29.06.2014 Views

o_18rjvcmqu1r7c1bfr1ip91kbb11kga.pdf

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Merhaba,<br />

Okundukça yazan, yazdıkça büyüyen dergi Bilakisle 3. sayımızla<br />

karşınızdayız. Yeni projeler, yeni yazarlar ve yeni okurlarla her ay bir<br />

öncekinden daha iyi olmaya çalışıyoruz.<br />

Bu sayımızı; 8 mart dolayısıyla tüm kadınlara adıyoruz. Dünya<br />

kadınlar günü kutlu olsun.<br />

Dergimizin her ay biraz daha büyüyebilmesi için size ihtiyaç<br />

duyuyoruz. Dergimizde gönüllü olarak editörlük yapabilir, proje<br />

ekibimize katılıp yeni projelerle dergimize yön verebilir veya dergimizin<br />

duyulması için bize yardımcı olabilirsiniz.<br />

Gönüllü editörlük olarak sizden beklediğimiz şey şudur; derginin<br />

tasarımını bizimle birlikte yapabilirsiniz. Yazıların imla hatalarını<br />

düzeltebilir, her ayın kapağını dizayn edebilir veya farklı bir fikir de<br />

sunabilirsiniz.<br />

Proje ekibimiz olaraksa, geçen ay hayata geçirdiğimiz “enine<br />

boyuna” köşesi gibi yeni projelerle bize destek olabilir halihazırda<br />

hayata geçirmeyi beklediğimiz yeni projelerimizde bize yardımcı<br />

olabilirsiniz.<br />

Dergimizin daha çok okunması için de sizi ihtiyaç duyuyoruz.<br />

Övgülerinizi dostlarınıza, eleştirilerinizi bize bildiriniz.<br />

Bizimle iletişime geçmekten çekinmeyiniz çünkü bu sizin derginiz.<br />

Eğer Bilakis dergisinden bahsediyorsanız kendinize ait bir şeyden<br />

bahseder gibi konuşabilirsiniz.<br />

Bize şiirlerinizi, yazılarınızı, hikayelerinizi gönderiniz.<br />

Bize çizdiğniz resimleri gönderiniz.<br />

Dergimiz hakkındaki fikirlerinizi lütfen bizimle paylaşınız.<br />

Bilakis dergisi keyifli okumalar diler<br />

bilakisdergi.tumblr.com<br />

bilakisdergi@gmail.com<br />

www.facebook.com/bilakisdergisi<br />

ATARAKSİYA


Yazar olmaya çok genç yaşta , İngiliz Kız Ortaokuluna giderken karar vermiş , çeviri yapmak<br />

istemesinin sebebini ise Türkçe'nin kıvraklıklarını ve ona sağlayacağı olanakları öğrenebilmek<br />

olduğunu düşünmüş ve hep dilinin yetmeyeceğinden tedirginliğinde birçok araştırma sonucu<br />

başarılı bir çevirmen profili çizmiştir okuyucularına Tomris Uyar .<br />

Roman ve öykü arasında bir bağ olmadığını savunmuş , öykünün her zaman daha<br />

yoğun daha çarpıcı , kısa yani öz anlatım yolu olduğunu söylemiştir . Bir röportajında ise<br />

“anlatacağını en kısa biçimiyle ifade edebilmek için çok güçlü bir disipline girmek lazım “<br />

demiştir . Ayrıca 80'e yakın çevirisi vardır Tomris Uyar’ın .<br />

Aslında bu kendi ana dilinin inceliklerinin ve<br />

kıvrak noktalarının nerelere götürebileceğini iyi bilen bir<br />

yazarın ne kadar başarılı olduğunu göstermiyor mu?<br />

Başarılı bir çevirmen , çünkü Türkçe’de neleri bildiğini ,<br />

neleri bilmediğini , neleri çok araştırması gerektiğini ,<br />

hatta çevirdiği yazarın fotoğrafı yoksa dostlarının kimler<br />

olduğunu , nerelere girip çıktığını, nasıl semtleri<br />

sevdiğini öğrenmek isteyen biridir . İster ki Türkçe’ye<br />

yerleştireceği yeri göstermesini sağlasın . “ Takım elbise<br />

giyenle , blue jean giyen arasındaki dil farkı epey olmalı<br />

ama tabii asıl yol gösterici yapıtın kendisidir “ diyen bir<br />

yazarın çeviride başarısız olması beklenemez zaten .<br />

Bir anekdot vermek gerekirse ; yazar o dönem en çok<br />

Virginia Woolf çevirmekten hoşlanıyormuş .<br />

Öykülerinde , insanlardan çok durumları önemsemişken Dizboyu Papatyalar’da insanların<br />

yaşama biçimleri öyküye yansır . Selim İleri bu konuda şöyle demektedir : “ Bu kitapta ele<br />

alınan insanlar da çeşitli katlardan . Oysa İpek ve Bakır’da olsun ,Ödeşmeler’de olsun<br />

küçük burjuva kökenli insanların yaşama biçimleri hikâyeye yansıtılmıştı. Dizboyu<br />

Papatyalar’da bıçkın kabadayılara , ününü yitirmiş sinema oyuncularına, ekmek parasını<br />

nasıl çıkartacağını kestiremeyen kimselere hep bir arada rastlıyoruz . Geçiş toplumunun<br />

insanlarından bir kesit vermek istiyor hikayeci . Bu insanların sergilenişinde de özel bir<br />

tutum göze çarpıyor . Yürekte Bukağı isimli eserinde ise gittikçe yozlaşan bir ortamda ve<br />

bu ortamla beslenen hastalıklı toplum düzeninin , yüreklerine geçirdiği bukağıdan<br />

kurtulmaya çalışan, yeni değerler geliştirmeye çabalayan insanlar görürüz . Yürekte<br />

Bukağı'yı salt yazarın öykülerinin toplamı olarak değil , Tomris Uyar’ın öykücülüğünün<br />

temelini kuran iki belirgin bileşenin ; nesnel , ama yorumlayıcı gözlemciliği ile yaratıcı ve<br />

şiirleştirici imgeleminin dil düzleminde gerçeklik kazanan bir bütünleşmesi olarak<br />

düşünmek gerektiğini vurgulayan Füsun Akatlı : “ İpek ve Bakır’dan Yürekte Bukağı’ya<br />

dört kitabıyla , yazarın hep aynı corpus’a öykü biriktirdiği kanısındayım ” görüşünü dile<br />

getirmiştir . Corpus terimi ise Latince 'de “ gövde “ anlamına gelmektedir .


1 967’de evlendiği Turgut<br />

Uyar’dan bir çocuğu vardır .<br />

Benim de çok sevdiğim şair için<br />

şunları söylemiştir : “ Çok<br />

yakışıklı , çok zeki , çok duyarlı bir<br />

insandı . Belki bana göre aşırı<br />

ciddiydi . Tipik edebiyatçı özelliği<br />

taşıyan , kendi içine kapalı ,<br />

dışarısıyla fazla alışverişi<br />

olmayan , şiiriyle mutlu biriydi .<br />

Ben öyle değilim . Denizi de<br />

severim , dolaşmayı da Daha<br />

canlı , daha hareketli olmayı<br />

isterim . Belki bu bakımdan pek<br />

uyuşmuyoruz.”


Turgut Uyar’ın ölümü üzerine yazdığı bir şiir ;<br />

pencerenin biri açık kalmış,<br />

hava sıcak , temmuz bıkkınlığı işte<br />

tomris uyar yazı masasında oturuyor<br />

masanın bittiği kitapların başladığı yerde<br />

kafka ile dostoyevski'nin fotoğrafları<br />

masanın kitaplara aktığı yalnızlıkta<br />

sahi kaç yıl oldu ,<br />

tanrı'nın eli<br />

şiirden ve öyküden kopalı?<br />

sadece senin için geçiyorum bu sokaktan<br />

okur musun ,<br />

gözlerimden akan<br />

kelimeleri ?<br />

EZGİ YAĞCI<br />

sarpimoleni.tumblr.com


BOŞLUK<br />

Zihnimin bana oynadığı garip bir oyun vardı ortada.<br />

Yanımda duran insanın yüzünü bir yerden anımsıyor fakat nerden olduğunu<br />

çıkartamıyordum.<br />

Bana bakıyordu seyrek zamanlarda.Birden durdum.<br />

-İnsanlardan nefret ettiğimi düşündüm.Onları çok sevip devamında onlardan nasıl<br />

nefret ettiğimi.<br />

Küçük mutlulukların büyük hüzünlere sarılacağını onlar öğretti bana.Beklentisiz<br />

duygularıma<br />

beklenti iliştirmeyi onlardan öğrendim.<br />

Odasında ölü bile bulunmamış bir et parçasına benzettim kendimi.Belli saatlerde<br />

nefes almayı<br />

aklına getiren,sonrasıda “olmamış bu”başa alalım diyip nefes almayı unutan biri<br />

olduğumu<br />

hatırladım.<br />

Düşüncelerim dimağımı bulandırmaya başlamıştı.<br />

-Bana daha dikkatli baktığını farkettim;aslında kendine bakıyor gibiydi.<br />

İnsanlar bana bakınca kendi acılarını görüyordu sanırım.Ya da ben çok saydam<br />

idim,bilmiyorum.<br />

Bende onu incelemeye başladım.Çekik gözlerini,soğuktan kurumuş<br />

dudaklarını,boynunun inceliğini.<br />

Bu boş saatlerde ve günün anlamsızlığına binaen yanımdaki insana şiirler<br />

yazabilirdim.<br />

Durdum.<br />

Sevdiğim adama benzetmiştim O’nu.<br />

Ne tuhaf her şeyi O’na benzetiyordum.<br />

Olguları sürekli birbirine benzetmek gibi bir takıntığım olduğunu unutuyordum<br />

sanki,et parçasıyken bile.<br />

Bu kadar uzun süre bakamazdık birbirimize.O an daha fazla kanatamazdık<br />

birbirimizin kalbini.<br />

Biri dur demeliydi bu bozguna.<br />

Ve o sesi duydum:<br />

-Yaşıyor!<br />

Koridorun sonuna hızlı adımlarla gitmeye başladım O’ndan uzaklaşarak.<br />

BETÜL ASLAN<br />

icimdekikaranlikk.tumblr.com


8 MART<br />

DÜNYA KADINLAR GÜNÜ<br />

KUTLU OLSUN<br />

"Kadının ufkunu genişleterek güçlendirin aklını; körü körüne itaat sona<br />

erecektir; ancak, iktidar her zaman körü körüne itaate ihtiyaç duyduğundandır<br />

ki zorbalar ve şehvet düşkünleri, haklı olarak karanlıkta tutmaya çalışırlar<br />

kadını; çünkü bunlardan birincisinin tek istediği bir köledir, ikincisinin istediği<br />

ise elinde tutacağı bir oyuncak."<br />

Mary Wollstonecraft


YASEMİN PFORR<br />

"DURUN İNECEK VAR"<br />

ENİNE<br />

BOYUNA<br />

KİTABIYLA -ENİNE BOYUNA- KÖŞEMİZİN İLK KONUĞU OLUYOR<br />

yaseminpforr.tumblr.com<br />

" Bir 8 Mart daha geçti. Gene paneller, söyleşiler yapıldı, köşe yazıları yazıldı.<br />

Birbirimize çiçekler gönderdik, tebrikler ettik. Aferin bize, boyumuz biraz daha<br />

uzadı. Ne elde ettik? Bilenler biraz daha bildi, bilmeyenler gene cahil İnşallah bu<br />

arpaları üst üste koyup bir dağ elde edeceğiz bir ara<br />

Bir kere “Kadınlar Günü “ var da niye “Erkekler Günü “ yok? Öyle bir güne ihtiyaç<br />

yokta ondan.<br />

İlk çağda yaşamı idame ettirmek hayvan avlamak, düşmanla kaba kuvvetle<br />

savaşmak gibi fiziksel güç isteyen şeylere bağlı olduğundan, insanoğlunun var<br />

olmasından beri fiziksel gücü kadınlardan üstün olan erkekler egemenliklerini ilan<br />

etmişler zaten. Allah’tan kadın savaşçılar, Amazonlar varda istenirse kadınlardan<br />

da iyi savaşçılar çıkabileceği görülüyor ama hayır kadınlar bu zorlayıcı role henüz<br />

hazır değiller.


Orta Çağ’da da değişen bir şey yok. Gene savaşlar, gene fiziksel üstünlük<br />

isteyen işler Kadın ise hep evde, yol gözleyen, korunması gereken varlık<br />

durumunda. Tabii erkekte doğal olarak gelişen kendini üstün hissetme hali.<br />

Kendileri olmasa toprak alınamayacak, ganimet toplanamayacak, evdekiler aç<br />

kalacak vs vs. Kadınlar ise habire çocuk doğurup, savaşa asker yetiştiriyor.<br />

Aslında çok önemli bir görev bu ama kadın doğurup duruyor ya doğurganlık<br />

özelliği çok paye almıyor. Halbuki her kadın sadece bir tane doğurabilse baş tacı<br />

edilecek ama maalesef öyle değil. Sonuç; erkek egemen bir dünya<br />

Ancak 20. Yüzyılda işin rengi yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Savaşlar artık<br />

diplomatik yapılıyor, teknoloji ilerliyor, hayattan beklentiler değişiyor, yaşam<br />

zorlaşıyor. Kadınlar daha fazla rol çalmaya başlıyorlar. Ne yazık ki alışkanlık beter<br />

her şeyden Bu sefer erkekler henüz hazır değil rollerini paylaşmaya. Nasıl olsa<br />

da fiziksel üstünlük var ya, eskiden düşmana sarf edilen bu güç kadını susturmaya<br />

kullanılmaya başlanıyor. Onları da anlamak lazım! Eskiden tek başlarına<br />

sürdürdükleri iktidarı bu gün kadınlarla paylaşmak zorundalar. Kolay değil. Bakın<br />

toplumu temsil etmesi gereken hükümetler bile tek başına iktidar olma sevdasında.<br />

Paylaşmayı, birlik olmayı, farklı görüşleri bünyelerinde toplayıp sentez yapmayı<br />

bilmiyorlar ki! Bunun için önce insanın birbirine saygı duyması lazım, birbirini<br />

sevmesi lazım Zor işler vesselam!!!<br />

Bu “ kadın hakları”nın tahsil terbiye ile de pek ilgisi yok gördüğüm kadarı ile. En<br />

basitinden, bakıyorum benim üniversite mezunu arkadaşlarımdan bazıları, kadın<br />

kadına bir yere gidilecek mesela, evden izin almaktan bahsediyorlar. Ne izni<br />

anlamıyorum? Sen kocaya/sevgiliye böyle bir paye verirsen o da kullanır tabii.<br />

Kadın veya erkek bir şey yapmak isteyecek , koskoca insanlar olarak evden izin<br />

alacak! Bu bana aykırı.<br />

Zaten aklıselimi olan kimse güzel yürüyen birlikteliğini sarsacak bir şey<br />

yapmaz ama bu demek değildir ki her iki tarafta kendi isteklerini yadsıyacak,<br />

görmezden gelecek veya izne tabii tutarak belki yapabilecek. Burada izin konusu<br />

genelde kadına yönelik oluyor. Erkek genelde istediğini yapıyor.<br />

Seneler evvel evliyken eşimi bırakıp bir aylığına Cenevre’ye Fransızca<br />

kursuna gitmeye karar vermiştim. Unutmakta olduğum bu dili tazelemek amacıyla.<br />

Zaten İtalya’da yaşıyoruz. Her hafta sonu eve geleceğim. Bana göre sorun yok.<br />

Eşimden evvel ailem ve arkadaşlarım arasında kıyamet koptu. İnsan kocasını<br />

bırakıp da gider miymiş, erkek yalnız bırakılır mıymış? Tabii koca da girdi havaya.<br />

Bana “ nereye?” diyor. Dedim ki “ senin gelişimin için her hangi bir şey yapman<br />

gerekse veya şirket seni birkaç aylığına bir yere gönderse gidecek misin?<br />

Gideceksin. Bana gidebilir miyim diye soracak mısın? Hayır. Bende seni burada<br />

bekleyecek miyim, bekleyeceğim. Eee konu ben olunca ne değişiyor?” Sustu ve<br />

ben gittim. Tabii yetiştirilmeden dolayı her hafta sonu 5 saat geliş 5 saat gidiş<br />

olmak üzere 1 0 saat tren yolculuğu yaparak haftalık yemekleri yapmaya,<br />

gömlekleri ütülemeye eve gelerek İyi de oldu, sonra ki iş hayatımda Fransızcamı<br />

sık sık kullanmak durumunda kaldım. Ben işi çok basit bir tarafından aldım ama<br />

kadın olarak temelde kendimizi nasıl konumlandırdığımızla ilgili ufak bir durum<br />

tespiti<br />

Özetle daha gidecek çok yolumuz var diyorum. Çağlar boyunca erkek egemen<br />

bir dünyada yaşarken, bu kadar okumuşluğa rağmen rollerimiz konusunda henüz<br />

eşit bir görüşe sahip değilken, bu günden yarına %1 00 kadın-erkek eşit bir<br />

dünyaya sahip olmak mümkün değil. Ancak bu demek değil ki mücadeleye devam<br />

etmeyelim. Sadece bir gün değil, her gün etmeliyiz. Bu dünyanın geleceği erkekkadın<br />

sentezinde yatıyor, erkek egemenliğinde değil<br />

09.03.2011 "


RÜYALARDA YAŞAMAK<br />

Boş bulunmuşluktan ibaret de istersen.<br />

İstersen de duygu hüsranı<br />

Bunların hiç birisi değiştirmiyor,<br />

Annemin korkulu rüyalarını<br />

Gecenin ertesi güneşli bir gündü,<br />

Yağmurlu olması gerekirdi,olmadı<br />

Gecenin gözyaşlarını gündüz anlamadı.<br />

Annem, biriciğim hariç<br />

Yanılmadı bu güne dek.<br />

Aykırı ne yaptıysam anladı,<br />

Yaşadı birebir rüyalarında<br />

Ama sustu, haykırırcasına sustu !<br />

Hiçbir şey eskisi gibi değildi;<br />

Anlamalıydı<br />

Susmayı öğrenmişti bu güne dek.<br />

Anlamadı yeni dünya düzenini,<br />

Anlayamadı<br />

Söz hakkı verilmeyen kadınların kaderiydi,<br />

Rüyalarda yaşamak<br />

Özgürce, bir o kadar da masum,nacizane<br />

Yeni bir pencere arala Meleğim,<br />

Dayatılmadan yaşa hayatı,<br />

Kanadımı kırma<br />

Özgürlüğe kanat çırpamam sen olmadan<br />

Bana yakın ol rüyaların kadar,<br />

Bir o kadar da uzak<br />

Sana özlemimden bu yazılanlar,<br />

Bu güne kadar söylemek isteyip de sustuklarım<br />

Sıla etkisi,ellerinin şefkati<br />

Ne dersen de,<br />

Susma yeter ki<br />

Çünkü sen sustukça;<br />

Günaha batıyor bedenim;<br />

KURTULAMIYORUM !<br />

MURAT KALELI<br />

mezarvirtuozu.tumblr.com


ATARAKSİYA<br />

kaset<br />

Giderken bütün eşyalarını toplamıştı. Dolabımıza baktığımda benim giysilerim<br />

kendi köşesinde yapayalnız bırakılmıştı. Kravatlarımın arasında etek boylarına<br />

sinir olduğum elbiseler karışmamıştı. Diş fırçamın üzerinde onun ıslak diş fırçası<br />

düşmemişti, terliklerim dikkatsiz bir tekmeyle sağa sola savrulmamıştı, perdeler<br />

açılmamıştı. Yokluğu her yanı kaplamıştı aslında. Salonun ortasında, mutfak<br />

tezgâhında, küvette, ahizelerin üzerinde, çekmecelerde, parkelerde kocaman bir<br />

cisim gibi yayılmıştı yokluğu. Onsuzluğu her yerde görmek mümkündü. Geriye hiç<br />

bir şey bırakmamıştı. Kapkara bir cisim gibi her yerden karşıma çıkan yokluğu<br />

dışında. Bir de bir kaset vardı. Kusursuzca hayatımın üzerinden çekip alınmış<br />

hayatına rağmen, eksiksizce hayatımdan çıkarılan eşyalarına rağmen sehpanın<br />

üzerine bırakılmış bir kaset.<br />

Tüm bu dikkate rağmen nasıl olduysa unutulmuş bir kaset ya da benim hep<br />

unutulduğunu sandığım. Onun yokluğunun acısını kaburgalarımda hissederken<br />

hiç de önemsemediğim hatta varlığını bile fark edemediğim bu kaseti, oynatmaya<br />

çalıştığımda içimde garip bir umut vardı. Bir yoluydu sanki onu geri getirmenin, bir<br />

imkândı sanki ama hiçbiri değildi. Duyabildiğim 3 dakika uzunluğunda koca bir<br />

sessizlikti. Hepsi o kadardı. Bu sessizliğe daha fazla dayanamayıp kaseti çıkarıp<br />

atmıştım. Ta ki onun yokluğunu doldurmaya çalışan, ama diş fırçamın üzerinde<br />

ıslak diş fırçasını göremediğim bir kadın onu bulana kadar.<br />

Hayatımın anlamı diye nitelediğim o güzel insan hayatımdan çıkalı 2 sene kadar<br />

olmuştu. Ben onsuzca yaşanabileceğini zor bela öğrenmiştim. Ondan bir şekilde<br />

haber alıyordum. Bir şekilde takip edebileceğim bir yol buluyordum onu fakat onu<br />

hissettirmeden bunu başarabilmek için mükemmel bir çaba harcıyordum. O<br />

benden sonra uzunca bir süre yalnız kalmıştı. Sonra biriyle denemiş yapamamış,<br />

sonra biriyle daha denemiş ve evlenmişti. Son aldığım habere göre de hamileydi.<br />

Bense ondan sonra kaç bedene sığınmıştım kim bilir. Üst üste koynuma aldığım<br />

her kızda hiç kabullenmesem de hep onu arıyordum. Hayatım alt üst olmuştu. Hiç<br />

kimseden hiç bir şeyden mutlu olmuyordum. Onu aldattığım kadınlar bile ilgimi<br />

çekmiyordu artık ama yine de yalnız da kalamıyordum. Ondan her haber<br />

aldığımda muhakkak biriyle sevişiyor ve bu üzüntüyü üzerimden atmaya<br />

çalışıyordum. Yine o günlerden biriydi. Hamile olduğunu öğrenmiştim.<br />

Yeni sevgilimi eve çağırdım ve kusursuz bir hazırlık yaptım. Aklıma her o<br />

geldiğinde daha bir hevesle sevişmiştim. Unutmak için daha da doruklarındaydım<br />

ve sonunda zafer benimdi. Yeni sevgilimse su içmek için içeri gitmişti ve uzunca<br />

bir süre gelmedi. Bir ara bir kaset sesi duyar gibi oldumsa da, yorgunluktan uykum<br />

bastırdığı için pek önemsememiştim ve sonrasında duyduğum ses hayatımın<br />

anlamına aitti;<br />

“Sevgilim, beni canından çok seven sevgilim. Sana bunları söylemek elbette çok<br />

zor fakat bir kere kırılınca kalp, bir kere bozulunca sevgi eskisi gibi olmuyor artık.<br />

O zaman da gitmek farz oluyor. Fakat her zaman bir umut vardır. Belki sen<br />

içindeki pisliği akıtır, arınabilirsin. Ben sadece benim olmanı isterdim ama olmadı.<br />

Fakat dedim ya hep bir umut vardır. Belki zehrin, yokluğumun verdiği acıyla akar<br />

vücudundan da arınırsın, işte o zaman bana gelebilirsin. Seni güzel günlerimizin<br />

hatırına affedebilirim. İnsan severken çok kelime buluyor da vedalaşırken boğazı<br />

düğümleniyor hep. Seni seviyorum. Hoşça kal”


MUSUKİ<br />

KAPISINDAN SIZANLAR<br />

"Bu tatsız akşam saatinde,<br />

Görünmez kanatlarınızla,<br />

Cama vurmayın hatıralar,<br />

Sessizliğine doymadığım,<br />

O eski saatleri, yeni,<br />

Baştan kurmayın hatıralar"<br />

Demiş ya hani Cahit Sıtkı, insan düşünmeden edemiyor. Zaten her şairin işi<br />

değil midir insanı afallatmak, yüreğinden sarsmak, bir insan nasıl olur da böyle<br />

derinden yaralanır dedirtmek<br />

İşte bir de bu kelamı notalar vesilesiyle duymanın hazzını düşünün.<br />

Doktor Alaeddin Yavaşca’nın kaleminden çıkmış bu besteyle kim bilir kaç yürek<br />

dağlanıyor<br />

<br />

İnsanlar hep düşünüyor ki sanat<br />

müziği rakı yanında meze olan<br />

meyhane şarkılarından ibarettir.<br />

Oysa içine girdiğinizde anlıyorsunuz,<br />

adeta dizili seslerle bütünleşmiş dev<br />

bir umman.<br />

O yüzden de çok insan kolay kolay<br />

sevemiyor, çünkü bu iş gönül işi, aşk<br />

işi Ben de uzun zaman önce o<br />

kalabalık güruhun içerisinde çırpınıp<br />

duruyordum. Derken bir gün bir şarkı<br />

duydum. Hani herkesin bir dönüm<br />

noktası olur ya, ya da olmasını<br />

umduğu hayali köşeleri vardır<br />

hayatta.<br />

Tam da onun gibi bir şeydi, eskiden hissedemediğim lezzeti artık biraz daha<br />

duymaya başlamıştım. Böyle böyle bir baktım ki ben çoktan dalmıştım bu<br />

okyanusun ortasına, kendimi Itri Efendi’nin, Hacı Arif Bey’in, Hammamizade<br />

İsmail Dede Efendi’nin bestelerini dinlerken buluyordum.<br />

Çokları hala anlamlandıramıyor bendeki bu sevgiyi ve dahası Türk sanat<br />

musikisini meyhane şarkısı deyip bir kenara atıveriyor. Elbette ben de<br />

onların bu ısrarcı tavrını anlayamıyorum. Dedim ya içine dalmak diye, bu<br />

süreçten sonra iş daha da zorlaşıyor aslına bakarsanız. Çıtanız yükseliyor,<br />

kolay kolay tat alamıyorsunuz öyle her besteden.<br />

Peki buna sebep olan şey ne diyebilirsiniz. Şarkı işte daha ne olabilir ki diye<br />

düşünebilirsiniz.


Bu elbette çok uzun bir konu; lakin kısaca<br />

bahsetmek gerekirse, dışarıdan göründüğü kadar<br />

basit bir sistemi yok musikimizin. Komalar,<br />

bemoller, diyezler, makamlar, diziler, usuller<br />

derken iş iyice sarpa sarabiliyor. Anlayacağınız,<br />

öyle her insanın yapabileceği türden bir şey değil,<br />

ortada belli bir zeka ve dahası sanatkarlık var.<br />

Öyle ki işin detayına girmeye kalksak karşımıza<br />

Pisagor koması, Holder koması gibi birçoklarını<br />

sayabileceğim aritmetik hesaplamalarla<br />

karşılaşıyoruz.<br />

Ama gelin görün ki müziğimiz sadece<br />

matematikten ibaret değil. Lise yıllarımızda her<br />

birimizi canından bezdiren Divan Edebiyatı<br />

derslerini hatırlarsınız. Yine aynı şekilde<br />

bıkkınlığımızın temsilcilerinden biri de olsa Divan<br />

Edebiyatı da bir gönül işidir. Gerçekten anlamak<br />

için can atıldığında, detaylı incelendiğinde, çok<br />

büyük aşklar görürsünüz o eserlerde.<br />

Başlı başına bir sanattır yani. Musikimiz ise bu yüce şaheserlerin saza kelam edilmiş<br />

halidir. Bahsedip duruyorum ya hani, olaya içinden bakmak diye, iste o derin hisleri bu<br />

şekilde görebiliyorsunuz.<br />

Bu hisleri biraz daha somut bakabilmeniz adına çok güzel örnek vereceğim şimdi sizler<br />

için; bundan birkaç ay önce bilmediğim klasik Türk müziği şarkılarını kurcalarken bir<br />

şarkıya denk geldim, gazel olarak da geçiyor.<br />

Şarkıyı Safiye Ayla seslendiriyordu,<br />

sözler ise şöyle;<br />

Yârin bu kadar cevri gelir miydi hayâle<br />

Gûş itmedi âhım, beni döndürdü hilâle<br />

Elden ne gelir ağlamaktan başka bu hâle<br />

Pek de mutlu bir anımda denk gelmiş olmama rağmen bu şarkıya, kendimi istemsiz<br />

dökülen hüzün pınarlarımla baş başa buldum.<br />

Hep derim eski yabancı filmlerde efekt kullanımı ve gerekli teknoloji oldukça kısıtlı olduğu<br />

için oyunculuklar çok kaliteli olur diye. Bu da aynı o hesap anlayacağınız, eski ustalarımız,<br />

üstatlarımız daha özenli ve sahiplenerek seslendiriyor besteleri, sanki ses ağızlarından<br />

değil de yüreklerinden çıkar gibi.<br />

Bu nedenle ister istemez yüreğinize bir ok gibi saplanabiliyor o güzel kadının sesi.<br />

Yazımı bitirmeden evvel size en büyük tavsiyem ise açıp bu gazeli dinlemeniz olacaktır.<br />

Görüşmek üzere.<br />

FUKRINIAN<br />

fukrinian.tumblr.com


SEVGİ SÖZCÜKLERİNDEN YADİGAR KAVAKLIK<br />

Şak<br />

tendurdiota<br />

Bir gece rüyamda,<br />

Gözlerinden siyah kanlar akan,<br />

Çelimsiz,<br />

Sevgiye muhtaç,<br />

Köpekler tarafından kovalanıyordum.<br />

Tavşan atlet ruhlu ben öyle hızlı koşuyordum ki,<br />

Kendimi yeşil bir kavaklıkta buldum.<br />

Günlük, güneşlik,<br />

Çiçekler dahi vardı.<br />

Ve köpekler peşimi bırakmıştı.<br />

Artık huzura eriştiğimi sanmıştım,<br />

Her şey yolunda gözüküyordu.<br />

Daha sonra anladım, bu yapay vahada benden başka kimse yoktu.<br />

Gözlerinden siyah kanlar akan köpekler dahi yoktu.<br />

Ağır, kurşun gibi bir sessizlik hakimdi kavaklığa,<br />

Gaybana kalmıştım.<br />

Giderek yaprakları solan kavaklıkta,<br />

Kulaklarımda kuru kuru uğultular,<br />

Elimde esaretin ve senin fotoğrafın,<br />

Gaybana kalmıştım.<br />

Sen de yoktun sevdasına kurban olduğum,<br />

Sendeledim,<br />

Çıkamadım kavaklıktan,<br />

Sessizlikten üşür oldum,<br />

U<br />

ya<br />

na<br />

ma<br />

dım-<br />

Ko<br />

nu<br />

şa<br />

ma<br />

dım-<br />

Gaybana kalmıştım.


ir Aksu<br />

dam.tumblr.com<br />

TEMELLİ TEMENNİ<br />

Bazen en yalnızım,<br />

Bazen en kalabalık.<br />

Kıyılar,<br />

Mavi Gökyüzü,<br />

Yorgun yollar,<br />

Bu düzene uymayan rüzgar,<br />

Kan revan içindeki dizlerim,<br />

Eskimeyen her şey seni anlatmak için.<br />

Çorak toprakların üzerinden bir bulut geçiyor,<br />

Beni alıp sana getiriyor bulutlar.<br />

Oturuyoruz binlerce yeşil gözlere sahip elma ağacının altında,<br />

Güneş tam tepede.<br />

Saçların yine uzun,<br />

Öpüyorsun beni,<br />

Kim güzelleşmiyor ki öpüşünce,<br />

Puf zıplayarak uyanıyorum,<br />

Ve lakin bir daha uyuyamıyorum.<br />

Yüreğim pekişiyor,<br />

Uykularım gibi eksik kalıyorsun.<br />

Kamran olsam,<br />

Bulsam aşkı.<br />

FİLOFOBİ<br />

Ayten’e yazılmış sone, benim dudaklarımda senin için yeniden hayat buluyor.<br />

Her gece mırıldanıyorum tok karnıma, yatmadan önce.<br />

Damla damla dökülüyor kelimeler, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi.<br />

Ne olur yani anı yaşamak yerine anılarla yaşasan.<br />

Alıkoyamıyorum kendimi düşlerden, peşime düşen altmış basımı saman<br />

kağıtlarından.<br />

Korkuyorum maziden,<br />

Korkuyorum şehr-i gaziden.<br />

Korkuyorum azınlığın içerisindeki çoğunluktan.<br />

Korkuyorum tekrar yeşili görememekten.<br />

Sende korkmalısın tutarsızlığına hapsolmuş küçük kızdan.<br />

Ağlamalısın hatta, tekrar tekrar ve tekrar üşümelisin.<br />

Uyuyamamalısın hüzünden, boynuna dolanan saçlarından.<br />

Sevememelisin kimseleri, çünkü kürkçü dükkanı bu aralar kapalı.


A<br />

Y I<br />

N<br />

Ü<br />

Ç<br />

Ü<br />

KAÇ PARA KAÇ<br />

YAPIM YILI:1 999<br />

YÖNETMEN:<br />

REHA ERDEM<br />

OYUNCULAR:<br />

TANER BİRSEL<br />

ZUHAL GENCER<br />

BENNU<br />

YILDIRIMLAR<br />

BÜLENT E.YARAR<br />

AHMET ALKAN<br />

SERMET YEŞİL<br />

SEWEENEY TODD<br />

YAPIM YILI:2007<br />

YÖNETMEN:<br />

TİM BURTON<br />

OYUNCULAR:<br />

JOHNNY DEPP<br />

HELENA B.CARTER<br />

ALAN RICKMAN<br />

JAYNE WISENER<br />

DOG DAY<br />

AFTERNOON<br />

YAPIM YILI:1 975<br />

YÖNETMEN:<br />

SIDNEY LUMET<br />

OYUNCULAR:<br />

AL PACINO<br />

JOHN CAZALE<br />

PENELOPE ALLEN<br />

Reha Erdem'den muhteşem bir İstanbu<br />

İstanbul temasıyla, izlemesi oldukça keyifli b<br />

Bennu Yıldırımlar, Bülent Emin Yarar, Zuhal<br />

Film, pinti bir adam olan Selim (Taner Bi<br />

seferinde büyük oynamaya cesaret eden Ah<br />

düşmeyen temposu, Reha Erdem muhteşem<br />

Selim dürüstlükten ve pintilikten taviz ver<br />

sayesinde zengin olur. Taksinin ondan önce<br />

sağlayacaktır...<br />

Filmde özellikle Reha Erdem'e ayrıca pa<br />

kadrajına ancak bu kadar sığdırabilirdi İstan<br />

kesitlerle de bizi mest etmeyi başarıyor.<br />

Filmi izlerken, birden karşımıza çıkan Ar<br />

zaman. Canlandırdığı, çırak rolüyle ileride n<br />

Belkide türk sinemasında en beklenmed<br />

Zira, filmin kendisine oldukça uygun bir şek<br />

Gerçek bir hikayeden beyaz perdeye u<br />

tercih olabilir. Fişmin hikayesi yıllarca müzi<br />

doğru Sweeney Todd adında bir çocuk, mah<br />

çırağı olur ve bu mesleği öğrenir. Özgürlüğü<br />

Fleet Sokağında bir berber dükkanı aç<br />

bir fikir gelir ve berber koltuğu kurduğu bir d<br />

oturup traşını beklerken birden düğmeye ba<br />

hızla aşağıya iner ve eğer kurbanı ölmemiş<br />

Seweeney bu sırada bir kadınla da tan<br />

aklına bedava et bulma fikri gelmiştir. ve ikil<br />

Sonunda 1 60 kişiye ulaşan kurban sa<br />

yakalnmasını sağlar. Bir çok insanın kesikle<br />

kadını linç etmek ister ama polis müsade et<br />

Olayın aslı böyleyken gerek müzikalin<br />

canlandırdığı Seweeney karakteri amaçsız<br />

Helena Bonhem Carter'la "seweeney todd"<br />

Gerçek bir hikayeden esinlenilerek yap<br />

başına oynadığı 1 975 yapımı bir banka soy<br />

Film John Wojtowicz'in banka soygunun<br />

1 972'de yaşanmış bu banka soygunu diğerl<br />

Sonny (Al Pacino) sevgilisinin ameliyat<br />

anda kendisini sıkıştırılmış bulur. Artık kolay<br />

girecektir.<br />

Film, Al Pacino'nun hünerlerini en iyi se<br />

olmuyor. Özellikle filmin en başında elindek<br />

düşmeyen, tek mekanda geçmesine rağme<br />

Yönetmen Sidney Lumet'se üzerine dü<br />

ismini ön plana taşıyabilecek bir durum görü<br />

Bu film sizi çok şaşırtacak!


l filmi “Kaç para Kaç” 1 999 yılında çekilen film, göz alıcı sahneleri ve arkasına yaslandığı<br />

ir başyapıt. Filmin başrol oyuncusu Taner Birsel, adeta oyunculuk dersi veriyor. Taner Birsel'e<br />

gencer ve Engin Alkan eşlik ediyor.<br />

rsel), Onun kanaatkar karısı (Bennu Yıldırımlar), zengin olma hayalleri peşinde koşan ve her<br />

met (Engin Alkan) ve kudurmuş bir komşu Nihal (Zuhal Gencer) ekseninde geçiyor. Hiç<br />

kadrajlıyla “tadından yenmez” bir hale dönüşüyor.<br />

meyen hayatına tüm sıkıcılığına rağmen katlanmaya devam ederken bir gün bindiği bir taksi<br />

ki müşterisinin unuttuğu çantada bulduğu para onun hayatının tamamen değişmesini<br />

rantez açmak gerekir. Çünkü İstanbul ancak bu kadar güzel değerlendirilebilirdi. Bir yönetmen<br />

bul'u. Üstelik sadece İstanbul'u sığdırmakla da kalmayıp filmin arasına serpiştirdiği hayattan<br />

a Güler'de oldukça güzel olmuş. Bir de Sermet Yeşil var filmde. Daha oyunculuğun başında o<br />

e kadar başarılı olacağın sinyallerini de veriyor.<br />

ik sona sahip bir filmdir “Kaç Para Kaç”. Filmin sonunu tahmin edebilmek hiç de kolay olmuyor.<br />

ilde bitiveriyor. Türk sinemasının yüz akıdır, şiddetle tavsiye edilir. Teşekkürler Reha Erdem.<br />

yarlanan Sweeney Todd, Tim burton'ın büyülü film dünyasında gezinebilmek için mükemmel bir<br />

kal olarak gösterilmiş, anlatılan olayın varlığı her daim sorgulanmıştır. 1 700'lerin sonlarına<br />

kemede yargılanır ve hapis cezasına çarptılır. Hapiste kaldığı süre boyunca, oradaki berberin<br />

ne kavuştuğundaysa, berberliği mesleğe dönüştürmeye karar verir.<br />

ar.Berber dükkanın bodrumu kanalizasyona açılmaktadır. Kana susadığı bir gün aklına çılgın<br />

üzenek sayesinde, koltuğa oturan kişiyi anında aşağıya gönderebilecektir. Müşteri kontuğa<br />

sılır ve zavallı kurban kafa üstü yere çakılarak ölür. Sweeney yine de kendini garantiye alıp<br />

se orada boynunu keser.<br />

ışır. Onunsa iş yapmayan bir börekçi dükkanı vardır. Seweeney sırlarını açtığında, kadının<br />

i uzunca bir süre Fleet sokağı halkına insan eti yedirir.<br />

yısıyla önlenemez bir koku ortaya çıkar. Kanalizasyonda yapılan bir arama Seweeney Todd'un<br />

r içinde, çürümüş bedenini bulmuşlardır. Halksa, yediği insan etinin hesabını sormak için<br />

mez sonrasındaysa kadın intihar eder. Seweeney'se idam edilir.<br />

gerek filmin konusu ap ayrıdır. Film büyük bir sürprizle bitmektedir ve filmde Johhny Depp'in<br />

değil, intikam peşinde koşmaktadır. Tim Burton'un muhteşem atmosferinde Johnny Depp ve<br />

sinema severler için bulunmaz bir ziyafet.<br />

ılmış bir filmi daha "Ayın Üçü"de aldık; "Dog Day Afternoon". Al Pacino'nun neredeyse tek<br />

gunu hikayesi.<br />

dan esinlenilerek yazılmış. Zaten Al Pacino'nun, John'a olan benzerliği şaşırtıcı. 22 Ağustos<br />

erinden bir hayli farklı.<br />

parası için banka soymaya karar verir fakat zamanlama tutmayınca dışarıya çıkamaz ve bir<br />

kolay pes olmayacak, sonuna kadar direnicek ve banak çalışanlarıyla ilginç bir ilişki içine<br />

rgilediği filmlerden biridir. Film boyunca Al Pacino'dan gözünüzü ayırabilmek pek mümkün<br />

i hediye paketini açma sahnesi bana göre sinema tarihinin efsanelerinden biridir. Temposu hiç<br />

n izleyici neredeyse hiç sıkmayan bir film dog Day Afternoon.<br />

şeni yapmış bence daha fazlasını söylemek abartıya kaçmış olur çünkü filmde yönetmenin<br />

lmüyor. Her şey sinemanın olağan akışında sürüp gidiyor tabi Al Pacino hariç!<br />

ATARAKSİYA


SEN OLMAYINCA<br />

Bir eylül akşamı<br />

Saçların ıslanmış yine<br />

Çok güzel güldüğünü söylüyor<br />

Ağaçtan düşen her yaprak<br />

İçime çektiğim kokunu<br />

Özlemişim çok<br />

Olmasanda yanımda<br />

Rüzgar getiriyor bana<br />

Nasıl yağmur yağıyor<br />

Gözlerimden<br />

Bir bilsen<br />

O yüzden ıslanmış tenin<br />

Bulutlar, yakarışımı iletmiş sana<br />

Açtığımda gözlerimi<br />

Her yer karanlık<br />

Gitmiş hayalin<br />

Şimdi ruhum daha bir yalnız<br />

Duracakmış gibi atıyor kalbim<br />

Sen olmayınca...<br />

Uyku tutmuyor geceleri<br />

İllede istiyor nefesini<br />

Tenim, özlemiş tenini<br />

Ne olur gel artık<br />

Bırakma bu kadını yalnız başına<br />

HALA YOKSUN<br />

Denizden gelen vapur sesi<br />

Rıhtımdaki hafif esinti<br />

Çayımda iki şeker<br />

Bir sen yoksun be sevgili!<br />

Balık, kuşu çok sevdi<br />

Deniz, semaya gitti<br />

Ufuk bundan pek bir memnun<br />

Sen neredesin ey sevgili?<br />

Koca gök ağladı durdu<br />

Deniz kustu içini<br />

Toprak ana, küstü sana<br />

Hala yoksun be sevgili!<br />

Bir kuşa sordum ismini<br />

Yattığın yerde güller bitermiş<br />

İşte bak buldum seni<br />

Neden gittin ey sevgili?<br />

Esma Eltimur<br />

www.wattpad.com/user/esmanzeltimur


Bir MİYAVLIK Hatır<br />

Hazır dört ayağının üzerine<br />

düşmüşken<br />

Gel, gidelim buralardan<br />

Hem bu mahallede barındırmazlar bizi<br />

Bakkal desen, faşist...<br />

Manav desen, kılıbık..<br />

Kasap desen, sapına kadar sapık<br />

Gel gidelim buralardan çakır gözlüm<br />

Patilerine kurban olduğum<br />

Yahu yaşanmış bir aşk var aramızda<br />

İnkar edemezsin<br />

Bak! Mart da geldi yine<br />

Şimdi benim bir miyavlık hatrımda mı<br />

yok:<br />

Ziynet-i Zihniyet<br />

Kalemin mürekkebini yutmuş adam<br />

Diyor ki<br />

Ben yürekten yazıyorum<br />

Ben de diyorum ki<br />

Ey yüreğine tükürdüğüm<br />

Ben sana değil<br />

Ziyan ettiğin mürekkebe acıyorum<br />

Adam almış eline ulvi bir kitap<br />

Dilinde duygu sömüren bir hitap<br />

Bre deyyus<br />

senin her yanın harap, bitap<br />

Ben elindeki kitaba değil<br />

Seni dinleyen zihniyete yanıyorum<br />

Haktan halktan uzak<br />

Uyan artık ey ahali bunlar sana bir<br />

tuzak<br />

Aç kalabiliriz yahu<br />

Belkide çıplak<br />

Ben bunlardan değil ama<br />

Vatansız kalmaktan korkuyorum<br />

Bu ulus<br />

Yeri geldi Anasını da aldı gitti savaşa<br />

Çünkü böyle gerek görmüş<br />

Böyle buyurmuştu Kemal Paşa<br />

Ne gözden akan yaşa<br />

Ne de toprağa düşen kanlı naşa<br />

Acımıyorum<br />

Beeen bunları yoksayan zihniyete<br />

yanıyoruumm<br />

Mehmet Ali Baş<br />

www.antoloji.com/mehmet-ali-bas/siirleri/


ÇALAKALEM<br />

Bir yabancının bazen bir dostun<br />

Sesi ulanıyor, odamın duvarlarına.<br />

Ülkemin sınırlarına tefrika ediliyor,<br />

Yalnızlık denen mefhum.<br />

İntizar olunan sevgi<br />

Aranıyor içimin kodeslerinde<br />

Çık! Durma, bağır.<br />

Bir devrim heyecanı gibi.<br />

Beni mağrur etme<br />

Dört duvarın arasında.<br />

Zaman bir istihza ile uzanıyor<br />

Tasarlanmış sevgi blokları şimdi duman<br />

Işıklar kapatılıyor .<br />

Söz konusu benim kalbim olunca<br />

Gark oluyor içimdeki sevgi.<br />

Düşünceler siliniyor şimdi.<br />

Bir telefon çalıyor: Alo!<br />

Düş gerçeğe dönüşüyor tekrar<br />

Yaşam çalakalem devam ediyor.<br />

MUSTAFA ENVER<br />

devrikcumle.tumblr.com


Kreşenko<br />

3. Bölüm<br />

ATARAKSİYA<br />

Ezgi, Ferit’e doğru bir iki adım attı. Arkasından gelen ayak sesiyle başını geriye çevirdi.<br />

Hamit; “Kızım, indir o tüfeği. Ferit bizimle çalışacak.” . Ezgi, tüfeğini indirip yerine bıraktı. Hamit<br />

kızı adına özür dileyen birkaç kelime tükürürken Ezgi tüfeksiz elleriyle Ferit’ten özür diledi.<br />

“Babamın kütüphanesinde görünce, yanlış anladım” dedi.” Ferit, unutmaya hazırdı.<br />

Çıktığı bu yeni yolculukta kendisindeki değişimi fark ediyordu. Artık olaylara soğukkanlı<br />

bakmayı öğrenmişti. Yüzüne doğrulan tüfeklere karşı paniğe kapılmamayı öğrenmişti de<br />

masumiyetine bir daha saldırılırsa böyle sessiz kalabilir miydi? Ezgi’yle kısa bir tanışma<br />

gerçekleştirdi. Kendi hayatını sorgulayan soruları vakumlayıp yutarken kızın önüne kalıplaşmış<br />

soruları yığdı. “Peki ya sen?” sözünü Ezgi zırt pırt tekrarlıyordu. Hamit uzayan muhabbeti kesip<br />

birkaç iş buyurdu.<br />

Ferit yerleri değişen birkaç eşya işini hallettikten sonra oteldeki müşterileri incelemek için<br />

defteri eline aldı. Ezgi “Ben anlatayım.” Diyerek yanına oturdu.<br />

“İlk kattaki sağdaki odada Sami Abi kalıyor. Buranın daimi müşterisidir, aylık verir. Kendisi<br />

emeklidir. Çok sigara içer. Rakıyı da az içtiği söylenemez. Hayatı çözmüş bir hali vardır. Pek çok<br />

konuda fikri vardır ama her konuda boş konuşan insanlardan değildir. Karısından boşanmış,<br />

çocukları aramaz olmuş. Senin gibi geldi buraya. Kaçacak bir yer ararken yolu düşmüş. O<br />

geldiğinde bu savaş başlamamıştı henüz ama savaş başlayınca burayı daha çok sevdi. Kafamı<br />

meşgul ediyor deyip duruyor.<br />

Onun solundaki odada Pelin ve hülya kalıyor. Bir bankada beraber çalışıyorlar. Öğrenciyken<br />

aynı evlerde kalırlarmış, sonra Pelin bir adamın peşinden ailesini terk edip buraya geldi. Adam<br />

buradaki savaşı görünce kızı da bırakıp kaçtı. Feride’yle kaçtı diyorlar ama ben görmedim.<br />

Feride'nin ününü mutlaka duyarsınız. Sonra Hülya geldi buraya. Sessiz sakin insanlar. Pek<br />

gelenleri gidenleri olmuyor. Genelde odalarında takılırlar. Bazen gülüş sesleri falan gelir pek de<br />

rahatsız olmayız. Anlayacağın onlarda daimi kalıcı burada.<br />

Onların yanında da Oğuz ve Yusuf kalıyor. Oğuz Fizik, Yusuf Matematik okuyor. Okullarının<br />

bitmesine bir sene kaldı. Haftada bir iki kez arkadaşlarıyla toplanırlar. Onlarda sessiz sakin<br />

insanlardır.<br />

Diğer daimi müşterimiz ise Hüseyin. Kendisi hafızdır. Ondan para almıyoruz. Bütün gün<br />

kuran okur. Yatacak yeri, yapacak işi falan yoktur. Köylünün ettiği yardımla geçinir.<br />

İşte bu oğuz”<br />

Oğuz merdivenlerden inerken hırkasının diğer kolunu geçirdi. Ferit’in yeni işe başladığını<br />

öğrendikten sonra elini sıktı. Hamit’in yanına gidip sıkışık olduğunu, paranın gecikeceğini<br />

söyledikten sonra mahcubiyetle çıktı.<br />

Ferit bambaşka bir dünyaya başladığının farkındaydı. Buradaki insanları iyice tanıyabilirse<br />

eğer tüm dertlerini unutabilirdi.<br />

Ezgi, biraz öte beri alacağım diyerek çıktı. Ferit kayıt defterini aldı eline. Parmağını sayfalarda<br />

gezdirirken insanların hayatlarına dair doğum tarihi gibi bilgileri aradı. “Sen yenisin galiba.”<br />

Sesiyle irkildi. Kafasını kaldırdığında alnı çizgilerle dolu ağzında sigarası bir adam gördü.<br />

Sami’ydi bu. Kendisini tanıtarak elini sıktı. Sami lobideki koltuğa oturdu. Ferit’te yanına.


-Seni hiç görmedim buralarda.<br />

-Yeni geldim.<br />

-Burada kimsen var mı? Neden geldin buraya?<br />

-Kafamdakileri silebilmek için.<br />

-İşe yarıyor mu bari?<br />

-bazen<br />

-Bir boka yaramıyor. Kafanda seninle. Anılar hep seninle. Neyse, ne kadar kalacaksın.<br />

-Bilmiyorum.<br />

-Desene senin hikayede bana benzer.<br />

-Siz Sami miydiniz?<br />

-Öyle diyorlar, sizli bizli konuşmaları pek sevmem evlat.<br />

-Tamam abi.<br />

Sami sigarasını bitirene kadar oturdu. Konuşurken sık sık boğazını temizleyip, kesik kesik<br />

öksürdü. Sigarası bitince ani bir hareketle ayrılıp çıktı otelden. Ferit, Kaderdaşını uğurlarken<br />

duyduğu şeyi düşündü. Acaba gerçekten yaptığı şey bir boka yaramayacak mıydı? Yarasaydı<br />

eğer bu adam böyle olur muydu? Nasıl da kırışıktı alnı, ya beyazlaşan saçları Beynimize<br />

girişler kolaydı da çıkışlarda neden sorun çıkıyordu hep. Ah o salak beyin, ne gerekli şeyleri<br />

unutur da acı anıları hep saklar, neden? Ferit tekrar kütüphaneye döndü. Birkaç kitabı<br />

kurcalarken kendini kurcalamaya başladı.<br />

Zeynep’i gördüğünde doğru mu yapmıştı? “Evet” dedi “en doğrusunu yaptım.”. Kendisini<br />

avutan cümleleri peşi sıra sıraladı. Bu sıralama ona huzur veriyordu. Merdivenlerden inen genç<br />

birini gördü. Göz göze geldiler. “Selamun aleyküm” dedi genç adam. Ferit’in yanına yaklaşıp<br />

kavradığı tek eli iki elinin arasında ezdi. Sakalını avuçlarken kendini takdim etti. Allah’ın adını sık<br />

sık anıyor, pek çok cümlesine üşenmeden serpiştiriyordu.<br />

Adamın gitmeye niyetinin olmadığını anladıkça Ferit’in canı sıkıldı. Şortuyla yusuf belirdi<br />

merdivenlerden.” Hamit ağabey yok mu?”. “Buralardaydı.” “Sen kimsin?” “Yeni işe başladım.”<br />

“Tamam, bana bir kısa Winston alsana.” “Tamam”. Ferit bunu fırsat olarak görüp adamdan<br />

kurtuldu.<br />

Bakkala giderken söyleniyordu. Demek bu işte bakkal çıraklığı da vardı. Belki de çakal, yeni<br />

olduğu için kullanıyordu. Buranın düzenini öğrenirken olacaktı böyle şeyler. Vay be, lisede<br />

hocaya kafa atan adam, mahallede Hatice’nin boynuna bıçak dayayan adam bu halde miydi?<br />

Gerçi bu hal, kötü bir şey miydi?<br />

Kendisindeki değişime bir kere daha şaşırdı. Görevi tamamlayıp sigarayı teslim etti.<br />

Sigarayı teslim ederken biraz konuştular. Böylece Ferit otelin gediklilerinden Yusuf’u da<br />

tanımış oldu. Yusuf’la muhabbeti kesense kapı gıcırtısıydı. Kırışık gri pantolonu ve kafasında<br />

“benim burada ne işim var?” diye bağıran fötrü olan bir adam sigarasıyla içeri girdi. Bankodaki<br />

küllüğe bastı sigarasını. “Hamit Ağabeyyyyyyyy!” diye inletti ortalığı. Ferit, tam duruma müdahale<br />

edecekti ki, Ezgi, güzel yüzünü sokuverdi kapıdan. “Osman abi hoşgeldin.” diye gülümsedi.<br />

-Hoşbulduk güzel kızım, nasılsın?<br />

-İyilik abi ne olsun, alışverişten geliyorum. Sen nasılsın?<br />

-İyiyim ben de. Benim tavan arası müsait mi? Yok değil mi kalan, eden?<br />

-Yok Osman abi. Buyur ben vereyim sana anahtarı. Kaç gün kalacaksın?<br />

-Bilmiyorum, Hamit ağabey yok mu?<br />

-Buralardadır. Yengeyle mi kavga ettiniz yine?<br />

-Artık alışkanlık oldu. Neden kavga etmiyoruz diye kavga etmeye bile başladık. Çok enteresan.<br />

Zaten gitmeyi düşünüyorum buralardan.<br />

-Nereye abi, ne iş yaparsın gideceğin yerde?<br />

-Ticaret yapacağım.


-E sen, senelerdir ticaret yapıyorsun da bir türlü tutmadı.<br />

-Bu sefer din ticareti yapıcam. Bak Hüseyin’e adam ne kadar rahat! Dini usüllere göre de biriyle<br />

evlenicem. Ağzı var dili yok bir hatun. Giydir çarşafını oturttur.<br />

-Aman Osman abi, sen karıştırma böyle şeyleri<br />

Hüseyin bu muhabbetin üzerine gayet sesli bir şekilde “FesüpaaaaaaanAllllahhhhhh” diyerek<br />

orada olduğunu hatırlattı. Osman Hüseyin’i şöyle bir süzüp odasına süzüldü. Ferit’le Yusuf<br />

gözgöze geldiler. Ne konuştuklarını unutup kalakaldılar. “Neyse görüşürüz.” lafı fırsatçı bir taksici<br />

görünümünde fırlayıp da ikisini de bu bunalımdan kurtardı.<br />

Hamit lobide beliriverdi. Elindeki suntayı yontuyordu. “Hayal Osman geldi baba.” dedi Ezgi.<br />

Hamiy arkadaşının yine karısıyla kavga ettiğini düşündü. Biraz canını sıksa da alışmıştı artık bu<br />

duruma.<br />

Güneş “Benden bu kadar.” deyip terkettikten sonra kenti otele bir sessizlik düştü. Pelin ve<br />

Hülya lobide oturuyorlardı. Ferit’le oldukça soğuk bir tanışma geçmişti aralarında. Hüseyin<br />

merdivene oturmuş fısıldar gibi dua okuyordu. Ezgi ve Hamit’te konuşmadan Pelin’le Hülya’ya<br />

eşlik ediordu. Ferit bir köşede dikilmiş sigarasını içiyordu.<br />

Herkes ilk silah sesinin nerede patlayacağını düşünüyordu. Bu sefer kimlerin öleceğini, bu<br />

geceden de sağ sıçıp çıkamayacaklarını. Otelin ışıkları kesildi. Birden bir gürültü koptu dışarıda.<br />

Kavga başlamıştı. Fakat silah sesleri yoktu. Hamit camdan başını uzattı. Panikle haykırdı; “Evleri<br />

yakıyorlar!”. Pelin büyüyen gözleriyle; “Demek bu yüzden işaretlemişler evleri.” dedi. Ezgi<br />

kimseye bir şey demeden fırladı evden. Ferit peşinden, onun peşinden de Hamit çıkmak istedi<br />

ama Hüseyin engel oldu.<br />

Ezgi soluk soluğa eritirken gideceği mesafeyi, elleri meşaleli adamları görünce durdu. Ellerini<br />

dizine yapıştırıp derin bir nefes aldı. Maskeli adamlardan bir kaçıyla gözgöze gelirken, sırtındaki<br />

elle irkildi. Ferit’ti bu. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. “Annemin evini de işaretlemişler.” dedi.<br />

Ezgi, eli meşaleli, yüzleri maskeli, kalpleri kilitli adamların arasından geçmek yerine ara sokağa<br />

saptı. Ferit, bu gece Ezgi’yi yalnız bırakmayacağına yemin etmişçesine peşinden gitti.<br />

Eve doğru hızla yaklaşırken yanan evlerin birinden fırlayan yanan bir adamı görünce durdular.<br />

Ezgi, ağzı açık seyretti adamın yanışını. Annesinin yerine koydu onu. Annesi de yanıyor muydu<br />

böyle? Tekrar hızla koşmaya başladı. Yardım çığlıkları geliyordu kulağına ama duymamacasına<br />

hızlı koşuyordu. Aklında sadece geç kalmamak vardı.<br />

Ölüm manzaralarını ve cehennemin ön gösterimini andıran mahalleyi geçip de annesinin<br />

evine vardığında yükselen alevleri gördü. “Artık çok geç” dedi Ferit. Alevlerden daha sıcak, daha<br />

yakıcı bakışlarıyla baktı Ferit’e Ezgi. O anda aklından mantıkla uyumlu bir düşünce akmıyordu.<br />

Fevri bir kararla evin içine koştu. Ferit tüm gece yaptığı eylemi tekrarlayarak peşinden gitti.<br />

Evin içi simsiyah dumanla kaplıydı. Gözlerini açmakta, nefes almakta zorlanıyorlardı. Bir yandan<br />

tutuşan yerlere değmeden geçme telaşı, bir yerden annesini bulabilme arzusu Ferit çok kısa<br />

bir süre sonra umudu kesip Ezgi’yi çıkarmak istedi. Ezgi ısrarla direndi. Alevler bir yerden<br />

ötekine sıçrıyor, yanan parçalar bütünden kopup yere düştükçe hareket noktalarını tıkıyordu.<br />

Alev içindeki büyük bir parça da tam kapıya yuvarlandı. Ferit, umudunu kaybetmek üzere de<br />

olsa Ezgi’yi bırakıp gitmek istemedi. Öksürük nöbetleri ikisini de teker teker esir alırken, Ezgi<br />

yine de öksürmediği kısacık anlarda “Anne” diye bağırmaya çalışıyordu. Ferit, biraz zor<br />

kullanarak da olsa Ezgi’yi çıkarmaya ikna etti. Kapıya yuvarlanan alevli parçaya baktılar.<br />

Öksürmekten Ferit’in başı iyice dönmeye başlamıştı. Son kuvvetiyle henüz tutuşmamış<br />

sandalyeyi alarak kapıyı açabildi. Kolundan tutup çekerek Ezgi’yi dışarıya çıkardı.


Dışarı çıkar çıkmaz yere yığıldılar.Üst üste öksürüyorlardı. Ezgi, yine de bir an evvel kalkıp<br />

annesini bulmak istiyordu. Gözlerini açabildiği kısacık anlarda eli meşaleli adamları gördü. Sanki<br />

içlerinden biri üzerlerine doğru geliyordu. Ama kapatıp açtığında gözlerini öyle bir şeyi görmedi.<br />

1 5 dakika kadar yerde yattıktan sonra ikisi, Ezgi’nin omzuna dokundu annesi. Yangın çıkınca<br />

kocasıyla saklanmışlardı. Adamların tekrar geri gelmesinden korktukları için bir an evvel Ezgi’yi<br />

alıp götürdüer saklandıkları yere. Ferit de peşlerinden<br />

Ezgi’nin üvey babası telaşla sarıldı kızına. Ezgi öfkeyle itip annesine sarıldı. “Şimdi sırası mı<br />

kızım?” diye uyardı hemen annesi. “Bu herif olmasıydı, yanayacak mıydı evin?”. Tartışma<br />

uzayacak gibiydi ki, üvey babası başka bir yerine sığındı, bulundukları yerin. Ezgi annesine<br />

peşpeşe sorular sorup, pek çok da tanımlama yapıyordu. Ferit’se başından geçenleri<br />

düşünüyordu. Bir anlık bir kararla Ezgi’nin peşine takılmış, sonra her nasılsa olanlar oluvermişti.<br />

Şuan kendini iyi hissediyordu, bir an önce sabah olmasını istiyordu. Annesinin elini, yüzünü,<br />

kollarını, bacaklarını dikkatle kontrol ediyordu Aslı, üvey babasının dövme huyu da vardı çünkü.<br />

Dışarıda sosyalist, içeride -evin direği- modülüyle yaşayan enteresan bir adamdı çünkü. Ferit<br />

ona bakarken annesini anımsadı. Şuan yanında olsaydı annesi, is içinde kalmış alnını henüz<br />

daha silmeden öpmez miydi? Terlediğinde sırtına koyulan havluları, ateşi çıktığında alnınıa<br />

yayılan sirkeli bezleri düşündü. Annesi, şu an mutlaka yanında olmalıydı. İnsan burnunun<br />

dibinde oldu mu hayatının en önemli meseli, bilemiyor kıymetini. “Annem” dedi “Şuan yanımda<br />

olmalı.”. Ezgi’de annesi de hüzünle karşıladılar bu sitemi. Sonra ana-kız dertleşe dururken Ferit<br />

sızdı kaldı.<br />

Sabah olduğunda Ezgi annesinin koynunda, Ferit onların bir iki adım berisinde uyuyordu.<br />

Ezgi’nin üvey babası camdan dışarıyı süzüyor doğru zamanı kolluyordu. “Gittiler” diye bağırdı.<br />

Hepsi birden aynı anda açtılar gözlerini. “Köşede bıraktıkları gözcüleri de çekildi. Gittiler.” dedi<br />

üvey babası. “Biz ne olacağız?” diye sordu annesi Ezgi'nin. “Savaşacağız” dedi adam.<br />

Savaşmak, artık yorulmuştu annesi bu kelimeden. Çünkü ne ne için savaştığını biliyordu ne de<br />

savaşacak gücü kalmıştı. “Kalk anne gidelim.” dedi ezgi. Annesi Pınar, restleşmeye dönen kısa<br />

süreli bir kavga ettikten sonra kocasıyla, çıkıverdi sığınaktan kızıyla. Ferit de peşlerin den<br />

Yanmış evlerin, közlenmiş cesetlerin arasından geçtiler. Bazı evlerin hala dumanı tütüyordu.<br />

Umut, bu şehri çoktan terk etmişti. Kimsenin bir şeye inanacak, inandığını yaşatacak hali<br />

kalmamıştı. Kadınlar, savaşıp da onurlanacağını düşündüğü erkeklerinin bedelini yanarak<br />

ödemişlerdi. Çocuklarsa henüz bunun hesabını yapamıyorlardı. Yanan evler, yıkılan umutlar<br />

arasında hala savaşmak onurlu bir şey gibi gözüküyordu. Yanarak ölmek, gurur verici savaştan<br />

çekilmek utanç verciydi. İnsanoğlu, insan olalı böyle dangalaklık görmemişti.<br />

Otele vardıklarında pencere başlarında bekleyen otel ahalisinin meraklı gözleriyle<br />

karşılandılar. Herkes camlara dizilmiş, Ezgi’nin eve girişini seyrediyordu. Kapıdan ilk fırlayan<br />

hamit oldu. Eski karısıyla gözgöze geldi. “Hoşgeldin” dedi. “Hoşbulduk” dedi Pınar, samimi bir<br />

gülümsemeyle.<br />

3. Bölümün sonu<br />

ENDER YILMAZ<br />

ATARAKSİYA<br />

ataraksiya.tumblr.com


SARIL SADECE<br />

Sarıl sadece Öyle bir sarıl ki inanarak tüm kalbinle, aynı adımı atışlarımız gibi<br />

kalp atışlarımızı hissedelim göğüs kafesimizde. Nedene de gerek yok öyle bir<br />

sarıl ki nefessiz kalayım sensiz kalmaktan daha kötü değildir bence<br />

Gözlerime bak sonra Gözlerini doldurma öyle de ve gülümse Ben senin<br />

gözlerinle güldüğüne inanıyorum. Sussan da olur yani, ben seni gözlerinden<br />

okuyorum bir kitap gibi her seferinde. Ama bitmeyen bir kitap, bitmeyen bir roman<br />

gibi belkide<br />

Elimi tut sonra Elimi tut ki ben de inanayım dünyada huzurun varolduğuna<br />

Ali İhsan Kozalı<br />

http://malabsorbsiyon.tumblr.com/<br />

http://yazarbirii.blogspot.com.tr/<br />

AŞKA GELDİM<br />

Bir yazı biterken arkasından yeni bir yazı başlıyor seni anlatan. Bazen bir şiir<br />

oluyor bu her mısrası seni barındıran. Adından, gülüşünden, gözlerinden,<br />

kokundan, saçlarının her bir telinden bahseden bir şiir kağıtlara yazılan<br />

Ressam değilim ben resmedemem seni ama kelimelerle anlatabilirim yüzündeki o<br />

eşsiz gülüşü, gözlerini En güzel ben yazarım seni, en güzel ben anlatırım<br />

yüzünde barındırdığın detayların hepsini Suretin silinmez gözlerimin önünden<br />

ve ne zaman seni yazmaya başlasam benim gibi aşk’a geliyor kağıt ile kalem<br />

Aşk’a geldim diyebilmek için de kalkıp yanına gelmem gerekiyor hemen


GEL<br />

Dilan Özdemir - buluttakigok.tumblr.com<br />

Bacalarda dumanlar sensiz de tüter.<br />

Sen gel.<br />

Ağaçlar sensiz de salarlar köklerini.<br />

Sensiz de yaşayabilir ayyaşlar.<br />

Sen gel.<br />

Alkışlar sen olmadan da kopar.<br />

Yabancıları sen olmadan da asarlar meydanlarda<br />

ince halatlarla.<br />

Sen gel. Sen yeter ki gel.<br />

Üç tane nar var masamda, gel.<br />

İstersen şarap da aldırırım bakkalın oğluna.<br />

Çay mı istersin? Hemen demlerim.<br />

Bir kâğıt, bir de kalemimi hazır ettim. Gel.<br />

Eski plaklar seni bekler. Sen gel.<br />

Sandalyelerin kırık ayaklarını tamir ettirdim.<br />

Evi de temizlettim bir hanıma.<br />

Sen gel diye.<br />

İnsanlar sokaklarda seni düşünmeden yürürler.<br />

Ben her köşe başında seni görmenin umuduyla<br />

Ben her ince belli bardakta senin gölgene hasret<br />

Duaya açılan nasırlı ellerde senin kokunu arar<br />

gözlerim.<br />

Yağmurlar her yerde aynı kokar.<br />

Sen gel, benim penceremden daha güzel kokuyor,<br />

bak.<br />

Çingeneler sensiz de aşık olurlar.<br />

Sensiz de büyür körpe kadınlar.<br />

Ben nasırlaşmış dertlerimle,<br />

Ben mahzun göklerimle,<br />

Ben nasıl büyürüm?<br />

Ben hangi şehrin karlı havasına sığınırım?<br />

Hangi çocuğun gözlerine bakarım, sen gelmeden?<br />

Sen gel. Yeter ki gel.<br />

O zaman okurum tüm güzel şiirleri.<br />

İşte o zaman izin veririm denizlere,<br />

sarılsınlar martılara diye.<br />

Sen gel.<br />

Sen yeter ki gel.<br />

Önce en güneş alan yere oturturum seni.<br />

Saçların alnına düşer yavaş.<br />

Eller miyim saçlarını? Korkarım. Çekinirim.<br />

Olsun. Sen gel.<br />

Hemen doyurmam karnını.<br />

Konuşuruz belki biraz. Olmaz mı?<br />

İlla susarsan sen<br />

Peki, tamam. Susarız.<br />

Yan yana olalım.<br />

Sen gel.<br />

Narları kaşıkla yemeyi seversin bilirim.<br />

Üzerime önlük giymem.<br />

Bak derim, senin için gömleğimi kirlettim.<br />

Olsun. Ne çıkar. Gel.<br />

Ellerim ellerini yokluyor yosun tutmuş rüyalarda.<br />

Yaşlanıyorum bak.<br />

Muhtacım.<br />

Gel.<br />

Neden geldin diye sormam.<br />

Neden gittiğini de.<br />

Neden gittiğini bile.<br />

Bu kadarını bilmeye hakkım yok mu yine de?<br />

Yok.<br />

Peki.<br />

Sen gel.<br />

Sen yeter ki aç aralık kapımı.<br />

Isıt evimin Aralık havasını.<br />

Bekliyorum.<br />

Bir kâğıt ve bir de kalemimi hazır ettim.<br />

Gel.


GELMEM<br />

Sevemezsin!<br />

Kendini hiç tanımıyorsun.<br />

Senden her şey olur da,<br />

Sen sevemezsin!<br />

O olamazsın ki sen<br />

Kimsenin umuduna cam kenarı yoldaşlığı yapamazsın.<br />

Uzun yola çıkılmaz senle,<br />

Kalabalığa karışılmaz.<br />

Umutları azat et gitsinler<br />

Varamayacaklar huzura.<br />

Hadi git sen.<br />

Hava o kadar da soğumamışken çık artık yola.<br />

Ceketimi al başımın yastığı omuzlarına,<br />

Al ve git sakinliğimi.<br />

Serseriliğim kalsın sırtımda.<br />

Sokak kenarı masamda yakarım sigaramı,<br />

yakarım parmak uçlarımı<br />

ısınırım ben.<br />

Hem arda kalanımı da veririm peşin sıra<br />

Kollar seni,kollarım.<br />

Hadi git artık sen.<br />

Utanma ama umma da;<br />

bir sonra ki yağmurda koşacağımı sana sırılsıklam.<br />

gelmem.<br />

Sen sevemezsin<br />

DOĞUKAN<br />

bizimdogukanya.tumblr.com


KAYBOLDUM<br />

Yürek dolusu kustum.<br />

Gelecek kaygısıyla savruldum durdum daha bu genc yaşımda.<br />

Bir taş olmak istedim yeryüzünde<br />

nokta bile olamadan kurudum,<br />

kül oldum.<br />

Korkumdan ışığa bakamadım<br />

kör oldum.<br />

Duvarlarda yargıladım benliğimi<br />

ben, o oldum.<br />

Benlik tatmak istedim bir defa<br />

bulamadım<br />

lal oldum.<br />

Tutup asılmak istedim hayata herhangi bir tarafından<br />

kırıldım<br />

kayboldum<br />

Her yerde konuştum durdum.<br />

Çünkü varolmak istedim<br />

Yutkundum hep yutkundum<br />

İçime çektim aşkı<br />

Sığmadı damarlarıma<br />

Boğuldum da boğuldum<br />

Kovaladıgım hayallerin peşinde, takıldım<br />

Düştüm,<br />

sürüklendim durdum<br />

Olmadı<br />

Başa döndüm<br />

Yürek dolusu kustum.<br />

Gelecek kaygısıyla savruldum durdum<br />

Bir taş olmak istedim yeryüzünde<br />

Nokta bile olamadan kurudum<br />

kül oldum<br />

27-01 -201 4<br />

Oğuz Kul


SON<br />

Le<br />

purewhitesor<br />

Geldim yine bu harabeye yalnız başıma.<br />

Belki bu yıkıldı yıklacak dört duvarın tek dostu olmak hoşuma gidiyordur.<br />

Belki bu yeni sokağın utancı olarak nitelendirilen bu yıkık dökük yer benim hiç<br />

sahip olamadığım sıcak yuvamdır tüm soğuğuna ve lanetine rağmen.<br />

Belki bu enkaz hali biraz da bana benziyordur<br />

Kendimi fazlalık gibi hissetmediğim tek yerdir.<br />

Bugün günlerden ne, ayın kaçı?<br />

Zaman kavramım çok yerinde değil.<br />

Tek bildiğim gece ve saatin geç olduğu. Çok geç olduğu.<br />

Tanrım, şu dünyadaki son günümün tarihini bile bimiyorum.<br />

Cebimdeki son parayla en ucuzundan bir bira aldım, Cafer ağabeye de veda ettim,<br />

dostluğumuz için ve şu ana kadarki bütün yardımları, hayatımı toparlama çabaları<br />

ve bana olan inancı için teşekkür ettim. Ne yaptığımı çok anlayamadı haliyle, biraz<br />

da ürktü. Benden ne olduğunu anlatmamı isterken neredeyse kafayı oynatıyordu.<br />

Bense tek dostuma tek bir açıklama bile yapmadan dehşet dolu gözlerine bakıp<br />

elimden geldiğince sıcak ve umutlu bir biçimde gülümsemeye çalıştım. Umut<br />

Kötülüklerin en kötüsü. O an ikimize de acıdım ve bir an için gözyaşlarımı<br />

tutamayıp küçük bir kız gibi ağlamaya başlayacağımı sandım. Cafer ağabey benim<br />

bu tip hareketlerime alışkındı, onun gözünde ne zaman büyüdüm ki? Ben onun<br />

gözünde her zaman eski dükkanın bahçesinde elinde bir avuç dolusu pamuk<br />

şekerle bağırarak, söylemek istediği şarkıların sözlerini bilmediği halde uydurarak<br />

söyleyen o küçük kızdım. Hep o kadar saf ve günahsızdım. O an bu düşüncelerin<br />

hepsi aklımı kurcalarken, neyse ki gözyaşlarımı yerinde tutabildim.<br />

Sonra ise bu eziyeti daha fazla çekemeyeceğime karar verip ani bir hareketle<br />

dükkandan çıktım. Arkamdan çarpan dükkan kapısının sesi hala kulaklarımda.<br />

Şimdi ise bu yıkık dökük yerin içinde, eski kırık bir ampulün duyuyla oynarken bir<br />

yandan da yakınlardaki sokak lambasının altından gelen konuşmaları dinliyorum.<br />

Çok bir şey anladığımdan değil. Sadece sesleri dinliyorum. Anlamadığım bir dil<br />

konuşuyorlar, ve bu soğukta ilk defa bu yüzden tüylerim ürperiyor. Dudaklarımın<br />

morardığını hissediyorum.<br />

“Zamanı geldi”, diyorum kendi kendime ve yıkıldı yıkılacak merdivenlerden gelen<br />

ayak seslerini duyuyorum.<br />

Biliyorum<br />

Seni hiç bırakmayacağımı söyledim<br />

Ama şimdi gitmek zorundayım<br />

Zorundayım diyorum sana!<br />

Çok üzülme olur mu<br />

Kimse böyle olsun istemedi.<br />

Ben de istemedim<br />

Sen de istemedin<br />

O da istemedi.<br />

Beni bulurlar birazdan<br />

Hadi görüşürüz.


the<br />

row.tumblr.com<br />

Anlamıyorsun<br />

İçim acıyor hiç bilmediğin kadar<br />

Anlamadığın kadar<br />

Bu şehrin sokakları dar geliyor bana<br />

Bu yağmurlar az geliyor bana<br />

Yuvam zindanım oluyor<br />

Rüyalarımsa kabuslarım.<br />

Meçhul bir illet kol geziyor içimde<br />

Sonra<br />

Gözyaşına dönüyor<br />

Usulca.<br />

Gözyaşım yanağımı deliyor<br />

Kaydığı anda<br />

Çirkinleşiyorum<br />

Anlamıyorsun.<br />

Soğuktu<br />

Bir geceliğine sonsuzluğu hediye etmişti Tanrı bu sokağa<br />

Yağmurla<br />

Karanlıkla<br />

Bazen annesini özlerdi. Bazen değil, hep özlerdi.. Boynundaki uçuk kolonya<br />

kokusunu, saçlarındaki akları, küçücük ellerini, ıslak yeşil gözlerini,<br />

kucağına yattığında annesinin kendi saçlarını özlercesine saçlarını<br />

okşamasını özlerdi.<br />

Böyle zamanlarda tek yapabildiği, bütün yayları kopmuş gıcırdayan<br />

yatağına yatıp ellerini saçlarının arasında dolaştırırken, sessizce ağlayarak<br />

uyuyakalmak olurdu.<br />

Bunu hiçbir zaman annesi gibi yapamazdı. Belki elleri fazla büyüktü, ya da<br />

fazla soğuk.<br />

Ölüyorum<br />

Ölüyorum diyorum size<br />

Bu iki küçük cümle öyle yüksek yankılandı ki beyninde, başı zonkluyordu.<br />

İkincisini hiçbir zaman sesli söyleyemedi.<br />

Zaten konuşacak kimsesi yoktu<br />

Kendi dışında<br />

Hissedeceği kimse yoktu<br />

Kendi dışında<br />

Onun gözyaşları kendi yanaklarından başka yeri ıslatamazdı<br />

Onun çığlıklarını sadece kendi kulakları duyardı<br />

Kimse gelmezdi<br />

O da kimseyi çağırmadı<br />

Sadece çığlık çığlığa<br />

Kendine sarılmaya çalıştı.


BAHARAT<br />

Soğuk bir kış gecesi içtiğim su geceden daha soğuk sanki pencerenin kenarında<br />

oturmuş yağmurun kara dönüşünü seyrediyorum ama seyrettiğimden fazlasını<br />

görüyorum acı çeken insanların gülümsemesi ve belki özgürlüğüne kavuşmuş<br />

ruhların çığlığı Schatter amcam geliyor mutfaktan elinde bir kavanoz kahve ile<br />

evlat bu son kavanoz kahvemiz Cümlesini bitirmeden ben bitiyorum çünkü şu anda<br />

işaret ettiğim kavanozdaki kahve bir kavanozdan fazla kahveyi temsil ediyor adeta<br />

gençliğimin kahvesi ve o keskin kokusu yok oluyor . Neden diye soruyorum<br />

yağmurun kara dönüşünü seyrederken iyi işler yapan veya yapmaya çalışan<br />

insanların başına kötü şeyler geliyor ? Aklım ermiyor fazlasına . Kapı çalıyor fakat<br />

bir tepki uyandırmıyor zil sesi yani beynim kapının çaldığını algılıyor fakat kalkıp<br />

kapıyı açmam gerektiğini söylemiyor . Kanepeye uzanıyorum yeni yıkanmış<br />

çamaşır gibi kurumayı bekliyorum fakat güzel koktuğum söylenemez ama temiz<br />

olduğumu biliyorum ilk çıktığım kız Deniole geliyor aklıma siması adeta karşımdaki<br />

berjerde oturuyor vucudu yok sadece kafası ile görebiliyorum onu bana bakıyor ve<br />

gülümsüyor beynim 1 6. doğumunu yapmış bir kadının 1 7. doğum çığlığını atmamı<br />

söylüyor dudaklarım kilitili dans ediyor dilim dişlerimin arasında fakat<br />

bağıramıyorum belki o kadın 1 8. doğumu göremeyecek yada alışmış arsızlaşmış<br />

sinirleri artık belki benim duygularım bunlar çalan zil çığlık atan kadın bir kavanoz<br />

kahve kadarım belkide .. İçimde 1 0 yıldır uğranmamış bir yazlık kasveti ardından<br />

peşinden atlı kovalarmışcasına çalan kapı bir doz mutluluk son bir tebessüm<br />

doğmamış çocuklarımın vekaleti var üzerimde yağmura dönüşen karın soğukluğu<br />

ölüm böyle olmamalı alçakca haince oysa başına bir şey gelmemeli iyi işler<br />

yapmaya çalışanların son nefesimde aklıma gelen o kahve kokusu gazete hışırtısı<br />

kalbinden vurduğum halde ölmeyen o hırsız ne çalacaktı zavallı benden sanki<br />

bana isabet etmiş o mermi katili mi oldum kendimin bu kadar karışık olmamalı<br />

kurgu son bir nefese sığdırdığım cümleler ne kadar gerçekçi Deniole artık yok ve<br />

kapı hala çalıyor kapı çalmaya devam ederken ortalığı toplamam gerekli<br />

düzeltmem gereken bir karakter var üzdüğüm her insanın kapısına bırakmam<br />

gereken bir çicek belki o kahve bitmeden bütün bunları yapabilirim kapı çalmaya<br />

devam ediyor hala vaktimiz var kapıyı açtığımız bizi böyle görmemeliler<br />

yanlışlarımızı düzeltmemiz için verdikleri zamanı değerlendiremedi dememeliler<br />

içimizde ki insanlık olgusunu dışa yansıtmanın vakti geldi bırakın o kahveyi kimse<br />

içmesin <br />

Yuşa Sorguç


Bir Çocuğun Rüyası<br />

Mavi<br />

Kül<br />

Mevsimlerden, sonbahar<br />

Aylardan, nar vurup; tane savurma<br />

Tenimde, yağmur;<br />

Burnumda, geceden kalma hüznün<br />

kokusu<br />

Sabahın seherinde,<br />

Avuçlarımda dua, yerden yıldız<br />

topluyorum<br />

İçimde, binlerce çocuk çığlık atarken;<br />

Birinin, ellerinden tutuyorum<br />

Düşünsene,<br />

Memleket, baştan başa mavi<br />

Göğün, avlusunda;<br />

Çocuklar, koşturup; oyun oynuyor<br />

Bi’anne,<br />

Sesi, geceye karışmış;çocuğunun,<br />

Avuçlarına, kül basıyor<br />

Çocuk,<br />

Mevsimlerden, sızı; diyor,<br />

O an, içindeki sızıyı,<br />

İçim gibi biliyorum<br />

Ben, her gece;<br />

Sızlayan, avuçlarından öpüyorum;<br />

Dualarıma, seni;<br />

Dudaklarıma, sızını bulaştırıyorum<br />

denizinsuyu


Koş !<br />

Yürüyeceğim daha sonra koşacak ve düşeceğim<br />

Ayağa kalkıp tekrar koşacağım<br />

Düştüğümde canımın acısını tatmış olmama rağmen tekrar koşmak delilik olabilir<br />

Evet bu yaklaşık 1 .5 2 yaş grubu insan yavrularının ilk mücadelesi ve kendini<br />

kanıtlaması olayı<br />

Tekrar düşeceğim bu sefer sert oldu biraz ağlayacağım ve yanıma biri gelecek<br />

abuk sabuk taklitler yapıp beni güldürecek sonra ne mi olacak kalkıp koşmaya<br />

çalışacağım<br />

Evet bu da insan yavrusunun azmi ve motivasyonu <br />

Bu sefer düşüş yok çok rahat bir şekilde bir atlet gibi koşuyorum hiç bir engel yok<br />

haha gülücükler arasında salyada saçıyorum (Aşırı Güven) aa o duvarı oraya kim<br />

koydu ! ayağımı çarpıyorum ve yumuşak iniş yapıyorum acı verici bir o kadar acı<br />

da bir çığlık atıyorum<br />

İşte hayatın acımasız olduğunu ilk burda oğreniyorum <br />

Ooo seneler geçmiş ..<br />

Hala birşeylerin peşinde insan yavrusu saat 7 30<br />

Servis bekliyorum kulağımda kulaklık falan gelen geçen kızlara bakıyorum aa<br />

bizim servis bu e bu durmadı gidiyor heey dur ! Durmadı ne yapacağım manyak<br />

gibi arkasından koşuyorum çok yorucu ama karşılık alamıyorum sonunda taksi<br />

durağını arayıp taksi çağırıyorum ve 1 5 dakika gecikmeli olarak sınava yetişiyorum<br />

sınav esnasında da durmuyorum kalem koşuyor sınav kağıdı üzerinde saatte 1 2<br />

km hızla çözdüğüm fizik soruları her neyse koşan kalem yüzünden 6 soru yanlış<br />

çıktı<br />

Evet burda da hayatın bize verdiği limonu tanıyoruz <br />

Bir şekilde lise üniversite biter ..<br />

Evet bu hayatımda gideceğim ilk iş goruşmesi oo çok yakışıklı olmuşum hadi hadi<br />

acele etmem lazım geç kalacağım diye evden çıkıyorum ahh kahretsin cw mi evde<br />

unuttum asansör 11 . katta ve koşuyorum yine bu sefer daha engelli bir koşuş bu<br />

merdivenleri 4 er 4 er çıkıyorum anahtar aa bu değildi buda değil bu da olmadı heh<br />

bu kapı açıldı cw yi alıp kapıyı kilitledikten sonra durağa kadar koşmak zorunda<br />

olduğumu hissedip koşuyorum karnımda acıkmış şurdan bir simit verirmisin abi ne<br />

kadar tamamdır eyvallah abi oo bizim otobuste geldi baya kalabalıkta neyse<br />

yapacak birşey yok biniyoruz baya uzattık herneyse gorusme olumlu geçiyor bir o<br />

kadarda yorucu<br />

İşte burda hayatın verdiği limonun salataya sıkılamayacak kadar kuru olduğunu<br />

goruyor mahlukatların en değerlisi<br />

Seneler takvim üzerinde koşuyor gençliğim kilometrelerce geride<br />

Ovv ilaç kuyruğuna bak 1 2 km bir kuyruk ayaklarım ağrıyor karnım aç üşüyorum<br />

sıra bana geldi ne saat 6 olmuş neyse yazdırayım şunları sağolasıne evladım<br />

hehehe inşallah eczane kapanmadan yetişirim .<br />

Sen o ağır adımlarla nereye yetişiyorsun Kapanmış eczane evine gidiyorsun<br />

asansorun 11 . kattan inmesini bekliyorsun otobuste birinin sana yer vermesini ve<br />

ölümü bekliyorsun koşmayı ozlemişsin ama yollar koşamayacağın kadar engebeli<br />

doğru düzgün yürüyemiyorsun bile yola bakan pencerenin önüne çektiğin<br />

kanepede oturmuş koşan insanları izliyorsun yuzunde hoş bir tebessüm aslında<br />

olumu bekliyorsun İşte burda da insanın en değerlisi başladığı konumdan bile kötü<br />

bir vaziyette düşmüş kalkamıyor Koşmadığı takdirde yaşayamıyor Koşarsan<br />

yaşarsın yaşarsan koşmak zorundasın en büyük temennin sen durduğunda bir<br />

başkasının koşuşunu pencerenin önünde ki kanepeden izlemek <br />

Yuşa Sorguç


BURUN<br />

güzel kuşlar gibi burnun vardı,ancak gözlerimi kapadığımda hayal edebildiğim<br />

pencere camını buğulandıran sesin vardı, hiç işitmediğim<br />

ve öyle bir aralık yaşadım ki sayende, unutamayacağım.<br />

bir şarkı, bir kafe, bir arkadaş,<br />

gerisi yalnızlık.<br />

bir tutam saç, devamı devrim.<br />

bir sevgili,<br />

bir resim,<br />

bir bot,<br />

bir gülümseme,<br />

izin vermiyor unutma eylemime.<br />

hayal edemediğim adımların vardı ve bilemediğim fikirlerin,<br />

mesela söylememiştin henüz bu sıcak İzmir günlerinde ne iyi giderdi,<br />

ve o kadar zamansızdı ki her şey,<br />

öğrenememiştim bu kadar kapitalist bir âşık olduğunu.<br />

ben sadece güzel şarkıları, filmleri ve sohbetleri sevmiştim<br />

neyse<br />

şarkılar hala güzel,<br />

güzel filmler hala zevkli,<br />

sohbetlerin güzeli hala mevcut.<br />

bir tek,<br />

burnun yok.<br />

DİLEK YARDIM


Gezginlerin ayak izlerini takip ederken mutlaka sevdiğiniz ülkelerden, sevdiğiniz<br />

kültürlerden başlayın. Yurt dışına ilginiz yoksa, Türkiye'yi araştırın. Bir uçağa binip<br />

3 günlüğüne İzmir gezisi, bir araba kiralayıp Muğla'nın sahil ilçelerinde gezmesi,<br />

Antalya'nın Efes Antik Kenti ya da Urfa'da Balıklı Göl'ü görme merakı, Antep'de<br />

gerçek bir kebab yeme arzusu bazen yurt dışının da önüne geçebilir.<br />

Ben bu işe yurt dışıyla başlayanlardanım. Yaptığım araştırmalar, soruşturmalar<br />

günlerimi, haftalarımı hatta aylarımı alıyordu. Arkadaşlarım işin maddi boyutundan<br />

dert yanıp beni yalnız bıraksalar da benim hiç de vazgeçmeye niyetim yoktu.<br />

İnternet başında araştırmalardan vazgeçip kendime bir Avrupa haritası aldım.<br />

Şehirler, kültürler, hikayeler beni çağırıyordu, her haritaya baktığımda. Bense hala<br />

gidecek bir yol arkadaşı derdindeydim fakat ne yazık ki bulamıyordum.<br />

Ülkelerden birini seçemiyordum. Hangisinde karar kılsam hemen bir yolunu bulup<br />

oradan ötekine oradan ötekine geçmenin hesaplarını yapıyordum fakat bir türlü net<br />

bir plan yapamıyordum. Yol arkadaşı bulamamakla kalmayıp bir de olumsuz<br />

tepkiler alınca biraz olsun soğuyor ama yerimde duramama arzumu asla<br />

yenemiyordum.<br />

Bir sabah uyandığımda, ortada hiç bir net plan olmamasına rağmen pasaportumu<br />

almaya karar verdim. Onu alıp bir kenara koyacak ve o günün gelmesini<br />

bekleyecektim. Kimilerine göre saçma gelebilir elbet ama bu apaçık evrene<br />

gönderdiğim bir mesajdı. Ben yurt dışına gitmek istiyordum ve pasaportumu da<br />

alarak bu konuda ne kadar kararlı olduğumu gösteriyordum. Pasaportu gayet kolay<br />

bir şekilde aldıktan sonra sıra onu kullanmaya gelmişti.<br />

İşte bunun için tam 6 ay bekledim. Doğru zamanı, doğru fırsatı bekledim. Her<br />

şeyi kendi başıma yapacağım için maddiyatta oldukça önemliydi. Yine bir sabah<br />

vakti uçak firmalarının sitesinde gezinirken “KAMPANYA” yazısına ilişti gözüm.<br />

Paris gidiş-dönüş – 200 Euro diyordu. Hiç de fena fiyat değildi aslında ama<br />

Türkiye'de yaşıyorsanuz Euro görünce 3'le çarpmalısınız. Fakat Türkiye'de<br />

yaşamanın en büyük dezavantajı sadece her fiyatı 3'le çarpmakla kalmıyordu. Sizi<br />

bekleyen en büyük engel vizeydi.<br />

“Açıkçasını söylemek gerekirse, ilk kez Schengen vizesi alıyorsanız ve direk<br />

Fransa diyorsanız demeyin siz onu. Yazık olur yep yeni pasaport red yemesin.<br />

Daha kolay vize veren ülkeleri tercih edin; İtalya, İspanya, Yunanistan...” Ve artık<br />

bu bilgilerle dolduğum bir vize süreci başlamıştı. Her kafadan gelen ilginç sesler;<br />

çıkmazcılar, 3 güne çıkarcılar derken Fransa'nın pek de mümkün olmadığına<br />

kanaat getirmemle bu zorlu süreçten biraz olsun sıyrıldım. Gözümü Roma'ya<br />

dikmiştim. Oradan, Paris'e ve Paris'ten de Brüksel'e, Brüksel'den de Amsterdam'a<br />

gitmeye kesin olarak niyetlenmiştim.<br />

Ve işte başlıyordum...<br />

Devam edecek

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!