05.01.2014 Views

3.Sayı - Hacibektaslilar

3.Sayı - Hacibektaslilar

3.Sayı - Hacibektaslilar

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

SERÇESME ¸<br />

BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR<br />

BU SAYIDA<br />

FÝKRET OTYAM Evet Yine Kýzýlbaþlar, Kýzýlderililer<br />

ve Dahi Karaderililer<br />

ESAT KORKMAZ Aleviliðin Felsefe Boyutu - I<br />

ÝSMAÝL KAYGUSUZ Þemseddin Tebrizi... - I<br />

ÝSMAÝL ÖZMEN Tasavvufun Kökenleri<br />

SUAT PARLAR Petrol-Dolar-Borç Tuzaðý...<br />

MEHMET TURAN Ýkrar ile Baþlayan Yol<br />

HACIBEKTAÞ KONUÞMALARI:<br />

ÝLHAN SELÇUK Aydýnlama ve Alevilik<br />

MÜMTAZ SOYSAL Kýbrýs’ýn Geleceði<br />

MÜRSEL ÖZTÜRK Her Þey Ýnsan Ýçindir<br />

ALEMDAR YALÇIN Aydýnlanma Tasarýmý<br />

ESAT KORKMAZ Aydýn Olabilmek<br />

ALÝ KAYA Ýstanbul’da Tekke ve Dergâhlar - 2<br />

ÖNDER AYDIN Kentlerde Köy Dernekleri<br />

BURHAN KOCADAÐ DÝB, Camiler ve Cemevleri<br />

MURTAZA DEMÝR Aynayý Tuttum Yüzüme...<br />

ALÝ ULVÝ ÖZTÜRK Merhaba Dostlar...<br />

HASEYÝN DÜZENLÝ Dersimlinin Etnik Kökeni<br />

ERDOÐAN ALKAN Alevi Mitolojisinde Sayýlar<br />

ÂBÝDÝN ÖZGÜNAY Alvilere Mevla Olmak<br />

AYHAN AYDIN Makedonya Gezi Notlarý<br />

AHMET KOÇAK Ýyi ki Geldin - Ruhi Su.<br />

AYLIK DERGÝ<br />

Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz<br />

Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým<br />

Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak<br />

Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak<br />

Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54,<br />

Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul<br />

Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635<br />

E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com<br />

Baský: Mart Matbaacýlýk, 0212.321 2300<br />

FÝYATI: TL 3 M / € 3 / £ 3<br />

3<br />

EKÝM 2004 SAYI:<br />

ISSN 1304-986<br />

9 771304 986000<br />

ALEVÝ AYDINLANMASI - ALEVÝ YAZGISI<br />

Canlara<br />

Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni<br />

Hýzlý yürüyelim de<br />

yazgýmýz öne geçmesin.<br />

Bir insanýn üç türlü yazgýsý vardýr:<br />

a) Doðasal yazgý; insanýn doða karþýsýndaki kaderi; inanç diliyle söylersek tanrýsal yazgý,<br />

b) Toplumsal yazgý; sýnýfsal kader ve<br />

c) Bireysel yazgý; sýnýf insanýnýn kaderi.<br />

Sýnýflý bir toplumda sýnýf insanýnýn “kaderi” olarak algýlanan “toplumsal ve bireysel<br />

yazgý aþýlmadan”, yani bu yazgýlar üzerinde belirleyicilik oluþturulmadan doðasal yazgý<br />

üzerinde, metafizik tanrýnýn dünya görüþü üzerinde “egemenlik” kurulamaz.<br />

Sözde biz þimdi “kendi doðamýzýn yazgýsýna” egemen olacaðýmýz bir “çaðý” yaþamaya<br />

hazýrlanýyoruz. Apansýz yakalandýðýmýz da bir gerçek. Çünkü, þeriatçý Ortaçað kurumlarýyla/deðerleriyle<br />

“aydýnlanma zemininde”, yani Mustafa Kemal’in baþlattýðý “burjuva demokratik<br />

devrimi zemininde” adam gibi hesaplaþamadýk; bu topraðýn ilerici dinamiklerini, özellikle<br />

Alevileri-Bektaþileri, bireysel-toplumsal ve doðasal yazgý üzerinde “egemenlik” kurmaya<br />

yönelik harekete geçiremedik de ondan. “Alevi aydýnlanmasý” bu hesaplaþmayý saðlayacak<br />

ya da bu hesaplaþmayý canlandýracak en etkili “araç”lardan birisidir:<br />

Açýk Deðil mi?<br />

Eksik hesaplaþmanýn “bedelini” ödüyoruz. Günümüze uzanan, ötesinde iktidara taþýnan ve<br />

“karayazgý” çaðýna duyulan derin bir özlem biçiminde dýþa vuran “köktendinci baðnazlýk”,<br />

bizi yolumuzdan çevirmeye çalýþýyor. Þeriatçý bir geçmiþten gelerek, yaþanan aný ve geleceði<br />

þeriatçý biçimde “üretmeye” soyunuyor. Sünni Ortodoks inancý, toplumun tümüne, hatta<br />

doðaya dayatýyor; bireyin-toplumun ve doðanýn bilincini “silmeye”, onun yerine metafizik<br />

tanrýnýn “dünya görüþünü” yerleþtirmeye çalýþýyor. Aydýnlanmayý, aydýnlanmacýlarý, boðmaya<br />

yelteniyor; akýl taþýyýcýlarýný kuþatma altýna alýyor ve hemen her türlü “insanlýk<br />

kazanýmýna” saldýrýyor.<br />

Susacak mýyýz?<br />

Aydýnlanma zemininde düþüncenin evrimiyle saðlanan; insanlýðýn geliþmiþ, derinleþmiþ<br />

biçimi olarak algýlanan ve bir “kazanýlmýþ hak” durumunda bulunan insanlýk kazanýmlarýný<br />

yadsýyacak mýyýz? Bunu yaparsak kendimizi yadsýmýþ oluruz; aklýn karþý kanalýna gireriz;<br />

insanlaþmanýn “uzaðýna” düþeriz.<br />

Bu toprak insanýný esenliðe kavuþturan aydýnlanmacý güçlerin baþýnda Alevilerin-Bektaþilerin<br />

geldiði savý, hemen herkesin ortak yargýsý durumundadýr. Yargýnýn nedeni, Alevilerin-Bektaþilerin<br />

þeriatçý inanca karþý “akýl alanýnda” kalarak oynadýklarý onurlu iþlevin<br />

bilince çýkardýðý bir gerçekliktir. Bâtýnilikte bilme-bilinç, “neden” temellidir; “neden” ne<br />

denli saðlýklý bilinirse/güncelleþtirilebilirse aydýnlanma o edenli “saðlýklý” geliþir.<br />

Akýlla ulaþýlan sonuçlara cesaretle koþarken “kirlenmeye” karþý bir önlem olarak kendi<br />

inancýný bile kendine “engel” gören Alevi-Bektaþi dünyasýný, aydýnlanma açýsýndan sorgulamak,<br />

aydýnlanmanýn neresinde bulunduðunu “ikirciksiz” ortaya koymak zamaný gelmiþtir.<br />

Düþünmenin kesintiye uðramasýna izin vermeyelim: Çünkü düþünme eylemi, ancak<br />

þeriatçý bir inanç “dayatmasý” karþýsýnda kendi kendisini “durdurabilir”. Þeriatçý inanç, her<br />

türden “sorgulamanýn” son bulduðu noktada baþlar. Öngördüðü “kesin” ve “deðiþmez”<br />

doðrular, insaný insan yapan düþünme yetisini “örseler, kýsýrlaþtýrýr” ya da “ortadan kaldýrýr”.<br />

Bu nedenle þeriatçý inançta “evrim” yoktur; zaman içinde bir “ilerleme” göstermesi<br />

düþünülemez. Demek ki görevimiz/yükümlülüðümüz açýk: Þeriatçý inancýn “kesinliðine” ve<br />

“ödünsüzlüðüne” karþý durmak, düþüncenin “engellenemez evrimini” koþulsuz benimsemek<br />

durumundayýz.<br />

Devamý sayfa 2’de


(Baþtarafý 1. sayfada)<br />

Canlara<br />

Bu yaklaþým, aydýn kimliðini de açýða vurmaktadýr:<br />

Aydýn, düþüncenin “evrimini” yadsýmayan;<br />

düþünme eyleminde bulunarak bu evrime<br />

“katkýda” bulunan; katký verdiði oranda “koþullanmýþlýklarýndan<br />

arýnan” kiþi demektir. Bu<br />

tanýmýn dýþýnda kalan “okumuþlar”, eleþtirilmesi<br />

gereken aydýnlar deðil, zaten aydýn olmayanlardýr.<br />

Tarihsel süreç içinde insanlýk aydýnlanma<br />

zeminini, öncelikle inançtan akla atlayarak,<br />

inanç alaný dýþýna taþýnýp doðayla ve toplumla<br />

bir hesaplaþma içine girerek yarattý: Bilgelerin<br />

öncülüðünde yaþama geçirilen bu aydýnlanma,<br />

Ýlkçað aydýnlanmacýlýðý idi: Ýnsanýn bedensel<br />

ve zihinsel yeteneklerinin eðitimle geliþtirilmesini<br />

amaçladý.<br />

Ardýndan, akla atlayabilmek için inançta<br />

kimi “varsayým” öðelerini kabul eden XVIII.<br />

yüzyýl aydýnlanmacýlýðý, yani “Rönesans” ile<br />

baþlayan “burjuva aydýnlanmasý” geldi: Ýlkçað<br />

aydýnlanmasýnýn ürünlerini ortaya çýkararak<br />

bilimi, kilise baskýsýna karþý savundu ve geliþtirdi;<br />

gericiliðe karþý insanýn her türden haklarýný<br />

savundu; Ortaçað’da kendini yitirme<br />

noktasýna gelen insaný yeniden keþfetti; dünyanýn<br />

insan eliyle deðiþtirilebileceði inancýný, insan<br />

sevgisinin ve insana saygýnýn temeline yerleþtirdi.<br />

Bunu, XIX. yüzyýlýn gerçek aydýnlanmacýlýðý,<br />

yani “toplumcu aydýnlanama” izledi: Tarihin<br />

nesnel yasalarýna dayandý; insanlýk-öncesi<br />

çaðdan, insanýn özgürce geliþebileceði insanlýk<br />

çaðýna geçiþin nesnel koþullarýný sergiledi ve<br />

yasalarýný açýkladý; ezilen sýnýf insanýný, üretim<br />

araçlarýnýn özel mülkiyetine karþý örgütleyerek<br />

insanýn “kendisini yeniden ele geçirmesini”<br />

saðladý.<br />

“Alevilik-Bektaþilik, bu aydýnlanma halkasýnýn<br />

neresindedir?”, sorusunu yanýtlamak durumundayýz.<br />

Kitaplar yazmýyor diye “atlamak”<br />

bizim güçsüzlüðümüzü gösterir. Alevilik-Bektaþilik<br />

bir Ortaçað ürünü olduðuna göre<br />

aydýnlanmasý da bir Ortaçað aydýnlanmasýdýr.<br />

Öncelikle belirtelim: XIX. yüzyýlýn ikinci yarýsýna<br />

gelinceye deðin aydýnlanma, bir “inanç”<br />

öðesine de yer verdiði için düþünceci-idealizmle<br />

belirgin “metafizik bir aydýnlanma”dýr.<br />

Bir idealizm-materyalizm bileþimi olan<br />

Alevilik-Bektaþilik genelde; Ýlkçað aydýnlanmasýnýn<br />

ve XVIII. yüzyýlýn aydýnlanmacýlýðýnýn<br />

temelini oluþturan “metafizik bir aydýnlanma<br />

zeminine” oturur. Özelde ise varsaydýðý<br />

metafiziðin insan ve insan aklý tarafýndan sürekli<br />

“beslenmesini bir zorunluluk” olarak öne<br />

çýkardýðý için, kimi durumlarda, XIX. yüzyýlýn<br />

ikinci yarýsýnda “diyalektik ve tarihi materyalizm”<br />

üzerine yapýlandýrýlan “gerçek aydýnlanmaya”<br />

silik adýmlar atar.<br />

Aleviler-Bektaþiler, alýnyazýsýna karþý<br />

“kavga” vereceklerse eðer, her þeyden önce<br />

“Alevi aydýnlanmasýný” güncelleþtirerek kendi<br />

alýnyazýlarýný da kendi baþkaldýrýlarýnýn “göbeðine”<br />

yerleþtirmek, kendilerini ve ötesinde<br />

içinde bulunduklarý toplumu “tarihi aþmaya”<br />

uyarlamak durumundadýrlar.<br />

Evet Yine Kýzýlbaþlar,<br />

Kýzýlderililer<br />

ve Dahi<br />

Karaderililer<br />

Fikret Otyam<br />

Geyikbayýrý köyü, Antalya’ya otuz kilometre ve 700 metre yükseklikte, ormanlýk, þarýl þarýl<br />

akan sularý da cabasý. Karþýmda kocaman bir dað, çamlarla kaplý, bir kýsmý yenik, gidemedim,<br />

oralarda tarihi kalýntýlar varmýþ ve de ormancýlarýn dediklerine göre vurulmasý kesin yasak 21 adet<br />

geyik, kala kala onlar kalmýþ, sayýsýz geyikten!<br />

Antalya aþaðýlarda, kimi havalarda deniz masmavi.<br />

Buralara ilk kez gelen bir Türkmen yüce daðlardan aþaðýlara bakmýþ, bakmýþ, düzlükler yeþile<br />

kesmiþ… Adam içini çekmiþ bu güzellikler karþýsýnda, “Ova da pek güzel, güzel ama”; arada bigüzel<br />

küfür savurmuþ ve devam etmiþ, “ah keþke su basmasaymýþ!”<br />

Yýllar sonra kavuþtuðum kocaman “atölyemde” neredeyse günde on iki saat resim yapýyorum<br />

ve dahi yazýyorum. Son dört ay içinde kendi anlayýþým ve dünyam içinde yine bir Hacý Bektaþ Veli<br />

tablosu ile iki tane semaha duranlarý aktardým kocaman tuvallere. Semah resmi yapmak, bana bir<br />

baþka yaþama kývancý veriyor, onlarla dönüyorum, niyaza duruyorum, içim arýnýyor, uçasým geliyor…<br />

Filiz Otyam’ýn çulfalýk dokuma tezgâhý da atölyede. Duvara bitiþik, bu duvarda bir de kocaman,<br />

diyelim 1.50 cm’ye 2.00 metre boyutunda bir tuval var, hep durur orada hep duruyor, neredeyse<br />

yedi-sekiz yýldýr taþýnýr bu canla oradan oraya, neden mi? Acýyla açýklayacaðým!<br />

Dolanýr durur dedim, bu can hep dolandý durdu yedi iklim dört köþe, salt kutuplara varamadým!<br />

TV’lerde en çok dünyanýn dört bir tarafýný anlatan belgeselleri izler oldum artýk! Bu yýl, Filiz’in<br />

uluslararasý tekstil sergisine gittim Polonya’ya; resim yapmaktan, yazmaktan ve dahi okumaktan<br />

pek gezemez oldum/olduk! Þimdi eski defterleri karýþtýrýyorum, örneðin 16 Eylül 1996 Pazartesi<br />

günü TRT 3’te Nation baþlýklý bir belgesel izlemiþim, 500 Ulus adýyla. Bir yazýmdan kýsaca aktarýyorum:<br />

“Bu belgesel, Amerika kýtasýnýn keþfinden önce oradaki uygarlýklarý, uluslarý, o topraklara<br />

ayak basanlar, yine eldeki kaynaklara dayanarak bir baþka açýdan açýklýyor. Akýl almaz bir<br />

araþtýrma, titiz çalýþma ve tarafsýz bir gözlemleme. Üstelik Amerikan yapýmý bir belgesel!<br />

Amerikan ordusunun, Kýzýlderililerin mutlu bir þekilde yaþadýklarý, doða aþkýyla dolu yaþadýklarý<br />

o topraklarý ele geçirmek için bu insanlarý nasýl tek tek, ardýndan da topluca katlettikleri<br />

yazýlý belgelere ve zaman zaman fotoðraflara dayanarak gözler önüne seriliyor. Yaþayan<br />

Kýzýlderililer, ecdatlarýnýn birbirine aktardýðý söylenceleri insan yüreðinin dayanamayacaðý<br />

biçimde biraz da ‘tevekkül’ içinde anlatýyorlardý zaman zaman.<br />

Eller Eller… Ve Bin Yýl Önce!<br />

Ekrana, bir duvar resmi geldi, iki el avuç tarafýndan, avucun ortasýnda birtakým iþaretler, yani<br />

bizim Pençe-i Âli Âba!<br />

Ve yaþlý bir Kýzýlderili anlatýyor, avuçlarýný açýp:<br />

‘…Bize, güneþe tapýyor diyorlar. Hayýr, biz güneþe tapmýyoruz, güneþin ardýndaki kudrete tapýyoruz,<br />

inanýyoruz.’<br />

Ve taþtan yapýlmýþ bir balta:<br />

‘…Bu balta insanlara karþý kullanýlamaz, insan öldürülemez, bu balta, yýrtýcý hayvanlardan<br />

korunmak içindir.’<br />

Çok ilkel, naif bir kadýn heykeli:<br />

‘…Bize öðretilmiþtir asýrlardýr, kendi kadýnýndan baþka kadýna bakmayacaksýn, ondan baþkasýyla<br />

iliþkiye girmeyeceksin… Baþkasýna ait þeye el sürmeyeceksin… Ve yalan söylemeyeceksin…<br />

Ýçki içmeyeceksin!...’<br />

Ve yine duvar resimleri, aile bireylerinin elleri….<br />

Otuz yýl önce, Kilis’te ve Harran Ovasý’nda köy evinin duvarlarýnda da ayný þeyler, aile bireylerinin<br />

kirece bulaþtýrýlýp samanla karýþýk kerpiç duvara bastýrýlmýþ, irili ufaklý elleri… Bura-<br />

2 Sayý 3


lardan çektiðim fotoðraflarý Ankara’da 6 Kasým 1966 tarihinde açtýðým fotoðraf sergisine koymuþtum.<br />

Baþbakan Ýnönü, sergiyi gezerken bu fotoðrafa da dikkatli bakmýþtý. ‘Ýsmet Paþalý<br />

Yýllar’ kitabýmýn 139’uncu sayfasýnda buna ait bölüm:<br />

‘Otyam - Bu da Urfa’nýn Harran Ovasý’nda bir ev içi, ellerini kirece batýrmýþlar duvara basmýþlar,<br />

eller… eller.<br />

Ýnönü - Haa eller var, irili ufaklý, birçok yeni ressamlarýmýzýn yaptýðý resimler gibi eller görünüyor,<br />

duvara?<br />

Sesler- Evet duvara…’<br />

Avustralya’da Da<br />

Esat Korkmaz canla konuþuyoruz bu konuyu telefonda, ayný eller diyor Korkmaz can,<br />

Avustralya’da da var, yalnýz onlar renkli, silik olarak duvarlarda gördüm.<br />

Ve altý ay önce, Rodos adasýnda bir alanda kocaman bir el, bir maðaza logosu! Ne iþi vardý<br />

burada?<br />

Belgesel, Kýzýlderililerin, el sanatlarýna iliþkin yapýtlarýný gösteriyor, kilimler…. Evet, bunlar<br />

da Anadolu kilimlerinin çok benzerleri!...<br />

Ýkinci Beyazýt zamanýn en ünlü efsanecisi Uzun Firdevsi’nin Davetnâmesi’nde de vadýr bu eller<br />

Sahnennar Âdem’den evvel yaþayan cin suretinde ayný eller karþýmýza çýkar!... Bin yýl önce<br />

Amerika Kýzýlderililerinin duvarlarýnda; Alevi/Bektaþi halk sanatýnda Pençe-i Âli Âba!... 15.<br />

yüzyýlda yazýlan Davetnâme’de de ruhlarýn daveti, görülür ayný eller ve Kilis’in ve Urfa’nýn<br />

köylerinde duvarlarda ayný eller! Bunlarý birisi muhakkak çözmeli.<br />

Cennet ve Cehennem<br />

Yýllardýr bir Cennet/Cehennem resmi yapmayý düþler dururum, büyük boy iki resim. Söylencede<br />

açýklanýr; Cennet, sekiz katlý bir bahçedir. Ortasýndan Kevser Þarabý akar. Peygamberimizin<br />

damadý Hz. Ali bu ýrmaðýn baþýnda durarak mahþerden sonra Cennet’e girenlere<br />

altýn taslarla Kevser Þarabý verir. Cennet’in sekiz kapýsý var, her kapý sekiz katlý Cennet’in bir<br />

katýna açýlýr. Bunlardan her birini bir melek beklemektedir. Cennet’te dallarý yerde, kökleri<br />

havada bir aðaç görünür, buna Tuba derler. Meleklere de Hûri, Gýlman adý verilir. Dünyada<br />

evlenmemiþ delikanlýlarla, evlenmemiþ kýzlar bunlarla evlenirler. Burada her türlü dünya<br />

nimetlerinin de en güzelleri bulunur.<br />

Ve yine söylencelere göre Cennet’e gidenler ister yüz yaþýnda olsun o þey organlarý yirmi yaþýnda<br />

bir delikanlýnýn þeyi gibidir ve asla inmezler ve onlara her ýrktan, her renkten, kiþi baþýna<br />

gepegenç otuzbeþbin hatun düþmektedir! Evet, Cennet’te dünya nimetlerinin en güzelleri vardýr.<br />

Elvan elvan çiçekler, aðaçlar, elvan elvan kuþlar. Dünyada insanlara en güzel hizmetleri<br />

verenlerin hepsi oradadýr baþta Peygamberimiz… Mahþerden sonra Kevser Þarabý’nýn baþýnda<br />

Hz. Ali, elinde altýn tasla þarap sunuyor… Ötelerde Hz. Hüseyin ve Hasan…Hünkârým Hacý<br />

Bektaþ Veli oturmuþ, kucaðýnda aslaný ile ceylaný… Pir Sultan Abdal sazýný döþüne dayamýþ.<br />

Balým Sulatan yanýnda. Abdal Musa… Hallac-ý Mansur… Þeyh Bedrettin, Hz. Ýsa, Musa,<br />

Davut… Ahmet Yesevi… Baba Ýlyas-ý Horasani, Baba Ýshak, Hatayi, Eba Müslüm, Nesimi ve<br />

Nesimi Çimen, Kubilay, bir yýðýn sanatçý dostlarým, ressamdý, þairdi, romancýydý diyelim Aziz,<br />

Onat , Metin, Galile, Hýzýr, tüm Ehlibeyt, Ahi Evren, Ruhi Su, Feyzullah Çýnar, Veysel Usta ve<br />

Nazým Usta ve Orhan Kemal ve ressam Orhan Peker ve elbette uçuþan sarý saçlarýyla, çakýr<br />

gözeleriyle bir güzel insan daha Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Kýzýlderili reis Oturan Boða,<br />

Karaderili Martin Luther King, Hemþire Teresa, Karl Marks, Abraham Lincoln, Lenin, daha<br />

niceleri evet daha niceleri, dedim ya kocaman ama kocaman bir resim, bu yazýyý yazarken ilk<br />

anda aklýma düþenler ve eksiksiz tüm güzel insanlar þöyle ya da böyle ölüm atýna binip<br />

Cennet’e uçanlar ve Hz. Ali’nin elinden altýn kupayla Kevser Þarabý alanlar. Ve ayýptýr yazmasý,<br />

bu can da altýn kupadan Þarab-ý Kevseri alanlardan, ülserim nedeniyle mideme dokunsa<br />

da neyleyim?<br />

Bilin ki bu resmi yapmadan Hakk’a yürürsem, gözlerime bakýnýz, onlar açýk olacaktýr. Bin kere<br />

yazdým bi kez daha yazýyorum bunu ve tarih düþürelim, Antalya ilinin Gazipaþa ilçesi 17 Eylül<br />

1996, saat 14.30’dur. Baki selam, eyvallah ve de gerçeðe Hü…” (1)<br />

Þu Kocaman Tuval!<br />

Duvara dayalý o kocaman tuval yýllardýr yapmak isteyip de bitürlü yapamadýðým o Cennet resminin<br />

tuvalidir, acýmdýr yani, acýmdýr!<br />

Yineliyorum (16 Eylül 2004 tarihinde ve dahi saat 13.10’da Antalya’nýn Geyikbayýrý köyünde<br />

ve) bilin ki bu resmi yapmadan göçersem “ol Cennet’e”, gözlerime bakýn, açýk olacaktýr!<br />

NACÝ DEMÝRBAÞ<br />

13 Eylül 2004 günü<br />

Hollanda’da yitirdiðimiz,<br />

barýþ, demokrasi ve<br />

eþit haklar savaþçýsý,<br />

“ölmeden ölmüþ,<br />

hesabýn görmüþ”<br />

er kiþi,<br />

Naci Demirbaþ<br />

yoldaþýn<br />

anýsý önünde<br />

saygýyla eðiliriz.<br />

Göç Hazýrlýðý<br />

Aðýr aðýr baþladý yapraklar uçuþmaya<br />

hava kararmaya<br />

Görünen o ki,<br />

göç vakti yakýndýr artýk<br />

haydi hazýrlan yolculuða<br />

Anýlarý nereye koymalý.<br />

Giderler mi yanýmda<br />

benim gittiðim yere<br />

Eðer kalýrlarsa burada<br />

kime, kimlere neler anlatýrlar<br />

neler duyumsatýrlar.<br />

Duyanlar tanýr mý benim kokumu<br />

bu anýlardan<br />

Tadarlar mý benim tattýðým lezzetleri<br />

Bulaþýrlar mý hüzünlerime<br />

Hazýrlýðý bile böyle zorsa<br />

nedir göçün en zor yaný<br />

Leiden, Þubat 2004<br />

Duyuru<br />

Genel Yayýn Yönetmenimiz<br />

Esat Korkmaz’ý<br />

Cuma akþamlarý<br />

saat 21:00-22:00<br />

arasýnda<br />

YAÞAM RADYO’da<br />

(87.5 FM)<br />

“Dört Kapý” programýnda<br />

dinleyebilirsiniz.<br />

Yazý iþleri Müdürümüz<br />

Ahmet Koçak’ý ise<br />

Perþembe günleri<br />

saat 15:30-17:00<br />

arasýnda<br />

ANADOLU’NUN SESI<br />

RADYOSU’nda<br />

(92.9 FM)<br />

“Gezgin” programýnda<br />

dinleyebilirsiniz<br />

(1) Nefes dergisi, Sayý:36, Ekim 1996<br />

Ekim 2004 3


Aleviliðin Felsefe Boyutu - Bölüm I<br />

Esat Korkmaz<br />

Ýnsan ancak düþündüðü zaman özgürdür;<br />

ancak bu özgürlüðünü<br />

“kalabalýðýn” arasýnda kullanamaz;<br />

çünkü, kalabalýk,<br />

kendisi gibi düþünmeyenlere katlanamaz.<br />

Ýster istemez “inanç” öne fýrlar,<br />

kalabalýklara uyarlanabilen “basit kalýplar”,<br />

düþünceyi zincire vurur.<br />

Yedi yüz elli yýllýk geçmiþinin hesabýný yapamayan bir<br />

Alevi-Bektaþi, “günübirlik” yaþayan bir insandýr. Doðal<br />

olarak “gündelik” bilincinin ötesine kendini taþýyamaz ve<br />

kendi “yüksek” bilincinden habersizdir. Bir “bilgelik felsefesi”<br />

ya da “felsefi inanç” olan Alevilik-Bektaþilik, “düþünceyle<br />

nesnenin uygunluðunu” hakikat olarak algýlayarak Ortaçað’da<br />

aydýnlanmanýn kanalýný açtý; “belletilmiþ dünya” tarafýndan “bilincin<br />

ayaklar altýna alýnmasýna” son verdi: Doðasal deðerleri, doða-ötesi deðerlere<br />

karþý “harekete” geçirerek, “metafizik idealizmi” ideoloji edinmiþ<br />

dinsel toplumun sahte anýlarýný yerle bir etti. Anlaþýlacaðý gibi Alevilik-<br />

Bektaþilikte felsefe, “yaþam bilgeliði”nin peþinde koþma etkinliðidir.<br />

Alevilik-Bektaþilik dendiðinde bâtýni felsefenin “üç ayaðý” akla gelir.<br />

Bu “üç ayak” þöyle sýralanabilir: Bâtýni doða felsefesi, bâtýni tarih<br />

felsefesi ve bâtýni toplum felsefesi.<br />

Evrendeki tüm olay, olgu ve süreçler arasýndaki çeþitli iliþkilerin<br />

oluþturduðu maddesel baðýmlýlýða bilim dilinde “evrensel baðýmlýlýk” adý<br />

verilir. Bu baðýmlýlýk evrenin, birbirinden koparýlamaz parçalardan<br />

oluþan bir “evrensel bütünlük” olduðunu kanýtlar. Evrenin sürekliliði ve<br />

düzenliliði, bu birliðin ve bütünlüðün ürünüdür.<br />

Evrensel baðýmlýlýk; insan bilincinden “baðýmsýz ve nesnel” bir baðýmlýlýktýr.<br />

Metafizik idealist ya da tektanrýcý dinlerin “savlarýna” karþýn<br />

gerçekte bu düzen hiç bozulmadý ve bozulmayacaktýr.<br />

Bâtýni felsefede “evrensel baðýmlýlýk”, “sonuç-neden baðýmlýlýðý” ya<br />

da “zâhir-bâtýn baðýmlýlýðý” biçiminde açýklanýr. “Sonuç” ya da “zâhir”<br />

her zaman bir “somutluk”tur. Gönül bilgisinde somutluk olarak “madde”,<br />

bilinçten baðýmsýz olarak var olan ve duyumlarla algýlanarak bilince<br />

taþýnan tüm nesnel gerçekliði anlatan felsefi bir kavramdýr. Düþünceci<br />

maddeciliðin bu tanýmý, metafizik idealizmin yanlýþ tasarýmlarýndan<br />

doðan yanýlgýlarý ortadan kaldýrdý: Böylece sonsuz çeþitlilikteki somut<br />

biçimler dýþýnda “deðiþmez” madde anlayýþý temelinden yýkýldý. Bâtýni<br />

felsefede “madde” ne yaratýlabilir ne de yok edilebilir; sürekli olarak<br />

deðiþerek bir durumdan (bâtýndan) bir baþka duruma (zâhire) dönüþür.<br />

“Hareket” maddenin bir varlýk biçimidir: Hiçbir zaman ve hiçbir yerde<br />

“hareketsiz madde” olamayacaðý gibi, hiçbir zaman ve hiçbir yerde<br />

“maddesiz hareket” de olamaz. Bize duyumlarýmýzla iletilen bu nesnel<br />

gerçeklik “sonsuz” ve “bitimsiz”dir; bilgimizi, sonsuzca ve tükenmeksizin<br />

yenileyecektir.<br />

Bâtýni felsefede “ten gözü-gönül gözü” bilgilenme sürecinin iki “kanalý”<br />

olarak algýlanýr: Doðal ve kendiliðinden bir süreçte asýl olan “ten<br />

gözüyle görme”dir. Ýncelenen nesne ten gözünden yitip matematik formüllere<br />

dönüþtüðünde, diyalektik bilgiden yoksun olanlar “maddenin<br />

yok olduðunu” sanýr; yani bâtýný göremez. “Gönül gözü” ya da “düþünce<br />

gözü”nü iþlevli kýlanlar bu “saný”yý yýkar ve zâhirin karþýtýna dönüþümü<br />

olarak algýlanan ve bâtýn olarak tanýmlanan “gizil nesnelliði” düþüncede<br />

görünüþe taþýrlar; yani düþüncede görmeye baþlarlar.<br />

Bu “baðýmlýlýk-karþýtlýk” gereði Aleviler-Bektaþiler metafizik idealizmin<br />

tersine:<br />

1) Doðayý; nesne ve olaylarýn rastlantýsal bir yýðýný olarak deðil, birbirine<br />

organik baðla baðlý ve baðýmlý nesne ve olaylarýn bir bütünü olarak görür.<br />

2) Doðanýn; hareketsizlik ve deðiþmezlik içinde deðil, her an deðiþip<br />

yenileþen ve geliþen bir süreç içinde olduðunu ileri sürer.<br />

3) Geliþme sürecinin; basit bir büyüme süreci olamadýðýný, niceliksel<br />

deðiþmelerden niteliksel deðiþmelere sýçramalarla geçen bir süreç<br />

olduðunu savunur.<br />

4) Geliþmenin; alttan üste doðru sarmal bir geliþim izleyerek gerçekleþtiðini,<br />

nesne ve olaylarýn içindeki çeliþmelerden doðduðunu savlar.<br />

Bâtýni Doða Felsefesi<br />

Evrende her þey, her þeyin “bilincini” taþýr: Ben havanýn, suyun ve<br />

topraðýn; hava, su ve toprak benim bilincimi. Ancak arada bir fark var:<br />

Ben “yalan” söyleyebiliyorum; hava, su, toprak ve ateþ “yalan” nedir<br />

bilmiyor.<br />

Hangimiz hangimizin “nedeni” ya da “tanýðý” acaba? Ben olsa olsa<br />

“tanýk” olabilirim: Tanrý’nýn “çocuklarý” olarak algýlanan hava, su, toprak<br />

ve ateþ “neden”dir. “Tanýk” durumundaki insan, kendisinin ve çevresinin<br />

“tanýðý” olduðu sürece yaþar; bunu hiçbir zaman unutmayalým.<br />

Cemreler düþtüðünde hava inler, su çalkalanýr, toprak kabarýr: Ey<br />

yeryüzünde tepinmekten hoþlanan insan; yürürken daha hafif ol,<br />

bastýrmadan yürü, sert hareketlerden kaçýn; ne havayý kirlet ne de suyu,<br />

topraðý ve ateþi. Öldürme onlarý; havayý solu, suyu iç, topraðý iþle ama<br />

onlarý yaralama, okþa; dünyayý mýrýltýlarýyla taný, yoklaya yoklaya gezin:<br />

Çünkü, onlar ýsýyý “damýtýr”.<br />

Bilgi olayýn “kendisine” deðil, “nedenine” iliþkindir.<br />

Olayýn kendisi burada bir “yangýn”,<br />

nedeni ise çýplak gözle kavranamayacak denli<br />

derin ve karmaþýk;<br />

onu günlük yaþamýn kývrýmlarý içinde yakalamak çok zor.<br />

Demek ki<br />

“bilgiyle görüntüyü” birbirine karýþtýrmamak gerekir.<br />

Yangýn, yani olayýn kendisi,<br />

bilgiye ulaþacak bir “tünel” olabiliyorsa anlamlýdýr.<br />

Bir olayýn bilgisi, bu olayýn “nedenine” iliþkin bilgiye<br />

dayanýr ve ayný þeyi içerir: Örneðin (A) olgusu, (B) olgusuna<br />

yol açýyorsa; (B) olgusu, (A) olgusunun içindedir. Týpký<br />

bunun gibi aðaç tohuma yol açýyorsa; tohum aðacýn içindedir.<br />

Aslýnda bizim gördüðümüz þeyler, yani görünüm; kendi<br />

baþýna var olmayan ve ancak “baðýmlý” olduðu bir baþka þeyin içinde var<br />

olandýr. Balmumu balmumu olarak görünümdür ve duygularla algýlanabilir.<br />

Kendi baþýna var olamayacaðýna göre balmumu eridiðinde “yok<br />

olduðu þey içinde” vardýr. Bu ise akýlla kavranabilir ya da düþüncede<br />

görünüþe taþýnabilir.<br />

Bâtýni doða felsefesinde Tanrý’nýn 2 özelliði vardýr:<br />

A) Düþünce özelliði; düþünce sistemini kurar,<br />

B) Nitelik özelliði; fiziksel nesneler sistemini kurar.<br />

Bu iki özelliðin tasarýmlanmasýnda kullanýlan yöntem tümdengelimci<br />

deðil, “tümevarýmcý”dýr: Görünümlerin “gözlenmesi” üzerine yapýlandýrýlmýþ<br />

bir “genellemeler sis-temi” oluþturur.<br />

Tanrý’nýn 2 özelliði somutlandýðýnda; düþünce özelliði ifadesini “bedenin<br />

düþüncesi”nde, nitelik özelliði ifadesini “bedenin kendisi”nde<br />

bulur.<br />

Bu kapsamda evren ya da dünya Tanrý’nýn nitelik özelliklerinin toplamýdýr,<br />

yani doðadýr. Toplumsal akýl, Tanrý’nýn düþünce özelliðinin,<br />

doðanýn aklý ise þaþmaz Tanrý düþüncesinin bir toplamýdýr. Demek ki<br />

Tanrý, her þeyin “yaratýcýsý” deðildir, ama her þeyin “nedeni”dir. Yani<br />

Tanrý, kendi “nedeni” olduðu dünyanýn içindedir; onun ötesinde deðil.<br />

Nedensellik, bir tür gerekliliktir; gereklilik nedeniyle dünyada<br />

yaþanan olaylar bir “zorunluluk”tur. Fiziksel dünyada olduðu gibi<br />

düþünce dünyasýnda da “çok az bir özgürlük” vardýr. Yalnýzca “neden”in<br />

kendisi özgürdür.<br />

4 Sayý 3


Tohum aðaç aðaç da tohum oluyor ama,<br />

tohumun dünya görüþünde<br />

aðaca göre bir iyileþme olmuyor;<br />

çünkü, doðasal olan “þaþmaz” bir diyalektiðe oturuyor.<br />

Ceninden bir insan,<br />

insandan da bir cenin oluþuyor ama,<br />

ceninin dünya görüþünde bir iyileþme oluyor.<br />

Çünkü, yalnýzca insan doðayý aþabiliyor.<br />

Akýl, bedenin düþüncesidir; doðanýn aklý, doðanýn düþüncesidir:<br />

Bedenin düþüncesi “bedensel bir sürece”, doðanýn<br />

düþüncesi, “doðasal bir sürece” denk düþer. Demek ki akýl<br />

ve beden; akýl ve doða “tek þey”dir. Ýnsanýn aklýnýn ya da<br />

doðanýn aklýnýn baðlý olduðu “sistem”, ayný biçimde bedenin<br />

ya da doðanýn “baðlý” olduðu sistemdir. Ýnsanýn aklý insanýn bedeninden,<br />

doðanýn aklý, doðadan baþka bir þey deðildir. Bedenin ya da<br />

doðanýn “çabasý”, ayný zamanda insan aklýnýn ya da doðanýn aklýnýn<br />

çabasýndan baþka bir þey deðildir. Beden ve doða, “harcandýðý sürece”<br />

her ikisi de vardýr; “harcanma yoksa” her ikisi de yoktur: Varlýk da yoktur,<br />

Tanrý da yoktur. Bu felsefi yaklaþýmý Hayyam aþaðýdaki dörtlüðünde<br />

çok güzel anlatýr:<br />

Ben olmayýnca bu güller, bu serviler yok,<br />

Kýzýl dudaklar, mis kokulu þaraplar yok,<br />

Sabahlar, akþamlar, sevinçler, tasalar yok,<br />

Ben düþündükçe var dünya, ben yok o da yok.<br />

Görüldüðü gibi düþüncelerin “düzeni” ve aralarýndaki “iliþki”, þeylerin<br />

düzeni ve aralarýndaki iliþkiyle “ayný”dýr: Gerçek denilen þey, düþüncenin<br />

nesnelliðe uygunluðudur.<br />

Gizilgücün, yani bâtýnýn nesnelliði<br />

üzerine düþündüðümüzde<br />

“iki doða” ve “iki akýlla” karþýlaþýrýz:<br />

Doða ve ek-doða (insan-toplum) ile<br />

doðanýn aklý ve ek-doðanýn aklý gibi.<br />

Aydýnlanmayý “doða”yla özdeþleþtirdiðimizde<br />

bir diyalektik akýlla;<br />

“ek-doða”yla özdeþleþtirdiðimizde<br />

uzlaþýmsal bir akýlla buluþuruz.<br />

Bâtýni felsefe “doðanýn aklý” ve “insanýn aklý” terimlerinin<br />

açýlýmý üzerine oturur. Doðanýn aklý, doðasal nesnel süreçte<br />

doðanýn “önsüz olan”dan “sonsuz olan”a doðru gidiþini<br />

güden “yasa-ilke” olarak öne çýkan kesin/zorunlu eðilim,<br />

yani “doða yasalarý” olarak tanýmlanabilir. Bu soyut terim,<br />

gizil tanrý olarak Hakk’a ya da gizil tanrýnýn gizilliðinin taþýyýcýsý olan ve<br />

Hakk’ýn dönüþümüyle beliren “Ýlk Akýl”a denk düþer. Soyut olan (bâtýn)<br />

beslendiði nesnel kaynaða (zâhir), yani somuta yönelme eðilimindedir.<br />

Yönelmenin izinde somut “yeniden” üretilirken, tasavvufi anlamda tanrýsal<br />

olandan, yani “doðanýn aklý”ndan doðanýn kendisine inilen bir<br />

sürece girilir. Ek-doðanýn aklý olarak algýlanan “insanýn aklý” ise “doðanýn<br />

aklý”ný özümseyebilen ve doðayý “aþabilen” bir algýlama/anlama<br />

yetisi olarak bilince/inanca taþýnýr. Doðayý aþabildiði için insan “Konuþan<br />

Tanrý” durumundadýr.<br />

Ýnsan aklýnýn yazgýsý; kendi doðasýndan gelen “sorular”la karþýlaþtýðýnda<br />

baþlar. Çünkü, bu sorulara “ilgisiz” kalmasý olasý deðildir. Felsefe<br />

diliyle konuþursak insan doðasýnýn “kayýtsýz” kalamadýðý sorulara “kayýtsýz<br />

kalmak” insana ve doðaya “ihanettir”.<br />

Doðanýn oluþumu ve dönüþümü, “ufalanan bir taþ parçasý”na; insanýn<br />

oluþumu ve dönüþümü, “kýpýrdayan bir et parçasý”na indirgendiðinde<br />

Tanrý, “anasýz-babasýz” bir “hareket” olarak beliriverir. Algýlandýðý<br />

gibi her þeyin nedeni “hareket”tir.<br />

Bâtýni doða felsefesinde “doðasal deðiþim-dönüþüm” þöyle tasarýmlanýr:<br />

Evrende bir “madde yitimi” vardýr; “madde yitimi”, görünen maddenin,<br />

görünmeyen maddeye dönüþümünden baþka bir þey deðildir.<br />

Anlaþýlacaðý gibi evrende madde, ille de “görünür” niteliklerle varlaþmaz;<br />

“görünmez” madde olarak sonsuz uzayýn her yanýna yayýlmýþ<br />

durumdadýr. Evrende, “ýþýk saçýmý” ile gerçekleþen “madde yitimi”; “ýþýmasýz<br />

madde”ye, yani “görünmez” maddeye dönüþümdür. Zâhir olan,<br />

“enerji saçýmý” yapabilen, görünür maddedir. Bâtýn olan “enerji saçýmý”<br />

yapmayan, yani “ýþýmasýz” durumda bulunan maddedir. Sonsuz uzayda<br />

enerji (ýþýk) saçýmý yoluyla “tüketilen” madde miktarýný karþýlamak üzere,<br />

ýþýmasýz maddesel enerjiden sonsuz boþluða yeni “madde yýðýnlarý”<br />

sürülür: Iþýmasýz madde, yani görünmeyen madde(bâtýn) ýþýmalý maddeye,<br />

yani görünür maddeye (zâhir) dönüþür. Ýnanç diliyle ifade edersek<br />

“tanrýsal öz görünüþe taþýnýr”. Düþünce gözü ya da gönül gözü, “ýþýk<br />

olmayan ýþýðýn” ya da “karanlýðýn” aydýnlýðýyla görür. Buna karþýn zâhir<br />

ten gözüyle “ýþýk olan bir ýþýðýn” aydýnlýðýyla görür.<br />

Bâtýndan zâhire, zâhirden bâtýna “dönüþüm” sürecinde nesne, kimi<br />

niteliklerini “yitirir”, kimi yeni nitelikler “kazanýr” ki buna “deðiþim”<br />

adý verilir. Nitelik yitirme ve nitelik kazanma ancak “zâhir” durumda söz<br />

konusu olabilir. Zâhir olan varlýða gelmiþ, somut ve gözlenebilir olandýr.<br />

Tanrýsal öz ya da can, henüz görünüþe taþýnmamýþ kimi nitelikleri, baðlý<br />

olarak kimi biçimleri “taþýr”. Bu örtük ve “gerçek” olmayan, ancak olabilir<br />

olan taþýyýþ biçimine “bâtýn” denir. Algýlanacaðý gibi zâhirin “nedeni”<br />

bâtýn, bâtýnýn “nedeni” zâhirdir; zâhir-bâtýn toplamý olarak algýlanan<br />

evrende, “nedensel” iliþkilerin dýþa vurduðu ya da hissettirdiði bir<br />

“düzen” vardýr. Ve bu düzen amaca uygun, planlý bir geliþim içerisindedir.<br />

Doða denilen þey, daha büyük bir yetkinliðe doðru sürekli deðiþen<br />

zâhir durumdaki tek tek nesnelerin toplamýdýr. Bâtýn, kendini henüz<br />

görünüþe taþýmamýþ, ancak “gizil nesnellik”te bir eðilim olarak “örtük”<br />

biçimde bulunan “tümellik”tir. Bâtýn durumda olanýn ortaya çýkmasý,<br />

“örtük” tümel yönlerin zâhir durumuna gelmesidir. Bâtýn “örtük”<br />

olduðundan, deðiþim sýrasýnda bir nesne ya da bir nitelik “yokluktan varlýða”<br />

geliyormuþ izlenimini uyandýrýr. Oysa bu bir sanýdýr; çünkü, yalnýzca<br />

zâhir olan görünür, görünüþe taþýnýr, kendini gösterir. Zâhir durum<br />

alma, belirli bir biçimin tam olarak kazanýlmasýdýr; o biçim açýsýndan<br />

düþünürsek bir “yetkinleþme”dir. Örneðin tomurcuk bâtýn bir çiçek;<br />

yumurta bâtýn bir kuþtur. Buna karþýn hiç biçim taþýmayan “gizil nesnellik”,<br />

hiçbir zaman zâhir durum alamayacak olan bir “madde”dir; ancak<br />

düþüncede görünüþe taþýnabilir, kuramsal olarak algýlanabilir.<br />

Görüldüðü gibi evrenin oluþumu, bir “madde deðiþimi”nden baþka<br />

bir þey deðildir. Varlýðýn oluþumuna ya da varlýða geliþe yalnýz görünen<br />

madde deðil, görünmeyen madde de “katýlýr”. Özünde asýl katýlým<br />

görünmeyen maddedir(bâtýn olandýr); görünmeyen madde, varolma ya<br />

da yaþama tohumudur; zâhiri belirleyen özünde bâtýndýr.<br />

Doða yasalarý, “uzay-madde-zaman” üçlemesinin yarattýðý yasalardýr.<br />

Madde nesnedir, zaman ise nesneye iliþkin bir niteliktir. Bu nedenle<br />

“þimdi”nin dýþýnda zamaný yaþamak olanaksýzdýr; zaman yoktur “þimdi”nin<br />

dýþýnda. Gelecek zamanýn þimdiye dönüþmesi, þimdinin durmadan<br />

geçmiþ olmasý, “üçleme”deki deðiþimin bir dýþa vurumudur.<br />

Düþüncelerimiz, duygularýmýz, ötesinde ruhumuz da “besinle” edinilen<br />

“enerji” biçimleridir; geniþ anlamda bâtýndan zâhire çýkan ya da görünmeyenden<br />

görünüþe taþýnan “doðal ürün”lerdir.<br />

KAYNAKÇA:<br />

Esat Korkmaz, Alevi Felsefesi, Pencere Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997, sayfa: 9.<br />

Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliði, Berfin, Ýstanbul, 2000, sayfa: 21, 22, 25, 64<br />

ile 93 arasý.<br />

Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Aydýnlanmanýn Diyalektiði, II, Çev.:<br />

O. Özügül, Kabalcý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1996, sayfa: 36, 118, 122.<br />

Tülin Bumin (Derleyen ve Çev.:), Hegeli Okumak, Kabalcý Yayýnlarý, Ýkinci<br />

Baský, Ýstanbul, 1993, sayfa: 31, 43, 44, 45, 49, 70.<br />

Arda Denkel, Ýlkçað’da Doða Felsefeleri, Özne Yayýnlarý, Ýkinci Baský,<br />

Ýstanbul, 1998, sayfa: 26, 27, 28<br />

Abdullah Rýza Ergüven, Evrenbilim ve Tanrý Kavramý, Berfin, Ýstanbul,<br />

2000, sayfa: 9, 71 arasý.<br />

Ekim 2004 5


Þemseddin Tebrizi, Hacý Bektaþ Veli ve Ýliþkileri Üzerine<br />

Þemseddin Tebrizi,<br />

Þems (Güneþ), Þems-i Tebriz (Tebriz’in Güneþi),<br />

Þemseddin Tebrizi (Tebrizli Din Güneþi),<br />

Þemseddin Muhammed, Þemseddin bin Hasan-i Ýhtiyar,<br />

Pir Þemseddin el-Tabriz gibi isimler taþýyan,<br />

Alamut Ýsmaili imamlarýnýn soyundan,<br />

Huccet makamýnda bulunan<br />

bir sufi, mutasavvýf düþünür ve<br />

bir dava adamýdýr.<br />

Þemseddin Tebrizi (1183/4-1247/8) bir bâtýni Ýsmaili’dir.<br />

Ancak sýradan bir Ýsmaili deðil; Þems (Güneþ), Þems-i Tebriz (Tebriz’in<br />

Güneþi), Þemseddin Tebrizi (Tebrizli din güneþi), Þemseddin Muhammed,<br />

Þemseddin bin Hasan-i Ýhtiyar, Pir Þemseddin el-Tabriz vb. farklý<br />

isimler taþýyan, Henry Corbin’in de vurguladýðý gibi Alamut Ýsmaili<br />

imamlarýnýn soyundan bir Huccet (imamýn tanýðý, vekili) makamýnda<br />

bulunan bir sufi, mutasavvýf düþünür ve bir dava adamýdýr. Ayný zamanda<br />

onu, yaþamýnýn deðiþik devrelerinde yönetici, siyaset adamý, askeri<br />

komutan ve bir diplomat olarak görmekteyiz.<br />

Anadolu’da Alevilik inanç ve düþüncesini, yani Ýslamýn bâtýni anlayýþýný,<br />

çaðýnýn toplumsal-siyasal ve ekonomik koþullarýnda yorumlayýp<br />

uyarlayan ve yayan Hünkâr Hacý Bektaþ da Alamut’ta yetiþmiþ bir dai,<br />

bir inanç ulusu ve bir düþünürdür. Biz burada, Þemseddin Tebrizi, Hacý<br />

Bektaþ Veli ve Yunus Emre üzerinde yaptýðýmýz araþtýrma ve incelemelerimizi<br />

içeren, yayýma hazýr “Alevi Bektaþi Düþünür ve Ozanlarý I”<br />

kitabýmýzýn ilgili bölümlerinden çok kýsa bir özetle yetineceðiz.<br />

Eski ve yeni Sünni-Þii yazarlar, araþtýrmacýlar Þems’in, kendilerinin<br />

baðlý bulunduklarý mezhep ve tasavvufi tarikatlarlarýndan (Þii, Þafii/Ýþari,<br />

Hanefi/Mevlevi vb.) birinden olduðunu göstermekten çekinmemiþler.<br />

Onu bâtýniliðinden ve Alamut Ýsmaililiðinden koparmak için çok<br />

büyük çaba harcamýþlardýr.<br />

Daha önce bizim de aralarýnda bulunduðumuz Alevi-Bektaþi araþtýrmacýlarý<br />

da, “Vilayetname”yi temel alarak, Þems’in Hacý Bektaþ Veli’nin<br />

halifelerinden olduðu ve onu “baþ ile git, baþsýz gel” diye aðýr bir görevle<br />

Mevlana’ya gönderdiðinde ýsrarlýdýrlar. Oysa Þemseddin ondan en az<br />

30 yaþ büyüktür ve tersine ,Hacý Bektaþ’ýn eðitilip yetiþtirilerek bir bâtýni<br />

velisi olmasýnda büyük emeði vardýr. Hacý Bektaþ bir bâtýni dai’si olarak,<br />

Alamut Ýsmaili imamýnýn Huccet’i ya da baþ dai’si olan Þemseddin<br />

Muhammed (bin) Hasan Ýhtiyar’a baðlýydý. 1224’de Hacý Bektaþ onunla<br />

tanýþýrken belki 15-16, belki daha küçük yaþlardaydý. Çok büyük olasýlýkla<br />

Þems’in korumalýðýnda, Alamut’a baðlý Kuhistan eyaleti kalesi<br />

olan Þahdiz’deki Abdulmalik Attaþ (ö.1107) tarafýndan kurulmuþ Ýsmaili<br />

medresesinde ya da Alamut kalesinde bâtýni eðitimini tamamlamýþtý.<br />

Araþtýrmalarýmýz Þemseddin Tebrizi ile 1224-1226 yýllarý arasýnda<br />

Kuhistan eyaleti Ýsmaili valisi (muhtaþim’i) Þemseddin Muhammed<br />

(bin) Hasan Ýhtiyar’ýn ayný kiþi olduðu düþüncesine götürdü. Bu olayýn<br />

üzerinde hiç durmamýþ görünen Ýsmaili tarihi araþtýrmacýlarý, ama Þemsi<br />

Tebrizi’nin öldürüldüðü tarihlerde henüz 7-8 yaþýnda bulunan Pir Salahaddin<br />

oðlu Pir Þemseddin Muhammed Sebzavari (Multani Taparazi) ile<br />

onun ayný ya da farklý kiþilikler olduklarý üzerine çok sayýda yazýlar döktürmüþlerdir.<br />

Kaldý ki ayný kiþi olmalarý olanaksýzdýr; buna raðmen Hind<br />

kýtasýnda ve Orta Asya Ýsmaili topluluklarý arasýnda Pir Þemseddin’in<br />

Þems Tebrizi olarak adlandýrýldýðý, birbirine karýþtýrýlmasýna -araþtýrmacýlarýn<br />

çoðu ayný kiþi olmadýklarýný vurguladýklarý halde- akýlcý ve anlamlý<br />

çözümler getirilmemiþtir.<br />

Bunun yolu, geleneksel söylemlerin ve kaynaklarýn verdiði doðrudan<br />

ve dolaylý bilgileri deðerlendirip yorumlayarak, Þemsi Tebrizi ile Alamut<br />

imamlarý ve Alamut yönetimiyle saðlam bir köprü kurmak ve Hind<br />

ve Sind’deki dava etkinliklerini araþtýrmaktan geçer. Biz bu yolu seçtik;<br />

Bölüm I<br />

Ýsmail Kaygusuz<br />

Alamut Ýmamý Celaleddin Hasan’ýn (1210-1221) büyük oðlu olan Þemseddin<br />

Muhammed’in kýrk yaþlarýndayken Kuhistan valisi olarak atanmasý<br />

kadar doðal bir durum olamazdý. Açýklayýcý bir belge henüz bulunmuþ<br />

olmamasýna raðmen, 1227’den itibaren ayný Þemseddin Muhammed’in<br />

Hind ve Sind bölgelerinde yýllarca Ýsmaili dava etkinliklerini çok<br />

etkili bir biçimde yürütmüþ olduðuna inanýyoruz. Eðer böyle olmasaydý,<br />

14. yüzyýlýn ilk çeyreðinden, ikinci yarýsýnýn baþlarýna kadar yerli dillerde<br />

söylediði binlerce ginan (beyitler) ve garbi’leriyle (þarkýlar) inancýn<br />

propagandasýný yapmýþ ve keramet olarak günümüze gelmiþ etkinlikleriyle<br />

gönüllerde taht kurmuþ; ayrýca soyundan gelen Pir’lerle davayý<br />

kuþaklar boyu sürdürmüþ Pir Þemseddin Muhammed Multani’den<br />

(ö.1356) sonra, hâlâ Ýsmaili inançlý halklarýnýn toplumsal belleðinde<br />

Þemsi Tebrizi kalýr mýydý?<br />

Ayrýca ilk post-Alamut Ýmamý Þemseddin Muhammed’in (1257-<br />

1310), Tebriz’deki yerli sufiler tarafýndan Þemsi Tebrizi olarak tanýndýðý<br />

görülmektedir. Pir Þihabuddin Þah (ö. 1884) “Kitabat-i Alliya” (1) kitabýnda<br />

þu açýklamayý yapýyor:<br />

“Tebriz’de yaþayan Þemseddin Muhammed yerli halk tarafýndan, yakýþýklý<br />

görünüþünden ötürü, güneþle karþýlaþtýrýlýp, güneþe benzetildi;<br />

böylece ona ‘Tebriz’in Güneþi’ denildi. Bu adlandýrma Mevlana Celaleddin’in<br />

(bâtýni) öðretmeni Þemsi Tebrizi ile onun arasýnda karýþýklýða<br />

neden oldu, fakat gerçekte onlar daima farklý kiþilikler idi”<br />

1244 yýlýnda Þemseddin Muhammed bin Hasan Tebrizi’yi artýk Konya’da,<br />

Mevlana Celaleddin’e öðretmenlik yaparken görüyoruz. Ýkinci<br />

yýlýn ortalarýnda ansýzýn ortadan kayboluyor.<br />

Alamut Yönetimi,<br />

Rum’da Þemseddin Tebrizi olarak tanýnan<br />

eski Kuhistan valisi<br />

Þemseddin bin Hasan Ýhtiyar’a,<br />

yirmi yýl sonra bir diplomatik görev veriyor<br />

Diplomatik Bir Görev<br />

Þemseddin Tebrizi’nin 10 Ocak ile 11 Þubat 1246 tarihleri arasýnda<br />

ansýzýn, hiç kimseye haber vermeden Konya’dan ayrýlýp, yaklaþýk bir<br />

buçuk yýl boyunca ortadan kayboluþu; sonuçlarý o günün bütün<br />

dünyasýný ilgilendiren bir olayýn geçtiði zaman aralýðýna denk düþmektedir.<br />

Bunun rastlantý olduðuna biz inanmýyoruz. Bu olay, 24 Aðustos 1246<br />

yýlýnda, Moðol Ýmparatorluðu baþkenti Orta Asya’nýn Karakurum bölgesindeki<br />

Talikan’da büyük Moðol Kurultayý’nýn toplanmasýydý. Bu<br />

Kurultay’da Ogeday’ýn büyük oðlu Guyuk, Moðol Haný seçilmiþtir.<br />

Kurultay hakkýnda en geniþ bilgiyi bize, papa Ýnnocent IV tarafýndan<br />

elçi olarak gönderilmiþ olan Fransisken rahibi John Plan del Carpin vermektedir.1245<br />

yýlý Nisan ayýnda Fransa’dan yola çýkan Rahip John Plan,<br />

Balkanlar ve Rusya üzerinden 15 ayda Karakurum’a vardý. Guyuk’un<br />

tahta çýkýþý, 24 Aðustos 1246 tarihinde toplanan kurultayda yapýlan<br />

törenle gerçekleþti. Papanýn elçisi olarak bu törene katýlan Rahip John<br />

Plan 1247 yýlý sonunda Ýtalya’ya dönebilmiþtir. Onun anlattýðýna göre<br />

Moskova grandükü, Gürcistan tahtýnýn varisleri, Ermenistan baþkumandaný<br />

Sempad, gelecekteki Selçuklu Sultaný Rükneddin IV.Kýlýç Arslan,<br />

Bagdad Halifesinin temsilcileri, Hýristiyan Ýmparator, Frank elçileri,<br />

Alamut emiri Alaaddin Muhammed’in elçileri vb. bu kurultaya<br />

katýldýlar. (2)<br />

Burada konumuzla yakýn iliþkisi olduðu için Selçuklu Sultanlýðý’ndan<br />

giden elçilik heyeti hakkýnda Abul Farac’ýn verdiði bilgiyi kýsaca<br />

gözden geçirelim:<br />

“Vezir (Þemseddin Isfahani) birçok altýnlar, þahane hilatlar ve atlar<br />

hazýrlayarak, onlarý Rükneddin (Kýlýç Arslan) ile birlikte Tatarlarýn<br />

6<br />

Sayý 3


yanýna rehine olmak üzere gönderdi ve böylece barýþý saðlamlamak<br />

istedi. Genç Prens (Rükneddin) Guyuk Han’ýn yanýna gelince, kendisi<br />

ile beraber olan eþraftan Bahauddin Tarjan (Tercuman?) vezir<br />

Þemseddin’den þikayet ederek Han’a þu sözleri söyledi:<br />

‘Vezir eþrafý öldürdü, vefat eden sultanýn (Gýyaseddin Keyhusrev)<br />

karýsýyla evlendi ve sizden emir almaksýzýn yeni bir Sultan (Ýzzüddin)<br />

tayin etmek istedi’.<br />

“Bunun üzerine Han, Ýzzüddin’in tahttan inmesini ve kendi yüzünü<br />

görmeye gelen Rüknüddin’in hüküm sürmesini, Bahaeddin Tarjan’ýn<br />

onun veziri olmasýný ve Þemseddin’in mevkiinden atýlmasýný emretti...<br />

Kýsa bir zaman sonra Bahaeddin 2000 Mogolla birlikte gelerek,<br />

Rükneddin’i Erzincan, Sivas (Sebasteia), Kayseri, Malatya, Zait<br />

kalesi ve Amid’de sultan ilan etti. Her yere vali ve hakimler tayin<br />

ediyor. Ýzzeddin’in memurlarýný azlediyordu...” (3)<br />

Ýmamý Alaaddin Muhammed III (1221-1256), Abbasi Halifesi al-<br />

Mutasým (1242-1258) diðer birçok Ýslam önderleri tarafýndan ortak<br />

anlaþmayla düzenlenen bir elçilik heyetinin baþýna, eski Kuhistan valisi<br />

ve baþ dai’lerden Þihabeddin ve Þemseddin Muhammed (Tebrizi) geçirilerek,<br />

Karakurum’daki Moðol baþkentine (Talikan) gönderdi. 24 Aðustos<br />

1246 tarihinde Moðol Ýmparatorluðu’nun baþýna geçen Güyük Han’ýn<br />

tahta oturma törenlerine katýlmýþtý bu heyet.<br />

Alamut önderi Ýmam Alaaddin Muhammed III, bu heyetle babasý<br />

Celaleddin Hasan ile Moðollar arasýnda yapýlan anlaþmayý ve 1228 yýlýnda<br />

Cengiz Han’a bir dostluk örneði olarak kendisinin gönderdiði elçilik<br />

heyetindeki yetmiþ tacirin Harezmþahlýlar tarafýndan öldürüldüðünü<br />

anýmsatan bir memorandum gönderdi Guyuk Han’a. Ancak, Alamut<br />

Nizari elçileri Han tarafýndan hakarete uðradý ve kovuldular.<br />

Memorandum’a da aðýr sözlerle karþýlýk verildi. Han’ýn bu aðýr sözleri ve<br />

hakaretlerine muhatap olan; ancak Kurultay geleneklerine aykýrý olduðu<br />

için öldürülmekten kurtulan bu elçilik heyetinin ikinci adamý Semsi<br />

Tebrizi’den baþkasý deðildi. Guyuk Han, Kurultay’ýn arkasýndan bu sözlerini<br />

uygulamaya koydu ve Elgidey’i (Elçigiday) Moðol ordularýnýn<br />

baþýna geçirerek Ýran’a gönderdi. Hedef, Ýsmaililerin ve Baðdad halifelerinin,<br />

idaresindeki topraklarýn zaptý idi. Guyuk’un Nizariler’e karþý<br />

düþmanca planlarý onun ölümünden (1248) sonra halefleri tarafýndan<br />

sürdürüldü. (4)<br />

Þemseddin Muhammed Tebrizi, Rum’da (Anadolu’da) davetçilik<br />

(Huccet ya da baþ Dai’lik) yaptýðý, Mevlana’ya bâtýniliði öðrettiði sýrada<br />

Alamut’a çaðrýlýp ona bu görev verilmiþtir. 20 yýl kadar önce<br />

Sistanlýlara karþý büyük bir savaþ vererek, yýllarca süren anlaþmazlýklarý<br />

sona erdirmiþ bulunan Þemseddin’in baþarýlý bir askeri kumandan oluþu<br />

ve diðer baþarýlarý onun bu diplomatik göreve seçilmesini saðlamýþtý.<br />

Ancak ne var ki, bu son yüklendiði siyasal ve diplomatik görevin<br />

içeriði, yeni Moðol Haný Guyuk (ö. Nisan 1248) tarafýndan düþmanca<br />

karþýlanmasý yüzünden, Þems’in kendi sonunu hazýrladý. Bir yýl dört ay<br />

sonra sonra Mevlana’nýn verdiði güvenceyle Konya’ya geri dönen<br />

Þemseddin Tebrizi, 1247 sonunda ya da 1248 yýlý baþlarýnda; kendilerine<br />

menþur (yarlýð) verip Rum’a Sultan olarak atamýþ olan Guyuk Han’a<br />

yaranmak için, Rukneddin Kýlýçarslan III’ün veziri Bahauddin tarafýndan<br />

katlettirilmiþ ve olay “faili meçhul bir cinayet” olarak tarihe geçmiþtir.<br />

“Hacý Bektaþ,<br />

bütün manasýyla bâtýni inanýþlarýn mürevvici<br />

bir bâtýni dai’siydi.<br />

Bunu ‘Makalat’ açýkça gösterdiði gibi<br />

en eski kaynaklarýn<br />

Bektaþilik hakkýnda verdikleri malumat da<br />

teyid eder.”<br />

Abdülbaki Gölpýnarlý<br />

Hacý Bektaþ Veli Yesevi Yolu Yolcusu Deðildir,<br />

O Bir Bâtýnidir<br />

Hacý Bektaþ Veli, Yesevi yolunun yolcusu deðildir, olamaz.<br />

Tarihsel olarak Niþabur’da geçen olaylar ve Horasan bölgesindeki<br />

Moðol saldýrýlarý göz önünde tutulacak olursa<br />

gerçeðin çok farklý olduðu görülecektir. Hacý Bektaþ<br />

1200’ün ilk on yýlý içinde doðmuþ olduðuna göre, Lokman<br />

Perende’den olsa olsa okuma yazma öðrenmiþ ve ilk dinsel bilgilerini<br />

almýþ olmalýdýr. Lokman Perende, Ahmet Yesevi’nin halifesi olmuþ olsa<br />

bile, ondan çocuk yaþlarda ders alan Hacý Bektaþ’ýn Yeseviliði öðrenip,<br />

ona baðlanmasý olasý görülmüyor.<br />

Abdülbaki Gölpýnarlý bu konuda, “hasýlý bizce,” diyor, “Ahmet-i Yesevi<br />

nasýl þöhreti yüzünden Bektaþi geleneðine sokulmuþsa, Lokman da<br />

bu geleneðe sokulmuþ ve bu zata Hacý Bektaþ’a hocalýk ettirilmiþtir”. (5)<br />

Elbette bu kiþiler sadece “þöhretleri” yüzünden deðil, Hacý Bektaþ’ýn<br />

“menkýbe”lerinin yazýya geçirildiði dönemin (1480’li yýllarýn sonlarýnda)<br />

Osmanlý siyasetinin gereði olarak Vilayetname’ye sokulmuþtur. Gölpýnarlý’nýn<br />

asýl Mevlana Celaleddin (6) adlý yapýtýnda, Hacý Bektaþ Veli<br />

hakkýndaki aþaðýdaki saptamasý çok yerindedir:<br />

“Hacý Bektaþ, bütün manasýyla bâtýni inanýþlarýn mürevvici (yürüten,<br />

propagandasýný yapan) bir bâtýni dai’siydi. Bunu ‘Makalat’ açýkça<br />

gösterdiði gibi en eski kaynaklarýn Bektaþilik hakkýnda verdikleri<br />

malumat da teyid eder.”<br />

Abdülbaki Gölpýnarlý’nýn Hacý Bektaþ’ý, salt Mevlana ile karþýlaþtýrýlacak<br />

düzeyde olmadýðýný göstermek ve onu küçük düþürmek için<br />

(sevilmeyen) bir tarihsel gerçeði ortaya atýp ardýnda durmamasýnýn,<br />

belirsiz býrakmasýnýn anlaþýlýr yaný olabilir mi? Bu saptamasýndan sonra<br />

Gölpýnarlý, Mevlana karþýsýnda Hacý Bektaþ’ý tanýmlarken, doðrularla<br />

yanlýþlarý bir arada kullanarak, kötüleme niyetini ortaya koyuyor:<br />

“Halbuki Horasani’lerden olmakla birlikte ne kadar bilgin olduðunu<br />

bilemediðimiz, ancak ‘Makalat’ýna ve gene elimizde bulunan bir<br />

‘Þathiyye’sine nazaran derin ve geniþ bir bilgiye sahip olmaktan<br />

ziyade münteþir (yaygýn, daðýnýk) terbiyeyle yetiþtiðini sandýðýmýz<br />

Hacý Bektaþ, bir halk isyanýnýn (Babai baþkaldýrýsý kastediliyor- Ý.K.)<br />

arda kalanlarý tarafýndan ulu tanýndý. Bilgisi, meþrep ve mezhebi<br />

bakýmýndan yalnýz medrese mensuplarý tarafýndan deðil, tarikatçýlar<br />

tarafýndan da kýnanan bu zümre, ilk zamanlardan itibaren gizlenmeye<br />

lüzum görmüþ ve tekkelerini, þehirleri bile dað baþlarýnda, ýssýz<br />

yerlerde kurmuþtur. Ortodoks Müslümanlýktan dýþarý gören saltanat<br />

ve medrese, bu zümreyi vakýftan da mahrum etmiþti.” (7)<br />

Abdülbaki Gölpýnarlý, Hacý Bektaþ’a bir bâtýni dai’si dediðine göre -<br />

ki bu en doðru saptamadýr- bunun arkasýnda durmalý ve açýklýða kavuþturmalýydý.<br />

Yani, onun bir bâtýni olarak yetiþmesinin tarihsel ve nesnel<br />

koþullarýný açýk açýk göstermeliydi. Nedense araþtýrmacýlar o dönemlerde<br />

bölgenin tarihsel koþullarýný inceleme gereði bile duymadan,<br />

Vilayetname’de anlatýlan olaylarýn hepsini doðru kabul etmiþlerdir.<br />

NOTLAR:<br />

(1) Tehran, 1963, p. 42.<br />

(2) Steven Runciman, A History of the Crusades, Vol.III, 5.Baský, London, 990,<br />

s.259-260; Jean Paul Roux, Orta Asya/Tarih ve Uygarlýk, Çev. L. Arslan,<br />

Kabal Yayýnlarý: Ýstanbul, 2001; Karþ. Gregory Abul Farac (Bar Hebraus),<br />

Abul Farac Tarihi II, Ýngilizce’den Çev. Ö. R. Doðrul, 2. Baský, Ankara,<br />

1987, s.546.<br />

(3) Gregory Abul Farac (Bar Hebraus), Abul Farac Tarihi II, Ýngilizce’den Çev.<br />

Ö. R.. Doðrul, 2. Baský, s. 548.<br />

(4) F.Daftary, The Ismailis, their history and doctrines,. s.409, 418; V.V.<br />

Barthold, Hz. Hakký Dursun Yýldýz, Mogol Ýstilasýna kadar Türkistan,<br />

Ankara,1990,s.511-513)<br />

(5) Vilayetname, s. 103.<br />

(6) Mevlana Celaleddin, s. 237.<br />

(7) Agy, s. 239-40.<br />

Ekim 2004<br />

7


Tasavvufun Kökenleri<br />

Ýsmail Özmen<br />

Ýslam âleminde tasavvuf, Ýslam’ýn güzel, duru, sevgi dolu temel<br />

inanç ve amaçlarýndan hýzla sapan, giderek acýmasýz, baskýcý,<br />

sömürücü, ilkel bir kavmiyet zihniyetinin dönülmez bataklýðýna<br />

gömülen, elleri kanlý, eðlenceye, keyfe ve maddi saltanata düþkün<br />

Emeviler ile Abbasiler’in ve onlara sýký sýkýya baðlý kimi ardýllarýnýn<br />

egemen olduklarý zaman sürecinde yapýlanýp biçimlendi. Ýslam<br />

dinine gerçekten ve yürekten inananlar arasýnda bir öncü grubun, yani<br />

Ýslam’ý gerçek mistik boyutlarý içinde görenlerin, düþünce ve duygu<br />

alanýnda gösteriþsiz, duru ve yalýn derinleþmeyi, özgünleþmeyi seçerek<br />

ürünler vermeye baþlayanlarýn yarattýðý bir yoldur.<br />

Hans Heinrich Schaeder’e göre tasavvuf, gerçek tevhid yoluyla kiþinin<br />

bireysel kurtuluþa ulaþma çabasýdýr. Aslýnda tasavvuf, aþýlmaz sanýlan<br />

þablonlarý, setleri þu ya da bu yollarla aþýp, açýktan ya da gizlice<br />

parçalamak suretiyle kaldýrýp Allah’a daha baþka yollarla da ulaþýlabileceðinin<br />

bilincine varmaktýr. Gerçekte tasavvuf tarihi, bireysel ya da<br />

kolektif biçimde, marifetle, aþkla, zühdle veya vecdle hedefe ulaþmayý<br />

sergileyen yollarýn özgün bir haritasýdýr; dahasý okuyanlar ve anlayanlar<br />

için o, içinde Seyyid Ali Sultan’larýn gezindiði bir Piri Reis atlasýdýr;<br />

daha deðiþik bir kelâmla, hiçbir sýnýr tanýmayan bir bölüm þablon kýrýcýlarýn<br />

farklý ve deðiþik tutumlarýnýn gizemli yansýsýdýr. Elbette, bu gerçek<br />

devrimcilerin içinde, dünyaya,Tanrý’nýn dýþýndaki her þeye sýrt çevirmiþ<br />

“zâhit” diyebileceðimiz soyutlanmýþ direniþçiler de bulunmaktadýr.<br />

Bunlar benim gözümde, gizemini kendi kuyusunda saklayan en büyük<br />

direniþçilerdir. Çünkü onlarýn direniþi, en kutsal, en karanlýk, en uzun<br />

yolda, en güçlü, en inat, en soluklu yolcunun yüklendiði bir direniþ çeþididir.<br />

Onu ancak yürüyenler bilir, çünkü onlar inançlarý uðruna her þeyi,<br />

ama her þeyi göze almýþ kahramanlardýr. Kahramanlýklarýný sessizce ve<br />

yalýn biçimde inançlarýnda ve düþüncelerinin yansýsý olan þiir ve sözlerinde<br />

sergilerler. Zaten tasavvuf tarihi bunun binlerce örneði ile doludur.<br />

Örneðin Hallac-ý Mansur, Seyyid Nesimi gibi...<br />

Henry Corbin’in saptadýðý bir gerçeði sizlere sunmak isterim: Ona<br />

göre, “Ýslam’da din bilinci, tarih-ötesi bir olguda odaklanmýþtýr. Bu olgu<br />

kaynaðýný Kuran’daki Araf Suresi’nin 172. ayetinden alýr. Þöyle ki, bu<br />

olgu tarih-üstü, ezeli misak olgusudur. Çünkü yaradýlýþ öncesinde Allah,<br />

henüz yaratýlmamýþ âdemoðullarýndan, onlarýn bellerindeki zürriyetlerini<br />

alýp hepsine birden sormuþtu: “Elestü bi-rabbiküm-Rabbiniz deðil<br />

miyim?”, diye. Bu soruyu o toplantýda bulunanlarýn hepsi tek aðýzdan<br />

þöyle yanýtlamýþlardý: “Balâ þâhidnâ-Rabbimizsin buna tanýklýk ederiz.”<br />

Ýþte bu ezeli misak düþüncesi, tasavvuf ehlinin gerçek din bilincini oluþturur.<br />

Çünkü onlara göre, bu olgu, geleceðin varlýklarýný yokluk uçurumundan<br />

kurtarýp “Rûz-ý Elest”in yaþantýsýna döndürmüþ, her türlü kayýt<br />

ve koþuldan sýyýrýp çýkararak sevgi denizinin derinliklerine fýrlatmýþtýr.<br />

Ayrýca, yine konuyla ilgili þu gerçeði de saptamakta yarar görüyorum:<br />

Kim ne derse desin, Ýslam’da tasavvufun baþlangýcý, Peygamber’e<br />

deðin uzanýr. Louis Massignon’un dediði gibi, bu konuda Kuran, “Tek<br />

baþvuru kaynaðý”, “ilimlerin temel kitabý”, “dünyanýn anahtarý”, “ tek<br />

bir ayetinden yedibin anlam çýkarýlan mucize” ve “yeniden diriliþ”tir.<br />

Hatta Kuran’da, “Allah’ýn insana þah damarýndan daha yakýn<br />

Fotoðraf: Katre Can<br />

olduðu”(sure 50/60); “Gözler O’nu fark edip kavrayamaz. O, gözleri<br />

görür” (Sure 6/103); “Nereye dönerseniz, orada Allah’ýn yüzü vardýr.”<br />

(sure 2/115); “Allah, doðaya ve insan ruhuna iþaretler yerleþtirmiþtir.”<br />

(sure 51/20-21) gibi tasavvufi konularý içeren iþaretler yer almaktadýr.<br />

Yine Kuran’da yer alan, içerik ve anlamlarý çeliþen birçok ad ve sýfat, Allah’ýn<br />

doksan dokuz esmâ-i hüsnâ’sýný oluþturur. Bu nitelemelerin tümünün<br />

insanda bulunan deðiþmez özellikler olduðu yadsýnamaz bir gerçektir.<br />

Tasavvufçular “gerçek direniþçilerdir”, derken amacýmýz, onlarýn<br />

çirkinliklere ve çürümüþlüðe karþý savaþ içinde olduklarýný anlatmaktýr.<br />

Böyle bir atmosferde durum deðerlendirmesi yaparken kavram ve konularý<br />

yeniden ele almakta fayda vardýr. Örneðin, deðiþik bir bakýþla,<br />

Kuran’ýn yorum yöntemlerini, zâhiri anlamlarýný yadsýmadan, kelimesi<br />

kelimesine basit yorumlardan simgesel anlamlarýna deðin uzanan bir yol<br />

olarak görmek olasýdýr. Gerçekten Kuran’a deðiþik açýlardan bakarak<br />

çeþitli yorumlar üretmek, hem Allah kavramýna daha uygun düþer, hem<br />

de Ýslam’a ve insanlýða daha zengin ve güzel birikimler getirilmiþ olur.<br />

“Tasavvufun baþlangýcý, Peygamber’in kendisine kadar uzanýr.<br />

Kur’an’da onun ümmî olduðu yani okuma yazma bilmediði söylenir(sure<br />

7-157-158). Gerçekte, Ýslam sofuluðunun anlamýnýn öz temeli bu olguda<br />

yatar. Allah’ýn kelâm olarak ete kemiðe bürünüp Ýsa aracýlýðý ile tecelli<br />

ettiði Hýristiyanlýkta, kelâma tertemiz bir kap oluþturmak için Meryem’in<br />

bakireliði nasýl gerekli idi ise; ayný þekilde, Allah’ýn Kuran’ýn kelâmý<br />

aracýlýðýyla tecelli ettiði Ýslam’da da emâneti saflýðý bozulmamýþ bir<br />

þekilde aktarabilmesi için Peygamber’in sözlü olsun yazýlý olsun aklî<br />

bilgi ile kirlenmemiþ bir kap olmasý gerekli idi”, diyen Annamarie<br />

Schimmel, “Ýslam’ýn Mistik Boyutlarý” adlý kitabýnda Hz. Muhammed’in<br />

“Tasavvufun manevi zincirinin ilk halkasý” olduðunu vurgularken onun<br />

“gayb-batýnî hikmetler ilmini” Hz. Ali’ye aktardýðýný dile getirmekten de<br />

geri durmaz. Elbette, tasavvufun zaman, coðrafya ve kültür atlaslarýnda<br />

uzayýp giden bir köken haritasý bulunduðu doðrudur, bu yadsýnamaz.<br />

Þimdilik biz bu atlasý bir yana býrakarak, bütün bu kökenlerin kuyusundaki<br />

özü teþkil eden “sevgi” kavramýný birkaç yönden ele alýp deðiþik<br />

figürlerini yansýtmaya çalýþalým:<br />

Aþk ve Sevgi<br />

Ýþte bunlardan biri olan ve tasavvufi þiir dilinde önemli bir yeri<br />

bulunan “ihsan” kavramý, “Rahman’ýn nefesi” olarak algýlanýr:<br />

Sabah yeli gibi insan yüreðinin büzülmüþ goncasýný açtýran kutsal<br />

kýlavuzluðun simgesi sayýlýr. Ýlk sûfilerin yazýlarýnda, bu konuda<br />

yalnýzca anlatým zenginliði deðil, ayný zamanda tasavvufi deneyimden<br />

süzülüp gelen düþünsel bir derinliðin olduðu da yadsýnamaz.<br />

Onlara göre “Nasýl bir tohum ancak toprakta hayat bulursa, hikmet tohumu<br />

da kalb-gönül topraðýnda yeþerir”; öyleyse, kutsal ruhun temiz kabý,<br />

dünyevi kaygýlarla acýlar içinde doðup oluþabilir. Bunun için, en yüce<br />

þerefe ulaþmak isteyen kiþi, þu yedi þeyi, diðer yedi þeye tercih etmelidir:<br />

“Fakirliði zenginliðe, açlýðý tokluða, aþaðýda olmayý yükseklerde<br />

olmaya, zilleti izzete, tevazuu kibre, hüznü neþeye, ölümü hayata”. Yol<br />

budur, bu yola girip yürümek ise sana, yani insana býrakýlmýþtýr, ister gel,<br />

ister gelme, ister yürü, ister otur, özündeki insan ne diyorsa onu yap.<br />

Ünlü sûfilerden Rabia, Basra sokaklarýnda mecnun mecnun yürürken,<br />

“Cennet’i ateþe vermek, Cehennem’i de söndürmek istiyorum, çünkü<br />

böylece iki engel ortadan kalkmýþ olacak; o zaman ne cennet umudu,<br />

ne de cehennem korkusuyla deðil, Allah sevgisiyle ibadet edenler ortaya<br />

çýkacaktýr”, derken, Cennet’te sofulara vadedilen “bir ev ile birkaç huri”<br />

olgusundan, dindeki ezeli güzelliði gizleyen bu tür ve benzer örtülerden,<br />

yani çamurdan kiþinin ruhunu alýp çýkararak kurtarmak ister.<br />

Tasavvufçulara göre, Allah Cennet’i kaldýrsa ya da Cehennem ateþinden<br />

korkan zâhidi ateþe atýverse, muhakkak daha iyi olurdu. Çünkü hem<br />

Cennet, hem de Cehennem, yaratýlmýþ þeylerdir; bunlar Allah’tan<br />

gayri’dirler. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin yorumuyla, her gerçek<br />

mutasavvýf bilmelidir ki, “Baðlar, bahçeler, yeþillikler canýn içindedir.<br />

Evrende ne varsa oradadýr. Öyleyse muhabbet (aþk, sevgi) ezelden gelip<br />

ebede gitmiþtir, on sekiz bin âlem içinde aþk þerbetini, aþk þarabýný içip<br />

de en sonunda Hakk’a ermemiþ kimse yoktur, zaten olamaz da”.<br />

8 Sayý 3


Kuran’da açýkça belirtildiði gibi “O onlarý sever, onlar da O’nu”, ibaresi<br />

gelecek kuþaklara aþk kuramlarýnýn gizemli kanýtý olmuþtur.<br />

Ârifler hakkýndaki bir baþka kutsal hadise göre, “Ârifler ilimsiz,<br />

gözsüz, habersiz, müþahedesiz, sýfatsýz ve perdesiz görürler; onlar kendilerinde<br />

deðil, hiç olmadýklarý kadar Allah’tadýrlar. Davranýþlarýnýn faili<br />

bizzat Allah’týr, sözleri onlarýn diliyle konuþan Allah’ýn sözleridir. Ve<br />

bakýþlarý onlarýn gözüyle bakan Allah’ýn bakýþlarýdýr.”<br />

Cenâb-ý Hak, ayni konuya daha geniþ açýdan bakarak þöyle buyurmuþtur:<br />

“Bir kulumu sevince onun iþiten kulaðý, gören gözü, konuþan dili<br />

ve tutan eli olurum.” Ýþte bu kutsal hadis tasavvuftaki bâtýni öðretinin<br />

temel taþlarýndan birini oluþturur. Böylece, insan kendi özü, temel nitelikleri<br />

üzerinde aðýr aðýr yükselir. Onu yükselten aþktýr. Mýsýrlý Zünnûn,<br />

“Allah’ý Allah sayesinde tanýdým, yani marifet-i ilâhiye bana Allah’ýn<br />

ihsanýdýr. Masivayý Allah Resûlü sayesinde öðrendim”, derken bu<br />

gerçeði dile getirir. Aþk en büyük ihsandýr, aþksýz adým atýlamaz, soluk<br />

alýnamaz, o düþünmenin dinamosudur.<br />

“Allah’ý görüp yaþayan olmadýðý gibi, onu görüp ölen de yoktur.<br />

Çünkü Allah’ýn hayatý sonsuzdur. Kim O’nu görürse O’nda kalýr ve sonsuzlaþýr.”<br />

derken Zünnûn bu sözüyle, Allah’ýn akýl almaz haþmetini ve<br />

kudretini dile getirir. Tasavvufun temel konularý olan fenâ yani “Hakk’ýn<br />

varlýðýnda yokolma” ve bekâ yani “Hak ile baki olma” kavramlarý,<br />

Kuran baðlamýnda oluþturulmuþ, yaratýlan hiçbir varlýðýn eriþemeyeceði<br />

ebedi ve ezeli olgunluk sayýlan Allah olgusu; yani sonsuza kadar kendi<br />

olan büyük gizem (mysterium tremendum) ile büyüleyici gizem (mysterium<br />

fascinans) arasýndaki karþýtlýk üzerine kurulmuþ bir dinsel sistem<br />

oluþturur. Bunun için sevgi þarttýr, insanýn acý çekmesi kaçýnýlmazdýr.<br />

Öyle ki, “Acý müminin tuzudur. Tuz olmadan mümin çürür gider” diyen<br />

Zünnûn, etik bir gerçeði dile getirmektedir. Yalnýz þunu da hiç unutmayalým:<br />

“Allah aþký ile öðünen Allah’ý sevmiyor” demektir. Zünnûn Nil’de<br />

seyahat ederken bir kadýna “Muhabbetin son derecesi nedir?”, diye<br />

sorar. Kadýn ona “Saçmalama sersem muhabbetin sonu olmaz”, der.<br />

Zünnûn “Niye?”, diye yineler. Kadýn “Sevgili sonsuz da ondan”, derken<br />

aþkýn insandaki kutsalýn özü olduðunu, yani Allah’ýn zâtý gibi sevginin<br />

de ezeli ve ebedi olduðunu vurgular. Zaten Kuran’dan, yaratýlmýþ her<br />

þeyin Allah’a ibadet ettiðini, her þeyin kendi diliyle yaradanýna hamdü<br />

sena ettiklerini, þiir ve sanat dünyasýnda ise Yunus Emre ve benzerlerinin<br />

Mevlâ’sýný daðlarla, taþlarla, ceylanlarla, nebilerle çaðýrdýklarýný<br />

öðreniyoruz.<br />

“Ýnsan Allah’a ne zaman kavuþur”, diye soran birisine “Vah zavallý<br />

O’na kavuþulur mu hiç?” diyerek yanýtlayan Bâyezýd-i Bistami’ye erenlerden<br />

biri bir seccade gönderir. O’nun yanýtý þöyle olur: “Ben yer ve gök<br />

ehlinin ibadetlerini toplayýp bir yastýðýn içine, onu da baþýmýn altýna<br />

koydum”. Kimi kez biri O’nu görmeye geldiðinde, “Ben de Bâyezid’i<br />

arýyorum” yanýtýný alýr. Bunlarla bir yandan betimlemeleri içeren paradoksal<br />

bir âlemi çizerken öte yandan, “ Kendinden bir ayna yapana<br />

kadar nefsini oniki yýl örste dövdüðünü, þevki bir saray olarak gördüðünü,<br />

bu sarayda, ayrýlýk korkusundan bir kýlýç çekilmiþ olduðunu ve umudun<br />

eline de vuslat-birleþme nergisi verildiðini, ancak, yedi bin yýl sonra<br />

bile, bu nergisin hâlâ terü taze kaldýðýný, ona hiçbir emel elinin ulaþamadýðýný”,<br />

vurgular. Tanrý ile aralarýnda þöyle bir söyleþinin de geçtiðini<br />

anlatýr Bâyezid-i Bistami: “Allah beni bir gün huzuruna yükseltip buyurdu<br />

ki: ‘Ya Bâyezid, yarattýklarým seni görmek istiyorlar”. Ben de dedim<br />

ki: “Beni vahdaniyetinle beze, bana enâniyetini giydir, ahâdiyetine yükselt,<br />

yarattýklarýn beni görünce seni gördük desinler, sen o olasýn ki ben<br />

orada bulunmayayým’”. Böylece Bâyezid-i Bistami, kendini kendinden<br />

temizlemesini bilmiþ; âþýðýn., maþukun ve aþkýn bir olduðunu, ilâhi aþkýn<br />

arýtýcý ve dönüþtürücü gücünü sergilemiþtir. Buna karþýlýk Mevlânâ<br />

Celâleddin-i Rûmi ünlü Mesnevi’sinde “Cübbemin içinde Allah’tan<br />

gayrisi yoktur”, diye baðýran Bâyezid’e müritlerinin nasýl baþkaldýrdýklarýný<br />

anlatýrken, “Ancak her kim ona býçak saplarsa, býçak döner kendisine<br />

saplanýr, çünkü kâmil veli baþkalarýnýn niteliklerini yine kendilerine<br />

yansýtan lekesiz bir aynadan ibarettir”, der.<br />

Hepimiz, tüm çabalarýmýzla, sevgi ve dostluklarýmýzla, ürettiklerimizle<br />

yaþadýðýmýz dünyayý azami ölçüler içinde barýþ, kardeþlik, eþitlik<br />

ve adalet ilkeleri doðrultusunda, oluþturacaðýmýz bütünsel bir ahlâk<br />

çerçevesinde süslemeye, donatmaya, yaþanýlýr kýlmaya çalýþalým.<br />

Allah’ýn ve bütün insanlýðýn, gözyaþlarýna batýrýlmýþ dileði de bu<br />

deðil mi?<br />

Fotoðraf: Katre Can<br />

Ekim 2004 9<br />

Adý<br />

Soyadý<br />

Kuruluþ<br />

Telefon - Ýþ<br />

Telefon - Ev<br />

Telefon - Cep<br />

Faks<br />

E-posta<br />

Posta Adresi<br />

Sokak No<br />

Semt - Ýlçe<br />

Posta Kodu<br />

Þehir - Ýl/Eyalet<br />

Ülke<br />

Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli<br />

Türkiye 40 M TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin<br />

Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti<br />

adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki<br />

formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin:<br />

+90.(0)212.519 5635


Petrol-Dolar-Borç Tuzaðý ve Silahlanma Kýskacý<br />

Suat Parlar<br />

1973<br />

sonrasý, dünya petrol fiyatlarýnýn artýþý ile birlikte muazzam<br />

bir borçlanma olgusu ortaya çýktý. Petrol fiyatlarýnýn yükselmesi,<br />

buna baðlý olan ve olmayan genel dünya fiyatlarýnýn, özellikle<br />

mamul mal fiyatlarýnýn artmasýný ve yoksul ülkelerin ödemeler dengesinin<br />

temelden sarsýlmasýný getirdi. Büyük bir borçlanma süreci baþladý.<br />

“Her ülke görülmemiþ biçimde döviz ve kredi aramaya baþladý. Özellikle<br />

petrol faturalarý için dolar aranýyordu. 1973’ten 1979’a kadar<br />

altý yýl içinde azgeliþmiþlerin borçlan üç kat, on yýl içinde beþ kat artmýþtýr.<br />

Bu dolar arayýþý, petrol krizinden önce yaratýlmýþ bulunan<br />

euro-dolar piyasalarýný harekete getirdiði gibi, resmî kuruluþlarýn ve<br />

klasik finans merkezlerinin de bu alana girmelerine yol açtý. Uluslararasý<br />

banka kredileri ve bono ihracý, 1975’ten 1982’ye yýlda yüzde 23<br />

oranýnda artmýþtýr. Herkes dolar arýyordu. Bu dolarlar Suûdîlere,<br />

Ýran’a ve diðerlerine ödeniyor ve bunlar da dolarlarýný tekrar uluslararasý<br />

para merkezlerine sevk ediyorlardý.”<br />

International Currency Rewiew (ICR) dergisinin Suudî Arabistan ile<br />

ilgili verileri tabloyu tamamlýyor. Bu ülkenin 1975 yýlý petrol ihracat geliri<br />

27,1 milyar dolardan, 1981’de 110,5 milyar dolara yükseldi. Ayný yýllara<br />

ait ithalat deðerleri düþürüldükten sonra Suudî Arabistan’ýn elinde,<br />

1975 yýlý için 17,4 milyar dolar, 1981’de ise 52,1 milyar dolar fazlalýk<br />

kalýyordu. Bu fazlalýklar, baþta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin<br />

finans merkezlerine akýyordu. Böylece ortaya çýkan “dönüþüm” tablosunda<br />

ABD hazine bonolarý, devlet tahvilleri, banka mevduatlarý ve silah<br />

tekellerine aktarýlan fonlardan kalanlar da borç olarak “azgeliþmiþ”<br />

ülkelere aktarýlýyor, daha sonra faizi ile birlikte tahsil ediliyordu. “Geliþmekte<br />

olan ülkelerin 1973-1982 yýllarý arasýndaki dýþ borçlarý” ise<br />

vahim boyutlara ulaþýyordu: 1973’te 130,1 milyar dolar, 1975’te 190,8<br />

milyar dolar, 1977’de 278,5 milyar dolar, 1979’da 396,9 milyar dolar,<br />

1980’de 474,0 milyar dolar, 1981’de 555,0 milyar dolar, 1982’de 612,4<br />

milyar dolar.<br />

OPEC üyesi ülkeler, fiyatlarýný dolar üzerinden belirliyor, baþka<br />

paralarý kabul etmiyordu. Dolarla ödeme bir “zorunluluktu.” Tüm ülkeler<br />

yoðun bir dolar arayýþý içindeydi. ABD stratejisinin en önemli bileþeni<br />

“dolarda kýtlýk havasý yaratýlmasý”, ülkelerin finansman peþinde<br />

koþmalarý ve rezerv biriktirme ihtiyaçlarýný körükledi. Euro-döviz ve<br />

euro-dolar miktarýndaki aþýrý artýþa raðmen dolar “aranan para” durumundaydý.<br />

1974-1978 döneminde yüz dört “geliþmekte olan” ülkenin<br />

uzun vadeli kamu borçlarýnýn yüzde 65-70’i dolar aðýrlýklýydý.<br />

Petrol fiyatý artýþlarý nedeniyle, petrolsüz azgeliþmiþ ülkelerin, petrol<br />

için yaptýklarý harcamalarýn toplam harcamalarýna oraný, 1973’te yüzde<br />

6’dan 1981’de yüzde 21’e yükseldi. Bu ülkelerin petrol ithalatý için ayýrdýklarý<br />

meblað, 1973’te dýþ ticaret açýklarýnýn yüzde 36,8’i iken, 1977’de<br />

yüzde 72,7’si oluyordu. Petrolsüz azgeliþmiþ ülkeler, 1974-1982 döneminde,<br />

345 milyar dolar tutarýnda petrol ithal ettiler. Petrolün fiyatý,<br />

diðer mallarla ayný hýzda artmýþ olsaydý, söz konusu ülkelerin harcamalarý<br />

sadece 85 milyar dolar olacaktý. Baþka bir deyiþle, bu ülkeler, fiyat<br />

artýþýndan dolayý 260 milyar dolar daha fazla ödemek zorunda kaldýlar.<br />

Petrol satýn alabilmek için alýnan kredilerin faizleri de eklendiðinde, bu<br />

meblað daha da büyüdü. Geliþmiþ kapitalist ülkelerin carî iþlemler<br />

bilançosunda petrol fiyatý artýþlarý nedeniyle meydana gelen açýklar kýsa<br />

bir süre sonra ortadan kalkarken, petrolsüz azgeliþmiþ ülkeler (örneðin;<br />

Brezilya, Güney Kore) giderek daha büyük açýklarla karþý karþýya kaldýlar.<br />

Oysa, 1970’lerde, geliþmiþ ülkeler ve azgeliþmiþler carî iþlemler açýðý<br />

verdikten kýsa bir süre sonra, OPEC devletleri ellerinde biriken petrodolarlarý<br />

emperyalist merkez ülkelerin bankalarýna aktardýklarý için, bu<br />

ülkelerin ödemeler bilançosu açýklarý hýzla ortadan kalktý. Batýlý emperyalist<br />

devletler, carî iþlemler açýklarýný kapamak için borçlanmak zorunda<br />

kalmak bir yana, finans sistemlerinin, kredi daðýtmaya baþladýðýna<br />

tanýk oldular.<br />

Kapitalist sistemin iþleyiþi gereði, petrol fiyatý artýþlarýndan petrolsüz<br />

azgeliþmiþler en büyük zararý gördüler. Bu zararýn önemli bir boyutunu<br />

da 70’lerdeki yoðun borçlanma oluþturdu. 70’lerde, IMF ve Dünya Bankasý’nýn<br />

da teþvikleri sonucu, büyük bir kredi furyasý gündeme geldi. Bu<br />

dönemde geliþmiþ kapitalist ülkeler, bunalýmý aþmak ve petrol fiyatlarýndaki<br />

yükseliþin etkilerini hafifletmek için geniþletici politikalar izlediler.<br />

Bunalým koþullarýnda para arzý artýrýldý ve faiz oranlarý düþürüldü. Parasý<br />

uluslararasý para olma özelliðini taþýyan ABD ise Bretton Woods<br />

Anlaþmasý’nýn getirdiði yükümlülüklerden arýndýktan sonra, geniþletici<br />

para politikalarýný en rahat uygulayan ülke oldu. Bu dönemde yönetimde<br />

olan Carter Hükümeti’nin tutumunun gerisinde, dolarýn deðerini düþürerek,<br />

rekabet gücü zayýflayan ABD’nin, ihracat olanaklarýný artýrma<br />

çabasý vardý. Ýthalat, dolarýn deðeri düþtüðü için pahalý hale gelince,<br />

ABD sanayicileri ülke içindeki fiyatlarý yükseltme olanaðýný kazandýlar.<br />

Ortaya çýkan enflasyon, reel faiz hadlerinin düþmesini hatta negatif<br />

olmasýný saðladý. Ayrýca, uluslararasý finans piyasasýnda biriken petrodolar<br />

fonlarý müthiþ bir kredi bolluðu yarattý. Bankalar arasý rekabet,<br />

kredi faizlerini ucuzlattý.<br />

Ancak, 1975 yýlýnda gerek petrol ihracatçýsý, gerekse petrolsüz azgeliþmiþ<br />

ülkelerin ihracatý oldukça düþtü. Bu tabloda, ihracatý sürekli azalan<br />

azgeliþmiþlerin kayýplarý büyüdü ve 1982’de büyük bir borç krizi yaþandý.<br />

1975 yýlýnda aðýr bir borç servisi yükü ile karþý karþýya kalan bu<br />

ülkeler, önceden aldýklarý kredileri ödemek için borç arar hale geldiler.<br />

80’li yýllarda ise artýk borç yükü baþ edilemez boyutlardaydý:<br />

“1970’li yýllarda hýzla artan azgeliþmiþ ülke borçlarý, 1982’de ticarî<br />

bankalarýn yeni kredileri azaltmalarý sonucu, etkisi uluslararasý boyutlara<br />

varan bir borç krizine neden olmuþtur. Uluslararasý finans piyasasý<br />

açýsýndan bir panik yýlý olan 1982’de, baþta Meksika olmak üzere otuz<br />

üç ülke borç ertelemesi için baþvurmuþlardýr. Ertelenen borç miktarý<br />

1981’de 26 milyar dolar iken, 1982’de 55 milyar dolara, 1983’te ise<br />

90 milyar dolara yükselmiþtir. Azgeliþmiþ ülke borçlarýna... daha<br />

yakýndan bakýldýðýnda, toplam borçlarýn 1970 ile krizin patlak verdiði<br />

1982 yýlý arasýnda yaklaþýk on iki kat arttýðý, 1990 yýlýna varýldýðýnda<br />

ise, borç miktarýnýn 1970 yýlýndaki 62,5 milyar dolardan 1,2 trilyon<br />

dolara yükselerek yirmi kez katlandýðý görülmektedir.”<br />

Aslýnda borç sorunu “petrol þoku” ile baþlamamýþtýr ama tetikleyici<br />

unsur bu olmuþtur. Geliþmekte olan ülkelerin, 1967-1972 yýllarý arasýnda<br />

dýþ borçlarý yýlda ortalama olarak yüzde 12,6’lýk bir artýþ kaydederken,<br />

1973-1978 döneminde bu rakam yüzde 25,3 oranýnda büyüyordu.<br />

Bu arada petrolü olmayan azgeliþmiþ ülkeler, büyümelerini<br />

sürdürmek için, geliþmiþ kapitalist ülkelere göre daha fazla ticarî enerji<br />

kullanmak zorundaydýlar. Ekonomik büyüme ile enerji iliþkisi temelinde<br />

tasarruf uygulamalarý sýnýrlý bir düzeyde kaldý. Ancak emperyalist ülkeler,<br />

enerji tüketimi artýþ hýzýný kontrol ettiler. ABD’de 1970-1973 döneminde<br />

enerji tüketimi yýllýk artýþ hýzý yüzde 3,2’den 1973-1978 döneminde<br />

yüzde 0,8’e düþürüldü. Ayný dönemler itibariyle, enerji tüketimi<br />

yýllýk artýþ hýzý Batý Avrupa’da yüzde 4,4’ten yüzde 0,6’ya, Japonya’da<br />

ise yüzde 6,8’den yüzde 0,4’e çekildi.<br />

Ayný dönemlerde petrol tüketimi yýllýk artýþ hýzý ABD’de yüzde<br />

5,6’dan yüzde 1,7’ye, Batý Avrupa’da yüzde 6,1’den yüzde 0,9’a ve<br />

Japonya’da yüzde 10,6’dan yüzde 0,5’e indirildi.<br />

Emperyalist merkezler, esnek ekonomik yapýlarý, plânlama kapasiteleri,<br />

teknolojik birikimleri ile “þok”tan sýyrýlýrken; azgeliþmiþler bu<br />

imkânlarýn yokluðu ve sistemin hiyerarþik düzeni ile eziliyorlardý.<br />

Öte yandan Kuveyt, Libya, Katar, Irak, Suudî Arabistan’ýn önce katýlým<br />

paylarýný artýrýp, daha sonra topraklarýnda bulunan petrol þirketlerini<br />

ulusallaþtýrmalarý, denetimi ele geçirdikleri anlamýna gelmiyordu. Hiçbir<br />

üretici ülke, bu þirketlerin teknolojik ve teknik bilgisini, pazarlama ve<br />

organizasyon imkânlarýný reddedecek durumda deðildi.<br />

Dolayýsýyla, çok uzun vadeli sözleþmelerle petrollerinin iþletme haklarýný,<br />

genellikle ABD kökenli petrol tekellerine verdiler. Boru hatlarý,<br />

tankerler, rafineriler, petro-kimya tesisleri, pazarlama, daðýtým<br />

þebekelerinde oluþan endüstri varlýklarýnýn en önemli bölümü, ihracatçý<br />

ülkelerin dýþýndaydý. Bu varlýklar, ulusallaþtýrma menzilinin de dýþýnda<br />

kalýyordu.<br />

10 Sayý 3


NOKSANÝ<br />

Finans-kapital aðlarý da emperyalist merkezlerde<br />

kurumlaþmýþtý. 1970-1978 döneminde<br />

yeni sömürgeciliðin hiyerarþisi ile zincirlenen<br />

azgeliþmiþlerin dýþ borç kaynaklan arasýnda<br />

ticarî bankalarýn payý hýzla artýyordu. 1970<br />

yýlýnda söz konusu ülkelerin toplam dýþ borcunun<br />

sadece yüzde 16’sý ticarî bankalarca karþýlanmýþtý.<br />

Oysa, 1978’de ticarî bankalardan alýnan<br />

borçlarýn azgeliþmiþlerin toplam borcuna<br />

oraný yüzde 39’du. Bu konuda muazzam bir<br />

tekel ortaya çýkýyordu. Zira, toplam ticarî<br />

banka kredilerinin 1/2’sinden fazlasýný otuz<br />

banka karþýlýyordu. Bu bankalarýn açtýðý kredilerin<br />

en büyük bölümünü ise Amerikan<br />

bankalarý saðlýyordu. En önemlisi, bu ABD<br />

bankalarýnýn on tanesi Amerika’ya ait toplam<br />

banka kredilerinin 3/4’ünü verdi. ABD’nin on<br />

büyük bankasýnýn dýþ iþlemlerden(aðýrlýklý<br />

olarak üçüncü dünya ülkelerine verdikleri<br />

kredilerden) elde ettikleri kârýn, genel kâr paylarý<br />

içindeki yeri, 1970’lerin baþýnda ortalama<br />

yüzde 20 düzeyinde iken, bu oran 1975-1980<br />

döneminde yüzde 60-70’e ulaþtý. Bu arada,<br />

emperyalist merkez ülkeler, petrol fiyatlarýnýn<br />

artýþý sayesinde maliyeti yüksek kaynaklarý da<br />

harekete geçirme imkânýný buldular. 1975<br />

yýlýnda. Kuzey Denizi’nde varil baþýna üretim<br />

maliyeti, 2 ilâ 6 dolar, Norveç’in Statfjorda’da<br />

1,8 milyar rezerv-3,44 dolar maliyet, Ekofisk’de<br />

2,8 milyar varil rezerv-3,67 dolar maliyet,<br />

Ýngiltere’ye ait Brent yataklarýnda 2 milyar<br />

varil rezerv-4,37 dolar maliyet biçiminde sýralanýyordu.<br />

Suudî Arabistan petrolünün 0,10-0,25 dolar<br />

olan reel maliyeti ile OPEC’in 0,50-1 dolarlýk<br />

ortalama maliyeti düþünüldüðünde, yukarýda<br />

belirtilen “Batý” petrolünün durumu anlaþýlýr.<br />

Ancak, artýk bu petrol fiyatlarýyla Kuzey Denizi<br />

üretim sahalarý iþletmeye açýlacak düzeye<br />

geliyordu. 1978’de Kuzey Denizi’nde, on altý<br />

üretim sahasýnda elli milyar varillik bir rezerv<br />

bulunduðu tahmin ediliyordu. Bu arada tüm<br />

itirazlara raðmen Alaska petrol boru hattý da<br />

tamamlanýyor ve 80’lerde ABD toplam ham<br />

petrol üretiminin 1/3’ünü oluþturacaðý hesaplanýyordu.<br />

(Günümüzde de Hazar petrollerinin<br />

maliyetinin dünya petrol fiyatlarý açýsýndan<br />

uygun seviyeye gelmesi bekleniyor.)<br />

Bu olgularýn ortaya koyduðu tablo, þu satýrlarla<br />

tamamlanýyor:<br />

“Neredeyse, petrol ihraç eden ülkelerin<br />

fazlalarý, petrol ithal eden ülkelerin açýklarýyla<br />

eþitlenmiþti. Ýþte bu koþullarda çok<br />

uluslu bankalar devreye girdiler; petrol<br />

fazlasý fonlarý petrol ithal eden azgeliþmiþ<br />

ülkelere kredi olarak vermeye baþladýlar.<br />

Büyük kaynak açýðý olan ülkeler böylece<br />

finansman ihtiyaçlarýný karþýlamanýn yolunu<br />

bulurlarken, sanayileþmiþ ülkeler de<br />

azgeliþmiþ ülkelere yönelik ihracatlarýný<br />

sürdürmeyi baþardýlar. 1980’de azgeliþmiþ<br />

ülkeler, sanayileþmiþ ülkelerin sanayi ürünlerinin<br />

yüzde 40’ýný ithal eder duruma<br />

geldiler. 1970’li yýllarýn sonlarýnda Ýngiltere’nin<br />

inþaat malzemelerinin yüzde 42’si,<br />

yeni uçaklarýn yüzde 33’ü ve tekstil makinelerinin<br />

yüzde 32’si azgeliþmiþ ülkelere<br />

yönelmiþti. Azgeliþmiþ ülkelerin içine itildikleri<br />

olumsuzluðun bir nedeni de alýnan<br />

kredilerin verimsiz kullanýlmasý, çoðunlukla<br />

saðlanan kaynaðýn silah alýmlarýnda<br />

kullanýlmasýdýr. Üçüncü dünyaya 1982-<br />

1986 döneminde 224,4 milyar dolarlýk silah<br />

satýldý.”<br />

Petrol-dolar-borç tuzaðý, silahlanma kýskacý,<br />

emperyalist sistemin birikim süreci, para<br />

krizi, aþýrý üretim bunalýmý ile boyutlanan iç<br />

çeliþkileri ve ABD’nin güç kaybýný telafiye<br />

yöneldiði yeni hegemonya araçlarýnýn þifre<br />

anahtarlarýdýr. Temelde ise, kapitalizmin deðer<br />

üretimi süreci vardýr. Kapitalist deðer üretimi<br />

kýrýlmadan çokuluslu petrol þirketlerinin ulusallaþtýrýlmasý<br />

anlam taþýmaz. Kapitalist deðer<br />

üretimi yerinde býrakýlacaksa, çokuluslu büyük<br />

þirketlerin devletleþtirilmesi hatta bütün<br />

dünyanýn tek bir topluma, bütün devletlerin de<br />

tek bir devlete dönüþmesi bile hiçbir þeyi<br />

temelde deðiþtirmez. Ortada, ABD’de kurumlaþmýþ<br />

askerî-endüstriyel kompleks, silah tekelleri,<br />

çokuluslu petrol þirketleri, dev bankalar,<br />

kapitalist devletler, petrol üreticisi ülkeler<br />

temelinde geliþen elde edilmiþ artýk kârýn<br />

bölüþümü süreci vardýr. Bu sürecin dinamikleri,<br />

dünya finans ve petrolünü denetleyen<br />

“uluslararasý Araplýk = terör” propagandasý<br />

ile örtülüyor. Oysa sistemin kurum, araç, örgüt<br />

ve organizasyonlarý emperyalist merkezlerde<br />

birikmiþtir.<br />

Bu baðlamda söz konusu merkezlerin politikasý,<br />

dünya ham petrol yataklarýný, daha çok<br />

azgeliþmiþ bölgelerde bulunduklarýna göre, bu<br />

iþte elde edilen artýk kârýn herhangi bir parçasýný<br />

ne biçimde olursa olsun cebe indirebildikleri<br />

sürece tüketinceye kadar kullanmaktan<br />

ibarettir. Yaðmacý, yani açýkça emperyalist<br />

enerji politikasý resmî enerji plâncýlarýnýn<br />

öngörülerinden de anlaþýlýyor.<br />

Gel Beri<br />

Hakikat haline yeteyim dersen,<br />

Günahlarýn ele al da gel beri.<br />

Bir kâmil etkin tutayým dersen,<br />

Hýrsý, nefsi, tamah sal da gel beri.<br />

Varýp bir kâmilde ara nefsini,<br />

Nefsini bildinse bildin rabbini,<br />

Varýndan geçip de yoket kendini,<br />

Þeriat edelim bil de gel beri.<br />

Tarikat kapusu bir ince yoldur,<br />

Girmek dilersen nefsini öldür,<br />

Zikri tesbih eyle kalbini doldur,<br />

Aþký ilahiden al da gel beri.<br />

Marifete girmek arzu etse canýn,<br />

Mansur meydanýdýr al ele urganýn,<br />

Suret uðrusundan sakla imaným,<br />

Herkesin dilinden bil de gel beri.<br />

Hakikat ummandýr dalabilirsin,<br />

Bir ulu þehirde ehlin bulursun,<br />

Ýbtida bir sadýka yoldaþ olursun,<br />

Ara musahibin bul da gel beri.<br />

Salih musahip bul sýrrýný söyle,<br />

Kendine yar edip birlikte böyle,<br />

Bir mürebbi bulup hem vekil eyle,<br />

Sadýk pirden ikrar al da gel beri,<br />

Mürþid-i kâmile özünü yetür,<br />

Dört kapý kýrk makamý yerine getür,<br />

Dört caný bir edip birlikte otur<br />

Bahir ol ummana dal da gel beri.<br />

Bahri ummandýr, âþýka gülþen,<br />

Muhabbetten kaçan olur periþan,<br />

Dergâh-ý Ali’den isterler niþan,<br />

Yükün lal mercan kýl da gel beri.<br />

Yükünü Mýsýr’dan Baðdat’a ilet,<br />

Yemen ülkesinde müþteri gözet,<br />

Mülkün sahibinden hesabýný düzet,<br />

Mührü þahtan damga çal da gel beri.<br />

Bir oda yap duvarýný bol et,<br />

Rüzgâr girmesin mamur abad et,<br />

Kapusun nur, kilidin sýr benyad et,<br />

Beklemeðe bevvap bul da gel beri.<br />

Metaýn açuben müþteri gözle,<br />

Saf sadýkalarýn izini izle,<br />

Uðru haramidir varýný gizle,<br />

Cevahir sarrafý bul da gel beri.<br />

Ol mal kýymetlidir herkes alamaz,<br />

Can paha vermeyen malik olamaz,<br />

Kâmile yetmeyen kemal bulamaz,<br />

Bir gerçekten himmet al da gel beri.<br />

Noksani’yim intizarým bu raha,<br />

Bir gerçek yüzünden yettik dergâha,<br />

Niyazýmýz budur gül yüzlü Þah’a,<br />

Lütfünü ihsaný bil de gel beri.<br />

Ekim 2004 11


ILKÇAÐ’DA, APOLLON TAPINAÐI’NIN GÝRÝÞ KAPISI ÜSTÜNDE ÞU ÖZDEYÝÞ YER ALIYORDU: “KENDÝNÝ BÝL”<br />

Kendini Bilmek - Özünü BulmakAmaçlý<br />

Ýkrar ile Baþlayan Yol<br />

Serçeþme’nin Bir Abdalý<br />

Mehmet Turan<br />

Alevi-Bektaþi süreðinde cem, yolaðýn sürdürücüleri<br />

ve canlarýn bir arada ve bir<br />

amaca yönelik olarak gerçekleþtirdikleri en<br />

tatlý muhabbet ve en kutlu ibadettir.<br />

“Hizmetli cemler” ve “hizmet görülmeyen<br />

cemler” olmak üzere iki baþlýk altýnda toplayabiliriz<br />

cemlerimizi. Görgü cemleri; ikrar, yol<br />

ve dâr hizmetlerinin görüldüðü hizmetli cemlerdir.<br />

Kutlama adýna, kutsama adýna, anma<br />

adýna, yanma adýna yapýlan, içinde hizmetin<br />

yer almadýðý eðitim, bilgilendirme amaçlý<br />

Nevruz cemi, Hýzýr cemi, Aþure cemi, Abdal<br />

Musa cemi, Koldan Kopan cemi, Bereket cemi,<br />

Hasat cemi, vb. cemler, hizmet görülmeyen<br />

cemlerdir. Yörelerimize göre adlandýrma farklýlýklarý<br />

bulunan, hizmet görülmeyen, görgü<br />

yapýlmayan bu cemler, belirli günlerin, dönemlerin<br />

kutsanmasý, kutlanmasý, anýlmasý için<br />

yapýlýr. Buradaki “hizmet”ten, cem bütünlüðünü<br />

oluþturan 12 hizmet anlaþýlmamalýdýr. 12<br />

Hizmet cem içerisinde sýrasýyla uygulanarak<br />

cemin bütününü oluþturur. 12 Hizmetin bir<br />

tanesinin yerine getirilmediði/getirilemediði<br />

cemler “eksik cem” olarak adlandýrýlýr. Hizmetli<br />

cemlerdeki “hizmet”; görgü, sitem anlamýný<br />

taþýmaktadýr. Örneðin, yol ehli bir talip görgüden<br />

geçeceði zaman “hizmet göreceðim”, der.<br />

Biz önce yolun baþýndan, ikrar vermekten<br />

ve bununla ilgili ikrar ceminden söz ederek<br />

sürdürelim yolumuzu. Çünkü yol, “ikrar ile<br />

baþlar.” Yol’un yolcusunun “ehliyeti”dir ikrar.<br />

Ýkrar;<br />

Alevi-Bektaþi süreðinden gelmiþ evlat canlarýn;<br />

yol düsturunu araþtýrýp öðrenmeye çalýþmýþ,<br />

gönlüne düþen muhabbet aþkýyla yola<br />

talip olma arzusunu yol derviþlerine iletmiþ,<br />

bu isteði derviþlerce rehbere iletilmiþ,<br />

oradan dedeye/babaya ulaþtýrýlmýþ canlarýn;<br />

önce bir muhabbet cemi içerisinde “saki”sine<br />

“Hû” dedirtmekle, yani samimiyetine<br />

duyulan güven ile cemde lokma yemesine,<br />

dolu almasýna, muhabbet dinlemesine<br />

izin verilen;<br />

yine kendisiyle birlikte dedenin/babanýn ve<br />

ayin-i cem canlarýnýn belirleyecekleri bir<br />

süreyle yaþamanýn Alevi-Bektaþi yolaðýna<br />

uygun olup olmadýðýnýn izlenmesinden,<br />

gözlenmesinden sonra yol süreðine, Hak-<br />

Muhammet-Ali birlemine, gerçekleri görenlerin<br />

gönüllerinde oluþturulmuþ Kýrklar<br />

birliðine, Oniki Ýmam katarýna, Anadolu<br />

Alevi-Bektaþiliðinin hünkârý Pir Bektaþ<br />

Veli’nin tasavvuf, edep ve erkânýna baðlanmalarý<br />

için dede/baba huzurunda, rehber<br />

gözetiminde, canlar meydanýnda and içmeleri,<br />

söz vermeleri demektir.<br />

Ýkrar cemi, bu ikrarýn alýndýðý, 12 hizmetin<br />

yürütüldüðü cemdir. Ýkrar verme ve ikrar cemini<br />

300 yýl önce dörtlükleriyle ne güzel betimlemiþ<br />

Þahi ve bu dörtlükleri gönül güzelliðiyle ne<br />

güzel özgülendirmiþ can dostum Dertli Divani.<br />

Serçeþme adýný taþýyan kasetine de okumuþ<br />

Nurhak Semahý adýyla ve yine bi güzel eylemiþ<br />

Arif Sað usta bu nefesi kendine özgü yorumuyla.<br />

Biz de edindiðimiz görgü üzerine yol ulularýna<br />

öykünerek âþýklarýn sözünden yola çýkýp a-<br />

naliz etmeye ve bu yolla aktarmaya çalýþalým<br />

ikrarý ve ikrar cemini. Bilindiði gibi cemlerimizde<br />

muhabbet sýrasýnda dedeler/babalar<br />

âþýklara/zâkirlere; “Bir anahtar ver erenler, hadi<br />

bir yol aç” diyerek, onlarýn tellendirip dillendirecekleri<br />

nefeslerden, düvazlardan, deyiþlerden,<br />

okþamalardan ya da derviþlere, “Hadi<br />

bir karpuz yuvarlayýn” deyip onlarýn müþküllerinden,<br />

daðarcýklarýndaki muammalardan yola<br />

çýkarak muhabbeti sürdürürler. Ve cemlerimiz<br />

12 hizmetin arasýna bu muhabbetlerin serpiþtirilip<br />

paylaþýlmasýyla kutlu ibadet halini<br />

alýr.<br />

Kulak verelim Þahi’ye:<br />

Kurbanlar týðlanýp gülbenk çekildi<br />

Gaflet uykusundan uyana geldim<br />

Dört Kapý sancaðý anda dikildi<br />

Üryan büryan olup meydana geldim.<br />

Ýkrar verecek can ya da canlar tek baþlý-çift<br />

baþlý-dört baþlý (musahipli) (*) olarak rehber<br />

gözetiminde cemevi kapýsý dýþýnda beklerlerken<br />

öðrendiklerini bir kere daha yinelerler.<br />

Rehber, kapýcýdan destur alýp can ya da canlarý<br />

içeri alýr; eþik içerisinde dâr’a dururlar.<br />

Kurbanýn Üstüne Yürüdü Erkân<br />

Cem kurbanla baþlayacaðý için kurban, kurbancý<br />

tarafýndan meydana getirilir; rýzalýðý<br />

alýnýr, sorgulanýp duasý verilir(kutsanýr). Birlenip<br />

gülbangý verilen býçak, kurbancýya teslim<br />

edilir. Kimi yörelerimizde kurban, cem meydanýnda<br />

gezinmeye býrakýlýr; bu sýrada zâkirler<br />

tarafýndan kurban nefesi söylenir.<br />

Aslýnda bu sorgulama ve kutsamalar aday<br />

talip durumundaki can ya da canlar içindir; onlar<br />

da önceden edindikleri bilgiler sayesinde<br />

bunun ayýrdýna varýrlar: Gaflet uykusundan u-<br />

yanýr ya da uyandýrýlýrlar. Ýçeride kendilerine<br />

Dört Kapý’nýn erenlerinden ve temsili gönül<br />

sancaklarýndan söz edilir. Can ya da canlar bunu,<br />

sezgisel olarak hissetmeye çalýþýr. “Bilgilenme,<br />

öðrenme, düþünme dýþýnda kalan asýl<br />

anlama, ayýrt etme yetisi” biçiminde tanýmlayabileceðimiz<br />

sezgisel anlayýþ süreç içinde<br />

hizmet, itaat, sadakat ve yol sürdürme ile geliþir.<br />

Özde, kurban olan da sorgulanan da kiþinin<br />

kendi özüdür. Onun içindir ki tüm insani<br />

kisvelerden arýnýr-soyunur; bedeni ile deðil özvarlýðý<br />

ile ortadadýr.<br />

Evvel eþiðine koydum baþýmý<br />

Aldýlar içeri döktüm yaþýmý<br />

Erenler yolunda gör savaþýmý<br />

Can baþ feda edip kurbana geldim<br />

Ol demde uyandý bâtýn çeraðý<br />

Rehberim boynuma bend etti baðý<br />

Üç adým ileri attým ayaðý<br />

Koç kurban dediler inana geldim.<br />

Canlar, önce rehber gözetiminde, gözcü denetiminde<br />

cemevi giriþ eþiðine “medet niyazý”<br />

eder ve dâr’a dururlar. Rehberi aracýlýðýyla<br />

cem canlarýna, hiç kimsenin etkisi altýnda olmaksýzýn,<br />

gönül isteðiyle yola girmek arzularýný<br />

belirtirler, bu amaçla yakarýrlar. Kendilerini,<br />

özlerini, canlarýný, serlerini yola vermeye, mallarýný<br />

yola tercüman etmeye, adamaya hazýr olduklarýný<br />

bir kez daha yinelerler. Bunun üzerine<br />

ayin-i cem gönülleri birlenir; çerað kutsanarak<br />

uyandýrýlýr. Uyandýrýlan bâtýn çeraðýdýr; içsel<br />

aydýnlanmanýn sembolüdür; Hak-Muhammet-Ali<br />

birleminin nurunu temsil eder; aydýnlanmaya<br />

olan “can atýþý”n gönül nurudur bir<br />

bakýma. O nurla gönüller aydýnlandýktan sonra<br />

ikrar hizmeti devam eder.<br />

Rehber, can ya da canlarýn boynuna onlara<br />

ait bend’i dolar; iki ucundan tutar; huzura yönelir;<br />

“Ya Allah, Ya Muhammet, Ya Ali”, diyerek<br />

üç adým atar; bu sýrada rehber ayin-i cem<br />

canlarýna sorar: “Erenler meydana, yolu hak<br />

bilmiþ, Muhammet-Ali’ye, Pirim Hünkâr Bektaþ<br />

Veli’ye özüyle ikrar vermek isteyen, tevellateberra’yý<br />

kabullenmiþ, aramýza katýlmak isteyen<br />

‘koç kuzulu kurban’ getirdim. Haklarýnda<br />

söyleyecek sözü olan var mýdýr?”, der. Ayin-i<br />

cem erenleri, can ya da canlar hakkýnda herhangi<br />

bir çekince görmüyorsa dedenin/babanýn<br />

isteði üzerine “niþan göstererek”, yani bulunduðu<br />

yere niyaz ederek kabullendiklerini bildirir;<br />

herhangi bir çekince varsa ortaya döker.<br />

Dört kapý selamýn verip aldýlar<br />

Pirin huzuruna yedip geldiler<br />

El ele el Hakk’a olsun dediler<br />

Henüz masum olup cihana geldim<br />

Cem canlarýnýn onayý alýndýktan sonra rehber<br />

gözetiminde canlar, dört kapý selamý ile birer<br />

adým atarak ve her dâr duruþunda ayaklarýný<br />

mühürleyerek yürürler.<br />

Rehber, dört kapý erenlerini temsilen, ayin-<br />

-i cem canlarýný selamlar. Evvel kapý, “Hak/hukuk/kurallar<br />

kapýsý, beþeri yaþamý inançsal ve<br />

geleneksel kurallara baðlayan dünyevi kapý”,<br />

anlamýnda þeriattýr. Ýkincisi, Hakk’a ulaþmak<br />

amacýyla özün yoklanýp eðitileceði tarikat kapýsý.<br />

Üçüncüsü, Hak ile bir olmaya yaklaþýlan<br />

marifet kapýsý ve dördüncüsü, Hak ile Hak olunup<br />

birlikte yolculuða çýkýlan hakikat kapýsý-<br />

12 Sayý 3


dýr. Bu kapýlar selamlanýp selamlarý alýndýktan<br />

sonra rehber, caný ya da canlarý pir huzurunu<br />

temsilen dedeye/babaya teslim eder.<br />

Pirim kulaðýma eyledi telkin<br />

Þah-ý velâyete olmuþum yakýn<br />

Mezhebim Cafer-i Sadýk-ül metin<br />

Allah dost eyvallah peymane geldim<br />

Yüzüm yerde özüm dâr’da durmuþam<br />

Muhammet-Ali’ye ikrar vermiþem<br />

Sekahüm hamrini anda görmüþem<br />

Ýçip kana kana mestane geldim<br />

Dede/baba huzura gelmiþ can ya da canlarýn<br />

nasihatýna (telkinine) baþlar. Yol edebi, erkân<br />

iledir. Talip olanlar eline, diline, beline, eþine,<br />

iþine, aþýna, yandaþýna, yoldaþýna, gardaþýna<br />

sahip ve sadýk olacaklarýna söz verdirilirler. Elleriyle<br />

koymadýklarýný almayacaklardýr; eller,<br />

insanlýk ve doðanýn iyiliði, hayrý için üretici ve<br />

hizmetkâr olacaktýr.<br />

Dil acýyý da tatlýyý da söyleyen kelâm aracýdýr.<br />

Muhabbette, sohbette, iyilikte, hoþgörüde<br />

kullanýlacaktýr. Kin, kibir, benlik duygularý<br />

sýyrýlýp atýlýrken dil de buna yardýmcý<br />

olacak, kimsenin arkasýndan konuþmayacak,<br />

bühtan, dedikodu etmeyecek, yalan söylemeyecektir.<br />

Yýkýcý deðil, yapýcý olacaktýr. Her türlü<br />

eleþtiri, en önemlisi özeleþtiri günlük tayýn<br />

olacaktýr.<br />

Bel, kiþinin arý, namusudur. Canlar, kendi<br />

eþlerinden baþkasýna kem gözle bakmayacaklardýr.<br />

Ýffet ve yaþam etiði, uymalarý gereken<br />

en önemli insani erdem olacaktýr onlar için.<br />

Yine canlar yandaþlarýna, yoldaþlarýna, gardaþlarýna,<br />

iyi günde, kötü günde, acýyý paylaþýp<br />

azaltarak, sevgiyi, muhabbeti ve lokmayý paylaþýp<br />

çoðaltarak, destek yardýmcý olacaklardýr.<br />

Kazançlarýna sahip olacaklar, har vurup harman<br />

savurmayacaklardýr; eþlerine sahip olacaklar,<br />

yardýmcý olacaklardýr. Ýþlerinde üretken<br />

olmanýn yollarýný arayacaklardýr. Yetmiþ iki<br />

millete bir gözle bakacaklar, hiç kimseyi dilinden,<br />

dininden, cinsinden, renginden dolayý ayrý<br />

görmeyeceklerdir.<br />

Dede/baba sözleri canlar tarafýndan<br />

“Eyvallah” diyerek onanýr. Sonra da dede/baba<br />

talibin elini eline alýp kendi temsil ettiði makamdan<br />

mürþidine, mürþidinden pirine, pirinden<br />

Hak-Muhammet-Ali birlemine, Oniki<br />

Ýmam katarýna ve Kýrklar meydanýna varan içsel<br />

köprüyü kurarak onlara bu ikrar ile Þah-ý<br />

Merdan’a yakýn olacaklarý, özlerini saðlam tutmalarý,<br />

ikrarlarýný hatasýz gütmeleri halinde,<br />

her iþlerinin ahsan olacaðýný, kolaylýklar içinde<br />

bulunacaklarýný söyleyerek, piri adýna taliplerin<br />

ikrarýný kutsayarak alýr. Taliplerin üzerine<br />

kefeni temsil eden örtü örtülerek pençe ile sýrtlarý<br />

sývazlanýp ya da tarik ile vurularak sitemden<br />

geçirilirler. Tekrar ayaða dikilip dâr’a dururlar.<br />

Yüzü yerde, özü dâr’dadýr canlarýn ve<br />

gülbanklarýný alýrlar/kutsanýrlar. Dedeye/babaya,<br />

rehbere, aþýða/zâkire ve ayin-i cem canlarýný<br />

“cümleden cümleye” diyerek üç yöne niyaz<br />

ederler, tekrar dikilirler: Özür niyazýdýr bu ve<br />

dualarýný alýrlar.<br />

Rehberin gözetimi ve gözcü denetiminde<br />

huzurdan ayrýlýr, cem içerisinde kendilerine<br />

gösterilen yere otururlar. Saki kendilerine muhabbet<br />

dolusu/cem dolusu sunar, içerler. Dolu<br />

sunulduðunda “Nur olsun” diye sunulur. Ýçtikten<br />

sonra “Aþk olsun” denilir. “Cem demi/cem<br />

dolusu” ya da “bade” olarak adlandýrýlan dolu;<br />

âþýðýn aþkýný arttýran bir “mihenk taþý”dýr. Cem<br />

canlarý için o, Hakk’ý bulma yolunda kendi<br />

özünü yoklama, esrime, muhabbet arttýrma,<br />

gönlü özgür kýlma aracýdýr.<br />

Yola talip olup ikrar veren canlar artýk dedesiyle/babasýyla,<br />

rehberiyle 12 hizmet sahipleriyle<br />

ve tüm canlar ile cins, yaþ farký gözetmeksizin<br />

kardeþ olmuþtur. Silsile yolu ile de<br />

gönüllerde oluþturulan Kýrklar’a katýlma adayýdýr.<br />

Oniki Ýmam’a uzanan bir yol evlatlýðýný<br />

kazanmýþtýr. Mürþidi; bâtýni aydýnlanma pirlerini,<br />

filozoflarýný, erenlerini temsilen Muhammet’tir.<br />

Rehberi ve yoldaþý, yoksullarýn ve<br />

gerçeklerin savunucusu, insaný güzelliklere<br />

ulaþtýran dili ve sözleri (bin arþýn uzayan kýlýcý)<br />

olan Ali’dir artýk.<br />

Yolumuz Oniki Ýmam’a çýkar<br />

Mürþidim Muhammet Ahmed-i Muhtar<br />

Rehberim Ali’dir Sahip-Zülfikâr<br />

Kulundur Þahi’ya divane geldim<br />

Ve can divandadýr. Ýkrarýný güdebilirse sonsuza<br />

deðin de divanda olacaktýr.<br />

Gönül rýzasýyla gelinmiþ, ayin-i cem canlarýnýn<br />

rýzasýyla dede/baba tarafýndan pir adýna<br />

gülbank ile kutsanmýþ can, kendisine verdiði<br />

ikrarýný tutmak/gütmek zorundadýr. Çünkü<br />

ikrar verip yola girmiþ olmak, Alevi-Bektaþi<br />

süreði adýna görevini yapmýþ olmak rahat<br />

olmak anlamýný taþýmaz. Yeni bir yaþama<br />

uzanan ikrar, tüm benliði atmak, tüm gönlü<br />

sarmak ve yolaðý sürmek adýna birliktir. Yanma,<br />

piþme, erme evresi yeni baþlamýþtýr talip<br />

için.<br />

Talip için yüreðe düþen muhabbet ateþi ile<br />

“arama kapýsý” aralanmýþtýr. Arayacaktýr; halký,<br />

Hakk’ý arayacaktýr, özünü bulmaya çalýþacaktýr.<br />

Hünkâr’ýn, “Ara bul” iþaretini iyi kavramýþ<br />

bir can, aradýkça bulur, buldukça arar.<br />

Sonu yoktur bu arayýþýn. Çünkü arayan<br />

kendinin farkýna varmaya baþladýkça, daha da<br />

merak eder kendini. Bildikçe öðrendikçe gerçekleri,<br />

her keresinde hiçliðinin farkýna varýr.<br />

Çýkýlan,<br />

önü olmayan ve sonsuz<br />

Bir yürüyüþtür artýk.<br />

Çünkü;<br />

varýlacak menzil Hakk’týr.<br />

Çünkü;<br />

Öncesizdir yol ve yolun sonu yoktur.<br />

Bir devri daimdir dönülen,<br />

Ve her an son gibi görülen<br />

Bir baþlangýçtýr yeniden.<br />

Hüü gerçeðe, gerçeklerin demine…<br />

Aþk-ý muhabbetle.<br />

(*) Ýkrar ceminde sözü edilen “tek baþlý”(er ya da<br />

bacý tek can), “çift baþlý”(erli-bacýlý eþ/aile), “dört<br />

baþlý”(musahipli erler ve bacýlarýn oluþturduðu dört<br />

kiþilik can grubu) anlaþýlýr.<br />

ÞAH HATAYI<br />

Ýnþallah<br />

Muhammet Ali’yi candan sevenler<br />

Yorulup yollarda kalmaz inþallah<br />

Ýmam Hasan’ýn yüzünü görenler<br />

Þah Hüseyin’den mahrum kalmaz inþallah<br />

Zeyenelabidin’den bir dolu içtim<br />

Muhammet Bakýr’dan kaymadým coþtum<br />

Ýmam Cafer’e vardým ulaþtým<br />

Bundan özge yollara sapmaz inþallah<br />

Musa-i Kâzým’dan gelen erenler<br />

Can baþ feda edip cemler görenler<br />

Ýmam Rýza’ya aðý verenler<br />

Divanda þefaat bulmaz inþallah<br />

Bir gün olur okuturlar defteri<br />

Þah olanýn belindedir teberi<br />

Uyanýrsa Taki, Naki, Askeri<br />

Açýlan güllerimiz solmaz inþallah<br />

Þah Hatayi’m bu iþ bizi bitire<br />

Özü kata gör ulu katara<br />

Mehdi þavklarý þu cihaný tutara<br />

Þah oðluna sitem olmaz inþallah<br />

NESÝMÝ<br />

Yolumuz vardýr<br />

Sorma be birader mezhebimizi<br />

Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardýr<br />

Çaðýrma meclis-i riyaya bizi<br />

Biz þerbet içmeyiz dolumuz vardýr<br />

Biz müftü bilmeyiz fetva bilmeyiz<br />

Küllika bilmeyiz ifta bilmeyiz<br />

Hakikat þehrinde hata bilmeyiz<br />

Þah-ý Merdan gibi Ali’miz vardýr<br />

Nesimi özünü faþetme sakýn<br />

Kim bilir hamervah libasýn hakkýn<br />

Hakký bilmeyene hak olmaz yakýn<br />

Bizim Hak katýnda ulumuz vardýr<br />

Ekim 2004 13


41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />

41. Ulusal, 15. Uluslararasý Hacý Bektaþ Veli Anma Etkinliklerinin ikinci günü, 17 Aðustos 2004, Hacýbektaþ<br />

Kültür Merkezinde Ýlhan Selçuk’un verdiði konferasýn banttan çözümünü kýsaltarak yayýnlýyoruz.<br />

Sunucu:<br />

Ýslam tasavvufu, dine geniþ açýdan bakabilmeyi, derin perspektifle incelemeyi olanaklý kýlar. Ýslam tasavvufu<br />

biçime, kurallara, katý yaptýrýmlara deðil, içeriðe, öze, anlama deðer verir. Dinsel inançta hoþgörü, düþüncenin<br />

sýnýrlarýný geniþletir; inançlarýn, kafalarýn ve gönüllerin “aydýnlanmasýný” kolaylaþtýrýr. Aydýn kafalar, gönülleri<br />

yumuþatýp, sevecenliði canlandýrýr. Dostluk, barýþ, hakça paylaþým, yardýmlaþma gibi deðerler toplumda önem<br />

kazanýr. Anadolu Aleviliði, iþte bu nedenlerle “aydýnlýkçý ve yenilikçi”dir.<br />

Þimdi deðerli yazar-gazeteci ve düþünce insaný Sayýn Ýlhan Salçuk beyefendi, “Alevilik ve Aydýnlanma”<br />

konusunda sizlere bir sunumda bulunacaktýr. Saygýyla selamlýyoruz.<br />

ÝLHAN SELÇUK’UN HACI BEKTAÞ VELÝ ANMA ETKÝNLÝKLERÝ ÇERÇEVESÝNDE VERDÝÐÝ KONFERANS<br />

Aydýnlanma ve Alevilik<br />

Ýlhan Selçuk<br />

Her konuþma, hele sizin gibilerin karþýsýnda konuþma, bir “sýnav”dýr;<br />

þu anda bir sýnava girmiþ gibi duyumsuyorum kendimi; dikkat edin<br />

“duyumsuyorum” dedim; “hissediyorum” demedim. Ýki sözcük arasýnda<br />

fark var: “Duyumsamak” sanki daha güzel þeymiþ gibi; daha müzikal bir<br />

yansýma veriyor. Söze girerken biraz konunun etrafýnda dolanarak kendi<br />

heyecanýmý yatýþtýrmaya çalýþýyorum. Çünkü burasý Hacýbektaþ. Bu<br />

salonda kim bilir kimler vardýr; hiç belli olmaz; sanýyorum bizi kýrk kere<br />

“suya götürüp getirecek” kadar bilgili ve ayný zamanda felsefi derinliði<br />

olan, insan olarak çok deðerli kiþiler vardýr.<br />

Bakýn ben liseye gittiðim zaman biz mantýk, felsefe ve sosyoloji okuyorduk.<br />

Þimdiki liselerde yok. Mantýk kitabý da Hasan Ali Yücel’in, o<br />

güzelim adamýn kitabýydý ve tabii mantýk kitabý demek Hasan Ali’nin<br />

yazdýðý kitap demek deðildir bir yerde; bütün insanlýðýn geldiði tarihsel<br />

serüvenin sonunda ortaya çýkmýþ olan bir mantýk ve akýl kitabýdýr. Bazen<br />

böyle kitaplar çýkar ortaya biliyorsunuz; mesela, “Ýncil” diye bir kitap<br />

çýkmýþtýr, “Tevrat” diye, “Kuran” diye bir kitap çýkmýþtýr.<br />

Ýnsanlýðýn kitaplarý vardýr; kimisi kutsaldýr, kimisi kutsal deðildir,<br />

kimisi inanca hitap eder “Ýncil” gibi, “Tevrat” gibi, “Kuran” gibi. Kimisi<br />

de mantýk gibi “akla” hitap eder. Þimdi burada o mantýk kitabýný açtým;<br />

bugünkü gibi anýmsýyorum; bir yerde bir teorem var diyor ki (A), (B)<br />

deðildir (A)’dýr. Aristo mantýðýdýr; mantýk kitabýnda vardýr. Fakat ayný<br />

zamanda Heraklit diye bir insan var gene Aristo gibi, o diyor ki, ayný<br />

suda iki kez yýkanýlamaz. Hepimizin bildiði bir þey, “yýkanýlabilir mi?<br />

Banyoya girdiðiniz zaman yýkandýðýnýz suda bir daha yýkanabilir misiniz?”<br />

O su deðiþmiþtir, yýkanmadan önceki su deðildir o ama o sudur.<br />

Aynayý Tuttum Yüzüme<br />

Ali Göründü Gözüme<br />

Heraklit’ten gelen felsefeyle Aristo’dan gelen felsefe ondan sonra<br />

dinlere kadar yansýyan iki büyük ayrýmý vurguluyor. “Niye?” diyor<br />

kimileri. Birisi diyor ki “aynayý tuttum yüzüme Ali göründü gözüme”.<br />

Yavaþ yavaþ Aleviliðin felsefesine ve gizemine girmeye baþladýk. Þimdiye<br />

kadar “aynayý tuttum yüzüme Osman göründü gözüme” dememiþ ya<br />

da “Muhammet göründü gözüme” dememiþ.<br />

Çünkü o çok yukarýlarda, o çok ayrý, o çok emredici Tanrý; kimine<br />

göre ceberrut bir Tanrý; insaný yakar, yýkar cezalandýrýr; hep günahlarýn<br />

üzerine yürür. Bizim üstümüzde, O ayrý; O (A), biz (B)’yiz. (A), (B) olamaz<br />

dedik ya Aristo mantýðýna göre. Ama öbür tarafta (A), (B) olabilir.<br />

Evren bir bütündür, insanlar bütünleþebilir. Ýnsanlar, insanlarýn güzelliðidir<br />

zaten.<br />

Dinler konusuna bakarken ayrý mantýklarýn orada, tarih ve felsefe<br />

içinde yürüdüðünü düþünebiliyoruz. Buraya gelen, bir sene önceki gelen<br />

deðil; bir sene sonraki gelen de olmayacak. O deðiþimin içinde buraya<br />

geliyor. Ýnsana, doðaya, dinlere, tanrýlara, peygamberlere bakýþ açýsýnda<br />

öyle bir hoþnutluk, öyle bir güzellik, öyle bir iyilik, öyle bir hoþgörü var<br />

ki o insan ister istemez birden bire “temizlenmeye” baþladýðýný ve bütün<br />

evreni kavrayabilecek kadar bir felsefi bilince eriþtiðini hissedebiliyor.<br />

Ýnsanlarýn inancýna yerden göðe kadar saygý duymak gerekiyor. Hacý<br />

Bektaþ-ý Veli burada, bütün yapýtlarýyla bütün güzelliðiyle bütün anýlarýyla.<br />

Buraya gelen insanlar, o inancýn bilincin içinde geliyorlar.<br />

Hz Muhammet Ýsa’dan 600 sene sonra gelmiþ; demek ki bu zamaniçinde<br />

kimileri o dinlere, kimileri bu inançlara, kimileri bir takým felsefelere<br />

kapýlarak dünya üzerinde yaþýyorlar. Bunlarýn kimisi çok açýk söyleyeyim<br />

benim hoþuma da gidiyor; ama kimisi de pek hoþuma gitmiyor.<br />

Peki yani biz bunlarý “akla vurarak” konuþmaya baþladýðýmýz zaman,<br />

birilerine saygýsýzlýk ediyor muyuz? Hayýr akla vurduðumuz zaman her<br />

þeye en büyük saygýyý gösteriyoruz demektir. Þimdi efendim Musa’dan,<br />

Ýsa’dan ve Muhammet’ten sonraki inancýn serüvenine baktýðýmýz zaman,<br />

o serüvenin içinde, bir yerde bir “Ali” çýkýyor ortaya; bir yerde ve bu<br />

Ali’yle de birtakým baþka Müslümanlar arasýnda bir “çatýþma” oluþuyor.<br />

Akýlla Sevmek<br />

Nedir bu çatýþmanýn özü, diye düþündüðümüz zaman yavaþ yavaþ<br />

“aklýmýzý” devreye sokmuþ oluyoruz. Yani sadece inançla her þey<br />

halledilseydi zaten bunu düþünmezdik; düþünmediðimiz zaman da biz<br />

inancýmýzda “eksik” kalýrdýk.<br />

Bakýn dostlar, biz hem din ulularýna en büyük saygýyý göstererek,<br />

hem de din ulularýna en büyük saygýyý gösterirken onlarý “akýlla sevmek”<br />

gibi bir sürecin içine girmiþ bulunuyoruz. Bu akýlla sevmek süreci bana<br />

sorarsanýz tam Alevi-Bektaþi geleneðinin güzel bir yanýdýr. Bunu buradan<br />

baþka hiçbir yerde konuþma olanaðý yoktur; çünkü, söylediðim<br />

þeyler Sünni dünyasýnda eðer böyle bir toplantýda ortaya konsa, “sen ne<br />

yapýyorsun?” derler.<br />

Orada akli bir çaba göstermek yoktur; orada inanç vardýr; sadece<br />

itaat. Çünkü baktýðý zaman aynaya onun gözüne ne “Ebubekir” görünür,<br />

ne “Osman”, ne de “Muhammet.” Anadolu’da böyle bir þey fýþkýrmýþ;<br />

“nedir bu?”; yeryüzünün hiçbir tarafýnda yok. Bu nasýl oluyor? Bu Orta<br />

Asya’dan gelen bir þey bizlere. Orta Asya’dan “Ahmet Yesevi” diye biri<br />

çýkýyor; etrafýnda birtakým ulular, akýllýlar oluþuyor ve oradan da Anadolu’ya<br />

göç yoluyla geliyor. Bu baþka türlü bir oluþum. Müslümanlýðýn<br />

belki de en akla hitap eden, en çok insana hitap eden bir dalý. Bildiðiniz<br />

gibi akýl çok sonra devreye girdi.<br />

Ýnsanlýkta baþlangýçta sadece “inanç” vardý, akýl yoktu. Hýristiyanlýk<br />

dünyasýný düþünün, bu Hýristiyanlýk dünyasýnda akýl ne zaman devreye<br />

girdi? Aydýnlanmayla; þimdi o zaman “Alevilik ve Aydýnlanma”, dediðimiz<br />

zaman inançla aklýn “hesaplaþmasýný” düþünmüþ oluyoruz. Çünkü<br />

aydýnlanmanýn her bir parçasý aydýnlýk insanlardýr ve inanç tarihine baktýðýmýz<br />

zaman, akýl tarihine baktýðýmýz zaman, ikisi arasýndaki iliþkiyi<br />

nerde görebiliyoruz?: Anadolu’da. Orta Asya’dan gelen insanlar kendilerine<br />

göre birtakým inançlar ve akýllar taþýyorlar; onlar geliyor<br />

Anadolu’ya; onlar inançla aklý “birleþtirme” çabasýna girmiþler; hiç kuþkusuz<br />

kolay bir iþ deðil bu; bir insanýn yani inançla aklý “birleþtirebilmesi”<br />

kolay bir þey deðil; burada buluþtuðumuz zaman, biz kendi sevgimizi,<br />

kendi muhabbetimizi bir “akýl zeminine” oturtmak zorundayýz.<br />

14<br />

Sayý 3


41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />

Etkinliklerinin birinci günü, 16 Aðustos 2004, Hacýbektaþ Kültür<br />

Merkezinde Mümtaz Soysal’ýn verdiði konferasýn banttan çözümünü<br />

kýsaltarak yayýnlýyoruz.<br />

Sunucu:<br />

Kýbrýs Cumhurbaþkaný Rauf Denktaþ’ýn temsilcisi<br />

Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ýn konferansýnýn konusu<br />

“Kýbrýs’ýn Geleceði”.<br />

Sözü Mümtaz Soysal beyefendiye býrakýyor, saygýyla selamlýyorum.<br />

Mustafa Kemal ve Cemalettin Çelebi<br />

Ýnsanlýðýmýzýn tadýna ancak böyle “düþünerek” varabiliriz. Biri çýkýyor,<br />

“Enel Hak” diyor. Öyle muazzam bir þey ki, uygarlýk tarihinde, insanlýk<br />

tarihinde böyle bir söz yok. “Ayný suda iki kez yýkanamazsýn”;<br />

diyalektik her þey “deðiþiyor”. Müslümanlýðýn da içinde bir “felsefe”<br />

geliþmiþ ki, burada bulunmamýzýn nedeni o felsefeye olan baðlýlýðýnýz;<br />

bir de insanlýða baðlýlýðýnýz.<br />

Aleviliðin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluþunda, hamurunda büyük<br />

etkisi var: Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’yu, Anadolu insanýný kurtarabilmek<br />

için Ulusal Kurtuluþ Savaþý’ný baþlattýðý zaman, Sivas ve<br />

Erzurum toplantýlarýndan sonra Ankara’ya geleceði zaman buraya geldi.<br />

O zamanýn Alevi-Bektaþi ulularýyla anlaþtý; oturdular konuþtular; hatta<br />

Cemalettin Çelebi biraz hastaymýþ; kalbi mi varmýþ yoksa baþka bir þeyi<br />

mi varmýþ falan filan; Atatürk “siz içmiyorsanýz ben de içmem” demiþ.<br />

Cemalettin Çelebi demiþ ki “o zaman ben de içeceðim”. Laik Türkiye<br />

Cumhuriyeti’ne doðru yürüyüþün bir tarafý böyle.<br />

Þimdi düþünelim: Acaba Orta Asya’dan kalkýp da Anadolu’ya bu<br />

güzelim fikir, bu Alevi-Bektaþi düþüncesi gelmeseydi; Müslümanlýðýn<br />

içinde böyle aydýnlýk bir fikir geliþmeseydi Türkiye’de laiklik devrimi<br />

gerçekleþebilir miydi? 1,5 milyarlýk Müslümanlýðýn içinde tek laik<br />

cumhuriyet. Orada Bektaþi babasý oturuyor; kardeþim daha orada karar<br />

veriyorlar buna; yani, burada karar veriyorlar. O zaman biz þimdi ne<br />

yapýyoruz arkadaþlar deminden beri; taa Aristo’dan baþladýk günümüze<br />

geldik. Biz þimdi zaman içinde yaþamaya baþladýk; zaten insanlar artýk<br />

çaðýmýzda doðduktan sonra yaþamaya baþlamýyorlar; kendilerinden çok<br />

önce bir zamandan baþlýyorlar yaþamaya; çünkü bütün o olaylarý bilinçlendirerek<br />

ayrý bir bilince ulaþýyoruz. Peki bu laik Türkiye Cumhuriyeti<br />

þu gün, þu durumda hangi safhada dediðimiz zaman Ankara’ya bakýyoruz;<br />

orada bir “takiyeci” iktidar var þimdi; ne laikliðe iyi gözle bakýyor,<br />

ne laik cumhuriyete; ne Aleviliðe ne Bektaþiliðe.<br />

Hacýbektaþ’ta Üniversite<br />

Arkadaþlar çok vahim bir zamanda yaþadýðýmýzýn farkýnda mýyýz?<br />

Burda kutsal yerleri ziyaret ettik, kendi kendimizle sarýldýk,<br />

öpüþtük, yedik içtik, anma ziyaretleri yaptýk sonra da daðýldýk, gittik.<br />

Hatta daðýlýp gitmekle de kalmadýk kendi aramýzda bir tartýþmanýn<br />

kapýlarýný açtýk. Bu sene bana sorarsanýz arkadaþlar geldiðiniz noktada<br />

yapmanýz gereken bir þey var: Nasýl “akýl” diyorsak, aklý eðer iktidara<br />

getirmek istiyorsak, iþte onun adý da Hacýbektaþ’ta bir üniversite’dir<br />

Arkadaþlar o üniversite bütün Anadolu’daki, Türkiye’nin dýþýndaki<br />

Alevilerin de aklýnýn örgütlenmesi demektir; onu muhakkak yaratýn; o<br />

üniversite burada gerçekleþtiði zaman birden bire Hacýbektaþ geleneksel<br />

Hacýbektaþ’lýktan çýkacak ve inancýn yanýnda aklýn kalesini kurduðu için<br />

bütün Türkiye’de, bütün dünyada doðru yolu gösterebilecek.<br />

1950’lerden beri mizah edebiyatýyla ilgileniyorum; mizah dergileri<br />

çýkardým. Þunu bilesiniz dostlar kesinlikle söylüyorum; yeryüzünde<br />

mizah edebiyatýnýn doruðu Çünkü Bektaþi mzzahýdýr. mizah “akýlla”<br />

yapýlýr, inançla mizah yapýlmaz. Arkadaþlar siz hiç Nakþi mizahý duydunuz<br />

mu? Neden? Çünkü softanýn inancýndan mizah çýkmaz.<br />

Þu anda Türkiye’de takiyeci iktidar var ve Türkiye karanlýða doðru<br />

sürükleniyor. Atatürk’ün Alevi ve Bektaþilerle dayanýþarak kurduðu laik<br />

cumhuriyeti yýkmak isteyen takiyeci iktidar oradayken, burada insanlarýn<br />

kendi içlerinde “sen konuþacaksýn, ben konuþacaðým” diye birbirlerine<br />

düþmeleri Aleviliðe-Bektaþiliðe yakýþmaz; en baþta akla yakýþmaz.<br />

MÜMTAZ SOYSAL’IN HACIBEKTAÞ KONFERANSI<br />

Kýbrýs’ýn Geleceði<br />

Prof. Dr. Mümtaz Soysal<br />

Hacýbektaþ’ta böylesine güzel bir havada, böylesine kalabalýk geldiðiniz<br />

için sizlere teþekkür etmek istiyorum. Çünkü benim için çok<br />

büyük bir onur sizlere seslenebilmek aslýnda; uzun zamandýr düþünüyordum<br />

ama bir türlü nasip olmadý. Sayýn Denktaþ’ýn saðlýk nedeniyle<br />

gelemeyiþi benim burada konuþmamý gerektirdi.<br />

Kendi kendime sormuþumdur? “Nereden yani niçin bir Alevi þenlik<br />

gününde Hacýbektaþ’ta Kýbrýs konusu ele alýnmaktadýr? Arada nasýl bir<br />

iliþki olabilir?” diye kendi kendime biraz felsefi açýdan felsefeyi biraz<br />

çok sevdiðimden düþünmeye baþladým.<br />

“Alevilik her þeyden önce gelenekleri ve görenekleriyle bir yaþam<br />

biçimi, yaþama felsefesi olduðuna göre herhalde Kýbrýs Türkünün daha<br />

özgürce, daha insanca yaþama davasý olan Kýbrýs davasý Alevilikle<br />

böyle bir iliþki içinde olabilir” diye düþündüm.<br />

“Belki” dedim; “bu da deðil, Alevilik dinin þeriatçýlýðýna karþý özgürleþme,<br />

aydýnlanma ve bir akýl iþi, zorlama yoluyla sorunlarý çözme deðil,<br />

akýl yoluyla çözme olduðunu ve Kýbrýs sorunu da sadece bir bilek<br />

gücüyle deðil, akýl gücüyle çözülmesi gereken bir sorun olduðuna göre<br />

böyle bir iliþki de kurulabilir” diye düþündüm.<br />

Belki de dedim, “Alevilik bir gönül iþi olduðuna, mistik bakýmdan bir<br />

aþk, akýl bakýmýndan bir bilim iþi olduðuna göre Kýbrýs konusunda da o<br />

davayý savunabilmek için onun aþkýný duymak gerekir ama bilgisine de<br />

sahip olmak gerekir” diye düþündüm.<br />

“Ýnsanlýk iþi olduðunu düþündüðüm için Alevilik de her þeyden önce<br />

insana üstün deðer veren, insaný yücelten bir inanç olduðuna göre burada<br />

hiçbir çatýþma yok, bilakis bir örtüþme vardýr” diye düþündüm..<br />

Kýbrýs’ýn Geleceði<br />

Bütün bu sözlerden sonra gelelim Kýbrýs’ýn geleceðine: Kýbrýs<br />

konusunda ister istemez biraz konunun bugün bu noktaya nasýl<br />

geldiðini kýsaca anlatmak istiyorum. “Geçmiþten fazla söz etmeyeceðim<br />

gelecekten söz edeceðim” diye düþündüm ama geçmiþi de hiç yok<br />

sayarak bakmak yanlýþ.<br />

Kýbrýs sorunu nereye doðru gider ve o gidiþ içinde Türkiye nereye<br />

doðru gider o konuyu tartýþmak istiyorum. “Bu günlere geliþin uzun<br />

hikayesini anlatacak deðilim” dedim ama herhalde þunu çok kýsa özetlemem<br />

mümkündür. Kýbrýs sorunu bir yerde iki cemaat arasýnda yani biri<br />

baþka dinden öbürü baþka dinden olan, dilleri farklý olan, her ikisi de iki<br />

baþka ulusun uzantýsý durumunda bulunan Kýbrýs Rumlarýyla, Kýbrýs<br />

Türkleri arasýndaki bir sorun ve tabii Ýngiltere’nin iþin içine giriþinden<br />

baþlayarak Türklerle Yunanistan arasýnda dünya politikasýný etkileyen<br />

bir çatýþma yaratmýþ oluyor.<br />

Ýngiltere’nin Kýbrýs’a geliþi bildiðiniz gibi Osmanlýyý Rus tehdidine<br />

karþý korumak için idi ve orada vaktiyle o zamana kadar 300 küsur yýl<br />

süre yaþayan Türk toplumu Ýngilizlerin yönetimine girdi. Rumlar ki o<br />

zamana kadar yönetici deðiller idi fakat ekonomide aðýr basýyorlardý.<br />

Yunan baðýmsýzlýk hareketinin ister istemez oraya sýçramasý gerekirdi,<br />

nitekim öyle oldu.<br />

Kýbrýs’ta baðýmsýzlýk hareketini baþlatan Rumlar oldu. Ýngilizlerle<br />

çatýþtýlar ama bu çatýþmanýn içine dünya politikasýnýn bir gereði ve Türk<br />

tarihinin bir kalýntýsý olarak Türkler de girdiler. Bu çatýþma bir katliam<br />

anýna vardýðýnda yani sayýca çok olan Rum topluluk Türk toplumunu<br />

ezmeye, nerdeyse katliama tabii tutmaya kalktýðýnda Türkiye müdahale<br />

(Devamý sayfa 16’da)<br />

Ekim 2004<br />

15


41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />

(Baþ tarafý 15. sayfada)<br />

etmek zorunda kaldý ve daha önce ikisinin Ýngilizlerle iþbirliði ederek<br />

kurduklarý Kýbrýs Cumhuriyeti bir askeri harekat gerçekleþtirdi.<br />

1974’de Türk ordusu da Ada’ya çýktý. Yunanlýlar açýsýndan bakýlýnca<br />

kendilerinin Kýbrýs’taki uzantýsýna yapýlmýþ bir istila söz konusudur.<br />

Türkler açýsýndan bakýldýðýnda bir katliamdan kurtarýlmak için bir koruma<br />

harekatý söz konusudur. Onun içindir ki “Barýþ Harekatý” dendi.<br />

1960’ta Kýbrýs Cumhuriyeti kuruluncaya kadar neler oldu onlara girmiyorum.<br />

Fakat o görüþmeler, Birleþmiþ Milletler çerçevesinde yapýlan<br />

görüþmeler sonuç vermedi ama birileri sonuç verebilecek bir ipucu yakaladýklarýný<br />

düþündüler. Nedir o? O Türkiye’ye bakarak bulunmuþ olan<br />

bir ipucudur ve Ýngilizler bulmuþtur:<br />

“Bu Türkler evet baðýmsýzlýklarýna düþkünler, iþte yenilmek istemezler,<br />

kendilerini korumak için askeri güce ihtiyaçlarý vardýr ve saire,<br />

bunlarýn bir zayýflýklarý var, aþaðý yukarý 2 yüzyýldýr hep çaðdaþlaþmak<br />

isterler, çaðdaþlaþmayý genellikle bir batýlýlaþmak olarak alýrlar,<br />

batýlýlaþmayý da daha çok Avrupalýlaþmak olarak görürler. Türklerin<br />

böyle bir Avrupa sevdasý vardýr; bütün sevdalýlar gibi en zayýf noktalarý<br />

odur, o aþktýr; acaba bunu kurcalayabilir miyiz? Kýbrýs konusunun<br />

çözümünü Türkleri ikna etmek üzere Türklerin Avrupa<br />

Birliði’ne tam üye olma tutkularýna bir yerden baðlayabilir miyiz?”<br />

dediler ve gerçekten öyle oldu. Ve o noktadan baþlayarak Kýbrýs<br />

sorununun görüþmeler yoluyla çözümü yavaþ yavaþ Birleþmiþ Milletler’den<br />

Avrupa Birliði düþüncesine doðru kaydý. O kayýþ, bizi bu günlere<br />

getirmiþtir, çünkü Kýbrýs sorununda Türkiye’nin düþüncesi büyük<br />

ölçüde Avrupa konusundaki tam üyelik isteðinin etkisi altýnda kalmýþtýr.<br />

Onun içindir ki, “Annan Planý” ortaya çýkmýþtýr. “Annan Planý” görünürde<br />

Birleþmiþ Milletler genel sekreterinin planý, ama büyük ölçüde Kýbrýsý<br />

Avrupa çerçevesi içinde çözmesi ve Türkleri de, hem oradaki Türk toplumu<br />

olarak, hem de Türkiye’deki Türkler olarak bu noktada ikna etmek<br />

düþüncesine dayandý. Öyle olduðu içindir ki, iktidarlar ve en çok da þimdiki<br />

iktidar daha önceki tutumdan saparak, daha çok ödün verici, daha<br />

uzlaþmacý bir tutum benimsedi. Ankara’dakiler eðer Kýbrýs konusunda<br />

daha uzlaþýcý olursak, daha çok ödün verirsek, Türkiye’nin önü açýlýr<br />

diye düþünüyorlardý ve sonuçta bildiðiniz gibi yine “Annan Planý”nýn bir<br />

gereði olarak konu oradaki iki topluma soruldu; aslýnda bunu gerektiren<br />

bir þey yoktu; iki toplum daha o ana kadar kendi görüþlerini belli<br />

etmiþlerdi, ama bir de “soralým” dendi ve o sorunun ortaya konuþ biçimi<br />

yine Avrupa’yla baðlantýlý olarak ortaya kondu. Kýbrýs Türk toplumu<br />

“hayýr” demek eðiminde hissetti kendisini.<br />

1964’ten beri dünya Kýbrýs’ý meþru devlet olarak tanýyordu; bütün<br />

Kýbrýs adýna konuþuyorlardý. Oysa Türk toplumuyla birlikte Avrupa Birliði’ne<br />

girmek onlarý bu unvaný baþkalarýyla paylaþmak zorunda býrakacaktý.<br />

Böyle olduðu için onlar “hayýr” dediler. Daha önce Avrupa Birliði<br />

eðer kendilerine, buna “hayýr derseniz Avrupa’ya da giremezsiniz. Avrupa<br />

beklentiniz de suya düþer” deseydi belki böyle davranmayacaklardý.<br />

Türk tarafý Kýbrýs’ta “evet” derseniz þunlar olur dendiði halde toplum<br />

olarak deðiþtirildiði için baþka bir tutum içine girdi ve “evet” dedi. Nasýl<br />

bir çözüme evet dedi? Topraklarýnýn 4/1’ini kaybetme sonucunu doðuracak<br />

olan, insanlarýnýn 3/1 birini yeniden göçmen yapacak olan, yönetimde<br />

Kýbrýs Rum çoðunluðun aðýrlýðýný kabul etmek zorunda olan bir<br />

çözüm. Ama iþin içinde “Avrupa’ya girmek” var diyerek “evet” dedi.<br />

Kýbrýs’ýn Geleceði<br />

Geldiðimiz nokta aþaðý yukarý budur. Bu noktada þöyle bir gözlem<br />

yapmak insanlarýmýzý yanlýþ bir rahatlamaya itebilir. Çünkü Kýbrýs<br />

Rum Cumhuriyeti referandum öncesinde de sonrasýnda da<br />

söyledi: “biz eðer bazý þeyler deðiþtirilirse referandumdan önce evet<br />

deriz dedi, referandum sonrasýnda da eðer deðiþtirilirse yeniden bir<br />

referandumda yine evet deriz” dedi. Ne istiyordu?<br />

Türk ordusunun Kuzey Kýbrýs’taki aðýrlýlýðýnýn azaltýlmasý; býrakýlacak<br />

olan topraklarýn Annan Planýna göre bir süre Türk yönetiminde kalmasý<br />

gereken topraklarýn ve Türkler yeni yerlere yerleþtirilinceye kadar<br />

Türk elinde kalmasý gereken topraklarýn, Annan Planý yürürlüðe girer<br />

girmez Türklerin ellerinden çýkarýlmasý ve Birleþmiþ Milletler yönetimine<br />

verilmesi; askeri gücün Türk gücü olarak bu çözüme gözetim<br />

saðlamasý yerine Birleþmiþ Milletler gücüne dönüþmesi; Birleþmiþ<br />

Milletler askerinin arttýrýlmasý gibi istekler ileri sürdü. Birleþmiþ Milletler<br />

bu isteklere boyun eðmek üzere idi. Güvenlik Konseyi’nden öyle bir<br />

karar çýkacaktý; Annan Planý Rumlarýn istediði biçimde, Rum Cumhurbaþkaný’nýn<br />

istediði biçimde deðiþtirmeye yönelik bir karar çýkacak idi.<br />

Rusya Güvenlik Konseyi’nde vetosunu kollandý, “hayýr” dedi. “Birleþmiþ<br />

Milletler’e bu kadar da yetki verilemez” dedi. Yani Kýbrýs’ta, Ankara’daki<br />

hükümetin de istediði, Kýbrýs’taki çoðunluðunda istediði bir<br />

çözüm Ruslar tarafýndan engellenmiþ oldu. Geldiðimiz nokta budur.<br />

Geldiðimiz nokta böylece kalacak olsa bu bize yeni bir zemin hazýrlamýþ<br />

olabilir. Þimdiye kadar uðraþtýk, bir sonuç elde etmeye çalýþtýk<br />

ama kendi ihmallerimiz yüzünden, kendi kötü yönetimlerimiz yüzünden,<br />

hem Ankara’daki hem Kýbrýs’taki kötü yönetimimiz yüzünden oradaki<br />

toplumu kaybettik. Gençliðini kaybettik, üniversitelerdeki öðretim<br />

üyelerini kaybettik, okullarýndaki öðretmenlerini kaybettik ve gençlerini<br />

de kaybettik. Onlar Türkiye’den kopma sonucu verebilecek olan referanduma<br />

“evet” dediler. Ama “olan olmuþtur yahut olan olamamýþtýr þimdi<br />

biz madem olamadý aklýmýzý baþýmýza toplar bir çýkýþ yolu bulabiliriz”<br />

diye düþünebilirdik. Bu durum öylece kalmayacak, bu durum demin<br />

sözünü ettiðim bir “çatal noktaya”, bir tercih yapma noktasýna bizi getirmiþtir.<br />

Çünkü önümüzdeki sonbaharda konu yeniden alevlenecektir.<br />

Niçin alevlenecek? Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliði’nden tam üyelik<br />

koparmak ya da onun baþlangýç noktasý olarak bir görüþme tarihi alabilme<br />

arzusu ayaktadýr. Kýbrýs konusunda referandum öncesinde söylenenler,<br />

hatta referandum sonrasýnda söylenenler Avrupa tarafýndan,<br />

Birleþmiþ Milletler tarafýndan yerine getirilmemiþtir. Deniyordu ki:<br />

“Türk tarafý evet derse Rum tarafý hayýr dediðinde mükafatlandýrýlacaktýr;<br />

örneðin ambargo kalkacaktýr, ticaret serbestliði gelecektir,<br />

ulaþým serbestliði gelecektir, ambargo duracaktýr, uçaklarýn gelmesi<br />

dolayýsýyla turizm geliþecektir”<br />

Bunlarýn hiçbiri olmadý; nisandan beri söz verilenler yerine getirilmedi.<br />

Bu çok kritik bir nokta; çünkü, þimdiye kadar olup bitenler Türkiye’yi<br />

yönetenler ile Denktaþ arasýnda ister istemez bir “gerginlik” yarattý.<br />

Türk toplumunu baðýmsýz devlet olarak tutmak, iki devletli bir<br />

çözüme gitmek, iki baðýmsýz devletin bir araya geliþleri ile bir konfederasyon<br />

kurmak biçimindeki çözümünde “ýsrar” etmiþti. Onun için Birleþmiþ<br />

Milletler katýnda bir sonuca varýlamamýþtý. Türkiye’yi yönetenler<br />

bu konuda Annan Planý’nýn doðru olduðunu, daha iyi bir gelecek getireceðini,<br />

Ada’ya barýþ getireceðini ve daha önemlisi Türkiye’nin Avrupa<br />

kapýsýndaki önünü açacaðýný söylemiþlerdi. O haksýz, biz haklýyýz biçimine<br />

dönüþtü ve bu sadece yönetimler arasýnda bir kutuplaþma olmadý;<br />

Türkiye’nin medyasý da buna karýþtý, buna katýldý. Belki de Denktaþ’ý en<br />

çok yaralayan bu oldu. Çünkü Denktaþ, Kýbrýs ile Türkiye arasýnda,<br />

Kýbrýs Türkleriyle Türkiye’deki Anadolu Türkleri arasýnda bir kopma<br />

olmasýný istemiyordu. Kaderin birlikte tayin edilmesini, birlikte bir<br />

çözüme varýlmasýný istiyordu; tam tersine “birliktelik” yerine “suçlama”<br />

aþamasýna geldik. Denktaþ ve çevresi, Türkiye’nin önünde “engeldir”<br />

dediler. Türkiye Avrupa’ya girecekti, onlar “engelliyor” dendi. Medya<br />

buna katýldý. Denktaþ Anadolu halkýna güveniyordu; onun için<br />

Anadolu’yu karýþ karýþ dolaþtý; sürekli konuþmalar yaptý. Kendisi düþman<br />

olarak gösteriliyordu yine. Dost bildiði Türkiye’nin onu hafif<br />

sözlerle de olsa yaralamýþ olmasý onu gerçekten incitmiþtir.<br />

Bu noktada davaya gönül vermiþ insaný incitmemek için, Türkiye’yi<br />

sonuçta incitmemek için doðru karar vermemiz gerekiyor. Batý’nýn istediklerini<br />

Avrupa’dan tarih alma uðruna yapacak mýyýz, yoksa hayýr mý<br />

diyeceðiz? Yaptýðýmýz zaman ne olur, yapmazsak ne olur? Asýl aðýrlýk<br />

noktasý burada. Yaptýðýmýz zaman, Kýbrýs’taki Türklerin %65’lik çoðunluðu<br />

memnun olacaktýr, muratlarýna erecekler, Avrupalý olacaklardýr;<br />

ceplerindeki pasaport Avrupalý pasaportu olacaktýr, dünyayý serbestçe<br />

gezebileceklerdir, ticaretleri geliþecektir. Fakat belki þimdi unutmuþ<br />

olduklarý, aslýnda asla unutmamalarý gereken baþka þeyler de yavaþ<br />

yavaþ gerçekleþmeye baþlayacaktýr. Nedir o? Girit nasýl elden çýktýysa<br />

Kýbrýs da öyle elden çýkacaktýr. Girit’teki Türkler nasýl elden çýkýþtan<br />

sonra Girit’te kalamamýþlar, göç etmek zorunda kalmýþlar ise Türkiye’nin<br />

bütün Ege sahillerinde milyonlarca insan bugün hâlâ “Girit,<br />

Girit” diye nasýl yanýyorsa onlar da yanacaklardýr.<br />

<br />

16 Sayý 3


41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />

HACI BEKTAÞ VELÝ ANMA ETKÝNLÝKLERÝ ÇERÇEVESÝNDE YAPILAN PANELDEKÝ KONUÞMALAR<br />

Aydýnlanma Sürecinde Hacý Bektaþ-ý Veli ve Cumhuriyetimiz<br />

41. Ulusal, 15. Uluslararasý Hacý Bektaþ Veli Anma Etkinliklerinin birinci günü (16 Aðustos 2004),<br />

Hacýbektaþ Kültür Merkezinde yapýlan paneli Doç. Dr. Ünsal Yavuz yönetti. Panele konuþmacý olarak,<br />

Doç. Dr. Mürsel Öztürk, Prof. Dr. Alemdar Yalçýn ve dergimizin Genel Yayýn Yönetmeni Esat Korkmaz<br />

katýldý. “Aydýnlanma Sürecinde Hacý Bektaþ-ý Veli ve Cumhuriyetimiz” konulu paneldeki konuþmalarýn<br />

banttan çözümünü kýsaltarak yayýnlýyoruz.<br />

Her Þey Ýnsan Ýçindir<br />

Mürsel Öztürk<br />

Türkler, Anadolu’da hakimiyet kurmaya baþladýklarý 11. yüzyýl.ýn<br />

sonlarýndan itibaren Anadolu’ya baþta Türkistan ve Horasan<br />

olmak üzere dünyanýn çeþitli bölgelerinden Türk göçleri baþladý.<br />

Bu göç edenler arasýnda Horasan’da oluþmuþ olan deðiþik sûfi akýmlarýnýn<br />

temsilcileri de vardýr. Bu sûfilerden Mevlana gibi bir çoðu<br />

Anadolu’da büyük þehirlere terfi ederler. Þehirde yaþayan aydýn kesimlere<br />

ve yöneticilere anlatmaya ve onlara doðru yolu göstermeye<br />

çalýþmýþlar.<br />

Anadolu’ya göç yoluyla gelen sûfilerden bir kýsmý ise geldikleri<br />

yerde iyi bir öðrenim görmüþ olmalarýna raðmen Anadolu’da göçebe<br />

veya yarý-göçebe Türkmenler arasýna yerleþmiþlerdir. Bunlar dini ve<br />

dünyevi konularda halka yol göstermiþler, halkýn sevgisini ve saygýsýný<br />

kazanmýþlar, baba veya dede sýfatlarýnýn yaný sýra “Horasan Erenleri”<br />

sýfatýný da takmýþlardýr.<br />

Horasan Erenleri’nin en büyüðü, hiç þüphesiz görüþ ve düþünceleri<br />

zamanýmýza kadar geçerliliðini korumuþ, Türk dilinin ve kültürünün<br />

Anadolu’da yayýlmasýnda, Osmanlý Devleti’nin ve Yeniçeri Ocaðý’nýn<br />

kurulmasýnda katkýlarý olmuþ olan Hacý Bektaþ-ý Veli’dir.<br />

Hacý Bektaþ-ý Veli’ye yönelik gerek ülkemizde gerekse yurt dýþýnda<br />

pek çok kitap ve makale yayýmlanmýþ, adýna bilimsel toplantýlar düzenlenmiþ<br />

olmasýna raðmen, bu büyük insanýn hayatý, düþünceleri ve eserleri<br />

tam olarak açýða çýkarýlamamýþ, bu konuda görüþ ayrýlýklarý giderilememiþtir.<br />

Hayatý hakkýndaki görüþ ayrýlýklarý ise onun yaþadýðý dönemi<br />

anlatan yazýlý kaynaklarýn kýtlýðýndandýr.<br />

Hacý Bektaþ-ý Veli hakkýnda bilgi veren en önemli kaynak, O’nun<br />

ölümünden yaklaþýk iki asýr sonra sözlü kaynaklara dayanarak yazýlmýþ<br />

olan Velâyetname’dir. Velâyatname, edebi bir tür olan menakýpname<br />

þeklinde yazýlmýþtýr. Bu tür eserler, hurafeler, mucizeler ve olaðanüstü<br />

mitlerle doludur.<br />

Velâyatname, Hacý Bektaþ-ý Veli’nin doðumunu, Horasan’daki<br />

çocukluk dönemini ve Ahmet Yesevi ile olan iliþkilerini anlatmakla<br />

baþlar. Daha sonra Anadolu’ya gelip Sulucakarahöyük’e yerleþmesini,<br />

buradaki hayatýný, çaðdaþlarýyla olan iliþkilerini ve nihayet ölümünü<br />

anlatýr. Hacý Bektaþ-ý Veli hakkýnda temel kaynak olan bu esere göre<br />

Hacý Bektaþ-ý Veli tükenmez sermaye olan çalýþmayý ilke edinen,<br />

emeðiyle geçinen, bazen çobanlýk yapan, elma toplayan, üzüm yetiþtiren,<br />

karþýlýk gözetmeden iyilik etmeyi seven, herkese güleryüz gösteren,<br />

düþkünlere yardým eden örnek bir insandýr. O tabiatla iç içedir. Olmamýþ<br />

ekinleri oldurur, susuz yerde su çýkarýr, gittiði yere bolluk ve bereket<br />

götürür. Kötüleri iyilikle yola getiren, alçakgönüllü, açýk yürekli bir<br />

velidir. Ve ayný zamanda faaliyetlerini yürüttüðü bir de tekkesi vardýr.<br />

Hacýbektaþ Tekkesi’nde baþta hat sanatý olmak üzere sanatýn bütün<br />

dallarýnda, þiirde, edebiyatta, musikide ve semahta büyük bir ilerleme<br />

kaydedildiði kaynaklarýyla bilinmektedir. 13. yüzyýl’ýn ikinci yarýsýnda<br />

zayýf düþen Selçuklu Devleti’nin Moðollara aðýr bedel ödemesi yüzünden<br />

halk sefalete düþünce Hacý Bektaþ Tekkesi, eðitim ve öðretim görevleri<br />

yaný sýra yardýmlaþma ve dayanýþma görevleri de üstlenmiþtir. Açlarý<br />

ve yolcularý doyurmuþ, çaresiz insanlara yaþama gücü vermiþtir.<br />

Hacýbektaþ her ilden her milletten insanýn tanýþýp kaynaþtýðý bir yerdir.<br />

Hacýbektaþ Dergâhý’na bu kadar önem verilmesinin ve onunla ayný<br />

zamanda kurulmuþ olan tekkelerin birer birer ortadan kalkmýþ olmasýna<br />

raðmen, onun korunup günümüze kadar yaþatýlmasýnýn sebebi neydi? Bu<br />

sebep, onu kuran kiþinin tarihte oynadýðý rol ile onun düþünceleridir.<br />

Hacý Bektaþ-ý Veli’nin düþünceleri hakkýnda baþvurabileceðimiz en<br />

önemli kaynaklar Hacý Bektaþ-ý Veli’nin eserleriyle onun eserlerindeki<br />

sözlerini daha etkili bir anlatým þekli olan þiir haline getirerek ölümsüzleþtiren,<br />

onun gerçek yol evlatlarý olan Türk dilinin ustalarý Alevi<br />

Bektaþi ozanlarýdýr.<br />

Hacý Bektaþ-ý Veli’nin düþüncesinin temelinde insan sevgisi, insana<br />

inanmak, insana güvenme ve insaný yüceltme vardýr. O insaný evrenin<br />

merkezine alýr. Her þey insan içindir, bütün yaratýklar insan için<br />

yaratýlmýþtýr. O halde insana saygý duyulmalý, insan yüceltilmelidir.<br />

Yaratýlanýn en üstünü insan, Tanrý’nýn bir yansýmasýdýr. O halde insan<br />

okunacak, öðrenilecek kutsal bir varlýktýr. Kýrýlmamalý, incitilmemeli,<br />

hoþ tutulmalýdýr. Hacý Bektaþ-ý Veli insanýn, insan-ý kâmil derecesine<br />

ulaþabilmesi için izleyeceði yolu “Dört Kapý Kýrk Makam” görüþünde<br />

dile getirmiþtir. O’na göre insaný sevmek, Tanrý’yý sevmek demektir.<br />

Hacý Bektaþ-ý Veli Tanrý’ya sevgi ile ulaþýlabileceðini, Tanrý’nýn niteliklerini<br />

taþýyan insaný sevmek gerektiðini , insanlarýn kardeþ olduðunu, bu<br />

yüzden din farklarýnýn gereksiz olduðunu savunur. Yine O’na göre insanlar<br />

arasýndaki din, dil, ýrk farklarý ince bir perdeden ibarettir. Bu perdeyi<br />

sevgi ortadan kaldýrýr.<br />

Volter’in Aydýnlanma Tasarýmý Hacý Bektaþ Veli’de Vardý<br />

Alemdar Yalçýn<br />

Ben öncelikle “Aydýnlanma” kavramý üzerinde duracaðým. Sonra Hacý Bektaþ-ý Veli’deki<br />

aydýnlanma nedir?,onu göreceðiz.<br />

Deðerli dinleyenler: Hýristiyanlýk, Roma Ýmparatorluðu’na alternatif olarak ortaya çýktý. Roma<br />

Ýmparatorluðu, insanlarý ikiye ayýrmýþtý. Romalýlar ve Romalý olmayanlar diye. Dünyanýn en<br />

büyük gücüydü. Bugün kendisini dünyanýn gücü olarak görenler de bu Roma Ýmparatorluðu’nun<br />

sonundan ibret alsýnlar. Fakat bir insan çýktý ve dedi ki; “Size bir insan bir tokat vurursa, siz öbür<br />

yüzünüzü dönün”. Yani, hiç direniþ önermeyen ve hiç de devlet fikri olmayan bir dinmiþ ki tüm<br />

(Devamý sayfa 18’de)<br />

Ekim 2004 17


41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />

(Baþ tarafý 17. sayfada)<br />

insanlar arasýnda rüzgâr gibi yayýldý ve yalnýzca kalplere ve beyinlere<br />

seslenerek Roma Ýmparatorluðu’nu yýktý.<br />

Diyordu ki Ýsa; “Benim saltanatým gök yüzünde kurulacak”. Devletle<br />

ilgili bir düþüncesi yoktu. Hýristiyanlýðýn ve sonra Hýristiyanlýk yaygýnlaþmaya<br />

baþladý. Önce dedi ki; “alma”nýn getirdiði her þey putperestliktir,<br />

zevk almak putperestliktir, gülmek putperestliktir. Ve “Madem ki<br />

kadýn bizim Cennet’ten kovulmamýza neden olmuþtur; o halde kadýnlar,<br />

þeytanla iþbirliði yapmýþ insanlardýr”, dedi. Zulme karþý baþkaldýrmýþ<br />

din, kendisi bir zulüm yapmaya baþladý. Gerçek Hýristiyanlar evlenmezler,<br />

yani rahipler evlenmezler, dediler. Ýnanmýþ kadýnlar kendilerini Ýsa<br />

ile evlenmiþ kabul ederek, onunla nikahlanarak manastýra kapanýrlar.<br />

Sonunda gülmenin yasak olduðu, gökyüzünün maviliðinden söz etmek,<br />

çiçeklerin güzelliðinden söz etmek, insanlarý yeryüzüne baðladýðý için<br />

suç kabul edildi ve kapkaranlýk bir Ortaçað geldi.<br />

Bu Ortaçað’da insanlar dengelerini yitirdikleri için, yani dinsel<br />

baskýlar, yaþadýðýmýz dünyanýn güzelliklerinden insaný “sýyýrdýðý” için<br />

zihniyet sapmalarý ortaya çýktý. Bunun sonucunda þeytanla yattýklarýndan<br />

kuþkulanmaya baþladýlar. Þeytanla yattýðýndan kuþkulanýlan rahibeler,<br />

kendilerinden üstteki kardinallere bunu söyleyemiyorlardý ve büyücülere<br />

giderek içlerindeki þeytaný çýkarmasý için ibadet etmeye baþladýlar. Bu<br />

sýrada kilisenin verdiði yasaklara uymayan insanlar, ister kendilerini<br />

inanmýþ kabul etsinler, isterse inanmamýþ olsunlar cezalarý ölümdü.<br />

Bir baþka nokta madem ki büyücülük kötüydü, engizisyon mahkemeleri<br />

kuruldu ve bu mahkemeler insanlarý yargýlamaya baþladýlar.<br />

“Mahkemenin yargýlamasýna çýkmýþ insanýn, savunma hakký yoktur” diyorlardý.<br />

Ceza verildikten sonra yakýnlarý normal bir ölümle öldürülmesi<br />

için kiliselere rüþvet vermeye gidiyorlardý.<br />

Böyle bir ortamda dikkat ederseniz “aydýnlamayý” tanýmlamak çok<br />

kolay bir iþ deðildir. Aydýnlanma insanýn yaradýlýþ amaçlarýna ters olamamalý,<br />

dünya iliþkilerini dengeli bir zemine oturtmalýdýr. Böyle bir<br />

zemine oturmadýðý için bir Ortaçað karanlýðý ortaya çýktý.<br />

Afakanýn Ortaçað’da Avrupa’yý sardýðý bir dönemde Dante þunu<br />

söyledi: “Bir insan bir kadýný seviyorsa o kadýn Tanrý’yý da sevebilecek<br />

niteliðe sahiptir.” Biliyor musunuz bu düþünce Fuzuli’nin düþüncesidir<br />

ve Leyla ile Mecnun mesnevisinde böyle söyler. Leyla’yý seven Mecnun<br />

bir süre sonra Leyla’yý gördüðü zaman “Benim Leyla’m sen deðilsin” der<br />

ve o artýk tanrýsal bir aþka ulaþmýþtýr. Rönesans dediðimiz geliþmenin,<br />

kalkýnmanýn temelinde bu vardý.<br />

Aydýnlanmanýn en önemli unsurunu söyleyen Volter þöyle söylüyor;<br />

“Hýristiyanlýðý bu þekilde yorumlayanýn ortaya koyduðu Hýristiyanlýk,<br />

putperestlikten daha vahþi bir dindir” diyor.<br />

Bunlar çok önemli bizim için: Bölgemiz ve çevremiz benzer savaþlarla<br />

karþý karþýya. Aydýnlanmayý oluþturan bir noktadan, Volter’in bir<br />

sözünden çýkacaðým. Volter diyordu ki; “Evren büyük bir yaratýlýþtýr.<br />

Yani makro-kozmos’dur. Ýnsan ise mikro-kozmos”dur. Yani evren bir duvar<br />

saati ise, insan da bu duvar saatinin tüm özelliklerini kendi üzerinde<br />

taþýyan bir kol saatidir.<br />

Ýþte bu anlayýþla Batý, Rönesans’ýný ortaya koydu. Biliyor musunuz?<br />

Makro-kozmos ve mikro-kozmos düþüncesinin, Hacý Bektaþ-ý Veli’nin<br />

görüþlerinde ve þiirlerinde olduðunu.<br />

. Hacýbektaþ-ý Veli’den vereceðim þu örnek çaðdaþ aydýnlanmanýn bir<br />

tanýmýný oluþturuyor: “Þu þiþeyi görüyor musunuz? Ýnsan bir þiþeye benzer,<br />

bu þiþenin içi pislikle doluysa bunun aðzýný kapatýp da çeþmenin<br />

altýnda yüzlerce kere yýkasanýz da bu temiz olmaz, yapýlacak iþ nedir?<br />

Bunun kapaðýný açmak, pisliði dökmek, þiþenin içini yýkadýktan sonra<br />

dýþýný yýkamaktýr”.<br />

Aydýnlanmayý Anlamak Aydýn Olabilmek<br />

Esat Korkmaz<br />

Uyarmasý gereken aydýnýmýz “uyuyor” ya da “uyutulmuþ”,<br />

taban ise “uykuda”;<br />

uykudaki uyuyaný nasýl uyandýracaðýz?<br />

“Uyur Ýdik Uyardýlar” diyecekisin belki<br />

ama bu “zili” duyan için geçerli deðil mi?<br />

Bozuktur diye saati “yere çalmadan” ya da<br />

“akýl külahta bir çividir,<br />

yumruk vurmadan içeri girmez” diyen<br />

Arnavut atasözünün yargýsýna “kapýlmadan”<br />

zil sesini duymaya ve duyurmaya çalýþalým.<br />

Entelektüel bir konuþma, entelektüel bir geçmiþi olan topluluk<br />

karþýsýnda yapýlýr. Bizler, zaman zaman bu konuda zorlanýyoruz.<br />

Canlarýmdan bize “trajedi” yaþatmamalarýný diliyor-istiyorum.<br />

“Aydýnlanma” konusuna gelince “eðri oturulur ama doðru” konuþulur.<br />

Batý bize bir tarih “kesiti” veriyor ve buna “Ortaçað”, “karanlýklar çaðý”<br />

diyor. Anadolu Aleviliði olarak adlandýrdýðýmýz felsefe/inanç ve yaþama<br />

biçimi, Batý’nýn bize “bellettiði” Ortaçað’da yapýlandý. Aleviler-Bektaþiler,<br />

“Biz özünde bir aydýnlanma hareketiyiz”, diyorlarsa o zaman o “karanlýk<br />

çað”da kendi “ürünleri” bir aydýnlanmanýn olduðunu kanýtlamak<br />

zorundalar.<br />

“Aydýnlanma” denince yalnýzca “18.yüzyýl aydýnlanmasýný” ve aydýnlanmanýn<br />

tümünü bu olarak algýlayan anlayýþý yýkmamýz gerekir. “Aydýnlanma”<br />

baðlamýnda insanlýk kazanýmlarýnýn ana halkalarýný kitaplar<br />

yazýyor; biz de sýralayalým: “Ýlkçað Aydýnlanmasý, 18.yüzyýl Aydýnlanmasý”<br />

ve 19.yüzyýl’ýn ikinci yarýsýnda tasarýmlanýp yaþama geçirilen<br />

“Toplumcu Aydýnlanma”. Kitaplarýn yazdýðý “aydýnlanma” halkalarýnda<br />

bir Alevi-Bektaþi aydýnlanmasýna rastlayamýyoruz; daha doðrusu “karanlýklar<br />

çaðý Ortaçað’da bir aydýnlanma hareketi olamaz”, yargýsý<br />

kafalarýmýza “kazýnmýþ” durumda. Bu “yargýyý” yýkmak, Ortaçað’da bir<br />

Alevi-Bektaþi aydýnlanmasýnýn olduðunu “kanýtlamak” ve bunu insanlýða<br />

“sunmak” göreviyle karþý karþýyayýz.<br />

“Aydýnlanma” denince “ortak algý” durumundaki 18.yüzyýl Aydýnlanmasý’ný,<br />

yani burjuva aydýnlanmasýný “aþmak”; bu aydýnlanmanýn<br />

“çizdiði” aydýn tipini, yani Batý’nýn akýlcý, olgucu kýsacasý burjuvazinin<br />

ilerici dönemine ait 18.yüzyýl Aydýnlanmacýlýðýný benimsemiþ, “üstyapýsal<br />

bir kültür ilericisi” olarak kendi dýþa vuran, halkýna “yabancýlaþan”<br />

aydýn kimliðini “aþmak” ve bu tür aydýnlanmanýn, bu tür aydýnlarýn<br />

“küçümsediði” Doðu’lu insanýn, bu kapsamda Aleviliðin-Bektaþiliðin<br />

“nesnel” kaynaklarýna, bu nesnellikten “soyutlanarak” bir ölçüde<br />

“baðýmsýzlaþan” inanç odaklarýna yönelmek, aydýnlanmayý anlamamýz<br />

ve aydýn olmamýz için “olmazsa olmaz” koþulumuzdur: Bunu bilelim.<br />

Aydýnlanma, insaný ve temel insansal deðerleri her þeyin üstünde<br />

gören, insanlýk sorunlarýna akýlcý çözümler bulmayý amaçlayan, insanýn<br />

her yönden geliþmesini temel ilke edinen bir “öðretidir”. Geniþ anlamda,<br />

tarihsel süreçte “insaný insan” etme çabalarýnýn bir ürünü olarak<br />

algýlanýr. Ýnsanýn yaratýcý güçlerinin geliþtirilmesini, onu özgür ve<br />

gönençli kýlmayý ve her bakýmdan yükseltip ilerletmeyi dile getirir.<br />

“Ýlkçað Aydýnlanmasý”, insanýn bedensel ve zihinsel yeteneklerinin<br />

“eðitimle” geliþtirilmesini amaçladý. Rönesans’la baþlayan burjuva aydýnlanmasý,<br />

Ýlkçað yapýtlarýný meydana çýkararak bilimi kilise baskýsýna<br />

karþý “savunma ve geliþtirme” amacýný güttü. Gericiliðe karþý insanýn her<br />

türlü haklarýný savundu. Ortaçað’da, “kendini yitirme” noktasýna gelen<br />

insan, burjuva aydýnlanmasýnýn güdücülüðünde, Ýlkçað Aydýnlanmasý’nýn<br />

kazanýmlarýyla kendini yeniden “keþfetti”. Dünyanýn insan eliyle<br />

deðiþtirilebileceði inancýný, insan sevgisinin ve insana saygýnýn temeline<br />

koydu. “Toplumcu Aydýnlanma” ise tarihin “nesnel” yasalarýna dayandý.<br />

Ýnsanlýk-öncesi çaðdan, insanýn özgürce geliþebileceði ve bütün insanlýðýn<br />

hýzla ilerleyebileceði insanlýk çaðýna geçiþin nesnel koþullarýný<br />

sergiledi ve yasalarýný açýkladý. Toplumsal insaný, yabancýlaþma kaynaðý<br />

olarak yaþama geçen üretim araçlarýnýn özel mülkiyetine karþý örgütleyerek<br />

insanýn kendisini “yeniden ele geçirmesini” saðladý.<br />

Anadolu doðumlu olan Alevilik-Bektaþilik, her þeyden önce bir “aydýnlanma”<br />

öðretisidir, ötesinde “insancý” bir evren görüþüdür. Bu öðre-<br />

18 Sayý 3


41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />

tinin, bu evren görüþünün görevi, yaþamýn ve toplumun “entelektüel<br />

ilkelerini” araþtýrmaktýr. “Halk” adýna dünyayý yorumlamak, dünyanýn<br />

ve yaþamýn anlamýný temellendirmek ama bütün bunlarý “felsefi bir<br />

inanç” aracýlýðýyla yani tasavvufi bir “maya” ile sunmak.<br />

Anadolu coðrafyasýnda Aleviler-Bektaþiler; tektanrýcý üç dinin þeriatýyla<br />

kendinden “kopartýlýp” gökyüzüne çýkartýlan insaný, önce aydýnlanmasýnýn<br />

yorumuyla kuþattý. Akýldan inanca “atlanýlan” zeminde,<br />

kendi ürünü inanç yaratýsýnca “zincire vurulan” ve “zavallýlaþan” insaný,<br />

inançtan akla “inilen” çizgi üzerinde “yukarýdan aþaðýya uçurarak”<br />

yere, ait olduðu topraða indirdi. Ýndirir indirmez de “aydýnlanmanýn” ve<br />

“insancýlýðýn” bireysel-kitlesel tabanýný yaratmýþ oldu.<br />

Toprak üzerinde gezindirdiði insaný; önce bireyselleþtirdi, sonra<br />

toplumsallaþtýrdý. Onu bir inanç varlýðýndan bir “yorum” ve “yetenek”<br />

varlýðýna dönüþtürdü. Ýnsan ya da insanlýk sorunlarýna “akýlcý” çözümler<br />

bulma yolunda “hizmetli” yaptý. Hizmetli olmanýn aydýnlýðýnda, “devletin<br />

ve þeriatýn” uzaðýnda, ona “karþý” kanalda, aydýnlanmayý ve insancýlýðý<br />

yaratan/üreten asýl toplumsal tabaný yakalamýþ oldu. Ýçinde yer aldýðý<br />

toplum katýnda; uygarlýk-öncesi eþitlikçi toplum deðerlerinin “taþýyýcýsý”<br />

durumunda bulunan “muhalefet” insanýnýn yaþama yordamý olarak<br />

algýladýðý “aydýnlanmayý ve insancýlýðý”, devlete karþý “halk”la taraf etti.<br />

Aydýnlanma ve insancýlýk dünyasýnda; gökyüzünden yeryüzüne<br />

indirildiðine inanýlan Tanrý buyruklarýna göre “bedenleþen” ve egemenin<br />

güdümünde “canavarlaþan” insana karþý üretici/yaratýcý insaný, “Konuþan<br />

Tanrý” durumunda ve “halk” kimliðinde kiþilendirdi. Ýnancýn yerini<br />

“akýl” aldý; inanca dayanan tanrýbilimin karþýsýna, inancý aklýn “denetimine”<br />

veren “bâtýni felsefeyi” yerleþtirdi.<br />

“Tanrý-evren” sorunu bir inanç sorunu olmaktan<br />

çýktý, bir insan sorunu durumuna geldi.<br />

Batý’da “burjuva aydýnlanmasý ve burjuva<br />

insancýlýðý” daha tarihin “gündemine” gelmeden<br />

Ortaçað’da ve Anadolu topraðýnda Aleviler-Bektaþiler;<br />

genelde þeriatçý dinsel deðerlere,<br />

özelde feodal despota ve onun uþaklarýna<br />

baþkaldýrdý. Ýlksel eþitlikçi toplum deðerlerini<br />

“bayraklaþtýrarak”, tasavvuf baðlamýnda<br />

ancak “sezgiyle” ulaþýlabileceðini varsaydýðý<br />

insanlýðýn “son kurtuluþunu” tarihin gündemine<br />

taþýyýverdi. Düþyapýsal da olsa “toplumcu<br />

aydýnlanmayý” ve “toplumcu insancýlýðý”, en<br />

üretici halkasýndan yakalamýþ oldu.<br />

Talihin hep talihliden yana güldüðü bu<br />

toplumsal “cangýl”da Aleviler-Bektaþiler, insanýn<br />

ve doðanýn aklýnýn yolunda yürüyerek, insaný, “okunacak en büyük<br />

kitap” olarak algýlayarak, inancýný, çaðdaþ insaný “okþayacak” bir “damak<br />

tadýna” dönüþtürerek, geniþleyen akýl alanýnda “toplumcu aydýnlanma”nýn<br />

ve “toplumcu insancýlýðýn” tohumlarýný ekiyor.<br />

Aleviler-Bektaþiler tarihlerinden getirdikleri kazanýmlarý, aydýnlanma<br />

kavgasýnda en üretken biçimde kullanmak zorundalar. Bu zorunluluk<br />

bile Alevileri-Bektaþileri “düþünmeye” iter: Düþünmek, düþünmek, düþünmek…<br />

Teþekkür ederim efendim.<br />

Ýstanbul’daki Alevi-Bektaþi Tekke ve Dergâhlarý - II<br />

Ali Kaya<br />

Bademli Tekkesi (Bademlik Münir Baba Tekkesi)<br />

Beyoðlu Sütlüce’de Þeker Kuyusu Sokak’ta, Münir Baba’nýn 1303/1886<br />

yýlýnda Fodlacýbaþý Konaðý’ný satýn alarak Bektaþi tekkesi haline getirmesiyle<br />

kurulmuþtur(Turnalý-Yücel, 1984:148). Tevhidhane ve meþrutadan<br />

meydana gelmekte idi. Arazisi, 12 Haziran 1936’da ilanen satýþa<br />

çýkarýlmýþtýr. Tekke 1940 yýlýnda yýkýlmýþtýr.<br />

Kaynak: 1341 defteri, sýra 270; Bandýrmalýzade, s. 235; Ýhsaiyat, s. 19;<br />

Miraf-ý Ýstanbul, s. 537.<br />

Ciðerci Baba Tekkesi<br />

Topkapý ile Mevlanakapý arasýnda, sur duvarlarýna bitiþik olan tekke,<br />

Ýstanbul surlarýný muhafazaya memur yeniçerilere ait bir Bektaþi tekkesi<br />

idi. 1826’da Yeniçeriliðin kaldýrýlmasý ile beraber, Bektaþilik de yasaklanýp,<br />

Bektaþi tekkeleri yýkýlýrken bu tekke de yýktýrýlmýþtýr. Günümüze sadece<br />

Ciðerci Baba’nýn türbesi gelebilmiþtir.<br />

Yarýmca Baba Tekkesi (Paþa Limaný Tekkesi)<br />

Üsküdar, Paþa Limaný Caddesi, 1310 ada, 79 parseldeki Bektaþi tekkesidir.<br />

1957 yýlýnda harap halde iken yýkýlmýþtýr. Sadece haziresindeki<br />

Yarýmca Baba’nýn mezarý kalmýþtýr.<br />

Kaynak: Bandýrmalýzade, s. 89; Tomar, s. 79; Ýhsaiyat, s. 20; Asitane, s. 4.<br />

Caferabad Tekkesi (Þahkulu Dergâhý)<br />

Beyoðlu Sütlüce, Salaþ Sokak, 1876 ada, 10 parselde ilk defa 934/-<br />

1528’de kurulmuþ Bektaþi tekkesidir. Arazisi Damatzade Feyzullah<br />

Efendi Vakfý’ndandýr. Geniþ bir arazi üzerinde ahþap binalardan meydana<br />

gelen tekkeden, günümüze sadece mezar taþlarý ve arsasý kalmýþtýr.<br />

Kaynak: 1341 defteri, sýra 87; Hadika I, s. 305; Seyahatname, Cilt I, s. 409.<br />

Karaaðaç Bektaþi Tekkesi (Karaaðaç Tekkesi)<br />

Beyoðlu Sütlüce, Dutluk Karaaðaç mevkiinde, eski 1929, yeni 3257 ada,<br />

1 parselde önceden mevcut tekkedir. II. Beyazýt Vakfý’ndan arazi üzerine,<br />

III. Sultan Mustafa devrinden sonra, Bektaþi tekkesi olarak inþa<br />

edilmiþ ve 1241/1826 de yýktýrýlmýþtýr. Günümüze sadece mezar taþlarý<br />

ulaþmýþtýr.<br />

Kaynak: Bandýrmalýzade, s. 288; Hadika I, s. 302.<br />

Karyaðdý Tekkesi<br />

Eyüp, Ýdris Köþkü’nde, Karyaðdý Sokaðý, 38 ada, 6 par. tekke, 4 par.-<br />

haziresi bulunan Bektaþi tekkesinin vakýfý Baba Ali’dir. bina iki katlý,<br />

duvarlarý kagir, döþemesi ahþaptý. Günümüze sadece arsasý ve mezar<br />

taþlarý kalmýþtýr.<br />

Kaynak: 1341 Defteri, sýra 212, Bandýrmalýzade. s. 289;1199 Defteri,<br />

s.145;Hadika I, s. 26.<br />

Periþan Baba Tekkesi (Kazlýçeþme Bektaþi Tekkesi -<br />

Zâkirbaþý Tekkesi)<br />

Zeytinburnu, Kazlýçeþme, Zâkirbaþý Caddesi, 2578 ada, 31 parselde,<br />

1284/1867 tarihli vakfiye ile Hacý Mustafa Baba tarafýndan tesis edilmiþ<br />

Bektaþi tekkesidir. Tekkeye adýný veren Seyit Muhammet Periþan<br />

Baba’nýn vefatý 1292/1875’tir. Ýki katlý ahþap tekke, haziresiyle birlikte<br />

harap halde halen mevcuttur.<br />

Kaynak: 1341 Defteri, sýra 105; Bandýrmalýzade, s. 236; Ýst. Ansiklopedisi,<br />

Cilt 5, s. 2447.<br />

Tahir Baba Tekkesi (Çamlýca Bektaþi Tekkesi - Ali Nutki<br />

Nur Baba Tekkesi - Kebir Dergâhý)<br />

Üsküdar, Büyük Çamlýca Kýsýklý’da, 798 adada, oniki dönüm arsa<br />

üzerinde, Mehmet Tahir Baba bin Ali tarafýndan 21 Þaban 1213/1798<br />

tarihli vakfiye ile kurulmuþ Bektaþi tekkesidir. Kitabesi 1209/1795 tarihini<br />

taþýmaktadýr. Geniþ arazisi parselasyona uðramýþ, günümüze sadece<br />

Cami Yolu Sokaðý, 11 kapý nolu binanýn bitiþiðindeki haziresi kalmýþtýr.<br />

Kaynak: 1341 defteri, sýra 198, Bandýrmalýzade 273, Hadika II, s. 261<br />

Kaynaklar: Sema Güncüoðlu<br />

1) Fatih Ýlk Ýstanbul; Fatih Belediyesi Basýn Yayýn ve Halkla iliþkiler<br />

Müdürlüðü.<br />

2) Ýslam Ansiklopedisi; Türkiye Diyanet Vakfý.<br />

3) Ýstanbul Ansiklopedisi; Tarih Vakfý.<br />

4) Ýstanbul Ýmparatorluklar Baþkenti; Yerasimos, S.; Tarih Vakfý Yurt Yayýnlarý.<br />

5) 15. Asýrda Ýstanbul Haritasý; Ayverdi, E.H.; Ýstanbul Fatih Cemiyeti Yayýný.<br />

6) Osmanlý Devri Mimarisi; Aslanapa, O.; Ýnkilâp Kitabevi.<br />

7) Fatih Camileri ve Diðer Tarihi Eserler; Diyanet Vakfý.<br />

8) Asýrlar Boyunca Ýstanbul; Þehsuvaroðlu, H.; Cumhuriyet.1950.<br />

9) E.Demirel, Ýstanbul Tekkeleri Mimari Eklentileri ve Resterasyonu; Yýldýz TÜ<br />

Ekim 2004 19


ÂÞIK KUL HASAN<br />

Sazda Yaþýyor<br />

Mahzuni’nin öldüðüne inanmam<br />

Mahzuni baharda yazda yaþýyor<br />

Öldü diyenlerin sözüne kanmam<br />

Kemanda kavalda sazda yaþýyor<br />

Ruh gýdasý Mahzuni’nin telinde<br />

Türküleri hergün halkýn dilinde<br />

Yemliha Ertekin dostun gönlünde<br />

Sevgisi anýsý özde yaþýyor<br />

Yurt dýþýnda tüm dünyada Mahzuni<br />

Sazda sözde kim var sade Mahzuni<br />

Aþk eline þarap bade Mahzuni<br />

Sende bende sizde bizde yaþýyor<br />

Mahzuni ay yýldýz idi güneþti<br />

Aþkýn kazanýnda kaynadý taþtý<br />

Tüm sanatçýlarýn diline düþtü<br />

Tatlýses’te Kiraz Kýz’da yaþýyor<br />

Sevgi aþk sýrrýna erenler için<br />

Ýnsanlýða gönül verenler için<br />

Güzel bakýp güzel görenler için<br />

Hilal kaþta ela gözde yaþýyor<br />

Kul Hasan Mahzuni sanma ki öldü<br />

Afþin Berceneð’in köyünde doðdu<br />

Hacý Bektaþ Pir’e misafir oldu<br />

Semah da niyazda nazda yaþýyor<br />

13 Mayýs 2003, Ankara<br />

Çaðdaþ toplumcu halk ozanlarýmýzdan Âþýk<br />

Kul Hasan’ýn bu þiiri, Alev Yayýnlarýndan<br />

yayýnlanan “Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz”<br />

kitabýndan alýnmýþtýr.<br />

Birnci Basým: Mayýs 2004<br />

13x19 cm boyutunda 144 sayfa<br />

ISBN: 975-335 042-2<br />

Kentlerde örgütlenen köy dernekleri; hemþehri<br />

örgütlenmelerinden daha dar anlamda “akraba<br />

örgütlenmeleri”ne bir yol alýþ sürecidir.<br />

Köy dernekleri türü hemþehri örgütlenmeleri;<br />

1980 -12 Eylül Askeri Darbesi ile oluþmaya<br />

ve kendinden söz ettirmeye baþlamýþtýr.<br />

1980 öncesi özellikle Ýstanbul, Ýzmir, Ankara,<br />

Bursa gibi büyük kentlerde; Erzurumlular, Sivaslýlar,<br />

Niðdeliler, Karadenizliler gibi yerel<br />

ancak büyük ölçekli hemþehri dernekleri<br />

bulunmaktaydý.<br />

12 Eylül Askeri Darbesi, Türkiye’de, Partilerin<br />

yanýnda, irili-ufaklý sivil toplum örgütleri,<br />

sendikalar, meslek örgütleri gibi tüm ilerici<br />

unsurlarýn üzerinden “silindir” gibi geçti. Mal<br />

varlýklarýna el kondu.Yöneticileri, üyeleri<br />

yargýlandý, tutuklandý. Öte yandan, din derslerinin<br />

zorunlu tutulmasý gibi daha pek çok antidemokratik<br />

ve gerici uygulamayý yasal güvence<br />

altýna aldý.<br />

1980’lerin ortalarýndan baþlayarak yukarýda<br />

sözü geçen hemþehri örgütleri ile koþutluk<br />

taþýmasýna karþýn farklýlýklar<br />

da içeren bir yapýlanma<br />

kendini gösterdi. Bu örgütsel<br />

yapýlanmanýn adý “köy<br />

dernekleri” oldu; önceleri<br />

“ölüleri gömme sandýðý”,<br />

“dayanýþma-yardýmlaþma”<br />

sandýklarý gibi daha çok<br />

“imece” türü gereksinmelerden<br />

hareketle ayný köyden<br />

gelenlerce kurulan örgütlülüklerdi<br />

bunlar.<br />

Göçerlerin kentsel kurumlarla<br />

olan etkileþiminin<br />

nitelik deðiþtirmesi,<br />

kendi örgütlülüklerinde de deðiþimlere yol<br />

açtý. 1980’lerin sonlarýnda “sosyal yardýmlaþma”<br />

derneklerine dönüþtüler. 1990’larda ise<br />

“kültür ve dayanýþma dernekleri” olarak deðiþim<br />

sürecini sürdürdü.<br />

Bu kabuk deðiþimi dýþýnda pek fark edilmedi.<br />

Deðiþikliði bir dernek içindekiler biliyordu;<br />

bir de “Emniyet” birimi. Ankara Emniyet<br />

Müdürlüðü Dernekler Masasý’ndan bir yetkili<br />

kimi dernek yöneticilerine çýkýþýyordu:<br />

“Neden durmadan derneðin adýný deðiþtiriyor,<br />

tüzüðüne yeni maddeler ekliyorsunuz?”, diye.<br />

Oysa bu deðiþim; devletin bilinçli-gerici siyasal<br />

politikalarýna ve uygulamalarýna; kültürel<br />

asimilasyon niyetlerine karþý bir “tepkinin”<br />

dýþa vurumuydu. Türk-Ýslam sentezci Sünni Ýslam’ýn<br />

topluma dayatýlmasýna bir “kafa tutuþ”<br />

idi. Kendi kültürel mirasýný koruma kaygýsýndan<br />

hareket eden bir “yönelim”di. Bu yýllarda<br />

Alevi düþünür ve önderleri adýna kurulmuþ<br />

dernek ve vakýflarýn ortaya çýktýðýný ya da daha<br />

etkin hale geldiðini görürüz: Hacý Bektaþ Veli,<br />

Pir Sultan Abdal ya da Erenlerin, Ermiþlerin<br />

yatýr ve dergâhlarý adýna kurulmuþ dernekler<br />

gibi...<br />

AYAKTA KALAN SON KALELER<br />

Kentlerde Köy Dernekleri<br />

Önder Aydýn<br />

Özellikle Alevi inancý ve<br />

kültürüne karþý yoðunlaþan<br />

örgütlü saldýrýlar derneklerin<br />

sayýsal artýþýný getirmiþ, hem de<br />

dayanýþma ve yardýmlaþmanýn<br />

ötesinde “kültür” öðesini<br />

öne çýkarmýþtýr.<br />

Bir baþka deðiþle “kültür”<br />

sözcüðünün eklenmesi inancýn<br />

dýþa vurumundan baþka bir þey<br />

deðildir.<br />

1993, 2 Temmuz Sivas-Madýmak kýyýmý<br />

örgütlülük sürecine ivme kazandýrmýþtýr. Yukarýda<br />

genelleþtirilerek deðindiðimiz gerekçelerle<br />

2 Temmuz sonrasý Alevi inançlý köy dernekleri<br />

ve kültür derneklerinde yoðun bir artýþ olduðunu<br />

gözlemliyoruz. Özellikle Alevi inancý ve<br />

kültürüne karþý yoðunlaþan örgütlü saldýrýlar,<br />

hem derneklerin sayýsal artýþýný getirmiþ, hem<br />

de dayanýþma ve yardýmlaþmanýn ötesinde<br />

“kültür” öðesini öne çýkarmýþtýr. Bir baþka deyiþle<br />

“kültür” sözcüðünün eklenmesi, inancýn<br />

dýþa vurumundan baþka bir þey deðildir.<br />

Artýk köy derneklerine ait mekânlar, aþure<br />

ve kurban yemeklerinin sunulduðu, cem törenlerinin<br />

yapýldýðý, gençlere semah, baðlama<br />

öðretiminin verildiði “kültür aktarýmýný” gerçekleþtiren<br />

okullar haline gelmiþtir. Amaçlarýnda;<br />

bin yýllýk geçmiþlerini, gelenek ve göreneklerini,<br />

kýsacasý kültürel birikimlerini irdelemek,<br />

unutulmaya yüz tutanlarý ortaya çýkarmak,<br />

günümüzde hayat bulabilecek olanlarý<br />

uyarlamak ve bu mirasý yediden yetmiþe kitlesine<br />

aktarmaya çalýþmak,<br />

bu derneklerin öncelikli<br />

amacý haline gelmiþtir.<br />

Bununla birlikte bu<br />

dernekler ilk oluþum ilkelerini<br />

de sürdürmektedirler.<br />

Oluþturduklarý mekânlar,<br />

hemþehrileri ile iletiþim<br />

merkezi durumundadýr.<br />

Üyelerinin kentteki<br />

“yabancýlýðýný” ortadan<br />

kaldýrma, “yalnýzlýðýný”<br />

azaltma ve geçmiþine, köyüne<br />

duyduðu “özlemini”<br />

giderme gibi iþlevlerini de<br />

yerine getirmektedir. Bu baþarýlarý “ayakta”<br />

kalmalarýný saðlarken benzer kitleler için örgütlenme<br />

örnekleri oluþturmalarýný da beraberinde<br />

getirdi.<br />

Özellikle emeklilerin mevsimlik olarak<br />

köylerine dönmeleri, orada yeni yaþam alanlarý<br />

yaratmalarý; köysel sorunlarýn, “örgütlü olarak<br />

çözümlenmesi” kanalýný açtý. Bu yöndeki çabalar,<br />

köy derneklerinin ayakta durabilmelerinin<br />

bir baþka nedeni olsa gerek. Köyün suyu, yolu,<br />

kanalizasyonu, elektrik ve telefon gibi yapýsal<br />

sorunlarýnýn çözümünde, dernekler etkin bir iþlev<br />

görmektedir. Ayrýca giderek artan ekonomik<br />

birikim ve olanaklar ölçüsünde fakir çocuklara<br />

eðitim bursu vermek, sportif ve kültürel<br />

etkinlikler organize etmek gibi iþlevleri bu<br />

tür örgütlenmelerin öðle kolay-kolay kapanmayacaðýný,<br />

tersine güçleneceðini ortaya koyuyor.<br />

Sonuç olarak gerek kentte gerekse köyde<br />

olsunlar, pekte önemsenmeyen, araþtýrýlmaya,<br />

akademik çalýþmalara konu olmayan bu örgütlülükler<br />

adlarý köy dernekleri de olsa, kentte<br />

ayakta kalan, 25 yýllýk geçmiþe sahip “küçük<br />

birer kale”dirler.<br />

20 Sayý 3


Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, Camiler ve Cemevleri<br />

Burhan Kocadað<br />

Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan ettikten<br />

sonra, modern ve çaðdaþ bir devlet için kýsa bir sürede pek çok devrimler<br />

yaptýrdý. Bu devrimleri, Cem dergisi 2001 sayýsýndaki “Cumhuriyet<br />

ve Aleviler” baþlýklý yazýmýzda belirtmiþtik. Aslýnda bu devrimlerin her<br />

biri üzerinde tek tek durulduðunda, ciltler dolusu kitaplar yazýlabilir.<br />

Yapýlan devrimlerin önemlilerinden biri de 3 Mart 1924’te kaldýrýlan<br />

hilafet ve buna paralel olarak kapatýlan Þer’iye Nezareti’dir (Þeriat Bakanlýðý).<br />

Þer’iye Nezareti’nin kapatýlmasý ile ortada bir boþluk doðdu<br />

kendiliðinden. Bu boþluk, toplumun dinsel yönünü kontrol altýnda tutabilecek<br />

bir baþkanlýktý. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý da bu vesileyle ayný tarihte,<br />

Baþbakanlýða baðlý olarak kurulmuþtur.<br />

Aslýnda, laik-demokratik cumhuriyet sisteminde Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn<br />

yeri yoktur, olmamalýdýr. Toplumlar ve dinsel cemaatler,<br />

kendi dinsel iþlevlerini, kendileri yürütmeli ve kendileri finanse etmelidir.<br />

Avrupa’da, Amerika’da, geliþmiþ Batýlý ülkelerde bu böyledir. Devlet<br />

hiçbir þekilde, bir dini cemaate para yardýmýnda bulunmaz. Ancak,<br />

dinsel cemaatleri de toplumsal düzenin bozulmamasý için her vesile ile<br />

kontrol altýnda tutar.<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nde de neden böyle olmasýn? Devletin dini olur<br />

mu? Hiçbir þekilde devletin dini olmaz. Ancak, o devlet bünyesindeki<br />

vatandaþlarýnýn dini-inancý olur. Yeryüzündeki tüm devletlerin bünyelerinde<br />

çeþitli dinlerden vatandaþlarý olabileceði gibi, hiçbir dine baðlý<br />

olmayan, yani “ateist” vatandaþlarý da olabilmektedir. Bu nedenle devletin<br />

dini olamaz. Olduðu takdirde, öbür dinlerdeki vatandaþlarý, ister istemez<br />

baský altýna alýnmýþ olur, birtakým olaylar ve haksýzlýklar doðabilir.<br />

Devlet, bünyesindeki dinsel kesime (bir kýsmýna) bütçesinden para<br />

ayýrdýðý, diðer kesimlere vermediði takdirde birtakým haksýzlýklar ve<br />

adaletsizlikler doðar. Türkiye’mizde þu anda yýllardan beri Diyanet’e tek<br />

taraflý olarak ayrýlan paralar, bu haksýzlýklarýn birer örneðidir. Ayný zamanda<br />

devletin sýrtýna yükletilmiþ bir kamburdan baþka bir þey deðildir.<br />

77 yýldan beri bu haksýzlýk devam etmektedir. Bugünkü meclis yapýsýyla<br />

da bu haksýzlýðýn daha nice yýllar devam edeceði anlaþýlmaktadýr.<br />

Þimdi diyoruz ki, bu Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý kaldýrýlamayacaðýna<br />

göre, hiç olmazsa bundan böyle, tüm toplumu kucaklayacak bir biçime<br />

sokulsun, yanlýþlýklar ve haksýzlýklar kaldýrýlsýn. Yani, Diyanet Ýþleri<br />

Baþkanlýðý’na yeni bir düzen verilsin.<br />

Nedir bu yanlýþlýklar, nedir bu haksýzlýklar? Nelerin deðiþmesini istiyoruz?<br />

Yýllardan beri hep söylüyoruz ve yazýyoruz. Bunlarý þöyle açýklamak<br />

olasý: Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde yalnýz (Hanefi-Þafii-Maliki-Hambeli)<br />

gibi Sünni Müslümanlar yoktur. Alevi Müslümanlarla birilikte<br />

Ýsevi ve Musevi vatandaþlar da vardýr. Devlet, bu vatandaþlarýndan<br />

da vergi almaktadýr. Ayný þekilde, bu vatandaþlarýna da hizmet götürmek<br />

zorundadýr.<br />

Adalet kuralý ya hep ya hiç olmalýdýr. Hepsinden vergi alýp yalnýz bir<br />

kesime ödenek aktarmak, insan haklarýna ve adalet kurallarýna aykýrýdýr.<br />

Avrupa Birliði’ne girebilmek için jet hýzýyla çýkarýlan denge yasalarýna<br />

paralel olarak Diyanet Ýþleri Baþkanlýk sistemi de deðiþtirilmeli ve bütün<br />

inançlarý kapsayan bir düzen getirilmelidir. Bu yapýlamadýðý takdirde<br />

Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesi’ne baþvuracaðýmýz da bilinmelidir.<br />

Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ndan istediðimiz adaletli düzen, þöyle olmalýdýr:<br />

Baþkanlýk bünyesinde; a) Sünni Cemaatler Daire Baþkanlýðý, b)<br />

Alevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý, c) Ýsevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý<br />

ve d) Musevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý, gibi daire baþkanlýklarý kurulmalý<br />

ve her yýl devlet bütçesinden ayrýlan birkaç yüz trilyon ödenek,<br />

nüfus oranlarýna göre bu baþkanlýklara daðýtýlmalý ve bu baþkanlýklar da<br />

kendi teþkilatlarýndaki görevlileri ile hizmet verebilmelidir.<br />

Böyle bir sistem, þu anda Milli Eðitim Bakanlýðý’nda uygulanmaktadýr.<br />

Her yýl Milli Eðitim Bakanlýðý’na ayrýlan bütçe ödeneði, ilgili<br />

bakanlýkta; a) Ýlköðretim, b) Ortaöðretim, c) Yükseköðretim ve d) örgün<br />

eðitim genel müdürlüklerine, ihtiyaçlarýna göre daðýtýlarak hizmet ve--<br />

rilmektedir.<br />

Hal böyle iken, Alevilerden alýnan vergilerden Diyanet’e ayrýlan paralarla,<br />

hizmet verilmesi bir yana, aksine saldýrýlar yapýlmaktadýr. Böylesine<br />

bir çeliþki ve haksýzlýða, dünyanýn hiçbir ülkesinde rastlamak olasý<br />

deðildir. Bununla birilikte, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý dýþýnda, Milli<br />

Eðitimde okutulan ders kitaplarýnda Alevilere ve Alevi inancýna yer verilmemekte,<br />

yergi ve hararetlere zemin ve fýrsat verilmektedir. Bu tür<br />

haksýzlýklarýn en kýsa zamanda düzeltilmesi halisane dileðimizdir.<br />

Devlet, bu tür düzenlemelerle bir hukuk devleti olabilir ancak.<br />

Mustafa Kemal Atatürk, Þer’iye Nezareti yerine dini denetlemek için<br />

Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ný kurdurmuþtu. Ne yazýk ki 1950 yýlýndan beri<br />

siyasi partiler, oy hesabý uðruna dini tavizler vere vere, þeriatý týrmandýrdýlar.<br />

Gün oldu, laik demokratik cumhuriyet, tehlikeli anlar yaþadý.<br />

Günümüzde artýk Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, iþlevini yitirmiþtir. Sayýn<br />

Prof. Dr. Toktamýþ Ateþ’in belirttiði gibi “Devlet, Diyanet kanalýyla dini<br />

denetlemek isterken, Diyanet, devleti denetlemeye baþlamýþtýr. Bu<br />

ülkede, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’na verilen trilyonlarca liralýk bütçeden<br />

hiç yararlanmayan ‘Alevi’ bir kitle vardýr. Hatta, yararlanmak ne demek,<br />

vergileriyle Diyanet’i beslemekte ve bundan çok rahatsýz olmaktadýrlar”<br />

(Cem, Eylül 2001)<br />

Cami ve cemevlerine gelince: Camiler de cemevleri de sözlük anlamý<br />

bakýmýndan dini ibadet için toplanma yerleri demektir. Ýbadet, yalnýzca<br />

camilerde namaz kýlmayla olmaz. Ýbadetin türlü biçimleri vardýr. Camilerde<br />

namaz kýlýnarak yapýldýðý gibi cemevlerinde de cemler yapýlarak,<br />

zikirler edilerek, semahlar dönülerek yapýlýr. Anadolu Alevileri, yüzyýllardan<br />

beri böyle yapagelmiþlerdir.<br />

Ýbadet yalnýzca camilerde yapýlýr diyen Eski Diyanet Ýþleri Baþkaný’na<br />

bir yanýtýmýz olacak. Cemevleri, bin yýldan beri Anadolu Alevilerinin<br />

ibadet yerleridir. Sayýn Mehmet Nuri Yýlmaz, bunu bilmiyorlarsa<br />

öðrensin. Ya da açsýn tarihi okusun. Kendi kurumunda müfettiþlik yapmýþ,<br />

Alevi vatandaþlarýn vergilerinden maaþ almýþ, Alevi düþmaný Bay<br />

Abdülkadir Sezgin de bunu öðrensin. Þunu belirtelim ki Alevilik-Bektaþilik,<br />

dünyanýn en çaðdaþ, en hümanist ve en ulvi bir inanç biçimidir.<br />

Alevilik inancý, insan ayrýmý yapmayan bir sevgi biçimidir. Bilmiyorlarsa<br />

Hacý Bektaþ Veli’yi okusunlar. Sözlerinin özü olan, “Ýlimle gidilmeyen<br />

yolun sonu karanlýktýr”, felsefesinin derin anlamýný idrak etsinler.<br />

Camilerle cemevlerinin kýyaslanmayacak kadar farklýlýklarý vardýr.<br />

Camilerde yalnýz namaz kýlýnmakta ve cenazeler kaldýrýlmaktadýr. Oysaki<br />

cemevlerinin iþlevleri çoktur. Sosyal yaþamýn tüm gereksinimleri<br />

cemevlerinde verilmektedir. Cemevlerinde Alevilerin ibadet biçimleri<br />

olan cemler yapýldýðý gibi birer külliye biçiminde olan binalarýnda:<br />

1) Gençlere çeþitli kurslar (bilgisayar-yabancý dil-el sanatlarý-okuma/yazama-saz<br />

kurslarý-semah kurslarý ve çeþitli meslek kurslarý gibi<br />

kurslar), 2) Konferanslar, 3) Paneller, 4) Kurban kesme ve lokma yeme,<br />

5) Cenaze kaldýrma, 6) Demirbaþ kütüphaneler kurma ve okuma salonlarý<br />

açma, 7) Saðlýk ocaklarý açma ve saðlýk hizmetleri verme, 8) Sergiler<br />

açma, 9) Anma törenleri yapma, 10) Tiyatro vb. çeþitli kültürel hizmetler<br />

ile özellikle büyük kentlerdeki insanlara çaðdaþ hizmetler verilmektedir.<br />

Bu kurumalarda ayný zamanda hurafelerden arýnmýþ inançlarýn<br />

yaný sýra ulusal bilinç de verilmektedir. Bu kurumalarda devletin rejimini<br />

yýkmak için þeriat provalarý ve telkinleri deðil, laik demokratik cumhuriyet<br />

baðýmlýlýðý verilmektedir. Bu kurumlarda kin ve nefret deðil, sevgi<br />

ve dayanýþma aþýlanmaktadýr. Bu kurumlarda dinsel bölücülük deðil,<br />

birleþme, dayanýþma ve paylaþýmcýlýk öðretilmektedir.<br />

Cemevleri, ülkemizde çaðýn bir gereksinimidir. Aksi halde serencamlarýný<br />

televizyonlarda ibretle izlediðimiz bir Afganistan, bir Ýran, bir<br />

Pakistan veya bir þeriatçý Ýslam ülkesinden öteye gidemeyiz. Çað dýþý<br />

kalýrýz, uygar uluslar düzeyine çýkamayýz.<br />

Radyo-televizyon ve her türlü teknolojik araçlarý günah sayan,<br />

yasaklayan, kadýnlarý dört duvar arasýna týkayýp çarþafa büründüren, eðitimden,<br />

okuldan ve toplum içinde çalýþmaktan tecrit eden, erkeklere<br />

sakal býraktýrýp sarýk taktýran, hurafelere yer verdirip akýl ve mantýðýn<br />

kabul etmediði bir inanç biçiminin cemevlerinde yeri yoktur. Cemevleri,<br />

bugün 1400 yýl öncesi Arap kültürünün çok ilerisindedir. Tekrar ediyoruz,<br />

Sayýn Mehmet Nuri Yýlmaz ile eski müfettiþ Bay Abdülkadir Sezgin,<br />

bunlarý bilmiyorlarsa öðrensinler artýk.<br />

Cemevleri, bizim kültür ocaklarýmýzdýr, onur kaynaklarýmýzdýr. Bundan<br />

vazgeçip camilerde cahil hocalarýn hurafelerini dinlemek olasý deðildir.<br />

Diyanet Ýþleri, öncelikli olarak camileri reforme etmelidir. Laik ve<br />

demokratik devlet düþmanlýðý ile bölücülük tohumlarý ekilmemelidir.<br />

Ekim 2004 21


Aynayý Tuttum Yüzüme...<br />

Murtaza Demir<br />

Aleviliðin ve Alevi kurumlarýnýn içinde bulunduðu kargaþanýn nedenleri<br />

üzerine düþünmediðimiz ve neyi kaybetmek üzere olduðumuzun<br />

farkýnda olmadýðýmýz için, ayný kargaþayý çözüm konusunda da yaþýyoruz.<br />

Bu yüzden sadece Aleviliðimiz deðil, Anadolu’nun demokrasi,<br />

insan haklarý ve evrenselliðe yatkýn olan damarý da sorun yaþýyor.<br />

Dedelik Kurumu<br />

Bu baðlamda önemsediðim konu baþlýklarýndan ikisini irdelemek<br />

istiyorum. Bunlardan biri, “Dedelik Kurumu”, diðeri “Ýslam’ýn içi,<br />

dýþý” tartýþmasý...<br />

Yazýktýr ki, Alevilerin dýþýnda bir bütün olarak çaðdaþ demokratik<br />

yaþam biçimini talep eden baþka bir kesim daha yoktur. Bu gidiþin demokrasi<br />

talep edenlere ve bize dönük mesajý þudur: Alevilik üzerindeki<br />

baský ve asimilasyon tehdidi, esas olarak Türkiye’nin “muasýr medeniyet”<br />

hedefini de tehdit etmektedir. Bugüne deðin “kendimize”, dostlarýmýza,<br />

“laisizm ve demokrasi mücadelesi verdiðini” söyleyenlere anlatamadýðýmýz<br />

budur...<br />

Bu önemli bir sorundur, ama sorunun en can alýcý bölümü bizlerle;<br />

Alevi kurumlarýný yönetenlerle ilgilidir. Ne yazýk ki, sorunlarý slogan<br />

düzeyinde tartýþýyor, daha üstüne çýkamýyoruz. Bu tutumun ayný zamanda<br />

“felsefi birikim ve yaþam biçimi”, demek olan Alevilikle hiçbir ilgisi<br />

yoktur. Bu yüzden olsa gerek, “özümüzü” bir yana býrakýp, “aynayý hep<br />

karþý tarafa tutuyoruz”.<br />

Kurumsallaþmak önemli bir kazaným. Ama Alevi kurumlarýný (hiç<br />

olmazsa) yönetenlerin:<br />

Aleviliðe saygýlý olmasý,<br />

hiç deðilse musahip olmasý,<br />

“aynayý (bir de) kendine tutmasý”,<br />

her yýl görümden geçmesi,<br />

yýlda bir iki kez ceme katýlmasý,<br />

ve müþkülünü cemde çözmesi için çaba sarf etmesi gerekmez mi?<br />

Günümüz koþullarýnda yaþama dair sorunlarýn ceme getirilmesi ve<br />

orada çözülmesi imkaný olmadýðýný biliyorum. Kastým da bu deðil: Ama<br />

hiç deðilse örgütler arasý ve örgüt yöneticisi arkadaþlarýmýzýn arasýndaki<br />

sorunlara, Alevi örfü ve geleneði içinde çözüm aranmasý gerekmez mi?<br />

Ýnanmadýðýmýz, uygulama alanýnda olmadýðýmýz, “geri ya da gereksiz”<br />

bulduðumuz bir inancý nasýl olur da içtenlikle savunduðumuzu iddia edebilir<br />

ve buna inanýlmasýný bekleriz? Ve neden bu kurumlarda yönetici<br />

oluruz?<br />

Ýçinde bulunduðumuz sorunun ve sonucun öznesi bizleriz. Önce<br />

dedeyi hanemizden, köyümüzden kovduk; aþaðýladýk! Sonra aldýklarý üç<br />

kuruþ hakkullahý gözümüzde büyütüp, “sömürücülükle” niteledik. Bu<br />

yaklaþýmýmýzla dedeliðin geleneksel yapýsýný bozup, dejenere ettiðimizin<br />

ve Türk-Ýslam sentezcilerine kapý araladýðýmýzýn farkýnda olamadýk.<br />

Bizlerden saygý görmeyen dedeler, kýrgýn, üzgün ve mutsuz bir biçimde<br />

bu sorumluluklarýndan vazgeçtiler. Onlar için alýcýsý olmayan “göheri”<br />

satmaya çalýþmanýn anlamý kalmamýþtý. Yaþam koþullarý, dedelerimizi,<br />

dedelik sorumluluklarýný sürdürmek yerine “filan kurumda odacýlýk, ya<br />

da kapýcýlýk yapmayý” tercih etme noktasýna getirdi: Onlar da bunu yaptýlar.<br />

Þimdi hak, adalet, eþitlik ve “aþk” için dedelik yapan insan<br />

bulamýyoruz. Bu yüzden ‘70’li yýllardan sonra inanç ve geleneðinden<br />

hýzla uzaklaþan/uzaklaþtýrýlan Aleviler, felsefenin yazýlý deðil ancak<br />

sözel aktarýcýsý durumunda olan ve binlerce yýllýk birikim demek olan<br />

dedelik kurumunun devamlýlýðýný bozarak, dedenin geliþmesinin ve kendini<br />

yenilemesinin önünü de kesmiþ oldular. Kesintiye uðrayan ve âdeta<br />

bir “ara dönem” yaþayan dedelik kurumu, bir daha da eski saygýnlýðýna<br />

ve yaptýrým gücüne ulaþamadý. Dedesiz, cemsiz, pirsiz, niyazsýz, Alisiz<br />

Alevilik olur mu? Olur ama iþte bugün olduðu gibi “aþk için deðil, seyir<br />

için” olur.<br />

Dedelik bir kurumdu. “Göher alýr, göher satarlardý.” Talip “Fizan’da”<br />

da yaþasa oraya gidip, görmek, yol’a almak, çoluk çocuðunu ve<br />

komþularýný eðitip, iyi, yararlý, çaðdaþ, barýþýk insan olmalarýný saðlamaktý.<br />

Dedeye verilen hakkullah da iþte bu emeðin karþýlýðýydý. Þimdi<br />

kim yapýyor bu görevi? Binlerce hane, köy ve mahallede hiç kimse...<br />

Büyük bir bölümünde ise Sünni imam: Yani asimilasyon!<br />

Sonuç: Koskoca bir hiç ve büyük bir boþluk! Boþluðu dolduran Sünni<br />

imam ve Sünni devletin asimilasyon çabalarýndaki baþarýsý!..<br />

“Ýslam Ýçi-Dýþý” Tartýþmasý<br />

Alevi kimliði -Alevi olgusu- bir gerçeklik. Bu inancýn-kültürün geçmiþi<br />

bin yýllarla ifade ediliyor. En azýndan, bu konuda kafa yoran,<br />

emek veren; emek vermeye deðer bulan araþtýrmacýlarýn tespitleri ve<br />

vardýklarý sonuç böyle.<br />

Gerçekten bilimadamý niteliði olan objektif araþtýrmacýlarýn vardýklarý<br />

bir baþka sonuç ise günümüzdeki Aleviliðin heterodoks -yaþadýðý<br />

coðrafyadaki tüm inançlarýn karýþýmý- bir inanç olduðudur ki; benim<br />

görüþüm de bu yöndedir. Örneðin, Aleviliðin temel ritüellerinden -kavramlarýndan-<br />

biri olan cem’i yok sayamayýz. Oysa cem olgusu, Ýslam<br />

öncesi göçebe Oðuz Türkmen kültürü-inancý’dýr. Ve Ýslamiyet’le hiçbir<br />

baðý olmamasýna karþýn, Þamanizm’in ve Þamanizme “altlýk” olan temel<br />

öðelerden sayýlmaktadýr. Diðer yandan günümüz Aleviliðinin temel<br />

kurumlarýndan biri saydýðýmýz 12 Ýmam kültü ise Ýslam öncesi Hýristiyanlýðýnýn<br />

Anadolu’daki izlerinden-etkilerinden-biridir. Ve Ýsa’nýn 12<br />

Havarisi kültüyle benzerlikleri vardýr.<br />

“Deðiþmeyen tek þey deðiþimdir” teorisi tüm inançlar için olduðu<br />

gibi, Alevilik için de geçerlidir. Bu baðlamda deðiþime açýk olan;-ayak<br />

uyduran- Hýristiyanlýk’ta olduðu gibi, reform gerçekleþtiren dinlerin<br />

mensuplarý ilim ve teknolojiyi rehber edinerek tüm insanlýðý -evreniyönetir<br />

duruma gelmiþlerdir. “Dinde deðiþim -reform- olmaz” diyerek,<br />

yeniliðe, bilime, insan haklarý ve demokrasiye ayak direyen Ýslam coðrafyasý<br />

ve mensuplarýnýn içler acýsý hali ise ortadadýr.<br />

Yukarýda özet olarak ifade edilen Aleviliðin unsurlarýna hiç kuþkusuz<br />

Ýslamiyet’in Anadolu’daki bin yýllýk hakimiyetinin etkilerini de eklemek<br />

gerekir. Bu baðlamda “Her ne arar isen kendinde -özünde- ara, Kudüs’te,<br />

Mekke’de, Hac’da deðildir”, diyen ulularýmýzýn; cem týðlarken -<br />

yürütürken- “Allah-Muhammet-Ali” kültünü anmadan geçmedikleri göz<br />

ardý edilmemelidir.<br />

Kabul edelim, “Alisiz Alevilik” gibi çarpýtma gayretlerinin hiçbir bilimsel<br />

deðeri yoktur. Cem ehli de çok iyi bilir ki cemimizi yürüten dedemizin-pirimizin,<br />

“Allah-Muhammet-Ali”siz duasý yoktur. Cem’in diðer<br />

bir temel kurumu ise âþýk -zâkir postu- makamýdýr. Zâkir’in nefesi; bâtýn<br />

-gerçek, öz- tarzýnda icra edilecekse, bunun adý deyiþ veya düvazimam’dýr.<br />

Nefesin deyiþ olmasý için üç; düvaz olmasý için ise Oniki<br />

Ýmam’ýn adlarýnýn geçmesi gerekir. Ve 12 Ýmam kültü, Yas-ý Muharrem<br />

Orucu, Cafericiliðin, Aleviliðin ve Hýristiyanlýðýn ortak deðerlerindendir.<br />

Özetle, Alevilik yazýlý deðil, sözel kurallarý-kurumlarý olan bir inançtýr.<br />

Yüzlerce yýldýr yakýlýp, yýkýlmýþ; mensuplarý kýlýçtan geçirilmiþ,<br />

“aman vermeyin, vurun”, denilerek fetvalar çýkarýlmýþ; yaþamasýna, kurumlaþmasýna,<br />

yazýlý kural ve ritüelleri olan bir inanç haline gelmesine<br />

engel olunmuþtur. Bu yüzden yazýlý bir çerçevesi, Ýslam’ýn beþ þartýna<br />

benzer þartlarý olamamýþtýr. Cem, dede, zâkir, talip, pir, rehber, musahip,<br />

kirve vb. gibi kurallarý olmasýna karþýn, örneðin “yýl içinde þu kadar sayýda<br />

Cem’e gireceksin”, gibi koþulu ya da “dedeye þu kadar hakkullah vereceksin”,<br />

gibi zorunluluklarý yoktur. Bu nedenle günümüz Aleviliðinin,<br />

“Ýslamýn özüdür, tam da içidir, ya da dýþýdýr;” þeklinde tanýmlanmasý ve<br />

ifade edilmesi ne kadar ilgisiz ve yanlýþ ise; “Ýslam’la ilgimiz yoktur,<br />

Alevilik ayrý bir dindir”, demek de o kadar yanlýþtýr: Dahasý ideolojiktir.<br />

Kiþisel görüþüm odur ki, Alevilik, þekli (zâhir) deðil öz’ü (bâtýn) kutsamýþ;<br />

bilimi ve felsefi deðerleri rehber edinmiþtir. Bir bakýma Ortodoks<br />

Ýslam’a karþý protest bir tavýr olan Alevilik, Ýslam’ýn Anadolu’ya hakim<br />

olmasý sürecinde, onu bir zorunluluk olarak “kabul etmiþ”, fakat kurallarýný-þartlarýný<br />

uygulamaktan kaçýnarak geleneksel inancýný sürdürmeye<br />

devam etmiþtir. Ýslam gibi görünmüþ, böyle davranmaya zorlanmýþ,<br />

fakat Alevi kalmýþtýr. Aradan geçen bin yýllýk süreç içindeki baský ve<br />

zorlamalar, Alevilik içindeki Ýslam karþýtý düþüncelerin törpülenmesine<br />

neden olmuþtur. Sonuçta günümüz Aleviliði ritüelinde “Hak- Muhammet-Ali”<br />

damarý, olmazsa olmaz olarak Alevi kurumsalý içinde yer almýþtýr.<br />

Bu yüzden mutlak bir taným yapmak gerekirse Aleviliði, “Heterodoks<br />

Ýslam” olarak tanýmlayan akademisyenlerin görüþlerine katýlmak<br />

yerinde olacaktýr.<br />

22 Sayý 3


Merhaba Dostlar, Merhaba Serçeþme<br />

Ali Ulvi Öztürk<br />

CAN YÜCEL<br />

Nefes - I<br />

Nefes dergisinden bu yana bunca<br />

yýl geçti. Yine buluþtuk: Serçeþme’ye<br />

ve sizlere merhaba demenin<br />

mutluluðunu yaþýyorum.<br />

Bizi bir aile yapan inancýmýzý,<br />

yaþam biçimimizi ve yüreðimizi paylaþtýðýmýz,<br />

bizi bir çatý altýnda toplayan Serçeþme’ye merhaba!<br />

Bunca yýlda pek çok þey yaþadýk, birçok<br />

deðerli dostumuzu, ozanýmýzý yitirdik. Ekonomik-kültürel<br />

ve siyasi açýdan çok yoðun ve çok<br />

yönlü emperyalist dayatma ve baskýlar altýna<br />

girdik. Bir yandan mevcut iktidar yeni tanýmlar<br />

getirerek laikliði sulandýrýrken, diðer yandan<br />

eðitim, hukuk sistemi, ötesinde adalet sistemi<br />

emperyalizmin güdümüne ve hizmetine sokuldu..<br />

AB ve ABD emperyalizminin baskýlarýyla<br />

güya demokratik yasalar çýkaran hükümet,<br />

cemevlerini ibadet yeri saymamakta, diðer<br />

ibadet yerlerine gösterdiði saygýyý cemevlerimize<br />

göstermemektedir.<br />

Okullardaki tek yanlý din dersini hâlâ inat<br />

ve ýsrarla bizim çocuklarýmýza da okutmaktadýr.<br />

Diyanet Ýþleri’nin Alevilere-Bektaþilere bakýþ<br />

açýsý giderek daha da kötüleþmekte, çýkardýklarý<br />

dergi, kitap vs. yayýnlardaki hakaretler<br />

yerli yerinde durmaktadýr. Maraþ-Çorum-Sivas<br />

benzeri katliamlarýn tetiklenmesine çanak tutan<br />

görüþ ve politikalar ýsrarla sürdürülmektedir.<br />

Ülkemiz ekonomik alanda tümüyle emperyalizme<br />

teslim ediliyor. Tütün ve þekerpancarýna<br />

konulan kotalar, çiftçilere verilen desteðin<br />

tümden kaldýrýlmasý, Tüpraþ-Telekom gibi<br />

hayati ve kârlý KÝT’lerin yok pahasýna elden<br />

çýkarýlmak istenmesi, ulusal deðerlerin, ulusal<br />

iç ve dýþ politikalarýn terk edilmesi, Kýbrýs’ta<br />

takýnýlan anti-ulusal tavýr, Kuzey Irak’ta bir<br />

Kürt devletine giden süreçte takýnýlan antiulusal<br />

tavýr, Irak’ta masum Irak halkýna karþý<br />

takýnýlan tavýr, Filistin’de Filistin halkýna karþý<br />

takýnýlan tavýr hükümetin ne denli teslimiyetçi,<br />

ne denli emperyalist güdümde olduðunu gösteriyor.<br />

Bugünlerde ulusalcý, yurtsever olmak,<br />

ulusal sýnýrlarý, ekonomiyi, baðýmsýzlýðý<br />

savunmak, Kýbrýs’ta oynanan oyunlara karþý<br />

olmak, AB ve ABD patentli Kürtçülük politikalarýna<br />

karþý durmak, dinozorluk, çaðdýþýlýk<br />

sayýlýyor. Ulusal tarihi, dünya tarihini bilmeyen,<br />

ulusal yurttaþlýk bilincinden yoksun kalýr.<br />

Hâlâ türbaný insan haklarý çerçevesinde gören,<br />

ülkenin parçalanma sürecine getiriliþine kulak<br />

asmayan, bazý kiþisel, maceracý eylemleri<br />

devrimcilik sayan, globelleþmeyle, enternasyonalizmi<br />

birbirine karýþtýran, Kemal Derviþ<br />

gibilere pirim ve destek verenler lütfen artýk<br />

aklýmýzý baþýmýza alalým.<br />

Gerçekçi ulusal politikalar çerçevesinde<br />

ülkemizin üniter yapýsýný koruyarak anti-emperyalist,<br />

anti-faþist bir çizgide buluþalým.<br />

Bugün yurdunu, ulusunu ve Cumhuriyet’in<br />

kazanýmlarýný koruma, laikliðe-demokrasiye<br />

sahip çýkma günüdür. Mustafa Kemal’in baþlattýðý,<br />

ancak 1940’lardan itibaren yozlaþtýrýlan,<br />

sekteye uðratýlan “Aydýnlanma Devrimi”ni<br />

tamamlayalým.<br />

Öncelikle, kendi yurdunun yurttaþý olmadan<br />

dünya vatandaþý olunamaz. Dedelerimizin<br />

bu yurdu kurtarmak için döktüðü kanlarý unutmayalým.<br />

Emperyalizmin, Neo-Osmanlý, neoliberal<br />

taktiklerini boþa çýkartalým, hortlatýlan<br />

Sevr’i bir daha çýkmamacasýna mezarýna geri<br />

yollayalým.<br />

Tüm demokrat, aydýn, yurtsever insanlarýmýza,<br />

özellikle “Alevilere-Bektaþilere” bugün<br />

çok önemli görevler düþmektedir. Laikliðin ve<br />

cumhuriyetin kazanýmlarý, en çok bizleri ilgilendiriyor.<br />

1923’ten önce yurttaþ bile sayýlmýyorduk.<br />

Cumhuriyet’le çok þey kazandýðýmýz<br />

inkâr edilemez. Cumhuriyet’ten sonra da horlanmalara,<br />

katliamlara uðradýðýmýz doðrudur.<br />

Lakin bunda Cumhuriyet’i kuranlarýn bir suçu<br />

var mýdýr? Bugün okullarda bizim inanç ve<br />

felsefemize karþý dayatmalarla dolu din dersi<br />

bizim çocuklarýmýza da zorla okutturuluyorsa<br />

dönüp kendimizi sorgulamalýyýz. Hâlâ bölük<br />

pörçüðüz, hâlâ haklarýmýza sahip çýkamýyoruz.<br />

Hâlâ birçoðumuz Alevi-Bektaþi felsefesini ve<br />

özünü bilmiyoruz. Kendimizi kendimiz bile<br />

bilmeden kimden ne hak isteyeceðiz. Derlenip<br />

toparlanýp suyun baþýnda bizler de olmaz isek<br />

hangi haklarý hayata geçirebiliriz?<br />

Canlar, konuþulacak, tartýþýlacak, çözümlenecek<br />

çok sorun var. Birbirimizi incitmeden<br />

ancak gerçekleri hiç çekinmeden ortaya koyarak<br />

özelde Alevi-Bektaþi, genelde yurt ve dünya<br />

sorunlarýný “Serçeþme”de tartýþacaðýz, öðrenip<br />

öðreteceðiz. Özellikle gençlerimiz ve çocuklarýmýzla<br />

iyi bir iletiþim kurarak, onlarla<br />

birlikte öðrenip öðreterek omuz omuza yurdumuzu<br />

ve ulusumuzu düze çýkaracaðýz. Böylelikle<br />

dünyamýza da sahip çýkýp sorunlarýna da<br />

eðilebiliriz. Henüz hiçbir þey için geç deðildir.<br />

“Karanlýktan þikayet edeceðimize, bir mum da<br />

biz yakalým.”<br />

Sevgiyle… dostlukla…<br />

Nefes 1993-96 yýllarý arasýnda 37 sayý yayýnlanmýþtý<br />

Daha uzun dumanlarýn tütünü,<br />

Daha uzun esrüklük hali;<br />

Erenlerin damarlarýnda sürmüþ,<br />

Zamandan boylu filizler.<br />

Çiçek baharýnda uykusuz,<br />

Deli ve susan derviþler.<br />

Gözlerini ýslamýþlar suda;<br />

Açýkta gemiler gibi sakin.<br />

Irak yollara gitmiþler;<br />

göðüslerindeymiþ elleri,<br />

Rüzgârýn üstüne kavuþmuþ;<br />

Suya deðememiþ ayaklarý,<br />

Bir dalgýn köpük suretinden.<br />

Bir dalýn altýndan geçmiþler:<br />

Artýk ne genç ve ne ihtiyar;<br />

Ne gürültü artýk ve ne boþluk;<br />

Bir ýþýktýr dolmuþ kaplara;<br />

Her kuþ istediði yere konmuþ;<br />

Çimen istediði yeþile,<br />

Aðaç sevdiði mevsime,<br />

Her þey tamam olmuþ.<br />

Gözelerini silmiþ derviþler,<br />

Sabah olmuþ.<br />

Nefes - II<br />

Ormanlar gitmezler yolumuzdan;<br />

Boþ kokan bir gölün etrafýnda.<br />

Yürürler aðýr aðýr,<br />

Yaþayanlar üstünde,<br />

Ölüler topraðýn altýnda;<br />

Havasýz mavinin civarýndan,<br />

Devam eder bir sonsuz adým;<br />

Bir ardý arakasý kesilmedik nefestir;<br />

Yürür bir uðultudur aðýr aðýr;<br />

Sürdüðünce bir mübarek yolun,<br />

Ne yaþayanlar sade yaþarlar,<br />

Ne ölüler sade ölüdür.<br />

Döner, döner içinden kiþinin,<br />

Bir uðultudur, bir rüzgârdýr;<br />

Boþ kokan bir gölün etrafýnda,<br />

Döner aþk içre ormanlar,<br />

Bir þevktir, bir arzudur,<br />

Yaþamadan yaþamaya, mevsimden<br />

mevsime.<br />

Ormanlar konuþmaz dilimizden,<br />

hûû derler;<br />

Ormanlar anlamaz dilimizden,<br />

hûû derim hûû, hûû.<br />

Ekim 2004 23


TÜRKAN ÖZTÜRK<br />

Yaþayamam<br />

Öyle bir gýda ki Hakk’tan<br />

Verir Muhammet Ali’den<br />

Mis amber kokar burnumdan,<br />

Ben Ali’siz yaþayamam.<br />

Kesme kelâmý dilimden,<br />

Ayýrma kulunu senden,<br />

Gider turnalar gönlümden,<br />

Ben turnasýz yaþayamam.<br />

Bülbülü gülden ayýrma,<br />

Ben gülsüz yaþayamam.<br />

Çöller hüsran içinde,<br />

Ben Mecnun’suz yaþayamam.<br />

Kesme suyumu üstümden,<br />

Topraðým çatlar kurur,<br />

Kurur dalým meyve vermez,<br />

Ben meyvesiz yaþayamam.<br />

Sen kývýlcým ben de ateþ,<br />

Ýnceden tüter dumaným,<br />

Yandý yüreðim kül oldu,<br />

Ben sevdasýz yaþayamam.<br />

Kumru Dilberi doldur ki<br />

Sarmaþýk misali sar ki<br />

Aþkýn verip beni yak ki<br />

Ben sensiz yaþayamam.<br />

DERVÝÞ KEMAL<br />

Düþünsel Korkular<br />

Ýrinli yarayý dürtem diyemem,<br />

Çýbanýn baþýndan korkarým dostlar.<br />

Karným aç olsa da asla yiyemem,<br />

Namerdin aþýndan korkarým dostlar.<br />

Büyüklük taslayýp kendimi kasmam,<br />

Yalana, bühtana hiç kulak asmam.<br />

Baþýmý kesseler katiyen basmam,<br />

Tahtanýn yaþýndan korkarým dostlar.<br />

Gerçeði söyledim beni duyana,<br />

Yöneldim doðrudan, güzelden yana.<br />

Cahilin taþlarý výz gelir bana,<br />

Kâmilin taþýndan korkarým dostlar.<br />

Derviþ Kemal alýp dört telli sazý,<br />

Acýlý deyiþler söylerim bazý.<br />

Geride býraktým baharla yazý,<br />

Ömrümün kýþýndan korkarým dostlar.<br />

24<br />

Derginizin ilk sayýsýnda, sevgili yazar Ali<br />

Kaya, Dersim’linin geçmiþini anlatýrken karýþýk<br />

bir kronolojiyle Deylem’e kadar uzanýyor,<br />

daha doðrusu Deylem’den Dersim’e geliyor.<br />

Yerli halkla karýþtýrýp Deylemlileri Dersimlilerin<br />

atalarý kabul ediyor.<br />

Bu saptamayý yapmadan önce Deylemlileri,<br />

Kürtlerin de arasýna karýþtýrýp Kuzey<br />

Mezopotamya bölgesine yerleþen Zazalarýn<br />

belki atalarýdýr diye itiyatlý davranýyor. Kimi<br />

kez de tanýmladýðý coðrafyanýn dörtbin yýl öncesine<br />

gidiyor; bu coðrafyaya Deylem, yaþayanlarýna<br />

da Deylemliler diyor.<br />

Daha sonra “izleri” þaþýrýyor ve Zazalar<br />

ayrý bir halktýr deyip iþin içinden çýkýyor. Çünkü;<br />

Deylemlilerin tarihi, kültürü, dili ve inançlarý,<br />

örf, âdet ve alýþkanlýklarý Dersim’le örtüþüyor<br />

diyor.<br />

Ben Hoca’nýn, “Dersim Tarihi” ve “Ýran’a<br />

Seyahat” adlý iki kitabýný okudum. Ayný “pusulasýzlýðý”<br />

orada da gördüm. Kitabýnda Deylemlinin<br />

özelliklerini belirtiyor. Bu özelliklerden<br />

yola çýkarak küçük bir karþýlaþtýrma yapalým:<br />

Deylemli<br />

Ufak-Tefek<br />

Aceleci<br />

At yer<br />

Kýskanç<br />

Ýyi savaþcý<br />

Babaerkil<br />

Kadýnlar kararlara katýlýyor<br />

Kanaatkâr<br />

Baþka soylara kýz vermez<br />

kaçarsa öldürür<br />

Tambur çalar<br />

Ölülere yas tutulur<br />

Ýçte savaþ, dýþta birlik<br />

Bir kadýnla evlenmek isteyen<br />

erkek kadýn evine gider. Üç<br />

gün kaldýktan sonra nikah<br />

kýyýlýr.<br />

Bu özelliklerden yola çýkýldýðýnda %13’lük<br />

bir benzeþme vardýr. Bu benzeþmeleri tüm<br />

dünya halklarý arasýnda bulabilirsiniz. Ama bu<br />

benzeþme “geneli” ifade eder deniyorsa; bilgilerine<br />

sadece saygým olur. Hepsi bu kadar.<br />

Peki; Dersimlinin özellikleri yok mudur?<br />

Doðaldýr ki vardýr. Þimdi bu özelliklerden bir<br />

kýsmýný sýralayalým: Dünyaya bakýþlarý geriye<br />

deðil, ileriye yöneliktir; psikolojik deðerleri,<br />

manevi yaþam ve davranýþlarý akýl çizgisindedir,<br />

bu nedenle yaþamýný zorlaþtýran kurallarý<br />

da yýklar; kutsallýk, aklýn ötesine çýktýðýnda<br />

þüpheyle karþýlanýr, bu nedenle metafizik idealist<br />

soyut kavramlardan uzaktýr; kendisine dayatýlan<br />

doða ötesi kimliklere uzak durur; kendi<br />

inancýndan olmayana saygý duyar; yerleþtiði<br />

yerlere eski yerleþim yerlerinin adýný koyar ve<br />

bu ada uyum saðlar; kendi gibi konuþmayaný<br />

saygýyla dinler; kendi gibi olmayaný kendisiyle<br />

eþit sayar; ödün vermez, boyun eðmez; tutarlý<br />

düþünme ve davranma temeldir; övülmekten<br />

Dersimlinin Etnik Kökeni<br />

Hüseyin Düzenli<br />

Dersimli<br />

Ortadan uzun<br />

Sabýrlý-sakin-serinkanlý<br />

Yemez<br />

Hoþgörülü<br />

Ortak<br />

Son söz babanýn<br />

Tüm bireyler katýlýyor<br />

Özverili<br />

Ýlke olarak verilmez. Kaçarsa<br />

sonuca saygý gösterir<br />

Saz çalar<br />

Ortak<br />

Ortak<br />

Dersimli böyle bir þeyi aklýndan<br />

dahi geçirmez<br />

ve övünmekten hoþlanmaz; tek evlilik yapar;<br />

tavþan yemez; Bozatlý Hýzýr’ý vardýr; Alkarýsý’nýn<br />

var olduðuna inanýr; tapýnaðý yoktur;<br />

her yerde ibadet eder; etnik olarak kendinden<br />

olan, ancak inanç olarak kendinden olmayana<br />

“tat” der; sakal keser, býyýk býrakýr; hayvanlarýný<br />

iþaretler, çobanýna gerze býrakýr; baþlýk verir,<br />

düðününde Dermaný gönderir; ölüsüne kýrk<br />

gün yas tutar, mezarýna taþ diker; her þartta<br />

içer; Güneþ’e Ay’a niyaz eder; dilek aðacýna ip<br />

baðlar; eþiðe oturmaz; her daðýn sahibi vardýr,<br />

sahip tanrýsal kabul edildiðinden daðlar kutsaldýr;<br />

erkek ve kadýn bir arada ibadet eder; gülbanklarýnda<br />

80.000 Horasan Piri’ne, 99.000<br />

Rum Eri’ne ve 100.000 Gayp Ereni’ne yakarý<br />

vardýr; Erenlerin, Oðuzlarýn seçilmiþ savaþçý<br />

birlikleri olduðunu bilir ya da öyle olduðuna<br />

inanýr; düðünlerinde bay, bayan kol kola halay<br />

çeker; kýzlarýna “Hatun”, “Haným” ismi koyar;<br />

nazar olmasýn diye ateþe tuz atar; ocaðý sönmesin<br />

diye ateþini dýþarý vermez; bolluk olsun<br />

diye koç ve teke katýmýnda þölen yapar; kendi<br />

boyunu tanýmlamak için, kýrmýzý çit, kýrmýzý<br />

fes, kýrmýzý yelek, kýrmýzý üç<br />

peþli ve kýrmýzý kuþak baðlar;<br />

gerdek gecesi sabahý kanlý çarþafý<br />

ister, çarþafýn sunulmamasý<br />

halinde damadýn baðladýðýný<br />

düþünür; al ateþ rengidir; göðün<br />

zirvesini anlatýr, bu nedenle kýzýl<br />

tanrýsaldýr; Þah terimini ayaða<br />

kalkýp düzeni kurmak için söyler;<br />

insan sevgisini, bilginin merkezi<br />

olarak görür; Tanrý ile<br />

yüzyüze geldiðine inanýr; aracý<br />

kabul etmez; geriye dönme özlemi<br />

yoktur; don deðiþtirmeye<br />

inanýr; kendine sýðýnan kiþilere<br />

kimse dokunamaz ve kendisi<br />

istemediði sürece teslim etmez;<br />

dedelerine derin bir saygý ve<br />

baðlýlýðý vardýr; yönü, insana,<br />

akla ve eþitliðe dönüktür; akýldan<br />

inanca atlayýp akýllarýný<br />

inançlarýyla kilitlemez. Ýnançtan akla atlayýp<br />

inançlarýný akýlla kutsar; aklýnýn izin verdiði<br />

ölçüde kendi metafiziðini besler; duygularýnýn<br />

nesnel sýnýrlarýný daraltmaz, ruhbanlýk ve<br />

geleneksel topluluk örgütlenmesi zemininde<br />

devlete yamanmaz., metafizik aydýnlanmanýn<br />

sýnýrlarýný zorlar; dünyalarýnýn nesnel sýnýrlarýný<br />

geniþletir, emeðin çizdiði toplumsal alana çaðdaþ<br />

bir düþüncenin, tavrýn taþýyýcý olarak adýmlarýný<br />

atar, akýl ve toplum örgütlenmesi zemininde<br />

devletin ve egemen yargýnýn karþý<br />

kanalýnda ilerici toplumsal güçlerle buluþur;<br />

duygularýný pek belli etmez; asýk suratlý deðil,<br />

güleryüzlüdür; çabuk kýzmaz; çabuk barýþýr;<br />

merhamet duygularý kuvvetlidir; þakadan hoþlanýr;<br />

kin tutmaz; akýllarý duygularýna hakimdir;<br />

dayanýþmacý ve gerçekçidir; selamlaþmada,<br />

baþ indirir, baðýr basar.<br />

Daha sayayým mý?<br />

Bu özellikler hangi coðrafyanýn halklarýnýn<br />

özelliðidir. Ýncelendiðinde Asya halklarýndan<br />

Sayý 3


Oðuzlarýn özellikleri olduðunu açýk olarak<br />

görebiliriz.<br />

Dersim’e Neden ve Nasýl Gelmiþler?<br />

1. Moðol tufanýndan kurtulmak,<br />

2. Hayvanlarýna ve kendilerine yeni yurt bulmak,<br />

3. Ýstila yollarýndan uzak, iklimi kendilerine<br />

uygun bir yer aramak için geldikleri görülüyor.<br />

Tarihi kaynaklar 1071 yýlýnda Anadolu<br />

kapýlarýnýn açýlmasýyla;<br />

1.1087 yýlýnda Emir Mengücek’le birlikte kuzeyden<br />

Erzurum-Erzincan-Kemah-Divriði ve<br />

Tunceli’ye Yýva-Aðaçeri-Çavundur-Döðer-Eymür-Yörük-Kýnýk-Uluð<br />

ve Bozok boylarý,<br />

2. 1185 yýlýnda Halep Türkmenleri denilen<br />

Çobanlý Þeyh Hasan’la Beriyecik, Maraþ-<br />

Elbistan yoluyla gelenleri, Avþar-Çaruklu-<br />

Karkýn-Döðer-Yazýr-Yiva–Aðaçeri-Çavundur-<br />

Eymir-Bayat-Alevli-Karaevli-Bayýndýr-Uluð<br />

boylarý,<br />

3. 1230 yýlýnda Harzemlerle gelen Kanlý boylarý,<br />

4. 1240 yýlýnda Mahmud Hayraniy’le birlikte<br />

Boyat boylarý, gelir.<br />

Peki bu boylar bugün Türkmenistan’da var<br />

mýdýr? Evet var. Dersim’de devamlarý var mý?<br />

Evet var.<br />

Maddi ve fiziksel, tarihsel, psikolojikkültürel,<br />

sosyo-psikolojik referanslarý örtüþüyor<br />

mu? Bütünüyle örtüþüyor. Çobanlý Þeyh<br />

Hasan Aþiret tablosu doðruluyor mu? Evet<br />

doðruluyor.<br />

Dil olarak; Zazaca’nýn;<br />

1. Orta Zaman Farsçasý olduðunu ve Avesta’-<br />

dan beslendiðini, Acem illerinde ve Asya’da<br />

yaþayan konar-göçer topluluklarýnýn en az iki<br />

dil konuþtuðunu, bunlardan birinin de bu dil<br />

olduðunu,<br />

2. Deylem’in Pehleviler ülkesi olduðunu, bu<br />

dile Pehlevice dendiðini, Ýslamiyet’e kadar,<br />

dini ve dünyevi anlamda da kullanýldýðýný, Ýslamiyet’ten<br />

kaçan sýradan halkýn varoþ dili<br />

olduðunu, Zerdüþt dilinin dua ve öðretilerinin<br />

dili durumuna geldiðini; Asya topluluklarýnda<br />

bu dilin konuþulduðunu<br />

3. Hami-Sami, Hint-Avrupa, Hindu-Ari, Ural-<br />

Altay dil sýnýflandýrmasýnýn bir ýrk belirtmek<br />

için deðil, dil bilimcilerce tasnif kolaylýðýndan<br />

ötürü yapýldýðýný,<br />

4. Baðýmsýzlaþma sürecine girdiðinde, siyasal,<br />

dinsel, mezhepsel, toplumsal ve coðrafi nedenlerle<br />

içine kapalý özel bir dil haline geldiðini,<br />

tarih, toplum ve dil bilimciler söylüyor ve biz<br />

de katýlýyoruz.<br />

Bu kadar açýk veri ve özelliklere karþýn;<br />

Zazalar ayrý halktýr,<br />

Kürtlerin bir koludur,<br />

Deylem’lidir,<br />

mevalidir, demek ne kadar doðrudur.<br />

Bu sonuçlara nasýl ulaþýldýðýný doðrusu anlayabilmiþ<br />

deðilim. Bilimsellikten uzak, önyargýlý<br />

görüþlerden öteye gitmiyor.<br />

Türkmenlerin 1037 yýlýnda Deylemlilerle<br />

ittifaklarý vardý. Ayrýca Deylem’e yerleþen<br />

Oðuz boylarý, Yaðmurlu ve Kýzýllý ile Balhan<br />

Türkmenlerinden bir guruptur.<br />

Sonuç olarak;<br />

diline bakýp Deylem’li ve Kürt diyenleri,<br />

isimlerine bakýp Arap demeyenleri,<br />

inançlarýna bakýp dinsiz diyenleri,<br />

karakter özelliklerine bakýp Türkmen demeyenleri<br />

ve Türk olamaz diyenleri, bir<br />

kez daha düþünmeye ve araþtýrmaya davet<br />

ediyorum.<br />

KAYNAKÇA<br />

Ali Kemali, Erzincan Tarihi.<br />

Burhan Kocadað, Doðuda Aþiretler, Kürtler Lolan<br />

Oymaðý.<br />

Burhan Oðuz, Türkiye Halkýnýn Kültür Kökenleri.<br />

Bozkurt Güvenç, Türk Kimliði.<br />

Cevdet Türkay Y, Osmanlýda Oymak, Cemaat,<br />

Aþiret<br />

Cemal Þener, Þamanizm, Alevilerin Etnik Kimliði.<br />

Doðan Avcýoðlu, Türklerin Tarihi 1-2-3-4-5<br />

Ekber N. Necef, Hazar Ötesi Türkmenleri.<br />

Erdoðan Aydýn, Türkler Nasýl Müslüman Oldu?<br />

Faruk Sümer, Oðuzlar ve Türkmenler.<br />

Fuat Bozkurt, Türklerin Tarihi.<br />

Faik Bulut, Kürt Dilinin Tarihçesi.<br />

Hazma Aksüt, Anadolu Aleviliði.<br />

Ýsmet Zeki Eyübolu, Günümüzde Alevilik-Tüm<br />

Yönleriyle Bektaþilik.<br />

Ýrene Melikoff, Uyur Ýdik Uyardýlar.<br />

Mehemet Þerif Fýrat, Varto Tarihi.<br />

Nejat Birdoðan, Anadolu Aleviliðinde Yol Ayrýmý:<br />

Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik.<br />

Nihat Çetinkaya, Kýzýlbaþ Türkler Tarihi.<br />

S. A. Aðalanov, Oðuzlar.<br />

Þerefhan, Þerefname.<br />

Tori, Kürtlerin Orta ve Yakýnçað Tarihi.<br />

Minorsky, Kürtler.<br />

Sina Akþin ve 8 arkadaþý, Türkiye Tarihi 1-2-3-4-5.<br />

ALÝ KEMAL GÖZÜKARA<br />

Çýkmayan Mürekkep<br />

Bektaþiden birinin,<br />

Ciltli defteri varmýþ.<br />

Ahmak saydýklarýnýn,<br />

Adlarýný yazarmýþ.<br />

Kalantordan birisi,<br />

Bir gün O’nu çaðýrtmýþ.<br />

Senin o defterinde,<br />

Adým var mýdýr, demiþ.<br />

Evet, demiþ Bektaþi,<br />

Sizin de adýnýz var.<br />

Yüksek dað baþlarýna,<br />

Her zaman yakýþmaz kar.<br />

Adýmý neden yazdýn,<br />

Anlayamadým bunu?<br />

Hele anlat bileyim,<br />

Ben nasýl olduðumu?<br />

Evvelsi gün birine,<br />

Borca para verdiniz;<br />

Onun içindir beyim,<br />

Defterime girdiniz<br />

Borç verdiðim o kiþi,<br />

Günü gelip öderse,<br />

O zaman ne yaparsýn,<br />

Alay dolu gülerse?<br />

O gülmeyi duymadan,<br />

Sizin adý bozarým,<br />

Çýkmayan mürekkeple,<br />

Onunkini yazarým!<br />

BEYLÝKDÜZÜ TÜYAP KÝTAP FUARI (23-31 EKÝM) SALON 5 STAND 304 C<br />

Alevilik Dizisi<br />

Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. BASKI<br />

Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda<br />

Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak<br />

Okunacak En Büyük Kitap<br />

Ýnsandýr - R Yürükoðlu<br />

Hünkar Hacý Bektaþ Veli - Ýsmail Kaygusuz<br />

Alevilikte Ýnanç Kültür Siyaset<br />

Tarihi ve Ulularý - Ýsmail Kaygusuz<br />

Öykü<br />

Dünden Bugüne Alevi Olmanýn<br />

Bedeli – Ýsmail Kaygusuz<br />

YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ<br />

Þiir<br />

Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Kul Hasan<br />

Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler<br />

Kesmez – Ali Yüce<br />

Divanyolu Cad. No 54, Erçevik Ýþhaný 102,<br />

34110 Eminönü-Ýstanbul<br />

Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635<br />

www.alevyayinlari.com<br />

TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR<br />

Siyaset Dizisi<br />

Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz<br />

Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir<br />

TKP, Doðuþu, Kuruluþu, Geliþme<br />

Yollarý – S. Üstüngel<br />

Ýrtica ve ABD Kýskacýnda<br />

Türkiye – Lütfi Kaleli 2. BASKI<br />

Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir<br />

Sosyalizm – R. Yürükoðlu<br />

1. Cilt: Sosyalizm Nedir<br />

2. Cilt: Ütopik ve Bilim-Dýþý Sosyalizm<br />

3. Cilt: Günümüz ve Türkiye<br />

Ekim 2004<br />

25


ZEBUNÝ<br />

Bilmez Belleme<br />

ALEVÝ MÝTOLOJÝSÝNDE SAYILARIN GÝZEMÝ<br />

Alevilikte “2” Sayýsý<br />

Erdoðan Alkan<br />

Seni aramaya yoktur bir araç<br />

Var içinde varsýn bilmez belleme<br />

Iþýkta zindanda zeminde mihraç<br />

Dâr içinde dâr’sýn bilmez belleme<br />

Yeþil ottan ak süt özünde akta<br />

O Kadar çoðul ki hemide yekta<br />

Elifte var eden be deki nokta<br />

Dal Mim Ra dasýn bilmez belleme<br />

Kulaðým, Hislerim, dil ile gözüm<br />

Beynimde kalbimde düþüncem özüm<br />

Benimle yaþarsýn benimle ölün<br />

Gülen ahu zarsýn bilmez belleme<br />

Hem var olanda hemi yok olanda<br />

Ufukta perde tümde uzunlukta<br />

Varsýn her ortamda sonsuz boþlukta<br />

Heran gören körsün bilmez belleme<br />

Zebuni cahile olamam kefil<br />

Beraber þad olduk beraber sefil<br />

Renkler tadlar tohum zencefil<br />

Hemi yok hem de varsýn bilmez belleme<br />

Eþþekler<br />

Ben koþtukça peþi sýra onlarýn<br />

Þu tepeden çekti indi eþekler<br />

Bizden fazla geldi aklý onlarýn<br />

Köþeleri döndü gitti eþþekler<br />

Ben terledim onlar sefada sazda<br />

Durmadan çalýþtým baharda yazda<br />

Nallarýn altýndan semeri çuha<br />

Çayýrda arpaya yetti eþþekler<br />

Sýpasýný pek kýskanýr kayýrýr<br />

Yanýna varýnca çifte savurur<br />

Besisi yerinde zýrla anýrýr<br />

Gece gündüz halký tepti eþþekler<br />

Ovadan daðlardan o düze inmiþ<br />

Zorlamýþ kapýyý meclise girmiþ<br />

Orada iþçinin yemeðin yemiþ<br />

Garipleri aç býrakmýþ eþþekler<br />

Zebuni der bunlar ahýra gitsin<br />

Vurun kulaðýna Allah kahretsin<br />

Satalým bularý def olsun gitsin<br />

Traktör araba çýktý eþþekler.<br />

Cem ayini; Alevilik-Bektaþilikte<br />

daha çok “cem” adýyla bilinir.<br />

“Toplanma töreni” anlamýndaki<br />

cem ayininin, efsanevi Ýran hükümdarý<br />

Cemþid ya da Cem’in,<br />

yýlda iki kez, gece ve gündüzün eþit olduðu<br />

günlerde (ekinoks’ta, gün-tün eþitliðinde) yapýlmasýný<br />

buyurduðu içkili-müzikli eðlentiden<br />

geldiði sanýlmaktadýr.<br />

“Ýki mýzrak uzunluðunda” (Kabe kavseyn);<br />

Alevilikte Hakk’a ulaþmayý engelleyen bir ölçü<br />

olarak algýlanýr. Ýnsan gönlü, Tanrý’nýn tecelli<br />

ettiði yerdir. Kendini Hakk’a vererek cezbeye<br />

kapýlan biri için “kabe kavseyn”. Tanrý’ya<br />

kavuþmayý önleyen bir engel durumundadýr.<br />

Tanrý yolundaki tarikat yolcusu, yol eri bu<br />

uzaklýðýn ötesine geçemezse Tanrý’dan uzak<br />

kalmýþ kabul edilir; insan-ý kâmil, bu uzaklýðýn<br />

ötesine geçerek Tanrý’yla “bir” olur.<br />

Ýki Kutup; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den<br />

söz edilirken söylenir. Aleviler, “Ýki Kutup” anlamýna<br />

gelen “kutbeyn” sözcüðünü kullanýr.<br />

Evrensel Ýnançlarda ve<br />

Geleneklerde “2”<br />

Ýlk sayý, birinci sayý kendi benzeriyle<br />

karþýlaþtýðýnda ikinci sayý, ikilik de ortaya<br />

çýkmýþ demektir. Yazýlanlara göre<br />

“bir” sayýsý bir olarak kalmak istemez<br />

ve sayýlar yolunda, ikili kodun koþullarý<br />

gereði, “iki” ile buluþmayý arzular. Ýþte o zaman<br />

da “bir” sayýsý bireyselliðini yitirip “iki”<br />

olur ve ikinin “egemenlik” kurduðu bir dünyada<br />

yer alýr. Nerede “iki” sayýsý varsa orada “çatýþma”<br />

ve “ikilik” de vardýr. Kanýlar, inançlar,<br />

duygu ve düþünceler birbirleriyle “çarpýþýr”,<br />

birbirlerine “baský” yapar ve birbirlerine “üstün”<br />

gelemeye çalýþýrlar.<br />

“Ýki” sayýsýnýn bütün “ustalýðý” ise doðru<br />

ortamý, dengeyi ve uyumu saðlamak için sözkonusu<br />

düþünce ve duygularýn “karþýtlarýna”<br />

da yer vermesidir. Zýtlarýn analizi ve gözleminden<br />

sentezler doðduðu için “iki” sayýsý da düþüncenin<br />

“anasý-babasý”dýr. Bu özelliðinden<br />

dolayý anlamý “belirsiz” ya da “çok anlamlý”dýr.<br />

Sürekli iyiyle kötü, olumluyla olumsuz,<br />

yaþamla ölüm, alçakla yüksek, gündüzle gece<br />

ve erkekle diþi arasýnda “mekik dokuduðundan”<br />

yansýz olmasý istenir.<br />

“Bir” sayýsýnýn ne saðýnda “doðru”, ne solunda<br />

“yanlýþ” ya da bunun tersine ne saðýnda<br />

“yanlýþ”, ne solunda “doðru” bulunmadýðýndan,<br />

bu sayý kendinden “kuþkuya” düþmez.<br />

Ama “iki”, kendi “karþýtlarýnýn” tutsaðýdýr. Ne<br />

var ki “iki”yi etkileyen “zýtlýklar”, “olumsuz”<br />

zýtlýklar deðildir ve içerdiði, var olmasýný önerdiði<br />

“ikiye bölünmeler”, ruhsal “birlik” yönünden<br />

her zaman “tehlikeli” deðildir.<br />

Bazen, ayný anda her iki yanda bulunma<br />

yeteneðine sahip olduklarý için “hoþ” üstünlükleri<br />

bile vardýr! Benzerlerinin “kafasýný karýþtýrma”<br />

gücüne sahip; bundan daha ilginç özellik,<br />

armaðan olabilir mi?<br />

“Ýki” sayýsý, sayýlara, kendi kendilerini “aþmaya”<br />

çaðýrýr. O, eski halinden ve içlerindeki<br />

çatýþmanýn artýp durmasýndan “yakýnanlara”<br />

kýlavuzdur ve bireyselliðinin “yolunu” gösterir.<br />

“Uyuþmazlýk” ve “karþýtlýðý” içeren “iki”, öte<br />

yandan yaratýcý bir “evrimin” tohumu olabilir.<br />

Çift baþlýlýk ve çift görüþlülük Janus’a “üstünlük”<br />

saðlamýyor mu? Ýmge tarifsiz güzel ve<br />

simgesel. Janus, geçiþler ve geçitlerden sorumlu,<br />

“iki baþlý” tanrýydý.<br />

Sýrt sýrta duran iki yüzü<br />

sayesinde geçmiþi<br />

ve geleceði anlýyor, bu<br />

iki “evreni” tek bir görünümde<br />

birleþtirebiliyordu.<br />

Janus’un “çifte<br />

yüzü” giriþlerle çýkýþlarý,<br />

içle dýþý, saðla solu,<br />

önle arkayý, yukarýyla aþaðýyý ve evetle hayýrý<br />

ayný zamanda “gözaltýnda” tutmanýn mümkün<br />

olduðunu simgeler.<br />

“Ýyi” anlaþýldýðý, “sevildiði” ve “dizginlenebildiði”<br />

zaman “iki” sayýsý iþte bu üstünlüklere<br />

sahiptir.<br />

Rüzgârdan Sor Beni<br />

Fýrtýna mý ektim rüzgâr mý biçtim<br />

Gelen geçen koðulaþýp der beni<br />

Nice acýlardan dertlerden geçtim<br />

Çal güzelim taþtan taþa vur beni<br />

Yýl yürüdü hayli menzil almýþým<br />

Aðardý saçlarým koca olmuþum<br />

Yüreðimi enginlere salmýþým<br />

Ýster azad eyle ister sar beni<br />

Seslendim daðlara daðlar deline<br />

Koç yiðitin soyu sopu biline<br />

Güzeller meydana çýkýp salýna<br />

Seyreyleye ol meydanda yar beni<br />

Alkan’ým derman yok senin derdine<br />

Baykuþ yuva yapmýþ viran yurduna<br />

Sorma kel daðlarýn uyuz kurduna<br />

Esen yelden rüzgârdan sor beni<br />

26 Sayý 3


Erozyon kent hayatýna yöneliþle<br />

baþladý… Akla, mantýða ve vicdana<br />

sýðmaz inantýlarýný savunmakta<br />

ve insanlarý içten içe çökerten merhametsiz<br />

isnatlar icat etmekte hayret<br />

feza beceri gösteren Ortodoks dinin dinbazlarý<br />

karþýsýnda kentlere inen toy ve saf Aleviler,<br />

o hayasýz ve merhametsiz suçlamalarla aþaðýlanmamak<br />

ve pervasýzca sürdürülen baskýlara<br />

muhatap olmamak için itikatlarýyla birlikte<br />

kimliklerini de “gizlemeyi” yeðlediler… pratiklerini<br />

yaþama geçiremediler… teorilerini yitirdiler…<br />

Durum öyle gösteriyordu ki çözülüþ<br />

bu kadarla da kalmayacak, yeni akýbetlerle<br />

buluþacaktý… Öyle de oldu… Kargaþa ve kaos<br />

Alevilerin içine “daldý”…<br />

Bu durum, kendisine ortak kabul etmeyen<br />

egemen dinin, Alevileri Sünnileþtirmeyi amaçlayan<br />

tarihsel ve kadim politikasý için arayýp da<br />

bulamayacaðý bir “fýrsattý”…. Üstelik, devleti<br />

temsil eden kadrolarda da ayný amacý paylaþan<br />

þuursal bir “genin” varlýðý ve icraatý açýkça<br />

görülüyordu…. Devlet, laik cumhuriyetimize<br />

karþý olan ve hayatýn merkezine insaný deðil<br />

“Allah”ý koyan; düþünmeyi deðil inanmayý<br />

öðütleyen þeriatçý ortodoks din anlayýþýna egemenlik<br />

tanýrken, hayatýn merkezine “insaný ve<br />

aklý” koyan; laikliðin ve devrimci Atatürk<br />

anlayýþýnýn doðal ve taviz vermez yandaþý Alevilere<br />

ve Aleviliðe “meþruiyet” tanýmamakta<br />

ýsrar ediyor, hukuken laik olan devlet yapýsýnýn<br />

baþýna Sünni devlet “þapkasýný” geçirmekte<br />

sakýnca görmüyordu… Diyanet’le el ele verip<br />

Alevileri kendileri gibi düþünen, kendileri gibi<br />

yapan bir Müslümanlýkla kucaklaþtýrmanýn;<br />

“sahipsiz” (?) kalan Alevileri sahiplenmenin<br />

tam zamanýydý…<br />

Ancak, “atak”, bu örtülü ittifaktan önce<br />

Alevilerden geldi.<br />

Ýsimleri bayrak olmuþ Alevi ulularýnýn<br />

adýyla kurulan örgütlerin çatýsý altýnda bir araya<br />

gelen gruplardan bazýlarý, “Devlet-Diyanet<br />

ittifakýnýn” yapmak istediði “sahiplenme” iþini<br />

kendileri “yüklenmeye” kalkýþtýlar… Bunlar,<br />

sanki Aleviler “çýplak” ve “donsuz” kalmýþ da<br />

Alevileri “giydirip donatmýþlar”; Aleviler “açsusuz”<br />

kalmýþlar da karýnlarýný doyurup “rýzkýný”<br />

vermiþler; Aleviliðin tarihsel direnmesinde<br />

sanki kendileri “can verip kanlarýný”<br />

akýtmýþlar edasýyla Aleviler üzerinde “hak” iddia<br />

ediyor, Alevileri ancak biz “temsil” ederiz<br />

diye dayatýyor, Alevilere “mevla” olmanýn<br />

hayaliyle olmadýk iþgüzarlýklar sergiliyorlar…<br />

Sünnileþme… Nadir Þah Þiiliði’ne yönelme…<br />

Aleviliðin teolojisinde yer bulmasý olanaksýz<br />

“ateizmin taklitçiliðine” sapma… “Nasyonalist<br />

amaçlar” güden hesap ve eylemlerle<br />

ulusal bütünlüðü sabote edip “Türk-Kürt<br />

bütünlüðünü” dinamitleme… Kiþisel çýkar ve<br />

ihtiraslara Aleviliði “peþkeþ” çekme… Bir tür<br />

demografik zenginliði ifade eden “mozaik”<br />

yapýyý parçalayýcý ve daðýtýcý emellere “ustaca”<br />

alet etme… Ve bu amaçlara göre “icat”<br />

edilmiþ Alevilik taným ve tarifleri… Hep bu<br />

“kaos” döneminin yarattýðý sapmalardý…<br />

Alevilere Mevla Olmak…<br />

Âbidin Özgünay<br />

Ýsimleri bayrak olmuþ<br />

Alevi ulularýnýn adýyla<br />

kurulan örgütlerin çatýsý altýnda<br />

bir araya gelen gruplardan bazýlarý,<br />

“Devlet-Diyanet ittifakýnýn”<br />

yapmak istediði<br />

“sahiplenme” iþini<br />

kendileri “yüklenmeye” kalkýþtýlar…<br />

sanki Aleviler<br />

“çýplak” ve “donsuz” kalmýþ da<br />

Alevileri “giydirip donatmýþlar.”<br />

Bu baðlamda, kimileri dindarlýk adýna Þiiliðin<br />

“ütopik ve teokratik kucaðýnda” Alevileri<br />

sahiplenmeye yöneliyor… Kimileri “solculuk”,<br />

laiklik, çaðdaþlýk adýna ortaya çýkýp Alevileri<br />

peþlerine takmaya, deðerlerinden koparmaya<br />

çalýþýyordu… Oysa Aleviliðin öz deðerlerini<br />

ve felsefesini “yok” sayýp çiðnemek ne<br />

çaðdaþlýðýn, ne laikliðin, ne de “solculuðun”<br />

gereðiydi. Bu “aldatýlmýþlýk”, baþkalarýna “sýrt<br />

sývazlatmak” ve “yaltaklanmaktý…”<br />

Kimileri ise insana “özgürlük” tanýmayan<br />

kilisenin Allah anlayýþýndan kurtulmak için Allah’ý<br />

“öldürüp” insana “özgürlük” kazandýrma<br />

savaþý veren ateistlere “imrenip” onlarý “taklide”<br />

yönelerek Allah ile bu tür bir “kavgasý”<br />

olmayan Alevileri ateizme “davet” ediyordu…<br />

Hemen belirtelim ki biz, dinlerin Ortodoks<br />

kollarýnýn “hikmetinden” sual olunmaz Allah<br />

anlayýþýna ve insaný “kullaþtýran” tasarýmlarýna<br />

“biat” etmeyip yan duran ateist kimliklere<br />

“saygý” duyarýz. Ateizm, Ortodoks dinlerin insan<br />

özgürlüðüne yönelttiði “inkâra” bir baþkaldýrýdýr…<br />

Ancak Alevi teolojisinde, özgürlüðü<br />

reddeden. “böyle yazdým böyle olacak”, diye<br />

dayatan bir Allah “mevcut” deðildir. Allah<br />

ile Aleviler arasýnda “yetki” kavgasý deðil,<br />

“dostluk” vardýr…. Bu nedenledir ki Alevi, Allah’ý<br />

“öldürerek” özgürlüðün peþine düþmeye<br />

gerek görmez. Ateizmin “peþine düþtüðü” özgürlük<br />

Aleviliðin “kurgusunda ve mayasýnda”<br />

zaten mevcuttur. Onu “dýþarýda” aramak, Allah’ýn<br />

evini “yürekte” deðil, “Mekke”de aramaktan<br />

öte bir þey deðildir…<br />

Ýçlerinde kiþiliðine saygý duyduðumuz<br />

isimlerin de bulunduðu bu muhteremler anlaþýlýyor<br />

ki bu gerçekleri “bilmezlikten” geliyorlar.<br />

Alevi tevhidinde yaratan-yaratýlan ayrýlýðýnýn<br />

deðil, “Halik-Mahluk” birliðinin egemen<br />

olduðunu “gözden kaçýrýyorlar”… Alevi<br />

öðretisinde, insanýn iradesini kullanmakta<br />

“hür”, kararlarýnda “özgür” olduðunu “unutmuþ”<br />

görünüyorlar.. Kýsacasý, hem ateizmi<br />

Aleviliðe “musahip” kýlýp Alevilerin Allah’ýný<br />

“öldürüyorlar”, hem de “analarýnýn memesi”<br />

gibi Aleviliðe sahip çýkýp Alevilere “mevla”<br />

olmaya kalkýþýyorlar…<br />

Kimileri de Aleviliði Ýslam’ýn “dýþýna” sürdüler…<br />

Oysa, Alevilik “salt pozitif düþüncelerle”<br />

anlatýlamaz ve kavranýlamaz… Aleviliði<br />

“Ýslam dýþý” saymak, Aleviliðin çaðlara açýlan<br />

“evrimsel” yönünü açýklamaz… Evrim de devrim<br />

de belli bir “kökten” gelir… Ortodoks<br />

Müslümanlýk olmadan “Heterodoks Alevilik”<br />

oluþamazdý. Bunu bilmeden, “Alevilik Ýslam<br />

dýþýdýr”, demek gerçeklerle de bilimsellikle de<br />

evrimci ve devrimci ruh ile de baðdaþtýrýlamaz…<br />

Ýnkârcýlýktýr…<br />

Bütün bu “sapma” ve özden “kayýþlar” bizi,<br />

Aleviliðin taným ve tarifine bir kez daha<br />

“baþvurmamýzý”, inancýmýzýn nicelik ve niteliðiyle<br />

ilgili bilgimizi “yenilememizi” zorunlu<br />

kýlýyor.<br />

Alevilik; insaný “kutsallaþtýrýp” hayatýn<br />

merkezine koyan, dinin “bedene yük” edilen<br />

tarafýna deðil, dinin “ruhuna” yönelen; Kitap’ýn<br />

ne dediðine deðil, “ne demek istediðine”<br />

öncelik veren; çözümlere nakil ile deðil, “akýl”<br />

ile yönelen; kýyas ile deðil, “rey ve içtihatla”<br />

hükmeden; “yaratan-yaratýlan birliðini”<br />

özümseyen; “evrensel ve rasyonel” inanç ve<br />

kültürlerle kendini tamamlayan; “insanlýk sevgisini”<br />

dine sokan, maðrur “Arap þovenizmine”<br />

ulusçu direnmelerle karþý duran; tasavvuf felsefesinin<br />

açýlýmlarýyla “duraðan din anlayýþýnýn”<br />

kabýndan taþan; “akýl-iman-yaþam” bütünlüðünden<br />

oluþan “özgün ve aþkýn bir Ýslami<br />

yorum”dur.<br />

Alevilik, henüz Alevilerin sahiplenebileceði<br />

“net bir tanýmda” birleþmemiþken kim veya<br />

hangi örgüt Aleviliði “temsil ettiði” söylemiyle<br />

ortaya çýkýyorsa orada yalnýz bir “kuruntu”<br />

deðil, baþka “hesaplar” var demektir. Aleviler<br />

ve Alevilik ne kiþilerle, ne de dernek, vakýf vb,<br />

örgütlerle “baðýmlý”dýr. Alevileri kimin temsil<br />

edeceðiyle ilgili bir “platform” ne kurulmuþtur<br />

ne de böyle bir “seçim” yapýlmýþtýr.<br />

Diðer taraftan esefle görülmektedir ki günümüzün<br />

Aleviliði, “övünerek” hatýralarýmýzda<br />

yaþattýðýmýz “omurgasý ve baþý dik” Aleviliðin<br />

hayli “uzaðýna” düþmüþtür. Özünden “kaymýþ”<br />

bir topluma “mevla” olmak kavgasýna girmek,<br />

bilinçli ve saygýn bir amacý sahiplenmenin deðil,<br />

“baþ olma” ihtirasýnýn zebunu olmaktýr.<br />

Oysa, þimdilerde yüklenilecek “asýl görev”,<br />

ruhunu “çiðneyerek” bedenini “gezdiren” ve<br />

Alevi olmayý “semah dönmek, cem yapmak”<br />

sanan Alevilere “efendi” olmak deðil, Alevileri<br />

“yetkinleþtirecek”; öz ahlaký ve inancýyla<br />

“bütünleþtirip” ayaða kaldýracak, kendisine ve<br />

inancýna “yeterli” hale dönüþtürüp “ilke ve<br />

felsefesiyle” bütünleþtirecek hizmetlere yönelmektir.<br />

Devletimiz de ayrýcalýklar “kaldýrýlmadan”<br />

halkýnýn ve Alevilerin “mutlu” olabileceði hayalinden<br />

kendini kurtarmalýdýr. Zira ayrýcalýklar<br />

kaldýrýlmadan “eþitlik”, eþitlik olamadan<br />

“demokrasi” yaratýlamaz. Yönetimlerin, din<br />

Sünniliktir anlayýþý “devam” ettikçe, Müslümanlýk<br />

“görüntüde” arandýkça, Aleviler “yok”<br />

sayýlýp meþruiyetten “yoksun” býrakýldýkça<br />

“direnmelerini” sürdürecek, insanýn özgürlüðüne,<br />

bilime, çaðdaþ ve laik yaþama, dinini<br />

aklýn “kucaðýnda” yorumlamaya ve Atatürk’ün<br />

devrimci anlayýþýnýn “varisi” olmaya<br />

devam edecektir.<br />

Ekim 2004 27


Makedonya Gezi Notlarý<br />

Ayhan Aydýn<br />

Makedonya gezisi yaþamýmýn en ilginç deneyimlerinden birisi oldu.<br />

Erol Ahmet’in ricasýyla katýldýðým Makedonya gezisinin izlenimlerini<br />

sizlerle paylaþmak istiyorum. Geziye ayrýca Cem Vakfý’ndan Hüseyin<br />

Akdoðan ve Ali Rýza Uðurlu da katýldý.<br />

Makedonya iki milyonluk küçük bir ülke. O kadar güzel<br />

bir coðrafya ki her tarafý ormanlarla kaplý, her yan<br />

yeþillik. Türklerin çok derin duygularla baðlý olduðu<br />

bu güzelim ülkede iþsizlik, fakirlik büyük sorun. Ama<br />

görebildiðim kadarýyla iþçiler aracýlýðýyla Batý Avrupa’yla<br />

yoðun bir iletiþim saðlanmýþ durumda, geliþmeye açýk bir ülke<br />

izlenimi býraktý bende Makedonya. Makedonya denince ben, Büyük Ýskender<br />

ile Atatürk’ü hatýrlarým. Çünkü Büyük Ýskender Makedonyalý.<br />

Fakat gelin görün ki, bizim Yunanlý komþularýmýz buna dayanamýyorlar,<br />

bunu hazmedemiyorlar. Ülkelerinde yaþayan üç yüz bin kadar Makedon’un<br />

varlýðýný “hiçe saydýklarý” gibi, uluslararasý alanda Makedonya’nýn<br />

tanýnmamasý için yoðun çabalar harcýyorlar. Bana verilen bilgiye<br />

göre bayraklarýnýn þekline bile karýþýp onlara ültimatom vermiþler. Büyük<br />

Ýskender’in kendi kültürlerinin bir parçasý olduðunu, kendi topraklarýnda<br />

doðduðunu söylemiþler.<br />

Üsküp denince büyük þairimiz Yahya Kemal Beyatlý aklýmýza geliyor.<br />

Onun doðup büyüdüðü kent olan Üsküp, Tetova yani Kalkandelen,<br />

Kýrçova; bunlar hep Türklerin tarihlerinde güzel anýlar býrakmýþ yerler.<br />

Doðal olarak bunlar içinde en anlamlýsý Atatürk’ün okuduðu kent olan<br />

Manastýr’dýr. Dünyaca ünlü Ohri Gölü’nün kenarýndaki Ohrid kenti (ki<br />

burada Sarý Saltuk’un da bir makamý var) ve buradaki en önemli Bektaþi<br />

merkezlerinden Pirlepe yakýnlarýndaki Kanatlar köyü, görülmeye deðer<br />

yerlerden birkaçý.<br />

Bizler buraya temel atma töreni için geldik. Gönül isterdi ki bir araþtýrma<br />

gezisi için gelmiþ olalým.Olanaksýzlýðýmýzý düþünürsek bu kadarýna<br />

da “þükür” demek geliyor içimden. Öyle ya gönül neler ister ama tümüne<br />

kavuþamazsýn.<br />

Sýrplarýn, ülke nüfusunun önemli çoðunluðunu elinde bulunduran<br />

Arnavutlarýn, Yunanlýlarýn, Bulgarlarýn baskýsýyla neredeyse bir sorunlar<br />

kuþatmasýna alýnan “zavallý” bir ülke Makedonya Cumhuriyeti. Ýki milyonluk<br />

nüfus içinde Türklerin, yüz yetmiþ bin kadar olduðu sanýlýyor.<br />

Türkiye’ye vize uygulamayan, bizlerden esintiler taþýyan, bu güzel<br />

ülkenin güzel insanlarýna aslýnda destek olmak bizim tarihi bir görevimiz.<br />

5 Temmuz 2004<br />

Ziyaretin ilk gününde Kýrçova’yý tanýmak için kenti geziyoruz. Burada<br />

gerçekten de çok camii var. Tarihi ve büyük camiilerin þadýrvanlarýnýn<br />

olduðu gözleniyor. Yaya olarak eskisinin yýkýlýp yenisinin yapýlacaðý<br />

Hýdýr Baba Tekkesi’nin bulunduðu alana gidiyoruz. Tören için hazýrlýklarýný<br />

sürdüren dernek yönetimi büyük bir gayret içinde. Kent bizim<br />

Anadolu’daki ilçelere çok benziyor: Sokaklarda oynayan çocuklar, caddeye<br />

sarkmýþ seyyar satýcýlar, Batý Avrupa plakalý arabalar ve tabii<br />

gurbetçiler; saçlar boyalý, kulaklar küpeli yeni gençlik; giyimler rahat,<br />

kimi uzun paltolu, baþý baðlý Sünni Arnavut kadýnlar, mini etekli, sýradan<br />

giyimli kadýnlar; fesli erkekler, kahveleri dolduran iþsiz insanlar... o<br />

kadar çok benzer yönü var ki Türkiye’yle.<br />

Gün içinde bizlere yemek veren Ressam Veysel Servisa’nýn “sonsuz<br />

ve sýnýrsýz” hürmetini; evlerine konuk eden Ali ve Bayram Alidoski<br />

kardeþlerin tatlý “muhabbet”ini unutamýyorum.<br />

6 Temmuz 2004<br />

KIÇEVO (KIRÇOVA) MAKEDONSKÝ BROD, HIDIR BABA TÜRBESÝ: Tarihi köklerinin<br />

hayli eskilere gittiðini öðrendiðimiz ve Kýrçova Ýli’ne baðlý bir<br />

ilçe merkezinde bulunan ve zaman zaman “Haydar Baba”, “Hýzýr Baba”<br />

olarak da anýlan Hýdýr Baba’nýn Makedonya’da çok ünlenen ziyaret yerlerinden<br />

birisi olduðu anlaþýlmaktadýr. Aynen Türkiye’nin kimi<br />

yörelerinde rastladýðýmýz gibi Tekke terimi, ibadet mekâný ya da merkezi<br />

anlamýnda kullanýlýyor. Yoksa Tekke denilen yer, sadece ziyaret edilen,<br />

mezar bulunan bir mekân deðil.<br />

Kiçevo (Kýrçova)’ya baðlý Makedonski Brod isimli ilçe merkezinde<br />

bulanan Hýdýr Baba Türbesi’nin yer aldýðý alan aðaçlarla kaplý yemyeþil<br />

bir tepenin üzerinde. Uzun taþ merdivenlerden týrmanýlarak çýkýlan türbenin<br />

bulunduðu mevki, kenti tepeden kucaklayan bir konuma sahip.<br />

Ama gerek Bulgaristan’da rastladýðýmýz ve gerekse diðer Balkan topraklarýnda<br />

duyduðumuz gibi bu türbe de maalesef þimdi bir “Hýristiyan”<br />

ziyaret mekâný olmuþ: On Ýki Ýmamlar’ýn resimleri yerine On Ýki Havari<br />

resimlerinin, abartýsýz elli tane Hz. Ýsa, Hz. Meryem resminin, ikonalarýn<br />

ve Hýristiyanlýða ait sayýsýz figürün bulunduðu bu türbenin kapýsýný da<br />

bize bir Hýristiyan kadýn açtý.<br />

Hýdýr Baba’nýn ismini ve inancýný yaþatmak için ayný isimle Kýrçova’da<br />

bir dernek kurulur. Uzun zamandýr Kýrçova’nýn Çiflik Mahallesi’ndeki<br />

Hýdýr Baba Tekkesi’nde (ibadetevi, cemevi) tarihine ve kültürüne<br />

sahip çýkmaya çalýþýr dernek yöneticileri. Tekkenin babasý Eyüp Rakibi’nin<br />

de katýldýðý ziyaret sýrasýnda þahsen benim bir tesadüf eseri bulduðum<br />

iki Bektaþi mezar taþý ilgi uyandýrdý. Büyük bir meþe aðacýnýn<br />

dibinde bulanan bu mezar taþlarýnýn önemi o kadar büyük ki bunu ancak<br />

“anlayan anlar”. Çünkü Hýristiyanlar ya da Bektaþi olmayan diðer uluslardan<br />

insanlar Türk’e ait, Bektaþiye ait ne varsa yok etmenin planlarýný<br />

her zaman yapmýþ ve uygulamýþlar. Bunun kanýtý anlamýnda, yüzlerce<br />

yýllýk tarihe sahip Bektaþi dergâhýndan, Bektaþilik adýna, Türklük adýna<br />

ne varsa kazýnmýþ, atýlmýþ; açýkta tek bir mezar taþý yok. Türbeye yakýn<br />

bir yerde daha önce mihmanlarýn aðýrlandýðý büyük bir “Konak” da<br />

maalesef þimdi baþkalarýnýn eline geçmiþ. Ýlginçtir, bu büyük “Konak”<br />

bana, Ýzmir Narlýdere’deki Tahtacý dede ve mihman evlerinin mimarisini<br />

hatýrlattý.<br />

MUHARREM BABA TÜRBESÝ: Kýrçova merkezine çok yakýn, çok geniþ<br />

ve düz bir arazi içinde bulunan Arnavut Çervivçi köyündeki Türbe içinde<br />

iki mezar var. Bir ölçüde mezar taþlarý korunmuþ durumda; adam<br />

boyu otlar içindeki mezar taþlarýnýn “bol bol” görüntülerini aldým. Anlatýlanlara<br />

göre Muharrem Baba Ýþtip’te derviþ olmuþ, Hamza Baba’dan el<br />

almýþ, Tiran’da Salih Niyazi Baba’yý ziyaret edip babalýk icazetini almýþ;<br />

1937 yýlýnda ise Kýrçova’ya gelip tekkesini kurmuþ.<br />

Ayný akþam inançlý üç Bektaþi genci (Baftir Tüfekçi, Almir Þeydo,<br />

Ermin Eþrefzade) bizi, bir dað lokantasýnda yemeðe götürdü; doya doya<br />

muhabbet yaptýk.<br />

7 Temmuz 2004<br />

TEMEL ATMA TÖRENI: Makedonya’nýn Kýrçova kentinde daha önceki<br />

Bektaþi ibadet mekânýnýn yetersiz kalmasý nedeniyle daha büyük ve modern<br />

bir kültür-inanç merkezinin yapýlmasý için ilk büyük adým 7 Temmuz<br />

2004 Çarþamba günü atýldý. Hýdýr Baba Tekkesi Derneði tarafýndan<br />

organize edilen temel atma törenine Makedonya Ulaþtýrma ve Baðlantý<br />

Bakan Yardýmcýsý, Ýçiþleri Bakanlýðý Müfettiþi, Belediye Baþkanlýðý yetkilileri,<br />

Arnavutluðun Makedonya Büyükelçisi’nin yaný sýra Arnavutluk’tan<br />

ve Makedonya’nýn farklý illerinden birçok Bektaþi babasý ve derviþi<br />

de katýldýlar. Hýdýr Baba Tekkesi Derneði’nin Baþkaný Gafur Veliu<br />

ile ona yardýmcý olan diðer yönetim kurulu üyelerinin, yapýmý planlanan<br />

Kültür ve Cemevi’nin tamamlanabilmesi için Türkiye’den de maddi ve<br />

manevi beklentileri var.<br />

Temel atma töreininden sonra bir otelde verilen yemeðe katýlan konuklar<br />

hem Arnavutça, hem Türkçe, hem de Makedonca nefesler söyleyerek<br />

günü daha anlamlý kýldýlar. Yemekten sonra ben bir gün önce ziyaret<br />

ettiðim eve tekrar giderek Ali ve Bayram Alidoski kardeþlerle söyleþi<br />

yaptým. Onlarýn ve Ali Alidoski’nin çocuklarýnýn Türkçe söyledikleri<br />

nefesleri kaydettim.<br />

8 Temmuz 2004<br />

HARABATÝ BABA DERGÂHI: Bugün dernek yönetimi bizi yalnýz býrakmýyor.<br />

Tetova’da (Kalkandelen) bulunan tarihi Harabati Baba Dergâhý’ný<br />

ziyaret için yola çýkýyoruz. Dergâh’ý ziyaret etmeden önce Gostivar ili<br />

yakýnlarýnda yaþayan Hýdýr Baba Tekkesi Babasý Eyüp Rakibi’yi Vrutok<br />

köyünde ziyaret ediyoruz. Bu köy ayný zamanda Vardar Nehri’nin de<br />

doðduðu köy. Baba balýkçýlýk yapýyor. Kendi evinin yanýnda tesislerini<br />

kurmuþ, metre uzunluðunda balýklar yetiþtiriyor. Uzun bir söyleþi yapýyorum.<br />

Ýlginç bir bilgiye de ulaþýyorum: Kendisi ABD’deki meþhur<br />

Detroit Recep Baba Dergâhý’nda iki buçuk ay kadar kalmýþ. Ünlü Ferdi<br />

Baba’nýn bilgilerinden faydalandýðýný öðrendiðim Eyüb Baba’dan Recep<br />

Baba hakkýnda ayrýntýlý bilgiler derliyorum.<br />

28 Sayý 3


CAFER BABA TÜRBESI: Vrutok köyüne bir km. uzaklýkta bulunan erenlerden<br />

Cafer Baba Türbesi’ni de ziyaret ediyoruz. Bu türbe de çok harap bir<br />

haldeyken mihmanlar tarafýndan onarýlmýþ. Türbenin bulunduðu alan<br />

içinde tarihi Bektaþi mezar taþlarý muhafaza edilmiþ.<br />

TETOVA (KALKANDALEN), HARABATI DERGÂHÝ: Tarihiyle ilgili bilgileri<br />

sevgili dostumuz, deðerli insan Þevki Koca’nýn Cem Dergisi’ne yazmýþ<br />

olduðu yazýdan hatýrladýðým Harabati Dergâhý’nýn açýkçasý bu kadar<br />

büyük olacaðýný tahmin etmiyordum. Görünce anladým ki bu “Dergah”<br />

tam anlamýyla bir dergâh ve iyi korunmuþ, en büyük Bektaþi dergâhý.<br />

Dört yüz elli yýllýk olan bu büyük dergâh ayný zamanda “Sersem Ali<br />

Baba Dergâhý” olarak da anýlmaktadýr. Duvarlarla çevrilmiþ çok geniþ<br />

bir bahçe içinde bulunan Dergâh; türbeleri, meydanevi, mihmanevi,<br />

büyük çeþme, büyük þadýrvan, vb.’nin de içinde yer aldýðý yapý birimleriyle<br />

tam bir kompleks görünümünde. Harabati Dergâhý’nýn içinde bulunduðu<br />

Teteva (Kalkandelen) ilinin nüfusunun çoðunluðu Arnavutlardan<br />

oluþuyor. Dört yüz elli yýllýk tarihinde birçok badireler atlatan bu<br />

dünyanýn en büyük Bektaþi dergâhý, þimdi her zamankinden daha zor<br />

günler yaþýyor.<br />

Harabati Dergâhý’nýn Babasý Tahir Emini ve Dergâh’ýn tek derviþi<br />

Abdülmütalip Bakýri’den aldýðýmýz bilgilere göre, son iki yýldýr ve özellikle<br />

de son dönemlerde Dergâh üzerinde çok büyük baskýlar yaþanmaktadýr:<br />

“Ýslam Birliði” adý altýnda militarist dinci bir yapýya sahip olduklarý<br />

anlaþýlan örgütlü bir gurup tarafýndan açýkça Dergâhý’n tüm mal varlýðýna<br />

el konulmasý, buradaki Bektaþi/Alevi varlýðýnýn yok edilmesi<br />

yönündeki çalýþmalar tüm hýzýyla sürdürülmektedir. Önce, Tahir Emini<br />

Baba’da mevcut bulunan belgelerde de kayýtlý Harabati (Sersem Ali Baba)<br />

Dergâhý’na ait vakýf arazilerine zorla el konulma giriþiminde bulunulmuþ<br />

ve Dergâh’ýn bitiþindeki tepelik alanýn eteðindeki tarla iþgal edilerek<br />

demir ve çitlerle çevrilmiþtir. Herhalde ya belediyeden ya da baþka<br />

idari mercilerden kolaylýklar “yakalamýþ” olacaklar. Bununla yetinilmemiþ,<br />

elli kiþilik silahlý bir gurup, bir gece yarýsý Dergâh’a baskýn yapýp<br />

silahla içeride bulunanlarý tehdit ederek Dergâh’ýn bir bölümünü ele<br />

geçirmiþlerdir.<br />

UÇK, yani Yugoslavya’nýn parçalanmasýnýn arkasýndan yaþanan kanlý<br />

olaylar sýrasýnda kurulan Arnavut paralý ordu milislerinden kiraladýklarý<br />

katilleri de arkalarýna alarak, Dergâh’ýn Bektaþi Meydanevi’ni<br />

iþgal eden elli kiþi, burada ezan okuyup, namaz kýlmýþlardýr. Yine burada<br />

ibadette bulunan analarýmýza hakaret ve iþkence eden bu terörist guruba<br />

kadýnlar karþý koymuþ; gece boyunca Meydanevi’nden çýkmayarak<br />

iþgalcilere karþý direniþ göstermiþlerdir. Bununla yetinmeyen azýlý gurup,<br />

babayý ve derviþi ölümle tehdit etmiþler ayrýca Abdülmütalip Bakýri<br />

Derviþ’e birçok kez kurþun atmýþladýr.<br />

Bu hain saldýrýlarý men etmek için gerek ildeki gerekse diðer illerdeki,<br />

Arnavutluk’taki tüm Bektaþi kurumlarýyla, devlet birimleriyle temasa<br />

geçip, iþgalci, saldýrgan gurubu mahkemelere veren Tahir Emini Baba ve<br />

onun baþ yardýmcýsý, derviþi Abdülmütalip Bakýri bu giriþimlerden bir<br />

netice elde edememiþlerdir. Dergâh’ýn<br />

baþka birimlerine de el koymaya baþlayan<br />

bu çetenin arkasýnda Teteva Müftüsü’nün<br />

yanýnda Almanya’da Kaplancýlar<br />

olarak bilinen Ýslamcý terör guruplarýnýn<br />

da olduðu söylenmektedir.<br />

Anlaþýlan Batý Avrupa’dan dýþlanan<br />

dinci terör guruplarý Balkanlara sýzarak<br />

buralarda kendilerine yeni üstler<br />

kurmaya çalýþmaktadýrlar.<br />

Telefonlarý kesildiði için dünyayla<br />

baðlantý kurmalarý engellenen, yiyecek<br />

kaynaðý durumundaki inekleri çalýnan<br />

bu insanlarýn dramý aslýnda dünya<br />

insanlýðýný da ilgilendirmektedir.<br />

Bizi üzen vahim bir olay da Dergâh’ta<br />

misafir olduðumuz 8 Temmuz<br />

Perþembe gecesi yaþanmýþtýr. Dergâh’a<br />

giren ve büyük ihtimalle ayný<br />

çetenin mensuplarý olduðu anlaþýlan<br />

kimliði belirsiz insanlarca dört Bektaþi<br />

mezar taþý kýrýlmýþ, ikisi yerlerinden<br />

sökülerek sürüklenip baþka yerlere<br />

atýlmýþtýr. 9 Temmuz 2004 Cuma günü<br />

Mekadon polisini çaðýrarak konu hakkýnda zabýt tutturduk. Polisler de bu<br />

olayýn ilgili kiþiler tarafýndan yapýlmýþ olma ihtimali üzerinde durdular.<br />

Deðerli Dostlar; bu güzel memlekette, yüzyýllar boyunca her türlü<br />

zorluða karþý Hak/Muhammed/Ali adýna, Aleviliðin/Bektaþiliðin tüm erdemlerinin<br />

yaþamasý için çeraðlarýný uyarmýþ canlarýmýz çok zor durumdalar.<br />

Bizlerden aðlayarak yardým istiyorlar/bekliyorlar. Çaresizler. Korkusuzca<br />

zalime karþý direnen bu gönülleri tertemiz insanlarýmýza sahip<br />

çýkmayacaðýz da ne yapacaðýz? Gün, birlik ve dayanýþma günü deðil mi?<br />

Onlarýn bir çok ricasý var. Her þeyden önce neden dünya Alevileri Bektaþileri<br />

bizim sesimizi duymuyorlar?, diyorlar. Burasý cennet kadar güzel<br />

bir yer, gelsin Aleviler/Bektaþiler burada konaklasýnlar; hem bize sahip<br />

çýksýnlar, hem de buranýn güzelliklerini görsünler, diyorlar. Avrupa’dan<br />

Türkiye’ye giderken neden bizim Dergâh’ýmýza uðramaz insanlar, “neden<br />

Türkiye’den ziyaretçimiz yok?”, diye hep bana soruyorlar.<br />

Ben de diyorum ki, gerçekten de cennet kadar güzel bu beldeyi ziyaret<br />

etmek, bu Balkan topraðýna uðramak bir hac deðil midir?<br />

Þimdi Soruyorum Dostlar;<br />

• Bu terör çetesine kimse dur demeyecek mi?<br />

• Dört yüz elli yýllýk Bektaþi dergâhý terör odaklarýnýn eline mi teslim<br />

edilecek?<br />

• Dünyadaki Alevi/Bektaþi örgütleri Ali hakký için bir tek adým atmayacaklar<br />

mý?<br />

• Yüzyýllardýr çile çeke çeke, her türlü zulmü yaþamaya alýþtýrýlan bu<br />

Alevi/Bektaþi toplumunun bir tasasýz günü olmayacak mý?<br />

• Yüzyýlladýr daðýtýla, daðýtýla; parçalana, parçalana; bölüne, bölüne<br />

birbirinden koparýlan dünyadaki tüm Alevi/Bektaþi topluluðunu<br />

kucaklayacak ortak bir örgütlülüðe doðru gidilemeyecek mi?<br />

• Dünya çapýnda bir merkezde tüm dünya Alevi/Bektaþi varlýðýnýn bilgilerini<br />

toplayacak bir arþiv, bir kütüphane, bir enstitü, bir bilim-araþtýrma<br />

merkezi, bir yayýn merkezi kurulamayacak mý? Kurulamayacaksa<br />

bunca dernek, vakýf niye kuruluyor? Bu kuruluþlarýn tek gayesi<br />

þölen düzenlemek mi? Þölenlerden elde edilen paralarýn ne kadarý<br />

araþtýrma/inceleme faaliyetleri için kullanýlýyor?<br />

Bir sonraki Serçeþme’de, yeni “Gezi Notlarý”nda buluþmak dileðiyle<br />

esen kalýn….<br />

ADRES:<br />

Makedonya Bektaþiler Birliði<br />

Oturum Yeri / Harabati Baba Tekkesi/<br />

Tetova (Kalkandelen)<br />

Lubotenska, B.B.<br />

Tel: +389.(0)70.563 578 (Tahir Emini Baba’nýn Cep Telefonu)<br />

Fotoðraf: Katre Can<br />

Ekim 2004 29


Ruhi Su, 1912’de Van’da dünyaya<br />

geldi, küçük yaþta öksüz ve yetim<br />

kaldý. Ýlk ve ortaokulu Adana’da<br />

yatýlý olarak okudu. 1933’te Konya<br />

öðretmen okulunda son sýnýfta<br />

iken, bu okuldan Ankara’daki Musiki Muallim<br />

Mektebi’nin son sýnýfýna yatay geçiþ yaptý.<br />

1936 yýlýnda bu okulu bitiren Ruhi Su, ayný yýl<br />

konservatuarýn opera bölümüne girdi.<br />

1942’de opera öðrenimini tamamladýktan<br />

sonra, on yýl operada çalýþtý. Bu süre içerisinde<br />

baþta Bastien Bastienne, olmak üzere Madam<br />

Butterfly, La Boheme, Satýlmýþ Niþanlý, Fidelio,<br />

Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düðünü,<br />

Rigoletto, Aþk Ýksiri adlý operalarda oynadý.<br />

Ruhi Su, çocukluðundan baþlayan türkü söyleme<br />

sevdasýný, hiçbir zaman býrakmadý. Kendi<br />

deyiþiyle, “türkü söylemek bir aþk halidir.”<br />

“Alevi nefeslerini, Alevi müziðini geniþ halk<br />

kitlelerine kararlýlýkla ilk duyuran Ruhi<br />

Su’dur. O Alevi müziðinde, halklarýn yýllar<br />

süren baþkaldýrý mücadelesini görmüþtür”. 1<br />

Aldýðý Klasik Müzik eðitimini, türkülerin<br />

derlenmesinde, notaya alýnmasýnda, söylenmesinde<br />

ustaca kullanmýþtýr. Daha okul yýllarýnda<br />

çeþitli korolarýn kurulmasýna öncülük etmiþ,<br />

türkülerin geniþ kitlelerce sevilmesini saðlamýþtýr.<br />

Halkýn sanatçýsýdýr, halk ozanlarý, Pir Sultan,<br />

Yunus Emre, Karacaoðlan, Köroðlu, Dadaloðlu<br />

yeniden þahlanýr onun sesinde. Yemen<br />

Türküleri isyandýr, çaresizlik ve ümitsizliðe<br />

karþý; Zeybekler cesarettir, yiðitliktir onun yorumlayýþýnda.<br />

Nazým Hikmet, Hasan Hüseyin<br />

Korkmazgil. Fazýl Hüsnü Daðlarca ve daha<br />

nice þair ve ozanlarýmýz bir baþka lezzettir<br />

onun söyleyiþinde.<br />

Çileli bir yaþam sürmüþ olan Ruhi Su, yaþadýðý<br />

ülke insanlarýnýn sorunlarýna da duyarsýz<br />

kalamazdý. Safýný çoktan belirlemiþti. Egemen<br />

güçlere karþý sazý, sesi ve sözüyle emekten,<br />

ezilen insanlardan yanaydý O. Onlarýn türküsünü<br />

söylüyor; sorunlarýný, dertlerini, acýlarýný,<br />

sevinçlerini, aþklarýný dile getiriyordu. Onlarýn<br />

özlediði dünyayý beraber düþlüyordu:<br />

Ýyi ki Geldin<br />

Ahmet Koçak<br />

Kýyamet dedikleri<br />

Ha koptu ha kopacak<br />

Yoksuldan, halktan yana<br />

Bir dünya kurulacak<br />

Bu dizelerdeki anlatýlan düþünceyi hayatýnýn<br />

merkezine alan bir kiþi “tehlikelidir” gayri.<br />

“Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandasý<br />

yapýyor. Hesabý sorula, sesi kesile!”<br />

Fetva verilir.<br />

Ve, 1952 sonbaharýnda tutuklanýr Ruhi Su.<br />

Dönemin meþhur siyasi þubesi, “Sansaryan<br />

Han”a götürülür, tabutluða konur. Aðýr iþkenceler<br />

görür. “Adalet tarihimizin en karanlýk<br />

sayfalarýný oluþturan sistematik iþkence uygulamasýnýn<br />

talihsiz kurbanlarýndan biri olan<br />

Ruhi Su, bu olaylarý hiçbir zaman dile getirmedi.<br />

Uðradýðý haksýzlýklardan kendisine kahramanlýk<br />

payý çýkartmayý hiç düþünmedi”. 2<br />

TKP üyesi olmak, Alevi türkü ve deyiþlerini<br />

söylemek “suçundan” beþ yýl hapis yatar.<br />

Ezgili Yürek<br />

Hangi taþý kaldýrsam<br />

Anamla babam<br />

Hangi dala uzansam<br />

Hýsým akrabam<br />

Ne güzel bir dünya bu<br />

Ýyi ki geldim<br />

Süt dolu bir torbayla<br />

Þöylece çýkageldim<br />

Kime elimi verdimse<br />

Döndürüp yüzümü baktýmsa<br />

Kýsmet kapýyý çaldý<br />

Kör pýnara su geldi<br />

Ben þakýyýp durdukça öyle<br />

Gülün kokusu geldi<br />

Bebesi olmayana<br />

Bunalýp da kalmýþa<br />

Acýlarla yüklü<br />

Dargýn yüreklere<br />

Yetiþtim geldim<br />

Ýyi ki geldim.<br />

RUHÝ SU<br />

Burada da boþ durmaz. Beste yapar, þiir yazar,<br />

türküler söyler. Her ne kadar baðlama yasak<br />

olsa da “Ruhi Su, türküler üzerine en verimli<br />

çalýþma dönemini cezaevinde geçirdi. Bestelediði<br />

türkülerin çoðu bu döneme rastlar. ‘Bu<br />

Nasýl Ýstanbul Zindan Ýçinde, Mahsus Mahal,<br />

Hasan Daðý’ gibi...” 3<br />

Hapislik biter. Sonra sürgüne gönderilir. Bu<br />

dönemde, zorlu koþullar beklemektedir Ruhi<br />

Su’yu. Devlete muhalif olduðu için opera<br />

yaþamý bitmiþtir. Ýþ bulup geçinmesi için gönül<br />

verdiði türküleri söylemesi de yasaktýr.<br />

1960 yýlýnda bu yasak kalkar. Bundan sonra<br />

artýk tek iþi, türkü söylemek olur. En son kurmuþ<br />

olduðu Dostlar Korosu’yla, kasetlerle,<br />

plaklarla ve konserlerle yüzlerce türküye hayat<br />

verir. 1964 yýlýndan itibaren toplam 16 adet<br />

30 Sayý 3


45’lik ve 11 adet uzunçalar plak albümü çýkarýr.<br />

‘Seferberlik Türküleri’, ‘Kuvay-ý Milliye<br />

Destaný’, ‘El Kapýlarý’ ve ‘Þiirler-Türküler’<br />

uzun çalarlarý Almanya’da da yayýnlanýr. ‘El<br />

Kapýlarý’, Köln’de o yýlýn ‘Eleþtirmenler Ödülü’nü<br />

alýr.<br />

Yetmiþ üç yaþýnda, prostat kanserine yakalanmýþtýr<br />

Ruhi Su. Tedavi için yurt dýþýna gitmesi<br />

gerekir. “Sakýncalý” olduðu için pasaport<br />

verilmez. “‘Yalnýz bir defaya mahsus olmak<br />

üzere’ yurtdýþýna çýkmasýna izin verildiðinde<br />

ise artýk çok geçti. Yaþamý boyunca hiçbir lütfundan<br />

yararlanmadýðý devletin isteksizce verdiði<br />

bu pasaporttan yararlanmadý, yararlanamadý.”<br />

4<br />

Türkiye emekçi halký, onurlu, inançlý ve<br />

ödünsüz kiþiliðiyle örnek bir aydýn olan deðerli<br />

sanatçýsýný, 20 Eylül 1985’te kaybetti.<br />

Ölüm Yýldönümü<br />

Ruhi Su aramýzdan ayrýlýþýnýn on dokuzuncu<br />

yýlýnda, 19 Eylül Pazar günü, Zincirlikuyu’da<br />

mezarý baþýnda toplanan dostlarý tarafýndan<br />

anýldý.<br />

Anmaya Ruhi Su’nun eþi Sýdýka Su, oðlu<br />

Ilgýn Su, þair Arif Damar, müzisyen Muammer<br />

Ketencioðlu, 68’liler Birliði Vakfý Baþkaný<br />

Gökalp Eren, Dostlar Korosu’nun dünden<br />

bugüne koristleri ve onlarca Ruhi Su seveni<br />

katýldý.<br />

Saygý duruþundan sonra Þair Arif Damar<br />

bir konuþma yaptý. Konuþmasýnda, Ruhi Su ile<br />

olan ortak anýlarýna yer veren Damar, öz olarak<br />

þunlarý söyledi:<br />

“Dünya’yý deðiþtirmek isteyen bütün insanlar<br />

gibi, Ruhi Su da bir ‘sanýktý’. Düzenle<br />

hiçbir zaman uyuþmadý. Bu yüzden sanýktý.<br />

Ama suçlu deðildi. Ruhi, sanatýyla etkiliydi<br />

ve kendisini kabul ettirmeyi baþarmýþtý.<br />

Dostu olmaktan onur duyuyorum.”<br />

Arif Damar’dan sonra söz alan, 68’liler Birliði<br />

Baþkaný Gökalp Eren Ruhi Su’nun Anýt<br />

Mezarýný göstererek, konuþmasýný þöyle bitirdi:<br />

“Yine kurþunlanmýþ. Bu gösteriyor ki Ruhi<br />

Su ölmedi, hâlâ savaþýyor. Hem de en ön<br />

cephede. Geçmiþte en zor günlerde gençler,<br />

Ozan’ýn müziðiyle moral buluyorlardý. Bugün<br />

de öyle” diyen Eren, sözlerini, “Ruhi<br />

Su’ya ulus olarak da sahip çýkmak zorundayýz.<br />

!”<br />

Ruhi Su Dostlar Korosu adýna, koro elemanlarýndan<br />

Ümran Seyhan ve müzisyen<br />

Muammer Ketencioðlu da Ruhi Su’nun sanatý<br />

üzerine kýsa birer konuþma yaptýlar.<br />

Anma etkinliði, katýlan sanatçýlarýn Ruhi<br />

Su eserlerini seslendirmesiyle son buldu.<br />

NOTLAR:<br />

1 Füsun Akatlý, Bir de Ruhi Su geçti, Aralýk 2001.<br />

2 Agy.<br />

3 Agy.<br />

4 Agy.<br />

* Âþýk Kul Hasan Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz<br />

Alev Yayýnlarý, Mayýs 2004<br />

ÂÞIK KUL HASAN<br />

Yaþýyor<br />

Ruhi Su ölür mü halkýn kalbinde<br />

Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />

Halkýn sesi halk destaný dilinde<br />

Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />

Sevgili dostlarým þu bir gerçek söz<br />

Tarihte bellolur ak yüz kara yüz<br />

Aziz dotlar Ruhi bizim Ruhi’miz<br />

Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor.<br />

...<br />

Tarihin akýþý asla önlenmez<br />

Halký gerçek seven yolundan dönmez<br />

Halk ölmez halkýn ozaný ölmez<br />

Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />

Altmýþ doktor rica ettiler Alman<br />

Pasaport vermedi büyükbaþ þiþman<br />

Gerçek insan gerçek eser yaratan<br />

Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />

Öldü sayýlýr mý halka mal olan<br />

Irmak gibi akýp denizi bulan<br />

Halk ile aðlayan halk ile gülen<br />

Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />

...<br />

Halkýn Ruhi, halk baðrýnda yaþayan<br />

Halkla yaþar halk aþýðý Kul Hasan<br />

Ölümsüzdür ölmezliðe kavuþan<br />

Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />

Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkacak ve Daðýtýlacak<br />

Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi<br />

Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt<br />

içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun<br />

özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý<br />

birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.<br />

Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile<br />

nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone<br />

olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý<br />

yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye<br />

çaðýrýyoruz.<br />

BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR:<br />

Yurtdýþý - Almanya: Bremen Adnan Kýlýç +49.174.448 49 59; Darmstad Hüseyin<br />

Akýn +49 179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49 170 751 25 35; Gladbach<br />

Behcet Soguksu; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 7291; Kassel Hüseyin<br />

Öztürk +49 162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49 173 612 01 95; Stuttgart<br />

Kýlavuz Bakýr +49 162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43 650 841 55<br />

99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32 473 49 37 12; Danimarka: Aarhus<br />

Yücel Tanrýverdi +45 5124 0283; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33 672 96 33 44;<br />

Hollanda: Gelderland Ali Rýza Aðören +31 651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim<br />

Bakýr +41 78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47 9208 6450.<br />

Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532 791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi<br />

0535 949 43 13; Ankara: Sýhhiye Timur Özmen 0532 313 87 78; Merkez Ýsmail<br />

Metin 0532 644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544 578 22 99; Burdur:<br />

Merkez Mehmet Turan 0248 234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546 237 32<br />

96; Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535 872 63 03; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin<br />

Düzenli 0555 204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533 244 61 25; Alibeyköy<br />

Veysel Köse 0544 305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536 552 68 75; Bahariye<br />

Zehra Ünder 0533 722 03 91; Baðcýlar Haydar Erdoðan 0212 657 17 77; Beyazýt<br />

Bekir Delibaþ 0212 516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212 224 22 42; Esenyurt<br />

Ýlhami Arslantaþ 0544 218 48 25; Fatih Rukiye Delibaþ 0536 396 83 56; Ýçerenköy<br />

Yýlmaz Gürbüz 0535 524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0216 347 14 41; Kaðýthane<br />

Aydýn Deniz 0212 320 18 18; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532 687 31 09; Sarýgazi-<br />

Taþdelen Ergül Þanlý 0532 410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532 787 7098;<br />

Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535 491 07 58; Ümraniye Ýsa Polat 0536 968 99 75;<br />

Üsküdar Sabri Karaman 0533 263 02 43; Yenidoðan Salih Arslan 0535 941 15 09;<br />

Ýzmit: Gebze Gülay Türkoðlu 0535 497 89 92; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu<br />

0535 522 75 11; Beyþehir Salman Zebil 0542 431 56 91; Malatya: Merkez Hamza<br />

Doðan 0536 264 83 57; Maraþ: Elbistan Ali Kaya 0535 466 38 43; Mersin: Merkez<br />

Cemal Kayhan 0542 662 12 47; Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin 0536 426 94<br />

33; Samsun: Merkez Cem Sultan Ermiþ 0532 700 49 61; Terme Emrah Çolak<br />

0542 341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282 263 05 79; Urfa: Kýsas<br />

Ahmet Aykut 0536 777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 6375.<br />

Ekim 2004 31


SERÇESME<br />

BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR<br />

¸<br />

AVRUPA PARLAMENTOSU YEÞÝLLER/ÖZGÜR AVRUPALILAR BAÐLAÞIKLIÐI GRUBU TARAFINDAN DÜZENLENEN ÜÇ GÜNLÜK ETKÝNLÝK<br />

Avrupa Birliði’nde Türkiye: Ortak Geleceðimiz<br />

Avrupa Parlamentosu Yeþiller/Özgür<br />

Avrupalýlar Baðlaþýklýðý<br />

(EFA) grubunun düzenlediði<br />

“Avrupa Birliði’nde Türkiye: Ortak<br />

Geleceðimiz konulu etkinlik 19<br />

Ekim Salý-22 Ekim Cuma günleri arasýnda<br />

Ýstanbul Hilton Konferans Merkezi’nde<br />

yapýlacak.<br />

Etkinliðin birinci günü olan 19 Ekim<br />

Salý 15:00 - 18:30 arasýnda AB-Türkiye<br />

Ortak Parlamento Komitesi Ortak Baþkaný<br />

Joost Lagendjik yönetiminde “Avrupa’nýn Deðerleri ve Sýnýrlarý”<br />

konulu yuvarlak masa toplantýsý iki panelin katkýlaryýla yapýlacaktýr.<br />

Birinci panel 15:00 -16:30 arasýnada “Türkiye ve Avrupanýn Sýnýrlarý<br />

Sorunu”nu tartýþacak. Panelde, Berlin Eknomi ve Politika Enstitüsü’nden<br />

Heinz Kremer, Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný<br />

Daniel Cohn-Bendit, Almanya; Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA grubunun<br />

Avusturyalý üyesi Johannes Voggenhuber; Ýstanbul’dan Türkiye<br />

Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfý adýna Etyen Mahçupyan; Paris 1 Üniversitesi<br />

ve Galatasaray Üniversitesi öðretim üyesi Prof. Ahmet Ýnsel yer<br />

alacak.<br />

Ýkinci panel 17:00 - 18:30 arasýnda “Ýslam, Avrupa ‘Kimliði’ ve Türkiye’nin<br />

AB Üyeliði” konusun tartýþacak. Panelde, Devlet Bakaný Mehmet<br />

Aydýn; gazeteci Ruþen Çakýr; Hollanda, Leiden Üniversitesi’nden<br />

Prof. Zürcher; Alevi toplumunu temsilen Genel YayýnYönetmenimiz<br />

Esat Korkmaz yer alacak.<br />

Etkinliðin ikinci günü olan 20 Ekim Çarþamba saat 9:30 - 11:00 arasýnda<br />

AP Yeþiller/EFA Grubuna Almanya üyesi Cem Özdemir yönetiminde<br />

“Türkiye’de Medeni Özgürlükler” konulu yuvarlak masa toplantýsý,<br />

bir tartýþma panelin katkýlarýyla yapýlacak.<br />

Panelde, TBMM eski Diyarbakýr üyesi Leyla Zana; Avrupa Parlamentosu<br />

Ýnsan Haklarý Alt Komitesi’nin Baþkaný Helene Flautre; Ankara’dan<br />

Ýnsan Haklarý Vakfý Baþkaný Yavuz Önen; Ýstanbul Barosu eski<br />

baþkaný Yücel Sayman; ve Helsinki Vatandaþlýðý’ndan Murat Belge yer<br />

alacak.<br />

Ýkinci günün, sabah bölümünün ikinci yuvarlak masa toplantýsý, saat<br />

11:30 - 13:00 arasýnda, “Türkiye’de Kadýn Haklarý” konusunu, Avrupa<br />

Parlamentosu Ýnsan Haklarý Alt Komitesi’nin Baþkaný Helene Flautre<br />

yönetiminde, bir panelin katkýlarýyla tartýþacak.<br />

Panelde, Ankara Türk Ceza Yasasý Kadýn Çalýþma Grubu’ndan Þenal<br />

Sarýhan; Diyarbakýr’dan Ka-Mer adýna Nebahat Akkoç; Avrupa Parlamentosu<br />

Yeþiller / EFA grubundan Eva Lichtenberger; Ýzmir’den TCY<br />

Kadýn Çalýþma Grubu’ndan Ayþen Erdoðan;<br />

Lambda-Ýstanbul’dan Yeþim Baþaran;<br />

Ýstanbul Mor Çatý Kadýn Sýðýnaðý’ndan<br />

Canan Arýn yer alacak.<br />

Ýkinci gün 15:00 - 18:30 arasýnda yapýlacak<br />

yuvarlak masa toplantýsýnda,<br />

“Türkiye ile Üyelik Görüþmeleri Üzerine<br />

Karar ve Komisyon’un Raporu” konusu,<br />

AP Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný<br />

Daniel Cohn-Bendit yönetiminde, iki panelin<br />

katkýlarýyla tartýþýlacak.<br />

Birinci paneldeki tartýþmalarda Giriþim ve Biliþim Toplumu Komiseri<br />

Olli Rehn; Almanya Dýþ Ýþleri Bakaný Joschka Fisher ve Türkiye Dýþ<br />

Ýþleri Bakaný Abdullah Gül yer alacak.<br />

Ýkinci paneldeki tartýþmalara Ýstanbul’dan yazar Orhan Pamuk; CHP<br />

Milletvekili Kemal Derviþ; CHP Milletvekili Zülfü Livaneli; Baþbakanlýk<br />

Danýþmaný Cüneyd Zapsu; AB-Türkiye Ortak Parlamento Komitesi<br />

Ortak Baþkaný Joost Lagendjik; AP Yeþiller/EFA grubunun Almanya<br />

üyesi Cem Özdemir katýlacak<br />

Etkinliðin üçüncü günü 21 Ekim Perþembe sabah 10:00 - 13:00 arasýnda<br />

“Türkiye’de ve Geniþleyen Avrupa’da Çevre ve Tarým” konusunu<br />

tartýþacak olan yuvarlak masa toplantýsýný AP Tarým Komitesi Baþkan<br />

Yardýmcýsý Almanya’lý Friedrich-Wilhelm Greafe zu Baringdorf yönetecek.<br />

Tartýþma panelinde, Sanayi Bakaný Hilmi Güler; AP Yeþiller/EFA<br />

grubu baþkan yardýmcýsý Claude Turmes; Bergama Madene Karþý Hareketten<br />

Senih Özay; Afyon’dan Türkiyeli Çiftçilerin temsilcisi Vehbi<br />

Ersöz; Türkiye Genetiði Deðiþtirilmiþ Gýdalara Karþý Platform adýna<br />

Arca Atalay; Istanbul Yeþil Barýþ örgütünden Melda Keskin yer alacak.<br />

Tartýþmalarda varýlan sonuçlarý saat 12:45 -13:30 arasýnda AP Yeþiller/EFA<br />

Grubu Ortak Baþkaný Monica Frassoni ve AB-Türkiye Ortak<br />

Parlamento Komitesi Ortak Baþkaný Joost Lagendjik sunacak<br />

Öðleden sonraki 3:00 - 18:30 arasýnda Heinrich Böll Vakfý’nýn<br />

iþbirliði ve desteði ile gerçekleþtirilecek olan yuvarlak masa toplantýsý<br />

“Türkiye’de Çevre ve Çevreci Hareketler: Ýliþki Kurma Yollarý” konusunu,<br />

Almanya’dan AP Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný Rebecca<br />

Harms ve Heinrich Böll Vakfý-Ýstanbul’dan Ulrike Duffner yönetiminde<br />

bir panel tartýþacak.<br />

Tartýþma panelinde Almanya’dan AP Yeþiller/EFA Grubu üyesi<br />

Angelika Beer; Ýngiltere’den Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA Grubu<br />

üyesi Jean Lambert; Avrupa Yeþil Partisi’nin Genel Sekreteri Arnold<br />

Cassola, ve Türkiye Yeþiller Hareketi’nden Ümit Þahin yer alacak.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!