08.03.2014 Views

BOTULÄ°NUM TOKSÄ°NÄ°

BOTULÄ°NUM TOKSÄ°NÄ°

BOTULÄ°NUM TOKSÄ°NÄ°

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

T.C.<br />

Sağlık Bakanlığı<br />

Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Kulak Burun Boğaz-Baş ve Boyun Cerrahisi Kliniği<br />

Şef: Op. Dr. Şeref ÜNVER<br />

NON-ALERJİK, NON-ENFEKSİYÖZ RİNİTLERDE<br />

İNTRANAZAL BOTULİNUM TOKSİN TİP A İLE<br />

İPRATROPİUM BROMİDE NAZAL SPREYİN NAZAL<br />

HİPERSEKRESYON ÜZERİNE ETKİLERİNİN<br />

KARŞILAŞTIRILMASI<br />

(Uzmanlık Tezi)<br />

Dr. Sara YAZICI<br />

İstanbul-2006


TEŞEKKÜR<br />

Uzmanlık eğitimim sırasında her türlü destek ve yardımlarını esirgemeyen,<br />

yetişmemde en fazla emeği geçen hocam Sayın Op. Dr. Uğur Günter Akbulut’a,<br />

asistanlığımın son yılındaki destek ve katkılarından dolayı hocam Sayın Op. Dr. Şeref<br />

Ünver’e;<br />

Tezimi hazırlamamdaki ve eğitimimdeki katkılarından dolayı Doç. Dr. Tarık<br />

Şapçı’ya ve eğitimim boyunca bana emeği geçen Op. Dr. Ahmet Karavuş’a;<br />

Tezimin hazırlanması sırasında desteğini gördüğüm Uz. Dr. Eren Gözke’ye;<br />

Asistanlığım boyunca beraber çalıştığım Op. Dr. Betül Şahin Akgün’e, Op. Dr<br />

.Ziya Bozkurt’a, Op. Dr. Senem Almaç’a, Op. Dr. Başat Fethallah’a, Op. Dr. Ersin<br />

Mercangöz’e, Op. Dr. Canan Usta Fethallah’a, Dr. Z. Abidin Erkan’a, Dr. Fatih<br />

Evcimik’e, Dr. Bayram Uğurlu’ya, Dr. F. Emre Özkurt’ a, Dr. Elçin Aygün’ e, Dr. Arzu<br />

Topcu’ya, Dr. Cüneyt Kucur’a; ayrıca tüm servis, ameliyathane hemşire ve<br />

personeline teşekkür ederim.<br />

Dr. SARA AYTAÇLAR YAZICI<br />

2


KISALTMALAR<br />

hf.<br />

ml.<br />

hafta<br />

mililitre<br />

n. nervus<br />

Mu.<br />

VMR<br />

BT.<br />

Ig.<br />

NARES<br />

BENARS<br />

PNAR<br />

NOS<br />

BTX<br />

IB<br />

GAS<br />

S.P.S.S.<br />

VIP<br />

CGRP<br />

PAF<br />

ARIA<br />

NSAID<br />

MBP<br />

ECP<br />

RAST<br />

LD<br />

Mouse unit<br />

Vazomotor Rinit<br />

Bilgisayarlı Tomografi<br />

İmmünglobulin<br />

Non Alerjik Rhinitis with Eosinophilia Syndrome<br />

Blood Eosinophilic Non Alerjik Rhinitis Syndrome<br />

Perennial Non Alerjik Rinit<br />

Nitric Oxide Synthase<br />

Botulinum Toksin<br />

İpratropium Bromide<br />

Görsel Analog Skalası<br />

Statistical Package Social Sciences<br />

Vazoaktif İntestinal Peptid<br />

Calcitonin Gene Related Peptid<br />

Platelet Activating Factor<br />

Allergic Rhinitis and its Impact on Asthma<br />

Non Steroidal Anti Inflammatory Drugs<br />

Major Basic Protein<br />

Eosinophilic Cationic Protein<br />

Radioallergosorbent Test<br />

Lethal Dose<br />

3


İÇİNDEKİLER<br />

Konu Başlıkları<br />

Sayfalar<br />

GİRİŞ ve AMAÇ…………………………………………………………………………5<br />

GENEL BİLGİLER……………………………………………………………...............6<br />

Burun Embriyolojisi………………………………………………………………7<br />

Burun Anatomisi………………………………………………………………….7<br />

Burun Fonksiyonları ve Fizyoloji……………………………………………….20<br />

Üst ve Alt Solunum Yollarının Histolojisi ve Anatomisi……………………...27<br />

Rinitlerin Tanımı ve Sınıflandırılması……………………………...................29<br />

Ayırıcı Tanı……………………………………………………………………….31<br />

Non Enfeksiyöz Non Alerjik Rinitler…………………………….....................32<br />

Vazomotor Rinit………………………………………………………………….34<br />

NARES……………………………………………………………………………36<br />

Tanı………………………………………………………………………………..37<br />

Tedavi………………………………………………………………………….....39<br />

Botulinum Toksini………………………………………………………………..42<br />

İntranazal Antikolinerjikler………………………………………………………48<br />

MATERYAL VE METOD……………………………………………………………….50<br />

BULGULAR……………………………………………………………………………..58<br />

TARTIŞMA………………………………………………………………………………65<br />

ÖZET……………………………………………………………………………………..75<br />

SONUÇ…………………………………………………………………………………..76<br />

KAYNAKLAR…………………………………………………………………………...77<br />

4


GİRİŞ VE AMAÇ<br />

Rinitler toplumlarda en sık karşılaşılan hastalık gruplarından biridir fakat sık<br />

görülmesine karşın ölümcül bir hastalık olmadığı için, gerek hastalar gerekse de<br />

doktorların çoğu tarafından pek ciddiye alınmamaktadır. Oysa ki, sürekli akan bir<br />

burun sosyal açıdan ciddi rahatsızlık yaratır. Burnun devamlı akması kişinin günlük<br />

aktivitesini bozar ve yaşam kalitesini azaltır. Diğer taraftan, gerek rinitlerin gerekse<br />

rinit komplikasyonlarının tedavi tutarlarının fazlalığı, işgücü ve okul günü kayıplarıyla<br />

birleşince ciddi bir sosyoekonomik sorun oluşturmaktadır.<br />

Pratik uygulamada kronik rinitli hastalar genellikle alerji yönünden<br />

sorgulanmakta ve tedavi edilmektedirler. Bunun dışında yer alan non-enfeksiyöz nonalerjik<br />

rinitler, spesifik nedenin çok anlamlı olmadığını düşünen bir çok klinisyen<br />

tarafından önemsenmez. Rinitlerin en sık nedeni alerjik rinit olarak bilinmesine<br />

rağmen, rinitli hastaların büyük çoğunluğunda alerjik rinit bulunmaz ve bu yüzden<br />

diğer potansiyel nedenler ekarte edilmelidir. Rinitlerin etiyolojisinde allerji, infeksiyon<br />

ve diğer faktörler elimine edildiğinde geriye kalan grup Non Alerjik Rinit Eosinofilik<br />

Sendrom (NARES) ve vazomotor rinit grubudur.<br />

Nazal hiperreaktivitede teropötik yaklaşımlar rinitin nedenine ve patogenezine<br />

bağlı olarak değişir. Alerjenden uzaklaştırma, lokal ve sistemik dekonjestanlar, topikal<br />

steroidler, antihistaminikler, lökotrien antagonistleri, spesifik immmünoterapi,<br />

krioterapi, rinocerrahi ve vidian nörektomi gibi yaklaşımlar mevcuttur. Bu<br />

yaklaşımların çok azında tatmin edici yanıt alındığı için rinore tedavisinde yeni tedavi<br />

yöntemleri geliştirilmektedir.<br />

5


Son yıllarda otolaringoloji alanında da oldukça yaygın kullanılmaya başlanan<br />

botulinum toksini antikolinerjik etkisinden dolayı intrinsik rinitlerde de kullanılmıştır.<br />

Antikolinerjik bir ajan olan ipratropium bromide de intrinsik rinitlerde başarılı olarak<br />

kullanılmıştır; ancak literatürde bu iki ilacın karşılaştırmalı etkisi üzerine bir çalışma<br />

bulunmamaktadır.<br />

Yaptığımız çalışmada hastalara tanı için deri testi, formül lökosit, total Ig E ve<br />

radyolojik tetkikler yapıldı. Non-alerjik non-enfeksiyöz rinit tanısı alanlar üç ayrı gruba<br />

ayrıldı. Birinci gruba intranazal botulinum toxin enjeksiyonu, ikinci gruba ipratropium<br />

bromide nazal sprey, üçüncü gruba da intranazal serum fizyolojik enjeksiyonu<br />

plasebo olarak yapılarak botulinum toksini ve ipratropium bromide’nin bu hastalık<br />

grubundaki etkileri karşılaştırıldı.<br />

6


GENEL BİLGİLER<br />

Burun üst solunum yollarının başlangıç noktasıdır. Fizyolojik işlevinin yanı sıra,<br />

yüzün ortasında yer alması nedeniyle yüzde en çok dikkat çeken oluşumlardan<br />

birisidir (1,2) .<br />

BURUN EMBRİYOLOJİSİ<br />

Dört haftalık bir embriyonun yüzünde ektodermden gelişen iki lateral nazal<br />

çıkıntı ve mezodermden gelişen ve orta hatta yer alan bir frontonazal çıkıntı<br />

görülebilir. Nazal çıkıntılardan nazal kavite ve nazal mukoza, frontonazal çıkıntıdan<br />

da nazal septum gelişir. Gelişim ilerledikçe, nazal çıkıntılardan invajinasyonla nazal<br />

girintiler oluşur. Nazal girintiler oral kavite ve nazofarinksten bukkonazal membranla<br />

ayrılır. Bukkonazal membranın posterior kısmı zamanla kaybolarak koanaları<br />

oluşturur. Maksiller çıkıntılar, lateral ve medial nazal çıkıntılarla birleşerek nostrilleri<br />

oluştururlar. Yedinci haftadan itibaren maksilloturbinal, etmoturbinaller ve<br />

nazoturbinalden lateral nazal duvar, etmoid ve sinüsler oluşur. Nazal oluşumların<br />

kondrifikasyon ve ossifikasyonları ise 9- 10’uncu haftadan başlayarak gelişir (1,2) .<br />

BURUN ANATOMİSİ<br />

BURUN PiRAMİDİ<br />

Burun piramidi, yüzün ortasında çıkıntı yapan kemik ve kıkırdaklardan yapılmış,<br />

kas ve deri ile örtülü bir organ olup burun boşluklannı korur, onlara bir çatı meydana<br />

getirir (1,2) .<br />

7


Burun piramidi, üçgen piramit şeklindedir: Altta tabanını naresler, tepesini burun<br />

kökü (radiks nazi), arka yüzünü alt konkaların önünden geçen bir düzlem, simetrik olan<br />

yan yüzleri de burun kanatları (ala nazi) meydana getirir (1,3,4) .<br />

Yapısı;<br />

1. Kemik iskelet<br />

2. Kıkırdak iskelet<br />

3. İç yüz örtüsü (deri-mukoza)<br />

4. Dış yüz örtüsü (kas-deri)<br />

1- KEMİK ELEMANLAR<br />

A- Çift ve Simetrik Elemanlar<br />

a-Os Nazale;<br />

Yassı bir kemiktir, boyu eninden uzundur, alt kısmı daha geniştir. Ön yüz<br />

muskulus piramidalisin yapışma yeri dışında düzgündür. Arka yüzü üst 1/3 kısmı<br />

hariç düzdür. Burada frontal kemiğin nazal çıkıntısı ile eklem yapar. Üst kenar<br />

dar, kalın ve pürtüklüdür. Frontal kemiğin nazal çentiğine sıkı bir şekilde<br />

kenetlenmiştir. Alt kenar geniş ve incedir. İç kenar kalındır ve karşıdaki os nazale<br />

ile sıkı bir eklem yapar. Bu birleşme ile önde ortada bir fissür, içte de bir krista<br />

meydana gelir. Bu kret yukarıda frontal kemiğin nazal çıkıntısı içine kenetlenir.<br />

Aşağıda etmoidin lamina perpandikülarisi ile ve septum kıkırdağı ile eklem yapar.<br />

Dış kenar incedir ve maksillanın frontal çıkıntısı ile çok sıkı bir birleşme yapar. İki os<br />

nazale gerçek bir burun kemeri oluşturur (3,4) .<br />

b-Maksillanın frontal çıkıntısı:<br />

Maksillanın krista lakrimalisin önünde kalan kısmı burun piramidinin yapısına<br />

katılır. Sagital bir durumdadır, önde incedir arkada geniştir ve yüze tam bir kemer<br />

sağlar. Fronto maksilla kanina bağlantısını gerçekleştirir. Maksilla korpusunun ön<br />

8


kenarı burun piramidinin yapısına katılmaz ancak fîbrokartilaj elemanların yapıştığı bir<br />

temel oluşturur. Maksillanın ön kenarları, os nazale alt kenarları ile burnun piriform<br />

orifisini (apertura piriformis) meydana getirir Bu orifisin kenarları incedir, ancak altta<br />

ortada kalınlaşarak spina nazalis anterioru meydana getirir (3,4) .<br />

B - Median Kemik Elemanlar<br />

Frontal kemik burun pramidinin yapısına katılır. Etmoid kemiğin lamina<br />

perpandikularisinin ön kenarı ile yukarıda nazal çıkıntı ile aşağıda burun kemeri ile<br />

birleşir (3) .<br />

2 - FİBROKARTİLAJ ELEMANLAR<br />

A. Septum kıkırdağının ön kısmı<br />

B. Üst lateral kıkırdaklar<br />

C. Alar veya lateral inferior kıkırdak<br />

D. Aksesuar lateral kıkırdak (sesamoid kıkırdak)<br />

E. Bu kıkırdakları bir arada tutan fibröz bir membran olan burun fasyası<br />

Fasya tüm kıkırdakları apertura piriformise sıkıca bağlar, kemik ve kıkırdaklar<br />

arası boşlukları doldurur (3) .<br />

B-Üst Lateral Kıkırdak (Trianguler kıkırdak)<br />

Kemiklerin hemen altındadır. Üst kenarı incedir. Os nazale ve maksillanın frontal<br />

çıkıntılarına sıkıca yapışmıştır. Os nazalenin üzerine kaymıştır. Alt kenarı aşağı ve<br />

içe doğru obliktir. Alar kıkırdağın krus lateralesinin üst kenarı ile ya doğrudan veya<br />

sesamoid kıkırdaklar aracılığı ile komşudur. İç kenarı kalındır, diğer trianguler kıkırdak<br />

ve septum kıkırdağı ile birleşir (3-5) .<br />

9


C-Alar kıkırdak:<br />

At nalı şeklinde olup iki ayağı vardır. Lateral krus ovaldir ön kenarı naresin orta<br />

1/3 kısmından dışarı doğru uzanır. Burun deliğini dıştan sınırlar ve burun kanadının<br />

iskeletini yapar. Arka ucu apertura priformise kadar uzanmaz. Medial krus dört köşedir.<br />

İç yüzü diğer medial krus ile sırt sırtadır. Septumun önünde pars mobilis septi nazi<br />

olarak adlandırılan septumun hareketli kısmını meydana getirirler. Altta iki medial krus<br />

birbirinden hafifçe ayrılır ve spina nazalis anteriora kadar yaklaşırlar. Bu seviyede<br />

septum kıkırdağı iki medial krus arasına girer. Medial ve lateral krusların birleşme<br />

yerine kubbe (dom) denir. İki taraflı kubbesi birbirinden bir çentikle ayrılmıştır ve sivriliği<br />

kişiden kişiye değişir (3-5) .<br />

D-Sesamoid kıkırdaklar<br />

Üst lateral ve alar kıkırdaklar arasına yerleşmişlerdir. Üst lateral kıkırdak,<br />

alar kıkırdak ve sesamoid kıkırdaklar tek bir perikondrium kılıfi içinde bulunmaktadırlar.<br />

Bu osteokartilaj iskelet periost ve perikondrium ile desteklenmiş olup içte orta bir direk<br />

ve yanlarda iki çatı şeklinde bir oluşum olarak değerlendirilebilir. Bu yapıda bir tek<br />

alar kıkırdaklar hareketlidir (Şekil 1).<br />

10


Şekil 1: Burun dış iskelet yapısı<br />

3 - İÇ YÜZ<br />

İç yüzü döşeyen tabaka osteokartilaj iskelete sıkıca yapışıktır. Ön alt kısmı deri<br />

ile kaplı olup deri üzerinde vibrase denilen kıllar vardır. Buraya vestibulum nazi<br />

denilir ve aşağı yukarı alar kıkırdak hizasındadır. Önde ve üstte vestibulum nazi burnun<br />

ventrikülü denilen küçük bir kaviteye doğru devam eder. Arkada üst lateral kıkırdağın<br />

alt kenarı mukozada plika nazi veya limen nazi denilen bir çıkıntı yapar. Geri kalan üst<br />

arka kısım respiratuar tipte mukoza ile kaplıdır. Deri ile respiratuar mukoza arasındaki<br />

geçiş yavaş yavaş olur (3) .<br />

Respiratuar tip mukoza: Titrek tüylü çok katlı prizmatik epitel ve çok sayıda müköz<br />

salgı yapan çanak hücrelerden oluşur. Epitel hücreleri altında lamina propria vardır.<br />

Mikst bezler ve çanak hücreler burun sekresyonunu meydana getirirler (3) .<br />

11


4 - BURUN PİRAMİDİNİN DIŞ YÜZÜ<br />

Dış yüzünde fasial sinirden inerve olan burun kasları vardır. Bu kasların<br />

çoğu burun kanatlarına etkilidir ve kişiden kişiye değişiklik gösterir.<br />

A- Muskulus Nazalis Pars Transversa: Burun ona kısmına yerleşmiştir. Burun<br />

sırtından nazolabial sulkusa doğru uzanır. Naresi yukarı kaldırır ve genişletir.<br />

B-Muskulus Nazalis Pars Alaris: İnce bir kastır, Burun kanadının içine<br />

yerleşmiştir. Nazolabial sulkustan nares lateral kısmına uzanır. Vestibulum<br />

naresi genişletir. Bu iki nazal kasın parçaları olarak değerlendirilebilir<br />

C-Muskulus Depresör Septi: Naresten maksillaya vertikal olarak uzanır.<br />

İnsisiv ve kanin seviyesinde alveoler çıkıntılara tutunur. Naresin ve<br />

kolumellanın arka kısmında sonlanır. Burun kanadını aşağı doğru çeker.<br />

D-Muskulus Levatör Labii Süperioris Alaque Nazi: Maksillanın frontal<br />

çıkıntısına yapışır. Burun kanadı arka kısmı ve üst dudakta sonlanır.<br />

E- Muskulus Orbikularis Oris: Kolumellaya yapışan bir demet gönderir. Buna<br />

septumun depresör kası adı verilir. Burun kanadı üstüne etkisi olmayan tek kas<br />

m. proserus olup frontal kastan gelen liflerden oluşmuştur. Burun kökünde<br />

bulunur ve süperior lateral kıkırdaklara uzanır, nazofrontal açıyı doldurur. Burun<br />

piramidinin üstünü kaplayan deri yağ bezlerinden zengin olup, altındaki iskelet<br />

yapıdan gevşek bir bağ dokusu ile ayrılmıştır (Şekil 2).<br />

12


Şekil 2: Burun kasları<br />

BURUN ORTA ÇATISI VE BURUN MUKOZASI<br />

İki burun boşluğunu birbirinden ayırır, burun boşluklarının iç çeperlerini<br />

oluşturur ve önde burun piramidine destek olur. Osteokartilaj bir iskeletten<br />

oluşmuştur. Üst arkada etmoidin lamina perpendikularisi, alt arkada vomer, önde<br />

septum kıkırdağından oluşmuştur (1-5) .<br />

13


1 - Kemik Kıkırdak İskelet<br />

A- Etmoidin lamina perpendikülarisi<br />

Etmoidin lamina perpendikülarisinin üst kenarı horizontaldir. Lamina<br />

kribriformis ile birleşir. Sfenoidin ön kristası ile eklem yapar. Ön-alt kenar aşağı ve<br />

arkaya doğru eğiktir, en kalın kenardır, septuma sıkıca yapışmıştır. Ön üst kenar<br />

aşağı ve öne doğru eğiktir. Yukarıda frontal kemiğin nazal çıkıntısının arka ucu ile,<br />

aşağıda os nasalelerin orta hattı ile eklem yapar. Ancak os nazalelerin alt kenarı<br />

hizasına kadar inmez. Arka alt kenar aşağı ve öne doğru eğiktir. İki dudağı vomerin<br />

ön kenarındaki iki dudak ile birleşir. Burada bir kanal meydana gelir. Buraya septum<br />

kıkırdağının kaudal uzantısı girer. İki yüzü de vertikal ince oluklarla yarılmıştır. Bu<br />

oluklardan n. Olfaktoriusun lifleri geçer (3) .<br />

B- Vomer<br />

Etmoidin lamina perpendikülarisi, septum kıkırdağı ve sert damak arasına<br />

yerleşmiştir. Üst kenar aşağı ve arkaya doğru hafif eğiktir. Dışarıya doğru açılan<br />

iki laminadan oluşmuştur. Bunlar vomerin kanatlarıdır (ala vomer) ve sfenoidin alt<br />

yüzüne dayanırlar. Kanatlar arasında ortada bir oluk vardır. Bu oluğa inferior<br />

stenoid krista girer. Bu krista önde çıkıntılıdır ve rostrum adını alır. Vomer ve<br />

stenoid arasında üç kanal oluşur. Biri ortada ikisi kenarlardadır. Arka kenar aşağı<br />

ve öne doğru eğiktir. Kaygan ince ve keskindir. İki koanayı ayırır. Alt kenar<br />

horizontaldir sıkıca nazal kristaya tutunur. Bu nazal krista; arkada sert damağın<br />

horizontal laminalarının, önde maksiller kemiğin palatin çıkıntılarının<br />

birleşmesinden meydana gelmiştir. Ön-üst kenar aşağıya ve öne doğru eğiktir.<br />

Üzerinde bir oluk vardır, üstte arkada, etmoidin lamina perpendikularisi ile altta<br />

önde, septum kıkırdağı ile birleşir. Bu oluktan nazopalatin sinir geçer (3) .<br />

14


C- Septum kıkırdağı<br />

Tüm septumun en kalın oluşumudur. Arkada 4 mm., önde 2 mm.dir. Arka üst<br />

kenar aşağı ve öne eğimlidir. Üç parçadan oluşur. Üst parça kısadır. Ortada os<br />

nazalelerin alt ucuna yapışır. Orta parça daha uzundur, üst lateral kıkırdaklara<br />

sıkıca tutunur. Burun sırtının 1/3 orta kısmını yapar. Alt parça serbesttir. Üst<br />

lateral kıkırdakları alar kıkırdaklara bağlayan nazal fasya hizasındadır. Ön-alt kenar<br />

aşağı ve arkaya doğru eğiktir. Lobülden anterior nazal spinaya uzanır. Üstte ve<br />

önde gevsek bir doku ile alar kıkırdakların krus medialelerinin üst kenarlarına<br />

tutunur. Orta kısımda, iki krus medialenin arasına girer. Aşağıda serbesttir ve<br />

hemen deri altındadır. Ön-alt açı belirgin bir çıkıntı yapar. Arka-alt kenar aşağı ve öne<br />

doğru eğiktir. Arkada sıkıca vomere tutunur, arka ucu kaudal bir uzantı yapar. Önde<br />

ise oluk şeklinde oyulmuş insiziv masif içine oturur ve buradaki birleşme daha zayıftır.<br />

Septum kıkırdağının gelişme bölgesi arka-alt kenarda ve kaudal uzantıdadır. Septum<br />

malformasyonları buradadır (3) .<br />

D- Aksesuar kıkırdaklar (Jacobson kıkırdakları)<br />

Septum kıkırdağının iki yanında bazen iki küçük Kıkırdak parçası bulunur.<br />

Septum kıkırdağının arka alt kenarı boyunca, spina nazalis anteriorun arkasındadır (3) .<br />

2 - Burun mukozası:<br />

Birbirinden farklı iki tabaka ihtiva eder; Periost ve perikondriumdan oluşmuş ve<br />

kolayca eleve edilebilen derin tabaka ve derin plana sıkıca tutunmuş yüzeyel mukoza<br />

tabakasından oluşur. Nazal kavite mukozası anatomik olarak dört bölümde<br />

incelenmektedir.<br />

a- Pars Vestibülaris<br />

b- Pars Respiratorya<br />

15


c- Pars olfactorya<br />

d- Paranazal sinüsleri örten kısım<br />

Pars vestibülaris kısmen kısmen kıllaral örtülüdür ve burun vestibülümünü<br />

örter. Pars olfaktorya ise süperior konkanın üst yüzü, fornix nazi ve süperior konka<br />

karşısına gelen kısımları kaplar. Pars vestibülaris ve pars olfaktorya dışında kalan<br />

kısımda kaviteyi pars respiratorya örtmektedir (3) .<br />

NAZAL KAVİTE<br />

Nazal kavite anteriorda nostrillerden posteriorda koanalara kadar uzanan, orta<br />

hatta nazal septumla sağ ve sol olmak üzere ikiye ayrılan, irregüler kontürlü, tüp<br />

şeklinde bir oluşumdur. Nazal vestibül nazal kavitenin anterior girişinde yer alır.<br />

Nostrillerden üst lateral kartilajın alt ucuna kadar uzanır. Kabaca, dışarıdan<br />

bakıldığında alar kartilajların sefalik ucu ile nostriller arasında yer aldığı<br />

söylenebilir (1,3) .<br />

Nazal kavite tabanının anterior ¾ ‘ünü maksillanın palatin çıkıntısı, posterior<br />

¼ ‘ünü ise palatin kemiğin horizontal çıkıntısı yapar. Tavanını anteriordan posteriora<br />

doğru frontonazal, etmoidal ve sfenoidal kısımlar oluşturur. Nazal kavite tavanının en<br />

yüksek kısmında etmoid kemiğin kribriform laminası bulunur. Bu bölgede nazal<br />

kavitenin lateral ve medial duvarlarına doğru da uzanım gösteren olfaktör epitelyum<br />

vardır. Her iki nazal kavitenin medial duvarını nazal septum, lateral duvarını da alt,<br />

orta ve üst konkalar oluşturur (1,3) .<br />

Burun boşluğunun en dar kısmı nazal valv bölgesidir. Bu bölge üst lateral<br />

kartilajların alt kenarları ile nazal septum arasındadır (6,7) . Alt konkanın ön ucu da<br />

nazal valv bölgesinde yer alır. Bu bölge nazal resistasın en fazla olduğu yerdir. Nazal<br />

kavitenin sağ ve sol kısmı nazal konkalarla alt, orta ve üst mealara ayrılmıştır. Genel<br />

16


anlamda, her konkanın lateralinde kalan nazal kavite bölümü, o konkanın adıyla<br />

anılan meadır. Alt mea en genişleri olup, bu meanın anterior kısmına nazolakrimal<br />

kanal açılır. Orta mea paranazal sinüslerin drenajında anahtar bir bölgedir ve bu<br />

nedenle büyük önem taşır (1) .<br />

Alt konka nazal konkaların en büyüğüdür. Kemiği diğer nazal yapılardan<br />

bağımsız bir kemiktir. Maksiler hiatusun alt kısmına yapışarak koanaya kadar uzanır<br />

ve etmoid, palatin ve lakrimal kemikle eklem yapar. Alt konkanın submukozal<br />

bölgesinde geniş bir kavernöz pleksus bulunur. Bu yapı otomatik kontrol altındadır ve<br />

nazal rezistansın kontrolünü büyük oranda üstlenir (Şekil 3).<br />

Şekil 3: Lateral nazal duvar<br />

17


BURUN DAMARLARI<br />

Burnun kanlanması hem eksternal hem de internal karotid sistemden<br />

kaynaklanır. Alar bölge fasial arterin dalları tarafından beslenir. Burun sırtı ve lateral<br />

kısımların beslenmesinden ise oftalmik arterin dorsal dalı ve maksiller arterin<br />

infraorbital dalı sorumludur. Nazal piramidin venöz drenajı oftalmik venler yoluyla<br />

kavernöz sinüse olur (Şekil 4).<br />

Nazal septum da nazal piramit gibi internal ve eksternal karotid sistemden<br />

kanlanır. İnternal maksiller arterin dalı olan sfenopalatin arter posteroinferior septumu<br />

besler. Septumun anteroinferioru insiziv kanaldan burun içine giren arteria palatina<br />

majörden beslenir. İnternal karotisin dalları olan anterior ve posterior etmoid arterler<br />

septumun anterosüperior kısmını kanlandırır. Fasial arterin süperior labial dalı da<br />

nazal septumun anterior kısmını besler (1,3,4,5) .<br />

Nazal konkaların ve orta meanın kanlanması başlıca sfenopalatin arter yoluyla<br />

olur. Sfenopalatin arter, buruna orta konkanın horizontal kısmının hemen arkasındaki<br />

sfenopalatin foramenden girerek konkalara dallar verir (8) . Lateral burun duvarının<br />

süperior kısmını anterior ve posterior etmoid arterler besler (1) .<br />

Sfenopalatin sistemin venöz drenajı pterigoid pleksusa olur. Buradan da akım<br />

fasial ven, maksiller ven veya kavernöz sinüse doğru olabilir. Etmoid venler de<br />

süperior oftalmik venler aracılığıyla kavernöz sinüsle ilişkilidir (8) (Şekil 4).<br />

18


Şekil 4: Burun arterleri<br />

BURUN LENFATİK DRENAJI<br />

Nazal piramit başlıca submental ve submandibuler lenf bezlerine drene olur.<br />

Drenaj bilateral olabilir, parotid lenf nodlarına da akım olabilir. Nazal septumun<br />

anterioru, nazal piramit gibi submental ve submandibular lenf bezlerine drene olur.<br />

Posterior septumun drenajı retrofaringeal ve buradan da üst derin juguler lenf<br />

nodlarınadır (1) .<br />

BURUN SİNİRLERİ<br />

Nazal piramidin duyusal inervasyonu trigeminal sinirin oftalmik ve maksiller<br />

dallarıyla, nazal septumun duyusal inervasyonu da maksiler sinirin dalları yoluyladır.<br />

Nazal kavitenin sempatik inervasyonu medulla spinalisin gri cevherinden çıkarak<br />

19


sempatik zincirle birleşir. Süperior servikal ganglionda sinaps yapan lifler karotisin<br />

dalları ile beraber ilerleyerek petrozus profundus ve vidian sinirlerine, buradan da<br />

sfenopalatin gangliona gelirler, gangliondan sinaps yapmadan geçerler ve nazal<br />

kaviteye ulaşırlar (8) .<br />

Parasempatik inervasyon ponstaki süperior salivatuar nükleustan başlar.<br />

Nervus intermedius ile fasial sinire ulaşan lifler genikulat gangliondan sinaps<br />

yapmadan geçerler. Nervus petrozus major ile devam eden dallar, nervus petrozus<br />

profundus ile birleşerek Vidian sinirini oluşturur ve sfenopalatin gangliona gelerek<br />

burada sinaps yaparlar. Postganglionik lifler buradan nazal mukozaya dağılırlar (Şekil<br />

5).<br />

Şekil 5: Nazal kavite sinirleri<br />

BURUN FONKSİYONLARI VE FİZYOLOJİ<br />

Burnun üç temel fonksiyon olarak solunum, koku alma ve savunma<br />

fonksiyonları sayılabilir. Burun ayrıca konuşmaya da etki eder.<br />

20


1- Nasal hava akımı ve nazal rezistans<br />

Solunum sistemi rezistansının %50’sinden burun sorumludur. Nazal rezistans,<br />

ekspirasyonda akciğer alveollerinin daha uzun süre havayla dolu kalmasına yardımcı<br />

olur. Burun, alt solunum yollarına hava geçişini sağlayan irregüler bir tüpe<br />

benzetilebilir. Hava akımı nazal kavitenin farklı yerlerinde, inspirasyonda,<br />

ekspirasyonda, istirahat halinde veya egzersiz sırasında farklı özellikler gösterir.<br />

İstirahat halindeki bir insanın inspirasyonu sırasında burunda daha çok laminar bir<br />

hava akımı söz konusudur. Yine istirahat halinde, ekspirasyondaki akım ise türbülan<br />

karakterdedir. Egzersiz durumunda nazal hava akımının türbülansı artar. Nazal hava<br />

akımında en önemli bölgelerden birisi, nazal pasajın en dar yeri olan nazal valv<br />

bölgesidir. İnspirasyon sırasında, dilatör naris kası kasılarak, alar kollapsı önlemeye<br />

yardımcı olur. Nazal hava akımının arttığı egzersiz sırasında bu kas istemli olarak da<br />

aktive edilebilmektedir (8) .<br />

Nazal hava akımı ve nazal rezistansın kontrolü nazal mukozadaki kan<br />

damarlarının yardımıyla olur. Burun mukozasında ve özellikle alt konkada bulunan<br />

venöz sinüzoidler otonom sinir sisteminin kontrolündedir. Kabaca, sempatik sistem<br />

aktivasyonunun nazal dekonjesyona, parasempatik sistem aktivasyonunun da nazal<br />

konjesyona neden olduğu söylenebilir (7,8) .<br />

Burundaki kan damarlarının kompleks bir yapısı vardır. Buna ek olarak burun<br />

içerisindeki lokalizasyona göre de farklılıklar gösterir. Nazal kan damarları özellikle alt<br />

konkalar ve septumda farklılaşmıştır. Burada arter ve arteriollerin rezistans damarları,<br />

venül ve sinüzoidlerin de kapasitans damarları olduğu söylenebilir. Mukozanın derin<br />

kısımlarında arterlerden venlere şant olması, daha yüzeyel damarlara kan gitmesine<br />

engel olur ve böylece sistemdeki kan miktarı ve konjesyon azalır. Arterler yüzeye<br />

yaklaştıkça, dallanarak arteriolleri ve daha sonra da venülleri oluşturur. Kapilllerler<br />

21


yüzey epitelinin hemen altında ve epiteline paralel yerleşim gösterirler ve venöz<br />

sinüzoidlerin hemen proksimalindeki süperfisyal venöz sisteme drene olurlar. Nazal<br />

mukozadaki venöz sinüzoidler valv içermeyen, hem arteriyel hem de venöz kanı alan,<br />

geniş ve kıvrımlı anostomatik venlerin oluşturduğu bir kavernöz pleksustur (1) .<br />

Burundaki kan damarları normalde sempatik vazokonstriktör tonus altındadır (7) .<br />

Sempatik sistemin başlıca nörotransmitteri norepinefrin olmakla beraber,<br />

nöropeptid Y ve pankreatik polipeptidin de nörotransmitter olarak görev yaptığı öne<br />

sürülmektedir. Norepinefrin; arter, arteriol ve venlerde vazokonstriksiyona yol<br />

açarken, nöropeptid Y sadece arterioler vazokonstriksiyona neden olmakta,<br />

pankreatik polipeptid ise vazodilatasyon yapmaktadır (7) .<br />

Parasempatik sistem hem glandüler sekresyondan sorumludur hem de önemli<br />

bir vazomotor etkisi vardır. Başlıca nörotransmitter asetilkolindir ancak vazoaktif<br />

intestinal peptid (VIP) de nörotransmitter olarak görev yapar. Asetilkolin bütün<br />

damarlarda vazodilatasyona ve glandüler sekresyona neden olur. VIP de<br />

vazodilatasyon yapar. Glandüler yapılarda VIP reseptörü yoktur. Duyusal sinir<br />

liflerinde bulunan substance P de vazodilatasyona neden olabilmektedir. Yukarıda<br />

bahsedilen nazal mukozal kan damarları, otonom sinir sistemi yoluyla nazal<br />

konjesyonu ve buna bağlı olarak da nazal rezistans ve hava akımını kontrol ederler.<br />

Burun rijit bir yapı olduğundan, nazal mukozada ve özellikle konkalarda ortaya çıkan<br />

konjesyon nazal kavitenin hacmini önemli ölçüde etkiler. Bu durum da nazal<br />

rezistansta belirleyici rol oynar (1) (Şekil 6)<br />

22


Şekil 6: Burnun otonomik inervasyonu<br />

2- Nasal siklus<br />

Nazal rezistans hem fizyolojik hem de patolojik olaylar nedeniyle değişikliğe<br />

uğrayabilr. Nazal siklus, nazal havayolu direncinin siklik bir şekilde ve fizyolojik olarak<br />

değişmesidir. Nazal siklusun varlığı 100 yıldan daha uzun süredir bilinmektedir.<br />

Sağlıklı kişilerin %70-80’inde nazal siklusun bulunduğu bildirilmiştir (7) . Nazal siklusun<br />

süresi 2-6 saat arasında değişir. Bu sürede, burnun bir tarafında konjesyon, diğer<br />

tarafında dekonjesyon olur. Nazal siklusta burnun toplam havayolu direnci değişmez<br />

ve bu nedenle burunda anatomik bir bozukluğu olmayan insanlar nazal siklusu<br />

genellikle hissetmez. Septum deviasyonu gibi durumlarda ise konjesyon deviasyonla<br />

aynı tarafta olduğunda siklik burun tıkanıklığı hissedilebilir (8) .<br />

Başka fizyolojik durumlar da nazal kan akımını değiştirerek burun direncini<br />

etkileyebilir. Hiperkapni ve hipoksi sempatik sistem aktivasyonu yoluyla<br />

23


dekonjesyona ve nazal rezistansın azalmasına neden olur. Ventilasyonun arttığı bir<br />

durum olan egzersiz de nazal dekonjesyona neden olmaktadır. Rinosinüzit ve alerjik<br />

rinit gibi burunda inflamasyona neden olan hastalıklar, hormonlar, hamilelik, korku ve<br />

seksüel aktivasyon nazal siklusta değişikliğe neden olan diğer faktörlerdir.<br />

Antihistaminik ve antikolinerjikler gibi birçok ilaç da nazal siklusu etkiler (1) .<br />

3- Solunan havanın ısıtılması ve nemlendirilmesi<br />

Burun solunum sırasında havayı ısıtır. Isınma, ısının konveksiyon yoluyla<br />

nazal konkalardan solunan havaya iletilmesiyle olur. Kan akımı ile hava akımını ters<br />

yönde olması, ısı transferinin daha etkili bir şekilde olmasını sağlar. Solununan<br />

havanın ısıtılmasının yanı sıra, nemlendirilmesi de söz konusudur. Havanın<br />

nemlendirilmesi için seröz bezlerin ürettiği sekresyon, ekspirasyon havasındaki su<br />

buharı ve nazolakrimal kanaldan buruna gelen sekresyon kullanılır. Kapillerlerdeki<br />

poruslardan yüzeye ulaşan serumun nemlendirme işlemi için ana kaynak olmadığı<br />

öne sürülmektedir (7) .<br />

4- Solunan havanın temizlenmesi ve alt solunum yollarının korunması<br />

Solunan havanın nemlenmesi iki aşamada gerçekleşir. Birinci aşamada<br />

havadaki büyük partiküller nazal vestibüldeki kıllar ve nazal valv tarafından tutularak<br />

burun içine girmeleri engellenir. İkinci aşamada ise daha küçük partiküller mukus<br />

tabakasına yapışırlar ve burunda kalırlar (1) .<br />

Nazal mukus iki tabakadan oluşur. Dış tabaka; daha visköz ve kalın bir<br />

tabakadır ve jel tabakası olarak da adlandırılır. Alttaki tabaka ise daha ince ve jel<br />

tabakasına göre daha seröz bir yapıdadır ve sol tabakası adını alır. Nazal<br />

mukozadaki silyalar sol tabakası içindedir ancak uçları jel tabakası ile temas<br />

halindedir. Silya hareketleriyle jel tabakası ve içerisindeki partiküller nazofarinkse<br />

doğru itilirler. Buna mukosilier klirens adı verilir (1) .<br />

24


Nazal mukusun seröz kısmını seröz bezler, muköz kısmını da goblet hücreleri<br />

üretir. Nazal mukusun temelini seröz bezlerce salgılanan sekresyon oluşturur. Bu<br />

sekresyonun içerisinde çözünmüş olarak bulunan maddelerin başlıcaları<br />

glikoproteinlerdir. Glikoproteinler goblet hücreleri tarafından üretilirler, mukusun<br />

visköz ve elastik olmasını sağlayan maddelerdir. Mukus içerisinde antikorlar,<br />

nörotransmitterler ve immünoglobulinler gibi birçok madde bulunmaktadır. İçerdiği bu<br />

maddeler nedeniyle nazal mukus sadece mekanik temizleme görevi yapmaz,<br />

enfeksiyonlara karşı korunmada immünolojik bir görev de üstlenir (1) .<br />

Mukozayı etkileyen hastalıklar mukusun yapısını da değiştirirler. Örneğin<br />

alerjik rinit ileri derecede seröz bir mukus üretilmesine neden olurken, kronik<br />

rinosinüzit viskozitesi artmış mukus üretimine neden olur (1) . Alerjik rinit ve rinosinüzit<br />

gibi hastalıklarda nazal mukosiliyer klirens süresinin normal insanlara göre arttığı<br />

bildirilmiştir (9) .<br />

5- Koku alma<br />

Burundaki olfaktör reseptör bölge, üst konka ve buna uyan septumdur.<br />

Uyarılar buradan non myelinize sinir lifleriyle olfaktör bulbusa ve oradan lateral<br />

traktus ile priform korteks, kaudal çekirdek, olfaktör tüberküle gider. Olfaktör sistemin<br />

beyin sapı, hipotalamus, talamus ve frontal lob ile de bağlantıları vardır. Koku alma<br />

duyusunun tek kaynağı olfaktör mukoza değildir. Trigeminal sinirin serbest uçları<br />

maksiller dalı içinde dağılır ve uyaranlara karşı cevap verir. Koklama olayı türbülan<br />

akım oluşturacağından, olfaktör alan maksimum miktarda kokuyla karşılaşacak ve<br />

uyarı daha hızlanabilecektir. Nazal mukozadaki değişiklikler ve pH koku almayı<br />

etkiler. Yine koku alma eşiği yaşla artarken, hormonlarla azalır (7) .<br />

25


6- Konuşma<br />

Fonasyon larenksten başlamaktadır, ancak primer larengeal sesler burun,<br />

farenks ve oral kavitedeki rezonans ile modifiye olur. Nazal kavite çoğu sesli harfin<br />

oluşturulması esnasında yumuşak damak tarafından kapatılır. Fakat nazal rezonans<br />

‘m’, ‘n’ gibi harflerin oluşumu için gereklidir. Burun tıkanıklığında nazal rezonans<br />

azalır ve ‘m’-‘b’, ‘n’-‘d’ olarak söylenir. Buna rinolali clausa denir. Fazla nazal<br />

rezonans ise rinolali apertaya neden olur. Velofaringeal yetmezlik durumlarında<br />

görülür (1) .<br />

NAZAL SEKRESYON<br />

Burundaki mukus sekresyonu epitelyal goblet hücreleri ve seröz hücreler,<br />

submukozal glandlar ve derin yerleşimli glandlardan köken alır. Ayrıca plazma ve<br />

plazma kökenli faktörlerin mukozal eksudasyonu da solunum yolunun temel savunma<br />

mekanizmalarından biridir. Glandüler sekresyon parasempatik sinir sisteminin<br />

kontrolü altındadır (10,11) . Metokolin gibi selektif kolinerjik agonistler ile yapılan<br />

provakosyonlar hem normal kişilerde hem de alerjik-nonalerjik rinitli hastalarda<br />

sekresyonlarda artışa yol açar. Aksonal refleksler ve substance P de burundaki<br />

glandüler sekresyonu arttırır. Nazal sekresyonu arttıran inflamatuar mediatörler<br />

arasında histamin, bradikinin, 5-hidroksi triptamin, lökotrienler ve prostoglandinler<br />

sayılabilir (11) .<br />

Plazma eksudasyonu inflamasyon anında immünoglobülinlerin, kininlerin,<br />

koagulasyon peptidlerinin ve kompleman komponentlerinin nazal mukozada aktif<br />

hale gelmesini sağlayan bir savunma mekanizmasıdır. Bu savunma yanıtındaki<br />

abartılı artış sonucu semptomatik rinit ortaya çıkar. Rinitlerde görülen permiabilite<br />

26


artışı venüllerle ve özellikle yüzeyel yerleşimli postkapiller venüllerle sınırlıdır. Alerjik<br />

stimulus ile mukozal provokasyona, venüller plazma eksudasyonu ile karşılık verir (11) .<br />

Duyu sinirlerinin plazma eksudasyonundaki rolü hayvan çalışmalarında net<br />

olarak gösterilmiştir. İnsanlarda, nazal mukozada substance P, nörokinin A ve CGRP<br />

(calcitonin gene related peptid) reseptörleri gösterilmiş olmakla birlikte nöral<br />

mekanizmaların rolü kesinlik kazanmamıştır. İnsanlarda histamin, bradikinin, PAF ve<br />

lökotrienler gibi alerjik inflamasyonun önemli mediatörleri mikrovasküler<br />

permeabilitedeki artıştan önemli ölçüde sorumludurlar (11) .<br />

ÜST VE ALT SOLUNUM YOLLARININ HİSTOANATOMİSİ<br />

Nazal kavite mukozası, histolojik olarak üç tabakadan oluşur.<br />

a- Epitelyum<br />

b- Tunika propria<br />

c- Tunika submukoza<br />

Burun, trakea ve bronşlar goblet hücreleri ve seromüsinöz glandlar içeren otonomik,<br />

sensöriyel inervasyona sahip silyalı kolumnar epitel ile döşenmiştir (12) . Epitel<br />

hücrelerin yüzeyinde 8-9 titrek tüy vardır. Titrek tüylerin yapısı ve fonksiyonu<br />

yönünden değişik fikirler mevcuttur. Solunum fizyolojisinde önemli rol oynayan<br />

fonksiyonları ostium naziye doğru dakikada 300-400 kez titreşmeleridir. Bu epitel<br />

hücreleri, mukoza yüzeyinde kolonlar halinde sıralanmışlardır. Çekirdekleri kat kat<br />

yerleşmiş olduklarından, histolojik kesitlerde bu hücreler kiremitten yapılmış bir dam<br />

manzarasında görülürler. Bu hücrelerden bazıları musin içerirler ve mikroskopik<br />

olarak kadeh görünüşünde olduklarından bunlara goblet hücreleri denilir (7) .<br />

Nazal mukozanın titrek tüylerini ihtiva eden epitelyum tabakası, tunika<br />

propriadan membrana bazillaris veya membrana propria adı verilen kribriform bir zar<br />

27


ile ayrılır. Tunika propria, gevşek ve elastik bir dokudur. Stromasında kan<br />

damarlarıyla, kan sinüsleri ve bezler içerir. Bu dokunun en büyük özelliği bol miktarda<br />

kan içermesidir. Arterler derin, venler yüzeyel kısımda bulunurlar. Arterler, epitelyum<br />

altında veye bezlerin etrafında kapiller ağlarını oluştururlar. Tunika propriada venöz<br />

pleksuslar ve sinüsler mevcuttur. Kesitte bunların kavernöz boşluklar halinde<br />

görülmeleri ‘pleksus cavernosi concharum’ denmesine sebep olmuştur. Nazal<br />

mukozanın tek veya birleşik tübüler bezleri de tunika propriada bulunurlar. Bezleri<br />

oluşturan lobüllerin bazıları müköz, bazıları seröz salgı salgıladıklarından, miks<br />

tiptirler (7) .<br />

Burun mukozasının her üç tabakası da inhalasyonla irritan ve/veya allerjen ile<br />

karşılaşma şansına sahiptir; bu yüzden aynı immunolojik cevaba sahip olmaları<br />

şaşırtıcı değildir. Bu ortak anatominin yanında birtakım farklılıklar da mevcuttur.<br />

Burunda bulunan silyalar ile solunan havadaki partiküller temizlenerek alt solunum<br />

yolları korunmaya çalışılır. Burun rijit bir iskelete sahipken alt solunum yolları daha<br />

elastiki dokulardan oluşmuştur. Burun mukozası rezistansı düzenleyen bol miktarda<br />

supepitelyal kapiller yatağa, kapasitans venlere ve arteriyovenöz şantlara sahiptir.<br />

Trakeada daha az olmakla beraber aynı yapı korunurken, mukoza yapısının bu<br />

özelliği bronşlarda bulunmaz. Alt solunum yollarında burunda bulunmayan düz kas<br />

yapısı mevcuttur. Artan mukozal kan akımı burun obstrüksiyonunu ortaya çıkararak<br />

alerjik rinit kliniği oluştururken, bronşial astımda düz kas yapısı kasılarak<br />

bronkospazma yol açar (11) . Burun ve alt solunum yolları arasındaki refleks arkı şöyle<br />

çalışır: burun ve paranazal sinüslerde trigeminal sinir afferent uçları uyarıldığında<br />

stimulus beyin sapındaki çekirdeklere ulaşır. Buradan retiküler formasyon yolu ile<br />

dorsal vagal nükleusa taşınan stimulus vagal nükleustan çıkan parasempatik efferent<br />

28


lifler ile alt solunum yolu düz kaslarına iletilir ve kolinerjik aktivasyon sağlanmış<br />

olur (13) .<br />

Parasempatik uyarı ile damarlarda vazodilatasyon, buna bağlı konjesyon artışı<br />

ve mukus üretiminde artış olur. Kronik rinitlerde çeşitli endojen ve eksojen nedenlere<br />

bağlı olarak, otonomik dengede parasempatik hiperaktivite oluşur ve bunun<br />

sonucunda konka hipertrofisi oluşur. Bu olay en çok inferior konkada meydana<br />

gelir (7) .(Şekil 7-8)<br />

Silya<br />

Bozuk Silyalar<br />

Kan<br />

damarları<br />

Genişlemiş<br />

Kan<br />

Damarları<br />

Muköz<br />

Gland<br />

Glandüler<br />

Hipersekresyon<br />

Şekil 7: Normal burun mukoza kesiti<br />

Şekil 8: Kronik rinitlerde burun mukoza kesiti<br />

RİNİTLERİN TANIMI VE SINIFLANDIRILMASI<br />

Rinit burun tıkanıklığı (konjesyonu), burun akıntısı (rinore), hapşırma ve<br />

kaşıntı belirtilerinden iki veya daha fazlasının bir saatten fazla veya tekrarlayıcı<br />

olması ile karakterize burun mukozasının inflamasyonudur (11) .<br />

29


Rinitler toplumlarda en sık karşılaşılan hastalık gruplarından biridir. Değişik<br />

ülkelerde yapılan epidemiyolojik çalışmalarda rinitlerin görülme sıklığı %10-40 olarak<br />

bildirilmiştir (11,14) . Bu kadar sık görülmesine karşın, ölümcül bir hastalık olmadığı için<br />

gerek hastalar gerekse de doktorların çoğu tarafından pek ciddiye alınmamaktadır.<br />

Önemsiz gibi görünse de sürekli akan bir burun sosyal açıdan ciddi rahatsızlık<br />

yaratır. Burnun devamlı akması kişinin günlük aktivitesini bozar ve yaşamını<br />

zorlaştırır. Tıkalı bir burun ise ciddi bir uykusuzluk nedenidir. Diğer taraftan, gerek<br />

rinitlerin gerekse rinit komplikasyonlarının tedavi giderleri, iş gücü ve okul günü<br />

kayıplarıyla birleşince ciddi bir sosyoekonomik sorun oluşturmaktadır (15) .<br />

SINIFLANDIRMA (17)<br />

A- ALERJİK<br />

1- Mevsimsel (intermittan-ARİA Consept) (16)<br />

2- Perennial (persistan-ARİA Consept)<br />

B- İNFEKSİYÖZ<br />

1- akut<br />

2- kronik<br />

a- spesifik<br />

b- nonspesifik<br />

C- DİĞER<br />

1- NARES(Non Allergic Rhinitis with Eosinophilia Syndrome)<br />

2- Mesleksel<br />

3- Hormonal<br />

30


4- İlaca bağlı<br />

5- İrritan faktörlere bağlı<br />

6- Yiyeceklere bağlı ( gustatuar )<br />

7- Emosyonel<br />

8- Atrofik<br />

9- Geriatrik<br />

10- Diğer<br />

(Uluslar arası Rinit Çalışma Grubu’nun 1994 Consensus Raporu esas alınarak) (17)<br />

AYIRICI TANI (11)<br />

A- POLİPLER<br />

B- MEKANİK FAKTÖRLER<br />

1- Septum deviasyonu<br />

2- Konka hipertrofileri<br />

3- Adenoid hipertrofisi<br />

4- Ostiomeatal kompleks anotomik bozuklukları<br />

5- Yabancı cisimler<br />

6- Koanal atrezi<br />

C- TÜMÖRLER<br />

1- İyi huylu<br />

2- Kötü huylu<br />

D- GRANÜLOMLAR<br />

1- Wegener granulamatozu<br />

2- Sarkoidoz<br />

3- İnfeksiyoz<br />

31


a- tüberküloz<br />

b- lepra<br />

4- Kötü huylu destrüktif midline granülom<br />

E- BOS KAÇAĞI<br />

NON ENFEKSİYÖZ VE NON ALERJİK RİNİTLER<br />

Her hapşırık nöbeti veya her sulu burun akıntısı alerjik rinit veya soğuk<br />

algınlığı demek değildir. Bunların dışında, nedeni bilinen veya bilinmeyen, çok sayıda<br />

rinit hali vardır. Bazı rinit durumlarında klinik semptomlar kabul edilebilir fizyopatolojik<br />

mekanizmalarla açıklanabilir. Sistemik olarak kullanılan bazı ilaçların yan etkisine<br />

bağlı rinitler, hormonal nedenlere bağlı rinitler, aspirin ve diğer nonsteroid<br />

antienflamatuar ilaçlara (NSAİD), antihipertansifler, diüretikler, antidepresanlar veya<br />

sedatiflere karşı var olan aşırı duyarlılığa bağlı rinitler, gebelik rinitleri, atrofik rinit,<br />

yaşlılık rinitleri, refleks yolla oluşan sıcak besin alımına veya irritan maddelere bağlı<br />

rinitler bu gruba girebilir (15) .<br />

Rinitlerin etiyolojisinde allerji, infeksiyon ve diğer faktörler elimine edildiğinde<br />

geriye kalan grup NARES (non-allerjic rhinitis with eosinophilic syndrome) ve<br />

vazomotor (idiyopatik veya intrinsik) rinit grubudur. Enfeksiyoz ve alerjik rinitlerin<br />

dışında kalan rinitlerin sınıflaması ve terminolojisi zaman içinde değişiklikler<br />

göstererek anlam karmaşasına neden olmuştur. Değişik zamanlarda bu olgular<br />

vazomotor rinitler, intrinsik rinitler, hiperreaktif rinitler veya diğer rinitler başlığı altında<br />

toplanarak Tablo 1’de görülen rinit tipleri sınıflandırılmıştır.<br />

32


Tablo 1: Non-Enfeksiyöz Non-Alerjik Rinitler<br />

Non-Enfeksiyöz Non-Alerjik rinitler<br />

1- Hormonal rinit 5- Mesleki rinit<br />

2- Balayı riniti 6- Atrofik rinit<br />

3- Emosyonel rinit 7- NARES, BENARS(blood eozinophilic nonallerjic<br />

rhinitis syndrome)<br />

4- İlaçlar 8- İdiyopatik(vazomotor rinit)<br />

Vazomotor rinit terimi ise etiolojisi belli olmayan otonom sinir sistemindeki<br />

dengesizliğe bağlı olarak nazal mukozadaki hiperreaktif bir durumu ifade etmekte<br />

kullanılmıştır. Sempatik sistem uyarılması ile dekonjesyon oluşurken, parasempatik<br />

sistem uyarılması ile konjesyon ve seröz sekresyon gelişir. Bu burnun fizyolojik<br />

olarak soğuk, kuru veya irritanlarla karşılaştığında verdiği fizyolojik bir reaksiyondur.<br />

Bu reaksiyonun uygunsuz olduğu durumlarda nazal hiperreaktivite, obstrüksiyon ve<br />

rinore gibi semptomlara yol açarak vazomotor rinite neden olur. Hastalar oda veya<br />

vücut yüzeylerindeki ısı değişimleri, sigara dumanı, çeşitli irritanlar nedeniyle oluşan<br />

nazal hiperreaktivite sonucunda derhal burun tıkanıklığı, rinore veya hapşırma gibi<br />

aşırı reaksiyonlar gösterirler. NARES’de ise ek olarak bir eosinofil birikimi vardır.<br />

Eosinofiller sitotoksik mediatörler içerirler ve enflamasyona katkıda bulunarak<br />

semptomların oluşmasında rol alırlar (11) .<br />

Önceleri nazal eozinofili, alerjik rinitle eş tutulmuş ve sadece alerjik rinitin bir<br />

bulgusu olarak kabul edilmiştir. Zaman içinde nazal mukoza veya lavajlarda görülen<br />

eozinofilinin, hikaye laboratuar ve klinik bulgularıyla alerjik olmayan bazı kronik rinit<br />

hastalarında da görüldüğü tespit edilmiştir. Ancak 1980’lerden itibaren nazal<br />

eozinofilinin klinik önemi çeşitli serilerde ortaya konmaya başlamıştır (18,19) .<br />

33


NARES ve vazomotor rinit prevalansının %7-21 arasında değiştiği<br />

düşünülmektedir. Bu gruptaki hastaların kabaca 1/3’ünü NARES, 2/3’ünü vazomotor<br />

rinitli hastalar oluşturmaktadır (20) .<br />

VAZOMOTOR RİNİT<br />

Vazomotor rinit alevlenmelerle karakterize, perennial seyir izleyen, ani<br />

başlayan ve genellikle kısa süren, burun tıkanıklığı, sulu nazal veye postnazal akıntı<br />

semptomları olan, alerji testlerinin negatif olduğu ve nazal sekresyonlarda<br />

eozinofillerin artmadığı, hiperaktif bir nazal mukoza hastalığıdır. Kişinin fizyolojik<br />

yapısının, psikolojik durumunun ve otonom sinir sistemi dengesinin, bu reaksiyonun<br />

şiddeti üzerinde etkili olduğu düşünülmektedir (21) .<br />

Bazı çevresel faktörler de vazomotor rinit semptomlarını başlatabilmektedir.<br />

Bunlar arasında soğuk ve kuru hava, yüksek nem, boya, çamaşır suyu, parfüm gibi<br />

keskin kokular, sigara dumanı, egzoz dumanı ve diğer inhale edilen irritan maddeler<br />

sayılabilir. Ayrıca yorgunluk, stres ve cinsel aktivite gibi kişisel faktörler de klinik<br />

tabloyu ortaya çıkarabilmektedir (14) .<br />

Vazomotor rinitli hastalarda, çevresel faktörler arasında en etkili kabul edilen<br />

soğuk ve kuru hava ile yapılan deneysel çalışmalarda, nazal mukozada, alerjik rinitte<br />

görüldüğü gibi, mast hücresi medyatörlerinde artış gözlenmiştir. Bu kişilerde nazal<br />

mukusun ozmolalitesinde de artış olmaktadır. Bu artış muhtemelen nazal mukozanın<br />

solunan soğuk ve kuru havayı yeterince nemlendirememesinden kaynaklanmaktadır.<br />

Sonuçta, epitelde kuruma ve çatlaklar oluşmakta ve mast hücreleri ile nöron<br />

refleksleri mukozanın bütünlüğünü korumak için aktive olmaktadır. Mast hücresi<br />

mediatörleri sekresyon artışına katkıda bulunabilir ve hatta nazal konjesyonun<br />

artışında doğrudan etkili olabilir (15) .<br />

34


Hastalarda semptomların başlamasına sıklıkla ani ısı ve hava basıncı<br />

değişiklikleri yol açmaktadır. Bu nedenle hastalık, ev ile ev dışı ortamlardaki ısı<br />

farkının arttığı sonbahar ve kış aylarında daha çok görülür. Sabahları soğuk ve kuru<br />

havayla karşılaşınca aniden başlayan burun tıkanıklığı ve kısa ama şiddetli bir<br />

hapşırık nöbeti bunun tipik örneğidir. Hava akımı da semptomları başlatabilir. Bazı<br />

hastalarda ağza sıcak bir besin alındığında hemen sulu bir rinore başlar. Bu o derece<br />

şiddetli olabilir ki, kişi toplum içinde yemek yemeği reddeder. Burada sıcak havanın<br />

nazofarinksten geçerek nazal mukozayı etkilemesi söz konusudur. Vazomotor rinitte<br />

aniden başlayan semptomlar, tetikleyici faktörlerin ortadan kalkmasıyla kısa sürede<br />

kaybolur. Nazal mukozada oluşan değişikliklerin tümü geri dönüşümlü olaylardır. Yani<br />

uyaran yoksa yanıt da yoktur. Vazomotor riniti NARES’ten ayıran en önemli klinik<br />

özellik semptomların ani başlayıp, kısa sürmesidir (15) .<br />

Alerjik rinit, enfeksiyoz rinit, NARES ve vazomotor rinit ayırıcı tanısında<br />

yardımcı olabilecek şematik bir özet, Tablo 2’de verilmiştir (15) .<br />

Tablo 2 : Rinitlerin Öykü ve Laboratuar Testleri Yönünden Ayırıcı Tanısı<br />

Özellik Alerjik<br />

Rinit<br />

Vazomotor<br />

Rinit<br />

Nares Enfeksiyöz<br />

Rinitler<br />

Semptomların Mevsimsel Perennial perennial mevsimsel<br />

Ortaya çıkışı veya perennial<br />

Semptomlar Hapşırık,<br />

kaşıntı, burun<br />

tıkanıklığı,<br />

Burun<br />

tıkanıklığı,<br />

rinore,<br />

Burun<br />

tıkanıklığı,<br />

rinore<br />

Rinore,burun<br />

tıkanıklığı,ateş,<br />

myalji<br />

rinore,<br />

postnazal<br />

akıntı<br />

postnazal<br />

akıntı<br />

Tetikleyici evet hayır hayır hayır<br />

Ailede atopi Sık nadir nadir olabilir<br />

öyküsü<br />

Eşlik eden var yok yok olabilir<br />

atopik hast.<br />

Astımla<br />

sık nadir nadir olabilir<br />

beraberlik<br />

Alerji testleri Pozitif negatif negatif negatif<br />

Nazal sitoloji eosinofili Çok az<br />

eosinofili<br />

eosinofili nötrofili<br />

35


NARES ( Non-Alergic Rhinitis with Eosinophilia Syndrome )<br />

Bindokuzyüzseksenlerin başından beri bilinen, hapşırık nöbetleri ve bol sulu<br />

burun akıntısıyla başlayan, burun tıkanıklığı ve hiposminin klinik tabloya süratle<br />

eklendiği, nazal sekresyonlarda eosinofillerin toplam lökosit sayısının % 20’sini<br />

aşacak şekilde arttığı ve Ig E bağımlı bir alerjinin bulunmadığı tipik bir nazal<br />

hiperreaktivite sendromudur (14,15) .<br />

Etiyolojisi bilinmemekle birlikte bazı teoriler öne sürülmektedir. Nares’te<br />

eosinofillerin yoğunlukta olduğu, buna karşın mast hücreleri ve bazofillerin sayıca<br />

artmadığı ve nörolojik kökenli olduğu sanılan bir enflamasyon vardır. Eosinofillerin<br />

aktive olarak mukozada birikmesine ve salgıladıkları MBP (Major Basic Protein) ve<br />

ECP (Eosinophilic Cationic Protein) gibi mediatörlerle hücrede birikme düzeylerinin<br />

daha da artmasına yol açan zincirleme olayların, nazal mukoza epitelinde irritasyon,<br />

yaşlılık veya diğer nedenlerle oluşan değişiklikler sonucu, nöral endopeptidaz<br />

enziminin inaktive olmasıyla başladığı düşünülmektedir. Bu enzim, nazal mukoza<br />

duyarlı C liflerinde bulunan ve nörojenik bir enflamatuar mediatör olan P maddesinin<br />

(substance P) inaktivatörüdür. Aktif P maddesinin miktarının artması, mukozadaki<br />

eosinofillerin aktive olarak kendi mediatörlerini salgılamalarına yol açar. Bu<br />

mediatörler aracılığıyla dolaşımdaki eosinofiller nazal mukozadaki enflamasyon<br />

bölgesine hücum eder, yaşam süreleri uzar ve aktiviteleri hızlanır. Bu eosinofilik<br />

enflamasyon tablosunun nazal polipozis ve aspirin duyarlılığına bir başlangıç<br />

aşaması olduğunu düşünenler vardır (14) .<br />

NARES’li hastaların yaklaşık %70’inde semptomlar 20 yaşından sonra başlar.<br />

Yani NARES bir yetişkin hastalığıdır. Atopi ve ailede alerjik rinit öyküsü yoktur. Klinik<br />

semptomlar perennial seyir gösterir, spesifik olmayan irritanlara karşı aşırı bir<br />

36


duyarlılık vardır. Kaşıntı ve konjüktivit semptomları alerjik rinite göre daha azdır.<br />

Semptomlar genellikle sabahları daha yoğundur (14,21) .<br />

NARES‘li hastaların tedavisinde ilk basamak, kişinin irritan çevre koşullarından<br />

korunmasıdır. Bunda başarılı olunamazsa medikal tedavi gündeme gelir.<br />

Eosinofillerin inaktif formlarının kortikosteroidlerden etkilenerek yaşam sürelerinin,<br />

kemotaksilerinin ve sayılarının azalması tedavide steroidleri ön plana çıkarmasına<br />

rağmen, aktif duruma geçen eosinofillerde steroid reseptörlerinin azalması ile<br />

steroidlerin başarı şansı azalmaktadır (15,21) .<br />

Acı kırmızı biber özü ekstresinde bulunan kapsaisin maddesinin C lifleri<br />

üzerinde başlangıçta uyarıcı, ancak tekrarlanan uygulamalar sonrasında inhibe edici<br />

etkisi vardır. Bu maddeden hazırlanan ve henüz sadece Avrupa’da kullanılan<br />

kapsaisin aquöz spreyin hayvan deneylerinde nöropeptid depolarını boşalttığı<br />

saptanmıştır. Kapsaisinin etkinliği ve uzun dönem yan etkilerinin olup olmayacağı<br />

tartışmalıdır (22) .<br />

NARES’li hastalarda steroid tedavisine yardımcı olarak, oral veya topikal<br />

dekonjestanlar kullanılabilir. Antihistaminiklerin yararı yoktur (21) .<br />

NON- ALERJİK, NON- ENFEKSİYÖZ RİNİTLERDE TANI<br />

Tanıda bütün diğer rinit tipleri ve rinite sebep olabilecek etkenler ekarte<br />

edilmelidir. Hikaye, laboratuar bulguları, tam bir kulak burun boğaz muayenesi şarttır.<br />

Hikayede alerjenle karşılaşma, atopi, aile hikayesi, evcil hayvan teması alerjik<br />

etiyolojiyi destekler. Aspirin ve diğer antiinflamatuarlar, antihipertansifler,<br />

antidepresanlar, östrojen preperatları gibi ilaç kullanımı veya topikal dekonjestanların<br />

uzun süreli kullanımında ise rinitis medikamentoza ve ilaç yan etkileri akla gelmelidir.<br />

Gebelik, aşırı erotik stimulus veya stres gibi emosyonel değişiklikler, karaciğer<br />

37


hastalıkları, hipotiroidi gibi sistemik hastalıklar, kafa kaidesi cerrahisi, gebelik riniti,<br />

emosyonel rinit, hormonel rinit, iyatrojenik ve mesleki rinitlerin ayırt edilmesinde yol<br />

göstericidir (11) .<br />

Hastaların hikayesi ayırıcı tanıda bu kadar önem gösterirken semptomlar her<br />

zaman ayırıcı tanıda yardımcı olmayabilir. Semptomlar genellikle bir perennial rinit<br />

şeklinde ortaya çıkar. Her zaman ayırtedici olmasa da, hastalığın seyri ve tedaviye<br />

yanıt hakkında bilgi edinebilmek için, semptomların derecelendirilmesi ve<br />

kaydedilmesi subjektif analize olanak verir (11) .<br />

Tanıda alerjik rinit mutlaka ekarte edilmelidir. İdeal olarak alerjik rinitli<br />

hastaların hikayesinde mevsimsel ataklar ve/veya özgün antijenle karşılaşma ile<br />

semptomların ortaya çıkması, atopi, aile hikayesi, yüksek total ve spesifik Ig E<br />

düzeyleri ve (+) cilt testi, tipik mukoza görünümü ve atak esnasında nazal eosinofili<br />

olması gerekli ise de alerjik rinitli hastalarda bu bulguların hepsi olmayabileceği gibi,<br />

alerjik rinit dışında da (+) bulgular elde edilebilir. NARES ve vazomotor rinit için<br />

serum total Ig E düzeyinin normal, RAST ve cilt testlerinin ise negatif olması beklenir.<br />

NARES’te ayrıca nazal smear testinde eosinofil artışı görülür. Pratikte ise bu her<br />

zaman mümkün olmaz. Bu konuya Mullarkey ve ark. (18) tablo 3 de görülen skorlama<br />

sistemini kullanarak daha standart bir çözüm getirmişlerdir. Skorlara göre hastaları<br />

alerjik rinit, muhtemel alerjik rinit ve non-alerjik rinit (NARES ve vasomotor rinit)<br />

olarak sınıflamışlardır (Tablo 3).<br />

38


Tablo 3 : Alerjik, Non-Alerjik Rinit Ayrımında Skorlama<br />

PARAMETRE<br />

SKOR<br />

HİKAYE<br />

Mevsimsel ve/veya spesifik alerjenler +1<br />

FİZİK MUAYENE<br />

Beyaz veya mavi mukoza ve/veya berrak<br />

+1<br />

mukus<br />

LABORATUAR<br />

‣ 2+ cilt testi<br />

‣ Ig E >50 U/ml<br />

BONUS PUANLARI<br />

Hikaye ile korele cilt testi veya + hikaye<br />

veya + cilt testi ile beraber Ig E> 50 U/ml<br />

+1<br />

+1<br />

Alerji 5-6<br />

Muhtemel alerji 3-4<br />

Non-alerjik rinit 0-2<br />

2<br />

TEDAVİ<br />

Tüm non-alerjik rinit alt tiplerine yönelik tek bir ortak tedavi bulunmazken, var<br />

olan medikal tedavilerin çoğu da semptomatiktir. Yakınmalar temel olarak<br />

düşünüldüğünde burun akıntısından şikayet eden olgularda ve gustatuar rinit gibi<br />

patofizyolojisinde otonomik dengesizlik düşünülen durumlarda antikolinerjik<br />

spreylerin; burun tıkanıklığından yakınan olgularda ise dekonjestanlardan veya<br />

vazokonstriktif özelliklerinden daha fazla yararlanmak için nazal kortikosteroidli<br />

spreylerin kullanımı önerilmektedir (23) .<br />

Nazal olarak kullanılan azelastin ve kromolinin non-alerjik rinit patofizyolojisi<br />

akılda tutulduğunda etkili olabilecekleri de düşünülebilir. Topikal nazal antihistaminik<br />

ilaç olan azelastinin non-alerjik rinitlerde görülen burun akıntısı, burun tıkanıklığı ve<br />

postnazal akıntı üzerinde etkili olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır (24) . Bu<br />

çalışmalarda azelastinin etkisinin sinirlerden salgılanan P maddesi ve vazointestinal<br />

peptid gibi nörokinlerin etkisini azaltmak, histamin salınımını azaltmak, eosinofil<br />

aktivasyon ve adezyon moleküllerin miktarını azaltmak, inflamatuar sitokinlerin<br />

39


sentezlerini baskılamak ve vasküler permeabiliteyi azaltmak üzerinden olduğu<br />

gösterilmiştir (25) .<br />

İpratropium bromide kolinerjik sinir sistemini inhibe ederek, seröz ve<br />

seromüköz bezlerden salgıyı önlemektedir. Sistemik emilimi kimyasal özelliğinden<br />

dolayı az olduğundan yan etkileri nadirdir, ancak burunda kuruluk ve hafif burun<br />

kanamalarına yol açabilir (15,26,27) .<br />

Tek tek yakınmaların ortadan kaldırılmasına yönelik olarak burun tıkanıklığı<br />

daha fazla olan olgularda kısa süreli nazal dekonjestan, uzun süreli oral dekonjestan<br />

kullanımı; burun akıntısının hakim olduğu olgularda ise nazal antikolinerjik sprey<br />

kullanımı önerilebilir. Ancak vazomotor rinitli yaşlı olgularda oral dekonjestan<br />

kullanımı hipertansiyona eğilimleri nedeniyle risk taşımaktadır (28) .<br />

Antilökotrienler oldukça yeni bir ilaç grubudur. Güçlü bir enflamatuar mediatör<br />

olan lökotrienlerin aktivitesini hem sentezlerini inhibe ederek, hem de lökotrien<br />

reseptörlerini bloke ederek önler. Montelukast ve zafirlukast lökotrien reseptör<br />

antagonisti, zileuton ise lökotrien sentez inhibitörü olarak etki yapar. Henüz belirli<br />

tedavi protokolleri yoktur (28) .<br />

Kapsaisin ve gümüş nitrat tedavileri halen deneysel aşamalardadır. Kapsaisin,<br />

burun için aşırı irritandır ve sürekli kullanımı ile desensitizasyon gelişmektedir.<br />

Myelinsiz C tipi sinir fibrillerinin yok edilmesi veya desensitizasyon amacını güden<br />

çalışmalarda nazal hiperaktivite yakınmalarında azalma saptanmıştır (22) .<br />

Gümüş nitratın ise burun anterior kısmına topikal olarak 5 hafta boyunca<br />

uygulanmasının burun akıntısı, hapşırık ve nazal konjesyon üzerine uzun süreyle<br />

etkili olduğu ileri sürülmektedir (28) .<br />

Medikal tedaviye yanıt vermeyen çok şiddetli rinore durumlarında endoskopik<br />

olarak uygulanan vidian sinirin kesilmesi ve anterior etmoid sinirin koterizasyonu ile<br />

40


nazal mukozaya ulaşan parasempatik sinirleri tahrip ederek otonomik dengesizliği uç<br />

organ seviyesinde düzeltmek hedeflenir. Nazal sekresyonu azaltmaya yönelik bu<br />

girişimlerin uzun dönem etkileri tartışmalıdır. Kısa dönem tedavi sonuçları % 75-100<br />

arasında olup yüz güldürücüdür (29,30) . Ancak uzun dönemde, % 71’e kadar varan<br />

oranlarda hastanın semptomlarının tekrarlayabileceğini bildiren çalışmalar vardır (29) .<br />

Bu dönemde başarısızlığa neden olarak parasempatik uyarımın yalnızca vidian<br />

sinirden değil, aynı zamanda silier ganglion yoluyla anterior etmoid sinirden tekrar<br />

parasempatik hakimiyet kazanması veya parasempatik sistem aktivitesinin bilinenden<br />

daha kompleks olması hipotezleri öne sürülmektedir (31) .<br />

Sfenopalatin ganglion blokajı da vazomotor rinitlerde uygulanabilecek bir<br />

başka girişimdir (32) . Konjesyon ve burun tıkanıklığının hakim olduğu durumlarda<br />

submukozal koterizasyon, sklerozan madde enjeksiyonları, elektrokoterizasyon,<br />

kriyoterapi (33) (alt konkalara -75º’de 90 sn boyunca bir veya iki kez uygulanır etkisi 12<br />

ay kadar sürebilir) lazer ve diatermi(radyoferans) (34) veya inferior turbinoplasti,<br />

submukozal konka rezeksiyonu, parsiyel turbinektomi gibi nazal mukoza ve<br />

mukosilier aktiviteye olumsuz etkisi en az seviyede olan hacim küçültücü girişimler<br />

uygulanabilir (28) .<br />

Son yıllarda popüler bir tedavi olan, tıbbın değişik alanlarında kullanımı kabul<br />

gören botulinum toksini de 1998’den itibaren nazal hipersekresyon semptomatik<br />

tedavisinde kullanılmaya başlanılmış ve alternatif tedavi seçenekleri arasında yerini<br />

almıştır (35,36) .<br />

41


BOTULİNUM TOKSİNİ<br />

Botulinum toksini anaerobik bir bakteri olan clostridium botilinumun ürettiği bir<br />

proteindir. Bilinen en potent toksindir. Ondokuzuncu yy`ın sonlarında sistemik bir<br />

besin zehirlenmesi olan botulizm nedeni olarak bulunmuştur. Besine dayalı<br />

botulizmin klinik semptomlarının doğru ve tam açıklaması ilk kez 1817 ve1822 yılları<br />

arasında yayınlanmıştır (37) .<br />

Kerner 1820 yılında ‘sosis zehirlenmesi’ olarak isimlendirdiği botulinum<br />

toksininin teropötik kullanımı ile ilgili fikri ortaya atmıştır. Binsekizyüzyirmiiki yılında<br />

ise ikinci bir yayın olarak çalışmalarını ve hipotezini özetlemiştir. Bu çalışmasında<br />

155 botulizm vakasının klinik evaluasyonu, post mortem çalışmalar, hayvan<br />

çalışmaları ve kendi üzerinde kahramanca yaptığı deneyler yer almıştır. Sonuçta<br />

botulinum toksininin duyu iletimini etkilemezken, periferik motor, sempatik ve<br />

parasempatik sinir sistemlerinde sinyal iletimini engelleyerek etki gösterdiğini<br />

belirtmiştir. Modern tıptaki bilgilerimize uygun şekilde tüm musküler ve otonomik<br />

semptomları tanımlamıştır (37) .<br />

Kerner, yazısının son bölümünde toksinin değişik hastalıklarda teropötik olarak<br />

kullanımının mümkün olduğundan bahsetmiştir. Toksinin düşük dozlarda<br />

kullanıldığında sempatik sinir sisteminin aşırı aktivitesini azaltacağını iddia etmiştir.<br />

Ayrıca vücut sıvılarının hipersekresyonunda, ter veya mukus salınımını azaltmada ve<br />

malign hastalıkların ülserlerinde kullanılabileceğini belirtmiştir. Kerner’in bazı<br />

görüşleri günümüzde artık gerçek olmuştur ve bu şekilde Kerner, modern Btx<br />

terapisinin yaratıcılarının arasındaki yerini almıştır (37) .<br />

Müler 1870 yılında botulizm terimini kullanan ilk kişi olmuştur (latincede<br />

sosis=botulus) ve sosis zehirlenmesinin etkilerini açıklamıştır. Suçlu bakteri 1895<br />

yılında bulunmuştur. Önceleri besinlerden izole edilen bu anaerobik bakteriye<br />

42


Bacillus botulinus denilirken, daha sonra clostridium botulinum olarak<br />

isimlendirilmiştir (37) .<br />

Botulinum toksin tip A (Btx A) Hermann Sommer tarafından 1920’li yıllarda<br />

purifiye edilmiştir ve bu çalışması ile özellikle 2’ inci dünya savaşı sırasında Btx A ve<br />

diğer tipler B, C, D, ve E ile ilgili yapılan çalışmalara önder olmuştur. Btx biyolojik<br />

silah olarak potansiyel tehdit olmasından dolayı askeri güçlerin de ilgisini çekmiştir.<br />

Btx ile çalışan araştırmacılar ve askeriyede kullanılmak üzere toxoid aşı<br />

üretilmiştir (37) .<br />

Dr. Carl Lamana, 1946’da Btx A’yı kristalize etmiş ve nontoksik proteinlere<br />

bağlı toksik ünitelerden oluştuğunu göstermiştir. Burgen, Dickens ve Zatman 1949’da<br />

botulinum toksin tip A’nın nöromusküler bileşkede asetilkolin salınımını bloke ettiğini<br />

açıklamışlardır. Dr. Vernon Brook 1950’lerde Btx A’nın hiperaktif kasların aktivitesinin<br />

azaltılmasında kullanılabileceğini önermiştir (37) .<br />

Dr. Alan Scott ise ilk klinik uygulamayı 1973 yılında yapmıştır. Hayvan<br />

deneylerinde strabismus ve blepharospasm tedavisinde kullanılabileceğini<br />

göstermiştir. Strabismuslu bir hastaya 1977 yılında ilk enjeksiyonu yapmış, 1980<br />

yılında da Btx A ile strabismus tedavisinde ilk klinik deneyimlerini yayınlamıştır.<br />

Nystagmus, hemifasial spasm, göz kapağı retraksiyonu, tortikollis ve spastisite<br />

tedavisinde de 1982 yılında kullanmıştı (37) .<br />

Botulinum toksininin cristal formu 1989’da Oculinum® (Inc., Berkeley, Calif.)<br />

ticari ismi ile piyasaya sunulmuş ve strabismus ile blepharospasm tedavisinde FDA<br />

onayı almıştır (38) .<br />

Strabismus tedavisinde başarılı uygulamaları takiben birçok nörolojik ve<br />

oftalmik hastalıkların tedavisinde, kozmetikte, genel cerrahi, maksillofasial, ortopedi<br />

ve göğüs cerrahisinde, dermatolojide, otolaringolojide, ağrı kliniklerinde, pediatride,<br />

43


ehabilitasyon ünitelerinde ve ürolojide de kullanılmaya başlanmıştır. Btx A<br />

blepharospasm, hemifasial spasm ve servikal distonilerde first-line tedavi olarak<br />

yerini almıştır. Oromandibüler ve ekstremite distonilerinde birçok medikal tedaviye<br />

göre üstün bulunmuştur. Yakın tarihte lokalize otonomik bozukluklarda ve kozmetikte<br />

de yüksek derecede etkin olduğu kanıtlanmıştır ve migren, gerilim tipi baş ağrıları, bel<br />

ağrılarındaki etkisi üzerine çalışmalar sürmektedir (37,39) .<br />

Botulinum toksini, hipersalivasyon tedavisi amacıyla submandibuler ve parotis<br />

bezlerine enjekte edilmekte, postoperatif tükürük fistüllerinde de kullanılmaktadır (39) .<br />

İkibinbir yılında nörotoksinin diğer bir serotipi botulinum toksin tip B(Btx B) Myobloc,<br />

servikal distoni için kullanımlarında Amerika ve Avrupa ülkelerinde lisans almıştır (37) .<br />

Asetilkolin, sinir uçlarından sinaptik aralığa salınım için birçok transport proteinine<br />

ihtiyaç duyar. BTX-A, SNAP-25 proteinini geri dönüşümsüz olarak keserken, BTX-B,<br />

VAMP proteinini geri dönüşümsüz olarak keser (37) .<br />

Nazal hipersekresyon tedavisinde ise ilk kez 1995 yılında köpekler üzerinde<br />

yapılan bir çalışmada botulinum toksinin nazal uygulama sonrası rinorenin<br />

azaldığının görülmesi üzerine (40) , 1998’de (35) , ve 2001’de (36) intrinsik rinit tedavisinde,<br />

2003’te (41) de alerjik rinit tedavisinde kullanılmıştır.<br />

Btx A ile halen tedavi edilmekte olan diğer hastalıklar için test edilmeye devam<br />

edilecektir. Diğer tipler örneğin F ve E araştırılmaya devam edilmektedir (37) .<br />

BOTULİNUM TOKSİNİ NASIL ÇALIŞIR?<br />

Botulinum toksinin yedi serotipi mevcuttur.(Btx A - Btx G). Her birinin farklı<br />

antijenik profili ve biyokimyasal etkileri mevcuttur, fakat hepsinin aynı farmakolojik<br />

etkisi vardır. Bütün toksinler periferik kolinerjik terminallere bağlanır ve içeri girerek<br />

nöromusküler bileşkede ve kolinerjik otonom sinirlerde asetilkolin salınımını bloke<br />

44


eder, flask paraliziye ve otonom semptomlara neden olur. Eğer paralizi respiratuar<br />

kasları tutarsa hasta solunum yetmezliğinden ölebilir. Btx kan-beyin bariyerini<br />

geçemez. Btx anaerobik ortamlarda üretilir ve kontamine olmuş yiyeceklerden<br />

bulaşır(yiyecek botulizmi); daha az sıklıkla yeni doğanların barsaklarında clostridium<br />

sporlarının germinasyonuna bağlı olarak (infant botulizmi) görülebilir veya (yara<br />

botulizmi) olabilir (37) .<br />

BOTULİZM TEDAVİSİ<br />

Toksinlerin nöroparalitik etkilerini önlemenin tek etkili yolu toksoid aşı ile<br />

profilaksidir. Eğer botulizme bağlı toksik paralizi gelişirse bilinen bir tedavisi yoktur.<br />

Antitoksin preperatları olmasına rağmen klinik semptomlar yerleştiğinde genellikle<br />

etkisizdirler, çünkü toksin kolinerjik sinir terminallerine irreversible olarak bağlanır ve<br />

içeri alınır fakat antitoksin hücre içine giremez. Eğer ciddi toksisite gelişirse yoğun<br />

bakım ve solunum desteği gerekebilir. Btx A’dan sonra iyileşme Btx B veya Btx E<br />

zehirlenmesine göre daha geç dönemde görülür (37) .<br />

ETKİ MEKANİZMASI<br />

Btx, presinaptik olarak nöromuskuler bileşkede asetilkolin salınımını bloke eder.<br />

Bu inhibisyonda görevli 4 basamak vardır (37) .<br />

1- Presinaptik sinir yüzeyindeki alıcılara hızlı, spesifik ve geri dönüşümsüz<br />

bağlanma.<br />

2- Hücrenin içine vezikül içinde alınma.<br />

3- Translokasyon (toksin vezikül membranını geçerek sitozole salınır).<br />

4- Asetilkolin salınım mekanizmasını engelleyen proteolitik toksin aktivitesi.<br />

45


Şekil 9: Botulinum Toksini Etki Mekanizması<br />

KLİNİK KULLANIMIN PRENSİPLERİ<br />

Klinik kullanımda dikkatle seçilmiş kaslara veya bezlere enjekte edilir. Etkisi en<br />

fazla olarak enjekte edilen bölgede görülür, fokal güçsüzlük veya glandüler<br />

sekresyonu azaltma etkisi yapar (37) .<br />

Btx, günler, bazen haftalar süren yavaş bir seyirle etki gösterir ve 2-4 ay süren<br />

klinik olarak fark edilen kas güçsüzlüğü ve atrofisi yapar. Bu kas güçsüzlüğünün<br />

süresi ve derecesi doza bağımlıdır. Tekrarlayan enjeksiyonlarda biyolojik tolerans<br />

gelişebilir (42) . Btx nadiren kür için kullanılır, aslında semptomatik tedavi içindir ve<br />

düzenli aralıklarla tekrarlanan uygulamalar gerektirir (43) .<br />

ETKİNİN ANA MEKANİZMASI<br />

Btx, periferik kolinerjik nöronlarla innerve olan yapıların kimyasal<br />

denervasyonunu sağlar. Asetilkolin salınımını bloke ederek bu sinir terminallerini<br />

selektif olarak inaktive eder. Sempatik ve parasempatik ganglion hücrelerini ve post<br />

ganglionik parasempatik ve kolinerjik sempatik nöronları da bloke ederek otonom<br />

fonksiyonu engeller. Btx nöronları öldürmez, kolinerjik iletimin geçici ve geri<br />

dönüşümlü blokajını sağlar (37) .<br />

46


YAKIN VE UZAK NÖRONLAR ÜZERİNE ETKİSİ<br />

Btx, doku planlarına ve yakınındaki kas lifleri arasına difüzyon ile yayılır.<br />

Teoride kas liflerinin en aktif olarak kasıldığı nöromusküler bileşkede etkisi en<br />

fazladır. İntramusküler enjeksiyondan sonra ipsilateral spinal ön boynuz hücrelerine<br />

hızlı bir retrograd axonal transport gerçekleşir (37) .<br />

SAĞLIK PERSONELİ VE HASTALAR İÇİN GÜVENLİK ÖNLEMLERİ<br />

Btx içeren şişeler düşük dozlarda toksin içerdiğinden sağlık personelinin<br />

botulinum toksoidi ile aşılanması gerekmez. Toksin enfeksiyoz, yanıcı veya uçucu<br />

değildir. Teoride aerosoller tehlikeli yayılıma neden olurlarken pratikte ise problem<br />

yaratmamıştır. Üretici firmaların önerisi; eğer işlem sırasında etrafa saçılan toksin<br />

olursa % 0.5 sodium hipoklorit ile inaktive edilebilir (37) .<br />

Btx A için 3000-3500 mU besin zehirlenmesi için yeterlidir. Sistemik enjeksiyon<br />

için<br />

insan LD 50 = 30-40 Mu/kg dır. Tipik servikal distoni dozu 100-200 Mu’ dur.<br />

Tsui ve O’Brien seans başına uygulanması gereken maksimum dozu 400 Mu olarak<br />

bildirmişlerdir (37) .<br />

BOTULİNUM TOKSİNİNİN SAKLAMA KOŞULLARI<br />

Saf toksin unstabil olduğundan saklama koşullarını düzeltmek için ticari<br />

formunda freeze dried (dondurulmuş-kuru) toksin–hemaglutinin kompleksi olarak<br />

hazırlanmıştır. Bir botox flakon, steril liyofilize formda 100 ünite clostridium toksini tip<br />

A-hemaglütinin kompleksi, 0.5 mg insan albumini ve 0.9 mg sodyum klorür içerir. Bu<br />

formda iken dondurulmuş olarak 4 yıla kadar, buzdolabında aylarca ve oda<br />

sıcaklığında ise haftalarca kalabilir. İstatiksel olarak bakıldığında -6º ‘de 6 saat sonra<br />

47


toksinin potansında azalma görülmezken 12 saat sonra potansda anlamlı azalma<br />

görülmüştür (38) .<br />

Üretici firmaların önerisi Btx-A’yı normal (0.9 %) salin ile sulandırarak<br />

kullanmaktır. Bu şekilde 4-6 saat içinde kullanılmalı ve geri kalan miktar atılmalıdır.<br />

Steril su ile de sulandırılabilir fakat bu şekilde kullanıldığında enjeksiyon yerinde kısa<br />

süreli ağrıya neden olur (37,44) .<br />

TEK VEYA ÇOK NOKTADAN ENJEKSİYON KARŞILAŞTIRMASI<br />

Birçok durumda Btx hedef kas dokusunu tek enjeksiyon ile etkili bir şekilde<br />

zayıflatır. Kasa yapılan multipl enjeksiyonların daha eşit bir zayıflama sağlaması,<br />

çevre dokuya daha az yayılması ve yan etkilere daha az sebep olması da<br />

mümkündür (37) .<br />

İNTRANAZAL ANTİKOLİNERJİKLER<br />

Bilindiği gibi, non-alerjik ve alerjik hastalarda, üst solunum yolları<br />

enfeksiyonlarında kolinerjik hiperreaktivite görülmektedir (14) .<br />

Otonom sinir sisteminde salgı bezleri kolinejik sinir ile inerve olurken, damarlar<br />

adrenejik sinir ile inerve olurlar (35,45) . Vasküler muskarinik reseptör atropin rezistan<br />

olduğu için, kolinoreseptör antagonisti içeren nazal spreyin teropötik potansiyeli<br />

hipersekresyonu tedavi etmeye yöneliktir. Bu yüzden nazal obstrüksiyon veya<br />

hapşırık üzerine etkisi yoktur (35) .<br />

İpratropium bromide, oxitropium bromide, tiotropium bromide ve glycopyrrolate<br />

kuaternar yapıda ammonium muskarinik reseptör antagonistidirler ve biyolojik<br />

mebranlardan absorbsiyonları zayıftır (14) . İpratropium bromide astımda kullanılan<br />

güvenli ve etkili bir antikolinerjik bronkodilatördür. Teropötik dozlarda inhale<br />

48


edildiğinde sistemik etkisi görülmez (46) . Topikal kullanımda parasempatolitik etki<br />

gösterdiği için efferent parasempatik sinirlerde asetilkolin iletimini antagonize ederek,<br />

rinoreye neden olan submukozal gland salgısını azaltır (35,46) . Rinit hastalarında<br />

sıklıkla kullanılan ipratropium bromide’nin nazal mukozadan sistemik dolaşıma<br />

emilimi oldukça azdır. Her bir burun deliğine 84 mcg dozunun %20’sinden azı nazal<br />

mukozadan emilmektedir. Kontrollü klinik çalışmalarda koku alma, silier atım<br />

frekansı, mukosilier klerens, burnun havalandırma kapasitesi gibi fizyolojik burun<br />

fonksiyonlarını etkilemediği gösterilmiştir (14) .<br />

Kloroflorokarbon bazlı nazal formülasyonu ve su bazlı nazal formülasyonu<br />

mevcuttur. Florokarbon içeren formülasyon kuruluk, kanama, irritasyon ve konjesyon<br />

gibi yan etkilere daha fazla neden olduğundan su bazlı nazal sprey tercih<br />

edilmektedir ve iki değişik formu mevcuttur; %0,03’ lük ve %0,06’ lık nazal sprey<br />

formları. %0,03’ lük formu persistan rinitlerde, %0,06’ lık formu ise enfeksiyona bağlı<br />

rinitlerin semptomatik tedavisinde kullanılır (14) .<br />

Burunda ve boğazda ve nadiren gözlerde kuruluk, nazal obstrüksiyon ve<br />

batma hissi gibi yan etkiler görülebilir (26,27,46) .<br />

49


MATERYAL VE METOD<br />

Bu çalışma, Kasım 2003 – Ağustos 2005 tarihleri arasında S.B. Fatih Sultan<br />

Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi K.B.B. Kliniği’ne başvuran non-alerjik nonenfeksiyöz<br />

rinit tanısı konulan 40 hasta üzerinde prospektif randomize plasebo<br />

kontrollü bir çalışma olarak planlandı. Hastalardan ikisi kontrollere gelmedikleri için<br />

çalışma dışı bırakılarak 18’i erkek, 20’si kadın 38 hasta ile çalışma tamamlandı.<br />

Hastaların ayrıntılı anamnezleri ve kulak burun boğaz muayeneleri aynı kişi<br />

tarafından yapıldı. Hastaların anamnezlerinde yılda 3 aydan uzun süren burun<br />

akıntısı, burun tıkanıklığı, geniz akıntısı, hapşırık ve burun kaşıntısı gibi şikayetler not<br />

edildi. Hastaların yapılan muayenelerinde, gerek anterior rinoskopide gerekse de<br />

nazal endoskopik muayenede, septal deviasyon varlığı, konkaların durumu, polip<br />

varlığı, inflamasyona bağlı mukozal değişiklikler yönünden değerlendirildi. Tüm<br />

hastalar paranazal sinüs X-grafisi (Water’s grafisi) çekilerek rinosinüzit yönünden<br />

değerlendirildi. Enfeksiyonu olan hastalar çalışma dışı bırakıldı.<br />

Bütün hastalara hemogram ve formül lökosit tetkikleri yapılarak eosinofili<br />

araştırıldı. % 3 ve altındaki eosinofil sayımı normal kabul edildi. Bütün hastaların<br />

serum total Ig E düzeyleri ölçüldü ve 87 IU/ml altındaki değerler normal kabul<br />

edildi. (11)<br />

Hastaları alerji yönünden değerlendirmek için lokal alerjenleri içeren standart tarama<br />

paneli kullanılarak (Resim 1) multi- puncture deri testi yapıldı. Yirmidört alerjen içeren<br />

panelde lokal polenler, küf, mantar, mayalar, ağaç karışımı, ot karışımı, hayvan<br />

tüyleri, ev tozu akarları, bal arısı ve sık karşılaşılan yiyecek alerjisinden sorumlu olan<br />

yumurta, inek sütü, kakao, çilek ve portakal mevcuttu.<br />

Pozitif kontrol olarak ( histamin ), negatif kontrol olarak ( serum fizyolojik ) kullanıldı.<br />

50


İşlem yapılmadan önce hastalara 72 saat öncesine kadar antihistaminik ve<br />

antikolinerjik ilaç almamaları, testten 8 saat öncesine kadar sigara ve kafein<br />

kullanmamaları söylendi. İşlem sırasında hastaların ön kol derisi %70 alkol ile silindi.<br />

Antijenik solüsyon içerisine daldırılmış aplikatörler ile alerjenler cilde uygulandı.<br />

Sonuçlar 20 dk. sonra okundu. Histamin ile eşit veya daha fazla endurasyon<br />

oluşturan alerjen reaksiyonu pozitif olarak kabul edildi. Deri testi sonucu pozitif gelen<br />

hastalar alerjik rinit olarak değerlendirilerek çalışma dışı bırakıldı.<br />

Hastalar aşağıda belirtilen kriterlere göre seçildi;<br />

- non-alerjik, non-enfeksiyöz rinit tanısı düşündüren öykü(haftada 4<br />

günden, yılda 3 aydan fazla nazal hipersekresyonu olan persistan rinitli<br />

hastalar)<br />

- astım veya kontakt dermatit öyküsünün olmaması<br />

- deri testlerinde negatif bulgular<br />

- daha önce kullandığı medikal tedaviden fayda görmemiş olmak<br />

- total Ig E < 87 IU/ml<br />

- hemogram ve formül lökosit tetkiklerinde < %3 eisinofili<br />

Nazal tıkanıklık şikayeti olanlar, hamileler, nazal endoskopi ile major bir nazal<br />

anomali, belirgin nazal obstrüksiyon, nazal polip tespit edilenler, paranazal sinüs X-<br />

grafi veya BT’ de rinosinüziti olan hastalar, geçirilmiş burun travması ve/veya burun<br />

operasyonu öyküsü olanlar, glokom, prostat hipertrofisi olup antikolinerjik tedaviden<br />

olumsuz etkilenebilecek hastalar, hipertiroidi veya hipotiroidi olanlar, gebeler ve ciddi<br />

sistemik hastalığı olan, antihipertansif, antidepresan veya sedatif ilaç kullanan<br />

hastalar çalışma dışı bırakıldı.<br />

Hastaların tümüne tedavi öncesi yapılacak tüm işlemler anlatıldı ve<br />

bilgilendirme formu doldurtularak çalışmaya katılmaları için imzalı onayları alındı.<br />

51


Hastalardan tedavi öncesi rinore ve/veya postnazal akıntı şikayetlerini 6 noktalı<br />

görsel analog skalası ( GAS; 0- rinore yok,1-hafif, 2-hafif-orta, 3-orta, 4-orta-şiddetli,<br />

5-şiddetli rinore ) ile değerlendirmeleri istendi ve değerler kaydedildi.<br />

Hastalar polikliniğe başvuru sırasına göre A, B ve C gruplarına ayrılarak 15 hastaya<br />

intranazal BTX-A ( Botox®; Allergan Inc.,Irvine,CA)(Resim 2-3) enjeksiyonu yapıldı.<br />

15 hastaya da ipratropium bromide nazal sprey (Atrovent nasal 0,03%®; Boehringer-<br />

Ingelheim, France, Ltd )(Resim 4) verildi fakat bu gruptan 2 hasta kontrollere<br />

gelmediği için çalışma dışı bırakıldı. 10 hastaya da placebo olarak intranazal 0,9 %<br />

serum fizyolojik enjekte edildi.<br />

BTX-A, 25 ünite/ml konsantrasyonunda serum fizyolojik ile dilue edilerek<br />

hazırlandı. Grup A’ ya her bir nazal kaviteye 5 ünite olacak şekilde (toplam 10 ünite)<br />

uygulandı. BTX- A standart dental enjektör ile 0 derece endoskop altında 2,5 ünite<br />

(0,1 ml) orta konkanın anterior kısmına, 2,5 ünite de(0,1 ml) alt konkanın orta kısmına<br />

gelecek şekilde enjekte edildi.(Resim 5-6) Hastalar işlem sonrası 30 dk. bekletilerek<br />

hemoraji açısından takip edildi.<br />

Grup B’ ye Atrovent nazal sprey verilerek 3x2 pozolojide 4 hafta süreyle<br />

kullanmaları söylendi.<br />

Grup C’ ye ise 0.9 % serum fizyolojik standart dental enjektör ile 0 derece<br />

endoskop altında ( 0,1 ml ) orta konkanın anterior kısmına, (0,1 ml) de alt konkanın<br />

orta kısmına gelecek şekilde BTX- A ile benzer olarak enjekte edildi. Hastalar işlem<br />

sonrası 30 dk. bekletilerek hemoraji açısından takip edildi.<br />

Uygulama sonrası hastalara ek alerji tedavisi kullanmamaları gerektiği<br />

hatırlatıldı. Antibiotik verilmedi, intranazal uygulamalar sonrası nazal tampon<br />

kullanılmadı. Tedavi sonrası 1’inci, 2’inci, 4’üncü, 8’inci, ve 12’inci haftalarda hastalar<br />

kontrole çağrılarak anterior rinoskopik muayene yapıldı. Epistaksis, nazal kuruluk vb.<br />

52


semptomlar açısından değerlendirildi ve GAS skorları not edildi. Bulgular tablolar<br />

halinde düzenlendi( Tablo 4-5-6).<br />

Resim 1: Alerjen ekstraktları ve multi-puncture deri prick testi apereyleri<br />

Resim 2 ve 3: 100 Ünite liyofilize toz içeren BTX-A flakonu<br />

Resim 4: 0,03% Atrovent nazal sprey<br />

53


Resim 5: Alt konkaya orta kısımdan 0,1ml enjeksiyon uygulanması<br />

Resim 6: Orta konkaya ön kısımdan 0,1ml enjeksiyon uygulanması<br />

54


Tablo 4: GRUP A ( İntranazal Botulinum Toksin Uygulanan Hasta Grubunun Verileri )<br />

Yaş Cinsiyet Total Ig E Eosinofil %<br />

Direk Sinüs<br />

Grafisi<br />

Deri Prick<br />

Testi<br />

Tedavi<br />

öncesi<br />

GAS<br />

1.Hafta<br />

GAS<br />

2.Hafta<br />

GAS<br />

4.Hafta<br />

GAS<br />

8.Hafta<br />

GAS<br />

12. Hafta<br />

GAS<br />

Olgu-1 75 Erkek 2,87 3 Doğal Negatif 4 4 4 4 4 4<br />

Olgu-2 36 Kadın 70 1,8 Doğal Negatif 5 1 1 1 3 4<br />

Olgu-3 71 Kadın 36,3 1,6 Doğal Negatif 5 2 2 1 3 5<br />

Olgu-4 17 Erkek 4,9 0,6 Doğal Negatif 5 5 5 5 5 5<br />

Olgu-5 80 Erkek 18,4 1,4 Doğal Negatif 4 2 2 3 4 4<br />

Olgu-6 47 Kadın 82,3 2,5 Doğal Negatif 3 2 2 1 3 3<br />

Olgu-7 85 Erkek 69,3 1,6 Doğal Negatif 4 4 4 4 4 4<br />

Olgu-8 52 Kadın 7,53 1,2 Doğal Negatif 5 3 2 2 5 5<br />

Olgu-9 85 Erkek 46,8 1,7 Doğal Negatif 4 3 2 2 2 3<br />

Olgu-10 50 Erkek 46,2 2,3 Doğal Negatif 5 4 3 3 3 5<br />

Olgu-11 44 Erkek 51,3 1,5 Doğal Negatif 3 0 0 0 2 3<br />

Olgu-12 23 Erkek 43,5 2,9 Doğal Negatif 4 2 1 1 2 3<br />

Olgu-13 45 Kadın 46,1 2,3 Doğal Negatif 4 2 2 3 3 4<br />

Olgu-14 34 Kadın 19,9 1,7 Doğal Negatif 5 1 1 1 4 5<br />

Olgu-15 29 Erkek 64,1 1,2 Doğal Negatif 4 3 2 2 4 4<br />

55


Tablo 5: GRUP B ( Atrovent Nazal Sprey Uygulanan Hasta Grubunun Verileri.)<br />

Yaş Cinsiyet Total Ig E Eosinofil %<br />

Direk Sinüs<br />

Grafisi<br />

Deri Prick<br />

Testi<br />

Tedavi<br />

öncesi<br />

GAS<br />

1.Hafta<br />

GAS<br />

2.Hafta<br />

GAS<br />

4.Hafta<br />

GAS<br />

8.Hafta<br />

GAS<br />

12. Hafta<br />

GAS<br />

Olgu-1 51 Kadın 24,1 1,4 Doğal Negatif 5 3 2 2 5 5<br />

Olgu-2 56 Kadın 71,6 2,3 Doğal Negatif 4 1 1 1 3 4<br />

Olgu-3 30 Kadın 27,1 1,3 Doğal Negatif 4 2 1 2 2 4<br />

Olgu-4 46 Kadın 43,4 0,8 Doğal Negatif 5 3 2 3 4 4<br />

Olgu-5 39 Kadın 34,5 2,5 Doğal Negatif 4 1 2 2 4 4<br />

Olgu-6 26 Erkek 57,3 0,7 Doğal Negatif 3 1 1 1 3 3<br />

Olgu-7 47 Erkek 27,4 1,1 Doğal Negatif 5 0 0 0 3 5<br />

Olgu-8 78 Kadın 48,6 0,8 Doğal Negatif 4 2 2 4 4 4<br />

Olgu-9 17 Erkek 41,3 2,2 Doğal Negatif 5 0 0 0 3 3<br />

Olgu-10 51 Erkek 9,4 2,4 Doğal Negatif 5 3 2 2 5 5<br />

Olgu-11 20 Kadın 13 1,7 Doğal Negatif 4 1 1 1 4 4<br />

Olgu-12 85 Kadın 17 2,3 Doğal Negatif 5 3 2 2 4 4<br />

Olgu-13 35 Erkek 33,1 0,3 Doğal Negatif 4 1 1 1 5 5<br />

56


Tablo 6: GRUP C ( İntranazal Serum Fizyolojik Uygulanan Hasta Grubunun Verileri )<br />

Yaş Cinsiyet Total Ig E Eosinofil %<br />

Direk Sinüs<br />

Grafisi<br />

Deri Prick<br />

Testi<br />

Tedavi<br />

öncesi<br />

GAS<br />

1.Hafta<br />

GAS<br />

2.Hafta<br />

GAS<br />

4.Hafta<br />

GAS<br />

8.Hafta<br />

GAS<br />

12. Hafta<br />

GAS<br />

Olgu-1 20 Erkek 39,1 0,8 Doğal Negatif 4 3 3 4 4 4<br />

Olgu-2 38 Erkek 21,3 2,3 Doğal Negatif 4 4 4 4 4 4<br />

Olgu-3 51 Kadın 16,2 1,1 Doğal Negatif 4 3 2 4 4 4<br />

Olgu-4 20 Kadın 15,9 2,2 Doğal Negatif 4 5 5 5 5 5<br />

Olgu-5 30 Kadın 35,7 0,9 Doğal Negatif 4 4 4 4 4 4<br />

Olgu-6 24 Kadın 67,4 1,3 Doğal Negatif 5 4 5 4 4 4<br />

Olgu-7 64 Kadın 24,8 2,2 Doğal Negatif 5 5 5 5 5 5<br />

Olgu-8 49 Erkek 3,86 1,6 Doğal Negatif 4 2 2 2 2 2<br />

Olgu-9 53 Kadın 25,1 2,1 Doğal Negatif 3 5 4 3 4 4<br />

Olgu-10 80 Erkek 36,4 0,2 Doğal Negatif 3 3 3 3 3 4<br />

57


İstatistiksel İncelemeler<br />

Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için<br />

SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 10.0 programı kullanıldı.<br />

Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama,<br />

Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım<br />

gösteren parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Oneway Anova testi<br />

kullanıldı. Normal dağılım göstermeyen parametrelerin gruplar arası<br />

karşılaştırmalarında Kruskal Wallis testi ve farklılığa neden çıkan grubun tespitinde<br />

Mann Whitney U test kullanıldı. Normal dağılım göstermeyen parametrelerin grup içi<br />

karşılaştırmalarında ise Wilcoxon işaret testi kullanıldı. Niteliksel verilerin<br />

karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında,<br />

anlamlılık p


Grupların yaş ortalamalarına göre dağılımları ve cinsiyet dağılımları arasında<br />

istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur (p>0,05). Bu da bize grupların homojen<br />

dağılıma sahip olduklarını göstermektedir.(Şekil 10)<br />

Yaş (ort)<br />

60<br />

50<br />

40<br />

30<br />

20<br />

10<br />

0<br />

Grup A Grup B Grup C<br />

Şekil 10: Grupların yaş ortalamalarına göre dağılımı<br />

Gruplara tedavi öncesinde ve takip dönemi boyunca 1’inci hafta, 2’inci hafta,<br />

4’üncü hafta, 8’inci hafta ve 12’inci haftalarda GAS skalası uygulandı. GAS skalasına<br />

göre grupları değerlendirdiğimizde ise Tablo 8’deki sonuçları elde ettik.<br />

Tablo 8 : GAS Skalasına Göre Dağılım<br />

Grup A Grup B Grup C<br />

Ort SD Ort SD Ort SD<br />

p<br />

Tedavi öncesi 4,26 0,70 4,38 0,65 4,00 0,66 0,382<br />

1.hf 2,53 1,35 1,61 1,12 3,80 1,03 0,002**<br />

2.hf 2,20 1,32 1,30 0,75 3,70 1,15 0,001**<br />

4.hf 2,20 1,42 1,61 1,12 3,80 0,91 0,001**<br />

8.hf 3,40 0,98 3,76 0,92 3,90 0,87 0,358<br />

12.hf 4,06 0,79 4,15 0,68 4,00 0,81 0,943<br />

Kruskal Wallis test **p0,05).<br />

tanımlamışlardır.<br />

Hepsi şiddetli rinore ve/veya postnazal akıntı<br />

59


Takip dönemi 1’inci hafta değerlendirmelerinde ise gruplar arasında<br />

istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık vardır (p


5<br />

4,5<br />

4<br />

GAS Skoru Ortalaması<br />

3,5<br />

3<br />

2,5<br />

2<br />

1,5<br />

1<br />

0,5<br />

0<br />

Tedavi öncesi TS 1.hf TS 2.hf TS 4.hf TS 8.hf TS 12.hf<br />

Grup A Grup B Grup C<br />

Şekil 11: Grupların GAS skoru ortalama değerlerine göre dağılımı<br />

Grup A’da tedavi öncesine göre takip dönemi 1’inci haftada GAS skorlarında<br />

görülen düşüş istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (z:3.086;<br />

p:0.002); tedavi öncesine göre takip dönemi 2’inci hafta ölçümlerinde ise düşüş daha<br />

da fazla olmakta ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmaktadır (z:3.097;<br />

p:0.002); 4’üncü haftada düşüş devam etmekte olup bu da istatistiksel olarak ileri<br />

düzeyde anlamlı bulunmuştur (z:3.082; p:0.002); 8’inci hafta GAS ölçümleri bir miktar<br />

yükseliş göstermekle beraber tedavi öncesine göre yine de anlamlı düşük<br />

bulunmuştur (z:2.598; p:0.009). Tedavi öncesine göre takip dönemi 12’inci hafta<br />

ölçümlerinde görülen değişim ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık<br />

göstermemektedir (z:1.732; p:0.083). Grup A’da tedavi öncesine göre takip dönemi<br />

1’inci hf. görülen düşüş %31.6 oranında; 2’inci hafta düşüşü %41.2 oranında; 4’inci<br />

haftada düşüş oranı yine %41.2 olarak kalmakta; 8’inci haftada %17.2’lik bir fark<br />

görülmekte; 12’inci haftada ise % 4’lük bir düşme söz konusudur.<br />

Grup B’de tedavi öncesine göre takip dönemi1’inci haftada GAS skorlarında<br />

görülen düşüş istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (z:3.247;<br />

p:0.001); tedavi öncesine göre takip dönemi 2’inci hafta ölçümlerinde ise düşüş daha<br />

da fazla olmakta ve istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmaktadır (z:3.270;<br />

p:0.001); 4’üncü haftada düşüş devam etmekte olup bu da istatistiksel olarak ileri<br />

61


düzeyde anlamlı bulunmuştur (z:3.115; p:0.002); 8’inci hafta GAS ölçümleri bir miktar<br />

yükseliş göstermekle beraber tedavi öncesine göre yinede anlamlı düşük<br />

bulunmuştur (z:1.994; p:0.046). Tedavi öncesine göre takip dönemi 12’inci hafta<br />

ölçümlerinde görülen değişim ise istatistiksel olarak anlamlı farklılık<br />

göstermemektedir (z:1.134; p:0.257). Grup B’de tedavi öncesine göre takip dönemi<br />

1’inci hafta görülen düşüş %55.2 oranında; 2’inci hafta düşüşü %61.4 oranında;<br />

4’üncü haftada düşüş oranı yine %55.2 olarak kalmakta; 8’inci haftada %12.2’lik bir<br />

fark görülmekte; 12’inci haftada ise % 4.4’lük bir düşme söz konusudur.<br />

Grup C’de tedavi öncesine göre takip dönemi 1’inci hafta, 2’inci hafta, 4’üncü<br />

hafta, 8’inci hafta ve 12’inci haftalarda GAS skorlarında görülen değişim ise<br />

istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). Grup C’de tedavi<br />

öncesine göre takip dönemi 1’inci hafta görülen düşüş % 4 oranında; 2’inci hafta<br />

düşüşü % 6 oranında; 4’üncü haftada düşüş oranı %4 olarak kalmakta; 8’inci haftada<br />

% 2’lik bir fark görülmekte; 12’inci haftada ise başlangıç ile aynı değerlere<br />

ulaşılmaktadır. (Tablo 9)<br />

Tablo 9: Tedavi Öncesine(TÖ) Göre Diğer Ölçüm Zamanlarının(Takip Dönemi<br />

TD) Her Grupta Değerlendirmesi<br />

Grup A<br />

Grup B<br />

Grup C<br />

Farkın<br />

Farkın<br />

Farkın<br />

Ort SD Ort SD Ort SD<br />

TÖ-TD 1.hf 1.73** 1.33 2.76** 1.09 0.20 1.13<br />

TÖ-TD 2.hf 2.06** 1.33 3.07** 0.95 0.30 1.05<br />

TÖ-TD 4.hf 2.06** 1.43 2.76** 1.30 0.20 0.78<br />

TÖ-TD 8.hf 0.86** 0.91 0.61* 0.96 0.10 0.87<br />

TÖ-TD 12.hf 0.20 0.41 0.23 0.72 0.00 0.94<br />

* p


Tablo 10: Cinsiyetlere Göre Tedavi Öncesi GAS Skorları Değerlendirmesi<br />

Tedavi öncesi GAS Skoru<br />

n<br />

p<br />

Ort<br />

SD<br />

Erkek 18 4.11 0.67<br />

Kadın 20 4.35 0.67<br />

Z:1.112<br />

P:0.266<br />

Tüm olgularda cinsiyetlere göre GAS skorlarının ortalama değerleri tablo 10’da<br />

gösterilmiş olup, istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05).<br />

Tablo 11: Her Grupta Ayrı Ayrı Cinsiyetlere Göre Tedavi Öncesi GAS Skoru<br />

Dağılımı ve Maksimum Etkili Olunan Haftanın GAS Skoru Dağılımı<br />

Cinsiyet<br />

Tedavi öncesi GAS<br />

Skoru<br />

Maksimum etkili olduğu<br />

haftanın GAS skoru<br />

Ort SD Ort SD<br />

Erkek 4.11 0.60 2.55 1.58<br />

Grup A<br />

Kadın 4.50 0.83 1.66 0.51<br />

Test değ, p Z:1.225; p:0.221 Z:1.248; p:0.212<br />

Erkek 4.40 0.89 0.80 0.83<br />

Grup B<br />

Kadın 4.37 0.51 1.62 0.51<br />

Test değ, p Z:0.326; p:0.745 Z:1.830; p:0.067<br />

Erkek 3.75 0.50 3.00 0.81<br />

Grup C<br />

Kadın 4.16 0.75 4.16 1.16<br />

Z: Mann Whitney U testi<br />

Test değ, p Z:0.968; p:0.333 Z:1.650; p:0.099<br />

Grup A, Grup B ve Grup C’de cinsiyetlere göre tedavi öncesi GAS skorları<br />

arasında Tablo 11 ve Şekil 12’de gösterildiği şekilde istatistiksel olarak anlamlı<br />

farklılık yoktur (p>0.05).<br />

63


Grup A, Grup B ve Grup C’de cinsiyetlere göre maksimum etkili olunan haftanın GAS<br />

skorları arasında da istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur (p>0.05)(Tablo 11 ve<br />

Şekil 13).<br />

Tedavi öncesi GAS Skoru<br />

4,5<br />

4<br />

3,5<br />

3<br />

2,5<br />

2<br />

1,5<br />

1<br />

0,5<br />

0<br />

erkek kadın erkek kadın erkek kadın<br />

Grup A Grup B Grup C<br />

Şekil 12: Gruplarda cinsiyetlere göre tedavi öncesi GAS skoru dağılımı<br />

Tedavi Sonrası GAS Skoru<br />

4,5<br />

4<br />

3,5<br />

3<br />

2,5<br />

2<br />

1,5<br />

1<br />

0,5<br />

0<br />

erkek kadın erkek kadın erkek kadın<br />

Grup A Grup B Grup C<br />

Şekil 13: Gruplarda cinsiyetlere göre maksimum etkili olduğu haftadaki GAS<br />

skoru dağılımı<br />

64


TARTIŞMA<br />

Perennial non-alerjik rinit (PNAR), tanısı atopi ve enfeksiyon gibi belirlenebilen<br />

nedenler ekarte edildikten sonra konulabilen bir hastalık grubudur (26,47) . Klinik olarak<br />

NARES, vazomotor rinit, rinitis medikamentoza, hormonal rinitler, mesleksel rinitler,<br />

gustatuar, ilaca bağlı rinitler ve tanımlanamayan diğer grupları içerir (14) .<br />

Mygind ve ark (48) , nedeni bilinmeyen kronik non-pürülan rinore için PNAR<br />

terimini kullanmışlardır. Bu tanımlamaya göre popülasyonun anlamlı çoğunluğu<br />

PNAR’dan yakınmaktadır. Mullarkey ve ark. (18) alerjik ve non-alerjik farkını<br />

araştırdıkları 142 hastanın %52’sinde non-alerjik rinit olduğunu, bunların %15’inin<br />

eosinofilili, %37’sinin ise eosinofilisiz rinit olduğunu tespit etmişlerdir. Rinit yakınması<br />

olan tüm hastaların yaklaşık %50’sinin non-alerjik olduğu başka araştırmalarla da<br />

doğrulanmıştır (49) . Böylece bu hastalığın sıklığı ve önemi daha da anlaşılmaktadır.<br />

PNAR’ın genel anlamda kabul gören bir sınıflaması olmamasına rağmen, en<br />

az iki alt gruba ayrılan heterojen bir hastalıktır. Bir alt grup, astım ve nazal polipozisle<br />

birlikte görülebilen NARES iken, diğer alt grup eosinofilinin görülmediği vazomotor<br />

rinit’tir (VMR). İki alt grubundaki patofizyolojik özellikler farklı olabilmelerine rağmen<br />

her ikisi de hiperreaktivite ile karakterizedir (48) .Spesifik hiperreaktiviteden<br />

bahsedilebilmesi için rinite neden olan uyaran (örneğin, ev tozu akarları veya polen<br />

gibi) bilinmelidir. Aksi takdirde non spesifik hiperreaktiviteden bahsedilir. Non-alerjik,<br />

non-enfeksiyöz rinit formları genellikle ‘intrinsik rinit’ olarak isimlendirilirler (17) .<br />

Burunda bulunan submukozal salgı bezleri nazal sekresyon miktarının ana<br />

kaynağıdırlar (50) . Nazal hipersekresyon, ya burun ve paranazal sinüslerdeki<br />

parasempatik sinir sistemi hiperfonksiyonuna veya parasempatik ve sempatik sinir<br />

sistemi arasındaki dengesizliğe bağlı oluşur (51-53) . Jaredeh ve ark. (49) yaptıkları<br />

çalışmada, otonom sinir sistemi ile ilgili problemin parasempatik sistem<br />

hiperfonksiyonundan ziyade, hipoaktif sempatik sistem veya her iki sistem arasındaki<br />

dengesizliğe bağlı olduğunu bulmuşlardır. Dolayısıyla sempatik sinir sisteminin nazal<br />

fonksiyon üzerindeki etkisi bilinenden fazla olabilir.<br />

Parasempatik lifler, nazal mukozayı inerve etmeden önce sfenopalatin<br />

ganglionda sinaps yaparlar. Sempatik lifler ise nazal damarlara dağılmadan sinaps<br />

yapmazlar.<br />

65


Bazal sempatik tonus, sürekli alfa ve beta reseptör uyarımı sağlarken, nazal kan<br />

damarlarında belirgin alfa reseptör hakimiyeti olması nedeniyle genellikle<br />

vazokonstriksiyon olur. Parasempatik etki ilaçlardan (estrojen içeren ilaçlar gibi),<br />

birtakım fizyolojik durumlardan (hamilelik, stres, hipotiroidi gibi), dış etkenlerden<br />

(sigara dumanı, endüstriyel kimyasallar, kuru, soğuk hava gibi) olumsuz etkilenir (10) .<br />

Semptomların oluşumunda iki mekanizma rol alır: birincisi; mukozal ödem ve<br />

burun içine plazma eksudasyonu; ikincisi, glanduler salgı mekanizmasıdır (54) .<br />

Smith (51) , yaptığı literatür taramasında, vazomotor rinitle ilgili yapılan bir çok<br />

çalışmanın vazomotor rinitin tedavisine yönelik olduğunu tespit etmiştir. Bu<br />

çalışmalardaki tanısal kriterlerin değişkenliğini ve çalışmaların genellikle kronik<br />

semptomları olan, alerji değerlendirilmesi negatif olan hastaları içerdiğini<br />

vurgulamıştır. Hastalığın patofizyolojisi ile ilgili çok az çalışma mevcuttur (55,56) .<br />

Ayrıca vazomotor rinitin kliniği de çok çeşitli olarak karşımıza çıkmaktadır (10) .<br />

Hastalar genellikle yılboyu süren sıvı veya koyu kıvamlı burun akıntısı nedeniyle<br />

oluşan nazal tıkanıklıktan şikayetçidir. Bir çok klinisyen bu şikayetleri alerjiye bağlar.<br />

Başağrısı ve hapşırık görülebilirken, kaşıntı belirgin bir semptom değildir.<br />

Semptomlar, sigara kokusu, parfüm, ısı değişiklikleri ve nem gibi non-spesifik<br />

irritanlar ile artabilir. Sadece semptomlara bakılarak perennial non-alerjik riniti ve<br />

alerjik riniti ayırmak mümkün değildir. Fiziksel bulgular da kronik rinitin değişik<br />

formlarını ayırmada yardımcı değildir. Konkalar konjeste, eritemli veya soluk olabilir,<br />

mukoza nemli veya kuru olabilir (51) . Semptomların ve fizik muayenenin tek başına<br />

tanı koymada yetersiz olduğu bu hastalık grubunda tanıyı destekleyecek objektif<br />

testlerin de bulunmaması nedeniyle VMR tanısı genellikle diğer nedenler elimine<br />

edilerek konulur (47) .<br />

Bu çalışmaya anamnez ve fizik muayene sonrası, non-enfeksiyöz ve nonalerjik<br />

riniti olduğu düşünülen hastalar alındı. Bu hasta grubuna enfeksiyon ve kronik<br />

rinosinüziti ekarte etmek amacıyla, literatürde benzer çalışmalarda (35,36,41) kullanılan<br />

direk sinüs grafisi (Water’s grafisi) veya paranazal BT tetkikleri, alerji ekartasyonu<br />

içinse formül lökosit, serum total Ig E düzeyleri, multipuncture deri prick testi<br />

uygulandı. Hastalar, uygulanabilecek objektif değerlendirme skalalarının<br />

bulunmaması nedeniyle subjektif bir değerlendirme metodu olan görsel anolog<br />

skalası ile değerlendirildi. NARES ve vazomotor rinitin benzer klinik semptomları<br />

olması ve semptomatik tedavi açısından bu iki alt grubun birbirinden ayrılmasının<br />

gerekli olmaması nedeniyle hastalara nazal sitoloji yapılmadı.<br />

66


Alerji yönünden yaygın kabul görmüş objektif in vivo testlerden tarama amaçlı<br />

kullanılanı prick testidir (günümüzde kullanım kolaylığı açısından multi-test) (57) . Hem<br />

uygulama kolaylığı ve hemen sonuç elde edilmesi hem de maddi açıdan diğer<br />

testlere üstünlüğü, deri prick testinin rutin tarama testi olarak kullanımını sağlamıştır.<br />

Choi ve ark. (58) yaptıkları çalışmada deri prick testi sensitivitesini %81 olarak<br />

bulmuşlar ve tarama testi olarak uygunluğunu doğrulamışlardır. Schwidt ve ark. (59) ise<br />

deri prick testi sensitivitesini %62, multi-test sensitivitesini ise %77 olarak<br />

saptamışlar, ayrıca multi test sonuçları negatif olan hastalara intradermal test<br />

uygulayarak klinik anlamlılığının düşük olduğunu tespit etmişler ve multi-testin tarama<br />

testi olarak tek başına kullanımının yeterli olduğunu belirtmişlerdir. Bu görüşler<br />

doğrultusunda hastaların alerji yönünden değerlendirilmesi deri prick testi ile yapıldı.<br />

PNAR hastalarının hapşırık, rinore ve nazal konjesyon gibi birçok semptomu<br />

olduğundan tedavi de baskın olan semptoma yönelik olmaktadır ve kesin bir tedavi<br />

yöntemi yoktur (60) . Nazal hiperreaktivitede teropötik yaklaşımlar rinitin nedenine ve<br />

patogenezine bağlı olarak değişir. Alerjenden uzaklaştırma, lokal ve sistemik<br />

dekonjestanlar, topikal steroidler, spesifik immünoterapi, rinocerrahi yaklaşımlar<br />

mevcuttur. Rinore açısından bu yaklaşımların çok azında tatmin edici yanıt<br />

alındığından yeni tedavi yöntemleri geliştirilmelidir (45) . Antihistaminikler, mast hücre<br />

stabilizatörleri gibi diğer tedavi seçeneklerinin ise PNAR tedavisinde alerjik rinite göre<br />

daha etkisiz bulunduğu bilinmektedir (26) . Trisiklik antidepresanlar, antikolinerjik ve<br />

sempatomimetik etkilerinden dolayı denenmişlerdir fakat uzun dönem sonuçları<br />

tatminkar bulunmamıştır. Günümüzde tedavinin temeli topikal ilaçlar üzerinedir (60) .<br />

Bu nedenle, çalışmamızda topikal olarak İB ve intranazal enjeksiyon şeklinde BTX-A<br />

kullanıldı.<br />

BTX-A’nın rinore üzerine etkili olabileceği fikri ilk kez Shaari ve ark.’nın (40)<br />

1995 yılında 4 köpek üzerinde yaptığı çalışma sonucunda ortaya atılmış, daha sonra<br />

Kim ve ark. (35) 1998 yılında, intrinsik rinit tanısı koydukları 43 hasta üzerinde çift-kör<br />

placebo kontrollü bir çalışmada BTX-A’yı denemişler ve rinoreyi efektif olarak<br />

azalttığını, nazal obstrüksiyon ve hapşırık üzerine etkisi olmadığını belirtmişlerdir.<br />

Rohrbach ve Laskawi (36) 2001 yılında vaka sunumu olarak yayınladıkları<br />

çalışmalarında tek bir hastaya BTX-A uygulamış, hem rinore, hem de nazal<br />

obstrüksiyon ve hapşırık üzerine etkili bulmuşlardır. Yine Rohrbach ve ark. (45) , 2001<br />

yılında 10 adet domuz üzerinde yaptıkları kontrollü başka bir çalışmada BTX-A’nın<br />

domuzlardaki nazal salgı bezlerinin apopitozisini indüklediğini tespit etmişlerdir. Daha<br />

67


sonra 2003 yılında Ünal ve ark. (41) alerjik rinitli 34 hasta üzerinde randomize, plasebo<br />

kontrollü çalışmalarında BTX-A kullanmışlar ve rinore, nazal obstrüksiyon, hapşırık<br />

ve kaşıntı üzerine etkili bulmuşlardır.<br />

Topikal ilaçlar arasında kolinerjik antagonist etkili olan İpratropium Bromide,<br />

rinorede akla ilk gelen seçenekler arasında olan diğer bir ilaçtır. % 0,03’lük formunda<br />

her bir doz 21 microgr. İpratropium Bromide içerir. İntranazal uygulamadan sonra<br />

aktif maddenin %10’u sistemik dolaşıma geçer (61) . Deckers (62) 1975 yılında ve daha<br />

sonra Rominger (63) 1979 yılında yaptıkları çalısmalarında ilacın farmakokinetiğini<br />

açıklamışlar, Borum ve ark. (64) ile yine Mygind ve Borum (65) İB’nin klinik etkinliği<br />

üzerine yaptıkları araştırmalarında, çalışmaya katılan 14 hastanın subjektif semptom<br />

skorlarında rinorenin anlamlı oranda azaldığını göstermişlerdir. Grossman ve ark.’nın<br />

1 yıl süreyle tedavi uyguladıkları 285 hastada %0,03 İB nazal spreyin, PNAR ile<br />

birlikte görülen rinorede etkili ve güvenli olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada ilk 6 ay<br />

boyunca %0,03 İB nazal sprey 3x2 pozolojide kullanılmış, 6’ıncı aydan sonra<br />

klinisyenin tercihine göre rinoreyi kontrol altına alabilecek en düşük doz ile devam<br />

edilmiştir. Hastaların çoğunda(>%80) orijinal doz yani 3x2 pozoloji ile devam<br />

edilmiştir. Sonuç olarak ilacın iyi tolere edildiği ve devam tedavisi olarak<br />

kullanılabileceği belirtilmiştir (26) . Kim ve ark.’nın (66) yaptıkları çok merkezli bir başka<br />

çalışmada 2-5 yaş arası nezle ve alerjiye bağlı riniti olan 230 çocuğa 4 gün boyunca<br />

3x1 pozolojide %0,06 İB nazal sprey uygulanmış ve ilacın iyi tolere edildiği, ciddi<br />

sistemik antikolinerjik yan etkiye yol açmadığı gözlenmiştir. Diamond ve ark.’nın (67)<br />

955 nezle hastası üzerinde yaptıkları kontrollü, çift-kör çalışmada da İB’nin topikal<br />

kullanımının glandüler sekresyonu azalttığı gösterilmiştir.<br />

Kim ve ark. (35) BTX-A kullandıkları 43 hastada toksinin rinoreyi etkin bir şekilde<br />

azalttığını fakat nazal obstrüksiyonu ve hapşırığı etkilemediğini göstermişlerdir ve<br />

bunun nedeninin otonom sinir sisteminin inervasyon paterni ile açıklanabileceğini<br />

düşünmüşlerdir. Vaskuler muskarinik reseptör atropin rezistan olduğu için<br />

antikolinerjik ilaçların teropötik potansiyelinin, hipersekresyonu tedavi etmeye yönelik<br />

olduğunu (66) , bu yüzden kolinerjik blokajın nazal obstrüksiyonu veya hapşırığı<br />

iyileştirmekten ziyade sekresyonu azalttığını belirtmişlerdir. Rohrbach ve Laskawi (36)<br />

BTX-A uyguladıkları tek bir hastada hem rinorede hem de nazal obstrüksiyonda<br />

anlamlı azalma tespit etmişler ve bunun, daha önce yapmış oldukları çalışmalarına<br />

dayanarak (45) salgı bezlerindeki hacim azalmasına sekonder olarak gelişebileceğini<br />

düşünmüşlerdir. Ünal ve ark. (41) ise BTX-A’nın rinore, hapşırık, nazal obstrüksiyon ve<br />

68


hatta kaşıntıyı (etkisi 2 hafta süreli olsa da) anlamlı olarak azalttığını tespit etmişlerdir<br />

ancak bu çalışmayı diğer çalışmalardaki gibi non-alerjik persistan rinitli hastalarda<br />

değil alerjik rinitli hastalarda yapmışlardır. Hastalarının primer şikayeti nazal<br />

hipersekresyondan ziyade hapşırık veya kaşıntı olabilir.<br />

Benzer şekilde İB de antikolinerjik olduğundan yapılan çalışmalarda İB’nin kısa<br />

dönem kullanımda nazal obstrüksiyon ve/veya hapşırığı etkilemediği<br />

görülmüş (46,65,68,69) , 1 yıl süreyle uzun dönem kullanımda ise nazal obstrüksiyon ve<br />

hapşırık üzerine ~ %70 etkili bulunmuştur (70) . Bu etkinin sekresyonların azalmasına<br />

bağlı olarak geliştiği düşünülebilir.<br />

Literatürde BTX-A ve İB’nin çeşitli çalışmalarda nazal hipersekresyon üzerine<br />

etkinliği kanıtlanmış olmasına rağmen her iki ilacın etkisini karşılaştıran kontrollü<br />

çalışma bulunmamaktadır. Biz bu çalışmada, PNAR tanısı konulan fakat subjektif<br />

veya objektif nasal obstrüksiyonu bulunmayan, en rahatsızlık verici semptomu rinore<br />

olan hastalarda İB nazal sprey ile intranazal BTX-A’nın nazal hipersekresyon üzerine<br />

etkilerini plasebo kontrol grubu ile karşılaştırmayı amaçladık. BTX-A’nın toksik<br />

dozunun 2500-3000 ünite olduğu bilinmesine rağmen (71) , nazal kavitede kullanımı ile<br />

ilgili kullanım şekli ve dozu ile ilgili kesin bir fikir birliği henüz oluşmadığı için<br />

çalışmaya başlamadan önce uygulayacağımız BTX-A miktarına ve uygulanım<br />

metoduna karar vermemiz gerekiyordu. Yapılan çalışmalara baktığımızda Kim ve<br />

ark. (35) her bir burun deliğine 4 ünite yani toplam 8 ünite ile, her bir burun deliğine 6<br />

ünite yani 12 üniteyi karşılaştırmışlar ve iki doz arasında etki bakımından anlamlı fark<br />

görmedikleri için çalışmalarında 8 ünite kullanmışlardır. Yirmi ünite/ml (0.1ml’de 2<br />

ünite) olacak şekilde sulandırarak alt konkanın orta kısmına 2 ünite, orta konkanın ön<br />

kısmına 2 ünite olacak şekilde 0 º endoskop altında enjekte etmişlerdir. Shaari ve<br />

ark. (40) , gazlı beze 50 ünite BTX-A emdirilmiş şekilde köpeklerin nazal kavitesine<br />

uygularken, Rohrbach ve Laskawi (36) , her bir nazal kaviteye 20 ünite olacak şekilde<br />

BTX-A emdirilmiş gazlı bez kullanmışlardır. Ünal ve ark. (41) ise bir grup hastalarına<br />

her bir nazal kavitesine 20 ünite olacak şekilde toplam 40 ünite, diğer bir grup<br />

hastalarına ise her bir nazal kaviteye 30 ünite olacak şekilde toplam 60 ünite enjekte<br />

etmişler, iki grup arasında semptomların düzelmesi bakımından anlamlı fark<br />

bulmamışlardır. Biz de çalışmamızda BTX-A’yı 25 ünite/ml (0.1ml’de 2.5 ünite)<br />

olacak sekilde serum fizyolojik ile dilue ederek, alt konkanın orta kısmına 2.5 ünite,<br />

orta konkanın ön kısmına 2.5 ünite olarak, her bir nazal kaviteye 5 ünite (toplam 10<br />

ünite) olacak şekilde 0º derece endoskop altında enjekte ederek kullandık.<br />

69


Enjeksiyon yöntemini seçmemizin nedeni, bu şekilde uygulanan ilaç miktarına daha<br />

fazla hakim olunması ve hastayı bekletmenin gerekmemesiydi. İB’yi ise genel olarak<br />

kabul gördüğü kullanım şeklinde 3x2 pozolojide kullandık (26,27,61) .<br />

Çalışmamızın sonucunda hem BTX-A’nın, hem de İB’nin maksimum etkilerini<br />

2’inci haftada gösterdiğini saptadık. Fakat İB daha etkili bulundu( %41.2’ye %61.4).<br />

Her iki ilaç da 8 hafta boyunca etkisini gösterdi fakat 4’üncü haftaya kadar etki<br />

neredeyse sabitken 8’inci haftada iki ilaçta da etkide belirgin azalma görülmesine<br />

rağmen yine de tedavi öncesiyle kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı fark<br />

bulundu. Onikinci haftaya gelindiğinde iki ilacın da artık etki göstermediği görüldü.<br />

Her iki ilacın da placebo ile karşılaştırıldıklarında takip dönemi boyunca 8’inci haftaya<br />

kadar placebodan istatistiksel olarak anlamlı derecede etkili olduğu görüldü.<br />

Kim ve ark. (35) BTX-A’nın maksimum etkisinin 1’inci haftada %41.5 olduğunu<br />

tespit etmişler ve takip dönemi boyunca ilacın etkisinin giderek azaldığını ve 4 hafta<br />

sürdüğünü belirtmişlerdir. Etkinin kısa sürmesinin nedenini, nazal kavitede fazla<br />

miktarda bulunan damarsal ağ nedeniyle toksinin çabuk dağılmasına bağlamışlardır.<br />

Shaari ve ark (40) BTX-A’nın köpeklerdeki rinoreyi ortalama %41 azalttığını<br />

göstermişlerdir. Rohrbach ve Laskawi (36) maksimum etkiyi 4’üncü haftada tespit<br />

etmişler fakat daha ileri haftalardaki etkisine bakmamışlardır. Ünal ve ark. (41) etkinin<br />

(~%50) takip döneminde 1’inci haftada başladığını ve 8’inci haftaya kadar aynı<br />

seviyelerde devam ettiğini göstermişlerdir. Etkinin uzun sürmesinin nedenini<br />

kullandıkları yüksek doza bağlamışlardır(8 üniteye karşılık 40 veya 60 ünite).<br />

Sekizinci haftadan sonraki veriler yok ise de Rohrbach ve ark.’nın (45) yaptıkları<br />

çalışmada domuzlarda nazal salgı bezlerindeki dejenerasyonun iyileşmesinin 12<br />

hafta sürdüğüne dikkat çekerek, BTX-A’nın 12’inci haftaya kadar etkili olabileceğini<br />

öne sürmüşlerdir.<br />

Bizim çalışmamızda BTX-A’nın etkisi, 4’üncü haftadan sonra belirgin<br />

azalmakla birlikte 8 hafta sürmüştür. Bu sonuçlar Ünal ve ark.’nın (41) sonuçlarıyla<br />

uyumludur. Ünal ve ark. (41) , BTX-A’nın etkisinin uzun sürmesinin kullandıkları yüksek<br />

dozaja bağlı olduğunu düşünmüşlerse de çalışmamızda 10 ünite olarak kullandığımız<br />

dozajla aynı etki süresini tespit ettiğimizden, bu sürenin dozajdan bağımsız olduğunu<br />

düşünmekteyiz. Rohrbach ve ark.’nın (45) domuzlar üzerinde yaptıkları çalışmada<br />

nazal salgı bezlerindeki dejenerasyonun iyileşme süreci 12 hafta olarak tespit<br />

edilmesine rağmen çalışmamızda 12’inci haftada etkinin devam etmediğini<br />

saptadığımızdan ayrıca bugüne kadar yapılan çalışmalarda da etkinin maksimum 8<br />

70


hafta devam ettiği görüldüğünden, insanlarda nazal salgı bezlerindeki<br />

dejenerasyonun iyileşme sürecinin domuzlardakinden daha kısa olabileceğini<br />

düşünmekteyiz. Bunu doğrulamak için insanlar üzerinde yapılacak histopatolojik<br />

araştırmalara ihtiyaç vardır.<br />

Çalışmamızda BTX-A grubunda rinore ve/veya postnazal akıntı skorlarında<br />

takip süresince 4’üncü haftaya kadar ortalama olarak %38 azalma görüldü. Bu<br />

sonuçlar literatür ile uyumlu bulundu (35,40,41) .<br />

BTX-A grubunda 3 hasta yemek yerken görülen gustatuar rinore şikayeti ile<br />

başvurmuştu bu hastaların takibinde 12 hafta boyunca GAS skorlarında azalma<br />

olmadı. Oysa İB’nin gustatuar rinore üzerindeki etkinliği gösterilmiştir (68) . Benzer<br />

şekilde topikal atropinin de gustatuar rinitte profilaktik kullanınımının, muskarinik<br />

reseptörleri inhibe ederek etkin bir sekilde rinoreyi azalttığı görülmüştür (72) . Bizim<br />

intranazal İB uygulanan grubumuzda gustatuar rinore tarifleyen hasta olmadığı için<br />

karşılaştırma yapamadık.<br />

Literatürde BTX-A’nın gustatuar rinore üzerinde etkinliği ile ilgili yapılan bir<br />

çalışma bulunamadı. Herhangi bir karara varmak için daha fazla gustatuar rinitli<br />

hastada denenmiş olması gerekse de BTX-A’nın etkili olmamasının nedeni sadece<br />

asetilkolin salınımını inhibe etmesine, muskarinik reseptörleri etkilememesine, VIP<br />

(Vazoaktif İntestinal Peptid), nazal mukozada C liflerinde bulunan P maddesi, NO<br />

(Nitrik Oksit), CGRP (Calcitonin Gene Related Peptide) ve diğer nörotransmiterler<br />

üzerine etkisiz olmasına bağlı olabilir.<br />

Bronsky ve ark’nın (27) 224 PNAR’lı hasta üzerinde yaptıkları plasebo kontrollü<br />

çalışmalarında % 0.03’lük İpratropium Bromide nazal spreyi 3 x 2 pozolojide 8 hafta<br />

boyunca uyguladıklarında etkinin 1’inci haftada başlayarak 2’inci haftada etkinin daha<br />

da arttığını ve ilacı kullanmaya devam ettikleri 8 hafta boyunca etkinin sabit bir<br />

sekilde devam ettiğini göstermişlerdir. Bu sonuçlar bizim çalışmamızdaki sonuçlarla<br />

uyumludur. Aynı çalışmada tedavi öncesine göre GAS skorlarında ortalama %30<br />

oranınında azalma tespit etmekle beraber hasta ve hekimlerin %60-70’i tarafından<br />

rinore üzerindeki etkisi ‘mükemmel’ veya ‘iyi’ olarak belirtilmiştir. Druce HM ve<br />

ark.’nın (69) PNAR’a bağlı nazal hipersekresyonu olan 152 hastada yaptıkları diğer bir<br />

plasebo kontrollü çalışmada 4 hafta takip süresi boyunca, iki ayrı gruba her bir burun<br />

deliğine 21 microgram ve 42 microgram günde iki kez olarak İB uygulamışlar ve<br />

dozajdan bağımsız olarak iki grupta da GAS skorlarında ~%30 azalma tespit<br />

etmişlerdir.<br />

71


Bizim çalışmamızda ise ilacın kullanıldığı 4 hafta boyunca GAS skorlarında<br />

ortalama %57 azalma görüldü. Bu sonuçlara bakıldığında, diğer çalışmalara göre İB<br />

daha etkili bulundu. Bunun nedeni bizim çalışmamızda tedavi öncesi ortalama GAS<br />

skorları orta-şiddetli rinore(4.38) iken diğer çalışmalarda tedavi öncesi ortalama GAS<br />

skorlarının hafif-orta ( 2.76, 2.87) (27,69) olmasına bağlı olabilir. Şiddetli rinore şikayeti<br />

olan hastalar tedaviden aldıkları yanıtı daha etkili bulmuş olabilirler. GAS subjektif bir<br />

kriter olduğu için, objektif değerlendirme kriterleri ile sonuçlar daha farklı bulunabilirdi.<br />

Çalışmamızda İB sprey kullanımı 4’üncü haftada sona erse de 8’inci haftada<br />

da etkisinin belirgin olarak azalmakla birlikte devam ettiği görüldü. Bu etkinin Mygind<br />

ve Borum’un (73) belirttiği şekilde İB tedavisi sonrası nazal salgı bezi sayısındaki veya<br />

aktivitesindeki azalmaya bağlı olabileceği düşünüldü. Her ne kadar Mygind ve<br />

Borum (73) bu etkiyi 6-12 ay İB kullanımı sonucu göstermişlerse de kısa dönem<br />

kullanımda da tedavi sonrası benzer nazal değişikliklerin olabileceği düşünülebilir.<br />

Çalışmalarında BTX-A kullanan Kim ve ark. (35) ile Ünal ve ark. (41) hastalarında<br />

lokal veya sistemik yan etki görülmediğini bildirirken, Rohrbach ve Laskawi (36) , vaka<br />

sunumu yaptıkları tek hastada nazal kuruluk şikayeti olduğunu belirttiler.<br />

Çalışmalarında İB kullanan Grossman ve ark. (26) ise 285 hastalarının 1 yıllık takip<br />

süresinde, %10 oranında nazal kuruluk, %4 oranında epistaksis tespit etmişlerdir..<br />

Bronsky ve ark. (27) 224 hastaya 8 hafta boyunca İB nazal sprey uyguladıkları geniş<br />

serilerinde %9.4 epistaksis, %5 oranında nazal kuruluk bildirmişlerdir. Hastalarının<br />

hiçbirinde rebound rinit veya sistemik yan etki görülmemiştir. Sağlıklı gönüllüler<br />

üzerinde yapılan bir diğer çalışmada uygulanan 80 microgram tek doz İB nazal sprey<br />

sonrası placebo ile karşılaştırıldığında mukosilier klirensi engellemediği tespit<br />

edilmiştir (74) .Knight ve ark. (46) yaptıkları çalışmada ise 26 hastanın 18’inde boğazda<br />

kuruluk hissi ve ağrı, burunda yanma gibi yan etkiler görülmesine rağmen rebound<br />

fenomeni tespit etmemişlerdir.<br />

Çalışmamızda BTX-A kullanılan bir hasta burunda yanma hissi tarifledi. Bu<br />

etki uygulama sonrası 2 hafta sürdü. İB sprey kullanılan bir hastada nazal kuruluk<br />

şikayeti oldu ve 4 hafta sürdü. Anterior rinoskopik değerlendirme her iki hastada da<br />

doğal bulundu. Hastalarımızın hiç birinde epistaksis, atrofik rinit, rebound rinit veya<br />

sistemik yan etki görülmedi.<br />

Çalışmamızın sonucunda İB’nin, rinoreyi %12.2’den %61.4’e kadar değişen<br />

oranlarda, BTX-A’nın ise %17.2’den % 41.2’ye kadar değişen oranlarda azalttığı<br />

görülmüştür. İB ile karşılaştırıldığında BTX-A da anlamlı ölçüde etkin bulunmuştur.<br />

72


Bu etkinin her iki ilaç grubunda 8 hafta boyunca devam ettiği istatistiksel olarak<br />

gösterilmiştir.<br />

BTX-A ve İpratropium Bromide’nin rinore üzerindeki etkisinin sınırlı olması,<br />

Rohrbach ve ark.’nın (41) belirttiği şekilde nazal sekretuar mekanizmada asetilkolin<br />

dışında diğer nörotransmiterlerin de rol oynamasına bağlı olabilir. Parasempatik<br />

sistemin yalnızca vidian sinirden değil, silier ganglion yoluyla anterior etmoid sinirden<br />

de uyarı alması (31) da BTX-A’nın etkisinin sınırlı olmasına neden olabilir.<br />

İpratropium bromide uzun dönem kullanımda etkinliğini ve güvenliğini<br />

kanıtlamış bir ilaç olmasına rağmen (26,70) , BTX-A ‘nın rinore tedavisinde uzun dönem<br />

kullanımı ile ilgili literatür bilgisi bulunmamaktadır, fakat düşük dozda tek bir<br />

uygulama ile en az 4 hafta boyunca başarılı sonuçlar verdiği görülmektedir (35,36,41) .<br />

Uzun süreli tekrarlayan enjeksiyonlar sonrası Borodic ve ark.’nın (75) belirttiği şekilde<br />

sensitizasyon gelişip gelişmeyeceği de ancak yapılacak çalışmalar sonrasında<br />

anlaşılabilecektir. Etkinin kısa sürmesini Kim ve ark (35) , nazal kavitedeki yoğun<br />

damarsal ağın toksinin emilimini ve dağılımını hızlandırmasına bağlamışlardır. Diğer<br />

bir taraftan uygulanan enjeksiyonun sfenopalatin gangliona kadar ulaştığı da<br />

şüphelidir. Kim ve ark. (35) , Bushara ve Park’ın yaptıkları çalışmalarında (76) el sırtında<br />

tek noktaya yapılan enjeksiyonun 5-6 cm’lik çapta etki ettiği gerçeğine dayanarak<br />

enjeksiyonun sfenopalatin gangliona ulaşmasının muhtemel olduğunu ileri<br />

sürmüşlerse de el sırtı ve nazal kavite fizyolojisinin farkı da unutulmamalıdır. Benzer<br />

şekilde İB’nin intranazal sprey formunda kullanılması sonucu ilacın burun içi<br />

dağılımının ne düzeyde olduğu bilinmemektedir.<br />

BTX-A dışında diğer botulinum toksin çeşitleri de henüz rinorede<br />

denenmemiştir. Özellikle BTX-D’nin otonomik nöro-glandüler bileşkede daha etkili<br />

olduğu bilinmekle beraber (40) nazal kavitede kullanımı ile ilgili çalışmalar yapılması<br />

gerekmektedir.<br />

Ruffoli ve ark’nın (52) 2000 yılında yaptıkları bir çalışmada vazomotor rinitli<br />

hastaların kavernöz sinüslerinin düz kas hücrelerinde yüksek miktarda NOS (Nitric<br />

oxide synthase) bulunmuştur ve bu hastalık grubundaki semptomlardan sorumlu<br />

tutulmuştur. Giannessi ve ark.’nın da belirttiği üzere (77) iNOS-selektif (inducible nitric<br />

oxide synthase) inhibitörlerin topikal kullanımı yararlı olabilir. Son zamanlardaki<br />

çalışmalarda gastroözofajial reflünün de vazomotor rinit etiyolojisindeki önemi<br />

üzerinde durulmakta, tedavide proton pompası inhibitörleri de denenmektedir (78) .<br />

73


Non-alerjik rinitlerin patofizyolojisini tam olarak anlamamızı sağlayan<br />

çalışmalara ve tedavi etkinliğini objektif değerlendirme metodlarına gereksinim olsa<br />

da, elimizde olan veriler ışığında hem BTX-A hem de İB, rinore ve/veya postnazal<br />

akıntı üzerinde etkili ve güvenli tedavi seçenekleridir.<br />

74


ÖZET<br />

Non-alerjik, non-enfeksiyöz rinit toplumda sık karşılaşılan fakat etiopatogenezi<br />

tam olarak anlaşılamamış bir hastalık grubudur. Bu hastalık grubunda hastaları en<br />

çok rahatsız eden semptomlardan biri de nazal hipersekresyondur.<br />

Birçok ilaç grubu çeşitli çalışmalarda denenmiştir ve günümüzde tedavinin<br />

temelini topikal ilaçlar oluşturmaktadır. Topikal kullanımda glandüler sekresyonu<br />

azalttığı bilinen Botulinum toksin tip A ve İpratropium bromide, antikolinerjik etkiye<br />

sahip ilaç gruplarıdır. Çalışmamız bu iki ilaç grubunun nazal hipersekresyon<br />

üzerindeki etkisini karşılaştırmak amacıyla yapılmıştır.<br />

Çalışmamıza Kasım 2003- Ağustos 2005 tarihleri arasında kliniğimize<br />

başvuran ve primer şikayeti nazal hipersekresyon olan hastalar alındı ve klinik<br />

muayene ve dikkatli anamnez sonrasında hastaların tümüne tanı amaçlı formül<br />

lökosit, serum total Ig E, radyolojik değerlendirme ve deri prick testi uygulandı. Sonuç<br />

olarak non-alerjik, non- enfeksiyöz rinit tanısı alan 38 hasta çalışmaya dahil edilerek<br />

3 ayrı gruba ayrıldı. İlk gruba her bir nazal kaviteye 5, toplam 10 ünite Botulinum<br />

toksin tip A enjekte edildi, ikinci gruba 4 hafta süreyle İpratropium bromide nazal<br />

sprey 3x2 pozolojide verildi, üçüncü gruba plasebo olarak intranazal serum fizyolojik<br />

enjekte edildi.<br />

Hastalar tedavi öncesi ve takip dönemi boyunca 1’inci, 2’inci, 4’üncü, 8’inci ve<br />

12’inci haftalarda nazal hipersekresyon açısından, subjektif bir değerlendirme olan<br />

görsel anolog skalası ile değerlendirildi ayrıca anterior rinoskopik muayeneleri<br />

yapıldı.<br />

Sonuç olarak, 8 hafta boyunca hem botulinum toksin tip A, hem de İpratropium<br />

bromide’nin kontrol grubuna kıyasla nazal hipersekresyonu etkin bir şekilde azalttığı<br />

görüldü. Maksimum etkili olduğu haftada Botulinum toksin tip A rinore ve/veya<br />

postnazal akıntıyı %41.2 oranında azaltırken, İpratropium bromide için bu oran<br />

%61.4 olarak tespit edildi. Plasebo grubunda takip dönemi boyunca GAS skorlarında<br />

anlamlı farklılık oluşmadı. Hastalarımızda her iki ilaç grubu da iyi tolere edildi ve ciddi<br />

yan etki veya sistemik etki görülmedi. İpratropium Bromide, nazal sekresyonu daha<br />

etkin olarak azaltmakla birlikte düşük doz Botulinum Toksin Tip A da nazal<br />

sekresyonu azaltarak İpratropium bromide kıyasla anlamlı ölçüde etkin ve güvenli<br />

bulundu.<br />

75


SONUÇ<br />

1- Nazal hipersekresyonun semptomatik tedavisinde hem Botulinum Toksin A,<br />

hem de İpratropium Bromide güvenilir ve etkili ilaçlardır.<br />

2- Botulinum Toksin Tip A enjeksiyonundan sonra etki 1’inci haftadan itibaren<br />

tespit edildi, 2’inci haftada maksimum etki(rinore ve/veya postnazal akıntıyı<br />

%41.2 oranında azalttığı gözlendi) görüldü ve 8 hafta boyunca bu etkinin<br />

azalarak devam ettiği tespit edildi. Onikinci haftada ise tekrar tedavi öncesi<br />

GAS skalası elde edildi.<br />

3- İpratropium Bromide’nin sprey formu 4 hafta süreli kullanılırken etkinin yine<br />

1’inci haftadan itibaren başladığı, 2’inci haftada maksimum etki(rinore ve/veya<br />

postnazal akıntıyı %61.4 oranında azalttığı gözlendi) görüldü ve yine 8 hafta<br />

boyunca bu etkinin azalarak devam ettiği tespit edildi. Onikinci haftada ise<br />

tekrar tedavi öncesi GAS skalası elde edildi.<br />

4- Plasebo grubunda takip dönemi boyunca GAS skorlarında anlamlı farklılık<br />

oluşmadı.<br />

5- Her iki ilaç grubu da iyi tolere edildi, ciddi sistemik etki veye yan etki<br />

gözlenmedi.<br />

6- Botulinum Toksin Tip A grubunda 3 hastanın şikayetlerinin gustatuar rinore<br />

olduğu düşünülmüştü, bu hastaların hiçbiri Botulinum Toksin Tip A<br />

enjeksiyonundan fayda görmedi.<br />

7- İpratropium Bromide, nazal sekresyonu daha etkin olarak azaltmakla birlikte<br />

düşük doz Botulinum toksin tip A da nazal sekresyonu azaltarak İpratropium<br />

bromide kıyasla anlamlı ölçüde etkin ve güvenli bulundu.<br />

76


KAYNAKLAR<br />

1- Özcan M. Burun Anatomisi ve Fizyolojisi. Koç C, editör. Kulak Burun Boğaz<br />

Hastalıkları ve Baş-Boyun Cerrahisi. Güneş Kitapevi. Ankara. 2004; 455-461.<br />

2- Kridel RW, Kelly PE, MacGregor AR. The Nasal Septum. In: Cummings CW,<br />

Flint P et al. Otolaryngology-Head and Neck Surgery. Vol 2. Elsevier Mosby.<br />

Pennsylvania, 2005;1001-1027<br />

3- Ömür M, Dadaş B. Klinik Baş ve Boyun Anotomisi. Ulusal Tıp Kitapevi.<br />

İstanbul. Cilt 1. 1996; 42- 57.<br />

4- Janfaza P, Nadol JB, Gala RJ, Fabian R, Montgomery WW. Cansız H, Yüksel<br />

S. Türkçe çeviri ed. Baş ve Boyunun Cerrahi Anatomisi. Nobel Tıp Kitapevi.<br />

İstanbul. 2002;259- 318.<br />

5- Warwick R, WilliamsPL. Gray’s Anatomy. Edinburgh, London. 1989;1180.<br />

6- Cole P. The Four components of the nasal valve. Am J Rhinol 2003;17(2):<br />

107-10.<br />

7- Drake- Lee AB. Physiology of the Nose and Paranasal Sinuses. In: Wright D<br />

(ed). Scott- Browns Otolaryngology Basic Sciences. London. Butterworth and<br />

co. Ltd. 1987;162.<br />

8- Önerci M, Ünal ÖF. Konka Hastalıkları ve Cerrahisi. Ankara. 2001;9-24.<br />

9- Sun SS, Hsieh JF, Tsai SC, Ho YJ, Kao CH. Evaluation of nasal mucociliary<br />

clearance function in allergic rhinitis patients with technetium 99m- labeled<br />

macroaggregated albumin rhinoscintigraphy. Ann Otol Rhinol Laryngol 2002;<br />

111(1);77- 9.<br />

10- Kimmelman CP, Ali GHA. Vasomotor rhinitis. Otolaryngol Clin North Am.<br />

1986;19:65- 71.<br />

11- Önerci M. Rinitler. Kutsan Ofset. Ankara. 1999;31- 150.<br />

12- Rowe- Jones JM. The link between the nose and lung, perennial rhinitis and<br />

asthma- is it the same disease?. Allergy 1997;52 (suppl,36):20-8.<br />

13- Önerci M. Astma, alerjik rinit ve sinüzit. Endoskopik Sinüs Cerrahisi. Kutsan<br />

Ofset. Ankara. 1986.<br />

77


14- Dykewicz MS, Fineman S, Skoner DP, et al. Diagnosis and Management of<br />

Rhinitis: Complete Guidelines of the Joint Task Force on the parameters in<br />

allergy, asthma and immunulogy. Ann Allergy Asthma Immunol 1998;81:478-<br />

518.<br />

15- Uzun H. Rinit. Çelik O, editör. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş Boyun<br />

Cerrahisi. Turgut Yayıncılık. İstanbul. 2002;377- 410.<br />

16- Bachert C, van Cauwenberge P: The WHO ARIA (allergic rhinitis and its<br />

impact on asthma) initiative. Chem Immunol Allergy 2003;82:119-126.<br />

17- The İnternational Rhinitis Management Working Group Anonimous.<br />

İnternational Consensus Report on the Diagnosis and Management of<br />

Rhinitis. Allergy 1994;49(suppl, 14):1- 34.<br />

18- Mullarkey FM, Hill JS, Webb R. Allergic and nonallergic rhinitis: Their<br />

characterization with attention to the meaning of nasal eosinophilia. J Allergy<br />

Clin Immunol 1980;65(2):122-6.<br />

19- Jacobs RL, Freedman PM, Boswell RN. Nonallergic rhinitis with eosinophilia<br />

(NARES Syndrome). J Allergy Clin Immunol 1981;61:253-62.<br />

20- Jones AS. Intrinsic rhinitis. In: Scott- Brown’s Otolaryngology. Vol 4. Bath,<br />

Butterworth- Heinemann 1997.<br />

21- Fairbanks DNF, Kaliner M. Nonallergic rhinitis and infection. In: Cummings<br />

CW, Fredrickson JM, et al. Otolaryngology- Head and Neck Surgery. Mosby<br />

Year Book. St Louis, 1998;910- 920.<br />

22- Blom HM, Severijinen LAWFM, van Rijswijk JB, et al. The Long- term effects<br />

of capsaisin spray on the nasal mucosa. Clin Exp Allergy 1998;28:1351- 1358.<br />

23- Williams PV. Treatment of rhinitis: corticosteroids and cromolyn sodium.<br />

Immunol Allergy Clin North Am 2000;20:369-81.<br />

24- Banov C, Lieberman P. Efficacy of Azelastine nasal spray in the treatment of<br />

vasomotor (perennial nonallergic) rhinitis. Ann Allergy Asthma Immunol 2001;<br />

86:28- 35.<br />

25- Settipane RA, Lieberman P. Update on nonallergic rhinitis. Ann Allergy<br />

Asthma Immunol 2001;86:494- 507.<br />

26- Grossman J, Banov C, Boggs P, et al. Use of Ipratropium bromide nasal<br />

spray in chronic treatment of nonallergic perennial rhinitis, alone and in<br />

combination with other perennial rhinitis medications. J Allergy Clin mmunol<br />

1995;95:1123-27.<br />

78


27- Bronsky EA, Druce H, Findlay SR et al. A Clinical trial of ipratropium bromide<br />

nasal spray in patients with perennial nonalergic rhinitis. J Allergy Clin<br />

Immunol 1995;95:1117-1122.<br />

28- Özturan O, Miman MC. Nonallergic Rinitler. Koç C, editör. Kulak Burun Boğaz<br />

Hastalıkları ve Baş-Boyun Cerrahisi. Güneş Kitapevi. Ankara. 2004; 495- 513.<br />

29- Fernandes CM. Bilateral transnasal vidian neurectomy in the management of<br />

chronic rhinitis. J Laryngol Otol 1994;108:569-573.<br />

30- Shazly MA. Endoscopic surgery of the vidian nerve. Ann Otol Rhinol Laryngol<br />

1991;100:536-539.<br />

31- Savard P, Stoney PJ, Hawke M. An Anotomical study of vidian neurectomy<br />

using an endoscopic tecnique: a potential new application. J Otolaryngol 1993;<br />

22: 125-29.<br />

32- Lieberman P. Treatment update: nonallergic rhinitis 2001;22199- 202.<br />

33- Van Cauwenberge PB. Therapeutic measures in allergic rhinopathy cases<br />

resistant to conventional treatment. Allergol Immunopathol 1979;7:13-18.<br />

34- Sapci T, Sahin B, Karavus A, Akbulut UG. Comparison of the effects of<br />

radiofrequency tissue ablation, CO2 laser ablation, and partial turbinectomy<br />

applications on nasal mucociliary functions. Laryngoscope 2003;113(3):514-<br />

19.<br />

35- Kim KS, Kim SS, Yoon JH, et al. The effect of botulinum toxin type A injection<br />

for intrinsic rhinitis. J laryngol Otol 1998;112:248-51.<br />

36- Rohrbach S, Laskawi R. Minimally invasive application of botulinum toxin type<br />

A in nasal hypersecretion. ORL J Otorhinolaryngol Relat Spec 2001;63:382-<br />

84.<br />

37- Moore P, Naumann M. Handbook of Botulinum Toxin Treatment. 2nd ed.<br />

Blackwell Science Ltd.USA 2003; 3-76, 343-59.<br />

38- Gartlan MG, Hoffman HT. Crystalline preperation of botulinum toxin type<br />

A(Botox): Degradation in potency with storage. Otolaryngol Head Neck Surg<br />

1993;108:135-40.<br />

39- Rohrbach S, Laskawi R. Botulinum- Toxin inder Hals- Nasen-Ohrenheilkunde.<br />

Laryngo-Rhino-Otol 2003;82:202-18.<br />

40- Shaari CM, Sanders I, Wu BL, Biler HF. Rhinorrhea is decreased in dogs<br />

after nasal application of botulinum toxin. Otolaryngol Head Neck Surg 1995;<br />

112(4):566-71.<br />

79


41- Ünal M, Sevim S, Doğu O, et al. Effect of Botulinum Toxin Type A on Nasal<br />

Symptoms in Patients with Allergic Rhinitis: A Double- Blind, Placebocontrolled<br />

Clinical Trial. Acta Otolaryngol 2003;123:1060-63.<br />

42- Shaari CM, Sanders I. Quantifying how location and dose of botulinum toxin<br />

injections affect muscle paralysis. Muscle Nerve 1993;16:964-69.<br />

43- Sloop R, Cole D,Patel M. Muscle paralysis produced by botulinum toxin type<br />

A injection in treated torticollis patients compared with toxin naive individuals.<br />

Mov Disord 2001;16:100-5.<br />

44- Van Laborde, Dover JS, Moore M, et al. Reduction in injection pain with<br />

botulinum toxin type B further diluted using saline with preservative: a doubleblind<br />

randomized controlled trial. J Am Acad Dermatol 2003;48:875-77.<br />

45- Rohrbach S, Olthoff A, Laskawi R, Giefer B, Gotz W. Botulinum toxin type A<br />

induces apoptosis in nasal glands of guinea pigs. Ann Otol Rhinol Laryngol<br />

2001;110(11):1045-50.<br />

46- Knight A, Kazim F, Salvatori VA. A trial of intranasal Atrovent versus placebo<br />

in the treatment of vasomotor rhinitis. Annals- Allergy 1986;57(5):348-54.<br />

47- Lindberg S, Malm L. Comparison of allergic rhinitis and vasomotor rhinitis<br />

patients on the basis of a computer questionnaire. Allergy 1993;48:602-07.<br />

48- Mygind N, Anggard A, Druce HM. Definition, classification and terminology.<br />

Mygind M, Weeke B, eds. Alergic and vasomotor rhinitis; clinical aspects.<br />

Copernhagen: Munksgaard, 1985: 17.<br />

49- Jaradeh SS, Smith TL, TorricoL, et al. Autonomic nervous system evaluation<br />

of patients with vasomotor rhinitis. Laryngoscope 2000;110:1828-31.<br />

50- Raphael GD, Baraniuk JN, Kaliner MA. How and why the nose runs. J Allergy<br />

Clin Immunol 1991;87(2): 457-67.<br />

51- Smith TL. Vasomotor rhinitis is not a wastebasket diagnosis. Arch Otolaryngol<br />

Head Neck Surg 2003;129(5):584-87.<br />

52- Ruffoli R, Fattori B, Giambelluca MA, Soldani P, Giannessi F.<br />

Ultracytochemical localization of the NADPH- d activity in the human nasal<br />

respiratory mucosa in vazomotor rhinitis. Laryngoscope 2000;110:1361-65.<br />

53- Golding-Wood PH. Observations on petrosal and vidian neurectomy in<br />

chronic vasomotor rhinitis. J Laryngol Otol 1961;75:232-47.<br />

54- Raphael GD, Meredith SD, Baraniuk JN, Kaliner MA. Nasal reflexes. Am J<br />

Rhinol 1988;2:109-16.<br />

80


55- Gehanno P, Deschamps E, Garay E, Bachre M, Garay RP. Vasomotor<br />

rhinitis: clinical efficacy of azelastine nasal spray in comparison with placebo.<br />

ORL J Otorhinolaryngol Relat Spec 2001;63:76- 81.<br />

56- Prasanna A, Murthy PS. Vasomotor rhinitis and sphenopalatine ganglion<br />

block. J Pain Symptom Manage 1997;13:332-38.<br />

57- King C, Mabry RL, Mabry CS. Günhan Ö, Günhan K, Türkçe çeviri ed. Kulak<br />

Burun Boğaz Uygulamasında Alerji. Nobel Tıp Kitapevleri.İstanbul.1998; 79-<br />

128.<br />

58- Choi IS, Koh YI, Koh JS, Lee MG. Sensitivity of the skin prick test and<br />

spesificity of the serum- spesific Ig E test for airway responsiveness to house<br />

dust mites in asthma. J Asthma 2005;42(3):197-02.<br />

59- Schwindt CD, Hutcheson PS, Leu SY, Dykewicz MS. Role of intradermal skin<br />

tests in the evaluation of clinically relevant respiratory allergy assessed using<br />

patient history and nasal challanges. Ann Allergy Asthma Immmunol 2005;<br />

94(6):627-33.<br />

60- Borts MR, Druce HM. The use of intranasal anticholinergic agents in the<br />

treatment of nonallergic perennial rhinitis. J Allergy Clin Immunol1992;90:<br />

1065-70.<br />

61- Wood CC, Fireman P, Grosman J, Wecker M, et al. Product characteristics<br />

and pharmacokinetics of intranasal ipratropium bromide. J Allergy Clin<br />

Immunol 1995;95:1111-16.<br />

62- Deckers W. The chemistry of new derivatives of tropane alkaloids and the<br />

pharmacakinetics of a new quaternary compound. Postgrad Med J 1975;<br />

51(7):76-81.<br />

63- Rominger KL. Chemistry and pharmacokinetics of ipratropium bromide.<br />

Scand J Respir Dis 1979;103:116-26.<br />

64- Borum P, Mygind N, Larsen FS. Ipratropium nasal spray: a new treatment for<br />

perennial rhinitis. Clin Otolaryngol 1979;4:407-11.<br />

65- Mygind N, Borum P. Effect of a cholinoceptor antagonist in the nose. Eur J<br />

Respir Dis 1983 64(128):167-74.<br />

66- Kim KT, Kerwin E, Landwehr L, Bernstein JA, et al. Use of 0.06% ipratropium<br />

bromide nasal spray in children aged 2 to 5 years with rhinorrhea due to a<br />

common cold or allergies. Ann Allergy Asthma Immunol 2005;94:73-9.<br />

81


67- Diamond L, Dockhorn RJ, Grossman J, Kisicki JC, et al. A dose- response<br />

study of the efficacy and safety of ipratropium nasal spray in the treatment of<br />

the common cold. J Allergy Clin Immunol 1995;95:1139-46.<br />

68- Choudry NB, Harrison AC, Fuller RW. İnhibition of gustatory rhinorrhea by<br />

intranasal ipratropium bromide. Eur J Clin Pharmacol 1992;42:561-62.<br />

69- Druce HM, Spector SL, Fireman P, et al. Double- blind study of intranasal<br />

ipratropium bromide in non allergic perennial rhinitis. Ann Allergy 1992; 69:53-<br />

60.<br />

70- Kaiser HB, Findlay SR, Georgitis JW, Grossman J, et al. Long- term treatment<br />

of perennial allergic rhinitis with ipratropium bromide nasal spray 0.06%. J<br />

Allergy Clin Immunol 1995;95:1128-32.<br />

71- Scott AB, Suziki D. Systemic toxicity of botulinum toxin by intramuscular<br />

injection in the monkey. Mov Disord 1988;3:333-35.<br />

72- Raphael G, Hauptschein- Raphael M, Kaliner M. Gustatory rhinitis: a<br />

syndrome of food- induced rhinorrhea. J Allergy Clin Immunol 1989;83:110-15.<br />

73- Borum P, Mygind N, Larsen S. Ipratropium treatment for rhinorrhea in patients<br />

with perennial rhinitis: an open follow- up study of efficacy and safety. Clin<br />

Otolaryngol 1983;8:267-72.<br />

74- Ohi M, Sakakura Y, Murai S, Miyoshi Y. Effect of ipratropium bromide on<br />

nasal mucociliary transport. Rhinology 1984;22:241-46<br />

75- Borodic GE, Ferrante RJ, Pearce LB, Alderson K. Pharmacology and<br />

histology of the therapeutic application of botulinum toxin. In: Jankovic J,<br />

Hallet M, eds. Therapy with botulinum toxin. Marcel Dekker. New York. 1994;<br />

119-59.<br />

76- Bushara KO, Park DM. Botulinum toxin and sweating. J Neuro Neurosurg<br />

Psych 1994;57:1437-38.<br />

77- Giannessi F, Fattori B, Ursino F, Giambelluca MA, et al. Ultrastructural and<br />

ultracytochemical study of the human nasal respiratory epithelium in<br />

vasomotor rhinitis. Acta Otolaryngol 2003;123:943-49.<br />

78- Loehrl TA, Smith TL, Darling RJ, et al. Autonomic dysfunction, vasomotor<br />

rhinitis, and extraesophagial manifestations of gastroesophageal reflux.<br />

Otolaryngol Head Neck Surg 2002;126:382-87.<br />

82

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!