />
14 Bizbiriz Dergisi
Silsile-i İbadillah’in piri, asrımızın üveysi Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu Hazretleri bizzat Hak Teala’nın<br />
hidayetine, inayetine mazhar olmuştur. Zulumatın<br />
ardından bir gecede Allah-u Teala’nın nuruyla<br />
aydınlanmış, Allah (cc)’ın ayetlerini, Muhammed<br />
Mustafa (sav)’in sünnetini gösteren kandil olmuştur.<br />
Bir şeyhefendinin terbiyesinde yetişmemiş, ders<br />
halkasında bulunmamışlardır. Rasulullah (sav)’e intisab<br />
etmişlerdir. Bundan sonra mana aleminde Halid bin<br />
Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari Hazretleri, Pir Hüsameddin<br />
Uşşaki Hazretleri, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi<br />
Hazretleri ile görüşüp, ilimlerinden istifade etmişlerdir.<br />
Yakaza halinde üç sefer Halid bin Zeyd Ebu Eyyub el-<br />
Ensari Hazretleri, Pir Hüsameddin Uşşaki Hazretlerinin<br />
ismini duyarlar. Eyup Sultan Hazretlerini sağ<br />
zannederek sorarlar:<br />
-İstanbul’da kime sorsan gösterir, derler. Ta ki<br />
öğrenip kabirlerini ziyaret ettiklerinde mana aleminde<br />
görüştüklerini anlarlar.<br />
Hidayet geldikten sonra yedi sene boyunca Pir<br />
Hüsameddin Uşşaki Hazretlerini sorarlar. Eyüp Sultan<br />
Hazretlerini ziyarete geldikleri bir sırada bahçesinde<br />
lokma tatlısı dağıtan kişilerle karşılaşırlar. Hepsinin<br />
üzerinde haydari ve sarık vardır. Aralarında geçen<br />
konuşma sonrasında Pir Hüsameddin diye ismini<br />
duyduğu kişinin Pir Hüsamettin Uşşaki olduğunu<br />
öğrenirler. Bu oalyı şöyle anlatırlar;<br />
Kim olduklarını sordum.<br />
-Biz uşşakiyiz, dediler.<br />
-Uşşaki kimdir, şeyhiniz kim, dedim.<br />
-Pir Hüsamettin, dediler.<br />
-Tamam beni ona götürün, dedim.<br />
yanlarına sakallı bir yaşlı zat gelir. Tanışırlar, sarılırlar.<br />
Amca;<br />
-Ben de Gümüşhane’den Ahmed Ziyaüddin, diye<br />
kendini tanıtır. Muhabbet eder ve kendilerine nasihat<br />
eder.<br />
Eminönü’ne varıp da bu yaşlı zat ayrılınca, kabrini<br />
ziyarete gittikleri mübarekle görüştüklerini anlarlar.<br />
Hak dostlarından bahsetmek rahmet, bereket saçar.<br />
Anlatıldıkça gönüllere safa verir. Üveys makamında<br />
olanlarının ise her halleri muhabbet, aşk ve hikmettir.<br />
Ne kadar anlatsak ancak ummanda bir katre eder.<br />
Allah erlerini en iyi kendi kelamları anlatır. Çünkü onları<br />
Allah azze ve celle söyletir. Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Sultanımızın hikmet pınarı sadrından satırlara dökülen<br />
şu mısralar Hak erbabına hakikat anlatır;<br />
Gül muhammed (s.a.v)’dir.<br />
Dikenli dal ise şeriat.<br />
Tarikat dikenli dalda gülü görmektir.<br />
Marifet gülün sahibine dönmektir.<br />
Hakikat ise güle dönüşmektir.<br />
Üveysilikten ancak bir nebze anlatılabilir. O da<br />
erbabının izni ve diliyle. Destur aldık Pirimizden, ab-ı<br />
hayat pınarlarından birkaç damla serpiştirdik. Sürç-ü<br />
lisan etmişizdir, affola.<br />
Allah Celle Celaluhu amme nevaluhu, Abdullah<br />
Murad Şükrüoğlu hazretlerinin sırrının kudsiyetini<br />
arttırsın. Amin. Bizleri şefaat hakkı verildiği gün<br />
şefaatlerine nail eylesin. Amin.<br />
Selam olsun Hak erlerine…<br />
فِى اَمَانِ اللهِ<br />
Bir hoca efendinin yanına götürdüler;<br />
-Sen o değilsin, dedim.<br />
-Madem tanımıyorsun nereden biliyorsun, dedi.<br />
-Senden o muhabbet, o koku gelmiyor, beni Pir<br />
Hüsameddin’e götürün, dedim. Dediler ki;<br />
-Götüremeyiz. O mübarek Osmanlı döneminde<br />
vefat etti.<br />
Hüsameddin Uşşaki Hazretleriyle de mana<br />
aleminde görüştüklerini öğrenmişlerdi. Yine İstanbul’a<br />
gelişlerinde Haydarpaşa’dan Eminönü’ne geçmek için<br />
vapura binmişlerdir. Süleymaniye’ye varıp, Ahmed<br />
Ziyaüddin Gümüşhanevi (rh)’i ziyaret edeceklerdir.<br />
Dışarıda oturmuşlar, denizi, martıları temaşa ederken,<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
15
Sahabe-i Güzin<br />
İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />
Anh Hazretlerinin Hayatı<br />
Burak Çınar<br />
Esbab-ı Kiram’ın sohbetinde<br />
bulunmakla şereflenen,<br />
Tabiin devrinin<br />
yüksek âlimlerinden ve<br />
evliyanın büyüklerinden<br />
İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />
anh Hazretleri On iki İmam’ın yedincisidir.<br />
Hicret-i Nebeviyye’nin 128.<br />
(M. 745) senesi Safarül hayrın yedinci<br />
Pazar günü Haremeyni Muhteremeyn<br />
arasında bulunan “Evba”<br />
mevkiinde ve İbrahim İbn Velid’in<br />
saltanatı zamanında doğmuştur.<br />
İmam-ı Cafer-i Sadık Radıyallahu<br />
anh Hazretleri’nin oğlu, İmam-ı Rıza<br />
Radıyallahu anh Hazretleri’nin babasıdır.<br />
Resulûllah Sallallahu aleyhi<br />
vesellem Efendimiz’in torunu olup,<br />
İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü<br />
Hazretleri ile Fatımetüzzehra Radıyallahu<br />
anh annemizin evlatlarındandır.<br />
İmam-ı Hüseyin Radıyallahu anh<br />
Hazretleri’nin çocuklarından olduğu<br />
için “Seyyid”dir. Asıl adı “Musa<br />
bin Cafer-i Sadık bin Muhammed<br />
Bakır bin Ali Zeynel Abidin bin<br />
Hüseyin bin Ali bin Ebi Talib”tir.<br />
Künyeleri “Ebül Hasan” ve “Ebu<br />
İbrahim”dir. “Kazım”, “Sabır”, “Salih”,<br />
“Emin” gibi birçok lakabları vardır.<br />
En meşhuru “Kazım”dır. O’na yumuşak<br />
huylu olduğundan, kendisine<br />
kötülük yapanlara dahi kızmayıp<br />
onları bağışladığından, gazabına<br />
hâkim olduğundan “Kazım” lakabı<br />
verilmiştir. Muhterem annesinin<br />
adı “Humeyde-i Berberiyye”dir.<br />
İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />
anh Hazretleri usuli zikri ve tarikatı,<br />
babası İmam-ı Cafer-i Sadık<br />
Radıyallahu anh Hazretleri’nden<br />
alarak Esrar-ı Ahmediyye’yi cami ve<br />
Envari Kudsiyyeyi lami bir kutbi cihan<br />
ve sahibi zaman olmuştur. Yüksek<br />
bir âlim ve büyük bir evliyadır.<br />
Din bilgilerinde ictihad derecesine<br />
yükselmişti. Her ilimde İmam, Üsdad<br />
ve büyük bir rehberdi. Çok ibadet<br />
eder, geceyi hep namazla geçirirdi.<br />
Bu hallerinden dolayı kendisine<br />
“Salih kul” adını vermişlerdi. Tarikat<br />
ilminde ve Ehl-i Sünnet’in gözbebeğidir.<br />
Tarikat ilmini Nebiler Nebisi<br />
Sallallahu aleyhi vesellem efendimizden<br />
sonra On iki İmam Efendilerimiz<br />
ve tasavvuf âlimleri öğretip<br />
kalplere akıttılar. On iki İmam<br />
Efendilerimizin her biri Ehl-i Sünnet<br />
itikadındaki Müslümanların gözbebeğidir.<br />
Onların hepsini sevmeyi<br />
Yüce Allah (CC) Hazretleri’ni sevenlerin<br />
hepsi dünya ve ahiret saadetlerinin<br />
sermayesi bilmişlerdir.<br />
Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem<br />
Efendimizin üç vazifesinden<br />
biri de tasavvuf marifetlerini, bilgilerini<br />
öğretmek ve kalplere yerleştirmekti.<br />
Fıkıh işlerini öğreten<br />
âlimlere “Fukaha” denildi. Tasavvuf<br />
bilgilerinin de Nebiler Nebisi’nden<br />
(SAV) itibaren Seyyid-i Silsile-i Meşayih<br />
Efendilerimiz zamanımıza kadar<br />
gelmesine vesile olmuşlardır. 1<br />
İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADI-<br />
YALLAHU ANH HAZRETLERİNİN ŞE-<br />
HADETİ<br />
İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu<br />
anh Hazretleri Din-i Mübin-i<br />
Ahmediyye’nin yükselmesine ve<br />
Ümmet-i Muhammed’in irşadına<br />
çalışmış, yirmibeş sene üç ay kadar<br />
İmamet-i Kübra’da bulunarak<br />
Hicret-i Nebeviyye’nin 186 (M. 802)<br />
Saferül Hayrın 25.nci Cuma günü,<br />
Bağdat’da Abbasilerin 5.nci halifesi<br />
Harun Reşit O’nu zindana attırdı.<br />
Zindanda şehiden irthali dari Firdevs<br />
olmakla Bağdat’da, Bağdat’ın<br />
kuzeybatısında “Kazimiyye” mahallesinde<br />
defnolunmuştur. Bu mahalle,<br />
Dicle nehrinden beş kilometre<br />
içerdedir. Büyük ve çok süslü bir<br />
türbesi ve hemen yanında büyük<br />
bir cami vardır. Müslümanların en<br />
çok ziyaret ettiği türbelerden biridir.<br />
İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi<br />
aleyh Hazretleri’nin tür-<br />
16 Bizbiriz Dergisi
esine yakındır. İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh<br />
Hazretleri’nin zamanında Ehl-i Beyt’ten olanlara maalesef<br />
birçok haksızlıklar yapışmıştır. Zamanın sultanları<br />
tarafından birkaç kere hapse atılmış ve hapiste iken vefat<br />
etmiştir. Hâlbuki Hazreti İmam’ın dünyaya düşkünlüğü<br />
yoktur. Züht ve takvası çoktu. Affı ve ihsanı, kerem<br />
ve cömertliği ile meşhurdur.<br />
Hazreti İmam Medine-i Münevvere’de otururdu.<br />
Siyasete hiç karışmadığı halde Abbasi Halifelerinden<br />
Muhammed Mehdi, kendisini Medine’den Bağdat’ getirterek<br />
hapsetmiş, bir müddet sonra İmam-ı Ali (KV)<br />
Hazretleri’ni rüyada görmüştür. Kendisine Muhammed<br />
(Kıtal) <strong>Suresi</strong> 22’nci ayetini okudular: “Demek ki, iradeyi<br />
ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık<br />
bağlarını kesip atacaksınız.” Bu Ayet-i Kerime’yi<br />
duyar duymaz Hazreti İmam’ı hapisten çıkararak kendisine<br />
ve evlatlarına karşı isyan etmeyeceğine yemin teklif<br />
etmiş, Hazreti İmam: “Bu işi asla yapmam ve şanıma<br />
da yakıştırmam.” buyurunca doğru söylediğini tasdik<br />
etmiş ve Medine’ye dönmesine izin vermişti. Sonra halife<br />
Harun Reşit Hicri 179. (M. 795) yılında umreden dönerken<br />
Medine’ye uğramış, Hazreti İmam’ı yanına alıp<br />
Bağdat’a getirmiştir.<br />
Ardı arkası kesilmeyen hadiselerin sona ermesi düşüncesi<br />
ile tekrar hapsettirmiştir. “Bağdat Tarihi” kitabının<br />
yazarının rivayetine göre, Hazreti İmam’ı ölünceye<br />
kadar hapiste tutmuştur. Diğer rivayete göre, Harun<br />
Reşit de gördüğü korkulu bir rüya üzerine onu hapisten<br />
çıkararak Medine’ye göndermiştir. Ancak Bağdat’ta<br />
vefat etmiş olması, hatibin rivayetini kuvvetlendirmektedir.<br />
Hatta zehirleterek vefat ettiği de rivayet olunur.<br />
Yedi sene zindanda kaldı. Hapishanede iken Harun<br />
Reşit’e yazdığı mektupta şöyle dedi: “Benden belâ ve<br />
musibet son bulmayacak, buna karşılık sen de daima<br />
rahat ve genişlik içinde olacaksın. Yalnız şunu unutma<br />
ki, sonu gelmeyen ahirete sen de, ben de gideceğiz.”<br />
Yahya bin Halid Bermeki tarafından hurma içinde<br />
zehir verilerek öldürüldüğü rivayet olunmaktadır. Zehir<br />
verildiği gün İmam-ı Musa-i Kazım Radıyallahu anh<br />
Hazretleri: “Bana bu gün zehir verdiler. Yarın vücudum<br />
sararacak, sonra yarısı kızaracaktır. Ertesi gün de siyah<br />
olacaktır. O zaman vefat ederim.” buyurmuştur. Dedikleri<br />
aynen olmuştur.<br />
İMAM-I MUSA-İ KAZIM RADIYALLAHU ANH HAZ-<br />
RETLERİNİN BAZI MENKİBELERİ<br />
İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri’nin<br />
hayatı, faziletlerle, üstünlüklerle doludur. Sevdiklerinde<br />
ibret veren ve yol gösteren keramet ve mankıbeleri<br />
çoktur. Ruhlara gıda olan sözleri o kadar çoktur ki, bazıları<br />
kitaplara geçirilmiş, bazıları da dilden dile, gönülden<br />
gönüle akıp gelmiştir.<br />
..........................................<br />
Bir gün İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh<br />
Hazretleri’nden zamanın halifesi Harun Reşit sordu:<br />
“Sizler, kendinizin Ehl-i Beyt’ten olduğunuzu söylüyor<br />
ve Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin<br />
zürriyetinizdeniz diyorsunuz. Hâlbuki aslında biz dedem<br />
Abbas (RA) Hazretleri’nden dolayı Resulûllah Sallallahu<br />
aleyhi vesellem efendimizin soyundanız, siz de<br />
İmam-ı Ali Kerremullahü vechehü Hazretleri’nin evlatlarısınız.<br />
İnsanların nesebi ve soyu baba ile devanı eder.”<br />
Hazreti İmam cevabında buyurdu ki: “Allah-ü Teâlâ Hazretleri<br />
Enam <strong>Suresi</strong> 84’üncü ayetinde şöyle buyuruyor:<br />
‘İbrahim Peygamber’in zürriyetinden olan Davud, Sü-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
17
leyman, Eyyub, <strong>Yusuf</strong>, Musa ve Harun biz iyileri böylece<br />
mükâfatlandırırız. Ve ey Zekeriyya ve İsa.’ Bu Ayet-i<br />
Kerime’de İsa Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselam’ın<br />
soyundan sayılıyor. Hâlbuki İsa Aleyhisselam’ın babası<br />
olmadığı herkes tarafından bilinmektedir. Bununla birlikte<br />
annesi tarafından İbrahim Aleyhisselam’ın zürriyetinden<br />
sayılmaktadır. Öyleyse, bizlerde annemiz Fatımatüzzehra<br />
Radıyallahu anh Hazretleri tarafından<br />
Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin soyundan<br />
sayılırız.” buyurdu.<br />
..........................................<br />
İshak bin Ammar söyle anlatıyor: “İmam-ı Musa-i<br />
Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Harun Reşit tarafından<br />
hapsedildiği zaman, İmam-ı Azam Ebu Hanife Rahmetullahi<br />
aleyh Hazretleri’nin iki talebesi Ebu <strong>Yusuf</strong> ile<br />
Muhammed Şeybani Rahmetullahi aleyh hazretleri ziyaretine<br />
gitmişlerdi. Maksatları Hazreti İmam’ın ilminden<br />
sorup denemek istiyorlardı. Tam o sırada hapishanenin<br />
nöbetçisi yanına geldi ve: “Ey mübarek efendim!<br />
Bugünkü nöbetim bitti, yarın dönüşümde bir ihtiyacınız<br />
varsa getireyim.” dedi. Hazreti İmam: “Bir ihtiyacım<br />
yoktur.” dediler. Sonra Ebu <strong>Yusuf</strong> ile Muhammed<br />
Şeybani’ye dönerek: “Ben bu adama hayret ediyorum.<br />
Yarın döneceğini zannediyor. Hâlbuki onun eceli gelmiştir<br />
ve yarın ölecektir.” dedi. İmam-ı Azam Ebu Hanife<br />
Radıyallahu anh Hazretleri’nin iki talebesi de Hazreti<br />
İmam’ın böyle söylemesine hayret ettiler ve: “Biz bu<br />
zatı zahiri ilimlerden imtihan etmek istedik. İmam ise<br />
batını ilimden bize haber veriyor. Bunun bu sözünü deneyelim.”<br />
diyerek kalkıp gittiler. Adamın evine yakın bir<br />
yere nöbetçi koydular ve ona: “Bu evde bir şey gördüğün<br />
zaman gelip bize haber ver.” dediler. Gece yarısında<br />
evde bir ağlama sesi yükselmeye başladı. Nöbetçi<br />
gelip hemen haber verdi. İmam-ı Ebu <strong>Yusuf</strong> ile Muhammed<br />
Şeybani geldiği zaman ev sahibinin öldüğünü<br />
gördüler. Hazreti İmam için olan hayretleri ve onun<br />
büyüklüğü hakkında zanları bir kat daha arttı.”<br />
..........................................<br />
Yahya bin Hasen anlattı: “Medine-i Münevvere’de birisi<br />
Hazreti İmam’a eziyet edip kırıcı sözlcr söylüyordu.<br />
Onu sevenler, ona devamlı: “Bize izin ver, şuna haddini<br />
bildirelim.” diyorlardı. Hazreti İmam onları bu hareketten<br />
men ediyordu. Bir gün kendisine hakaret eden şahsın<br />
nerede olduğunu sordu. Medine-i Münevvere’nin<br />
civarında bir yerde olduğunu söylediler. Hazreti İmam<br />
bineğine binerek onun tarlasına doğru gitti, tarlaya girdi.<br />
O şahıs “Tarlaya basma!” diye bağırdı. Hazreti İmam<br />
yanına kadar gelip yanına oturdu. “Ne kadar zararın<br />
oldu?” deyince o şahıs: “Yüz dinar.” deyip “Sen kaç dinar<br />
umuyordun?” diye sorunca Hazreti İmam da o şahsa üç<br />
yüz dinar verdi. Hazreti İmam’a hakarette bulunan şahıs<br />
bu cömertlik karşısında Hazreti İmam’ın başını öptü<br />
ve ayrıldılar. Hazreti İmam oradan ayrılınca Mescid-i<br />
Nebeviyye’ye gitti. O şahısla orada yine karşılaştı. Kendini<br />
seven yakınları o şahsı orada görünce üzerine yürümek<br />
istediler. Hazreti İmam onlara: “Hangisi hayırlı?<br />
Sizin yaptığınız mı, yoksa benim istediğim mî? Ben ona<br />
yakınlık göstermek suretiyle ıslah olmasını düşünmüştüm.”<br />
dedi.<br />
..........................................<br />
Hazreti İmam’ın kız kardeşi şöyle anlatıyor: “O, yatsı<br />
namazını kıldığı zaman, Allah-ü Teala Hazretleri’ne<br />
hamd eder, bu hali gece bitinceye kadar devam ederdi.<br />
Gece bitince tekrar kalkar sabah namazını kılardı. Sonra<br />
bir miktar zikir ile Allah-u Teala Hazretleri’ni anmakla<br />
meşgul olur, bu durumu güneş doğuncaya kadar devam<br />
ederdi. Sonra, kuşluk vaktinde kuşluk namazı kılar,<br />
zevalden öncesine kadar uyur, kalkınca dişlerini misvaklar,<br />
abdest alır ikindiye kadar namaz kılar, namazı<br />
bitince kıbleye doğru dönerek akşam namazına kadar<br />
Allah-ü Teâlâ Hazretleri’ni zikrederdi. Sonra kalkar<br />
akşam ile yatsı arası namaz kılardı. Bu onun her günkü<br />
âdeti idi.<br />
..........................................<br />
İmam-ı Musa-i Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri,<br />
Resulûllah Sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin yüksek<br />
nesebine sahip olan Ehl-i Beyt’in büyüklerindendir.<br />
Nurlu kalbine akıp gelen ilmin ve feyizlerin çokluğu,<br />
akıl ve dil ile anlatılamaz. İnce marifetleri bildiren<br />
sözleri, nükte ve latifeleri çok meşhurdur. Hikmetli sözlerinden<br />
biri de şöyledir: Buyurdular ki: “Arkadaşlık ettiğin<br />
biri, önceleri hali haline uyar, sonraları kalbine sıkıntı<br />
verirse, hemen kendine bak. Kendi eğriliğini anlarsan,<br />
hemen tövbe et, doğru olduğunu anlarsan, bilesin<br />
ki o arkadaşın yoldan sapmıştır. Bu durumda dur, biraz<br />
düşün. Hemen ondan ayrılma. Onu yalnız başına bırakma.<br />
Cenabı Hak Celle Celaluhü Hazretleri’nden bir düzelme<br />
gelinceye kadar bekle.”<br />
..........................................<br />
Rivayet edilir ki, Musa bin Cafer el Haşimi Musa-i<br />
Kâzım Radıyallahu anh Hazretleri Mescid-i Nebeviye girip,<br />
gecenin ilk vaktinde secdeye vardı. Secdede şöyle<br />
dediği duyuldu: “Ya Rabbi! Günahım çok, fakat senin affın<br />
büyük.” Bunu sabaha kadar tekrar ederdi. 1<br />
1-İslam Ansiklopedisi 2. Cilt S. 321, 322, 323, 324<br />
18 Bizbiriz Dergisi
Kevser <strong>Suresi</strong><br />
N. Aktaş<br />
RAHMAN ve RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA<br />
1- Muhakkak ki biz sana Kevser’i verdik.<br />
2- Öyleyse Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes.<br />
3- Muhakkak ki sonu kesik olan, sana buğzedendir.<br />
Kevser suresi, Mekke<br />
döneminde ve peygamberliğin ilk<br />
yıllarında indirilmiştir. Kuran’ın en<br />
kısa süresidir ve üç ayetten oluşur.<br />
Adını, ilk ayetin sonunda yer alan ve<br />
genel olarak “çok hayır” anlamına<br />
gelen “kevser” kelimesinden alır.<br />
Sure müşriklerin Hz.<br />
Muhammed (s.a.s)’i rahatsız edip<br />
üzdükleri bir sırada, nazil olmuş,<br />
Yüce Allah bu sûre ile, Peygamber<br />
(s.a.s)’e manevi bir güç ve kuvvet<br />
vermiştir. Yüce Allah bu surede,<br />
Hz. Muhammed (s.a.s)’in oğlunun<br />
vefatı münasebeti ile kendisine:<br />
“Sonu kesik, adı sanı unutulacak”<br />
gibi sözleri söyleyenleri tenkid<br />
etmekte ve asıl onların sonunun<br />
acı olduğunu açıklamaktadır.<br />
Nitekim, Hz. Muhammed (s.a.s)’ın<br />
adı, ondört asırdır dünyanın her<br />
köşesinde hürmet ve saygı ile<br />
anılmakta, günde beş vakit okunan<br />
ezanlarda Allah’ın adı ile beraber<br />
zikredilmektedir. Surenin inişine<br />
dair hadis şöyledir:<br />
Resulullah (sav) bir gün<br />
mecsidde iken hafif bir uyku<br />
kestirmesi yaptı, sonra gülerek<br />
başını kaldırdı. Kendisine:<br />
“Ey Allah’ın Resulü, niçin<br />
gülüyorsunuz?” diye sorulunca: “<br />
Bana az önce şu süre nazil oldu”<br />
deyip besmele çekti, sonuna kadar<br />
Kevser süresini okudu:<br />
“Bismillahirrahmanirrahim! Ey<br />
Muhammed! Doğrusu sana pek<br />
çok nimet vermişizdir. Öyleyse<br />
Rabbin için namaz kıl, kurban kes.<br />
Doğrusu adı sanı ortadan kalkacak<br />
olan, sana kin tutan kimsedir”<br />
Resulullah kıraati tamamlayınca<br />
sordu: “Kevser’in ne olduğunu<br />
biliyor musunuz?” Biz:<br />
“Allah ve Resulü bilir” dedik.<br />
Resulullah (sav) açıkladı:<br />
“Bu bir nehirdir, Rabbim<br />
onu bana vaadetmiştir, O nehir<br />
üzerinde pek çok hayırlar var. Bu<br />
bir havuzdur da. Kıyamet günü<br />
ümmetim onun başında (su içmek<br />
üzere) toplanacak. Bu havuzdaki<br />
maşrapalar gökteki yıldızlar kadar<br />
çoktur. Derken içlerinden bir kul<br />
çıkarılıp atılacak. Ben müdahale<br />
edip:<br />
“Ey Rabbim (onu niye atıyorsun)<br />
o benim ümmetimdendir?”<br />
diyeceğim. Ancak Cenab-ı Hakk:<br />
“Bunlar senden sonra ne bid’atler<br />
işlediler senin haberin yok”<br />
diyecek.” 1<br />
1 Buhari, Tefsir, Rikak 53; Müslim, Salat<br />
53, (400); Tirmizi,Tefsir, Kevser<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
19
Zannetmeyin ki; Kur’an sadece ilimdir, bilmeyen cahildir.<br />
Siz yaşamaya çalışın, Allah bilmediğinizi öğretmeye vekildir.
SOHBET<br />
اَعُوذُ بِالله مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِ يمِ بِسْ م ِاللهِ الرَّحْ م<br />
نِ الرَّحِ يمِ<br />
وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلًا<br />
“Kur’ an’ ı tane tane (tertil ile) oku.” 1<br />
اَحْ سَ نُ النَّاسِ قِرَاةٌ مَنْ قَرََأ الْقُرَانَ يَحْ زِنُ بِهِ<br />
Anlamayı kaybedip, feraseti yitirdiniz.<br />
Harflere takılıp, manayı bitirdiniz…<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />
İbn Abbas (ra) Muhammed Mustafa (sav)’den<br />
rivayet ediyor;<br />
“Kur’an-ı kıraat etmek bakımından insanların en<br />
güzeli Kur’an-ı okuyunca hüzünlenen kimsedir.” 3<br />
Diğer bir hadis-i şeriflerde Habib-i Kibriya<br />
Muhammed (sav) şöyle beyan ediyor;<br />
“Kur’an hüzünle nazil oldu, onu okurken ağlayınız.<br />
Ağlayamıyorsanız, ağlar gibi okuyunuz veya kendinizi<br />
ağlamaya zorlayınız. 2<br />
“Kur’an en tatlı olarak, Allah azze ve celleden haşyet<br />
duyan adamdan dinlenir.” 6<br />
Günümüzde Kur’an-ı Kerim-i güzel okuma<br />
yarışmaları yapılıyor. Bu yarışmalarda Kur’an çeşitli<br />
makamlarla okunuyor. Bunun caiz hatta gerekli<br />
olduğuna ise şu hadis-i şerif delil gösteriliyor. Konuyu<br />
hadisler ışığında, kaynaklarıyla inceleyelim;<br />
Bera (ra) anlatıyor: “Rasulullah (sav) şöyle buyurdu;<br />
“Kur’an-ı Kerim’i sesinizle güzelleştirin.” 7<br />
Burada kastedilen kıraat sırasında sesi yükseltmektir.<br />
Diğer bazı hadislerde;<br />
“Kur’an ile teganni etmeyen bizden değildir.”<br />
buyrulmuştur. 8<br />
Bu hadislerde Rasulullah (sav) in teganni kelimesi<br />
ile kastettiği şey;<br />
“Kur’an ile yetinmektir.” 9<br />
Bu en doğru manadır. Zira aksi takdirde Kur’an’ı<br />
teganni ile okumayan neden bu tehdide muhatap<br />
olsun? Ebu Hureyre (ra) ile bazı alimler de;<br />
“Kur’an’ı yüksek sesle okumaktır” dediler. 10<br />
Adı geçen alimler bazı bidatçilerin bu hadisteki<br />
“teganni” kelimesini kendilerinin ezgi gibi Kuran<br />
okumalarına delil getirmelerine şiddetle karşı<br />
çıkmışlardır. 11<br />
Nitekim böyle bir saptırmaya ihtimal vermeyecek<br />
kadar sarih ibareler vardır ve sesi dalgalandırarak elhan,<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
21
ezgi ve melodilerle, bir harf eksilmek veya artırmak<br />
şeklinde uzatmayla Kur’an okumanın haram oluşunda<br />
icma vardır. 12<br />
Abis el Gıfari, Amr bn. Abese, Ebu Hureyre (ra) ve Avf<br />
Bin Malik (ra)’den rivayet edilen hadislerde;<br />
Rasulullah (sav) kendisinden sonra ümmeti için<br />
korktuğu bazı hasletler saydı, sonunda buyurdu ki;<br />
“…bir de şu kavimden uzağım; onlar Kur’an’ı şarkı<br />
gibi okurlar, bir kimseyi ilim sahibi olmadığı halde sırf<br />
şarkı gibi Kur’an okuduğu için imamlığa geçirirler.” <strong>13</strong><br />
Sehl bn. Sad ve Cabir (ra)’dan;<br />
“Rasulullah (sav) bizler Kur’an okuyorken yanımıza<br />
çıktı, aramızda Arap da, Acem de vardı Buyurdu ki;<br />
“Okuyun, her okuyuş güzeldir İleride bir kavim<br />
gelecektir ki bunlar, Kur’an’ın kelime ve lafızlarını okun<br />
yontulması gibi yontacaklar, ondan hasıl olacak ecri<br />
ahirete bırakmayıp dünyada alacaklar.” 14<br />
Nevfel bn. Iyas’tan;<br />
“Bizler Ömer (ra)’ın zamanında mescitte durur, grup<br />
grup olurduk. İnsanlar ise gruplardan en güzel sesli<br />
olanlara meylederdi. Bunun üzerine Ömer (ra);<br />
“Görüyorum ki Kur’an’ı nağmeler gibi okuyorlar.<br />
Vallahi şayet gücüm yetseydi onların bu hallerini<br />
değiştirirdim.” dedi.” 15<br />
Enes (ra), insanların sonradan ihdas ettikleri bu<br />
ezgilerle Kur’an okuyan birini bundan nehyetmiştir. 16<br />
Muhammed bn. Sirin (ra) dedi ki;<br />
“Önceki alimler (sahabeler ve tabiin) şu<br />
ezgilerin sonradan ortaya çıkarılmış bidat olduğu<br />
görüşündeydiler.” 17<br />
Salim bn. Abdullah (ra), birisinin lahinlerle Kur’an<br />
okuduğunu işitince;<br />
“Bu şarkıdır, bu şarkıdır.” diyerek orayı terk etmiştir. 18<br />
Huzeyfe (ra) anlatıyor;<br />
“Rasulullah (sav) buyurdular ki;<br />
“Kur’an’ı Arap lahn’ı ve Arap sesleri üzere okuyun<br />
Sakın ha fasıkların ve Yahudilerle hıristiyanların lahn’ı<br />
üzere okumayın. Bilesiniz, benden sonra bir kavim<br />
gelecek ki, onlar Kur’an’ı okurken, şarkı ve matem tercii<br />
gibi terci’ ile okuyacaklar. Onların (imanları laftadır)<br />
gırtlaklarından öte geçmez Kalpleri fitne ve fesada<br />
uğramıştır. Böylelerinden hoşlanan kimselerin kalpleri<br />
de fitne ve fesad içindedir.” 19<br />
Ebu’d Derda (ra)’den;<br />
“Sizleri Kur’an’ı tahrif eden, onu okuyuşta haddi<br />
aşan, Kur’an ile dalga geçenlerden sakındırırım!” 20<br />
Katade (ra) anlatıyor;<br />
“Hz Enes (ra)’e Hz. Peygamber (sav)’in kıraatından<br />
sordum. Şu cevabı verdi;<br />
“Rasulullah (sav) medleri (uzun heceleri) uzatırdı.”<br />
Sonra örnek olarak Bismillahirrahmanirrahim’i<br />
22 Bizbiriz Dergisi
okudu ve uzatılacak yerleri belirgin şekilde uzattı. Allah’tan korkarak Kur’an okuyanın, kelamın<br />
duyan adamdan dinlenir.” 28<br />
Bismillaahi’yi uzattı, errahmaan’ı uzattı, er rahiim’i<br />
uzattı.” 21<br />
Şu hadise gelince;<br />
Abdullah İbnu Muğaffel (ra) anlatıyor;<br />
“Rasulullah (sav)’i devesinin üstünde Fetih <strong>Suresi</strong>’ni<br />
okurken gördüm sureyi terci’ üzere okuyordu.” 22<br />
haşyetinden azaları titrer. Sizin en güzel okuyanınız,<br />
en takvalı olanınız, Kur’an’ı hayatına tatbik edeninizdir.<br />
Kur’an-ı Kerim’ i okurken ağlayamıyorsanız ağlar<br />
gibi yapın. Ağlayamaz da insan, çaba sarf eder, ağlar<br />
gibi yapmaya gayret eder. Allah-u Teala muhakkak<br />
taklidinizi tahkike çevirecektir. Allah-u Teala Kur’an-ı<br />
Kerim’i okurken nerede ağlanacak, nerede sevinilecek,<br />
nerede istiğfar edilecek, nerede şükredilecek, nerede<br />
Bu tercii (sesi kaldırıp indirme) ile okuma, Rasulullah<br />
zikredilecek şuuruna erdirsin.<br />
(sav)’in üzerine binmiş olduğu devenin hareketinden<br />
kaynaklanmıştır. Bu sadece binek üzerindeyken istek<br />
dışı olarak terci yapmanın caiz oluşunu gösterir. Başka<br />
yerde caiz değildir. 23<br />
Esma (ranh) anlatıyor;<br />
Rasulullah (sav) Kur’an ayetlerinin anlamına göre<br />
hareket ederdi. Kur’an’ı Rabbiyle konuşur gibi okurdu.<br />
Yeri gelince Allah’ın rahmetini diler, yeri gelince Allah’a<br />
sığınırdı. Huzeyfe (ra) anlatıyor;<br />
“Rasulullah (sav), gece namazını kıldı. Namazdaki<br />
“Seleften hiç kimse Kur’an-ı Kerim’in tilaveti sırasında<br />
okuyuşunda bir rahmet ayeti geçtiği zaman Allah’<br />
bayılıp düşmezdi. Onlar ağlarlar ve ürperirlerdi. Sonra<br />
tan rahmet dilerdi, bir azap ayeti geçtiği zaman da<br />
bedenleri ve kalpleri zikrullah için yumuşardı.” 24<br />
Allah’a sığınırdı. Allah’ın noksanlıklardan uzak ve temiz<br />
İmam Nevevi (rh)’ye soruldu;<br />
“Şimdi Dımeşk’te bazı cahiller cenaze üzerine<br />
teganni ile harfleri birbirine katarak, fazladan harf<br />
ekleyip uzatarak Kur’an okuyorlar. Bu kötü bir hareket<br />
olduğunu bahseden bir ayet geçtiği zaman da Allah’ı<br />
tesbih ederdi.”<br />
Hayret edilecek yerde “Sübhanallah” dermiş. Tin ve<br />
Kıyamet Sureleri’ nin bitiminde;<br />
midir?”<br />
Cevabında dedi ki;<br />
“…Elbette (Rabbim) ben de buna şahitlerdenim.” 29<br />
“Cenaze üzerine bu şekilde Kur’an okunması çok<br />
Dermiş.<br />
çirkin bir şeydir. Alimlerin ittifakı ile haramdır. Bu<br />
hususta İmam Maverdi ve başkaları icma olduğunu<br />
söylediler. Hatta yöneticilerin üzerine, bunlara mani<br />
Rahmetli hocam Kur’an okurken biz onun yüzüne<br />
bakarak anlardık. Azap ayetlerinde yüzü gerilir, gözünde<br />
olmaları, tövbeye çağırmaları ve cezalandırmaları<br />
gerekir. Bu her müslümana vaciptir.” 25<br />
“Kur’an’ı böyle haram tegannilerle okumak bir<br />
takım cahil, aşağılık ve zalim kimselerin müptela<br />
olduğu bir musibettir. Onlar cenaze ve mevlit gibi bidat<br />
merasimlerinin okuyucularıdırlar. İşte bu açıkça haram<br />
olan bir bidattir. Kadılar kadısı Maverdi’nin de dediği<br />
gibi böyle okuyuşu dinleyen de fasık olur.” 26<br />
Ezanda bile lahin yapmak caiz olmaz; birisi<br />
Ömer(ra)’e geldi ve;<br />
“Ben seni Allah için seviyorum” dedi Ömer (ra) ise;<br />
“Ben de sana Allah için buğzediyorum. Duyduğuma<br />
göre sen ezan okurken teganni ve lahin yapıyorsun.” 27<br />
Burada anlattıklarımızdan sonra şu hadisi şerifi<br />
çokça tekrarlamak gerekir;<br />
“Kur’an en tatlı olarak, Allah azze ve celleden haşyet<br />
بَلَى وَاَناَ عَلَى ذَلِكَ مِنَ الشَّاهِدِينَ<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
23
korku ifadesi belirirdi. Rahmet ayeti geldiğinde yüzüne<br />
güneş doğar gibi aydınlanırdı. Gözyaşı hiç dinmezdi.<br />
Siz nasıl dinlerseniz sizi de öyle dinleyecekler, siz nasıl<br />
severseniz sizi de öyle sevecekler, siz nasıl eleştirirseniz,<br />
sizi de öyle eleştirecekler. Siz ne yaparsanız öyle<br />
yaşayacaksınız. O zaman Kur’an- ı Kerim’i yaşayarak<br />
okuyacaksınız.<br />
Allah ve Rasulü (sav)’in yolunu tutanlara selam<br />
olsun. Hak ve hakikatten ayrılamamak için Allah’a yemin<br />
olsun. Rabbim sıratı müstakimden ayırmasın. Ahir ve<br />
akıbetimizi hayırlı eylesin. Kur’an’ı kendi nefsiyle tefsir<br />
etmekten Allah-u Teala cümlemizi ve bizleri muhafaza<br />
eylesin. Kendine yakışır kul, Habibine ümmet eylesin,<br />
amin.<br />
Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin<br />
On Hafta Sohbetleri 5 kitabından alıntıdır.<br />
Dipnotlar<br />
1 Müzemmil - 4<br />
2 Ramuz El- Ehadis s;18/<strong>13</strong><br />
3 İbn Mace, İkametü’s Salah, 176<br />
4 Ramuz El- Ehadis, s;488/8<br />
5 Buhari ﴾Tevhid 52﴿; Ebu Davud﴾1468﴿; Nesai ﴾2/179,180﴿;<br />
İbnu Mace﴾<strong>13</strong>42﴿<br />
6 Buhar, Tevhid 44; Ebu Davud, vitr 20; Darimi ﴾1498﴿; Ahmed<br />
﴾1/172﴿; Hakim ﴾1/569﴿] ve “Allah, Kur’an ile teganni eden<br />
bir peygamberi dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemedi.” Buhari<br />
﴾6/107﴿; Müslim ﴾1/545﴿; Darimi ﴾1496﴿<br />
7 Darimi ﴾1499, 3491﴿; Beyhaki, Şuab ﴾2/529﴿; Tahavi, Müşkilül<br />
Asar ﴾2/<strong>13</strong>0﴿; İbni Kesir, Fezailul Kur’ an ﴾s.103 vd﴿; Nevevi,<br />
Tıbyan ﴾s78﴿; Ahmed Davudoğlu, Sahihi Müslim Şerhi ﴾4/347﴿;<br />
Kurtubi ﴾1/10﴿; Et-Tizkar ﴾s.123﴿ Bunu Süfyan Bin Uyeyne, Ebu<br />
Ubeyd, Şube, Eyyub, Tahavi, Darimi, Beyhaki, Kurtubi, İbni<br />
Kesir, Nevevi ve pek çok alim böyle izah etmişlerdir.<br />
8 Darimi﴾1496﴿<br />
9 İbni Kesir, Fezailul Kur’ an ﴾s. 108﴿<br />
10 İbni Kesir, Fezailul Kuran ﴾s.1<strong>13</strong>﴿; Kurtubi ﴾1/16﴿; et-Tizkar<br />
﴾s129﴿; İbni Kudame, el Muğni ﴾1/459﴿<br />
11 Taberani, Mucemul Kebir﴾3/211,18/3437,51﴿; Taberani,<br />
Mucemul Evsat﴾1/212,2/106﴿; Abdurrazzak﴾2/488﴿; Hakim﴾3/501﴿;<br />
İbni Ebi Şeybe﴾7/329﴿; Haris Bin Ebi Üsame,<br />
Müsned﴾2/640﴿; Ahmed﴾3/494,6/22﴿; Beyhaki, Şuab﴾2/541﴿;<br />
Deylemi﴾2328﴿; Buhari, Tarihul Kebir﴾7/80﴿; Bezzar, Mecmauz-<br />
Zevaid﴾2/316,4/199, 5/245, 7/323, 10/206﴿; İbni Kesir, Fezailul<br />
Kur’an﴾s112﴿; Suyuti, el-Havi﴾1/252﴿]<br />
12 Ebu Davud ﴾830﴿; Beyhaki, Şuabul İman﴾ 2/538539﴿; Buhari,<br />
Tarihul Kebir ﴾8/191﴿; Cemül Fevaid ﴾7354﴿; İbni Ebi Şeybe’den;<br />
Metalibul Aliye ﴾3492﴿<br />
<strong>13</strong> Buhari Halku Efalil İbad ﴾259 İbni Sad ﴾5/59﴿ Muhammed<br />
Bin Nasr Kıyamul Leyl ﴾s.171﴿<br />
14 Darimi ﴾3505﴿; İbni Ebi Şeybe ﴾10/466﴿; İbni Kesir, Fezailul<br />
Kur’an ﴾s.112﴿<br />
15 Darimi﴾3506﴿<br />
16 Darimi﴾3498﴿<br />
17 Taberani,Evsat ﴾7/183﴿; Beyhaki, Şuab ﴾2/540﴿; Hakiym<br />
et-Tirmizi, Nevadir ﴾3/255﴿; Zehebi, el Muktena ﴾2/58﴿; İbni<br />
Kesir, Fezailul Kur’an ﴾s.111﴿; Kurtubi ﴾1/17﴿; et Tizkar ﴾s.<strong>13</strong>0﴿;<br />
Mecmauz Zevaid ﴾7/169﴿; Suyuti el-İtkan ﴾1/256﴿; Mişkat ﴾2207﴿;<br />
Rezin’den; Cemül Fevaid ﴾7361﴿; Suyuti, Camiu’s Sağir ﴾<strong>13</strong>39﴿;<br />
Feyzu’l-Kadir ﴾2/65﴿; Beyhaki bunu birkaç tarikten rivayet etti<br />
Zayıf olduğu da söylendi Lakin şahitleri vardır.<br />
18 Beyhaki, Şuab ﴾2/541﴿<br />
19 Buharî ﴾Fedaili’l-Kur’ an 42, 29﴿; Buhari, Halku Ef’alil İbad<br />
﴾298﴿; Ebu Davud ﴾1465﴿; Begavi, Şerhus Sunne ﴾4/481﴿; Muhammed<br />
İbnul Muzaffer, Garaibu Şube ﴾s1<strong>13</strong>﴿<br />
20 Buhari,(Fedailu’l-Kur’ an 24, 30; Meğazi 48, Tefsir, Feth 1,<br />
Tevhid 50﴿; Müslim ﴾794﴿; Ebu Davud ﴾1467﴿<br />
21 İbni Kesir, Fazailul Kur’ an ﴾s.<strong>13</strong>9﴿<br />
22 Rezîn’den; Cemül Fevaid﴾7370﴿; Bağavî Tefsiri﴾7/238﴿<br />
23 Nevevi Fetava ﴾s.5455﴿<br />
24 Nevevi, Tıbyan ﴾s79﴿<br />
25 Abdurrazzak ﴾1852﴿; Taberani ﴾<strong>13</strong>059﴿; Tahavi ﴾4/128﴿; Serahsi,<br />
Mebsut ﴾1/<strong>13</strong>8﴿; Sahiha ﴾42﴿<br />
26 Ramuze’ l Ehadis, (s;488/8)<br />
27 Enbiya, 56.<br />
24 Bizbiriz Dergisi
EFENDİN VAR SENİN<br />
Kem söyleme ey dil, can kemter olur<br />
Cana candan yakın Efendin var senin.<br />
Sermesti can, yarın olur pürnur olur,<br />
Derde derman sunan Efendin var senin.<br />
Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />
Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />
Gülü kırma, bülbül-i şeyda lal olur,<br />
Hazan düşer gülistana, hem gam olur,<br />
Kim fasl-u bahar, nehara muhtaç olur,<br />
Bağbana vasıl olan Efendin var senin.<br />
Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />
Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />
Canı yakma, nar-ı cihanda taş olur,<br />
Zevk-ü sefa olur, can perişan olur,<br />
Aşk-ü vefa, nur-u cana irşad olur,<br />
Müride mürşid olan Efendin var senin.<br />
Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />
Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />
Terk-i can ile aşk her dem dem olur,<br />
Sıdk-ı hal ile aşk her dem cuş olur,<br />
Hakikat ehline aşk her dem hoş olur,<br />
Her deme dem olan Efendin var senin.<br />
Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />
Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />
Kul emin olunca dil cana yar olur,<br />
Dil ölür yar bulur cana canan olur,<br />
Mestane bulur aşıkane can olur,<br />
Haline hem hal olan Efendin var senin.<br />
Şükrüoğlu derler Hakk katında namına,<br />
Abdullah Murad olan Efendin var senin.<br />
M.Emin DOĞAN
Müslüman Bilim Adamları<br />
El Beyruni<br />
Faruk Kul<br />
Asıl adı Ebu Reyhan<br />
Muhammed bin<br />
Ahmed el- Beyrûnî<br />
olan Beyrûnî büyük<br />
bir Müslüman<br />
Türk fen bilginidir.973´de Kâs´ta<br />
dogdu. Daha kücük yastayken<br />
Harzemsahlar’ınsarayiyla irtibata<br />
gecti. Meshur Metematikci Emir<br />
Ebû Nasr Mansûr bin Ali bin Irak´in<br />
eğitimine girdi. Abdüssamed bin<br />
Samet el-Hâkim ve Ibn Sina´dan<br />
dersler aldi. Bu arada siyaset alanında<br />
da faaliyetlere giristi. Prens<br />
ve hükümdarlardan itibar gördü.<br />
Beyrûnî Kâs Harzemsahi Muhammed<br />
bin Ahmed bin Irak´in yaninda<br />
bulundu. Onu oldukca severdi.<br />
995´de öldürülünce üzüntüsünden<br />
dolayi “dünya makam ve mevkilerini”<br />
terkederek kendini îlme verdigini<br />
söyler. Bu ayni zamanda onun<br />
hükümdar yaninda ne kadar yüksek<br />
bir mevkî kazandiginida gösterir.<br />
Daha sonra Beyrûnî Cürcân Harzemsahi<br />
Me´mun bin Me´mun un<br />
yaninda müsâvir ve vezir olarak bulundu.<br />
Gazneli Mahmûd´un Hindistan’a<br />
gitmesinden sonra Hindistan´a<br />
gitti. Gazneli Mahmud nezdindeki<br />
mevkiî de oldukca büyüktü. Sultan<br />
Mahmûd onu hazine genel Müdürü<br />
yapti. Orada Sankstritce ögrendi. Bu<br />
arada matematik, astronomi, fizik,<br />
ve tabiî ilimlerle cografya üzerinde<br />
calismalar yapti. Tip ve deneysel<br />
fizikle de ugrasti. Kendi kurdugu<br />
metod ve kendi yaptigi âletlerle<br />
madenlerin özgül agirliklarini<br />
cok yaklasik olarak hesapladi.<br />
Geride 120´yi askin eser birakarak<br />
1051´de Gazne´de vefat etti. Daha<br />
17 yasindayken verimli deney ve<br />
gözetimlere girisen Beyrûnî´de<br />
büyük bir ilim aski görülür. O kadar<br />
ki, Kâs yakinlarinda bir köyde<br />
yaptigi ilk rasatlarinda ciplak<br />
gözle günese bakmaktan gözleri<br />
hastalanmis, daha sonra sudaki<br />
aksinden faydalanarak calismalarini<br />
sürdürmüstür.<br />
Beyrûnî Arapca, Farsca, Ibranice,<br />
Rumca, Süryanice ve yunancaya<br />
vâkiftir. Beyrûnî kültür hazinesini<br />
zirveye cikaran isimlerdendir.<br />
Beyrûnî ile Ibnî Sinâ arasindaki<br />
yazismalar yazismalar günümüz<br />
fizik kavramlarinin cogunun ayrintili<br />
cözümlerini ihtiva etmektedir.<br />
Tipki Einstein ile Bohr arasindaki<br />
yazismalari andirmaktadir. Beyrûnî<br />
ve Ibnî Sinâ´nin ilmî metodlarla<br />
ilgili yorumlari okunacak olursa<br />
öylesine orijinal bir mantik yapisiyla<br />
karsilasilir ki, insan bu metinlerin<br />
günümüzde yazildigini zanneder.<br />
Beyrûnî Aristo(M.Ö 383-322)´nun<br />
geocentrizm, teorisini süpheyle<br />
karsiladi.Arastirmalari neticesinde<br />
tenkitlerde bulundu.<br />
Beyrûnî sehirlerin enlem ve<br />
boylamlarini da tesbit etmistir.<br />
Maverâünnehir ile Sind´in boylam<br />
dairelerindeki hatalari düzeltmistir.<br />
Günes, ay ve dünyanin hareketleri,<br />
usturlab îmali, aksam karanligi<br />
ve günes tutulmasi esnasinda<br />
meydana gelen hâdiseler hakkinda<br />
verdigi bilgiler bilhassa kayda deger.<br />
Gazne´de kibleyi dogru olarak<br />
tesbit etmekle,Müslümanlara<br />
yaptigi hizmetlere bir yenisi<br />
eklenmistir. Ilmiyle dine hizmet<br />
etmis olmaktan büyük bir mutluluk<br />
duydugunu belirtmistir.<br />
Beyruni, Sultan Mahmud´un<br />
yardimlariyla Hindistan´da<br />
Nendene sehri yakininda<br />
calismalarda bulundu ve sonunda<br />
yerin capini ölcmeye muvafak oldu.<br />
Ayni zamanda Beyrûnî dünyanin<br />
capinin ölcülmesiyle alâkali olarak<br />
cok üstün bir görüs ortaya atmistir.<br />
Bugün bile matematik ölcüler<br />
bakimindan son derece dogru<br />
olan bu kanun Avrupa´da “Beyrûnî<br />
Kurali” olarak adlandirilmaktadir.<br />
Onun ünlü astronomi<br />
deneylerinden birisi de<br />
Hindistan´da bir dagda yaptigi<br />
yükseklik ölcüsüdür.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
27
Bir Âyet-i Kerîmede Cenab-i ALLAH söyle buyuruyor:<br />
“Bundan sonra yeri elips seklinde yayip dösedi.”<br />
(Nâziât,30) Âyette “elips seklinde yayip dösedi” mânâsi<br />
“dehâ” kelimesiyle ifade edilmistir. Arapca´da deve<br />
kusu yumurtasina da “dehâ” denilmektedir. Dolayisiyla<br />
Arz, deve kusu yumurtasina benzetilmistir. Bu ise<br />
dünyamizin deve kusu yumurtasi gibi kutuplarinin<br />
basik, ekvatorunun siskin olduguna isaret etmektedir.<br />
Dünyamizin tam küre biciminde degil , deve kusu<br />
yumurtasi gibi elips seklinde oldugu bugün ilmen<br />
bilinmektedir. Islâm âlimleri dünyanin yuvarlak olusu<br />
hususunda o kadar kesin kanaat sâhibidirler ki, bunu<br />
inkâr etmeyi dine karsi islenmis büyük bir cinayet,<br />
büyük bir suc sayarlar. Günümüzden yüz sene kadar<br />
önce yazilan “Muhakemat” adli eserin 49 ve 59.<br />
sayfalarinda özetle su satirlara yer verilir:<br />
Ayrica Beyrûnî günesin batis anindaki egimini<br />
ölcmüs, Usturlab adindaki kitabinda bu husustaki<br />
kuralini ve tecrübesini ayrıntılı olarak anlatmistir.<br />
Beyrûnî ayrica, planisfer (yildizlar ve sahalari),<br />
yildizlarin hareketlerini gösteren küreler hakkinda<br />
eserler yazmistir. Sultan Mes´ud´a da astronomi tablolari<br />
yapmistir. Ta o zamanlarda Ümit Burn´nun varligindan<br />
bahsetmesi enteresandir. Beyrûnî, Kuzey Asya ve Kuzey<br />
Avrupa hakkinda da genis bilgi sâhibidir. Amerika<br />
kitasinin ve Japonya´nin varligindan ilk defa söz eden<br />
de Beyrûnî olmustur. Demek ki Beyrûnî,Amerika<br />
kitasini 1492 yilinda kesfeden Kristof Colomb´dan 500<br />
sene önce haber vermis oluyor. Dünyanin yuvarlak<br />
olusunda tereddüt etmedigi gibi, dünyanin dönüsünü,<br />
hatta yer cekiminin varligini ortaya koymustur. Beyrûnî,<br />
tabiattaki kanunlarin degiskenligini ortaya cikarma<br />
metodunu Galile ile paylasmistir.<br />
Beyrûnî optikle ilgilenmis, isinlarin görülen cisimden<br />
aksettigini ve göze dogru geldigini belirtmistir. Isigin<br />
da bir hizi bulundugunu ve bunun sesin hizindan daha<br />
fazla oldugunu ifade etmistir.<br />
Hicbir seyi ihmâl etmeyen, her seye yeteri kadar<br />
yer veren Kur´ân-i Kerîm, Arz´in yuvarlak olduguna,<br />
döndügüne ve yercekimi bulunduguna da isaret ediyor.<br />
“ Yerin yuvarlakligi konusunda Islâm âlimleri fikir<br />
birligi etmislerdir. Bu konuda süphen varsa “Makasit” ve<br />
“Mevafik” isimli eserlere bak. Göreceksin ki, müellifleri<br />
Sa´d ve Seyyid, bir top gibi küreyi ellerinde tutmuslar,<br />
her tarafi seyrediyorlar. Eger o kapiyi acamadinsa<br />
Im^m-i Râzî´nin “Mefâtîh-ül Gayb” adli tefsirini oku, o<br />
dâhî imamin dersini dinle. Yine kalbin kanaat etmez de<br />
Arz´in yuvarlakligina inanamazsan, Ibrahim Hakki´nin<br />
arkasina düs, Hüccet-ül Islâm Imâm-i Gazâli´nin<br />
yanina git, görüsünü sor. Dünyanin yuvarlakligi<br />
konusunda tartisma varmidir? de onun söyle dedigini<br />
isiteceksin:”Kim Arz´in yuvarlakligi gibi kesin bir delille<br />
sâbit olan bir mes´eleyi dinî himâye etmek maksadiyla<br />
inkâr ve reddetse dine büyük bir cinayette bulunmus<br />
olur. Zira bu sadakat degil, hiyanettir.” Eger okuma<br />
yazman yok da , Gâzâli´nin bu fetvasini okuyamiyorsan,<br />
asrimizin âlimlerinden birisi olan Hüseyin-i Cisrî´nin<br />
sözünü dinle! Onun yüksek sesle Arz´in yuvarlakligini<br />
inkâr edeni tehdit etmekle kalmayip hic cekinmeden:<br />
“Kim dine dayarak onu koruma yolunda dünyanin<br />
dündügünü inkâr etse o ancak ahmak bir dost olur.<br />
Azili bir düsmandan daha cok dîne zarar verir,dedigini<br />
göreceksin”<br />
Dünya´nin dönüsüyle ilgili âyetlerden bir-ikisi<br />
sudur:<br />
“Gece gündüzü, gündüz geceyi takip eder.” (´raf,57)<br />
Gece ile gündüzün birbirini takip edebilmesi, dünyanin<br />
ayni anda hem gecenin hem de gündüzün olabilmesi<br />
icin:<br />
1.Dünyanin yuvarlak olmasi<br />
2.Kendi eksini etrafinda dönmesi lâzimdir.<br />
28 Bizbiriz Dergisi
Diger bir ayette de daha acik bir sekilde dünyanin<br />
dönüsü söyle anlatilir: “Sen daglari görür, onlari<br />
yerinde durur sanirsin. Halbuki onlar bulut gecer gibi<br />
gecer gider.”(Nahl,88) Kur´ân-i Kerim dünyamizin<br />
diger gezegen ve yildizlarin cekme ve itme gücüne de<br />
su âyetle isaret etmektedir: “(ALLAH)gökleri ve sizin<br />
göremiyeceginiz bir direkle yaratti.”(Lokman,10)<br />
Bu cekme ve itme kuvvetlerinin birbirlerinin esit ve<br />
dengeli olusunu da su âyetle bildirir:<br />
“Gögü yükseltti ve mîzâni koydu (ölcüyü kurdu, iki<br />
sey arasinda denge ve esitligi sagladi.”(Rahmân,7)<br />
Beyrûnî jeolojik degisiklikler hakkinda da fikir beyan<br />
etmistir. O ancak asrimizda ele alinabilen karalarin<br />
kuzeye dogru kayma fikrini 9,5 asir önce savunmustu.<br />
Beyrûnî arkadasi Ebû Sehl´le birlikte dünyanin hareketi<br />
ve kara parcalari hakkinda da kitap yazdi. Fakat bu kitap<br />
günümüze kadar gelememistir. Bugünkü Arabistan<br />
cölünün denizin cekilmesiyle meydana geldigini,<br />
bunu kazida cikan tas ve fosillerin delil oldugunu ifade<br />
etmistir. Indus vâdisinin de alüvyonlarla dolmus eski bir<br />
deniz havzasi oldugunu belirtmistir.Tahdîdü Nihayet-il<br />
Emâkin adli eserinde jeolojiyle ilgili enteresan bilgiler<br />
bulunmaktadir.<br />
Beyrûnî´nin botanikle de ilgileniyordu. Geometriyi<br />
botanige uygulamis, bitki ve hayvanlarda üreme<br />
konularina temas etmis, kuslarla ilgili enteresan<br />
gözlemlerde bulunmus, ciceklerin yapraklarinin sayisi<br />
hakkinda görüs ortaya koymus, cicek yapraklarinin<br />
3,4,5,6 yahut 18 olabilecegini, fakat hicbir zaman 7<br />
veya 9 olamayacagini ifade etmistir. Beyrûnî tarihte de<br />
isim yapmistir.<br />
Beyrûnî´nin tarih calismalarinin cogu, dinler tarihi<br />
sahasinda olmustur. O cok ilgi duydugu bu alana bircok<br />
yenilikler getirmistir. Ancak zamanindan 8-9 asir sonra<br />
bagimsiz bir ilim haline gelebilen Mukayeseli Dinler<br />
Tarihi, bu ilmin öncüsü durumunda olan Beyrûnî´ye<br />
cok sey borcludur. Memleketimizde oldukca yeni ve<br />
Bati´da bir-iki asirdir mesgul olunan bu ilim dalinda<br />
Beyrûnî´nin calismalari oldukca basarilidir. Hinduizm,<br />
Budizm, Zerdüst, Maniheizm, Sâbiilik, Eski Yunan dini,<br />
Yahûdilik, Sâmirilik, Hiristiyanlik ve Islâmiyethakkinda<br />
verdigi bilgiler cok kiymetlidir.<br />
ögrenmekten maksadinin hakki ve hakîkati bulma<br />
oldugunu su sözleriyle belirtir:<br />
“Anlattiklarim arasinda gercek disi olanlar varsa<br />
ALLAH´a tövbe ederim. Razi olacagi seylere sarilmak<br />
hususunda ALLAH´tan yardim dilerim. Bâtil olan seyleri<br />
ögrenip onlardan korunmak icin de ALLAH´tan hidayet<br />
isterim. Iyilik O´nun elindedir.” Beyrûnî, Müslüman<br />
icin ilmin üstünlügünü belirtirken onu taklit yoluyla<br />
degil, arastirmayla elde etmesini tavsiye ediyor ve<br />
ilimsiz, mârifetsiz, tefekkürsüz ibadetin eksik olacagini<br />
belirtiyor.<br />
Beyrûnî, daha önce de belirttigimiz gibi, hemen<br />
hemen ilmin her dalinda eser vermekle taninmis bir<br />
âlimdir. Bilebildigimiz kadariyla, kücüklü-büyüklü<br />
eserlerinin sayisi 180 kadardir. Bunlardan saadece<br />
18´i astronomi hakkindadir. Günümüze kadar gelen<br />
eserlerinin sayisi ancak yirmiküsür kadardir.<br />
Kaynak<br />
http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/beyruni<br />
Beyrûnî cebir, geometri ve cografya konularinda<br />
bile o konuyla ilgili bir âyet zikretmis, âyette bahsi<br />
gecen konunun yorumlarini yapmis, ilimle dini<br />
birlestirmistir. Müsbet ilimlerle ilâhî bilgilere daha<br />
iyi nufûz edebilecegini söylemistir. Beyrûnî ilmi<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
29
İlmihal<br />
Namaz<br />
Ayşe Tunç<br />
بسم الله الرحمن الرحيم<br />
قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْ هِكَ فِي السَّمَاء فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَ اهَا فَوَلِّ وَجْ هَكَ شَ طْرَ الْمَسْ جِ دِ الْحَ رَامِ<br />
وَحَ يْثُ مَا كُنتُمْ فَوَلُّواْ وُجُوِهَكُمْ شَ طْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ ُأوْتُواْ الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ َأنَّهُ الْحَ قُّ مِن رَّبِّهِمْ<br />
وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُون<br />
“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini)<br />
görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü<br />
Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü<br />
hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir<br />
gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara 2/144)<br />
NAMAZIN FARZLARI<br />
Namazın on iki farzı vardır.<br />
Namazın farzları, namazın dışındaki<br />
farzlar ve namazın içindeki farzlar<br />
olarak iki gruba ayrılır şöyle ki:<br />
a) Namazın Şartları<br />
1. Hadesten tahâret<br />
2. Necâsetten tahâret<br />
3. Setr-i avret<br />
4. İstikbâl-i kıble<br />
5. Vakit<br />
6. Niyet<br />
b) Namazın Rükünleri<br />
1. İftitah tekbiri<br />
2. Kıyam<br />
3. Kıraat<br />
4. Rükû<br />
5. Secde<br />
6. Ka‘de-i ahîre şeklinde sıralanır.<br />
Hadesten Teharet, Necasetten<br />
Teharet ve Setr-i Avret’i geçtiğimiz<br />
sayıda izah etmiştik.<br />
İstikbâl-i Kıble<br />
İstikbâl-i kıble, namaz kılarken<br />
kıbleye yönelmek demektir<br />
İslâm’ın ilk yıllarında namaz,<br />
Beyt-i Makdis’e (Kudüs’e) doğru<br />
kılınıyordu. Ancak, hicretten önce<br />
Rasûlullah (s.a.s.) Mekke’de namaz<br />
kılarken mümkün mertebe Kâbe’yi<br />
arkasına almaz; Kâbe, kendisiyle<br />
Beyt-i Makdis arasında kalacak<br />
şekilde, Rükn-i Yemânî ile Rükn-i<br />
Hacer-i Esved arasında namaza<br />
dururdu. Böylece hem Kâbe’ye<br />
hem de Kudüs’teki Mescid-i<br />
Aksa’ya yönelmiş olurdu. Hicretten<br />
sonra Medine’de Mescid-i Aksa’ya<br />
yöneldiğinde Kâbe’nin arka tarafta<br />
30 Bizbiriz Dergisi
kalmasından Rasûlullah (s.a.s.) üzüntü duyuyor,<br />
kıblenin Kâbe’ye çevrilmesini içten arzu ediyordu.<br />
Çünkü Kâbe, Hz. İbrahim (a.s)’in kıblesiydi.<br />
Hicretin 2’inci yılı, Şaban ayının 15′inci günü<br />
Rasûlullah (s.a.s.) Medine’de Selemeoğulları Yurdu’nda<br />
öğle namazı kıldırırken, ikinci rek’atın sonunda:<br />
“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü<br />
göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini)<br />
görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın<br />
kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i<br />
Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede<br />
olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne<br />
çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun<br />
Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette<br />
bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” 1<br />
anlamındaki âyet nâzil oldu.<br />
Rasulullah (s.a.s.) yönünü hemen Kudüs’ten Mescid-i<br />
Harâm’a çevirdi. Kudüs’e doğru başlanılan namazın,<br />
son iki rek’atı, Kâbe’ye yönelerek tamamlandı. Bu<br />
yüzden Selemeoğulları mescidine “Mescid-i Kıbleteyn”<br />
(iki kıbleli mescid) denilmiştir.<br />
Kâbe, yeryüzünde kurulan ilk mesciddir. Allahu<br />
Tealâ buyuruyor:<br />
“İnsanlar için yeryüzünde kurulan ilk ev, Mekke’de<br />
bulunan mübarek ve âlemler için bir hidayet kaynağı<br />
olan Kâbe’dir.” 2<br />
1 Bakara Sûresi 2/144.<br />
2 Âl -i İmran, 96.<br />
Kâbe, Kur’an’da geçtiği üzere Beyt, Beytullah,<br />
Beytü’l-Haram, Mescidü’l- Haram gibi isimlerle de<br />
anılmıştır. Halk arasında daha çok Kâbe-i Muazzama<br />
adıyla bilinmektedir.<br />
Kâbe denilince sadece bilinen bina değil, bunun<br />
yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu<br />
yer kastedilir. Kâbe’yi gözle gören kişi, bizzat Kâbe’ye<br />
yönelir. Kâbe’den uzakta olan kişi ise Kâbe’nin bizzat<br />
kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir,<br />
yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir.<br />
Namazın amacı, kalbin mâsivâdan (Allah’tan başka<br />
her şeyden) ayrılıp yalnızca Allah (c.c)’a yönelmesidir.<br />
Elbette ki Allah (c.c) herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı<br />
değildir. Fakat kalbin huzur ve sükûnetini sağlamak<br />
bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün<br />
tayin edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zâhirde, yüzümüzü<br />
Allah’ın evi olan Kâbe’ye çevirdiğimiz gibi, bâtınen de,<br />
Allah (c.c)’ın nazargâhı olan kalbimizi, gönlümüzü<br />
başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah<br />
(c.c)’a yöneltmeliyiz.<br />
Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin,<br />
yanında kıble yönünü bilen birisi varsa ona sorması<br />
gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi ictihad<br />
ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne<br />
yönelmiş ve yöneldiği tarafın kıble yönü olmadığı<br />
ortaya çıkmış ise, namazı iade etmesi gerekir.<br />
Kâbe’nin bulunduğu noktadan 45 derece sağa<br />
veya sola sapmalar, kıbleden sapma sayılmaz. Sapma<br />
derecesi daha fazla olursa “kıbleye yönelme” şartı<br />
aksamış olur.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
31
Kıblenin ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse,<br />
soracak birini bulamadığı takdirde yıldız, güneş, rüzgâr<br />
gibi birtakım doğal alâmetlere dayanarak kıble yönünü<br />
bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek<br />
namazını kılar.<br />
Namazı kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği<br />
tarafta olmadığı ortaya çıksa bile, kendisi bu yöne<br />
ictihad ederek, yani birtakım alâmetlere dayanarak bu<br />
sonuca ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez.<br />
Fakat namaz esnasında kıble yönünü anlaması halinde,<br />
namazını bozmadan o tarafa yönelir ve namazını<br />
tamamlar.<br />
Kıble yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan<br />
veya kıblenin ne tarafta olduğunu araştırma zahmetine<br />
katlanmadan (ictihad etmeden) rastgele bir tarafa<br />
yönelse, namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak<br />
kıble tarafı olduğunu anlasa namazı yeniden kılar.<br />
Çünkü namazın ilk kısmı şüpheli olduğu için, sağlam<br />
kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine<br />
bina edilemez. Ancak bu durumu namazı bitirdikten<br />
sonra anlayacak olursa, iade etmesi gerekmez. Ebû<br />
Yûsuf’a göre her iki durumda da iade etmesi gerekmez.<br />
İki kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir<br />
yönün kıble olduğuna kanaat getirse, bu durumda<br />
bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar.<br />
Her biri kendi tespit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı<br />
namazlarını kılarlar.<br />
Bir kimse namazda iken bir özür olmaksızın<br />
göğsünü kıble tarafından çevirecek olursa namazı<br />
bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye<br />
dönmesi gerekir.<br />
Hastalık, düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi<br />
nedenlerle kıbleye dönme imkânı bulamayan kimse,<br />
kendisi için en rahat olan tarafa döner. 3<br />
namazı kılmak zor değildir. 4 Cabir b. Abdillah hadisinde:<br />
“Rasulullah (s.a.s.) bineği üzerinde iken, kendisini ne<br />
tarafa çevirirse o tarafa doğru nafile kılardı. Farz kılmak<br />
istediğinde ise bineğinden iner ve kıbleye dönerek<br />
kılardı.” 5 denmektedir. Vitir için indiği rivayeti de vardır. 6<br />
Yol arkadaşlarının inip kendisini beklememesi;<br />
inmesi halinde hırsız, yırtıcı hayvan, düşman korkusu<br />
bulunması; ortalığın yağmur ve çamur olması; ihtiyar<br />
olup inip binmede yardımcısının bulunmaması;<br />
bineğinin huysuz olması vb. durumlar, özür olarak<br />
görülmüş ve böyle durumlarda farzların da binek<br />
üzerinde (otobüste) kılınabileceği söylenmiştir.<br />
El-Hindî Ibn Asakir’den Rasûlullah (s.a.s)’ın çok<br />
çamurlu bir hengamda bir merkep üzerinde farz<br />
kıldığını nakleder. Buna göre namaz vakitlerinde<br />
durmayan bir otobüs yolcusu, koltuğunda ima ile<br />
farzlarını kılabilecek ve bu, şehir dışı için bir ruhsat<br />
olmuş olacaktır. İma ederken ön koltuğa secde etme<br />
yerine, dönebildiği kadar kıbleye dönüp rükû için biraz,<br />
secde için ise biraz daha fazla eğilerek kılacaktır. Ama<br />
yolcu, işin fetvasından önce azimeti deneyecek, şoförü<br />
güzellikle iknaya çalışacak, gerekirse yolculardan<br />
da destek arayacak, duraklarda namaz kılmayanları<br />
huzursuz edecek şekilde geç kalmayacak, diğerlerini<br />
namazdan ve namaz kılandan nefret ettirmeyecektir.<br />
Böyle bir endişe söz konusu ise bütün sünnetleri<br />
bırakıp sadece farzları kılacaktır. Ama şoföre hatırlatma<br />
işini her seferinde yapacak ve gerekirse tutumunu,<br />
ilerideki yolculuklarında firma seçimi için ölçü alacağını<br />
sezdirecek, ama kesinlikle çekişmeye ve tartışmaya<br />
girmeyecektir. Güzel bir ikazı nazarı itibara almayan<br />
şoför, huysuz bineğe fevkalade kıyas edilir ve bu, farzı<br />
arabada kılmak için bir özür sayılabilir.<br />
Gemide, uçakta namaz kılan kimse mümkünse<br />
kıbleye doğru döner; gemi yön değiştirdikçe kendisinin<br />
de kıble tarafına dönmesi gerekir.<br />
Binek Üzerinde Kıbleye Yönelme<br />
Normal durumlarda binek üzerinde nâfile namaz<br />
kılmak câizdir.<br />
Farzlara gelince, genellikle fıkıhçılarımızın, özellikle<br />
de Hanefi fıkıhçılarının görüşü şudur:<br />
Sefer süresi yolda dahi olsa kişi, farz namazları, özrü<br />
(zaruret) olmaksızın binek üzerinde kılamaz. Çünkü<br />
farzların belli vakitleri vardır. O vakitlerde biraz durup<br />
4 Serahsî, I/250; Ibn Hümâm, I/463; Ayrıca bk: Ali el-Kârî,<br />
Irsâdü’s-Sâri, 41.<br />
5 el-Hindî, Kenzü’l-Ummal.<br />
3 İSAM<br />
6 Serahsî, I/249.<br />
32 Bizbiriz Dergisi
Şehrin Görünmeyen Yüzü<br />
“Bayram gibi bir ölüm...”<br />
Ümmü Haram<br />
O<br />
gün ki ziyaretimiz,<br />
Konya’ya<br />
yakın bir köy<br />
iken sonradan<br />
mahalle olmuş<br />
eski bir yerleşim birimine idi. Kışın,<br />
bahara yakın günlerinden birinin<br />
akşamında yollara düştük. Bu eski<br />
köy, şimdiye dek gittiğimiz mahallelerden<br />
daha geniş bir alana yayılmıştı.<br />
Ahırları, samanlıkları, avluların<br />
içindeki müstakil evleriyle<br />
gerçek bir köydü hala... Görüntüsü<br />
köydü ama havası kirli duman<br />
kokusuyla şehrin ağır havasından<br />
farksızdı. Ciğerlerimize dalan ağır<br />
kömür kokusu ve iyiden iyiye kendini<br />
hissettiren akşamın ayazı eşliğinde<br />
ziyaretimize başladık.<br />
Çaldığımız kapıları açanlar kimi<br />
zaman büyük bir coşkuyla kimi<br />
zaman şaşkınlıkla karşıladılar bizi.<br />
Biz kendimizi tanıtınca, hele ki<br />
mübarek hocamız Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu(k.s)’nun talebeleri<br />
olduğumuzu söyleyip hocamızın<br />
sohbet kitaplarını takdim edince<br />
hepside çok mutlu oluyor,<br />
memnuniyetlerini ifade ediyorlardı.<br />
Çaldığımız kapıların birini<br />
Arapça konuşan genç bir adam<br />
açmıştı. O erkek kardeşimizle sohbet<br />
ederken, hanım kardeşlerimizle<br />
bizde evin hanımıyla görüşmek<br />
için avludan içeri girdik. Bizi<br />
daha kapıdan girerken “ehlen ve<br />
sehlen; hoşgeldiniz” diyerek yedi<br />
sekiz yaşlarında küçük bir kız<br />
çocuğu, ondan birkaç yaş küçük<br />
ve birkaç yaş büyük erkekli kızlı<br />
çok sayıda çocuk karşıladı. Biz<br />
Arapça sorular sorduk, o yedi sekiz<br />
yaşındaki kız cevap verdi. O sordu,<br />
biz cevap verdik. Bizden Türkçe<br />
konuşmamızı istedi. “Ben Türkçe<br />
biliyorum, buyurun” diyerek çat<br />
pat türkçesiyle bizi ısrarla evlerine<br />
davet ediyordu. Ev, “Ev demeye bin<br />
şahit ister.” dedikleri cinstendi. Bu<br />
eve “harabe” demek daha uygundu.<br />
Aile, Suriye’deki iç savaş sebebi<br />
ile Türkiye’ye iltica etmiş, birkaç<br />
zaman öncede Konya’nın bu ücra<br />
mahallesine yerleşmiş. Bu köhne ev,<br />
kendi vatanlarından, yurtlarından<br />
daha güvenli olmuş onlar için.<br />
Kendi halkını çocuk, kadın, genç,<br />
yaşlı demeden kıran bombalarla<br />
kimyasal silahlarla ölüm yağdıran<br />
bir diktatörün zulmünden kaçıp,<br />
Türkiye’ye sığınmış, dokuz çocuklu<br />
bir aile. İçimiz sızladı. Keşke<br />
“kardeşlerimiz bize kucak açar”<br />
diyerek geldikleri bu şehirde onlara<br />
daha iyi imkânlar sağlayabilseydik.<br />
Vatanlarında yaşadıkları vahşetten<br />
sonra bu harabe ev onlara belki<br />
de cennetten bir köşe gibi<br />
geliyordu. İçeriden ha bire çocuk<br />
çıkıyor, öylede sıcakkanlılar ki.<br />
Bizi karşılayan küçük kızın adı<br />
Meryem’miş. Bizi ısrarla eve davet<br />
ediyor. O elimizden, eteğimizden<br />
çekiştirip bizi evlerine sokmaya<br />
çalışırken öbür kardeşleri de<br />
sevinçle gülücükler saçıyorlar.<br />
“Anneniz yok mu?” diyoruz.<br />
Kapı aralığından anneleri<br />
beliriyor. Yarı Arapça yarı Türkçe<br />
konuşup tanışıyoruz. Getirdiğimiz<br />
yardımları bırakıp vedalaşıyoruz.<br />
Anneleri ziyaretimizden duyduğu<br />
memnuniyeti ifade ediyor, mahcup<br />
bir eda ile. Fakat çocuklar o kadar<br />
masum, o kadar tatlılar ki dökük<br />
saçık kıyafetleri, dağınık saçları,<br />
çıplak ayakları ile ellerimizden<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
33
eteğimizden çekiştirmeye devam ediyorlar. Kara<br />
gözlerinin içi gülüyor. Huzursuz, mutsuz, umutsuz<br />
şehir çocuklarının aksine o kadar mutlu görünüyorlar<br />
ki; onların o halini hatırlayınca şimdi bile gözümüzde<br />
bir tebessüm beliriyor. Bize içimizi sızlatan derin bir<br />
hüzünle yüzümüzde yayılan ılık bir tebessümü aynı<br />
anda yaşatan bu küçüklerin başlarını okşayarak oradan<br />
ayrılıyoruz.<br />
O gün son çaldığımız kapıyı seksen sekiz yaşında bir<br />
nine açtı. Küçükten az daha büyük bir arsanın kenarına<br />
yapılmış bir evde yalnız yaşayan tatlı mı tatlı bir teyze.<br />
Bahçesinin duvarı yok, kocasının sağlığında tırnaklarıyla<br />
kazıyarak yaptıkları bu küçük ev hayli eski görünüyor.<br />
Otuz üç sene önce dul kalmış. Oğlu da kızları da varmış<br />
ama hepsi kendi düzenini kurmuş, ondan payına<br />
yalnızlık düşmüş. O yaşına rağmen geçen yıla kadar iki<br />
dönümlük bahçesini eker, kendi geçimini sağlarmış.<br />
“Artık gücüm yetmiyor.” diyor. Çıplak ayaklarıyla çıkmış<br />
kapıya “Üşümeyin.” diyoruz. “Üşümem.” diyor. Fotoğraf<br />
çekmek istiyoruz. “Ama üstüm başım pek iyi değil.”diyor.<br />
Yine de telefonlarımıza çok mahcup birkaç poz veriyor.<br />
Yüzündeki her bir çizgi, feri sönmüş gözlerindeki donuk<br />
bakış ibret alınacak büyük bir işaret... “Benim imanla<br />
göçmekten başka gayri ne isteğim olabilir. Dua edin<br />
beni unutmayın.” diyor. Bizde dua istiyor, elini öpüp<br />
onu Allah’a emanet ederek ayrılıyoruz.<br />
Aracımıza doğru ilerlerken N.Fazıl’ın su beyiti<br />
geçiyor içimizden;<br />
Bu dünyada renk nakış lezzet ne varsa küsüm,<br />
Gözümde son marifet Azrail’e tebessüm.<br />
Zaten bugün gayemiz şu dünya sürgününden<br />
Rabbimize imanla göçmek değil mi? Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu(k.s) hocamız;<br />
“Biz bu dünyaya iman ile göçmeye geldik.”<br />
buyururlar. Mübarek hocamızın da sıkça okudukları<br />
Necip Fazıl’ın<br />
“O dem ki perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail’e<br />
hoşgeldin diyebilmekte hüner”<br />
beyiti düşüyor aklımıza. Rabbimizden teyzemiz<br />
tüm Ümmet-i Muhammed için hüsnü hateme diliyoruz.<br />
Tek amacımız saidler olarak yaşayıp şehitler olarak<br />
Rabbimize kavuşmak... Rabbim nail eylesin. Âmin.<br />
Azrail’i tebessüm ile karşılayıp “Hoşgeldin”<br />
diyebilmek, Rabbimizin didarına vasıl olabilmek için<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu(k.s) hocamızın tavsiyesi<br />
düşüyor aklımıza:<br />
“Olursa dünyada göğsünde iman<br />
Ahirette görürsün didarı ayan<br />
Olmazsa karnında haram dilinde yalan<br />
Olur, göğsünde iman, ölümün sana bayram”<br />
Ölümü bayram olanlardan olmamız dileğiyle.<br />
Allah’a emanet olalım...<br />
34 Bizbiriz Dergisi
تلا<br />
كات<br />
عاب<br />
Arapça Rabcaya Götürür<br />
N. Aktaş<br />
الهوايات<br />
علي: ما هواياتك يا احم د؟<br />
احمد : هواياتي كثيرة: القراءة، السفر<br />
احمد : وماهواياتك انت؟<br />
علي: هواياتي : الرياضة والرح<br />
علي : وما هواي ياحس ن؟<br />
حسن : هواياتي : جمع الطو<br />
ال قدم<br />
و<br />
الس<br />
المراس لة<br />
القراءة<br />
كرة باحةو<br />
ايضا<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
35
لفرا<br />
ما هواي تك؟<br />
القراء ة رةك ال قدم الرياض ة<br />
سالمرا لة معج الطو عاب السباح ة<br />
ا لس ف ر وس ية<br />
الر سم<br />
ا ل م ع ج م<br />
ش ق ة ج ش ق اق<br />
ك ب ش ة<br />
ق م ط ج ا ق م اط<br />
36 Bizbiriz Dergisi
Haydar<br />
Ahmet Navruz<br />
Fıçı gelmişti Haydarın karısını<br />
koydular ilk olarak. İğneleri yavaş<br />
yavaş sokmaya başladılar. İçerden<br />
ayetel kürsi okuduğunu görünce<br />
iyice sinirleniyorlardı. Muhammet<br />
elini açıp saldırmaya çalışıyordu<br />
ki. Duyulan bir ses ile Samuelin<br />
kafası parçalanmış yere yığılmştı.<br />
Muhammed tekbire başladı o anda<br />
iki asker daha yere serildi kurşunun<br />
nerden geldiği belli olmuyordu. Kefere<br />
askerleri şaşkın bir şekilde saklanıyorlar<br />
pencereden uzak durmaya<br />
çalışıyorlardı. Ama kafasından<br />
kurşunu yiyen cehennemi boyluyordu.<br />
Üzerine yığılan askerden kasaturayı<br />
alan Muhammed ellerini<br />
çözüp kendini sipere attı ve ateş etmeye<br />
başladı. O kadar asker çaresiz<br />
kalmış cehenneme gidiyordu.<br />
…………….<br />
Haydar askerleri indirdikçe ciğerinin<br />
soğuduğunu hissediyordu.<br />
Birden penceresiz tarafa kaçan<br />
onlarca askerin arkasındaki bomba<br />
kasalarını gördü. Muhammed ile<br />
eşine nasıl haber edeceğini düşündü<br />
ve Müminin ferasetini hatırladı<br />
ve önce Muhammedin sipere sonrada<br />
bombaların dibine ateş etti.<br />
İnşallah anlar Muhammedde hepsini<br />
cehenneme yollarım diye dua<br />
ediyordu.<br />
…………….<br />
Gelen sniper kurşununa şaşıran<br />
Muhammed sonrada boşa atılmasına<br />
önce anlam verememiş sonrada<br />
Haydarı ele mi geçirdiler diye düşünürken<br />
gözü kasalara takıldı ve gülümsedi.<br />
Hemen Haydarın eşini fıçıdan<br />
çıkarıp arka kapıdan ateş ederek<br />
koşmaya başladılar.<br />
Muhammedgilin dışarı çıktığını<br />
gören Haydar önce bir besmele<br />
çekti sonra Allah’a şükrederek silahı<br />
ateşledi. Büyük bir gürültü ile patlayan<br />
cephaneler depoyu havaya<br />
uçurmuş ve askerleri yok etmişti…<br />
Hemen tüfeği toplayıp ayaklanan<br />
Haydar ensesinde bir metalin<br />
soğukluğunu hissetti. Bu alışkın olduğu<br />
bir sıcaklıktı. Kurşun atmamış<br />
soğuk bir namlu. Gülümsedi çünkü<br />
esir olmayacak gerekirse şehit olacaktı.<br />
İçinden;’’Ne büyüksün Rabbim<br />
evladım ölünce üzüldüm ama<br />
bana bugün şehitliği nasip edeceksin<br />
ya sana şükürler olsun’’ diye seviniyordu.<br />
Yalnız arkasındaki kişi ne<br />
ses ediyor nede hareket ediyordu.<br />
Kafasından plan yapmaya başlayan<br />
Haydar tek bir deneme şansı olduğunu<br />
biliyordu. Ya arkasındakinden<br />
hızlı olup silahı alıp öldürecekti onu<br />
tabi tek başına ise yada arkasındaki<br />
daha hızlı davranıp onu şehit edecekti.<br />
Tekrar şükretti ve ‘’Her halukarda<br />
kazanan benim’’ dedi ve harekete<br />
geçti..<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
37
İlginç Bilgiler<br />
Ahmet Navruz<br />
Bir yılan 3 yıl uyuyabilir. Bal bozulmayan tek gıdadır. Ördeğin sesi yankı yapmaz.<br />
İnsan yılda en az bin 460<br />
rüya görür.<br />
Deniz yıldızlarının beyni<br />
yoktur.<br />
Üzüm mikrodalga fırında<br />
patlar.<br />
İnsan kalbi dakikada 60-80<br />
defa çarpar.<br />
Bir bardak sıcak su,<br />
buzdolabında soğuk sudan<br />
daha çabuk donar.<br />
MEHMET<br />
İçtiğimiz sular 3 milyar<br />
yaşındadır.<br />
Karınca 2 hafta su altında<br />
yaşayabilir.<br />
Türkiye’de Mehmet adında<br />
1 milyon 229 kişi var.<br />
İnsanın kalça kemiği<br />
betondan daha sağlamdır.<br />
Dünyada insanlardan daha<br />
çok tavuk var.<br />
Sabahları elma kahveden<br />
daha fazla uykunuzu açar.<br />
Otomobil sayısı insan<br />
sayısından 3 kat daha hızlı<br />
artıyor.<br />
38 Bizbiriz Dergisi
Tarihte Mart Ayı Olayları<br />
Abdülkadir Aydın<br />
2 Mart 2 Mart 1855'te Rusya İmparatoru Çar II. Nikolas, intihar etmişti. Buna sebep, Kırım savaşı'nda<br />
Türkiye-İngiltere-Fransa'ya yenilmiş olmasıydı. Türkiye'yi parçalamak için açtığı istila savaşında çar,<br />
ağır malubiyetlere uğratılmış ve harbi kaybetmişti.<br />
3 Mart 3 Mart 1924'te Cumhuriyet Hükümeti tarafından hilafet kaldırıldı.<br />
3 Mart 1878'de Ayastefanos'ta Ruslarla bir antlaşma imzalanmıştık. (Sonra Berlin muahedesiyle tadil<br />
edilmiştir.) Ruslar, İstanbul kapılarına dayanmışlar ve bir hayli küstahlıkta bulunmuşlardı. Bu arada<br />
Ayastefanos'ta (şimdiki Yeşilköy) büyük bir zafer abidesi de yapmışlardı. Uzun yıllar Türk toprakları<br />
üzerinde bir leke gibi duran bu abide 1914'te, Türk milleti tarafından kazmalarla, bombalarla ve<br />
toplarla yıkılmıştır.<br />
3 Mart 1924'te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir.<br />
3 Mart 1918'de Brest-Litovsk antlaşması imzalanmış, Rusya savaştan çekilmişti.<br />
4 Mart 4 Mart 1925'te TBMM tarafından İstiklal Mahkemeleri'nin teşkiline dair olan kanun kabul edilmişti.<br />
Bunu hakkında bizzat konuşan Atatürk, bunun memlekette sükûn ve asayişin tesisi için tatbik<br />
edileceğini bildirmişti.<br />
6 Mart 6 Mart 1920'de Türk dilinin sadeleşmesi ve gelişmesi uğrunda pek büyük hizmetleri olan Ömer<br />
Seyfettin ölmüştü.<br />
8 Mart 8 Mart 1403'te IV. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid vefat etmişti. Timurlenk'le yaptığı Ankara<br />
Meydan Muharebesi'nde mağlup ve esir düşen Yıldırım, 8 ay esarette kalmış, bu acıya dayanamayarak<br />
kahrından ölmüştü. Timur, tarihlerin yazdığına göre, Yıldırım'a katiyen bir esir muamelesi yapmamış<br />
ve öldüğü haberini duyunca da yazık, cihan bir kahraman kaybetti” demekten kendini alamamıştı.<br />
9 Mart 9 Mart 1764'te Laleli Camii, ibadete açılmıştı. İnşaat 3 yıl, 11 ay sürmüştü. Camii yaptıran III. Mustafa<br />
ile oğlu III. Selim, camiin önündeki türbede gömülüdür.<br />
11 Mart 11 Mart 1917'de Bağdat düşmüştü. 6. Türk Ordusu, çetin vuruşmalardan sonra, bu tarihi şehri,<br />
İngiliz-Hint kuvvetlerine bırakmak zorunda kaldı.<br />
12 Mart 12 Mart 1921'de İstiklal Marşı TBMM'de Milli Marş” olarak kabul edildi.<br />
12 Mart 1918'de kahraman Erzurum düşman işgalinden kurtarılmıştır.<br />
14 Mart 14 Mart 1827'de II. Sultan Mahmut, askeri hekim ve cerrah yetiştirmek üzere Tıbhane ve Cerrahhaneyi<br />
açmıştı.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
39
15 Mart 15 Mart 1921'de Sadrazam Talat Paşa, Berlin'de bir komitacı tarafından şehit edilmiştir. I. Dünya<br />
Savaşı'nın talihsiz bir devrinde ve Sait Halim Paşa'dan sonra sadaret mevkiine geçen Talat Paşa, harp<br />
sonunda iktidar mevkiini bırakarak vatan topraklarından ayrılmak mecburiyetinde kalmıştı. Bütün<br />
hayatında mert ve temiz kalmış, daima Türk vatanı için çalışmış bir devlet adamı idi.<br />
16 Mart 16 Mart 1583'te daha çok Feridun Bey” diye tanınan Damat Ahmet Feridun Paşa ölmüştü. Feridun<br />
Bey, 16. asrın büyük tarihçi, edip ve devlet adamlarındandı. Münşe'atu's Selatıyn” veya Feridun Bey<br />
Münşeatı” diye bilinen eserinde, kendi devrine kadar olan Osmanlı hükümdarlarının yazışmalarını<br />
ve onlara verilen cevapları toplamıştır. Bu eser, 15. ve 16. yüzyıl Türk-Osmanlı tarihinin en önemli<br />
kaynaklarından birisidir. Nişancılığa kadar yükselen Feridun Paşa, Kanuni'nin kızı Mihrimah sultan'ın<br />
Rüstem Paşa'dan olan kızı Ayşe Hanım Sultan'la evlenmişti ki, bu prenses, devrinin en zengin hanımı<br />
sayılıyordu.<br />
16 Mart 1920'de I. Dünya Savaşı sonunda Mondros Antlaşmasını çiğneyerek, itilaf kuvvetleri<br />
İstanbul'u işgal etmişti. İstanbul, kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923'e kadar sessiz sedasız ve bütün<br />
acılarını sindire sindire yaşadı. Fakat Anadolu'da doğan kurtuluş hareketine içten içe bağlandı,<br />
yardıma koştu.<br />
18 Mart 18 Mart 1915'te İngilizlerin ve Fransızların mühim deniz kuvvetleri ile Çanakkale Boğazı'nı geçmeye<br />
teşebbüsleri, Türk'ün zaferi ve düşmanların önemli zaiyat vererek geri çekilmeleri ile sonuçlanmıştı.<br />
Çanakkale'yi denizden geçemeyen düşman karadan zorlamaya karar vermiş ve kara harpleri<br />
yapılmıştı. Bunun sonucu da malumdur. Yine Türk'ün zaferiyle bitmiştir.<br />
18 Mart 1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusanı son içtimaını yapmıştır.<br />
19 Mart 19 Mart 1534'te Hafsa Valide Sultan ölmüştür. Yavuz'un zevcesi, Kanuni Sultan Süleyman ile Hadice<br />
Sultan'ın annesi olan Hafsa Valide Sultan, kuvvetli bir rivayete göre Kırım Hanı I. Mengli (Benli)<br />
Giray'ın kızıdır. Meziyetleri ile tanınmıştır. Sultan Selim Camii'nde, Yavuz'un türbesinin yanındaki<br />
türbede gömülüdür.<br />
19 Mart 1877'de ilk Meclis-i Mebusan toplanarak teşrii vazifesini görmeye başlamıştı. Mithat Paşa ve<br />
arkadaşlarının ısrarıyla II. Sultan Abdülhamit tarafından 23 birinci kanun 1876'da ilan edilen Kanun-i<br />
Esasi'nin hükümleri icabınca toplanan bu meclis, yine Abdülhamit'in emriyle <strong>13</strong> Şubat 1878'de<br />
feshedilmiştir.<br />
25 Mart 25 Mart 1821'de Yunanistan istiklalini ilan etmişti.<br />
27 Mart 27 Mart 1854'te İngiltere ve Fransa, Rusya'ya savaş açmıştı (Kırım Savaşı). Rus saldırısına uğrayan<br />
ve kendisini başarı ile koruyan Türkiye, Mustafa Reşit Paşa'nın pek parlak diplomasisi sayesinde,<br />
Avrupa'nın iki büyük liberal devletini de, amansız düşmanına karşı savaşa sokmuştu.<br />
30 Mart 30 Mart 1856'da Paris Sulh Muahedesi imzalanmıştı. Türkiye'ye haksız saldıran Ruslara karşı<br />
İngiltere, Fransa, Sardunya tarafımızı tutarak Kırım'da beraberce savaşmışlar ve galip gelmişlerdi.<br />
İlk olarak bizim de katıldığımız bu kongrenin sonucunda lehimize pek çok hükümleri bulunan Paris<br />
Muahedesi imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu'nun da Avrupa Devletleri gibi istiklaline sahip<br />
olduğu taahhüt edilmiştir. (Bu antlaşma ile istiklalimiz kabul edilse de sonradan gözleri dönerek<br />
toprağımızı paylaşma hevesine düşmüşlerdir. Dolayısı ile bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır.<br />
Tabi geldikleri gibi de gitmişlerdir.)<br />
31 Mart 31 Mart 1517'de esir edilen son Mısır-Suriye Türk-Memlük İmparatoru Sultan Tumanbay, Kahire'de<br />
Yavuz Sultan Selim'in huzuruna kabul edilmişti. Yavuz, Tumanbay'a eşit bir hükümdar muamelesi<br />
yapmış ve tahtının yanına kurdurduğu bir tahta oturtmuştur.<br />
40 Bizbiriz Dergisi
Namaz Kılmayı Öğreniyorum !<br />
ÇOCUK<br />
Hüsna Sezgin<br />
YANTARAFTA VERİLEN ŞEMADA BOŞ<br />
BIRAKILAYAN YERLERİ<br />
DOLDURUNUZ.<br />
AYETİ CELİLE<br />
"Gündüzün iki yanında ve gecenin gündüze<br />
yakın saatlerinde namaz kıl. Şüphesiz<br />
iyilikler kötülükleri giderir" [Hûd sûresi<br />
(11), 114]<br />
BİLMECELER<br />
Bir nedir? Beş nedir? Kabedeki taş nedir?<br />
Dil ile verilir, Sadaka denilir.<br />
Son sözümüz o olsun, Ruhumuz nurlarla dolsun…<br />
Bir dalda beş meyve<br />
İkisi gün görür<br />
İkisi gün görmez.<br />
Ağız kapalıdır Yenmez içilmez… İslam’ın şartıdır, Asla<br />
vazgeçilmez<br />
Annesi, matematiği zayıf olan oğluna dört işlemi öğretmeye çalışıyordu:<br />
- Bak yavrum, matematik kadar kolay bir ders yoktur aslında. Örneğin; sen bir bakkal olsan, ben sana<br />
gelip tanesi elli kuruştan iki yumurta, bir liradan da üç ekmek alsam, kaç lira vermem gerekir.<br />
Çocuk gözlerini kırptı, biraz düşündü, ama işin içinden çıkamadı.<br />
- Zararı yok anneciğim, borcun olsun; sonra ödersin.<br />
SORU<br />
1-) Bakalım matematiğinize güveniyor musunuz?<br />
İşte, kolay bir soru:<br />
Elimdeki çiçeklerin ikisi hariç hepsi papatya, ikisi hariç hepsi gül ve ikisi hariç hepsi karanfil olduğuna<br />
göre elimde hangi çiçekten kaç tane bulunmaktadır?<br />
Cevaplar gelecek sayıda...<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
41
42 Bizbiriz Dergisi