22.08.2013 Views

Ey Talat'ın dünyaya bağladığı kadın: Sen nasıl ... - Afrika Gazetesi

Ey Talat'ın dünyaya bağladığı kadın: Sen nasıl ... - Afrika Gazetesi

Ey Talat'ın dünyaya bağladığı kadın: Sen nasıl ... - Afrika Gazetesi

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

PazaR<br />

Tarih: 4 Nisan 2010 YIL: (4) SAYI: (261) “AFRÝKA”NIN ÜCRETSÝZ HAFTALIK EKÝ<br />

<strong>Ey</strong> Talat'ýn <strong>dünyaya</strong> baðladýðý kadýn:<br />

<strong>Sen</strong> nasýl baðlandýn? Beni de baðla,<br />

Talat'ýn seni baðladýðý <strong>dünyaya</strong>...<br />

Halil Aða


2 Pazar<br />

4 Nisan 2010 Pazar<br />

Faize<br />

ÖZDEMÝRCÝLER<br />

PAZAR DEFTERÝ delitemmuz@yahoo.com<br />

Yaseminlerin bildiðini dünyadan saklama<br />

Hatýralar 'dün'de deðil 'bugün'dedir. Güzel kokular<br />

'dün'de, kayýp güzel kokular 'bugün'de; iþçi kadýnlar<br />

hâlâ yoksuluðun göbeðinde, güzel iþçi kadýnlar<br />

Orhan Veli'nin kalbindedir. Ve fakat, ne 'dün' dündür<br />

artýk, ne de 'bugün' gerçek anlamda bugün;<br />

'yarýn'sa, neresinden bakarsanýz bakýn, iki parçaya<br />

ayrýlmýþ bir ada parçasýnda yarýbuçuk bir olasýlýk.<br />

Tam da bu yüzden, ebediyen kaybolduðunu<br />

sandýðýmýz kokular, edebi birer malzeme olarak<br />

çýkarlar karþýmýza; özellikle de, baharýn sapsarý<br />

bedeniyle ovalarda ispat-ý vücut ettiði zamanlarda.<br />

Bazen þiire girerler, bazen yazýya; þiirden girip<br />

yazýdan, yazýdan batýp þiirden çýktýklarý da olur;<br />

bir eve kapýdan girip pencereden çýkmaya<br />

çalýþýrken, paçalarýný balkon parmalýklarýna<br />

kaptýrýrlar, kalplerini illâ ki sardunyalara.<br />

Edepsiz kokularý edebi bir dille anlatmak yani;<br />

anlatmaya çalýþtýðým bu kýsaca...<br />

Bir sevgili misal gibi dalsa içinden geçmekte<br />

olduðumuz paragrafa; pis kokulardan ilham alan<br />

þiirlerde aslen ne'yi sevdiðini çok iyi bildiði halde;<br />

bilmezmiþ, anlamazmýþ gibi yapsa meselâ.<br />

Ben hýrçýn bir cümlenin mülâyim öznesi olarak,<br />

üzgün ruhumun kariyerini, 'bir faþisti canlandýran<br />

aktörü ayakta alkýþlarken hayranlýk duyulan þey<br />

nedir?' sorusu üzerine yaptýðýný anlatsam ona.<br />

Anlatsam, aynalardan sulara sulardan aynalara<br />

gidip gelen bir yüzleþmeden baþka bir þey<br />

olmadýðýný ömrümün; anlasa,<br />

ama anlamamýþ gibi yapsa,<br />

anlasam anladýðýný, sussam,<br />

misal gülün solunda.<br />

Kokularýn kýymetini kim bilebilir, kendi çocukluðuna<br />

aðlarken, annesinin küçülen rahmine, babasýnýn<br />

dökülen saçlarýna, kýrýlan cümbüþüne aðlamayý<br />

illegal ama devrimci bir görev sayan marazlý<br />

çocuklardan baþka? Ki o çocuklar, kokularla<br />

hatýrlarlar, kokularla unutmazlar; kokularla severler,<br />

kokularla sevmezler ya da. Kokularý biriktirmekte<br />

ne kadar ustaysalar, korkularla alay etmekte de<br />

o kadar ustadýrlar. Ve en mühimi, kokularla<br />

korkularýn arasýndaki bir harflik uzaklýðý küpe<br />

niyetine takarlar kulaklarýna. Kokularý zamana,<br />

korkularý geçmiþin tozlu odalarýna<br />

yayarlar gülün solunda...<br />

Yýllar geçip de mahcup kucaklaþtýklarýnda evleriyle, aðlamazlar,<br />

gülmezler de, ne de teþekkür ederler barikatlarý açanlara.<br />

Bazý kavuþmalarýn ayrýlýk olduðunu bilirler çünkü; bilirler güzel kokularý<br />

da hak etmek gerektiðini; ve sýcak ekmek kokusundan kafiyeler yapan<br />

uzun kýþ gecelerinin mangalda kül býrakmayacaðýný gülün sonunda.<br />

Yeni köye vardýklarýnda, alelacele terkedilmiþ evlerden yayýlan<br />

pis kokularýn bugün gelinen köyün minarelerini gösterdiðini "dün" deðil,<br />

"bugün" anladýlar, yaza yaza anladýlar, yazdýkça anladýlar.<br />

O yaðmalanmýþ evlerin mahrem odalarýndan þiire lâzým olur diye<br />

biriktirdikleri pis kokulardan ilham alan þiirlere<br />

þaþkýnlýkla baktýlar yýllar sonra.<br />

Ah! O kadar zordur ki, 'bugün'ün þiirini yazmak. Pis kokmak temiz kalýr,<br />

ölçüsü kaçmak hafif, dingili kopmak yetmez, kimlik açýklamaz,<br />

kirlenmek temiz, paslanmak ýþýldamak kalýr "bugün"den yükselen<br />

kokular karþýsýnda. Bu yüzden toplumsal hayatýn çarpýk<br />

göbeðinde, hileyle düzeltilmiþ eðri hayatlarý tepeden týrnaða<br />

süzmekle kalmazlar, koklarlar da. Parti merkezlerini,<br />

sözde kitlenin sözde iletiþim örgütlerini, kurum ve kuruluþlarýn<br />

cilâlý çatýlarýný koklamayý da görev sayarlar hatta.<br />

Yýllar öncesinin pis kokularý binle çarpýlmýþ da yayýlmýþ<br />

memleketin dört yanýna. Deðil pis kokmak, bok götürmek bile<br />

temiz kalýr bu kirden ada(m)ýn koynunda.<br />

Böyle giderse, çaresiz kasabalarýn vicdani retçisi olmaktan<br />

baþka çare kalmayacak;<br />

ah ah koklaya koklaya sevmek nedir, nasýldýr,<br />

unutacaðýz gülün solunda. Adamýn bir seçimlik canýný alýrken<br />

ortalýða yaydýklarý pis kokulara karþý, kokmayý deðil tütmeyi<br />

tercih ediyorsa yaseminler, vardýr bir bildikleri.<br />

Yaseminlerin bildiðini yaz(ý)dan saklamak olmaz gülün sonunda...<br />

Fotoðraf: Mario Giocomelliee


4 Nisan 2010 Pazar Pazar 3<br />

Ali Doðanbay<br />

ali@ultracrows.org<br />

MÜSEBBÝBÝ<br />

HÝÇKÝMSE...<br />

Fotoðraf: Alphan Yýlmazmaden<br />

Ýnsan ayrýlacaðýný mektuba yazar mý... Hadi yazar... Bir baþkasýnýn elinden<br />

almak nedir ayrýlýðý. Baþkasýyla sevmedik ki! Neden kendi ellerinle<br />

ayrýlmadýn ki! Kendin yoksun mektubun var ve herhangi bir insan iþte<br />

mektubu veren. Niye? Ellerin çok mu ayýplý? Müsebbibi ayýplý bir kadýn<br />

elidir, mektup yakýþýksýz bir Türkçe, çirkin bir el yazýsýdýr.<br />

Bütün bunlarýn müsebbibi sensin.Týrnaksýz<br />

býraktýn didiþmemi, kalbimi kaþýyacak bir<br />

þeyim yok. Neden hiçbir þey olmamýþ gibi<br />

her þeye su rengi tarafýndan bakýyorsun.<br />

Aðzýnýn içinde kýrýlmýþtým. Kýrýlgan býraktýn<br />

beni. Manasýz bir dil sürçmesi oldu gitmen.<br />

Ýnsan ayrýlacaðýný mektuba yazar mý!<br />

Hadi yazar. Bir baþkasýnýn elinden<br />

almak nedir ayrýlýðý.<br />

Baþkasýyla sevmedik ki!<br />

Neden kendi ellerinle ayrýlmadýn ki!<br />

Kendin yoksun mektubun var<br />

ve herhangi bir insan iþte mektubu veren.<br />

Niye? Ellerin çok mu ayýplý?<br />

Müsebbibi ayýplý bir kadýn elidir ve mektup<br />

yakýþýksýz bir Türkçe, çirkin bir el yazýsýdýr.<br />

Mektup dediðin öyle her harfe bulandýrýlarak<br />

yazýlmaz. Mektup nerden baksan<br />

hýçkýrýk sesinin izahýdýr.<br />

Çünkü katidir ki, iki kiþiden biri uzaktadýr.<br />

Mektup o uzaklýðý tanýmayan, aralarýnda<br />

mesafe tutmayan, en çok birbirlerini sevdikleri<br />

için kullandýklarý sevgilice dilidir.<br />

<strong>Sen</strong>in hiç sevgilice dilin olmadý mý?<br />

Mektup aðýrbaþlýdýr.<br />

Deniz dalgalanacaktýr da, insafýný korur rüzgar.<br />

Deniz kalbidir insanýn. Kalbinin içindeki<br />

özlemdir. Ýnsafý mektuptur. Mektuplaþmasalar<br />

ölecek sevenler vardý bir zamanlar<br />

duydun mu hiç?<br />

(Kanlý-Türkçe yazýlmýþ mektuplar bundandýr.)<br />

Müsebbib mektup, ayýplýsý kadýn,<br />

ki elin coðrafyamýn dumanýdýr.<br />

Hani ormanda bilinçsizce ateþ yakýp<br />

söndürmeyi unuttuðu için bilinçli öküzün<br />

bilmem kaç hektar alanýn bir beþ yüz sene<br />

bomboþ kalacaðý þekilde yakmasý gibi......<br />

(Madem ateþi yakýyorsun, yakmasýný<br />

biliyorsun neden söndürmesini<br />

unutuyorsun?)<br />

Yoksa bütün bunlar neden<br />

oluyor sanýyorsun. Durduk yerde<br />

olmuyor ya. <strong>Sen</strong> bilmezsin ama insan<br />

yalnýzlýðýný da sevmelidir. En azýndan<br />

yalnýzken. Hiç olmazsa bir kere<br />

konuþmalýdýr yalnýzlýðýyla. Yoksa bu beton<br />

orospu damlarda, sadece verdiðiyle<br />

övünüp, övünmek için ödev isteyen<br />

okullarda uslu durmaz, aynasýný<br />

öldürür insan.<br />

Bütün bunlar sen öyle istediðin için<br />

olmuyor. Ýlk sen istediðin için yazýlmýyor.<br />

( <strong>Sen</strong> hiç istemedin belki de -yazarýn düþ<br />

bükmesi iþte-)<br />

Düþ ve dudak bükülmesidir seni<br />

ya da resmini görünce yüzümde buruþan.<br />

Yüzümde buruþan yazýdýr alfabem.<br />

Müsebbibi bütün bunlarýn hiç kimsedir.<br />

Filikasýný indirdim kalbimin,<br />

artýk batabilir gemi....


4 Pazar<br />

Adým adým Perestroyka 90/91 günlüðü (19)<br />

YOL BÝTTÝ, YOLDAÞ BÝTTÝ<br />

Darbenin bastýrýlmasýndan sonra<br />

yeni bir insanlýk komedyasý<br />

oynanýyor Moskova'da. Týpký<br />

bizde seçimlerden sonra oynanan<br />

komedyalar gibi...<br />

Toz-duman daðýldýktan ve<br />

yenenlerle yenilenler belli olduktan<br />

sonra bir anda kabuk deðiþtiriyor<br />

herkes.<br />

Renk deðiþtiriyor.<br />

Darbe sýrasýnda Gorbaçov'un<br />

artýk iþinin bittiðini ve cuntanýn<br />

uzun ömürlü olacaðýný sanarak<br />

ona destek verenler, kendilerini<br />

aklamak için nasýl çýrpýnýyor<br />

nasýl...<br />

Kimi, yeni bildirilerinin ve<br />

açýklamalarýnýn altýna eski tarihler<br />

koyarak gazeteye veriyor hemen.<br />

Neden?<br />

Cuntaya daha ilk gün karþý<br />

çýktýðý bilinsin diye.<br />

Ýnanýlmayacak "temize çýkma"<br />

öyküleri uyduruyor kimi.<br />

Cuntaya ses çýkarmayan,<br />

direniþçilerim safýnda bir gün bile<br />

görülmeyen nice yiðitler,<br />

-Hastaydýk, rahatsýzdýk, olup<br />

bitenlerin bile farkýnda deðildik gibi<br />

mazeretlerle yað döktürüyorlar<br />

Gorbaçov'a...<br />

Darbe olur olmaz hemen cuntanýn<br />

hizmetine giren Sovyet Bakanlar<br />

Kurulu bile direniþçilerim arasýnda<br />

sayýyor neredeyse kendini.<br />

Darbeye etkin destek veren<br />

"Pravda" gazetesi ise direniþçilerin ve<br />

Yeltsin'in arkasýný sývazlýyor...<br />

-Sovyetler Birliði'ni Rusya kurtardý,<br />

diye manþetler atýyor.<br />

Kýsaca, darbeyi kýnamayýp sinenler,<br />

þimdi kahraman kesilmekte kahraman.<br />

Bu trajik tabloya baktýkça,<br />

-Yoksa her devrin adamlarý vartayý<br />

bu kez de mi atlatacak, demekten<br />

kendini alamýyor insan.<br />

Ama saðolsun, burada þu anda,<br />

dünyada kararlýlýðýna ender rastlanan<br />

dinamik bir lider Yeltsin ve yine<br />

dinamizm dolu bir Rus parlamentosu<br />

var.<br />

Direniþçiler, darbe sýrasýnda cunta<br />

ile iþbirliði yapanlarý, susanlarý<br />

(susmak da suç), faþist darbeye<br />

baþkaldýrmayanlarý saptamýþlar teker<br />

teker. Kara listeler hazýrlamýþlar. Ve<br />

kimse kimseyi baðýþlamamakta kararlý<br />

sonuna dek.<br />

Bizim gibi dinamizmden yoksun bir<br />

muhalefetin yýllarca kararsýzlýk içinde<br />

kývrandýðý ülkelerden gelenler,<br />

-Oh be, diyor. Muhalefet dediðin,<br />

direniþ dediðin böyle olmalý iþte.<br />

4 Nisan 2010 Pazar<br />

Olaðanüstü bir devrim konseyi gibi hareket ediyor Rusya Parlamentosu. Ve her<br />

istediðini artýk yaptýrabilecek güçte. Ýstediði de ne? 1917 devriminden bu yana yapýlan<br />

herþeye son vermek. Komünist Partisi'ni tamamen tasfiye etmek, partinin mülkiyetine<br />

el koymak, kapýlarýna kilit vurmak. Bir daha hortlamamasý için önlemler almak.<br />

Komünist Partisi'nin Moskova'daki merkez binasýna ilk kilit önceki gün vuruldu zaten.<br />

Sokaklardaki coþkulu kitleleri artýk kimse durduramýyor.<br />

Adýný koymalý herþeye.<br />

Yaldýzlý, diplomatik ve<br />

resepsiyonlara özgü sözlerle<br />

kývýrmamalý.<br />

***<br />

Olaðanüstü bir devrim konesyi gibi<br />

hareket ediyor Rusya Parlamentosu.<br />

Ve her istediðini artýk yaptýrabilecek<br />

güçte.<br />

Ýstediði de ne?<br />

1917 devriminden bu yana yapýlan<br />

herþeye son vermek. Komünist<br />

Partisi'ni tamamen tasfiye etmek,<br />

partinin mülkiyetine el koymak,<br />

kapýlarýna kilit vurmak. Bir daha<br />

hortlamamasý için önlemler almak.<br />

Komünist Partisi'nin Moskova'daki<br />

merkez binasýna ilk kilit önceki gün<br />

vuruldu zaten. Sokaklardaki coþkulu<br />

kitleleri artýk kimse durduramýyor.<br />

Þu anda ülkenin en güçlü lideri


4 Nisan 2010 Pazar Pazar 5<br />

Boris Yeltsin.<br />

Politika arenasýna çýktýðýndan bu<br />

yana kiþiliði en çok tartýþýlan, zaman<br />

zaman Gorbaçov'la çok sert<br />

tartýþmalara giren ve bundan dolayý<br />

Batý tarafýndan temkinle karþýlanan<br />

Yeltsin popülaritesinin zirvesinde. Ve<br />

kendini Batý'ya artýk kabul ettirmiþ<br />

durumda. Gorbaçov Yeltsin'in<br />

istemlerini geri çevirdiði anda,<br />

yapýlacak ilk Baþkanlýk seçimlerinde<br />

aðýr bir yenilgiye uðrayabilir.<br />

72 saatlik izolasyondan sonra<br />

makamýna dönen Gorbaçov, darbenin<br />

herkese ve özellikle kendine büyük bir<br />

ders olduðunu söyledi. Doðrusu<br />

dünyada az rastlanýr bir politikacý tavrý<br />

bu da. Televizyondan halka yaptýðý<br />

konuþmada hatalarýný kabul etti. Ne<br />

var ki tüm bu güzel sözlerin ve<br />

alçakgönüllüðünün yanýnda, halkýn<br />

sabýrsýzlýkla beklediðini söyleyemedi<br />

bir türlü. Darbenin en ciddi<br />

sorumlularýndan biri olan Komünist<br />

Partisi'ni açýkça suçlamaktan kaçýndý.<br />

Partiyi reformlarla yenileyeceðini<br />

belirtmekle yetindi.<br />

Halka gelince... Tüm perestroyka<br />

dönemi sýrasýnda sýrtýndan atamadýðý<br />

darbe geriliminden kurtuldu. Þimdi<br />

eskisinden çok daha güvenli.<br />

Sanýrým, Moskova'da her zaman bir<br />

askeri darbe beklentisi içinde olan<br />

Batý'nýn endiþeleri de giderildi büyük<br />

ölçüde.<br />

Ülkenin zor koþullarýna karþýn,<br />

perestroykanýn bundan sonra daha<br />

hýzlý ve daha kararlý adýmlarla<br />

ilerleyeceðine kuþku yok.<br />

KALANLARA SELAM<br />

OLSUN...<br />

Televizyonun düðmesine bastým.<br />

Haberleri okumaya hazýrlanan<br />

spiker,<br />

-Bayanlar ve baylar, dedi...<br />

Veya bizdeki deyimle,<br />

-Sayýn izleyiciler...<br />

Artýk yoldaþ moldaþ yok. Baylar,<br />

bayanlar, efendiler, hanýmlar,<br />

beyefendiler, hanýmefendiler var<br />

yalnýz.<br />

Halk alýþýlmýþýn dýþýndaki bu hitap<br />

biçimini evinde televizyonun<br />

karþýsýnda nasýl karþýlýyor?<br />

Memnun mu?<br />

Deðil mi?<br />

Gönlünü okþuyor mu artýk bir<br />

efendi sayýlmak?<br />

Efendiliðin bilincine varýyor mu?<br />

Yoksa bunu da ülkedeki genel<br />

þaþkýnlýðýn bir parçasý sayýp gülüp<br />

geçiyor mu?<br />

Bilemem.<br />

***<br />

Ekonomik ve sosyal düzen<br />

deðiþirken hitap biçimi de deðiþiyor.<br />

1917 devriminden sonra<br />

Sovyetlerde beylik, efendilik<br />

kaldýrýlmýþtý. Herkes birbirine "yoldaþ"<br />

anlamýna gelen "tovariþ" diyordu.<br />

Kadýnlar için de tovariþ, erkekler için<br />

de tovariþ.<br />

Sovyet sistemi yeni hitap biçimleri<br />

de keþfetti daha sonra. Dünyanýn<br />

hiçbir yerinde rastlanmayan hitaplar.<br />

"Kadýn", "erkek", "genç adam" veya<br />

"kýz" gibi...<br />

Doðrusu hiçbir zaman alýþamadým<br />

ben bunlara. Birisine "kadýn", ya da<br />

"erkek" diye seslenmek garip geldi hep<br />

bana. Oysa herkes için son derece<br />

olaðandý bu.<br />

Kadýn, sokakta tanýmadýðý bir<br />

kimseye yaklaþýp,<br />

Gorbaçov Kremlin’den en son<br />

iþte böyle çýkýp gitti...<br />

-Erkek, þu sokaða nasýl gidilir, diye<br />

sorabiliyorduç<br />

Dükkanlardaki tezgahtar kadýnlara,<br />

-Kadýn, diye hitap ediliyordu.<br />

Daha genç olanlara ise "kýz", ya da<br />

"genç adam".<br />

Yine de en yaygýn olan "yoldaþ"<br />

anlamýndaki "tovariþ" sözcüðü idi.<br />

***<br />

Üniversite yýllarýnda, sosyalist bir<br />

ülkeden gelmediðim için bazan<br />

soranlar oluyordu bana:<br />

-Size "bey" mi diyelim, yoksa<br />

"tovariþ" mi?<br />

-Tovariþ deyin!<br />

Beyliði, efendiliði<br />

benimseyememiþtim oldum olasý.<br />

Benim büyüdüðüm sokaklarda<br />

beyefendiler, hanýmefendiler yoktu.<br />

Daha doðrusu, beylik adamýn parasýna<br />

ve mevkisine göreydi.<br />

Kimse bir çöpçüye veya bir tuvalet<br />

bekçisine "Bey" demediði gibi,<br />

dairedeki herhangi bir müdüre veya<br />

fabrikadaki patrona da "Bey"siz hitap<br />

etmiyordu.<br />

Restorandaki garsona hiç,<br />

-Garson bey, dendiðini duydunuz<br />

mu?<br />

Gerçi garson iþini bitirip baþka bir<br />

restorana müþteri olarak gittiði vakit o<br />

da bir "Bey, ama masalara servis<br />

yaparken hep garson. Zaman zaman el<br />

çýrparak, zaman zaman da ýslýkla<br />

çaðrýlan...<br />

***<br />

Hitap biçimlerindeki deðiþiklikleri<br />

bizdeki sosyalist ocaklarda da<br />

gözlemledik uzun yýllar.<br />

Herkes birbirine,<br />

-Arkadaþ, diyordu...<br />

Ahmet arkadaþ, Mustafa arkadaþ,<br />

Ayþe arkadaþ, Nevin arkadaþ, Zalihe<br />

arkadaþ...<br />

Bu yapay "arkadaþ"lýða da<br />

ýsýnamadým hiçbir zaman. Ýçtenlikten<br />

çok bir zorlamaydý bu. Ve<br />

Sovyetlerdeki "yoldaþ" hitabýnýn bir<br />

adaptasyonuydu.<br />

Polis tarafýndan komünist kapsama<br />

alýndýðý için yoldaþ denmiyordu.<br />

Sadece arkadaþ...<br />

n ÞENER LEVENT<br />

Biz paraya ve mevkiye göre belirlenen hitap biçimlerinden sýkýldýk.<br />

Onlar ise beyefendi ve hanýmefendi olamamaktan sýkýldý. Artýk yokda birine<br />

"tovariþ" demek hakaret sayýlacak neredeyse. Gorbaçov bile "tovariþ" demiyor<br />

artýk. "Sevgili vatandaþlar" diyor. Televizyondaki tüm programlar,<br />

-Baylar ve bayanlar, diye baþlýyor.<br />

Yol bitti. Yoldaþ bitti. Sonunda herkes kendi yoluna çekip gitti.<br />

Þimdi iki dünyanýn çeliþkilerine<br />

bakýyorum.<br />

Biri bizim dünyamýz, diðeri<br />

onlarýn dünyasý.<br />

Biz paraya ve mevkiye göre<br />

belirlenen hitap biçimlerinden<br />

sýkýldýk.<br />

Onlar ise beyefendi ve<br />

hanýmefendi olamamaktan sýkýldý.<br />

Artýk yokda birine "tovariþ" demek<br />

hakaret sayýlacak neredeyse.<br />

Gorbaçov bile "tovariþ" demiyor<br />

artýk. "Sevgili vatandaþlar" diyor.<br />

Televizyondaki tüm programlar,<br />

-Baylar ve bayanlar, diye<br />

baþlýyor.<br />

Yol bitti.<br />

Yoldaþ bitti.<br />

Sonunda herkes kendi yoluna<br />

çekip gitti.<br />

Gidenler gitti.<br />

Bu gidiþle hiçbir eser<br />

kalmayacak dünden.<br />

Haydi þerefe, bardaklar bir kere<br />

daha dolsun.<br />

Kalanlara selam olsun...


6 Pazar<br />

KUZEY KIBRIS'IN NÜFUSU<br />

BÝR MÝLYONU GEÇMÝÞTÝR<br />

Adada yaþayanlarýn sayýldýðý 1831 yýlýna ait<br />

verilerden baþlayacaðým. Toplam 868 bin Kýbrýslýnýn<br />

%34.4 ü Türk' tü, 90 bin 730 kiþiydiler...<br />

Devlet Planlama Örgütü'nün en azýndan bir nüfus<br />

sayýmý yapýlmasý gerektiðini anlamasý uzun zaman aldý.<br />

Devlet, TC'nin Devlet Ýstatistik Enstitüsü'nden teknik<br />

yardým alarak 15 Aralýk 1996'da nüfusunu saydý.<br />

Bulunan sonuç: 200.587... 197.264 Türk, 384 Rum,<br />

173 Maronit, 130 Rus, 106 Alman yaþamaktaydý.<br />

Türklerin %85'i Kýbrýs, kalaný Türkiye kökenliydi.<br />

On yýl sonra 30 Nisan 2006'da devlet bir daha saydý.<br />

KKTC nüfusunun 64 bin 500 kadar arttýðýný açýkladý.<br />

Toplam 265 bin kiþi. 120.007 kiþinin anne ve babasýnýn<br />

Kýbrýslý, 42.572 kiþinin anne ve babasýnýn Türkiyeli<br />

olduðu, 132.635 kiþinin ise anne veya babasýnýn Kýbrýslý<br />

olduðu açýklandý.<br />

Bu arada 1990 verilerine göre Avustralya'da 18 bin,<br />

ayný dönemde Ýngiltere'de 27 bin KKTC vatandaþýnýn<br />

yaþamakta olduðunu unutmayalým.<br />

2009 yýlý sonu itibariyle KKTCELL, abone sayýlarýnýn<br />

400 bin olduðunu açýkladý. Sabit telefon abone<br />

sayýsýnýn 120 binlerde olduðu ilgili kurumun web<br />

sayfasýnda yazmakta. Aile büyüklüðünün dört kiþi<br />

olduðunu kabul etsek bile KKTC'de iletiþim araçlarýný<br />

kullananlar, sayýlan nüfusun çok üzerinde.<br />

Sadece bu verilere bakýldýðýnda bile þunlarý<br />

söylemek sanýrým yanlýþ olmayacak:<br />

Birileri ya saymayý bilmiyor ya da......<br />

Kaynaklar muhtelif. 1980'lerin baþýnda da nüfus<br />

sayýlmýþ, "deðerlendirilmek üzere" sonuçlar Türkiye'ye<br />

gönderilmiþ. Ama belgeler kaybolmuþ.<br />

1990'daki sayýmda ise, sayýlanlara yaþ, medeni hali,<br />

uyruðu, doðum yeri sorulduðu halde Türkiye<br />

doðumlularýn miktarý açýklanmamýþ...<br />

4 Nisan 2010 Pazar<br />

n Nesrin Sýdal<br />

GÜNDOÐAN<br />

nesrinsidal@gmail.com<br />

Kýbrýs'ýn kuzeyinde insanlar hem sayýlýyor, hem de sayýlmýyor... Hastane yataðý baþýna 194 kiþi,<br />

doktor baþýna 529 kiþi, diþ doktoru baþýna 2062 kiþi, hemþire baþýna 390 kiþinin düþtüðü ülkede<br />

40 bin üniversite öðrencisi (9300 Kýbrýslý) ve 45 bin asker nüfus var. Üretilen ve/veya ithal edilen<br />

elektrik ve akaryakýt miktarýna bakýldýðýnda bile, KKTC nüfusunun, devletin sayarak bulduðundan<br />

çok daha fazla olduðu bir kez daha ortaya çýkýyor. Dedim ya! Ya saymayý bilmiyorlar, ya da.....<br />

(Kýbrýs'ta Göç Hareketleri ve 1974 sonrasý yaþananlar /<br />

Ulvi Keser).<br />

Neden açýklanmadý dersiniz?<br />

1996 yýlýnda nüfusun %53'ü erkek, doðurganlýk oraný<br />

1.8 iken, 2007'de nüfusun %50.1'i erkek, doðurganlýk oraný<br />

ise 2.4 çocuk/kadýn oluvermiþ. 11 yýlda neler olabilir ki<br />

Savaþ biteli çok olmuþ ama hem erkekler azalmýþ, hem de<br />

kadýnlar daha çok doðurmaya baþlamýþ.<br />

Erkek çocuk sahibi olmak için mi bu çaba?<br />

Elbette ki HAYIR...<br />

2007 yýlýndaki KKTC'de yaþayanlarýn yaþ piramidi<br />

(nüfusun temel yaþ gruplarýna daðýlýmý) ise þöyle:<br />

0-14 yaþ % 21 ve 1.05 erkek/kadýn (çalýþamaz<br />

nüfus)<br />

15-64 yaþ % 69.7 ve 1.02 erkek/kadýn (çalýþabilir<br />

nüfus)<br />

65+ yaþ % 9.3 ve 0.78 erkek/ kadýn (çalýþamaz<br />

nüfus)<br />

Yetiþkin ya da orta yaþ nüfusunun diðer gruplardan<br />

fazla olmasý toplumun dinamizmini kaybetttiði veya<br />

kaybetmek üzere olduðu anlamýna gelir.<br />

Devlet Planlama Örgütü ilk kez 2004 yýlýnda hane halký<br />

anket çalýþmasý yaptý. Ýþsizliði % 9.4 buldu, istihdamý ise<br />

% 54.3... Genç iþsizler (15-24 yaþ) % 24 olarak açýkladý.<br />

Baðýmlýlýk oraný 0-14 yaþ grubu ile 65 yaþ üstü nüfusun<br />

15-64 yaþ nüfusa oranýdýr. KKTC'de baðýmlýlýk oraný 2.5,<br />

yani 1 çalýþan 2.5 kiþiye bakabilir<br />

Devlet Planlama Örgütü'nün çalýþmasýna göre<br />

çalýþabilir %70 nüfusun ancak % 54'ü istihdam<br />

edilmektedir. Diðer yandan sadece genç iþsizlerin oraný<br />

%24'dür.<br />

Kýbrýs'ýn kuzeyinde insanlar hem sayýlýyor, hem de<br />

sayýlmýyor...<br />

Hastane yataðý baþýna 194 kiþi, doktor baþýna 529 kiþi,<br />

diþ doktoru baþýna 2062 kiþi, hemþire baþýna 390 kiþinin<br />

düþtüðü ülkede 40 bin üniversite öðrencisi (9300<br />

Kýbrýslý) ve 45 bin asker nüfus var.<br />

Lefkoþa bölgesinde 36, Maðusa'da 42, Girne'de 42,<br />

Güzelyurt'ta 30 ve Ýskele bölgesinde 43 köy var.<br />

Bin kiþiye 500 otomobil, 1414 cep telefonu düþüyor<br />

Kuzey Kýbrýs'ta. Kiþi baþýna yýlda 916 lt akaryakýt ve<br />

3567 kilowatt saat elektrik tüketiliyor. Üretilen ve/veya<br />

ithal edilen elektrik ve akaryakýt miktarýna bakýldýðýnda<br />

bile, KKTC nüfusunun, devletin sayarak bulduðundan<br />

çok daha fazla olduðu bir kez daha ortaya çýkýyor.<br />

Dedim ya!<br />

Ya saymayý bilmiyorlar, ya da.....<br />

Kesin olan þudur...<br />

KKTC sýnýrlarý içinde resmi istatistiklerin üzerinde<br />

bir nüfus yaþamaktadýr. Fakat iddialarýn resmi<br />

rakamlarýn 5 katýna kadar çýkabiliyor olmasý, resmi ya<br />

da gayriresmi, terazinin topuzunun kaçtýðýný gösteriyor.<br />

Ýddialar o kadar da temelsiz deðil: KKTCELL 400 bin<br />

aboneye sahipse, bu rakama diðer þirket abonelerini<br />

de eklediðimizde, rakam bir kaç yüz bin daha<br />

arttýrýlmalýdýr. Elbette, ortaya çýkacak toplam abone<br />

sayýsýndan, birden fazla telefon abonesi olanlarla<br />

birlikte nüfusa dahil edilmeyen TC vatandaþý asker ve<br />

öðrencileri çýkarttýðýnýzda, rakam sanýrýz en az 500<br />

binlerde olacaktýr. Yapýlmasý gereken ilaveler bitmedi;<br />

bu tahmini rakama, kayýt dýþý nüfusu da eklemeniz<br />

gerekir. Yine bitmedi, doðurganlýk oranlarýndaki artýþa<br />

bakýlýrsa, mevcut nüfusun kat be kat arttýðý ortaya çýkar.<br />

Oranlardaki bu artýþ, büyük bir göç dalgasý yaþandýðýný,<br />

nüfusun kat be kat arttýðýný gösteriyor. Bu bilimsel<br />

çýkarsamalar, nüfusun 1 milyonun üzerinde olduðunu<br />

söylememize imkan vermektedir.


4 Nisan 2010 Pazar Pazar 7<br />

Akordeon çalan kýz...<br />

Hava masmavi... Mevsime göre<br />

sýcak... Gökyüzünde kuþ kanadý kadar<br />

bile bulut yok... Sanki baharýn ikinci<br />

günü deðil de, ortasý gibi... Kýzýlay'dan<br />

Kuðulu Park'a doðru yürüyorum. Bir<br />

baþkasý olsaydý, baþka türlü tarif ederdi<br />

yürüdüðüm yeri...<br />

Yirmi yýlý aþkýn bir süredir yaþadýðým<br />

bu þehrin sadece birkaç semtini<br />

bildiðimi düþünüyorum...<br />

Düþünüyorum da kendi kendime<br />

þaþýrýyorum... Yürüdüðüm cadde,<br />

Ankara'nýn bildiðim birkaç caddesinden<br />

biri...<br />

Tatil günü deðil... Vakit sabahla öðle<br />

arasý... Ýþi olanlarýn iþlerinde,<br />

öðrencilerin okullarýnda olduklarý bu<br />

saatte, kaldýrýmlar yine de kalabalýk...<br />

Herkes telaþ içinde... Kimileri<br />

paltolarýný, ceketlerini çýkarýp ellerine<br />

almýþlar...<br />

Uzaktan çok güzel bir müzik sesi<br />

geliyor... Ýnsanýn içine huzur veren bu<br />

müziðin nereden geldine bakýyorum,<br />

bir þey göremiyorum... Zaten burada<br />

müziðin çalýnacaðý bir yer de yok.<br />

Caddenin karþý tarafýnda bakanlýklar,<br />

yürüdüðüm tarafýnda da maðazalar var.<br />

Müziðin geldiði yöne doðru yürüyor<br />

olmalýyým ki, ses giderek yükseliyor.<br />

Adýmlarýmý sýklaþtýrýyorum. Sonunda onu<br />

görüyorum. Eski Orman Bakanlýðý<br />

binasýnýn önünde oturmuþ, en çok yirmi<br />

yaþýnda gösteren, zayýf mý zayýf bir kýz<br />

akordeon çalýyor. Yanýnda bir bebek<br />

arabasý. Arabanýn içinde mavi battaniye<br />

ile örttüðü bebeði. Bebek belli ki bu<br />

müziðe alýþýk. Uyuyor... Kýz bir ara<br />

çalmayý býrakýp bebeðinin battaniyesini<br />

düzeltiyor... Sonra tekrar çalmaya<br />

baþlýyor... Çok güzel çalýyor...<br />

Gülümseyerek bakýyor etrafýna... O<br />

kadar kendinden emin ve mutlu<br />

görünüyor ki, sanki kadýrým kenarýnda<br />

deðil de, hýnca hýnç dolu bir konser<br />

salonunda çalýyor gibi... Önündeki küçük<br />

bir kap ve içindeki üç beþ bozuk para da<br />

olmasa, bebeðini gezdiriyordu da uykusu<br />

gelince ona ninni çalýyor gibi...<br />

Yanýndan geçenlere bakýyorum...<br />

Herkes kendi telaþýnda, kendi<br />

kavgasýnda... Para vermek bir yana,<br />

kimse dönüp bakmýyor bile... Yanýmdaki<br />

bütün parayý kýzýn önündeki kaba<br />

koymak istiyorum ama o anda vergi<br />

dairesine gittiðimi hatýrlýyorum. Yanýndan<br />

geçerken gülümsüyorum. O hem<br />

gülümsüyor, hem de baþýyla selam<br />

veriyor. 'Çok güzel çalýyorsunuz'<br />

diyorum... Teþekkür ediyor...<br />

Adýmlarýmý sýklaþtýrýp vergi dairesine<br />

gidiyorum... Ümidim verginin yanýmdaki<br />

paradan daha az tutmasý... Beyannameyi<br />

dolduruyorum. Ýlgili memura<br />

uzatýyorum. Birkaç soru sorduktan ve<br />

hesap makinesi ile bazý hesaplar yaptýktan<br />

sonra, beni baþka bir memura<br />

gönderiyor. Daire çok kalabalýk, sýcak ve<br />

havasýz, bir an bayýlacak gibi oluyorum.<br />

Neyse diðer memura ulaþýyorum.<br />

Elimdeki beyannameyi alýp bilgisayarda<br />

birþeyler yazýyor, sonra bir örneðini bana<br />

uzatýyor ve 'vezneye ödeyeceksiniz'<br />

diyor. Gözlüðümü takýp bakýyorum.<br />

Rakamlardan bir þey anlamýyorum. Vezne<br />

kuyruðunda beklerken, kazanç geçen yýlki<br />

ile ayný, vergisi de ayný olur diye<br />

düþünüyorum.<br />

Sýra bana geliyor. Veznedeki memur<br />

sanki çantamdaki paranýn miktarýný bilmiþ<br />

gibi nerede ise tamamýna yakýn bir rakam<br />

Fatma Ergün<br />

Uzaktan çok güzel bir müzik sesi geliyor. Ýnsanýn içine huzur veren bu müziðin nereden<br />

geldine bakýyorum, bir þey göremiyorum. Caddenin karþý tarafýnda bakanlýklar,<br />

yürüdüðüm tarafýnda maðazalar var. Müziðin geldiði yöne doðru yürüyor olmalýyým ki,<br />

ses giderek yükseliyor. Adýmlarýmý sýklaþtýrýyorum. Sonunda onu görüyorum. En çok<br />

yirmi yaþýnda gösteren, zayýf mý zayýf bir kýz akordeon çalýyor. Yanýnda bir bebek<br />

arabasý. Arabanýn içinde bebeði uyuyor. Kýz bir ara çalmayý býrakýp bebeðinin<br />

battaniyesini düzeltiyor. Sonra tekrar çalmaya baþlýyor... Çok güzel çalýyor...<br />

söylüyor. Parayý uzatýrken, 'Geçen yýl<br />

da kazanç aynýydý, vergi niye bu yýl<br />

kýrk lira fazla' diye soruyorum.<br />

Makbuzu ve birkaç bozukluðu<br />

uzatýrken 'Damga vergisi arttý' diyor...<br />

Vergi dairesinden çýkýyorum.<br />

Avucumdaki bozukluklara bakýyorum.<br />

Üzgünüm...<br />

Eve dönecek, yol parasý kadar.<br />

Keþke ödeyeceðimiz verginin bir kýsmý<br />

ile iyilik yapabilme þansýmýz olabilseydi<br />

diye düþünüyorum. O zaman da birçok<br />

kiþi, iyiliði kendine mi yapardý acaba?<br />

Geri dönüyorum. Biraz yürüdükten<br />

sonra yine müziðin sesini duyuyorum.<br />

Kýz yerini deðiþtirmiþ, kavþaktaki<br />

kaldýrýma geçmiþ. Çaldýðý müziði,<br />

önündeki kaba para koyamadýðým için,<br />

suçlu suçlu dinliyorum. Yanýndan<br />

geçerken yine birbirimize<br />

gülümsüyoruz.<br />

Kýz, Türkiye Büyük Millet<br />

Meclisi'ne birkaç yüz metre uzaktaki<br />

kavþakta, akerdeonunu çalmaya<br />

devam ediyor. Yanýnda, arabasýnda,<br />

mavi battaniye ile örtülü güzel bebeði,<br />

onu dinliyor...


8 Pazar<br />

4 Nisan 2010 Pazar<br />

Slavoj Zizek'ten 'Avatar' ve<br />

Avatar, Avatar'ýn<br />

ta kendisi<br />

James Cameron'ýn "Avatar" filmi,<br />

uzak bir gezegendeki mavi tenli yerli<br />

bir halkýn arasýna sýzmak ve onlarý<br />

doðal kaynaklarýnýn çýkarýlmasýna<br />

ikna etmek üzere gönderilen engelli<br />

bir eski askerin hikâyesini anlatýyor.<br />

Karmaþýk bir biyolojik baþkalaþým<br />

sonucu kahramanýn zihni kendi<br />

'avatarý'nýn kontrolünü ele alýyor ve<br />

genç bir yerlinin vücudunda zuhur<br />

ediyor. Bu yerliler son derece ruhani<br />

ve doðayla uyum içinde yaþýyorlar.<br />

Tahmin edileceði gibi asker güzel bir<br />

yerli prensesine âþýk oluyor ve<br />

savaþta yerlilerin safýna katýlýyor,<br />

insan iþgalcileri kovup gezegenlerini<br />

kurtarmalarý için onlara yardým<br />

ediyor. Filmin sonunda kahraman<br />

ruhunu yaralý insan gövdesinden yerli<br />

avatarýna aktararak onlardan biri<br />

haline geliyor.<br />

Filmin üç boyutlu hipergerçekliði<br />

göz önüne alýndýðýnda, "Avatar",<br />

"Masum Sanýk Roger Rabbit" veya<br />

"Matrix" gibi filmlerle kýyaslanmalý.<br />

Üç filmde de kahraman sýradan<br />

gerçekliðimizle hayali bir evren<br />

arasýnda (Roger Rabbit'teki<br />

karikatürler, Matrix'teki dijital<br />

gerçeklik ya da Avatar'da dijital<br />

olarak geliþtirilmiþ gündelik hayat)<br />

sýkýþýp kalýr.<br />

"Avatar"ýn anlatýsýnýn tek ve ayný<br />

'gerçek' gerçeklikte yaþandýðý<br />

söyleniyor olsa da, altta yatan<br />

sembolik ekonomi düzeyinde, iki<br />

gerçeklikle iþtigal ediyoruz: Bir yanda<br />

emperyalist sömürgeciliðin sýradan<br />

dünyasý, diðer yanda doðayla ensest<br />

bir bað kurarak yaþayan yerlilerin<br />

fantazi dünyasý. Filmin sonu<br />

kahramanýn tümüyle gerçeklikten<br />

fantazi dünyasýna göç etmesi olarak<br />

okunmalý. ( Matrix'te Neo'nun<br />

kendisini tekrar tümüyle matrikse<br />

sokmaya karar vermesi gibi.) Ancak<br />

bu, gerçek <strong>dünyaya</strong> yönelik daha<br />

'otantik' bir kabul ediþ adýna "Avatar"ý<br />

reddetmemiz gerektiði anlamýna<br />

gelmiyor. Fantaziyi gerçeklikten<br />

çýkarýrsak, bizzat gerçeklik<br />

tutarlýlýðýný yitirip daðýlýr. 'Ya<br />

gerçekliði kabul et ya da fantaziyi<br />

tercih et' arasýnda seçim yapmak<br />

yanlýþ: Sosyal gerçekliðimizi<br />

gerçekten deðiþtirmek ya da ondan<br />

kaçmak istersek, yapýlacak ilk þey bu<br />

gerçeklikle uyum saðlamamýza yol<br />

açan fantazilerimizi deðiþtirmektir.<br />

"Avatar"ýn kahramaný bunu<br />

yapmadýðýndan, subjektif konumu<br />

Jacques Lacan'ýn, Sade ile ilgili<br />

söylediði þey haline gelir: Kendi<br />

hayallerinin kurbaný.<br />

Bu yüzden "Avatar"ýn devamýnda<br />

olabilecekleri hayal etmek ilginç:<br />

Sözgelimi birkaç yýllýk (ya da aylýk)<br />

saadetten sonra, kahraman tuhaf bir<br />

rahatsýzlýk hissetmeye ve çürümüþ<br />

insan dünyasýný özlemeye baþlar. Bu<br />

rahatsýzlýðýn kaynaðý ne kadar<br />

kusursuz olursa olsun her gerçekliðin<br />

bizi er geç hayalkýrýklýðýna uðratmasý<br />

deðildir sadece. Böyle kusursuz bir<br />

fantazi bizi tam da kusursuz olduðu<br />

için hayalkýrýklýðýna uðratýr: Bu<br />

kusursuzluðun iþaret ettiði þey, onu<br />

hayal eden özneler olarak orada bize<br />

yer olmamasýdýr.<br />

"Avatar'da" tahayyül edilen<br />

ütopya Hollywood'un bir çift<br />

Film bize þunu öðretiyor: Yerlilerin tek<br />

seçeneði insanlar tarafýndan<br />

kurtarýlmak ya da yok edilmek.<br />

Sadece emperyalist gerçekliðin<br />

kurbaný olmakla beyaz adamýn<br />

fantezisinde kendilerine biçilmiþ rolü<br />

oynamak arasýnda tercih yapabilirler.<br />

yaratmak için bildik formülünü<br />

kullanýyor: Uygun cinsel partnerini<br />

bulmak için barbarlarýn arasýna karýþmasý<br />

gereken, kaderine boyun eðmiþ beyaz<br />

kahraman (Kurtlarla Dans'ý hatýrlayýn).<br />

Tipik bir Hollywood yapýmýnda,<br />

Yuvarlak Masa Þövalyeleri'nden <strong>dünyaya</strong><br />

çarpan göktaþlarýna kadar her þey Ödipal<br />

bir anlatýya tahvil edilir. Büyük tarihsel<br />

olaylarýn bir çiftin vuslatýnýn arka planý<br />

olarak kullanýldýðý bu prosedürün gülünç<br />

zirvesi, Warren Beatty'nin "Kýzýllar"<br />

filmidir. Hollywood bu filmde, 20'nci<br />

asrýn en travmatik tarihsel vakasý olduðu<br />

söylenebilecek Ekim Devrimi'ni<br />

rehabilite etmenin yolunu bulmuþtur.<br />

"Kýzýllar"da John Reed-Louise Bryant<br />

çifti derin bir duygusal kriz içindedir;<br />

aþklarý Louise ateþli bir devrimci<br />

konuþma yapan John'u seyrederken<br />

alevlenir. Devamýnda çiftin seviþmesi,<br />

arketip devrim sahneleriyle kesiþir ve<br />

bunlardan bazýlarý cinsellikle fazlasýyla<br />

bakýþýr; sözgelimi John Louise'in içine<br />

girdiðinde kamera bir gösterici<br />

kalabalýðýnýn hareket halindeki 'fallik' bir<br />

tramvayý kuþatýp durdurduðu bir sokaða<br />

döner -bu arada arkada 'Enternasyonel'<br />

marþý terennüm edilmektedir. Orgazm<br />

anýnda bizzat Lenin de arzý endam eder;<br />

bir salon dolusu delegeye konuþmakta<br />

ve soðuk bir devrimci liderden ziyade<br />

aþk baþlangýcýna nezaret eden bilge bir<br />

öðretmeni andýrmaktadýr. Hollywood'a<br />

göre bir çiftin ikinci baharýna hizmet<br />

ediyorsa Ekim Devrimi bile kullanýlabilir.<br />

Cameron'ýn bundan önceki giþe filmi<br />

"Titanik" de gerçekte geminin buzdaðýna<br />

çarparak yaþadýðý felaketle mi ilgilidir?<br />

Tam felaketin gerçekleþtiði ana dikkat:<br />

Genç sevgililer (DiCaprio ve Winslet)<br />

iliþkilerini kesinliðe kavuþturduktan<br />

hemen sonra güverteye döndüklerinde<br />

yaþanýr felaket. Daha da hayati olaný,<br />

Winslet'in sevgilisine gemi ertesi sabah<br />

New York'a vardýðýnda onunla<br />

kaçacaðýný, yani gerçek aþkýyla yoksul<br />

bir hayatý zenginler arasýnda yanlýþ,<br />

çürümüþ bir hayata tercih edeceðini<br />

söylemesidir. Bu anda gemi, asýl felaket<br />

olacaðý aþikâr olan þeyi, yani çiftin<br />

birlikte yaþayacaðý hayatý önlemek<br />

babýnda buzdaðýna çarpar. Dolayýsýyla<br />

felaket onlarýn aþkýný kurtarmak, çiftin<br />

aslýnda 'ilelebet mutlu yaþayacaðý'<br />

yanýlsamasýný sürdürmek için vuku<br />

bulmuþtur. DiCaprio'nun son dakikalarý<br />

daha açýk bir ipucu daha barýndýrýr. Suda<br />

donarak ölmekte olduðu sýrada Winslet<br />

büyük bir tahta parçasýnýn üzerinde<br />

güvendedir. DiCaprio'yu kaybetmekte<br />

olduðunun farkýnda olan Winslet, "<strong>Sen</strong>i<br />

asla býrakmayacaðým" diye feryat eder<br />

-ve bunu söylerken, sevgilisini elleriyle<br />

uzaða itmektedir.<br />

Niye? Çünkü DiCaprio vazifesini ifa<br />

etmiþtir. "Titanik" bir aþk hikâyesinin<br />

altýnda baþka bir hikâye anlatýr. Kimlik<br />

krizi yaþayan þýmarýk bir sosyete kýzýnýn<br />

hikâyesidir bu: Kafasý karýþmýþtýr ve<br />

DiCaprio aþk partnerinden ibaret<br />

olmanýn ötesinde, iþlevi kýzýn kimlik<br />

duygusunu ve hayat amacýný tesis etmek<br />

olan bir tür 'aracý'dýr. DiCaprio'nun<br />

dondurucu Kuzey Atlantik denizinde<br />

kaybolmadan önceki son sözleri bir<br />

âþýðýn deðil, bir vaizin sözleridir.<br />

Cameron'ýn yüzeysel Hollywood<br />

Marksizmi (aþaðý sýnýflara kaba saba bir<br />

biçimde iltimas geçerken, zenginlerin<br />

acýmasýz bencilliðini karikatür düzeyinde<br />

tasvir etmesi) bizi yanýltmamalý.<br />

Yoksullara yönelik bu sempatinin<br />

altýnda, Rudyard Kipling'in "Cesur<br />

Kaptanlar"ýndaki gerici bir mit yatýyor.<br />

"Cesur Kaplanlar"daki hikâye, krizdeki<br />

genç ve zengin bir insanýn, yoksulun<br />

kanlý canlý hayatýyla kýsa ve yakýn bir<br />

temas sayesinde yaþama gücü<br />

kazanmasýyla ilgili. Yoksula duyulan<br />

þefkatin arkasýnda, vampirce bir<br />

sömürme yatmaktadýr.<br />

Bugün Hollywood bu formülü<br />

býrakýyor gibi. Fakat "Avatar"ýn bir çift<br />

yaratmayý öngören eski formüle<br />

sadakati, yani tümüyle fanteziye bel<br />

baðlamasý ve yerli bir prensesle evlenip<br />

kral olan beyaz adama dair hikâyesi, onu<br />

ideolojik olarak muhafazakâr, eski moda<br />

bir film kýlýyor. Teknik parlaklýðý bu<br />

muhafazakârlýðý örtmeye hizmet ediyor.<br />

Siyaseten doðru temalarýn altýnda<br />

(emperyalist iþgalcilerin 'askeri-sýnai<br />

kompleksi'ne karþý koyan ekolojik<br />

yerlilerle saf tutan dürüst beyaz adam),<br />

kaba ýrkçý motiflerden mürekkep bir<br />

silsile var: Dünyadan kovulmuþ ama<br />

güzel bir yerel prensesin elini tutup<br />

yerlilerin nihai savaþý kazanmasýna<br />

yardým etmeye muktedir bir felçli.<br />

Film bize þunu öðretiyor: Yerlilerin<br />

tek seçeneði insanlar tarafýndan<br />

kurtarýlmak ya da yok edilmek. Sadece<br />

emperyalist gerçekliðin kurbaný olmakla<br />

beyaz adamýn fantezisinde kendilerine<br />

biçilmiþ rolü oynamak arasýnda tercih<br />

yapabilirler. "Avatar" para basarken,<br />

tuhaf bir biçimde anlattýðý hikâyenin<br />

hayata geçtiðini düþündüren bazý<br />

geliþmeler oluyor.


4 Nisan 2010 Pazar Pazar 9<br />

'The Hurt Locker' üzerine...<br />

Dongria Kondh halkýnýn yaþadýðý<br />

Hint eyaleti Orissa'nýn güney tepeleri,<br />

boksit damarlarýný çýkarmayý planlayan<br />

maden þirketlerine satýldý. Tepki olarak<br />

Maocu (Naksalit) bir silahlý isyan patlak<br />

verdi.<br />

Hindistan baþbakaný isyaný 'iç<br />

güvenliðe yönelik en büyük tehdit'<br />

olarak niteledi; isyaný ilerlemeye karþý<br />

aþýrýlýkçý bir direniþ olarak yansýtan<br />

anaakým medya 'kýzýl terör'e dair<br />

haberlerle dolup taþýyor. Hint devletinin<br />

orta Hindistan'daki 'Maocu kalelere'<br />

karþý büyük bir operasyon yürütmesine<br />

þaþmamak lazým. Ve her iki tarafýn bu<br />

acýmasýz savaþta büyük bir þiddete<br />

baþvurduðu, Maocularýn 'halk adaleti'nin<br />

acýmasýz olduðu da doðru. Fakat bu<br />

þiddetin liberal aðýz tadýmýza uyup<br />

uymadýðý bir yana, bunu kýnamaya<br />

hakkýmýz yok. Neden? Çünkü bu<br />

insanlarýn durumu Hegel'in<br />

ayaktakýmýna denk düþüyor:<br />

Hindistan'daki Naksalit asiler, asgari<br />

düzeyde onurlu bir yaþamdan mahrum<br />

býrakýlan, açlýk çeken bir kabile halký.<br />

Peki Cameron'ýn filmi bu açýdan<br />

nerede duruyor? Hiçbir yerde: Orissa'da<br />

kendilerini baþtan çýkarýp halkýna yardým<br />

edecek beyaz kahramanlarý bekleyen asil<br />

prensesler yok, aç köylüleri Maocular<br />

örgütlüyor. Film tipik bir ideolojik ayrýmý<br />

tecrübe etmemizi saðlýyor: Gerçek<br />

mücadelelerini reddederken, idealize<br />

edilmiþ yerlilere sempati duymak. Filmi<br />

beðenen ve yerli asilerine hayranlýk<br />

duyanlar, muhtemelen Naksalitleri<br />

görse, cani teröristler diyerek tabanlarý<br />

yaðlayacaktýr.<br />

Bu yüzden gerçek avatar Avatar'ýn<br />

ta kendisi-gerçekliðin yerine geçen film.<br />

*Ýngiltere'de yayýmlanan haftalýk<br />

newstatesman dergisi/ 27 Mart 2010<br />

The Hurt Locker<br />

Kathryn Bigelow imzalý 'The Hurt<br />

Locker'ýn Oscar töreninde James<br />

Cameron'ýn 'Avatar'ý karþýsýnda<br />

kazandýðý zafer genel olarak<br />

Hollywood'da iþlerin gidiþatýna dair iyi<br />

bir iþaret gibi algýlandý: Düþük bütçeli,<br />

baðýmsýz bir film, hikâyesinin basitliði<br />

teknik parlaklýðý tarafýndan örtülemeyen<br />

bir süper prodüksiyonu sollamýþtý.<br />

Demek ki Hollywood bir gösteriþ<br />

makinesinden ibaret deðildi, marjinal<br />

yaratýcý çabalarý nasýl takdir edeceðini<br />

hâlâ biliyordu. Belki de öyledir. Fakat<br />

þöyle de bir durum var: Bütün o<br />

mistifikasyonlarýyla beraber 'Avatar',<br />

küresel askeri-sýnai komplekse karþý<br />

çýkanlarýn yanýnda açýkça saf tutarken,<br />

'The Hurt Locker' ABD ordusunu,<br />

içinde yaþadýðýmýz insani müdahaleler ve<br />

militarist pasifizm çaðýnda bizatihi o<br />

ordunun imajýna daha iyi ayak uyduran<br />

bir tarzda sunuyor. Film ABD'nin<br />

Irak'taki askeri müdahalesine dair<br />

tartýþmayý büyük oranda görmezden<br />

geliyor ve bunun yerine, görev baþýnda<br />

olan ve olmayan, tehlike ve yýkýmla baþa<br />

çýkmaya mecbur býrakýlan sýradan<br />

askerlerin her günkü zorlu mesailerine<br />

odaklanýyor. Görünürdeki belgesel<br />

tarzýyla, bir Patlayýcý Ýmha Birliði'nin<br />

hikâyesini anlatýyor. Bu son derece<br />

semptomatik bir tercih: Asker olmalarýna<br />

raðmen öldürmüyor, sivilleri öldürmeyi<br />

amaçlayan terörist bombalarýný etkisiz<br />

hale getirerek hayatlarýný riske atýyorlar.<br />

Liberal gözlerimize bundan daha<br />

sempatik gelecek ne olabilir? Süregiden<br />

Terörle Savaþ'ta ordularýmýz,<br />

bombalayýp yerle bir ettiklerinde bile,<br />

terörist þebekeleri sivillerin hayatlarýný<br />

daha güvenli hale getirmek adýna sabýrla<br />

etkisizleþtirmiyor mý?<br />

Fakat filmin dahasý var. 'The Hurt<br />

Locker' Hollywood'a, 1982'deki Lübnan<br />

Savaþý hakkýnda çekilen iki Ýsrail filminin<br />

baþarýsýný açýklayan trendi geri getirdi.<br />

Bu filmler Ari Folman'ýn belgesel<br />

animasyonu 'Beþir'le Vals' ve<br />

yönetmenin genç bir askerken<br />

yaþadýklarýna dayanan, olaylarýn büyük<br />

kýsmýnýn klostrofobik bir biçimde bir<br />

tankýn içinde geçtiði Samuel Maoz imzalý<br />

'Lübnan Lübnan'. Maoz'un filmi, Ýsrail<br />

hava kuvvetleri tarafýndan bombalanmýþ<br />

bir Lübnan kasabasýndaki düþmanlarý<br />

'temizlemek'le görevlendirilen dört<br />

tecrübesiz askeri takip ediyor.<br />

Aktörlerden biri olan Yoav Donat 2009<br />

Yoav Donat "Bu size savaþta<br />

olduðunuzu hissettiren bir filmdir" diyor.<br />

Bu en saf haliyle ideolojidir: Failin<br />

travmatik tecrübesine odaklanmak,<br />

savaþýn bütün etik-siyasi arka planýný<br />

silmemizi saðlar.<br />

Ýdeoloji, tam da görünmezliði dahilinde,<br />

hiç olmadýðý kadar burada duruyor:<br />

Evlatlarýmýzla birlikte biz de oradayýz;<br />

orada ne yaptýklarýný sorgulamak<br />

yerine onlarýn korkusu ve acýsýyla<br />

özdeþlik kuruyoruz...<br />

Venedik festivalinde kendisiyle yapýlan<br />

söyleþide þunlarý söylüyor:<br />

"Bu size 'sadece bir film izliyorum'<br />

diye düþündüren bir film deðil. Bu size<br />

savaþta olduðunuzu hissettiren bir film."<br />

Maoz da filminin Ýsrail politikalarýnýn<br />

kýnanmasý deðil, yaþadýklarýna dair<br />

kiþisel bir muhasebe olduðunu<br />

vurguluyor:<br />

"Benim hatam filme Lübnan adý<br />

vermek, çünkü Lübnan savaþýnýn<br />

özünde diðer savaþlardan hiçbir farký<br />

yoktu ve benim için siyasi olmak<br />

yönündeki her teþebbüs filmi<br />

düzleþtirecekti." Bu en saf haliyle<br />

ideolojidir: Failin travmatik tecrübesine<br />

odaklanmak, savaþýn bütün etik-siyasi<br />

arka planýný silmemizi saðlar.<br />

'The Hurt Locker'ýn gündelik dehþete<br />

ve bir savaþ bölgesinde görev yapmanýn<br />

travmatik etkilerine dair tasvirleri,<br />

onu ABD ordusunun insani rolü<br />

üzerine John Wayne'in kötü þöhretli<br />

'Yeþil Bereliler'indeki gibi duygulu<br />

kutlamalardan kilometrelerce uzaða<br />

koyuyor gibi görünüyor. Ancak 'The<br />

Hurt Locker'da savaþýn<br />

saçmalýklarýna dair ters-gerçekçi<br />

sunum kafa karýþtýrýyor ve<br />

kahramanlarýnýn 'Yeþil Bereliler'deki<br />

kahramanlarla ayný iþi yaptýðý<br />

olgusunu kabul edilebilir kýlýyor.<br />

Ýdeoloji, tam da görünmezliði<br />

dahilinde, hiç olmadýðý kadar burada<br />

duruyor: Evlatlarýmýzla birlikte biz de<br />

oradayýz; orada ne yaptýklarýný<br />

sorgulamak yerine onlarýn korkusu<br />

ve acýsýyla özdeþlik kuruyoruz.<br />

(London Review of Books<br />

dergisine baðlý blog, 23 Mart 2010)


10 Pazar<br />

-Oldum olasý ünlü birileriyle övünen<br />

insanlardan hazzetmemiþimdir. Ünlü<br />

diyebileceðim iki kiþiyle Beyoðlu'nda yürürken<br />

tanýþtým. Biri Murat Kekilli, diðeri de Göksel.<br />

Ýkisi de gayet doðal, biri ekstradan güzel. Ne<br />

konuþacaðýný da bilemezsin ki ünlü görünce.<br />

Deðiþik bir tonlama. Bazý adamcýklar ünlüye<br />

selam verdiði aný öyle bir anlatýrlar ki, sanýrsýn<br />

ünlü ara ara 5 çayý içmeye geliyor evlerine.<br />

Ünlünün cep telefonu kendisinde vardýr ama<br />

ünlüyü çok aramadýðý için zamanla numara<br />

zaman aþýmýna uðramýþtýr. Ünlü, ünlü<br />

olduðundan sýk sýk numara deðiþtirirmiþ. Bunun<br />

bir de 'ünlü þahsýn kendisiyle yatmak istemesi'<br />

versiyonu mevcuttur. Pis bir geyik, upper bir<br />

seviye. Gördüðün yerde kaç.<br />

-Durduk yerde ünlü hevesliliði konusundan<br />

boþuna giriþ yapmadým elbet. Esas konu o kadar<br />

zihnimi meþgul etti ki, nasýl baþlayacaðýmý<br />

bilemedim a dostlar. Gazeteyi açýyorum her<br />

sabah olduðu gibi.<br />

Ben de isterdim kahvemi yudumlarken gazete<br />

okuyordum demeyi ama ne<br />

'Talat Varsa Ben de Varým. Çünkü, beni<br />

<strong>dünyaya</strong> baðlýyor' cümlelerinin altýnda<br />

elinde bir fotoðraf tutan genç bir kadýn.<br />

Fotoðrafta Hillary Clinton ve Talat el<br />

sýkýþýyor. Talat'ýn <strong>dünyaya</strong> baðladýðý<br />

kadýn sözüm sana: Talat beni <strong>dünyaya</strong><br />

baðlayacak desen gelecek zaman<br />

derim. Fakat bu devam eden bir þey: -<br />

yor. Baðlýyor. Ne ile baðlýyor? HDMI?<br />

Bluetooth? Tallat'ýn yüzündeki ifade.<br />

Evet, ben bu kadýnla el sýkýþtým bana<br />

oy verin. Ben bu kadýnla görüþtüm.<br />

Hello dedim, o da bana hello dedi.<br />

Ben Ban-ki mun ile de el sýkýþtým.<br />

Resmen ünlülerle toka ediyorum,<br />

bakýn görün. O yüzden connect the<br />

world men!.<br />

ÜNLÜ<br />

mümkün. Genelde gazete okurken diðer taraftan<br />

biriyle konuþur, diðer taraftan cep telefonumdan<br />

sabah þarkýsý ararým. O açýdan bazý haberleri<br />

algýlamayýp geri dönmüþlüðüm vardýr. Bu sefer beni<br />

geriye kilitleyen bir haber deðil, reklam. 'Talat Varsa<br />

Ben de Varým. Çünkü, beni <strong>dünyaya</strong> baðlýyor'<br />

cümlelerinin altýnda elinde bir fotoðraf tutan genç<br />

bir kadýn. Fotoðrafta Hillary Clinton ve Talat el<br />

sýkýþýyor. Talat'ýn <strong>dünyaya</strong> baðladýðý kadýn sözüm<br />

sana: <strong>Sen</strong> nasýl baðlandýn? Ben beceremiyorum da.<br />

Bana da yardýmcý olabilirsen sevinirim. Beni de<br />

<strong>dünyaya</strong> baðlayýn. Evet, bunu gerçekten istiyorum.<br />

Hayýr, Talat beni <strong>dünyaya</strong> baðlayacak desen gelecek<br />

zaman derim. Fakat bu devam eden bir þey: -yor<br />

eki. Baðlýyor. Ne ile baðlýyor HDMI? Bluetooth?<br />

Yoksa SCART ile mi baðlanýyorsunuz; bana da<br />

söyleyin. Gerçekten caným çekiyor. Bana yol<br />

gösterin. Baðlanmak isteyen arkadaþlarým da var.<br />

Ben onlara anlatýrým.<br />

Ve tabii Hillary Clinton. Talat'ýn yüzündeki ifade;<br />

iþte bu!. Evet, ben bu kadýnla el sýkýþtým bana oy<br />

verin. Ben bu kadýnla<br />

4 Nisan 2010 Pazar<br />

Halil Aða<br />

cypaibo@gmail.com<br />

görüþtüm. Hello dedim, o da bana hello dedi.<br />

Evet, bu kadar da geliþmiþ bir yapýmýz var.<br />

Sonra ben Ban-ki mun ile de el sýkýþtým. O halde<br />

bütün seçim propagandasýný bunlar üzerinden<br />

yapmalýyým. Evet, Ban ki mun ile el sýkýþtýðým<br />

için bütün ülke halký nasýl refaha ulaþtýysa,<br />

bunun devamý için uðraþýyorum. Resmen<br />

ünlülerle toka ediyorum, bakýn görün. O yüzden<br />

connect the world men!.<br />

-Seçimler bitene kadar bana bol bol malzeme<br />

çýkacak ha... Gitgide daha fantastik oluyor her<br />

þey. Her seçim aday olan bir arkadaþýn afiþinde<br />

'Yol Verin Sizi Kurtarayým' yazýyordu. Cem<br />

Uzan'la bu adam tanýþmasýn. Tüm dünya<br />

vatandaþlarý için iyi þeyler olmaz bundan<br />

eminim.<br />

-Kurban'ýn Sahip'i zihnin kör noktalarýný<br />

açýyor. Ruha iyi geliyor. Resmen bir öküz kadar<br />

sert, bir kelebek kadar kýyýlamaz bir þey. Copy-<br />

Paste olayýný pek sevmesem de, Misafir<br />

þarkýsýndan:<br />

'Çok eski bir dostuyum diyen bir adam/ gün<br />

gelir, kapým çalarsa benim için 'öldü' deyin.<br />

Güzel yüzlü, sert bakýþlý, zor bir kadýn derse<br />

'geldim anýlarla' 'seni çoktan gömdü' deyin...'<br />

-Oh be, eski dosttan yeni dost, eski aþktan<br />

yeni aþk olamayacaðýný iddia ederken anlam<br />

güçlendirmesi amacýyle fon müziði buldum.<br />

Devir pazarlama devri. Apple'a Haziran 2010'da<br />

IPHONE 4G<br />

geliyormuþ. Þimdiden Konuþmaya baþladýk.<br />

Pazarlama önemli. Ban ki Mun, Hillary Clinton<br />

falan filan.<br />

-Resmen 1 Nisan ruhunu kaybettim. Ve biz<br />

büyüdük kirlendi dünya edebiyatýna baðlýyordum<br />

ki bunu, vazgeçtim. Balonlarýmýz uçtu önce.<br />

Kalemlerin rengi bile deðiþti.. Daha lacivert<br />

geliyordu herþey. Koþma dediler. Þaþýrdým.<br />

Koþmadým, coþmadým. Bir de baktým ki evraklar<br />

arasýnda boðuþan bir adam. Yalnýz ve Issýz. 1<br />

Nisan'ý bile kaybeden bir adam...<br />

-Kolaymýþ. Siz de deneyin. SMS olsun, sözlü<br />

olsun farketmez.<br />

-1950 lerin fotoðraf teknolojisinden midir<br />

nedir, kadýnlarýn yüzünde bir nur, bir aydýnlýk<br />

var.<br />

-O deðil de Digital SLR ile çekilen<br />

fotoðraflarda herkes güzel, herkes tatlý. Yaþasýn<br />

Digital SLR!<br />

-Bak gene seçime geldim. Henüz algýlamaya<br />

çalýþýyorum. Cumhurbaþkaný halktan para mý<br />

topluyor? Yanlýþ anlamýþ olmalýyým.<br />

-Ýþyerinin önünde en az 5 arabalýk park yeri<br />

olan bir dükkan var. Arabanýzý 2 dakika bile<br />

park edecek olsanýz patýr patýr yanýnýza koþar<br />

ve kesinlikle park etmemeniz gerektiðini<br />

söylerdi. Kimseyi park ettirmedi. Dükkanýnýn<br />

önü tertemiz kaldý. Ýki kuruþ ekmek<br />

parasý kazanmaya<br />

çalýþanlara da park<br />

ettirmedi, zenginlere de.<br />

En sonunda arabanýn<br />

biri, vitrinden içeri<br />

girdi!.. Geçmiþ olsun<br />

diyorum ama sanki<br />

yýllarýn acýsýný çýkarmýþ o<br />

araba. Geçmiþ olsun o<br />

ayrý.<br />

-Keþfedildikçe<br />

keþfedilecek kadýn Banu<br />

Alkan. Doðuþ dostun<br />

gönderdi de ben de<br />

keþfettim. Üzerinde<br />

koskocaman bir kürkle<br />

limanda gezinen Banu<br />

direkt kameraya bakýyor.<br />

Ve insan neden intihar eder<br />

konulu kýsa bir Hayat<br />

Bilgisi dersi veriyor.<br />

Yönetmenden de razý olsun,<br />

senden de, 80'lerin<br />

ruhundan da...<br />

-Apýþýnýn arasýyla<br />

düþünen yarataný yapma<br />

dese de yapar/ ölünce elbet<br />

herkese bir ev var/ ve bir<br />

kýsmýnýn manzarasý ateþtir.<br />

KURBAN/YOBAZ


4 Nisan 2010 Pazar Pazar 11<br />

ÇIPLAKLIÐI "GÜNAH", ÝNSAN ÖLDÜRMEYÝ "MÜBAH" SAYAN ZÝHNÝYET<br />

Büyük gruplar halinde çýplak insanlarýn fotoðraflarýný çekerek ünlenen Amerikalý fotoðraf sanatçýsý Spencer Tunick'in Ýsrail'de çekim yapma talebi Ýsrail Parlamentosu'nda<br />

"bomba" etkisi yarattý. Parlamentodaki dinci partilerin, özellikle de koalisyon ortaðý Þas partisinin çýplaklýða gösterdikleri büyük tepkiyi, ayný partilerin Gazze'de abluka<br />

altýnda tutulan Filistinlilere yaptýklarý vahþetle ayný yere koyunca, ürperdik, ortaya çýkan arýzanýn çokboyutluluðu karþýsýnda. Çýplak resim çektirmeyi "fuhuþ" sayan Þas<br />

Partisi milletvekilleri, çýplaklýðý "günah", Filistinlileri katletmeyi "mübah" sayýyor olmalýlar herhalde. Þas milletvekili Nissim Zeev'e göre "Kutsal topraklarda toplu çýplak<br />

fotoðraf çekme fikri delilik"miþ; "Bu fotoðraflar insanlarý hayvanlaþtýrýyor"muþ; "fuhuþun sanat haline gelmesi" ise "ilginç"miþ... Tunick'in, Tel Aviv limanýnda toplu<br />

çýplak fotoðraflar çekmek istemesini memnuniyetle karþýlayan Tel Aviv Belediyesi de saldýrýlardan payýný aldý. Çýplak fotoðraf çekilmesi fikrine destek veren Turizm Bakaný<br />

Stas Misezhnikov'u topa tutan Þas milletvekili "Bu nasýl bir Yahudi kültürüdür, nasýl deðerlerdir bunlar. Hepimiz deliriyor muyuz" diye soruyor. Dünyadaki binlerce insan<br />

gibi, Ýsrail'deki muhalifler de hükümetlerinin Filistinlilere yaptýklarý zulüm karþýsýnda aynen bu sorularý soruyor iþte. Aþaðýda okuyacaðýnýz Ýsrailli yazar da zihinlerin<br />

soyunmasýný, sessizliðin kýrýlmasýný savunanlardan...<br />

(ç)alýntý :<br />

Larry Derfner / (Jerusalem Post, 13 Mart 2010)<br />

"Sessizliði Kýrmak" hareketinin yeni raporunda<br />

þok edici tanýklýklar var. Kadýn sýnýr muhafýzý, ucuz<br />

oyuncaklar satmak için Ýsrail'e sýzmaya çalýþan<br />

Filistinli çocuklarý nasýl yakaladýklarýný þöyle<br />

anlatýyor:<br />

-Çocuklarýn plastik torbalarýný boþaltmak ve<br />

oyuncaklarýyla oynamak gayet rutindi. Yani<br />

oyuncaklarý top gibi birbirimize atmak. Çocuklar<br />

aðladýlar. Korkmuþlardý. Onu çocuðunun önünde<br />

aðlattým, altýna doldurmasýný saðladým. Ýnsanlar<br />

dayak atarken altlarýný ýslatýyordu. Bir keresinde<br />

yine, bir yetiþkin çocuðuyla birlikte gözaltýna<br />

alýnmýþtý. Muhafýz yetiþkinin kendisine merhamet<br />

edilmesi için çocuðu yanýna aldýðýný düþünerek<br />

rahatsýz olmuþtu. Ona dedi ki: 'Sana acýmamýz için<br />

çocuðu yanýna alýyorsun. Sana neyin ne olduðunu<br />

gösterelim.' Onu dövdü. Korkudan altýný ýslattý.<br />

Çocuðunun önünde. Buna benzer yýðýnla hikâye<br />

var. Bu hikâyeler rutindi. Bir subay bilmediðini<br />

söylerse yalan atýyordur. Bölük komutaný,<br />

yardýmcýsý, operasyon subayý bunu teþvik ediyordu.<br />

Bu meþru görülen bir þeydi.<br />

*<br />

Ýsrail askerlerinden oluþan "Sessizliði Kýrmak<br />

Hareketi" son 10 yýldýr Batý Þeria ve Gazze'de görev<br />

... pazar KritiK ...<br />

Ýsrail’de sessizliði kýrmanýn<br />

mücadelesini verenler...<br />

yapan 21 kadýn askerin tanýklýklarýný yayýmladý.<br />

Masum Filistinlilerin aþaðýlanmasýnýn ve<br />

dövülmesinin, paralarýnýn ve mallarýnýn çalýnmasýnýn<br />

ve bazen silahsýz þüphelilerin öldürülmesinin rutin<br />

olduðunu söylüyorlar.<br />

"Sessizliði Kýrmak" son yýllarda ismi açýklanmayan<br />

yedek askerlerin tanýklýklarýný yayýmladý. Bunlar<br />

arasýnda Gazze'deki Dökme Kurþun Operasyonu'na<br />

katýlan 26 askerin tanýklýðý da var.<br />

Ýsrail Savunma Gücü'nün tepkisi hep ayný:<br />

'Askerlerin isminin belli olmamasý kuruluþun<br />

gerçek niyetini açýða vuruyor. Doðruluklarýný<br />

denetlemenin hiçbir yolu yok.'<br />

66 numaralý tanýk bir kadýn çavuþ. Talim üssüne<br />

vardýðýnda askerlerin 'bir görev'den döndüðünü<br />

gördüðünü þöyle anlatýyor:<br />

-Askerlerin ellerinde tespihler ve küçük<br />

Kuranlar vardý. Bunlarý nereden aldýklarýný<br />

sordum. Ne demek istiyorsun dediler. Evlerden<br />

hediyelik aldýk dediler. Ertesi gün tabur<br />

komutanýna anlattým. Rahatsýz oldu, telefonu<br />

kaptýðý gibi bahsi geçen bölük komutanýný aradý.<br />

Aldýðý cevap, 'Yalan söylüyor. Askerlerim asla böyle<br />

þeyler yapmaz' oldu. Bunun üzerine tabur komutaný<br />

ahizeyi bana verdi. 'Dinle, bütün bunlar oldu' dedim.<br />

'<strong>Sen</strong>i zavallý bücür' diye baðýrmaya baþladý. O andan<br />

itibaren bölük beni dýþladý. Komutan herkese benim<br />

muhbir olduðumu söyledi. Bölüktekiler beni<br />

görünce ayaðýmýn dibine tükürüyordu.<br />

*<br />

Konuþan askerlerin isimlerinin neden<br />

açýklanmadýðýný herkes biliyor: Kim olduklarý<br />

bilinseydi, Ýsrail'in Dökme Kurþun Operasyonu'ndaki<br />

ihlalleri üzerine rapor yazan yargýç Richard<br />

Goldstone gibi dýþlanýrlardý.<br />

Dokuz yaþýndaki Batý Þerialý oðlan çocuðunun<br />

koþarken vurularak öldürüldüðüne; silah taþýmayan,<br />

üstelik kimliði de olan El Halilli bir adamýn 'ruh hastasý'<br />

bir kadýn asker tarafýndan karnýndan vurulduðuna;<br />

ihtiyar bir Gazzeli çiftçinin, sýnýrdaki dikenli tellere<br />

'fazla yaklaþtýðý' için öldürüldüðüne dair tanýklýklar<br />

da var. Savunmasýz Filistinli kadýnlarý, erkekleri ve<br />

çocuklarý yumruklayan, tekmeleyen, onlarýn<br />

paralarýný çalan, onlara tükürüp gülen askerlere dair<br />

hikâyelerin bini bir para.<br />

Atmosfer kesinlikle bu. Baþbakanlýðýn ve saðcý<br />

güçlerinin "Sessizliði Kýrmak" ve ülkedeki diðer solcu<br />

muhalifleri afaroz etmeye çalýþmasý þaþýrtýcý deðil.<br />

Fakat Ýsrail'in dýþýnda da bir dünya var ve Diaspora<br />

Yahudileri iþgale karþý hoþgörülerini yitiriyor. Ýþgal<br />

sürdükçe, hâlâ vicdaný olan Diaspora Yahudileri bu<br />

hikâyeleri duyacak. Filistinlilere vahþet uygulamaya<br />

devam edebiliriz. Ama bunu sessizce yapamayýz,<br />

bana umut veren de bu.<br />

... pazar KritiK ...


ISSIZ<br />

DAÐBAÞLARINDA<br />

Pazar<br />

Nisan aylarýnýn<br />

altýn akasyalý yollarý<br />

neden hala her Temmuzda<br />

kanlý Beþparmaklara çýkarýr bizi?<br />

Konuþamaz sahipsiz kemikler<br />

çalý diplerinde ayaklarýmýza takýlýr.<br />

Belirsiz bir uluma gibidirler<br />

ýssýz daðbaþlarýnda....<br />

Anýlar neden kucaklamaz<br />

kaybolmaya yüz tutan bir insanlýðý?<br />

Neden unuturuz<br />

kendimizi sahiplenmek yerine<br />

bir þeylere sahip olmanýn<br />

sahte mutluluðunu?<br />

Yarýþma dur durmak bitmiyor<br />

kapalý odalar ve çýkmaz sokaklarda.<br />

Ruhlar deðil afiþler konuþuyor<br />

yorum yapmaktan yoksun kitlelere.<br />

Düþünmekten yorulup<br />

sevgiye sarýlýyorum yeniden.<br />

Sessiz aðaç kuytularýndan geçiyorum<br />

yapraklarýyla rüzgarý<br />

tarifsiz bir þarkýya çeviren.<br />

Avucumdaki minik kuþ<br />

bir an irkilip yeniden<br />

gözlerime bakýyor<br />

sürüsüyle bir çoban<br />

az ötemizden geçip gidince.<br />

Sahibi:<br />

“AFRÝKA”<br />

Yayýncýlýk<br />

Limited<br />

Editör:<br />

FAÝZE<br />

ÖZDEMÝRCÝLER<br />

Zeki Ali<br />

Dizilip Basýldýðý<br />

Yer:<br />

“AFRÝKA” Yayýncýlýk<br />

Limited Tesisleri<br />

Görsel Tasarým:<br />

Erdem Yorgunoðlu<br />

E-Mail: avrupa@kktc.net<br />

Web sayfasý: www.afrikapazar.net

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!