05.01.2014 Views

27.Sayı - Hacibektaslilar

27.Sayı - Hacibektaslilar

27.Sayı - Hacibektaslilar

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

SERÇEÞME<br />

Türkiye sol hareketi içinde ilk kitlesel kadın örgütlenmeleri<br />

1975’te ortaya çıktı. Yıl içinde hem Ankara<br />

Kadınlar Derneği, Adana, Tunceli, Pülümür, Ardahan<br />

ve Giresun Devrimci Kadın dernekleri, bu derneklerin<br />

katılımıyla oluşan Devrimci Kadın Dernekleri Federasyonu<br />

kuruldu. Hem de aynı siyasal görüşü paylaşanlarca<br />

“yukarıdan aşağıya” oluşturulan ve özellikle DİSK<br />

içinde etkinlik gösteren İlerici Kadınlar Derneği(İKD)<br />

örgütlü mücadeleye başladı. İzleyen süreçte Demokratik<br />

Kadın Birlikleri Federasyonu’nu oluşturacak olan<br />

Demokratik Kadınlar Birliği hukuki kimlik kazandı.<br />

Bu kadın örgütlerinde değişik görüşlere sahip binlerce<br />

kadın, 1975-1980 arasında, anti-faşist mücadele içinde aktif olarak yer<br />

aldılar. Kadınların örgütlü eylemleri; “Faşizmin Maşası Ülkü Ocakları<br />

Kapatılmalıdır!”(AKD), “Ülkü Ocakları Kapatılsın!”(İKD), kampanyaları;<br />

“Eşit İşe Eşit Ücret!”, kürtaj sorunu; su, yol, çöp kampanyaları;<br />

okuma-yazma, biçki dikiş kursları; Medeni Kanunu’ndaki ayrımcı maddelere<br />

karşı mücadele etkinlikleri; konuya ilişkin paneller, seminerler,<br />

mitingler; işsizliğe karşı mücadele, olarak sıralanabilir.<br />

Görüldüğü gibi 1970’li yılların ikinci yarısında, sınıflı toplumda ezilen<br />

ötesinde erkek tarafından hırpalanan, kimliksizleştirilen kadının,<br />

gelecekteki “düşsel” kurtuluşuna kaynaklık edecek düşyapısal tasarımlar<br />

yaratabilmiş değildi. Kadınına karşı sevgi göstermekten “utanan” erkekler<br />

dünyasında; yabancılaşmış erkeğin, yabancılaşmış gereksinimini<br />

karşılamak üzere sistemin bir ürünü olarak ortaya çıkan “vücudunu para<br />

karşılığı satan” kadın kimliği, kadınların alçalmasının öcünü, erkeklerin<br />

de alçalmasıyla alınmasına aracılık edecek durumda değildi. Yaşanan<br />

süreçte kadın, henüz kendini özgürleştirememişti; doğal olarak erkeğini<br />

de özgürleştiremedi: Alçalarak da olsa kendi öcünün alınması sonucunu<br />

doğuran ancak erkeğini de alçaltan “emeğini satma yerine vücudunu satan”<br />

kadın kimliğine, uzantısında bunları üreten sisteme toplu bir karşı<br />

duruş alamamıştı. Erkeklerin asla kadın sıkıntısı çekmediği “erkek egemen<br />

sistemi” sorgulamak, kendilerinin “satın alınma” koşullarını ortadan<br />

kaldırmak konusunda bir bakıma “çocukluk” dönemini yaşıyordu.<br />

Uygarlığın “İcadı” Kadını Modern “Köle” Yaptı<br />

Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki<br />

“çelişmenin” karı-koca evliliği içinde “gelişme”siyle, ilk sınıf baskısının<br />

ise dişi cinsin erkek tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana<br />

denk geldiği hiçbir zaman unutulmamalıydı. Egemen anlamda, doğal koşullar<br />

üzerine değil de ekonomik koşullar üzerine kurulan tek karı-koca<br />

evliliği, insanlığın evriminde kuşkusuz büyük bir tarihsel ilerlemeydi.<br />

Ama ne var ki bu ilerleme, erkeklerin refah ve gelişmesi, kadınların acı<br />

ve gerilemesiyle elde edilen bir “ilerleme”ydi. Her ilerlemenin aynı zamanda<br />

bir “gerileme” olduğu bu çağ, kadın-erkek ilişkilerinin, erkeğin<br />

belirleyici olduğu çıkar zemininden, her iki cins için<br />

eşitlik üreten “doğal-toplumsal” zemine aktarılamadığı<br />

sürece aşılamayacaktı: İlerleyen erkek, gerileyen kadın<br />

olacaktı.<br />

Günümüzde “teknik akılsallık” egemenin, özelde erkeğin<br />

akılsallığıydı; bu “akılsallık”, kendine “yabancılaşmış”<br />

toplumun ya da kendine “yabancılaşmış” erkeğin<br />

“zor” kullanan “niteliği”ydi. “Zor” kullanan “nitelik”<br />

nedeniyle “bireyleşme”deki her türden gelişme “bireyselliğin”<br />

zararına işlemeye başladı. Sonuçta; yaşam,<br />

iş yaşamına ve özel yaşama; özel yaşam, mahremiyete;<br />

mahremiyet, geçimsiz evlilik beraberliğine “bölündü”.<br />

Geriye “kendi amacını izleme kararı”ndan başka bir şey<br />

bırakmadı: Yalnız başına kalan, kendisiyle ve herkesle<br />

arası açık olan “birey” artık, hem heyecana getiren hem<br />

de hareket eden gizil bir “Nazi”ydi ya da dostluğu “sosyal<br />

anlaşma” olarak algılayan “soğuk”, “namert” bir<br />

kent sakiniydi.<br />

Aile biçimi, toplumsal sistemin bir ürünüydü ve onun<br />

kültür durumunu yansıtıyordu. Ataerkil aileyle birlikte<br />

ev yönetimi, “kamusal” niteliğini yitirdi. Artık ev işi, toplumu ilgilendirmez<br />

oldu; erkeğin özel bir hizmeti durumuna geldi. Modern karı-koca ailesi,<br />

açık ya da gizli, kadının “evcil köleliği” üzerine kuruldu ve giderek<br />

kadın, toplumsal üretim sürecinden uzaklaştırıldı. Bu “uzaklaştırma”yla<br />

HAYVANI ÇOĞALTMAK ANLAMINDA KADIN EVCİLLEŞTİRİLDİ<br />

Kadın Sorunu<br />

Esat Korkmaz<br />

Modern çağda,<br />

“kadının doğa ve bereketle<br />

özdeşleştirilmesinden sakınıldığı”<br />

için<br />

“ezilenler katında”<br />

kadının yazgısı<br />

erkeğin yazgısından<br />

“uzaklaştı”:<br />

“Vahşi doğa” erkek,<br />

“evcil doğa” kadın oldu<br />

Önce hayvan<br />

evcilleştirilmişti<br />

“uygarlık” geldi<br />

evcilleştirilmiş hayvan<br />

“hizmette yetersiz”<br />

kalınca bu kez<br />

“hayvanı çoğaltmak”<br />

anlamında<br />

“kadın” evcilleştirildi.<br />

Sonuç mu?<br />

Uygarlığın bu “icadı”<br />

kadını “modern köle”<br />

yaptı.<br />

birlikte kadın, erkekle “kavga” vereceği “alanı” da yitirmiş<br />

oldu. Günümüz sanayi toplumu, kadına, toplumsal<br />

iş sürecine katılma yolunu “açmış” gözüküyor ama<br />

istisnalar bir yana bırakılırsa “ev işi”, hâlâ bu iş sürecinin<br />

dışında. Kadının kurtuluşunun ilk koşulu, kadınların<br />

yeniden kamu işine dönmesinden ve “ev işinin”,<br />

toplumsal iş sürecinin bir parçası durumuna getirilmesinden<br />

geçecekti: Bu koşul yaşama geçtiğinde toplum,<br />

“ev hizmeti”yle ilgi kurmaya başlar, “ev işi” özel hizmet<br />

olmaktan çıkar; kadının baş hizmetçiliği sona erer.<br />

Yaşama geçirilen kadın hakları, erkekle kadın arasındaki<br />

“karşıtlığı” ortadan kaldırmaz; tersine, aralarındaki<br />

mücadelenin üzerinde yapılacağı “alanı” hazırlar. Ama ne var<br />

ki var olan koşulda bu “alan”, sistem ve sistemin taşıyıcısı erkek tarafından<br />

“işgal” edilmiş durumdadır. Kadının erkekle mücadele edeceği<br />

“alanı” belirlemeye girişmesi özünde bir “başkaldırı”dır; her başkaldırı<br />

bir “bedel” ister; kendini bilmek isteyen her kadın bu “bedeli” ödemek<br />

durumundadır.<br />

Anlaşılacağı üzere ataerkillikle birlikte kadın, “özne” olmaktan çıkıyor:<br />

Artık o, bir “şey” üretmiyor; sadece üretilenlere bakıp, özen gösteriyor.<br />

Bu durumunu onurlandırırsak, tarihin uzak geçmişinde kalmış<br />

“kapalı ev ekonomisi” anısının canlı bir “anıtı” olarak çıkar karşımıza.<br />

Erkek egemen sistem tarafından “zorlanan” işbölümü, kadına pek “yaramamış”<br />

gözüküyor. Kadın, biyolojik işlevin “maddeleşme”sine, “tene<br />

aşkın” ürününe “konaklık” eden “yatağa” dönüşürken, kadına hükmediliş,<br />

uygarlığın övünç kaynağı olup çıkıyor. Bu “övünç kaynağı”, “evcilleştirilmiş”<br />

ya da “evcil doğa”nın, egemen bilinçte yansıyan imajından<br />

başka bir şey değildi. Uyum sağlamayan ya da sağlayamayan, “başına<br />

buyruk” davranan kadın, buna eşlik eden “ekonomik bir acizlikle” cezalandırıldı.<br />

Başlangıçtan bu yana, doğaya sınırsızca hükmetmek, evreni uçsuz<br />

bucaksız bir avlanma alanına çevirmek, insan düşüncesinin temel ideali<br />

olageldi. Bu düşünce erkek egemen sisteme, ataerkil topluma “uyarlanınca”<br />

varılan sonuç insanlık adına ürkütücü oldu. Erkeğe göre kadın, ufak<br />

tefek ve güçsüzdü; yani erkekle arasında doğasal bir fark vardı. Amaç<br />

doğaya “hükmetme” olunca, biyolojik olarak “güçlü-güçsüz” ilişkisine<br />

yönelik eğilim yine doğanın kendisi tarafından “uygulamaya” sokulur.<br />

Sonuçta kadın, sömürülmüş doğa karşılığında, egemenlik dünyasına<br />

ya da “uygar dünya”ya alınmayı başarır: Galibin zaferi, yani, erkeğin<br />

yengisi, kadının “boyun eğişi”yle yaşama geçer. Tersinden düşünürsek,<br />

kadının yenilgisi, galibin, yani erkeğin zaferi görüntüsü ardında “kutsanır”.<br />

Bu durumda, “ters dönmüş” bilinç gereği kadının yenilgisi “fedakârlık”,<br />

umutsuzluğu “yüce ruh”; lekelenmiş yüreği “seven bir kucak”<br />

olup çıkar.<br />

Özetlemeye çalışırsak; toplumsal iş sürecinden kovulmasının bedeli<br />

olarak kadın, “efendi”sinden saygı görür. Zamanla bu “zorunluluk”,<br />

“zorbalık” kadın açısından “gönüllülüğe” dönüşür; kadın<br />

artık “vahşi doğa”yı, “egemen doğa”yı erkeğe bırakır;<br />

“evcilleştirilmiş doğa”yla kendini bir tutar. Kadın<br />

kendi “ben”i hakkında erkeğin değerlerine göre hüküm<br />

vermeye başlar; ne olduğunu ise ataerkil bir ailede “başına<br />

gelenlere” bakarak öğrenir.<br />

Hayvanın Rolüne<br />

Soyundurulan Kadın<br />

Bu karşıtlık tarihsel sürecinde, dışımızdaki doğada ve<br />

kendi doğasında “yaşama” geçerken; egemen doğa,<br />

vahşi doğa olarak algılanan erkekler tarafından, hükmedilen<br />

doğa, evcil doğa olarak bilince taşınan “hayvan”a<br />

gösterilen ilgi, özen “yetersiz”, “doyurucu” olmaktan<br />

uzak bulundu. Çünkü, hükmedilen doğa, evcil doğa,<br />

“ek-doğa” olarak algılayabileceğimiz insanın toplumsal<br />

yapısını kullanamıyordu da ondan. Yeni “onur” kaynakları<br />

aranmaya girişildi. Bu kaynak “uygarlıkta” bulundu;<br />

kadın, “hayvan”ın “rolüne” soyundu ya da soyunduruldu.<br />

Bu nedenle bugün kadınlara düşen görev, kendi sorunlarının<br />

çözümüne ilişkin “kavganın-mücadelenin” verileceği “alanı” hazırlamak;<br />

bu “alanda” kullanacağı iletişim “dilini” yaratmak; bunu yaparken<br />

erkekleri de “özgürleştirmek”; erkeğe bu konumu biçen “erkek egemen<br />

4 Sayı 27

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!