GELENEKLERİN TOPLUMDAKİ YERİ VE ÖNEMİ - Fırat Üniversitesi
GELENEKLERİN TOPLUMDAKİ YERİ VE ÖNEMİ - Fırat Üniversitesi
GELENEKLERİN TOPLUMDAKİ YERİ VE ÖNEMİ - Fırat Üniversitesi
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>Fırat</strong> <strong>Üniversitesi</strong> Sosyal Bilimler Dergisi<br />
<strong>Fırat</strong> University Journal of Social Science<br />
Cilt: 11 Sayı: 2, Sayfa: 251-258, ELAZIĞ-2001<br />
<strong>GELENEKLERİN</strong> <strong>TOPLUMDAKİ</strong> <strong>YERİ</strong> <strong>VE</strong> <strong>ÖNEMİ</strong><br />
The Place and Importance of Tradition in A Society<br />
Abdullah DİKİCİ •<br />
ABSTRACT<br />
Human being lives together and it is the creature whose babyhood time is the longest<br />
among livings. Man gains his personality in the society where he lives in. Socialization starts in<br />
the family and gets wider in the later part of the life.<br />
Culture is one of the important factors shaping to societies. The skeleton of the culture is<br />
traditions. Society gain and form their traditions during long periods and the traditions of society<br />
can hardly be changed. One of the peculiarities which differs one nation from others is the<br />
tradition. Transferring the traditions into new generations is important for the continuity of a<br />
society. Turk society’s some of these traditions can be summarized as follows: religious life, the<br />
way of art, the structure of the language and without having a state. Turk society has always had a<br />
state in history. They have been living according to by themselves the religion of Islam.<br />
The Turkish is a language have brief sentences and a strong aesthetics. Language is the<br />
most tool agreement and transferring culture.<br />
Key Words: Society, socialization, traditions, culture, language, state.<br />
ÖZET<br />
İnsan, toplu halde yaşayan ve bebeklik süresi en uzun olan canlı varlıktır. İnsan, içinde<br />
doğup büyüdüğü topluma göre şekillenmektedir. Toplumsallaşma, ailede başlar ve bu halka<br />
gittikçe genişler.<br />
Kültür, toplumları şekillendiren önemli faktörlerden biridir. Kültürün de iskeleti<br />
geleneklerdir. Geleneklerini toplumlar, uzun zaman içinde kazanırlar ve değişmeleri de zordur.<br />
Milletleri diğer milletlerden ayıran özelliklerden biri gelenektir. Bir toplumun devamlılığı için<br />
geleneklerinin yeni nesillerde yaşatılması önemlidir. Türk toplumunun, bazı önemli gelenekleri<br />
şöyle sıralanabilir: Dini yaşayışı, sanat gelenekleri, dilin yapısı ve devletsiz kalmama geleneği<br />
gibi. Türk toplumunun tarihte daima bir devleti olmuştur. İslamiyet’i de kendine göre<br />
yaşamaktadır.<br />
Türkçe, kısa cümlelere ve güçlü estetiğe sahip bir dildir. Dil en önemli anlaşma ve kültür<br />
aktarma aracıdır.<br />
Anahtar Kelimeler: Toplum, toplumsallaşma, gelenekler, kültür, dil, devlet.<br />
• Yrd. Doç. Dr. <strong>Fırat</strong> <strong>Üniversitesi</strong> Teknik Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü.
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2001 11 (2)<br />
GİRİŞ<br />
İnsan nedir? sorusuna, bazıları “İnsan biyo-psiko-sosyal bir varlıktır” şeklinde<br />
cevap verir. Yani insanın, psikolojik yönü ve diğer canlılarla ortak olan biyolojik yönü,<br />
fakat en önemlisi, diğer canlılardan farklı olarak, toplumsal yönü vardır. İnsanlar toplu<br />
halde yaşamaktadırlar. Bazı canlı türleri de toplu halde yaşamaktadırlar. Örneğin; arılar,<br />
karıncalar vb. Onların toplu halde yaşaması, içgüdüseldir. İnsan, değerler yaratabilen,<br />
dini, ahlakı, töresi olan ve tarih bilincine sahip olan tek canlıdır. İnsan, canlılar içinde<br />
bebeklik süresi en uzun olan ve yetişkinlere en fazla muhtaç olanıdır. Tek yaşadığı zaman<br />
insan, canlıların en zavallısıdır. Belki güçsüzlüğünü telafi edebilmek için insan toplu<br />
halde yaşamaktadır.<br />
Dünya’da, toplum dışında kalmış, varlığını nasıl sürdürdüğüne ait çeşitli rivayetler<br />
olan bir örnek vardır:<br />
“Vahşilerle ilgili vak’aların en ilgi çekici olanlarından biri yaşları sekiz ve ikinin altında<br />
olan ve 1920’de bir kurt ininde bulunan iki Hintli çocuğa aittir. Bulunuşlarından bir kaç ay<br />
sonra çocukların daha küçük olanı öldü, fakat büyüğü olup Kamala diye isimlendirilmiş<br />
olan kız, 1929’a kadar yaşadı. Onun beşer cemiyetinde geçen hikayesi dikkatle<br />
kaydedilmiştir. Kamala bizim beşeri davranışlarla bir arada gördüğümüz vasıflardan hiç<br />
birini beraberinde getirmiş değildi. Ancak, dört ayak üzerinde yürüyebiliyordu, kurtvari<br />
hırıltılardan başka hiçbir lisana sahip değildi ve insanlardan herhangi diğer bir ehlileşmemiş<br />
hayvanın çekinmesi kadar çekiniyordu. Ancak, en itinalı ve muhtemelen sempatik bir talim<br />
neticesi, iptidai sosyal adetler kendisine öğretildi. Ölümünden önce, iptidai surette<br />
konuşmayı, insanlara ait yeme ve giyinme adetlerini ve diğer adetleri yavaş yavaş<br />
öğrenmişti” (MacIver, 1979:73).<br />
Başka bir örnek de, altı aylıkken bir odaya bırakılıp, 1938 yılında, beş yaşında iken<br />
bulunan Anna vakasıdır:<br />
“Mahpusluk hayatı esnasında Anna süte ilaveten pek az gıda ile beslenmiş, hiç bir normal<br />
terbiye görmemiş ve diğer varlıklarla hemen hiç temas kuramamıştı...Anna bulunduğu<br />
zaman yürüyemiyor, konuşamıyordu, tamamen duygusuzdu ve etrafındaki insanlarla<br />
alakası yoktu” (MacIver, 1969: 73).<br />
Görülüyor ki, doğduğu andan itibaren, tek başına yaşayabilen insanın durumu bu.<br />
Efsaneye göre, bir dişi kurt tarafından emzirilip büyütülen Romus ve Romulus kardeşler,<br />
Roma’yı kurmuştur. Eğer Romus ve Romulus kardeşler, ormanda bir kurt tarafından<br />
büyütülmüş ise, Roma’yı kurmalarına imkan yoktur. Çünkü Roma, toplu halde yaşayan<br />
insanların ürünüdür.<br />
İnsan, içinde doğup büyüdüğü topluma göre şekillenmektedir. Türkiye’de, henüz<br />
yeni doğmuş bir çocuğu, götürüp İngiltere’de bir İngiliz aileye versek, çocuk, o aile ve<br />
bulunulan ortamın özelliklerine göre büyüyecek; kısacası, İngiliz kültürüne göre<br />
yetişecek ve bir İngiliz olacaktır.<br />
Toplumların dilleri, dinleri, yaşayışları, mitolojileri, değer ve tutumları farklı<br />
farklıdır. İnsanlar,<br />
252
Geleneklerin Toplumdaki Yeri ve Önem<br />
”...belli bir mekan ve zamandaki belli bir topluma toplumsallaşır. Bu toplumun özelliklerini<br />
bilmek, onun üyesi olan bireylerin davranışlarını kestirebilmeyi, açıklayabilmeyi sağlar.<br />
Tarihçiler, edebiyatçılar, toplumbilimciler çeşitli toplum tiplerinin temel kişilik<br />
özelliklerinden oluşan toplumsal karakterden söz etmişlerdir” (Tan, 1981: 37).<br />
Bireylerle toplum arasında sıkı bir ilişki vardır, fakat bu ilişki, kukla ile kuklacı<br />
arasındaki ilişki gibi, tek yönlü değildir. “Birey az çok kalıplaşmış ve kestirilebilir<br />
davranışlara sahip olmakla birlikte, yenilik ve değişim yeteneğine sahip olan ve bu<br />
yeteneği sıklıkla kullanan etkin bir yaratıktır” (Tan, 1981: 37).<br />
Toplumları bir birinden ayıran farklar vardır.Bunlardan bazıları, toplumun dini<br />
hayatı, dilin mantığı, sanat gelenekleri, mitolojisi, hayat felsefesi gibi kültürel<br />
değerleridir. Bunlar, toplum hayatında zaman içerisinde gelenekselleşir, kısa sürede<br />
değişikliğe uğramazlar; değişmeleri çok uzun zaman gerektirir.<br />
Türk Toplumundaki Bazı Gelenekler:<br />
Her toplumda, iyi-kötü, güzel-çirkin nelerin uğrunda ölünebileceğini, ne için<br />
yaşanabileceğini belirleyen,insanların davranışlarına birer standart koyan değerler vardır.<br />
“Değerler davranışlara yön verdikleri ve bir toplumdaki insanlarda ortaklaşa<br />
benimsendikleri için davranışlarda benzeşmeye ve dolayısıyla kalıplaşmaya yardım eder”<br />
(Tan, 1981: 37). Değerler, toplumdan topluma değişebilmektedir. Bir toplumun<br />
geçmişinde mutlu ve ızdıraplı yaşayışları, o toplumun hayatında büyük etkiler bırakır. Bu<br />
etkiler, zamanla toplumda gelenek haline gelir. Bu gelenekler, insan vücudundaki iskelete<br />
benzer. Nasıl ki bir organizma, iskelet üzerinde ayakta duruyorsa, toplumlar da<br />
gelenekleri üzerine ayakta durur “Gelenekler bitkilerdeki gövde biçimine, hayvanlardaki<br />
belkemiğine benzerler... Her ulusun kendi yaratılışına göre birtakım gelenekleri vardır.<br />
Bu gelenekler ulustan ulusa değişirler.” (Baltacıoğlu, 1966: 10). Türk Dil Kurumu<br />
,geleneği şöyle tanımlamıştır:” Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları<br />
dolayısıyle saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi,<br />
töre ve davranışlar, anane.” (Türkçe Sözlük, 1992: 534). Adet ve görenekler gelenek<br />
değildir. Baltacıoğlu, gelekleri şöyle açıklamıştır:<br />
“Gelenekler varlıklarını bazen tarih öncesinden, doğum çağından, totemcilik devrinden<br />
alan, kamunun duyunçaltına bir kez yerleştikten sonra evrim boyunca toplumlarını<br />
kovalayan, sosyal tipten sosyal tipe değişmeyen çok eski kamulsal (collectif) kalıtlardır.”<br />
(Baltacıoğlu, 1966: 12),<br />
Türk toplumundaki, geleneklerin bazıları şunlardır:<br />
A- Din Gelenekleri<br />
Hazar Türklerinden küçük bir kısmının, M.S. 740- 800 yılları arasında kutsal kitap<br />
olarak Tevrat ’ı kabul ettikleri, Gök Oguzlar’ın da (Gagauzlar) Hıristiyanlığı kabul<br />
ettikleri bilinir. Gök Oğuzlar, Hıristiyan olmalarına rağmen, kurban kesip ve<br />
İslamiyet’tekine benzer bir şekilde sadaka verdikleri ve domuzdan nefret ettikleri bilinir<br />
(Tanyu, 1978: 40). Bunların dışındaki Türk boyları İslamiyet’i seçmiştir. Türklerin<br />
253
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2001 11 (2)<br />
İslamiyet’i seçmesindeki en büyük sebep, daha önceki dini yaşayışları ile İslamiyet’in<br />
büyük oranda uyuşmasıdır. Hırsızlık ve fuhuş, Türk toplumunda pek görülmezdi.<br />
“Eski Türklerde, gök anlamına gelen ana söz, Tengri idi. Türkler, hiç bir şeyi<br />
renksiz söylemezdi. Hele konu böyle kutsal olursa. Onun için, göğe hep rengi ile birlikte<br />
Gök Tanrı derlerdi... Eski Türkçe’de Tengri hem Tanrı hem de gök manasına gelirdi”<br />
(Ögel, 1991: 701). Türklerdeki gök tanrı, tek Tanrıdır. Batıdaki, özellikle<br />
Yunanistan’daki gibi, Tanrı somutlaştırılıp, heykelleri yapılmamıştır. Türklerde,<br />
GökTanrı düşüncesinin oluşmasını, yaşayışı ve yaşadığı coğrafi çevre ile açıklamak<br />
gerekir. Türkler, hayvanlarını otlatan ve 500 mil gibi geniş bir alan içinde hareketli bir<br />
hayat yaşayan atlı bir gruptur. Bu alana hakim olan gökyüzünün sonsuzluğu, yani mavi<br />
gök, yerde de kurt ve kartallardır. Ayrıca, bu grupların içinde de belli bir düzen vardı.<br />
Evde de baba otoritesi hakimdi ve çocuğun eğitiminden baba sorumluydu (Ögel, 1987:<br />
425). Bozkurt efsanesi de bu ortamın sonucunda doğmuştur. Fakat kurda saygı<br />
gösterilmesi, onun totem olduğu anlamına gelmez. Türklerde totemcilik yoktur. Delil<br />
olarak da: Totemcilikte, ana hukuku geçerli iken, Türklerde, baba hukuku ağır basar.<br />
Totemcilikte ,aynı toteme bağlı olanlar, akraba sayılırken, Türklerde kan bağı<br />
vardır.Totem hayatı yaşayan toplumlarda, geçimini avcılık ve toplayıcılıkla sağlarken,<br />
Türklerde, hayvan yetiştiriciliği ve tarım vardır. Türklerdeki kurtta, dini bir özellik yoktur<br />
(Kafesoğlu, 1983: 285). Türklerde sonsuzluğa uzanan, bir Gök Tanrı vardır. Türklerin,<br />
hakanlık kurması,hakanın tahta geçmesi, Tanrının iradesi ile olur, savaşlarda da onun<br />
iradesi ile zafere ulaşılır, Tanrı, insan hayatına müdahale ederdi (Kafesoğlu, 1983: 285).<br />
Oğuz Han devleti oğullarına taksim ederken, “Ey oğullarım! Ben artık yaşlandım; Gök<br />
Tanrıya borcumu ödedim” demekle, sevap işlediğine inanıyordu (Turan, 1990: 57). Eski<br />
Türklerde, Tanrı’ya ve Ata mezarlarına saygı duyulur ve kurbanlar kesilirdi. Ölenin<br />
arkasından yas törenleri yapılır ve yemek verilirdi. Mezara saygı, Anadolu’nun bazı<br />
yerlerinde bazı mezarlara kurban kesme, bazı mezarlarda bulunan ağaçlara bez parçaları<br />
bağlama ve cenazenin arkasında yapılan ağıtlar, galiba İslamiyet’ten önceki<br />
yaşayışımızdan devam edip gelmektedir.<br />
Bazı yazarlar, eski Türklerin Şaman dinine mensup olduğunu yazar. Şamanizm, din<br />
değildir. Şamanlar, bazı dini ve sihri gösteriler yaparken, trans haline gelen kişilerdir<br />
(Kafesoğlu, 1983: 285). Kısacası, eski Türklerde, tek Tanrı inancı vardı. Tanrı kelimesi,<br />
Türklerde hiçbir zaman put karşılığı kullanılmamıştır. Hatta zamanımızda “Tanrı<br />
misafiri” sözü, hala kullanılmaktadır. Türkler, 9. yüzyılda İslamiyet’le karşılaşınca,<br />
geleneklerine ve yaşayışına uyduğu için, kitleler halinde Müslüman olmuşlardır. On bir<br />
asırdır da İslamiyet’in bayrağını hep dik tutmuşlar, Avrupa’da İslamiyet’i, Türklerin dini<br />
olarak nitelenmesini sağlamışlardır. Türklerin, İslamiyet’e olan saygısı ve bu dini<br />
yaşayışı, diğer milletlerden farklıdır. Mevlit ve Ramazan ayında minarelerdeki mahyalar,<br />
Türklerde daha fazladır. Baltacıoğlu İslamiyet ile Türkler arasındaki ilişkiyi şöyle<br />
anlatmaktadır:<br />
254
Geleneklerin Toplumdaki Yeri ve Önem<br />
“Her ulus layık olduğu dini bulur. Uluslar hem layık oldukları dinleri bulurlar, hem de<br />
aldıkları dinlere kendi özlerini verirler. Cami bütün Türk kültürünün, bütün Türk<br />
geleneklerinin birleştiği, kaynaştığı bir yerdir. Camide mimarlık, resim, musiki, töre,<br />
felsefe, her şey vardır” (Baltacıoğlu, 1950: 1).<br />
B- Dil Gelenekleri<br />
Diller, toplumları bir birinden ayıran en önemli özelliklerdendir. Vendryes’e göre<br />
dil, toplumla birlikte başlangıç noktası bilinmeyen bir evrimin sonucudur. Dilin iki<br />
özelliği vardır. Bu özellikler, bireyin dışında oluşu ve toplumun baskısıdır (Vendryes,<br />
1968: 15).<br />
Ergin de, dili şöyle tanımlamıştır:”Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii<br />
bir vasıta, kendisine mahsus ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık,<br />
temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar, sistemli seslerden örülmüş<br />
içtimai bir müessesedir (Ergin, 1972: 3). Kaplan’a göre dil “millet” denilen sosyal<br />
varlığın temelini teşkil eder. O’na göre dil, insan topluluklarını bir yığın ve kitle olmaktan<br />
kurtarıp “duygu ve düşünce birliği” olan bir “millet” haline getirir (Kaplan, 1983: 45).<br />
Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının barınağı, korunağıdır (Kaplan,<br />
1983: 177-178). O’na göre,bir nehir akarken, çeşitli unsurları bünyesine alması gibi, bir<br />
milleti dili de karşılaştığı toplumlardan kelime ve deyimler alır. Bu açıdan bakınca;”her<br />
milletin dili, 0 milletin çağlar boyunca yaşadığı tarihin adeta bir özetidir (Kaplan, 1983:<br />
188).<br />
İnsanlar, dil ile öğrenirler ve nesiller arasındaki bağ da, dil ile kurulur,dil ile, duygu<br />
ve düşüncelerini ortaya koyar, içini döker, bir bakıma psikolojik olarak da rahatlarlar<br />
(Mengüşoğlu, 1971: 269-270). Mengüşoğlu’na göre, (1971: 272-273) “dil hem insanın<br />
kendisinin hem de, dünyanın bir aynasıdır. İnsan olmak dilin eseridir”.<br />
Bütün toplumlarda önce sözlü, sonra da yazılı edebiyatları gelişmiştir. Türk<br />
toplumlarında oldukça eski bir sözlü edebiyat geleneği vardır.” Bir dilin zenginliği, onun<br />
eskiliği, sürekliliği, edebiyat ve bilim dili oluşuyla söz konusu olabilir (Buran, 1999: 14).<br />
Diller, değişebilir ama dillerin değişmeyen yönleri de, vardır. Türkçe’nin değişmeyen<br />
yönlerini Baltacıoğlu, (1975: 9-10) şöyle açıklamıştır:<br />
“Türkçe kısa cümleli dildir, kelime dizisi anlam dizisine paralel olan dildir, kelime müziği<br />
anlamıyla uyuşan dildir,...üreme kabiliyeti yüksek olan dildir,... Ağzın bütün organlarıyla<br />
hatta bütün gövde ile söylenen dildir.”<br />
Elbette bir dile, yabancı kelimeler de girebilir, bazı kelimeler de kullanılmadığı<br />
için, ölebilir veya yeni kelimeler türetilebilir. Fakat alınan kelimeler, dile uygun hale<br />
getirilir. Üretilen kelimeler de, dilin yapı ve estetiğine uygun üretilir. Bir dil, filozofların<br />
kullanmasıyla, derinlik; sanatçıların kullanımıyla da güzellik kazanır. Türkçe’de, fiil<br />
sondadır ve kısa cümle yapılı bir dildir. Tür dilinin yaşını Tuna, 8500 yıl olduğunu ileri<br />
sürmektedir (Buran, 1999: 13).<br />
255
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2001 11 (2)<br />
C- Sanat Gelenekleri<br />
Türkler, İslamiyet’ten sonra, sanat dünyasına da bazı yenilikler getirmişlerdir. Bu<br />
yeniliklerin bazıları şunlardır: Medrese mimarisi, cami mimarisi, minare mimarisi, kubbe<br />
inşaatı, çinicilik v.b. bunların başlıcalarıdır (Kafesoğlu, 1983: 379). İslamiyet öncesinden<br />
beri devam eden taş işçiliği, minyatür, halıcılık, kilimcilik, demircilik vardır (Kafesoğlu,<br />
1983: 308), (Ögel, 1988: 143-172). Türk minyatür sanatı ve yazı sanatı, İslamiyet’ten<br />
sonra daha da gelişmiştir. Halı ve kilim motifleri, yüzlerce yıldan beri aynen devam<br />
etmektedir.<br />
Türk tiyatrosuna baktığımız zaman, orada da bir farklılık görürüz. Batı<br />
tiyatrosunda, senaryo ön plandadır. Türk tiyatrosunda ise oyuncu ön plandadır.<br />
Ortaoyunu, Tuluat ve kukla, öz Türk tiyatrosudur. Önceden yazılmış senaryo yoktur.<br />
Olaylar sanatçının yaratıcılığına göre devam eder (Baltacıoğlu, 1941: 26). Gerek<br />
televizyonlarımızda, gerekse tiyatrolarda, en fazla ilgi çeken oyunlar, sanatçının ön<br />
planda olduğu tuluat türü oyunlardır.<br />
Toplumların, nelere güldüğüne de bakmamız gerekir. Zira, gülünen şeyler de<br />
toplumdan topluma değişir. Türk kültüründe, derin bir mizah anlayışı vardır. Ortaoyunu<br />
ve tuluatta bu en ileri şekilde görülmektedir. Fıkralarımızda da bir incelik ve mizah<br />
vardır. Her gün Karadenizlilere, özellikle “Temel”e mal edilen bir sürü fıkra<br />
üretilmektedir. Nasrettin Hoca, İncilli Çavuş ve Bektaşi fıkralarımız vardır. Türk<br />
Dünyasında, bir birinden habersiz iki tane Nasrettin Hoca’ nın ortaya çıktığı görülmüştür.<br />
Japonların, İpek Yolu TV. dizisine dayalı olarak, TRT’den bir ekip İpek Yolu’ nun<br />
geçtiği yöreleri gezmeye çıkınca, Türkistan’da bir Nasrettin Hoca’ ya rastladılar. O’ da<br />
vefat etmiş, ama bizdeki Nasrettin Hoca fıkralarına benzer fıkraları anlatılıyordu. O<br />
zaman aklımıza şöyle bir soru gelmektedir: “Acaba Nasrettin Hoca var mı?”, “yoksa biz<br />
bazı fıkraları üretip, Nasrettin Hoca isminde birisine mi mal ediyoruz?” Türk kültürü,<br />
mizah yönü güçlü olan bir kültürdür. Nasrettin Hoca’ nın, “parayı veren düdüğü çalar”,<br />
“bire komşular hırsızın hiç mi günahı yok” sözündeki incelik ve mantığa bakınız. Jest ve<br />
mimikler, müzik de bir toplumu diğer toplumlardan ayıran özelliklerdendir.”Yeryüzünde<br />
ne kadar millet çeşidi varsa, o kadar da mimik çeşidi vardır” (Baltacıoğlu, 1943: 58).<br />
D- Devlet Kurma Geleneği ve Diğer Bazı Özelliklerimiz<br />
Eski Türklerde, “halk” ile “toprak”, devleti meydana getiren iki önemli unsurdu.<br />
Tarih boyunca hiç devletsiz kalınmamıştır. Bir Türk devleti yıkılmışsa, yerine bir veya<br />
birkaç devlet kurulmuştur.<br />
Bir Hun hakanı, “Atalarımdan kalan toprağı kimseye vermem” demişti. Devlet ve<br />
kağan yer ve suların sahibidir (Ögel, 1988: 347). Türkler, kendilerinin Dünyayı idare<br />
etmekle görevli olduklarına inanırlardı. Bu görevi, onlara Tanrı vermişti. Zaten kendi<br />
kağanlarının kutsal olduğuna, ilahi bir kaynaktan geldiğine inanıyorlardı (Güngör, 1992:<br />
54). Cihanı idare etme düşüncesi, İslamiyet’ten sonraki Türk devlet başkanlarının da<br />
vazifesi sayılmıştır.<br />
256
Geleneklerin Toplumdaki Yeri ve Önem<br />
Türkiye’de halen askere gidenler törenle gönderilmektedir. Bu durum asker millet<br />
olma geleneğinin halen devam ettiğini gösterir. Misafirperverlik geleneğimiz de, yüzlerce<br />
yıldır devam etmektedir.<br />
Kültürümüzde yer alan yiğit; delikanlı, mert, cesur, mazlumun yanında, zalimin<br />
karşısında olan kişidir. Bunun adı Erzurum’da dadaş, Elazığ’da gakkoş, Ege’de efedir.<br />
Geçmişten beri bu böyle devam edip gelmektedir.<br />
SONUÇ<br />
İnsanı, üzerine ne yazılırsa o şekli alabilecek, boş ve beyaz kağıt gibi düşünmek de<br />
yanlıştır. İnsanın, biyolojik ve psikolojik özellikleri, toplumsallaşmada göz ardı edilemez.<br />
Bireyin, içinde yaşadığı toplumun değerlerine gösterdiği tepkiler sonucunda, toplum da<br />
değişebilir.<br />
İlk ve en etkili toplumsallaşma, ailede başlar, bunu akraba grupları, okul ve diğer<br />
kurumlar takip eder. Toplumsallaşma sürecinde, dolaylı ve dolaysız olmak üzere, iki türlü<br />
eğitimden söz edebiliriz. Çocuğun günlük yaşayışında, bazı davranışlarının<br />
ödüllendirilmesi, bazılarının da yasaklanması ve men edilmesi doğrudan öğretimdir.<br />
Çocuk; gerek kendisinin, gerek başkasının “belirli bir davranış ve tutum gibi herhangi bir<br />
nedenle başkalarının mükafatlandırıldığını gördüğünde, bilinçli veya bilinçsiz olarak aynı<br />
mükafatı elde etmek için bireyin gösterdiği değişme çabalarına gıpta yoluyla öğrenme<br />
diyoruz” (Tolon,1978: 316).<br />
İkincisi, “dolaylı öğretim” veya “taklit” dediğimiz durumdur.Bu durum kişinin,<br />
çevresindeki insanlarda görüp sezinlediği, ona gıpta etmesi sonucu taklit etmeye<br />
başlamasıyla oluşur. Burada, davranışlarını görüp beğendiği kişinin, kim olduğu ve<br />
kişiliği de önemlidir. Bu şekildeki toplumsallaşma, belki daha da önemlidir.<br />
“Bireye duygusal yakınlığı bulunan, ona en erken yaşlarda yaklaşan ve onunla yoğun<br />
ilişkiler kuran kişilerin onun üzerindeki etkisi hem daha derin hem de daha kalıcı<br />
olur...Kısacası toplumsallaşma bireyin yaparak, deneyerek- yanılarak, karmaşık etkileşimler<br />
ve duygusal ilişkiler içinde gerçekleştirdiği bir süreçtir” (Tan., 1981: 40).<br />
Toplumsallaşmada, önemli bir etken de, öğrenme sürecinde çelişkiler varsa,<br />
mümkün olduğu kadar azaltılmalıdır. Toplumsallaşmada çocuğa, toplumun değerleri,<br />
ölçüleri, töreleri ve bunlara nasıl uyulacağı da aşılanır. Toplumsallaşma, çocuğa yalnız<br />
içinde bulunduğu toplumun kültürünü algılamasını, benimsemesini ve yaşamasını değil,<br />
kişilik kazanmasını da sağlar.<br />
Bir milleti ,diğer milletlerden ayıran kültürüdür ve kültürün de temel öğesi<br />
gelenekleridir. Türk Toplumunun geleneklerinden bazıları din, dil, sanat ve devlet kurma<br />
geleneğidir.Türk dilin yapısı, estetiği, elbette diğer dillerden farklıdır. Bilim dil ile yapılır,<br />
dil ile düşünülür, gelecek nesillere bütün birikimler dil ile aktarılır. Türk toplumu hiç<br />
devletsiz kalmamış, hatta aynı zaman diliminde farklı mekanlarda birden fazla devlet<br />
kurmuşlardır. Özellikle dil ve devletini kaybeden toplumlar zaman içinde kaybolup<br />
gitmektedirler. Dünya’ da birçok toplum dil ve devletlerini koruyamadıkları için<br />
257
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2001 11 (2)<br />
kaybolup gitmişlerdir. Türk Toplumunun geleneklerinin yeni nesillere aktarılması<br />
gerekir. Ertük (1972: 12), eğitimi “bireyin davranışında, kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı<br />
olarak istendik değişme meydana getirme süreci” olarak tanımlamıştır. Davranış<br />
değişiklikleri de Milli Eğitimin amaçları doğrultusunda olmalıdır. Eğitimin bir görevi de<br />
kültür aktarmadır. Ergün,(1987: 62) bu durumu şöyle anlatmaktadır:<br />
“Bir bireyin insan olabilmesi bir toplumun sosyal kültürel örgüsü içinde yaşaması<br />
zorunludur. Aynı şekilde bir toplumun da canlılığını ve güçlülüğünü sürdürebilmesi çağdaş<br />
değişmelere ayak uydurabilmesi için kendi kültürü ile damgalanmış, kendi toplumsal<br />
yapısını bozmadan olumlu yönde ilerletecek, geliştirecek şahsiyetlere ihtiyacı vardır”.<br />
Durkheim, eğitimi toplumsallaşma gibi görmüştür. O, genç neslin, yetişkinler<br />
tarafından metotlu bir şekilde toplumsallaştırılmasını eğitim olarak belirtir. Eğitim, Türk<br />
toplumunu, çağın bilim ve teknolojik seviyesine ulaştırmaya çalışırken, kültürel<br />
değerlerini de ihmal etmemesi gerekir.<br />
KAYNAKLAR<br />
Baltacıoğlu, İsmail Hakkı; (1966), Kültürce Kalkınmanın Sosyal Şartları, Milli Eğitim Basımevi, İst.<br />
--------------; (1941), Tiyatro, Sebat Basımevi, İstanbul.<br />
--------------;(1943), Türke Doğru,Kültür Basımevi, İstanbul.<br />
--------------; (1971), Türk Plastik Sanatları, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.<br />
--------------; (1950), Uluslar Dinler. Yeni Adam dergisi, sayı: 640.<br />
--------------; (1975), Yayımla Kalkınma nasıl Olabilir. Yeni Adam dergisi, sayı: 891.<br />
Buran, Ahmet,(1991)Çağdaş Türk Lehçeleri,Elazığ.<br />
Ertürk, Selahattin;(1972) Eğitimde Program Geliştirme, Hacettepe <strong>Üniversitesi</strong> Basımevi, Ankara.<br />
Ergun, Mustafa; (1987), Eğitim ve Toplum, İnönü <strong>Üniversitesi</strong> Basımevi, Malatya.<br />
Ergin, Muharrem,(1972), Türk Dil Bilgisi, Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul.<br />
Güngör, Erol, (1992), Tarihte Türkler, Ötüken Neşriyat, 4.baskı, İstanbul<br />
Kafesoğlu, İbrahim. (1983), Türk Milli Kültürü, Bogaziçi Yayınları:İstanbul.<br />
Kaplan, Mehmet,((1983), Kültür ve Dil, Emek Matbaacılık, İstanbul.<br />
Ögel, Bahattin; (1988), Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Türk Dünyası Araşt. Vakfı Yay. İst.<br />
---------------;(1988),Türk Kültür Tarihine Giriş, Kültür Bakanlığı Yayınları: Ankara.<br />
---------------; (1991), Türk Kültür Tarihine Giriş, Cilt 3, Kültür Bakanlığı, Ankara.<br />
MacIver, R.M.; (1969), Cemiyet Devlet Kitapları, İstanbul.<br />
Mengüşoğlu, Takiyettin; (1971),Felsefi Anthropologi,Edebiyat Fakültesi Matbaası, İstanbul.<br />
Tan, Mine; (1981), Toplum Bilime Giriş, Ankara Ün. Eğt. Fak. Yayınları.<br />
Tanyu, Hikmet; (1978), Türklerin Dini Tarihçesi, Türk Kültürü Yayınları, İstanbul.<br />
Tolon, Barlas; (1978), Toplum Bilimlerine Giriş, Kalite Matbaası.<br />
Turan, Osman; (1990), Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, cilt: 1, Boğaziçi Yay. İstanbul.<br />
Türkçe Sözlük;(1992), Atataürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu.<br />
Vendryes, Joseph; (1968), Dil ve Düşünce, Çev. Berke Vardar, Tan Matbaası, İstanbul.<br />
258