3.Sayı - Hacibektaslilar
3.Sayı - Hacibektaslilar
3.Sayı - Hacibektaslilar
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
SERÇESME ¸<br />
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR<br />
BU SAYIDA<br />
FÝKRET OTYAM Evet Yine Kýzýlbaþlar, Kýzýlderililer<br />
ve Dahi Karaderililer<br />
ESAT KORKMAZ Aleviliðin Felsefe Boyutu - I<br />
ÝSMAÝL KAYGUSUZ Þemseddin Tebrizi... - I<br />
ÝSMAÝL ÖZMEN Tasavvufun Kökenleri<br />
SUAT PARLAR Petrol-Dolar-Borç Tuzaðý...<br />
MEHMET TURAN Ýkrar ile Baþlayan Yol<br />
HACIBEKTAÞ KONUÞMALARI:<br />
ÝLHAN SELÇUK Aydýnlama ve Alevilik<br />
MÜMTAZ SOYSAL Kýbrýs’ýn Geleceði<br />
MÜRSEL ÖZTÜRK Her Þey Ýnsan Ýçindir<br />
ALEMDAR YALÇIN Aydýnlanma Tasarýmý<br />
ESAT KORKMAZ Aydýn Olabilmek<br />
ALÝ KAYA Ýstanbul’da Tekke ve Dergâhlar - 2<br />
ÖNDER AYDIN Kentlerde Köy Dernekleri<br />
BURHAN KOCADAÐ DÝB, Camiler ve Cemevleri<br />
MURTAZA DEMÝR Aynayý Tuttum Yüzüme...<br />
ALÝ ULVÝ ÖZTÜRK Merhaba Dostlar...<br />
HASEYÝN DÜZENLÝ Dersimlinin Etnik Kökeni<br />
ERDOÐAN ALKAN Alevi Mitolojisinde Sayýlar<br />
ÂBÝDÝN ÖZGÜNAY Alvilere Mevla Olmak<br />
AYHAN AYDIN Makedonya Gezi Notlarý<br />
AHMET KOÇAK Ýyi ki Geldin - Ruhi Su.<br />
AYLIK DERGÝ<br />
Genel Yayýn Yönetmeni: Esat Korkmaz<br />
Sahibi: Genel Ajans Basým Daðýtým<br />
Organizasyon Ltd. Þti. adýna Ahmet Koçak<br />
Sorumlu Yazý Ýþleri Müdürü: Ahmet Koçak<br />
Yönetim Yeri: Divanyolu Cad. No: 54,<br />
Erçevik Ýþhaný 102, 34110 Eminönü - Ýstanbul<br />
Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635<br />
E-posta: sercesme_dergisi@yahoo.com<br />
Baský: Mart Matbaacýlýk, 0212.321 2300<br />
FÝYATI: TL 3 M / € 3 / £ 3<br />
3<br />
EKÝM 2004 SAYI:<br />
ISSN 1304-986<br />
9 771304 986000<br />
ALEVÝ AYDINLANMASI - ALEVÝ YAZGISI<br />
Canlara<br />
Esat Korkmaz, Genel Yayýn Yönetmeni<br />
Hýzlý yürüyelim de<br />
yazgýmýz öne geçmesin.<br />
Bir insanýn üç türlü yazgýsý vardýr:<br />
a) Doðasal yazgý; insanýn doða karþýsýndaki kaderi; inanç diliyle söylersek tanrýsal yazgý,<br />
b) Toplumsal yazgý; sýnýfsal kader ve<br />
c) Bireysel yazgý; sýnýf insanýnýn kaderi.<br />
Sýnýflý bir toplumda sýnýf insanýnýn “kaderi” olarak algýlanan “toplumsal ve bireysel<br />
yazgý aþýlmadan”, yani bu yazgýlar üzerinde belirleyicilik oluþturulmadan doðasal yazgý<br />
üzerinde, metafizik tanrýnýn dünya görüþü üzerinde “egemenlik” kurulamaz.<br />
Sözde biz þimdi “kendi doðamýzýn yazgýsýna” egemen olacaðýmýz bir “çaðý” yaþamaya<br />
hazýrlanýyoruz. Apansýz yakalandýðýmýz da bir gerçek. Çünkü, þeriatçý Ortaçað kurumlarýyla/deðerleriyle<br />
“aydýnlanma zemininde”, yani Mustafa Kemal’in baþlattýðý “burjuva demokratik<br />
devrimi zemininde” adam gibi hesaplaþamadýk; bu topraðýn ilerici dinamiklerini, özellikle<br />
Alevileri-Bektaþileri, bireysel-toplumsal ve doðasal yazgý üzerinde “egemenlik” kurmaya<br />
yönelik harekete geçiremedik de ondan. “Alevi aydýnlanmasý” bu hesaplaþmayý saðlayacak<br />
ya da bu hesaplaþmayý canlandýracak en etkili “araç”lardan birisidir:<br />
Açýk Deðil mi?<br />
Eksik hesaplaþmanýn “bedelini” ödüyoruz. Günümüze uzanan, ötesinde iktidara taþýnan ve<br />
“karayazgý” çaðýna duyulan derin bir özlem biçiminde dýþa vuran “köktendinci baðnazlýk”,<br />
bizi yolumuzdan çevirmeye çalýþýyor. Þeriatçý bir geçmiþten gelerek, yaþanan aný ve geleceði<br />
þeriatçý biçimde “üretmeye” soyunuyor. Sünni Ortodoks inancý, toplumun tümüne, hatta<br />
doðaya dayatýyor; bireyin-toplumun ve doðanýn bilincini “silmeye”, onun yerine metafizik<br />
tanrýnýn “dünya görüþünü” yerleþtirmeye çalýþýyor. Aydýnlanmayý, aydýnlanmacýlarý, boðmaya<br />
yelteniyor; akýl taþýyýcýlarýný kuþatma altýna alýyor ve hemen her türlü “insanlýk<br />
kazanýmýna” saldýrýyor.<br />
Susacak mýyýz?<br />
Aydýnlanma zemininde düþüncenin evrimiyle saðlanan; insanlýðýn geliþmiþ, derinleþmiþ<br />
biçimi olarak algýlanan ve bir “kazanýlmýþ hak” durumunda bulunan insanlýk kazanýmlarýný<br />
yadsýyacak mýyýz? Bunu yaparsak kendimizi yadsýmýþ oluruz; aklýn karþý kanalýna gireriz;<br />
insanlaþmanýn “uzaðýna” düþeriz.<br />
Bu toprak insanýný esenliðe kavuþturan aydýnlanmacý güçlerin baþýnda Alevilerin-Bektaþilerin<br />
geldiði savý, hemen herkesin ortak yargýsý durumundadýr. Yargýnýn nedeni, Alevilerin-Bektaþilerin<br />
þeriatçý inanca karþý “akýl alanýnda” kalarak oynadýklarý onurlu iþlevin<br />
bilince çýkardýðý bir gerçekliktir. Bâtýnilikte bilme-bilinç, “neden” temellidir; “neden” ne<br />
denli saðlýklý bilinirse/güncelleþtirilebilirse aydýnlanma o edenli “saðlýklý” geliþir.<br />
Akýlla ulaþýlan sonuçlara cesaretle koþarken “kirlenmeye” karþý bir önlem olarak kendi<br />
inancýný bile kendine “engel” gören Alevi-Bektaþi dünyasýný, aydýnlanma açýsýndan sorgulamak,<br />
aydýnlanmanýn neresinde bulunduðunu “ikirciksiz” ortaya koymak zamaný gelmiþtir.<br />
Düþünmenin kesintiye uðramasýna izin vermeyelim: Çünkü düþünme eylemi, ancak<br />
þeriatçý bir inanç “dayatmasý” karþýsýnda kendi kendisini “durdurabilir”. Þeriatçý inanç, her<br />
türden “sorgulamanýn” son bulduðu noktada baþlar. Öngördüðü “kesin” ve “deðiþmez”<br />
doðrular, insaný insan yapan düþünme yetisini “örseler, kýsýrlaþtýrýr” ya da “ortadan kaldýrýr”.<br />
Bu nedenle þeriatçý inançta “evrim” yoktur; zaman içinde bir “ilerleme” göstermesi<br />
düþünülemez. Demek ki görevimiz/yükümlülüðümüz açýk: Þeriatçý inancýn “kesinliðine” ve<br />
“ödünsüzlüðüne” karþý durmak, düþüncenin “engellenemez evrimini” koþulsuz benimsemek<br />
durumundayýz.<br />
Devamý sayfa 2’de
(Baþtarafý 1. sayfada)<br />
Canlara<br />
Bu yaklaþým, aydýn kimliðini de açýða vurmaktadýr:<br />
Aydýn, düþüncenin “evrimini” yadsýmayan;<br />
düþünme eyleminde bulunarak bu evrime<br />
“katkýda” bulunan; katký verdiði oranda “koþullanmýþlýklarýndan<br />
arýnan” kiþi demektir. Bu<br />
tanýmýn dýþýnda kalan “okumuþlar”, eleþtirilmesi<br />
gereken aydýnlar deðil, zaten aydýn olmayanlardýr.<br />
Tarihsel süreç içinde insanlýk aydýnlanma<br />
zeminini, öncelikle inançtan akla atlayarak,<br />
inanç alaný dýþýna taþýnýp doðayla ve toplumla<br />
bir hesaplaþma içine girerek yarattý: Bilgelerin<br />
öncülüðünde yaþama geçirilen bu aydýnlanma,<br />
Ýlkçað aydýnlanmacýlýðý idi: Ýnsanýn bedensel<br />
ve zihinsel yeteneklerinin eðitimle geliþtirilmesini<br />
amaçladý.<br />
Ardýndan, akla atlayabilmek için inançta<br />
kimi “varsayým” öðelerini kabul eden XVIII.<br />
yüzyýl aydýnlanmacýlýðý, yani “Rönesans” ile<br />
baþlayan “burjuva aydýnlanmasý” geldi: Ýlkçað<br />
aydýnlanmasýnýn ürünlerini ortaya çýkararak<br />
bilimi, kilise baskýsýna karþý savundu ve geliþtirdi;<br />
gericiliðe karþý insanýn her türden haklarýný<br />
savundu; Ortaçað’da kendini yitirme<br />
noktasýna gelen insaný yeniden keþfetti; dünyanýn<br />
insan eliyle deðiþtirilebileceði inancýný, insan<br />
sevgisinin ve insana saygýnýn temeline yerleþtirdi.<br />
Bunu, XIX. yüzyýlýn gerçek aydýnlanmacýlýðý,<br />
yani “toplumcu aydýnlanama” izledi: Tarihin<br />
nesnel yasalarýna dayandý; insanlýk-öncesi<br />
çaðdan, insanýn özgürce geliþebileceði insanlýk<br />
çaðýna geçiþin nesnel koþullarýný sergiledi ve<br />
yasalarýný açýkladý; ezilen sýnýf insanýný, üretim<br />
araçlarýnýn özel mülkiyetine karþý örgütleyerek<br />
insanýn “kendisini yeniden ele geçirmesini”<br />
saðladý.<br />
“Alevilik-Bektaþilik, bu aydýnlanma halkasýnýn<br />
neresindedir?”, sorusunu yanýtlamak durumundayýz.<br />
Kitaplar yazmýyor diye “atlamak”<br />
bizim güçsüzlüðümüzü gösterir. Alevilik-Bektaþilik<br />
bir Ortaçað ürünü olduðuna göre<br />
aydýnlanmasý da bir Ortaçað aydýnlanmasýdýr.<br />
Öncelikle belirtelim: XIX. yüzyýlýn ikinci yarýsýna<br />
gelinceye deðin aydýnlanma, bir “inanç”<br />
öðesine de yer verdiði için düþünceci-idealizmle<br />
belirgin “metafizik bir aydýnlanma”dýr.<br />
Bir idealizm-materyalizm bileþimi olan<br />
Alevilik-Bektaþilik genelde; Ýlkçað aydýnlanmasýnýn<br />
ve XVIII. yüzyýlýn aydýnlanmacýlýðýnýn<br />
temelini oluþturan “metafizik bir aydýnlanma<br />
zeminine” oturur. Özelde ise varsaydýðý<br />
metafiziðin insan ve insan aklý tarafýndan sürekli<br />
“beslenmesini bir zorunluluk” olarak öne<br />
çýkardýðý için, kimi durumlarda, XIX. yüzyýlýn<br />
ikinci yarýsýnda “diyalektik ve tarihi materyalizm”<br />
üzerine yapýlandýrýlan “gerçek aydýnlanmaya”<br />
silik adýmlar atar.<br />
Aleviler-Bektaþiler, alýnyazýsýna karþý<br />
“kavga” vereceklerse eðer, her þeyden önce<br />
“Alevi aydýnlanmasýný” güncelleþtirerek kendi<br />
alýnyazýlarýný da kendi baþkaldýrýlarýnýn “göbeðine”<br />
yerleþtirmek, kendilerini ve ötesinde<br />
içinde bulunduklarý toplumu “tarihi aþmaya”<br />
uyarlamak durumundadýrlar.<br />
Evet Yine Kýzýlbaþlar,<br />
Kýzýlderililer<br />
ve Dahi<br />
Karaderililer<br />
Fikret Otyam<br />
Geyikbayýrý köyü, Antalya’ya otuz kilometre ve 700 metre yükseklikte, ormanlýk, þarýl þarýl<br />
akan sularý da cabasý. Karþýmda kocaman bir dað, çamlarla kaplý, bir kýsmý yenik, gidemedim,<br />
oralarda tarihi kalýntýlar varmýþ ve de ormancýlarýn dediklerine göre vurulmasý kesin yasak 21 adet<br />
geyik, kala kala onlar kalmýþ, sayýsýz geyikten!<br />
Antalya aþaðýlarda, kimi havalarda deniz masmavi.<br />
Buralara ilk kez gelen bir Türkmen yüce daðlardan aþaðýlara bakmýþ, bakmýþ, düzlükler yeþile<br />
kesmiþ… Adam içini çekmiþ bu güzellikler karþýsýnda, “Ova da pek güzel, güzel ama”; arada bigüzel<br />
küfür savurmuþ ve devam etmiþ, “ah keþke su basmasaymýþ!”<br />
Yýllar sonra kavuþtuðum kocaman “atölyemde” neredeyse günde on iki saat resim yapýyorum<br />
ve dahi yazýyorum. Son dört ay içinde kendi anlayýþým ve dünyam içinde yine bir Hacý Bektaþ Veli<br />
tablosu ile iki tane semaha duranlarý aktardým kocaman tuvallere. Semah resmi yapmak, bana bir<br />
baþka yaþama kývancý veriyor, onlarla dönüyorum, niyaza duruyorum, içim arýnýyor, uçasým geliyor…<br />
Filiz Otyam’ýn çulfalýk dokuma tezgâhý da atölyede. Duvara bitiþik, bu duvarda bir de kocaman,<br />
diyelim 1.50 cm’ye 2.00 metre boyutunda bir tuval var, hep durur orada hep duruyor, neredeyse<br />
yedi-sekiz yýldýr taþýnýr bu canla oradan oraya, neden mi? Acýyla açýklayacaðým!<br />
Dolanýr durur dedim, bu can hep dolandý durdu yedi iklim dört köþe, salt kutuplara varamadým!<br />
TV’lerde en çok dünyanýn dört bir tarafýný anlatan belgeselleri izler oldum artýk! Bu yýl, Filiz’in<br />
uluslararasý tekstil sergisine gittim Polonya’ya; resim yapmaktan, yazmaktan ve dahi okumaktan<br />
pek gezemez oldum/olduk! Þimdi eski defterleri karýþtýrýyorum, örneðin 16 Eylül 1996 Pazartesi<br />
günü TRT 3’te Nation baþlýklý bir belgesel izlemiþim, 500 Ulus adýyla. Bir yazýmdan kýsaca aktarýyorum:<br />
“Bu belgesel, Amerika kýtasýnýn keþfinden önce oradaki uygarlýklarý, uluslarý, o topraklara<br />
ayak basanlar, yine eldeki kaynaklara dayanarak bir baþka açýdan açýklýyor. Akýl almaz bir<br />
araþtýrma, titiz çalýþma ve tarafsýz bir gözlemleme. Üstelik Amerikan yapýmý bir belgesel!<br />
Amerikan ordusunun, Kýzýlderililerin mutlu bir þekilde yaþadýklarý, doða aþkýyla dolu yaþadýklarý<br />
o topraklarý ele geçirmek için bu insanlarý nasýl tek tek, ardýndan da topluca katlettikleri<br />
yazýlý belgelere ve zaman zaman fotoðraflara dayanarak gözler önüne seriliyor. Yaþayan<br />
Kýzýlderililer, ecdatlarýnýn birbirine aktardýðý söylenceleri insan yüreðinin dayanamayacaðý<br />
biçimde biraz da ‘tevekkül’ içinde anlatýyorlardý zaman zaman.<br />
Eller Eller… Ve Bin Yýl Önce!<br />
Ekrana, bir duvar resmi geldi, iki el avuç tarafýndan, avucun ortasýnda birtakým iþaretler, yani<br />
bizim Pençe-i Âli Âba!<br />
Ve yaþlý bir Kýzýlderili anlatýyor, avuçlarýný açýp:<br />
‘…Bize, güneþe tapýyor diyorlar. Hayýr, biz güneþe tapmýyoruz, güneþin ardýndaki kudrete tapýyoruz,<br />
inanýyoruz.’<br />
Ve taþtan yapýlmýþ bir balta:<br />
‘…Bu balta insanlara karþý kullanýlamaz, insan öldürülemez, bu balta, yýrtýcý hayvanlardan<br />
korunmak içindir.’<br />
Çok ilkel, naif bir kadýn heykeli:<br />
‘…Bize öðretilmiþtir asýrlardýr, kendi kadýnýndan baþka kadýna bakmayacaksýn, ondan baþkasýyla<br />
iliþkiye girmeyeceksin… Baþkasýna ait þeye el sürmeyeceksin… Ve yalan söylemeyeceksin…<br />
Ýçki içmeyeceksin!...’<br />
Ve yine duvar resimleri, aile bireylerinin elleri….<br />
Otuz yýl önce, Kilis’te ve Harran Ovasý’nda köy evinin duvarlarýnda da ayný þeyler, aile bireylerinin<br />
kirece bulaþtýrýlýp samanla karýþýk kerpiç duvara bastýrýlmýþ, irili ufaklý elleri… Bura-<br />
2 Sayý 3
lardan çektiðim fotoðraflarý Ankara’da 6 Kasým 1966 tarihinde açtýðým fotoðraf sergisine koymuþtum.<br />
Baþbakan Ýnönü, sergiyi gezerken bu fotoðrafa da dikkatli bakmýþtý. ‘Ýsmet Paþalý<br />
Yýllar’ kitabýmýn 139’uncu sayfasýnda buna ait bölüm:<br />
‘Otyam - Bu da Urfa’nýn Harran Ovasý’nda bir ev içi, ellerini kirece batýrmýþlar duvara basmýþlar,<br />
eller… eller.<br />
Ýnönü - Haa eller var, irili ufaklý, birçok yeni ressamlarýmýzýn yaptýðý resimler gibi eller görünüyor,<br />
duvara?<br />
Sesler- Evet duvara…’<br />
Avustralya’da Da<br />
Esat Korkmaz canla konuþuyoruz bu konuyu telefonda, ayný eller diyor Korkmaz can,<br />
Avustralya’da da var, yalnýz onlar renkli, silik olarak duvarlarda gördüm.<br />
Ve altý ay önce, Rodos adasýnda bir alanda kocaman bir el, bir maðaza logosu! Ne iþi vardý<br />
burada?<br />
Belgesel, Kýzýlderililerin, el sanatlarýna iliþkin yapýtlarýný gösteriyor, kilimler…. Evet, bunlar<br />
da Anadolu kilimlerinin çok benzerleri!...<br />
Ýkinci Beyazýt zamanýn en ünlü efsanecisi Uzun Firdevsi’nin Davetnâmesi’nde de vadýr bu eller<br />
Sahnennar Âdem’den evvel yaþayan cin suretinde ayný eller karþýmýza çýkar!... Bin yýl önce<br />
Amerika Kýzýlderililerinin duvarlarýnda; Alevi/Bektaþi halk sanatýnda Pençe-i Âli Âba!... 15.<br />
yüzyýlda yazýlan Davetnâme’de de ruhlarýn daveti, görülür ayný eller ve Kilis’in ve Urfa’nýn<br />
köylerinde duvarlarda ayný eller! Bunlarý birisi muhakkak çözmeli.<br />
Cennet ve Cehennem<br />
Yýllardýr bir Cennet/Cehennem resmi yapmayý düþler dururum, büyük boy iki resim. Söylencede<br />
açýklanýr; Cennet, sekiz katlý bir bahçedir. Ortasýndan Kevser Þarabý akar. Peygamberimizin<br />
damadý Hz. Ali bu ýrmaðýn baþýnda durarak mahþerden sonra Cennet’e girenlere<br />
altýn taslarla Kevser Þarabý verir. Cennet’in sekiz kapýsý var, her kapý sekiz katlý Cennet’in bir<br />
katýna açýlýr. Bunlardan her birini bir melek beklemektedir. Cennet’te dallarý yerde, kökleri<br />
havada bir aðaç görünür, buna Tuba derler. Meleklere de Hûri, Gýlman adý verilir. Dünyada<br />
evlenmemiþ delikanlýlarla, evlenmemiþ kýzlar bunlarla evlenirler. Burada her türlü dünya<br />
nimetlerinin de en güzelleri bulunur.<br />
Ve yine söylencelere göre Cennet’e gidenler ister yüz yaþýnda olsun o þey organlarý yirmi yaþýnda<br />
bir delikanlýnýn þeyi gibidir ve asla inmezler ve onlara her ýrktan, her renkten, kiþi baþýna<br />
gepegenç otuzbeþbin hatun düþmektedir! Evet, Cennet’te dünya nimetlerinin en güzelleri vardýr.<br />
Elvan elvan çiçekler, aðaçlar, elvan elvan kuþlar. Dünyada insanlara en güzel hizmetleri<br />
verenlerin hepsi oradadýr baþta Peygamberimiz… Mahþerden sonra Kevser Þarabý’nýn baþýnda<br />
Hz. Ali, elinde altýn tasla þarap sunuyor… Ötelerde Hz. Hüseyin ve Hasan…Hünkârým Hacý<br />
Bektaþ Veli oturmuþ, kucaðýnda aslaný ile ceylaný… Pir Sultan Abdal sazýný döþüne dayamýþ.<br />
Balým Sulatan yanýnda. Abdal Musa… Hallac-ý Mansur… Þeyh Bedrettin, Hz. Ýsa, Musa,<br />
Davut… Ahmet Yesevi… Baba Ýlyas-ý Horasani, Baba Ýshak, Hatayi, Eba Müslüm, Nesimi ve<br />
Nesimi Çimen, Kubilay, bir yýðýn sanatçý dostlarým, ressamdý, þairdi, romancýydý diyelim Aziz,<br />
Onat , Metin, Galile, Hýzýr, tüm Ehlibeyt, Ahi Evren, Ruhi Su, Feyzullah Çýnar, Veysel Usta ve<br />
Nazým Usta ve Orhan Kemal ve ressam Orhan Peker ve elbette uçuþan sarý saçlarýyla, çakýr<br />
gözeleriyle bir güzel insan daha Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Kýzýlderili reis Oturan Boða,<br />
Karaderili Martin Luther King, Hemþire Teresa, Karl Marks, Abraham Lincoln, Lenin, daha<br />
niceleri evet daha niceleri, dedim ya kocaman ama kocaman bir resim, bu yazýyý yazarken ilk<br />
anda aklýma düþenler ve eksiksiz tüm güzel insanlar þöyle ya da böyle ölüm atýna binip<br />
Cennet’e uçanlar ve Hz. Ali’nin elinden altýn kupayla Kevser Þarabý alanlar. Ve ayýptýr yazmasý,<br />
bu can da altýn kupadan Þarab-ý Kevseri alanlardan, ülserim nedeniyle mideme dokunsa<br />
da neyleyim?<br />
Bilin ki bu resmi yapmadan Hakk’a yürürsem, gözlerime bakýnýz, onlar açýk olacaktýr. Bin kere<br />
yazdým bi kez daha yazýyorum bunu ve tarih düþürelim, Antalya ilinin Gazipaþa ilçesi 17 Eylül<br />
1996, saat 14.30’dur. Baki selam, eyvallah ve de gerçeðe Hü…” (1)<br />
Þu Kocaman Tuval!<br />
Duvara dayalý o kocaman tuval yýllardýr yapmak isteyip de bitürlü yapamadýðým o Cennet resminin<br />
tuvalidir, acýmdýr yani, acýmdýr!<br />
Yineliyorum (16 Eylül 2004 tarihinde ve dahi saat 13.10’da Antalya’nýn Geyikbayýrý köyünde<br />
ve) bilin ki bu resmi yapmadan göçersem “ol Cennet’e”, gözlerime bakýn, açýk olacaktýr!<br />
NACÝ DEMÝRBAÞ<br />
13 Eylül 2004 günü<br />
Hollanda’da yitirdiðimiz,<br />
barýþ, demokrasi ve<br />
eþit haklar savaþçýsý,<br />
“ölmeden ölmüþ,<br />
hesabýn görmüþ”<br />
er kiþi,<br />
Naci Demirbaþ<br />
yoldaþýn<br />
anýsý önünde<br />
saygýyla eðiliriz.<br />
Göç Hazýrlýðý<br />
Aðýr aðýr baþladý yapraklar uçuþmaya<br />
hava kararmaya<br />
Görünen o ki,<br />
göç vakti yakýndýr artýk<br />
haydi hazýrlan yolculuða<br />
Anýlarý nereye koymalý.<br />
Giderler mi yanýmda<br />
benim gittiðim yere<br />
Eðer kalýrlarsa burada<br />
kime, kimlere neler anlatýrlar<br />
neler duyumsatýrlar.<br />
Duyanlar tanýr mý benim kokumu<br />
bu anýlardan<br />
Tadarlar mý benim tattýðým lezzetleri<br />
Bulaþýrlar mý hüzünlerime<br />
Hazýrlýðý bile böyle zorsa<br />
nedir göçün en zor yaný<br />
Leiden, Þubat 2004<br />
Duyuru<br />
Genel Yayýn Yönetmenimiz<br />
Esat Korkmaz’ý<br />
Cuma akþamlarý<br />
saat 21:00-22:00<br />
arasýnda<br />
YAÞAM RADYO’da<br />
(87.5 FM)<br />
“Dört Kapý” programýnda<br />
dinleyebilirsiniz.<br />
Yazý iþleri Müdürümüz<br />
Ahmet Koçak’ý ise<br />
Perþembe günleri<br />
saat 15:30-17:00<br />
arasýnda<br />
ANADOLU’NUN SESI<br />
RADYOSU’nda<br />
(92.9 FM)<br />
“Gezgin” programýnda<br />
dinleyebilirsiniz<br />
(1) Nefes dergisi, Sayý:36, Ekim 1996<br />
Ekim 2004 3
Aleviliðin Felsefe Boyutu - Bölüm I<br />
Esat Korkmaz<br />
Ýnsan ancak düþündüðü zaman özgürdür;<br />
ancak bu özgürlüðünü<br />
“kalabalýðýn” arasýnda kullanamaz;<br />
çünkü, kalabalýk,<br />
kendisi gibi düþünmeyenlere katlanamaz.<br />
Ýster istemez “inanç” öne fýrlar,<br />
kalabalýklara uyarlanabilen “basit kalýplar”,<br />
düþünceyi zincire vurur.<br />
Yedi yüz elli yýllýk geçmiþinin hesabýný yapamayan bir<br />
Alevi-Bektaþi, “günübirlik” yaþayan bir insandýr. Doðal<br />
olarak “gündelik” bilincinin ötesine kendini taþýyamaz ve<br />
kendi “yüksek” bilincinden habersizdir. Bir “bilgelik felsefesi”<br />
ya da “felsefi inanç” olan Alevilik-Bektaþilik, “düþünceyle<br />
nesnenin uygunluðunu” hakikat olarak algýlayarak Ortaçað’da<br />
aydýnlanmanýn kanalýný açtý; “belletilmiþ dünya” tarafýndan “bilincin<br />
ayaklar altýna alýnmasýna” son verdi: Doðasal deðerleri, doða-ötesi deðerlere<br />
karþý “harekete” geçirerek, “metafizik idealizmi” ideoloji edinmiþ<br />
dinsel toplumun sahte anýlarýný yerle bir etti. Anlaþýlacaðý gibi Alevilik-<br />
Bektaþilikte felsefe, “yaþam bilgeliði”nin peþinde koþma etkinliðidir.<br />
Alevilik-Bektaþilik dendiðinde bâtýni felsefenin “üç ayaðý” akla gelir.<br />
Bu “üç ayak” þöyle sýralanabilir: Bâtýni doða felsefesi, bâtýni tarih<br />
felsefesi ve bâtýni toplum felsefesi.<br />
Evrendeki tüm olay, olgu ve süreçler arasýndaki çeþitli iliþkilerin<br />
oluþturduðu maddesel baðýmlýlýða bilim dilinde “evrensel baðýmlýlýk” adý<br />
verilir. Bu baðýmlýlýk evrenin, birbirinden koparýlamaz parçalardan<br />
oluþan bir “evrensel bütünlük” olduðunu kanýtlar. Evrenin sürekliliði ve<br />
düzenliliði, bu birliðin ve bütünlüðün ürünüdür.<br />
Evrensel baðýmlýlýk; insan bilincinden “baðýmsýz ve nesnel” bir baðýmlýlýktýr.<br />
Metafizik idealist ya da tektanrýcý dinlerin “savlarýna” karþýn<br />
gerçekte bu düzen hiç bozulmadý ve bozulmayacaktýr.<br />
Bâtýni felsefede “evrensel baðýmlýlýk”, “sonuç-neden baðýmlýlýðý” ya<br />
da “zâhir-bâtýn baðýmlýlýðý” biçiminde açýklanýr. “Sonuç” ya da “zâhir”<br />
her zaman bir “somutluk”tur. Gönül bilgisinde somutluk olarak “madde”,<br />
bilinçten baðýmsýz olarak var olan ve duyumlarla algýlanarak bilince<br />
taþýnan tüm nesnel gerçekliði anlatan felsefi bir kavramdýr. Düþünceci<br />
maddeciliðin bu tanýmý, metafizik idealizmin yanlýþ tasarýmlarýndan<br />
doðan yanýlgýlarý ortadan kaldýrdý: Böylece sonsuz çeþitlilikteki somut<br />
biçimler dýþýnda “deðiþmez” madde anlayýþý temelinden yýkýldý. Bâtýni<br />
felsefede “madde” ne yaratýlabilir ne de yok edilebilir; sürekli olarak<br />
deðiþerek bir durumdan (bâtýndan) bir baþka duruma (zâhire) dönüþür.<br />
“Hareket” maddenin bir varlýk biçimidir: Hiçbir zaman ve hiçbir yerde<br />
“hareketsiz madde” olamayacaðý gibi, hiçbir zaman ve hiçbir yerde<br />
“maddesiz hareket” de olamaz. Bize duyumlarýmýzla iletilen bu nesnel<br />
gerçeklik “sonsuz” ve “bitimsiz”dir; bilgimizi, sonsuzca ve tükenmeksizin<br />
yenileyecektir.<br />
Bâtýni felsefede “ten gözü-gönül gözü” bilgilenme sürecinin iki “kanalý”<br />
olarak algýlanýr: Doðal ve kendiliðinden bir süreçte asýl olan “ten<br />
gözüyle görme”dir. Ýncelenen nesne ten gözünden yitip matematik formüllere<br />
dönüþtüðünde, diyalektik bilgiden yoksun olanlar “maddenin<br />
yok olduðunu” sanýr; yani bâtýný göremez. “Gönül gözü” ya da “düþünce<br />
gözü”nü iþlevli kýlanlar bu “saný”yý yýkar ve zâhirin karþýtýna dönüþümü<br />
olarak algýlanan ve bâtýn olarak tanýmlanan “gizil nesnelliði” düþüncede<br />
görünüþe taþýrlar; yani düþüncede görmeye baþlarlar.<br />
Bu “baðýmlýlýk-karþýtlýk” gereði Aleviler-Bektaþiler metafizik idealizmin<br />
tersine:<br />
1) Doðayý; nesne ve olaylarýn rastlantýsal bir yýðýný olarak deðil, birbirine<br />
organik baðla baðlý ve baðýmlý nesne ve olaylarýn bir bütünü olarak görür.<br />
2) Doðanýn; hareketsizlik ve deðiþmezlik içinde deðil, her an deðiþip<br />
yenileþen ve geliþen bir süreç içinde olduðunu ileri sürer.<br />
3) Geliþme sürecinin; basit bir büyüme süreci olamadýðýný, niceliksel<br />
deðiþmelerden niteliksel deðiþmelere sýçramalarla geçen bir süreç<br />
olduðunu savunur.<br />
4) Geliþmenin; alttan üste doðru sarmal bir geliþim izleyerek gerçekleþtiðini,<br />
nesne ve olaylarýn içindeki çeliþmelerden doðduðunu savlar.<br />
Bâtýni Doða Felsefesi<br />
Evrende her þey, her þeyin “bilincini” taþýr: Ben havanýn, suyun ve<br />
topraðýn; hava, su ve toprak benim bilincimi. Ancak arada bir fark var:<br />
Ben “yalan” söyleyebiliyorum; hava, su, toprak ve ateþ “yalan” nedir<br />
bilmiyor.<br />
Hangimiz hangimizin “nedeni” ya da “tanýðý” acaba? Ben olsa olsa<br />
“tanýk” olabilirim: Tanrý’nýn “çocuklarý” olarak algýlanan hava, su, toprak<br />
ve ateþ “neden”dir. “Tanýk” durumundaki insan, kendisinin ve çevresinin<br />
“tanýðý” olduðu sürece yaþar; bunu hiçbir zaman unutmayalým.<br />
Cemreler düþtüðünde hava inler, su çalkalanýr, toprak kabarýr: Ey<br />
yeryüzünde tepinmekten hoþlanan insan; yürürken daha hafif ol,<br />
bastýrmadan yürü, sert hareketlerden kaçýn; ne havayý kirlet ne de suyu,<br />
topraðý ve ateþi. Öldürme onlarý; havayý solu, suyu iç, topraðý iþle ama<br />
onlarý yaralama, okþa; dünyayý mýrýltýlarýyla taný, yoklaya yoklaya gezin:<br />
Çünkü, onlar ýsýyý “damýtýr”.<br />
Bilgi olayýn “kendisine” deðil, “nedenine” iliþkindir.<br />
Olayýn kendisi burada bir “yangýn”,<br />
nedeni ise çýplak gözle kavranamayacak denli<br />
derin ve karmaþýk;<br />
onu günlük yaþamýn kývrýmlarý içinde yakalamak çok zor.<br />
Demek ki<br />
“bilgiyle görüntüyü” birbirine karýþtýrmamak gerekir.<br />
Yangýn, yani olayýn kendisi,<br />
bilgiye ulaþacak bir “tünel” olabiliyorsa anlamlýdýr.<br />
Bir olayýn bilgisi, bu olayýn “nedenine” iliþkin bilgiye<br />
dayanýr ve ayný þeyi içerir: Örneðin (A) olgusu, (B) olgusuna<br />
yol açýyorsa; (B) olgusu, (A) olgusunun içindedir. Týpký<br />
bunun gibi aðaç tohuma yol açýyorsa; tohum aðacýn içindedir.<br />
Aslýnda bizim gördüðümüz þeyler, yani görünüm; kendi<br />
baþýna var olmayan ve ancak “baðýmlý” olduðu bir baþka þeyin içinde var<br />
olandýr. Balmumu balmumu olarak görünümdür ve duygularla algýlanabilir.<br />
Kendi baþýna var olamayacaðýna göre balmumu eridiðinde “yok<br />
olduðu þey içinde” vardýr. Bu ise akýlla kavranabilir ya da düþüncede<br />
görünüþe taþýnabilir.<br />
Bâtýni doða felsefesinde Tanrý’nýn 2 özelliði vardýr:<br />
A) Düþünce özelliði; düþünce sistemini kurar,<br />
B) Nitelik özelliði; fiziksel nesneler sistemini kurar.<br />
Bu iki özelliðin tasarýmlanmasýnda kullanýlan yöntem tümdengelimci<br />
deðil, “tümevarýmcý”dýr: Görünümlerin “gözlenmesi” üzerine yapýlandýrýlmýþ<br />
bir “genellemeler sis-temi” oluþturur.<br />
Tanrý’nýn 2 özelliði somutlandýðýnda; düþünce özelliði ifadesini “bedenin<br />
düþüncesi”nde, nitelik özelliði ifadesini “bedenin kendisi”nde<br />
bulur.<br />
Bu kapsamda evren ya da dünya Tanrý’nýn nitelik özelliklerinin toplamýdýr,<br />
yani doðadýr. Toplumsal akýl, Tanrý’nýn düþünce özelliðinin,<br />
doðanýn aklý ise þaþmaz Tanrý düþüncesinin bir toplamýdýr. Demek ki<br />
Tanrý, her þeyin “yaratýcýsý” deðildir, ama her þeyin “nedeni”dir. Yani<br />
Tanrý, kendi “nedeni” olduðu dünyanýn içindedir; onun ötesinde deðil.<br />
Nedensellik, bir tür gerekliliktir; gereklilik nedeniyle dünyada<br />
yaþanan olaylar bir “zorunluluk”tur. Fiziksel dünyada olduðu gibi<br />
düþünce dünyasýnda da “çok az bir özgürlük” vardýr. Yalnýzca “neden”in<br />
kendisi özgürdür.<br />
4 Sayý 3
Tohum aðaç aðaç da tohum oluyor ama,<br />
tohumun dünya görüþünde<br />
aðaca göre bir iyileþme olmuyor;<br />
çünkü, doðasal olan “þaþmaz” bir diyalektiðe oturuyor.<br />
Ceninden bir insan,<br />
insandan da bir cenin oluþuyor ama,<br />
ceninin dünya görüþünde bir iyileþme oluyor.<br />
Çünkü, yalnýzca insan doðayý aþabiliyor.<br />
Akýl, bedenin düþüncesidir; doðanýn aklý, doðanýn düþüncesidir:<br />
Bedenin düþüncesi “bedensel bir sürece”, doðanýn<br />
düþüncesi, “doðasal bir sürece” denk düþer. Demek ki akýl<br />
ve beden; akýl ve doða “tek þey”dir. Ýnsanýn aklýnýn ya da<br />
doðanýn aklýnýn baðlý olduðu “sistem”, ayný biçimde bedenin<br />
ya da doðanýn “baðlý” olduðu sistemdir. Ýnsanýn aklý insanýn bedeninden,<br />
doðanýn aklý, doðadan baþka bir þey deðildir. Bedenin ya da<br />
doðanýn “çabasý”, ayný zamanda insan aklýnýn ya da doðanýn aklýnýn<br />
çabasýndan baþka bir þey deðildir. Beden ve doða, “harcandýðý sürece”<br />
her ikisi de vardýr; “harcanma yoksa” her ikisi de yoktur: Varlýk da yoktur,<br />
Tanrý da yoktur. Bu felsefi yaklaþýmý Hayyam aþaðýdaki dörtlüðünde<br />
çok güzel anlatýr:<br />
Ben olmayýnca bu güller, bu serviler yok,<br />
Kýzýl dudaklar, mis kokulu þaraplar yok,<br />
Sabahlar, akþamlar, sevinçler, tasalar yok,<br />
Ben düþündükçe var dünya, ben yok o da yok.<br />
Görüldüðü gibi düþüncelerin “düzeni” ve aralarýndaki “iliþki”, þeylerin<br />
düzeni ve aralarýndaki iliþkiyle “ayný”dýr: Gerçek denilen þey, düþüncenin<br />
nesnelliðe uygunluðudur.<br />
Gizilgücün, yani bâtýnýn nesnelliði<br />
üzerine düþündüðümüzde<br />
“iki doða” ve “iki akýlla” karþýlaþýrýz:<br />
Doða ve ek-doða (insan-toplum) ile<br />
doðanýn aklý ve ek-doðanýn aklý gibi.<br />
Aydýnlanmayý “doða”yla özdeþleþtirdiðimizde<br />
bir diyalektik akýlla;<br />
“ek-doða”yla özdeþleþtirdiðimizde<br />
uzlaþýmsal bir akýlla buluþuruz.<br />
Bâtýni felsefe “doðanýn aklý” ve “insanýn aklý” terimlerinin<br />
açýlýmý üzerine oturur. Doðanýn aklý, doðasal nesnel süreçte<br />
doðanýn “önsüz olan”dan “sonsuz olan”a doðru gidiþini<br />
güden “yasa-ilke” olarak öne çýkan kesin/zorunlu eðilim,<br />
yani “doða yasalarý” olarak tanýmlanabilir. Bu soyut terim,<br />
gizil tanrý olarak Hakk’a ya da gizil tanrýnýn gizilliðinin taþýyýcýsý olan ve<br />
Hakk’ýn dönüþümüyle beliren “Ýlk Akýl”a denk düþer. Soyut olan (bâtýn)<br />
beslendiði nesnel kaynaða (zâhir), yani somuta yönelme eðilimindedir.<br />
Yönelmenin izinde somut “yeniden” üretilirken, tasavvufi anlamda tanrýsal<br />
olandan, yani “doðanýn aklý”ndan doðanýn kendisine inilen bir<br />
sürece girilir. Ek-doðanýn aklý olarak algýlanan “insanýn aklý” ise “doðanýn<br />
aklý”ný özümseyebilen ve doðayý “aþabilen” bir algýlama/anlama<br />
yetisi olarak bilince/inanca taþýnýr. Doðayý aþabildiði için insan “Konuþan<br />
Tanrý” durumundadýr.<br />
Ýnsan aklýnýn yazgýsý; kendi doðasýndan gelen “sorular”la karþýlaþtýðýnda<br />
baþlar. Çünkü, bu sorulara “ilgisiz” kalmasý olasý deðildir. Felsefe<br />
diliyle konuþursak insan doðasýnýn “kayýtsýz” kalamadýðý sorulara “kayýtsýz<br />
kalmak” insana ve doðaya “ihanettir”.<br />
Doðanýn oluþumu ve dönüþümü, “ufalanan bir taþ parçasý”na; insanýn<br />
oluþumu ve dönüþümü, “kýpýrdayan bir et parçasý”na indirgendiðinde<br />
Tanrý, “anasýz-babasýz” bir “hareket” olarak beliriverir. Algýlandýðý<br />
gibi her þeyin nedeni “hareket”tir.<br />
Bâtýni doða felsefesinde “doðasal deðiþim-dönüþüm” þöyle tasarýmlanýr:<br />
Evrende bir “madde yitimi” vardýr; “madde yitimi”, görünen maddenin,<br />
görünmeyen maddeye dönüþümünden baþka bir þey deðildir.<br />
Anlaþýlacaðý gibi evrende madde, ille de “görünür” niteliklerle varlaþmaz;<br />
“görünmez” madde olarak sonsuz uzayýn her yanýna yayýlmýþ<br />
durumdadýr. Evrende, “ýþýk saçýmý” ile gerçekleþen “madde yitimi”; “ýþýmasýz<br />
madde”ye, yani “görünmez” maddeye dönüþümdür. Zâhir olan,<br />
“enerji saçýmý” yapabilen, görünür maddedir. Bâtýn olan “enerji saçýmý”<br />
yapmayan, yani “ýþýmasýz” durumda bulunan maddedir. Sonsuz uzayda<br />
enerji (ýþýk) saçýmý yoluyla “tüketilen” madde miktarýný karþýlamak üzere,<br />
ýþýmasýz maddesel enerjiden sonsuz boþluða yeni “madde yýðýnlarý”<br />
sürülür: Iþýmasýz madde, yani görünmeyen madde(bâtýn) ýþýmalý maddeye,<br />
yani görünür maddeye (zâhir) dönüþür. Ýnanç diliyle ifade edersek<br />
“tanrýsal öz görünüþe taþýnýr”. Düþünce gözü ya da gönül gözü, “ýþýk<br />
olmayan ýþýðýn” ya da “karanlýðýn” aydýnlýðýyla görür. Buna karþýn zâhir<br />
ten gözüyle “ýþýk olan bir ýþýðýn” aydýnlýðýyla görür.<br />
Bâtýndan zâhire, zâhirden bâtýna “dönüþüm” sürecinde nesne, kimi<br />
niteliklerini “yitirir”, kimi yeni nitelikler “kazanýr” ki buna “deðiþim”<br />
adý verilir. Nitelik yitirme ve nitelik kazanma ancak “zâhir” durumda söz<br />
konusu olabilir. Zâhir olan varlýða gelmiþ, somut ve gözlenebilir olandýr.<br />
Tanrýsal öz ya da can, henüz görünüþe taþýnmamýþ kimi nitelikleri, baðlý<br />
olarak kimi biçimleri “taþýr”. Bu örtük ve “gerçek” olmayan, ancak olabilir<br />
olan taþýyýþ biçimine “bâtýn” denir. Algýlanacaðý gibi zâhirin “nedeni”<br />
bâtýn, bâtýnýn “nedeni” zâhirdir; zâhir-bâtýn toplamý olarak algýlanan<br />
evrende, “nedensel” iliþkilerin dýþa vurduðu ya da hissettirdiði bir<br />
“düzen” vardýr. Ve bu düzen amaca uygun, planlý bir geliþim içerisindedir.<br />
Doða denilen þey, daha büyük bir yetkinliðe doðru sürekli deðiþen<br />
zâhir durumdaki tek tek nesnelerin toplamýdýr. Bâtýn, kendini henüz<br />
görünüþe taþýmamýþ, ancak “gizil nesnellik”te bir eðilim olarak “örtük”<br />
biçimde bulunan “tümellik”tir. Bâtýn durumda olanýn ortaya çýkmasý,<br />
“örtük” tümel yönlerin zâhir durumuna gelmesidir. Bâtýn “örtük”<br />
olduðundan, deðiþim sýrasýnda bir nesne ya da bir nitelik “yokluktan varlýða”<br />
geliyormuþ izlenimini uyandýrýr. Oysa bu bir sanýdýr; çünkü, yalnýzca<br />
zâhir olan görünür, görünüþe taþýnýr, kendini gösterir. Zâhir durum<br />
alma, belirli bir biçimin tam olarak kazanýlmasýdýr; o biçim açýsýndan<br />
düþünürsek bir “yetkinleþme”dir. Örneðin tomurcuk bâtýn bir çiçek;<br />
yumurta bâtýn bir kuþtur. Buna karþýn hiç biçim taþýmayan “gizil nesnellik”,<br />
hiçbir zaman zâhir durum alamayacak olan bir “madde”dir; ancak<br />
düþüncede görünüþe taþýnabilir, kuramsal olarak algýlanabilir.<br />
Görüldüðü gibi evrenin oluþumu, bir “madde deðiþimi”nden baþka<br />
bir þey deðildir. Varlýðýn oluþumuna ya da varlýða geliþe yalnýz görünen<br />
madde deðil, görünmeyen madde de “katýlýr”. Özünde asýl katýlým<br />
görünmeyen maddedir(bâtýn olandýr); görünmeyen madde, varolma ya<br />
da yaþama tohumudur; zâhiri belirleyen özünde bâtýndýr.<br />
Doða yasalarý, “uzay-madde-zaman” üçlemesinin yarattýðý yasalardýr.<br />
Madde nesnedir, zaman ise nesneye iliþkin bir niteliktir. Bu nedenle<br />
“þimdi”nin dýþýnda zamaný yaþamak olanaksýzdýr; zaman yoktur “þimdi”nin<br />
dýþýnda. Gelecek zamanýn þimdiye dönüþmesi, þimdinin durmadan<br />
geçmiþ olmasý, “üçleme”deki deðiþimin bir dýþa vurumudur.<br />
Düþüncelerimiz, duygularýmýz, ötesinde ruhumuz da “besinle” edinilen<br />
“enerji” biçimleridir; geniþ anlamda bâtýndan zâhire çýkan ya da görünmeyenden<br />
görünüþe taþýnan “doðal ürün”lerdir.<br />
KAYNAKÇA:<br />
Esat Korkmaz, Alevi Felsefesi, Pencere Yayýnlarý, Ýstanbul, 1997, sayfa: 9.<br />
Esat Korkmaz, Anadolu Aleviliði, Berfin, Ýstanbul, 2000, sayfa: 21, 22, 25, 64<br />
ile 93 arasý.<br />
Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Aydýnlanmanýn Diyalektiði, II, Çev.:<br />
O. Özügül, Kabalcý Yayýnlarý, Ýstanbul, 1996, sayfa: 36, 118, 122.<br />
Tülin Bumin (Derleyen ve Çev.:), Hegeli Okumak, Kabalcý Yayýnlarý, Ýkinci<br />
Baský, Ýstanbul, 1993, sayfa: 31, 43, 44, 45, 49, 70.<br />
Arda Denkel, Ýlkçað’da Doða Felsefeleri, Özne Yayýnlarý, Ýkinci Baský,<br />
Ýstanbul, 1998, sayfa: 26, 27, 28<br />
Abdullah Rýza Ergüven, Evrenbilim ve Tanrý Kavramý, Berfin, Ýstanbul,<br />
2000, sayfa: 9, 71 arasý.<br />
Ekim 2004 5
Þemseddin Tebrizi, Hacý Bektaþ Veli ve Ýliþkileri Üzerine<br />
Þemseddin Tebrizi,<br />
Þems (Güneþ), Þems-i Tebriz (Tebriz’in Güneþi),<br />
Þemseddin Tebrizi (Tebrizli Din Güneþi),<br />
Þemseddin Muhammed, Þemseddin bin Hasan-i Ýhtiyar,<br />
Pir Þemseddin el-Tabriz gibi isimler taþýyan,<br />
Alamut Ýsmaili imamlarýnýn soyundan,<br />
Huccet makamýnda bulunan<br />
bir sufi, mutasavvýf düþünür ve<br />
bir dava adamýdýr.<br />
Þemseddin Tebrizi (1183/4-1247/8) bir bâtýni Ýsmaili’dir.<br />
Ancak sýradan bir Ýsmaili deðil; Þems (Güneþ), Þems-i Tebriz (Tebriz’in<br />
Güneþi), Þemseddin Tebrizi (Tebrizli din güneþi), Þemseddin Muhammed,<br />
Þemseddin bin Hasan-i Ýhtiyar, Pir Þemseddin el-Tabriz vb. farklý<br />
isimler taþýyan, Henry Corbin’in de vurguladýðý gibi Alamut Ýsmaili<br />
imamlarýnýn soyundan bir Huccet (imamýn tanýðý, vekili) makamýnda<br />
bulunan bir sufi, mutasavvýf düþünür ve bir dava adamýdýr. Ayný zamanda<br />
onu, yaþamýnýn deðiþik devrelerinde yönetici, siyaset adamý, askeri<br />
komutan ve bir diplomat olarak görmekteyiz.<br />
Anadolu’da Alevilik inanç ve düþüncesini, yani Ýslamýn bâtýni anlayýþýný,<br />
çaðýnýn toplumsal-siyasal ve ekonomik koþullarýnda yorumlayýp<br />
uyarlayan ve yayan Hünkâr Hacý Bektaþ da Alamut’ta yetiþmiþ bir dai,<br />
bir inanç ulusu ve bir düþünürdür. Biz burada, Þemseddin Tebrizi, Hacý<br />
Bektaþ Veli ve Yunus Emre üzerinde yaptýðýmýz araþtýrma ve incelemelerimizi<br />
içeren, yayýma hazýr “Alevi Bektaþi Düþünür ve Ozanlarý I”<br />
kitabýmýzýn ilgili bölümlerinden çok kýsa bir özetle yetineceðiz.<br />
Eski ve yeni Sünni-Þii yazarlar, araþtýrmacýlar Þems’in, kendilerinin<br />
baðlý bulunduklarý mezhep ve tasavvufi tarikatlarlarýndan (Þii, Þafii/Ýþari,<br />
Hanefi/Mevlevi vb.) birinden olduðunu göstermekten çekinmemiþler.<br />
Onu bâtýniliðinden ve Alamut Ýsmaililiðinden koparmak için çok<br />
büyük çaba harcamýþlardýr.<br />
Daha önce bizim de aralarýnda bulunduðumuz Alevi-Bektaþi araþtýrmacýlarý<br />
da, “Vilayetname”yi temel alarak, Þems’in Hacý Bektaþ Veli’nin<br />
halifelerinden olduðu ve onu “baþ ile git, baþsýz gel” diye aðýr bir görevle<br />
Mevlana’ya gönderdiðinde ýsrarlýdýrlar. Oysa Þemseddin ondan en az<br />
30 yaþ büyüktür ve tersine ,Hacý Bektaþ’ýn eðitilip yetiþtirilerek bir bâtýni<br />
velisi olmasýnda büyük emeði vardýr. Hacý Bektaþ bir bâtýni dai’si olarak,<br />
Alamut Ýsmaili imamýnýn Huccet’i ya da baþ dai’si olan Þemseddin<br />
Muhammed (bin) Hasan Ýhtiyar’a baðlýydý. 1224’de Hacý Bektaþ onunla<br />
tanýþýrken belki 15-16, belki daha küçük yaþlardaydý. Çok büyük olasýlýkla<br />
Þems’in korumalýðýnda, Alamut’a baðlý Kuhistan eyaleti kalesi<br />
olan Þahdiz’deki Abdulmalik Attaþ (ö.1107) tarafýndan kurulmuþ Ýsmaili<br />
medresesinde ya da Alamut kalesinde bâtýni eðitimini tamamlamýþtý.<br />
Araþtýrmalarýmýz Þemseddin Tebrizi ile 1224-1226 yýllarý arasýnda<br />
Kuhistan eyaleti Ýsmaili valisi (muhtaþim’i) Þemseddin Muhammed<br />
(bin) Hasan Ýhtiyar’ýn ayný kiþi olduðu düþüncesine götürdü. Bu olayýn<br />
üzerinde hiç durmamýþ görünen Ýsmaili tarihi araþtýrmacýlarý, ama Þemsi<br />
Tebrizi’nin öldürüldüðü tarihlerde henüz 7-8 yaþýnda bulunan Pir Salahaddin<br />
oðlu Pir Þemseddin Muhammed Sebzavari (Multani Taparazi) ile<br />
onun ayný ya da farklý kiþilikler olduklarý üzerine çok sayýda yazýlar döktürmüþlerdir.<br />
Kaldý ki ayný kiþi olmalarý olanaksýzdýr; buna raðmen Hind<br />
kýtasýnda ve Orta Asya Ýsmaili topluluklarý arasýnda Pir Þemseddin’in<br />
Þems Tebrizi olarak adlandýrýldýðý, birbirine karýþtýrýlmasýna -araþtýrmacýlarýn<br />
çoðu ayný kiþi olmadýklarýný vurguladýklarý halde- akýlcý ve anlamlý<br />
çözümler getirilmemiþtir.<br />
Bunun yolu, geleneksel söylemlerin ve kaynaklarýn verdiði doðrudan<br />
ve dolaylý bilgileri deðerlendirip yorumlayarak, Þemsi Tebrizi ile Alamut<br />
imamlarý ve Alamut yönetimiyle saðlam bir köprü kurmak ve Hind<br />
ve Sind’deki dava etkinliklerini araþtýrmaktan geçer. Biz bu yolu seçtik;<br />
Bölüm I<br />
Ýsmail Kaygusuz<br />
Alamut Ýmamý Celaleddin Hasan’ýn (1210-1221) büyük oðlu olan Þemseddin<br />
Muhammed’in kýrk yaþlarýndayken Kuhistan valisi olarak atanmasý<br />
kadar doðal bir durum olamazdý. Açýklayýcý bir belge henüz bulunmuþ<br />
olmamasýna raðmen, 1227’den itibaren ayný Þemseddin Muhammed’in<br />
Hind ve Sind bölgelerinde yýllarca Ýsmaili dava etkinliklerini çok<br />
etkili bir biçimde yürütmüþ olduðuna inanýyoruz. Eðer böyle olmasaydý,<br />
14. yüzyýlýn ilk çeyreðinden, ikinci yarýsýnýn baþlarýna kadar yerli dillerde<br />
söylediði binlerce ginan (beyitler) ve garbi’leriyle (þarkýlar) inancýn<br />
propagandasýný yapmýþ ve keramet olarak günümüze gelmiþ etkinlikleriyle<br />
gönüllerde taht kurmuþ; ayrýca soyundan gelen Pir’lerle davayý<br />
kuþaklar boyu sürdürmüþ Pir Þemseddin Muhammed Multani’den<br />
(ö.1356) sonra, hâlâ Ýsmaili inançlý halklarýnýn toplumsal belleðinde<br />
Þemsi Tebrizi kalýr mýydý?<br />
Ayrýca ilk post-Alamut Ýmamý Þemseddin Muhammed’in (1257-<br />
1310), Tebriz’deki yerli sufiler tarafýndan Þemsi Tebrizi olarak tanýndýðý<br />
görülmektedir. Pir Þihabuddin Þah (ö. 1884) “Kitabat-i Alliya” (1) kitabýnda<br />
þu açýklamayý yapýyor:<br />
“Tebriz’de yaþayan Þemseddin Muhammed yerli halk tarafýndan, yakýþýklý<br />
görünüþünden ötürü, güneþle karþýlaþtýrýlýp, güneþe benzetildi;<br />
böylece ona ‘Tebriz’in Güneþi’ denildi. Bu adlandýrma Mevlana Celaleddin’in<br />
(bâtýni) öðretmeni Þemsi Tebrizi ile onun arasýnda karýþýklýða<br />
neden oldu, fakat gerçekte onlar daima farklý kiþilikler idi”<br />
1244 yýlýnda Þemseddin Muhammed bin Hasan Tebrizi’yi artýk Konya’da,<br />
Mevlana Celaleddin’e öðretmenlik yaparken görüyoruz. Ýkinci<br />
yýlýn ortalarýnda ansýzýn ortadan kayboluyor.<br />
Alamut Yönetimi,<br />
Rum’da Þemseddin Tebrizi olarak tanýnan<br />
eski Kuhistan valisi<br />
Þemseddin bin Hasan Ýhtiyar’a,<br />
yirmi yýl sonra bir diplomatik görev veriyor<br />
Diplomatik Bir Görev<br />
Þemseddin Tebrizi’nin 10 Ocak ile 11 Þubat 1246 tarihleri arasýnda<br />
ansýzýn, hiç kimseye haber vermeden Konya’dan ayrýlýp, yaklaþýk bir<br />
buçuk yýl boyunca ortadan kayboluþu; sonuçlarý o günün bütün<br />
dünyasýný ilgilendiren bir olayýn geçtiði zaman aralýðýna denk düþmektedir.<br />
Bunun rastlantý olduðuna biz inanmýyoruz. Bu olay, 24 Aðustos 1246<br />
yýlýnda, Moðol Ýmparatorluðu baþkenti Orta Asya’nýn Karakurum bölgesindeki<br />
Talikan’da büyük Moðol Kurultayý’nýn toplanmasýydý. Bu<br />
Kurultay’da Ogeday’ýn büyük oðlu Guyuk, Moðol Haný seçilmiþtir.<br />
Kurultay hakkýnda en geniþ bilgiyi bize, papa Ýnnocent IV tarafýndan<br />
elçi olarak gönderilmiþ olan Fransisken rahibi John Plan del Carpin vermektedir.1245<br />
yýlý Nisan ayýnda Fransa’dan yola çýkan Rahip John Plan,<br />
Balkanlar ve Rusya üzerinden 15 ayda Karakurum’a vardý. Guyuk’un<br />
tahta çýkýþý, 24 Aðustos 1246 tarihinde toplanan kurultayda yapýlan<br />
törenle gerçekleþti. Papanýn elçisi olarak bu törene katýlan Rahip John<br />
Plan 1247 yýlý sonunda Ýtalya’ya dönebilmiþtir. Onun anlattýðýna göre<br />
Moskova grandükü, Gürcistan tahtýnýn varisleri, Ermenistan baþkumandaný<br />
Sempad, gelecekteki Selçuklu Sultaný Rükneddin IV.Kýlýç Arslan,<br />
Bagdad Halifesinin temsilcileri, Hýristiyan Ýmparator, Frank elçileri,<br />
Alamut emiri Alaaddin Muhammed’in elçileri vb. bu kurultaya<br />
katýldýlar. (2)<br />
Burada konumuzla yakýn iliþkisi olduðu için Selçuklu Sultanlýðý’ndan<br />
giden elçilik heyeti hakkýnda Abul Farac’ýn verdiði bilgiyi kýsaca<br />
gözden geçirelim:<br />
“Vezir (Þemseddin Isfahani) birçok altýnlar, þahane hilatlar ve atlar<br />
hazýrlayarak, onlarý Rükneddin (Kýlýç Arslan) ile birlikte Tatarlarýn<br />
6<br />
Sayý 3
yanýna rehine olmak üzere gönderdi ve böylece barýþý saðlamlamak<br />
istedi. Genç Prens (Rükneddin) Guyuk Han’ýn yanýna gelince, kendisi<br />
ile beraber olan eþraftan Bahauddin Tarjan (Tercuman?) vezir<br />
Þemseddin’den þikayet ederek Han’a þu sözleri söyledi:<br />
‘Vezir eþrafý öldürdü, vefat eden sultanýn (Gýyaseddin Keyhusrev)<br />
karýsýyla evlendi ve sizden emir almaksýzýn yeni bir Sultan (Ýzzüddin)<br />
tayin etmek istedi’.<br />
“Bunun üzerine Han, Ýzzüddin’in tahttan inmesini ve kendi yüzünü<br />
görmeye gelen Rüknüddin’in hüküm sürmesini, Bahaeddin Tarjan’ýn<br />
onun veziri olmasýný ve Þemseddin’in mevkiinden atýlmasýný emretti...<br />
Kýsa bir zaman sonra Bahaeddin 2000 Mogolla birlikte gelerek,<br />
Rükneddin’i Erzincan, Sivas (Sebasteia), Kayseri, Malatya, Zait<br />
kalesi ve Amid’de sultan ilan etti. Her yere vali ve hakimler tayin<br />
ediyor. Ýzzeddin’in memurlarýný azlediyordu...” (3)<br />
Ýmamý Alaaddin Muhammed III (1221-1256), Abbasi Halifesi al-<br />
Mutasým (1242-1258) diðer birçok Ýslam önderleri tarafýndan ortak<br />
anlaþmayla düzenlenen bir elçilik heyetinin baþýna, eski Kuhistan valisi<br />
ve baþ dai’lerden Þihabeddin ve Þemseddin Muhammed (Tebrizi) geçirilerek,<br />
Karakurum’daki Moðol baþkentine (Talikan) gönderdi. 24 Aðustos<br />
1246 tarihinde Moðol Ýmparatorluðu’nun baþýna geçen Güyük Han’ýn<br />
tahta oturma törenlerine katýlmýþtý bu heyet.<br />
Alamut önderi Ýmam Alaaddin Muhammed III, bu heyetle babasý<br />
Celaleddin Hasan ile Moðollar arasýnda yapýlan anlaþmayý ve 1228 yýlýnda<br />
Cengiz Han’a bir dostluk örneði olarak kendisinin gönderdiði elçilik<br />
heyetindeki yetmiþ tacirin Harezmþahlýlar tarafýndan öldürüldüðünü<br />
anýmsatan bir memorandum gönderdi Guyuk Han’a. Ancak, Alamut<br />
Nizari elçileri Han tarafýndan hakarete uðradý ve kovuldular.<br />
Memorandum’a da aðýr sözlerle karþýlýk verildi. Han’ýn bu aðýr sözleri ve<br />
hakaretlerine muhatap olan; ancak Kurultay geleneklerine aykýrý olduðu<br />
için öldürülmekten kurtulan bu elçilik heyetinin ikinci adamý Semsi<br />
Tebrizi’den baþkasý deðildi. Guyuk Han, Kurultay’ýn arkasýndan bu sözlerini<br />
uygulamaya koydu ve Elgidey’i (Elçigiday) Moðol ordularýnýn<br />
baþýna geçirerek Ýran’a gönderdi. Hedef, Ýsmaililerin ve Baðdad halifelerinin,<br />
idaresindeki topraklarýn zaptý idi. Guyuk’un Nizariler’e karþý<br />
düþmanca planlarý onun ölümünden (1248) sonra halefleri tarafýndan<br />
sürdürüldü. (4)<br />
Þemseddin Muhammed Tebrizi, Rum’da (Anadolu’da) davetçilik<br />
(Huccet ya da baþ Dai’lik) yaptýðý, Mevlana’ya bâtýniliði öðrettiði sýrada<br />
Alamut’a çaðrýlýp ona bu görev verilmiþtir. 20 yýl kadar önce<br />
Sistanlýlara karþý büyük bir savaþ vererek, yýllarca süren anlaþmazlýklarý<br />
sona erdirmiþ bulunan Þemseddin’in baþarýlý bir askeri kumandan oluþu<br />
ve diðer baþarýlarý onun bu diplomatik göreve seçilmesini saðlamýþtý.<br />
Ancak ne var ki, bu son yüklendiði siyasal ve diplomatik görevin<br />
içeriði, yeni Moðol Haný Guyuk (ö. Nisan 1248) tarafýndan düþmanca<br />
karþýlanmasý yüzünden, Þems’in kendi sonunu hazýrladý. Bir yýl dört ay<br />
sonra sonra Mevlana’nýn verdiði güvenceyle Konya’ya geri dönen<br />
Þemseddin Tebrizi, 1247 sonunda ya da 1248 yýlý baþlarýnda; kendilerine<br />
menþur (yarlýð) verip Rum’a Sultan olarak atamýþ olan Guyuk Han’a<br />
yaranmak için, Rukneddin Kýlýçarslan III’ün veziri Bahauddin tarafýndan<br />
katlettirilmiþ ve olay “faili meçhul bir cinayet” olarak tarihe geçmiþtir.<br />
“Hacý Bektaþ,<br />
bütün manasýyla bâtýni inanýþlarýn mürevvici<br />
bir bâtýni dai’siydi.<br />
Bunu ‘Makalat’ açýkça gösterdiði gibi<br />
en eski kaynaklarýn<br />
Bektaþilik hakkýnda verdikleri malumat da<br />
teyid eder.”<br />
Abdülbaki Gölpýnarlý<br />
Hacý Bektaþ Veli Yesevi Yolu Yolcusu Deðildir,<br />
O Bir Bâtýnidir<br />
Hacý Bektaþ Veli, Yesevi yolunun yolcusu deðildir, olamaz.<br />
Tarihsel olarak Niþabur’da geçen olaylar ve Horasan bölgesindeki<br />
Moðol saldýrýlarý göz önünde tutulacak olursa<br />
gerçeðin çok farklý olduðu görülecektir. Hacý Bektaþ<br />
1200’ün ilk on yýlý içinde doðmuþ olduðuna göre, Lokman<br />
Perende’den olsa olsa okuma yazma öðrenmiþ ve ilk dinsel bilgilerini<br />
almýþ olmalýdýr. Lokman Perende, Ahmet Yesevi’nin halifesi olmuþ olsa<br />
bile, ondan çocuk yaþlarda ders alan Hacý Bektaþ’ýn Yeseviliði öðrenip,<br />
ona baðlanmasý olasý görülmüyor.<br />
Abdülbaki Gölpýnarlý bu konuda, “hasýlý bizce,” diyor, “Ahmet-i Yesevi<br />
nasýl þöhreti yüzünden Bektaþi geleneðine sokulmuþsa, Lokman da<br />
bu geleneðe sokulmuþ ve bu zata Hacý Bektaþ’a hocalýk ettirilmiþtir”. (5)<br />
Elbette bu kiþiler sadece “þöhretleri” yüzünden deðil, Hacý Bektaþ’ýn<br />
“menkýbe”lerinin yazýya geçirildiði dönemin (1480’li yýllarýn sonlarýnda)<br />
Osmanlý siyasetinin gereði olarak Vilayetname’ye sokulmuþtur. Gölpýnarlý’nýn<br />
asýl Mevlana Celaleddin (6) adlý yapýtýnda, Hacý Bektaþ Veli<br />
hakkýndaki aþaðýdaki saptamasý çok yerindedir:<br />
“Hacý Bektaþ, bütün manasýyla bâtýni inanýþlarýn mürevvici (yürüten,<br />
propagandasýný yapan) bir bâtýni dai’siydi. Bunu ‘Makalat’ açýkça<br />
gösterdiði gibi en eski kaynaklarýn Bektaþilik hakkýnda verdikleri<br />
malumat da teyid eder.”<br />
Abdülbaki Gölpýnarlý’nýn Hacý Bektaþ’ý, salt Mevlana ile karþýlaþtýrýlacak<br />
düzeyde olmadýðýný göstermek ve onu küçük düþürmek için<br />
(sevilmeyen) bir tarihsel gerçeði ortaya atýp ardýnda durmamasýnýn,<br />
belirsiz býrakmasýnýn anlaþýlýr yaný olabilir mi? Bu saptamasýndan sonra<br />
Gölpýnarlý, Mevlana karþýsýnda Hacý Bektaþ’ý tanýmlarken, doðrularla<br />
yanlýþlarý bir arada kullanarak, kötüleme niyetini ortaya koyuyor:<br />
“Halbuki Horasani’lerden olmakla birlikte ne kadar bilgin olduðunu<br />
bilemediðimiz, ancak ‘Makalat’ýna ve gene elimizde bulunan bir<br />
‘Þathiyye’sine nazaran derin ve geniþ bir bilgiye sahip olmaktan<br />
ziyade münteþir (yaygýn, daðýnýk) terbiyeyle yetiþtiðini sandýðýmýz<br />
Hacý Bektaþ, bir halk isyanýnýn (Babai baþkaldýrýsý kastediliyor- Ý.K.)<br />
arda kalanlarý tarafýndan ulu tanýndý. Bilgisi, meþrep ve mezhebi<br />
bakýmýndan yalnýz medrese mensuplarý tarafýndan deðil, tarikatçýlar<br />
tarafýndan da kýnanan bu zümre, ilk zamanlardan itibaren gizlenmeye<br />
lüzum görmüþ ve tekkelerini, þehirleri bile dað baþlarýnda, ýssýz<br />
yerlerde kurmuþtur. Ortodoks Müslümanlýktan dýþarý gören saltanat<br />
ve medrese, bu zümreyi vakýftan da mahrum etmiþti.” (7)<br />
Abdülbaki Gölpýnarlý, Hacý Bektaþ’a bir bâtýni dai’si dediðine göre -<br />
ki bu en doðru saptamadýr- bunun arkasýnda durmalý ve açýklýða kavuþturmalýydý.<br />
Yani, onun bir bâtýni olarak yetiþmesinin tarihsel ve nesnel<br />
koþullarýný açýk açýk göstermeliydi. Nedense araþtýrmacýlar o dönemlerde<br />
bölgenin tarihsel koþullarýný inceleme gereði bile duymadan,<br />
Vilayetname’de anlatýlan olaylarýn hepsini doðru kabul etmiþlerdir.<br />
NOTLAR:<br />
(1) Tehran, 1963, p. 42.<br />
(2) Steven Runciman, A History of the Crusades, Vol.III, 5.Baský, London, 990,<br />
s.259-260; Jean Paul Roux, Orta Asya/Tarih ve Uygarlýk, Çev. L. Arslan,<br />
Kabal Yayýnlarý: Ýstanbul, 2001; Karþ. Gregory Abul Farac (Bar Hebraus),<br />
Abul Farac Tarihi II, Ýngilizce’den Çev. Ö. R. Doðrul, 2. Baský, Ankara,<br />
1987, s.546.<br />
(3) Gregory Abul Farac (Bar Hebraus), Abul Farac Tarihi II, Ýngilizce’den Çev.<br />
Ö. R.. Doðrul, 2. Baský, s. 548.<br />
(4) F.Daftary, The Ismailis, their history and doctrines,. s.409, 418; V.V.<br />
Barthold, Hz. Hakký Dursun Yýldýz, Mogol Ýstilasýna kadar Türkistan,<br />
Ankara,1990,s.511-513)<br />
(5) Vilayetname, s. 103.<br />
(6) Mevlana Celaleddin, s. 237.<br />
(7) Agy, s. 239-40.<br />
Ekim 2004<br />
7
Tasavvufun Kökenleri<br />
Ýsmail Özmen<br />
Ýslam âleminde tasavvuf, Ýslam’ýn güzel, duru, sevgi dolu temel<br />
inanç ve amaçlarýndan hýzla sapan, giderek acýmasýz, baskýcý,<br />
sömürücü, ilkel bir kavmiyet zihniyetinin dönülmez bataklýðýna<br />
gömülen, elleri kanlý, eðlenceye, keyfe ve maddi saltanata düþkün<br />
Emeviler ile Abbasiler’in ve onlara sýký sýkýya baðlý kimi ardýllarýnýn<br />
egemen olduklarý zaman sürecinde yapýlanýp biçimlendi. Ýslam<br />
dinine gerçekten ve yürekten inananlar arasýnda bir öncü grubun, yani<br />
Ýslam’ý gerçek mistik boyutlarý içinde görenlerin, düþünce ve duygu<br />
alanýnda gösteriþsiz, duru ve yalýn derinleþmeyi, özgünleþmeyi seçerek<br />
ürünler vermeye baþlayanlarýn yarattýðý bir yoldur.<br />
Hans Heinrich Schaeder’e göre tasavvuf, gerçek tevhid yoluyla kiþinin<br />
bireysel kurtuluþa ulaþma çabasýdýr. Aslýnda tasavvuf, aþýlmaz sanýlan<br />
þablonlarý, setleri þu ya da bu yollarla aþýp, açýktan ya da gizlice<br />
parçalamak suretiyle kaldýrýp Allah’a daha baþka yollarla da ulaþýlabileceðinin<br />
bilincine varmaktýr. Gerçekte tasavvuf tarihi, bireysel ya da<br />
kolektif biçimde, marifetle, aþkla, zühdle veya vecdle hedefe ulaþmayý<br />
sergileyen yollarýn özgün bir haritasýdýr; dahasý okuyanlar ve anlayanlar<br />
için o, içinde Seyyid Ali Sultan’larýn gezindiði bir Piri Reis atlasýdýr;<br />
daha deðiþik bir kelâmla, hiçbir sýnýr tanýmayan bir bölüm þablon kýrýcýlarýn<br />
farklý ve deðiþik tutumlarýnýn gizemli yansýsýdýr. Elbette, bu gerçek<br />
devrimcilerin içinde, dünyaya,Tanrý’nýn dýþýndaki her þeye sýrt çevirmiþ<br />
“zâhit” diyebileceðimiz soyutlanmýþ direniþçiler de bulunmaktadýr.<br />
Bunlar benim gözümde, gizemini kendi kuyusunda saklayan en büyük<br />
direniþçilerdir. Çünkü onlarýn direniþi, en kutsal, en karanlýk, en uzun<br />
yolda, en güçlü, en inat, en soluklu yolcunun yüklendiði bir direniþ çeþididir.<br />
Onu ancak yürüyenler bilir, çünkü onlar inançlarý uðruna her þeyi,<br />
ama her þeyi göze almýþ kahramanlardýr. Kahramanlýklarýný sessizce ve<br />
yalýn biçimde inançlarýnda ve düþüncelerinin yansýsý olan þiir ve sözlerinde<br />
sergilerler. Zaten tasavvuf tarihi bunun binlerce örneði ile doludur.<br />
Örneðin Hallac-ý Mansur, Seyyid Nesimi gibi...<br />
Henry Corbin’in saptadýðý bir gerçeði sizlere sunmak isterim: Ona<br />
göre, “Ýslam’da din bilinci, tarih-ötesi bir olguda odaklanmýþtýr. Bu olgu<br />
kaynaðýný Kuran’daki Araf Suresi’nin 172. ayetinden alýr. Þöyle ki, bu<br />
olgu tarih-üstü, ezeli misak olgusudur. Çünkü yaradýlýþ öncesinde Allah,<br />
henüz yaratýlmamýþ âdemoðullarýndan, onlarýn bellerindeki zürriyetlerini<br />
alýp hepsine birden sormuþtu: “Elestü bi-rabbiküm-Rabbiniz deðil<br />
miyim?”, diye. Bu soruyu o toplantýda bulunanlarýn hepsi tek aðýzdan<br />
þöyle yanýtlamýþlardý: “Balâ þâhidnâ-Rabbimizsin buna tanýklýk ederiz.”<br />
Ýþte bu ezeli misak düþüncesi, tasavvuf ehlinin gerçek din bilincini oluþturur.<br />
Çünkü onlara göre, bu olgu, geleceðin varlýklarýný yokluk uçurumundan<br />
kurtarýp “Rûz-ý Elest”in yaþantýsýna döndürmüþ, her türlü kayýt<br />
ve koþuldan sýyýrýp çýkararak sevgi denizinin derinliklerine fýrlatmýþtýr.<br />
Ayrýca, yine konuyla ilgili þu gerçeði de saptamakta yarar görüyorum:<br />
Kim ne derse desin, Ýslam’da tasavvufun baþlangýcý, Peygamber’e<br />
deðin uzanýr. Louis Massignon’un dediði gibi, bu konuda Kuran, “Tek<br />
baþvuru kaynaðý”, “ilimlerin temel kitabý”, “dünyanýn anahtarý”, “ tek<br />
bir ayetinden yedibin anlam çýkarýlan mucize” ve “yeniden diriliþ”tir.<br />
Hatta Kuran’da, “Allah’ýn insana þah damarýndan daha yakýn<br />
Fotoðraf: Katre Can<br />
olduðu”(sure 50/60); “Gözler O’nu fark edip kavrayamaz. O, gözleri<br />
görür” (Sure 6/103); “Nereye dönerseniz, orada Allah’ýn yüzü vardýr.”<br />
(sure 2/115); “Allah, doðaya ve insan ruhuna iþaretler yerleþtirmiþtir.”<br />
(sure 51/20-21) gibi tasavvufi konularý içeren iþaretler yer almaktadýr.<br />
Yine Kuran’da yer alan, içerik ve anlamlarý çeliþen birçok ad ve sýfat, Allah’ýn<br />
doksan dokuz esmâ-i hüsnâ’sýný oluþturur. Bu nitelemelerin tümünün<br />
insanda bulunan deðiþmez özellikler olduðu yadsýnamaz bir gerçektir.<br />
Tasavvufçular “gerçek direniþçilerdir”, derken amacýmýz, onlarýn<br />
çirkinliklere ve çürümüþlüðe karþý savaþ içinde olduklarýný anlatmaktýr.<br />
Böyle bir atmosferde durum deðerlendirmesi yaparken kavram ve konularý<br />
yeniden ele almakta fayda vardýr. Örneðin, deðiþik bir bakýþla,<br />
Kuran’ýn yorum yöntemlerini, zâhiri anlamlarýný yadsýmadan, kelimesi<br />
kelimesine basit yorumlardan simgesel anlamlarýna deðin uzanan bir yol<br />
olarak görmek olasýdýr. Gerçekten Kuran’a deðiþik açýlardan bakarak<br />
çeþitli yorumlar üretmek, hem Allah kavramýna daha uygun düþer, hem<br />
de Ýslam’a ve insanlýða daha zengin ve güzel birikimler getirilmiþ olur.<br />
“Tasavvufun baþlangýcý, Peygamber’in kendisine kadar uzanýr.<br />
Kur’an’da onun ümmî olduðu yani okuma yazma bilmediði söylenir(sure<br />
7-157-158). Gerçekte, Ýslam sofuluðunun anlamýnýn öz temeli bu olguda<br />
yatar. Allah’ýn kelâm olarak ete kemiðe bürünüp Ýsa aracýlýðý ile tecelli<br />
ettiði Hýristiyanlýkta, kelâma tertemiz bir kap oluþturmak için Meryem’in<br />
bakireliði nasýl gerekli idi ise; ayný þekilde, Allah’ýn Kuran’ýn kelâmý<br />
aracýlýðýyla tecelli ettiði Ýslam’da da emâneti saflýðý bozulmamýþ bir<br />
þekilde aktarabilmesi için Peygamber’in sözlü olsun yazýlý olsun aklî<br />
bilgi ile kirlenmemiþ bir kap olmasý gerekli idi”, diyen Annamarie<br />
Schimmel, “Ýslam’ýn Mistik Boyutlarý” adlý kitabýnda Hz. Muhammed’in<br />
“Tasavvufun manevi zincirinin ilk halkasý” olduðunu vurgularken onun<br />
“gayb-batýnî hikmetler ilmini” Hz. Ali’ye aktardýðýný dile getirmekten de<br />
geri durmaz. Elbette, tasavvufun zaman, coðrafya ve kültür atlaslarýnda<br />
uzayýp giden bir köken haritasý bulunduðu doðrudur, bu yadsýnamaz.<br />
Þimdilik biz bu atlasý bir yana býrakarak, bütün bu kökenlerin kuyusundaki<br />
özü teþkil eden “sevgi” kavramýný birkaç yönden ele alýp deðiþik<br />
figürlerini yansýtmaya çalýþalým:<br />
Aþk ve Sevgi<br />
Ýþte bunlardan biri olan ve tasavvufi þiir dilinde önemli bir yeri<br />
bulunan “ihsan” kavramý, “Rahman’ýn nefesi” olarak algýlanýr:<br />
Sabah yeli gibi insan yüreðinin büzülmüþ goncasýný açtýran kutsal<br />
kýlavuzluðun simgesi sayýlýr. Ýlk sûfilerin yazýlarýnda, bu konuda<br />
yalnýzca anlatým zenginliði deðil, ayný zamanda tasavvufi deneyimden<br />
süzülüp gelen düþünsel bir derinliðin olduðu da yadsýnamaz.<br />
Onlara göre “Nasýl bir tohum ancak toprakta hayat bulursa, hikmet tohumu<br />
da kalb-gönül topraðýnda yeþerir”; öyleyse, kutsal ruhun temiz kabý,<br />
dünyevi kaygýlarla acýlar içinde doðup oluþabilir. Bunun için, en yüce<br />
þerefe ulaþmak isteyen kiþi, þu yedi þeyi, diðer yedi þeye tercih etmelidir:<br />
“Fakirliði zenginliðe, açlýðý tokluða, aþaðýda olmayý yükseklerde<br />
olmaya, zilleti izzete, tevazuu kibre, hüznü neþeye, ölümü hayata”. Yol<br />
budur, bu yola girip yürümek ise sana, yani insana býrakýlmýþtýr, ister gel,<br />
ister gelme, ister yürü, ister otur, özündeki insan ne diyorsa onu yap.<br />
Ünlü sûfilerden Rabia, Basra sokaklarýnda mecnun mecnun yürürken,<br />
“Cennet’i ateþe vermek, Cehennem’i de söndürmek istiyorum, çünkü<br />
böylece iki engel ortadan kalkmýþ olacak; o zaman ne cennet umudu,<br />
ne de cehennem korkusuyla deðil, Allah sevgisiyle ibadet edenler ortaya<br />
çýkacaktýr”, derken, Cennet’te sofulara vadedilen “bir ev ile birkaç huri”<br />
olgusundan, dindeki ezeli güzelliði gizleyen bu tür ve benzer örtülerden,<br />
yani çamurdan kiþinin ruhunu alýp çýkararak kurtarmak ister.<br />
Tasavvufçulara göre, Allah Cennet’i kaldýrsa ya da Cehennem ateþinden<br />
korkan zâhidi ateþe atýverse, muhakkak daha iyi olurdu. Çünkü hem<br />
Cennet, hem de Cehennem, yaratýlmýþ þeylerdir; bunlar Allah’tan<br />
gayri’dirler. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin yorumuyla, her gerçek<br />
mutasavvýf bilmelidir ki, “Baðlar, bahçeler, yeþillikler canýn içindedir.<br />
Evrende ne varsa oradadýr. Öyleyse muhabbet (aþk, sevgi) ezelden gelip<br />
ebede gitmiþtir, on sekiz bin âlem içinde aþk þerbetini, aþk þarabýný içip<br />
de en sonunda Hakk’a ermemiþ kimse yoktur, zaten olamaz da”.<br />
8 Sayý 3
Kuran’da açýkça belirtildiði gibi “O onlarý sever, onlar da O’nu”, ibaresi<br />
gelecek kuþaklara aþk kuramlarýnýn gizemli kanýtý olmuþtur.<br />
Ârifler hakkýndaki bir baþka kutsal hadise göre, “Ârifler ilimsiz,<br />
gözsüz, habersiz, müþahedesiz, sýfatsýz ve perdesiz görürler; onlar kendilerinde<br />
deðil, hiç olmadýklarý kadar Allah’tadýrlar. Davranýþlarýnýn faili<br />
bizzat Allah’týr, sözleri onlarýn diliyle konuþan Allah’ýn sözleridir. Ve<br />
bakýþlarý onlarýn gözüyle bakan Allah’ýn bakýþlarýdýr.”<br />
Cenâb-ý Hak, ayni konuya daha geniþ açýdan bakarak þöyle buyurmuþtur:<br />
“Bir kulumu sevince onun iþiten kulaðý, gören gözü, konuþan dili<br />
ve tutan eli olurum.” Ýþte bu kutsal hadis tasavvuftaki bâtýni öðretinin<br />
temel taþlarýndan birini oluþturur. Böylece, insan kendi özü, temel nitelikleri<br />
üzerinde aðýr aðýr yükselir. Onu yükselten aþktýr. Mýsýrlý Zünnûn,<br />
“Allah’ý Allah sayesinde tanýdým, yani marifet-i ilâhiye bana Allah’ýn<br />
ihsanýdýr. Masivayý Allah Resûlü sayesinde öðrendim”, derken bu<br />
gerçeði dile getirir. Aþk en büyük ihsandýr, aþksýz adým atýlamaz, soluk<br />
alýnamaz, o düþünmenin dinamosudur.<br />
“Allah’ý görüp yaþayan olmadýðý gibi, onu görüp ölen de yoktur.<br />
Çünkü Allah’ýn hayatý sonsuzdur. Kim O’nu görürse O’nda kalýr ve sonsuzlaþýr.”<br />
derken Zünnûn bu sözüyle, Allah’ýn akýl almaz haþmetini ve<br />
kudretini dile getirir. Tasavvufun temel konularý olan fenâ yani “Hakk’ýn<br />
varlýðýnda yokolma” ve bekâ yani “Hak ile baki olma” kavramlarý,<br />
Kuran baðlamýnda oluþturulmuþ, yaratýlan hiçbir varlýðýn eriþemeyeceði<br />
ebedi ve ezeli olgunluk sayýlan Allah olgusu; yani sonsuza kadar kendi<br />
olan büyük gizem (mysterium tremendum) ile büyüleyici gizem (mysterium<br />
fascinans) arasýndaki karþýtlýk üzerine kurulmuþ bir dinsel sistem<br />
oluþturur. Bunun için sevgi þarttýr, insanýn acý çekmesi kaçýnýlmazdýr.<br />
Öyle ki, “Acý müminin tuzudur. Tuz olmadan mümin çürür gider” diyen<br />
Zünnûn, etik bir gerçeði dile getirmektedir. Yalnýz þunu da hiç unutmayalým:<br />
“Allah aþký ile öðünen Allah’ý sevmiyor” demektir. Zünnûn Nil’de<br />
seyahat ederken bir kadýna “Muhabbetin son derecesi nedir?”, diye<br />
sorar. Kadýn ona “Saçmalama sersem muhabbetin sonu olmaz”, der.<br />
Zünnûn “Niye?”, diye yineler. Kadýn “Sevgili sonsuz da ondan”, derken<br />
aþkýn insandaki kutsalýn özü olduðunu, yani Allah’ýn zâtý gibi sevginin<br />
de ezeli ve ebedi olduðunu vurgular. Zaten Kuran’dan, yaratýlmýþ her<br />
þeyin Allah’a ibadet ettiðini, her þeyin kendi diliyle yaradanýna hamdü<br />
sena ettiklerini, þiir ve sanat dünyasýnda ise Yunus Emre ve benzerlerinin<br />
Mevlâ’sýný daðlarla, taþlarla, ceylanlarla, nebilerle çaðýrdýklarýný<br />
öðreniyoruz.<br />
“Ýnsan Allah’a ne zaman kavuþur”, diye soran birisine “Vah zavallý<br />
O’na kavuþulur mu hiç?” diyerek yanýtlayan Bâyezýd-i Bistami’ye erenlerden<br />
biri bir seccade gönderir. O’nun yanýtý þöyle olur: “Ben yer ve gök<br />
ehlinin ibadetlerini toplayýp bir yastýðýn içine, onu da baþýmýn altýna<br />
koydum”. Kimi kez biri O’nu görmeye geldiðinde, “Ben de Bâyezid’i<br />
arýyorum” yanýtýný alýr. Bunlarla bir yandan betimlemeleri içeren paradoksal<br />
bir âlemi çizerken öte yandan, “ Kendinden bir ayna yapana<br />
kadar nefsini oniki yýl örste dövdüðünü, þevki bir saray olarak gördüðünü,<br />
bu sarayda, ayrýlýk korkusundan bir kýlýç çekilmiþ olduðunu ve umudun<br />
eline de vuslat-birleþme nergisi verildiðini, ancak, yedi bin yýl sonra<br />
bile, bu nergisin hâlâ terü taze kaldýðýný, ona hiçbir emel elinin ulaþamadýðýný”,<br />
vurgular. Tanrý ile aralarýnda þöyle bir söyleþinin de geçtiðini<br />
anlatýr Bâyezid-i Bistami: “Allah beni bir gün huzuruna yükseltip buyurdu<br />
ki: ‘Ya Bâyezid, yarattýklarým seni görmek istiyorlar”. Ben de dedim<br />
ki: “Beni vahdaniyetinle beze, bana enâniyetini giydir, ahâdiyetine yükselt,<br />
yarattýklarýn beni görünce seni gördük desinler, sen o olasýn ki ben<br />
orada bulunmayayým’”. Böylece Bâyezid-i Bistami, kendini kendinden<br />
temizlemesini bilmiþ; âþýðýn., maþukun ve aþkýn bir olduðunu, ilâhi aþkýn<br />
arýtýcý ve dönüþtürücü gücünü sergilemiþtir. Buna karþýlýk Mevlânâ<br />
Celâleddin-i Rûmi ünlü Mesnevi’sinde “Cübbemin içinde Allah’tan<br />
gayrisi yoktur”, diye baðýran Bâyezid’e müritlerinin nasýl baþkaldýrdýklarýný<br />
anlatýrken, “Ancak her kim ona býçak saplarsa, býçak döner kendisine<br />
saplanýr, çünkü kâmil veli baþkalarýnýn niteliklerini yine kendilerine<br />
yansýtan lekesiz bir aynadan ibarettir”, der.<br />
Hepimiz, tüm çabalarýmýzla, sevgi ve dostluklarýmýzla, ürettiklerimizle<br />
yaþadýðýmýz dünyayý azami ölçüler içinde barýþ, kardeþlik, eþitlik<br />
ve adalet ilkeleri doðrultusunda, oluþturacaðýmýz bütünsel bir ahlâk<br />
çerçevesinde süslemeye, donatmaya, yaþanýlýr kýlmaya çalýþalým.<br />
Allah’ýn ve bütün insanlýðýn, gözyaþlarýna batýrýlmýþ dileði de bu<br />
deðil mi?<br />
Fotoðraf: Katre Can<br />
Ekim 2004 9<br />
Adý<br />
Soyadý<br />
Kuruluþ<br />
Telefon - Ýþ<br />
Telefon - Ev<br />
Telefon - Cep<br />
Faks<br />
E-posta<br />
Posta Adresi<br />
Sokak No<br />
Semt - Ýlçe<br />
Posta Kodu<br />
Þehir - Ýl/Eyalet<br />
Ülke<br />
Serçeþme’nin Yýllýk Abone Bedeli<br />
Türkiye 40 M TL - Avrupa Birliði 50 Euro - Ýngiltere 40 Sterlin<br />
Abone bedelini Genel Ajans Basým Daðýtým Organizasyon Ltd Þti<br />
adýna Posta Çeki Hesabýna (No 1629127) yollayýn. Lütfen yukarýdaki<br />
formu okunaklý doldurun ve dekont ile birlikte bize faks ile iletin:<br />
+90.(0)212.519 5635
Petrol-Dolar-Borç Tuzaðý ve Silahlanma Kýskacý<br />
Suat Parlar<br />
1973<br />
sonrasý, dünya petrol fiyatlarýnýn artýþý ile birlikte muazzam<br />
bir borçlanma olgusu ortaya çýktý. Petrol fiyatlarýnýn yükselmesi,<br />
buna baðlý olan ve olmayan genel dünya fiyatlarýnýn, özellikle<br />
mamul mal fiyatlarýnýn artmasýný ve yoksul ülkelerin ödemeler dengesinin<br />
temelden sarsýlmasýný getirdi. Büyük bir borçlanma süreci baþladý.<br />
“Her ülke görülmemiþ biçimde döviz ve kredi aramaya baþladý. Özellikle<br />
petrol faturalarý için dolar aranýyordu. 1973’ten 1979’a kadar<br />
altý yýl içinde azgeliþmiþlerin borçlan üç kat, on yýl içinde beþ kat artmýþtýr.<br />
Bu dolar arayýþý, petrol krizinden önce yaratýlmýþ bulunan<br />
euro-dolar piyasalarýný harekete getirdiði gibi, resmî kuruluþlarýn ve<br />
klasik finans merkezlerinin de bu alana girmelerine yol açtý. Uluslararasý<br />
banka kredileri ve bono ihracý, 1975’ten 1982’ye yýlda yüzde 23<br />
oranýnda artmýþtýr. Herkes dolar arýyordu. Bu dolarlar Suûdîlere,<br />
Ýran’a ve diðerlerine ödeniyor ve bunlar da dolarlarýný tekrar uluslararasý<br />
para merkezlerine sevk ediyorlardý.”<br />
International Currency Rewiew (ICR) dergisinin Suudî Arabistan ile<br />
ilgili verileri tabloyu tamamlýyor. Bu ülkenin 1975 yýlý petrol ihracat geliri<br />
27,1 milyar dolardan, 1981’de 110,5 milyar dolara yükseldi. Ayný yýllara<br />
ait ithalat deðerleri düþürüldükten sonra Suudî Arabistan’ýn elinde,<br />
1975 yýlý için 17,4 milyar dolar, 1981’de ise 52,1 milyar dolar fazlalýk<br />
kalýyordu. Bu fazlalýklar, baþta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin<br />
finans merkezlerine akýyordu. Böylece ortaya çýkan “dönüþüm” tablosunda<br />
ABD hazine bonolarý, devlet tahvilleri, banka mevduatlarý ve silah<br />
tekellerine aktarýlan fonlardan kalanlar da borç olarak “azgeliþmiþ”<br />
ülkelere aktarýlýyor, daha sonra faizi ile birlikte tahsil ediliyordu. “Geliþmekte<br />
olan ülkelerin 1973-1982 yýllarý arasýndaki dýþ borçlarý” ise<br />
vahim boyutlara ulaþýyordu: 1973’te 130,1 milyar dolar, 1975’te 190,8<br />
milyar dolar, 1977’de 278,5 milyar dolar, 1979’da 396,9 milyar dolar,<br />
1980’de 474,0 milyar dolar, 1981’de 555,0 milyar dolar, 1982’de 612,4<br />
milyar dolar.<br />
OPEC üyesi ülkeler, fiyatlarýný dolar üzerinden belirliyor, baþka<br />
paralarý kabul etmiyordu. Dolarla ödeme bir “zorunluluktu.” Tüm ülkeler<br />
yoðun bir dolar arayýþý içindeydi. ABD stratejisinin en önemli bileþeni<br />
“dolarda kýtlýk havasý yaratýlmasý”, ülkelerin finansman peþinde<br />
koþmalarý ve rezerv biriktirme ihtiyaçlarýný körükledi. Euro-döviz ve<br />
euro-dolar miktarýndaki aþýrý artýþa raðmen dolar “aranan para” durumundaydý.<br />
1974-1978 döneminde yüz dört “geliþmekte olan” ülkenin<br />
uzun vadeli kamu borçlarýnýn yüzde 65-70’i dolar aðýrlýklýydý.<br />
Petrol fiyatý artýþlarý nedeniyle, petrolsüz azgeliþmiþ ülkelerin, petrol<br />
için yaptýklarý harcamalarýn toplam harcamalarýna oraný, 1973’te yüzde<br />
6’dan 1981’de yüzde 21’e yükseldi. Bu ülkelerin petrol ithalatý için ayýrdýklarý<br />
meblað, 1973’te dýþ ticaret açýklarýnýn yüzde 36,8’i iken, 1977’de<br />
yüzde 72,7’si oluyordu. Petrolsüz azgeliþmiþ ülkeler, 1974-1982 döneminde,<br />
345 milyar dolar tutarýnda petrol ithal ettiler. Petrolün fiyatý,<br />
diðer mallarla ayný hýzda artmýþ olsaydý, söz konusu ülkelerin harcamalarý<br />
sadece 85 milyar dolar olacaktý. Baþka bir deyiþle, bu ülkeler, fiyat<br />
artýþýndan dolayý 260 milyar dolar daha fazla ödemek zorunda kaldýlar.<br />
Petrol satýn alabilmek için alýnan kredilerin faizleri de eklendiðinde, bu<br />
meblað daha da büyüdü. Geliþmiþ kapitalist ülkelerin carî iþlemler<br />
bilançosunda petrol fiyatý artýþlarý nedeniyle meydana gelen açýklar kýsa<br />
bir süre sonra ortadan kalkarken, petrolsüz azgeliþmiþ ülkeler (örneðin;<br />
Brezilya, Güney Kore) giderek daha büyük açýklarla karþý karþýya kaldýlar.<br />
Oysa, 1970’lerde, geliþmiþ ülkeler ve azgeliþmiþler carî iþlemler açýðý<br />
verdikten kýsa bir süre sonra, OPEC devletleri ellerinde biriken petrodolarlarý<br />
emperyalist merkez ülkelerin bankalarýna aktardýklarý için, bu<br />
ülkelerin ödemeler bilançosu açýklarý hýzla ortadan kalktý. Batýlý emperyalist<br />
devletler, carî iþlemler açýklarýný kapamak için borçlanmak zorunda<br />
kalmak bir yana, finans sistemlerinin, kredi daðýtmaya baþladýðýna<br />
tanýk oldular.<br />
Kapitalist sistemin iþleyiþi gereði, petrol fiyatý artýþlarýndan petrolsüz<br />
azgeliþmiþler en büyük zararý gördüler. Bu zararýn önemli bir boyutunu<br />
da 70’lerdeki yoðun borçlanma oluþturdu. 70’lerde, IMF ve Dünya Bankasý’nýn<br />
da teþvikleri sonucu, büyük bir kredi furyasý gündeme geldi. Bu<br />
dönemde geliþmiþ kapitalist ülkeler, bunalýmý aþmak ve petrol fiyatlarýndaki<br />
yükseliþin etkilerini hafifletmek için geniþletici politikalar izlediler.<br />
Bunalým koþullarýnda para arzý artýrýldý ve faiz oranlarý düþürüldü. Parasý<br />
uluslararasý para olma özelliðini taþýyan ABD ise Bretton Woods<br />
Anlaþmasý’nýn getirdiði yükümlülüklerden arýndýktan sonra, geniþletici<br />
para politikalarýný en rahat uygulayan ülke oldu. Bu dönemde yönetimde<br />
olan Carter Hükümeti’nin tutumunun gerisinde, dolarýn deðerini düþürerek,<br />
rekabet gücü zayýflayan ABD’nin, ihracat olanaklarýný artýrma<br />
çabasý vardý. Ýthalat, dolarýn deðeri düþtüðü için pahalý hale gelince,<br />
ABD sanayicileri ülke içindeki fiyatlarý yükseltme olanaðýný kazandýlar.<br />
Ortaya çýkan enflasyon, reel faiz hadlerinin düþmesini hatta negatif<br />
olmasýný saðladý. Ayrýca, uluslararasý finans piyasasýnda biriken petrodolar<br />
fonlarý müthiþ bir kredi bolluðu yarattý. Bankalar arasý rekabet,<br />
kredi faizlerini ucuzlattý.<br />
Ancak, 1975 yýlýnda gerek petrol ihracatçýsý, gerekse petrolsüz azgeliþmiþ<br />
ülkelerin ihracatý oldukça düþtü. Bu tabloda, ihracatý sürekli azalan<br />
azgeliþmiþlerin kayýplarý büyüdü ve 1982’de büyük bir borç krizi yaþandý.<br />
1975 yýlýnda aðýr bir borç servisi yükü ile karþý karþýya kalan bu<br />
ülkeler, önceden aldýklarý kredileri ödemek için borç arar hale geldiler.<br />
80’li yýllarda ise artýk borç yükü baþ edilemez boyutlardaydý:<br />
“1970’li yýllarda hýzla artan azgeliþmiþ ülke borçlarý, 1982’de ticarî<br />
bankalarýn yeni kredileri azaltmalarý sonucu, etkisi uluslararasý boyutlara<br />
varan bir borç krizine neden olmuþtur. Uluslararasý finans piyasasý<br />
açýsýndan bir panik yýlý olan 1982’de, baþta Meksika olmak üzere otuz<br />
üç ülke borç ertelemesi için baþvurmuþlardýr. Ertelenen borç miktarý<br />
1981’de 26 milyar dolar iken, 1982’de 55 milyar dolara, 1983’te ise<br />
90 milyar dolara yükselmiþtir. Azgeliþmiþ ülke borçlarýna... daha<br />
yakýndan bakýldýðýnda, toplam borçlarýn 1970 ile krizin patlak verdiði<br />
1982 yýlý arasýnda yaklaþýk on iki kat arttýðý, 1990 yýlýna varýldýðýnda<br />
ise, borç miktarýnýn 1970 yýlýndaki 62,5 milyar dolardan 1,2 trilyon<br />
dolara yükselerek yirmi kez katlandýðý görülmektedir.”<br />
Aslýnda borç sorunu “petrol þoku” ile baþlamamýþtýr ama tetikleyici<br />
unsur bu olmuþtur. Geliþmekte olan ülkelerin, 1967-1972 yýllarý arasýnda<br />
dýþ borçlarý yýlda ortalama olarak yüzde 12,6’lýk bir artýþ kaydederken,<br />
1973-1978 döneminde bu rakam yüzde 25,3 oranýnda büyüyordu.<br />
Bu arada petrolü olmayan azgeliþmiþ ülkeler, büyümelerini<br />
sürdürmek için, geliþmiþ kapitalist ülkelere göre daha fazla ticarî enerji<br />
kullanmak zorundaydýlar. Ekonomik büyüme ile enerji iliþkisi temelinde<br />
tasarruf uygulamalarý sýnýrlý bir düzeyde kaldý. Ancak emperyalist ülkeler,<br />
enerji tüketimi artýþ hýzýný kontrol ettiler. ABD’de 1970-1973 döneminde<br />
enerji tüketimi yýllýk artýþ hýzý yüzde 3,2’den 1973-1978 döneminde<br />
yüzde 0,8’e düþürüldü. Ayný dönemler itibariyle, enerji tüketimi<br />
yýllýk artýþ hýzý Batý Avrupa’da yüzde 4,4’ten yüzde 0,6’ya, Japonya’da<br />
ise yüzde 6,8’den yüzde 0,4’e çekildi.<br />
Ayný dönemlerde petrol tüketimi yýllýk artýþ hýzý ABD’de yüzde<br />
5,6’dan yüzde 1,7’ye, Batý Avrupa’da yüzde 6,1’den yüzde 0,9’a ve<br />
Japonya’da yüzde 10,6’dan yüzde 0,5’e indirildi.<br />
Emperyalist merkezler, esnek ekonomik yapýlarý, plânlama kapasiteleri,<br />
teknolojik birikimleri ile “þok”tan sýyrýlýrken; azgeliþmiþler bu<br />
imkânlarýn yokluðu ve sistemin hiyerarþik düzeni ile eziliyorlardý.<br />
Öte yandan Kuveyt, Libya, Katar, Irak, Suudî Arabistan’ýn önce katýlým<br />
paylarýný artýrýp, daha sonra topraklarýnda bulunan petrol þirketlerini<br />
ulusallaþtýrmalarý, denetimi ele geçirdikleri anlamýna gelmiyordu. Hiçbir<br />
üretici ülke, bu þirketlerin teknolojik ve teknik bilgisini, pazarlama ve<br />
organizasyon imkânlarýný reddedecek durumda deðildi.<br />
Dolayýsýyla, çok uzun vadeli sözleþmelerle petrollerinin iþletme haklarýný,<br />
genellikle ABD kökenli petrol tekellerine verdiler. Boru hatlarý,<br />
tankerler, rafineriler, petro-kimya tesisleri, pazarlama, daðýtým<br />
þebekelerinde oluþan endüstri varlýklarýnýn en önemli bölümü, ihracatçý<br />
ülkelerin dýþýndaydý. Bu varlýklar, ulusallaþtýrma menzilinin de dýþýnda<br />
kalýyordu.<br />
10 Sayý 3
NOKSANÝ<br />
Finans-kapital aðlarý da emperyalist merkezlerde<br />
kurumlaþmýþtý. 1970-1978 döneminde<br />
yeni sömürgeciliðin hiyerarþisi ile zincirlenen<br />
azgeliþmiþlerin dýþ borç kaynaklan arasýnda<br />
ticarî bankalarýn payý hýzla artýyordu. 1970<br />
yýlýnda söz konusu ülkelerin toplam dýþ borcunun<br />
sadece yüzde 16’sý ticarî bankalarca karþýlanmýþtý.<br />
Oysa, 1978’de ticarî bankalardan alýnan<br />
borçlarýn azgeliþmiþlerin toplam borcuna<br />
oraný yüzde 39’du. Bu konuda muazzam bir<br />
tekel ortaya çýkýyordu. Zira, toplam ticarî<br />
banka kredilerinin 1/2’sinden fazlasýný otuz<br />
banka karþýlýyordu. Bu bankalarýn açtýðý kredilerin<br />
en büyük bölümünü ise Amerikan<br />
bankalarý saðlýyordu. En önemlisi, bu ABD<br />
bankalarýnýn on tanesi Amerika’ya ait toplam<br />
banka kredilerinin 3/4’ünü verdi. ABD’nin on<br />
büyük bankasýnýn dýþ iþlemlerden(aðýrlýklý<br />
olarak üçüncü dünya ülkelerine verdikleri<br />
kredilerden) elde ettikleri kârýn, genel kâr paylarý<br />
içindeki yeri, 1970’lerin baþýnda ortalama<br />
yüzde 20 düzeyinde iken, bu oran 1975-1980<br />
döneminde yüzde 60-70’e ulaþtý. Bu arada,<br />
emperyalist merkez ülkeler, petrol fiyatlarýnýn<br />
artýþý sayesinde maliyeti yüksek kaynaklarý da<br />
harekete geçirme imkânýný buldular. 1975<br />
yýlýnda. Kuzey Denizi’nde varil baþýna üretim<br />
maliyeti, 2 ilâ 6 dolar, Norveç’in Statfjorda’da<br />
1,8 milyar rezerv-3,44 dolar maliyet, Ekofisk’de<br />
2,8 milyar varil rezerv-3,67 dolar maliyet,<br />
Ýngiltere’ye ait Brent yataklarýnda 2 milyar<br />
varil rezerv-4,37 dolar maliyet biçiminde sýralanýyordu.<br />
Suudî Arabistan petrolünün 0,10-0,25 dolar<br />
olan reel maliyeti ile OPEC’in 0,50-1 dolarlýk<br />
ortalama maliyeti düþünüldüðünde, yukarýda<br />
belirtilen “Batý” petrolünün durumu anlaþýlýr.<br />
Ancak, artýk bu petrol fiyatlarýyla Kuzey Denizi<br />
üretim sahalarý iþletmeye açýlacak düzeye<br />
geliyordu. 1978’de Kuzey Denizi’nde, on altý<br />
üretim sahasýnda elli milyar varillik bir rezerv<br />
bulunduðu tahmin ediliyordu. Bu arada tüm<br />
itirazlara raðmen Alaska petrol boru hattý da<br />
tamamlanýyor ve 80’lerde ABD toplam ham<br />
petrol üretiminin 1/3’ünü oluþturacaðý hesaplanýyordu.<br />
(Günümüzde de Hazar petrollerinin<br />
maliyetinin dünya petrol fiyatlarý açýsýndan<br />
uygun seviyeye gelmesi bekleniyor.)<br />
Bu olgularýn ortaya koyduðu tablo, þu satýrlarla<br />
tamamlanýyor:<br />
“Neredeyse, petrol ihraç eden ülkelerin<br />
fazlalarý, petrol ithal eden ülkelerin açýklarýyla<br />
eþitlenmiþti. Ýþte bu koþullarda çok<br />
uluslu bankalar devreye girdiler; petrol<br />
fazlasý fonlarý petrol ithal eden azgeliþmiþ<br />
ülkelere kredi olarak vermeye baþladýlar.<br />
Büyük kaynak açýðý olan ülkeler böylece<br />
finansman ihtiyaçlarýný karþýlamanýn yolunu<br />
bulurlarken, sanayileþmiþ ülkeler de<br />
azgeliþmiþ ülkelere yönelik ihracatlarýný<br />
sürdürmeyi baþardýlar. 1980’de azgeliþmiþ<br />
ülkeler, sanayileþmiþ ülkelerin sanayi ürünlerinin<br />
yüzde 40’ýný ithal eder duruma<br />
geldiler. 1970’li yýllarýn sonlarýnda Ýngiltere’nin<br />
inþaat malzemelerinin yüzde 42’si,<br />
yeni uçaklarýn yüzde 33’ü ve tekstil makinelerinin<br />
yüzde 32’si azgeliþmiþ ülkelere<br />
yönelmiþti. Azgeliþmiþ ülkelerin içine itildikleri<br />
olumsuzluðun bir nedeni de alýnan<br />
kredilerin verimsiz kullanýlmasý, çoðunlukla<br />
saðlanan kaynaðýn silah alýmlarýnda<br />
kullanýlmasýdýr. Üçüncü dünyaya 1982-<br />
1986 döneminde 224,4 milyar dolarlýk silah<br />
satýldý.”<br />
Petrol-dolar-borç tuzaðý, silahlanma kýskacý,<br />
emperyalist sistemin birikim süreci, para<br />
krizi, aþýrý üretim bunalýmý ile boyutlanan iç<br />
çeliþkileri ve ABD’nin güç kaybýný telafiye<br />
yöneldiði yeni hegemonya araçlarýnýn þifre<br />
anahtarlarýdýr. Temelde ise, kapitalizmin deðer<br />
üretimi süreci vardýr. Kapitalist deðer üretimi<br />
kýrýlmadan çokuluslu petrol þirketlerinin ulusallaþtýrýlmasý<br />
anlam taþýmaz. Kapitalist deðer<br />
üretimi yerinde býrakýlacaksa, çokuluslu büyük<br />
þirketlerin devletleþtirilmesi hatta bütün<br />
dünyanýn tek bir topluma, bütün devletlerin de<br />
tek bir devlete dönüþmesi bile hiçbir þeyi<br />
temelde deðiþtirmez. Ortada, ABD’de kurumlaþmýþ<br />
askerî-endüstriyel kompleks, silah tekelleri,<br />
çokuluslu petrol þirketleri, dev bankalar,<br />
kapitalist devletler, petrol üreticisi ülkeler<br />
temelinde geliþen elde edilmiþ artýk kârýn<br />
bölüþümü süreci vardýr. Bu sürecin dinamikleri,<br />
dünya finans ve petrolünü denetleyen<br />
“uluslararasý Araplýk = terör” propagandasý<br />
ile örtülüyor. Oysa sistemin kurum, araç, örgüt<br />
ve organizasyonlarý emperyalist merkezlerde<br />
birikmiþtir.<br />
Bu baðlamda söz konusu merkezlerin politikasý,<br />
dünya ham petrol yataklarýný, daha çok<br />
azgeliþmiþ bölgelerde bulunduklarýna göre, bu<br />
iþte elde edilen artýk kârýn herhangi bir parçasýný<br />
ne biçimde olursa olsun cebe indirebildikleri<br />
sürece tüketinceye kadar kullanmaktan<br />
ibarettir. Yaðmacý, yani açýkça emperyalist<br />
enerji politikasý resmî enerji plâncýlarýnýn<br />
öngörülerinden de anlaþýlýyor.<br />
Gel Beri<br />
Hakikat haline yeteyim dersen,<br />
Günahlarýn ele al da gel beri.<br />
Bir kâmil etkin tutayým dersen,<br />
Hýrsý, nefsi, tamah sal da gel beri.<br />
Varýp bir kâmilde ara nefsini,<br />
Nefsini bildinse bildin rabbini,<br />
Varýndan geçip de yoket kendini,<br />
Þeriat edelim bil de gel beri.<br />
Tarikat kapusu bir ince yoldur,<br />
Girmek dilersen nefsini öldür,<br />
Zikri tesbih eyle kalbini doldur,<br />
Aþký ilahiden al da gel beri.<br />
Marifete girmek arzu etse canýn,<br />
Mansur meydanýdýr al ele urganýn,<br />
Suret uðrusundan sakla imaným,<br />
Herkesin dilinden bil de gel beri.<br />
Hakikat ummandýr dalabilirsin,<br />
Bir ulu þehirde ehlin bulursun,<br />
Ýbtida bir sadýka yoldaþ olursun,<br />
Ara musahibin bul da gel beri.<br />
Salih musahip bul sýrrýný söyle,<br />
Kendine yar edip birlikte böyle,<br />
Bir mürebbi bulup hem vekil eyle,<br />
Sadýk pirden ikrar al da gel beri,<br />
Mürþid-i kâmile özünü yetür,<br />
Dört kapý kýrk makamý yerine getür,<br />
Dört caný bir edip birlikte otur<br />
Bahir ol ummana dal da gel beri.<br />
Bahri ummandýr, âþýka gülþen,<br />
Muhabbetten kaçan olur periþan,<br />
Dergâh-ý Ali’den isterler niþan,<br />
Yükün lal mercan kýl da gel beri.<br />
Yükünü Mýsýr’dan Baðdat’a ilet,<br />
Yemen ülkesinde müþteri gözet,<br />
Mülkün sahibinden hesabýný düzet,<br />
Mührü þahtan damga çal da gel beri.<br />
Bir oda yap duvarýný bol et,<br />
Rüzgâr girmesin mamur abad et,<br />
Kapusun nur, kilidin sýr benyad et,<br />
Beklemeðe bevvap bul da gel beri.<br />
Metaýn açuben müþteri gözle,<br />
Saf sadýkalarýn izini izle,<br />
Uðru haramidir varýný gizle,<br />
Cevahir sarrafý bul da gel beri.<br />
Ol mal kýymetlidir herkes alamaz,<br />
Can paha vermeyen malik olamaz,<br />
Kâmile yetmeyen kemal bulamaz,<br />
Bir gerçekten himmet al da gel beri.<br />
Noksani’yim intizarým bu raha,<br />
Bir gerçek yüzünden yettik dergâha,<br />
Niyazýmýz budur gül yüzlü Þah’a,<br />
Lütfünü ihsaný bil de gel beri.<br />
Ekim 2004 11
ILKÇAÐ’DA, APOLLON TAPINAÐI’NIN GÝRÝÞ KAPISI ÜSTÜNDE ÞU ÖZDEYÝÞ YER ALIYORDU: “KENDÝNÝ BÝL”<br />
Kendini Bilmek - Özünü BulmakAmaçlý<br />
Ýkrar ile Baþlayan Yol<br />
Serçeþme’nin Bir Abdalý<br />
Mehmet Turan<br />
Alevi-Bektaþi süreðinde cem, yolaðýn sürdürücüleri<br />
ve canlarýn bir arada ve bir<br />
amaca yönelik olarak gerçekleþtirdikleri en<br />
tatlý muhabbet ve en kutlu ibadettir.<br />
“Hizmetli cemler” ve “hizmet görülmeyen<br />
cemler” olmak üzere iki baþlýk altýnda toplayabiliriz<br />
cemlerimizi. Görgü cemleri; ikrar, yol<br />
ve dâr hizmetlerinin görüldüðü hizmetli cemlerdir.<br />
Kutlama adýna, kutsama adýna, anma<br />
adýna, yanma adýna yapýlan, içinde hizmetin<br />
yer almadýðý eðitim, bilgilendirme amaçlý<br />
Nevruz cemi, Hýzýr cemi, Aþure cemi, Abdal<br />
Musa cemi, Koldan Kopan cemi, Bereket cemi,<br />
Hasat cemi, vb. cemler, hizmet görülmeyen<br />
cemlerdir. Yörelerimize göre adlandýrma farklýlýklarý<br />
bulunan, hizmet görülmeyen, görgü<br />
yapýlmayan bu cemler, belirli günlerin, dönemlerin<br />
kutsanmasý, kutlanmasý, anýlmasý için<br />
yapýlýr. Buradaki “hizmet”ten, cem bütünlüðünü<br />
oluþturan 12 hizmet anlaþýlmamalýdýr. 12<br />
Hizmet cem içerisinde sýrasýyla uygulanarak<br />
cemin bütününü oluþturur. 12 Hizmetin bir<br />
tanesinin yerine getirilmediði/getirilemediði<br />
cemler “eksik cem” olarak adlandýrýlýr. Hizmetli<br />
cemlerdeki “hizmet”; görgü, sitem anlamýný<br />
taþýmaktadýr. Örneðin, yol ehli bir talip görgüden<br />
geçeceði zaman “hizmet göreceðim”, der.<br />
Biz önce yolun baþýndan, ikrar vermekten<br />
ve bununla ilgili ikrar ceminden söz ederek<br />
sürdürelim yolumuzu. Çünkü yol, “ikrar ile<br />
baþlar.” Yol’un yolcusunun “ehliyeti”dir ikrar.<br />
Ýkrar;<br />
Alevi-Bektaþi süreðinden gelmiþ evlat canlarýn;<br />
yol düsturunu araþtýrýp öðrenmeye çalýþmýþ,<br />
gönlüne düþen muhabbet aþkýyla yola<br />
talip olma arzusunu yol derviþlerine iletmiþ,<br />
bu isteði derviþlerce rehbere iletilmiþ,<br />
oradan dedeye/babaya ulaþtýrýlmýþ canlarýn;<br />
önce bir muhabbet cemi içerisinde “saki”sine<br />
“Hû” dedirtmekle, yani samimiyetine<br />
duyulan güven ile cemde lokma yemesine,<br />
dolu almasýna, muhabbet dinlemesine<br />
izin verilen;<br />
yine kendisiyle birlikte dedenin/babanýn ve<br />
ayin-i cem canlarýnýn belirleyecekleri bir<br />
süreyle yaþamanýn Alevi-Bektaþi yolaðýna<br />
uygun olup olmadýðýnýn izlenmesinden,<br />
gözlenmesinden sonra yol süreðine, Hak-<br />
Muhammet-Ali birlemine, gerçekleri görenlerin<br />
gönüllerinde oluþturulmuþ Kýrklar<br />
birliðine, Oniki Ýmam katarýna, Anadolu<br />
Alevi-Bektaþiliðinin hünkârý Pir Bektaþ<br />
Veli’nin tasavvuf, edep ve erkânýna baðlanmalarý<br />
için dede/baba huzurunda, rehber<br />
gözetiminde, canlar meydanýnda and içmeleri,<br />
söz vermeleri demektir.<br />
Ýkrar cemi, bu ikrarýn alýndýðý, 12 hizmetin<br />
yürütüldüðü cemdir. Ýkrar verme ve ikrar cemini<br />
300 yýl önce dörtlükleriyle ne güzel betimlemiþ<br />
Þahi ve bu dörtlükleri gönül güzelliðiyle ne<br />
güzel özgülendirmiþ can dostum Dertli Divani.<br />
Serçeþme adýný taþýyan kasetine de okumuþ<br />
Nurhak Semahý adýyla ve yine bi güzel eylemiþ<br />
Arif Sað usta bu nefesi kendine özgü yorumuyla.<br />
Biz de edindiðimiz görgü üzerine yol ulularýna<br />
öykünerek âþýklarýn sözünden yola çýkýp a-<br />
naliz etmeye ve bu yolla aktarmaya çalýþalým<br />
ikrarý ve ikrar cemini. Bilindiði gibi cemlerimizde<br />
muhabbet sýrasýnda dedeler/babalar<br />
âþýklara/zâkirlere; “Bir anahtar ver erenler, hadi<br />
bir yol aç” diyerek, onlarýn tellendirip dillendirecekleri<br />
nefeslerden, düvazlardan, deyiþlerden,<br />
okþamalardan ya da derviþlere, “Hadi<br />
bir karpuz yuvarlayýn” deyip onlarýn müþküllerinden,<br />
daðarcýklarýndaki muammalardan yola<br />
çýkarak muhabbeti sürdürürler. Ve cemlerimiz<br />
12 hizmetin arasýna bu muhabbetlerin serpiþtirilip<br />
paylaþýlmasýyla kutlu ibadet halini<br />
alýr.<br />
Kulak verelim Þahi’ye:<br />
Kurbanlar týðlanýp gülbenk çekildi<br />
Gaflet uykusundan uyana geldim<br />
Dört Kapý sancaðý anda dikildi<br />
Üryan büryan olup meydana geldim.<br />
Ýkrar verecek can ya da canlar tek baþlý-çift<br />
baþlý-dört baþlý (musahipli) (*) olarak rehber<br />
gözetiminde cemevi kapýsý dýþýnda beklerlerken<br />
öðrendiklerini bir kere daha yinelerler.<br />
Rehber, kapýcýdan destur alýp can ya da canlarý<br />
içeri alýr; eþik içerisinde dâr’a dururlar.<br />
Kurbanýn Üstüne Yürüdü Erkân<br />
Cem kurbanla baþlayacaðý için kurban, kurbancý<br />
tarafýndan meydana getirilir; rýzalýðý<br />
alýnýr, sorgulanýp duasý verilir(kutsanýr). Birlenip<br />
gülbangý verilen býçak, kurbancýya teslim<br />
edilir. Kimi yörelerimizde kurban, cem meydanýnda<br />
gezinmeye býrakýlýr; bu sýrada zâkirler<br />
tarafýndan kurban nefesi söylenir.<br />
Aslýnda bu sorgulama ve kutsamalar aday<br />
talip durumundaki can ya da canlar içindir; onlar<br />
da önceden edindikleri bilgiler sayesinde<br />
bunun ayýrdýna varýrlar: Gaflet uykusundan u-<br />
yanýr ya da uyandýrýlýrlar. Ýçeride kendilerine<br />
Dört Kapý’nýn erenlerinden ve temsili gönül<br />
sancaklarýndan söz edilir. Can ya da canlar bunu,<br />
sezgisel olarak hissetmeye çalýþýr. “Bilgilenme,<br />
öðrenme, düþünme dýþýnda kalan asýl<br />
anlama, ayýrt etme yetisi” biçiminde tanýmlayabileceðimiz<br />
sezgisel anlayýþ süreç içinde<br />
hizmet, itaat, sadakat ve yol sürdürme ile geliþir.<br />
Özde, kurban olan da sorgulanan da kiþinin<br />
kendi özüdür. Onun içindir ki tüm insani<br />
kisvelerden arýnýr-soyunur; bedeni ile deðil özvarlýðý<br />
ile ortadadýr.<br />
Evvel eþiðine koydum baþýmý<br />
Aldýlar içeri döktüm yaþýmý<br />
Erenler yolunda gör savaþýmý<br />
Can baþ feda edip kurbana geldim<br />
Ol demde uyandý bâtýn çeraðý<br />
Rehberim boynuma bend etti baðý<br />
Üç adým ileri attým ayaðý<br />
Koç kurban dediler inana geldim.<br />
Canlar, önce rehber gözetiminde, gözcü denetiminde<br />
cemevi giriþ eþiðine “medet niyazý”<br />
eder ve dâr’a dururlar. Rehberi aracýlýðýyla<br />
cem canlarýna, hiç kimsenin etkisi altýnda olmaksýzýn,<br />
gönül isteðiyle yola girmek arzularýný<br />
belirtirler, bu amaçla yakarýrlar. Kendilerini,<br />
özlerini, canlarýný, serlerini yola vermeye, mallarýný<br />
yola tercüman etmeye, adamaya hazýr olduklarýný<br />
bir kez daha yinelerler. Bunun üzerine<br />
ayin-i cem gönülleri birlenir; çerað kutsanarak<br />
uyandýrýlýr. Uyandýrýlan bâtýn çeraðýdýr; içsel<br />
aydýnlanmanýn sembolüdür; Hak-Muhammet-Ali<br />
birleminin nurunu temsil eder; aydýnlanmaya<br />
olan “can atýþý”n gönül nurudur bir<br />
bakýma. O nurla gönüller aydýnlandýktan sonra<br />
ikrar hizmeti devam eder.<br />
Rehber, can ya da canlarýn boynuna onlara<br />
ait bend’i dolar; iki ucundan tutar; huzura yönelir;<br />
“Ya Allah, Ya Muhammet, Ya Ali”, diyerek<br />
üç adým atar; bu sýrada rehber ayin-i cem<br />
canlarýna sorar: “Erenler meydana, yolu hak<br />
bilmiþ, Muhammet-Ali’ye, Pirim Hünkâr Bektaþ<br />
Veli’ye özüyle ikrar vermek isteyen, tevellateberra’yý<br />
kabullenmiþ, aramýza katýlmak isteyen<br />
‘koç kuzulu kurban’ getirdim. Haklarýnda<br />
söyleyecek sözü olan var mýdýr?”, der. Ayin-i<br />
cem erenleri, can ya da canlar hakkýnda herhangi<br />
bir çekince görmüyorsa dedenin/babanýn<br />
isteði üzerine “niþan göstererek”, yani bulunduðu<br />
yere niyaz ederek kabullendiklerini bildirir;<br />
herhangi bir çekince varsa ortaya döker.<br />
Dört kapý selamýn verip aldýlar<br />
Pirin huzuruna yedip geldiler<br />
El ele el Hakk’a olsun dediler<br />
Henüz masum olup cihana geldim<br />
Cem canlarýnýn onayý alýndýktan sonra rehber<br />
gözetiminde canlar, dört kapý selamý ile birer<br />
adým atarak ve her dâr duruþunda ayaklarýný<br />
mühürleyerek yürürler.<br />
Rehber, dört kapý erenlerini temsilen, ayin-<br />
-i cem canlarýný selamlar. Evvel kapý, “Hak/hukuk/kurallar<br />
kapýsý, beþeri yaþamý inançsal ve<br />
geleneksel kurallara baðlayan dünyevi kapý”,<br />
anlamýnda þeriattýr. Ýkincisi, Hakk’a ulaþmak<br />
amacýyla özün yoklanýp eðitileceði tarikat kapýsý.<br />
Üçüncüsü, Hak ile bir olmaya yaklaþýlan<br />
marifet kapýsý ve dördüncüsü, Hak ile Hak olunup<br />
birlikte yolculuða çýkýlan hakikat kapýsý-<br />
12 Sayý 3
dýr. Bu kapýlar selamlanýp selamlarý alýndýktan<br />
sonra rehber, caný ya da canlarý pir huzurunu<br />
temsilen dedeye/babaya teslim eder.<br />
Pirim kulaðýma eyledi telkin<br />
Þah-ý velâyete olmuþum yakýn<br />
Mezhebim Cafer-i Sadýk-ül metin<br />
Allah dost eyvallah peymane geldim<br />
Yüzüm yerde özüm dâr’da durmuþam<br />
Muhammet-Ali’ye ikrar vermiþem<br />
Sekahüm hamrini anda görmüþem<br />
Ýçip kana kana mestane geldim<br />
Dede/baba huzura gelmiþ can ya da canlarýn<br />
nasihatýna (telkinine) baþlar. Yol edebi, erkân<br />
iledir. Talip olanlar eline, diline, beline, eþine,<br />
iþine, aþýna, yandaþýna, yoldaþýna, gardaþýna<br />
sahip ve sadýk olacaklarýna söz verdirilirler. Elleriyle<br />
koymadýklarýný almayacaklardýr; eller,<br />
insanlýk ve doðanýn iyiliði, hayrý için üretici ve<br />
hizmetkâr olacaktýr.<br />
Dil acýyý da tatlýyý da söyleyen kelâm aracýdýr.<br />
Muhabbette, sohbette, iyilikte, hoþgörüde<br />
kullanýlacaktýr. Kin, kibir, benlik duygularý<br />
sýyrýlýp atýlýrken dil de buna yardýmcý<br />
olacak, kimsenin arkasýndan konuþmayacak,<br />
bühtan, dedikodu etmeyecek, yalan söylemeyecektir.<br />
Yýkýcý deðil, yapýcý olacaktýr. Her türlü<br />
eleþtiri, en önemlisi özeleþtiri günlük tayýn<br />
olacaktýr.<br />
Bel, kiþinin arý, namusudur. Canlar, kendi<br />
eþlerinden baþkasýna kem gözle bakmayacaklardýr.<br />
Ýffet ve yaþam etiði, uymalarý gereken<br />
en önemli insani erdem olacaktýr onlar için.<br />
Yine canlar yandaþlarýna, yoldaþlarýna, gardaþlarýna,<br />
iyi günde, kötü günde, acýyý paylaþýp<br />
azaltarak, sevgiyi, muhabbeti ve lokmayý paylaþýp<br />
çoðaltarak, destek yardýmcý olacaklardýr.<br />
Kazançlarýna sahip olacaklar, har vurup harman<br />
savurmayacaklardýr; eþlerine sahip olacaklar,<br />
yardýmcý olacaklardýr. Ýþlerinde üretken<br />
olmanýn yollarýný arayacaklardýr. Yetmiþ iki<br />
millete bir gözle bakacaklar, hiç kimseyi dilinden,<br />
dininden, cinsinden, renginden dolayý ayrý<br />
görmeyeceklerdir.<br />
Dede/baba sözleri canlar tarafýndan<br />
“Eyvallah” diyerek onanýr. Sonra da dede/baba<br />
talibin elini eline alýp kendi temsil ettiði makamdan<br />
mürþidine, mürþidinden pirine, pirinden<br />
Hak-Muhammet-Ali birlemine, Oniki<br />
Ýmam katarýna ve Kýrklar meydanýna varan içsel<br />
köprüyü kurarak onlara bu ikrar ile Þah-ý<br />
Merdan’a yakýn olacaklarý, özlerini saðlam tutmalarý,<br />
ikrarlarýný hatasýz gütmeleri halinde,<br />
her iþlerinin ahsan olacaðýný, kolaylýklar içinde<br />
bulunacaklarýný söyleyerek, piri adýna taliplerin<br />
ikrarýný kutsayarak alýr. Taliplerin üzerine<br />
kefeni temsil eden örtü örtülerek pençe ile sýrtlarý<br />
sývazlanýp ya da tarik ile vurularak sitemden<br />
geçirilirler. Tekrar ayaða dikilip dâr’a dururlar.<br />
Yüzü yerde, özü dâr’dadýr canlarýn ve<br />
gülbanklarýný alýrlar/kutsanýrlar. Dedeye/babaya,<br />
rehbere, aþýða/zâkire ve ayin-i cem canlarýný<br />
“cümleden cümleye” diyerek üç yöne niyaz<br />
ederler, tekrar dikilirler: Özür niyazýdýr bu ve<br />
dualarýný alýrlar.<br />
Rehberin gözetimi ve gözcü denetiminde<br />
huzurdan ayrýlýr, cem içerisinde kendilerine<br />
gösterilen yere otururlar. Saki kendilerine muhabbet<br />
dolusu/cem dolusu sunar, içerler. Dolu<br />
sunulduðunda “Nur olsun” diye sunulur. Ýçtikten<br />
sonra “Aþk olsun” denilir. “Cem demi/cem<br />
dolusu” ya da “bade” olarak adlandýrýlan dolu;<br />
âþýðýn aþkýný arttýran bir “mihenk taþý”dýr. Cem<br />
canlarý için o, Hakk’ý bulma yolunda kendi<br />
özünü yoklama, esrime, muhabbet arttýrma,<br />
gönlü özgür kýlma aracýdýr.<br />
Yola talip olup ikrar veren canlar artýk dedesiyle/babasýyla,<br />
rehberiyle 12 hizmet sahipleriyle<br />
ve tüm canlar ile cins, yaþ farký gözetmeksizin<br />
kardeþ olmuþtur. Silsile yolu ile de<br />
gönüllerde oluþturulan Kýrklar’a katýlma adayýdýr.<br />
Oniki Ýmam’a uzanan bir yol evlatlýðýný<br />
kazanmýþtýr. Mürþidi; bâtýni aydýnlanma pirlerini,<br />
filozoflarýný, erenlerini temsilen Muhammet’tir.<br />
Rehberi ve yoldaþý, yoksullarýn ve<br />
gerçeklerin savunucusu, insaný güzelliklere<br />
ulaþtýran dili ve sözleri (bin arþýn uzayan kýlýcý)<br />
olan Ali’dir artýk.<br />
Yolumuz Oniki Ýmam’a çýkar<br />
Mürþidim Muhammet Ahmed-i Muhtar<br />
Rehberim Ali’dir Sahip-Zülfikâr<br />
Kulundur Þahi’ya divane geldim<br />
Ve can divandadýr. Ýkrarýný güdebilirse sonsuza<br />
deðin de divanda olacaktýr.<br />
Gönül rýzasýyla gelinmiþ, ayin-i cem canlarýnýn<br />
rýzasýyla dede/baba tarafýndan pir adýna<br />
gülbank ile kutsanmýþ can, kendisine verdiði<br />
ikrarýný tutmak/gütmek zorundadýr. Çünkü<br />
ikrar verip yola girmiþ olmak, Alevi-Bektaþi<br />
süreði adýna görevini yapmýþ olmak rahat<br />
olmak anlamýný taþýmaz. Yeni bir yaþama<br />
uzanan ikrar, tüm benliði atmak, tüm gönlü<br />
sarmak ve yolaðý sürmek adýna birliktir. Yanma,<br />
piþme, erme evresi yeni baþlamýþtýr talip<br />
için.<br />
Talip için yüreðe düþen muhabbet ateþi ile<br />
“arama kapýsý” aralanmýþtýr. Arayacaktýr; halký,<br />
Hakk’ý arayacaktýr, özünü bulmaya çalýþacaktýr.<br />
Hünkâr’ýn, “Ara bul” iþaretini iyi kavramýþ<br />
bir can, aradýkça bulur, buldukça arar.<br />
Sonu yoktur bu arayýþýn. Çünkü arayan<br />
kendinin farkýna varmaya baþladýkça, daha da<br />
merak eder kendini. Bildikçe öðrendikçe gerçekleri,<br />
her keresinde hiçliðinin farkýna varýr.<br />
Çýkýlan,<br />
önü olmayan ve sonsuz<br />
Bir yürüyüþtür artýk.<br />
Çünkü;<br />
varýlacak menzil Hakk’týr.<br />
Çünkü;<br />
Öncesizdir yol ve yolun sonu yoktur.<br />
Bir devri daimdir dönülen,<br />
Ve her an son gibi görülen<br />
Bir baþlangýçtýr yeniden.<br />
Hüü gerçeðe, gerçeklerin demine…<br />
Aþk-ý muhabbetle.<br />
(*) Ýkrar ceminde sözü edilen “tek baþlý”(er ya da<br />
bacý tek can), “çift baþlý”(erli-bacýlý eþ/aile), “dört<br />
baþlý”(musahipli erler ve bacýlarýn oluþturduðu dört<br />
kiþilik can grubu) anlaþýlýr.<br />
ÞAH HATAYI<br />
Ýnþallah<br />
Muhammet Ali’yi candan sevenler<br />
Yorulup yollarda kalmaz inþallah<br />
Ýmam Hasan’ýn yüzünü görenler<br />
Þah Hüseyin’den mahrum kalmaz inþallah<br />
Zeyenelabidin’den bir dolu içtim<br />
Muhammet Bakýr’dan kaymadým coþtum<br />
Ýmam Cafer’e vardým ulaþtým<br />
Bundan özge yollara sapmaz inþallah<br />
Musa-i Kâzým’dan gelen erenler<br />
Can baþ feda edip cemler görenler<br />
Ýmam Rýza’ya aðý verenler<br />
Divanda þefaat bulmaz inþallah<br />
Bir gün olur okuturlar defteri<br />
Þah olanýn belindedir teberi<br />
Uyanýrsa Taki, Naki, Askeri<br />
Açýlan güllerimiz solmaz inþallah<br />
Þah Hatayi’m bu iþ bizi bitire<br />
Özü kata gör ulu katara<br />
Mehdi þavklarý þu cihaný tutara<br />
Þah oðluna sitem olmaz inþallah<br />
NESÝMÝ<br />
Yolumuz vardýr<br />
Sorma be birader mezhebimizi<br />
Biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardýr<br />
Çaðýrma meclis-i riyaya bizi<br />
Biz þerbet içmeyiz dolumuz vardýr<br />
Biz müftü bilmeyiz fetva bilmeyiz<br />
Küllika bilmeyiz ifta bilmeyiz<br />
Hakikat þehrinde hata bilmeyiz<br />
Þah-ý Merdan gibi Ali’miz vardýr<br />
Nesimi özünü faþetme sakýn<br />
Kim bilir hamervah libasýn hakkýn<br />
Hakký bilmeyene hak olmaz yakýn<br />
Bizim Hak katýnda ulumuz vardýr<br />
Ekim 2004 13
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />
41. Ulusal, 15. Uluslararasý Hacý Bektaþ Veli Anma Etkinliklerinin ikinci günü, 17 Aðustos 2004, Hacýbektaþ<br />
Kültür Merkezinde Ýlhan Selçuk’un verdiði konferasýn banttan çözümünü kýsaltarak yayýnlýyoruz.<br />
Sunucu:<br />
Ýslam tasavvufu, dine geniþ açýdan bakabilmeyi, derin perspektifle incelemeyi olanaklý kýlar. Ýslam tasavvufu<br />
biçime, kurallara, katý yaptýrýmlara deðil, içeriðe, öze, anlama deðer verir. Dinsel inançta hoþgörü, düþüncenin<br />
sýnýrlarýný geniþletir; inançlarýn, kafalarýn ve gönüllerin “aydýnlanmasýný” kolaylaþtýrýr. Aydýn kafalar, gönülleri<br />
yumuþatýp, sevecenliði canlandýrýr. Dostluk, barýþ, hakça paylaþým, yardýmlaþma gibi deðerler toplumda önem<br />
kazanýr. Anadolu Aleviliði, iþte bu nedenlerle “aydýnlýkçý ve yenilikçi”dir.<br />
Þimdi deðerli yazar-gazeteci ve düþünce insaný Sayýn Ýlhan Salçuk beyefendi, “Alevilik ve Aydýnlanma”<br />
konusunda sizlere bir sunumda bulunacaktýr. Saygýyla selamlýyoruz.<br />
ÝLHAN SELÇUK’UN HACI BEKTAÞ VELÝ ANMA ETKÝNLÝKLERÝ ÇERÇEVESÝNDE VERDÝÐÝ KONFERANS<br />
Aydýnlanma ve Alevilik<br />
Ýlhan Selçuk<br />
Her konuþma, hele sizin gibilerin karþýsýnda konuþma, bir “sýnav”dýr;<br />
þu anda bir sýnava girmiþ gibi duyumsuyorum kendimi; dikkat edin<br />
“duyumsuyorum” dedim; “hissediyorum” demedim. Ýki sözcük arasýnda<br />
fark var: “Duyumsamak” sanki daha güzel þeymiþ gibi; daha müzikal bir<br />
yansýma veriyor. Söze girerken biraz konunun etrafýnda dolanarak kendi<br />
heyecanýmý yatýþtýrmaya çalýþýyorum. Çünkü burasý Hacýbektaþ. Bu<br />
salonda kim bilir kimler vardýr; hiç belli olmaz; sanýyorum bizi kýrk kere<br />
“suya götürüp getirecek” kadar bilgili ve ayný zamanda felsefi derinliði<br />
olan, insan olarak çok deðerli kiþiler vardýr.<br />
Bakýn ben liseye gittiðim zaman biz mantýk, felsefe ve sosyoloji okuyorduk.<br />
Þimdiki liselerde yok. Mantýk kitabý da Hasan Ali Yücel’in, o<br />
güzelim adamýn kitabýydý ve tabii mantýk kitabý demek Hasan Ali’nin<br />
yazdýðý kitap demek deðildir bir yerde; bütün insanlýðýn geldiði tarihsel<br />
serüvenin sonunda ortaya çýkmýþ olan bir mantýk ve akýl kitabýdýr. Bazen<br />
böyle kitaplar çýkar ortaya biliyorsunuz; mesela, “Ýncil” diye bir kitap<br />
çýkmýþtýr, “Tevrat” diye, “Kuran” diye bir kitap çýkmýþtýr.<br />
Ýnsanlýðýn kitaplarý vardýr; kimisi kutsaldýr, kimisi kutsal deðildir,<br />
kimisi inanca hitap eder “Ýncil” gibi, “Tevrat” gibi, “Kuran” gibi. Kimisi<br />
de mantýk gibi “akla” hitap eder. Þimdi burada o mantýk kitabýný açtým;<br />
bugünkü gibi anýmsýyorum; bir yerde bir teorem var diyor ki (A), (B)<br />
deðildir (A)’dýr. Aristo mantýðýdýr; mantýk kitabýnda vardýr. Fakat ayný<br />
zamanda Heraklit diye bir insan var gene Aristo gibi, o diyor ki, ayný<br />
suda iki kez yýkanýlamaz. Hepimizin bildiði bir þey, “yýkanýlabilir mi?<br />
Banyoya girdiðiniz zaman yýkandýðýnýz suda bir daha yýkanabilir misiniz?”<br />
O su deðiþmiþtir, yýkanmadan önceki su deðildir o ama o sudur.<br />
Aynayý Tuttum Yüzüme<br />
Ali Göründü Gözüme<br />
Heraklit’ten gelen felsefeyle Aristo’dan gelen felsefe ondan sonra<br />
dinlere kadar yansýyan iki büyük ayrýmý vurguluyor. “Niye?” diyor<br />
kimileri. Birisi diyor ki “aynayý tuttum yüzüme Ali göründü gözüme”.<br />
Yavaþ yavaþ Aleviliðin felsefesine ve gizemine girmeye baþladýk. Þimdiye<br />
kadar “aynayý tuttum yüzüme Osman göründü gözüme” dememiþ ya<br />
da “Muhammet göründü gözüme” dememiþ.<br />
Çünkü o çok yukarýlarda, o çok ayrý, o çok emredici Tanrý; kimine<br />
göre ceberrut bir Tanrý; insaný yakar, yýkar cezalandýrýr; hep günahlarýn<br />
üzerine yürür. Bizim üstümüzde, O ayrý; O (A), biz (B)’yiz. (A), (B) olamaz<br />
dedik ya Aristo mantýðýna göre. Ama öbür tarafta (A), (B) olabilir.<br />
Evren bir bütündür, insanlar bütünleþebilir. Ýnsanlar, insanlarýn güzelliðidir<br />
zaten.<br />
Dinler konusuna bakarken ayrý mantýklarýn orada, tarih ve felsefe<br />
içinde yürüdüðünü düþünebiliyoruz. Buraya gelen, bir sene önceki gelen<br />
deðil; bir sene sonraki gelen de olmayacak. O deðiþimin içinde buraya<br />
geliyor. Ýnsana, doðaya, dinlere, tanrýlara, peygamberlere bakýþ açýsýnda<br />
öyle bir hoþnutluk, öyle bir güzellik, öyle bir iyilik, öyle bir hoþgörü var<br />
ki o insan ister istemez birden bire “temizlenmeye” baþladýðýný ve bütün<br />
evreni kavrayabilecek kadar bir felsefi bilince eriþtiðini hissedebiliyor.<br />
Ýnsanlarýn inancýna yerden göðe kadar saygý duymak gerekiyor. Hacý<br />
Bektaþ-ý Veli burada, bütün yapýtlarýyla bütün güzelliðiyle bütün anýlarýyla.<br />
Buraya gelen insanlar, o inancýn bilincin içinde geliyorlar.<br />
Hz Muhammet Ýsa’dan 600 sene sonra gelmiþ; demek ki bu zamaniçinde<br />
kimileri o dinlere, kimileri bu inançlara, kimileri bir takým felsefelere<br />
kapýlarak dünya üzerinde yaþýyorlar. Bunlarýn kimisi çok açýk söyleyeyim<br />
benim hoþuma da gidiyor; ama kimisi de pek hoþuma gitmiyor.<br />
Peki yani biz bunlarý “akla vurarak” konuþmaya baþladýðýmýz zaman,<br />
birilerine saygýsýzlýk ediyor muyuz? Hayýr akla vurduðumuz zaman her<br />
þeye en büyük saygýyý gösteriyoruz demektir. Þimdi efendim Musa’dan,<br />
Ýsa’dan ve Muhammet’ten sonraki inancýn serüvenine baktýðýmýz zaman,<br />
o serüvenin içinde, bir yerde bir “Ali” çýkýyor ortaya; bir yerde ve bu<br />
Ali’yle de birtakým baþka Müslümanlar arasýnda bir “çatýþma” oluþuyor.<br />
Akýlla Sevmek<br />
Nedir bu çatýþmanýn özü, diye düþündüðümüz zaman yavaþ yavaþ<br />
“aklýmýzý” devreye sokmuþ oluyoruz. Yani sadece inançla her þey<br />
halledilseydi zaten bunu düþünmezdik; düþünmediðimiz zaman da biz<br />
inancýmýzda “eksik” kalýrdýk.<br />
Bakýn dostlar, biz hem din ulularýna en büyük saygýyý göstererek,<br />
hem de din ulularýna en büyük saygýyý gösterirken onlarý “akýlla sevmek”<br />
gibi bir sürecin içine girmiþ bulunuyoruz. Bu akýlla sevmek süreci bana<br />
sorarsanýz tam Alevi-Bektaþi geleneðinin güzel bir yanýdýr. Bunu buradan<br />
baþka hiçbir yerde konuþma olanaðý yoktur; çünkü, söylediðim<br />
þeyler Sünni dünyasýnda eðer böyle bir toplantýda ortaya konsa, “sen ne<br />
yapýyorsun?” derler.<br />
Orada akli bir çaba göstermek yoktur; orada inanç vardýr; sadece<br />
itaat. Çünkü baktýðý zaman aynaya onun gözüne ne “Ebubekir” görünür,<br />
ne “Osman”, ne de “Muhammet.” Anadolu’da böyle bir þey fýþkýrmýþ;<br />
“nedir bu?”; yeryüzünün hiçbir tarafýnda yok. Bu nasýl oluyor? Bu Orta<br />
Asya’dan gelen bir þey bizlere. Orta Asya’dan “Ahmet Yesevi” diye biri<br />
çýkýyor; etrafýnda birtakým ulular, akýllýlar oluþuyor ve oradan da Anadolu’ya<br />
göç yoluyla geliyor. Bu baþka türlü bir oluþum. Müslümanlýðýn<br />
belki de en akla hitap eden, en çok insana hitap eden bir dalý. Bildiðiniz<br />
gibi akýl çok sonra devreye girdi.<br />
Ýnsanlýkta baþlangýçta sadece “inanç” vardý, akýl yoktu. Hýristiyanlýk<br />
dünyasýný düþünün, bu Hýristiyanlýk dünyasýnda akýl ne zaman devreye<br />
girdi? Aydýnlanmayla; þimdi o zaman “Alevilik ve Aydýnlanma”, dediðimiz<br />
zaman inançla aklýn “hesaplaþmasýný” düþünmüþ oluyoruz. Çünkü<br />
aydýnlanmanýn her bir parçasý aydýnlýk insanlardýr ve inanç tarihine baktýðýmýz<br />
zaman, akýl tarihine baktýðýmýz zaman, ikisi arasýndaki iliþkiyi<br />
nerde görebiliyoruz?: Anadolu’da. Orta Asya’dan gelen insanlar kendilerine<br />
göre birtakým inançlar ve akýllar taþýyorlar; onlar geliyor<br />
Anadolu’ya; onlar inançla aklý “birleþtirme” çabasýna girmiþler; hiç kuþkusuz<br />
kolay bir iþ deðil bu; bir insanýn yani inançla aklý “birleþtirebilmesi”<br />
kolay bir þey deðil; burada buluþtuðumuz zaman, biz kendi sevgimizi,<br />
kendi muhabbetimizi bir “akýl zeminine” oturtmak zorundayýz.<br />
14<br />
Sayý 3
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />
Etkinliklerinin birinci günü, 16 Aðustos 2004, Hacýbektaþ Kültür<br />
Merkezinde Mümtaz Soysal’ýn verdiði konferasýn banttan çözümünü<br />
kýsaltarak yayýnlýyoruz.<br />
Sunucu:<br />
Kýbrýs Cumhurbaþkaný Rauf Denktaþ’ýn temsilcisi<br />
Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ýn konferansýnýn konusu<br />
“Kýbrýs’ýn Geleceði”.<br />
Sözü Mümtaz Soysal beyefendiye býrakýyor, saygýyla selamlýyorum.<br />
Mustafa Kemal ve Cemalettin Çelebi<br />
Ýnsanlýðýmýzýn tadýna ancak böyle “düþünerek” varabiliriz. Biri çýkýyor,<br />
“Enel Hak” diyor. Öyle muazzam bir þey ki, uygarlýk tarihinde, insanlýk<br />
tarihinde böyle bir söz yok. “Ayný suda iki kez yýkanamazsýn”;<br />
diyalektik her þey “deðiþiyor”. Müslümanlýðýn da içinde bir “felsefe”<br />
geliþmiþ ki, burada bulunmamýzýn nedeni o felsefeye olan baðlýlýðýnýz;<br />
bir de insanlýða baðlýlýðýnýz.<br />
Aleviliðin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluþunda, hamurunda büyük<br />
etkisi var: Mustafa Kemal Atatürk Anadolu’yu, Anadolu insanýný kurtarabilmek<br />
için Ulusal Kurtuluþ Savaþý’ný baþlattýðý zaman, Sivas ve<br />
Erzurum toplantýlarýndan sonra Ankara’ya geleceði zaman buraya geldi.<br />
O zamanýn Alevi-Bektaþi ulularýyla anlaþtý; oturdular konuþtular; hatta<br />
Cemalettin Çelebi biraz hastaymýþ; kalbi mi varmýþ yoksa baþka bir þeyi<br />
mi varmýþ falan filan; Atatürk “siz içmiyorsanýz ben de içmem” demiþ.<br />
Cemalettin Çelebi demiþ ki “o zaman ben de içeceðim”. Laik Türkiye<br />
Cumhuriyeti’ne doðru yürüyüþün bir tarafý böyle.<br />
Þimdi düþünelim: Acaba Orta Asya’dan kalkýp da Anadolu’ya bu<br />
güzelim fikir, bu Alevi-Bektaþi düþüncesi gelmeseydi; Müslümanlýðýn<br />
içinde böyle aydýnlýk bir fikir geliþmeseydi Türkiye’de laiklik devrimi<br />
gerçekleþebilir miydi? 1,5 milyarlýk Müslümanlýðýn içinde tek laik<br />
cumhuriyet. Orada Bektaþi babasý oturuyor; kardeþim daha orada karar<br />
veriyorlar buna; yani, burada karar veriyorlar. O zaman biz þimdi ne<br />
yapýyoruz arkadaþlar deminden beri; taa Aristo’dan baþladýk günümüze<br />
geldik. Biz þimdi zaman içinde yaþamaya baþladýk; zaten insanlar artýk<br />
çaðýmýzda doðduktan sonra yaþamaya baþlamýyorlar; kendilerinden çok<br />
önce bir zamandan baþlýyorlar yaþamaya; çünkü bütün o olaylarý bilinçlendirerek<br />
ayrý bir bilince ulaþýyoruz. Peki bu laik Türkiye Cumhuriyeti<br />
þu gün, þu durumda hangi safhada dediðimiz zaman Ankara’ya bakýyoruz;<br />
orada bir “takiyeci” iktidar var þimdi; ne laikliðe iyi gözle bakýyor,<br />
ne laik cumhuriyete; ne Aleviliðe ne Bektaþiliðe.<br />
Hacýbektaþ’ta Üniversite<br />
Arkadaþlar çok vahim bir zamanda yaþadýðýmýzýn farkýnda mýyýz?<br />
Burda kutsal yerleri ziyaret ettik, kendi kendimizle sarýldýk,<br />
öpüþtük, yedik içtik, anma ziyaretleri yaptýk sonra da daðýldýk, gittik.<br />
Hatta daðýlýp gitmekle de kalmadýk kendi aramýzda bir tartýþmanýn<br />
kapýlarýný açtýk. Bu sene bana sorarsanýz arkadaþlar geldiðiniz noktada<br />
yapmanýz gereken bir þey var: Nasýl “akýl” diyorsak, aklý eðer iktidara<br />
getirmek istiyorsak, iþte onun adý da Hacýbektaþ’ta bir üniversite’dir<br />
Arkadaþlar o üniversite bütün Anadolu’daki, Türkiye’nin dýþýndaki<br />
Alevilerin de aklýnýn örgütlenmesi demektir; onu muhakkak yaratýn; o<br />
üniversite burada gerçekleþtiði zaman birden bire Hacýbektaþ geleneksel<br />
Hacýbektaþ’lýktan çýkacak ve inancýn yanýnda aklýn kalesini kurduðu için<br />
bütün Türkiye’de, bütün dünyada doðru yolu gösterebilecek.<br />
1950’lerden beri mizah edebiyatýyla ilgileniyorum; mizah dergileri<br />
çýkardým. Þunu bilesiniz dostlar kesinlikle söylüyorum; yeryüzünde<br />
mizah edebiyatýnýn doruðu Çünkü Bektaþi mzzahýdýr. mizah “akýlla”<br />
yapýlýr, inançla mizah yapýlmaz. Arkadaþlar siz hiç Nakþi mizahý duydunuz<br />
mu? Neden? Çünkü softanýn inancýndan mizah çýkmaz.<br />
Þu anda Türkiye’de takiyeci iktidar var ve Türkiye karanlýða doðru<br />
sürükleniyor. Atatürk’ün Alevi ve Bektaþilerle dayanýþarak kurduðu laik<br />
cumhuriyeti yýkmak isteyen takiyeci iktidar oradayken, burada insanlarýn<br />
kendi içlerinde “sen konuþacaksýn, ben konuþacaðým” diye birbirlerine<br />
düþmeleri Aleviliðe-Bektaþiliðe yakýþmaz; en baþta akla yakýþmaz.<br />
MÜMTAZ SOYSAL’IN HACIBEKTAÞ KONFERANSI<br />
Kýbrýs’ýn Geleceði<br />
Prof. Dr. Mümtaz Soysal<br />
Hacýbektaþ’ta böylesine güzel bir havada, böylesine kalabalýk geldiðiniz<br />
için sizlere teþekkür etmek istiyorum. Çünkü benim için çok<br />
büyük bir onur sizlere seslenebilmek aslýnda; uzun zamandýr düþünüyordum<br />
ama bir türlü nasip olmadý. Sayýn Denktaþ’ýn saðlýk nedeniyle<br />
gelemeyiþi benim burada konuþmamý gerektirdi.<br />
Kendi kendime sormuþumdur? “Nereden yani niçin bir Alevi þenlik<br />
gününde Hacýbektaþ’ta Kýbrýs konusu ele alýnmaktadýr? Arada nasýl bir<br />
iliþki olabilir?” diye kendi kendime biraz felsefi açýdan felsefeyi biraz<br />
çok sevdiðimden düþünmeye baþladým.<br />
“Alevilik her þeyden önce gelenekleri ve görenekleriyle bir yaþam<br />
biçimi, yaþama felsefesi olduðuna göre herhalde Kýbrýs Türkünün daha<br />
özgürce, daha insanca yaþama davasý olan Kýbrýs davasý Alevilikle<br />
böyle bir iliþki içinde olabilir” diye düþündüm.<br />
“Belki” dedim; “bu da deðil, Alevilik dinin þeriatçýlýðýna karþý özgürleþme,<br />
aydýnlanma ve bir akýl iþi, zorlama yoluyla sorunlarý çözme deðil,<br />
akýl yoluyla çözme olduðunu ve Kýbrýs sorunu da sadece bir bilek<br />
gücüyle deðil, akýl gücüyle çözülmesi gereken bir sorun olduðuna göre<br />
böyle bir iliþki de kurulabilir” diye düþündüm.<br />
Belki de dedim, “Alevilik bir gönül iþi olduðuna, mistik bakýmdan bir<br />
aþk, akýl bakýmýndan bir bilim iþi olduðuna göre Kýbrýs konusunda da o<br />
davayý savunabilmek için onun aþkýný duymak gerekir ama bilgisine de<br />
sahip olmak gerekir” diye düþündüm.<br />
“Ýnsanlýk iþi olduðunu düþündüðüm için Alevilik de her þeyden önce<br />
insana üstün deðer veren, insaný yücelten bir inanç olduðuna göre burada<br />
hiçbir çatýþma yok, bilakis bir örtüþme vardýr” diye düþündüm..<br />
Kýbrýs’ýn Geleceði<br />
Bütün bu sözlerden sonra gelelim Kýbrýs’ýn geleceðine: Kýbrýs<br />
konusunda ister istemez biraz konunun bugün bu noktaya nasýl<br />
geldiðini kýsaca anlatmak istiyorum. “Geçmiþten fazla söz etmeyeceðim<br />
gelecekten söz edeceðim” diye düþündüm ama geçmiþi de hiç yok<br />
sayarak bakmak yanlýþ.<br />
Kýbrýs sorunu nereye doðru gider ve o gidiþ içinde Türkiye nereye<br />
doðru gider o konuyu tartýþmak istiyorum. “Bu günlere geliþin uzun<br />
hikayesini anlatacak deðilim” dedim ama herhalde þunu çok kýsa özetlemem<br />
mümkündür. Kýbrýs sorunu bir yerde iki cemaat arasýnda yani biri<br />
baþka dinden öbürü baþka dinden olan, dilleri farklý olan, her ikisi de iki<br />
baþka ulusun uzantýsý durumunda bulunan Kýbrýs Rumlarýyla, Kýbrýs<br />
Türkleri arasýndaki bir sorun ve tabii Ýngiltere’nin iþin içine giriþinden<br />
baþlayarak Türklerle Yunanistan arasýnda dünya politikasýný etkileyen<br />
bir çatýþma yaratmýþ oluyor.<br />
Ýngiltere’nin Kýbrýs’a geliþi bildiðiniz gibi Osmanlýyý Rus tehdidine<br />
karþý korumak için idi ve orada vaktiyle o zamana kadar 300 küsur yýl<br />
süre yaþayan Türk toplumu Ýngilizlerin yönetimine girdi. Rumlar ki o<br />
zamana kadar yönetici deðiller idi fakat ekonomide aðýr basýyorlardý.<br />
Yunan baðýmsýzlýk hareketinin ister istemez oraya sýçramasý gerekirdi,<br />
nitekim öyle oldu.<br />
Kýbrýs’ta baðýmsýzlýk hareketini baþlatan Rumlar oldu. Ýngilizlerle<br />
çatýþtýlar ama bu çatýþmanýn içine dünya politikasýnýn bir gereði ve Türk<br />
tarihinin bir kalýntýsý olarak Türkler de girdiler. Bu çatýþma bir katliam<br />
anýna vardýðýnda yani sayýca çok olan Rum topluluk Türk toplumunu<br />
ezmeye, nerdeyse katliama tabii tutmaya kalktýðýnda Türkiye müdahale<br />
(Devamý sayfa 16’da)<br />
Ekim 2004<br />
15
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />
(Baþ tarafý 15. sayfada)<br />
etmek zorunda kaldý ve daha önce ikisinin Ýngilizlerle iþbirliði ederek<br />
kurduklarý Kýbrýs Cumhuriyeti bir askeri harekat gerçekleþtirdi.<br />
1974’de Türk ordusu da Ada’ya çýktý. Yunanlýlar açýsýndan bakýlýnca<br />
kendilerinin Kýbrýs’taki uzantýsýna yapýlmýþ bir istila söz konusudur.<br />
Türkler açýsýndan bakýldýðýnda bir katliamdan kurtarýlmak için bir koruma<br />
harekatý söz konusudur. Onun içindir ki “Barýþ Harekatý” dendi.<br />
1960’ta Kýbrýs Cumhuriyeti kuruluncaya kadar neler oldu onlara girmiyorum.<br />
Fakat o görüþmeler, Birleþmiþ Milletler çerçevesinde yapýlan<br />
görüþmeler sonuç vermedi ama birileri sonuç verebilecek bir ipucu yakaladýklarýný<br />
düþündüler. Nedir o? O Türkiye’ye bakarak bulunmuþ olan<br />
bir ipucudur ve Ýngilizler bulmuþtur:<br />
“Bu Türkler evet baðýmsýzlýklarýna düþkünler, iþte yenilmek istemezler,<br />
kendilerini korumak için askeri güce ihtiyaçlarý vardýr ve saire,<br />
bunlarýn bir zayýflýklarý var, aþaðý yukarý 2 yüzyýldýr hep çaðdaþlaþmak<br />
isterler, çaðdaþlaþmayý genellikle bir batýlýlaþmak olarak alýrlar,<br />
batýlýlaþmayý da daha çok Avrupalýlaþmak olarak görürler. Türklerin<br />
böyle bir Avrupa sevdasý vardýr; bütün sevdalýlar gibi en zayýf noktalarý<br />
odur, o aþktýr; acaba bunu kurcalayabilir miyiz? Kýbrýs konusunun<br />
çözümünü Türkleri ikna etmek üzere Türklerin Avrupa<br />
Birliði’ne tam üye olma tutkularýna bir yerden baðlayabilir miyiz?”<br />
dediler ve gerçekten öyle oldu. Ve o noktadan baþlayarak Kýbrýs<br />
sorununun görüþmeler yoluyla çözümü yavaþ yavaþ Birleþmiþ Milletler’den<br />
Avrupa Birliði düþüncesine doðru kaydý. O kayýþ, bizi bu günlere<br />
getirmiþtir, çünkü Kýbrýs sorununda Türkiye’nin düþüncesi büyük<br />
ölçüde Avrupa konusundaki tam üyelik isteðinin etkisi altýnda kalmýþtýr.<br />
Onun içindir ki, “Annan Planý” ortaya çýkmýþtýr. “Annan Planý” görünürde<br />
Birleþmiþ Milletler genel sekreterinin planý, ama büyük ölçüde Kýbrýsý<br />
Avrupa çerçevesi içinde çözmesi ve Türkleri de, hem oradaki Türk toplumu<br />
olarak, hem de Türkiye’deki Türkler olarak bu noktada ikna etmek<br />
düþüncesine dayandý. Öyle olduðu içindir ki, iktidarlar ve en çok da þimdiki<br />
iktidar daha önceki tutumdan saparak, daha çok ödün verici, daha<br />
uzlaþmacý bir tutum benimsedi. Ankara’dakiler eðer Kýbrýs konusunda<br />
daha uzlaþýcý olursak, daha çok ödün verirsek, Türkiye’nin önü açýlýr<br />
diye düþünüyorlardý ve sonuçta bildiðiniz gibi yine “Annan Planý”nýn bir<br />
gereði olarak konu oradaki iki topluma soruldu; aslýnda bunu gerektiren<br />
bir þey yoktu; iki toplum daha o ana kadar kendi görüþlerini belli<br />
etmiþlerdi, ama bir de “soralým” dendi ve o sorunun ortaya konuþ biçimi<br />
yine Avrupa’yla baðlantýlý olarak ortaya kondu. Kýbrýs Türk toplumu<br />
“hayýr” demek eðiminde hissetti kendisini.<br />
1964’ten beri dünya Kýbrýs’ý meþru devlet olarak tanýyordu; bütün<br />
Kýbrýs adýna konuþuyorlardý. Oysa Türk toplumuyla birlikte Avrupa Birliði’ne<br />
girmek onlarý bu unvaný baþkalarýyla paylaþmak zorunda býrakacaktý.<br />
Böyle olduðu için onlar “hayýr” dediler. Daha önce Avrupa Birliði<br />
eðer kendilerine, buna “hayýr derseniz Avrupa’ya da giremezsiniz. Avrupa<br />
beklentiniz de suya düþer” deseydi belki böyle davranmayacaklardý.<br />
Türk tarafý Kýbrýs’ta “evet” derseniz þunlar olur dendiði halde toplum<br />
olarak deðiþtirildiði için baþka bir tutum içine girdi ve “evet” dedi. Nasýl<br />
bir çözüme evet dedi? Topraklarýnýn 4/1’ini kaybetme sonucunu doðuracak<br />
olan, insanlarýnýn 3/1 birini yeniden göçmen yapacak olan, yönetimde<br />
Kýbrýs Rum çoðunluðun aðýrlýðýný kabul etmek zorunda olan bir<br />
çözüm. Ama iþin içinde “Avrupa’ya girmek” var diyerek “evet” dedi.<br />
Kýbrýs’ýn Geleceði<br />
Geldiðimiz nokta aþaðý yukarý budur. Bu noktada þöyle bir gözlem<br />
yapmak insanlarýmýzý yanlýþ bir rahatlamaya itebilir. Çünkü Kýbrýs<br />
Rum Cumhuriyeti referandum öncesinde de sonrasýnda da<br />
söyledi: “biz eðer bazý þeyler deðiþtirilirse referandumdan önce evet<br />
deriz dedi, referandum sonrasýnda da eðer deðiþtirilirse yeniden bir<br />
referandumda yine evet deriz” dedi. Ne istiyordu?<br />
Türk ordusunun Kuzey Kýbrýs’taki aðýrlýlýðýnýn azaltýlmasý; býrakýlacak<br />
olan topraklarýn Annan Planýna göre bir süre Türk yönetiminde kalmasý<br />
gereken topraklarýn ve Türkler yeni yerlere yerleþtirilinceye kadar<br />
Türk elinde kalmasý gereken topraklarýn, Annan Planý yürürlüðe girer<br />
girmez Türklerin ellerinden çýkarýlmasý ve Birleþmiþ Milletler yönetimine<br />
verilmesi; askeri gücün Türk gücü olarak bu çözüme gözetim<br />
saðlamasý yerine Birleþmiþ Milletler gücüne dönüþmesi; Birleþmiþ<br />
Milletler askerinin arttýrýlmasý gibi istekler ileri sürdü. Birleþmiþ Milletler<br />
bu isteklere boyun eðmek üzere idi. Güvenlik Konseyi’nden öyle bir<br />
karar çýkacaktý; Annan Planý Rumlarýn istediði biçimde, Rum Cumhurbaþkaný’nýn<br />
istediði biçimde deðiþtirmeye yönelik bir karar çýkacak idi.<br />
Rusya Güvenlik Konseyi’nde vetosunu kollandý, “hayýr” dedi. “Birleþmiþ<br />
Milletler’e bu kadar da yetki verilemez” dedi. Yani Kýbrýs’ta, Ankara’daki<br />
hükümetin de istediði, Kýbrýs’taki çoðunluðunda istediði bir<br />
çözüm Ruslar tarafýndan engellenmiþ oldu. Geldiðimiz nokta budur.<br />
Geldiðimiz nokta böylece kalacak olsa bu bize yeni bir zemin hazýrlamýþ<br />
olabilir. Þimdiye kadar uðraþtýk, bir sonuç elde etmeye çalýþtýk<br />
ama kendi ihmallerimiz yüzünden, kendi kötü yönetimlerimiz yüzünden,<br />
hem Ankara’daki hem Kýbrýs’taki kötü yönetimimiz yüzünden oradaki<br />
toplumu kaybettik. Gençliðini kaybettik, üniversitelerdeki öðretim<br />
üyelerini kaybettik, okullarýndaki öðretmenlerini kaybettik ve gençlerini<br />
de kaybettik. Onlar Türkiye’den kopma sonucu verebilecek olan referanduma<br />
“evet” dediler. Ama “olan olmuþtur yahut olan olamamýþtýr þimdi<br />
biz madem olamadý aklýmýzý baþýmýza toplar bir çýkýþ yolu bulabiliriz”<br />
diye düþünebilirdik. Bu durum öylece kalmayacak, bu durum demin<br />
sözünü ettiðim bir “çatal noktaya”, bir tercih yapma noktasýna bizi getirmiþtir.<br />
Çünkü önümüzdeki sonbaharda konu yeniden alevlenecektir.<br />
Niçin alevlenecek? Çünkü Türkiye’nin Avrupa Birliði’nden tam üyelik<br />
koparmak ya da onun baþlangýç noktasý olarak bir görüþme tarihi alabilme<br />
arzusu ayaktadýr. Kýbrýs konusunda referandum öncesinde söylenenler,<br />
hatta referandum sonrasýnda söylenenler Avrupa tarafýndan,<br />
Birleþmiþ Milletler tarafýndan yerine getirilmemiþtir. Deniyordu ki:<br />
“Türk tarafý evet derse Rum tarafý hayýr dediðinde mükafatlandýrýlacaktýr;<br />
örneðin ambargo kalkacaktýr, ticaret serbestliði gelecektir,<br />
ulaþým serbestliði gelecektir, ambargo duracaktýr, uçaklarýn gelmesi<br />
dolayýsýyla turizm geliþecektir”<br />
Bunlarýn hiçbiri olmadý; nisandan beri söz verilenler yerine getirilmedi.<br />
Bu çok kritik bir nokta; çünkü, þimdiye kadar olup bitenler Türkiye’yi<br />
yönetenler ile Denktaþ arasýnda ister istemez bir “gerginlik” yarattý.<br />
Türk toplumunu baðýmsýz devlet olarak tutmak, iki devletli bir<br />
çözüme gitmek, iki baðýmsýz devletin bir araya geliþleri ile bir konfederasyon<br />
kurmak biçimindeki çözümünde “ýsrar” etmiþti. Onun için Birleþmiþ<br />
Milletler katýnda bir sonuca varýlamamýþtý. Türkiye’yi yönetenler<br />
bu konuda Annan Planý’nýn doðru olduðunu, daha iyi bir gelecek getireceðini,<br />
Ada’ya barýþ getireceðini ve daha önemlisi Türkiye’nin Avrupa<br />
kapýsýndaki önünü açacaðýný söylemiþlerdi. O haksýz, biz haklýyýz biçimine<br />
dönüþtü ve bu sadece yönetimler arasýnda bir kutuplaþma olmadý;<br />
Türkiye’nin medyasý da buna karýþtý, buna katýldý. Belki de Denktaþ’ý en<br />
çok yaralayan bu oldu. Çünkü Denktaþ, Kýbrýs ile Türkiye arasýnda,<br />
Kýbrýs Türkleriyle Türkiye’deki Anadolu Türkleri arasýnda bir kopma<br />
olmasýný istemiyordu. Kaderin birlikte tayin edilmesini, birlikte bir<br />
çözüme varýlmasýný istiyordu; tam tersine “birliktelik” yerine “suçlama”<br />
aþamasýna geldik. Denktaþ ve çevresi, Türkiye’nin önünde “engeldir”<br />
dediler. Türkiye Avrupa’ya girecekti, onlar “engelliyor” dendi. Medya<br />
buna katýldý. Denktaþ Anadolu halkýna güveniyordu; onun için<br />
Anadolu’yu karýþ karýþ dolaþtý; sürekli konuþmalar yaptý. Kendisi düþman<br />
olarak gösteriliyordu yine. Dost bildiði Türkiye’nin onu hafif<br />
sözlerle de olsa yaralamýþ olmasý onu gerçekten incitmiþtir.<br />
Bu noktada davaya gönül vermiþ insaný incitmemek için, Türkiye’yi<br />
sonuçta incitmemek için doðru karar vermemiz gerekiyor. Batý’nýn istediklerini<br />
Avrupa’dan tarih alma uðruna yapacak mýyýz, yoksa hayýr mý<br />
diyeceðiz? Yaptýðýmýz zaman ne olur, yapmazsak ne olur? Asýl aðýrlýk<br />
noktasý burada. Yaptýðýmýz zaman, Kýbrýs’taki Türklerin %65’lik çoðunluðu<br />
memnun olacaktýr, muratlarýna erecekler, Avrupalý olacaklardýr;<br />
ceplerindeki pasaport Avrupalý pasaportu olacaktýr, dünyayý serbestçe<br />
gezebileceklerdir, ticaretleri geliþecektir. Fakat belki þimdi unutmuþ<br />
olduklarý, aslýnda asla unutmamalarý gereken baþka þeyler de yavaþ<br />
yavaþ gerçekleþmeye baþlayacaktýr. Nedir o? Girit nasýl elden çýktýysa<br />
Kýbrýs da öyle elden çýkacaktýr. Girit’teki Türkler nasýl elden çýkýþtan<br />
sonra Girit’te kalamamýþlar, göç etmek zorunda kalmýþlar ise Türkiye’nin<br />
bütün Ege sahillerinde milyonlarca insan bugün hâlâ “Girit,<br />
Girit” diye nasýl yanýyorsa onlar da yanacaklardýr.<br />
<br />
16 Sayý 3
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />
HACI BEKTAÞ VELÝ ANMA ETKÝNLÝKLERÝ ÇERÇEVESÝNDE YAPILAN PANELDEKÝ KONUÞMALAR<br />
Aydýnlanma Sürecinde Hacý Bektaþ-ý Veli ve Cumhuriyetimiz<br />
41. Ulusal, 15. Uluslararasý Hacý Bektaþ Veli Anma Etkinliklerinin birinci günü (16 Aðustos 2004),<br />
Hacýbektaþ Kültür Merkezinde yapýlan paneli Doç. Dr. Ünsal Yavuz yönetti. Panele konuþmacý olarak,<br />
Doç. Dr. Mürsel Öztürk, Prof. Dr. Alemdar Yalçýn ve dergimizin Genel Yayýn Yönetmeni Esat Korkmaz<br />
katýldý. “Aydýnlanma Sürecinde Hacý Bektaþ-ý Veli ve Cumhuriyetimiz” konulu paneldeki konuþmalarýn<br />
banttan çözümünü kýsaltarak yayýnlýyoruz.<br />
Her Þey Ýnsan Ýçindir<br />
Mürsel Öztürk<br />
Türkler, Anadolu’da hakimiyet kurmaya baþladýklarý 11. yüzyýl.ýn<br />
sonlarýndan itibaren Anadolu’ya baþta Türkistan ve Horasan<br />
olmak üzere dünyanýn çeþitli bölgelerinden Türk göçleri baþladý.<br />
Bu göç edenler arasýnda Horasan’da oluþmuþ olan deðiþik sûfi akýmlarýnýn<br />
temsilcileri de vardýr. Bu sûfilerden Mevlana gibi bir çoðu<br />
Anadolu’da büyük þehirlere terfi ederler. Þehirde yaþayan aydýn kesimlere<br />
ve yöneticilere anlatmaya ve onlara doðru yolu göstermeye<br />
çalýþmýþlar.<br />
Anadolu’ya göç yoluyla gelen sûfilerden bir kýsmý ise geldikleri<br />
yerde iyi bir öðrenim görmüþ olmalarýna raðmen Anadolu’da göçebe<br />
veya yarý-göçebe Türkmenler arasýna yerleþmiþlerdir. Bunlar dini ve<br />
dünyevi konularda halka yol göstermiþler, halkýn sevgisini ve saygýsýný<br />
kazanmýþlar, baba veya dede sýfatlarýnýn yaný sýra “Horasan Erenleri”<br />
sýfatýný da takmýþlardýr.<br />
Horasan Erenleri’nin en büyüðü, hiç þüphesiz görüþ ve düþünceleri<br />
zamanýmýza kadar geçerliliðini korumuþ, Türk dilinin ve kültürünün<br />
Anadolu’da yayýlmasýnda, Osmanlý Devleti’nin ve Yeniçeri Ocaðý’nýn<br />
kurulmasýnda katkýlarý olmuþ olan Hacý Bektaþ-ý Veli’dir.<br />
Hacý Bektaþ-ý Veli’ye yönelik gerek ülkemizde gerekse yurt dýþýnda<br />
pek çok kitap ve makale yayýmlanmýþ, adýna bilimsel toplantýlar düzenlenmiþ<br />
olmasýna raðmen, bu büyük insanýn hayatý, düþünceleri ve eserleri<br />
tam olarak açýða çýkarýlamamýþ, bu konuda görüþ ayrýlýklarý giderilememiþtir.<br />
Hayatý hakkýndaki görüþ ayrýlýklarý ise onun yaþadýðý dönemi<br />
anlatan yazýlý kaynaklarýn kýtlýðýndandýr.<br />
Hacý Bektaþ-ý Veli hakkýnda bilgi veren en önemli kaynak, O’nun<br />
ölümünden yaklaþýk iki asýr sonra sözlü kaynaklara dayanarak yazýlmýþ<br />
olan Velâyetname’dir. Velâyatname, edebi bir tür olan menakýpname<br />
þeklinde yazýlmýþtýr. Bu tür eserler, hurafeler, mucizeler ve olaðanüstü<br />
mitlerle doludur.<br />
Velâyatname, Hacý Bektaþ-ý Veli’nin doðumunu, Horasan’daki<br />
çocukluk dönemini ve Ahmet Yesevi ile olan iliþkilerini anlatmakla<br />
baþlar. Daha sonra Anadolu’ya gelip Sulucakarahöyük’e yerleþmesini,<br />
buradaki hayatýný, çaðdaþlarýyla olan iliþkilerini ve nihayet ölümünü<br />
anlatýr. Hacý Bektaþ-ý Veli hakkýnda temel kaynak olan bu esere göre<br />
Hacý Bektaþ-ý Veli tükenmez sermaye olan çalýþmayý ilke edinen,<br />
emeðiyle geçinen, bazen çobanlýk yapan, elma toplayan, üzüm yetiþtiren,<br />
karþýlýk gözetmeden iyilik etmeyi seven, herkese güleryüz gösteren,<br />
düþkünlere yardým eden örnek bir insandýr. O tabiatla iç içedir. Olmamýþ<br />
ekinleri oldurur, susuz yerde su çýkarýr, gittiði yere bolluk ve bereket<br />
götürür. Kötüleri iyilikle yola getiren, alçakgönüllü, açýk yürekli bir<br />
velidir. Ve ayný zamanda faaliyetlerini yürüttüðü bir de tekkesi vardýr.<br />
Hacýbektaþ Tekkesi’nde baþta hat sanatý olmak üzere sanatýn bütün<br />
dallarýnda, þiirde, edebiyatta, musikide ve semahta büyük bir ilerleme<br />
kaydedildiði kaynaklarýyla bilinmektedir. 13. yüzyýl’ýn ikinci yarýsýnda<br />
zayýf düþen Selçuklu Devleti’nin Moðollara aðýr bedel ödemesi yüzünden<br />
halk sefalete düþünce Hacý Bektaþ Tekkesi, eðitim ve öðretim görevleri<br />
yaný sýra yardýmlaþma ve dayanýþma görevleri de üstlenmiþtir. Açlarý<br />
ve yolcularý doyurmuþ, çaresiz insanlara yaþama gücü vermiþtir.<br />
Hacýbektaþ her ilden her milletten insanýn tanýþýp kaynaþtýðý bir yerdir.<br />
Hacýbektaþ Dergâhý’na bu kadar önem verilmesinin ve onunla ayný<br />
zamanda kurulmuþ olan tekkelerin birer birer ortadan kalkmýþ olmasýna<br />
raðmen, onun korunup günümüze kadar yaþatýlmasýnýn sebebi neydi? Bu<br />
sebep, onu kuran kiþinin tarihte oynadýðý rol ile onun düþünceleridir.<br />
Hacý Bektaþ-ý Veli’nin düþünceleri hakkýnda baþvurabileceðimiz en<br />
önemli kaynaklar Hacý Bektaþ-ý Veli’nin eserleriyle onun eserlerindeki<br />
sözlerini daha etkili bir anlatým þekli olan þiir haline getirerek ölümsüzleþtiren,<br />
onun gerçek yol evlatlarý olan Türk dilinin ustalarý Alevi<br />
Bektaþi ozanlarýdýr.<br />
Hacý Bektaþ-ý Veli’nin düþüncesinin temelinde insan sevgisi, insana<br />
inanmak, insana güvenme ve insaný yüceltme vardýr. O insaný evrenin<br />
merkezine alýr. Her þey insan içindir, bütün yaratýklar insan için<br />
yaratýlmýþtýr. O halde insana saygý duyulmalý, insan yüceltilmelidir.<br />
Yaratýlanýn en üstünü insan, Tanrý’nýn bir yansýmasýdýr. O halde insan<br />
okunacak, öðrenilecek kutsal bir varlýktýr. Kýrýlmamalý, incitilmemeli,<br />
hoþ tutulmalýdýr. Hacý Bektaþ-ý Veli insanýn, insan-ý kâmil derecesine<br />
ulaþabilmesi için izleyeceði yolu “Dört Kapý Kýrk Makam” görüþünde<br />
dile getirmiþtir. O’na göre insaný sevmek, Tanrý’yý sevmek demektir.<br />
Hacý Bektaþ-ý Veli Tanrý’ya sevgi ile ulaþýlabileceðini, Tanrý’nýn niteliklerini<br />
taþýyan insaný sevmek gerektiðini , insanlarýn kardeþ olduðunu, bu<br />
yüzden din farklarýnýn gereksiz olduðunu savunur. Yine O’na göre insanlar<br />
arasýndaki din, dil, ýrk farklarý ince bir perdeden ibarettir. Bu perdeyi<br />
sevgi ortadan kaldýrýr.<br />
Volter’in Aydýnlanma Tasarýmý Hacý Bektaþ Veli’de Vardý<br />
Alemdar Yalçýn<br />
Ben öncelikle “Aydýnlanma” kavramý üzerinde duracaðým. Sonra Hacý Bektaþ-ý Veli’deki<br />
aydýnlanma nedir?,onu göreceðiz.<br />
Deðerli dinleyenler: Hýristiyanlýk, Roma Ýmparatorluðu’na alternatif olarak ortaya çýktý. Roma<br />
Ýmparatorluðu, insanlarý ikiye ayýrmýþtý. Romalýlar ve Romalý olmayanlar diye. Dünyanýn en<br />
büyük gücüydü. Bugün kendisini dünyanýn gücü olarak görenler de bu Roma Ýmparatorluðu’nun<br />
sonundan ibret alsýnlar. Fakat bir insan çýktý ve dedi ki; “Size bir insan bir tokat vurursa, siz öbür<br />
yüzünüzü dönün”. Yani, hiç direniþ önermeyen ve hiç de devlet fikri olmayan bir dinmiþ ki tüm<br />
(Devamý sayfa 18’de)<br />
Ekim 2004 17
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />
(Baþ tarafý 17. sayfada)<br />
insanlar arasýnda rüzgâr gibi yayýldý ve yalnýzca kalplere ve beyinlere<br />
seslenerek Roma Ýmparatorluðu’nu yýktý.<br />
Diyordu ki Ýsa; “Benim saltanatým gök yüzünde kurulacak”. Devletle<br />
ilgili bir düþüncesi yoktu. Hýristiyanlýðýn ve sonra Hýristiyanlýk yaygýnlaþmaya<br />
baþladý. Önce dedi ki; “alma”nýn getirdiði her þey putperestliktir,<br />
zevk almak putperestliktir, gülmek putperestliktir. Ve “Madem ki<br />
kadýn bizim Cennet’ten kovulmamýza neden olmuþtur; o halde kadýnlar,<br />
þeytanla iþbirliði yapmýþ insanlardýr”, dedi. Zulme karþý baþkaldýrmýþ<br />
din, kendisi bir zulüm yapmaya baþladý. Gerçek Hýristiyanlar evlenmezler,<br />
yani rahipler evlenmezler, dediler. Ýnanmýþ kadýnlar kendilerini Ýsa<br />
ile evlenmiþ kabul ederek, onunla nikahlanarak manastýra kapanýrlar.<br />
Sonunda gülmenin yasak olduðu, gökyüzünün maviliðinden söz etmek,<br />
çiçeklerin güzelliðinden söz etmek, insanlarý yeryüzüne baðladýðý için<br />
suç kabul edildi ve kapkaranlýk bir Ortaçað geldi.<br />
Bu Ortaçað’da insanlar dengelerini yitirdikleri için, yani dinsel<br />
baskýlar, yaþadýðýmýz dünyanýn güzelliklerinden insaný “sýyýrdýðý” için<br />
zihniyet sapmalarý ortaya çýktý. Bunun sonucunda þeytanla yattýklarýndan<br />
kuþkulanmaya baþladýlar. Þeytanla yattýðýndan kuþkulanýlan rahibeler,<br />
kendilerinden üstteki kardinallere bunu söyleyemiyorlardý ve büyücülere<br />
giderek içlerindeki þeytaný çýkarmasý için ibadet etmeye baþladýlar. Bu<br />
sýrada kilisenin verdiði yasaklara uymayan insanlar, ister kendilerini<br />
inanmýþ kabul etsinler, isterse inanmamýþ olsunlar cezalarý ölümdü.<br />
Bir baþka nokta madem ki büyücülük kötüydü, engizisyon mahkemeleri<br />
kuruldu ve bu mahkemeler insanlarý yargýlamaya baþladýlar.<br />
“Mahkemenin yargýlamasýna çýkmýþ insanýn, savunma hakký yoktur” diyorlardý.<br />
Ceza verildikten sonra yakýnlarý normal bir ölümle öldürülmesi<br />
için kiliselere rüþvet vermeye gidiyorlardý.<br />
Böyle bir ortamda dikkat ederseniz “aydýnlamayý” tanýmlamak çok<br />
kolay bir iþ deðildir. Aydýnlanma insanýn yaradýlýþ amaçlarýna ters olamamalý,<br />
dünya iliþkilerini dengeli bir zemine oturtmalýdýr. Böyle bir<br />
zemine oturmadýðý için bir Ortaçað karanlýðý ortaya çýktý.<br />
Afakanýn Ortaçað’da Avrupa’yý sardýðý bir dönemde Dante þunu<br />
söyledi: “Bir insan bir kadýný seviyorsa o kadýn Tanrý’yý da sevebilecek<br />
niteliðe sahiptir.” Biliyor musunuz bu düþünce Fuzuli’nin düþüncesidir<br />
ve Leyla ile Mecnun mesnevisinde böyle söyler. Leyla’yý seven Mecnun<br />
bir süre sonra Leyla’yý gördüðü zaman “Benim Leyla’m sen deðilsin” der<br />
ve o artýk tanrýsal bir aþka ulaþmýþtýr. Rönesans dediðimiz geliþmenin,<br />
kalkýnmanýn temelinde bu vardý.<br />
Aydýnlanmanýn en önemli unsurunu söyleyen Volter þöyle söylüyor;<br />
“Hýristiyanlýðý bu þekilde yorumlayanýn ortaya koyduðu Hýristiyanlýk,<br />
putperestlikten daha vahþi bir dindir” diyor.<br />
Bunlar çok önemli bizim için: Bölgemiz ve çevremiz benzer savaþlarla<br />
karþý karþýya. Aydýnlanmayý oluþturan bir noktadan, Volter’in bir<br />
sözünden çýkacaðým. Volter diyordu ki; “Evren büyük bir yaratýlýþtýr.<br />
Yani makro-kozmos’dur. Ýnsan ise mikro-kozmos”dur. Yani evren bir duvar<br />
saati ise, insan da bu duvar saatinin tüm özelliklerini kendi üzerinde<br />
taþýyan bir kol saatidir.<br />
Ýþte bu anlayýþla Batý, Rönesans’ýný ortaya koydu. Biliyor musunuz?<br />
Makro-kozmos ve mikro-kozmos düþüncesinin, Hacý Bektaþ-ý Veli’nin<br />
görüþlerinde ve þiirlerinde olduðunu.<br />
. Hacýbektaþ-ý Veli’den vereceðim þu örnek çaðdaþ aydýnlanmanýn bir<br />
tanýmýný oluþturuyor: “Þu þiþeyi görüyor musunuz? Ýnsan bir þiþeye benzer,<br />
bu þiþenin içi pislikle doluysa bunun aðzýný kapatýp da çeþmenin<br />
altýnda yüzlerce kere yýkasanýz da bu temiz olmaz, yapýlacak iþ nedir?<br />
Bunun kapaðýný açmak, pisliði dökmek, þiþenin içini yýkadýktan sonra<br />
dýþýný yýkamaktýr”.<br />
Aydýnlanmayý Anlamak Aydýn Olabilmek<br />
Esat Korkmaz<br />
Uyarmasý gereken aydýnýmýz “uyuyor” ya da “uyutulmuþ”,<br />
taban ise “uykuda”;<br />
uykudaki uyuyaný nasýl uyandýracaðýz?<br />
“Uyur Ýdik Uyardýlar” diyecekisin belki<br />
ama bu “zili” duyan için geçerli deðil mi?<br />
Bozuktur diye saati “yere çalmadan” ya da<br />
“akýl külahta bir çividir,<br />
yumruk vurmadan içeri girmez” diyen<br />
Arnavut atasözünün yargýsýna “kapýlmadan”<br />
zil sesini duymaya ve duyurmaya çalýþalým.<br />
Entelektüel bir konuþma, entelektüel bir geçmiþi olan topluluk<br />
karþýsýnda yapýlýr. Bizler, zaman zaman bu konuda zorlanýyoruz.<br />
Canlarýmdan bize “trajedi” yaþatmamalarýný diliyor-istiyorum.<br />
“Aydýnlanma” konusuna gelince “eðri oturulur ama doðru” konuþulur.<br />
Batý bize bir tarih “kesiti” veriyor ve buna “Ortaçað”, “karanlýklar çaðý”<br />
diyor. Anadolu Aleviliði olarak adlandýrdýðýmýz felsefe/inanç ve yaþama<br />
biçimi, Batý’nýn bize “bellettiði” Ortaçað’da yapýlandý. Aleviler-Bektaþiler,<br />
“Biz özünde bir aydýnlanma hareketiyiz”, diyorlarsa o zaman o “karanlýk<br />
çað”da kendi “ürünleri” bir aydýnlanmanýn olduðunu kanýtlamak<br />
zorundalar.<br />
“Aydýnlanma” denince yalnýzca “18.yüzyýl aydýnlanmasýný” ve aydýnlanmanýn<br />
tümünü bu olarak algýlayan anlayýþý yýkmamýz gerekir. “Aydýnlanma”<br />
baðlamýnda insanlýk kazanýmlarýnýn ana halkalarýný kitaplar<br />
yazýyor; biz de sýralayalým: “Ýlkçað Aydýnlanmasý, 18.yüzyýl Aydýnlanmasý”<br />
ve 19.yüzyýl’ýn ikinci yarýsýnda tasarýmlanýp yaþama geçirilen<br />
“Toplumcu Aydýnlanma”. Kitaplarýn yazdýðý “aydýnlanma” halkalarýnda<br />
bir Alevi-Bektaþi aydýnlanmasýna rastlayamýyoruz; daha doðrusu “karanlýklar<br />
çaðý Ortaçað’da bir aydýnlanma hareketi olamaz”, yargýsý<br />
kafalarýmýza “kazýnmýþ” durumda. Bu “yargýyý” yýkmak, Ortaçað’da bir<br />
Alevi-Bektaþi aydýnlanmasýnýn olduðunu “kanýtlamak” ve bunu insanlýða<br />
“sunmak” göreviyle karþý karþýyayýz.<br />
“Aydýnlanma” denince “ortak algý” durumundaki 18.yüzyýl Aydýnlanmasý’ný,<br />
yani burjuva aydýnlanmasýný “aþmak”; bu aydýnlanmanýn<br />
“çizdiði” aydýn tipini, yani Batý’nýn akýlcý, olgucu kýsacasý burjuvazinin<br />
ilerici dönemine ait 18.yüzyýl Aydýnlanmacýlýðýný benimsemiþ, “üstyapýsal<br />
bir kültür ilericisi” olarak kendi dýþa vuran, halkýna “yabancýlaþan”<br />
aydýn kimliðini “aþmak” ve bu tür aydýnlanmanýn, bu tür aydýnlarýn<br />
“küçümsediði” Doðu’lu insanýn, bu kapsamda Aleviliðin-Bektaþiliðin<br />
“nesnel” kaynaklarýna, bu nesnellikten “soyutlanarak” bir ölçüde<br />
“baðýmsýzlaþan” inanç odaklarýna yönelmek, aydýnlanmayý anlamamýz<br />
ve aydýn olmamýz için “olmazsa olmaz” koþulumuzdur: Bunu bilelim.<br />
Aydýnlanma, insaný ve temel insansal deðerleri her þeyin üstünde<br />
gören, insanlýk sorunlarýna akýlcý çözümler bulmayý amaçlayan, insanýn<br />
her yönden geliþmesini temel ilke edinen bir “öðretidir”. Geniþ anlamda,<br />
tarihsel süreçte “insaný insan” etme çabalarýnýn bir ürünü olarak<br />
algýlanýr. Ýnsanýn yaratýcý güçlerinin geliþtirilmesini, onu özgür ve<br />
gönençli kýlmayý ve her bakýmdan yükseltip ilerletmeyi dile getirir.<br />
“Ýlkçað Aydýnlanmasý”, insanýn bedensel ve zihinsel yeteneklerinin<br />
“eðitimle” geliþtirilmesini amaçladý. Rönesans’la baþlayan burjuva aydýnlanmasý,<br />
Ýlkçað yapýtlarýný meydana çýkararak bilimi kilise baskýsýna<br />
karþý “savunma ve geliþtirme” amacýný güttü. Gericiliðe karþý insanýn her<br />
türlü haklarýný savundu. Ortaçað’da, “kendini yitirme” noktasýna gelen<br />
insan, burjuva aydýnlanmasýnýn güdücülüðünde, Ýlkçað Aydýnlanmasý’nýn<br />
kazanýmlarýyla kendini yeniden “keþfetti”. Dünyanýn insan eliyle<br />
deðiþtirilebileceði inancýný, insan sevgisinin ve insana saygýnýn temeline<br />
koydu. “Toplumcu Aydýnlanma” ise tarihin “nesnel” yasalarýna dayandý.<br />
Ýnsanlýk-öncesi çaðdan, insanýn özgürce geliþebileceði ve bütün insanlýðýn<br />
hýzla ilerleyebileceði insanlýk çaðýna geçiþin nesnel koþullarýný<br />
sergiledi ve yasalarýný açýkladý. Toplumsal insaný, yabancýlaþma kaynaðý<br />
olarak yaþama geçen üretim araçlarýnýn özel mülkiyetine karþý örgütleyerek<br />
insanýn kendisini “yeniden ele geçirmesini” saðladý.<br />
Anadolu doðumlu olan Alevilik-Bektaþilik, her þeyden önce bir “aydýnlanma”<br />
öðretisidir, ötesinde “insancý” bir evren görüþüdür. Bu öðre-<br />
18 Sayý 3
41. ULUSAL - 15. ULUSLARARASI HACI BEKTAÞI VELÝ ANMA TÖRENLERÝ VE KÜLTÜR SANAT ETKÝNLÝKLERÝ<br />
tinin, bu evren görüþünün görevi, yaþamýn ve toplumun “entelektüel<br />
ilkelerini” araþtýrmaktýr. “Halk” adýna dünyayý yorumlamak, dünyanýn<br />
ve yaþamýn anlamýný temellendirmek ama bütün bunlarý “felsefi bir<br />
inanç” aracýlýðýyla yani tasavvufi bir “maya” ile sunmak.<br />
Anadolu coðrafyasýnda Aleviler-Bektaþiler; tektanrýcý üç dinin þeriatýyla<br />
kendinden “kopartýlýp” gökyüzüne çýkartýlan insaný, önce aydýnlanmasýnýn<br />
yorumuyla kuþattý. Akýldan inanca “atlanýlan” zeminde,<br />
kendi ürünü inanç yaratýsýnca “zincire vurulan” ve “zavallýlaþan” insaný,<br />
inançtan akla “inilen” çizgi üzerinde “yukarýdan aþaðýya uçurarak”<br />
yere, ait olduðu topraða indirdi. Ýndirir indirmez de “aydýnlanmanýn” ve<br />
“insancýlýðýn” bireysel-kitlesel tabanýný yaratmýþ oldu.<br />
Toprak üzerinde gezindirdiði insaný; önce bireyselleþtirdi, sonra<br />
toplumsallaþtýrdý. Onu bir inanç varlýðýndan bir “yorum” ve “yetenek”<br />
varlýðýna dönüþtürdü. Ýnsan ya da insanlýk sorunlarýna “akýlcý” çözümler<br />
bulma yolunda “hizmetli” yaptý. Hizmetli olmanýn aydýnlýðýnda, “devletin<br />
ve þeriatýn” uzaðýnda, ona “karþý” kanalda, aydýnlanmayý ve insancýlýðý<br />
yaratan/üreten asýl toplumsal tabaný yakalamýþ oldu. Ýçinde yer aldýðý<br />
toplum katýnda; uygarlýk-öncesi eþitlikçi toplum deðerlerinin “taþýyýcýsý”<br />
durumunda bulunan “muhalefet” insanýnýn yaþama yordamý olarak<br />
algýladýðý “aydýnlanmayý ve insancýlýðý”, devlete karþý “halk”la taraf etti.<br />
Aydýnlanma ve insancýlýk dünyasýnda; gökyüzünden yeryüzüne<br />
indirildiðine inanýlan Tanrý buyruklarýna göre “bedenleþen” ve egemenin<br />
güdümünde “canavarlaþan” insana karþý üretici/yaratýcý insaný, “Konuþan<br />
Tanrý” durumunda ve “halk” kimliðinde kiþilendirdi. Ýnancýn yerini<br />
“akýl” aldý; inanca dayanan tanrýbilimin karþýsýna, inancý aklýn “denetimine”<br />
veren “bâtýni felsefeyi” yerleþtirdi.<br />
“Tanrý-evren” sorunu bir inanç sorunu olmaktan<br />
çýktý, bir insan sorunu durumuna geldi.<br />
Batý’da “burjuva aydýnlanmasý ve burjuva<br />
insancýlýðý” daha tarihin “gündemine” gelmeden<br />
Ortaçað’da ve Anadolu topraðýnda Aleviler-Bektaþiler;<br />
genelde þeriatçý dinsel deðerlere,<br />
özelde feodal despota ve onun uþaklarýna<br />
baþkaldýrdý. Ýlksel eþitlikçi toplum deðerlerini<br />
“bayraklaþtýrarak”, tasavvuf baðlamýnda<br />
ancak “sezgiyle” ulaþýlabileceðini varsaydýðý<br />
insanlýðýn “son kurtuluþunu” tarihin gündemine<br />
taþýyýverdi. Düþyapýsal da olsa “toplumcu<br />
aydýnlanmayý” ve “toplumcu insancýlýðý”, en<br />
üretici halkasýndan yakalamýþ oldu.<br />
Talihin hep talihliden yana güldüðü bu<br />
toplumsal “cangýl”da Aleviler-Bektaþiler, insanýn<br />
ve doðanýn aklýnýn yolunda yürüyerek, insaný, “okunacak en büyük<br />
kitap” olarak algýlayarak, inancýný, çaðdaþ insaný “okþayacak” bir “damak<br />
tadýna” dönüþtürerek, geniþleyen akýl alanýnda “toplumcu aydýnlanma”nýn<br />
ve “toplumcu insancýlýðýn” tohumlarýný ekiyor.<br />
Aleviler-Bektaþiler tarihlerinden getirdikleri kazanýmlarý, aydýnlanma<br />
kavgasýnda en üretken biçimde kullanmak zorundalar. Bu zorunluluk<br />
bile Alevileri-Bektaþileri “düþünmeye” iter: Düþünmek, düþünmek, düþünmek…<br />
Teþekkür ederim efendim.<br />
Ýstanbul’daki Alevi-Bektaþi Tekke ve Dergâhlarý - II<br />
Ali Kaya<br />
Bademli Tekkesi (Bademlik Münir Baba Tekkesi)<br />
Beyoðlu Sütlüce’de Þeker Kuyusu Sokak’ta, Münir Baba’nýn 1303/1886<br />
yýlýnda Fodlacýbaþý Konaðý’ný satýn alarak Bektaþi tekkesi haline getirmesiyle<br />
kurulmuþtur(Turnalý-Yücel, 1984:148). Tevhidhane ve meþrutadan<br />
meydana gelmekte idi. Arazisi, 12 Haziran 1936’da ilanen satýþa<br />
çýkarýlmýþtýr. Tekke 1940 yýlýnda yýkýlmýþtýr.<br />
Kaynak: 1341 defteri, sýra 270; Bandýrmalýzade, s. 235; Ýhsaiyat, s. 19;<br />
Miraf-ý Ýstanbul, s. 537.<br />
Ciðerci Baba Tekkesi<br />
Topkapý ile Mevlanakapý arasýnda, sur duvarlarýna bitiþik olan tekke,<br />
Ýstanbul surlarýný muhafazaya memur yeniçerilere ait bir Bektaþi tekkesi<br />
idi. 1826’da Yeniçeriliðin kaldýrýlmasý ile beraber, Bektaþilik de yasaklanýp,<br />
Bektaþi tekkeleri yýkýlýrken bu tekke de yýktýrýlmýþtýr. Günümüze sadece<br />
Ciðerci Baba’nýn türbesi gelebilmiþtir.<br />
Yarýmca Baba Tekkesi (Paþa Limaný Tekkesi)<br />
Üsküdar, Paþa Limaný Caddesi, 1310 ada, 79 parseldeki Bektaþi tekkesidir.<br />
1957 yýlýnda harap halde iken yýkýlmýþtýr. Sadece haziresindeki<br />
Yarýmca Baba’nýn mezarý kalmýþtýr.<br />
Kaynak: Bandýrmalýzade, s. 89; Tomar, s. 79; Ýhsaiyat, s. 20; Asitane, s. 4.<br />
Caferabad Tekkesi (Þahkulu Dergâhý)<br />
Beyoðlu Sütlüce, Salaþ Sokak, 1876 ada, 10 parselde ilk defa 934/-<br />
1528’de kurulmuþ Bektaþi tekkesidir. Arazisi Damatzade Feyzullah<br />
Efendi Vakfý’ndandýr. Geniþ bir arazi üzerinde ahþap binalardan meydana<br />
gelen tekkeden, günümüze sadece mezar taþlarý ve arsasý kalmýþtýr.<br />
Kaynak: 1341 defteri, sýra 87; Hadika I, s. 305; Seyahatname, Cilt I, s. 409.<br />
Karaaðaç Bektaþi Tekkesi (Karaaðaç Tekkesi)<br />
Beyoðlu Sütlüce, Dutluk Karaaðaç mevkiinde, eski 1929, yeni 3257 ada,<br />
1 parselde önceden mevcut tekkedir. II. Beyazýt Vakfý’ndan arazi üzerine,<br />
III. Sultan Mustafa devrinden sonra, Bektaþi tekkesi olarak inþa<br />
edilmiþ ve 1241/1826 de yýktýrýlmýþtýr. Günümüze sadece mezar taþlarý<br />
ulaþmýþtýr.<br />
Kaynak: Bandýrmalýzade, s. 288; Hadika I, s. 302.<br />
Karyaðdý Tekkesi<br />
Eyüp, Ýdris Köþkü’nde, Karyaðdý Sokaðý, 38 ada, 6 par. tekke, 4 par.-<br />
haziresi bulunan Bektaþi tekkesinin vakýfý Baba Ali’dir. bina iki katlý,<br />
duvarlarý kagir, döþemesi ahþaptý. Günümüze sadece arsasý ve mezar<br />
taþlarý kalmýþtýr.<br />
Kaynak: 1341 Defteri, sýra 212, Bandýrmalýzade. s. 289;1199 Defteri,<br />
s.145;Hadika I, s. 26.<br />
Periþan Baba Tekkesi (Kazlýçeþme Bektaþi Tekkesi -<br />
Zâkirbaþý Tekkesi)<br />
Zeytinburnu, Kazlýçeþme, Zâkirbaþý Caddesi, 2578 ada, 31 parselde,<br />
1284/1867 tarihli vakfiye ile Hacý Mustafa Baba tarafýndan tesis edilmiþ<br />
Bektaþi tekkesidir. Tekkeye adýný veren Seyit Muhammet Periþan<br />
Baba’nýn vefatý 1292/1875’tir. Ýki katlý ahþap tekke, haziresiyle birlikte<br />
harap halde halen mevcuttur.<br />
Kaynak: 1341 Defteri, sýra 105; Bandýrmalýzade, s. 236; Ýst. Ansiklopedisi,<br />
Cilt 5, s. 2447.<br />
Tahir Baba Tekkesi (Çamlýca Bektaþi Tekkesi - Ali Nutki<br />
Nur Baba Tekkesi - Kebir Dergâhý)<br />
Üsküdar, Büyük Çamlýca Kýsýklý’da, 798 adada, oniki dönüm arsa<br />
üzerinde, Mehmet Tahir Baba bin Ali tarafýndan 21 Þaban 1213/1798<br />
tarihli vakfiye ile kurulmuþ Bektaþi tekkesidir. Kitabesi 1209/1795 tarihini<br />
taþýmaktadýr. Geniþ arazisi parselasyona uðramýþ, günümüze sadece<br />
Cami Yolu Sokaðý, 11 kapý nolu binanýn bitiþiðindeki haziresi kalmýþtýr.<br />
Kaynak: 1341 defteri, sýra 198, Bandýrmalýzade 273, Hadika II, s. 261<br />
Kaynaklar: Sema Güncüoðlu<br />
1) Fatih Ýlk Ýstanbul; Fatih Belediyesi Basýn Yayýn ve Halkla iliþkiler<br />
Müdürlüðü.<br />
2) Ýslam Ansiklopedisi; Türkiye Diyanet Vakfý.<br />
3) Ýstanbul Ansiklopedisi; Tarih Vakfý.<br />
4) Ýstanbul Ýmparatorluklar Baþkenti; Yerasimos, S.; Tarih Vakfý Yurt Yayýnlarý.<br />
5) 15. Asýrda Ýstanbul Haritasý; Ayverdi, E.H.; Ýstanbul Fatih Cemiyeti Yayýný.<br />
6) Osmanlý Devri Mimarisi; Aslanapa, O.; Ýnkilâp Kitabevi.<br />
7) Fatih Camileri ve Diðer Tarihi Eserler; Diyanet Vakfý.<br />
8) Asýrlar Boyunca Ýstanbul; Þehsuvaroðlu, H.; Cumhuriyet.1950.<br />
9) E.Demirel, Ýstanbul Tekkeleri Mimari Eklentileri ve Resterasyonu; Yýldýz TÜ<br />
Ekim 2004 19
ÂÞIK KUL HASAN<br />
Sazda Yaþýyor<br />
Mahzuni’nin öldüðüne inanmam<br />
Mahzuni baharda yazda yaþýyor<br />
Öldü diyenlerin sözüne kanmam<br />
Kemanda kavalda sazda yaþýyor<br />
Ruh gýdasý Mahzuni’nin telinde<br />
Türküleri hergün halkýn dilinde<br />
Yemliha Ertekin dostun gönlünde<br />
Sevgisi anýsý özde yaþýyor<br />
Yurt dýþýnda tüm dünyada Mahzuni<br />
Sazda sözde kim var sade Mahzuni<br />
Aþk eline þarap bade Mahzuni<br />
Sende bende sizde bizde yaþýyor<br />
Mahzuni ay yýldýz idi güneþti<br />
Aþkýn kazanýnda kaynadý taþtý<br />
Tüm sanatçýlarýn diline düþtü<br />
Tatlýses’te Kiraz Kýz’da yaþýyor<br />
Sevgi aþk sýrrýna erenler için<br />
Ýnsanlýða gönül verenler için<br />
Güzel bakýp güzel görenler için<br />
Hilal kaþta ela gözde yaþýyor<br />
Kul Hasan Mahzuni sanma ki öldü<br />
Afþin Berceneð’in köyünde doðdu<br />
Hacý Bektaþ Pir’e misafir oldu<br />
Semah da niyazda nazda yaþýyor<br />
13 Mayýs 2003, Ankara<br />
Çaðdaþ toplumcu halk ozanlarýmýzdan Âþýk<br />
Kul Hasan’ýn bu þiiri, Alev Yayýnlarýndan<br />
yayýnlanan “Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz”<br />
kitabýndan alýnmýþtýr.<br />
Birnci Basým: Mayýs 2004<br />
13x19 cm boyutunda 144 sayfa<br />
ISBN: 975-335 042-2<br />
Kentlerde örgütlenen köy dernekleri; hemþehri<br />
örgütlenmelerinden daha dar anlamda “akraba<br />
örgütlenmeleri”ne bir yol alýþ sürecidir.<br />
Köy dernekleri türü hemþehri örgütlenmeleri;<br />
1980 -12 Eylül Askeri Darbesi ile oluþmaya<br />
ve kendinden söz ettirmeye baþlamýþtýr.<br />
1980 öncesi özellikle Ýstanbul, Ýzmir, Ankara,<br />
Bursa gibi büyük kentlerde; Erzurumlular, Sivaslýlar,<br />
Niðdeliler, Karadenizliler gibi yerel<br />
ancak büyük ölçekli hemþehri dernekleri<br />
bulunmaktaydý.<br />
12 Eylül Askeri Darbesi, Türkiye’de, Partilerin<br />
yanýnda, irili-ufaklý sivil toplum örgütleri,<br />
sendikalar, meslek örgütleri gibi tüm ilerici<br />
unsurlarýn üzerinden “silindir” gibi geçti. Mal<br />
varlýklarýna el kondu.Yöneticileri, üyeleri<br />
yargýlandý, tutuklandý. Öte yandan, din derslerinin<br />
zorunlu tutulmasý gibi daha pek çok antidemokratik<br />
ve gerici uygulamayý yasal güvence<br />
altýna aldý.<br />
1980’lerin ortalarýndan baþlayarak yukarýda<br />
sözü geçen hemþehri örgütleri ile koþutluk<br />
taþýmasýna karþýn farklýlýklar<br />
da içeren bir yapýlanma<br />
kendini gösterdi. Bu örgütsel<br />
yapýlanmanýn adý “köy<br />
dernekleri” oldu; önceleri<br />
“ölüleri gömme sandýðý”,<br />
“dayanýþma-yardýmlaþma”<br />
sandýklarý gibi daha çok<br />
“imece” türü gereksinmelerden<br />
hareketle ayný köyden<br />
gelenlerce kurulan örgütlülüklerdi<br />
bunlar.<br />
Göçerlerin kentsel kurumlarla<br />
olan etkileþiminin<br />
nitelik deðiþtirmesi,<br />
kendi örgütlülüklerinde de deðiþimlere yol<br />
açtý. 1980’lerin sonlarýnda “sosyal yardýmlaþma”<br />
derneklerine dönüþtüler. 1990’larda ise<br />
“kültür ve dayanýþma dernekleri” olarak deðiþim<br />
sürecini sürdürdü.<br />
Bu kabuk deðiþimi dýþýnda pek fark edilmedi.<br />
Deðiþikliði bir dernek içindekiler biliyordu;<br />
bir de “Emniyet” birimi. Ankara Emniyet<br />
Müdürlüðü Dernekler Masasý’ndan bir yetkili<br />
kimi dernek yöneticilerine çýkýþýyordu:<br />
“Neden durmadan derneðin adýný deðiþtiriyor,<br />
tüzüðüne yeni maddeler ekliyorsunuz?”, diye.<br />
Oysa bu deðiþim; devletin bilinçli-gerici siyasal<br />
politikalarýna ve uygulamalarýna; kültürel<br />
asimilasyon niyetlerine karþý bir “tepkinin”<br />
dýþa vurumuydu. Türk-Ýslam sentezci Sünni Ýslam’ýn<br />
topluma dayatýlmasýna bir “kafa tutuþ”<br />
idi. Kendi kültürel mirasýný koruma kaygýsýndan<br />
hareket eden bir “yönelim”di. Bu yýllarda<br />
Alevi düþünür ve önderleri adýna kurulmuþ<br />
dernek ve vakýflarýn ortaya çýktýðýný ya da daha<br />
etkin hale geldiðini görürüz: Hacý Bektaþ Veli,<br />
Pir Sultan Abdal ya da Erenlerin, Ermiþlerin<br />
yatýr ve dergâhlarý adýna kurulmuþ dernekler<br />
gibi...<br />
AYAKTA KALAN SON KALELER<br />
Kentlerde Köy Dernekleri<br />
Önder Aydýn<br />
Özellikle Alevi inancý ve<br />
kültürüne karþý yoðunlaþan<br />
örgütlü saldýrýlar derneklerin<br />
sayýsal artýþýný getirmiþ, hem de<br />
dayanýþma ve yardýmlaþmanýn<br />
ötesinde “kültür” öðesini<br />
öne çýkarmýþtýr.<br />
Bir baþka deðiþle “kültür”<br />
sözcüðünün eklenmesi inancýn<br />
dýþa vurumundan baþka bir þey<br />
deðildir.<br />
1993, 2 Temmuz Sivas-Madýmak kýyýmý<br />
örgütlülük sürecine ivme kazandýrmýþtýr. Yukarýda<br />
genelleþtirilerek deðindiðimiz gerekçelerle<br />
2 Temmuz sonrasý Alevi inançlý köy dernekleri<br />
ve kültür derneklerinde yoðun bir artýþ olduðunu<br />
gözlemliyoruz. Özellikle Alevi inancý ve<br />
kültürüne karþý yoðunlaþan örgütlü saldýrýlar,<br />
hem derneklerin sayýsal artýþýný getirmiþ, hem<br />
de dayanýþma ve yardýmlaþmanýn ötesinde<br />
“kültür” öðesini öne çýkarmýþtýr. Bir baþka deyiþle<br />
“kültür” sözcüðünün eklenmesi, inancýn<br />
dýþa vurumundan baþka bir þey deðildir.<br />
Artýk köy derneklerine ait mekânlar, aþure<br />
ve kurban yemeklerinin sunulduðu, cem törenlerinin<br />
yapýldýðý, gençlere semah, baðlama<br />
öðretiminin verildiði “kültür aktarýmýný” gerçekleþtiren<br />
okullar haline gelmiþtir. Amaçlarýnda;<br />
bin yýllýk geçmiþlerini, gelenek ve göreneklerini,<br />
kýsacasý kültürel birikimlerini irdelemek,<br />
unutulmaya yüz tutanlarý ortaya çýkarmak,<br />
günümüzde hayat bulabilecek olanlarý<br />
uyarlamak ve bu mirasý yediden yetmiþe kitlesine<br />
aktarmaya çalýþmak,<br />
bu derneklerin öncelikli<br />
amacý haline gelmiþtir.<br />
Bununla birlikte bu<br />
dernekler ilk oluþum ilkelerini<br />
de sürdürmektedirler.<br />
Oluþturduklarý mekânlar,<br />
hemþehrileri ile iletiþim<br />
merkezi durumundadýr.<br />
Üyelerinin kentteki<br />
“yabancýlýðýný” ortadan<br />
kaldýrma, “yalnýzlýðýný”<br />
azaltma ve geçmiþine, köyüne<br />
duyduðu “özlemini”<br />
giderme gibi iþlevlerini de<br />
yerine getirmektedir. Bu baþarýlarý “ayakta”<br />
kalmalarýný saðlarken benzer kitleler için örgütlenme<br />
örnekleri oluþturmalarýný da beraberinde<br />
getirdi.<br />
Özellikle emeklilerin mevsimlik olarak<br />
köylerine dönmeleri, orada yeni yaþam alanlarý<br />
yaratmalarý; köysel sorunlarýn, “örgütlü olarak<br />
çözümlenmesi” kanalýný açtý. Bu yöndeki çabalar,<br />
köy derneklerinin ayakta durabilmelerinin<br />
bir baþka nedeni olsa gerek. Köyün suyu, yolu,<br />
kanalizasyonu, elektrik ve telefon gibi yapýsal<br />
sorunlarýnýn çözümünde, dernekler etkin bir iþlev<br />
görmektedir. Ayrýca giderek artan ekonomik<br />
birikim ve olanaklar ölçüsünde fakir çocuklara<br />
eðitim bursu vermek, sportif ve kültürel<br />
etkinlikler organize etmek gibi iþlevleri bu<br />
tür örgütlenmelerin öðle kolay-kolay kapanmayacaðýný,<br />
tersine güçleneceðini ortaya koyuyor.<br />
Sonuç olarak gerek kentte gerekse köyde<br />
olsunlar, pekte önemsenmeyen, araþtýrýlmaya,<br />
akademik çalýþmalara konu olmayan bu örgütlülükler<br />
adlarý köy dernekleri de olsa, kentte<br />
ayakta kalan, 25 yýllýk geçmiþe sahip “küçük<br />
birer kale”dirler.<br />
20 Sayý 3
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, Camiler ve Cemevleri<br />
Burhan Kocadað<br />
Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan ettikten<br />
sonra, modern ve çaðdaþ bir devlet için kýsa bir sürede pek çok devrimler<br />
yaptýrdý. Bu devrimleri, Cem dergisi 2001 sayýsýndaki “Cumhuriyet<br />
ve Aleviler” baþlýklý yazýmýzda belirtmiþtik. Aslýnda bu devrimlerin her<br />
biri üzerinde tek tek durulduðunda, ciltler dolusu kitaplar yazýlabilir.<br />
Yapýlan devrimlerin önemlilerinden biri de 3 Mart 1924’te kaldýrýlan<br />
hilafet ve buna paralel olarak kapatýlan Þer’iye Nezareti’dir (Þeriat Bakanlýðý).<br />
Þer’iye Nezareti’nin kapatýlmasý ile ortada bir boþluk doðdu<br />
kendiliðinden. Bu boþluk, toplumun dinsel yönünü kontrol altýnda tutabilecek<br />
bir baþkanlýktý. Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý da bu vesileyle ayný tarihte,<br />
Baþbakanlýða baðlý olarak kurulmuþtur.<br />
Aslýnda, laik-demokratik cumhuriyet sisteminde Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’nýn<br />
yeri yoktur, olmamalýdýr. Toplumlar ve dinsel cemaatler,<br />
kendi dinsel iþlevlerini, kendileri yürütmeli ve kendileri finanse etmelidir.<br />
Avrupa’da, Amerika’da, geliþmiþ Batýlý ülkelerde bu böyledir. Devlet<br />
hiçbir þekilde, bir dini cemaate para yardýmýnda bulunmaz. Ancak,<br />
dinsel cemaatleri de toplumsal düzenin bozulmamasý için her vesile ile<br />
kontrol altýnda tutar.<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nde de neden böyle olmasýn? Devletin dini olur<br />
mu? Hiçbir þekilde devletin dini olmaz. Ancak, o devlet bünyesindeki<br />
vatandaþlarýnýn dini-inancý olur. Yeryüzündeki tüm devletlerin bünyelerinde<br />
çeþitli dinlerden vatandaþlarý olabileceði gibi, hiçbir dine baðlý<br />
olmayan, yani “ateist” vatandaþlarý da olabilmektedir. Bu nedenle devletin<br />
dini olamaz. Olduðu takdirde, öbür dinlerdeki vatandaþlarý, ister istemez<br />
baský altýna alýnmýþ olur, birtakým olaylar ve haksýzlýklar doðabilir.<br />
Devlet, bünyesindeki dinsel kesime (bir kýsmýna) bütçesinden para<br />
ayýrdýðý, diðer kesimlere vermediði takdirde birtakým haksýzlýklar ve<br />
adaletsizlikler doðar. Türkiye’mizde þu anda yýllardan beri Diyanet’e tek<br />
taraflý olarak ayrýlan paralar, bu haksýzlýklarýn birer örneðidir. Ayný zamanda<br />
devletin sýrtýna yükletilmiþ bir kamburdan baþka bir þey deðildir.<br />
77 yýldan beri bu haksýzlýk devam etmektedir. Bugünkü meclis yapýsýyla<br />
da bu haksýzlýðýn daha nice yýllar devam edeceði anlaþýlmaktadýr.<br />
Þimdi diyoruz ki, bu Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý kaldýrýlamayacaðýna<br />
göre, hiç olmazsa bundan böyle, tüm toplumu kucaklayacak bir biçime<br />
sokulsun, yanlýþlýklar ve haksýzlýklar kaldýrýlsýn. Yani, Diyanet Ýþleri<br />
Baþkanlýðý’na yeni bir düzen verilsin.<br />
Nedir bu yanlýþlýklar, nedir bu haksýzlýklar? Nelerin deðiþmesini istiyoruz?<br />
Yýllardan beri hep söylüyoruz ve yazýyoruz. Bunlarý þöyle açýklamak<br />
olasý: Türkiye Cumhuriyeti bünyesinde yalnýz (Hanefi-Þafii-Maliki-Hambeli)<br />
gibi Sünni Müslümanlar yoktur. Alevi Müslümanlarla birilikte<br />
Ýsevi ve Musevi vatandaþlar da vardýr. Devlet, bu vatandaþlarýndan<br />
da vergi almaktadýr. Ayný þekilde, bu vatandaþlarýna da hizmet götürmek<br />
zorundadýr.<br />
Adalet kuralý ya hep ya hiç olmalýdýr. Hepsinden vergi alýp yalnýz bir<br />
kesime ödenek aktarmak, insan haklarýna ve adalet kurallarýna aykýrýdýr.<br />
Avrupa Birliði’ne girebilmek için jet hýzýyla çýkarýlan denge yasalarýna<br />
paralel olarak Diyanet Ýþleri Baþkanlýk sistemi de deðiþtirilmeli ve bütün<br />
inançlarý kapsayan bir düzen getirilmelidir. Bu yapýlamadýðý takdirde<br />
Avrupa Ýnsan Haklarý Mahkemesi’ne baþvuracaðýmýz da bilinmelidir.<br />
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ndan istediðimiz adaletli düzen, þöyle olmalýdýr:<br />
Baþkanlýk bünyesinde; a) Sünni Cemaatler Daire Baþkanlýðý, b)<br />
Alevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý, c) Ýsevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý<br />
ve d) Musevi Cemaatler Daire Baþkanlýðý, gibi daire baþkanlýklarý kurulmalý<br />
ve her yýl devlet bütçesinden ayrýlan birkaç yüz trilyon ödenek,<br />
nüfus oranlarýna göre bu baþkanlýklara daðýtýlmalý ve bu baþkanlýklar da<br />
kendi teþkilatlarýndaki görevlileri ile hizmet verebilmelidir.<br />
Böyle bir sistem, þu anda Milli Eðitim Bakanlýðý’nda uygulanmaktadýr.<br />
Her yýl Milli Eðitim Bakanlýðý’na ayrýlan bütçe ödeneði, ilgili<br />
bakanlýkta; a) Ýlköðretim, b) Ortaöðretim, c) Yükseköðretim ve d) örgün<br />
eðitim genel müdürlüklerine, ihtiyaçlarýna göre daðýtýlarak hizmet ve--<br />
rilmektedir.<br />
Hal böyle iken, Alevilerden alýnan vergilerden Diyanet’e ayrýlan paralarla,<br />
hizmet verilmesi bir yana, aksine saldýrýlar yapýlmaktadýr. Böylesine<br />
bir çeliþki ve haksýzlýða, dünyanýn hiçbir ülkesinde rastlamak olasý<br />
deðildir. Bununla birilikte, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý dýþýnda, Milli<br />
Eðitimde okutulan ders kitaplarýnda Alevilere ve Alevi inancýna yer verilmemekte,<br />
yergi ve hararetlere zemin ve fýrsat verilmektedir. Bu tür<br />
haksýzlýklarýn en kýsa zamanda düzeltilmesi halisane dileðimizdir.<br />
Devlet, bu tür düzenlemelerle bir hukuk devleti olabilir ancak.<br />
Mustafa Kemal Atatürk, Þer’iye Nezareti yerine dini denetlemek için<br />
Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’ný kurdurmuþtu. Ne yazýk ki 1950 yýlýndan beri<br />
siyasi partiler, oy hesabý uðruna dini tavizler vere vere, þeriatý týrmandýrdýlar.<br />
Gün oldu, laik demokratik cumhuriyet, tehlikeli anlar yaþadý.<br />
Günümüzde artýk Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, iþlevini yitirmiþtir. Sayýn<br />
Prof. Dr. Toktamýþ Ateþ’in belirttiði gibi “Devlet, Diyanet kanalýyla dini<br />
denetlemek isterken, Diyanet, devleti denetlemeye baþlamýþtýr. Bu<br />
ülkede, Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý’na verilen trilyonlarca liralýk bütçeden<br />
hiç yararlanmayan ‘Alevi’ bir kitle vardýr. Hatta, yararlanmak ne demek,<br />
vergileriyle Diyanet’i beslemekte ve bundan çok rahatsýz olmaktadýrlar”<br />
(Cem, Eylül 2001)<br />
Cami ve cemevlerine gelince: Camiler de cemevleri de sözlük anlamý<br />
bakýmýndan dini ibadet için toplanma yerleri demektir. Ýbadet, yalnýzca<br />
camilerde namaz kýlmayla olmaz. Ýbadetin türlü biçimleri vardýr. Camilerde<br />
namaz kýlýnarak yapýldýðý gibi cemevlerinde de cemler yapýlarak,<br />
zikirler edilerek, semahlar dönülerek yapýlýr. Anadolu Alevileri, yüzyýllardan<br />
beri böyle yapagelmiþlerdir.<br />
Ýbadet yalnýzca camilerde yapýlýr diyen Eski Diyanet Ýþleri Baþkaný’na<br />
bir yanýtýmýz olacak. Cemevleri, bin yýldan beri Anadolu Alevilerinin<br />
ibadet yerleridir. Sayýn Mehmet Nuri Yýlmaz, bunu bilmiyorlarsa<br />
öðrensin. Ya da açsýn tarihi okusun. Kendi kurumunda müfettiþlik yapmýþ,<br />
Alevi vatandaþlarýn vergilerinden maaþ almýþ, Alevi düþmaný Bay<br />
Abdülkadir Sezgin de bunu öðrensin. Þunu belirtelim ki Alevilik-Bektaþilik,<br />
dünyanýn en çaðdaþ, en hümanist ve en ulvi bir inanç biçimidir.<br />
Alevilik inancý, insan ayrýmý yapmayan bir sevgi biçimidir. Bilmiyorlarsa<br />
Hacý Bektaþ Veli’yi okusunlar. Sözlerinin özü olan, “Ýlimle gidilmeyen<br />
yolun sonu karanlýktýr”, felsefesinin derin anlamýný idrak etsinler.<br />
Camilerle cemevlerinin kýyaslanmayacak kadar farklýlýklarý vardýr.<br />
Camilerde yalnýz namaz kýlýnmakta ve cenazeler kaldýrýlmaktadýr. Oysaki<br />
cemevlerinin iþlevleri çoktur. Sosyal yaþamýn tüm gereksinimleri<br />
cemevlerinde verilmektedir. Cemevlerinde Alevilerin ibadet biçimleri<br />
olan cemler yapýldýðý gibi birer külliye biçiminde olan binalarýnda:<br />
1) Gençlere çeþitli kurslar (bilgisayar-yabancý dil-el sanatlarý-okuma/yazama-saz<br />
kurslarý-semah kurslarý ve çeþitli meslek kurslarý gibi<br />
kurslar), 2) Konferanslar, 3) Paneller, 4) Kurban kesme ve lokma yeme,<br />
5) Cenaze kaldýrma, 6) Demirbaþ kütüphaneler kurma ve okuma salonlarý<br />
açma, 7) Saðlýk ocaklarý açma ve saðlýk hizmetleri verme, 8) Sergiler<br />
açma, 9) Anma törenleri yapma, 10) Tiyatro vb. çeþitli kültürel hizmetler<br />
ile özellikle büyük kentlerdeki insanlara çaðdaþ hizmetler verilmektedir.<br />
Bu kurumalarda ayný zamanda hurafelerden arýnmýþ inançlarýn<br />
yaný sýra ulusal bilinç de verilmektedir. Bu kurumalarda devletin rejimini<br />
yýkmak için þeriat provalarý ve telkinleri deðil, laik demokratik cumhuriyet<br />
baðýmlýlýðý verilmektedir. Bu kurumlarda kin ve nefret deðil, sevgi<br />
ve dayanýþma aþýlanmaktadýr. Bu kurumlarda dinsel bölücülük deðil,<br />
birleþme, dayanýþma ve paylaþýmcýlýk öðretilmektedir.<br />
Cemevleri, ülkemizde çaðýn bir gereksinimidir. Aksi halde serencamlarýný<br />
televizyonlarda ibretle izlediðimiz bir Afganistan, bir Ýran, bir<br />
Pakistan veya bir þeriatçý Ýslam ülkesinden öteye gidemeyiz. Çað dýþý<br />
kalýrýz, uygar uluslar düzeyine çýkamayýz.<br />
Radyo-televizyon ve her türlü teknolojik araçlarý günah sayan,<br />
yasaklayan, kadýnlarý dört duvar arasýna týkayýp çarþafa büründüren, eðitimden,<br />
okuldan ve toplum içinde çalýþmaktan tecrit eden, erkeklere<br />
sakal býraktýrýp sarýk taktýran, hurafelere yer verdirip akýl ve mantýðýn<br />
kabul etmediði bir inanç biçiminin cemevlerinde yeri yoktur. Cemevleri,<br />
bugün 1400 yýl öncesi Arap kültürünün çok ilerisindedir. Tekrar ediyoruz,<br />
Sayýn Mehmet Nuri Yýlmaz ile eski müfettiþ Bay Abdülkadir Sezgin,<br />
bunlarý bilmiyorlarsa öðrensinler artýk.<br />
Cemevleri, bizim kültür ocaklarýmýzdýr, onur kaynaklarýmýzdýr. Bundan<br />
vazgeçip camilerde cahil hocalarýn hurafelerini dinlemek olasý deðildir.<br />
Diyanet Ýþleri, öncelikli olarak camileri reforme etmelidir. Laik ve<br />
demokratik devlet düþmanlýðý ile bölücülük tohumlarý ekilmemelidir.<br />
Ekim 2004 21
Aynayý Tuttum Yüzüme...<br />
Murtaza Demir<br />
Aleviliðin ve Alevi kurumlarýnýn içinde bulunduðu kargaþanýn nedenleri<br />
üzerine düþünmediðimiz ve neyi kaybetmek üzere olduðumuzun<br />
farkýnda olmadýðýmýz için, ayný kargaþayý çözüm konusunda da yaþýyoruz.<br />
Bu yüzden sadece Aleviliðimiz deðil, Anadolu’nun demokrasi,<br />
insan haklarý ve evrenselliðe yatkýn olan damarý da sorun yaþýyor.<br />
Dedelik Kurumu<br />
Bu baðlamda önemsediðim konu baþlýklarýndan ikisini irdelemek<br />
istiyorum. Bunlardan biri, “Dedelik Kurumu”, diðeri “Ýslam’ýn içi,<br />
dýþý” tartýþmasý...<br />
Yazýktýr ki, Alevilerin dýþýnda bir bütün olarak çaðdaþ demokratik<br />
yaþam biçimini talep eden baþka bir kesim daha yoktur. Bu gidiþin demokrasi<br />
talep edenlere ve bize dönük mesajý þudur: Alevilik üzerindeki<br />
baský ve asimilasyon tehdidi, esas olarak Türkiye’nin “muasýr medeniyet”<br />
hedefini de tehdit etmektedir. Bugüne deðin “kendimize”, dostlarýmýza,<br />
“laisizm ve demokrasi mücadelesi verdiðini” söyleyenlere anlatamadýðýmýz<br />
budur...<br />
Bu önemli bir sorundur, ama sorunun en can alýcý bölümü bizlerle;<br />
Alevi kurumlarýný yönetenlerle ilgilidir. Ne yazýk ki, sorunlarý slogan<br />
düzeyinde tartýþýyor, daha üstüne çýkamýyoruz. Bu tutumun ayný zamanda<br />
“felsefi birikim ve yaþam biçimi”, demek olan Alevilikle hiçbir ilgisi<br />
yoktur. Bu yüzden olsa gerek, “özümüzü” bir yana býrakýp, “aynayý hep<br />
karþý tarafa tutuyoruz”.<br />
Kurumsallaþmak önemli bir kazaným. Ama Alevi kurumlarýný (hiç<br />
olmazsa) yönetenlerin:<br />
Aleviliðe saygýlý olmasý,<br />
hiç deðilse musahip olmasý,<br />
“aynayý (bir de) kendine tutmasý”,<br />
her yýl görümden geçmesi,<br />
yýlda bir iki kez ceme katýlmasý,<br />
ve müþkülünü cemde çözmesi için çaba sarf etmesi gerekmez mi?<br />
Günümüz koþullarýnda yaþama dair sorunlarýn ceme getirilmesi ve<br />
orada çözülmesi imkaný olmadýðýný biliyorum. Kastým da bu deðil: Ama<br />
hiç deðilse örgütler arasý ve örgüt yöneticisi arkadaþlarýmýzýn arasýndaki<br />
sorunlara, Alevi örfü ve geleneði içinde çözüm aranmasý gerekmez mi?<br />
Ýnanmadýðýmýz, uygulama alanýnda olmadýðýmýz, “geri ya da gereksiz”<br />
bulduðumuz bir inancý nasýl olur da içtenlikle savunduðumuzu iddia edebilir<br />
ve buna inanýlmasýný bekleriz? Ve neden bu kurumlarda yönetici<br />
oluruz?<br />
Ýçinde bulunduðumuz sorunun ve sonucun öznesi bizleriz. Önce<br />
dedeyi hanemizden, köyümüzden kovduk; aþaðýladýk! Sonra aldýklarý üç<br />
kuruþ hakkullahý gözümüzde büyütüp, “sömürücülükle” niteledik. Bu<br />
yaklaþýmýmýzla dedeliðin geleneksel yapýsýný bozup, dejenere ettiðimizin<br />
ve Türk-Ýslam sentezcilerine kapý araladýðýmýzýn farkýnda olamadýk.<br />
Bizlerden saygý görmeyen dedeler, kýrgýn, üzgün ve mutsuz bir biçimde<br />
bu sorumluluklarýndan vazgeçtiler. Onlar için alýcýsý olmayan “göheri”<br />
satmaya çalýþmanýn anlamý kalmamýþtý. Yaþam koþullarý, dedelerimizi,<br />
dedelik sorumluluklarýný sürdürmek yerine “filan kurumda odacýlýk, ya<br />
da kapýcýlýk yapmayý” tercih etme noktasýna getirdi: Onlar da bunu yaptýlar.<br />
Þimdi hak, adalet, eþitlik ve “aþk” için dedelik yapan insan<br />
bulamýyoruz. Bu yüzden ‘70’li yýllardan sonra inanç ve geleneðinden<br />
hýzla uzaklaþan/uzaklaþtýrýlan Aleviler, felsefenin yazýlý deðil ancak<br />
sözel aktarýcýsý durumunda olan ve binlerce yýllýk birikim demek olan<br />
dedelik kurumunun devamlýlýðýný bozarak, dedenin geliþmesinin ve kendini<br />
yenilemesinin önünü de kesmiþ oldular. Kesintiye uðrayan ve âdeta<br />
bir “ara dönem” yaþayan dedelik kurumu, bir daha da eski saygýnlýðýna<br />
ve yaptýrým gücüne ulaþamadý. Dedesiz, cemsiz, pirsiz, niyazsýz, Alisiz<br />
Alevilik olur mu? Olur ama iþte bugün olduðu gibi “aþk için deðil, seyir<br />
için” olur.<br />
Dedelik bir kurumdu. “Göher alýr, göher satarlardý.” Talip “Fizan’da”<br />
da yaþasa oraya gidip, görmek, yol’a almak, çoluk çocuðunu ve<br />
komþularýný eðitip, iyi, yararlý, çaðdaþ, barýþýk insan olmalarýný saðlamaktý.<br />
Dedeye verilen hakkullah da iþte bu emeðin karþýlýðýydý. Þimdi<br />
kim yapýyor bu görevi? Binlerce hane, köy ve mahallede hiç kimse...<br />
Büyük bir bölümünde ise Sünni imam: Yani asimilasyon!<br />
Sonuç: Koskoca bir hiç ve büyük bir boþluk! Boþluðu dolduran Sünni<br />
imam ve Sünni devletin asimilasyon çabalarýndaki baþarýsý!..<br />
“Ýslam Ýçi-Dýþý” Tartýþmasý<br />
Alevi kimliði -Alevi olgusu- bir gerçeklik. Bu inancýn-kültürün geçmiþi<br />
bin yýllarla ifade ediliyor. En azýndan, bu konuda kafa yoran,<br />
emek veren; emek vermeye deðer bulan araþtýrmacýlarýn tespitleri ve<br />
vardýklarý sonuç böyle.<br />
Gerçekten bilimadamý niteliði olan objektif araþtýrmacýlarýn vardýklarý<br />
bir baþka sonuç ise günümüzdeki Aleviliðin heterodoks -yaþadýðý<br />
coðrafyadaki tüm inançlarýn karýþýmý- bir inanç olduðudur ki; benim<br />
görüþüm de bu yöndedir. Örneðin, Aleviliðin temel ritüellerinden -kavramlarýndan-<br />
biri olan cem’i yok sayamayýz. Oysa cem olgusu, Ýslam<br />
öncesi göçebe Oðuz Türkmen kültürü-inancý’dýr. Ve Ýslamiyet’le hiçbir<br />
baðý olmamasýna karþýn, Þamanizm’in ve Þamanizme “altlýk” olan temel<br />
öðelerden sayýlmaktadýr. Diðer yandan günümüz Aleviliðinin temel<br />
kurumlarýndan biri saydýðýmýz 12 Ýmam kültü ise Ýslam öncesi Hýristiyanlýðýnýn<br />
Anadolu’daki izlerinden-etkilerinden-biridir. Ve Ýsa’nýn 12<br />
Havarisi kültüyle benzerlikleri vardýr.<br />
“Deðiþmeyen tek þey deðiþimdir” teorisi tüm inançlar için olduðu<br />
gibi, Alevilik için de geçerlidir. Bu baðlamda deðiþime açýk olan;-ayak<br />
uyduran- Hýristiyanlýk’ta olduðu gibi, reform gerçekleþtiren dinlerin<br />
mensuplarý ilim ve teknolojiyi rehber edinerek tüm insanlýðý -evreniyönetir<br />
duruma gelmiþlerdir. “Dinde deðiþim -reform- olmaz” diyerek,<br />
yeniliðe, bilime, insan haklarý ve demokrasiye ayak direyen Ýslam coðrafyasý<br />
ve mensuplarýnýn içler acýsý hali ise ortadadýr.<br />
Yukarýda özet olarak ifade edilen Aleviliðin unsurlarýna hiç kuþkusuz<br />
Ýslamiyet’in Anadolu’daki bin yýllýk hakimiyetinin etkilerini de eklemek<br />
gerekir. Bu baðlamda “Her ne arar isen kendinde -özünde- ara, Kudüs’te,<br />
Mekke’de, Hac’da deðildir”, diyen ulularýmýzýn; cem týðlarken -<br />
yürütürken- “Allah-Muhammet-Ali” kültünü anmadan geçmedikleri göz<br />
ardý edilmemelidir.<br />
Kabul edelim, “Alisiz Alevilik” gibi çarpýtma gayretlerinin hiçbir bilimsel<br />
deðeri yoktur. Cem ehli de çok iyi bilir ki cemimizi yürüten dedemizin-pirimizin,<br />
“Allah-Muhammet-Ali”siz duasý yoktur. Cem’in diðer<br />
bir temel kurumu ise âþýk -zâkir postu- makamýdýr. Zâkir’in nefesi; bâtýn<br />
-gerçek, öz- tarzýnda icra edilecekse, bunun adý deyiþ veya düvazimam’dýr.<br />
Nefesin deyiþ olmasý için üç; düvaz olmasý için ise Oniki<br />
Ýmam’ýn adlarýnýn geçmesi gerekir. Ve 12 Ýmam kültü, Yas-ý Muharrem<br />
Orucu, Cafericiliðin, Aleviliðin ve Hýristiyanlýðýn ortak deðerlerindendir.<br />
Özetle, Alevilik yazýlý deðil, sözel kurallarý-kurumlarý olan bir inançtýr.<br />
Yüzlerce yýldýr yakýlýp, yýkýlmýþ; mensuplarý kýlýçtan geçirilmiþ,<br />
“aman vermeyin, vurun”, denilerek fetvalar çýkarýlmýþ; yaþamasýna, kurumlaþmasýna,<br />
yazýlý kural ve ritüelleri olan bir inanç haline gelmesine<br />
engel olunmuþtur. Bu yüzden yazýlý bir çerçevesi, Ýslam’ýn beþ þartýna<br />
benzer þartlarý olamamýþtýr. Cem, dede, zâkir, talip, pir, rehber, musahip,<br />
kirve vb. gibi kurallarý olmasýna karþýn, örneðin “yýl içinde þu kadar sayýda<br />
Cem’e gireceksin”, gibi koþulu ya da “dedeye þu kadar hakkullah vereceksin”,<br />
gibi zorunluluklarý yoktur. Bu nedenle günümüz Aleviliðinin,<br />
“Ýslamýn özüdür, tam da içidir, ya da dýþýdýr;” þeklinde tanýmlanmasý ve<br />
ifade edilmesi ne kadar ilgisiz ve yanlýþ ise; “Ýslam’la ilgimiz yoktur,<br />
Alevilik ayrý bir dindir”, demek de o kadar yanlýþtýr: Dahasý ideolojiktir.<br />
Kiþisel görüþüm odur ki, Alevilik, þekli (zâhir) deðil öz’ü (bâtýn) kutsamýþ;<br />
bilimi ve felsefi deðerleri rehber edinmiþtir. Bir bakýma Ortodoks<br />
Ýslam’a karþý protest bir tavýr olan Alevilik, Ýslam’ýn Anadolu’ya hakim<br />
olmasý sürecinde, onu bir zorunluluk olarak “kabul etmiþ”, fakat kurallarýný-þartlarýný<br />
uygulamaktan kaçýnarak geleneksel inancýný sürdürmeye<br />
devam etmiþtir. Ýslam gibi görünmüþ, böyle davranmaya zorlanmýþ,<br />
fakat Alevi kalmýþtýr. Aradan geçen bin yýllýk süreç içindeki baský ve<br />
zorlamalar, Alevilik içindeki Ýslam karþýtý düþüncelerin törpülenmesine<br />
neden olmuþtur. Sonuçta günümüz Aleviliði ritüelinde “Hak- Muhammet-Ali”<br />
damarý, olmazsa olmaz olarak Alevi kurumsalý içinde yer almýþtýr.<br />
Bu yüzden mutlak bir taným yapmak gerekirse Aleviliði, “Heterodoks<br />
Ýslam” olarak tanýmlayan akademisyenlerin görüþlerine katýlmak<br />
yerinde olacaktýr.<br />
22 Sayý 3
Merhaba Dostlar, Merhaba Serçeþme<br />
Ali Ulvi Öztürk<br />
CAN YÜCEL<br />
Nefes - I<br />
Nefes dergisinden bu yana bunca<br />
yýl geçti. Yine buluþtuk: Serçeþme’ye<br />
ve sizlere merhaba demenin<br />
mutluluðunu yaþýyorum.<br />
Bizi bir aile yapan inancýmýzý,<br />
yaþam biçimimizi ve yüreðimizi paylaþtýðýmýz,<br />
bizi bir çatý altýnda toplayan Serçeþme’ye merhaba!<br />
Bunca yýlda pek çok þey yaþadýk, birçok<br />
deðerli dostumuzu, ozanýmýzý yitirdik. Ekonomik-kültürel<br />
ve siyasi açýdan çok yoðun ve çok<br />
yönlü emperyalist dayatma ve baskýlar altýna<br />
girdik. Bir yandan mevcut iktidar yeni tanýmlar<br />
getirerek laikliði sulandýrýrken, diðer yandan<br />
eðitim, hukuk sistemi, ötesinde adalet sistemi<br />
emperyalizmin güdümüne ve hizmetine sokuldu..<br />
AB ve ABD emperyalizminin baskýlarýyla<br />
güya demokratik yasalar çýkaran hükümet,<br />
cemevlerini ibadet yeri saymamakta, diðer<br />
ibadet yerlerine gösterdiði saygýyý cemevlerimize<br />
göstermemektedir.<br />
Okullardaki tek yanlý din dersini hâlâ inat<br />
ve ýsrarla bizim çocuklarýmýza da okutmaktadýr.<br />
Diyanet Ýþleri’nin Alevilere-Bektaþilere bakýþ<br />
açýsý giderek daha da kötüleþmekte, çýkardýklarý<br />
dergi, kitap vs. yayýnlardaki hakaretler<br />
yerli yerinde durmaktadýr. Maraþ-Çorum-Sivas<br />
benzeri katliamlarýn tetiklenmesine çanak tutan<br />
görüþ ve politikalar ýsrarla sürdürülmektedir.<br />
Ülkemiz ekonomik alanda tümüyle emperyalizme<br />
teslim ediliyor. Tütün ve þekerpancarýna<br />
konulan kotalar, çiftçilere verilen desteðin<br />
tümden kaldýrýlmasý, Tüpraþ-Telekom gibi<br />
hayati ve kârlý KÝT’lerin yok pahasýna elden<br />
çýkarýlmak istenmesi, ulusal deðerlerin, ulusal<br />
iç ve dýþ politikalarýn terk edilmesi, Kýbrýs’ta<br />
takýnýlan anti-ulusal tavýr, Kuzey Irak’ta bir<br />
Kürt devletine giden süreçte takýnýlan antiulusal<br />
tavýr, Irak’ta masum Irak halkýna karþý<br />
takýnýlan tavýr, Filistin’de Filistin halkýna karþý<br />
takýnýlan tavýr hükümetin ne denli teslimiyetçi,<br />
ne denli emperyalist güdümde olduðunu gösteriyor.<br />
Bugünlerde ulusalcý, yurtsever olmak,<br />
ulusal sýnýrlarý, ekonomiyi, baðýmsýzlýðý<br />
savunmak, Kýbrýs’ta oynanan oyunlara karþý<br />
olmak, AB ve ABD patentli Kürtçülük politikalarýna<br />
karþý durmak, dinozorluk, çaðdýþýlýk<br />
sayýlýyor. Ulusal tarihi, dünya tarihini bilmeyen,<br />
ulusal yurttaþlýk bilincinden yoksun kalýr.<br />
Hâlâ türbaný insan haklarý çerçevesinde gören,<br />
ülkenin parçalanma sürecine getiriliþine kulak<br />
asmayan, bazý kiþisel, maceracý eylemleri<br />
devrimcilik sayan, globelleþmeyle, enternasyonalizmi<br />
birbirine karýþtýran, Kemal Derviþ<br />
gibilere pirim ve destek verenler lütfen artýk<br />
aklýmýzý baþýmýza alalým.<br />
Gerçekçi ulusal politikalar çerçevesinde<br />
ülkemizin üniter yapýsýný koruyarak anti-emperyalist,<br />
anti-faþist bir çizgide buluþalým.<br />
Bugün yurdunu, ulusunu ve Cumhuriyet’in<br />
kazanýmlarýný koruma, laikliðe-demokrasiye<br />
sahip çýkma günüdür. Mustafa Kemal’in baþlattýðý,<br />
ancak 1940’lardan itibaren yozlaþtýrýlan,<br />
sekteye uðratýlan “Aydýnlanma Devrimi”ni<br />
tamamlayalým.<br />
Öncelikle, kendi yurdunun yurttaþý olmadan<br />
dünya vatandaþý olunamaz. Dedelerimizin<br />
bu yurdu kurtarmak için döktüðü kanlarý unutmayalým.<br />
Emperyalizmin, Neo-Osmanlý, neoliberal<br />
taktiklerini boþa çýkartalým, hortlatýlan<br />
Sevr’i bir daha çýkmamacasýna mezarýna geri<br />
yollayalým.<br />
Tüm demokrat, aydýn, yurtsever insanlarýmýza,<br />
özellikle “Alevilere-Bektaþilere” bugün<br />
çok önemli görevler düþmektedir. Laikliðin ve<br />
cumhuriyetin kazanýmlarý, en çok bizleri ilgilendiriyor.<br />
1923’ten önce yurttaþ bile sayýlmýyorduk.<br />
Cumhuriyet’le çok þey kazandýðýmýz<br />
inkâr edilemez. Cumhuriyet’ten sonra da horlanmalara,<br />
katliamlara uðradýðýmýz doðrudur.<br />
Lakin bunda Cumhuriyet’i kuranlarýn bir suçu<br />
var mýdýr? Bugün okullarda bizim inanç ve<br />
felsefemize karþý dayatmalarla dolu din dersi<br />
bizim çocuklarýmýza da zorla okutturuluyorsa<br />
dönüp kendimizi sorgulamalýyýz. Hâlâ bölük<br />
pörçüðüz, hâlâ haklarýmýza sahip çýkamýyoruz.<br />
Hâlâ birçoðumuz Alevi-Bektaþi felsefesini ve<br />
özünü bilmiyoruz. Kendimizi kendimiz bile<br />
bilmeden kimden ne hak isteyeceðiz. Derlenip<br />
toparlanýp suyun baþýnda bizler de olmaz isek<br />
hangi haklarý hayata geçirebiliriz?<br />
Canlar, konuþulacak, tartýþýlacak, çözümlenecek<br />
çok sorun var. Birbirimizi incitmeden<br />
ancak gerçekleri hiç çekinmeden ortaya koyarak<br />
özelde Alevi-Bektaþi, genelde yurt ve dünya<br />
sorunlarýný “Serçeþme”de tartýþacaðýz, öðrenip<br />
öðreteceðiz. Özellikle gençlerimiz ve çocuklarýmýzla<br />
iyi bir iletiþim kurarak, onlarla<br />
birlikte öðrenip öðreterek omuz omuza yurdumuzu<br />
ve ulusumuzu düze çýkaracaðýz. Böylelikle<br />
dünyamýza da sahip çýkýp sorunlarýna da<br />
eðilebiliriz. Henüz hiçbir þey için geç deðildir.<br />
“Karanlýktan þikayet edeceðimize, bir mum da<br />
biz yakalým.”<br />
Sevgiyle… dostlukla…<br />
Nefes 1993-96 yýllarý arasýnda 37 sayý yayýnlanmýþtý<br />
Daha uzun dumanlarýn tütünü,<br />
Daha uzun esrüklük hali;<br />
Erenlerin damarlarýnda sürmüþ,<br />
Zamandan boylu filizler.<br />
Çiçek baharýnda uykusuz,<br />
Deli ve susan derviþler.<br />
Gözlerini ýslamýþlar suda;<br />
Açýkta gemiler gibi sakin.<br />
Irak yollara gitmiþler;<br />
göðüslerindeymiþ elleri,<br />
Rüzgârýn üstüne kavuþmuþ;<br />
Suya deðememiþ ayaklarý,<br />
Bir dalgýn köpük suretinden.<br />
Bir dalýn altýndan geçmiþler:<br />
Artýk ne genç ve ne ihtiyar;<br />
Ne gürültü artýk ve ne boþluk;<br />
Bir ýþýktýr dolmuþ kaplara;<br />
Her kuþ istediði yere konmuþ;<br />
Çimen istediði yeþile,<br />
Aðaç sevdiði mevsime,<br />
Her þey tamam olmuþ.<br />
Gözelerini silmiþ derviþler,<br />
Sabah olmuþ.<br />
Nefes - II<br />
Ormanlar gitmezler yolumuzdan;<br />
Boþ kokan bir gölün etrafýnda.<br />
Yürürler aðýr aðýr,<br />
Yaþayanlar üstünde,<br />
Ölüler topraðýn altýnda;<br />
Havasýz mavinin civarýndan,<br />
Devam eder bir sonsuz adým;<br />
Bir ardý arakasý kesilmedik nefestir;<br />
Yürür bir uðultudur aðýr aðýr;<br />
Sürdüðünce bir mübarek yolun,<br />
Ne yaþayanlar sade yaþarlar,<br />
Ne ölüler sade ölüdür.<br />
Döner, döner içinden kiþinin,<br />
Bir uðultudur, bir rüzgârdýr;<br />
Boþ kokan bir gölün etrafýnda,<br />
Döner aþk içre ormanlar,<br />
Bir þevktir, bir arzudur,<br />
Yaþamadan yaþamaya, mevsimden<br />
mevsime.<br />
Ormanlar konuþmaz dilimizden,<br />
hûû derler;<br />
Ormanlar anlamaz dilimizden,<br />
hûû derim hûû, hûû.<br />
Ekim 2004 23
TÜRKAN ÖZTÜRK<br />
Yaþayamam<br />
Öyle bir gýda ki Hakk’tan<br />
Verir Muhammet Ali’den<br />
Mis amber kokar burnumdan,<br />
Ben Ali’siz yaþayamam.<br />
Kesme kelâmý dilimden,<br />
Ayýrma kulunu senden,<br />
Gider turnalar gönlümden,<br />
Ben turnasýz yaþayamam.<br />
Bülbülü gülden ayýrma,<br />
Ben gülsüz yaþayamam.<br />
Çöller hüsran içinde,<br />
Ben Mecnun’suz yaþayamam.<br />
Kesme suyumu üstümden,<br />
Topraðým çatlar kurur,<br />
Kurur dalým meyve vermez,<br />
Ben meyvesiz yaþayamam.<br />
Sen kývýlcým ben de ateþ,<br />
Ýnceden tüter dumaným,<br />
Yandý yüreðim kül oldu,<br />
Ben sevdasýz yaþayamam.<br />
Kumru Dilberi doldur ki<br />
Sarmaþýk misali sar ki<br />
Aþkýn verip beni yak ki<br />
Ben sensiz yaþayamam.<br />
DERVÝÞ KEMAL<br />
Düþünsel Korkular<br />
Ýrinli yarayý dürtem diyemem,<br />
Çýbanýn baþýndan korkarým dostlar.<br />
Karným aç olsa da asla yiyemem,<br />
Namerdin aþýndan korkarým dostlar.<br />
Büyüklük taslayýp kendimi kasmam,<br />
Yalana, bühtana hiç kulak asmam.<br />
Baþýmý kesseler katiyen basmam,<br />
Tahtanýn yaþýndan korkarým dostlar.<br />
Gerçeði söyledim beni duyana,<br />
Yöneldim doðrudan, güzelden yana.<br />
Cahilin taþlarý výz gelir bana,<br />
Kâmilin taþýndan korkarým dostlar.<br />
Derviþ Kemal alýp dört telli sazý,<br />
Acýlý deyiþler söylerim bazý.<br />
Geride býraktým baharla yazý,<br />
Ömrümün kýþýndan korkarým dostlar.<br />
24<br />
Derginizin ilk sayýsýnda, sevgili yazar Ali<br />
Kaya, Dersim’linin geçmiþini anlatýrken karýþýk<br />
bir kronolojiyle Deylem’e kadar uzanýyor,<br />
daha doðrusu Deylem’den Dersim’e geliyor.<br />
Yerli halkla karýþtýrýp Deylemlileri Dersimlilerin<br />
atalarý kabul ediyor.<br />
Bu saptamayý yapmadan önce Deylemlileri,<br />
Kürtlerin de arasýna karýþtýrýp Kuzey<br />
Mezopotamya bölgesine yerleþen Zazalarýn<br />
belki atalarýdýr diye itiyatlý davranýyor. Kimi<br />
kez de tanýmladýðý coðrafyanýn dörtbin yýl öncesine<br />
gidiyor; bu coðrafyaya Deylem, yaþayanlarýna<br />
da Deylemliler diyor.<br />
Daha sonra “izleri” þaþýrýyor ve Zazalar<br />
ayrý bir halktýr deyip iþin içinden çýkýyor. Çünkü;<br />
Deylemlilerin tarihi, kültürü, dili ve inançlarý,<br />
örf, âdet ve alýþkanlýklarý Dersim’le örtüþüyor<br />
diyor.<br />
Ben Hoca’nýn, “Dersim Tarihi” ve “Ýran’a<br />
Seyahat” adlý iki kitabýný okudum. Ayný “pusulasýzlýðý”<br />
orada da gördüm. Kitabýnda Deylemlinin<br />
özelliklerini belirtiyor. Bu özelliklerden<br />
yola çýkarak küçük bir karþýlaþtýrma yapalým:<br />
Deylemli<br />
Ufak-Tefek<br />
Aceleci<br />
At yer<br />
Kýskanç<br />
Ýyi savaþcý<br />
Babaerkil<br />
Kadýnlar kararlara katýlýyor<br />
Kanaatkâr<br />
Baþka soylara kýz vermez<br />
kaçarsa öldürür<br />
Tambur çalar<br />
Ölülere yas tutulur<br />
Ýçte savaþ, dýþta birlik<br />
Bir kadýnla evlenmek isteyen<br />
erkek kadýn evine gider. Üç<br />
gün kaldýktan sonra nikah<br />
kýyýlýr.<br />
Bu özelliklerden yola çýkýldýðýnda %13’lük<br />
bir benzeþme vardýr. Bu benzeþmeleri tüm<br />
dünya halklarý arasýnda bulabilirsiniz. Ama bu<br />
benzeþme “geneli” ifade eder deniyorsa; bilgilerine<br />
sadece saygým olur. Hepsi bu kadar.<br />
Peki; Dersimlinin özellikleri yok mudur?<br />
Doðaldýr ki vardýr. Þimdi bu özelliklerden bir<br />
kýsmýný sýralayalým: Dünyaya bakýþlarý geriye<br />
deðil, ileriye yöneliktir; psikolojik deðerleri,<br />
manevi yaþam ve davranýþlarý akýl çizgisindedir,<br />
bu nedenle yaþamýný zorlaþtýran kurallarý<br />
da yýklar; kutsallýk, aklýn ötesine çýktýðýnda<br />
þüpheyle karþýlanýr, bu nedenle metafizik idealist<br />
soyut kavramlardan uzaktýr; kendisine dayatýlan<br />
doða ötesi kimliklere uzak durur; kendi<br />
inancýndan olmayana saygý duyar; yerleþtiði<br />
yerlere eski yerleþim yerlerinin adýný koyar ve<br />
bu ada uyum saðlar; kendi gibi konuþmayaný<br />
saygýyla dinler; kendi gibi olmayaný kendisiyle<br />
eþit sayar; ödün vermez, boyun eðmez; tutarlý<br />
düþünme ve davranma temeldir; övülmekten<br />
Dersimlinin Etnik Kökeni<br />
Hüseyin Düzenli<br />
Dersimli<br />
Ortadan uzun<br />
Sabýrlý-sakin-serinkanlý<br />
Yemez<br />
Hoþgörülü<br />
Ortak<br />
Son söz babanýn<br />
Tüm bireyler katýlýyor<br />
Özverili<br />
Ýlke olarak verilmez. Kaçarsa<br />
sonuca saygý gösterir<br />
Saz çalar<br />
Ortak<br />
Ortak<br />
Dersimli böyle bir þeyi aklýndan<br />
dahi geçirmez<br />
ve övünmekten hoþlanmaz; tek evlilik yapar;<br />
tavþan yemez; Bozatlý Hýzýr’ý vardýr; Alkarýsý’nýn<br />
var olduðuna inanýr; tapýnaðý yoktur;<br />
her yerde ibadet eder; etnik olarak kendinden<br />
olan, ancak inanç olarak kendinden olmayana<br />
“tat” der; sakal keser, býyýk býrakýr; hayvanlarýný<br />
iþaretler, çobanýna gerze býrakýr; baþlýk verir,<br />
düðününde Dermaný gönderir; ölüsüne kýrk<br />
gün yas tutar, mezarýna taþ diker; her þartta<br />
içer; Güneþ’e Ay’a niyaz eder; dilek aðacýna ip<br />
baðlar; eþiðe oturmaz; her daðýn sahibi vardýr,<br />
sahip tanrýsal kabul edildiðinden daðlar kutsaldýr;<br />
erkek ve kadýn bir arada ibadet eder; gülbanklarýnda<br />
80.000 Horasan Piri’ne, 99.000<br />
Rum Eri’ne ve 100.000 Gayp Ereni’ne yakarý<br />
vardýr; Erenlerin, Oðuzlarýn seçilmiþ savaþçý<br />
birlikleri olduðunu bilir ya da öyle olduðuna<br />
inanýr; düðünlerinde bay, bayan kol kola halay<br />
çeker; kýzlarýna “Hatun”, “Haným” ismi koyar;<br />
nazar olmasýn diye ateþe tuz atar; ocaðý sönmesin<br />
diye ateþini dýþarý vermez; bolluk olsun<br />
diye koç ve teke katýmýnda þölen yapar; kendi<br />
boyunu tanýmlamak için, kýrmýzý çit, kýrmýzý<br />
fes, kýrmýzý yelek, kýrmýzý üç<br />
peþli ve kýrmýzý kuþak baðlar;<br />
gerdek gecesi sabahý kanlý çarþafý<br />
ister, çarþafýn sunulmamasý<br />
halinde damadýn baðladýðýný<br />
düþünür; al ateþ rengidir; göðün<br />
zirvesini anlatýr, bu nedenle kýzýl<br />
tanrýsaldýr; Þah terimini ayaða<br />
kalkýp düzeni kurmak için söyler;<br />
insan sevgisini, bilginin merkezi<br />
olarak görür; Tanrý ile<br />
yüzyüze geldiðine inanýr; aracý<br />
kabul etmez; geriye dönme özlemi<br />
yoktur; don deðiþtirmeye<br />
inanýr; kendine sýðýnan kiþilere<br />
kimse dokunamaz ve kendisi<br />
istemediði sürece teslim etmez;<br />
dedelerine derin bir saygý ve<br />
baðlýlýðý vardýr; yönü, insana,<br />
akla ve eþitliðe dönüktür; akýldan<br />
inanca atlayýp akýllarýný<br />
inançlarýyla kilitlemez. Ýnançtan akla atlayýp<br />
inançlarýný akýlla kutsar; aklýnýn izin verdiði<br />
ölçüde kendi metafiziðini besler; duygularýnýn<br />
nesnel sýnýrlarýný daraltmaz, ruhbanlýk ve<br />
geleneksel topluluk örgütlenmesi zemininde<br />
devlete yamanmaz., metafizik aydýnlanmanýn<br />
sýnýrlarýný zorlar; dünyalarýnýn nesnel sýnýrlarýný<br />
geniþletir, emeðin çizdiði toplumsal alana çaðdaþ<br />
bir düþüncenin, tavrýn taþýyýcý olarak adýmlarýný<br />
atar, akýl ve toplum örgütlenmesi zemininde<br />
devletin ve egemen yargýnýn karþý<br />
kanalýnda ilerici toplumsal güçlerle buluþur;<br />
duygularýný pek belli etmez; asýk suratlý deðil,<br />
güleryüzlüdür; çabuk kýzmaz; çabuk barýþýr;<br />
merhamet duygularý kuvvetlidir; þakadan hoþlanýr;<br />
kin tutmaz; akýllarý duygularýna hakimdir;<br />
dayanýþmacý ve gerçekçidir; selamlaþmada,<br />
baþ indirir, baðýr basar.<br />
Daha sayayým mý?<br />
Bu özellikler hangi coðrafyanýn halklarýnýn<br />
özelliðidir. Ýncelendiðinde Asya halklarýndan<br />
Sayý 3
Oðuzlarýn özellikleri olduðunu açýk olarak<br />
görebiliriz.<br />
Dersim’e Neden ve Nasýl Gelmiþler?<br />
1. Moðol tufanýndan kurtulmak,<br />
2. Hayvanlarýna ve kendilerine yeni yurt bulmak,<br />
3. Ýstila yollarýndan uzak, iklimi kendilerine<br />
uygun bir yer aramak için geldikleri görülüyor.<br />
Tarihi kaynaklar 1071 yýlýnda Anadolu<br />
kapýlarýnýn açýlmasýyla;<br />
1.1087 yýlýnda Emir Mengücek’le birlikte kuzeyden<br />
Erzurum-Erzincan-Kemah-Divriði ve<br />
Tunceli’ye Yýva-Aðaçeri-Çavundur-Döðer-Eymür-Yörük-Kýnýk-Uluð<br />
ve Bozok boylarý,<br />
2. 1185 yýlýnda Halep Türkmenleri denilen<br />
Çobanlý Þeyh Hasan’la Beriyecik, Maraþ-<br />
Elbistan yoluyla gelenleri, Avþar-Çaruklu-<br />
Karkýn-Döðer-Yazýr-Yiva–Aðaçeri-Çavundur-<br />
Eymir-Bayat-Alevli-Karaevli-Bayýndýr-Uluð<br />
boylarý,<br />
3. 1230 yýlýnda Harzemlerle gelen Kanlý boylarý,<br />
4. 1240 yýlýnda Mahmud Hayraniy’le birlikte<br />
Boyat boylarý, gelir.<br />
Peki bu boylar bugün Türkmenistan’da var<br />
mýdýr? Evet var. Dersim’de devamlarý var mý?<br />
Evet var.<br />
Maddi ve fiziksel, tarihsel, psikolojikkültürel,<br />
sosyo-psikolojik referanslarý örtüþüyor<br />
mu? Bütünüyle örtüþüyor. Çobanlý Þeyh<br />
Hasan Aþiret tablosu doðruluyor mu? Evet<br />
doðruluyor.<br />
Dil olarak; Zazaca’nýn;<br />
1. Orta Zaman Farsçasý olduðunu ve Avesta’-<br />
dan beslendiðini, Acem illerinde ve Asya’da<br />
yaþayan konar-göçer topluluklarýnýn en az iki<br />
dil konuþtuðunu, bunlardan birinin de bu dil<br />
olduðunu,<br />
2. Deylem’in Pehleviler ülkesi olduðunu, bu<br />
dile Pehlevice dendiðini, Ýslamiyet’e kadar,<br />
dini ve dünyevi anlamda da kullanýldýðýný, Ýslamiyet’ten<br />
kaçan sýradan halkýn varoþ dili<br />
olduðunu, Zerdüþt dilinin dua ve öðretilerinin<br />
dili durumuna geldiðini; Asya topluluklarýnda<br />
bu dilin konuþulduðunu<br />
3. Hami-Sami, Hint-Avrupa, Hindu-Ari, Ural-<br />
Altay dil sýnýflandýrmasýnýn bir ýrk belirtmek<br />
için deðil, dil bilimcilerce tasnif kolaylýðýndan<br />
ötürü yapýldýðýný,<br />
4. Baðýmsýzlaþma sürecine girdiðinde, siyasal,<br />
dinsel, mezhepsel, toplumsal ve coðrafi nedenlerle<br />
içine kapalý özel bir dil haline geldiðini,<br />
tarih, toplum ve dil bilimciler söylüyor ve biz<br />
de katýlýyoruz.<br />
Bu kadar açýk veri ve özelliklere karþýn;<br />
Zazalar ayrý halktýr,<br />
Kürtlerin bir koludur,<br />
Deylem’lidir,<br />
mevalidir, demek ne kadar doðrudur.<br />
Bu sonuçlara nasýl ulaþýldýðýný doðrusu anlayabilmiþ<br />
deðilim. Bilimsellikten uzak, önyargýlý<br />
görüþlerden öteye gitmiyor.<br />
Türkmenlerin 1037 yýlýnda Deylemlilerle<br />
ittifaklarý vardý. Ayrýca Deylem’e yerleþen<br />
Oðuz boylarý, Yaðmurlu ve Kýzýllý ile Balhan<br />
Türkmenlerinden bir guruptur.<br />
Sonuç olarak;<br />
diline bakýp Deylem’li ve Kürt diyenleri,<br />
isimlerine bakýp Arap demeyenleri,<br />
inançlarýna bakýp dinsiz diyenleri,<br />
karakter özelliklerine bakýp Türkmen demeyenleri<br />
ve Türk olamaz diyenleri, bir<br />
kez daha düþünmeye ve araþtýrmaya davet<br />
ediyorum.<br />
KAYNAKÇA<br />
Ali Kemali, Erzincan Tarihi.<br />
Burhan Kocadað, Doðuda Aþiretler, Kürtler Lolan<br />
Oymaðý.<br />
Burhan Oðuz, Türkiye Halkýnýn Kültür Kökenleri.<br />
Bozkurt Güvenç, Türk Kimliði.<br />
Cevdet Türkay Y, Osmanlýda Oymak, Cemaat,<br />
Aþiret<br />
Cemal Þener, Þamanizm, Alevilerin Etnik Kimliði.<br />
Doðan Avcýoðlu, Türklerin Tarihi 1-2-3-4-5<br />
Ekber N. Necef, Hazar Ötesi Türkmenleri.<br />
Erdoðan Aydýn, Türkler Nasýl Müslüman Oldu?<br />
Faruk Sümer, Oðuzlar ve Türkmenler.<br />
Fuat Bozkurt, Türklerin Tarihi.<br />
Faik Bulut, Kürt Dilinin Tarihçesi.<br />
Hazma Aksüt, Anadolu Aleviliði.<br />
Ýsmet Zeki Eyübolu, Günümüzde Alevilik-Tüm<br />
Yönleriyle Bektaþilik.<br />
Ýrene Melikoff, Uyur Ýdik Uyardýlar.<br />
Mehemet Þerif Fýrat, Varto Tarihi.<br />
Nejat Birdoðan, Anadolu Aleviliðinde Yol Ayrýmý:<br />
Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik.<br />
Nihat Çetinkaya, Kýzýlbaþ Türkler Tarihi.<br />
S. A. Aðalanov, Oðuzlar.<br />
Þerefhan, Þerefname.<br />
Tori, Kürtlerin Orta ve Yakýnçað Tarihi.<br />
Minorsky, Kürtler.<br />
Sina Akþin ve 8 arkadaþý, Türkiye Tarihi 1-2-3-4-5.<br />
ALÝ KEMAL GÖZÜKARA<br />
Çýkmayan Mürekkep<br />
Bektaþiden birinin,<br />
Ciltli defteri varmýþ.<br />
Ahmak saydýklarýnýn,<br />
Adlarýný yazarmýþ.<br />
Kalantordan birisi,<br />
Bir gün O’nu çaðýrtmýþ.<br />
Senin o defterinde,<br />
Adým var mýdýr, demiþ.<br />
Evet, demiþ Bektaþi,<br />
Sizin de adýnýz var.<br />
Yüksek dað baþlarýna,<br />
Her zaman yakýþmaz kar.<br />
Adýmý neden yazdýn,<br />
Anlayamadým bunu?<br />
Hele anlat bileyim,<br />
Ben nasýl olduðumu?<br />
Evvelsi gün birine,<br />
Borca para verdiniz;<br />
Onun içindir beyim,<br />
Defterime girdiniz<br />
Borç verdiðim o kiþi,<br />
Günü gelip öderse,<br />
O zaman ne yaparsýn,<br />
Alay dolu gülerse?<br />
O gülmeyi duymadan,<br />
Sizin adý bozarým,<br />
Çýkmayan mürekkeple,<br />
Onunkini yazarým!<br />
BEYLÝKDÜZÜ TÜYAP KÝTAP FUARI (23-31 EKÝM) SALON 5 STAND 304 C<br />
Alevilik Dizisi<br />
Musahiplik – Ýsmail Kaygusuz 2. BASKI<br />
Sivas Katliamýnýn Onuncu Yýlýnda<br />
Onlar Iþýk Oldular – Ahmet Koçak<br />
Okunacak En Büyük Kitap<br />
Ýnsandýr - R Yürükoðlu<br />
Hünkar Hacý Bektaþ Veli - Ýsmail Kaygusuz<br />
Alevilikte Ýnanç Kültür Siyaset<br />
Tarihi ve Ulularý - Ýsmail Kaygusuz<br />
Öykü<br />
Dünden Bugüne Alevi Olmanýn<br />
Bedeli – Ýsmail Kaygusuz<br />
YENÝ ÇIKAN KÝTAPLARIMIZ<br />
Þiir<br />
Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz – Kul Hasan<br />
Atatürk Aydýnlýðýný Karanlýkçý Diþler<br />
Kesmez – Ali Yüce<br />
Divanyolu Cad. No 54, Erçevik Ýþhaný 102,<br />
34110 Eminönü-Ýstanbul<br />
Tel/Faks: +90.(0)212.519 5635<br />
www.alevyayinlari.com<br />
TOPLU SÝPARÝÞLERDE %40 ÝNDÝRÝM YAPILIR<br />
Siyaset Dizisi<br />
Kafa Tutan Günler - Esat Korkmaz<br />
Ya Sosyalizm Ya Barbarlýk – Y. Zamir<br />
TKP, Doðuþu, Kuruluþu, Geliþme<br />
Yollarý – S. Üstüngel<br />
Ýrtica ve ABD Kýskacýnda<br />
Türkiye – Lütfi Kaleli 2. BASKI<br />
Küreselleþmeyi Anlamak – Yusuf Zamir<br />
Sosyalizm – R. Yürükoðlu<br />
1. Cilt: Sosyalizm Nedir<br />
2. Cilt: Ütopik ve Bilim-Dýþý Sosyalizm<br />
3. Cilt: Günümüz ve Türkiye<br />
Ekim 2004<br />
25
ZEBUNÝ<br />
Bilmez Belleme<br />
ALEVÝ MÝTOLOJÝSÝNDE SAYILARIN GÝZEMÝ<br />
Alevilikte “2” Sayýsý<br />
Erdoðan Alkan<br />
Seni aramaya yoktur bir araç<br />
Var içinde varsýn bilmez belleme<br />
Iþýkta zindanda zeminde mihraç<br />
Dâr içinde dâr’sýn bilmez belleme<br />
Yeþil ottan ak süt özünde akta<br />
O Kadar çoðul ki hemide yekta<br />
Elifte var eden be deki nokta<br />
Dal Mim Ra dasýn bilmez belleme<br />
Kulaðým, Hislerim, dil ile gözüm<br />
Beynimde kalbimde düþüncem özüm<br />
Benimle yaþarsýn benimle ölün<br />
Gülen ahu zarsýn bilmez belleme<br />
Hem var olanda hemi yok olanda<br />
Ufukta perde tümde uzunlukta<br />
Varsýn her ortamda sonsuz boþlukta<br />
Heran gören körsün bilmez belleme<br />
Zebuni cahile olamam kefil<br />
Beraber þad olduk beraber sefil<br />
Renkler tadlar tohum zencefil<br />
Hemi yok hem de varsýn bilmez belleme<br />
Eþþekler<br />
Ben koþtukça peþi sýra onlarýn<br />
Þu tepeden çekti indi eþekler<br />
Bizden fazla geldi aklý onlarýn<br />
Köþeleri döndü gitti eþþekler<br />
Ben terledim onlar sefada sazda<br />
Durmadan çalýþtým baharda yazda<br />
Nallarýn altýndan semeri çuha<br />
Çayýrda arpaya yetti eþþekler<br />
Sýpasýný pek kýskanýr kayýrýr<br />
Yanýna varýnca çifte savurur<br />
Besisi yerinde zýrla anýrýr<br />
Gece gündüz halký tepti eþþekler<br />
Ovadan daðlardan o düze inmiþ<br />
Zorlamýþ kapýyý meclise girmiþ<br />
Orada iþçinin yemeðin yemiþ<br />
Garipleri aç býrakmýþ eþþekler<br />
Zebuni der bunlar ahýra gitsin<br />
Vurun kulaðýna Allah kahretsin<br />
Satalým bularý def olsun gitsin<br />
Traktör araba çýktý eþþekler.<br />
Cem ayini; Alevilik-Bektaþilikte<br />
daha çok “cem” adýyla bilinir.<br />
“Toplanma töreni” anlamýndaki<br />
cem ayininin, efsanevi Ýran hükümdarý<br />
Cemþid ya da Cem’in,<br />
yýlda iki kez, gece ve gündüzün eþit olduðu<br />
günlerde (ekinoks’ta, gün-tün eþitliðinde) yapýlmasýný<br />
buyurduðu içkili-müzikli eðlentiden<br />
geldiði sanýlmaktadýr.<br />
“Ýki mýzrak uzunluðunda” (Kabe kavseyn);<br />
Alevilikte Hakk’a ulaþmayý engelleyen bir ölçü<br />
olarak algýlanýr. Ýnsan gönlü, Tanrý’nýn tecelli<br />
ettiði yerdir. Kendini Hakk’a vererek cezbeye<br />
kapýlan biri için “kabe kavseyn”. Tanrý’ya<br />
kavuþmayý önleyen bir engel durumundadýr.<br />
Tanrý yolundaki tarikat yolcusu, yol eri bu<br />
uzaklýðýn ötesine geçemezse Tanrý’dan uzak<br />
kalmýþ kabul edilir; insan-ý kâmil, bu uzaklýðýn<br />
ötesine geçerek Tanrý’yla “bir” olur.<br />
Ýki Kutup; Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den<br />
söz edilirken söylenir. Aleviler, “Ýki Kutup” anlamýna<br />
gelen “kutbeyn” sözcüðünü kullanýr.<br />
Evrensel Ýnançlarda ve<br />
Geleneklerde “2”<br />
Ýlk sayý, birinci sayý kendi benzeriyle<br />
karþýlaþtýðýnda ikinci sayý, ikilik de ortaya<br />
çýkmýþ demektir. Yazýlanlara göre<br />
“bir” sayýsý bir olarak kalmak istemez<br />
ve sayýlar yolunda, ikili kodun koþullarý<br />
gereði, “iki” ile buluþmayý arzular. Ýþte o zaman<br />
da “bir” sayýsý bireyselliðini yitirip “iki”<br />
olur ve ikinin “egemenlik” kurduðu bir dünyada<br />
yer alýr. Nerede “iki” sayýsý varsa orada “çatýþma”<br />
ve “ikilik” de vardýr. Kanýlar, inançlar,<br />
duygu ve düþünceler birbirleriyle “çarpýþýr”,<br />
birbirlerine “baský” yapar ve birbirlerine “üstün”<br />
gelemeye çalýþýrlar.<br />
“Ýki” sayýsýnýn bütün “ustalýðý” ise doðru<br />
ortamý, dengeyi ve uyumu saðlamak için sözkonusu<br />
düþünce ve duygularýn “karþýtlarýna”<br />
da yer vermesidir. Zýtlarýn analizi ve gözleminden<br />
sentezler doðduðu için “iki” sayýsý da düþüncenin<br />
“anasý-babasý”dýr. Bu özelliðinden<br />
dolayý anlamý “belirsiz” ya da “çok anlamlý”dýr.<br />
Sürekli iyiyle kötü, olumluyla olumsuz,<br />
yaþamla ölüm, alçakla yüksek, gündüzle gece<br />
ve erkekle diþi arasýnda “mekik dokuduðundan”<br />
yansýz olmasý istenir.<br />
“Bir” sayýsýnýn ne saðýnda “doðru”, ne solunda<br />
“yanlýþ” ya da bunun tersine ne saðýnda<br />
“yanlýþ”, ne solunda “doðru” bulunmadýðýndan,<br />
bu sayý kendinden “kuþkuya” düþmez.<br />
Ama “iki”, kendi “karþýtlarýnýn” tutsaðýdýr. Ne<br />
var ki “iki”yi etkileyen “zýtlýklar”, “olumsuz”<br />
zýtlýklar deðildir ve içerdiði, var olmasýný önerdiði<br />
“ikiye bölünmeler”, ruhsal “birlik” yönünden<br />
her zaman “tehlikeli” deðildir.<br />
Bazen, ayný anda her iki yanda bulunma<br />
yeteneðine sahip olduklarý için “hoþ” üstünlükleri<br />
bile vardýr! Benzerlerinin “kafasýný karýþtýrma”<br />
gücüne sahip; bundan daha ilginç özellik,<br />
armaðan olabilir mi?<br />
“Ýki” sayýsý, sayýlara, kendi kendilerini “aþmaya”<br />
çaðýrýr. O, eski halinden ve içlerindeki<br />
çatýþmanýn artýp durmasýndan “yakýnanlara”<br />
kýlavuzdur ve bireyselliðinin “yolunu” gösterir.<br />
“Uyuþmazlýk” ve “karþýtlýðý” içeren “iki”, öte<br />
yandan yaratýcý bir “evrimin” tohumu olabilir.<br />
Çift baþlýlýk ve çift görüþlülük Janus’a “üstünlük”<br />
saðlamýyor mu? Ýmge tarifsiz güzel ve<br />
simgesel. Janus, geçiþler ve geçitlerden sorumlu,<br />
“iki baþlý” tanrýydý.<br />
Sýrt sýrta duran iki yüzü<br />
sayesinde geçmiþi<br />
ve geleceði anlýyor, bu<br />
iki “evreni” tek bir görünümde<br />
birleþtirebiliyordu.<br />
Janus’un “çifte<br />
yüzü” giriþlerle çýkýþlarý,<br />
içle dýþý, saðla solu,<br />
önle arkayý, yukarýyla aþaðýyý ve evetle hayýrý<br />
ayný zamanda “gözaltýnda” tutmanýn mümkün<br />
olduðunu simgeler.<br />
“Ýyi” anlaþýldýðý, “sevildiði” ve “dizginlenebildiði”<br />
zaman “iki” sayýsý iþte bu üstünlüklere<br />
sahiptir.<br />
Rüzgârdan Sor Beni<br />
Fýrtýna mý ektim rüzgâr mý biçtim<br />
Gelen geçen koðulaþýp der beni<br />
Nice acýlardan dertlerden geçtim<br />
Çal güzelim taþtan taþa vur beni<br />
Yýl yürüdü hayli menzil almýþým<br />
Aðardý saçlarým koca olmuþum<br />
Yüreðimi enginlere salmýþým<br />
Ýster azad eyle ister sar beni<br />
Seslendim daðlara daðlar deline<br />
Koç yiðitin soyu sopu biline<br />
Güzeller meydana çýkýp salýna<br />
Seyreyleye ol meydanda yar beni<br />
Alkan’ým derman yok senin derdine<br />
Baykuþ yuva yapmýþ viran yurduna<br />
Sorma kel daðlarýn uyuz kurduna<br />
Esen yelden rüzgârdan sor beni<br />
26 Sayý 3
Erozyon kent hayatýna yöneliþle<br />
baþladý… Akla, mantýða ve vicdana<br />
sýðmaz inantýlarýný savunmakta<br />
ve insanlarý içten içe çökerten merhametsiz<br />
isnatlar icat etmekte hayret<br />
feza beceri gösteren Ortodoks dinin dinbazlarý<br />
karþýsýnda kentlere inen toy ve saf Aleviler,<br />
o hayasýz ve merhametsiz suçlamalarla aþaðýlanmamak<br />
ve pervasýzca sürdürülen baskýlara<br />
muhatap olmamak için itikatlarýyla birlikte<br />
kimliklerini de “gizlemeyi” yeðlediler… pratiklerini<br />
yaþama geçiremediler… teorilerini yitirdiler…<br />
Durum öyle gösteriyordu ki çözülüþ<br />
bu kadarla da kalmayacak, yeni akýbetlerle<br />
buluþacaktý… Öyle de oldu… Kargaþa ve kaos<br />
Alevilerin içine “daldý”…<br />
Bu durum, kendisine ortak kabul etmeyen<br />
egemen dinin, Alevileri Sünnileþtirmeyi amaçlayan<br />
tarihsel ve kadim politikasý için arayýp da<br />
bulamayacaðý bir “fýrsattý”…. Üstelik, devleti<br />
temsil eden kadrolarda da ayný amacý paylaþan<br />
þuursal bir “genin” varlýðý ve icraatý açýkça<br />
görülüyordu…. Devlet, laik cumhuriyetimize<br />
karþý olan ve hayatýn merkezine insaný deðil<br />
“Allah”ý koyan; düþünmeyi deðil inanmayý<br />
öðütleyen þeriatçý ortodoks din anlayýþýna egemenlik<br />
tanýrken, hayatýn merkezine “insaný ve<br />
aklý” koyan; laikliðin ve devrimci Atatürk<br />
anlayýþýnýn doðal ve taviz vermez yandaþý Alevilere<br />
ve Aleviliðe “meþruiyet” tanýmamakta<br />
ýsrar ediyor, hukuken laik olan devlet yapýsýnýn<br />
baþýna Sünni devlet “þapkasýný” geçirmekte<br />
sakýnca görmüyordu… Diyanet’le el ele verip<br />
Alevileri kendileri gibi düþünen, kendileri gibi<br />
yapan bir Müslümanlýkla kucaklaþtýrmanýn;<br />
“sahipsiz” (?) kalan Alevileri sahiplenmenin<br />
tam zamanýydý…<br />
Ancak, “atak”, bu örtülü ittifaktan önce<br />
Alevilerden geldi.<br />
Ýsimleri bayrak olmuþ Alevi ulularýnýn<br />
adýyla kurulan örgütlerin çatýsý altýnda bir araya<br />
gelen gruplardan bazýlarý, “Devlet-Diyanet<br />
ittifakýnýn” yapmak istediði “sahiplenme” iþini<br />
kendileri “yüklenmeye” kalkýþtýlar… Bunlar,<br />
sanki Aleviler “çýplak” ve “donsuz” kalmýþ da<br />
Alevileri “giydirip donatmýþlar”; Aleviler “açsusuz”<br />
kalmýþlar da karýnlarýný doyurup “rýzkýný”<br />
vermiþler; Aleviliðin tarihsel direnmesinde<br />
sanki kendileri “can verip kanlarýný”<br />
akýtmýþlar edasýyla Aleviler üzerinde “hak” iddia<br />
ediyor, Alevileri ancak biz “temsil” ederiz<br />
diye dayatýyor, Alevilere “mevla” olmanýn<br />
hayaliyle olmadýk iþgüzarlýklar sergiliyorlar…<br />
Sünnileþme… Nadir Þah Þiiliði’ne yönelme…<br />
Aleviliðin teolojisinde yer bulmasý olanaksýz<br />
“ateizmin taklitçiliðine” sapma… “Nasyonalist<br />
amaçlar” güden hesap ve eylemlerle<br />
ulusal bütünlüðü sabote edip “Türk-Kürt<br />
bütünlüðünü” dinamitleme… Kiþisel çýkar ve<br />
ihtiraslara Aleviliði “peþkeþ” çekme… Bir tür<br />
demografik zenginliði ifade eden “mozaik”<br />
yapýyý parçalayýcý ve daðýtýcý emellere “ustaca”<br />
alet etme… Ve bu amaçlara göre “icat”<br />
edilmiþ Alevilik taným ve tarifleri… Hep bu<br />
“kaos” döneminin yarattýðý sapmalardý…<br />
Alevilere Mevla Olmak…<br />
Âbidin Özgünay<br />
Ýsimleri bayrak olmuþ<br />
Alevi ulularýnýn adýyla<br />
kurulan örgütlerin çatýsý altýnda<br />
bir araya gelen gruplardan bazýlarý,<br />
“Devlet-Diyanet ittifakýnýn”<br />
yapmak istediði<br />
“sahiplenme” iþini<br />
kendileri “yüklenmeye” kalkýþtýlar…<br />
sanki Aleviler<br />
“çýplak” ve “donsuz” kalmýþ da<br />
Alevileri “giydirip donatmýþlar.”<br />
Bu baðlamda, kimileri dindarlýk adýna Þiiliðin<br />
“ütopik ve teokratik kucaðýnda” Alevileri<br />
sahiplenmeye yöneliyor… Kimileri “solculuk”,<br />
laiklik, çaðdaþlýk adýna ortaya çýkýp Alevileri<br />
peþlerine takmaya, deðerlerinden koparmaya<br />
çalýþýyordu… Oysa Aleviliðin öz deðerlerini<br />
ve felsefesini “yok” sayýp çiðnemek ne<br />
çaðdaþlýðýn, ne laikliðin, ne de “solculuðun”<br />
gereðiydi. Bu “aldatýlmýþlýk”, baþkalarýna “sýrt<br />
sývazlatmak” ve “yaltaklanmaktý…”<br />
Kimileri ise insana “özgürlük” tanýmayan<br />
kilisenin Allah anlayýþýndan kurtulmak için Allah’ý<br />
“öldürüp” insana “özgürlük” kazandýrma<br />
savaþý veren ateistlere “imrenip” onlarý “taklide”<br />
yönelerek Allah ile bu tür bir “kavgasý”<br />
olmayan Alevileri ateizme “davet” ediyordu…<br />
Hemen belirtelim ki biz, dinlerin Ortodoks<br />
kollarýnýn “hikmetinden” sual olunmaz Allah<br />
anlayýþýna ve insaný “kullaþtýran” tasarýmlarýna<br />
“biat” etmeyip yan duran ateist kimliklere<br />
“saygý” duyarýz. Ateizm, Ortodoks dinlerin insan<br />
özgürlüðüne yönelttiði “inkâra” bir baþkaldýrýdýr…<br />
Ancak Alevi teolojisinde, özgürlüðü<br />
reddeden. “böyle yazdým böyle olacak”, diye<br />
dayatan bir Allah “mevcut” deðildir. Allah<br />
ile Aleviler arasýnda “yetki” kavgasý deðil,<br />
“dostluk” vardýr…. Bu nedenledir ki Alevi, Allah’ý<br />
“öldürerek” özgürlüðün peþine düþmeye<br />
gerek görmez. Ateizmin “peþine düþtüðü” özgürlük<br />
Aleviliðin “kurgusunda ve mayasýnda”<br />
zaten mevcuttur. Onu “dýþarýda” aramak, Allah’ýn<br />
evini “yürekte” deðil, “Mekke”de aramaktan<br />
öte bir þey deðildir…<br />
Ýçlerinde kiþiliðine saygý duyduðumuz<br />
isimlerin de bulunduðu bu muhteremler anlaþýlýyor<br />
ki bu gerçekleri “bilmezlikten” geliyorlar.<br />
Alevi tevhidinde yaratan-yaratýlan ayrýlýðýnýn<br />
deðil, “Halik-Mahluk” birliðinin egemen<br />
olduðunu “gözden kaçýrýyorlar”… Alevi<br />
öðretisinde, insanýn iradesini kullanmakta<br />
“hür”, kararlarýnda “özgür” olduðunu “unutmuþ”<br />
görünüyorlar.. Kýsacasý, hem ateizmi<br />
Aleviliðe “musahip” kýlýp Alevilerin Allah’ýný<br />
“öldürüyorlar”, hem de “analarýnýn memesi”<br />
gibi Aleviliðe sahip çýkýp Alevilere “mevla”<br />
olmaya kalkýþýyorlar…<br />
Kimileri de Aleviliði Ýslam’ýn “dýþýna” sürdüler…<br />
Oysa, Alevilik “salt pozitif düþüncelerle”<br />
anlatýlamaz ve kavranýlamaz… Aleviliði<br />
“Ýslam dýþý” saymak, Aleviliðin çaðlara açýlan<br />
“evrimsel” yönünü açýklamaz… Evrim de devrim<br />
de belli bir “kökten” gelir… Ortodoks<br />
Müslümanlýk olmadan “Heterodoks Alevilik”<br />
oluþamazdý. Bunu bilmeden, “Alevilik Ýslam<br />
dýþýdýr”, demek gerçeklerle de bilimsellikle de<br />
evrimci ve devrimci ruh ile de baðdaþtýrýlamaz…<br />
Ýnkârcýlýktýr…<br />
Bütün bu “sapma” ve özden “kayýþlar” bizi,<br />
Aleviliðin taným ve tarifine bir kez daha<br />
“baþvurmamýzý”, inancýmýzýn nicelik ve niteliðiyle<br />
ilgili bilgimizi “yenilememizi” zorunlu<br />
kýlýyor.<br />
Alevilik; insaný “kutsallaþtýrýp” hayatýn<br />
merkezine koyan, dinin “bedene yük” edilen<br />
tarafýna deðil, dinin “ruhuna” yönelen; Kitap’ýn<br />
ne dediðine deðil, “ne demek istediðine”<br />
öncelik veren; çözümlere nakil ile deðil, “akýl”<br />
ile yönelen; kýyas ile deðil, “rey ve içtihatla”<br />
hükmeden; “yaratan-yaratýlan birliðini”<br />
özümseyen; “evrensel ve rasyonel” inanç ve<br />
kültürlerle kendini tamamlayan; “insanlýk sevgisini”<br />
dine sokan, maðrur “Arap þovenizmine”<br />
ulusçu direnmelerle karþý duran; tasavvuf felsefesinin<br />
açýlýmlarýyla “duraðan din anlayýþýnýn”<br />
kabýndan taþan; “akýl-iman-yaþam” bütünlüðünden<br />
oluþan “özgün ve aþkýn bir Ýslami<br />
yorum”dur.<br />
Alevilik, henüz Alevilerin sahiplenebileceði<br />
“net bir tanýmda” birleþmemiþken kim veya<br />
hangi örgüt Aleviliði “temsil ettiði” söylemiyle<br />
ortaya çýkýyorsa orada yalnýz bir “kuruntu”<br />
deðil, baþka “hesaplar” var demektir. Aleviler<br />
ve Alevilik ne kiþilerle, ne de dernek, vakýf vb,<br />
örgütlerle “baðýmlý”dýr. Alevileri kimin temsil<br />
edeceðiyle ilgili bir “platform” ne kurulmuþtur<br />
ne de böyle bir “seçim” yapýlmýþtýr.<br />
Diðer taraftan esefle görülmektedir ki günümüzün<br />
Aleviliði, “övünerek” hatýralarýmýzda<br />
yaþattýðýmýz “omurgasý ve baþý dik” Aleviliðin<br />
hayli “uzaðýna” düþmüþtür. Özünden “kaymýþ”<br />
bir topluma “mevla” olmak kavgasýna girmek,<br />
bilinçli ve saygýn bir amacý sahiplenmenin deðil,<br />
“baþ olma” ihtirasýnýn zebunu olmaktýr.<br />
Oysa, þimdilerde yüklenilecek “asýl görev”,<br />
ruhunu “çiðneyerek” bedenini “gezdiren” ve<br />
Alevi olmayý “semah dönmek, cem yapmak”<br />
sanan Alevilere “efendi” olmak deðil, Alevileri<br />
“yetkinleþtirecek”; öz ahlaký ve inancýyla<br />
“bütünleþtirip” ayaða kaldýracak, kendisine ve<br />
inancýna “yeterli” hale dönüþtürüp “ilke ve<br />
felsefesiyle” bütünleþtirecek hizmetlere yönelmektir.<br />
Devletimiz de ayrýcalýklar “kaldýrýlmadan”<br />
halkýnýn ve Alevilerin “mutlu” olabileceði hayalinden<br />
kendini kurtarmalýdýr. Zira ayrýcalýklar<br />
kaldýrýlmadan “eþitlik”, eþitlik olamadan<br />
“demokrasi” yaratýlamaz. Yönetimlerin, din<br />
Sünniliktir anlayýþý “devam” ettikçe, Müslümanlýk<br />
“görüntüde” arandýkça, Aleviler “yok”<br />
sayýlýp meþruiyetten “yoksun” býrakýldýkça<br />
“direnmelerini” sürdürecek, insanýn özgürlüðüne,<br />
bilime, çaðdaþ ve laik yaþama, dinini<br />
aklýn “kucaðýnda” yorumlamaya ve Atatürk’ün<br />
devrimci anlayýþýnýn “varisi” olmaya<br />
devam edecektir.<br />
Ekim 2004 27
Makedonya Gezi Notlarý<br />
Ayhan Aydýn<br />
Makedonya gezisi yaþamýmýn en ilginç deneyimlerinden birisi oldu.<br />
Erol Ahmet’in ricasýyla katýldýðým Makedonya gezisinin izlenimlerini<br />
sizlerle paylaþmak istiyorum. Geziye ayrýca Cem Vakfý’ndan Hüseyin<br />
Akdoðan ve Ali Rýza Uðurlu da katýldý.<br />
Makedonya iki milyonluk küçük bir ülke. O kadar güzel<br />
bir coðrafya ki her tarafý ormanlarla kaplý, her yan<br />
yeþillik. Türklerin çok derin duygularla baðlý olduðu<br />
bu güzelim ülkede iþsizlik, fakirlik büyük sorun. Ama<br />
görebildiðim kadarýyla iþçiler aracýlýðýyla Batý Avrupa’yla<br />
yoðun bir iletiþim saðlanmýþ durumda, geliþmeye açýk bir ülke<br />
izlenimi býraktý bende Makedonya. Makedonya denince ben, Büyük Ýskender<br />
ile Atatürk’ü hatýrlarým. Çünkü Büyük Ýskender Makedonyalý.<br />
Fakat gelin görün ki, bizim Yunanlý komþularýmýz buna dayanamýyorlar,<br />
bunu hazmedemiyorlar. Ülkelerinde yaþayan üç yüz bin kadar Makedon’un<br />
varlýðýný “hiçe saydýklarý” gibi, uluslararasý alanda Makedonya’nýn<br />
tanýnmamasý için yoðun çabalar harcýyorlar. Bana verilen bilgiye<br />
göre bayraklarýnýn þekline bile karýþýp onlara ültimatom vermiþler. Büyük<br />
Ýskender’in kendi kültürlerinin bir parçasý olduðunu, kendi topraklarýnda<br />
doðduðunu söylemiþler.<br />
Üsküp denince büyük þairimiz Yahya Kemal Beyatlý aklýmýza geliyor.<br />
Onun doðup büyüdüðü kent olan Üsküp, Tetova yani Kalkandelen,<br />
Kýrçova; bunlar hep Türklerin tarihlerinde güzel anýlar býrakmýþ yerler.<br />
Doðal olarak bunlar içinde en anlamlýsý Atatürk’ün okuduðu kent olan<br />
Manastýr’dýr. Dünyaca ünlü Ohri Gölü’nün kenarýndaki Ohrid kenti (ki<br />
burada Sarý Saltuk’un da bir makamý var) ve buradaki en önemli Bektaþi<br />
merkezlerinden Pirlepe yakýnlarýndaki Kanatlar köyü, görülmeye deðer<br />
yerlerden birkaçý.<br />
Bizler buraya temel atma töreni için geldik. Gönül isterdi ki bir araþtýrma<br />
gezisi için gelmiþ olalým.Olanaksýzlýðýmýzý düþünürsek bu kadarýna<br />
da “þükür” demek geliyor içimden. Öyle ya gönül neler ister ama tümüne<br />
kavuþamazsýn.<br />
Sýrplarýn, ülke nüfusunun önemli çoðunluðunu elinde bulunduran<br />
Arnavutlarýn, Yunanlýlarýn, Bulgarlarýn baskýsýyla neredeyse bir sorunlar<br />
kuþatmasýna alýnan “zavallý” bir ülke Makedonya Cumhuriyeti. Ýki milyonluk<br />
nüfus içinde Türklerin, yüz yetmiþ bin kadar olduðu sanýlýyor.<br />
Türkiye’ye vize uygulamayan, bizlerden esintiler taþýyan, bu güzel<br />
ülkenin güzel insanlarýna aslýnda destek olmak bizim tarihi bir görevimiz.<br />
5 Temmuz 2004<br />
Ziyaretin ilk gününde Kýrçova’yý tanýmak için kenti geziyoruz. Burada<br />
gerçekten de çok camii var. Tarihi ve büyük camiilerin þadýrvanlarýnýn<br />
olduðu gözleniyor. Yaya olarak eskisinin yýkýlýp yenisinin yapýlacaðý<br />
Hýdýr Baba Tekkesi’nin bulunduðu alana gidiyoruz. Tören için hazýrlýklarýný<br />
sürdüren dernek yönetimi büyük bir gayret içinde. Kent bizim<br />
Anadolu’daki ilçelere çok benziyor: Sokaklarda oynayan çocuklar, caddeye<br />
sarkmýþ seyyar satýcýlar, Batý Avrupa plakalý arabalar ve tabii<br />
gurbetçiler; saçlar boyalý, kulaklar küpeli yeni gençlik; giyimler rahat,<br />
kimi uzun paltolu, baþý baðlý Sünni Arnavut kadýnlar, mini etekli, sýradan<br />
giyimli kadýnlar; fesli erkekler, kahveleri dolduran iþsiz insanlar... o<br />
kadar çok benzer yönü var ki Türkiye’yle.<br />
Gün içinde bizlere yemek veren Ressam Veysel Servisa’nýn “sonsuz<br />
ve sýnýrsýz” hürmetini; evlerine konuk eden Ali ve Bayram Alidoski<br />
kardeþlerin tatlý “muhabbet”ini unutamýyorum.<br />
6 Temmuz 2004<br />
KIÇEVO (KIRÇOVA) MAKEDONSKÝ BROD, HIDIR BABA TÜRBESÝ: Tarihi köklerinin<br />
hayli eskilere gittiðini öðrendiðimiz ve Kýrçova Ýli’ne baðlý bir<br />
ilçe merkezinde bulunan ve zaman zaman “Haydar Baba”, “Hýzýr Baba”<br />
olarak da anýlan Hýdýr Baba’nýn Makedonya’da çok ünlenen ziyaret yerlerinden<br />
birisi olduðu anlaþýlmaktadýr. Aynen Türkiye’nin kimi<br />
yörelerinde rastladýðýmýz gibi Tekke terimi, ibadet mekâný ya da merkezi<br />
anlamýnda kullanýlýyor. Yoksa Tekke denilen yer, sadece ziyaret edilen,<br />
mezar bulunan bir mekân deðil.<br />
Kiçevo (Kýrçova)’ya baðlý Makedonski Brod isimli ilçe merkezinde<br />
bulanan Hýdýr Baba Türbesi’nin yer aldýðý alan aðaçlarla kaplý yemyeþil<br />
bir tepenin üzerinde. Uzun taþ merdivenlerden týrmanýlarak çýkýlan türbenin<br />
bulunduðu mevki, kenti tepeden kucaklayan bir konuma sahip.<br />
Ama gerek Bulgaristan’da rastladýðýmýz ve gerekse diðer Balkan topraklarýnda<br />
duyduðumuz gibi bu türbe de maalesef þimdi bir “Hýristiyan”<br />
ziyaret mekâný olmuþ: On Ýki Ýmamlar’ýn resimleri yerine On Ýki Havari<br />
resimlerinin, abartýsýz elli tane Hz. Ýsa, Hz. Meryem resminin, ikonalarýn<br />
ve Hýristiyanlýða ait sayýsýz figürün bulunduðu bu türbenin kapýsýný da<br />
bize bir Hýristiyan kadýn açtý.<br />
Hýdýr Baba’nýn ismini ve inancýný yaþatmak için ayný isimle Kýrçova’da<br />
bir dernek kurulur. Uzun zamandýr Kýrçova’nýn Çiflik Mahallesi’ndeki<br />
Hýdýr Baba Tekkesi’nde (ibadetevi, cemevi) tarihine ve kültürüne<br />
sahip çýkmaya çalýþýr dernek yöneticileri. Tekkenin babasý Eyüp Rakibi’nin<br />
de katýldýðý ziyaret sýrasýnda þahsen benim bir tesadüf eseri bulduðum<br />
iki Bektaþi mezar taþý ilgi uyandýrdý. Büyük bir meþe aðacýnýn<br />
dibinde bulanan bu mezar taþlarýnýn önemi o kadar büyük ki bunu ancak<br />
“anlayan anlar”. Çünkü Hýristiyanlar ya da Bektaþi olmayan diðer uluslardan<br />
insanlar Türk’e ait, Bektaþiye ait ne varsa yok etmenin planlarýný<br />
her zaman yapmýþ ve uygulamýþlar. Bunun kanýtý anlamýnda, yüzlerce<br />
yýllýk tarihe sahip Bektaþi dergâhýndan, Bektaþilik adýna, Türklük adýna<br />
ne varsa kazýnmýþ, atýlmýþ; açýkta tek bir mezar taþý yok. Türbeye yakýn<br />
bir yerde daha önce mihmanlarýn aðýrlandýðý büyük bir “Konak” da<br />
maalesef þimdi baþkalarýnýn eline geçmiþ. Ýlginçtir, bu büyük “Konak”<br />
bana, Ýzmir Narlýdere’deki Tahtacý dede ve mihman evlerinin mimarisini<br />
hatýrlattý.<br />
MUHARREM BABA TÜRBESÝ: Kýrçova merkezine çok yakýn, çok geniþ<br />
ve düz bir arazi içinde bulunan Arnavut Çervivçi köyündeki Türbe içinde<br />
iki mezar var. Bir ölçüde mezar taþlarý korunmuþ durumda; adam<br />
boyu otlar içindeki mezar taþlarýnýn “bol bol” görüntülerini aldým. Anlatýlanlara<br />
göre Muharrem Baba Ýþtip’te derviþ olmuþ, Hamza Baba’dan el<br />
almýþ, Tiran’da Salih Niyazi Baba’yý ziyaret edip babalýk icazetini almýþ;<br />
1937 yýlýnda ise Kýrçova’ya gelip tekkesini kurmuþ.<br />
Ayný akþam inançlý üç Bektaþi genci (Baftir Tüfekçi, Almir Þeydo,<br />
Ermin Eþrefzade) bizi, bir dað lokantasýnda yemeðe götürdü; doya doya<br />
muhabbet yaptýk.<br />
7 Temmuz 2004<br />
TEMEL ATMA TÖRENI: Makedonya’nýn Kýrçova kentinde daha önceki<br />
Bektaþi ibadet mekânýnýn yetersiz kalmasý nedeniyle daha büyük ve modern<br />
bir kültür-inanç merkezinin yapýlmasý için ilk büyük adým 7 Temmuz<br />
2004 Çarþamba günü atýldý. Hýdýr Baba Tekkesi Derneði tarafýndan<br />
organize edilen temel atma törenine Makedonya Ulaþtýrma ve Baðlantý<br />
Bakan Yardýmcýsý, Ýçiþleri Bakanlýðý Müfettiþi, Belediye Baþkanlýðý yetkilileri,<br />
Arnavutluðun Makedonya Büyükelçisi’nin yaný sýra Arnavutluk’tan<br />
ve Makedonya’nýn farklý illerinden birçok Bektaþi babasý ve derviþi<br />
de katýldýlar. Hýdýr Baba Tekkesi Derneði’nin Baþkaný Gafur Veliu<br />
ile ona yardýmcý olan diðer yönetim kurulu üyelerinin, yapýmý planlanan<br />
Kültür ve Cemevi’nin tamamlanabilmesi için Türkiye’den de maddi ve<br />
manevi beklentileri var.<br />
Temel atma töreininden sonra bir otelde verilen yemeðe katýlan konuklar<br />
hem Arnavutça, hem Türkçe, hem de Makedonca nefesler söyleyerek<br />
günü daha anlamlý kýldýlar. Yemekten sonra ben bir gün önce ziyaret<br />
ettiðim eve tekrar giderek Ali ve Bayram Alidoski kardeþlerle söyleþi<br />
yaptým. Onlarýn ve Ali Alidoski’nin çocuklarýnýn Türkçe söyledikleri<br />
nefesleri kaydettim.<br />
8 Temmuz 2004<br />
HARABATÝ BABA DERGÂHI: Bugün dernek yönetimi bizi yalnýz býrakmýyor.<br />
Tetova’da (Kalkandelen) bulunan tarihi Harabati Baba Dergâhý’ný<br />
ziyaret için yola çýkýyoruz. Dergâh’ý ziyaret etmeden önce Gostivar ili<br />
yakýnlarýnda yaþayan Hýdýr Baba Tekkesi Babasý Eyüp Rakibi’yi Vrutok<br />
köyünde ziyaret ediyoruz. Bu köy ayný zamanda Vardar Nehri’nin de<br />
doðduðu köy. Baba balýkçýlýk yapýyor. Kendi evinin yanýnda tesislerini<br />
kurmuþ, metre uzunluðunda balýklar yetiþtiriyor. Uzun bir söyleþi yapýyorum.<br />
Ýlginç bir bilgiye de ulaþýyorum: Kendisi ABD’deki meþhur<br />
Detroit Recep Baba Dergâhý’nda iki buçuk ay kadar kalmýþ. Ünlü Ferdi<br />
Baba’nýn bilgilerinden faydalandýðýný öðrendiðim Eyüb Baba’dan Recep<br />
Baba hakkýnda ayrýntýlý bilgiler derliyorum.<br />
28 Sayý 3
CAFER BABA TÜRBESI: Vrutok köyüne bir km. uzaklýkta bulunan erenlerden<br />
Cafer Baba Türbesi’ni de ziyaret ediyoruz. Bu türbe de çok harap bir<br />
haldeyken mihmanlar tarafýndan onarýlmýþ. Türbenin bulunduðu alan<br />
içinde tarihi Bektaþi mezar taþlarý muhafaza edilmiþ.<br />
TETOVA (KALKANDALEN), HARABATI DERGÂHÝ: Tarihiyle ilgili bilgileri<br />
sevgili dostumuz, deðerli insan Þevki Koca’nýn Cem Dergisi’ne yazmýþ<br />
olduðu yazýdan hatýrladýðým Harabati Dergâhý’nýn açýkçasý bu kadar<br />
büyük olacaðýný tahmin etmiyordum. Görünce anladým ki bu “Dergah”<br />
tam anlamýyla bir dergâh ve iyi korunmuþ, en büyük Bektaþi dergâhý.<br />
Dört yüz elli yýllýk olan bu büyük dergâh ayný zamanda “Sersem Ali<br />
Baba Dergâhý” olarak da anýlmaktadýr. Duvarlarla çevrilmiþ çok geniþ<br />
bir bahçe içinde bulunan Dergâh; türbeleri, meydanevi, mihmanevi,<br />
büyük çeþme, büyük þadýrvan, vb.’nin de içinde yer aldýðý yapý birimleriyle<br />
tam bir kompleks görünümünde. Harabati Dergâhý’nýn içinde bulunduðu<br />
Teteva (Kalkandelen) ilinin nüfusunun çoðunluðu Arnavutlardan<br />
oluþuyor. Dört yüz elli yýllýk tarihinde birçok badireler atlatan bu<br />
dünyanýn en büyük Bektaþi dergâhý, þimdi her zamankinden daha zor<br />
günler yaþýyor.<br />
Harabati Dergâhý’nýn Babasý Tahir Emini ve Dergâh’ýn tek derviþi<br />
Abdülmütalip Bakýri’den aldýðýmýz bilgilere göre, son iki yýldýr ve özellikle<br />
de son dönemlerde Dergâh üzerinde çok büyük baskýlar yaþanmaktadýr:<br />
“Ýslam Birliði” adý altýnda militarist dinci bir yapýya sahip olduklarý<br />
anlaþýlan örgütlü bir gurup tarafýndan açýkça Dergâhý’n tüm mal varlýðýna<br />
el konulmasý, buradaki Bektaþi/Alevi varlýðýnýn yok edilmesi<br />
yönündeki çalýþmalar tüm hýzýyla sürdürülmektedir. Önce, Tahir Emini<br />
Baba’da mevcut bulunan belgelerde de kayýtlý Harabati (Sersem Ali Baba)<br />
Dergâhý’na ait vakýf arazilerine zorla el konulma giriþiminde bulunulmuþ<br />
ve Dergâh’ýn bitiþindeki tepelik alanýn eteðindeki tarla iþgal edilerek<br />
demir ve çitlerle çevrilmiþtir. Herhalde ya belediyeden ya da baþka<br />
idari mercilerden kolaylýklar “yakalamýþ” olacaklar. Bununla yetinilmemiþ,<br />
elli kiþilik silahlý bir gurup, bir gece yarýsý Dergâh’a baskýn yapýp<br />
silahla içeride bulunanlarý tehdit ederek Dergâh’ýn bir bölümünü ele<br />
geçirmiþlerdir.<br />
UÇK, yani Yugoslavya’nýn parçalanmasýnýn arkasýndan yaþanan kanlý<br />
olaylar sýrasýnda kurulan Arnavut paralý ordu milislerinden kiraladýklarý<br />
katilleri de arkalarýna alarak, Dergâh’ýn Bektaþi Meydanevi’ni<br />
iþgal eden elli kiþi, burada ezan okuyup, namaz kýlmýþlardýr. Yine burada<br />
ibadette bulunan analarýmýza hakaret ve iþkence eden bu terörist guruba<br />
kadýnlar karþý koymuþ; gece boyunca Meydanevi’nden çýkmayarak<br />
iþgalcilere karþý direniþ göstermiþlerdir. Bununla yetinmeyen azýlý gurup,<br />
babayý ve derviþi ölümle tehdit etmiþler ayrýca Abdülmütalip Bakýri<br />
Derviþ’e birçok kez kurþun atmýþladýr.<br />
Bu hain saldýrýlarý men etmek için gerek ildeki gerekse diðer illerdeki,<br />
Arnavutluk’taki tüm Bektaþi kurumlarýyla, devlet birimleriyle temasa<br />
geçip, iþgalci, saldýrgan gurubu mahkemelere veren Tahir Emini Baba ve<br />
onun baþ yardýmcýsý, derviþi Abdülmütalip Bakýri bu giriþimlerden bir<br />
netice elde edememiþlerdir. Dergâh’ýn<br />
baþka birimlerine de el koymaya baþlayan<br />
bu çetenin arkasýnda Teteva Müftüsü’nün<br />
yanýnda Almanya’da Kaplancýlar<br />
olarak bilinen Ýslamcý terör guruplarýnýn<br />
da olduðu söylenmektedir.<br />
Anlaþýlan Batý Avrupa’dan dýþlanan<br />
dinci terör guruplarý Balkanlara sýzarak<br />
buralarda kendilerine yeni üstler<br />
kurmaya çalýþmaktadýrlar.<br />
Telefonlarý kesildiði için dünyayla<br />
baðlantý kurmalarý engellenen, yiyecek<br />
kaynaðý durumundaki inekleri çalýnan<br />
bu insanlarýn dramý aslýnda dünya<br />
insanlýðýný da ilgilendirmektedir.<br />
Bizi üzen vahim bir olay da Dergâh’ta<br />
misafir olduðumuz 8 Temmuz<br />
Perþembe gecesi yaþanmýþtýr. Dergâh’a<br />
giren ve büyük ihtimalle ayný<br />
çetenin mensuplarý olduðu anlaþýlan<br />
kimliði belirsiz insanlarca dört Bektaþi<br />
mezar taþý kýrýlmýþ, ikisi yerlerinden<br />
sökülerek sürüklenip baþka yerlere<br />
atýlmýþtýr. 9 Temmuz 2004 Cuma günü<br />
Mekadon polisini çaðýrarak konu hakkýnda zabýt tutturduk. Polisler de bu<br />
olayýn ilgili kiþiler tarafýndan yapýlmýþ olma ihtimali üzerinde durdular.<br />
Deðerli Dostlar; bu güzel memlekette, yüzyýllar boyunca her türlü<br />
zorluða karþý Hak/Muhammed/Ali adýna, Aleviliðin/Bektaþiliðin tüm erdemlerinin<br />
yaþamasý için çeraðlarýný uyarmýþ canlarýmýz çok zor durumdalar.<br />
Bizlerden aðlayarak yardým istiyorlar/bekliyorlar. Çaresizler. Korkusuzca<br />
zalime karþý direnen bu gönülleri tertemiz insanlarýmýza sahip<br />
çýkmayacaðýz da ne yapacaðýz? Gün, birlik ve dayanýþma günü deðil mi?<br />
Onlarýn bir çok ricasý var. Her þeyden önce neden dünya Alevileri Bektaþileri<br />
bizim sesimizi duymuyorlar?, diyorlar. Burasý cennet kadar güzel<br />
bir yer, gelsin Aleviler/Bektaþiler burada konaklasýnlar; hem bize sahip<br />
çýksýnlar, hem de buranýn güzelliklerini görsünler, diyorlar. Avrupa’dan<br />
Türkiye’ye giderken neden bizim Dergâh’ýmýza uðramaz insanlar, “neden<br />
Türkiye’den ziyaretçimiz yok?”, diye hep bana soruyorlar.<br />
Ben de diyorum ki, gerçekten de cennet kadar güzel bu beldeyi ziyaret<br />
etmek, bu Balkan topraðýna uðramak bir hac deðil midir?<br />
Þimdi Soruyorum Dostlar;<br />
• Bu terör çetesine kimse dur demeyecek mi?<br />
• Dört yüz elli yýllýk Bektaþi dergâhý terör odaklarýnýn eline mi teslim<br />
edilecek?<br />
• Dünyadaki Alevi/Bektaþi örgütleri Ali hakký için bir tek adým atmayacaklar<br />
mý?<br />
• Yüzyýllardýr çile çeke çeke, her türlü zulmü yaþamaya alýþtýrýlan bu<br />
Alevi/Bektaþi toplumunun bir tasasýz günü olmayacak mý?<br />
• Yüzyýlladýr daðýtýla, daðýtýla; parçalana, parçalana; bölüne, bölüne<br />
birbirinden koparýlan dünyadaki tüm Alevi/Bektaþi topluluðunu<br />
kucaklayacak ortak bir örgütlülüðe doðru gidilemeyecek mi?<br />
• Dünya çapýnda bir merkezde tüm dünya Alevi/Bektaþi varlýðýnýn bilgilerini<br />
toplayacak bir arþiv, bir kütüphane, bir enstitü, bir bilim-araþtýrma<br />
merkezi, bir yayýn merkezi kurulamayacak mý? Kurulamayacaksa<br />
bunca dernek, vakýf niye kuruluyor? Bu kuruluþlarýn tek gayesi<br />
þölen düzenlemek mi? Þölenlerden elde edilen paralarýn ne kadarý<br />
araþtýrma/inceleme faaliyetleri için kullanýlýyor?<br />
Bir sonraki Serçeþme’de, yeni “Gezi Notlarý”nda buluþmak dileðiyle<br />
esen kalýn….<br />
ADRES:<br />
Makedonya Bektaþiler Birliði<br />
Oturum Yeri / Harabati Baba Tekkesi/<br />
Tetova (Kalkandelen)<br />
Lubotenska, B.B.<br />
Tel: +389.(0)70.563 578 (Tahir Emini Baba’nýn Cep Telefonu)<br />
Fotoðraf: Katre Can<br />
Ekim 2004 29
Ruhi Su, 1912’de Van’da dünyaya<br />
geldi, küçük yaþta öksüz ve yetim<br />
kaldý. Ýlk ve ortaokulu Adana’da<br />
yatýlý olarak okudu. 1933’te Konya<br />
öðretmen okulunda son sýnýfta<br />
iken, bu okuldan Ankara’daki Musiki Muallim<br />
Mektebi’nin son sýnýfýna yatay geçiþ yaptý.<br />
1936 yýlýnda bu okulu bitiren Ruhi Su, ayný yýl<br />
konservatuarýn opera bölümüne girdi.<br />
1942’de opera öðrenimini tamamladýktan<br />
sonra, on yýl operada çalýþtý. Bu süre içerisinde<br />
baþta Bastien Bastienne, olmak üzere Madam<br />
Butterfly, La Boheme, Satýlmýþ Niþanlý, Fidelio,<br />
Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düðünü,<br />
Rigoletto, Aþk Ýksiri adlý operalarda oynadý.<br />
Ruhi Su, çocukluðundan baþlayan türkü söyleme<br />
sevdasýný, hiçbir zaman býrakmadý. Kendi<br />
deyiþiyle, “türkü söylemek bir aþk halidir.”<br />
“Alevi nefeslerini, Alevi müziðini geniþ halk<br />
kitlelerine kararlýlýkla ilk duyuran Ruhi<br />
Su’dur. O Alevi müziðinde, halklarýn yýllar<br />
süren baþkaldýrý mücadelesini görmüþtür”. 1<br />
Aldýðý Klasik Müzik eðitimini, türkülerin<br />
derlenmesinde, notaya alýnmasýnda, söylenmesinde<br />
ustaca kullanmýþtýr. Daha okul yýllarýnda<br />
çeþitli korolarýn kurulmasýna öncülük etmiþ,<br />
türkülerin geniþ kitlelerce sevilmesini saðlamýþtýr.<br />
Halkýn sanatçýsýdýr, halk ozanlarý, Pir Sultan,<br />
Yunus Emre, Karacaoðlan, Köroðlu, Dadaloðlu<br />
yeniden þahlanýr onun sesinde. Yemen<br />
Türküleri isyandýr, çaresizlik ve ümitsizliðe<br />
karþý; Zeybekler cesarettir, yiðitliktir onun yorumlayýþýnda.<br />
Nazým Hikmet, Hasan Hüseyin<br />
Korkmazgil. Fazýl Hüsnü Daðlarca ve daha<br />
nice þair ve ozanlarýmýz bir baþka lezzettir<br />
onun söyleyiþinde.<br />
Çileli bir yaþam sürmüþ olan Ruhi Su, yaþadýðý<br />
ülke insanlarýnýn sorunlarýna da duyarsýz<br />
kalamazdý. Safýný çoktan belirlemiþti. Egemen<br />
güçlere karþý sazý, sesi ve sözüyle emekten,<br />
ezilen insanlardan yanaydý O. Onlarýn türküsünü<br />
söylüyor; sorunlarýný, dertlerini, acýlarýný,<br />
sevinçlerini, aþklarýný dile getiriyordu. Onlarýn<br />
özlediði dünyayý beraber düþlüyordu:<br />
Ýyi ki Geldin<br />
Ahmet Koçak<br />
Kýyamet dedikleri<br />
Ha koptu ha kopacak<br />
Yoksuldan, halktan yana<br />
Bir dünya kurulacak<br />
Bu dizelerdeki anlatýlan düþünceyi hayatýnýn<br />
merkezine alan bir kiþi “tehlikelidir” gayri.<br />
“Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandasý<br />
yapýyor. Hesabý sorula, sesi kesile!”<br />
Fetva verilir.<br />
Ve, 1952 sonbaharýnda tutuklanýr Ruhi Su.<br />
Dönemin meþhur siyasi þubesi, “Sansaryan<br />
Han”a götürülür, tabutluða konur. Aðýr iþkenceler<br />
görür. “Adalet tarihimizin en karanlýk<br />
sayfalarýný oluþturan sistematik iþkence uygulamasýnýn<br />
talihsiz kurbanlarýndan biri olan<br />
Ruhi Su, bu olaylarý hiçbir zaman dile getirmedi.<br />
Uðradýðý haksýzlýklardan kendisine kahramanlýk<br />
payý çýkartmayý hiç düþünmedi”. 2<br />
TKP üyesi olmak, Alevi türkü ve deyiþlerini<br />
söylemek “suçundan” beþ yýl hapis yatar.<br />
Ezgili Yürek<br />
Hangi taþý kaldýrsam<br />
Anamla babam<br />
Hangi dala uzansam<br />
Hýsým akrabam<br />
Ne güzel bir dünya bu<br />
Ýyi ki geldim<br />
Süt dolu bir torbayla<br />
Þöylece çýkageldim<br />
Kime elimi verdimse<br />
Döndürüp yüzümü baktýmsa<br />
Kýsmet kapýyý çaldý<br />
Kör pýnara su geldi<br />
Ben þakýyýp durdukça öyle<br />
Gülün kokusu geldi<br />
Bebesi olmayana<br />
Bunalýp da kalmýþa<br />
Acýlarla yüklü<br />
Dargýn yüreklere<br />
Yetiþtim geldim<br />
Ýyi ki geldim.<br />
RUHÝ SU<br />
Burada da boþ durmaz. Beste yapar, þiir yazar,<br />
türküler söyler. Her ne kadar baðlama yasak<br />
olsa da “Ruhi Su, türküler üzerine en verimli<br />
çalýþma dönemini cezaevinde geçirdi. Bestelediði<br />
türkülerin çoðu bu döneme rastlar. ‘Bu<br />
Nasýl Ýstanbul Zindan Ýçinde, Mahsus Mahal,<br />
Hasan Daðý’ gibi...” 3<br />
Hapislik biter. Sonra sürgüne gönderilir. Bu<br />
dönemde, zorlu koþullar beklemektedir Ruhi<br />
Su’yu. Devlete muhalif olduðu için opera<br />
yaþamý bitmiþtir. Ýþ bulup geçinmesi için gönül<br />
verdiði türküleri söylemesi de yasaktýr.<br />
1960 yýlýnda bu yasak kalkar. Bundan sonra<br />
artýk tek iþi, türkü söylemek olur. En son kurmuþ<br />
olduðu Dostlar Korosu’yla, kasetlerle,<br />
plaklarla ve konserlerle yüzlerce türküye hayat<br />
verir. 1964 yýlýndan itibaren toplam 16 adet<br />
30 Sayý 3
45’lik ve 11 adet uzunçalar plak albümü çýkarýr.<br />
‘Seferberlik Türküleri’, ‘Kuvay-ý Milliye<br />
Destaný’, ‘El Kapýlarý’ ve ‘Þiirler-Türküler’<br />
uzun çalarlarý Almanya’da da yayýnlanýr. ‘El<br />
Kapýlarý’, Köln’de o yýlýn ‘Eleþtirmenler Ödülü’nü<br />
alýr.<br />
Yetmiþ üç yaþýnda, prostat kanserine yakalanmýþtýr<br />
Ruhi Su. Tedavi için yurt dýþýna gitmesi<br />
gerekir. “Sakýncalý” olduðu için pasaport<br />
verilmez. “‘Yalnýz bir defaya mahsus olmak<br />
üzere’ yurtdýþýna çýkmasýna izin verildiðinde<br />
ise artýk çok geçti. Yaþamý boyunca hiçbir lütfundan<br />
yararlanmadýðý devletin isteksizce verdiði<br />
bu pasaporttan yararlanmadý, yararlanamadý.”<br />
4<br />
Türkiye emekçi halký, onurlu, inançlý ve<br />
ödünsüz kiþiliðiyle örnek bir aydýn olan deðerli<br />
sanatçýsýný, 20 Eylül 1985’te kaybetti.<br />
Ölüm Yýldönümü<br />
Ruhi Su aramýzdan ayrýlýþýnýn on dokuzuncu<br />
yýlýnda, 19 Eylül Pazar günü, Zincirlikuyu’da<br />
mezarý baþýnda toplanan dostlarý tarafýndan<br />
anýldý.<br />
Anmaya Ruhi Su’nun eþi Sýdýka Su, oðlu<br />
Ilgýn Su, þair Arif Damar, müzisyen Muammer<br />
Ketencioðlu, 68’liler Birliði Vakfý Baþkaný<br />
Gökalp Eren, Dostlar Korosu’nun dünden<br />
bugüne koristleri ve onlarca Ruhi Su seveni<br />
katýldý.<br />
Saygý duruþundan sonra Þair Arif Damar<br />
bir konuþma yaptý. Konuþmasýnda, Ruhi Su ile<br />
olan ortak anýlarýna yer veren Damar, öz olarak<br />
þunlarý söyledi:<br />
“Dünya’yý deðiþtirmek isteyen bütün insanlar<br />
gibi, Ruhi Su da bir ‘sanýktý’. Düzenle<br />
hiçbir zaman uyuþmadý. Bu yüzden sanýktý.<br />
Ama suçlu deðildi. Ruhi, sanatýyla etkiliydi<br />
ve kendisini kabul ettirmeyi baþarmýþtý.<br />
Dostu olmaktan onur duyuyorum.”<br />
Arif Damar’dan sonra söz alan, 68’liler Birliði<br />
Baþkaný Gökalp Eren Ruhi Su’nun Anýt<br />
Mezarýný göstererek, konuþmasýný þöyle bitirdi:<br />
“Yine kurþunlanmýþ. Bu gösteriyor ki Ruhi<br />
Su ölmedi, hâlâ savaþýyor. Hem de en ön<br />
cephede. Geçmiþte en zor günlerde gençler,<br />
Ozan’ýn müziðiyle moral buluyorlardý. Bugün<br />
de öyle” diyen Eren, sözlerini, “Ruhi<br />
Su’ya ulus olarak da sahip çýkmak zorundayýz.<br />
!”<br />
Ruhi Su Dostlar Korosu adýna, koro elemanlarýndan<br />
Ümran Seyhan ve müzisyen<br />
Muammer Ketencioðlu da Ruhi Su’nun sanatý<br />
üzerine kýsa birer konuþma yaptýlar.<br />
Anma etkinliði, katýlan sanatçýlarýn Ruhi<br />
Su eserlerini seslendirmesiyle son buldu.<br />
NOTLAR:<br />
1 Füsun Akatlý, Bir de Ruhi Su geçti, Aralýk 2001.<br />
2 Agy.<br />
3 Agy.<br />
4 Agy.<br />
* Âþýk Kul Hasan Yirminci Yüzyýlýn Ýnsanlarýyýz<br />
Alev Yayýnlarý, Mayýs 2004<br />
ÂÞIK KUL HASAN<br />
Yaþýyor<br />
Ruhi Su ölür mü halkýn kalbinde<br />
Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />
Halkýn sesi halk destaný dilinde<br />
Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />
Sevgili dostlarým þu bir gerçek söz<br />
Tarihte bellolur ak yüz kara yüz<br />
Aziz dotlar Ruhi bizim Ruhi’miz<br />
Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor.<br />
...<br />
Tarihin akýþý asla önlenmez<br />
Halký gerçek seven yolundan dönmez<br />
Halk ölmez halkýn ozaný ölmez<br />
Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />
Altmýþ doktor rica ettiler Alman<br />
Pasaport vermedi büyükbaþ þiþman<br />
Gerçek insan gerçek eser yaratan<br />
Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />
Öldü sayýlýr mý halka mal olan<br />
Irmak gibi akýp denizi bulan<br />
Halk ile aðlayan halk ile gülen<br />
Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />
...<br />
Halkýn Ruhi, halk baðrýnda yaþayan<br />
Halkla yaþar halk aþýðý Kul Hasan<br />
Ölümsüzdür ölmezliðe kavuþan<br />
Çaðlar boyu yaþayacak yaþýyor<br />
Serçeþme Sizlerin Katkýsýyla Çýkacak ve Daðýtýlacak<br />
Serçeþme’nin arkasýnda medya ve iþadamlarý yoktur. Gerçek sahibi<br />
Serçeþme’den niyaz alan okuyucularýdýr. Serçeþme’yi çýkaranlar yurt<br />
içinde ve dýþýnda çalýþan, emeðiyle geçinen insanlardýr. Serçeþme okuyucusunun<br />
özverisine, paylaþýmcýlýðýna, çalýþkanlýðýna güvenerek ve zorluklarý<br />
birlikte çalýþmayla aþma gücüne dayanarak yola çýkýyor.<br />
Eli kalem tutan tüm canlardan yazý, haber, fotoðraf, yorum, yazýlar ile<br />
nefeslerinizi, deyiþlerinizi bekliyoruz. Tüm canlarý, Serçeþme’ye abone<br />
olmaya, abone yapmaya, temsilcilik görevini üstlenmeye, bulunduklarý<br />
yöreye derginin toplu getirtilmesini, elden daðýtýlmasýna el vermeye<br />
çaðýrýyoruz.<br />
BUGÜNE DEK TEMSÝLCÝLÝK GÖREVÝNÝ ÜSTLENEN CANLAR:<br />
Yurtdýþý - Almanya: Bremen Adnan Kýlýç +49.174.448 49 59; Darmstad Hüseyin<br />
Akýn +49 179 107 88 56; Frankfurt Sedat Bican +49 170 751 25 35; Gladbach<br />
Behcet Soguksu; Hanau Kemal Nayman +49.173.667 7291; Kassel Hüseyin<br />
Öztürk +49 162 153 33 20; Oberhausen Mehmet Kaz +49 173 612 01 95; Stuttgart<br />
Kýlavuz Bakýr +49 162 909 70 70; Avusturya: Tirol Hüseyin Polat +43 650 841 55<br />
99; Belçika: Brüksel Kazým Bakýrdan +32 473 49 37 12; Danimarka: Aarhus<br />
Yücel Tanrýverdi +45 5124 0283; Fransa: Paris Ahmet Kesik +33 672 96 33 44;<br />
Hollanda: Gelderland Ali Rýza Aðören +31 651 25 63 19; Ýsviçre: Basel Ýbrahim<br />
Bakýr +41 78 808 40 07; Norveç: Oslo Ali Kýlýnç +47 9208 6450.<br />
Yurtiçi - Adýyaman: Merkez Ýmam Bakýr 0532 791 03 20; Gölbaþý Kenan Tezerdi<br />
0535 949 43 13; Ankara: Sýhhiye Timur Özmen 0532 313 87 78; Merkez Ýsmail<br />
Metin 0532 644 95 37; Antalya: Merkez Ýlyas Þimþek 0544 578 22 99; Burdur:<br />
Merkez Mehmet Turan 0248 234 37 17; Denizli: Merkez Tekin Özdil 0546 237 32<br />
96; Diyarbakýr: Merkez Mehtap Ürer 0535 872 63 03; Ýstanbul: 4. Levent Hüseyin<br />
Düzenli 0555 204 73 79; Acýbadem Koray Berktaþ 0533 244 61 25; Alibeyköy<br />
Veysel Köse 0544 305 39 23; Avcýlar Mustafa Kýlçýk 0536 552 68 75; Bahariye<br />
Zehra Ünder 0533 722 03 91; Baðcýlar Haydar Erdoðan 0212 657 17 77; Beyazýt<br />
Bekir Delibaþ 0212 516 23 14; Çaðlayan Ali Ulvi Öztürk 0212 224 22 42; Esenyurt<br />
Ýlhami Arslantaþ 0544 218 48 25; Fatih Rukiye Delibaþ 0536 396 83 56; Ýçerenköy<br />
Yýlmaz Gürbüz 0535 524 49 12; Kadýköy Kazým Erol 0216 347 14 41; Kaðýthane<br />
Aydýn Deniz 0212 320 18 18; Kayýþdað Veli Göynüsü 0532 687 31 09; Sarýgazi-<br />
Taþdelen Ergül Þanlý 0532 410 51 79; Soðanlýk Hasan Harabati 0532 787 7098;<br />
Sultanbeyli Sadegül Çavuþ 0535 491 07 58; Ümraniye Ýsa Polat 0536 968 99 75;<br />
Üsküdar Sabri Karaman 0533 263 02 43; Yenidoðan Salih Arslan 0535 941 15 09;<br />
Ýzmit: Gebze Gülay Türkoðlu 0535 497 89 92; Konya: Beyþehir Hüseyin Kutlu<br />
0535 522 75 11; Beyþehir Salman Zebil 0542 431 56 91; Malatya: Merkez Hamza<br />
Doðan 0536 264 83 57; Maraþ: Elbistan Ali Kaya 0535 466 38 43; Mersin: Merkez<br />
Cemal Kayhan 0542 662 12 47; Nevþehir: Hacýbektaþ Erhan Çetin 0536 426 94<br />
33; Samsun: Merkez Cem Sultan Ermiþ 0532 700 49 61; Terme Emrah Çolak<br />
0542 341 33 03; Tekirdað: Merkez Hasan Arslan 0282 263 05 79; Urfa: Kýsas<br />
Ahmet Aykut 0536 777 63 47; Sýrrýn Sadýk Besuf 0537.392 6375.<br />
Ekim 2004 31
SERÇESME<br />
BÝLÝMLE GÝDÝLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR<br />
¸<br />
AVRUPA PARLAMENTOSU YEÞÝLLER/ÖZGÜR AVRUPALILAR BAÐLAÞIKLIÐI GRUBU TARAFINDAN DÜZENLENEN ÜÇ GÜNLÜK ETKÝNLÝK<br />
Avrupa Birliði’nde Türkiye: Ortak Geleceðimiz<br />
Avrupa Parlamentosu Yeþiller/Özgür<br />
Avrupalýlar Baðlaþýklýðý<br />
(EFA) grubunun düzenlediði<br />
“Avrupa Birliði’nde Türkiye: Ortak<br />
Geleceðimiz konulu etkinlik 19<br />
Ekim Salý-22 Ekim Cuma günleri arasýnda<br />
Ýstanbul Hilton Konferans Merkezi’nde<br />
yapýlacak.<br />
Etkinliðin birinci günü olan 19 Ekim<br />
Salý 15:00 - 18:30 arasýnda AB-Türkiye<br />
Ortak Parlamento Komitesi Ortak Baþkaný<br />
Joost Lagendjik yönetiminde “Avrupa’nýn Deðerleri ve Sýnýrlarý”<br />
konulu yuvarlak masa toplantýsý iki panelin katkýlaryýla yapýlacaktýr.<br />
Birinci panel 15:00 -16:30 arasýnada “Türkiye ve Avrupanýn Sýnýrlarý<br />
Sorunu”nu tartýþacak. Panelde, Berlin Eknomi ve Politika Enstitüsü’nden<br />
Heinz Kremer, Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný<br />
Daniel Cohn-Bendit, Almanya; Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA grubunun<br />
Avusturyalý üyesi Johannes Voggenhuber; Ýstanbul’dan Türkiye<br />
Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfý adýna Etyen Mahçupyan; Paris 1 Üniversitesi<br />
ve Galatasaray Üniversitesi öðretim üyesi Prof. Ahmet Ýnsel yer<br />
alacak.<br />
Ýkinci panel 17:00 - 18:30 arasýnda “Ýslam, Avrupa ‘Kimliði’ ve Türkiye’nin<br />
AB Üyeliði” konusun tartýþacak. Panelde, Devlet Bakaný Mehmet<br />
Aydýn; gazeteci Ruþen Çakýr; Hollanda, Leiden Üniversitesi’nden<br />
Prof. Zürcher; Alevi toplumunu temsilen Genel YayýnYönetmenimiz<br />
Esat Korkmaz yer alacak.<br />
Etkinliðin ikinci günü olan 20 Ekim Çarþamba saat 9:30 - 11:00 arasýnda<br />
AP Yeþiller/EFA Grubuna Almanya üyesi Cem Özdemir yönetiminde<br />
“Türkiye’de Medeni Özgürlükler” konulu yuvarlak masa toplantýsý,<br />
bir tartýþma panelin katkýlarýyla yapýlacak.<br />
Panelde, TBMM eski Diyarbakýr üyesi Leyla Zana; Avrupa Parlamentosu<br />
Ýnsan Haklarý Alt Komitesi’nin Baþkaný Helene Flautre; Ankara’dan<br />
Ýnsan Haklarý Vakfý Baþkaný Yavuz Önen; Ýstanbul Barosu eski<br />
baþkaný Yücel Sayman; ve Helsinki Vatandaþlýðý’ndan Murat Belge yer<br />
alacak.<br />
Ýkinci günün, sabah bölümünün ikinci yuvarlak masa toplantýsý, saat<br />
11:30 - 13:00 arasýnda, “Türkiye’de Kadýn Haklarý” konusunu, Avrupa<br />
Parlamentosu Ýnsan Haklarý Alt Komitesi’nin Baþkaný Helene Flautre<br />
yönetiminde, bir panelin katkýlarýyla tartýþacak.<br />
Panelde, Ankara Türk Ceza Yasasý Kadýn Çalýþma Grubu’ndan Þenal<br />
Sarýhan; Diyarbakýr’dan Ka-Mer adýna Nebahat Akkoç; Avrupa Parlamentosu<br />
Yeþiller / EFA grubundan Eva Lichtenberger; Ýzmir’den TCY<br />
Kadýn Çalýþma Grubu’ndan Ayþen Erdoðan;<br />
Lambda-Ýstanbul’dan Yeþim Baþaran;<br />
Ýstanbul Mor Çatý Kadýn Sýðýnaðý’ndan<br />
Canan Arýn yer alacak.<br />
Ýkinci gün 15:00 - 18:30 arasýnda yapýlacak<br />
yuvarlak masa toplantýsýnda,<br />
“Türkiye ile Üyelik Görüþmeleri Üzerine<br />
Karar ve Komisyon’un Raporu” konusu,<br />
AP Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný<br />
Daniel Cohn-Bendit yönetiminde, iki panelin<br />
katkýlarýyla tartýþýlacak.<br />
Birinci paneldeki tartýþmalarda Giriþim ve Biliþim Toplumu Komiseri<br />
Olli Rehn; Almanya Dýþ Ýþleri Bakaný Joschka Fisher ve Türkiye Dýþ<br />
Ýþleri Bakaný Abdullah Gül yer alacak.<br />
Ýkinci paneldeki tartýþmalara Ýstanbul’dan yazar Orhan Pamuk; CHP<br />
Milletvekili Kemal Derviþ; CHP Milletvekili Zülfü Livaneli; Baþbakanlýk<br />
Danýþmaný Cüneyd Zapsu; AB-Türkiye Ortak Parlamento Komitesi<br />
Ortak Baþkaný Joost Lagendjik; AP Yeþiller/EFA grubunun Almanya<br />
üyesi Cem Özdemir katýlacak<br />
Etkinliðin üçüncü günü 21 Ekim Perþembe sabah 10:00 - 13:00 arasýnda<br />
“Türkiye’de ve Geniþleyen Avrupa’da Çevre ve Tarým” konusunu<br />
tartýþacak olan yuvarlak masa toplantýsýný AP Tarým Komitesi Baþkan<br />
Yardýmcýsý Almanya’lý Friedrich-Wilhelm Greafe zu Baringdorf yönetecek.<br />
Tartýþma panelinde, Sanayi Bakaný Hilmi Güler; AP Yeþiller/EFA<br />
grubu baþkan yardýmcýsý Claude Turmes; Bergama Madene Karþý Hareketten<br />
Senih Özay; Afyon’dan Türkiyeli Çiftçilerin temsilcisi Vehbi<br />
Ersöz; Türkiye Genetiði Deðiþtirilmiþ Gýdalara Karþý Platform adýna<br />
Arca Atalay; Istanbul Yeþil Barýþ örgütünden Melda Keskin yer alacak.<br />
Tartýþmalarda varýlan sonuçlarý saat 12:45 -13:30 arasýnda AP Yeþiller/EFA<br />
Grubu Ortak Baþkaný Monica Frassoni ve AB-Türkiye Ortak<br />
Parlamento Komitesi Ortak Baþkaný Joost Lagendjik sunacak<br />
Öðleden sonraki 3:00 - 18:30 arasýnda Heinrich Böll Vakfý’nýn<br />
iþbirliði ve desteði ile gerçekleþtirilecek olan yuvarlak masa toplantýsý<br />
“Türkiye’de Çevre ve Çevreci Hareketler: Ýliþki Kurma Yollarý” konusunu,<br />
Almanya’dan AP Yeþiller/EFA Grubu Ortak Baþkaný Rebecca<br />
Harms ve Heinrich Böll Vakfý-Ýstanbul’dan Ulrike Duffner yönetiminde<br />
bir panel tartýþacak.<br />
Tartýþma panelinde Almanya’dan AP Yeþiller/EFA Grubu üyesi<br />
Angelika Beer; Ýngiltere’den Avrupa Parlamentosu Yeþiller/EFA Grubu<br />
üyesi Jean Lambert; Avrupa Yeþil Partisi’nin Genel Sekreteri Arnold<br />
Cassola, ve Türkiye Yeþiller Hareketi’nden Ümit Þahin yer alacak.