10.08.2014 Views

DÖNÜŞÜM NEYİN SÖZGELİMİ?

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

BEDELSİZDİR<br />

SAYI 2<br />

NiSAN 2013<br />

HAFTADA BİR YAYINLANIR<br />

KAMUSAL YAŞAMI<br />

IIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIBURADA KAMUSAL<br />

MÜDAHALE SÖZKONUSUDUR!<br />

<strong>DÖNÜŞÜM</strong><br />

<strong>NEYİN</strong><br />

<strong>SÖZGELİMİ</strong>?


İmtiyaz Sahibi ve<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Ceyda Tuğçe<br />

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü<br />

Ceyda Tuğçe<br />

Editör<br />

Ceyda Tuğçe<br />

Katkıda Bulunanlar<br />

Çiğdem Şahin<br />

Demet Özge Aykan<br />

Erdinç Yücel<br />

Kent Hareketleri<br />

Mustafa Kara<br />

Yayın Türü<br />

Ulusal, süreli yayın<br />

Haftada bir yayınlanır<br />

İsim ve her türlü yayın hakkı<br />

Ceyda Tuğçe’ye aittir.<br />

Burada toplumsal dönüşümün inşası söz konusudur.<br />

Kamusal yaşamı İNŞAET.


İÇİNDEKİLER<br />

4 / 5<br />

6 / 7<br />

8 / 9<br />

10 / 11<br />

Amele Sınıfı,<br />

Kabe ve<br />

İstanbul Silüeti<br />

Bir Kumsal<br />

Hikayesi<br />

Dönüşümün<br />

Neresi?<br />

Tahliye


İNŞAET 4<br />

Amele Sınıfı, Kabe<br />

Mustafa Kara<br />

kara@evrensel.net<br />

“Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi”<br />

diye sesleniyordu Tevfik Fikret. Anlattığı saltanat<br />

İstanbulu’ydu... Bir kaç ay önce yazmıştık;<br />

“Muhtemeldir; Tevfik Fikret’in “Sis”i bile örtemezdi,<br />

bugünün köhnemiş Bizans’ını...”.<br />

“Örtme” imgesini soyut değil, somut algılasak bile,<br />

sisin gücü yetmiyor artık. Sis bulutları arasından<br />

gökdelenler fırlıyor. Gökdelenlerin anlamsızlığı,<br />

dahası kente verdiği zarar aklı başında herkesin<br />

malumu. Yok öyle; Babil Kulesi gibi, “Tanrılarla<br />

yarışa girme” halinden ötürü değil. İnsan hayatı gibi<br />

tamamen dünyevi nedenlerle...<br />

“Dünyevi olmayanı” referans kabul edenlerin hali<br />

zaten hal değil epeydir. “Yüksek yüksek binaları<br />

tanrıyla yarışa girme sayıp, kıyamet alameti saymak”<br />

eski bir anı sadece. İktidara muktedir olunamayan<br />

günlere dair, nahoş bir nostalji. Madem ki, bugün<br />

iktidarlar, “dünyevi”leşmelerinden doğal ne olabilir<br />

ki? Sayısız örnek var “dünyevi çıkarlar” peşinde nasıl<br />

koşulduğuna dair. Üstelik sadece Türkiye de değil.<br />

Suudi yönetimi, sınır tanımaz cehaletleri ve binlerce<br />

yıl öncesinde kalmış “yönetim”leri ile “dinde<br />

dünyevileşme” sürecinin zirvesinde... Dedelerimiz,<br />

fotoğrafını evlerinin başköşesine astıkları “Kabe”nin<br />

bugünkü fotoğraflarını görseler; ne yaparlardı acaba?<br />

Çirkinlikte, zevksizlikte, görgüsüzlükte sınır<br />

tanımayan beton yığınları Kabe’nin etrafını kuşatmış.<br />

Devasa gökdelenlerin arasında bir “nokta”dan ibaret<br />

kalmış, Müslümanların yüzünü dönüp namaz kıldığı,<br />

ölülerinin yüzünü çevirdiği Kabe! Tarih, ecdad,<br />

hatta din sevgisi bu kadar! Mekke Hilton’da Kabe<br />

manzaralı odalar, alışveriş merkezleri, rezidanslar<br />

ve bilmem ne haltların hepsi Kabe’yi kuşatmış.<br />

Sadece Müslümanlar için değil, insanlık tarihi için<br />

ne büyük kayıp! Yapılış tarihi milattan önce 800<br />

yılına uzanan; İbrahim peygamberin yaptığı söylenen<br />

Kabe’nin bugünkü hali bu. Suudi Arabistan’da değil<br />

de; Rusya’da, Paris’te ya da ne bileyim Pekin’de olsa<br />

başına böyle belalar açılmazdı. Tarihi, kültürel bir<br />

değer olarak korunurdu büyük ihtimalle... Sayısız<br />

örneğini arayan bulur.<br />

Kabe’si rant olanların yol açtığı yıkımlar bir değil<br />

ki! İstanbul’un yeryüzünde eşi benzeri olmayan<br />

silueti de darbe yedi. Topkapı Sarayı, Ayasofya,<br />

Sultanahmet, Süleymaniye ve daha pek çok büyük<br />

eserin yer aldığı tarihi yarımadanın silueti arkadan<br />

hançerlendi. Zeytinburnu’ndan yükselen gökdelenler,<br />

sadece göğü değil, İstanbul’un tarihini de<br />

delip geçiyor.<br />

İstanbul’u yöneten zihniyetin tek söylediği “Fark<br />

etmemişiz, bundan sonra dikkat edeceğiz”.<br />

Ne güzel, yüreğimizi rahatlattınız! Yoksulun<br />

gecekondusuna “Yapılana kadar fark etmemişiz”<br />

deyip göz yumduğunuzu görmedik daha... 40<br />

yıllık mahallelere giriyor, girmeye hazırlanıyor<br />

dozerleriniz... Ama iş “anlı şanlı” gökdelenler<br />

olunca; iş değişiyor... İşin içine rant girince, işin<br />

içine çıkar girince ne iman kalıyor, ne insanlık... Biz<br />

demiyoruz, kendileri de söylüyor.<br />

Turan Alkan, Zaman’da “Amele sınıfı birleşiniz!”


İNŞAET 5<br />

ve İstanbul Silüeti<br />

başlıklı ironik bir yazı yazmış. “Mekke’nin, tam<br />

ortasında Kâbe’nin bulunduğu tarihî çekirdeğinde<br />

rant paylaşımı henüz bitmemiştir ve arsız bir edâ ile<br />

halen devam etmektedir” deyip, mevzuyu İstanbul’a<br />

getiriyor: “İstanbul mevzu bahis olduğunda rant<br />

bölüşümü sürecinin yarıdan fazlasını geçmiş<br />

bulunuyoruz; vâkıa güzel İstanbul’umuzun<br />

siluetinde izmihlâle uğrayacak daha haylice fırsat<br />

alanı bulunmaktadır. Onlar da üleştirilince, yeni<br />

burcuvazyamızın İstanbul’un esirgenmesi lâzım<br />

gelen tarihî ve turistik zenginliklerini korumakta<br />

nasıl stil sahibi, güngörmüş bir toplumsal duyarlıkla<br />

işe titizleneceklerini sağ kalanlarımız görecektir.<br />

Kaide budur; evvelâ üleşin sona ermesi, rant<br />

kaynaklarının garantiye alınması lâzımdır”.<br />

bina yapmanın yasak olduğunu da hatırlatalım.<br />

İstanbul’daki büyük camilerin yakınlarındaki diğer<br />

camiler ile nasıl bir uyum içinde yükseldiğini de...<br />

Hiçbiri tesadüf değil bunların...<br />

Kabe’ye dikilen “gökdelenler evi” de, İstanbul’u<br />

kaplayan gökdelenler de aynı zihniyetten besleniyor.<br />

Biz demiyoruz; Peygamber söylüyor. Buhari’nin<br />

aktardığı hadistir; Cebrail’in “Bana kıyametten haber<br />

ver” sorusuna “Bu meselede kendisine sorulan,<br />

sorandan daha bilgi sahibi değildir” diye yanıt vermiş<br />

Peygamber. Cebrail “O halde bana alametlerinden<br />

haber ver” deyince, “...yalın ayak, çıplak, yoksul<br />

koyun çobanlarının bina yapmakta birbirleriyle yarış<br />

ettiklerini görmendir” buyurmuş.<br />

Belli ki, “iç tartışmalar” da, rantiyeye dönüşme<br />

süreci sancısız olmuyor. “Göz var izan var”, deyip “Bu<br />

kadarı da olmaz” diyen sızlanışların sesi buralara<br />

kadar geliyor. Zaman yazarı Turan Alkan’a dönelim;<br />

“Buraya gökdelen dikemezsiniz, diye mızmızlanmak<br />

ancak bizim gibi yol-iz bilmez, taşra menşe’li,<br />

safdil ve günün birinde ‘Rentier’ katına yükselmeyi<br />

aklından bile geçirmeyen yarım okur-yazarlarının<br />

hissiyâtıdır ki kaale almağa değmez. Tarihî eser ve<br />

çevreyi koruyan mevzuat kalkanına, ancak amele<br />

takımı takılıp kalır, zürefâ (zarifler) böyle<br />

engelleri yırtar da geçer”.<br />

Zaman yazarının “Amele sınıfı birleşiniz” ironisi,<br />

bir gerçeğe işaret ediyor. Kabe’yi, Sultanahmet’i,<br />

Ayasofya’yı korumak da bize düştü demek... Üstelik,<br />

“kıyamet” ayağa kalkmak, ayakları üzerine dikilmek<br />

demektir. Maslak’ta, Zeytinburnu’da, Avcılar’da<br />

ve İstanbul’un dört bir yanında yoksulların gözleri<br />

önünde yükseliyor bütün gökdelenler. Amelelerin<br />

“dünyevi” ayağa kalkma halinin de alametidir yüksek<br />

binalar, böyle bilinsin. Abdestlisi de, abdestsizi de<br />

aynı pislik olan kapitalist dünyadaki adaletsizliğinin<br />

birer nişanesi hepsi... Demek ki; bizim “kıyam et” de<br />

fazla uzak değil.<br />

Bugün İstanbul’u yönetenlerin ecdad saydığı ve<br />

yerlere göklere sığdıramadığı Osmanlı’nın Mekke’yi<br />

idare ettiği 400 yıl boyunca, Kabe’den yüksek


İNŞAET 6<br />

Erdinç Yücel<br />

“ Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre<br />

Ben inanmıyorum kim ne derse desin.”<br />

Ahmet Telli<br />

Kendini kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya var etmeyenler<br />

bilmez bunu; her şehrin bir kokusu vardır. Her sokağın bir<br />

hafızası… Her beton parçasının dehşetli bir hikâyesi… Her<br />

ağaç altının bir parça hüznü… Değil mi ki bir odadan küçük<br />

bir eşyacığı atmakla bir aşkı kurutmak mümkündür…<br />

Bir meydanın ismini değiştirmekle bir felaketi<br />

unutturmak ya da…<br />

Sosyolojiden psikolojiden anlamam ben. Keza mimarlık da<br />

benim işim değil… Toplum mühendisliği benden uzak olsun<br />

iyice… Alengirli büyük laflar da köşetutucularla kalemşörlerin<br />

işi olsun. Ben yalnız kendi hikâyemi bilirim ve bu hikâyenin<br />

seninkine aslında ne kadar benziyor olduğunu...<br />

Derler ki ağaç yaşken eğilir. Üzüm üzüme baka baka kararır.<br />

Kızı boş bırakırsan ya davulcuya varır ya zurnacıya… Olur<br />

ya kimse dizini dövmek istemez zaten. Maazallah insanlar<br />

kendi kendilerini inşa etme potansiyeli taşıyan varlıklardır<br />

çünkü… Ama yalnızca demekle kalsalar iyidir yine. Onlar<br />

gözetlerler, kayıt altına alırlar, yönlendirirler, yaşken eğerler,<br />

yol gösterirler, adap öğretirler, bildikleri bilmedikleri ne varsa<br />

hepsini süzgeçten geçirirler de ne olmanı istiyorlarsa zihnine<br />

bin bir araçla zerk ederler… Ve insan ne zaman kendisine<br />

dayatılan algıyı, gerçekliği, rolleri bir kenara itip kendi kendini<br />

inşa etmeye kalkışacak olsa kendisini yeni bir evrende var<br />

etmesi gerekir… İyiyi kötüyü, artıyı eksiyi yargılamak başka<br />

zamanın işi olsun. Kişi her zaman ne aradığını bilerek<br />

çıkmaz bu yola ama bulduğu şeyin o kentle, o sokaklarla, o<br />

evler, yollar ve kaldırımlarla bir ilgisi olacaktır mutlak. Çünkü<br />

kendini kendi tırnaklarıyla kazıya kazıya var etmeyenler<br />

bilmese de her şehrin bir kokusu vardır.<br />

Her muhitin bir karakteri vardır ve insanına da kıyısından<br />

köşesinden bulaştırır o karakteri… Zira her muhitin sana<br />

verdikleri ve senden esirgedikleri farklı farklıdır…<br />

Tarihi, kültürü, coğrafyası, farklı farklıdır her birinin... Ve bu<br />

farklılıkların her biri eksiltilemeyecek bir toplam oluştururlar.<br />

Kendine has bir karmadır bu. Kendine has bir zenginlik… Ve<br />

toplum mühendisleri herkesten daha çok farkındadır bunun.<br />

Ümraniye’de 1 Mayıs Mahallesi’nin adı bir gecede Mustafa<br />

Kemal’e dönüşür mesela… Armutlu’nun adı Fatih Sultan<br />

Mehmet’e… Bir bakmışsınız Gazi Mahallesi’nde yatıp Yunus<br />

Emre Mahallesinde uyanıverirsiniz bir sabah… Dersim’de<br />

yatıp Tunceli’de kalkabileceğiniz gibi… Peki, bunların hepsi mi<br />

tesadüf? Yok artık Lebron James!<br />

Bellek kaybının ilk işaretleri, şeyler arasındaki<br />

bağıntıların birer birer kaybedilmesiyle ortaya çıkar. Zihin<br />

haritasının boşluklarla dolmasıdır bu. Şeylerin birbiriyle<br />

ilişkilendirilememesi, bağlamın kaybolması, sürekliliğin<br />

kesintiye uğraması… İstanbul ismi “Stinpoli”den gelmez<br />

de “islambol”dan gelmiş olur mesela… Anadolu eski<br />

Yunancadaki “Anatoli”den gelmiş olursa maazallah<br />

birliğimizin bütünlüğümüzün köküne bilmem ne olmuş olur.<br />

O zaman toplum mühendislerimiz buna cevaz vermemek<br />

adına bir “doldur ana doldur” hikâyesi uydurmak zorunda<br />

kalırlar… Çünkü toplum mühendislerinin birinci vazifesi<br />

tarihsel ve kültürel sürekliliği akamete uğratmaktır.<br />

Hükmedip şekillendirmek istedikleri topluluğun algısını<br />

kendi yalanlarına bağımlı kılmaktır… Ama yetmez… O<br />

sürekliliği kesmek için 6-7 Eylül gibi “muhteşem özel harp<br />

operasyon”larına da ihtiyaç duyulur… O da yetmez, tarihi<br />

binalar tek tek yakılıp otoparka çevrilir. O muhteşem siluetin<br />

orta yerine gök delenler dikilir, oteller dikilir, ormanlar<br />

budanıp havaalanları, köprüler ve üniversiteler inşa edilir…<br />

Etiler’in dibindeki Armutlu kötüdür ve yasadışıdır ama<br />

ormanın ortasında tam bir milyon ağacın kesilip (nakliyesi<br />

çok masraflı olduğu için) temellere gömüldüğü Koç<br />

Üniversitesi süper şahane ve sonuna kadar yasal<br />

kabul edilir… Ama yine yetmez…


İNŞAET 7<br />

Eskiler kendi yaşamlarından bilirdi. Sonra filmler geldi<br />

ve şimdiki kuşaklar karikatürlerden ve Cem Yılmaz’ın<br />

şovlarından öğrenirler ki İstanbul’a her gelen için İstanbul<br />

hem korku kaynağı hem de fethedilip diz çöktürülecek<br />

bir vahşi güzelliktir: “Seni yeneceğim İstanbul, görelim<br />

bakalım sen mi büyüksün, ben mi?” Ve taze toplum<br />

mühendislerimizin, muktedir makamında ustalaştığını<br />

iddia eden kibirli çaylaklarımızın küçük bir numarası da<br />

tam bu meydan okumanın mekânını yok etmek olur. Zira<br />

İstanbul’a dadanan bu bellek hırsızlarının parmak izlerini<br />

silmeleri gerekir. Ne yapmak istediklerini, gerçek tasalarını,<br />

gizli ajandalarını çat diye tanımamız için Haydarpaşa<br />

Garı’na bakmamız kafi olacaktır zira… Ve o zaman yansın<br />

Haydarpaşa… Ama yine de…<br />

Toplumu yeniden tasarlarken toplumsal belleği dümdüz<br />

etmenin temel koşullarından biri sokağın belleğini çekip<br />

almaktır elbette… Cadde üzerinden masaları kaldır. Şehri<br />

biraz daha kendi içine göm. Muhabbete saldır. Sokağın<br />

selamını sabahını kes. Her anını kontrol altında tut…<br />

İtirazları engelle… Kimin neyi ne kadar ve nerede protesto<br />

edebileceğine sen karar ver… Sokakları gaza ve suya boğ…<br />

Her köşe başına bir alış veriş merkezi dik…<br />

Sokak müzisyenlerini haraca bağla… Sulukulelileri<br />

sokaklarından çek ve toplu konutlara tıka… Üniversite, köprü,<br />

havaalanı ayağına ağaçları milyon milyon kes ve sokak<br />

lambası direklerine yerleştirdiğin saksılardaki çiçeklerle<br />

övün… Bütün bunları deprem tehlikesiyle meşrulaştırmaya<br />

çalış ama deprem vergisi diye almaya başlanan haracın<br />

adını bir gecede kimseye duyurmadan değiştirip<br />

onlarla“duble yol”lar yap ve bununla oy topla… Bu arada Vanlı<br />

depremzedeler varsın sürünüyor olsunlar…<br />

Yeter mi? Yetmez elbette. Çünkü bu şehir bunlar gibi nice<br />

kibirli çaylakları görüp geçirmiştir… Nice fatihler, nice<br />

işgalciler, nice “seni yeneceğim İstanbul”cular gelip de<br />

geçmişlerdir ama ne külhanlarını vermiştir bu şehir, ne<br />

beyefendilerini, ne de hüzünlü orospularını… Dördüncü<br />

Murat’ın yasakları, dördüncü Murat’tan bile daha uzun<br />

yaşamayı başaramadıysa o kibirli çaylakların, o kerameti<br />

kendinden menkul toplum mühendislerinin bundan bir<br />

takım dersler çıkarması gerekir. Zira akıl sahipleri için nice<br />

ibretler gizlidir bu hikâyede. Ve işlerine gelse de gelmese de<br />

her şehrin bir kokusu vardır. Her sokağın hafızası… Ve her<br />

kaldırım taşı bilir kendi altında yatan kumsalı…


İNŞAET 8<br />

Dönüşümün<br />

Ceyda Tuğçe<br />

Esenler –Bağcılar<br />

güzergahından<br />

tüm güzergahlara…<br />

‘’ Bağcılar Belediyesi hiç çalışmamış… ’’<br />

Recep Tayyip Erdoğan söylemi üzerine.<br />

Güzel bir gelecek için asılan pankart şöyle;<br />

‘’ Belediye çalışıyor, Esenler değişiyor, 365 gün<br />

kesintisiz hizmet’’, ‘’Yeşil Bir Esenler İçin<br />

Bu Güzergâhtaki Binaları Yıkıyoruz Esenleri<br />

Yeşillendiriyoruz’’ tekerleme gibi slogan.<br />

Hedef Kişi Başına 5 m 2 yeşil alan. Gelir<br />

dağılımıyla hayatları güzelleştiriyoruz sanki.<br />

Yaşam alanı göz önüne alınarak sözde bir alan<br />

sunuluyor. Bütün Esenler güzergâhı boyunca<br />

dikte edilen bu sloganı her yerde görebilirsiniz.<br />

Bağcılar çalışmadı ama fikren aynı şeyden<br />

bahsetmiyoruz. Yapı yıkımına başlanmadı.<br />

Oysa Esenler de yeşil alanlar için binalar<br />

yıkılıyor. Evet tam da söylem bu.


İNŞAET 9<br />

Neresi?<br />

Esenler de kentsel dönüşümün tahribatı<br />

başlamıştır. Sürgün defterine henüz ulaşamadık,<br />

çünkü insanlar umutlu. Söylemin çok net<br />

olmasına rağmen insanın bir diğer kör gözü yani<br />

inancı devrede. Fakat Bağcılar da Batı Şehir blok<br />

yerleşiminin açılışında ‘’ Bağcılar Belediyesi hiç<br />

çalışmamış’’ diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın<br />

gözünde sınırın dışında kalan bölge hala<br />

yerinde duruyor. Bağcılar yerinde duruyor. Daha<br />

önemlisi kentsel dönüşüm furyasının etrafında<br />

döndüğü ama teğet geçen devrilmek üzere olan<br />

ELEKTRİK DİREĞİ yerinde duruyor. Hikayeyi<br />

buradan okumak gerekir belki de. İnsanların<br />

refahı için asılan bu sloganlar, devrilmek<br />

üzere olan zarara sebep verebilecek direği<br />

onarmak yerine, kökünden kaldırıp insanlarını<br />

uzaklaştırarak yeni bir inşa yoluna gidiliyor.<br />

Öyle bir sermaye göz dönmüşlüğü ki<br />

insanın iki kör gözü devreden çıkar;<br />

ne umudu, ne inancı kalır…


İNŞAET 10<br />

Memiş Karamukoğlu / Kiracı / Fatih<br />

Fatih Belediyesi Başkanı<br />

Mustafa Demir başa geldiğinden beri<br />

belediye başkanlığı yapmadı yıkım ekibi oldu.<br />

Şehriban İşbeceren/ Ev Sahibi / Fatih<br />

Eski bir Osmanlı mahallesi,<br />

Tarihi yarımada Toklu Dede Ayvansaray<br />

Bizden ne istiyor, tapulu yerlerimizi zorla bırak git.<br />

Bizi bastırmaya çalıştı. Şimdi de evimi vermiyorum,<br />

ben de direniyorum. Benim suyumu kesemezler,<br />

vallahi öldürürüm.<br />

İsmet Hazer / Ev Sahibi / Fatih<br />

Bu ev harabeydi. İçini dışını ufak ufak meydana<br />

getirdim. İç kısmını da üç sefer dilekçe verdim ki<br />

evimi düzelteyim, üstü akıyor, altı akıyor, bana izin<br />

vermediler, ‘’ çivi çakamazsın ’’dediler. 25 sene<br />

içinde üç sefer dilekçe verdim. Adamın söylediği laf<br />

: ‘’ Sen burada oturamazsın’’ Ben burada 43 senedir<br />

oturuyorum da 43 sene sonra niye oturamıyorum?


Kiracılar zor tahliyeye yıkıma maruz kalıyor.<br />

İNŞAET 11


MAHALLELER BİRLEŞİYOR,<br />

İSTANBUL KENT HAKKINA SAHİP ÇIKIYOR!<br />

MAHALLELER... TARİHİ BÖLGELER... KAMUSAL ALANLAR... PARKLAR...<br />

MEYDANLAR... SOKAKLAR... SİNEMALAR... TİYATROLAR...<br />

KENTİN BÜTÜN DEĞERLERİ İKTİDARIN KENTSEL <strong>DÖNÜŞÜM</strong> ADI ALTINDAKİ<br />

SALDIRILARININ HEDEFİNDE!!!<br />

BUNA KARŞI MÜCADELE<br />

DEVAM EDİYOR!<br />

SEN DE ÇIK SOKAĞA... EYLEME... SEN DE BİR SES VER...<br />

SERBEST KÜRSÜYE SEN DE GEL... SÖZÜNÜ SENDE SÖYLE...

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!