05.01.2014 Views

25. Sayı - Hacibektaslilar

25. Sayı - Hacibektaslilar

25. Sayı - Hacibektaslilar

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

SERÇEÞME<br />

(Baştarafı 17. Sayfada)<br />

İmam Hüseyin’in çocuklarından, Ali Ekber ve Abdullah Ekber (Ali<br />

Asgar) Kerbelâ’da şehit olmuşlar, soyu Ali Evsat’tan (Zeyne’l-Abidin’den)<br />

yürümüştür. Kızları Fatima, Sakine ve Zeynep’tir.<br />

Muaviye’nin Hasan ile yaptığı sözleşmeyi tasvip etmemekle beraber,<br />

İmam Hasan’ın ölümünden sonra çevresinden gelen, anlaşmanın bozulması<br />

yolundaki teklifleri, “Muaviye ölünceye kadar sözleşmeye bizim<br />

sadık kalmamız gerekir.” diye kabul etmemişti.<br />

Muaviye ise son günlerinde, Medine’ye gitmiş, oğlu Yezid’i övmüş<br />

ve ona biat etmelerini tavsiye etmişti. Ebu-Bekir’in oğlu Abdurrahman,<br />

Ömer’in oğlu Abdullah, Zübeyir’in oğlu Abdullah, İmam Hüseyin ve diğer<br />

Haşim oğulları biat etmeye yanaşmamışlardı.<br />

Muaviye’nin 674’de ölümü üzerine, ahde aykırı olarak yerine geçen<br />

Yezid, ilk iş olarak, Medine Valisi Velid’e bir emirname göndererek,<br />

İmam Hüseyin’e biat teklif etmesini, kabul etmediği takdirde başını<br />

keserek Şam’a göndermesini istemişti. Bu isteğini yerine getirmeyen<br />

Velid’i azletmiş yerine Amr bin Said Aşdak’ı Medine’ye vali atamıştı.<br />

Yeni vali Ehli-beyt’e rahat huzur vermiyordu. Durumu yakından<br />

izleyen Kûfeliler Süleyman bin Surad’il Huzzai’nin evinde toplanarak<br />

Medine’de tedirgin edilen Hüseyin’i ve diğer Ehl-i beyt mensuplarını<br />

Kûfe’ye getirmeyi kararlaştırdılar.<br />

Halife unvanı ile artık bir Arap devleti biçimine dönmüş İslam toplumunun<br />

başına geçme iddiasında bulunan Yezid, Allah’ın emirlerini tanımaz,<br />

yalancı, rezil, şerir; İslamla ve inançla ilgisi olmayan bir ayyaştı.<br />

Böyle birisinin adının Emir’ül-Müminin veya Halife gibi kutsal deyimlere<br />

karışmasına, Müslümanlığa içtenlikle bağlı ve saygılı kişilerin gönlü<br />

razı olmuyordu. Hüseyin’in de aynı kanıda bulunduğunu bilen Kûfe’liler<br />

mektup üstüne mektup yolladılar. Hüseyin’in Medine’deki yakınları ise<br />

kesinlikle Kûfe’ye gitmelerini istemiyorlardı. Düşüncelerini söyleyen<br />

yakınlarına Hüseyin şöyle demişti:<br />

“Allah ne dilerse o olur. Dayanma gücü ancak onunla elde edilebilir.<br />

Ölüm genç bir kızın boynuna takılan gerdanlık gibi insanoğlunun<br />

boynundadır. Yakup nasıl Yusuf’u özledi ise, ben de ecdadımı öylesine<br />

özledim. Allah, şehid olacağım yeri benim için önceden kararlaştırmıştır.<br />

Allah dilerse Kûfe’ye hareket edeceğim” (Biharrü’l<br />

Envar, s. 44, s. 366)<br />

Abdullah bin Abbas, bu konudaki ısrarını sürdürüyordu:<br />

“Ey zamanın imamı, lütfedip Kûfe’ye gitmekten vazgeç. Medine’den<br />

ayrılman gerekiyorsa Mekke’ye git. Atan Ali, Irak’a yöneldiğinde<br />

belalar tuzağına tutuldu. Kardeşin Hasan Mücteba orada perişan<br />

oldu.”<br />

İmam Hüseyin cevap verdi:<br />

“Ey Abdullah, zahirde Müslümanlar mektuplar gönderip<br />

oraya gitmemi istediler. Ehl-i beyt’in huzurunu<br />

sağlayacaklarına kefil oldular. Mümkündür ki bu suretle<br />

Hakk’ın emrine uymak bana nasip olsun.”<br />

Abdullah:<br />

“Ey Peygamber oğlu, Kûfe henüz Yezid’in emri altındadır. Eğer onun<br />

valisini defedip Şer’i Müslüm’e teslim ederlerse o taraflara gitmek<br />

münasiptir. Ve eğer bunun aksi zuhur edip Yezid’in askerine karşı<br />

koymak lazım gelirse, yine mümkündür ki zafer onlara teveccüh ede.<br />

Bu takdirde bu neticeden hazretinize ızdırap erişir.”<br />

İmam Hüseyin:<br />

“Ey Abdullah! Sefere çıkmağa niyet etmişim. Zira muhakkak surette<br />

bilirim ki Yezid, benden gafil değildir. Kâbe’nin mübarek toprağı<br />

âlemin kıblesi iken, dalalet ehl-i askerinin ayakları altında kalıp, saygısızlık<br />

yapılmasına benim sebep olmama rızam yoktur. İstemem ki<br />

bu kutsal toprakları kana bulayayım ve halkını perişan edeyim. En<br />

iyisi fitne ve zulmü bilerek buraya getirmemektir.”<br />

Abdullah:<br />

“Ey Peygamber Evladı, anlıyorum ki sefere çıkmaya mailsin. Hiç olmazsa<br />

Yemen tarafına yönel ki, memleket geniş olup kale ve hisarları<br />

çok ve hadsiz hesapsız, Hemedan kabilesi Ahmed Muhtar (Peygamber)<br />

hanedanının dostudur. Sen o diyara varıp yerleşecek olursan her<br />

taraftan halis yürekliler ve mücahitler toplanıp sana yardım ederler.”<br />

İmam Hüseyin.<br />

“Ey Abdullah! Senin ne kadar şefkatli olduğunu yakından bilirim.<br />

Sözlerinin benim için iyi bir öğüt olduğunu itiraf ederim. Fakat ne<br />

çare ki, kaza hâkimi irademi Irak tarafına çekmektedir.”<br />

Hasan Hüseyin’i sevdim<br />

İkrarım anlara verdim<br />

Kâfi rlerin putun kırdım<br />

Halil-ür-Rahman’dan beri<br />

Kul Hasan<br />

dedi ve Kuran dan şu ayeti okudu: “Her canlı ölümü tadacaktır. Sonunda<br />

bize döneceksiniz.” (Kuran, Ankebut Suresi, Ayet 57)<br />

İmam Hüseyin’e gerek Ehl-i beyt’ten ve gerekse İslam büyüklerinden<br />

Kûfe’ye gitmemesi için çok sayıda kişi buna benzer ricalarda bulundularsa<br />

da kâr etmedi. Hüseyin, “Hikmet sırrı bize gizli kalmaz. Bana açık<br />

olanı siz bilmezsiniz.” diyordu.<br />

* * *<br />

[İşte Kerbelâ Olayı’nın sırrı bu küçük cümlecikte. Hz. Hüseyin islamın<br />

gidişatını, gerçekten uzaklaştığını görüyor, buna bir çare arıyordu.<br />

Mevcut olanaklarla buna çare bulmak imkânsızdı. Toplumu<br />

ikna etmek, oturup konuşmak, gerçekleri anlatmak mümkün görünmüyordu.<br />

Halen halk arasında söylenen gibi “Muaviye’nin pilavı<br />

yağlıydı”. Ve insanların pek çoğu bugün de olduğu gibi çıkara önem<br />

veriyorlardı.<br />

Toplumun bu gidişatını kökünden sarsacak ve dikkatleri çekecek<br />

bir olay gerekiyordu. Belki bu olay toplumun tekrar doğru düşünmesine,<br />

gerçekleri görmesine ve aklını başına toplamasına yardımcı<br />

olacak bir tokat niteliğinde olmalıydı.<br />

İmam Hüseyin çözümü bu şekilde buldu. Bu düşüncesini en yakınlarına<br />

açtı ve gerçekleştirdi. Bunun için bütün ısrarlara rağmen<br />

fikrinden dönmedi. Haksızlığın, zulmün, bencilliğin karşısında hayatı<br />

pahasına dimdik durdu ve Tanrısal bir destanın ölmez kahramanı<br />

ve yol göstericisi oldu - VU]<br />

* * *<br />

İmam Hüseyin, Mekkelilere de veda ettikten sonra kendine bağlı olan<br />

kişiler ve akrabası ile beraber Mekke’den Kûfe yönüne, kaderine doğru<br />

yürüyüşe başlamıştı. Aynı gün, daha önce gönderdiği Müslim bin Akil,<br />

Kûfe’de yardımsız kalıyor, Yezid’in valisinin emri ile şehid ediliyordu.<br />

İmam Hüseyin, Kerbelâ’da konakladığı zaman akrabası ve Ehl-i beyt<br />

kadınlarından oluşan yüz kişilik bir kafile halindeydiler. Müslim bin<br />

Akil’in şehit edildiğini yolda haber almışlardı. Yezid’in ordusu, kafileye<br />

burada yetişip Fırat nehri tarafında saf bağladı. İmam Hüseyin’e mektuplar<br />

yazıp, dini ve Müslümanları Yezid şerir’inden kurtarmasını isteyenlerin<br />

de içinde bulunduğu Muaviye oğlu Yezid’in ordusu o gün, tarihte<br />

benzeri görülmedik bir vahşet ve acımasızlıkla, Hz. Muhammed’in torunlarını<br />

meme emmekte olan çocuklara varıncaya dek şehit ettiler. (10<br />

Muharrem H. 61)<br />

Biz burada bu korkunç olayın ayrıntısına girmeyeceğiz. Kerbelâ Olayı<br />

öyle bir faciadır ki, Hz. Muhammed’in öpüp kokladığı bir başın acımasızca<br />

kesilip şehir şehir dolaştırılmasını, susuzluktan bunalmış meme<br />

emmekte olan bir masumun oklanıp şehit edilmesini, Hz. Muhammed’in<br />

torunlarından oluşan kadınların ve şehit cesetlerinin<br />

üzerine vahşetle saldırıp talan ve yağma edilmesini anlatmaktan<br />

insanlık adına utanç duyuyoruz.<br />

Bütün bu faciayı görüp bilen, çocukları dahil en<br />

yakınlarının şehit edilmesine tanık olan, altı aylık<br />

yavrusunun kucağında oklanıp öldürüldüğünü gören,<br />

kendisinden sonraya kalacak Hz. Muhammed’in Ehl-i<br />

beyt’inin insafsız, vicdansız Yezid’e esir olacağını sezen<br />

Hüseyin’in, Kerbelâ faciası öncesinde, ölümün adım<br />

adım geldiğini özünde sezmemesi olanaksızdır. Böylesine bir facianın<br />

ortasında Hüseyin, inancının kutsallığını, imanının gücünü, Hakk’ın ve<br />

insanlığın zulme, batıla, ahlaksızlığa karşı olan zaferini cihana eşsiz biçimde<br />

göstermiştir. Ceddine ve ceddinin yoluna sahip çıkmış, soyuna<br />

layık olduğunu ispatlamıştır. Hüseyin yanındakilerle birlikte, insanoğluna,<br />

yücelme yolunda, insanlık ve Allah yolunda gerektiği zaman neler<br />

yapılabileceğini kimseye nasip olmayacak bir düzeyde öğretmiştir.<br />

Diğer taraftan, insanların, çıkar uğruna nerelere kadar düşebileceklerini,<br />

ne ölçüde insafsız ve vicdansız olabileceklerini de Yezid ve peşindekiler<br />

Kerbelâ önünde göstermişlerdir.<br />

Biri insanları yüceltiyor alabildiğine… Uyarıcı, yol gösterici, sözüne<br />

sadık, dürüst ve cesur.<br />

Öteki, aşağılık, hilekâr, yalancı, bencil ve tiksindirici…<br />

Kerbelâ meydanı o gün, insanların yüzyıllardan beri okuduğu ve<br />

sonsuza kadar da okumaya devam edeceği Tanrısal bir destana tanık<br />

oluyor.<br />

Kerbelâ’da o gün yetmiş iki kişinin şehit edildiği söylenegelmiştir.<br />

Şimdiye kadar altmış üç Şehit’in adı zaptedilmiştir.<br />

Dokuz kişi de İmam Hüseyin’in daha önce Kûfe’ye gönderdiği Müslim<br />

bin Akil ile birlikte şehit olmuştur. Büyük bir ihtimalle Kûfe şehitleri<br />

ile Kerbelâ şehitleri birleştirilmek suretiyle yetmiş iki sayısına varılmaktadır.<br />

(1) A.Celalettin Ulusoy, Hacı Bektaş Veli ve Alevi Bektaşi Yolu.<br />

18 <strong>Sayı</strong> 25

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!