Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
2147-642Bizbiriz<br />
Sayı: 10<br />
Kasım 2013<br />
ISSN:<br />
d e r g i s i<br />
<strong>BUGÜN</strong><br />
<strong>DEĞİLSE</strong><br />
<strong>NE</strong> <strong>ZAMAN</strong><br />
<strong>BİRLİK</strong><br />
<strong>OLACAĞIZ</strong><br />
اأعوذ بالله من الشيطان الرجيم<br />
بسم الله الرحمن الرحيم<br />
وَاعْتَصِ مُوا بِحَ بْلِ اللَّهِ جَ مِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ اإِذْ كُنْتُمْ<br />
اَأعْدَاءً فَاَألَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَأصْ بَحْ تُمْ بِنِعْمَتِهِ اإِخْ وَانًا وَكُنْتُمْ عَلَىَ شَ فَا حُفْرَةِ<br />
مِّنَ النَّارِ فَاَأنْقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ اآيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ<br />
Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.<br />
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz<br />
de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler<br />
olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan<br />
kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola<br />
eresiniz.<br />
(Ali İmran/103)
EDİTÖRDEN<br />
DÜNYADA BİR YOLCU GİBİ OLMAK<br />
Abdullah İbn Mes’ ûd anlatıyor: Allah’ın<br />
Rasulü (s.a.v.) bir hasırın üzerinde uyumuş<br />
ve hasır vücudunun yan tarafına iz yapmıştı.<br />
Bunun üzerine biz, Ya Rasulallah, sizin için<br />
bir yatak hazırlasak deyince Efendimiz (s.a.v.)<br />
şöyle buyurdular. Dünya benim neyime! Ben<br />
dünyada, bir ağaç altında dinlendikten sonra<br />
yoluna devam eden bir yolcu gibiyim.<br />
(Tirmizi – İbn Mace – İbn Hanbel )<br />
******<br />
Değerli kardeşlerim Rasulullah (s.a.v.)<br />
efendimizin dünyaya bakış açısını gösteren bir<br />
hadis…<br />
Bu külfetsiz, basit<br />
yaşayışa üzülen ve<br />
üzüntülerini yapmayı<br />
istediklerini teklifleriyle<br />
birlikte arz eden sahabe-i<br />
kirama, Habibi Kibriya<br />
(s.a.v) efendimizin verdiği<br />
cevap hiç unutmamamız<br />
gereken bir hakikatin çok<br />
açık ifadesidir: Ben dünyada<br />
bir yolcu gibiyim.<br />
******<br />
Acaba biz dünyada baki<br />
miyiz? Tabi ki hayır!<br />
hatırlatmamız gerekiyor. Lakin esas olan dünya<br />
hayatının geçici olduğunu söylemek değil,<br />
davranışlarımızla ve yaşantımızla dünyalıkların<br />
amaç değil ebedi olan ahiret hayatına ulaşmamız<br />
için bir araç olduğu şuuruna varmaktır.<br />
Rabbim hepimize dünya hayatında bir<br />
yolcu olduğumuzun bilincinde olmamızı nasip<br />
eylesin. Amin<br />
******<br />
Değerli okuyucularımız Rabbimizin izin<br />
ve müsaadesi ile yine yepyeni ve dopdolu<br />
bir sayımızla daha huzurunuzdayız. Bizler siz<br />
değerli okuyucu kardeşlerimizin vermiş olduğu<br />
destekle kısa süre içerisinde büyük bir aile olma<br />
yolundayız inşallah hepinize sonsuz teşekkür<br />
ediyoruz. Bu sayıda kardeşlerimiz evvelen<br />
Allah’ın rızası için sonra<br />
da siz kıymetli okuyucu<br />
kardeşlerimizin istifadesine<br />
sunulmak üzere birbirinden<br />
güzel konuları kaleme<br />
aldılar. Rabbim cümlemize<br />
okuyup anlamak ve<br />
hayatımıza tatbik etmemizi<br />
nasip eylesin. Amin<br />
Selam ve dua ile…..<br />
Bizimde bu dünyada<br />
bir yolcu olduğumuzu<br />
kendimize<br />
sıkça<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
İmtiyaz Sahibi<br />
Bizbiriz Derneği adına<br />
Yön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan<br />
Editör ve Yazı İşleri Müdürü<br />
Kadir Aydın<br />
Grafik – Tasarım<br />
Yasin Candan<br />
Fotoğraf<br />
Bahadır Aktaş<br />
Reklam Koordinatörü<br />
Ahmet Navruz<br />
Yayın Kurulu<br />
Hamide Erbay<br />
Ayşe Tunç<br />
Selman Bahar<br />
Zehra Bilmen<br />
Faruk Kul<br />
Ümmü Haram<br />
Baskı Tarihi<br />
Aralık 2013<br />
Baskı<br />
Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.<br />
Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14<br />
Konya<br />
Tel : 0 332 342 01 55<br />
Fax : 0332 342 21 63<br />
www.ermanofset.com<br />
Bizbiriz Dergisinde<br />
yayınlanan yazı, şiir, söyleşi,<br />
fotoğraf, illüstrayon,<br />
infografik ve makalelerin<br />
elektronik ve basılı<br />
ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz<br />
Derneği’ne aittir.<br />
Yayın Türü<br />
Aylık, yaygın süreli yayın<br />
Bizbiriz Derneği<br />
Şeyh Sadrettin Mahallesi<br />
Turgutoğlu Sokak No:9<br />
Meram / KONYA<br />
Tel : 0 (332) 353 27 00<br />
0 (541) 248 65 28 - 0 (507) Bizbiriz 577 22 Dergisi 25<br />
3
Birlik, Beraberlik<br />
ve Kardeşlik<br />
Buluşması<br />
6<br />
Abdullah Murad<br />
Şükrüoğlu<br />
Hocaefendi’nin<br />
Konuşması<br />
7<br />
Küreselleşme ve<br />
İslam İlişkisi<br />
8<br />
Alak Sûresi<br />
Tefsiri<br />
Hadis<br />
16<br />
Fıkıh<br />
18<br />
Siyer-i Nebi<br />
22<br />
Tasavvuf<br />
26<br />
Ayın<br />
Sohbeti<br />
31<br />
Nereye<br />
34
Sahabe-i Güzin<br />
38<br />
Müslüman<br />
Bilimadamları<br />
42<br />
Şehrin<br />
Görünmeyen<br />
Yüzü<br />
45<br />
Asr Suresinin<br />
Fazileti<br />
47<br />
Arapça<br />
Rabca’ya<br />
Götürür<br />
48<br />
Haydar<br />
50<br />
Faydalı Bilgiler<br />
51<br />
Tarih’te<br />
Kasım<br />
52
Birlik, Beraberlik ve<br />
Kardeşlik Buluşması<br />
Ne ayrıyız ne gayrı<br />
Hep aynıyız hep aynı<br />
Fikirler olsa da ayrı<br />
Bir nefesiz bil gayri”<br />
Varisün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU<br />
17 Kasım 2013 Pazar günü Bizbiriz Derneğimizin<br />
“ Birlik, beraberlik ve kardeşlik ” buluşmasını Mümtaz<br />
Koru İmam Hatip Ortaokulu bahçesinde gerçekleştirdik.<br />
Cenab-ı Hakka sonsuz şükrediyoruz ki bizlere<br />
böyle bir organizasyonu nasip etti. İstanbul ve<br />
İzmir’ den gelen Bizbiriz Derneği temsilcilerimizle,<br />
Konya’ dan iştirak eden misafirlerimizle beraber çok<br />
sıcak ve çok bereketli bir kaynaşmayı yaşadık.<br />
Birlik, beraberlik ve kardeşlik buluşması programımız<br />
kardeşlerimizin Kuran-ı Kerim tilaveti ile<br />
başladı ve ilahilerle aralıksız devam etti. Dernek<br />
başkanımız Mehmet Emin Doğan’ın “Bütün Müslümanlar<br />
kardeştir ve birlik içinde olmamız gerektiğini,<br />
tek vücut halinde olup Alllah’ ın ipine<br />
sımsıkı sarılmamızın bizler için İslam alemi için<br />
gerekliliğini” vurgulayan açılış konuşmasını yaptı.<br />
Program süresince geleneksel Konya düğün<br />
yemeği ikram edildi. Allah’ a şükürler olsun masalar<br />
doldu doldu taştı, yemek bereketlendikçe arttı.<br />
Tüm kardeşlerimizde bir sevinç bir muhabbet ve<br />
hoşgörü belli ki yüzlerinden okunuyordu.<br />
Bizbiriz derneği 2012 yılında kurulmuş ve hızlı<br />
bir şekilde hizmet ve faaliyetlerine aralıksız devam<br />
etmektedir. Bugüne kadar mahalle muhtarları ile<br />
koordineli bir şekilde 60’ a yakın mahallede birçok<br />
aileyi ziyaret ettik ve bu ailelere maddi ve manevi<br />
olarak yardım etme çabası ve gayreti gösterdik.<br />
Bu buluşma bizim için çok farklı bir organizasyondu,<br />
bugüne kadar ziyaret ettiğimiz ailelerin buluşması<br />
ve kaynaşması programı oldu.<br />
Dernek üyesi kardeşlerimizin tarafından, Varisün<br />
Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU hocamızın “etsiz<br />
kemiksiz çocuklarımız ”dediği Sohbet kitaplarımızdan<br />
ve Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin dua<br />
kitapları ücretsiz olarak gelen misafirlere dağıtıldı.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
6
Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik Buluşması<br />
Varisün Nebi<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Hocaefendi’nin Konuşması<br />
اأعوذ بالله من الشيطان الرجيم<br />
بسم الله الرحمن الرحيم<br />
وَاعْتَصِ مُوا بِحَ بْلِ اللَّهِ جَ مِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا<br />
نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ اإِذْ كُنْتُمْ اَأعْدَاءً فَاَألَّفَ بَيْنَ<br />
قُلُوبِكُمْ فَاَأصْ بَحْ تُمْ بِنِعْمَتِهِ اإِخْ وَانًا وَكُنْتُمْ عَلَىَ شَ فَا<br />
حُفْرَةِ مِّنَ النَّارِ فَاَأنْقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ<br />
لَكُمْ اآيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ<br />
Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın.<br />
Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini<br />
hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar<br />
idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu<br />
nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir<br />
ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan<br />
kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık<br />
bildiriyor ki doğru yola eresiniz.<br />
(Ali İmran/103)<br />
وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْ زَنُوا وَاَأنْتُمُ الْاَأعْلَوْنَ اإِنْ كُنْتُم<br />
مُّؤْمِنِينَ<br />
Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten)<br />
iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.<br />
(Ali İmran/139)<br />
وَاَأطِيعُوا اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُوا فَتَفْشَ لُوا وَتَذْهَبَ<br />
رِيحُكُمْ وَاصْ بِرُوا اإِنَّ اللَّهَ مَعَ الصَّ ابِرِينَ<br />
Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin.<br />
Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz<br />
elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle<br />
beraberdir. (Enfal/46)<br />
لاَ تَدْخُلُونَ الْجَ نَّةَ حَ تَّى تُؤْمِنُوا وَلاَ تُؤْمِنُوا حَ تَّى<br />
تَحَ ابُّوا<br />
İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi<br />
sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. (Müslim,<br />
Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56)<br />
“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar<br />
sâyesinde Allah’dan yardım görüp ve rızıklandığınızdan<br />
şüpheniz olmasın.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 70)<br />
“Birlikte rahmet, tefrika azaptır. ” (Müsned-i Ahmed,<br />
4:145)<br />
Tefrika Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın fitnesidir.<br />
Hangi topluma, hangi kavme girmişse onu helak<br />
etmiştir.<br />
Hizipçilik edenler bilsinler ki; her biri Allah’ın<br />
kovmuş olduğu şeytanın neferidir.<br />
Şucuyuz bucuyuz diyenler, cehennemi odunu<br />
olur, giderler.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
7
Küreselleşme ve<br />
İslam İlişkisi<br />
SELMAN BAHAR<br />
Küreselleşme, 19. yüzyılın sonlarında Sanayi<br />
Devrimi ile teknolojik faaliyetlerin başlamasıyla<br />
sosyal bilimlerin araştırma konusu<br />
olmuş bir kavramdır. 20. yüzyılın başlarında<br />
ve ortasında yaşanan iki büyük Dünya Savaşı<br />
ile askeri teknolojide yaşanan büyük ivmenin<br />
sivil teknolojiye yansıması ve kitlesel iletişimin<br />
adım adım gelişmesiyle Küreselleşme<br />
kavramı üzerine bilimsel araştırmalar artmaya<br />
başlamıştır. Yine yirminci yüzyılın sonlarında<br />
Soğuk Savaş’ın fiilen bitmesi ama teknoloji sahasında<br />
icatlar ve keşifler üzerine bir savaşın<br />
devam etmesi teknolojinin oldukça hızlı ilerlemesine<br />
sebep olmuştur. Bu durum bilginin<br />
yayılmasını ve iletişimin tarihte görülmüş en<br />
hızlı boyutlara ulaşmasını sağlamıştır. Tam anlamıyla<br />
olmasa da iletişim ve bilgiye ulaşma<br />
hızıyla alakalı olan Küreselleşme kavramı günümüz<br />
dünyasında sosyal bilimlerin en fazla<br />
araştırdığı kavram olmuştur.<br />
İslam’la ilişkisini anlatabilmek için Küreselleşme<br />
kavramını en kısa ve en yalın haliyle<br />
şöyle tanımlayabiliriz. Zaman’da daha hızlı<br />
akış, Mekan’da daha soyut sınırlar, Kişi’nin toplumla<br />
daha fazla etkileşim halinde olması...<br />
Varılacak bir noktaya yürüyerek gidilmesindense<br />
otomobillerle daha kısa sürede<br />
varılması zamanın hızlanmasına, bir odada<br />
otururken internet vasıtasıyla başka bir<br />
ülkede olan insanlarla muhabbet edilebilmesi<br />
mekanın sınırlarının soyutlaşmasına ve<br />
günümüzde hızlı akan zamanın ve soyutlaşmış<br />
sınırların bir gereği olarak toplumsal olaylarla<br />
ve toplumla daha fazla iç içe yaşamamız<br />
gerekmesi de kişilerin toplumla etkileşiminin<br />
artmasına örnek olarak verilebilir. Bu durumda<br />
Küreselleşme’nin etkilediği birçok değerden<br />
biri de dinsel yaşam olacaktır.<br />
Ne için yaşamak ve nasıl yaşamak? Bu sorular<br />
Küreselleşme’nin İslam üzerindeki etkisini<br />
anlayabilmek adına kişilerin kendilerince<br />
cevaplamaları gereken iki sorudur. Çünkü bu<br />
sorular her insanda farklı bir cevap bulabilir.<br />
Daha net olarak bu sorular Küreselleşmenin<br />
iyi yönde mi yoksa kötü yönde mi İslam’a etki<br />
ettiğini anlayabilmek için cevaplanması gereken<br />
iki önemli sorudur. Çünkü Küreselleşme<br />
İslam›ın doğrularına yani Kur’an-ı Kerim’e ve<br />
Hz. Muhammed (sav) Efendimizin sünnetine<br />
hükmedecek değildir. Küreselleşen yaşam<br />
standartları sadece kişilerin İslam’ı yaşama<br />
şekline hükmedebilir. Yani insanoğlu ne kadar<br />
müsamaha gösterirse Küreselleşme insanoğlunun<br />
yaşantısına o derecede etki edecektir.<br />
Bu yüzden biz Küreselleşme’nin yaşantılara ne<br />
anlamda etki ettiğini anlayabilmek için «Ne<br />
için yaşamak?” ve “Nasıl yaşamak?” sorularını<br />
cevaplamak zorundayız.<br />
Dediğimiz gibi, bu soruların herkes için<br />
farklı cevabı vardır. Bir ateist için ilk sorunun<br />
cevabı, “Hiç bir şey için” iken ikinci sorunun<br />
cevabı, “Tesadüfler üzerine yaşamak” olabilir.<br />
Bu noktada ateist, günümüzde hızlı akan zamanı<br />
ve ortadan kalkmaya başlayan sınırları,<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
8
tesadüfleri artıran sebepler olarak görecek ve<br />
yaşantısının maneviyatını boşaltmaya o denli<br />
devam edecektir. Fakat başka bir pencereden<br />
bakarsak bir Müslüman bu soruları şöyle<br />
cevaplayacaktır. “Allah-u Teala’nın rızasını kazanmak”<br />
ve “Allah-u Teala’nın rızasını kazanabilmek<br />
için O’nun koyduğu helal-haram sınırlarına<br />
göre yaşamak”<br />
İşte Küreselleşme, Müslüman bir kişinin yaşantısında<br />
onu yolundan alıkoyan bir engel olmaktan<br />
çok fırsatlar haline dönüşecektir. Müslüman<br />
hızlı akan zamanı, atalarının ulaşmakta<br />
güçlük çektiği veya hiç ulaşamadığı coğrafyalara<br />
İslam’ı ve İslam’ın gereklerini ulaştırmak için<br />
kullanacaktır. Elindeki imkanların derecesinde<br />
Konya’dan havalanan<br />
bir uçakla en fazla<br />
on sekiz saat içinde<br />
Japonya’ya varabilecektir.<br />
Halbuki atalarının<br />
bırakın Japonya’yı,<br />
doğduğu şehirden hiç<br />
çıkmadan ömrünü tamamladığı<br />
vakidir.<br />
Bu örnekler çoğaltılabilir.<br />
Önemli olan<br />
bu örneklerle varmak<br />
istediğimiz sonuçtur.<br />
Şöyle ki artık günümüzde<br />
bir insan bundan<br />
yüz yıl öncesinde<br />
koca bir devletin bile<br />
sahip olmadığı imkanları elinin altında tutuyor.<br />
Fakat bu imkanları ne için kullanıyor? Bir<br />
Müslüman bu imkanları nasıl kullanmalı? Her<br />
zaman ikinci soruya verdiği cevabı hatırlayarak<br />
kullanmalı. Yani helal-haram sınırlarına riayet<br />
ederek...<br />
Allah tarafından sunulmuş her nimet bir helalini,<br />
bir de haramını barındırır. Bizler her an bu<br />
bilinçte olursak ve ferasetle olaylara bakarsak<br />
her işin haramını da, helalini de fark edeceğiz.<br />
Bu durum her şeyde olduğu gibi günümüz teknolojisini<br />
kullanırken de geçerlidir. Eğer teknolojiyi<br />
lüks arabalar, yüksek korumalı toplumdan<br />
soyutlanmış siteler, eğlence mekanları olarak<br />
görürsen sadece sana sunulanla yetinmiş olursun.<br />
Ama eğer teknolojinin sana sunduklarıyla<br />
daha iyisini yapmaya gayret edersen işte o<br />
zaman teknolojiyi kullanmış sayılırsın. Yani sadece<br />
lüks otomobiller satın alıp binmek yerine<br />
Ama biz Allah’ın rızasını gözeterek<br />
salih ameller işlemek istiyorsak<br />
araçlar amacımıza hizmet<br />
edecek. Biz nasıl olduğuna akımızla<br />
varamayacağız güzellikler<br />
yaşayacağız. Allah’ın lütfuyla attığımız<br />
bir adım on adım hükmünde<br />
olacak, ilerlerken nasıl ilerlediğimize<br />
şaşacak cümle alem.<br />
Müslüman mühendisler kendini geliştirip bu<br />
arabalardan daha iyisini yaparsa teknoloji seni<br />
değil sen teknolojiyi kullanmış olursun. Sitelerin<br />
güvenliğini gayrimüslimlerce sunulan teknolojiye<br />
emanet etmek yerine Müslümanları,<br />
gayrimüslimlerin güvenlik teknolojilerine karşı<br />
bir güvenlik sistemi oluşturmaya teşvik edersen<br />
işte böylece Küreselleşme›nin faydasını<br />
görürsün. Aksi halde Küreselleşme’nin bir nimet<br />
olduğunu bilmez ve olmadık haramın içine<br />
düşer insanoğlu.<br />
Kur’an- Kerim’de Yüce Rabbimizin biz Müslümanlara<br />
çok fazla sorduğu, soru kalıbıyla<br />
emrettiği bir şey var, “Düşünmez misiniz?”<br />
Düşünmek, bir köşeye çekilip saatlerce suspus<br />
oturmak değildir.<br />
Yaşantının seyrettiği<br />
her and, başa gelen<br />
her olayda sürekli ferasetin<br />
açık olmasıdır.<br />
“Bu olay başıma neden<br />
geldi?, Sebepleri<br />
ne?, Bundan sonra ne<br />
yapmalıyım?...”<br />
İnsan kendi için yaşadığının<br />
bir mislini<br />
de ailesi, akrabaları,<br />
komşuları yani çevresi<br />
için yaşamalıdır ki<br />
Allah-u Teala’nın rızasına<br />
erebilsin. Çünkü<br />
Allah-u Teala bencil<br />
olanı değil bizcil olanı sever. Biz diyeni, birlik<br />
ve beraberlik için bir çaba göstereni tabi ki<br />
de “hep bana” diyenden daha çok sevecektir.<br />
Küreselleşen Dünya ise biz olabilmek adına,<br />
birlik ve beraberliği hiç olmadığı kadar fazla<br />
yaşayabilmek adına tarih boyunca görülen en<br />
güzel fırsattır. Çünkü tarihteki örneklerin aksine<br />
binlerin, on binlerin değil milyonların olduğu<br />
kitlelere kısa zamanda ulaşabilmek yaşadığımız<br />
zaman diliminde mümkündür.<br />
Küreselleşme birlik ve beraberlik adına çok<br />
güzel bir fırsatken aynı zamanda kötü niyetli<br />
düşünen fikri kötü olan insanların elinde nifak<br />
ve fitne için de bulunmaz nimettir. Yani Dünyevi<br />
her nimetin bir helal boyutu ve bir haram boyutu<br />
vardır. Sürekli vurguladığımız gibi tercihler<br />
önemlidir bu noktada da. Biz neyi istiyorsak<br />
onu yapacağız elimizdeki fırsatlarla. Eğer kötü-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
9
yü istersen kötü her zaman var Dünya’da. Kötü<br />
nedir? Kötü zarardır, ziyandır, huzursuzluktur.<br />
Ama biz Allah’ın rızasını gözeterek salih<br />
ameller işlemek istiyorsak araçlar amacımıza<br />
hizmet edecek. Biz nasıl olduğuna akımızla<br />
varamayacağız güzellikler yaşayacağız.<br />
Allah’ın lütfuyla attığımız bir adım on adım<br />
hükmünde olacak, ilerlerken nasıl ilerlediğimize<br />
şaşacak cümle alem.<br />
Tamda bu noktada Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Hocamızdan bir güzelliği anlatmak<br />
yerinde olacaktır ki, niyet iyi olursa araçların<br />
nasıl insana hizmet ettiği daha iyi anlaşılsın.<br />
Hocamız zamanında Ramuz El Ehadis diye bilinen<br />
hadis kitabını satarmış kapı kapı dolaşıp...<br />
Fakat her zamanda dua edermiş, “Rabbim<br />
bize fırsat ver de bu kitapları Kur’an-ı<br />
Kerim’i satmak yerine hediye edelim insanlara.”<br />
diye. Duanın sürekli olanı, “Kabul olunmadı”<br />
denmeden devam edileni makbuldür. Hocamızın<br />
yıllarca çabası, duası bu yönde olmuş<br />
ve şimdi gelinen noktada Hocamızın manevi<br />
önderliğinde faaliyet yürüten Bizbiriz Derneği<br />
hem yurt genelinde hem de yurtdışındaki<br />
birçok noktada amme hizmeti olarak Kur’an-ı<br />
Kerim, hadis kitapları ve hocamızın sohbet kitaplarını<br />
halka hediye ediyor. Bu hikayeyi anlatmaktan<br />
kasıt icraatlarımızı övmek değildir<br />
sadece örnek olmaktır cümle Müslümana. Ki<br />
zaten Hocamız ve O’nun rehberliğinde kardeşlerimiz<br />
“Kula Allah’ın övgüsü gerek.” diyerek<br />
hizmet ediyor, Allah’ın rızasından başka<br />
bir gaye görmüyoruz, Elhamdülillah.<br />
Hasıl-ı kelam Müslüman öyle olacak ki, her<br />
devrin kendine has fırsatlarını avcunun içinde<br />
tutacak. O nimetleri iki eliyle yoğurup İslam<br />
adına insanlığa sunacak. Sadece çağımızda<br />
yani küreselleşen Dünya’da değil, her çağda<br />
böyleydi ve böyle olacak. İslam’ı yaşamak<br />
hem zor hem de kolay olacak.<br />
Zor olacak, çünkü gönül almazsa bir zerre<br />
ağır gelir sineye,<br />
Kolay olacak, gönlün aldığı kadar almaz hiç<br />
bir kap, bu böyledir olacak böyle...<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
10
Alak Sûresi Tefsiri<br />
İLÂHİ VAHYİN ÇAĞRISI:<br />
YARATAN RABBİNİN<br />
ADIYLA OKU!<br />
Hamide ERBAY<br />
Beşiktaş İlçe Vaizi<br />
Rasûlullah’a (s.a.v) indirilen vahy-i ilâhînin<br />
ilk ayetleriyle başlayan Alak Suresi, adını<br />
ikinci ayetinde geçen “alak” kelimesinden<br />
almıştır. “Oku” anlamındaki ilk kelimesinden<br />
dolayı “İkra Suresi” diye de anılmaktadır. On<br />
dokuz ayetten oluşan sure Mekke’de Ramazan<br />
ayında indirilmiştir. Surenin ilk beş ayeti<br />
Rasûlullah’a (s.a.v) gelen ilk vahiydir. Geriye<br />
kalan on dört ayetinin ise daha sonraları Ebu<br />
Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir.<br />
Hadis kaynaklarında Hz. Ayşe’ye isnat edilen<br />
rivayete göre ilk vahyin iniş hadisesi şöyle<br />
anlatılmaktadır:<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
11
“Hz. Muhammed’e (s.a.v) ilk gelen vahiy,<br />
uykusundaki sadık rüya halindeydi. Ne zaman<br />
bir rüya görse mutlaka gün aydınlığı gibi çıkardı.<br />
Sonra ona yalnız başına kalmak hoş<br />
gösterildi. Ve O, Hira dağındaki mağaraya çekilerek<br />
sayısı belirli gecelerde orada ibadet etmekteydi.<br />
Bu esnada ailesine yaklaşmamakta<br />
ve onlara uğramamaktaydı. Beraberinde yiyeceğini<br />
de götürmekteydi. Sonra tekrar Hz.<br />
Hatice’nin yanına gelip azığını almakta ve gitmekteydi.<br />
Nihayet Hira mağarasında Hak ona<br />
geldi. Yaklaşan melek “Oku” dedi. O ise “Ben<br />
okuyamam” dedi. Hz. Muhammed (s.a.v) buyurdu<br />
ki “Melek beni aldı ve sıktı. Öyle ki beni<br />
son derece yordu ve bıraktı.” Sonra dedi ki<br />
‘Oku.’ Ben ise okuyamam dedim. İkinci defa<br />
beni aldı ve sıktı sonra dedi ki ‘Oku!, yaratan<br />
Rabbinin adıyla. O insanı alaktan yarattı. Oku!<br />
Kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini<br />
öğreten Rabbin sonsuz kerem sahibidir.’ ”<br />
Böylece Hz. Muhammed (s.a.v) ilikleri titreyerek<br />
döndü ve Hz. Hatice’nin yanına geldi.<br />
Sonra: “Beni örtünüz, örtünüz.” dedi. Üzerini<br />
örttüler, korku ve dehşeti gidinceye kadar. Hz.<br />
Muhammed (s.a.v) “Ey Hatice, bana ne oldu?”<br />
diyerek başından geçenleri haber verdi ve<br />
dedi ki “Kendimden korktum.” Hz. Hatice ise<br />
ona “Hayır, seni müjdelerim. And olsun ki Allah<br />
(c.c), seni ebediyen mahcup etmez. Çünkü sen<br />
akrabalarını ziyaret edersin, doğru söylersin,<br />
zahmetlere katlanır, misafirlere ikram edersin.<br />
Haklı olanlara destek olursun.” Sonra Hz. Hatice<br />
varıp amcasının oğlu Husay oğullarından<br />
Abdüluzzâ oğlu Nevfel oğlu Varaka’nın yanına<br />
gitti. Varaka, cahiliye döneminde Hıristiyanlığı<br />
kabul etmiş birisiydi. İbranice (okuma) yazma<br />
bilirdi. İncil’den Allah’ın dilediği kadarını<br />
İbranice olarak yazmıştı. Yaşlı birisiydi, gözlerini<br />
yitirmişti. Hz. Hatice ona dedi ki: “Ey amcamın<br />
oğlu, kardeşinin oğlundan dinle.” Varaka<br />
dedi ki: “Ne oldu sana kardeşimin oğlu?”<br />
Hz. Muhammed (s.a.v) gördüklerini anlattı.<br />
Bunun üzerine Varaka dedi ki: “Bu sana gelen,<br />
Hz. Musa’ya inen Namus-u Ekber’dir. Keşke<br />
ben de bulunsaydım, keşke ben de kavmin<br />
seni vatanından çıkarttığı zaman sağ<br />
olsaydım.” Rasûlullah (s.a.v) “Kavmim beni vatanımdan<br />
mı çıkaracak?” dediğinde, Varaka<br />
“Evet, senin getirdiklerini hangi kimse getirdi<br />
ise ona düşmanlık edilmiştir. Eğer ben senin<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
12
gününe ulaşırsam sana büyük destek olurum.”<br />
Ancak Varaka çok geçmeden vefat etti.” (Buhârî,<br />
Bed’ul-Vahy, 3; Müslim, İman, 252) 1<br />
Yüce Allah’ın mele-i alâdan ikramda bulunarak<br />
insanı anıp iltifatta bulunması, bütün<br />
mevcudatın ilahi kelamın sedasıyla huşu duyması,<br />
eşi bulunmaz, akılları durduracak bir hadise,<br />
büyük bir lütuftur. Öyle ki Yüce Allah (c.c)<br />
ile kulları arasındaki yirmi üç yıl boyunca süren<br />
bu doğrudan doğruya münasebetin zevkini<br />
tadanlar, Rasûlullah’ın (s.a.v) yüce dostuna<br />
intikalinden sonra, O’nun kaybının yanında vahiy<br />
vasıtasıyla kurulan bu rabıtadan mahrum<br />
kalmanın da üzüntüsünü yaşamışlardır.<br />
Enes (r.a.)’dan gelen rivayete göre, Hz.<br />
Peygamber’in (s.a.v) vefatından sonra Hz.<br />
Ebubekir Hz. Ömer’e dedi ki: “Haydi birlikte<br />
Resûlullah’ın (s.a.v) hayattayken ziyaret ettiği<br />
gibi, biz de Ümmü Eymen’i (r.a.) ziyaret edelim.”<br />
Onun yanına geldiklerinde Ümmü Eymen<br />
(r.a) ağladı. Hz. Ebubekir ve Ömer ona: “Neden<br />
ağlarsın, bilmez misin ki Allah (c.c) katında<br />
olanlar Allah Rasulü (s.a.v) için daha hayırlıdır?”<br />
dediklerinde o da; “Evet, bilirim. Allah (c.c) katında<br />
olanlar Allah Rasulü (s.a.v) için daha hayırlıdır.<br />
Ama gökten gelen vahyin kesilmiş olması<br />
ağlatır beni,” demiştir. Bu söz üzerine Hz.<br />
Ebubekir’de Hz. Ömer’de heyecana gelerek ağlamaya<br />
başlamışlardı. 2<br />
İlâhî vahyin yeryüzüne inişi ile yeni bir dönem<br />
başlamış, bir dönem son bulmuştur. Allah’ın<br />
(c.c) himayesi ve inayeti altında olan müminler<br />
tüm işlerinde, büyük küçük her meselelerinde<br />
vahyin kılavuzluğu ile yol almışlardır.<br />
Resûlullah (s.a.v.) Rabbiyle doğrudan doğruya<br />
ilk bağ kurduğu anda, Mele-i alâya döndürülerek<br />
Yüce Allah’ın (c.c) adıyla okuması için<br />
emir almıştır.<br />
1-“Yaratan rabbinin adıyla oku”<br />
Rasûlullah’a (s.a.v) inen ilk vahiy, ona ve<br />
onun şahsında bütün inananlara okumayı emretmiş,<br />
onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip<br />
yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin<br />
1 İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. XV, s. 8528.<br />
2 İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. XV, s. 8530.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
13
“oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki kez<br />
tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin insan<br />
hayatındaki önemini vurgulamaktadır. Daha<br />
sonra indirilecek olan Bakara suresinde Rabbimizin,<br />
canlılar arasında insanın farklı ve üstün<br />
konumunu onun öğrenme özelliği ile tanımlaması<br />
da son derece anlamlıdır (Bakara,<br />
23).<br />
Ancak, Rasûlullah’a (s.a.v.) emredilen “okumanın”<br />
konusu veya neyi okuması gerektiği<br />
hususu ayette belirtilmemiştir. Çünkü başta<br />
kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki<br />
ayetler olmak üzere, üzerinde inceleme yapıp<br />
zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders<br />
ve ibret alınması gereken her şeyi tanıması,<br />
hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir.<br />
Kuşku yok ki yaratanı tanımak dinin en temel<br />
gayesidir. Bu sebeple “Yaratan Rabbinin adıyla<br />
oku!” buyrularak Rasûlullah’ın (s.a.v) okuma<br />
faaliyetine veya herhangi bir işe başka varlıkların<br />
adıyla değil, yaratan Rabbinin adıyla başlaması<br />
ve ondan yardım istemesi emredilmiştir.<br />
Ayette yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır.<br />
Çünkü hem insana okuma yeteneği ve imkanı<br />
veren hem de okuduğu, incelediği, anlamaya<br />
ve kavramaya çalıştığı nesneleri yaratan Yüce<br />
Allah’tır (c.c) 3 . O yüce yaratan ki “Sen önceleri<br />
kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şurâ,<br />
52) buyurduğu, hiç kitap okumamış, yazı yazmamış<br />
ümmi Rasulüne bir emir ile bir mucize<br />
olarak okunacak bir kitap indirmiş ve kendisine<br />
yazmadan okuyacak, okutacak, emir<br />
yoluyla yazdırtacak bir kıraat kudreti ihsan<br />
buyurmuştur. Böyle bir okuma mucizesinin<br />
nasıl mümkün olacağı gibi bir şüpheye meydan<br />
bırakılmaması için bir sonraki ayette yaratılışın<br />
başlangıcı ve mahiyeti açıklanıp<br />
hatırlatılmıştır.<br />
2-“O insanı “alak”tan (asılıp tutunan zigot)<br />
yaratmıştır.”<br />
“Alak” sözlükte “alekanın çoğulu” kabul<br />
edilmektedir. Mutlak şekilde ilişken ve yapışkan<br />
nesneye denir. Kana ve özellikle uyuşuk<br />
kana da “aleka” denilmiş. Tefsir bilginleri, yaratılışın<br />
maddi yönünü göz önünde bulundurarak,<br />
kandan bir kısım olması itibariyle ve<br />
ilişiklik manası ile, aşılanmış yumurtanın ana<br />
rahminin iç cidarına asılı vaziyetini (zigot)<br />
“aleka” olarak yorumlamışlardır.<br />
“Aleka”nın ruhani ve manevi olarak aşk ve<br />
sevgi manasına geldiği de sözlükte açıklanmaktadır.<br />
Bu anlamıyla beraber düşündüğümüzde<br />
insanın yaratılış kökeni daha ince, derin<br />
ve beliğ bir anlam kazanmaktadır. 4<br />
3-“Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.”<br />
İlk vahyin nüzulü sırasında Cebrail,<br />
Rasulullah’a (s.a.v) “Oku” dediğinde okuma işinin<br />
okuma yazma bilenler tarafından yapılabileceğini<br />
düşünerek O, “Ben okuma bilmem”<br />
demişti. İşte 3. ayet bir bakıma Rasûlullah’ın<br />
(s.a.v) bu özür beyanına bir cevap niteliği taşımaktadır.<br />
O, insanı “alak”tan yaratıp mükemmel<br />
bir hale getiren kullarından dilediğine<br />
ilm-i ledün (Allah tarafından ihsan edilen<br />
ilim) vererek, bir öğretici ve öğretim aracılığı<br />
olmadan bilgi öğretecek kadar sonsuz bir<br />
cömertliğe sahiptir.<br />
4-5-“O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.<br />
İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”<br />
Âyette kalemin vurgulanmasının sebebi,<br />
kalemin ilim ve hikmetlerin tedvin edilmesinde<br />
en önemli vasıta olmasıdır. Kalem Allah<br />
(c.c) tarafından indirilmiş olan kutsal kitapların<br />
yazılmasında, kuşaktan kuşağa bilgi<br />
aktarmada en önemli vasıta olmuştur. Kalem<br />
vasıtasıyla insana bilmediklerini öğreterek cehalet<br />
karanlığından kurtarması O’nun sonsuz<br />
kereminin ve lütfunun eseridir.<br />
6-7- “Gerçek şu ki insan, kendini kendine<br />
yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır.”<br />
Surenin bundan sonraki kısmı ilk beş ayetinden<br />
epeyce sonraları indirilmiştir. İnmesine<br />
sebep olan kişinin Ebu Cehil olduğu rivayet<br />
edilmektedir. Rivayete göre Ebu Cehil, “Lât<br />
ve Uzza’ya yemin olsun, Muhammed’i namaz<br />
kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yüzünü<br />
toprağa sürteceğim!” diyerek, onun namaz<br />
kılmasını engellemeye karar vermiştir.<br />
Rasulullah’ı (s.a.v) namaz kılarken gördüğünde<br />
yeminini yerine getirmek isteyince hemen<br />
geri döndüğü ve elleriyle kendini korumaya<br />
çalıştığı görülmüş; niçin böyle tuhaf hareketler<br />
yaptığı sorulunca, “Benimle O’nun arasında<br />
ateşten bir hendek, korkunç bir varlık<br />
ve bazı kanatlı şeyler meydana geldi” demiştir.<br />
Resûlullah (s.a.v) “Eğer bana yaklaşsaydı<br />
melekler onu kapıp parça parça edecekler-<br />
3 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c. V, s. 652.<br />
4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 324.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
14
di!” buyurmuş. Bu olay üzerine Alak Suresi’nin<br />
6-19. ayetleri inmiştir (Müslim: Münâfikın, 38). 5<br />
İnsanoğlunun elindeki tüm imkanların gerçek<br />
sahibi, onu yaratan ve istediği anda elinden<br />
alma gücüne sahip olan Yüce Allah (c.c.),<br />
surede insanın yaratılışına dair hakikati ifade<br />
ettikten sonra, kulu ile kendisi arasına giren insanoğlunun<br />
en büyük zaafına işaret etmektedir.<br />
Bu ayetlerin nüzulüne yukarıda anlatılan<br />
olay sebep olsa da, ayetler genel itibariyle, insanın<br />
kendisine yettiğini zannedip, varlığına ve<br />
zenginliğine güvenerek şımarmasına, haddini<br />
aşmasına ve Allah’a itaatten uzaklaşmasına sebep<br />
olduğunu dile getirmektedir.<br />
8-“Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine<br />
aittir (O’na dönecektir)”<br />
Ayet kendisini yeterli gören, elindekini kendine<br />
ait zanneden, böbürlenerek yoldan sapan<br />
kulları uyarmaktadır. Onun için kendini zengin<br />
gören azgının haline bir misal verilerek buyuruluyor<br />
ki:<br />
9-14-“Gördün mü, bir kulu namaz kılarken<br />
engelleyen o adamı? Peki düşündün mü<br />
(ey inkarcı), ya o kul doğru yolda ise? Yahut<br />
günahtan sakınmaya çağırıyorsa! Düşündün<br />
mü (ey Resulüm), ya bu adam hakkı inkar<br />
ediyor, sırt çeviriyorsa! Allah’ın her şeyi<br />
gördüğünü bilmiyor mu?”<br />
Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ayetler,<br />
Rasulullah’a (s.a.v) hitap ederek onun ve müminlerin<br />
Kabe önünde namaz kılmalarını engellemeye<br />
kalkışan Ebu Cehil’e karşı sert bir<br />
uyarıdır. Ayetlerin içeriği ele alındığında ise,<br />
her dönemde dinin sosyal hayata yansımasını<br />
ve dinin toplumsal hayatı iyilik, hak ve adalet ilkellerine<br />
göre şekillendirmesini engellemek isteyen<br />
zalimlere yönelik olduğu görülmektedir.<br />
İnsanlık böyle kişilere karşı uyarılmaktadır.<br />
15-16-“Hayır, hayır! Eğer o, bu davranışından<br />
vazgeçmezse, and olsun ki biz, onu<br />
perçeminden, o günahkar ve yalancı perçeminden<br />
tutup cehenneme sürükleriz.”<br />
“Nâsiye” alındaki saç, perçem için kullanılan<br />
bir ifadedir. “Perçeminden yakalayacağız” sözü<br />
mecazi bir ifade olup, “Onu tutup cehenneme<br />
atacağız, yüzünü kara çıkaracağız, yüzünü damgalayacağız,<br />
alçaltacağız” gibi değişik şekillerde<br />
açıklanmıştır. Kendi kendini yeterli gördüğü<br />
5 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c. V, s. 653.<br />
için azgınlık eden ve Allah’ın kullarının ibadet<br />
etmelerine, dinin emirlerini yerine getirmelerine<br />
engel olan kişinin, imtihan gereği bir süre<br />
dünya hayatında serbest bırakılsa da sonunda<br />
bir gün gelip yakasına yapışılacağı, hak ettiği<br />
cezayı göreceği bildirilmektedir. Nitekim Ebu<br />
Cehil ve benzerleri Müslümanlar karşısındaki<br />
yenilgi ve tükenişleriyle bu dünyada cezalarını<br />
görmüşlerdir. Ayrıca ahirette de cezalandırılacakları<br />
birçok Ayette haber verilmektedir.<br />
17-18-“O hemen kurultayını çağırsın, Biz<br />
de zebanileri çağıracağız.”<br />
“Nâdî” kelimesi, “bir konuda istişare etmek<br />
üzere toplanmak” anlamına gelen “nedve” kökünden<br />
türemiş olup, kurultayda bir araya gelen<br />
heyeti ifade eder. Cahiliye döneminde bu<br />
tür toplantıların yapıldığı yere Dâru’n-nedve<br />
denilirdi. “Zebaniye” kelimesi ise, “itmek, savmak”<br />
anlamına gelen “zeben” kelimesinden türemiş<br />
olup çoğul bir isim olup azap meleklerini<br />
ifade etmektedir. Rivayete göre, Rasulullah<br />
(s.a.v) İbrahim’in makamında namaz kılarken<br />
Ebu Cehil, “Ben sana namaz kılma demedim<br />
mi?” diyerek onu tehdit edip engellemek istemiş,<br />
Rasulullah ona sert bir şekilde karşılık vermişti.<br />
Ebu Cehil, “Sen beni ne ile tehdit ediyorsun?<br />
Vallahi ben bu vadide adamları en çok<br />
olan kimseyim” demiş, bunun üzerine bu ayetler<br />
inmiştir. Bu ayetlerle Ebu Cehil’in aczi ortaya<br />
konmak istenmiştir.<br />
19-“Sakın onun isteğine uyma! Secdeye<br />
kapan ve Allah’a yaklaş”<br />
Ayette, böyle azgın, Allah ve peygamber tanımaz<br />
kimseye boyun eğmemesi, namaz kılmaya<br />
ve secde etmeye devam ederek Allah’a yaklaşma<br />
gayesi içinde olması Rasulullah’a (s.a.v)<br />
emredilmektedir. Şüphe yok ki Allah’a yaklaşmak,<br />
O’nun emirlerine itaat etmekle ve bu itaatin<br />
en anlamlı ifadesi olan secde ile mümkündür.<br />
Çünkü secde, bütün yakınlığın esası olan<br />
boyun eğme ve teslimiyetin en mükemmel<br />
şeklidir. Nitekim Resûlullah (s.a.v) bir hadislerinde;<br />
“Kulun Rabbine en yakın olduğu an secdede<br />
bulunduğu andır,” buyurmuştur.<br />
Alak Suresi’nin bu son ayetini okuyan ve işitenin<br />
tilâvet secdesi yapması vaciptir. 6<br />
6 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c.V, s.656.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
15
HADİS<br />
M. DİKKATLİ<br />
قَالَ رَسُولُ اللهِ )ص( اَأشَ دُّ النَّاسِ بَلاءً الاأنْبِيَاءُ، ثُمَّ الاَأمْثَلُ فَالاَأمْثَلُ يُبْتَلَى الرَّجُلُ عَلَى<br />
حَ سَ بِ دِينِهِ فَاإِنْ كَانَ فِي دِينِهِ صَ لِبًا اشْ تَدَّ بَلاؤُهُ، وَاإِنْ كَانَ فِي دِينِهِ رِقَّةٌ ابْتَلَى عَلَى قَدَرَ دِينِهِ<br />
، فَمَا يَبْرَحُ الْبَلاءُ بِالْعَبْدِ حَ تَّى يَتْرُكَهُ يَمْشِ ى عَلَى الاَأرْضِ وَ مَا عَلَيْهِ خَ طِ يئَة<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyuruyor:<br />
“İnsanların bela yönünden en şedidi peygamberlerdir. Sonra sırasıyla insan, kudretine<br />
göre ibtilaya uğrar. Dininde kuvvetli olanın belası nispetle şiddetli olur. Kalanların da buna<br />
kıyasla, inancı zayıf olanın musibeti ağır ağır, az olur. Kul yeryüzünde yürüdüğü müddetçe<br />
bela onunla berberdir. Sonra üzerinde bir hata kaldığı müddet peşini bırakmaz.”<br />
Belalar, musibetler geldiğinde nebileri hatırlamak<br />
gerekir. O zaman gelen belaya rahat katlanırsınız.<br />
Bir gecede Eyyüb (as)’ın mal varlığı<br />
gitmiş, hayvanları ölmüştü, ertesi gece bütün<br />
ekinleri yanmıştı. Üçüncü gece çocukları vefat<br />
ediyordu.<br />
- Allah’ın kovmuş olduğu şeytan, daha yok<br />
mu? Diyordu.<br />
Allah müsaade ediyordu. Secde mahallinde<br />
açık kalan delikten, nefes yoluyla bedenine, araz<br />
veriyordu. Allah’ın kovmuş olduğu şeytan sadece<br />
sebep burada. Hepimiz kızmıyor muyuz yeri<br />
geldiği zaman; ‘Şeytana uydum...’<br />
Yok canım kardeşim! ‘O sana uydu’ desem yeridir.<br />
Çünkü senin niyetini sana süslü göstermekle<br />
mükelleftir. ‘Sana gelip de şu zinayı işle, hırsızlığı<br />
yap, adamı öldür, şuna zulüm yap.’ demez.<br />
Sen niyet edersin, o sadece sana niyetini süslü<br />
gösterir.<br />
Musibet başa geldiğinde isyan eden zalimler<br />
gibi, firavunlar gibi, nemrutlar gibi olmayacaksınız.<br />
O musibet sizin hayra erişmeniz, sizin cennete<br />
girmeniz için bir sebeptir sadece. ‘Bu halde<br />
de sana hamdolsun Allah’ım! Elhamdülillahi ala<br />
külli hal’ diyeceksiniz. İşte o zaman Eyyüb (as)’ı<br />
anlayacaksınız.<br />
Bir kardeşim kazanç sıkıntısı, rızık sıkıntısı çektiği<br />
zaman diyordu ki:<br />
‘Ya Rabbi! Sen dağdaki kurtların ulumasıyla<br />
onlara kudret helvası indirdin. Kudretinden karın<br />
üstünde onlara taam verdin. Ben de insanlığımdan<br />
sıyrılıp sana kurtlar gibi duaya geldim; ‘vuuuuu’<br />
diyerek...<br />
Allah’a gönlünden sesleniyordu ve Allah kabul<br />
ediyordu. Belalar ve musibetler insanları<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
16
cennete sevk etmek için Allah-u Teala’nın kudret<br />
kamçısıdır. Sahabe gibi olacağız. Her bela geldiğinde<br />
‘Elhamdülillahi ala külli hal’ bu mutlaka bizim<br />
cennette ki şerefimizi, makamımızı arttırır,<br />
diyeceğiz Bir şiirde böyle yazıyor:<br />
‘Acaba bu dünyada gamdan kim azadedir?<br />
Herkesin bir derdi var madem, Ademzadedir.’<br />
Kazazede gibidir Adem evladı. Hiç kimse kazadan,<br />
beladan uzak ve beri değildir. Allah-u Teala<br />
hepinizi ve hepimizi cennet-i ala’ da havz-ı<br />
kevser başında toplayıversin. Muhakkak ki “Hayrihi<br />
ve şerrihi minallah.” diyenler, hayır geldiğinde<br />
sevinip, şer geldiğinde üzülmezler. İmam-ı<br />
Azam Ebu Hanife’den (rh) nakledilir, derler ki;<br />
-Ya İmam! Gemilerin denizde battı.<br />
Başını öne eğiyor, gönlüne bakıyor:<br />
-Elhamdülillah, diyor.<br />
Aradan bir saat sonra tekrar aynı adam geliyor:<br />
-Ya imam! Batan gemiler komşuların gemileriymiş,<br />
seninki batmamış, diyor. Gönlüne bakıyor<br />
tebessümle:<br />
-Elhamdülillah, diyor.<br />
-Ya imam! Bunun sebebi nedir? Sen, “Gemiler<br />
battı.” dedik, ‘Elhamdülillah’ dedin. ‘Seninkiler<br />
batmamış’ dedik, ‘Elhamdülillah’ dedin.<br />
Diyor ki:<br />
-‘Battı’ deyince, ey nefsim üzüldün mü, dedim.<br />
Bana ne, benim değil ki. Hak verdi, Hak aldı,<br />
dedi. O yüzden elhamdülillah, nefsim sahiplenmemiş<br />
dedim. Batmadı dediniz, sordum sevindin<br />
mi? Bana ne benim olmayan şeyin sevincinden<br />
üzüntüsünden dedi, elhamdülillah dedim.<br />
Biz diyoruz ki:<br />
Ben benim değilken, nasıl olsun mal benim,<br />
Dünya denen şu mezbelelikte gelin birazda<br />
siz eğlenin<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
17
FIKIH<br />
Namazın Önemi<br />
AYŞE TUNÇ<br />
HUZURDAN KAÇANIN HUZURU OLMAZ<br />
قَانِتِينَ لِلّهِ وَقُومُواْ الْوُسْ طَى والصَّ لاَةِ<br />
الصَّ لَوَاتِ عَ لَى حَ افِظُواْ<br />
“Namazlara ve orta namaza devam edin.<br />
Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.” 1<br />
Farsça bir kelime olan namaz, Kur’ân’da “salat<br />
“(صلاة) kelimesi ile ifade edilmektedir.“Salat”,<br />
dua anlamına da gelmektedir. Istılahı manası ise<br />
“Peygamberimizin uyguladığı şekilde yerine getirilen,<br />
kalp, dil ve bedenle birlikte yapılan bir<br />
ibadettir.” Başka bir deyişle Namaz; fiilî bir dua<br />
ve niyaz, eyleme dönüşmüş bir tevhid, Allah huzurunda<br />
huşû ve hudû dolu bir boyun eğiş ve<br />
Allâh’ın düşmanlarına karşı nefret dolu bir kıyam<br />
ve başkaldırıştır.”<br />
Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu’nun ifadesiyle<br />
:<br />
Namaz; huzuru kalp ile yönelmektir Mevlaya.<br />
Ruh ile uruç etmektir Cemalullah’a.<br />
Kur’an’da, Rasulü Ekrem (a.s) Efendimiz’den<br />
önceki peygamberlerin namaz kılmakla emrolundukları<br />
değişik vesilelerle belirtilmektedir,<br />
şöyle ki :<br />
“Mûsa’ya ve kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da<br />
(sığınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi namaz<br />
kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kılın.<br />
Mü’minleri müjdele” diye vahyettik “. 2<br />
(bk. el-Bakara 2/83;; Hûd 11/87; İbrâhim 14/37,<br />
40; Meryem 19/30-31, 54-55; Tâhâ 20/14; el-Enbiyâ<br />
21/72-73; Lokmân 31/17)<br />
Bundan anlaşıldığına göre namaz ibadeti sadece<br />
Muhammed (sav) ümmetine has olmayıp<br />
1 Bakara/238<br />
2 Yûnus 10/87)<br />
önceki dinlerde de bulunmaktaydı. Siyer kitaplarındaki<br />
bilgilere göre, fetret-i vahy ( ilk vahiyden<br />
sonra bir süre vahyin gelmemesi ) döneminden<br />
hemen sonra namaz farz kılınmıştır. Namaz farz<br />
kılınınca Cibrîl (a.s), Rasulullah’a gelerek onu vadi<br />
tarafına götürmüş, orada fışkıran su ile önce Cibrîl<br />
(a.s) sonra Rasulullah abdest almış ve beraberce<br />
iki rekat namaz kılmışlardır. Rasulullah mutlu<br />
bir biçimde eve gelmiş, eşi Hz.Hatice annemizin<br />
elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde<br />
birlikte abdest alıp iki rekat namaz kılmışlardır.<br />
İslam’ın başlangıç yıllarında namaz, sabah<br />
ve akşamleyin kılınan ikişer rekattan ibaret iken,<br />
Mirac olayından sonra beş vakit namaz emredilmiştir.<br />
“Kendi nefsinde bir yakarış ve ürperiş içinde<br />
ve pek yüksek olmayan bir sözle sabah ve akşam<br />
Rabbini an; gafillerden olma” (el-A‘râf 7/205)<br />
âyeti namazın başlangıçtaki durumuyla ilişkili<br />
görülmektedir. Cibrîl (a.s) ‘ın Rasulu Ekrem (a.s)<br />
Efendimiz’e Kabe’de, namazın vakitlerini göstermek<br />
üzere imamlık etmesi Mirac olayının ertesi<br />
günü olmuştur.<br />
Namaz emrini, Allah Teâlâ’nın yeryüzüne melek<br />
aracılığıyla göndermeyip Mi‘rac gecesi Rasulu<br />
Ekrem Efendimiz’in huzuruna çıktığında<br />
ona tebliğ etmesi de (Buhârî, “Salât”, 1; Müslim,<br />
“Îmân”, 263), bu ibadetin müslümanın manevi hayatı<br />
açısından önem ve anlamını göstermektedir.<br />
Bu sebepledir ki , namaz kulun Allah’a ulaşması<br />
ve kavuşması yolunda önemli bir araç olduğunu<br />
anlatmak için Efendimiz (a.s) “Namaz müminin<br />
miracıdır” buyurmuş, ümmetin namazla ilgili<br />
bilinç ve değerlendirmesini adeta bu cümleyle<br />
özetlemişlerdir. 3<br />
Namazın dış görünüşü birtakım şekiller ve<br />
zikirden ibaretse de, içerisi ve gerçek mahiyeti,<br />
3 İsam ilmihal<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
18
yüce yaratıcıya münâcât etmek, O’nunla konuşmak,<br />
O’na yakınlaşmak ve O’nu müşahede etmektir.<br />
Bu özelliğinden dolayı, yüce yaratıcı ile<br />
teklifsiz, aracısız buluşma ve konuşma anlamına<br />
gelişinden dolayı, namaz ilahi bir lutuftur. Namaz<br />
kılmak, Müslümanlığın dışa yansıyan temel<br />
göstergelerinden biridir yani müslümanın varolan<br />
kimliğidir.<br />
Namaz; tesbih, tazim, hamd, sena, tevbe, tefekkür…<br />
gibi bütün kulluk vasıflarının bir disiplin<br />
çerçevesinde toplandığı, yoğunlaştığı bir<br />
ibadet olması hasebiyle, huşu içerisinde eda<br />
edilmesi gereken bir vazifedir. Allah’a yaklaşmanın<br />
yolu, ona yükselmenin basamağı ve bu<br />
bakımdan en önemli ibadet, ibadetlerin özü ve<br />
özeti sayılmıştır.<br />
Efendimiz (a.s), namazın kul hayatındaki önemi<br />
ile ilgili olarak; “Namaz dînin direğidir. Kim<br />
onu terk ederse, dînini yıkmıştır ” buyurmuştur. 4<br />
Secdeyi ise kulun Allah’a en yakın olduğu hal<br />
olarak nitelendirmiştir. 5<br />
Namaz İslam’ın beş temel şartından biridir.<br />
Kelime-i Şehadetten sonra ilk emredilen ibadet<br />
namazdır. Efendimiz (a.s) bir hadislerinde bu hususu<br />
şöyle ifade etmektedir:<br />
بُنِيَ الاإِ سَ لامُ على خَ مْسٍ : شَ هادَةِ اَأنْ لا اإِلهَ<br />
اإِلاَّ اللَّه ، واَأنَّ مُحمداً رسولُ اللَّهِ ، واإِقامِ<br />
الصَّ لاةِ ، وَاإِيتاءِ الزَّكاةِ ، وَحَ جِّ البَيْتِ ، وَصَ وْمِ<br />
رَمضانَ<br />
“İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır:<br />
Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in<br />
Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Namazı<br />
dosdoğru kılmak, zekatı hakkıyla vermek,<br />
Allah’ın evi Kabe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu<br />
tutmak.” 6<br />
Namaz Allah’a kulluk etmektir.<br />
“Allah’a gönülden boyun eğerek namaza<br />
durum. “ 7<br />
Namaz ile ilgili ayet ve hadislere göre namazın<br />
farz kılınmasındaki hikmetlerinden biri de,<br />
namaz kılan kimsenin Cenab-ı Allah’ın kudret ve<br />
kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hafızasına<br />
nakşederek nefsini tehzip etmesi ve bu suretle<br />
kendisini her türlü fenalıklardan, hatalardan,<br />
4 Beyhakî, Şuabu’l-Îman, IV, 300/2550<br />
5 Müslim, “Salât”, 215; Nesâî, “Mevâkýt”, 35<br />
6 Buhârî, Îmân 1<br />
7 Bakara 2/238<br />
suçlardan alıkoymasıdır. Allah düşüncesi ve kalbi<br />
Allah’a bağlama, insanı her türlü fenalıktan alıkoyar.<br />
Namaz Allah’ı sürekli hatırlamanın en büyük<br />
vesilesidir. Nitekim ayette :<br />
“Beni hatırlamak/anmak için namaz kıl”<br />
buyurulmaktadır. 8<br />
Namaz insanın maddi ve manevi temizliğinin<br />
vasıtasıdır. Çünkü namaz kılmak için abdest<br />
almak, gerekiyorsa gusül abdesti almak, ayrıca<br />
elbisenin ve namaz kılınacak yerin de temizlenmesi<br />
gerekir. Bu açıdan namaz, maddi temizliktir.<br />
Günahlardan arınmanın bir yolu olması sebebiyle<br />
de manevi temizliktir. Şöyle ki:<br />
Efendimiz (a.s.), beş vakit namazını kılan kimseyi<br />
günde beş defa bir nehirde yıkanan kimseye<br />
benzetmiştir:<br />
“Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir ırmak<br />
olsa ve burada günde beş defa yıkansa bu<br />
kimsede hiç kir bırakır mı? (Sahabenin):<br />
“Hayır hiç bir kir bırakmaz’ diye cevap vermeleri<br />
üzerine Efendimiz (a.s):<br />
“İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, bu sebeple<br />
günahları temizler, yok eder.”buyurdular. 9<br />
8 Tâhâ 20/14<br />
9 Buhârî, “Mevâkýt”, 6; Müslim, “Mesâcid”, 282<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
19
Namaz, insanı günah işlemekten alıkoyar, günahtan<br />
uzaklaştırır.<br />
“Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl; çünkü<br />
namaz çirkin ve kötü işlerden alıkor. Allah’ı<br />
zikretmek en büyük şeydir. Allah yapıp ettiklerinizi<br />
bilir” buyurulmaktadır. 10<br />
Namazın direnç göstermede bir fonksiyonu<br />
bulunduğu da anlaşılmaktadır.<br />
“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak<br />
Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah<br />
sabredenlerle beraberdir.” 11<br />
“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yardım<br />
dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden<br />
saygı duyanlardan başkasına ağır gelir “. 12<br />
Kur’an’da, namazı üşene üşene kılmayı ve<br />
terk etmeyi münafık ve kafirlerin niteliği olarak<br />
zikredilmiştir.<br />
“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah<br />
da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar,<br />
namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkar-<br />
10 el-Ankebût 29/45<br />
11 Bakara, 2/153<br />
12 Bakara, 2/45<br />
lar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az<br />
anarlar .” 13<br />
“ Ve onların infaklarının, onlardan kabul edilmesine<br />
mani olan şey, ancak Allah’ı ve O’nun<br />
resûllerini inkâr etmeleri ve namaza üşenerek<br />
gelmeleri ve onların ancak kerih görerek infâk<br />
etmeleridir.” 14<br />
Namaz kılanlara mükafatları bir çok Ayet-i<br />
Kerime’de ifade buyrulmuştur :<br />
“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin<br />
dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.<br />
Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler.<br />
Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah<br />
merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak<br />
güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 15<br />
“Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine<br />
rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda<br />
harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten<br />
mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek<br />
13 Nisa, 4/142<br />
14 Tevbe, 9/54<br />
15 Tevbe, 9/71<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
20
mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rızık<br />
vardır.” 16<br />
Namaz kılan kimse, Rabbi ve meleklerle<br />
beraberdir.<br />
Bu konuda Efendimiz (a.s.)’ın şu hadisi oldukça<br />
dikkat çekicidir:<br />
“Gece ve gündüz melekleri sizi takip ederler.<br />
Sabah ve ikindi namazlarında toplanırlar. Sonra<br />
sizinle geceleyen melekler, ilahi huzura çıkarlar.<br />
Rab’leri onlara :<br />
“- Onları en iyi bir şekilde bildiği halde - kullarımı<br />
nasıl terk ettiniz?” diye sorar.<br />
Melekler :<br />
“Onları namaz kılarken terk ettik ve namaz kılarken<br />
bulduk .” 17 cevabını verirler.<br />
Namaz müminlerin kusurlarına keffaret ve<br />
Allah’ın mağfiretine vesile olur.<br />
Efendimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur:<br />
“Beş vakit namaz ve Cuma namazı diğer Cuma<br />
namazına kadar, Ramazan, diğer Ramazana kadar<br />
büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde aralarında<br />
işlenen küçük günahlara keffarettirler.” 18<br />
“Allah, beş vakit namazı (kullarına) farz kılmıştır.<br />
Kim abdesti güzelce alır, beş vakit namazı<br />
16 Enfal, 8/3-4<br />
17 Buhârî, Mevâkît, 9/16. (I, 139.)<br />
18 Müslim, Sahih,Tahâre, 3/16. (I, 209.); Ahmed b. Hanbel, Müsned,<br />
II, 229.<br />
vaktinde kılar, rükûunu, ve huşûunu tam yaparsa<br />
bu kimseye Allah’ın onu bağışlayacağı (ve cennete<br />
koyacağına) dair ahdi (sözü) vardır. Böyle yapmayan<br />
kimseye ise Allah’ın bir sözü yoktur. Dilerse<br />
onu bağışlar (ve cennetine koyar), dilerse ona<br />
azap eder.” 19<br />
Namazın önemi, terki veya ciddiye alınmadan<br />
kılınması halinin şiddetle ikaz edilmesiyle de<br />
anlaşılmaktadır.<br />
“Yazıklar olsun namaz kılanlara ki,onlar namazlarını<br />
ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla)<br />
gösteriş yaparlar.” 20<br />
“Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve<br />
dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi.<br />
Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba<br />
çarptırılacaklardır.” 21<br />
“Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında namazı<br />
terketmek vardır.” 22<br />
Namazın keyfiyetini bildiren ayet-I celileye<br />
muhatap olabilmek, duasıyla…<br />
“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; onlar<br />
ki namazlarında huşû içindedirler.” 23<br />
19 Ebû Dâvûd, Sünen, Salat, 2/9. (I, 295-296.)<br />
20 Maun 107/ 4-6<br />
21 Meryem 19/59<br />
22 Riyazü’s Salihin/52<br />
23 el-Mü’minûn, 1-2<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
21
SİYER-İ <strong>NE</strong>Bİ<br />
İlk Vahyin Gelişi<br />
M. DİKKATLİ<br />
Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)<br />
40 yaşlarına yaklaşırken gelecek büyük lütuf<br />
ve manevi feyizlere de bir anlamda hazırlanıyorlardı.<br />
Kabe’ nin hakemliği olayının ardından<br />
içinde yaşadığı toplumun yaptığı zulümler,<br />
ahlaksızca tavırlar, cahilce tapınışlar daha<br />
fazla acı veriyordu Allah Rasulüne. İnsanların<br />
bu değiştirilemez ve kabullenilemez halleri<br />
yalnızlığı sevdirir olmuştu. Bu sebeple çevresindeki<br />
zifte ve zifiriliğe inat Allah’ın nuruyla<br />
parlatılmış bu nadide cevher za man za man<br />
evin den çı kar, Mek ke’den uzak la şır, ses siz ve<br />
sa kin yer le re doğ ru gi der di. Bu uzaklaşma<br />
Mekke’ ye bir buçuk saat mesafede bulunan<br />
Hira mağarasında Allah’a yakınlaşmanın yolu<br />
olacaktı.<br />
Mekke-i Mükerreme’nin kuzeydoğusunda<br />
bulunan Nur Dağı nübüvvet nurunun parlamaya<br />
başladığı yer olmasından ötürü bu isimle<br />
anılır. Yüksekliği 642 metreye kadar ulaşan<br />
bu dağ irili ufaklı kayalardan meydana gelen,<br />
ağaçsız ve çıkılması hayli zor bir konumdadır.<br />
Günümüzde ziyareti kolaylaştırmak adına<br />
merdivenler yapılmışsa dahi dik oluşu sebebiyle<br />
dikkat gerektirir. Hira mağarası bu dağın<br />
zirvesine çıktıktan sonra yaklaşık yirmi metre<br />
kadar aşağısında yer alır. Mekke’ye hakim konumdaki<br />
bu mağara üç yanı kapalı, bir insanın<br />
başı tavana değmeyecek yükseklikte, yatacak<br />
kadar bir düzlüktedir.<br />
Allah Rasulü (sav); arayışın adı ve Rabbani<br />
terbiyenin başlangıcı olan bu ilahi dershanede<br />
bazen on gün bazen de bir aya yakın aralıklarla<br />
inzivaya çekiliyor, yaşadığı ızdırabın<br />
gereği olarak ne yapması gerektiğini bilemeden<br />
ibadet ediyordu. Daha önce haniflerin de<br />
yapmış olduğu bu inziva ve ibadet şeklinin<br />
tefekkür etme ve ibretle; alemi, varlığı, yaradanı<br />
düşünmek olduğu bilinmektedir. 35- 40<br />
yaş arası bu uzlet halini gören Kureyşliler ‘Mu-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
22
hammed Rabbine aşık olmuş’ derlerdi. 1 Efendimiz<br />
tefekkürle geçen günlerinden sonra azığını<br />
yenilemek için şehre döner, Kabe’yi tavaf ederek<br />
ailesinin yanında kısa bir süre kaldıktan sonra<br />
Hira mağarasındaki yerine dönerdi.<br />
Nübüvvet öncesi yaşadığı bu ıslah-ı hal durumu<br />
manevi gelişim ve vahyi karşılamadaki olgunlaşmaya<br />
sebep olmuş, bu temizliğin sonucunda<br />
da hali kadar duru, gün ışığı kadar berrak,<br />
sadık rüyalar görmeye başlamış. 2<br />
Bu durumu mübarek annemiz Hz. Aişe şu şekilde<br />
anlatır;<br />
“Peygamber’e gönderilen vahiy, sadık rüyalar<br />
şeklinde başladı. Gördüğü her rüya sabahın aydınlığı<br />
gibi aynen çıkardı.” 3<br />
Sükûnete eren ruhun yansıması olan bu sadık<br />
rüyaların haricinde Nebi-i Muhterem yürüdüğü<br />
yollarda kendisini selamlayan kayalıkların<br />
ve ağaçların sesini işitiyordu. 4 Bununla ilgili şöyle<br />
buyurmuşlardır;<br />
“Ben Mek ke’de bir taş bi li rim ki pey gam ber<br />
ola rak gön de ril me den ev vel ba na se lâm ve rir di.<br />
Onu(n ye ri ni) şim di de bi li yo rum.” 5<br />
Yine Haz ret-i Ali’de (ra) durumu şöy le an la tır;<br />
“Pey gam ber Efen di miz ile bir lik te Mek ke’de<br />
idim. Be ra ber ce Mek ke’nin bazı yer le ri ne git tik.<br />
Dağ la rın ve ağaç la rın ara sın dan ge çi yor duk. Rasu<br />
lul lah (sav)’in kar şı laş tı ğı bü tün dağ lar ve ağaçlar:<br />
«Es-Se lamü aley ke ya Ra su lal lah!» di yor du.” 6<br />
Adeta Nur- i Muhammed Efendimiz (sav)’in<br />
zahiren içinde bulunduğu yalnızlık ve arayış haline<br />
gelecek cevabı, kainat kendi diliyle müjdeye<br />
duruyordu. O’na sevdirilen bu yalnızlık hali aslında<br />
nübüvvete hazırlık aşamasında özel bir zaman<br />
dilimi olarak ayarlanmıştı.<br />
Allah Rasulü bu hazırlık dönemindeki sadık<br />
rüyaların ‘Nübüvvetin kırk altıda biri’ 7 olduğunu<br />
söylemiştir. Habibullah’ın sözleri ışığında bakılırsa<br />
altı aylık bu süre yirmi üç yıllık nübüvvetin<br />
tamda kırk altıda birine denk gelmektedir.<br />
1 İslam Tarihi, Asım Köksal 3-4/6.<br />
2 Buhari, Sahih, c. 1, s. 6; Müslim, Sahih, c. 1, s. 97; Ahmed İbn<br />
Hanbel, Müsned, c. 2, s. 153.<br />
3 Buhari, Bed’ü’l-Vahy 3.<br />
4 M.Hamidullah İslam peygamberi, 1/74.<br />
5 Müs lim, Fe da il, 2<br />
6 Tir mi zi, Me na kıb, 6/3626<br />
7 Bu hâ rî, Tâ bîr, 26; Müs lim, Rü yâ, 6<br />
Efendimize hak vaki oluncaya kadarki bu hazırlık<br />
hali 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesi gelen<br />
ilk vahiyle mühürlendi.<br />
Yine uzlet niyetiyle bulundukları Hira mağarasında<br />
Cebrail (as) kendisine insan şeklinde gelip;<br />
‘Oku!’ dedi. Efendimiz Muhammed Mustafa<br />
(sav) korku ve hayret içinde kendisine söylenen<br />
bu isteği;<br />
“Ben okuma bilmem.” diyerek yanıtlayınca<br />
Cebrail (as) O’nu tutup sıkıca kucakladı ve ‘Oku!’<br />
diyerek ilahi emri tekrarladı. Efendimiz (sav)’in;<br />
“Ben oku ma bil mem! (Ne oku ya yım?)” diye<br />
söylemesiyle Cebrail (as) Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (sav)’i 3. kez tuttu, takati kesilinceye<br />
kadar sıktıktan sonra bıraktı ve Alak diye<br />
isim bulmuş sure-i celilenin ilk beş ayeti kerimesini<br />
okudu.<br />
Kur’an’ı Hakim’in nüzulünü başlatan bu ayetler<br />
şöyledir;<br />
“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan<br />
pıhtısından yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğreten,<br />
insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük<br />
kerem sahibidir.”<br />
Rasulullah (sav) vahyin haşyetinden dolayı<br />
kalbinde büyük bir titreme ve endişe ile eve gelip<br />
mübarek annemiz Hz. Hatice’ ye; “Beni örtün,<br />
beni örtün!” buyurdu. O’nu örttüler. Bir müddet<br />
bu şekilde sakinleştikten sonra yaşananları ve<br />
endişelerini Hz. Hatice (ra)’ya anlattılar. Bunun<br />
üzerine eş olmanın usulü, muhabbet ve güvenin<br />
gereğini bizlere gösteren Hz. Hatice, Efendiler<br />
Efendisi’ni bu bilinmedik olay karşısında şu sözlerle<br />
teskin etti;<br />
‘Asla korkma. Vallahi Allah seni hiçbir zaman<br />
zor durumda bırakmayacaktır. Allah senin gibi bir<br />
kulunu hiçbir zaman utandırmaz. Zira sen sözün<br />
doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akrabalarına<br />
yakın âlâka gösterirsin. Komşularına nazik<br />
ve müşfik davranırsın. Fakire yardım elini uzatır,<br />
gariplere evinin kapılarını açar misafir edersin. Hak<br />
yolunda halkın sıkıntılarını giderirsin.’ 8<br />
Hz. Hatice bu sözlerden sonra Rasulullah<br />
(sav) ile beraber amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’<br />
in yanına gitti. Varaka, putlara tapmaktan nefret<br />
ettiği için cahiliye devrinde Hristiyan olmuş, İbranice<br />
ve Yahudilik hakkında kendini yetiştirmiş,<br />
yaşlı, gözleri görmeyen bir bilgeydi. Efendimiz<br />
8 İbn’ül Esir, İslam Tarihi, 2/49; Buhari, 1/7.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
23
Varaka ile başından<br />
geçenler hakkında<br />
konuştuktan sonra<br />
Varaka;<br />
‘Bu gördüğün<br />
Allah’ın Musa’ya indirdiği<br />
Namus-u Ekber’dir<br />
(Cebrail). Keşke kavmin<br />
seni sürüp yurdundan<br />
çıkardığı zaman<br />
hayatta olsaydım da<br />
sana yardım etseydim’<br />
dedi.<br />
Varaka’nın bu sözleri<br />
karşısında Nebi (sav) hayretle;<br />
“Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?”<br />
diye sorunca Varaka;<br />
‘Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse<br />
yok ki ona husumet edilmemiş olsun. O güne<br />
yetişirsem sana mutlaka yardım ederim.’ diye<br />
cevapladı. 9<br />
Ancak Efendimiz (sav)’in içini rahatlatan, yaşadığı<br />
durumu anlamasını kolaylaştıran bu sözlerin<br />
üzerinden çok geçmeden Varaka vefat etti ve vahiy<br />
de bir müddet kesintiye uğradı.<br />
Bu konuya geçmeden önce bu süreçte yaşanan<br />
ve önemli olan bazı konularda hikmet perdelerini<br />
sırasıyla aralamaya ve anlamaya çalışalım.<br />
Kureyş’te başarılı bir tüccarlığın yanı sıra<br />
asil hanımefendilerden biriyle yapılmış saadet<br />
dolu bir evliliğe sahip takdir edilen, sevilen, son<br />
derece güvenilen karakter sahibi bir beyefendi…<br />
Dünyevi hiçbir sıkıntısı yokken böyle bir arayışa<br />
geçmesi, karanlık bir mağarada uzun vakitler geçirmesi<br />
iç dünyasında yaşadığı sıkıntıyı bize anlatması<br />
adına önemlidir. Çevrenin güvenilmezliğinden,<br />
cehaletinden bahsedildiği bir ortamda<br />
bozulmadan, bulaşmadan nasıl yaşanılacağının<br />
en güzel örneğidir.<br />
Öncelikle efendimizin bu durumu bir kaçıştan<br />
ziyade, nasıl davranması gerektiğini bilemediği<br />
bir toplumun karşısına zihnen ve ruhen<br />
arınmak ve daha güçlü bir şekilde çıkmak içindi.<br />
Zira nübüvvetten sonraki tutumlarını görünce<br />
bu sözlerini anlamamız kolaylaşır inşallah;<br />
9 Siret-i İbn-i Hişam Tercemesi, 1/315.<br />
“İnsanlar içine karışıp<br />
da onlardan gelecek<br />
sıkıntılara katlanan<br />
Müslüman, insanlara<br />
karışmayıp onlardan<br />
gelecek sıkıntıya sabretmek<br />
durumunda olmayan<br />
Müslümandan<br />
daha hayırlıdır.” 10<br />
Bu durumları toprak<br />
altındaki tohumun<br />
örneğine benzetilmiştir.<br />
Verim alabilmek<br />
adına, ilahi sulanmayla<br />
geçirilecek belirli bir<br />
süre olarak bakılabilir. Tohumun bu yalnız kalacağı<br />
süreye ihtiyacının olduğu gibi insanın da kendisini<br />
Kur’an-ı Hakim’de defaatle zikredilen düşünmeye<br />
sevk edecek, tefekküre fırsat verecek,<br />
varlığını anlamayı ve Yaradanı bulmayı yakınlaştıracak<br />
kaliteli yalnızlığa ihtiyacı kaçınılmazdır.<br />
Yalnızlık bir fenerse,<br />
Ben de içindeki mum,<br />
Onu, billur bir kâse,<br />
Gibi doldurur nurum. 11<br />
Yalnızlığın ışığıyla nefsî muhasebeler daha net<br />
görülecek, belki bir mum gibi erinecek lakin nur<br />
ile dolmaya yol gidilecektir, nasip olsun inşallah.<br />
Bu yalnızlık hali hemen hemen bütün peygamberlerin<br />
hayatlarında görülmüştür. Hz.<br />
Musa, peygamberliğinden önce kırk gün kadar<br />
Tur dağında, dünyadan uzak, oruç tutmakla vakit<br />
geçirmiştir. Yine Hz. İsa, sakin bir ormanda<br />
kırk gün kadar her şeyden uzak ibadetle meşgul<br />
olmuştur. 12<br />
Yaşadıkları çağın düzenine ayak uyduramayıp,<br />
normal! olamayan arayış insanlarının yolculukları<br />
herkesin yürüdüğü yollar yerine dağlara olmuştur.<br />
Yine Hz. Musa (as)’ın ilahi tecelliye ulaşması<br />
Tur-i Sina’da olmuş, Hz. Nuh’un tufan sonrası yolculuğu<br />
bir dağda sabitlenmiş, Hz. Adem’e ilk rahmet<br />
yine dağdayken olmuş, Ashab-ı Kehf bir dağ<br />
mağarasında zulümden korunmuştur. Yalnız bir<br />
10 Ahmed b. Hanbel, V, 365.<br />
11 Necip Fazıl Kısakürek, 1929.<br />
12 Seyyid Süleyman Nedvî, Asr-ı Saadet, Terc.: Ali Genceli, c. 1,<br />
s. 44-45.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
24
çok peygamberin dağlarda<br />
inzivaya çekilmesi,<br />
bir çok evliyanın<br />
dağlık bölgede yerleşmesi<br />
değil, Hıristiyan<br />
manastırlarının ya da<br />
tapınaklarının birçoğunun<br />
yüksek dağlarda<br />
yapılmasının manevi<br />
anlamda yakınlık hissiyatının<br />
dışında insanın<br />
hormonlarıyla da alakalı<br />
bir durumu vardır. 13<br />
Bir diğeri okumayazma<br />
yönünden hiçbir<br />
bilgisi olmayan, kimseden ders almamış ya da<br />
ilim öğrenmemiş ümmi bir insana gelen ilk ilahi<br />
hitabın ‘Oku’ olması bize bu durumun yalnızca<br />
kitabi bir durum olmadığını gösteriyor. ‘Oku!’dan<br />
kasıt kainatı ve yaradılışı anlamak ve bu yolla<br />
Rabbe ulaşmak olabilir. Rab ismiyle müşriklerin<br />
aklına ilk gelen şeyin putlar olması bu ayetlerle<br />
bertaraf edilir. 14 Rab sıfatı şirkten uzaklaştırılır asli<br />
makamına iade edilir ve anlam itibariyle de ilk<br />
gelmesi terbiye edicinin adıyla başlayan bu harekette<br />
izlenecek yolu gösterir. Başlayacağımız<br />
her işe, atacağımız her adıma ne ile başlayacağımızı<br />
bildirir bize.<br />
İstikamette olması gerekenler birer tablo<br />
şeklinde ilk vahiyle sunulmuş önümüze. Cebrail<br />
(as)’ın ümmi olan Efendimiz (sav)’e getirdiği<br />
emre karşılık Allah Rasulü (sav)’in verdiği “Bilmiyorum.”<br />
cevabı, insanın kendini bilmesine örnektir.<br />
İmam-ı Malik Hazretlerinin; “Bilmediğini bilmiyorum<br />
diyebilmek, yanlış konuşurum diye<br />
korkmak ilmin yarısıdır.” 15 buyurdukları gibi insanın<br />
olgunluğuna işarettir. İlk vahiyde olduğu gibi<br />
bir terbiyecinin terbiyesine girebilmeye hazırlıktır<br />
bilmiyorum hali.<br />
Yine Cebrail (as)’ın bu ilk diyalog esnasında<br />
Efendimiz (sav)’ i sıkması, bırakması, sıkıca tutması<br />
yaşanılanların bir halüsinasyon olmadığının<br />
kanıtı olarak destektir.<br />
13 İnsan vücudundaki melatonin (uyku hormonu), Pinolin ve<br />
DMT ( mistik zevk halleri, metafiziki aleme geçişi tetikleyici) hormonlarını<br />
salgılayan epifiz bezinin işleyişi dağların zirvesinde en<br />
üst seviyeye çıkmaktadır. http:// sufizmveinsan.com/arastirma/<br />
ruhvebeden.html/Dr.Selim Aydın İstanbul- 17. 08. 2005)<br />
14 Suat Yıldırım, Kur’an’da uluhiyyet, s. 93<br />
15 İhya’u Ulumi’d-Dîn, Cild 1, Sayfa: 72 benzeri<br />
Bir başka destek,<br />
beklenmedik böylesi<br />
büyük bir olay karşısında<br />
Habibi Kibriya<br />
Muhammed Mustafa<br />
(sav)’in bu ağır sorumluğu<br />
desteğiyle hafifleten,<br />
insanların tepkilerini<br />
hesaplarken<br />
ona koşulsuz inanmasıyla<br />
huzur veren,<br />
sıkıntılarından sükuna<br />
erdiren, telaşa kapılmadan,<br />
metanetle<br />
olaylara yaklaşan ve<br />
teskin edici haliyle rahatlatıp çözüm arayan annemiz,<br />
o güzel eş Hz. Hatice… Evliliklerinin hikmetini<br />
bir kez daha bize gösteren, eş olma halinin<br />
aslını öğreten Haticetü’l Kübra validemizin<br />
sözleri yaptığı yapacağı işlerde korku duymak<br />
istemeyen, utanç yaşamaktan korkan, endişelerden<br />
uzak kalmak isteyenler için birer madde halindedir<br />
sanki;<br />
Sözün doğrusunu söylemek<br />
Emanete riayet etmek.<br />
Akrabalık ilişkilerine önem vermek.<br />
Komşu hukukuna dikkat etmek.<br />
Fakire, gariplere ince bir gönülle yardımcı<br />
olmak.<br />
İnsanların zor zamanlarında onların yanında<br />
ve yardımında bulunmak.<br />
Allah-u Teala’nın bize öğrettiğinden başka bir<br />
bilgimiz yoktur. Bilginin sahibi, hallerin hakimi<br />
olan Mevla-ı zü’l Celal hem bu dünyada hem ahrette<br />
korku ve hüzünden emin kılsın, utanacak<br />
hallerimizi güzelleriyle değiştirsin. Efendimiz,<br />
gözlerin nuru, kalplerin tabibi, gönüllerin ilacı<br />
Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in yolundan<br />
gitmeyi Rabbim nasip etsin. Mürşidimiz<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızdan öğrendiğimiz<br />
Cafer-i Sadık (ra)’ın duasında olduğu gibi<br />
Mevla bizleri saidler olarak yaşatsın, şehitler olarak<br />
can verdirsin.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
25
TASAVVUF<br />
Müslümanlar Allah’ ı tanımıyorlar, Allah’ a dayanmayıp,<br />
güvenmiyorlar. Allah’ a dayanıp, güvenmek<br />
nasıl olur? Bunu Rasullerden öğrenmemiz<br />
gerekmiyor mu? Allah’ın Nebilerine,<br />
Rasullerine, Allah’ın sevdiği kullar zümresine bakıp<br />
onlardan öğreneceğiz değil mi?<br />
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فيِ رَسُولِ اللّ۞هِ اُسْ وَةٌ حَ سَ نَةٌ<br />
لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّ۞هَ وَالْيَوْمَ الْا۞خِ رَ وَذَكَرَ<br />
اللّ۞هَ كَثيِراً.<br />
“Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için;<br />
Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı<br />
çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”<br />
O Rasulde bizim için güzel örnekler vardı.<br />
Allah’ı vekil eden bir Nebiyi görüyoruz Sevr<br />
mağarası’nda. Hep anlatırlar o hicret anını. Ne<br />
demişti arkadaşına;<br />
اإِلاَّ تَنْصُ رُوهُ فَقَدْ نَصَ رَهُ اللّ۞هُ اِذْ اَخْ رَجَ هُ<br />
الَّذينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ<br />
يَقُولُ لِصَ احِ بِهِ لَا تَحْ زَنْ اِنَّ اللّ۞هَ مَعَنَا فَاَنْزَلَ<br />
اللّ۞هُ سَ كيِنَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا<br />
وَجَ عَلَ كَلِمَةَ الَّذيِنَ كَفَرُوا السُّفْل۞ى وَكَلِمَةُ<br />
اللّ۞هِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّ۞هُ عَزيِزٌ حَ كيِمٌ.<br />
Sebeplere<br />
tevessül,<br />
Tevekküle<br />
mani değildir!<br />
Z.BİLMEN<br />
“Eğer siz ona (Peygamber’ e) yardım etmezseniz,<br />
(biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden<br />
biri olarak (Mekke’ den) çıkardıkları zaman, ona<br />
bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada<br />
bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme,<br />
çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da<br />
onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş,<br />
sizin kendilerini görmediğiniz bir takım ordularla<br />
onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin<br />
sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir.<br />
Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet<br />
sahibidir.”<br />
Bir dostuyla beraber üçüncüleri Allah. Allah’a<br />
dayanıyordu. Muhammed Mustafa (sav) mağaraya<br />
değil, mağaranın sahibine, Allah’a sığınıyordu.<br />
Allah dilerse kulunu bir örümceğin ağıyla korur.<br />
Aslında en zayıf ev örümceğin evidir. Onunla<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
26
Müslümanları örter de bütün kafirlerin gözünden<br />
gizler. Siz dünya mağarasına sığının. Gayret<br />
edin, sebeplere tevessül edin. Yalnız sebeplerin<br />
de yaratıcısının Allah olduğunu bilin. Tevekkül<br />
edin.<br />
‘Euzü’ deyip sığınacaksın. Kime? ‘Billahi’ o<br />
Allah’a sığınacaksın. Peki Allah’ı bilmeden, tanımadan,<br />
o sahibe nasıl sığınacaksın? Nasıl tanıyacaksın<br />
Hakimler Hakimi, Yüceler Yücesi Rabbi?<br />
Cumhurbaşkanıyla görüşmek istersen ne yaparsın?<br />
Danışmanından randevu alırsın değil mi?<br />
Televizyonun olmadığı bir köyün ahalisi cumhurbaşkanını<br />
yanında görse, tanımaz değil mi?<br />
Tanımaz adam ne bilsin ki, nerden bilsin? Bizler o<br />
Rasulü (sav) tanımadan Allah’ı nasıl tanıyacağız o<br />
zaman? Allah- u Teala öyle buyurmuyor muydu?<br />
اَيَحْ سَ بُ الْاِ نْسَ انُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًى<br />
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı<br />
zanneder.”<br />
Muhakkak kimse başıboş bırakılmıyor! Hepimizin<br />
bir sahibi var. Sahibini tanımadan, sahibini<br />
bilmeden, sahibine ulaşmadan sahibine sığınıyor.<br />
Nasıl olacak? Önce vekili tanımak lazım. Bak<br />
sen sahibini tanımaya geldin buraya. Sahibini<br />
tanırsan güzel olacak. Hoş olacak. Sahibi bilince<br />
kıyameti beklemeye gerek yok. Cennette bir yer<br />
bekleyeceksin. ‘Bugün kopsa da oraya gitsem’<br />
diyeceksin. Sahibini tanıyan, tevekkül eder. Allah-<br />
u Teala’ yı bilen insan, bilir de öyle yönelir.<br />
Ya bilmeden Allah’ a nasıl yönelir? Allah’ ı bilmek,<br />
Allah’ ı bilenleri bilmekle olur.<br />
Bir devlet dairesin de dahi işini yaptırırken tanıdık<br />
ararsın, bir makamla görüşmek için aracı<br />
sokarsın da en büyük makama ulaşmak için neden<br />
aracı aramazsın? Bir nüfus dairesine gitsen<br />
yahut hastaneye, bir çaycı senin işini görür değil<br />
mi? Çaycı, odacı seni istediğine ulaştırır da Allah’<br />
ın seçtiği, velisi niye seni Allah’ a ulaştırmasın? Bu<br />
çaycıyı, odacıyı Allah seçer. Sahip seçer. Sen sahibi<br />
onunla tanıyacaksın.<br />
Allah’ı vekil ederken ‘bi hurmeti Habib-i Kibriya’<br />
demiyor musun? Diyemez misin?<br />
Ebu Said El Hudri’ den (ra) Muhammed (sav)<br />
buyuruyor;<br />
“Kim evinden namaza çıktığında Allah’ım senden<br />
istenilen hakkı için, bu yürüyüşüm hakkı<br />
için, ‘Allahüme inne esellüke bi hakkı sailin’ istiyorum<br />
derse” denilmiştir.<br />
Hz Ömer (ra)’ in rivayet ettiğine göre Muhammed<br />
(sav) buyurmuş ki;<br />
Adem (as) günah işlediğinde başını semaya<br />
kaldırdı;<br />
“Ey Allah’ım Muhammed hakkı için beni bağışlamanı<br />
istiyorum. “Esellüke bi Hakkı Muhammedin<br />
İlla ğafareli” dedi.<br />
Allah ona;<br />
“Muhammed kimdir?” diye vahyetti. Adem<br />
(as);<br />
“Beni yarattığın zaman başımı arşına kaldırdığımda<br />
orada Allah’ tan başka ilah yoktur<br />
Muhammed O’ nun Resulüdür. La ilahe İllallah<br />
Muhammedü’r Resulullah yazılı olduğunu gördüm”<br />
dedi.<br />
Osman b. Huneyf (ra)’ ten şöyle rivayet edilmiştir:<br />
Gözleri ama olan bir adam Rasulullah<br />
(sav)’ a gelerek;<br />
Allah’ın beni afiyete kavuşturması (gözlerimin<br />
açılması) için dua et!, dedi. Rasulullah (sav) da;<br />
“Eğer istersen dua edeyim, eğer istersen<br />
(sana yapacağım duayı) tehir edeyim. Bu senin<br />
için daha hayırlıdır” dedi. Adam;<br />
Dua et!, dedi.<br />
Rasulullah (sav) ona güzelce abdest alıp, iki<br />
rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini<br />
emretti;<br />
“Allah’ım! Senden istiyorum ve rahmet nebisi<br />
olan Nebin Muhammed ile sana yöneliyorum.<br />
Ey Muhammed! Bu ihtiyacımın yerine getirilmesi<br />
için Senin ile Rabbime yöneldim. Allah’ ım Onun<br />
benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle.”<br />
Rasulullah (sav)’ ın amcası Ebu Talip, nübüvvetten<br />
önce yağmur duasına Rasulullah’ la çıkıp<br />
onu vesile yapmıştı. Daha sonra müşriklere karşı<br />
Rasulullah’ ı müdafaa ederken bir şiir söyleyerek<br />
onu methetmiş ve;<br />
“Onun yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur<br />
istenir.” الغمام بوجهه) (يستسقي demişti.<br />
Şiirin bu kısmını daha sonraları Hz. Aişe ve Hz.<br />
Ebu Bekir (ra) çokça söylerlerdi.<br />
Garip olan şu ki, Ebu Talip iman etmemiş olduğu<br />
halde bir hakikati görmüş ve ifade etmiş,<br />
fakat Rasulullah’a ümmet olmuş bazı şahsiyet-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
27
ler bu hakikati göremiyorlar. Yukarıdaki ifadeler<br />
sahabelerin Rasulullah’ı vesile etmekte hiçbir<br />
mahzur görmediklerini ifadeye kafidir. Bunu teyit<br />
eden başka bir hadis başta Buhari’nin rivayet<br />
ettiği Hz. Ömer’le ilgili hadistir.<br />
Enes (ra) şöyle demiştir; Ömer b. Hattab (ra)<br />
kıtlık olduğu zaman Abbas b. Abdülmuttalip’i<br />
vesile ederek yağmur istedi ve;<br />
“Allah’ım! Biz sana Rasulullah (sav) ile tevessül<br />
eder ve sen de bize yağmur ihsan ederdin. (Şimdi)<br />
sana Rasulullah’ ın amcasıyla tevessül ediyoruz.<br />
اإليك بعم نبينا) ,(نتوسل bize yağmur ihsan<br />
eyle” dedi.<br />
Enes (ra) der ki; bu duanın ardından Allah<br />
yağmur ihsan etti.<br />
“O Rasul size neyi emrettiyse onu alın, neyden<br />
nehyetti ise ondanda sakının”, diye buyurdu Allah,<br />
o zaman Allah’ın Rasulü (sav) buyurdu niçin<br />
almıyorsun!<br />
Alimlere de, Alimim diyenlere de Allah hidayet<br />
bahşeylesin. Allahu yehdihum! Allahu yehdihum!<br />
Amin.<br />
Hz Ebubekir (ra’ in duasına bakalım. Bizler ondan<br />
daha takvalı değiliz değil mi?<br />
Rasulullah (sav) Hz. Ebubekir’ e şöyle dua etmesini<br />
öğretmiştir:<br />
“Ey Allahım! Nebin Muhammed (sav)’ in hürmetine,<br />
dostun İbrahim (as)’ in hürmetine, kurtardığın<br />
(veya seninle konuşan) kulun Musa (as)<br />
hürmetine, kelime ve ruhundan olan İsa (as) hürmetine,<br />
Musa( as)’ ın Tevrat’ ı, İsa (as)’ ın İncil’ i,<br />
Davud (as)’ ın Zebur’u ve Muhammed (sav)’ in<br />
Furkan’ ı hürmetine, kullarına gönderdiğin bütün<br />
vahiylerin hürmetine, yerine getirdiğin bütün<br />
kaza ve kaderin hürmetine, Senden isteyip<br />
dileğine erişen kullarının hürmetine, fakir yaptığın<br />
zenginin, zengin yaptığın fakirin hürmetine<br />
veya hidayet ettiğin sapığın hürmetine ihtiyacımı<br />
senden istiyorum. (Beni mahrum eyleme).<br />
Musa (as) ‘a inzal buyurduğun isminin hürmetine,<br />
kullarının rızıklarını dağıtmakta rolü olan büyük<br />
isminin hürmetine, yeryüzünün karar bulması<br />
için üzerine koyup da onda muvazeneyi<br />
temin eden isminin hürmetine, göklerin üzerine<br />
konup onların istiklale kavuşmasını temin eden<br />
isminin hürmetine, dağların üzerine koydurup<br />
onlarda istikrarı temin ettiren isminin hürmetine,<br />
o ismin ki, arşın onunla ayakta durmaktadır, işte<br />
onun hürmetine, senin Tuhur, Tahir, Tahhar, Samed<br />
ve Vitr isimlerinin hürmetine, o mübarek ismin<br />
ki, Kitabında Senin nezdinde apaçık nurdan<br />
inzal buyrulmuştur, onun hürmetine. O ismin ki,<br />
gündüzün üzerine onu koymuş, gündüzün nurlanmasına<br />
vesile olmuştur. Gecenin üzerine onu<br />
koymuş, gecenin kararmasına vesile olmuştur,<br />
onun hürmetine, senin azamet ve kibriyanın, ke-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
28
im zatının hürmetine, Senden bana Kur’ an ile<br />
onun bilgisini ihsan buyurmanı ister ve o bilgiyi<br />
etimle, kanımla, kulağımla, gözümle ayrılmaz<br />
bir şekilde karıştırmanı Senden dilerim ve bütün<br />
bunların hürmetine Senden isterim ki, kuvvet ve<br />
kudretinle benim vücudumu kendi yolunda çalıştırasın.<br />
Çünkü günahtan dönüş ve ibadete yöneliş,<br />
ancak senin kuvvetin ve kudretinledir. Ey<br />
rahmet edenlerin en rahmet edicisi olan Allah!<br />
Demek bi-hürmeti demek tevekküle mani<br />
değil. Bak Ebubekir (ra)’ den naklediliyor. İnsanoğlu<br />
mayanın takvimine inanırsın da Ebubekir<br />
(ra)’ e isnat edilen bir zincir kaynağının sahihliğine<br />
inanmazsın. Sahabe dönemi çoktan sona<br />
erdi. Tabiun, Etbaut tabiin döneminden de kimse<br />
kalmadı. Kime soracaksın? Bir kız isteyeceğin<br />
zaman yanına sözü geçer birini arıyorsun, bu tevekküle<br />
mani değil. İlim öğrenmek için hocaya<br />
sarılıyorsun, bu vasıta edinmek değil. Lakin bir<br />
şeyhe talebe olmak şirk, putçuluk, Allah’ la araya<br />
vasıta koymak oluyor. El- insaf!<br />
Allah dostları kimi zaman ak, kimi zaman kara<br />
olur. Kimi zaman tanıdığından, kimi zaman tanımadığından<br />
olur. Mütevekkilun muhakkak<br />
Allah’a tevekkül edecek. Tevekkül edenleri tanımak<br />
sizi tevekkül edeceğiniz sahibi tanımaya<br />
götürecek. Tanımadığınız bir Allaha nasıl iman<br />
edeceksiniz? Vasıtasız Allah’a ulaşacaktınız da<br />
nebiler niçin geldi? Muhammed Mustafa (sav)’<br />
den ve Hz. Adem (as)’ e kadar gelmiş geçmiş enbiya<br />
niçin geldi? Allah- u Teala hidayeti direk veremez<br />
miydi ki? Göğüslerimizi şerhedip, yerleştiremez<br />
miydi? Demek örnekler verdi ki, onlarda<br />
görelim. O Nebilerden öğreneceksiniz. Çıraklığını<br />
görmediğiniz sanatın ustalığına soyunmayacaksınız.<br />
Kim ki çıraklığını görmeden bir ustalığa<br />
soyundu muhakkak ki Allah- u Teala’ nın<br />
kovduğu şeytanın eşeği, bineği oldu. Şimdi siz<br />
zannetmeyin ki bu merkeptir. Eş koşan şek duyanlara<br />
söylüyorum. Merkeplere lafım yok? Sahibi<br />
zü’l Celal’i tanıyacağız, tanımak içinde O’ nu tanıyanı<br />
birini bulacağız. O’nu tanıyanlarla Allah-u<br />
Teala’yı bulacağız. Onlar bizi Allah-u Teala’ ya bizi<br />
götürecek. Suyun kaynağına götürüp ab-ı kevserden<br />
içirtecek. İşin hülasası Allah-u Teala’nın<br />
dilimizden söylettiği şu sözleri iyi anlayacağız;<br />
Ben vasıtasız Allah’a ulaşırım diyenler!<br />
Evlerindeki su borularını söksünler…<br />
(Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri 5. Cild kitabından<br />
alıntıdır.)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
29
Eğer hayır işlersen,<br />
Ölüm sana çiçekli bir yoldur, ölmeyi istersin.<br />
Ölüm sana çiçekli bir yoldur, ölmeyi istersin.<br />
Dünyadan ahrete göçmeyi dilersin.<br />
Dünyadan ahrete göçmeyi dilersin.<br />
Eğer günahkarsan, dünya cennet görünür,<br />
Eğer günahkarsan, dünya cennet görünür,<br />
Dünya kadar azapta da olsan,<br />
Dünya kadar azapta da olsan,<br />
Yine de ahireti beklemez, ölümü istemezsin.<br />
Varisün-Nebi<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu
Ayın<br />
Sohbeti<br />
VarisÜn-Nebi<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...<br />
اَعُوذُ بِالله مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِ يمِ<br />
بِسْ م ِاللهِ الرَّحْ م۞نِ الرَّحِ يمِ<br />
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَكِنَّ اللَّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ اإِذْ رَمَيْتَ<br />
وَلَكِنَّ اللَّهَ رَمَى وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِنِينَ مِنْهُ بَلاءً حَ سَ ناً اإِنَّ اللَّهَ سَ مِيعٌ عَلِيمٌ<br />
ذَلِكُمْ وَاَأنَّ اللَّهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِرِينَ<br />
اإِنْ تَسْ تَفْتِحُوا فَقَدْ جَ اءَكُمُ الْفَتْحُ وَاإِنْ تَنْتَهُواْ فَهُوَ خَ يْرٌ لَكُمْ وَاإِنْ تَعُودُوا نَعُدْ وَلَنْ تُغْنِيَ عَنْكُمْ فِئَتُكُمْ<br />
شَ يْئًا وَلَوْ كَثُرَتْ وَاَأنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ<br />
“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah<br />
onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın,<br />
fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir<br />
imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphesiz<br />
Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.<br />
İşte durum bu: (Allah, mü’minleri güzel bir şekilde<br />
dener). Bir de Allah, kâfirlerin tuzağını zayıf<br />
düşürendir.<br />
(Ey inkarcılar!) Eğer fetih istiyorsanız işte size<br />
fetih geldi. Eğer (peygambere karşı gelmekten)<br />
vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlı olur.<br />
Eğer dönerseniz biz de döneriz. Çok olsa bile<br />
topluluğunuz size hiç fayda vermez. Çünkü Allah<br />
mü’minlerle beraberdir.”<br />
Halk arasında Enfal diye meşhur olmuş surenin<br />
17-18-19. ayetlerini okuduk. Allah-u Teala<br />
anlamayı, yaşayarak örnek olmayı nasip eylesin.<br />
Amin.<br />
Bu ayetin nüzul zamanı Bedir savaşı idi. Kafirler<br />
okçularıyla, atlarıyla öyle bir kalabalık toplulukla<br />
geliyorlardı ki Allah’ın Rasulü (sav) orduyu<br />
gördü ve dedi ki:<br />
“Ya Rabbi! Bana vadettiğin zaferi istiyorum.”<br />
Lakin kafirler de dua ediyordu; ‘Sana hangimiz<br />
daha yakınsa onu galip eyle’ diyorlardı. Ayeti<br />
Celile’de Allah-u Teala kafirleri şöyle anlatıyor:<br />
“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp<br />
da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece,<br />
bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye<br />
ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa<br />
düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm<br />
verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör<br />
olanları doğru yola iletmez.”<br />
Onlar bizi Allah’a yaklaştırıyor diyerek, Allah-u<br />
Teala’nın diniyle Allah’tan uzaklaştılar. Burada da<br />
Allah’ın Rasulü (sav) el açıp, dua ediyordu:<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
31
- “Ya Rabbi! Bana vadettiğin zaferi istiyorum.”<br />
Allah-u Teala cevap buyurdu:<br />
“Öyleyse Ya Muhammed! Yerden bir avuç toprak<br />
al da onların üzerlerine doğru at!”<br />
Bir rivayette de diyor ki: Habib-i Kibriya Muhammed<br />
Mustafa (sav), Cebrail (as)’ın kendisine<br />
beyanı üzere Hz. Ali (kr)’den toprak istedi. Bir<br />
avuç toprağı aldı kafirlere doğru ‘Allah suratlarınızı<br />
değiştirsin, gönüllerinize korku salsın’ diyerek<br />
attı. Müfessirlerden bir kısmına göre de<br />
Allah’ın Rasulü (sav) ok atmıştı. O olayda şöyle<br />
olmuştur;<br />
Bedir Harbi’nden önceydi. Rasûl-i Kibriyâ<br />
Efendimiz (sav) harp sahasında dolaşırken;<br />
“Burası Ebû Cehil’in, burası Utbe’nin, burası<br />
Ümeyye’nin, buralar da filânın ve filânın öldürülecekleri<br />
yerlerdir. Übeyy bin Halefi de ben kendi<br />
elimle öldüreceğim.” buyurmuştu.<br />
Bedir’de haber verdiği gibi, Ebû Cehil, Utbe<br />
ve Ümeyye bin Halef, mücahidler tarafından<br />
gösterilen aynı yerlerde öldürülmüşlerdi. Geriye<br />
Übeyy bin Halef kalmıştı. Bu adam Kureyş’in ileri<br />
gelenlerinden biri idi. Peygamberimiz (sav)’e, her<br />
karşılaşmasında şöyle derdi:<br />
“Ey Muhammed. Bir atım var. Her gün ona on<br />
altı ölçek darı yedirip besliyorum. Bir gün gelir,<br />
onun sırtında seni öldürürüm.”<br />
Rasulullah (sav) ise, bu azgın ve şaşkın adama<br />
cevabı sadece şu oluyordu:<br />
“Belki, İnşallah, ben seni öldürürüm.”<br />
İşte Übeyy bin Halef, Bedir’de mücahidler tarafından<br />
öldürülen kardeşi Ümeyye’nin intikamını<br />
almak, Rasulullah (sav)’in vücudunu ortadan<br />
kaldırmak üzere yemin ederek, Uhud’a çıkıp gelmişti.<br />
Hz. Rasûlullah (sav)’ın Şi’b’e doğru çıktığı<br />
sıradaydı. Übeyy’in gelmekte olduğu görüldü.<br />
Mekke’de günde on altı okka darı ile beslediği<br />
atının üzerindeydi. İntikam dolu bakışlarla Rasulullah<br />
(sav)’e yaklaşıyordu. Bunu fark eden sahabîler<br />
önüne çıkıp, hesabını görmek istediler. Ancak<br />
Rasûlullah (sav);<br />
“Bırakın, gelsin” diyerek mücahidlerin karşı<br />
çıkmasına mâni oldu. Resûl-i Ekreme oldukça<br />
yaklaşan bu azgın müşrikin ağzından;<br />
“Ey Muhammed, sen kurtulursan, ben kurtulmayayım.”<br />
lafları dökülüyordu. Bu sözleri duyan<br />
Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz (sav), bir anda celâllendi.<br />
Elindeki mızrağıyla heybet ve haşyet verici<br />
adımlarla hasmının üzerine yürüdü. Übeyy, bir<br />
anda şaşkına döndü. Rasûlullah (sav)’ın heybet<br />
ve haşyet verici tavrı karşısında duramayıp, geri<br />
kaçmaya başladı. Rasulullah (sav) peşini bırakmıyor<br />
ve arkasından,<br />
“Nereye kaçıyorsun, ey yalancı!..”diye sesleniyordu.<br />
Bu kaçışla Übeyy kendini kurtaramadı.<br />
Rasulullah’ın (sav) fırlattığı mızrak, miğferle zırhı<br />
arasındaki kısma saplandı ve Übeyy sığır böğürmesi<br />
gibi böğürerek atından yere yuvarlandı.<br />
Müşrikler, yaralı halde onu alıp götürdüler. Yarasından<br />
kan akmıyordu. Ağrısına sızısına zor dayanıyordu.<br />
Zaman zaman arkadaşlarına;<br />
“Vallahi, Muhammed beni öldürdü.” diyordu.<br />
Arkadaşları bu sözünü ciddiye almıyorlar ve yarasının<br />
önemsiz olduğunu ifade ederek teselli etmeye<br />
çalışıyorlardı. Ne var ki, Übeyy, kurtulamayacağını<br />
anlamıştı. Arkadaşlarına şöyle dedi:<br />
“O bana (Mekke’de) ‘Seni öldüreceğim!’ demişti.<br />
Vallahi, o benim üzerime tükürse, yine beni<br />
öldürür.”<br />
Übeyy bin Halef, bir gün bile yaşamadan, “Susadım,<br />
susadım!” çığlıkları arasında ölüp gitti.<br />
Savaş sona erince Müslümanlardan “Şöyle<br />
kestim, şöyle vurdum, böyle esir aldım.” diye ileri<br />
geri konuşanlar ve yaptıkları ile övünenler oldu.<br />
İşte bu âyet bunun üzerine nâzil oldu. Yani siz iftihar<br />
edip övünüyorsunuz, ama şunu iyi bilmelisiniz<br />
ki, onları sırf kendi gücünüzle yenmediniz,<br />
onları siz değil, Allah öldürdü. Ve attığın vakit de<br />
sen atmadın ya Muhammed! Hepsinin gözlerine<br />
batan o atışı, toprağı, oku sen atmadın, o atışın<br />
dış görünüşü senin idi, ama sonuçlarını ve etkisini<br />
sen yapmadın ve lâkin Allah attı. Zira sana<br />
“At!..” emrini veren O idi, o attığın şeyi hedefine<br />
isabet ettiren, gayesine erdiren ve düşmanı bozguna<br />
uğratıp, sizi tepesine bindiren ve galip getiren<br />
O idi.<br />
Bize göre bu ayet anlamı itibariyle müteşabih<br />
bir ayettir. Farklı bakış açılarıyla bu ayeti değerlendiren<br />
üç sınıf vardır;<br />
1. Vacibü’l Vücutçular.<br />
2. Sıradan inanan Müslümanlar.<br />
3. Dürziler.<br />
Şimdi Müslüman bu Ayet-i Celile’den yukarıda<br />
anlatılanları anlar. Fakat hululcüler veyahut<br />
dürziler, vahdet-i vücutçular acaba ne anlar?<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
32
Burada atan mı, atılan mı, attıran mı önemlidir?<br />
‘O elbisenin içinde Allah vardı’ diyen hululcü,<br />
dürziler şirke giriyorlar.<br />
Vahdet-i vücutçular ‘Allah-u Teala ile beraber<br />
attı’ diyerek bu ayeti fiilde tevhid anlayışlarına<br />
delil getirirler. Buna gerek yoktur. Burada anlatılmak<br />
istenen olayların, işlerin arkasında onları<br />
yaratanın Allah-u Teala olduğunu ispattır. Yani la<br />
Faile İllallah’ı anlatmaktır.<br />
Bir okun, tabancadan çıkan merminin, tabancayı<br />
tutan elin, o elin uzantısı olan kolun, kolun<br />
bağlı olduğu gövdenin, gövdeyi yöneten kafanın,<br />
kafanın içinde ki aklın, o aklı veren ruhun<br />
mu şerefi vardır?<br />
Sebepler alemindeyiz. Sadece sebebi görüyorlar.<br />
Halbuki öldüren Allah’tı, vesile ise Müslümanlar<br />
ve Muhammed’di (sav). Oku attıranın,<br />
atanın bizzat kendisi olması gerekmez ki!<br />
Bir güneşin ziyası, bütün dünyaya, aya, fezaya,<br />
uzaya yansır. Ama hiçbirinin Allah deme hakkı<br />
yoktur. Hepsi Allah’ın kudretiyledir. La Havle<br />
vela Guvvete illa billah’tır. Yani güç ve kuvvet<br />
ancak Allah’tandır. O gücü vermeseydi, ok isabet<br />
etmezdi. Kul ‘ya Rabbi’ deyip atacak ki, Allah-u<br />
Teala da onun görüşünü kuvvetlendirsin. Allahu<br />
Teala buyuruyordu;<br />
‘Sen sebebi görme ya Muhammed, sebeplere<br />
bakma.’<br />
Allah-u Teala’nın güç, kuvvet verdiğini şöyle<br />
anla;<br />
Ne sen varsın ne de ben.<br />
Cümle var olan Haktır.<br />
Bunu zata yükleme sen<br />
Adem nazargahullahtır.<br />
Adem nazar-ı ilahidir. Ne kadar nazar-ı ilahide<br />
kalırsan o kadar anlayacaksın. Eşyanın hakikatini<br />
anlayınca etrafındaki her şey sana hikmetini<br />
gösterecek. Köpeğe taş attığınız da taşa havlar.<br />
Ve taşı ısırır. Sebebi görür.<br />
Siz sebepleri görmeyin ne oku görün, ne atılan<br />
toprağı görün. Ne Cebrail (as)’ı, ne Muhammed<br />
(sav)’i görün. Hepsi sebeptir. Sebepleri halk<br />
eden (yaratan) Allah-u Teala’dır. Bizi sınamak için<br />
sebepleri yaratır. Faili yaratan, fiili yapma kuvvetini<br />
veren Allah’tır. Bu sözlerden Cebriyeciler de<br />
kendilerine pay çıkarmasın. Allah-u Teala cebretti,<br />
bizim elimizde ne var? Attığı zaman o atıyor,<br />
tuttuğu zaman o tutuyor, öldürdüğü zaman o<br />
öldürüyor, diyenler; Allah-u Teala size bir tercih<br />
hakkı verdi. Niyet verdi. Allah helalin ve haramın<br />
yaratıcısıdır. İkisinden de imtihana çekecek. Sen<br />
dilediğine meyledeceksin. Senin yönün ne yana<br />
ise, gönlün ne tarafı isterse Allah-u Teala o tarafa<br />
doğru sana kuvveti verecek. Helalinden istiyorsan<br />
helal kazanacaksın. ‘Helal, haram fark etmez.’<br />
dersen haramdan kazanacaksın. Kimse düşüncesinde<br />
bir işe meyletmeden, o işe bulaşmaz. O işe<br />
götürecek bir arkadaşı da olmaz. Allah ikisini de<br />
gösterir, meylin ne tarafaysa o tarafa kayarsın.<br />
Behlül Dana (rh) gülmeyi terk ediyor. Öyle ki<br />
güldüğünü gören yok. Harun Reşid (rh) diyor ki:<br />
- Behlül’ün güldüğünü gelip bana söyleyene<br />
bir kese altın vereceğim.<br />
Herkes Behlül’ü takip ediyor. Behlül-ü Dana<br />
(rh) bir köşede oturuyor, duvar yıkılıyor. Çocuk o<br />
duvarın altında kalıyor. Duvar yıkılıp çocuk ölünce<br />
Behlül-ü Dana (rh) kendi kendine gülmeye<br />
başlıyor. Çocuğun ailesi Behlül-ü Dana (rh) bizimle<br />
alay ediyor diye şikayet ediyor. Halife diyor<br />
ki:<br />
- Siz güldüğünü mü gördünüz yani? Behlül<br />
gülmez ki böyle bir acı duruma.<br />
Çağırıyorlar Behlül’ü, diyor ki;<br />
- Ya Behlül niçin güldün? Ben senin güldüğünü<br />
görene bir kese altın vaat ettim. Sen ne oldu<br />
ki güldün?<br />
- Ya Harun bir senedir bu duvar eğikti. ‘Acaba<br />
duvar eğildiği yere mi yıkılacak yoksa ters tarafa<br />
mı’ diye bu duvarı gözetlemekteydim. Ben çocuğun<br />
öldüğünü görmedim, duvarın yıkıldığını<br />
gördüm, ona güldüm.<br />
- Ne var bunda ya Behlül bilemeyecek? Elbette<br />
eğildiği yöne yıkılacak.<br />
- Ya Harun. Duvar eğildiği yöne yıkılacaksa benim<br />
eğildiğim yön ahret. Senin eğildiğin yön neresi<br />
acaba? Diyor.<br />
İşte orada, ey Rasulüm attığın zaman sen atmadın,<br />
lakin Allah attı, dediğinde Allah-u Teala<br />
kafirin yüreğine korku, mü’minin gönlüne ise cesaret<br />
attı. Bütün lambaları yakan elektriktir, lamba<br />
‘elektriğim’ deme hakkına ve salahiyetine sahip<br />
değildir. Burada atan gücü yaratan Allah-u<br />
Teala’dır. Makamı bilen, güzel anlayacak. Kaderin<br />
tecelli ettiğini, Allah-u Teala’nın güç ve kuvvet verip<br />
o fiili oradan işlettiğini bilecek. Allah-u Teala<br />
birdir, muhakkak Allah-u Teala’nın eşi ve benzeri<br />
yoktur. Ve hiç kimsenin ‘Allah’ım’ deme salahiyeti<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
33
yoktur. Anlayana bu kadar muhabbet yeter, anlamayana<br />
ne söylesen kar etmez efendiler.<br />
Yahudiler ve Hıristiyanlar sözü anlamadılar da<br />
eğdiler, büktüler ve kendileri gibi ilah edindiler.<br />
اتَّخَ ذُوا اَأحْ بَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَأرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ<br />
وَالْمَسِ يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا اُأمِرُوا اإِلاَّ لِيَعْبُدُوا اإِلَهًا<br />
وَاحِ دًا لاَ اإِلَهَ اإِلاَّ هُوَ سُبْحَ انَهُ عَمَّا يُشْ رِكُونَ<br />
“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar<br />
ise) rahiplerini ve Meryem oğlu<br />
Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlarda ancak, bir<br />
olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır.<br />
O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak<br />
koştukları her şeyden uzaktır.”<br />
Bir gün Rasulullah (sav) bu ayet-i kerimeyi<br />
okuduğu sırada daha önce Hıristiyan iken sonradan<br />
İslam’la şereflenen Adiyy İbni Hatem (ra)<br />
(boynunda haç olduğu halde) Rasulullah’ın (sav)<br />
yanına girdiğinde bu Ayet-i Kerime’yi duyunca<br />
Rasulullah’a:<br />
- Onlara ibadet etmiyorlar ki? dedi. Bunun<br />
üzerine Rasulullah:<br />
- “Onlar Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram,<br />
haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman onlara<br />
itaat etmiyorlar mı?” diye sorunca Adiyy İbn<br />
Hatem:<br />
- Evet, dedi.<br />
Rasulullah:<br />
- “İşte böylece onlara ibadet ediyorlar.”<br />
buyurdu.<br />
Bu ayet niçin bize gönderildi? Geçmiş ümmetlerin,<br />
özellikle Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları<br />
hataları hikâye etmek için mi? Yoksa bizde de baş<br />
gösterecek benzer hatalara dikkat çekmek, bertaraf<br />
etmek için mi?<br />
Museviler ve Hıristiyanlardan bazı kesimi, mutasavvıfların<br />
yazdığı kitaplara birebir yazı taklidi<br />
ile müdahale edip, aslında olmayan yalan, yanlış<br />
bilgiler, uydurma hadisler eklediler. Eğdiler büktüler.<br />
Abarttılar, akılları ve hafızaları durdurur bir<br />
şekilde Allah’a yakın olmak isteyenleri, Allah’tan<br />
uzaklaştırdılar. Din-i İslam’ı o kadar zorlaştırdılar<br />
ki, insanı yapamayacağı şeylerle mükellef tuttular.<br />
Günlerce kendimi insanların arasından uzlete<br />
çekeceğim, gece-gündüz hiç uyumadan ibadet<br />
edeceğim, hiçbir şey yemeyeceğim gibi zorluklarla,<br />
inkar arasında bir seçime zorladılar. “Allah<br />
kullarına zulmetmez…”, “Allah bir nefse kaldıramayacağı<br />
yükü yüklemez.” ayetlerini sanki hiç<br />
okumadılar. İşte bu şekilde Allah’ın helallerini,<br />
haramlaştırdılar. Bir taraftan da haramlarını helalleştirdiler.<br />
Bugüne baktığımızda bir şeyh efendiye<br />
bir şey söyleseniz; ‘Sen benim şeyhimi inkar<br />
mı ediyorsun?’ diyenden tutun, kafirlikle ithama<br />
kadar varan sözlere maruz kalırsınız. Hele bir<br />
de şeyh efendi, Mevlasına rücu etmişse, kişinin<br />
fikrini asla değiştiremezsin. Niye? İman etmiştir<br />
körü körüne. Ayeti ve hadisi onun anladığı şekilde<br />
anlamaya çalışırlar. Ayetleri ve hadisleri açıklayacak<br />
emanetçileri var mıdır, diye sorarsak, elbette<br />
vardır. Resul-ü Ekrem (sav) nasıl açıklama<br />
gereği duymuşsa, ondan sonra gelen alimlerde<br />
bunları anlatma mecburiyetindedirler ama akılları<br />
ile, nefisleri ile değil. Öyle buyuruyor Habib-i<br />
Kibriya Muhammed (sav);<br />
“Kim ki nefsi ile Kur’an’ı tefsir eder, kendine<br />
cehennemden kat beğenir.”<br />
Kur’an-ı Kerim emir ve nehiylerle anlaşılır. Haramlara<br />
ve helallere uyularak anlaşılır. Aksi takdirde<br />
bir harama helal derse, bir tanesine uymamaya<br />
başlarsa çorap söküğü sökülür. Hani Yunus<br />
Emre’den (rh) çok örnek veririm:<br />
Yerden göğe küp dizseler,<br />
Birbirine bent etseler,<br />
Aradan birini çekseler,<br />
Seyreyle sen gümbürtüyü.<br />
Küpleri dizin göğe doğru. Aradan bir tanesini<br />
çekin. Hepsi yerle bir olur değil mi? Kur’an-ı<br />
Kerim de böyledir. Sünnet-i Seniyye de böyledir.<br />
Sen bir tane emri kaldırırsan, onun yerini<br />
beş tane yalanla, on tane ihanetle kapatmaya<br />
çalışacaksın.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
34
Nereye<br />
İnsanoğlu çiğ süt emmiş,<br />
Beden ruhuna kötülük etmiş,<br />
Allah doğruyu göstermiş,<br />
O, hep tersine gitmiş.<br />
Kimi zaman görmüş gerçeği,<br />
“ Eyvah “ çekip tövbe etmiş,<br />
Kimi zaman vurmuş tekmeyi,<br />
“ her söz yerine göre ” demiş.<br />
Ben de şaştım bu işe,<br />
Bakalım bu gidiş nereye?<br />
Gittik dansa, diskoteğe,<br />
Eğlenip, içtik gönlümüzce.<br />
Döndüm baktım geriye,<br />
Şaşkınlıktan döndüm deliye,<br />
Sordum ; “ bu gidiş nereye”<br />
Dediler; “ cehenneme”<br />
Dünyada ne ektin, burada biçersin.<br />
Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU
SAHABE-İ GÜZİN<br />
Burak Çınar<br />
(Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)<br />
Ebu’d-Derdâ<br />
Rasûlullah (s.a.s)’in, Kur’ân, fıkıh ve hadis<br />
ilimlerinde önde gelen ashâbından biri. Asıl<br />
adı Uveymir’dir. Hazrec kabilesine mensuptur.<br />
Hicrî ikinci yılda Müslüman oldu. Vâkıdî’nin<br />
naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ ailesi içinde en<br />
son Müslüman olandır. Onun örtüyle örttüğü<br />
bir putu vardı. Kendisini İslâm’a dâvet eden<br />
dostu İbn Revâha bir gün putunu o evde yokken<br />
parçaladı ve gitti. Ebû’d-Derdâ eve gelince<br />
önce çok kızmış, sonra şöyle demiştir: “Eğer<br />
putta bir hüner olsaydı, kendini koruyabilecekti.”<br />
Ve sonra Peygamber Efendimize giderek<br />
Müslüman oldu (Hâkim, el-Müstedrek,<br />
III, 336).<br />
Ebû’d-Derdâ önceleri ticaretle uğraşırken,<br />
Müslüman olduktan sonra kendini tamamen<br />
zühd ve ibâdete vermiştir. Şam fakihi<br />
diye meşhurdur. Kendisi bunu anlatırken<br />
şöyle der: “Peygamber Efendimiz risâletle<br />
geldikten sonra hem ticaret, hem ibadet<br />
yapmak istedim. Fakat ikisinin bir arada<br />
olamayacağını anlayınca, ticareti bırakıp<br />
ibadete yöneldim.”<br />
İslâm’a girişinden önce meydana gelen<br />
Bedir gazasında bulunmayan Ebû’d-Derdâ,<br />
Uhud’da büyük fedakârlık ve şecâat gösterdi.<br />
Bu gazadan sonra Rasûlullah (s.a.s.)’in bütün<br />
gazalarında bulundu. Ebû’d-Derdâ’nın<br />
kardeşliği Selmân-ı Fârisî’dir. Ebû’d-Derdâ,<br />
Rasûlullah’ın vefâtından sonra Hz. Ömer’in<br />
ona ısrarla bir görev vermek istemesine rağmen<br />
o “Bana müsaade et, gidip halka<br />
Rasûlullah’ın sünnetini öğreteyim, onlara<br />
namaz kıldırayım.” demiş, Hz. Ömer de ona<br />
müsaade etmişti. Hz. Ömer daha sonraları<br />
Şam’ı ziyaretinde Şam valisi Yezid b. Ebî Süf-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
38
yân, Amr b. el-As, Ebû Musa el-Eş’ari’yi teftiş ettiğinde<br />
bu zatların kapılarının kilitli olduğunu,<br />
odalarının ipekle kaplı bulunduğunu, huzurlarına<br />
girenlerin kim olduklarını sorduklarını, müreffeh<br />
yaşadıklarını görmüş; Ebû’d-Derdâ’ya gittiğinde<br />
ise onun kapısında kilit bulunmadığı,<br />
odasında ışık olmadığı, elbisesi hafif, soğuktan<br />
muzdarip, gelenin selâmını alan, kim olduğunu<br />
sormadan içeri kabul eden, altında bir keçe parçası<br />
bulunan bir durumda görmüştü. Hz. Ömer,<br />
Ebû’d-Derdâ’ya, “Ben seni Medine’de hoş tutmadım<br />
mı?” deyince o, Rasûlullah’tan duyduğu<br />
şu hadisi hatırlatmıştır:<br />
“Sizin dünyadan metâmız bir yolcunun<br />
azığı kadar olsun.” (Kenzü’l-Ummâl, I. 78).<br />
Kendisine misafirliğe gelen arkadaşları, yatak<br />
yerine yerde yatıp da şikâyet ettiklerinde şöyle<br />
demiştir: “Bizim bir başka evimiz var ki, hepimiz<br />
orada toplanacağız.” (Sıfatü’s-Safve, I, 263).<br />
Hz. Ömer, Bedir’de bulunmamasına rağmen<br />
-çünkü o sırada Müslüman olmamıştı- Ebû’d-<br />
Derdâ’ya da Bedir gazası tahsisatı bağlamıştır.<br />
Hz. Osman -veya Ömer- zamanında Ebû’d-Derdâ<br />
Şam kadılığına getirilmiş ve hicretin 32. yılında<br />
vefât etmiştir.<br />
Bütün ömrünü takvâ içinde geçiren Ebû’d-<br />
Derdâ’nın güzel yüzlü, esmer, sakalını boyayan,<br />
başına takke geçirip üzerine sarık saran bir zat<br />
olduğu zikredilmiştir.<br />
Ebû’d-Derdâ fıkıh ve hadis ilimlerinde ileri<br />
gelenlerden idi. Rasûlullah’tan bütün öğrendiklerini,<br />
bütün duyduklarını, anladıklarını Müslümanlara<br />
öğretmeye çalışmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’i<br />
ezberlemiş ve mescidde her gün Kur’ân der-<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
39
si vermiştir. Şam’da yüzlerce hâfız yetiştirmiştir.<br />
Zevcesi Ümmü’d-Derdâ es-Suğrâ, Kur’ân kırâatinde<br />
sözü geçen tâbiîndendir.<br />
Ebû’d-Derda’nın, tefsir ilminin gelişmesinde<br />
de emeği vardır. Rasûlullah’a bir gün,<br />
“Onlar ki, iman ettiler ve takvâ üzere bulundular;<br />
onlara bu dünya hayatında müjde<br />
vardır.’’ (Yunus, 10/64)<br />
âyet-i kerimesindeki “büşrâ’’dan, yani<br />
“müjde”den maksat nedir diye sormuş, Rasûlullah<br />
da, “Bundan murad sâlih rüyadır.” buyurmuştur<br />
(Ebu Davûd ed-Tayâlîsî, Müsned, 131).<br />
Ebû’d-Derdâ, Rasûlullah (s.a.s)’den birçok hadis<br />
rivâyet etmiştir. Ondan hadis öğrenenler arasında<br />
Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ömer, Abdullah<br />
b. Abbâs, Ümmi’d-Derdâ... gibi râviler bulunmaktadır.<br />
Tâbiin’in meşhur zatlarından Saîd b. el-Müseyyeb,<br />
Alkame, Kays, Cübeyr b. Nadir, Zeyd b.<br />
Vehb, Muhammed b. Sırın vb. onun talebeleridir.<br />
Ebû’d-Derdâ yetmiş dokuz kadar hadis rivâyet<br />
etmiştir. Bunlardan en önemlileri şöyledir:<br />
‘’Bir insan ilim kazanmak için bir yola girerse,<br />
Cenâb-ı Hak ona cennete doğru bir yol<br />
açar. Melekler ilim peşinde koşanlardan hoşnut<br />
oldukları için kanatlarını onun altına gererler.<br />
İlim sahipleri için yerdekiler ve göktekiler<br />
mağfiret niyaz ederler... Peygamberlerin<br />
vârisleri âlimlerdir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned,<br />
V. 128).<br />
Bir gün Rasûlullah cuma hutbesinde âyet<br />
okurken, Ebû’d-Derdâ yanında bulunan Ubey b.<br />
Kâ’b’a, “Bu ayet ne zaman nâzil oldu?” diye sormuş.<br />
Übey cevap vermemiş; hutbe bittikten<br />
sonra, “Cumanı şu boş sözünle iptal ettin.” demiştir.<br />
Ebû’d-Derdâ, Hz. Peygamber’e giderek onun<br />
bu sözünü aktardığında Rasûlullah (s.a.s) şöyle<br />
demiştir:<br />
“Übey doğru söyledi. İmam hutbede konuşurken<br />
sözünü bitirinceye kadar sus ve onu<br />
dinle.” (Müsned, V. 190).<br />
“Rasûl-i Ekrem her hadis söyledikçe tebessüm<br />
ederdi.”<br />
“Kıyâmet günü insanın mizânında en ağır<br />
basan şey iyi ahlâktır, yani güzel huydur.”<br />
“Size namazdan, oruçtan, sadakadan, faziletçe<br />
bir derece yüksek bir şey söyleyeyim<br />
mi? İnsanların arasını barıştırmak.”<br />
Ebû’d-Derdâ fıkıhta reyine başvurulan bir fakihti.<br />
Şam’da bulunduğu sırada Kûfe’den ve başka<br />
yerlerden gelenler onun görüşlerine başvururlardı.<br />
Zikir konusunda da hadisler rivâyet<br />
etmiştir:<br />
“Her namazdan sonra otuz üç defa tesbih,<br />
otuz üç defa tahmid, otuz üç defa tekbir getir.”<br />
(Müsned, V, 1 96).<br />
“Ezansız-namazsız köylerde oturma; böyle<br />
bir köyde oturmaktansa şehirde kal.” (Müsned,<br />
VI, 145).<br />
Rasûlullah (s.a.s.)’in ashâbı arasındaki karşılıklı<br />
saygı ve yardımlaşmayı İslâm ümmeti için<br />
bir örnek olarak ifade eden bir hadisi Ebû’d-Derdâ<br />
zikretmiştir. Bu hadiste Hz. Ebû Bekir ile Hz.<br />
Ömer arasındaki bir münâkaşada Ömer’e haksızlık<br />
eden Ebû Bekir’in sonradan pişman olarak<br />
Ömer’e gittiği; ancak Ömer’in onu affetmediği<br />
ve Ebû Bekir’in Rasûlullah’ın huzuruna<br />
çıktığı; arkasından da Ömer’in huzura girdiği;<br />
bu esnada Rasûlullah’ın Ebû Bekir’i dinledikten<br />
sonra Ömer’e dönüp itab etmesinden korkan<br />
Ebû Bekir’in, münâkaşada kendisinin ileri<br />
gittiğini öne sürmesi üzerine Rasûlullah şöyle<br />
buyurmuştur:<br />
“Allah beni size peygamber göndermişti.<br />
Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz beni yalanlamıştınız<br />
da Ebû Bekir inanmış, uğrumda<br />
canını, malını, fedâ etmişti. Şimdi ashâbım,<br />
siz dostumu bu nisbetiyle ve bu husûsiyetiyle<br />
bana bırakırsınız değil mi?”<br />
Ebû’d-Derdâ o günden sonra hiç kimsenin<br />
Ebû Bekir’i incitmediğini nakletmektedir. (Sahih-i<br />
Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX,<br />
333-334)<br />
Ebû’d-Derdâ hastalandığı bir sırada arkadaşları<br />
yanına gelerek “Ey Ebû’d-Derdâ, nerenden<br />
şikayetçisin?” demişler; Ebû’d-Derdâ, “Günahlarımdan”<br />
diye cevap vermiş; “Canın bir<br />
şey istemiyor mu?” sorusuna, “Canım Cennet<br />
istiyor.”demiş; “Sana bakmak için bir hekim çağırmayalım<br />
mı?” diyen arkadaşlarına şöyle demiştir:<br />
“Esasında beni yatağa düşüren hekimdir.”<br />
(El-Hilye, I, 218; et-Tabakat, VII, 118).<br />
Hizâm b. Hakım, Ebû’d-Derdâ’nın şöyle dediğini<br />
nakleder:<br />
“Eğer öldükten sonra neler göreceğinizi<br />
bilseydiniz, iştahla ne bir yemek yiyebilir, ne<br />
bir şey içebilir ve ne de gölgelenmek için bir<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
40
eve girebilirdiniz. Hep avlularda oturup göğsünüze<br />
vurur ve hâliniz için ağlardınız. Vallahi<br />
isterdim ki ben kesilen ve meyvesi yenen<br />
bir ağaç olaydım.” (El-Hilye, I, 216).<br />
“Bir saatlik düşünce ve tefekkür bir gece<br />
sabaha kadar ibâdet etmekten iyidir.” (et-Tabakat<br />
VII, 392) diyen Ebû’d-Derdâ sevinç ve bollukta<br />
Allah’ı unutmaz; insanlara, konuşmayı nasıl<br />
öğreniyorlarsa, konuşmamayı da öyle öğrenmelerini,<br />
gereken yerlerde susmanın büyük bir ilim<br />
olduğunu, insanların cennete veya cehenneme<br />
dillerinin söylediklerinden götürüldüklerini<br />
öğütlerdi.<br />
Ebû Nuaym’dan Heysemî’nin Sâbit el-<br />
Bünânı’den naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ Selmân<br />
el-Farisi’ye Leysoğulları kabilesinden bir kız<br />
istemek üzere gitmiş, Selmân’ın üstünlüğünü<br />
anlatmıştı. Kızın babası, kızını Selmân’a veremeyeceğini,<br />
fakat Ebu’d-Derdâ isterse ona vereceğini<br />
söyleyince, Ebû’d-Derdâ o kızla evlenmiştir.<br />
Daha sonra bunu Selmân’a utanarak naklettiğinde<br />
Selmân ona,”Senden çok ben utanmalıyım.<br />
Zira Allah bu kızı sana nasib etmişken ben ona talib<br />
oldum.” demiştir. İşte ashâbın birbirlerine karşı<br />
olan olgun davranışları böyleydi.<br />
İlim hakkında Ebû’d-Derdâ şöyle demiştir:<br />
“İlim ancak arayıp öğrenmekle olur. İlim<br />
için sabah çıkıp akşam dönmenin cihad olmadığını<br />
sanan kimsenin aklı eksiktir.” (Câmi’ül-<br />
Beyani’l-İlim, I, 31, 32, 100).<br />
(Şamil İslam Ansiklopedisi)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
41
MÜSLÜMAN<br />
BİLİMADAMLARI<br />
İBN-ÜL <strong>NE</strong>FİS<br />
FARUK KUL<br />
Tam adı İbnü’n-Nefis Alaaddin Ebu’l-A’lâ Ali<br />
ibn Ebi’l-Hazm el-Kureşî ed-Dımeşkîdir. 1210-88<br />
yılları arasında yaşamıştır. Şam’da dünyaya gelen<br />
İbnü’n-Nefîs, Nureddin Zengi tarafından 12. yüzyılda<br />
kurulan hastanede (el-Bimaristan en-Nuri)<br />
tıp ilmini öğrendi. İlk hocası Abdurrahim ibn<br />
Ali el-Dahvar’ın yanında tıp eğitimini tamamladı<br />
ve Kahire’ye yerleşti. Nâsırî Hastanesinde vazife<br />
yaptı ve birçok talebe yetiştirdi. Talebeleri içinde<br />
en meşhur olanı, cerrahlıkla ilgili bir eser yazan<br />
İbnü’ l-Kuff tur. İbnü’n-Nefîs, fâkih olarak Kahire<br />
Mansuriye Medresesi’nde ders vermiş, ayrıca<br />
gramer, mantık ve felsefe ile de meşgul olmuştur.<br />
İbnü’n-Nefîs’in eserleri arasında en çok tanınanı<br />
Mu’cez olup İbnü’s-Sina’nın Kanun’unun bir<br />
çeşit özetidir. En büyük keşfi ise akciğer dolaşımını<br />
bulmasıdır.<br />
Kendi devrinde tıp ilmi nin önderi olan<br />
İbnü’n-Nefîs, daha çok insan organizması üzerinde<br />
etkili olan faktörleri araştırdı. Tıbbî tedaviden<br />
çok, hastalıkların ana sebepleri üzerinde durdu.,<br />
Tıpta hastalıkların sebepleri üzerinde ilmî çalışmalar<br />
yapan ve eserler veren ilk âlimdir. ortopedi<br />
ilminin de ilk kurucular ıarasındadır. Hekimlikte<br />
önemli çalışmalar yapan İbnü’n-Nefîs, Mısır’da<br />
hekimlerin başı ünvanını aldı.<br />
“1924 yılında Freiburg Tıp Fakültesinde<br />
ilim tarihinin çehresini<br />
değiştirecek bir hâdise oldu. Muhyiddin<br />
Tantavi adlı Mısırlı genç bir<br />
Müslüman, Almanca bir doktora<br />
tezi hazırladı. Bu genç doktorun<br />
tezi, bazı Alman profesörlerin<br />
dikkatini çekti. Çünkü, tezde,<br />
ilk defa, küçük kan dolaşımının<br />
İbnü’n-Nefîs adında bir Müslüman<br />
ilim adamı tarafından bulunduğundan<br />
bahsediliyordu. Profesörler<br />
buna bir türlü inanamıyorlardı.<br />
Onlara göre bu mümkün değildi.”<br />
İbnül Nefis,özlem ve deneye çok önem verirdi.<br />
Gerçeğe, meselenin köküne inmekle ulaşılacağını<br />
düşünürdü. Kağıta dökmeden önce<br />
tekrar tekrar deneyleri yapardı. Bu yargıyı şu<br />
sözleriyle anlıyoruz. “Organın yaptığı vazi feleri<br />
izah için, eski naza riyelerden etkilenmeden tekrar<br />
itinalı bir müşahede ve doğru bir araştırmaya<br />
daÂyanmalıyız.”<br />
İbnü’n-Nefîs, Galen ile İbnü’s-Sina’nın bütün<br />
fikirleri ni ezberlemişti. Çoğu meslektaşının aksine<br />
Galen’in me todunu kabul etmez, zayıf noktalarının<br />
olduğu söylerdi. Buna mukabil, İbnü’s-<br />
Sina’yı çok takdir ederdi. Kanun eseri ise en fazla<br />
meşgul olduğu eserdi ve onu hemen hemen ezbere<br />
bilirdi.<br />
Tıbbî eserlerini kaleme aldığı sırada kendisini<br />
görenler, âdeta çağlayan bir sel halinde, başka<br />
bir kitaba başvurÂmaya lüzum görmeden yazdığını<br />
bildirirler. Birgün Kahire’nin 1200 hamamından<br />
bi rinde yıkanırken aniden ka ğıt, kalem<br />
ve mürekkep ister ve nabız hakkında bir risale<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
42
yazmaya başlar. Risalesini bitirince, tekrar kurnaya<br />
geri dö nerek yıkanmasına devam eder.<br />
Yazdığı eserlere o kadar güvenirdi ki: “Eserlerimin<br />
benden sonra asırlarca yaşayacaklarını bilmeseydim,<br />
onları yazmazdım” der, an cak ihtiyatı da<br />
elden bırakmaz ve “Bir eser yazma iddia sında bulunanlar,<br />
gereken mesuliyeti de yüklenmelidir ler”<br />
derdi.<br />
Meşhur müellif Max Mayerhof: “İbnü’n-Nefîs’in<br />
değeri, kitapları bütün Orta Çağ boyunca en<br />
temel eser ler kabul edilen Galen’in ve İbnü’s-<br />
Sina’nın bazı düşün celerine, yanlış fikirlerine karşı<br />
yalnız başına mücadele etme cesaretini göstermiş<br />
ol masındadır” der ve “Kısaca sı, o. büyük bir otorite<br />
idi ve birçok mükemmel adam onun hakkında<br />
“o, ikinci İbnü’s-Sina idi” demektedir ler” diye ilave<br />
eder.<br />
ESERLERİ<br />
Mu’cez gibi asırlarca üzerine<br />
pek çok şerh, haşiye, ta’lik<br />
yazılan eserler verdiği gibi, Hz.<br />
Muhammed’in (sav) hayatı ve<br />
Hadîs usûlü üzerine kitaplar<br />
da yazmıştır. Başlıca eserleri<br />
şunlardır:<br />
Kitab eş-Şamii fi’t-Tıb: En<br />
büyük eseridir. 300 cüz olarak<br />
yazmayı tasarladığı ese ri bitiremeden<br />
vefat etti. 80 cü zü<br />
hâlâ Kahire’deki Bimaristan el-<br />
Mansuri’de bulunmak tadır.<br />
İçinde o zamana kadar tıp ilmine<br />
ait ne kadar bilgi varsa hepsini<br />
kaydetmiştir.<br />
Kitab el-Mühezzeb fi’l-<br />
Kahl: Göz hastalıktan hakkınÂda<br />
değerli bir eserdir. Bir nüshası Vatikan Kütüphanesinde<br />
bulunmaktadır.<br />
Kitab el-Muhtar fi’l-Ağdiya: Gıdalar hakkındadır.<br />
Berlin Kütüphanesinde bulunmaktadır.<br />
Mu’cez el-Kanun: En çok bilinen eseridir.<br />
İbnü’s-Sina’nın meşhur eseri Kanun’un bir çeşit<br />
özetidir.Fakat fizyoloji ve anatomi kısmı bu özetin<br />
dışındadır.Eserin asılları Paris, Oxford ve Münih<br />
Kütüphanelerinde bu lunmaktadır. Birçok dile tercüme<br />
edilmiştir. Esere birçok şerh, haşiye ve ta’lik<br />
yazılmış tır. Mu’cez ilk defa 1828’de Kalküta’da basılmıştır.<br />
Türk çe’ye tercümesi ilk defa Muslihiddin<br />
Sürûrî ve sonra Kanu nî devrinde Edime Darüşşifası<br />
baştabibi olan Ahmed İbn Ke mal tarafından<br />
yapılmıştır.<br />
Şerh-i Teşrih el-Kanun: Kanun’un anatomi<br />
böÂ lümlerinin açıklamasıdır. Gerçi Kanun’da insan<br />
anatomisine dair özel bir bölüm yoktur ama,<br />
konuların içinde yer yer anatomiden bahsedilmiştir.<br />
İbnü’n-Nefis anatomiye dair bu kısımlan izah<br />
ederek ortaya 300 sayfalık bir kitap çıkar mıştır.<br />
Ayrıca bu eserinde kendisinden yüzlerce yıl sonra<br />
ortaya çıkan patolojik anato minin de temellerini<br />
atmıştır. Şu paragraf bunu açıklamak tadır:<br />
“... İshalden veya kan kaybından ölen kimselerde<br />
da marı bulmak güçleşir. Buna karşılık boğulmak<br />
suretiyle öğ lenlerde damarları bulmak koÂlaylaşıyor...”<br />
Bu Arapça yaz ma eserin en önemli<br />
tarafı, İbnü’n-Nefîs’in, Galen ve İbnü’s-Sina’nın aksine,<br />
akciğer dolaşımının (küçük dolaşım) mev cut<br />
olduğunu belirtmesidir.<br />
İbnü’n-Nefîs’in ayrıca ikiÂsi<br />
Hipokrat’ın, biri Huneyn<br />
İbn İshak’ın eserlerine olmak<br />
üzere başka tıbbî şerhleri ve<br />
Peygamberimiz’in (sav) haÂyatını<br />
anlatan er-Risale el-Kâmiliye<br />
fi’s-Sîret en-Nebeviyye,<br />
hadîs ilminin pren siplerini<br />
anlatan Muhtasar fî İlm-ı Usûl<br />
el-Hadîs gibi tıp ha rici eserleri<br />
vardır.<br />
İBNÜ’N- <strong>NE</strong>FİSİN KAN DO-<br />
LAŞIMI TEORİSİ<br />
Hipokrat, kan dolaşımından<br />
ka raciğeri sorumlu tutmuş ve<br />
kalbi bir damar genişlemesi<br />
gibi kabul etmiştir. Aristo, damarların<br />
hava ile dolu olduğunu<br />
kabul ediyordu. Galen ise,<br />
kanın sağ kalpten sol kalbe ara bölmedeki geçitler<br />
aracılığı ile geç tiğini öne sürmüştür. İbnü’s-Sina da<br />
bu görüşü kabullenmiştir.<br />
İbnü’n-Nefîs’in kan dolaşımı ile ilgili görüşleri<br />
ise şu şekilde özet lenebilir:<br />
1.‘Kalp, ancak ve ancak kendi bünyesi içinden<br />
geçen damarlar ara cılığı ile beslenir’ diyen İbnü’n-<br />
Nefîs, böylece koroner dolaşımı ilk bulan ilim adamı<br />
olmuştur.<br />
2.Kan, akciğerleri beslemek için değil, temiz<br />
hava götürmek için yayılır. (Daha sonra W. Harvey<br />
de bunun üzerinde önemle durmuştur).<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
43
3.Akciğere giden damarla, akciğerden dönen<br />
damar ara sında, dolaşımı tamamlayan bağlantılar<br />
mevcuttur. (Üçyüz.sene sonra Colombo bunu<br />
ilk defa kendisinin bulduğunu iddia et miştir).<br />
4.Akciğer toplardamarı, önceden zannedildiği<br />
gibi, hava veya is ile değil, kan ile doludur.<br />
5.Akciğer atardamarının duvarı, akciğer toplardamarının<br />
duvarından daha kalındır. (Bu<br />
keşif yakın zamana kadar Michael Servetus’a<br />
dayandırılıyordu).<br />
6.Kalp odacıkları arasındaki bölmede geçit<br />
yoktur. Kan, dolaşımını kalpte tamamlar: “Kanın<br />
sol boşluğa geçmesi akciğerler yolu ile olmakladır.<br />
Sağ boşluktan akciğerlere gelen kan, burada<br />
ısınmakta ve hava ile karıştıktan sonra, akciğer<br />
toplardamarı yolu ile sol boşluğa geçmektedir”<br />
diyen İbnü’n-Nefîs, böylece akciğer dolaşımını ilk<br />
keşfeden ilim adamı olmuştur.<br />
KÜÇÜK KAN DOLAŞIMININ İBNÜ’N- <strong>NE</strong>-<br />
FİS TARAFINDAN BULUNDUĞUNUN ORTAYA<br />
ÇIKARILMASI<br />
1553’te İspanyalı Michael Servetus’un bir<br />
dolaşım nazariyesinden bahsedip buna ‘küçük<br />
kan dolaşımı’ veya ‘ak ciğer dolaşımı’ adını<br />
verme sinden ve onu takiben İtalyalı Colombo<br />
ve Cesalpino’nun Galen’in başarısız modelinden<br />
yaptıkları bazı düzeltmelerden sonra 1616 yılında<br />
William Harvey, Galen nazariyesinin hatalarını<br />
tamamen gösterdi ve yeni bir akciğer dolaşım<br />
te orisi ortaya koydu.<br />
Günümüz de geçerli akciğer<br />
dolaşım sis temi modelinin<br />
ilk defa W. Harvey tarafından<br />
keşfedildiği bilgisi, 1924 yılına<br />
kadar de ğişmeden kaldı.<br />
1924 yılında Freiburg<br />
Tıp Fakültesinde ilim tarihinin<br />
çehresini değiştirecek<br />
bir hâdise oldu. Muhyiddin<br />
Tantavi adlı Mısırlı genç bir<br />
Müslü man, Almanca bir doktora<br />
te zi hazırladı. Bu genç<br />
doktorun tezi, bazı Alman<br />
profesörlerin dikkatini çekti.<br />
Çünkü, tezde, ilk defa, küçük<br />
kan dolaşımı nın İbnü’n-Nefîs<br />
adında bir Müslüman ilim<br />
adamı tarafından bulunduğundan<br />
bahsediliyordu. Profesörler<br />
buna bir türlü inanamıyorlardı.<br />
Onlara göre bu<br />
mümkün değildi. Bunun üzerine tezin bir kopyası,<br />
o sıralarda Kahire’de bu lunan Alman doktor<br />
Mayerhof’a gönderildi. Dr. Mayerhof, Tantavi’yi<br />
doğrulamakla kalmayıp daha sonra yazdığı makalede<br />
bunları açıkladı. Evet, akciğer dolaşımını<br />
ilk bu lan İbnü’n-Nefîs’ti. 1553’te Servetus,<br />
1559’da Colombo, 1628’de Harvey kan dolaşımı<br />
hakkında tek söz etmeden asırlar önce İbnü’n-<br />
Nefîs akci ğer dolaşımını keşfetmişti.<br />
KAYNAKLAR<br />
-Adıvar, A. A., Osmanlı Türklerinde İlim, İsÂtanbul,<br />
Evrim Matbaacılık Ltd. Şti., 1982<br />
-Bayrakdar, M.; İslâm’da Bilim ve Teknoloji Tarihi.<br />
Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1989<br />
-Danişmend. H.; Garb Menbalarına Göre Garb<br />
Medeniyetinin Menbaı Olan İslâm Me deniyeti,<br />
İstanbul, Yağmur Yay., 1979<br />
-Döğen Ş.; Müslüman İlim Öncüleri AnÂsiklopedisi,<br />
İstanbul, Yeni Asya Yay., 1984<br />
-Hunke S.; Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm<br />
Güneşi. İstanbul, Bedir Yay, Tarihsiz.<br />
-Karakaş M. Müsbet İlimde Müslüman Âlimler,<br />
Ankara, Kültür Bakanlığı Yay. 1991<br />
-Lahbabi; Milli Kültürler ve Medeniyet, İsÂtanbul,<br />
Tur Yay., 1980<br />
-Nars S. H.; İslâm ve İlim. İstanbul; İnsan Yay.,<br />
1989.<br />
-Sayılı, Al; İbnü’s-Sina’nın<br />
Doğumunun Bi rinci Yılı Armağanı.<br />
TTK.<br />
-Uzluk F. N. Anatominin<br />
gelişmesi, İbnü’n-Nefîs’in küçük<br />
kan dolaşımını bulması.<br />
İs tanbul Üniversitesi Tıp<br />
Fakültesi Mecmuası, Cilt 15,<br />
Sayı 1<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
44
ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ<br />
Birlik Olmadan<br />
Dirlik Olmaz<br />
Ümmü HARAM<br />
Euzübillahiminneşşeytanirracim<br />
Bismillahirrahmanirrahim<br />
17 Kasım 2013 Pazar günü Bizbiriz<br />
Derneğimizce tertip edilen “Birlik Beraberlik ve<br />
Kardeşlik Buluşması” vardı. Elhamdülillah katılım<br />
çok yüksekti. Konyalı kardeşlerimizin yanı sıra<br />
İzmir ve İstanbul temsilciliklerimizden de epeyce<br />
misafirimiz vardı. Programı gerçekleştirdiğimiz<br />
mekân, bize ayrılan süre içerisinde doldu doldu<br />
taştı. İkram edilen yemekler bereketlendikçe<br />
bereketlendi. Aşçı hayretini gizleyememiş<br />
“Ben şimdiye kadar böyle<br />
bereket görmedim”<br />
dedi. Elhamdülillah<br />
bişükrülillah rabbim bu<br />
organizasyonların çok daha<br />
büyüklerini yapmayı nasip<br />
eylesin. Allah(c.c), Böyle<br />
bir güzelliğe vesile olan<br />
Mürşidimiz Abdullah murad<br />
hocamızdan ebeden razı<br />
olsun.<br />
“Birlik, Beraberlik ve<br />
Kardeşlik Buluşması” adına<br />
yakışır bir program oldu.<br />
Abdullah Murad Hocamızın<br />
“Ne ayrıyız ne gayrı<br />
Hep aynıyız hep aynı<br />
Fikirler olsa da ayrı<br />
Bir nefesiz bil gayri”<br />
sözlerini içimize sindirdik. Gülen<br />
gözlerde,mutlu yüzlerde, candan sarılan<br />
bedenlerde bizliği yaşadık. Şimdiye dek ziyaret<br />
için kapısını çaldığımız ailelerin pek çoğu<br />
ordaydı. Öyle samimi öyle sıcak bir ortam vardı<br />
ki, biz bir idik biz bir olmanın güzelliğini ta<br />
yürekten yaşadık. Elhamdulillah. Rabbimize tüm<br />
İslam alemine birlik ve bizlik şuuru vermesi için<br />
niyazlarda bulunduk.<br />
Sofralarda aynı kaba kaşık sallandı. Konya<br />
usulü düğün pilavı ve aşure ikram edildi. Varisün<br />
nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızın<br />
gönüllere hitap eden mesajı ikramların en<br />
güzeliydi. Muhterem Hocamız bizlere herzaman<br />
ki gibi Rabbimizin ve Rasulullah(s.a.v) sözlerini<br />
hatırlattı. Kur’an ve sünnette açıklanan birlik<br />
reçetelerini sundu.<br />
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım<br />
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın.<br />
Parçalanıp bölünmeyin.Allah(c.c)’ın size olan<br />
nimetini hatırlayın.<br />
Hani sizler bir birinize<br />
düşmanlar idiniz<br />
de O, kalpleriniz<br />
birleştirmişti. İşte<br />
O’nun bu nimeti<br />
sayesinde kardeşler<br />
olmuştunuz. Yine siz<br />
bir ateş çukurunun tam<br />
kenarında idiniz de O<br />
sizi ordan kurtarmıştı.<br />
İşte Allah size<br />
ayetlerini böyle apaçık<br />
bildiriyor ki doğru yola<br />
eresiniz.”(Al-i İmran<br />
ismiyle şöhret bulmuş<br />
sürenin 103.ayet)<br />
“ G e v ş e m e y i n ,<br />
hüzünlenmeyin.Eğer<br />
gerçekten iman etmiş<br />
kimseler iseniz üstün<br />
olan sizlersiniz”(Al-i İmran ismiyle meşhur süre<br />
139.ayet)<br />
“Allah ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle<br />
çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz<br />
devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü<br />
Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal ismiyle<br />
şöhretbulmuş süre 46.ayet)<br />
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
45
Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.”<br />
(Muslim,İman 98, Tirmizi Sıfatül Kıyame 56)<br />
“Fakirleri kollayıp, gözetiniz. Aranızdaki<br />
zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp ve<br />
rızıklandığınızdan şüphesiz olmasın”(Ebu Davud,<br />
Cihad, 70)<br />
“Birlikte rahmet vardır, tefrika<br />
azaptır.”(Müsned-i Ahmed4:145)<br />
Tefrika Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın<br />
fitnesidir. Hangi topluma, hangi kavme girmişse<br />
onu helak etmiştir. Hizipçilik edenler bilsinler ki,<br />
her biri Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın neferidir.<br />
Şucuyuz, bucuyuz, diyenler cehenneme odunu<br />
olur giderler.<br />
Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
Rabbim mürşidimizden ebeden daimen razı<br />
olsun. Amin. Rabbimizden o gün yaşadığımız<br />
duygu selinin artarak devam etmesini ve tüm<br />
İslam alemini kaplamasını niyaz ediyoruz.<br />
Baktığımız her yüzde, hava, su, toprak herşeyde<br />
gördüğümüz her insanda Rabbimizi gördük.<br />
Yaratılanı yaratandan ötürü hoşgördük. Biz<br />
ve hocamız gibi “Bizbiriz. Müslümanım diyeni<br />
severiz.” dedik. Abdullah Murad Şükrüoğlu<br />
hocamızın şu dörtlüğü hiç dilimizden düşmedi.<br />
“Ne sen varsın ne de ben<br />
Cümle var olan Allah<br />
Bunu zata yükleme sen<br />
Ademdir Nazargullah”<br />
Rabbim ümmet-i Muhammed’e birlik ve<br />
beraberlik ruhu, bizlik şuuru, versin. Amin. Birlik<br />
olmadan dirlik olmaz. Vesselam<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
46
SURELERDEN<br />
Asr Suresinin Fazileti<br />
S.GÜLSOY<br />
Asr sûresi, Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur.<br />
Üç ayettir. Sûrede insanların zararda oldukları,<br />
bu kötü durumdan kimlerin kurtulacakları<br />
haber veriliyor. 1<br />
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle.<br />
1-Asra yemin olsun ki,<br />
2-İnsan mutlaka ziyandadır.<br />
3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi<br />
işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye<br />
eden ve sabrı tavsiye edenler bunun<br />
dışındadır. 2<br />
Allahu Teala insanların kurtuluş reçetesini<br />
asr suresinde dört temel esasla bizlere<br />
sunmuştur. Bunlar “ iman, salih amel,<br />
hakkı ve sabrı tavsiye”dir.<br />
Bu sure, kapsamlı ve kısa sözün benzersiz<br />
bir örneğidir. Surenin içinde öyle<br />
ifadeler vardır ki mâna itibariyle dünyayı<br />
bile kapsar ve bunu yazmak için koca bir<br />
kitap gerekir. Surede açıkça ve kesin bir<br />
üslûb ile, insanın kurtuluş yolunun hangisi<br />
ve onun için felaket ve hüsran olacak<br />
yolun da hangisi olduğu bildirilmiştir.<br />
İmam Şafii’nin şu sözü ne kadar doğrudur:<br />
“Eğer insan bu sure üzerinde derinlemesine<br />
düşünürse, yalnız bu sure onun<br />
1 Taberî, İbn-i Abbâs<br />
2 Elmalılı Hamdi Yazır<br />
hidayeti için yeterlidir.” Sahabe-i Kiram<br />
nezdinde bu surenin önemi, şu rivayetten<br />
çıkarılabilir. Abdullah b. Hısn ed-Derimî<br />
Ebu Kaldina’dan rivayet edildiğine göre,<br />
Rasulullah ashabından iki kişi birbirleriyle<br />
görüştüğü zaman, bu sureyi okumadan<br />
ayrılmazlardı. 3<br />
Bir hadis-i şerifte Muhammed Mustafa<br />
(sav) :<br />
Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ<br />
onun günahlarını affeder. Hakkı ve sabrı<br />
tavsiye edenlerden olur. 4 Buyurmuştur.<br />
“Halikın namütenahi adı var en başı Hakk<br />
Ne büyük şey kul için Hakk’ı tutup kaldırmak<br />
Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken<br />
Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden ?<br />
Çünkü meknun o büyük sûrede esrârı felâh<br />
Başta iman-ı hakikî geliyor sonra salâh<br />
Sonra Hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık<br />
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”<br />
MEHMET AKİF ERSOY<br />
3 (Taberanî) (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)<br />
4 (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te’vîl)<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
47
ARAPÇA RABCA’YA<br />
GÖTÜRÜR<br />
N. HADRA<br />
ظرف المكان : ZARFLARI YER<br />
فوق<br />
اأمام<br />
بين<br />
خلف<br />
تحت<br />
بعيد عن<br />
قريب من<br />
Üstünde<br />
Önünde<br />
Arasında<br />
Arkasında<br />
Altında<br />
Uzağında<br />
Yakınında<br />
Yer zarfları kendinden sonraki kelimenin harekesini daima esre yapar.<br />
ÖR<strong>NE</strong>K CÜMLELER<br />
١ اَلطَّائِرُ فَوْقَ الشَّجَ رَةِ<br />
٢ اَلسَّبُّورَةِ بَيْنَ السَّاعَةِ وَ الصُّ ورَةِ<br />
٣ اَلطَّالِبُ اأمَامَ الْمِنْضَ دَةِ<br />
٤ اَلْقِطُّ تَحْ تَ الْكُرْسِ يِّ<br />
٥ اَلْمُسْ تَشْ فَى قَرِيبٌ مِنْ اَلْمَدْرَسَ ةِ<br />
٦ اَلْمَقْصَ فِ بَعِيدٌ عَنْ اَلْمَكْتَبَةِ<br />
٧ اَلْحَ دِيقَةُ خَ لْفَ اَلْبَيْتِ<br />
Kuş ağacın üstündedir.<br />
Tahta saat ve tablonun arasındadır.<br />
Öğrenci masanın önündedir.<br />
Kedi sandalyenin altındadır.<br />
Hastane okula yakındır.<br />
Kantin kütüphaneye uzaktır.<br />
Bahçe evin arkasındadır.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
48
Aşağıdaki cümleleri tercüme ediniz.<br />
………………………………٢ …………………………………١<br />
…………………………………٤ …………………………………٣<br />
…………………………………٦ …………………………………٥<br />
…………………………………٨ …………………………………٧<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
49
HAYDAR<br />
Ahmet NAVRUZ<br />
Herkes korku ile gözlerini kapamış bekliyordu.Bir patlama duyuldu sonra kanat sesleri duyulmaya<br />
başladı.Herkes öldüğünü zannederek feryat ediyordu.Peçelinin sesi ile irkildi herkes kalkın<br />
Allah yardımı ile ölmedik hayattayız.Gözünü açan hayretle dışarı bakıyor ve yere düşmüş uçan<br />
kargaları görüyordu.Küffar ordusu üzerlerine saldıran kargalara ateş edeceğiz diye birbirlerini<br />
vuruyorlardı.Kargalar aldıkları emir ile askerlerin boğazına ve gözlerine saldırıyordu.Peçeli şehadet<br />
getirmeye başlayınca içerdeki herkesde onunla birlikte şehadete başladı.<br />
Küffar ordusu bozguna uğramış her biri bir yere kaçıyordu.Hastahanedekiler ise müslüman<br />
olmak için şehadet getirip dinin gereklerini öğreniyorlardı.Peçelinin aklına Muhammet geldi koştu<br />
ve baygın Muhammeti getirip pansuman yaptırdı.Muhammet uyanınca peçeliye baktı ve kısık<br />
sesle birşey söyledi.Peçeli tam duymak için eğildiği sırada Muhammet uzanarak peçeyi açtı ve<br />
peçelinin kim olduğu ortaya çıktı.Muhammet;<br />
-Haydar kardeşim biliyordum.Sen olduğundan adım gibi emindim diyerek sarıldı.O arada<br />
odaya giren Yasir amca şaşkınlıktan dona kalmıstı.’’Meğer peçeli iki tane imiş ve ikiside benim<br />
dostummuş’’ diye ağlıyor ve sarılıyordu.Bu gözyaşları mutluluktandı.<br />
.............<br />
Haydar Muhammetin yanında iyileşmesini beklerken israil ajanları peçeliyi öğrenmişler ve<br />
her zaman ki insafsız planlarından bir tane daha yapıp Haydarın evde yalnız bekleyen karısı ile<br />
bebeğinin yanına doğru ilerliyorlardı.Çoçuğunu uyutan Haydarın eşi Kur’anı Kerim okuyordu ki<br />
büyük bir gürültü ile kapı kırıldı.Bir sürü küffar askeri üzerine hucum edip darp etmeye başladı.<br />
Bir yandan evi arıyorlar bir yandan da korkuyorlardı.Ama Haydarın hiçbirşeyden haberi yoktu.<br />
Odada Haydarın kundaktaki oğlunu bulan küffar ayaklarından tuttukları bebeği sallıyorlar<br />
ve kahkaha atıyorlardı.Acılı anne kalkmaya çalışıyor ama vurulan dipçiklerden fırsat bulup kalkamıyordu.Bir<br />
ara tam gücünü toplamıştı ki kafasını yediği dipcikle kendinden geçti...<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
50
Faydalı Bilgiler<br />
Hazırlayan Ahmet NAVRUZ<br />
Evinizde yaşamı kolaylaştıracak pratik<br />
ve çok kolay öneri öğrenmeye ne dersiniz?<br />
İşte hayatınızı kolaylaştıracak pratik öneri ve<br />
tavsiyeler…<br />
Satın aldığınız ayakkabılar ayağınızı sıkıyor<br />
ise onları bir kaç dakika buhara tutun.<br />
Makasınızı bilemek istiyorsanız, zımpara<br />
kağıdı kesin.<br />
Halıdaki sigara yanıklarından, yanık yerler<br />
üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler<br />
yaparak kurtulabilirsiniz.<br />
Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde<br />
halıların üzerinde iz bırakır. Bu izleri yok<br />
etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun<br />
ve erimesinibekleyin. Daha sonra üzerinde<br />
elektrik süpürgesini gezdirin. İzden eser<br />
kalmadığını göreceksiniz.<br />
Fermuarlı giyeceklerinizi çamaşır<br />
makinesine koymadan önce kapalı olup<br />
o l m a d ı ğ ı n ı<br />
k o n t r o l<br />
edin. Açıksa<br />
zedelenebilirler.<br />
Üst üste<br />
k o y d u ğ u n u z<br />
bardaklar yapışıp<br />
çıkmıyorsa bir<br />
leğenin içerisine<br />
koyun. Üstteki<br />
bardağın içerisine<br />
buz koyup<br />
leğenin içerisine<br />
yavaş yavaş<br />
sıcak su koyun. Bardakların kolayca çıktığını<br />
göreceksiniz.<br />
Satın aldığınız plastik ve cam eşyalarin<br />
üzerine yapıştırılan<br />
e t i k e t l e r d e n<br />
kurtulmak için etiketin<br />
üzerine yemeklik<br />
margarin sürün ve<br />
15 dakika bekletin.<br />
Bir bez ile ovalayıp<br />
yıkayın. Üzerinde hiç<br />
bir leke ve çizilme<br />
oluşmayacaktır.<br />
Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi<br />
azaltmak için ütü masasının kılıfının<br />
altına alüminyum folyo koyun. Sıcağı geri<br />
yansıtacağından ütü yapmak daha kolay<br />
olacaktır.<br />
Bez pabuçların temizlenmesi sorun oluyor<br />
ise pabuçları bir yastık kılıfının içerisine koyun.<br />
Kılıfın ağzını kapayın ve çamaşır makinasında<br />
yıkayın. Yeni gibi olacaklardır.<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
51
Tarih’te Kasım<br />
Hazırlayan Abdulkadir AYDIN<br />
1<br />
1 Kasım (1928) Yeni Türk harflerinin<br />
kabulü<br />
13<br />
13 Kasım (1918) Birinci Dünya<br />
Savaşı sonu. İtilaf Devletleri<br />
Donanması’nın İstanbul’a girişi<br />
(1954) Cezayir’de bağımsızlık savaşı<br />
3<br />
3 Kasım (1918) Musul’un Türk topraklarından<br />
ayrılışı<br />
14<br />
14 Kasım (1983) Telsiz Genel<br />
Müdürlüğü’nün kuruluşu<br />
4<br />
4 Kasım (1946) U<strong>NE</strong>SCO’nun Kuruluşu<br />
16<br />
16 Kasım (1869) Süveyş Kanalı’nın<br />
açılışı<br />
17 Kasım (1922) Son padişah<br />
Vahdettin’in Türkiye`den ayrılışı<br />
6<br />
6 Kasım (1989) Güneydoğu Anadolu<br />
Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı<br />
(GAP)`nın kuruluşu<br />
18<br />
18 Kasım (1922) Büyük Millet<br />
Meclisi’nin Abdülmecit Efendi’yi<br />
halifeliğe seçmesi<br />
10<br />
10 Kasım (1938) Atatürk’ün ölümü<br />
20<br />
20 Kasım (1961) Türkiye’de ilk koalisyon<br />
hükümetinin İsmet İnönü<br />
tarafından AP ve CHP’li bakanlarla<br />
kuruluşu<br />
11<br />
11 Kasım (1918) Birinci Dünya<br />
Savaşı’nın sonu<br />
(1975) Türkiye Kalkınma Bankası’nın<br />
kuruluşu<br />
22<br />
22 Kasım (1617) Sultan I. Ahmet’in<br />
ölümü; I. Mustafa’nın sultan ilan<br />
edilmesi<br />
24 Kasım (1927) Ankara Zafer<br />
Anıtı’nın açılışı<br />
12<br />
12 Kasım (1887) Plevne Müdafaası<br />
30<br />
30 Kasım (1973) Anadolu<br />
Üniversitesi’nin kuruluşu<br />
Bizbiriz Dergisi<br />
52