küreselleşme sürecinde fınansal krizler ve finansal düzenlemeler - ITO
küreselleşme sürecinde fınansal krizler ve finansal düzenlemeler - ITO
küreselleşme sürecinde fınansal krizler ve finansal düzenlemeler - ITO
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İSTANBUL TİCARET ODASI YAYIN NO: 2001-47<br />
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE<br />
FINANSAL KRİZLER VE<br />
FİNANSAL DÜZENLEMELER<br />
HAZIRLAYAN<br />
Prof. Dr. Turan YAY<br />
Doç. Dr. Gülsün GÜRKAN YAY<br />
Yrd. Doç. Dr. Ensar YILMAZ<br />
İSTANBUL
© Bu eserin tüm telif haklan İstanbul Ticaret Odası'na (İTO) aittir.<br />
İTO'nun <strong>ve</strong> yazarının ismi kaydedilmek koşuluyla yayından alıntı yapmak<br />
mümkündür. Ancak, İTO'nun yazılı izni olmadan yayının tamamı <strong>ve</strong>ya bir<br />
bölümü kopyalanamaz, çogaltılamaz, ticari amaçlarla kullanılamaz.<br />
Bu kitapta öne sürülen fikirler eserin yazarına aitttir. İstanbul Ticaret Odası'nın<br />
görüşlerini yansıtmaz.<br />
1. BASKI<br />
ARALIK 2001 İSTANBUL<br />
ISBN 975-512-603-1<br />
İTO yayınları için ayrıntılı bilgi<br />
Etüt <strong>ve</strong> Araştırma Şubesi Ticari Dokümantasyon Servisi'nden edinilebilir.<br />
Tel. : (212) 455 60 00 / 63 21 - 63 28<br />
Faks: (212) 513 88 27 - 520 10 27<br />
E. Posta : dokümantasyon (cb tr-ito.com<br />
BASKI<br />
MEGA AJANS<br />
REKLAMCILIK MATBAACILIK FUAR HiZM. LTD. ŞTİ.<br />
Tel.: (212)519 24 41 Faks : (212)519 42 43
ÖNSÖZ<br />
Hızla gelişen ulaşım <strong>ve</strong> iletişim teknolojileri, ticari ilişkilerin<br />
kıtalararası düzeyde yürütülmesini kolaylaştırmıştır. Bankacılık sisteminin<br />
dünya çapında hizmet sunabilecek bir etkinliğe ulaştığı, "Dünya Ticaret<br />
Örgütü" gibi kurumlaşmaları desteklediği düzen ortamında dünya ticareti<br />
hızla gelişirken sermaye <strong>ve</strong> teknoloji birikimleri de dünya çapında artan<br />
ölçüde hareketlilik kazanmıştır.<br />
Bugün globalleşme kavramıyla ifade edilen bu entegrasyon<br />
<strong>sürecinde</strong> para piyasalarının da ulusal hudutların ötesinde bütünleştiği<br />
görülmektedir. Mal <strong>ve</strong> hizmet akımları karşılığı olmayan sermaye<br />
hareketlerinin gelişmesi yeterli avantajların sağlanabilmesi şartıyla sermaye<br />
temini kolaylaştırmış, ancak para arzının kontrolünü <strong>ve</strong> sabit kuru esas alan<br />
ulusal istikrar politikalarını etkisiz kılmaya başlamıştır. Böylece avantaj<br />
üstünlükleri doğrultusunda kıt faktör olmaktan çıkan sermaye, ulusal para<br />
piyasalarının Merkez Bankası politikalarıyla kontrolünü zorlaştırırken, mali<br />
dengesizliklere çözüm aranmasının ertelenmesine de fırsat <strong>ve</strong>rmiştir.<br />
Bütün bu gelişmeler 90'lı yıllarda uluslararası düzeyde etkili olan<br />
mali <strong>krizler</strong>e yol açmış, para <strong>ve</strong> bankacılık sistemlerini düzenlemek <strong>ve</strong><br />
parasal <strong>krizler</strong>i önlemek amacıyla yeni <strong>finansal</strong> düzenleme modelleri<br />
üzerinde çalışılmaya başlanmıştır.<br />
Bu kapsamda, içinde bulunduğumuz ortamda, dönemsel olarak<br />
<strong>krizler</strong>in ne gibi farklılıklar taşıdığının incelendiği, <strong>finansal</strong> düzenleme<br />
modellerinin analiz edildiği, dünyadaki düzenleme uygulamalarının ele<br />
alındığı bu çalışmada, özellikle <strong>küreselleşme</strong> sonucu ortaya çıkan <strong>finansal</strong><br />
<strong>krizler</strong>in Türkiye"e olan etkilerinin <strong>ve</strong> Türk bankacılık sisteminin düzenleme<br />
yapısı ile bu konuyla ilgili kurumsal <strong>ve</strong> yasal çerçe<strong>ve</strong>nin de irdelendiği<br />
"Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler <strong>ve</strong> Finansal Düzenlemeler" isimli<br />
çalışmanın üyelerimize <strong>ve</strong> tüm ilgililere faydalı olmasını diler,<br />
çalışmayı Odamız adına gerçekleştiren Prof. Dr. Turan Yay'a,<br />
Doç. Dr. Gülsün G. Yay'a <strong>ve</strong> Yrd. Doç. Dr. Ensar Yılmaz'a teşekkür ederiz.<br />
Prof. Dr. İsmail Özaslan<br />
Genel Sekreter
İÇİNDEKİLER<br />
Tablolar Listesi - 8<br />
GİRİŞ ..• 11<br />
I. BOLUIVI<br />
İKTİSADİ KRİZLER 15-59<br />
1.GİRİŞ 15<br />
2. ESKİ VE YENİ TİP KRİZLER:1990 KRİZLERİNİN FARKLILIKLARI 16<br />
3. KRİZ TANIMLARI, MODELLERİ VE GÖSTERGELERİ 20<br />
3.1. Kriz Tanımları 20<br />
3.2. Krizleri Açıklayan Modeller 23<br />
3.2.1. Birinci Nesil ModeiierSürdürülemez Ekonomik Yapılar <strong>ve</strong><br />
Yapısal Dengesizlikler 23<br />
3.2.2. İkinci Nesil Modeller(Self-fulfilling <strong>ve</strong>ya Escape Clause)<br />
Modeller 24<br />
3.2.3. Asya Krizini Açıklayan Modeller 25<br />
3.2.4. Yayılma/Sirayet (Contagion) Etkisi Modeli 27<br />
3.2.5. Krizlerde Dışsal Etkenlerin Rolü 28<br />
3. 3. Krizlerin Göstergeleri 28<br />
4. 1990'LARDA YAŞANAN KRİZLER 30<br />
4.1. ERM Krizi (1992-1993) 31<br />
4.2. Meksika Krizi (1994-1995) 32<br />
4.3. Asya Krizi (1997-1998) 35<br />
4.4.Rusya Krizi (Ağustos 1998) 40<br />
4.5. Brezilya Krizi (1999) 41<br />
5. TÜRKİYE 2000-2001 KRİZİ 42<br />
5.1. Aralık 1999 İstikrar Programı 43<br />
5
5. 2.Yaşanan İki Kriz 47<br />
5. 3. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı 49<br />
5. 4. Krizlerin Temel Nedenleri 51<br />
5. 4. 1. Makroekonomik Temeller 51<br />
5. 4. 2. Finansal Kesim/Bankacılık Kesiminin Sorunları 52<br />
5. 4. 3. Sabit Kura Dayalı İstikrar Programlarının Sorunları 54<br />
5. 4. 4. Sermaye Hareketlerinin Değişkenliği Sorunu 54<br />
5. 4. 5. Politik İstikrarsızlıklar 54<br />
6. SONUÇ 56<br />
II. BÖLÜM<br />
FİNANSAL REGÜLASYONUN TEORİK ÇERÇEVESİ 61-91<br />
1. GİRİŞ 61<br />
2. FİNANSAL REGÜLASYONUN RASYONALİTESİ 62<br />
2.1 Piyasa Başarısızlıkları 62<br />
2.2 Politik Regülasyon 72<br />
2.3 Parasal Kontrol 74<br />
3. FİNANSAL REGÜLASYONA KARAR VERMEK 77<br />
4. FİNANSAL REGÜLASYONUN DİNAMİĞİ 80<br />
4. 1. Regülasyon Etkileşimi 81<br />
4. 2. Uluslararası Regülasyon 84<br />
5. SONUÇ 90
III. BOLUM<br />
BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REGÜLASYON, GÖZETİM VE DENETİM<br />
UYGULAMALARINDA GELİŞMELER 93-121<br />
1. GİRİŞ 93<br />
2. BASEL BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KOMİTESİ 95<br />
2. 1. 1988 Basel Sermaye Uzlaşısı 96<br />
2. 2. 1999 Yeni Sermaye Yeterliliği Çerçe<strong>ve</strong>si 97<br />
2. 3. Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri 99<br />
3. ULUSLARARASI PARA FONU <strong>ve</strong> DÜNYA BANKASI: FİNANSAL<br />
SEKTÖR DEĞERLENDİRME PROGRAMI 110<br />
4. BANKACILIK KESİMİ REGÜLASYON, DENETİM VE GÖZETİM<br />
UYGULAMALARI 114<br />
4. 1. Mevduat Sigortası Uygulamalan 116<br />
IV. BÖLÜM<br />
TÜRK BANKACILIK SİSTEMİ : REGÜLASYON YAPISI, SORUNLARI VE<br />
YENİDEN YAPILANDIRILMASI 123-157<br />
1. GİRİŞ 123<br />
2. TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN REGÜLASYON YAPISI 124<br />
2.1. Merkez Bankası 124<br />
2.2. Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu 126<br />
2. 3. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu 128<br />
2. 4. Hazine Müsteşarlığı 13?<br />
2.5. Türkiye Bankalar Birliği 132<br />
3. TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN YAPISI VE SORUNLARI 133
4. BANKACILIK SİSTEMİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI 139<br />
SONUÇ 152<br />
EKLER 158<br />
EK 1: Banka Krizlerinin Kronolojisi 158<br />
EK 2 : Krizlerin Belirtileri <strong>ve</strong> Temel Göstergeleri 161<br />
EK 3: Dünyada Bankacılık Sistemlerine İlişkin Temel Farklılıklar 162<br />
EK 4: 4672 Sayılı Kanunla Değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun Basle<br />
Komite'nin Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetime İlişkin Temel<br />
İlkelerine Uyumu 167<br />
KAYNAKÇA ....179<br />
TABLOLAR LİSTESİ<br />
Tablo 1.1: Gelişen Piyasalara Giden Özel Sektör Sermaye Akımları 18<br />
Tablo l.2:Asya'da Özel Sektöre Açılan Banka Kredileri (Yıllık % Artış) ,<br />
1991-97 37<br />
Tablo 1.3: Reel Döviz Kurları 1990-97 38<br />
Tablo l.4:Asya Ülkelerinde Cari İşlemler Açığı, 1990-97 38<br />
Tablo 1.5: Geridönmeyen Borçların Toplam Borçlara Oranı 1996 39<br />
Tablo 1.6: Makroekonomik Göstergeler ı 57<br />
Tablo 1.7: Makroekonomik Göstergeler II 58<br />
Tablo 1.8 : Çeşitli Ülkelerde Krizlerin Belirtileri 59<br />
Tablo lll.1:Finansal Sisteme İlişkin Uluslararası Standartlar .....94<br />
Tablo III. 2. A: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...100<br />
Tablo III. 2. B: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...101<br />
Tablo III. 2. C: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...102<br />
Tablo III. 2. D: Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri...103
Tablo lll.3:Gelişen Piyasalarda İhtiyati Oranlar <strong>ve</strong> Kredi Kısıtlamaları ....109<br />
Tablo III.4: İhtiyatlı Makro-Göstergeler 113<br />
Tablo lll.5:Açık Mevduat Sigortasına Sahip Ülkeler- 1999 117<br />
Tablo lll.6:Seçilmiş Bazı Ülkelerin Mevduat Sigortası Maksimum Limiti <strong>ve</strong><br />
Milli Gelirleri 118<br />
Tablo III. 7 :Ortak-Sigorta Sistemine Sahip Ülkeler 120<br />
Tablo III. 8:Riske Bağlı Primli Mevduat Sigortası Sistemleri 121<br />
Tablo IV. 1: Türk Mali Sisteminin Regülasyon Yapısı 123<br />
Tablo IV.2:Bankacılık Sektöründeki Gelişmelere İlişkin Bazı Göstergeleri33<br />
Tablo IV.3:Bankacılık Sisteminin Finansal Büyüklüklerindeki Gelişmeler. 134<br />
Tablo IV.4 Toplam Aktif Büyüklüğüne Göre Banka Sayısı 135<br />
Tablo IV.5 [Kredilerin Takibe Dönüşme Oranları 135<br />
Tablo IV.6: Kredilerin Türlerine Göre Dağılımı 136<br />
Tablo IV.7:Dövize Endeksli Pozisyon Hariç Bilanço içi Yabancı<br />
Para Pozisyonu 136<br />
Tablo IV.8:Döviz Pozisyonundaki Gelişmeler (TMSF Bankaları Hariç Özel<br />
Bankalar) 137<br />
Tablo IV.9: Sermaye Yeterliliği Rasyosu 137<br />
Tablo IV. 10 :Bankacılık Sisteminde Yapısal Bozulma 138<br />
Tablo IV.11:Banka Reformlarının Sonuçları <strong>ve</strong> Maliyetleri 142<br />
TablolV.12:BankaGilık Reformlarında Kullanılan Yeniden Yapılandırma<br />
Araçları <strong>ve</strong> Etkinlikleri 144<br />
Tablo IV.13:TMSF Bankalarında Yaşanan Yeniden Yapılanma 146<br />
Tablo IV.14:TMSF Bünyesine Devredilen Bankalar Listesi.......... 147<br />
Tablo IV. 15 TMSF Bünyesindeki Bankaların Döviz Pozisyonundaki<br />
Gelişmeler 148<br />
Tablo IV.16 Hazine Tarafından TMSF'na Verilen Özel Tertip Tahviller...149<br />
Tablo IV.17 :Fon Bankalarına Aktarılan Kaynak Tutarı 150
GİRİŞ<br />
Yirminci yüzyılın son çeyreğinde ulusal <strong>ve</strong> uluslar arası düzeyde<br />
parasal <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> sistemlerdeki gelişmelerin belirgin özelliklerini,<br />
çalışmamızın başlığı yansıtmaktadır: Küreselleşme, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> <strong>ve</strong><br />
<strong>finansal</strong> regülasyon.<br />
1970İİ yıllara kadar para <strong>ve</strong> mali sistemler denilince akla, ulusal<br />
düzeyde, merkez bankalarının kontrolünde (altın <strong>ve</strong> gümüş gibi değerli<br />
madenlerden çok merkez bankasının itibarına dayanan) bir para (fiat<br />
money) sistemi <strong>ve</strong> mevduat sahiplerini korumak, <strong>finansal</strong> piyasaların<br />
istikrarını sağlamak amacıyla oluşturulan bir mali gü<strong>ve</strong>nlik ağı (safety net)<br />
ile, uluslar arası düzeyde sabit döviz kuruna dayalı Bretton Woods sistemi,<br />
gelirdi. 1971'de Bretton Woods sabit döviz kuru sisteminin çökmesinden<br />
sonra, dünya yeni bir uluslar arası mali sisteme geçti: Bir yandan tüm<br />
dünyada esnek döviz kuru sisteminin benimsenmesi, diğer yandan<br />
ülkelerde giderek artan serbestleşme (deregulation) <strong>ve</strong> liberalizasyon<br />
girişimleri, önce dünya ticaret hacmine ardından da sermaye hareketlerine<br />
büyük bir ivme <strong>ve</strong>rdi. Sözkonusu bu gelişme bir yandan ulusal mali<br />
sistemlerde merkez bankalarının hakim gücünü kırarken, diğer yandan da<br />
<strong>finansal</strong> sistemlerin uluslar arası sermaye hareketleri karşısında<br />
kırılganlığını artırdı. Sermaye akımlarının uluslar arası düzeyde hareket<br />
imkanı kazanması, merkez bankalarını iki seçenekle karşı karşıya<br />
bıraktı:Ya uluslar arası <strong>finansal</strong> sistemi yönlendirebilecek "büyük oyuncu"<br />
olmak, ya da kredibilitelenni koruyabilmek. Dünya, merkez bankalarının<br />
itibarlarını/kredibiltelerini koruyabilmelerinin, büyük ölçüde ülke <strong>finansal</strong><br />
sistemlerini uluslar arası sermaye hareketlerinin yıkıcı etkilerinden<br />
koruyabilmelerine <strong>ve</strong> bu amaçla da sağlıklı <strong>ve</strong> etkin çalışan mali sistemlere<br />
sahip olunması gerektiği gerçeğini yaşayarak öğrendi. 19701i yıllardan<br />
itibaren <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> gelişmiş ya da gelişmekte olan bir çok ülkeyi, bazen<br />
tekrar tekrar vurdu. Bu nedenle yirminci yüzyılın son çeyreği, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong><br />
dönemi olarak adlandırılır oldu. Gelişm^elerin doğal sonucu, ulusal mali<br />
sistemlerin sağlıklı, gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> etkin işlemesi, uluslar arası mali sistemin<br />
istikrarının sağlanması için, <strong>finansal</strong> sistemlerin nasıl (daha iyi) regüle<br />
edilebileceği tartışmasının gündeme gelmesiydi. Ülkelerin tek tek kendi<br />
regülasyon yapılarını restore etme çabaları, giderek uluslar arası düzeyde<br />
bu konuda çalışan bir dizi kuruluşun ortaya çıkmasına neden oldu.<br />
Son yıllarda artan <strong>küreselleşme</strong> <strong>ve</strong> beraberinde gelen <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong><br />
<strong>ve</strong> bunlara karşı daha etkin regülasyon sisStemleri geliştirme tartışmalarının,<br />
tüm dünya için geleceğe yönelik üç seçenek ortaya koyduğunu<br />
söyleyebiliriz(Klein, 1999):
Merkez Bankasının bağımsızlığını artırmayı, mevduat sigortası <strong>ve</strong> son<br />
kredi mercii geleneksel araçlarını destekleyecek <strong>ve</strong> çeşitli suistimalleri<br />
önleyecek regülasyon araç <strong>ve</strong> sistemlerini geliştirmeyi amaçlayan<br />
geleneksel piyasa-temelli bağımsız regülasyon seçeneği.<br />
Uluslar arası sermaye hareketlerinin yıkıcı etkisi <strong>ve</strong> bankaların<br />
regülasyonunda yaşanan sorunlar nedeniyle tekrar önplana çıkan<br />
kontrollara dönüş seçeneği. (Malezya <strong>ve</strong> Rusya'da sermaye hareketlerine<br />
getirilen kısıtlamalar, Çin <strong>ve</strong> Hindistan'da liberalizasyona geçişin yavaş <strong>ve</strong><br />
kontrollü olması, Şili gibi bazı ülkelerde geçici uygulamalar)<br />
Paranın bir çok kuruluş tarafından çıkarıldığı, hiçbir emniyet ağının<br />
olmadığı, serbest bankacılığa dayanan 18. Ve 19. Yüzyıl Ingilteresinde<br />
uygulanan Laissez Faire <strong>finansal</strong> sistem, ya da gü<strong>ve</strong>nlik ağı(safety net)<br />
olmayan piyasa disiplini seçeneği.<br />
Bizim kişisel görüşümüz o dur ki, görünür gelecekte uluslar arası<br />
<strong>finansal</strong> sistemdeki gelişmeler, iki uç (serbest <strong>finansal</strong> sistem <strong>ve</strong> kontrollü<br />
<strong>finansal</strong> sistem) seçenektense, piyasa disiplinine ağırlık <strong>ve</strong>ren bağımsız<br />
regülasyon sistemi çerçe<strong>ve</strong>sinde gelişecektir.<br />
Çalışmamız bu bağlamda dört bölümden oluşmaktadır: İlk bölümde,<br />
önce, yirminci yüzyılda kapitalist sistemin yaşadığı <strong>krizler</strong>in özellikleri ele<br />
alınmakta <strong>ve</strong> 1990'lı yıllardaki <strong>krizler</strong>in farklılıkları vurgulanmaktadır. Daha<br />
sonra 1990'lı yıllarda yaşanan <strong>finansal</strong> (para <strong>ve</strong> bankacılık) <strong>krizler</strong>i<br />
açıklayan teorik modeller incelenmektedir.. Bu modeller çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
Avrupa Birliği ülkelerinde yaşanan ERM (Exchange Rate Mechanism)<br />
Krizi(1992), Meksika Krizi (1994), Güney Doğu Asya Krizi (1997), Rusya<br />
Krizi(1998) <strong>ve</strong> Brezilya Krizi(1999), özellikleri vurgulanarak açıklanmaktadır.<br />
Bölüm, Türkiye'nin yaşadığı 2000-2001 krizinin, uygulanan istikrar<br />
politikaları çerçe<strong>ve</strong>sinde ayrıntılı bir değerlendirilmesi ile son bulmaktadır.<br />
Çalışmanın İkinci bölümünde regülasyonun teorik analizi ele<br />
alınmakta <strong>ve</strong> nasıl <strong>ve</strong> niçin regülasyon? Sorularına yanıt aranmaktadır. Bu<br />
bağlamda, <strong>finansal</strong> piyasalara devletin müdahalesine ilişkin teorik<br />
gerekçeler (piyasa başarısızlıkları, politik regülasyon <strong>ve</strong> parasal kontol) ele<br />
alınmakta <strong>ve</strong> başarılı regülasyon için gerekli araçlar <strong>ve</strong> koşullar<br />
incelenmektedir. Ayrıca regülasyonun dinamiği başlığı altında regülasyon<br />
otoritesi, bankalar <strong>ve</strong> kullanılan regülasyon araçları arasındaki etkileşim ele<br />
alınmaktadır. Bölümde uluslararası regülasyona da değinilmektedir.<br />
Üçüncü bölümde, dünyada regülasyon uygulamalarının<br />
geliştirilmesine ilişkin çalışmalar değerlendirilmektedir. Özellikle uluslar<br />
arası regülasyonun standartları saptanmaya çalışılmakta <strong>ve</strong> Basel Komite<br />
ile IMF-Dünya Bankası'nın çalışmaları değerlendirilmektedir. Ayrıca
dünyada uygulanan regülasyon sistemleri ile mevduat sigortası<br />
uygulamaları ele alınmaktadır.<br />
Çalışmanın dördüncü bölümünde, Türk Bankacılık Sistemi'nin<br />
regülasyon yapısı ortaya konmakta, regülasyona dayanak oluşturan yasal<br />
çerçe<strong>ve</strong> <strong>ve</strong> regülasyondan sorumlu kurumlar ele alınmaktadır. Ayrıca Türk<br />
Bankacılık Sistemi'nin son yıllardaki yapısal sorunları <strong>ve</strong> yaşanan 2000-<br />
2001 krizi çerçe<strong>ve</strong>sinde Bankaların yeniden yapılandırılması <strong>ve</strong><br />
regülasyonu konusundaki gelişmeler incelenmektedir.<br />
Çalışma boyunca bazen regülasyon bazen de düzenleme sözcüğü<br />
aynı anlama gelmek üzere kullanılmıştır. Bunun nedeni yazarların<br />
"düzenleme" sözcüğünün her zaman "regülasyon" sözcüğünün taşıdığı<br />
anlamı yansıtmadığı görüşüdür.<br />
Çalışmanın birinci bölümü Doç. Dr. Gülsün Gürkan Yay, ikinci bölümü<br />
Yard. Doç. Dr. Ensar Yılmaz tarafından kaleme alınmıştır. Üçüncü <strong>ve</strong><br />
dördüncü bölümler Prof. Dr. Turan Yay tarafından yazılmıştır. Üçüncü<br />
bölümün 4.1. kısmını Yrd. Doç. .Dr. Ensar Yılmaz yazmıştır.<br />
Yazarlar, "Küreselleşme Sürecinde Finansal Krizler <strong>ve</strong> Finansal<br />
Düzenlemeler" adlı bu projenin hazırlanmasına olanak <strong>ve</strong> destek sağlayan,<br />
İstanbul Ticaret Odası <strong>ve</strong> Sayın Yöneticilerine teşekkürü bir borç bilirler.<br />
Prof. Dr.Turan Yay, Doç. Dr. Gülsün G. Yay, Yrd. Doç. Dr. Ensar Yılmaz<br />
İstanbul, 15 Eylül 2001
I. BÖLÜM<br />
İKTİSADİ KRİZLER<br />
1. GİRİŞ<br />
1990'larda Kapitalist dünyada üstüste yaşanan <strong>krizler</strong>, iktisat<br />
literatürünün en önemli konusunu <strong>ve</strong> ilgi alanını oluşturmaya başladı.<br />
Türkiye açısından da 2000 yılında yaşanan <strong>ve</strong> halen etkisinde bulunulan<br />
"kriz", en önemli tartışma <strong>ve</strong> gündem konusunu oluşturmaktadır. Aslında<br />
Kapitalist sistem ciddi ekonomik <strong>krizler</strong>le tarihi boyunca sıklıkla<br />
karşılaşmıştır. Bunların en önemlisi, kuşkusuz 1929 Dünya Bunalımı'ydı.<br />
Etkileri <strong>ve</strong> sonuçları açısından,günümüzde bütün yaşananlara karşın, hala<br />
kapitalizmin en büyük krizi olma özelliğini sürdürmektedir.<br />
1929 Krizinin izlerinin silinmesinden <strong>ve</strong> uzunca bir dönem yaşanan<br />
istikrardan sonra, 1960'ların sonlarında başlayıp iki petrol kriziyle de ivme<br />
kazanan Bretton VVoods sonrası döneme ait 1970'ler <strong>ve</strong> 1980'lerdeki borç<br />
<strong>krizler</strong>i de, Dünya ekonomisi açısından ikinci önemli kriz dalgasını<br />
oluşturmuştur.<br />
1990'ların başından beri üstüste yaşanan altı önemli krizden sonra,<br />
kapitalist sistem, yeniden <strong>krizler</strong>in nedenlerini, ortak noktalarını,<br />
farklılıklarını <strong>ve</strong> çözümlerini tartışmaya odaklanmıştır. 1990'larda kriz<br />
kavramını bu kadar yaşamımızın içine sokan etken, dünya ölçeğinde<br />
yaygınlığının yanısıra, teknolojinin <strong>ve</strong> bu sayede medyanın <strong>krizler</strong>i en hızlı<br />
<strong>ve</strong> en etkili şekilde algılamamızı sağlaması olmuştur. Aslında yaşananlar,<br />
geçmişte yaşananlarla oldukça benzerdir. Ödemeler Dengesi krizleh de,<br />
bankacılık <strong>krizler</strong>i de geleneksel <strong>krizler</strong>dir. 1970 <strong>ve</strong> 1980 <strong>krizler</strong>i ile<br />
1990'lardakl <strong>krizler</strong> cari açıklar, üretim <strong>ve</strong> bankacılık zafiyetleri gibi pek çok<br />
ortak kriz özelliklerini taşımaktadırlar (Kamin, 1999). Ancak koşullar<br />
farklıdır. Bu nedenle bildik <strong>krizler</strong> yeni boyutlar kazanıp farklılaşmış<br />
görünmektedir. Tarih tekerrür etse de, hiçbir zaman aynen<br />
tekrarlanmamaktadır. 1990larda yaşanan üç önemli değişiklik (bilgi<br />
teknolojisindeki buluş <strong>ve</strong> yenilikler; bunun <strong>finansal</strong> tekniklerde <strong>ve</strong> araçlarda<br />
sağladığı yenilikler; deregülasyon <strong>ve</strong> serbest sermaye hareketleri gibi<br />
liberalizasyon politikalarının yaygınlaşması ile yoğunlaşan globalleşme<br />
olgusu), yaşanan <strong>krizler</strong>e farklı boyutlar katmıştır. Özellikle bilgisayar <strong>ve</strong><br />
bilgi teknolojisindeki yeniliklerin <strong>finansal</strong> araçlar <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> hizmetler<br />
üzerindeki etkisi, hiçbir alanda olmadığı kadar yoğun olmuş; haberleşme<br />
maliyetlerinin düşüşü, yeni <strong>finansal</strong> araçların (derivati<strong>ve</strong>s) olağanüstü<br />
boyutta artması, liberalizasyonla zaten artan sermaye akımlarının<br />
hızlanmasını kolaylaştırmıştır. Bu teknolojilerin sağladığı faydaların, <strong>krizler</strong>i<br />
yaygınlaştırmada da hızlandırıcı rolü vardır. Herhangi bir sıkıntı anında,<br />
mevduat sahipleri bilgisayar <strong>ve</strong> telefon yardımıyla hesaplarını çekebilmekte,<br />
15
hızlı banka paniklerine/kaçışlara neden olabilmektedirler. Artık "sessiz"<br />
elektronik para kaçışları, "gürültülü" banka paniklerinin yerini almıştır<br />
(Kaufman, 1999).<br />
2. ESKİ VE YENİ TİP KRİZLER:1990 KRİZLERİNİN FARKLILIKLARI<br />
Eski tip <strong>krizler</strong>le 1990 <strong>krizler</strong>i arasında hızları, etki alanları, finansman<br />
araçları, <strong>ve</strong> üretilen politika önerileri açısından farklılıklar olduğu için,<br />
kapitalizmin yukarda belirttiğimiz üç önemli kriz dalgasını çeşitli açılardan<br />
karşılaştırmayı faydalı buluyoruz. Buna göre, 1990 ların özellikleri daha net<br />
ortaya çıkacaktır.<br />
/7/c farklılık, <strong>krizler</strong>in etki alanlarının farkıdır. 1930'lartam bir global kriz<br />
olmuştu. Oysa 1970'li <strong>ve</strong> 1980'li yıllardaki <strong>krizler</strong> belli bölgeleri etkileyen<br />
(1970'lerde Güney Latin Amerika, 1980lerde Latin Amerika'nın tümü)<br />
<strong>krizler</strong>di. 1990'lardakiler ise bir ülke <strong>ve</strong>ya bölgeyle sınırlı olan, birbirlerine<br />
yayılsa da, izole edilmiş <strong>krizler</strong>dir (Avrupa Birliği ülkeleri, Meksika <strong>ve</strong>ya<br />
Doğu Asya bölgesi gibi). Bu fark kısmen <strong>krizler</strong>in yarattığı makroekonomik<br />
şokların şiddetiyle bağlantılı olmaktadır. 1930'larda yaşanan kriz global bir<br />
krizdi. Büyük depresyonla tüm gelişmiş <strong>ve</strong> az gelişmiş dünyada <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong><br />
reel piyasalar şiddetle çökmüştür. 1980'ler <strong>ve</strong> 1990'larda ise<br />
makroekonomik şoklar çok daha küçük olduğundan, <strong>krizler</strong> daha az<br />
geneldir.<br />
İkinci farklılık ise, bu üç dönemdeki <strong>krizler</strong>in finansman biçimleri/<br />
araçları arasındaki farklılıktır. Ticari krediler, sabit faizli tahviller, doğrudan<br />
yabancı yatırımlar, portföy yatırımları her dönemde mevcut olsa da, sözü<br />
geçen dönemlerin her birinde ağırlık farklı ""inansal araç <strong>ve</strong> kurumlarda<br />
olmuştur. 1920'lerde öncelikle devlet tahvilleri, gelişmiş ülkelerden<br />
gelişmekte olanlara doğru portföy sermaye akımının en önemli motoru<br />
olmuştur. Bu dönemin özelliği tahvil finansman dönemi olmasıdır. ABD<br />
bankaları <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> aracıları, uluslar arası piyasalarda tahvil ihraç etmek<br />
için şiddetli ataklarla bir rekabet yaratarak yabancı hükümet <strong>ve</strong> şirketlerle<br />
anlaşmalar yapmışlardır. Bu dönemde de <strong>finansal</strong> yenilik <strong>ve</strong> yatırım tröstleri<br />
hızla gelişmiştir (Eichengreen <strong>ve</strong> Fish!ow, 1998:38). Bu dönemdeki uluslar<br />
arası sermaye akımlarının12 büyük ülkenin GSYlH'sına oranı, %6 ya<br />
ulaşmıştır. Bu oran 1960'larda %1; 1990'larda %2' dir (Kaufman, 1999).<br />
1970 <strong>ve</strong> 8Ü'lerde ise banka finansmanı ön plandadır. 1973-74 ilk petrol<br />
şokunun en önemli etkilerinden biri, petrol ihracatçısı ülkelerde(OPEC) cari<br />
hesap fazlalarının oluşması <strong>ve</strong> bu ülkelerin, ülke içindeki politik sorunla
ithalatçı ülkeler de bu borçların önemli bir kısmını OPEC Ülkelerinden<br />
petrol ithal etmek için kullandılar. Özel sermaye akımlarının çoğu ticari<br />
bankalardan alınan sendikasyon kredileri biçimini aldı. Borçluların çoğu da<br />
ülkelerin kamu kesimleriydi (Bustelo, 2000). Bu borçlar, dolar cinsinden <strong>ve</strong><br />
LİBOR olarak bilinen faize bağlı olarak dalgalanıyordu. En çok borçlu 15<br />
ülkenin çoğu Latin Amerika ülkesiydi. 1974-78 arasmda petrol ithal eden<br />
gelişmekte olan ülkelenn cari hesap açıkları 180 milyar $'ı bulmuştu.<br />
1980'iere kadar tüm gelişmekte olan ülkelerin orta vadeli borçları 135 milyar<br />
$' dı (Bu miktar 1970'te sadece 4 milyar $' dı). Meksika <strong>ve</strong> Brezilya en fazla<br />
borçlu olan ülkeler olarak toplamın %37 'sini oluşturuyorlardı (Solomon,<br />
1999).<br />
1980'lerin başında, ABD <strong>ve</strong> İngiltere gibi gelişmiş ülkelenn<br />
enflasyona karşı uyguladığı aşırı sıkı para politikaları, bu ülkelerde likidite<br />
sıkıntısına, yüksek faizlere <strong>ve</strong> .^esesyona yol açarken, gelişmekte olan<br />
ülkelerde de borç <strong>krizler</strong>ine yol açtı. Çok yüksek seviyelere ulaşan faiz<br />
oranları (1978'de libor %9,2 iken 1981'de %16,7'ye yükselmişti) borçlu<br />
ülkelerin faiz maliyetlerini aşırı yükseltti (Solomon, 1999). Aynı zamanda,<br />
gelişmiş ülkelerdeki resesyon nedeniyle gelişen ülkelerin ihraç malları<br />
fiyatları <strong>ve</strong> ihracat gelirleri düşmeye başladı. Sonuç olarak, borçlu ülkelenn<br />
cari hesap açıkları hızla arttı <strong>ve</strong> bu ülkelerin borçlarını geri ödemeyi<br />
sürdürmeleri imkansız hale geldi (Ailen, 1994:111). En ağır borçlu 17<br />
ülkenin faiz ödemeleri, 1978'de ihraç gelirlerinin ortalama %10'unu<br />
oluştururken 1982'de bu oran % 28 oldu. Ticari bankaların borç <strong>ve</strong>rme<br />
gönüllülüğünde azalma gündeme geldi. 1980'lerde Baker Planı ile borçlu<br />
ülkelerin yeniden borçlanabilirliğini sağlamak için, borçlarının miktarını<br />
azaltmak, mevcut borçların faiz oranlarını düşürmek gibi seçenekler<br />
sağlandı. Bunların yanı sıra borçlu ülkelere makro ekonomik politikalarını<br />
iyileştirmeleri <strong>ve</strong> yapısal reformlar (özelleştirme, deregülasyon, dış ticareti<br />
liberalize etme <strong>ve</strong> doğrudan yatırımları teşvik etme gibi) yapmaları<br />
öneriliyordu. Ticah banka borçlarının yeniden yapılanmasını sağlayan<br />
Brady Planı ile 1980lerin borç <strong>krizler</strong>ine nokta konuldu.<br />
1980'lerin sonu <strong>ve</strong> daha çok 1990'larda hisse senedi finansmanı<br />
yaygınlaşmıştır (Tomita, 2000 :2). Özellikle ABD'de hayat sigortası şirketleri<br />
<strong>ve</strong> emeklilik fonlarının yaygınlaşmasıyla çeşitlenen uluslar arası portföy<br />
yatırımları, denetleme <strong>ve</strong> düzenlemeye ilişkin gevşemelerle hızlanmış;<br />
<strong>finansal</strong> piyasaların liberalizasyonu, ortak fonların büyümesi <strong>ve</strong> gelişmiş<br />
ülke (özellikle ABD) faiz oranlarının düşmesi de bu etkiyi arttırmıştır. Tıpkı<br />
1920 <strong>ve</strong> 1970'lerde olduğu gibi. Merkezdeki faiz oranlarındaki düşüşler,<br />
bankaları <strong>ve</strong> ortak fon portföy yöneticilerini daha yüksek faizli Gelişmekte<br />
Olan Piyasalarda getiri aramaya yönlendirmiştir. 1990'da Latin Amerika'ya<br />
yönelmiş sermaye akımı, 1978-81 arasında ulaşılan doruk miktarını (24<br />
milyar $) çok aşmış, 199rde 40 milyar $.. 1992'de 54 milyar $, 1993'te 69<br />
milyar $ <strong>ve</strong> 1994'te 42 milyar $'a ulaşmıştır (Eichengreen <strong>ve</strong> F!shlow,1998<br />
! /
:48). Gelişen piyasalara yönelen (özellikle Latin Amerika <strong>ve</strong> Doğu Asya<br />
ülkelerine) bu sermaye akımı patlamasının temel nedeni, sermaye ihraç<br />
eden ülkelerle ithal eden ülkeler arasındaki faiz oranlan farkı olmuştur. Bu<br />
önemli etkenin yanısıra, gelişen piyasalarda gerçekleştirilen makro<br />
ekonomik iyileşmeler <strong>ve</strong> yapısal reformlar da, sermaye akımını bu ülkelere<br />
çeken etkenler olmuşlardır. Sermaye akımının biçimi, genellikle alan<br />
ülkelenn politikalan kadar, yabancı banka <strong>ve</strong> yatırımcıların tercihlerine<br />
bağlıdır. 1990'lar boyunca doğrudan yatırımlar artmaya devam etse de,<br />
1990'larda ortaya çıkan bütün <strong>krizler</strong>den önce portföy yatırımları <strong>ve</strong> banka<br />
borçlarının payının şiddetle arttığı görülmektedir (Bkz. Tablo 1.1). Bu<br />
dönemde borçlananlar daha çok özel kesim <strong>ve</strong> daha az ölçüde de kamu<br />
kesimidir. Resmi borçlanmalar ciddi ölçüde azalmıştır (Kahler,1998:3).<br />
Krizler arasında üçüncü önemli farklılık, bu üç kriz döneminde kredi<br />
<strong>ve</strong>ren ülkelerin hükümetlennin <strong>ve</strong> multilateral kurumların müdahalelerindeki<br />
farklılıklardır. 1920lerde borç <strong>ve</strong>ren ülkelerin hükümetleh <strong>ve</strong> Merkez<br />
bankaları <strong>finansal</strong> sistemin istikrarı için çok sınırlı tepki <strong>ve</strong>rmiştir. Tersine<br />
1980' lerde borç <strong>ve</strong>ren ülkelerin bankacılık sistemlerinin riski nedeniyle,<br />
gelişmiş ülkeler IMF' kanalıyla erken <strong>ve</strong> etkili bir müdahaleyi harekete<br />
geçirmiştir. 1990'lardaki müdahaleler de hem lider ülkeler hem de IMF<br />
kanalıyla gerçekleştirilmektedir.<br />
Tablo L 1: Gelişen Piyasalara Giden Özel Sektör Sermaye Akımları<br />
1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999<br />
Tüm dünya<br />
Toplam özel-sektör 118,1 112,6 172,1 136,3 226,9 215,9 147,6 75,1 80,5<br />
sermaye akımı<br />
Doğrudan yatırım<br />
Potföy yatırımı<br />
Diğer <strong>finansal</strong><br />
31,5<br />
24,7<br />
62,5<br />
35,4<br />
56,1<br />
21,0<br />
59,4<br />
84,4<br />
28,3<br />
84,0<br />
109,6<br />
-57,3<br />
92,6<br />
36,9<br />
97,4<br />
113,2<br />
77,8<br />
24,9<br />
138,6<br />
52,9<br />
-43,9<br />
143,3<br />
8,5<br />
-76,7<br />
149,8<br />
23,3<br />
-92,5<br />
işlemler<br />
Asya<br />
Toplam özel-sektör 32,5 20,7 57,4 63,6 105,0 104,1 -1,4 -42,6 -27,1<br />
sermaye akımı<br />
Doğrudan yatırım<br />
Potföy yatırımı<br />
Diğer <strong>finansal</strong><br />
14,5<br />
1,2<br />
16,6<br />
15,7<br />
9,0<br />
-4,0<br />
33,9<br />
21,8<br />
1,7<br />
47,1<br />
11,7<br />
4,7<br />
46,6<br />
14,2<br />
38,2<br />
53,0<br />
12,9<br />
38,2<br />
55,4<br />
3,5<br />
-60,3<br />
58,3<br />
-17,9<br />
-82,9<br />
49,8<br />
-5,6<br />
-71,3<br />
işlemler<br />
Etkilenen beş ülke<br />
Toplam özel-sektör 24,8 29,0 31,8 36,1 74,2 65,8 -20,4 -25,6 -24,6<br />
sermaye akımı<br />
Doğrudan yatırım<br />
Potföy yatırımı<br />
Diğer <strong>finansal</strong><br />
6,2<br />
3,2<br />
15,4<br />
7,3<br />
6,4<br />
15,3<br />
7,6<br />
17,2<br />
7,0<br />
8,8<br />
9,9<br />
17,4<br />
7,5<br />
17,4<br />
49,2<br />
8,4<br />
20,3<br />
37,1<br />
10,3<br />
12,9<br />
-43,6<br />
8,6<br />
-6,0<br />
-28,2<br />
10,2<br />
6,3<br />
-41,1<br />
işlemler<br />
Latin Amerika<br />
Toplam özel-sektör 24,1 55,6 66,8 49,4 53,1 72,1 85,5. 70,0 54,1<br />
sermaye akımı<br />
Doğrudan yatırım<br />
Portföy yatınmı<br />
Diğer <strong>finansal</strong><br />
11,3<br />
14,7<br />
-2,0<br />
13,9<br />
30,3<br />
11,4<br />
13,4<br />
44,0<br />
9,4<br />
23,1<br />
66,7<br />
-40,4<br />
24,7<br />
3,0<br />
25,5<br />
39,5<br />
41,0<br />
-8,4<br />
53,1<br />
19,2<br />
13,2<br />
işlemler 1<br />
56,1<br />
'14,7<br />
-0,8<br />
63,6<br />
10,6<br />
. -20,1
Geçiş ekonomileri<br />
Toplam özel-sektör -9,9 2,3 21,0<br />
sermaye akımı<br />
4,5 44,0 17,0 22,8 14,2 11,6<br />
Doğrudan yatırım 2,4 4,2 6,0 5,4 13,6 13,7 19,7 21,0 23,5<br />
Portföy yatırımı - 0,1 8,7 20,0 13,3 19,2 21,5 7,0 3,7<br />
Diğer <strong>finansal</strong> -12,3 -2,0 6,3 -21,0 17,1 -15,8 -18,4 -14,0 -15,6<br />
işlemler<br />
Notlar: 1)"Yükselen Piyasalar" gelişen ülkelerle geçiş ekonomilrini kapsamaktadır. 2) Etkilenen 5 ülke<br />
Endonezya; Güney Kore, Malezya; Filipinler <strong>ve</strong> Tayland'dır. 3) Diğer <strong>finansal</strong> işlemler, kısa <strong>ve</strong> uzun<br />
dönem ticari finasmanı, banka borçlarını <strong>ve</strong> mevduatları içermektedir.<br />
KAYNAK: World Economic Outlook, IMF, Mayıs 2000<br />
Dönemler arasındaki dördüncü farklılık, borçlu ülkelerin kendi<br />
içlerinde <strong>krizler</strong>e gösterdikleri tepkilerdeki farklılıklardır. 1930'lerde tepki ithal<br />
ikamesi biçimini almıştır; 1980'lerde mali (fiscal) ayarlamalar; 1990'larda ise<br />
parasal ayarlamalar önem kazanmıştır: 1930'larda mal <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong><br />
piyasaların çökmesinden sonra sermaye ithal eden ülkeler, yabancı fonlar<br />
olmadan yaşamayı, yabancı piyasa <strong>ve</strong> sermaye bağımlılığını azaltmayı <strong>ve</strong><br />
ithal ikamesi politikalarıyla dış yükümlülüklerini azaltmayı düşünmüşlerdir.<br />
1980'lerde ise borçlanmaların durduğu dönemde bile, ihraç piyasaları<br />
varlığını sürdürdüğü için ithal ikamecilik artık cazip değildi. Fakat<br />
gelişmekte olan ülkelere borç <strong>ve</strong>rme şiddetle azaldığı için bu ülkeler,<br />
bütçelerini kısmayı kurumsallaştırmak zorunda kaldılar. Mali <strong>düzenlemeler</strong>,<br />
dış ayarlanmalar için temel araç oldu. 1990'larda ise, yabancı sermaye<br />
akımları daha çok özel <strong>ve</strong> yarı kamusal işletmelere yöneldiğinden <strong>ve</strong><br />
hükümetler eskisi kadar yabancı fonları kullanmadıklarından, mali<br />
düzenleme gereği daha azalmıştır. Her ülke için aynı derecede olmamakla<br />
beraber, 1990'larda pek çok ülkede hükümetler bütçe açıklarını para arzını<br />
arttırarak finanse etme kolaycılığına kapılmamaya çalıştılar <strong>ve</strong> yabancı<br />
sermaye girişlerini sterilize etmek için sınırlı para politikalarına yöneldiler.<br />
Para politikası, makroiktisat politikalarının temel aletlehnden biri olurken.<br />
Merkez Bankaları da çok önemli roller üstlendilerBankalara yük getirdiği<br />
düşünüldüğü için yüksek zorunlu rezerv oranları düşürülerek açık piyasa<br />
işlemleri tercih edilen politika aracı oldu. Sermaye akımlarının serbestleştiği<br />
bir dünyada ülkeler hem bağımsız para politikasını, hem döviz politikasını<br />
hem de sermaye hareketlenni aynı anda düzenleyemedikleri (trilema) için<br />
çoğunlukla sterilizasyon politikalarına (açık piyasa işlemleri) <strong>ve</strong>ya<br />
revalüasyon (ya da sabit, yarı-sabit kur politikalarına) ya da az sayıda<br />
ülkenin baş vurduğu sermaye kontrolü politikalarına yöneldiler (Reinhart <strong>ve</strong><br />
Reinhart, 1998:94-96).<br />
Özellikle, Bretton Woods sonrası ortaya çıkan çok sayıda ödemeler<br />
dengesi <strong>ve</strong> bankacılık <strong>krizler</strong>i bilinen <strong>ve</strong> benzerlik taşıyan <strong>krizler</strong>dir. Ancak<br />
<strong>finansal</strong> kesimlerin müdahalelere tabi olduğu <strong>ve</strong> daha az liberal olduğu<br />
1970-80'lerdeki eski tip <strong>krizler</strong>de sorun daha çok ödemeler dengesine ilişkin<br />
görülmektedir. Yukarda belirttiğimiz koşullardaki değişimler, 1990'larda<br />
ödemeler dengesi <strong>ve</strong> bankacılık <strong>krizler</strong>inin birbirlennden bağımsızlığını
ortadan kaldırmış, onları karşılıklı ilişkili hale getirmiştir. Bu bağlantı, hızlı<br />
yabancı sermaye girişiyle birlikte, deregüle edilmiş ülke içi <strong>finansal</strong> kesimin<br />
döviz cinsinden yükümlülüklerinin varlığı nedeniyle kurulmaktadır. Karşılıklı<br />
ilişkili bu "twin" <strong>krizler</strong> durumunda sorun karmaşıklaşmakta, <strong>krizler</strong>den çıkış<br />
yolları da daha karmaşık <strong>ve</strong> maliyetli hale gelmektedir (Kruger, 2000 :39).<br />
Beşinci farklılık da, <strong>krizler</strong>in çözümlenmesindeki farklılıklardır.<br />
Ödemeler dengesi krizinde geleneksel çözüm, devalüasyon ile para <strong>ve</strong><br />
maliye politikalarının sıkılaştırılması iken, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>deki geleneksel<br />
çözüm ise, para arzını genişletip faiz oranlarını düşürmektir. Düşen faiz<br />
oranlan borçluların yükünü azaltıp yükümlülüklerini daha kolay yerine<br />
getirebilmelerini sağlar. Oysa devalüasyon <strong>ve</strong> yüksek faizler, bankaları (<strong>ve</strong><br />
<strong>finansal</strong> kesimi ) daha da zayıflatır. Para arzının genişletilmesi <strong>ve</strong> düşük<br />
faizler ise, ödemeler dengesi <strong>krizler</strong>ini daha kötüleştirmektedir. 1990'larda<br />
"ikiz" <strong>krizler</strong>i yaşayan ülkeler bu ikilemle karşı karşıya gelmişlerdir. Bu<br />
ikilem nedeniyle optimal çözüm, ülkelerin şartlarına (iç paranın değerlenme<br />
derecesine, enflasyon oranına, iç <strong>ve</strong> dış borçlann hacmine, bankacılık <strong>ve</strong><br />
finans kesiminin zayıflık derecesine) göre değişir. Paranın değerlenme<br />
derecesi <strong>ve</strong> iç borç hacmi ne kadar yüksekse, nispi olarak daha yüksek bir<br />
devalüasyon tercih edilebilirken; öncelikli sorunu yüksek enflasyon <strong>ve</strong> dış<br />
borçlar olan ülkelerde, sıkroara <strong>ve</strong> daha az devalüasyon daha makul<br />
görünmektedir. Ülkelerin iç yükümlülüklerinin vade yapısı da bu iki politika<br />
tercihini etkilemektedir (Krueger, 2000:40).<br />
3. KRİZ TANIMLARI, IVIODELLE;^.İ. VE GÖSTERGELERİ<br />
3.1. Kriz Tanımlan<br />
Yukarıdaki bölümde 20.yüzyılda farklı dönemlerde yaşanan <strong>krizler</strong>i<br />
anlatırken, "kriz" sözcüğünün birbirinden farklı ekonomik durumları ifade<br />
ettiğini gördük. 1990'lardan önce yaşanan <strong>krizler</strong>in daha çok ödemeler<br />
dengesi <strong>ve</strong> dış borç <strong>krizler</strong>i olduğunu, 1970-1985 arasındaki <strong>krizler</strong> içinde<br />
bankacılık <strong>krizler</strong>inin sayısının çok az olduğunu, 1980 ortalarından itibaren<br />
bankacılık <strong>krizler</strong>inin artıp 1990'!2rdan itibaren de <strong>krizler</strong>in ikiz bir yapı<br />
kazandığını belirtmiştik. Bizim de içinde yaşadığımız kriz ortamını daha iyi<br />
anlayabilmemiz açısından, kriz kavramını tanımlayıp kavrama netlik<br />
getirmekte yarar var.<br />
Kriz tanımlarf çeşitli şekiüerde ayrımlanabiii.r Genellikle ödemeler<br />
dengesi <strong>ve</strong> döviz <strong>krizler</strong>i, Para (Currency) krizi olarak adlandırılmaktadır.<br />
Ayrıca bankacılık <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> kesi.n <strong>krizler</strong>i ile dış borç <strong>krizler</strong>i vardır.<br />
Para <strong>krizler</strong>i, döviz kurunda ani bir hareket <strong>ve</strong> sermaye akımında<br />
keskin bir değişmeyi içerir . Para knzi, ülke parasının döviz olarak değeri<br />
üzerindeki spekülatif bir atağın bir devalüasyonla sonuçlanması halinde<br />
20
<strong>ve</strong>ya ülke otoritelerinin uluslararası rezervlerin hacmini arttırarak <strong>ve</strong> faiz<br />
oranlarını yükselterek ülke parasını savunmaya zorlandıkları durumda<br />
ortaya çıkar. Her zaman olmasa da, çoğunlukla sabit <strong>ve</strong>ya yarı-sabit döviz<br />
kuru standardları altında ( crawling peg uygulaması altında) <strong>ve</strong>ya Para<br />
Kurulu (Currency Board) uygulamasında ya da ülke parasından kaçış<br />
durumlarında ortaya çıkar (Caprio, 1998; Aziz,2000; Eichengreen, Rose <strong>ve</strong><br />
Wyplosz,1996). Bir Para (Currency) krizi, basit olarak paranın önemli bir<br />
miktarda devalüasyonu olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte bu kriter,<br />
kurun otoriteler tarafından faiz oranlarını yükselterek <strong>ve</strong> döviz piyasasına<br />
müdahale ederek şiddetle baskılandığı koşulları dikkate almamaktadır.<br />
Alternatif bir yaklaşım, sadece döviz kuru değişimlerini değil, uluslararası<br />
rezerv <strong>ve</strong> faiz oranları hareketlerini dikkate alan bir spekülatif baskı endeksi<br />
oluşturmaktır. O zaman, para krizi döviz kuru değişimlerinin, yabancı rezerv<br />
<strong>ve</strong> faiz oranı değişimlerinin ağırlıklı ortalaması olan spekülatif baskı<br />
endeksinin değeri olarak tanımlanır (Kaminsky <strong>ve</strong> Reinhart,1999:476).<br />
Bankacılık <strong>krizler</strong>i ise, genellikle bankaları yükümlülüklerini yerine<br />
getiremeyip ertelemeye zorlayan banka başarısızlıkları <strong>ve</strong> banka iflasları<br />
durumunda; mevduatlarının kendilerine ödenemeyeceği algı <strong>ve</strong> korkusu<br />
nedeniyle mudilerin bir ya da daha fazla bankadan kaçışları/panikleri<br />
durumunda; <strong>ve</strong>ya hükümetlerin bu durumu önlemek için kurtarma <strong>ve</strong><br />
kamulaştırma operasyonlarıyla müdahale ettiği durumlarda <strong>ve</strong>ya geniş<br />
ölçüde dönmeyen kredilerin (non performing loans) varlığı halinde ortaya<br />
çıkabilir (Caprio,1998).<br />
Finansal <strong>krizler</strong>, reel ekonomi üzerinde büyük yıkıcı etkiler yaratabilen<br />
<strong>ve</strong> piyasaların etkin işleyiş gücünü bozan <strong>finansal</strong> piyasalardaki<br />
çöküşlerdir. Banka <strong>ve</strong>ya banka-dışı <strong>finansal</strong> kesimdeki şirket <strong>ve</strong>ya<br />
şirketlerin borç problemlerini içerir. Bazen bankacılık kesimine ilişkin bir<br />
ödeyememe (insol<strong>ve</strong>ncy) durumundan kaynaklanabilir <strong>ve</strong>ya tersine bir<br />
bankacılık krizini teşvik eder. Çoğunlukla aktif fiyatlarında bir çöküşle<br />
belirginleşir (IMF,1998:75 ).<br />
Dış Borç <strong>krizler</strong>i ise, bir ülkenin dış borçlarını, ister kamu ister özel<br />
kesim dış borcu olsun, ödeyememe durumudur.<br />
Bankacılık <strong>krizler</strong>ini ampirik olarak tanımlamak ise, <strong>ve</strong>rilerdeki<br />
eksiklikler <strong>ve</strong> problemin doğası nedeniyle çok daha zordur: Pek çok ülkenin<br />
banka mevduat <strong>ve</strong>rilerine ulaşmak <strong>ve</strong> krizi mevduat kaçışı olarak<br />
tanımlamak mümkün olsa da, son yıllardaki pek çok bankacılık problemi<br />
banka bilançolarının yükümlülüklerinden değil, aktif tarafından<br />
kaynaklandığı için, bankacılık <strong>krizler</strong>ini tanımlamakta; banka<br />
portföylerindeki geriye dönmeyen borçların payı, gayri menkul <strong>ve</strong> borsa<br />
fiyatlarındaki dalgalanmalar, firma başarısızlıkları gösterge olarak<br />
kullanılabilir. Bu sınırlamalar nedeniyle pek çok araştırmacı bankacılık<br />
21
<strong>krizler</strong>ini iki tip olguyla tahmin etmektedirler;Bunlar, bir <strong>ve</strong>ya daha fazla<br />
<strong>finansal</strong> kurumun kapatılması, birleştirilmesi <strong>ve</strong>ya kamu sektörünce el<br />
konulması olgusu ile banka kaçışlarının olduğu durumda yoğun bir kamu<br />
müdahalesinin gündeme gelmesidir (Kaminsky <strong>ve</strong> Reinhart, 1999:476).<br />
Bankacılık <strong>krizler</strong>i çoğunlukla nakit (para) <strong>krizler</strong>ini öncelemiştir.<br />
Özellikle 1990'ların ortalarında bazı gelişen ülkelerde (Türkiye <strong>ve</strong><br />
Venezüella gibi) böyle olmuştur. Şiddetli para <strong>krizler</strong>inin de, bankacılık<br />
<strong>krizler</strong>inin tetiğini çektiği de görülmüştür. Oysa ılımlı bir para krizi bankacılık<br />
krizi olmadan sona erebilir (1992-93 ERM krizi gibi (Caprio,1998)).<br />
Bankacılık problemlerinin borç <strong>krizler</strong>ini öncelediği de görülmüştür (1981-<br />
1982 Arjantin <strong>ve</strong> Şili); tersi durumlar da mevcuttur(1982'de Columbia,<br />
Meksika, Peru <strong>ve</strong> Uruguay). Son zamanlarda ise, Doğu Asya ülkelerinde,<br />
para krizi olarak başlayan <strong>krizler</strong>, metaztaz yaparak bankacılık <strong>ve</strong> borç<br />
<strong>krizler</strong>ine dönüşmüştür (Aziz, 2000 <strong>ve</strong> Kaufman, 1999).<br />
Çoğunlukla, bir bankacılık probleminin bilinmesi, gelecek bir ödemeler<br />
dengesi krizini öngörmeyi kolaylaştırır. Yine de nedensellik tek yönlü<br />
değildir. Para <strong>krizler</strong>i de bankacılık <strong>krizler</strong>ini derinleştirdiği için bir kısır<br />
döngü mevcuttur. Genellikle bankacılık krizinin doruğu, çoğunlukla paranın<br />
çöküşünden sonra gelmektedir (Kaminsky <strong>ve</strong> Reinhart, 1999:474).<br />
1970'lerden 1990'lara uzanan dönemde yapılan araştırmalarda çıkan<br />
sonuçlara göre, 1970-85 arasında daha çok para <strong>krizler</strong>i olmuşken,<br />
1980'lerin ortalarından itibaren bankacılık <strong>krizler</strong>i artmıştır. Gelişmekte olan<br />
piyasalarda ortaya çıkan para <strong>krizler</strong>inin sayısı, sanayileşmiş ülkelerin iki<br />
katı kadarken; bankacılık <strong>krizler</strong>inin sayısı iki katından da fazladır.<br />
Bankacılık <strong>krizler</strong>i, bir <strong>ve</strong>ya iki yıl içinde para <strong>krizler</strong>ine yol açmıştır. Bazı<br />
<strong>krizler</strong>de ise (özellikle 1990'dakiler) her iki kriz hemen hemen aynı yıl<br />
içinde ortaya çıkmıştır (IMF,1998).<br />
Bankacılık <strong>krizler</strong>inin maliyeti de, üretimde yarattığı kayıplar da para<br />
<strong>krizler</strong>inden daha fazladır. Bu maliyetin yüksekliği hem daha fazla üretim<br />
kaybına yol açmasından, hem de <strong>finansal</strong> sektörün yeniden<br />
yapılandırılması için gerekli olan <strong>finansal</strong> desteğin yüksekliğinden ileri<br />
gelmektedir (Kaufman, 2000). Gelişmekte olan ülkelerde bu kayıplar ise,<br />
gelişmiş ülkelere göre da.ha fazladır. Örneğin, bankacılık <strong>krizler</strong>ini<br />
destekleyici mevduat garantisi transfer ödemeleri, Kore, Arjantin, Tayland,<br />
Endonezya'da GSMH' nın %10'una ulaşmış, Malezya 'da ise GSMH'nın<br />
%40'lannı aşmıştır. Bankacılık <strong>krizler</strong>i ortalama üç yılda sona ererken, para<br />
<strong>krizler</strong>i bu sürenin yarısında sona ermektedir.
3.2. Krizleri Açıklayan Modeller<br />
1990'larda yaşanan çok sayıda kriz, <strong>krizler</strong>i açıklamaya çalışan<br />
modellerin de sayısını arttırmıştır. Krizler ortaya çıktıkça, yeni olgular<br />
gündeme geldikçe, yeni tip modellerle en son kriz açıklanmaya çalışılır<br />
olmuştur. Oysa en son üretilen model bir sonraki krizi açıklamakta yetersiz<br />
kalabiliyor. 1990'lardaki <strong>krizler</strong> birbirleriyle pek çok ortak özelliği paylaşsa<br />
da, hiçbir kriz birbirinin aynı olmadığından, açıklayıcı teorik modellerin<br />
sınırlı kaldığı doğrudur. Teorik modeller eksik <strong>ve</strong> yetersiz kalsa da <strong>ve</strong><br />
<strong>krizler</strong>in nedenleri konusunda bir uzlaşmaya varamasalar da, her biri<br />
<strong>krizler</strong>in farklı bir boyutuna dikkat çektiği Fçin, gelmekte olan bir krizin<br />
mümkün semptomlarının ne olduğunu anlamaya yardımcı olmaktadırlar.<br />
Eichengreen'in yapmış olduğu bir sınıflamaya göre, 1. <strong>ve</strong> 2. Nesil<br />
modeller olarak adlandırılan iki model çerçe<strong>ve</strong>si dışında, özellikle Asya<br />
krizini açıklamaya <strong>ve</strong> bankacılık/para <strong>krizler</strong>inin ilişkilerini kurmaya çalışan<br />
modeller ile yayılma (contagion) etkisini <strong>ve</strong> dışsal etkenlerin önemini<br />
vurgulayan modeller vardır. Bu modeller aslında birbirinin yerini alan değil,<br />
birbirlerini tamamlayan modellerdir.<br />
3.2.1. Birinci Nesil Modeller:Sürdürülemez Ekonomik Yapılar <strong>ve</strong><br />
Yapısal Dengesizlikler<br />
Krugman(1979) ile başlayan <strong>ve</strong> Flood <strong>ve</strong> Garber(1984) ile geliştirilen<br />
bu modeller (Spekülatif Atak Modelleri de denir) krizi ateşleyen temel<br />
makroekonomik faktörlerin önemini vurgulamakta <strong>ve</strong> para <strong>krizler</strong>ini,<br />
sürdürülemez politikalar ile yapısal dengesizliklerin kaçınılmaz sonucu<br />
olarak görmektedir. Bu tutarsız politikalara en çarpıcı örnek ise, bütçe<br />
açıklarını para basarak finanse eden genişleyici para politikaları ile sabit<br />
(<strong>ve</strong>ya yarı sabit ) döviz kuru politikalarının birleşimidir. Böyle bir tutarsızlık<br />
bir zaman için <strong>ve</strong> MB yeterince rezerv bulundurduğu sürece gözardı edilir;<br />
fakat rezervler düşük seviyeye indiğinde <strong>ve</strong> piyasalar tarafından yetersiz<br />
görüldüğünde, para üzerinde ani bir spekülatif atak oluşacaktır. Bu<br />
modellere göre, makroekonomik temellerdeki bozukluklar bir krizin<br />
göstergeleri olmaktadır. Bu temel bozukluklar, yüksek <strong>ve</strong> artan bütçe<br />
açıkları; yüksek parasal artış oranları; yüksek enflasyon; aşırı değerli döviz<br />
kuru; geniş cari açıklar; uluslararası rezervlerde düşüşler <strong>ve</strong> yükselen ülke<br />
içi faiz oranlarıdır.<br />
Bu modellerin eksikliği onların aşırı mekanik <strong>ve</strong> tek boyutlu<br />
olmasından; hükümetlerin otomatik olarak tüm bütçe açıklarını monetize<br />
ettiğini <strong>ve</strong> Merkez Bankasının ekonomideki gelişmelere bakmadan rezerv<br />
satarak döviz kurunu baskıladığını varsaymalarından kaynaklanıyordu.<br />
Şüphesiz ki, bütçe açıklarının sürekli olduğu zamanlarda bile, açıkları<br />
monetize etmenin ötesinde başka politika seçenekleri vardır. Bununla<br />
23
eraber, hükümetlerin çok çeşitli amaçları olduğunda, hemen hemen tüm<br />
politika seçenekleri arasında trade off oluşmaktadır. Ayrıca I. Nesil kriz<br />
Modellerinde sabit döviz kurunun yaşayabilirliği, tamamen ekonomik<br />
ajanların davranışlarından bağımsız, dışsal olarak varsayılmaktadır. Yani<br />
bu modellerde, iktisadi ajanların gelecek beklentilerinin <strong>ve</strong>ya iktisadi<br />
faaliyetlerinin hiçbir şekilde mali dengesizlikler <strong>ve</strong>ya kredi politikaları<br />
üzerinde etkisinin olmayacağı vurgulanmaktadır.<br />
3.2.2, İkinci Nesil Modener(Self-fulfilling <strong>ve</strong>ya Escape Clause Modeller)<br />
İlkinin tersine, 2. Nesil modellerde, iktisadi ajanların (özellikle<br />
yatırımcıların) beklentileri ile fiili politika sonuçları arasındaki etkileşim<br />
temeldir <strong>ve</strong> bu etkileşim kendi kendini yaratan <strong>krizler</strong>e yol<br />
açmaktadır.Obstfeld(1986,1994)de geliştirilen bu modellerde, politikaların<br />
amaç <strong>ve</strong> hedefleri arasında yaşanan çelişkiler <strong>ve</strong> gerilim durumunda <strong>ve</strong>ya<br />
politik belirsizlik durumunda, iktisadi ajanların beklentilerinin ekonomik<br />
sonuçları değiştirecek çok önemli etkilehnin olduğu belirtilmektedir.<br />
Örneğin, para otoritelerinin sabit bir kuru savunmayı taahhüt ettikleri, fakat<br />
herhangi bir olağan üstü koşulda kurları dalgalanmaya bırakabilecekleh<br />
durumu düşünelim. Bu politika belirsizliğine ila<strong>ve</strong>ten, eğer kuru savunmanın<br />
maliyeti, iktisadi ajanların sabit kurun kaldırılacağına inandıkları durumda<br />
artıyorsa, o zaman döviz piyasaları kendi kendini yaratan beklentilere<br />
bağlı olacaktır (Aziz, 2000). Eğer, güçlü temellere rağmen yatırımcılar<br />
hükümetin, sabit kurdan vazgeçeceğini bekliyorlarsa, bu inanca dayanarak,<br />
yatırımcılar hükümeti sabitlemeyi kaldırmaya zorlayabilir. Nihai olarak,<br />
yatırımcıların tahminleri kendi kendini yaratan tahminlerdirDevalüasyon<br />
beklentileri, sabit kuru savunmanın fırsat maliyetini arttıran faaliyetlere (risk<br />
priminin yükselmesi) yol açmaktadır. Bu yüzden, yapılan tahminler,<br />
başlangıçtaki beklentileri geçerli kılan politikalara neden olmaktadır.<br />
Bu modellerde mümkün olan tek senaryo yukarıda belirtilen değildir.<br />
Alternatif olarak, yatırımcıların bir devalüasyon beklemediği, risk priminin<br />
değişmediği bir durumda, otoriteler sabit kuru korumayı sürdürebilirler.<br />
Böylece devalüasyon gereği doğmayabilir. Halbuki beklentilerin<br />
devalüasyon yoluna kayması bir para krizine yol açacaktır. Dolayısıyla<br />
bütün şartlar aynıyken, piyasa katılımcılarının beklentilerindeki ani <strong>ve</strong> keyfi<br />
değişimler bir ekonomideki para istikrarını ortadan kaldıran <strong>ve</strong>ya<br />
kaldırmayan durumları yaratabilmekte, böylece bir krizin ortaya çıkıp<br />
çıkmamasında önemli rol oynamaktadır. Buna göre, bu modeller<br />
ekonomide "çoklu dengeler"in olası olduğunu vurgulamaktadır(Pesenti <strong>ve</strong><br />
Till, 2000).
ikinci Nesil Modellerinin global <strong>finansal</strong> piyasaların yapısına daha iyi<br />
uyduğu belirtilmekle beraber, analizin temel taşını oluşturan gü<strong>ve</strong>n<br />
kaybının (<strong>ve</strong> beklentilerdeki kaymanın) nedenleri konusunda yetersiz<br />
kalmaktadır.<br />
3.2.3. Asya Krizini Açıklayan Modeller<br />
İlk iki tip modeller, bazı <strong>krizler</strong>i açıklamakta yardımcı olsalar da, Asya<br />
krizini tam olarak açıklayamadılar. Dolayısıyla Krugman(1999,2001)<br />
,üçüncü tip,belki de daha fazla modellere ihtiyaç duyulduğunu<br />
vurgulamaktadır.Para <strong>ve</strong> bankacılık <strong>krizler</strong>inin(ikiz <strong>krizler</strong>in) ortak bazı faktör<br />
<strong>ve</strong> olgular tarafından yaratıldığını vurgulayan <strong>ve</strong> problemlerin kaynağının<br />
banka <strong>ve</strong> finans sektörü olduğunu belirten çok sayıda model üretildi.<br />
Bu tip modellerin çeşitli <strong>ve</strong>rsiyonları vardır:<br />
İlk <strong>ve</strong>rsiyon, <strong>finansal</strong> liberalizasyonun ardından iyi regüle edilmemiş<br />
bir bankacılık sisteminin <strong>ve</strong> mikroekonomik bozuklukların -gizli mevduat<br />
sigortası <strong>ve</strong> gizli kamu garantileri gibi- ahlaki risk(Moral hazard) <strong>ve</strong> aşırı<br />
borçlanma (ö<strong>ve</strong>r lending) yaratarak ciddi <strong>krizler</strong>e yol açtığını belirten<br />
modellerdir(Mishkin,1999, 2000 ;Krugman,1998 <strong>ve</strong> Mc Kinnon,1994,1996 ).<br />
Hızlı bir <strong>finansal</strong> liberalizasyondan sonra denetimi <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>i<br />
zayıf bir bankacılığın varlığı durumunda, yoğun sermaye girişleri,risk<br />
yönetimi gelişmemiş <strong>ve</strong> sermaye yeterlik oranları düşük bankalar<br />
aracılığıyla, aşın bir borç <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya tüketim patlamasına yol<br />
açmakta;aşırı borçlanma, borsada <strong>ve</strong> gayrı menkul fiyatlarında patlamaya<br />
neden olmaktadır (boom dönemi).Ekonomi resesyona girdiğinde ise, iyi<br />
değerlendirmeden <strong>ve</strong> izlemeden <strong>ve</strong>rilen krediler bankaları kırılgan <strong>ve</strong> krize<br />
duyarlı hale getirmekte, ülke içi parayı savunmak zorlaşmakta <strong>ve</strong> parada<br />
bir çöküşü tetiklemektedir (Boom/bust cycle).<br />
Yine bu tip modellerin bir diğer vurgusu da, hükümet tarafından<br />
gizlice desteklenen <strong>ve</strong> bağlı şirketlerine kredi <strong>ve</strong>rmesine göz yumulan<br />
(Crony Capitalism) bankaların ahlaki riske dayalı olarak yarattığı aşırı<br />
borçlanmanın <strong>ve</strong> fonlanmamış yükümlülüklerinin aslında gizli devlet<br />
borcuna dönüşeceğidir (Corsetti, Pesenti <strong>ve</strong> Roubini,1998 a/b). Bu<br />
durumda, makroekonomik temellerdeki sağlamlık bir yanılsama halini<br />
almakta <strong>ve</strong> hükümetler fiilen dikkatsiz <strong>ve</strong> sürdürülemez harcamalara<br />
katlanmak durumunda kalmaktadırlar.<br />
Bir başka alternatif görüş ise, Redelet <strong>ve</strong> Sachs(1998)'de vurgulanan<br />
<strong>ve</strong> Chang <strong>ve</strong> Valesco(1998a/b) tarafından geliştirilen, krizlehn banka<br />
paniklerinin ürünü olduğunu belirten modellerdir. Özellikle Asya krizinde bu<br />
ülkelerin hiçbir hatalı politikaları olmadığı halde, uluslararası yatırımcıların<br />
25
kendi kendini besleyen kötümser davranışlarının etkisiyle banka paniği <strong>ve</strong><br />
<strong>finansal</strong> kırılganlıkla sıkıntıya düştükleri belirtilmektedir.<br />
Son tip modeller ise, <strong>krizler</strong>in temelinde bankacılık <strong>ve</strong> finans kesiminin<br />
sorunlarının, özellikle bilanço sorunlarının yattığını ileri süren modellerdir<br />
(Krugman,1999a/b). Bu yaklaşıma göre, <strong>krizler</strong>in büyük çoğunluğu ya<br />
ekonominin önemli bir kısmının (kamu <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya özel kesim) bilançolarının<br />
kredi <strong>ve</strong>rilebilirliğine, ya da döviz kurlarına duyulan kuşkudan doğmaktadır.<br />
Sermaye akımları da bu iki sorunu hızla birbiriyle ilişkili hale getirir.<br />
Mishkin'in vurguladığı gibi, bir <strong>finansal</strong> sektör problemi,paranın altını<br />
zayıflatırken bir devalüasyon da bankaların pozisyonunu (eğer<br />
yükümlülüklerinin büyük kısmı döviz cinsindense) şiddetle zayıflatır (Kısır<br />
döngü).<br />
Bankaların <strong>ve</strong> banka-dışı <strong>finansal</strong> kurumların bilançolarının sağlığı<br />
çok önemli bir faktördür. Bankalann bilanço sorunları büyük ölçüde<br />
uyumsuzluk (mismatches) sorunlarıyla bağlantılıdır. Bu hem para hem de<br />
vade uyumsuzluğudur Bankalar döviz olarak borçlanıp ülke parası<br />
cincinden borç <strong>ve</strong>riyorlarsa <strong>ve</strong> aynca kısa vadeli borç alıp uzun vadeli<br />
yatırımlar için borç <strong>ve</strong>riyorlarsa, sırasıyla hem para hem de vade<br />
uyumsuzluğu (currency and maturity mismatches) sorunlarıyla<br />
karşılaşıyorlar demektir. Bir uyumsuzluk durumunda döviz kurunda bir<br />
değer kaybı, iflaslara yol açabilecek olan istikrarsızlığı harekete geçirmekte,<br />
sermaye akımlarının aceleciliği artmakta <strong>ve</strong> kriz<br />
yaratılmaktadır.Uyumsuzluk sorununun yanısıra, banka kırılganlığını<br />
arttıran diğer unsurlar yanlış değerlenmiş (piyasa değerlerinden sapmış)<br />
döviz kurları (misaligned exchange rate) <strong>ve</strong> gen dönmeyen borçlar<br />
biçimindeki bilanço sorunlarıdır.<br />
Kısaca toparlarsak, eğer bir ülkede döviz kurlan sabit <strong>ve</strong>ya yarı-sabit<br />
bir kur politikası gereği denge değerlerinden sapmışsa (misalignment);<br />
<strong>finansal</strong> aracıların kısa vadeli <strong>ve</strong> döviz cinsinden borçları <strong>ve</strong> uzun<br />
vadeli/yerli para cinsinden alacaklan varsa (mismatches);banka bilançoları<br />
geri-dönmeyen (non performing) borçlarla bozulmuş durumdaysa; banka<br />
portföyleri risklere karşı korunmamış (unhedged) durumdaysa, bankaların<br />
likidite, ödeyememe <strong>ve</strong> organizasyon bozukluğu sorunları var demektir.<br />
Böyle bir durumda, patlayan bir devalüasyon <strong>finansal</strong> şokların büyüklüğünü<br />
şiddetle arttırmaktadır (Dornbusch, 2001; Pesenti <strong>ve</strong> Till, 2000). Kur<br />
üzerinde spekülatif bir atak ortaya çıktığında, politika seçenekleri ikilem<br />
yaratır. Kuru korumak için faiz oranlarını kullanmak (özellikle geri<br />
dönmeyen borçlar durumunda), örneğin faiz oranlarını düşürmek dövize<br />
saldırıyı arttırırken; faiz oranlarını yükseltmek de borç yükünü ağırlaştırarak<br />
bankacılık sektörünü daha da kötü duruma düşürmektedir.
Böyle bir durumda, mikroekonomik göstergeler, bir krizin olasılığını<br />
<strong>ve</strong>ya yaklaşmakta olduğunu, standart makroekonomik göstergelerden daha<br />
anlamlı şekilde yansıtabilir. Bu göstergeler, şirket karlılığı, borç/aktif oranı,<br />
sermaye/aktif oranı, nakit/aktif oranı gibi göstergelerdir.<br />
3.2.4. Yayılma/Sirayet (Contagion) Etkisi Modeli<br />
Yukarda açıkladığımız modelerle ilişkili fakat ayrı bir açıklama da<br />
yayılma etkileri üzerine odaklanmıştır. 1990'lardaki <strong>krizler</strong>in çarpıcı bir yönü<br />
birkaç ülkede birden olması <strong>ve</strong>ya hızla bölgesel olarak yayılmasıdır.<br />
Farklı ülkelerde eşanlı olarak ortaya çıkan <strong>krizler</strong>le ilgili öne sürülen<br />
bir tez, ülkelerin kendi içlerinde benzer kırılganlıkları taşıdıklarını(örneğin<br />
Asya'da sabit bir döviz kuru sistemi <strong>ve</strong> dolar cinsinden aşırı dış borçlar gibi)<br />
<strong>ve</strong> bu yüzden ortak şoklarla sarsıldıklarını belirtmektedir. Ortak şokların<br />
olmadığı durumlarda ise, bir kriz bir ülkeden diğerine çeşitli kanallarla<br />
yayılmaktadır. Bu kanallardan biri, ülkelerin birbirleriyle olan ticari<br />
bağlarıdır. Birbirleriyle ticari bağlantıları olan ülkelerden birinin devalüasyon<br />
yapması, diğer ülkeleri de rekabet edebilirliği sağlamak için devalüasyona<br />
zorlayabilir. Buradaki geçiş etkisi sadece ülkeler arasında ticaretin<br />
genişliğine değil, rakip olmalarına da bağlıdır. Ticari bağların dışında,<br />
<strong>finansal</strong> piyasaların karşılıklı bağlılığı; ortak kreditörlerden borçlanma <strong>ve</strong>ya<br />
kreditörlerin portföylerinin karşılıklı bağımlı olması da yayılma etkisini<br />
sağlayan kanallardır.Asya'da olduğu gibi, bir piyasadaki likidite eksikliği<br />
durumunda borç<strong>ve</strong>renler/yatırımcılar diğer piyasalardaki aktiflerini likit hale<br />
getirmeye çalışmaktadırlar. Borç<strong>ve</strong>renler, her piyasa hakkında yeterli<br />
bilgiye sahip olmadıkları <strong>ve</strong> yeni bilgi de maliyetli olduğu için,bir ülkedeki<br />
borçlular ödemelerini yerine getiremediğinde, diğer ülkelerdeki borçlarını da<br />
geri çağırmaktadırlar. Bu da yatırımcıların "sürü" (herding) davranışı ile<br />
yayılma etkisini hızlandırmaktadır (Kawai vd., 2001; IMF,1998). Yayılma<br />
etkisi, komşu ülkelerin krizin maliyetlerini düşürmek için birlikte<br />
devalüasyon yapma taahhütleri nedeniyle de ortaya çıkabilir (Aziz, 2000).<br />
Yayılma etkisi 1990'lardaki <strong>krizler</strong>in çoğunda görülmüştür. ERM Krizi<br />
sırasında, İtalya lirası, İngiliz sterlini <strong>ve</strong> Finlandiya Markka'sı<br />
dalgalandığında, Fransız Frangı, İrlanda poundu <strong>ve</strong> İs<strong>ve</strong>ç kronu spekülatif<br />
baskı altında kalmıştır. Meksika peso devalüasyonu (Aralık1999) da<br />
Arjantin, Brezilya hatta bir ölçüde Filipinler üzerinde spekülatif baskı<br />
yaratmıştır (Tekila Etkisi). En yoğun yayılma etkisi, şüphesiz Asya'da<br />
yaşanmıştır. Tayland'daki kriz hızla Endonezya, Malezya <strong>ve</strong> Filipinlere,<br />
sonra da Güney Kore, Hong Kong, Singapur <strong>ve</strong> Tayvan'a yayılmıştır. Rusya<br />
da krizden önemli ölçüde etkilenmiştir (Pesenti <strong>ve</strong> Till,2000 ;Tornell,1999).
3.2.5. Krizlerde Dışsal Etkenlerin Rolü<br />
Diğer bir açıklamalar seti ise, özellikle gelişmekte olan ülkelerde<br />
yaşanan <strong>krizler</strong>in temel nedeninin dışsal etkenler olduğuna dikkat<br />
çekmektedir. Özellikle sanayileşmiş ülkelerdeki önemli ekonomik<br />
değişmeler (dış ticaret hadlerinde, faiz oranlarında <strong>ve</strong> döviz kurlarındaki<br />
kaymalar), yatırımların globalleşmesi <strong>ve</strong> sermaye piyasalarının artan<br />
bütünleşmesi yoluyla krizi tetikleyen etkenler olabilmektedir ("Moonsonal<br />
Effect").<br />
Sanayileşmiş ülkelerin faiz oranlarındaki düşme, sermaye akımlarını<br />
gelişmekte olan piyasalara yönlendiriken, faiz oranı artışları da bu akımları<br />
tersine çevirebilmektedir. Faiz oranlarındaki bu artışlar, gelişmekte olan<br />
ülkelerde banka <strong>ve</strong> firmaların sadece kendilerini fonlama maliyetlerini<br />
arttırmakla kalmaz, aynı zamanda yanlış seçim <strong>ve</strong> ahlaki risk problemlerini<br />
<strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> sistemin kırılganlığını arttırır (IMF; 1998). Meksika (1994)<br />
krizinde ABD faiz oranlarının artışı böyle bir etki yapmıştır. 1980'lerdeki<br />
Latin Amerika borç <strong>krizler</strong>inde de, sıkı para politikaları uygulayan gelişmiş<br />
ülkelerde artan faizler gelişmekte olan ülkelerin borçlarının katlanarak<br />
artmasına yol açarak önemli bir kriz nedeni olmuştu.<br />
Benzer şekilde, Asya krizinde dış faktör, döviz kurlarındaki değişim<br />
olmuştur. 1995 ortalarından itibaren doların yen karşısında aşırı<br />
değerlenmesiyle birlikte, paralarını dolara sabitleyen bu ülkelerin en önemli<br />
ticaret partnerleri olan Japonya karşısındaki rekabetçilikleri kaybolmuş, bu<br />
da ülkelerin cari açıklarını arttırmıştır (Kaminsky,1999). Türkiye'nin 2000<br />
yılında uyguladığı istkirar politikası sırasında da, doların euro karşısında<br />
beklenenin çok üstünde değer kazanması da, dış ticaretini yoğun şekilde<br />
Avrupa ülkeleriyle gerçekleştiren Türkiye'nin cari açıklarını aşırı şekilde<br />
attırarak programdan çıkışta <strong>ve</strong> krizde önemli bir etken olmuştur.<br />
3. 3. Krizlerin Göstergeleri<br />
Mevcut teori <strong>ve</strong> modeller, <strong>krizler</strong>in nedenlerini tam olarak<br />
açıklayamasalar da, potansiyel bir krizin olası semptomlarının ne olduğunu<br />
göstermeye yararlar.Bununla beraber, bunların göreli ağırlıklarının ne<br />
olduğunu <strong>ve</strong> ayrıştırılmalarını sağlayamazlar. Bu semptomlar ekonomik<br />
rahatsızlığın göstergelerinin kurulmasında yapı taşlarını oluşturmaktadırlar.<br />
Bunlardan hareketle, <strong>krizler</strong> vuku bulmadan önce <strong>krizler</strong>in kontrol<br />
edilebilmesini sağlayacak bir erken uyarı sistemi yapılandırmak için pek çok<br />
ampirik çalışma yapılmıştır (Bkz.Demirgüç-Kunt <strong>ve</strong> Detragiache, 1997,<br />
2000; Kaminsky, Lizondo <strong>ve</strong> Reinhart,1997; Kaminsky, 1999; Kaminsky <strong>ve</strong><br />
Reinhart, 1999). Bu çalışmalar çoğu ortak pek çok gösterge belirlenmiştir.
Göstergelerin oluşturulmasında, iki yaklaşım kullanılmaktadır:<br />
Signalling Yaklaşımı: Bu modellerde, çeşitli göstergelerin, normal<br />
(tranquil) zamanlardaki seyri ile kriz dönemleri içindeki seyri arasındaki fark<br />
karşılaştırılır.<br />
Kalitatif Tepki Modelleri ise, regresyon teknikleri kullanılarak<br />
oluşturulur. Makro <strong>ve</strong> mikro yaklaşımları vardır (Bell,2000).<br />
Kriz göstergeleri çeşitli kategorilere ayrılır.(Burkart <strong>ve</strong> Coudert,2000;<br />
Berg <strong>ve</strong> Pattillo,2000)<br />
IVlakroekonomik Göstergeler.<br />
-Enflasyon<br />
-Kamu açıkları/GSMH<br />
-Yatırım/GSMH<br />
-Yatırım artış oranı/GSMH<br />
-Reel GSMH artış oranı<br />
-ABD faiz oranlarına göre fark<br />
-sermaye kontrolleri<br />
-Bölgesel yayılma göstergeleri<br />
Cari lıesapia <strong>ve</strong> borçlarla ilgili Göstergeler.<br />
-Dış Ticaroi dengesi<br />
-Dış ticaret hadleri<br />
-Cari hesap açığı/GSMH<br />
-İhracat artış oranı<br />
-İhracat/GSMH<br />
-Ithalat/GSMH<br />
-Ihracat+Ithalat/GSMH<br />
-Reel döviz kuru değerlenme oranı<br />
-Toplam borç/GSMH<br />
-Borç servisi/GSMH<br />
-Kısa vadeli borç/Toplam borç<br />
-Kısa vadeli dış borç/Uluslar arası rezerv<br />
-Toplam borç/Uluslar arası rezerv<br />
-Toplam borç/İhracat<br />
-Borç servisi/İhracat<br />
-Faiz ödemeleri/İhracat<br />
-Kamu borcu/Toplam borç<br />
-Yabancı doğrudan yatırımlar/Toplam borç
Finansal Göstergeler.<br />
-İç kredilerin artış oranı<br />
-Özel sektöre açılan kredi artışı/GSMH artışı<br />
-Bankalara <strong>ve</strong>rilen MB kredileri/GSMH<br />
-Para çarpanındaki değişmeler<br />
-M 2/Uluslar arası rezerv<br />
-M 2/GSMH<br />
-Uluslar arası rezervler/İthalat<br />
-Faiz oranlarındaki değişmeler<br />
-Özel sektör yükümlülüklerinin artışı<br />
Mikroekonomik Göstergeler:<br />
Bankaların ödeme kabiliyetini yansıtan göstergeler:<br />
-Geri dönmeyen borçlar/toplam borç<br />
-Toplam borç/Aktif<br />
-Sermaye/Aktif<br />
Karlılıkla ilgili Göstergeler:<br />
-Faiz gelirleri/Aktifler<br />
-İşlem harcamaları/Aktifler<br />
-Karlar/Aktifler<br />
4.1990TARDA YAŞANAN KRİZLER<br />
1990'larda yaşanan <strong>krizler</strong>in pek çok ortak özelliği olduğunu daha<br />
önce belirttik. Ancak hiçbir kriz birbirinin aynı değildir. Hepsinde öne çıkan<br />
özelliklerin <strong>ve</strong> bunların göreli ağırlığının farklı olduğunu görüyoruz. Örneğin<br />
1990'ların başında Avrupa Birliği Ülkelerinde ortaya çıkan <strong>ve</strong> bir para krizi<br />
olan ERM krizi, sıkı para politikalarından kaynaklanan bir krizken, Meksika<br />
krizi bir aşırı tüketim, Asya krizi de bir aşırı yatırım krizi özelliği<br />
taşımaktadır. Ancak bazı ortak özellikleri paylaştıkları görülmektedirHer<br />
üçü de, temel makro ekonomik değişkenlerdeki sorunlardan değil, daha<br />
çok sabit, yarı-sabit <strong>ve</strong> ortak bir para birimine bağlı döviz kuru<br />
sistemlerinden <strong>ve</strong> yoğun sermaye giriş/çıkışlarından kaynaklanmıştır.<br />
Ancak faktörlerin şiddetleri <strong>ve</strong> ortaya çıkış biçimleri oldukça farklıdır.<br />
Meksika <strong>ve</strong> Asya'da bu faktörlere ilavaten bankacılık kesimi sorunları<br />
önemli rol oynamıştır.Her üçünde de kendikendini yaratan beklentiler süreci<br />
etkili olmuştur. Rusya <strong>ve</strong> Brezilya Krizlerinde ise, hakim etken<br />
makroekonomik temellerdeki bozukluklardır. Türkiye Krizinde ise sözü<br />
geçen bütün etkenlerin krizde önemli payı olmuştur. Şimdi bu <strong>krizler</strong>i tek tek<br />
inceleyelim.
4.1. ERM Krizi (1992-1993)<br />
Avrupa Para Sistemi, temeli döviz kuru mekanizması olan bir parasal<br />
istikrar çerçe<strong>ve</strong>sini oluşturmak için 1979 yılında hayata geçirildi. Üye ülkeler<br />
arasında enflasyon oranlarını yakınlaştırmak amacını taşıyordu. 1988'de 7<br />
üye ülke paralarını ayarlanabilir sabit kur sistemiyle Alman markına (DM)<br />
bağladılar. Her üye ülkenin dalgalanma marjı +/-%2.5'du. Zaten 1987'nin<br />
başından itibaren üye ülkeler (Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika,<br />
Danimarka, Lüksenburg <strong>ve</strong> İtalya ) arasında döviz kurları, faiz oranları <strong>ve</strong><br />
enflasyon oranları farklılıkları hızla azalmıştı. Sisteme 1989'da İspanya,<br />
1990'da İngiltere <strong>ve</strong> 1992'de Portekiz +/-%6 geniş marjıyla dahil oldular.<br />
Döviz kuru istikrarının süreceğine olan inanç, bu ülkelere yönelik yabancı<br />
sermaya akımlarını hızlandırdı. Özellikle sisteme sonradan dahil olan <strong>ve</strong><br />
1987'den beri yüksek büyümeli <strong>ve</strong> nispeten yüksek enflasyonlu olan<br />
ülkelerde (İngiltere, İspanya <strong>ve</strong> İtalya), sıkı para politikalan faiz oranlarını<br />
diğer ERM ülkelerinden farklı kılıyordu. Bu yüksek faiz oranları da yabancı<br />
sermayeyi cezbediyordu. Bu ülkelerdeki faiz oranlan Almanya'dan yüksek<br />
olduğu için, Almanya'dan borçlanıp bu ülkelerde yatırım yapmak karlı<br />
oluyordu. Kabaca akan sermayenin 300 milyar $ olduğu tahmin ediliyordu<br />
(Solomon, 1999:59). Sermaye akımı bu ülkelerin paralarını aşırı değerli<br />
hale getirip cari dengelerini bozmaya başlıyordu.<br />
Almanya'nın 1990 Ekiminde Doğu Almanya ile birleşmesinden sonra<br />
politikalarında değişiklikler başlamıştır. Doğu Almanya'ya yapılan transfer<br />
harcamaları nedeniyle bütçe açıkları hızla artarken biryandan da sıkı para<br />
politikaları sürdürülmeye çalışıldı. Bu dönemde Almanya'da hem büyüme<br />
arttı (1989'da %3.6, 1990'da %5.7, 1991'de %5); hem enflasyon yükseldi<br />
(1989'da %5.2'den 1992'de %8.72ye); hem de faiz oranları (1988'de<br />
%6.6'dan %9.2'ye) arttı (Solomon, 1999:60). Faiz oranlan, Japonya <strong>ve</strong><br />
ABD'de ise %5'ti. Alman markı özellikle dolara karşı değer kazandı (1980-<br />
1992 arasında %30). Cari açıklar arttı. Bundesbank bu durumdan rahatsız<br />
değildi, ancak diğer EMS ülkeleriyle anlaşması gerekiyordu. Hernekadar,<br />
DM diğer ERM paralarına göre nominal olarak değer kazanmasa da,<br />
Almanyadaki enflasyonun daha yüksek olması nedeniyle DM reel olarak<br />
değer kazanmıştı. Bu durumda diğer EMS ülkelerinin devalüasyon yaparak<br />
<strong>ve</strong>ya daha deflasyonist politikalara yönelerek tepki göstermeleri gerekirken,<br />
enflasyonun <strong>ve</strong> işsizliğin artması korkusuyla bu politikalara yönelmeyip kuru<br />
tutmayı sürdürdükleri görülmektedir. Bu durumda ülkelerin birbirleri<br />
arasında para politikalarının hedefleri açısından çelişkiler olduğu ortaya<br />
çıkmıştır. Bunun ötesinde Maastricht Anlaşması gereği, Avrupa Para<br />
Birliğine giren ülkelerin ikiyil devalüasyon yapamayacakları şartı ile,<br />
Anlaşma gereği sermaye hareketlerinin sınırlandırılamaması da sıkıntı<br />
yaratıyordu.
1992'de Danimarka'da Maastricht Anlaşmasının referandumda reddi ,<br />
Fransa'da ise sonucun belirsiz kalması istikrarsızlığı arttırdı. Bunlara<br />
ila<strong>ve</strong>ten Almanya'nın 1992'de Iskonto oranlarını %8'den % 8.75'e<br />
yükseltmesi de beklenmedik bir etki yarattı. ERM nin gü<strong>ve</strong>nilirliği <strong>ve</strong><br />
ülkelerin kurlarını tutmaları nedeniyle Ağustosa kadar bir patlama<br />
ertelendiyse de, özellikle İtalya <strong>ve</strong> İngiltere'de döviz rezervleri eridi. İngiltere<br />
"kara çarşamba" günü tüm döviz rezervlerini kaybetmişti. Eylülde<br />
Finlandiya parasını dalgalanmaya bıraktı. 16 Eylülde İngiltere ERM'den<br />
çekildi. Almanya faiz oranlarını düşürdüğünü ilan etse de dalgalanmalar <strong>ve</strong><br />
devalüasyonlar sürdü: Peseta önce %5 sonra tekrar %6 devalüe edildi.<br />
Ağustos 1993'de EMS'deki para bandı %5'ten (+,-%2.5) %30'a (+,-%15)<br />
genişletildi (Bustelo,2000).<br />
Sonuç olarak ERM Krizini yaratan etkenler kısaca şöyle toparlanabilir:<br />
Özellikle ABD faiz oranlarına göre yüksek olan Avrupa ülkeleri faiz<br />
oranlarının yabancı sermayeyi bu istikrarlı bölgeye çekmesi, ülke<br />
paralarının aşırı değerlenmesi <strong>ve</strong> cari açıkların artması en önemli<br />
faktördür. İkincisi, Avrupa ülkelerinde krizden önce uygulanan nispeten<br />
gevşek maliye politikasıyla sıkı para politikasının sonuçlarının <strong>ve</strong>rimli<br />
olmamasıdır: Cari açıkları finanse etmede gerekli olan yabancı sermayeyi<br />
çekmek için yüksek tutulan faiz oranları yatırım <strong>ve</strong> iş yaratmayı engellemiş<br />
<strong>ve</strong> daha sonra resesyona yolaçmıştır. Ayrıca paralarını DM'a bağlayan<br />
diğer Avrupa ülkelerini de Almanya'nın bu sıkı para politikalarına<br />
uyumlaşma zorunda bırakarak onları da resesyona itmiştir.Bütün bu<br />
faktörlere göre ERM Krizi, sabitienmiş döviz kurunun, aşırı değerli<br />
paraların, <strong>finansal</strong> liberalizasyonun, çelişkili politikaların <strong>ve</strong> uluslar arası<br />
sermaye piyasalarındaki spekülatif davranışların bir sonucu olarak oluşan<br />
bir para krizidir (Bustelo,2000).<br />
4.2. Meksika Krizi (1994-1995)<br />
Meksika 1980'lerin ilk yarısı yaşadığı borç krizinden sonra, Brady<br />
Planı çerçe<strong>ve</strong>sinde, diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi, 1980'lerin<br />
ortalarından itibaren çok sayıda yapısal, ekonomik <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> reformlar<br />
yapmış;Salinas iktidarı döneminde dışa açılma, özelleştirme gibi reformları<br />
hızlandırmış; GATT'a katılıp OECD'nin üyesi olmuş; Kanada <strong>ve</strong> ABD ile<br />
Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasını şekillendirmişti. Bu olumlu<br />
deneyimler, Meksika'yı hem uluslar arası piyasalara önemli miktar tahvil<br />
ihraç eden hem de portföy yatırımlarını en çok çeken ülkelerden biri<br />
konumuna getirmişti.<br />
Aralık 1988'de dolara bağlanmış sabit kur politikasına dayalı <strong>ve</strong> IMF<br />
destekli yeni bir istikrar/dezenflasyon politikasını devreye sokmuştu. 1989<br />
Ocak ayından Kasım 1991'e ka^ar üç y:l önceden belirlenmiş oranda<br />
devalüasyon yapılıyordu. Enflasyon ataletini <strong>ve</strong> beklentilerini kırmak için<br />
32
devalüasyon oranı, enflasyon oranının altında tutuluyordu. Kasım 1991'den<br />
itibaren sistemi biraz daha esnek kılmak için taban <strong>ve</strong> tavanı belli bir<br />
asimetrik bant saptandı. 1993 Ekimine kadar dolar/peso paritesi oldukça<br />
istikrarlıydı (Edwards, 1998:682). Her ne kadar nominal kur belirlenen<br />
oranda değer kaybediyorsa da, enflasyon oranı, nominal döviz kuru değer<br />
kaybını aştığı için peso reel olarak değerleniyordu. Ancak enflasyon oranı<br />
da 1990-93 arasında %100'den %56'ya gerilemiş, ekonomi bu dönemde<br />
ortalama %3 büyümüştü. Enflasyon oranı düşse de halen ABD'ye göre çok<br />
yüksekti <strong>ve</strong> peso 1990-1993 arasında dolara karşı değer kazanmıştı. Bu<br />
durum cari hesap açığını artırdı. 1990'da 7,5 milyar $ olan açık, 1994'te 29,5<br />
milyar $ olmuştu. Bu GSMH'nın % 7 'sini oluşturuyordu (Tomita, 2000).<br />
Öte yandan bütçe açıklarında azalma olsa da, bütçe dışı fonlar<br />
GSMH'nın %5'ine yükselmişti. Para politikası ise karmaşıktı: Sıkı bir para<br />
politikası ile Mı artış oranı 1993'te % 17.7'den 1994'te %5.7'ye<br />
düşürülmüştü. Buna karşılık iç krediler hızla artıyordu. Giren yabancı<br />
sermaye ülkede tüketim kredilerini <strong>ve</strong> tüketim harcamalannı kamçıladı.<br />
Kurun istikrarı, enflasyon oranının düşmesi <strong>ve</strong> faiz gelirlerinin cazip<br />
olması yabancı portföy yatırımlarını Meksika'ya çekiyordu. Meksika da cari<br />
açıklarını sermaye girişleriyle kolayca finanse ediyordu. Meksika'nın<br />
yabancı döviz rezervleri 1990'da 9.4 milyar $' dan 1994'te 25.7 milyar $'a<br />
çıktı (Edwards, 1999 ).<br />
Aslında 1994 başında bazı kriz sinyalleri görülür hale gelmişti.<br />
Pesoya bağlı piyasa enstrümanlarını (CETES) ihraç etmek gittikçe<br />
güçleşiyordu. Onun yerine hükümet dolara endeksli kamu<br />
kağıtları(tesobonos) ihraç etmeye başladı. Ayrıca özel şirketler de dolara<br />
endeksli finansman kağıtları çıkardılar. Bu artan miktarda tesobonos<br />
ihracı, yatırımcılarda pesonun yakında devalüe edileceği beklentisi yarattı.<br />
Meksika bankaları bu kağıtları satın alıp, ABD bankalarından dolar<br />
borçlanmak için teminat olarak kullandılar.Bu sinyallerin yanısıra. Ekim<br />
1993'ten itibaren para politikasını sıkılaştırmaya başlayan ABD'nin1994<br />
şubatında başlayarak aşamalı olarak faiz oranlarını yükseltmesi de<br />
Meksika'ya giren yabancı sermayeyi azaltmaya başladı.<br />
Nisan 1994'te Dornbusch <strong>ve</strong> Werner, Brooking Papers on Economic<br />
Activity'de yayınladıkları makalede, Meksika'nın pesoyu %20 devalüe<br />
etmesini <strong>ve</strong> yeni bir Pacto'yu öneriyorlardı. Eğer yeni bir Pacto mümkün<br />
değilse, peso dalgalanmaya bırakılmalıydı. Ancak 1994 seçim yılıydı.<br />
Seçim iktisat politikası tedbirlerini etkiledi; Kamu açıklarını azaltmak için<br />
gerekli olan sıkı maliye <strong>ve</strong> kredi politikaları rafa kaldırıldı; tek yapılan şey,<br />
kurun bandın en alt sınırına düşmesine izin <strong>ve</strong>rilmesiydi. Ayrıca seçim<br />
öncesi politik istikrarsızlıklar şiddetlendi. Gerçekleşen siyasi suikastler<br />
politik belirsizliği arttırınca sermaye çıkışlar: arttı <strong>ve</strong> döviz rezervleri hızla<br />
33
eridi. 1994 Ocağında 29 milyar $ olan döviz rezervi Nisan -Ekim arasında16<br />
milyar $ <strong>ve</strong> Aralıkta da 6 milyar $ oldu (Bustelo, 2000). IMF 'y^ göre,<br />
devalüasyon öncesi bu sermaye çıkışı <strong>ve</strong> döviz rezen/ erimesi yabancı<br />
yatırımcıların kaçışından çok Meksika vatandaşlarının spekülatif pozisyon<br />
almalarıdan kaynaklanıyordu (Tomita, 2000).<br />
Sonuçta peso % 15 devalüe edildi. Ortamı istikrarlı hale getirecek<br />
yeni bir programın olmamasından <strong>ve</strong> 6 milyar $'a düşmüş bir rezerv<br />
miktarının tesobonos borçlarını bile karşılayamayacağı düşünüldüğünden,<br />
piyasa bu devalüasyonu yetersiz buluyordu. Sonuçta Ekim 1994'te peso<br />
dalgalanmaya bırakıldı. Borsa çöktü; faiz oranları yükseldi. Meksika bir<br />
ikilemle karşılaştı: Faiz oranlarını yükseltmemek pesonun düşüşünü<br />
hızlandırıp yabancı döviz cinsinden borçları ödemeyi zorlaştırırken,<br />
oranların yükselmesi de bankacılık sistemini daha da zayıflatıyordu.<br />
Meksika'da 1992'de bankacılık kesiminde özelleştirme tamamlanmış;<br />
çoğunluğu büyük holdinglere satılmış olan bankalar bankacılığı bilmedikleri<br />
gibi, liberalizasyon sonrası yapılan deregülasyonlarla da ihtiyatsız bir<br />
bankacılık devreye girmişti: Bankaların zorunlu rezerv gerekleri<br />
düşürülmüş, <strong>finansal</strong> sisteme giriş engelleri <strong>ve</strong> borçla finansman sınırları<br />
gevşetilmişti. Bu nedenlerle bankaların risk yapısı <strong>ve</strong> riskli krediler artmış;<br />
kredilerin çoğu tüketim,konut <strong>ve</strong> ipotek kredileri olmuştu (Edwards,<br />
1999:289).<br />
Meksika'daki kriz yayılma etkisi yarattı (Tekila Etkisi). Krizin<br />
yansımaları en şiddetli olarak, Arjantin <strong>ve</strong> Brezilya'da hissedildi. ABD'deki<br />
bankalar krizin ardından bu ülkelerde de yatırımlarını azalttılar.<br />
Arjantin'de1991'de başlayan <strong>ve</strong> Para Kuruluna dayalı bir istikrar politikası<br />
uygulanıyordu. Bu politika gereği ülke içindeki para miktan ancak ülkeye<br />
giren döviz miktarına bağlı olarak artabildiğinden <strong>ve</strong> bu durumda girişler de<br />
azaldığından, faiz oranları aşın şekilde arttı <strong>ve</strong> ülke resesyona girdi.<br />
Brezilya'da da borsa düştü <strong>ve</strong> uluslar arası rezervler 1/4 oranında azaldı.<br />
Meks-ika kriziyle birlikte <strong>krizler</strong>le ilgili önemli dersler çıkarılmıştı:<br />
-Sabit <strong>ve</strong>ya yarı sabit kura dayalı istikrar politikalarının ilk etkileri<br />
olumlu olsa da, orta /uzun vadede aşırı değerli döviz kuru yaratarak cari<br />
açıklara yol açtığı,<br />
-Geniş cari açıkları kısa vadeli yabancı sermaye ile finanse etmenin<br />
ciddi sorunlar yarattığı,<br />
-Portföy yatırımlarının, kısa vadeli sermaye akımlarının aşırı şekilde<br />
değişken <strong>ve</strong> istikrar bozucu olduğu,<br />
-Bankaların denetim <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>inin yapılma gereği:Zayıf<br />
bankacılık, krizin yayılmasına yol açtığı gibi. Merkez Bankasının kriz<br />
zamanında faiz oranları silahını kullantjıasını da engellediği,
-Finansal işlemlerdeki şeffaflığın yatırımcıların gü<strong>ve</strong>nini tesis etmede<br />
çok önemli rolü olduğu.<br />
Bütün bu derslere rağmen, 1997-98'de uluslararası piyasaları vuran<br />
Asya krizinde de yukarda sayılan sorunların çoğu mevcuttu. Yeterince ders<br />
alınmadığı gibi, pek çok yatırımcı, bilim adamı, borç değerleme ajanları <strong>ve</strong><br />
kriz uzmanları da ekonomik temelleri sağlam görünen Asya ülkelerinde bir<br />
kriz beklemiyordu.<br />
4.3. Asya Krizi (1997-1998)<br />
1990-1996 arasında Asya-5 (Endonezya, Malezya, Filipinler, Güney<br />
Kore <strong>ve</strong> Tayland) Ülkelerinin tümünde, geleneksel içsel <strong>ve</strong> dışsal<br />
makroekonomik koşullarda görünürde bir rahatsızlık yoktu. İç cephede<br />
bütçe fazlaları( ya da 1990-1994 arası Filipinler <strong>ve</strong> Malezya'da olduğu gibi<br />
çok düşük kamu açıklan); (Filipinler <strong>ve</strong> Endonezya'da bazı yıllar %12-<br />
%18'e çıkmakla birlikte) genel olarak tek haneli ılımlı bir enflasyon,<br />
(GSYlH'nın %30'unu aşan) yüksek yatırım <strong>ve</strong> tasarruf oranları; yüksek<br />
büyüme hızları (Asya-5'in ortalaması %8); (1990-1996 arasında GSYlH'nın<br />
%6'sını aşan <strong>ve</strong> tüketimden çok yatırımları finanse eden) yüksek <strong>ve</strong><br />
sürdürülebilir net sermaye girişi; düşük işsizlik oranları (Malezya'da %3'den<br />
düşük, Kore; Tayland <strong>ve</strong> Endonezya'da %4, Filipinler'de %7).<br />
Uluslararası koşullara baktığımızda ise ABD <strong>ve</strong> Japonya'da faiz<br />
oranları düşük, Japonya hariç gelişmiş ülkelerde büyüme oranları yüksekti.<br />
Dünya mal piyasaları istikrarlı iken, dünya ticaret hacmi de büyüyordu.<br />
Sonuç olarak hiçbir geleneksel makroekonomik temeller(göstergeler) bir<br />
kriz olacağının işaretini <strong>ve</strong>rmiyordu (Veriler için Bkz. Edwards, 1999,<br />
Bustelo, 2000).<br />
Bütün olumlu görünen iç <strong>ve</strong> dış faktörlere rağmen önce Tayland'da<br />
başlayan "ikiz kriz" (twin crises), hızla bölgedeki diğer ülkelere (özellikle<br />
Asya-5 ülkelerine) yayıldı. Kısaca kronolojik sırayla olaylar şöyle gelişti:<br />
1989 sonrasında dar bir bantta (1$=B25-25.5) dolara bağlanan<br />
Tayland parası bahtla ilgili olarak, 1996'n!n sonunda ihracattaki düşme,<br />
cari açıklardaki artma, şişen gayri-menkul fiyatlarının düşmeye başlaması<br />
<strong>ve</strong> bazı fınans şirketlerinin zor duruma düşmesiyle devalüasyon beklentisi<br />
arttı. Merkez Bankası'nın kuru tutma girişimi için piyasaya yaptığı yoğun<br />
müdahaleler <strong>ve</strong> şirketleri desteklemek için likidite <strong>ve</strong>rmesi, sermayenin<br />
kaçmasına <strong>ve</strong> uluslar arası rezerv kayıplarına yol açtı. 1997 Temmuz'unda<br />
sabit kur kaldırılıp baht devalüe edildi. Bahtın devalüasyonu Güney Doğu<br />
Asya bölgesinde <strong>finansal</strong> panik yarattı. Bahtın devalüasyonundan sonra<br />
Filipinler pesonun dalgalanmasına izin <strong>ve</strong>rdi(11 Temmuz 1997). Malezya<br />
da ringgit'in sabitlenmesini kaldırdı(14 Temmuz). IMF; Tayland'la 14<br />
35
Ağustos'ta anlaşma paketini imzaladığında Endonezya da rupiah'ı<br />
dalgalanmaya bıraktı. Döviz piyasası baskısı nedeniyle Tayvan da Yeni<br />
tayvan dolarını 17 Ekimde dalgalanmaya bıraktı. Hong Kong para kurulunu<br />
savunmak için faiz oranlarını yükseltti. Bu Heng Seng indeksinde keskin bir<br />
düşüş yarattı. IMF'nin Endonezya'ya yardım paketinden sonra da<br />
rupiah'taki değer kaybı sürdü.Güney Kore de para bandını genişletip<br />
aralıkta IMF ile 35 milyar$'lık yardım anlaşması yaptıktan sonra bandı<br />
kaldırarak won'u dalgalanmaya bıraktı (Tomita, 2000).<br />
Kriz öncesinde bu ülkelerin hepsinde ortak bazı semptomlar<br />
görülmektedir: Cari açıklar, aşın değerli reel döviz kuru, ihracat artışında<br />
düşüşler, aşırı borçlanma, kredi artışı <strong>ve</strong> aktif fiyatlarında bir balon, kısa<br />
vadeli yükümlülüklerde aşırı artışlar, borçlanma <strong>ve</strong> krediler arasında nakit<br />
<strong>ve</strong> vade uyumsuzluklan (currency and maturity mistmaches), dönmeyenkredilerde<br />
artış, banka <strong>ve</strong> şirket bilançolarında bozulma <strong>ve</strong> özellikle<br />
şirketlerde düşük sermaye/aktif oranları (high le<strong>ve</strong>rage); bu ekonomilerin<br />
hemen hepsinde, aynı şiddette olmaca da kırılganlığı artıran temel<br />
semptomlar olarak görülmektedir.<br />
Bu semptomları yaratan temel nedenleri ise şöyle sıralayabiliriz:<br />
ilk neden, kısa vadeli global özel sermaye akımlarına yol açan<br />
liberalizasyon politikalarıdır. Doğu Asya ülkeleri, 1990'lardan itibaren hem<br />
deregülasyonu hem de sermaye hesaplarını dışa açmayı içeren hızlı bir<br />
<strong>finansal</strong> liberalizasyon sürecine girdiler. Ancak bu liberalizasyon kısmi <strong>ve</strong><br />
sağlıksızdı(ill-sequenced). Finansal sektöre giriş engelleri, şirketlerin<br />
borçlanmayla finansmanına ilişkin sınırlar, faiz oranları <strong>ve</strong> borçlar<br />
üzerindeki düzenleyici kurallar kaldırıldı. Buna karşılık doğrudan yabancı<br />
sermaye yatırımlarının girişinde <strong>ve</strong> bankacılık sektöründe yabancıların mülk<br />
edinmesi konusundaki sınırlamalar sürdürülmüştür. Bu konudaki ihtiyatlılık,<br />
kısa vadeli portföy fonlarının girişinde gösterilmemiştir. Ancak yine de ülke<br />
uygulamalannda farklılıklar vardır: Endonezya, sermaye kontrollerini en<br />
erken kaldıran, kısa vadeli sermaye girişlerine izin <strong>ve</strong>ren ülke olmuştur.<br />
Tayland 1993'de yabancı sermayeyi çekmeye yardımcı olmak için bir<br />
hükümet kurumu (BİBF) oluşturmuştur. Malezya, kısa vadeli sermaye<br />
hareketlerine uyguladığı bazı kontrolleri sürdürmüştür. Kore ise istisnai<br />
olarak, en, azından kağıt üstünde, uzunca bir süre kısa vadeli yabancı<br />
sermayeye karşı kuşkuculuğunu sürdürse de, OECD'ye katılmak için<br />
yaptığı müzakarelerde bu gönülsüzlüğünü devam ettirememiş <strong>ve</strong> uluslar<br />
arası bankalardan kısa vadeli olarak yoğun şekilde borçlanmaya izin<br />
<strong>ve</strong>rmiştir. 1996'nın sonuna kadar OECD bankalarından aldığı borç 67<br />
milyar $'dı; bunun 50 milyar $'lık kısmının vadesi bir yıldan azdı. Kore'nin<br />
ileri ülkelerden aldığı kısa vadeli banka borçları, uluslar arası rezervlerinin<br />
iki katı olmuştur (Endonezya'da bu oran 1.2; Malezya'da 0.61; Filipinler'de<br />
0.S5 <strong>ve</strong> Tayland'da 1.45'di)(Edwards, 1999:287). Yabancı para cinsinden<br />
alınan bu kısa vadeli borçlar, bankacılık sektöründeki rekabetle birleşince
aşırı bir kredi artışına dönüştü. Aşırı borçlanmayla birlikte ortaya çıkan kredi<br />
patlaması iç piyasada dış ticarete açık olmayan(non-tradable) sektörde<br />
aşırı yatırıma yöneldi. Bu da bu sektörlerdeki aktif fiyatlarında bir fiyat<br />
balonu oluşturdu (Tayland'da inşaat <strong>ve</strong> gayrimenkul sektörüne, Kore'de de<br />
etkinsiz imalat sektörüne (cheabol şirketlere) aktı. Dışandan yabancı para<br />
cinsinden kısa vadeli <strong>ve</strong> düşük faizle borç alıp, bunu yüksek faizle borç<br />
<strong>ve</strong>rmek, bankalar için karlı oluyordu. Ancak bu durum hem vade, hem de<br />
nakit uyumsuzluğu sorununun (maturity and currency mismatches)<br />
yanısıra, kısa dönemli borçlann birikmesine yol açtı.<br />
1990-1997 Arasında özel sektöre açılan banka kredilehnin ortalama<br />
yıllık artış oranları Tablol.2' de görülmektedir. Bu oranlar Meksika'da %5.2,<br />
Brezilya'da %2.3^idi (Edwards, 1999:333; Bustelo, 2000).<br />
Tablo 1.2 :<br />
Asya'da Özel Sektöre Açılan Banka Kredileri (Yıllık % Artış), 1991-97<br />
Ekonomi 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997<br />
Kore 20,78 12,55 12,94 20,08 15,45 20,01 21,95<br />
Endonezya 17,82 12,29 25,48 22,97 22,57 21,45 46,42<br />
Malezya 20,58 10,79 10,80 16,04 30,65 25,77 26,96<br />
Filipinler 7,33 24,66 40,74 26,52 45,39 48,72 28,79<br />
Singapur 12,41 9,77 15,15 15,25 20,26 15,82 1,68<br />
Tayland 20,45 20,52 24,03 30,26 23,76 14,63 19,80<br />
Çin 19,76 20,84 43,52 24,58 24,23 24,68 20,96<br />
Tayvan(Çin) 21,25 28,70 19,46 16,18 10,00 6,00 8.92<br />
Hong Kong n.a. 10,17 20,15 19,94 10,99 15,75 20,10<br />
Kaynak:Edwards, 1999:333<br />
Asya ülkelerindeki bankaların yabancı para yükümlülüklerinin GSYlH'a<br />
oranı ise 1993'den 1997'ye Tayland'da %11'den %27'ye; Filipinler'de<br />
%6'dan %17'ye; Güney Kore'de %4'den %'a yükseldi (yüksek yabancı para<br />
risk limiti). Ayrıca gayrimenkul risk limiti de yüksekti: Gayrimenkul<br />
piyasalarına yönelen borçlar Tayland <strong>ve</strong> Malezya'da toplam borçların %30-<br />
40'ına ulaşmıştı.<br />
Zamansız-sıralamasına dikkat edilmeksizin liberalizasyona geçişle<br />
başlayan bu kısa vadeli kredi boom'u, içerden borç almaya göre daha karlı<br />
olan yabancı fon talebinin artmasısonucunda ortaya çıkmıştır.<br />
İkinci önemli etken, liberalizasyon dışında yabancı kredi patlamasına<br />
yol açan bir dizi makro <strong>ve</strong> mikroekonomik politika uygulamalarıdır. Adeta bu<br />
uygulamalarla bir tersine teşvik yapısı oluşmuştur.
Bunların başında döviz cinsinden borçlanmayı risksiz hale getiren fiili<br />
sabit ya da yarı-sabit döviz kuru <strong>düzenlemeler</strong>i gelmektedir. Sabit döviz<br />
kuru politikaları, bir yandan döviz riskini en aza indirgeyerek dövizle<br />
borçlanmayı teşvik etmiştir. Öte yandan da yoğun döviz girişleriyle birleşen<br />
(doları çapa olarak kabul eden) sabit kur politikası, bu ülkelerde zaman<br />
içinde ülke paralarının aşırı değerli hale gelmesine <strong>ve</strong> ödemeler açığı<br />
sorununa yolaçmıştır. Özellikle 1995'den itibaren doların yene karşı değer<br />
kazanmaya başlamasıyla (1995'de 1$=85 yen iken. Nisan 1997'de 127 <strong>ve</strong><br />
Aralık 1997'de 135 yene çıkmasıyla). Ülkelerin paralarındaki değerlenme<br />
artmış, Japonya karşısında rekabet güçlerini kaybedip ihracatları<br />
gerilemeye <strong>ve</strong> cari açıkları artmaya başlamıştır: İhracat artış oranları<br />
Tayland'da 1995'de %25'iken 1996'da %-1.3'e, Kore'de %30.3'den %5.3'e<br />
<strong>ve</strong> Malezya'da %26'dan %6.7'ye gerilemiştir (Bustelo, 2000).<br />
Asya ülkelerinin paralarının aşırı değerlenmesiyle ilgili çok sayıda<br />
tahmin yapılmıştır: Redelet <strong>ve</strong> Sachs (1998)'e göre. Aralık 1990 <strong>ve</strong> Mart<br />
1997 arasında bu ülkelerin paralarının reel anlamda değerlenme oranları<br />
sırasıyla şöyledir: Filipinler'de %47, Malezya'da %28, Endonezya <strong>ve</strong><br />
Tayland'da %25 <strong>ve</strong> Güney Kore'de %11 (Bkz. Bustelo,2000 ; Edwards,<br />
1999).<br />
Tablo 1.3 : Reel Döviz Kurları 1990-97<br />
Ekonomi 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997<br />
Kore<br />
Endonezya<br />
Malezya<br />
Filipinler<br />
Singapur<br />
Tayland<br />
Tayvan<br />
96,0<br />
97,40<br />
97,0<br />
92,40<br />
101,20<br />
102,20<br />
99,70<br />
91,5<br />
99,60<br />
96,90<br />
103,10<br />
105,70<br />
99,0<br />
103,90<br />
87,7<br />
100,80<br />
109,70<br />
107,10<br />
106,00<br />
99,70<br />
108,50<br />
Hong Kong 96,50 95,70 95,70<br />
Kaynak:Edwards, 1999:<br />
85,20<br />
103,80<br />
111,0<br />
97,40<br />
108,60<br />
101,90<br />
116,0<br />
91,40<br />
84,70<br />
101,00<br />
107,10<br />
111,70<br />
111,90<br />
98,30<br />
114,50<br />
92,60<br />
87,70<br />
100,50<br />
106,90<br />
109,60<br />
112,70<br />
101,70<br />
116,0<br />
90,40<br />
Tablo 1.4 :Asya Ülkelerinde Cari İşleml^^^^^^^^ 1990-97<br />
87,20<br />
105,40<br />
112,10<br />
116,40<br />
118,20<br />
107,60<br />
125,80<br />
89,60<br />
58,60<br />
62,40<br />
84,90<br />
90,90<br />
114,40<br />
72,40<br />
138,40<br />
89,20<br />
Ekonomi 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997<br />
Kore -0,69 -2,83 -1,28 0,30 -1,02 -1,86 -4,75 -1,85<br />
Endonezya -2,82 -3,65 -2,17 -1,33 -1,58 -3,18 -3,37 -2,24<br />
Malezya -2,03 -8,69 -3,74 -4,66 -6,24 -8,43 -4,89 -4,85<br />
Filipinler -6,08 -2,28 -1,89 -5,55 -4,60 -2,67 -4,77 -5,23<br />
Singapur 8,33 11,29 11,38 7,57 16,12 16,81 15,65 15,37<br />
Tayland -8,50 -7,71 -5,66 -5,08 -5,60 -8,06 -8,10 -1,90<br />
Çin 3,09 3,27 1,33 -1,94 1,26 0,23 0,87 3,24<br />
Tayvan(çin) 4,74 4,39 1,69 1,6 1,66 1,61 3,45 2,35<br />
Kaynak: Edwards,1999:284<br />
Makroekonomik politikalar çerçe<strong>ve</strong>sinde ikinci faktör, hükümetlerin<br />
<strong>finansal</strong> kurumları risk almaya yüreklendirecek şekilde açık <strong>ve</strong> gizli<br />
garantiler <strong>ve</strong>rmesi olmuştur. Bunların başında sağlam <strong>ve</strong> ihtiyatlı olmayan
egülasyon <strong>ve</strong> denetim-gözetim uygulamaları gelmektedir. Açık ya da zımni<br />
mevduat sigorta garantileri, düşük sermaye yeterlilik oranları, yüksek yasal<br />
borçlanma limitleri, <strong>finansal</strong> kurumları aşırı risk almaya <strong>ve</strong> kredilerini<br />
artırmaya, şirketleri de aşırı borçlanmaya itmiştir. Bütün bu etkenler ilerki<br />
bölümde üzerinde duracağımız yanlış seçim, ahlaki risk <strong>ve</strong> asimetrik bilgi<br />
problemlerini beslemiştir. Bu bağlamda geri-dönmeyen borçlar aşırı şekilde<br />
artmıştır (Bkz. Edwards, 1999).<br />
ülke (%)<br />
Kore 8,0<br />
Endonezya 13,0<br />
Malezya 10,0<br />
Filipinler 14,0<br />
Singapur 4,0<br />
Tayland 13,0<br />
Hong Kong 3,0<br />
Çir 14,0<br />
Tayvan 4,0<br />
Kynak:Edwards,1999:291<br />
Ayrıca yüksek iç borçlanma maliyetleri <strong>ve</strong> dışarıdan borçlanmayı<br />
teşvik eden piyasa segmentasyonu da kısa vadeli borçların patlamasını<br />
teşvik eden bir politika olmuştur. Piyasa içinden borçlanmak, kıyıbankacılığından<br />
borçlanmaktan çok daha pahalıydı (Kawai vd.,2001).<br />
Önemli bir mikroiktisadi sorun ise, şeffaf olmayan bir ortamda <strong>ve</strong><br />
zayıf/yetersiz bir düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetim (regülasyon/süpervizyon)<br />
ortamında <strong>finansal</strong> kurumlann <strong>ve</strong> reel şirketlerin karşılıklı ilişkilerinde<br />
yatmaktaydı. Asya ülkelerinin çoğunda bankalar kendi gruplarına ait<br />
firmalara kredi <strong>ve</strong>riyorlardı. Riskleh, kredi değerlemeyi, <strong>finansal</strong> raporlamayı<br />
<strong>ve</strong> şeffaflığı yönetecek bir düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetim ortamının<br />
olmadığı bir <strong>finansal</strong> kesim, piyasa disiplinine göre hareket etmeyen,<br />
karlılığı zayıflamış, borç/aktif oranı yüksek düzeylere çıkmış firmaları<br />
finanse ediyorlardı. Bu "crony kapitalizm" olarak adlandırılmaktadır (Perry<br />
<strong>ve</strong> Lederman, 1998:7). Bu da yolsuzluk <strong>ve</strong> dolandırıcılığı beslemektedir<br />
(Letter, 1997:27).<br />
Asya Ülkelerinde bilgi <strong>ve</strong> şeffaflık eksikliği çok barizdir: Bankaların<br />
portföy kalitesi, bilançolarının durumu, hakim şirketlerin borçlarının hacmi<br />
konularında bilgi son derece yetersiz <strong>ve</strong> yanlıştı. Belki bu yüzden<br />
derecelendirme kuruluşlan Güney Doğu Asya Ülkeleririn zayıflık<br />
derecelerini tahminde başarılı olamadılar. Hatta Standart & Poors 1<br />
Ağustos 1997'ye kadar Tayland'ın, 31 aralık 1997'ye kadar Endonezya'nın<br />
ratingini düşürmedi (Edwards, 1999:293).
üzerinde pek durulmayan üçüncü bir etken de , Asya ülkelerinde<br />
ortak bir faktör olarak politik belirsizliğin varlığıdır: Tayland'da 1997<br />
ortalarında kurulan koalisyon zayıftı; Kore'de ilk kez demokratik bir ortamda<br />
muhalefetin zaferi ekonomik politikalara olan ilgiyi ateşlemişti. Problem en<br />
açık Endonezya'daydı (Kawai vd., 2001).<br />
4.4. Rusya Krizi (Ağustos 1998)<br />
17 Ağustos 1998'de Rusya'yı hem devalüasyona hem de bankaların<br />
borçlarını tek taraflı olarak ödeyemeyeceklerini ilan etmeye iten nedenler<br />
içsel <strong>ve</strong> dışsal etkenlerden kaynaklanıyordu.<br />
İçsel etkenlerin başında Krugman(1979) anlamında makroekonomik<br />
temellerdeki kusurlar (özellikle mali açıklar) yatmaktadır. Rusya 1992'den<br />
itibaren piyasa ekonomisine geçiş <strong>ve</strong> özelleştirme çabalarını yavaş da olsa<br />
hayata geçirmeye başlamıştı. 1995 de IMF ile görüşmelere başlayarak Mart<br />
1996'da seçimlerden birkaç ay önce Stand-by anlaşması imzaladı. Buna<br />
göre, yeni hükümet 1995'de %130 olan enflasyon oranını düşürmeyi , bütçe<br />
açıklarını küçültmeyi <strong>ve</strong> bazı yapısal reformlan yapmayı taahhüt ediyordu<br />
(Fischer, 2001). Ancak seçimden sonraki iktidar zayıftı. Sıkı bir para<br />
politikası ile döviz kuru bandını (1$=Rb.4.3-Rb4.9) uygulamaya koyarak<br />
enflasyonu düşürmeyi başardıysa da (enflasyon 1996'da %22'ye<br />
düşmüştü), gevşek bütçe uygulamasını değiştiremedi. Reformcu hükümet<br />
sübvansiyonları azaltmak, <strong>ve</strong>rgi gelirlerini artırmak hedeflerinde<br />
parlamentonun tutucu kararlarına takılarak başarılı olamadı (Desai, 2000:<br />
49). Vergi gelirlerinin artırılamaması hükümeti iç borçlanmaya yöneltti.<br />
Devlet kağıtlarının yıllık getirilen diğer ülkelere göre yüksek olduğundan<br />
(%23-30), yabancı sermaye akımları özellikle Meksika Krizi sonrasında<br />
Rusya'ya yöneldi (Tomita, 2000). Rusya'nın finans kurumları da<br />
portföylerinde devlet tahvillerini artırarak, dışarıdan döviz cinsinden<br />
borçlandılar.<br />
Kısaca, Rusya'nın makroekonomik temelleri açısından durumu, zayıf<br />
bir mali yönetim, yüksek dış borçlanmayla bütünleşmiş sıkı bir para<br />
politikasıyla düşürülen enflasyon ile belirginleşiyordu. Aşırı yüksek dış<br />
borçlanma, herhangi bir kriz beklentisi halinde, sermaye akışını tersine<br />
çevirebilirdi.<br />
Sermaye hareketlerinin serbestliği <strong>ve</strong> sabit kur politikalannın<br />
cesaretlendirdiği ülke içine doğru olan sermaye akımları, 1997'nin<br />
ortalarında tersine dışarıya kaçmaya başladı. Bunun başlıca nedeni Doğu<br />
Asya krizi <strong>ve</strong> petrol fiyatlarının düşmesi sonucunda Rusya'nın ihracat<br />
gelirlerinin azalması <strong>ve</strong> ödemeler dengesi üzerinde baskı yaratmasıydı.<br />
Dışsal şok Rusya'nın ödemeler dengesini vururken, bütçeyi borçlanmayla<br />
finanse eden hükümetin rublenin istikrannı koruma çabası, kamu<br />
40
kağıtlarının değerinin çok düşmesine neden oldu. Ocak 1998'den itibaren<br />
yabancı yatırımcılar, hem kamu kağıtlarını hem de ruble satışlarını<br />
artırdılar. Hükümetin iskonto oranlarını %50'den %150'ye çıkarması bunu<br />
engelleyemedi. Haziran-Temmuz'da dolara indeksli tahviller ihraç<br />
edildi(Tomita,2000). Ayrıca kamu kağıtlarını kullanarak dış bankalardan<br />
borçlanan bankalar, kamu kağıtlarının değeri düştükçe borçlarını<br />
döndüremez hale geldiler <strong>ve</strong> bilanço yapılarının bozulmasıyla karşılaştılar.<br />
Rusya Temmuz 1998'de IMF'den 4.8 milyar $ yardım aldıysa da bu çok<br />
yetersizdi. Rus Hükümeti 17 Ağustos 1998'de rublenin bant aralığını<br />
(1$=Rb6-Rb9.5) düşürdü <strong>ve</strong> özel dış borçları için doksan günlük<br />
moratoryum ilan etti. Bundan sonra Ruble devalüasyonları sürdü. Aralık<br />
sonunda $=18.56Rb oldu.<br />
Rusya 1999'da IMF'le tekrar anlaşma yaptı.Bu gün gelinen noktada<br />
büyüme oranları artıp enflasyon % 10'lara düşmesine rağmen,2000 <strong>ve</strong><br />
2001'de GSMH'nın yüzde 18'ine varan cari fazlalar nedeniyle,artan yabancı<br />
sermaye <strong>ve</strong> rezerv birikimi enflasyonun ari:ması yönünde baskı<br />
oluşturmaktadır. Mali sorunlar <strong>ve</strong> yapısal problemleri ise yerii yerinde<br />
durmaktadır (Fischer, 2000).<br />
4. 5. Brezilya Krizi (1999)<br />
Brezilya da Türkiye gibi, uzun bir dönem enflasyon sorunları yaşamış<br />
bir ülkedir. 1980'lerde borç krizi yaşamış, 1981-1994 arasında yıllık<br />
enflasyon oranı ortalama % 100'ü aşmış, 1993-94 'te hiper enflasyon<br />
(%2700) yaşamış, bu nedenle de çok sayıda başarısızlıkla sonuçlanan<br />
istikrar pogramını devreye sokmuştur: 1986 Cruzado Planı, 1989 Summer<br />
Planı, 1990 Collar Planı <strong>ve</strong> en son 1994 temmuzunda kabul edilen Real<br />
Plan (Cordosa <strong>ve</strong> Helwege,1999).<br />
1990-94 arasında, kamu sektörünü bütün olarak yeniden<br />
yapılandıran, yoğun bir özelleştirme programını devreye sokan <strong>ve</strong> dış<br />
rekabete açılan Brezilya bir yandan da ekonomideki endekslemeyi giderici<br />
pek çok önlem almış, borçları konusundaki moratoryum durumunu IMF ile<br />
görüşmeye başlamıştır. 1990-93 arasında faiz ödemelerini de içeren<br />
operasyonel açığı tamamen ortadan kaldırmış <strong>ve</strong> hatta 1994'te fazlaya<br />
çevirmişti.Bütün bu olumlu gelişmeler sonrasında 1993 sonunda Real planı<br />
devreye girmiştir: Bu plan mali ayariama.parasal reform <strong>ve</strong> kuru çapa<br />
olarak kullanan politikalara dayanıyordu. Real plan enflasyonu hızla kontrol<br />
altına alıp1994'te dört haneli rakamlardan, 1995'te iki hanelilere, 1998'de<br />
ise,%2'den daha aza düşürdü. Büyüme, 1994-97 arasında% 4 arttı.<br />
İthalatta <strong>ve</strong> tüketimde patlama yaşandı. Bundan sonra hükümetler mali <strong>ve</strong><br />
ticari açıklaria <strong>ve</strong> değişken sermaye girişleriyle başa çıkmak için çelişen<br />
politika seçeneklerini denemek zorunda kaldılar.
Sermaye hareketlerini cezbetmek için gerekli yüksek faiz oranları,<br />
kamu borçlarının GSMH 'ya oranını 1995-1999 arasında iki katı arttırdı <strong>ve</strong><br />
bu oran %45'e ulaştı (Fraga,2000). 1998'de seçimler nedeniyle bütçe<br />
açıkları GSMH nın % 8'ine ulaştı.Kamu açıkları, iç borçlarla finanse<br />
edilirken, cari açıklar da sermaye akımlanyla finanse ediliyordu. Sermaye<br />
akımları, aşırı değerli para <strong>ve</strong> geniş cari açıklarla destekleniyordu (Cordosa<br />
<strong>ve</strong> Helw6ge,1999).<br />
1990-94 arasında oluşturulan operasyonel denge, 1995'te kötüleşip<br />
GSMH'nın % 5, 1996 <strong>ve</strong> 97'de ise % 4 açığa dönüştü. Bu artışta. Devlet<br />
bankalannın bütçe açığı benzeri açıklarının <strong>ve</strong> Hazinenin tarımı <strong>ve</strong> ihracatı<br />
destekleyen iki bankanın sermayelerini arttırmasının payı büyüktü.<br />
Real plan altında paranın hızla değerlenmesi 1995 te başladı. 1995-<br />
1998 arasında ortalama reel döviz kuru, bir önceki on yıl ortalamasının<br />
yüzde %30 üzerindeydi. Paranın aşırı değerlenmesinin asıl delili, ihracat<br />
artış hızının1991-94 döneminde ortalama % 11 olmasına karşılık, 1995-<br />
1998 arasında % 4 olmasıydı. Cari açıklar da GSMH'nın % 5'ine ulaşmıştı.<br />
Artan mali açıklar <strong>ve</strong> cari açıklarla beraber, Rusya'daki kriz de<br />
Brezilya'yı etkiledi.1999 başında real dalgalanmaya bırakıldı. Ocakta 1<br />
dolar 1,2 realken. Şubat ayında 2,5 oldu. Aslında sabit kurdan daha ev<strong>ve</strong>l<br />
çıkılması gerekiyordu (Eriş,2001:10).<br />
Brezilya bu krizden sonra, 35 milyar $ dış yardım sağladı. Kısa bir<br />
geçiş döneminden sonra Haziran 1999'da enflasyon hedeflemeye geçildi.<br />
Özetle krize tepki politikası sıkı maliye politikası,enflasyon hedefleme <strong>ve</strong> dış<br />
destekten oluşmaktaydı. Buna göre, enflasyon hedefi1999 için % 8,2000<br />
için % 6 <strong>ve</strong>2001 için %4 'tür (Fraga, 2000).<br />
5. TÜRKİYE 2000-2001 KRİZİ<br />
Gelişmekte olan piyasalara özgü son kriz ise ülkemizin bizzat içinde<br />
yaşamakta olduğu krizdir. Türkiye 1999'un sonunda, bir çeyrek yüzyıldır<br />
yaşadığı yüksek enflasyon sorununu çözmek <strong>ve</strong> özellikle 1990'larda ivme<br />
kazanarak bu enflasyonist süreci besler hale gelen sürdürülemez kamu iç<br />
borçlanma mekanizmasına son <strong>ve</strong>rmek için IMF ile bir Stand by anlaşması<br />
yapıp ciddi <strong>ve</strong> iddialı b^r dezenflasyon/ stabilizasyon süreci başlattı. Ancak,<br />
üç yıla yayılan bu sürecin daha i!k yîlı dolmadan ekonomi beklenmedik<br />
ölçüde önemli <strong>krizler</strong> yaşayınca, bu ilk program iptal edilerek 2001<br />
Mayısında son şeklini alan "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı "başlatıldı.<br />
Biz öncelikle, bu iki programın özelliklerini <strong>ve</strong> yaşanan iki krizin anahatlarını<br />
açıklayıp, ikinci olarak da <strong>krizler</strong>in nedenleri <strong>ve</strong> dinamikleri üzerinde<br />
duracağız. Daha önce çeşitli ülkelerde yaşanan <strong>krizler</strong>i anlatmış olduğumuz<br />
için, Türkiye'deki krizle diğerlerinin farklan <strong>ve</strong> paraleliklerini de vurgulamak<br />
mümkün olacaktır.
5.1. Aralık 1999 İstikrar Programı<br />
Bilindiği gibi, 1999 Aralık ayında IMF ile yapılan Stand-by<br />
anlaşmasından önce, Türkiye 1998 Temmuz ayında başlayan Yakın İzleme<br />
Anlaşmasıyla bütçe, para politikası <strong>ve</strong> yapısal reformları içeren <strong>ve</strong><br />
enflasyonu dizginlemeyi hedefleyen bir yola zaten girmişti. 1998'in ilk<br />
yarısında rezerv parada ilan edilen bir hedef bandıyla, yılın ikinci yarısında<br />
ise Net İç Varlıkları hedefleyen para programıyla Merkez Bankası, kamu<br />
açıklarının hiçbir zaman parasallaştırılmayacağı mesajını <strong>ve</strong>riyordu. Siyasi<br />
otoritenin de bütçe disiplinine dikkat etmesi (özellikle 1999'un ikinci<br />
yarısında) <strong>ve</strong> bazı <strong>ve</strong>rgi kanunlarıyla Tahkim yasasını çıkarması bu<br />
konudaki kararlılığı pekiştirmiştir. 1998'de yıllık enflasyon oranı %68 <strong>ve</strong><br />
1999'da ise %67'ye inmiştir.<br />
9 Aralık 1999'da Uluslararası Para Fonu'na sunulan niyet mektubu ile<br />
başlayan Stabilizasyon Programı ise, yukarıdaki çerçe<strong>ve</strong>nin çok daha<br />
ayrıntılı, teknik <strong>ve</strong> geliştirilmiş bir <strong>ve</strong>rsiyonuydu <strong>ve</strong> çeyrek yüzyıldır ülkenin<br />
kaderi haline gelen enflasyonu düşürme yolunda samimi <strong>ve</strong> üzerinde<br />
düşünülmüş bir niyeti yansıtmaktaydı. Üç yıl sürdürülmesi üzerinde görüş<br />
birliğine varılan anlaşmanın temel amaçları, tüketici enflasyonunu (2000<br />
yılı sonunda %25, 2001 sonunda %12 <strong>ve</strong> 2002'de %7 ye) indirmek, reel faiz<br />
oranlarını makul düzeylere düşürmek, ekonominin büyüme potansiyelini<br />
arttırmak <strong>ve</strong> kaynakların daha etkin <strong>ve</strong> adil dağılımını sağlamak olarak<br />
belirtilmişti. Program üç temel unsura dayanmaktaydı:Kamu sektörü temel<br />
fazlasını mümkün olduğu kadar yüksek tutmak için sıkı bir maliye politikası;<br />
sıkı bir para <strong>ve</strong> döviz kuru politikası; ilk iki politikayı destekleyen tutarlı<br />
gelirler politikaları ile yapısal reformlar.<br />
1999'da GSMH'nın %-2.8'i olan kamu sektörü temel fazlasını, 2000<br />
yılında GSMH'nın %1.5'u olarak tahmin edilen deprem harcamaları hariç,<br />
GSMH'nın %3.7'sine yükseltmek için, kamunun faiz yükünü düşürmek<br />
öncelikli olmaktaydı. Bu amacın gerçekleştirilmesinde 26 Kasım 1999'da<br />
onaylanan <strong>ve</strong>rgi paketinin <strong>ve</strong> deprem nedeniyle devreye girecek olan ek<br />
<strong>ve</strong>rgilerin <strong>ve</strong> yine Eylü! 1999'da yasalaşan sosyal gü<strong>ve</strong>nlik reformunun<br />
olumlu katkılarının yanısıra, personel <strong>ve</strong> diğer cari harcamalardaki<br />
kısıntıların önemi büyük olacaktır. Bunların yanısıra dış borcu iç borç<br />
yerine ikame ederek <strong>ve</strong> kapsamlı bir özelleştirme (GSMH'nın en az<br />
%3.5'una karşı gelen şekilde 7.6 milyar ABD doları gelir getirecek)<br />
programı yaparak da bu amaç desteklenecekti.<br />
Para <strong>ve</strong> döviz kuru politikaları ise, geleceğe dönük belirsizliği<br />
azaltmak için önceden taahhüt edilmiş hedefleri belirleme <strong>ve</strong> bunu<br />
yaparken de gereksiz katılıklara yol açmayacak şekilde esneklik sağlama<br />
<strong>ve</strong> vadeyi önceden saptama ilkelerine dayandırılmıştı. Buna göre,<br />
fiyatlama kararlarını etkilemede çok önemli role sahip olan döviz kurunun<br />
43
"çapa" olarak kullanılması <strong>ve</strong> bu yolla fiyat ayarlamalarının kurdaki<br />
değişime yaklaşmasının sağlanması benimsenmekte <strong>ve</strong> 1 ABD Doları<br />
+0.77 EURO olarak belirlenmiş bir kur sepetinin bir yıllık bir zaman için<br />
önceden ilan edilmesi yolu izlenmişti. Programın ikinci 18 aylık dönemini<br />
kapsayan Temmuz 2001-Aralık 2002 döneminde ise, merkez parité<br />
etrafında simetrik olarak giderek genişleyen bir "band" uygulamaya<br />
sokularak daha esnek bir kura aşamalı geçişin başlayacağı<br />
belirtilmekteydi. Bandın toplam genişliği Aralık 2001 sonunda %7.5'a; 2002<br />
Haziran sonunda %15'e <strong>ve</strong> 2002 Aralık sonunda %22.5'a çıkarılacaktı.<br />
Döviz kuru politikasında olduğu gibi, para politikasında da Yakın<br />
İzleme Anlaşmasının hedefleri sürdürülmekte; temel büyüklük olarak<br />
merkez bankası bilançosundaki Net İç Varlıklar kalemine getirilen "tavan"<br />
limiti sürdürülmekteydi. İlk 18 aylık dönem boyunca, net iç varlıklar,<br />
hedeflenen maksimum değeri (-1.2 trilyon TL) merkez alınarak <strong>ve</strong> bir önceki<br />
üç ayın sonundaki para tabanı büyüklüğünün (+-) yüzde 5'inin belirlediği<br />
paralel bir bant içinde dalgalanmasına izin <strong>ve</strong>rilerek sürdürülecekti. "Net<br />
Uluslararası Rezervler' .(Net dış Varlıklar-Bankalarm Döviz Mevduatları)<br />
kalemi ise, rezervlerin vH'şebileceği minimum seviye (2000 yılı için bu alt<br />
sınır 12 ile 13.5 milyar ABD Doları) ile sınırlandırılmaktaydı. Merkez<br />
Bankasının piyasalar için TL yaratma işlemi ise, belirlenen kurdan getirilen<br />
tüm dövizi almak <strong>ve</strong> istendiğinde piyasaya döviz karşılığı TL likiditesi<br />
<strong>ve</strong>rmek şeklinde gerçekleştirilecekti. Bu uygulama bir nevi Para Kurulu<br />
benzen bir uygulamadır. 2001 yılı ikinci yarısından itibaren aşamalı olarak<br />
esnetilen döviz kuru politikasıyla beraber para politikası da, net iç varlıklar<br />
hedefi de esnetilecektir. Bu esnemelerin devamında kura dayalı bir<br />
politikadan enflasyon hedeflemeye yönelik bir para politikasına geçiş<br />
amaçlanmaktaydı.<br />
Programın gelirler politikası ayağı, daha az ayrıntılı <strong>ve</strong> diğer<br />
politikaları destekleyici nitelikte saptanmıştı. Daha çok kamu çalışanları<br />
ücret <strong>ve</strong> maaşlarının, hedeflenen TÜFE ile aynı oranda artması şeklinde<br />
belirlenmişti. Özel Sektör ücret <strong>ve</strong> fiyatları konusunda Ekonomik <strong>ve</strong> Sosyal<br />
Konseyi çalıştırma hedefi, 2. Ek Niyet mektubunda Haziran 2000 olarak<br />
belirtilse de, bu uygulama hayata geçirilememiş <strong>ve</strong> özel sektör ücret<br />
artışları parçalı bir yapı göstermişti.<br />
Programın en ağırlıklı <strong>ve</strong> belki de uygulanması en zor kısmını<br />
oluşturan Yapısal Reformlar ise, öncelikle kamu finansmanını<br />
kuv<strong>ve</strong>tlendirmeyi <strong>ve</strong> kamu harcamalarındaki israfı azaltmayı hedefleyen<br />
tarım <strong>ve</strong> sosyal gü<strong>ve</strong>nlik reformlarını, kamu mali yönetiminde şeffaflığı,<br />
<strong>ve</strong>rgi politikasında <strong>ve</strong> idaresinde reformu, kapsamlı bir özelleştirme<br />
programını <strong>ve</strong> bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılması <strong>ve</strong><br />
düzenlenmesini içermekteydi.
Bir yıllık sürecin sonunda program hedeflerini aşan <strong>ve</strong>ya altında<br />
kalan değişkenler olmuştu. Kamu maliyesi konusunda hükümetin program<br />
hedeflerine ciddiyetle uyması <strong>ve</strong> mali disiplini sağlaması sonucunda ,kamu<br />
sektörü faiz dışı fazlası hedefi aşılmış; GSMH'nın %3.7 si yerine %4.9<br />
olarak gerçekleşmişti. 2001 için ise bu fazlanın GSMH'nın %5.7'si olması<br />
hedeflenmekteydi.<br />
Hedefin üstünde kalan diğer önemli büyüklükler enflasyon oranı, cari<br />
açık <strong>ve</strong> büyüme oranı olmuştur. Döviz kuruna dayalı İstikrar politikalarında<br />
başlangıçta ekonominin canlanacağı, tüketimin artacağı, enflasyon<br />
oranının istenen hızda düşmeyeceği <strong>ve</strong> cari açığın ortaya çıkacağı, yani<br />
"önce genişleme-sonra resesyon" çevriminin olacağı, programı yapanlar<br />
tarafından beklense de, beklenmeyen iç <strong>ve</strong> dış etkenler hedeflerin<br />
aşılmasına yol açmıştır. Öte yandan bu sonuçlar, bir dezenflasyon<br />
politikasından genellikle daralma bekleyen pek çok kesimi de şaşırtmıştı.<br />
Bu tüketim artışı/büyüme/enflasyon etkisinin şu kanallardan işlediği<br />
görülmektedir: Öncelikle, döviz kurlanndaki sabitlemenin sonucunda faiz<br />
oranı paritesine göre faiz oranlarının düşmesi tüketimi tasarruflar aleyhine<br />
genişletmiştir. İkinci olarak, faiz oranlarındaki düşmeyle birlikte artan nakit<br />
talebi, halkın yabancı varlıklannı bozdurup yerli paraya geçmesine. Merkez<br />
Bankasının da para arzını arttırmasına yol açmış; bankaların da kredilerini<br />
(daha az riskli olduğu için özellikle tüketim kredilerini) genişletmesine neden<br />
olmuştur. Üçüncüsü, faiz oranlanndaki düşüş halkın (<strong>ve</strong> bankaların)<br />
ellerindeki menkul değerlerin (kamu kağıtlarının) sermaye kazançlarını<br />
arttırmış ye gelecekteki <strong>ve</strong>rgi yükümlülüklerinin bu kazançları<br />
dengelemeyeceği düşünüldüğünden, bu ser<strong>ve</strong>t etkisi de talebi<br />
canlandırmıştır. Son olarak, programa duyulan gü<strong>ve</strong>nin tam olmaması <strong>ve</strong><br />
mevcut uygun koşullann gelecekte ortadan kalkabileceği ihtimali de bu<br />
günkü tüketimin canlanmasına etki etmiştir. Bu talep <strong>ve</strong> harcama artışı, bir<br />
yandan ekonomiyi canlandırıp büyümeyi artırırken, öte yandan istenen<br />
hızda düşmeyen bir enflasyon yaratarak anti-enflasyonist bir politika için<br />
dezavantaj oluşturmaktaydı. Enflasyondaki düşmeyi sınırlayan bir diğer<br />
etken de, dış ticarete konu olmayan mal <strong>ve</strong> hizmetlerde enflasyon<br />
bekleyişlerinin geriye dönük olması <strong>ve</strong> uzun dönemli sözleşmelere bağlı<br />
olması nedeniyle bu sektörlerde enflasyon ataletinin sürmesidir. Sonuç<br />
olarak, %25 olması hedeflenen 2000 yılı sonu enflasyon oranı %38 olarak<br />
gerçekleşmişti . Programın başlangıcında çok eleştirilen <strong>ve</strong> gerçekleşmesi<br />
mümkün görülmeyen % 5 -5.5'luk büyüme oranı hedefi de fazlasıyla<br />
aşılmıştır.<br />
İstenen hızda düşmeyen <strong>ve</strong> süren enflasyonla sabit döviz kurunun<br />
birleşmesi sonucunda ise yerli para aşırı değer kazanmış;cari işlemler açığı<br />
artmış; bunun da daha sonraki dönemde talebi kısıcı, resesyona yol açıcı<br />
bir etki yaratacağı beklenir olmuştu. Gerçekten 2000 yılı sonu itibariyle 8.2<br />
milyar $ olacağı <strong>ve</strong> GSMH'ya oranının %1.8 olacağı hedeflenen cari açığın
oran olarak %4.8 olacağı anlaşılmıştı. Cari açıkta bu beklenenden çok<br />
yüksek gerçekleşmenin altında TL'nin değerlenmesinin yanısıra, Türkiye'nin<br />
dış ticaretinin büyük bölümünü gerçekleştirdiği Avrupa Birliği ülkeleri para<br />
birimi euro'nun dolar karşısında beklenmedik düzeyde değer<br />
kaybetmesinden dolayı bu ülkelerden yapılan ithalatın (başta otomobil)<br />
artmasının <strong>ve</strong> petrol fiyatlarının 1999 'a göre üç kattan fazla yükselmesinin<br />
yattığı bilinmektedir.<br />
Programın ilk yılının bitimine bir ay kalana kadar (Kasım 2000<br />
başları) Programda yaşanan yukarda belirttiğimiz tüketim, büyüme,<br />
enflasyon <strong>ve</strong> cari açıktaki ciddi hedef sapmalarının <strong>ve</strong> bazı yapısal<br />
reformlardaki gecikmelerin (Telekem satışının gecikmesi, kamu<br />
bankalarının satılamaması. Bankacılık sektöründeki <strong>düzenlemeler</strong>in<br />
gecikmesi, bütçe dışı fonların denetiminin gerçekleştirilememesi ); gelirler<br />
politikasındaki yetersizliklerin bilinmesine <strong>ve</strong> toplumun çeşitli kesimleriyle<br />
sağlanması gereken diyalog <strong>ve</strong> konsensüsün ihmal edilmesine rağmen,<br />
genellikle bütün toplum kesimlerinde programın başarılı olduğu <strong>ve</strong> mevcut<br />
eksikliklerin üstesinden gelineceği konusunda gü<strong>ve</strong>n vardı. Para <strong>ve</strong> kur<br />
politikası hedefler aşılmadan yürüyordu. İşadamları "on yıl sonrasını<br />
görebildiklerini" belirtirken, İktisatçı bilim adamları programın bazı<br />
aksaklıklarla beraber iyi yürüdüğüne, gereken önlemler alınırsa sorunların<br />
aşılacağına inanıyorlardı. IMF Heyetinin Eylül 2000'de dikkati çektiği<br />
hususlar <strong>ve</strong> alınması gereken önlemler de aşağı yukarı bu konuları<br />
kapsıyordu: Devletin tüketim <strong>ve</strong> yatırım harcamalarının daha da fazla<br />
kısılması; eğitim, sağlık <strong>ve</strong> konut gibi enflasyonda inatçı sektörler için<br />
önlemlerin alınması; tüketici kredileriyle canlanan iç talebi kısıcı<br />
politikaların uygulamaya geçmesi; özelleştirmenin hızlandırılmasının<br />
sağlanması. Bütün bunlar çok sıkı bütçe <strong>ve</strong> maliye politikası demekti. 2001<br />
Bütçesi de IMF ile yapılan sıkı pazarlıklarla bu çerçe<strong>ve</strong>de hazırlandı: Buna<br />
göre, faiz dışı harcamalardaki artış %21 olarak hedeflenirken (2000'de bu<br />
artış %49.8 di) faiz ödemelerinin %17.5 azaltılacağı (2000'de bu oran<br />
+%89.3 'dü) <strong>ve</strong> faiz dışı fazlanın GSMH'nın %5'ine çıkarılacağı<br />
hedeflenmekteydi. Vergi gelirlerinin ise, nominal %32.4 arttırılarak 31.8<br />
katrilyon TL'ye yükselmesi; bütçe açığının da 2001'de GSMH'nın %3.4'üne<br />
gerileyeceği hesaplanmaktaydı.<br />
Bize göre, bütün eksikliklerine rağmen tam olmasa da gü<strong>ve</strong>nin<br />
sürmesindeki <strong>ve</strong> şikayetlerin dozunun zayıf kalmasındaki temel etken, bir<br />
istikrar politikasından beklenenin <strong>ve</strong> geçmişteki deneyimlerin aksine<br />
ekonominin bir daralma değil, bir büyüme trendine girmiş olması <strong>ve</strong> (sabit<br />
gelirliler hariç) toplumun hiçbir kesiminin 2000 yılı içinde dezenflasyonun<br />
maliyetlerini henüz yaşamamış olmasıdır.
Programın uygulama eksikliklerinden doğan sorunlarının dışında,<br />
Sabit kura dayalı istikrar programlarına özgü <strong>ve</strong> uygulayan ülkelerin<br />
hepsinde istisnasız yaşanan bilinen riskleri vardı: Ülke parasının aşırı<br />
değerlenmesi, cari hesap açıkları sorunu, başlangıçtaki büyüme eğiliminin<br />
sürdürülemeyip resesyona girileceği <strong>ve</strong> sabit kur uygulamasının <strong>finansal</strong><br />
kesimde yarattığı zafiyetler. Bütün bu riskler biliniyorken böyle bir<br />
programın neden yapıldığı sorusu ,programı terk ettiğimizden beri sıkça<br />
sorulan bir sorudur. Bize göre böyle bir seçişte IMF'nin de, Türkiye<br />
otoritelerinin de makul gerekçeleri vardı. Öncelikle, program geçmişte<br />
başka ülkelerde yaşanan olumsuz deneyimlerden ders alınarak<br />
hazırlanmış, üzerinde oldukça düşünülmüş bir programdı. Geçmişte<br />
Meksika <strong>ve</strong> Brezilya benzer programları 4-5 yıllık bir dönem boyunca<br />
sürdürebilmişlerdi;Türkiye için kurun sabit olduğu süre ise sadece 1,5 yıldı.<br />
Bu sürenin sonunda genişleyen bir banda geçme olanağıyla programın<br />
kendisi, herhangi bir sorun doğduğunda programdan çıkış stratejisini zaten<br />
içeriyordu. Dolayısıyla bir yıl bile dolmadan programın kırılacağını (belki<br />
bankacılık kesimine ilişkin eksik bilgilenme nedeniyle) IMF de<br />
beklemiyordu. Otoritelerin rasyoneli ise,bu tür programların kısa/orta<br />
dönemde kur riskini azaltarak faizleri düşürmesi, tam istenen kadar olmasa<br />
da enflasyonu düşürmesi, büyümeyi canlandırmasının sağladığı gü<strong>ve</strong>nin<br />
yanısıra, para otoritelehnin para politikasını yönetmelerinde de ince<br />
ayarlamalara gerek bırakmamasıydı. Dolayısıyla IMF de, Türkiye de bu<br />
deneyimi göze aldılar. Ancak yapılan hata, Eylül 2000'den itibaren bazı<br />
göstergelerden (TL'nin aşırı değerlenmesi, cari açıklar, ihracatta ciddi<br />
düşüşler, dış borç/rezerv oranının, M2/rezerv oranının azalması gibi) <strong>ve</strong><br />
uygulama/reform eksikliklerinden dolayı uluslararası piyasalarda programa<br />
duyulan gü<strong>ve</strong>nde kırılganlık başlamışken (yani programın maliyeti artmaya<br />
başlamışken) hükümetin çıkış stratejisi (exit strategy) uygulamasına, kasım<br />
krizinden sonra bile gerek duymaması olmuştur. Bu tek başına durumu<br />
düzeltmese de, geciktirilen yapısal refomların hızlandırılmasıyla birlikte<br />
kırılganlığı azaltabilirdi.<br />
5. 2. Yaşanan İki Kriz<br />
Kasımda yaşanan kriz başlangıçta tek bir bankaya özgü bir likidite<br />
sorunu gibi göründüyse de, aslında altında yatan, kamu iç borçlanma<br />
kağıtlarını tutanların bunların finansmanını yapamaması <strong>ve</strong> dolayısıyla da<br />
<strong>finansal</strong> kesime, kamuya <strong>ve</strong> programa duyulan gü<strong>ve</strong>nin zayıflamasıydı.<br />
Demirbank, 2000 yılında battığı zamana kadar tek başına gerçekleşen<br />
kamu ihraçlarının %15'ini almış bir bankaydı. Programın hedeflediği gibi<br />
faiz oranlarındaki sürekli düşme beklentisine göre, portföy tercihini bu<br />
yönde yaparak ciddi bir risk üstlenmişti. Kasım ayına kadar da ciddi bir<br />
sorunu görünmüyordu, hatta S&P kasımda bankanın derecesini<br />
yükseltmişti. Eylül/Ekim aylarından itibaren Türk bankalarına yabancı<br />
bankaların kredi yollarının kapanacağına dair spekülasyonlar başlamıştı.
Ayrıca Arjantin'deki olumsuz gelişmeler nedeniyle yükselen piyasalara<br />
karşı yabancı sermayenin ihtiyatlı yaklaşımı artmıştı. Demirbank da,<br />
Uluslararası sendikasyon piyasasında sendikasyon kredilerini azaltma<br />
yoluna gittiği için, elindeki bono <strong>ve</strong> tahvil portföyünü yurt içinden finanse<br />
etmek durumundaydı. Ancak, yurt içinden iki bankanın Demirbank'a<br />
kredilerini kesmeleri <strong>ve</strong> elindeki devlet kağıtlarını garanti olarak kabul<br />
etmemeleri bankayı ödeme güçlüğüne düşürdü. Vadeli kamu kağıtlarını<br />
gecelik borçlarla finanse etme alışkanlığı (Vade uyumsuzluğu) faiz riskini<br />
arttırmıştı. Faiz oranları yükseldi; bankanın elindeki hazine bono <strong>ve</strong><br />
tahvillerini düşük fiyattan satmaya başlaması kamu tahvil satış paniğini<br />
başlattı. Bu durumda Demirbank TMSF'ye devredilmek durumunda kaldı.<br />
Merkez Bankasının piyasayı fonlamamasının nedeni ise, hem IMF'ye karşı<br />
taahhütlerini yerine getirmek (net iç varlık sınırını korumak) <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilirliğini<br />
kaybetmemek isteği, hem de çıkan paranın dövize yöneleceği korkusudur.<br />
Eylül/Ekim aylarında bankacılık sektöründe yaşanan huzursuzlukta,<br />
eylül ayında faaliyete geçen BDDK'nın bankaları denetleme düzenlemede<br />
dozunu ayarlayamayıp, polisiye tedbirlere başvurmasının <strong>ve</strong> ayrıca<br />
bankaları yıl sonuna kadar açık pozisyonlarını kapatmaya (<strong>ve</strong><br />
sermayelerinin %20'sine düşürmeye) zorlamasının da payı olduğu gözardı<br />
edilemez. Asıl anlaşılması gereken şey ise, <strong>finansal</strong> kesimin yapısal<br />
sorunlarının temel meselelerden biri olduğudur. Bu sorunları ilerde<br />
açacağız.<br />
Kasım krizi, bankacılık kesiminde yarattığı sarsıntıyla birlikte,<br />
programın en sağlam ayağı sanılan para <strong>ve</strong> kur politikalarının da<br />
karışmasına yol açmış; programa ^ gü<strong>ve</strong>ni ciddi şekilde bozmuştur.<br />
Programın bütünüyle gözden geçirilmesi gereği doğmuş <strong>ve</strong> IMF ile temaslar<br />
hızlandırılarak sağlanan parasal destekle piyasalar kısmen durulmuştur.<br />
Fakat faiz oranları, kriz öncesi seviyelerine inememiş <strong>ve</strong> krizden sonra iç<br />
borçlanma piyasası toparlanamamıştır. Bir yandan devalüasyon riski, öte<br />
yandan yüksek faizler nedeniyle, aşırı şekilde gecelik borçlanma ihtiyacında<br />
olan kamu bankaları <strong>ve</strong> portföylerinde yoğun DİPS bulunduran TMSF<br />
kapsamındaki bankaların mali yapıları iyice bozulmuştur. Önemli bir ihale<br />
öncesi yaşanan siyasi tartışma ise, bardağı taşıran son damla olmuştur. 19<br />
Şubatta 7.6 milyar $ lık döviz talebi olmuştur. Kasımda yabancıların<br />
piyasayı terk etmelerinden kaynaklanan döviz talebi, bu kez yerli<br />
bankaların döviz talebine dönüşmüştür. Merkez Bankasının likiditeyi<br />
kontrol etme çabası, kamu bankalarının günlük aşın düzeyde likidite<br />
ihtiyacı nedeniyle, ödemeler sisteminin kilitlenmesine yolaçmıştır. Her iki<br />
krizde de MB eleştirilerin hedefi olmuştur. Gü<strong>ve</strong>nilirliği korumak için<br />
esneklikten vazgeçmesi ciddi sıkıntı yaratmıştır (Credibility/flexibility tradeoff).<br />
Olağan koşullarda kuralları uygulamanın gü<strong>ve</strong>nilirlik açısından önemi<br />
kabul edilse de, olağanüstü koşullarda(kısa dönemde) esnetilebilir <strong>ve</strong><br />
duruma uygun politikaların gerekliliği ortaya çıkmıştır. Ancak bu tür kriz
koşullarında, özellikle gelişmekte olan ülkelerde yeterli gü<strong>ve</strong>n olmadığı için,<br />
MB son başvuru merci olma özelliğini kaybetmektedir. Likiditeyi serbest<br />
bıraksa dövize kaçış yaşanmakta. Likidite <strong>ve</strong>rmese de artan faizler<br />
bankaların borçlarını daha da katlamaktadır.<br />
Sonuç olarak, bankacılık sektörü kasım krizinde faiz riski, şubat<br />
krizinde ise hem faiz hem döviz riski sonucunda önemli kayıplara<br />
uğramıştır. Kurların dalgalanmaya bırakılması ile birlikte para <strong>ve</strong> likidite<br />
krizi, bir bankacılık krizine dönüşmüştür.<br />
5. 3. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı<br />
Şubat krizini takiben IMF ile müzakere edilerek dalgalı kur politikasına<br />
geçme kararından sonra,nisanda başlayarak aşamalı olarak mayıs ortasına<br />
kadar yeni bir programın ilan edilmesi arasında geçen süre içinde Türkiye<br />
ekonomisine ciddi bir belirsizlik hakim olmuştur. Güçlü Ekonomiye Geçiş<br />
Programı olarak sunulan program,temel olarak sürdürülemez boyutlara<br />
gelen kamu iç borç dinamiğini kırarak, bir önceki programın altını oyan<br />
yapısal sorunları ortadan kaldırmayı hedeflemektedir. Aslında böyle bir<br />
yapısal reform programının 1999 programından daha önce hayata geçirilip<br />
sağlam bir altyapı oluşturulması daha makul olurdu.<br />
Programın temel hedeflen şöyledir:<br />
• Kamu finansman sorununun temelli olarak çözülmesi <strong>ve</strong><br />
bunun için gereken yapısal reformların (başta bankacılık<br />
kesimi reformu olmak üzere, Kamunun şeffaflığının<br />
arttırılması <strong>ve</strong> kamu finansmanının güçlendihimesi, bütçe<br />
disiplininin sağlanması, özelleştirme, ekonomide rekabetin<br />
<strong>ve</strong> etkinliğin arttırılması gibi) gerçekleştirilmesi.<br />
• Bu amaç için yasal <strong>düzenlemeler</strong>in belirlenen takvimden<br />
sapılmadan gerçekleştirilmesi<br />
• Sosyal dayanışmayı güçlendirecek <strong>düzenlemeler</strong>in<br />
yapılması<br />
• Reel ekonomiye ilişkin önlemlerin alınması<br />
Bu çerçe<strong>ve</strong>de makroekonomik hedefler de şöyle belirlenmektedir<br />
• Dalgalı kura geçme nedeniyle, enflasyon artışı olacağı<br />
beklenmektedir. 2001 yılı için TÜFE enflasyon oranının<br />
(Aralık/Aralık) %52; Aralık 2002'de ise, %20 olması<br />
hedeflenmektedir.<br />
• Dış cari hesap dengesinin, dalgalı kur nedeniyle artan<br />
rekabet gücü <strong>ve</strong> ekonomik faaliyetlerde daralma sonucunda<br />
önemli ölçüde iyileşmesi <strong>ve</strong> 2001 <strong>ve</strong> 2002'de genel olarak<br />
dengede olacağı beklenmektedir.
• 2000 yılında GSMH'nın %3'üne yakın gerçekleşen <strong>ve</strong> Aralık<br />
2001'de %5 olarak hedeflenen kamu sektörü faiz dışı<br />
fazlasının, yeni programda 2001 için GSMH'nın %5,5'una;<br />
2002'de de %6,5'una ulaşması hedeflenmektedir. Konsolide<br />
bütçe faiz dışı fazlasının (özelleştirme gelirleri, TCMB kar<br />
transferleri <strong>ve</strong> faiz gelirleri hariç) 2001'de GSMH'ya oran<br />
olarak % 5.1; 2002'de ise %5.6 olacağı hedeflenmektedir.<br />
Bu hedeflere varmada <strong>ve</strong>rgi gelirleri artışından çok kamu<br />
harcamalarının kısılması ağırlık kazanacaktır.<br />
• Net kamu borçlarının GSMH'ya oranının 2000 sonundaki<br />
%58,4'lük seviyesinden 2001 yılına özgü olarak, yıl sonu<br />
itibariyle %79'a çıkması beklenmektedir: Bu büyük ölçüde<br />
kamu bankaları <strong>ve</strong> TMSF kapsamındaki bankaların<br />
borçlanma maliyetlerindeki artıştan kaynaklanmaktadır.<br />
• Ekonominin 2001 yılı içinde % 3 küçüleceği; 2002'de<br />
GSMH artış hızının %5; 2003'te de %Ç olacağı tahmin<br />
edilmektedir.<br />
Dalgalı döviz kuru çerçe<strong>ve</strong>sinde, para politikası eski programın<br />
aksine aktif bir rol oynayacaktır Enflasyonla mücadele amacı<br />
doğrultusunda, öncelikle parasal büyüklüklerin kontrolü üzerinde<br />
yoğunlaşacak olan para politikasının, orta dönemde ise Enflasyon<br />
Hedeflemeye yöneleceği belirtilmektedir. Para tabanı programın temel<br />
çapasını oluşturmaktadırparasal tabanın 2001 yılında %25.8 oranında<br />
artacağı (Mayıs 2001 parasal taban üst limiti 5850 trilyon TL den Aralık<br />
2001 'de 7300 trilyon TL ye çıkacağı) hesaplanmaktadır.<br />
Yeni programın ilkinden temel farkı, özellikle kur politikasındaki<br />
farklılıktır. Bu da daha aktif bir para politikası <strong>ve</strong> politika üzerinde daha etkili<br />
olacak bir Merkez Bankası demektir. Etkili <strong>ve</strong> bağımsız bir Merkez<br />
Bankasının varlığı için program çerçe<strong>ve</strong>sinde MB yasası değiştirilmiştir.<br />
İkinci önemli farklılık ise. Yapısal reformlara <strong>ve</strong>rilen öncelikte göze<br />
çarpmaktadır. Her ne kadar, ilk programda da aynı yapısal reformların<br />
takvimleri saptanmış <strong>ve</strong> ayrıntıları belirtilmiş olsa da,yasaların<br />
çıkarılmasında <strong>ve</strong> işletilmesinde sorunlar yaşanmıştı. Yasaların çıkarılması<br />
<strong>ve</strong> işletilmesinde mevcut programın etkinliğinin, siyasi iradenin, yaşanan iki<br />
krizden aldığı derslere bağlı olacağı açıktır.
5. 4. Krizlerin Temel Nedenleri<br />
Türkiye'de yaşanan birbirini takip eden iki ekonomik patlamanın<br />
aslında tek bir krizin parçaları olduğunu biliyoruz. Krizin ortaya çıkışının<br />
diğer ülkelerdekine benzer boyutları çoktur. Ancak Türkiye'ye özgü<br />
boyutları da vardır. Bu boyutların çoğu bir istikrar programına girmeden<br />
önce mevcuttu <strong>ve</strong> zaten bir istikrar programına ihtiyaç duyuran da bu<br />
problemlerin varlığıydı. Ancak istikrar programı da ila<strong>ve</strong> sorunlar<br />
yaratmıştır. Bu sorunları yukarda programları anlatırken yeri geldikçe<br />
açıklamamıza rağmen, ana başlıklar halinde sınıflamak <strong>ve</strong> daha ayrıntıyla<br />
üzerinde durmayı gerekli görüyoruz. Bize göre, aslında çoğu birbiri içine<br />
geçmiş <strong>ve</strong> birbirini besleyen sorunlar şunlardır: Birincisi, yapısal <strong>ve</strong><br />
makroekonomik temellerdeki önemli <strong>ve</strong> kökleşmiş/birikmiş sorunların<br />
mevcudiyetidir. İkincisi, bankacılık kesimine ait çok sayıda sorunun,<br />
programla birlikte daha belirgin şekilde su yüzüne çıkmasıdır. Üçüncüsü,<br />
sabit kura dayalı istikrar programının getirdiği <strong>ve</strong> dışsal etkenlerle de artan<br />
ek riskler. Dördüncüsü, yabancı sermaye girişlerinin <strong>ve</strong> liberalleşmenin<br />
yarattığı sorunlar. Beşincisi, politik istikrarsızlıklar.<br />
5. 4. 1. Makroekonomik Temeller<br />
Türkiye 1999 sonunda bir istikrar programına başlarken, çok önemli<br />
<strong>ve</strong> kemikleşmiş makro ekonomik <strong>ve</strong> yapısal sorunlarla işe başladı. Bunların<br />
başında yirmi beş yıldır yaşadığı kronik enflasyon sorunu görünüyorsa da ,<br />
asıl sorun kamu açıklarını finanse etmekte 1990'lardan beri hızla içine<br />
sürüklendiği borçlanma kısır döngüsü geliyordu. Başlangıçta, iç borçla<br />
finansman monetizasyon dışında mucizevi <strong>ve</strong> enflasyon yaratmayacak bir<br />
alet gibi görünse de, ekonomik <strong>ve</strong> politik belirsizliklerden dolayı giderek kısa<br />
vadeli <strong>ve</strong> daha yüksek faizli bir iç borçlanmaya dönüşen sürecin de<br />
enflasyonu beslediğini anladık. Bu kısır döngü 1990'ların ortalarında<br />
yaşanan 1994 krizinden sonra belirginleşmeye başladı <strong>ve</strong> 1997'de daha<br />
fazla hissedilir hale geldi. Türkiye yüksek enflasyonlu, borçlarıyla boğuşan<br />
<strong>ve</strong> istikrarlı olarak büyüyemeyen bir ülke durumundaydı (Bkz. Tablo 1.6.<br />
Makroekonomik Göstergeler I). Türkiye'nin 1995 seçimlerinden hemen<br />
sonra, asıl çapanın yapısal reformlar, katı <strong>ve</strong> radikal maliye politikaları <strong>ve</strong><br />
özenli para/kredi politikaları olan orta vadeli bir altyapı oluşturacak gerçek<br />
bir istikrar programını hayata geçirmesi gerekiyordu. Aslında bu konuda<br />
adımlar da atıldı, ama gereken ısrar <strong>ve</strong> özen gösterilemediği için sorunlar<br />
ertelendi. 1999 Programı bütün sorunları bir bütün halinde üç yıl içinde <strong>ve</strong><br />
eşanlı olarak çözmeyi hedefleyen, bunun için kesin <strong>ve</strong> ayrıntılı tarihler<br />
saptayan <strong>ve</strong> esas çapası da yarı-sabit bir kur politikası olan iddialı bir<br />
programdı. Ancak bize göre kur çapası bu kadar derin sorunları taşıyacak<br />
kadar güçlü değildi. Ayrıca politik süreç içinde her geciken yasalaşma <strong>ve</strong><br />
uygulama gecikmesinin programın altını oyup geciktirmesi <strong>ve</strong> hedeflere<br />
varmayı zorlaştırması kaçınılmazdı.
5. 4. 2. Finansal Kesim/Bankacıhk Kesiminin Sorunları<br />
Türkiye'de Bankacılık kesimi <strong>finansal</strong> sektörün %80'ini oluşturduğu<br />
için temel olarak bu sektör üzerinde yoğunlaşacağız.<br />
Bankacılık kesiminin zaten varolan yapısal sorunlarına dezenflasyon<br />
politikasına uyumlaşma <strong>sürecinde</strong> ek sorunlar/riskler eklemiştir. Bankacılık<br />
kesiminin temel sorunlarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:yüksek enflasyon<br />
<strong>ve</strong> kamu borçlanma gereğinin bir sonucu olarak bankaların kamu kesimini<br />
finanse eder hale gelmesi; <strong>finansal</strong> liberalizasyon sürecinin bankaların<br />
dışarıdan borçlanmasına ivme kazandırması; Kamu bankalarının sistem<br />
içinde payının yüksekliği; bankaların zayıf <strong>ve</strong> ihtiyatsız bir denetim <strong>ve</strong><br />
düzenlemeye tabi olması. Bu temel sorunlara dezenflasyona ayarlanma<br />
sorunları eklenmiştir.<br />
(i) Yüksek enflasyon döneminde, özellikle 1980'lerin ortalarından<br />
itibaren, kamu kesimi açıklarının borçlanmayla finansmanı nedeniyle artan<br />
iç borçlanma gereksinimine bağlı olarak reel faiz oranları artış göstermiştir.<br />
Kamu kağıtlarının getirilerinin yüksek olması, DlBS'lerin bankaların menkul<br />
değerler cüzdanı içinde payının giderek artmasına yolaçmıştır. Yüksek<br />
enflasyon döneminde kredi risklerinin de yüksek olduğu gözönüne<br />
alındığında, getirilerinin yanısıra risklerinin de düşük olması kamu<br />
kağıtlarını bankalar için cazip kılmıştır. Bu enflasyonist süreçte krediler<br />
azalmış;bankalar ise, toplam aktiflerine <strong>ve</strong> öz kaynaklarına göre yüksek<br />
karlar elde etmişlerdir (Babuşçu vd.2000:41).<br />
Program uygulaması sonucunda, 2000 yılında iç borçlanmada vade<br />
15 aya uzadığından, ellerindeki uzun vadeli kağıtları gecelik borçlanmalarla<br />
kısa vadeli mevduat kaynakları <strong>ve</strong> dış borçla fonlayan bankalar vade<br />
uyumsuzluğu nedeniyle yükselen bir faiz riski taşır hale gelmişlerdir.<br />
(ii) 1989'dan sonra <strong>finansal</strong> liberalizasyon süreci bankalann dış borç<br />
almalarını kolaylaştırmış, yukarıda belirttiğimiz süreç de bunu besleyerek<br />
bankaların açık pozisyonlarını arttırmıştır. Bankalar, sendikasyon kredileri<br />
alımını arttırıp döviz cinsinden borçlanarak <strong>ve</strong> dövizlerini TL olarak hazine<br />
bonosu ihalelerinde yüklü teklifler <strong>ve</strong>rmede kullanarak açık pozisyonlarını<br />
arttırmışlardır. Açık pozisyon artışında, döviz kuru değişimiyle faiz oranları<br />
arasındaki fark artışı önem kazanmaktadır <strong>ve</strong> bu fark ihale faiz oranları<br />
lehine arttıkça da bankalar açık pozisyonlarını arttırıp karlarını<br />
katlamaktadırlar. Bu devletin de istediği bir şeydir; bu suretle hem döviz<br />
rezervleri artmakta, hem de daha çok bono daha düşük faizle satılmaktadır.<br />
Program sonrası sabit kura dayalı sistem, kur riskini azalttığı için<br />
dövizle borçlanma bankaların açık pozisyonlarını da arttırmıştır. Haziran<br />
2000'de açık pozisyon miktarı 19 milyar dolar olarak hesaplanmıştır. Bu,<br />
52
11-12 milyar dolar civarında sermaye tabanı olan bankacılık sisteminin<br />
sermayesinin iki katı kadar açık pozisyonda olduğu anlamına gelir .Yasal<br />
sınır ise, haziran 2000'den sonra % 50'den % 20'ye düşürülmeye<br />
çalışılmıştır (Keyder,2001:40).<br />
(İÜ) Kamu bankalarının bankacılık sistemi içinde payının yüksek<br />
olması <strong>ve</strong> bu bankalann <strong>ve</strong>rimli <strong>ve</strong> şeffaf olmayan işleyiş biçimleri de,<br />
önemli bir sorundur. Programın uygulanması süresi içinde de bu bankaların<br />
mali disiplini bozucu yapısı değiştirilememiştir. Krizden sonra çokça sözü<br />
edilen Kamu bankalarının "görev zararlan"nın bir nedeni, bu. bankaların<br />
bazı kesimlere düşük faizli <strong>ve</strong> uzun vadeli kredi <strong>ve</strong>rmesi, diğer nedeni ise ,<br />
hazinenin 'nakit karşılığı olmayan' adı altında bu bankalara piyasadaki<br />
faizin çok altında <strong>ve</strong> geçerli vadenin çok üstünde devlet kağıdı satmasıdır.<br />
Bu uygulama sayesinde, kamu borcu <strong>ve</strong> bütçe açığı kağıt üstünde gerçekte<br />
olduğundan çok daha küçük görünmektedir (Çakman <strong>ve</strong> Çakmak,2001:<br />
50).<br />
(iv) Bankacılık sektörünün denetim <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>inin de zayıf<br />
olduğunu söyleyebiliriz. 1990'larda banka kurmanın aşırı şekilde<br />
kolaylaştırılması sonucu banka sayısı hızla çoğalmış <strong>ve</strong> kasım krizi öncesi<br />
80'i bulmuştu. Bunlann önemli bir kısmı küçük, sermayesi yetersiz,<br />
kurucusunun iştirak <strong>ve</strong> üretimini finanse etmek amacıyla kurulmuş<br />
bankalardı. Bu denetimsiz ortamda bankaların çoğunlukla kendi bağlı<br />
şirketlerine kredi <strong>ve</strong>rdiği <strong>ve</strong> bazı durumlarda ,bilinçli olarak bankalarının içini<br />
boşalttıkları yaşanan gerçeklerdi.- Bazıları sermayelerinin kat kat üstünde<br />
kamu kağıdı taşıyordu. 1994'te yaşanan kriz aslında bankacılık kesiminin bu<br />
zafiyeti konusunda sinyal <strong>ve</strong>rmişti. 4 banka TMSF'ye devredilmiş <strong>ve</strong> %100<br />
mevduat sigortası da o dönemde alınan bir karar olmuştu. Ancak<br />
bankaların denetim <strong>ve</strong> düzenlenmesine ilişkin pek bir somut adım<br />
atılamamıştı. Ancak 1999'da bu konuları dikkate alan Bankacılık yasası<br />
çıkarılmıştı.2000 yılı programı çerçe<strong>ve</strong>sinde Bankacılık reformuyla ilgili<br />
olarak oluşturulması gereken BDDK oldukça gecikmeli olarak faaliyete<br />
geçebilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, denetimlerini uygulayış biçimi<br />
bankacılık sektörü üzerindeki olumsuzluklan <strong>ve</strong> paniği arttırmıştır.<br />
(v) Dezenflasyon programına ayarlanma riskleri de ortaya çıkmıştır.<br />
Enflasyonun <strong>ve</strong> faiz oranlarının düşmesiyle bankacılık sektörünün eski<br />
karlılığının azalacağı beklenen bir durumdu. Gerçi, faiz düşüşleri kısa<br />
dönemde ellerinde yüklü miktar kamu kağıdı bulunduran bankaların<br />
kağıtlarının fiyatını arttırıp bir defaya mahsus olarak nakit akımlarını<br />
arttırmıştır. Ancak orta dönemde. Bankalar normal bankacılık faaliyetlerine<br />
geçme, kredi <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong> kredi riskini üstlenmek durumunda kalacaklardır. Bu<br />
da bankaların risk yönetimini daha ciddiye almalannı <strong>ve</strong> daha rasyonel<br />
çalışmalarını gerektirecektir.
Program süresince, hazine kağıtlarından sağlanan karlılık fırsatlarının<br />
azalmasıyla birlikte, bankaların tüketici kredilerine yöneldiklerini <strong>ve</strong> bağlı<br />
şirketlerine kredi <strong>ve</strong>rme yoluna gittiklerini <strong>ve</strong> bazı bankaların da seçme <strong>ve</strong><br />
izleme yetenekleri zayıf olduğu için riskli kredilere yöneldiklerini görmek<br />
mümkündür.<br />
Bankaların risk üstlenmesini adeta teşvik eden politikalar da olmuştur<br />
Bunlardan en önemlisi sabit kura dayalı programın varlığıdır. Döviz kuru<br />
riskini azaltarak dövizle borçlanmayı teşvik etmiştir. Mevduat sigortasının<br />
sürdürülmesi de bir ahlaki risk (moral hazard) unsurudur. Kamu<br />
finansmanının borçla sürdürülmesine <strong>ve</strong> faiz oranlarının düşeceğine olan<br />
beklentiye dayanarak bazı bankaların yanlış portföy seçimleri de önemli bir<br />
risk faktörü olmuştur. Sonuçta, bankacılık kesimi sorunları programın altını<br />
oymuş,program da bankacılık kesimini daha kırılgan hale getirmiştir.<br />
5. 4. 3. Sabit Kura Dayalı İstikrar Programlarınrn Sorunları<br />
Krizi yaşayan ülkelerin hemen hepsinde bu tür programların bir risk<br />
unsuru olduğunu ayrıntıyla belirtmiştik. Bu risklerden biri, bu tür<br />
programların sadece bankacılık sektörünü değil tüm toplum kesimlerini<br />
dövizle borçlanmaya itmesidir. İkinci <strong>ve</strong> daha önemlisi ise, reel döviz kurunu<br />
aşırı değerlendirerek tasarruflar aleyhine tüketimi arttırması <strong>ve</strong> ithalatı<br />
patlatmasıdır. Bu da cari açık sorunlarına neden olmaktadır. Türkiye<br />
örneğinde de bunlar yaşanmış, cari hesap açığının GSMH'ya oranının% 1.5<br />
olması beklenirken yıl sonunda bu oran %4,8 olmuştur. Hedeflenenden bu<br />
kadar büyük sapmada daha önce de belirttiğimiz gibi, euronun dolar<br />
karşısında değer kaybetmesi <strong>ve</strong> petrol fiyatlarındaki artışların da önemli<br />
payı olmuştur(Bkz. Tablo 1.7.Makroekonomik Göstergeler II).<br />
5. 4. 4. Sermaye Hareketlerinin Değişkenliği Sorunu<br />
1999 Sabit kura dayalı İstikrar programı. Para Kuruluna benzer bir<br />
uygulamayı devreye sokmuştu. Buna göre,ülke içine yabancı para<br />
girdiğinde Merkez Bankası döviz rezervleri artıyor,parasal taban genişliyor,<br />
likidite artıyor <strong>ve</strong> bu da faiz oranlarının düşmesine katkı yapıyordu.<br />
Programın uygulandığı ilk 6-7aylık sürede olumlu konjonktür nedeniyle<br />
önemli bir yabancı sermaye girişi olmuş;bu da istenenden daha fazla faiz<br />
oranlarını düşürmüştü. Eylül ekimden itibaren ise süreç tersine dönmüş,<br />
sermaye çıkışları likidite sorununu kötüleştirmiştir.<br />
5. 4. 5. Politik İstikrarsızlıklar<br />
Aslında 1999 seçimlerinin hemen akabinde kurulan <strong>ve</strong> oldukça farklı<br />
politik/ekonomik görüşleri içinde barındıran üçlü koalisyon Hükümeti,böyle<br />
zor <strong>ve</strong> riskli bir programı devreye sokma konusunda başlangıçta samimi bir<br />
54
irade göstermiştir. Ancak, yapısal reformların yasal <strong>ve</strong> uygulamaya dönük<br />
takvimi işlerken, önce su yüzüne çıkmayan alttan alta hissedilen itiraz <strong>ve</strong><br />
engellemelerin daha sonra programın işleyişini zafiyete uğrattığı<br />
görülmüştür. Politik bir süreç içinde kamu bankalarının/ kurumlarının<br />
özelleştirilmesi, tarımda reform yapılması gibi senelerdir söylenip de<br />
yapılamamış konuların bir ko-^lisyon hükümeti tarafından<br />
gerçekleştirilmesinin çok güç olduğu ortaya çıkmıştır. İkincisi, böyle zorlu bir<br />
program resmi kanaldan halka anlatılmamış; halkın desteği alınmamış <strong>ve</strong><br />
gerekli kesimlerle müzakere edilmemiştir. Programın, hükümet içinde bir<br />
sahibinin olmaması da çok eleştirilen bir konu olmuştur. Son olarak,<br />
Cumhurbaşkanı <strong>ve</strong> Başbakan arasındaki anlamsız tartışma ise tetiği<br />
çekmiştir.
6. SONUÇ<br />
İncelediğimiz <strong>krizler</strong>in ortak noktaları Tablo 1.8'de gösterilmiştir<br />
Krizlerden sonra tepkiler neler olmuş, ne gibi politika önlemleri alınmıştır?<br />
Özetle bunları sıralayarak bölümü bitirelim.<br />
Krizlere tepki olarak, önce yabancı yatırımcı <strong>ve</strong> spekülatörler suçlanır,<br />
bir çok ülkede önce hükümetler değiştirilir. Çok çeşitli senaryolar <strong>ve</strong> sihirli<br />
çözümler üretilir. Sonunda da IMF ile anlaşılıp gü<strong>ve</strong>nilir bir yeni program<br />
yapılır. Önemli olan Ulusal <strong>ve</strong> Uluslararası düzeyde krize çözüm üretecek<br />
akılcı <strong>ve</strong> uygulanabilir çözümlerdir (Summers,2000):<br />
Ulusal düzeyde ilk yapılması gereken şey, gü<strong>ve</strong>ni tesis etmek <strong>ve</strong><br />
krizin derinliği konusunda belirsizliği ortadan kaldırmaktır .İkincisi, güçlü <strong>ve</strong><br />
istikrarlı bir makroekonomik çerçe<strong>ve</strong>yi hızla oluşturmaktır. Bunun için<br />
öncelikle uygun döviz kuru sisteminin seçimi, gü<strong>ve</strong>n için gerekli olan doğru<br />
maliye <strong>ve</strong> para politikalarının oluşturulması gerekir. Üçüncüsü <strong>finansal</strong><br />
istikrarı sağlamak için güçlü bir <strong>finansal</strong> sistemi yapılandırıcı adımları<br />
kararlılıkla atmaktır. Bunun için, sağlıklı kurumları destekleyip, sisteme<br />
zarar <strong>ve</strong>renlere müdahale etmek gerekir.Dördüncüsü, ülkeler (ister kamu<br />
ister özel kesim olsun) likidite <strong>ve</strong> borçlarını çevirme (rollo<strong>ve</strong>r) riskleri ile<br />
bilanço risklerini azaltıcı tedbirleri almalıdır. Son olarak, krizin yıkıcı<br />
etkilerinden yoksulların korunmasını sağlayıcı destekleme programlarını<br />
devreye sokmaktır.<br />
Bütün bunların yapılabilmesi güçlü bir siyasi iradeyi, işini iyi bilen<br />
politikacıları <strong>ve</strong> bürokratları, olumlu bir dünya konjonktürünü <strong>ve</strong> ciddi bir dış<br />
yardımı gerektirmektedir.
o<br />
; ^.<br />
CD co CT)<br />
^ CT) CNJ CD<br />
LO<br />
CD CD CO CNJ<br />
NT<br />
LO IO<br />
CD<br />
LO<br />
O<br />
ŞÎ2<br />
CNJ<br />
CD<br />
CD<br />
O) ^<br />
CD CNJ<br />
CD co<br />
V- C\J<br />
^ S S<br />
1^<br />
CD co co ^<br />
' CD IT) ^<br />
S'<br />
gi<br />
o<br />
CD<br />
CD ^<br />
CD LO<br />
co ' •:<br />
CD co<br />
CD T-<br />
T- LO<br />
CNJ O ,<br />
G) CD CNJ '<br />
CO CO O '<br />
00 h-<br />
CD<br />
CNJ<br />
CO<br />
CD<br />
^ 00<br />
CO<br />
O<br />
00<br />
CT) co<br />
a> CD<br />
T- co<br />
CT) CNJ<br />
CNJ<br />
CD CNI CO<br />
CT) CC> LO T—<br />
•5—<br />
CO CO<br />
CN<br />
h»'<br />
CNJ<br />
CD<br />
00<br />
CD CD<br />
00<br />
CD<br />
LO<br />
CNJ<br />
CNJ<br />
CD h-<br />
0)<br />
CD<br />
^<br />
00 CD<br />
CO LO<br />
CT)<br />
1^<br />
CD<br />
CNJ<br />
lO<br />
00 ^ •<br />
00<br />
CO<br />
CNJ<br />
co<br />
CD<br />
00 00<br />
CD<br />
O<br />
2 s !;::<br />
CD<br />
CO<br />
1<br />
o<br />
c<br />
, o<br />
0)<br />
o<br />
CD<br />
CO<br />
CD ^<br />
CD CD<br />
CD CD<br />
CNJ<br />
CNJ<br />
CD CD<br />
co<br />
CNJ<br />
CT) í::<br />
T- CD<br />
CD<br />
LO<br />
CD CD<br />
CNJ<br />
T- co CD<br />
00 od CD 00<br />
CD LO<br />
CD ^ T-<br />
h- CNJ<br />
CD<br />
^<br />
2 o<br />
CT) O O<br />
CT)<br />
LO<br />
CD CNJ<br />
CD<br />
CD<br />
CD<br />
CD<br />
CD<br />
CD '<br />
CNJ<br />
T- CD<br />
en co<br />
CD ^<br />
^ co<br />
CD<br />
00 LO ,<br />
O ^ '<br />
CD LO ¡<br />
d<br />
CD LO '<br />
O ,<br />
CNJ<br />
CO CNJ<br />
LO<br />
^<br />
o<br />
CD<br />
CD<br />
1^<br />
^<br />
1^<br />
CD<br />
co<br />
it<br />
co >. (Dé<br />
co<br />
CD CO<br />
CNJ CNJ<br />
CD<br />
LO CD Ö CNJ<br />
CD LO<br />
_ o o ra<br />
ö ^ s ^ -s -<br />
irr irr ^ ^ ^<br />
>,LJJ LU Z3 __ Z3 ^<br />
N<br />
o LL LL. "O ^ T 3<br />
ÛÛ O LU > ><br />
rî LZ CD CL)<br />
S"<br />
CO<br />
co<br />
q<br />
co<br />
^<br />
o<br />
< X<br />
û-<br />
Q<br />
^ 3 — -O ^ < en<br />
O =o ^<br />
o<br />
ÛÛ<br />
03<br />
C<br />
03
8 S<br />
c\j<br />
co<br />
00<br />
CTİ<br />
O<br />
tri<br />
o<br />
CM<br />
CD<br />
Ö<br />
CM<br />
O<br />
ai<br />
CNJ<br />
o<br />
CD<br />
LO<br />
CT)<br />
CT)<br />
CD<br />
T—<br />
CD<br />
CNİ<br />
CT)<br />
co<br />
co<br />
co<br />
CT) o co<br />
CNJ<br />
C\J<br />
CD<br />
00<br />
00<br />
oo<br />
CJ)<br />
CT)<br />
IT)<br />
CNJ<br />
Ö<br />
CNİ<br />
CJ)<br />
CNJ<br />
CD CJ) OO CNJ<br />
CD<br />
CN CJ) CN<br />
CN<br />
LO<br />
CD<br />
00 LO<br />
CD<br />
CNJ<br />
LO<br />
co<br />
CO<br />
00<br />
CN<br />
CD<br />
OO<br />
00<br />
O<br />
O<br />
LO<br />
co<br />
CD<br />
Ö<br />
00<br />
CJ)<br />
00<br />
CD<br />
CJ)<br />
to<br />
:0<br />
O<br />
E<br />
c<br />
o<br />
o<br />
O)<br />
2<br />
00<br />
en<br />
IS -<br />
iCJ) 00<br />
LO<br />
CO<br />
CN<br />
CO<br />
CN<br />
CO<br />
CNİ<br />
CD<br />
CNİ<br />
O<br />
CNİ<br />
CD<br />
O<br />
O<br />
CJ)<br />
O<br />
CO<br />
CJ)<br />
CT)<br />
1^<br />
CD<br />
CD<br />
CN<br />
00<br />
CNJ<br />
co<br />
h-<br />
o<br />
CD<br />
ıh<br />
CD<br />
LO<br />
CN<br />
1^<br />
co<br />
CT)<br />
00<br />
CD<br />
|CJ)<br />
co<br />
CN<br />
CN<br />
00<br />
CD<br />
9<br />
CD<br />
CO<br />
CNJ<br />
CD<br />
CJ)<br />
iO<br />
CJ) LO CNİ<br />
If)<br />
O<br />
T- ^<br />
CN<br />
CN<br />
(D<br />
CD<br />
CJ)<br />
'if<br />
1^ LO Ö<br />
CJ) lO CJ)<br />
g °<br />
CJ) co<br />
CD<br />
CTİ<br />
CD<br />
CNİ<br />
o<br />
00<br />
lO<br />
lO<br />
CJİ<br />
Oî<br />
O<br />
<<br />
)D)<br />
?<br />
E _<br />
co c<br />
o S<br />
jğ)<br />
ü<br />
E<br />
3<br />
co<br />
o<br />
.Br<br />
^<br />
o<br />
o 00<br />
o<br />
CÛ<br />
3<br />
o<br />
s i<br />
5 Í<br />
c><br />
o<br />
Dû<br />
(D<br />
•D<br />
TO<br />
CO<br />
O<br />
CL<br />
CD<br />
c
i E J<br />
>> o E<br />
m ^ (D<br />
N LU h- X<br />
X<br />
03<br />
N<br />
c<br />
0)<br />
Z<br />
X<br />
03<br />
X<br />
CD<br />
C<br />
Z N ^ N<br />
^ E<br />
o o<br />
CL >-<br />
^ ^3 0<br />
^ E -M<br />
*S (D 03<br />
a; c c (D 0<br />
> :0 03 > ><br />
LJJ -D Ji¿ LU LU<br />
LU<br />
(D 0 0 0<br />
> > > ><br />
LU LU LJJ LU<br />
03<br />
N<br />
E<br />
2<br />
3 ^<br />
^ 0 ^<br />
0 ^ 0<br />
> 0 ><br />
LU Û LU<br />
il<br />
• ^ "5<br />
1 (i> c<br />
0 M-<br />
ii=<br />
en<br />
l i<br />
0<br />
0 o<br />
es Bf ^<br />
03 O<br />
N û.<br />
il<br />
<<br />
03<br />
Cû<br />
03<br />
s¿ Ü ^2<br />
j=: O<br />
0 0 50) 0 0 0 S- 0<br />
> > 03 > TD<br />
LU LU ^ LU 0<br />
> > ><br />
LU LU Z LU<br />
3 E<br />
N a3<br />
> >0)<br />
Û Q<br />
LU X<br />
0 0 0 0 0<br />
> > > > ><br />
LU LU LU LU LU<br />
E<br />
2 Q cr:<br />
0 >^<br />
> 03<br />
LU X<br />
co<br />
Cû E<br />
0 ...^<br />
I l<br />
I C/) LU Cû LU LU w<br />
c<br />
^<br />
o<br />
>-<br />
O<br />
<<br />
E<br />
O<br />
E o<br />
ILU :^LU 03<br />
J5<br />
ID CD<br />
O) CD<br />
CD CD<br />
LO p<br />
CD<br />
Ç E<br />
X<br />
X<br />
>- ><br />
^ ?i<br />
O O<br />
1 1<br />
LU =<br />
N ^„<br />
_0 0<br />
03 o<br />
CO<br />
X<br />
O<br />
o<br />
•D<br />
in<br />
CD<br />
CD<br />
5<br />
00<br />
X.Î<br />
C/5<br />
c/) ~ co<br />
O 0 O ^<br />
^ CD ^<br />
m c m m<br />
> 0 > ><br />
LU Q LU LU<br />
CD<br />
^<br />
00 2? o<br />
CJ> CJ» o<br />
CD ^ C\j<br />
Lj_ û:: CÛ h-<br />
co<br />
CM<br />
ò:><br />
co<br />
•D<br />
i<br />
-o<br />
LU<br />
i¿<br />
(D<br />
C<br />
CO
II. BÖLÜM<br />
FİNANSAL REGÜLASYONUN TEORİK ÇERÇEVESİ<br />
1, GİRİŞ<br />
Geleneksel iktisat literatüründe parasal/<strong>finansal</strong> değişkenlerin reel<br />
ekonomiyi etkilemediği düşünüldüğünden, <strong>finansal</strong> kesim-reel kesim<br />
etkileşimi ihmal edilmiştir. Ancak iktisatçıların son yıllarda <strong>finansal</strong><br />
yapılara gösterdikleri ilginin artış nedenlerinin başında, <strong>finansal</strong> piyasalarda<br />
başlayıp reel ekonomiye yayılan <strong>finansal</strong> şoklarla, reel ekonomide<br />
başlamakla birlikte <strong>finansal</strong> piyasalarla etkileşimi nedeniyle daha da<br />
büyüyen şoklara ilişkin ampirik gözlemlerin giderek artması gelmektedir.<br />
Yapılan teorik <strong>ve</strong> ampirik çalışmalar, <strong>finansal</strong> ekonomi alanında olanların<br />
reel ekonomiyi etkilediğini <strong>ve</strong> bu yüzden de <strong>finansal</strong> piyasaların <strong>ve</strong><br />
kurumların istikrarlı işleyişinin, hem <strong>finansal</strong> kesimdeki hem de reel<br />
kesimdeki kişi <strong>ve</strong> kurumlar için önemli olduğu düşüncesini yaygınlaştırdı.<br />
Finansal sistem; kendi fonksiyonlarını (ödemeler mekanizmasının<br />
işleyişi, risk yönetimi <strong>ve</strong> kaynak tahsisi gibi) <strong>finansal</strong> piyasalar <strong>ve</strong> aracılar<br />
kanalıyla gerçekleştirirken, bünyesinde, reel ekonomik sistemle<br />
karşılaştırıldığında daha fazla risk <strong>ve</strong> değişkenlik taşır. Tarihsel olarak da<br />
bakıldığında, hem ulusal hem de uluslararası düzlemde <strong>finansal</strong><br />
kurumların iflası <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> piyasaların çökmesinin yaygınlığı <strong>ve</strong> sürekliliği<br />
net bir şekilde görülür. 1990'lı yıllarda hızla artan <strong>finansal</strong> globalleşmenin<br />
bir sonucu olarak kısa bir sürede global bir krize dönüşen Asya <strong>finansal</strong><br />
krizi, <strong>finansal</strong> piyasa <strong>ve</strong> kurumların istikrarlı <strong>ve</strong> etkin işletilmesi için sağlıklı<br />
kontrol mekanizmaları oluşturabilmek için hem ulusal hem de uluslararası<br />
düzlemde <strong>finansal</strong> regülasyonu tekrar -1970'lerın ortalarından başlayıp<br />
1980'lerde devam eden deregülasyon uygulamalarından sonra - tartışma<br />
gündemine getirmiştir.<br />
Finansal regülasyon, regülatörün (düzenleyici otorite) <strong>finansal</strong><br />
ajanların kararlarına <strong>ve</strong> hareketlerine kendi sosyal amaç fonksiyonunu<br />
maksimize etmek için getirdiği kurallar <strong>ve</strong> kısıtlamalardır. Bu kural <strong>ve</strong><br />
kısıtlamalar doğrultusunda^ seçilen regülasyon enstrümanlarını (mevduat<br />
sigortası, portföy sınırlamaları, faiz tavanları, zorunlu karşılık oranları <strong>ve</strong><br />
sermaye oranı gibi) kullanarak amaç fonksiyonunu gerçekleştirmeye çalışır.<br />
Bu bölümde, önce <strong>finansal</strong> regülasyonun rasyonalitesi -piyasa<br />
başarısızlıklarının giderilmesi, parasal kontrol <strong>ve</strong> politik regülasyon- ele<br />
alınacaktır. Daha sonra, <strong>finansal</strong> regülasyona karar <strong>ve</strong>rmede belirleyici<br />
unsurlar -regülasyon işlem maliyetleri <strong>ve</strong> regülasyon başarısızlıkları gibi<br />
alternatif maliyetler- etrafında regülasyonun optimalitesi fayda-maliyet<br />
kriteri etrafında tartışılacak. Son alt-başlıkta ise, yeni <strong>finansal</strong> ürünlerin <strong>ve</strong><br />
kurumların gelişimi <strong>ve</strong> artan entegrasyon düzeyi ile ortaya çıkan<br />
uluslararası <strong>finansal</strong> regülasyonun dinamiği incelenecektir.
2. FİNANSAL REGÜLASYONUN RASYONALİTESİ<br />
Finansal regülasyonun ardındaki mantığa bakarken regülasyon analizi<br />
<strong>ve</strong> regülasyon tasarımı (Freixas <strong>ve</strong> Rochet, 1997:258) ayrımını yapmakta<br />
fayda var. Regülasyon analizi daha pozitif bir yaklaşım olup, belirli bir<br />
amaç çerçe<strong>ve</strong>sinde mevcut ya da regülasyon otohtelen tarafından üzerinde<br />
çalışılan <strong>ve</strong>ri regülasyonun sonuçları ile ilgilenir. Regülasyon tasarımı ise<br />
normatif bir yaklaşımdır <strong>ve</strong> regülasyonun nasıl olması gerektiği ile ilgilenir.<br />
Genel regülasyon teorisinin temelde ilgilendiği alan optimal regülasyon<br />
kurallarının belirlenmesi olmasına rağmen, normatif analiz literatürde fazla<br />
yer tutmaz. Fakat biz <strong>finansal</strong> regülasyonun niçin <strong>ve</strong> nasıl olması<br />
gerektiğine ait soruları araştırırken bu iki yaklaşımı da iç içe geçmiş bir<br />
şekilde kullanacağız: Bazen uygulanan regülasyonun sonuçlarından<br />
hareketle yeniden nasıl tasarlanması gerektiğini, bazen de optimal<br />
regülasyon tasarımı sonucunda uygulamaya geçilen regülasyonun pozitif<br />
(reel) bir süreçten sonra tekrar yeniden nasıl tasarlanması gerektiğini<br />
tartışacağız. Her iki yaklaşım da <strong>finansal</strong> regülasyonun rasyonalitesinden<br />
hareketle uygun regülasyon enstrümanlan kullanarak, optimal regülasyon<br />
biçiminin elde edilmesine yardımcı olur.<br />
Finansal regülasyonun nedenlerine ait farklı teorik yaklaşımlar vardır.<br />
Bu farklı yaklaşımların regülasyonun temelindeki nedenleri keşfetme<br />
çabası, hem optimal bir regülasyon tasarımına hem de dinamik sürecin<br />
analizi ile değişen şartlara uygun yeni regülasyon yapılarına imkan sağlar.<br />
Bu rasyonaliteleri üç başlık altında toplayacağız: (i) piyasa başarısızlıkları<br />
(ii) parasal kontrol, <strong>ve</strong> son olarak (iii) politik regülasyon.<br />
2.1. Piyasa Başarısızlıkları<br />
Piyasa başarısızlığı kısaca, piyasaların kendi hallerine<br />
bırakıldıklarında (teorik ifade ile Pareto anlamında) etkin koşullarda<br />
işlememesi durumudur. Piyasa başarısızlıklarının <strong>finansal</strong> piyasalarda<br />
yarattığı sorunlar, hem etkileme alanın genişliği hem de yayılma hızının<br />
yüksekliğinden dolayı, kamu müdahalesini, yani regülasyonu zorunlu kılar.<br />
Kamu otoritesi, <strong>finansal</strong> regülasyonla, <strong>finansal</strong> ajanların tahsis <strong>ve</strong> üretim<br />
etkinliği türünden performansını piyasa güçleri ile birlikte belirlemeye çalışır.<br />
Finansal piyasaların, etkinliğinin yanı sıra istikrarının da önemli bir faktör<br />
olması, <strong>finansal</strong> piyasalardaki başarısızlıkların niteliğini değiştirir. Bu<br />
yüzden regülasyon otoritesinin hedefi, etkinlik <strong>ve</strong> istikrarı dengeleyen<br />
sosyal refahı maksimum kılan bir denge oluşturmaktır.<br />
Piyasa başarısızlıklarının kamu otoritelerinin düzenleyici kuralları ile<br />
önlenebileceğini iddia eden teori, orijinal adı ile "kamu yararı teorisi" (public<br />
interest theory) daha sonraki adıyla "positi<strong>ve</strong> bir teori olarak normatif<br />
analizdir (PNA)" (normatif analysis as a positi<strong>ve</strong> theory) (Viscusi, Vernon
<strong>ve</strong> Harrington, 1995, 10.bölüm). Bu yaklaşım ilk olarak endüstriyel<br />
organizas-yonun bir parçası kabul edilmeyen <strong>finansal</strong> sektörün dışındaki<br />
endüstrilerdeki piyasa başarısızlıklarını dikkate aldı. Bu yüzden de tekeller<br />
<strong>ve</strong> dışsallıklar gibi piyasa başarısızları üzerinde odaklanmıştır. Bu gibi<br />
durumların yarattığı etkinsizlik, kamu müdahalesi <strong>ve</strong>ya regülasyon için<br />
gerekçe oluşturur. PNA yaklaşımına göre regülasyon gerektiği zaman,<br />
gerçekleşir. Piyasa başarısızlıklarının giderilmesi ile oluşacak net refah<br />
kazancı, kamunun regülasyon talebi olarak ortaya çıkar. Böylece normatif<br />
analiz kullanılarak (ne zaman regülasyon yapılmalı?) pozitif bir teori yaratılır<br />
(ne zaman regülasyon gerçekleşir?).<br />
PNA'nın reel ekonomide oluşan piyasa başarısızlıklarının düzeltilmesi<br />
için regülasyon politikası önermesinde bulunması önemli eleştirilere uğrasa<br />
da, piyasa başarısızlıklarının <strong>finansal</strong> piyasalarda yarattığı sorunların<br />
yaygınlığı <strong>ve</strong> sosyal maliyetlerinin yüksekliği nedeniyle bu alanda<br />
regülasyonu gerekçelendiren önemli bir argüman olmaya devam eder.<br />
Finansal piyasalarda ortaya çıkabilecek olası piyasa başarısızlıi
Bir çol< önemli iktisatçının gözlemi, <strong>finansal</strong> sistemin en önemli ayağı<br />
olan bankacılığın, doğası gereği istikrarsızlığa <strong>ve</strong> iflaslara yatkın olduğudur.<br />
Bunun temelinde ise, "kısmi rezerv bankacılığı" (fractional reser<strong>ve</strong><br />
banking) yatmaktadır. Yani bankalar uzun dönem aktiflerini kısa dönem<br />
mevduatlarla finanse etmelerinden dolayı ani mevduat çekilmeleri<br />
durumunda aktiflerini büyük Iskonto kayıpları olmadan satamazlar <strong>ve</strong> aynı<br />
zamanda düşük sermaye oranlarına sahip olmalanndan dolayı da likidite<br />
sorunuyla karşılaşırlar (likidite riski);sonuçta borçlarını ödeyemez duruma<br />
düşerler (ödeyememe riski). Bu da bankanın ilişkide bulunduğu diğer<br />
<strong>finansal</strong> kurumları <strong>ve</strong> piyasaları zincirleme olarak likidite <strong>ve</strong>ya ödeyememe<br />
riski ile karşı karşıya getirir. Bu <strong>finansal</strong> yapının - kısa dönemli <strong>ve</strong> düşük<br />
sermaye oranı (borç/özsermaye) - yanında, aşırı kredi genişlemesi<br />
(Kindleberger, 1978), asimetrik bilgi, bir takım dışsal şoklar <strong>ve</strong> bankaları<br />
zayıflatan kurumsal <strong>ve</strong> kanuni sınırlamalar (Benston <strong>ve</strong> Kaufman, 1995) da<br />
bankaların kırılgan yapılarını tehdit ederek <strong>finansal</strong> yayılma etkilerinin<br />
oluşmasına neden olabilirler. Tüm bu faktörler yirminci yüzyılın yaklaşık son<br />
yirmi yılında 181 IMF üyesi ülkenin 131'nin bankalarla önemli sorunlar<br />
yaşamasına neden olmuştur (De Bonis, Giustiniani <strong>ve</strong> Gomel, 1996:3).<br />
Kötü bankanın iflası ile oluşan irrasyonel hava, iyi <strong>ve</strong> kötü banka<br />
ayrımını ortadan kaldırır. Kümülatif olarak artan bir paniğe dönüşür. Domino<br />
etkisi ile bankadan bankaya (interbank hesapları ile), diğer aracı<br />
kurumlara, kredi alanlara, mudilere <strong>ve</strong> nihayetinde reel sektöre aktarılan<br />
makroekonomik bir zincirleme süreç oluşur (Paroush, 1988). Ortalama yıllık<br />
banka iflasları sayısı ile <strong>finansal</strong> olmayan firmaların ortalama yıllık iflası<br />
yaklaşık olarak aynı olmasına rağmen banka iflaslarının daha dikkat<br />
çekmesi bu domino etkisi nedeniyledir (Benston <strong>ve</strong> Kaufman, 1995:227).<br />
Banka iflaslarının <strong>ve</strong> paniklerinin banka sektörü üzerinden diğer sektörlere<br />
''nakite hücum" (currency attack) yoluyla taşan etkisi, kredi (<strong>ve</strong>rme)lerde ani<br />
<strong>ve</strong> büyük düşüşlere <strong>ve</strong> yoğun kredi-geri-çağırmalarına neden olur. Bu da<br />
para arzında bir daralmaya <strong>ve</strong> nihayetinde reel kesimin olumsuz<br />
etkilenmesine yol açacaktır. Diğer yandan, banka paniği ortamında etkin bir<br />
ödemeler mekanizması beklenemez. Banka panikleri sonucu ödemeler<br />
mekanizmasında oluşabilecek aksaklıklar, toplam iktisadi faaliyetlerin<br />
azalmasına neden olacaktır. Çünkü banka pasiflerinin büyük bir kısmının<br />
para arzını oluşturan vadesiz mevduatlardan oluşması <strong>ve</strong> bankaların<br />
birbirlerini fonladığı interbank piyasasının varlığı dolayısıyla da etkin bir<br />
ödemeler sistemi, etkin işleyen bir makroekonominin ön şartı anlamına<br />
gelir.<br />
Yayılma etkisinin mekanizmalarını anlamak optimal regülasyonun<br />
tasarlanması <strong>ve</strong> uygulanması için de gereklidir. Yayılma etkileri ya bilgi<br />
kanalları ile ya da reel (kurumsal) kanallarla aktarılır. Bilgi kanalları pür <strong>ve</strong><br />
gürültülü yayılma şeklinde gerçekleşir. Pür yayılma, bir bankanın kötü<br />
yönetim <strong>ve</strong>ya kredi kayıpları nedeniyle iflas etmesi durumunda, bu iflasın
anonsunun, diğer bankaların gü<strong>ve</strong>nliği <strong>ve</strong> sağlamlığını olumsuz<br />
etkilemesidir. Gürültülü yayılma ise, bir bankanın kayıplarının (döviz<br />
işlemlerinden <strong>ve</strong> kredi kaybından) öğrenilmesiyle diğer bankaların da<br />
benzer durumda olduğuna dair gürültülü fakat sistemik sinyallerin yayılması<br />
durumunda söz konusudur (Saunders, 1987). Bankalardan çekilen<br />
paraların sistem içinde kalacağı beklentisi, <strong>finansal</strong> yapının çökmesine<br />
neden olmayacağı düşüncesini doğurur. Fakat gerçekte interbank piyasası<br />
sabit toplamlı bir oyun değildir. Mevduatlar bankalardan devlet tahvillerine<br />
kayabilir. Bu yüzden de diğer bankalardan fon çağrısında bulunanlar geç<br />
kalıp kaynak bulamayabilir. Bu da sistemik panik problemine neden olabilir.<br />
Bir <strong>finansal</strong> kurumdan <strong>ve</strong>ya piyasadan diğerine kolaylıkla <strong>ve</strong> hızlı bir<br />
şekilde yayılan negatif dışsallıkların yarattığı sistemik riski azaltmak için<br />
başvurulan belirli regülasyon araçları vardır. Bu regülasyon araçları<br />
fonksiyonları bakımından ikiye ayrılır: Önleyici regülasyon araçları <strong>ve</strong><br />
koruyucu regülasyon araçları (Baltensperger <strong>ve</strong> Dermine, 1987). Önleyici<br />
regülasyonlar, <strong>finansal</strong> sistemin taşıdığı riskleri kontrol etmeyi <strong>ve</strong> özellikle<br />
de banka iflaslannın olma olasılığını minimize etmeyi amaçlar. Önleyici<br />
regülasyon araçlarına, likidite oranı, portföy sınırlamaları (sermaye oranı,<br />
kredi miktarı <strong>ve</strong> kalitesi gibi) <strong>ve</strong> asimetrik bilgi sorununu hafifletmek için<br />
gerekli <strong>ve</strong> yeterli bilgi sunumunu zorunlu tutma gibi örnekler <strong>ve</strong>rilebilir.<br />
Koruyucu regülasyon araçları ise olası banka iflaslarından sonra mevduat<br />
sahiplerini, bankaları <strong>ve</strong> dolayısıyla <strong>finansal</strong> sistemin kendisini korumayı<br />
amaçlar. Finansal gü<strong>ve</strong>nliği sağlamaya dönük koruyucu regülasyonlar<br />
ihtiyari <strong>ve</strong> kurumsallaşmış kontrat yaklaşımları altında incelenir. İhtiyari<br />
koruyucu müdahaleler politika yapıcıların insiyatifindedir. Temel özelliği,<br />
uygulanıp uygulanmama riski taşımasıdır. Daha çok sistemik riskin<br />
büyüklüğüne bağlı olarak işletilebilecek bir mekanizmadır. Örneğin, merkez<br />
bankasının kredi alınabilecek son merci olmasından kaynaklanan kredi<br />
imkanlannın merkez bankası kontrolünde olması <strong>ve</strong> istenilen amaçlar için<br />
kullanılması gibi. Banka paniklerinin olduğu <strong>ve</strong>ya nakite hücumun<br />
gerçekleştiği durumlarda eğer merkez bankası bu fonksiyonunu kullanırsa<br />
banka <strong>ve</strong>ya diğer <strong>finansal</strong> kurum başarısızlıkları oluşmaz. Merkez bankası<br />
bunu ya reeskont penceresi ile ya da açık piyasa işlemleri ile gerçekleşiirir.<br />
Reeskont penceresi imkanı, merkez bankalarının geleneksel bir tekniği<br />
olup, kendilerinden hızlı bir şekilde mevduat çekilmesi ile karşılaşan<br />
bankalar, merkez bankasına kısa dönemli likidite sorunlarının çözümü için<br />
başvurabilirler. Merkez bankası da likidite yardımında bulunur. Fakat<br />
reeskont penceresine uygulanacak faiz oranı düzeyinin tespitindeki<br />
belirsizlik <strong>ve</strong> ödeyememe/likidite problemlerinin ayrım güçlüğünden dolayı<br />
<strong>finansal</strong> kurumların likidite problemleri daha çok açık piyasa işlemleri ile<br />
çözülmeye çalışılır. Böylece reeskont penceresi aracılığıyla tek tek<br />
bankalara likidite sağlamak yerine (mikro likidite) açık piyasa işlemleri<br />
yoluyla bankacılık sistemine likidite (makro likidite) sağlanır. Diğer yandan<br />
bazı iktisatçılar (Eichengen <strong>ve</strong> Portes,1987;Guttentag <strong>ve</strong> Herring,1987),
anka paniklerinin bir ülkeden diğer bir ülkeye yayılmasını önlemek için<br />
uluslararası bir son kredi mercii yaratılması gerektiğini belirtirler. Fakat<br />
ülkelerin bankacılık <strong>ve</strong> ödemeler sistemini kendi merkez bankaları ile gü<strong>ve</strong>n<br />
altına almamaları için bir neden yoktur. Dahası uluslararası para arzı diye<br />
bir büyüklük tanımı olmadığından banka paniklerinin <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong> reel<br />
piyasaları tehdit edecek bir zincirleme para <strong>ve</strong> kredi daralmasına neden<br />
olması söz konusu değildir.<br />
Kurumsallaşmış kontrat yaklaşımında ise regülatörün ilan ettiği<br />
<strong>düzenlemeler</strong>in uygulanmama riski yoktur. Regülatör, <strong>finansal</strong> ajanların<br />
<strong>finansal</strong> başarısızlıklar sonucu oluşan refah kayıplarını, bir kontrat<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde korumayı taahhüt eder. Daha sonra daha detaylı ele<br />
alacağımız mevduat sigortası buna örnek <strong>ve</strong>rilebilecek en önemli<br />
kurumsallaşmış kontratlardan biridir.<br />
Hem önleyici hem de koruyucu regülasyonlar <strong>finansal</strong> sistemin içine<br />
konmuş emniyet aygıtları gibi <strong>finansal</strong> sistemde olası sorunları önleme <strong>ve</strong><br />
onlardan korunmayı amaçlar. Bu iki sınıf regülasyon uygulamaları gerçekte<br />
birbiriyle bir çok açıdan ilişkilidir. Birbirlerinin etkinlik alanlarını hem olumsuz<br />
hem de olumlu anlamda etkilerler. Koruyucu regülasyonların yarattığı<br />
gü<strong>ve</strong>n ortamı, aynı zamanda önleyici bir tedbire dönüşerek banka<br />
paniklerinin <strong>ve</strong> sistem <strong>krizler</strong>inin oluşma olasılığını azaltır. Fakat bu durum<br />
aynı zamanda ahlaki risk (moral hazard)<strong>ve</strong> yanlış seçim (ad<strong>ve</strong>rse selection)<br />
olasılığını artırarak sistemik riski artırır. Önleyici regülasyonlar da koruyucu<br />
regülasyonların varlığından dolayı gevşetilebilir; bu da <strong>finansal</strong> sorunların<br />
nedeni olan toplam riski artıran bir yapının oluşmasına neden olabilir. Bu<br />
yüzden bu iki regülasyon kategorisi toplam sistemik riski azaltıcı bir<br />
sonucun oluşmasını sağlayacak bir koordinasyon doğrultusunda<br />
kullanılmalıdır. Diğer yandan bazen önleyici bir regülasyon, zaman içinde<br />
amaçladığının tersi bir duruma da neden olabilir. Örneğin önleyici bir tedbir<br />
olarak düşünülen sermaye oranı, aynı zamanda resesyon dönemlerinde<br />
azalan sermayeye bağlı olarak kredi imkanlarını daraltacağından<br />
makroekonomik daralmaları derinleştirebilir (Blum <strong>ve</strong> Helivvig, 1995).<br />
Finansal aracı kurumlar çok sayıda ekonomistin üzerinde zamanla<br />
daha fazla ittifak ettiği şu fonksiyonları yerine getirirler: (i) <strong>finansal</strong> işlemleri<br />
kolaylaştırırlar (ödemeler mekanizması <strong>ve</strong> ser<strong>ve</strong>t tranferi) (ii) portföyde<br />
çeşitlendirme <strong>ve</strong> risk yönetimine imkan <strong>ve</strong>rirler (iii) likit transformasyonu<br />
garantisi sağlarlar <strong>ve</strong> (iv) asimetrik bilgi sorununu daha az işlem maliyetleri<br />
ile çözmeye çalışırlar. Fakat bu önemli fonksiyonların işleyiş mekanizması,<br />
rekabetçi bir <strong>finansal</strong> sistemin etkinliği <strong>ve</strong> istikrarı için, aynı zamanda<br />
<strong>finansal</strong> aracı kurumların regülasyonunun gerekçesini oluşturur.
Likit olmayan aktifleri likite dönüştürme imkanı <strong>ve</strong>ren mevduat<br />
kontratlarının varlığı, sistemik negatif dışsallığa imkan <strong>ve</strong>rir. Mudilerin<br />
bankalarla imzaladığı mevduat kontratları, bankaların ödeyememe riskinin<br />
yüksekliğine inanıldığı durumlarda, bankaları mudilerin "panik hücumlarına"<br />
açık hale getirir. Optimal mevduat kontratı, banka ile riskten kaçınan<br />
mudiler arasında erken çekilen mevduat için sabit bir ödeme ihtiva etse<br />
bile, büyük bir mudi kitlesinin panik bir hücumla mevduatlarını çekmeleri<br />
durumunda, bankaların iflasıyla <strong>ve</strong> dolayısıyla <strong>finansal</strong> sistemin çökmesiyle<br />
karşılaşılabilinir. Toptan mevduat çekimi, aktiflerin vadelerinden önce<br />
likiditeye çevrilmesinden dolayı, reel üretim sürecini olumsuz etkiler.<br />
Mudiler mevduatlannı, diğerlerinin daha önce çekmeleri korkusuyla,<br />
hemen çekmek isterler. Herkesin bankaya hücum ettiği bir durumda,<br />
bankadaki aktiflerin değer kaybedeceğini bildiklerinden, her mudi için en iyi<br />
hareket, mevduatını çekmektir. Banka hücumları ya bankaların aktifleri<br />
hakkındaki bilgiye ya da diğer mudilerin davranışlarına bağlı olarak<br />
gerçekleşir. Çoğu zaman mudiler bankaların net varlığı hakkında kesin bir<br />
bilgiye sahip değildirler. Asimetrik bilgi durumu mevcuttur. Yani yayılma<br />
etkisi olarak tanımlayacağımız bu problem, temelinde banka ile mudiler<br />
arasındaki asimetrik bilgiden kaynaklanır (Diamond <strong>ve</strong> Dybvig, 1983).<br />
Merrick <strong>ve</strong> Saunders (1985) banka hücumlarına, dolayısıyla <strong>finansal</strong> krize<br />
radikal bir çözüm olarak, klasik mevduat kontratlarının yeniden<br />
tasarlanmasını önerir. Bu yeni tasanma göre, mevduat nominal değeri<br />
üzerinden değil, net aktif değeri üzerinden hesaplanmalıdır. Böylece<br />
mudiler aktif değer riski taşımış olacaklardır. Bu da toplu mevduat<br />
çekimlerindeki gerekçeyi ortadan kaldırır.<br />
Yayılma etkisinin halka halka, panik hücumlar halinde <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong> reel<br />
ekonomik sistemi tehdit eden bir faktöre dönüşmesini önlemenin en etkin<br />
regülasyon aracı mevduat sigortasıdır. Kontrata dayalı müdahale olarak<br />
nitelendirdiğimiz mevduat sigortasıyla, bankaların <strong>ve</strong> diğer aracı kurumların<br />
iflasları durumunda mudilere mevduatlannm bir kısmı <strong>ve</strong>ya tamamı ödenir.<br />
Mevduat sigortasını düzenleyen regülasyon kontratı kapsamında prim<br />
yapısı (sabit, değişken <strong>ve</strong>ya riske bağlı primler), sigorta kapsam.ındaki<br />
mevduatın düzeyi, kamu <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya özel mevduat sigortalan, <strong>ve</strong><br />
zorunlu/gönüllü katılım gibi şartlar vardır. Mevduat sigortasının temel<br />
amacı, sistemik mevduat çekilmelerinin gerçekleşmesini engelleyecek bir<br />
gü<strong>ve</strong>n ortamı oluşturmaktır. Sosyal amaç olarak küçük yatırımcıları<br />
korumak gösterilse bile asıl amaç (rasyonalite), makro anlamda <strong>finansal</strong><br />
gü<strong>ve</strong>nliği sağlamaktır. Bu, diğer sektörlerdeki küçük yatırımcıların neden<br />
korunmadığını da açıklayıcı niteliktedir
öte yandan mevduat sigortası, asimetril< bilgiden kaynaklanan negatif<br />
dışsallığı azaltmayı hedeflerken, aynı zamanda bu riski artıran bir<br />
davranışa da neden olur: ahlaki risk. Mevduat sigortası garantisi altında<br />
olan mevduat sahibi için, riskli <strong>ve</strong> risksiz banka aynı çekiciliktedir. Mudi için<br />
banka seçimi tek göstergeye inecek; mudi sadece getiri oranını dikkate<br />
alacaktır. Her iki banka kategorisinin varlığına imkan sağlayan bu<br />
uygulama; riskli bankanın riskine bağlı olarak daha ucuz fon bulmasına,<br />
dolayısıyla daha yijksek getiri sunmasına yol açacak, bu da, bu tür<br />
bankaları daha da çekici kılacaktır. Sonuçta mevduat sigortası aşırı risk<br />
alımını teşvik eden <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> kırılganlığı artıran bir faktöre dönüşür.<br />
Mudiler banka seçiminde ahlaki risk eğilimi gösterirlerken, bankalar da<br />
kullandırdıkları kredilerde ahlaki risk eğilimi gösterirler. Mevduat sigortası<br />
altında riskli bankalar mudilere sundukları yüksek getirilen karşılamak için,<br />
kredileri geri dönmeme riski yüksek yatırııtılara yönlendirirler. Bu da<br />
sistemdeki toplam riski artıran diğer bir faktördür.<br />
Mevduat sigortası kontratı ile ortaya çıkan ahlaki risk sorununu<br />
ortadan kaldırmak, için alternatif mevduat sigortası kontratları ileri<br />
sürülmüştür. Bu modellerin ortak amacı, farklı mevduat sigortası<br />
uygulamalarıyla ahlaki risk problemini asgariye indirmektir. Örneğin riskprimli<br />
mevduat sigortası modellerinde, bankaların risk düzeylerine .bağlı<br />
olarak prim ödemeleri şart koşulur. Risk böylece fiyatlandırılmış olur. Daha<br />
riskli bankaların daha fazla prim ödemesinden dolayı, mevcut mevduat<br />
sigortası şeması içinde bankalar daha az risk alarak daha az prim ödemeye<br />
teşvik edilir. Çünkü sabit oranlı mevduat sigortasının bankaların aşırı risk<br />
almasına neden olduğu gözlenmiştir (Keeley, 1990). Mudiler cephesinden<br />
bakıldığında ise ahlaki risk problemini çözmek için önerilen başlıca<br />
regülasyon politikası, sigorta kapsamına giren mevduat miktarını sınırlı<br />
tutmaktır. Mevduat miktarını sınırlı tutmak yoluyla mudilerin hem risksiz<br />
banka seçimi, hem de bu bankaları denetlemeleri sağlanır. Diğer yandan<br />
mevduat sigortasının hem sistemik riski azaltacak hem de ahlaki risk<br />
problemini minimize edecek optimal tasanmını gerçekleştirmek için piyasadisiplininl<br />
temel alan regülasyon çözüm önerileri de ileri sürülmüştür.<br />
Bunlardan biri "miktar-temelli kısmi mevduat sigortası" dır. Piyasa disiplinini<br />
artırmak için riske dayalı prim uygulaması yerine, sadece büyük mevduatlar<br />
kısmen sigortalanır. Böylece bu tür bir mevduat sigortası yöntemiyle<br />
fonların sabit oranlı primlerden kaynaklanan yanlış tahsis edilmesiyle ortaya<br />
çıkan maliyetler azalır. Piyasa disiplinini sağlayan ikinci bir mevduat<br />
sigortası alternatifi "vadeye dayalı kısmi mevduat sigortası" dır. Bu<br />
mevduat sigortası şemasında sigorta kapsamına alınmada kriter,<br />
mevduatların miktarı değil, likidite düzeyleridir. Likit olan tüm mevduatlar<br />
sigorta kapsamındayken, likit olmayanlar sigorta kapsamında değildir. Bu<br />
uygulamayla olumsuz bir haberin <strong>ve</strong>ya gelişmenin -irrasyonel bir tavır<br />
olarak gelişen paniğin sebebi bir olumsuz hükümet raporu olabilirbaşlatacağı<br />
panik, mudilerin likit mevduatlarının sigorta edildiğini
ilmelerinden dolayı banka hücumlarına dönüşmeyecektir (Merrick <strong>ve</strong><br />
Saunders, 1985).<br />
İktisat biliminin merkezine zamanla daha fazla yerleşen asimetrik bilgi<br />
kavramı, <strong>finansal</strong> regülasyon olgusunun incelenmesinde <strong>ve</strong> tasarlanmasında<br />
da oldukça önemli bir analiz metodu olarak karşımıza çıkar.<br />
Kavramın geliştirildiği/ortaya çıktığı alan da, diğer bir <strong>finansal</strong> piyasa olan<br />
sigorta piyasalarıdır. Asimetrik bilgi, bir piyasa başansızlığı durumudur <strong>ve</strong><br />
bu nedenle, sosyal refah açısından etkinliği azaltan bir sonuç yaratır.<br />
Finansal kontratın taraflan arasındaki bilgi farklılığı, birinin lehine diğerinin<br />
aleyhine bir durum yarattığından, Pareto-etkin durum söz konusu<br />
olmayacaktır. Kontrata katılan <strong>finansal</strong> ajanlar, kontrat öncesi <strong>ve</strong><br />
sonrasında oluşabilecek bilgi farklılığından dolayı bir takım problemlere<br />
maruz kalabilirler. Bu yüzden de tasarlayacakları kontrat, olası asimetrik<br />
bilgi alanlarını dikkate almalıdır. Finansal piyasalarda karşılıklı<br />
yükümlülüklere sıkça rastlanır: Örneğin krediyi <strong>ve</strong>ren (phncipal olarak<br />
tanımlıyoruz) ile krediyi alan (agent olarak tanımlıyoruz) arasında<br />
imzalanan kontratlar gibi. Bu tür kontratların tasarlandığı problemlere<br />
principal-agent problemi denmektedir. Principal <strong>ve</strong> agent arasında bilgiye<br />
bağlı olarak, iki sorun ortaya çıkabilir: Bunlardan birincisi gizlenen bilgi diye<br />
tanımlanan yanlış seçim (ad<strong>ve</strong>rse selection) durumudur. Borçlu (agent)<br />
kendi risk durumuna ait özel bilgiyi kredi alırken krediyi <strong>ve</strong>renden (phncipal)'<br />
saklamış olabilir. Bu bilgi kontratın tüm taraflan tarafından bilinmediği için<br />
de kamusal bilgi değildir. İkinci sorun gizlenen davranış diye tanımlanan<br />
ahlaki risk (moral hazard) durumudur. Agent, kontratı imzaladıktan sonra<br />
aldığı krediyi kontratta belirtilen amacın dışında kullanabilir. Principal, bunu<br />
gözlemleyemediği için bu durum, kamuca gözlenemez bir durumdur<br />
(Akerlof, 1970; Kreps,1990; MassCollel, VVhinston <strong>ve</strong> Green,1995:477-509 ;<br />
Molho,1997).<br />
Asimetrik bilgi sorunu, özel bilgi <strong>ve</strong> kamuca gözlenememezlik<br />
olgularının varlığından dolayı, tam kontrat şartlarının belirlenmesinin<br />
önünde her zaman önemli bir engel oluşturur. Ancak, <strong>finansal</strong> aracı<br />
kurumlar hem bilginin toplanması <strong>ve</strong> işlenmesinin maliyetlehni azaltabilir,<br />
hem de asimetrik bilgi sorununa tek tek bireylerden daha iyi çözüm<br />
bulabilirler: Finansal aracı kurumlar, fon fazlası olan birimlerden fon açığı<br />
olan bihmlere fon aktarırken, sahip olduklan bilgilen (ölçek ekonomileri<br />
nedeniyle) daha çabuk <strong>ve</strong> daha az maliyetle kullanacaklanndan, fonların<br />
denetimini <strong>ve</strong> gözetimini daha etkin gerçekleştihrler. Ne var ki aracı<br />
kurumlar asimetrik bilgi sorununa çözüm getirmeye çalışırlarken aynı<br />
zamanda asimetrik bilgi sorununun kaynağı haline de gelebilirler. Bu^^<br />
yüzden de devreye regülasyönlar girer. Regülasyon uygulamalarının temel<br />
amaçlanndan birinin, bir piyasa başansızlık durumu olan asimetrik bilgi<br />
sorununu çözmek olduğunu daha önce belirtmiştik. Finansal sistemin kendi<br />
içinde çözemediği phncipal-agent problemlehnin doğasında olan asimethk
ilgi durumlarının çözümü için regülasyon otoritesi, kamuya bilgi sunumunu<br />
zorunlu kılan <strong>düzenlemeler</strong> getirir. Fakat bu <strong>düzenlemeler</strong> de (ilerde daha<br />
detaylı göreceğimiz gibi) beraberinde diğer bir takım riskler getirir. Örneğin<br />
kamuya bilgi sunmayı zorunlu kılan <strong>düzenlemeler</strong>, mudilerin mevduatlarını<br />
yatırdıkları bankaların bilançolarının riskli olduklarını öğrenmelerine <strong>ve</strong> bu<br />
yüzden de banka hücumları yaratma potansiyeline sahiptir. Asimetrik bilgi<br />
sorununu çözerken getirilen <strong>düzenlemeler</strong>in yarattığı diğer bir sorun da<br />
regülasyon otoritesi ile regüle edilen arasında yeni bir principal-agent<br />
probleminin ortaya çıkmasıdır. Bu da yeni bir asimetrik bilgi durumudur. Bu<br />
yüzden de optimal bir regülasyon tasarımı, hem çözmeyi amaçladığı hem<br />
de yarattığı sorunu dikkate almalıdır.<br />
Asimetrik bilginin yarattığı sorunların sadece kontratın tarafları ile<br />
sınırlı olduğunu düşündüğümüzde <strong>finansal</strong> sistemin içinde barındırdığı<br />
asimetrik bilgi problemlerinin diğer reel yapılardan farklı olmadığı sonucuna<br />
varabiliriz. Ancak <strong>finansal</strong> sistemdeki asimetrik bilgi problemi, diğer<br />
piyasalardan, bilginin tüm <strong>finansal</strong> sistemi hızlı <strong>ve</strong> yaygın bir şekilde<br />
sarması <strong>ve</strong> tehdit etmesi niteliği ile ayrılır. Mudilerin bankanın portföy<br />
niteliğini bilmemesinden kaynaklanan bir panik ortamı, tüm bir <strong>finansal</strong><br />
yapıyı tehdit eder. Miskhin'e (Benston <strong>ve</strong> Kaufman, 1995) göre mevduat<br />
sahipleri, iktisadi, politik (doğal ya da jeopolitik) olumsuz gelişmeler<br />
sözkonusu olduğunda, hem ödeme gücü olan hem de ödeme gücü<br />
olmayan bankalara hücum ederler.<br />
Asimetrik bilgi sadece mudi ile banka arasında değil, banka ile kredi<br />
alan arasında da geçerlidir; Bu zincirleme asimetrik bilgi sorunu, olumsuz<br />
gelişmelerin tetikleyebileceği potansiyel bir sistemik risk kaynağı olarak<br />
varlığını sürdürür. Sistemik riskin arttığı durumlarda kredi tayınlaması,<br />
bankaların kendi dinamikleri içinde asimetrik bilgi sorununa karşı<br />
geliştirdikleri bir informal düzenlemedir. Regülasyon otoritesinin, kredi<br />
riskinin arttığı ortamlarda kredi hacmini daraltıcı bir regülasyon getirmesi<br />
yerine bankaların bu tür gönüllü regülasyon-benzeri uygulamalara gitmeleri<br />
hem regülatörün toplam riski azaltma amacıyla uyumlu hem de piyasa içsel<br />
dinamiklerini yansıtması anlamında daha etkin <strong>ve</strong> istikrarlı sonuçlar<br />
<strong>ve</strong>rebilir. Şu da bir gerçek ki asimetrik bilgi sorununu azaltma<br />
metodlarından biri olarak, bankaların uzun dönemli ilişkide bulundukları<br />
büyük, yatırımcıları fonlaması nispeten daha küçük firmalara kaynak<br />
aktarımını engelleyebilir. Bu durum da kaynak tahsisini <strong>ve</strong> üretim etkinliğini<br />
bozabilir.<br />
Diğer yandan <strong>finansal</strong> ürünlerin regülasyonlarla standardize edilmeleri<br />
asimetrik bilgi sorununu azaltan bir diğer önemli faktördür. Finansal ürün<br />
kullanıcılarının <strong>finansal</strong> ürünler ( krediler, tahviller, mevduatlar, türevler <strong>ve</strong><br />
sigorta kontratları gibi) hakkında yeterince bilgiye <strong>ve</strong> gözleme sahip<br />
olmaları, işlem maliyetlerinin yüksekliğinden dolayı oldukça zordur. Bu
yüzden de bu ürünlerin temel ticari <strong>ve</strong> etik standartlara sahip bir şekilde<br />
düzenlenmeleri gerekir. Böylece küçük yatırımcılar korunmuş oluriar.<br />
Asimetrik bilgiden sonra bir diğer piyasa başarısızlığı durumu piyasa<br />
gücüdür. Reel ekonomide piyasa gücünün tekelleşmesi, kar, fiat<br />
sınıriamaları <strong>ve</strong> giriş-çıkış engelleri gibi <strong>düzenlemeler</strong>ie engellenir. Fakat<br />
<strong>finansal</strong> piyasalarda piyasa gücü farklı bir boyut kazanır. Finansal<br />
regülasyon otoriteleri etkinlik-istikrar ikileminde (trade-off) istikrara daha<br />
fazla önem <strong>ve</strong>ririer. Bu yüzden de örneğin bankaların monopol değilse bile<br />
oligopol yapılarını, getirdikleri <strong>düzenlemeler</strong>ie korumaya çalışıriar. Çünkü<br />
genelde <strong>finansal</strong> aracı kurumların, özelde bankalann rekabetçi piyasalarda<br />
daha fazla risk aldıkları gözlemlenmiştir (Meltzer, 1967). Bir çok ülkede<br />
liberal rekabetçi deregülasyon uygulamaları sonrasında, banka iflaslarında<br />
artma görülmüştür. Bu yüzden de yapılan yeni <strong>düzenlemeler</strong>ie banka<br />
girişlerine şınıriamalar getirilmiştir. Bu <strong>düzenlemeler</strong> <strong>finansal</strong> olmayan<br />
piyasalarda tekelleşmeden doğan refah kayıplarını önlemeye dönük giriş<br />
kolaylıklarının sağlanmasının tersine, <strong>finansal</strong> rekabetin toplam riski artırma<br />
eğiliminde oldukları gözleminden hareketle <strong>finansal</strong> istikrarı sağlamayı<br />
amaçlar. Bu yüzden de üni<strong>ve</strong>rsal bankacılık bir çok ülkede yaygınlaşmıştır.<br />
Üni<strong>ve</strong>rsal bankacılıkta bankacılık <strong>ve</strong> menkul kıymet faaliyetleri birbirinden<br />
ayrı tutulmaz. Ticari bankalar klasik bankacılığın tüm hizmetlerini<br />
sürdürdükleri gibi, menkul kıymet alım satımı <strong>ve</strong>ya sigortacılıkla da<br />
ilgilenebilirier. Kısaca üni<strong>ve</strong>rsal bankacılık bir tür <strong>finansal</strong> piyasa<br />
tekelleşmesidir. Fakat bazı ülkelerde, ABD gibi, Büyük Bunalım sonrası<br />
bankaların sadece bankacılık faaaliyetleri ile ilgilenmeleri zorunlu<br />
tutulmuştur. Bu düzenlemenin amacı <strong>finansal</strong> kurumların -özellikle<br />
bankaların- tekelleşmelerini engelleyerek portföylerindeki riski azaltmaktır.<br />
Diğer yandan globalleşmenin en yoğun yaşandığı bu dönemde ölçek<br />
ekonomilerinden en fazla yararianma imkanı bulunan <strong>finansal</strong> kurumların,<br />
<strong>düzenlemeler</strong>ie tekel-benzeri yapıları desteklenmiştir. Bu <strong>düzenlemeler</strong>ie<br />
büyük <strong>finansal</strong> şirketlerin artan getirili ölçeklerinden dolayı global<br />
piyasalardaki rekabetçi yapıya uyumları kolaylaştırılmış olur. Fakat <strong>finansal</strong><br />
<strong>düzenlemeler</strong>ie bankaların az sayıda <strong>ve</strong> büyük olmalarına imkan <strong>ve</strong>rilmesi<br />
-yani tekelleşmelerinin kolaylaştırılması- hem daha önce de belirttiğimiz<br />
gibi istikrar tercihinden hem de bankaların çıktılarının (temelde krediler)<br />
tekel bir güç olan merkez bankasının kontrolunda olmasından kaynaklanır.<br />
Çünkü büyük oranda kredi miktarı <strong>ve</strong> faiz oranları, merkez bankasının<br />
kontrol ettiği parasal taban tarafından belirienir. Parasal taban da merkez<br />
bankasının kendi amaçları doğrultusunda belirienir. Bu yüzden de kredi<br />
miktarı <strong>ve</strong> faiz oranları büyük oranda merkez bankasının kontrolündedir.<br />
Tekelci piyasalarda bir diğer düzenleme alanı da fiyatlardır. Endüstri<br />
sektörierindeki tekelci piyasalarda, üretim kısılarak tüketici artığı refah kaybı<br />
pahasına üretici artığına dönüştürülür. Bu etkiasizliği <strong>ve</strong> kaynak transferini
engellemek için dijzenlemelerle fiyatlar sınırlandırılır. Benzer sınırlamalar<br />
<strong>finansal</strong> piyasalarda da geçerlidir, örneğin faiz oranları tavanlan. Gerçi<br />
<strong>finansal</strong> piyasaların geldiği noktada faiz oranlarına <strong>ve</strong> kredi faizlerine tavan<br />
limitler getirme uygulaması artık yerini daha dolaylı <strong>ve</strong> informal<br />
müdahalelere bırakmıştır. Örneğin, merkez bankası kendi kredi<br />
olanaklarına uyguladığı faiz oranı (reeskont faiz oranı) ile piyasa faiz<br />
oranlarını yönlendirir.<br />
2.2 Politik Regülasyon<br />
Daha önce tanımladığımız pozitif bir teori olarak normatif analiz<br />
(PNA), piyasa başarısızlıklarının giderilmesi rasyonalitesinden yola çıkarak<br />
bir regülasyon tasarımı sunar. Bu yaklaşım regülasyon sonuçları <strong>ve</strong><br />
süreçleri ile çok ilgilenmediğinden pozitif bir regülasyon analiz metodu<br />
değildir. Piyasa başarısızlıklarının varlığı nedeniyle, net sosyal refah<br />
kazanma potansiyelinin yarattığı regülasyon talebinin nasıl bir süreçten<br />
sonra regülasyona dönüştüğü açıklanmaz. Regülatör <strong>ve</strong> diğer çıkar<br />
grupları -regül.asyondan olumlu <strong>ve</strong> olumsuz etkilenen tüm çıkar gruplarıarasındaki<br />
regülasyon üreten politik süreç bu yüzden dikkate alınmaz. Bu<br />
da daha çok regülasyon otoritelerinin çıkar gruplarına karşı nötr oldukları<br />
yani temel amaçlarının sadece sosyal refahı artırmaya çalışan <strong>ve</strong> kâr amacı<br />
olmayan uygulayıcılar olduğu varsayımından kaynaklanmaktadır.<br />
Posner'in (1974) belirttiği gibi, çok sayıda i^egülasyon uygulamaları ile,<br />
piyasa başarısızlıkları arasında bir korelasyon olmadığının gözlenmesi,<br />
pozitif regülasyon teorilerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Böylece<br />
regülasyonların, hem regüle eden hem de regüle edilen tarafların fayda<br />
fonksiyonlarının maksimize edildiği bir süreç olduğunu iddia eden pozitif<br />
regülasyon teorileri geliştirilmiştir. Bu teorileri, politik regülasyon süreci<br />
içinde bulunan çıkar grupları -regülatör de dahil- ile ilgili varsayımlarında<br />
farklılıklar görülürse de genel olarak tek bir kategori altında toplamak<br />
mümkündür: "regülasyon sürecinin ele geçirilmesi" (regulatory capture)<br />
<strong>ve</strong>ya "çıkar grubu" teorisi.<br />
Günümüzde regülasyon hem ekonomistlerin hem de siyaset<br />
bilimcilerinin ortak çalışma alanıdır. Bu da regülasyonun salt ekonomik<br />
kavramlarla anlaşılmaya çalışılmasının güçlüğünü göstermektedir. Özellikle<br />
son yıllarda regülasyon ekonomisinin merkezinde hiyerarşik regülasyon<br />
diye nitelendirdiğimiz regülasyon yapıları ile politik yapılar arasındaki<br />
ilişkilerinin anlaşılması <strong>ve</strong> formalize edilmesi tartışmaları mevcuttur.<br />
Ele-geçirme teorisine göre piyasayı regüle eden otorite, piyasa<br />
aktörleri tarafından kendi çıkarları doğrultusunda yönlendihlirler.<br />
Regülasyon <strong>düzenlemeler</strong>i ya ilgili endüstrinin talebine göre -yasama<br />
erkinin ele geçirilmesi şeklinde- ya da regülatörün zaman içinde kontrol
edilmesi şeklinde gerçekleşir. Her regülasyon uygulaması, kazanan <strong>ve</strong><br />
kaybeden taraflar yaratır. Hedef kazanan tarafta olmaktır. İlk ele-geçirme<br />
teorileri regülasyonlann üretici lehine olduğunu iddia ettiler. Bu durum çok<br />
sayıda ampihk bulgularla da desteklenmiştir: çok sayıda endüstri kolunda,<br />
regülasyönlar, tüketici, sendika <strong>ve</strong>ya diğer çıkar gruplarından çok,<br />
üreticilehn lehine olmuştur. Fakat bu çerçe<strong>ve</strong>si dar tutulmuş tek-çıkar<br />
gruplu yaklaşım, hem teorik anlamda yeterli olmayan, hem de çok sayıda<br />
ampirik gözlemle ters düşen bir sonuç ortaya koymuştur.<br />
Stigler; "The Theory of Economic Regulation" (1971) adlı<br />
çalışmasıyla, çıkar sağlamaya dönük politik-temelli regülasyon<br />
paradigmasını'genişletmiştir: Regülasyon nedeniyle refahı etkilenen çok<br />
sayıda farklı çıkar grubu, regülasyon sürecine müdahale etmeyi amaçlar.<br />
Dolayısıyla her çıkar grubunun amacı, devletin regülasyon kanalıyla<br />
yeniden gelir dağıtma yeteneğinden yararlanarak, kendisine kaynak<br />
transferi sağlamaktır. Bu yaklaşımda politik <strong>ve</strong> ekonomik davranış, tek bir<br />
model içinde kapsanır <strong>ve</strong> model, hem reel regülasyon analizi yapılmasına<br />
hem de hangi endüstrinin hangi formda regüle edilebileceğine dair<br />
tahminlerde bulunmaya imkan <strong>ve</strong>rir.<br />
Stigler'in regülasyon teorisine bu .önemli katkısı Peltzman (1976)<br />
tarafından daha da geliştirilmiştir. Stigler/Peltzman formülasyonu üç önemli<br />
unsura sahiptir: Birincisi, regülasyon yasaması ekonomik ajanlara kaynak<br />
dağıtır; farklı çıkar gruplan arasında regülasyon yoluyla refah transferi<br />
gerçekleştirilir. İkincisi, kanun yapıcılar görevde kalmayı amaçlariar. Bu<br />
yüzden de yasama, politik desteğini maksimize etmeye çalışır. Üçüncü <strong>ve</strong><br />
son olacak ise, çıkar grupları istedikleri regülasyonu çıkartmak için<br />
birbirieriyle rekabet halindedirler.<br />
Stigler/Peltzman iktisadi regülasyon modeli, politik desteği maksimize<br />
etmeyi amaçlayan regülatörün, regülasyon araçlarının seçimine dayanır.<br />
Becker (1983) modeli ise daha çok çıkar grupları arasındaki rekabete<br />
odaklanmıştır. Buna göre yasa koyucu/regülatörün rolü; politikacıların,<br />
politik partilerin, seçmenlerin <strong>ve</strong>ya diğer aktif çıkar gruplarının çıkariarını<br />
yansıtnrva1
problemlerini ele alan bir çok çalışma yapılmıştır. Ele-geçirme regijlasyon<br />
teorilerine yöneltilen diğer bir eleştiri, bu teorilerin politik-ekonomik süreçte<br />
yargının rölü üzerinde fazla durmamasıdır. Başka bir eleştiri, bu teorilerin<br />
regülasyonun daha çok talep tarafı (çıkar grupları) ile ilgilenmesi, politik <strong>ve</strong><br />
regülasyon kurumlarıyla yani arz tarafı ile fazla ilgilenmemesidir.<br />
Öte yandan ele-geçirme teorileri, daha çok reel sektör<br />
regülasyonlarının analizi için kullanılmıştır. Fakat çıkar grup paradigması<br />
zamanla gelişen <strong>ve</strong> büyüyen <strong>finansal</strong> piyasalarca da uygulanmaya<br />
başlanmıştır. PNA yaklaşımının yüksek piyasa başarısızlıkları olasılığından<br />
dolayı yoğun regülasyon^ alanı olarak tanımladığı <strong>finansal</strong> piyasalar, elegeçirme<br />
teorilerinin regülasyon <strong>ve</strong> politik yapılar arasındaki çok katlı<br />
hiyerarşik ilişkiler analizinin eklenmesiyle de daha detaylı incelenme imkanı<br />
bulmuştur. Özellikle <strong>finansal</strong> piyasalardaki hiyerarşik ilişkilerde asimetrik<br />
bilgi yoğun bir şekilde ortaya çıkar. Bu da <strong>finansal</strong> piyasalardaki regülasyon<br />
düzeyini artıran bir faktöre dönüşür.<br />
2.3. Parasal Kontrol<br />
Finansal regülasyonun önemli gerekçelerinden biri, parasal kontrolü<br />
sağlamaktır. Parasal kontrol, üretim <strong>ve</strong> fiyat istikrarı sağlamayı amaçlayan<br />
bir makroekonomik istikrar politikası aracıdır. Özellikle para arzı değişimleri<br />
ile reel üretim <strong>ve</strong> fiyat düzeyindeki değişimler arasındaki korelasyona <strong>ve</strong><br />
nedenselliğe ilişkin ampirik gözlemlerin varlığı, iktisatçılar arasında "parasal<br />
büyüklüklerin reel değişkenleri etkilediği" görüşünün yaygınlaşmasına yol<br />
açtı.<br />
Parasal <strong>ve</strong> reel değişkenler arasındaki bu ilişkinin niteliğine ait<br />
temelde iki farklı yaklaşım mevcuttur. Bunlardan birincisi, temelini<br />
Friedman'ın attığı parasal görüştür. Parasal görüşe göre, para arzı ile<br />
nominal gelir arasında bir nedensellik ilişkisi vardır. Parasal tabanı kontrol<br />
eden merkez bankası, rezervlerdeki artış yoluyla para arzını değiştirir; bu<br />
da parasal aktarım mekanizrrasıyla nominal gelirde değişmelere neden<br />
olur. Bu yüzden makroekonomik hedefler için parasal tabanın kontrol<br />
edilmesi gerekir. Diğer yaklaşım ise kredi görüşüdür. Bu görüşe göre<br />
ekonomideki makro büyüklükleri, para stoğu değil ekonominin <strong>finansal</strong><br />
kapasitesini ifade eden toplam kredi miktarı belirler. Bankacılık sistemi bu<br />
anlamda ürettiği kredi miktarının büyüklüğü açısından önem kazanır. Kredi<br />
artışları hem parasal tabandaki değişmelerden hem de <strong>finansal</strong> sistemin<br />
yaratabildiği kredi potansiyelinden kaynaklanır. Fakat para arzındaki artışlar<br />
ister parasal tabandan iste." <strong>finansal</strong> sistemin üretebildiği toplam kredi<br />
miktarından kaynaklansın makro değişkenlerin (reel üretim, fiat düzeyi <strong>ve</strong><br />
faiz oranı gibi) kontrol edilmesi, parasal kontrolü sağlayacak araçların bu<br />
doğrultuda düzenlenmeleri ile n':ümkündür.
Zorunlu karşılıklar oranı, parasal otoritenin parasal büyüklükler<br />
üzerindeki kontrolünü artırmak için kullandığı en önemli düzenleme<br />
aracıdır. Zorunlu karşılıklar oranı, kısaca bankaların mevduatlarının belirli<br />
bir oranını merkez bankasında tutma zorunluluğudur. Mevduata uygulanan<br />
bir tür <strong>ve</strong>rgidir. Dolayısıyla her <strong>ve</strong>rgi uygulaması gibi, bu oran etrafında da<br />
etkinlik tartışmaları mevcuttur. Daha yüksek zorunlu karşılık oranları hedef<br />
parasal büyüklük üzerinde daha fazla kontrol anlamına gelse de -<strong>finansal</strong><br />
sistemin ne kadar para yaratacağı büyük oranda zorunlu karşılık oranına<br />
bağlıdır- parasal büyüklükler üzerinde daha fazla <strong>ve</strong>rgi anlamına gelir.<br />
Düşük zorunlu karşılık oranları durumunda ise bankalara yüklenen <strong>ve</strong>rgi<br />
azalsa da parasal kontrol azalır. Kısaca parasal kontrol-zorunlu karşılık<br />
oranı <strong>ve</strong>rgisi ikilemi diyebileceğimiz bu duruma alternatif düzenleme<br />
önerileri geliştirilmiştir. Bu alternatif düzenleme önerileri içinde en radikal<br />
olanları, tamamen <strong>finansal</strong> kontrolü önemseyen bu yüzden de vadesiz<br />
mevduata %100 karşılık oranı <strong>ve</strong>rilmesinin bankacılık sektörünün<br />
yaratacağı parasal dalgalanmaları minimize edeceğini ileri süren görüşle,<br />
bu görüşün tam tersi olan %0 karşılık oranı ile <strong>finansal</strong> sistemin etkinliğini<br />
amaçlayan görüştür. Nispeten daha ılımlı sayılabilecek önerilerden biri,<br />
zorunlu karşılıklara devletin faiz ödemesidir. Böylece hem zorunlu karşılık<br />
oranları istenilen düzeye çekilir, hem de faiz ödemesiyle <strong>ve</strong>rgiden doğan<br />
maliyetler telafi edilir. Fakat bu öneri çok kabul görmemiştir. Çünkü hem bu<br />
uygulamanın parasal kontrolü nasıl etkileyeceği net değildir, hem de<br />
uygulanacak faiz oranı düzeyi tartışmalıdır. Bu ikileme diğer bir çözüm<br />
önerisi ise, zorunlu karşılık oranlarının mevduat sigortası primlerine<br />
dönüştürülmesi olmuştur (Laurent, 1981). Bu metodla hem bankaların<br />
kendileri önemli bir kamu hizmeti olan mevduat sigortasını finanse etmiş<br />
olurlar, hem de merkez bankası parasal kontrolü mevduat sigortası<br />
primleriyle sağlamış olur. Bu öneriye göre aynı zamanda parasal otorite<br />
(merkez bankası) ile mevduat sigortası kurumu birleşeceğinden <strong>finansal</strong><br />
yapıda devletin rolü daha basitleşir<strong>ve</strong> rasyonalleşir.<br />
Parasal kontrol ile ilişkili diğer bir <strong>finansal</strong> regülasyon aracı da<br />
disponibilité oranıdır. Disponibilité oranı kısaca bankaların belirlenen<br />
oranlarda likit aktif tutma zorunluluğudur. Bu düzenleme daha çok banka<br />
hücumlarına <strong>ve</strong> likit şoklarına karş! <strong>finansal</strong> sistemi korumak için alınan bir<br />
tedbirdir. Parasal istikrarı sağlamaya yönelik diğer bir para politikası aracı,<br />
açık piyasa işlemleridir. Para otcritesi emrine formai regülasyon kanalıyla<br />
<strong>ve</strong>nlen açık piyasa işlemleri '/apma yetkisi, <strong>finansal</strong> piyasaların likit düzeyini<br />
ayarlamak için kullanılan bir tür <strong>finansal</strong> müdahale tekniğidir. Açık piyasa<br />
işlemleri, <strong>finansal</strong> sistem içinde oldukça yaygın kullanılan <strong>ve</strong> bir o kadar da<br />
gerekli olduğu düşünülen bir araç olduğundan varlığı etrafından çok<br />
tartışma yapılmayan bir düzenlemedir.
Diğer yandan merkez bankasının bankaları kontrol etmeye dönük<br />
farklı nitelikte regülasyonları devreye sokması, bankaların portföy<br />
kompozisyonlarını değiştirmelerine (farklı risklere sahip aktifler arasında<br />
seçim yapmalarına) neden olabilir. Bu da para politikası araçlarının<br />
etkinliğini azaltır. Finansal sistemin, kendi dinamizmini sınırlayıcı<br />
regülasyonlara karşı geliştirdiği <strong>finansal</strong> yenilikler de parasal büyüklüklerin<br />
kompozisyonunu <strong>ve</strong> büyüklüğünü değiştireceğinden, hedeflenen parasal<br />
sonuçların gerçekleşme olasılığı azalır. Örneğin, yüksek zorunlu karşılık<br />
oranları empoze edilmesi bankaların mevduat dışında diğer <strong>finansal</strong> araçlar<br />
geliştirmesine neden olabilir. Bu da açıktır ki para otoritesinin hedef parasal<br />
büyüklüğü kontrol etmesini güçleştirir. Diğer yandan, <strong>finansal</strong> piyasalardaki<br />
kontroller gibi deregülasyon da <strong>finansal</strong> yenilikleri artıran bir faktördür<br />
(deregülasyon <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> yenilik kavramlarını ilerleyen bölümlerde daha<br />
ayrıntılı bir şekilde göreceğiz). Finansal deregülasyonla birlikte, alternatif<br />
ikame edilebilir aktiflerin artması sonucu para talebinin faiz elastikiyeti<br />
azalır. Bu yüzden de para talebi fonksiyonu istikrarlı <strong>ve</strong> tahmin edilebilir<br />
olmaktan çıkar. Çünkü mevduat faiz oranları çok sayıda diğer ikame<br />
edilebilir aktiflerin getirileriyle birlikte hareket edeceğinden mevduat talebi<br />
faiz değişimlerine karşı çok hassas olmayacaktır. Bu da para politikasının<br />
etkinliğini azaltan bir faktöre dönüşür. Faiz oranlarındaki dalgalanmalara<br />
karşı alternatif korunma imkanları (hedging), yatırım talebinin faiz oranı<br />
duyarlılığını azaltan bir faktöre dönüşür.<br />
Sermaye <strong>ve</strong> faiz kontrollerinin kaldırılması, serbest döviz kurlarının<br />
serbest bırakılması gibi deregülasyon politikalarının -daha liberal<br />
regülasyonlar-; hem faiz oranlarının değişkenliğini hem de sermaye<br />
akımlarının ülkeye giriş <strong>ve</strong> çıkış (miktar <strong>ve</strong> hız)ını artırarak, banka <strong>ve</strong> diğer<br />
<strong>finansal</strong> kurumların kriz <strong>ve</strong> panik yaşama olasılığını artıracağı endişesi<br />
oldukça yaygındır. Merrick <strong>ve</strong> Saunders'e (1985) göre deregülasyon ile<br />
bankacılık sistemi istikrarsızlığı arasında bir paralellik vardır. Örneğin bir<br />
çok ülkede 1980'lerde artan <strong>finansal</strong> deregülasyonlarla birlikte <strong>finansal</strong><br />
istikrarsızlık düzeyinde artış gözlenmiştir. Melitz <strong>ve</strong> Bordes'e (1991) göre<br />
deregülasyon geçiş <strong>sürecinde</strong> parasal kontrolün zor olabileceğini fakat<br />
durağan duruma geçildiğinde -para çarpanı istikrarlı durağan bir hal<br />
aldığından- deregülasyon parasal kontrolü güçleştiren bir unsur olmaktan<br />
çıkar. Fakat Baltensperger <strong>ve</strong> Dermine'e (1987) göre ise parasal otoritenin<br />
parasal tabanı kontrol etmesi parasal kontrol için yeterlidir.<br />
Şimdiye kadar regülasyonun rasyonalitesi başlığı altında belirttiğimiz<br />
tüm nedenler -piyasa başarısızlıkları, politik regülasyon <strong>ve</strong> parasal kontrolülkelerin<br />
makro ekonomik politika tercihlerinin regülasyon yapıları<br />
üzerindeki etkilerinin göz ardı edildiği anlamına gelebilir. Fakat ülkelerin<br />
regülasyon yapılarının oluşumunda piyasa tasarım <strong>ve</strong> dinamiklerinden<br />
kaynaklanan nedenler yanında ülkelerin ekonomik-politik tercihleri de<br />
etkilidir. Örneğin, Japonya'da II.Dünya savaşından sonra genelde tüm
sektörlerin, özelde <strong>finansal</strong> sektörün yoğun bir şekilde regülasyonu, makrostratejik<br />
politikaların ürünü, piyasa-uyumlu müdahale politikalarının bir<br />
sonucudur. Regülasyonlarla, daha çok <strong>finansal</strong> piyasaların istikrarının<br />
koruması <strong>ve</strong> stratejik sektörlere kredi aktarılması amaçlanmıştır. Faiz<br />
oranları uzun süre düşük tutulmuş, uzun dönemli "istikrar" kısa dönemli<br />
"etkinliğe" tercih edilmiş <strong>ve</strong> deregülasyona geçiş tedricen<br />
gerçekleştirilmiştir. Japonya'da regülasyon, bir tür endüstriyel dayanışma<br />
aracı olarak kullanılmış, makro hedefleri gerçekleştirmek <strong>sürecinde</strong> Japon<br />
bürokrasisi, çıkar gruplarının taleplerinden <strong>ve</strong> hükümetlerin<br />
müdahalelerinden kendini koruyabilmiştir. Japonya örneğinde diğer önemli<br />
bir nokta, 1970 <strong>ve</strong> 19801erde başlayan deregülasyon sürecinin içsel<br />
dinamiklerden çok Amerikan taleplerinden kaynaklanmasıdır. Bu da bize<br />
ileride daha detaylı göreceğimiz regülasyon dinamiğinde uluslararası<br />
faktörlerin rolünün globalleşen <strong>finansal</strong> piyasalarda önemini göstermektedir.<br />
Diğer yandan İngiltere'nin, Japonya'nın tersine "rekabet-lehine" regülasyon<br />
politikaları uygulaması, dar anlamda çıkar grupları arasındaki ilişkilerden<br />
<strong>ve</strong>ya piyasa başarısızlıklarından çok tarihsel <strong>ve</strong> politik makroekonomik<br />
mirasıyla ilgilidir (Vogeİ, 1996) .<br />
3. FİNANSAL REGÜLASYONA KARAR VERMEK<br />
Finansal kurumların <strong>ve</strong> piyasaların regüle edilmesinin ardındaki<br />
rasyonaliteyi tartıştıktan sonra bu aşamada regülasyonun düzeyini <strong>ve</strong><br />
biçimini yani optimalitesini tartışacağız.<br />
Bu yüzden de ilk önce bir regülasyondan istenilen sonuçları elde<br />
etmek için etkin <strong>ve</strong> sağlam bir regülasyon çatısı kurmak gerekir. Bunun için<br />
de yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz (Dumez <strong>ve</strong> Jeunemaitre,<br />
1997:7):<br />
(i) Regülasyonun amaçları açık <strong>ve</strong> tutarlı olmalı. Amaçlar<br />
birbiriyle çatışan <strong>ve</strong> iyi tanımlanmamış olursa ortaya<br />
çıkabilecek olası belirsizlikler, etkinsizliklere neden olabilir.<br />
(ii) Regülasyon kararları <strong>ve</strong> dava prosedürleri yargı denetimine<br />
tabi olduğundan, regülatörlerin daha şeffaf <strong>ve</strong> net bir<br />
regülasyon doktrinine sahip olmaları gerekir.<br />
(iii) Regülasyon yapısı içinde regülasyon otoritelerinin yaptırım<br />
güçlerinin açık <strong>ve</strong> net olarak belirlenmesi, <strong>finansal</strong> ajanların<br />
regülasyona uyumunu kolaylaştıracaktır.<br />
(iv) Regülasyon araçları regülasyon amaçlarını gerçekleştirecek<br />
nitelikte olmalıdır.<br />
Bu kriterleh sağlamış regülasyon uygulamaları, optimal kabul<br />
edilebilir. Fakat bu regülasyonların sonuçlan açısından optimal olduğu<br />
anlamına gelmez. Çünkü regülasyonların etkilehni tartışmak için referans<br />
durumlar tanımlanmalıdır. Bunun için başlıca üç kriter kullanılabilir:
Bunlardan birincisi, herhangi bir refah kriter tanımına uygun olarak optimal<br />
çalışan bir endüstrinin sonuçları ile regülasyon sonuçlarını karşılaştırmak.<br />
İkinci olarak, regülasyonun olmadığı yani deregülasyon ortamında ortaya<br />
çıkacak sonucu referans kabul ederek regülasyon etkilerini karşılaştırmak.<br />
Üçüncü <strong>ve</strong> son olarak bir regülasyon setini diğer bir regülasyon setiyle<br />
karşılaştırmak. Tüm bu benchmark tanımlar ampirik çalışmalarla elde<br />
edilen regülasyon etkilerinin analizine <strong>ve</strong> normatif değerlendirmelere imkan<br />
sağlar. Regülasyon uygulamalarının etkinliği hakkında bize etkinlik kriterleri<br />
olarak yardımcı olurlar.<br />
Optimal regülasyon uygulamalarının temel niteklikleri şöyle<br />
sıralanabilir: (a) regülasyon, süreç yönetimli değil, amaç-yönetimli olmalıdır.<br />
Sürekli devingen <strong>finansal</strong> bir yapı içinde dahi bu amaç değişmemeli, neyi<br />
gerçekleştirmeyi amaçladığımız net bir şekilde ortaya konmalıdır; (b)<br />
regülatör amacını etkin bir şekilde <strong>ve</strong> sektöre en az maliyet yükleyecek<br />
şekilde gerçekleştirmelidir. Bunu gerçekleştirmek için de farklı regülasyon<br />
metotları kullanılabilir. Bunlardan biri, piyasa mekanizmasına gü<strong>ve</strong>nmektir.<br />
Eğer piyasa katılımcıları sahip olduğu teşvik <strong>ve</strong> bilgi ile faydalarını<br />
maksimize ederlerken regülasyon amaçları da gerçekleşiyorsa bu durumda<br />
regülasyona ihtiyaç duyulmayacaktır. Eğer bu gerçekleşmiyorsa regülatör<br />
bu amacın gerçekleşmesinin önündeki engelleri kaldırmalı; bilgi yeterli<br />
değilse bilgi sağlanmalı, piyasa aksaklıkları varsa bunlar giderilmelidir.<br />
Diğer bir etkin regülasyon metodu regülasyonların teşvik-uyumlu olmasıdır.<br />
Buna göre regülasyonların yasaklayıcı <strong>ve</strong> yasaklayıcı olmayan şeklinde<br />
sınıflandırılması etkin bir yaklaşım değildir. Regülasyonlar <strong>finansal</strong> ajanların<br />
çıkarları ile regülasyon otoritesinin çıkarlarını uyumlu hale getirecek<br />
teşviklere sahip olmalıdır. Son olarak (c) regülasyon dinamikleri aynı<br />
zamanda teknoloji <strong>ve</strong> piyasadaki değişimleri engellemeyen bir esnekliğe<br />
sahip olmalıdır.<br />
Regülasyon otoritesi empoze ettiği regülasyonla ortaya çıkabilecek<br />
maliyetler <strong>ve</strong> faydalar arasında denge kurmak durumundadır. Her<br />
regülasyon yeni maliyetler <strong>ve</strong> faydalar getirir. Örneğin, banka iflaslarını<br />
asgariye çekmek için bankalara riskten arındırılmış likit menkul değerler<br />
(disponibilité değerler) bulundurma zorunluluğu getirilmesi, uzun dönemli<br />
yüksek getirili yatırımların kısılması gibi <strong>finansal</strong> aracılık maliyetlerini artıran<br />
bir sonuç yaratır. Benzer şekilde, bilanço bilgilerinin açıklanmasını şart<br />
koşan bir düzenleme, kamuya daha şeffaf bir bilgi ortamı sunarken, -aynı<br />
zamanda bilginin yayılma etkisinden dolayı bankaları nakit hücumlarına<br />
açık hale getirir. Mevduat sigortası <strong>ve</strong> kredi <strong>ve</strong>ren son merci olarak merkez<br />
bankasının varlığı, banka hücumlarının gerçekleşmesini engelleyen bir<br />
faktör olsa da, ahlaki hsk probleminin doğmasına da neden olur. Tüm bu<br />
örneklerde gördüğümüz, regülasyonların piyasalara yüklediği maliyetlerle<br />
sağladığı faydalar arasındaki farka "regülasyon yükü" denir (Kane, 1987).<br />
Regülatörün amacı bu yükü minimize etmektir. Bu anlamda regülasyonun
düzeyi <strong>ve</strong> formu yani optimalitesi bu amaç etrafında gerçekleşir. Meltzer'e<br />
(1967) göre de düzenlemede esas, düzenlemeden doğan faydaların<br />
maliyetlerinden fazla olmasıdır. Uygulamaya ilişkin gözlemlerinde ise<br />
özellikle bankacılık sistemine getirilen <strong>düzenlemeler</strong>in yarattığı maliyetlerin<br />
faydalarından daha fazla olduğunu belirtir. Bir regülasyon uygulaması, etkin<br />
olduğu kadar, diğer alternatif regülasyon önerilerine tercih edilir de<br />
olmalıdır.<br />
Optimal regülasyon düzeyini belirlemek için hem etkinlik <strong>ve</strong> hem de<br />
/sf/Tcrarunsuriarını dikkate almak gerekir. Finansal etkinlik Pareto-optimalite<br />
çevresinde yapılırken <strong>finansal</strong> istikrar hem bireysel hem de sistemik risk<br />
kavramlan ile analiz edilmektedir. Finansal piyasalarda bazı durumlarda<br />
etkinlik <strong>ve</strong> istikrar arasında birbirinin yerine geçme (trade-off) söz konusu<br />
iken bu genel bir kura! olarak düşünülemez. Bazı durumlarda istikrar <strong>ve</strong><br />
etkinlik birbirini tamamlayan unsuriardır. İstikrar özellikle sistemik riski<br />
azaltarak kaynakların etkin dağılımı için rrr*kan sağlar. Etkinlik <strong>ve</strong> istikrara<br />
ila<strong>ve</strong> olarak optimal regülasyon düzeyinin belirienmesinde <strong>finansal</strong> kesimreel<br />
kesim etkileşimi de dikkate alınmalıdır. Finansal kesim-reel kesim<br />
nedenselliğinin yönü tartışmalı olsa da, bu iki kesimin (değişkenlerinin)<br />
birbirierini etkiledikleri görüşü genelkabul görmektedir. Bu yüzden de<br />
regülatörün amaç fonksiyonu, sadece <strong>finansal</strong> değişkenleri değil (sistemik<br />
risk, <strong>finansal</strong> kırılganlık <strong>ve</strong> banka hücumları gibi) reel değişkenleri de<br />
(büyüme <strong>ve</strong> yatırım gibi) dikkate alarak tasarianmalıdır.<br />
Optimal regülasyon probleminde düşünülmesi gereken diğer bir konu<br />
da regülasyon otoritesinin neyi maksimize etmeyi amaçladığıdır.<br />
Regülatörün, regülasyon amaçlarını açık <strong>ve</strong> uygulanabilir bir şekilde<br />
formüle etmede karşılaştığı zoriuklar vardır. Çoğu <strong>finansal</strong> ajanların kâr<br />
maksimizasyonu gibi tek hedefi varken, kamu otoritesi çeşitli amaçları aynı<br />
anda gerçekleştirmek durumundadır. Örneğin ekonominin etkinliğini<br />
artırmak, gelir dağılımını düzeltmek, ekonomik şoklardan kaçınmak <strong>ve</strong><br />
istikrarı sağlamak gibi. Bu hedeflerin bazıları birbiriyle çatıştığı gibi<br />
bazılarını da gerçekleştirmek oldukça zordur. Örneğin, regülasyon<br />
otoriteleri toplam sosyal refahı mı, yoksa belirii çıkar gruplarının refahını mı<br />
amaç fonksiyonuna dahil edeceklerdir?<br />
Diğer yandan optimalite probleminin temelinde ölçme sorunu vardır.<br />
Net regülasyon yükünü beliriemek için regülasyondan kaynaklanan<br />
faydaların <strong>ve</strong> maliyetlerin ölçülmesi gerekir. Uygulamada ölçme sorunu zor<br />
olmakla biriikte, fayda <strong>ve</strong> maliyetlerin teorik olarak değeriendirilmesi<br />
mümkündür. Genel olarak regülasyon maliyetleri için beş neden<br />
gösterilir(White,1996):
ahlaki risk: Kamu birimleri, regüle ettikleri kişi <strong>ve</strong> kurumlardan daha<br />
fazla bilgiye sahip değildir. Bilgi eksikliğini azaltmayı amaçlayan<br />
<strong>düzenlemeler</strong>, hem bunu gerçekleştirmek için yetersiz kalır, hem de<br />
<strong>finansal</strong> sistemi olumsuz bilgilerin yaratacağı şoklara karşı açık hale<br />
getirirler. Regülasyonlar aynı zamanda <strong>finansal</strong> ajanların davranışlarını<br />
etkileyerek daha fazla risk almalannı teşvik ederler. Bu da ihtiyatlı davranış<br />
standartlarını azaltan bir faktöre dönüşerek sistemik riski artırır<br />
uyum maliyetleri:<br />
maliyetleridir<br />
Yeni <strong>düzenlemeler</strong>e uyumdan kaynaklanan işlem<br />
ekonomik refah kaybı: Regülasyondan dolayı <strong>finansal</strong> . ajanlar<br />
gerçekleştirmek istediklerinden daha az işlem gerçekleştirirler. Böylece,<br />
denge, optimal-altı <strong>finansal</strong> işlem miktarında oluşur<br />
dinamik maliyetler: Bu maliyet türü yukarıda saydığımız statik<br />
maliyetlerden farklı olarak zamana bağlı olarak ortaya çıkan maliyetlerdir.<br />
Finansal ajanların davranışı <strong>ve</strong> performansı, ekonomik şartlarla<br />
<strong>düzenlemeler</strong> arasındaki sistematik ilişki tarafından belirlenir. Bu ilişki<br />
zamanla <strong>finansal</strong> kurum <strong>ve</strong> piyasaların geçtiği dinamik süreçte kendisini<br />
yeniden üretmesini engelleyen bir yapıya dönüşebilir. Çünkü<br />
regülasyonların empoze ettiği faydalar <strong>ve</strong> maliyetler değişen ekonomik<br />
koşullar <strong>ve</strong> ilişkiler sonucu zamanla değişebilir, daha sınırlayıcı olabilirler.<br />
Fakat bu durum, aynı zamanda regülasyonlardan kaçınmak için <strong>finansal</strong><br />
yeniliklerin ortaya çıkışını sağlayan bir etkiye dönüşebilir.<br />
regülasyon sürecinin ele geçirilmesi: Bu da daha çok politik<br />
regülasyon bölümünde de gördüğümüz gibi regülasyon politikalarının bazı<br />
çıkar gruplarını diğerlerine tercih etmesinden kaynaklanan sosyal refah<br />
kayıplarıdır<br />
Regülasyon bir kamu müdahalesi olduğuna göre, regülasyondan<br />
kaynaklanan yukarıdaki maliyetlere kamu başansızlıkları diyebiliriz. Aksak<br />
(imperfect) <strong>ve</strong> eksik (incomplete) <strong>finansal</strong> piyasaların etkinliğini <strong>ve</strong> istikrarını<br />
artırmaya dönük bu müdahaleler, amaçlarını gerçekleştirmede başarısız<br />
olabilirler.<br />
4. FİNANSAL REGÜLASYONUN DİNAMİĞİ<br />
Regülasyon süreçleri <strong>ve</strong> sonuçlan; regülasyondan etkilenen çıkar<br />
gruplarının yapısına, mevcut ekonomik şartlara <strong>ve</strong> farklı çıkar gruplarının<br />
çıkarlarını belirleyen kurumsal yapıya (regülasyon kurumlarının politik, <strong>ve</strong><br />
hukuki yapılarına) bağlıdır. Bu yüzden de regülasyon yapılarının<br />
incelenmesi; <strong>finansal</strong> kurum <strong>ve</strong> piyasaların temel nitelikleri ile bunların<br />
iktisadi davranış <strong>ve</strong> performanslar üzerindeki etkilerini ele almaya yardımcı<br />
80
olacak detaylı dinamik metotlar kullanılmasını gerektirir. Hem ulusal hem de<br />
uluslararası düzlemde regüle eden <strong>ve</strong> edilen arasındaki ilişkilerin yeniden<br />
üretildiği dinamik sürecin analizi bize zaman tutarlı optimal regülasyon<br />
düzeyini <strong>ve</strong> biçimini belirleme imkanı <strong>ve</strong>rir.<br />
Bu bölümde önce, regüle eden <strong>ve</strong> edilen arasındaki etkileşim ile<br />
regülasyon araçlarının yarattığı etkileri, daha sonra ise uluslararası<br />
düzlemde farklı regülasyon yapılarının birbirlerine etkilerini ele alacağız.<br />
4. 1. Regülasyon Etkileşimi<br />
Belirli bir dönemde optimal olan bir düzenleme eğer sonraki<br />
dönemlerde sistemik riski artıran <strong>finansal</strong> yeniliklere yol açarsa, orta <strong>ve</strong><br />
uzun dönemde optimal olmaktan çıkar. Regülasyon etkileşiminden dolayı,<br />
optimal dinamik regülasyon tasarımı, <strong>finansal</strong> sistemin etkinliği <strong>ve</strong> istikrarı<br />
açısından oldukça önem kazanır.<br />
Regüle eden <strong>ve</strong> edilen arasındaki reaksiyon diye<br />
tanımlayabileceğimiz regülasyon etkileşiminin katalizörü ise net regülasyon<br />
yüküdür. Her yeni-regülasyon uyarlaması en azından kısmi olarak regülen<br />
edilen üzerinde dengeleyici reaksiyonlar yaratır. Bu, net regülasyon yükünü<br />
azaltma çabasından kaynaklanmaktadır. Regüle edilen <strong>finansal</strong> ajanlar<br />
regülasyon otoritesinin dayattığı sınırlamalard'an doğan maliyet-getih farkını<br />
yani net regülasyon yükünü minimize etmeye çalışırlar. Bunun için de bu<br />
sınırlamalara tabi olmayan yeni <strong>finansal</strong> enstrümanlar geliştirirler. Regüle<br />
edilenin reaksiyon eğilimlerini gözlemleyen regülatör de yeni regülasyonlar<br />
empoze eder. Bu etkileşim sonucunda, regülasyon yapılarının dengesi<br />
uzun bir zaman <strong>sürecinde</strong> gerçekleşir. Yani oldukça kompleks <strong>ve</strong> dinamik<br />
bir ekonomik^zeminde <strong>finansal</strong> kontratların biçimi <strong>ve</strong> regülasyonu sürekli<br />
optimal kalamaz. Dinamik etkinlik bu anlamda katı, değişmez regülasyon<br />
sınırlamaları yerine, daha esnek <strong>ve</strong> duruma-uygun regülasyonlar gerektirir.<br />
Diğer yandan <strong>finansal</strong> dinamizim süreci içinde sadece regülasyon<br />
otoriteleri ile regüle edilen ajanlar arasındaki etkileşim değil, aynı zamanda<br />
farklı regülasyon otoriteleri arasındaki etkileşim de oldukça önemlidir.<br />
Kane'e (1984) göre uzun dönemde <strong>finansal</strong> regülatörler arasındaki rekabet<br />
regülasyon yükünü azaltarak, regülasyon hizmetlerinin üretimindeki<br />
etkinliğini artırır. Regülasyon kurumlarının regüle ettikleri alanların<br />
örtüşmesinden dolayı, kısa dönemli maliyetler ortaya çıkabilir. Fakat<br />
rekabetin gizli eli uzun dönemde dinamik <strong>ve</strong> evrimci optimaliteyi artıran bir<br />
yapıya da dönüşebilir. Yapılan bir çalışmaya göre (AIbrecht, Bronfman <strong>ve</strong><br />
Messenheimer,1996), ikame malların bulunduğu piyasaların regülatörleri<br />
arasındaki rekabet, etkinliği arfırırken, böyle bir rekabet, tamamlayıcı<br />
piyasaların etkinliğini azaltan bir faktöre dönüşür. Tamamlayıcı piyasaların<br />
regülatörleri arasındaki işbirliği ise, etkinliği artırırken ikame piyasaların
egülatörleri arasındaki işbirliği etkinliği azaltır. Kısaca bu çalışmaya göre<br />
optimal regülasyon yapısı regülatörlerin eğilimlerine (işbirliği <strong>ve</strong> rekabet) <strong>ve</strong><br />
piyasaların tamamlayıcı <strong>ve</strong> ikame olma derecelerine bağlı olacaktır.<br />
Levich (1998:365-384)' de regülasyonun <strong>finansal</strong> piyasalar üzerindeki<br />
dinamik etkilerini analiz etmek için üç <strong>finansal</strong> piyasa katılımcısından biri<br />
olan kural koyan <strong>ve</strong> işlemleri denetleyen regülasyon otoritelerinin (diğer<br />
ikisi <strong>finansal</strong> hizmet talebinde bulunan birey <strong>ve</strong> kurumlar, <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> hizmet<br />
arz eden kurumlar) kendi aralarındaki ilişkilerin önemli olduğunu belirtir. Bir<br />
regülatörün koyduğu sınırlamaya <strong>finansal</strong> ajanlar yeni <strong>finansal</strong> ürünler<br />
üreterek <strong>ve</strong>ya sınırlamaların olmadığı diğer alanlara kayarak tepki<br />
gösterirler. Bu yüzden regülatör kendi alanında işlemlerin azalmasıyla karşı<br />
karşıya kalır. Örneğin sınırlamalar <strong>ve</strong> işlem maliyetleri futures, options, <strong>ve</strong><br />
swaps piyasalarını kısıtlarsa bu durumda banka kredilerinin <strong>ve</strong>ya tahvillerin<br />
future-gibi, option-gibi <strong>ve</strong>ya swap-gibi olmalarına neden olabilir. Oluşan bu<br />
yenilikliklerle regülatörün regülasyon alanı daralır. Fakat eğer regülatörler<br />
<strong>finansal</strong> kullanıcıların sahip oldukları eğilimleri kavrar <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>i<br />
değişen şartlara adapte ederse kaybettikleri regülasyon alanlarını yeniden<br />
kazanabilirler <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> yenilikleri kendi regülasyon alanları içinde<br />
tutabilirler. Bu da regülatörlerin rekabetçi piyasa zemininde pasif unsurlar<br />
değil, aynı zamanda rekabetçi diğer güçleri de etkileyen aktif bir yapıya<br />
sahip olmaları gerektiği anlamına gelir. Böylece regülasyon otoriteleri<br />
arasındaki rekabet, <strong>finansal</strong> kullanıcıların yararına kural <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>in<br />
arz edilmesini <strong>ve</strong> aynı zamanda regülatörün empoze edebileceği<br />
regülasyon yükünü de sınırlayan bir faktördür. Farklı regülasyon<br />
kurumlarının varlığı <strong>ve</strong> aralarındaki rekabet, önemli faydalar sağlamakla<br />
birlikte gereksiz <strong>ve</strong> tutarsız işlem <strong>ve</strong> sonuçlara da yol açabilir. Bu yüzden<br />
de farklı adlarda oluşturulmuş olan bu kurumların birleştihimesi gerektiği<br />
görüşü öne sürülür. Fakat bu görüş daha çok yetki alanlarını artırma<br />
kaygıları olan politika yapıcılarına aittir. Ancak akademisyenler arasındaki<br />
yaygın kanıya göre, çoklu regülasyon yapılarının aralarındaki rekabet, kısa<br />
dönemde maliyetleri yükseltse de uzun dönemde piyasa katılımcılarının<br />
yararına olabilecek seçimler üretecektir.<br />
Şu ana kadar <strong>finansal</strong> yeniliklerin temel belirleyici unsurunun<br />
"regülasyondan kaçınmak" davranışı olduğunu belirttik. Fakat <strong>finansal</strong><br />
yeniliklerin regülasyon dışında bir çok nedenden dolayı gelişme<br />
potansiyeline sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Bunlardan biri teknolojik<br />
gelişmedir. Özellikle telekomünikasyon alanındaki yeni gelişmeler işlem<br />
maliyetlerinde önemli oranda bir azalma sağlamıştır. Bu da daha ucuz<br />
işlem maliyetli yeni <strong>finansal</strong> ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.<br />
Finansal yeniliklerin gelişmesinde diğer bir neden de başarısız ekonomi<br />
politikalarının varlığıdır. Bu sebepten kaynaklanan <strong>finansal</strong> yenilikler<br />
özellikle makroekonomik zeminde önemli sorunların yaşandığı dönemlerde<br />
gelişmiştir. Özellikle 1970'li yıllarda bir çok ülkede yaşanan yüksek
enflasyon oranları, değişken faiz oranları <strong>ve</strong> döviz kurları, <strong>ve</strong> artan<br />
oranlarda işsizlik gibi iktisadi karar alma <strong>sürecinde</strong> belirsizlik yaratan bu<br />
olumsuz gelişmelerden korunmak çabası, risk transferi <strong>ve</strong> risk dağılımını<br />
sağlayan futures <strong>ve</strong> optionlar araç <strong>ve</strong> piyasalarının ortaya çıkmasına yol<br />
açmıştır.<br />
Diğer yandan gelişen <strong>finansal</strong> yeniliklerin istenilir bir şey olup olmadığı<br />
ya da hangi düzeyde <strong>finansal</strong> yenilik olması gerektiği tartışmaları da<br />
önemlidir. Bazı ekonomistlere göre, <strong>finansal</strong> yenilikler <strong>finansal</strong> sistemdeki<br />
toplam riski artırmıştır. Risk artışı, yeni <strong>finansal</strong> ürünlerin daha kompleks<br />
yapılarından <strong>ve</strong> yeterince test edilmemiş olmalarından kaynaklanmaktadır.<br />
Yeni <strong>finansal</strong> araçların büyük bir kısmının bilançolarda görülmemesinden<br />
dolayı denetimden kolayca kaçmaları, sistemik riski artıran bir diğer sebep<br />
olarak göstehlir. Ancak genelde iktisatçıların, yeni <strong>finansal</strong> ürünleh <strong>finansal</strong><br />
sistem için istikrarsızlık unsuru olarak görmediklerini bunların mevcut riski<br />
artırmayıp onu sadece alınır-satılır kıldığını savunduklarını söyleyebiliriz.<br />
Bu yolla da olası risklerden korunmanın araçları geliştirilmiş olur.<br />
Ulusal <strong>ve</strong> uluslararası düzlemde <strong>finansal</strong> yenilikler <strong>ve</strong> deregülasyon -<br />
regülasyon kurallarının gevşemesi, daha az sınırlamalar içermesi- ile<br />
birlikte sistemik riskin arttığı şeklinde kanıların yaygınlaşması reregülasyon<br />
kavramının gelişmesine neden oldu. Kane'e (1987) göre reregülasyon,<br />
mevcut <strong>ve</strong>ya devralınan regülasyon yapılarının yeniden değişen şartlara<br />
uyarlanmasıdır. 1980'lerden itibaren ulusal <strong>ve</strong> uluslararası anlamda <strong>finansal</strong><br />
hizmetler üzerindeki sınırlamalar dünya ölçeğinde hızlı bir şekilde ortadan<br />
kalkmaya başlamıştır. Reregülasyon kavramı gelişen regülasyon<br />
tepkilerinin yerine kullanılabilecek genel bir tanımdır. Fakat genel kanı<br />
reregülasyonun deregülasyonun karşıtı olduğu şeklindedir. Eğer regülatör<br />
bir sınırlamayı esnetirse bu deregülasyon, fakat eğer sonuçtan hoşlanmaz<br />
<strong>ve</strong> bir sınırlama eklerse bu reregülasyondur. Kane de regülasyon<br />
ayarlamalarının bir kurallar kümesini sıklaştırırken, diğer alt kuralları<br />
esnetebileceğini belirtir. Yani pür anlamda deregülasyondan söz etmek zor<br />
olabilir. Bu yüzden regülasyon uyarlaması genel terimini kullanarak net<br />
regülasyon yükünü azaltan <strong>düzenlemeler</strong>i deregülasyon, artıranları ise<br />
reregülasyon olarak tanımlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.<br />
Örneğin, bankaların faiz oranı tavanı koyması reregülasyon, buna tepki<br />
olarak ortaya çıkan <strong>finansal</strong> kurumlar <strong>finansal</strong> yenilik, bu yeni <strong>finansal</strong><br />
kurumları kontrol etme çabalarından doğan yeni <strong>düzenlemeler</strong><br />
reregülasyon, bu <strong>düzenlemeler</strong>in de değişen koşullardan -teknolojik<br />
ilerlemeler <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> globalleşme gibi- dolayı etkinliğini yitirmesinden<br />
dolayı ya kaldırılması ya da sınırlamalarının azaltılması deregülasyon<br />
olacaktır. Amerika'da ticari bankalarla yatırım bankaları arasındaki katı<br />
ayrım bu sınırlamaları aşmak için yeni kurumsal yapılanmalar geliştirirken<br />
Almanya'da böyle bir sınırlama olmadığı için -üni<strong>ve</strong>rsal bankacılık geçerlibenzer<br />
yenilikler gözlenmemiştir.
Piyasalar geliştikçe uygun regülasyon düzeyi de değişir. Bu da<br />
regülatörün ince-ayar regülasyonu ile düzenlediği piyasanın çalışma<br />
mekanizmaları hakkında doğru bilgiyi sürekli sağlamasıyla mümkün olur.<br />
Fakat regülatör bilgiyi piyasadan sonra elde eder. Yani regüle edenle edilen<br />
arasındaki bilgi akışında bir gecikme problemi oluşur. Bu gecikmenin<br />
büyüklüğü de regülasyon kurumlarının piyasa katılımcılarından doğru bilgi<br />
elde etme yeteneğine <strong>ve</strong> imkanlarına bağlıdır. Fakat şu da bir gerçek ki<br />
regülasyonla, ondan kaçınma arasındaki gecikme, ortalama olarak kaçınma<br />
ile reregülasyon arasındaki gecikmeden daha kısadır. Çünkü regülasyon<br />
sonrası <strong>finansal</strong> ajanların tepkileri daha kısa bir sürede gerçekleşirken bu<br />
tepkilerin kontrolü için devreye konan yeni <strong>düzenlemeler</strong> ise ancak tepkiler<br />
regülatöre ulaştıktan sonra gerçekleşebilir. Bu da ilk durumdan daha uzun<br />
bir süredir.<br />
4. 2. Uluslararası Regülasyon<br />
Ülkeler arasındaki karşılıklı-bağımlılıklar geçen yarım yüzyılda önemli<br />
ölçüde artmıştır. Örneğin, endüstriyel ülkelerin üretim değeri 1964 ile 1992<br />
arasında yılda ortalama olarak %9 oranında, ihraç ettikleri ürünlerin değen<br />
%12 oranında artarken bu ülkeler arasında kredi miktarı %23 oranında<br />
artmıştır (Herring <strong>ve</strong> Utan, 1987:xvii). Bu rakamlar artan uluslararası<br />
<strong>finansal</strong> bağımlılığın önemli bir göstergesidir. 1990'larda da süren bu<br />
gelişme trendi, <strong>finansal</strong> sektörü en hızlı <strong>ve</strong> en fazla globalleşen bir sektör<br />
olarak ön plana çıkarmıştır.<br />
Uluslararası <strong>finansal</strong> işlemlerin önündeki engellerin kaldırılması,<br />
uluslararası ticarete görece, daha yeni bir durumdur. Engellerin ortadan<br />
kalkmasının, bir başka ifade ile uluslararası <strong>finansal</strong> entegrasyon<br />
olgusunun ortaya çıkışının, iki temel nedeninden söz edebiliriz: globalleşme<br />
<strong>ve</strong> deregülasyon. Birbirlerini de önemli oranda etkileyen bu iki gelişme, son<br />
yıllarda uluslararası <strong>finansal</strong> gelişme trendinin yapısını belirlemiştir. 1980<br />
<strong>ve</strong> 1990'larda telekomünikasyon alanında meydana gelen hızlı gelişmeler,<br />
<strong>finansal</strong> piyasalardaki değişimlerle yakından ilgilidir. Elektronik data işleme<br />
<strong>ve</strong> telekomünikasyondaki hızlı ilerlemeler işlem <strong>ve</strong> bilgi maliyetlerini<br />
azaltmış, <strong>finansal</strong> kurumların maliyet yapılarını değiştirmiş <strong>ve</strong> arbitraj<br />
kolaylığı sağlamıştır. Teknolojik gelişmelerin ivme kazandırdığı globalleşme<br />
ile birlikte ulusal hükümetlerin, global <strong>finansal</strong> ajanların davranışlarını<br />
kontrol etmeleri güçleşmiştir. Zaman içinde fiili deregülasyonlar oluşmuştur.<br />
Ulusal regülatörlerin, kendi yasama alanı dışındaki piyasalarda alman<br />
kararlarla belirlenen döviz kurları <strong>ve</strong> faiz oranı gibi değişkenler üzerindeki<br />
otoriteleri giderek azalmıştır.-Teknolojik gelişmelerin de ivme kazandırdığı<br />
globalleşme ile birlikte ulusal hükümetlerin global <strong>finansal</strong> ajanların<br />
davranışlarını kontrol etmeleri güçleşmiştir. Bu yüzden de ulusal<br />
regülatörler <strong>finansal</strong> sınırlamaları kaldırarak global düzlemde rekabetçi bir<br />
<strong>finansal</strong> yapının oluşmasına katkıda bulunma durumunda kalmışlardır.
Finansal globalleşme trendi, ülkelerin artan oranda deregülasyon<br />
uygulamalan ile daha da hızlanmış, <strong>finansal</strong> şirketlerin hareket alanını<br />
genişletmiştir. Öte yandan genel liberalleşme politikalan da bu süreci<br />
hızlandırmış, piyasaların liberalleştihimesinin büyümeyi hızlandıracağı<br />
görüşü yaygınlık kazanmıştır. Mc Kinnon (1973) <strong>ve</strong> Shaw (1973) da<br />
<strong>finansal</strong> baskının, tasarrufları teşvik etmediğini <strong>ve</strong> kaynak dağılımını<br />
olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Böylece daha liberal <strong>finansal</strong> sistemler<br />
başarılı büyüme stratejisinin önemli bir ayağı olarak düşünülmüştür.<br />
Finansal deregülasyonu bu anlamda piyasaların hükümetler üzerindeki<br />
zaferi olarak düşünebiliriz.<br />
Uluslararası deregülasyon sürecinin temel değişkenlerini, çıkar<br />
gruplarının rolü ile açıklayan yaklaşımlar da mevcuttur. Bu yaklaşıma göre<br />
deregülasyonun biçimini <strong>ve</strong> düzeyini politikacılar-regülatörler-regüle<br />
edilenler arasındaki ilişkilerin yapısı belirler. Vogel (1996) de piyasa<br />
güçlerinin <strong>ve</strong> çıkar gruplarının baskılarına inanmakla beraber, ulusal<br />
regülasyon alanındaki gelişmelerde -deregülasyon gibi- bir yapı <strong>ve</strong> aktör<br />
olarak tanımladığı devletin de etkin rolü olduğunu savunur.<br />
Önemli bir diğer gelişme de, globalleşen <strong>finansal</strong> piyasaların,<br />
beraberinde getirdikleri sorunları da globalleştirmeleridir: Global <strong>finansal</strong><br />
piyasalar, 1971'de çöken Bretton VVoods sistemi sonrası oluşan yüksek faiz<br />
<strong>ve</strong> döviz kuru volatilitesi, teknolojinin <strong>ve</strong>rdiği imkanlarla hızlı bir şekilde ülke<br />
değiştiren yüksek miktarlarda sermaye hareketlen <strong>ve</strong> daha liberal<br />
bankacılık sistemiyle ülkeleri dışsal şoklara daha açık hale getirmiştir. 1974<br />
yılında Almanya'da Herstatt bankasının iflası,. 1982 yılında uluslararası<br />
bankacılık sisteminin gelişmekte olan ülkelere <strong>ve</strong>rdikleri kredilerin geri<br />
ödenmemesiyle oluşan <strong>finansal</strong> kriz, 1994'de Meksika'da başlayan Peso<br />
kriziyle tecquila etkisi de denilen özellikle Arjantin <strong>ve</strong> Brezilya'ya yayılan<br />
<strong>finansal</strong> kriz, 1997'de Uzak Doğu'da aktif fiatlarının hızlı düşüşü <strong>ve</strong> büyük<br />
devalüasyonlarla başlayan <strong>finansal</strong> krizin diğer ülkelere de hızlı bir şekilde<br />
yayılması <strong>ve</strong> nihayetinde Rusya <strong>ve</strong> Türkiye <strong>krizler</strong>i, global <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>i<br />
önleyici <strong>ve</strong> koruyucu mekanizmalar içeren gü<strong>ve</strong>nlik ağları <strong>düzenlemeler</strong>inin<br />
yapılması gerektiği düşüncesinin yaygınlaşmasına neden olmuştur.<br />
Finansal piyasaların uluslararası boyut kazanması; bankacılık, menkul<br />
kıymet işlemleri <strong>ve</strong> diğer <strong>finansal</strong> hizmetlere ait etkin ulusal regülasyonların,<br />
diğer ülkelerdeki regülasyon düzey ya da <strong>ve</strong> biçimlerinden bağımsız olarak<br />
yürütülemeyeceğini göstermiş <strong>ve</strong> bir ölçüde ulusal <strong>finansal</strong> sistemler, global<br />
sistemin alt kümelen haline dönüşmüştür. Tasarruf sahiplerinin <strong>ve</strong><br />
yatırımcıların sermayeleri, ulusal sınırları hızlı bir şekilde aşan bir yapıya<br />
dönüşmüştür. Ancak <strong>finansal</strong> rejimler, daha çok <strong>finansal</strong> piyasaların ulusal<br />
olduğu dönemlerde tasarlandıkları için uluslararası <strong>finansal</strong> akımları <strong>ve</strong><br />
fonksiyonları başlangıçta yeferince dikkate almamışlardır. Uluslararası<br />
regülasyon, zamanla, sadece akademik bir çaba olmaktan çıkıp
uluslararası reel bir koordinasyon politikasına dönüşmüştür Örneğin, 1988<br />
yılında G-10 ülkeleri arasında bankaların uluslararası sermaye yeterlilikleri<br />
Basle Antlaşmasıyla tespit edilmiştir. Bu anlaşmayla uluslararası bankacılık<br />
sisteminin istikrarını <strong>ve</strong> sağlamlılığını korumak için, bankalara minimum<br />
sermaye yeterlilik oranı şartı getirilmiştir. Böylece bankacılık sisteminin<br />
çökme riskinin <strong>ve</strong> bu riskin etki alanının azaltılması için üye ülkelerin<br />
bankaları arasında sermaye yeterlilik oranlarının aynı olması <strong>ve</strong> bankaların<br />
risk profilini yansıtacak sermaye yeterlilik standartlan getirilmesi<br />
amaçlanmıştır. Gelişmiş ülkeler arasında yapılan diğer bir düzenleme çatısı<br />
Menkul Kıymet Komisyonlarının Uluslararası Organizasyonu (lOSCO) 'dur.<br />
Bu organizasyonun getirdiği <strong>düzenlemeler</strong>le menkul kıymet ihraç eden<br />
firmalara belirli sermaye yeterlilik oranları getihlir. Aynca 1993'de Avrupa<br />
Birliğinin yayınladığı Sermaye Yeterlilik Direktifi ile de menkul kıymet ihraç<br />
eden firmalara ortak yeni standartlar getirildi.<br />
Uzak Doğuda başlayan son <strong>finansal</strong> krizle birlikte, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in<br />
ulusal sınırlara hapsedilemeyeceği görülmüştür. Uluslararası <strong>finansal</strong><br />
entegrasyon, ulusal sınırları anlamsızlaştırmıştır. Bu yüzden de uluslararası<br />
işbirliği mekanizmaları daha yoğun bir şekilde tartışılmaya başlanmış,<br />
sistemik istikran sağlamaya dönük global işbirlikçi stratejik regülasyonlann<br />
herkes için refah kazançları sağlayabileceği düşüncesi daha da yaygınlık<br />
kazanmıştır. White (1996) uluslararası işbirliğinin, uyumlaştırmadan<br />
başlayıp, rekabet etmeye kadar giden bir yelpaze içinde alternatifleri<br />
olduğunu belirtir. Yani ülkeler arasındaki koordinasyon düzeylerine bağlı<br />
olarak uluslararası <strong>düzenlemeler</strong>e gidilebilir. Uyumlaştırma regülasyonları<br />
dört temel fayda sağlar: (i) uyumlaştırma sürecinin kendisi, koruyucu ulusal<br />
regülasyonları esnetir (ii) uyumlaştırma süreci uluslararası düzlemde<br />
<strong>finansal</strong> faaliyetlerle uğraşanlann işlem maliyetlehni, farklı ulusal kural <strong>ve</strong><br />
prosedürleri tek-tipleştirerek <strong>ve</strong> basitleştirerek azaltır (iii) piyasa<br />
başarısızlığını azaltmak için geliştirilen spesifik ulusal regülasyönlar<br />
yurtdışına kaçacak <strong>finansal</strong> işlemlerden dolayı etkinsizleşir (iv) regülasyon<br />
sürecinin ele geçirilmesi güçleşir. Bu gerekçelerden hareketle, ulusal<br />
regülasyon alanlarının daraltılarak daha büyük ölçekte uyumlaştırılmış<br />
uluslararası regülasyon alanlannın oluşması, bir çok kolaylıklar<br />
sağlayacaktır. Ancak uluslararası uyumlaştırıcı düzenleme stratejisinin, bu<br />
avantajlarının yanında bir takım dezavantajları da vardır. Bunlardan biri,<br />
yerel yani ulusal sorunlara karşı duyarsız olması <strong>ve</strong> bu tür uluslararası<br />
<strong>düzenlemeler</strong>in değişmesinin daha güç olması. Diğer bir dezavantaj, ulusal<br />
regülasyon rejimleri arasındaki rekabeti azaltarak bir tür kartel anlaşmasına<br />
dönüşmesidir. Burada da her kartel anlaşmasının karşılaştığı sorunla<br />
karşılarız: kartel üyelerinin hile yapması. Bunun için de tavsiye edilen güçlü,<br />
politik <strong>ve</strong> etik bağlılıklar içeren bir regülasyon uyumlaştırma anlaşmasının<br />
ortaya çıkmasıdır.
Kane (1987) daha önce belirttiğimiz gibi farklı ulusal regülasyonların<br />
tekrarlı <strong>ve</strong> örtüşen yapılarına statik bakış açısıyla bakıldığında etkinsiz<br />
görülebileceğini, fakat regüle eden ile edilenlerin adaptif çabalarından<br />
kaynaklanan arbitrajlar için dinamik avantajlar sağladığını belirtir. Örtüşen<br />
regülasyon yasama alanlan içinde rekebet eden ulusal <strong>ve</strong>ya daha yerel<br />
regülatörler benzer problemleri tecrübe ile test ederek alternatif çabaların<br />
oluşumuna katkıda bulunurlar. Bu da uzun dönemde etkinliği sağlar. Ulusal<br />
<strong>finansal</strong> <strong>düzenlemeler</strong>, diğer ulusal regülatörlerin yapılarını da dikkate alan<br />
<strong>ve</strong> etkinlik artırıcı bir rekabet ortamı içinde bugüne <strong>ve</strong> yarına ait piyasa<br />
dinamiklerini de içerecek bir yapıda olacaktır. Çok sayıda hükümetin <strong>ve</strong><br />
regülasyon otoritesinin olduğu açık <strong>ve</strong> rekabetçi uluslararası bir platformda<br />
<strong>finansal</strong> firmalar, karşılaştıkları net regülasyon yüklerini azaltabilecek<br />
<strong>ve</strong>rimli bir alana sahip olurlar. Ulusal regülasyon otoriteleri de regülasyon<br />
alanlarını korumak <strong>ve</strong>ya yeniden ele geçirmek için net regülasyon yükü<br />
temelinde rekabet ederler. Finansal hizmetlerdeki uluslararası rekabetin<br />
etkilerini <strong>ve</strong> rekabetin hangi temelde ilerleyeceğini tahmin etmek için bir<br />
referans noktasına ihtiyacımız var: Bu da, <strong>finansal</strong> kurumların uluslararası<br />
piyasalara giriş maliyetlerinin, döviz alım-satım maliyetlerinin, bankacılık<br />
hizmetlerinin dünyaya sunma maliyetlerinin <strong>ve</strong> politik riskin (so<strong>ve</strong>reign risk)<br />
olmadığı, uluslararası <strong>finansal</strong> piyasaların tam entegre olduğu bir<br />
durumdur. Böyle bir durumda <strong>finansal</strong> faaliyetleri yönlendiren tek kıstas, net<br />
regülasyon yükü olacaktır. Uluslararası <strong>finansal</strong> piyasalarda net regülasyon<br />
yükü farklılıklarından kaynaklanan bir rekabetçi denge durumu oluşacaktır.<br />
Ulusal regülatörler net regülasyon yükünü yüksek tutarlarsa piyasa<br />
paylarını diğerlerine kaptırma riski ile karşılaşırlar; düşük tutmaları<br />
durumunda ise regüle edilmeyen aktivitelerden doğan kayıplar dolayısıyla<br />
gelir kaybetme riski ile karşılacaklardır. Eurobond, eurocurrency <strong>ve</strong> offshore<br />
piyasaların varlığı bu anlamda ulusal regülatörleri daha dikkatli<br />
olmaya itmektedir. Regülasyon arbitrajından kaynaklanan ulusal<br />
regülatörler arasındaki bu rekabet, ortak <strong>ve</strong> sürdürülebilir bir net<br />
regülasyon yükünün oluşması için ortak <strong>düzenlemeler</strong>i teşvik eder. Yani net<br />
regülasyon yükünün eşitlenme süreci başlayacaktır. Fakat bu regülasyonun<br />
eşitlenmesi anlamına gelmiyor. Richard Levich <strong>ve</strong> Ingo VValker'e (Levich,<br />
1998:614) göre uzun dönem regülasyon dengesi pozitif net regülasyon<br />
yükü ile sürdü^'ülecektir.<br />
Diğer yandan uluslararası piyasalarda işbirlikçi <strong>düzenlemeler</strong>in<br />
yapılmasını engelleyen sorunlardan biri de "mahkumlar çıkmazı" sorunudur.<br />
Mahkumlar çıkmazı problemi, kısaca tüm ulusal regülatörlerin birlikte<br />
hareket etmeleri durumunda refah düzeyleri daha yüksek olabilecekken<br />
ulusal regülasyonlarını manipule ederek diğer ulusal regülatörlerin <strong>finansal</strong><br />
regülasyon alanlarını kazanmak çabalarından doğar. Bu şekildeki<br />
uluslararası regülasyon rekabeti, global <strong>finansal</strong> sistemi daha riskli hale<br />
getirir. Fakat bu tehditten hareketle uluslararası regülasyon<br />
uyumlaştırmasının her ülke için iyi olacağı sonucunu çıkarmak zordur.
Çünkü ülkelerin farklı <strong>finansal</strong> yapıları <strong>ve</strong> bu farklı yapıların hangi<br />
stratejilerin gerçekleştirilmesi için yönlendirildiği farklılık gösterir.<br />
Regülasyon arbitrajı, çağdaş uluslararası <strong>finansal</strong> sistemin en güçlü özelliği<br />
olmasına rağmen, ulusal "regülasyon mahkumları" gönüllü olarak işbirliğini<br />
tercih etmediklerinden dolayı, nispeten az sayıda mahkumlar çıkmazı<br />
durumu oluşacaktır. Fakat eğer regülasyon arbitrajı imkanlarının varlığı,<br />
oluşturacağı rekabet ile önleyici <strong>ve</strong> koruyucu <strong>düzenlemeler</strong>i aşağı çekerse,<br />
bu durum global <strong>finansal</strong> sistemi tehdit eden sistemik riskin artması<br />
anlamına gelebilir.<br />
Diğer yandan bazı iktisatçılara göre regülasyon piyasası "giriş-çıkışı<br />
kolay" (contestable) bir piyasadır Yani ulusal regülatörler diğer ulusal<br />
regülatörlerin teklif ettiği <strong>ve</strong>ya teklif etmeyle tehdit ettiği kuralların<strong>düzenlemeler</strong>in<br />
varlığıyla karşı karşıyadır Bu reel <strong>ve</strong> potansiyel rekabet,<br />
<strong>finansal</strong> regülatörlerin daha optimal regülasyon alanları aramalarına neden<br />
olur. Böylece ulusal regülasyon yapılarının tekelleşmesinden doğabilecek<br />
olası etkinsizlikler, potansiyel rakiplerin varlığından dolayı ortadan kalkar<br />
Fakat <strong>finansal</strong> regülasyon hizmetleri piyasasından çıkış maliyetleri oldukça<br />
yüksektir Bu yüzden de ulusal regülatörlerin piyasalardan çekilmeleri<br />
düşünülemez. Finansal piyasalardan çekilmek yehne optimal reregülasyon<br />
politikaları ile kendini yeniden üretme imkanı yaratır Fakat regülasyon<br />
gecikmeleri kaçınma gecikmelerinden daha uzun olacağından -regüle<br />
edilenler daha optimal regülasyon alanı bulmakta daha hızlıdır- pazar<br />
paylarını kaybetmemek için daha hızlı <strong>ve</strong> yerinde davranmak<br />
durumundadır. Çünkü piyasa payları regülasyon gecikmesinin uzunluğuna<br />
bağlı olacaktır.<br />
1997'nin ikinci yarısında başlayan Asya <strong>finansal</strong> krizinde de görüldü<br />
ki, uluslararası <strong>finansal</strong> entegrasyonla birlikte, dışsallıkların etki alanı<br />
genişleyip uluslararası alana taşınmıştır Özellikle uluslararası düzeyde<br />
bankalararası piyasalar <strong>ve</strong> yüksek hacimli kısa dönemli sermaye akımları<br />
bu krizi derinleştirmiştir Spekülatif motiflerle bir ülkeden diğerine çok hızlı<br />
bir şekilde hareket eden sıcak para, global ekonomi için ciddi anlamda bir<br />
tehdit oluşturmaya başlamıştır Anlık olumsuz haberlerin yayılmasıyla<br />
ülkeleri terkeden kısa vadeli dış sermaye, <strong>finansal</strong> aktiflerin değerini çok<br />
süratli şekilde düşürerek ulusal ekonomileri enkaza dönüştürebilmededir<br />
Bu ülkelerdeki olumsuzluklar da reel <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> entegrasyonun yarattığı<br />
negatif dışsallıklarla diğer ülkelere yayılabilmektedir Bu gelişmeler,<br />
spekülatif amaçlı sıcak paranın böylesine çok hızlı <strong>ve</strong> yüksek miktarlarda<br />
hareket etmesini engellemek gerektiği konusunda ciddi tartışmalar<br />
başlatmıştır. Örneğin, kısa vadeli sermaye hareketlerine, belirli bir oranda<br />
<strong>ve</strong>rgi konulmasının (Tobin <strong>ve</strong>rgisi) (Tobin tax) spekülatif amaçlı sermayenin<br />
hareketini önleyeceği savunulmuş <strong>ve</strong> bu tür bir uygulama Şili'de 1991-1993<br />
yılları arasında uygulanmıştır Fakat henüz reel bir <strong>finansal</strong> düzenleme<br />
politikası olarak açıkça kabul görmemiştir Asya krizi ile birlikte ortaya çıkan
diğer bir önemli sorun, krizin bu ülkelerin makroekonomik değişkenlerinden<br />
çok mikroekonomik yapılarından kaynaklandığı görüşüdür: Bölge ülkelerinin<br />
bankacılık sistemlerinin yeterii bilgi sunan bir şeffaflıktan uzak olması, bilgi<br />
sunmayı zorunlu kılan <strong>düzenlemeler</strong>in yetersizliği <strong>ve</strong> fiilen de<br />
<strong>düzenlemeler</strong>e uyulmaması krizde önemli rol oynamıştır (Singh,1998). Bu<br />
nedenle, <strong>finansal</strong> kurum <strong>ve</strong> piyasalann risk yapılanna ait bilgilerin<br />
açıklanması ya da yayımlanmasına ilişkin <strong>düzenlemeler</strong>in gerekliliği önem<br />
kazanmıştır.
5. SONUÇ<br />
1970'lerdeki yoğun regülasyon <strong>ve</strong> 1980'lerdeki deregülasyon<br />
uygulamalarının ardından, 1990'ların sonlarında meydana gelen global<br />
<strong>finansal</strong> krizle birlikte, regülasyon tartışmaları hem teorik düzeyde hem de<br />
uygulama düzeyinde tekrardan yoğunluk kazandı. Artan <strong>finansal</strong><br />
entegrasyonla birlikte potansiyel negatif dışsalllıkların artmış olması, ulusal<br />
piyasaların yanında uluslararası piyasaların da etkinlik <strong>ve</strong> istikrar kriterleri<br />
etrafında yeniden düzenlenmeleri gerektiği görüşünün genel kabul<br />
görmesine yol açtı. Böylece <strong>finansal</strong> regülasyonun rasyonalitesi,<br />
optimalitesi, <strong>ve</strong> dinamiği uluslararası bir boyut kazanmış oldu.<br />
Oysa <strong>finansal</strong> piyasalar, bir yandan iktisat teorisinde, <strong>finansal</strong> sistemin<br />
fonksiyonu <strong>ve</strong> kompozisyonunun ekonomik gelişme <strong>ve</strong> büyüme için<br />
önemsiz olduğu gerekçesiyle on yıllarca ihmal edilirken, diğer yandan da<br />
hükümetlerin kendi dar amaçları (<strong>ve</strong>rgi toplamak, düşük maliyetli iç<br />
borçlanmaya gitmek <strong>ve</strong> çeşitli sosyal projelere sübvansiyone edilmiş<br />
krediler dağıtmak) doğrultusunda kullanılmıştır. Finansal <strong>krizler</strong><br />
sonrasındaki gelişmeler, başta bankacılık <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>le karşılaşan<br />
ülkeler olmak üzere, bir çok ülkede, "<strong>finansal</strong> sistemlerin karşılaştığı<br />
sorunların temelinde kötü düzenleme <strong>ve</strong> denetleme uygulamalarının yattığı,<br />
dolayısıyla hükümetlerin <strong>finansal</strong> sistemdeki rolünün yeniden gözden<br />
geçirilmesi gerektiği" fikrini önplana çıkarmıştır. Bu çerçe<strong>ve</strong>de,<br />
hükümetlerin <strong>finansal</strong> piyasalarla ilgili yetki <strong>ve</strong> sorumluluklarının, para arzını<br />
kontrol etme <strong>ve</strong> son kredi mercii olma işlevlerinin ötesine geçerek, banka <strong>ve</strong><br />
banka-dışı tüm <strong>finansal</strong> sistemin kontrol <strong>ve</strong> denetlenmesini içerecek şekilde<br />
genişletilmesi ihtiyacı doğmuştur.<br />
Son yıllarda <strong>finansal</strong> sistemin reformuna ilişkin gelişmelere<br />
baktığımızda, ülkelerin <strong>finansal</strong> sistemlerinde reform yapılması gerektiği<br />
konusunda genel bir kanı olmakla birlikte, reformun niteliği konusunda<br />
henüz bir anlaşma olmadığını söyleyebiliriz. Daha gü<strong>ve</strong>nli-ihtiyatlı <strong>finansal</strong><br />
rasyolar mı (prudential ratios) ?, Bilgi sunumunun miktar <strong>ve</strong> kalitesinin<br />
artırılması mı? Yoksa, sürekli iyi denetim mi? Ileriki bölümde göreceğimiz<br />
gibi, IMF, Dünya Bankası, Basel Komite gibi uluslarası kuruluşlar, <strong>finansal</strong><br />
sistemlerin iyi <strong>ve</strong> etkin düzenlenmesine ilişkin kural, politika <strong>ve</strong> standatları<br />
saptamaya yönelik çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu aşamada önplana<br />
çıkan düzenleme önerilerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz: Finansal<br />
sisteme ilişkin hukuk, hesap-kayıt <strong>ve</strong> bilgi sunumuna ilişkin altyapıların<br />
geliştirilmesi; bankaların mevduat faiz oranlarına, kişi ya da sektörlere
açabilecekleri kredi miktarlarına sınırlama getirilmesi; bankaların faaliyette<br />
bulunacakları alanların <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> araçların belirlenmesi. Ancak burada<br />
belirtilmesi gereken bir nokta, uygulanacak düzenleme araç <strong>ve</strong><br />
politikalannın saptanmasında, her ülkenin iktisadi şartlan <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong><br />
siseminin yapısının dikkate alınması ne kadar önemi ise, <strong>düzenlemeler</strong>in<br />
<strong>finansal</strong> sistemdeki tüm tarafların davranış güdülerini bankacılık <strong>ve</strong> finans<br />
sisteminin sağlam, gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> etkin bir şekilde çalışmasına yöneltici<br />
nitelikte olması da o kadar önemlidir.
III. BÖLÜM<br />
BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REGÜLASYON, GÖZETİM <strong>ve</strong> DENETİM<br />
UYGULAMALARINDA GELİŞMELER<br />
1. GİRİŞ<br />
1970'lerden günümüze uzanan dönemde, gelişmiş ya da gelişmekte,<br />
yükselen (emerging) ya da geçiş (transition) <strong>sürecinde</strong> bir çok ülkede, mali<br />
boyutu GSMH'nın yüzdesi olarak %3'lerden %50-60'lara varan önemli<br />
<strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> yaşanmaktadır. Üstelik bu <strong>krizler</strong>, yalnızca ortaya çıktığı<br />
ülke ile sınırlı kalmamakta, çevre ülkelere de yayılmakta <strong>ve</strong> hatta<br />
uluslararası sermaye hareketlerinin artan miktar <strong>ve</strong> hızının etkisi ile, tüm<br />
uluslararası <strong>finansal</strong> piyasaları da etkisi altına alabilmektedir. Tüm bu<br />
gelişmeler, her ülke için olduğu kadar uluslararası <strong>finansal</strong> sistem için de,<br />
sağlam, istikrahı <strong>ve</strong> etkin bir bankacılık ya da <strong>finansal</strong> sisteminin ne kadar<br />
önemli olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Krizle karşılaşan<br />
ülkelerin bankacılık kanun <strong>ve</strong> <strong>düzenlemeler</strong>inde değişiklikler yapma <strong>ve</strong><br />
yenilikler arama süreci tekil ülke bazında kalmamış, uluslararası düzeyde<br />
<strong>finansal</strong> <strong>ve</strong> bankacılık sisteminin düzenleme, gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
standartlannı saptamak üzere, ülkelerin bölgesel ya da uluslar arası işbiriiği<br />
ile oluşturduklan bir dizi kurum ortaya çıkmıştır. Bu bölümde söz konusu<br />
kurum ya da kuruluşların yaptıkları çalışmaları ele alarak, son yıllarda<br />
kurumsal (uygulama) düzey(in)de <strong>finansal</strong> sistemin <strong>ve</strong> özellikle bankacılık<br />
sisteminin düzenlenmesi konusundaki gelişmeleri <strong>ve</strong> oluşan çağdaş<br />
standartları saptamayı amaçlamaktayız.<br />
Aşağıda Tablo 111.1'de Finansal Sistemlerie ilgili <strong>düzenlemeler</strong>i<br />
geliştirmeye çalışan belli başlı Uluslararası kurumlaria, yerieştirmeye<br />
çalıştıkları standartlar belirtilmiştir. Finansal sistemin üç önemli ayağı,<br />
bankacılık (Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi), menkul<br />
kıymetler (Uluslararası Sigorta Denetim Otoriteleri Biriiği) <strong>ve</strong> sigortacılık<br />
(Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü) piyasalarının<br />
düzenlenmesi konusunda ayrı ayrı <strong>ve</strong> eşgüdümlü olarak çalışan bu<br />
kurumlann ortak amacı, sağlam, gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> etkin ulusal <strong>finansal</strong><br />
sistemlerie, istikrarii bir uluslararası <strong>finansal</strong> sistem oluşturmaktır.<br />
Tablodan da görüleceği gibi, bu standartlar ikiye aynlmaktadır<br />
(Sundararajan, Marston, Basu, 2001):<br />
(i) para <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> politikalan doğrudan etkileyen<br />
sağlam düzenleme <strong>ve</strong> denetleme yapıları<br />
oluşturmaya yönelik düzenleme <strong>ve</strong> sistem<br />
oluşturma standartları (regulatory and system<br />
design standards)<br />
(ii) <strong>ve</strong> bunlara destek niteliğinde piyasa disiplinini<br />
önplana çıkaran şeffaflık-açık bilgi standartları<br />
(transparency and disclosure standards).
Tablo lll.1:FİNANSAL SİSTEME İLİŞ KİN ULUSLARARASI STANDARTLAR<br />
Standart<br />
Kuruluş<br />
Şeffaflık<br />
Düzenleme<br />
Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi<br />
(Basel Committe on Banking Supervision)<br />
(BOBS)<br />
Uluslararası Sigorta Denetim Otoriteleri Birliği<br />
(International Association of Insurance<br />
Supervisors)(IAIS)<br />
Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü<br />
(International Organization of Securities<br />
Commissions)(IOSCO)<br />
Ödeme Sistemleri Komitesi<br />
(Committee on Payment and Settlement<br />
Systems) (CPSS)<br />
Birleşik Tartışma Grubu<br />
(Joint Forum Comprising<br />
Uluslararası Para Fonu<br />
(International Monetary Fund)(IMF)<br />
Finansal İstikrar Tartışma Grubu<br />
(The Financial Stability Forum)<br />
BCBS-IAIS-İOSCO)<br />
Birleşik WB-IMF Finansal Sektör Değerlendirme<br />
Programı<br />
(The Joint Bank-Fund Financial Sector<br />
Assessment Program) (FSAP)<br />
Dünya Bankası (The World Bank)<br />
Etkin Bankacılık Gözetim<br />
<strong>ve</strong> Denetim Temel<br />
ilkeleri<br />
Sigortacılık Gözetim <strong>ve</strong><br />
Denetim İlkeleri<br />
Menkul Kıymet<br />
Piyasalarının<br />
Düzenlenme Amaç <strong>ve</strong><br />
İlkeleri<br />
Sistemik-Onemde<br />
Ödeme Sistemleri Temel<br />
İlkeleri<br />
Bankacılık, Menkul<br />
Değerler <strong>ve</strong> Sigortacılık<br />
Düzenlemelerindeki<br />
Tutarsızlıkları Giderme<br />
Finansal Sistemin<br />
Regülasyon İlkeleri<br />
Para <strong>ve</strong> Mali<br />
Politikalarda Şeffaflık<br />
ilkeleri<br />
Kamu Maliyesi Şeffaflık<br />
İlkeleri, Veri Yayma<br />
Standartı/sistemi<br />
Mali İstikrarla İlgili '<br />
Standartların<br />
Uygulanmasını Sağlama<br />
BCBS- lAlS- lOSCO-CPSS ile ilgili ilkelerle<br />
Para <strong>ve</strong> Finansal politikalarına ilişkin şeffaflık<br />
ilkelerinin temel tartışılma / değerlendirilme birimi<br />
muhasebe <strong>ve</strong> hesap<br />
standartları<br />
İflas, şirket yönetişimi,<br />
ilke <strong>ve</strong> tavsiyeleri<br />
Birleşmiş Milletler Ticaret Hukuku Komisyonu<br />
(United Nations Commission on International<br />
Trade Law-) (ÜNCITRAL)<br />
Ekonomik İşbirliği <strong>ve</strong> Kalkınma Örgütü<br />
(Organization for Economic Cooperation and<br />
De<strong>ve</strong>lopment) (OECD)<br />
Uluslararası Muhasebeciler Federasyonu<br />
(International Federation of Accountants)(IFAC)<br />
Uluslararası Muhasebe Standartları Komitesi<br />
(International Accounting Standards Committee)<br />
(lASC)<br />
40 Sayıda<br />
Uluslararası Muhasebe<br />
Standartları<br />
30 Sayıda<br />
Uluslararası Hesap<br />
Standartları<br />
İflas İlke <strong>ve</strong> tavsiyeleri<br />
Şirket Yönetişim İlkeleri
Biz bu bölümde, önce, 1970'lerin ortalarında kurulan <strong>ve</strong> saptadığı<br />
ilkelerin bankacılık düzenlemesine ilişkin uluslar arası standartlar olarak<br />
benimsendiği Basel Bankacılık Düzenleme Gözetim <strong>ve</strong> Denetim<br />
Komitesfn\n çalışmalarını inceleyeceğiz. Daha sonra 1990'ların ikinci<br />
yarısında yaşanan <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> sonrasında IMF <strong>ve</strong> Dünya Bankası'nın<br />
ortaklaşa başlattığı Finansal Sektör Değerlendirme Programlanın amaç <strong>ve</strong><br />
çerçe<strong>ve</strong>sini ele alacağız. Bölüm, bankacılık sisteminin önemli<br />
clüzenle(n)me araçlarından biri olan mevduat sigortası konusunda son<br />
yıllarda gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde görülen uygulamaların<br />
değerlendirilmesiyle son bulacak.<br />
2. BASEL BANKACILIK DÜZENLEME VE DENETLEME KOMİTESİ<br />
Basel Komite, Uluslararası Para <strong>ve</strong> Bankacılık piyasalarında<br />
dalgalanmaların sözkonusu olduğu 1974 yılı sonunda (özellikle Alman<br />
Herstatt Bankası krizi sonrasında), G10 Ülkelerinin Merkez Bankası<br />
Başkanları tarafından Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Uygulamaları<br />
Komitesi olarak kurulmuştur. Günümüzde Komite üyeleri, Belçika, Kanada,<br />
Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Lüksembourg, Hollanda, İspanya, İs<strong>ve</strong>ç,<br />
İsviçre, İngiltere <strong>ve</strong> ABD'nin Merkez Bankası ya da Bankacılık Denetleme<br />
Kurumları Başkanlarından oluşmaktadır.<br />
Komite, bankacılık denetleme konularında üye ülkeler arasında<br />
sürekli işbirliği sağlayacak bir tartışma platformu olarak düşünülmüştür.<br />
Önceleri bankacılık denetim ağındaki açıkları kapamaya yönelik<br />
uluslararası işbirliği usullerini tartışmakla işe başlayan Komitenin amacı,<br />
dünya ölçeğinde bankacılık denetim anlayışını <strong>ve</strong> denetim kalitesini, üç<br />
temel yoldan (ulusal denetim sistemlerine ilişkin bilgi alış<strong>ve</strong>rişinin<br />
yaygınlaştırılması, uluslararası bankacılık denetim tekniklerinin etkinliğinin<br />
artırılması, gerekli görülen alanlarda minimum denetleme standartlarının<br />
oluşturulması) hareketle geliştirmeye dönüşmüştür. Komite, resmi bir<br />
uluslar-üstü denetim otoritesi vasfına <strong>ve</strong> yasal yaptırım gücüne sahip<br />
olmayıp, her ülkenin kendi ulusal sistemlerine uygulayabilecekleri, en iyi<br />
standartları ya da tavsiye nitelikli önermeleri saptamaya çalışmaktadır.<br />
Böylece, üye ülkelerin denetim tekniklerinin ince ayrıntılara kadar<br />
uyumundan çok, genel yaklaşım ya da standartların uyumunu<br />
önemsemektedir.<br />
Komite'nin çalışmalarının önemli amaçlarından biri, iki temel ilkenin<br />
(hiçbir yabancı bankacılık kurumunun denetimden kaçamaması <strong>ve</strong><br />
denetimin yeterli olması) gerçekleştirilmesinin uluslararası denetiminde<br />
ortaya çıkan açıkları kapamak olmuştur. Bu bağlamda, aslında orijinali<br />
1975'te hazırlanmakla birlikte, zaman içindeki <strong>finansal</strong> gelişmeleri <strong>ve</strong><br />
uluslararası bankacılık gruplarının konsolide denetimini de kapsayacak<br />
şekilde genişletilerek Mayıs 1983'te "Bankaların Dış Ülkelerdeki
Kuruluşlarının Denetim İlkeleri" adlı bir belge yayımlanmıştır. Bankaların<br />
yabancı ülkelerde açacakları şubeler, iştirakler (subsidiaries) <strong>ve</strong><br />
birleşmelerine ilişkin denetim sorumluluğunun, iki ülke denetim otoriteleri<br />
arasında nasıl paylaşılacağının kurallarını belirleyen bu belge, ''Concordat"<br />
(Antlaşma-Uzlaşı?) olarak bilinir. Nisan 1990'da, farklı ülkelerin denetim<br />
otoriteleri arasındaki bilgi akışını geliştirmek amacıyla, Concordat'a ek<br />
yapılmış. Temmuz 1992'de ise, Concordat'ın bazı ilkeleri yeniden formüle<br />
edilerek "Minimum Standartlar" olarak yayımlanmıştır(Basle Committee,<br />
2001).<br />
2.1.1988 Basel Sermaye Uzlaşısı<br />
Son yıllarda Komite' nin asıl üzerinde yoğunlaştığı konu, bankaların<br />
"sermaye yeterliliği" dir. Bu konu 1980'li yılların başında başlıca<br />
uluslararası bankaların sermaye oranlarının gerilemesi <strong>ve</strong> özellikle yüksekderecede<br />
borçlu ülkeler (Latin Amerika Ülkeleri) nedeniyle uluslararası<br />
risklerin artması sonucunda gündeme gelmiştir. Böylece Basel Komite<br />
üyeleri arasında, uluslararası bankacılık sisteminin istikrarını güçlendirmek<br />
<strong>ve</strong> ulusal sermaye yeterlik oranlan farklılığından doğan haksız rekabeti<br />
ortadan kaldırmak için, uluslararası bir anlaşma (uzlaşı) ya gerek olduğu<br />
fikri yaygınlaşmıştır. Bunun sonucunda Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel<br />
Capital Accord) (ya da 1988 Uzlaşısı) olarak adlandırılan bir sermaye<br />
yeterlik oranını ölçme sistemi, G10 Ülkeleri Merkez Bankaları<br />
Başkanlarınca kabul edilmiş <strong>ve</strong> uygulamaya konmuştur.<br />
Bankalarda minimum sermaye seviyelerinin oluşturulmasını<br />
sağlamak için düzenlenen 1988 Uzlaşısı özellikle kredi riski (kredi <strong>ve</strong>rilen<br />
tarafın başarısızlık riski) ile ilgili sermaye değerlendirilmesi üzerine<br />
yoğunlaşmıştır: 4 bölümden oluşan Uzlaşı'nın 1. bölümünde sermayenin<br />
ana sermaye <strong>ve</strong> katkı sermaye kalemleri ile sermayeden indirilecek<br />
değerler tanımlanmıştır. Risklerin ağırlıklandırılmasının ele alındığı ikinci<br />
bölümde, varlıklann risk derecesine göre (%0,10,20,50,100 olarak)<br />
ağırlıklandırıldığı ağırlıklı risk oranı yöntemi, bankaların sermaye<br />
yeterliğinin tespiti için benimsenmiştir. Bu bölümde, yatırım, faiz haddi,<br />
döviz kuru <strong>ve</strong> yoğunlaşma risklerinden söz edilmekle birlikte, asıl kredi riski<br />
<strong>ve</strong> onun bir boyutu olan ülke transfer riski üzerinde de durulmaktadır. 3.<br />
bölümde riske göre ağırlıklandırılmış varlıklar (assets) için hedef standart<br />
sermaye oranı (en az %4'ü çekirdek-ana sermaye olmak üzere) %8 olarak<br />
kabul edilmiştir. Son bölüm ise, geçiş sürecine ait <strong>düzenlemeler</strong>i<br />
içermektedir. Sözkonusu bu sistem, 1993 yılının ortalarına kadar G10<br />
ülkelerinin tamamında gerçekleştirilmesinin ötesinde, üye olan ya da<br />
olmayan yüzden fazla ülkede de benimsenmiştir(Basle Committee, 1988;<br />
1999).
1988 Sermaye Çerçe<strong>ve</strong>si statik kalmamış zaman içinde<br />
geliştirilmiştir: Kasım 1991'de sermaye yeterliğinin hesaplanmasında<br />
kullanılan genel karşılıklar ya da genel kredilerden doğabilecek zararlar için<br />
karşılık ayırma (loan-loss réser<strong>ve</strong>s) konularına açıklık getiren bir ek<br />
yapılırken, 1995'de türev ürünlerde banka kredilerinin ikili bağlantılarının <strong>ve</strong><br />
çoklu bağlantılarının etkilerini dikkate alacak ikinci bir ek yapılmıştır Komite<br />
yine 1996'da, 1988 UzlaşısT nın odağını oluşturan kredi riski dışındaki<br />
riskleri de kapsayacak bir çerçe<strong>ve</strong> geliştirmeye girişmiş <strong>ve</strong> Uzlaşı'da<br />
bankaların döviz açık pozisyonları, tahvil, hisse-senedi ticareti nedeniyle<br />
doğabilecek piyasa risklehni de kapsayacak bir başka değişiklik yapmıştır<br />
(Bu değişiklik, 1997'de uygulanmaya başlanmıştır). Bu ekin önemli yanı,<br />
standart ölçme yöntemine alternatif olarak, bankalara, piyasa riskinden<br />
doğan sermaye gerekliliğini ölçmek için nitel ya da nicel standartlara bağlı<br />
olarak riskyönetim (value-at-risk) modelleri kullanma izni <strong>ve</strong>rilmesidir.<br />
2. 2. 1999 Yeni Sermaye Yeterliliği Çerçe<strong>ve</strong>si<br />
Haziran 1999'da komite, 1988 Uzlaşısı ile değiştirilmek üzere yeni bir<br />
sermaye yeterlilik çerçe<strong>ve</strong> tasarısı hazırladı. Bu tasarı, Ocak 2001'de daha<br />
geliştirilmiş bir şekilde uluslararası bankacılık <strong>ve</strong> mali kesimlerinin ilgili<br />
kurum ya da kişilerinin eleştiri <strong>ve</strong> görüşüne açık bir paket olarak<br />
yayımlandı. Gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> sağlam bir uluslar arası <strong>finansal</strong> sistemin<br />
köşetaşı/temeli olarak görülen 7999 Yeni Sermaye Yeterliği Çerçe<strong>ve</strong>si,<br />
1980'ler sonrasında dünya <strong>finansal</strong> sisteminde yaşanan hızlı <strong>ve</strong> büyük<br />
değişkenliğin (turbulence) yarattığı (yalnızca kredi riskini değil) tüm riskleri,<br />
<strong>finansal</strong> yenilikleri <strong>ve</strong> risk ölçme <strong>ve</strong> kontrol sistemlerindeki gelişmeleri<br />
kucaklamak amacıyla hazırlanmıştır. Yeni Çerçe<strong>ve</strong> üç temele<br />
dayanmaktadır: 1988 Uzlaşı'sının standart ilkelerini geliştirmeyi <strong>ve</strong><br />
genişletmeyi amaçlayan yeni minimum sermaye gerekleri (requirement),<br />
bankaların sermaye yeterliği <strong>ve</strong> içsel değerlendirme süreçlerinin denetim<br />
otoritesince denetim-gözetimi <strong>ve</strong> şeffaflığın-açıklığın (disclosure)<br />
güçlendirilmesi <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> sağlam bankacılık uygulamalarının teşviki için<br />
piyasa disiplininin etkin bir şekilde kullanımı.<br />
Çerçe<strong>ve</strong>'nin yeni minimum sermaye gerekleri bölümünde, 1988<br />
Uzlaşısı gibi, sermayenin kapsamı, risk ölçekleri <strong>ve</strong> bunlara göre gerekli<br />
sermayenin saptanması ele alınmakta <strong>ve</strong> bu amaçla sağlam muhasebe<br />
ilkelerinin önemine dikkat çekilmektedir Öncekinden farklı olarak riskler üç<br />
kategoriye ayrılmaktadır: Kredi riski, piyasa riski <strong>ve</strong> diğer riskler (faiz haddi,<br />
operasyonel, likidite <strong>ve</strong> yasal riskler).<br />
Kredi hski bağlamında minimum sermaye gereklerinin hesaplanması<br />
için üç yöntem düşünülmektedir 1988 Uzlaşı'smdaki yöntemin değiştirilmiş<br />
bir biçimi, bankaların kendilerinin geliştireceği bahka-içi-risk değerlendirme<br />
(Value at'Risk) sistemleri kurmaları <strong>ve</strong> portfolyo kredi risk modelleri. İlk
yöntemle ilgili olarak, banka hissedarlannın, bankalann <strong>ve</strong> şirketlerin<br />
risklerini ayırabilmek için, ulusal denetleme ot^itelehnin saptadığı, açıklık,<br />
nesnellik, kredibilite, bağımsızlık gibi kriterler taşıyan dış kredi<br />
değerlendirme kurumları kullanılması önerilmektedir. Komite, gelişmiş<br />
bankalann geliştirdikleri kendi iç risk-ölçüm yöntemlerini desteklemekte,<br />
portfolyo risk yönetim modellerinin ise henijz temel bir yaklaşım olarak<br />
kullanılmasını erken bulmaktadır. Ayrıca kredi risklerinin hesaplanmasında<br />
vade yapısının da dikkate alınması gerektiğini savunmaktadır. Kredi <strong>ve</strong><br />
piyasa hski dışında özellikle operasyonel risk <strong>ve</strong> faiz haddi riski için de<br />
sermaye ayrılması gereği vurgulanmaktadır.<br />
Sermaye yeterliği <strong>ve</strong> içsel değerlendirme süreçlerinin denetim<br />
otoritesince denetim-gözetimi, bankaların tüm hsk profilleh <strong>ve</strong> stratejilerine<br />
uygun sermaye gereklerine sahip olduklannın teftişi <strong>ve</strong> bu seviyelerin<br />
korunması için gerekli tedbirierin önceden alınmasını amaçlamaktadır. Bu<br />
bağlamda Ulusal Denetim Otoriteleri, bankaların, sübjektif risk ölçme,<br />
dikkatli sermaye tahsisi yöntemleri <strong>ve</strong> modelleri kullanmalan durumunda,<br />
bunların riskleri sağlıklı yansıtıp yansıtmadığını ya da çeşitli stres-testleri<br />
sonuçlarını denetlerier.<br />
Komite piyasa disiplinini, gü<strong>ve</strong>nli <strong>ve</strong> sağlam bankacılık <strong>ve</strong> finans<br />
sistemleri için gerekli diğer iki denetim-gözetim tedbirini destekleyicitamamlayıcı<br />
bir unsur olarak görmektedir. Bu bağlamda bankalann,<br />
tasarruf sahibi, kreditör, yatırımcılaria olan ilişkilerinde, bankalann mali<br />
koşulları, peri'ormanslan, ticari faaliyetleri, iştirakleri, risk profilleri <strong>ve</strong> risk<br />
yönetim faaliyetleri hakkında gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> zamanında bilgi açıklamalan,<br />
şeffaflık önem kazanmaktadır (Basel Committee, 1999).<br />
Haziran 1999 Çerçe<strong>ve</strong>si'he ilişkin yorumlar sonrasında. Komitenin<br />
Ocak 2001'de hazıriayarak 31 Mayıs 2001'e kadar danışma <strong>ve</strong> eleştirileri<br />
alma amacıyla dünya ölçeğinde tartışmaya açtığı taslağın, önceki<br />
çerçe<strong>ve</strong>den en önemli farkı, Sermaye Yeteriik Rasyosuna,<br />
Banka Sermaye Yeteriik<br />
Toplam Sermaye<br />
Oranı (%8)<br />
(KrediRiski+ Piyasa Riski + Operasyonel Risk)<br />
şeklinde operasyonel riski dahil etmesi <strong>ve</strong> operasyonel riski ön plana<br />
çıkarmasıdır(TBB, 2001). Bu taslağın, eleştiriler ışığında yeniden<br />
düzenlenerek 2001 yılı sonunda yayımlanması <strong>ve</strong> 2004'e kadar da<br />
uygulamaya konulması amaçlanmıştır. Ancak şimdiden, özellikle<br />
Çerçe<strong>ve</strong>'nin piyasa disiplini bölümü, bankalann risklerinden, risk ölçüm<br />
sistemlerine, stratejilerinden, hedeflerine kadar her türiü mali koşullanna<br />
ilişkin bilgileri açıklamalannın çok amaca hizmet etmeyeceği nedeniyle
eleştirildiği, Komite'nin bu eleştirileri haklı bulduğu <strong>ve</strong> uygulama sürecine<br />
geçişin gecikeceği anlaşılmaktadır (Acti<strong>ve</strong>Line, 2001).<br />
2. 3. Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri<br />
Dünya ölçeğinde sağlam denetim standartlarının oluşturulması<br />
konusundaki rolü giderek artan Komite, Haziran 1996'da Lyon Zir<strong>ve</strong>si'nde<br />
G7 Hükümet Başkanlan'nın aldığı kararla. Gelişen Piyasalardaki (emerging<br />
markets) denetim standartlarının geliştirilmesi çabalarına katılmış <strong>ve</strong> gerek<br />
G10 gerekse diğer ülke temsilcileri ile işbirliğine girişerek, 1997'de etkin bir<br />
denetim sistemi için gerekli olan "Etkin Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin<br />
Temel llkelen"'n\ yayımlamıştır. Bu ilkelerin giderek bankacılık düzenleme,<br />
denetim <strong>ve</strong> gözetiminin uluslar arası standartları olarak benimsendiğini<br />
söyleyebiliriz (Karadağ <strong>ve</strong> Taylor, 2000).<br />
25 maddeden oluşan bu ilkeler, 7 gruba ayrılmaktadır:<br />
1. Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetimin Önkoşulları (1.madde)<br />
2. Faaliyet İzni <strong>ve</strong> Banka Yapısı (2-5. Maddeler)<br />
3. Bankaların İhtiyatlı Yönetimine İlişkin Yükümlülükler<br />
4. (6-15. maddeler)<br />
5. Sürekli banka gözetim <strong>ve</strong> denetimine ilişkin<br />
yöntemler (16-20. maddeler)<br />
6. Bilgi <strong>ve</strong>rme yükümlülükleri(21 madde)<br />
7. Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Otoritelerinin Yasal<br />
Yükümlülükleri (22. Madde)<br />
8. Sınır Ötesi Bankacılık (23-25. Maddeler)<br />
Sözkonusu bu ilkeler Tablo III. 2'de şemalar halinde belirtilmiştir.
Tablo III. 2. A. Etkin Bankacıirk Gözetim <strong>ve</strong> Denetiminin Temel İlkeleri<br />
ÖNKOŞULLAR<br />
j(i) Gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> Doğru Makroekonomik Politikalar<br />
i ii) Gelişmiş-Sağlam Kamu Altyapısı<br />
Etkin Hukuk Sistemi<br />
Uluslararası Standartlara Uygun Muhasebe Sistemi<br />
Nitelikli Bağımsız Denetim Kurumları<br />
Bankacılık-Dışı Mali Piyasaların Etkin Düzenlenme <strong>ve</strong><br />
Denetimi<br />
Etkin <strong>ve</strong> Gü<strong>ve</strong>nilir Ödeme <strong>ve</strong> Takas Sistemi<br />
İÜ) Etkin Piyasa Disiplini<br />
• Bankacılık Piyasasında Etkin Bilgi Akışı<br />
• İyi Bankacılık Yönetiminin Teşviki<br />
• Şirketlere İlişkin Doğru-Gü<strong>ve</strong>nilir-Şeffaf-Güncel Bilginin<br />
Açıklanması<br />
iv) Bankaların Problemlerinin Etkin Bir Şekilde Çözümlenmesine Yönelik<br />
Süreçler<br />
• İlk Aşamada:<br />
Bankaların iyi çalışması <strong>ve</strong> yükümlülüklerini yerine getirmeye<br />
yönelik tedbirler<br />
• İkinci Aşamada:<br />
Mevduat Sahiplerinin Haklarının Korunması <strong>ve</strong> Sistemin<br />
İstikrar <strong>ve</strong> Etkinliğini Korumak İçin<br />
Sorunlu Bankalann Sistem Dışına Çıkarılması<br />
Daha Güçlü Bir Kuruluş Tarafından Alınması<br />
Yeni Sermaye Girişinin Sağlanması<br />
v) Sistemik Korumanın Net Bir Şekilde Ortaya Konması<br />
• MB - BDDK İlişkisinin Netleştirilmesi<br />
Bu çerçe<strong>ve</strong>de,<br />
(1)<br />
BDDK,amaç <strong>ve</strong> yetkileri açıkça belirlenmiş, bağımsız <strong>ve</strong> yeterli kaynağa<br />
sahip bir kurum olmalı, bankaların kuruluş izinleri <strong>ve</strong> denetimlerinin<br />
devamını sağlayan, denetçileri yasal gü<strong>ve</strong>nceye alan, banka bilgilerinin<br />
denetim otoritelerince paylaşılması <strong>ve</strong> gizliliği konusunda <strong>düzenlemeler</strong><br />
içeren yasal bir çerçe<strong>ve</strong>ye sahip olmalıdır.
d)<br />
£<br />
(D<br />
C<br />
"c<br />
1<br />
d)<br />
c<br />
o<br />
o<br />
><br />
0)<br />
N<br />
:0<br />
O<br />
Ô<br />
03<br />
C<br />
Oí<br />
Cû<br />
LU<br />
CÛ<br />
CN<br />
(75<br />
ıJ<br />
< •D<br />
£<br />
< o<br />
ns<br />
>- "D<br />
< c<br />
z •+3<br />
o C5<br />
z Ô<br />
I-<br />
"o: '*-»<br />
C<br />
LU<br />
.2<br />
E<br />
c<br />
J5<br />
"5<br />
Jî:<br />
c<br />
LU<br />
Q E<br />
E<br />
< 5<br />
Q<br />
Z<br />
c<br />
CO c<br />
ns<br />
û.<br />
S2<br />
<<br />
>• "rö<br />
E<br />
c<br />
a:<br />
£<br />
E<br />
LU •+J<br />
> CTS<br />
O<br />
"co<br />
LU O<br />
CÜ<br />
-J CTS<br />
c<br />
LU<br />
ra<br />
> CP<br />
•4-»<br />
O<br />
Z ><br />
N<br />
LU<br />
>- C<br />
c:<br />
C5<br />
< CT5<br />
Li. CO<br />
m<br />
0<br />
£ ^<br />
O m<br />
0 O<br />
z £<br />
s|<br />
sİSE<br />
0<br />
D)<br />
C<br />
Ü<br />
9<br />
CO •-<br />
IL<br />
N<br />
" 1 1 i ^ -2 Ê M Ü i CÜ<br />
«<br />
CD<br />
E<br />
il<br />
_ •cl' i<br />
W 0 CQ .-<br />
m 0<br />
I :3 ?<br />
Ü<br />
5 I<br />
?<br />
^ >- (0 0<br />
X Q<br />
> o<br />
— — CÛ<br />
Û- O<br />
C<br />
B: W ~<br />
0 NJ Î2 OÏ<br />
i<br />
" o i 15 s<br />
V ..s >- ^<br />
i<br />
0 —<br />
s :i E :e<br />
0<br />
^<br />
)Ö)<br />
C 0<br />
CÛ<br />
CD<br />
^ 0 :^<br />
O<br />
^ 0<br />
m E<br />
"O 0<br />
1.1<br />
X<br />
CÛ<br />
-1<br />
-c N<br />
0 -£<br />
Q- N Q.<br />
Q 03<br />
0<br />
C 03<br />
03<br />
CÛ<br />
0<br />
C 0<br />
S!<br />
Z<br />
ÍS -<br />
.= c ^ E<br />
d) < P E<br />
•= ^ 8 £<br />
i> >• c ç<br />
c ^— >,<br />
CÜ -û:<br />
m co 0<br />
u! -5= W<br />
_ CD ^<br />
C (/) F<br />
CTJ < ë<br />
C (D<br />
m -F û<br />
?|-^<br />
•S<br />
^ Cû<br />
O<br />
0 03<br />
o _ E<br />
'0 O<br />
0<br />
CD
Q<br />
S<br />
CD<br />
C<br />
'E<br />
C<br />
O<br />
o T—<br />
>^<br />
:I3<br />
CÛ<br />
o<br />
"—'<br />
_^<br />
•B<br />
c:<br />
c:<br />
h=<br />
c<br />
Cü<br />
(/) (/) JO) m<br />
ü:: CÛ O<br />
Q<br />
><br />
N<br />
O<br />
O<br />
J¿<br />
c<br />
m<br />
CD<br />
c<br />
'*-»<br />
LU<br />
Ò<br />
evi<br />
•n.<br />
(D<br />
E<br />
co 0<br />
Q: "co<br />
03<br />
C/)<br />
co<br />
'cd<br />
E<br />
(D<br />
C<br />
O<br />
CM<br />
E ^ I,<br />
.N :ş TO<br />
co :rÉ co<br />
Ü I Li.<br />
ce o .i^ ri<br />
SI<br />
| E 5<br />
E<br />
CT3<br />
rv ^<br />
_ 11.0)0)<br />
ïïJll-gll il<br />
^^OÛ::Û.LJ ILL>-.±i<br />
>> .-9 7=¡<br />
o .<br />
N 0 Û_ ro<br />
E c<br />
i=<br />
m<br />
o<br />
\¿<br />
D) •<br />
—<br />
1 I :S 1 ^<br />
cô ;n
o<br />
E<br />
C<br />
'E<br />
E<br />
O)<br />
c<br />
o<br />
Û<br />
o<br />
><br />
co<br />
c<br />
"c<br />
E<br />
'I—<br />
0<br />
'•*-><br />
Q) 0<br />
c -Q<br />
£ (D 3<br />
•O<br />
o<br />
c<br />
c<br />
"I—<br />
"o-<br />
0 0 0<br />
•O 0<br />
CD -Q O<br />
> c<br />
~<br />
E ^5 03<br />
0<br />
0<br />
03<br />
N<br />
TD<br />
:0<br />
0<br />
O)<br />
C<br />
CT<br />
03<br />
0<br />
Si<br />
;o<br />
O E<br />
£=<br />
"o c<br />
C/3 03 03 0<br />
c -Q C<br />
o<br />
03 03 0<br />
>- -O<br />
>-<br />
N<br />
O<br />
ü<br />
C<br />
C3<br />
CÛ<br />
LU<br />
d<br />
E .E<br />
o ^<br />
si<br />
Q<br />
•<br />
o<br />
SI<br />
c<br />
0 CD<br />
iS<br />
c E =3 w<br />
m<br />
1<br />
> ><br />
I >^ C<br />
ra E E<br />
"O 03 (D<br />
C (0 C<br />
CL :0<br />
sil<br />
cos2 "<br />
Is<br />
o -E<br />
Q. N<br />
^ ce .03<br />
^ m X<br />
0 —<br />
0 £= N<br />
03 03<br />
CO<br />
03 — 0 0)<br />
Tablo III.2. A'da görüldüğü gibi, Etkin İlkelerin ilk maddesi. Gözetim <strong>ve</strong><br />
Denetim Otoritesinin (BDDK olarak alınmıştır) yasal çerçe<strong>ve</strong>sine ilişkindir.<br />
Ancak Basel Komite daha önce, bankacılığın etkin gözetim <strong>ve</strong> denetimi için<br />
bazı önkoşullara dikkat çekmektedir: Sağlam makroekonomik politikalar,<br />
hukuksal <strong>ve</strong> teknik anlamda gelişmiş bir <strong>finansal</strong> sistem altyapısı, piyasa<br />
disiplini olarak ifade edilen doğru <strong>ve</strong> zamanında bilgi<br />
temininin/açıklanmasının sağlanması, karşılaşılabilecek problemlerin<br />
çözümüne yönelik plan <strong>ve</strong> süreçlerin belirlenmesi <strong>ve</strong> sistemik <strong>krizler</strong><br />
karşısında düzenleme kurumlannın (Merkez Bankası - BDDK) görev <strong>ve</strong><br />
yetkilerinin açıkça belirlenmesi.<br />
Etkin İlkelerin 2-5 maddeleri, bankaların etkin gözetim <strong>ve</strong> denetiminde<br />
çok önemli bir araç olan, kuruluş <strong>ve</strong> faaliyet izni <strong>ve</strong>rilmesi aşamasıdır: Bu<br />
aşamada, bankaların faaliyet alanları açıkça tanımlanmalı, faaliyet izin<br />
sürecinin gerekli denetimi (hissedarlar <strong>ve</strong> üst düzey yöneticiler, bankanın<br />
organizasyon yapısı, faaliyet planı, sermaye miktarına ilişkin bilgilerin<br />
değerlendirilmesi <strong>ve</strong> gerektiğinde izin talebinin reddi) yapılmalıdır. Banka<br />
hisselerinin devredilmesi <strong>ve</strong> bankanın girişeceği yatırım faaliyetleri de aynı<br />
şekilde denetlenmelidir.<br />
Bankaların sürekli gözetim <strong>ve</strong> denetiminin bir diğer önemli aşaması,<br />
banka yöneticilerinin karşılaşacakları riskleri ihtiyatsız yönetmemeleri için,<br />
risk yönetiminde uyulması gereken ihtiyati <strong>düzenlemeler</strong>in(sermaye<br />
yeterliliği, kredi karşılıkları, aktif yoğunluğu, likidite yönetimi, risk yönetimi <strong>ve</strong><br />
iç denetime ilişkin kontroller) tanımlanması <strong>ve</strong> uygulanmasının<br />
sağlanmasıdır. Kısaca, risk yönetmek anlamına gelen bankacılığın ihtiyatlı<br />
davranmasını sağlayacak <strong>düzenlemeler</strong>dir. Bankaların karşılaşabilecekleri<br />
riskleri şu şekilde sıralayabiliriz:<br />
(i)<br />
(ii)<br />
(İÜ)<br />
Kredi Riski: Bankaların temel işlevi kredi <strong>ve</strong>rmek olduğundan,<br />
en çok karşılaştıkları risk olan kredi riski, kredi <strong>ve</strong>rilen kişi ya<br />
da kuruluşun sözleşme koşullarına uymaması durumunu ifade<br />
eder. Bu nedenle, kredi <strong>ve</strong>rilecek kişilerin kredibilitesi çok iyi<br />
değerlendirilmelidir. Bankaların kredi riskini değerlendirirken,<br />
kredi <strong>ve</strong>rilen kişinin bağlantılı olduğu grupların taşıdığı riskler,<br />
kredilerin belirii sektör ya da bölgede yoğunlaşması da dikkate<br />
alınmalıdır. Ayrıca, banka hissedariarına, yöneticilerine, yan<br />
kuruluş <strong>ve</strong> bağlı ortaklıklarına <strong>ve</strong>rdikleri riskler de<br />
kontroledilmelidir.<br />
Ülke <strong>ve</strong> Transfer Riski: Uluslar arası kredi işlemlerinde kredi<br />
<strong>ve</strong>rilen kişi ya da kuruluşun ülkesinin iktisadi, politik yapısından<br />
kaynaklanan riskleri ifade eder. Bu özellikle hükümetlere ya da<br />
kamu kurumlarına açılan kredilerde önem kazanır.<br />
Piyasa Riski: Bankaların piyasadaki (menkul kıymetlerin <strong>ve</strong>
özellikle döviz kuru) fiyat değişmelerinden kaynaklanan riskleri<br />
ifade eder. Bankaların dövizle yaptığı işlemler, açık döviz<br />
pozisyonları arttığı ölçüde riskleri artar.<br />
(iv) Faiz R/s/c/: Faiz oranlarındaki değişmeler nedeniyle, bankaların<br />
hem gelirlerinin hem de bilanço <strong>ve</strong> bilanço dışı kalemlerinin<br />
ekonomik değerlerinin etkilenmesinden kaynaklanan risklerdir.<br />
(v) L/'/c/d/fe R/s/c/: Bankaların aktiflerindeki artışı karşılayacak<br />
yeterli kaynak bulundurmamasından doğar. Likidite sıkıntısı<br />
çeken banka, yükümlülüklerini artıramaz, ya da aktiflerini<br />
nakde çevirerek gerekli fonu sağlayamazsa, yükümlülüklerini<br />
yerine getiremez duruma (insol<strong>ve</strong>ncy) düşebilir.<br />
(vi) Yasal Risk: Bankaların yetersiz ya da yanlış yasal bilgi <strong>ve</strong><br />
belge nedeniyle alacaklarında değerkaybı yada bankacılıkla<br />
ilgili yasalardaki değişmelerden doğabilir.<br />
(vii) İtibar Riski: Bankaların faaliyetlerindeki başarısızlık ya da yasal<br />
<strong>düzenlemeler</strong>e uymamaları halinde ortaya çıkan risklerdir.<br />
Bankaları ihtiyatlı risk yönetimine yönlendirecek değişkenlerin<br />
başında gelen sermaye yeterliliği oranı. Tablo III.2. C.'de görüldüğü gibi.<br />
Etkin İlkelerin 6. maddesini oluşturmaktadır. Bankaya fon sağlaması,<br />
büyüklüğü ölçüsünde risk alınması, zararların karşılanması <strong>ve</strong> bankanın<br />
büyümesine olanak <strong>ve</strong>rmesi gibi amaçlara hizmet eden sermaye yeterlilik<br />
oranının minimum seviyesi, Basel Komite tarafından (%4'ü ana sermaye<br />
olmak üzere) %8 olarak belirlenmiştir. Rasyoda kullanılan sermaye,<br />
özkaynaklar (tier one capital) <strong>ve</strong> (tier two capital olarak adlandırılan)<br />
sermaye ölçümüne dahil edilmesi gereken diğer rezervler, melez sermaye<br />
türlerini içeren diğer sermaye alt gruplarından oluşmaktadır. Basel Komite,<br />
denetim otoritelerince, bankaların <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> piyasaların durumuna göre, bu<br />
rasyoların daha yüksek tutulmasının teşvik edilmesini önermektedir.<br />
Kredi riskinin yönetiminin tanımlandığı 7-11 maddeler kredi <strong>ve</strong>rme<br />
standarlarının saptanması, aktif kalitesi, kredi karşılıkları <strong>ve</strong> rezervlerinin<br />
yeterliliklerinin, büyük ya da bağlantılı kredlerin değerlendirilmesini ele<br />
almaktadır. Ayrıca bu bölümde diğer (faiz, likidite, faaliyet) risklerin ihtiyatlı<br />
yönetimi vurgulanmaktadır.<br />
İlkelerin 4. kısmı, denetim otoritesinin, dışarıdan <strong>ve</strong> yerinde denetim<br />
yetkilerini tanımlamakta; ayrıca bağımsız denetim kuruluşlarının<br />
faaliyetlerine olanak <strong>ve</strong>rmektedir. Sonraki maddeler sırasıyla; bankaların<br />
standartlara uygun zamanında <strong>ve</strong> doğru bilgi sağlama yükümlülüklerini,<br />
sorumsuz ya da ihtiyatsız davranan bankalar için uygulanacak yasal<br />
çerçe<strong>ve</strong> gereğini <strong>ve</strong> nihayet sınır-ötesi bankacılığın denetimini ele<br />
almaktadırlar.
Basel Komitenin 1988 Semaye Uzlaşısı, yaklaşık on yılı aşan bir<br />
süredir yüzü aşan ülke tarafından uygulanmaktadır. Uygulama sonuçları<br />
hakkında kısaca şunları belirtebiliriz(Jackson,1999):<br />
(i) Gelişmiş ülkelerdeki (G-10) uygulama sonuçlannı değelendiren bir<br />
raporda;sermaye yeterlilik koşulunun, banka sermayesini risklere karşı<br />
daha duyarlı kılması, bilanço dışı hesapların risk değerlendirilmesinde<br />
dikkate alınması <strong>ve</strong> bankaları riskli aktiflere yönelten müşevviklerin ortadan<br />
kaldırılması konularında ne gibi gelişmeler kaydedildiği sorgulanmış <strong>ve</strong> şu<br />
sonuçlara ulaşılmıştır: Mininnum sabit sermaye yeterlilik oranı koşulu,<br />
özellikle zayıf bankalan sermaye artışına yöneltmiştir. G10 Ülkelerinde<br />
sermaye yeterlik oranları 198§'de ortalama %9.3 iken, 1996'da %11.2<br />
olmuştur. Raporda bu artışta, bankalar arası rekabetin <strong>ve</strong> piyasa disiplininin<br />
(şeffaflık) de rolü olduğu vurgulanmaktadır. Bankalar sermaye yeterlilik<br />
oranlanndaki artışı, kısmen sermaye artışıyla kısmen de bilançolarında riskli<br />
aktiflerin miktarlarını azaltarak geçekleştirmişlerdir. Tüm aktifler için aynı<br />
sermaye oranlannın kullanılması zaman zaman bazı bankaları riskli aktiflere<br />
yöneltmiştir. Minimum sermaye koşulları, özellikle ekonomilerin daralma<br />
dönemlerinde, kredi kısılmasına yol açarak reel ekonomiyi etkilemesi ya da<br />
bankalar arasındaki rekabeti olumsuz etkilemesi konularında, diğer<br />
faktörlerle birlikte düşünüldüğünde, kesin bir şey söylenemeyeceği<br />
sonucuna varılmıştır.<br />
(ii) Basel Komite'nin "Asya Krizi'nde Çıkarılan Denetim Gözetim<br />
Dersleri" adlı bir raporda ise, G10 bankaları açısından şu değerlendirme<br />
yapılmaktadır: G10 bankalan Asya ülkelerine kredi açarken, banka <strong>ve</strong><br />
banka-dışı kuruluşların zımni devlet garantisi ile korunacakları düşüncesiyle<br />
yeterince ihtiyatlı davranmadıkları anlaşılmıştır. Bu nedenle, özellikle ülke<br />
riskinin <strong>ve</strong> çok çeşitli vade yapılarına sahip kredilerin risk yönetiminde<br />
önemli olduğu anlaşılmıştır. Kriz anında, yabancı para likidite yönetimi, kredi<br />
risk yönetimi, farklı kategorideki riskler arasındaki ilişkiler, Basel Komite'nin<br />
minimum şartları, açık <strong>ve</strong> muhafazakar muhasebe kayıtları <strong>ve</strong> kredi<br />
değerlendirme kuralları konulanna daha fazla dikkat edilmesi<br />
vurgulanmaktadır(Bonte,1999).<br />
(İÜ) Öte yandan Gelişmekte Olan ya da Yükselen Piyasa Ekonomileri<br />
(emerging market economies)nde Basel Komitenin etkin gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
ilkelerinin ne ölçüde uygulandığına baktığımızda; tartışmanın sermaye<br />
yeterlilik oranlannın sağlanması, bağlantılı <strong>ve</strong> yoğunlaşmış kredilerin kötü<br />
yönetimi <strong>ve</strong> bankacılık sistemi için risk yönetim <strong>ve</strong> kontrol sistemlerinin<br />
gerekliliği konulannda toplandığını söyleyebiliriz (Bkz. Tablo III.3) (Hawkins,<br />
Turner, 1999: 84).
Yükselen Piyasa Ekonomileri'nin hemen hemen hepsi Basel<br />
Sermaye Uzlaşısının minimum sermaye yeterlilik oranı koşulunu<br />
sağlamaktadır. Hatta, Arjantin(%11.5), Brezilya <strong>ve</strong> Singapur(%12)<br />
gibi ülkelerde bu oranlar çok daha yüksektir. Ayrıca hemen her ülkede, 5-<br />
120 milyon ABD $'ına karşılık gelen başlangıç-sermayesi koşulu<br />
bulunmaktadır.<br />
Bununla birlikte Basel standartlarının gelişmiş ülkeler için önerildiği <strong>ve</strong><br />
yükselen ekonomiler için uygun olmadığı eleştirisi yapılmaktadır: her kredi<br />
türüne karşılık gelmek üzere toplam % 8Tık sermaye oranı, özellikle çok<br />
değişken makroekonomik koşullarda yeterli olmayabilir. Arjantin bu<br />
gerekçeyle, yüksek faizli krediler için daha fazla sermaye yeterlik oranı<br />
saptarken, Güney Afrika Cumhuriyeti'nde de gayri menkul kredilerinde daha<br />
yüksek sermaye oranı ayrılmaktadır.<br />
Gelişmekte olan ülkelerde, özellikle, Şili, Endonezya <strong>ve</strong> Kore gibi<br />
ülkelerde, bankacılık problemlerinin nedenleri olarak gösterilen önemli bir<br />
konu, bankaların hissedarlarına, yöneticilerine <strong>ve</strong> kendi şirketlerine<br />
aktardıkları, "bağlantılı krediler"sorunudur. Bu krediler genellikle objektif<br />
kredi değerlendirmesine tabi tutulmadığı gibi, ne yakın takibi yapılır ne de<br />
geri-dönmemesi önemsenir. Bir ifadeyle "bankaların içeriden soyulması<br />
daha kolaydır". Bu nedenle örneğin Brezilya'da bankaların hisse sahipleri<br />
<strong>ve</strong> üst yöneticilerine Merkez Bankasından izin almadan kredi <strong>ve</strong>rilmesi<br />
kanunen suçtur.<br />
Bu ülkelerdeki önemli bir bankacılık kriz nedeni de aşırı kredi<br />
yoğunlaşmasıdır. Belirli kişi, kurum ya da sektörlere aşırı kredi açılması,<br />
bankaları şoklara karşı kırılgan hale getirir. Bu durum bazen hükümetlerce<br />
gizil ya da açık devlet garantileri ile ya da bazı regülasyon tedbirleri ile belirli<br />
sektörlere yönlendirilen krediler için de söz konusudur. Ayrıca kredilerin<br />
gayrimenkul piyasası gibi belirli sektörlerde yoğunlaşması, gayrimenkul<br />
fiyatlarındaki değişmeler bankaları önemli ölçüde olumsuz<br />
etkileyebilmektedir.<br />
Çoğu yükselen piyasa ekonomilerinde, tekil kişi, bağlı krediler <strong>ve</strong><br />
sektör kredileri konusunda ihtiyatlı oranlar benimsenmiştir. Bu ekonomilerde<br />
tekil kişiye açılacak kredi limitinin %10-%25 arasında değiştiği görülmektedir<br />
(en yüksek oran Peru'da %30'dur). Bağlı-krediler ihtiyat oranları, ülkeden<br />
ülkeye daha fazla değişiklik göstermekle birlikte, hemen her ülkede tekil<br />
kredilere göre kısıtlamanın daha güçlü olduğunu söyleyebiliriz (Örneğin,<br />
bağlantılı kredilerin sermayeye oranı, Arjantin'de %5, Brezilya'da %10,<br />
Polonya'da %25'tir). Sektörel kredi sınırlaması konusunda ise uygulamalar<br />
farklılıklar göstermekte, kimi ülkelerde gayrimenkul (Filipinler, Endonezya)<br />
ya da menkul değerler (Singapur) sektörlerine ilişkin kısıtlamalar
ulunmaktadır.<br />
Bu ülkelerde yaşanan bir başka sorun, vade-uyumsuzluğu (kısa vadeli<br />
mevdutlarla uzun dönemli aktiflerin-kredilerin çevrilmesi) nun neden olduğu<br />
likidite riskidir. Genellikle, mevduat sahiplerinin ani para çekişleri, ya da<br />
yabancı bankaların kredilerini geri çağırması sonucunda oluşan likidite<br />
sorunu bazı aktiflerin likite dönüştürülmesi ile aşılabilinirse de, bunun için<br />
yeterli piyasaların olmaması bankaların ödeme güçlüğüne düşmesine yol<br />
açabilir. Vade-uyumsuzluğu problemi aynı zamanda faiz hadlerini<br />
yükselterek bankaların bilançolarının aktif tarafını erozyona uğratarak teknik<br />
ödeyemezliğe de neden olabilir.<br />
Asya Krizinde yaşanan önemli bir diğer olgu da, bankaların döviz<br />
pozisyonlarının neden olduğu bankacılık krizidir: Bankalar ülke içindeki<br />
yüksek getiriden <strong>ve</strong> sabit (uygun) döviz kuru avantajından yararlanmak<br />
için, ülke içindeki uzun vadeli yatırımları kısa vadeli kredilerle finanse<br />
etmişler, ancak bir süre sonra döviz kuru yön değiştirip, krediler kesilince,<br />
döviz kuru, likidite <strong>ve</strong> kredi riski "öldürücü kokteyl"i ile karşı karşıya<br />
kalmışlardır. Bankaların vade-uyumsuzluğu <strong>ve</strong> yerli para-yabancı para<br />
uyumsuzluğunun yaratacağı kırılganlıkları önleyici çeşitli araçlar<br />
kullanılmaktadır. Vade-uyumsuzluğuna karşı bazı ülkelerde sınırlama<br />
getirilirken, bazı ülkelerde bankalardan limitlerini kendilerinin saptaması,<br />
bunların izlenmesi <strong>ve</strong> raporlanması istenmektedir. Yabancı para cinsinen<br />
hesaplara uygulanan ihtiyati rasyo ya da kısıtlamalar daha yaygın olarak<br />
görülmektedir. Örneğin Polonya'da hem toplam olarak hem de her yabancı<br />
para cinsi için ayrı ayrı sınırlamalar getirilmiştir. Şili'de yabancı paranın<br />
dalgalanma derecesi <strong>ve</strong> ülke riskine göre ağırlıklandırılmış tüm pozisyonlar<br />
için bir sınırlama getirilmektedir. Likidite sorununa karşı başvurulan yaygın<br />
bir araçta mevduatlara karşılık likidite ya da zorunlu karşılık ayırmalarıdır.<br />
Likidite oranı Kore'de %30, Malezya'da %15, Brezilya'da %20 iken, gerekli<br />
rezerv oranları Kore'de %3, Malezya'da %4 <strong>ve</strong> Brezilya'da vadesiz mevduat<br />
için %75 vadeli mevduat için %20'dir.<br />
İhtiyatlı rasyo oranlarına ilişkin belirli kural ya da kısıtlamaların,<br />
bankların kayıtlarına ilişkin <strong>ve</strong>rilerin denetim ile desteklenmesinn gerekliliği<br />
açıktır. Bunun için, bankaların yayımladıkları hesapların düzenleme<br />
otoritelehnce ya da özel denetim kuruluşlarınca yerinde-denetim <strong>ve</strong> gözetimi<br />
ile bankaların hesaplarına <strong>ve</strong> risk ölçme tekniklerine ilişkin şeffaf <strong>ve</strong> açık<br />
olmaları (transparency) (piyasa disiplini) öneilmektedir. Ancak yükselen<br />
piyasa ekonomilerinde hükümetler ya da düzenleme otoriteleri, ilke olarak<br />
bankaların doğru, standartlara uygun <strong>ve</strong> zamanında bilgi yayımlamalarını<br />
destekleme-lerine rağmen, bankaların zayıf <strong>finansal</strong> yapılarının tüm<br />
kamuoyu tarafından bilinmesi ile doğacak gü<strong>ve</strong>n kaybından korkmaktadırlar.
Tablo III.3. : GELİŞEN PİYASALARDA İHTİYATİ ORANLAR VE KREDİ KISITLAMALARI<br />
Çin<br />
Hindistan<br />
Hong Kong<br />
Endonezya<br />
Kore<br />
Malezya<br />
Filipinler<br />
Singapur<br />
Tayland<br />
Arjantin<br />
Brezilya<br />
Şili<br />
Meksika<br />
Peru<br />
Venezuela<br />
Çek Cumh.<br />
Macaristan<br />
Polonya<br />
Rusya<br />
İsrail<br />
Suudi Arab.<br />
Güney Afr.<br />
Sermaye/Ağırlıklı<br />
Aktifler Oranı<br />
(O/o)<br />
10-1<br />
4<br />
(2001 Sonuna<br />
kadar 12)<br />
10<br />
12<br />
8.5<br />
11.5<br />
11<br />
8.7<br />
•<br />
Sermaye<br />
1 milyar.<br />
RMB<br />
1 milyar<br />
Rupee<br />
150milyon<br />
HK$<br />
SOOOmilyar<br />
rupiah<br />
lOOmilyar<br />
won<br />
20milyar<br />
ringgit<br />
2-5milyar<br />
peso<br />
1.5 milyar<br />
8$<br />
7<br />
5-15 milyon<br />
ABD$<br />
9.3milyar<br />
real<br />
25milyon<br />
ABD$<br />
13mlyon<br />
ABD$<br />
16.9milyon<br />
NS<br />
1.2-3<br />
milyarBS.<br />
500milyon<br />
Crown<br />
2milyarfoint<br />
5Milyon<br />
5milyon<br />
lOmilyon NIS<br />
250 milyon<br />
SR<br />
250 rnilyon R<br />
Likidite Zorunlu Rezerv Tek Kişiye Kredi/<br />
Oranı Oranları<br />
Sermaye<br />
(%)<br />
(%)<br />
(%)<br />
25 8 10<br />
25 10<br />
25<br />
(Bağ.grup50)<br />
25 0 25<br />
30<br />
15<br />
7<br />
18<br />
Ş<br />
20<br />
Yok<br />
20 yab.para<br />
Yok<br />
20<br />
5<br />
3-5<br />
4<br />
7-10<br />
3<br />
O<br />
75(vadesiz)<br />
20(vadeli)<br />
9(vadesiz<br />
3.6(vadeli)<br />
O<br />
7(ülke parası)<br />
38(yab.para)<br />
19<br />
5<br />
12<br />
7(vadesiz)<br />
2(vadeli)<br />
2.5<br />
20<br />
15<br />
(Bağ.grup 45)<br />
toplam 500<br />
25<br />
25<br />
25<br />
25<br />
,15<br />
25<br />
Kişi 10<br />
Kuruluş 30<br />
10-30<br />
10<br />
bağlantılı grup 20<br />
25<br />
enbüyük 10 kredi<br />
toplam 230<br />
25<br />
toplam 800<br />
25<br />
toplam 800<br />
25<br />
toplam 800<br />
15 (grup30)<br />
25-50<br />
Toplam800<br />
Banka<br />
ilgililerine<br />
Krediler/Serma<br />
ye (%)<br />
Max. Hisseleri<br />
Oranında<br />
yasak<br />
Toplam 10<br />
10<br />
Yasak<br />
Toplamı 00<br />
Max. 5000$<br />
5<br />
(teminat. 10)<br />
toplam 20<br />
10<br />
Toplam 100<br />
Toplam 100<br />
Toplam 75<br />
yasak<br />
20<br />
25<br />
20<br />
toplam 50<br />
toplam 10<br />
10
3. ULUSLARARASI PARA FONU <strong>ve</strong> DÜNYA BANKASI: FİNANSAL<br />
SEKTÖR DEĞERLENDİRME PROGRAMI<br />
1990'ların ikinci yarısında Asya, Latin Amerika, <strong>ve</strong> Rusya <strong>krizler</strong>i ile<br />
uluslararası <strong>finansal</strong> sistemde görülen çalkantılar <strong>ve</strong> yaşanan telaş, ulusal<br />
<strong>ve</strong> uluslararası düzeyde <strong>finansal</strong> sistemlerin sağlamlaştırılması <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong><br />
sistemlerin izlenmesi konusunu ön plana çıkardı. Bu bağlamda Uluslararası<br />
Para Fonu (IMF)'nun Finansal Sistemin İstikrarlılığının Değerlendirilmesi<br />
çalışmaları. Mayıs 1999'da Uluslararası Para Fonu-Dünya Bankası Finansal<br />
Sektör Değerlendirme Programı'na dönüşmüştür. Uluslararası Para Fonu<br />
Eylül 1999 <strong>ve</strong> Ocak 2000'de, merkez bankası ya da regülasyon otoriteleri,<br />
akademisyenler, çeşitli uluslararası kurumlar <strong>ve</strong> özel sektör temsilcileri ile iki<br />
önemli toplantı gerçekleştirmiştir. Bu toplantılarda, ulusal <strong>finansal</strong><br />
sistemlerin sağlamlığı ya da kırılganlığının, ulusal <strong>ve</strong> uluslararası düzeyde<br />
izlenmesi <strong>ve</strong> kontrolü içi'n gerekli <strong>ve</strong>rilerin saptanması, standardize edilmesi<br />
<strong>ve</strong> toplanmasına ilişkin bir çerçe<strong>ve</strong> benimsenmiştir. Bu çerçe<strong>ve</strong> bağlamında<br />
çalışmalar halen sürdürülmektedir.<br />
Finansal Sektör Değerlendirme Programı'na göre, Finansal<br />
Sistemlerin sağlamlılığını izleme çalışmaları, sektörün sağlamlığı <strong>ve</strong><br />
istikrarını değerlendirmeye yönelik bazı göstergelerin varlığını gerektirir.<br />
Makro-ihtiyati göstergeler (Macroprudential indicators) olarak adlandırılan<br />
bu göstergeler birkaç nedenle önemlidir: Her şeyden önce mali sistemin<br />
sağlamlığının değerlendirilmesi, objektif ölçütlere dayandırılmış olur. Bu<br />
göstergelerin kamuya açık olması piyasaların temel mali göstergeler<br />
hakkında bilgi edinmesini sağlarken; uluslararası standartlara uygun <strong>ve</strong><br />
dolayısıyla çeşitli ülkelerin bu açıdan karşılaştırılmasına el<strong>ve</strong>rişli olması da,<br />
göstergelerin yalnızca ulusal düzeyde değil, uluslararası sermaye<br />
hareketlerinin miktar <strong>ve</strong> akışkanlığı ile <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in yayılma riskinin<br />
önemli boyutlara ulaştığı günümüzde, uluslararası/küresel düzeyde de<br />
izlenmesini sağlar.<br />
Makro-ihtiyati göstergeler; tekil mali kurumların sağlıklılığını gösteren<br />
mikro-ihtiyati göstergelerle, mali sistemin sağlamlılığını gösteren<br />
makroekonomik değişkenlerden oluşur. Finansal <strong>krizler</strong> çoğunlukla bu<br />
göstergelerin kırılganlığın arttığını işaret ettiğinde doğmaktadır.<br />
Bir <strong>finansal</strong> sistemin sağlıklı olup olmamasını tespite yönelik<br />
göstergeler, o <strong>finansal</strong> sistemdeki tekil kurumların sağlıklı olup olmadığını<br />
gösteren <strong>ve</strong>rilenn bütüncül' hale getirilmesi ile elde edilir. Bu amaçla<br />
kullanılan çerçe<strong>ve</strong> (aslında daha önceden de çeşitli derecelendirme (rating)<br />
kuruluşlarının da kullandığı) CAMELS çerçe<strong>ve</strong>si olarak adlandırılmaktadır.<br />
Bu çerçe<strong>ve</strong>, bir mali kurumun altı önemli mali göstergesinin [Sermaye<br />
Yeterliği (Capital adequacy), Aktif Kalitesi (Asset quality). Yönetimde
Sağlamlık (Management soundness), Kazanç (karlılık) (Earnings), Likidite<br />
(Liquidity), Piyasa Riskine Duyarlılık (Sensitivity to market risk)] baş<br />
harflerinden oluşmuştur:<br />
CAMELS Çerçe<strong>ve</strong>si<br />
• Sermaye(Capital): Sermaye Yeterliliği, bir mali kurumun<br />
bilançosunun, şokla karşılaşıldığında nasıl etkileneceğinin ya da<br />
bilançosundan hareketle şokla nasıl baş edeceğinin temel<br />
göstergesidir. Bu nedenle mali kurumların/bankaların<br />
varlıklarının (döviz kuru, kredi, faiz haddi gibi) çeşitli <strong>finansal</strong><br />
risklere göre ağırlıklandırılmış sermaye-yeterlik oranlarının<br />
izlenmesi çok önemlidir.<br />
• Varlıklar (Assets): kalitesi bozulan mali kurumların ödeyememe<br />
(insol<strong>ve</strong>ncy) riski artacağından, aktiflerin kalitesini izleme<br />
göstergeleri (spesifik risklere aşırı açıklık, ödenmeyen-kredilerin<br />
gelişme trendi, bankadan kredi alan kişi ya da kuruluşların<br />
sağlamlığı <strong>ve</strong> karlılığı) önem kazanir.<br />
• Yönetim (Assets): İyi yönetim, bankaların performanslarında en<br />
önemli etkenlerden biri olmakla birlikte ölçülmesi zor, niteliksel<br />
(qualitati<strong>ve</strong>) bir etkendir. Bu nedenle çeşitli etkinlik kriterleri ile<br />
nicelleştirilmeye çalışılır.<br />
• Karlılık (Earnings): Karsız <strong>finansal</strong> kurumlar, ödeyememe riski<br />
yüksek kurumlardır. Bununla birlikte kurumların karlılık<br />
trendlerinin yorumlanması diğer göstergelere göre daha zordur:<br />
Genellikle yüksek karlılık, yüksek risk alma anlamına<br />
gelmektedir.<br />
• Likidite (Liquidity): Ödeyememe sorunu olmayan bir mali<br />
kurum, kötü (kısa dönemde) likidite yönetimi nedeniyle kapanma<br />
durumuyla karşılaşabilir. Bu nedenle göstergeler, fon<br />
kaynaklarını <strong>ve</strong> vade-uyumsuzlukları (maturity mismatches) ile<br />
ülke parası-yabancı para uyumsuzluklarını (currency<br />
mismatches)dikkate almalıdır.<br />
• Piyasa Riskine Duyarlılık (Sensitivity to Market Risk):<br />
Bankacılık işlemleri, uluslarası sermaye hareketlerinin artması <strong>ve</strong><br />
yeni mali araçların gelişimi ile giderek genişlemekte <strong>ve</strong><br />
karmaşıklaşmaktadır. Bu nedenle, faiz, döviz kuru riskleri ile<br />
menkul değerier <strong>ve</strong> mal fiyatlarının değişme riski de izlenmelidir.
Makroekonomik Göstergeler<br />
Mali sistemin işleyişi, ekonominin genel gidişine bağlıdır <strong>ve</strong> bu nedenle<br />
mali kurumlar makroekonomik değişkenlerdeki değişmelerden önemli<br />
ölçüde etkilenir. Yapılan çalışmalar belirli makroekonomik trendlerdeki<br />
gelişmelerin bankacılık <strong>krizler</strong>i hakkında sinyaller <strong>ve</strong>rdiğini gösterdiğinden,<br />
mali sağlamlığın değerlendirilmesinde, daha geniş, ekonomi bazında bir<br />
bakış açısına (özellikle ülkenin sermaye giriş <strong>ve</strong> çıkışları ile para (currency)<br />
<strong>krizler</strong>i karşısında kırılganlıklannın göz önünde tutulmasına) gerek vardır.<br />
Belli başlı makroekonomik değişkenleri, bütüncül yada sektörel<br />
büyüme oranlan, ödemeler bilançosundaki gelişmeler, enflasyon oranı <strong>ve</strong><br />
enflasyon oranı değişkenliği, faiz <strong>ve</strong> döviz kurian, kredi hacmindeki<br />
gelişmeler, menkul <strong>ve</strong> gayrimenkul variıklann fiyatlarındaki değişmeler<br />
şeklinde sıralayabiliriz.<br />
' Bunların yanında, ülkenin, diğer ülkelerdeki <strong>finansal</strong> gelişmelerden<br />
etkilenme derecesini, <strong>krizler</strong>in yayılmasına karşı duyariilığını dikkate alan<br />
göstergelere de bakılmalıdır.<br />
Mikro <strong>ve</strong> makro ihtiyati göstergeler Tablo III.3.'de toplu olarak gösterilmektedir.
Tablo III. 4. İHTIYATLI-MAKRO- GÖSTERGELER (MACRO PRUDENTIAL INDICATORS)<br />
Bütüncül Mikro-lhtivati Göstergeler<br />
Makroekonomik Göstergeler<br />
Sermaye Yeterliği Likidite İktisadi Büyüme<br />
(Capital Adequasy) • Mali Kurumlara Açılan MB • Bütüncül Büyüme Oranları<br />
• Bütüncül Sermaye Oranları Kredileri • Sektörel Üretim Gelişmeleri<br />
• Sermaye Oranlarının Sıklık • Mevduat/Parasal Büyüklükler<br />
• Dağılımı Oranları Ödemeler Dengesi<br />
• interbank Faiz Oranlarının • Cari işlemler Dengesi<br />
Sınıflanması • Döviz Rezerv Yeterliliği<br />
• Kredi/mevduat Oranı • Dış Borçlar (<strong>ve</strong> Vade Yapısı)<br />
Varlık <strong>ve</strong> Yükümlülüklerin • Dış Ticaret Haddi<br />
Vade Yapısı • Sermaye Akımlarının<br />
• İkincil Piyasa Likidite Ölçüleri Bileşimi <strong>ve</strong> Vade Yapısı<br />
Aktif Kalitesi (Asset quality) Piyasa Riskine Duyarlılık Enflasyon<br />
• Kredi Kurumu'nun (Sensitivity to Market Risks) • Enflasyonun Değişkenliği<br />
• Sektörel Kredi Yoğunlaşması • Döviz Kuru Riski<br />
• Yabancı Para Kredileri • Faiz Haddi Riski Faiz Haddi <strong>ve</strong> Döviz kurları<br />
• Geri Dönmeyen Krediler • Menkul-Değer Fiyatları Riski • Faiz Haddi <strong>ve</strong> Döviz Kuru<br />
• Kamu Krumlarına Krediler • Mal fiyatları Riski Hareketliliği<br />
• Varlıkların Risk Profili • Ülke içi Reel Faiz Oranı<br />
• Bağlantılı Krediler • Döviz Kurunun<br />
• Kaldıraç Oranları Piyasa-Temelli Göstergeler Sürdürülebilirliği<br />
• Finansal Araçların Piyasa • Döviz Kuru Garantileri<br />
• Borçlu'nun • Fiyatları<br />
• Kredi/Özsermaye • Karlılık Göstergeleri Kredi <strong>ve</strong> Aktif Fiyatları Artışı<br />
• Oranı • Kredi Reytingleri • Kredilerde artış<br />
• Şirket Karlılığı • Aktif Fiyatları Artışı<br />
Şirket Hakkında<br />
• Diğer Bilgiler Sirayet Etkileri<br />
• Bireysel Borçlar<br />
• Finansal Piyasa<br />
Korelasyonu<br />
• Ticaretin yayılması<br />
İyi Yönetim<br />
(Management soundness)<br />
• Harcama Oranları<br />
• İşçi Başına Kazanç<br />
• Mali Kurumların<br />
• Sayısında Artış<br />
Diğer Faktörler<br />
• Kredi <strong>ve</strong> Yatırımlar<br />
• Hükümetin Bankacılık<br />
Kesimine Başvurması<br />
• Ekonmide Gecikmiş Borçlar<br />
• Kazanç <strong>ve</strong> Karlılık<br />
• (Earnings and Profitability)<br />
• Aktiflerin Getirişi<br />
• Özsermaye Betirisi<br />
• Gelir-Harcama Oranları<br />
• Yapısal Karlılık Oranları
4.BANKACILIK KESİMİ REGÜLASYON, DENETİM VE GÖZETİM<br />
UYGULAMALARI<br />
Bu alt-başlıkta, bankaların düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetimi<br />
konusunda dünyada uygulamalar nelerdir? Ülke uygulamalannda hangi<br />
benzerlik ya da farklılıklardan söz edilebilir? sorulannı. Dünya Bankası'nm<br />
1998'de 107 ülkede yaptığı anket çalışmasının sonuçlanndan hareketle<br />
yanıtlamaya çalışacağız(Barth, Capho <strong>ve</strong> Levine, 2001):<br />
• Düzenleme Otoritesi: Etkin bankacılık düzenlemesinde,<br />
denetim kurumlannın sayısı, kimlerden oluştuğu, bağımsız<br />
olup olmaması gibi hususlar önemli bir tartışma konusudur.<br />
Ankete katılan 107 ülkenin 89'unda tek bir düzenleme otoritesi<br />
varken, 18 ülkede iki <strong>ve</strong> daha fazla sayıda kurum/otorite<br />
bankacılığın düzenlemesinden sorumludur. Düzenleme<br />
kurumu tek olan ülkelerin 3/4'ünde, bu kurum Merkez<br />
bankasıdır. Denetim kurumlarından sorumlu kamu otoritesi ise,<br />
genellikle maliye bakanlığıdır.<br />
• Bankacılık sektörünün büyüklüğü: Bu konuda ankette iki<br />
gösterge kullanılmaktadır. (Toplam Banka Aktifleh / GDP) oranı<br />
<strong>ve</strong> 100.000 kişiye düşen banka sayısı. İlk gösterge ile ilgili<br />
ilginç bir farklılık Almanya <strong>ve</strong> ABD'de görülmektedir Toplam<br />
banka aktiflerinin GDP'ye oranı Almanya'da %313 iken,<br />
ABD'de %66 dır. Aralanndaki farklılık, Almanya'nın bankaağıriıklı,<br />
ABD'nin ise sermaye piyasası-ağıriıklı <strong>finansal</strong><br />
sisteme sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Her iki ülkede<br />
de 100.000 kişiye düşen banka sayısı aşağı yukan birbirine<br />
yakındır. Ancak bu sayı, diğer bir çok ülkeye göre oldukça<br />
yüksektir.<br />
• Bankacılık Sektörünün Yapısı: Bu konudaki değişkenlerden<br />
ilki, en büyük 5 bankanın toplam mevduattaki payına<br />
bakıldığında bu oranın ABD'de nispeten düşük olduğu(%21)<br />
görülmektedir. Çok sayıda banka olan ülkelerde bile bu oranın<br />
yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Rusya'da 1300 banka<br />
bulunmasına rağmen ilk beş bankanın mevduattaki payı<br />
%80'dir. İkinci değişken toplam bankacılık aktiflerinde<br />
kamunun payının genellikle yüksek olduğu görülmektedir.<br />
Dokuz ülkede bu o.ran %60' dan büyükken, Almanya'da %42,<br />
Hindistan'da %80'dir. Bu oranın diğer uç noktası ABD <strong>ve</strong><br />
İngiltere'dir: %0. Bankacılık sisteminde yabancı bankalann<br />
oranı, yabancı bankalaria ilgili kısıtlamalar nedeniyle çok<br />
farklılık göstermektedir. Bu oran Hindistan'da sıfır iken Yeni<br />
Zelanda'da %99'dır. Aynı oran, Almanya, ABD <strong>ve</strong> Japonya'da
sırasıyla, %4, %5, %6'dır. Bankaların ölçek büyüklükleri de<br />
ülkeler asında çok çeşitlilik göstermektedir. Banka ölçeklerinin<br />
küçüklüğü ABD'de banka-dışı aracı kurumlarının önemini<br />
gösterirken, diğer ülkelerde genellikle <strong>finansal</strong> sistemin<br />
sığlığının bir göstergesidir<br />
• Bankaların faaliyet alanları <strong>ve</strong> banka sahipliği konusunda<br />
sınırlama: Ankette ülkeler, menkul kıymet, sigortacılık,<br />
gayrimenkul piyasalarında faaliyet gösterme <strong>ve</strong> bankaların<br />
banka-dışı şirketlere sahip olabilme (ya da tersi) açısından<br />
kısıtlama derecesine göre [1 (sınırlama yok) ile 4(sınırlama çok<br />
yüksek)] derecelendirilmiştir. Buna göre sınırlamanın en az<br />
olduğu ülkelerden ikisi Yeni Zelanda (1) <strong>ve</strong> Almanya(1.3) iken,<br />
en fazla sınırlamanın olduğu ülkeler arasında Çin (3.5) <strong>ve</strong><br />
Endenozya (3.5) gelmektedir. Yakın zamana kadar Japonya<br />
<strong>ve</strong> ABD de sınırlamaların yüksek olduğu ülkeler arasındaydı.<br />
Banka dışı <strong>finansal</strong>-sektörler içinde kısıtlamanın, en fazla<br />
olduğu sektör gayrimenkul sektörü (107 ülkenin %37'sinde<br />
yasaklanmıştır), en az olduğu sektör ise, menkul-değerler<br />
sektörü' (sadece %7'sinde yasaklanmıştır) dür. Bankaticaret/sanayi<br />
kesimi bütünleşmesine baktığımızda, 107 ülkenin<br />
%36'sında banka dışı firmaların banka sahibi olmasında bir<br />
kısıtlama yokken, %13'ünde <strong>finansal</strong> sektör-dışındaki firmaların<br />
banka sahibi olması yasaklanmıştır (Bkz. Grafik.1)<br />
• Düzenleme Denetleme Şartları: Banka başına profesyonel<br />
denetçi sayısı bazı ülkelerde oldukça yüksekken (Taiwan %18,<br />
Honduras %12), bazı ülkelerde çok düşüktür (ABD'de %0.1,<br />
Türkiye'de %0.4). Aralarında Arjantin, Brezilya'nın da<br />
bulunduğu 42 ülkede denetçiler faaliyetleri dolayısıyla yasal<br />
sorumluluk taşırken, ABD <strong>ve</strong> İngiltere'nin de dahil olduğu 56<br />
ülkede böyle bir sorumluluk yoktur. Minimum risk-ağırlıklı<br />
sermaye yeterlilik oranları açısından karşılaştırdığımızda, bu<br />
oran ülkelerin %60'ında %8 iken, %14'ünde %10 civarındadır.<br />
Ülkelerin %96'sında fiili sermaye/toplam aktif oranı, gerekli<br />
minimum orana eşit ya da oranı aşıyor.
Grafik I Banka Akt^nls en üzermdekı R&gulasvon Sin^rlandırîrıals^i'- lonj^ken^n<br />
RbnıÂ::ih>/OP. Su mil ikkm DiB'^iUM^i^e Göm VO^de ('iH^ûtnn<br />
Gnyn Me "kul<br />
>ıacrl;3c:!iifs<br />
Mp-KuI<br />
Ktyn&tler<br />
•Jvr<br />
x.1Ü{J<br />
Kaynak: Barth, Caprio <strong>ve</strong> Levine (2001)<br />
4. 1. Mevduat Sigortası Uygulamalan<br />
Fon fazlası olanlarla fon ihtiyacı olanlar arasında aracılık, para<br />
politikasının yürütıjlmesi, ödeme hizmeti sağlama gibi işlevleriyle <strong>finansal</strong><br />
sistemin en önemli unsuru olan bankacılık sistemleri; portföylerinin yapısı<br />
gereği likidite <strong>ve</strong> ödeyememe güçlüğüne düşme olasılığının <strong>ve</strong> sermayekaldıraç<br />
oranının yüksek olması, bir bankanın başarısız olmasının kolayca<br />
tüm sisteme yayılabilmesi gibi gerekçelerle, bir çok ülkede, oluşturulan<br />
gü<strong>ve</strong>nlik ağı (safety net) (mevduat sigortası <strong>ve</strong> son kredi mercii) ile<br />
korunmaya çalışılmaktadır. İkinci bölümde koruyucu düzenleme aracı olarak<br />
tanımladığımız mevduat sigortası, halen dünya ölçeğinde %50'ye yakın<br />
ülkede bulunmamasına rağmen, özellikle 1980'li <strong>ve</strong> 1990'lı yıllarda yaşanan<br />
<strong>krizler</strong>le birlikte bir çok ülkede uygulanmaya başlanmış ya da var olan<br />
mevduat sigortası sistemi reforma tabi tutulmuştur. Garcia (1999)'a göre,<br />
sözkonusu dönemde 68 ülkeden 52'si mevduat sigortası uygulamasına<br />
geçerken, 16 ülke de varolan mevduat sigortasında yeni <strong>düzenlemeler</strong><br />
yapmıştır.<br />
Dünya ölçeğinde mevduat sigortası uygulamalarına baktığımızda altı<br />
seçenek olduğunu görüyoruz: (i) Mevduat sahiplerinin korunmasınn<br />
sözkonusu olmadığı sistem (Yeni Zelanda); (ii) Mevduat garantisi yerine, bir<br />
banka başarısız olduğunda mevduat sahplerinin alacaklarına öncelik<br />
<strong>ve</strong>rildiği sistem (Avusturalya); (iii) Mevduat sigorta kapsamının belirsiz<br />
116
olduğu sistem; (iv) Zımni mevduat garantisinin sözkonusu olduğu sistem(55<br />
ülkede uygulanan sistem); (v) Açık <strong>ve</strong> sınırlı kapsamlı mevduat sigorta<br />
sistemi (68 ülkede uygulanmaktadır); (vi) Açık <strong>ve</strong> tüm mevduatın sigorta<br />
kapsamında olduğu sistem (10 kriz ülkesinde uygulanmaktadır) (Garcia,<br />
1999:4).<br />
Normal koşullarda (kriz dönemleri hariç) en iyi <strong>ve</strong> en yaygın mevduat<br />
sigortası uygulama biçiminin, açık <strong>ve</strong> sınırlı kapsamlı mevduat sigortası<br />
sistemi olduğu anlaşılmaktadır. Açık mevduat sigortası sistemine sahip<br />
ülkelerin yaklaşık üçte ikisi son 15 yıl içinde bu uygulamaya geçmişlerdir.<br />
1999 yılı itibariyle açık mevduat sigortasına sahip ülkeler Tablo lll:5'de<br />
belirtilmiştir.<br />
Tablo III.S.Açık Mevduat Sigortasına Sahip Ülkeler-1999<br />
Almanya İrlanda Peru<br />
Amerika İspanya Polonya<br />
Arjantin İs<strong>ve</strong>ç Portekiz<br />
Avusturya İsviçre Romanya<br />
Bahreyn İtalya Slovak Cumhuriyeti<br />
Bangladeş İzlanda Sri Lanka<br />
Belçika Jamaika Şili<br />
Brezilya Japonya Tanzanya<br />
Bulgaristan Kamerun Tayvan<br />
Çad Kanada Türkiye<br />
Çek Cumhuriyeti Kenya Uganda<br />
Danimarka Kolombiya Ukranya<br />
Dominik Cumhuriyeti Kongo Umman<br />
Ekvator Kore Venezüella<br />
El Salvador Litvanya Yunanistan<br />
Filipinler<br />
Lijksemburg<br />
Finlandiya<br />
Lübnan<br />
Fransa<br />
Macaristan<br />
Hırvatistan<br />
Makedonya<br />
Hindistan<br />
Meksika<br />
Hollanda<br />
Nijerya<br />
İngiltere<br />
Nor<strong>ve</strong>ç<br />
Kaynak: Garcia,1999:16<br />
Mevduat sigortası bankacılık sisteminin istikrarını korumak yanında,<br />
küçük mudileri de banka iflasları sonucu oluşabilecek kayıplardan korumayı<br />
amaçlayan bir mekanizmadır. Açık olabileceği gibi zımni (örtük) olarak da<br />
uygulanabilir. Açık mevduat sigortası uygulamalarında hükümetler, mudilerin<br />
hangi mevduatlarının ne kadarının sigorta kapsamında olduğunu, sigortanın
nasıl finanse edildiğini, bankalann sigortaya üyelik durumlannı, sigortanın<br />
yönetim biçimini <strong>ve</strong> bankaların tasfiye mekanizmalannı kanuni olarak<br />
belirtir. Böyle formal <strong>düzenlemeler</strong>in olmadığı ülkelerde genelde zımni<br />
mevduat sigortası olduğu varsayılır. Bu da daha çok banka iflasları sonucu<br />
oluşan sosyal maliyetlerin hükümetlerin üstlenmesi gerekir düşüncesinden<br />
kaynaklanmaktadır.<br />
Mevduat sigortasının kapsadığı maksimum limit piyasa disiplinini<br />
belirieyen önemli bir faktördür. Bu limit ülkelere göre farklılıklar<br />
göstermektedir (Tablo III.3.6). Mevduat sigortasının kapsadığı maksimum<br />
limitin çok düşük olduğu sistemlerde mudiler daha gü<strong>ve</strong>nli sistemler arariar.<br />
Bu yüzden bu düzey ne <strong>finansal</strong> sistemin istikrarını sağlar ne de mudilerin<br />
kayıplarını önler. Fakat tam tersi bu limitin oldukça yüksek tutulması ise,<br />
mudilerin, bankaları gözetim motivasyonunu azaltacağından piyasa<br />
disiplinini bozar. Örneğin, Kore, Japonya, Türkiye, Meksika <strong>ve</strong> Ekvator 1999<br />
yılı itibariyle mudilerini sınırsız sigorta kapsamına aldılar. Fakat yaşadıkları<br />
bankacılık <strong>krizler</strong>i sonunda maksimum sigorta limitini belirii düzeylere çekme<br />
eğilimine girdiler.<br />
Tablo III.3.6.'da seçilmiş ülkelerin maksimum sigorta düzeylerinin<br />
kişi başına GSMH'ya oranlan da <strong>ve</strong>rilmiştir. IMF, bu oranın iki olmasını<br />
tavsiye etmektedir.<br />
Tablo III. 6:<br />
Seçilmiş Bazı Ülkelerin Mevduat Sigortası Maksimum Limiti <strong>ve</strong> Milli Gelirleri<br />
Ülke sigorta kapsamı{1) milli gelir(2) 1\2<br />
Almanya $ 21,918 $ 26,161 0.8<br />
Amerika $ 100,000 $ 31,433 3.2<br />
Arjantin $ 30,000 $ 9,649 3.1<br />
Avusturya $ 24,075 $ 26,246 0.9<br />
Bahreyn $ 5,600 $ 8,383 0.7<br />
Bangladeş $ 2,123 $ 348 6.1<br />
Belçika $ 16,439 $ 24,947 0.7<br />
Brezilya $ 17,000 $ 4,566 3.7<br />
Bulgaristan $ 1,784 $ 1,401 1.3<br />
Çad $ 3,557 $ 245 14.5<br />
Danimarka $ 21,918 $ 33,307 0.7<br />
El Salvador $ 4,720 $ 1,915 2.5<br />
Finlandiya $ 29,435 $ 24,404 1.2<br />
Fransa $ 65,387 $ 24,700 2.6
Hırvatistan $ 15,300 $ 4,688 3.3<br />
Hindistan $ 2,355 $ 387 6.1<br />
Hollanda $ 21,918 $ 24,143 0.9<br />
İngiltere $ 33,333 $ 23,598 1.4<br />
İrlanda $ 16,439 $ 21,788 0.8<br />
İspanya $ 16,439 $ 14,241 1.2<br />
İs<strong>ve</strong>ç $ 31,412 $ 25,743 1.2<br />
İsviçre $ 19,700 $ 36,840 0.5<br />
İtalya $ 125,000 $ 20,633 6.1<br />
İzlanda $ 21,918 $ 29,228 0.7<br />
Jamaika $ 5,512 $ 2,876 1.9<br />
Kamerun $ 5,336 $ 600 8.9<br />
Kanada $ 40,770 $ 19,700 2.1<br />
Kenya $ 1,757 $ 323 5.4<br />
Kolombiya $ 5,500 $ 2,430 2.3<br />
Kongo $ 3,557 $ 726 4.9<br />
Litvanya $ 6,250 $ 2,844 2.2<br />
Luksemburg $ 16,439 $ 39,233 0.4<br />
Lübnan $. 3,300 $ 5,145 0.6<br />
Macaristan $ 4,564 $ 4,631 1<br />
Makedonya $ 183 $ 1,480 0.1<br />
Nijerya $ 588 $ 287 2.1<br />
Nor<strong>ve</strong>ç $ 260,800 $ 32,986 7.9<br />
Peru $ 21,160 $ 2,485 8.5<br />
Polonya $ 1,096 $ 3,896 0.3<br />
Portekiz $ 16,439 . $ 11,565 1.4<br />
Romanya $ 3,600 $ 1,848 1.9<br />
Şili $ 1,470 $ 5,253 0.7<br />
Tanzanya $ 376 $ 245 1.5<br />
Tayvan $ 38,500 $ 11,633 3.3<br />
Uganda $ 2,310 $ • 280 8.2<br />
Ukranya $ 250 $ 837 0.3<br />
Umman $ 52,630 $ 5,986 8.8<br />
Venezüella $ 7,309 $ 3,910 1.9<br />
Yunanistan $ 21,918 $ 11,501 1.9<br />
Kaynak: Garcia, 1999<br />
Diğer yandan, bazı ülkeler maksimum bir sigorta limiti belirlemenin<br />
yanında, mevduat sigortası şemalarına ortak-sigorta (co-insurance)<br />
mekanizmasını da katmışlardır. Bu mekanizma ile sigorta kapsamı içinde<br />
bulunan mevduatın belirli bir oranını mevduat sigortası fonu karşılarken,<br />
kaybın diğer kısmına mudinin kendisi katlanmaktadır. Tablo III.7.'de hangi<br />
ülkelerin birlikte-sigorta şemasına sahip olduğunu göstermektedir.
Tabiolll.7:<br />
Ortak-Sigorta Sistemine Saiıip Üll
Tablo İli. 8.<br />
Riske Bağlı Primli Mevduat Sigortası Sistemleri<br />
Arjantin<br />
Bulgaristan<br />
Kameron<br />
Orta Africa Cumhuriyeti<br />
Çad<br />
Kongo<br />
El Salvador<br />
Gine<br />
Finlandiya<br />
Gabon<br />
Amerika<br />
Macaristan<br />
İtalya<br />
Makedonya<br />
Marshall Adaları<br />
Mikronesya<br />
Peru<br />
Portekiz<br />
Romanya<br />
İs<strong>ve</strong>ç<br />
Türkiye<br />
Kaynak: Demirgüç-Kunt <strong>ve</strong> Sobacı (2000)<br />
IMF, tüm ülkelere mevduat sigortasını uygulamayı tavsiye<br />
etmektedir. Fakat ülkelerin, mevduat sigortası sistemlerini<br />
yapılandırırken sınırlı düzeyde sigorta kapsamına sahip olmasını,<br />
zorunlu üyelik <strong>ve</strong> politik müdahaleden uzak bir yönetimin olması gibi<br />
unsurları dikkate almalarını belirtmektedir. Mevduat sigortası<br />
sistemlerinin, mudileri <strong>ve</strong> diğer <strong>finansal</strong> katılımcıları ihtiyatlı olmaya<br />
teşvik etmesi, ahlaki risk sorununu önemli oranda azaltacaktır.
IV. BÖLÜM<br />
TÜRK BANKACILIK SÎSTEMİ:REGÜLASYON YAPISI, SORUNLARI VE<br />
YENİDEN YAPILANDIRILMASI<br />
1. GİRİŞ<br />
Türk Mali Sisteminin regülasyon yapısı Tablo IV.L'de görülmektedir.<br />
Buna göre, mali piyasaların doğrudan ya da dolaylı regülasyonundan beş<br />
kamu kuruluşunun yetkili <strong>ve</strong> sorumlu olduğunu söyleyebiliriz: Merkez<br />
Bankası (TCMB), Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu (BDDK),<br />
Türkiye Bankalar Birliği (TBB), Hazine Müsteşarlığı (HM) <strong>ve</strong> Sermaye<br />
Piyasası Kurulu(SPK).<br />
Türkiye'de bankaların <strong>ve</strong> özel finans kuruluşlannın regülasyon,<br />
denetim <strong>ve</strong> gözetiminden, 31 Ağustos 2000 tarihi itibariyle bağımsız bir<br />
kuruluş olarak faaliyetlehne başlayan BDDK yetkili <strong>ve</strong> sorumludur. Önceki<br />
bölümlerde gördüğümüz gibi önemli bir regülasyon aracı olan Tasarruf<br />
Mevduatı Sigorta Fonu'nun yönetimi de BDDK'nın uhdesindedir. Ancak,<br />
BDDK'nın yetki <strong>ve</strong> sorumluluğuna dayanak oluşturan Bankalar Kanunu'na<br />
göre, bankacılık sisteminin regülasyonuna ilişkin TCMB <strong>ve</strong> HM'nın da görev<br />
<strong>ve</strong> yetkilen bulunmaktadır. Bu kurumlann yanında bir regülasyon kurumu<br />
olarak Türkiye' de faaliyette bulunan bankaların oluşturdukları TBB'den de<br />
söz etmek gerekir.<br />
TABLO IV.1:<br />
TÜRK MALİ SİSTEMİNİN REGÜLASYON YAPISI<br />
TCMB<br />
(Son Başvuru<br />
M.)<br />
BDDK<br />
(TMSF)<br />
HAZİNE<br />
MÜSTEŞARLIĞI<br />
4—•<br />
SPK<br />
Bankalar<br />
Özel Finans K.<br />
Finansal<br />
Kiralama<br />
Finansman Ş.<br />
Faktöring<br />
Sigortacılık<br />
IMKB<br />
Altın Borsası<br />
Vadeli İşlemler<br />
P.<br />
Türkiye'de (özel finans kurumlan hahç) bankacılık-dışı mali kesim<br />
olarak adlandırılan Finansal Kiralama, Faktöhng <strong>ve</strong> Sigortacılık kuruluşlan<br />
ile Finansman Şirketlerinin düzenleme <strong>ve</strong> denetimi. Hazine Müsteşariiğı'nın<br />
yetki <strong>ve</strong> sorumluluğundadır.
Mali sistemin bir diğer önemli ayağı olan sermaye piyasasının (<strong>ve</strong><br />
onun aracı-kuruluşları olan IMKB, Altın Borsası <strong>ve</strong> Vadeli İşlemler<br />
Piyasası'nın) düzenleme, denetim <strong>ve</strong> gözetiminden ise Sermaye Piyasası<br />
Kurulu yetkili <strong>ve</strong> sorumludur.<br />
Biz çalışmamızda bankacılık sisteminin düzenleme, denetim <strong>ve</strong><br />
gözetimi üzerinde durduğumuzdan, yalnızca <strong>ve</strong> özellikle dört kurumun,<br />
TCMB, BDDK, <strong>ve</strong> HM <strong>ve</strong> TBB'nin görev <strong>ve</strong> yetkilerini ele alacağız. Bu<br />
kurumların görev <strong>ve</strong> yetkileri. Bankalar Kanunu ile TCMB Kanunu'nda<br />
tanımladığından, kısaca bu kanunlardaki tarihsel gelişmelere de<br />
değineceğiz. Bölümde aynca Türk Bankacılık Sisteminin yapısı <strong>ve</strong> sorunlan<br />
ile bankaların yeniden yapılandırılmasını ayrı başlıklar altında tartışacağız.<br />
2. TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN REGÜLASYON YAPISI<br />
2.1. Merkez Bankası<br />
11 Haziran 1930'da 1715 Sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />
Kanunu' nun kabul edilmesinin ardından 3 Ekim 1931'de kurulan <strong>ve</strong> 1 Ocak<br />
1932'de faaliyete geçen Merkez Bankası'na, ilkin, 30 yıl süreyle banknot<br />
ihracı imtiyazı <strong>ve</strong>rilmişken, 1955 yılında 1999 yılına kadar uzatılan bu<br />
imtiyaz, 25 Nisan 1994'de yapılan değişiklikle süresiz şekilde uzatılmıştır.<br />
1715 Sayılı Kanun, yeni Merkez Bankası kanununun çıktığı. Ocak<br />
1970'e kadar 40 yıl yürürlükte kalmıştır. Merkez Bankası'nın kuruluş<br />
yasasında bankanın temel amacı, ''ülkenin iktisadi kalkınmasına yardımcı<br />
olmak" şeklinde belirlenmiş <strong>ve</strong> bu amaçla Banka'ya, reeskont oranını<br />
belirleme <strong>ve</strong> para piyasasını düzenleme, hazine işlemlerini yapma <strong>ve</strong><br />
hükümetle ortaklaşa olarak Türk parasının değerinin korunmasına ilişkin<br />
tüm önlemleri alma görevleri <strong>ve</strong>rilmiştir. Bu dönemde Merkez Bankası'nın<br />
temel işlevi, etkin bir para politikası yürütmekten çok, kamu kesimi (Hazine<br />
<strong>ve</strong> KİT'ler) finansman açığını kapatmak olmuştur.<br />
14.1.1970 tarih <strong>ve</strong> 1211 Sayılı Kanunla kabul edilen <strong>ve</strong> 26.1 1970'de<br />
yürürlüğe giren Merkez Bankası Kanunu; ilkin 1986 yılında Açık Piyasa<br />
İşlemlerini yürütebilmesi gibi yeni ihtiyaçları karşılamak amacıyla 3291<br />
Sayılı Kanun'la değişikliğe uğramış <strong>ve</strong> nihayet, içinde bulunduğumuz yıl<br />
içinde, "geçen 31 yıllık süre içinde hızla değişen ekonomik koşullar,<br />
Türkiye'nin uzun yıllardan beri kronik enflasyon sorununu çözememesinin<br />
getirdiği giderek artan tepki <strong>ve</strong> merkez bankacılığı konusunda başta Avrupa<br />
Birliği normları olmak üzere dünyada meydana gelen gelişmelere'' uyum<br />
gerekçeleri ile 25.4.2001 tarih <strong>ve</strong> 4651 Sayılı Değişiklik Kanunu ile son<br />
şeklini almıştır.
4651 sayılı Kanunla, 1211 sayılı Kanun'un ondört maddesinde<br />
değişiklik yapılmış, yedi maddesi yümrlükten kaldırılmış <strong>ve</strong> Kanun'a bir yeni<br />
madde eklenmiştir. Sözkonusu bu değişikliklerle;<br />
a) temel amacının fiyat istikrarı olduğunun açıklıkla vurgulanması;<br />
para politikasının <strong>ve</strong> araçlarının belirlenmesi <strong>ve</strong> uygulanmasında tek yetkili<br />
<strong>ve</strong> sorumlu olması; Hazine'ye <strong>ve</strong> kamu sektörüne avans <strong>ve</strong> kredi <strong>ve</strong>rme<br />
uygulamasının kaldırılması; Hazine ile kamu kuruluşlarının ihraç ettiği<br />
borçlanma araçlarının birincil piyasadan satın alınmasının yasaklanması;<br />
Başkan Yardımcılan'nın atanması, görev süreleri, görevden alınamamaları<br />
konularının açıklıkla düzenlenmesi anlamında daha bağımsız,<br />
b) para politikasının belirlenmesi <strong>ve</strong> uygulanmasında şeffaflığın <strong>ve</strong><br />
para politikası kararlarında hesap <strong>ve</strong>rilebilirliğin/açıklanabilirliğin artması<br />
anlamında daha şeffaf,<br />
c) enflasyon hedefinin belirlenmesi, Türk Lirası'nın iç <strong>ve</strong> dış değerini<br />
korumak için gerekli tedbirlerinin alınması <strong>ve</strong> yabancı paralar ile altın<br />
karşısındaki denkliğini tespit etmeye yönelik kur rejiminin belirlenmesi gibi<br />
hükümetle birlikte karar alma/hareket etme yetki <strong>ve</strong> sorumluluk alanları<br />
açıklıkla düzenlenmiş,<br />
d) temel para politikası amacını gerçekleştirmeye yönelik analitik <strong>ve</strong><br />
istatistiki çözümlemenin gerektirdiği istatistiki <strong>ve</strong>rileri toplama, <strong>finansal</strong><br />
sistemde istikrarı sağlama görev <strong>ve</strong> yetkisi kapsamında, mali sistemin alt<br />
yapısının güçlendirilmesi <strong>ve</strong> mali sistemin taşıdığı risklerin belirlenmesi<br />
amacıyla, sistemi izleme <strong>ve</strong> değerlendirmeler yapma, mali sistemdeki<br />
risklerin sektörün geneline yayılmasını önlemek için gerekli tedbirleri alma,<br />
teknolojik gelişmelerden de yararlanarak etkin <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nilir bir ödeme<br />
sistemi kurma <strong>ve</strong> sürdürme görev <strong>ve</strong> yetkileri ile donatılmış, bir merkez<br />
bankası amaçlanm.iştır.<br />
Merkez Bankası'nın <strong>finansal</strong> piyasaların düzenlenmesine ilişkin görev<br />
ya da yetkileri, MBK'nun Merkez Bankası'nın genel görev <strong>ve</strong> yetkilerinin<br />
belirtildiği 4. Maddesi ile, para <strong>ve</strong> kredi konusundaki görev <strong>ve</strong> yetkilerinin<br />
belirtildiği 40. Maddesinde yer almaktadır:<br />
Kanunun 4. Maddesinin 1. Fıkrasının f bendinde, TL.nin hacim <strong>ve</strong><br />
tedavülünün düzenlenmesi yanında, <strong>finansal</strong> sistemin alt yapısını oluşturan<br />
ödeme <strong>ve</strong> menkul kıymet transferi <strong>ve</strong> mutabakat sistemleri kurmak <strong>ve</strong> bu<br />
sistemlerin kesintisiz işlemesini <strong>ve</strong> denetimini sağlayacak <strong>düzenlemeler</strong>i<br />
yapmak yetkisi Merkez Bankası'na <strong>ve</strong>rilmiştir. İyi işleyen bir ödemeler<br />
sistemi, hem Merkez Bankası'nın "nihai kredi mercii" işlevini etkin bir<br />
şekilde gerçekleştirmesi açısından, hem de para politikası ile <strong>finansal</strong> <strong>ve</strong>
eel kesim arasındaki bağlantıyı oluşturan "likidite yönetimr<br />
açısından önemlidir.<br />
nin başarısı<br />
Yine, her ne kadar bankacılık sisteminin denetim <strong>ve</strong> gözetimi 2000 yılı<br />
Ağustos ayı sonunda faaliyetine başlayan BDDK'ya bırakılmışsa da, 4.<br />
Madde' nin 1. Fıkrasının g <strong>ve</strong> h bendlerinde, sağlıklı bir ekonomi <strong>ve</strong> başarılı<br />
bir para politikası için gerekli olan, mali piyasaların istikrarını sağlamaya<br />
yönelik para <strong>ve</strong> döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirler almak <strong>ve</strong> mali<br />
piyasaları izlemek (bankalar, özel finans kurumları <strong>ve</strong> diğer mali<br />
kurumlardan düzenli <strong>ve</strong> doğru bilgi akışı sağlamak) Merkez Bankası'nın<br />
görevleri arasında sayılmıştır.<br />
Merkez Bankası'na ayrıca banka sisteminin ihtiyaç duyduğu günlük<br />
likidite sıkışıklığını gidermek üzere bankalara kredi <strong>ve</strong>rme, bir başka ifade<br />
ile "nihai kredi mercii" yetkisi <strong>ve</strong>rilmiştir. Ayrıca, mali sistemde belirsizlik <strong>ve</strong><br />
gü<strong>ve</strong>nsizliğin doğması gibi olağanüstü durumlarda, aşırı fon çekilmesi ile<br />
karşılaşılan bankalara "nihai borç <strong>ve</strong>rme mercii" olarak kredi <strong>ve</strong>rme yetkisi<br />
yanında, ödeme güçlüğüne girip Tasarruf Mevduat Sigortası Fonu' na<br />
devredilen bankaların gerektirdiği tazminat ödemeleri <strong>ve</strong> bankanın<br />
rehabilitasyona tabi tutulup satılması <strong>sürecinde</strong> fonun kaynaklarının<br />
yetersiz olması durumunda, TMSF'na avans <strong>ve</strong>rebilme yetkisi tanınmıştır.<br />
Bunun yanında, Merkez Bankası "mali piyasaları izlemek amacıyla<br />
bankalar <strong>ve</strong> diğer mali kurumlardan <strong>ve</strong> bunları düzenlemek <strong>ve</strong><br />
denetlemekle görevli kurum <strong>ve</strong> kuruluşlardan gerekli bilgileri isteme <strong>ve</strong><br />
istatistiki bilgi toplama'' yetkisine sahiptir.<br />
2,2. Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu<br />
Türkiye'deki Bankacılık Sistemi'ne ilişkin tüm işlem <strong>ve</strong> faaliyetlerin<br />
denetleme <strong>ve</strong> düzenlemesinden, 18 Haziran 1999 tarih <strong>ve</strong> 4389 Sayılı<br />
Bankalar Kanunu ile kurulan <strong>ve</strong> 31 Ağustos 2000'de faaliyete geçen<br />
Bankacılık Denetleme <strong>ve</strong> Düzenleme Kurumu (BDDK) sorumlu <strong>ve</strong> yetkildir.<br />
BDDK yetki <strong>ve</strong> sorumluluklarını, Türkiye'de faaliyette bulunan tüm banka<br />
işlem <strong>ve</strong> faaliyetlerini düzenleyen adı geçen Bankalar Kanunu'ndan<br />
almaktadır. Bu nedenle Türkiye'de Bankalar Kanunu'nun geçirdiği<br />
aşamalara kısaca değinmekte yarar var:<br />
. Türkiye'deki ilk Bankalar Kanunu, 1933 yılında kabul edilen 2243<br />
Sayılı Mevduatı Koruma Kanunu'dur. Ardından 1936 yılında kabul edilen<br />
2999 Sayılı Bankalar Kanunu 22 yıl yürürlükte kalmış <strong>ve</strong> yerini 23.6.1958<br />
tarih <strong>ve</strong> 7129 Sayılı Kanuna bırakmıştır. Bu kanun, 27 yıl sonra 24.4.1985<br />
tahh <strong>ve</strong> 3182 Sayılı Bankalar Kanun ile değiştirilmiştir. 18 Haziran 1999<br />
tarih <strong>ve</strong> 4389 Sayılı Kanun'la "Avrupa Birliği uygulamalarına büyük ölçüde<br />
paralel <strong>ve</strong> uluslararası standartlarda bir yapıya'' dönüştürülen Bankalar
Kanunu, önce 19 Aralık 1999 tarih <strong>ve</strong> 4491 Sayılı Kanun'la değişikliğe<br />
uğrarken, yaşanan Kasım 2000 <strong>ve</strong> Şubat 2001 Krizlerinin ardından<br />
"Bankacılık sektörüne ilişkin sorunların hükümetçe uygulanan ekonomik<br />
programın başarıya ulaşması bakımından hızla çözümlenmesi (...)öncelikle<br />
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bünyesinde bulunan bankaların çok hızlı<br />
bir şekilde rehabilite edilmesi <strong>ve</strong> satılması (...)Bu itibarla bu bankalarla ilgili<br />
olarak 4389 sayılı Bankalar Kanununda yer alan bazı mekanizmaların daha<br />
hızlı çalışır hale getirilmesi, bunlann mali bünyelerinin zaafa uğratılmasında<br />
sorumluluğu bulunanlara -uygulanacak yaptırımların da bir an önce<br />
uygulamaya konulması, özellikle kamu vicdanının rahatlatılması"<br />
gerekçeleriyle, 29.5.2001 tarihli 22416 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan<br />
4672 Sayılı Kanunla ikinci bir değişikliğe uğramış <strong>ve</strong> bugünkü son şeklini<br />
almıştır(Taşcıoğ;u, 1998; Reisoğlu, 2001).<br />
Türkiye'de Bankacılık Sistemi'nin yasal çerçe<strong>ve</strong>sini oluşturan<br />
Bankalar Kanunu, amaçları açısından, 4389 Sayılı Kanun'la çağdaş<br />
<strong>finansal</strong>-bankacılık sistemlerine uygun bir yapıya dönüştürülmüştür:<br />
Gerçekten de Nisan 1985-Haziran 1999 tarihleri arasında yürürlükte kalan<br />
3182 Sayılı Kanun'un amacı yalnızca "tasarrufları korumak <strong>ve</strong> ekonomik<br />
kalkınmanın gereklerine göre kullanılmalarını sağlamak" iken, yeni kanun<br />
"tasarruf sahiplerinin hak <strong>ve</strong> menfaatlerini korumak, mali piyasalarda<br />
gü<strong>ve</strong>n <strong>ve</strong> istikran <strong>ve</strong> ekonomik kalkınmanın gereklerini de dikkate alarak<br />
kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere<br />
(Türkiye'de kurulmuş ya da kurulacak yada Türkiye'de şube açacak)<br />
bankaların kuruluş, yönetim, çalışma, devir, birleşme, tasfiye <strong>ve</strong><br />
denetlenmelerine ilişkin esasları düzenlemek."şeklinde, çağdaş <strong>finansal</strong> ya<br />
da bankacılık sistemlerinin üç temel amacını benimsemiştir.<br />
Kanun'daki bir diğer önemli değişiklikte, önceki Bankalar Kanunu'nda<br />
Hazine Müsteşarlığı'na <strong>ve</strong> Merkez Bankası'na (1983 yılında kurulan<br />
TMSF'nın yönetim <strong>ve</strong> temsili) <strong>ve</strong>rilmiş yetki <strong>ve</strong> sorumluklann, Avustralya,<br />
İngiltere, Finlandiya, Nor<strong>ve</strong>ç, Brezilya, Meksika, Kanada gibi bir çok ülkede<br />
olduğu gibi ayn bir kuruma, BDDK'ya <strong>ve</strong>rilmesidir. Kanunun 3. maddesine<br />
göre; "Bu Kanun <strong>ve</strong> ilgili diğer mevzuatın, Kanunda gösterilen yetkiler<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde <strong>düzenlemeler</strong> de yapmak suretiyle uygulanmasını sağlamak,<br />
uygulamayı denetlemek <strong>ve</strong> sonuçlandırmak, tasarrufların gü<strong>ve</strong>nce altına<br />
alınmasını temin etmek <strong>ve</strong> Kanunla <strong>ve</strong>rilen diğer görevleri yapmak <strong>ve</strong><br />
yetkileri kullanmak üzere kamu tüzel kişiliğini haiz, idari <strong>ve</strong> mali özerkliğe<br />
sahip "Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu" kurulmuştur Kurum,<br />
tasarruf sahiplerinin haklarını <strong>ve</strong> bankaların düzenli <strong>ve</strong> emin bir şekilde<br />
çalışmasını tehlikeye sokabilecek <strong>ve</strong> ekonomide önemli zararlar<br />
doğurabilecek her türlü işlem <strong>ve</strong> uygulamaları önlemek, kredi sisteminin<br />
etkin bir şekilde çalışmasını sağlamak üzere gerekli karar <strong>ve</strong> tedbirleri<br />
almak <strong>ve</strong> uygulamakla yükümlü <strong>ve</strong> yetkilidir" Yine son Kanunda özel
finans kurumiarı da Bankalar Kanunu'na dahil edildiğinden, bu kurumların<br />
düzenleme <strong>ve</strong> denetiminden de BDDK yetkili <strong>ve</strong> sorumludur.<br />
Bankalar Kanunu'nu bir bütün olarak değerlendirdiğimizde bankacılık<br />
düzenleme <strong>ve</strong> denetim kıstasları açısından, Uluslararası Bankacılık<br />
standartları (Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi'nin saptamış<br />
olduğu "Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Temel Prensipleri") ile<br />
büyük ölçüde uyumlu olduğunu söyleyebiliriz(Bkz. Ek 1). (Ancak Kanun,<br />
bankacılık sistemindeki yolsuzluklar nedeniyle içerdiği bazı maddeler<br />
nedeniyle kanun tekniği açısından eleştirilmiştir.)(Emirdağ,2001;<br />
Reisoğlu,2001).<br />
Bankalar Kanun'dan hareketle, Türk Bankacılık Sistemi'nde etkin<br />
denetim <strong>ve</strong> gözetimde dikkate alınan bazı rasyoları şu şekilde<br />
sıralayabiliriz:<br />
• Türkiye'de bankaların asgari kuruluş sermayesi 20 trilyon<br />
liradır. Asgari sermaye yeterlilik rasyosu ise %8 olarak<br />
sınırlandırılmıştır.Bu oran konsolide olarak hesaplanacaktır.<br />
• Bankalar kredileri ile diğer alacaklarından doğmuş ya da<br />
doğması beklenen zararları için karşılık ayırmak zorundadırlar.<br />
• Bir bankanın gerçek <strong>ve</strong>ya tüzel kişiye doğrudan <strong>ve</strong> dolaylı<br />
olarak <strong>ve</strong>rebileceği kredi, özkaynaklarının %(25)'i ile<br />
sınırlandırılmıştır. Banka özkaynaklarının %10'unu aşan<br />
krediler büyük kredi sayılmaktadır, bu kredilerin toplamı<br />
özkaynaklarının 8 katını aşamaz.<br />
• Bağlantılı kredilerle ilgili bir sınır bulunmamakta; bu krediler de<br />
yukarıda sözünü ettiğimiz doğrudan <strong>ve</strong> dolaylı krediler için<br />
öngörülen genel kredi sınırları kapsamında<br />
değerlendirilmektedir.<br />
• Bankalar mali kuruluşlar dışındaki ortaklıklara,<br />
özkaynaklarının en fazla %15'i oranında iştirak edebilirler <strong>ve</strong><br />
toplam banka iştirakleri özkaynaklarının %60'ını aşamaz.<br />
2. 3. Tasarruf Mevduatr Sigorta Fonu<br />
Temel işlevi, "tasarruf mevduatının sigorta edilmesi, kendisine intikal<br />
eden bankaların mali bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandırılması<br />
<strong>ve</strong> üçüncü kişilere devredilmesr olan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu<br />
(TMSF)'nun ayrıntılı görev <strong>ve</strong> yetkileri, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 3<br />
üncü maddesinin onbirinci fıkrası <strong>ve</strong> 15 inci maddesinin üç <strong>ve</strong> dördüncü<br />
fıkralarına dayanılarak hazırlanan <strong>ve</strong> 3 Ağustos 2001 tarihli <strong>ve</strong> 24482 sayılı<br />
Resmi Gazete'de yayımlanan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu<br />
Yönetmeliği'nde tanımlanmıştır. Buna göre, Fonun görev <strong>ve</strong> yetkilerinin<br />
bellibaşlıları aşağıdaki gibidir(Madde 8):
a) Kurulca belirlenecek esaslar çerçe<strong>ve</strong>sinde bankalardaki tasarruf<br />
mevduatını sigorta etmek, sigorta kapsamındaki mevduatı izlemek, fon<br />
mevcudunu yönetmek <strong>ve</strong> değerlendirmek,<br />
b) Bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya mevduat kabul etme izni<br />
kaldırılan bankaların; yönetim <strong>ve</strong> denetimini üstlenmek, mevduat<br />
sahiplerine sigorta kapsamında bulunan mevduatı doğrudan <strong>ve</strong>ya ilan<br />
edeceği bir banka aracılığı ile ödemek <strong>ve</strong> mevduat sahiplen yehne<br />
bankanın iflasını istemek, iflas karan alınması halinde iflas masasına<br />
imtiyazlı alacaklı sıfatı ile iştirak etmek. Kanunun uygulaması ile sınırlı<br />
olmak üzere 2004 sayılı Kanunda yazılı iflas dairesi <strong>ve</strong> alacaklılar toplantısı<br />
ile. iflas idaresi görev <strong>ve</strong> yetkilerine de sahip olarak bankayı Kanun<br />
hükümleri çerçe<strong>ve</strong>sinde tasfiye etmek,<br />
c) Temettü hariç ortaklık haklan ile yönetimi <strong>ve</strong> denetimi kendisine<br />
devredilen <strong>ve</strong>ya hisseleri kendisine intikal eden bankalann mali<br />
bünyelerinin güçlendirilmesi, yeniden yapılandınlması, mevcut <strong>ve</strong>ya yeni<br />
kurulacak bir banka ile birieştirilmesi, devri <strong>ve</strong>ya satışıyla ilgili gerekli<br />
çalışmalan yapmak,<br />
d) Kanuna aykırı karar <strong>ve</strong> işlemleriyle bankanın iflasına neden olan<br />
banka yönetim kurulu <strong>ve</strong> kredi komitesi başkan <strong>ve</strong> üyeleri ile genel müdür,<br />
genel müdür yardımcılah <strong>ve</strong> imzaları bankayı ilzam eden memuriar<br />
hakkında alınacak karariara ilişkin gerekli çalışmalan yapmak,<br />
e) Olağanüstü hallerde Hazine Müsteşariiğından izin almak kaydıyla<br />
borçlanmak,<br />
f) Olağanüstü hallerde Fon kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması<br />
durumunda Kurumun talebi üzerine Türkiye Cumhuriyet Merkez<br />
Bankasından avans almak,<br />
g) Fon mevcudunun ihtiyacı karşılayamaması durumunda<br />
bankalardan ileride doğacak prim yükümlülüklerine mahsuben bir önceki<br />
yılda ödedikleri sigorta primi toplamına kadar avans almak.<br />
TMSF'nun asıl finansman kaynaklan, aşağıdaki tutarlar<br />
toplamından oluşmaktadır:<br />
- Bankalann tasarruf mevduatı tutan üzerinden kapsamı, tutarı,<br />
tarifesi, tahsil şekil <strong>ve</strong> zamanı Kurulca belirienecek sigorta primleri,<br />
-Bankalardaki zamanaşımına uğrayan mevduat, emanet <strong>ve</strong><br />
alacaklar,
-Kuruluş izni <strong>ve</strong>rilen bankaların kurucuJarının, banka asgari<br />
sermayesinin yüzde onu tutarında Fona yatıracakları sisteme giriş<br />
payları,<br />
- Bankaların hisse devir izinlerinde, hisseleri devralan ortaklar<br />
tarafından, devralınan hisselerin nominal bedelinin <strong>ve</strong>ya borsa değeri<br />
daha yüksek olduğu takdirde borsa değerinin yüzde biri oranında<br />
Fona yatırılacak tutarlar,<br />
-BDDK'nın, faaliyetlerine son <strong>ve</strong>ren <strong>ve</strong> tasfiye kararı alan bankalardan<br />
devraldıkları <strong>ve</strong> on yıl süre ile her yıl başında usulüne göre ilan<br />
etmek suretiyle sakladıkları değerlerden, son ilan tarihinden itibaren<br />
altı ay içinde aranmadığı için fona irat kaydedilen miktarlar,<br />
-Kanun hükümlerine aykırılık dolayısıyla hükmolunacak adli para<br />
cezalan ile idah para cezalarının yüzde ellisi,<br />
-Türkiye Bankalar Birliğince alınan özel <strong>ve</strong> genel nitelikteki tedbirlere<br />
zamanında <strong>ve</strong> tam olarak uymayan üyeleri hakkında Türkiye Bankalar<br />
Birliği Yönetim Kurulunca uygulanan para cezaları,<br />
-1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununun 40 ıncı<br />
maddesinin ikinci fıkrası gereğince tahsil edilen zorunlu karşılık <strong>ve</strong><br />
umumi disponibilité cezai faizleri.<br />
TSMF'nun olağanüstü durumlardaki finansman kaynaklan ise,<br />
bankalardan ilerde doğacak prim yükümlülüklerine mahsuben alacağı<br />
avanslar. Hazine Müsteşarlığından izin almak koşuluyla yapacağı<br />
borçlanma. Hazine Müsteşarlığından fona ikrazen özel tertip Devlet İç<br />
Borçlanma Senedi çıkarılması <strong>ve</strong> nihayet Merkez Bankasından avans talep<br />
etme usulleri ile elde edebileceği fonlardır.<br />
Türkiye'de Eylül 2001 itibariyle sigortaya tabi mevduatları şu<br />
şekilde belirtebiliriz:<br />
• 01.06.2000 tarih <strong>ve</strong> 24066 Mükerrer sayılı Resmi Gazete'de<br />
yayımlanan Bakanlar Kurulu'nun 2000/682 sayılı Karan'na<br />
göre, Türkiye'de faaliyet gösteren <strong>ve</strong> mevduat kabulüne yetkili<br />
bulunan bankaların, yurt içi şubelerinde gerçek kişiler (yerli<br />
<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya yabancı) tarafından açılmış olan Türk Lirası cinsinden<br />
tasarruf mevduatı ile tasarruf mevduatı niteliğine haiz altın<br />
depo <strong>ve</strong> döviz tevdiat hesapları mevduat sigortasına tabidir.<br />
Türkiye'de münhasıran kıyı bankacılığı faaliyeti göstermek<br />
üzere kurulan bankalarda bulunan mevduat, mevduat<br />
sigortasına tabi değildir.
Yine aynı Bakanlar Kurulu Karan'na göre; Türkiye'de faaliyet<br />
gösteren <strong>ve</strong> mevduat kabulüne yetkili bulunan bankaların, yurt<br />
içi şubelerinde gerçek kişiler (yerli <strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya yabancı) tarafından<br />
açılmış olan Türk Lirası cinsinden tasarruf mevduatı ile<br />
tasarruf mevduatı niteliğine haiz altın depo <strong>ve</strong> döviz tevdiat<br />
hesaplanndan;<br />
1.6.2000 tarihinden önce açılan <strong>ve</strong>ya yenilenenlerin vadesi<br />
ne olursa olsun vadeleri sonuna kadar tamamı,<br />
-1.6.2000 -31.12.2000 tarihleri arasında açılan <strong>ve</strong>ya<br />
yenilenenlerin vadesi ne olursa olsun vadeleri sonuna kadar<br />
100 milyar Türk Liralık tutarı,<br />
-01.01.2001 tarihinden sonra açılan <strong>ve</strong>ya yenilenenlerin ise<br />
50 milyar Türk Liralık tutan sigorta kapsamındadır.<br />
Bir bankanın bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul<br />
etme izninin 4389 sayılı Bankalar Kanunu çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
kaldırılması halinde, mudilerine Fon'dan ödeme yapılacak olan<br />
bankanın izninin kaldırıldığı tarih itibariyle mevduat<br />
hesaplanna tahakkuk ettirdiği faizlerin, herhalükarda; Bankaca<br />
kamuya ilan edilen <strong>ve</strong> Merkez Bankası'na bildirilen azami faiz<br />
oranları üzerinden hesaplanacak tutarları aşan kısmı ile;<br />
Mevduat toplamları en yüksek beş bankaca uygulanan faiz<br />
oranlannm ortalamasını aşan kısmı sigorta limiti içerisinde<br />
kalsa dahi, sigorta kapsamında değildir.<br />
• Sigorta kapsamında Türk Lirası olarak yapılacak ödemelerde,<br />
bankanın bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul izninin<br />
kaldırıldığı tarihteki Merkez Bankası döviz alış kurları esas<br />
alınır. Altın depo hesaplannın Türk Lirası karşılıklan ise,<br />
bankanın bankacılık işlemleri yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul izninin<br />
kaldırıldığı tarihteki İstanbul Altın Borsası seans kapanış<br />
fiyatına <strong>ve</strong> Merkez Bankası döviz alış kurlarına göre belirlenir.<br />
Tasarruf mevduatı sigorta primleri] bankalann. Kanunun 13. maddesi<br />
uyarınca düzenledikleri üç aylık hesap özetleri esas alınarak hesaplanır.<br />
Prim oranı, tasarruf mevduatı sigorta kapsamına giren hesaplar toplamının<br />
üçer aylık dönemler itibanyla;<br />
a) Rasyoların tamamını tutturan bankalar için onbinde 25'i,<br />
b) Rasyolardan herhangi birini tutturamayan bankalar için onbinde 26'sı<br />
olarak uygulanır.
2. 4. Hazine Müsteşarlığı<br />
4389 Sayılı Bankalar Kanunun kabulüne kadar, bankacılık<br />
sistemine ilişkin tüm politikaların hazırlanması, izlenmesi <strong>ve</strong> denetiminden,<br />
12.1994 tahhli <strong>ve</strong> 4059 sayılı Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret<br />
Müsteşarlığı Teşkilat <strong>ve</strong> Görevlen Hakkında Kanun'un 2. maddesine göre,<br />
Hazine Müsteşarlığı (HM) (Banka <strong>ve</strong> Kambi^yo Genel Müdürlüğü) görevli <strong>ve</strong><br />
yetkili idi. Ancak 4389 Sayılı yeni Bankalar Kanunu'nun 25. maddesi ile<br />
HM'nın bu görev <strong>ve</strong> yetkilen, BDDK'ya devredilmiştir.<br />
Türk Mali Sistemi ile ilgili Hazine Müsteşariiğı'nın günümüzdeki yetki<br />
<strong>ve</strong> sorumluluklarını; bankacılık-dışı mali kurumlann düzenleme, denetim <strong>ve</strong><br />
gözetimi ile BDDK'ya olağanüstü durumlarda ya da ihtiyaç durumunda<br />
borçlanmak için izin <strong>ve</strong>rmek ya da TMSF'na ikrazen özel tertip Devlet İç<br />
Borçlanma Senedi çıkarmak şeklinde ifade edebilhz. Bunun yanında<br />
Müsteşarlık, bağlı olduğu Bakanlık ile, para piyasasına ilişkin TCMB <strong>ve</strong><br />
BDDK, sermaye piyasasına ilişkin olarak da SPK <strong>ve</strong> Menkul Kıymet<br />
Borsalan ile ilişkileh düzenlemek işlevini yürütmektedir.<br />
2.5. Türkiye Bankalar Birliği<br />
Tüzel kişiliği haiz <strong>ve</strong> kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak<br />
tanımlananTürkiye Bankalar Birliği'nin amaçlan Bankalar Kanunu'nun 19<br />
maddesinde aşağıdaki gibi belirlenmiştir.<br />
a) Bankacılık mesleğinin gelişmesini temin etmek,<br />
b) Bankalann bihik <strong>ve</strong> bankacılık mesleğinin gerektirdiği vakar <strong>ve</strong><br />
disiplin içinde ekonominin ihtiyaçlanna uygun olarak çalışmalannı<br />
sağlamak,<br />
c) Bankalar arasındaki haksız rekabeti önlemek amacıyla, gerekli her<br />
türlü tedbih almak <strong>ve</strong> uygulamak,<br />
d) İlan <strong>ve</strong> reklamlannda bankaların uyacaklan esas <strong>ve</strong> şartlan; tür,<br />
şekil, nitelik <strong>ve</strong> miktarlan itibanyla Kurumun uygun görüşünü<br />
alarak tespit etmektir.<br />
Bankalar faaliyet izni aldıklan tahhten itibaren bir ay içinde Türkiye<br />
Bankalar Birliğine üye olmak zorundadırlar
3.TÜRK BANKACILIK SİSTEMİNİN YAPISI<br />
Türk mali sistemi, fon ihtiyacının büyük ölçüde (yaklaşık %75)<br />
bankacılık sisteminden karşılandığı banka-ağırlıklı (bank-based ) bir mali<br />
sistemdir. Bu yapısıyla Anglosakson (ABD <strong>ve</strong> İngiliz) <strong>finansal</strong> sistemlerden<br />
çok kıta Avrupası <strong>finansal</strong> sistemlerine benzemektedir (Sermaye<br />
Piyasasının kapitalize değeri İngiltere'de %110 <strong>ve</strong> ABD'de %80 iken,<br />
Fransa'da%35, Almanya'da %24 düzeylerindedir) (Barth, Nolle <strong>ve</strong> Rice,<br />
2000).<br />
Bankacılık sektörü, 1980'den günümüze uzanan dönemde, banka<br />
<strong>ve</strong> şube sayısı, personel istihdamı <strong>ve</strong> teknolojik alt yapı açısından önemli<br />
gelişmeler göstermiştir. 1980'de 43 olan banka sayısı, 2000'de 79'a çıkmış,<br />
ancak yaşanan <strong>krizler</strong>in ardından (TMSF'na 2001 yılı içinde 7 banka<br />
devredilmesi; TMSF Kapsamındaki 7 bankanın Sümerbank <strong>ve</strong> Etibank<br />
çatısı altında birleştirilmesi <strong>ve</strong> Türk Ticaret Bankası ile Emlak Bankası'nın<br />
bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul etme lisanslarının iptal edilmesi<br />
sonucunda) 67'ye düşmüştür (Bkz.Tablo IV:1).<br />
Tablo [V.2: Bankacılık Sektöründeki Gelişmelere İlişkin Bazı Göstergeler<br />
1980 1990 1994 1999 2000<br />
Banka Sayısı 43 66 67 81 79<br />
Şube Sayısı 5.954 6.560 6.087 7.691 7.837<br />
On-Line Şube Sayısı 6.938 7.523<br />
ATM Sayısı 3.209 4.023 9.939 11.991<br />
POS Sayısı 16.135 188.957 299.950<br />
Personel Sayısı 125.312 154.089 139.046 173.988 170.401<br />
Kredi Kartı Sayısı (Bin) 1.564 10.045 13.408<br />
Banka Kartı Sayısı (Bin) 10.469 24.107 29.560<br />
K. Kartı İşlem Hacmi (Mil. $) 1.273 12.410 16.413<br />
Kaynak: BDDK, 2001a:3<br />
Bankacılık Sisteminin mali yapısının son yirmi yıldaki gelişimi Tablo<br />
IV.2.'de görülmektedir: 1980'de 20.7 milyar(GSMH'nın %28.6'sı) $ olan<br />
toplam aktif büyüklüğü, 2000 yılında 155 milyar $'a (GSMH'nın %76.9'una)<br />
çıkmıştır. Toplam kredilerin GSMH'ya oranı 1980-2000 arasında %15.4<br />
'den %25.2 'ye çıkmıştır. Tasarruf mevduatı da önemli gelişme kaydetmiş,<br />
%6'dan %32'ye çıkmıştır. Tasarruf mevduatlarının yaklaşık %60'ı Döviz<br />
Tevdiat Hesaplarından oluşmaktadır. Devlet İç Borçlanma Senetlerinin repo<br />
yoluyla fonlanması <strong>ve</strong> dövizle ilgili vadeli işlemlerin artması sonucu, bilanço<br />
dışı işlemlerin toplam aktifler içindeki payı, 1994'de %49.5 iken 2000'de<br />
%100'e ulaşmıştır. Kamu bankaları aktiflerinin toplam aktifler içindeki payı,<br />
1980'de %44'iken 2000'de %34 inmekle birlikte önemini korumaktadır.
Bankacılık sisteminde yoğunlaşmanın derecesine baktığımızda; ilk<br />
beş bankanın toplam aktiflerdeki payı 1990'da %54 iken 1997-98'de %44' e<br />
düşmüş, 2000'de ise %48' çıkmıştır. İlk beş bankanın 2000 yılı itibariyle<br />
toplam mevduat <strong>ve</strong> toplam krediler içindeki payı, sırasıyla %51 <strong>ve</strong> %42dir<br />
(TBB, 2001:41j<br />
Tekil bankalann aktif büyüklüklerine baktığımızda; 20milyar $' aşan<br />
bir kamu bankası bulunmakta, yine aktif büyüklüğü, sırasıyla 10-20 milyar $<br />
olan 3, 5-10 milyar $ olan 5, 1 milyar $'ın altında olan ise 49 banka<br />
bulunmaktadır. (TBB, 2001:41) (Bkz. Tablo IV.3). Türk mali siteminin<br />
yalnızca 5 bankası dünyanın 1000 büyük bankası içinde yer almaktadır.<br />
Tablo IV.3: Bankacılık Sisteminin Finansal Büyüklüklerindeki Gelişmeler<br />
(Milyon Dolar)<br />
1980 1990 1994 1999 2000<br />
Toplam Aktifler 20.785 58.171 52.552 133.533 155.237<br />
Toplam Krediler 11.168 27.342 20.559 40.206 50.931<br />
Menkul Değerler Cüzdanı 1.339 5.997 5.955 22.955 17.848<br />
Mevduat (Bankalararası Mevd. 10.188 32.564 33.191 89.361 101.884<br />
Dahil)<br />
-Tasarruf Mevduatı 4.288 19.343 24.190 58.807 64.352<br />
-TL 4.288 11.914 -8.612 24.701 26.628<br />
-YP 7.429 15.578 34.106 37.724<br />
Mevduat Dışı Kaynaklar 1.289 11.760 9.019 22.934 29.435<br />
-Yurt Dışı Bankalar 3.460 2.675 12.073 16.284<br />
Özkaynakiar+Kar 1.147 5.903 4.409 7.840 11.367<br />
Toplam Aktif/GSMH (%) 28,6 38,2 40,3 71,7 76,9<br />
Toplam Krediler/GSMH (%) 15,4 17,9 15,8 21,6 25,2<br />
Men. Değ. Cüzd./GSMH (%) 1,8 3,9 4,6 12,3 8,8<br />
Tasarruf Mevduatı/GSMH (%) 5,9 12,7 18,5 31,6 31,9<br />
Kamu Bank. Aktifleri/Toplam 44,1 44,6 39,6 34,9 34,2<br />
Sektör Aktifleri (%)<br />
Bilanço Dışı İşlemler/Toplam 49,5 103,5 100,8<br />
Aktifler (%)<br />
Kaynak: BDDK, 2001 :a
Tablo IV.4 : Toplam Aktif Büyüklüğüne Göre Banka Sayısı<br />
(Milyar$) 20<br />
Ticaret 25 8 15 4 5 3 1<br />
Bankaları<br />
• Kamu S. 2 1 1<br />
• Özel S. 8 5 8 2 3 2<br />
. TMSF B. 3 1 6 1<br />
• Yabancı S. 14 2 1 1<br />
Kalkınma <strong>ve</strong> 16 1 1<br />
Yatırım B.<br />
Sektör Toplam 41 8 16 5 5 3 1<br />
Kaynak:TBB, 2001:1-41<br />
Bankaların kredilerinin takibe dönüşme oranları, sektör itibariyle<br />
1998'de %7.2 den.%11'e çıkmıştır. Bu oran 2000 yılında özel kesim<br />
bankalan için %6 iken kamu sermayeli bankalar için 11.6 <strong>ve</strong> TMSF<br />
İdaresindeki Bankalar için %42'dir.<br />
Tablo IV,5 : Kredilerin Takibe Dönüşme Oranları<br />
Yüzde 1998 1999 2000<br />
Kamu Bankaları 5,6 9,6 11,6<br />
Özel Bankalar 7,3 3,7 6,0<br />
TMSF idaresindeki Bankalar 49,8 62,4 41,8<br />
Yabancı Bankalar 1,1 2,2 2,6<br />
Kalkınma <strong>ve</strong> Yatırım Bankaları 3,4 3,1 2,5<br />
SEKTÖR 7,2 10,5 11,0<br />
Kaynak: BDDK,2001a:33<br />
Bankalann özkaynaklannın gelişimine baktığımızda, (Özkaynak<br />
+Toplam Kar) / Toplam Aktifler) oranı 1998'de %8.9 iken bu oran 1999'da<br />
%5.9'a düşmüş 2000'de %7.3 olmuştur. 2000'de aynı oran, kamusal<br />
sermayeli bankalar için %3.1, özel sermayeli bankalar için %14 <strong>ve</strong> TMSF<br />
kapsamındaki bankalar için %-23.2 dir.<br />
Yine bankaların karlılıklarına baktığımızda, (Net Kar(Zarar)/Ortalama<br />
Özkaynaklar) oranının kamusal sermayeli bankalar için 1998'de %20 iken,<br />
1999'da %48.2 2000'de ise -20.6 olmuştur. Aynı oranlar özel bankalar için<br />
sırasıyla, %70.8, %65.2 <strong>ve</strong> %12.5dir. Bankalar 2000 yılını karlannın<br />
azalmasıyla <strong>ve</strong> zararla kapatmışlardır(TBB, 2000).<br />
2000 yılında ihracatta yaşanan yavaşlamaya bağlı olarak ihracat<br />
kredilehnin toplam krediler içindeki payı, 1999 yıl sonunda yüzde 23,4 iken,<br />
yüzde 18,9'a gehlemiştir(BDDK, 2001a)
Tablo IV.6: Kredilerin Türlerine Göre Dağılım»<br />
Yüzde<br />
Yüzde<br />
(Trilyon TL) 1998<br />
1999<br />
Pay<br />
Pay<br />
2000<br />
Yüzde<br />
Pay<br />
Iskonto <strong>ve</strong> İştira Senetleri 100 0,8 91 0,5 137 0,4<br />
İhracat Kredileri 3.523 26,8 4.656 23,4 6.049 18,9<br />
İthalat Kredileri 28 0,2 10 0,1 9 0,1<br />
İhracat Garantili Yatırım Kredileri 404 3,1 567 2,8 692 2,2<br />
Diğer Yatırım Kredileri 311 2,4 856 4,3 1.078 3,4<br />
İşletme Kredileri 195 1,5 443 2,2 1.009 3,1<br />
İhtisas Kredileri 1.448 11,0 2.101 10,5 2.829 8,9<br />
Fon Kaynaklı Krediler 806 6,1 1.647 8,3 2.941 9,2<br />
Tüketici Kredileri 699 5,3 982 4,9 4.633 14,5<br />
Kredi Kartları 642 4,9 1.161 5,8 2.168 6,8<br />
Müşteri Adına Menkul Değ. Alım. K. 1 0,0 6 0,0 7 0,0<br />
Altın Kredileri 35 0,3 36 0.2 56 0,2<br />
Diğer Krediler 4.942 37,6 7.367 37,0 10.421 32,3<br />
SEKTÖR TOPLAMI 13.133 100,0 19.925 100,0 31.849 100,0<br />
Kaynak: BDDK,2001a:32<br />
Uygulanan iktisat politikalannın sonucunda döviz kurunun blirsizliğinin<br />
azalması, faiz oranlanndaki hızlı düşüşle birleşince, 2000 yılında özel<br />
tüketim talebinde önemli bir canlanma olmuş <strong>ve</strong> tüketici kredileri 1999 yıl<br />
sonuna göre 3,7 kat artmıştır. Böylece, tüketici kredilerinin toplam krediler<br />
içindeki payı 1999 yılında yüzde 4,9 iken 2000 yılında yüzde 14,5'e<br />
yükselmiştir. Aynı dönemde kredi kartlan bakiyesi ise yüzde 86,7 oranında<br />
artarak, toplam krediler içinde yüzde 6,8'lik bir pay almıştır(BDDK,<br />
2001:33).<br />
Bankalann 2000 yılı açık pozisyonu Tablo IV.7'de görülmektedir.<br />
Kasım krizinde 15.8 milyar $ açık pozisyonla yakalanan Türk Bankacılık<br />
Sisteminin bu sorununu önemli ölçüde çözdüğü görülmektedir. TMSF<br />
Bünyesindeki bankalann açık pozisyon durumu Nisan-Temmuz 2001<br />
arasında -4.3 milyar $ dan -844 milyon $'a düşmüştür.<br />
Tablo IV.7:Dövize Endeksli Pozisyon Hariç Bilanço içi Yabancı Para<br />
Pozisyonu<br />
_^<br />
Milyon dolar<br />
Ocak Kasım Aralık 2000 Ocak-Aralık<br />
2000 2000 2000 (% Değ.)<br />
YP Aktifler 54.115 59.484 63.122 16,6<br />
YP Pasifler 68.482 81.019 81.111 18,5<br />
NET YP POZİSYONU -14.367 -21.535 -17.989 25,2<br />
NET YP POZİSYONU -8.553 -15.780 -13.675 60,0<br />
(TMSF hariç)<br />
KaynakiBDDK ,2001a:42
Tablo IV.8:Döviz Pozisyonundaki Gelişmeler (TMSF Bankaları Hariç Özel Bankalar)<br />
(Milyon $) 27 Nisan 25 Mayıs 15 Haziran 29 Haziran<br />
Bilanço içi döviz pozisyonu -8,177 -8,417 -8,270 -8,300<br />
Dövize endeksli pozisyon 1,831 2,157 2,139 6,153<br />
Bilanço içi döviz pozisyonu (*) -6,346 -6,260 -6,131 -2,147<br />
Vadeli pozisyon 5,922 5,992 5,757 2,290<br />
Net genel pozisyon -424 -268 -374 143<br />
Kaynak: BDDK,2001e :4 ;(*) Dövize endeksli pozisyon dahildir. ~ ~ ~ ~<br />
Bankaların sermaye yeterlilik oranlarına baktığımızda, kamu<br />
bankaları için 2000'de %7.79'dur. Özel bankalar için ise %18.4dür. TMSF<br />
Bankaları katılmadığında sektör ortalaması %17 iken, bunlar katıldığında<br />
%13.36'ya düşmektedir.<br />
Tablo IV,9: Sermaye Yeterliliği Rasyosu<br />
Yüzde 1998 1999 2000<br />
Kamu Bankaları 8,47 11,65 7,79<br />
Özel (TMSF hariç) Bankalar 13,92 17,23 18,42<br />
TMSF Bankaları -37,40 -94,91 - 39,73<br />
Yabancı Bankalar 21,72 22,50 17,77<br />
Kalkınma <strong>ve</strong> Yatırım Bankaları 24,39 25,02 31,01<br />
SEKTÖR (TMSF Bankaları dahil) 13,00 8,24 13,36<br />
SEKTÖR (TMSF Bankaları hariç) 13,75 16,87 17,07<br />
Kaynak: BDDK,2001a:36<br />
Bu <strong>ve</strong>riler ışığında Türk Bankacılık Sisteminin yapısal özelliklerini şu<br />
şekilde sıralayabiliriz(BDDK):<br />
• Yetersiz Özkaynaklar<br />
• Küçük ölçekli <strong>ve</strong> parçalı bankacılık yapısı<br />
• Kamu bankalarının sistem içindeki payının yüksekliği
gibi,<br />
• Zayıf aktif kalitesi (kredi yoğunlaşması, grup bankacılığı <strong>ve</strong><br />
risklerinin yoğunluğu, kredi <strong>ve</strong> karşılıklar arasındaki<br />
uyumsuzluk)<br />
• Piyasa risklerine aşın duyarlılık <strong>ve</strong> kırılganlık (vade<br />
uyumsuzluğu, açık pozisyon)<br />
• Yetersiz iç kontrol, risk yönetimi <strong>ve</strong> kurumsal yönetişim<br />
• Saydamlık eksikliği<br />
Bu gelişmenin nedenleri Tablo IV.lO'da özetlenmektedir: Görüldüğü<br />
TABLO IV. 10 ıBANKACILIK SİSTEMİNDE YAPISAL BOZULMA<br />
NEDENLERİ<br />
Makro<br />
Ekonomik<br />
İstikrarsızlık<br />
Yüksek Kamu<br />
Kesimi<br />
Açıkları<br />
Kamu Bankaları<br />
(Görev zararları,<br />
yönetim zaafiyeti,<br />
fon ihtiyacı)<br />
Mevduatın Yapısının<br />
Değişmesi: Kısa Vadeli<br />
Mevduat <strong>ve</strong> Döviz Tevdiat<br />
Hesaplarının Payında Artma<br />
Açık Pozisyonlarda Artış<br />
(DİBS/AKT F) Oranın<br />
Artması<br />
Yüksek Faiz Oranlari<br />
Risk<br />
Algılama <strong>ve</strong><br />
Risk<br />
Yönetiminin<br />
Zayıflaması<br />
Likidite Riski<br />
Faiz Riski<br />
Döviz Kuru<br />
Risklerinde<br />
Artış<br />
Kaynak: BDDK<br />
Türk ekonomisinde yıllardır süren, makroekonomik istikrar arayışlarının hep<br />
"sözde kalma", makroekonomik dengelerin ise hep daha kötüye gitme<br />
süreci; toplumun hükümetlere karşı gü<strong>ve</strong>n kaybına uğramasına yol<br />
açarken, yaşanan belirsizlikler, bireyleri kendileri için "akılcı"(rasyonel) tüm<br />
toplum <strong>ve</strong> ekonomi için ise "akılcı-olmayan" (irrasyonel) bir iktisadi davranış<br />
kalıbına itmiştir. Bu davranış kalıbının Türk Bankacılık sistemine yansıması<br />
ise, mevduatların yapısında, giderek kısa vadeli mevduatlarla döviz tevdiat<br />
hesaplarının oranının artması şeklinde-olmuştur. İktisat yazınında "para<br />
ikamesi", günlük halk dilinde "dolarizasyon" olarak adlandırılan gelişme çok<br />
açık olarak görülmektedir.
öte yandan hükümetlerin bütçe <strong>ve</strong> kamu kesimi dengesini dikkate<br />
almayan, aksine kamu harcamalarını körükleyen <strong>ve</strong> bunun finansmanında<br />
giderek daha fazla borçlanmaya başvuran uygulamalarının, Türk Mali<br />
Sisteminin en büyük <strong>ve</strong> en önemli ayağı olanTürk bankacılık sistemine<br />
etkisi ise; kaynakların yanlış yönlendirilmesi, bankacılık sisteminin<br />
doğasında var olan riskleri <strong>ve</strong> kırılganlığı dikkati almayan bir davranış<br />
kalıbının benimsenmesi olmuştur. Sonuç, bankaların aktifleri içinde Devlet<br />
iç Borçlanma Senetlerinin payının artması, bankaların açık pozisyonlarının<br />
giderek yükselmesidir.<br />
Türk bankacılık sisteminde yapısal bozulmanın bir diğer nedeni, kamu<br />
bankalarından kaynaklanmaktadır. Buradaki sorun tek başına sistemdeki<br />
kamu bankalarının payının yüksek olması değildir. Önceki bölümlerde<br />
gördüğümüz gibi bankacılık sisteminde kamu kesiminin payı Türkiye'den<br />
çok daha yüksek olan çok sayıda ülke bulunmaktadır (Örneğin, Almanya).<br />
Sorun kamu bankalarının, hükümetlerce bir rant kollama aracı, bir<br />
görünmeyen "bütçe açığı" kalemi olarak kullanılmasıdır. Yıllardır her<br />
hükümet değişiminde kamu bankalarının yöneticilerinin de değişmesinin<br />
olağan bir hale dönüşmesi, yöneticilere bir anlamda bankacılık<br />
yaptırılmaması <strong>ve</strong> bir sorumluluklarının olmaması, bir açıdan "benden sonra<br />
tufan" zihniyeti, başka bir'-açıdan başka çare olmamasının doğal sonucu,<br />
artan fon ihtiyaçlarının gijnlük yüksek faizlerle bankalar arası piyasadan<br />
karşılanmasıdır. Krizler öncesinde uygulanan istikrar programının doğal bir<br />
gelişmesi, faiz hadlerinin artan volatilesi de buna ila<strong>ve</strong> edilince, kamu<br />
bankaları bankacılık sistemi için önemli bir istikrarsızlık kaynağı olmuştur.<br />
Sonuç, Türk Bankacılık Sitemi'ndeki bankaların riskleri <strong>ve</strong> risk<br />
yönetimini dikkate almayan davranış kalıbını benimsemeleri <strong>ve</strong> likidite, faiz<br />
<strong>ve</strong> döviz kuru "öldürücü kokteyl"ini içmek zoruna kalmalarıdır.<br />
4. BANKACILIK SİSTEMİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI<br />
Finansal <strong>krizler</strong> <strong>ve</strong> bankacılık sistemi'nin regülasyonuna ilişkin<br />
iktisadi yazın, bankacılık ya da <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in, ^ büyük ölçüde,<br />
(makroekonomik denge bozukluklannın yanısıra) <strong>finansal</strong> piyasalarda<br />
görülen ahlaki zafiyet (moral hazard) davranış kalıbı, bankacılık sisteminin<br />
zayıf yapısı <strong>ve</strong> regülasyon kurumlarının yetersizliği olgularından hareketle<br />
açıklanabileceğini göstermektedir. Yine iyi bir bankacılık regülasyonu için<br />
alınması gereken önlemler olarak şu noktalar vurgulanmaktadır:<br />
• Bankaların kredi, likidite, döviz kuru <strong>ve</strong> faiz risklerine karşı<br />
korunması için ihtiyatlı rasyolar benimsenmelidir. Bankaların<br />
sektör olarak kaldıraç güçlerinin yüksek olmiası nedeniyle,<br />
sermaye yeterliği oranları hiç olmazsa uluslar arası standartlara
(%8) uygun olmalı; hatta gelişmekte olan ülkeler için hsklere göre<br />
daha da fazla olarak belihenmelidir.<br />
• Bankalar ihtiyatlı rasyolann ötesinde, likidite, faiz, döviz kuru <strong>ve</strong><br />
operasyonel hskleh iyi hesaba katan kendi iç hsk yönetim<br />
sistemlerini oluşturmalıdıriar.<br />
• Bankalann etkin gözetimi için; bankalann her türiü faaliyet <strong>ve</strong><br />
risklerine ilişkin hesaplannda, uluslararası standartlara uygunluk,<br />
şeffaflık, doğruluk ilkelerine uyulması <strong>ve</strong> bunun kamuoyuna<br />
sunulması sağlanmalıdır.<br />
• Bankaların düzenlenmesi <strong>ve</strong> denetimi, bankaları kısıtlayıcı değil,<br />
gü<strong>ve</strong>nli risk yönetimini teşvik edici nitelikte olmalıdır.<br />
• Özellikle gelişmekte olan ülkelerin <strong>finansal</strong> piyasalannda<br />
kınlganlığı artıran önemli bir etken olan uluslararası sermaye<br />
hareketlerinin büyük değişkenliğine karşı, <strong>ve</strong>rgi ya da miktar<br />
kısıtlamalan ile belirii sınıriamalar dikkate alınmalıdır. Bu<br />
tedbirierin özellikle kriz-sonrası dönemde bankacılık sisteminin<br />
güçlendirilmesine yardımcı olacağı, IMF tarafından da kabul<br />
edilmektedir.<br />
Finansal ya da bankacılık <strong>krizler</strong>inin yönetimi üç aşamalı bir süreç<br />
olarak tanımlanabiir(Fisher,2001):<br />
(i)<br />
(ii)<br />
(iii)<br />
Paniğin durdurulması <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> (ödeme) sistemin(in) kısa<br />
dönemde istikrarının sağlanması;<br />
Finansal kurumları <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong> sistemi kısa dönemde <strong>ve</strong> hızlı<br />
bir şekilde yeniden yapılandıracak gü<strong>ve</strong>nilir bir stratejinin<br />
hazırianması;<br />
Finansal stratejinin uygulanmasının denetimi <strong>ve</strong> sistemin<br />
normalleştirilmesi.<br />
Bankaclık sistemlerinin yeniden yapılandırılmasında ideal olan,<br />
Bankacılık sisteminin reforma ihtiyacı olduğunun önceden<br />
saptanması <strong>ve</strong> nispeten <strong>finansal</strong> piyasalann sakin olduğu dönemlerde<br />
gerçekleştirilmesidir. AncaK genellikle politika otoritelernin önemli reform<br />
karariannı almaları, <strong>krizler</strong>den sonra olur. Bankacılık <strong>krizler</strong>inde, mevduat<br />
sahipleri, bankaya kredi <strong>ve</strong>ren kişi ya da kuruluşlar, <strong>ve</strong> banka hissedarian;<br />
oluşan gü<strong>ve</strong>n kaybı ile fonlannı çekerek kurtarmak isterier. Tek bir<br />
bankanın başansızlığı her zaman tüm bankacılık sistemin sarsmayabilir;<br />
ancak krizdeki bankanın bankacılık sistemi içindeki payının büyüklüğü<br />
oranında, tekil banka krizinin tüm <strong>finansal</strong> sisteme <strong>ve</strong> ekonomiye yansıması<br />
<strong>ve</strong> sistemik krize dönüşmesi ihtimali oldukça yüksektir.
Bankacılığın sistemik yeniden yapılandırılması; banka<br />
performanslannın geliştirilmesini, bankaların ödeyememe güçlüğCı<br />
problemlerinin giderilmesini, <strong>ve</strong> karlı hale getirilmesini, fon arz edenlerle fon<br />
talep edenler arasında <strong>finansal</strong> aracılık yapma işlevinin yeniden tesisi ile<br />
kamu gü<strong>ve</strong>ninin oluşturulmasını ifade eder. Bu anlamda bankalann yeniden<br />
yapılandırılmasında;<br />
(i) İlk panik anında mevduat sigortası, tam garanti (blanket guarantee)<br />
<strong>ve</strong> nihai kredi <strong>ve</strong>rme gibi araçlar kullanılır.<br />
(ii) Yeniden yapılandırma stratejisi, üç boyutlu araçlar kümesinden<br />
oluşur: Finansal yeniden yapılandırma, bankaların bilançolarının<br />
iyileştirmesini <strong>ve</strong> böylece ödeyememe güçlüğünün aşılması sürecini ifade<br />
eder. Bu amaçla, bankaların sermayelerinin artırılması, yükümlülüklerinin<br />
azaltılması <strong>ve</strong> aktiflerinin kalitesinin düzeltilmesine çalışılır. Operasyonel<br />
yeniden yapılandırma ise; bankalann karlılığını artırmaya yönelik, bankanın<br />
faaliyet stratejisinin yeniden belirlenmesi, yönetim <strong>ve</strong> muhasebe kayıt<br />
sistemleri ile kredi <strong>ve</strong> risk değerlendirme tekniklerinin geliştirilmesi yanında<br />
işlem maliyetlerini düşürmeye yönelk personel <strong>ve</strong> şube sayısılarının<br />
azaltılmasını ifade eder. İhtiyatlı düzenleme <strong>ve</strong> denetim gözetim sistemi ile<br />
de diğer iki boyut desteklenmelidir.<br />
Dziobek <strong>ve</strong> Pazarbaşioğlu'nun (1985) 15 ülkede uygulanan<br />
bankacılık reformlannın maliyetleri <strong>ve</strong> sonuçları ile kullanılan araçlann<br />
etkinliği. Tablo IV. 11 <strong>ve</strong> Tablo IV. 12'de gösterilmiştir.<br />
Bu tablolardan <strong>ve</strong> konu ile ilgili diğer çalışmalardan hareketle başarılı<br />
uygulamalardan çıkanlabilecek dersleri şu şekilde sıralayabiliriz(Bkz.<br />
Honohan,2000; Claessens, Klingebiel <strong>ve</strong> Lae<strong>ve</strong>n, 2001;Honohan <strong>ve</strong><br />
Kliengbiel, 2000):<br />
• Başanlı bankacılık reformlannda önemli olan, kısa zamanda<br />
bankacılığın sorunlanna doğru teşhis koymak <strong>ve</strong> belirlenen<br />
stratejiyi kısa zamanda uygulamaya koymaktır. Bankacılık<br />
reformlannda başanlı olan ülkelerin, krizi izleyen bir yıl içinde<br />
reformlan uygulamaya koyduklannı görmekteyiz.<br />
• Başanlı reformlar, ödeyememe güçlüğü probleminin bir an<br />
önce çözülerek bankalann kredi <strong>ve</strong>rme işlevini normal olarak<br />
sürdürmesini gerektirir Ancak bankalar karlı hale<br />
getirilemediği takdirde problemler tekrar ortaya çıkmaktadır.<br />
Bu ise, maliyetlerin kısılmasını <strong>ve</strong> yasal, düzenleme<br />
tedbirlerinin da alınmasını gerektirir. Bankaların karlı hale<br />
getirilmesi, ödeyememe problemini çözmekten daha zor <strong>ve</strong><br />
zaman alan bir süreçtir.<br />
• Kullanılan belli başlı araçlar, bankaların sermaye yeterlilik
oranlarını güçlendirilmesi, aktiflerinin kalitesinin düzeltilmesi<br />
(nakit ya da devlet tahvilleri ile) <strong>ve</strong> yükümlülüklerinin<br />
azaltimasıdır.<br />
IV.11:Banka Reformlarının Sonuçları <strong>ve</strong> Maliyetleri<br />
Başarılı<br />
İyileşme<br />
Maliyet İlımlı<br />
İyileşme<br />
Maliyet Yavaş<br />
İyileşme<br />
Maliyet<br />
Cote<br />
d'lvoire(1991)<br />
13.0 Şili (1983) 33.0 Ku<strong>ve</strong>yt (1992) 45.0<br />
Peru (1991) 0.4 Mısır(1991) -- Mauritanya(1993) 15.0<br />
Filipinler<br />
(1984)<br />
4.0 Finlandiya(1991) 9.9 Tanzanya81992) 14.0<br />
lspanya(1980) 15.0 Ghana(1989) 6.0<br />
-<br />
!s<strong>ve</strong>ç(1991) 4.3 Macaristan(1993) 12.2<br />
Kore(1993) --<br />
Poionya(1993) 5.7<br />
Not:Yıllar reformun başlangıç yılını, maliyetler GSYİH'nın %'si olarak toplam mali zararları<br />
ifade ediyor.<br />
Kaynak: Dziobek <strong>ve</strong> Pazarbaşioğlu, 1985:3<br />
Başarılı reformlarda önemli bir nokta merkez bankasının<br />
reformlardaki rolünün tanımlanmasıdır: Reformlarını<br />
gerçekleştirme işini merkez bankasının sürdürmesi, asıl işi<br />
olan para poliikasının yönetimi ile çelişebilir. Bu nedenle,<br />
kaynakları^yeterli, denetim gözetim araçları ile donatılmış ayrı<br />
bir kurumun reformu yürütmesi daha doğrudur. Merkez<br />
bankasının likidite desteği aracının reformların yarısından<br />
fazlasında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ancak başarılı reform<br />
uygulamalarında, merkez bankalarının son kredi mercii olarak<br />
kullanılmasının pek yaygın olmadığını görüyoruz.<br />
Ayrı bir düzenleme <strong>ve</strong> denetim otoritesi oluşturulduğunda<br />
merkez bankası likidite desteği sağlamaya hazır olmalıdır.<br />
Rezerv-karşılık yeterlilik oranları, iskonto işlemleri <strong>ve</strong> kısa<br />
dönemli krediler konusundaki sınırlamaları geçici olarak<br />
gevşetmelerin yaygın bir şekilde kullanıldığını görüyoruz.<br />
Bankacılık sistemine uzun dönemli bir kaynak aktarılacaksa<br />
142
u bütçeden, kaynağı açıkça belirtilmiş kamu harcamaları ile<br />
karşılanmalıdır.<br />
• Bankaların yeniden yapılandırılmasında önemli bir nokta da<br />
maliyetlerin, bankalar, devlet <strong>ve</strong> mevduat sahipleri arasında<br />
paylaştırılmasıdır. Burada başvurulacak bir araç, mevduat<br />
sigorta fonunun kullanılmasıdır. Geri-dönmeyen borçların<br />
. düzenleme denetim otoritesine devri <strong>ve</strong> otoritece takibi,<br />
bankaları rahatlatan <strong>ve</strong> sık uygulanan bir diğer uygulamadır.<br />
Borç temizlemede, aktiflerin likite çevirilmesi yanında,<br />
bankalara borçlu, ödeyememe krizine giren şirketlere çeşitli<br />
kredi-kolaylıkların sağlanması yoluna da başvurulabilmektedir.<br />
• Bankaların özelleştirilmesi <strong>ve</strong> kapatılması uygulaması bir çok<br />
ülkede görülmektedir. Ancak buradaki sorun, hızlı <strong>ve</strong> sağlıklı<br />
olmayan bir özelleştirmenin, bir süre bankacılık <strong>krizler</strong>ini<br />
yineleyebilme, tekrar bir kamulaştırma olasılığıdır.<br />
• Kamu bankaları ile ilgili bir diğer nokta da, hükümetlerce<br />
yolsuzluk <strong>ve</strong> rant kollama amacıyla kullanılmasının<br />
engellenmesidir.<br />
Bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasında otoritelerin<br />
çok katı <strong>ve</strong> sıkı ihtiyat tedbirlerine başvurması, zayıf bankacılık<br />
sistemini krize soktuğuna ilişkin örnekler de bulunmaktadır.<br />
• Bankacılık reformunun ekonomi üzerinde de etkileri olabilir.<br />
Genellikle <strong>krizler</strong>, enflasyon <strong>ve</strong> bütçe açıklarını artırmakta,<br />
toplam talebi ise kısmaktadır. Dolayısıyla, bankaların reform<br />
süreci ile dezenflasyonist politikalar birlikte uygulandığından<br />
merkez bankasının kredi ihtiyacını sağlama işlevi ile<br />
dezenflasyon politikaları arasında uyuma dikkat edilmelidir.<br />
Bu çerçe<strong>ve</strong>de Türkiye'de yaşanan iki krizin ardından şunları<br />
söyleyebiliriz: Krizin hemen ardından Merkez Bankası, uyguladığı istikrar<br />
programının dayandığı kur <strong>ve</strong> para politikası nedeniyle son başvuru mercii<br />
işlevini yehne getirmekte çelişkiler yaşamıştır. İlk krizde IMF'den alınan<br />
kredi ile uygulanan para <strong>ve</strong> döviz kuru sisteminden sapılmamakla birlikte,<br />
ikinci krizde sistem tutulamamış <strong>ve</strong> dalgalı döviz kuru sistemine geçilmiştir.<br />
BDDK üç ayaklı bankacılık sistemini yeniden yapılandırma programını<br />
açıklamıştır: Kamusal sermayeli bankaların yeniden yapılandırılması;<br />
TMSF'na devredilen bankaların yeniden yapılandırılması, özel kesime devri<br />
<strong>ve</strong> kapatılması <strong>ve</strong> özel bankaların <strong>finansal</strong> yapılarının güçlendirilmesi. Bu<br />
üç ayaklı programla amaçlanan, mali <strong>ve</strong> operasyonel yapının<br />
güçlendirilmesi <strong>ve</strong> etkin gözetim <strong>ve</strong> denetimin geliştirilmesi ile birlikte Türk<br />
Bankacılık Sistemi'nin sağlıklı <strong>ve</strong> rekabetçi bir yapıya kavuşturulmasıdır.
Bankaların Yeniden Yapılandınlması Programı çeçe<strong>ve</strong>sindeki<br />
gelişmeleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:<br />
Tablo IV.12:Bankacılık reformlarında Kullanılan Yeniden Yapılandırma Araçları <strong>ve</strong><br />
Etkinlikleri<br />
Başarılı<br />
Ilımlı<br />
Yavaş Halen Süren<br />
YapısalTedbirler/Araçlar<br />
Merkez bankasının<br />
yeniden yapılandırmadan<br />
tek sorumlu olması<br />
Merkez bankasının likidite<br />
desteği<br />
Sorunlu Kredilerin<br />
temizlenmsikamu ya da<br />
banka-ağırlıklı)<br />
Ödeyememe<br />
Durumundaki Bankaların<br />
Kapatiması<br />
Ödeyememe<br />
Durumundaki bankalann<br />
Birleştirilmesi<br />
Ozelleştirme(Mümkün<br />
olduğuda)<br />
Kredileri İyileştirmeye<br />
yönelik yeniden yapılanma<br />
girişimleri<br />
Yabancı bankalarla<br />
birleşme<br />
Finansal<br />
Tedbirler/Araçlar<br />
Tahviller(in kötü kredilerle<br />
değiştirilmesi)<br />
İyileşme<br />
(5)<br />
İyileşme<br />
(7)<br />
İyileşme<br />
(3)<br />
Reform lar(*)<br />
20 57 100 89<br />
40 86 100 100<br />
100 86 67 56<br />
80 57 33 67<br />
60 86 33 44<br />
100 100 33 71<br />
40 71 0 44<br />
20 29 0 22<br />
100 86 100 56<br />
Yeni Sermaye Eklenmesi 60 57 33 44<br />
Mudi-ağırlıklı araçlar 60 57 67 44<br />
Banka sahipliği <strong>ve</strong><br />
yönetime ilişkin piyasa<br />
teşvikleri<br />
Kullanılan Ortalama Araç<br />
100 71 33 78<br />
Sayısı 8 9 7 8<br />
Not: (*) Çalışmanın yapıldığı tarihte Arjantin, Endonezya, Japonya, Kazakistan, Latvia,<br />
144<br />
(9)
Meksika, Moldova, Venezuela <strong>ve</strong> Zambia'da süren reformları göstermektedir.<br />
Kaynak: Dziobek <strong>ve</strong> Pazarbaşioğlu, 1985:3<br />
Kamu Bankaları:<br />
• Kamu Bankalarının Kasım 2000 <strong>ve</strong> Şubat 2001 <strong>krizler</strong>i döneminde<br />
faiz hadlerinin daha da yükselmesi ile artan fon ihtiyacının neden olduğu<br />
önemli zararları kapatmak <strong>ve</strong> gecelik yükümlülükleri sıfırlamak amacıyla<br />
Kamu Bankalarına Ocak-Mayıs 2001 içinde 23 katrilon liralık devlet tahvili<br />
<strong>ve</strong>rilmiştir. Kamu Bankaları bu devlet tahvilleri aracılığıyla 16 Mart 2001<br />
itibariyle 8.7 katrilyon civannda olan gecelik yükümlülüklerini<br />
sıfırlamışlardır.<br />
• Kamu Bankalannın yasal sermaye yeterlilik rasyolarını<br />
tutturabilmeleri <strong>ve</strong> sermaye yapılarını güçlendirmeleri için 2001 Mart ayında<br />
Ziraat Bankası'na 217.6 trilyon TL., Nisan ayında Halk Bankası'na 67.2,<br />
Emlak Bankası'na 40.8 trilyon TL. tutarında nakit sermaye ödemesi<br />
yapılmıştır. Ayrıca, mayıs ayında Halk Bankası'na 900 trilyon TL. Emlak<br />
Bankası'na ise 624 thiyon TL.'lik sermayelerine mahsuben kağıt <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
• (TMSF bünyesindeki bankalar dahil) Kamu bankalarının Merkez<br />
Bankasındaki repo stoklarının 7 kathiyon TL ile sınırlandırılması Mayıs<br />
2001 sonu itibariyle gerçekleştirilmiştir.<br />
• Kamu Bankalannın en önemli sorunu olan görev zararlarına ilişkin<br />
yasal gerekçeleri ortadan kaldıran <strong>ve</strong> yeni görev zararlarının oluşmasını<br />
engelleyen 4684 sayılı Kanun 20 haziran 2001'de kabul edilmiş <strong>ve</strong> 3<br />
Temmuz 2001 tarih <strong>ve</strong> 24451 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanmıştır.<br />
• Kamu bankalan kanalıyla, gerekli görüldüğü durumlarda sağlanacak<br />
destekler için bütçeye 400 tilyon TL. lik ödenek konmuştur.<br />
• 2001 nisan ayında Kamu bankalanna profesyonel <strong>ve</strong> Ortak Yönetim<br />
Kurulu mayıs ayında ise yeni banka yönetimi atanmıştır.<br />
• Kamu Bankalarının mevduat faiz oranlarına üst sınır getirilmiş <strong>ve</strong><br />
DİBS faiz oranlarının altında <strong>ve</strong> ortak olarak belirlenmesi sağlanmıştır.<br />
• Emlak Bankası'nın bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat toplama izni<br />
Mayıs 2001 sonu itibariyle kaldırılmış <strong>ve</strong> 9. 7. 2001 itibariyle Ziraat Bankası<br />
bünyesine dahil edilmiştir.<br />
• Operasyonel yeniden yapılanma bağlamında kamu bankalannın<br />
şube sayıları azaltılmakta <strong>ve</strong> personel sayısının azaltılması için emeklilik<br />
teşvik edilmektedir.
TMSF Bünyesindeki Bankalar<br />
1983 yılında oluşturulan <strong>ve</strong> 31 Ağustos 2000'de BDDK'ya devredilene<br />
kadar Merkez Bankası bünyesinde faaliyet gösteren TMSF'na 1997 yılında<br />
1, 1998'de 1, 1999'da 6 2000'de 3 <strong>ve</strong> 2001'de 7 olmak üzere toplam 18<br />
banka devredilmiştir. Bu bankalardan 5'i (Egebank, Yurtbank, Yaşarbank,<br />
Bank Kapital <strong>ve</strong> Ulusal Bank) Sümerbank çatısı altında; 2'si (Interbank <strong>ve</strong><br />
Esbank) Etibank çatısı altında birleştirilmiştir. Birleştirilmiş haliyle<br />
Sümerbank <strong>ve</strong> Bank Ekspres özel kesime satılmıştır. Türk Ticaret<br />
Bankası'nın bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul etme lisansı iptal<br />
edilmiştir. Aşağıda TMSF bünyesindeki bankaların yeniden<br />
yapılandırılmaları ile ilgili gelişim tablolar halinde sunulmuştur:<br />
Demirbank'ın HSBC Bankası'na 20 Eylül 2001 itibariyle satışı ile<br />
birlikte TMSF bünyesinde 7 banka kalmıştır: Etibank (birleşik), İktisat<br />
Bankası, Sitebank, Tahşbank, Bayındırlık Bank, Kent Bank <strong>ve</strong> EGS Bank.<br />
IV.13:TMSF Bankalarında Yaşanan Yeniden Yapılanma<br />
1997 1998 1999 2000 2001 Toplam<br />
(Rapor<br />
tarihi<br />
itibariyle)<br />
Devralınan Banka Sayısı 1 1 6 3 7 18<br />
Birleştirilen Banka Sayısı (1) - - - - 7 7<br />
Satılan Banka Sayısı (2) - - - - 2 2<br />
Lisansı İptal Edilen Banka Sayısı - - - - 1 1<br />
Fon Bünyesindeki Banka Sayısı 1 2 8 11<br />
Kaynak: BDDK,2001c:3<br />
Fon Bankalarının mali yapılarına baktığımızda, toplam aktif<br />
büyüHflükleri ile Türk Bankacılık sisteminin yaklaşık %15'ini oluşturduğunu<br />
söyleyebiliriz. Bu bankaların öz kaynakları kamu kağıdı <strong>ve</strong>rilmesi ile<br />
güçlendirilmiş böylece negatif 5.1 katrilyon TL olan öz kaynakları toplamı<br />
3.4 kathiyon TL'ye yükselmiştir. Kamu kağıtlarının büyük kısmını<br />
oluşturduğu, menkul değerler cüzdanı <strong>ve</strong> bağlı menkul değerler toplamının<br />
toplam aktiflerdeki payı %64.3'tür. 31 Temmuz 2001 itibariyle Fon<br />
kapsamındaki bankaların toplam zararı 12.7 katrilyon TL. dir.
Bu bankaların açık pozisyonu da önemli ölçüde azaltılmıştır. Mayıs<br />
2001 dönemine kadar4-5 milyar $ civannda olan net açık pozisyon kamu<br />
kağıdı <strong>ve</strong>rilmesi ile 600 milyon$ seviyelerine inmiştir.<br />
IV.14: TMSF Bünyesine Devredilen Bankalar Listesi<br />
Banka Adı<br />
Hisselerin Fona<br />
Geçiş Tarihi<br />
1. T. Ticaret Bankası 6 Kasım 1997 lisansı<br />
2. Bank Ekspres 12 Aralık 1998<br />
Mevcut Durum<br />
Bankacılık yapma <strong>ve</strong> mevduat kabul etme<br />
1 Temmuz 2001 tarihi itibariyle iptal edilmiştir.<br />
30 Haziran 2001 tarihinde Tekfen Grubuna<br />
satılmıştır.<br />
3. Interbank 7 Ocak 1999 15 Haziran 2001'de Etibank ile birleştirilmiştir.<br />
4. Egebank 22 Aralık 1999 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />
5. Yurtbank 22 Aralık 1999 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />
6. Sümerbank 22 Aralık 1999<br />
Birleşik Sümerbank 10 Ağustos 2001 tarihinde<br />
Oyak Grubuna satılmıştır.<br />
7. Esbank 22 Aralık 1999 15 Haziran 2001'de Etibank iJe birleştirilmiştir.<br />
8. Yaşarbank 22 Aralık 1999 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />
22 Ağustos 2001 tarihinde Koç Holding ile gizlilik<br />
9. Etibank 27 Ekim 2000 anlaşması yapılarak, teklifini hazırlaması için<br />
gerekli inceleme yapma izni <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
10. Bank Kapital 27 Ekim 2000 26 Ocak 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />
11. Demirbank 6 Aralık 2000<br />
HSBG ile hisse satış <strong>ve</strong> devir görüşmeleri 20 Eylül<br />
2001 tarihine kadar sonuçlandırılacaktır.<br />
12. Ulusal Bank 27 Şubat 2001 17 Nisan 2001'de Sümerbank ile birleştirilmiştir.<br />
17 Ağustos 2001 tarihinde UniCredito Jtaliano Spa<br />
13. İktisat Bankası 15 Mart 2001 ile gizlilik anlaşmasr yapılarak, teklifini hazırlaması<br />
için gerekli inceleme yapma izni <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
22 Ağustos 2001 tarihinde Novabank S.A. ile gizlilik<br />
14. Sitebank 9 Temmuz 2001 anlaşması yapılarak, teklifini hazırlaması için<br />
gerekli inceleme yapma izni <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
15. Tarişbank 9 Temmuz 2001<br />
16. Bayındırbank 9 Temmuz 2001<br />
17. Kentbank 9 Temmuz 2001<br />
18. EGS Bank 9 Temmuz 2001<br />
Kaynak: BDDK, 2001f<br />
Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />
çözüme kavuşturulacaktır.<br />
Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />
çözüme kavuşturulacaktır.<br />
Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />
çözüme kavuşturulacaktır.<br />
Devir bilançosu beklenmekte olup, yılsonuna kadar<br />
çözüme kavuşturulacaktır.
IV.15:TMSF Bünyesindeki Bankaların Döviz Pozisyonundaki<br />
Gelişmeler<br />
13<br />
18<br />
29<br />
(Milyon Dolar)<br />
Nisan Mayıs Haziran<br />
Bilanço içi döviz pozisyonu<br />
4.812<br />
-2.764 -3.894<br />
27<br />
Temmuz<br />
-3.353<br />
Dövize endeksli pozisyon 630 2.233 3.383 2.722<br />
Ara Toplam<br />
4.182<br />
-531 -511<br />
Vadeli pozisyon -132 -116 -50 -48<br />
Genel Pozisyon ( son 5 banka* hariç)<br />
4.314<br />
-647 -561<br />
Genel pozisyon ( son 5 banka*) -165<br />
Genel Pozisyon ( son 5 banka* dahil) -844<br />
Kaynak: BDDK,2001f<br />
Fon bankalarının kamu sermayeli bankalar gibi önemli sorunlardan<br />
olan gecelik borçlanma gereksiniminin azaltılması yapılan çalışmalarla<br />
gerçekleştirilmiş, merkez bankası dışındaki yükümlülükler ise sıfırlanmıştır.<br />
Bankaların operasyonel etkinliğini artırmak üzere şube saylarında<br />
%27, personel sayısında ise %35 oranında indirime gidilmiştir.<br />
TMSF bünyesindeki bankaların mali yapılarını güçlendirmek için,<br />
Hazine TMSF'na 8.007 milyon $ tutarında döviz cinsinden, 8.528 trilyon-TL.<br />
tutarında TL.cinsinden kağıt ihraç etmiştir. TL. cinsinden toplam kağıt tutarı<br />
16.3 katrilyon TL. dir. Hazine sözkonusu kağıtlardan 5.526 trilyon lirasını<br />
erken itfaya tabi tuttuğundan TMSF'nun elinde kağıt stoku 10.8<br />
katrilyonTL'ye inmiştir. BDDK kağıtlardan 751 trilyon TL.sini Merkez<br />
Bankası'na teminata <strong>ve</strong>rerek nakit almış <strong>ve</strong> fon bankalarına mevduat olarak<br />
aktarmıştır. Dolayısıyla fon bankalarına aktarılan kamu kağıdı tutarı 15.536<br />
trilyon liradır.<br />
-631<br />
-679
IV.16:Hazine Tarafından TMSF'na Verilen Özel Tertip Tahviller(17 Ağustos 2001 )<br />
Döviz Cinsinden<br />
TL<br />
Cinsinden<br />
Genel<br />
Toplam<br />
Milyon TL Karşılığı Trilyon TL. Trilyon TL.<br />
Dolar<br />
(Trilyon TL.)(1)<br />
2000 Yıl Sonu 2.687 1.826 2.037 3.863<br />
2001 Ocak 261 250 250<br />
Şubat - - -<br />
Mart 559 529 1.493<br />
2:022<br />
Nisan - - 773 773<br />
Mayıs 4.500 5.154 4.225 • 9.379<br />
Haziran-17 Ağustos - - - -<br />
2001 Toplam 5.320 5.933 6.491 12.424<br />
Genel Toplam-1 8,007 7.759 8.528 16.287<br />
Erken İtfa Tutarı (2) 370 260 5,266 5.526<br />
Genel Toplam-2 7.637 7.499 3.262 10.761<br />
Kaynak: BDDK, 2001f. Hazine Müsteşarlığı. (1) İhraç edildikleri tarihteki Merkez Bankası<br />
döviz alış kuruna göre hesaplanmıştır. (2) Erken itfa tutan, Fon'un Hazine'ye olan borcundan<br />
yapılan mahsup <strong>ve</strong> nakit geri ödemelerin toplamını ifade etmektedir.
IV.17: Fon Bankalarına Aktarılan Kaynak Tutarı<br />
Özel Tertip Toplam Yüzde<br />
Devlet<br />
Kaynak<br />
Banka Adı Tahvili (4) Sermaye Mevduat Aktarımı<br />
Dağılım<br />
Demirbank 3.144 275 0 3.419 19.0<br />
Etibank (1) 4.933 175 692 5.800 32.2<br />
İktisat Bankası 2.126 30 0 2.156 12.0<br />
Ara Toplam 10.203 480 692 11.375 63.2<br />
Tarişbank 0 55 0 55 0.3<br />
Sitebank 0 9 25 34 0.2<br />
Baymdırbank 0 30 0 30 0.2<br />
Kentbank 0 50 0 50 0.3<br />
EGS Bank 0 87 0 87 0.5<br />
Ara Toplam 0 231 25 256 1.4<br />
Genel Toplam-1 10.203 711 717 11.632 64.6<br />
Türk Ticaret<br />
Bankası<br />
354 101 0 455 2.5<br />
Bank Ekspres (2) 89 0 141 230 1.3<br />
Sümerbank (3) 4.890 133 665 5.688 31.6<br />
Genel Toplam-2 15.536 946 1.523 18.006 100.0<br />
(17 Ağustos 2001 iyle) (Trilyon TL.)<br />
Kaynak: BDDK. 2001f. 1)lnterbank <strong>ve</strong> Esbank Etibank bünyesinde birleştirilmiştir. (2) Bank<br />
Ekspres <strong>ve</strong>rileri satış tarihi olan 30 Haziran 2001 itibariyledir. (3) Egebank, Bank Kapital,<br />
Yurtbank, Yaşarbank <strong>ve</strong> Ulusal Bank Sümerbank bünyesinde birleştirilmiştir. (4) Hazine'nin<br />
yaptığı erken itfalardan önceki kağıt tutarlarını ifade etmektedir.<br />
Özel Bankacılık Sektörünün Güçlendirilmesi<br />
Özel bankalardan mali durumlannı güçlendirmeleri için aşağıdaki<br />
konularda taahhüt mektupları alınmıştır.<br />
• Sermaye artırımı<br />
• Sermaye benzeri kredi temini<br />
• Birleşme<br />
• Şube <strong>ve</strong> personel sayısının rasyonalize edilmesi<br />
• Maliyetlerin düşürülmesi<br />
• Yoğunlaşmış kredilerin yeniden yapılandırılması<br />
150
• iştirak <strong>ve</strong> gayrimenkul satışı<br />
• Hisselerin bir kısmı ya da tamamının yabancı <strong>ve</strong> yerli<br />
ortaklara satışı<br />
Özel bankaşarın 1.4 milyar $ olarak taahhüt edilen sermaye<br />
artırımlarının 1.1 milyar $'ı Temmuz Ayı sonu itibariyle gerçekleşmiştir.<br />
Ayrıca, 15 haziran 2001'de Hazine gönüllü olarak bir borç takası<br />
gerçekleştirmiş, 9.335trilyon TL.lik (8 milyar$) iç borç dolar <strong>ve</strong> TL. cinsinden<br />
tahvillerle değiştirilmiştir. Bu yolla 5.3 ay olan bono <strong>ve</strong> tahvillerin ortalama<br />
vadesi 37.2'aya çıkarılmıştır. Bu takas işlemi bankların açık pozisyonlarını<br />
önemli ölçüde kapatmıştır.<br />
BDDK'nın kriz sonrasındaki faaliyetlerini bir bütün olarak<br />
değerlendirdiğimizde, Türkiye'de yaşananlann "ilk defa olan" ya da<br />
"bilinmeyen" sorunlar olmadığını söyleyebiliriz. BDDK, kamu bankalan ile<br />
ilgili olarak, zararlann karşılanması, sermayelerinin güçlendirilmesi <strong>ve</strong><br />
yönetimin iyileştirilmesi konusunda önemli adımlar atmıştır. TMSF'na kriz<br />
öncesi <strong>ve</strong> kriz sonrasında devredilen bankalarla ilgili olarak, 8 bankanın<br />
birleştirilmesi, 2 bankanın özel kesime satılması gerçekleştirilmiştir. BDDK<br />
elinde bulunan 8 bankayla ilgili faaliyetlerini 2001 yılı sonuna kadar<br />
tamamlamayı hedeflemektedir. Bu bankalann zararlan <strong>ve</strong> açık pozisyonları<br />
önemli önemli ölçüde azaltılmışır. Ödeme güçlüğüne düşmemiş özel<br />
bankalar, sermayelerini güçlendirmeleri, kendi iç risk yönetimi sistemlerini<br />
kurmaları <strong>ve</strong> operasyonel yönetimlerini etkinleştirmek için teşvik<br />
edilmektedir.<br />
Bu bağlamda bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılmasında <strong>ve</strong><br />
uluslar arası standartlara kavuşturlması konusunda, hukuksal alt yapı<br />
açısından önemli ilerlemeler kaydedildiğini, uygulamada sistemin istikrara<br />
kavuşturulması konusunda zamana ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz.<br />
BDDK'nın düzenleme-denetim <strong>ve</strong> gözetim işlevini daha iyi yapacak şekilde<br />
personel <strong>ve</strong> donanım açısından güçlendirilmesi; bankalann risk yönetim<br />
yetilerinin geliştirilmesinin teşvik edilmesi, ahlaki zaafiyet davranışlarına<br />
fırsat <strong>ve</strong>rilmemesi açısından yararlı olacaktır.
SONUÇ<br />
Denilebilir ki, 20 Yüzyılın son çeyreğinde uluslararası <strong>finansal</strong><br />
sistemin en belirgin özelliği, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>den kendini kurtaramamasıdır.<br />
Gelişmiş ya da azgelişmiş, büyük ya da küçük, yükselen (emergent) ya da<br />
geçiş <strong>sürecinde</strong>, doğu yada batı, kuzey ya da güney, hemen her ülkede<br />
<strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>le karşılaşılmakta. IMF'in yaptığı bir çalışmaya göre, 181 IMF<br />
üyesi ülkenin 133'ünde 1980-1996 yılları arasında önemli bankacılık<br />
sorunları yaşanmıştır. Yine bir başka çalışmaya göre, son yirmi yılda,<br />
ekonomilerde büyük durgunluklara yol açan bankacılık <strong>krizler</strong>i sayısı 90'a<br />
varmıştır. Bu <strong>krizler</strong>in yaklaşık %73'ü, etkisi ortalama 4-5 yıl süren sistemik<br />
<strong>krizler</strong>den oluşurken, (geri kalan %27) sistemik olmayan <strong>krizler</strong>in ortalama<br />
süresi de. azımsanacak gibi değil:3.4 yıl. Krizler, gelişmiş (ABD, iskandinav<br />
ülkeleri gibi), azgelişmiş (Latin Amerika Ülkeleri) demeden, bazı ülkeleri<br />
tekrar tekrar(Arjantin, Meksika, Venezüella <strong>ve</strong> Türkiye) etkisi altına almakta<br />
<strong>ve</strong> kimi kez ülkelerin GSYİH'larının %5-10'una, kimi kez %50-60'ına varan<br />
mali kayıplara yol açmaktadır. Üstelik <strong>krizler</strong>in etkileri yalnızca ortaya çıktığı<br />
ülke ile sınırlı kalmamakta, çevre ülkelere de yayılmakta, hatta, giderek<br />
büyüyen <strong>ve</strong> hız kazanan uluslararası sermaye hareketlerinin etkisiyle, tüm<br />
uluslar arası mali sitemi de sarsmaktadır.<br />
Şüphesiz sözkonusu bu gelişmelerin iktisat teorisini <strong>ve</strong> ülkelerin<br />
<strong>finansal</strong> sistemlerinin kurumsal yapılarını etkilememesi olanaksızdı:<br />
iktisatçılar, sürekli ihmal edegeldikleri mali piyasaların ne kadar önemli<br />
olduğunu yaşayarak öğrenirken, açığı kapama gayretiyle neredeyse<br />
geometrik olarak artan bir literatür ortaya koymuşlardır. Öte yandan,<br />
<strong>krizler</strong>le birlikte ülkelerin tek tek kendi <strong>finansal</strong> regülasyon yasa <strong>ve</strong><br />
yapılarını değiştirme çabaları, bir süre sonra, "sağlam- gü<strong>ve</strong>nilir Ulusal mali<br />
sistemler <strong>ve</strong> istikrarlı bir uluslararası mali sistem" için gerekli regülasyon<br />
politikalarını, kurallarını <strong>ve</strong> standartlarını saptamaya çalışan bir dizi<br />
bölgesel ya da uluslararası kurumun ortaya çıkmasına yol açmıştır.<br />
Bu bağlamda çalışmamızda, <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>, <strong>finansal</strong> regülasyon <strong>ve</strong><br />
bunların etkileşimine ilişkin son yıllardaki gelişmelerden hareketle,<br />
Türkiye'deki bankacılık sisteminin regülasyonu, bankacılık sisteminin<br />
yapısal sorunları ile yaşanan <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong> arasındaki ilişkinin incelenmesi<br />
amaçlanmıştır.<br />
Çalışmamızın birinci bölümünde, özellikle son 20 yıllık dönemde<br />
yaşanan <strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in, daha önceki dönemlerdeki <strong>krizler</strong>den farklılıkları<br />
vurgulanmış <strong>ve</strong> bu çerçe<strong>ve</strong>de geliştirilen teorik modeller incelenmiştir.<br />
Ayrıca ERM, Meksika, Güney Doğu Asya, Rusya, Brezilya <strong>ve</strong> Türkiye<br />
Krizlerinin ortak <strong>ve</strong> kendilerine has özellikleri saptanmaya çalışılmıştır.<br />
Teorik modeller <strong>ve</strong> uygulama sonuçlarından hareketle <strong>krizler</strong>in nedenlerinin
iki ana grupta toplanabileceğini söyleyebiliriz: Krizlerin önemli<br />
nedenlerinden biri ülkelerin (kamu açıkları, ödemeler bilançosu açıklan gibi)<br />
makroekonomik dengelerinin bozuk olmasıdır. İkinci önemli nedense,<br />
(Güney Doğu Asya krizinde görüldüğü gibi) makroekonomik dengeleri<br />
sağlam olmakla birlikte, riskleri dikkate almayan bir bankacılık kesimi <strong>ve</strong><br />
ona ait zayıf bir regülasyon sistemine sahip ülkelerin (tek bir bankanın<br />
ödeme güçlüğüne girmesi gibi) mikro bazlı bir sorununun, kısa zamanda<br />
tüm ekonomiyi etkisi altına alabilen bir krize (sistemik krize) dönüşmesi, bir<br />
başka ifade ile bankacılık sisteminin kırılgan yapısıdır. Şüphesiz Türkiye<br />
gibi her iki nedenin aynı anda görüldüğü <strong>krizler</strong>in hem maliyeti daha yüksek<br />
hem de çözümü zor <strong>ve</strong> zaman alıcı olmaktadır.<br />
Regülasyon teorisinin iki temel sorusundan biri niçin regülasyon?,<br />
diğeri ise nasıl regülasyon? sorusudur. İkinci bölümde ele aldığımız gibi,<br />
devletin <strong>finansal</strong> piyasalara müdahale etmesini (regülasyona baş<br />
vurmasını) açıklayan önemli teorik çerçe<strong>ve</strong>lerden biri, piyasa<br />
başarısızlıl
sistemlerini geliştirmeleri, şeffaf olmalan gibi) uluslar arası standartlar<br />
olarak yaygın bir şekilde benimsenmiştir. Yine Bankacılık sisteminin gerek<br />
ulusal gerekse uluslararası düzeyde izlenebilmesi <strong>ve</strong> yatırımcıların doğru<br />
kararlar <strong>ve</strong>rebilmesi için gereken, dünya ölçeğinde mikro <strong>ve</strong> makro ihtiyati<br />
göstergelerle ilgili <strong>ve</strong>rilerin oluşturulması <strong>ve</strong> toplanabilmesi amacıyla IMF <strong>ve</strong><br />
Dünya Bankası'nm başlattığı Finansal Sektör Değerlendirme Programı da<br />
bu konuda önemli bir aşamadır.<br />
Yaşanan <strong>krizler</strong>i <strong>ve</strong> dünya genelinde regülasyon uygulamalannı göz<br />
önüne aldığımızda, gelişmekte olan, ya da yükselen piyasa ekonomilerinde<br />
bankacılık sistemlerinin güçlendirilmesine yardımcı olacak belli başlı<br />
politikaları şu şekilde sıralayabiliriz(Goldstein, Turner, 1996):<br />
(i) Ekonomideki Değişkenlik Hızını (volatilité) Azaltmak: Bu ülkelerde<br />
genellikle bankacılık sistemleri nispeten değişken bir ortamda faaliyet<br />
göstermektedirler.<br />
• Değişkenliğin azaltılmasına yardımcı olacak araçlardan biri, daha<br />
disiplinli bir para <strong>ve</strong> maliye politikalandır. Makroekonomik istikrar,<br />
uluslar arası sermaye hareketlerinin akışında önemli bir gösterge<br />
olduğundan, ülkelerin daha iyi koşullarda (uzun vadeli) <strong>ve</strong><br />
çeşitlilikte (farklı <strong>finansal</strong> aktifler) fonlar bulmasına yol açar ki bu<br />
da değişkenliği azalttığı gibi, oluşabilecek mikro bazlı bir sorunun<br />
sistemik hale dönüşmemesine de yardımcı olabilir.<br />
• Finansal sistemde yabancı bankalann bulunması; portföylerinde<br />
sözkonusu ülkede kullandıracağı krediler nispeten az olacağından<br />
<strong>ve</strong> kaynaklan merkez ülkeye dayandığından, ülkeye ilişkin şoklan<br />
bu bankalann kolay absorbe edebilmesi <strong>ve</strong> hükümetten<br />
kaynaklanacak çeşitli baskılara karşı koyabilmeleri nedenleriyle,<br />
değişkenliği azaltabilir.<br />
• Uluslar arası faiz, döviz <strong>ve</strong> mal fiyatlannın değişkenliğinden<br />
korunma yollarından biri, <strong>finansal</strong> sistemde yeni <strong>finansal</strong> araçların<br />
(swap, futures, options gibi) kullanımının yaygınlaştırılmasıdır.<br />
• Bir diğer politika seçeneği, bu ülkelerde sermaye yeterlilik<br />
oranlarının yüksek tutulmasıdır.<br />
(ii) Kredi artışına <strong>ve</strong> özel sermaye akımlarının dalgalanmasına karşı<br />
tedbir almak:<br />
• Bu konuda sıkı maliye politikası <strong>ve</strong> esnek döviz kuru sistemi ile<br />
bazı geçici kontrol <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rgi kısıtlamalannın yararlı olduğu<br />
görülmüştür. Ancak <strong>ve</strong>rgilerle ilgili bu olumlu etkiler zamanla<br />
kaybolmaktadır. Uzun dönemde önemli olan sağlam <strong>finansal</strong><br />
sistemlere sahip olmaktır.<br />
• Kredi genişlemesine karşı uygulanabilecek denetim <strong>ve</strong> gözetim<br />
tedbih ise, zorunlu karşılık oranlannı <strong>ve</strong> sermaye yeterlik
oranlarını artırmaktır. Ancak bu araçlar parasal kontrole yardımcı<br />
olsa da, iyi banka-kötü banka ayrımını ortadan kaldırdığı şeklinde<br />
eleştirilmektedir. Bu nedenle zayıf bankaların kredi genişlemesinin<br />
kontrolü daha önemlidir.<br />
(İÜ) Ukidite-Vade-Para Uyumsuzluğunun Azaltılması: Bankaların<br />
likididite-vade uyumsuzluğuna karşı alınabilecek bir tedbir, bankaların<br />
ayıracakları karşılık oranlarını artırmaktır. Para uyumsuzluğuna karşı<br />
ise, bankaların kısa vadeli döviz cinsinden borçlanması yakından<br />
izlenmeli <strong>ve</strong> sınırlamalar getirilmelidir.<br />
(iv) Finansal Liberalizasyona İyi Hazırlanmak:<br />
• Yeni bankaların kurulmasının teşviki ya da kamu bankalarının<br />
özelleştirilmesi, <strong>finansal</strong> liberalizasyonun bir parçası olarak<br />
düşünülüyorsa, yeni banka sahiplerinin bankacılık için<br />
uygunluğuna dikkat edilmelidir. Aksi takdirde, Şili <strong>ve</strong> Türkiye'de<br />
olduğu gibi özelleştirilen bankaların belirli şirketlerin fonlanması<br />
işlevini görmesi <strong>ve</strong> nihayetinde tekrar kamulaştırılması sonucunu<br />
doğurabilir.<br />
• ikinci önemli nokta da liberalizasyondan önce bankacılığın<br />
denetim <strong>ve</strong> gözetim teşkilatının riskleri <strong>ve</strong> yeni <strong>finansal</strong> araçları<br />
değerlendirebilecek şekilde güçlendirilmesi gerekir.<br />
(v) Kamu Bankalarının <strong>ve</strong> Bağlantılı Kredilerin Azaltılması:<br />
• Hükümetin kamu bankaları ile ilişkisinin mümkün olduğu kadar<br />
şeffaf olması, kamu bankalarının özel ticari banka olarak çalışma<br />
koşullarının yaratılması önemli bir politika aracıdır.<br />
• Bir başka çözüm "liyakatli" kişilere bankaların satılması,<br />
özelleştilmesidir.<br />
• Bağlantılı krediler konusunda ilkin, bankaların gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritelerine doğru kayıt <strong>ve</strong> bilgi <strong>ve</strong>rmeleh sağlanmalıdır.<br />
Şeffaflık arttığı ölçüde bankaya kredi <strong>ve</strong>renlerin bağlantılı kredileri<br />
değerlendirilmeleri mümkün olacaktır. Ayrıca düzenleme otoritesi,<br />
bağlantılı krediler konusunda ilgili taraflan uyarabilmek için, belirli<br />
eşik- oranlar saptamalıdır.<br />
{y\)Muhasebe Kayıtlarının, Şeffaflığın, Bilgi Yayımlanmasının <strong>ve</strong><br />
Yasal Çerçe<strong>ve</strong>nin Güçlendirilmesi: Bankaların aktiflerinin durumu,<br />
karlılığı, batık kredileri gibi çeşitli bilgilerin yayımlanması<br />
sağlanmalıdır.
(vii) Banka Sahipliği, Yöneticiliği <strong>ve</strong> Kreditörlüğü ile Banka Denetçiliği<br />
-Gözetimciliğinin Teşviki:<br />
• * Bu konudaki önerilerden biri, bankalara sermayeleriyle bağlantılı<br />
olarak bazı faaliyetler yapma/yapmama olanağının tanınması gibi<br />
teşvikler <strong>ve</strong>rilmesidir.<br />
• Bir diğer politika aracı, devlet garantilerine sınırlamalar<br />
getirilmesidir. Örneğin zorunlu, açık <strong>ve</strong> dar kapsamlı bir mevduat<br />
sigorta sisteminin, bankalan daha disipline edeceği öne<br />
sürülmüştür.<br />
• Bunun yanında uluslar arası standartlara uygun ihtiyatlı rasyoların<br />
oluşturulması <strong>ve</strong> kurala-dayalı denetim sistemlerinin oluşturulması<br />
da yararlı olacaktır.<br />
Yükselen piyasa ekonomilerine ilişkin bu değerlendirmelerden<br />
hareketle, Türkiye'de yaşanan kriz <strong>ve</strong> kriz sonrasında yaşananlar <strong>ve</strong><br />
bankacılık sisteminin regülasyonu <strong>ve</strong> yeniden yapılandınlması konusundaki<br />
gelişmelerle ilgili değerlendirmelerimizi şu şekilde sıralayabiliriz:<br />
• Türkiye'de yaşanan Kasım 2000 <strong>ve</strong> Şubat 2001 <strong>krizler</strong>i, hem zayıf<br />
bankacılık sistemi hem de bozuk makroekonomik dengelerin<br />
sonucunda yaşanmıştır. Krizlerin ateşleyicisi; bankalann, biraz<br />
hükümetin kredibilitesine gü<strong>ve</strong>nme, biraz uygulanan istikrar<br />
programının yarattığı ortam sonucunda, risk yönetimini dikkate<br />
almamalan sonucunda içmek zorunda kaldıklan, likidite, faiz <strong>ve</strong><br />
döviz kuru "öldürücü kokteyl"idir. Ama Türkiye'nin asıl sorunu,<br />
klasik kriz teorilerinin vurguladığı, özellikle kamu kesiminden<br />
kaynaklanan makroekonomik dengelerinin bozukluğudur. Kamu<br />
kesiminin borç yönetiminin kriz sonrasında daha da bozulması,<br />
bankacılık sisteminin kendi telaşına düşmesi, makroekonomik<br />
dengelerin kurulmasının daha . çok zaman alacağını<br />
göstermektedir.<br />
• Krizin çözümüne yönelik sermaye hareketlerinin serbestliğinin<br />
kaldırılması ya da bazı kısıtlayıcı tedbirler alınması, kısa dönemli<br />
bir tedbir olarak önerilebilir. Nitekim, Şili, Malezya gibi ülkelerde<br />
başanlı olmuştur. Ama uzun dönemde yapılması gereken,<br />
sermaye hareketlerinden tamamen soyutlanma değil, ülkelerin<br />
kendi ekonomik <strong>ve</strong> <strong>finansal</strong>,alt yapılarını geliştirmektedir. İktisatçı<br />
Summers'ın benzetmesi ile, "hızlı, rahat <strong>ve</strong> gü<strong>ve</strong>nli ulaşımı<br />
sağlayan jet uçaklannın kaza yapma olasılığı var diye<br />
kullanılmaması değil, onlar için gerekli alt yapının (iyi hava<br />
alanları, kontrol sistemleri <strong>ve</strong> iyi pilotların)<br />
oluşturulmasıdır"(Summers,2000). Bu nedenle modern global<br />
<strong>finansal</strong> piyasalann potansiyel faydalanndan yararlanmak gerekir.
Finansal piyasaların yqniden yapılandırılması bağlamında,<br />
bankaların düzenlenmesi, gözetim <strong>ve</strong> denetimi konusunda yasal<br />
boyutuyla önemli gelişmeler kaydedildiğini, yeni Merkez Bankası<br />
Kanunu ile Bankalar Kanunu'nun önemli bir adım olduğunu <strong>ve</strong> bu<br />
açıdan uluslar arası standartlara oldukça yakın bir çerçe<strong>ve</strong><br />
oluşturulduğunu söyleyebiliriz.<br />
Türkiye'de Bankacılık Sisteminin düzenleme, gözetim <strong>ve</strong><br />
denetiminden • sorumlu BDDK'nın bağımsız bir kurum olarak<br />
kurulmasının üzerinden henüz bir yıl geçmiştir. Her şeyden önce<br />
regülasyon 4
Fk 1 Kn7İPrin Kronolojisi<br />
Çalışma<br />
Ulke<br />
Undgren,<br />
Garcia <strong>ve</strong><br />
Saal (1996)<br />
Kammsky <strong>ve</strong><br />
Reinhart<br />
(1996)<br />
and Kaminsky<br />
(1998)<br />
Hardy <strong>ve</strong><br />
Pazarbaşioğlu<br />
(1998)<br />
Kunt <strong>ve</strong><br />
Detragiache<br />
(1998a)(1998b)<br />
(1999)<br />
*Kriz*<br />
^Problem*<br />
Cezayir 1990<br />
Arjantin 1980-2,<br />
1989-90, 1995<br />
Benin 1988<br />
Bolivia<br />
Brezilya<br />
Bulgaristan 1991-96<br />
1980, 1985,<br />
1994<br />
1987<br />
1985. 1994<br />
1987<br />
Kamerun<br />
Kanada<br />
1989-<br />
93,1995*96<br />
1989<br />
1983<br />
Central African<br />
Republic<br />
1976-92<br />
Chad 1979-83<br />
Şili 1981-87<br />
Kolombiya<br />
Kongo 1994-96<br />
Cote d'lvoire<br />
Kosta Rika<br />
Danimarka<br />
Dominican<br />
Republic<br />
1981 1981*<br />
1982 1984 1982-85<br />
1994<br />
1988<br />
1994<br />
1987 1990<br />
1992<br />
Ekvator<br />
El Salvador<br />
Equatorial<br />
Guinea 1983-85<br />
1992<br />
1995<br />
1995*<br />
1989<br />
Estonya<br />
1992-95
Finlandiya 1991-94 1991 1991 1991-94<br />
Fransa 1994<br />
Guinea<br />
1980-85<br />
Guyana 1993-95<br />
Hindistan<br />
Endonezya<br />
1992 1997 1992 1992-94<br />
Iceland 1985<br />
İsrail<br />
1983 1983-84<br />
İtalya 1990-94<br />
Jamaica 1994<br />
Japonya 1992 1992-94<br />
Ürdün<br />
1989-90 1989 1989-90<br />
Kenya 1993 1993<br />
Kore<br />
1997<br />
Ku<strong>ve</strong>yt<br />
Latvia<br />
Lebanon<br />
Liberia<br />
Lithuania<br />
Macedonia<br />
1980'lerin ortası<br />
1995-96<br />
1988-90<br />
1991-95<br />
1995-96<br />
1993-94<br />
Madagascar<br />
Malaysia<br />
Mali<br />
Meksika<br />
Yeni Zelanda<br />
1988<br />
1985-88 1985 1985 1985-88<br />
1987 1987-89<br />
1982, 1994-96 1982, 1992 1982,1994 1982,1994<br />
1989<br />
Nepal 1988-94<br />
Niger 1983-96<br />
Nijerya 1991-94
Nor<strong>ve</strong>ç 1987-93 1988 1991 1987-93<br />
Panama 1988-89 1988*<br />
Papua Yeni Gine 1989*<br />
Paraguay 1995<br />
Peru 1983 1983 1983*<br />
Philippines 1981-87 1981 1981 1997 1981-87<br />
Portekiz 1986*<br />
Sao Tome 1980-96<br />
Senegal 1983-88 1983 1983-88**<br />
Somalia 1990<br />
Sri-Lanka 1989-93<br />
Güney Afrika 1985 1985 1989 1985<br />
İspanya 1977-85 1978<br />
Swaziland 1995*<br />
İs<strong>ve</strong>ç 1990-93 1991 1992 1990*<br />
Tanzanya 1988-96 1988-94**<br />
Tayland 1983-87 1979-1983 1983,1997 1983*<br />
Togo 1989<br />
Türkiye 1982, 1991 1991 1982 1991,1994<br />
Uganda 1990-94**<br />
Uruguay 1981-85 1971, 1981 1982 1981-85<br />
ABD 1980*<br />
Venezüella 1994-96 1993 1994 1993-94<br />
Total no. of<br />
countries<br />
/nvo/wcf<br />
36 20 16 25 36<br />
* Sadece Demirgüç-Kunt & Detragiache 'de dahil edilmiştir (1999);<br />
** Sadece Demirgüç-Kunt & Detragiache 'de dahil edilmiştir (1998a) <strong>ve</strong> (1998b)
EK 2 : Krizlerin Belirtileri <strong>ve</strong> Temel Göstergeleri<br />
Belirtiler<br />
(Symptoms)<br />
Gösterge<br />
Kritik-Şok<br />
İşareti<br />
Yorum<br />
Aşırı Borçlanma<br />
Çevrimi<br />
M2 Para Çarpanı<br />
İç Krediler/ GSYİH<br />
İç <strong>ve</strong> Dış Fnansal<br />
Liberalizasyon<br />
Positif<br />
Positif<br />
Bankacılık <strong>ve</strong> Para(Currency)<br />
Krizleinin berikisi de <strong>finansal</strong><br />
sistemin liberalizasyonu <strong>ve</strong><br />
sermaye akımlarındaki<br />
kısıtlamaların kaldırılması ile<br />
beslenen aşırı kredi artışı ile<br />
bağlantılıdır<br />
Banka İflasları Mevduatlar Negatif Bankacılık <strong>ve</strong>para <strong>krizler</strong>i banka<br />
iflaslarını izler<br />
Para Poltikası Aşırı MI Para arzı Positif Gevşek para politikası para krizini<br />
besler (Bkz. Krugman, 1979).<br />
Devalijasyon bankacılık sektörünün<br />
sağlıklılığını bozduğu ölçüde<br />
bankacılık krizini de tetikler<br />
Cari İşlemler dengesi İhracat Negatif<br />
Problemleri İthalat Positif<br />
Dış Ticaret haddi Negatif<br />
Reel döviz Kuru Negatif<br />
Aşırı değerlenmiş reel döviz kuru<br />
<strong>ve</strong> zayıf dış ticaret dengesi para<br />
krizinin bir boyutunu oluşturur.<br />
Rekabet gücünün kaybolması, ticari<br />
sorunlar <strong>ve</strong> kredi kalitesinin<br />
düşmesi bankacılık sektörünün<br />
kırılganlığını artırır. İhracat büyük<br />
düşüşler, ticaret hadlerinin<br />
bozulması <strong>ve</strong> ithalatta patlama,<br />
<strong>finansal</strong> <strong>krizler</strong>in belirtileri olarak<br />
yorumlanabilir.<br />
Sermaye Hesaplan<br />
problemleri<br />
Rezervler<br />
M2/Rezervler<br />
Reel Faz Haddi ile<br />
Dünya Faiz<br />
hadlerinde<br />
farklılaşma.<br />
Dış Borçlar,<br />
Kısa Dönem Dış<br />
Negatif<br />
Positif<br />
Positif<br />
Positif<br />
Positif<br />
Positif<br />
Positif<br />
Yüksek dünya fiaz hadleri sermaye<br />
kaçışma yol açtığından para<br />
krizleinin habercsidir. Ülke dış<br />
borçları arttıkça sermaye hesbı<br />
problemleri öenm kazanır; borçların<br />
sürdürülebilirliği kuşkuu artar. Kısa<br />
vadeli borç artışı ülkenin dış şoklar<br />
karşısında kırılganlığını artırır. Para<br />
krzi bankacılık krizini derinleştirir.<br />
Düşük Büyüme<br />
Üretim<br />
İç reel faiz hadleri<br />
Kredi/Mevduat Oranı<br />
Hisse Senetleri<br />
fiyatları<br />
Negatif<br />
Positif<br />
Positif<br />
Negatif<br />
Resesyon <strong>ve</strong> aktif fiyatlarının<br />
yükselmesi <strong>ve</strong> düşmesi <strong>finansal</strong> kriz<br />
habercisidir.Yükek faiz hadleri<br />
likidit probleminin habercisidir.<br />
Kredi/Mevduat oranındaki artış<br />
kredi kalitesinin bozulmasına yol<br />
açar
g) 2 "5 £<br />
O) ^ .-5 ^ ^<br />
•- 03<br />
CÛ >^ CÛ ;=<br />
o::<br />
o<br />
Un<br />
o<br />
03<br />
o<br />
O)<br />
•n<br />
co<br />
E<br />
(D<br />
CO<br />
03<br />
><br />
0<br />
><br />
LLİ<br />
03<br />
X<br />
LU<br />
LU<br />
1<br />
03<br />
X<br />
0<br />
>-<br />
03<br />
(/)<br />
03<br />
0 >-<br />
c<br />
C<br />
0 0<br />
Q 03<br />
LL<br />
•D<br />
^<br />
E<br />
O 2<br />
o<br />
LU<br />
LLİ<br />
03<br />
X<br />
0<br />
0<br />
><br />
m LU la<br />
j5<br />
05<br />
LL<br />
"55<br />
E<br />
CÛ<br />
03<br />
CO<br />
H"<br />
0<br />
Q.<br />
0 i> ><br />
0<br />
e<br />
OL 0<br />
Û<br />
E<br />
Q.<br />
O<br />
Q.<br />
'sı<br />
03<br />
CO<br />
0<br />
TD<br />
03<br />
-Q<br />
03<br />
E<br />
c<br />
_<br />
J5 (/)<br />
03<br />
Û_<br />
o<br />
ro<br />
CNJ<br />
00<br />
CNJ<br />
O<br />
O<br />
CD<br />
00<br />
Oí<br />
co<br />
co<br />
o<br />
o<br />
co<br />
O<br />
d<br />
OD<br />
CD<br />
03 • —<br />
CD<br />
CM<br />
in<br />
(0^<br />
0)<br />
_c<br />
E<br />
o<br />
E<br />
TO<br />
Q.<br />
O<br />
0<br />
TD<br />
00<br />
f2<br />
CO<br />
00<br />
in<br />
00<br />
CD<br />
co<br />
ü<br />
c<br />
05<br />
CÛ<br />
05<br />
T3<br />
05<br />
>%<br />
C<br />
:3<br />
Q<br />
CO<br />
LU<br />
0 er 03<br />
>, 0 ^<br />
Û CÛ<br />
E 03<br />
B Û-<br />
< Ü<br />
03<br />
co<br />
co<br />
CD<br />
03<br />
co<br />
ò<br />
q<br />
co<br />
Cu<br />
0<br />
T3<br />
03<br />
co<br />
6<br />
0<br />
iCÛ CÛ<br />
co<br />
CD<br />
CNJ<br />
CÛ<br />
co<br />
ò<br />
O)<br />
> c<br />
03<br />
E<br />
o<br />
i5
LU<br />
LU
(D<br />
en<br />
co<br />
Dû<br />
CÛ CÛ<br />
O<br />
O)<br />
E<br />
io<br />
co<br />
li<br />
LU<br />
03<br />
X LU LU<br />
— ^ —<br />
0 2 E<br />
-D<br />
•Ë >- o<br />
I<br />
^<br />
O<br />
(/)<br />
CO<br />
'o.<br />
E<br />
><br />
CÛ CQ<br />
û_<br />
Q<br />
IT)<br />
Q<br />
ra<br />
GÛ<br />
0 ~<br />
> Q.<br />
00 s¿<br />
o<br />
c\i<br />
05<br />
Ll.<br />
O<br />
E<br />
CD<br />
.E<br />
03<br />
>-<br />
E<br />
Q-<br />
o<br />
i 1<br />
0<br />
0<br />
TD<br />
C 1- _<br />
CÛ<br />
05<br />
Û_<br />
0<br />
"0<br />
H"<br />
CD<br />
CD<br />
en<br />
CD<br />
o<br />
CM<br />
C<br />
O<br />
E<br />
CÛ<br />
o<br />
o"<br />
o<br />
E<br />
O<br />
s<br />
c<br />
03<br />
CÛ<br />
CL<br />
CO<br />
o<br />
CNJ<br />
CD<br />
O<br />
CNJ<br />
Ö<br />
§<br />
Ö<br />
o<br />
03<br />
m<br />
OJ<br />
"D<br />
OJ<br />
>.<br />
C<br />
:3<br />
Q<br />
LU<br />
E<br />
Q.<br />
O<br />
CÛ<br />
Q-<br />
Q<br />
O<br />
15<br />
0<br />
O<br />
i<br />
O<br />
-Q<br />
E<br />
CNJ<br />
IT)<br />
CNJ<br />
><br />
O<br />
o
o<br />
8<br />
8<br />
0)<br />
><br />
LJ LÜ<br />
03<br />
li:<br />
, 03 03<br />
X X X<br />
03<br />
X<br />
LU<br />
LU<br />
><br />
UJ<br />
03<br />
LU<br />
03<br />
X<br />
CD<br />
d<br />
5<br />
in<br />
lo<br />
o<br />
un<br />
Ö<br />
o<br />
co<br />
s<br />
Si<br />
00<br />
uo<br />
co<br />
h=í" OO CD<br />
CD CO co<br />
J5<br />
(D<br />
N<br />
E<br />
(D<br />
>-<br />
03<br />
^ E<br />
o<br />
8<br />
o:<br />
o<br />
(D<br />
o: co
0<br />
O)<br />
(D<br />
03<br />
X<br />
0<br />
03<br />
X<br />
TO<br />
X<br />
X<br />
>^<br />
TO<br />
X<br />
ı_ 1- 03<br />
0<br />
£=<br />
(D<br />
Q<br />
TO TO<br />
X<br />
0 TO TO<br />
X X<br />
TO<br />
X<br />
j5<br />
0)<br />
«si<br />
o<br />
05<br />
E<br />
(D<br />
0<br />
^ ~<br />
03<br />
.if<br />
03<br />
C/)<br />
o<br />
co<br />
«0^<br />
Cû<br />
CD<br />
O<br />
c<br />
£<br />
d)<br />
03<br />
C<br />
03<br />
Cû<br />
LO<br />
CD<br />
8<br />
S<br />
o<br />
c<br />
05<br />
Cû<br />
05<br />
T3<br />
05<br />
>><br />
C<br />
:3<br />
Q<br />
co<br />
E<br />
^<br />
^<br />
^<br />
Q<br />
E 03<br />
& I ¿<br />
^ CD ^<br />
i2<br />
co<br />
CD<br />
^1<br />
\CJ)\<br />
li<br />
-a<br />
c<br />
TO<br />
-a
EK 4:<br />
4672 Sayılı Kanunla Değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun<br />
Basle Komite'nin Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetime İlişkin<br />
Temel İlkelerine Uyumu<br />
Basel Komite İlkeleri<br />
Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong><br />
Denetim İçin Önkoşullar<br />
1. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesinin amaçları <strong>ve</strong> sorumlu<br />
oldukları kuruluşlara ilişkin yetkileri<br />
açıkça tanımlanmalı, bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetimi konusunda faaliyetlerine<br />
ilişkin bağımsızlığı <strong>ve</strong> yeterli ölçüde<br />
kaynağı bulunmalıdır Ayrıca, gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim sisteminin, bankaların kuruluş<br />
izinleri <strong>ve</strong> denetimlerinin devamlılığının<br />
sağlanmasına, gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> sağlıklı bir<br />
sistem içinde yasalara uyma<br />
zorunluluğuna <strong>ve</strong> denetim elemanlarının<br />
yasal olarak korunmasına ilişkin<br />
hükümler içeren yasal bir çerçe<strong>ve</strong>si<br />
olmalıdır Elde edilen bilgilerin gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritelerince paylaşılması <strong>ve</strong><br />
bu tür bilgilerin gizliliği konusuna yasal<br />
<strong>düzenlemeler</strong>de ayrıca yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
1(1) Bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
otoritesinin amaçları <strong>ve</strong> sorumlu oldukları<br />
kuruluşlara ilişkin yetkileri açıkça<br />
tanımlanmalıdır<br />
1(2) Bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
otoritesi bağımsız olmalı <strong>ve</strong> yeterli<br />
kaynaklara sahip olmalıdır<br />
1(3) Gözetim <strong>ve</strong> denetim, sisteminin,<br />
bankaların kuruluş izinleri <strong>ve</strong> denetimlehnin<br />
devamlılığının sağlanmasın yönelik yasal bir<br />
çerçe<strong>ve</strong>si olmalıdır<br />
1(4) Gü<strong>ve</strong>nilir <strong>ve</strong> sağlıklı bir sistem<br />
içinde yasalara uyma zorunluluğuna <strong>ve</strong><br />
denetim elemanlarının yasal olarak<br />
korunmasına ilişkin hükümler içeren yasal bir<br />
çerçe<strong>ve</strong> olmalıdır<br />
Bankalar Kanunu<br />
Bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
yetkisi Bankalar Kanunu'na göre idari <strong>ve</strong><br />
mali özerkliğe sahip olarak kurulan<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetim<br />
Kurumuna'na <strong>ve</strong>rilmiştir. Kurumun karar<br />
organı Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong><br />
Denetleme Kurulu'dur.<br />
Madde 3.1'de Bankacılık<br />
Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu'nun<br />
kuruluş esasları ile amaç <strong>ve</strong> sorumlulukları<br />
tanımlanmıştır.<br />
Madde 3.1'de Bankacılık<br />
Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu'nun<br />
mali <strong>ve</strong> idari özerkliğe sahip olduğu hükmü<br />
yer almaktadır. Madde 6.3'de Kurumun<br />
giderlerinin bankalardan tahsil olunacak<br />
katılma payı ile karşılanacağı belirtilmiştir.-<br />
Bankalar Kanunu'nda bankaların<br />
faaliyet izni alması <strong>ve</strong> denetimiyle ilgili<br />
gerekli yetki <strong>ve</strong> sorumluluk tanımlanmıştır.<br />
Madde 14'de denetimler sonucunda<br />
Kanun'a <strong>ve</strong> ilgili <strong>düzenlemeler</strong>e, bankacılık<br />
ilke <strong>ve</strong> teammüllerine aykırı <strong>ve</strong> bankanın<br />
emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye<br />
düşürecek işlemlerin tespiti halinde<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme
Kurumu'nun alacağı tedbirler ayrıntılı<br />
olarak düzenlenmiştir.<br />
Madde 3.8'de Bankacılık<br />
Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurulu üyeleri <strong>ve</strong><br />
Kurum personelinin görevleri esnasında<br />
<strong>ve</strong>ya görevleri nedeniyle işledikleri suçlar<br />
bakımından Devlet memuru sayılacağı<br />
hükme bağlanmıştır.<br />
1(5)Elde edilen bilgilerin gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritelerince paylaşılması <strong>ve</strong> bu tür<br />
bilgilerin gizliliği konusuna yasal<br />
<strong>düzenlemeler</strong>de ayrıca yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
Madde 3.9'da Kurum görevlileri ile<br />
ilgili konularda resmi <strong>ve</strong> özel kuruluşlardan<br />
gizli dahi olsa her türlü bilgi <strong>ve</strong> belgeyi<br />
istemeye yetkili kılınmıştır. Aynı maddenin<br />
10. fıkrasında Kurui'un yabancı ülkelerin<br />
denetime yetkili otoriteleri ile her türlü bilgi<br />
alış<strong>ve</strong>rişinde bulunabileceği, 8. fıkrasında<br />
ise bilgilerin gizliliğinin korunması esası<br />
hükme bağlanmıştır.<br />
Faaliyet İzni <strong>ve</strong> Yapı<br />
2. Bankacılık<br />
faaliyetlerinde bulunmasına izin <strong>ve</strong>rilen<br />
<strong>ve</strong> bu kapsamda denetim <strong>ve</strong> gözetiminin<br />
yapılmasına karar <strong>ve</strong>rilen kuruluşların<br />
faaliyet alanlan açıkça tanımlanmalıdır.<br />
Banka unvanının kullanımı mümkün<br />
olduğu ölçüde kontrol altında tutulmalıdır<br />
3. Bankacılık<br />
faaliyetlerinde bulunulmasına izin <strong>ve</strong>ren<br />
kurumun faaliyet iznine, ilişkin esasları<br />
belirleme yetkisine <strong>ve</strong> bunlara uygun<br />
olmayan başvuruları reddetme hakkı<br />
olmalıdır Faaliyet iznine ilişkin<br />
prosedürde en azından bankanın<br />
mülkiyet yapısı, genel müdür <strong>ve</strong> diğer<br />
üst yöneticilerin nitelikleri, faaliyet planı,<br />
iç denetim sistemi <strong>ve</strong> sermaye<br />
yeterliliğini de içerecek şekilde bankanın<br />
mali yapısıyla ilgili projeksiyonların<br />
değerlendirilmesine yer <strong>ve</strong>rilmelidir.<br />
Başvuru sahibinin yabancı bir banka<br />
olması durumunda ise ait olduğu ülkenin<br />
gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesinin onayının<br />
Madde 7.4 <strong>ve</strong> Madde 10.1'de banka<br />
terimi, mevduat toplama ya da bankacılık<br />
işlemleri yapmak şeklinde dolaylı olarak<br />
tanımlanmaktadır. Ancak bankacılık<br />
faaliyetlerinin neler olduğuna dair açık bir<br />
hüküm bulunmamaktadır. Banka<br />
tanımındaki yetersizliğin giderilmesi <strong>ve</strong><br />
banka faaliyetlerinin Kanun ya da Kurul'dan<br />
alınacak faaliyet iznine ilişkin<br />
<strong>düzenlemeler</strong>de tanımlanması ile bu<br />
prensibe tam uyum sağlanabilecektir.<br />
Madde 22'de banka teriminin izinsiz<br />
kullanımıyla ilgili cezai hükümlere yer<br />
<strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
Madde 7'de bankaların kuruluş <strong>ve</strong><br />
faaliyete geçme esasları tanımlanmıştır.<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme<br />
Kurumu, kuruluş izni için yapılacak başvuru<br />
<strong>ve</strong> iznin <strong>ve</strong>rilmesine ilişkin esas <strong>ve</strong> usulleri<br />
belirlemeye yetkilidir. Kurumca<br />
düzenlenecek yönetmeliklerde izin<br />
alınmasına ilişkin esaslar belirlenmektedir.<br />
Bankanın iç denetim sistemi ilgili<br />
hususlar yönetmelikle düzenlenmiştir.<br />
Ancak izin başvurusunun geri çevrilmesine<br />
yol açacak koşullar Kanun'da yer<br />
almamaktadır.<br />
Yabancı ülkelerin denetim otoriteleri
alınması<br />
gerekmektedir.<br />
arasında her türlü işbirliği <strong>ve</strong> bilgi<br />
alış<strong>ve</strong>rişinin öngörüldüğü Madde 3.10<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde yapılacak anlaşmalarda,<br />
Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı<br />
bankalar için ilgili ülke gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
otoritelerinin görüşünün alınması yönünde<br />
hükümlere yer <strong>ve</strong>rilebilecektir.<br />
İlgili<br />
Düzenlemeler<br />
Banka Kuruluşunda<br />
<strong>ve</strong>ya Mevcut Bankaların Hisselerinin<br />
Devralınmasmda ya da Tasarruf<br />
Mevduatı Sigorta Fonu Bünyesinde<br />
Bulunan Bankalann Hisselerini Satın<br />
Almak Üzere Başvuracaklarda Aranacak<br />
Koşullara İlişkin Karar (5 Kasım 2000<br />
Tarih <strong>ve</strong> 24221 Sayılı R.G.'de<br />
yayımlanmıştır.)<br />
Bankalann<br />
Kuruluşu <strong>ve</strong> Hisse Devirleri İçin<br />
Yapılacak İzin Başvurulannın Usul <strong>ve</strong><br />
Esaslan Hakkında Yönetmelik (19 Kasım<br />
2000 Tarih <strong>ve</strong> 24235 Sayılı R.G.'de<br />
yayımlanmıştır;.<br />
• Bankaların İç Denetim<br />
Sistemleri ile Risk Yönetim Sistemlerinin<br />
Kurulmasına <strong>ve</strong> Faaliyetine İlişkin Esas<br />
<strong>ve</strong> Usullerin Tespiti Hakkında<br />
Yönetmelik (8 Şubat 2001 Tarih <strong>ve</strong> 24312<br />
Sayılı R.G.'de yayımlanmıştır;.<br />
4. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların büyük<br />
hissedarlarına ait paylarının ya da bunlar<br />
üzerindeki kontrol haklarının el<br />
değiştirmesine ilişkin taleplerini inceleme<br />
<strong>ve</strong> reddetme yetkisine sahip olmalıdır.<br />
5. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların önemli<br />
büyüklükteki ele geçirme faaliyetlerini <strong>ve</strong><br />
yatırımlannı inceleme <strong>ve</strong> bu oluşumların<br />
banka için yeni riskler yaratmasına ya da<br />
denetimin etkinliğini azaltmasına yol<br />
açmaması için gerekli kriterleri belirleme<br />
yetkisine sahip olmalıdır.<br />
Madde 8'de bankaların ana<br />
sözleşmelerinde değişiklik yapılması <strong>ve</strong><br />
belli oranda hisselerin el değiştirmesi<br />
Kurumun iznine tabi tutulmuştur.<br />
Madde 18.1'e göre bankaların devir<br />
<strong>ve</strong> birleşmesine izin <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong> ilgili esasları<br />
belirleme yetkisi Kurul'a aittir. Bankaların<br />
iştirak edinmesi ile ilgili esaslar ise Madde<br />
12'de belirlenmiştir. Bankaların yurtdışında<br />
ortaklık kurmaları <strong>ve</strong> kurulmuş ortaklıklara<br />
katılmaları Kurul'un iznine tabidir.<br />
Ancak bankacılık faaliyetlerinin<br />
Kanun'da açıkça tanımlanmamış olması<br />
dolayısıyla gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesinin<br />
bankaların yatırım <strong>ve</strong> ele geçirme<br />
faaliyetlerinin<br />
uygunluğunu<br />
değerlendirilmesi hususundaki yaklaşımı<br />
önem taşımaktadır.
Bankaların İhtiyatlı Yönetimine<br />
İlişkin Düzenlemeler <strong>ve</strong> Yükümlülükler<br />
6. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların<br />
taşıdıkları riskleri karşılayacak şekilde<br />
asgari sermaye yükümlülüklerini<br />
tanımlamalıdır Ayrıca, sermayenin<br />
banka zararlarını karşılayabilmesine<br />
yönelik sermaye alt kalemlerinin<br />
tanımlanması<br />
gerekmektedir<br />
Uluslararası alanda faaliyet gösteren<br />
bankalar için bu standart Basle<br />
Komite'nin belirlediği Sermaye Yeterliliği<br />
Rasyosu'nun altında olmamalıdır<br />
Madde 7.2.d'de asgari kuruluş<br />
sermayesi 20 trilyon olarak<br />
belirlenmiştir. Madde 13'de bankaların<br />
mali bünyeleri <strong>ve</strong> kaynaklarınm<br />
kullanımıyla ilgili standart oranları<br />
uluslararası ilke <strong>ve</strong> standartları dikkate<br />
alarak belirleme yetkisi Kurul'a<br />
<strong>ve</strong>rilmiştir. Basel Komite'nin öngördüğü<br />
üzere asgari sermaye yeterlilik rasyosu<br />
yüzde 8 ile sınırlandırılmıştır. Basel<br />
Komite'nin sermaye yeterliliği<br />
düzenlemesi ile uyumlu Sermaye<br />
Yeterliliği Yönetmeliği'nde sermaye alt<br />
kalemleri tanımlanmıştır. Konsolide<br />
denetim esasına göre konsolide<br />
sermaye yeterlilik rasyosunun<br />
hesaplanması yükümlülüğü getirilmiştir.<br />
Ilciili<br />
Düzenlemeler<br />
Bankalann Sermaye<br />
Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong><br />
Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik<br />
(10 Şubat 2001 Tahtı <strong>ve</strong> 24314 Sayılı<br />
R.G.'de yayımlanmıştır;<br />
7. Gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim sistemlerinin en önemli<br />
özelliklerinden birisi bankaların kredi<br />
<strong>ve</strong>rme, yatırım yapma, kredi <strong>ve</strong> yatırım<br />
portföyle hni yönetmelerine ilişkin<br />
politika, yöntem <strong>ve</strong> uygulamalarının<br />
bağımsız olarak değerlendirilebilmesidir<br />
Madde 9.1'de kredi açma yetkisinin<br />
banka yönetim kuruluna ait olduğu, bu<br />
yetkisini Kurulca belirlenecek usul <strong>ve</strong><br />
esaslar çerçe<strong>ve</strong>sinde oluşumu, çalışma <strong>ve</strong><br />
karar alma esasları belirlenecek olan kredi<br />
komitesine devredebileceği hükmü yer<br />
almıştır. Ayrıca Madde 11.11'e göre<br />
bankaların açacakları krediler <strong>ve</strong><br />
<strong>ve</strong>recekleri kefalet ya da teminatlar için,<br />
Kurumca belirlenecek esas <strong>ve</strong> usuller<br />
dahilinde hesap durumu alma zorunluluğu<br />
bulunmaktadır.<br />
Bu hükümler dışında uygulamada<br />
bankaların yer <strong>ve</strong>rdikleri kredi <strong>ve</strong>rme <strong>ve</strong><br />
yatırım politika <strong>ve</strong> uygulamalarının<br />
oluşturulması <strong>ve</strong> onaylanmasına ilişkin<br />
yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.<br />
Sözü edilen düzenleme denetçilerin banka<br />
denetimleri sırasında söz konusu politika<br />
<strong>ve</strong> uygulamalardaki eksikliklerin giderilmesi<br />
için alınacak önlemlerin uygulanması<br />
konusundaki yetkilerini güçlendirecektir.
8. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların aktif<br />
kalitesi <strong>ve</strong> kredi karşılıklarının<br />
yeterliliğinin değerlendirilmesine ilişkin<br />
oluşturduğu poiitikalan <strong>ve</strong> kullandığı<br />
yöntemleri yeterli bulmalıdır.<br />
Madde 11.12'ye göre bankaların<br />
kredileri ile diğer alacaklarından doğmuş <strong>ve</strong><br />
ya doğması beklenen zararları için karşılık<br />
ayırma zorunluluğu bulunmaktadır. 21<br />
Aralık 1999 tarihli Karar ile bankaların<br />
ayırmaları gerekli karşılıklara ilişkin esas <strong>ve</strong><br />
usuller belirlenmiştir.<br />
İlgili<br />
Düzenleme<br />
• Bankalarca Karşilik<br />
Ayrilacak Kredilerin <strong>ve</strong> Diğer Alacakların<br />
Niteliklerinin Belirlenmesi <strong>ve</strong> Ayrilacak<br />
Karşiliklara İlişkin Esas Ve Usuller<br />
Hakkinda Karar (21 Aralık 199 tarih <strong>ve</strong><br />
23913 Mükerrer Sayılı Rsmi Gazete'de<br />
yayımlanmıştır).<br />
9. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların<br />
portföylerindeki<br />
yoğunlaşmayı<br />
belirlemelerine olanak <strong>ve</strong>recek yeterli<br />
kapasitede Milgi. iletişim ağına satıip<br />
oldukları konusunda tatmin olmalıdır.<br />
Ayrıca, gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesi bir<br />
kişi ya da gruba <strong>ve</strong>rilebilecek kredilerin<br />
sınırlandırılmasına ilişkin esasları<br />
belirleme yetkisine sahip olmalıdır<br />
AB <strong>düzenlemeler</strong>ine paralel olarak<br />
kredi tanımı genişletilmiştir. "Genel kredi<br />
sınırları, iştiraklere, ortaklara <strong>ve</strong><br />
mensuplara kredi" başlıklı 11. Madde<br />
kapsamı içinde varlıkların vadeli satışından<br />
doğan alacaklar, vadeli işlem <strong>ve</strong> opsiyon<br />
sözleşmeleri de kredi tanımına dahil<br />
edilmiştir.<br />
Madde 11.2.de bir bankanın<br />
gerçek <strong>ve</strong>ya tüzel bir kişiye doğrudan<br />
<strong>ve</strong>ya dolaylı olarak <strong>ve</strong>receği krediler<br />
özkaynakların yüzde 25'i ile<br />
sınırlandırılmıştır. Aynı maddenin 2.<br />
fıkrasında banka özkaynaklarının yüzde<br />
10'unu aşan krediler büyük kredi olarak<br />
tanımlanmış <strong>ve</strong> bu kredilerin toplamı<br />
özkaynakların sekiz katı ile<br />
sınırlandırılmıştır.
10. Bankaların birbiriyle<br />
bağlantılı kuruluşlara <strong>ve</strong>rdikleri krediler<br />
nedeniyle artabilecek zararlardan<br />
korunabilmesi için bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesi bankaların söz konusu<br />
bu kuruluşları sürekli gözetim altında<br />
bulundurmalarına imkan <strong>ve</strong>recek gerekli<br />
<strong>düzenlemeler</strong>i oluşturmalıdır Ayrıca, bu<br />
riskleri kontrol altına alabilmek <strong>ve</strong><br />
bilançoya yayılmasını önlemek için<br />
bankaların gerekli önlemleri almalarını<br />
sağlamalıdır<br />
Bağlantılı kuruluşlara <strong>ve</strong>rilecek<br />
kredilere ilişkin doğrudan bir kredi<br />
sınırlaması bulunmamakta, söz konusu<br />
krediler de Madde11'de dolaylı <strong>ve</strong><br />
doğrudan krediler için öngörülen genel<br />
kredi sınırları kapsamında<br />
değerlendirilmektedir.<br />
Kanun uygulamasında dolaylı pay<br />
sahipliği, dolaylı kredi <strong>ve</strong> dolaylı iştirak<br />
tanımları ile kredi sınırları hesabında<br />
gayrinakdi krediler, ortaklık payları, vadeli<br />
işlem <strong>ve</strong> opsiyon sözleşmelerinin dikkate<br />
alınma oran <strong>ve</strong> esaslarını belirleme yetkisi<br />
Madde 11.3'de Kurul'a <strong>ve</strong>rilmiştir.<br />
İştiraklerle ilgili Madde 12'de AB<br />
normlarına paralel olarak bir bankanın<br />
mali kurumlar dışındaki bir ortaklığa<br />
özkaynaklarmm en fazla yüzde 15'i<br />
oranında iştirak edebileceği, toplam<br />
iştiraklerin ise banka özkaynaklarmm<br />
yüzde 60'ını aşamayacağı hükme<br />
bağlanmıştır.
11. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesi, bankaların uluslararası<br />
kredilendirme <strong>ve</strong> yatırım faaliyetlerine<br />
ilişkin olarak ülke <strong>ve</strong> transfer risklerinin<br />
saptanması, izlenmesi <strong>ve</strong> kontrol<br />
edilmesine ilişkin yeterli politika <strong>ve</strong><br />
uygulamalara sahip olduklarından <strong>ve</strong><br />
söz konusu risklerin karşılanması için<br />
yeterii rezervlerinin olduğundan emin<br />
olmalıdır<br />
12. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesi bankaların piyasa<br />
hsklerinin etkin olarak ölçülmesi,<br />
izlenmesi <strong>ve</strong> kontrol edilmesine imkan<br />
<strong>ve</strong>ren sistemlere sahip olduklarından<br />
emin olmalıdır. Piyasa hskine maruz<br />
kalındığında, gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
otoritesinin üstlenilebilecek piyasa<br />
hskine limit getirme ya da sermaye<br />
artırımı gibi yaptırımları uygulayabilme<br />
yetkisi olmalıdır.<br />
13. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesi, bankaların taşıdıkları<br />
tüm risklerini tespit edecek, ölçecek,<br />
yönetecek, kontrol edecek, <strong>ve</strong> bu hskler<br />
için yeterli sermayeyi bulunduracak<br />
şekilde geniş kapsamlı bir risk yönetimi<br />
sistemi (yönetim kurulu <strong>ve</strong> üst düzey<br />
yönetimin izlenme işlevini de içermek<br />
üzere) olduğuna ikna olmalıdır.<br />
14. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesi, bankaların<br />
faaliyetlerinin yapısına uygun <strong>ve</strong> yeterli<br />
iç kontrollehnin bulunduğundan emin<br />
olmalıdır Söz konusu kontroller yetki <strong>ve</strong><br />
sorumlulukların<br />
paylaşılması,<br />
fonksiyonel ayırımlar, fon ödemeleh,<br />
aktif-pasif yönetimi, bu işlemlerin<br />
mutabakatı <strong>ve</strong> variıklann korunmasına<br />
ilişkindir. Hem bu iç kontrollere hem de<br />
yasal <strong>ve</strong> idah <strong>düzenlemeler</strong>e uyulup<br />
uyulmadığının kontrolü için uygun iç<br />
<strong>ve</strong>ya bağımsız dış denetimin<br />
Madde 9.4'de bankalar işlemleri<br />
nedeniyle karşılaştıkları risklerin izlenmesi<br />
<strong>ve</strong> kontrolünü sağlamak amacıyla<br />
faaliyetlerinin kapsamı <strong>ve</strong> yapısıyla uyumlu<br />
esas <strong>ve</strong> usulleri Kurumca çıkarılacak<br />
yönetmeliklerle belirlenecek etkin bir iç<br />
denetim sistemi ile risk kontrol <strong>ve</strong> yönetim<br />
sistemi kurmakla yükümlü kılınmıştır.<br />
Bankaların işlemlerinin bankacılık ilkelerine<br />
<strong>ve</strong> mevzuatına uygunluğunu denetlemek<br />
üzere yeteri kadar müfettiş çalıştırmaları<br />
zorunludur.<br />
Bankaların ülke riski, transfer riski,<br />
piyasa riski <strong>ve</strong> diğer tüm risklerinin<br />
izlenmesi <strong>ve</strong> kontrol edilmesine imkan<br />
<strong>ve</strong>recek şekilde Basle Komite'nin yeni<br />
sermaye yeterliliği düzenlemesine<br />
paralel olarak çıkarılan Sermaye<br />
Yeterliliği Yönetmeliği uygulamasında<br />
piyasa riskinin konsolide <strong>ve</strong> konsolide<br />
olmayan bazda sermaye yeterliliği<br />
rasyosuna katılmasına yönelik<br />
bankaların hazırlıkları sürmektedir.<br />
İlgili<br />
Düzenleme<br />
• Bankalann İç Denetim<br />
Sistemleri ile Risk Yönetim Sistemlerinin<br />
Kurulmasma <strong>ve</strong> Faaliyetine İlişkin Esas<br />
<strong>ve</strong> Usullerin Tespiti Hakkmda<br />
Yönetmelik (S Şubat 2001 Tarih <strong>ve</strong> 24312<br />
Sayılı R.G.'de yayımlanmıştır^.<br />
• Bankalann Sermaye<br />
Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong><br />
Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik<br />
(10 Şubat 2001 Tarih <strong>ve</strong> 24314Sayılı<br />
R.G.'de yayımlanmıştır/<br />
Madde 9.4'e göre bankaların<br />
işlemlerinin bankacılık ilkelerine <strong>ve</strong><br />
mevzuatına uygunluğunu denetlemek<br />
üzere yeteri kadar müfettiş çalıştırmaları<br />
zorunludur. Bankalarda Teftiş Kurulu<br />
Başkanlıkları iç denetimlerin izlenmesinden<br />
sorumludur. İç denetimlere yönelik kurallar<br />
banka yönetim kurulları tarafından<br />
belirlenmektedir. Bankalarda iç<br />
denetimlerin uygunluğu ise denetim<br />
otoritesince yapılan denetimlerde<br />
değerlendirilmektedir.
fonksiyonları<br />
belirlenmelidir<br />
15. Mali sektörde<br />
mesleki <strong>ve</strong> ahlaki yüksek standartların<br />
gelişmesi <strong>ve</strong> bankacılık faaliyetleriyle<br />
bilerek <strong>ve</strong>ya bilmeyerek kötüye<br />
kullanımlann engellenebilmesi için<br />
gözetim <strong>ve</strong> denetim otoritesi müşterini<br />
tanı prensibinin uygulanmasına yönelik<br />
bankaların uygun politika <strong>ve</strong><br />
uygulamalannın olduğundan emin<br />
olmalıdır<br />
Aralıksız Banka Gözetimi<br />
Yöntemleri<br />
16. Bankacılıkta etkin gözetim<br />
hem yerinde hem de uzaktan denetimi<br />
kapsamalıdır.<br />
17. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların<br />
faaliyetlerini tam olarak anlamalı <strong>ve</strong><br />
banka yönetimiyle düzenli olarak<br />
temaslarda bulunmalıdır<br />
Madde 20.4'de bankaların<br />
kimliklerini <strong>ve</strong> <strong>ve</strong>rgi kimlik numaralarını<br />
belgelemeyen müşterilere bankacılık<br />
hizmeti <strong>ve</strong>rmeleri yasaklanmıştır. FAFT<br />
üyesi olan Türkiye karaparanın<br />
aklanmasının önlenmesine ilişkin 4208<br />
sayılı Kanun kapsamında bankalar<br />
müşterilerine ait kimlik belgelerinin en az<br />
beş yıl süre ile saklamak <strong>ve</strong> şüpheli<br />
işlemleri Mali Suçlar Araştırma Kurulu'na<br />
bildirmekle yükümlüdür. Ayrıca Türkiye<br />
Bankalar Birliğine ilişkin Madde 19'da<br />
Birliğin amacı bankaların birlik <strong>ve</strong><br />
bankacılık mesleğinin gerektirdiği vakar <strong>ve</strong><br />
disiplin içinde ekonominin ihtiyaçlarına<br />
uygun olarak çalışmalarını sağlamak<br />
şeklinde tanımlanmıştır.<br />
Mali <strong>ve</strong> idari özerkliğe sahip<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme<br />
Kurumu bankacılık sisteminin etkin<br />
gözetim <strong>ve</strong> denetiminden sorumludur.<br />
Bankalar Kanunu Madde 4 <strong>ve</strong> 5'de<br />
bankaların yerinde <strong>ve</strong> uzaktan<br />
denetiminden sorumlu bankalar yeminli<br />
murakıpları <strong>ve</strong> bankacılık uzman <strong>ve</strong><br />
yardımcılarının görevlendirilmesine ilişkin<br />
esaslar belirlenmiştir.<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong><br />
Denetleme Kurulu bankaların mali yapıları<br />
<strong>ve</strong> gerekli diğer konularda bankaların<br />
yönetim kurulu <strong>ve</strong> üst düzey yönetimi ile<br />
temaslarda bulunabilecektir.
18. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, denetim raporları<br />
<strong>ve</strong> bankalara ait istatistiklerin<br />
toplanması, banka bazında <strong>ve</strong> konsolide<br />
olarak analiz edilmesi için uygun<br />
araçlara sahip olmalıdır<br />
Madde 13.4'e göre Bankalar,<br />
Kurulca tespit edilecek kapsam <strong>ve</strong><br />
uygulama esasları çerçe<strong>ve</strong>sinde, doğrudan<br />
<strong>ve</strong> dolaylı iştirakleri ile yönetim <strong>ve</strong><br />
denetimine sahip oldukları ortaklıkları<br />
<strong>ve</strong>/<strong>ve</strong>ya ortakları ile bu ortakların doğrudan<br />
<strong>ve</strong>ya dolaylı olarak sahip <strong>ve</strong>ya yönetim <strong>ve</strong><br />
denetimine hakim oldukları mali <strong>ve</strong> mali<br />
olmayan ortaklıkların hesaplarını konsolide<br />
ederek konsolide mali tablolar hazırlamak<br />
zorundadır.<br />
Ayrıca, sermaye yeterliliği rasyosu<br />
<strong>ve</strong> net yabancı para pozisyonu rasyosunun<br />
konsolide bazda hesaplanmasına ilişkin<br />
<strong>düzenlemeler</strong> bulunmaktadır.<br />
İlgili<br />
Düzenleme<br />
"Yabancı Para Net Genel<br />
Pozisyon / Sermaye Tabanı" Standart<br />
Rasyosunun<br />
Bankalarca<br />
Hesaplanmasına <strong>ve</strong> Uygulanmasına<br />
İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ (Önceki<br />
Tebliğ'de değişiklik yapan son değişiklik<br />
5 Ağustos 1999 tarih <strong>ve</strong> 23777 sayılı<br />
Resmi Gazete'de yayımlanmıştır).<br />
20. Bankacılıkta etkin<br />
gözetim <strong>ve</strong> denetimin gereklehnden<br />
birisi de banka gruplarının konsolide<br />
bazda denetlenmesi konusunda<br />
bankacılık gözetim <strong>ve</strong> denetim<br />
otoritesinin yetkisinin bulunmasıdır<br />
19. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bağımsız<br />
denetçiler kullanarak ya da yerinde<br />
denetim yaparak gözetim bilgilerinin<br />
doğruluğunu bağımsız olarak<br />
değerlendirebilecek araçlara sahip<br />
olmalıdır<br />
• Bankaların Sermaye<br />
Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong><br />
Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik<br />
(10 Şubat 2001 Tarifi <strong>ve</strong> 24314Sayılı<br />
R.G.'de yayımlanmıştırj.<br />
Madde 5'de Bankacılık Düzenleme<br />
<strong>ve</strong> Denetleme Kurumu bünyesinde yer alan<br />
Bankalar Yeminli Murakıplarının denetim<br />
yetkileri <strong>ve</strong> atanmalarına ilişkin esaslar<br />
belirlenmiştir.<br />
Madde 13.2'ye göre bankaların<br />
genel kurullarına sunacağı yıllık bilançoları<br />
ile kâr <strong>ve</strong> zarar cet<strong>ve</strong>lleri bağımsız denetim<br />
kuruluşlarınca onaylanmalıdır.
Bilgi Verme<br />
Yükümlülükleri<br />
21. Bankacılık gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesi, her bankanın<br />
muhasebe uygulamaları ile uyumlu<br />
şekilde bankanın karlılığı <strong>ve</strong> finansman<br />
durumu hakkında doğru <strong>ve</strong> yeterli bilgiyi<br />
sağlayacak kayıtların mevcut<br />
olduğundan <strong>ve</strong> bankanın bunları gerçek<br />
durumlarını yansıtacak şekilde düzenli<br />
olarak yayımladığından emin olmalıdır<br />
Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim<br />
Otoritesinin Yasal Yetkileri<br />
22. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların sermaye<br />
yeterliliği yükümlülüğünü yehne<br />
getiremez duruma düşmeleh, yasal<br />
<strong>düzenlemeler</strong>e aykırı davranmaları ya<br />
da mevduat sahiplerinin menfaatlerine<br />
yönelik herhangi bir şekilde tehdit<br />
oluşturmaları halinde düzenleyici<br />
tedbirler alma yetkisine sahip olmalıdır<br />
Madde 13'de bankaların hesap <strong>ve</strong><br />
kayıt düzenine ilişkin esaslar belirlenmiştir.<br />
Bankaların Konsolide Mali Tablolar<br />
Düzenlemesine İlişkin 1997 tarihli Tebliğ <strong>ve</strong><br />
Tek Düzen Hesap Planı <strong>ve</strong> İzahnamesi<br />
çerçe<strong>ve</strong>sinde uygulanan muhasebe<br />
kuralları büyük ölçüde Uluslararası<br />
Muhasebe Kuralları (lAS) ile uyumlu<br />
olmakla birlikte bu yöndeki tamamlayıcı<br />
çalışmalar sürdürülmektedir.<br />
Banka kayıtlarını inceleyen<br />
bağımsız denetim kuruluşlarının<br />
faaliyetlerinin etkin olarak izlenmesi önem<br />
taşımaktadır.<br />
Bankalar Kanunu Madde 14'de<br />
denetimler sonucunda alınacak tedbirler <strong>ve</strong><br />
bunlara ilişkin Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong><br />
Denetleme Kurumu'na <strong>ve</strong>rilen yetkiler<br />
ayrıntılı olarak sıralanmıştır.<br />
Sınır Ötesi<br />
Bankacılık<br />
23. Bankacılık gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetim otoritesi, bankaların yabancı<br />
ülkelerdeki şubeleh, ortaklıkları <strong>ve</strong><br />
iştiraklerince yürütülen işlemlerinin temel<br />
prensiplere uygunluğu <strong>ve</strong> ihtiyatlı<br />
yönetimi konusunda gereken yaptırımları<br />
uygulayarak, global konsolide denetimin<br />
gereklerini yerine getirmelidir.<br />
24. Konsolide" gözetim<br />
<strong>ve</strong> denetimin temeli, ev sahibi ülkenin<br />
yetkili otohtelen başta olmak üzere, tüm<br />
gözetim <strong>ve</strong> denetim otohtelen ile<br />
temaslarda bulunmak <strong>ve</strong> bilgi alış<br />
<strong>ve</strong>rişini sağlamaktır<br />
25. Gözetim <strong>ve</strong><br />
denetim otoritesi, yabancı bankaların<br />
ülke içindeki faaliyetlerine ilişkin olarak,<br />
yerel bankalara uygulanan aynı yüksek<br />
standartları aramalıdır. Konsolide bazda<br />
gözetim <strong>ve</strong> denetimin yapılabilmesi için<br />
Madde 13.4'de bankalar konsolide<br />
bazda mali tablolar hazırlamak ile yükümlü<br />
kılınmıştır.<br />
Madde 3.10'a göre; Kurul, yabancı<br />
ülkelerin denetime yetkili mercileri ile<br />
yapacağı anlaşmalar çerçe<strong>ve</strong>sinde<br />
bankacılıkla ilgili her türlü işbirliği <strong>ve</strong> bilgi<br />
alış<strong>ve</strong>rişinde bulunabilecektir. Bu<br />
kapsamda sürdürülen temaslar yoluyla<br />
gerekli bilgi alış<strong>ve</strong>rişinde bulunulması<br />
mümkün olabilecektir.<br />
Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı<br />
bankalar Türk bankaları ile aynı yasal<br />
<strong>düzenlemeler</strong>e tabidir. Bankalar<br />
Kanunu'nda <strong>ve</strong> diğer bankacılık<br />
mevzuatında ayrımcı bir hüküm<br />
bulunmamaktadır.
söz konusu yabancı bankalann ait<br />
oldukları ülke otoriteleri ile bilgi<br />
paylaşımı yetkisine de sahip olmalıdır.<br />
Bankalar Kanunu Madde 7.1.'e göre<br />
Türkiye'de bir bankanın kurulmasına <strong>ve</strong>ya<br />
yurtdışında kurulmuş bir bankanın<br />
Türkiye'de ilk şubesinin açılmasına Kurul<br />
izin <strong>ve</strong>rmektedir. İzin için yapılacak<br />
başvurulara <strong>ve</strong> iznin <strong>ve</strong>rilmesine ilişkin<br />
esas <strong>ve</strong> usuller Kurumca düzenlenecek<br />
yönetmelikle belirlenmektedir. Madde<br />
9.6.'ya göre Kanun uyarınca yürürlüğe<br />
konulacak standart oranları<br />
gerçekleştirmeleri kaydıyla her bankanın<br />
yeni şube açması serbesttir. Madde 3.10<br />
Kuru! ile yabancı ülkelerin denetim<br />
otoriteleri arasında işbirliği <strong>ve</strong> bilgi<br />
alış<strong>ve</strong>rişini mümkün kılmaktadır.<br />
Kaynak: http://www.tbb.org.tr
KAYNAKÇA<br />
Acti<strong>ve</strong>Line(2001): "Basel Geri Adım Attı", Sayı: 17, Ağustos<br />
Adam, N. (1992): Regulatory Global Financial Markets. New York:<br />
Business International Corporation.<br />
Adler.M. (1999): "Emerging Market In<strong>ve</strong>sting: Problems and Prospects", ",<br />
A. Harwood, R. L. Litan <strong>ve</strong> M. Pomerleano (edts.) Financial Markets and<br />
De<strong>ve</strong>lopment: The Crises in Emerging Markets, Washinghton D. C.<br />
:Brookings Institution Press, 367-396<br />
Akerlof, G.A.(1970): "The Market for 'Lemons': Quality Uncertainty and the<br />
Market Mechanism"., Quarterly Journal of Economics 84(3): 488-500.<br />
Albrect, W.P., C.Bronfman, <strong>ve</strong> H.C.Messenheimer. (1996): Regulatory<br />
Regimes: The Interdepence of Rules and Regulatory Structures. 7/7e<br />
Industrial Organization and Regulation of the Securities Industry'6e A.W.Lo<br />
(derleyen).Chicago: Uni<strong>ve</strong>rsity of Chicago Press.<br />
Allen, R. E. (1994): Financial Crises and Recession in the Global<br />
Edward Elgar<br />
Economy,<br />
Aziz, J. (et.al.)(2000): "Currency Crises: In Search of Common Elements",<br />
IMF Working Papers, May<br />
Babuşcu, Ş., M.O. Koksal (v.d.) (2000): "Yüksek Enflasyondan Düşük<br />
Enflasyona Geçiş Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü: Sorunlar <strong>ve</strong> Çözüm<br />
Önerileri", İktisat, İşletme <strong>ve</strong> Finans, 15(174), Eylül<br />
Baltensperger, E. <strong>ve</strong> J.Dermine. (1987):"The Role of Public Policy in<br />
Ensuring Financial Stability: A Cross-Country, Comparati<strong>ve</strong> Perspecti<strong>ve</strong>.",<br />
Threats to International Financial Stabilityöe R. Portes <strong>ve</strong> A. Swoboda<br />
(derleyenler). Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu (2001a): Yillik<br />
Mayıs, www.bddk.org.tr<br />
Rapor:2000,<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001b): Bankacılık<br />
Yeniden Yapılandırma Programı, 18 Mayıs, www.bddk.org.tr<br />
Sektörü<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001c): Tasarruf Mevduatı<br />
Sigorta Fonu 2000 Yılı Faaliyet Raporu, Mayıs, www.bddk.Qrg.tr
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001d): "Bankaların<br />
Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine <strong>ve</strong> Değerlendirilmesine İlişkin<br />
Yönetmelik", www.bddk.org.tr<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001e): Bankacılık<br />
Reformu:Gelişme Raporu, 2 Ağustos, www.bddk.org.tr<br />
Sektörü<br />
Bankacılık Düzenleme <strong>ve</strong> Denetleme Kurumu(2001f): Tasarruf Mevduatı<br />
Sigorta Fonu Kapsamındaki BankalarPerformans <strong>ve</strong> gelişme Raporu, 24<br />
Ağustos, www.bddk.org.tr<br />
Barth, J.R., G.Caprio <strong>ve</strong> R.Levine. (1998)."Financial Regulation and<br />
Performance: Cross-Country Evidence" World Bank Working Papers,<br />
No:2037.<br />
Barth, J., G. Caprio <strong>ve</strong> R. Levine (2001a):"The Regulation and Supervision<br />
of Banks Around the World: A New Database", World Bank Working<br />
Papers, No:2588.<br />
Barth, J.R., Caprio Jr. <strong>ve</strong> R. Levine (2001b): "Bank Regulation and<br />
Supervision: What Works Best?", World Bank Working Paper<br />
Barth, J.R., D.E. Rolle <strong>ve</strong> T.N. Rice (2001): "Commercial Banking Structure,<br />
Regulation and Performance: An International Comparison", World Bank<br />
Working Paper, No:2537.<br />
Basel Committee on Banking Supervision (1988): "International<br />
Con<strong>ve</strong>rgence of Capital Measurement and Capital Standards", July, Basle<br />
Basel Committee on Banking Supervision (1997): "Core Principles for<br />
effecti<strong>ve</strong> Banking Suprvsion ", September<br />
Basel Committee on Banking Supervision (1999): "A New Capital<br />
Adequasy Framework", Consultati<strong>ve</strong> Paper, Basel, June<br />
Basel Committee on Banking Supervision (2001):"History of The Basel<br />
Committee and It's Membership", March<br />
Becker, G. (1983): "A Theory of Competition among Pressure Groups for<br />
Political Influence", Quarterly Journal of Economics 98 (3 ): 371-400.<br />
Bell, J.(2000): "Leading Indicator Model of Banking Crisis: A Critical<br />
Review", Financial Stability Review, December
Benston, G.J <strong>ve</strong> G.G. Kaufman (1995): "Is the Banking and Payments<br />
System Fragile?", Journal of Financial Services Research 9: 209-240.<br />
Berg, A. <strong>ve</strong> C. Pattillo (2000): 'The Challange of Predicting Economic<br />
Crises", IMF Economic Issues, No:22,<br />
(http://www.imf.org/external/pubs/ft/issues22/index.htm)<br />
Blum, J: <strong>ve</strong> M. Hellwig. (1995):"The Macroeconomic Implications of<br />
Capital Requirements for Banks", European Economic Review 39: 1137-78.<br />
Bonte, R. (1999): "Supervisory Lessons To Be Drawn From Asian Crisis",<br />
Basle Committee on Banking Supervision, Working Papers, No:2<br />
Boratav, K. (2001):"2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri'; İktisat,<br />
İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16(186), Eylül<br />
Burkart, O. <strong>ve</strong> V. Coudert (2000): "Leading Indicators of Currency Crises in<br />
Emerging Economies", NER # 74, May.<br />
Bustelo, P. (2000): "No<strong>ve</strong>lties of Financial Crisis in the 1990's and the<br />
Search for<br />
Caprio; G. (1998):" Banking on Crises: Expensi<strong>ve</strong> Lessons from Recent<br />
Financial Crises", World Bank, Working Papers, No: 1979,<br />
http://econ.worldbank.org/resource.php<br />
Cardosa, E. <strong>ve</strong> A. Helwege(1999): "Currency Crises in the 1990's:the Case<br />
of Brasil", (http://www.stern.nvu.edu/globalmacro)<br />
Cooper, R. N. (1999): "The Asian Crises:Causes and Consequences", A.<br />
HanA/ood, R. L. Litan <strong>ve</strong> M. Pomerleano (edts.) Financial Markets and<br />
De<strong>ve</strong>lopment: The Crises in Emerging Markets, Washinghton D. C.<br />
: Brookings Institution Press, 17-28<br />
Çakman,K. <strong>ve</strong> U. Çakmak (2001): "Krizin Oluşumu Üzerine Yorumlar <strong>ve</strong><br />
Prognoz", İktisat, İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16(185),<br />
Claessens, S., D. Kliengebel, L. Lae<strong>ve</strong>n (2001): "Financial Restructuring in<br />
Banking and Corporate Sector Crises: What Policies to Pursue", NBER<br />
Working Paper Series, July
De Bonis, R., A.Giustiniani <strong>ve</strong> G.Gomel. (1996): "Crises and Bail-outs and<br />
Countries: Interconnections, Analogies, Differences.", Banca d'ltalia<br />
Research Department (yayınlanmamış çalışma).<br />
Demirguc-Kunt, A <strong>ve</strong> E. Detragiache (1997): "The Determinants of Bank<br />
Crises: Evidence From De<strong>ve</strong>loped and De<strong>ve</strong>loping Countries, IMF Working<br />
Papers, May<br />
Demirguc-Kunt, A <strong>ve</strong> E. Detragiache(2000): "Does Deposit Insurance<br />
Increase Banking System Stability", IMF Working Papers, No:3<br />
Demirguc-Kunt, A. <strong>ve</strong> T. Sobacı. (2000): "Deposit Insurance Around the<br />
World: A Data Base", World Bank Working Papers, Washington, D.C.<br />
Desai, P. (2000):"Why did the Ruble Collapse in August 1998", American<br />
Economic Review, Papers and Proceedings, May.<br />
Diamond, D. <strong>ve</strong> P.H.Dybvig (1983):"Bank Runs, Deposit Insurance, and<br />
Liquidity", Journal of Political Economy 91(3): 401-19.<br />
Dornbush, R. (2001): A Primer on Emerging Market Crises",<br />
http://web.mit.edu/rudi/www<br />
Dumez, H. <strong>ve</strong> A.Jeunemaitre. (1997): Financial Regulation: From Economic<br />
Analysis to Practical Experience. Financial Markets Regulation: A<br />
Practitioner's Perpecti<strong>ve</strong>'de A. Jeunemaitre (derleyen). New York:<br />
ST.Martin Press.<br />
Dziobek, C. <strong>ve</strong> C. Pazarbaşioğlu (1998): "Lessons from Systemic Bank<br />
Restructuring", IMF Economic Issues No. 14 (http://www.imf.org/external/<br />
Pübs/ft/!ssues14/lndex.htm)<br />
Edwards, S. (1998): "Two Crises: Inflationary Inertia and Credibility" The<br />
Economic Journal, May, 680-701.<br />
Edwards, S. (1999): On Crisis Pre<strong>ve</strong>ntion: Lessons from Mexico and East<br />
Asia", A. Harwood, R. L. Litan <strong>ve</strong> M. Pomerleano (edts.) Financial Markets<br />
and De<strong>ve</strong>lopment: The Crises in Emerging Markets, Washinghton D. C.<br />
:Brookings Institution Press, 269-334.<br />
Edwards, S.(2000):"Exchange Rate Regime, Capital Flows and Crisis<br />
Pre<strong>ve</strong>ntion", NBER, December.
Eichengen, B. <strong>ve</strong> R.Portes. (1987): "The Anatomy of Financial Crises",<br />
Threats to International Financial Stability'6e R.Portes <strong>ve</strong> A.Swoboda.<br />
Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
Eichengreen, B. A. Rose <strong>ve</strong> C. Wyplosz (1996): "Contagious Currency<br />
Cnses", NBER Working Paper, No: 5681<br />
Eichengreen, B. <strong>ve</strong> Fishlow, A. (1998): Contending with Capital Flows:<br />
What is Different About the 1990's", Capital flows and Financial Crises,<br />
Itheca, NY: Cornell Un. Press, 23-68<br />
Emirdağ, O. (2001): "Bankalar Kanunda 4672 Sayılı Kanun İle Getirilen<br />
Değişiklikler" www.tbb.org.tr<br />
Evans, O. A.M. Leone, M. Gill <strong>ve</strong> P. Hilbers (2000):"Macroprudential<br />
Indicators of Financial System Soundness", IMF Occasional Paper, 192<br />
Feldstein, M. (1991): The Risk of Economic Crisis: Introduction. 7/7e Risk of<br />
Economic Crisis'de M.Feldstein (derleyen). Chicago: Uni<strong>ve</strong>rsity of Chicago<br />
Press.<br />
Fischer, S. (2001a):"Russian Economy: Prospects and Retrospect", IMF,<br />
Speeches, June<br />
Fisher, S. (2001b): "Financial Sector Crisis Mangement", IMF Speeches,<br />
file://A::\Financial Sector Crisis Management, Remarks by Stanley<br />
Fischer.htm<br />
Flood, R. P. Garber(1984): "Collapsing Exchange Rate Regimes: Some<br />
Linear Examples", Journal of International Economics 17(august), 1-13<br />
Frexias, X. <strong>ve</strong> J.C.Rochet.(1997): Microeconomics<br />
Mass.: MIT Press.<br />
of Banking. Cambridge,<br />
Frydl, E.J. <strong>ve</strong> M. Quntyn (2000): "The Benefits and Costs of Inter<strong>ve</strong>ning in<br />
Banking Crises", IMF Working Paper, No: 147<br />
Garcia, G.G.H.1999. Deposit Insurance: A Sur<strong>ve</strong>y of Actual and Best<br />
Practices, IMF Working Paper No. 99/54.<br />
Goldstein, M. <strong>ve</strong> P. Turner (1996): Banking Crises in Emerging Economies:<br />
Origins and Policy Options, Bank for International Settlements, Economic<br />
Papers, NO:46.
Guttentag, J. <strong>ve</strong> R.Herring. (1987): Emergency Liquidity Assistance for<br />
International Banks. Threats to International Financial Stabilityde RPortes<br />
<strong>ve</strong> A.Swoboda (derleyenler). Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
Hawkins, J. <strong>ve</strong> P.Turner (1999): "Bank Restructuring in Practice: An<br />
O<strong>ve</strong>rview", Bank Restructuring in Practice, BIS Policy Papers, No:6, Bank<br />
for Internetional Settlements.<br />
Heremans, D. (2000): "Regulation of Banking and Financial Markets",<br />
Bouckaert, Boudewijn and De Geest, Gerrit (eds.). Encyclopedia of Law<br />
and Economics, Volume III. The Regulation of Contracts , 950-986,<br />
Cheltenham, Edward Elgar, http://allserv.rug.ac.be/-gdegeest/tablebib.htm<br />
Herring, J.R. <strong>ve</strong> R.E. Litan. (1995): Financial Regulation in the Global<br />
Economy. Washington, D.C.: The Brookings Institution.<br />
Hilbers, P. R. Kruger<strong>ve</strong> M. Moretti (2000): "New Tools for Assessing<br />
Financial System Soundness"; Finance and De<strong>ve</strong>lopment, 37(3),<br />
September<br />
Honohan, P. (2001): "Recapitalizing Banking Systems: Implications for<br />
Incenti<strong>ve</strong>s and Fiscal and Monetary Policy", World Bank Working Papers,<br />
2540.<br />
Honohan, P. <strong>ve</strong> D. Klingebiel (2000): "Controlling Fiscal costs of Banking<br />
Crises", World Bank Working Papers, 2441<br />
IMF (1998): World Economic Outlook,<br />
IMF (2000): World Economic Outlook,May<br />
Jackson, P. (1999): "Capital Requierements and Bank BehaviourThe<br />
Impact of the Basle Accord", Basle Committee on Banking Supervision,<br />
Working Papers, No:1.<br />
Kahler, M (1998): "Introduction: Capital Flows and Financial Crises in the<br />
1990's", Capital Flows and Financial Crises, Itheca, NY: Cornell Un. Press,<br />
1-22.<br />
Kamin,S.B. (1999): "The Current International Financial Crisis: How Much<br />
is New?", Journal of International Money and Finance, 18, 501-514.<br />
Kaminsky (1999): "Currency and Banking Crises: The Early Warning of<br />
Distress", IMF Working Papers, no. 178, December.
Kaminsky, G. L. <strong>ve</strong> CM. Reinhart (1999): "The Twin Crises: The Causes of<br />
Banking and Balance of Payment Problems", American Economic Review,<br />
89(3), June, 473-500.<br />
Kane, E.J. (1984): Regulatory Structure in Futures Markets: Jurisdictional<br />
Competition between the SEC, the CFTC, and Other Agencies. Journal of<br />
Futures Markets 4 (3): 367-84.<br />
Kane, E.J. (1987): Competiti<strong>ve</strong> Financial Reregulation: An International<br />
Perspecti<strong>ve</strong>. Threats to International Financial Stabilityde R.Portes <strong>ve</strong><br />
A.Swoboda (derleyenler). Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
Karacadağ <strong>ve</strong> Taylor (2000): "Toward a New Global Banking Standart:The<br />
Basel Committee's Proposals", Finance and De<strong>ve</strong>lopment, 37(4).<br />
Kaufman, G. G. (1997): "Pre<strong>ve</strong>nting Banking Crises in the Future: Lessons<br />
from Past Mistakes", The Independent Review, 2(1), 55-77.<br />
Kaufman,G. (1999): "Banking and Currency Crises and Systemic Risk: A<br />
Taxanomy and Review", Yayımlanmamış Çalışma.<br />
Kawai, M., R.Newfarmer <strong>ve</strong> S.Schumukler (2000) : "Crisis and Contagion in<br />
East Asia: Nine Lessons", February 27.<br />
Keely, CM. (1990): Deposit Insurance, Risk and Market Power in Banking.<br />
American Economic Review 80 (5): 1183-99.<br />
Keyder, N. (2001): "Türkiye'de 2000-2001 Krizleri <strong>ve</strong> İstikrar Programlan",<br />
İktisat, İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16(183), Haziran, 37-53<br />
Kindleberger, CP. (1978): Manias, Panics, and Crashes. New York: Basic<br />
Books.<br />
Kreps, M.D. (1990): Game Theory and Economic Modelling. New York:<br />
Oxford Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
Krueger, A.G.(2000):"Conflicting Demands on the International Monetary<br />
Fund", American Economic Review, Papers and Proceedings, May.<br />
Krugman, P. (2001): "Crises: The Next Generation",<br />
http://web.mit.edu/krugman/www/<br />
Krugman, P.(1979): "A Model of Balance of Payments Crises",^ Journal of<br />
Money, Credit and Banking, 11 (Agust), 311-25
Krugman, P.(1999):" Balance Sheets, the Transfer Problem and Financial<br />
Crises",<br />
http://web.mit.edu/krugman/www/<br />
Latter, T.(1997): Causes and Management of Banking Crises, Center for<br />
Central Banking Studies, Bank of England, Handbooks in Central Banking<br />
Laurent, D.R. (1981): "Reser<strong>ve</strong> Requirements, Deposit Insurance and<br />
Monetary Control", Journal of Money, Credit, and Banking 13 (3) : 315-24.<br />
Levich, R.M. (1998) International Financial Markets: Prices and Policies.<br />
Boston,^ Mass.: Irwin/McGraw Hill.<br />
Mass-Colell, A. , M.Whinston , <strong>ve</strong> J.R. Green (1995): Microeconomics<br />
Theory. Oxford, New York: Oxford Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
McKinnon, R.I. (1973): Money and Capital in Economic De<strong>ve</strong>lopment.<br />
Brookings, Washington D.C.<br />
The<br />
Melitz, J. <strong>ve</strong> Ç. Bordes. (1991):"The Macroeconomic Implications of<br />
Financial Deregulation", European Economic Review 35: 155-78.<br />
Meltzer, A.H. (1967): Major Issues in the Regulation of Financial<br />
Institutions. Journal of Political Economy 75: 482-501.<br />
Merrick, J.J. <strong>ve</strong> A. Saunders. (1985):" Bank Regulation and Monetary<br />
Policy", Journal of Money, Credit, and Banking 17 (4): 691-702.<br />
Mishkin, F. S. (1999): "Global Financial Instability: Framework, E<strong>ve</strong>nts,<br />
Issues", Journal of Economic Perspecti<strong>ve</strong>s, 13(4), Fall, 3-20<br />
Mishkin, F.S. (2000): "Financial Policies and The Pre<strong>ve</strong>ntion of Financial<br />
Crises In Emerging Market Countries", NBER Conference, September<br />
Molho , I. (1997): The Economics of Information. Oxford: Blackwell<br />
Publishers.<br />
New Indicators", Emerging Markets Review, 1, 229-251<br />
Obstfeld, M. (1986): "Rational and Self-Fulfilling Balance of Payment<br />
Crises", American Economic Review, 76(March), 72-96<br />
Paroush, J. (1988): The Domino Effect and the Supervision of the Banking<br />
System. Journal of Finance 38 (5): 1207-18.
Peltzman, S. (1976):" Toward a More General Theory of Regulation",<br />
Journal of Law EconomicsA9{2): 211-40.<br />
Perry, G. E. <strong>ve</strong> D. Lederman (1998): Financial Vulnerability, Spillo<strong>ve</strong>r<br />
effects and Contagion. Lessons from the Asian Crises for Latin America,<br />
The World Bank<br />
Pesenti, P. <strong>ve</strong> C. Tille(2000): "The Economics of Currency Crises and<br />
Contagion: An Introduction", FRBNY Economic Policy Review, September,<br />
3-16<br />
Posner, R.A. 1974. Theories of Economic Regulation. Bell Journal of<br />
Economics and Management Science 5:335-58.<br />
Radalet, S. <strong>ve</strong> J. Sachs(1998): "The Onset of the EAST Asian Financial<br />
Chses", NBER Working Paper no:6680<br />
Reinhart, C. M. <strong>ve</strong> V. R. Reinhart(1998): "Some Lessons for Policy Makers<br />
Who Deal with the Mixed Blessing of Capital Inflows", M. Kahler<br />
{^998)•.Capital Flows and Financial Crises, Itheca, NY: Cornell Un. Press,<br />
93-127<br />
Reisoğlu, S. (2001): "Bankalar Kanunda 4672 Sayılı Yasa ile Getirilen<br />
Değişiklikler", www.tbb.org.tr<br />
Santos, J. A.C.(2000): "Bank Capital Regulation in Contemporary Banking<br />
Theory: A Review of the Literature", BIS Working Papers No:90, Bank For<br />
International Settlements<br />
Saunders, A. (1987): "The Interbank Market, Contagion Effects and<br />
International Financial Crises.", Threats to International Financial<br />
Stability de R.Portes <strong>ve</strong> A.Swoboda. Cambridge, UK: Cambridge Uni<strong>ve</strong>rsity<br />
Press.<br />
Shaw, E.S. (1973): Financial Deepening in Economic De<strong>ve</strong>lopment.<br />
York: Oxford Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
New<br />
Singh, A. (1998): "Asian Capitalism and The Financial Crisis.", ODTÜ<br />
Uluslararası Ekonomi Konferansında sunulmuş tebliğ.<br />
Solomon, R. (1999): Money on the Mo<strong>ve</strong>: The Revolution in International<br />
Finance Since 1980, Princeton, New Jersey :Princeton Uni<strong>ve</strong>rsity Press,
Stigler, J. G. 1971. The theory of economic regulation. Bell Journal of<br />
Economics and Management Science 2:3-21.<br />
Summers, L.H.(2000) :"lnternational Financial Crisis: Causes, Pre<strong>ve</strong>ntation<br />
and Cures", American Economic Review, Papers and Proceedings, May.<br />
Sundarararajan, V., D. Marston <strong>ve</strong> R. Basu (2001 ):"Financial System<br />
Standards and Financial Stability: The Case of the Basel Core Principles",<br />
IMF, WP/01/62<br />
T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı(2001): Niyet Mektubu, 3 Mayıs<br />
Taşçıoğlu, A. (1998): Cumhuriyet Dönemi Bankalar Kanunları <strong>ve</strong> İlgili Yasal<br />
Düzenlemeler, IstanbuhTükiye Bankalar Biriiği<br />
Tomita,T.(2000): "The Mechanisms of 21^^ Century Type International<br />
Financial Crises", Nomura Research Institute, August.<br />
Tornell, A. (1999):" Common Fundamentals in the Tequila and Asian<br />
Crises", NBER Working papers, No:7139, May<br />
Türel, O., N. K. Ekinci (v.d.) (2001): "Kriz Üzerine:Panel", İktisat, İşletme <strong>ve</strong><br />
Finans, 180, Mart<br />
Türkiye Bankalar Biriiği (2001): "Bankacılıkta Etkin Gözetim <strong>ve</strong> Denetime<br />
İlişkin Temel Prensipler", Basel Bankacılık Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi,<br />
(www.tbb.org.tr)<br />
Türkiye Bankalar Birliği (2001): Bankalarımız 2000, İstanbul<br />
Türkiye Bankalar Biriiği (2001):"Yeni Sermaye Uzlaşısı:Basel Bankacılık<br />
Gözetim <strong>ve</strong> Denetim Komitesi Ocak 2001 Belgesi", (www.tbb.org.tr)<br />
Viscusi,W.K., J.M. Vernon <strong>ve</strong> J.E. Harrington. (1995): Economics of<br />
Regulation and Antitrust. Cambridge, Massachussetts: MIT Press.<br />
Vogel, K.S. (1996): Freer Markets, More Rules: Regulatory Reform in<br />
Advanced Industrial Countries. Ithaca: Cornell Uni<strong>ve</strong>rsity Press.<br />
Ware, D. (1996): Basic Principles of Banking Supervision, Centre for<br />
Central Banking Studies, Bank of England, Handbook in Central Banking<br />
No:7
White, L.J. (1996). "International Regulation of Securities Markets:<br />
Competition or Harmonization". A. W. Lo (derleyen). The Industrial<br />
Organization and Regulation of the Securities Industry, Chicago <strong>ve</strong> London:<br />
Uni<strong>ve</strong>rsity of Chicago Press.<br />
World Bank(1999): Global Economic Prospects: Beyond Financial Crises<br />
Yay, G.G. (2001a): "Enflasyonu Düşürme Politikalarının Maliyetleri:Teori,<br />
Uygulama <strong>ve</strong> Türkiye" İktisat İşletme <strong>ve</strong> Finans, 16 (184), Temmuz<br />
Yay, G.G. (2001b): "Krize Karşı Başarı İçin", Radikal, 22 Mart<br />
Yılmaz, E. (2000): Finansal Regülasyon Üzerine Oyun Teorik Üç Deneme,<br />
Yayımlanmamış Doktora Tezi, YTÜ-SBE
İSTANBUL TİCARET ODASI<br />
2001 YILI ODA YAYINLARI (*)<br />
YAYIN NO:<br />
YAYIN ADI:<br />
2001/01 AB'DE BAZI ÜYE DEVLETLERDE VE TÜRKİYE'DE<br />
ELEKTRONİK TİCARETİN HUKUKSAL SORUNLARI<br />
ELEKTRONİK SÖZLEŞMELER<br />
2001/02 SORULARLA ELEKTRONİK TİCARET<br />
2001/03 2001 YILI YURTİÇİ İNDİRİMLİ OTELLER KATALOGU<br />
2001/04 2001 YILI YURTDIŞI İNDİRİMLİ OTELLER KATALOGU<br />
2001/05 2001 YILI İNDİRİMLİ SAĞLIK KURULUŞLARI REHBERİ<br />
2001/06 2001 YILI YURTDİŞİ FUARLAR REHBERİ<br />
2001/07 KALIP İMALAT SEKTÖRÜNÜN TEKNİK SORUNLARI VE<br />
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ<br />
2001/08 TACİRLERİN GENEL İŞLEM ŞARTLARINA KARŞI<br />
KORUNMASİ YOLLARI<br />
2001/09 KOBİLERDE MALİYET ANALİZLERİ VE FİRMA ÇAPINDA<br />
MALİYET DÜŞÜRME UYGULAMALARI<br />
2001/10 2000 YİLİ SEKTÖRLER İTİBARİYLE ANKETE DAYALI<br />
EKONOMİK DURUM ANALİZİ<br />
2001/11 2000 YİLİ İSTANBUL KÜÇÜK SANAYİ KAPASİTE<br />
KULLANIM ARAŞTIRMASI<br />
2001/12 DIŞ TİCARETTE ÜRÜN AMBALAJLAMA VE ETİKETLEME<br />
2001/13 İŞYERİ AÇMA VE ÇALIŞTIRMA RUHSATI İŞLEMLERİ REHBERİ<br />
2001/14 DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE EKOLOJİK TARIM ÜRÜNLERİ<br />
ÜRETİMİ VE İHRACATI GELİŞTİRME OLANAKLARI<br />
2001/15 TÜRKİYE'DE KİTAP OKUMA ALIŞKANLIĞI<br />
2001/16 RAKAMLARLA TÜRKİYE EKONOMİSİ (TÜRKÇE)<br />
2001/17 RAKAMLARLA TÜRKİYE EKONOMİSİ (İNGİLİZCE)<br />
2001/18 BAŞARILI İHRACATÇILAR 2000<br />
2001/19 AİLE ŞİRKETLERİNDE KURUMSALLAŞMA VE KOBİLERİN<br />
YÖNETİM SORUNLARI<br />
2001/20 İNGİLİZCE TAHKİM YÖNETMELİĞİ<br />
2001/21 TURKEY YOUR BUSİNESS PARTNER<br />
2001/22 KÖRFEZ ÜLKELERİ PAZAR ARAŞTIRMASI
2001/23<br />
2001/24<br />
2001/25<br />
2001/26<br />
2001/27<br />
2001/28<br />
2001/29<br />
2001/30<br />
2001/31<br />
2001/32<br />
2001/33<br />
2001/34<br />
2001/35<br />
2001/36<br />
2001/37<br />
2001/38<br />
2001/39<br />
2001/40<br />
2001/41<br />
2001/42<br />
2001/43<br />
2001/44<br />
2001/45<br />
2001/46<br />
2001/47<br />
İŞVERENİN SOSYAL SİGORTA YÜKÜMLÜLÜKLERİ<br />
İSTANBUL'UN EKONOMİK VE SOSYAL GÖSTERGELERİ<br />
SOCIAL AND ECONOMIC INDICATORS OF İSTANBUL<br />
KOBİLERDE BİLGİSAYAR TEKNOLOJİLERİ UYGULAMALARI<br />
BAŞARILI VERGİ MÜKELLEFLERİ 2000<br />
ANADOLU'DA YENİ TURİZM OLANAKLARI VE BÖLGESEL<br />
KALKINMADAKİ ROLÜ<br />
TİCARET SİCİLİ REHBERİ<br />
TÜRKİYE'DE İŞ PİYASASININ YENİDEN YAPILANMASI:<br />
Özel İstihdam Büroları<br />
TURKEY YOUR BUSINESS PARTNER<br />
İŞLETMELERARASI ELEKTRONİK TİCARET<br />
RÜZGAR ENERJİSİ<br />
TÜRKİYE'DE ENTEGRE HAYVANCILIK SEKTÖRÜ ÜZERİNE<br />
BİR MODEL ÖNERİSİ<br />
TÜRKİYE'DE YOLSULUĞUN SOSYO EKONOMİK NEDENLERİ,<br />
ETKİLERİ VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ<br />
İŞ DÜNYASI İÇİN ÖNEMLİ ADRESLER<br />
İNŞAAT İŞLETMELERİNDE ÇAĞDAŞ YÖNETİME GEÇİŞ<br />
(DEĞİŞİM MODELİ)<br />
DIŞ SATİM POTANSİYELİ YÜKSEK BAZI TARIM ÜRÜNLERİNİN<br />
İŞLENMESİ VE SEKTÖRE GENEL BİR BAKİŞ<br />
AB-MEKSİKA SERBEST TİCARET ANLAŞMASININ ÜLKENİN<br />
TEKSTİL VE HAZIR GİYİM SEKTÖRÜNE ETKİLERİ<br />
VE ALINACAK TEDBİRLER<br />
KOBİLER İÇİN TEMEL ELEKTRİK KULLANIMI EL KİTABI<br />
İSPANYA VE PORTEKİZ KALIPÇILIK SEKTÖRÜ ARAŞTIRMASI<br />
İŞ DÜNYASI İNTERNET REHBERİ<br />
DIŞ REKABET BASKISINDAKİ SEKTÖRLERDE<br />
MALİYET PROFİLİ<br />
TİCARET ODASİ YAYINLARI BROŞÜRÜ<br />
EKONOMİK RAPOR<br />
TÜRKİYE'DE KOOPERATİFÇİLİK, TÜRK KONUT<br />
KOOPERATİFÇİLİĞİNDE ALTERNATİF BİR MODEL: ALMANYA<br />
KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE FİNANSAL KRİZLER VE<br />
FİNANSAL DÜZENLEMELER