08.03.2014 Views

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

TC.<br />

SAĞLIK BAKANLIĞI<br />

BAKIRKÖY PROF. DR. MAZHAR OSMAN<br />

RUH SAĞLIĞI VE SİNİR HASTALIKLARI<br />

EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ<br />

BAŞHEKİM: PROF. DR. MUSA TOSUN<br />

KLİNİK ŞEFİ: DR. LATİF R. ALPKAN<br />

DEPRESYON HASTALARINDA<br />

ELEKTROFİZYOLOJİK PARAMETRELER:<br />

MAJÖR DEPRESYON HASTALARINDA<br />

UYARILMIŞ POTANSİYEL ( AERPs- P300 )<br />

DEĞİŞİKLİKLERİ.<br />

UZMANLIK TEZİ<br />

DR. MUSTAFA KARAGÖZ<br />

İSTANBUL, 2005


Psikiyatri asistanlık eğitimim boyunca sundukları bilimsel, verimli ve<br />

destekleyici ortam için başta hastanemiz başhekimi, Sayın Prof. Dr. Musa Tosun’<br />

a, haklarını hiçbir zaman ödeyemeyeceğim hocalarım klinik şefim Dr. Latif R.<br />

Alpkan ve şef yardımcısı Dr. Nezih Eradamlar’ a, ayrıca kliniklerinde çalıştığım<br />

Doç. Dr. Hüsnü Erkmen, Doç. Dr. Duran Çakmak, Dr. Niyazi Uygur ve Doç. Dr.<br />

Dursun Kırbaş hocalarıma teşekkür ederim.<br />

Tezimin fikir aşamasından sonuçlanmasına kadar ki süreçte değerli vaktini<br />

ve bilimsel desteğini sunan, bilim insanı olmasının yanında benim için çok özel bir<br />

önemi olan ve İstanbul Tıp Fakültesi’nde Fizyoloji Anabilim Dalı asistanlığım<br />

döneminden de hocam olan çok kıymetli Doç. Dr. Ümmühan İşoğlu Alkaç’ a<br />

teşekkür ederim.<br />

Tez danışmanım ve değerli büyüğüm, 12. Psikiyatri Kliniği doktorlarından<br />

Dr. Neslihan Ergen’ e tezime ve psikiyatri bilgilerime katkılarından ayrıca her<br />

zaman ki desteğinden dolayı teşekkür ederim.<br />

Çocukluğumdan itibaren beyin fırtınalarıyla ve o doyumsuz sohbetleriyle ile<br />

manevi yol göstericim olan bilge insan Orhan Kaya ağabeyime teşekkür ederim.<br />

Tez hastalarımı bulmamda yardımcı olan ve her zaman sıcak tebessümünü<br />

gösteren bir dost ve ağabey Dr. Abdülkadir Tabo’ ya teşekkür ederim.<br />

Kendilerini tanımaktan ve aynı hastanede birlikte çalışmaktan mutluluk<br />

duyduğum dostlarım Dr. Kenan Eren, Dr. Cenk Yancar ve Dr. Umut Dalanay’a<br />

teşekkür ederim.<br />

Tez hastalarımın EEG kayıtlarının alınmasında sabırla yardımcı olan ve vakit<br />

ayıran İstanbul Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı Uzm. Dr. Gonca<br />

Keskindemirci’ ye teşekkür ederim.<br />

Tezimi hazırlamam için mevcut ortamını ve olanaklarını sunan İstanbul Tıp<br />

Fakültesi DETAM Sinir-Bilim Anabilim Başkanı Prof. Dr. İhsan Kara hocama<br />

teşekkür ederim.<br />

Bu günlere gelebilmem için maddi manevi hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan<br />

canım annem, babam ve ağabeyime teşekkür ederim.<br />

Tanıdığım günden itibaren hep yanımda ve destek olan canım eşim Andaç<br />

Kubak Karagöz’ e teşekkür ederim.<br />

Eğitimim süresince birlikte olduğum tüm doktor, hemşire ve hastane<br />

çalışanlarına dostlukları için teşekkürler.<br />

Tezime gönüllü olarak katılan ayrıca asistanlık eğitimim boyunca beraber<br />

olduğum tüm hastalarıma teşekkür ederim.<br />

…ve 12. Psikiyatri Kliniği çalışanları, servise ilk girdiğim o ürkek ve<br />

heyecanlı halimi dün gibi hatırlıyorum, doktor, psikolog, hemşire ve personel<br />

olarak hepinizin üzerimde hakkınız var, belki de başka hiçbir yerde bu sıcak<br />

ortamı bulamayacaktım, her şey için hepinize teker teker çok teşekkür ederim…<br />

Dr. Mustafa Karagöz<br />

2


İÇİNDEKİLER<br />

İÇİNDEKİLER…………................................................................................. 3<br />

I. GİRİŞ VE AMAÇ…………………………………………………………. 4<br />

II. GENEL BİLGİLER………………………………………………………. 6<br />

II. a. TARİHÇE…………………………………………………………... 6<br />

II. b. TANI……………………………………………………………….. 8<br />

II. c. KLİNİK ÖZELLİKLER…………………………………………... 9<br />

II. d. EPİDEMİYOLOJİ………………………………………………… 11<br />

II. e. ETİOLOJİ…………………………………………………………. 15<br />

II. e. 1. Psikolojik Görüşler………………………………………….. 15<br />

II. e. 2. Biyolojik Görüşler………………………………………....... 16<br />

II.f. OLAYA İLİŞKİN ENDOJEN POTANSİYELLER (O.İ.E.P)…….. 22<br />

II. f. 1. Genel Bilgiler………………………………………………... 22<br />

II. f. 2. Olaya İlişkin Endojen Potansiyelleri Etkileyen Faktörler… 34<br />

II. f. 3. Olaya İlişkin Endojen Potansiyellerin Klinik Kullanımı……..35<br />

II. f. 4. Majör Depresyon Hastalığında OİEP Çalışmaları……………36<br />

III. GEREÇ VE YÖNTEM………………………………………………….40<br />

IV. BULGULAR…………………………………………………………….45<br />

V. TARTIŞMA…………………………………………………………..... 74<br />

VI. SONUÇLAR………………………………………………………….... 78<br />

VII. ÖZET………………………………………………………………….. 79<br />

VIII. KAYNAKLAR………………………………...................................... 80<br />

EKLER<br />

EK- 1: HAMİLTON DEPRESYON DEĞERLENDİRME ÖLÇEĞİ<br />

EK- 2: HAMİLTON ANKSİYETE DEĞERLENDİRME ÖLÇEĞİ<br />

EK- 3: SOSYODEMOGRAFİK VERİ FORMU<br />

EK- 4: İNGİLİZCE ÖZET<br />

3


I. GİRİŞ VE AMAÇ<br />

Depresif duygular (depresif duygu durumu, “mood” ) sağlıklı insanlarda istenmeyen ya da<br />

hayal kırıklığına neden olan yaşamsal olaylar karşısında ortaya çıkan sıkıntı, üzüntü ve keder<br />

içeren duygusal tepkiler olup, yaşamın normal bir parçası olarak kabul edilebilir. Ancak<br />

klinikte ruhsal bir rahatsızlık olarak kabul edilen “depresif bozukluk” duygusal bir tepkiden<br />

çok daha şiddetli ve kişinin yaşamını olumsuz olarak etkileyen, hatta onun tüm yaşamsal<br />

işlevlerini bozan, belirli belirti kümelerinden oluşan bir sendromdur. Temel özellikleri<br />

arasında kederli ve karamsar duygu durumu, kötümser düşünme, gelecek hakkında<br />

umutsuzluk, hayattan zevk alamama, enerji azlığı, psikomotor yavaşlama, iştah ve uyku<br />

düzensizlikleri gibi vejetatif belirtiler yer alır (1).<br />

20. yüzyılın ikinci yarısında teknolojik gelişmeler, duygudurum bozukluklarının<br />

sebeplerinin araştırılmasında biyolojik faktörlerin rolüyle ilgili çalışmaları hızlandırmıştır.<br />

Depresyon etiyolojisine yönelik olarak yapılan nörokimyasal ve nöroendokrinolojik<br />

çalışmalar bu alanda önemli adımlar atılmasına yol açmıştır. Yine depresyonda beynin yapısal<br />

durumunun incelenmesi, belli beyin bölgelerinin hastalıktaki rolü için ilgi çekici olmuştur<br />

(2).<br />

İnme, Parkinson hastalığı, Huntington hastalığı, Epilepsi, Kafa Travması, Vasküler<br />

Demans, ve Alzheimer Hastalığı gibi nörolojik hastalıklarla depresyonun çok sık birliktelik<br />

gösterdiği anlaşılmıştır. Frontal loba, temporal loba ve bazal gangliyonlara (özellikle kaudat<br />

nükleusa) etki eden bozukluklara depresif sendromların eşlik etme olasılığının yüksek olduğu,<br />

ayrıca özellikle sol frontal lob veya sol kaudat nükleusun etkilenmesinin sağ taraftakilere göre<br />

depresyonu daha fazla tetiklediği ve daha ağır seyretmesine sebep olduğu bildirilmiştir. Geç<br />

başlangıçlı depresyon hastalarında manyetik rezonans görüntüleme incelemesinde sıklıkla<br />

iskemik beyaz cevher hasarına ilişkin ipuçları görüldüğü bildirilmiştir (3).<br />

Davranışların hemisferik özelliklerini araştıran çalışmalarda çeşitli yöntemlerin kullanıldığı<br />

ve bunlar arasında ayrılmış-beyin cerrahisi dahil, çeşitli lokalize beyin hasarı olan hastalar<br />

üzerinde davranış değerlendirmeleri yapıldığı, elektrofizyolojik araştırmaların (EEG, ERPs),<br />

kullanıldığı, beyin görüntüleme çalışmalarının (PET, fMRI) ve bölünmüş görme alanı ile<br />

dikotik dinleme deneylerinin yer aldığı bildirilmektedir (4).<br />

Psikiyatrik hastalıkların elektrofizyolojik parametrelerinin incelenmesinde kullanılan<br />

yöntemler EEG, kompüterize EEG (cEEG) ve uyarılmış potansiyel (UP) çalışmalarıdır. UP<br />

çalışmalarında bir uyaran ile elde edilen çok küçük potansiyeller incelenebilir hale getirilir.<br />

Ardışık uyaranların yarattığı yanıtların ortalaması alınarak sinyal gürültü oranı arttırılır, dalga<br />

formu pozitif ve negatif dalgalar olarak kaydedilir, verinin bilgisayar analizlerinden<br />

4


geçirilmesiyle sonuçlar elde edilir. UP çalışmalarında latans (uyarandan sonra dalganın ortaya<br />

çıkış zamanı) ve amplitüd (genlik) patolojiyi saptamak için kullanılan bir ölçüttür. Genellikle<br />

görsel, işitsel ya da somatosensoriyel uyaranlarla elde edilen potansiyeller klinik<br />

değerlendirmede yer bulur. Endojen olaylarla da çeşitli potansiyeller uyarılabilir. Endojen<br />

uyarılmış potansiyeller, beklentisel negatif değişim (CNV) ya da beklenti dalgası, P300 ve bir<br />

premotor potansiyel olan Bereitschaft (hazırlık) potansiyelini içerir. CNV, gelmesi beklenen<br />

bir uyaran sonucu ortaya çıkan, verteks ve frontal bölgelerde izlenen yavaş negatif bir<br />

dalgadır (5).<br />

Bu alanda en çok çalışılmış ve nispeten homojen ve tutarlı sonuçlar vermiş olan uyarılmış<br />

potansiyel komponenti P300’dür. P300, insan uyarılmış potansiyel yanıtlarında genellikle<br />

250- 450 ms (ortalama 300 ms) süre içinde oluşan, geç pozitif bir bileşendir (6).<br />

Özellikle bilişsel işlevlerin iyi bir göstergesi olan olaya ilişkin potansiyeller, bilişsel işlev<br />

sırasında beynin fizyolojisini incelemeye yarar, zamansal işlevi hakkında bilgi verir. 1965’ te<br />

Sutton ve arkadaşları tarafından tanımlanan P300, bilişsel işlevlere bağlı nöronal olayların bir<br />

göstergesidir, ancak P300’ün bilişsel işlevlerle nasıl bir ilişkisi olduğu konusunda görüş<br />

birliği yoktur. P300’ün karar vermenin bir belirtisi, belirsizliğin çözümü, görevin yerine<br />

getirilmesi gibi olaylar sonucunda oluştuğu bildirilmiştir. Bazı araştırmacılara göre ise P300<br />

oluşumu daha geniş bir davranışsal çatıya dayanmakta ya da birçok düzeneğin birlikte<br />

çalışmasına bağlanmaktadır (7).<br />

P300’ün beynin hangi alanlarından kaynaklandığı tam bilinmemektedir. Beynin pek çok<br />

bölgesinin P300 komponentinin kaynağı olabileceği öne sürülmüştür (7,8). Sağlıklılarda P300<br />

dalgasını doğuran iki primer bölge olduğu söylenmektedir. Bu bölgelerden ilki posterior<br />

parietal, ikincisi de frontal kortikal bölgelerdir. Bunun nedeni, dikkatin dağınık olduğu sırada<br />

pasif tanıma verilen beklenmeyen bir uyarının frontal bölgede, aktif tanıma işleminin de<br />

posterior parietal bölgede P300 dalgası oluşturmasıdır (6).<br />

Uyarılmış potansiyeller ile depresyon hastaları üzerinde yapılan çalışmalar incelendiğinde,<br />

P300 latansının uzadığı ve amplitüdünün azaldığı dolayısıyla bunun da kortikal<br />

hipofonksiyonu yansıttığı yönünde sonuçlar elde edilmiştir. Diğer yandan bunun tam tersi<br />

sonuçlara da rastlanmaktadır (9,10).<br />

Bu çalışmada, depresyon hastalarındaki kognitif fonksiyonlar, elektrofizyolojik bir yöntem<br />

olan işitsel uyarılmış potansiyel (AERPs) değişiklikleri, özellikle de P300 dalgasının amplitüd<br />

ve latansı değerlendirilerek incelenmiş ve elde edilen sonuçlarla depresyonda uyarılmış<br />

potansiyel değişikliklerinin anatomisi ve fizyolojisi aydınlatılmaya çalışılmıştır.<br />

5


II. GENEL BİLGİLER<br />

II. a. TARİHÇE<br />

Depresyon sözcüğü; çökme, kendini kederli hissetme, işlevsel ve yaşamsal aktivitenin<br />

azalması gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Kelimenin kökeni olan “depress” sözcüğü ise,<br />

Latince “depressus” tan gelmektedir. Yazılı kaynaklarda 17. yüzyıldan beri bu sözcüğün<br />

kullanıldığına rastlanmaktaysa da, ruhsal bir rahatsızlığın tanımlanması için kullanımı geçen<br />

yüzyılın sonunda Kraepelin tarafından yapılmıştır (1).<br />

Depresyon ve benzeri ruhsal hastalıkların tanımlanma ve sınıflandırılma çabaları eski<br />

çağlara kadar uzanır. Sümer ve Mısır kaynaklarında bu konuda bazı bilgilere rastlanmıştır.<br />

Bilindiği kadarıyla ilk kez eski Yunan’ da Hipokrat, bu sendromun belirtilerini tanımlamış ve<br />

etiolojisi ile ilgili bir açıklama getirmiştir. Hipokrat ekolü, vücutta insanın emosyonları ile<br />

ilgili dört sıvının olduğunu ( kan, sarı safra, kara safra, lenf olmak üzere) ve bunlardan kara<br />

safra ve lenf sıvısının mani, melankoli, frenitis ve paranoya gelişimine neden olduğunu ileri<br />

sürmüştür. Hipokrat’ın “eğer üzüntü uzun sürerse artık melankolidir” sözü, o zamanlarda<br />

depresyonun bir rahatsızlık olarak ele alındığına dair iyi bir fikir vermektedir. Aristo’nun<br />

“Problemata” kitabında ve Galen’in yazılarında da melankoli tanımı kullanılmaya devam<br />

etmiştir (1,5).<br />

Tarih öncesi dönemlerden beri bilinen “nepenthes” adlı morfin türevinin antidepresan<br />

amaçla kullanımı belki de depresyonun bilinen en eski farmakolojik tedavi şeklidir. “Şok”<br />

tedavisinin öncülleri de hemen hemen aynı çağlarda Lepkas adasında uygulanmıştır.<br />

Bunlardan birkaç yüzyıl sonra M.S. 2. yy.’ da Soranus Epheisos diyet, flebotomi, lavman,<br />

kusturma, enerjik masaj, güneşlenme, ısıtma ve alkali kaynak sularının içilmesi gibi tedavi<br />

yöntemlerini önermiştir (1).<br />

Batının Hipokrat-Galen tarzı düşünce sistemi, doğunun Çin’ de Türk ve Arap dünyasında<br />

İbni Sina ile doruğa çıkan yaklaşımının etkileri sayılmazsa, pek değişikliğe uğramadan<br />

ortaçağa kadar devam etmiştir. 16. yy.’ da bir yanda çalışmalarını hayatıyla ödeyen Vesalius<br />

ilk anatomik diseksiyonu gerçekleştirirken, öte yanda karanlık ortaçağ düşüncesi Hipokrat’ ın<br />

da gerisine düşerek bu hastalıkların kökeninin “spiritüel” olduğunu iddia etmeyi<br />

sürdürmüştür. Onlara göre hasta olan kişiler “şeytana tutulmuşlardı”, oysa bu yıllarda doğu<br />

tıbbı hastalarını insanca yöntemlerle tedavi etmekteydi (1).<br />

16. ve 17. yüzyıl çalışmalarını en iyi tanımlayan ifade, depresyonun etiolojisi konusunda<br />

Vesalius’un “Melankoli beyin ya da bir başka organın tümöründen kaynaklanmaktadır”<br />

görüşüdür. Vesalius’ u izleyen Plater, ilk kez merkezi sinir sisteminin psikiyatrik tablolardan<br />

6


sorumlu organ olduğunu savunmuştur. Çin’de ise 14. yy ile 20. yy arasını kapsayan geniş<br />

dönem içinde depresyonun etiolojisi ile ilgili olarak, “yaşamsal hava dolaşımında bozulma,<br />

aşırı yas ve hastanın kontrol edemediği çaresizlik durumları” tanımlanmıştır. 1621’ de Burton<br />

“Melankolinin Anatomisi” adlı üç ciltlik bir eser yayınlayarak, bugünkü bilgilerimize çok<br />

yakın tanımlamalar yapmıştır. 17. yy’ da Willis depresyonun sıvıların aşırı tuzlanmasına bağlı<br />

olduğunu söylemiştir. 18. yy’ da Newton ve Bellini’ nin kuramları tıbbi açıklamaları da<br />

mekanikleştirmiştir. O yıllarda Pitcairn, Hoffman gibi bilim adamları depresyonu dinamik<br />

mikropartiküller, hidrodinamik ilkeler, kan-lenf-sinir sıvısının dolaşımında bozulma ile<br />

açıklarlarken, Cullen “sinir sıvısının düzensiz hareketinin belki de elektriksel bir yolla<br />

melankoli sebebi” olduğunu savunmaktaydı (1).<br />

19. yy Pinel, Esquirol, Falret, Mendel ve Kreapelin’ in katkılarıyla depresyon bugün bilinen<br />

kavramlarına çok yaklaşmıştır. Falret 1854’ te depresyonlu hastaların zaman içinde taşkınlık<br />

geliştirdiklerini, sonra tekrar depresif dönemin ortaya çıkabildiğini gözlemlemiş ve bu<br />

durumu, dalgalanan delilik (la folie circulare) olarak tanımlamıştır. Aynı dönemde bir diğer<br />

Fransız psikiyatrist olan Bailargerise, manik ve depresif dönemlerin aynı hastada görüldüğü<br />

durumu, çift şekilli delilik (la folie a double forme) olarak adlandırmıştır. 19. yy’ da Alman<br />

psikiyatri ekolü, modern anlamda ruhsal hastalıkları sınıflandırmaya çalışmış ve Kahlbaum<br />

1882’ de mani ve melankolinin aynı hastalık sürecinin farklı dönemleri olduğunu<br />

tanımlamıştır. Bu durumun hafif şekline ise “siklotimi” adını vermiştir (1).<br />

Kraepelin ise, bugün depresyon olarak anladığımız durumu “manik depresif hastalık” ve<br />

“involüsyonel depresyon” adı altında ele almış “dementia prekoks” ile ayırımını açık bir<br />

biçimde yapmıştır. Kraepelin’ in nozolojik çalışmaları bu yüzyıl içinde, gerek ruhsal<br />

rahatsızlıkların tanımlanması, gerekse psikiyatrik hastalıkların etiolojik ve kategorik olarak<br />

sınıflandırılma çabalarında yol gösterici olmuştur. 20. yy Meyers, Freud, Adler, Abraham,<br />

Bowlby, Rado, Jacobsen’ in katkıları yanında biyolojik olarak da, bugün çoğu hayatta olan<br />

araştırmacılar ve birkaç yıl önce aramızdan ayrılan Winokur’ un çalışmalarıyla şekillenmiştir<br />

(11).<br />

7


II. b. TANI<br />

MAJÖR DEPRESİF EPİZOD İÇİN DSM-IV TANI ÖLÇÜTLERİ<br />

A. İki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması<br />

ile birlikte aşağıdaki semptomlardan beşinin ( ya da daha fazlasının) bulunmuş olması;<br />

semptomlardan en az birinin ya (1) depresif duygudurum ya da (2) ilgi kaybı ya da artık zevk<br />

alamama olması gerekir.<br />

Not: Açıkça genel tıbbi bir duruma bağlı olan ya da duyguduruma uygun olmayan hezeyan ya<br />

da halüsinasyon semptomlarını katmayınız.<br />

(1) ya hastanın kendisinin bildirmesi (örneğin, kendisini üzgün ya da boşlukta hisseder) ya<br />

da başkalarının gözlemesi (örneğin, ağlamaklı bir görünümü vardır) ile belirli, hemen her gün<br />

yaklaşık gün boyu süren depresif duygudurum. Not: Çocuklarda ve ergenlerde irritabl<br />

duygudurum bulunabilir.<br />

(2) hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren, tüm etkinliklere karşı ilgide belirgin azalma<br />

ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor olma ( ya hastanın kendisinin bildirmesi ya da<br />

başkalarınca gözleniyor olması ile belirlendiği üzere )<br />

(3) perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının olması (örneğin,<br />

ayda, vücut kilosunun % 5’ inden fazlası olmak üzere ya da hemen her gün iştahın azalmış ya<br />

da artmış olması. Not: Çocuklarda, beklenen kilo alımının olmaması.<br />

(4) hemen her gün, insomnia (uykusuzluk ) ya da hipersomnia (aşırı uyku) olması<br />

(5) hemen her gün, psikomotor ajitasyon ya da retardasyonun olması (sadece huzursuzluk<br />

ya da ağırlaştığı duygularının olduğunun bildirilmesi yeterli değildir, bunların başkalarınca da<br />

gözleniyor olması gerekir)<br />

(6) hemen her gün, yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması<br />

(7) hemen her gün, değersizlik, aşırı ya da uygun olmayan suçluluk duygularının (hezeyan<br />

düzeyinde olabilir) olması (sadece hasta olmaktan ötürü kendini kınama ya da suçluluk<br />

duyma olarak değil)<br />

(8) hemen her gün, düşünme ya da düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma<br />

yetisinde azalma ya da kararsızlık ( ya hastanın kendisi söyler ya da başkaları bunu<br />

gözlemiştir)<br />

(9) yineleyen ölüm düşünceleri ( sadece ölmekten korkma olarak değil ), özgül bir tasarı<br />

kurmaksızın yineleyen intihar etme düşünceleri, intihar girişimi ya da intihar etmek üzere<br />

özgül bir tasarının olması<br />

B. Bu semptomlar bir Mikst Epizodun tanı ölçütlerini karşılamamaktadır<br />

8


C. Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya<br />

da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.<br />

D. Bu semptomlar bir madde kullanımının ( örneğin, kötüye kullanılabilen bir ilaç) ya da<br />

genel tıbbi bir durumun ( örneğin, hipotiroidizm ) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir<br />

E. Bu semptomlar Yas’la daha iyi açıklanamaz, yani sevilen birinin yitirilmesinden sonra<br />

bu semptomlar 2 aydan daha uzun sürer ya da bu semptomlar, belirgin bir işlevsel bozulma,<br />

değersizlik düşünceleriyle hastalık düzeyinde uğraşıp durma, intihar düşünceleri, psikotik<br />

semptomlar ya da psikomotor retardasyonla belirlidir (12).<br />

II. c. KLİNİK ÖZELLİKLER<br />

Depresif bir duygudurum ile ilgi ve zevk almanın kaybı depresyonun anahtar kelimeleridir.<br />

Hastalar kendilerini sıkıntılı, umutsuz ya da değersiz hissettiklerini söylerler. Hastalar için<br />

depresif duygudurum sıklıkla kendini normal üzüntü ya da yastan ayırt ettiren farklı bir<br />

niteliktedir. Hastalar sıklıkla depresif belirtileri öldürücü ruhsal bir acı olarak tanımlarlar.<br />

Depresif hastalar bazen iyileştikçe kaybolan bir belirti olan ağlayamamaktan yakınırlar (13).<br />

1. Öyküden Elde Edilen Bilgiler:<br />

a. Anhedoni-zevk alamama,<br />

b. Arkadaşlar veya aileden uzaklaşma,<br />

c. Güdülenme yokluğu ve engellenmeye dayanma gücü azalır,<br />

d. Vejetatif belirtiler:<br />

i. libido kaybı.<br />

ii. iştahsızlık ve kilo kaybı.<br />

iii. iştah artışı ve kilo alma.<br />

iv. düşük enerji düzeyi, yorgunluk.<br />

v. adet düzensizliği.<br />

vi. sabah erken uyanma (terminal insomnia) çökkün hastaların yaklaşık % 75’ i<br />

uykusuzluk veya aşırı uyuma gibi uyku bozukluklarına sahiptir.<br />

vii. gün içinde dalgalanma (semptomlar sabahleyin kötüleşir).<br />

e. Kabızlık.<br />

f. Ağız kuruluğu<br />

g. Baş ağrısı<br />

2. Ruhsal Durum Muayenesinden Elde Edilen Bilgiler:<br />

9


a. Genel görünüm ve davranış: psikomotor yavaşlama veya ajitasyon, göz temasında<br />

azalma, ağlama, vücudun öne eğilmesi, kişisel görünüme dikkat etmeme.<br />

b. Duygulanım: sıkıntılı.<br />

c. Duygudurum: çökkün.<br />

d. Konuşma: azdır ya da kendiliğinden konuşmaz, tek hecelerle, uzun aralıklarla konuşur,<br />

hafif, düşük tonda ve monotondur.<br />

e. Düşünce içeriği: çökkün hastaların % 60’ ında özkıyım düşünceleri ve % 15’ inde<br />

tamamlanmamış özkıyım; obsesif yinelemeler; yaygın umutsuzluk; değersizlik ve suçluluk<br />

duyguları; bedenle ilgili zihinsel uğraşlar; kararsızlık; içerik yetersizliği; varsanı ve sanrılar<br />

(duygudurumla uyumlu suçluluk, yok olma, kötülük görme gibi); kendiliğindenlikte azalma.<br />

f. Duyum: çelinebilirlik, yoğunlaşma güçlüğü, bellek zayıflığı, yönelim bozukluğu<br />

bozulabilir.<br />

g. İçgörü ve yargılama: kişisel değersizlikle ilgili bilişsel bozukluklar nedeniyle bozulur.<br />

3. Eşlik Eden Bulgular:<br />

a. Bedensel yakınmalar: depresyonu maskeleyebilir; özellikle kalp, sindirim sisteme,<br />

boşaltım sistemi, sırtın alt tarafında ağrı ve ortopedik yakınmalar.<br />

b. Var olduğunda, sanrı ve varsanıların içeriği çökkün duygudurumla uyumlu olmaya<br />

eğilimlidir; en yaygın olanlar suçluluk, yoksulluk, hak edilmiş kötülük görme, bedenle ilgili<br />

ve dünyanın sonu geldiği şeklindedir. Duygudurumla uyumsuz sanrılar, belirgin<br />

duygudurumla açık olarak ilişkisi olmayan içeriktedirler, örneğin çökkün durumlarla ilişkisiz<br />

düşünce sokulması, yayınlanması, etkilenme sanrılarıdır.<br />

4. Yaşa Özgü Bulgular: Depresyon değişik yaşlarda farklı şekillerde görülebilir.<br />

a. Puberte öncesi: somatik yakınmalar, ajitasyon, tek sesli işitsel varsanılar, kaygı<br />

bozuklukları ve fobiler.<br />

b. Ergenlik: madde kötüye kullanımı, antisosyal davranış, huzursuzluk, okuldan kaçma,<br />

okul güçlükleri, gelişigüzel cinsel ilişkiler, reddedilmeye aşırı duyarlılık, yetersiz temizlik.<br />

c. Yaşlılık: bilişsel kusurlar (bellek yitimi, yönelim bozukluğu ve konfüzyon, psödodemans<br />

ya da depresyonun demans sendromu, apati, çelinebilirlik)<br />

10


II. d. EPİDEMİYOLOJİ ve RİSK ETKENLERİ<br />

II. d. 1. Depresyonun Epidemiyolojisi<br />

Depresyon psikiyatrik hastalıklar arasında en sık görülenlerden biridir. Kabaca toplumda<br />

her 10 kişiden birinde izlenmekte olup, her dört kadından birisi ve her 8- 10 erkekten birisi<br />

yaşamları boyunca en az bir kez depresif epizod geçirmektedir. Kadınlarda, erkeklerden 2 kat<br />

daha fazla görülmektedir. Majör depresyon orta yaşlarda (20- 40) daha sık izlenen bir<br />

hastalıktır. Yaşam boyu majör depresyon prevalansını; Angst 1992’ deki çalışmasında % 4,4-<br />

% 19,6 ve Kessler 1994’ de ki çalışmasıyla % 17 olarak belirtmiştir. Doğan ve ark.’nın 1995’<br />

deki çalışmasında; ülkemizdeki depresyon yaygınlığı (%8- 20) diğer ülkelerdeki oranlara<br />

benzer bulunmuştur. Yine Kessler’ in aynı çalışmasında 1 yıllık süre içinde toplumun % 10,3’<br />

ünde majör depresyon tespit edilmiştir. 1 yıllık prevalans kadınlarda % 8, erkeklerde % 3<br />

civarındadır. Witchen ve ark.’ nın 1994’ deki çalışmasında yaşam boyu tekrarlayan kısa<br />

depresyon oranı % 11 olarak verilmiştir.<br />

Aşağıda depresyonun epidemiyolojisine dair bilgiler bir tablo halinde sunulmuştur (Tablo:1)<br />

Tablo 1. Depresyon Hastalarının Epidemiyolojik Özellikleri<br />

Yaşam Boyu prevalans<br />

DEPRESYON<br />

Toplumda: % 17 (% 4- 16,9) Kadınlarda :% 10- 25<br />

Erkeklerde: % 5-12<br />

Bir Yıllık prevalans Toplumda: % 10,3 Kadınlarda: % 8 Erkeklerde:% 3<br />

En sık görülme yaşı<br />

40 – 50 yaş civarı<br />

Cinsiyet<br />

Kadında iki kat fazla<br />

Medeni Durum<br />

Ayrı yaşayan ve boşananlarda çok<br />

Aile Yüklülüğü Riski % 7 daha çok arttırır. Kadında % 18, Erkekte % 11<br />

Sosyo - ekonomik düzeyle ilişkisi<br />

Irkla ilişkisi<br />

Kronik stresör etkenler<br />

Stresli yaşam olayları<br />

Yaşanan Yer<br />

Kişilik özellikleri<br />

Çocukluk dönemi<br />

Yakın ilişki yokluğu<br />

Ortalama başlangıç yaşı<br />

İşsiz ve yoksullarda çok<br />

İlişkisiz / siyahlarda az<br />

Etkili<br />

Olumsuz yaşam olayları riski artırır.<br />

Kırsal kesimde kentten daha az<br />

İçe dönük, obsesif, bağımlı kişide çok<br />

Erken kayıplar, olumsuz çevre<br />

Önemli risk etkeni<br />

20 – 40 arası<br />

II. d. 2. Depresyonda Risk Etkenleri<br />

a ) Yaş:<br />

11


Depresyon daha çok orta yaş hastalığıdır. Majör depresyon orta yaş ve 45 yaş altında daha<br />

sık görülür. Jorm’ un 2000 yılındaki bir çalışmasına göre, daha öncesinde var olan yaygın<br />

kanının aksine, depresyon yaşlılarda daha fazla görülmemektedir, ilerleyen yaşla birlikte<br />

hastalarda izlenen depresif belirtilerin artmasına rağmen, majör depresyon sıklığı<br />

artmamaktadır (14).<br />

b ) Cinsiyet:<br />

Majör depresyon kadınlarda erkeklere göre iki kat daha fazla görülmektedir. Cinsiyete göre<br />

ortaya çıkan bu farklılık genç ve orta yaşta daha belirgindir. Yaş ilerledikçe iki cins arasındaki<br />

fark da gitgide azalmaktadır. Burada iki konu önem kazanmaktadır:<br />

1) Biyolojik ve genetik etkenler: Menstrüel siklus gibi normal hormon dalgalanmalarına<br />

verilen anormal yanıtlar ya da diğer hormonal etkenler; menopoz, hamilelik, doğum, hormon<br />

ve doğum kontrol ilaçlarının etkileri depresyonun ortaya çıkmasında rol oynayabilmektedir.<br />

Ayrıca kadınlarda monoaminooksidaz seviyesi yüksektir ve tiroid hormon bozuklukları daha<br />

fazla görülür. Postpartum dönemde ortaya çıkan depresyonda ise, düşen östrojen ve artan<br />

progesteron düzeyleri sorumlu tutulmaktadır. Premenstrual dönemde duygusal instabilitedeki<br />

artış da benzeri bir değişimle ilişkili olabilir. Oral doğum kontrol haplarının kullanılması<br />

sonucu, progesteron artışıyla birlikte depresif belirtilerinde artması, bu yaklaşımı<br />

desteklemektedir<br />

2) Psikolojik etkenler: Bu konuda, kadına toplum içinde biçilen rol, bu konuda ona karşı<br />

verilen tepkiler, yaşadığı stresler, çatışmalar ve çoğu kez bunlarla başa çıkamamanın verdiği<br />

çaresizlik, bunlardan sorumlu tutulmaktadır (14).<br />

c) Irk ve Etnik Gruplar:<br />

Loosen ve arkadaşlarının 2000 yılında yaptıkları bir çalışmada; majör depresyon<br />

dağılımının ırklara ve etnik gruplara göre farklılık göstermediği ve ırklar arasında görülen<br />

bazı farklılıklarında, daha çok sosyoekonomik durumun etkisinden kaynaklandığını ileri<br />

sürenler yanında, siyah ırkta daha az oranda majör depresyon izlendiğini ileri sürenlerde<br />

olmuştur (14).<br />

d ) Medeni Durum:<br />

Depresyon ayrı yaşayan ya da boşanmış eşler arasında daha yüksek oranda izlenmektedir.<br />

Yalnız yaşayan annelerde, evli olanlara göre, depresyon gelişme riski iki kat fazladır. Brown<br />

ve Moran’ ın 1997 yılındaki çalışmalarında; eş kaybının depresyonun ilk epizoduyla ilişkili<br />

önemli bir çevresel stres etkeni olduğu görülmüştür. Bu risk cinsiyete göre de değişim<br />

göstermektedir. Bekar kadınlar, evlenmiş kadınlara göre daha az depresyon riski yaşarken,<br />

bunun tersine evli erkekler bekar erkeklere göre daha az risk taşımaktadır (14).<br />

12


e ) Aile Öyküsü ve Genetik Özellikler:<br />

Kendler, 1999 yılında yaptığı çalışmada; kişinin birinci dereceden biyolojik akrabalarında<br />

majör depresyon öyküsü varsa, kendisinde de depresyon görülme olasılığının arttığını ifade<br />

etmiştir. Biyolojik akrabasında majör depresyon olanlarda, hastalanma oranı erkeklerde % 11,<br />

kadınlarda % 18 düzeyindedir (14).<br />

f ) Erken Dönem Çocukluk Yaşantıları:<br />

Bazı yazarlar anne baba tarafından sağlanan ve de süreklilik gösteren sevgi ve duygusal<br />

beslemenin depresyon oluşumunu önlediğini, buna karşın anne babadan ayrılmanın ya da<br />

gerçek kayıpların ileri yaşlarda depresyon gelişimi açısından risk oluşturduğunu ileri<br />

sürmüşlerdir. Spitz; yaşamın ikinci 6 ayında annesinden ayrı kalan bebeklerde açık depresif<br />

belirtiler tanımlamış, kişiyi şekillendiren dönemlerde yaşanan ayrılık ve kayıpların; ya<br />

çocuğun depresif yapı geliştirmesine ya da ancak ilkel savunma düzenekleri kullanarak<br />

depresyondan korunabileceğine dikkati çekmiştir (14).<br />

g ) Çocukluk Dönemi Yaşantıları:<br />

1) Kayıplar, özellikle 11 yaş öncesi ebeveyn kaybı ileriki dönemlerde depresyon gelişimi<br />

ile ilişkili bulunmuştur.<br />

2) Anne babanın ilgisiz tutumu, özellikle 17 yaşından önce karşılaşılan ihmal bir başka risk<br />

etkenidir.<br />

3) Çocukluk döneminde yaşanan kötüye kullanım durumları da diğer bir risk etkenidir.<br />

1994’ te Bifulco’ nun, 1990’da Harris’ in yaptıkları çalışmalarda; aile üyelerinden şiddet<br />

görme, aile içinde ya da yakın çevre tarafından cinsel tacize uğrama gibi olayların depresyonu<br />

yaklaşık iki kat arttırdığı görülmüştür.<br />

Birmaher ve arkadaşlarının 1996’ da ki çalışmasında çocukluk dönemlerindeki kötüye<br />

kullanımların hipotalamik-pituiter-adrenal (HPA) ekseninin işlevlerini etkileyebileceği yani<br />

kortikotropin salgılatıcı hormon uyarma testinde daha yüksek derecede ACTH yanıtlarının<br />

alındığını iler sürmektedirler (14).<br />

h ) Hastalık Öncesi Kişilik Özellikleri:<br />

Depresyonun kapsamlı anlaşılabilmesi için, kişinin depresyon epizodu öncesindeki<br />

“premorbid” kişilik yapısı incelenmelidir. Obsesif, histrionik, pasif ve bağımlı ve de sınır<br />

kişilik yapısı özelliklerine sahip olanlarda depresyon daha çok izlenirken, antisosyal ve<br />

paranoid kişilik yapısına sahip bireylerde daha az izlenmekte olduğu yönünde görüşler vardır<br />

(14).<br />

ı ) Olumsuz Yaşam Olayları ve Stres Etkenleri:<br />

13


Olumsuz yaşam olaylarının tek başlarına değil, ancak kişide genetik, biyolojik, ya da psişik<br />

bir yatkınlık bulunması durumunda depresyon oluşumuna neden olduğu düşünülmektedir.<br />

Birçok insan olumsuz yaşam olayları yaşadığı halde depresyon epizoduna girmemektedir.<br />

Çünkü negatif olaylar daha çok “afektif diatez” e sahip bireyler üzerinde etkili olmaktadır.<br />

Paykel’in 1971, 1994 ve 1997’ de ki çalışmalarında bu konuyla ilgi bir diğer hususa dikkat<br />

çekilmiştir. Yaşanan olayın kendisinden çok, o olayın, o kişi tarafından nasıl algılandığı da<br />

ruhsal açıdan çok daha önemlidir. Bu konuyla ilgili olarak 1997’ de Brown ve arkadaşları<br />

etkileri uzun süre devam eden yaşam olaylarının depresyon oluşturmadaki rolünü vurgulamış,<br />

kısa süreli etki oluşturan olayların depresyona yol açmadığını ileri sürmüşlerdir (14).<br />

j ) Sosyo-ekonomik Durum ve Sosyal Destek:<br />

Bruce ve Takeuchi 1991’ de yoksul kişilerde depresyon oranının iki kat fazla olduğunu,<br />

Rothschild ise 1999 yılındaki çalışmasında depresyonun kentlerde, işsizlerde 3 kat,<br />

yoksullarda 2 kat daha fazla olduğunu belirtmişlerdir (14).<br />

k ) Diğer Psikiyatrik Durumlarla Birliktelik:<br />

1) Kupfer 2001’ de depresyonun tekrarlayabilen ve kronikleşen bir hastalık olduğunu,<br />

birinci epizoddan sonra ortalama % 75- 80 civarında nüks oranı olduğunu ifade etmiştir.<br />

2) Anksiyete bozukluklarının varlığı, depresyon olasılığını arttırmaktadır.<br />

3) Nörolojik hastalıklar; örneğin Parkinson hastalığı, Alzheimer hastalığı, inme gibi<br />

hastalıklarda depresyon yüksek orandadır.<br />

4) Birincil uyku bozukluklarının varlığı depresyon sıklığını arttırmaktadır.<br />

5) Alkol ve madde kötüye kullanımıyla depresyon arasında daha yüksek oranda birliktelik<br />

izlenir (14).<br />

II. e. ETİOLOJİ<br />

II. e. 1. Psikolojik Görüşler<br />

a) Psikoanalitik ve Psikodinamik Etmenler:<br />

Depresyonu anlama girişimlerinde, Sigmund Freud nesne kaybı ve melankoli arasında bir<br />

ilişki olduğunu, depresyondaki hastanın öfkesinin kayıp nesne ile özdeşim nedeniyle içe<br />

yöneldiğini öne sürmüştür. Freud bir objeyi terk etmek için egonun tek yolunun içe alma<br />

(introjeksiyon) olduğuna inanmaktaydı. Depresif hastanın suçluluk ve kendi kendini kınama<br />

ile birlikte derin bir değersizlik duygusu hissetmesi ama yas tutanda bu duyguların olmaması<br />

depresyonu yastan ayırt ettirmekteydi.<br />

Melanie Klein daha sonra depresyonu depresif duyguduruma bağlamıştır. Manik depresif<br />

döngüleri çocukluk çağında seven içe alınan nesneleri (loving introjects) oluşturmada<br />

14


aşarısızlığın yansıması olarak ele almıştır. Onun görüşüne göre, depresif hastalar kendi<br />

yıkıcılıkları ve açgözlülükleri nedeniyle seven objelere zarar verme kaygılarından<br />

yakınmaktaydılar. Depresif hasta için temel olan değersizlik duygusu hastanın yıkıcı<br />

fantezileri ve dürtüleri nedeniyle iyi içsel ebeveynin kötülük edenlere dönüştürülmesi<br />

duyumundan gelişmektedir.<br />

E. Bring depresyonu içe yönelen saldırganlıkla çok az ilişkisi olan birincil afektif bir durum<br />

olarak ele almıştır. Ayrıca depresyonu kişinin özlemleri ve gerçekliği arasında kalan ego<br />

gerginliğinden ortaya çıkan bir etki olarak düşünmüştür. Depresif hasta ideallerini yaşamamış<br />

olduğunu farkettiği zaman kendini yardımsız ve güçsüz hissetmektedir. Temelde depresyon<br />

egonun özsaygısının kısmi ya da tam çökmesi olarak özetlenebilmektedir.<br />

Son olarak Heinz Kohut depresyonu kendilik psikolojisi açısından yeniden tanımlamıştır.<br />

Ayna tutma, yüceleştirme için kendilik-nesnesi gereksinimleri önemli kimselerden<br />

gelmediğinde, özlenen yanıtı almadığı için depresif kişi tamamlanmamışlık ve ümitsizlik<br />

hissetmektedir. Bu görüş çerçevesinde, çevreden gelen bazı yanıtlar kendilik değerini ve<br />

bütünlük duygusunu sürdürmek için gerekmektedir (15).<br />

b) Öğrenilmiş Çaresizlik:<br />

Deneysel olarak, kaçamayacakları yineleyici elektrik şoklarına maruz bırakılan hayvanlar<br />

sonunda bıkarak gelecek şoklardan kaçma girişiminde bulunmamışlardır. Bu hayvanlar<br />

çaresiz olduklarını öğrenmişlerdir. Depresyonda olan insanlar kendilerini benzer bir çaresizlik<br />

durumunda bulabilirler. Öğrenilmiş çaresizlik kuramına göre, depresyon eğer klinisyen<br />

hastaya çevresini kontrol etme duyumunu ve çevresinin efendisi olmayı yavaş yavaş öğretirse<br />

depresyon düzelebilmektedir. Klinisyenin tedavi için ödüllendirici davranış tekniklerini ve<br />

olumlu pekiştirmeyi kullanması faydalı olabilmektedir.<br />

c) Bilişsel Kuram:<br />

Bilişsel kurama göre, yaygın bilişsel yanlış yorumlamalar yaşam deneyimini olumsuz<br />

çarpıtma, kendini olumsuz değerlendirme, kötümserlik ve umutsuzluktur. Bu öğrenilmiş<br />

olumsuz görüşler daha sonra depresyon duygusuna yol açmaktadır. Bir bilişsel terapist<br />

hastanın düşüncelerini kaydetme ve bilinçli bir şekilde tanımlama gibi davranışçı ödevler<br />

kullanarak olumsuz bilişleri ortaya koymaya çalışmalıdır (15).<br />

15


II. e. 2. Biyolojik Görüşler<br />

Depresyonun etiolojisinde çeşitli nörobiyolojik mekanizmaların varlığı ileri sürülmektedir.<br />

Bunlar arasında noradrenerjik sistem, serotonerjik sistem, nöropeptidler, genetik geçiş modeli,<br />

glutamaterjik sistem, nöroendokrinolojik faktörler, nöroplastisite ve nörotrofik faktörler,<br />

hücre içi bağlantılar ve nöroanatomik bağlantılar örnek olarak verilebilir.<br />

a) Noradrenerjik Sistem:<br />

Büyük oranda hayvan araştırmaları ve invitro çalışmalarda elde edilen kanıtlar duygudurum<br />

bozukluklarının beyinde limbik sistem ve lokus seroleustaki bir ya da birden fazla nöronal<br />

yolaktaki fonksiyonel bozukluktan kaynaklandığını düşündürmektedir ve duygudurum<br />

bozukluğunda en fazla noradrenalin ve serotonin değişiklerinin rol aldığı bununla birlikte<br />

rollerinin hala kesin olarak belirlenemediği bildirilmektedir (16).<br />

Depresif hastalarda noradrenalinin azalmasının depresif semptomlarda bir artış oluşturduğu<br />

ve noradrenalin projeksiyonları ile depresyon arasındaki korelasyona ilişkin kapsamlı kanıtlar<br />

mevcut olduğu gösterilmiştir. Çoğu hastada plazma noradrenalin konsantrasyonun da ve<br />

noradrenerjik reseptörlerde artış ayrıca B adrenerjik reseptör yoğunluğunda değişiklik<br />

saptandığı açıklanmıştır (17).<br />

b) Serotonerjik Sistem:<br />

Monoamin hipotezi üç biyojenik aminden (serotonin, norepinefrin, dopamin) birisinin ya<br />

da diğerinin eksikliğinin ve dolayısıyla fonksiyonlarında ortaya çıkan azalmanın veya bu<br />

reseptörlerdeki sayı ve duyarlılıkta artışın depresyonun altında yatan biyolojik düzenek<br />

olduğunu ileri sürmektedir. Antidepresan etkinliği kanıtlanmış klomipramin gibi bazı trisiklik<br />

antidepresanlar ile daha yeni antidepresanların (sertralin, fluvoksamin, fluoksetin, trazodon)<br />

dopamin geri alımını etkilemeksizin serotonin geri alımını güçlü bir şekilde bloke edişlerinin<br />

anlaşılması serotonin hipotezine büyük destek sağlamıştır (18).<br />

Serotonerjik hiperfonksiyon varsayımı ise 5-HT’nin kimyasal taşınmasında artış olduğunu<br />

ve bu artışın muhtemelen postsinaptik 5-HT alıcılarının aşırı duyarlılığı sonuncu ortaya<br />

çıktığını ileri sürmektedir. Bu zıt durumu açıklamak için çeşitli düşünceler ortaya konmuştur.<br />

Bunlardan biri serotonerjik sistemde saptanan hipofonksiyon veya hiperfonksiyonun<br />

hastalığın farklı aşamaları ile ya da farklı tipleri ile ilişkili olabileceğidir. Bir diğeri ise<br />

depresyonun serotonin mekanizmasının eksikliği ya da aşırılığı ile değil stabil olmaması ile<br />

ilişkili olabileceği savıdır (19).<br />

16


c) Depresyon Etiolojisinde Genetik Kanıtlar:<br />

Depresyonun etiolojisinde genetik çalışmalar çeşitli başlıklar altında toplanmıştır.<br />

Serotonin, adrenalin, dopamin, anjiotensin dönüştürücü enzim, monoamin oksidaz, GABA<br />

gen polimorfizmi gibi. Depresyonun genetik yönü oldukça karmaşıktır, genetik heterojenite<br />

ve multifaktöryel kalıtım göstermektedir. Genetik yaklaşımlara ek olarak, psikiyatrik<br />

araştırmalar duygulanım bozukluklarının ortaya çıkışında psikososyal faktörlerin etkisi<br />

üzerinde yoğunlaşmakta ve gen-çevre etkileşimli modeller üzerinde de durmaktadır (20).<br />

d) Depresyon Etiolojisinde Nöropeptidler:<br />

Nörotransmiterlerin içinde önemli yer tutan peptidler yapılarında yüzden az aminoasit<br />

bulunduran kısa zincirli proteinlerdir. Nöropeptidler büyük ölçüde nöromodülatör ve<br />

nörohormon olarak görev yapar. Bu işlevleri yanında lokal olarak nörotransmitter işlevleri de<br />

vardır (21). Şimdiye kadar tespit edilebilen nöroaktif peptidlein sayısı yüzden fazladır.<br />

Araştırmacılar MSS’de belki de üçyüzden fazla peptid olabileceğini varsaymaktadır. Beynin<br />

tümünde yer almakla birlikte en fazla limbik sistemde yer almaktadırlar.<br />

Somatostatin: İnsanda ve hayvanlarda analjezi sağlamasının yanında uyku paterni,<br />

lokomotor aktivite, bellek işlemleri üzerine de etkilidir. Depresyonlu hastalardaki değişmiş<br />

uyku, yeme alışkanlıkları ve psikomotor aktivite nedeniyle bu peptid ilgi konusu olmuştur<br />

(22).<br />

Kortikotropin Salgılatıcı Hormon (CRH): CRH’nin majör depresyondaki rolü ile ilgili<br />

yapılan çalışmalarda depresyonda CRH hipersekresyonu olduğu saptanmaktadır. CRH deney<br />

hayvanlarına verildiği zaman hiperkortizolizm ve majör depresyonla ilişkili anoreksi, azalmış<br />

libido gibi olaylara neden olduğu gösterilmiştir (23).<br />

Gonadal Düzenleyici Steroidler (GnRH): Primer olarak hipotalamusta bulunur. Primer<br />

etkisi seksüel davranış üzerinedir ancak SSS’nin gelişimine katkıda bulunduğu gibi<br />

uyarılabilirlik ve anksiyetenin genel kontrolüne de katkıda bulunduğu düşünülmektedir.<br />

Hipotalamik-pitiuter-gonadal akstaki düzensizliklerin peri ve post menapozdaki kadınların<br />

endojen depresyonu ve post-partum depresyon üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Bunu<br />

destekler şekilde bazı kadınlarda östrojenin antidepresan etkisi olduğu gözlenmiştir.<br />

Depresyon etiolojisinde ayrıca triptofan uygulanmasına azalmış prolaktin salınımı, FSH, LH<br />

ve erkeklerde testosteron düzeylerinde azalma bildirilmiştir (24).<br />

Vazopressin-Oksitosin: Vazopressinin dikkatte, bellekte ve öğrenmede rol oynadığı<br />

düşünülmektedir. Salınımı stresle, ağrıyla, egzersiz, morfin ve nikotin kullanımı ile ve<br />

17


arbitüratlarla artmakta; alkol alımı ile düşmektedir. Uygunsuz vazopressin salınımının açık<br />

olmayan nedenlerle psikiyatrik bazı hastalıklarda da spontan olarak ortaya çıkabildiği, santral<br />

vazopressin düzeyindeki yükselmelerin insanlarda agresif davranış öyküsü ile ilişkili olduğu<br />

ileri sürülmektedir.<br />

Tiroid Hormonları: Tiroid sisteminin düzenleyici hormonlarının ve peptidlerinin, santral<br />

sinir sistemindeki B-adrenerjik reseptörleri etkileyebilmesi nedeniyle geleneksel endokrin<br />

işlevlerine ek olarak duygudurum düzenlenmesinde de rol oynadığı düşünülmüştür. Bu<br />

düzenleyici sistemde yer alan T3, T4, TSH ve TRH’den, TRH’ nin santral sinir sistemine<br />

geniş olarak yayıldığı ve genellikle postsinaptik hücrelerde inhibitör etki göstediği<br />

bildirilmiştir. Bu peptidlerin duygudurum ve davranışların düzenlenmesine katkıda bulunduğu<br />

düşünülmektedir. Örneğin hipotiroidi depresyon, kognitif bozulma, konfüzyon ve psikotik<br />

semptomlarla; hipertroidizm ise anksiyete, huzursuzluk ve irritabilite ile karakterizedir.<br />

Depresyondaki hastaların üçte birinde TRH’ye karşı TSH yanıtının bozulduğu açıklanmıştır<br />

(25).<br />

P Maddesi: Asetilkolin ve serotonin ile birlikte bulunmaktadır. Hem ağrı iletiminde hem<br />

de hareket bozukluklarında ve özellikle de Huntington Kore’ sinde sorumluluğu olabilecek bir<br />

peptid olarak görülmektedir. P maddesi ve üzerine etki ettiği nörokinin-1 reseptörlerinin<br />

(NK1) ağrının algılanmasında etkili olduğu ve NK1 reseptör antagonistlerinin potansiyel<br />

analjezik olduğu bilinmektedir. Ancak buna ek olarak P maddesi ve agonistlerinin anksiyete<br />

ile ilişkili olabileceği ve sıçanlarda yapılan bir çalışma sonucu NK1 blokajının anksiyolitik<br />

etkilerinin olabileceği söylenmektedir (26).<br />

Endojen Opioidler: Nöropeptidler içinde en kapsamlı incelenmiş olanı opioidlerdir.<br />

Endojen opioidler peptid nörotransmitterlerin en büyük gruplarından biridir. Enkefalin ve<br />

endorfinlerden oluşur. Endorfinler strese yanıt olarak salınmaktadır. Depresif hastalarda B<br />

endorfin düzeylerinin yüksek bulunduğu ve bunun depresyona özgü olabileceği gibi,<br />

depresyonla ilişkisiz bir şekilde stres düzeylerinin yüksek olmasına da bağlı olabileceği<br />

söylenmektedir (27).<br />

Kolesistokinin: Kolesistokinin GABA ve dopaminle birlikte bulunabilir. Şizofrenide yeme<br />

ve hareket bozukluklarının, depresyonda ise iştah bozukluğunun patofizyolojisinde rolü<br />

olabileceği düşünülmektedir. Dopamin ile birlikte bulunması dopaminin sorumlu olduğu bazı<br />

psikiyatrik hastalıkların etiolojisinde yer alabileceğini düşündürmüştür.<br />

Melatonin: Sonbahar ve kış mevsimlerinde tekrarlayan depresyonlarla giden mevsimsel<br />

duygudurum bozukluğu parlak ışıkla tedavi edilebilmekteydi. Depresyonda melatoninin rolü<br />

18


ve salgılanma düzeyleriyle ilgili yapılan çalışmalarda melatonin düzeyinin düşüklüğü<br />

saptanabilmektedir (28).<br />

e) Glumaterjik Sistem, N-Metil-D-Aspartik Asit Reseptörleri ve Depresyon:<br />

Plazmada glutamat ve eksitatör amino asit düzeyleri ile ilgili çalışmaların sonuçlarının<br />

çelişkili olduğu açıklanmıştır. Duygudurum bozukluklarının patofizyolojisinde, antidepresan<br />

ve mizaç düzenleyici ilaçların etki düzeneklerinde ana nörotransmitter sistemi olan<br />

glutamaterjik sistemin ve NMDA reseptörlerinin yeri olduğuna dair bilgilerimiz giderek<br />

artmaktadır. Ancak henüz güvenilir ve etkisini doğrudan glutamaterjik sistem veya NMDA<br />

antagonizması ile gösteren bir antidepresan ilaç bulunmamaktadır (29).<br />

f) Depresyondaki Nöroendokrinolojik Faktörler:<br />

Nöroendokrin sistemler beyin nörotransmitterleri tarafından kontrol edildiği için, bu<br />

sistemlerdeki anormallikler psikiyatrik hastalıkların altında yatan nörotransmitter<br />

değişikliklerini anlamada yardımcı olabilir. Hormonal psikiyatri üç açıdan önemlidir:<br />

Birincisi bazı peptid hormonlar klasik nörotransmitterler gibi işlev görürler. İkincisi<br />

nöroendokrin eksenlerin hormonları kan yoluyla beyine taşınarak geribildirim oluşturur ve<br />

nöronal fonksiyonu etkileyebilir. Üçüncü olarak da bazı psikiyatrik hastalıklar klasik<br />

nöroendokrin eksenlerin hipoaktivitesi veya hiperaktivitesi ile seyretmektedir. Depresyonda<br />

birçok nöroendokrin sistemde değişiklikler olduğu bilinmektedir. Bu değişikliklerin<br />

araştırılması bir yandan depresyonun patofizyolojisini daha iyi anlamamıza yararken, bir<br />

yandan da bazı belirleyicilerin bulunmasına ve depresyonun tedavi seçeneklerinin<br />

zenginleşmesine yol açmaktadır (30) .<br />

g) Depresyon, Nöroplastisite, Nörogenesis ve Nörotrofik Faktörler:<br />

Depresyon hastalarında yapılan postmortem çalışmalarda en sık olarak orbitofrontal<br />

kortekste nöronların hacminde küçülme, orbito ve prefrontal kortekste glial hücrelerin<br />

sayısında azalma bildirilmiştir. Nöronun yaşaması için uyaran alması ve işlev görmesi şarttır.<br />

Bu işlevlerini yerine getirirken kendisinin salgıladığı bir nörotrofik faktör olan BDNF bir<br />

yandan hücrenin uyarana uyumunu sağlayan yapısal sinaptik değişikliklere yol açarken, diğer<br />

taraftan programlı hücre ölümü olan apopitoza engel olmaktadır. Bugünkü bilgilerimiz<br />

depresyonda bozulan nöronal morfolojinin düzelmesi ve işlevin yeniden kazanılması için<br />

19


BDNF ekspresyonu şart olduğu fikrini vermektedir. Bu fikrin en önemli doğrulayıcısı etkili<br />

olan tüm antidepresanların BDNF ekspresyonunu artırmasıdır (30).<br />

h) Depresyonda Hücre İçi Bozukluklar:<br />

Hücre içi sinyal iletimindeki işlevsel bozukluklar başta depresyon olmak üzere<br />

duygudurum bozukluklarının etiolojisinde önemli bir rol oynarlar. Klinik öncesi ve klinik<br />

çalışmalar depresif hastalarda strese yanıt olarak moleküler ve yapısal düzeylerde<br />

değişiklikler olduğunu göstermiştir (31). Stres sinir büyüme faktörü (BDNF) düzeylerini<br />

azaltarak strese yatkın hipokampal nöronların atrofisine ve fonksiyonlarının azalmasına sebep<br />

olur. Antidepresan tedavi ise bunu tersine çevirir. CAMP ve BDNF sistemleri<br />

antidepresanların etki mekanizması ve yeni terapötik ajanların gelişmesi için bir model<br />

oluşturur (32).<br />

ı) Depresyonda Nöroanatomik Bağlantılar:<br />

Depresif bozukluklardaki belirtiler, bulgular ve öznel deneyimlerin bazı nörobiyolojik<br />

süreçlerdeki işlev bozukluklarına benzerlik gösterdiği örneğin ağır deprese hastalardaki bellek<br />

bozuklukları, sorun çözmedeki güçlükler, dikkat ve konsantrasyon bozuklukları, olumsuz<br />

düşünceler, sanrılar ve varsanılar gibi bulguların bazı özgül kortikal alanların işlevlerinin<br />

bozulmasında da meydana geldiği; yine depresif hastalarda da izlenen psikomotor yavaşlama<br />

ya da psikomotor ajitasyonun, prefrontal korteks, talamus, striatum ve bazal ganglion<br />

lezyonlarında da gözlendiği; ayrıca uyku bozuklukları, dinlenmemiş uyanma, gün içi<br />

duygudurum değişiklikleri, iştah ve cinsel işlev bozuklukları gibi semptomların hipotalamus,<br />

nükleus akumbens ve talamusu da içeren zedelenmelerde ortaya çıktığı, dolayısıyla bu ortak<br />

belirti ve bulguların, görüntüleme yöntemlerindeki teknolojik gelişmeyle birlikte,<br />

araştırmacıların ilgisini duygudurum bozuklukları etyopatogenezinde beynin özgül<br />

bölgelerinin rolü üzerine çektiği bilinmektedir (33).<br />

Ancak özellikle yüksek beyin işlevlerinin yalnızca belirli anatomik yerleşim yerleri ile<br />

ilişkili olmayıp aynı zamanda bu bölgeleri birleştiren asosiyasyon alanları ile de ilişkili<br />

olduğu düşünülmektedir. İnsan beyninde motor ve duysal korteks dışında kalan ve bunlar<br />

arasındaki ilişkiyi sağlayan alanlara asosiyasyon alanları ya da korteksi denir. Bu alanların<br />

özelliği birden çok uyarana karşı duyarlı yani heteromodal olmalarıdır. Zedelenmelerinde<br />

farklı klinik görünümlerde belirti ve bulgular ortaya çıkar. Assosiyasyon alanlarını 3 bölümde<br />

incelemek mümkündür.<br />

20


1. Prefrontal korteks: Arka-yan frontal lobu ve orbitofrontal korteksi içine alır. Temel<br />

olarak karmaşık motor işlevler ve bilişsel davranışı yöneten bir bölgedir. Zedelenmelerinde<br />

ortaya çıkan gecikmiş yanıt dikkat, yakın bellek, tasarlama ve motor işlevin yerine<br />

getirilmesini de etkiler. Ayrıca ilgisizlik, uykuya eğilim ya da artmış motor aktivite, cinsel<br />

denetimsizlik, uygunsuz davranışlar ortaya çıkar.<br />

2. Prefrontal-oksipital-temporal korteks: Arka temporal, arka alt parietal lobu içine alır.<br />

Duysal işlevler ve dil entegrasyonu ile ilişkilidir. Baskın yarıküre zedelenmelerinde;<br />

cisimlerin tanınmasında bozukluk, iki nokta ayırımında bozulma, renk adlandırmada bozulma,<br />

okuma, yazma, hesaplama bozuklukları; baskın olmayan yarıküre zedelenmelerinde ise eksik<br />

algılama, şekil kopyalamada yetersizlik, beden ve uzay algı bozuklukları ortaya çıkar.<br />

3. Limbik korteks: Hipokampal girus, forniks, mamiller cisim, mamillo-talamik yol,<br />

amigdala ve singulat girustan oluşur. Limbik yapılar temporal lobun orta ve alt kısmını içerir.<br />

Bellek, emosyonel ve motivasyonel davranışla ilişkilidir. Emosyonel beyin ya da afektif beyin<br />

olarak da bilinir. Tüm bu assosiyasyon alanları arasında intrakortikal bağlantılar da söz<br />

konusudur (34).<br />

Depresyonda, parkinson ve inme gibi bazı bedensel hastalıklarda gözlenen belirtilerin<br />

benzerlikleri de üzerine çalışılan konulardandır. Sol hemisferde iskemik atak geçiren inme<br />

sonrası hastalarda yapılan çalışmalarda depresyon oranının % 30 – 60 arasında değiştiği ve<br />

özellikle lezyonun frontal bölgeye yakınlığı üzerinde durulduğu bildirilmiştir (35).<br />

Depresyonlu hastalardaki SPECT çalışmalarında solda prefrontal korteks aktivitesinde<br />

azalma ile ilgili bulgular saptanmıştır (36).<br />

II. f. OLAYA İLİŞKİN ENDOJEN POTANSİYELLER (O.İ.E.P)<br />

II. f. 1. Genel Bilgiler: Seçici Dikkat ve Olaya İlişkin Potansiyeller (ERP)<br />

Seçici Dikkat:<br />

Seçici dikkat, çevreye katılım halini topluca kapsayan süreçlerden biridir. William James<br />

bu sürecin niteliğini bir asırdan uzun bir süre önce tarif etmiştir. Dikkat, aklın net ve açık bir<br />

şekilde aldığı birarada bulunmaları imkansız gibi görünen nesne veya düşünceler<br />

bütünlüğüdür. Odaklanma bilincin konsantrasyonudur ve dikkatin niteliklerinden biridir.<br />

Sonuç olarak seçici dikkat, basitçe bazı uyaranlara diğerlerinden hızlı ve etkin bir şekilde<br />

cevap vermeyi sağlayan süreçler olarak tanımlanabilir. Harter ve Aiene 1984 yılında<br />

‘organizmanın çevresel bilgilerle ilgili ve uyum açısından seçici algılamayı sağlayan<br />

21


kabiliyetidir’ şeklinde dikkatin tanımını yapmışlardır. Seçici dikkatin tamamen uygun bir<br />

modeli henüz formüle edilememiştir. Seçici dikkat ilgili uyaranların işlenmesini artıran<br />

kolaylaştırıcı bir faktör olarak görülebilir veya merkezi ayırıcının sınırlı kapasitesini bilginin<br />

ilgisiz ve uyumsuz kaynaklarıyla aşırı yüklenmeden koruyan bir mekanizma olarak<br />

görülebilir. Bu alandaki teorilerin ve davranışsal araştırmaların başlangıcı 1958 yılında<br />

Broadbent ile başlamıştır. Devam eden araştırmaların amacı gerekli ve gereksiz bilgileri<br />

seçmeye yarayan süreçleri tarif etmek, nereden nasıl ve ne zaman ayırt edici yöntemlerin<br />

ortaya çıkacağına karar vermek ve gereksiz bilginin akıbetini belirlemek veya hangi mesafede<br />

işleme gireceğine karar vermektir. Seçici dikkatin başlıca modelleri Geç’e karşı Erken seçim<br />

teorilerine dayanmaktadır. Erken seçim teorileri uyarıların dikkate alınıp alınmamaya dair<br />

seçim sürecinin erken safhada başladığını ve fiziksel çevredeki dikkate alınan ve alınmayan<br />

uyarılar arasında farklara dayandığını ortaya koymaktadır. Geç seçim teorileri, uyarılarla<br />

oluşan dikkat seçiminden önce gelen bilgilerin etraflıca analiz edildiğini varsayar ve seçimin<br />

kısa süreli bellekteki uygun uyaranların sunumuna dayanır. Her iki teori çeşitli deneysel<br />

kanıtlarla desteklenebilir. Davranışsal verilerden oluşan anlaşmazlığın çoğunun, aynı<br />

süreçlerden geçtiği varsayılan seçici dikkat deneylerinde kullanılan iki farklı dinleme<br />

metininden meydana geldiği gerçeğine dayanır. İlk olarak denekler karanlık bir ortama<br />

alınarak ilgili kanala bilgi verilirken (örn, işiten kulak) diğer kanala anlamsız sesler verilir.<br />

İlgisiz kanala gelen araya giren karıştırıcıların derecesi gereksiz uyaranların metodunun ve<br />

onların şaşırtıcılık değerinin ölçümüne bağlıdır. İkinci tipte seçilen deneklerin ise belirgin bir<br />

kanala katılmaları gerekir ve önceden kararlaştırılmış uyarı sınıfına cevap vermelidirler.<br />

Reaksiyon zamanı ölçümü mevcut yarışmalı şaşırtıcılar arasından doğru hedefleri seçmek için<br />

çeşitli metodların varlığında düşünülmüştür (37).<br />

Broadbents’in (1958) erken seçicilik teorisine göre bilişsel algılama olmadan önce çok<br />

erken aşamada takip edilecek ya da eleneceklerin fiziksel özellikleri arasındaki farklılığa<br />

dayanan ilgisiz girdilerin bir filtrasyon sistemi ile seleksiyonu yapılır, bu modeldeki problem<br />

kanallar arasında geçişe izin verirken, bir kanaldan daha fazlasına aynı anda işlem<br />

yapılamamasıdır. Treisman bu teoriye göre seçilmemiş verilerin önemsiz derecede<br />

zayıfladığını, Broadbents ise bağlantısız uyaranların bilgi işlem sisteminden tamamen elimine<br />

edildiğini öne sürmektedirler. Geç seçicilik teorisine göre tüm gelen veriler paralel olarak<br />

işlenir ve takip edilecek uyaranın elemesi olmadan önce tamamen analiz olur. Seçicilik kısa<br />

dönem hafızadaki bir uyarının fiziksel karakteristiğinin temsili ile gelen bilginin<br />

kıyaslanmasına dayanır. Ancak geç seçicilik modelleri anlam değişikliğinin saptanmasının<br />

neden fiziksel değişikliği saptamaktan daha zor olduğunu açıklayamamaktadır. Johnston ve<br />

22


Dark (1982), geç ve erken seçicilik teorisine uymayan kanıtlar elde etmişlerdir. Davranışsal<br />

araştırmalarda saptanan farklı bulguların açıklanması için birtakım ara modeller<br />

geliştirilmiştir. Örneğin Broadbent (1971), orijinal ‘HEP’ ya da ‘HİÇ’ teorisini geliştirmiştir.<br />

Bu iki farklı işlemle olmaktadır: 1) Uyarı seti: Erken aşamada ilgili uyarıları ilgisiz<br />

uyarılardan ayırt eden filtreleme sistemidir. (basit fiziksel özelliğine dayanan, örneğin renk).<br />

2) Cevap veren set: İlgili ve ilgisiz uyarılar arasındaki fark çok az ayırt edilebilmektedir.<br />

Örneğin eş zamanlı ve ilgili uyarılar ortak bir cevap seti ile ayırt edilebilmektedir. Daha sonra<br />

bu teoriler pasif dikkat fazı olarak (1) ve daha sonra aktif dikkat fazı olarak nitelendirilen (2)<br />

‘Piqeonholing’ ismi ile karmaşık uyarı konfigürasyonunun kategorize edildiği 3 fazlı erken<br />

filtreleme modeli ile yer değiştirmiştir ve yayılmıştır. Tek bir kanalın erken seçiciliği, sisteme<br />

aşırı yüklemeyi engellemek için gerekli olan bir filtreye sahiptir. Ancak ne erken ne de geç<br />

seçicilik teorileri bazı durumlarda bağlantısız bilginin reddedilmesini yeterince<br />

açıklayamamaktadır. Kahnemon 1973 yılında seçici dikkati ayıran modelini önermiştir. Sınırlı<br />

kapasitesi bulunan bu havuzda dikkat işleme kaynaklarının görevlerinin esnek olarak<br />

dağıtıldığını söyleyerek bu modele ‘Seçici dikkat ayırım modeli’ denilmiştir. Yedek kapasite<br />

kaynaklarının, bağlantısız uyarıları işlemek için ayrıldığını ve anlık değişebilen görevlerle<br />

talep edilen karmaşık ve bağlantısız uyarılar için var olduğunu söylemiştir. Kaynakların,<br />

görev talebine göre bir dizi görev aşamalı olarak daha az performans harcanarak seçilmesine<br />

olanak tanımaktadır. Eğer birleştirilmiş işlem talepleri mevcut sınırlı kapasiteyi geçerse,<br />

görevlerin birinde ve diğerlerindeki performansta bozulma görülmektedir. Bilişsel işlemde<br />

bazı işlemlemelerdeki değişikliklerin değerlendirilmesi otomatik olmak zorundadır ve böylece<br />

işlemler paralel gidebilir. Kontrollü, bilinçli ve çaba gerektiren diğer işlemlemeler sınırlı<br />

kaynaklardan değerlendirilmektedir. Bu farklılıklar dikkat kaynaklarının nasıl seçici<br />

algılandığını veya bağlantısız bilginin kaderini yeterince açıklayamamaktadır. Erken ve geç<br />

seçicilik modelleri arasında da bilgi işlem otomatikliğinin ölçüsü tartışmalıdır. Geç model<br />

daha fazla otomatikliği kabul eder. Geçici dikkat sürecinde otomatisite tartışmanın<br />

merkezindedir. Neisser ve Hochberg geçici dikkati kodlama, şema teorisi ve hazırlayıcı<br />

etkilerle açıkladılar. Bu kolaylaştırıcı fikir üretimlerinde, bazı bilgiler işlenmek için<br />

hazırlanırken, bağlantısız uyaranlar ne filtrelenip inhibe olmakta ne de zayıflatılmaktadır.<br />

Basitçe daha fazla analiz edilmemekte çünkü şema ile eşleşmede başarısız olmaktadırlar.<br />

Pasif çürümeye karşı olarak, engellerin aktif inhibisyonu başarılı seçici dikkatin bir<br />

mekanizması olabilir. Başlangıçtaki hedefler ve engeller, hangi nokta hedeflerin daha ileri<br />

işleneceği ve hangi engellerin aktif olarak inhibe edileceği ile kategori seviyelerinin temsiline<br />

kadar paralel bir şekilde işlenir. Cowan 1988 yılında seçici dikkat için oluşma modelini ileri<br />

23


sürmüştür. Hafızada oluşan bağlantısız uyarıların fiziksel temsili yoluyla, bunu takip eden<br />

tekrar edilen temsiller böyle bir uyarının oluşmasını sağlamaktadır. Bağlantısız kanalda<br />

fiziksel bir değişiklik oluştuğu zaman temsil ile olan yanlış eşleşme o uyarının veya kanalın<br />

yönlenmesine neden olur. Bu yanlış eşleşme ‘yanlış eşleşme negatifliğinin’ psikofizyolojik<br />

kanıtı ile desteklenmiştir. Mismatch Negativite (Yanlış Eşleşme Negatifliği, MMN) modeli<br />

algısal analizin otomatik olarak oluştuğunu varsaymakta ve bu ilgili uyarıya yoğunlaşmış<br />

dikkatin (merkezi yönetim işlemcisi) ile aktivasyonunu kontrol emektedir. Ancak bu işlemi<br />

merkezi yöneticinin nasıl yaptığı açıklanamamıştır. Seçici dikkat, geleneksel bilişsel teorilerin<br />

yanında başka değişik modellerle de açıklanmıştır. Bu teoriler paralel ve dağıtılmış işlemlere<br />

odaklanır, oldukça hızlı olan fakat daha uzun süren ve seri bileşenleri olan işlemleri henüz<br />

açıklayamamıştır. Broadbent (1985) bağlayıcı modellerin bilişsel psikolojiye uygun<br />

olmadığını öne sürmüştür. Uyarıların çoklu niteliklerinin işlenmesi, paralel veya seri bir<br />

şekilde işlenip işlenmeyeceği tartışması yıllardır sürmektedir, ancak hala çözülememiştir. Her<br />

iki teoriyi de destekleyen ya da çürüten deneysel kanıtlar yoktur. Eldeki veriler beyindeki bu<br />

işlemin paralel seyrettiğini; bazı niteliklerinin bağımsız olarak işlenmesi; bazılarının aynı<br />

anda; bazılarının da diğerlerinden önce çıkarılması ile olduğunu göstermektedir. 1977 yılında<br />

Shiffirin, alışılmamış tarzdaki uyarıların işlenmesinin başlangıçta seri olduğunu ve paralel<br />

işlemin sadece pratikte ilerlediğini öne sürmüştür. Treisman ve Galade, “Nitelik Bütünleme<br />

Teorisi”ni geliştirmişlerdir. Bu teori ileri aşamada olan karmaşık çok boyutlu uyarının<br />

işlenmesini açıklamaktadır. Öyle ki, ilk aşamada uyarı niteliklerinin basit analizi hızlı, paralel<br />

ve otomatik; ikinci aşamada nesnelerle yavaş ve seri bir şekilde olan ve odaksal dikkat<br />

gerektiren özelliklerin birleşmesini içermektedir. Aksine işitsel dikkat çalışmaları, dikotik<br />

dinleme çalışmaları ile yoğunlaşmıştır. Bu çalışmalar filtreleme modelleri ile yorumlanmaya<br />

çalışılmıştır. Bu çalışmalar ile seçici dikkatin yapısı konusunda bazı bilgiler sağlanırken,<br />

erken ve geç seçicilik hakkında tartışmalar otomatikliğin ölçüsü ve bağlantısız uyarıların<br />

işlemlenmesinin ölçüsü çözülememiştir. Teoriler sadece bu tür çalışmaların yürütülebilmesi<br />

esnasında elde edilen davranışsal verilere dayanarak geliştirilip test edilebilmiştir. Bağlantısız<br />

uyaranlar için cevaplar açıkça tutulurken, davranışsal veri otomatikliğinin ölçüsünü veya takip<br />

edilmeyen bilgilerin ne ölçüde işlendiğini açığa çıkarılamamaktadır. EEG kayıt tekniğindeki<br />

yenilikleri seçici dikkat işlemlerinin yapısının tekrar değerlendirilmesine olanak sağlamıştır.<br />

Örneğin dikotik ses uyarısı verilen deneklerde EEG kaydı ile saptama yapılmıştır. ERP<br />

yorumlanmasına dayanan bu gibi teknikler tartışılmıştır. 15 yıldan fazla bir süredir devam<br />

eden çalışmalardan birçok veri elde edilmiştir. Hansen 1975 yılında Erken seçicilik<br />

tartışmaları üzerine ERP verilerini yorumlamıştır. Erken seçicilik modelleri, genellikle<br />

24


analizin erken ve geç aşamaları arasında seri bağlantıyı ima etmiştir. Ancak Hansen ve<br />

Hillyard, analiz niteliğinin paralel ve holistik modelleri altında mümkün olduğunu yeterli<br />

kanıt olur olmaz analizin sona erdiğini vurgulamışlardır. Bu yorum rastlantısal ve hiyerarşik<br />

bilgi işlemini ifade ediyor. Hillyard ‘Bir uyarı boyutunun seviyesi diğer boyutların<br />

işlenmesinin ölçüsünü ve derinliğini etkiler’ demiştir. Bilgi işleminin karmaşık modelleri,<br />

kolaylıkla ayırt edilebilen uyarı niteliklerinin başlangıçta dikkatin dağıtılması için seçildiğini,<br />

bunu takiben daha karmaşık ve daha az ayırt edilebilir niteliklerinin geldiğini öne<br />

sürmektedir. Bu süreç, bağlantılı sürekli uyarının her niteliğini paylaşmayan bütün uyarıların<br />

kademeli olarak filtre edilmesine daha ilerideki herhangi bir işlemin uymayışına kadar devam<br />

eder. Böylece ilgili niteliğe sahip olma temeline dayanan seçilmiş uyarılar, diğer ilgili<br />

niteliklerin varlığında daha ilerdeki işleme girecektir. Bu model ERP verileri ile<br />

desteklenmektedir. Hansen ve Hillyard’ın 1983’de ki seçici dikkat çalışmaları çok geniş<br />

şekilde araştırılan ilgi odağı olan çalışmalardır. Çeşitli deneysel çalışmalar da ‘hiyerarşik bilgi<br />

işlem modeli’ ile aynı sonuçları vermiştir. Çalışma; kompleks, çok boyutlu işitsel seçici<br />

dikkat çalışmasıdır. Bu çalışmada anlık uyaran, yer, yükseklik, süreklilik boyutları ile değişir.<br />

1983 yılında makalelerinde Hansen ve Hillyard yer ve yüksekliğin (şiddet) fiziksel boyutunu,<br />

bir ayrımın diğerinden daha zor olacak şekilde değiştirmişlerdir. Örneğin kolay yer zor<br />

yükseklik durumunda, ses uyaranı sol veya sağ kulağa rasgele dağıtılmıştır, uyarı ayrı ayrı<br />

verilmiştir her kulak için ses uyarısının yüksekliği çok az değişmiştir ve bu yüksekliği ayırt<br />

etmek zordur. Zor lokalizasyon / kolay yükseklik durumunda ses uyaranı öyle bir şekilde<br />

dağıtılmıştır ki, ses uyarılarının kafanın arka tarafına doğru bazı noktalarda olduğu kişisel<br />

olarak algılanmıştır. Sağ ya da sol ayrımı yapmak oldukça zordur fakat bu uyaranlar<br />

yükseklik olarak oldukça farklıdır. Her iki durumda da ERP paterninde kolay bağlantısız<br />

boyutunun reddedilmesi erken olduğunu göstermiştir. Örneğin lokalizasyon temelinde<br />

uyarıların yarısının reddedilmesi gibi ve zor boyut içindeki bu seçme/reddetme, kolay boyutu<br />

önce işlemesi rastlantısaldır. Hangisi kolaysa önce o işleniyor daha sonra seçilmiş uyarının<br />

ileriki işlemi yapılır. Uyaranların yarısı, ilgili lokalizasyondan gelerek seçildikten sonra, diğer<br />

yarısı atılmadan ileriki işleme sokulur (37).<br />

Anatomik, Nörofizyolojik ve Fonksiyonel Şemaya Dayanan Temeller<br />

Beyin organizasyonunun anatomik kapsamı, uyarı süresinde hem paralel hem de karmaşık<br />

mekanizmalardan destek alır, fakat tek bir anatomik model seçici dikkatin anatomisini<br />

tamamen -sinir sisteminin ilgili uyarıyı nasıl seçtiğini ve ilgisiz uyarıyı nasıl bastırdığı<br />

konusunda olduğu gibi- açıklayamamıştır. Bir teoriye göre seçicilik periferde olur (Örneğin;<br />

25


işitsel seçici dikkatin kokleada olması gibi). Bu teoriye göre spontan dikkat, retiküler<br />

formasyon tarafından kontrol edilen algısal bilgi geçişinin sonucu olarak meydana gelir.<br />

İstemli dikkat korteksten gelen ağların modifikasyonu ile olur. Kortikoretiküler algı yolunun<br />

bağlantısız bilgiyi inhibe ettiği düşünülmektedir. Bu bilgi hayvan deneylerinden<br />

geliştirilmiştir. Ancak insan araştırmaları ile daha kanıtlanmamıştır. Talamik seviyedeki<br />

seçiciliğin kanıtı da hayvan deneylerinden gelmektedir. Bu bilgi talamik retiküler çekirdeğin<br />

algısal bilgi iletişimini düzenlediğini bağlantısız bilgi taşıyan talamikokortikal liflerin<br />

inhibisyonunda kapı olarak görev yaptığını ileri sürmektedir (37).<br />

Seçici dikkatin en çok tutulduğu anatomik model ‘Kortikal Model’ dir. Bu model ERP<br />

çalışmalarından elde edilen psikofizyolojik veriler, MEG (Magneto ensefalografi) ve bölgesel<br />

serebral kan akım çalışmalarına dayanır. Picton 1987 yılında işitsel korteksi, olası seçicilik<br />

bölgesi olarak saptamıştır. Woods 1989 yılında işitsel sistemde bilgi işleminin karmaşık<br />

organizasyonuna ışık tutarak beyin boyunca bağlantıların dikkatin alanını daralttığını<br />

vurgulamışlardır. Daha aşağıdaki merkezler basit nitelikteki algıların saptanmasından sorumlu<br />

iken karmaşık işlemler beynin kortikal bölgesinde oluşan kompleks uyarıların tamamen<br />

algılanmasını, entegrasyonunu ve yorumlanmasını sağlar. Woods 1989 yılında farklı algı<br />

tarzlarında farklı seçici dikkat mekanizmalarının olabileceğini ileri sürmüştür ve uyarının<br />

farklı niteliklerine karşı dikkatle sağlanan ERP komponentlerinin farklı kortikal alanlarda<br />

farklılıklar gösterdiğini saptamıştır. Niteliklerin tek tek analizi tamamlanmadan önce<br />

niteliklerin bütünleştiği bulunmasına rağmen farklı kortikal alanlarda bu işlemlerin oluştuğu<br />

gözlenmiştir. Kortikal modelin özü, tüm işlevsel girdilerin hızlı ve kalıcı nitelik saptama<br />

sistemi ile fiziksel karakteristiklerinin istemsiz işleme uğraması ve oluşan uyarının tüm<br />

fiziksel niteliklerinin yer, yükseklik, yoğunluk ve süre gibi pasif nöral yollarla iletilmesidir.<br />

Pasif nöral temsiller istemsiz dikkatten sorumlu olabilir böylece bağlantısız uyarının girişi<br />

açıklanabilir (yanlış eşleşme negatifliğinde olduğu gibi). Dikkatin istemli ve çabasal<br />

odaklanması, dikkat ile ilgili yolların ilgili uyarı ve karakteristik özelliklerinin istemli, sürekli<br />

temsilinin daha kalıcı oluşmasına neden olur. Diğer tüm girdiler bu temsile karşı aktif olarak<br />

karşılaştırılır ve bu eşleşme işleminin süresi girdi dikkat yolu arasındaki benzerlik derecesini<br />

yansıtır. Dikkat yolunu güncelleştirmek ve sürdürmek için yalnızca tam eşleşmesi olan<br />

uyarılar ileriki işlemler için seçilir. Bu kavramlar çeşitli ERP komponentleri ile açıklanabilir<br />

(37).<br />

Prefrontal korteks, dikkat fonksiyonlarını içeren alan olarak bilinir. Prefrontal bölgede olan<br />

hasar dikkat seçiciliğinde ilgisiz bağlantıların oluşmasıyla, dikkat ile ilgili problemleri ortaya<br />

çıkarır. Frontal lob lezyonu olan hastalar sıklıkla ilgisiz bilgiyi baskılayamamakta ve dikkatin<br />

26


yönlendirilmesini gerçekleştirememekle birlikte, yine de bu konuda çabalamaktadırlar. Fakat<br />

dikkatini odaklamada ve devam etmede zorluk çekerler. İşitsel dikkat sırasında frontal lob<br />

bölgesinde artmış kan akımı, frontal lobun dikkat yolunu kontrol ettiğini ve sürdürdüğünü<br />

kanıtlayan bir veri olarak kabul edilir. Dorsolateral prefrontal korteks lezyonu olan hastalarda<br />

distraktibilite artışı ve seçici dikkat disfonksiyonu iki ERP çalışması ile saptanmıştır.<br />

Beyindeki ağların veya pek çok bağlantının sonucu olarak seçici dikkat oluşması muhtemeldir<br />

ancak herhangi bir alana lokalize olduğu düşünülmemektedir. Norman ve Shollice frontal lob<br />

hastalıklarını gözlemleyerek aktif dikkatin kontrolü ile ilgili bir model geliştirmişlerdir. Bu<br />

model pek çok aksiyonun şema tarafından kontrol edildiğini ileri sürer. Bu şema uygun tetiği<br />

çeken aksiyon toplamının otomatik olarak aktive edilmesidir. Karşıtlık sistemi superiyor<br />

dikkat sistemi (SAS) tarafından kurulan, önceliklere göre yönetilen yarı otomatik bir<br />

sistemdir. SAS bilinçli dikkat kontrolünün sınırlı kapasite sistemidir. SAS planlama ve karar<br />

verme gerektiren görevlerde; alışılmamış veya zayıf olarak öğrenilen davranış sırasının<br />

kapsandığı yerlerde teknik olarak zor veya tehlikeli durumlarda veya güçlü alışılmış tepki<br />

veya inhibisyon gerektiren durumların olduğu yerlerde kullanılan sistemdir. Gelen kaynaklar<br />

fazla yüklendiği zaman hatalar oluşur. SAS başka bir görevle meşgul iken çeşitli diğer<br />

otomatik şema tetiklenebilir (37).<br />

Son zamanlarda Houghton ve Tipper seçici dikkat nöral ağ modelini geliştirerek cevap<br />

aktivasyonunu vurgulayan bilişsel, fonksiyonel ve nörofizyolojik seviyeleri formüle<br />

etmişlerdir. Ancak buna ek olarak bilginin farklı tarafa yönlendirilmesinin aktif inhibisyonunu<br />

da vurgulamıllardır. Norman ve Shallice’in teorilerini ve gözlemlerini Luria ve Treisman gibi<br />

diğerlerinin izlediği çalışmalarıda dikkatin, organizmanın kendi amacına yönelik davranış<br />

organizasyonunun küresel kapsamı içinde oluştuğu söylenmektedir. Şema temelli beklentiler,<br />

her nesneye seri olarak dikkatli odaklanmaya gerek duymadan çevreyi algılayıp<br />

anlamlandırmayı kolaylaştırıyor ve böylece oldukça etkili, paralel, algısal analiz benzer<br />

durumlarda da yer alıyor. Ayrıca hedef nesneye yönelik davranışı başarmak için diğer<br />

nesnelerin içsel temsiline de ihtiyaç vardır. Böylece dikkatin rolü uygun nesne ile uygun<br />

eylemin bağlantısına dayanır. Bu nesne pek çok rastgele bağlantıların meydana gelebileceği<br />

bir çevrededir. Bunların büyük bir çoğunluğu herhangi bir zamanda organizmanın hedef<br />

arayan davranışına yıkıcı olacaktır ve seçici dikkat hedef nesnelerin lehine yanaşmayı<br />

kolaylaştırır. Uyarı sürecine dayanan önemli dikkat modellerinin aksine Houghton ve Tipper<br />

‘ın modeli, şaşırtıcıların analizinden türemiş bilgilerin yarışmasını baskılamak için hareket<br />

eden tamamlayıcı bir inhibitör komponent öne sürer. Pekçok nörofizyolojik kanıt dikkatin<br />

27


yönü ve sürekliliğinde prefrontal lob alanlarının rolüne ve fonksiyonunda güçlü bir inhibitör<br />

bileşene işaret eder (37).<br />

Denek üzerinde oldukça fazla kanıtı gözden geçiren Fuster, 1980 yılında baskılama ve<br />

müdahale kontrolünde orbitomedial prefrontal korteksin esas rolünün inhibitör olarak<br />

düşünülebileceği ve davranışsal sıranın uygun iletimi için kişinin yönlendirmek ve sürdürmek<br />

zorunda olduğu seçici dikkatin bir kısmından sorumlu olabileceği sonucuna varmıştır. Sürekli<br />

hedeflerin analizini değiştirmekte kullanılan Naloksan’ın şaşırtıcıların baskılanmasını<br />

arttırarak seçiciliğini geliştirdiğini gösteren Armsten ve ark. ERP çalışmalarında bu maddeyi<br />

kullanmışlardır. Frontal kortekste zengin Naloksan bağlayıcı kısımlar mevcut olup, bu<br />

bölümde şaşırtıcı uyarının baskılanmasını kolaylaştırır. Houghton ve Tipper’s modeline göre<br />

seçici dikkat hedefe yönelik davranışın sürdürülmesini kolaylaştırır. Tepki sistemlerine algısal<br />

bilgi akışını kontrol eden kapı görevi görerek kolaylaştırma işlemi yapar. Frontal motor<br />

planlama ve yönetim sistemleri yoluyla posteriyor sistemlerden aktivasyon akışını açan<br />

prefrontal lobları kapsar. İçsel sevk edilen hedeflerden oluşan bilgi ve dışsal sevk edilen<br />

algısal nesne temsilleri, hedef özgünlüğüne eşlenen nesnelerin ön temeline yönelen feedback<br />

sinyalleri oluşturan eşleşme/yanlış eşleşme alanında buluşur. Hedef özgünlüğüyle eşleşmeyen<br />

nesneler, inhibitör feedback mekanizmaları ile baskılanır. Spesifik inhibitör mekanizmaların<br />

gücü, kendi kendini düzenleyen bir feedback döngüsü olarak, dikkate alınmayacak uyarıların<br />

kuvvetine devamlı bir şekilde adapte olmak için ileri sürülür. Anlam modelleri, daha önceki<br />

daha önceki teorilerle açıklanmayan deneysel olgu çeşitliliğini hesaplayabilir (37).<br />

Seçici Dikkatte ERP İndeksi<br />

Uyaran veya olaya reaksiyonda beyinde oluşan kafa üzerinden kaydedilen elektriksel<br />

değişikliklere ERP denir. Karışık disfonksiyonun saptanması, davranışın kavranması ve<br />

elektrofizyolojisinin eş zamanlı değerlendirilmesine izin veren hassas bir tekniktir. Çünkü<br />

deneğin devam ettiği ya da reaksiyon gösterdiği uyarının herhangi bir koşulunun yokluğunda<br />

gizli bilişsel proçesi ölçme yeteneğinden dolayıdır ve onların en son seviyesinde mükemmel<br />

seçici çözünürlüğü vardır (37).<br />

ERP teknikleri diğer davranışsal ve fizyolojik metodlardan (MR ve PET) bilgi alınamadığı<br />

durumlarda bilgi sağlayabilir. ERP etkilerinin yorumlanmasının fonksiyonel önemi Rugg ve<br />

Colen tarafından tartışılmıştır. Kavramanın nöral temelini açıklayan bu araştırmasıyla, ERP<br />

28


araştırmalarının tam bütünleşmesini sağlamıştır. ERP oluşturan kaynak, lokalizasyon<br />

çalışmaları, lezyonlardan şikayeti olan hastalar ve klinik popülasyonda olan hastaların<br />

çalışmalarıyla pek çok deneysel ve farmakolojik manipülasyonlar ile değerlendirilmiştir.<br />

Böylece ERP’nin bilişsel koreksiyon tanımı önündeki ilerleme ve onların nöral kaynakları<br />

hızlandırılmış ve ERP teknikleri pek çok kognitif araştırma alanlarında önemli katkıda<br />

bulunmuştur. ERP’yi oluşturan prosedür Rugg ve Coles tarafından detaylı bir şekilde<br />

açıklanmıştır. Temelde bu prosedür, denekler bilişsel görevlerle meşgul edilirken EEG<br />

kaydının saptanması ile olur. EEG’nin bölümleri spesifik uyarılara eş zamanlı oluşur ve<br />

ortalaması alınır. Bunlar beynin bir olaya veya uyarıya reaksiyonunu temsil eder ve bunlar<br />

ERP’ye karşılık gelir. Uyarının yokluğunda devam eden EEG’yi oluşturan spontan<br />

potansiyellerden ayırt edilirler. Deneğin global durumunu yansıttığı düşünülür- örneğin uyku<br />

veya uyanıklık gibi- diğer taraftan ERP’ler deneysel manipülasyonlara açık spesifik ayrı<br />

çevresel olaylar tarafından uyarılır ve böylece zamana bağımlı deneysel manipülasyonlar<br />

oluşur. Bazı tipteki uyarıların tekrarlanan sunumuna verilen reaksiyonların ortalamasını<br />

alarak, devam den EEG’nin arka plan gürültüsü, artarak farklılaşan bu tip uyarıya sabit ERP<br />

reaksiyon gösterirken azalır. Tipik ERP bir dizi negatif ve pozitif sapmalardan oluşur.<br />

Örneğin, beyin sapındaki spesifik duysal çekirdekleri, talamus ve serebral korteksin lokalize<br />

bir alanı gibi büyük nöronal popülasyonların senkronize aktiviteleri yansıtan bir sistemdir.<br />

ERP komponentlerine neyin karşılık geldiği yalnızca ortaya çıkan ERP sapmalarının deneysel<br />

manipülasyon ve ölçümlerinin sonuçlarından çıkarılabilir. Böylece ERP komponentleri farklı<br />

kognitif süreç işlemini yansıtan serebral bir olaya karşılık gelir (37).<br />

Ekzojen komponentler, sinir sisteminin dışındaki faktörler olarak kabul edilir, fiziksel<br />

uyarının özelliklerindeki varyasyonlara ihtiyaç ya da ilişkin görevin sürecine bakmaksızın<br />

duyarlıdır. Ne var ki bilişsel manipülasyonlarla modifiye edilebilecekleri gösterilmiştir.<br />

Uyarının başlamasından kısa bir süre sonra başlarlar, uyarı sonrası ilk 250 msn’ de devam<br />

ederler, uyarının farklılıkları fiziksel özelliklerine göre büyüklük ve gecikme gösterirler.<br />

Kafatası boyunca uyarın biçimine varyasyon gösterirler. Erken, orta ve geç bölümlerden<br />

oluşurlar (37).<br />

Erken Beyin Sapı Potansiyelleri: Uyarıdan sonra ilk 10 msn’de oluşurlar, kokhleadaki<br />

işitme çekirdeğinin nöronal aktivitesini ve beyin sapındaki nöronal aktiviteyi yansıtırlar.<br />

Hernandez-Pean ve ark.’nın yaptıkları hayvan çalışmalarını takiben, pek çok insan araştırması<br />

erken beyin sapı potansiyellerindeki seçici dikkatin erken bulgularını keşfetmek üzere bu<br />

alana yönlendirilmiştir ve kanıtlar gösterilmiştir. Ancak bunun kopyalanmasının imkansız<br />

olduğu kanıtlanmıştır. Uyarı sonrası 20- 50 msn arasında, orta–gecikmiş aralıkta dikkat<br />

29


etkisinin olduğuna dair kanıtlar ortaya çıkmıştır, böylelikle dikkatin erken seçilmiş modelleri<br />

için kanıt sağlanmıştır. Ancak bu P20- 50 etkisinin işitme korteksinde oluştuğu bulunmuştur<br />

(37).<br />

Erken ve orta gecikmeli bileşenler düşük genlikte olmalarına rağmen, yüksek büyüklükte<br />

dalgalar tarafından takip edilirler ve bu takip eden dalgalar kutuplaşma ve sıralanmalarına<br />

göre adlandırılırlar. P1, N1, P2 kompleksi uyarı sonrası 50 msn civarında oluşan ilk büyük<br />

pozitif dalgadır; P50 olarak bilinir. Uyarı sonrasında, 100 msn civarındaki büyük negatif<br />

dalga N100, 200 msn civarındaki ikinci büyük pozitif dalga P200’dür. Bu bileşenler pasif bir<br />

görevde uyarı ile sağlanırken, aktif bilişsel görevlerde bu dışarıdan gelen dalgalar, endojen<br />

bileşenlerin açığa çıkmasıyla üst üste binerler (Bu bilinçli çabayla ortaya çıkan dikkatin<br />

başlamasına işaret eden bir olayda) (37).<br />

P50:<br />

P1 ya da P50 , kapı ya da içeri akışı, duygusal bilginin akışının kontrolünde ortaya çıkar.<br />

Birçok psikiyatrik hasta grubunda –şizofreni de dahil- şartlanmalı test paradigmalarında P50’<br />

nin büyüklüğünde artma gösterilmiştir ki bu da kapı mekanizmasında azalmayı yansıtır (37).<br />

N100:<br />

Uyarının başlamasına özel olarak cevaben N1 bileşeni serebral sistem tarafından üretilen<br />

gerçek bir cevap olarak düşünülmüştür. N1’in birçok bileşenden yapılandığı düşünülmüştür.<br />

Her bileşenin beyinde farklı üreticileri vardır, fakat hepsi farklı uyaran parametrelerinin<br />

kayıtlara göre büyüklük ve gecikme olarak duyarlıdırlar. Kafatasındaki dağılımı yönteme<br />

özeldir ve işitme yönteminde N1 uyarılar kulağın karşısında bulunan yarımkürede daha<br />

büyüktür. P2 dalgası, N1’i takip eder fakat farklı nöronal üreticilere sahip olabilir. Farklı<br />

uyaran özelliklerine karşı duyarlılıkları karşılaştırıldığında N1’e benzer olduğu görülmüştür.<br />

Birçok endojen ERP bileşeni birçok bilişsel görevde işlem görebilirler. Bu da bilişsel<br />

işlemlerin zenginliğini temsil eder. Sadece işitme seçici dikkati ile ilişkili bileşenler burada<br />

tartışılacaktır. Ekzojen bileşenler bilişsel faktörlerden etkilendiği gibi sonraki endojen<br />

bileşenlerin görevi, parametrelerin fiziksel katkılardan etkilendiği gösterilmiştir (37).<br />

N200:<br />

Uyarının başlamasından sonra N2, ikinci major negatif tepe yapan bileşendir ve en iyi<br />

olarak sabit hızda dağıtılan bir uyaran dizisi göz ardı edildiğinde ya da başka bir fiziksel<br />

uyaranla değiştirildiğinde görülür. Yakın olarak P300 ile birliktedir ve özellikle de P3a ile<br />

30


irliktelik gösterir ki, bu da serebral uygunsuzluğu saptama işlemini iyi bir şekilde yansıtır.<br />

Morfoloji ve topografisi deneysel manipülasyonun fonksiyonu olarak değişkenlik gösterir. Bu<br />

da N2’nin tek bir kavram olmadığını, daha çok farklı bileşenlerin oluşturduğu topluluğun N2<br />

civarında aktif olduğunu gösterir. Naatanen ve Picton 1986’da N2’nin 8 alt bileşenini<br />

tanımlayabilmişlerdir. Ancak en iyi bilinenleri MMN ve N26 ‘dır (37).<br />

MMN, N1 ve P2 bileşenleri ile çalışan negatif bir bileşendir. Uyarı yoğunluk, tizlik, süre,<br />

yer, uzaysal, ses değişikliklerindeki değişikliklerle tanımlandığı da gözlemlenir. Standartlar<br />

ve standart dışı değerler arasındaki farklar büyüdükçe, MMN en iyi olarak katılımsız<br />

durumlarda gözlemlenirler. Yani kişilere etraftan gelen işitsel uyarının göz ardı edilmesini ve<br />

dikkat çekici başka bir görev verilmesi ile gözlemlenir. Burada olduğu gibi dikkatten<br />

bağımsız otomatik bir işlem olarak yol göstericidir ve uyaran değişikliğine duyarlı serebral<br />

işlemlerle üretilebilir. Bu duysal giriş farklı bir uyarandan gelen özellikleri standart önceden<br />

var olan bir uyaranın fiziksel özelliklerinin depolanmış nöronal sunumu ile kıyaslar. Bunun<br />

biyolojik yaşamsal fonksiyon olan dikkati, katılımsız işitsel inputtaki değişikliklere kaydırma<br />

görevini üstlenip üstlenmediği tartışılmıştır. MMN’nin frontosantral dağılımı vardır ve<br />

temporalde ortalardan daha büyüktür. Halen MMN’nin artmış dikkatle artıp artmadığı<br />

tartışılmaktadır (37).<br />

N2 bölgesindeki diğer bileşen N2b’dir. Farklılıklara karşı dikkatin olduğu durumlarda işlem<br />

görür ve MMN üzerine süperempoze olur. MMN’den daha uzun bir gecikme gösterir, 220msn<br />

civarındadır. Sentroparietal bir dağılım gösterir. Yöntem özel değildir ve P3a ile birliktelik<br />

gösterir. Bilişsel uyaran incelemesi, hedef seçilmesi ve karar seçilme sürecini yansıtır. Bazı<br />

araştrımacılara göre, N2’nin P300 dalgasından karar verme süresinde daha iyi bir endeks<br />

olduğu ileri sürülmüştür. (37).<br />

Negativitenin İşlenmesi (PN):<br />

Bu seçici dikkate en iyi ve spesifik olan ERP bileşenidir. Seçici dikkate ait ERP çalışmaları<br />

öncelikli olarak KOKTEYL PARTİSİ paradigmasını kullanmışlardır. Bu da çoklu-boyutsal<br />

işitsel uyarana ait birden çok kanal deneğe yüksek hızlarda sunulur. Deneğin görevi yalnızca<br />

bir kanala katılmaktır. Her kanaldan uyarıyla gelen ERP ler kaydedilir. Katılımcı kanal ERP’<br />

leri ile katılımsız kanal ERP’leri arasındaki fark dikkat etkisini oluşturur. ERP dalga<br />

formunda dikkatin etkisi geniş bir negativite olarak görülür ve işlemsel negativite olarak<br />

adlandırılır (37).<br />

PN’ nin erken başlangıcı (örn, uyarı sonrası 60-80 msn) işitme sistemindeki erken seçim<br />

için en iyi kanıt kaynağıdır. Bağlantılı uyaranla kıyaslandığında bu negatiflik N1<br />

31


üyüklüğündeki zenginleşme olarak yorumlanır. İstemli dikkatte daha sonra yapılan bazı<br />

çalışmalarda tek endojen negatif bileşen N1 dalgası üzerine süperempoze olan PN izole<br />

edilmiştir, N1’in kendisinin dikkat tarafından ne kadar modüle edildiği tartışılmaktadır.<br />

Seçici dikkat pasif nöronal yakın ilişkili duyusal katılımlarına yöneltildiğinde PN üretilir. PN<br />

nin kalıcı dikkatsel yolun en iyi göstergesi olduğuna dair tartışmalar vardır. PN, ERP dalga<br />

formunda bağlantılı uyaran, bağlantısız uyaranla karşılaştırıldığında negatif olarak görülebilir,<br />

ya da istemsiz yolun istemli yoldan çıkarılmasıyla oluşan fark dalga formunda (Nd)<br />

gözlemlenebilir. Bu metod iki üst üste binen bileşeni gösterir. Erken PN ya da Nd<br />

frontosantral alanların üzerinde maksimumdur. Bilginin bağlantılı ya da bağlantısız<br />

kaynaklarının seçimini yansıtır. Bağlantılı uyaran ve istemli yolda uyumu sağlar ve istemli<br />

ERP de daha uzun bir negatiflik gösterir, geç PN ya da Nd olarak adlandırılır. Daha fazla<br />

frontal dağılım gösterir. Bu geç frontal bileşen negatiflik işlemine ait istemli yolun prova ve<br />

korunmasını yansıtır. PN istemiz ERP’lerde de olabilir ve ayırım güç olabilir. Örneğin istemli<br />

ve istemsiz uyaranlar arasında küçük fiziksel ayırımı Nd’ ye ait olan üçüncü bir bileşene ait<br />

kanıt olsa da, istemli ERP de pozitiflik 170 msn civarında başlar. Bu pozitiflik ilgisiz uyarının<br />

aktif inhibe edici işlemini yansıtabilir. İlgisiz uyaran dikkat gerektiren yolda yarışmasız<br />

olduğunda işlemin aktif baskılanmasını sağlar (37).<br />

P300:<br />

Uyaranın önemi konusunda bilinçli bir karar verilmesi gerekiyorsa ya da ilgili kanalda<br />

belirli bir cevap verilmesi isteniyorsa ERP dalga formu bu uyarana karşı büyük pozitif bileşen<br />

gösterir ve bu genellikle P300 kompleksi olarak adlandırılır. P300 en çok araştırılanlardan<br />

olup en kolay işlem gören endojen ERP bileşenlerinin en büyüğüdür. Yıllar boyunca<br />

fonksiyonel rolünün tam olarak belirlenmesi aksamıştır. P300 ilgili ödevle bağlantılı olarak<br />

işlem görür. İlgili kanalda hedef uyaran olarak nadir yer alır. Maksimum olarak parietal<br />

bölgede 300- 500 msn civarında tepe yapar. P300 büyüklüğünün uyaranı inceleme<br />

işlemlerinin ilgili kaynağının yerini yansıttığına dair kaynak ve kanıtlar mevcuttur (İçerik ya<br />

da hafıza güncelleme gibi). Bunun gecikmesi uyaran inceleme zamanının duyarlı bir<br />

göstergesidir. Bu bileşen şimdi P3b olarak tanımlanmıştır. Küçük olandan ayırt edilebilir.<br />

Daha frontosantral P3a, ilgisiz, ödev bağımsız, aralıklı önemsiz uyaranla oluşur. Sık uyaranla<br />

oluşan ve N2b bileşeni ile birliktelik gösterenle zıtlığın derecesini yansıtır. Yakın kanıtlar<br />

göstermektedir ki, beyinde yaygın dağılım gösteren P300’ün birçok nöronal üreticisi vardır<br />

(37).<br />

32


Olasılık dahilindeki negatif varyasyon CNV:<br />

Çift uyaran paradigmalarında, bir uyaran uyarıcı sinyal olarak rol oynarken, diğeri hemen<br />

takip eder. İkiz uyaran arasında yavaş negatiflik ERP’de oluşur. İkinci uyarandan hemen önce<br />

maksimum büyüklüğe erişir. Bu beklenen bileşen olasılık dahilindeki negatif varyasyon<br />

olarak adlandırılır. Bu beklenti, harekete geçme, dikkat yükselmenin işareti olarak<br />

adlandırılmıştır. Artmış dikkat genellikle CNV büyüklüğünde artma ile sonuçlanır. Fakat<br />

genel tonik yükselme CNV de azalmaya yol açar. Amfetamin verilmesinden sonra dikkatte<br />

ortaya çıkan büyük CNV değeri, paradoks dikkat azalmasını, sersemlikle CNV azalması<br />

beraberliğini göstermişlerdir (37).<br />

CNV ile yakın ilişkili serbest bileşen PINV. Bu CNV’nin normal rezolüsyonu ötesinde<br />

devamıdır ve şizofrenide görülür. Normal deneklerde, ikinci uyaran çiftleşmede eğer denek<br />

tarafından kontrol edilemiyorsa görülür (Örn; denek motor cevapla sonlandırmayı<br />

başaramıyorsa). P300 uyaranın incelenmesinde eşlik eden farklı işlemleri yansıtır. Dikkat<br />

kaynağının yerinin belirlenmesi de buna dahildir. Kontrollerle karşılaştırıldığında esrar<br />

kullanıcılarında P300’ün büyüklük olarak gecikme ya da azalma göstereceği öne sürülmüştür.<br />

P300 büyüklüğü şizofreni hastalarında da uyumlu olarak azalmış bulunmuştur. Ayrıca diğer<br />

psikiyatrik gruplarda, alkoliklerde ve alkoliklerin çocuklarında azalmış olduğu bulunmuştur.<br />

P300 büyüklüğü aynı şekilde şizofreninin klinik semptomları ile de korele bulunmuştur. Aynı<br />

şekilde bu büyüklük alkoliklerde ve kontrollerde algı-motor testlerindeki performans ile<br />

uyumludur. P300 büyüklüğünde yapılan diğer araştırmaların dışında diğer ERP indeksleri,<br />

şizofreni ve bipolar affektif bozuklukta P300 latansını, şizofrenide N2 veya MMN’yi,<br />

şizofreni subtiplerinde ayırt edilememiş çeşitli ERP komponentlerini, Major depresif<br />

bozuklukta antidepresanlara tahmini cevap olarak P2, Obsessif Kompulsif Bozuklukta PN ve<br />

P300, antisosyal özellikli alkoliklerde N1, N2 ve işitsel uyaran potensiyellerini, sosyal<br />

içicilerde hafıza işlevinin ERP kayıtlarını kapsar (37).<br />

II. f. 2.Olaya İlişkin Endojen Potansiyelleri Etkileyen Faktörler:<br />

a. İlaçlar: Kolinerjik ajanların P300 amplitüd ve latansı üzerindeki etkileri ile ilgili literatür<br />

bilgilerinde; kolinerjik ajanların P300 amplitüdünde bir azalma meydana getirdikleri ayrıca<br />

antikolinerjik bir ajan olan skopolamin injeksiyonundan sonra latans artışı meydana geldiği ve<br />

kolinerjik bir ajan olan fizostigmin ile de latansta kısalma gözlendiği bildirilmiştir (38, 39).<br />

Noradrenerjik, dopaminerjik ve gabaerjik sistemin P300 üzerindeki etkileri çok sayıda<br />

çalışmada bildirilmiştir (40,41). Klonidinin (alfa-2 noradrenerjik agonist) maymunlarda P300<br />

33


enzeri potansiyellerde azalma meydana getirdiği (42) ve dopaminerjik agonist olan<br />

metilfenidatın dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda P300 amplitüdünde büyüme<br />

yaptığı bildirilmektedir (40). Ayrıca bir benzodiazepam olan alprazolamın normal bireylerde<br />

P300 amplitüdünü azalttığı bildirilmiştir (43).<br />

Bununla birlikte serotoninin P300 amplitüd ve latansı üzerindeki modülasyonu ile ilgili<br />

elde edilebilir az sayıda çalışma bulunmaktadır. Prichard ve ark., bir serotonin antagonisti<br />

olan fenfluraminin P300 komponentleri üzerinde anlamlı bir etkisini bulamamışlardır (44).<br />

Yine Meador ve ark., başka bir antiserotonerjik ajan olan metiserjit ile anlamlı bir etki elde<br />

edememişler (45). Unrug ve ark., anksiyolitik bir ajan olan buspironun (5-HT1a parsiyel<br />

agonist) P300 amplitüdü üzerinde anlamlı bir etkisi olmadığını bildirmişlerdir (46). Bununla<br />

birlikte Ito ve ark., demanslı hastalarda, P300 amplitüdü ile serotonin metaboliti 5-<br />

hidroksiindolasetik asitin (5-HİAA) serebrospinal sıvı konsantrasyonu arasında anlamlı bir<br />

ilişki olduğunu bildirmişlerdir (47). Ayrıca Meador ve ark,, kolinerjik ve serotonerjik sistemin<br />

P300 üzerinde aktif bir rol oynadıklarını bildirmişlerdir (48). Benzer bir diğer literatür ise<br />

serotoninin, özellikle de 5-HT1a aktivitesinin, P300 amplitüdünün nörobiyolojik<br />

modülasyonunda bir rolü olduğunu destekler niteliktedir (49). Literatürdeki bu tutarsızlık<br />

serotoninin P300 üzerindeki etkilerinin direkt etkiden çok indirekt etki olduğunu<br />

düşündürmektedir.<br />

b. Yaş: Brown ve ark. P300 latansının yaşla birlikte arttığını bildirmişlerdir (50).<br />

c. Cinsiyet: Cinsiyetin latanslar üzerine etkisi olmadığı düşünülmektedir ancak kadınlarda<br />

P300 amplitüdünün daha büyük olduğu bildirilmektedir (51).<br />

d. İntihar: Önceden gerçekleştirilmiş intihar davranışının P300 amplitüdünü etkilediği<br />

bildirilmektedir (41,52).<br />

e. Anksiyete: Uyarılmış potansiyeller üzerinde anksiyetenin etkisini araştıran çalışmalarda,<br />

anksiyetenin P300 amplitüdünde azalma meydana getirdiği bildirilmiştir (54).<br />

II. f. 3. Olaya İlişkin Endojen Potansiyellerin Klinik Kullanımı:<br />

Pek çok nöropsikiyatrik hastalıkta kognitif fonksiyonlarda değişiklikler olduğu bildirilmiş<br />

ve P300 amplitüd ve latans değişiklikleri gösterilmeye çalışılmıştır. Aşağıda bazı psikiyatrik<br />

rahatsızlıklarda yapılan çalışmalara değinilmektedir.<br />

34


Bilgi işleme ve dikkate ilişkin bozuklukları inceleyen bir çalışmada, şizofrenlerde ilaç<br />

kullanımından bağımsız olarak P300 amplitüdünde düşme, P300 latansında uzama bulunduğu<br />

ve P300 amplitüdü düşüklüğünün negatif belirtileri baskın olan şizofrenik hastalarda belirgin<br />

olduğu bildirilmiştir (55). Birçok çalışmada şizofrenlerde P300 amplitüdünde düşme olduğu<br />

ve topografik asimetriye rastlandığı bildirilmiştir, bir çalışmada sikloid psikoz hastalarında<br />

kontrollerle karşılaştırıldığında P300 topografisinde ve latansında değişiklik olmadığı ancak<br />

amplitüdünde artış olduğu tespit edilmiştir (56). Şizofrenlerde P300 yanıtlarının incelendiği<br />

bir meta-analiz çalışmasında şizofrenlerde P300 latansında uzama ve amplitüdünde azalma<br />

olduğu buna karşın şizofreninin paranoid subtipinde tam tersine P300 amplitüdünde artış<br />

görüldüğü bildirilmiştir (57).<br />

Şizofreni ve afektif bozukluk hastaları ile yapılan işitsel uyarılmış potansiyel<br />

çalışmasında her iki grupta da N100 amplitüdlerinde hedef olmayan uyaranlarda anlamlı<br />

düşüş olduğu ayrıca N200 ve P300 latanslarında uzama olduğu; afektif grupta P200 ve N100<br />

latanslarında hedef uyaranlarda uzama tespit edildiği ve şizofrenide kognitif fonksiyonlarda<br />

bozukluk olduğunun anlaşıldığı bildirilmiştir (58). Şizofren hastalar ile bipolar hastalar<br />

hastalar arasında ön-arka topografik karşılaştırmasının yani kanal bazında değerlendirmenin<br />

yapıldığı bir çalışmada, şizofren hastaların arka bölgelerde yani temporale daha yakın, bipolar<br />

hastaların ise ön bölgelerde yani daha çok frontal bölgelerde anlamlı sonuçlar verdiği<br />

bildirilmiştir (59,60)<br />

Yapılan bir diğer çalışmada ilk atak psikotik hastalar ve bunların birinci derece<br />

akrabalarının incelendiği, çalışmanın sonunda şizofreni, şizofreniform bozukluk ve afektif<br />

bozuklukların erken evresinde anlamlı bir potansiyel değişikliğinin ve kognitif eksikliğin<br />

tespit edilemediği bildirilmiştir (61). Şizofren hastaların ailelerinden kayıt alınarak yapılan bir<br />

diğer çalışmada P300 latans uzaması ve amplitüd azalmasının elde edildiği ve bu sonucun<br />

P300’ün klinikte genetik bir marker olabileceğini tartışan bir çalışma bildirilmiş ayrıca bu<br />

çalışmadan esinlenilip bipolar hastaların aileleri üzerinde bir çalışma yapılmış ve bu<br />

çalışmanın sonucu olarak, bipolar hastaların akrabalarında sağ tarafın baskın olduğu ve P300<br />

uyarılmış potansiyel çalışmalarının bipolar hastalar için endofenotipik bir marker olabileceği<br />

bildirilmiştir (62).<br />

Şizofren hastalarla depresyon hastalarının karşılaştırıldığı bir çalışmada bu iki hastalığın<br />

değişik patofizyolojik temeller taşıdığı ve bu hastalarda uyarılmış potansiyel yanıtlarının<br />

değişik mekanizmalarla meydana geldiği bildirilmiştir (63).<br />

35


Obsesif kompulsif hastalar üzerinde yapılan bir çalışmada bu hastaların kognitif defisit<br />

gösterdikleri bunlardan en çok görülen defisitin ise dikkati kontrolün kaybı, kararından emin<br />

olamama ve esnek davranamama olduğu açıklanmıştır (64).<br />

Beyin infarktlarında yapılan bir incelemede P300 latansının uzadığı ve bu latans uzamasının<br />

derecesinin post-stroke depresyonla ilişkili olduğu gösterilmiştir (65).<br />

Panik bozukluğunda yapılan bir araştırmada P300 amplitüd değerlerinde azalma görüldüğü<br />

bildirilmektedir (66).<br />

II. f. 4. Majör Depresyon Hastalığında OİEP Çalışmaları:<br />

Beyin fonksiyonlarının incelendiği birçok çalışmada depresyon hastalarında beyin<br />

hipoaktivitesi olduğunun tespit edildiği ve P300 komponentinin beklentisel olayların tahmini<br />

ile ilgili nörokognitif modellerin güncelleştirilmesinin kanıtı olduğu görüşü ortaya atılmıştır<br />

(67).<br />

ERP’nin depresyonda kognitif fonksiyonları yansıtan objektif bir parametre olduğu<br />

hipoteziyle hastalardan işitsel ve görsel ERP kayıtlarının alındığı bir çalışmada, sonuçların<br />

hastalardaki bozulmuş beyin fonksiyonlarıyla yani kortikal hipoaktivite ve kortikal defisitle<br />

uyumlu olduğu bildirilmiştir (68). P300 değişikliklerinin normal ve psikopatolojik konularda<br />

bilgi işleme proçesini tayin etmekte yararlı olduğu ve birçok çalışmada P300 amplitüdün de<br />

azalma ve latansında uzama saptandığı bununla birlikte P300 değişikliklerinin fonksiyonel<br />

anlamının aydınlatılmasının geciktiği ileri sürülmüştür (69). ERP sonuçlarının kognitif<br />

fonksiyonları yansıtan objektif bir parametre olduğu ve P300 latansındaki uzamanın beyin<br />

hipoaktivitesini yansıttığı bildirilmiştir (9). Uyarılmış potansiyellerden N100 ve P200 alt<br />

gruplarının, primer ve sekonder işitsel korteksten değişik serotonin innervasyon dallarıyla<br />

meydana geldiği ve depresyon hastalarında düşük serotonerjik aktivite ile uyarılmış<br />

potansiyel yanıtları arasında anlamlı bir ilişki olduğu, SSRI antidepresanlar ile bu yanıtlarda<br />

düzelmeler gözlendiği (70), kognitif nöronal havuz veya nörotransmitter/nöropeptid<br />

dağılımlarında değişiklik teşkil eden majör depresyon hastalarında P300 latanslarında anlamlı<br />

değişiklikler olduğu gösterilmiştir (71). Depresyon hastaları üzerinde yapılan bir çalışmada<br />

ERP’nin N200 komponentinin hem depresyon hastalarında hem de sağlamlarda lateral<br />

bölgeler göz önüne alındığında sağ hemisferde soldan daha büyük olduğu bildirilmiştir (72).<br />

Majör depresyon hastalarına Stenberg Hafıza Testi uygulandığı sırada incelenen uyarılmış<br />

potansiyel değişikliklerinin yani hastaların davranışsal performansları ile uyarılmış<br />

potansiyellerinin karşılaştırıldığı bir çalışmada, depresyon hastalarının testlerinde çok hata<br />

yaptıkları ve hastaların reaksiyon zamanlarında uzama tespit edildiği ayrıca hastalardaki<br />

36


uzamış pozitif aktivite ERP kayıtlarının spesifik kortikal defisiti ve çok uzamış negatif<br />

aktivite ERP kayıtlarının nöronal anormal aktivasyonu gösterdiği dolayısıyla depresyon<br />

hastalarında incelenen ERP değişikliklerinin hafıza işlemindeki kortikal disfonksiyon<br />

hakkında bilgi verebileceği bildirilmiştir (73).<br />

Diğer taraftan majör depresyon hastalarında ERP’nin P300 bileşeninde amplitüdde<br />

değişiklikler olduğu ancak P300 latansında anlamlı değişiklikler olmadığı ayrıca P300<br />

amplitüdündeki değişikliklerin sadece kognitif fonksiyonlarla değil daha geniş bir davranışsal<br />

çatıya dayandığı ya da birçok düzeneğin birlikte çalışmasına bağlı olduğu görüşü öne<br />

sürülmüştür (74). Beyin fonksiyonlarının incelenmesi için ERP komponentinin araştırıldığı<br />

bir çalışmada depresyon hastalarında N100, P200, N200 ve P300 bileşeninin amplitüdü,<br />

latansı ve reaksiyon süresinin incelendiği ve herhangi bir ERP bileşeninde farklılık olmadığı<br />

bildirilmiştir (67).<br />

Depresif hastalara çeşitli tonlarda kelimelerin söylenerek kayıtların alındığı bir çalışmada<br />

P300 amplitüdünde negatif tondaki kelimelerde küçülme kontrollerde ise tam tersi sonuçlar<br />

saptandığı bildirilmiştir (75).<br />

Depresyon hastalarındaki semptomların özelliğine bakılarak çeşitli çalışmalar yapılmıştır ve<br />

bu çalışmalarda özellikle psikotik ve non-psikotik / nörotik tipleri arasındaki biyolojik<br />

farklılıklar gösterilmeye çalışılmıştır (76).<br />

Yapılan bir çalışmada nörotik depresyonu olan hastalarda P300 amplitüdünde yükselme<br />

saptandığı bildirilmiştir (77). Psikotik özellikli depresyon hastalarında yapılan P300 işitsel<br />

ERP incelemesinde P300 amplitüdünde küçülme olduğu ve psikotik semptomlar ile P300<br />

arasında anlamlı bir ilişki olduğu açıklanmıştır (78). Tedavi öncesi ve remisyonda iken<br />

kayıtları alınan bir bölümü psikotik semptomlar da gösteren depresyon hastalarında ERP<br />

değişikliklerini inceleyen bir araştırmada, tedavi öncesi psikotik ve nonpsikotik depresyon<br />

hastalarında P300 latansında uzamanın saptandığı, psikotik hastalarda ayrıca P300<br />

amplitüdünde azalma da olduğu diğer yandan remisyonda yapılan kayıtlarda psikotik ve<br />

nonpsikotik grupta P300 latanslarında gecikme ve ayrıca psikotik olanlarda P300<br />

amplitüdünde azalma olduğu bildirilmiş, P300 latans uzamasının depresif epizod için marker<br />

olabileceği ve P300 amplitüdünde görülen azalmanın da psikotik semptomlarla ilişkili<br />

olabileceği tartışılmıştır (79).<br />

Afektif ve psikotik semptomları olan depresyon hastalarında yapılan bir çalışmada, psikotik<br />

semptomları olan hastalarda sol tempora-santral bölgede P300 amplitüd düşüklüğü ve uzamış<br />

P300 latanslarının elde edildiği ayrıca afektif semptomları olan hastalarda da sağ temporal<br />

bölgede P300 amplitüd düşüklüğü elde edildiği bildirilmiştir (80). Non-psikotik ve psikotik<br />

37


özellikli depresyon hastalarında yapılan bir diğer çalışmada hemisferik asimetrinin saptandığı<br />

ve bunun baskın olan afekt ile ilişkili olduğunun görüldüğü öyleki non-psikotik olan ve<br />

anksiyetenin ön planda olduğu hastalarda potansiyellerin sağ hemisferde yüksek bulunduğu,<br />

buna karşın çökkün afektin ön planda olduğu hastalarda ise potansiyellerin sol hemisferde<br />

yüksek çıktığı ayrıca psikotik olanlarda sonuçların afekten bağımsız olarak sağ hemisferde<br />

yüksek bulunduğu bildirilmiştir (81).<br />

Şizofreni ve depresyon hastalarında yapılan bir çalışmada, şizofreni hastalarında N120<br />

amplitüdünde azalma ve P200 latansında kısalma olduğu, bununla birlikte P300 ve yavaş<br />

dalga amplitüdünde azalmanın tespit edildiği diğer yandan N120 latansında şizofreni<br />

hastalarında uzama ve depresyon hastalarında P200 amplitüdünde azalma tespit edildiği<br />

bildirilmiştir (82).<br />

Melankolik hastalarda işitsel uyarılmış potansiyel değişikliklerinin incelendiği bir<br />

araştırmada N100, N200, P300 latanslarında uzama ve P300 amplitüdün azalma olduğu<br />

bildirilmiştir (10).<br />

Melankolik depresyonu olan ve ilaç kullanmayan 17 hasta ile 22 sağlıklı kontrol grubunun<br />

karşılaştırıldığı bir çalışmada hastalardan alınan ERP P300 kayıtları hastalardan 13 tanesinde<br />

ECT uygulanması ile düzeldikten sonra tekrarlanmış hasta ve kontrol grubu arasında tedavi<br />

öncesi P300 latanslarında bir farklılık olmadığı ve depresyon hastalarında P300 amplitüdünde<br />

küçülme olduğunun saptandığı, tedaviyi ve iyileşmeyi takiben P300 amplitüdünde anlamlı<br />

artışların olduğu ve P300 komponentinin melankolik depresyonu olan hastalarda marker<br />

olabileceği bildirilmiştir (83).<br />

Depresyon hastalarında intihar riskinin ve kederin P300 amplitüdünde yaptığı<br />

değişikliklerin anlaşılmasının hedeflendiği bir çalışmada, intihar riski ve keder ile P300<br />

amplitüdü arasında önemli derecede bir ilişki olduğu ve P300 değişikliklerinin majör<br />

depresyondaki intihar riskinin bir kanıtı olabileceği bildirilmiştir (69). İntihar girişimi öyküsü<br />

olan ve olmayan iki ayrı gruptaki depresyon hastalarında P300 ve CNV (Negatif Beklentisel<br />

Değişim) kayıtlarının karşılaştırıldığı bir çalışmada, intihar girişimi öyküsü olan depresyon<br />

hastalarının intihar girişimi öyküsü olmayan depresyon hastalarına göre kayıtlarında anlamlı<br />

derecede küçülme olduğu, ayrıca intihar risk skalası ile CNV amplitüdü arasında anlamlı bir<br />

ilişki saptandığı bildirilmiştir (52). Yine intihar girişimi öyküsü olan ve olmayan depresyon<br />

hastalarında yapılan bir diğer çalışmada, intihar girişimi öyküsü olanlarda olmayanlara göre<br />

P200, P300 ve CNV’de anlamlı azalma ayrıca PINV (Zorunluluk Sonrası Negatif Değişiklik)<br />

ölçümünde anlamlı bir artış saptandığı bu elde edilen sonuçların depresyon hastalarında klinik<br />

subgrupların belirlenmesini vurguladığı belirtilmiş ve intihar öyküsü olan hastaların olmayan<br />

38


hastalardan daha düşük kortikal işleyiş ve daha fakir kortikal performansa sahip olduğu öne<br />

sürülmüştür (85).<br />

39 Majör depresyon hastası (4 tanesi kognitif defisit gösteren), 18 Alzheimer hastası ve<br />

sağlıklı gönüllülerde yapılan bir çalışmada, depresyon hastalarından 25 tanesinde tedavi<br />

öncesi ve tedavi sonrası kayıtları alındığı, kognitif defisiti olmayan depresyon hastalarında<br />

gönüllülere göre anlamlı P300 latans uzaması ve P200 amplitüd artışı saptandığı ayrıca<br />

alzheimer hastaları ve kognitif defisitli depresyon hastalarında kognitif defisiti olmayan<br />

depresyon hastalarına göre anlamlı derecede P300 latans uzaması saptandığı yine bu<br />

çalışmada tedavi öncesi P300 latansında ve P200 amplitüdünde yükseklik olan hastaların<br />

tedaviye iyi cevap vermediğinin saptandığı bildirilmiş dolayısıyla yapılacak antidepresan<br />

tedaviye cevapsızlığın tespitinde uyarılmış potansiyellerden fayda sağlanabileceği<br />

tartışılmıştır (86).<br />

Depresyon ve demans hastalıklarının farklılıklarını belirlemek için yaşlı hastalarda yapılan<br />

bir çalışmada P300 latansının Mini-Mental State (MMS) skorları ile korelasyon gösterdiği ve<br />

bu iki hastalığın ayırt edilmesinde MMS ve P300 latansının sonuçlarının birlikte<br />

değerlendirilmesi önerilmiştir (87).<br />

Psikotik özellikler gösteren majör depresyon hastaları üzerinde yapılan bir çalışmada kanal<br />

bazında yani ön arka topografik özelliklere bakıldığında depresyon hastalarında frontal<br />

bölgelerde uyarılmış potansiyel değişikliklerinin anlamlı olduğu bildirilmiştir (88).<br />

39


III. GEREÇ VE YÖNTEM<br />

Denekler:<br />

Araştırma, 2004 Nisan- 2004 Kasım ayları arasında Bakırköy Mazhar Osman Ruh Sağlığı<br />

ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 1. Nevroz polikliniğine ayaktan başvuran veya bu klinikte<br />

yatarak tedavi görmekte olan, DSM-IV tanı kriterlerine göre Majör Depresyon tanısı almış<br />

olan hastalar ve normal sağlıklı bireyler üzerinde yapıldı.<br />

Bakırköy Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi 1. Nevroz polikliniğine<br />

ayaktan başvuran veya yatarak tedavi görmekte olan, uzman psikiyatristler tarafından<br />

değerlendirilen ve DSM-IV tanı kriterlerine göre Majör Depresyon tanısı alan hastalar<br />

araştırmacıya yönlendirildi. Araştırmacı tarafından yapılan yapılandırılmış psikiyatrik<br />

görüşme sırasında DSM-IV tanı kriterlerine göre Majör Depresyon tanısı almış olan hastalar<br />

çalışmaya dahil edilme kriterleri gözden geçirilerek çalışmaya alındı.<br />

Sağ elini kullanan, 18- 45 yaş arası, Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeğinde 16 ve<br />

üstü puan alan, Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeğinde anksiyete düzeyi hafif<br />

seviyesini geçmeyen, en fazla bir haftadır antidepresan tedavi alan ve sadece SSRI grubu<br />

antidepresan kullanımı olan olgular araştırmaya alındı. Bilinen ciddi görme, işitme ve<br />

nörolojik sistem hastalığı olan, mental retardasyonu olan, başka bir I. Eksen tanısı almış, alkol<br />

ve madde bağımlılığı olan bireyler çalışmaya dahil edilmedi.<br />

Sonuç olarak Majör Depresyon tanısı almış olan 25 olgu ile sağlıklı 25 birey<br />

değerlendirmeye alındı.<br />

Yöntem:<br />

Hastalar ile yapılandırılmış psikiyatrik görüşmeler yapıldı. Görüşme sırasında hastalara<br />

yapılacak olan tetkik ve testler ayrıntılı olarak anlatılarak, onayları alındı. Görüşme sırasında<br />

DSM-IV tanı kriterlerine göre Majör Depresyon tanısı almış olan bireylere ve sağlıklı<br />

kontrollere geniş bir sosyodemografik bilgi toplama formu ve Hamilton Anksiyete<br />

Değerlendirme Ölçeği ile Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeği uygulandı.<br />

Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeği (HDDÖ), depresif tipte affektif bozukluk tanısı<br />

almış olan bireylerde geliştirilmiş bir ölçek olup, 17 maddeden oluşmakta ve her madde farklı<br />

puanlandırılmaktadır. Puanlamada 7 puanın altında depresyon olmadığı belirlenirken, 8- 15<br />

40


arası hafif depresyon ve 16 ve üstü Majör depresyonla uyumlu olarak değerlendirilmektedir.<br />

Türkçe geçerlik-güvenirlik çalışması Rezaki ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (120).<br />

Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği (HADÖ), 13 maddeden oluşmaktadır, her madde<br />

5 puan üzerinden değerlendirilmektedir. Ölçekte anksiyetenin somatik ve ruhsal bileşenleri<br />

puanlanmaktadır. Geçerlik güvenirlik çalışması ve psikometrik özellikleri 1976 yılında<br />

yapılmıştır. Daha çok genelleşmiş anksiyete bulgularını araştıran aracın Türkçe geçerlikgüvenirlik<br />

çalışması Yazıcı ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (121).<br />

Kayıt işlemi:<br />

Tüm deneklerin olaya bağlı uyarılmış potansiyel çalışmaları İstanbul Üniversitesi İstanbul<br />

Tıp Fakültesi Deneysel Tıp ve Araştırma Merkezi (DETAM) Sinir Bilim Elektrofizyoloji<br />

Laboratuvarında yapıldı. Kayıt işlemine geçmeden önce deneklere kayıt hakkında bilgi<br />

verilerek, kişisel bilgileri (isim, yaş, cinsiyet, el tercihi, kayıt tarihi) kaydedildi. Denekler ses,<br />

ışık ve elektromanyetik yalıtımı sağlanmış, klimatize bir odada, başlarını yaslayabilecekleri<br />

bir koltukta oturtuldu.<br />

EEG kaydı, 32 kanallı Neuroscan 4.1 EEG cihazı ile ve 32 kanallı elektro-kep (Quick-cap)<br />

aracılığı ile uluslararası 10/20 sisteminin esaslarına uygun olarak gerçekleştirildi (Fp1, Fp2,<br />

F7, F3, Fz, F4, F8, FT7, FC3, FCz, FC4, FT8, T7, C3, Cz, C4, T8, TP7, CP3, Cpz, CP4, TP8,<br />

P7, P3, Pz, P4, P8, O1, Oz ve O2) (Şekil 2, 3, 4 ). EEG kaydı esnasında, eş zamanlı olarak<br />

göz hareketlerini ve kas artefaktlarını belirleyebilmek için vertikal elektro-okülogram (v-<br />

EOG) ve horizontal EOG (h-EOG) kaydı yapıldı. Kayıt süresince deneklerden rahat bir<br />

şekilde oturmaları, uyanık olmaları ve olabildiğince az göz kırpmaları istendi. Referans<br />

noktası, her iki kulak memesine yerleştirilen Ag-AgCl disk elektrodlarının bileşkesi olarak<br />

alındı. Elektrod ile saçlı deri arasında iletkenliği ve sinyal/gürültü oranını artırmak amacıyla<br />

jel (Quickgel) kullanıldı.<br />

Uyaran düzeneği:<br />

Çalışmada işitsel oddball uyaran düzeneği kullanılmıştır (Şekil 1). Standard uyaran 80 dB<br />

SPL şiddette ve 1500 Hz, hedef uyaran ise 80 dB SPL şiddette ve 2000 Hz frekansta saf<br />

seslerdi. Hedef uyaranlar toplam 300 adet uyaranın %20’sini (60 adet) oluşturacak şekilde ve<br />

rastlantısal sıklıkta standard uyaranların arasında gelmekteydi. Deneklerden bilgisayar<br />

ekranının ortasındaki fiksasyon noktasına bakıp işitsel uyaranları dinlerken, rastlantısal olarak<br />

arada seyrek gelen hedef uyaranları saymaları istenmiştir.<br />

41


Kayıt öncesinde, sayma işlemini el parmaklarını kullanmadan zihinsel olarak yapmaları<br />

gereği deneklere hatırlatılmıştır. Kayıt bitiminde deneklere uygulanan hedef uyaranların sayısı<br />

sorularak, not edilmiştir.<br />

Şekil 1. Oddball uyaran düzeneğinin şematik gösterimi; Standard uyaranlar ile oluşan<br />

yanıtta negatif (N1ve N2), pozitif (P2) bileşenlerine ek olarak, hedef uyaranlar ile P3<br />

bileşeninin oluştuğu görülmektedir.<br />

EEG kaydı ve Kayıt Sistemi:<br />

EEG dilimleri uyaran öncesi 100 msn ve uyaran sonrası 900 msn, uyarılar arası süre 2<br />

saniye olacak şekilde kaydedildi. Elektrodların direnci 10 kOhm ve altında olacak şekilde,<br />

0.1- 70 Hz (-24 dB/oktav) band geçiren filtre ile güçlendirilen EEG dilimleri, örnekleme hızı<br />

250 Hz olarak kaydedilip bilgisayarın belleğine aktarıldı. EEG kaydı alınırken 50 Hz notch<br />

filtre (-36 dB/octave) kullanıldı.<br />

Kayıtlar, deneklerin gözleri açık iken alındı. Artefaklı olan EEG dilimleri tek tek gözden<br />

geçirilerek, artefaktlı olanlar ayıklandıktan sonra kalan EEG dilimlerinin ortalaması alınarak,<br />

uyarandan sonra görülen negatif ve pozitif potansiyellerin tepe değerleri (genlik) ve<br />

uyarandan sonra ortaya çıkma süreleri (latans) ölçüldü. Bu ölçüm işlemleri uyarandan sonra<br />

yaklaşık 100 msn içinde oluşan negatif potansiyel değişimi N1; N100, 200 msn içinde oluşan<br />

pozitif P2; P200 ve negatif N2; N200 potansiyel değişimleri için gerçekleştirildi. Hedef olan<br />

42


uyarıların uygulandığı uyaran düzeneği ile yaklaşık 300- 500 msn içinde oluşan pozitif<br />

potansiyel değişimi P3; P300 dalgasına ilişkin genlik ve latans değerleri de ölçüldü.<br />

Ortalaması alınan EEG dilimlerinin analiz ve ölçüm işlemleri Neuroscan 4.1 EEg cihazı ile<br />

gerçekleştirilmiştir.<br />

43


İstatistiksel Değerlendirme:<br />

Hedef ve standard uyaranlarla elde edilen yanıtın genlik ve latans değerleri orta hat kanallar<br />

(Fz, FCz, Cz, CPz, Pz ve Oz) bazında ayrı ayrı ve kıyaslamalı olarak, kontrol ve depresyon<br />

hasta grubunda değerlendirilmiştir. Ölçümler, SPSS 10.0 İstatistik programı ile “yinelenmiş<br />

ölçümler için ANOVA testi” (Repeated Measured for ANOVA) ile değerlendirilmiştir.<br />

Ölçülen negatif ve pozitif potansiyel değişimlerine ilişkin genlik ve latans verileri (N1, P2, N2<br />

ve hedef uyaranlarda ilave olarak P3) tek yollu ANOVA (one-way ANOVA) kullanılarak<br />

kanal bazında değerlendirilmiştir. Kontrol ve depresyon hasta gruplarının verileri çift yollu<br />

ANOVA (two-way ANOVA) kullanılarak (Grup; kontrol-Depresyon, kanal; Fz, FCz, Cz,<br />

CPz, Pz ve Oz) değerlendirilmiştir. P


Uluslar arası 10-20 Kayıt Sistemi:<br />

z: Orta hat<br />

Çift sayılar:Sağ yarı küre<br />

Tek sayılar: Sol yarı küre<br />

Şekil 3. Uluslararası 10/20 sistemine göre elektrodların yerleşiminin yandan şematik<br />

görünümü.<br />

Elektro-kep<br />

kep<br />

Şekil 4. EEG kaydında kullanılan elektro-kepin görünümü.<br />

45


IV. BULGULAR<br />

Çalışmaya Alınan Hasta ve Kontrol Grubu İle İlgili Veriler:<br />

Çalışmaya Majör Depresyonu olan 25 hasta ve 25 sağlıklı gönüllünün verileri<br />

değerlendirmeye alındı.<br />

A. I. Hasta ve Kontrol Grubunun Yaş, Cinsiyet ve Eğitim Özellikleri:<br />

Cinsiyet dağılımı gruplar arasında farklılık göstermiyordu. Hasta grubunda % 52 kadın,<br />

% 48 erkek, kontrol grubunda % 56 kadın, % 44 erkek şeklindeydi (Tablo 2). İki grup<br />

arasında cinsiyet dağılımı yönünden istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı. (ki-kare testi;<br />

x=0.017, p


B. Hasta ve Kontrol Grubunun Olaya İlişkin Potansiyel Ölçümlerinin Karşılaştırılması:<br />

B. 1. Depresyon Hastalarının Değerleri:<br />

B. 1. a. Hedef uyaranlar için (Şekil 5 ve Şekil 7)<br />

N100 DEĞERLERİ<br />

Depresyon hastalarında, işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef uyaranlara karşı oluşan<br />

yanıtın N100 dalga genliği (amplitüdü), topografik olarak (kanal bazında)<br />

değerlendirildiğinde ön bölgelerden (frontalden) arka bölgelere doğru gittikçe küçülmektedir.<br />

Bu bulgu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. [F(5,120)=50.88, p


B. 1. b. Standart uyaranlar için (Şekil 6 ve Şekil 8)<br />

N100 DEĞERLERİ<br />

Depresyon hastalarında, işitsel oddball uyaran düzeneği ile standart uyaranlara karşı oluşan<br />

yanıtın N200 dalga genliği topografik olarak değerlendirildiğinde ön bölgelerden arka<br />

bölgelere doğru gittikçe küçülmektedir. Bu bulgu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.<br />

[F(5,120)=62.47, p


Şekil 5. Bir depresyon hastasında hedef uyaranlarla oluşan AERPs yanıtı.<br />

49


Şekil 6. Bir depresyon hastasında standart uyaranlarla oluşan AERPs yanıtı.<br />

50


Şekil 7. Depresyon hastalarının hedef uyaranda büyük ortalama AERPs yanıtı.<br />

51


Şekil 8. Depresyon hastalarının standart uyaranda büyük ortalama AERPs yanıtı.<br />

54<br />

52


B. 2. Kontrol Grubunun Değerleri:<br />

B. 2. a. Hedef uyaranlar için (Şekil 9)<br />

N100 DEĞERLERİ<br />

Kontrol grubunda, işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

N100 dalga genliği topografik olarak değerlendirildiğinde ön bölgelerden arka bölgelere<br />

doğru gittikçe küçülmektedir. Bu bulgu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.<br />

[F(5,120)=64.00, p


değerlendirildiğinde ön bölgelerden(frontalden) arka bölgelere doğru gittikçe küçülmektedir.<br />

Bu bulgu istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. [F(5,120)=34.21, p


Şekil 9. Kontrol grubunun hedef uyaranda büyük ortalama AERPs yanıtı.<br />

55


Şekil 10. Kontrol grubunun standart uyaranda büyük ortalama AERPs yanıtı.<br />

56


C. Depresyonda ve Kontrol Grubunda Hedef-Standart Uyaranların Karşılaştırılması<br />

C. 1. Depresyonda Hedef ve Standart Uyaranların Karşılaştırılması (Şekil 11).<br />

N100 DEĞERLERİ<br />

Depresyon hastalarında işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı<br />

oluşan yanıtın N100 genliği, hedef uyaranlarda Depresyon; anlamlı olarak N1 bileşeni artmıştır ayrıca kanal bazında<br />

anlamlılık saptanmıştır, önden arkaya gittikçe küçülmektedir (Tablo.5).<br />

6<br />

Tablo 5. Depresyon hastalarında hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N100<br />

genlik değerleri.<br />

2<br />

80<br />

Depresyon hastalarında işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara<br />

karşı oluşan yanıtın N100 latansı, hedef uyaranlarda standart uyaranlara kıyasla anlamlı<br />

Fz<br />

olarak uzamıştır ayrıca kanal bazında anlamlılık saptanmıştır, önden arkaya gittikçe<br />

küçülmektedir (Tablo 6).<br />

FCz<br />

Cz<br />

Depresyon; N1 bileşeni<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Hedef<br />

Standard<br />

90<br />

Tablo 6. Depresyon hastalarında hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N100<br />

latans değerleri.<br />

0<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

CPz<br />

57<br />

Pz


N200 DEĞERLERİ<br />

Depresyon hastalarında işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı<br />

oluşan yanıtın N200 genliği, hedef uyaranlarda standart uyaranlara kıyasla anlamlı olarak<br />

artmıştır ayrıca kanal bazında anlamlılık saptanmıştır, önden arkaya gittikçe küçülmektedir<br />

Depresyon; N2 bileşeni<br />

(Tablo 7).<br />

-6<br />

0<br />

12<br />

Tablo 7. Depresyon hastalarında hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N200<br />

genlik değerleri.<br />

Depresyon hastalarında işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara<br />

karşı oluşan yanıtın N200 latansı, hedef Depresyon; uyaranlarda standart N2 bileşeni uyaranlara kıyasla anlamlı bir<br />

farklılık göstermemiştir (Tablo 8).<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Hedef<br />

Standard<br />

0<br />

Tablo 8. Depresyon hastalarında hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N200<br />

latans değerleri.<br />

0<br />

Fz<br />

P200 DEĞERLERİ<br />

Depresyon hastalarında işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara<br />

karşı oluşan yanıtın P200 genliği, hedef uyaranlarda standart uyaranlara kıyasla anlamlı bir<br />

farklılık göstermemiştir diğer yandan kanal bazında anlamlılık vardır önden arkaya gittikçe<br />

küçülmektedir (Tablo 9).<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Hedef<br />

Standard<br />

58


Depresyon; P2 bileşeni<br />

8<br />

Genlik (uV)<br />

4<br />

Tablo 9. Depresyon hastalarında hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın P200 genlik<br />

değerleri.<br />

Depresyon hastalarında işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara<br />

Depresyon; P2 bileşeni<br />

karşı oluşan yanıtın P200 genliği, hedef uyaranlarda standart uyaranlara kıyasla anlamlı bir<br />

0250<br />

farklılık göstermemiştir (Tablo 10).<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Hedef<br />

Standard<br />

Latans (msn)<br />

125<br />

Tablo 10. Depresyon hastalarında hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın P200<br />

latans değerleri.<br />

Tablo 11. Depresyon Hastalarında Hedef-Standart Uyaran Karşılaştırması<br />

0<br />

N1 amplitüd P2 amplitüd N2 amplitüd<br />

Faktör (df) F P F P F P<br />

Grup; G (1, 24) 23.38 0.0001 - - 86.75 0.0001*<br />

Kanal; K (5, 120) 109.40 0.0001 57.97 0.0001** 48.50 Kanallar 0.0001**<br />

G x K (5, 120) - - 3.81 0.01 37.59 0.0001<br />

N1 latans P2 latans Hedef N2 Standard latans<br />

F P F P F P<br />

Grup; G (1, 24) 6.98 0.01 - - - -<br />

Kanal; K (5, 120) 4.76 0.005 - - 4.18 0.002*<br />

G x K (5, 120) 4.76 0.001 - - 7.68 0.0001<br />

p


Şekil 11. Depresyon hastalarında hedef ve standart uyaranların karşılaştırılması.<br />

C. 2. Kontrollerde Hedef-Standart Uyaranların Karşılaştırılması (Şekil 12)<br />

60


N100 DEĞERLERİ<br />

Kontrollerde işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan<br />

Kontrol; N1 bileşeni<br />

yanıtın N100 genliği, hedef uyaranlarda anlamlı olarak artmıştır ayrıca kanal bazında<br />

anlamlılık saptanmıştır, önden arkaya gittikçe küçülmektedir (Tablo 12).<br />

6<br />

Tablo12. Kontrollerde hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N100 genlik<br />

değerleri.<br />

2<br />

Fz<br />

Kontrollerde işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan<br />

Kontrol; N1 bileşeni<br />

yanıtın N100 latansı, hedef uyaranlarda anlamlı bir farklılık göstermemiştir. Ayrıca kanal<br />

bazında ise anlamlılık vardır, önden arkaya gittikçe uzamaktadır (Tablo 13).<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Hedef<br />

Standard<br />

Tablo 13. Kontrollerde hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N100 latans<br />

değerleri.<br />

Fz<br />

N200 DEĞERLERİ<br />

Kontrollerde işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan<br />

yanıtın N200 genliği, hedef uyaranlarda anlamlı olarak artmıştır ayrıca kanal bazında önden<br />

arkaya gittikçe küçülmektedir (Tablo14).<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Hedef<br />

Standard<br />

61


Kontrol; N2 bileşeni<br />

Tablo 14. Kontrollerde hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N200 genlik<br />

değerleri.<br />

Kontrollerde işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan<br />

Kontrol; N2 bileşeni<br />

yanıtın N200 latansı, hedef uyaranlarda anlamlı olarak artmıştır ayrıca kanal bazında<br />

anlamlılık saptanmıştır (Tablo 15).<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kanallar<br />

Hedef<br />

Standard<br />

Tablo 15. Kontrollerde hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N200 latans<br />

değerleri.<br />

Fz<br />

P200 DEĞERLERİ<br />

Kontrollerde işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan<br />

Kontrol; P2 bileşeni<br />

yanıtın P200 genliği, standart uyaranlarda anlamlı olarak artmıştır ayrıca kanal bazında önden<br />

arkaya gittikçe küçülmektedir (Tablo 16).<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Hedef<br />

Standard<br />

62


Tablo 16. Kontrollerde hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın P200 genlik<br />

değerleri.<br />

Kontrollerde işitsel oddball uyaran düzeneği ile hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan<br />

Kontrol; P2 bileşeni<br />

yanıtın P200 latansı, hedef uyaranlarda anlamlı bir farklılık göstermemiştir, ancak kanal<br />

bazında anlamlılık vardır (Tablo 17).<br />

Tablo 17. Kontrollerde hedef ve standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın P200 latans<br />

değerleri.<br />

Tablo 18. Kontrollerde Hedef-Standart Uyaran Karşılaştırması<br />

Fz<br />

N1 amplitüd P2 amplitüd N2 amplitüd<br />

Faktör (df) F P F P F P<br />

Grup; G (1, 24) 17.75 0.0001 8.09 0.009 16.55 0.0001*<br />

Kanal; K (5, 120) 1035 0.0001 27.05 0.0001** 21.02 0.0001**<br />

G x K (5, 120) 2.93 0.01 - Kanallar - 6.0 0.006<br />

N1 latans P2 latans N2 latans<br />

F P Hedef F Standard P F P<br />

Grup; G (1, 24) - - - - 4.37 0.04<br />

Kanal; K (5, 120) 3.55 0.03 3.62 0.01 7.45 0.001*<br />

G x K (5, 120) - - 3.63 0.02 - -<br />

*p


Şekil12. Kontrol grubunda hedef ve standart uyaranların karşılaştırılması.<br />

Kalın çizgi hedef, ince çizgi standart uyaranları göstermektedir.<br />

64


D. 3. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun yanıtlarının karşılaştırılması:<br />

D. 3. a. Hedef uyaran için (Şekil 13)<br />

N100 DEĞERLERİ:<br />

Depresyon ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında; işitsel oddball uyaran düzeneği ile<br />

hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın N100 genliğinin ve latansının topografik özelliğine<br />

bakıldığında; iki grup arasında N100 genliğinde anlamlı farklılık olmadığı, N100 latansının<br />

Hedef uyaranlarda N1 bileşeni<br />

ise depresyon hastalarında kontrol grubuna göre anlamlı uzama gösterdiği görülmüştür<br />

(Tablo19, 20).<br />

Hedef uyaranlarda N1 bileşeni<br />

Tablo19. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

N100 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kanallar<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

Fz<br />

Tablo 20. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

N100 latans değerlerinin karşılaştırılması.<br />

N200 DEĞERLERİ:<br />

Depresyon ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında; işitsel oddball uyaran düzeneği ile<br />

hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın N200 genliğinin ve latansının topografik özelliğine<br />

bakıldığında, depresyon hastalarında N200 genliğinde artış ve latansında uzama olduğu ve<br />

FCz<br />

Cz<br />

bunun anlamlı olduğu, N200 amplitüdündeki bu artışın frontal (Fz, FCz ve Cz’de) bölgelerde<br />

daha belirgin olduğu görülmüştür (Tablo21, 22).<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

65


Hedef uyaranlarda N2 bileşeni<br />

5<br />

Hedef uyaranlarda N2 bileşeni<br />

Tablo 21. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

N200 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

0<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kanallar<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

Fz<br />

Tablo 22. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

N200 latans değerlerinin karşılaştırılması.<br />

P200 DEĞERLERİ:<br />

Depresyon ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında; işitsel oddball uyaran düzeneği ile<br />

hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın P200 genliğinin ve latansının topografik özelliğine<br />

bakıldığında, depresyon hastalarında P200 Hedef genliğinde uyaranlarda azalma P2 ve bileşeni latansında kısalma olduğu ve<br />

bunun anlamlı olduğu, P200 genliğindeki azalmanın frontal bölgelerde daha belirgin olduğu<br />

FCz<br />

görülmüştür (Tablo 23, 24).<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

Tablo 23. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

P200 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

66


Hedef uyaranlarda P2 bileşeni<br />

Fz<br />

Tablo 24. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

P200 latans değerlerinin karşılaştırılması.<br />

P300 DEĞERLERİ:<br />

Depresyon ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında; işitsel oddball uyaran düzeneği ile<br />

hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın P300 genliğinin ve latansının topografik özelliğine<br />

bakıldığında, depresyon hastalarında P300 genliğinde azalma ve latansında uzama olduğu ve<br />

Hedef uyaranlarda P3 bileşeni<br />

bunun anlamlı olduğu, P300 genliğindeki azalmanın frontal ( Fz ve FCz’de ) bölgelerde daha<br />

FCz<br />

belirgin olduğu görülmüştür (Tablo25, 26).<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

0<br />

Hedef uyaranlarda P3 bileşeni<br />

Tablo 25. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

P300 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

CPz<br />

Pz<br />

5<br />

Kanallar<br />

Tablo 26. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun hedef uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

Kontrol Depresyon<br />

P300 latans değerlerinin karşılaştırılması.<br />

67


Tablo 27. Hedef Uyaran Yanıtında Depresyon ve Kontrol Karşılaştırması<br />

N1 amplitüd P2 amplitüd N2 amplitüd<br />

Faktör (df) F P F P F P<br />

Grup; G (1, 24) - - 5.54 0.003* 18.26 0.0001**<br />

Kanal; K (5, 120) - - 40.99 0.0001** 66.77 0.0001**<br />

G x K (5, 120) - - 4.5 0.001 4.27 0.0001**<br />

N1 latans P2 latans N2 latans<br />

F P F P F P<br />

Grup; G (1, 24) 6.48 0.01 20.77 0.0001 2.29 0.16<br />

Kanal; K (5, 120) - - 4.04 0.002 2.88 0.02*<br />

G x K (5, 120) - - 2.85 0.01 0.27 0.92<br />

P3 amplitüd P3 latans<br />

Faktör (df) F P F P<br />

Grup; G (1, 24) 35.53 0.0001 34.89 0.0001<br />

Kanal; K (5, 120) 18.24 0.0001 - -<br />

G x K (5, 120) 14.10 0.0001 4.48 0.001<br />

*p


Şekil 13. Depresyon ve kontrollerin hedef uyaran yanıtlarının karşılaştırması.<br />

Kalın çizgi depresyon hastlarını, ince çizgi kontrolleri göstermektedir.<br />

69


D. 3. b. Standart uyaran için (Şekil 14)<br />

N100 DEĞERLERİ:<br />

Depresyon ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında; işitsel oddball uyaran düzeneği ile<br />

standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N100 genliğinin ve latansının topografik özelliğine<br />

bakıldığında; iki grup arasında anlamlı farklılık olmadığı ancak kanal bazında bakıldığında,<br />

Standard uyaranlarda N1 bileşeni<br />

frontalden oksipitale gidildikçe depresyonda N100 amplitüdünde azalma olduğu görüldü<br />

(Tablo28, 29).<br />

70<br />

Tablo 28. Depresyon hastaları ve Standard kontrol grubunun uyaranlarda standart uyaranlara N1 bileşeni karşı oluşan N100<br />

genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kanallar<br />

85<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

Tablo 29. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun standart uyaranlara karşı oluşan<br />

N100 latans değerlerinin karşılaştırılması.<br />

0<br />

Fz<br />

N200 DEĞERLERİ:<br />

Depresyon ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında; işitsel oddball uyaran düzeneği ile<br />

standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın N200 genliğinin ve latansının topografik özelliğine<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

70<br />

Pz<br />

Kontrol<br />

Depresyon


Standard uyaranlarda N2 bileşeni<br />

bakıldığında, depresyon hastalarında N200 genliğinde azalma ve latansında uzama olduğu ve<br />

bunun anlamlı olduğu görülmüştür (Tablo 30, 31).<br />

20<br />

Standard uyaranlarda N2 bileşeni<br />

Tablo 30. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun standart uyaranlara karşı oluşan<br />

yanıtın N200 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

CPz<br />

Pz<br />

60<br />

Kanallar<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

0<br />

Tablo 31. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun standart uyaranlara karşı oluşan<br />

yanıtın N100 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

P200 DEĞERLERİ:<br />

Depresyon ve kontrol grubunun karşılaştırılmasında; işitsel oddball uyaran düzeneği ile<br />

standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın P200 genliğinin ve latansının topografik özelliğine<br />

Standard uyaranlarda P2 bileşeni<br />

bakıldığında, depresyon hastalarında P200 genliğinde azalma ve latansında uzama olduğu ve<br />

8<br />

bunun anlamlı olduğu görülmüştür (Tablo 32, 33).<br />

Fz<br />

FCz<br />

Cz<br />

Kanallar<br />

CPz<br />

Pz<br />

Kontrol<br />

Depresyon<br />

Genlik (uV)<br />

4<br />

71


Tablo 32. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

Standard uyaranlarda P2 bileşeni<br />

N100 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

Tablo 33. Depresyon hastaları ve kontrol grubunun standart uyaranlara karşı oluşan yanıtın<br />

N100 genlik değerlerinin karşılaştırılması.<br />

Tablo 34. Standart Uyaran Yanıtında Depresyon ve Kontrol Karşılaştırması<br />

Fz<br />

N1 amplitüd P2 amplitüd N2 amplitüd<br />

Faktör (df) F P F P F P<br />

Grup; G (1, 24) - - 3.45 0.05* 4.44 0.04*<br />

Kanal; K (5, 120) 89.43 0.0001 55.44 0.0001** 4.15 0.002**<br />

G x K (5, 120) - - 2.63 0.02 3.12 0.01<br />

N1 latans P2 latans<br />

Kanallar<br />

N2 latans<br />

F P F P F P<br />

Grup; G (1, 24) - - Kontrol 26.43 Depresyon 0.0001 82.91 0.0001<br />

Kanal; K (5, 120) - - 211.22 0.0001*<br />

G x K (5, 120) 7.87 0.0001 23.67 0.004 3.59 0.02<br />

*p


Şekil 14. Depresyon ve kontrollerin standart uyaran yanıtının karşılaştırması.<br />

Kalın çizgi depresyon hastlarını, ince çizgi kontrolleri göstermektedir.<br />

73


D. IV. Korelasyon:<br />

Pearson korelasyon analizi kullanılarak işitsel uyarılmış potansiyel (P300) amplitüd ve<br />

latanslarının, depresyon ve anksiyete puanları ile arasındaki ilişki araştırılmıştır. P300<br />

amplitüd veya latansı ile Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeği total skoru ve Hamilton<br />

Anksiyete Değerlendirme Ölçeği total skoru arasında istatistiksel anlamlılık gösteren herhangi<br />

bir ilişki saptanmadı.<br />

74


TARTIŞMA<br />

Pek çok çalışmada Majör Depresyonun etiolojisi ve bu tanıyı almış olan hastaların kognitif<br />

işlevleri incelenmiş, ek olarak beyinde hangi bölgelerdeki bozukluğun hastalık semptomlarına<br />

sebep olduğu anlaşılmaya çalışılmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında teknolojik gelişmeler,<br />

duygudurum bozukluklarının sebeplerinin araştırılmasında biyolojik faktörlerin rolüyle ilgili<br />

çalışmaları hızlandırmıştır. Depresyon etiyolojisine yönelik olarak yapılan nörokimyasal ve<br />

nöroendokrinolojik çalışmalar bu alanda önemli adımlar atılmasına yol açmıştır. Yine<br />

depresyonda beynin yapısal durumunun incelenmesi, belli beyin bölgelerinin hastalıktaki rolü<br />

için ilgi çekici olmuştur (2). İnme, Parkinson hastalığı, Huntington hastalığı, Epilepsi, Kafa<br />

Travması, Vasküler Demans ve Alzheimer Hastalığı gibi nörolojik hastalıklarla depresyonun<br />

çok sık birliktelik gösterdiği anlaşılmıştır. Frontal veya temporal loba ya da bazal<br />

gangliyonlara (özellikle kaudat nükleusa) etki eden bozukluklara depresif sendromların eşlik<br />

etme olasılığının yüksek olduğu, ayrıca özellikle sol frontal lob veya sol kaudat nükleusun<br />

etkilenmesinin, sağ taraftakilere göre depresyonu daha fazla tetiklediği ve sol frontal hasarın<br />

sol kutba ne kadar yakınsa depresyonun o kadar sık ve ağır olduğu bildirilmiştir. Geç<br />

başlangıçlı depresyon hastalarında manyetik rezonans görüntüleme incelemesinde sıklıkla<br />

iskemik beyaz cevher hasarına ilişkin ipuçları görüldüğü bildirilmiştir (3). Davranışların<br />

hemisferik özelliklerini araştıran çalışmalarda çeşitli yöntemlerin kullanıldığı ve bunlar<br />

arasında; ayrılmış-beyin cerrahisi dahil çeşitli lokalize beyin hasarı olan hastalar üzerinde<br />

davranış değerlendirmeleri yapıldığı, beyin görüntüleme çalışmalarının (PET, fMRI) ve<br />

bölünmüş görme alanı ile dikotik dinleme deneylerinin yer aldığı bildirilmektedir (4).<br />

Çalışmamızda depresyon hastalarındaki kognitif fonksiyonlar, elektrofizyolojik bir yöntem<br />

olan uyarılmış potansiyel (ERPs) değişiklikleri, özellikle de P300 dalgasının amplitüd ve<br />

latansı değerlendirilerek incelenmiş ve elde edilen sonuçlarla depresyonda uyarılmış<br />

potansiyel değişikliklerinin anatomisi ve fizyolojisi aydınlatılmaya çalışılmıştır.<br />

Majör depresyon duygudurum, düşünce veya somatik bozukluklarla karakterizedir ve<br />

kognitif fonksiyonlar da sıklıkla bozulmaktadır (89), birçok araştırmacı depresyon<br />

hastalarında görülen kognitif defisit semptomlarını değerlendirmek için objektif bir parametre<br />

bulmaya çalışmaktadır. P300 olaya-ilişkin potansiyeller (Evoked-related potentials; ERPs)<br />

depresyondaki bozulmuş kognitif fonksiyon çalışmaları için gelecek vadeden bir yöntemdir<br />

(90).<br />

İşitsel olaya ilişkin potansiyeller (AERPs), işitsel uyarana bir cevap olarak kortikal<br />

aktivitedeki lokal değişikliklerden meydana gelmektedir (91). AERPs erken (


geç (>100 ms) meydana gelen komponentler olarak ikiye ayrılmaktadır (92, 93). Erken<br />

komponentlerin duyusal sinirler, beyin sapı ve primer duyusal korteksten kaynaklanan<br />

aktiviteyi yansıttığı (94), geç komponentlerin ise bilgi işleme yönünü, dikkatin tahsisatını,<br />

karar vermeyi ve yakın belleği yansıttığı bildirilmiştir (95). Henüz farklı komponentlerin<br />

ilişkili olduğu anatomik bölgeler net olarak bilinmemektedir. Uyarıdan sonra, 10 ms’den<br />

(milisaniye) önce oluşan komponentin beyin sapı orijinli olduğu (96), 30 ms, 50 ms, 60 ms ve<br />

75 ms komponentlerinin ise temporal lobun dorso-medial kısmı tarafından meydana<br />

getirildiği bildirilmiştir (93). N100 ise subkortikal bölgelerden kaynaklanmaktadır (97). P300<br />

yanıtının oluşumunda prefrontal korteksin modülatör rolü olduğu (98) ve karar vermedeki<br />

yetersizliğin prefrontal anomalilerle ilişkili olduğu bildirilmektedir ( 99).<br />

ERP komponentlerinden psikiyatrik hastalıkların araştırılmasında en çok kullanılanı<br />

P300’dür. Anormal P300 bulguları depresyon, demans, kronik alkolizm ve şizofreni gibi<br />

psikiyatrik rahatsızlıklarda bildirilmiştir (91). P300 pozitif bir potansiyeldir, 10-20 µV<br />

amplitüd ve yaklaşık 300 ms latans değerlerine sahiptir. Olasılıkla öğrenme süreçleriyle<br />

ilişkilidir (100). Bu potansiyel, hedef olan veya hedef olmayan bir uyaranla ilgili karar<br />

vermenin kognitif süreci sonunda oluşmaktadır (101). P300 latansı, ödevle ilişkili uyaranı<br />

tanımak için geçen süreyi, P300 amplitüdü ise, dikkat, beklenti ve uyaranın önemi ile ilişkili<br />

bilişsel işlevleri yansıtır (102). Limbik sistemin özellikle de hipokampüs ve lokus sereleus’un<br />

P300’ün oluşumunda ve modülasyonunda görev alabileceğine dair yayınlar vardır (103). Özet<br />

olarak, P300 latans ve amplitüdü bilişsel performans yeteneğini yansıtır. N200 potansiyeli ile<br />

P300 potansiyeli arasında kuvvetli bir ilişki vardır. N200 latansı hedef uyarana olan<br />

duyarlılığı ve dikkatle olan ilişkisi nedeniyle P300’e benzemektedir diğer bir deyişle N200<br />

latansı, P300 latansında olduğu gibi uyaranı tanımak için geçen süreyi tanımlar (104).<br />

Çalışmamızda olaya ilişkin endojen potansiyeller, frontal, parietal, temporal ve oksipital<br />

bölgeden kayıt edilen N100, N200, P200 ve P300 amplitüd ve latans süresi ölçümleri ile<br />

değerlendirildi. Standart-hedef uyaranlara yanıt olarak oluşan N100, N200, P200 ve P300<br />

amplitüd ve latansları hasta ve kontrol grubu arasında karşılaştırıldı. Depresyon hastaları ve<br />

kontrol grubunda standart-hedef uyaranlara yanıt olarak oluşan N100, N200 ve P200 amplitüd<br />

ve latansları kendi içinde değerlendirildi. Ayrıca depresyon hastalarında ve kontrol grubunda<br />

standart uyarana karşı oluşan N100, N200 ve P200 amplitüd ve latans değerleri kendi içinde<br />

ve hedef uyarana yanıt olarak oluşan N100, N200, P200 ve P300 değerleri de kendi içinde<br />

incelendi.<br />

Çalışmamızdaki en önemli bulgu, depresyon hastalarında, normallerle karşılaştırıldığında<br />

N100, N200 ve P300 latanslarında uzama ve beraberinde P300 amplitüdünde de azalma<br />

76


görüldüğü ve bunun istatistiksel olarak anlamlı olduğudur. Ayrıca bu bulgular M.<br />

Urretavizcaya ve ark.(105)’nın çalışmasını destekler niteliktedir. Bu bulgulardan özellikle<br />

N200 latansının, P300 latansı gibi uyaranı tanımak için geçen süreyi gösterdiğini düşünürsek,<br />

N200 latansındaki bu uzamanın, depresyon hastalarındaki uyaranı tanımadaki ve karar verme<br />

sürecindeki güçlüğü yansıttığını söyleyebiliriz.<br />

Çoğu çalışmada, depresyonda P300 amplitüdünde azalma olduğu bildirilmiş (74, 75, 83, 85,<br />

108, 109) olmakla beraber bunun aksi literatürler de yayınlanmıştır (106, 107). Bu çalışmada<br />

depresyon hastalarında P300 amplitüd azalması görülmüştür. P300’ ün dikkat, beklenti ve<br />

uyaranın önemi ile ilişkili kognitif işlevleri yansıttığı düşünüldüğünde, bu bulguyu depresyon<br />

hastalarındaki kognitif bozuklukların elektrofizyolojik yorumu olarak değerlendirebiliriz.<br />

P300 latansında uzama olduğunu bildiren çalışmaların sayısı az değildir (86, 109, 110, 111),<br />

diğer taraftan bunun aksi bildirimlerde bulunan yazarlar da olmuştur (67, 83). P300 latansı<br />

psikomotor performans hızının fizyolojik anlamıdır (95). Uzamış P300 latans değeri bazen<br />

Kalayam’ ın çalışmasında belirttiği gibi, yaşlı depresyon hastalarına ve kognitif bozukluğa<br />

eşlik etmektedir (111). Bu çalışmadaki hastalar, Kalayam’ ın çalışmasındaki hastalardan<br />

(73.5 yıl) daha gençti ve P300 latansında depresyon hastalarında kontrollere göre anlamlı<br />

uzama saptandı.<br />

Birçok çalışmada P300 latans uzamasının majör depresyon hastalarındaki retardasyonla<br />

korele olarak öne çıktığı bildirilmektedir (110, 112). Bu çalışmada P300 amplitüd veya<br />

latansının Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeği total skoru ile korelasyon göstermediği<br />

bulunmuştur. Bunun sebebi olarak bu ölçeğin sadece bir itemde retardasyon puanlaması<br />

içermesi olduğu söylenebilir. Ayrıca, Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği puanı ile<br />

belirlenen anksiyetenin P300 değerlerini etkilemediği saptandı, anksiyete bozukluklarıyla<br />

yapılan çalışmalarda anksiyetenin P300 değerlerini etkilediği bildirildiğinden, çalışmaya<br />

alınan hastaların anksiyete puanları düşük olan hastalar olması, bunun sebebi olarak<br />

düşünülebilir.<br />

Diğer taraftan, bu çalışmadaki sonuçları anatomik açıdan da yorumlayabiliriz. Şöyle ki;<br />

Prefrontal korteks P300 yanıtlarının modülatörüdür (98) ve insiyatif eksikliği prefrontal<br />

anomalilerle ilişkilidir (99). ERP değişiklikleri, ERP yanıtlarını oluşturan beyin bölgelerinin<br />

disfonksiyonunu yansıtmaktadır. Majör depresyondaki psikomotor retardasyon, karar verme<br />

güçlüğü, sosyal yetersizlik, yavaşlamış mental süreç gibi semptomlar, fronto-striatal<br />

yolakların başka bir deyişle kortiko-striato-pallido-thalamo-kortikal yolakların -ki bu yolaklar<br />

yönetsel işlevlerden sorumludurlar- aksaklıklarından veya bu yolakların ilişkili olduğu<br />

merkezlerden kaynaklanabilir (113, 114). Bu çalışmada depresyon hastalarında P300 amplitüd<br />

77


azalması elde edilmiştir ve bu azalma topografik olarak değerlendirildiğinde yani kanal<br />

bazında -ön-arka karşılaştırmalı olarak- incelendiğinde, P300 amplitüdünde ki bu azalma ön<br />

bölgelerde -yani frontalde (Fz ve FCz’de)- çok daha belirgindir ve bu sonuç istatistiksel<br />

olarak anlamlıdır. Çalışmadaki bu bulgu, depresyonda prefrontal korteks anomalilerine<br />

dikkati çeken yukarıdaki literatür bilgileriyle uyumludur.<br />

Bir diğer bakış açısı ise biyokimyasal düzeydedir; P300 AERPs yanıtlarının oluşumunda,<br />

serotonin, katekolaminler ve GABA gibi çeşitli nörotansmiterlerin rol oynadığı bildirilmiştir<br />

(41,102,115), diğer yandan bu nörotransmitter sistemlerindeki bozukluk –ki majör<br />

depresyonda çok sık olarak bildirilmiştir- depresyondaki AERPs değişikliklerinin sebebi<br />

olabilir (116, 117). Bir alternatif yorum da, majör depresyondaki uzamış P300 latansının, bir<br />

nöbetçi gibi gelecekte olabilecek nörodejeneratif bir bozukluğun ikazı olmasıdır.<br />

Çalışmamızda, depresyon hastaları ve kontrol grubu arasındaki farklılıklar ile ilgili elde<br />

edilen tutarlı bulgular, araştırılan depresyon hasta grubunun homojenliği ile açıklanabilir.<br />

Yukarıdaki birçok çalışmada P300 değerleri ile ilgili tutarsız sonuçlar bildirilmektedir. Bunun<br />

en büyük nedeni çalışılan hasta gruplarının heterojen olması yani depresyon hastalarının<br />

çeşitliliğidir. Hakikaten heterojen depresyon hastalarından oluşan gruptaki sıradan bir sonuç,<br />

depresyonun subgruplarından birisi için çok spesifik bir bulgu olabilir. İmpulsivite gösteren<br />

depresyon hastalarında, afekt azalması görülen depresyon hastalarına göre daha yüksek P300<br />

amplitüd değerlerinin olması bu görüşü desteklemektedir (118,119). Ayrıca intihar davranışı<br />

ve psikotik semptomlar P300 amplitüdüne anlamlı etki yaparlar. Ek olarak, ilerleyen yaşla<br />

birlikte P300 sonuçlarında değişiklikler olmaktadır.<br />

Bununla birlikte hastaların benzodiyazepin, trisiklik antidepresan veya antipsikotikler gibi<br />

antikolinerjik etkili ilaçları kullanmaları P300 değerlerinde değişikliğe sebep olabilmektedir.<br />

Bu çalışmadaki hastalar intihar öyküsü olmayan, psikotik semptomlar göstermeyen, adolesan<br />

veya geriatrik popülasyondan olmayan ve en fazla bir haftadır ve sadece SSRI grubu<br />

antidepresan ilaç kullanımı olan hastalardan seçilerek olabildiğince homojenite sağlanmaya<br />

çalışılmıştır.<br />

Majör Depresyonun oluşmasında belki de olaya ilişkin endojen potansiyellerin yanı sıra<br />

işlevsel ve yapısal beyin görüntüleme yöntemlerinin birlikte kullanılması beyindeki<br />

bozukluğun yerinin ve düzeyinin saptanmasında yardımcı olabilir. Özellikle prefrontal<br />

yolakların, kortiko-striato-pallido-talamo-kortikal döngü ve işlevlerinin daha ince ve ayrıntılı<br />

değerlendirilebileceği cihazların geliştirilmesi, nörofizyoloji, ve nöroradyoloji alanındaki<br />

ilerlemeler Majör Depresyon etiyolojisine ışık tutabilir.<br />

78


VI. SONUÇLAR<br />

1. Depresyon hastalarında kontrollere göre N100 genliğinde farklılık olmadığı ve N100<br />

latansında uzama olduğu bulunmuştur.<br />

2. Depresyon hastalarında kontrollere göre N200 genliğinde büyüme ve N200 latansında<br />

uzama olduğu bulunmuştur. P300 latansına benzerliği dolayısıyla, N200 latansındaki bu<br />

uzamanın, diğer sonuçlarla birlikte olması, depresyondaki kognitif yetersizliğin gösterilmesini<br />

destekler yönde ve tutarlı bir sonuçtur.<br />

3. Depresyon hastalarında kontrollere göre P200 genliğinde küçülme olduğu ve P200<br />

latansında kısalma olduğu bulunmuştur.<br />

4. Depresyon hastalarında kontrollere göre P300 genliğinde küçülme olduğu ve P300<br />

latansında uzama olduğu bulunmuştur.<br />

5. Çalışmamızda, P300 genlik azalması topografik olarak incelendiğinde, bu azalmanın<br />

frontal bölgelerde (Fz ve FCz’de) çok daha belirgin olduğu görülmüştür.<br />

6. Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeği total puanı ve Hamilton Anksiyete<br />

Değerlendirme Ölçeği total puanları ile P300 amplitüd ve latansı arasında korelasyon<br />

saptanamamıştır.<br />

79


VII. ÖZET:<br />

Majör Depresyonda, elektrofizyolojik bir yöntem olan Olaya İlişkin Endojen Potansiyel<br />

çalışmalarında elde edilen bulgular, bu hastalığı olan bireylerde kognitif işlevlerde<br />

bozukluklar olduğuna dikkati çekmiştir. Bu çalışmada majör depresyon tanısı almış olan<br />

hastalarda bilişsel işlevler, İşitsel Olaya İlişkinı Potansiyel (AERPs) ölçümleri kullanılarak<br />

araştırılmıştır.<br />

DSM-IV tanı kriterlerine göre Majör Depresyon tanısı almış olan 25 hasta ve 25 sağlıklı<br />

birey çalışmaya alınmıştır. Tüm deneklerden standart oddball paradigması kullanılarak olaya<br />

bağlı işitsel uyarılmış potansiyellere ait latans ve amplitüd değerleri elde edilmiştir. Hamilton<br />

Depresyon Değerlendirme Ölçeği puanı 16 ve üstü olan hastalar çalışmaya alınmıştır.<br />

Hastaların anksiyete düzeyi Hamilton Anksiyete Değerlendirme Ölçeği ile değerlendirilmiştir.<br />

Hasta ve kontrol grubu AERPs bulguları yönünden karşılaştırıldığında, hasta grubunda N100,<br />

N200 ve P300 latanslarında uzama ile P300 amplitüdünde azalma saptanmıştır. Hastalardaki<br />

anlamlı uyarılmış potansiyel değişikliklerinin frontal bölgelerde daha belirgin olduğu<br />

görülmüştür. Depresyon ve anksiyete total puanları ile P300 değerleri arasında anlamlılık<br />

saptanmamıştır.<br />

Sonuçta N200 ve P300 latanslarında uzama ve P300 amplitüdünde ki azalma kognitif<br />

işlevlerde bozulma olduğunu gösterebilir. Kognitif fonksiyonların bozulması, depresyonlu<br />

hastalarda psikomotor retardasyon, yavaşlamış mental süreçler ve karar verme zorluğu gibi<br />

işlevlerde bozulma şeklinde olabilir. Majör Depresyonun oluşumunda frontostriatal yolakların<br />

bozuklukları öne sürülmektedir. Bu çalışmanın sonuçları depresyondaki frontal lob<br />

bozuklukları ile ilgili bilgileri desteklemektedir. İleride yapılacak olan çalışmalarda<br />

nörofizyolojik ve nöroradyolojik yöntemlerin birlikte kullanılması Majör Depresyon<br />

oluşumunda etkili olan olayların anlaşılmasını kolaylaştırabilir.<br />

80


KAYNAKLAR:<br />

1. Işık E: Depresyon ve Bipolar Bozukluklar, Ankara: Görsel Sanatlar Matbaacılık 5-11,<br />

2003.<br />

2. Özpoyraz N: Depresyonda Nöroanatomik Bağlantılar. Klinik Psikiyatri Dergisi 5 (ek 4):<br />

E68-E72, 2002.<br />

3. Jeffrey LC: Nöropsikiyatri ve Davranış Nörolojisi, Akdal G, Yener G (Çevirenler), Ankara:<br />

Çizgi Tıp Yayınevi, 35-38, 2003.<br />

4. Yöney TH: Hemispheric Specialization and Psychopathology. Klinik Psikofarmakoloji<br />

Bülteni 11(1): 53-59, 2001.<br />

5. Jeffrey LC: Nöropsikiyatri ve Davranış Nörolojisi, Akdal G, Yener G (Çevirenler), Ankara:<br />

Çizgi Tıp Yayınevi, 1-18, 2003.<br />

6. Ceylan ME: Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri, Şizofreni 2. baskı,<br />

İstanbul 347-350, 2002.<br />

7. Yaltkaya K, Nuzumlalı D. Klinik Nörofizyoloji EEG-EMG Derneği Yayınları No:2, İzmir:<br />

Ege Üniversitesi Basımevi, 1-35, 1994.<br />

8. Smith ME, Halgren E, Sokolik M, Baudena P, Musolino A: The intracranial topography of<br />

the P300 event-related potencial elicited during auditory oddball. Electroenceph Clin.<br />

Neurophysiol 76:235-248, 1990.<br />

9. Ortiz Alonso T, Perez-Serrano JM, Zaglul Zaiter C, Coullaut Garcia J, Coullaut Garcia R,<br />

Criado Rodriguez J: P300 clinical utility in major depression. Actas Esp Psiquitar 30(1):1-6,<br />

2002.<br />

10. Urretavizcaya M, Moreno I, Benlloch L, Cardoner N, Serralonga J, Menchon JM, Vallejo<br />

J: Auditory event related potensials in 50 melancholic patients: increased N100, N200 and<br />

P300 latencies and diminished P300 amplitude. J Affect Disord 74 (3):293-297, 2003.<br />

81


11. Ceylan ME: Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri 4.cilt: Duygudurum<br />

Bozuklukları, 1 baskı, İstanbul 1-10, 2001.<br />

12. Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Köroğlu<br />

E (Çeviren) 4. Baskı, Ankara: Hekimler Yayın Birliği, 1998.<br />

13. Kaplan HI, Sadock BJ: Pocket Handbook of Clinical Psychiatry, second edition, New<br />

York: New York University Medical Center, press Williams and Wilkins. 97-112, November<br />

1995.<br />

14. Işık E: Depresyon ve Bipolar Bozukluklar, Ankara: Görsel Sanatlar Matbaacılık 20-32,<br />

2003.<br />

15. Kaplan HI, Sadock BJ: Klinik Psikiyatri, Abay E (Çeviren) 1. Baskı, İstanbul: Nobel Tıp<br />

Kitabevi,159-188, 1997.<br />

16. Uğuz Ş, Yurdagül E: Noradrenerjik Sistem ve Depresyon. Klinik Psikiyatri Dergisi 5 (Ek<br />

sayı 4):19-23, 2002.<br />

17. Delgado PL, Moreno FA: Role of norepinephrine in depression. J Clin Psychiatry 61<br />

(suppl 1):5-12, 2000<br />

18. Bayraktar E, Saygılı R: Depresyonun Biyokimyası, Depresyon Monografları Serisi 4,<br />

Hekimler Yayın Birliği s:157-174, 1993<br />

19. Kırlı S: Duygu Durumun Düzenlenmesi ve Sinaptik Homeostaziste Etkili Olan<br />

Mekanizmalar, Depresyon, Basım Roche. Bursa, 2002<br />

20. Herken H: Depresyonun Etiyolojisinde Genetik Kanıtlar. Klinik Psikiyatri Dergisi 5 (Ek<br />

sayı 4):5-10, 2002.<br />

21. Yüksel N: Beyin Biyokimyası ve Davranış, Psikofarmakoloji, Ankara: Bilimsel Tıp<br />

Yayınevi, s:55-56, 1998.<br />

82


22. Owens MJ, Nemeroff CB, Bissette G: Kaplan ve Sadock’s Comprehensive Textbook of<br />

Psychiatry. BJ Sadock, VA Sadock (Ed) 7.th edition, Philadelphia: Lippincott Williams and<br />

Wilkins p:68-69, 2000.<br />

23. Gold PW, Goodwin FK, Chrousos GP: Clinical and biochemical manifestations of<br />

depression. Relation to the neurobiology of stress. N Engl J Med 319:413-420, 1988.<br />

24. Goldman J, Wachtenberg BL, Liberman B: Contrast analysis for the evaluation of<br />

circadian rhythms of plasma cortisol, androstenedione, and testesteron in normal men and the<br />

possible influence of meal. J Clin Endocrinol Metab 60:164-167, 1985.<br />

25. Akdemir A, Örsel S, Karaoğlan A: Depresyon Etiyolojisinde Nöropeptidler. Klinik<br />

Psikiyatri Dergisi 5 (Ek 4):24-29, 2002<br />

26. Burnet PWJ, Harrison PJ: Substance P (NK1) Receptors in the cingulate cortex in<br />

unipolar and bipolar mood disorder and schizophrenia. Biol Psychiatry 47:80-83, 1999.<br />

27. Pickard D, Dewis GC, Schultz SC: Behavioral and bilogical effects of acute beta endorfin<br />

injection in depressed and schizophrenic patients. Am J Psychiatry 138:160-166, 1981.<br />

28. Ceylan ME: Etiyoloji, Araştırmada ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri 4.cilt:<br />

Duygudurum Bozuklukları, 1 baskı, İstanbul s:73-99, 2001.<br />

29. Monaghan DT, Bridges RJ, Cotman CW: The excitatory amino acid receptors: Their<br />

classes, pharmacology, and distinct properties in the function of the central nervous system.<br />

Annu Rev Pharmacol Toxicol 29:365-402, 1989.<br />

30. Eşel E: Depresyondaki Nöroendokrinolojik Değişiklikler. Klinik Psikiyatri Dergisi 5 (Ek<br />

4):35-50, 2002<br />

31. Duman RS, Malberg J, Nakagawa S: Neoronal plasticity and survival in mood disorders.<br />

Biol Psychiatry 48:732-739, 2000.<br />

83


32. Duman RS: Novel therapeutic approaches beyond the serotonin receptor. Biol Psychiatry<br />

44:324-335, 1998.<br />

33. Thase M: Kaplan ve Sadock’s Comprehensive Textbook of Psychiatry. BJ Sadock, VA<br />

Sadock (Ed) 7.th edition, Philadelphia: Lippincott Williams and Wilkins p:1318-1327, 2000.<br />

34. Yüksel N: Davranışın Nöroanatomik Temalleri. Ruhsal Hastalıklar, 2. Baskı, Ankara:<br />

Çizgi Kitabevi s:58-63, 2001.<br />

35. House A, Dennis M, Mogridge L: Mood disorders in the year after fırst stroke. Br J<br />

Psychiatry 158:83-92, 1991.<br />

36. Cummings JL: The neuroanatomy of depression. J Clin Psychiatry 54(suppl):14-20, 1993.<br />

37. Solowıj N: Cannabis and Cognitive Functioning, First ed. Cambridge: Cambridge<br />

Universty Press, p:111-133, 1998.<br />

38. Hammond EJ, Meador KJ, Aung-Din R, Wilder BK. Role of the cholinerjik system in the<br />

generation of human cognitive evoked potensials. Neurology 37:346-50, 1987.<br />

39. Medaor KJ. Cholinergic, serotonerjik, and gabaerjik effect on the ERP. In:Karmos G,<br />

Molnar M, Csepe V, Czigler I, Desmedt JE, eds. Perspectives of event-related potensials<br />

research. Electroencephalogr Clin Neurophysiol Suppl 44 Amsterdam: Elsevier p:1515, 1995.<br />

40. Jonkman LM, Kemmer C, Vertaben MN, Koelega HS, Camfferman G, Van der Gaag RJ,<br />

et al. Effects of methylphenidate on event-related potensials and performance of attentiondeficit<br />

hyperactivity disorder children in auditory and visual selective attention tasks. Biol<br />

Psychiatry 41:690-702, 1997.<br />

41. Hansenne M, Pitchot W, Gonzalez-Moreno A, Papart P, Timsit-Berthier M, Ansseau M.<br />

Catecholaminergic function and P300 amplitüd im majör depressive disorder. (P300 and<br />

catecholamines). Electroencephalogr Clin Neurophysiol 96:194-96, 1995.<br />

84


42. Swick D, Pineda A, Foote SL. Effects of systematic clonidine on auditory event-related<br />

potensials in squired monkeys. Brain Res Bull 33:79-86, 1994.<br />

43. Semlitsch HV, Anderer P, Saletu B. Acute effects of the anxiolytics suriclone and<br />

alprazolam on cognitive processing utilizing topografic mapping of event-related brain<br />

potensials (P300 in healty subjects). Eur J Clin Pharmacol 49:183-191, 1995.<br />

44. Pritchard WS, Raz N, August GJ: No effects of chronic fenfluramin on the P300<br />

component of the event-related potential. Int J Neurosci 35:105-110, 1986.<br />

45. Meador KJ, Loring DW, Davis HC, Setli KD, Parel BR, Adams RJ: Cholinergic and<br />

serotonergiv effects on P300 potential and recent memory. J Clin Exp Neuropsychol 11:252-<br />

260, 1989.<br />

46. Unrug A, VanLuijtelaar EL, Coles MG, Coenen AM: Event-related potentialss in a<br />

passive and active auditory condition:effects of diazepam and buspirone on slow wave<br />

positivity. Biol Psychol 46:101-111, 1997.<br />

47. Ito J, Yamoa S, Fukuda H, Mimori Y, Nakamura S. The P300 event-related potensials in<br />

dementia of the Alzheimer type. Correlation between P300 and monoamine metabolites.<br />

Electroencephalogr Clin Neurophysiol 77:174-8, 1990.<br />

48. Meador KJ, Loring DW, Hendrix N, Nichols ME, Oberzan R, Moore EE. Synergistic<br />

anticholinergic and antiserotonergic effects in human. J Clin Exp Neuropsychol 17:611-621,<br />

1995.<br />

49. Hansenne M, Ansseau M: P300 event-related potential and serotonin-1A activity in<br />

depression. Eur Psychiatry 14:143-147, 1999.<br />

50. Brown WS, Marsh JT, Larue A. Ewperimental electrophysiologyical aging:P300 Latency.<br />

Electroencephalogr Clin Neurophysiol. 55:277-285, 1983.<br />

51. Goodin DS. Event-related endogenoeus potensials. Eletrodiagnosis in Clinical<br />

Neurology”de Aminoff MJ (ed), Churchill Livinstone, New York p:627-642, 1992.<br />

85


52. Hansenne M, Pitchot W, Gonzalez-Moreno A, Gonzalez-Torrecilas J, Mirel J, Ansseau M.<br />

Psychophysiological correlates of suicidal behavior in depression. A preliminary study.<br />

Neuropsychobiology 30:1-3, 1994.<br />

53. Hansenne M, Pitchot W, Gonzalez-Moreno A, Urcelay-Zaldua I, Ansseau M. Suicidal<br />

behavior in depressive disorder: an event-related potential study. Biol Psychiatry 40:116-22,<br />

1996.<br />

54. Boudarene M, Timsit-Berthier M: Stress, anxiety and event-related potentials. Encephale<br />

23(4):237-250, 1997.<br />

55. Kahraman T. Nuzumlalı D, Özkaynak S, Yaltkaya K, Büyükberber Ç, Erengin N:<br />

Şizofrenide P300: Klinik ve nörofizyolojik bir çalışma. Türk Psikiyatri Dergisi 5(3):22-27,<br />

1994.<br />

56. Strik WK, Fallgatter AJ, Stoeber G, Franzek E, Beckmann H: Specific P300 features in<br />

patients with cycloid psychosis. Acta Psychiatr Scand 95(1):67-72, Jan 1997.<br />

57. Jeon YW, Polich J: Meta-analysis of P300 and schizophrenia: patients, paradigm and<br />

practical implications. Psychophysiology 40(5):684-701, Sep 2003.<br />

58. Lebedava IS, Abramova LI, Bondar VV, Kaleda VG, Oleichik IV, Tsutsul2kovskaia Mıa:<br />

Auditory evoked potentials in patients with schizophrenia and affective disorders. Zh Nevrol<br />

Psikhiatr Im S S Korsokova 102(1):56-60, 2002.<br />

59. Strik WK, Ruchsow M, Abele S, Fallgatter AJ, Mueller TJ: Distinct neurophysiological<br />

mechanism for manic and cycloid psychoses: evidence from a P300 study on manic patients.<br />

Acta Psychiatr Scand 98(6):459-466, Dec 1998.<br />

60. Salisbury DF, Shenton ME, McCarley RW: P300 topography differs in schizophrenia and<br />

manic psychosis. Biol Psychiatry 45(1):98-106, Jan 1999.<br />

86


61. Katsanis J, Iacono WG, Beiser M: Visual event-related potensials in first-episode<br />

psychotic patients and their relatives. Psychophysiology 33(3):207-217, May 1996.<br />

62. Pierson A, Jouvent R, Quintin P, Perez-Diaz F, Leboyer M: İnformation processing<br />

deficits in relatives of manic depressive patients. Psychol Med 30(3):545-555, May 2000.<br />

63. Wagner P, Roschke J, Fell J, Frank C: Differential pathophysiological mechanism of<br />

reduced P300 amplitude in schizophrenia and depression: a single trial analysis. Schizophr<br />

Res 20;25(3):221-229, Jun 1997.<br />

64. Kim MS, Kang SS, Youn T, Kang DH, KimJJ, Kwon JS: Neuropsychological correlates<br />

of P300 abnormalities in patients with schizophrenia and obsessive-compulsive disorder.<br />

Psychiatry Res 30:123(2);109-123, 2003.<br />

65. Korpelainen JT, Kauhanen ML, Tolonen U, Brusin E, Mononen H, Hiltunen P, Sotaniemi<br />

KA, Suominen K, Myllyla VV: Auditory P300 event related potential in minor ischemic<br />

stroke. Acta Neurol Scand 101(3):202-208, 2000.<br />

66. Gordeev SA, Riabokon IV, Fedotova AV, Tabeeva GR, Vein AM: Clinical and<br />

neurophysiological aspects of cognitive disturbances in patients with panic disorder. Zh<br />

Nevrol Psikhiatr Im S S Korsokova 103(10):50-53, 2003.<br />

67. Sara G, Gordon E, Kraiuhin C, Coyle S, Howson A, Meares R: The P300 ERP<br />

component: an index of cognitive dysfunction in depression. J Affect Disord 1994 May;<br />

(31):29-38, 1994.<br />

68. Ortiz T, Perez-Serrano JM, Coullaut J Jr, Fudio S, Coullaut J, Criado J: Cortical<br />

processing of visual and auditory stimuli in depressive patients: a study with event related<br />

potensials. Actas Luso Esp Neurol Psiquiatr Cienc Afines. 1998 26(4):215-221, 1998.<br />

69. Urcelay-Zaldua I, Hansenne M, Ansseau M: The influence of suicide risk and<br />

despondency on the amplitude of P300 in major depression. Neurophysiol Clin 25(5):291-<br />

296, 1995.<br />

87


70. Hegerl U, Gallinat J, Juckel G: Event-related potentials. Do they reflect central<br />

serotonergic neurotransmission and do they predict clinical response to serotonin agonist. J<br />

Affect Disord 62(1-2):93-100, 2001.<br />

71. Himani A, Tandon OP, Bhatia MS: A study of P300-event related evoked potensial in the<br />

patients of major depression. Indian J Physiol Pharmacol 43(3):367-372, 1999.<br />

72. Bruder GE, Tenke CE, Towey JP, Leite P, Fong R, Stewart JE, McGrath PJ, Quitkin FM:<br />

Brain ERPs of depressed patients to complex tones in an oddball task: relation of reduced P3<br />

asymmetry to physical anhedonia. Psychphysiology 35(1):54-63, 1998.<br />

73. Ortiz T, Perez-Serrano JM, Zaglul C, Coullaut R, Coullaut J Jr, Criado J, Fernandez A:<br />

Deficit of cognitive event-related potentials during a working task in patients with major<br />

depression. Actas Esp Psiquitar 31 (4):177-181, 2003.<br />

74. Diner BC, Holcomb PJ, Dykman RA: P300 in major depressive disorder. Psychiatry Res<br />

15(3):175-184, 1985.<br />

75. Blackburn IM, Roxborough HM, Muir WJ, Glabus M, Blackwood DH: Perceptual and<br />

physiological dysfunction in depression. Psychol Med 20(1):95-103, 1990.<br />

76. Shagass C: Neurophysiological evidence for different types of depression. J Behav Ther<br />

Psychiatry 12(2):99-111, 1981.<br />

77. Munz D, Ehlers W, Czogalik D: Changes in reaction potentials in neurotic depression.<br />

EEG EMG Z Elektroenzephalogr Elektromyogr Verwandte Geb 15(2):105-110, 1984.<br />

78. Santosh PJ, Malhotra S, Raghunathan M, Mehra YN: A study of P300 in melancholic<br />

depression correlation with psychotic features. Biol Psychiatry 35(7):474-479, 1994.<br />

79. Karaaslan F, Gonul AS, Oğuz A, Erdinc E, Esel E: P300 changes in majör depressive<br />

disorder with and without psychotic features. J Affect Disord 73 (3):283-287, 2003.<br />

88


80. Kaustio O, Partanen J, Valkonen-Korhonen M, Viinamaki H, Lehtonen J: Affective and<br />

psychotic symptoms relate to difrent types of P300 alteration in depressive disorder. J Affect<br />

Disord 71(1-3):43-50, 2002.<br />

81. Puchinskaia LM, Dudaeva KI, Krasnov VN, Voitsekh VF: Interhemispheric asymmetry<br />

according to evoked potential parameters in patients with depression. Zh Vyssh Nerv Deiat<br />

Im P Pavlova 43(4):758-764, 1993.<br />

82. Roth WT, Pfeeferbaum A, Kelly AF, Berger PA, Kopell BS: Auditory event- related<br />

potensials schizophrenia and depression. Psychiatry Res 4(2):199-212, 1981.<br />

83. Gangadhar BN, Ancy J, Janakiramaiah N, Umapaty C: P300 amplitude in non-bipolar,<br />

melancholic depression. J Affect Disord 28(1):57-60, 1993<br />

84. Hansenne M, Pitchot W, Gonzalez Moreno A, Gonzalez Torrecilas J, Mirel J, Ansseau M:<br />

Psychophysiological correlates of suicidal behavior in depression. A preliminary study.<br />

Neuropsychobiological 30(1):1-3, 1994.<br />

85. Hansenne M, Pitchot W, Gonzalez Moreno A, Zaldua IU, Ansseau M: Suicidal behavior<br />

in depressive disorder: an event-related potensial study. Biol Psychiatry 40(2):116-122, 1996.<br />

86. Vandoolaeghe E, van Hunsel F, Nuyten D, Maes M:Auditory event related potensials in<br />

major depression: prolonged P300 latency and increased P200 amplitude. J Affect Disord<br />

48(2-3):105-113, 1998.<br />

87. Brown WS, Marsh JT, LaRue A: Event-related potentials in psychiatry: differentiating<br />

depression and dementia in the elderly. Bull Los Angeles Neurol Soc 47:91-107, 1982.<br />

88. Papageorgio CC, Alevizos B, Ventouras E, Kontopantelis E, Uzunoglu N, Christodouolu<br />

G: Psychophysiological correlates of patients with delusional misidentification syndromes and<br />

psychotic major depression. J Affect Disord 81(2):147-152, 2004.<br />

89. Silberman EK, Weingartner H, Post RM: Thinking disorder in depression. Arch Gen<br />

Psychiatry 40:775-780, 1983.<br />

89


90. Yanai İ, Fıjikawa T, Osada M, Yamawaki S, Touhouda Y: Changes in auditory P300 in<br />

patienst with majör depression and silent cerebral infarction. J Affect Disord 46(3):263-267,<br />

1997.<br />

91. Roth WT, Ford JM, Pfefferbaum A, Elbert TR: Metodological issues in event-related<br />

brain potensial and magnetic field studies. In Bloom FE, Kupfer DJ (Eds),<br />

Psychopharmacology: The Fourt Generation of Progress. Raven Press, Ltd, New York p:895-<br />

910, 1995.<br />

92. Sara G, Gordon E, Kraiuhin C, Howson A, Meares R: The P300 ERP component: an<br />

index of cognitive dysfunction in depression. J Affect Disord 31:29-38, 1994.<br />

93. Liegeois-Chauvel C, Musolino A, Badier JM, Marquis P, Chauvel P: Evoked potensials<br />

recorded from the auditory cortex in man: evaluation and topography of the middle latency<br />

components. Electroencephalogr Clin Neurophysiol 92:204-214, 1994.<br />

94. Allison T: Recording and interpreting event-related potensials. In: Donchin E (Ed),<br />

Cognitive Psychophysiology: Event-Related Potensials and the Study of Human Cognition.<br />

Laurence Erlbaum Associates, Hillsdale NJ, 1986.<br />

95. Polich J, Kok A: Cognitive and biological determinants of P300: an integrative review.<br />

Biol Psychol 41:103-146, 1995.<br />

96. Hackley SA: An evaluation of the automaticity of sensory processing using event-related<br />

potentials and brain-stem reflexes. Psychophysiology 30:414-428, 1993.<br />

97. Kaseda Y, Miyazato Y, Ogura C, Nakamoto H, Uema T, Yamamoto K, Ohta I:<br />

Correllation between event-related potentials and MR measurement in chronic alcoholic<br />

patients. Jpn J Psychiatry 48:23-32, 1994.<br />

98. Knight RT: Neural mechanism of ERPs, in Event Related Brain Potensials. Edited by<br />

Rohrbaugh JW, Parasuraman R, Johnson R. New York, Oxford Universty Press, s:3-18, 1990.<br />

90


99. Stuss DT, Benson DF: Neuropsychological studies of the frontal lobes. Psychol Bull 95:3-<br />

28, 1984.<br />

100. Donchin E: Event-related brain potensials: a tool in the study of human information<br />

processing. In: Begleiter H (Ed), Evoked Potensials and Behavior. Plenum Press, New York,<br />

1979.<br />

101. Desmedt JE, Debecker J: Slow potential shifts and decision P350 interactions in tasks<br />

with random sequences of near threshold clicks and finger stimuli delivered at regular<br />

intervals. Electroencephalogr Clin Neurophysiol 47:671-679, 1979.<br />

102. Charles G, Hansenne M: Le potentiel lent P300. Interet Clinique dans trois pathologies<br />

mentales et neurobiologie: une revue. Encephale 18:225-236, 1992.<br />

103. Clark CR, McFarlane AC, Weber DL, Battersby M: Enlarged frontal P300 to stimulus<br />

change in panic disprder. Biol Psychiatry 39:845-856, 1996.<br />

104. Oken BS: Endogenous event-related potentials. Evoked potentials in clinical medicine, 2.<br />

nd edition, edited by Kh Chiappa Raven press, New York p:563-592, 1990.<br />

105. Urretavizcaya M, Moreno I, Benlloch L, Cardoner N, Serrallonga J, Menchon JM,<br />

Vallejo J: Auditory event-related potentials in 50 melancholic patients: increased N100, N200<br />

and P300 latencies and diminished P300 amplitude. J Affect Cisord 74(3):293-297, 2003.<br />

106. Giedke H, Bolz J, Heimann H: Evoked potentials, expectancy wave and skin resistance<br />

in depressed patients and healty controls. Pharmacopsychiatry 13:91-101, 1980.<br />

107. Plooij-Van G: Evoked potential correlates of information processing and habutiation in<br />

depressive illness. Ann N Y Acad Sci 425:609-617, 1984.<br />

108. Blackwood DHR, Whalley LJ, Christie JE, Blackburn IM, StClair DM, McInnes A:<br />

Changes in auditory P300 event-related potential in schizophrenia and depression. Br J<br />

Psychiatry 150:154-160, 1987.<br />

91


109. Pfefferbaum A, Wenegrat B, Ford JM, Roth WT: Clinical application of the P300<br />

component of event-related potentials. II. Dementia, depression and schizophrenia.<br />

Electroenceph Clin Neurophysiol 59:104-124, 1984.<br />

110. Bruder GE, Toewy JP, Stewart JW, Friedman D, Tenke C, Quitkin FM: Event-related<br />

potentials in depression: influence of task, stimulus hemifield and clinical features on P300<br />

latency. Biol Psychiatry 30:233-246, 1991.<br />

111. Kalayam B, Alexopoulos GS, Kindermann S, Kakuma T, Brown GG, Young RC: P300<br />

latency in geriatric depression. Am J Psychiatry 155:425-427, 1998.<br />

112. Schlegel S, Nieber D, Hermann C, Bakauski E: Latencies of the P300 component of the<br />

auditory event-related potential in depression are related to the Bech-Rafaelsen Melancholia<br />

Scale but not to the Hamilton Rating Scale for Depression. Acta Psychiatr Scand 83:438-440,<br />

1991.<br />

113. George MS, Ketter TA, Post RM: Prefrontal cortex dysfunction in clinical depression.<br />

Depression 2:59-72, 1994.<br />

114. Krishnan KRR, Hays JC, Blazer DG: MRI-defined vascular depression. Am J Psychiatry<br />

154:497-501, 1997.<br />

115. Juckel G, Molnar M, Hegerl U, Csepe V, Karmos G: Auditory-evoked potentials as<br />

indicator of brain serotonergic activity: first evidence in behaving cats. Biol Psychiatry 41:<br />

1181-1195, 1997.<br />

116. Maes M, Meltzer HY, Suy E, Calabrese J, Minner B, Cosyns P: Sleep disorders and<br />

anxiety as symptom profiles of sympathoadrenal system hyperactivity in majör depression. J<br />

Affect Disord 27:197-207, 1993.<br />

117. Maes M, Calabrese J: Mechanism of action of valproate in affective disorders. In: Joffe<br />

RT, Calabrese JR (Eds), Anticonvulsants in Mood Disorder. Marcel Dekker, New York p:93-<br />

110, 1994.<br />

92


118. Pierson A, Partiot A, Ammar S, Dodin V, Loas G, Jouvent R: ERP differences between<br />

anxious-impulsive and blunted-affect depressive inpatients. In: Ansseau M, von Frenckell R,<br />

Frank G, eds. Biological markers of depression: state of the art. Amsterdam: Elsevier p:1219,<br />

1991.<br />

119. Pierson A, Ragot R, Martinerie J, Partiot A, Renault B, Jouvent R: Heterogeneity of<br />

information-processing alterations according to dimensions of depression: an event-related<br />

potensials study. Biol Psychiatry 40:98-115, 1996.<br />

120. Rezaki M, Rezaki b, Tek C ve ark: Hamilton Depresyon Değerlendirme Ölçeği: Bazı<br />

psikometrik özellikleri ve ICD-10 depresyon tanısı ile karşılaştırılması. 2. Bahar<br />

sempozyumunda poster bildiri, 1998.<br />

121. Yazıcı MK, Demir B, Tanrıverdi N, Karaağaoğlu E, Yolaç P: Hamilton Anksiyete<br />

Değerlendirme Ölçeği, değerlendiriciler arası güvenirlik ve geçerlik çalışması. Türk Psikiyatri<br />

Dergisi 9:114-117, 1998.<br />

93


SOSYODEMOGRAFİK VERİ FORMU<br />

1. GÖRÜŞME TARİHİ:<br />

2. ADI-SOYADI:<br />

3. CİNSİYETİ: BAY() BAYAN()<br />

4. DOĞUM TARİHİ:<br />

5. DOĞUM YERİ<br />

6. YAŞ:<br />

7. KARDEŞ SAYISI:<br />

8. ÖĞRENİM DURUMU: İLKOKUL() ORTAOKUL() LİSE() ÜNİVERSİTE()<br />

9. MESLEĞİ: ÇALIŞMIYOR() İŞÇİ() MEMUR() EV HANIMI() DİĞER()<br />

10. MEDENİ DURUMU: EVLİ() BEKAR() DUL() BOŞANMIŞ()<br />

11. ÇOCUK SAYISI () / ÇOCUĞU YOK()<br />

12. YAŞADIĞI YER: İL MERKEZİ() İLÇE() KASABA() KIRSAL()<br />

13. KİMLERLE YAŞIYOR: AİLESİYLE() EBEVEYNLERLE() YALNIZ()<br />

14. SOSYAL GÜVENCESİ: ÜCRETLİ() SSK() EMKLİ SANDIĞI() BAĞKUR()<br />

YOK()<br />

15. İNTİHAR GİRİŞİMİ: VAR() YOK()<br />

16. CEZAEVİ YAŞANTISI: VAR() YOK()<br />

17. ŞİMDİKİ PSİKİYATRİK RAHATSIZLIĞI:<br />

18. KOMORBİD PSİKİYATRİK RAHATSIZLIK: VAR() YOK()<br />

19. PSİKİYATRİ DIŞI HASTALIK: VAR() YOK()<br />

20. SON BİR HAFTADIR İLAÇ TEDAVİSİ: VAR() YOK()<br />

21. VARSA KULLANDIĞI AD İLAÇ GRUBU: TRİSİKLİK() SSRI() DİĞER ()<br />

22. ELEKTROKONVULZİF TEDAVİ: UYGULANMIŞ() UYGULANMAMIŞ()<br />

23. AİLEDE PSİKİYATRİK BOZUKLUK: VAR() YOK()<br />

24. DEPRESYONUN BAŞLANGIÇ YAŞI:<br />

25. HASTALIĞININ KAÇINCI EPİZODU:<br />

26. ORTALAMA HASTALIK SÜRESİ:<br />

97


SUMMARY<br />

The findings of the studies concerning the event related potentialls by depression seem to<br />

confirm the impairment of the cognitive functions by depressive individuals. This study<br />

investigated the cognitive functions of cases suffering from a major depressive disorder using<br />

the event related potentialls (AERPs) values.<br />

25 healthy persons and 25 patients with a diagnosos of Major Depressive Disorder acoording<br />

to DSM-IV criteria are accepted for the study. Latency and amplitude values of the event<br />

related potentialls of all cases are recorded using the oddball paradigm. Patients having an<br />

Hamilton Depression Rating Scale scores over 16 are accepted for the study. The anksiety<br />

level of the cases are evaluated using The Hamilton Anksiety Rating Scale. The comparison<br />

of the AERP findings showed an increase of the latency (timing) of N100, N200 and P300<br />

and a reduction of the amplitude (size) of P300. Significant event related potentialls<br />

differences were more prominent at frontal regions. There was no correlation between<br />

depression and anksiety total scores and P300 values.<br />

As a conclusion, the increase of N200 and P300 latency and the decrease of the amplitude of<br />

P300 indicated the impairment of the cognitive functions among depressive patients. The<br />

impairment of the cognitive functions by depressive patients can be represented as a<br />

disfunction including a slow down at mental processes and diffıculties by making decisions.<br />

Disfunctions at the frontostriatal pathways are thought to play an important role at the<br />

atiology of the major depression. The results of this study confimed the statements regarding<br />

the impairment of the frontal lob disfunctions at major depressive disorder. Future studies<br />

combining the methods of neuroradiology and neurophysiology may contribute more to<br />

enlighten the atiologic factors related to the development of major depressive disorder.<br />

98

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!