20.09.2013 Views

İnsanın Hedefi Nedir? - arad : : ankara ruhsal araştırmalar derneği

İnsanın Hedefi Nedir? - arad : : ankara ruhsal araştırmalar derneği

İnsanın Hedefi Nedir? - arad : : ankara ruhsal araştırmalar derneği

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ARAD<br />

ŞUBAT 2012 • CİLT:20 • SAYI:231<br />

AYDA BİR YAYINLANIR<br />

ÜCRETSİZDİR<br />

<strong>İnsanın</strong> <strong>Hedefi</strong> <strong>Nedir</strong>?<br />

(Sf.8)<br />

ISSN 1303-0191


ANKARA RUHSAL ARAŞTIRMALAR DERNEĞİ BÜLTENİ<br />

Ankara Ruhsal Araştırmalar Derneği’nin yerel-süreli yayın organıdır.<br />

Cilt:20 Sayı:231 • Şubat 2012 • ÜCRETSİZDİR<br />

T.C. Ankara Valiliği 12.11.1992 tarih ve 12135 sayılı izni ile ayda bir yayınlanır.<br />

Dernek adına sahip ve sorumlu müdür: İsmet Yalçın<br />

Yönetim ve Dernek Merkezi:<br />

Sağlık-2 Sokağı No:65/10 Sıhhiye-ANKARA Tel: 0312.434 05 24<br />

www.<strong>arad</strong>.gen.tr • <strong>arad</strong>posta@yahoo.com<br />

Basım: Damla Matbaacılık Ltd.Şti. Tel:0312.3217516 • Kuyuyazısı Cd. No:24 Etlik-ANKARA<br />

Basım Tarihi / Yeri : 02 Şubat 2011 / Ankara<br />

Abone olmak isteyenlerin Dernek Merkezi’ne başvurmaları gerekmektedir.<br />

ISSN 1303-0191<br />

Ş U B AT 2 0 1 2 • SA L I KO N F E R A N S LA R I M I Z<br />

• 1 9 . 0 0 - 2 0 . 3 0<br />

07 Şubat VARLIĞIN BİRLİĞİ İLKESİ...........................................................................<br />

• Ercüment KAYA<br />

14 Şubat EVRENSEL İNSAN KİMDİR?-1 ...................................................................<br />

• Günay YALÇIN<br />

21 Şubat TEKÂMÜL REALİTELERİ ............................................................................<br />

• Nihan ATAK<br />

28 Şubat HAYATI NASIL YAŞAMALI? ........................................................................<br />

• Seyhan OKAN<br />

Etkinliklerimiz, “Sağlık-2 Sokağı, No:65/10 Sıhhiye - ANKARA” adresindeki dernek merkezindedir.<br />

T ü m e t k i n l i k l e r ü c r e t s i z v e h e r k e s e a ç ı k t ı r.<br />

Derneğimizin açık olduğu gün ve saatler: SALI 17.30-20.30, CUMARTESİ 15.00-18.30<br />

D İ Ğ E R M E R K E Z L E R İ M İ Z<br />

• B İ LY A Y ( İ n s a n l ı ğ ı B i r l e ş t i r e n B i l g i y i Ya y m a ) V A K F I<br />

Hasnun Galip Sokağı, Pembe Çıkmazı No:4/6 Beyoğlu - İSTANBUL • www.bilyay.org.tr<br />

Tel:0212.249 34 45 Fax:0212.252 07 18 • bilyay@bilyay.org.tr • info@ruhvemadde.com<br />

• İ Z M İ R R U H S A L A R A Ş T I R M A L A R D E R N E Ğ İ<br />

1469.Sokak, No:28 Alptuna İşhanı Daire:301 Alsancak - İZMİR<br />

www.irad.org • irader@superonline.com • Tel: 0232.464 00 17 Faks: 422 72 12<br />

• A D A N A R U H S A L A R A Ş T I R M A L A R D E R N E Ğ İ<br />

Ramazanoğlu Caddesi Kutlu Apt. Kat:1 Daire:2 ADANA<br />

www.adrad.org • adrad@adrad.com • Tel:0322.454 60 29<br />

Merkezlerimizde, başta konferanslar olmak üzere halka açık etkinliklere katılım ücretsiz ve serbesttir.<br />

ARAD Bülteni’ne abonelik ücretsizdir. Abone olmak isteyenler adreslerini ve telefon numaralarını<br />

434 05 24 no’lu telefon veya e-posta ile bildirebilirler.<br />

A b o n e l e r i m i z d e n r i c a m ı z, gerektiğinde bülten ve diğer konularda eleştiri ve düşüncelerini<br />

bizlerle paylaşmalarıdır. Katkılarınız için teşekkür ederiz.<br />

• ARAD •<br />

©


sevgili okuyucular<br />

İLGİ çağı denilen günümüzde her türlü bilgi havada<br />

uçuşmakta ve insanlara faydası olabildiği gibi<br />

zihinlerde karışıklığa da yol açabilmektedir. Kimi<br />

Binsanlar bilgiyi silah gibi kullanmakta, kendi nefsini<br />

onaylatmak ve benliğini yüceltmek için bilgiyi deforme<br />

etmektedir. Sadıklar Plânı'nda (c.62) “İnsan, bütün hayatı ile<br />

kendisine verilmiş olan bilgilerin tatbikatını yapacaktır.<br />

Kendisinin meydana getirdiği değil” denir.<br />

Peki, insan kendine verilmiş bilgi ile kendisinin meydana<br />

getirdiği bilgiyi nasıl ayırt edecektir. Aslında insana düşen<br />

zorluk buradadır. Burada dikkatli olmalı ve semboller,<br />

ezoterik bilgiler, tebliğler, kutsal metinler ve yol gösterici<br />

veliler vasıtasıyla verilmiş bilgileri dikkatle incelemeliyiz.<br />

Vicdanlı, açık fikirli, nefsaniyeti karıştırmadan ve<br />

günümüzün realite bilgilerini de gözden uzak tutmadan<br />

samimi bir şekilde çalışmalıyız.<br />

Sri Aurobindo “Bilgi yardımcıdır, bilgi engeldir.” derken,<br />

bilginin tuzağına düşmemek için sahte olan bilgiyi gerçek<br />

olandan ayırt ederek ilerleyebileceğimizi ve gerçek bilgiye<br />

ancak bu şekilde ulaşabileceğimizi belirtmektedir.<br />

Bilgiye giden yolda yanılmamız, hatalar yapmamız<br />

kaçınılmazdır. Buradaki önemli noktalardan biri hatalarda<br />

ısrar etmemek, yanılgılarımız konusunda inat etmemek<br />

gerektiğidir. Dünya yaşamının bir tekâmül vasıtası olduğunu<br />

hiç unutmadan devam edebilmeliyiz. Bu nedenle özellikle<br />

günümüzdeki karışık bilgi bombardımanın içinden kıymetli<br />

olanı seçip ona uymayı öğrenene kadar epey zahmetli<br />

dönemlerden geçeceğimiz aşikâr görünüyor.<br />

Hiç unutmamamız gereken şey ise içtenlikle<br />

göstereceğimiz bütün çabalarda yukarısının her zaman<br />

yanımızda ve yardımımızda olduğudur.<br />

Selam ve Sevgiler<br />

ARAD<br />

1<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


2<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

Ruh ve kâinat<br />

EVGİLİSİNİ kaybetmiş bir<br />

insanın karşısına, her<br />

Snoktasında o kaybettiği<br />

varlığa benzeyen mermerden bir<br />

heykelini yapıp koysanız bununla o<br />

insanın ıstırabını teskin edebilir<br />

misiniz? Elbette hayır.<br />

Yazımızın başlığı ile bu sual ve<br />

cevap arasındaki münasebet<br />

birdenbire görülmeyebilir. Fakat bu<br />

nokta üzerinde biraz durursak<br />

konumuzun yavaş yavaş<br />

açıklanmaya başladığını görürüz.<br />

Biz insanları, varlıkları, dostları<br />

neleri için severiz? Ne yüzlerinin<br />

şekillerini, ne bedenlerin biçimleri,<br />

ne kılık ve kıyafetleri insanları<br />

birbirlerine bağlamaya kâfidir.<br />

İnsanları birbirlerine bağlayan,<br />

birbirlerine yaklaştıran, birbirlerine<br />

ısındıran ve birbirleriyle sempatize<br />

eden, özetle birbirini arattıran tek<br />

neden onların birbirlerine karşı olan<br />

aksiyon ve reaksiyonlarıdır. Yani<br />

insanlar yaptıkları işlerle, ortaya<br />

koydukları eserlerle ve karşılaştıkları<br />

tesirlere karşı gösterdikleri mukabil<br />

tesirlerle ve bu tesirlerin neticelerinin<br />

idrakleriyle kıymetlenirler. Ve<br />

varlıklarını da başkalarına karşı<br />

ancak böylece kıymetlendirirler.<br />

Mermer taş gibi pasif bir insan canlı<br />

da olsa nihayet bir taş parçasından<br />

daha kıymetli ve makbul olamaz.<br />

Bundan çıkan bir netice şudur:<br />

İnsanlar, varlıklar ancak dış<br />

Dr. BEDRİ RUHSELMAN<br />

Kıymet Kalıplarda<br />

Değil Tesirlerdedir<br />

âlemden meydana getirdikleri<br />

tesirlerle ve ortaya koydukları<br />

eserlerle sevilirler ve aranırlar. Daha<br />

doğrusu insanlar ancak eserleriyle<br />

başkalarına ve muhitlerine faydalı<br />

birer varlık olabilirler. Nitekim<br />

görünür ve başkalarının işine yarar<br />

hiçbir iş yapmadan, istikrarlı veya<br />

istikrarsız hiçbir eser bırakmadan<br />

dünyadan gelip geçmiş olan<br />

insanların muhitlerinde husule<br />

getirmiş oldukları boşluk da o kadar<br />

bariz olarak kendisini gösterir.<br />

Fakat biz bu yazıyı yukarıdaki<br />

fikri ortaya çıkartmak için<br />

yazmıyoruz. Bu hemen hemen<br />

herkesçe malumdur. Biz burada<br />

bilhassa başka bir konuya temas<br />

etmek için bu bahsi ele aldık.<br />

İnsanlar arasında genellikle itiyat<br />

haline girmiş bir ruh hali vardır. Ve<br />

birçokları bu haleti ruhiye üzerinde<br />

derince durup düşünmeden otomatik<br />

olarak onun güçsüzü olur. Bu<br />

otomatizma şudur: Geçen yazımızda<br />

belirttiğimiz gibi, insanlar<br />

kendilerine oradan buradan hücum<br />

eden görünür, görünmezi bir sürü<br />

tesir altındadırlar. Ve bu tesir<br />

kaynaklarının, yani tesirleri meydana<br />

getiren nedenlerin çoğundan


habersizdirler. Daha doğrusu bu<br />

kaynaklar, bu nedenler insanların beş<br />

duyu organları vasıtasıyla idrak<br />

edebilecek mahiyet arz etmezler.<br />

Bunların yanında birçok tesirler de<br />

vardır ki, insanlarca bunların kimler<br />

tarafından husule getirdikleri<br />

malumdur.<br />

Fakat ne gariptir ki insanlar bu<br />

meçhul kaynakların tesirleriyle<br />

hemen sık sık karşılaştıkları halde,<br />

bu tesirlerin husule getirdikleri<br />

neticelerin hususiyet ve evsafı diğer<br />

malûm kaynakların tesirlerininkine<br />

nazaran, çok daha güvenilir ve etkili<br />

bir durumda bulunmalarına rağmen<br />

bunların nedenlerine kıymet ve önem<br />

vermezler de nedenleri görünen ve<br />

idrak edilen tesirlere- evvelkilerden<br />

çok daha önemsiz oldukları halde-<br />

hatta bazen gereğinden de fazla<br />

denecek kadar kıymet verirler.<br />

Mesela, gördüğü ufacık bir arı<br />

yavrusundan korkarak onun<br />

karşısında çırpınıp duran bir kimse<br />

ciğerlerini kemirebilecek bir mikrop<br />

sürüsünün hücumuna karşı bildiği<br />

halde ekseriya lâkayıt kalabilir.<br />

Hâlbuki o böcek nihayet onun bir<br />

tarafını küçücük iğnesiyle sokar ve<br />

biraz acıttıktan sonra her şey gelip<br />

geçer. Buna mukabil, o mikroplar bir<br />

defa vücudu istila etti mi insanı<br />

ekseriya mezara kadar sürükleyebilir.<br />

Keza, insanlar etrafında bulunan<br />

diğer insanlarla muamelelerinde<br />

daima kuruntulu, daima sakınan ve<br />

sanki onlardan her an bir kötülük<br />

gelecekmiş gibi abartılı bir<br />

ihtiyatlılığa lüzum hissettiği halde<br />

etrafını sarmış bulunan ve her an<br />

kendileriyle serbestçe irtibata<br />

geçebilmek fırsatını gözleyen<br />

görünmez bedensiz varlıkların<br />

mevcudiyetleri ve bu varlıkların<br />

kendilerine karşı beslenen<br />

niyetlerinin keyfiyet ve niceliği<br />

üzerinde durmayı akıllarına bile<br />

getirmezler. Ve bu hususta<br />

bilirkişilerden gelen açık ikaz ve<br />

bilgilere kıymet vermeyi<br />

düşünmezler. Hâlbuki bir insanın<br />

etrafını saran bedenli varlıkların<br />

insan üzerindeki tesirleri ne kadar<br />

mühim olur ve bunların bazen iyi,<br />

bazen de kötü neticeleri ne kadar o<br />

insanın hayatında etkili roller<br />

oynarsa bu görünmeyen bedensiz<br />

varlıkların o insan üzerindeki meçhul<br />

kalan tesirleri de onlardan daha<br />

ehemmiyetli olur ve bunların iyi ve<br />

kötü neticeleri de o insanın hayatında<br />

evvelkilerden daha çok tesirli roller<br />

oynar ve devamlı eserler bırakır. Bu<br />

istikameti ihmal etmek iyi bir görüş<br />

ve seziş ürünü sayılamaz. Ve bunun<br />

da sebebi yazıma başlarken<br />

3<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


4<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

söylediğim gibi, varlıkların kalıp ve<br />

kıyafetlerine değil, eserlerine,<br />

yaptıkları, başkaları üzerinde<br />

meydana getirdikleri işlere<br />

ehemmiyet vermelidir, hakikatinin<br />

insanlarca anlaşılmış ve kabul<br />

edilmiş olmamasıdır.<br />

Fakat bu hakikati başka bir<br />

bahiste de ele almak gerekir. Bir<br />

insanın, günün birinde çok sevdiği<br />

birisi ölür. Ve o insan o sevgilisini<br />

kaybettiğini sanır. O zaman o,<br />

dışarıdan kendisine gelen bütün<br />

tesirleri ve bilhassa tesirlerin en<br />

hayırlılarını tamamen içine düşmüş<br />

olduğu hüsran ve keder yüzünden<br />

reddeder. Ve bu <strong>arad</strong>a kendisine<br />

yaklaşmak isteyen her tatlı ve teselli<br />

edici titreşimleri kırar geçer. Fakat<br />

acısı şu ki, bu <strong>arad</strong>a kendisine<br />

ölmediğini, bilakis daha zinde daha<br />

canlı ve daha şuurlu olarak<br />

yaşamakta devam ettiğini o insana<br />

bildirmek ve ona sevgisinden teselli<br />

buketleri göndermek isteyen ve<br />

ölmüş sanılan o sevgilinin kendisine<br />

ulaşmak için etrafını saran kudretli<br />

ve canlı tesirlerini de bilmeden ve<br />

sırf o tesirlere karşı alakasızlığı ve<br />

kayıtsızlığı yüzünden, kabul edemez<br />

ve gerisin geriye gönderir!.. Buna<br />

mukabil eğer o insan kalıp ve<br />

kıyafete değil de eserlere ve tesirlere<br />

kıymet ve ehemmiyet vermenin<br />

gereğini anlayabilecek bir idrak<br />

seviyesine gelmiş bulunsaydı o anda,<br />

öldüğünü sandığı o varlıktan gelen<br />

tesirleri keşfetmekte gecikmeyecek<br />

ve onların o varlığın sağlığındaki<br />

tesir ve eserlerinden daha canlı, daha<br />

samimi ve daha içten ve yakından<br />

olduğunu duyup anlayabilmek<br />

hazzına nail olacaktı. Fakat o bunun<br />

yapamadı. Ve yapamadığı için de<br />

öbür tarafa intikal etmiş sevgiliden<br />

gelen o canım teselli verici<br />

titreşimlerin, yani o varlığın birçok<br />

fedakârlıklarla çalışarak dünyada<br />

kalan sevgilisine gönderdiği içten<br />

gelen sevgi ve alaka duygu ve<br />

düşüncelerini kavrayamadı. Ziyan ve<br />

sefil eyledi, bu yüzden kendisi de<br />

beyhude yere azap ve ıstırap çekip<br />

durdu. Çünkü o insan, tekrar<br />

ediyorum, tesirlere değil kalıp ve<br />

kıyafetlere itibar edenlerdendir.<br />

Hâlbuki buradaki tesirler kalıp ve<br />

kıyafetten değil, kalıp ve kıyafetin<br />

sebebi olan kalıpsız ve<br />

kıyafetsizlikten gelmektedir. Kalıplar<br />

ve kıyafetler ise cansız moloz<br />

yığınlarından alınır ve işi bitince<br />

gene cansız moloz yığınlarına iade<br />

edilir. Fakat tesirler, o moloz<br />

yığınlarını da canlandıran, harekete<br />

getiren tesirler devam eder ve<br />

durmadan akar gider. O akışlara<br />

tempolarını uydurabilenler için<br />

hüsran, gözyaşı yoktur. Bu tempoyu<br />

kaybedenler ise her dem moloz<br />

yığınlarıyla baş başa kalmanın<br />

doğuracağı hüsran ve gücenmelerle<br />

karşı karşıyadırlar.<br />

Unutmayalım dostlar, her birimiz,<br />

her an, her türlü tesirle karşı karşıya<br />

bulunuyoruz. Bu tesirlerin<br />

görünmeyenlerine vereceğimiz<br />

kıymet, görünenlerine verdiğimiz<br />

kıymetten daha büyük olur ve burada<br />

daha ihtiyatlı ve dikkatli davranırsak<br />

kazançlarımız daha çok olur.<br />

KAYNAK: Ruh ve Kâinat, Mayıs1954


Dr. Bedri Ruhselman'ı anarken...<br />

ETAPSİŞİK Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği'nin kurucusu,<br />

Hakikat ve Vazife İnsanı Bedri Ruhselman'ın bıraktığı eserlerin ve<br />

Mşekilde<br />

işaret ettiği yolun yüceliği ve evrensel değeri gittikçe daha açık bir<br />

ortaya çıkmaktadır. Bu öyle bir yol ve yükselme ki, insanların bütün<br />

yolları denedikten sonra, mukaddermiş gibi içine girecekleri yolun ta<br />

kendisidir.<br />

“Ruhçuluğun” ne olduğunu, ne yapmak istediğini, öz yapısının hangi<br />

hakikatleri taşıdığını, dünya insanının manevî tekâmülünün hızlanması için<br />

nelerin gerektiğini, resmen 1946 yılından bu yana ülkemizde başlatan (Ebedî<br />

Ruhçuluğun Son İNİSİYESİ) RUHSELMAN, yayınladığı eserleriyle dünyada<br />

ancak spiritüel bilimde çok gelişmiş olan kişilerin sır olarak sakladıkları<br />

hakikatleri açıkça ifade etmiştir. Bu durum, ülkemizin gelecekte spiritüel<br />

alanda dünya ölçüsünde bir ödevi yerine getirmesiyle ilgilidir.<br />

Bütün gizli veya aşikâr bilgilerin “Ruhsal Realiteyle” ilgili bulunan<br />

yönlerinin ortaya çıkması, hakikatin realite hâlinde uygulanması zamanı<br />

elbette dünya insanına nasip olacaktır. Bu durum dünya tekâmülünün zarurî<br />

bir sonucudur.<br />

Dünya tekâmülü öğretim kadrosu içinde, aldığı kutsal vazifesini noksansız<br />

ve en iyi şekilde tamamlayan RUHSELMAN'ın Evrensel Bilgisi'ni izlemenin,<br />

izletmenin; öğrenmenin, öğretmenin; tatbik edip, ettirmenin ne türlü<br />

zorluklarla savaşıp, nefsi ezip bilgi ve vicdanı baştacı etmeyi gerektirdiğini<br />

biliyoruz. Zaman, daima olduğu gibi, onun lehine işlemekte, onun bilgisini<br />

haklı çıkarmakta, onun misyonunu genişletmektedir. Memleketimiz bu<br />

misyonun hareket noktası olmakla, büyük bir sorumluluk altında bulunuyor.<br />

Şuur ve vicdanların bilgisizlik ve sapıklık karşısında göstereceği dikkat,<br />

uyanıklık gerçekten mutlu yarınların sebebi olacaktır. Yüzyıllardır özlenen saf<br />

hakikati, sembolsüz ve benzetmesiz “açık bilgi”yi insanlığa bırakıp giden<br />

RUHSELMAN, beşerî kimliğinin arkasına gizlenmiş, ilâhi hiyerarşide Bilgi<br />

TAŞIYICISI'dır. Dünya'nın, Son Hakikati'ni gönderenlerin has evlâdı,<br />

kıyamın sahibidir.<br />

Kutsal vazifesini tamamladıktan sonra Dünya ve realitesini terk ederek<br />

aramızdan ayrılan RUHSELMAN'ın idraklerimizde gitgide devleşen<br />

şahsiyeti, şuurlarımızda gitgide geniş mekânlar kazanan bilgi ve kudreti,<br />

vicdanlarımızda gitgide derinleşen ahlâkı ve insanlık idealindeki tekâmülün<br />

hakikî bilgiler ile hız almasında gösterdiği cehit ve cesaretin karşısında saygı<br />

ile eğiliyoruz.<br />

Ergün ARIKDAL<br />

“Üstat Dr. Bedri Ruhselman'ı sevgi, saygı ve derin bir minnet duygusuyla<br />

anmayı bir vazife biliriz.”<br />

ARAD<br />

5<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


6<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

1 SORU?<br />

CEVAP<br />

Tekâmül nedir? Hazırlayan: Günay Yalçın<br />

EÇEN sayıda her koşulda tekâmül edilir mi sorusuna cevap arıyorduk. Çeşitli<br />

tebliğlerden örnekler vererek her varlığın her koşulda tekâmül edemeyeceği<br />

Gsonucuna vardık. Farklı şuur seviyelerine sahip varlıklar farklı tekâmül<br />

yollarına ihtiyaç duyuyorlar. Bu sorunun cevabını vermek için tekâmül nedir<br />

sorusunun cevabını da vermek gerektiğini ifade etmiştik.<br />

Tekâmülün kelime anlamı : TDK sözlüğünde; 1. isim, eskimiş Olgunluk,<br />

olgunlaşma, 2. Gelişim, gelişme, 3. biyoloji Evrim olarak ifade ediliyor.<br />

Hiçbir şey aynı kalmıyor, her şey değişiyor. Kendi hayatımıza baktığımızda da<br />

bunu görebiliriz. Konuları burada <strong>ruhsal</strong> tebliğleri ve Ruhsal Öğretmenlerin verdiği<br />

bilgileri inceleyerek <strong>ruhsal</strong> açıdan ele alıyor ve metapsişik yorumlarını yapmaya<br />

çalışıyoruz. Ancak bu bilgilere başvurmadan evvel ilk önce araştırdığımız konuyla<br />

ilgili olarak kendi hayat tecrübelerimizin, kendi fikirlerimizin kendi yorumlarımızın ne<br />

olduğunu anlamalıyız. Kendimize göre bir cevabımızın olması gerekir. O nedenle<br />

“Tekâmül nedir?” sorusuna cevap ararken öncelikle kendi yaşantınızı gözden<br />

geçirmenizi öneririm. Siz dünkü siz değilsiniz ama dün ve bugün arasındaki <strong>ruhsal</strong><br />

bedensel değişimi, olgunlaşmayı, ilerlemeyi hemen gözünüzle görüp, anlayışınızla<br />

idrak edemiyorsunuz. Ama 10 yıl önceki sizle şimdiki siz arasındaki değişimi<br />

bilebilirsiniz. An be an olan değişimi bilemiyorsunuz ama uzun aralıklarla<br />

baktığınızda değişimi görebiliyorsunuz. O değişim bir anda mı oldu? Hayır. Tedricen<br />

yani yavaş yavaş oldu. Biz ancak an'larda olan değişimin toplamındaki değişimi<br />

çarpıcı olarak gözlemleyebiliyoruz. Dolayısıyla hiçbir şey aynı kalmıyor, her şey<br />

değişiyor. Bütün bu değişimlerin sonucunda biz zamanın ve yaşadığımız olayların,<br />

tecrübemizin etkisiyle başkalaşıyoruz, yenileniyoruz, daha dar kapsamlı düşünüp<br />

anlamaktan, davranmaktan, daha geniş kapsamlı düşünüp anlamaya, davranmaya<br />

başlıyoruz, esniyoruz, hayatın doğal işleyişini (<strong>ruhsal</strong>, bedensel, ahlaksal, moral<br />

işleyişini) daha iyi kavrıyor ve ona daha iyi uyum sağlıyoruz. Değişim de ilerlemeyi,<br />

gelişmeyi tekâmülü beraberinde getiriyor. Hakikaten ruhumuzdaki parlaklık,<br />

yumuşaklık, şefkat, merhamet, idrak kapasitesi, kavrayış, anlayış, her geçen gün daha<br />

çok açığa çıkıyor. Yapmam dediğimiz şeyleri yapıyoruz, olmaz dediğimiz şeyleri<br />

olduruyoruz veya tersine. Bütün bunlar tekâmülün ortaya çıkardığı sonuçlardır.<br />

Üstad Ergün Arıkdal, 26.5.1990 tarihinde Ankara'da "İnsanlığı Yöneten Kanunlar"<br />

adlı konuşmasında ise tekâmül konusunda şunları söylemiştir: “Tekâmülün asıl<br />

manası, insanlığı yöneten kanunları önce tanımak, sonra bunları kendi gücü nisbetinde<br />

anlamak ve daha sonra gene kendi gücü nisbetinde bu kanunları öğrenip, uygulamaktır.<br />

Bizim asıl yaşayışımızdan maksadımız, yeryüzünde ne yaparsak yapalım, ne edersek<br />

edelim, ne düşünürsek düşünelim, hangi sistemle ilişkili olursak olalım, yeryüzünde şu<br />

beden içerisinde realite olarak yaptığımız temel iş, temel unsur insanlığı yöneten<br />

kanunların bir öğrencisi olmaktır.”<br />

Devam edecek...


Beden ve Tesirler<br />

İZLER, bütün dimağ faaliyetlerinizde devamlı olarak<br />

muhitine bir takım ihtizaz intişar ettiren varlıklarsınız.<br />

Settirir.<br />

Bedeniniz devamlı olarak kendine has tesirler intişar<br />

Kâinat sonsuz bir potansiyele malik bir titreşim<br />

mahşeridir. <strong>İnsanın</strong> özelliği, yüksek ve ulvî bir şuura malik<br />

olarak kâinat içerisinde mevcut olan ihtizazın sonsuz çeşitlilik<br />

içerisinde bulunan tabakaları ile irtibatı kurmak ve bu ihtizazları<br />

yakalamak ihtiyacında olmasıdır. Yani insan, alıcı ve verici<br />

rolünü gören, bunu şuurlu olarak yapabilen bir varlıktır. Birinci<br />

prensip.<br />

Her tesir, menşei ile alâkalı olarak, bir ihtizaz frekansını<br />

muhtevidir. Bu frekans, varlıklar nokta-i nazarından büyük bir<br />

cehdin veya bir faaliyetin meydana getirmiş olduğu hususî bir<br />

atmosfere sahiptir. Yani, her varlık kendine ait bir frekansa<br />

maliktir. İkinci prensip.<br />

Tesir; beden, şuur sahası ve şuurlu varlık tarzında bir sırayı<br />

takip etmek suretiyle intikal edebilir. Dimağınız bedeninizin<br />

aynı seyyal tesirlerini taşıyan bir mahaldir. Buradaki seyyal<br />

tesirler, şuur sahasının en kaba saçaklarını teşkil eder. Şuur<br />

sahasının en kaba saçakları ile dimağınızın intişar ettirdiği<br />

tesirler arasında, mutavassıt rolünü gören seyyaleler mevcuttur.<br />

Bu seyyaleler dördüncü buuta ait seyyalelerdir. Demek oluyor<br />

ki, insan, dimağının en ince seyyalesiyle, dördüncü buutun<br />

varlığıdır. Ve ancak bu dördüncü buut seyyalesinin veyahut<br />

oraya has seyyalelerin aracılığı ile şuur sahanızın en kaba<br />

saçakları irtibata gelebilmektedir. Şuur sahanız ise, muhtelif<br />

varyeteler, menevişler, değişik renkler aksettiren bir hususiyete<br />

maliktir. Ve onun son bulduğu nokta, yüksek şuurunuz,<br />

dolayısıyla cevherinizdir. Bu mekanizmayı üçüncü prensip<br />

olarak söylüyoruz.<br />

SÖZLÜK:<br />

dimağ: beyin • ihtizaz: titreşim • intişar ettirmek: yayılmak,<br />

dağılmak • mahşeri: topluluğa ait • frekans: sıklık • muhtevi:<br />

ihtiva etmiş, içine almış • mutavassıt: aracı, araya giren<br />

SADIKLAR PLÂNI’ndan alıntılar<br />

Celse: 114 • 9.2.1968<br />

7<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


8<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

<strong>İnsanın</strong> <strong>Hedefi</strong><br />

• Seyhan Okan<br />

EDEFLERİMİZ Hayat<br />

Plânımızdadır. Yeryüzüne<br />

Hkendi<br />

isteklerimiz doğrultusunda<br />

gelişimimizi sağlayacağına<br />

emin olduğumuz birtakım tecrübeleri<br />

yaşamak, birtakım görgüleri, bilgileri<br />

elde etmek için enkarne oluruz.<br />

Her varlık dünyaya enkarne<br />

olurken bir bedenli halde yaşamak<br />

için <strong>ruhsal</strong> dünyadan yeryüzüne gelir.<br />

Yeryüzüne indiğimizde, bir<br />

bedene bağlandığımızda açık<br />

şuurumuzun % 5'i ile bu dünyada<br />

kalırız. Şuurumuzun % 95'i kararır.<br />

Küçük bir kısmıyla bu dünyada<br />

tatbikat yapıyoruz. Bu sebepten her<br />

şeyi tam anlayamıyor, bilemiyoruz.<br />

Merakımız, sorularımız sürekli hale<br />

geliyor.<br />

Hayat programımızı aydınlık,<br />

serbest, yüksek şuur haliyle yaparız.<br />

Yapacağımız şeyler plânlı,<br />

programlı, ölçülü, tekâmülümüzü<br />

arttıracak, hem de geleceğe yönelik<br />

hayatlarımızın organizasyonunu<br />

düzenleyecek esasları, temelleri<br />

meydana getirmek üzere yapılır.<br />

Yeryüzünde neye muhtaçsak onu<br />

seçer, yerine getirmek üzere geliriz.<br />

Vazife dünya icaplarının arkasına<br />

gizlenmiştir.<br />

Hedeflerimizi hissetmek,<br />

anlamak için disiplinli bir istek ve<br />

güçlü bir irade çabasına ihtiyaç<br />

vardır. İrade, çaba, istek olmadan<br />

hedefe ulaşmak mümkün değildir.<br />

İnsanların isteklerinin sınırsız<br />

oluşu çok problemler yaratmaz.<br />

Çünkü istekler kişi, aile, toplum,<br />

şehir vb. realitelere göre cevap bulur.<br />

İnsanlara isteklerini sınırlamayı<br />

öğretmek mümkün değildir.<br />

Sınırlamayı seçmeyi, ancak varlığın<br />

kendisi yapabilir. Kişinin<br />

enkarnasyon (yeryüzünde<br />

bedenlenme isteğimiz) hedefi nedir<br />

sorusunun cevabı aranmalıdır.<br />

Uzun vadeli hedefler,<br />

tekâmüldeki tecrübeyi, görgüyü,<br />

bilgiyi, hızı arttıracak hedefler göz<br />

önünde bulundurulmalıdır. Kısa<br />

vadeli, geçici, sürekli olmayan<br />

hedefler, bir takım <strong>ruhsal</strong> haletleri<br />

yaşamamaya sebep olacaklar fakat<br />

bu da sönüp gidecektir. Bu yüzden<br />

istekleri, hedeflerinin ne olduğunu,<br />

hayatta neleri hedeflemek gerektiğini<br />

birbirimize anlatmak, hatırlatmak,<br />

öğretmek gerekir. Büyük hedefleri<br />

belirlemek, bunlara ulaşmanın büyük<br />

çabalarla, gayretlerle olabileceğini<br />

izah etmek önemlidir, sorumluluk<br />

alma işidir. Örneğin insanların bir ve<br />

beraber olabilmesi Varlıksal bir<br />

hedeftir. Beşeri hedefler değil, kalıcı,<br />

özde değerli olan, varlığımıza ait<br />

hedefler hakkında bilgilendirmek<br />

gerekir. Tüm insanlık için Varlıksal<br />

Eşitlik İlkesi bir hedeftir. Sebepsonuç<br />

bilgileri çok kıymetli ögeleri<br />

barındırır. Sevgi, saygı, dayanışma,<br />

yardımlaşma, özde birlik, bu<br />

varlıksal eşitlik ilkesinin etik<br />

değerleridir.<br />

Diğer birleştirici hedef Seçme<br />

Özgürlüğü ilkesidir. Varlıksal Eşitlik


ve Seçme İlkesi, yeryüzünde yaşayan<br />

herkesin kendine özgü bir yolu<br />

olduğunu gösterir.<br />

Her şey burada neyi hedef<br />

aldığınıza bağlı olarak gelişir ve<br />

değişir. Para, mal, mülk gibi maddi<br />

hedefler zamana, mekâna göre belirli<br />

koşullar altında geçerlidir<br />

(Hastalıkta, savaşta geleceği garanti<br />

altına almak demek değildir).<br />

İsteklerimizi maddesel bir dünya<br />

sistemi içinde sınırlamamak<br />

gerekir.Garanti işlerini değil,<br />

önümüze çıkan imkânları<br />

değerlendirmek, tekâmülü<br />

hızlandırıcı tecrübe ve bilgileri<br />

kazanmaya özen gösterilmelidir.<br />

İsteklerimizin hedefi, egoyu tatmin<br />

değil, varlıksal tatminler olmalıdır.<br />

Hedef, idrak kapasitesine<br />

bağlıdır. Kendini bilmek çok<br />

önemlidir. Varlığımız hakkında öz<br />

bilgilere sahip olmaktır. Yani ben<br />

kimim, niye bu dünyadayım, ne<br />

yapıyorum, hedefim nedir, niçin<br />

yaşıyorum diye sormalıyız ki,<br />

cevapları elde etmeye çalışırsak,<br />

isabetli kararlar alıp uygulayabiliriz.<br />

<strong>Hedefi</strong>mizin ne olduğunu, nereye<br />

ulaşmak istediğimizi iyi<br />

belirlememiz gerekir. Bu bizim idrak<br />

kapasitemize bağlı olan bir<br />

durumdur. Suni ihtiyaçlarımızın<br />

farkında olabilmeliyiz.<br />

Hedef belirlemek önemli bir<br />

husustur. <strong>Hedefi</strong>mize bizi en seri,<br />

çabuk götürecek yolu seçebildiğimiz<br />

ölçüde, gerçek ihtiyacımıza cevap<br />

verecek olan yolu izlememiz bizi<br />

başarıya götürür.<br />

Hedeflerimizi belirlemede Vicdan<br />

önemli bir melekedir. Vicdan insanın<br />

kendi ölçüleri içinde neyin iyi, neyin<br />

kötü olduğunu idrak etmesine<br />

yardımcı olan, duyguları birleştirici,<br />

daha çok ahlaki yönü olan bir<br />

melekemizdir. Vicdana ulaşmanın<br />

yolu, tamponları yok etmektir. Bir<br />

insan bir yandan merhametli, bir<br />

yandan yıkıcı duygular içinde<br />

olabilir. Önemli olan idrak,<br />

şuurlanmadır.<br />

Vicdan tekâmülle gelişir. Hedefte<br />

idrak önemlidir. Bir şeyi anlamak,<br />

bir şeyin farkına varmak, onun<br />

hüviyeti hakkında kesin bir bilgiye<br />

varabilmektir. Beyin rahatsızlıkları,<br />

bazı hastalıklar idraki zayıflatır.<br />

İdrak <strong>ruhsal</strong> anlayıştır. Ruhsal<br />

dünya ile fiziksel dünyanın işbirliği<br />

kurulabildiği noktalarda ortaya çıkan<br />

bir aydınlanma halidir. Hepimiz<br />

realitemizin yararlanacağı,<br />

taşıyabileceğimiz kadar gerçeklerle<br />

karşılaşırız.<br />

Var olmak, vazifeler almak<br />

anlamındadır. Yaşam tarzımızda,<br />

hedefe ulaşma disiplini içinde<br />

olmaya azami gayret göstermeliyiz.<br />

Yaşam tarzı demek, rastgelelik, anlık<br />

istekler peşinde koşmak değildir. Pek<br />

çok insan hayatta hedeflerini gözden<br />

geçirmedikleri için, hayatlarına hedef<br />

koymadıkları için hal ve<br />

hareketlerini düzenlemekte zorluk<br />

çekerler, belirli bir ideale doğru yön<br />

alamazlar, hayat yolunda savrulurlar.<br />

Böyle insanların çalışmaları da bir<br />

tür oyalanmadan başka bir şey<br />

değildir.<br />

Halbuki gerçek çalışmanın ilk<br />

şartı karakterin ve ahlaki<br />

sorumluluğun gelişmesidir. <strong>İnsanın</strong><br />

hayatında uzun ve kısa vadede<br />

ulaşabileceği bir hedefinin olması<br />

şarttır. <strong>İnsanın</strong> hedefi yoksa<br />

9<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


10<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

hareketlerini düzenleyemez.<br />

Hareketlerinde, duygularında,<br />

ifadesinde tutarsızlıklar, iniş çıkışlar<br />

olur; bu da bireysel ve çevresel<br />

güvensizlik ortamı yaratır.<br />

Her şey eğitimle öğretilemez.<br />

Zaman içerisinde ve kendi kendine<br />

öğrenilir. İyiyi ve kötüyü ayırt<br />

edebilmek gerekir. Çünkü<br />

varlığımızın yapısında birlik ve<br />

beraberlik ruhu hakimdir. Böyle<br />

olunca hedefi iyi tespit etmek ve o<br />

hedefe ulaşmak için hareketleri<br />

düzenli bir şekilde yerine getirmek<br />

gerekir.<br />

Varlığın karakterinin ve ahlaki<br />

sorumluluğun gelişmesi, onun gerek<br />

toplumsal hayatında gerekse semavi<br />

hayatında güvenilir bir varlık<br />

açısından çok önemlidir.<br />

Kişide öz disiplin önemlidir.<br />

Disiplin, bir kişinin hedefine göre<br />

hareket etmesini sağlar. Korku<br />

yaratmak zorbalık değildir.<br />

Hedeflerimiz olursa hayatımız<br />

düzene girer.<br />

Her varlığın bir hayat plânı<br />

vardır. Hayat plânı bizim<br />

isteklerimizden meydana gelmiş bir<br />

mozaiktir. Bazen isteklerimiz bize<br />

çok önemsiz gibi gelebilir, ama o<br />

istek, çok daha büyük isteklerin<br />

sonuçlarını elde etmek bakımından<br />

itici bir güç görevi görür. İstediğimiz<br />

her şeye önem vermeli, o andaki<br />

bakış açımızla gözden geçirmeliyiz.<br />

Gerçekten bu istenmeli mi, bu<br />

istediğime layık mıyım, bu isteğim<br />

bana ne kazandırır, ne kaybettirir<br />

tarzında incelemeye tabi tutmalıyız.<br />

Bu ise bilgelikle, olgunlukla yerine<br />

getirilecek bir duygu, düşünce<br />

gerektirir.<br />

Bu dünyaya enkarne olduk ve bir<br />

hayat plânı ile aşağıdayız. Bu plân<br />

aynı zamanda bir hedefi içeriyor. Biz<br />

yeryüzünde gerçekten bu hayat<br />

hedefimizin farkında mıyız, onun<br />

için çaba harcıyor muyuz? Bunu hiç<br />

kimse tam anlamıyla bilemez.<br />

Hedeflerimiz hakkında insanlara<br />

birtakım yollarla bilgiler<br />

verilmektedir. Başarısızlıklarımızı,<br />

nerelerde başarısız olduğumuzu<br />

gözden geçirmeliyiz.<br />

Başarısızlıklarımız bizi hedeften<br />

uzaklaştırıcı eylemler olabilir. O<br />

durumda da zaman ve mekân<br />

enerjisini kullanamamaktan dolayı<br />

başarısızlıklar kaçınılmaz olur.<br />

Birçok insan hayat ne imkân<br />

tanımışsa onunla gider, ömür sürer.<br />

Ev sahibi, araba sahibi, vb. tarzında<br />

dağılıp gidebilecek, kalıcı olmayan<br />

değerleri, araç olan şeyleri hedef<br />

edinir.<br />

<strong>Hedefi</strong>ni bilmeyen varlıkların en<br />

büyük özelliklerinden biri de, sürekli<br />

bir duygusal karmaşa ve çalkantı<br />

içinde kalmalarıdır. Duygusal<br />

karmaşalardan doğan işlerin<br />

sonucunda enkarnasyon hedefinden<br />

şaşırmalar da olabilir (intiharlar,<br />

küskünlükler, içe kapanmalar,<br />

hastalıklar olabilir). Karmaşık<br />

duyguların sinyalleri, bizi<br />

özdeşleşmeye, eş koşmaya götürür<br />

(Bir şairle, bir müzikle, bir hayvanla,<br />

bitkiyle, yerle yurtla, futbolla vb.<br />

yaşayış biçimiyle). Eğer eş<br />

koşulacaksa, temel hedefimizle,<br />

varlıksal hedefimizle eş koşmalıyız. 16'DA<br />

Dünyada maddenin yasaları<br />

hakim olduğundan her an dikkatli, SAYFA<br />

uyanık, hedefe odaklı olma<br />

durumundayız. DEVAMI


Kişilik Ötesi Gerçeklikler veya Nörofizyolojik Hayaller<br />

Deneylenebilir Bir Düalizm<br />

Tecrübesine Doğru<br />

• Charles Tart<br />

ORTAYA Çıkan Etkileşim<br />

BENİ düalist bir kuram<br />

önermeye zorlayan temel<br />

deneysel veri psi fenomenidir. Fizik<br />

dünyamızla ilgili şu anki bilgilerimize<br />

ve onun hakkındaki kavramlarımıza ve<br />

de bu kavramların makul dış değerlerine<br />

bakınca şunu diyebiliriz: Psi fenomeni<br />

kavram dışıdır. Bunlar fizikten<br />

başka türde bazı kavramsal sistemleri<br />

dikkate almadıkça açıklanamaz gibi<br />

görünen bir şuur niteliğini belirtmektedirler.<br />

Şuurla ilgili çeşitli psikolojik<br />

çalışmalarım ve değişmiş şuur halleri<br />

hakkındaki incelemelerim beni daha da<br />

ileri bir düalist tutum edinmeye<br />

zorlamaktadır. Bu tutum temel olarak<br />

Şekil l'de ifade edilmiştir.<br />

Beynin fiziksel yapısı, Şekil l'in sol<br />

tarafında temsil edilmektedir. Zihin/-<br />

Hayat adını verebileceğimiz niteliksel<br />

olarak farklı etmen, şeklin sağ tarafında<br />

gösterilmektedir. Beyin, zihin veya<br />

hayat kelimeleriyle ilgili olağan çağrışımlarımızın<br />

ortaya çıkarabileceği<br />

dilsel sorunlardan kaçınmak için,<br />

şuurun bu iki temel alt sistemine B<br />

sistemi ve Z/H sistemi adını vereceğim.<br />

B sistemi fizik kavramlarla<br />

anladığımız fiziksel şeyler olan beden,<br />

beyin ve sinir sistemini ifade etmektedir.<br />

Z/H sistemi de fiziksel terimlerle<br />

anlaşılmaya meydan okuyan şuurun<br />

nitelik bakımından farklı unsurlarını<br />

ifade etmektedir. Z/H sisteminin H<br />

veya hayat unsuru, psi fenomeninin<br />

ona dair şuurlu bir tecrübe olmadan da<br />

bir kişiyle bağlantılı olarak meydana<br />

geldiğini yansıtmak için eklenmiştir.<br />

Buradaki kanıt henüz çok az olmasına<br />

rağmen, fizik madde üzerinde bir tür<br />

zayıf psikokinetik etkide bulunmanın<br />

hayatın genel bir özelliği olduğunu<br />

düşünüyorum. Tecrübe ettiğimiz<br />

haliyle şuur, B sistemi ve Z/H sisteminin<br />

karşılıklı etkileşmesinden gelen<br />

bir sistem etkisi olarak ortaya çıkan bir<br />

etmendir.<br />

B sistemi şuur ile etrafımızdaki<br />

dünya arasındaki bağlantıdır. Çevresel<br />

etmenler, duyu organları vasıtasıyla<br />

kaydedilirler ve elektriksel/ kimyasal<br />

modeller olarak B sistemi içerisinde<br />

son bulurlar. Çeşitli şekilde davranma<br />

kararları, B sistemi içerisindeki bir<br />

yerde elektriksel/ kimyasal modeller<br />

olarak başlarlar ve özel sinirsel uyaranlar<br />

haline gelip açık davranışları-<br />

DENEYİMLENEN ŞUUR<br />

BEYİN ZİHİN / HAYAT<br />

PSİ ETKİLEŞİMLERİ:<br />

DURUGÖRÜ<br />

PSİKOKİNEZİ<br />

BÖLÜM 3<br />

Şekil 1. Şuuru anlamak için Ortaya Çıkan<br />

Etkileşimci yaklaşımın temel modeli<br />

11<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


12<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

mızı yaratan motor sinir sistemine<br />

gelirler.<br />

B sistemi aşırı karmaşık ve hayli<br />

ilginç bir yapıdır çünkü B sisteminin<br />

temel refleksler gibi pek çok unsuru<br />

açıkça kararlı biçimde işlev yaparken<br />

diğer önemli unsurlarının pek çoğu ise<br />

yan gelişigüzel veya tam gelişigüzel<br />

süreçlerin kontrolü altındaymış gibidirler;<br />

bunlar çok hafif uyaranlarla<br />

kolayca harekete geçen, sıklıkla tam<br />

olarak ateşlenmeye hazır olmayan haldeki<br />

nöronlar veya sinir gruplarıyla<br />

kontrol edilirler. "Ortaya Çıkan Etkileşim"<br />

adını verdiğim düalist şuur kuramım,<br />

Z/H ve B sistemlerinin psi sayesinde<br />

karşılıklı etkileştiklerini önermektedir.<br />

Ayrıntısıyla söylersek, Z/H<br />

sistemi beynin fizik halini ve dolayısıyla<br />

da ortamda B sistemindeki fizik<br />

modeller olarak temsil edilen etkenleri<br />

en azından ara sıra durugörü aracılığıyla<br />

tanımaktadır. Dahası, B sisteminin<br />

ateşleme modelleri, B sisteminde<br />

bulunan kararlı ve kendi kendini organize<br />

edebilen özellikler tarafından<br />

zorla kabul ettirilen organizasyona ek<br />

olarak, kritik bağlantı noktalarında Z/H<br />

sisteminden gelen psikokinetik etki<br />

tarafından da etkilenmektedir. Bu iki<br />

sistemin karşılıklı etkileşmesinden<br />

bütünsel olarak ortaya çıkan sistem<br />

veya daha teknik deyimiyle B ve Z/H<br />

sisteminin karşılıklı etkileşmesinden<br />

ortaya çıkan daha üst sistem, tecrübe<br />

ettiğimiz haliyle şuurdur. Başka şekilde<br />

ifade edersek, şuurumuz olarak dikkate<br />

aldığımız şey yalnızca B sisteminin<br />

veya yalnızca Z/H sisteminin tecrübesi<br />

değildir; karmaşık karşılıklı modellemelerden<br />

ve organizmanın normal hali<br />

olan karşılıklı olarak birbirinin içine<br />

işlemekten ortaya çıkan bir tecrübedir.<br />

Psi'nin ender görülen bir olay<br />

olmadığı fakat sürekli devam eden bir<br />

şey olduğu gibi kural dışı bir iddiada<br />

bulunuyorum. Normal koşullar altında<br />

psi, organizmanın içerisinde sıkça<br />

meydana gelmektedir. Psi, zihin ve<br />

beden (Z/H) sistemi ve B sisteminin<br />

birbirini etkiledikleri bir mekanizmadır<br />

ve filozofların düalist tutum takındıklarında<br />

daima dışladıkları şey budur.<br />

Tartışmayı açık halde tutmak için organizma<br />

içindeki psi'ye oto-psi veya daha<br />

özel olarak oto-durugörü ve otopsikokinezi<br />

adını vereceğim. Birinci<br />

olarak kendisini bize alışılmadık bir<br />

tezahür olarak fark ettiren psi'nin<br />

uzaktaki ve organizma için örtülmüş<br />

olaylar hakkında bilgi toplamak<br />

şeklindeki kullanımına allo-psi adını<br />

vereceğiz ve bunu allo-durugörü, allopsikokinezi,<br />

allo-telepati vs. gibi özel<br />

biçimlere böleceğiz. Şekil 1'deki Ortaya<br />

Çıkan Etkileşimci yaklaşım modeli<br />

kuşkusuz çok basitleştirilmiştir çünkü<br />

bildiğimiz gibi B sistemi kendi içinde<br />

çok karmaşık, kendi kendini büyük<br />

oranda organize edebilen hiyerarşik bir<br />

sistemdir. Kararlı özelliklerini sadece<br />

bileşen kısımlarının özel seviyelerinde<br />

tezahür ettirmez, herhangi bir karmaşık<br />

sistemdeki gibi çeşitli seviyelerde<br />

tezahür ederek ortaya çıkan özellikleri<br />

de vardır. Bu tür Ortaya Çıkan Etkileşim'in<br />

daha gerçekçi bir şeması Şekil<br />

2'de verilmiştir. Bu, bir dizi yeni<br />

düşünceyi içermektedir.<br />

Öncelikle, yalnızca B sistemi içinde<br />

bile daha Z/H sisteminin karşılıklı<br />

etkileşmesini düşünmeye başlamadan<br />

sistem karmaşıklığına yol açan çeşitli<br />

hiyerarşik organizasyon seviyeleri<br />

olduğunu anlamalıyız. Şekil 2'nin sol<br />

tarafında gösterilen en düşük seviye,<br />

tekil sinirlerin olduğu yerdir ve onların<br />

yalıtılmış özellikleri olduğundan, bu<br />

sinirlerin ortaya çıkan sistem özelliklerinin<br />

başladığı bir seviye olan ve


Şekil 2. Hem B hem de Z/H sistemleri ve de etkileşimlerinin karmaşıklığını ve ortaya çıkan<br />

sistem özelliklerini temsil eden daha ayrıntılı bir Ortaya Çıkan Etkileşim yaklaşımı modeli.<br />

kendilerinden sonra gelen karmaşıklık<br />

seviyesinde, sinir grupları içinde organize<br />

edildiklerini gittikçe daha iyi<br />

anlamaya başladık. Yani temel sinir<br />

grupları, yalnızca tekil sinirlere<br />

bakıldığında açıkça tahmin edilemeyen<br />

özelliklere sahip olabilmektedirler.<br />

Gruplar sırasıyla, yalıtılmış tekil<br />

sinirlerin özelliklerini etkilemek için<br />

daha temel bir seviyeye inerek<br />

etkileşebilirler. Çeşitli sinir grup<br />

seviyeleri, Şekil 2'deki bilgi aktarımı<br />

ve karşılıklı etkileşme oklarıyla<br />

gösterildiği gibi daha başka yollarla da<br />

karşılıklı etkileşerek daha da karmaşık<br />

hale gelirler. Bu karmaşık etkileşmeler<br />

ve ortaya çıkan özellikler nedeniyle B<br />

sistemini sadece fizik özellikleri<br />

bakımından anlamaya çalışmak için<br />

bile önümüzde bir hayat boyu sürecek<br />

bir çalışma alanı vardır.<br />

Z/H sistemi, Şekil 2'nin sağ<br />

tarafında temsil edilmektedir. Gerçek<br />

dünyadaki işlemlerde temel bir simetri<br />

olduğunu varsaymayı fizikçiler oldukça<br />

yararlı bulduklarından, şekli çizerken<br />

bu simetri ilkesini uyguladım ve<br />

Z/H sisteminin de hiyerarşik olarak<br />

organize olduğunu varsaydım. En<br />

düşük seviyelerde, çok rahat etmediğim<br />

fakat henüz onun yerine koyacak<br />

bir şey bulamadığım dirimselci (vitalistik)<br />

bir terim olan en temel "hayat<br />

enerjileri" bulunur. Temel Z/H sistemi<br />

fenomeni bu düşük hiyerarşik seviyelerde<br />

meydana gelir, B sistemi seviyelerinde<br />

olduğu gibi birbiriyle etkileşirler<br />

ve ortaya çıkan çeşitli özelliklere<br />

sahip olurlar. Z/H sistemi hiyerarşisinde<br />

biraz daha yukarılara çıkarsak<br />

Z/H sistemi özelliklerinin deneysel<br />

temsiline yakın benzerlikler buluruz,<br />

böylece yalnızca temel bir hayat<br />

enerjisi seviyesinden değil de "mantal"<br />

13<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


14<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

seviyeden söz etmeye başlayabiliriz.<br />

Böylece sistem özellikleri hem B ve<br />

hem de Z/H sistemlerinde ortaya çıkan<br />

yasaların sonucu oluşmaktadırlar.<br />

B Sisteminin Kendi Kaderini<br />

Tayin Etmesi<br />

Z/H sisteminin kendi kendini<br />

organize etme niteliklerinden söz<br />

etmek çok tartışma yaratabilir ancak<br />

güncel bilimsel bilgiden açıkça görülmektedir<br />

ki B sistemi önemli ölçüde<br />

kendi kendini organize edebilmektedir.<br />

Bunu mutlak bir açıklama gibi sunamayız<br />

çünkü Ortaya Çıkan Etkileşimci<br />

kuram doğru olduğu kadarıyla, B<br />

sistemini tam bir yalıtım içinde asla<br />

gözlemleyemeyiz; Z/H sistemi B<br />

sistemiyle hiç etkileşmeseydi, B<br />

sistemi ölmüş olurdu. Ölü beyinler çok<br />

fazla bilgi işlemezler. Bununla birlikte<br />

karmaşık, içsel bakımdan kararlı ve<br />

organize bilgisayar sistemleri kurmayı<br />

artık öğrendiğimiz için ve günümüzdeki<br />

bilgisayar sistemlerinden yola<br />

çıkarak canlı B sistemlerinin fonksiyonuna<br />

dair çıkarımlar yapabileceğimiz<br />

içindir ki, B sistemi içindeki kendi<br />

kendini organizasyonun ve kendi<br />

kaderini tayin etmenin onun doğasında<br />

mevcut fizik ve sistem özelliklerinden<br />

gelmiş olması iyi bir varsayımdır. Bu<br />

kendi kendini organize etme eylemini<br />

bedendeki içsel homeostatik (denge)<br />

işlemler gibi organizmanın doğuştan<br />

gerçekleştirebildiği temel biyolojik<br />

fonksiyonlara ve kültür süreçlerinden<br />

gelen öğrenilmiş işlemlere bölebiliriz.<br />

Belirli şartlar altında bir kişinin nasıl<br />

davranacağının tahmin edilebilmesinin<br />

ima ettiği gibi kişilik ve alışkanlık gibi<br />

kavramlarımızın olduğu temel gerçeği,<br />

B sistemi içinde bu içsel devreleri<br />

ateşleyen gerekli çevresel uyaran söz<br />

konusu olduğunda kararlı sonuçları<br />

üretecek yarı sürekli fiziksel değişikliklerin<br />

yapıldığını önerir. Dahası, olağan<br />

şuur anına dair kısa bir iç gözlem<br />

bile bunun asla durmayan bir akım<br />

içinde sürekli bir zihinsel etkinlik,<br />

düşünme, hatırlama, ilişkilendirme,<br />

plânlama, düşünme ile ayırt edildiğini<br />

gösterecektir. Bu etkinliğin içeriği<br />

büyük ölçüde kendimizle ilgili genel<br />

fikir birliğini yansıttığından ve B<br />

sisteminin ortaya çıkardığı ve aracı<br />

olduğu gelişim tarihimizdeki uyaranla<br />

yaratıldığından, bu sürekli etkinlik<br />

büyük ölçüde B sistemi içindeki yarı<br />

sürekli fiziksel izlerle ilgiliymiş gibi<br />

görünmektedir. Demek ki B sistemi<br />

büyük miktardaki bilgi işlemeyi ve<br />

içsel işlemleri, Z/H sisteminin özel<br />

etkileşimini dikkate almadan kendi<br />

kendine yapıyor gibidir. Sıradan<br />

şuurun bu otomatizasyonu, akılda<br />

tutulması gereken önemli bir etmendir.<br />

Sıradan ve Sıra dışı Psi<br />

Daha önce açıkladığım gibi, Ortaya<br />

Çıkan Etkileşimci görüş açısından<br />

psi'nin herkesin günlük hayatında<br />

büyük ölçüde, organizmanın içinde<br />

içsel olarak iş gören oto-psi olarak<br />

kullanıldığını önermiştik. Parapsikolojik<br />

deneylerde gözlemlediğimiz şey<br />

ise sıradan psi değil de organizmanın<br />

içiyle sınırlı işlem yapan ve organizmanın<br />

dışındaki bir şeyle psi aracılığıyla<br />

etkileşmek için Z/H sistemine<br />

ihtiyaç duyan olağanüstü psi ya da<br />

allo-psi'dir.<br />

Bu iki sistem arasındaki en önemli<br />

bilgi ve enerji akış oklarından ikisi, B<br />

sistemine duyusal giriş ve motor çıkış<br />

oklarıdır. Organizma içinde, B sisteminden<br />

Z/H sistemine oto-durugörü<br />

olarak etkileşme ve Z/H sisteminden B<br />

sistemine oto-psikokinezi olarak<br />

etkileşme, bilgi akışının temel yolları-


nın da yerine geçmektedir. Böylece B<br />

sistemi ve Z/H sistemi, tecrübe ettiğimiz<br />

şuurun ortaya çıkan sistem özelliğini<br />

üretmek üzere karşılıklı olarak<br />

etkileşmektedirler.<br />

Organizma dışında psi'nin kural<br />

dışı kullanımı, allo-psikokinezinin<br />

fizik dünyayla etkileşmesi için bilgi/enerji<br />

akış okuyla gösterilirken, allodurugörü<br />

için bilgi akış okuyla gösterilmiştir.<br />

Gizli bir Z/H sisteminden<br />

telepati gibi başka birine gelen iletişim,<br />

başka bir Z/H sisteminden gelen bilgiyi<br />

toplayarak alıcı telepatiye ve başka bir<br />

Z/H sistemine bilgi göndererek<br />

yansıtıcı telepatiye bölünebilmektedir.<br />

Bu bölünme durugörü ve psikokinezi<br />

süreçleriyle simetriyi sürdürür. Terminoloji<br />

kolaylığı bakımından telepati,<br />

allo-psi'nin otomatik bir şeklidir.<br />

Gerçek psi süreçleriyle temel ayrım,<br />

Z/H sistemiyle Z/H sistemi arasındaki<br />

etkileşim ve Z/H sistemiyle fizik dünya<br />

sistemi arasındaki etkileşim olabilir.<br />

Deneysel koşullar altında saf allotelepatiyi<br />

gözlemlemeye çalışmada<br />

kuşkusuz metodolojik bir sorun bulunmaktadır<br />

çünkü onun yansıtıldığının<br />

doğrulanmasını istiyorsak, doğrulayabileceğimiz<br />

telepatik olarak alınmış<br />

bilginin davranış şeklinde tezahürüne<br />

sahip olmak için oto-psikokineziyi de<br />

ona eklemek zorundayızdır.<br />

Bu makalede (2. bölümde) önceden<br />

bilmeyi (prekognisyon) temel bir psi<br />

fenomeni olarak dikkate almıştım fakat<br />

psi'yi temel bir ayrım olarak tanımlarken<br />

bu zamana bağlı tanımı şimdilik<br />

dikkate almayacağım. Şuurun Z/H<br />

unsurunun mekân ve zamanda düşük<br />

tabiatlı bir noktasallaşma derecesi<br />

vardır. Öte yandan B sistemi, mekân ve<br />

zamanda çok yüksek derecede noktasallaşmıştır.<br />

Belirli sinirsel ateşleme<br />

modellerinin, zamanın şu ve bu<br />

anlarında şu ve bu yerlerinde mevcut<br />

olduğuna dair oldukça yararlı ve tam<br />

açıklamalar yapabiliriz.<br />

Z/H sisteminin tabiatında bulunan<br />

bu düşük noktasallaşma derecesi;<br />

duyusal olarak uzak bulunduğu veya<br />

engellendiği, mekân ve zaman<br />

bakımından uzağında kaldığı bilgiyi<br />

toplaması için organizmaya izin veren<br />

psi veya daha teknik olarak allo-<br />

psi'nin özelliklerinden ileri gelmektedir.<br />

Daha genel olarak ifade edersek,<br />

insanın şuurunun büyük ölçüde buradaki<br />

mekân ve zamana odaklanırken<br />

aynı anda organizmanın etrafındaki<br />

yakın mekân ve zamana da uzanmış<br />

olan bir unsuru vardır ve allo-psi<br />

başarıyla kullanıldığında organizmanın<br />

hayli uzağındaki mekânsal ve zamansal<br />

noktalara da odaklanma yeteneğine<br />

sahiptir. Bu durum şuurun Ortaya<br />

Çıkan Etkileşimci kuramının deneylenebilir<br />

sonuçlarından birini açıklar:<br />

şuur olağan mekân ve zaman kavramlarımıza<br />

göre kavram dışı özellikleri<br />

tezahür ettirmektedir ve bu nedenle<br />

kendi koşulları içinde anlaşılması<br />

gerekmektedir. Z/H sisteminin, fiziksel<br />

olarak açıklanabilir kavramlara<br />

indirgenmeyen koşulları vardır.<br />

Devam edecek<br />

• Yazarın 1978 yılında Amerikan Psikoloji Birliği'ne<br />

sunduğu makaleyi Cengiz Cevre çevirdi. (Ruh ve<br />

Madde, Eylül 2003)<br />

15<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012


16<br />

ARAD BÜLTENİ • ŞUBAT 2012<br />

SAYFA 10'DAN DEVAM<br />

Yaşamak temelde en kapsamlı bir<br />

biçimde Y<strong>arad</strong>anın işini tamamlamak<br />

için yapılan bir vazifedir. Bizler,<br />

yaratılmış olan bir şeyi devamlı<br />

değiştirmeye çalışıyoruz, bunları<br />

yaparken tecrübe ve bilgi sahibi<br />

oluyoruz. Böylece yaratma<br />

yeteneğimizi kazanıp, y<strong>arad</strong>ana<br />

hizmetkâr oluyoruz.<br />

Dünyaya niye geldiğimizin basit<br />

açıklaması, maddesel yaşamı<br />

öğrenmek, duyuları geliştirmek,<br />

onlara yön verebilmek, hakim<br />

olmaktır.<br />

Dünyaya bedenlenirken, belirli<br />

bir hedef ve plân içinde bağlanılır.<br />

Şimdiki zaman farkındalığı için de<br />

varlıksal ilkeleri yeniden gözden<br />

geçirmeliyiz.<br />

Hayatın her anının, tekâmül<br />

edebilmemiz için bize sunulan<br />

rahmetlerle dolu olduğunu, hem<br />

geçmişte yarım kalan, hem de<br />

gelecekte olmasını istediğimiz<br />

hedeflerimize götürücü fırsatlar<br />

içerdiğine inanmalıyız.<br />

Hayat plânımızdaki ana<br />

hedefimize ulaşabilmek, varolan<br />

içimizdeki ilahi ışığın farkına<br />

varmakla mümkün olacaktır.<br />

Konumuzu “4 Mum” adlı hikaye<br />

ile bitirelim.<br />

Dört mum yavaşça yanıyordu.<br />

Ortam çok sessizdi, konuşmaları<br />

duyuluyordu. İlki konuştu:<br />

“Ben Barışım. Hiç kimse benim<br />

yanık kalmamı sağlamaya<br />

çalışmıyor, inanıyorum ki<br />

söneceğim.” Alevi gittikçe azaldı ve<br />

söndü.<br />

İkincisi konuştu:<br />

Ben “İnancım. Neredeyse herkes<br />

beni artık gerekli görmüyor, o<br />

nedenle daha fazla yanık kalmama<br />

gerek yok.” Konuşmasını bitirdi ve<br />

söndü.<br />

Üçüncü mum da:<br />

“Ben sevgiyim, yanık kalmak<br />

için gücüm yok. İnsanlar beni bir<br />

tarafa bıraktı ve önemimi<br />

anlayamadı. Kendilerine en yakın<br />

olanları bile sevmeyi unuttular” dedi<br />

ve o da söndü.<br />

Ansızın bir çocuk odaya girdi ve<br />

üç mumun da yanmadığını gördü “<br />

Neden yanmıyorsunuz, sizin sonuna<br />

kadar yanmanız gerekir ” dedi ve<br />

ağlamaya başladı.<br />

Dördüncü mum çocuğa döndü<br />

ve: “Korkma ben hâlâ yanıyorum,<br />

diğer mumları da yeniden<br />

yakabiliriz, ben “Umudum” dedi.<br />

Parlayan gözlerle çocuk Umut<br />

mumunu aldı ve diğer mumları tekrar<br />

yaktı.<br />

Umudun alevi yaşamınızdan hiç<br />

eksilmesin ve böylece her birimiz<br />

UMUDU, BARIŞI VE SEVGİYİ<br />

sürdürebilelim.<br />

KAYNAKLAR:<br />

• Kendini Bilmek, Ergün Arıkdal, Ruh ve<br />

Madde Yayınları<br />

• Evrensel İnsan, Ergün Arıkdal, Ruh ve<br />

Madde Yayınları<br />

• Pozitif Yaşam, Ergün Arıkdal, Ruh ve Madde<br />

Yayınları<br />

• Büyük Sentez Tekâmül, Ergün Arıkdal, Ruh<br />

ve Madde Yayınları<br />

• Şuur, P.D. Quspensky Ruh ve Madde<br />

Yayınları<br />

• Hayata Yön Veren Hikayeler, Cengiz<br />

Erşahin, Tutku Yayınları

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!